hüseyin batuhan uğur felsefe öğreniyor

345

Upload: toplumsal-teori

Post on 22-Jan-2018

294 views

Category:

Education


25 download

TRANSCRIPT

Page 1: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 2: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

UGUR FELSEFE ÖGRENİYOR

Page 3: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Hüseyin Batuhan

ISBN: 975-8295-02-9

©Bulut Yayınları, 1998

Birinci Basım: Haziran 1998

İkinci Basım: Eylül 1999

Üçüncü Basım: Eylül 2002

Ofset Hazulık: Bulut Yayınları

Kapak: Bulut Yayınları

Baskı: Maıt Matbaacılık

Bulut Yayın Dağıtım Tic. ve San. Ltd. Şti. Caferağa Mah. Dr. İhsan Ünlüer Sk. 612

Kadıköy-İstanbul

Tel&Faks: (O 216) 330 59 24 - 414 21 75

E-Mail: bulutyayinf ari@ttneı.net. tr

bulut@sistemd. cam

Page 4: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 5: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 6: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

UGUR FEL SEFE ÖGRENİYOR

İÇİNDEKİ LER

Uğur'a Mektup 9 ÖNSÖZ 13 1. BİLGİ TEORİS İ 1 19

1} 'Bilgi'nin Çok Anlamı ılığı 19 2) Bir Kimseye Hangi Şartlar Altında Bilgi Atfederiz? 21 3) Bilimsel Bilgi - Sağduyu Bilgisi 24

il. BİLGİ TEORİSİ 11 31 1) Bilgi, İnanç ve Şüphe 31 2) Bilgi ve Beceri 39 3) Sorular ve Sorunlar 42 4) Büyük Sorular ve Cevapları 45 5) ilk Teori Denemeleri : Mythos'lar 51

111. TEORİK FELSEFENİN BAŞLANGIÇLARI 59 1) Thales 60 2) Anaximandros 65 3) Anaximenes 66 4) Herakleitos 67

���� � 6) Empedokles 70 7) Atomculuk 71 8) Aristoteles 82

Page 7: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

iV. PRATİK FELSEFENİN AÇMAZLAR! 85 1) Olgusal Yargılar - Değer Yargıları 85 2) Değer Yargıları Haklı Gösterilebilir mi? 87 3) Pratik Felsefenin Açmazları 89 4) Değer Yargılarının Görevi 112

V. ÖZLEMSEL DÜŞÜNÜŞ VE BAŞLICA ÇEŞİTLERİ 141 A. Özlemse! Düşünüş (Wishful Thinking) 141 8) Özlemse! Düşünüşün Başl ıca Çeşitleri 145

1) Din 145 2)Ahlak 161 3) Hukuk 165

4) Politika 167 5) İdeolojiler 169

a. Ütopik Toplumcuklar 170 b. Totaliter İdeolojiler 1 70 c. Demokratik ideoloji 1 74 d. Totaliter İdeolojiler ve Demokrasi 182

6) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 188

VI. BİLİMSEL VE BİLİM-DiŞi DÜŞÜNÜŞ 193 A. Bilimsel Düşünüşün Temel Öğesi: Mantık 195 B. Bilim-dışı Düşünüş Biçimleri 203

1) Dini İnançlar ve Şarlatanlık 218

2) Politik Öğretiler 229

Vll. TEORİLER VE BELGELEME 241

Page 8: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Vlll. ÖGRETİLERİ N DENETLENMESİ 279 A. Ahlak Öğretilerinin Denetlenmesi 282 B. Politik Öğretilerin Denetlenmesi 289

i. Nazizm 290 ii. Komünist İdeoloji 298 iii. Demokratik Öğreti 302

IX. FİLOZOFLARIN UGRAŞTIGI ÖTEKİ SORUNLAR 307

A. Felsefe ve Şüphe 312

B. Felsefe ve İ nanç 323

SON SÖZ 341

Page 9: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 10: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Sevgi l i Uğur,

Bilmem hat ır l ıyor musun, bir gün ziyaretime geldiğinde, biraz da kızg ı n bir tonda, "Şu bizim felsefe hocasın ın anlatt ıklarından hiçbir şey anlamıyorum, lütfen bana felsefenin ne olduğunu söy­ler misin?" demişti n . Ben o anda "Ohoo, felsefe başlı başına bir ummandır, sana neresini anlatayım?" gibi bir şeyler gevelediği­mi hatırlıyorum. Doğrusunu istersen , bu soruyu el l i yı ldan fazla bir zamand ır ben de arada bir kendime sorarım, ama açık-seçik,

özellikle kısa bir cevap veremediğimi görürüm. Ancak bu defa soruyu felsefe okumaya yeni başlayan senin gibi o ldukça zeki bir çocuğun sorması beni bu konu üzerinde daha bir ciddiyetle durmaya iteledi. Öyle ya, senin felsefe öğretmenin in yerinde ben olsayd ım, ne yapard ım?

Uzun boylu düşünüp taşınd ıktan sonra şuna karar verdim: Sana felsefenin ne olduğunu deği l , 'folsefe"den ne anladığı­mı, dolayısıyla ondan ne beklediğimi anlatabi l irim . Asl ında fel­sefenin ne olduğunu anlamak için baştan sona bütün felsefe ta­rih ini okumak gerekir, ancak bunun da fazla işe yarayacağın ı sanmıyorum, z i ra 2500 y ı l boyunca filozof denen adamlar birbi­rinden çok farkl ı sorunlar üzerinde kafa yormuşlar, bu· nedenle onları "filozof" yapan ortak özel l ikler bulmak hemen hemen im­

kansız . Ben de onları uğraştıran çeşitli sorunlardan önemli gör­düğüm bir ikisi üzerinde durmaya karar· verdim. Bunu yaparken de genellikle onların düşünüş biçimini "taklit" etmeye çal ıştı m ve

o zaman gördüm ki, fi lozoflar arasında bazı ortak yanlar da var. Bunları n başında amaçları geliyor, z i ra istisnasız hepsi bi lg i­

üretme iş ine adamışlar hayatların ı . Ben de bunu göz önünde tutarak en çok bu noktayı vurgulamaya çalıştım, göreceğin gibi .

Page 11: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bu vesile i le bilgi nin elde edilmesi için hangi şartları n gerçek­leştiri lmesi gerektiğini vurguladım, bunu yaparken de gördüm ki, pek az insan bu şartlara uyuyor. O zaman "bilimsel" ve "bil im-d ı­ş ı " diyebileceğimiz düşünüş biçimleri olduğunu ve bi rçok insa­n ın --bazen farkında bile olmadan-- bilgi edinmekten çok, kendi düşünce ve inançları n ı başkalarına aşılamaya çal ıştığ ını tarket­tim. Bi lg i-üretme çabas ında ısrarlı olanların daha çok "doğru" olanı meydana çıkarma tutkusuyla hareket ettiklerin i , bu neden­le de kendi (duygusal) tercih lerini elden geldiği nce bir yana bı­rakmaya çalıştıklarını gördüm. İşte "bilim adamı " diye adlandırı­lanlar da bu işi büyük ölçüde başaranlar, Uğur'cuğurn, geri ka­lanlara ise "filozof" veya "fikir adamı" diyoruz. Bunlar bilgi'den çok görüş veya öğreti dediğ imiz türden fikir ürünleri geliştiriyor­lar; elbet onların da amacı aynı , yani doğruluğu yeterince belge­lenmiş bilgi ler üretmek, ama bazen ele aldı kları sorunların çok karmaşık oluşu , bazen da kendilerini "özlemse! düşünüş"e faz­laca kaptı rmaları amaçlarına ulaşmaları n ı engel l iyor. Everest Tepesine y ı l lar süren çabalar sonunda ilkin 1 953 y ı l ında ulaşı l­dığını unutma!

"Everest Tepesi " dedim de akl ıma geldi: Bilmem bu benzet­mem yerinde mi , ama ben felsefenin de, bi l imin de zorlu b i r "dü­şünme serüveni" olduğuna inanıyorum. Burada amaç doğru ve güveni l i r olanı fethetmek, bu nedenle 2500 y ı ld ı r süren bu serü­venin hikayesi bence Kutup kaşiflerin in veya büyük dağcılar ı n giriştikleri serüvenden daha az heyecan verici deği l . Ne yaz ı k ki, oku l lar ım ızda veri len tüm dersler çocuklara heyecan vermek şöyle dursun , "can sıkıcı" olmaktan b ir tür lü kurtulam ıyor. Öğret­menlerin kendileri bu zevki tatmayı öğrenmemişler ki, size tattır­s ın lar!

Page 12: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Göreceğ in gibi, ben bu kitabı senin ve yaşıtları n ın "anlayabi­leceği" bir di l le yazd ım. Asl ında bu benim her zaman kullandı­ğım dil . Kitabı yazarken duyduğum heyecandan sana da b i r miktar aktarabildiysem, ne mutl u bana! B ir de seni n gibi gençloı­rin ilgi duyacağ ını umduğum konuları seçmeye özen gösterdim. Asıl amacım da sizlerde biraz bilgi-sevgisi (philosophia) uyan­d ı rmak, bu vesile i le size "bilimsel düşünüş"ün nasıl bir şey ol­duğunu anlat ıp bu tür al ışkanlı klar kazanmanızı sağlamak. Bu­nu yaparken bazen ayn ı şeyleri birkaç defa tekrarlamış olabil i ­rim. O zaman "Bu kadar kusur kadı k ız ı nda da olur!" deyip geçi­ver, ama anlamakta zorlandığın yerler olursa, umutsuzluğa ka­pı lma, aynı yeri birkaç defa okuyup anlamaya çal ış , ama gene de anlamad ığ ı n ı görürsen, an la ki , yazar ne demek istediğini bilmiyor! Belki bu kitaptan felsefen in nasıl bir şey olduğu konu­sunda fazla bir şey öğrenemeyeceksin , ama olsun, içinde felse­feye, daha doğrusu "düşünme"ye karşı birazcık olsun heves uyan ı rsa, bu kitabı boşuna yazmamış olacağ ım. ·

Sana ilk defa çıkt ığ ın bu yeni serüvende başarılar dilerim.

Amcan

Hüseyin Batuhan

Page 13: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 14: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

ÖN SÖZ

'Felsefe' sözcüğü insanların kafasında çok değişik çağrışım­lara yol açar. Özell ikle hiç felsefe okumamış s ı radan insanlar bunun oldukça "garip" bi r z ih i nsel uğ raş o lması gerekeceğ in i düşünürlerse de, bu sözcüğe herhangi bif anlam veremı;ızler. Li­sede felsefe dersi görmüş, hatta b i rkaç felsefe kitabı okumuş olanların da felsefenin ne tür b i r uğraş olduğu konusunda açık­seçik bir fikir edi ndiklerini sanmıyorum. Belki farkl ı bir "ad" taşı­

dığından ötürü, bunun öteki bil imlerden farklı bir uğraş olması gerektiğ in i düşünürler, ama gene de tam bir ayd ın l ığa kavuş­muş olmaları ihtimali çok az. N itekim, bu konuda neredeyse bü­tün ömrümü bu işe vermiş olduğum halde, ben bile yapt ığım işin ne o lduğu konusunda kısa bir formülle dile getirilebilecek bir fikir edinmiş deği l im. Korkarı m , bu bi r yerde bütün "felsefec iler"in or­tak kaderi.

Ben , sonunda, "Felsefe nedir?" sorusunu sormanın , hele işe böyle bir soruyla girişmenin yararsız, hatta "anlamsız" olduğuna karar vermiş bulunuyorum. B i ryol bu soruya cevap verebilmek

iç in felsefe tarih in i başından sonuna kadar --bütün girdi çıktısıy­

la-- izlemek gerekir, bu da değme babayiğidin harcı değildir. (El­

bet aynı şey "din", "bi l im", "san'at", "kültür" ve "uygarl ı k" gibi öte­

ki geniş kapsamlı kavramlar için de geçerl i . ) Nitekim, "Felsefe Ansiklopedis i" adını taşıyan büyük bir eseri gözden geçirdiği niz zaman, orada yaln ız "filozof" diye bi l inen Platon, Aristoteles, Descartes ve Kant gib i is imlere deği l , Euklides, Copernicus, Einstein gib i daha çok "bi l im adamı" diye tanıdığınız kiş i le re, hatta Origenes, Aziz Augustinus ve Aziz Aquino'l u Thomas gibi büyük din-adamı veya ilahiyatçı diye ün yapmış kişilerle

karş ı laş ı rsın ı z . Demek istediğim, felsefecileri felsefeci yapan,

13

Page 15: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

dolayısıyla onları bi li m adam larından ve ilahiyatçı lardan ayır­detmemizi mümkün kılan ortak bazı n i tel ikler yok, bu nedenle "felsefe"yi tanımlayamıyoruz, ama --bir ansiklopediyi karıştıra­rak-- felsefecilerle tanışmamız gene de mümkün .

Burada akla hemen şöyle b ir soru geliyor: Acaba filozofların özellikle i lg i lenmiş oldu kları bazı sorular var mı? Ne yazık ki , bu da ç ıkar bir yol değil . Bir kere filozoflar akla gelebilecek her so­ru i le i lgi lenmişler, onlara cevap bulmaya çal ışmışlar. Ancak bu defa da "Felsefeye Giriş" başı ığ ını taşıyan bir kitap yazmaya kalkan kişi bir tür "seçim güçlüğü" ( hani şu Fransızların "embar­ras du choix" dedikleri şey) i le karşı karşıya kalıyor. Lise öğ­renci lerine h iç değilse birazcık "felsefe zevki" tattı rmak amacıy la da yaz ı lm ış olsa, bu tür bir kitapta binlerce soru arasından kü­çük b i r böl ümünü seçmek zorundasın ız . İ yi de, hangi ler in i seçe­ceksiniz?

Düşündüm, taşı ndım, sonunda işe soru sorma i le başlama­n ın birçok bakımdan yararl ı olabileceğine karar verdim. Öyle ya, soru sorma arzusu nereden doğuyor ve insan akl ı na esen her­hangi bir sorunun cevab ın ı bul mak için hangi yollara başvuru­yor, çıkmaza saplanınca ne tür taktikler uyguluyor, sözün kısas ı , soruyu cevaplandırmak için akl ı n ı nasıl kul lan ıyor? Bü tün bu so­rulara tatmin edici cevaplar bulabi ldiğimiz takdi rde, bi lgi-ü retımi iş inde insan aklının nasıl ça l ıştığı n ı da öğrenmiş olacağ ız.

Burada bence üzerinde i lki n duru lması gereken nokta, soru sorma arzusunun duyul ması. Bunu bir t ü r zih insel açlığa benzetebi l i riz . Bu tür açlığa da gün l ük d i lde "merak" deniyor. Herhangi b i r şeyi merak eden kişi bu açl ığ ı gidermenin yolları n ı arayacaktı r . Merakın , dolay ıs ıyla soru ları n binlerce çeşidi vardı r ve hepsine aynı yoldan cevap verilemeyebilir. Ancak yollar ba-

14

Page 16: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

zen çok farklı da olsa, amaç ayn ıdır : Bilgi edinmek! Buna göre, "bi lg i '' , merakı n uyand ırdığı soruya verilecek güvenilir veya do­yurucu cevap diye tanı mlanabilir. Ancak, ileride göreceğimiz gi­bi , insanlar çoğu zaman merakları nı "sözde-bilgi" dediğimiz "gü­venilemez" cevaplarla da g iderebiliyorlar. İ şte merakı zih insel bir açlık g ibi yorumlamanın yanlışlığı burada ortaya çı kıyor, z i­ra "bedeni" b i r açl ık ancak "gerçek" besin maddeleriyle giderildi­ği halde, insanoğlu çoğu zaman "zih insel açlığı"nı "sözde" be­sinlerle giderebiliyor, daha doğrusu giderdiğini sanıyor. Bu du­rumda yanılmadan söz ediyoruz.

Bazı halde insan yanı ld ığ ın ın , yani bulduğu cevabın yanl ış olduğunun kendisi de fark ına varı r ve hemen ardından doğru bir cevap arama işine giriş ir . Buna "araştı rma" diyoruz. (Bu bazen "soruşturma" biçiminde de ortaya çıkar.) Ancak çoğu halde in­sanlar yan ı ld ı kları n ı başkalarından öğrenirler. Bir insan ın nas ı l veya neden yan ı ld ığ ı n ı ona aç ık lama işlemine ise "eleştiri " diyo­ruz. Yanı lm ış olduğunu kendi kendine fark eden insan eleştiriyi de kendisi yapar (özeleştiri). Bi l im adamını s ıradan insandan ayırdeden en önemli özellik, onun sadece aşırı derecede "me­raklı" oluşu deği l , kendi yanl ış larını kendisinin görebi lmesidir; bu da daha çok kendini başkalarının yerine kolayca koyabi len in­sanlarda rastlanan bir özel l iktir. Nitekim , ası l görevi ve amacı bilgi üretmek olan bi l im adamı , sorduğu herhangi bi r soruya cevap bulduğunda , kendine hemen i k i nc i bir soru yöneltmeyi al ışkanl ık haline getirmiş kişidir: "Bakal ım senin bu cevabın ger­çekten de doğru mu?" İş i gereği , o kendin i yalnız kendi zihinsel açl ığ ın ı gidermekle deği l , ayn ı soruyu soran herkesin zih insel açl ı ğ ı n ı gidermekle yükümlü sayar. On lara sadece açlıkları n ı "yat ıştır ıcı" besinler sunmayı bir "zül" bilir.

15

Page 17: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bu tür b i r sorumlu luk duyan insanlara bugün daha çok "bi l im adamı" deniyor, oysa başlang ıçta onlara "fi lozof" deniyordu . Böylece 'felsefe' sözcüğünün etimolojisine gelmiş oluyoruz . Bu sözcük Yunanca 'ph i losophia' sözcüğü nün Arapça 'felasefe' üzerinden Türkçeleşmiş b iç imi . 'Phi losophia' ise "bilgi -sevgisi" veya "bilgi-tutkusu" demek. Sevgi veya tutkunun konusu "bilgi" olduğuna göre, burada as ı l ağı rl ı k 'b ilgi ' terimi üzerinde. Biz de bu derslerde en çok bu ter im üzerinde duracak, dolayısıyla ne­lere bilgi dediğimizi araştı racağ ız.

Tarih boyunca insanlar ın bu s ı fatı birçok değiş ik z ih insel ürünlere layık gördükler ini bi l iyoruz. O zaman "B ilg i nedir?" so­rusunun da tek b i r bel i rgin cevabı olmadığı sonucu ç ı kıyor . An­cak biz bu soruyu b i raz değişti r ip, "Nelere bilgi demek caizdır?" veya "Nelere b i lgi demeye hakkımız var?" biçiminde soracağ ız . Burada soru ister istemez bir "ahlak sorusu" k ı l ığ ına bürünüyor. İ lerde bu son türden soru lar ın birden çok cevabı olduğu nu gö­receğiz, z i ra burada iş in içine --ister istemez-- insanın duygusal tercihleri karışıyor. Ancak biz gene de elden geld iğ ince kendi duygularımız ı işe karıştı rmadan işin iç inden çıkmaya, bunun için de, b i r yandan bilg i-üretimi iş ine doğrudan doğru ya kat ı lmış o lan büyük bi l im adamları n ı n bu konuda söylediklerine kulak ka­bartırken, b i r yandan da onlar ın neden bell i bazı iddialardan bu niteliği esirgediklerini anlamaya çal ışacağız. Genellikle bu tür bir çal ışmaya "bi lgi öğ retis i " (epistemoloji) deniyor. Bu ikinci tür­den araştırmaların da bir bakıma b i r "bilgi edinme" çabası oldu­ğu söylenebi l i r .

Ancak bu rada "dünyada olup biten şeyler" hakkında bi lg i edinmek deği l , daha çok i nsanlar ın bu şeyler (yani olaylar) hak­

·k ında nası l bilgi edindiklerin i , dolayısıyla nelere "bilgi" dedikleri-

16

Page 18: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

ni araştırmak söz konusu. İsterseniz buna "bilginin bilgisi'', "bi lg i ­teorisi", hatta "meta-bi lgi" diyebil iriz. İ lerde göreceğimiz gib i , bi­

rinci türden bilgi üreten bil im adamları arasında nelere bilgi de­meye hakkımız olduğu konusunda i yi-kötü bir birlik, bir uzlaşma

sağlanabildiği halde, bilginin bilgisi veya bilgi-teorisi konu­sunda bu tür bir uzlaşma her zaman sağlanamıyor. İşte bu gibi

durumlarda işe kişilerin duygusal tercihlerinin veya semantik zevklerinin karıştığın ı görüyoruz.

17

Page 19: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 20: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

1

BİLGİ TEORİSİ 1

1) 'Bilgi'nin Çok Anlamlılığı

Dildeki hemen her genel terim gibi, 'bilgi' teriminin de bazen değişik anlamlarda (başka bir sözcük yerine) kullanı ldığını görü­yoruz. Örneğin , size, "Bil baka lım , ben bugün kime rastlad ı m?" veya, "Bil bakalım, avucumun içinde ne var?" d iye soran bir ta­nıd ığ ın ız herhalde burada 'bilmek' sözcüğünü daha çok "tahmin etmek" anlamında kullan ıyor. Asl ında size bu soruyu soran kim­se sizin bu sorunun cevabın ı bilmediğinizi, hatta bilemeyece­ğinizi düşündüğü için sorusunu bu biçimd e soruyordur. Öyle ya, dostunuz sizin de tanıdığ ı n ı z bir isine rastlam ıştır, ama onun rastladığı kişiyi görmemiş olduğunuz için, olsa olsa onun kim ol­duğunu tahmin edeb i li rsiniz, bunun için de ortak tanıdıklarınız arasından onun rastlamak ihtimali en az olan biri ni düşünüp bu lmanız gerekecektir, bu da hiç kolay bir iş değild i r. İlerde göreceğimiz gibi, bilimde tahmin s ık başvurulan bir yöntemdir ; bu tür tahminlere bazen hipotez, bazen de teori diyoruz.

'Bi lmek' f i i l in in bir başka kullanıl ış ına bir cenaze töreninde imamın törene katılanlara sorduğu "Merhumu nas ıl bilirdiniz?" sorusunda rastl ıyoruz. Aslında o bu sorusunu şöyle de sorabi l ir­d i : "Merhumu nasıl tanırdınız?" Burada 'tanı mak' asl ında b ir in­sanı "değerlendirmek" anlamı nda ku l lanıl ıyor. Nitekim, oradaki ­ler bağlamdan bunu kolayca anladıkları için, adet olduğu üzere, "İyi bilirdik" diye cevap verirler; bu da "Merhumun bizim üzeri-

19

Page 21: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

mizde b ıraktığı genel izlenim, onun iyi bir insan olduğu biçimin­de idi" anlamına gelir. Elbet imamın burada 'bilmek' fi i l ini kullan­masın ın daha derin bir anlamı var: Bu da törende hazır bulu­nanların merhumu yakından tanımış, yani onun çeşitli söz ve davranışlarına uzun zaman tanık olmuş kişi ler olduğunu var­sayması . "Görmek" ve "duymak" bir insanı tan ımanın, dolayısıy­la onun hakkında bilgi edinmenin en gözle görülür yolları oldu­ğuna göre, burada imamın sorusu çok yeri nde; ancak verilen cevap genellikle gerçeği yansıtmaktan uzaktır , zira, i lerde göre­ceğimiz gibi, insanların değerlendirmeleri genellikle birbirinden farkl ıdır.

'Bilgi' sözcüğünün bazen karışıklığa yol açan bir başka kulla­n ımı daha var: "Bu kitapta yanlış bi lgiler var" veya "Düşmanın haber alma servisleri bize yanlış bilgi vermiş" türünden cümle­lerde 'bilgi' sözcüğü "ir ıformation" (Osmanl ıca "malumat") anla­mında kullanı ldığı için, en azından Türklerin kafasında kavram kargaşasına yol açabilir. Nitekim, hemen herkesçe kabul edilen anlamına göre 'bilgi' (Fr. 'Connaissarıce', İng. 'knowledge', Alm. 'Erkenntnis') yanlış olamaz, z i ra "doğru" olmak bilginin en te­

mel niteliğidir. Buna göre, yukarıdaki cümlenin "Bu kitapta yan­lışlar var" ve "Düşmanın haber alma servisleri bizi yanıltmaya çal ışmış" biçiminde yorumlanması gerekir. Ankara'ya Mavi Trenin kaçta kalktığını sorduğunuz memur size, tren 1 4:30'da kalktığı halde, "Saat 1 5:30'da kalkıyor" diye cevap verirse, size yanlış bir bilgi vermiş olmaz, düpedüz sizi yanıltmış o lur, an­cak dilimizde 'in formation' sözcüğünün ayrı bir karşı l ığı olmadığı için, bazen 'yanl ış bilgi' terimi ku llanı lmaktadır. Belki b iz de 'in­formasyon' yerine 'öğreni' g ib i bir terim kullanarak bu tür karışık­l ıkları önleyebi l i riz . Derslerde genel l ik le çocuklara "bilimsel" de­diğimiz (doğruluğu bilim adamları nca kabul edilen) türden bilgi-

20

Page 22: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi 1

ler öğreti lmeye çal ışı l ır. Ancak işe öğretme karıştı ğı için, öğret­menin çocuklara bazen "bilimsel " açıdan doğrul uğu saptan­mamış, hatta bazen yanlış olduğu saptanmış şeyler öğretme­

si mümkündür. Bu bakımdan öğrencilerin ders kitaplarında yazı­

lan, dolayısıyla öğretmenin derste anlattığı her şeyin bir "bi lgi"yi dile geti rdiği varsayımından kurtulmaları gerekir . Bilgi, tan ı mı

gereği, yanlış olamaz, ama kitaplar ve öğretmenler çocuklara

yanlış şeyler öğretebilir, daha doğrusu belletebilirler. Bu ne­

denle öğretmenler çocuklara öğrettikleri şeylerin doğru oldukla­

rını kanıtlamakla yükümlüdürler. Aynı şekilde, öğrenciler de öğ­

retmenler karşısında eleştirici bir tavır takınmaya, yani her söy­lenene i nanmamaya çalışmalıdırlar.

2) Bir Kimseye Hangi Şartlar Altında Bilgi Atfederiz?

Herhangi bir şey bildiğini sanan kişi genellikle bir iddiada bu­

lunur. Buna göre, iddiada bulunmak insanın doğru olduğunu var­saydığı bir inancını dile getirmesidir. Bir i nanç doğru da olabilir,

yanlış da, dolayısıyla bir insanı n herhangi bir inancın ın doğru ol­

duğunu sanarak bir iddiada bulunması onun gerçekten bir şey

bildiğini göstermez. Bu nedenle, bizim herhangi bir i nsana bilgi atfedebilmemiz (onun bir şey b ildiğini söyleyebilmemiz) için

onun iddiasının doğru olduğunu kanıtlayabilecek durumda ol­

ması gerekir. Bir i nsan yanlış bir i nanca saplanmışsa, yanılıyor demektir; inancının doğru olduğunu san ıp bir bilgi iddiası nda bu­

lunuyorsa, başkalarını da yanıltıyor demektir. insan bir şey bildi­

ğ inden emin olmadıkça bi lgi iddiasında bu lunmamalıdır; bu

özel l ikle öğretmenler için geçerli . Aynı şekilde, öğrenme arzusu ve isteğini duyanlar da yeterince belgelenmemiş iddialara iltifat

etmemek, onları şüphe i le karşılamakla yükümlüdürler, zira an­

cak bu şekilde kendilerini yanılmaktan koruyabi lirler.

21

Page 23: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bilgi iddiasında bulunan sıradan insanlar bu konuda her tür­lü sorumluluk duygusundan yoksundurlar, z i ra bunu ya akılları­na öyle estiği, ya da "bilgiçlik taslamak" iç in yaparlar, hatta ba­zen düpedüz "işkembeden" attıkları bi le olur. Doğruluğundan emin olmadıkça herhangi bir iddiada bulunmamak, bulununca da iddias ı n ı kanıtlamakla yükümlü olduğunu düşünmek ancak kendilerini bilgi-üretme işine adamış olan kişilerde, yani filozof­larla bil im adamları nda rastlanan bir niteli k. 'Filozof' sözcüğünün "bilgiye tutkun" anlamına geldiğine daha önce değinmiştim . Bu­gün kendilerini insanlığın bilgi dağarcığ ın ı daha da zenginleştir­me tutkusuna kaptı rmış olanlara "bi l im adam ı " diyoruz. Bi l im adamın ı s ı radan i nsandan ayırdeden en öneml i özel l ik onun "doğruluk sevgisi" i le tutuşması, dolayısıyla doğruluğunu kanıt­layamayacağı herhangi bir iddiayla ortaya çı kmaktan dikkatle kaçınmasıdır . Böylece bilgi üretimi son derece meraklı, o ölçü­de de üstün zekalı ve başkaları na karşı sorumluluk duyguları son derece gelişmiş küçük bir azın l ığı n iş edindiği bir uğraş. Biz de bi lgi'den her söz edişimizde bu azın l ığ ın gerçekleştirmeye çalıştığı standartları göz önünde tutuyoruz.

Bilgi iddiasında bulunan kişi kim olursa olsun , bu standartla­ra göre, o kişiye bilgi atfedebilmemiz için şu üç şartın gerçekleş­miş olması gerekli ve yeterl idir: 1 ) İnanma şartı ; 2) Doğruluk şartı; 3) Belgeleme şartı . a herhangi bir iddia sahibinin adı n ı , p, a'n ı n iddiasın ı temsil etsin. O zaman a'nın p'yi bildiğini şöyle di le getirebil iriz:

TANIM : a, p'yi bi l iyor= a, p'nin doğru olduğuna inanıyor + p gerçekten de d oğru 'dur + a'nın el i nde p'nin doğru ol­duğunu belgelemeye yetecek kadar kanıt vardır.

Birinci şart aslında biraz da sudan bir şart, zi ra insanlar doğ­ru olduğuna inanmadıkları, hatta bazen doğruluğundan emin

22

Page 24: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi 1

olmadıkları bir iddiada bulunmazlar. Bunun tek istisnası yalan söyleme durumudur. Yal n ız bu defa da yalan söyleyen kişi iddi­asının yanlış olduğundan emindir, bir deyime bile bile yanlış

bir şey söylemektedir. Bunun dış ında insanlar genellikle doğru­luğundan emin oldukları iddialarla ortaya çıkarlar.

Buna göre inanma bil me 'nin onsuz olunamaz bir şartı olu­yor. Arıcak daha çok psikolojik bir önemi olan bu şart gerekli olmakla birlikte yeterli değildir, zira bir insanın kesinlikle emin olduğu bir iddia bile yanlış olabilir, yoksa inanma (dolayısıyla

emin olma) i l� bilme arasında hiçbir ayrım kalmazd ı . Bu neden­le sadece inanca dayanarak bi lgi iddiasında bulunmak sorum­suzca bir davranıştı r. ( İlerde ideolojiler'den, bu arada din'den söz ederken, bu tür sorumsuzca davranışların toplumları felake­te götürebildiğini göreceğiz.)

Herhangi bir iddiaya muhatap olanlar için bu şart yeterl i ol­

mad ığı gibi , gerekli de deği l . Nitekim, reklam ve propaganda

amacıyla öne sürülen iddiaların hemen hiçbirisine iddia sahipleri inanmaz, zira onların amacı, herhangi bir iddianın doğruluğuna

başkalarını inandırarak bir malı beğendirmek veya bir fikri ka­

bul ettirmektir. Burada uyan ık olmak, yani iddianın duygusal et­kilerine kapılmamak hitap edilen kiş ilere düşüyor. Sorumluluk

duygusu taşıyan, dolayısıyla söylenenlere kolayca kanmayan muhataplar öne sürülen idd ian ın doğru luğunu destekleyen bel­

geler aramakla yükümlüdü r.

Doğruluk şartı na gel ince: Bu şart da gerekli, ama gene de yeterli değil , zira büsbütün "işkembeden" atılan bir iddia da ba­

zen doğru çıkabilir. Hemen bütün şans oyunlarında bu durumla s ık sık karşılaşırız. Attan hiç anlamayan birisinin bir at yarışında

23

- ---------

Page 25: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

gelişigüzel oynadığı atı n b i ri nci geldiğini, (daha i lginç bir örnek almak için) bir başkasının bir sayısal lolo kağıdım gelişigüzel doldu rduğu halde büyük ikramiyeyi kazandığı n ı düşünelim: Her ik i durumda da o kişiye "bilgi atfetmeyi" düşünür müyüz? Elbet hayı r , z i ra o kişi n in büsbütün "işkembeden atma" tahmini doğru çıkmışt ı r, ama ne o kimse başta tahminin in doğru ç ıkacağına inanmışt ır (1. şart), ne de elinde onun doğru çıkacağına dair her­hangi bir "ipucu" veya belge vard ır, yani 3. şart gerçekleşme­miştir. Biz ancak her üç şartın da gerçekleştiği durumda bir kim­seye bilgi atfedebiliriz.

Buna göre, bir kimsenin bir şey bildiği n i iddia etmeye hak kazanması için el i nde iddias ı n ı n doğruluğunu kanıtlamaya ye­terli belgeler sunabilecek durumda olması gerekir. Belgeleme (veya kanıtlama) iddia sahibinin bir şeyi nasıl veya nereden bil­diğin i açıklayarak iddias ı n ı n doğruluğuna güvenilebileceğini, başka bir deyişle, iddias ın ın doğrul uğundan şüpheye mahal ol­madığını göstermesidir. (Örneğin , ben 200 yıl yaşayacağıma veya Bolivya'nın başkentinin Tegucigalpa olduğuna i nanabil irim, ama bunları bildiğimi iddiaya kalkarsam, herkese alay konusu

olurum, z i ra b ir insan ın kaç yı l yaşayacağ ını b i lmesi söz konusu

değil, kaldı ki Bolivya'n ın başkenti Tegucigalpa değil, La Paz.)

3) Bil imsel Bi lgi - Sağduyu Bi lgisi

Çoğu s ıradan adam bi rçok şey bildiğini sanır, ama gerçek­te pek az şey bil ir. Bunun nedeni şudur: Sıradan adamı n bi lg i edi nmeye ne fazla ihtiyac ı , ne yeteneği, ne de zamanı vard ı r. O genellikle yaşamını sürdürebilmesi iç in mutlaka gerekli olan b i lg ilerle yet i n i r . Bunlar da beş duyusu i le elde ettiği, bel le­ği yard ım ı ile akılda tutmak zorunda olduğu bilg i lerd i r . Bunlar­dan yararlanırken bazen mantığını, yani sağduyusu i le doğru-

24

Page 26: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi 1

dan doğruya elde edip akl ı nda tuttuğu bilgı ler aracı l ığ ıy la dolay­lı biçimde başka bi lgiler elde etme yeteneğini kul lan ı r. Örneğ in ,

bir babanın oğlunu belli b ir uçakla Almanya'ya yolcu ettiğ ini , bir süre sonra da o uçağın bir dağa çarpıp parçalandığını ve uçak­

takilerden kimsenin kurtulamad ığın ı radyodan duyduğunu düşü­nel im. İşte baba duyu ları ile elde ettiği bu iki bi lgiden şöy le bir sonuç çıkarmakta gecikmeyecektir: "Benim oğlum da o kazada ölmüş olmalı ! " Gerçekte oğlunun ölenler arasında cesedini gö­rüp bu sonuca varmış deği ldir, ama geçerl i mantık kuralları uya­rınca oğlunun da ölmüş olması gereki r . İnsanlar mantı kları yar­d ım ıyla durmadan bu tür bilgiler edinirler, nitekim sözü geçen babanın oğlunun ölümünü kendi gözleriyle görmüş gibi davran­masında (örneğin ağlamaya başlaması nda) şaşı lacak hiçbir yan yoktur. Nitekim biz bu du rumda ona "Oğlunun öldüğün ü nere­den biliyorsun?" diye sorduğumuzda , vereceği cevap genell ik­

le şu olacakt ır : "Ben oğlumu kendi ellerimle o uçağa bindirdim; radyo o kazada uçaktakilerden hiçbirinin kurtulmadığını bildirdi­ğine göre ... " Gerçi bu du rumda insanlar duydukları na ko lay ko­

lay inanmak istemezler, ama ger.çek ergeç ortaya ç ı kacaktır.

İlerde sağduyu bi lg isi ile bi limsel bilgi arası ndaki ayr ımlara daha sistematik bir biçimde dokunacağ ım ; ancak bi lginin hangi türü söz konusu olursa olsu n, bilgi iddiasında bulunan kişinin bu iddias ın ın hesabını verebilmesi, bunun için de şu veya bu ne­denle iddias ın ın doğruluğundan şüphe eden kişilerin --herke­s in kabul edebileceği belgeler göstererek- bu şüphelerin i da­ğıtabilmesi, bu şekilde iddiasının " inanı lmaya değer" olduğunu kan ıtlaması gerekir. Bu ku ral bi lgi-üretme idd ias ında olanlar iç in haydi haydi geçerli.

Bazı bilg i ler kişilerin özel malı o lduğu , dolayısıyla onlarla bir­likte yok oldukları halde, başka bazı bilgiler doğrulukları bi lim

25

Page 27: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

adamların ı n ezici çoğunluğu tarafından onaylandıktan sonra her­kesin her zaman başvurabileceği ortak bir kaynak oluştururlar. Ansiklopedilerin sistematik b i r biçimde derlediği bu bilgiler aynı zamanda ders kitaplarının da belkemiğini oluşturur. Bugün bilgi üretimi işinde küçük büyük milyonlarca kişi çal ışmakta ve bu şe­kilde insan bilgisi her geçen gün çığ gibi büyümektedir. Başta bu bilgilerin her biri onları i lk üretenlerce birer iddia olarak ortaya atılmışlar, sonradan bu iddialara yöneltilen itirazların haklı olup olmadıkları uzun boylu tartış ı ldıktan ve iddiaya artık yeni itirazlar yönelti lmediği saptandıktan sonra, iddialar bilgi katına yük­seltilmişlerdir. Eğer bir iddia itirazlara hedef olmakta devam edi­yor, ama gene de bilim adamları tarafından ciddiye al ınıyorsa, o zaman ona hipotez veya teori adı layık görülür. Bu tür h ipotez veya teoriler henüz bilgi-adayı durumundadı rlar, bazen bilgi ka­t ına yükselmeleri yüzlerce yıl alabil ir . Ancak bilgi katına yükselti l ­dikten sonra tekrar teoriye dönüşen iddialar da vardır.

Genellikle ansiklopedi lerle ders kitaplarında hem bilgiler, ya­ni doğrulukları ndan artık aklı başında hiçbir bil im adamının şüp­he etmediği iddialar; hem de doğru lukları bir çoklarınca yeterin­ce belgelenmemiş sayılan hipotez ve teoriler yer al ır. Bu bakım­dan matematikle mantığa ait doğruların d ışında kalan bütün id­diaları gerçekte "bilgi-adayı" saymak mümkün. ancak insan ha­yatı oldukça kısa, buna karşı l ık öğrenilecek şey neredeyse sı­n ı rsız olduğu için , insanlar her şeyi bu kadar ince eleyip sık do­kumazlar ve oldukça iyi (=yeterince) belgelenmiş iddialara bilgi gözüyle bakmakta bir sakınca görmezler. Buna göre, "bilimsel" bilgiyi kabaca şöyle tanımlamak mümkün :

26

TANIM : P olduğu biliniyor = P doğrudur + elde P'nin doğru olduğunu kanıtlayan yeterli sayıda belge var+ ko­nunun uzmanı hemen hiçbir bilim adamı P'nin doğrulu­ğundan şüpheye gerek görmüyor.

Page 28: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi 1

Ben bu tanımda bil im adamı dediği miz insanlar ın herhangi bir

i dd ia karşısındaki genel tavır ve davran ış larını özetlemeye ça­lıştım. Gene de tanı mda geçen bazı teri mleri n anlamını açıkla­

mam gerektiğini düşünüyorum .

İ l kin 'doğruluk' ('truth') terimi üzerinde duracağım . Daha önce

de dediğim gibi, dürüst bir insan doğru olduğuna inanmadığı bir iddiayla ortaya ç ıkmaz . Birisinin "Tegucigalpa Honduras'ın baş ­kentidir" dediğini düşünelim: Bu iddianı n doğru olması için Hon­

duras'ın başkent ine gerçekten de 'Tegucigalpa' adının verilmiş

olması gerekir. Genellikle bu adı taşıyan şeh ir ya gerçekten de

Honduras' ı n başkent id i r, ya değild i r. İ ddia sahibi Tegucigal­pa'n ın gerçekten de Honduras'ın başkenti olduğu na inanıyorsa, yani iddiası gerçek bir durumu dile getiriyorsa, böyle bir iddiada

bulunur; buna karşı l ı k, bir başkas ı Honduras'ın başkentinin baş­ka bir ad taş ıd ığ ı na inanıyorsa, bu iddiaya itiraz eder, yani onun doğru olmadığ ını , gerçeği yansıtmadığını iddia eder. Her iddi­

anın doğruluk-değerinin ne olduğunu bi lmek pek kolay olmadığı

gibi , bir iddianın yanlış olduğunu kan ıtlamak da o derece zordur.

Burada son derece basit bir örnek üzerinde durduk, söz konusu iddia (örneğin Darwin'in "E_vrim Teoris i" gibi) çok kapsamlı ve karmaşık bir teoriyi di le getirseydi , teorinin doğru mu, yan l ı ş mı o lduğu bazen yüzlerce yıl süren tartışmalara yol açabilirdi.

Belgeleme şartı'na gelince: Burada en çok tartışmaya yol açabilecek deyim 'yeterli sayıda belge' deyimi olsa gerek. "Kime göre yeterli sayıda?" S ıradan insanlar büyük teori lerin doğru luk

veya yanlışlığını tartışacak durumda deği ldir le r. Ya buna i lg i duymazlar, ya da teori sahibinin dayandığı belgeleri değerlendi­

recek ön-bilgiye (background knowledge) sahip değ ildi rler. Bu

nedenle s ı radan insanlar kend i lerine en çekici veya kolay ge-

27

Page 29: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

len teorileri tercih ederler. Nitekim, "Evrim Teorisi" onlara genel­likle fazla karmaşık veya zor gelir, bu nedenle de eğer esasl ı bir "bi l im kültürü" almamış larsa, onlara çok daha kolay ve çekici gelen "yaradıl ış teorisi"ni terci h ederler, z i ra s ı radan insan ın "doğru olan hangisidir?" türü nden b i r kaygıs ı yok gibidir.

Böylece üçüncü şartta 'konunun uzmanı' deyimini niçin kul­landığ ım ı da kısmen açıklamış oluyorum. "Uzmanl ık" bi lgi biriki­min in tek kişin in öğrenme kapasitesin i aşacak boyutlara vard ığ ı bir dönemde ortaya çıkmış olan bir olay. Bu anlamda uzmanlı­ğ ın uygarlıkla birlikte oluştuğu söylenebilir. İ nsanların çiftçi , za­naatkar, memur, yönetici, d in adamı gibi değişik beceri öbekleri­ne ayrılmas ın ı uzmanl ığ ın başlang ıcı sayabi liriz . İşin i lginç yan ı , bi lgi-üretme işinde uzmanlaşanların da, kendi alanlarında üreti­len bilgi tek kişinin altından kalkamayacağı kadar artınca, ister istemez uzmanlaşmak, yani daha dar bir b i lg i alan ında çalışmak zorunda kalması. Bu nedenle astrofizikle i lg i li bir konuda öne sürülen yeni bir iddianın doğru olup olmadığını ancak bir başka astrofizikçi denetleyebilir.

Yalnız bell i bir alanda öne sürülen yeni bir iddianın yeterin­ce belgelenmiş olup olmad ığ ın ı pratikte ancak o alanda uzman olanların o iddianın doğruluğundan artık şüpheye gerek olmadı­ğ ına karar verip vermemelerinden anlarız. Bunun da en kestir­me yolu iddiaya yöneltilen itirazlar ın durup durmadığ ına bak­maktır.

Şu noktayı hatırlatmakta da yarar görürüm: Dünyada olup bi­tenleri açıklama amacına yönelik hemen h içbir teori yoktur ki, artık eleşti ri lemez olsun ! Gerçekte olan şudur: Eleştiriler bazen insanların fazla ilgisini çekmeyecek kadar azal ır. Hatırlatmakta yarar gördüğüm bir nokta da şu: Neyin b ilgi adına layık olduğu-

28

Page 30: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi 1

na sadece ve sadece konunun uzmanları karar verir, burada sı­radan adamın söz hakkı yoktur, zira o sadece bir bilgi tüketicisi olup yalnız kendisine gerekli olan bi lgileri öğrenmek hakkına sahipt ir, hepsi o kadar. işte bu ayrı mın bi l incinde olmay ıp da uz­man bil im adamlarının ortaya koymuş oldukları bilgi veya teori-

. leri eleştirmeye kalkanlara "şarlatan" diyoruz.

29

Page 31: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 32: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

il

BİLGİ TEORİSİ il

1) Bilgi, İnanç ve Şüphe

Bundan önceki bö l ümde hangi şart lar altında herhangi

b i r inanç veya idd ian ın bilg i katına yükseld iğin i gördük. Asl ında her insan sonunda "bilgi"ye ulaşmak, bu şekilde "yanılma" ihti­malini ortadan kaldırmak ister, ancak onun bu arzusu nadir du­rumlarda gerçekleşir, bu nedenle de çoğu zaman inanmak'la yetinmek zorunda kal ı r . Bu anlamda i nanç i nsanın bi lme açl ığ ın ı gideremediği durumlarda, onu yatıştırmaya yarayan psikolojik bir sözde-besin maddesi sayılabilir. Genellikle insan günlük ya­şam ın ı beş duyusu, belleğ i ve bir de mantığı yard ımıyla elde et­

tiği dolaysız ve dolaylı bilgilerle sürdürür. Beş duyusu ona çev­resindeki nesneleri, bunlar ın çeşitli niteliklerini tanımayı öğ retir. Bu tür bilgi sayesinde ileride nesneleri değişik gruplara ayırmayı ve böylece kavram kurmayı, hatta onlara değişik adlar vermeyi öğrenecektir. Bu yetenek, belli bir ölçüde öteki hayvanlarda da vard ı r ; nitekim bir köpek bir kediyi başka bir köpekten, bir insanı ise bütün öteki hayvanlardan ayırdedebildiğı gibi, bir inek hangi tür otların "yenebilir", hangilerin in yenemez olduğunu bir iki de­

nemeden sonra kolayca ayırdedebilir. Bunları hayvanları n dav­ranışlarından anlıyoruz. Nitekim, bazı hayvanlar binlerce i nsan aras ından kendi sahiplerini bulup çıkarmakta yanılmazlar. On­lar en çok birbirine çok benzeyen biri canlı , öteki cansız (yapay)

i ki nesne karşıs ında yanı l ı rlar , bu da onlarda "can l ıl ı k" kavramı­nın fazla gel işmediğini gösteriyor. Ona bakarsanız , bir köpek

31

Page 33: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

zeki bir insanı aptal olan ından, hatta güzel bi rini çirkin olanın­dan da ayırdedemez. Bu nedenle bazı kavramları sadece insan­ları n geliştirmiş olduğunu düşü nüyoruz.

Yukarıda hayvanların da bazı nadir durumlarda yanıldıklarını gördük. Hayvanlar ın en zekisi diye kabul edilen bir şempanze bile aynada veya suda gördüğü kendi hayalini bir başka hayvan sanabilir. Aynı şey bebek yaşındaki bir çocuk için de geçerli. Ancak şempanze de, küçük çocuk da uzun deneme ve yanılma­lardan sonra aynadaki hayalin kendi hayalleri olduğunu öğrene­bilirler. Burada öğrenme eski bir yanı lmayı tekrar etmeme an­lamına geliyor. Yanıla yanıla yanılmamayı öğrenme yeteneğine sağduyu (common sense) diyoruz. Bu anlamda sağduyuyu ak­lın ilk aşaması sayabiliriz. Yanılmalarından ders alamayan, ya­nılmamayı öğrenemeyen hayvanlar yok olmaya mahkumdur, zi­ra bir hayvan ancak bu öğrenme yeteneği sayesinde alışık olma­dığı durumlara ayak uydurabilir. İnsan için bu haydi haydi geçer­li, zira son derece gelişmiş olan merak duygusu sayesinde insan durmadan çevresini değiştirdiği için, durmadan yeni yanılma teh­likeleriyle karşı karşıyadır , dolayısıyla bu tehlikeleri atlatabilmesi için durmadan yeni şeyler öğrenmek zorundad ı r, bunun için de yeni denemeler yapacak ve bu deneylerinden herhangi biri ba­şarısızlıkla sonuçlandığında, ondan aynı denemeyi tekrarlama­ması gerektiğini öğrenecektir. Böylece yanılmalar da bir yerde öğrenmenin dolaylı bir aracı oluyor.

Duyu-yanılması diye bir şeyin varlığı yanlış, dolayısıyla doğ­ru kavramların ın kaynağını oluşturur. Aynadaki hayalini aynanın arka tarafında başka bir şempanzenin varl ığ ına yoran şempanze gibi, suya batırılmış düz bir çubuğu suda kırık gören insan da bir duyu-aldanması karşıs ındadır, şu farkla ki, şempanze aynanın arkasında gördüğünü sandığı öteki şempanzeyi uzun süre yaka-

32

Page 34: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi il

lamaya çal ışıp da bu işi başaramadığın ı gördükten sonra, yanıldı­ğ ı n ı anlar gibi olduğu halde, zeka düzeyi çok daha yüksek olan insan, çubuğu sudan çıkarınca düz olduğunu, suya sokulduğunda tekrar k ır ık göründüğünü görür ve bundan bir duyu-aldanması karş ıs ında bu lunduğu sonucunu çıkarır. Aslında bundan "suya daldırılan her düz çubuk k ı rıl ır" sonucunu da çıkarabilirdi, ancak bu çıkarımlardan hangisinin gerçeği yansıttığ ını anlamak için su­ya batırılmış bir çubuk üzerinde parmaklarını gezdirerek de karar

verebilird i , o zaman gerçeği tan ımada dokunma duyusuna gör­me duyusundan daha fazla güvenmiş olacaktı , oysa başka dene­melerinden suya daldırılan bir çubuğun suda kırılmadığı sonucu­nu çıkarmış olduğu için, buna gerek duymayabi lir.

İnsanoğlunun duyusal deneyleri (experience) arasında sanrı (hallucination) denilen yanı lmalar da yer al ır. Bir i nsanın gerçek­

te var olmayan bir şeyi gördüğünü veya duyduğunu sanmasına sanrı diyoruz . ' Bazı ilaçların da bu tür sanrılara yol açt ığı bil ini­yor. Bütün bu örneklerden anlaşı lacağ ı gibi , yanılma beklenen bir durumun gerçekleşmemesi veya beklenmeyen bir durumun gerçekleşmesi demek. Örneğin , pencereden dışarı bakarken gökten su taneciklerin in d üşmekte olduğunu görünce, kendi kendime "Yağmur yağ ıyor!" derim . Asl ı nda o s ı rada üst katta oturanların çiçeklerini sulamakta olmaları veya benim bir sanrı görmekte olmam mümkün. Eğer ben yağmur yağdığı na inandı­ğım (yani yağmur yağması n ı beklediğim) halde, gerçekte yağ­mur yağmıyorsa, yanı lmış olurum. Ayn ı şekilde içerde oturur­ken yağmurun ç ıkardığı seslere benzer sesler duyup "Aaa, yağ-

• 'yan ı l ış ' ı kısaltarak 'yanlış' yapmışız , ancak bu 'sanrı' sözcüğünün "san­mak"tan nasıl iüretildiğini anlamış değilim. Daha uygun bir karşılık bulmaya çalışılmalı bence. Kaldı ki, aynı kökten 'sanı'yı da (fikir. görüş) türeımişiz. Halk dilinde 'hallucination'a sanırım "hayalet görmek" deniyor. Sözcüğün Os­manlıcası 'birsam'dır.

33

Page 35: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

mur yağ ıyor!" der de, pencereden dışarı bakt ığ ı mda bunun sa­dece rüzgarın söğüt yaprakları nda çı kard ığ ı sesten ibaret oldu­ğunu görürsem, gene yanılmı!? olurum. Bunun elbet tersi de ge­çerl i : Yağmur yağd ığı halde, bunu beklemediğım için, rüzgarı n söğüt dal lar ında ç ıkardığ ı seslere benzetip, "Gene rüzgar ç ıktı ! " dersem, gene yanı lmış olurum. Ancak her iki durumda da i şe inançların kar ıştığı şüphe götürmez. Duyu-yan ı lması nda, gör­düklerime veya duyduklarıma inanıp (veya güvenip) "Yağmur yağıyor" veya "Gene rüzgar ç ıktı" gibi sözler etmekle yanılma

ihtimal ini yaratm ış oluyorum.

Bu tür yanı lmalardan kaçınmak imkansız gibi, yoksa tümüyle şüpheci bir tavı r takın ıp , "Yağmur damlalarına benzer su dam­laları görüyorum !", "Yağmurun çıkardığı sese benzer sesler du­yuyorum!" tü ründen cümleler kullanmam gereki rdi. Nitekim , ba­zen buna benzer sözler ett iğ imiz olur. Ö rneğ in , içerde kitap okurken d ışardan bel l i bir ses duyup "Yoksa yağmur mu yağ ı ­yor?" veya "Sakın gene yağmur yağıyor olmasın?" diyerek pen­cereden d ışarı baktığ ım ız çok olur. Bu rada kafamızda beliren bir inancın şüphemizi iyice dağıtamadığı bir durumla karşı karş ı­yay ı zdır . Buna yağmur yağ ıp yağmadığından emin olamama

durumu da diyebiliriz. Kul landığ ımız cümlelerin soru biçiminde oluşundan da anlaşılacağı gibi , burada basit bir tahminle yetini­yor, bu şekilde yanı lma riskini de o rtadan kald ı rmış oluyoruz. Günlük hayatım ızda bu tür yan ı lmalara önem vermediğimiz (ya­n ı lmayı göze alabildiğimiz) için, b i rinci türden kesin cümleler kul­lanmaktan çekinmeyiz.

Küçük yanı lmaları göze almamızın nedeni. bunların günlük yaşamımız için bir "teh l ike" oluşturmamalarıd ır . Buna karş ı l ı k, yan ı lman ın yaşamsal b i r tehl ike doğurabi leceği durumlarda

34

Page 36: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

"şüphec i" b i r tav ı r a lmamız , kendimızi inançlarım ı za kaptırma­mamız gerekir. İşte bu gibi durumlarda bilgin in önemi kendini gösteriyor. Nitekim, trafiğin yoğun olduğu bir yol üzerinde karşı­dan karşıya geçmek isteyen bir insan ın şansa hiç yer vermeme­ye özen göstermesi gerekir, bu da "akı l l ı " insanların harcıd ı r. O

kişi eski deneylerine dayanarak bu durumda şansın pay ı n ı en

aza i ndirmek zorundadır. Önceden görülemeyen olayların orta­ya çı kması na şans veya rastlantı diyoruz. Gerçekte doğada rastlantı diye bir şey yoktur, zira her şey belli doğa yasalar ına göre o lup biter. İleriyi görebilmek için bütün bu yasaları bi lmek şartt ı r. Örneğ in uzaktan 1 00 km hızla yaklaşan bir arabayı gö· rüp de karş ıdan karşıya geçmeye kalkmak düpedüz "çı lg ın l ık" say ı l ı r, zira o anda h ızla bir hesap yap ıp siz geçerken araban ı n nerede olacağını tahmin edemezsiniz, dolay ıs ıyla o araba önü­nüzden gelip geçinceye kadar yerinizde durup beklemeniz gere­kir, elbet i ntihar etmeye n iyetiniz yoksa . . .

Sağduyu sahibi insanlar, hatta yüksek zekalı hayvanlar, gün­lük denemelerinden elde ettikleri bilgiler sayesinde yaşamları n ı oldukça güvenl i bi r biçimde sürdürmeyi başarırlar. Bu başarıda en büyük pay şüphesiz doğada her şeyin belli b ir düzen içinde, yani değişmeyen yasalara uygun biçimde olup bitmesidir. Eğer bu düzen olmasaydı , ne hayvanlar, ne de insan yaşamın ı sür­dürebilirdi, z i ra her şey o zaman rastlantılara bağl ı o lurdu .

Ancak i nsan ı n yaşamasını sürdürebilmesi için doğada değiş­mez bir düzen ol ması yeterli değil , ayrıca bu düzenin nası l iş le­diğinin bi l inmesi de gerekl i . Öyle sanıyorum ki , işin baş ı ndan beri i nsan bu düzenin s ı rlar ın ı çözmeye çal ışm ış . İnsan şüphe­siz önce duyuları i le bu düzenin farkına varıyor ve böylece "sağ­duyu" dediğimiz öğ renme yeteneği gelişiyor. İ lk düzen fikrini n

35

Page 37: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğu r Felsefe Öğreniyor

gök-cis imlerin in hep ayn ı şekilde tekrarlanan hareketle ri nden çıkmış olması çok mümkün. Herhalde insanoğlu bu hareketferle mevsim değişmeleri arasında bir korelasyon olduğunu iarket­mekte gecikmemiş, buna bakarak ne zaman neler o lacağ ını ön­ceden görmeye (tahmin) başlamış. Ayrıca insan ancak her ye­mek yediğinde karn ın ın doyduğunu, her su içtiğinde veya sulu

bir şey yediğinde susuzluğunun yok olduğunu göre göre, yiye­ceklerle doygunluk, su veya sulu şeyler i le susuzluğun gideril­mesi arasında da bir nedensell i k (causality) bağı olduğunu far­ketmiş ve böylece yaşamını yakından i lgi lendiren buna benzer pek çok olayı göre göre doğaya belli bir düzenin egemen olduğu düşüncesi kafası nda yer etmiştir.

"Sağduyu" yoluyla insanın bilgi edinmesi çoğu zaman uzun deneme ve yanı lmalar sonunda mümkün olmuştur. Yaln ız her yan ı lması ona bir daha aynı yan l ış ı tekrarlamamayı da öğretir. Bir meyvayı gördüğünde bunun hem açl ığ ın ı hem susuzluğunu

giderdiğini hatırlayan kişi, onu her yediğinde aynı etkileri doğu­racağın ı beklediği gibi, yediği bir başka nesnenin, örneğin zeh i rl i bir mantarın, kendisini hasta ettiğ in i hatırlayarak, onu bir daha yememesi gerekt iğ in i öğrenir. İ nsan ı n eski yan ı lmalar ından "ders alması " onu baz ı hareketleri tekrarlama külfeti nden ku rta­r ı r , bu da yeni denemeler yaparken daha dikkatli ve ih tiyatlı ol­mas ın ı saglar. Yeni bilgiler edinmek isteyen her insan yapacağı yeni denemelerin daima bir yanılma riski taşıdığ ın ı da b i l ir. Ka­şiflerin , dağcıların ve bil im adamlar ının giriştikleri işlerin b i r "se­rüven", yani yanılmalarla, dolayıs ıy la teh l ikelerle dolu bir olaylar dizisi olması bundandır .

Bu noktaya kadar insanlarla yüksek (yani insana yakın) hay­vanlar a rasında pek bir ayrım olmadiğı anlaşıl ıyor. Hayvanlar da

36

Page 38: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

i nsanlar g ib i hangi besin maddelerini nerede ve ne zaman bula­bilecekleri ni , su ihtiyaçlarını nerede ve nasıl gidereceklerini bilir­ler. Nitekim, s usuz bölgelerde yaşamını s ü rdü ren bir hayvan bell i b i r bitkin in kökler in i ç ı karıp yemek suretiyle su ihtiyac ın ı karş ı layabil mekted i r. Özel l ik le hayvanlar aras ında "öğrenme" taklit yoluyla olduğu için, yavru hayvanlar ana-babaları n ın su ih­tiyac ı n ı nas ı l karş ı lad ık lar ın ı görerek, ayn ı hareketleri takl it ederler. Bu şekilde bilgi-edinmede gözlemin, yani duyu organ­larını kullanmanın önemi anlaşılmış o luyor.

"Merak" ın daha çok insanda rastlanan bir özellik olduğunu bil i yoruz. Ancak bunun i l kel biçimler i ne bazı hayvanlarda da rastlandığı bence şüphe götürmez; hatta bir anlamda merak, yani çevrelerinde neler olup bittiğini görüp anlama arzusu (bu­na "içgüdü" de diyebili rsiniz) yaşamsal bi r önem taş ır. Pek çok hayvanı n başka hayvanlara yem (av) olmamak içgüdüsüyle sü­rekli tetikte durduklar ın ı birçok belgeselde görmüşsünüzdür. Ya­şamın ı sürdürebilmesi için hayvanın buna ihtiyacı vard ır, z ira bir anl ık dikkatsizl ik bile bazen onun hayatına mal olabil i r: Buna, is­terseniz, bilgisizl ikten kaçınma davranışı da d iyebil irsiniz, zira kendisine sinsice yaklaşan bir y ı rtıcı hayvan ı görmeyen bir ge­yik, hatta zebra bu bilgisizliği yüzünden kendini bir aslan ın ve­ya kaplanın pençeleri arasında bulabil i r.

Ne var ki, hayvanların merakı ancak duyularını kul lanarak doyurabilecekleri bir meraktır , bu anla.mda gözlemsel bilgiyle yaşamların ı sürdürebilirler. Ne yazık ki, hayvanlar bazen duyu­lar ın ı gerektiği kadar iyi kul lanamadıkları veya yırt ıc ı hayvanlar kadar çevik veya güçlü olmad ıkları için yaşamları n ı yitirirler. De­mek ki, merak ayakta kalabi lmek için gerekli, ama her zaman yeterli değil .

37

Page 39: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Şüphe etme yeteneğinin de hayvanlarda bir miktar gelişmiş olduğunu söyleyebil ir iz. Bunu bazen "tereddüt" (duraksama, ka­rar verememe) gibi davranış �arından çı karıyoruz. Yal nız bütün düşünsel yetenekler gibi , şüphenin de en belirgin biçimlerine in­sanda rastlıyoruz. Biraz yukarıda andığım yağmur hikayesinde bunun en basit örneklerinden birine değindim. İnsanın bir bek­lentis in in gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden emi n olmadığı durumdaki z ihinsel yaşantısına "şüphe" diyoruz. Al i s ınava gir­m iştir, ama sorulara yeterince doğru cevap verip veremediğin­den emin deği ldir, yani ne "Ben bu sınavdan geçecek not al ı­r ım!" , ne de "Ben bu s ınavdan geçecek not alamam !" diyecek durumdadır. i kisi arasında g idip gelmektedir. Nitekim Ali bu du­rumu, isterse, "Benim bu s ınavdan geçecek not almam biraz şüpheli !" cümlesiyle de di le getirebilir.

Pratik günlük yaşamları nda ergin insanların "bilme", "bilgisiz­lik", "şüphe" konusunda genel l ik le isabetli kararlar verdikleri n i görüyoruz. Bu durum Descartes' ın ünlü bir sözünü doğrular ni­teliktedir : "Sağduyu insanlar arasında en iyi böl üşü lmüş olan şeydir!" Nitekim, hemen hiç kimseyi kor haline gelmiş bir soba­ya el in i değdirmeye veya 1 o m yükseklikten sert bir zemine atla­maya i kna edemezsiniz, zira bu tür bir davranış ın ölümle değil­se bi le, en azından yaralanma ile sonuçlanacağ ını "akl ı -başı n­da" herkes b i l ir. Bu nedenle de ana-babalar henüz sağduyu ye­teneği kazanmamış çocukları n ı bu tür "çı lg ı nca" davranışlardan korumaya çal ış ı rlar. Ergin insanlar bu türl ü davranışlardan dik­katle kaçarlar, z i ra kaçamadı kları takdirde başlarına büyük işler açılacağından emindirler. Yüksekten suya at l amayı yeni yeni öğrenen çocuklar ilk denemelerini fazla yüksek olmayan bir yer­den yaparlar, ancak atlaman ı n kazasız belasız geçtiğini gördük­ten sonra biraz daha yüksekten atlamayı denerler, derken so-

38

Page 40: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

nunda ---s uyun deri n l iği ni de iy ice hesapladı ktan sonra-- en yüksek noktadan atlamay ı göze al ı rlar. İ nsanlar her hangi b i r spor da l ında rekor denemeleri ne ancak uzun b i r deneme v e ya­

nı lma döneminden, yan i bu işi başarabileceklerine iyice kanaat getirdikten sonra katılı rlar. Herhangi bir yaşamsal tehlikenin söz

konusu olduğu yerde "sağduyu" sahibi olan herkes sonucundan emin olmadığı bir işe girişmez.

S ı radan i nsan genellikle vücut sağl ığ ına çok düşkündür , bu

nedenle sağlığa zararlı diye b il i nen yiyecek, içecek ve davra­

nış lardan uzak durmaya çal ışır . Bu konuda bilgisizlik gibi ya­nılma da çok kötü sonuçlar doğurabilir. Herhangi bir riske gir­mek bilgisiz veya sorumsuz kişilerin i şidir. Bilgi bizi her zaman amacım ıza götürmeyebilir, ama bilgisizlik ve yanı lman ın çoğu zaman zararlı sonuçlar doğuracağ ı apaç ık olsa gerek. Zaten

öy le olmasayd ı , insanoğlu ta baştan beri elden geldiğince çok

bilgi edinmeye çal ış ı r mıydı?

2) Bi lgi ve Beceri

Buraya kadar hep insan ın pratik hayat ı bakım ından bi lginin yer ve önemini belirtmeye çalışt ım. Ayakta kalabi lmek için bazı şeyleri b i lmek ve belki daha da .öneml isi , bazı şeyleri yapabi l ­mek şart. Dikkat ederseniz burada 'kalabilmek', 'yapabilmek'

gibi içinde ' bi lmek' f i i l in in geçtiğ i deyimler ku l land ı m . Bunların yerine 'yemek pişirmesini bilmek', 'yazı yazmasını bilmek', ' İn­gilizce konuşmasın ı bilmek' deyim lerini de kullanabilirdim. Bü­tün bu g ibi bağlamlarda, belli bir i ş i (davran ış ı) tatminkar bir öl­çüde yapma yeteneğinde olmak söz konusu. Birisi "Ben piyano

çalmas ı n ı b i lmem" dediği zaman piyanoda kulağa hoş gelen müzik parçaları çalmak yeteneği o lmadığ ı n ı söylemek istiyor­dur . İşte bütün bu tür pratik bi lgi lere "beceri" diyoruz. Buna göre,

39

Page 41: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

"Piyano çalmasın ı bilmem" diyen k iş i bu tür bi r becerisi olmad ı­ğ ın ı dile getirmek istiyordur. "Piyano çalmasını bi lmem, ama çok iyi yemek pişiririm!" diyen kişi de kendisin in bjr "piyanist" olma­makla b i rl ikte, iyi bir "aşçı" olduğunu dile getirmek istiyordur. Ni­tekim insanlar becerileri aç ıs ından çeşitli öbeklere ayrı lmaktadı r. Matematikten iyi anlayan , ayrıca matematik problemlerini h ızla çözebilen insanlara "matematikçi" , hastal ı klardan anlayan, dola­y ısıyla hastal ı kları isabetle teşhis ve tedavi edenlere "hek im" di­yoruz. Ancak beceri ve yetenekle rin dereceleri var. Bir beceriye herkesi hayran b ı rakacak derecede sahip olanlara ayrıca "usta", "hoca", "virtiöz" gibi vasıflar atfederiz.

Bu becerikl i insanlar arasında filozofların, bitim adamları­nın, kaşif ve mucitlerin ayrı bir yeri var. Filozoflar fikir, bi lim adamları bilgi, kaşifler daha önce insan el i ve ayağı değmemiş yerler hakkında enformasyonlar, mucitler ise yeni alet, makine ve yöntemler üretirler. Ancak hepsinin ortak yanı , amaçları n ın bilgi üretmek veya eldeki bilgileri insanların yaşamı n ı kolaylaştı­racağ ına i nand ı kları yeni alet, gereç veya yöntemler geliştirmek

için kullanmalarıdır.

Filozof akl ın ı kurcalayan herhangi bir sorun 'a çözüm olarak bir f ikir, görüş veya öğreti (teori ) ü retip onu insanların seçimine sunar, teorisi bazılarınca kabul görür, ama başka bazıları onu yeterince inandırıcı bulmadıkları için kabul etmezler, neden ka­bul etmediklerini açıklarlar, derken fikrin sahibiyle onu kabul et­meyen ler aras ında bir tartışmadır veya çekişmedir başlar. Teori­yi yadsıyanlar sadece onu niçin kabul etmediklerini belirtmekle yükümlüdürler, yani onun yanlış olduğunu kanıtlamak onların görevi değildir. Buna karşı l ık, f ikri i lk ortaya atan kişi başta ol­mak üzere, onu kabul edenler onun doğru, dolayıs ıyla gerçek-

40

Page 42: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

t e n de kabule değer o lduğu nu kanıtlamakla yü kümlüdürler (onus probandi). (Bu bakı mdan felsefl teorilerle bi l imsel teoriler arası nda bir fark yoktur . )

Kaşiflere ge l i nce : Bunlar ş imdiye kadar başka bir insanın gir­

memiş olduğu bir bölge (bi r çöl, den iz, orman, vs.) veya kimse­

n i n ulaşmamış olduğu bir nokta (bir dağ zirvesi , kutup noktas ı , v.s. ) hakkında i lk defa göz lem yapıp bu gözlemleri n i başkalar ına bildiren kişilerdir. Gözlemleri i leride başkaları taraf ından yanlış­lansa bile, orayı i lk defa gezip görmüş olma şerefi onlara ait ola­cakt ı r. Kaşifler genell ik le normal insanların yaşamas ına, hatta

u laşmasına imkan vermeyen yerleri büyük tehlikeleri göze a la­rak keşfederler. Bunun için çoğu zaman büyük engel leri aşma­lar ı , güçlük ve yoks u nluklara katlanmaları gerek i r. Bu kuvvet,

sabı r, dayan ıkl ı l ık, hatta çoklu k büyük özveri ister. Bu davraııış­larıyla kaşifler birçok konuda insanlara yepyeni b i lgiler kazandır­

d ıkları i ç i n b i lgiye değer veren kişi lerin övgü ve hayranl ığ ı n ı kazan ırlar. Onu harekete geçiren de merak, yani bilgi açl ığıdır ve bu açl ık bazen öylesine dayanılmaz b ir hal al ır ki , kişi nin gö­zü tehli keleri görmez olur. Sıradan i nsan genel l ikle meraksız ol­

duğu için tehl ikeli serüvenlerden özen le kaçar, onu tek i lgi lendi­ren şey o küçücük "bi ld ik" dünyası nda ezici çoğunluğunu başka­ların ı n ü retmiş olduğu bi lgi lerle gününü gün etmek, yaşamın ı kazasız belasız sürdürmektir . Bu anlamda "sı radan adam" bir bilgi tüketicisi, hatta bir bilgi asalağıdır . Buna karş ı l ık , her tür­l ü uygarl ıktan uzak bir bö lgede , el değmedik bir orman içinde veya ulaş ı lmas ı güç bir dağ ı n yamacında yaşayan bir ilkel toplu­mu i lk defa görüp inceleyen, onların dilleri, dinleri ve çeşi tl i adet­

l eri üzerinde bilgi toplayan b i r antropolog da, gene bu gibi yer­lerde yaşayan çeşitli yaban hayvanları n ın davran ışların ı i ncele­yen b i r zoolog da "kaşif" kategorisine sokulabilir. Bütün ömürle-

4 1

Page 43: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğrenıyor

rin i maymunların , y ı lanları n , karı ncalar ın , hatta han ım böcekleri­nin yaşam ve davranış biçimlerini incelemeye adamış kişiler de deri n lemesine araştırma yapan b irer kaşif say ı labi l i r ler. Bu tür kişileri bal arı lar ına benzetebi l irız , zira bunların toplad ıkları bi lg i ­ler çok titiz, s istemli ve sabı r l ı gözlemlere dayanı r. Bu açıdan bakı ldıkta, gözlemsel astronomi ile uğ raşanları da "Evrenin ka­şifleri" saymak mümkün .

"Mucitler"e gel ince: Bunlar sağduyusal (dolayıs ıyla gözlem­sel) veya teorik bi lgi lerden yararlanarak yeni alet, makine veya yöntemler gel işti ren insanlard ı r. Aralar ında muhtaç oldukları te­orik bilgiyi de kendileri üretenler vardır : Örneğin dinamoyu icat etmiş olan Faraday böyle biridir . Buna karş ı l ı k Edison'u sadece teknoloj iye katkıda bu lun m u ş bir "mucit" saymak m ü mkün . Einstein belki bir alet icat etmemiştir, ama zekası ve kalem ka­ğıt yardımıyla bazı temel teorilere imzas ın ı atarak, i nsan ın dü­şünme ufkunu alabildiğine genişletmiş, ayrıca bölük pörçük bazı bilgiler arasındaki gizli bağları o rtaya ç ı kararak insan bilgisinde belli bir b i rl ik ve bütünlük sağlamayı başarmıştır . Bu açıdan onu "Fikir kaşifleri " kategorisine sokmak mümkün .

3) Sorular ve Sorunlar

Soru eldeki bi lg i lere dayan ılarak kısa sürede giderilebileceği varsayılan bir merakın dile geti rilmesidir . Buna karş ı l ık, "sorun" bu şekilde cevaplandı ramad ığımız, dolayısıyla cevaplandı rmak için araştı rma yapmak zorunda olduğumuz sorulara verilen ad­dır. Buna göre,

(1 ) Mavi Tren saat kaçta kalkıyor ?

bir soru,

2) Evren nası l oluşmuştur?

42

Page 44: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

türünden b ı r soru ise b i r "sorun"dur.

Sı radan adam genellikle "meraksız"dır, bu nedenle kend i ne çok az soru sorar, o daha çok soru ları n ı başkalarına yönelti r, cevab ın ı "merak" ettiği sorular ise çoğu zaman ( 1 ) türündendir.

Başka bir deyişle , sıradan adam (2) türünden sorunları hemen hiç merak etmez, etse bile bir araşt ı rma yapacak yerde, kendisi­ne en kolay görünen, bir de "en çok iş ine gelen" cevaplarla yeti­nir. Bir soruna çözüm aramak ancak filozoflarla bil im adamları­n ı n işidir, zira bunlar hem bu tür soru lar ı soracak kadar zekidir· ler, hem de onlara çözüm arayacak kadar zamanları ve sab ırları vard ı r . Bunlar s ı radan insanlar gibi , sadece kendi g ünlük ya­şamları için gerekli olan bilgilere karşı değil, genellikle "bilgi"ye

karşı giderilmez bi r açl ı k duyarlar. Birinci soruyu soran kişin in bu soruyla kendis in i Ankara'ya götü recek treni kaçı rmamak kaygısını di le getirdiği meydanda. Zaten Tü rkçe'deki "merak" sözcüğü de bizim daha çok bu tür pratik kaygı larla soru sordu­

ğu muzu belli eden bir sözcük. Şüphes iz her insan günlük yaşa­

mında tutulduğu hastal ığ ın ne zaman iyileşeceğini, yarın hava­n ın nası l olacağ ın ı , kimden borç para alabileceğini, genç k ı z ın ın dün akşam saat kaçta eve döndüğünü, hatta barbunya fasulye­sinin düdüklüde kaç dakikada p iştiğini merak edebi l ir ve bu me­rakın ı gidermenin çarelerini arar. O bunun fazla zaman almaya­cağ ın ı da bi l ir, ama ikinci tü rden soru lar sormayı ya hiç akı l edemez, ya da onları çözmeye zekası n ın, bilgisinin , hatta za ­manın ın yetmeyeceğin i düşündüğü için , onları kendine "sorun" yapmaz.

Burada kullandığım 'akı l etme' deyimi n i biraz daha açmak ih­

tiyacı n ı duyuyorum. B i rinci türden soruları sormaya insanı bazı

pratik kayg ı lar ın ittiğini gördük. Oysa "Evren nası l oluştu ?" tü-

43

Page 45: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

ründen bir soru sormayı akıl edebilmek için insanın sı radan in­sanlarda rastlanmayan bir "zihi nsel açl ık" duyması gerek. Bu­nun nası l bir şey olduğunu açıklamak zeka-psikolojisi dediği­miz bi l im dal ı n ı n işi olsa gerek. Sıradan insan ın belki hiçbir za­man anlayamayacağı bir sır var burada. Ancak gerçek şu ki, in­sanlardan bazıları hayatları n ı b i rinci türden sorular sormakla ge­çirdikleri halde, biraz daha merakl ı ve zeki olanları,

(3) Yağmur neden yağar?

gibi, (2). tür kadar olmasa bi le, gene de çözümü bir hayli güçlük çıkaran sorular sorarlar. Yağmur yağması bir bakıma herkesi i l ­gilendi ren b ir olaydır, ama bu tür bir sorunun genel l ikle köylü ve çiftçileri daha yakından i lg i lendirdiği şüphe götürmez, z i ra bu olay ın onlar iç in "yaşamsal" b ir önemi vardır. Nitekim, bu insan­lar yağmurun en çok ne zamanlar ve ne kadar yağdığ ın ı dik­katle izleyip gözlerler ve bu gözlemlere dayanarak bel l i bir böl­gede yağmurun ne zaman yağacağ ın ı tahmin etmeye çal ıştık­ları da olur, fakat bu konuda her zaman başar ı l ı olmad ı kları nı görmeleri yağmur yağması denen olayı açıklamaktan uzak ol­duklarını gösterir. Yaln ız bu onların yağmurun neden yağdığ ın ı merak etmedikleri anlamına gelmez. Tam tersi ne, halk arasında yağmurun neden yağdığ ın ı açıklayan bazı mythos'lar vardır ve bunlar halkın merakın ı fazlasıyla giderdiği için, on lar ayrıca bir açıklama aramaya gerek görmezler. Örneğin eski Yunanl ı lar yağmur yağmas ın ı "Zeus'un işemesi"ne yoruyorlard ı . Tek-tanrı l ı dinler de aynı olayı Tanr ı 'n ın isteğine bağlarlar. Buna göre, ku­rakl ık, yani yağmurun istenildiği kadar yağmaması , Tanrı ' n ın i n­sanların bazı davran ışları na öfkelenip onları cezalandırmak is­temesine yoru lur . Bu durumda tek yapı lacak şey, yağmur duası­na çıkıp ondan af dilemektir.

44

Page 46: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

Meteoro loji dediğimiz uygu lamal ı bir bi l imi n ortaya çı kması

bu tür açıklamaları tatmin edici bulmayan zeki i nsanlar ın , tanrı­ları işe karıştı rmayan doğal açıklamalar bu lmaya çalışmalarıyla başlamış, bu çabalar sonunda bugün 24 saat sonraki hava du­rumunu % 95 isabetle tahmin etmek mümkün olmuştur.

4) Büyük Sorular ve Cevapları

Şimdi irdelemek istediğim as ı l sorurı şu : Neden bazı soruları so­rabi lmek zeka den i len özel bir yetenek gerektiriyor?

Tarihe baktığ ım ızda insanoğlunun , en zor olan ları da dahil, her türlü soruyu sorduğunu ve bunlar ın cevab ın ı merak ettiğ in i görüyoruz. Nitekim , bu sorular arasında (2)yi and ıran şu sorular yer alıyor:

(4) İnsan ve öteki hayvanlar nasıl meydana gelmişlerdir?

(5) Maddi cisimlerin kökeni nedir?

(6) Ruh ölümsüz müdür?

(7) Neleri bilebi l ir iz?

(8) Erdem nedir?

İnsanoğlunun bu tür sorulara cevap vermek içirı giriştiği düşün­

me denemelerine teori d iyoruz . (Yunanca, theorein : bakmak, seyretmek kökünden gelen bu sözcüğü kabaca "görüş" diye çe­virebil iriz . ) Eski ler arasında bu tür soruları ak ı l edenlerin çok ze­ki kişiler olduğunu unutmamak gerekir. Bunlar gürılük kayg ıları n ı bir yana itip duydukları b i r tür "düşürısel açl ığ ı " gidermeye çal ış­mışlardır. Bu sorulardan hemen h içb irin ı n günlük pratik bir ihti­yaçtan doğmadığı apaçık olsa gerek. Öyle ya, evrenin, dünya­n ın, insan ve hayvanların nasıl meydana geldiğini öğrenip de ne

olacak? Belki ruhun ölümsüz olup olmad ığ ın ı bi lmek öl ümden

45

Page 47: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

korkan insanlar için bir anlam taş ır , ama "neleri bilebileceğimiz" konusunda bilgi edinmek insana ne gibi pratik bir yarar sağ laya­bi l ir?

İşte iş in ası l püf noktası da bu rada: Bazı insanlar salt merak­larını gidermek için bilgi edinme zahmetine katlanabiliyor, hat­ta bundan büyük bir düşü nsel zevk alabi l iyorlar! Dünyanın en büyük pire uzmanı (Evet, yanl ış okumad ı n ız : "pire uzman ı ") ün­lü Rotschild ai lesinden bir hanı m . İçinizden bazı lar ının "Pire de incelenmeye değer mi?" dediğ in i duyar gibiyim. Hani "Renkler ve zevkler tartış ı lmaz" diye bir söz vardır. Anlaşılan bu bayan

pirelerin türler in i ve davranışları n ı bütün ömrü boyunca gözle­meyi, hatta on lar üzeri nde bazı denemeler yapmayı i lg inç , "i l­g inç" de laf mı, "heyecan verici" bulmuş! Neden mi? Pire hak­kında şimdiye kadar kimsenin farkı nda olmadığı gerçekleri mey­dana çıkarmak ve böylece insanl ığ ın bilgi dağarc ığ ın ı zenginleş­tirmek ona doyul maz bir "düşünsel haz" veriyor da, ondan. Oy­sa, s ı radan adam, başka birçok şeyle olduğu gib i , pirelerle de genell ikle pratik bir amaçla i lgi lenir , bu da çoğu zaman onları en etki l i biçimde nasıl yok edebileceğimiz biçiminde kendini göste­rir. Nitekim "haşarat i lacı" üreten b i r firma bu araştı rıcı n ı n üret­miş olduğu bi lgi lerden yararlanarak, p iyasaya çok daha etkil i bir pire ilacı çıkarabilir, ama işin bu yan ı bayan araştırıcıyı hiç mi

hiç i lg i lendirmemektedir. Görüldüğü gibi, "bilgi için bilgi" kaygı­sıyla hareket eden herkesin yukarıda andığ ım türden "büyük so­runlar"la i lg i lenmesi gerekmiyor. Demek ki, bu da sonunda bi r zevk sorunu !

Ş imdi evrenin nas ı l o luştuğunu merak eden i lk zeki i nsan ın (buna i lk filozof, hatta bil im adamı demek de mümkün) b i r an için siz olduğunuzu varsayı n ve bu tü r bir soruya nasıl cevap

46

Page 48: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi il

vereceğinizi d üşünün . * Bu vesile i le hemen bir noktay ı hatırlat­

mak isterim: Her soru bazı varsayımlar içerir . N itekim kendisine

(2) sorusunu yönelten k iş i "evren in baştan beri bugünkü biçi ­mi nde var olmad ığ ın ı , zaman içinde bugünkü biçimini aldığı­

n ı" varsayıyor demekti r. O zaman bu soruyu soran kişi evrenin başlang ıçta nas ı l bir görünüşte olduğunu , sonradan ne tür ne­denlerle o gö rünüşünü değiştirip bugünkü b içim in i ald ığ ın ı öğ­renmek ist iyor demektir. Ancak kendisi evrenin ne başlang ıçtaki durumunu , ne de sonradan ald ığ ı biçimleri doğ rudan doğruya gözlemiş olamayacağ ına göre, vereceği cevabı n sadece göz­lemlere dayanması söz konusu deği ldir. Evi yanan bir kimseye evinin daha önce ne durumda veya görünüşte olduğunu sorar­sanız, evini kendisi yaptı rm ı ş ve iç inde y ı l larca oturmuş bir kişi o larak, size o eski gözlemlerini uzun uzun anlatabilir, ama b i r in­sana hiç gözlememiş olduğu bir o lay ın nas ı l o lup bittiğ ini sorar­sanız, yapabi leceğ i tek şey , gözlemlerinden bazı ipuçları bulma­ya çalışarak, ama dalıa çok hayal-gücüne dayanarak, olayı ka­fas ında canl and ı rmaya çal ı şmaktan ibarettir. Buna genel l ikle spekülasyon diyoruz.** Hayal-gücü de malzemesin i gözlemsel

bilg i lerden devşirdiğine göre, spekülasyonun da en az ı ndan ba­zı benzetme lere dayanması gerekecektir, ne var ki , bu benzet­melerin "isabet şansı" eldeki göz lemse l bi lgin in zenginlik dere­cesine göre değişir. Akşam i şten döndüğünde evin in yerinde bir enkaz bulan kiş i evin in yanmış olacağın ı düşünür ve çoğu za­man bu düşüncesinde " isabet" vardır. Ama evi bir patlama sa-

* Her f ı rsatta vurgulamaya çal ı şacağım gibi, insanlar bu tür "düşünme denemeleri" yapmadan bilgınin serüvenini anlayamazlar.

** Asl ı nda bu sözcük de Latince "göze:leme" anlamına gelen 'spekulare' fi i l in­den türemiş olup '"hayal ederek veya düşünerek bu!ma'" demektir. Bu bakım­dan Yunanca "theoria" i le Latince "speculatio" (spekülasyon) arası nda çok yakın bır anlam benzerlıği olsa gerek.

47

Page 49: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyo r

nunda da o hale gelmiş olabilir. Bütün bunlar hayal-gücünü s ı ­n ı rlandıran gözlemsel bi lgi lerdir, ancak evrenın nas ı l ol uşmuş olabileceğini hayal etmeye çal ışan insan ın elinde buna benzer pek az gözlemsel veri vardı r, bu nedenle de üretebileceği hiçbir senaryo gerçeği yansıtmayabilir.

Evrenin oluşumunu aç ı klamaya çal ı şan ilk senaryo lara bu­gün "mythos" diyoruz. Buna göre, mythos'lar i lk teori deneme­leri sayılabilir. Nitekim sonradan 'kozmoloji' ad ını alan bu senar­yolar insan kafas ın ın eski çağlarda üretebi lmiş olduğu i l k bilim­sel teorilerdir. Bu teorileri üretenlerin hemen hiçbirini ad ıyla ta­n ım ıyoruz, ama bugün bize çocuksu, hatta bi raz da gü lünç ge­len bu teori leri üretenlerin zamanları n ı n en meraklı ve "en zeki" insanları oldukları şüphe götürmez.

Burada birkaç nokta üzerinde önemle durmak gerektiğini düşü­nüyorum: Bir, herhangi bir teoriye 'bilimsel ' sıfatın ı vermemiz için teorinin ne doğru olması gerekiyor, ne de akla-yak ın olması . Doğ­ru olması gerekmiyor, zira bazı teoriler doğru diye kabul edilirse de, teorinin kesinlikle doğru olduğunu, yani her türlü akla-yakın şüpheyi giderdiğini söyleyemiyoruz.* İ ki, bugün "mythos" diye kü­çümsediğimiz teoriler yok denecek kadar az bir gözlemsel bilgi te-

* Buna karşı l ık , matematiksel bir iddianın doğru veya yanl ış olduğunu kanıtla­yabiliyoruz. Doğru olduğu kanıtlanabilen matematiksel bir iddiaya teorem di­yoruz. Yalnız matematikte ne doğruluğu ne yanlışl ığı kanıtlanabilen iddialar da var; bunlara matematik dilinde "'karar verilemez teoriler"' deniyor. Her halde teori denmesinin baş nedeni bunların çözümü son derece güç sorunları andır­mas ı . Nitek im , 1 7. yüzyılda Fermat adındaki Fransız matematikçisinin ortaya attığı teorem (adayı) yüzyı l lar boyunca kanıtlanamamış, ou yuzden "'karar ve­rilemez"' teorilerden biri olduğu tahmin edilmiştir. Bundan bir süre önce genç bir İngiliz matematikçisi bu teoremi kanıtladığın ı i dd ia etmişse de, kanıt tam 240 sayfa tuttuğundan iddiasının geçerli olup olmadığı henüz kanıtla nama­mıştır . (Scientilic American dergis in in 1 997 , 5. sayısında Andrew Miles adındaki bu genç matematikçinin Fermat teoreminı kanıt lamış olduğu iddia edilmektedir. Bkz. s.36 v.d.)

48

Page 50: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

meline dayandı kları için , bize bugün "çocuksu" gibi geliyorlar; on­ların gerçekten de bilgi açısından insanlığın "çocukluk" döneminde ortaya atı ld ı klarını hatırlarsak, bizde bu tür bir izlenim uyandırma­larının bir tarihi "perspektif değişikliğinden" kaynaklandığ ın ı anla­rız. Üç, bilgi -açlığını şu veya bu biçimde gidermek ihtiyacını duyan insanoğlu --başka çaresi olmadığı için-- açl ığını mythos dediğimiz senaryolar uydurarak bastırmaya çalışmıştır. Bu anlamda teori­ler i nsan ı n sorduğu soruya b i r an önce cevap vermek iç in neredeyse sabırsızlandığını gösteriyor. Bu sabırsızl ık mythos uy­duranların sordukları sorunun cevaplandırılması çok güç bir soru olduğunu farketmernelerinden de kaynaklanmış olabilir. Ancak böyle davran ışları ndan şöyle bir sonuç da çıkarılabil ir: İnsanoğlu z ihnini kurcalayan bu tür bir soruya cevap vermeden edemiyor.

Bu i nsan zekasının bir özelliği olsa gerek. Nıtekim, bazı so­rulara cevap vermenın çok güç olduğunu bi len bugünün insanı da, kendi kafas ın ın ürettiği veya bir başkas ın ın ona yönelttiği bir soruyla karş ılaştığı zaman, "Ben buna cevap verecek durumda değil im!" diyecek yerde, ona şu veya bu biçimde bir cevap bul­maya çal ış ır. Bunu yaparken daima daha önceki bilgilerini göz önünde bulundurur, ayrıca cevabın ın akı l ve mantığa ters düş­memesine d ikkat eder. Ne demek istediğimi basit bir örnek üze­rinde açıklamak istiyorum.

Gene bir tanıdığın ız ın size "Bil bakayım, bugün ziyaretimize kim geldi?" diye sorduğunu düşünelim. Burada tanıd ığın ız gerçi 'Bi l bakayım' deyimini kullanm ıştır , ama sorusuna doğru cevap veremeyeceğinizden, doğru cevap verseniz bile, bunun rastlantı ürünü olacağ ından emindir. Öyle ya, yüzlerce eşi dostu arasın ­dan onu kimin ziyaret ettiğini nereden bileceksiniz? (Bir de bunu "Evren nası l o luştu?" sorusuyla karş ılaşt ı r ın !) Bu tür bir soruya

49

Page 51: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

cevap ararken insan kalasın ın kabaca şöyle çal ıştığ ı n ı tahmin

edebi l ir iz : Önce dostunuzun tanımadığı kişilerin onu ziyaret et­miş olması na pek i htimal vermeyeceksin iz, böylece büyük bir i n ­san grubunu i htimal dışı b ı rakacaksın ız . Ayrıca onu tan ımayan kişilerin de onu ziyaret etmiş o lmaları pek akla-yakı n görü n m ü ­

yor. Belki b i r gazeteci veya emlakçı onu ziyaret etmiş olabi l ir, an­

cak dostunuzun tan ı nm ış bir kimse olmadığ ın ı ve sat ı l ık veya ki­ral ı k herhangi b ir mülkü bulunmadığ ı n ı hatırlayarak, bunun da

ihtimal dışı olduğuna karar vereceksi niz. İhtimalleri böyle azalta azalta onu ziyaret etme ihtimali en düşük insanların kim ler oldu­ğunu düşüneceksiniz. Ancak bun ları n sayısı gene de birden çok olacağ ına göre, bunlar aras ı nda bir seçim yapmanız gerekecek. İ şte en büyük güçlükle bu noktada karş ı laşacaksınız. Bu gibi du­rumlarda i ş i şansa b ı rakmaktan, halk ın deyimiyle "işkembeden atmak"tan başka yapacağın ız bir şey ol masa gerek. Sonunda vereceğiniz cevap basit bir "tahmin"den öteye geçmeyecektir.

Bütün h ipotez ve teorileri "tahmin" kategorisine sokabil i riz . Bu anlamda her tahmini n doğru çı kma şansı vardır , ama o kadar! El­

bet tahminde bulunurken, ihtimal dışı olan şeyleri ne kadar iyi dı­şarda b ırakabilirseniz, tahmininizin doğru çıkma şansı da o dere­ce artar. Örneğin dostunuzun yukarıdaki sorusuna, düşünmeden, "Kraliçe Elizabeth !" diye cevap vermeye kalkarsan ız, tahmininizin neredeyse kesinlikle yanlış çı kacağ ından emin olabili rsiniz, zi ra Kraliçe Elizabeth gibi bir kişinin durup dururken tanımadığı, üste­lik tanınmamış bir kişiyi ziyaret etmesi çok az muhtemeldir ama ne mantığa ne de doğa yasalarına aykır ıdı r, z ira bi r gün Kraliçe­nin akl ına herhangi bir Türk'ü ziyaret etmek "esmiş" olabilir.

Bu örnek üzerinde uzunca durmamın nedeni şu: Gün lük ha­yatta bile bazen "isabetli" bir tahminde bu lunmak bu kadar güç

50

Page 52: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

olduğuna göre, "Evrenin nasıl oluştuğunu" merak eden i l k zeki insanın doğru bir teori ü retmesinin ne kadar daha güç olacagını tahmin edebilirsin iz ! Bu bizi ister istemez i nsanl ığın çocukluk ça­ğ ında ü retmiş olduğu teorileri değerlendiri rken çok daha alçak gönüllü olmaya götürüyor.

Bu noktada gene "inanma" konusuna döneceğim. Çok zeki olmayan insanların "meraksız" oldukları n ı , dolay ıs ıyla kendileri· ne "büyük soru lar" diye n itelendirdiğim tü rden soru sormayı akı l edemediklerin i gördük. Ancak kendileri soru sormasını becere­meyen insanların başkaları n ı n sorduğu sorulara verdikleri ce­vaplar (yani teoriler) karş ısındaki tutumları son derece i lginç: S ı­radan insanlar genell ikle bu teori lerin doğru olup olmad ıgını bile sorup soruşturmadan , onları dogru diye kabul ederler. Biz bu­na g ünlük dilde "belleme" diyoruz. Burada "belleme" toplumda bılge diye bi l inen sayg ı n kişilerin söylediklerıni aynen bel leğine kaz ıma anlamına gel iyor. K iş in in bi lgenin sözlerini bellemesi içi n , onun ortaya attıgı teoriye i nanması bile gerekmiyor, zira ço­ğu zaman s ıradan kişi bellediği sözlerin anlamın ı bile kavramak­tan acizdir, o sadece büyük bir sayg ı duyduğu kişinin sözlerine inanmak gerektiğini düşünür.

5) İlk Teori Denemeleri : Mythos'lar

İlerde d in lerden söz ederken bu konuya döneceğiz, ancak i lk teorilerin nasıl bir şey olduğunu anlamak için Sümerli b ir bilge­nin uydu rmuş olduğu Enuma Eliş mythos'unu k ısaca i ncele­mekte yarar görürüm.* Bu mylhos "Evrenin nası l yaratı lmış ol-

* i lk versiyonları İ .Ö. 1 800 y ı llarında Hammurabi zamanından bu yana bilinen bu mythos i.ö. 700 yıl larında son bıçimıni alm ış, bir tür "Yaradı l ış Masal ı" ; bu bakımdan Tevrat'ın i lk kitab ını hatırlatıyor. (Bkz. S.Toulmin, The Architecture of Matter, s.48-49)

51

Page 53: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

duğu" sorusuna karş ı l ı k olarak üreti lmiş.* Bir şi ir biçi m inde dile geti ri l miş olan bu mythos'a göre, başlangıçta bel irgi n hiçbi r yanı bu lunmayan uçsuz bucaksız bir su tabakası n ı örten , gene şekil­siz bir gökten o luşan bir kaos varmış:

Yukarıdaki göklerin henüz bir adları yokken, Ve aşağıdaki göklere bir ad takılmamışken, Henüz ortada sadece onları doğuracak olan Apsu varken, Bir de hepsini doğuran, hepsinin anası olan Ti'amat varken ortada, Ve her şey daha sularla karmakarış ı k iken, Ortada hiçbir kara, hatta bir batakl ık bile görünmezken,

Daha Tanrılardan hiçbiri ortaya çıkmamışken, Hatta adları verilip kaderleri belirlenememişken, İşte tam o zaman doğuranlar arasında Tanrı lar yaratı ldı.

Şiirin bundan sonras ında göklerin kurulması buyruğunun verildi­ği aşamaya geliyoruz. Tanrı ları n hareketleri doğal bir zaman öl­çüsü işlevi görüyor ve ayın fazlar ı başlıyor :

O zaman Marduk Büyük Tanrıların yerlerini yarattı. Onların benzerleri olan burçları oluşturdu. Yılı saptayıp onu bölümlere ayırd ı . O n iki ayın her biri için ü ç burç yerleştirdi. Yılın günlerini burçlarla saptadı ktan sonra, Hepsinin ölçüsü olsu n diye Nibiru'yu (Zodyak Şeridi) yerine oturttu, Hiçbiri ne fazla uzun ne fazla kısa olmasın deyCı

Enli! ile Ea'nın (yukarı ve aşağı göklerin) yerlerini saptadı . Her iki yanda açı k kapılar yarattı , Doğuda ve Batıda kuvvetli kilitleriyle,

Tanı orta yere de Zenit'i oturttu.

• Burada 'yaratma' sözcüğünü kullanmamın nedeni, i lk mythos'larda evrenin oluşumunun bir "yaratma" sü reci olarak anlaşılmış olmasından kaynaklan ıyor.

52

Page 54: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

Ay'a ı ş ı k saçtırarak, geceyi kumandası alt ı na aldı .

Onu gökte dolaşıp zaman ı saymakla görevlendirdi,

Ay be ay di skin i durmadan büyüttürd ü . '

"Ayın başında, yerden yükselmeye başladığında

Altı gün boyunca boynuzdan bir hilal gibi parlayacaksın,

Yedinci gün de yarım daire b içim ini alacaksın.

Dolunayda ise, her ay ın ortasında,

tam güneşin karşı tarafında duracaksın .

Doğu ufkunda Güneş h e r seni geçtiğinde,

Küçülüp eski hilal şeklini almaya başlayacaksın.

Görünmezlik yakınd ı r, Güneş'in kaybolduğu yola yaklaşmaya başla ve

Yirmi dokuzuncu gün ikinci defa Güneş'le aynı çizgi üzerinde bulun!'

Daha sonra Marduk, Ea 'ya insanı yaratmas ın ı emreder; amacı

insanların Tanrılara h izmet etmelerini sağlatmaktır. Buna karşı­

l ı k, Tanrılar Babil kentini, bu arada Marduk'un evi ve Babil dini­

nin merkezi olan Esaglia'y ı , yani Ziggurat denilen basamakl ı ta­

p ınağı inşa ederler.

Bilge Ea insanları yaratı p onlara

Tanrılara h izmet görevini yükledikten sonra,"

Tanrıların kralı M arduk Anunnaki'nin (Tanrılar) hem altında

Hem üstündeki bütün ha lk ı öbeklere ay ırd ı ,

• Bazen karışıklığa yol açan Türkçe 'ay' sözcüğ ünün iki anlam: vard ı r : 1 ) B i r gök cismi anlamında 'Ay' (çok luk büyük harfle yazı lır). 2) Bir zaman birimi anlamında 'ay· Bu elbet bir rastlantı değil, zira nasıl 'gün' sözcüğü Güneş'in iki doğuşu (veya batışı) arasında geçen zamanı gösteri­yorsa, 'ay' da Ay'ın iki benzer görünüşü aras ı nda geçen zamanı gösterir. ( i ng . 'month" . 'moon' sözcüğünden, Alm. "Monat', 'Mond'tan, Fr. 'mois' ise Lat. 'mesis'den tü reti lmiştir.)

•• Bu yaradış insan anlayı şı nı aşan bir olaydı ve Marduk'un ustaca planlarına göre gerçekleştiri lmişti.

53

Page 55: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Onları , buyruklarını yerine getirs in ler diye

Anu'n u n emrine verdi. Üç yüzünü Göklerin bekçiliğine atad ı , Ve Yeryüzü tanrı ları n ın yollarını belirled i .

Gökte ve yerde altı yüz kişiyi yerlerine yerleştirdi.

Gökle yerdeki tanrılar her birine görevinin ne olduğunu söyledikten sonra,

Onlara neler yapacaklarını teker teker bi ldirdi.

Anun naki (Tanrılar) ağızlarını açıp

Efendileri Marduk'a şöyle seslendiler: "Sen ki ş imdi, ey efendimiz, bizi her emekten kurtard ınız, Sana olan şükran borcumuzu eda etmek içi n,

Ne yapal ı m şimdi? Bir tapınak yapıp ad ına "Geceleyi n dinlenme yeri" d iyeceğiz,

Ve yapacağımız bu tap ınakta Geldiğiniz gün (yeni yıl günü) din leneceğiz." Marduk bunları duyunca

Yüzü gün gibi ayd ı nlandı ve şöyle dedi: "Yapmayı kurduğ u nuz Babil var olsu n ! Bir kent kurulsun v e mazbut b i r tapınak yükselsin üzerinde!"

Anunnaki (Tanrılar) küreğe sar ı l ıp hemen Bütün bir yıl boyunca tuğla yaptılar, İkinci yıl gelip çatınca da Esaglia'yı kurup basamak basamak yükselttiler

Apsu'nun üzerinde !

Bu eski Mezopotamya mythos'unu uzun boylu an ı ş ımın as ı l nedeni si zlere bu tür mythos' ların genel çizgileri hakkında bi r f i­kir vermekt ı . Bu mythos'larda bir "masal" havası estiği dikkat in ız i çekmiş o lma l ı . Bi ld iğ in iz gib i , masallar gerçek hayatta ol mas ı ih-

54

Page 56: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

!imal d ışı olan, tümüyle hayal-ürünü hikayelerdir. "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde . . . " gibi k ısmen anlamsız sözlerle

başlayan, "ben annemın beşiğ ini sallar iken" gibi olması imkan­sız şeyler anlatan veya "bir dudağ ı yerde , bir dudağı gökte" olan devlerden söz eden bu masal lar ın gerçek dünyada gerçekleş­meyen olaylardan bahsettiklerini anlamakta çocuklar bile gecik­mezler. Gene de hayal-g ücünün bu hiçbir engel tanımayan uçuşları nedense insanları n çok hoşuna gider.

Ancak mythos'ları uyduranların da, onları di nleyenlerin de bun ları n gerçekten olmuş b i tmiş olaylardan bahsetti k ler ine inandıkları bence şüphe götürmez. Nitekim, yukarıda andığ ım mythos da oldukça "akla-yakı n" bir senaryoyu dile getiriyor. Bu­rada şüphesiz hayal-gücünün rol ü büyük, ama besbelli ki bu se­naryoyu düşünmüş olan dahi kişi gerçek bazı olaylardan esin­lenmeyi de ihmal etmemiş. Nitekim, yerden, gökten , sulardan söz ediyor. Sonra başlangıçta kaos olduğu , kozmos'un sonra­dan, zamanla oluştuğu düşüncesi de hiç yabana atılmaz, hatta bugünkü bil im anlayışım ız bakı m ından da yerinde bir düşünce . * Başlang ıçta şekilsizliğin (kaos) egemen olduğu, zamanla şekilli nesnelerin oluştuğu düşüncesi bence harika bir buluş. Bu ba­kımdan mythos'lar sadece hayal-gücünün değil , bu güçle kanat­lanan gözlemlerin ve mantıksal çıkarı mları n ortak ürünü.

Bu senaryolarda modern bilim adamını en çok tedirgin eden şey işe "Tanrılar" den i len gizli , yani hiçbir şeki lde gözlenemeyen varl ıkları n karışt ı r ı lmış olmas ı .

• Modern kozmolojide bugün e n akla-yakın teori "Big Bang" (Büyük Patlama) teorisi, bıli ndiği gib i . Buna göre, başlangıçta rnadde ve enerıi tek bır noktada yoğunlaşmış bulunuyordu; elementer parçacıklar patlamadan çok kısa bir sü­re sonra oluştu. Zaman ve uzay bile bu süreçle bırlikte ortaya çıktı.

55

Page 57: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Enuma Eliş mythos'unda hayal-gücünün gemi iyice azıya al­mış olduğu düşünülebil i r . Ancak burada bile "Bu gizli varl ıklar sadece hayal-gücünün ürünü mü?" gibi bir soru geliyor hemen akla. Soru nun cevabı ne olursa olsun, evrenin nas ı l oluştuğunu kendine iş edinecek kadar zeki olan ilk i nsanın bunun sıradan bir olay olmadığını düşünebi lm iş olmas ı bile övgüye değer gö­rünüyor. Böyle bir düşünceden kalkan birinin her şeyi ilk defa meydana getiren çok güçlü b i r varl ı k (Tanrı) veya varlıklar (tan­rı lar) olması gerektiğini varsayması akla-yak ı n bir görüş bence. Bu "yaratıcı" bir varl ık ; isterse (Tevrat'ın "yaradı l ış" mythos'unda olduğu gibi) her şeyi "hiçten" var edebilir; isterse, çamurdan her­hangi bir aygıt ol uşturan çömlekçi veya şekilsiz taştan bir insan şekli yontan bir heykeltraş gibi , var olan amorf bir malzemeye biçim vererek yepyeni bir var l ık meydana getirebi l i r. Demek iste­diğim, mythos'ları düşünenler de istediği her şeyi yaratabılen bir Tanr ın ın veya tanrılar ın varl ığ ın ı bazı gözlemlerinden esinlene­rek ileri sürmüş olmalı lar. Belki Tanrı fikrini yaratan onlar, ama bunu "işkembeden atarak" yaptık lar ın ı düşünmek doğru değil. Sanı rım , yaratıcı bir Tanrı fikri nedensel l ik fikrinin i lkel biç imi .

Yaln ız s ıradan insanların bu mythos'lar karşısı ndaki tutumu genellikle bir aptal l ık örneği sayılabilir. İşin daha da ilginç yan ı , eski zamanlarda yaşam ış o lan s ı radan insanlarla şimdikiler ara­sı nda bu bakı mdan hemen hiçbir fark olmayış ı . Eski Mezopo­tamyal ı lar nasıl Enuma Eliş mythos'unu gerçek bir hikaye, yani evrenin başlang ıcında olup b itmiş bir olay olarak --sorup sual et­meden-- kabul ediyor idiyse ler, aynı şekilde, günümüzün insanı da ondan bundan öğrendiklerini, özellikle ders kitaplarında yazı­lanları ve öğretmenleri nin anlatt ıkları nı gerçeğin ta kendisi gibi görüp bel lemekted ir. El bet bir in in belledikleri bir diğerininkine hiç uymayabilir. Örneğin sadece kil isede papaz efendiden duy-

56

Page 58: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilgi Teorisi i l

duklarını veya kutsal kitapta okuduklarını bel lem iş olan bir ki m­se, lisede astronomi ve f izik dersinde okutulanları bellemiş olan

b i r kimseden - -zih in lerinde yer etmiş olan senaryolar bakım ın­dan-- çok farkl ıdır, hatta bu yüzden birbirleriyle kavga ettikleri bi­le olur, ama belledikleri şeyler karşısındaki tutumları bakı· mından tıpatıp aynıdırlar, zira kendilerine doğru diye öğ reti len

şeylerden şüphe etmedikleri gibi , on ları eleştirmeyi de düşün­

mezler.

işte bilgi-üreticisi i le bilgi-tüketicisi aras ı ndaki ayrım da

burada. Mythos'ları kimlerin uydurduğunu bi lmiyoruz,* ancak o

zaman lar bu nları e leştiren , hiç değilse yeni mythos 'lar öneren başka kişiler ç ıkmadığ ı (ekonom i dil iy le söylersek, "rakipsiz" ol­

dukları) için, sıradan i nsanlar bunları doğru diye kabul etmişler

ve bu nlar ağızdan ağ ıza aktarı larak yaşamların ı sürdürmüşler. Burada çok önemli bi r nokta daha var: Bu mythos 'lar öylesine

halk ı n beğenisini kazanmış olmal ı ki , bunları çok değerli bir ha­

z ine gibi korumayı üstlenen bir rahipler sınıfı türemiş, onların da yardımıy la ve zaman geçtikçe bunlar bir tür kutsallık, dolay ı­

s ıyla "dokunulmazlık" kazanmışlar. Bu durumun değ işmesi için, yeni mythos'lar, yeni görüşler, yeni teoriler üreten başka düşü­

nü rlerin ortaya ç ıkmas ı nı , dolay ıs ıyla "fikir rekabeti" d iyebi lece­

ğimiz bir sürecin başlamas ın ı beklemek gerekecektir.

Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da şu: Gerçi bu myt hos 'larda her şeye karar veren , böylece hem doğan ı n , hem insan ı n kaderini belirleyen tanrılar var, ama Enuma Eliş'te

* Yunan Mitoloıisi hakkı ndaki bilgi lerimizi Homeros adındaki şairin İlyada ve Odisseos başlıklı eserleriyle, Hesiodos'un Günler ve İşler başlıklı eserinden elde ediyoruz. Onlar da yazdıklar ını halk ağzında dolaşan "mythos"Jardan derlemişler. Bu kitaplarda daha çok Olympos tanrılarının başlarından geçen­ler anlatı lıyor.

57

Page 59: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

de açı kça görüldüğü gibi , bunlarda i nsanları n o zamana kadar gözlem yoluyla elde etmiş oldukları bazı astronomik bilgiler de yer alıyor. Burada Mezopotamyal ı lar ın bu konuda birçok "sağ­duyu" bi lgisi elde etmiş oldukları anlaş ı l ıyor. Bu durum insanla­rın bu mythos'larda geçen hayal ürünü olan hikayeleri de ciddi­ye almaları nda rol oynamış olabi l ir. Yaln ız unutmayal ım ki, koz­moloji bugün de hayal ürü nü ol maktan büsbütün kurtulmuş de­ği l . Ne var ki , bugün hayfü-gücünün işe karışt ığ ı yerde daha çok spekülasyondan söz ediyoruz. Mythos ile spekülasyon arasın­daki en önemli ayrım, ikincisinin biri ncisiyle karş ılaştı rı lamaya­cak kadar zeng in bir ön-bilgi malzemesine dayanmas ı , ayrıca bu bilgilerden son derece sıkı mantıksal (=matematiksel) işlev­lerle sonuçlar ç ıkarılmasıdır. Bu noktaya i lerde döneceğiz.

58

Page 60: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

1 1 1

TEORİ K FELSEFENİN BAŞLANGIÇLARI

Birçok kitapta felsefenin dinden ayr ı larak "bağ ımsız" bir di­

sipl in haline geldiği söylenir. Bu yan l ış , hiç değilse yanıltıcı bir iddia. Gerçi bazı pratik ihtiyaçlar insanı 'din', 'metafizik', 'felsefe' , 'bi l im' ve san' at' gibi terimler kul lanmaya zorluyor, ama buna ba­kıp bu adların birbirlerinden kesin çizgilerle ayrı lan değişik zihni uğraşları di le getird iğ in i sanmak yanl ıştır . İ leride bu konuyu da­ha yakından inceleyeceğiz; hemen şu kadarını söyleyeyim ki ,

felsefenin dinden ayrılması diye bir şey yok, sadece bi lgi üret­meye çal ışan insanlar a ras ı nda önem verdikler i sorunlar ve bun ları çözmek için başvurdukları yöntemler bak ım ı ndan bazı ayrımlar var, o kadar. Bugün herhangi bir konuda bel l i bazı yön­temlerle bi lgi-üretme amac ına yönelik her sistemli çabaya "bi ­l im" diyoruz. Bu tür çabalar "merak"la başlad ığ ına göre, insa­noğlunun baştan beri bu merakın ı gidermek içi n harcadığ ı her düşünsel çabaya 'bilimsel' sıfatın ı takmak mümkün . Ancak bazı felsefe tarihçileri, herhalde "bilgi sevgisi" anlamına gelen 'philo­sophia' sözcüğünü i lk in Yunanl ı lar ın kul lanmış olduklarını göz önünde tutarak, felsefenin Thales adındaki f i lozofla başlad ığ ın ı söylüyorlar. Tarihçiler her olayı bir tarihle başlatmak al ışkanl ı ­ğ ı ndadırlar. Yalnız organizmalar gibi din ve felsefenin d e başla­

dığı bel l i bir tarih yoktur, dolay ıs ıyla di n i n nerede bittiğ in i , felse­fen in ne zaman ve nerede başlad ığ ın ı , felsefenin ne zaman bi l i ­me dönüştüğünü araştırmak. hele bu konuda kesin kararlar ver­mek doğru değildir. Nitekim, bu kitap boyunca vurgulamaya ça­l ışt ığ ım gib i , "dini" dediğimiz d üşünüş biçimi bazen felsefe için-

59

Page 61: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

de, daha doğrusu, genellikle "filozof" denilen insanların düşünüş biç iminde sürer gider. İ nsan maymundan evrimleşmiştir , ama maymunlar insanla birl ikte varl ık ları n ı sürdürdükleri gibi , bazı in­sanlar onlar gibi davranmaya devam eder. Bu durum filozoflarla bi l im adamları için haydi haydi geçerlidir, hatta bazı bi l imsel te­orilerde dini düşünüşün izlerine rastlamak mümkündür.

1) Thales

Gene ben de bu geleneğe uyarak, Thales'le işe başlayaca­ğım. Thales, her nedense, "Evren nas ıl oluştu?" gibi bir soruyla değil de, "Maddi nesnelerin kaynağı (veya ana-madde) nedir?" sorusuyla başlamış işe. " İnsanların akıllarına sorular nas ı l , ne­reden gelir?" sorusu da çok i lginç belki, ama anlaşılan şu veya bu nedenle insanın akl ına şu veya bu soru "esebiliyor". Biris in in aklına nası l bir sorunun eseceği ise o kişinin zeka düzeyine, i lgi­lerine, içinde yaşad ığı top l umun bi lgi düzeyine ve bunlara ben­zer birçok faktöre bağ l ı . Bugü n Scientific American g ibi bir bi­l im dergisini açt ığ ın ızda, orada "Evren nasıl oluştu?" gibi sorular yanında, "Gri ağaç ku rbağaları eşlerini nasıl seçer?" veya "Sa­manl ık baykuşu avı n ı nas ı l yakalar?" türünden sorulara ayrı lmış makalelerle karş ı laşırs ı n ız . Demek ki , insanların "soru sorma zevkleri" de değişebiliyor.

Evet, rastlantı bu ya, Thales'in akl ına "Maddenin i l k yapı taş­ları nelerdir?" gibi bir soru esmiş. Elbet akl ına gelen tek soru bu değil, zira dendiğine göre Thales "pek merakl ı" b i ri imiş. N ite­kim, o dönemlerin uygarl ı kta en ileri olan iki ü lkesini , Mezopo­tamya ve Mıs ı r' ı gezip görmüş, hatta oralarda yı l larca kal ıp i lkin­den astronomi, ikincisinden geometri konusunda pek çok şey öğrenmiş, o kadar ki , yurdu Mi letos'a döndüğünde i .ö. 585 yı ­l ı nda Yunanistan'da Güneş tutulacağını önceden haber vermiş,

60

Page 62: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

ayrıca gölgesinin uzun luğundan bir piramidin yüksekl iğini ve bir gemin in k ıyıdan ne kadar uzakta olduğunu hesaplayacak kadar geometri bi l iyormuş.* Ama, onun as ı l ününü yapan yukarıdaki soruyu sorup ona oldukça akla-yakın bir cevap vermeyi başar­mış olmas ı .

Bana sorarsa n ı z , Thales'in dehas ın ı ası l ortaya çıkaran onun bu tür bir soruyu akı l edebilmiş olması . Bu deyimin özel l ikle al­t ın ı çiziyorum , zira bi r i nsan ı n bu tür bir soruyu sorabilmesi için , önce dünyadaki bütün cisimlerin bir tek ana-maddeden (Thales buna arche d iyor) oluştuğunu, başka bir deyişle, onun değ işik görünüşleri olduğunu düşünebilmiş olması gerekir, bu ise son derece zeki i nsanların harc ıd ı r . S ı radan i nsan çevresinde gör­düğü b inbir çeşit nesnenin bir ve aynı maddeden türemiş olabi ­leceğin i tasavvur edemez, bu nedenle de onun Thales'in soru­sunu yadı rgaması normald ir . Hatta bugün üniversitede kimya eğitimi görmüş olanlardan bazıl�rı bu bilimin Thales'in sorusu ile başlamış olduğunun fark ında bile değildi r.

Doğrusunu isterseniz, felsefe öğrenmeye başladığım i lk yı l lar­da ben de Thales'in sorusunu bir hayli yad ı rgamışt ım. Öyle ya, birbirine hiç benzemeyen iki nesne, örneğin bir taş parçası i le bir demir, hatta demir ile kurşun, nasıl aynı nesneden türemiş olabi­l i r? Ya su ile ateşe, bu birbiriyle zıt nitelikler gösteren iki nesneye ne buyrulur? D iyelim ki, e lma ile armut ayn ı tür nesneden türe­miştir, ama armut veya elma ile hava arasında ne gibi bir ortak

* Thales'in şu geometri teoremlerini bi ld iği anlaşı lıyor:

1 ) Bir dairenin kutru onu iki eşit parçaya ayırır. 2) Eşkenar bir üçgenin taban açıları birbirine eşittir. 3) İki doğru kesiştiğınde karşıl ıkl ı açılar eşittir. 4) Bir yarım daire içine çizilen bir üçgen dik açı lıdır. 5) Bir üçgenin tabanı i le taban açıları belli ise üçgen bellidir. (Bkz. W.K.C. Guthrie: A History of Greek Philosophy, vol. 1 , s. 53)

61

Page 63: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

yan olabil ir? Hadi maymunla insan ayn ı kökten gelm iş olsun, ama her ikis in in de toprak ve sudan türed iğin i düşünebi l i r misiniz?

Bu örnekler i a lab i ld iğ i nce çoğaltabi l i rs in iz , ama gene de

Thales'in "he r şeyin sudan türed iği" , yani taş, demir, ku rşun , toprak, ateş, elma, armut, maymun ve i nsan, ne varsa hepsinin ,

hava dahi l , ana-maddesin in (arche) "su" olduğu yolundaki iddi­

as ı n ı n i ler-tutar yan ı var mı? Hele su nasıl olur da ateşe dönü ­

şü r? Felsefeye i l k başlayan herkesin akl ına bu v e buna benzer so ru l ar gelmiş olmal ı , zira duyular ı m ızla gözlediğimiz dünya biz­de işin başı ndan beri çevremizde taş, toprak, hava, su gibi çe­

şitli maddeler, sonra bitki ler , hayvan lar ve insanlar bulunduğu ve bun lardan her birinin hıç değişmeyen bir maddi yapısı olduğu izlenimi uyandırır. Nesne türlerinin baştan beri aynı ka ld ığı fikri bize "sağduyu"nun dayatt ığ ı bir varsay ımdı r, zi ra biz bel l i b ir nesnenin zaman içinde biç im ve renk değişt irdiğin i , hatta bazen maddi yap ıs ın ın değiştiğini gözlerimizle görürüz, ama su diye bi ldiğimiz doğa l bir maddenin havaya veya ateşe dönüştüğü ne

hiç tan ık olmamış ızd ı r, dolayısıyla sağduyumuz bize böyle bir

şeyin olamayacağ ın ı " ima eder".*

İşin i lg inç yanı da burada bence : Hepimiz gibi dünyayı beş duyusuyla tanıyan Thales adı nda bi ri çıkıyor ve bize "Görünüşe a ldanmayı n ! Bütün bu gördüğünüz değişik nesneler bir ve aynı ana-maddenin değişik görünüşlerid i r, bu ana-madde de hep bi l ­diğimiz sudur!" diyor. İşte tam da "Ne sih i rdir , ne keramet!" de­

menin sı ras ı . İyi de, Thales'in buradaki "el çabuklugu" ne gibi bir marifetten kaynaklanıyor?

* İleride göreceğimiz gibi, insanları n her türlü "evrim " fikrine karşı çıkışlar ın ın da

ana nedeni bu olsa gerek. Thales i le onu izleyenlerin en az ı n dan "maddi ev­rim" fikrini ilk keşfetmiş kişiler olduğunu söyleyebiliriz.

62

Page 64: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

İ lk akla gelen ihtimal şu bence: Thales "Her şey bir ve ayn ı maddeden türemiştir" varsayımını bir mantıksal çıkarımın ana­öncülü olarak alm ıştı r. Ancak bir tek öncülden "Her şey in ana­maddesi sudur" sonucunun ç ı kmayacağı apaç ık . Dolayıs ıy la Thales ' i n --gözlemleri ne dayanarak-- daha başka öncül ler bul­ması şart. Örneği n şu gözlemlerden yararlanmış olabil i r : Su dü nyada en çok bulunan cisimdi r, zira yaln ız nehirler, göller ve deniz ler değ i l , çöl ler de dahi l , nereyi b i raz kazsanız su çıkar. Ayrıca yaln ız buhar ve bulut biçiminde havada bulunmaz, bazen yağmur, bazen kar biçiminde havadan yere iner. Yeryüzünün pek çok yerler in i , ama özell ikle kutup bölgelerin i kaplayan o mu­azzam kar ve buz yığ ı nları da suyun katı hal almış biçimlerinden başka b i r şey değildir. Kokusuz, renksiz, tatsız ve biçimsiz oluşu da onun her kıl ığa gi rebi len bir nesne olduğunu göstermektedir . Her kı l ığa g irebilen bu nesne Mitolojilere kadar girmiş , yeryüzü­nü yukarıdan (gökleri n üstünden) ve aşağıdan (yeryüzünün alt tarafı ndan) sardığ ı tasavvur edi lmiştir. Ana-madde olmaya bun­dan daha uygun bir "aday" düşünülebi l i r mi?

Şimdi bütün bu gözlemlerin de ikinci öncü l ü oluşturduğunu düşünel im . Bu iki öncülden, "O halde , her şey sudan meydana gelmiştir!" sonucu mantıkça çıkıyor mu? Çıkmıyor. Zaten çık­sayd ı , başkalarının da aynı sonucu çoktan çıkarmış olması ge­rekmez miydi? Kaldı ki , Thales'den sonra gelen filozoflar da bu sonucu çı karmayacak ve yeni teor i ler teklif edeceklerdir. Thales burada sadece şöyle bir savunmada bu lunabil i rdi : "Gerçi ben hiçbir zaman suyun ondan farkl ı b i r cisme dönüştüğünü gözle­rimle görmedim, ama esinlendiğim bütün bu örnekler böyle bir dönüşümü çok muhtemel k ı l ıyor".

Doğrusu Thales'in bu cevabına pek bir diyeceğimiz olmazdı , ama gerçek şu ki , ondan sonra gelen Anaximandros da, Anaxi-

63

Page 65: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

menes de Thales'in bu iddias ın ı yeterince inandırıcı bulmamış, hatta kendilerince daha akla-yakın teoriler uydurmak ihtiyacını duymuşlar.*

Şimdi, isterseniz , bu iki hemşerisinin Thales'in teorisini niçin kabule-değer bulmamış olabileceklerini araşt ıral ım. Önce her üçünün de ana varsayım (ilk öncül) konusunda anlaştıklarını ha­t ı rlatmak isterim. Bu nokta çok önemli, ama fikir tarihi açısından çok daha önemli bulduğum bir başka noktaya değinmeden geçe­meyeceğim: Burada belki de tarihte i lk defa olarak --herhangi bir Tanrıyı işe karıştırmadan-- salt rasyonel gerekçelere dayandı rı lan b i r teori ortaya atan ve bu teoriyi gene rasyonel gerekçeler göste­rerek çü rütmeye çat ışan insanlarla karş ı laşıyoruz. Niteki m , ne Anaximandros, ne de Anaximenes Thates'in teorisinı dini inançla­ra aykırı olduğu gerekçesiyle reddediyor. Başka bir deyişte. arkala­rını herhangi bir otoriteye dayayacak yerde, Thales'in teorisi ni n ya mantığa, ya deneyimlerimize, ya da her ikisine birden ters düştü­

ğünü göstermeye çat ı ş ıyorlar. Buna bugünkü adıyla eleştiri diyo­ruz. Bu çok yeni bir tavır, zira eskiden kim tarafından üretilmiş ol­duğu pek bilinmeyen mythos'tar genell ikle insanlar tarafı ndan - ­

doğru olup ol mad ıkları araştır ı lmadan-- doğru diye kabul edilir, hele bunlar rahip s ın ıfı tarafı ndan s ıkı bir koruma altına al ınd ıktan sonra, binyıl lar boyunca herhangi bir şüphe, dolayısıyla e leştiri konusu yapılmadan varl ıklarını sürdürürlerdi . Şimdi ise hiçbir tanrı­sal otoriteye tenezzül etmeyen (sonradan "doğa filozofları" d iye

* İleride göreceğimiz gibi, bir teoride öncüller ile sonuç arasındaki boşluğu ka· patmak hemen hemen imkansızdır; hep doğru öncüller seçilmiş olsa bile, on· !arla sonuç arasında dalma bir boşluk kaldığı için, bu tür öncüllerden türetilen sonucun (teorinin) yanlış çıkma iht imal i büsbütün ortadan kalkmaz.

64

Page 66: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

anılan) adamlar çı kıyor ortaya ve i lk defa özgür bir tartışma ortamı yaratıyorlar! Bence yarattıkları bu yeni ortam ortaya attıkları teori­lerden de önemli, zi ra böylece i lk defa bir "araşt ı rma geleneği" ku­rulmuş oluyor. İ leride göreceğimiz gibi, teoriler üzerindeki tartışma­lar bazen binyıl lar sürebilir, bazen de hiç bitmeyebilir. Bu, bilgi­üretmenin bazen ne kadar güç bir iş olduğunu gösteriyor, ama bence burada asıl üzerinde durulması gereken nokta, akı l l ı insan­

lar ın bi lgi üretme işinde ne kadar titiz davrandıklarını, ne büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket ettiklerini görmektir.

2) Anaximandros

Bu ara-açıklamadan sonra ası l sorumuza dönebı l i ri z : Evet, Anaximandros Thales'in teoris in i neden ötürü kabule değer gör­memiş olabil ir? Soruyu bu biçimde soruşumun nedeni şu : Bu i l k filozoflardan el imize yaz ı l ı hiçbir eser geçmediği veya sadece bi rkaç cümle geçtiği içi n , kafalarından geçenleri bir ölçüde bizim tahmin etmeye çalışmamız gerekiyor. Theophrastos'tan öğren­di klerimize göre, onun Thales'in ana-varsayımına bir itirazı ol­mamakla bir l ikte, gözlemlerimizden onun ç ı kard ığ ı sonucu çı­karmaya hakkımız olmad ığ ı kanısında, z i ra ona göre ana-mad­denin gözlediğimiz nesnelerden hiçbirine benzememesi gereki­yor. Kaldı ki, suyun öteki maddelerden herhangi b i rine dönüştü­ğünü de görmüş deği l iz ! Bu nedenle ana-madde kendisi nin ape­i ron dediği "bel i rs iz" b i r şey olmak gerek i r , * dolayıs ıy la "su" ana-madde olmaya "aday" olamaz.**

• Bazı yazarlar "apeiron"u "sın ırsız'', hatta "sonsuz" diye çevi rıyorlar, ama bence bu deyım daha uygun .

' * B u konuda Platon d a "Timaios" adlı diyalogunda Anaximandros'un düşünce­lerinin h ayali bir reconstructlon'unu yapmayı denemiş, ama bugünkü anlayı­şı mıza ters düşen bu reconstruction'un ayrı ntılarına girmeyeceğiz. (Bkz. The Architecture of Matter, s 52-53. Ayrıca bkz. Aristoteles, Fizik, Burnet, s.53)

65

Page 67: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

3) Anaximenes

Onun genç çağdaş ı Anaxi menes 'e gel i nce: O da Anaxi­mandros 'un teoris in i yeterince doyurucu bulmam ı ş olmal ı ki , başka bir ana-madde aramış ve sonunda bunun "hava" olabile­ceği ne karar vermiş. Bu yen i teori de bugün bizlere ötekiler ka­dar "çocuksu" gelebi l i r, ama ne zaman bu tür bir duyg uya kap ı l­sak, hemen şunu hatırlamaya çal ışmal ıy ız : Onlardan 2500 yıl

kadar sonra yaşayan bizler onlar ın sahip olmad ığ ı pek çok yeni

bi lgiye sahibiz, dolayıs ıyla bize bugün "çocuksu" g ib i görü nen teoriler ortaya attıkları için on ları "aptal" sanmamız , sadece biz­de henüz bi r tarih bi l incin in gel işmem iş olduğunu gösterir.

O halde Anax imenes' in "hava"yı , "su" ve "ape i ron "a kıyas la

ana-madde olmaya daha uygun bu lmasın ın gerekçeleri ne ola­bilir?

"Hava" gözle görü lmeyen ve el le tutulamayan bir madde ol­

makla bi rlikte, varl ığ ı başka nitelikleriyle bilinen b i r madde. Bu bak ı rndan kısmen Thales'in "su"yu na benz iyor. Ayrıca onda "su" gibi he r şekle gi rme n itel iği de var. Öte yandan , Anaximand­ros'un "apei ron"unu hatırlatan bir yan ı da var, zira o da hem be­lirsiz, hem s ın ı rsız.

Anaximenes'in onu ana-madde olarak seçmesinin bir nedeni de "su"yun "hava"n ın yoğunlaşması sonucu oluştuğuna i nanma­

sı. Gerçekten de hava s ı kışıp gen leşebilen bir madde ve Anaxi­menes'e göre, hava yoğunlaştıkça ilkin rüzgar, sonra bulut, daha yoğunlaşınca su (yağmur ve buz), sonra toprak, en sonunda da

kaya halini al ı r. Bütün öteki nesnele r de bunlardan oluşur.

Aslı nda Anax imenes nesnelerin yoğunlaşma (conde nsati­

on) ve seyrekleşme ( rarefact ion) sonucunda o luştuğu f ikrini

66

Page 68: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felseienin Başlangıçları

Anaximandros'tan alm ış ve Thales'in "su"yu yerine gene a lgı la­

nabilir (somut) bir nesneyi koymakla kendisinden önce gelen bu iki filozofun teori leri ni "uzlaştırma"yı denemiş. Felsefe tarihin­de bu tür denemelere sıkça rastlanıyor. Thales "gözlenebilir" bir nesneyi ana-madde sayd ığ ına göre, onu deneysel fizikçilerin i l­k i , Anaximandros "apeiron" gib i gözlenemez bir nesneyi ana­maddeliğe aday gösterdiği için onu teorik fizikçi lerin ilki sayabi­l ir iz. Anaximenes ise ikis in in arasında yer aldığı iç in hem teorik hem deneysel f izikçilerin ilki sayılabil i r . Bunu her bilim adam ı n ı n bir çeşit "düşünsel mizac ı " (i ntellectual temperament) olduğunu vurgulamak için beli rtiyorum. Her halde Anaximenes ne idüğü belirsiz bir "apeiron" yerine, varolduğu herkesçe bı l inen "hava"yı geçirmekle daha akla-yakın bir teori geliştirmiş olduğunu düşün­müş o lmal ı .

4) Herakleitos

El l i yıl kadar sonra gelecek olan Efesos'lu Herakleitos da tek ana-madde geleneğin i devam ettirecek, ancak buna en uygun adayın bu defa "ateş" o lduğunu iddia edecektir. Burada gene k ısmen Anaximenes'i n "hava"s ın ı andıran bir elemanla karşıla­ş ıyoruz. Yaln ız "ateş"i seçerken Herakleitos'un bu defa Anaxi­mandros'un bir düşüncesinden esinlend iği anlaş ı l ıyor. Asl ında "ateş"i bir dördüncü eleman o larak öteki üçüne katan da bu fi lo­zofmuş, ancak gördüğünüz gibi , o alg ılayabi ldiğimiz h içbir mad­den i n ana-madde olamayacağı n ı düşündüğü için, "apei ron"u bulmuş. Ona göre, "apeiron"dan oluştuktan sonra s ı rasıyla top­rak, su, hava ve ateş katmanları meydana gelmiş. (Bunda onla­rın ağ ır l ı kları göz önünde bulundurulmuş olmal ı .) İşin ası l i lginç yan ı , Anaximandros'un bu dört elemanı n ana-maddeden ç ı kış­ların ı aç ıklayış tarz ı : Öyle ya, neden "apeiron" apeiron olarak

67

Page 69: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğre niyor

kalmıyor da, bu elemanlara dönüş üyor? (Göreceği m iz g ib i , fi lo­zofla b i l im ad a m ı n ı s ı radan adamdan ay ı rdeden bir özel l ik de ikide bir bu "n için" veya "neden" so rus u nu sormal arı ! )

Burada işe baz ı "ahlaki", hatta "hukuki" diyebi leceği miz kav­ramların kar ıştığ ı n ı görmek i l k bakı şta şaşırt ıc ı , z i ra Anax imand­ros, belki de eski bir Babi l mythos'undan esinlendiği içi n , bir

elema n ı n bir başka elemana dönüşmesin i ve on lardan başka

nesneleri n oluşmas ı n ı "suç işleme" ve "cezalandır ı l ma" süreçleri g ib i görüyormuş . Ö rneği n , k ış ın s oğuk s ıcağa haks ız l ı k ettiği için, s ıcakl ı k o ndan öcünü (=işlenen suçun bedel in i ) al ı rmış. Her

şey geçicidi r , n i tekim herhangi yeni bir şey ortaya çı k ı nca , daha önce varolan şey lere karşı haksızl ı k etmiş olur, bunun bedelin i

ödemesi gereki r. *

Bu garip açıklamadan söz etmem i n iki neden i var: Genel l ikle insanoğlu insan -dış ı doğa olayl ar ı ndan söz ederken, bazen işe bugünkü anlay ı ş ı m ız a göre konuyl a i lg is i olmayan kavramlar ka­r ışt ır ıyor . İ lerıde göreceğ imiz g ib i , bugün bi le bazı teori leri n ter­

cih edi lmesinde işe sadelik veya ş ı kl ı k g ib i "estetik" kayg ılar ka­

r ışmakta! Bu nedenle değil felsefeni n , b i l im in bi le iy ice yal ıt ı lm ış bir araştı rma havas ında yap ı ld ığ ı n ı sanmak yanl ış. Bu rada da,

ne kadar dikkat ed i l irse edi ls in, işe yabanc ı unsurlar karışıyor. Bunlara --enformasyon teknolojisindeki bir deyi m le -- fikir "gürül ­tüsü" veya "paraziti" (noise) demek m ümkün .

İkinci neden de şu: "Ateş"i ana -madde olarak seçm iş olan Herakleitos da gerek gök cisi mle ri n i , gerek ele manlar ı n birbirle­

rine dönüşmesi n i , gerekse doğal sü reç le ri buna benzer bir i lke-

* Doğal süreçlerde de '"suçun cezasını odeme"' i lkesinin insan toplumlarında ge çerli olan ve Musevılikte "göze göz, dişe diş" sözleriyle dile getiri len ilkel ada­let anlayışından kaynaklanmış olma ihtimali bir hayli yüksek.

68

Page 70: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefe n i n Başlangıçları

nin yönettiğine inan ıyormuş. Buna göre, her değişimin nedeni

bır t ü r öç-alma (=retribution) oluyor. Her şeyin temel i nde ateş vard ı r , dolay ıs ı yla bu kural nedeniyle bir şey nitelik aç ıs ından bir başka şeye dönüşür, ama nicel i k açıs ı ndan hiç değişmeyen b i r şey vard ı r . '

5) Pythagoras

Bu a rada Pythagoras adındaki f i lozofun,'* yepyeni bir ana­madde teorisiyle ortaya ç ıkt ığ ın ı görüyoruz. Belki duyunca biraz şaşı racaksın ız , ama ona göre bu ana-madde "say ı lar" imiş ! Her halde say ı ları n aday gösteri lebi leceği hiçbirinizin akl ı ndan geç­memişt i r. Belki her şey "sayı labil ir", ama her şeyi say ı lardan tü­

retmek akı l-al ı r gibi değ i l . Ancak, Pythagoras' ın aptal biri olma­dığ ı i lk büyük matematikçi olması ndan bel l i ; belki de niç in say ı­ları ana-maddeliğe aday seçmiş olabileceğ in i de matemat ikç i

olmasından ç ıkarmak mümkün . S ı radan i nsan içi n say ı lar "so­yut" kavramlard ı r ; onlar ı nesneleri sayarken , bir de aritmetik iş­lemleri yaparken kul lan ır ız , ama hiçbir zaman onlar ın , armutlar ve elmalar gibi, zihnimiz veya düşüncemiz d ış ı nda, kendi başla­r ı na varolabilecek leri n i düşünmeyiz. O halde nası l o lmuş da, Pythagoras varolan her şey in on lardan t ü rediğ in i düşünebi l ­

miş?***

En azından bize çok "garip" gelen bu teoriyi pek benimseyen ve gel iştiren olmadığ ına göre, bu s ı rrı çözmeye çal ışman ın pek anlamı yok, ama bu teori nin --h i ç değilse dolaylı olarak-- b i l imi n ,

• Bazı modern fizikçilere (örneğin Heisenberg ve Sclırödingeı"o) göre, Herakleitos'un "ateş"ıni bugünkü anlamda "enerji"ye benzetmek mümkün.

** 'Phi losophia' sözcüğünü de i lk in onun veya öğrencilerinden biri n in kullandığı söylenmektedir.

*** Sayı lar ın i nsanlardan (düşünceden) bağımsız olduğuna inanan modern matematikçiler de var; yaln ız , ikinci teoriyi savunan bir tek Pytl1agorasçılar.

69

Page 71: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

hatta bil imsel düşüncenin gelişmesinde büyük bir rol oynam ış olduğunu hatırlatmam gerek. Nitekim , burada belki i lk defa ola­rak, nicelik (quantity) kavramı n ı n öne ç ıkarı ld ığ ın ı , hep nitelik· leri vurgu layan daha önceki teorilerin tersi ne, maddi değişme­nin nicel yönüne önem verildiği görüyoruz. Dünya temel birim­lerden oluşur, dolayısıy la onun nas ı l bir şey olduğunu tam anla­yabilmemiz için , nesnelerin sayısal veya geometrik özelliklerinı i ncelememiz ge reki r . Dü nyada gördüğümüz değişim asl ında gördüğümüzü sandığımız bir şey olup bu sanı (il lusion) duyula­rımıza fazla güvenmemizden kaynaklanı yor. Şüphesiz renkler, sesler, tat ve kokular du rmadan değişirler, ancak bi lge kişi odur

ki, bu duyusal değ işmelerin gerisindeki hiç değişmeyen mate­matiksel düzeni görmeye çal ışır . Pythagorasçı lar yaln ız n iceliğe g i ttikçe artan bir önem verilmesine önayak oldukları için deği l,

aynı zamanda atomculuk (atomism) denilen bir teoriye de esi n kaynağı oldukları için saygı i l e anı lması gereken filozoflar.'

6) Empedokles

Onlardan etkilendiği an laşı lan bir başka filozof da Empedok­les olduğu içi n , atomculara geçmeden önce, Pythagorasçı larla onlar aras ı nda bir köprü görevi yapmış olan bu filozoftan da bir iki cümleyle söz etmek yerinde olur. Anlaşıld ı ğ ı na göre, Empe­dokles bir ressam ın dört ana-rengi değişik oranlarda kar ıştır ıp çeşitli renk tonları elde ettiğine bakarak, ateş, su, toprak ve ha­vanın da çeşitli oranlarda birleşmesinden doğada gördüğümüz

* Matematikle başı pek hoş olmadığı anlaşılan Aristoteles onları şu sözlerle kü­çümsüyor: "Pythagorasçı denilenlerden bazı lar ın ın yaptığı gibi, kimileri tüm ev­reni sayı lardan oluşturma sevdas ındalarrnış. Oysa maddi cisimler hep ya ağır, ya hafiftirler, oysa sayı bir imlerini ne şekilde bir araya getirirseniz geti rin, (ağır­l ıkları olmadığından) herhangi bir cismi veya ağırlığı oluşturamazsınız, öyle değil mi ?"

70

Page 72: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlang ı çl arı

binbir çeşit nesnenin meydana geldiğ in i düşünmüş. Bu benzet­

me insana i lk bakışta b i raz ayk ı rı görünüyorsa da, i lerde atomist kimyacıl ara bir esin kaynağı olacaktır. İ leride bu tür benzetme­lere s ı kça başvuru lduğunu göreceğiz . Ancak burada bence ası l önemli olan, bazı fikirlerin bir süre unutu lduktan sonra tekrar fil iz verdiğ in i görmek. Dolayıs ıy la b i r fikir garibimize g idiyor diye onun tümden yanlış olduğu sonucunu çıkarmak doğru değil.

7) Atomculuk

Şimdi İ lkçağ'da öne sürülmüş olan en önemli teoriye geliyo­rum: Atomcu luk! Bugünün en gözde bi l imsel teori lerinden biri ve

şüphesiz en önemlisi olan Atomculuğun ilk biçimine bundan ne­redeyse 2400 y ı l önce rastlanması gerçekten şaş ı rtıc ı . Elbet o günden bugüne pek çok değişiklikler geçirmiş bir teori bu, ama ana-f ikr in daha o zaman bulunmuş olması i nsan zekasına karşı büyük bir hayranl ık uyandırıyor. Ama gene de bu fikrin birden­

bire, gökten düşer gibi bul unduğunu sanmak yanl ış olur. Her yeni fikrin oluşmasında daha önce i leri sürü lmüş olan fikirleri n büyük payı var; yeni fikrin üstünlüğü, daha önceki fikirlerdeki ba­zı kusurlardan sıyr ı lm ış olmas ı ! Leukippos ile Demokritos'un ge­liştirmiş olduğu bu yeni teoriye göre, dünyada gördüğümüz her şey "atom" denen gözlenemez parçacıklardan o luşu r. * Leukip­pos'a göre, "bunların say ıs ı sonsuz o lup , sürekli hareket hal in­dedirler. Atomların kendileri tümüyle kompak! olup varolan (var­l ık) diye adlandı rı labili rler; buna karş ı l ı k, boşluk içindeki (ki , bu-

• Yunanca 'atomos', bölünemez, parçalanamaz, dolayısıyla "en kiiçük parçacık" anlamına geliyor. ('Tomo-grafi' sözcüğü de aynı kaynaktan geliyor.) Bugün bu sözcük yerine 'elemanter parçacık' deyimi kullanı lıyor. Elektron, proton ve nötron yakın zamanlara kadar elemanter parçacık (=atom) sanılıyordu. Elekt­

ron için bu hala geçerli, ama protonun bile "quark" denilen daha küçük parça­cıklardan oluştuğu anlaşı lmış bulunuyor.

7 1

Page 73: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğrenıyor

na da va rol mayan veya yokluk denebi l i r) hareket ler inde tü ­müy le özgürdürler. B i r araya gelerek maddi cisimleri meydana getirdikleri gibi , b i rb irinden ayrılarak onları n gözden kaybolmala­r ına yol açarlar."

İşin i lginç yan ı , Atomcuları n bu nların gözle görü lemeyecek kadar küçük olduklar ın ı söylemelerine rağmen, onlarda s ı ras ı yla şu niteliklerin olduğunu iddia etmeler idir : 1 ) Hiçbir c is im onlar­dan küçük olamaz ; onlara Yunanca "bölü nemez" (kesi lemez) anlam ında "atom" demelerin in nedeni bu zaten. 2) Atom ları n araları nda --sürekli hareket etmelerin i sağlayan-- b i r boşluk , ya­ni her tür lü özellikten yoksun bir uzay-bölgesi vard ır, bu nedenle b i rbir ler ini ancak di rekt temas, çarpı şma veya kenetlenme yo­luy la etki leyebil ir ler. 3) Bütün atomlar aynı malzemeden yapı l ­mış olmakla b i rl ikte, birb i rlerinden biçim ve büyüklük bakı mın­dan farkl ı atom türleri vard ı r. 4) Her türdeş (homojen) cismin atomları da kendilerine özgü biçimdedir ve bu cisimlerin bize değişik duyusal niteli kte görünmeleri atomların vücudumuz üze­r indeki etki lerinin farkl ı o lmas ından kaynaklanı r.

"Bu atomlar sonsuz bir boşlukta, birbirlerinden tümüyle ayrı biçimde hareket edip duru rlar; yaln ız biçimleri , boylar ı , konum ve s ı ralanış veya diz i l im bakımı ndan farkl ıdı rlar. Boşlukta hare­ket ederken bazen çarpış ı r lar veya birbir ini geçerler. Bazen b i r­b i rine çarpıp gelişigüzel dağ ı l ı rlar, bazen de --biçimleri , boylar ı , konum veya tertipleri b i rbirine uyduğu için-- kenetlenirler ve böy­lece bir arada kalı rlar. İşte bi leşik cisimler böyle meydana ge­l ir.

Atomların biçim, görünüş ve boy bakımından binbir çeşidi var­d ı r. Bazı ların ı n yüzeyi pütürl ü , bazıları da kanca biçimi ndedir; kimi içbükey, kim isi dışbükeydir; daha başka sayısız türleri vard ır ."

72

Page 74: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

Sımpl ikios'tan* aktard ığ ım bu met i n üzer inde bu kadar dur­

muş o lmam ı n neden i , burada anlat ı lan lar ın f iz iğ in bugün bize

anlatt ı klarına bir hayl i benzemesi ! Elbet Leuk ippos da, Demokri­tos da bu teoriyi kurarken baz ı gözlemlerinden es in lenm iş olma­

l ı lar. "Gözlenemeyecek kadar küçük" madde parçaları olabilece­

ğin i ancak güneş ış ığ ı vu ru nca görü leb i len toz zerrelerin in varl ı ­ğ ı ndan veya kaynayan bir su.yun ç ıkardığı su buharı n ın bir s ü re sonra gözden kaybol mas ı ndan, ya da b i r b ıçağ ı n, köseleni n , mermerin gözle görülemeyecek biçimde aş ı nmasından ç ı karm ış

olabi l i r ler. Asl ı nda bunlar herkesin yaptığı göz lem ler, ama pek az insan bu tür gözlem le rden yola çıkarak, her şeyin gözle gö­rülemez ve artık böl ünemez parçacı klardan ol uşabileceğin i akı l

edebi lm i ş ! Ne d em i ş atalar ımız : "Akıl ak ı ldan üstündür!" Bu filo­

zofların "üstün zeka l ı " o lduklar ı da şüphe götürmez .

Bunu anlatmak için , atomcuları n ortaya atm ış olduğu bu te­or inin bugünkü fizik b i lgi leri mize ne kadar yakın olduğunu gös­termeye çal ışacağ ım :

1 ) Onların "atom"larına 1 7. yüzy ı ldan itibaren en ü n l ü düşü­nür ve bi lg in leri n de inand ığ ın ı bi l iyoruz. Bunlar arası nda Gas­send i , Boyle ve Newton'u sayabi l i riz . 1 9 . yüzy ı l ın baş ında İngi l iz

k imyacıs ı John Dalton da aynı inancı paylaşıyor, hatta "atomcu­l uğa" bilimsel bir teori niteliği kazandı rıyor. Ne var ki, Dalton'un "atom" ded iği şeyi n sonradan daha küçük parçacıklardan oluştu­

ğu anlaş ı l ı nca, bu sözcük de anlam değiştir iyor. Bugün "parçala­namaz" an lamında daha çok 'elemanter .parçacık' dey im i ku l lan ı ­

l ıyor. Nitekim , "elektron" bu tür (atom-a lt ı ) bir parçacık; yakın za-

* Sim plikios dokuz yüzyı l sonra yaşamış bir Yunar l ı . Atomculuğu n belki en ek­sıksiz anlatı m ı n ı Latin filozofu Lucreti us'un De Rerum Natura adlı eseri nde bulmak mümkün. O da bu konudaki bi lgi ler in ı daha önce gelmiş olan yazarlar­dan aktarmış olabilir.

73

Page 75: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

manlara kadar "proton"un da parçalanamaz olduğu varsay ı l ıyor­du, oysa şimdi onların da "quark" (kuvark) deni len daha küçük

parçacıklardan oluştuğu önce teorik olarak düşünülüyordu, ama şimdi deneysel olarak da saptanmış bulunuyor. Ancak elemanter

parçacıkları n sayısı hala bil inmiyor, belki de hiçbir zaman tam olarak bilinemeyecek. Zaten l:>u atom-altı parçacıklardan büyük bir kısmı çok, ama çok kısa bir zaman boyu varl ıkları n ı sürdüre­bi ldiği için, onların varolduğunu ancak son derece büyük ve kar­maşık detektörler arac ı l ığ ıyla saptamak mümkün. Buna karşı l ık, "kimyasal atomlar" ın artık resmi bile çekilebiliyor. Demokritos atomları, yani maddenin en küçük yapı-taşlar ını, hiçbir zaman gözlenemez nesneler olarak düşünmekte gene haklıymış, z i ra bunların varl ığından son derece dolambaçlı bir biçimde haberdar olabiliyoruz. Atomların varolması ge rektiğini bundan 2400 yıl ön­ce iki Yunan filozofu akıl edebi lmişti, bugün ise fizik okumuş he­men herkes onların varlığından emin. Hiçbir teorinin bu kadar iyi belgelenmiş olduğunu söylemek mümkün değil.

2) Atomcuların bu varsayı mı da bi rçok bakımdan kan ıtlanmış durumda. Biryol atomların boşlukta sürekli hareket halinde ol­duğu bir gerçek. Gaz halindeyken herhangi bir cismin atomları arasında oldukça geniş bir boşluk vardır, ısı düştükçe bu mesa­fe kısalır, dolayıs ıyla atomlar birbirle rine daha çok yaklaşırlar. Katı hal ise atomlar arasındaki boşluğun en aza i nd iği durum­

dur. Ancak atomlar birb i rlerine en çok yaklaşt ıkları zaman da hareket halindedirler. Bi lardo topları gibi birbirlerine çarptıkları ve gelişigüzel savruldukları da olur . Ancak Demokritos atomla­rın birbirlerine kenetlenmelerini açıklamaya kalkınca "saçmal ı­yor", zira bu noktada gözlenebilir cisimlerden esinleniyor. 2400

yı l önce fiz ik henüz emekleme çağında iken onun daha isabetli bi r tahminde bulunması beklenemezdi. Nitekim , büyük cisimle-

74

Page 76: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

rin birbirlerini çektiği düşüncesi nası l ancak 1 7. yüzyı lda Newton tarafından ortaya atılm ış ve ancak 18 . yüzyılda Cavendish tara­fından deneysel olarak doğru lanmışsa, atomları n birbirine ya­pışmasını (moleküllerin oluşmasını) sağlayan kuvvet 1 9. yüzyı l · da, atom-altı parçacıkları kaynaştı ran kuvvet ise 20. yüzyı l ın or­talarında bulunmuştur. Ancak bu böyledir diye Demokritos'u kü­çümsemeye hakkımız yok, kaba saba da olsa, atomları kaynaş­tıran gizli bir mekanizma olduğunu düşünebilmesi bi le onun dehas ın ı kanı tlamaya yeter.

3) Günümüz fiziği ve kimyas ı 92 çeşit (durmuş-oturmuş) atom o lduğunu kabul ediyor . B i rden çok atom t ü rü o lduğu f ikr i Demokritos'ta da var, ancak ona göre dünyada ne kadar değişik

türden maddi nesne varsa, o kadar atom türü olması gerekir.

Bunlar büyüklükleri ve biçimleri bakımından birbirinden ayrı l ırlar.

Demokritos'un atomları bugünün "elemanter parçacıkları"na te­kabül ediyor. Gerçi bu sonuncuların büyüklükleri (=kütleleri) bir­birinden farkl ı , ama sayıları bi rkaç düzineyi geçmez. Demokri­tos' un gene de atom la r aras ı ndaki fark ı n nicel (kant itat iv) olduğunu düşünebilmiş olması büyük bir başarı. Ne var ki, ona göre doğada gördüğümüz her türden cisim kendine-öz atom­lardan oluşmuştur. Elbet bu doğru deği l , zira bu cisimlerin ezici çoğunluğu birçok değişik kimyasal atomdan oluşuyor. Örneğin bir "su" molekü l ü iki h idrojen atomuyla bir oksijen atomundan oluşur. Oysa Demokritos suyu b ir kimyasal element sand ığı iç in , onun kendine-öz atomlardan oluştuğu inancındayd ı .

4) Demokritos'un dördüncü varsayımın ın eleştirecek bir yanı olmadığ ı n ı sanıyorum. Yaln ız bu atomlardan doğada gözlemle­diğimiz büyük cisimler nasıl oluşuyor? Anaximandros i le ondan sonra Anaximenes'in bu süreci yoğunlaşma ve seyrekleşme

75

Page 77: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

i le açıklad ı ğ ı n ı hatı rlayacaksın ız. İyi de, yoğunlaşma ve seyrek­leşme nasıl oluyor? Demokritos bu konuda da daha akla-yakın

bir açıklama getiriyor, üstelık onun açıklaması bugünkü anlayış ı ­m ıza daha da uygu n.

Atomlar büyüklüklerine göre de birbi rinden farklı o lup boşlukta hareket ederken bir "girdap" oluştururlar, bu hareket i ri (dolay ıs ıy­la daha ağ ır) olan atomlar ı merkeze doğru çeker, daha ufak (do­layısıyla daha hafif) olanları da dı şa doğru iter. Merkeze doğru çeki len ağır atomlar kenetlenip daha yavaş hareket etmeye baş­

larlar. İşte bunlardan toprak oluşur. Daha ufak olan su, hava ve ateş atomları ise d ışa doğ ru savrulup orada bir burgaç (vortex)

hareketi oluştururlar. Yer'in çevresi nde (dönen) iri atomlar bir ara­ya gelip ıslak kütleleri oluştu rur, bu nlar da dönerken kuruyup ateş al ı rlar. Nitekim gök cis imleri böyle oluşmuştur. Atomların sayıs ı ,

içinde hareket ettikleri uzay (boşluk) gibi sonsuz olduğ undan , bır­

çok dünya vardır, bunlardan bi r kısmı meydana gelirken, başka

bir kısmı yok olur (kaybolur) . İçlerinden bazıları n ı n bırçok güneşi ve ayı vardı r, bazılarının ne güneşi vard ı r, ne ay ı , ancak hepsi n in bir başlangıc ı ve bir sonu vard ır. (İnsan bun ları oku rken modern bir astronomi kitabı okuduğu iz lenimine kapı l ıyor!) Yalnız, her ne­dense, Demokritos --Pythagorasçıl ardan farkl ı olarak-- d ünyayı

küre biçim inde değil de, bir si l ind i r biçiminde düşünmüş. (Ne de­

miş atalarım ız : "O kadar kusur kadı kızı nda da bulunur!")

Bence işin daha ilg inç yan ı, atomcular sadece madde dünya­

sın ın değil , hayvanlarla bitki l e rin de nasıl oluşmuş olabileceğini merak etm iş ler . Dediklerine göre, canl ı lar bır "ilk çamur"dan oluş­muş. (San ır ım, bu fiki r eski Mezopotamyal ı larda da var.) Bütün atom çeşitlerini içinde bulundurduğu ıç in, insan da küçük bir ev­ren (=mikrokozmos) say ı l ı rm ı ş. Canl ı l ı k (=hayat) ve ruh, min ik

76

Page 78: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

küremsi atomlardan oluştuğu için, ateşle akraba imiş. Bunlar ne­

fesle vücuttan d ışarı çı kar ve havayla (=solunumla) tekrar vücu­da g irer, sol unum duru�ca, yaşam da vücudu terk edermiş.

Burada "mı ş"lı geçmiş kipi kullandığ ı m iç in atomcularla alay ettiğim sanı lmasın. Biryol "evrim" düşüncesini öncelemiş olma­ları bence büyük bir başarı ; kald ı ki, canl ı l ı k konusunda söyle­dikleri ne kadar "çocuksu" olu rsa olsu n , canl ı l ığ ı n , hatta ruhun da "maddi" bi r olay olduğu öyle yabana atı l ı r bir düşünce deği l . Ne yaz ık ki , onlardan sonra gelen birçok f i lozofta bunların mad­di olmayan (sui generis) bi r töz (substance) olduğu fikri ağ ı r basacak, hele H ı r istiyanl ıkla bir l ikte b u fikir bi rçoklarının kafas ın­da iyice yer edecektir . Atomcuların sadece maddeden oluşan bi r evren fikrine ancak 1 9. yüzyılda dönülecekti r. ( İ leride görece­ğimiz gib i , 'hayat' ve 'ruh' gibi asl ında di lde b ir kısaltma sağla­mak amacıyla ku l lan ı lan sözcükler birçok filozof tarafından bir "nesne türünün adı" san ı ld ığ ı ndan, yüzlerce y ı l boyunca "ruhun ölmez o lup olmad ığı" g ib i sorunlar --boşuna yere-- tartışma ko­nusu yapı lmışt ı r. Bazı modern fi lozoflar bu tür "semantik yanıl­malar"ı da gidermeye çal ışacaklard ı r. )

Atomcular, ama özel l ikle Demokritos üzerinde fazlaca dur­mamın nedeni , bu filozofun yeni zamanlar ın başından itibaren bi l imin gelişmes ine büyük katkısı olmas ıdır . Gerçekten de mo­dern bilim şu üç açıdan onun fiki rlerinden esinlenmiştir:

1. Bunlardan biri madd1 cis imlerin duyusal (beş duyumuzla a lg ı lad ığ ımız) nitelikleri n in bu nesneler in yap ıs ına olduğu kadar bizim vücudumuzun özell ikleri n e bağl ı olduğu f ikr idir. Sı radan adam d ış ım ızdaki nesnelerin renk, koku , sert l ik, vbg. nitelikleri ­nin biz algılamad ığ ım ız zaman da onlarda var oldugunu sanır. İ lk defa Demokritos bunun boş bir sanı olduğunu ve bu cisimle-

77

Page 79: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

rin bizden bağ ıms ız olarak sah ip oldukları niteliklerin büyüklük, biçim, hareket ve dizi l im (arrangement) gibi nitel i kler olduğunu , on ların özünü ol uşturan bu n i tel ikleri hiçbi r zaman alg ı layama­yacağ ım ız ı , ancak akl ı m ız la (=hayal-g ücümüzle) bilebi leceği­mizi söylüyor. Nesnelerin (=atom ların) bu öz n itel iklerini De­mokri tos "bir i nci dereceden" nite l ikler , onlar ın b iz im v ücud u­

muzla (duyu organlar ı m ız la) te mas ı sonucunda tan ıd ığ ımız (renk, tat. ses. koku gibi) nitel iklerini ise "ikinci dereceden" nite­

l ikler diye adland ı rıyor. Biz atom lardan o l uşan doğal nesneleri bu duyusal niteliklerinden tanırız, ama onlar hakkı ndaki ası l bil­gimizi düşüne rek (spekülasyon yol uyla) elde ederiz.*

i l . Atomcuların ne kadar "modern" o ldu klar ın ı gösteren bir

buluşlar ı da, atomlar arası nda bi r boşluk, yani hiçbir n ite l iği ol­mayan bir uzayın bulunduğunu düşünmüş olmaları. Buna göre, bu boşl ukta du rmadan hareket eden atomlar ya çarpışarak, ya

da kenetlenerek birbirleriyle temas ederler. Bugün katı cisimleri o luştu ran atomları n normal şartlarda yanyana ve üstüste dizi le-

• Bu algı layamadığımız (objektif) dünya i le gözlediğimiz (sübjektif) dünya ayrı­l ığı fikri yakın zamanlara kadar devam etmiş; gerçekten sadece birinci dünya­nın var olduğunu iddia edenlere materyalist, tek gerçekliğin algılarımız ve on­lardan tü rettiğimiz fikirler olduğu nu iddia edenlere ise idea list filozoflar deni­yor. Bu ayrıma bi l im adamları arasında da rastlıyoruz. Bunlara (örneğin Gali­leo'ya) göre, tanıyabileceğimiz tek gerçek algı layabi ldiğimiz dünya olduğu içi n , bil i m sadece fenomenlerle uğraşmalıd ı r. Teorik fizikçi ler in gözünde bilim adamın ın asıl tan ımaya çalışması gereken görünü r dünyanın (=fenomenlerin) gerisi ndeki objektif dünyadır. Bugün bu ayrımlar bir ölçüde ortadan kalkmış durumda, zira bütün maddi cisimlerin esas ı n ı oluşturan atomlar bı rer teorık (yani varlıkları birtakım spekülasyonlar sonucunda varsayılan) nesne olmak­tan ç ıkmış , tarama tünelleme m ikroskobunun (tunnel l ing scanr,ing microsco­pe) bulun masından sonra, gözlenebilir (�fotoğrafları çeki lebilır) hal almış lar­dır. Mach ölünceye kadar ( 1 9 1 6) atomların gerçekten de var oldugunu kabul etmemiştir_ Bu da onları ilk defa düşünmüş olan Demokritos'Jn ne kadar bü­yük bir zeka olduğunu kanıtlamaya yeter_

78

Page 80: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

rek b i r kristal oluşturduklar ı bi l i niyor. Ancak bu kimyasal an­lamda atomlar iç in söz konusu. Öte yandan, bu tür bir atomun çekirdeği i le çevresinde döndüğü düşünülen elektronlar arası n­da muazzam boşluklar olduğuna göre, atomcular ın bu konuda da i sabetli b i r tahminde bulunmuş olduğu söylenebi l i r. Kald ı ki , evrendeki büyü k cisimler (y ı ld ızlar, gezegenler, uydular) arası n ­da da uçsuz bucaksı z boşluklar olduğu b i l iniyor.

i l i . Atomculara göre, bütün ato mlar aynı t ü r malzemeden meydana geldikleri halde, her bir cismin (suyun , havanın) atom­ları boy ve biçimce başka cisimlerink inden farkl ıdır. Bu açıdan da görüşleri modern f iziğ i n son buluşlarına çok benziyor, zira 92 çeşit kimyasal atom vard ır , ancak bun ları n hepsi aynı elemanter parçacıklardan (elektron, proton, nötron) oluşur. Elbet bu iki gö­rüş aras ında önemli ay r ı l ıklar var, ama atomcu lar ı n bu ndan 2400 y ı l kadar önce, hemen hiçbir bilimin olmadığ ı bir dönemde yaşad ıklar ın ı da u nutmayal ı m . Hele başka bazı filozofların yap­t ığ ı g ib i , cisimler arasındaki birleşme ve ayrı lmaları "sevgi" ve "nefret" gibi psikolojik mekanizmalarla açıklayacak yerde, büs­bütün "mekanist" b i r açıklama yapmış olmalar ı , bu şekilde "bi­l imsel düşünüş"ten her tür "antropomorfizm"i' d ış lamaları ne ka­dar övgüyle an ı lsa azdır. B i lg i-ü retiminde akla (düşünüp taş ın ­maya) biri nci derecede yer vermeleri de çok önemli , z ira Gal i leo i le b ir l ikte başlayan bi l imsel gel işmede akl ın başrolü oynad ığ ın ı görüyoruz. Bu özel l ikle fizik, astronomi, astrofizik ve kozmoloji iç in geçerl i . B i l imin gözlemler yaparak olaylar aras ı ndaki neden­sell ik bağlar ını (doğa yasalar ın ı ) saptamaktan ibaret olduğu na inanan lar onun sadece bir yüzünü (aspect) görüyorlar demektir.

• Yunanca 'anthropos' insan demekmiş. Buna göre, 'antropomorfizm' sözcüğü, spekülasyonlarda "ınsana benzetrne"lere faz ıa yer vermek anlamına gelıyor.

79

Page 81: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Gerçi olgusal (empirik) bil imlerin birçoğu , örneğ in zooloji, bota­

nik, jeoloji, hatta gözlemsel astronomi daha çok bunu yaparlar,

ama bi l im ler iç in nesnelerin as ı 1 i lginç yön leri akı l la tan ınan, te­orik yön leridir. Nitekim, büyük teoriler aynı zamanda gözlem yo­

luyla bulunan yasalar ı n da neden ötürü geçerl i oldu k l ar ı n ı açıklarlar. Gerç i bu teori lerin sonunda gözlemlerle elde ed i lm iş o lan yasalarla be lgelenmesi gerekecektir , ama bi l im i n asıl yara­tıcı yanı teorilerdir. Belki onlar da bazı gözlemlerden esinlene­rek bulunuyor, ama gene de insan zekasının as ı l yaratıcı yönü teorilerde kendini gösteriyor. Atomcuların bu bakımdan bilimsel d üşünceye büyük bir h ız kazandı rd ığ ı bence şüphe götürmez . Hatta biraz daha ileri g ideceğim: Atomculuğu iyi anlamadan mo­

dern bilimi de anlayamayız.

Yalnız, Aristote les 'in de bel irttiğ i gibi, atomcu lar da dahil , bü­

tün bu i lk fi lozoflar buldukları n ı sandıkları tek ana-maddeden bü­

tün cisimlerin nasıl çıkabileceğini açıklayacak durumda değildi ler.

Bu konuda baz ı isabet l i tahmin lerde bu l unmuş olsalar da, bu bu luşlar ın ı doğ rudan doğruya doğa olaylar ına uygulay ıp hayata

geçiremediler. Ancak, bugüne kadar durmadan gel işen bir dü­

şünme geleneğin i onlar kurdu. Burada astronot Nei l Armst­rong'un Ay yüzeyine ilk adım ın ı atarken söylediğ i ün lü sözü tek­rarlamadan geçemeyeceğim : "Bu i nsan iç in küçük bir adı m , a­

ma insanlık için büyük bir adı m!" İyonyal ı doğa filozoflarını, bu

derece kapsamlı sorular sormayı ak ı l edebildikleri, atomcuları ise, bu soru lar ı en başar ı l ı biçimde cevaplandı rabildikleri için öv­

gü ve sayg ıyla anmamız gerekir. Belki de ana fi ki rlerin i hayata

geçirememiş olmalar ın ın da asıl nedeni bu. Eğer, örneği n Gali­

leo gibi, daha küçük çapl ı , cevabı daha kolay bulunabilir sorular

sormuş olsalard ı , mekanik b i l imin i ku rab i l i rlerd i . İlkçağda bunu

80

Page 82: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Baş langıçları

yapan Archimedes gibi bilginler çıkacak, ama ne yazık ki, ondan sonra Gal i leo 'ya gel inceye kadar bu geleneği sürdüren pek ol­mayacaktı r. Galileo da, tıpkı Archi medes g ibi , "Cisımler serbest b ı rakıldıklarında hangi hızla düşerler?" türünden oldukça basit , üstel i k günl ü k yaşamda "işe yarar" sorular sormuş, örneğin cisimler se rbest bırakı ldığı nda niçin düşer?" sorusunu bile fazla "idd ia l ı" bu lmuştur. O öldüğü yıl doğmuş olan Newton bu sonun­c u soruyu sormak cesaretini bulmuş, ama "çekirn"in (gravitati­on) ne tür bir kuvvet olduğunu açı klayacak güçte olmad ığ ın ı iti­raf etmiş , hatta bu konuda spekülasyon yapman ı n bir yarar sağ­lamayacağ ın ı düşündüğünden, o ün l ü "Hypotheses non fingo"

sözünü söylemiştir:

Burada bir noktayı bir defa daha vurgulamak isterim : Ası l amaçları bi lg i üretmek o lan filozoflarla b i l im adamları n ı n bu amacı gerçekleştirmek için kendi gözlem, deney ve akı l ları na başvurmaları gerektiği konusunda "hemfikir" olmaları! Bu tutum­

dan şöyle bir fikir-ahlakı kural ı çıkıyor: Herhangi bir b ilgi ürettiğini iddia eden kişi, bu iddiasın ı başkalarına kabul ettirmek isted iğ i za­man, iddias ın ı onların da denetleyebileceği gözlem ve deneyle­re ve onların da onaylayacağı mantıksal çıkarımlara dayanarak belgelemekle yükümlüdür. Dolayıs ıyla, bu tür bir idd iayla ortaya çıkan kişi, iddias ı n ı , kutsal kitaplar da dahi l , herhangi bir otoriteye dayandıramayacağı gibi, onu özel bir "sezgi" sayesinde elde etti­ğini de iddia edemez. Bazı felsefe tarihçileri felsefenin zamanla dinden ayrı l ıp bağımsızl ığ ı n ı kazandıgını söylerken de aynı şeyi

* Literatürde genellikle Latince olarak geçen bu söz kabaca "Hipotezler uydur­muyorum" biçiminde çevri lebilir. Newton'un bu sözle bi limde spekülasyona (ya0i haySl-gücliyle mantığın işbirliğine) fazla i llifat edilmemesi gerektiğini be­l i rtmek istediği söylenir, oysa kendisi bu yola s ı k s ı k başvurduğu gibi, 1 9 . yüz­yıl sonundan itiba•en bilimde teori-kurmanın (spekülasyon) rolü durmadan artmıştır.

81

Page 83: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

kastetmiş olmal ı lar. Felsefecilerin ku rmuş olduğu bu "rasyonel düşünme" geleneğini bi l im adamları daha da sıkı kural lara bağla­yacaklard ı r. Nitekim, bugün bu gelenek sayesi nde, b ı l im adamla­rı n ı n ezici çoğunluğunun kabul etmediği veya yeterince belgelen­miş saymadığ ı hiçbir iddia bilgi katına yükselt i lmemektedir.

8. ARİSTOTELES

Thales'in dile getird iğ i "Her şeyin t ü rediği ana-madde ne ola­bi l ir?" sorusuna cevap vermiş olan filozoflardan her birini bu ki­tap çerçevesinde anmam ı z e lbet mümkün değ i l . Ancak, İ lk­çağ ' ı n en büyük bi lgin-fi lozofu diye tan ınan Aristoteles' in bu konudak i tutumunu kısaca an madan geçemeyeceğim. Bu fi lozo­fun en bel irgin özel l iğ i , her halde bü tün maddeleri bir tek ana­maddeden tü retmenin güçlüğünü gördüğü iç i n , toprak, su, ha­va ve ateşi birer ana-madde saymayı tercih etm iş olmas ıdır. Bu şeki lde , o her şeyi gereks iz spekü lasyonlara kaçmadan, beş du­yumuzun bize tan ıtt ığı bu madde lerden türetmenin daha kolay olacağ ın ı düşünmüş olabi l ir . Gerç i bugün atomların resmini b i le çekebi l iyoruz , ama 2400 y ı l önce atomcuları n ortaya atm ış oldu­ğu teori "sağduyu" i le kavranamayacak kadar soyut bir teoriydi . Ona bakarsanız, i .ö. 3 . yüzyı lda yaşamış olan Aristarkhos , Co­

pern icus'tan bunca zaman önce güneş-merkezli (helyosantrik) teoriyi ortaya atmışt ı , ama teoris in i baz ı gözlem lerle belgeleye­

cek duru mda olmad ığ ı içi n , bu teori akla-yakın bi r tahmin o l ­maktan öteye geçememişt i . Günümüz fiz iğ inin çok önem l i bir te­

oris in i önce lem iş o lan Demokritos 'un "atomcu l uğu" Aristark­

hos'un astronomik teorisi nden bile az belgelenmiş du rumdayd ı .

Aristoteles'in, kendinden önce Empedokles adındaki Yunan f i lozofunun da savunmuş olduğu "dört ana-madde" teorisıni ter­cih etmesinin baş nedeni bu teorinin sağduyu aracı l ığ ıy la daha

82

Page 84: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teorik Felsefenin Başlangıçları

kolay belgelenebilir o lduğunu düşünmüş olmas ıdır . Bugünkü deyimiyle, Aristoteles'i daha çok "deneysel fizikçi" kategoris ine sokmak ge rek i r . Biyoloji . po l it ika gibi disipli n le rde de onu bir "gözlemci" kisvesi nde görüyoruz. Hocası Platon, Empedokles'i izleyerek, dört ana-madde teoris in ı benimsemiş, ancak atomcu­lardan da esin lenerek, toprak, su , hava ve ateşi bi rbirinden ayır­detmemizi mümkün kılan özel l iğin, bunlardan her bi r ini oluştu­ran atom lar ın değişik biçimlerde olmaları ndan kaynaklandığ ın ı düşü nmüştü. Aristoteles ise bu ayrı m ı sıcakl ık ve soğukluk,

kuruluk ve yaşl ık ded iğimiz dört temel nitel iğin bu maddi cis im­lerde değişik biçimlerde bir araya gel mesi ne dayatıyordu. Örne­ğin toprak kuru ve soğuk, su ıslak ve soğuk, hava ıslak ve s ı ­cak, ateş i se kuru ve sıcak o lma niteliklerine sahiptir. Aristoteles bu dört t ü r ana-madde ve dört temel nitelik i le canl ı ların da nası l meydana gel miş olduğunun açıklanabileceğini d üşünüyordu.

Bütün bunlar bugün bize ne kadar "çocuksu" görünüyor, de­ğil mi? Ancak, dikkat ederseniz, dört ana-madde de, dört temel nitel i k de algı lanabil ir nesne ve n itel ikler. Yaln ız Aristoteles' in ana-maddelerinden hiçbiri saf değ i l , zira toprakta, havada, hatta ateşte bir miktar su (= ıslaklık) bulu nduğu gibi , su soğuk olabile­ceği gibi sıcak da olabili r. Zaten sıcak-soğuk, kuru -yaş gibi b irbi­r i n i n zıttı i k i nitel ik çift i o lduğunu düş ünmek de saçma, ama Aristoteles ' in - -P laton 'un etkisiyle-- her sözcüğün apayrı bir " idea"n ı n sembolü olduğuna inand ığ ı anlaşı l ıyor.

Bugün Aristoteles gibi bi r dehanın soğuklukla sıcakl ığ ın , yaş­

/ ıkla kuruluğun bir derece ayrım ından ibaret olduğunu göreme­miş olmas ı n ı yadırgı yoruz, ama bu bizim ondan daha akıllı oldu­ğumuzu değil, sadece daha bilgili olduğumuzu gösterir. Yalnız bugün biz im sahip olduğumuz bu birikime bütün bu eski filozofla­

r ın da önemli bir katkısı olduğunu hiçbi r zaman unutmamal ıyız.

83

Page 85: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur F el sete Öğreniyor

Gene de birçok konuda atomculardan çok ileri olan Aristoteles'in, teorik açıdan onlardan geride olduğu bence şüphe götürmez.

Bu bölümün başl ığında 'felsefe' sözcüğünü kullan mış olmama bakarak felsefenin bilimden farklı olması gerektiği gibi yanlış bir izlenime kapılanlar olabilir. Oysa, başta da bel irtmeye çalıştığ ım gibi, ben burada 'felsefe' sözcüğünü "her türlü bilgi-edinme çaba­s ı " anlam ı nda kullan ıyorum, dolayısıyla bu raya kadar andığ ım bütün fi lozoflar ayn ı zamanda bugünkü anlamda da birer bil im adam ı, yani daha "özel" konularda da kafa yormuş insanlar. Nite­kim, Thales'in aynı zamanda astronomi ve geometri i le uğraştığ ı ­n ı , hatta bu konularda bazı buluşları olduğunu belirtmiştim. Öteki hemşeri leri iç in de ayn ı şeyi söylemek mümkün. Nitekim Anaxi­mandros da, Anaximenes de nesnelerin nasıl oluşmuş olabileceği konusunda fikir ü rettikleri gibi , gök-cisimlerini n yapısı ve oluşumu, dünyan ın biçimi, güneş ve ay tutulmaları , bunları n boyutları , gök gürül tüsü i le şimşek çakmas ı , rüzgarın oluşumu ve buna benzer konularda akıl yürütmüşler. Hemen hiçbirı doğru olmayan bu te­orilere gi rip de belleği nizi boşuna yormak istemem, ama onların yaşadığ ı dönemde bugünkü b i limsel disiplinlerden (matematik, t ıp ve tarilı gibi) sadece biri veya birkaçıy la uğraşan kişiler bulundu­ğu gibi, matematik dışında o zaman mevcut olan bütün bilimsel disipl i nlerle uğraşan, Aristote les gibi fi lozoflar da vardı . Ondan sonra, yani İ .Ö. iV. yüzyıldan itibaren , bilimsel uğraşma alanları bir tek kişinin başedemeyeceği boyut lara vardığ ından, "uzman­laşma" dediğimiz süreç başlayacaktı r . Bunun ilk belirtisine Sokra­tes'te rastl ı yoruz. Onun çağdaşı olan Demokritos'un her konuda 400'e yakın kitap yazmış olduğu anlaşıl ıyor; ne var ki , ondan eli­mize sadece birkaç pasaj kalm ış ; dolayısıyla onun bazı konulara ait düşü ncelerin i , başta Aristote les ve Theophrastos olmak üzere, başkaları n ın elimize geçen eserlerinden öğreniyoruz.

84

Page 86: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

iV

PRATİK FELSEFENİN AÇMAZLAR!

1) Olg usal Yargılar - Değer Yargıları

Bu bölümde büsbütün değişik sorular ın sorulduğu bir alana geçiyoruz. Bunu belirtmek içi n kul land ığ ım 'pratik felsefe' deyimi insanların birbirlerine karşı nas ı l davranmaları gerektiğ i soru­su ile uğraşan disipl inler in genel adı Ahlak. politika, hukuk ve ekonomi bunlar arası nda yer al ı r. Altı n ı çizdiğım deyimlerden de anlaş ı lacağı gibi, burada yer alan sorular bundan önceki bö­lümde incelediğimiz sorulardan b i r hayli farkl ı , üstelik cevaplan­d ır ı lması çok daha güç sorulard ı r. Teorik sorular olup bitenle, pratik sorular ise olması gereken (istenen, arzulanan, özlenen) insan davran ışları i le i lg i l i . Niteki m ,

( 1 ) Dün annesi Ali 'yi misafi r leri n önünde fena halde azarladı ,

cümlesi o lup biten bir o lay ı d i le geti ri r , dolayıs ıyla bu cümle ya doğrudur, ya yanlış. Buna karş ı l ı k,

(2) Annes inin dün Ali 'yi misafirlerin önünde azarlaması doğru değildi,

veya,

(2') Annesi n in dün Al i 'y i misafirler in önünde azarlamarnası gerekird i ,

cümles·ine belli b i r doğruluk-değeri vermek kolay, hatta bazen mümkün değild i r.

85

Page 87: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bi ld iğ iniz g ib i , bu t ü r p rati k soru lara peygamber deni len din kurucuları doğruluğuna kesinlikle inandıkları, hatta doğrulu­ğundan şüphe edi lmes in i yasaklad ı kları birtakım cevaplar ver­mişlerdir. Örneğin Ahdi Atik' i n ilk beş kitabında Musa'ya atfedi­len "On Buyruk" yer al ı r : "Yalan söylemeyeceksin !" , "Öldürme­yeceksi n!" ve bunun gibi. Bu tür buyrukları ahlak filozofları "bildi­ri " kipinden cümlelerle de di le getirirler:

(3) Yalan söylemek doğru deği ldir (kötüdür) , (4) Adam öldürmek doğru değildir (kötüdür)

ve bunun gibi . Aynı cümleleri dini b i r havayla da ifade etmek mümkün:

(3') Yalan söylemek günahtır, (4') Adam öldürmek günahtır

g ibi. Emir kipi, adı üstünde, herhangi bir kimsenin (bu Tanrı da olabilir) istek veya arzusunu dile getirir, bu nedenle de bir buyru­ğun doğru olup olmaması genel l ikle söz konusu deği ldir, sadece buyruğun muhatabı olan kişi ona uyar veya uymaz. Uymak buy­ruğu hakl ı veya yerinde bulmak, ona uymamak ise haksız veya yersiz bulmak demektir. Genell ikle insanları arzulanan veya iste­nen davranışa kolayca yönlendirmek amacıyla, emir kipi yerine (3) veya (4) türünden cümleler kullan ı l ı r. Bunun için (3') ve (4') türünden cümleler, adamına göre, daha da etkil i olabilir. İ nsan davranış lar ın ı "emi r kipi" ku llanarak yönlendirmeye çal ışan lar otoritelerine hiçbir şekilde karşı ç ık ı lamayacağından emin olan kişilerdir. Nitekim, bu kipi askerler astlarına karş ı , ami rler memur­ları na, ana-babalar çocuklarına, bir de d iktatörler maiyetindekile­re karşı kul lanı rlar. Bunlara, i sterseniz, "mutlak emir" de diyebil i r ­siniz, zira emri veren emrinin hesabını vermekle, yani bu emri n i­çin veya neden ötürü verdiğini açıklamakla "yükümlü" değildir.

86

Page 88: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

Buna karş ı l ı k, (3') ve (4'} cümleleri bu emirleri n daha "yumuşak" bir biçimi olup, 'günah' sözcüğünün ima ettiği gibi , emre uyulma­masın ın Tanrı'yı gücendireceği, kızd ıracağ ı , hatta öfkelendire­

ceği anlamın ı taşıyor ve bu durum emre uyulması için bir "ge­

rekçe" oluşturuyor. Buna göre, bu cümleleri,

(3") Yalan söylersen Tanrı'yı gücendirmiş olursun, (4") Adam öldü rürsen Tanrı'yı öfkelendirmiş olursun ,

biçimine dönüştürmek mümkün . Bu cümlelerin açıkça söylemedi­

ği, ama ima ettiği bir başka şey daha var: Tanrı'nın buyruklarına

boyun eğmeyenler, Tanrı tarafı ndan cezalandırı labilirler. Nitekim,

bütün insan davranışların ın kutsal buyruklarla yönlendirildiği eski dönemlerde "Tanrı korkusu" bu buyruklara uyulmasını sağlayan en etkili psikolojik faktördü. (Bugün bi le bizim toplumumuzda bir

insan bir başkasın ın onaylamadığı bir davran ış ın ı eleştiri rken, "Al­

lahtan kork!" deyimini kul lanı r.) Tanrı korkusu insanları bazı dav­

ranışlardan caydırabileceği gibi, ami r korkusu, ana-baba korkusu, diktatör korkusu, sözün kı sas ı , onlara ceza verebilecek duru mda

olan herhangi bir "otorite korkusu" da ayn ı işi görebi l i r.

2) Değer Yargıları Haklı Gösterilebilir mi?

Yukarıdaki (3") ve (4") önermeleri ya lan söy lemek veya

adam öldürmek gibi eylemlerin neden kötü olduğunu açıklayan

ifadeler g ibi gözüküyor. Biz bu tür önermelere şartlı-önerme di­

yoruz. Tevrat' ı n "on buyruğu" Tan rı n ı n insanlardan isteklerin i di­le geti riyordu. Bu isteklerin yerine geti r i lmemesi Tanrı 'yı gücen­d i rebilir, hatta öfkelendirebil irdi.

Tanr ı 'ya inancı n , dolay ıs ıyla Tanrı korkusunun çok yaygı n ol­duğu eski zamanlarda emir kipindeki önermelerin veya bunları n yukarıda andığımız yorumlar ın ın insan davran ı şlar ın ı yön lendir-

B7

Page 89: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

mede etkili olduğu şüphe götürmez. Ancak Tan rı'yı (veya tanr ı ­lar ı ) işe karıştı rmadan da değer-yargıları n ın temellendirebile­ceğini, (yani bunlar ın rasyonel bi r gerekçeye dayandırılabilece­ğin i ) düşünen filozoflar da var. Bi r gerekçenin rasyonel olması onu her normal insan ın sağduyusu veya aklı ile onaylaması de­mektir. Örneğin bir annenin iştahsız çocuğuna, onu yemek ye­meğe teşvik için

(5) Yemek yemezsen hastalan ı rs ın , hatta ölürsün

dediğini düşünün. Anne bu rada yemek yememenin sonunda has­talanmaya, hatta bazen ölüme yol açtığı gerçeğini çocuğuna ha­t ı rlatarak, onu belli bi r davran ıştan vazgeçirmeye çalışmaktadır. * Bunu yaparken çocuğunun bilmediğini veya unuttuğunu varsaydı­ğı bir gerçeği öğrenince kendil iğinden yemek yemeğe başlayaca­ğ ımı ummaktad ı r. Onun çocuğuna hatı rlatmak istediği gerçeği

(6) Uzun sü re yemek yemeyen bir insan hastalanır , hatta ba­zen ö lü r

biçiminde d i le getirmek mümkün . (6) bell i b i r bi lgi'yi dile getiren bir doğa yasasıd ır .

Yukarıdaki (3") ve (4") önermelerin in bu anlamda rasyonel o lmadı klar ı , yani bir bilgiye dayanmadıkları apaçık . Ahlak fi lo­zoflar ın ı en çok uğraşt ı ran soru da her türlü değer yarg ı lar ın ın (5) türünden olgusal yarg ı lara dönüştürülüp dönüştürülemeye­ceği sorunu olsa gerek. Ancak i l k ahlak fi lozofları n ı n bu tür bir ayrım ın fark ı nda bile olmadıkları, dolayıs ıyla pratik sorunları tıp­kı öteki teorik sorunlar gibi ele aldıkları anlaş ıl ıyor.

* Önce zayıflamak amacıyla perhiz yapan bazı genç k'zların zamanla hiç ye­mek yiyemez hale geldiklerin i , bu yüz den (açlıktan) öldüklerini biliyoruz. Bu ir­rasyonel (akıl-dışı) davran ışın yol açtığı hastalığa anoraksiya (Yun. "iştah­sızl ık") deniyor. Bunun bir ruh hastalığı olduğu şüphe götürmez.

88

Page 90: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

3) Pratik Felsefenin Açmazları

Bu açıklamalardan sonra, bu bölü mde as ı l konumuz olan

"pratik felsefenin açmazları"na dönebiliriz. D inlerin b üyük ölçüde pratik sorunlara bir çözüm bulmak amacıyla kurulmuş oldukları anlaşılıyor. Ancak peygamberlerin cahil halk yığ ı n larını kendi is ­tekleri doğrultusunda etkilemek içi n duygu larına hitap ettikleri n i , bütün ahlak kurallarını Tanrı 'n ın koymuş olduğu gerekçesiyle, onları ahlaklı davranmaya yüreklendirdiklerini söyleyebiliriz. Yu­nan filozoflar ın ın , bu arada özellikle Demokritos i le Sokrates'in bilgiye dayanan bir ahlak felsefesi kurmaya çalıştıkları anlaş ı l ı ­yor. Yukarıda da bel i rttiğim gibi , onlara göre nasıl doğa hakkın­

da bi lgi edinmek mümkünse, bunun iç in de hem gözlemlerimize, hem akl ımıza dayanmamız gerekiyorsa, insanların bi rbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiğinin de bu yoldan bi lgisini elde edebilmemiz gereki r, ama nası l? İşte sorun burada.

Demokritos her konuda, bu arada ahlak konusunda da bir­çok fikir üretmiş, ama eserlerinden el imize pek az bir şey geçtiği için, bu konudaki düşüncelerini de gene başkalarının yazd ıkla­rından öğreniyoruz. Sokrates'in durumu biraz daha değişik. O hemen hemen sadece a h lak konularıyla i l g i lenmiş, ama bu konuda da tek sat ı r yazmamış. Ancak değerli öğrencisi Platon onun bu konudaki düşüncelerini tümü el imize geçen "diyalog­lar"ında dile getirdiği için, Demokritos'tan çok daha şanslı sayı­l ı r, zira Platon o eşsiz üslubuyla hocası için bulunmaz bir sekre­ter rolü oynamış. Cicero "Sokrates i lk defa felsefeyi gökten yere indirmiştir" der.* Bu retorik ifade yalnız abart ı l ı değil, yan l ış da, zira ahlak felsefesi ile uğraşan bir o değildi. Öyle sanıyorum ki , Demokritos'un eserleri yerine P laton'unkiler kaybolmuş olsayd ı ,

* Bkz. Cicero, Tusculan Disputations, V, 4, 1 O .

89

Page 91: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

fikir tarihi çok daha olumlu bir yolda gelişirdi. Böyle düşünmemin ana gerekçesi , Platon'un o akı l-almaz idealar teorisi yüzünden, Batı düşüncesini bugün bile yer yer içinden çıkı lamayan yanl ış

bir yola sü rüklem iş olmasıd ı r.

"Sokratik" diyaloglara göz att ığımızda, Sokrates' in orada bura­da rastlad ığı çeşitli insanlara "Erdem nedir?", "Cesaret nedir?",

"Dostluk nedi r?" türünden soru lar yönelttiğini görürüz. Amacı in­sanlar ı n bu konularda neler düşündüklerini anlamak , bir başka deyişle, onların bu kavramları tanımlamalarını sağlamaktır. Fel­sefeciler buna genellikle "kavram analizi" diyorlar. Ben buna "söz­cüklerin ne anlamda kullanı ldığ ın ı meydana çıkarma" demeyi ter­

cih ediyorum, zira kavramların var olup o lmadığı tartışma götürür, ama herhangi bir dildeki sözcükleri herhangi bir meram ımızı di le getirmek için kullandığı m ız kesin. Anladığ ım kadarıyla , Sokrates de çevresindekilere bazı sözcükleri ne anlamda kullandıkların ı , dolayısıyla bu sözcüklerden ne anladıkların ı soruyor.

Ancak bu soruları sormaya neden gerek gördüğünü iyi anla­makta yarar var. Amac ı , kısaca, bu gib i sözcüklerin geçtiği cüm ­

lelere, dolayısıyla bu cümlel e rin di le getirmek isted ikleri iddialara bir doğruluk-değeri verilip verilemeyeceğini anlamak. Örneğin,

(7) Sokrates Atina'da doğmuş ve ölmüş bir filozoftur

cümlesine bell i bir doğruluk değeri vermek mümkündü r, ama bu­nun için bu cüm lede geçen 'Ati na' sözcüğünün bel l i bir şehri, 'Sokrates 'in bel l i bir kişiyi, 'doğmak' ve 'ölmek' fii l lerinin belirli bazı süreçleri, bir de 'filozof' sözcüğünün belli bazı nitelikleri taşıyan in­sanları gösteren bir s ıfat olduğunun bilinmesi , daha doğrusu, ço­ğunlukça kabul edi lmiş olması gerek ir . Günlük dilde bazı sözcük­lerin anlam ı pek bel irli değildir, ama günlük ihtiyaçlarımızı yete­rince karş ıladıkları ölçüde onları n içinde geçtiği önerme ler in çoğu-

90

Page 92: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

na bir doğru luk-değeri verebi l ir iz. Örneğin (7) önermesi de böyle bir önermedir, öyle ki , bir felsefe ansiklopedisi n i açtığ ı n ızda bu tür b i r cümleye rastlamanız neredeyse kaçınılmazdır. Buna karşı l ık,

(8) Sokrates çok çirkin bir adamdı

iddias ı n ı bazıları n ı n kabul etmemesi mu htemel. Neden? Bura­daki 'çirkin' s ı fatı bi r değer sözcüğü de ondan. Nitekim, Sokra­tes'i yakından tanıyan birçokları onu, "güzel" değilse bile, "sem­patik" bulabil irler.

Burada sözcükleri "tasvi r-edic i" ve "değerlendirici" sözcükler diye ik i öbeğe ayı rdığ ı m ın farkına varm ış olmal ısı n ız . Gerçi gün­lük dilde genel l ik le bu tü r b i r ayrım yap ıl ıyor, hatta "güzel-çirkin", " iyi-kötü", "akı l l ı -akı ls ız" gibi doğada mutlak karşıtlıklar olduğu izlenimini uyandı ran "sözcük-çiftleri" de kul lan ı l ıyor, ama bu zıt­l ı kların mutlak olmadığı da kesi n . Nitekim, zengi n d il ler "güzel­çi rkin" çifti aras ına bir de "sempatik" s ıfatı n ı sokmayı yararlı gör­müş. Bu nedenle (8) i yadsıyanlar,

(9) Sokrates ne çok çirki ndi , ne de çok güzel ; çok sempatik bir adamdı

iddias ı n ı öne sürebilirler. Aynı nedenle değer-yargı ları arasında da "karar-verilemez" olanları var. Ama, insan lar gene de sık s ık (8) türünden iddialar öne sü rerler ve bu yüzden bazen "sonuç­land ı r ı lamaz" tartışmalar baş göster i r . Ahlak, hukuk, pol itika ,

hatta ekonomi alanında bu tür tartışmalardan bugün de geçil mi­yor. İ leride göstermeye çalışacağ ım gibi , bu alanların bil imlerin­ki ne benzer bir statüye bir türlü kavuşamamalar ı n ı n nedeni de bu olsa gerek. Sözcüklerin anlamları üzeri nde uzlaşma sağlana­madığ ı sürece, onların içinde geçtiği cümlelere bir doğru luk-de­ğeri vermek de mümkün deği l . Oysa P laton (8) önermesinin

91

Page 93: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

( 1 0) Sokrates İ .Ö. 469-399 y ı l ları aras ında yaşad ı

önermesi g ib i denetlenebi lmesin i (yan i doğru l uk-değer in in

saptanabilmesini) istiyordu. S iz in anlayacağınız, ona göre söz­

cükleri --bugün yapt ığ ımız gibi-- b i ri ötekini d ışarda bı rakan ik i

öbeğe ay ırmak doğru değ i ldi . Yaln ı z , i nsan lar aras ında bu tür anlaşmazlıklar ç ıktığ ı , iş in daha da kötüsü, çoğu zaman bu an­laşmazl ı kların bir türlü g ideri lemediğ i de bir ge rçek .

Bu durumun asıl kaynağ ı bazı yargılarında işe insan ı n duy­gularının karışması olsa gerek. Nitekim (8) i d i le getiren kişi, bu­

rada 'çok çi rkin ' s ı fat ı n ı kul lanmakla sadece Sokrates'i tasvi r le yetinmiş olmuyor, onun karş ıs ı nda hoşlanmama, hatta biraz da tiksinme duygusunu açığa vuruyor. Eğer amacı sadece Sokra­

te0s' in görünümünü dile get i rmek olsayd ı , onun kısa boy lu , şiş­

manca, ir i yassı burun lu , yelken kulakl ı , pat lak göz lü , vbg . bir i ol ­duğunu söylemekle yeti n i rd i . Gerç i bütün bu sayd ığ ı m vücut özell ikleri genel l ikle insanlarda 'çi rki n' sözcüğünün dile geti rdiği bazı duygular ı da uyand ı rı r, hatta bir k ıs ım insan araları nda ne gibi özelliklerin bu tür duygulara yol açtığı konusunda da anlaşa­bil i r ler, ama bu "duygu" ögesinden kurtulmak her halde mümkün

değ i l . Ancak Platon'u ası l düşündüren (1 O) önermesin in doğ ru­

l uk -değer i üzeri nde herkes an laşabi ldiğ i halde, (8) t ü ründen

önermelerde bu tür bir anlaşman ı n bir türlü sağlanamaması idi.

S ı radan insanlar ın bu konudaki tutumları da i lg inçti r. Bunla­rın kültürsüzleri (8) ile (1 O) türünden önermeler aras ı nda hiçbir

ayrı m görmezler , görmedikleri iç in de, (8) türünden b ir iddianın

yol açt ığ ı an laşmazl ı k bazen kanl ı b ıçakl ı kavgalara bi le neden

olabi l i r . N i tek im, bir futbol maç ı nda tak ımlardan b i ri aleyhinde

karar vermiş olan hakem i o tak ım ı tutanlar tartak lamaya kalkar­

lar, bu a rada iki takım yandaş lar ı da bı rb i r i ne girer. S ı radan

92

Page 94: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

adamları n davranı şları kültürlü olanlar ı nk inden bi r hayli farkl ı ; bu sonuncular her şeyin relatif olduğu i l kesinden kalkarak, "Zevkler ve renkler tart ış ı lmaz" kural ına uygun olarak kendileri g ibi dü­şünmeyenleri (yani kendi inançlarını paylaşmayanları) "hoşgö­rü" ile karş ı larlar. Elbet bun lar gene de bir inci ler in gözünde "zevksiz", "akı lsız" ve "bi lgisiz" kişilerdir.

İ nsanlar yaln ız nesneleri "güzel" , "sağlam" diye deği l , i nsan­ların fikir, eser ve davranı şları nı da "doğru", "güzel" ve "hakl ı " diye değerlendiri rler. Bunlardan bir kısmı estetik, bir k ısmı etik

( =ahlaki) , bazı ları hukuki, baz ı ları da politi k değerlendirmeler­dir. 'Güzel ' ve 'çirkin' sözcükleri bazı şeylerden hoşlandığ ımız ı veya hoşlanmadığ ımız ı , ' iyi ' ve 'kötü' sözcükleri b i r insanı veya davran ış ın ı onaylad ığ ım ız ı veya onaylamad ığ ım ız ı , 'hakl ı ' ve 'haksız' (bazen 'doğru' ve 'yanl ış') sözcükleri bir davran ış ın , bi r kural, yasa, hatta kurumun "adalet" duygumuza uyup uymadığ ı ­n ı açığa vurmak iç in kul lan ı l ı r. Bazen de bunlar bir rej imi veya hükümeti beğenip beğenmediğ imizi d i le geti rmek istediğimiz za­man başvurduğumuz sözcüklerd i r . Her değe r-yarg ı s ı nda b i r "övme" veya "yerme" öğesi i şe karışı r. Olay veya olgu larla i lg i l i yarg ı lar ımızda ise bu sübjektif öğe ya hiç yoktur, ya da kendin i çok az bel l i eder. Elbet,

( 1 1 ) Çok şükü r yağmur durdu

gibi önermeler hem içim izdeki duygusal durumu , hem d ış ım ız­daki hava durumunu yans ı t ı r . B i lmem, 'doğru-yanl ış ' , 'geçerl i­geçersiz', 'mant ıkl ı -mantıks ız ' , vbg . sözcüklerin de bir değerlen­dirme amacıyla kul lan ı ld ıklarını ayrıca bel i rtmeme gerek var m ı?

Bu açıklamalardan sonra gene Sokrates'e dönebi l i riz . Bizim bugün ... değer-yarg ısı" diye öteki lerden ayı rdettiğimiz yarg ı ların sürekli bir uyuşmaz l ı k kaynağı olması Sokrates'i çok tedirgin et-

93

Page 95: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

miş olsa gerek.* Bi lgiye susamış bir kimse i çin herhangi bir şe­yin güzel mi çirkin mi, haklı mı haksız mı, iyi mi kötü mü olduğu konusunda insanlar aras ında bir anlaşma veya uzlaşma sağla­namaması cesaret kı rıcı b i r durum olsa gerek. Sokrates çeşitli uluslar, hatta daha küçük insan grupları arasında estetik, ahlak, hukuk ve politika anlayışları bakımından büyük ayrı mlar, hatta bağdaşmazlıklar olduğunun farkındaydı elbet Bu onu şöyle bir iki lem (�d i lemma) karşısı nda bırakmış o lmal ı : Ya değer-yarg ı la­rı alanında relativizm (görecelik) kaç ı n ı lmazd ı r, ya da olgusal yargılar alan ında olduğu g ibi, insanlardan baz ı lar ı bu konuda da yan ı labil iyorlar. 'Sofist' ad ın ı taşıyan bazı filozoflar bi r inci ş ı kkı seçmişlerdi, dolay ıs ıyla onlar için bu yarg ı ları n bir b i l imi olamaz­d ı . Buna karş ı l ık , eski bir sofist olduğu anlaşı lan Sokrates ik inci şıkkı seçecektir. Yaln ız bir şartla: Böyle bir bi l im henüz mevcut olmayabi lir, ama onu ku rmak mümkün, hatta zorun ludur, yoksa toplum hayat ın ı b i r kaostan kurtaramayız.

Bu nokta bence çok öneml i . Dünyada olup biten ne varsa hep­si hakkında bi lg i-sahibi o lmak zihinsel bir açl ığ ı g idermek bakı­mından şüphesiz güzel b i r şey. Ancak toplumsal barış, dirlik ve düzenl ik daha mı az önemli? Tam tersine, insan her şeyden önce bunların nas ı l sağlanabileceğini araştırmal ı , zira huzur ve mutlulu­ğu buna bağ l ı . Toplum yaşayışına güven ve düzen getirecek olan her bi lgiyi insan bi r an önce ü retmeye çal ışmalı. Relativizmi kabul eden sofistler bu konuda "sorumsuzca" davranıyorlar. Büyük pa­ralar karşı l ığ ında zengin çocuklarına, pratık sorunları çözmek söz konusu olduğunda, başkalarını nasıl ikna edebileceklerini öğret­mek ba!'jışlanmaz b ir "hafiflik'', hatta bir aldatmaca örneğidir. Sok-• Sokrates'i daha çok öğrencisi Platon'un diyaloglarından tanıdığımız için, hangi

düşünceler Sokrates'e aittir, hangileri Platon'a, orası n ı bi lemiyoruz.' Bu konuda tam bir uyuşma yok. Bu nedenle benim Sokrates'e atfettiğim bazı fikirler onun olmayabilir. Zaten bizi kişilerden çok fikirleri ilgilendirıyor.

94

Page 96: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

rates için önemli olan , insan ın başkalarına şu veya bu inancı aşı ­laması değil, onlara bi lgi i l e doğru yolu göstermesidir.

Sokrates'in neden bir Demokritos gibi evrenin yapıs ı veya do­ğal olayları yöneten yasalar hakkında araştı rma yapacak yerde ,

sosyal sorun ların çözümü i le uğraşmayı tercih ettiği şimdi daha iyi anlaşı l ıyor olsa gerek. Salt "bilgi içi n b i lgi" edinme çabaları so­nuçta bencil bir uğraştır. İnsan kendine ve başkaları na pratik ya­rarı olacak bilgi ler üretmeye çal ışmal ıd ı r. Bunlardan en önemli le­ri ahlak, hukuk, ama özellikle pol itikayı i lg i lend iren b i lgi lerdir.

Platon'un diyaloglar ından çı karabi ld iğimiz kadarıyla, Sokra­tes en önemli bulduğu kavramlarla i lgi l i olarak empirik diyebi le­ceğimiz bir araştırmaya g irişiyor. Bizim bugün soyut genel te­

rimler diye adland ı rdığ ımız bu kavramlar arasında " iyi" ve "er­dem" kavramları baş köşeyi tutmakla birl ikte, "cesaret", "bi lgi" , "dindarlık", "güzellik", "sevgi" , "dostluk" gibi kavramlara da yer verilmiş . İyi davranabi lmek için "iyi"nin ne olduğunu, erdemli ola­bilmek için "erdem" in ne olduğunu , aynı şeki lde bir kimseye din­darl ı k ve cesaret atfedebi lmek için "cesaret" i le "dindarl ı k"ı n ne olduğunu bi lmek gerektiği varsayımından hareket eden Sokra­tes, daha önce de değindiğim g ibi , her önüne gelene bu sözcük­lerden ne anladığını soruyor, ancak bu soruşturma sonunda bu kimselerin bu konularda pek bi r şey bilmedikleri ortaya çı kıyor. Sokrates insanların iyi davranmamaları nı veya dindarl ık, cesa­ret, dostluk g ibi erdemlere sahip olmamaları n ı bu bi lgisizl iğe bağlıyor, z i ra ona göre bi lgi aynı zamanda davran ışlar ımız ın da ana-kaynağıd ı r, dolayısıyla bir insanın bile bile kötü lük yapması mümkün değildir.

Elbet biz onun bu sonuncu varsayımı n ı tartışmayacağız, zira bilgi (dolayıs ıyla bi lgisizl i k) i le insan davran ışları arasında nas ı l

95

Page 97: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

bi r korelasyon olduğu sorusuna bugün de doyurucu b i r cevap verebilmiş değiliz. Bazılarına göre, bu daha çok insanın doğuş­tan (genetik olarak) getirdiği bir mizaç (temperament) sorunu­dur ; başka bazılarına göre ise insan aklını kul lanarak iyi davran­ması gerektiğini anlar, dolayısıyla i nsanların erdemli olmaların ı istiyorsak, onlara uzun vadede çıkarların ın (dolayısıyla mutlu o l ­ma şartların ı n) nerede olduğunu anlatmak gerekir, bu da öğre­timle olur.

Biz şimdil ik bu tartışmaya g i rmek istemiyoruz, ama Sokra­tes'in kalktığı varsayım doğruysa, yani iyin in ne olduğunu tam olarak bilmenin iyi bi r insan olmak için hem gerekli, hem yeterli bir şart olduğu geçerli ise, fi lozofun yapacağı ilk işin i nsanlara doğru yolu göstermek, ona doğru ve iyi belgelenmiş inançlar, yani bi lgi i letmek olduğu kendi l iğ inden anlaşı l ı r . O zaman bu tür bir bi lgiyi üretecek kişinin, yani filozofun, örneğin (8) de geçen 'çirkin' sözcüğünün ne gibi bir kavramı dile getirdiğini bi lmesi gerekir. Öyle sofistlerin yaptığı gibi , "Sokrates kimine çirkin, ki­mine sempatik gelebil ir" diyerek iş i savuşturmak olmaz. Belki estetik açıs ı ndan "Renklerle zevkler tart ış ı lmaz" sözü geçerli olabi l i r , ama insanlar ın toplu msal mutluluğu söz konusu oldu­ğunda, her türlü tartışma, sürtüşme, hatta kavgayı önlemek isti­yorsak, 'adalet', 'hak', 'dürüstlük' gibi terimlerin anlamı üzerinde anlaşmak zorundayız.

S ı radan adam günlük ç ıkarlarından başka bir şey düşünme­diği için, bu kavramların anlam ı onun umurunda değildir, dolayı­sıyla da bunlara kafa yormaya ne zamanı , ne isteği , hatta ne de yeteneği vard ır. Her konuda bilgi üretme işine kendilerin i ada­yanlar f i lozoflar olduğuna göre, bu iş de onlara düşer. Sıradan insanlar her terimi olduğu gibi , ahlak, hukuk ve politika hayat ının da ana terimlerini gelişigüzel ku l lanırlar, oysa bi lg i üretmek iddi-

96

Page 98: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Prati k Felsefenin Açmazları

asında olan fi lozofun böyle sorumsuzca davranması düşünüle­mez. O ne yap ıp yapmal ı , bu terimlerin doğru anlam ın ı gün ış ı ­ğ ına çı karmal ıd ır.

İyi de, f i lozof bunu başarmak için ne yapabilir? Burada iki yol akla geliyor: 1 ) Empirik yol, yani i nsanları n bu terimleri nas ı l , hangi şartlar altında kullandıklarını d ikkatle gözledikten sonra, bu gözlemlerden genelleme yaparak sonuçlar ç ı karmak; 2) İnsanlara birtakım sorular sorarak onların bu sözcükleri hangi kavramların karşı l ığı olarak kullandıkların ı meydana çı karmaya çalı7mak.

İ l kel bir toplumun di l ini öğrenmek için di l-bilginleri ile antropo­loglar birinci yola başvururlar. Ancak P laton'a göre burada yeni bir di l i öğrenmek deği l , b i l inen bir dilde kul lanı lmakta olan bazı deyimleri i nsanlar ı n kafaları ndaki kavramlardan (Platon'un deyi­miyle, idea'lardan) hangi lerine karş ı l ık olarak kulland ı klarını bu­lup meydana çıkarmak söz konusu. Dilci yen i bir d i li öğrenmek içi n o di l i konuşanların di lsel davranışlar ın ı iz ler. Filozof ise bel l i b i r dil i rahatlıkla konuşan bazı kişilere "Adalet nedir?", "Dürüst­lük nedir?", "Bilgi nedir?" türünden sorular yönelterek, onların "adalet", "dürüstlük" ve "bilgi"den ne anladıklarını veya bu söz­cüklerle ne tür ideaları kastettiklerini öğrenmeye çal ış ı r. Nitekim , Sokrates önüne gelen herkese bu türden sorular sorarak onları bir çeşit "düşünme denemesi" yapmaya zorluyor.*

Platon'un daha çok Sokrates' in kendi fikirler ini yansıtt ığ ı var­sayılan (bu yüzden de 'Sokratik' s ı fatı takılan) diyaloglarında bu

* Pek çok şey gibi, dil de tak lit yoluyla öğrenildiğinden, insan l ar genell ikle kul­landıkları sözcüklerin anlamı üzerinde durup düşünmezler, öyle olduğu için de başkaları n ı n ay n ı sözcüğü değişik anlamda ku!landı kları n ı görünce. derhal on­ları bir tür "kavram bi lgisizliği" ile suçlamaya kal kar:ar. Bu yüzden insan ların uzun uzun tartıştıkları, hatta bazen işi kavgaya döktükleri olur. Felsefenin se­

mantik veya anlam-bilimi denen bölümüne ş imdili k daha fazla girmeyeceğim.

97

Page 99: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

tür sorulara cevap verenlerin "adalet", "dürüstlük" ve "bilgi"nin ne olduğu (bugünkü deyişle 'adalet', 'dü rüstl ük' ve 'bi lgi ' sözcük­lerin in anlamı) konusunda farklı düşünüşte oldukları meydana çıkar. Şimdiye kadar bu konuda du rup düşünmemiş insanların ,

Sokrates'in soru larıyla belki hayatlarında ilk defa karş ı laştıkları için , baş ta şaşkın l ık geçirip bocalad ıklar ın ı görmek çok i lg inç .

Her birinin adaletten, dürüstlükten, hatta b i lgiden başka şey an­lad ıklarını görme leri , en azından onları ağız kavgalarına g iriş­mekten al ıkoymuş olabilir.

Bu sonuç karş ıs ında Sokrates'in sergilediği bilgece tutum hem çok i lginç, hem çok övgüye değer. İ lg inç, z i ra bekled iğ i­

n in tersi b i r sonuç alması na rağmen, hiç i stifini bozmaz. Onun bu tutu mu övgüye değer, z ira kavramsal soruşturmaya tabi tuttuğu i nsanlara "Bre cahil ler ! Adalet şudur, dürüstl ük budu r !" d iyerek b i lg içl ik taslamaya kalkmad ığ ı gibi, onlar ı bu bilgisiz­l ikleri nden ötürü k ı namaya, h atta küçümsemeye de kalk ış­maz. Onun bu tutumu üzerinde du rmamı n nedeni şu : O, bu tutumu i le bu konularda so ruşturma yapt ığ ı kişilerden daha bilgili olmad ığ ı sonucunu ç ıkarm ış görünüyor. Nitekim, Sok­rates' in bu ves i le ile söylediğini sand ığ ım şu sözü tari he geç­miştir: "Ben bir tek şey bil i rim , o da h içbi r şey bi lmed iğ imdir !" B i lg i peş inde koşan birini n bu alçak gönüllü tutumu asl ında birçok büyük filozof ile bi l im adamın ı n da ana tavrına benze­mektedir.

Sokrates'in bu konudaki alçak gönül l ü lüğü, s ı radan ada­mın ters i ne, gerçekten de faz la bir şey b i lmediğ i n i n farkına varmasından kaynaklanıyor . O da sofistler g i b i "B i lg i insan­dan insana değişir" deyip işin içinden çıkabil i rd i , ama kendisi­nin bilgisiz olmas ı na rağmen bil gin in var olduğuna inandığ ı

98

Page 100: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

için , ona u laşmaya çal ışmaktan başka yapacak bir şey olma­d ığ ın ı düşünüyor. Sofistlerle arasındaki temel fark da bu za­ten. Onlar yaln ız adalet veya dürüstlüğü n ne olduğ u nu değil (kavramsal b i lgi) , dünyada nelerin, nas ı l olup bitt iğ in i dahi bi­lemeyeceğimiz i , dolay ıs ıy la doğrul uğu hiçbir zaman belgele­nemeyecek olan san ı larla ( i nanç, f ikir, görüş) yet inmemiz ge­rektiğini iddia ediyorlard ı . Bu tutuma "şüpheci l ik" (scepticism) deniyor. Öyle olunca, sofistler kendi lerinin doğru bu ldukları f i­kir veya görüşleri , para karş ı l ığ ı nda, isteyene satmakta her­hangi bir sakı nca görmüyorlard ı . ' Sokrates için ise bir f ikri bi­ze doğru göründüğü iç in değ i l , ancak doğru olduğu iç in başkaları na kabul ettirmeye kalkışabi l i rdik.

Matematikle mant ı k d ış ında hiçbir iddianın doğru olduğunu kanıtlayamayacağımızı daha önce beli rtmiştim . Oysa Sokra­tes 'i n yaşadığ ı i .ö. V. yüzyılda matematik d ış ında henüz hiçbir b i l im gelişmemişti. Fizik alanı nda bi le herhangi bi r bilgi ortada yokken, Sokrates'in tutup ahlak ve politika gibi istek ve özlemle­r in işe karıştığ ı alanlarda "bilgi" d iye tutturması sofistlere biraz fazla "aşır ı" bir istek olarak görünmüş olsa gerek. Tekrar hat ır­latmak isterim: Bu konuda bizler P laton'un yalancısıyız. Olabi l i r k i , P laton son diyalogları nda (Devlet, Kanunlar, vs.) kendi dü­şüncelerini Sokrates'e mal etmiştir.

Hocası bu konularda ne düşünmüş olursa olsun, Platon'un matematiği (daha çok da geometriyi) bilim örneği olarak seçmiş

* İleride göstermeye çalışacağım gibi, asıl amaçları (para kazan ma, devlet yö­netme gibi) pratik bazı isteklerini gerçekleştirmek olan i nsanlar (avukatlar, din adam ları, ahlakçı , politikac ı , hatta iktisatçılar) tıpkı sofistler gibi düşünür ve davranırlar. O nlar için önemli olan bir fikri başkalarına kabul ettirmek olup, bu konuda reklam, retorik, propaganda, hatta "beyin yıkama" yöntemlerinden her­hangi birine başvurulabi l i r .

99

Page 101: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

olduğu kesin.* Daha önce de bel i rttiğ im gibi , ona göre ancak hiçbi r şekilde yanl ış lanması mümkün olmayan iddialar gerçek bir bilgiyi d i le get irebi l i r ler, dolayısıyla bilgi sıfatına lay ık olabil­mesi için herhangi bir iddian ın kesinlikle belgelenebilmesi (=ka­n ıtlanabilmesi) şarttır ve bu şartı gerçekleştiremeyen her iddia ancak doxa (san ı-görüş) s ıfatına layıktır. Platon'a göre bir ah­lakçı , hukukçu veya politikacı basit bir sofist, yani kendi fikir ve görüşlerini başkalarına satmaya çalışan biri değil de, bilen veya b i lge bir kişi olmak istiyorsa, f ikirlerini belgelemekle yükümlü­dür, bunun için de onun adaletin, iyiliğin, dürüstl üğün, vb. ne ol­duğunu kesinl ikle bi lmesi gerekir , yoksa dediklerine h içbir şekil­de g üvenilemez . Sıradan insan doxa'larla yaşamın ı sürdürebilir,

ama fi lozofun, yani bi lg i sevgisi ile tutuşan b i rinin onlarla yeti n­mesi mümkün değildi r , z ira en iyi belgelenmiş b i l imsel iddialar da dahil, doğru luğu kesi n l ikle saptanamayan iddialarla ortaya çıkmak daima aldanmaya , dol ayısıyla aldatmaya yol açabil ir , bu da bilge kişiye yakışmaz.

İy i de, adaletin veya iy in in ne olduğunu nas ıl b i lebi l i riz? İşte asıl sorun burada.

Sokrates bu konudaki soruşturmaları n ın "sonuçsuz" kald ığı­n ı görünce hayal k ı r ık l ığ ına uğramış, ama susmuştu . Gerçi Pla­ton hiçbi r zaman hocasına eleştiride bulunmuyor, ama bütün sonraki diyaloglarından sezdiğim kadarıyla, Platon onun kul lan­d ığı "soruşturma" yönteminin yanlış olduğunu düşünmüş olmal ı .

• Platon'un Akademia'nın kapısına ş u levhayı astırmış olduğunu bütün felsefe tarihi kitapları yazar: "Matematik bilmeyen buraya giremez I " Eğer bugün biri çı kı p felsefe bölümleri nin kapıs ına buna benzer bir yazı asmaya kalksa, tı mar­haneye yatırı lmasa bi le , "kafadan noksan" sayı l ı r. Oysa Platon esasta haklı, zi ra: bu levhayla "bil imsel araştırma"nın çok ciddi bir iş olduğunu ima elmiş oluyordu. N e yazık ki, bazıları felsefeyi hala edebiyat gibi bir şey sanıyorlar.

1 00

Page 102: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

Her halde burada s ı radan insanlar ın her konuda "cahil" oldukla­r ın ı , dolay ıs ıyla bu tür güç soru lara onlar ın doğru cevap verme­lerin in düşünülemeyeceğini hesap etmiş olmal ı . "Kendi h immete muhtaç bir dede, rierde kalmış muhtaçlara h immet ede" tekerle­mesin in de i ma ett iğ i g ib i , bir bak ı m a Plato n bu rada hak l ı . Ömürlerinde b i r defacık o lsun adalet, iyi l ik, cesaret üzerinde d ü ­şünmemiş insanlar adaletin, iyi l iğin, cesaretin ne olduğunu ne­reden bilecekler? Bunları bilse bilse bu konular üzerinde uzun uzun d üşünmüş olan filozof bilebi l ir .

İyi de, filozof bunu nas ı l bilecek?

Gene döndük dolaşt ık, aynı soruya geldik. İşte Platon'un bu soruya verdiği cevap tek kelimeyle "akıl lara seza!" Platon gib i üst ün zekalı birinin nası l " idealar öğretisi" denen bu "düşünce ucCıbesi"ni doğurmuş olabileceğini bi raz sonra açık lamaya, bu vesi le i le bu rada kul lanmış olduğum küçültücü deyimlerin hesa­b ın ı vermeye çal ı şacağ ım.

Daha önce de söylediğ im gibi , i nsanlar d i l i taklit yoluyla öğ­renirler. Küçük b i r çocuk ana-babasından miyavlayan, bell i b i r boy ve biçimde olan b i r hayvana "kedi" dendiğini duya duya, ne tür canl ı lara bu adın veri ld iğini öğrenir. Buna karş ı l ık o çocuk, havlayan ve gerek boyca, gerekse öteki görünü r nitelikleri açı­s ından kediden farkl ı başka bir hayvana "köpek" dendiğini d uy­muş ve bu şeki lde, görünüş bakımından farklı hayvanlara farklı adlar verilmiş o lduğunu --yarı bil i nç l i b iç imde-- öğrenmiştir. Çocuğun köpeğe "kedi " veya kediye "köpek" demesi veya örne­ğin bir kuzuya bu adlardan bi rini vermesi d u rumunda, ana-baba­n ı n onu "Kedi değil , köpek ! " veya "Köpek deği l , kuzu !" diyerek düzeltmesi ona bu sözcükleri kullan ı rken yanıldığını i htar eder ve böylece çocuk zamanla dil i doğru kullanmasını öğ renir.

1 0 1

Page 103: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bu rada bir dil öğrenirken insanı n zihn i nde neler olup bittiği sorusu üzeri nde durmayacağı m . '

Platon'un zihnini kurcalayan soru şuydu : Bir insan 'adalet', ' iy i l ik' , 'dürüstl ük' g ib i daha çok değerlendirici bir i ş l evi olan sözcükleri doğru kullanıp kul lanmad ığ ı n ı nasıl bi lebi l i r?

B i ryol Platon şu varsayımdan kalkıyor: Her sözcüğü n bir tek doğru kul lanım ı vard ır. Oysa Sokrates'in soruşturmaları insan­da bunun tam tersi bir izlenim uyand ı rıyor, zira onun yöneltmiş olduğu soru lara herkes değ işik bir biçımde cevap veriyor. Bun­dan iki sonuç ç ıkabi l i r : 1 ) Anlamı araşt ırı lan terim ler çok-anlam­l ıdır: 2) Cevap verenlerden hiçbiri bu terimlerin gerçek anlam ın ı b i lm iyo r .

Platon, birinci şıkkı kabul ettiğimiz takdirde hakl ı olarak so­fistlerin yapt ığ ı gibi relativizmi kabul etmem iz gerekeceği ni dü­şünüyor, oysa kendisi ahlakın da. pol it ikan ın da --matematik gi­bi-- sıkı bir "bilim" olması gerektiğini akl ına koymuş, dolayısıyla kavramların oluşumunu di l araştırmalarından başka bir temele oturtmam ı z gerekir. Ünlü "idealar teorisi" bunun nas ı l mümkün olduğunu gösterecektir.

Buna bence "idealar mythos'u" demek daha doğru o lur, z i ra burada Platon ancak "mitoloj ik" d iye nitelendirebileceğimiz var­sayımlarla işe gi rişiyor. D i lde kullandığı m ız sözcükleri n "kav­ram" denen zihinsel bazı nesneler in karş ı l ığ ı olduğu inancı o zaman lar çok yayg ınd ı , hatta günümüzde de bu i nanç büsbü­tün terk edi lmiş değil . Buna genel adıy la "kavramcı l ık" (concep

• Bugün "dil psikolojisi" denen ayrı bir bil im dal ının incelediği bu konuda çok i l­ginç araştı rmalar yapılmakta, ama ne yazık ki , bizim burada bu konuya daha fazla yer ayırmamız mümkün deği l . Sıradan adam dili kullanır, ondan sürekli yararlanı r, ama dil in görevini nas ı l yerine getirdiğini hiç merak etmez.

1 02

Page 104: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

tual ism) deniyor . * O zaman Platon 'un sorusunu "Adalet kavra­mı nas ı l oluşmuştu r?" biçiminde d i le getırmek mümkü n . Ona göre, biz im z ihnimizdeki kavramlar daha önceki yaşamı m ızda görm üş olduğumuz ideaların sönük veya bu lan ık kopyalar ın­dan başka bir şey değildi rler. Örneği n , bel l i baz ı niteli kleri olan ve "köpek" dediğ imiz b i r hayvan gördüğümüz zaman, idealar dünyasında görmüş olduğumuz köpek ideası n ı hatırlarız. Elbet bu ideaların nas ı l şeyle r olabilecek ler in i tasavvur edemiyoruz, ama Yunanca ' i dea' sözcüğü "biçim" anlam ı na gelen 'eidos' sözcüğü nden türemiş o lduğuna göre, Platon 'un ideaları bel l i baz ı biçim ler o larak düşünmüş olması mümkün. Bu rada ideala­ra en uygun örnekler olarak Platon'un geometrik biçimleri göz önü nde bulundu rmuş olması akla-yakın görünüyor. Neye "üç­gen" denir? Üç doğrudan oluşan, kapal ı , üç köşeli bir şekle, de­ğil mi? Elbet, "üçgen" denince akl ımıza bu tanı ma uyan sonsuz sayıdaki üçgen lerden herhangi b i ri gel i r. Bunlar aras ından bi ri· ne, örneğin "di k-aç ı l ı " veya "eşit-kenarl ı " olan ına "as ı l üçgen" veya "üçgenlerin temsilcisi" diyemeyiz. Herhangi bir somut üç­genin, üçgen olmak bakımından, öteki lerden herhangi b ir far­kı yoktur. Buna karş ı l ı k , her üçgen mutlaka üç doğru kenarlı ve üç açı l ı olmak zorundadır. O halde bir geometrik şekl in üçgen sayı lması için bu iki niteliği taş ıması gerekli ve yeterl idir. Her halde Platon "üçgen" ideası ndan bu gerekli ve yeterli nitelikleri taşıyan geometrik şekli kastetmiş o lmal ı . Algıladığımız üçgen­lerin sayısı sonsuz o labil ir, biz onların ald ığ ı değişik biçimlere değil , bu niteliklere sahip olup olmadı klarına bakarız, dolayısıy-

* Bu inanç o kadar yaygın ki, bug ü n di lde 'adalet' veya 'demokrasi' sözcüğü veya terimi dıyecek yerde, 'adıl.let kavramı' veya "demokrasi kavramı" deyim­leri kullanı lmakta, ayrıca sözcüklerin zihnimizdeki kavramların işaretleri olduğu varsayımı geçerliliğini korumaktad ır.

1 03

Page 105: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

la kafam ızda b i r "üçgen ideası" o lmas ı , "üçgen" dediğimiz so­

mut geomet rik biçimlerden herhangi birin i gözümüzün önüne getirebi lmemiz demekti r. Ayn ı şey bütün öteki geometrik kav­ramlar, hatta bütün matematik kavramlar için de geçerl i . Örne­ğin, dai reyi "bir noktadan o noktaya eşit uzaklıktaki noktaların oluşturduğu kapalı geometrik şekil" diye tanımlayabilen i nsan ın zihninde daire kavramı var demektir.

Burada hemen akla "Acaba yeşill ik veya ac ı l ık kavramı nasıl bir şeyd i r?" türünden sorular geliyor, ama bunlara girecek olur­

sak, bir daha işin altından kalkamayız. İyisi mi, biz gene Pla­ton'un "idealar öğret isi" ne döne lim. Platon bu öğretiyi --aklınca-­" mağara benzetmesi" deni len hayal-ürünü bir masalla açıklama­ya çalışıyor. Bu masalı n da ayrıntılar ına girmeyeceğim, zi ra de­neme lerim bana şunu öğretti : Mağara tıenzetmesini ciddiye al­mak için insan ı n daha önce de yaşamış olduğunu* (reincarnati­

on) varsaymak gerekiyor, oysa bu varsay ım daha çok kan ı tlan­

maya muhtaç .

Daha önce de bel i rtmeye çalıştığım gibi, ahlakla politikayı ma­tematik kadar sıkı bir bilim hal ine getirme gayretkeşliği P laton 'u

hemen hiç kimsenin kabule yanaşmad ığı bir varsayıma itelemiş. Onun bu varsayım ını kabul etmeyen, dolayısıyla idealar teorisini eleştirenlerin başında en yetenekli öğrencisi Aristoteles geliyor.

Daha sağduyulu ve ölçülü bir filozof olan Aristoteles zihnimizde kavramların nası l oluştuğunu anlamak için Platon'un varsayımına ihtiyaç olmad ığını göstermeye çal ış ı r. Gerçi o da kavram ları n var olduğu na inanmaktadır, ama on ların varl ığ ın ı çok daha akla-yakın

bir biçimde açıklamayı başarır. İleri sürdüğü teori oldukça basit.

* Bu tür açıklamalara "'karanlık olanı daha karanlık olanla açıklama"

(Obscuri�m per obscurius) de niyor.

1 04"

Page 106: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

Ona göre, biz miyavlayan bazı hayvanlara 'kedi', havlayan baz ı hayvanlara da 'köpek' adı n ı veririz, ama bunu yaparken sadece bu hayvanları n ç ı kard ığ ı seslere bakmayız . Görünüş özell iklerini , başka hayvanlara karşı davran ışlar ı n ı , i nsan larla olan il işkilerini falan da göz önünde tutarı z. Örneğin, kedi sahi­bini sevdiğin i kamburunu ç ıkarıp sahibinin ayaklarına sürtüne­rek, köpek ise kuyruğunu hızla oynatıp sahibi n in üstüne atıla­rak bel l i eder. Sonra kedi köpekten veya başka b ir hayvandan korktuğunu kaçıp yüksek bir yere t ı rmanarak belli ettiği halde, köpek bambaşka bir davranış sergiler. Ö rnekleri istediğiniz ka­dar çoğaltabil irsiniz . insan bazı hayvanları kedi , baz ı ları n ı kö­pek öbeğine ayırırken bu ve buna benzer daha başka nitelikleri göz önünde bulundurur. Ayn ı şekilde, bir türü alt-türleri ne ayı­r ı rken de hangi nitelikleri n in farklı olduğuna bakarız . Bulldog da terrier de bazı ortak nitel ikleri bakımından "köpek"dir, ama boy­pos, biçim , zeka derecesi, hatta huy bakım ı ndan aralarında ay­r ımlar görünce, onları köpek türünün alt-türü sayarız. Aslı nda bu tür i nce ayrımlar yapmak şart değildir, ama şu veya bu ne­denle buna ihtiyaç duyarız. Bir Saint Bernard köpeği ile türdeş­leri arasında yaln ız boy-pos bakım ından deği l , onlara gördürü­len işler bak ım ından da büyük ayrı mlar vard ır. Örneğin bir Pe­ki;ı köpeğin i , bir Saint Bernard gibi çığ altı nda kalm ış olan in­sanları bulup ç ıkarma işinde kullanamazsın ız.

Aslında her tü r daha kapsaml ı bir türün alt-türüdür. Köpek ve kedi türleri için de elbet bu geçerl i . Bir türü (örneğin köpeği) başka bir türden (örneğin kediden) ayırdederken onları n ortak n itel ikleri n i göz ardı edip sadece ay ı rdedici n itel ik ler in i göz önünde bulundururuz. Köpeğin "havlaması" , kedinin ise ''mi ­yavlaması" bu tür nitel iklerdir, o kadar ki , biz dışarıdan gelen bel l i b ir sese bakarak, dışarıdaki hayvan ın bir kedi mi, yoksa

1 05

Page 107: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

bi r köpek mi olduğunu anlayabil i r iz. Nitekim, kapıyı açıp d ışar ı baktığım ızda "miyavlayan bir köpek" veya "havlayan b i r kedi" görmemiz iht imal d ış ıd ı r. Platon "dört kenarlı bir üçgen" ola­mayacağ ın ı , z i ra bu tür bir kavram ın z ihnimizdeki "üçgen ide­ası"na uymadığ ın ı düşünüyordu. Temelde bir "doğa f i lozofu" o lan Aristoteles'e göre, biz doğada hiçbir zaman miyavlayan bir köpeğe veya havlayan bi r kediye rastlamadığımız için, za­manla havlaman ı n sadece "köpek" dediğ im iz , buna karş ı l ı k miyavlamanın sadece "kedi" dediğimiz hayvanlarda rastlanan bir nite l ik olduğunu öğrenir iz ve kavramlar da z ihn imizde bu şekilde oluşur.

"Kavram kurma" dediğimiz olay sadece i nsana özgü bir ayrı­cal ık değil elbet. İ nsanın hayvandan farkı bu kavram lara bell i bazı adlar takıp dil dediğimiz olayı meydana getirmesi. Köpeği Türkçe'de 'köpek' sözcüğüyle d i le getiriyoruz. İngil izler ayn ı hay­vana "dog" , Fransızlar "chien", A lmanlar ise "Hund" di yorlar, an­cak bu değişik sözcükler bir ve aynı hayvan türünü di le getiriyor, yoksa "çeviri" mümkün olmazdı . Aristoteles'e göre, dilin varl ığ ı kavramların varl ığ ını gerektiriyor, kavramların kurulması da do­ğada algıladığ ım ız bazı nitelikleri belli bir nesnenin öz-nitelikle­r i olarak seçmemizden kaynaklan ıyor, yoksa bir köpeği bir kedi den ayı rdedemezdik.

Bu tür bir ayı rdetme yeteneğin in i se yaşamsal bir önemi var. Nitekim yaln ız insanlar da deği l , bi l inç sahibi bütün hayvanlarda aynı yeteneğin olduğu kes in. B ir kedi gören bir köpeği n hemen onu kovalamak istemes i ne karş ı l ık, başka bir hayvana, örneğin bir koyuna veya ata sald ı rmamasından anl ıyoruz ki , köpek bu i ki hayvan türünü birbi rinden ayırdetmesini bil iyor. Ayrıca, insanlar gibi , hayvanlarda da tek tek n esnelerin kavramı olduğu kesin

106

Page 108: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenın Açmazları

görünüyor, yoksa örneğin bir köpek sahibini veya sah ibinin s ık sık gördüğü dostları n ı başka insanlardan ayırdedemezdi . Bunu, sahibiyle bu eskiden beri tan ıdığ ı kimselere karş ı davranışlar ıy­

la, tan ımadığı insanlara karşı davran ış ı arasında bazen tezata varan bir farkl ı l ık olmasından an l ıyoruz . Evlerinde köpek besle­yen kişi lerin yabancı lar ı uyarmak için kapı larına astıkları "Köpek var!" levhas ından da anlaşı ldığ ı gibi, sahibi için nerdeyse ölme­ye haz ı r o lan bir sevecen köpek tan ımadığ ı kişileri öldürmeye bile kalkabi l i r.

Demek ki, köpekte en az ından iki kavram var: Tanıd ığ ı i n · san ların imaj ları diyebileceğimiz (kişisel) kavramlar; tanımad ığ ı i nsanlarla i lg i l i (soyut veya genel) i nsan kavramı . Gerçi hayvan­ların dil i yoktur, ama onlara herhangi bir dili anlaması öğretile­

bilir. Bir köpek yalnız sahibini ve dostları n ı tanımakla kalmaz, onların adlarını da öğrenir. Buna göre, özel adlar kişisel (veya teki l ) kavraml arın sembolü oluyor. İşin daha ilginç yan ı , köpekler ve en az onlar kadar zeki (beyni gel işmiş) öteki hayvanlar bazı genel kavramların adların ı da öğrenebi l iyorlar. N itekim, sahibi köpeğine "Hadi, gezmeye gidelim!" veya "Bana terliklerimi ge­tir !" dediği zaman, köpek davran ışlarıy la deni lenleri anlad ığ ın ı

hemen be l l i eder.

Bütün bu ayr ıntılara g irmemin ana nedeni şu: Bir i nsan (hele bi r hayvan) için kavramları karıştırmak diye bir şey söz konusu deği l: "Kavram kargaşası" deni len şey de asl ı nda insanların ay­nı sözcüğü değişik an lamlarda kullanmalar ından kaynaklanıyor.

* Bizde ik•de bir kul lanı lan 'kavram kargaşası' deyimi ya tümüyle anlamsızdır. ya da P latoncu bir kavramcı l ıktan kaynaklanmaktad ı r . Öyle sanı yorum. ki, Pla­ton'un idealar öğretisinden haberi olmayan birçok insan, davranışları y la onun­kine benzer bir kavramcı l ı kla malLJI olduklar ın ı açığa vuruyorlar.

107

Page 109: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Pratik sorunların neden ötürü çözümlenemediği (veya bu ko­nudaki tartışmaların neden bi r sonuca bağlanamadığ ı ) konusu­

na dönmeden önce semantik'le ilgi l i bazı temel bi lg i ler vermek gereğine i nan ıyorum.

insanlar sözcükleri bazı nesne türlerinin (veya bunlar ın z ih in ­deki kavramlarının) sembolü (veya karş ı l ığ ı) olarak kullanı rlar. Ancak. dediğim gibi, tek tek insan lar arasında bell i b i r sözcüğün ne tür bir nesneyi (dolayıs ıyL:ı n ::ı s ı l bir kavramı) göstermek üze­re kul lan ı labileceği konusuncicı ııeı zaman tam bir uzlaşma yok­tur. B i r deyime, her insan başkr.ılar ın ınkınden az-çok farklı b i r d il ku l lanır . Ancak s ı radan insanlar genellikle bunun farkında olma­d ı klarından, içlerinde fazla egosantrik veya "mütehakkim mizaç-1 ı" olanlar, herhangi bi r sözcüğü kendisinden farkl ı b i r şekilde kullananları dili bi lmemekle veya bile b ile değişik biçimde kul ­lanmakla suçlarlar. Nitekim , 'kavram kargaşas ı' deyimini ku l la­nan kişi her sözcüğün, Platon'un varsaydığ ı g ibi , bi r ve aynı kavramı di le geti rmesi gerektiğine inan ıyor demektir.

Sıradan adam bu inancında büsbütün haksız değildir, zira in ­

sanlar günlük hayatta kullanı lan sözcüklerden büyücek bir bölü­münü hemen hemen aynı şekilde kullanırlar. Hayvan, bitki, alet ve benzeri nesnelerin adları Qzerinde insanları n pek fazla tartış­mamaları da bunu gösteriyor. Doğrusu bu ya, bir dili iyi öğrenmiş erg in kişi ler arasında kedıye "köpek", papağana "baykuş", masa­ya "sandalye" , patlıcana "biber" diyene hemen hemen hiç rast­lanmaz. Ayn ı şey gün lük hayatta kullandığ ımız --insan yapısı-­her tür lü araç ve gereç iç in de geçerli . Nitekim , kendi si nden "b ı­çak" istenen bir kimse tutup da ona bir çekiç uzatmaz. Hayvanlar bile nesneleri birbir inden ay ı rdedebi ldikleri ne göre, insanı n bu gi­b i durumlarda b i r "kavram kargaşası"na düşmesi mümkün değil .

1 08

Page 110: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

Yalnız ne var kı, sözcükleri n uygulama alan ları her zaman kesin s ı n ı rlarla b i rbirinden ayrı lm ış deği ld ir . Bu nedenle bel l i bi r sözcüğü bell i bir nesneye uygulay ı p uygulamamakta tereddüt ettiğ imiz o lur. Buna "semantik şüphe" durumu d iyebi l ir iz. Örne­ğin üç ayaklı bir mobilya görüyorum , ama onu hangi adla çağ ır­mak gerektiğine karar veremiyorum , acaba bu b ı r. tabure m i , yoksa çiçek vazosu konan b i r sehpa mı ?

Bel irs iz l ikle i lg i l i en i lginç örneği Locke vermiş : Saint Martin Kil isesi papazı doğduğu zaman o kadar biçimsizmiş , i nsana o derece az benziyormuş ki , i lk in i nsan olmadığını düşünerek vaft iz etmem iş le r. Ancak insanlar gibi davranmaya, özel l i kle konuşmaya başlay ınca insan sayı lab i leceğine karar ver ip vaftiz etmiş ler . B iz genel l ikle normal deni len insanlar la içli -d ış! ı olduğumuzdan ' insan' sözcüğünü ne tü r canl ı l ara uygulamak gerektiği konusu nda pek tereddüt etmeyiz, ama anormal (h i l ­kat garibesi) türden insanlarla karşı laştığ ımızda iş değ iş ir. Ant­ropologlarla b iyologları uğraştı ran en zor sorun lardan bi ri " İ n ­san ne zaman ortaya çıkmıştı r?" sorunudur. Bu soruya kesin bır cevap vermek mümkün olmadığı içi n , onun yerine " İnsan nas ı l evrim leşmiştir?" türünden sorular sormayı daha akla­yakı n bu lmuşlard ı r.

Bilindiği gibi , renkleri n , tatları n , seslerin binbir tonu vardır. Bu durum insanoğlunu şöyle bir güçlükle karşı karşıya b ı rakır: Bel l i b i r renk tonuna "sarı" m ı demek doğrudur, yoksa "pembe" mi? Bu örnekleri istediğimiz kadar çoğaltabi l i rız; ancak bu durumun di ldeki sözcük say ıs ın ın "s ın ı rl ı " olmasından kaynaklandığ ın ı ha­tırlatmakta yarar var. Sıradan adamın kullanabildiği sözcük sayı ­sı b i rkaç bini geçmez. Buna karş ı l ık, ressam ı n "rnnk-söz lüğü" b i r hayli zengi ndir, dolayıs ıyla onun sözlüğünde bel l i b i r renk tonunu

1 09

Page 111: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

dile getiren ayrı bir sözcük bulunabilir, bu nedenle de ressam yu­

karıdaki soruya h iç du raksamadan cevap verebi l i r _ Ancak ressa­mın sözlüğünde bi le bütün renk tonlar ın ın ayrı bir ad ı yoktur. Gene de bel i rsizliği bir dereceye kadar gidermek mümkün . Nice­l ik, hatta niteliklerin dereceli olduğu her alanda elden geldiğince kesin bir dil kul lanmak gerektiği zaman, bunları fiziksel deyim­lerle d i le getirmek mümkü n . Nitekim, renkleri elektromanyetik

dalgaların boyu veya frekansı (Angstrom veya Hertz) türünden

dile getirebiliyoruz. Gözle görülebilen ış ı k dalgaları 4000 ile 8000 Angstrom (veya onlara tekabül eden kilohertz) arasında değişti­ğinden, herhangi bir renk tonu bu di l le ifade edilecek olursa, her türlü karars ızl ı k ortadan kalkacağ ı için, onu di le geti ren cümle de kesin bir doğruluk-değeri kazan ı r. Günlük di lde s ıcakl ık derecele­r in i ifade etmek iç in 'soguk-s ıcak' çiftinden başka ' ı l ı k', 'çok s ı­cak', 'çok soğuk' gib i kal itatif terimler kul lan ı l ı r , ama bunlar da belirs iz l iğ i gidermeye her zaman yetmediği iç in "s ıcakl ık derece­si"ni ölçen aletler kullanmak zarureti doğabi lir. O zaman birinin s ıcak dediğine bir başkası soğuk veya ılık diyemez, böylece ge­reksiz bazı sözel tartışmalar önlenmiş olur.

Günlük dilde kul landığımız sözcüklerin bir başka özell iği de hemen hemen hepsinin çok-anlamlı (ambiguous) olmas ı , yani birden fazla anlama gelmeleridir. Örneğin, 'çalmak' sözcüğünün Türkçe'de en az iki değiş ik anlamı vard ı r' : 'Keman çalmak' de­yimindeki anlamı , 'para çalmak' deyimindeki anlam ı . Örneğin,

( 1 ) Ahmet kemanım ı çaldı

cümlesi tek baş ına kul lan ı ld ı ğ ı nda, burada geçen 'çalm ak' f i i l in in

( 1 ') Ahmet benim keman ım ı t ıngırdattı

* TDK'nun yayı m ladığı Türkçe Sözlük'te 'çalmak' sözcüğünJn 16 değişik

kul lanımına yer veri lmiş.

1 1 0

Page 112: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

anlamında mı , yoksa

( 1 ") Ahmet ben im keman ımı aşırdı

anlamında m ı kullan ı ld ığ ın ı anlayamayız.Ancak bu tür bir çok­

anlam l ı l ığ ı bu cümlenin yer ald ığ ı dilsel bağlamı göz önünde bu­

lundurarak kolayl ıkla giderebiliriz. Nitekim ,

(2) Dün akşamki konserde Ahmet benim keman ımı çaldı

cümlesinde 'çalmak' sözcüğünün ''tı ng ı rdatma" anlam ında kulla­

n ı ld ığ ı n ı hemen anlarız. Aynı şeki lde

(3) Ahmet benim kemanımı çalmış, parasını da barlarda yemiş

cümlesinde de bir yanl ış-anlama söz konusu değildir. Çok-an­

laml ı l ığ ın dilde büyük bir tutumluluk sağlad ı ğ ı n ı , bu şekilde bel ­

leğ in yükü n ü hafiflett iğ in i kolayca tahmin edebi l i rsiniz. Çok-an­

laml ı l ı k bazen anlaşmaz l ı klara yol açmakla birlikte, bu tür anlaş­

mazl ıklar genel likle kısa zamanda giderilebilmektedir. Ancak ba­

z ı eski metinlerin yorumlanmasında ortaya çıkan anlaşmazlı klar

gide ri lemiyor. Asl ı nda bel irsizl i k, yani bir iddiaya herhang i bi r

doğru luk-değeri verilememesi durumu da, çok-an lamlı l ık , yani

b ir önermeye bazı lar ın ın doğru , bazıların ın yanlış değerini ver­

meleri durumu da dilsel araçlarla g ideri lebil ir. Bel i rsizl iğ i gider­

mek için sözcük sayısını en küçük bir nüansı dile getirebilecek

kadar art ı rmak, çok-an lam l ı l ı ğ ı g idermek için de her sözcüğü

tek bir anlamda kullanmak yeterlidir*. E lbet bunun için de di l in

sözlüğünü alabildiğince zenginleştirmek gerekecekti r k i bu , söz­

cükleri akı lda tutma iş in i imkansız hale geti recektir. Doğal d i l ler,

doğal olarak tutumluluk ilkesine uygun olarak gelişmişler. Bura­

da da insan zekas ın ı n ne kadar gerçekçi �lduğu ortaya çık ıyor.

* Arapça'da bizim 'deve' sözcüğümüze karş ı l ı k tam 5 bin sözcuk varmış.

1 1 1

Page 113: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Sı radan adamın bu konudaki "sağduyu"sunun kendi leri n i da­ha ak ı l l ı ve bi lg i l i sanan bazı düşünürlerde yok olduğu nu gör­mek şaşı rtıc ı . Ki misi P laton , kimisi Aristoteles anlam ında "kav­ramc ı" olan bu "çok-b i lmişler" bazı sözcüklerin kendilerininkin­den farklı bir anlamda kul lan ılmas ına tahammül edemiyor, bun­da ayak d i retenleri o sözcü kleri n gerçek anlamın ı bilmemekle suçluyorlar. Örneğin ,

(4) Atatü rk b i r diktatördü

önermesini evetleyen biris i , onu deği l leyen bi ris ini 'diktatör' söz­cüğünün gerçek; anlamını bi lmemekle (yani bir tür "kavram ca­

hi l l iğ i" i le) suç layabi l ir . Bu da gösteriyor ki, bazı i nsanlar bazı

sözcüklerin gerçek anlamı diye bir şey olduğuna, üstel ik bazı kimselerin bu anlamdan haberdar olmadığ ına inan ıyorlar . (4) ü evetleyenlerle değilleyenler (veya hayı rlayanlar) arasında sonu

gelmez bir tartışman ı n çıkması beklenebilir. N i tekim, (4) ü değil­leyen kişi genel l i kle onu evetleyene karş ı ,

(5 ) Hayır, Atatürk sadece biraz otoriter b ir demokrattı

iddias ı n ı öne s ü rebil ir.

Burada aynı kişi , yani Atatürk hakkında iki bağdaşmaz (yani i kis i de aynı zamanda doğru değeri ni alamaz) iddiayla karş ı kar­

ş ıyayız. Atatürk' ün tarihi kişi l iği , yani nerede doğup büyüdüğü ,

ne g ib i görevler yüklenmiş olduğu, vbg. konularda pek tartışma çıkmaz, çıksa da tarihsel belgelere dayan ı larak tartı şma bir so­nuca bağlan ır . E lbette Atatürk' le i lg i l i bazı b i l inmeyen şeyler de vard ı r. Örneğın, onun 1 880'de mi, yoksa 1 88 1 'de mi doğmuş olduğu kesin olarak bi l inmemektedir, ama birisi çıkıp da,

(6) Atatürk 1 880 'de doğmuş o lamaz, olsa olsa o 1 88 1 'de doğmuştur

1 1 2

Page 114: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefen in Açmazları

iddiasında bulu nsa ve bu iddiasını belgelemek için,

(7) 1 880'de doğmuş olmak Atatü rk kavramına aykı r ıd ı r

tü ründen iki nci bi r iddiada bul unsa, çoğumuz onu en az ından "z ı p ırl ı k"la suçları z , z ira Atatürk idea' s ın ın (veya imaj ın ın ) do­ğum tarihi i le bir i l işkis i olamaz. B i r insan ın doğum tarihi biyog­rafisi i le i lg i l i bir olgudur .

O zaman kendimize şu soruyu yöneltmemiz gerekiyor: (4) ü evetleyenle onu değil leyen kişinin al ıp veremedikleri ne?

Araları ndaki tart ışmanın olgusal belge lere dayan ı larak k ı ­sa zamanda g i de ri lememesi (4) ü n , dolay ı s ı y l a (5) i n Ata­türk'ün biyografisine i l işki n bir iddia olmadığını gösterir . Nite­ki m , onun biyograf is ine i l işkin bütün idd ia lar , tari hi belgelere dayanı larak sonu nda denetlenebil ir, bu nedenle de bu belge­ler objektif olgular ı d i le getir ir. Gerçi bu o lgu lar ın bi l inmediği durumlarda,

(8) Bana göre Atatürk 1881 yı l ı nda doğmuştur, (9) Bana göre Atatürk 1 880 y ı l ı nda doğmuştur,

türünden idd ialar da öne sürülür; bu, i ki değişik kişinin değişik belgelere dayandığ ı n ı gösterir, ancak her ikisi de bu iddialardan

birinin gerçeği yansıtt ığ ına ve i leride bunlardan sadece b i ri nin doğruluğunun saptanacağ ı na i nanır . Buna karşı l ık, (4) ve (5) id­dialarını öne sürenler i leride bulunacak yeni belgelerle idd iaları ­

n ı n yan l ışlanabi leceğin i h i çbir zaman kabule yanaşmazlar .

Eğer buna haz ır olsalardı , (4) ve (5) yerine, iddialar ın ı ,

(4') Bana göre Atatürk bir diktatördü, (5') Bana göre Atatü rk sadece otori ter bir demokrattı ,

biçiminde dile getirirlerd i . Bi raz dikkat edi l irse, (4') i le (5') i n bağ-

1 1 3

Page 115: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

daşmaz olmadıkları görülür. Nitekim, 'bana göre' deyimi kulla­n ı l ı nca her türlü "tart ışma" i ht imali ortadan kalkm ış olur .

İşte (4') ve (5') biçimine çevrilemeyen (4) ve (5) türünden id­d ialara değer-yargıları diyoruz. Gerçekten de (4) ü evetleyen kişiye (5) i evetleyen kişi ne kadar objektif (yani Atatürk'ün bi­yografisiyle i lg il i ) belgeler gösterirse göstersin, onu iddiasından vazgeçirmeyi başaramayacakt ır . Bundan da anlaşılacağ ı g ib i , bu iddiaları n sahipleri 'diktatör' ve 'otoriter demokrat' s ıfatları n ı n bel l i bi rtakım objektif nitelikleri gösterdiği iddias ındalar; iddiala­rından bir t ü rlü vazgeçmek istememeleri de bunun böyle oldu­ğuna kesinlikle inandı klarını gösterir. P laton'un d i l iyle, 'di ktatör' deyimi de, 'demokrat' deyimi de belir l i birtakım ideaların adları­d ı r, öyle olduğu için de, bu iddiaları öne sürenlerden en az biri, ama belki de ikisi yanlış bir iddiada bulunuyorlar!

Şimdi şunu sormamız gerekiyor: (4) ve (5) türünden iddiala­ra bel l i bir doğru luk değeri vermek, yani onları doğrulamak ve­ya yanlışlamak mümkün m ü ?

Eğer b u iddiaları,

(4') Bana göre Atatürk bir diktatördü

ve

(5') Bana göre Atatü rk otoriter bi r demokrattı

biçim inde yorumlarsak, o zaman doğruluğun (dolayısıyla yanl ış l ı ­ğ ı n) insandan insana değiştiğini kabul ediyoruz demektir. Bu tu-

* İki iddianın "bağdaşmaz" olması en azından birinin yanlış olması demektir. Ancak ikisi de yanlış olabil ir . Buna karş ı l ı k, iki iddiadan birinin doğru olduğu durumda öteki mutlaka yanlış ise. bu tür iddialara "çelişik" diyoruz. (4) ile (51 in bağdaşmaz olmasına karşı l ı k , "Atatürk bir diklatördü" ve "Atatürk bir dikla· tör deği ldi " iddiaları çel i ş iktir. Doğru bulmadığımız bir ıddiaya sadece karşı ç ıkmak onu değillemek. böylece onu kabul etmediğimizı belirtmek dem ektir.

1 1 4

Page 116: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

tumun genel adı "relativizm" ; o zaman Ahmet (4') ü, Mehmet ise (5') i savundukları halde, aralarında bir tartışma baş göstermez. Ancak relativizmi kabul eden kişi "doğruluğun", s ıcakl ık ve soğuk­luk gibi , relatif bir nitel ik olduğunu kabul ediyor demektir ki, bu du­rumda (4) i le (5) in b i r bilgiyi değil , sadece b i r sanıyı (görüş, fikir, doxa) dile getirdiğini kabu l ediyoruz demektir. Platon'un di l iyle söylersek, herkesin zihninde aynı olan bir "diktatör" ideası yoktur,

sadece herkesi n kendine göre b i r "diktatör ideası" vard ı r.

Platon sofistlerin öne sürdüğü bu tür bir relativizrni kabule h iç­bir zaman yanaşmayacaktır, yoksa bir "ahlak bilimi"nin, bir "pol i ­tika bi l imi"nin kurulamayacağ ın ı kabul etmemiz gerekir. Platon i le Sokrates arasındaki temel ayrım burada ortaya çıkıyor. Platon'un "Sokratik" denen diyaloglarında Sokrates'in yaptığı kavram araş­tırmaları n ı n başarısızl ık la sonuçland ığ ın ı görmüştük. N iteki m, "matematiksel" kavramlar üzerinde herkes anlaşt ığı halde, s ı ra 'adalet', 'dürüstlük', hatta 'dostluk' ve 'cesaret' gibi terimlerin anla­mına gelince, durum değişiyordu . Gerçi Sokrates bu durum kar­şısı nda, "Demek herkesin adalet, dürüstl ük, hatta dostluk ve ce­saret anlay ış ı (doxa) başkaymış, o halde göreceliği (relativizm) kabulden başka yapacak bir şey yok" diyecek yerde, kendisinin bu konularda "bilgisiz" olduğunu söylüyor, ama bu tür bi lginin el ­de edilebileceğini, dolay ıs ıyla, matematikte olduğu gibi , ahlak ve politika alan ında da bilgisizliğin gideri lebi leceğini ima ediyor. Bu ­na karşı l ık, Platon, bu konularda da "kesi n" b i lgi ler elde edi lebi le­ceği inancıyla ü nlü idealar teorisini ortaya atıyor.

4) Değer Yargılar ın ın Görevi

Di ldeki baz ı sözcükleri hoşlanma-hoşlanmama, onaylama­onaylamama g ib i bazı d uygusal tepki lerimizi açığa vurmak için ku l land ığ ımız ı daha önce bel irtmi ştim.

1 1 5

Page 117: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

(1 O) Dün akşamki konser çok güzeldi

diyen bir in in dün akşamki konserden ne kadar hoşlandığ ı n ı , bu­na karş ı l ık ,

( 1 1 ) Dün akşamki film berbat mı berbattı

diyen bir inin gördüğü filmden hiç mi hiç hoşlanmadığ ını be l irt­

meye çal ışt ığ ı apaç ık olsa gerek. Ancak insan lar bazen ,

(1 2) Beethoven'in 9. senfonisi eşsiz güzell ikte b ir eserdir

veya,

(1 3 ) Necil Kazım Akses' in eserleri hiç de güzel değildir

tü ründen cümleler kul lanarak, sadece bu eserler karş ıs ındaki duygusal tepki leri ni değil , onları nasıl değerlendirdiklerini de di le getirirler. işte ( 1 2) ve ( 1 3) türünden cümlelerin di le getirdik­leri yarg ıl ara değer yargı ları diyoruz. Açı kça görü ldüğü g ib i , ( 1 0) i le ( 1 1 ) i dile getirenler sadece kendi iç du rum ları n ın nasıl olduğu nu açı ki ıyorlar, buna karşı l ık ( 12 ) ve (1 3) --hiç deği lse gö­rünüşte-- kişin in d ış ı ndaki b i r nesne veya durum i le i lgi l i b ir yar­

g ıyı di le getiriyor.

S ı radan insanlar gene l likle (1 2) i le { 1 3) ün

( 1 4) Yer yuvarlaktır

veya,

(1 5) Atatürk mavi gözlüydü

gibi , herhangi bir nesnenin bizim dış ımızdaki (objektif) bir n itel i­ğini di le getird iğ in i , dolay ıs ı y l a bu sonuncular gibi bell i bir doğ­ruluk-değeri almas ı gerektiğ in i düşünür ler. Ancak on ları n bu varsayımları geçerl i değildi r. Bunu anlamak iç in şu soruyu sor­mamız yeter: " İyi de, ( 1 2) i l e ( 1 3) ün doğru luk-değer in i nası l

1 1 6

Page 118: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

saptayacağız?" Burada gene i ki değişik yol izlemek mümkün : i) Empirik bir araştırma yapmak, yani bir anket yard ımıyla kaç kişinin bu iddiaları onayladığına bakmak. Bu da bizi ister iste­mez relativizme götürecektir, zira klasik müzikten anlayanların belki büyük bir çoğunl uğu (1 2) yi evetleyecek, buna karşı l ık, ayn ı kişi lerden bir kısmı ( 1 3) ü değil leyeceklerdir. i i ) Bir k ıs ım insan Beethoven'in 9 . senfonisinin Platon'un "güzel l ik ideası"nı bütün haşmetiyle yansıtt ı ğ ı n ı , buna karşı l ı k Necil Kaz ım Ak­ses'in eserlerinin bu ideaya pek uymad ığ ın ı söyleyecektir.

S ı radan insanlar arasında Plato ncular bulunduğunu sanmı ­yorum; onların değer yargıları günün modas ın ı yansıtır. Ancak filozoflar arası nda, çok az da olsa, Platonculara rastlanmakta­d ır.* Platon'a göre, değer yargılarının denetlenmesi ile ( 1 4) ve ( 1 5 ) gibi olgulara i l i şkin iddiaları n denetlenmesi aras ı nda bir ay­rım yoktur, dolayısıyla Atatü rk'ü n "mavi gözlü" olup olmadığ ın ı nasıl b i l iyorsak, Atatürk'ün b ir "diktatör" o lup olmad ığını da aynı yöntemlerle bi lebi lmemiz gerekir.

Ne var ki, ( 1 4) i le ( 1 5) in doğruluğunu istisnasız herkes evet­lediği, dolay ıs ıyla bu konularda bir tartışma ç ı kmad ığ ı halde, ( 12) ile ( 1 3) konularında genellikle neredeyse sonuçlandırı la­mayan tartışmalar ç ıktığ ı bir gerçek. P laton'la Platoncular iste­dikleri kadar bu durumun bazı insanların "kavramsal" bilgisizli­ğinden kaynaklandığ ı n ı iddia etsinler, onlara daima şu soruyu sorabi l i riz : "Kimin bu tür bir bi lgiden yoksun olduğuna kim karar verecek?" Platon'un bu soruya "Fi lozof ! " d iye cev ap vermesi

• Günümüzde "fenomenolog" ( ing. "phenomenologist") diye anı lan fi lozoflar, Platon'un idealar teorisinin modern psikolojinin verileriyle yen i lenmiş bir versi­yonunu savun uyorlar. Ne yaz ı k ki, bu konuya g irmem iz imKansız. Yaln ız fe­no menolojinin kurucusu olan Edmund Husserl"in, tıpkı Platon gibi, matemati­ğe çok önem veren bir filozof olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.

1 1 7

Page 119: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

hiçbi r şeyi değ işti rmez , zira o zaman da kendisine şu soruyu yö­

neltebilir iz: "Bir i nsanın filozof olup olmadığ ına nas ı l karar vere­ceğ iz?"

P latoncu h içb ir zaman bu soru nu çözemez, bu nedenle de onun önerisini kabul etmek mümkün değ il . O zaman da şu so­ruya b ir cevap aramamız gerekecek: "Neden insanlar ( 1 4) i le (1 5) türünden idd ialar ı n doğruluk-değeri üzerinde ko layca an­laşab i ldikleri halde, ( 1 2) i le (1 3) türünden idd iala r sürüp giden tart ışmalara yol aç ıyor?"

B u s o ruya ik i şek i lde cevap veri lebi leceğ in i s a n ı yorum: 1) Bazı insanlarda açık veya g izli bir Platonculuk olduğu için ;

2) Değerlendirici dediğ imiz sözcükler büyük ölçüde i nsanların özlemlerini dile getirdikleri için.

Platon ile onun modern izleyicileri olan fenomenologlar sıra­dan adamın --her konuda olduğu g ibi-- kavramlar veya idealar konusunda da "bi lgisiz" olduğuna inandıklarına göre, yukarıdaki ( 12) ile ( 13) türünden iddiaların doğru olup olmadığ ına ancak 'güzel ' sözcüğünün hangi kavramı dile getirdiğini bilen "filozof" karar verebilir, dolayısıyla sof istlerin yapt ıkları gibi, bu konuda herkesi yetki l i saymak ve bunun sonucunda relativizme s ığın­mak yanl ışt ır. Her işi n bir "ustası" olduğu gibi , kavram bilgisi­nin de uzmanları vardır , yoksa her önüne gelen öne sürdüğü her iddianın doğru olduğunu iddia etmek hakkına sah ip olacak, tır_ Hakl ıy ı haksızdan demokratik yöntemlerle, yani oyları saya­rak ayı rdetmek de mümkün değildir, yoksa bileni bilmeyenden ayırdedemeyiz. Aşçıları bile "usta" ve "çırak" diye ayırd ığ ımız halde bilgi-ustaların ı , yani "b ilgeleri" ötekilerden ayırdetmemek olur mu? Platoncularla fenomenologlar böyle düşünüyor.

1 1 8

Page 120: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

İ lk bakışta akla-yakın görünen bu görüşün püf noktası, Platon­cular ın bütün kavramları bir ve aynı türden saymaları , bugünkü deyimle söylersek, dildeki bütün genel terimlerin temelde ayn ı işlevi gördüğüne inanmaları . Eğer 'güzel' sözcüğünün, tıpkı 'yu­varlak' veya 'mavi gözlü' deyimi gibi belli bir niteliği ve sadece o nitel iği dile getirdiğini varsayarsanız, bu sözcüğün içinde geçtiği herhangi bir ( 1 2) türünden iddiayı sıradan adamlar kabul etmese bile, onu klasik müzik konusunda uzman (yani bilgili) olan birinin kabul etmesi yeterlidir, bu konuda bilgisiz olan kişilerin ( 12) yi ka­bul etmemelerinin hiçbir "kıymeti harbiyesi" yoktur. Fransız düşü­nürü Renan "Hemfikir olmad ığ ın ız kişilerle tartışmak caiz değil­dir!" demiş. Çok doğru söylemiş, zira en iyisı bilgililerin bilgisizlerle veya yarım bilgili lerle hiç tartışmaya girmemesidir.

Şimdi işin püf noktasına geliyorum : Bu tür "değerlendirici" te­rimlerin içinde geçtiği iddiaların doğru olup olmadığ ı konusunda yaln ız filozoflarla s ı radan adamlar değil, filozoflarla başka filo­zoflar da tartışıyor, hatta ası l tartışma bu sonuncular arasında geçiyor, buna ne buyrulur? Eğer bunlardan biri , örneğin Platon çıkıp da, "Güzel kavram ının nasıl bir şey olduğunu ben bil i ri m" diyecek o lursa, ötekiler onu "kendin i beğenmişlik"le, hatta narsi­sizmle suçlarlar. Bugüne kadar gelmiş geçmiş yüzlerce filozof arası nda tart ışma sürüp gittiğine göre, bu da bir ç ık ış yolu deği l. Hele P laton 'un yaptığı gibi, idealar dünyasında "güzel" ideası­n ı da seyretmiş olduğunuzu (theorein) iddiaya kalkarsanız , sa­dece "gülünç" olursu nuz.

Bu defa da insanların değer yargıları n ı n doğruluk-değeri ko­nusunda neden bir türlü anlaşamadıklar ını Platonculardan baş­ka bir biçimde açıklamamız gerekecektir. Üstelik bu, her aklı ba­ş ında i nsanın onaylayabileceği türden bir aç ı klama olmal ı .

1 1 9

Page 121: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Görebildiğim kadarıyla, bu konudaki tart ışmaları n i ki öneml i kaynağı var: 1 ) Değerlendirici sözcükler, tasvir-edici sözcük­lerden fark l ı b i r işlev gördükleri halde, bazı i nsanlar bunun far­kı nda deği l ler; 2) Birinci türden sözcüklerin asıl işlevleri onları kul lanan kişilerin özlemlerini yansıtmak, dolayıs ıyla başkalar ının da ayn ı özlemleri duymas ın ı sağlamak. Tartışmaların da ası l amacı b u , yani karş ıs ı ndakin in duygu lar ın ı etkileyerek, onun kendi istekleri doğrultusunda davranmas ın ı sağlamak. '

Burada hemen bir iki hatı rlatmada bulunmam gerekiyor: Yu­karıda sözcükleri "tasvir-edici" ve "değerlendirici" diye i ki öbeğe ay ı rd ım . Oysa h içb i r sözcük sadece tasv i r etme veya sade­ce değerlendirme görevin i yüklenmez , dolayısıyla hemen her sözcüğün hem tasvir etme, hem de değerlendi rme işlevi vardır. Sizin anlayacağın ız , bu sadece bi r derece ayrım ı . Gene de bazı sözcüklerin hemen hemen sadece değerlendirme, bazı lar ının da hemen hemen sadece tasvir etme görevi olduğunu söyleye­b i l i riz. Örneğin , "Aman ne güzel i" cümlesindeki 'gDzel' sözcüğü­nün b i r i nsanın herhangi bir şey karş ıs ındaki duygusal tepkisini dile geti rdiğ i , "Dün burada kar yağd ı" cümlesinde geçen 'kar' sözcüğünün daha çok bir durumu tasvir etmek amacıyla kul la­n ı ld ığ ı açıkt ı r . Buna karş ı l ık, ( 1 2) de geçen 'güzel' sözcüğünün sadece duygusal b i r tepkiyi d i le getirmediği de meydanda. Nite­kim, bu iddiayı öne süren kişiye neden Beethoven'in 9. senfoni­sini "güzel" bulduğunu sorabi l irsin iz. Yal n ız 'iyi-kötü', 'güzel-çir­kin' , 'hakl ı -haksız' çiftleri deği l , 'adalet', 'benci l l i k' , 'hayırseverlik', 'dostluk', 'cesaret' gibi sözcükler de bel l i ölçüde insanların duy­gusal tepkilerini dile getirirler. Buna karş ı l ık, 'üçgen', 'daire', 'h ız',

* İ leride göreceği miz gibi, tartışma yoluyla başkalarını ikna edemeyeceKıerıni anlayan i n sanlar daha sert yöntemlere başvurmaya kalkışıyorlar. Özellikle "hükmetme arzusu" çok kuvvetli olan imanlar bu yola başvururlar.

1 20

Page 122: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

'madde' , 'enerji ' gibi sözcükler hemen hemen hiçb i r zaman her­hangi bir duygusal tepkiyi di le getirmek veya başkalar ında her­hangi bir duygusal etki uyandı rmak amac ıyla kullanılmazlar.*

Şimdi tasvir etme görevi değerlendirme görevine hemen he­men eşit ağır l ıkta olan bazı önemli sözcüklere geliyoru m : 'De­mokrasi ' , 'özgü rlük' , ' i nsan hakları ' , 'komünizm', 'faşizm ' , 'cum­huriyet', ' laik l ik' , 'tolerans', 'din', 'felsefe' ve 'b i l im ' gibi sözcükler i l k akl ıma gelenler. Dikkat ettiyseniz, belki bugün de anlamları üzerinde en çok tartışılan sözcükler bun lar. Şüphesiz 'güzel-çir­kin', 'doğru-yanlış' veya 'iyi-kötü' çiftleri gibi hemen hemen sade­ce i nsan lar ın duygusal tepki leri n i d ışa vu ran sözcük ler değ i l bun lar. Öte yandan, 'üçgen ' , 'kalem ' , 'kap ı ' , 'b ıçak' , 'elma' g ibi büyük ölçüde tasvir-edici sözcükler de değil, z ira ne b i rinci ne de ikinci türden sözcüklerin anlamı üzerinde tart ışma çı kar.

Sıradan insanlar 'faşizm ' , 'komünizm', 'demokrasi' veya 'lak­

lik' terimleri ü zerinde sık s ı k tart ış ı ld ığ ına tanık olmuşlard ı r , ama 'felsefe', hele 'bi l im' terimleri n i n de bazen şiddetli tart ışmalara neden olduğunu bu konularla uğraşmayanlar pek bilmezler. Ha­di diyelim ki, 'felsefe' tartışma götürür, ama 'bilim' teriminin bi le tartı şma konusu olab ileceğ i pek akla gelmez. Oysa bütün kav­ramların analizini yapmak amacıyla yazılmış olan ve "Din ne­di r?", "Demokrasi nedir?", "Laiklik nedir?", "Felsefe nedir?", hat­ta "Bi l im nedir?" başl ığ ın ı taşıyan binlerce kitap yayımlanmıştır. Bu tür soru ları cevapland ı rma işi ne genellikle "felsefe" dendiği içi n , ayn ı işi yapmaya çalışan kitaplar çoğu zaman "Din felsefe-

• Bir de dilde hem değerlendirici, hem tasvir-edici bir görev yüklenmiş oldukları­nı açıkça belli eden sözcükler vardır: 'yuva', 'emek', 'sömürü', 'herif' vb. söz· cükler bunlara örnek gösterilebil ir. Nitekim 'ev' daha çok nötr bir terim , 'yuva' ise mutlu bir ailenin oturduğu ev; 'emek' dilde "iş' karşı l ığ ı kullanı ldığı zaman bile, bu sözcük çalışanlara karşı bir sempati, hatta acıma duyulduğunu açığa vurur. 'Herif' ise "sevilmeyen'', "antipatik adam" yerine kullanıl ır.

1 2 1

Page 123: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğ reniyor

si", "Demokrasi felsefesi", "Bi l im felsefesi" gibi başl ıklar da taş ı r­lar . H içbir zaman "Kalem nedi r?'', "Üçgen nedir?" gib i sorular sorulup tartışı lmad ığı halde, "Bil im nedir?" sorusunun bir tartış­ma konusu olabilmesi 'kalem'den farkl ı olarak 'bil im' sözcüğü­nün anlamı üzerinde anlaşma olmad ığ ın ı , başka bir deyiş le de­

ğişik "bilim anlayışlar ı " olduğunu aç ıkça gösteri r.*

Bu söyledi klerim , bu arada "b i lim" in b i le tartışma konusu

yapı ld ığ ın ı belirtmem bazı ları n ızda büyük bi r şaşk ın l ı k doğur­muş olsa gerek. Oysa bil imi ilkokuldan üniversite son sın ıfa ka­dar okutulan ders kitaplarından tan ıyan biri "bi l im"in hiçbir za­man tartışma konusu olamayacağı i zlenimini edinir. Bu son de­rece yanlış izlenim b i l im in geçmişi , yani gelişme süreci hakkın­da hiçbir şey bilmemekten kaynaklanıyor. Ben bu nedenle bir­kaç yaz ımda "Bizde bi l imler de Kur'an okutulur g ibi okutuluyor" demişt im. Bu iddiamda hak l ı olduğumu sanıyorum, z i ra bi l imin gelişmesini izlemiş olan bir kimse bil im adamlarının da araların­da bazen uzun tartışmalara girmiş oldukların ı görür. Bu nedenle "Bi l im nedir?'', hatta "Felsefe nedi r?" sorusunu soran filozofun bunu zıppır l ık olsun diye yapmadığını belirtmek isterim." Bu so­ru ları soran kişinin bil im adamlarıyla filozofların uğraştıkları işin nasıl bir iş olduğunu merak ettiği söyleneb i l i r , ne var ki, bu soru­lara tek ve kesin bir cevap veri lemeyeceği de bence şüphe gö­türmez. Bunun bir nedeni, bu soru biçiminde --bazen Platoncu, bazen Aristotelesçi-- bir kavramcılığın yatmakta oluşudur.

* Wolfgang Stegmüller' in '"Bilim Felsefesi'" adlı kitabı 6 büyük ciltten oluşuyor. Stegmüller bilimle ilgili her sorunu --bu konudaki bütün modern l i teratürü ta' rayarak-- incelemiş.

** Bu ikincı tür soruyu irdelemeye "meta-felsefe" deniyor. Asl ında bütün fikir uğ­raşlarının bir "felsefesi'" olduğu söylenebilir: "Bilim felsefesi '", '"din felsefesi'", '"hukuk felsefesi", vbg.

1 22

Page 124: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

Bu tür bir kavramcı l ığ ın ne kadar sakat bir varsayıma dayan­d ığını anlamak içi n tarihi gerçekleri göz önü nde tutmak yeterlidir. Sorunların alınlarında "bi l imsel sorunlar" veya "ielsef1 sorunlar" diye yaftalar bul unmadığını daha önce belirtmiştim. N itekim, her­hangi bir konuda çalışan bir kişinin ya bir b i l im adamı, ya da bir filozof olması gerekmiyor; hem bi l im adamı , hem filozof olması mümkün. Zaten başta herhangi bir soruna çözüm arayan her­kese "filozof" deniyordu , sonradan bunlardan bazılar ının yaptığı bazı işlere "bi l im" denilmesi daha uygun görüldü. Elbet bu, her iki işi de aynı kişinin görmesine engel deği l . Nitekim, bugün her i ki işi b i rden yapanlara "filozof-bilim adamı" veya "bilgin-filozof" denerek kavramcılrğın açtığı uçurumlar kapatı lmaya çal ışıl ıyor.* Durum böyle olunca, "Descartes bir bil im adamı mıydı, yoksa bir filozof mu?" türünden soruların anlam ı kalm ıyor. Descartes bu­gün daha çok felsefe sorun ları dediğimiz sorunlar üzerinde de kafa yormuştu , gene bugün daha çok b il im sorun ları den i len so­runlar üzerinde de, dolayıs ıy la --kavramcı l ıktan eğer büsbütün kurtulamıyorsak-- Descartes'a b ir "b i lg in filozof" veya "filozof bil­gin" diyebiliriz. Eğer kişi daha çok bi l imsel denilen sorunlarla uğ­raşıyorsa, ona "f i lozof bilgin", yok , daha çok felsefi deni len so­runlara ağı rl ı k veriyorsa, "bilgin filozof" demek uygun olur. Nite­kim, Einstein'a 'filozof bi lgin' s ıfatı verilmiş.**

* Buna göre, örneğin Galileo. Newton, Planck ve Einstein gibi "bilgin"leri filozof bilginler öbeğine, buna karş ı l ı k, Bacan. Kani ve Mach'ı bilgin filozoflar öbe­ğine sokmak müm�ün. Ancak burada da kesin ölçütler olmadığı için, örneğin Descartes'ı "bilgin fi lozoflar" diyebileceğimiz bir üçüncü öbeğe sokabiliriz, zira Descartes her iki türden sorunlarla eşit ölçüde i lgi lenmiştir.

** Arthur Schilpp'in yayımladığı "Modern Fi lozof iar Kitapl ığ ı" başl ığ ın ı taş ıyan dizide yer alan Einstein'a bu alt-başlık verilr:ıiş: "Einstein - Philosopher Sci­entist".

1 23

Page 125: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Ögreniyor

'Felsefe' ve 'bi l im ' terim le ri n i n anlamlar ı üzerinde yapı lan araştı rmalar çok ilginç bir gerçeği ortaya çıkarmış bulunuyor: Bu sözcükleri felsefeciler de bi l im adamları da aynı anlamda kul­

lanmıyorlar; sizin anlayacağın ız , her birinin b i l im ve felsefe an­layış ı bir başkas ın ınkinden farkl ı . Bu durum karş ısında şöyle düşünmek mümkün: "Demek ki , 'felsefe' ve 'bil im ' sözcükleri de t ıpk ı 'çalmak' veya 'dalmak' sözcükleri gibi çok -anlamlı !" An­cak, sözlükleri açtı ğ ı n ız zaman, bu sözcüklerin (ayrı numaralar­la belirti lmiş) değişik tanımlarına rastlamıyorsunuz. Bazı sözlü k yazarl arı b u sözcüklerin bi rbirinden b i raz farklı tanı m ları n ı ver­miş olsalar b i le , f i lozoflarla bi l im adamlar ına teker teker sordu­ğumuzda --çok muhtemelen-- bu terimlerin bir tek doğru tanımı

olduğunu iddia edeceklerdir. Her iki grubun da "kavramcı" bır ta­v ı r aldıklar ı , iş in daha da i lg inç yan ı , bu tavırlarını değişti rmeye yanaşmad ıkları görülecekti r . Be lki felsefe ve bi l im tarihçileri

çok daha esnek bir tutum sergileyerek, çeşitli dönemlerde deği­şik insanların , değişik felsefe ve bi l im anlayışları olduğunu söy­leyeceklerdir. Genell ik le bu tarih kitapları "felsefe tari h i " veya "bi l im tari h i " başl ığ ın ı taş ımalarına rağmen, bunları okuyanlara, insanların ayn ı ad altında oldukça değişik şeylerle uğraşmış ol­duklarını ima etmekte geci kmezler. Kald ı ki, Oxfo rd' l u fi lozof Rom Harre bilim felsefesi ile ilgili kitabına "Bi l im Felsefeleri" başl ığ ın ı vererek, bir tek bi l im anlayış ı olmad ı ğ ı n ı ima etmeyi gerekl i görmüş. Hele Stegmül ler' in 6 ciltl ik bilim felsefesi kitabın­da pek değişik, hatta birbi riy le bağdaşmaz bi l im anlayışları n ın sergi lendiğin i görmek i lk bakışta çok şaşı rtı c ı !

işte burada insan ister istemez kendine şu soruyu soruyor: "Nası l oluyor da 'felsefe' veya 'bi l im' diye adlandı rılan bi r düşün­me veya araştırma işi , bu işi yapanlar tarafından bile değişik bi­çimlerde yorumlanabi l iyor?"

1 24

Page 126: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefen in Açmazları

Filozoflarla bil im adamları arasında --Sokrates'inki ne benzer-­bir soruşturma yapı l ıp yapılmadığ ın ı bi lmiyorum. Ancak onlar üze­ri nde böyle bir soruşturma yapı lsa, içlerinde kavramcı olanların şu tür bir cevap vermeleri kuvvetle beklenebi l i r : "Bi lg i-üretme amacıy la girişilen ve bu giriş im sonunda güvenilir bilgiler edi nme­mizi sağlayan her türlü araştırmaya bilim denir." Bu ilk bakışta akla-yakın bi r tanım, ama o kişiye şöyle bir i kinci soru yönelttiğini­zi düşünün: "Size göre, örneği n psikoloji ve sosyoloji de bi lim

kapsamına giriyor mu?" O da şöyle cevap versin: "Hayır, zira bu disiplinler şimdiye kadar "güveni l i r" bilgi sağlayabi lmiş deği l ! " So­runuza şöyle devam ettiğinizi düşünün : "Sizce hangi d isipl inler 'bi­lim' adına layık o halde?" Cevap : "Başta matematik olmak üzere, fizik, kimya ve biyoloj i ! " Soru: "Demek siz temel bilimler d ış ında­ki uğraşları b i l im saymıyorsunuz?" Cevap: "Evet, öyle!"

Bu konuşmada muhatabı n ız olan bil im adamı gene bazı ol­gusal (empirik) den ilen araştırmaları 'bil im' terimin in kapsamı içine alıyor, oysa, daha önce de değindiğim gibi, Platon ''mate­matik" (ve "mantık") d ış ındaki hiçbir fiki r uğraş ıs ını bu ada layık görmüyordu, zira ona göre herhangi bir idd ian ın 'bilgi' sıfatına lay ık olabilmesi için, sadece güvenil ir olması yeterli deği ldi , o iddianın hiçbir zaman "yanl ış lanamaz" olması da gerekiyordu.

Yukarıdaki konuşmada Sokrates pozuna g iren kişi , karş ıs ı n­dakin in son cevabı üzerine sorgulamas ına şöyle devam edebi­l i rdi : "Temel b i l imleri bil im kapsamına alan siz, neden psikoloji ile sosyolojiyi d ışarda bırakıyorsunuz?" Cevap : "Temel bi l imler her önermesi s ıkı biç imde belgelenmiş iddialardan o luşuyor da, ondan. Oysa sizin sayd ığ ın ız disipl inlerde bu n iteliği taşıyan tek bir iddiaya rastlayamazs ın ız." Sor u : "Bir zamanlar fizik, k imya ve biyoloji de ayn ı du rumda değiller miydi? Hem Platon'un bu

1 25

Page 127: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

dalları da b i l im saymadığ ı n ı unutmay ın ! " Cevap: "Doğru, ama bu sadece şunu kanıtlar: Biz sadece her zaman doğruluğuna güvenebileceğimiz idd ialardan oluşan b ir disipline bilim diyoruz. Yoksa bu "etiket" bazı uğ raşlara iş in başı ndan beri veri lmiyor. İ leride bir gün "psikoloj i " i le "sosyoloj i"n in de bu ada layık bir dü­zeye gelmesi mümkün. Ama, ne zaman , orasın ı Al lah bi l ir . . . . "

Bu kısa diyaloğu ben uydurdum, ama "hayal-ürü nü" olmad ı ­ğ ın ı söyleyeb i l i ri m . Niteki m, felsefeciler, hatta b i l im adamları araları nda buna benzer tartışmalara s ık sık gi rmekteler . Soru­mu tekrarl ıyorum: Neden 'bıçak' veya 'armut' sözcüğünün anla­mı ü zerinde bu tür tartışmalar ç ıkm ıyor da, d i ldeki başka bazı terimlerin anlamları üzerinde ç ık ıyor?

"Bıçak" ('bıçrna' kökünden gel ıyor) insanın herhangi bir şey

bıçmak (=kesmek) amacıyla ü rettiği bir alet, bildiğiniz g ibi . Ancak

insanoğlu , tutmuş, değişik nesneleri kesmek için başka başka aletler icat etmiş ve bunlara 'makas', 'ustura', 'h ızar' gibi değişik adlar verm iş , oysa hepsine b i rden "b ıçak" diyebilirdi! Çok da iyi etmiş, zira her yeni alete başka bir ad vermeseydi, kendis i nden "bıçak" istediğiniz kişi, istenen in kesici bir alet olduğunu düşüne­rek, s ize ustura veya makas verebi l i rd i . Kıssadan h isse: Eğer işin başından beri , örneğin yeni b i r felsefe yapma tarzına yen i bir ad takılsayd ı , örneğin "melsefe" dense idi , felsefenin ne tü r bir düşünme etkinl iğ i olduğu da tartışma konusu olmayacakt ı .

Aynı şeyi "bi l im" için de söylemek mümkün. Ben zaten 'bi l im' terimini b i lerek seçti m ; düşündüm ki , genel l ikle ı nsanlar h iç de­ği lse bu terim i n tek bir belir l i an lamı olduğuna inan ıyorlard ı r. Ne • Nitekim. bazı "fakir" dillerde durum böyledir Örneğin. Türkçe"de fikir veya gö­

rüş ayrı lıklarından kaynaklanan sözlü kapışmalara 'tartışma' gibi bi rkaç karşı­lık bulunurken. İngilizce'de 18 değişik sözcük vard ı r. Buna karş ı l ık, akrabal ı k terimleri açısından Tü rkçe kadar zengin bir d i l yok.

1 26

Page 128: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

yaz ık ki , en azından bazı (kavramcı) filozoflar için durum ger­çekten de öyle . Ancak doğrudan doğruya kendilerin i bil ime ada­m ı ş o lanlar, yani herhangi bir konuda güvenil i r bilgi ü retmek için çabalayanlar, kavramcı l ığ ı bir ölçüde terketmişler gibi, nas ı l "kesici alet" denince değişik aletler anlaş ı l ı yorsa, ayn ı şekilde, aynı amaca yönelik olmak şartıyla , çeşitli araştırmalar "bi l im" türünün alt-türleri say ı l ıyor, böylece "Bi l im nedir?" sorusundan çok, "Fiz ik nedir?", "Astronomi nedi r?", "Psikoloji nedir?" gibi so­rular soruluyor.* Tek bil im olarak matematiği gören Platon'a bir yerde hak vermek gerekiyor, z ira onun zaman ında tek "güveni­l ir" bil im matematikti, do lay ıs ıyla onu bi l im modeli veya "örnek bi l im" olarak seçmiş olmasına fazla şaşmamak gerekir.

Gene de onun ahlak ile po l itikan ı n da matematik derecesin­de g üveni l i r b i r bi l im olarak kurulabi leceğin i düşünmesi yan l ış bi r di l anlayışından kaynaklanıyor o lsa gerek.

D i lde ş üphesiz üzerinde en çok tartışı lan genel terimler 'ada­

let', ' iyil ik', 'güzell ik' ve bunları n zıtları olan terimlerdir.

( 1 6) Perikles adil bir devlet adamıydı

cümlesinde geçen 'adi l ' sözcüğ ü i le,

( 1 7) Perikles uzun boylu bir adamdı

* Gene de örneğin teorik fizikçilerin deneysel fizikçileri, her ikisinin de "insan bi· l im leri" i le uğraşanları küçü msemeleri, hele "tarih" ve "felsefe" gibi dis iplinleri bilimden saymamaları onlarda da gizli bir Platoncu luğun belirtisi olsa gerek. Bugün de "Psikiyatri bir bilim midir?" sorusunun ciddiyetle tartışıldığını görüyo­ruz. Bundan da anlaşı labi leceği gibi, "kavramcı l ık virüsü" neredeyse hepimizin kanına g i rmiş. Oysa en gerçekçi tavır bir insanın "güveni l i r bilgi" elde etmek için uğraşıp uğraşmadığ ı n a bakmak olmalıdır. Benim "mythos"ları bil imsel te­orilerin ilk biçimleri saymamın da nedeni bu.

1 27

Page 129: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

cümlesinde geçen 'uzun boylu' sı fatı n ın aynı tür b i r işlevi olma­d ığ ın ı , ( 1 6)yı öne süren kişi n i n , 'adi l ' terimiyle sadece Perikles'i tasvir etmediğini , onu ahlaki, hukuki veya siyasi açıdan de­ğerlendirdiğini, yani ona karşı çok olumlu duygular beslediğin i , onun başka insanlara karş ı davran ışların ı onayladığını da anla­r ız. Gerçi bu sözcüğün de tasvir-edici bir içeriği vardı r, yoksa ( 1 6)yı kullanan kişi bu cümleyle, "Aslan Perikles, yamansın val­lahi!" cümlesinde olduğu gib i , sadece Perikles'e karşı duyduğu hoşlanma duygusunu di le getirmiş olurdu. Oysa, ( 1 6)yı duyan b i ri onu kullanana her zaman Perikles'i neden ötürü adi l buldu­ğunu sorabi l i r ; o zaman iddia sahib in in , "Hiç kimsenin hakkın ı yemez", "Tan ıdık tanımadık, herkese eşit muamele eder" türün­den tasvir-edici cümlelerle iddiasın ı savunması, yani onun her­kesçe "denetlenebilir" bir iddia olduğunu ima etmesi gerekir.

Buna göre, ( 1 6) türünden önermelerin asıl bu olgusal içe­rikler yüzünden tartışmaya yol açtıkları söylenebilir. Sizin anla­yacağ ı nız , başka başka i nsanlar 'adil' sözcüğüne değişik anlam­lar verdikleri ve (bu nokta çok önemli !) her birin in bu sözcüğün gerçek anlamın ın ona kendisi n in verdiği anlam olduğunu var­saydığ ı içi n tartış ıyorlar. İşte bu 'gerçek anlam' deyim i hepimiz­de az çok gizli bir Platonculuk (en azından Aristotelesçi bir an­lam teorisi) olduğunu gösteriyor.*

Bu tür tartışmaların b i r türlü sona ermemesin in nedenlerine gelince: 'Adil' terimine bel l i bir anlam veren kişi bu terimin bu an­lama uygun bir b iç imde kullan ı lması gerektiği konusunda ayak

• John Rawls adındaki İngiliz filozofunun "The Concept of Justice" ("Adalet Kavramı") başl ığ ın ı taşıyan eseri tam 600 sayfa. insanların "adaletin ne olduğu" (bugünkü deyimle, "adalet" genel teriminin ne gibi anlamlarda kullanıldığı) konusunda niçin bir türlü anlaşamadıklarını kolayca tahmin edebilirsiniz.

1 28

Page 130: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

di retir ve bu gereğe uymayan ları "kavramsal bilgisizlik"le suç­

lar.* Burada ikinci bir soru sormamız gerekiyor: " İnsanların böy­

le davranmalarının nedeni ne olabilir?"**

(1 6) türünden bir iddiayı öne süren kişin in gerekçelerini ka­

bul etmeyen veya yeterli bulmayan kişinin onunla tartışmaya gi­

recek yerde, "Ha, demek sen adaletten bunları an l ıyorsun, oysa ben senin gibi düşünmüyorum, zira benim adalet anlayışıma

göre . . . " diyerek burada tartışmaya gerek olmadığ ı nı belirtmesi

de mümkündü . Böyle davranmakla, "Renkler ve zevkler tartışıl­

maz" tekerlemesine "Kavramlar tart ış ılmaz" diye bir yenisini ek­

lemiş olurdu. Nitekim, daha önce de belirttiğim gibi , sofistler bu

yolu tutacaklardır. Genel terimlerin anlamları (veya kavramların

kullanı l ma tarzları) insandan insana değiştiğine göre (=relati­

vizm) yapılacak tek bir şey kalıyordu : insanları (bizim anladığı­

mız anlamda) Perikles'in 4dil bir insan olduğuna ikna etmek. isterseniz buna, insanlara kendi adalet anlayışımızı aşılamak

ve böylece onları bu anlayış doğrultusunda davranmaya özen­

dirmek de diyebiliriz. Zevkler tartışılmaz, ama istenirse, başka­larına aşılanabilir.

Bu konuda Platon'un, dolay ısıy la Platoncu lar.ın tutumu bunun tam tersi : Değerlendirici terimlerin de, tıpkı matematik

terimleri gibi , tek ve belirli bir anlamları vardır, ama bazıları

bunları bilir, bazıları bilmez, dolay ısıyla eğer bunlar bir tartış­maya yol açmışsa, bundan bilgis izler sorumludur. işte "fikir

suçuft diye bir şey olduğu inancı da buradan kaynaklanıyor.

* İleride göreceğimiz gibi, bütün ideolojiler bu tür bir varsayıma dayanmaktadır.

** Bu soruya ancak -davranış psikolojisi" aracılığıyla cevap verilebileceği açık olsa gerek. Benim bu konudaki açıklamalarım da bu amaca yönelik.

1 29

Page 131: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

İşin i lginç yan ı , Platoncu ları n tasvir-edici kavramlar ı n neden olduğu anlaşmazlı klarda taraflardan birinin sadece yanıld ığ ın ı kabul etmesine karş ı l ık, değerlendirici kavramların söz ko­nusu olduğu anlaşmazlıklarda yanılan tarafı n aynı zaman­da suç işlediğini varsaymaları . Buna göre, ( 1 6) yı öne süren kişi "adalet"in ne olduğunu gerçekten bi l iyorsa, ( 1 6) yı yadsı­yan kiş i yal n ız b ilgisizliğini serg i lemiyor, aynı zamanda suç işl i ­yor demektir.

Psikolojik araştırmamıza bi raz daha devam etmek için şu so­runun cevabın ı bulmaya çalışal ım : " ( 1 6) türünden bir iddiayı öne süren kişi onun hiçbir zaman yanlışlanamayacağı konusunda neden ayak diretir?"

Burada şu ihtimaller akla geliyor: 1 ) Kişi 'adi l ' s ıfat ın ı hep be l l i b i r b i ç imde ku l l anmaya a l ı ş ı k o l duğu i ç i n , bu onda neredeyse "şartlı bir refleks" haline gelmiştir ve bu al ı şkanlığın­dan bir türlü sıyrı lamamaktadı r. 2) 'Adi l ' sıfatı onun için hoş­land ı ğ ı ve her i nsanda görmeyi özlediği bir n i tel i ğ i d i le ge­tirmektedir; oysa insanın özlemlerinden vazgeçmesi hiç de ko­lay değildir. 3 ) Kişi "hükmetme içgüdüsü"nün etkisi altındadır, bu nedenle de toplumda herkesi adil davranmaya zorlamak ih­tiyacın ı duymaktadı r. Bir inci i htimal daha çok "sıradan i nsan" dediğimiz, kültürsüz kişiler için geçerli olsa gerek. Bunlar 'adil' sözcüğünün daha çok Perikles g ib i i nsanlara uyguland ığ ın ı görmüşler, böylece onu bu t ip i nsanlara uygu lamak alışkanl ığı­nı edinmişlerdir, dolayısıyla bu terimin geçtiği herhangi bir tar­tışmada bu alışkanl ıkları ndan vazgeçemedikleri için, tartışma­nın uzayıp gitmesine yol açarlar. Bu konudaki inatlarını bazen "Gerçek adalet şudur veya budur" gibi etkileyici cümlelerle hak­ir göstermeye çalışı rlar. İ kinci ihtimale gelince: Bütün değerlen-

1 30

Page 132: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

d i rici terimler (elbet bu arada 'adi l ' terimi) i nsan ı n hoşland ığ ı , dolay ıs ıy la onay lad ı ğ ı b i r n itel iğ i d i le getird ik leri ve i nsanlar hoşlandıkları nitelikler veya onaylad ıkları davran ış lardan kolay kolay vazgeçemedikleri, üstel i k ayn ı duyguları başkaların ı n (hatta herkesin) paylaşmas ını istedikleri için, ( 1 6) gibi bir iddi­an ın yanlışlanabileceğine gönülleri razı olmaz. İnatçı tartış­malarda üçüncü i htimale daha fazla yer vermek gerektiğin i dü­şünüyorum. Gerçi "hükmetme içgüdüsü" azıcık da olsa herkes­te vardı r, ama bazı i nsanlarda bunun tam bir tutku, hatta "ba­ğ ıml ı l ık" halini ald ığın ı görüyoruz. İnsanları bu bakımdan yumu­şak başlılar, otoriter tipler ve mütehakkim insanlar diye üç bü­yük öbeğe ayırmak mümkün . Çocukları n ı n davranışlarına nere­deyse hiç karışmayan , bu konuda onları kararlarında tümüyle özgür sayan ana-babalar olduğu gibi , onları kendi manevi ege­menl ikleri altında tutmaya çal ışan, bu nedenle de i kide bir onla­rın davranışlarını eleştiren ana-babalar da vardır. Bir de bütün toplumu kendi istekleri doğrultusunda yönetmeye kalkışan "dik­tatör ruhlu" (dediğim-dedikçi) i nsanlar var. İşte bu sonuncular­da "hükmetme tutkusu" karşı konulmaz bir iti l im hal ini a l ıyor.

Diktatörler bazen başkalarıyla yaptıkları veya yapmak iste­dikleri şeyler konusunda tartışmaya g i rseler bile, karşılarındaki­leri ikna edemeyeceklerin i anladı kları an, onları susturma yolu­nu seçerler. Elbet olgusal sorunlar da insanlar arasında tartış­malara yol açabilir. Bu tür tartışmaları n giderilmesi ancak hangi görüşlerin doğru, hangilerin in yanlış olduğunun saptanması ile mümkündür. Burada konunun uzmanı diye bi l inen kişilerin gö­rüşleri genel l ikle kabul edi l ir ve böylece sorun çözü lmüş o lur. Ancak değerlendirici terim ler in anlamı bazen kişiden kişiye de­ğiştiği için , bu türlü terimlerin geçtiği tartışmaların sonuçlandırı l­ması çoğu zaman, kendisini "kavram lar" konusunda b i lgiç sa-

1 3 1

Page 133: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

nan diktatör ruhlu kişin in kendi çözümünü zorla kabul ettirmesiy­le gerçekleşmektedir.

Kavramlar konusunda kendini dünyan ın en bilgil i insanı sa­nan Platon da bugün "diktatörlük" diye adland ı rdığ ı m ız bir ya­şam biçimini ideal toplum-düzeni olarak düşünmüş, hatta böyle bir toplumu gerçekleştirmenin yolların ı aramıştı. Böyle bir top­lumda yönetici mevkiine --o zamanlar "filozof" denen-- bilge ki· şiler getirilecek, bu bilgelerin alacağı kararlar halk (yani yöneti­lenler) için "yasa" yerine geçecekt i . Matematik d ış ındaki bütün iddiaları doxa, yani görüş öbeğine atan Platon "cesaret", "ada­let'', "dürüstlük" ve "dost luk" gibi erdemlerin --t ıpk ı matematik kavramları gibi-- birer bilgi objesi oldukların ı , dolayıs ıyla (bilme­yenlere) öğretilebileceğini ve oğretmenlerin de "filozof" olaca­ğını iddia ediyordu . Onun düşlediği toplum düzeni belki bir "er­dem diktatörlüğü" olacakt ı , ama herkes ancak böyle bir di ktatör­lükte güven ve mutluluğa kavuşacağı için, herkesin bu tür bir düzeni benimsemesi şarttı. Bu fikirlere bakarak, Platon'u daha çok "hükmetme" tutkusu nedeniyle kavramcıl ığı seçmiş olanlar öbeğine sokmak mümkün.

'Felsefe' ve 'bilim' de dahil , dildeki pek çok terimin uzun tar­t ışmalara yol açmas ın ın ilk ve belki de en hafif nedeninin "dil­sel" al ışkanlıklar olduğunu gördük. 'Din' , 'san'at', uygarlık' , 'kül­tür', h atta ilk bakışta sadece tasvir-edici bir işlevi varm ış gibi görünen terimlerin onları kul lananların değişik al ışkanlıkları n­dan kaynaklandığ ını , bu terimlerin geçtiği "Din nedir?", "Uygar­

l ı k nedir?", "Kültür nedir?" sorular ın ın sorun olmasından da an­layabi l i rsin iz . N itekim, bu ve benzeri konularda binlerce kitap yazı lm ıştır. Çocukluğumda uzun y ı l lar sürmüş olan bir tartışma­yı hiç unutmam: O zamanın ünlü bazı şairleri "vezinsiz - kafiye-

1 32

Page 134: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

siz" olduklar ı halde, şiir adı altı nda edeb1 dergilerde piyasaya sürülmüş olan yazıların şiir sayılıp sayılamayacağını tartışı­yorlard ı . Yani ış hat ı rlam ıyorsam, daha çok Naz ım Hikmet' i n yazd ığı bu tür "vezinsiz - kafiyesiz " şi irlerin "şii r sayılamayaca­ğ ın ı " iddia edenler çoğun lukta id i , z i ra onlar 'şiir' teriminin o za­mana kadar hep vezinli - kafiyel i dizelere uygulandığ ını gördük­leri içi n , 'vezinsiz şi ir' deyim i onlara 'tahtadan demir' veya 'şe­kersiz şurup' deyimi kadar "anlamsız", hatta düpedüz "çelişik"

(contradictio in adjecto) görünüyordu. "Vezinli - kafiyel i " ol­mayı ş i i ri n ay ı rdedici nitel ikleri saymaya al ışık olduklarından, Naz ım Hikmet'in ş i i rlerinin gerçek şi ir olmad ığ ında ı srar ediyôr­lard ı . Ancak adı ne olursa olsun, onun şi irlerinden, vezinl i - ka­fiyeli ş i i rlerden de çok zevk alanların sayıs ı artt ıkça, tart ışma tavsamaya başladı ve sonunda büsbütün o rtadan kalktı . Oysa bu tart ışmay ı başlatanlar yeni bir ş i i r yazma tarzı ortaya ç ıktı­ğ ı nda, baz ı "vez ins iz - kafiyesiz" yaz ı lar ı n da eski tarz şi ir in uyand ı rd ı ğ ı na benzer duygular uyand ı rd ığ ına bakarak, bunları yeni b ir ş i i r türü sayabi l i rlerdi. Saymamalarının duygusal nede­ni, kendi şi i r yazma tarzların ın "eski şiir" öbeğine iti l ip gözden düşeceğinden korkmaları idi. Bu i nsanların bugün yayı lmakta olan "anlamsız" şiir karşıs ında nası l b ir tepki göstereceklerin i kolayl ı kla tahm in edebi lirsiniz. Ayn ı şey bütün öteki san'atlar için de geçerl i . "Atonal" müziğe müzik demek doğru mudur?" sorusu da uzun tartışmalara neden olmamı ş mıd ı r? İşin daha da i lginç yan ı , "empresyonist" ressamları n ilk eserleri salonlara (=sergilere) kabul edi lmemiş, yani resimden say ı lmamış lard ı . Demek k i , insanların gözleri ve kulakları bel l i b i r res im ve mü­zik biçimine al ış ı nca, onlarda o biçime uymayan şeyleri res im ve müzik saymamak gibi b ir a l ışkanl ık ol uşuyor. Buna genellik­le "tutuculuk" diyoruz. Belli bir terimi belli baz ı şeylerin karş ı l ı ğ ı

1 33

Page 135: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

olarak kullanma al ışkan! ığ ın ı edinen kişi de onun bu şeyl ere pek benzemeyen nesnelere uygulanmas ın ı istemiyor, hatta bu­na b i r çeşit "soysuzlaşma" gözüyle bakıyor.

Darwin'i n "Evrim Teorisi"ne bu kadar şiddetle karşı ç ık ı lmış olmas ın ı da büyük ölçüde bu kavram tutuculuğuna yormak mümkün. Dini birtakım inançlar ın etkisi al t ında bel l i bir "i nsan kavramı " geliştirmiş olan insanoğlunu n , i nsanın "maymun" de­nen "aşağıl ık" yaratıktan türemiş olabi leceğini kabul etmesi he­men hemen imkansızdı . Burada Platoncu - Aristotelesçi bir kav­ramcı l ığ ın önemli bir etkisi o lduğu bence şüphe götürmez, zira bu i ki fi lozof, düşünürlerin kafas ına değişmez kavramlar olduğu inanc ın ı sokmuş bu l u nuyorlard ı , dolayıs ıyla "evrim" teoris i n in kabul edilebi lmesi için , insanları n bu f i lozoflar ın telkin etmiş ol­dukları kavram teorisinden kurtulmaları gerekiyordu. Ne yazık ki , 19. yüzyı l ı n sonlar ına kadar bu gerçekleşmeyecekti. Bugün şi ir in veya müziğin ne olduğu sorunu bir tartışma konusu olmak­tan çıkmış g ibi görün üyor. Gerçi bugü n de "Uygar l ık nedi r?'', "Kültür nedir?" gibi sorunları irdeleyen pek çok kitap yayınlanı­yor, ama bu kitapları açıp bakt ığ ın ızda bir tür uygarl ı k veya kül­tü r "tarihi" i le karşılaşıyorsu nuz. Daha önce de vurguladığ ım gi ­bi , felsefe, b i l im, san'at, edebiyat, hatta d in gibi yaralıları n , yani kültür ürünler inin tari h boyunca oluşmuş binbir çeşidi var, dola­y ıs ıyla bu ürünlerden herhangi birin in "tari h in i" yazmak, onları n zaman boyu nca geçirdikleri çeşitl i değişimleri anlatmak de­mektir. Durmadan değ işen , yani yeni şeki l ler alan bir şeyin özü­nü açığa vuran bir tek tanımla yetinemezsin iz . Şiir konusundaki tartışman ın yeni b ir ş i i r tarzı veya türü ortaya çıkınca başlamış olması boşuna değild i r. Herhangi bir kültür etkin l iğ in in nasıl bir şey olduğu konusunda kafa yoracak yerde, onun tarihi geliş­mesin i anlatmaya kalkt ığ ın ız an, her türlü kavram tartışmas ın ı

1 34

Page 136: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

önlemiş oluyorsunuz. Bir insanın toleranslı o lab i lmesi , "Benim en çok hoşlandığ ım şi i r türü verimli kafiyeli olanı d ı r" diyebilmesi­ne bağl ıd ı r , bu da o insanda "tari h b i l inci "n in gelişmiş olmasına bağl ıdır. Platon i le Aristoteles kendi zamanlarında pek az şeyin değiştiğ in in farkında id i ler ve belki de bu nedenden ötürü kav­ramcılığa kap ı ldı lar.

Bugün artık "San'at nedir?", "Gerçik müzik nedir?" veya "Ato­nal müzik müzik midir?" türünden soru lar tart ış ı lm ıyor, daha çok "san'at" veya "müzik" adları altında neler yapıldığı araşt ı r ı l ıyor , bu da kişisel zevklerin konu-d ış ı bı rakılmasın ı sağlad ığ ı için , bu konu larda neler yap ı ldığı n ı n bilimsel yöntemlerle araştı rı l ıp in­celenmesi mümkün oluyor.

Bu söylediklerim estetik kategori s ine sokabileceğimiz alan­lar için büyük ölçüde geçerli o lmakla bi rlikte, ahlaki, ama özel­l ikle politik konular için bugün de her yerde geçerl i deği l . Ne­den acaba? Herhangi bir davran ı ş ı n ahlaka-uygun olup olma­dığı sorusuna iki şekilde cevap verilebil i r :

1 ) Toplumun kabu l ettiğ i, dolay ıs ıyla tartışmaya-kapalı tut­tuğu bir ah lak kuralları sistemi vard ır; bu ku ral lardan herhangi birini çiğnemeyen bir davranış ahlaka uygundur, yoksa değil­d i r. İş bu kadar basit ! Yal n ı z bell i bir topl u mda geçerli olan ah­lak ku rallarından hiç değilse bazıları başka toplumlarda geçer­siz sayı labi l i r ; o zaman bir ve ayn ı davran ış ın b ir sisteme göre ahlaka uygun, bi r başkas ına göre "uygunsuz" sayı lacağ ı apa­ç ı kt ı r . Ancak, bir insan herkes iç in geçerli bir ahlak sistemi ol­duğun u varsayıyor veya olması gerektiğ i ne inanıyorsa, aynı soruya başka yoldan cevap vermek gerekecektir.

135

Page 137: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

2) Burada mutlak anlamda, yani herkes için ve her zaman geçerli sayılan ahlak kural larının neye dayandığı sorusu çıkı ­yor karşımıza. Bu kuralların geçerli olduğunu iddia edenlerin başvurabilecekleri gerekçeler şunlard ır : a) Bu kurallar Tanrı taraf ından bi ld iri lmişti r, Tanrı sözünün doğruluğundan şüphe edilemeyeceğine göre, onları geçerli saymamı z gerekir. Buna dini ahlak diyoruz. Bunun en tipik örneği Musa peygamberin ün lü 1 O emrinden oluşan ahlak sistemid ir. (Sonradan bunların bir tek emre indirgenebileceğini Hillel adındaki bir bilge göster· miştir.) b) Bu kuralların geçerli olduğunu insan akl ın ın özel bir yeteneği olduğu iddia edilen sezgi yoluyla bilebiliriz. Tanrı'ya ve sezgi denen özel bir yeteneğin varJ ığ ına inanmayanlara her

i ki yol da kapalıdı r. c) Geriye bir üçüncü yol kalıyor, o da bu sorunun dayand ığı varsayı mı yadsımak, bu şekilde relativist bir ahlak anlay ışını kabul etmek. Birinci veya ikinci varsayımla­rı kabul edenler bu üçüncü yolun çıkar bir yol olmadığı kanı­sındalar; onlara göre, bir insanın ahlaka uygun bir şekilde dav· ranabil mesi için, ahlak kurallarının geçerli olduğuna ya kesin· likle inanması, ya da bunların doğru olduklarını bilmesi gere­kir. Platon'un ahlak anlayışı sezgicilerin görüşüne yakın, nite­kim bu görüşe göre, insan, ahlak ın en temel kavram ı olan iyilik kavramın ı , daha önceki bir hayat ında görmüş olduğu iyilik ide­asın ı hatırladığı için (anamnesi s) ve hatı rlayabildiği ölçüde bi­lir. Platon'a göre, ahlakın temel kuralları matematiğin aksiyom ve postulat'larına benzer, dolayısıyla bir davran ışın ahlaka uy­gun olup olmadığını bu kurallardan türetil ip türetilemediğine bakarak saptayabiliriz.

Sıradan insanların inandıkları ahlak kuralları genellikle bağlı

oldukları din ile kendi toplum ları içinde geçerli olan görgü kural·

far ından devşirmedir, bu nedenle dinlerine ve göreneklerine aşı·

1 36

Page 138: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmazları

rı derecede bağlı olanlar, b i r davranışın ahlaka uygunluğu ve uygunsuzluğu konusunda karar vermekte duraksamazlar ve "uygunsuz" davrand ıkların ı gördükleri, hatta sandıkları kişileri cezalandı rmakta gecikmezler.* Bu bakımdan "sezgiciler"e ben­zerler; onlardan ayrıldıkları nokta, herhangi bir davranışı n ahla­ka uygun olup olmadığı konusu üzerinde kafa yormaya gerek görmemeleridir. Dediğim gibi, onlar işlerin i hep taklit yoluyla gö­rürler. Sezgici filozofların tutumu biraz farklı: Onlar bir davranı­ş ın ahlaka uygunluğunun akılla temellendirilebileceğine inan­dıkları gibi, fırsat buldukları zaman kendi ahlak anlayışlarını başkalarına da benimsetmek isterler, bu konuda bazen zor kul­lanılmas ın ı onayladıkları, hatta istedikleri bile olur.

Ahlakta relativizmi kabul edenler olduğu gibi, ahlak terimleri­nin hiçbir tasvir-edici anlamları olmad ığını , sadece onaylama­onaylamama, beğenme-beğenmeme gibi duygusal tepki leri di­le getirmek amacıyla kullanıldı klarını iddia eden filozoflar da ol­duğunu bu vesile ile hatırlatmak isterim. Bunlara göre, ahlaki yarg ıların hiçbi r bilgisel içeriği olmadığı için, ahlak sorunları söz­de-sorunlardır, dolay ıs ıyla, onlar üzerinde araştırma yapmak da, tartışmak da anlamsızdır. Örneğin (1 6) y ı dile getiren kişi sadece Perikles'den hoşlandığ ın ı açığa vurmakta, onda herhan­gi bir "objektif" nitel iğin bulunduğunu iddia etmemektedir, dolayı­s ıyla ( 1 6) yı yadsıyan biri çıkarsa. yapacağı tek akı l l ıca iş gülüp

* Kültürsüz insanların ahlak konusunda bazen son derece bağnazca hareket ettiklerini görüyoruz. Nitekim, bundan 3-4 yıl kadar önce Fransa'n ı n Colmar kentine yerleşmiş olan bir Türk ailesi, liseye giden genç kızları n ın Fransız er­kek arkadaşlarıyla biraz fazlaca sıkı fıkı olduğunu görünce kızı uyarmışlar, a­ma onun eskisi gibi davranmakta devam ettiğini görünce, toplanıp ölüm ceza­sına çarptı rılmasına karar vermişler. ancak ceza vermenin sadece hakimlerin yetkisinde olduğunu bile düşünemeyecek kadar "cahil" olduğu an laşı lan aile, kardeşini öldürme görevini kızın ağabeyisine vermişler. Ağabey müebbet hap­se, ana ile baba da yirmişer yıl ağır hapis cezasına çarptın lmışlardır.

1 37

Page 139: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

geçmektir. Bu besbelli ki, relativizmden de aşır ı bir tutum Ancak insanların davran ışları n ı ahlaki açıdan çoğu zaman kınadığı mı­za, hatta neden ötürü kınadığ ım ız ı açıklamak i htiyac ı n ı duydu­ğumuza göre, ahlak yarg ı ları n ın bell i bir bilgisel içeriği olduğunu da varsayıyoruz demektir.

Politik değer-yarg ı lar ında da durumun . üç aşağı beş yukarı ayn ı olması gerekeceğin i düşünebi l i rsi niz, ama burada durum biraz daha ciddi görünüyor, zira pol itika felsefesinde insanların ne tür bir toplum düzeni içinde yaşamak istedikleri veya ne tür bir toplum düzeni içinde "en mutlu" olabileceklerini düşündükleri söz konusu. Burada soru n genellikle "En iyi toplum düzeni han­gisidi r?" biçim inde dile getiri l i r. Sorunun soruluş biçiminden de anlaşılacağı gibi, "en iy i " toplum düzeni diye bir şeyin, var olma­sa bile, i lerde gerçekleşti rilebi leceği varsayı lmaktad ı r. Ahlak fel­sefesinde, var olan bir toplum içinde i nsanları n birbirlerine karşı nası l davranmaları gerektiği araştırma konusu olduğu halde, po­litika felsefesinde gerektiği nde içinde yaşanı lan toplum düzeni­ne son verip herkesin daha mutlu olabileceği yeni bir düzen kur­mak söz konusu. Burada gözlemlerden çok özlemlerin öne ç ı­kacağı apaçık olsa gerek. Yalnız,

( 1 8) En iyi toplum düzeni hangisidir?

sorusu biçim bak ımından,

( 1 9) En uzun nehir hangisid ir?

sorusuna benzediğinden, tıpkı (1 6) ve ( 1 7) sorularında olduğu gibi, ( 1 8) i le ( 1 9) a da aynı yöntemle cevap verilmesi gerekece­ği düşünülebilir. Oysa ( 1 8) de geçen 'iyi' terimiyle, ( 1 9) da geçen 'uzun' teriminin aynı işlevi yerine getirdiğini düşünmek doğru ol­masa gerek. Nitekim, burada 'iyi 'nin b i r özlemi, 'uzun'un ise bir gözlemi dile getirdiği apaçık görünüyor.

1 38

Page 140: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Pratik Felsefenin Açmaz ları

Ne var ki, Platon'un hiç de öyle düşünmediğini görüyoruz, zi­ra ona göre idealar dü nyas ında ayrıcal ı k gayrıcal ık yoktur; an­cak kimimiz onları açık-seçik bir şekilde hatırlar, kimimiz bulanı k bir şekilde. Bundan şu sonuç çıkıyor: Bir f i lozof hangi toplumsal düzenin en iyisi olduğunu düşünerek, yani idealar dünyası nda­ki yaşantı ları n ı hatırlayarak bulabil i r, daha doğrusu bilebil ir. "E rdem" in öğretilebileceğ in i iddia eden Platon'a göre, en iyi toplumun hangisi olduğunu bi lmek, dolayı s ıyla öğretmek ancak filozofun başarabileceği bir iştir.*

Ne var ki , Platon'un düşüne düşüne bulduğu "en iyi" toplum düzeni bugün "diktatörl ü k" dediğimiz rejimlerin belki en berbat ı . Bu konunun ayrıntılarına girmeyeceğim, ancak Platon'un düşle­diği toplumda şairlere bile yer verilmediğini, tanrılara inanmayan­ların da ölümle cezalandırı lacağ ın ı duymak bile bu toplumun ne çekilmez bir toplum olacağını göstermeye yeter. Perikles'in kur­duğu Atina demokrasisi Sokrates'i "yeni tanr ı lar getirip gençliği baştan ç ı karıyor" d iye ölüme mahkum etmişti. Platon ise düşledi­ği ideal toplumda eski tanrıları tanı mayanları n öldürülmesi gere­keceğini savunuyordu. Bu ölçüde demokrasiye düşmanlığı o sı ­rada iktidarda olan demokratları n , sevgi l i hocası , kusursuz insan Sokrates'i öldürmüş olmalarından kaynaklanmış olsa bile, aris­tokrat bir aileden gelen Platon'un "mütehakkim yaradı l ış"ta bir

• İleride göstermeye çalışacağım gib i , en iyi toplum düzeninin hangisi olduğu­nu sadece filozoflar araştırmışlard ı r , zira sı radan adamın bu tür bir sorunu merak etmesi söz konusu değildir. bu nedenle o sadece içinde doğup büyü· düğü toplumda günlük sorunlarını çözmeye çalışmakla vakit geçirir. Bu ba­kımdan s ı radan adamın genellikle "tutucu" olduğu söylenebilir. P rol eteryanın bir gün kapitalizme baş ka ldıracağı iddiası da Marksçı lar ın ortaya attıkları bir iddiadır, zira köylüler gibi, toplumun en "kültürsüz" katman ın ı oluşturan işçi s ı n ıfı kendisini harekete geçmeye teşvik eden bir l ider, yani fikir adamı ol­madan k ı l ın ı bile k ıp ı rdatamaz. Tarihte kölelerin ve köylülerin başkaldırdığı dönemler olmuştur, ancak o zaman bile onları yöneten bir şef vard ı .

1 39

Page 141: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

insan oldugu ş üphe götürmez. Dediği m-dedikçi bir tek kişinin

yönettiği baskıcı rej imlere "diktatörl ük" diyoruz.* Bu türün belki en korkunç örneklerin i sözde uygar olan üç Batı ü lkesinde , yani Mussolini'nin İtalya's ında, Hitler'in Alrnanya'sında, bir de Lenin ile Stalin'in Rusya'sı nda görüp yaşad ı k. Her üç diktatörlükte de Pla­

ton'un düşündeki ideal toplumdan çizgiler bulabi lirsiniz.

Bütün bunlar ı insan ı n düşünceleri ve özlemleri i le mizacı , yani psikolojik yapısı aras ı ndaki i l işkiyi hatırlatmak içi n söylüyo­

rum. Platon'un otoriter, dediğirn-dedikçi veya buyurgan bir yara­

dı l ışta oluşunun, onun idea lar öğretisine de damgas ı n ı vurmuş olduğu bana çok muhtemel görün üyor. Dolay ıs ıyla, "en iyi" top­lum düzeninin nası l bir şey o lacağ ın ı düşünürken m izacı n ı n ona

dayattığı duygusal tercihleri n etkisi a ltında kalmış olmal ı . Hatta kavramcılığ ın Aristotelesçi ve rs iyonunda bile benzer etkilerin işe karı şm ış olması muhtemel.**

* 'Diktatör' sözcüğü Fransızca olup 'dicter', yani 'söylediklerini yazdı rmak' fii l in­den tü retil miş bir isimdir; bu bağlamda "diktatör" arz:uları nı dikte ettiren, başka bir deyişle, emirler veren, buyuran anlamına geliyor. (İng. 'dictator' sözcüğü de Fransızca 'dictateur' sözcüğüne benzetilerek uydurulmuş olsa gerek . Alm. 'Diktator' sözcüğü de.)

•• Eğer bu tahminim doğru ise, politikada relativizmin demokratik bir yaşam bi­çim inin tercih edilmesine yol açacağı n ı düşünmek de akla-yakın bir görüş olacaktı r. Biraz ilerc:Je bu temayı işleyeceğim. O zaman demokras inin "en iyi", yan i insanları "en mutlu eden" değ i l , onların "mutsuzluğuna en az yol açan" bir yaşam biçimi olduğu görülecektir.

1 40

Page 142: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

v

ÖZLEMSE L DÜŞÜNÜŞ VE

BAŞLICA ÇEŞİTLERİ A. Özlemse! Düşünüş (Wishful Thinking)

İnsanın fikir, görüş ve i nançların ın umut, kaygı, korku ve öz­lem gibi güçlü duyguların etkisi altı nda kalmas ına "özlemse! dü­şünüş" diyoruz: Bu san ı ld ığ ından çok daha yaygın bi r olgu. ama insanların neredeyse kanına işlemiş olan kavramcıl ı k bu gerçeği büyük ölçüde insanların gözünden kaç ı rabiliyor.

Nitekim, daha önce de belirtmeye çal ıştığ ım gib i , özellikle sı­radan i nsan ( 1 6) i le (1 7) , (1 8) i le ( 1 9) cümlelerinde geçen bütün sı fatların nesne ve davranışları tasvir etmek amacıyla kul lanıl­d ığ ın ı san ır. Buna göre, "olgusal yargı - değer yargıs ı" ayrımı di­ye bir şey yoktur, dolayısıyla bütün iddiaların olgusal iddialar g ib i denetlenmesi gerekir. Oysa, hatı rlayacağın ız gibi, (1 7) i le (1 9) u n b i r tür lü sonuçlandırı lamayış ı ndan, bunlarda geçen bazı terim lerin dilde tasvir etmekten başka bir görevi olmas ı gerektiği sonucunu çıkarmıştık. Bu görüşümü şu şekilde de pekiştirebile­ceğimi sanıyorum. Örneğin,

(20) Gerçek dostluk karş ı l ıkl ı sevgiye dayan ı r • İngilizce'de buna "wishful th inking" denmesi aslında pek doğru deği l , zira in­sanların inançlarını sadece umut ve arzuları değil , kaygı ve korku ları da etki li­yor. Belki bizim buna "duygusal düşünüş" dememiz daha uygun olurdu, ama yerleşmiş bir geleneğe uymak için Anglo-Sakson ülkelerinde sürekli kullanılan bu deyimi biz de aynen muhafaza etmeyı uygun gördük.

1 4 1

Page 143: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

(21 ) Gerçek demokrasi bireylere en çok özgürlük sağlayandı r (22) Gerçek felsefe i nsana "bil imsel düşünme" a l ışkanl ık ları

kazand ı rand ı r

cümlelerinde fazladan 'gerçek' sözcüğünün kul lanı lmış olması­na karş ı lık, neredeyse hiç kimsenin,

(23) Gerçek elma sulu ve tatlı olan ıd ır (24) Gerçek masa dört ayaklı ve dikdörtgen biçiminde olanıdır

türünden cümleler kullanmaması (20) - (22) iddialarında geçen 'gerçek' sözcüğünün di lde adı geçen nesneleri d i le getirmekten başka bir görevi olduğu izlenimini uyandı rıyor. Bu da bu cümleleri kullanan kişinin dostluktan en çok neyi beklediğini , en çok hangi tür demokrasiyi beğendiğini, en çok özlediği felsefe türünün han­g isi olduğunu vurgulamak istediğ in i gösterir. İ nsanlar genellikle başkaların ı da kerıdi beklenti, beğeni ve özlemleri doğrultusunda etkilemek istedikleri zaman, iddiaları n ın başına bu 'gerçek' sözcü­ğünü koyarlar ve böylece dostluğun, demokrasinin ve felsefenin (itibar edilmemesi gereken) sözde veya sahte türlerinin de bul un­duğunu ima etmeye çalışırlar. Oysa bu iddiaların ı ,

(20') Benim an layışıma göre, dostluk sevgiye dayanmal ıd ır

(21 ') Ben demokrasiden daha çok bireylere elden geldiğince çok özgürlük sağlayan bir yaşam biçimini anl ıyorum

(22') Felsefe her şeyden önce insanlara bil imsel düşünme alışkanlıkları kazandı rmaya çalışmal ıd ı r

biç iminde de d i le getirebilirlerd i , ama genel l ikle kavramcılar bu­na yanaşmazlar, zira on lara göre felsefeyi felsefe yapan belli bir (veya birkaç) temel özellik vard ı r, bu nedenle kavramcı bir fi lo­zof 'gerçek' sözcüğünü bile kullanmamaya özen gösterir . Oysa

1 42

Page 144: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

herhangi bir "felsefe tari hi"n i açt ığ ın ızda, çeşit çeşit "felsefe an­layış ları"na rastlars ın ız ve çoğu zaman bu anlayışlar arasında ortak çizgiler olmadığı gib ı , zıtl ı klar bile vardır .

Aynı şeyin 'bilim' sözcüğü için de geçerli olduğunu söyler­sem, iç inizden baz ı ları şaşkınl ık geçi rebi l i r. Öyle ya, 'bilim' söz­cüğü "her türlü güveni l i r bi lgi elde etme amacıyla gene güveni l i r yöntemlerle yürütülen sistematik çabalar"ı sembolize eden bir sözcük deği l mi? Ne yazık ki , b i l im felsefecileri bil imi n ne oldu­ğu konusu nda da bir uz laşmaya varm ış değil ler; hatta bil im adamları n ın kendileri de ayn ı durumda.* Nası l bi l im in alt-türleri varsa, bilim felsefelerin in de değişik türleri var. Hepsinin amacı bi r olsa da, kul landı kları ölçütler farklı olabiliyor.

'B il im' gene de insanların anlam ı üzerinde en çok anlaştıkları bir ter im. Gerçi bilim kültür etkin l iklerinden sadece birisi, ama bi­l im adamları n ı n yapt ıkları işin amacı üzerinde an l aşabi lmeleri bi le san'at, edebiyat, d in , ahlak, politika ve hatta felsefe g ibi öte­ki kültür etkinl i klerine kıyasla onlar arasında bell i bir bi rlik sağ­lanmas ı na yetiyor. Daha çok akla dayanan teorik f iz ik, daha

çok gözlem ve deneye dayanan deneysel fizikten oldukça farklı bir uğraş olduğu iç in , her b i r alan ın uzmanları öteki öbekten uz­

manları "Onlarınki de bi l im mi?" der gibi , küçümsedikleri olur. Temel bi l imlerle uğraşanların temel olmayan bilimlerle uğraşan­ları , her ikisin in de "insan bi l imleri" ile uğraşanları küçümsedikle­rini görüyoruz; aralarında "psikoloji", "sosyoloj i" , hatta "antropo­loji"yi henüz proto-bi l im sayanlar olduğu gib i , örneği n "tarih" i le "psikiyatr i "y i hiç bi l i mden saymayanlar da var. Sözün kısası ,

bel l i bir bi l im dal ında uzmanlaşan herkes o dalı bir t ü r "örnek b i -

• Nitekim, bilim felsefecisi R o m Harni bu konuyla ilgil i kitab ına "The Phi losophies of Science" (Bilim Felsefeleri) ad ın ı vermiş.

1 43

Page 145: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

l im" gibi görüyor ve bu örneğe uymayan bilimsel uğraşları "bi­lim" adına layık görmüyor.

Burada gizli bir kavramcıhğın iş baş ı nda olduğu bence şüp­he götürmez. Kavramcı l ığ ın oluşmasında da "özlemse! düşü­nüş"ün büyük payı var gibi görünüyor. "Din", "ahlak", "politika" konularında özlemlerin gözlemleri iyice bastırdığı söylenebilir. Nitekim,

(25) Gerçek din İslam dinidir

(26) Gerçek ahlak insanı bir araç değil, bir amaç olarak gö­renidir

(27) Gerçek demokrasi i nsan özgürlüğünü alabi ldiğince artı­ranıdır

gibi iddialar insanların dini, ahl�k1 ve politik özlemlerini dile geti­rir. Bunun böyle olduğunu, başkalarının bunlarla bağdaşmaz, hatta çelişik iddialar öne sürmelerinden de anlayabilirsiniz. Ör­neğin, (25)e karşı l ık,

(25') Gerçek din Hıristiyanlıktır (Museviliktir, Buddhacıl ıktır)

(26) ya karş ı l ık,

{26') Gerçek ahlak toplumda birlik (güvenlik, kardeşlik, vb.) sağlayanıdır

(27) ye karş ı lık,

(27') Gerçek demokrasi insanlar aras ında dir l ik (ekonomik eşitlik, sosyal adalet, vb.) sağlayanıdır

iddialarını öne sürenler vard ır. Bu yüzden de din, ahlak ve politi · ka konuları sürekli tartışmalara yol açmaktadı r.

1 44

Page 146: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

Değer-yargıları insanları n beğenme, onaylama, hoşlan ma g ibi d uygular ın ı d i le getirdiklerine göre bu nları n özlemsel­düşünüşle çok yakın bir i l işkisi olacağ ı bellidir. Bu yargı ların in­sanın sosyal yaşamına kılavuzluk edecek olan bell i bir fikir sis­temi oluşturması durumunda "ideoloji"den söz ediyoruz. Bun­dan sonraki bölümde bu ideolojilerden söz edeceğim.

B. Özlemse! Düşünüşün Başlıca Çeşitleri

Özlemse! düşünüşün dış-dünyada olan bitenle değil, insanın kaygı ve korku duyduğu, dolayısıyla istediği ve özlediği şeylerle ilgili olacağının yukarıda teklif ettiğim tanımdan da çıkarılabilece­ğini sanıyorum. Bu alanda daha çok değer-yargılarının işe karı­şacağı da apaçık olsa gerek. Burada her inanç, görüş veya öğre­ti insanın duyguları nın etkisinde olduğu ve bu duygu alanında bir insan bir başkası na benzemediği için, bu yargı larda, bizim dışı ­mızda olup bitenle ilgili yargı larımızda olduğu gibi , kendimizi ara­dan çıkarmamız, dolayısıyla herkes tarafından aynı şekilde de­netlenebilen sonuçlara varmamız imkansız görünüyor. Öyle ya, kaygılarla korkular, arzularla özlemler insandan insana değişiyor. Gene de bu durum değer-yargılarında tartışma olmasını önlemi­yor; tam tersine, en şiddetli ve sonuçlandırı lamaz tartışmalar bu

alanda oluyor. Bunun her insandaki gizli kavramcı l ıkla hükmet­me tutkusundan kaynaklandığını daha önce belirtmiştim. Çoğu insan başkalarının ayn ı şeylerden kaygı veya korku duymasını , ayn ı şeyleri özlemesini istediği için, onları ilkin kendi gibi duyma­ya, düşünmeye ve davranmaya ikna etmeye çal ışıyor, bunu ba­şaramayınca sinirlenip zor kullanma yoluna sapıyor.

1) Din

Burada ne din psikolojisi yapmaya zamanımız var, ne de din sosyolojisi veya tarihi . Benim amacım, bir felsefeci olarak, dinin

1 45

Page 147: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ne tür bir "zihinsel" içeriği olduğunu kısaca açıklamaya çal ışmak.

Görebi ld iğ im kadarıyla, din ler "özlemse! düşünüş"ün en fazla etkin olduğu alan. Burada neredeyse insan ı n bütün i nançları kaygı ları i le korku lar ın ın , istek ve özlemleri n i n etkisi alt ı nda. Çok-tanrı l ı din lerde birçok tanrı n ın , tek-tanrı l ı d inlerde ise bir tek tanrın ın bütün dünyada olup bitenleri yönettiği , bu arada insa­noğlunun al ın yaz ıs ın ı bel i rl ediği inancı hakim. Buna bütün din­lerin temel i nancı da diyebil ir iz.* Bu inancın kendisi büyük ölçü­de i nsan ın korku ve özlemleri n i n ürünü olsa gerek. Dünyada milyonlarca ateist (tanrı ların varl ığ ı na inanmayan) insan oldu­ğuna göre, tanrı fikri psikolojik bir ihtiyaçtan doğuyor olmal ı . Bir partide Laplace'la karşılaşan Napoleon ünlü fizikçiye şu soruyu yönelti r : "Üstat, kitab ın ızda** hiç Tanrı'dan söz etmiyorsunuz, neden acaba?" Laplace' ı n cevabı da kendisi kadar ünlüdür: "Bu h ipoteze ihtiyacım yok, haşmetmeap !"

Laplace'ı n cevabı genellikle bugünün bil im adamları n ı n tutu­munu yansıtıyor, ama eski dönemlerde bi l i m adamları n ı n da bü­yük çoğun luğu en azından bütün evreni yaratmış olan, hatta onu "doğa yasaları"na göre yöneten bir tanr ın ın var olduğuna inan ıyor, yaratıcı bir tanrıya gerek görmeyen bazı f i lozoflar, ör­neğin Aristoteles, evrende ilk hareketi başlatan (primum move­re) bir varl ık olarak tanrıya inanıyorlardı. Ancak sı radan insanın tanrıs ız edemediği anlaşı l ıyor. Eski bi r Mezopotamya (Sümer) mythos'u olan Enuma Eliş'ten çok-tanr ı l ı dinler hakkında bir l ik ir

* Dünyada herhangi bir tanrı inancına dayanmayan Buddhacı l ı k veya Taoculuk gibi dinler de var; bunlara mistik ahlak felsefeleri demek de mümkün Amaç, insanı manen ve ah lakça "mükemmelliğe" kavuşturacak olan bazı yaşam for­mül l eri sergi leyip insan ları Buddha'n ı n veya Lao-Tse'nin özlediği biçimde davranmaya yönlendirmek.

• • Napoleon'un o s ı rada yeni çıkmış olan "Systeme du Monde"u karışt ırmış olduğu anlaşıl ıyor.

1 46

Page 148: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlernsel Düşünüş ve Başl ıca Çeşitleri

edi nmiş olmal ıs ın ız. Bu d inlerde insan davran ış ları n ı yönlendir­mek amacıyla konmuş olan pratik kurallar yanında, evrenin olu­şumu ile ilgili bazı teorik f ikirlere de yer verildiğin i gördük. B un­ları en ilkel bi l imsel teoriler sayabi leceğim izi , yal n ız bu teorilerin üreti lmesinde en büyük rolü hayal-gücünün üstlendiğin i , buna karş ı l ı k, gözlem, deney ve onların bir uzantısı olan "sağduyu"ya çok az yer veri ldiğini gördük.

Musevi l ik , H ı ristiyanl ık, İslam din i gibi tek-tanrıcı (monothe­ist) d in lerde "yarad ı l ış" mythos' l ar ı yan ında pratik kaygıların da­ha ağı r bastığı görülüyor. Binbir doğal ve sosyal çalkantı , hatta felaketin insan ları tehdit ettiği dönemlerde üreti lmiş olan bu din­ler hem insanoğluna bir umut ve tesell i kaynağ ı olacak, hem de ona toplum iç inde güvenli ve huzurlu bir yaşam sürdürmesini sağlayacak olan sosyal davran ış kurallar ın ın neler olduğunu öğ­retecekti . N itekim, halk aras ından en zeki ve en duyarlı kişilerin kurmuş olduğu bu din lerde bugü n ahlak, hukuk, hatta siyaset öğretilerine girmiş olan birçok kural bulmak mümkün.

Yaln ız bu dinlerin Kutsal Kitaplar ında, insanların b i rbirlerine karşı nas ı l davranmaları gerektiğinin peygamberlere Tanrı ta­rafı ndan bi ld i ri ld iği (revelation) , dolayıs ıyla insanların Tanrı sö­züne inanmaları ve gönderdiği buyruklara harfi harfine uymaları gerektiği yaz ı l ı d ı r . İ nsanlar ı n benci l oldukları ve davranışlar ını kendi istek ve çıkarlarına uygun biçimde ayarlayacakları mey­danda. Ancak o zaman da toplumda huzur, güven ve barış sağ­lamak mümkün deği l , dolayıs ıyla insanların araları nda bazı or­

tak davran ış kurallar ına göre hareket etmeleri şart. Gelin görün ki , her biri başka telden çalan insanların bunu kendi başlar ına sağlamaları imkansız. (Sokrates bi le bu konudaki araştırmaları sonunda bu sonuca varmamış m ı yd ı ?) O halde bunu sağlama-

1 47

Page 149: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

n ın bi r tek yol u vard ı r: Bu kuralları n Tanrın ın arzu ve dileklerini dile getird iğ ine , dolay ı s ıyla o nlardan şüphe edilemeyeceği­ne insanları ikna etmek. İşte Kutsal Kitapları n da bunu sağlama­ya çal ışt ık lar ı söyleneb il i r_ Böylece din ler in insanlara i nan­ma zorunluluğu , dolayısıyla şüphe etmeme yükümlülüğü yükle­diğini görüyoruz, bu ise bil imsel düşünme kurallarına taban ta­bana z ıt bir tavı r. Bil im ile d in aras ında temel b i r bağdaşmazlık olduğu inancı da buradan kaynaklanıyor olsa gerek.

Bu inancın bilgi üretmeyi yaşamların ın asıl amacı olarak gö­ren filozoflarla b i l im adamlarından bir kısmın ın görüşü olduğunu kolayl ı kla tahmin edebi l i rsiniz. Değer-yargıları konusunda tü­müyle duygucu (=eemotivist), hatta relativist bi r tutum almaya şu veya bu sebeple yanaşmayan bazı f i lozoflarla bi l im adamları , bu konuda dini inançlara yer verilebileceğini, hatta s ıradan insan içi n bunun kaçını lmaz olduğunu düşünüyorlar. Bu düşüncele­rinde ne derece haklı olduklarını tartışmanın bir yararı olacağ ın ı sanmıyorum, zi ra b i r insanın herhangi b i r konuda haklı olup ol­madığını araştırmak da bizi ister istemez değer-yarg ı larına gö­türecektir. Oysa ne bugüne kadar bu yarg ı lar üzerinde bir anlaş­maya varılabilmiştir, ne de bundan sonra varı lması mümkündür. Nedeni çok basit: Bu yarg ılar büyük ölçüde duygusal tercihle­rimizi dile getirir! Bir rengin sarı mı, yeşil mi o lduğuna (sıkışınca e lektro manyetik dalga boyları n a başvurarak) karar vermek mümkündür, ama bir tablonun güzel mi, çirkin mi olduğu konu­sunda uzlaşmak her zaman mümkün değildir_ Ayn ı şekilde, dav­ran ışlarımız ı istek, arzu , korku, umut ve özlem duygularımız be­l i rler, oysa bu duygu lar insandan i nsana, hatta aynı insanda za­mandan zamana değişir. Gözlemlerimiz algılarım ız ın , alg ı ları­mız da duyularımız ı n ürünüdür. Duyu organları her insanda ay­nı olduğuna göre (bazı anormal durumlar dışı nda) gözlemlerimi-

1 48

Page 150: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

zin de hemen hemen ayn ı olduğunu düşünebil irsiniz, oysa aynı şey duygularımız için geçerli değil. Bazı i nsanlar köpeklerden korkar, bazı ları korkmaz, dolayıs ıy la yaklaşan bir köpek karşı­s ında bu iki insan türünün tepkileri de farklı olacakt ır. Bu durum­da hang i tepki n in "doğru" olduğunu tart ış ı r mıy ız? Her tart ışma insanlar aras ında ortak ölçütler veya standartlar olduğu varsayı­mına dayanır.

Şimdi gene dini inançlar konusuna dönebi l i riz. Bu inançların çoğu zaman gözlemse l bir kaynağ ı olmadığı g ibi , rasyonel (ak­l ın-ürünü) b i r dayanağ ı da yoktur, bu nedenle onlar --dini deyim­le-- imanın konusudurlar. Bu düşünceyi iyice vurgu layan (Ter­tu ll ianus ve Lactantius gibi) imancı (f ide ist) denilen din adamları olduğu gibi , iman ın, dolayısıyla d in! inançların akı l la uyuşabile­ceğini iddia eden (örneğin , Aquinolu Aziz Thomas gibi) ilahiyat­ç ı lar da var. Demek ki, din! inançların epistemolojik statüsü ko­nusunda da düşü nürler aras ında bir anlaşma yok. Öyle sanıyo­rum ki, imancılar bilgiye hiç değer vermeyen, hatta "ruhun kur­tuluşu" açıs ı ndan bilgiyi zararl ı ve tehl ikeli gören, dünyada olup biteni anlama arzusu an lamında merakı bir "şeytan dürtüsü" sa­yan kişiler. Çoğu din adamı olan bu kişiler arasında filozof mi­zaçl ı , dolayısıyla bi lgiye en azından ruhun ku rtu luşu kadar de­ğer ve önem veren , bu nedenle de, dini inançlar gözlem ve de­neylerimize, dolayısıyla sağduyumuza bazen ters düşseler bile, onların akl ı mızla çatışmadığı n ı kanıtlamaya çalışan ilah iyatçı fi­lozoflar da var.

Bi l im adamlar ın ın bu konudaki tutumlar ı na gel ince : Bunlar aras ında "ruhun kurtuluşu" gibi bir kayg ı ları olmayan, olsa bi le bu kayg ıları bilgiye olan düşkünlüklerini unutturmayanlar çoğun­lukta gibi . Bi l im adam ları n ı n az bir bölümünün düpedüz ate-

1 49

Page 151: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

ist olduğunu daha önce belirtmiştim . Bir öteki dünyanın var ol­duğuna inanmad ıkları için, ruhun ölümsüzlüğünü dert etmeyen bu insanların sayıs ı gitgide artmakla bi rlikte, çocukl ukta edi ndik­leri dini i nançlar ını büsbütün terk etmek istemeyen bi l im adam­ları da var. B i lg in in büyük bir h ızla artt ığ ı çağ ımızda bu bi lgi yal­nız merakımızı gidermeye yaramıyor, tekniğe önderlik ederek yaşamımız ı daha rahat, daha güvenilir, hatta daha "mutlu" kı l­maya da yarıyor. Bu nedenle, bu tip bi l im adamı d ini mythos'la­ra artık itibar etmiyor, z i ra eli nde eskilerin merak ettiği her konu­da geliştir i lmiş çok daha güvenil ir teoriler var. Kozmoloj i n i n yeni gelişmelerini izleyebilen b i rin in "Büyük Patlama" teorisi dururken Enuma El iş'teki "yarad ı l ış" mythos'una itibar etmesi mümkün mü? Aynı şekilde, Darwin 'in "Evrim Teorisi" her geçen gün daha da s ık ı b i r biçimde belgelenirken, bu konulara bi raz i lgisi olan bi­ri n in tutup Tevrat'ı n "Yarad ı l ış" kitabı ndaki mythos'a inanması mümkün mü?

Burada çok önemli bulduğum bir noktaya parmak basmak is­terim : Henüz hemen hemen hiçbir bilgi b ir ikiminin bulunmadığı çağlarda yaşam ış olan peygamberler bu genel bilgisizlik yüzün­den o mythos'ları uydurmak zorunda kalm ışlardı , dolayıs ıyla eğer bugün yaşamış olsalard ı , Tanr ın ın evreni bir "Büyük Patla­ma" sonucu yaratt ığ ın ı iddia ederlerdi ve belki bu gerçeği kendi­lerine Tanr ın ın açıklad ığ ın ı söylemeye bile gerek görmezlerd i !

Nitekim, geçmiş dönemlerde yaşamış olan bazı bi l im adam­ları da sanki bu gerçeği sezmişler gibi , Kutsal Kitaplarda anlatı­lan "masalların" bi lg is iz halka ahlaki bakımdan çok önemli bul­dukları bazı davranış kuralları nı kabul ettirebilmek için uydurul­muş masallar olduğunu , dolayıs ıyla bi lg i l i i n sanların bunlara ilti­fat etmemesi gerektiğini söylemişlerdir. Bunlardan b i ri de Gali-

1 50

Page 152: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

leo'dur. Copernicusçu görüşü savunduğu için Engizisyon tara­f ından göz hapsine çarpt ı r ı lan Gali leo'nun asl ı nda samimi b i r "dindar" olduğu anlaşı l ıyor. Ancak o ve ondan sonra gelen Bey­le, Newton ve Gassendi gibi bi l im adamları "asgari di ndarl ık" (minimal religiosity) diyebileceğimiz bir din anlayışına sahiptiler. Bu bi l im adamları n ı n belirgin ahlaki kaygı veya özlemleri olma­dığı içi n, onlar her şeyi yaratan ve yöneten bir Tanrı fikrine iç­tenl ikle bağl ı idiler. Onlar için bu fikir, her şeyin başlangıcı konu­sunda kafa patlatmalarını da gereksiz k ı ldıgı gibi, en eski gele­neksel kurum olan dinle bir arada yaşamalarını da (coexistence) mümkün kıl ıyordu . Newton bu konuda o derece samimi bir din­dar idi ki , Tanr ın ın --gerektiği zaman-- kendi koyduğu doğa ya­salar ı n ı çiğneyebi leceğine, yani "mucizeler"in mümkün olduğu­na i nanıyordu.

Demek istediğim, bir b i l im adamının il le de ateist olması ge­rekmiyor. Ancaaak, dediğim g ib i , bil im adamları arasında Lapla­ce gibi Tanrı fikrine ihtiyaç duymayan lar da var. Oysa herhan­gi b i r insan ın bu tür bir fikre inanmas ı n ı n değişik gerekçeleri ola­bi l i r . Ge rçi b i r Gal i leo veya N ewton'un , kendis ine i nananları ödüllendirip cennetine alan, inanmayanları veya ahlaki bir suç iş leyen leri cehenneme atan bir Tanr ıya ihtiyaçları yok, hatta bu tür bir Tanrıya inananları küçümseyip "di ndar" adına layık gör­memeleri bile çok muhtemel ; onlar ın Tanrıya inanmaları daha çok teorik bir kaygıya dayanıyor. Laplace gibi bu tür teorik bir kayg ıs ı olmayanların Tanrının varl ığ ın ı yads ımaları da çok nor­mal. Fizyoloj i dalında Nobel ödülü almış bir bil im adamı olan Peter Medawar, bir gazetecı nin kendisi ne yönelttiği "Tanrıya inanır m ıs ın ız?" sorusuna şu cevabı vermişti : "Hayır, ben bir bi­l im adamıyım!" Elbet bundan Medawar' ı n bi l imle din arası nda tam bir bağdaşmazl ık olduğuna inandığ ı sonucu çıkıyor, oysa

1 51

Page 153: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ben buna hakk ım ız olmadığ ına inan ıyorum, zira bi l im adamı , Newton gibi, salt bil imsel kaygılarla da Tanrı n ı n varl ığ ına inana­bil ir veya Laplace' ın yapt ığ ı gibi , böyle bir kaygısı olmadığı ndan Tanrıya inanmak gereğini duymayabilir.

Herhangi bir felsefe ve bi l im kültürü olmayan kişilerin, bu arada özellikle bilgisiz halkın, çocuklukta ald ığı dini eğitimin et­kisi ve ana-babas ın ın baskısı ile içinde doğup büyüdüğü toplu­mun dini inançları n ı paylaşması çok normal. Herhangi bir kişisel kaygısı olmayan insanların dindarl ığına ben "kimlik cüzdanı din­darl ığ ı" diyorum. "Kimlik cüzdanı" di ndarı olan kişilerin de, tıpkı "asgari dindarlık"tan yana olanlar gibi , Kutsal Kitaplarda yazıl ı olan her şeye inanmaları gerekmiyor. Onlar iç in ası l önemli olan en eski geleneksel manevi kurum olan dine aykır ı bir tavır almamaktır, yoksa din in her dogmasına veya buyruğuna harfi harfine uymak değil. Halkın başka her şeyi olduğu gibi dini de taklit yoluyla öğrendiğini daha önce de belirtmiştim. Eğer halk­tan herhangi biri şu veya bu nedenle dine inanmak ihtiyacını duymuyorsa, toplumla ters düşmemek için dindar görünmeye önem verebil i r, ama vermeyebilir de, bu onun mizacına bağl ı .

Bu noktada önemli saydığ ım b i r noktaya değinmeden geçe­meyeceğim; bu 'boş-inanç' (superstition) terimi ile ilgil i . Daha önce "özlemse! düşünüş"ün dinin ana kaynağı olduğunu belirt­tim. Dinin insanoğlunun dertlerine çare bulmak umuduyla baş­vurduğu bir "manevi s ığ ınak" olduğu şüphe götürmez, san ı rım. Öyleyse i lkin "boş-inanç"tan ne anlad ığ ımı belirtmem gerekiyor. Kan ımca, doğruluğu konusunda elimizde (gözlemsel veya akla­yakın) hiçbir belge bulunmadığ ı halde, salt duygusal çekiciliğin­den ötürü kabul edilen bir iddiaya "boş-inanç" diyebiliriz. Bu tür boş-i nançlara sadece dinlerde rastlanmadığın ı kolayca tahmin

1 52

Page 154: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

edebilirsiniz. Nitekim, boş-inanca en çok rastlanılan alan tıp ol­

sa gerek, zira sağlığı na çok düşkün olan insanda büyük u mutlar

uyandıran bir iddia ortaya atılır atılmaz saman alevi veya orman yang ını gibi etrafa yayıl ır ve binlerce "inanan" bulur: Bunlardan bazıları gelip geçicidir, bir ara moda olur, ama sonradan unutu­lur. En kalıcı, en uzun ömürlü boş-inançlar dinle ilgili olanlardı r.

Bilindiği gibi, tek-tanrıl ı dinlerde "mucizeler"den geçilmez: Musa

Kızı ldenizi asasıyla ikiye ay ırm ış , kendi adamları karşı kıyıya geçtikten sonra K ızıldeniz tekrar kapanıp kendilerini takip eden M ıs ır ord usunu boğmuştur. İsa yaln ı z suyu şaraba dönüştür­

mekle kalmamış, doğuştan kör olan birinin gözlerin i görür hale

getirmiş, hatta ölmüş olan Lazarus'u diriltmiştir. Mucizeler doğa­yasalarını altüst eden "sözde" olaylardır, sizin anlayacağınız ne

sağduyu i le bağdaşırlar, ne de akı ll a, dolayısıyla onlara inan­

mak için insan ın bu yeteneklerini rafa kaldırması gerekir.

İyi de, günlük yaşamında gözlemlerine, deneylerine, sağdu­

yusuna ve aklına güvenen ve bun lar sayesinde yaşamını sürdü­ren insan nasıl oluyor da mucizelere inanabiliyor? Mucize yarat­mak ancak Tanrı sözcüleri olan peygamberlere vergi bir mazh�­

riyet olduğundan, onlara inanmak için her şeye gücü yeten bir

Tanrıya inanmak hem gerekli hem yeterlidir. Evreni yoktan, in­sanı çamurdan yaratabilen bir Tanrı için bir ölüyü diriltme gücü­

Tiü peygambere bahşetmek de bir şey mi? Tanrı isterse bu gücü sıradan bir insana, hatta hayvana bahşedebilir. Nitekim, doğar

doğmaz konuşan bebekler, hesap yapmasını bilen atlar görül­memiş midir? Buna benzer örnekler saymakla bitmez. Her şeye gücü yeten bir Tanrı inancı jnsanoğlunu akla gelebilecek her

* örneğin bizde Dr. özel adıııdaki şarlatan kanserin her türünü iyileştiren bir ilaç bulduğunu açıklayınca, yüzlerce kanser hastası başına üşüşmüş, o da bunlar· dan büyücek bir bölümünü güya tedavi etmeye başlamıştı.

1 53

Page 155: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Fel sefe Öğreniyor

saçmalığa inanmaya neredeyse zorlamaktad ı r. Bu konuda say ı ­s ız denecek kadar çok kitap �ıazı lmıştır ve iş in asıl i lginç yan ı , bilgisiz ve saf i nsanlar dindar o lmasalar da bun ları büyük b i r zevk, hatta heyecanla okumaktadır.

Öyle sanıyorum ki, en temel boş-inanç her şeye gücü yeten bir Tanrı n ı n var olduğu inancıdı r. Niteki m, sayısız filozof, i lahi­yatç ı , hatta bi l im adamı böyle b i r Tanrı n ı n var olduğunu akla-ya­k ı n gerekçeler göstererek kanıtlamaya çal ışmıçlardır . Voltaire bir yerde 'Tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi" gibi bir laf eder.* Bunu onun dinsizl iğine yormak yanl ış o lur, z:ira tam tersine, o bu sözle insanın ister teorik, ister pratik açıdan olsun, bi r Tanr ıya muhtaç olduğunu bel i rtmek istemişti r. Örneğin Aristoteles teorik b i r amaçla, Kant ise prat ik bir amaçla Tanrın ın varl ığ ına i htiyaç duyuyorlardı . B irincisine göre, evrende o lup bi­tenleri n başlang ıc ın ı ( i lk hareketi) açı klamak için, Kant'a göre ise, ahlakı sağlam bir temele oturtabilmek için Tanrıya ihtiyaç vardı. Baz:ı dindarlar da Tanrıy ı mistik yaşantı lar ın ın objesi ola­rak görüyorlard ı .

Çok-tanrı l ı dinlerin çeşitli tanr ı lar ın serüvenleri konusunda anlatt ıkları hikayeler de tek-tanrı l ı dinleri n mucizelerinden geri kalmaz. N itekim, eski Yunan mitolojisinde baş-tanrı Zeus'un gö­züne kestirdiği bir güzelle yatmak için kuğu biçimine gi rmesi, Musa peygamberin asasını kald ı r ıp Kızı ldenizi ikiye ayı rmasın­dan da "inan ı lmaz" bir olayd ı r, o nedenle Museviler de İseviler de bu eski dini Yunan masallar ın ı ciddiye almazlar.

Bana sorarsan ız:, din ile ilgili bütün yazı l ı ve söz:lü hikayeler­den pek az:ı "tarihi olaylar" kategorisine sokulabi l i r ; hele bugün

* Voltaire'in sözünün Fransızcası şöyle: "Si Dieu n'existait pas, i l aurait fallu l'inventer!"

1 54

Page 156: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

"mucize" diye yorumlad ığ ım ız h içbir olay ı n gerçekle i lgisi ola­maz. Elbet ben bunu söylerken sadece sağduyumla akl ım ı ko­nuştu ruyorum, zira gerçek olanla hayali olanı ancak böyle ayır­dedebil ir iz. Tanrı n ın ve tanrı lar ın varl ığ ına inanç --çeşitli teorik ve pratik i htiyaçların dürtmesiyle-- hemen tümüyle hayal-gücü­nün ürünü olsa gerek. Zaten bunun boş bir inanç olduğunu id­d ia edebilmemiz için, sadece sağduyumuzla akl ım ıza dayanma­mız, dolayısıyla hayal-g ücümüzü eylem-dışı b ı rakmamız gereki­yor. Bunu başarabi len kimsenin şöyle akı l yürütmesi mümkün: Biz tanrı fikrini genel l ikle Kutsal Kitaplardan öğreniyoruz. Oysa bu kitaplar genel l ikle peygamberleri tanımamış olan insanlar ta­rafından kaleme al ınmış, dolayısıyla bu kitaplarda anlatılanlara i nanmamız için önce onları yazmış olanların sözleri ne güven­memiz gerekiyor. Ama doğruyu söyledikleri ne mal um? Bu hika­yeler kendi hayal güçlerin in ü rünü olamaz m ı? Bu bir. Hadi , d i ­ye l im ki , bu yazarların sözler ine güveni leb i l i r, yani doğru bildik­leri (doğruluğuna inand ıklar ı ) şeyleri yazıyorlar, ama gerçek­ten de olup bitmiş şeyleri anlatt ık ları ne malum? An lattıkları na göre, peygamberler Tanr ın ın sözcüleri oldukları n ı , dolayıs ıyla o­nun söylediklerini insanlara ilettiklerini iddia ediyorlarm ış , ancak peygamberlerin doğruyu söyledikleri ne malum? Onlar da kendi hayal güçlerinin ü retmiş olduğu şeyleri "Tanr ı n ı n sözleri" d iye yutturmaya kalkmış olamazlar m ı? Onların Tanrı ile konuştuğu­nu belgeleyecek başka tanıklar yok el imizde, dolayıs ıyla bu de­fa da Tanrın ın varl ığ ına i nanabilmemiz için peygamberlerin söz­lerine güvenmemiz gerekiyor. Böylece, ne yaparsak yapal ı m , b ı r yerde inanç duvarını aşamıyoruz.

Bugün ateist dediğ imiz insanlar bu ve buna benzer gerekçe­lerle tanrı d iye h içbir şekilde doğrudan doğruya gözlenemez b i r varl ığa niçin inanmadıklarını açıklayabi l i rler. Yaln ı z, dediğim

155

Page 157: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsete Öğreniyor

gibi , bir insanı n bu tavrı takınabilmesi için Tanrıya inanma ihti­yacını duymaması gerek, dolayısıyla burada asıl üzerinde du­rulması gereken nokta neden bazı insanların böyle bir ihtiyaç duydukların ı anlamak olsa gerek. Ancak burada konumuz sade­ce din kaynaklı boş-inançların değil, her çeşit boş-inancın kay­nakları na inmek olmal ı .

İ nsanların d i nl i - dinsiz ezici çoğunluğunun eski çağlardan günümüze kadar binbir çeşit boş-inanca kapı ld ığ ı n ı bi l iyoruz. Dikkat edi l i rse, bütün boş-inançların normal-dışı, doğa-üstü, olağan-üstü, "mucizevi" olaylara i l işkin olduğu görülür. Bu ne­denle bu inançların genellikle sağduyunun kabul edemeyeceği ve akl ın almayacağı türden i nançlar olduğunu görüyoruz. Nor­mal olarak hiç kimse "doğar doğmaz konuşan" bir bebek veya hesap yapabilen bir at görmemiştir, kanatlı b ir at (Pegasos) gör­mediği gibi . Sağduyumuzla aklı mız bu tür olaylara "imkansız" damgasın ı vurmakta gecikmez. N itekim bunlar hemen hiçbir in­sanı n tanık olmadığ ı , sadece bazı insanların anlatt ığı , dolayısıy­la görmüş oldukların ı iddia ettikleri olaylardır, bu nedenle onlara i nanmak asl ı nda bu sözde-tanıkların sözlerine güvenmekten başka bir şey değildir.

İnsanlar ın anlat ı lan her şeye öyle kolay kolay inanmadıkları­n ı biliyoruz. Nitekim, bir tanıdığınız size "Dün Beyoğlu'nda ge­zerken caddede bir kaplan gördüm!" dese, önce sizin le dalga geçmek istediğini düşünür , onun "Sahi söylüyorum!" demesi üzeri ne, bunun hayvanat bahçesinden kaçmış , bi lemediniz, zengin bir han ım ın evcilleştirmi ş olduğu bir kaplan olabi leceğini düşünürsünüz, öyle değil mi? Sebebi açık: Kentin merkezinde dolaşan bir kaplana daha önce kimse rastlamamışt ı r !

1 56

Page 158: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

Ancak günlük hayatta büyük b i r şüphe konusu olan bu tür olaylar tanı mad ığınız b i risi tarafı ndan anlat ı l ı nca, ona inanma eği l iminiz artacak, hele anlat ı lan olay ne kadar " ihtimal-dış ı " olursa, bu eğiliminiz daha da güçlenecek, büsbütün "inan ı lmaz" b i r h i kaye duyduğunuz zaman ise s izde karşı-konulmaz b i r i nanma arzusu baş gösterecektir . Anlatılanların doğru olma şan· sı azaldıkça onlara inanma arzusunun artması insan psikolojisi­nin çok ilginç bir "garabeti " olsa gerek. Ben bunu şuna yoruyo­rum : Yaşamın ı tam bir monotonluğun verdiği rehavet içinde sür­düren insanoğ l u , neredeyse h içb ir şeyi "merak etmemeye" al ışmıştır. Onu bu zihni rehavetten ancak hiç beklenmedik bir olayın çık ıp gelivermesi uyandırı r. Olağan-dış ı olayların hikayesi de onda buna benzer bir etkiye yol açar. Bu arada hikaye hayaı­gücünü de kanatland ı r ı r. Yen i doğan bir bebeğin hemen konuş­ması yaln ı z olağanüstü bir olay değil, aynı zamanda "harika" bir olaydı r. Bu onda bir tür "düşünsel" sarhoşluğa yol açar.*

Bu işin psikolojik yanı . Bunun bir de sosyolojik yanı var. Her insan içinde doğup büyüdüğü toplumun dilini öğrendiği gibi, ge­nell i kle dinini de öğrenir. Oysa bütün dinler "mucize" hikayeleri ile doludur. Masalların küçük çocuklar üzerindeki çekiciliğini bilme­yen yoktur. Kutsal Kitaplarda anlatılan olağan-dışı olaylar, üstelik çocuklara gerçek olaylarm ış gibi anlatıldığ ından, bunlardan duy­dukları haz gerçek masallardakinden de büyük olur. Zamanla ço­cuk okula gidip, doğada her şeyin genel-geçer yasalara uygun biçimde olup bittiğini öğrendiği zaman bile, bu dini masal ların et­kisinden kolay kolay kurtulamaz. Ancak çok zeki, dolayısıyla şüp­he etme yeteneği iyice gelişmiş olan çocuklar bu masallara inan­mamak gerektiğinin farkına varırlar. Öteki çocuklar, üniversite eği-

* Bu konuda daha geniş bilgi içi n , bkz., H.B. "Bilim ve Şarlatanlık", özellikle Bölüm Vll , s. 507-523.

1 57

Page 159: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

timi bile görseler, çoğu zaman bunları bilimsel bilgilerle yan yana yaşatmaya devam ederler. Bu nedenle insanları n kafalarından en büyük zorlukla atabildikleri boş-inançlar d in eğitimi ile kafalarına sokulmuş olan bu dini hikayelerdir. Hele doğa-üstü olayları her şeye gücü yeten bir Tanrının isteğine yordular mı , bu boş-inançla­rı kafalarından söküp atmaları daha da zorlaş ı r, hatta böyle bir davranış onlara bir "ihanet" gibi görünür.*

Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmaya göre, 1 3- 1 8 yaşları arasındaki kolej öğrencilerine "Şunlardan hangile­rine inan ıyorsunuz?" diye sormuşlar; al ınan cevaplara göre, % 69'u n u n meleklere, % 59'un u n duyu-d ış ı a lg ı lamaya, % 55'inin astrolojiye, % 28'inin uzaktan görmeye, % 24 'ünün Koca-ayaklıya, % 22'sinin büyüye, % 20'sinin hayaletlere, % 1 8' in in Loch Naess canavarına inand ığı anlaşı l ıyor. Düşü­nün ki bunlar iyi kötü bir bi l im eğitimi almış insanlar!

Burada sözü geçen boş-inançlardan sadece bir tanesi , yani meleklerle i lgi l i olanı doğrudan doğruya din ile i lgi l i ; ancak, dik­kat ederseniz, çocuklardan çoğu meleklere inanıyor. Bundan da anlaşılacağı gibi , din eğitimin in etkisi bilim eğitimine rağmen de­vam ediyor. Biraz daha ileriye giderek şu i nancımı dile getirece­ğ im: Din eğitimi çocuklardaki inan ıverme eği l im ini büsbütün kamçılamış olabilir!

Bu eğil im, dinleri ne olursa olsun, bütün insanlarda gözlenen bir eğ i l im . N iteki m , astro lojiye veya duyu-dışı alg ı lama­ya (ESP) i nananlara dindar olmayan, hatta düpedüz ateist olan insanlar arasında da s ı kça rastlamak mümkün. Bunun elbet ter-• Yerleşmiş inançlardan sıyrılmanın güçlüğünü iyice gözler önüne seren bir

araştırma için, bkz., Barry Singer and Victor A. Benassi : "Fooling Some of the People Ali of the Time", Science Confronts the Paranormal" adlı der­lemede, Prometheus Books, 1 986, s .57-64.

1 58

Page 160: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

si de geçerl i : Dindar olan b ir i nsan din-dışı boş-inançlardan ba­z ıların ı , hatta çoğunu dışlayabil i r. Bu da gösteriyor ki , inanıver­me insanlığ ı n evrensel bir zihi nsel özürü, bu nedenle de insan l ı ­ğ ın boş-i nançlardan bir gün tümüyle kurtulabileceğini sanmak bir "ham hayal"! Anlaşı ldığına göre, boş-inançlar insanoğlunun psikolojik bir ihtiyacına cevap veriyor. Astrolojiye inanc ın insa­nın kendi karakter yapısı ve ilerde başına gelebi lecekler konu­sunda önceden bilgi edinme arzusundan kaynakland ığı şüphe götürmez. Bu ön-bi lg iyi elde etmekle başına gelebilecek her­hangi bir tats ız olayı önlemek istemesi söz konusu burada. Ya­zın havan ın nasıl olacağ ı n ı önceden görme yeteneğinden yok­sun olan bir insan, bunu bile bile, evlenmeye karar vermeden önce, evlenmesi durumunda nelerle karşı laşacağın ı öğrenmek için astroloğa başvurabilir, zira kaderin in daha doğarken yı ldız­lar ve gezegenler tarafından belirlenmiş olduğuna inanmaktadı r. Ona bu inanca nası l eriştiğini soracak olsanız, alacağın ız cevap aşağ ı-yukarı şu olacaktı r: " Herkes buna inanıyor da, ondan! Bak, X geçenlerde borsada hangi senetlerin prim yapacağ ın ı öğrenmek için b i r astroloğa başvurdu ve adamın dedikleri aynen çıkt ı ! " Bir parça bil im kültürü olan insanlar her iki durumda da geleceği önceden görmenin kesinlikle "imkansız" olduğunu bi l ir­ler. Nitekim, bir insanın aln ı nda neler yaz ı l ı olduğunu önceden bilmek yarınki hava duru munu tahmin etmekten binlerce defa zordur, oysa çok hızlı çalışan süper kompüterlerle dünyanın her noktas ından aynı anda gelen enformasyonlara dayanarak üç gün sonra bel li bir bö lgede havan ın nasıl olacağın ı doğru tah­min etmek bi le çok zordur. Ama gördüğünüz gibi, insanoğlu öz­lemlerin in itmesiyle en olmayacak şeylere kolayca inanıveriyor.

Bu vesi le ile bir noktayı bir daha vurgulamak isterim : Bilgisiz­lik bazan tehlikeli sonuçlar doğurur, ancak en büyük felaketlere

1 59

Page 161: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

boş-inançlar yol açar. Eskiden kral ve sultanlar önemli bir karar vermeden önce bir astroloğa ( m ü neccimbaşı) dan ışır , onun olumlu fikrini almadan, örneğin düşmanla savaşa tutuşmazlard ı . Bu, işi tamamen rastlantıya bırakmak demekti. Her önemli ka­rarda astroloğa danışmak aslında kararı ona bırakmak anlamı­na geliyordu, ama bir de astroloğun fikrini almak bu kişilere ce­saret veriyor olmalıydı.

Boş-inançların bence en tehlikelisi şüphesiz büyücülükle ilgili olanı idi, zira büyücülüğün etkisine inanmak bir yerde i nsanların hayatıyla oynamak fırsatını veriyordu. Bunun en korkunç örneği­ne çok büyük yetkilerle donatılmış din adamlarında (kilise bü­yüklerinde) rastlıyoruz. Çoğu müslümanlar büyünün gücüne ina­nırlar, onlara göre büyücüler geleceği önceden görebilir, gizli hazineleri ortaya çıkarabilir, sevgi uyandı rabildiği gibi düşmanı perişan edebilir, hastal ığı iyileştirip nazarı engelleyebilirmiş. Bir­çokları büyücülerin insanı hayvana, hatta bitkiye dönüştürebile­ceğine inanırlarmış. Hıristiyanlar ise büyücülere kötü gözle ba­karlar; güçlerine inanmadıkları için değil, şeytanla işbirliği yapıp onun yolunda gittikleri için. İşte bu sonuncu inanç yüzbinlerce masum insanın büyücü diye yakılmasına yol açmıştır. Gerek ka­tolik, gerekse protestan kiliselerinin büyükleri "sapkın" (heretic) dedikleri --kendi dogmalarından birazcık olsun sapanları veya saptığına inandıkları-- kişileri acımasızca cezalandırmışlar, bin­lerce insanı bazen ölümlerin belki en korkuncu olan ateşte yakıl­maya (auto-da-fe) mahküm etmişlerdir. Ancak kiliselerin "büyü­cü avı" sonunda yakaladıkları masum insanlara reva gördükleri işkenceler tek sözcükle tüyler ürperticidir. Onları bu derece gad­dar yapan da ''büyücülük" diye bir şeyin gerçekten de var oldu­ğuna inanmaları idi. Oysa bir zamandır, tek bir insan bile bu çıl­gınlık uğruna hayatın ı kaybetmiş değil. Hitler ve Stalin gibi dik-

160

Page 162: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

tatörlerin neden bunca insan ın kanına girdiğini yeri geli nce açık­lamaya çal ışacağ ım. Bütün bu insanl ı k-d ış ı davranışlarda "öz­lemsel düşünüş"ün kamçılad ığ ı boş-i nançların rolü olduğunu bir defa daha hatırlat ı rım.

2) Ahlak

Bi l indiğ i gibi , peygamberler genel ahlak kural ları n ı bazen buyruklar biçiminde dile getirmişlerdir. Musa'n ın "On Emri" bu­nun e n tipik örnekleridir: "Yalan söylemeyeceksin!", "Öldürme­yeceksin !" gibi. Oysa buyruklar i nsanın arzularını dile getirmesi­n i n en kestirme (kısa) biçimidir. Musa'nın insanlara tebliğ ettiği On Emir, onun demesine göre, Tanr ın ın isteklerin i dile getiriyor­du. Oysa, tahmin edilebi leceği gibi , O'nun istekleri "tart ış ı la­maz". (Askerlikte verilen emirlerin tart ış ı lamaması gibi. Bu ne­denle komutan emri altındaki i nsanları ölüme bile yollayabi l ir . ) Bazen bu istekler şart kipinde di le getirilir: "Yalan söylersen çar­p ı l ı rs ın" g ibi . * Hatta bazen b i ld i ri kip in in kul lan ı ldığı da olur : "Tanrı yalan söyleyeni sevmez" veya "Kötülük edenler yarın ahi­rette yapt ıklar ının hesabı n ı vereceklerdir" örneklerinde olduğu gibi.

Buna karşı l ık, ah lak filozofları ahlaki değer-yarg ı lar ın ı ge­nell ikle "Yalan söylemek kötüdür", "Fakir fukaraya yardım et­mek iyidir" türünden cümlelerle dile getirirler ve --duygucular (emotivist) bir yana bırakı l ı rsa-- bu cümlelerde geçen 'iyi' ve 'kö­tü' terimlerin in bilgisel bir anlamı olduğunu, dolayıs ıyla "Kar be­yazdır" cümlesi gibi denetlenebileceğini düşünürler. Bu şekilde ahlaki önermeleri n övgü ve yergi işlevleri yanında, bir de bilgisel içeriği olduğunu iddia ederler.

• Aynı şey "Yalan söyleme, yoksa çarpı l ırsın" biçiminde de ifade edilir.

161

Page 163: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

İyi de, bu tür yargıları nasıl denetleyeceğiz? Bu iki şeki lde olabilir: ' İyi ' ve 'kötü' g ibi sıfatlarının da, 'beyaz' ve 'siyah' gibi,

belli davranışlarda var olduğunu "sezgi" dediğimiz özel bir yete­nek sayesinde algı layarak veya bu yarg ıları şartlı önermelere dönüştürerek. Bir ve aynı davranışa bazıları n ın 'iyi', başkaları nın

'kötü' sıfatını vermeleri durumunda, kimin haklı olduğunu sapta­yamadığımız için, ya sezgiye güvenilemeyeceği, ya da insanda bu tür bir yetenek olmadığı sonucunu çıkarmak zorunda kalırız; bu da bu yargıların sezgiyle denetlenemeyeceğini gösterir. İkin­ci şıkka göre,

( 1 ) Yalan söylemek kötüdür

türünden bir ifadeyi ,

( 1 '} Yalan söylersen insanların güvenini yitirirsin

türünden bir ifadeye çevirmek gerekir; oysa bu cümleyi,

(2) On metre yükseklikten atlarsan bir tarafını kırarsın

cüm lesi gibi denetlemek mümkün değildir, zira (1 ') karşıs ında

baz ı insanlar ,

(3) Ne olmuş, insanların güvenini yitirirsem?

gibi bir soru sorarak (1') iddiası nı önemsemediklerini, başka bir dey işle, yalan söylemenin kötü bir şey olduğuna inanmadıkla­rını açığa vurabilirler. Bu da yalan söylemenin bazı insanların hoşlanmadıkları veya onaylamadıkları bir davranış olduğunu göstermiyor mu?

Ahlaki iddialar (etik önermeler) konusunda binlerce kitap ya­zı lm ış olduğu halde, ahlak konusunda bilimdekine benzer bir uzlaşma sağlanabilmiş değil. Bu da insanların ahlak yargıları konusunda duygularından (umut, korku veya özlemlerinden) bir

1 62

Page 164: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

türlü kurtulamad ıkları n ı göstermiyor mu? Bu konudaki tartışma­ları n bir türlü bitmemesi bana bu yargı lar ın özlemse! düşünüşün bi r başka türü olduğunu i lham ediyor.

Ben bir felsefeci olarak böyle düşü nüyorum, ama sıradan i nsanın bu konudaki tutumu bambaşka. Ahlaki değer-yargı ları taklit yoluyla kuşaktan kuşağa aktarı l ı r, bu nedenle de gelenek­sel bir güveni l i rl ik, neredeyse bazen kutsal l ık kazanırlar. Nite­kim , sı radan ahlak kurallar ını s ık sık çiğnedikleri zaman bile on­ları n doğru olduğuna, dolay ıs ıyla onlara uyul ması gerektiğine inanırlar. Bu inançları bazen o kadar güçlüdür ki, yanl ış bir hare­ketin ardı ndan pişmanl ık duyarlar. Halk d i l inde "vicdan azab ı" denilen şey de bu pişmanlık duygusudur. Bazı insanlara 'ahlak­sız' , 'vicdansız' gibi sıfatların rahatl ıkla yüklenmesi de ahlak ku­ralların ın sadece doğru deği l , tartışılamaz olduklarına da inan­d ıklarını sergilemiyor mu?

Bir insan ne kadar cahil ve bağımsız düşünüp karar verme yeteneğinden yoksunsa, ahlak kural lar ın ın zaman içi nde ve top­lumdan topluma değiştiğinin farkında deği ldir, bu nedenle de on lara harfi harfi ne uymaya özen gösterir. Bu tutumun bazen trajik sonuçlar verdiğini görüyoruz. Bizimkisi gibi "şarkl ı/müslü­man" toplu mlarda en önemli ahlak kuralları erkekle kad ın ara­sındaki seksüel ve sosyal ilişkileri düzenlemeye yönelik olanları­dır. Bunlardan birinin biraz olsun i hlal edilmesi onlara toz kon­durmayan cahil insanların şiddetli tepkisine yol açabi l ir. Nitekim, bundan bir süre önce Colmar'da yaşanan aile faciası bunun ti­pik

. örneğidir. Her Allah ın günü gazetelerde neredeyse bir h iç

yüzünden eşleri ni , nişanl ı lar ın ı öldüren insanlardan söz edildiği­n i okumuş olmalıs ı n ız . Dinlerin "Öldürmeyeceksin" emrini bile çiğnemekte sakınca görmeyen bu insanlar --elbet b i rtakım psi-

1 63

Page 165: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

kolojik nedenlerin de işe karışmasıyla-- boşad ıkları eşleri başka biriyle evlendi, dolayısıyla kendilerine "ihanet" etti diye onları kıl­ları kıpı rdamadan öldürebiliyorlar.

Dini i nançlar gibi ahlak! değer-yarg ı ları da kuşaktan kuşağa devredilirler; böylece her toplumda bi r ahlak geleneği oluşur. Bu geleneğe ayak uyduramayanlar kı namadan cezaland ırmaya ka­dar çeşitli baskı yöntemlerine maruz kal ırlar. Yaşama şartları değiştikçe insanları n hayat anlayışları da değişmeye başlar. Sı ­radan insanlar ın çoğunluğu "düşünme tembeli" oldukları için es­ki değerlere bağl ı l ıkları nı sürdürürler. Bunlara genellikle "tutucu" (muhafazakar) denmektedir. Bu bağ l ı l ı klarından kopup yeni şartlara daha uygun yeni ahlaki değerler üreten ve bunları sa­vunmak için bazen eski kuşakla savaşmak zorunda kalan insan­lar da vardır. Bu da yeni arzu, istek, umut ve özlemlerin eskile­rinden daha ağı r basmaya başlad ığ ın ın belirtisidir. Bütün bu çe­şitli duygular ı n temelinde "mutlu olma" arzusunun yattığ ı n ı be­l irtmeme bilmem gerek var m ı ? Aristoteles'in oğlu Nikomakhos için yazdığ ı ahlak kitab ın ın başında şu cümle yer al ır : "Herkes mutlu olmak ister, ama mutlu luktan başka bir şey anlar!" Öyle sanıyorum ki , gerek ahlak gerekse politika konusunda yazılmış o lan hiçbir kitap i nsanoğlunun pratik yaşamı nda karşı laştığı d i­lemma'yı bu kadar özlü biçimde dile geti rmemiştir. Nitekim, bi­raz sonra göreceğimiz gibi , insan-dışı dünyan ın neredeyse bü­tün s ı r ları çözülebildiği halde, filozofların bunca çabasına rağ­men, "mutlul uğun s ı rrı" bugüne kadar b i r türlü çözülememiştir ve öyle sanıyorum ki, hiçbir zaman da çözülemeyeceği anlaşı l ­d ığ ı içi n , baz ı filozoflar "demokrasi" denen toplumsal düzenin gerçekleştirilebi l ir en mut lu d üzen olduğu sonucuna varmışlar­d ır.

1 64

Page 166: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemsel Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

3) Hukuk

H ukuk bir top lumda en geçerli olan ah laki değerleri göz önünde tutarak o toplumu o luşturan bi reylerin mutlaka uymaları gerektiği kararlaştı rılan (asgari) kuralların topla m ıdır. Burada hayatın her bir alanında hangi kural lara uyulması gerektiği ba­zen en i nce ayrıntılarına varı ncaya kadar saptanmış, bu kuralla­ra uyulmaması halinde nas ı l cezalandırı lacakları da gene ayrın­tı l ı bir şekilde belirlenmiştir. Ahlaka kıyasla hukukun bir özelliği de, bireyleri n mutlu l uğunu artıracak ahlak kural lar ın ı hesaba katmayıp, sadece insanların mutluluğunu azaltabilecek, hatta bazen büsbütün ortadan kaldıracak davran ışlardan onları cay­dırmak amacı na yönelik olmasıdır . Bu bakımdan hukuk ahlaki gelenek ve göreneklere de yer vermez ve bunlara uymamak sa­dece kınama dediğimiz manevi cezaya çarptı r ı l ı r . Sözün kısası , hukuk toplumda "asgari" b i r mutluluk sağlanması amac ın ı gü­der, asgari mutluluk ise güven ve huzu r g ibi ik i önemli mutluluk faktöründen o luşur. Buna göre, bir toplumda devletin ana göre­vi bu i ki sosyal şartı sağlamak oluyor.

Bu bakımdan hukukun ahlak kurallarından bir bölümünü, daha objektif kıstaslara bağlad ığ ın ı söyleyeb i l i ri z . Ahlak kuralları n ı başlangıçta din adamlarıyla bilge kişiler koymuştur, ancak bunlar arasında bazı tutarsızl ıklar, hatta keyfe-bağlı l ıklar olabilir. Modern toplumlarda hukuk kuralları uzman kişilerden oluşan bir heyet tarafından hazırlandıktan sonra parlamentoda uzun uzun tartışı l ır , böylece keyfil ikler ve tutarsızl ıklar giderilmeye çal ış ı l ı r. Yaln ız yu­karıda sözünü ettiğim objektifliğin bil imdekinden farkl ı bir şey ol­duğunu da unutmamamız gerek. Burada daha çok toplumun de­ğişik kesimlerinden gelen, dolayısıyla değişik arzu ve istekleri

1 65

Page 167: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Ôğreniyor

olan insanların hiç değilse topl umun asgari mutluluğunu sağlaya­bilecek hukuk kuralları üzerinde uzlaşmaları söz konusu.

Bu "uzlaşma" faktörü hukuku ahlaktan ayı rdeden önemli bir nitelik olsa gerek. B i l i ndiğ i gibi, ahlak ve h ukuk kural ları baş­lang ıçta peygamberleri n arzu ları n ı dile getiren Kutsal Ki taplar­da yer al ıyordu. Ancak zamanla "asgari mutluluk" için gerekli olanları ötekilerden ayı rdetme ihtiyacı doğdu. "Hırs ızl ık etmek kötüdür" veya "Hırsızl ık etmeyeceksin" biçiminde di le getir i len bir ahlak kural ını "Hırsızlık edenin eli kesilir" gibi b i r hukuk kura­l ı na dönüştürmek, böylece i nsanları h ı rs ızl ı k etmekten cayd ır­mak yolu aranmıştır . Buna karş ı l ık, "Yalan söylemek kötüdür" g ib i b ir ahlak kural ın ın "Yalan söyleyenin dili kesi lsin" kural ına dönüştürüldüğünü görmüyoruz. İslamın dini hukukuna "şeriat" hukuku deniyor. Burada Kur'anla hadis leri n ahlak kural ları ndan gerekli hukuk kuralları n ı tü retmek söz konusu, bu işi ise "fakıh" deni len f ıkı h uzmanları üstleniyor. F ık ıh uzmanları ne kadar d ini ahlak kural ları na bağlı kalmaya çalışsalar da, aralarında yorum değişiklikleri olmaması imkansız, ama gene de en temel hukuk kural lar ı üzerinde "uzlaşmak" gerektiğ in in bi l i ncinde oldukları için, herkes için geçerl i kuralları saptamaya çalış ıyorlar. Elde edilen sistem ister d ine-bağl ı , ister laik olsun, uzlaşmaya çalış­ma isteğ in in bi l irnlerdekine benzer bir "objektiflik" sağlama özle­minden kaynaklandığı bence şüphe götürmez. Burada h erkesin arzu ve isteklerini yansıtma amacına yönelik bir davranışla karşı karşıya olduğumuzu düşünebil i riz, oysa gerçekte "şeriat huku­ku"nun gene ya peygamberlerin arzu veya özlemlerin i , ya da hukuk kuralları üzerinde uzlaşmaya çalışan düşünürlerin arzu ve özlemler in i d i l e get irdiği söylenebi l ir. İ nsan davran ışları n ı yönlendi rmeyi amaçlayan değer-yarg ı la r ın ı "özlemse! düşü­nüş"ün etkisinden kurtarmak mümkün olmasa gerek.

1 66

Page 168: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

4) Politika

Politika felsefesinin i nsanları "en mutlu" edecek toplum dü­zenini arayıp bulma çabası ndan kaynaklandığ ın ı belirtmiştim. Aynı toplumda yaşayan insanların bi rbirlerine karşı ahlak, görgü ve hukuk ku rallarına uygun davranmalar ın ın mutlulukları n ı artı­racağ ı şüphe götü rmez , ancak toplumu yönetme biçimi n in de t>unda büyük rolü olduğu apaçık olsa gerek. Filozoflar ın oldum olası "En iyi yönetim biçimi hangisid ir?" sorusuna cevap verme­ye çal ışmaları da bu kaygıdan kaynaklanıyor. N itekim, bencil bir zorbanı n veya dediğim-dedikçi b i r d iktatörün toplumu yönetme­siyle, b i lge kişilerden oluşan bir heyetin yönetmesi arasında top­lumun mutluluğu bakım ından büyük bir fark olacağı apaçık olsa gerek. Benci l zorba, adı üstünde, sadece kendi keyfi ni ve ç ıkarı­nı d üşünen, dolayısıyla yönetimi altındaki insanların ç ıkarları n ı istediği g ibi çiğneyebilen kişidir . Dediğim-dedikçi b ir diktatör ise halkın gerçek çıkarları n ı n nerede olduğunu bi ldiğine inanan, dolayısıyla onlar ın kendi çıkarları konusunda ne düşündüklerine aldırış etmeden "bi ldiğini okuyan" kişidir. Bir de şu var: Bir toplu­mu yönetme görevine halkın seçimiyle de gelmiş olsalar, bu yö­netici ler bazen bilgisizlikleri, bazen yeteneksizlikleri, bazen de kişisel çıkarları yüzünden, toplumda tam bir kargaşa havası ya­rat ı lmasına, yurttaşların her türlü güven duyguların ı kaybetmele­rine, böylece huzurlar ın ın kaçmasına yol açabil irler. Bir toplumu en çok huzursuz eden faktörlerden biri insanların "güven" duy­gusunu yitirmeleridir. Bir zorbanın ne yapacağı n ı n önceden bi l i­nememesi kadar, seçimle iş başına gelmiş devlet adamları n ın , başta ekonomik problemler olmak üzere birçok sosyal sorunun üstesinden gelememeleri de insanlarda güvensizlik duygusunun yerleşmesine yol açabi l i r ve bu durumda herkes "kendi başın ın çaresine bakmak"tan başka bir çıkar yol olmadığını düşünebilir,

1 67

Page 169: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

bu yüzden toplumsal dengeler altüst olabi l i r . Psikolojik aç ıdan en büyük huzursuzluk duygusu bundan kaynaklanır. Yarı n ın ne­lere gebe olduğunu tahmin edemeyen i nsanlar bazen büyük bi r karamsarl ığa b ile kapılabilirler. İçeride asayişin, dışarıda barış ın sağlanamaması bu tür b i r karamsarı ığın ana kaynağ ıdır.

D ine-dayalı ahlak sistemleri olduğu gibi , dine-dayal ı politik sistemler de vardır. Bu s istemlerde bazen halife i le kral aynı kişi olabiliyor. Ancak "şeriat"la (yani dini esaslarla) yönetilen İslam ülkelerinde devletin politik başı kim olursa olsun, ülkesi ni "şeriat hukuku" ile yönetmek zorundadır. Bu tür yönetimlerin en kötüsü devletin başında politik zorbal ıkla dini bağnazl ığ ı birleştiren biri (halife/sultan) bu lunanıdır . Ancak Humeyni gibi sadece ü lkesinin "dini" l iderliğini yüklenmiş biri de ülkesin in mutlak hakimi kesi le­bilir. Nitekim, günümüzün iranı resmen "İslam Cumhuriyeti " adı ­nı taşıyor, ama Humeyni 'nin kendisi mutlak b i r diktatördü , dola­yısıyla onun sözünden ç ıkmak kesinlikle ölüm cezasını göze al­mak demekti. Yüzbinlerce aydın bu yüzden hayatını kaybede­cekti.

Bunları hatırlatmam ın asıl nedeni şu : Bazı insanlar topluma ille de kendi istek ve arzularını dayatmak istiyorlar, böylece top­lum onların "özlemse! düşünüş" biçimini benimsemeye zorlarn­yor. Bu tür totaliter denen rej imlerde sadece diktatörlerin de­

ğer-yargıları "doğru" sayı ld ığ ı için , onları kabul etmeyenleri ko­

vuşturmak bunların doğal hakkı gibi alg ı lanıyor. D inci diktatör­lerin i nançlarına göre, dini dogmalar Tanrı tarafından peygam­berlere "açıklanmış" olduğu için , onların doğruluklarından şüphe edilemez, dolayı s ıyla buna cesaret edenler şeytana kapı lm ış, kötü ruhl u kişilerdir, bu nedenle cezalandır ı lmayı hak ederler. Diktatörlerin tut umu da bundan pek farklı değildir, zira onlar da

1 68

Page 170: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemsel Düşü nüş ve Başlıca Çeşitleri

savundukları değer-yargı ları n ı üstün sezme yetenekleriyle bul­duklarına inan ırlar.

5) İdeoloji ler

'İdeoloji' sözcüğünün günlük di lde pek bel ir l i b i r anlamı olma­dığı için, ben bu sözcüğü şu anlamda kullanmayı önereceğim: "Fi lozofları n d üşlediği ve insan mutluluğunu art ıracağ ı na inan­d ıkları ideal toplum düzen in i d i le getiren sistem li düşüncelerin toplamı."* Bu tanımdan anlaşı lacağ ı gibi , ideolojiler fikir üreten insanların eseri. Ayrıca filozoflar, olan bir düzeni deği l , olması nı özledikleri bir düzeni dile geti riyorlar, üstelik i r:ısan mutluluğunu en çok bu tür bi r düzenin artırabileceğine inan ıyorlar.

S ıradan adamın h içbi r alanda fiki r ü retemediğ in i , buna ne hevesi, ne zamanı , ne de yeteneği olduğunu bi rçok defa vurgu­ladığ ımı hatı rl ıyorum. Bu insanlar içinde yaşad ıkları toplum dü­zeninden memnun olmad ıklar ı zaman bile daha iyi bir düzen o lup olmayacağ ın ı araşt ırmazlar , ancak d üzen açıkça onları mutsuz ediyorsa, ona karşı ayaklanı rlar. O zaman bile toplumu nası l yönetmeleri gerekeceğini çokluk bi lmezler. "Daha iyi bir toplum" özlemi de filozofların kalas ında uç verir.

İdealler özlemler in en arı biçimlerid i r, dolayıs ıyla en iyi top­lum düzeninin nasıl bi r şey olacağ ın ı araştıran filozoflar ister is­temez kendilerini hayale kaptı rı rlar . Ş üphesiz bunu yaparken bazı gerçek modellerden esinlendikleri olur, ama gene de bura­da özlemlerin payı gözlemleri n payı nı kat kat aşar. Ancak ideal bir toplum düzenin i araştı ran i nsan gerçek örneklerden ne kadar

* 'İdeoloji' sözcüğünü i lk de1a 1 796'da Destutt de Tracy adı ndaki Fransız düşü­nür "ideaların bilimi" anlamında kul lanmış, sözcük ondan sonra özellikle Marx'ın etkisi altında olumsuz bir duygusal içerik kazanmış. Ben yukarıda tek­lif ettiğim tanımla sözcüğe nötr bir anlam veriyorum.

1 69

Page 171: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

uzaklaşırsa, özlediği toplum düzeninin gerçekleşme şansı da o derece azalı r . Bü tü n kusurlarına rağmen, gerçek düzenler varıl­mış olan kültür düzeyinde "insanın doğas ı"na en uygun olanları­d ır. Ancak kendileri s ı radan adama kıyasla çok daha kültürlü olan filozoflar anlaşılabi l i r bir safdi l l ikle düşledikleri düzenin çok kısa zamanda gerçekleştirilebileceğine i nanır lar.

a. Ütopik Toplumcuklar

Bunlar bazı fikir adamları n ı n öncülüğünde gir iş i lmiş ideal toplum denemeleridir. Bu tür denemelerin çok kısa ömürlü oldu­ğu görülmüştür. 1 9. yüzyı lda Avrupa ile Amerika Birleşik Devlet­lerinin bazı yörelerinde bu tür denemeler yapılm ış , ancak en ka­badayısı 5-10 yı l yaşamıştır. Ayn ı özlemlerle ve kendi özgür is­temleriyle bir araya gelm iş insanların bu işi devam ettirememe­leri insan doğasın ın sanıld ığ ı ndan da karmaşık olduğunu göste­riyor.

b. Total iter İdeolojiler

Kendi istekleriyle bir araya gelmiş olan, üstel ik sayıları bi rkaç yüzü geçmeyen bu i nsanların ideallerini gerçekleştirememiş ol­malarına rağmen, bazı düşünürlerin mi lyonlarca değişik karak­terde insandan oluşan bütün bir toplumu ortak bir ideal çevre­sinde birleştirebileceklerini sanmaları tari hin i lginç cilvelerinden biri olsa gerek. Gerçi 20. yüzyı l ı n ilk çeyreğinde bir i italya'da (Faşizm), öteki Almanya'da (Nazizm), üçüncüsü Rusya'da (Ko­münizm) olmak üzere Mussol in i , Hitler ve Lenin'in önderliği al­t ı nda totaliter rejim le r k u rulmuş, hatta bunlar o ldukça uzun ömürlü olmuşlard ır , ama sonunda onlar da --tıpkı ütopik toplum­cuklar gibi-- tarih sahnesinden si l inmişlerdir. Mussol in i mill iyetçi bir i deoloji ile, Hitler ırkçı/milliyetçi bir ideoloji ile yola ç ıkmış lar, ancak her ikisi de "demokratik ideoloji"yi benimsemiş olan ülke-

1 70

Page 172: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

ler karşısında yenilip tarihe karışmışlardır. İçlerinden en uzun ömürlü olan komünizm ise bir deyime kendi ağı rl ığ ın ı taşıyama­dığ ı için çökmüştür.

Diktatörlüklerin başlangıçta başarı l ı olmaları n ı n nedeni saf ve bilgisiz halkı n öneml i bir bölümünü (bunun çoğunluk olması gerekmiyor) retorik ve propaganda, hatta beyin yıkama yöntem­leri ku l lanarak kendi ideal topl um anlayışları n ı n doğru olduğuna ikna edebi lmiş olmalarıdır. Dini ideolojilerde olduğu gibi, politik ideolojilerde de sıradan adamı ikna etmenin en etkili yolu onlara en büyük özlemlerinin gerçekleşeceği konusunda umut vermek­

ti r. Mussol ini de, Hitler de konuşmaları ndaki ustal ıkla halkı bü­yüleyebiliyor, hatta onları "dünya cenneti"nin yakı n olduğuna ikna edebiliyorlard ı . Bu arada halkı pohpohlamak, övmek, hep onun nabzına göre şerbet verir g ib i görünmek onları kendilerine bağlamak açısından çok etki l i oluyordu . Şarlatanlar da aynı yön­temleri kul lanarak saf ve aptal i nsanlara f iki rler ini satm ıyorlar m ı?

Ben gene de konumuz açısından Marxç ı , dolayısıyla onun

uygulanmış bir biçimi olan komünist ideoloji üzerinde uzunca durmayı gerekli görüyorum.

Marx' ı n "ütopik sosyalistler" diye küçümsediği kişi lere yö­nelttiği eleştiri leri gözden geçirmek "özlemse! düşünüş"ü daha iyi anlamak açısından bize bazı ipuçları verebil i r. Fourier ve Owen gibi düşünürlere yönelttiği eleşt i ri lerin başında Marx bu insanların fazla "hayalperest" (düş-kurucu), yani olmayacak du­aya amin diyen kişiler olduğunu önemle bel irtir. Onları "ütopya­cı" olmakla suçlamasın ın da sebebi b u . Marx'a göre, şartlar el­vermedikçe herhangi bi r düşü hayata geçirmeye kalkmak çı lgın­l ık değilse bi le düpedüz aptall ıkt ı r . Ütopik toplumcukların pek k ı -

1 71

Page 173: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

sa ömürlü olmaları da bunu kanıtlamıyor mu? Peki, öyledir diye iki elimizi kol umuzu bağlayıp olup bitene (tarihin akışına) seyirci mi kalacağ ız? Elbette hayı(, ama şartların olgunlaşmasını bek­lemek de şart. Biz ne yapsak, ne etsek tarihin gidişini zorla de­ğ iştiremeyiz, bu nedenle "devrim"in kaçını lmaz olacağ ı anı sa­bırla durup beklemeliyiz. Akıl ve sağduyu bunu emrediyor. Biz ancak tarih in "doğum sancıları n ı " hafifletmeye çalışabi liriz.

Marx'ı n muhtemel devrimcilere yaptığı bu uyarı i lk bakışta akla-yakın görünüyor. Nitekim, bu tavrıyla Marx "ütopik sosya­l izm"e karşı kendi "bil imsel sosyalizm"ini ç ıkarttığ ı inanç ve iddi­asında. İyi de, ideoloj ilerden biri olan sosyalizm aynı zamanda "bilimsel" olabilir m i? Açıkça görüldüğü gibi , Marx sosyalizmin ne zaman gelip çatacağı n ı önceden bi lebileceğimiz kan ısında; üstelik ona göre insanlar isteseler de, istemeseler de sosyalizm yakı nda gelecektir , dolayısıyla onu zamanından önce gerçek­leştirmeye kalkmak, tarihe ve sosyal gerçeklere gözlerin i kapa­t ı p kendin i düşlere kaptırmaktır, oysa düşünceyi bir yana itip düşlere dalmak d üş-kı r ıkl ığ ın ı bile bile davet etmekti r .

İyi de, Marx geleceğin nelere gebe olduğunu nasıl, nereden biliyor? Kendisi "kehanet"i (prophecy) reddettiğine göre, bunun bilimsel bir örneğ i olması gerekir, öyle değil mi? Evet, Marx da zaten gözlemlerine dayanarak, tarihin gidişine bakarak gelece­ğ in ne tür sosyal/ekonomik/pol i t ik gelişmelere gebe olduğunu önceden görebildiği iddiasında. Burada onun "diyalektik mater­yalizm" dediği şeyin nası l bir şey olduğunu açıklamama imkan yok, ancak kapital ist sistemin bu gidişle yakın bir gelecekte ken­di mezarın ı kazacağ ından emin. "Proleterya diktatörlüğü" dediği kısa bir dönemden sonra sosyal adaletsizl ik ve ekonomik eşit­sizl iklerle birlikte devletin varl ığ ına da gerek kalmayacak, devle-

1 72

Page 174: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

tin ortadan kalkmasıyla birlikte insanoğlu tüm özgürlüğüne ka­vuşacak, böylece bütün insanl ık için çok mutlu bir dönem, hem de artık sonsuza kadar sü recek olan b ir dönem başlayacak. "Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine!" demenin tam sı- .

rasıdır.

Baz ı mythos'larda insanl ığın vaktiyle bir "Altın Çağı" yaşamış olduğu hikaye edil ir. Sanırım, Marx'ın gelecekte olacaklarla i lgil i mythos'u bu eski mythos'dan da çekici, zira birincisi insanı ka­ramsarlığa sürüklediği halde, Marx'ı n anlattığı "düş dünyası" ge­leceğe i l işkin olduğu için daha bir çekici , hatta heyecan verici.

Nitekim, Marx'tan bu yana geçen bir buçuk yüzyıl l ık süre boyun­cc;ı binlerce ayd ı n , filozof ve de b ili m adamı onun anlatt ığ ı mythos'un etkisinden kendilerin i ku rtaramam ışlar, hatta bazıları üzerinde Marxçı l ık entellektüel bir "uyuşturucu" etkisi yapmıştır. Onun bi r uygulaması olan komünizm çöktüğü halde, bu etkiden kurtulamayanlar da var. Onlara sorarsanız, komünizmin Marx' ı n ideoloj isiyle uzaktan yakı ndan bir ilgisi yoktur, hele Stal in ona tamamen i hanet etmiştir. Neden ? İ nsanl ığ ı tam bir özgürlüğe götürmesi beklenen sosyalizm yerine her türlü özgü rl üğü yok eden, Gulag Takımadalarına sürdürdüğü milyonlarca i nsana ha· yatı zindan eden bi�diktatörlük kurduğu için! Komünizme yürek­ten inanmış insanlara bu acımasız diktatörlüğün Marx'ı n yanlış

bir bi l im anlayışından kaynaklandığ ın ı kabul ettirmek imkansız gibi görünüyor. "Tükürdüğünü yalamamak" totaliter bir ideolojiye

bağlananların ortak davranışı olsa gerek. Marx'ın ş iddetle eleş­

tirdiği "ütopyacı sosyalistler" toplumsal denemelerinin başarısız­l ığa uğradığ ın ı görünce de belki düşlerin in doğru luğuna olan inançlarını yitirmemişlerdi , ama onlar hiçbir zaman bu düşü zor­la devam ettirmeye de kalkmamışlard ı . Stalin ise yaln ız kurduğu

rejime karşı ç ıkanları temizlemekle yetinmeyecek, onu eleştiren-

1 73

Page 175: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

leri "sapkın l ık"la suçlayıp kovuştu racak, hatta "şüpheci" bir tavır alanları ya Sib i rya'ya sürdürecek, ya da akı l hastanelerine kapa­tacakt ır. Bi l imde eleştiri ve şüphe yanı lmaya karş ı koruyucu yöntemler olarak yüreklendiril i r, ancak totaliter ideoloj i lerde bu­nun tam tersi geçerl idir: Onu eleştirmek de, şüphe konusu yap­mak da bir suçtur, zira bu kesinl ikle doğru olanı bi le bile red­detmek anlamına gelir. Bu tutumu burada "saplantı" hal i n i alm ış "özlemse! düşünüş"ün "hükmetme tutkusu" ile el ele vermesin­den başka bir şekilde açıklamak mümkün mü? Bi l imde bir teori ancak hemen hemen tüm eleştirilerin sustuğu zaman "yeterince belgelenmiş" sayıl ı r, oysa totaliter ideolojilerde Führer'i n , Du­ce'nin veya Büyük Şef'in ortaya att ığı politik öğreti doğrudur, yanl ışlanamaz, onu yanl ışlamaya kalkmak, hatta yani ış olabile­ceğini ima etmek suçtur.

c. Demokratik İdeoloji

Marx' ın "ütopyacı sosyalizm" diye küçümsediği yaşam tarz ı , komünizmle kıyasland ığ ı nda insana ne kadar daha sempatik, ne kadar daha gerçekçi görü nüyor, öyle değil mi? Küçük b i r grup i nsan kendi öz istemleriyle bir araya gel i p özledikleri ortak b i r yaşama biçim in i hayata geçirmek istiyorlar, ancak özlemleri­nin hiç de sandıkları gibi "ortak" olmadığ ın ı anlayınca, bu sev­dadan vazgeçiyorlar. Bence son derece gerçekçi bir davranış bu, üstelik de oldukça "bi l imsel", z i ra deneme başarısızl ıkla so­n uçlanınca kimse kimseyi "davaya ihanet" ile suçlamıyor. De­mek ki, içlerinden "Ben bu i ş i n doğrusunu bil iyordum, ama içi­mizdeki bazı b i lg is izler, hatta kötü niyetliler işi bu raya getirdi" di­yen biri çıkmıyor! Burada demokratik düşünüşün de i lk izler in i görmek mümkün.

1 74

Page 176: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşün üş ve Başlıca Çeşitleri

Demokrasi de bir ideolojidir, yani belli bir toplumsal yaşam özlemini dile getirir. Bazı filozoflar uzun süre insanlar ın en çok mutlu olabileceği topl um düzeninin hangisi olabileceğini düşün­müşler, kendi yaşam denemelerini de göz önünde tutarak, bu­nun bugün "demokrasi" diye adlandırdığımız yaşam biçimi olabi­leceği sonucuna varmışlar. Yaln ız aynı ağacın iki yaprağı bile t ı ­pa t ıp birbirin in benzeri olmadığı gibi, başka başka ruhi ve zihin­sel yeteneklerle donanmış , değişik çevrelerde, farklı etkiler altın­da yetişmiş iki insanın ayn ı toplumsal düşü kurmaları da söz ko­nusu olamaz. "Demokrasi"den tıpı tıpına aynı şeyi anlayan bir "semantik ikiz" bulmak da mümkün değildir. Sizin anlayacağınız , insanlar ın "demokrasi anlayışları" da birbiri nden oldukça farkl ı , hatta bazen bu fark bir bağdaşmazl ığa kadar varabiliyor.

Buna da şaşmamal ı , zira yeni bir ideoloji genellikle var olan b i r politik düzenden hoşnutsuzluğun sonunda ortaya çıkar, dola­y ısıyla her şeyden önce eleşti r i len düzenin kusurlarını gider­meye önem verir. Örneğin mevcut düzenin baskıcı oluşu daya­nı lmaz boyutlara varmışsa, bir filozofun oturup insanları bu bas­kıdan kurtaracak olan yeni bir düzen arayış ına girmesi doğaldır ; eğer bir toplumda sosyal adaletsiz l ik veya ekonomi k eşits izl ik çoğunluğu rahatsız edici bir hal almışsa, filozofun bu durumdan ku rtu lmanın çarelerin i araması kaçın ı lmazd ı r. Demek istediğim, hiçbir ideoloji filozofun fildişi kulesinde gördüğü "soyut" b i r düş değildir. Ancak gene de her fi lozofun toplumda i lk adımda gide­ril mesini gerekli gördüğü kusurlar başkaları n ı nkinden farklı ola­bi l ir . Düşlenen yen i toplum düzenine başka (yeni) bir ad veril­mesin in de ana gerekçesi, insanlarda bu düşün gerçekleşebile­ceği umudunun uyandı rı lmak istenmesi olsa gerek.

Bu söylenenlerden şöyle bir sonuç çı kıyor: Bugün "demokra­si" ad ın ı verdiğimiz ideolojinin tek bir yaşama biçimini di le getir-

1 75

Page 177: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

diğini, dolayısıyla 'demokrasi ' sözcüğünün tek bir (doğru) anla­ma geldiğini düşünmek yanl ıştır. Değişik f i lozoflar aynı sözcük altında birbirinden oldukça fark l ı yaşam biçimleri düşünmüşler­dir. Bütün bu değişik demokrasi anlayışları n ı burada bir bir ser­gilemem söz konusu deği l , ama bun lardan en önemli gördüğüm birkaç ı na, terimin tarih boy�nca geç i rmiş olduğu aşamaları göz önünde tutarak, dokunmaya çal ışacağ ım. Ancak hepsinde öz­lemsel düşünüşün ağı r bastığ ı n ı bir defa daha hat ı rlatmak iste­rim .

'Koyun' ve 'keçi ' , ·Çatal' ve 'b ıçak' sözcüklerin in üç aşağı beş yukarı herkesçe aynı nesneleri göstermek amacıyla kullanıld ığ ı ­na bakarak, 'demokrasi' sözcüğünün de herkes iç in aynı anlama geldiği ni düşünmek daha önce sözünü ettiğim kavramcı lığın bi­ze dayatt ığ ı yanl ış bir varsay ımdı r. İnsanoğlunun bazen korktu­ğu, ama çoğu zaman düşlediği bir yaşam biçimi olan "demokra­si"nin özlemsel düşünüşten etkilenmemiş olması imkansız görü­nüyor. Ancak gene de bu sözcüğün,

( 1 ) Perikles dönemi nde At ina demokrasi i le yönetiliyordu

cümlesinde olduğu gibi , salt tasvir-edici bir amaçla kul lanı lması h iç de imkansız değil . N itekim ( 1 ) tarihi bir olguyu dile getiren b i r cümle, bu nedenle de doğru veya yanl ış olduğunu saptamak mümkün . Ama biri çıkıp da,

(2) Perikles'in dönemindeki yönetim biçimi gerçek bir demok­rasi değildi

diye itiraz ederse, o zaman o kişinin bu terimi daha çok kendi demokrasi an layış ın ı dile getirmek amacıyla kullandığ ın ı tahmin edebi l i riz.

1 76

Page 178: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

'Demokrasi' sözcüğünü i lk in kim in , ne amaçla kullandığ ın ı bi lmiyorum, ama Perikles zaman ı nda Atina'daki yönetim biçimi­ne "demokrasi" dend iğ ini bi l iyoruz .* Ancak daha o günlerde olumsuz bi r anlamda da ku l lanı ld ığını hat ı rlatmak isterim. Her halde kendi zamanları ndaki yönetim şekl in i h iç beğenmemişler ki , özell ikle Platon, ondan sonra Aristoteles bu terime kötü bir anlam yüklemişler. Aristokrat bir ai lenin çocuğu olan Platon hay­ran olduğu hocası Sokrates'in demokratlar tarafı ndan (hem de halk meclisi üyelerin in çoğu nluğu taraf ından) ölüme mahkum edilmiş olmasın ı b i r türlü içine sindiremediği iç in , çoğu cahil ve sorumsuz i nsanlardan oluşan halk ın oyuna başvurman ı n de­mokrasini n en zayıf ve bağ ışlanamaz yanı olduğunu düşünmüş ve bu tür bir demokrasiye neredeyse düşman kesilmiş.'* Ancak gerek Platon, gerekse Aristoteles' i n yorumlarına göre, demokra­side "özgürlük" neredeyse bu rej imin temel özell iği.

Bütün Ortaçağ boyunca demokrasiden söz eden tek filozof Aqu ino 'lu Aziz Thomas; o da her halde Aristoteles'in hayranı ol­duğu için onunkine benzer bir politik düzeni savunuyor. Ondan sonra bu konuda yeni zamanlar ın baş ında Hobbes --kendisi mutlak kral l ık taraftar ı o lduğundan-- 'demokrasi' sözcüğünü olumsuz bi r anlamda, buna karş ı l ı k çağdaşı Spinoza olumlu, hatta övücü bi r anlamda kullanıyor. Amerikan ve Fransız dev­rimlerine gelinceye kadar pek çok filozof, bu arada ö rneğin Alt-

* Yunanca 'demos' (halk) sözcüğü i le 'krate ın ' (yönetmek) sözcüğünün birleşti­rilmesinden oluşan ve kök anlamı "halk yönetimi" olan bu sözcük besbelli ki daha çok politik bir anlamda kullanı lmış. Nitekim Atina'da devlet yönetiminde görev alanlar özgür (yani köle olmayan) halkın seçimiyle iş başına geliyorlar­mış. Bu arada hakim veya idareci l ik gibi görevlerin kur'a veya sı rayla verildiği de anlaşı l ıyor.

•• Kari Popper "Open Society and lts Enemies" adlı kitabında bu temayı uzun boylu işler ve bütün kusurlarına rağmen "en iyi" yaşam biçiminin demokrasi olduğunu savunur.

1 77

Page 179: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

husi us, Locke, Montesquieu ve Rousseau gibi fi lozoflardan kimi demokrasiyi övüyor, kimisi onu yeriyor. B ir ve aynı sözcükle ad­land ır ı lan bir politik düzenin bazılarınca övülmesi, başka bazıla­rınca yeri lmes i size biraz garip görünmüyor mu?

Gerçi 'kedi ' ve 'köpek' gibi "tasvir-edici" sözcükler öbeğine koyduğumuz sözcükler de bazı insanlarda olumlu , bazılarında olumsuz çağrış ımlar uyandı r ı r, ama kimse bu gibi sözcüklerin ne tür nesnelere u ygulanması gerektiği konusunda bir başkası ile tartışmaz. Kedi sevenler iç in 'kedi' sözcüğü her tekrarlanışın­da hoş duygular uyandırı r, sevmeyenler ise ne zaman bu söz­cüğü duysalar bundan rahatsız olurlar. Ayn ı şey elbet 'köpek', hatta 'b ıçak' sözcükleri için de geçerl i . Hiç kimse --çok istisnai durumlar dış ı nda-- kendisine bir köpek gösterildiğinde ,

(3) Bu gerçek bir köpek değil

gibi bir iddiada bulunmaz, ama,

(4) Gerçek demokrasi sosyal adalet ve ekonomik eşitlik sağ­layanıd ı r

diyen pek çok insan var. işte bu durumda 'demokrasi' sözcüğü­nün ideolojik b i r amaçla kullanıldığ ı n ı görüyoruz.

Amerikan ve Fransız devrimleri n in fikir babaları olan fi lozof­lar 'demokrasi' sözcüğünü "insan özgürl üğünün s ın ı rlarını olabil­diğince genişleten" bir rej imin adı olarak kullan ıyorlard ı . Bil indiği gibi , eski rejim, yani mutlakiyetçi (dediğ im-dedikçi) kral l ık f ikir özgür lüğü bakımından da, ticari i l işki ler bakım ından da kısıtlayı­c ı bir rej imdi. Hiçbir kitab ın devlet sansürcüsünün onayını alma­dan bas ılmadığ ı bir dönemde yaşayan filozofların ası l işleri fikir ve bi lg i ü retmek olduğu için, devletin uyguladığı sansür yöntem­lerinden "i l lal lah ! " demişlerdi, dolay ıs ıy la onları n gözünde böyle-

1 78

Page 180: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

sine baskıcı b ir rejimin egemen olduğu b i r toplumda insanların mutlu olması düşünülemezdi. Ticaret erbabı da devletin koydu­ğu gümrük duvarları yüzünden istediği gibi ithalat ve ihracat ya­pamamaktan şikayetçi idi. "Laissez faire, laissez passeı" sloga­nı da bu tür kısıtlamalara karşı mücadelenin parolası durumun­dayd ı . Bu ve benzer gerekçelerle, insan ın kendin i yönetecek olanları kendi seçeceği b i r rejime 'demokrasi' veya 'cumhuriyet' ad ının verilmesi uygun görüldü. Burada "politik özgürlük" hem fi­kirlerin , hem de malların serbestçe al ı m-sat ım ına imkan vere­cekti. Zengin fakir, güçlü güçsüz, her insan baskısız, kısınt ısız, özgür bir ömür sürmek ister, bu nedenle özgü rlüğü en temel amaç gibi sunan "demokrasi"nin özlem konusu olmasında ga­ripsenecek bir yan yoktur.

Yaln ız mutlu olmak için özgürlüğün her zaman yeterli olma­dığı da bir gerçek. Amerikan, hele Fransız devrimiyle birl ikte ge­len özgürlük havası birçok insanın başını döndürmüşse de, hak­sızl ık, adaletsizlik, eşitsizlik bunu kısa zamanda unutturmuştur. Aristokrasi n in yıkı lmasıyla b i rl ikte, gerek fi kir, g erekse ticaret alanında pek çok kısıtlayıcı duvar yıkılm ış, seçim sistemlerinin yayg ın l ık kazanmasıyla birçok ülkede medeni/politik özgürlük s ın ırları büyük ölçüde genişlemiş, gümrük s ı n ı rların ı n kalkma­sıyla ticaret burjuvazisi iyice palazlanmış, bunların önayak oldu­ğu sermaye birikimi büyük sanayinin gelişmesini h ızlandı rmış, bu da sonunda büyük b i r işç i s ın ı f ın ın doğmas ına yol açmışt ı r. Kazançları n ı n büyük bir kısm ın ı yeni yatır ımlar yapmak için sa­nayie aktaran kapitalistler, çok ve çabuk kazanma hırsıyla işçi s ın ıf ı n ı açl ı k s ın ırında yaşamaya mecbur etmiş, bilgisi ve kül türü olmad ığı için politi kada sesini duyuramayan bu kesim neredey­se "yeni kölelik" diyebileceğimiz bir duruma düşmüştür. Fi lozof­ların önayak olduğu özgürlük n imetlerinden onlar yararlanama-

1 79

Page 181: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

yınca, demokratik özgürlüklerin ancak kültürlü ve zengin i nsan­ların işine yarad ığını iddia eden Marx ve Engels gibi fi lozoflar sökün etmiştir.

Bu filozofların "burjuva demokrasisi" diyerek fakir halk ve işçi kitlelerin in gözünden düşürmeye çalışt ıkları demokratik rejimle­

rin aleyhine dönmelerini anlamak güç olmasa gerek. Onların gö­zünde bu tür rejim ler sosyal adalete ve ekonomik eşitliğe yer vermediklerinden, toplumun mutluluğunu artırmak şöyle dursun , en kalabal ık ha lk kesim leri n in , yani köylülerin , dar-gel irl i ler in , ama özellikle proleteryanın geçmiş dönemleri arayacak duruma düşmelerine neden olmuşlard ı r. Onların gözünde acımasız bir kapitalizmin kültür burjuvazisi ile elele verdiği b i r "demokrasi"nin h iç de özenilecek bir yanı olmadığ ı ndan, 'demokrasi' sözcüğü de başlangıçtaki olumlu anlamın ı yitirmiştir. Bundan böyle pek çok insanı n düşlerini 'sosyal izm' ve 'komünizm' sözcükleri süsle­yecektir.

Her insanın , dolayısıyla her toplumun özlemleri, içinde yaşa­dıkları şartlara göre değiş i r. Gerçi bu son andığ ım terimler bel l i b ir ölçüde 'demokrasi' sözcüğünü sollayacaklardır, ama A.B.D.,

İngiltere , hatta Fransa gibi ü lkeler vahşi kapital izmin açtığı yara­ları bir ölçüde sarabildiği için, onlar ı n gözünde 'demokrasi' teri­min in eski anlam ından fazla bir şey kaybetmed iğ in i görü rüz. Bu Sözcüğün eski olumlu anlamını hiçbir zaman yitirmediğ i bir ülke var, o da AB.O . . * İki nci Dünya Savaş ından önceki y ı l larda üç total iter ideoloji insanların bağl ı l ığ ı n ı kendilerine çekmek istiyor­du : Faş izm, Komünizm ve Nazizm. Bunlardan Faşizm ile Na­zizm bir yandan kendileri gibi totaliter b ir ıdeoloji olan Komüniz-

* Bu konuda özellikle bkz. Alexis de Tocque, ille, "De la Democratie en Ameriq ue", 1 832.

1 80

Page 182: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemsel Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

me, öte yandan l iberalist bir hayat anlayış ını kurulduğu günden beri kavgası z ve devrimsiz sürdürmeyi başaran Amerikan de­mokrasisine düşmand ı . Bil indiği g ib i , Faşizmle Nazizm birleş­miş, bir yandan A.B. D.nin ağırl ığ ın ı koyduğu Batı demokrasile­riyle, bir yandan da bu demokrasilerle kader birl iği yapmış olan Sovyetler B i rl iği 'ne karşı savaşmış, ama sonunda yenil ip tarih sahnesinden s i l inmişlerdi. Komünist Rusya ile uyduları olan Do­ğu Bloku Ülkeleri bundan bir sü re önce ideolojik ağırlıklarını ta­şıyamaz duruma geldikleri için kendi kendilerine çökmüşlerdir. Bugün dini totaliterizmle yönetilen İslam ülkeleri d ışında demok­rasiyi reddeden komünist Çin (Kız ı l Çin) i le Küba g ibi aynı ide­olojiyi sürdürmeye çalışan bi rkaç ü lke kalm ış bulunuyor. Askeri diktatörlüklerle yönetilen ülkelerin durumu ise belirsiz. İçlerinde demokrasiye meyledenler de var, komünizme meyledenler de. A.B .D. nin yardı mına muhtaç olanların sonunda demokrasi cep­hesine geçmeleri ihtimali çok fazla. Sözün kısası , gelişmeler de­mokrasiden yana gibi görünüyor. Her halde yaşam savaşında en başar ı l ı olanlar "demokrasi"yi seçmiş olanlar. Bunu gören geri-kalm ış ü lkeler in "Amerikanvari" bir demokrasiye özenme­meleri mümkün deği l . Diktatörler daima kestirme yoldan amaç­larına varmak isterler ve onları akılları ndan çok hı rsları yönlen­d i rdiğinden, bir bakıma kendi kendi lerini başarıs ızl ığa mahkum etmiş oluyorlar.

Burada ası l amacım son politik/ekonomik gelişmeler hakkın­da "ahkam kesmek" deği l , belli bir yaşam biç imini dile getiren 'demokrasi' terim i n i n tarih içinde nasıl anlam değiştirdiğini vur­gulamak. Her üç diktatör lük için de "demokrasi" hiç de heves edilecek bir reı im değildi . Özel l ikle komünist lerin gözünde de­mokrasiler "özgürlük" aldatmacası altı nda i nsanları sömürmek­ten başka bir amacı olmayan rejimlerdi. Ama ne zaman ki Rus-

1 8 1

Page 183: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ya savaş sonrasında kapitalist dünya ile "barış içinde" yaşamak­tan başka çare olmadığ ın ı anlad ı , o zaman eskiden olduğu gibi demokrasileri aşağ ılayacak yerde, asıl kendi sisteminin "gerçek demokrasi" olduğunu iddia etmeye koyuldu. Doğu Bloku Ülkele­ri de aynı stratej iyi uygulamaya başladılar. İnsanın ası l mutlulu­ğunu sosyal adaletle ekonomik eşitlik sağlad ığına göre, gerçek demokrasiyi ancak komünist ideoloji gerçekleştirebilirdi.

'Demokrasi' sözcüğünün nasıl içerik değişti rdiğini anlamak için "Soğuk Savaş" yıllarında UNESCO'nun önayak olduğu bir "soruş­turma"nı n (anket) sonuçlarını gözden geçirmekte yarar görürüm.* Zaman ın her iki bloğunda yaşayan ünlü filozof, sosyolog, ekono­mist ve siyaset bilimcilerine "demokrasiden ne anladıkları" sorulu­yor. Komünist ideolojiyi benimsemiş olanlar (hangi ülkenin yurt­taşları olurlarsa olsunlar), ağız birliği etmiş gibi , (4) önermesini di­le getiriyorlar. işin bence en ilginç yanı, eskisi gibi demokrasiyi kü­çümseyen, hatta düpedüz aşağılayan sözler edecek yerde, asıl (gerçek) demokrasilerin "halk demokrasileri" olduğunu ve bunun tarihte ilk defa olarak komünist Doğu Bloku Ülkeleri tarafından gerçekleştirilmiş bulunduğunu iddia etmeleri!

d. Totaliter İdeolojiler ve Demokrasi

Sosyal isVkomünist yazarların sosyal adaletle ekonomik eşit­l iğin insanoğlunun mutluluğunda özgürl ükten daha önemli bir rol oynadığ ına inandıklarını gördük. Eğer insanlara sadece özgür­lük veri r de, bu faktörleri ihmal ederseniz, elbette mutlu olamaz­lar. Ancak bunun tersi de geçerl i : i nsana h iç özgürlük tanı maz da, sadece sosyal adalet ve ekonomik eşitlik sağlarsan ız, onlar­dan gene mutlu olmaları nı bekleyemezsiniz. Demek ki, insanla­ra bu nimetleri n her birinden yeterince sağlamanız gerekiyor.

• Bkz. "'Democracy in A World of Tensions", UNESCO, 1 956.

1 82

Page 184: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

Ne var ki, özgürlüğü en çok vurgulayanlar fikir-üreticileri id i , zira fiki rlerinin piyasada serbestçe dolaşması onların işine geliyordu. Belki fikir üretmeyen insanların karnını iyice doyurur ve onlara sosyal adaletin nimetlerinden yeterince !att ı rırsanız, mutlu olma şansları n ı büyük ölçüde artırabilirsiniz, ama her insanın gene de belli bir ölçüde özgürlüğe ihtiyacı vardır. Giyeceği elbiseyi, yiye­ceği yemeği, oturacağı yeri, yapacağı işi, okuyacağ ı kitabı, din­leyeceği veya izleyeceği istasyonu canı istediği gibi seçebilmesi mutlu olmasın ın asgari şartları olsa gerek. Komünizm bunlardan gerekli gördüğü ilk iki şartı yerine getirmeye çalışm ış, ancak öz­gürlük şartı n ı alabildiğince kısıtlamak zorunda kalmıştır. Total i­ter bir s istemle yönetilen bir ülkede özgürlükleri n kıs ıt lanması kaçını lmazdır, zira insanların nasıl duyması , d üşünmesi ve dav­ranması gerekeceği baştakilerin keyfine kalm ıştır.

Buna karş ı l ı k, demokrasilerde bi reyleri bu konu larda elden geldiği nce serbest b ı rakmak sistemin temel ilkesidir. Nitekim, Batı demokrasilerinde bu şart büyük ölçüde gerçekleştirilmiş, ama öteki iki şart bir hayli i hmal edilmiş, daha doğrusu devletin görevleri aras ında yer almamı şt ır. Bunda devletin bi r "polis" devletine dönüşme kaygısı etkil i olduğu gibi, belki kapital istlerin işgücünü istedikleri fiyata satın alma arzusu da rol oynamış ola­bilir. Kapitalistlerin bu sat ı n alma özgürl üğünün çoğu kapital ist­lerce kötüye kullanıld ığ ın ı , bu yüzden işçi sınıf ı n ı n çok güç bir duruma düştüğünü gören bazı düşünürler, toplumun toplam mutluluğunu azaltan bu durumu düzeltmek için işçinin de işgü­cünü istediği fiyata satabilme özgürlüğüne kavuşturulması ge­rektiğ in i savunmuşlar, bundan da "sosyalizm" dediğimiz pol i ­tik/ekonomik öğreti doğmuştur. Bu anlamda sosyal izmi demok­rasinin "özgürlük" ilkesini çiğnemeden sosyal adaleti ve ekono­mik eşitliği gerçekleştirme g i riş imi sayabiliriz.

1 83

Page 185: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Sın ıflar-arası çıkar çatışmaların ın giderilmesi bazen Hegel'in diyalektik adın ı verdiği bir süreçle mümkün olmaktad ır. Nite­k im, büyük sanayinin doğup gel işmesi bugün "vahşi kapital izm" jenilen, patronları n işçinin emeğini en ucuza sat ın alabildiği sis­teme yol açmış, ama bu sistemin çekilmez hale gelmesiyle sen­dikacılık hareketleri uç vermişt ir; bu şekilde hem özgürlük ideali zedelenmemiş, hem de sosyal adalet ve ekonomik eşitlik i l keleri bir ölçüde yaşama geçiri lebilmiştir. Böylece sosyalist düşünürler i nsanoğlunun bu iki temel özlemini uzlaştırmayı başarmışlardır. Ancak, unutmayalım ki, başlangıçta işgücünü istedikleri fiyata satın almaya al ışmış olan kapitalistler bu şekilde özgürlüklerinin elden gideceği gerekçesiyle sosyalist fikirlere karşı ç ıkmışlar, hatta bu fikirleri yayanların kovuşturul ması nı istemişler, ama so­nunda sosyalistler görüşlerini topluma kabul ettirmeyi başarmış­lardır.

Nitekim, Mussolini Faşizmi, Hitler ise Nazizmi halka benimse­tebilmek için en güçlü gerekçe olarak sosyalizmi öne sürmüşler­di.* Avrupa'da sosyalizme en çok bu üç diktatörlüğün sahip çık­mış olması üzerinde dikkatle durulması gereken bir olgu. Her üç so:ıyalist ü lkenin de değişik gerekçelerle fikir, dolayısıyla davra­nış özgürlüğünü neredeyse yok etmesi i nsanların özgür olmadan da mutlu olabileceği varsayımına dayan ır. Faşizmle Nazizmin bu varsayımı pek yanlışlamadıklan anlaşılıyor, nitekim halk sonuna kadar Duce ve Führer'lerinin peşinden gitmiştir. Bu rejimlerden en çok şikayetçi olanlar fikir ve sanat adamları idi. Buna rağmen

* 'Nazizm' sözcüğü 'National·Sozialismus' deyimi nden türeti lmiş bir kısaltma olup daha çok Hi!ler'in uyguladığı sosyalizmi dile getirir. Almanya'ya i lk gitti­ğim gü nlerde ev sahiplerine Alman milletinin Hitler gibi bir "deli"nin peşinden nasıl gitmiş olduğunu sorduğumda, şu cevabı almıştım: "Hitler halk için çok şeyler yaptı da ondan!"

1 84

Page 186: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

onlardan bile bir bölümü seslerini ç ıkarmamayı, hatta gerektiğin ­de "Heil Hitler!" demeyi tercih ediyorlardı. Eğer bu iki ülke İkinci Dünya Savaşı nda Batı demokrasilerine yenilmeselerdi, belki bu durum daha uzun bir süre aynen devam edecekti. Mussolini ile Hitler'in kendi taraftarlarının yalnız karınlarını değil, kafaların ı da doyurmayı başarm ı ş oldukları anlaşılıyor.

Aynı şey komünist Rusya için haydi haydi geçerl i . Bu ülke­nin s avaşı kazanması aynı zamanda "komün izm"in de zaferi sayı l mış, Sta l in neredeyse bir "kahraman", hatta bir "kurtarıcı"

ilan edi lmişti . Halkın nezdinde gittikçe itibarı artan Stalin Mar­xist öğretinin kendi yorumunu eleştiren, hatta bu öğretin i n doğ­ruluğundan biraz şüphe etme cüretini gösteren kim varsa hap­se att ı rm ış , Sibirya'ya sürdürmüş veya düpedüz "temizletmiş­ti . " Kurduğu sistem, özü gereğ i , ne fikir özgürlüğüne, ne onun doğal bir sonucu olan yöneticileri seçme, hatta ne de "sendika kurma" özgürl üğüne izin verebilirdi. Diktatör kendi kendini se­çen kişi demektir; hele bir gücünü halka kabul ettirdi mi, onun her arzu ve emirl erine boyun eğmek şartt ı r. Batı demokrasile­rinde yurttaşlar yönetici leri ni kendi el leriyle seçmek, beğenme­diklerini de gene kendi istekleriyle değiştirmek i mkanı na sahip­tirler. Ülkenin yönetimi konusunda ayn ı görüşleri paylaşanlar bir araya gelip bir parti kurabil ir ve iktidar için birbirleriyle yarı ­şabil irler, oysa Stal i n buna izin vermek şöyle dursun, tek parti içindeki muhaliflerini vatan hainliğiyle suçlatıp temizletecektir.

Her şeyin doğrusunu o b il i r, dolayıs ıyla ondan farklı düşünen­ler salt hainliklerinden ötürü öyle düşünüyorlard ır, dolayısıy la temizlenmeleri "vacip"tir.

Stalin herhangi bir ciddi muhalefetle karşı laşmadan, hatta herhangi bir suikast girişimine hedef olmadan rahat döşeğinde

1 85

Page 187: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

öldü, arıcak diktatörlükle yönetilen her ülke yapıs ı gereği çök­

meye mahkumdur. Nitekim Rusya'da ve uydularında hiçbir eleş­tiriye izin verilmediği için yanlışlar çığ gibi büyümüş ve sonunda düzeltilemez boyutlara vardığı için sistem içinden çökmüştür. Özlemlerin aşırı bir hal alması gerçeklerden uzaklaşma tehlike­sini birlikte getirir, bu da sonunda sistemin çökmesine yol açar. D ış düşmana karşı üçüncü bir dünya savaş ına girmemek basi­retini gösteren komünist diktatörler muhaliflerine karşı gösterdik­leri kısa görüşlülükten ötürü rej imin kendiliğinden çökmesini en­gel leyememişlerdir.

Bütün bunları hatırlatmamın nedeni , özlemse! düşünüşün sü rekli olarak bilimsel düşünüşle denet lenmes i gerektiğirıe dikkatinizi çekmektir. Teknoloji insan arzu ve isteklerinin bi lgi, sağduyu ve akıl aracıl ığ ıyla hayata geçirilmesi demektir. Eğer bir köprü için gerekli bütün hesapları yapmadan işe girişirseniz, yapacağ ın ız köprünün en küçük bir sarsıntıda çökme ihtimali vardır. Bunu önlemek için yapılan hesapların birçok kere, hem de değişik ki şiler tarafı ndan denetlenmesi, hatta işi sağlama bağlamak için, köprünün küçültü lmüş bir modeli üzerinde dene­meler yapılması şarttır. İnsanların güven, huzur ve mutluluk için­de yaşamasırıı sağlayacak sosyal bir yapın ın kurulmas ın ın ne kadar güç bir iş olacağın ı varın siz hesap edin! Zaten demokrasi dediğ imiz sistemi n düşünce mimarları, sosyal parametrelerin çokluk ve karmaşı kl ığından ötürü, "en mutlu toplum" ideal in in hiçbir zaman gerçekleştirilemeyeceğini arıladıkları iç in, sosyal şikayet konular ın ı (tıpta olduğu gibi) birer birer e le al ı p çözmek gerektiğini düşünmüşlerd i r. Kari Popper buna "piecemeal engi­neering" (birer birer düzeltme) diyor. Burada bilimsel bir yaklaşı­mın işe karıştığı açıkça görülüyor. Buna göre, toplumda fazla şi­kayet konusu olan herhangi bir sorun çıktığ ında, devleti yöne-

1 86

Page 188: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

tenler başbaşa verip onun nas ı l çözülebileceğini araştıracaklar. Elbet toplumun mutluluğundan sorumlu olan kişilerden bu konu­da önce değişik çözüm teklifleri gelecek, bunlardan hangisinin başarı şansı n ın yüksek olduğu bunlar aras ında uzunboylu tartı­ş ı lacak, sonunda en akla-yak ın çözümün hangisi olduğu karara bağlanıp uygulamaya konulacak, beklenen başarılı sonuç al ı n ı r­sa uygulamaya devam edi lecek, olmazsa bir başkası denene­cek, derken en iyi çözüm bulununcaya kadar aramaya devam edilecek. Buna "deneme ve yanılma" yöntemi deniyor.

Gel in görün ki, bir diktatörün genel l ikle "yan ı lmaz" olduğu baştan kabul edildiği için , onun dediğ ini yapmak kaçı n ı lmaz olu­yor. Ne demiş ataları mız: "Düşmez kalkmaz bir Allah!". Diktatör­ler de bal gibi yanı l ı r ve bir yanı ldı lar mı , "ebedi mutluluk" ma­sallarıyla uyuttukları toplumu felakete sürüklerler. Nitekim, İtal­ya'nın, Almanya'n ın , en sonra Rusya'n ın baş ı na gelen de budur.

Buna karş ı l ık, şimdiye kadar h içb ir demokrasinin içinden çöktüğü görülmemiştir. Gerçi herhangi bir demokratik ülke de çok daha güç lü bi r ülkeye savaşta ye�ilebilir, ama demokrasiler eski yanl ışları n ı hemen düzeltebildikleri (yani yanl ışlar ı ndan ders alabildikleri) için çökmezler. Batı demokrasi leri bunun en güzel örnekleridir. Demokrasilerde de krizler ortaya ç ı kar ama onları doğuran nedenler ortadan kald ı r ı lmak suretiyle bu tür olayların yayılıp büyümesi önlenir. İş in i lginç yanı , bu demokra­silerin faşist ve nazist diktatörlüklerin sald ırı larına karşı da daya­nabilmiş, komünizm tehlikesin i de savuşturabilmiş olmalarıdır . Ama bence ası l kuvvetleri, kendi içlerindeki her türlü totaliter fi­kirlere göz yumabilmelerinde kendini gösteriyor. Bu tutum de­mokrasilerin i lk gözağrıları olan "fikir ve vicdan özgürlüğü"ne so­nuna kadar bağlı kald ıkları n ı kanıtlamıyor mu? Demokratik top­lum anlayış ı na göre, bireyler doğrudan doğruya güç kullanarak

1 87

Page 189: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

veya zorla demokrasiyi y ıkmaya çalışmadıkları sürece, demok­rasinin yıkı lması gerektiğ in i savunanlar da dahi l , her öğreti nin hoşgörüyle karşı lanması gerekir. Bence bu demokrasılerin fikir açı sı ndan kendilerine ne kadar güvendiklerin i gösterir.

6) İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

Daha önce Amerikan ve Fransız devrimlerini n fikir babaları kendi ideal toplum anlayışlarını dile geti rmek amacıyla birer " İn­san Hakları Bildirgesi" yayımlamışlardı. İ kinci Dünya Savaşın ı n ardından kuru lan "Birleşmiş Milletler" örgütü " İnsan Hakları Ev­rensel Bildirgesi" başl ığı alt ında benzer bir bildirge yayımladı ( 1 948) . Bildirge ideal toplum düşünün gerçekleşmesi için her ül­kenin hangi kural lara uymas ı gerektiğini açıklıyordu. Otuz mad­deden oluşan bu bildirgede,

( 1 ) Bütün insanlar özgür doğmuş olup saygın l ık (dignity) ve haklar açıs ı ndan eşittirler,

(2) Herkes, hiçbir ırk, renk, cins, di l , d in , politik veya başka bir fikir ayrı l ı ğ ı gözetmeksizin, bu bildirgede yer alan bütün hak ve özgürlükleri talep etme hakkına sahiptir,

{3) Herkes hayat (yaşama) , özgü rlük ve kişisel güvence hak­kına sahiptir,

(6) Herkes her yerde kanun karşısında bir kişi olarak tan ın­ma hakkına sahiptir,

( 1 8) Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sa­h iptir,

{25) Herkes gerek kendi sağl ığı , gerek ailes in in sağl ığ ı açı­s ından uygun bir yaşam standardı hakkına sahiptir,

türünden cümleler yer al ır .

1 88

Page 190: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

Hep "bildiri" kipinin kullan ı ld ığı bu cümlelerin olan biteni de­ğil , olması istenen, hatta özleneni dile getirdiği açık olsa gerek. Örneğin, ( 1 ) i ,

(1 ') Bütün insanları özgür saymak ve her birine sayg ın bir in­san gözüyle bak ıp her konuda eşit haklar tanı mak gerekir

bıçiminde di le getirmek mümkündür. daha doğrusu onu genellik­le akl ımızda bu tür bir cümleye çeviririz. Sözün kısası, bütün bu cümleler insanların özlemlerin i dile getirir, ancak basit halkı da­ha çok etkileyeceği düşünüldüğü nden , "b i ldiri" k ip i tercih ed i l­

miştir.

O zaman komünist Rusya'nın da imzalam ış olduğu bu bildir- . gede mutlu bir toplum içi n gerekli o lan bütün şartla r dile getiril ­

miş olsa gerek. Ancak ahlak kuralları, hukuk yasaları , hatta ana­yasalar gibi, bu bildirgede sözü geçen hak ve özgürlüklerin za­manla daha da genişletilmesi söz konusu olabilir. Bu bildirgenin o zaman "Birleşmiş Milletler"e üye olan bütün devletlerce imza edilmiş olmasına dayanarak, orada geçen maddelerin bu dev­letlerin uymaya söz verdikleri genel ahlak kuralları olduğu söy­lenebilir. En bilge kişilerden seçilen bir komisyonun kaleme aldı­ğı bu bildirge elbet o bilge kişilerin bütün insanl ıkla ilgi l i özlemle­

r ini dile getiren değer-yargılarından oluşmaktadı r. Bu bildirge i l erde ku rulması düşlenen, hatta umut edilen tek bir "Düny a Devleti"nin "Ahlak Anayasası" gibi de düşünülmüş olabilir. Şura­sı apaçık ki, üye devletler bu yasan ı n kuralları n ı gerçekleştirme­ye çal ıştık ları ölçüde, ileride böyle b i r "Dünya Devleti" kuru lma şansı da artacaktır. İ nsanlar, dolayıs ıyla devletler, kendi kısa vadeli çıkarlarını uzun vadeli çıkarlar ına tercih ettiklerinden, her­kesin en yüksek derecede mutlu olacağ ı bir dünya devleti kur­ma şansı da, hiç değilse şimdil ik, uzak görünüyor. Ancak b i r

189

Page 191: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

"Avrupa Birliği"nin kurulmuş olmas ı bile bu konuda fazla karam­sar olmamamız gerektiği iz lenimini uyandırıyor. Totaliter sistem­lerin en büyük yanı lgısı dünyada zorla bir "Yeryüzü Cenneti" ku­rulabileceğini sanmaları ve bunu kurmak için hemen işe girişmiş olmaları id i . En mutlu toplum düzenini n demokrasi olacağ ını dü­şünen filozoflar ise çok daha gerçekçi oldukları ndan, şimdi l i k "daha mutlu" bir toplum yaşam ıyla yeti nmek gerektiğin i düşün­düler. insanoğluna fazla güvenilemezd i , onu "insan Hakları Ev­rensel Bildi rgesi" gibi metinlerle daha mutlu bir toplum düzenini özlemeye yüreklendirmek gerekeceğine inanıyor olmal ıydılar .

Bu bi ldirge asl ı nda büyük bir umudun ve iyi rnserl ig in ifadesidir. Yukarıda andığ ım diktatörlükler ise --tı pkı Platon gibi-- insanın güdülmesi gereken güvenilmez b i r yaratı k olduğuna i nanıyor­lard ı . Demokrasiyi düşleyen filozoflar ı n ise, insanlar ın deneme­lerinden ders alarak, yavaş yavaş kendi kendilerini eğitebile­cekleri varsayı m ından kalktı kları anlaş ı l ıyor. Kendi kendi n i eğit­menin en etkili yolu insanın eski yanl ışlar ını tekrarlamamayı öğ­renebi lmesidir . Duyguları n ı n sürekli etkisi altında bulunan insan bir yerde zararl ı duyguları yararlı olanlardan ayırdetmeyi de öğ­renebiliyor. Bunun bence en çarpıcı örneği , Sovyetler Birl iği 'n in büyük b ir askeri güce sahip olduğu halde bir "atom savaşı"n ı göze almam ış o lmasıdı r. Nitekim Stalin gibi b i r diktatör bile "So­ğuk Savaş"ı bu tür b i r savaşa tercih edebilmiştir. işte demokrasi bu anlamda insanoğlunun kendi kendin i eğitebileceği inancın­dan güç alıyor. B i r üçüncü dünya savaşını göze alamam ış ol­mas ı i nsanoğ lundan büsbütün umut kes i lemeyeceğin in de b i r göstergesi olsa gerek.

Sağduyu ve akı l duyguları m ıza egemen olabi ldiği sürece, daha mutlu bir yaşamı n mümkün olduğuna olan inanc ımız ı kaybetmemize ge rek yok. Bunda da bi l imsel düşünme alışkan-

1 90

Page 192: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Özlemse! Düşünüş ve Başlıca Çeşitleri

l ı kları edinmenin önemi ortaya çıkıyor. Demokrasiyi en çok özle­yen filozoflar ın b ilim ve teknolojide en i leri gitmiş ülkelerde yetiş­miş olması bir "rastlantı" olmasa gerek. Eskiden bu konuda İn­gi ltere başı çekiyordu; bugün ise A .B .D . bu konumda. Felsefe ve bilim --teknoloji aracı l ığ ıyla-- sanayi ve ticaret burjuvazisine yol açm ış, onlar da "serbest ticaret"e dayandıkları için özgü rlük­çü fikirler i n toplumda saygınl ık kazanmas ına yol açmışlard ı r. Dikkat ederseniz, eskiden olduğu gibi bugün de en demokratik ü lkelerin aynı zamanda bi l im ve teknolojide, dolayısıyla ticarette en i leri gitmiş ülkeler olduğunu görürsünüz. İ şin i lg inç yan ı , bu ülkelerin sosyal adalet ve ekonomik eşitlikte de i leri ü l keler ol­masıd ır. Komün izmin çöküşünün ana nedeni, her türlü özgürlü­ğü, bu arada ticaret ve sanayi özgü rlüğünü tan ımamış olmas ı değil mi?

1 9 1

Page 193: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 194: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

B İLİMSEL VE BİLİM-DiŞi DÜŞÜNÜŞ

Gerçi bilgi edinme çabalarının çok zaman önce, insanoğlunun kafasını kurcalayan bazı sorunları çözme arzusuyla bi rlikte başla­dığ ın ı , hatta mythos'ların ilk çözüm denemeleri sayılması gerekti­ğini gördük, ama bu çabaları n sistemli bir biçimde meyvelerini ver­meye başlaması ancak şu son dörtyüz yıl içinde gerçekleşmiştir. Buna göre insanlık tarihinin çok uzun bir dönemi verımsiz çabalar­la geçmiştir. Gerçi hiçbir çabayı boşa harcanmış saymak doğru değil, zira her başarısızlık insana başar ıyı başka yerde aramak gerektiğini öğretir, bu da yararsız değ i ld ir. i nsan için ası l zararlı olan şey, bir şeyler bildiğini sanıp artık hiçbir çaba harcamaya ge­rek görmemesidir. Bu nedenle Sokrates gibi "bir şey bilmediğini bilmek" ileri bir adımdır, zira i nsanı sürekli araştı rmaya iteler. '

Bi l imlerin gelişmesi insana yaln ız g üveni l ir b i lg iler kazandır­makla kalmamış, güveni l i r bilgi edinmenin yol ve yöntemlerini de öğretmiştir. Bi l imlerin gittikçe artan bir h ızla ilerlemelerinin de as ı l nedeni bu olsa gerek. İlkin bilgi edinmede "deneme ve yanı lma" yöntemi uygulanıyordu , zamanla gereksiz denemeler yapmaya l üzum kalmadığı anlaş ı ld ı , böylece az çabayla çok iş yapma yolu açı lmış oldu. Bu, pratik işlerde de geçerlidir. Nitekim b ir insan bell i bir alanda "beceri" veya "ustal ı k" sahib i oldu mu, o iş in yanl ışs ız veya çok az yanlışla nas ı l yapılacağ ın ı da öğren­miş olur ve o tür iş leri çok daha h ız la yapmaya başlar.*

• Nitekim, buglin sanayi üretiminde olduğu gibi, bilgi üretimi işinde de elde edi­len ürün eksponansiyel biçimde artmaktadır , bu belli bir ölçüde üretime katı­lanların sayısı n ı n artmasıyla da ilg i l i , ama bi lim ordusuna bir kişinin datia katıl­ması üretimin en az birkaç misli artmasına sebep olmaktadır.

1 93

Page 195: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bu sürecin 3-4 yüzyıl önce başladığın ı söyleyebiliriz. Descar­tes'ı n "Discours de la Methede" adlı eserini, Bacon' ın "Novum Or­ganum"unu 1 7. yüzyıl başlarında yazmış olmaları rastlantısal de­ğildir. Biri matematiğin , öteki doğa bilimlerinin h ızla gelişmekte ol­duklarına bakarak, bunun sırrını açığa vuran eserler yazmak ihti­yacın ı duymuşlardı r. Amaçları insanların eski düşünüş alışkan l ık­larından vazgeçip boş yere enerji kaybetmelerin i önlemekti .

Yaln ız 'bil imsel düşünüş' deyimi "bi l im adamları gib i düşün­mek" anlam ına geliyorsa da, iki değişik biçimde yorum lanabil ir :

( 1 ) Bil im adamların ın bi lgi üretmek için izledikleri yollar; (2) Bi­l im adam lar ın ın iddialar ı n ı meslektaşlar ına kabul ettirebi imek, dolayıs ıyla bu iddiaların bir bilgiyi di le getirdiğini onlara onaylat­mak için başvurdukları yollar. Bunlardan ikincisi çoğu zaman bi­rincisinden de güç, zira iddiayı ortaya atan genel l ikle bir tek kişi olduğu halde, onu kabul edip onaylayacak olanlar bazen binler­ce kişi. Genell ikle bilim adamın ın araşt ı rmalar ın ı nasıl yü rüttüğü konusuyla ilg i li olan çal ışmalar metodoloji adını alıyor . Bu ko­nuda yaz ı lan l ar il erde fikir üretimi işi nde çalışacaklara yol göste­ren, daha doğrusu herhangi b i r alanda başar ı l ı araştırmalar yap­mış o lan bil i m adamlar ın ın deneyimlerini anlatan yaz ı lard ı r. Ör­neği n Gal i leo'nun serbest düşme yasasın ı nası l bulduğunu an­latan bir yazısı , mekanik alan ında araştırma yapacak olan genç­lere bu iş in - nas ı l yapı lması gerekt iğ i konusunda yararl ı bazı ipuçları verebil ir.

Ben burada metodolojiye hiç g i rmeyeceğim, zira herhangi bi r bi l im dal ı nda a raştı rmacı olarak çal ışacakları n sayıs ı pek az; hem onlar araştırma yöntemini nas ıl olsa iş in başında öğrene­ceklerdir. Buna karş ı l ı k, istisnas ı z hepimiz bilgi tüketicisi du ru­mundayız, do layıs ı y la iyi bi r tüketici o lmayı öğrenmemiz en

1 94

Page 196: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

az ından yararlı olu r. Bu nedenle ben bu bölümde gene belgele­me üzerinde duracağ ım, zira yeterince belgelenmemiş bir iddi­ayı kabul etmek, dediğim g ibi , bazen insan ı n yaşam ı n ı bile tehl i­keye sokabilir.

Matematikte herhangi b i r iddian ı n bilgi nitel iğini kazanabi l­mesi içi n sıkıca belgelenmes i , bir başka deyişle, kanıtlanması , doğa ve insan bil imleri nde ise yeterince belgelenmiş olması ge­rektiğ in i daha önce de belirtmiş, hatta bi r iddian ı n yeterince bel­gelenmiş olup o lmad ığ ı n ı anlamak içi n , o iddiaya yönelti len eleşti r i lerin kesi lmesi , hiç değilse çok azalmış olması gerektiğini de vu rgulam ıştım . Tüketici durumu nda olan insanlar her iddiayı kendi leri denetleyemezler, ama doğrul uk sevgis i , dolayısıyla so­rumluluk duygusu güçlü olanlar konunun en büyük uzmanların­dan gerçek durumun ne olduğunu öğrenebil ir ler, yeter ki aldan­mamaya önem versinler.

A. Bi limsel Düşünüşün Temel Ögesi : Mantık

Arapça 'mantık' sözcüğü gene Arapça 'nutuk' (=söz, Yunan­ca 'logos') sözcüğü nden türetme olup her türlü çelişme veya tu­tarsızl ıktan nas ı l kaçın ılabileceğini gösteren kurallardan oluşan bir bilgi dal ı n ın adı . Bunlara "doğru düşünme kuralları" da deni­yor, ama buradaki 'düşünme' sözcüğünün anlamı pek belirl i ol­madığı için yukarıda verdiğim tanım bana daha anlaş ı l ı r görünü­yor. Dolayısıyla burada geçen 'çelişme' ve 'tutarsız l ık' terimleri­nin anlamı üzerinde anlaşmamız gerekiyor.

( 1 ) Ankara Türkiye'nin başkentid ir

gibi doğruluğundan kimsenin şüphe etmediği bir önermeyi göz önünde tutal ım . ( 1 ) doğru olduğuna veya doğru diye kabul edi l­diğine göre,

1 95

Page 197: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

(2) Ankara Türkiye'nin başkenti değildır

önermesi yanl ışt ı r veya yan l ış say ı lmak gereki r . Bu durumda (1 ) ile (2) birbirinin çelişiğidir. Bir i nsan önce (1 ) i , sonra (2) yi evet­lerse, kendi kendisiyle tutarsızl ığa düşmüş olu r, o nedenle de böyle bi r insanın sözlerine güvenilemez. Buna karş ı l ık,

(3) Tegucigalpa Uruguay ' ın başkentidir

ile

(4) Tegucigalpa Paraguay' ın başkentidir

veya

(5) Teguc igalpa Honduras'ın başkentidir

önermeleri b i rbirin in çe l iş iğ i deği ldi r , zira bunlardan sadece biri, örneği n (5) , doğru o labi leceği gibi , her ikisi b i rden, örneğin (3) i le (4), yanlış olabi l i r . Buna karş ı l ı k, başka başka nesnelerin de­ğ iş ik n itel iklerinden söz eden,

(6) Kar beyazd ı r

ve

(7) Kurşunun özgül ağırl ığı demirinkinden fazladır

önermeleri aras ında "bağdaşmazlık" söz konusu değildir, z i ra her ik i önerme de doğru olabilir.

Bu rada sadece iki veya daha çok önerme aras ındaki "çeliş­

ki" veya "bağdaşmazlık" üzerinde durduk. Mantı kta çok daha önemle üzerinde duru lan bir başka konu, çıkarımlarımızda ön­cüllerle sonuçlar aras ı nda bir tutarsızl ık veya çelişme olup olma­dığını saptamak. Daha önce vermiş olduğum bir örneği bu vesi­le i le hatı r latmak istiyorum. Bi rinci öncülümüz,

1 96

Page 198: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

(8) Ali bugün saat 8 uçağıyla Ankara'ya uçtu

ikinci öncülümüz,

(9) Bugün saat 8'de Ankara'ya kalkan uçak bir dağa çarpmış ve içindeki yolculardan hiç kurtulan olmamış

olsun. (8) ile (9) un doğru olduğuna i nanan bir kimsenin bu ön­cüllerden,

( 10) Ali de bu kazada hayatı n ı kaybetmiş olmalı

sonucunu çıkarmaması imkansızdır, zira (8) ile (9) a inanmak bizi ister istemez (10) a da inanmaya zorlar.

(8), (9) ve ( 1 0) önermelerinden oluşan bu çıkarıma biz "ge­çerli" bir çıkarım diyoruz. Bunun anlamı şudur: Burada öncülle­rin doğru olması durumunda sonucun yanlış olması düşünüle­mez. isterseniz bir de bu örneği alalım :

( 1 1 ) Dün akşam yağmur yağdıysa her yer ıslanmıştı r ( 1 2) H e r yer gerçekten de ıslak ( 1 3) Demek dün akşam yağmur yağmuş

Bu çıkarım da i lk bakışta geçerli görünüyor, ama gerçekten de geçerli mi? Bunu anlayabi lmek için sezgilerimizle yetinmeyip bazı "düşünme denemeleri" yapmamız, yani aynı biçimde olan bir başka ç ıkarımda doğru öncüller seçtiğimiz halde, yanlış bir sonuç elde edip etmeyeceğimizi araştırmamız lazım. Şimdi bu şartları yerine getiren başka bir çıkarım düşünelim:

(1 1 '.) Ahmet ameliyat olduysa iyileşmiştir ( 1 2') Ahmet gerçekten de iyileşmiş (1 3') Demek Ahmet ameliyat olmuş

Genellikle günlük hayatta buna benzer çıkarımlar yapar, üstelik

197

Page 199: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

bu tür çıkarı mlar ın geçerli olduğunu düşünürüz, oysa tormel mantık kural ları açıs ından bu biçimdeki bir ç ıkarım geçerli de­ği ldir* Asl ında bunun böyle olduğunu sezgisel olarak da anla­mamız mümkün. Niteki m bu tür ç ı karı m ları n geçersiz olduğu şöyle de anlaşı labi l ir: (1 1 ) ile ( 1 2) önermeleri n in doğru olduğu birçok durumda ( 1 3) yan l ış olabi l i r , zira yerler yağmur yağdığ ı için deği l , oradan bir arazöz geçtiği veya gece k ırağ ı yağd ığı için de ıslanm ış olabilir. Sizin anlayacağı n ız, yağmur yağması yerle­rin ıslanması n ın yeterli bir nedenidir, yani her yağmur yağdığın­da yerler ıs lanır , ama gerekli nedeni deği ldi r, yani yerlerin her ıslak o luşunda yağmur yağmış olması gerekmez, zira yerler başka bir nedenle de ıslanm ış o labil ir. Ayn ı şey ayn ı biçimde olan ( 1 1 ') · ( 1 3') ç ıkarım ı için de geçerli: Doktoru Ahmet'e ameli­yat olması halinde iyi leşeceğini söylemiştir, ama bundan ameli­yat olmaması hal inde iyileşmeyeceği sonucu ç ıkmaz, zira Ah­met başka bi r nedenden ötürü de iyileşebi l ir. Ancak doktoru Ah­met'e,

( 1 4) Eğer ameliyat olursan iyileşirsin

diyecek yerde,

(1 5) İyileşebilmen için ameliyat olman şart

veya aynı anlamda,

(1 5') Ancak ve ancak ameliyat olursan iyileşirsin

demiş olsaydı , Ahmet de ameliyat olmadığ ı halde iyi leşseydi, o

* Bu tür bir çıkarım formel mantıkla p _, q, q :. p biçiminde di le get iri l ir. Lise son s ı n ı f öğrenci leri sembol ık (form el) mantık okudukları için, bu konuya gir­meye gerek görmüyorum. Kaldı ki, insanları n pek az bir bölümü formel mantık bil ir , ama gene de çıkarı mlarının geçerli olup olmadığ ına sezgileriyle karar ve­rirler. Formel mantık öğrenmek bizi sezgilerimızin yanı ltmalarına karşı korudu­ğu için yararl ıdır .

1 98

Page 200: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

zaman doktor yanlış bir idd iada bu lu nmuş olurdu, z ira ( 1 5) cümlesi Ahmet'in. iyileşebilmesi için ameliyat olmas ının hem ge­rekli, hem yeterli olduğunu dile getirir .

Günlük hayatta bazı çı karımların geçerli, baz ı larının geçersiz olduğunu sezgisel olarak saptayabi l iyoruz. Bir sergiye girmek için bilet almak gerekip gerekmediğini o i lmediğin iz i , ama tam kapıya yaklaştığ ın ızda şöyle bir levhayla karşılaşt ığınızı düşü­nün: "Bi letsiz girilmez!" Bu cümlenin "Biletiniz yoksa girmeniz yasakt ı r" gibi bir karşı l ıkl ı şart cümlesinin kısaltması olduğunu anlamakta gecikmez ve hemen gişeye yönelirsiniz. Bu davran ı­şa akl ın ı zda büyük bir h ızla yaptığ ın ız şöyle b i r çıkarı mın yol aç­mış olduğu kesin:

( 1 6) Bileti olmayan hiç kimse sergiye giremez (büyük-öncül) ( 1 7) Oysa benim biletim yok (küçük-öncül) ( 1 8) O halde ben bu sergiye g i remem (sonuç)

Ancak ille de sergiye girmek istiyorsanız bu ç ı kar ıma şöyle de­vam etmeniz gerekir :

( 1 9) Bi letim olmadan (biletim yoksa) bu sergiye giremem (20) Oysa ben bu sergiye girmek istiyorum (21 ) O halde önce gidip bilet almam gerekiyor

Burada ( 1 9) u şu biçimde yorumlamak gerekir:

( 19') Ancak ve ancak bi letim olursa bu sergiye girebilirim

( 1 9') a biz mant ıkta karşılıklı şart önermesi diyoruz; bu anlam­da ( 1 9') bel l i bir şartın hem gerekli , hem yeterli olduğunu di le getiriyor, bu nedenle ( 1 9) - (21 ) ç ıkarım ı geçerli olmak gerekir.*

* Bu çıkarım formelleştirilir (sembolleştirilir) ise şu biçimi alır: p H q, q . p ; bu da geçerli bir çıkarım şemasıdır.

1 99

Page 201: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Geçersiz olan ( 1 1 ) - ( 1 3) ç ıkar ımın ın geçerli biçimi şudur:

( 1 1 ') Dün akşam yağmur yağdıysa her yer ıslanm ışt ır { 1 2') Oysa dün akşam gerçekten de yağmur yağm ış ( 1 3') O halde her yer ıslanmış olmal ı '

Bu ç ıkarım ın geçerl i o lduğunu şundan da anlayabi l i r iz : Diyelim ki ( 1 1 ') öncülünü siz akl ın ızdan geçirdiniz . (!2') yi de radyodan duydunuz, ama dışarı bakt ığ ı n ı zda yerlerin ı slak olmad ığ ın ı gör­dünüz . Bu durumda ne düşünürsünüz? Ya öncüll erden birin in , bu örnekte muhtemelen (1 2') n in , yanlış olduğunu veya aradan uzun bir süre geçtiğ i için yerlerin ku rumuş olacağın ı , öyle değil mi? Bu da çıkar ımın geçerl i olduğuna sezgisel olarak inand ığ ı ­nızı gösterir.

Geçerli bir ç ıkarımda sonucu n yanl ış olması bizi öncüllerden birini değil lemeye zorlad ığı için bu tür ç ıkarımlardan en çok bi­l imsel teorileri denetleme işinde yararlan ı rız . Bunu gerçek bir ör­nek üzeri nde görebil iriz :

(22) Cisim le r soğutulunca hac im leri küçü lü r

önermesi çoğumuzun genel-geçer doğru d iye kabul ettiği b i r önermedir. Bunu bi r ç ı karım ın b üyük öncülü olarak seçtiğimizi düşünelim . Eğer (22) her zaman doğru ise,

{23) Bardağımdaki suyu soğutursam hacmi küçülecektir

önermesin in de doğru olmas ı gereki r. Nitekim {22) yi bir doğa yasasının ifadesi olarak alırsak, {23) ü ondan çıkarabileceğimiz (veya ona dayanarak elde edebileceğimiz) bir ön-deyi (predicti­on) sayabil iriz . Ancak (22) nin doğ ru sayılabilmesi için, bu yasa­n ın hiçbir karş ıt-örneği (counter-instance) olmaması gereki r. Bu-

* Bunu da şöyle sembolleştiririz: p --> q . p : q.

200

Page 202: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

nu anlamak için b irçok maddeyi soğutmam ve hacminin küçülüp küçülmediği ni araştırmam gereki r. Denediğim n sayıda madde­nin (22)yi pekişti rdiğini (yani doğrulad ığ ın ı ) düşünelim. Burıunla (22) nin kesinl ikle doğru olması gerekeceğini söyleyebi l i r mi­y im? Söyleyemem , zira henüz denemediğim bir n+ 1 maddesi (22) yi yanlı şlayabi l i r. Diyeli m ki bardağ ımdaki suyu soğuttum, ama su soğuyunca hacmi küçüleceği yerde büyüdü.* Yani (23) yarıl ış çıktı ; işte bu , bir doğa yasasın ı d ile getirdiğini sarıdığı mız (22) öncülünün de yanl ış olduğunu gösterir, z ira (22) ile (23) e,

(24) Bardağımdaki suyu soğuttum ama hacmi küçülmedi

sonucunu eklersem (23) ün, dolayısıyla (22) nin yanlış olduğu meydana çıkar.

Bu nedenle Popper bi l imsel genel lemelerden veya teoriler­den hiçbiri nin kesin olarak belgelerıemeyeceğini , ama kesin ola­rak (mantıkça) yan l ışlanabileceğini iddia etmiştir.

Bi l imde teoriler (veya genellemeler) denetlenirken öncüllerle sonucun tutarlı olup olmadığ ına bakı l ı r ; öncüllerin doğru olmas ı halinde sonuç da hep doğru olursa ç ıkar ı m geçerli demekt i r . Buna bakarak Popper bi l imsel teori lerin yanlışlanabileceğini , ama hiçb ir zaman kesin olarak belgelenemeyeceğini öne sür­müştür, zira ona göre öncüllerin doğru olması sadece sonucun da doğru olabileceğini gösterir. Bundan ç ıkan bir sonuç şudur : Bi l imsel teorilerin kesinlikle doğru olup olmadıklarını bi lemeyiz, do layısıyla onlara doğru olması muhtemel varsayımlar gözüyle bakmam ız gerekir. Eğer bu varsay ımlarla onların mümkün bir sonucunu öncül o larak ald ığ ımızda sonuç da doğru çıkarsa, bu

• Gerçekten de 0° de donan ve buz haline dönüşen suyun hacmi büyür; buzla­rın suyun üstünde yüzmesinin de nedeni budur. Soğuyunca hacmi büyüyen tek cismin su olduğu anlaşılıyor.

201

Page 203: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

sonucun varsay ımı mızı (teori mizi) pekişti rdiğ in i , yani onun doğru olma ihtimalini artı rd ığ ın ı söyleyebil iriz. Nitekim, öncülleri yanl ış , buna karşıl ık sonucu doğru olan bir çıkarım da geçer­li olabilir. Örneğin,

(25) Bütün memeliler iki ayaklıdır (26) Penguenler de memelidir (27) Penguen ler de iki ayakl ıd ı r

çıkarımı, iki öncülünün de yanlış olmasına rağmen geçerlidir.* Bu

da gösteriyor ki, formel (biçimsel) açıdan geçerli b ir çıkarımda so­nucun doğru olması öncüllerin de doğru olmasını gerektirmiyor.

K ıssadan hisse: Bi lgi iddiasında bulunan (dolayıs ıyla ken­disine bilgi atfedi len) herkesin mant ık kuralları na uyması şart, ama bu şart gerekli olmakla birlikte yeterli değil, ayrıca doğru öncüller seçmiş olması da gerekl i ; yoksa (22) - (24) örneğinde olduğu gibi , doğru olduğu san ılan öncüllerden yanlış bir sonuç ç ıkarmak da mümkün.

Öncülleri doğru seçmenin bildiğim tek yolu gözlem ve dene­'yime titizlikle bağlı kalmak, teori uydururken de hayal-gücünün keyfi atı l ım ları n ı sürekli olarak bu n ları n denetimi altında tut­maktır. Eğer hayal-gücünü sezgi , "revelation" türünden sözde bi lme kaynakları n ın emrine verecek olursanız, "işkembeden at­ma" teh l ikesi baş gösteri r. Burada hatırdan ç ıkarılmaması gere­ken bir husus da şudur : Bi l im adamı cahil halkı değil, başka bi­l im adamlarını göz önünde tutmak zorundad ır , bu zorunlu luk onun hareket alan ın ı büyük ölçüde sınırlar. Öncüllerin doğru se­çilmesinde bu kısıtlamanın çok olumlu bir etkisi vardır, z i ra bi l im

• Bu tür çıkarımın geçerli olduğunu Niceleme Mantığı (Yüklemler mantı ğı) çerçevesi içinde kanıtlamış olmal ı s ı n ı z.

202

Page 204: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

adamı öncüllerini seçerken şimdiye kadar kendi alanında üretil­m iş olan tıütün bilgi leri hesaba katmak, elden geld iğince güve­nilir oldukları kanıtlanmış olan tıu tıilgilere ters düşen idd ialarla ortaya çıkmamaya çal ışmak zorundadı r. Bütün bu tedtıirlere rağmen bilim adamı gene de yanlış öncüller seçebi l ir; bazı yeni teori lerin sonunda kof çıkmaları n ın nedeni de budur.

B. Bilim-dışı Düşünüş Biçimleri

Daha çok metodoloj iyi ilgi lend iren bu konuda daha fazla bir şey söylemek istemiyorum, zira beni asıl ilgi lend iren fikir-, dola­

y ı s ıyla bilgi-tüketicisi durumunda olan insanların tutumu. As­l ı nda her insan bi lgi edinmek ister, ama bilg iyi bilgi-olmayandan

ay ı rdetmeyi beceremediği için, aldatılma tehlikesini kolay kolay atlatamaz. Piyasada onu kendi davalarına kazanmak, yani ken­di arzu ve emelleri doğrultusunda davranmaya yöneltmek için f ı rsat gözleyen bin lerce insan vard ı r. Fikirle ri n i satabilmek için reklam ve propagandadan beyin yıkamaya kadar her yola baş­vuran bu insanları üç ana öbeğe ayırmak mümkün:

1) Şarlatanlar; 2) Peygamberler veya din kurucuları ; 3) Siya­

si ideologlar. Her üçünün de amacı birdir: İnsanları dediklerinin doğruluğuna ikna ederek onların davranışlarını etkilemek. Bil im­d ışı d üşünüş biçimlerine en çok bu tip insanlarda rastlıyoruz ,

bunun da baş nedeni bu tip insanların asıl amaçlar ın ın bilgi üretmek değ il , bi lgi tüketicilerine fikirleri n i kabul ettirmek, böyle­ce onları kendi davalarına kazanmaktır.

Şarlatanlar ı bi l im adamlarından ayırdeden temel nitelik, onla­

rın , doğruluğu hiç de kan ıtlanmam ış iddialarla fikir piyasas ında

boy göstermeleri ve iddialar ın ın tartışılmaz olduğunu sanmaları­d ı r. Gerçek bilim adamları genellikle onları n iddialarını eleştir­

meye bile değer bulmazlar; ama şarlatan cahil halk yığınlarına

203

Page 205: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

hitap ettiğ i ve onların onayı n ı kolaylıkla alabildiği için, iddias ın ı doğrulanmış veya belgelenmiş sanı r, dolayıs ıyla bilim adamla­rı iddiasın ı eleştirmeye tenezzül etmemiş bile olsalar, bunu onla­r ın cahil l iğine, dogmacıl ığ ına, hatta düpedüz kıskançl ığına yorar. Kendisin in cahil olabileceğin i akl ın ın ucundan bile geçirmez.

Bu konuya koskoca bir kitap ayırmış olduğumdan, burada sadece şarlatanl ığ ın nas ı l bir şey olduğunu birkaç örnekle anlat­maya çal ışacağım.* Güncel bir konuyu işlediği için teorik bilgi alan ına giren bir şarlatan l ık örneği olarak Erich von Daniken ad ı ndaki şarlatan ı n "uzaydan g elen insanlar" masal ın ı kısaca özetleyecek ve bu iddian ın neden bir şarlatan tarafından "uydu­rulmuş" olduğunu göstermeye çal ışacağım.

Von Daniken'in "Tanrı ları n Arabaları" adlı i lk eserinde ortaya att ığ ı ana iddia şu: Bundan, onbin yıl önce teknoloji bakımından tıizimkinden daha i leri olan bir uzay ülkesinden i nsanlar gelmiş ve yeryüzünde tıirçok "anıtsal" eser inşa ettikten sonra dÔnya­mızı terk edip kendi gezegenlerine dönmüşler. Az kals ın unutu­yordum : Geldi klerinde yeryüzündeki bütün insanları öldürmeyi de ihmal etmemişler! Neresinden bakı l ı rsa bakılsın, sadece "ço­cukça" değil , "gülünç" bir iddia, öyle deği l mi? Hayır, deği l , z i ra bu kitap m ilyonlarca nüsha s at ı ld ığ ına, hatta filmleri yapı ld ığ ına göre, demek bu masalı ciddiye alan milyonlarca insan var dün­yada. Bunlar arasında lise ve üniversite öğrenci ler i , hatta öğret­menleri olduğunu söylersem, tıana inan ı r m ıs ın ız? Demek du­rum sanı ld ığ ından da ciddi, z ira ün iversite hocaları arasından bi le bu masala inananlar çıkabiliyor. İ yi de, o zaman bunca yı l süren bi l im eğitim inin ne anlamı kalıyor?

* Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz . • Hüseyin Batuhan: "Bilim ve Şarlatanlık", Yapı Kredi Yayınları, 4. baskı , 1 997, İstanbul.

204

Page 206: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

Bu rada bizdeki bi l im eğitiminin kusurlar ı , hatta yararsızl ı ğ ı üzerinde uzun boylu duracak değilim.• Ancak şuna inanıyorum

ki, eğer doğru dürüst bir bil im eğitimi alm ış olsalardı , ortaokul çocukları arasından bi le bu masala i nanacak tek bir öğrencinin ç ıkmaması gerekirdi. Şimdi, izninizle, iyi eğitilmiş bir ortaokul öğrencisi nin bu masala yöneltebileceği eleştirileri kısaca s ıra­

layay ım :

i . Von Daniken uzayl ıların onbin y ı l önce geldi klerini nereden biliyor? (Bu konuda arkaları nda herhangi bir yazılı belge bırak­mamışlar.)

ii. Ta uzayın derinliklerinden gelmiş olan bu insanlar ne diye

dünyadaki bütün insanları öldürsünler? Bir an için son derece "vahşi" olduklarını varsaysak bile, bütün i nsanları nasıl öldür­müş olabili rler? Ne gibi bir si lahla?

i i i . Neden durup dururken dünyamız ı terk etmiş olabil irler? Bunu nasıl başarm ışlar? Arkada bir füze rampası falan bı rakma­dan uzaya açılmak mümkün mü?

iv. Bu i nsanlar yeryüzündekileri tümüyle öldürdükleri ne gö­

re , geriye kendi dölleri nden bir bölümünü b ı rakm ış olmal ı lar. Bunlar da onlar gibi son derece ileri bir uygarlık düzeyinde ola­

caklarına göre, onların ahvadı olan eski insanlar neden o de­

rece ilkeldi?

v. Bunları n her halde bir yazıları vard ı . Neden arkaları nda herhangi bir yazı l ı belge bı rakmadılar?

* Bu konuda çeşitli vesilelerle yazmış olduğum yazılar için bkz., Hüseyin Batu­han: "Bilim, Din ve Eğitim Üzerine Düşünceler", Yapı Kredi Yayı nları , 1 997, İstanbul.

205

Page 207: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bütün bu soruları bu minval üzerinde daha da sürdürebiliriz, ancak ben lafı uzatmamak için can-al ıcı olduğunu sandığım bir tek soru soracağım:

vi . Bunlar dünyamızı nasıl buldular?

Burada belki bir ortaokul öğrencisinin bi lemeyeceği bir i ki astronomi ve fizik bilgisinin gerekli olduğunu sanıyorum. Bugün­kü astronomi bilgilerimize göre evrende sonsuz denebilecek sa­yıda yı ldız var; Güneş bunlar arası ndan sadece biri, Dünya ise Güneşin uydularından üzerinde hayat olan tek gezegen. Şimdi bu sonsuz uzayı n derinliklerinden bir uzay aracı kalkıyor ve eliy­le koymuş gibi Dünyamızı buluyor, bu mümkün mü? İstanbul 'un başka bir semtinde oturan b ir tanıdığınızı bulabilmeniz iç in bile onun nerede, hangi sokakta, kaç numaralı evde oturduğunu bil­meniz gerektiği halde, evrendeki adresimizi bilmeyen uzayl ı ların bizi gelip bulmaları mümkün m ü ? Her halde "imkansız" olan bir şeye bundan daha açık bir örnek bulunamaz, öyle değil mi?

Sadece bu bir tek soru bile von Daniken'in işini bitirmeye ye­ter, ama ben hiç değilse okurlar aras ında bi raz populer bilim ki­tabı ve dergisi karışt ırmış o lanların von Daniken'i n masal ına aşağıdaki nedenlerle inanılmaz gözüyle bakacakların ı düşünü­yorum :

a) Uzayın derinl iklerindeki bir başka gezegende bize benzer akı l lı canl ılar bulunabileceğini, hatta bunların teknolojide bizden çok daha i leri olduklarını varsaysak bile, uzayda adressiz yola çıkmayacakları kesin. O halde önce uzayın başka bir köşesinde kendileri gibi akıl l ı ve bilgili yaratıklar olup olmadığ ın ı öğrenme­leri gerekir. Yıldızlar-aras ı i letişim ancak evrenin dört bir yanına bel l i bir sinyal göndermekle olur. Üstelik bu sinyalin frekansını (milyonlarca değişik frekans arası ndan) öyle bir seçmiş olmal ılar

206

Page 208: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

ki, bu başka bir gezegen taraf ından kolayca alınabilsin; daha ol­mazsa, her frekanstan mi lyonlarca si nyal birden göndermeleri gerekecektir. Bunu da akıl ettiklerini düşünel im. (Burada ancak bir l ise öğ rencisi n in bi lebi leceği konulara g i rd iğimin farkında­yım.) Yaln ız iş bununla da bitmiyor. Bu sinyali alan gezegenler onun şifresini çözüp sinyalin geldiği yerin adresini öğrenmek ve onlara sinyallerin in al ındığ ı n ı ve bu arada kendi yerlerini (adres­lerin i ) bildirmek zorundalar. Sözün kısası , uzaylılarla haberleş­meden onların bizi bulmaları mümkün deği l ! Oysa 40 yıla yakın bir süredir evrenin dört bir yan ı n ı d in lediğimiz halde, bu­güne kadar beklediğimiz si nyali alabilmiş değil iz , ama ne olur ne olmaz diye biz muazzam radyo-teleskoplarla evren in dört bir ya­n ına sinyaller göndermeye devam ediyoruz. Von Daniken o ka­dar cahil b iri ki, uzayl ı ları Beyoğlu'nda gezintiye ç ıkıp da rastlan­tı sonucu bir ahbabı ile karşı laşan b i ri sanıyor.

b) Akı l l ı bir l ise öğrencisinden Daniken'e şu soruyu yöneltme­si beklenir: "Sayın Daniken, bi ldiğiniz gibi, Güneş Sistemine en yakın yıldız olan Alpha Centauri bizden 4,3 ışık yıl ı uzaklı kta. Bu yı ldızın gezegenlerinden birinde bizim gibi akı l l ı ve teknolojide bizden çok daha ileri "insanımsı" yaratıklar olduğunu ve bunlar arası nda serüvenden hoşlanan bazıların ın Güneş Sisteminin ge­zegenlerinden birinde kendilerine benzer yaratıklar olup olmadı­ğ ın ı merak ettiklerini düşünelim. Sizce bu yaratıkların oradan kal­kıp buraya kadar gelmeleri teknik açıdan mümkün mü?"

Daniken böyle bir soru karş ıs ında kısa bir tereddüt geçirdik­ten sonra şöyle bir cevap verebi l i r: "Neden olmasın? Siz bana bunun mümkün olup olmad ığ ın ı soruyorsunuz, oysa ben onbin yıl önce uzayl ıların çok daha uzaklardan gelmiş olduklarını bil i­yorum !" Ancak, uzayda bizden i leri bir teknoloji geliştirmiş olan akı l l ı yarat ı klar olsa bile, bun lar Daniken gibi bir aptal olmadıkla-

207

Page 209: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

rı için, böyle bir uzay yolculuğu maceras ına girmeyecekleri ben­ce kesin, zira en "maceraperest" i nsanın bile önce ç ıkacağı ma­ceran ın "mümkün" olup olmadığ ını araşt ırmas ı , bu konuda ge­rekli her türlü bilgiyi toplaması , olumlu sonuç alabilmek için bir sürü hesap yapması gerekir. Alpha Centauri' li ler, gezegeni olup olmadığını bile bilmedikleri bir y ı ldıza doğru yola çı kmayı göze alamazlar, çünkü en yakın komşuları olan Güneşin herhangi bir gezegeninden "Merhaba komşu!" diye bir mesaj almam ışlardı r.*

Bir an içi n bu engeli unutal ım ; diyel im ki Alpha Centauri'liler salt böyle bir gezegen olup olmadığ ın ı merak ettikleri, başka bir gezegenle daha önce haberleşmiş oldukları için bu yolculuğa çık­maya karar vermişlerdir. İyi de, bunun nasıl gerçekleştirecekler?

Burada karş ı laşabilecekleri binbir engeli birer birer sayacak değilim. Ancak uyanık bir l ise öğrencisinin ilk anda akl ı na gele­bilecek iki önemli engel üzerinde kısaca duracağım: 1 ) Mesafe engeli; 2) Uzay aracın ı yerden kaldırma sorunu. (Görülebileceği gibi, asl ında bunlar birbirine bağl ı .)

1 ) 4,3 ış ık y ı l ı uzakl ık (yanlış hesaplamamışsam) 6,661 o km (yani 6,660,240,000,000 kilometre) ye tekabül ediyor. Bugünün uzay araçları yerçekimi dış ında saatte 60,000 km hız la hareket edebildi kleri ne göre, bu h ız la Alpha Centauri'den kalkan bir uzay gemisi 1 1 1 ,000,000 saatte Dünyamıza ulaşabilir. Bir y ı lda 8760 saat olduğuna göre, bu toplam 1 5,000 yıl etmektedir. Her halde von Daniken uzay yolculuklarının yı l larca sürebileceğini, dolayısıyla insan ömrünün buna yetmeyeceğini düşünmüş ol-

* Başka y ı ldız ların da gezegenleri olup olmadığı hala t>ilinmiyor, zira yı ldızların

güçlü ış ığ ı altında onları en güçlü teleskoplarla bile görmek mümkün değil. Ancak son zamanlarda bazı bilim adamları Leverrier ve Adams'ın yöntemini uygulayarak bazı ikili yıldızların yörüngelerinde küçük sapmalar olduğu gerek· çesiyie bunları n da gezegenleri olmas ı gerektiğini düşünüyorlar.

208

Page 210: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

malı ki , uzay gemisinin en azından ış ık h ız ıyla hareket etmesi gerekeceğini hesap etmiş. İyi de, bu h ıza ulaşabilecek bir gemi yapmak mümkün mü? Üstada göre mümkün, zira ış ınlarla hare­ket edecek bir foton roketi üzerinde çal ış ı ld ığ ını söyleyerek ap­talları kandırmaya kalkışıyor. Bunda başarı l ı olduğu da kesin, zi­ra bizim yeryüzü aptallarının böyle bir şeyin olabileceğine inan­maları işten bile değil. Belki onlar hiçbir şeyin ış ıktan daha hızlı gidemeyeceğin i bilmedikleri için bu foton roketi h ikayesini de ko­layca yutmuşlardır . Oysa lise fiziği okumuş birisinin 1 gram ağ ır­l ığ ındaki bir maddi cismin bi le bu h ıza ulaşamayacağ ını bilmesi gerekirdi.*

2) Hayal bu ya, diyelim ki ışık hızıyla hareket eden bir uzay gemisi yapmayı başardık. İyi de, bunu yerden nasil kaldıraca­ğız? En az 2000 ton ağırl ığ ındaki bir alameti yerden (yani yer çekiminden) kaldırabilmek için dünyanın enerjisini de harcasak, yer çekimi dış ı nda saniyede 300,000 km h ızla hareket edecek bir heyulayı buna yakın bir hızla kald ırmamız gerekir, oysa ağır bir uzay gemis in i bunun yüzde biri hızla kaldı rsak (hava sürtün­mesi nedeniyle) dakikas ında buharlaşı r. Ama biz im eski otel memuru Daniken bütün bunları nereden bilecek? Belki bir l iseyi bile bitirmemiş olan bu üstadın böyle önemsiz ayrıntı lara ayıra­cak vakti olmadığ ı için, o tam 200,000 ton ağırlığı ndaki (bir dev tanker kadar büyük olan) bir uzay gemisini kolayca uzay yolcu­luğuna ç ıkarıveriyor!

Bir an için gemimiz yola ç ıkt ı , diyel im. Yeryüzüne varabilme­si için gene en azından 4,3 yı la i htiyaç var. Uzay yolcu lukları

• Hiç değilse felsele öğrencilerin in böyle bir hezeyana inanmamaları için şu kısa bilgiyi aktarmayı yararl ı görüyorum: Bugün dünyanın en büyük hızlandırıcıla­rında, o da binlerce muazzam mı knatıs kullanarak ancak atom-altı parçacıkla­rın h ı zı nı ış ık h ı zına yaklaştırmak mümkün olmaktad ı r.

209

Page 211: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Newton'un çekim yasası ile atalet yasas ı uyarınca gerçekleştiği için, bir uzay arac ın ın sadece doğrullu değişlirmek içi n çok az bir yakıta i h tiyacı vard ı r. Daniken 'i n bundan da haberi olmad ığ ı için hayal ett iğ i 200,000 tonluk uzay gemisinin as ı l ağı rl ı ğ ı n ı 1 98,000 ton tutarında yakıt oluşturuyor.

Daniken' in cahillikleri bu kadarla bitse gene iyi; 4,3 yı l süre­cek bir yolculukta astronollarrn biyolojik iht iyaçları n ı n ve ruhsal dengeleri nin nas ı l sağlanacağ ı da başlı başına bir sorun. Güneş Sistemi ile Alpha Centauri arası nda milyonlarca meteoritten olu­şan Oort Kuşağın ın olduğunu, dolayıs ıyla bunca h ızla hareket eden bir gemiye bunlardan en küçüğünün bile çarpması halinde bir trajedinin yaşanacağ ın ı da bi lmesi gerekirdi.

Çözülmesi gereken bunlara benzer daha bir sürü soru var, ama benim burada amac ım yı ld ızlar-arası bir yolculuğun müm­kün o lup o lmadığı değil , Daniken denen kara cahi l in tümüyle işkembeden altığ ı bir palavraya bu kadar "okumuş" insanın na­sıl inan abildiğ in i soruşturmak, en azından anlamaya çal ışmak. Okumanın, halta bir ü niversite bitirmenin bu kadar az işe yara­d ığ ın ı görmek gerçekten iç-karart ıc ı . Demek bunca yı l l ık bi l im eğit imi i nsanlara birazc ık olsun "bil imsel düşünme" alışkanlığı kazandı ramıyor. Daha önce de dediğ im gibi , b i l imsel düşünme bir "bil im adam ı gibi" düşünebi lme demektir . Bu yeteneği edine­bi lmesi iç in i lerde bi l im adamı , yani bi lgi üreticisi olmayacakla­rın bi le yeterli bir "bi l im kültürü" almış olmaları gerekiyor. Bu­nun da i nsana kazandı rabileceği temel yetenek her iddia karş ı­sı nda i lk in "şüpheci" bir tav ı r alma al ışkanl ığ ıd ı r. Emin im ki, Da­niken'ı okuyanları n % 99'u, onun kitabını okurken lisede bütün öğrendiklerin i rafa kaldır ıp bu büyük al imin hezeyanları n ı büyük bir merak ve i lgi i le izlemiş, halta dediklerine inanmaktan büyük

21 0

Page 212: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

bir zevk al mış olmalılar, yoksa böylesine saçmalıklarla dolu bir eserin bugüne kadar "en çok satan kitap" olması n ı nas ı l açık­lars ı n ı z?

Benim bütün bun ları anlatmaktan asıl amacım yeni yetişenle­re "bi l imsel düşünme" alışkanl ıkları kazandırmak olduğuna göre, önce bir kitabını okuduğunuz kişinin düpedüz bir "şarlatan" ol­madığından emin olmaya çalışmanızı sal ık veriri m . Bu hiç de sanı ld ığ ı kadar zor bir iş olmasa gerek. Lisede fizik, kimya, biyo­loji, vs. okuyan bir genç Archimedes, Euklides, Galileo, Kepler, Newton , Darwin, Einstein adları dışında hemen hemen hiçbir bi­l im adamı adı duymaz. Ben bir l isede yaptığım ankette, Planck ve Niels Bohr adlarını kaç kişi n in duymuş olduğunu sordum, hiç kimsenin duymamış olduğu meydana ç ıkt ı . Ancak "Daniken" adı­nı duyup duymadıkların ı sorduğumda 30-40 el birden kalktı . De­mek ki, çocuklar bu adını sayd ığım ası l bilgi ü reticisi olan ünlü bi­l im adamları n ın nası l k iş i ler olduğunu merak etmemişler , buna karş ı l ı k Daniken denen "cahil" i ün lü bir b i l im adamı diye belle­mişler.

Bütün bunlara bakarak şarlatanları b i l im adamları ndan şu şekilde ayı rdedebileceğimizi düşünüyorum: 1) Eğer bir adamın adı gazete, derg i , radyo ve televizyonlarda bil im adamı diye çok sık geçiyorsa, hele kitapları halk tarafı ndan kapışıl ıyorsa, o kişi­nin bir şarlatan olduğundan kuşkulanmanız gereki r.* 2) Söz ko­nusu kişi n in kiml iğ i konusunda bi lgi edi nmek, yani bi l im alan ın -

• Bunun çok a z istisnası vardır, örnegin Einste i n gibi . Ancak halkın nezdinde Einstein' ı n ünü onun Relativite Teorisinin bilımde yen i bir ç ığır açmış olmas ın­dan değ i l , böyle b i r haberin duyulmas ı ndan kaynaklanıyor. Nitekim, lise öğ­rencisiyken onun bu teorisini dünyada sadece 7 kişinin anlayabildiği söylenir­di. Yoksa ne eser leri kapış ı lmış, ne de bu teoriyi halk arası nda gerçekten me­rak edenler o lmuştu . O bir tür "bilimin Rudolph Valentino'su" sayıldığı için ün yapmıştı .

2 1 1

Page 213: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

da tanınmış saygı değer biri olup olmadığını araştı rmak daha da güvenil ir bir yöntemdir. 3) Bunları yapmadan kitab ı n ı sat ın veya ödünç alm ışsanız, o kitapta akl ınızın almadığı veya daha önce öğrenmiş oldukları nıza ters düşen iddialarla karşılaşt ığ ın ız tak­dirde, derhal şüpheci b ir tavı r takın ı p yazarın nerelerde yanı lmış olacağını araştırmanız, gerekirse ansiklopedilere ve başka gü­venilir eserlere başvurup yazarı eleştirmeniz, bunu yapamıyor­sanız veya yapmaya vaktiniz yoksa, o zaman konunun uzmanı diye bi l inen kişi lere başvurmanız gerekir. 4) Bir i nsan ı n saçma­lad ığ ı daha i lk sayfalarda uyan ık b i r okuyucunun di kkati nden kaçmaz, ama genellikle insanlar bir kitap yazmış, hele o kitabıy­la büyük ün yapmış birinin saçmalayabi leceğine pek ihtimal ver­mezler; bir de onun bir b i l im adamı o lmadığın ı bi lmiyorlarsa, onu neredeyse bir "otorite" g ibi g örmeye yatk ın olurlar. Burada da bir tür "çığ-etkisinden" söz etmek mümkün. Bi l im adamları n ı n h e m gözleri keskin olduğu, hem de adı h iç duyulmamış bir kişiyi genellikle kuşku i le karş ı lamaya eği l iml i oldukları i çin , şarlatan­lar ın ne mal oldukları n ı daha i lk bakışta fark ederler. Buna karşı­lık, s ıradan bir insanın şarlatan karşısı ndaki tepkisi bunun tam tersidir ; o yen i bir şöhret karşısında hemen yelkenleri i ndirir ve şarlatan ın her sözünü "hikmet" sanır. Bu eğilime karşı koymak için şöyle bir kuralı uygulamal ısınız: Yeni bir iddia daha önceki bi lg ilerinize ne kadar ters düşüyorsa, o kadar şüpheci b i r tavır alman ız ve inanmakta güçlük çektiğiniz her noktanın hesabın ı hayalinizde yazardan istemeniz gerekir. Elbet yazar karşınızda değild i r, onun için kendi kendinize şüphe ettiği niz noktaların he­sabını verip veremeyeceğin i sormak sizin ahlaki görevinizdir, el­bel aldatılmamaya önem veriyorsanız.

21 2

Page 214: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

Şarlatanlar insanların genell ikle "olağanüstü", "al ışı lmad ık", "duyulmadık" şeylere inanma eği l imlerinin çok güçlü olduğunu bildikleri için , onlar ın karşıs ına hep "inanılmaz" iddialarla çık­maya özen gösterirler, b und a etki l i olmak için iddiayı ortaya at­ma zamanın ı da iyi ayarlamak (timing) gerektiğini çok iyi bil ir­ler. Daniken' in bu konuda büyük bir "usta" olduğu anlaşı l ıyor. Kendisi 1 947 yı l ından sonra A.B .D .'ni b i r çeşit "UFO" histerisi sard ığ ı bir dönemde, tam da insanoğlunun Aya ayak basma­s ından kısa bir süre sonra yayımlatıyor kitab ın ı , * üstel i k ne olur ne olmaz diye kitabına bir "science fiction" edası vermeyi de ih­mal etmiyor. Binlerce aptal ın , anlatt ığ ı masal ı ciddiye ald ığ ın ı görünce de "zoraki bi lgin" postuna bürünüyor; devrimsel bir te­ori geliştirmiş olan dahi b ir arkeolog pozuna girip, kendisinin bi­le "yarı-fantezi" gözüyle baktığı teoris in i destekleyen yeni yeni "gerçekler" keşfetmeye başl ıyor ! Tahmin edeceğiniz gibi, bi rer birer örtüsünü kald ı rd ığı bu gerçekler bunca y ıldır binlerce uz­manın "keşfedememiş" olduğu gerçeklerdir. Art ı k var ın siz he­sap edin üstadın ne büyük bir "bi lgin" olduğunu! Ne var ki , h iç­bir uzman bütün bu gerçekleri reddetmeye b i le tenezzül etme­miştir, zira onlar ın bir "kaç ığ ın" hezeyanları i le kaybedecek va­kitleri yoktur. Gel in görün ki , Türkiye'de 'Tanrı ları n Arabaları" gibi görkemli bir adla çevrilen ilk kitabı 200 defadan fazla basıl­m ı şt ı r. Elbet ben bunu inan ı l maz derecede saf ve aptal oluşu­muza ve lisede, hatta üniversitede bi razcık olsun "bilim kültü rü " almamış olmamıza bağl ıyorum. Yalnız, A .B .D . dahil , başka ül­kelerde de durum b izdekinden daha iç-aç ıc ı değil. • Adamın kurnazl ığ ına bakın ki , kitab ın ın Almanca asl ın ı sadece "science ficti­

on" basan Econ-Verlag'da bastırıyor, orijinal adı da şöyle: "Erinnerungen an die Zukunf" ("Gelecekten Hatıralar"). Bir bilimsel roman olarak beş para etme­yen bu eserin bazı aptallarca ciddiye alınmış olması ("Vay canına, onbin yıl önce uzaylılar dünyamızı ziyaret etmişler de. kimsenin haberi olmamış!") bu derece büyük bir ilgi görmesinin de ana nedeni olsa gerek.

2 1 3

Page 215: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Gerçi ben Daniken'in iddialarını çürütmek için bin dereden su getirdim, ama asıl amacım bu tür bir şarlatanl ık şaheserin i okum ak şanss ız l ığ ı na uğrayan herhangi b i r kimsenin konuya nas ı l yaklaşması gerekt iğ ini sergi lemekti. Çoğu i nsan bunu yapmaz, sadece bilg isiz l ik veya ilgisizl ikten değil, "düşünme tembeli" olması ndan. Ön üne iştah açıcı bir yemek getirilmiştir, karnı da aç olduğu için yediği yemeğin yararlı m ı , zararl ı mı ol­duğunu düşünmeden sald ır ır tabağa ; onu ilgilendiren tek şey yemeğin lezzetli olması ve yedikçe de karnının doymakta oldu­ğunu hissetmesidir . Bu benzetme ne derece geçerl i , bilmiyo­rum, ama kafa açl ığ ın ı gidermek isteyen pek çok i nsan ın böyle davrandığ ı bence apaçık. Bu durum kafa sağl ığ ına her şeyden çok önem veren biz 1elsefecileri tedirgin ettiğ i , neredeyse este­tik duygularım ıza dokunduğu iç in , bu tür 1ikir-obu rlarını bir "go­urmet" gibi davranmaya teşvik etmek isteriz. Bana sorarsanız, akıllıca bir ortaokul öğrencisin in daha beşinci sayfada bu kitabı f ı rlatıp atması gerekir. Gelin görün ki , estetik zevkler gibi, dü­şünsel zevkler de değişiyor.

Şimdiye kadar dünyada, akl ın ıza gelebilecek her konuda o kadar çok şarlatan türemiştir ki, bunları n her biriyle başa ç ıkmak imkans ız. İ lginçtir, en çok şarlatan bil im ve teknolojinin en geliş­miş olduğu ülkelerde türüyor. A .B _D . bu konuda da başı çekiyor. Ben bunların bir kısmından "Bil im ve Şarlatanlık" başl ıkl ı kita­bımda söz ettim. Bil imin çok kötü bir taklidi olan şarlatanl ık ko­nusunda son yıl larda bizde de birkaç kişi boy gösterdi. Bunlar­dan en çok tanınanı da Or. Özel adındaki eski operatör. Bu üs­tat "Uzman l ık da ne o luyormuş" deyip kanser alan ı nda çok önemli bir keşifte bul u nduğu müjdesiyle tıp arenasına f ı rl ıyor. Her kanser türünü iyileştirdiğini iddia ettiği ve "ilacım" dediği bir

2 1 4

Page 216: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

zakkum usaresiyle halk arasında büyük bir ilgi, hatta heyecan uyandırıyor ve haberi duyan bir sürü "iflah olmaz" kanser hasta­sı kap ıs ın ın önünde kuyruğa giriyor. Lafı uzatmayayım : Bildiği­niz gibi, belki yarım yüzyı ldan fazladır dünyan ın dört bir buca­ğında binlerce bil im adamı bu derdin çaresini arayadursun, bi­zim pratisyen operatörümüz hiçbir araştırma zahmetine girme­den, sadece "bazı gözlemlerine dayanarak" şıp diye kanser i la­

cın ı buluveriyor.

"Ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifet !" sözü gözbo­yacıları n numara larına başlarken söyledikleri bir sözdür, ama bi­

zim üstada sorarsanız, yaptığı iş ne e l çabukluğu, ne de sihir, düpedüz "marifet", yani bilg i ve becer i . İyi de, bunu nereden bili­yor dersiniz? Anlamayacak ne var: Yüzlerce hastas ın ın her gün kap ıs ın ı aşındırmasından! Öyle ya, bunca hasta kendisine teda­vi için başvurduğuna göre, demek bu işi b i l iyor ! Ama kendisin in herhangi bir yay ın ı yokmuş, kanser konusunda her y ı l binlerce kitap ve makale yayımlandığ ı halde, bunlardan hiçbiri onun adı ­n ı b i le anmıyormuş, ne fark eder? O birçok hastayı iyi leştiriyor

mu, iyileştirmiyor mu, siz ona bakın ! Kendi dediğine göre, iyileş­

tiriyor, demek ki o bu işi bi l iyor!. . .

Ne demiştim: Bi l im adamları gene başka bilim adamlarına,

şarlatanlar ise akıls ız ve bilgisiz s ıradan insanlara hitap ederler. Nitekim, bundan on y ı l kadar önce Türkiye'de Dr. Özel ad ı n ı duymayan kal mamışt ı . D r . Özel ' in b i r şarlatan olduğunu bu o laylar yeterince belgeliyorsa da, s ı radan insanların bu t i p şarla­tanların dediklerine neden kanıverdiklerini iyi anlamakta yarar

var, yoksa sizler de bir gün Dr. Özel g ibi bir şarlatana yakayı kaptırabi l irs in iz .

2 1 5

Page 217: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Her alanda olduğu gib i , tıpta da büyük otoriteler, yani belli bir konuda bi lg i l i o ldukları n ı kan ıtlamış insan lar vard ı r : Pasteur , Koch ve diğerleri g ib i . Bu i nsanlar ın yaşam öykülerini okuduğu­muz zaman şu niteliklerle donatı l m ış oldukları n ı görürüz: Üstün bir zeka, inanı lmaz bi r araştırma tutkusu, büyük bi r özeleşl iri yeteneği, ödün vermez bir fikir dürüstlüğü ve o derece büyük bir alçakgönül lülük! Kitabın baş tarafları nda Sokrates' in ün lü b i r sözünü anmışt ım: B i r i nsan ne kadar çok şey bil irse, o kadar az bildiğ ini sanı r; bir insan ne kadar zeki olursa, o kadar yan ı l­maya açık olduğunu fark eder, dolay ıs ıyla durmadan kendi ken­dini denetlemeye ça l ış ı r. Bir fikri n doğruluğundan emin olmad ı k­ça onu ortaya atmaktan çekinmek, böylece başkaları n ı da ya­n ı ltmamaya çalışmak fikir dürüstl üğünün başl ıca bel i rti lerinden­dir. Bu da insanı ister istemez alçakgönül lü olmaya iteler. Bunla­

r ın tersi de geçerlidir : Bir insan ne kadar az şey bi l irse, o kadar çok şey bi ldiğini sanı r; ne kadar aptal ol ursa, kendinden o dere­ce emin o lur ve kendini eleştirmek şöyle dursun, kendi f ikirlerini kabul etmeyenleri , hele kendisini eleşti rmeye kalkışanları bilgi­sizlik, dogmac ı l ı k, hatta kıskanç l ı kla suçlamaya kalkar; alçakgö­

nül l ü olacağına, kasım kas ım kas ı l ı r. İşte şarlatanlarda bütün bu özellikleri görüyoruz. Şarlatan hemen hiçbir şey bi lmed iği halde, hiç kimsenin akıl edemediği yeni doğrular bulmuş, "büyük bi lgin" pozuna bürünen , asl ında zaval l ı , hatta ac ınaq:ı.k bi r i nsandı r. Eğer herhangi bir konuda iyi kötü bir bi lginiz yoksa, şarlatanı gerçek bir b i lg in saymanız işten bile deği ldir , zira o tak ı nd ığı otoriter tavırla ve halkı n "inanıverme" eğil imini hemen harekete geçiren "olmayacak" idd ialar ıy la sizi de "büyüleyebi l i r". Bu ne­denle s ı radan adam ın kendini şarlatanların etkisinden koruyabi l ­mesi için özell ikle aşı rı iddialar karş ıs ında "şüpheci" bir tav ı r ta­k ı nmas ı şart. Ne yazık ki , bug ü n okullarımızda verilen eğitim ço-

2 1 6

Page 218: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bılim-Dışı Düşünüş

cuklara ders kitaplarında yazı l ı olanlara, dolayıs ıy la öğretmenle­rin anlattıklarına körü körüne inanma al ışkanl ığı aş ı lamıştır. Öğ­retmenlerin bunda büyük sorumlu luğu olduğuna i nan ıyorum. Onlar bu al ışkanl ığı "sı nav tehdidi" i le daha da pekiştirir ler, oysa çocuklara kitaplarda yazılanlara "eleştirici" bir gözle yaklaşmala­rı nı , kendi anlatt ıkları karşıs ında haydi haydi bu tavrı takınmala­rı nı telkin etmeye çal ışmal ıdırlar.

Okul d ış ı hayatta kişinin şarlatanlardan kendini koruyabilme­si i ç i n önce on ları "teşh i s" etmeyi öğrenmiş olması gerek i r. Okullarda bu konuda çocuklara hiçbi r şey öğretilmediğine göre, kiş i n in yapacağ ı en akı l l ıca şey, akl ın ın almadığ ı herhangi bir id­dia karş ıs ında kal ınca, önce ansiklopedi gibi daha güvenilir kay­naklara başvurmak, daha olmazsa o konuda "uzman" olduğu bi­linen bir b i l im adamına dan ışmak olabi l i r. Aslında bi l im adamla­nna da burada bir sorumluluk düşüyor. D§.niken veya Or. Özel gibi şarlatanların insanların "düşün me sağl ığı"nı tehdit ettikleri ni sezdikleri an uzmanların h emen kolları sıvayıp bu konuda hal kı "uyarması" gerekir. Ancak, ne yaz ık ki , ü lkemizde ciddi b i l im adamları b i le bu tü r b i r sorumluluk b i l incinden yoksun görünü­yorlar ve halkı kaderiyle başbaşa b ı rakıyorlar. Dr . Özel olayında hükümeti n serg i lediği tutum da bağ ış lanamaz. Zaman ı n sağl ık bakanı bu şarlatanı yanına al ıp devlet televizyonuna çı kıyor ve neredeyse adamı n propagandas ı n ı yapıyor, ardından da izin al­madan "ilacım" dediği bi r ekstreyi yüzlerce "hastası" üzerinde

denemiş olduğundan ötürü bir sü re meslekten al ıkonmuş olan bir "suçlu "nun devletin gözetimi alt ı nda ilacını ağır kanser hasta­ları üzerinde denemeye devam etmesine izin veriliyor. Öyle sa­n ıyorum ki , dünya tarihinde h içbir ü lkede böylesine bir skandal yaşanmamışt ı r.

2 1 7

Page 219: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bir felsefe kitabında bütün bunları n ne işi mi var? Söyleye­yim: Felsefe filozof denen b ir "hayalperest"in f i ld iş i kulesinde kendi kendine oynadığı bir "düşünme oyunu" değildir. Elbet fel­sefenin böylesi de var, ama insan yaşamını yakından ilgilendi­ren sorunlara bir çözüm bulmak söz konusu olduğunda, filozo­fun Sokrates gibi sokağa i nmesi kaç ın ılmazd ır. "Kant onu de­m iş !" , "Comte bunu söylemiş!" gibi laflarla felsefe yapmak boşu­na zaman kaybetmektir. Bild iğimiz gibi , bilimlerin salt teori üret­meye yönelik dalları da var. İ nsanların salt onların mutluluğunu artırmak için nasıl eğiti lmeleri gerektiği de "felsefi" bi r sorundur. Ben de bu çerçevede kafa (düşünme) eğitimine her şeyden çok önem veri lmesi gerektiğine inan ıyorum. Kanımca, "şarlatan­lar" ın şerrinden nas ı l korunulabileceği sorununun çözümü bu eğitimin en önemli ödevlerinden biridir. Genellikle "inanma so­rumluluğu" veya "şüphe etme yükümlülüğü" dediğim şey bu so­runun çözümünde mihenk taşı durumunda, bu nedenle tipik şar­latanlardan bir iki örnek vermeyi gerekli gördüm.

1) Dini İnançlar ve Şarlatanlık

Şarlatanl ık insanın bazen sadece teorik i nançlarını etkilemek amacını güdebilir. Ancak bu oldukça nadirdir, hatta genellikle asıl veya son amaç insanların davranışlarını etkilemektir. Daniken denen şarlatan görünüşte tarih (dolayısıyla astronomi ve arke­oloji) ile ilgili bazı inançlarımızı değiştirmeyi, hatta bize yeni bilgi­ler iletmeyi amaçlıyor, ama asıl amac ın ın para, ün ve sosyal pres­tij kazanmak olduğu bence şüphe götürmez. Aynı şekilde, yeni bir din getiren peygamber de, yeni bir ahlak veya politika öğretisi ge­liştiren filozof da doğrudan doğruya insanların davranışların ı etki­lemeyi amaçlamaktadır. Burada "özlemse! düşünüş"ün büyük öl­çüde işe karışacağını daha önce belirtmiş, özlemler ağır bastıkça yan ılma ihtimalinin de yükseldiğini vurgul�mıştım.

21 8

Page 220: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

İ nsan davran ışlar ı n ı etkilemeyi amaçlayan en eski ve en güçlü inanç sistemlerinin dinler olduğunu gördük. Burada 'teori' veya 'görüş' gibi deyimler yerine ' i nanç sistemleri' deyimini kul­lanman ın nedeni, daha önce de belirtmeye çal ıştığım gibi, dinle­ri n hemen hemen sadece inançlara dayanması , bunların hiçbir gözlemsel, dolayısıyla "sağduyusal" temelleri olmamasıdı r. Ni­tekim, çok-tanrıl ı dinler halk fantezisinin ortaya koymuş olduğu pratik öğretilerdir . Gerçi bunlarda gene halk fantezisinin uydur­duğu mythos dediğimiz teoriler de yer al ır, ama asıl ağ ır l ık in­sanların toplumda nasıl davranmaları gerektiğini vurgulayan ku­rallardadı r. Bu kurallar asl ında peygamberlerin ideal toplum dü­zeniyle ilgili "özlemler"ini di le getirirler, ama peygamberlere so­rarsanız, bu kuralları onların ku lağ ına Tanrı f ısı ldamıştır. Bu ku­rallara boyun eğmek için kişi n in i lkin böyle bir Tanrı n ı n varl ığı na, onun da ardından Tanrı n ın var olduğunu garanti etmek için uy­durulmuş olan cennet, cehennem, melekler, şeytan ve benzeri varlıklara i nanmak gerektiğini belirtmiş, ayrıca Tanrıya inanma­nın peygamberin sözlerine güvenmek anlamına geldiği ni vur­gulamıştım.

Demek ki, burada en önemli sorun şu oluyor: Peygamberle­rin sözlerine güvenebilir miyiz, daha doğrusu , güvenmeli mi­yiz? Birincisi psikolojik bir sorun, ikincisi ise bir ahlak sorunu.

İ lk in psikolojik sorunu ele alal ım . Biz bazı gözlemlerimize dayanarak i nsanları "sözlerine güven i lebi l i r" olanlarla, "sözleri­ne güveni lemez" olanlar diye iki öbeğe ayı r ı rız. Ancak, d ikkat ederseniz, burada 'bazı gözlemlerimize dayanarak ' d eyimi n i kul land ım, zira insanların b u özell ikleri al ı nlarında yaz ı l ı değil­di r, bu nedenle tan ımadığım ız insanları bu tür bi r s ın ı flamaya tabi tutmamız söz konusu olamaz. Eee, peygamberleri de ya-

2 1 9

Page 221: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

kından tanımadığ ımıza göre? . . . Herhangi b i r insanı ilk gördü ­ğümüzde uzun boylu mu , kısa boylu mu , şişman m ı , zayıf m ı , hatta güzel mi, çirkin m i olduğuna hemen karar verebi l i riz, a­ma dürüst veya sözüne güvenil ir olup olmad ığ ı na karar vere­bilmemiz için , onun davran ışları n ı uzun süre görüp izlemiş ol­mamız gerekir. Ama öyle olduğu halde o kişiyi iyi tan ıyamadı ­ğ ım ı z , ahlaki karakteri konusunda "yan ı ld ığ ı m ız" olur . Bunu bildiğ i miz için , yeni tan ıdığ ım ız bir kimseye "şüpheci" bir tav ı r­la yaklaşır, onun sözüne "güveni l ir" olduğunu birçok defa ka­nıt lad ığ ın ı gördükten sonra, karakteri konusunda bell i bir fikir edinmiş olu ruz ve ona olan güvenimizi sarsan bir davranışta bu lunmad ığ ı sürece bu fikrimizi saklarız. Bu tümüyle bi l imsel bir davran ıştı r. Nitekim, bi l imsel teorilere olan inancımızda da b una benzer b ir yol izleriz. Eğer b i r. teoriye olan i nanc ımız ı sarsacak herhangi bir eleştiri yapılmamış veya onun yeri ni tu­tacak yen i bir teori ortaya at ı lmamışsa, o teoriye bağ l ı l ı ğ ımızı devam ettiririz: yok, bunun tersi söz konusu ise, bu bağ l ı l ığ ımı­z ın çü rük bir temele dayandığ ı n ı anlayıp ona inanmaktan vaz­geçeriz.

Ancak insanoğlu çoğu zaman eski inançlarına bağ l ı l ı ktan kolay kolay kurtulamaz; onun için, bağlanm ış olduğu eski te­orinin yanlış (en azı ndan kusurlu) olduğunu ortaya koyan güç­lü itirazlar dile getiri ldiği halde, ondan ayrı lmaya gönlü razı ol­maz; biraz da bu nca zaman yan l ı ş bir teoriye bağlı kalmış ola­bileceği n i hazmedemediği iç in , ona ihanet etmekten çekin ir. Buna felsefede dogmacıl ık d iyoruz. Dogmacıy ı "i nandığ ı bir görüş, öğreti veya teori yeterince yanlışlanmış veya çürütül­müş olduğu halde, ona inanmakta ayak direten kişi" diye ta­n ıml ayabi l i riz . Bir fikre bağlanmak duygusal bir olaydır, oysa insanlar zekaların ın ve bi l imsel kültürlerin in düzeyine göre, b i r 220

Page 222: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bili msel ve Bil im-Dışı Düşünüş

f ikre daha çabuk veya daha yavaş bağlanırlar. Şüpheci yarad ı ­l ışta olan insanlar h içbir fikre kes in olarak bağlanmazlar, buna karşı , çabuk inanıveren kişilerde sözünü ett iğim duygusal bağ­l ı l ı k zamanla bir t i ryakil ik , hatta nikotin, alkol veya uyuşturucu al ışkanl ığ ı g ibi , düpedüz "bağ ım l ı l ık" hal ini a l ı r . Bu durumda bir fikrin, gö rüşün veya inancı n insan ı n akl ı n ı tutsak ettiğ ini söyleyebi l iriz_

Şarlatanlara hemen kapılıveren birçok insan olduğu nu gör­dük; Dr. Özel' in dediklerine kan ıp da ona tedavi olmak için gi­den bir kanser hastası istediğ in i , daha doğrusu , umduğunu bu­lamayınca , onun dediklerine inanmaktan kolayca vazgeçer ve bir daha onu n semtine uğramaz olur. Nitekim, büyük bir umutla onun kapıs ın ı çalmış olan birçok hasta (dediğine göre hastaları n % 80'i) sonradan tedaviyi b ı rakmışlar. Hayatta "umut kır ık l ığ ı "

denen olay ı yaşamamış olan biri n i gösterebi l ir misiniz? Demek istediğ im , insanlar ilkin güven duydukları bir şarlatandan çabuk yüz çevirebi l i rler. Ancak, işin garibi, bazı insanların bir defa bağ­landıkları bir inançtan bir daha vazgeçmek istememeleri ! Bu an­lamda "dogmacıl ığa" bi l im adamları arasında bile rastlanması çok şaşırtıc ı . Bunlar aras ında teorik bir fikre saplanıp kalanlar olduğu gibi, p ratik önemi olan bir fikre veya öğretiye "kaydı-ha­yat şartıyla" bağlan ıp kalanlar da var.

Birinciye iki örnek vereceğim: 1 9 . yüzy ı l ın başına gelinceye kadar bi l im adamları "gökten taş düşebileceğine" inanmazlar­mış, z i ra bunun dini bir boş -inanç olduğu kanıs ında imişler. Me­dine 'deki "Haceri Esved" gibi gökten düştüğüne i nanı lan birçok taş kil iselerde de kutsal nesneler arasında yer alıyormuş. Belki de dindar olmayan bil im adamları halk ın bu gök taşların ı tanrı­nın bir "uyarısı" sayd ıkların ı da göz ön ünde tutarak, halk arasın-

221

Page 223: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

da yayg ın olan bu "boş- inanca" ku lak asmazl arm ı ş . Derken 1 8 1 3 y ı l ı nda, Paris'in yakı nları ndaki L'Aigle kasabası na bir gün gökten yüzlerce taş yağd ığ ı haberi gelir ve bunun üzerine Pa­ris'teki bazı bilim adamları kalk ıp işin asl ı n ı öğrenmeye L'Aigle'e giderler, b ir de ne görsünler: Gerçekten yeryüzündeki taşlara benzemeyen b ir sürü taş vard ı r orada ve yüz lerce kasabal ı bun ları n yağış ına tan ık olmuşlard ı r! O gün bugün bunun boş bir i nanç olmadığı anlaşı lmış bulunuyor, hatta y ı l ı n hangi mevsi­minde ve nereye bu meteoritlerin yağacağı artık biliniyor.

Dogmatizme vereceğim ikinci örnek de şu: 1 920'1i yı l lar ın ba­ş ında Alfred Wegener adında bir bil im adamı karaların milyon­larca yıl önce hep bir arada bulundukların ı , bunları n sonradan yavaş yavaş birbirinden ayrı ld ığ ın ı iddia ediyor ve meslektaşları­n ın alaylar ıy la karşılaşıyor. Oysa bu, bugün çok iyi belgelenmiş bir teori olup, sonradan Alpler ve Himalayalar gibi dizi-dağların da ("plak tektoniği" denen bir teoriyle) iki kara parças ın ın birbiri­ne çarpmasından oluştuğu anlaşılmış bulunuyor. Bil im tarihin­den buna benzer yüzlerce "dogmatizm" örneği göstermek müm­kün, ancak bil im adamlarından bazıları bazı konularda dogmatik bir tavı r sergileseler de, "bil im" hiçbir zaman dogmatik değil, zira yeni bir teori i leri süren kişi meslektaşların ı n şüphelerini gidere­bilecek belgeler gösterince, eskiden teoriyi şüpheyle karşılamış olan bi l i m adamları da yeni teoriyi kabul ediyorlar.

Asl ında bil imde de bir miktar dogmatizme gerek var, zira herhangi bir bi l imsel teori çok uzun araştı rma ve fikir alışverişin­den sonra bi l im adamları toplu luğu tarafı ndan benimseniyor' ve yıl lar süren bir sı namadan sonra kendini kabul ettirebiliyor. Bu iyice denenmiş ve sınanmış teoriye ters düşen yeni bir teori or­taya atı l ı nca, bi l im adamları n ın bu henüz s ınanmamış teoriye

222

Page 224: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bi l im-Dışı Düşünüş

şüpheyle yaklaşmaları sadece doğal deği l , faydal ı , hatta gerekli de, zi ra bu yapı lmazsa binbir şarlatan ı n ortal ıkta cirit atmas ı n ı önleyemezsin iz . B i r anlamda dogmacı l ı k "bi l imsel t u tuculuk" de­mek, ama bi l imde geleneğe bağlı kalman ın pratik hayatıakinin tersine, zarardan çok yarar sağlad ığ ı bence şüphe götürmez. Her şey g ib i , b i l imsel görüşler de zamanla gelişip değişir ler; önemli olan bu değişmenin "daha iy i"ye doğru olup olmadığı n ı saptayabilmekte. Örneğin, Ptolemaios'un "yer-merkezci" teorisi aşağı yukarı 1 5 yüzyı l boyunca Batı bi l iminin "sarsılmaz" teorile­rinden biri say ı lm ıştı , bu nedenle ona ters düşen Copernicus te­orisi --bir i ki i stisnayla-- bütün bi l im adamları n ın protestolarıyla karş ı lanmış, ayrıca Kato l ik kil isesi de yanl ış l ığ ı o zamana kadar belgelenememiş olan eski teoriye bağlanmış olduğu için, Coper­nicusçu görüşü yaymaya çalışan Galileo'yu göz hapsine mah­kum etmişti. Gerçi Galileo Copernicusçu teoriyi destekleyen ba­z ı yeni belgeler b ulmuşt u , ama Ptolemaios'u n görüşü gerek sağduyuya , gerekse akla daha yak ın bulunduğundan, Gal i­leo'nun bu gerekçeleri fazla i l tifat görmemişti. K il isen in bu konu­da sergiledigi dogmacı l ığ ın bi l imsel dogmac ı l ı ktan hangi nokta­larda ayrı ld ığ ı n ı i leride göstereceğim .

Genell ikle bilim adamların ın her zaman ve her konuda b i r "bi­l im adamından beklendiği gibi" davrandıkları sanı l ı r, oysa onlar da kendi uzmanl ı k alanlarının dışına ç ı kt ı lar mı, bazen tı pkı bi lgi­siz, hatta aptal (sı radan) bir i nsan gibi davrand ı kları olur. En ünlü bilginler arasında inan ı lmayacak kadar "çocuksu" inançlara kapı­lanlar olduğunu görmek şaş ı rt ıc ı old uğu kadar eğlendirici de. Ben bunlardan sadece ikisini sayacağ ım: Geçen yüzy ı l ın sonla­r ında bazı bul uşlarıyla ün yapmış olan fizikçi Sir Oliver Lodge i le Sir Will iam Crooksl İkisin in de ortak hastal ığı o y ı l larda moda ha-

223

Page 225: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

l ini almış olan spiritizma, yani "ruh çağırma". Bir ,fizikçinin ruh di­ye "bağı msız", yani bedenin ölümünden sonra tek başına var ol­maya devam eden bir töze inanması yeterince garip, hele aynı kişinin ölmüş bir insanın ruhuyla i letişim kurulabileceğine inan­ması daha da garip. Ama gelin görün ki, bu iki saygı n fizikçi bu işin garipliğine aldırış etmeden, yaşamları n ı n sonuna kadar ruh çağ ırma oturumlarına katılmakta ısrar ediyorlar.

Sir Oliver Lodge'un burada sergilediği "çocuksu" tutum ona gülecek yerde acımam ıza yol açıyor, zira Sir Oliver Birinci Dün­ya Savaşı n ı n daha i lk gün lerinde ölen sevgil i oğlunun "ölmüş", yani büsbütün yok olmuş olabileceği düşüncesini bir t ü rlü haz­medemediği içi n , bir teselli çaresi arıyor ve aradığı çareyi spiri­tizma'da buluyor. Sir Wil l iam' ın ise böyle bir derdi yok, ama o da zaman ı n dünyaca ünlü sihirbazı D .D.Home'un akı l almaz mari­fetleri ni duyunca işin aslı n ı merak ediyor, ama Home'un oturum­larında herhangi bir hile ihtimalini ortadan kald ı rmak için bir bi l ­g ine yakış ı r bütün tedbirleri ald ığ ı halde, ünlü si hirbazın en kü­çük b i r hi lesini yakalayamıyor. Adam o kadar i nsan ın önünde yaln ız masaları değil, kendi kendis in i tavana kadar yükseltebi l i ­yor! Siz olun da, gördüklerin ize inanmayın bakal ım ! Eh, ik i anl ı şan l ı fizikçi işe el atar da b i r şey bulamazsa, s ıradan adam ne yapsı n? N itekim, onlar ın da katkıs ı yla spiritizma "saygıdeğer" bir hüviyet kazanacak, neredeyse "yüzyıl ın buluşu" sayı lacakt ır.

Bu iki üstat kendi laboratuvar denemelerinde "kusursuz" kişi­lerdir, ama spiritizma oturumlarında normal laboratuvar şartları ­n ın geçerli olmadığ ın ı unutmuş görünürler, zira bu oturumların yürütülüş şartlar ın ı spiri t izmacı s ih i rbaz d ikte etmektedir. Her şey yarı karanl ıkta, hatta son derece az bir ış ıkta yap ı l ı r ve bi­zim iki s i lahşörlerin akl ı na bunun nedenini sormak gelmez, sor-

224

Page 226: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bil imsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

salar da sihirbaz ı n "Ruhlar karanl ıkta gelir" açıklaması n ı da bir güzel yutarlar. Haa, ruhlar neden doğrudan doğruya herkesle konuşmuyorlar da, medyum (aracı) denen birisini araya sokmak gerekiyor? Bunlar çok basit insanların da akl ı na gelebilecek so­rular, öyle deği l mi? Hayır, bizimkiler bu seanslarda kendi gözle­riyle gördükler ine, kendi kulaklarıyla duydukları na i nanmakta ayak diretiyorlar, acaba neden?

Daha önce "duyu aldanması" diye bir şeyden söz ettiğimi ha­tırlayacaksın ız_ Laboratuvar şartlarında iki gözlerini dört açan bu i ki fizikçi , her nedense "sihirbaz" ve "hokkabaz" denilen gözbo­yacı ları n varl ığ ın ı unutmuşa benziyorlar. Hepimiz bu tür gözbo­yacı ların numaraların ı seyretmiş, ama bizim gözümüzü nas ı l bo­yadıkları n ı bir türlü a nlayamamışızdır ; zaten anlayabilseydik, bu mesleğin devamı mümkün olmazd ı . Bizimkiler kendi gözlerine çok güvend ikle ri için , Home g ib i bir s ih irbazın numarala r ı n ı "gözboyacı l ık" olarak yorumlayacak yerde, onun tanrı verg is i doğaüstü yeteneğine yoruyorlar. İster inan ı n , ister inanmayın! . .

Bu örneklerden aniaşı lacağı g ibi , i nsanoğlunu aldatmaktan daha kolay bir şey yok, ama bunun için "gözboyacı l ığ ın" bazı t rüklerini öğrenmiş olmak gerek. (P iyasada bu konuda birçok ki­tap var; alıp siz de küçük bir sihirbaz olabilirsiniz!)

İş in ası l i lgi nç yanı ne bi l iyor musunuz? Spiritizma salg ı n ı n ı başlatan Fox kız kardeşler sonradan bütün spiritizma numarala­rının s ı rların ı açığa vurdukları halde, b i rçokları ruh ların varlığı na olan inançlar ın ı yitirmemişler, onların "yalan söylediklerini" iddia ederek "ruh çağı rma" oturumları na devam etmişlerdir. Daha da i lg inci , gene geçen yüzyı l ı n ünlü gözboyacı larından Harry Ho­udini meslekten yoru lunca oturup iki kitap yazıyor ve herkesi hayretten hayrete düşüren numaralar ını nasıl yaptığ ın ı b i r b ir

225

Page 227: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

açıklıyor; ama gel in görün ki , "Sherlock Hol mes"un çeşitli mace­ralarını büyük bir "mant ıkç ı" ustal ığıyla anlatan ünlü romancı ve yakın dostu Sir Conan Doyle'u kendisin in de bütün öteki gözbo­yacılar gibi basit bir gözboyacı olduğuna inand ı ramıyor. İster inan ı n , ister inanmayın !

Sözü oraya getirmek istiyorum: İnsan akl ı n ı n normal i şleyişi­ni en çok engelleyen şey, bu "inanı verme" dediğim zih insel has­talık; dogmatizm ile fanatizm (bağnazlık) ise daha çok bu has­talığ ın sonuçları !

İnanıvermeye de, ondan türeyen öteki hastal ıklara da en çok dinde rastl ıyoruz, z i ra belirttiğ im gibi d ini inançlar hemen tü­müyle korku, umut, arzu ve özlem g ibi duygular ımız ın kamç ıla­dığı hayal-gücünün ürünü ! Halkın di l inde "Aç köpek rüyasında hep kemik görürmüş" diye bir söz vard ı r . Bu benzetmeyi insana uygulayacak olursak, i nsan ın hep "daha mutlu" olacağı bi r ikinci yaşam (cennet) düşü kurduğu, hayatta kendis in in el inden tut­mayan, ama özellikle hakk ın ı yiyen veya ona düpedüz kötülük eden, hatta kendi düşüncelerini paylaşmayan i nsanları cezalan­d ı racağı bir yer (cehennem) düşü gördüğü anlaşı l ıyor. Elbet dini inançlar bunlardan ibaret değ i l , ama hepsinde ö l üm korkusu, dolayısıyla ölümsüzlük özlemi gibi güçlü duyguların işe karıştı9 ı . bana apaçık gibi görünüyor. İnsan bu duygulardan kurtulmadık­ça, en azı ndan sağduyusu ve aklıyla onları nötralize etmedikçe, bu gibi inançlardan kurtulması da imkansız gibi görünüyor. Alkol bağ ıml ı l ı ğ ından kurtulabi lmemiz için, o bağ ıml ı l ığa yol açan psi­kolojik sorunlar ımız ı çözmüş olmamız gerekir. Din de bir tür "zi­hinse/ uyuşturu" olduğu için, d ini inançların baskı ve tutsakl ığın­dan kurtulmak ancak onlara yol açan duygu ve tutkulardan sıy­rı lmakla mümkün. Bu bakımdan akl ını şarlatanlara kaptı ranlarla

226

Page 228: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

dini inançlara kapı lanlar aras ında çok yakın bir kader b i rl iğ i ol­duğu söylenebilir.

Ne yazık ki , pek az i nsan bu durumun farkı ndadır , z i ra insan­ların çoğu , ama özell ikle "oku mamış" kişi ler, din psikolojisi üze­rinde durup düşünme f ı rsatı bulamadıkları, üstelik birtakım dini inançlar onlara çok küçük yaşta aşılandığı için, bu inançlara an­gaje olurlar, onları kafalar ın ın i lk mobilyası gibi düşüncelerinin bir yerine yerleştiri rler, devamlı onlarla yaşamak onların varlığıy­la iyice senli benli olmaları na yol açar, dolayısıyla onların doğru olup olmad ıklarını araştı rmak akı l lar ın ın ucundan bile geçmez. Ancak, insan büyüyüp de yeni yen i şeyler öğrendikçe, hele ken­di d ini i nançlarıyla bağdaşmayan başka din lerle tanıştıkça, ya­vaş yavaş "şüphe etme" gereğini duymaya başlar.

D in1 dogmacı l ığ ın bir insan kafasında yer etmesin in , bu son saydığ ım f ı rsatların el ine geçmemesinden, bir de "tükürdüğünü yalamamak" dediğ imiz kendi n i-beğenmişl ikten kaynakland ığ ı söylenebilir. Böyle b i r dindarl ı k, başka b i r yer, yabancı b i r ülke görmemiş b i r in in kendi doğup büyüdüğü köyü veya kasabayı dünyan ın en güzel yeri sanmas ına benzer. Dogmacı! ığ ın ana kaynağı alışkanlıklardır ve ister san 'atta, ister edebiyatta, hatta i ster b i l imde olsun, insanlar büyük ölçüde alışkanl ıkların ın , göre­nek ve geleneklerin in tutsağı oldukları için, her yenil iğe --hiç de­ğilse başlangıçta-- karş ıdı rlar. GeniŞ bir kültür sahit:ıi olan, ayr ı­ca birçok değiş ik ülke gezip görmüş olan insanlar, d indar yara­d ı l ış l ı b i le olsalar, dogmatik olmazlar.

Bu vesile ile bir başka hastal ı k olan, üstelik insanlar için ba­zen çok tehlikeli sonuçlar doğuran fanatizme (=t:ıağnazlık) kısa­ca dokunmak istiyorum. Bağnazl ık t:ıir dine, ahlak öğretisine ve­ya politik ideolojiye aşırı bağ l ı olan t:ıazı i nsanları n başkaları n ı

227

Page 229: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

da aynı inanç sistemine bağlamak için karşı konu lamaz bir arzu duymas ıd ı r. Bunu önce y umuşak yöntemlerle ( i kna yoluyla) sağlamaya çal ışı rlar, ancak bir i lg is i z l ik, hele d i renmeyle karşı­laşt ıkları nda, sin i r lenip bu defa "sert" yöntemlere başvurur lar.

Bunların öfkesi "inanmayanlar"ı öldürmeye kadar g idebi l i r. Bu bi l imsel düşünüş le taban tabana z ı t bir tavı rdır ve özel likle tota­liter ded iğimiz ideoloji lerde kendini gösterir. Ahlak ve politikada asıl ve son amacın insanları kendi özlemlerimiz doğrultusunda davranmaya itelemek olduğunu belirtmiştim. Öyle san ıyorum ki , ideoloj ik bir amaçla öldürülmüş insan sayısın ın savaşta öldürü­lenlerden daha fazla olması çok muhtemel.

Bağnazl ığ ın bi r ruh hastal ığ ı olduğu bence kesin. Fi lozoflarla bi l im adamları arası nda da bazen fikir anlaşmaz l ığ ı yüzünden şiddetl i tart ışmalar baş gösterir , ama bu tart ışmaları n (bazen Millet Meclisinde olduğu gibi) yum ruklaşmaya, hatta küfürleşme­ye vard ığ ı ne görü lmüş , ne iş iti lmiştir. Bu nedenle, nezaket s ı ­n ı rlarını aşan bir tart ışmada bi le özlemse! düşünüşün işe karış­m ış olması ndan kuşkulanabi l i rs in iz, zira teorik (yani salt b i lg i edinmeye yönelik) tart ışmalarda bir tarafın karşı tarafı suçlama­sı söz konusu deği ld i r, hatta onu ikna etmek için bıle fazla çaba harcamas ı gerekmez.

Bu tavra genel l i k le tolerans d iyoru z . D i k kat ett i ysen iz , san'atta aynı zevki paylaşmayanların bazen b i rb i rlerini zevksiz­l ikle suçlad ı kları olur, t ıpkı f ikir alan ı nda birbirlerin i "bilgisd{ik", hatta bazen "kafasızl ık"la suçlad ıkları gibi ; ancak buradaki 'suç­lamak' f i i l i , ideologların yaptığı g'ıbi, karş ıs ındakini bi r "suç işle­miş saymak" anlam ına gelmiyor, zira huku ki an lamda her suçu n bir de yaptı rı m ı vard ır. Sanatçı larla fiki r adamları n ı n birbirlerini bu anlamda suçlamamaların ı n nedeni, as ı l amacın insan davra-

228

Page 230: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

n ışların ı etki lemek, başka bir deyimle onlara "hükmetmek" ol­maması ndan kaynaklanıyor. Hepimiz zevk ve f ikirlerimizin pay­laş ılmasından şüphesiz hoşlanı rız, ama kendi zevk ve fikirleri­mizi başkalarına dayatmayı düşünmeyiz. zira herkesin bu konu­larda. özgür olması bizim için çok daha önemlidir. Böyle davran­mayıp, zora dayanan yöntemlere başvuranlar, güzeli ve doğru­yu değil, kendilerini sevenlerdir.

Bütün bunlardan şu sonuç ç ı kıyor: Zeki, duyarlı ve kültürlü olmayan insanlar büyük ölçüde dogmatizmden , bir ölçüde de fa­natizmden kendilerini kolay kolay kurtaramazlar. Bu nedenle her ayd ın ın baş görevi , kafalarını n içi karan l ık olanları ayd ınlatmak olmal ıd ı r; o ancak bu şeki lde doğruyu gerçekten de sevdiğin i kanıtlayabi l i r .

2) Politik Öğretiler

Politik öğ reti lerin "en iyi" toplumsal yaşama biçiminin hangisi olduğu konusunda üretilmiş olan fikir s istemleri olduğunu daha önce beli rtmiş , bu düşüncelere büyük ölçüde insan özlemlerinin karıştığ ın ı vurgulamıştım.

Politik öğretilere özlemlerin egemen olduğu ölçüde onları öne sürenlerin bunlara angaje olacakları apaçık görünüyor. Aynı şeyi tüketici durumunda olanlar iç in de söyleyebiliriz. Herkesin kendi ç ıkar ve tercih leri doğrultusunda çeşit l i "izm"lerle anı lan bu öğretilerden birine bağlandığı b ir gerçek. Her bir politik öğre­tinin bir ideolojiyi, yani düşlenen bir ideal yaşam biçimini dile ge­tirdiğini göz önünde tutarsak, bu bağlanmayı da normal karş ıla­mak gerekir. Ancak bu öğretileri üretmiş olanlardan bazıları ken­di düşledikleri sosyal düzenin tek özlenmeye değer düzen ol­duğu iddiası ndadırlar; bu gerekçeye dayanarak da ideoloj i lerini

229

Page 231: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

herkesin kabul etmesi gerektiği konusunda ayak diretir, gerekir­se bu ideolojiyi zor ku llanarak gerçekleştirmeye kalkışırlar. Bun­lara total iter ideoloj i ler diyoruz.

Total iter ideoloj i ler le tek-tan rıcı d in ler arası nda büyük bir benzerlik o lsa gerek. Hatta bu benzerliğe bakarak örneği n ko­münizmin politik bir din olduğunu iddia edenler de var, ancak ben bu tartışmaya girmeyeceğim. Elbet böyle bir ideolojiyi her ne pahasına olursa olsun dünyaya yaymak isteyenlerle bir d in i yaymak isteyenler aras ı nda bu bakımdan bir benzerl ik var, ama hepsi o kadar . Demokrasi de b i r ideoloj id i r ve bütün u lusla­

rı n bu ideolojiyi kabul etmesi demokrasiye inananların da düşü­dür, ama onun totaliter ideoloj i lerden temel farkı, hiçbir demok­rat ın bu ideoloj in in zorla yay ı lmas ı n ı istememesidir . Barıştan yana olan fi lozofları n kurduğu bu sistem özgürlügü en temel değer saydığı için, kendine düşman ideolojileri de kendi içinde barınd ır ı r , onlar ın yumuşak yöntemlerle taraftar toplamasına bi­le göz yumar. Buna karş ı l ı k , tarihe baktığ ım ızda şunu görü rüz : İster d ini , ister politik olsun, totaliter b i r ideoloji başlangıçta -­belki başka çıkar bir yol bulamad ığ ı için-- yumuşak yöntem lerle , yani ikna yoluyla yayı lmaya çal ış ı r ; ama ne zaman k i , oldukça güçlü bir yandaş kalabal ığ ı bulmuştur ( İ slam ' ı n Medine döne­minde olduğu g ibi) zora başvurmaktan çekinmez , hele (H ı risti­yanlı kta olduğu gibi) devletin resmi dini o lduktan sonra, her f ır­satta "sert" yöntemlere başvurur. Bu hem bir sab ı rs ız l ık bel i rtisi­dir, hem de öğretiyi kabul etmeyenleri n sayıs ın ı en aza ind i rme­dikçe şüphecileri n , yan i muhtemel düşmanların i leride bir tehl i­ke oluşturması mümkündür. Totaliter ideoloj i ler geleceklerini gü­vence alt ına almak için şüphecilerin say ıs ın ı elden geldiğince azaltmanı n şart olduğuna inan ı r lar .

230

Page 232: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bili msel ve Bilim-Dışı Düşünüş

Bil imde ise bunun tersi geçerlidir. Nitekim , herhang i bir yeni bil imsel teori ortaya atıld ığ ında, onun eleştiri lmesi beklenir , hat­ta isten i r , z ira eleşti r i le eleştiri le kusur ve yanl ışları ndan temizle­necek, böylece daha "güveni l i r" bir hal alacakt ı r. Bir teorin in yanlışlanması teoriyi ortaya atan iç in bir zü l değildir, yanl ışlana­madığı n ı n kan ıtlanması ise bütün insanl ı k için sevindirici b i r olaydır, z i ra doğru olan bir teoriden her isteyen yararlanabi l i r . Buna karş ı l ık, bi r ideolojiye yönelti lecek her eleştiri özellikle ide­o loj i n i n sahibi taraf ından b ir "aşağ ı lanma" gibi algı lan ı r, ama onu ası l kızd ıran, her eleştiri n in ideoloji n in güvenil irl iğini sars­mas ı , böylece taraftar sayıs ın ı n azalması iht imalidir. İdeolojiye bağl ı olanlar çoğ1J zaman bu riski göze alamadıkları içi n, yum1J­şak yöntemlerle yola getiremedikler in i h iç değilse sustu rmayı denerler. Bu da sonuç vermeyince, onlar ı "temizlemek", vacip olur. Nitekim, demokrasi dış ındaki bütün ideolojilerde bu durum gözlenmişti r . Faşizm, Nazizm ve Komünizmde insanın insana karşı canavarca davranabilmesinin sırrı burada yatmaktadır. Ay­nı durumu bütün tek-tanrıcı dinlerde de görüyoruz. Kurucu ları­nın niyeti ne olursa olsun, her total iter ideoloji bir yerden sonra --özell ikle tek geçerli ideoloji olmak sevdası nda ise-- zor kul lan.­mak "zorundadır".

Bazen basında " İslam (veya H ı ristiyanl ık) hoşgörülü bir d in mid i r , deği l m i d i r?" türünden tart ışmala ra tanık oluyorum ve içimden gülüyorum. Hoşgörü lü olmak veya olmamak tek tek in­sanlara a i t b i r nite l iktir. Eğer herhangi b i r dine veya politik ide­oloj iye angaje olan bir i nsan, bütün i nsanları n ayn ı ideoloj iy i paylaşmaları gerektiğ ine inan ıyorsa, o insana "bağnaz" diyoruz. Yok, o dini veya ideolojiyi salt kendi duygusal tercihi olduğu için seçmişse ve kimseden ayn ı terci h i yapmasın ı beklemiyorsa,

231

Page 233: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ona "hoşgörülü" diyoruz. Ne yazık ki , özellikle yerleşme ve ge­l işme dönemleri nde din ve ideoloj i lere "hükmetme" tutkunu in­sanlar el attıkları ndan, bazen en korkunç ve acımasız bir kovuş­turma mekanizması n ı uygulamaya koyarlar. Nitekim , yumuşak başlı , hatta sevecen bir insan olduğu anlaşılan isa'n ın kurmuş olduğu "sevgi dini", bu gibilerinin el inde tam bir manevi işkence aracına dönüşmüştür. Aynı şeyi Marx ve onun adı na kuru lmuş olan komün izm için de söylemek mümkün . Marx' ın kendisi ol­dukça "sevecen" b i r adammış, üstel ik Ferdinand Lassal le gibi devrimcilerden de hiç hazzetmezmiş. O İsa gibi yufka yürekli ol­duğundan deği l , ama kendi ideolojisin in bilimsel bir temele da­yandığ ı na, dolayısıyla ortaya attığ ı ideolojin in "diyalektik mater­yalizm"in karşı konulmaz yasaları gereği kendi l iğ inden gerçekle­şeceğine inanıyormuş. O zaman zora gerek kalmıyor.

Ancak onun öğretisini bir an önce hayata geçirmek için sa­b ı rs ız lanan Len i n , u stası na ters düşmek pahası na da olsa, "devri m" sorununu kısa yoldan çözmeyi tercih eder. Stalin de

ayn ı yolu --üstelik çok daha sert yöntemler uygu layarak-- izleye­cektir . Bana sorarsanız, i kisi de Marx'a kıyasla çok daha ger­

çekçi, z i ra Marx "diyalektik materyal izm" yasaları gereği , kısa bir "proleterya diktatörlüğü" dönem inden sonra, yakında devletin bi le ortadan kalkacağ ı b i r mutlu çağ ın gel ip çatacağ ını düşün­mekle, vaktiyle eleştirdiği , "ütopyacı sosyalistler"den çok daha "hayalperest" olduğunu kanıtlamıştır. Marx toplum hayatını yö­neten yasalar olduğuna, üstelik bu yasaları kendisin in bildiğine

inandığı için, "tarih i n g idişini zorlamak" anlam ında "devrimcili­ğin" aleyh inde idi . İki sad ık öğrencisi , Lenin i le Stal i n , Marx' ın bu çocuksu "iyimserliğini" onaylamamış olmal ı lar ki , devrim yapma­dan hantal tarihi yerinden kıpırdatmanı n mümkün olamayacağı-

232

Page 234: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

nı düşünüyorlar, bir an önce ve her ne pahasına olursa olsun, tarihin dizginlerini ellerine geçirmek istiyorlardı.

Ancak onlar da yeterince "gerçekçi" olmadıklarını kanıtladı­lar. Evet, insan bazen tarihin dizginlerini eline geçirebi l i r, yani olayları istediği istikamete çevirebilir, ama bunu yaparken doğa yasalarına uymak zorundad ı r . Kurakl ık, salg ın hastal ık, hatta tufanlara karşı tedbir almak, bunlar ortaya çıktıklarında da za­rarlarını en aza indirmek i nsan ın bir ölçüde elindedir. Ancak bu­nun için belli bir teknolojiye, dolayısıyla bi l imlere ihtiyaç vardı r. İkide bir taşan bir nehri çeşitli teknolojik araçlarla disiplin alt ına alabi l irsi niz, yeni başlayan bulaş ıcı b i r hastal ığ ın yayılmas ın ı ön­leyebilirsiniz, baş gösteren bir yangın ı kısa sü rede söndürebilir­siniz, ama bütün bunlar bilgi ve beceri ile olur. İdeal bir topl um d üzeni yaratabi lmek için elimizde psikoloji ve sosyoloji i le ilgili güven i l i r bi l g iler var mı? Onlar yeterli mi? İnsan denen bencil, tutkuları n ı n esiri , vurdumduymaz ve saldı rgan yaratığı evcilleş­tirmenin yol ve yöntemini biliyor muyuz? Hele arzuların, umut­ların, korku ları n ve özlemlerin sürekli baskısı altında olan ve her biri bir başka telden çalan mi lyonlarca insanı belli bir sosyal ide­al çevresinde toplayabilir misiniz? Marx "diyalektik materyalizm" yasaları n ın i nsanları , hatta bütün i nsanlığı bir ideal çevresinde birleşmeye zorlayacağına inanıyordu. Lenin ile Stalin buna pek gerek olmadığ ın ı , zira insanları bu yasaların gerektirdiği biçimde davranmaya zorlayabileceğimizi, hatta burjuva alışkanl ıkların­dan bir türlü kurtulamayan insanları buna zorlamamız gerekti­ğini savundular. ( İsa da bir yerde "Onları girmeye zorla!" diye buyurmamış mıyd ı?) Ondan sonra gelsin GPU, gelsin hapisane­ler, Sibirya sürgünleri, işkenceler ve idamlar! Stalin eski ideoloji yoldaşları da dahil kendi düşlerini aynen paylaşmayanları "düş-

233

Page 235: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Ôğreniyor

man" ilan edip "temizletecektir". Bilmem, komü n ist sistemin so­nunda neden kendiliğinden çöktüğünü daha fazla araştırmaya gerek var m ı ?

Burada benim vurgulamak istediğim nokta şu : Totaliter b i r ide­olojide bağnazl ık kaçını lmazdı r. "Totaliter" ideoloji sadece bütün insanların paylaşmas ı istenilen bir yaşam biçim i demek değildir; çünkü herkes kendi ideolojisinin tüm insanlarca paylaşı lmas ın ı is­ter; nitekim bu demokrasi için de geçerli . Totaliter ideoloji herke­sin kabul etmek zorunda olduğu ve kabul etmeye zorlandığı bir yaşam biçimidir. Bu tür ideolojileri teklif edenler, Mussolini , Hitler

ve Stalin'ler, düşledikleri toplum düzeninin en iyi, en adil, en ya­

şanmaya değer düzen olduğunu bildikleri kanısındaydılar; bu ne­denle onların gözünde böyle bir düzeni kabul etmeyen ler insanla­rın mutlu olmasını istemeyen, kötü niyetli insanlardır, üstelik onla­rın bu tutumu düpedüz suçtur. "Fikir suçu" kavramı ilkin tek-tanrı­cı dinler tarafından uydurulmuş, totaliter ideolojiler taraf ından ha­raretle benimsenmiş bir kavram. Böylece "hükmetme" tutkunu, diktatör ruhlu birisi çıkıp dediklerini dinlemeyenleri suçlu sayarak kendi suçluluğunu kamufle etmeye çalışır.

Demokrasi de bir ideoloji ; ama burada insanları elden geldi­ğince az zor ku l lanarak, do layıs ıyla onlar ı duyuş (estetik) , dü­şünüş (felsefe ve bi l im) ve davranışta (ah lak, hukuk ve politika) elden geldiğince serbest bı rakarak birl ik sağlamak güdülen tek amaç. Buna "insanları istedikleri ve bildikl eri gibi mutlu o lmala­rında özgü r b ı rakmak" da d iyebi l iriz. Ne demiş Aristoteles, "Her­kes mut l u olmak ister, ama herkes m u tl u l uğu başka şeyde arar!'' Bu anlamda demokrasiyi düşlemiş olan filozofları n daha

çok Aristoteles'i n izinden gittikleri söylenebilir. B i r i nsanın kalkıp da " H ayı r, insanlar benim istediğ im gibi mutlu olacaklardır ! " de-

234

Page 236: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bilim-Dışı Düşünüş

diği an, başkalarına her bak ımdan hü kmetmeyi kafası na koy­muş demektir.

Elbet biraz duyarl ı olan her insandan toplumdaki binbir bo­zukluğu, yolsuzluğu, haksızl ı ğ ı ortadan kaldırmak için bel l i bi r katkıda bulunması beklenir, en azından iyi kalpl i , sevecen, ba­rış-sever insanlar böyle düşünürler, ama birinin kalkıp "Ben top­l umdaki bütün kötü lükleri bir ç ı rp ıda yok etmenin s ı rrı n ı biliyo­rum !" der de, herkes için geçerli bir mutluluk plan ın ı yürürlüğe koyarsa, sonucun eskisinden daha da mutsuz bir toplum yarat­mak olacağı kesin gibi . "Her bakımdan m utlu b ir toplum" hayali boş bir hayaldir ; bunu anlamak içi n fazla bilge olmaya da gerek yok, z ira sadece "h ı rsızl ı k" dediğ imiz basit bi r o lumsuzluğun gi­derilmesi i çin harcanan çabaların bi le büyük ölçüde boşa gittiğ i ­ni görmek yeter. Hadi , diyelim ki , Komünizm, hatta Nazizm gibi bir ideolojiyle yönetilen bir toplumda sosyal adaleti zorla sağla­yıp ekonom ik eşitsizlikleri giderdiğiniz iç in , h ı rsızl ığ ı n önemli bir neden in i ortadan kaldırd ı n ı z, ama psi kolojik kaynağı olan aç­gözlülüğü nas ı l ortadan kald ı racaks ın ı z? Her iki sistemde de devlet memurlar ın ın rüşvet almaları n ı ve yetki lerini kendi kişisel çıkarları için kullanmaları n ı nas ı l önleyeceksin iz? N itekim, ko­münist sistem işçi s ın ı f ın ın yaşam şartlar ını bir hayli iyileştirmiş, ama devlet memurlarının yetkileri ölçüsünde çeşitli yolsuzlukla­ra başvurmaları nı önleyememişt ir . Hele üst düzey yönetici lere bir sürü ayrıcal ı k tan ınmış, halk saatlerce kuyruklarda bekleşip dururken, her malın, hatta ithal mallar ın ın ucuza satı ld ığ ı özel mağazalar bunlara tahsis edi lmiştir . Di ktatörl ükle yöneti len top­l umlarda parti patronların ın yanı başında her türl ü özel haktan yararlanan b i r parazitler s ı n ı f ı n ı n doğmaması imkansızdır. Kald ı ki, işçinin ve büyük devlet memurların ın karn ı doyurulur ve baş-

235

Page 237: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

takilere dalkavuklukları nedeniyle s ı rtları sıvazlanırken, "merke­zi planlama"n ı n doğurduğu aksaklıklar yüzünden her istediğini bu lamad ığ ı için basit halk kuyruklarda ömür tüketmeye mahkum edi lm iştir. Ekonomiyi ve ziraati önceden bel i rlenmiş bir plana göre bir merkezden yönetme sevdası sonunda kıtı ık lara yol aç­mış ve halk bu yüzden bi rçok yoksunluğa katlanmak zorunda bırakılm ıştı r. Bütün bun ları anlatmaktan amacım ne komünizmi eleştirmek, ne de bu s istemin neden ötü rü çöktüğünü açıkla­mak. Bunları duymayan ve b i lmeyen kalmadı zaten. Benim ası l amacı m , k ısa sü rede bir "yeryüzü cenneti" yaratma özlemin in her t ü rlü yolsuzluğa yol açmas ın ın "kaç ı n ı lmaz" olduğunu vur­gulamak. Bi r insan kendisi ni ne kadar "olmayacak" b i r düşe kapt ı rı rsa , i leride düş k ır ık l ığına uğraması kaç ı n ı lmazdır . Eğer kısa sürede bütün top lumu her bakımdan mutlu kılacak bir sos­

yal düzen kurmayı düşleyecek yerde, toplumda en çok şikayet konusu olan sorunları birer birer çözme yolunu tercih ederseniz, başarı sağlama şans ın ız çok daha artacaktır . Nitekim bug ün de­

mokrasiyle yöneti len l iberal/kapitalist ülkelerde işçi s ın ı f ı --Sov­

yet Rusya'daki ile kıyaslanamayacak kadar- - yüksek bir yaşam düzeyi tutturabi l mişse, bunu büyük ölçüde işgücünü istediği fi­yata satmasın ı sağlayan sendikacı l ığa borçludur. Bu sayede işçi b i leğin in h akkı n ı patronun keyfil iğ inden kurtarabi lmiş, bu ser­best al ışveriş yüzünden hiçbir şeyin kıtl ığ ı çeki lmemiş, hele bü­tün bir toplum politik patronların ideolojik inadı yüzünden açl ık tehl ikesiyle karşı karş ıya kalmamışt ır . İ nsanlar ı boş hayallerle uzun süre oyalamak mümkün değildi r. Nitekim , komünist sistem 70 yıl süren di renmeden sonra çü rük temel l i bir bina gibi kend i l i­ğinden çökmüştür. Sistemler çöker, ama --eski askerler g ibi -­eski ideoloj iler kolay kolay ölmez. Marxçı ideoloj iye bağlanmış insan lar ı b üt ü n bu acı denemelerden sonra bugün de eski

236

Page 238: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil i m-Dışı Düşünüş

i nançlarından caydırmak mümkün değildi r , zira onlar bu gel iş­

meyi ideoloj in in yanlış uygu lanm ış olmasına yorarlar. Herhangi bir bi l imsel teorinin i leride yanl ış lan ıp terkedilmesi mümkündür, hatta tari h te bunun bi rçok örneği vard ı r , ancak bir ideoloji kolay ko lay yanlışlanamaz, zira bunun için onlara bağlanm ış olanların ideolojiyi doğuran özlemlerinden vazgeçmesi gerekir, oysa pek az insan buna razı olur.

Demokratik ideolojinin bu tür aşır ı özlemleri olmad ığ ı içi n , onda total iter ideoloji lerde rastlanan zorlama ve cezalandırma yöntemlerine de rastlanmaz . Bilindiği gibi, bazı bağlayıcı ve zor­layıcı kurallara her toplum gibi demokratik bir düzenin de ihtiya­cı vard ı r. Bun lar insan ın i nsana zarar vermesini önlemeye yöne­lik, onun huzur ve güvenini bozucu davran ışların ı yasaklayan hukuk kurallarıdır. Toplumun en bilge sayı lan kişileri kafa kafa­ya verip bu kuralları saptarlar. Ancak bunlar totaliter toplumlarda olduğu g ibi değişmez kurallar değildir. Önce uygu lamaya konu r­lar, ama toplumun "asgari mutlu l uğunu " sağ l ayacak yerde, mut­suz luğunu art ı rd ığı saptandığ ında, bu b i lge kişi ler gene kafa ka­faya verip on ları düzeltir veya yerlerine yenilerini koyarlar. Böy­lece durmadan insan lar ın mutluluğunu artırmanın yolları aranır. Toplumda şartlar du rmadan değiştiği iç in, bu değişen şartlara ayak uydurmak zorunluluğu vard ı r, bu nedenle de hukuk yasa­ları her ihtiyaç duyu lduğunda yeniden gözden geçiri l i r . Anayasa­lar bile bu uygulamanın d ış ı nda tutu lamaz .

Bugün toplumları en çok mutsuz eden, dolayısıyla en çok şi­kayete yol açan sorunların başı nda işsizlik, sosyal adalets izlik, ekonomik eşitsizlik, çevre kirlenmesi, trafik t ı kan ı kl ığ ı gibi sorun­lar gel ir. Popper'in de be lirttiği gibi, devlet bütün sorunlara bir doktor veya mühendis gib i yaklaşmal ı , on lar ın en az mutsuzluk

237

Page 239: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

yaratacak biçimde çözülmesine çal ışmal ıd ı r. Modern toplumlar­da en büyük mutsuzluğun davranış özgürl üğünün kıs ıtlanmasın­dan kaynakland ığı kabul edilmektedir. Bilindiği gibi, bu toplumlar her türlü düşünüş ve ifade özgürlüğüne çoktan kavuşmuşlardır. Bu nedenle üzerinde en çok tart ışılan konu bazı insanların ahla­ki duyguların ı rencide eden eşcinsel l ik veya dini inançlarına z ıt düşen çocuk aldırma gibi sorunlar ın nasıl çözüleceği hususu­dur. Bazı uygar toplum lar bu tür davran ışları n pek az kişin in mutsuzluğuna yol açacağı düşüncesiyle bu konu lardaki her türlü hukuki k ısıtlamanın kald ı r ı lmasını yararlı görmüşler, hatta eşcin· sellerin evlenmelerine bile izin vermişlerdir . Ahlak kurallarını n değişmezliğine i nanan insanlar kendileri ni rahatsı z eden bu tür gelişmeleri ahlaki bir "yozlaşma" olarak algı larlar. Ancak eski kuralların değişti ri lmesine inananlar insanın özel yaşamının tü­müyle özgür olmas ın ı istediklerinden, toplumun mutlul uğunun azal ıp azalmayacağını hesap ettikten sonra olumlu veya o lum­suz bir karar al ı rlar.

Şimdi bir de herkesi tek bir tip elbise g iymeye mecbur eden Mao Tse Tung'un davranış ın ı göz önüne geti r in : Ona göre, her­kes kendisi n in hoşuna g i ttiği b iç imde giyinirse i nsanlar daha mutlu olacaktır. Bunun ne kadar saçma bir inanç olduğunu onun ölümünden sonra herkesin değişik bir tarzda giyinmek için ne­redeyse birb i r iy le yarışa girmiş ol masından anlayabilirs in iz . Mao'nun insan psikoloj is inden bu kadar az anlamas ına akıl er­dirmek güç. Bence bunun ası l nedeni , onun herkesi kendisi gibi g iydirmekle kendi mutl u luğunu artırmak istemesidir. Genel l ikle herkes etrafı nda kendisi gibi duyan , düşünen ve davranan in­sanlar görmekten hoşlanı r, ama bunu zorla gerçekleştirmeye kalkmak, hele buna hakkı olduğunu sanmak ancak Mao gibi diktatör ruhlu kişi ler in harcıdı r .

23B

Page 240: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Bilimsel ve Bil im-Dışı Düşünüş

Stal in kimsenin giyim kuşamına karışmıyor , ama kompozitör­lerin Batılı kompozitörler gibi beste yapmasına, ressamları n Ba­tılı ressamları takl it etmesine, hele entelektüellerin burjuva ente­lektüelleri g ibi düşünmeleri ne tahammül edem iyordu. Onların kendi müzik, resim ve düşünme zevkini paylaşmaları şarttı; bu­nu kabul etmeyenlere Gulag takımadaları n ın yolu görünüyordu.

Demokrasilerde her sorun önce konunun uzmanları taraf ın­dan tartışı l ı r, vardı kları sonuç as ı l karar merci i olan parlamento­ya sunulur, orada da uzun uzun tartışı l ıp düzeltildikten sonra uy­gulamaya konur. "Akı l akıldan üstü ndür" i lkesi demokrasileri yanlış karar almaktan koruyan bir "emniyet supabı" gibidir. Gö­rüldüğü gibi , demokrasilerde sorunlar bilimse/ bir yaklaşımla ele al ı n ıp karara bağlanıyor, ancak nası l bilimde eleştiri mekaniz­ması teorilerin yanl ışlardan arındır ı lması na yarıyorsa, demokra­tik karar alma sürecinde de aynı mekanizma uygu lan ıyor. En iyi işleyen demokrasilere bilim ve teknolojide en ileri gitmiş toplum­larda rastlanması boşuna değil . Total iter ideolojilerin başarısız l ı ­

ğın ı da bil imsel düşünüşün can damarı o lan "eleşti ri"ye yer veri l ­memesi i le açıklamak mümkün . Düşünme özgürlüğünü yasakla­makla totaliter rejimler kendi ölüm fermanlarını imzalamışlardır.

239

Page 241: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 242: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Vll TEORİLER VE BELGELEME

Önceki bölümde inanıvermenin nası l dogmacılığa yol açt ı ­ğ ı n ı , aş ı r ı dogmac ı l ığ ı n hükmetme tutkunu insanlarda n as ı l bağnazlığa dönüştüğünü gördük. Dogmacıl ığın da, bağnaz l ı ­ğ ın da en çok d in , ahlak ve politika gibi daha çok i nsan davra­n ışlar ını etki lemek amac ına yönel i k pratik düşünüş alanında or­taya ç ıkt ığ ı da başka bir gerçek. Bu alanda herhangi bir öğreti­nin insanlara benimsetilmesi içi n onun "kabule değer" olduğu­nun şu veya bu şekilde gösteri lmesi, bir başka deyişle, onun doğru olduğuna i nsanlar ın ikna edi lmesi gerekiyor. İkna etme­nin yumuşak yöntemleri arasında insanları n duygularına hitap etmek (retorik) başta olmak üzere, propaganda ve "beyin y ıka­ma" dediğ imiz yöntemleri saymak mü mkün. Bu rada akla hitap ediyormuş g ib i görünüp daha çok korku , umut ve özlem gibi duygu ları kamç ı lama söz konusu . Bir de b ild iğ in iz g ibi , sert

yöntemler var; bun lar ikna edilemeyen kişileri yola geti rmek için onları susturmayı veya sindirmeyi amaçlayan yöntemler; mak­sat bu gib i lerin iti raz edip başkaların ı da baştan çıkarmalar ın ı engellemek.

Bu böl ü mde sadece teori ler in doğruluğunu kabul ett i rmek için başvu rulan yöntemler üzerinde durmak istiyorum. Burada sadece i nsanları n inançlarını etkilemek söz konusu. İnsanlara b i r teorinin doğru olduğunu kabul etti rmek basit bir iddianın doğ­ruluğunu kabul ettırmekten çok daha zor ve uzun bir iş. Bazen b in dereden su getirmek gerekiyor. Bu radaki zorluk teori leri n

241

Page 243: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğrenıyor

pek çok olayı bi rden açı klamak iddiasında olması ndan kaynak­lan ıyor. Niteki m , üç dört büyük teoriyle bütün doğa o laylar ını açıklamak mümkün. Ne yazık ki, oku l larda bu nlara hemen he­

, men hiç değin i lmediği, hep tek tek bilg iler verild iği için, çocuklar dünyayı anlamadan okuldan ayrı l ı yor, belledikleri bölük pörçük bi lgi leri de kısa sü rede unutuyorlar.

Daha önce de söylediğim gibi, salt gözleme dayanan idd ialar genel l ik le belgelenmeyi gerektirmezler, daha doğrusu bunlara muhatap olanlar iddia sahibinden herhangi bir belgeleme iste­ğinde bulunmazlar. Zaten insanlar bu tür basit iddiaları şüphe i le karşı lamaya gerek bi le görmezler. Ankara'dan yeni gelen b i rin in arkadaşı na,

( 1 ) Haberin var mı, d ü n yola ç ıkarken Ankara'ya kar yağıyordu

dediğini düşünel im . Gerçi ( 1 ) de biraz olağand ış ı b i r olaydan bahsedi l iyormuş gibi b i r hava var, ama bu haberi duyan kişi eğer mevsim kış ise, onun d oğru olup olmadığ ı konusunda dos­tunu sıkışt ırmaz. Buna karşı l ı k, o kimse ( 1 ) yerine,

( 1 ') Sorma, Ankara'da birdenbire kar bastırmaz m ı?

deseydi, arkadaşı mevsimin henüz yaz olduğunu düşünerek, yaz ortasında Ankara'ya kar yağmış olamayacağ ı gerekçesiyle, iddia sahibinin kendisiyle şakalaşmak istediğini zannedebil i r ve bu durumu açığa vurur, ama o kişi iddias ında ısrar ederse, onu şu veya bu şekilde kan ıtlamak zorunda kalabi l i r .* Hatı rlayacağı ­n ız gib i , b u örneği daha önce de vermiş ve böyle b i r durumda

* Bir gün otomobi l le Saint Bernard geçidini aşarken Temmuz ayının ortasında müthi$ bir kar f ı rt ı nasına yakaland ı ğ ı m ı z ı hatırl ıyorum. Evdekiler böyle bir ha­bere inan mazlar diye otomobilden inip kar altı nda bir fotoğraf çekmek zorun­da kalfl' ı şt ık. Bu da gösteriyor ki , insan bazen ( 1 ') türünden iddiaları bi le bel­gelemek zo'unda kalıyor.

242

Page 244: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teori ler ve Belgeleme

iddia sahibinin neler yapabileceği n i bel i rtmeye çal ışmıştım. Şim­di bir de

(2) İnsan maymundan türemiştir

türünden bir iddia karşısında kalan i nsan ın durumunu düşünü n ! Eğer bu kişi modern biyolojide uzman biri olup d a "Evrim Teori­si"ni daha önceden kabul etmişse, onun için b i r sorun yok, ama bu kişi s ıradan bir i nsansa, dolay ıs ıyla bu teoriden haberi yoksa, şüpheye değilse bile, büyük bir şaşkınl ığa kapı lacağ ı şüphe gö­türmez. Bu durumda onu ikna edebi lmek için bütün evrim teori­s in i öğretmeniz, ayr ıca bu teorin in b i l im adamları tarafı ndan hangi ge rekçelerle kabul edi ldiğini açı klaman ız gerekecekt i r . Şimdı bir de bu teorinin Darwin tarafından i lk defa ortaya atı l ış ı ­n ı düşünün ı Herkesin teoriye i lkin şiddetle karşı ç ıkmış olduğun­dan emin olabil irsin iz . Gerç i böylesine yeni , neredeyse bütün esk i i nançlarım ız ı alt üst eden b ir teoriyi daha ortaya atarken Darwin ona yapı l abilecek itirazları öncelemeye, dolayısıyla onla­rı cevapland ı rmaya çal ışmışt ı r, ama insanlar genell ikle eski inançlarından ve düşünme alışkanlıklarından kolay kolay sıyrıla­madıkları içi n , Darwi n 'in kan ıt lar ını yeterli bu lmayacak, hatta te­orisi n in yanl ı ş olduğunu göste rmeye çal ışacaklard ı r. Daha önce de bel irttiğim gibi , bir teorin in doğru olduğunu kanıtlamak o te­o r iyi ortaya atan ı n görevidi r (onus probandı) , ama teoriyi kabul etmeyenler de sadece "teoriyi kabul etmedikleri n i " bel irtmekle yetınmezler, ona muhatap olan başkalarını da teoriyi kabul et­mekten caydı rmak içi n , yanl ış olduğunu (en azı ndan doğru ol­madığın ı ) kanıtlamaya çalış ı rlar. -,Bu fikir çekişmesi sonunda te­ori uzmanların çoğunluğu taraf ı ndan kabul edi l i rse , bir süre içir. belgelenmiş say ı l ı r. Ancak bu da teorinin kesi n l ıkle doğru oldu­ğunu, yani b i r daha yanl ışlanamayacağ ın ı göstermez, zira ilerde

243

Page 245: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

onu da çürütecek b i ri çıkabi l i r . Bu nedenle en iyi belgelenmiş b i r teoriyi b i le bi r süre iç in doğru sayarız.* Baz ı b i l im adamları, a­ma özel l ikle b i l im işçi le ri , öğretmen ler, öğrenci ler bu i ncel iğ in farkında olmadıkları içi n , çok iy i belgelenmiş bir ıeori nin artık bi r daha yerinden oynat ı lamayacağ ın ı sanırlar ve h ayat da kısa ol­duğu için, onu "bilg i " sıfatıyla onurland ı rı rlar.

Buna rağmen, bazen en iy i belgelenmiş bi r teoriyi bi le bilgi sıfatına layı k görmeyen, dolayısıyla onu kabul etmemekte sonu­na kadar ayak direten b i l im adamları vard ı r ve her zaman ola­caktır. Bu neden le teorilere ağı rl ı k veren bir eğit im sisteminde bu gibilerin teoriyi neden ötürü kabul etmedikleri de mutlaka be­l irti lmel idir. Bu hem çocukları n dogmatik bir kafa yapıs ına sahip olmalarını engel ler hem de daha iyi, daha kusursuz bir teori nin araşt ırı lmasına yardım eder. Görüldüğü g ibi, b il i mde dogmatiz ­

me yer yoktur ve bir i nsan ortaya attığı teoriye kendisi ne kadar kuvvetle inan ırsa inansın, bir gün onun da çürütü lebi leceği ihti­mal ini bir an olsun aklından çıkarmamal ıd ı r.

Teorileri belli bir açıdan iki öbeğe ayırmak mümkün : 1 ) Büsbü­tün yeni bir iddiayı dile getiren ler; 2) Eski b ir teorinin yerine geç­mek isteyenler. Bu ikincilere yanlış inançları g idermeye yönelik teoriler de denebilir. Genellikle bu sonuncular çoğunluğu oluştu­rur, zira insanoğlu birçok olayı açıklamak için daha önce kafası n -

* Belki d e bazı davalarda ş u durum dikkatinizi çekmiştir: Bir suç işlediği sanı lan kişi (sanık) dava sonunda suçsuz bulunmuş ve beraat etmiştir. Birisine suç at­mayı bir teori üretmeye benzetirsek, davada yer alan savcı ve yargıcın du­rumlar ın ı şöyle açıklayabi l ir iz: Burada savcı (iddia makam ı ) bell i bir kiş inin suçlu olduğunu, çeşitli belgelere dayanarak, yargıca kabul ettirmek isteyen ta­raft ır. (Yargıç iddiayı değerlendiren hakem durumundadır; zaten Osmanlıca 'hakim" ve 'hakem' sözcükleri 'hükmetmek' kökünden geliyor.) Savcı ve onu destekleyen avukatlarla savunma avukatları arasındaki tartışmalar bazen yıl­lar sürer. Eğer iddia maka m ı tezleri n i yeterince kan ı t layamazsa, yargıç sanığın suçsuzluğuna karar verir. Bu bir teorinin reddine karş ı l ı ktır.

244

Page 246: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

da bell i bazı teoriler kurmuştur ve onlarla o konudaki merakını g i ­dermiştir. En eski inanç sistemleri olan dinlerde ahlaki öğütler ya­n ı nda mythos dediğ imiz ilk teorilerin yer ald ığın ı gördük. Bunlar bazen binlerce yıl insanların büyük çoğunluğunca doğru diye bel­lenmiş , ama sonunda bir fi lozof veya bil im adamı gel ip ortaya attı­ğı yeni bir teoriyle onların gözden düşmesine neden olmuştur. Öte yandan, ş imdiye kadar hiç kimsenin merakın ı uyand ırmayan bir konuda yapı lan açıklama yeni bi r teori oluşturur. Örneği n , "Gri ağaç kurbağaları eşlerini nası l seçerler?" sorusu pek az kimsenin akl ı na gelmiştir. Bu tür bir soruya akla-yakın bir teoriyle cevap ve­ren bil i m adamının yazdığ ı bir makaleyi okuyan kişi , eğer bu teori­yi yeteri nce doyurucu bulmadıysa, oturup onu eleştirir. Ancak ço­ğu bi l im adamı ya konuyu fazla ilginç bulmadığ ı , ya da yapacağı daha önemli araştı rmalar olduğu için o teori üzerinde fazla dur­maz, böylece teori yeterince kanıtlanmış işlemi görür.

Bir de birçok bil im adamını i lg ilendiren sorunlar vardı r ve ge­nel l ikle birçoklar ı bu konuda düşünmekte veya araşt ırma yap­maktad ı r. İşte o zaman bi l im adamları arasında rekabet başlar. Hem-zaman rekabetler olduğu gibi , uzun yıl lar içine yay ı lan reka­betler de vardır . Her iki durumda da bil im adamları kendi teorileri­nin ötekilerden üstün olduğunu kan ıtlayarak i lk bilgi üreticisi ün­vanını elde etmek isterler. Burada amaç aynı konuda uzman olan kişiler arasından birinin yarışı birinci olarak bitird iğin i ötekilere ka­bul ettirebilmesidir. Rekabet daima aynı konunun uzmanları ara­sında olur, dolayısıyla her teori daima aynı derecede yetkili bilim adamların ın ezici çoğunluğunun onayın ı almad ıkça "bilgi" düzeyi­ne yükselemez. Bir deyime, ortaya atılan yeni bir teorinin "kalite denetimi" o alanda uzman olan bütün bil im adamlarınca yapı l ır. Bu şeki lde teori sahibi yüzlerce meslektaşın ın oluşturduğu bir jüri karş ıs ında s ınav vermek zorundadı r, yoksa s ın ıf ın ı geçemez.

245

Page 247: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

İş in daha da i lginç yan ı bu s ı navı vermiş olan bir teorinin ta­rih boyunca aynı s ı navı defalarca vermek zorunda ka lmas ıd ır . Sizin anlayacağ ı n ız, bir teorı başlangıçta herkes tarafı ndan ka­bul edilmiş olsa bi le, i leride onu kabul etmeyecek başkalar ı çı­

kabi l i r. Tarihte bunun pek çok örneği vard ır . Ben bun lardan sa­dece ikisi üzerinde du racağ ım.

Her halde i nsanlar oldum olası su ları n yukarılardan aşağıla­ra doğru aktığ ın ı veya serbest bırakı lan ağı r bir cismin yere doğ­ru düştüğünü gözlemiş ve kendi lerine bunun nedenini sormuş­lard ır . Bu soruya cevap vermeyi (veya bu sorunu çözmeyi) de­neyenlerden biri de Aristoteles. O d üşünmüş, taş ınm ış , sonun­da şu teoriyi uydurmuş* : "Her maddi cis imde doğal yerini bulma

eğil imi vard ı r." Nasıl bu ldu nuz? (Bu biraz Mol iere' in "Eroin uyu­tur, Çünkü onda uyutma niteliği veya gücü (vis dormitive) var­d ı r" demesini hat ı rlatıyor, öyle değil mi?) Bu teoriye göre, taş, toprak, su gibi ağ ır cisimler doğal yerleri olan dünyan ın merkezi­ne gitmek eğil imindedi rler, buna karş ı l ık hava ve ateş yukarıya, gökyüzüne yükselmek i sterler. Bu teori desteksiz kal ınca (yani bir d irençle karş ı laşmadığ ı sü rece) bi r taş ı n neden yere doğru düştüğünü açıkladığı gibi , sular ın neden yukarılardan aşağılara doğru aktıkları n ı da açıklıyor. Ancak uydumuz olan Ayın neden Dünyaya düşmediğ ini açıklam ıyor. Daha doğrusu onu da açıkl ı ­yor, ama Newton onun bu aç ıklamas ın ı "yetersiz", hatta "çocuk­ça" buluyor. O ünlü "evrensel çekim gücü" diye bir güç olduğu ­

nu söyleyecek ve bütün maddi cis imlerin b i rbi rlerini kütleleriyle doğru, araları ndaki mesafenin karesiyle ters orantıl ı olarak çek-

* Tekrar hatırlatmak isterim : Olayların neden leri alı n larında yazı l ı değildir, bu nedenle insan hayill-gücünü kul lanarak on ları açıklayan teoriler uydurmak zo­ru ndad ı r. (Burada 'uydurma' sözcüğünü "yalan uydurma" veya "işi kitabına uydurma" gibi bağlamlardaki kötü anlamı nda deği l "yaratma" anlamında kulla­nı l ıyorum.)

246

Page 248: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

tiklerini iddia edecektir. Bir bakıma "çekim gücü" kavramı "doğal eği l im" kavramı kadar "gizemli" , z i ra onu da gözümüzle göremi­yor, el imizle tutamıyoruz, ama öteki bil im adamları burada saya­mayacağ ım bir sürü üstün lüklerinden ötürü, Newton'un teorisi ni Aristoteles'inkine terci h edecekler, hatta bu teori tam üçyüz yıl boyunca neredeyse "eleştirilmez" bir teori niteliği kazanacaktır. Ne var ki , bir Einstein çıkıp onda da eleşti rilebilir yanlar bu lacak ve kendi Genel Relativite teorisini "uyduracaktı r".

Gerçi teoriler belli bir alan ı n uzmanları tarafı ndan denetle­

nir, ama teoriyi sadece uzmanlar değil, s ı radan insanlar da de­ğerlendirir, dolayısıyla kabul veya reddederler İster uzman, is­ter s ıradan adam olsun, yeni b i r teoriye ilk karşı ç ıkanlar aynı konuda daha önceki bir teoriye bağlanmış olanlardır. Her insan uzun süre kafasında taşıdığı bir teoriyle öylesine senl i benli, içli d ışlı olur ki , art ık onun yanl ış olabileceğine i htimal bile vermez. Buna " i nanç bağ ıml ı l ığ ı " dediğimi hatırlayacaksınız . Bu bakım­dan dini, ahlak! ve politik inançlara bağlanmakla bir bilimsel te­oriye bağlanmak arasında --ozellikle s ı radan insanlar içi n-- bü­yük bir ayrı m yok. Nası l günlük davranış alışkanl ıklarım ızdan kolay kolay s ıyrılam ıyorsak, i nanma ve düşünme al ı şkanl ık­larımızdan da kolay kolay kopam ıyoruz. Burada da bir tür "zi hin­sel kireçlenme" söz konusu olsa gerek. İ nsan ın beyninden en zor att ığı inançlar, özellikle çok küçük yaşta edindiği dini ve ah­laki i nançlardır. Bir de galiba şu var : Bir inanç, f ik i r veya teori i n ­san ı n kafas ına ne kadar kolaylıkla gi rerse (=inan ıverme), ora­dan o kadar zorlukla ç ıkar. İşin içine bir de "tükürdüğünü yala­mamak" arzusu girdiği iç in , kimse yan ı ldığ ı n ı kabule kolay kolay yanaşmaz. Hele iş in içine bir de otoriteler girmeye görsün, onla­rın yanı labileceğin i akl ımız almadığı için, herhangi bir otoriteye dayand ı rd ığ ımız b i r inancımızdan vazgeçmemekte ayak d i reti-

247

Page 249: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

riz. İ nsanların gözü nde en büyük otorite "düşmez kalkmaz" Tan­r ıdır ve onun "hikmetinden sual edilmez ! "

S ı radan adam ın benzerlerine b i l im adam lar ı a rasında da rastl ıyoruz. Zamanlar ın ın en ün lü b i l im adamları diye tanı nanlar yaratıcı olmayan bilim adamları n ı n neredeyse "taptıkları" otori­telerdir . Ustan ın teorisi zaman ı n hemen bütün bi l im adamları ta­rafından onaylandı m ı , neredeyse bi r "dokunulmaz l ı k" kazanı r. Bunu n en tipik örneği , otoritesi tam binbeşyüz yı l boyunca dur­madan artmış olan Ptolemaios id i . Zamanın ı n en büyük astro­nomu ve coğrafyacısı diye ün yapmış olan bu bi lginin nas ı l bir hayranl ık uyand ı rm ış olduğunu anlamak içi n onun teorisini tari­hin çöpl üğüne atacak olan Copernicus'un ondan ne büyük bir sayg ıy la söz ettiğini hatırlatmak yeter. Bugün okul lar ım ızda bir iki satı rla geçişt i ri len Ptolemaios'un , Dünyanı n evrenin merkezi olmadığ ın ı , Güneşin çevresinde dolanan basit b ir gezegenden ibaret olduğunu görmeyecek kadar akılsız ve bilgisiz birisi oldu­ğu iz lenimin i uyandırması çok mümkün . . Oysa Pto lemaios - ­

Aristoteles' i n kozmoloj isi nden g üç almakla birl ikte-- zamanı nda­ki bütün gözlemsel verileri kendi teorisine göre birleştirmeyi ba­şarmış bir matematikçi idi. Dahas ı , bu teori bütün gök cisimleri­nin hareketlerini rahatl ıkla açıkl ı yor, Güneş ve Ay tutulması g ibi olayları saati saatine önceden görebilmemize imkan sağlıyordu. Bugün b i le denizcil ikte onun astronomik sistemine göre ön-deyi­ler (prediction) isabetli bir biçimde yapılabilmektedi r.

O zaman şu soru akla ge liyor : Copernicus bu sistemi nasıl y ıkabild i ?

Bildiğiniz gibi, Copernicus'un e n büyük başarısı , gözlemlerimi­ze dayanan bir "sağduyu" teorisi olan Ptolemaios'un yer-merkezl i (geosantrik) sistemi yerine, "akla" dayanan güneş-merkezli (heli-

248

Page 250: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

osantrik) astronomi sistemini geçirmek olmuştur. Nitekim, hepimiz Güneşin doğudan doğduğunu, batıdan battığ ı n ı , bütün yıldızları n "gök kubbesi" dediğimiz yarım küre biçimindeki bir tavana çakı l ı olduğunu, bu tavan la birlikte 24 saatte bir döndüğünü görürüz. Copernicus'un yaptığı , bizim bütün bunları gördüğümüzü sandı­ğ ımızı kan ıtlamak olmuştur. Asl ında bu teoriyi, i.ö. 3. yüzyılda Aristarchos ad ındaki Yunan astronomu da öne sürmüştü. Haklı olarak, Aristarchos'a göre, biz bir perspektif yanıl ması nedeniyle, Güneşin, öteki yıldız ve gezegenlerin Dünyanın çevresinde dön­

düğünü sanırız, t ıpkı iskeleye bir gemi yanaşırken bazen iskele­nin hareket ett iğini sandığım ız gibi. Asl ı nda gerek kendi ekseni çevresi nde dönen, gerek Güneş çevresinde dolanan Dünyad ır, a­ma biz Dünyan ın olduğu yerde d u rduğunu varsaydığ ımız için, Güneş , yı ld ız ve gezegenlerin çevremizde dolandığ ını sanırız.

Aristarchos gerçeğin bu olmadığ ın ı nası l b i l iyordu? Bilmiyor, sadece yaptığ ı bir "düşünme deneyi"ne dayanarak, tahmin edi­yordu. Ş imd i gözlerimize mi inanal ı m , yoksa Aristarchos'un "hayal ürünü" tahmin ine m i ? Göz le r imiz le gördükle rimiz bizi --duyu aldanmaları nda olduğu g ib i-- nadiren yanı lttıklar ı ndan, elbet gözlerimizle gördüklerimizi tahm i n lere tercih etmek çok daha akı l l ıca bir davranı şt ı r. Hem Aristarchos'un eli nde bu teori­sin i kan ıtlayacak hiçbir elle tutul ur belge yoktu. Nitekim, dünya­nın kendi ekseni çevresinde, saatte yakl aş ık 1 600 km hızla dön­düğünü biliyoruz. Bu durumda hiçbir binan ın yıkı lmayış ı n ı , yük­sekçe bir kuleden at ı lan cismin kulenin dib ine düşmesin i , daha buna benzer b i rçok olayı nas ı l açı klayab i l i ri z? (O zaman lar Newton'un, hatta Gali leo'nun daha doğmamış olduklar ın ı unut­mayın !) Hem sonra Dünya Güneşin çevresinde dolansa, "yı ld ız paralaksı" denen olay ın gözlenmes i gerekmez m iydi ? Böyle b i r olayı da gözleyemediğımize göre . . . Aristarchos'un teorisi hiçbir

249

Page 251: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

gerçeğe dayanmayan, onun kendi hayal-hanesinde ürettiği bir fanteziden başka b ir şey olamazd ı . Şimdi bir de Ptolemaios'un teoris inin hemen her astronomik olayı açı k layab iidiği n i , hatta ona dayanarak son derece isabetli ön-deyiler yapabildiğini dü­şünün, bu durumda hangi teoriyi seçersiniz, Aristarchos'unkini mi, Ptolemaios'unkini mi? Elbet bu sonuncuyu, öyle deği l mi? Nitekim, tam onbeş yüzyıl boyunca "sağduyu" sah ib i bütün i n­sanlar onu seçeceklerdir. Peki, buna bakarak, ortaokul çocukla­r ına yanl ış şeyler öğreti ldiğini mi söyleyeceğiz? Elbette hay ır , ama onlara işin bu kadar basit olmadığ ın ı , yani bu onbeş yüzyıl boyunca Ptolemaios teorisine insanların boşuna inanmamış ol­dukları nı da açıklamak gerek. İşte o zaman Copernicus'un dile getirmiş o lduğu teorinin neden daha üstün olduğunu onlara açıklamak kolaylaşır. Gerçekten de Copernicus yeni teorisiyle yalnız Ptolemaios'un açıklad ığ ı bütün olayları çok daha basit (yal ınkat) bir biçimde açı klamayı başarmamış, üstelik onun bir tü rlü açı klayamadığ ı bazı o layları da açıklamayı başarmış . Bunlar ın ayrı ntılarına girmem mümkün deği l , ama bütün üstün­lüklerine rağmen, Copernicus'un teorisinin ko layl ı kla kabul edil­meyişinin nedenlerini açıklayabileceğimi sanıyoru m.

Burada ünlü "Galileo davası"nı kısaca anlatmam gerekiyor, zira bu dava aynı zamanda en akı l l ı ve bi lg i l i adamların bi le dogmacı l ıktan kendileri ni kurtaramadıkların ı göstermesi açısın­dan ibret alınması gereken tarihi bir olay.

Galileo o günkü italya'n ın bütün filozofları n ı n , bu arada özel­l i kle Katol ik k i l isesinde neredeyse bi l i min temsilci leri say ı lan Cizvit papazları n ı n sayg ı s ı n ı kazanmış bir b i l im adamı . Hatta sonradan V l l l . U rbanu s ad ı yla papal ı k taht ı na otu racak olan Kardinal Maffeo Barberi n i de Galileo'nun en büyük hayranların-

250

Page 252: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

dan ve yakın dostlarından bir i . Yalnız Cizvit filozoflar, bi rçok öğ­retisi ni Katol ik kil isesinin de benimsemiş olduğu Aristoteles'i en büyük otorite diye tanıyorlar. Ptolemaios da sistemin i büyük öl­ç üde Aristoteles'in fizik ve astronomi konusundaki düşünceleri üzerine kurduğu içi n , Cizvit astronomlar da zaten kimseni n şüp­he etmeyi pek akl ı ndan geçirmediği --Ptolemaios'un neredeyse "tart ış ı lmaz" bir teori haline geti rmiş olduğu-- yer-merkezci ast­ronomi sistemini kabul etmiş bulunuyorlar. İ leride Gal i leo'yu Co­pernicusçu görüşlerinden ötürü o ünlü davada "sigaya çekecek" olan yargıçlar da işte bu Aristotelesçi f i lozof/astronomlar.

Dava şuradan çıkıyor: Kardinal Barberini vaktiyle Galileo i le yapm ış olduğu dostça tartı ş mala r esnas ında, t ıpkı Aristarc­hos'unki g ibi , Copernicus'un teorisinin de yeterince kanıtlana­mamış olduğu gerekçesiyle, Gali leo'dan Copernicus'u n teorisini savunmak ve okutmaktan vazgeçmesi ni rica eder. Gali leo da onun bu ricas ın ı kabul eder. Gali leo asl ında "dindar" bir adam­dır , dolayıs ıyla Katol ik kilisesinin otoritesinin şu veya bu biçimde sarsılmasın ı istemez. Ama Gali leo aynı zamanda Copernicus'un teorisinin doğru luğuna i nanmı ş bir adam, zira yeni bulunan te­leskopla yaptığ ı birtakım gözlemler, bu arada Jüpıter gezegeni­n in de dört uydusu olduğunu saptamış olması , onun bu inancını büsbütün güçlendirir. Sonunda Dia logo sopra i due massimi sistemi del mondo, tolemaico e copernicano ( İki Büyük Yer Sistemi, Ptolemaios ve Copernicus Sistemleri Üzerinde Konuş­malar) adl ı eserinde Copernicus teorisinin gerçeği daha iyi yan­s ı tt ığ ın ı açı klamak zorunda kal ı r . İşte daha önce verdiği söze bağ l ı kalmamış olması Papa'nın sabrı nı taş ırı r ve ona karşı bir f i lozof olarak duyduğu bütün saygıya rağmen, Galileo'nun Engi­zisyon mahkemesi karş ıs ına ç ıkarı l mas ı n ı emreder.

251

Page 253: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Burada b i r noktayı açıklamakta yarar görü r üm : Bizim tarih ki­taplar ımızda yazı ld ığ ı gibi Gal i leo'yu sorguya çeken Engiz isyon yarg ıçları yobaz ve bağnaz d i n adamları deği l , zamanlar ın ın bi­l imsel teori leri n i , bu arada Copernicus'unkini de, yakından tanı­yan bi lgi l i insanlar. Zaten dava s ı rasında Galileo'yu "dinsizlik" veya "zındıkl ık"la suçlayacak yerde, ona bu teorin i n hala da ye­

terince kanıtlanmamış olduğunu kabul ettirmeye çal ı ş ı rlar. Co­pernicus' un De Revolutionibus orbium coelestium (Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzeri ne) adlı kitabın ı da okuyup hatmetmiş­lerdir, ama Aristoteles'i n ortaya atm ış olduğu --yukarıda kısaca and ığ ım-- iti raz lar henüz cevapland ır ı lmamış olduğu için, onun teorisinin "gerçeği yansıtt ığ ın ı" kabul etmemiz gerekmez. Co­pernicus'un kitabına ona haber vermeden bir önsöz yazmış olan öğrencisi Osiander de orada Copernicus teorisinin matematiksel açıdan kusursuz, dolayıs ıy la akla-yakın bir teori olduğunu, an­cak "gerçeği yansıtmak" g ib i bir iddiası bulunmad ığ ı n ı söylemi­yor muydu? İşte Galileo'dan istenen de buydu : Copernicus te­orisinin sadece "akla-yakın , ama belgelenmemiş bir teori" oldu­ğunu kabu l etmek ! Teori n in akla-yakın olmas ı , onun Dünyay ı kendi ekseni çevresinde döndürmesi ve Güneş çevresinde do­land ırması için yeterli değild i , dolayısıyla insanlar "sağduyu"la­r ın ın da desteklediği Aristotelesçi felsefeye uygun düşen Ptole­maios sistemine bağl ı kal mal ıyd ı . Sonunda Galileo da öyle yapı­yor görünecektir ."

Elbet burada Kil isenin her şeyden çok kendi presti j in i düşün-

• Mahkeme salonundan çı karken Galileo'nun "Et pur muove" ("Gene de dönü­yor") demiş o lduğu gerçek olmasa da, "iyi yakıştı r ı lmış" bir söz. Kendisini "sa­mimi bir Katolik" olarak algılayan Galıleo için dinin asıl görevi insanın ahlaki açıdan "evcill eştiri lmesi"dir, bilgi üretmek ise bilim adamları n ın işidir. Bu düşü­nüş dinlerin hoşgörüsüzlüğünü de gidermeye yeter. Bu vesile i le Coperni­cus'un da bir din adamı (chanoine, cannon) olduğunu hatı rlatmak isterim.

252

Page 254: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

düğü şüphe götürmez. Kil ise vaktiyle Ptolemaios sistemin in Kut­sal Kitabı n öğretilerine daha uygun düştüğüne karar vererek ona angaje olmuştu, dolayıs ıy la hemen Copernicus'un teorisin i kabu l edecek olursa, düşünsel otorites in in sarsı lacağ ın ı hesap ediyordu. Dinin korkulu rüyası , herhangi bir konuda kendisine yönelti lecek olan bir eleştiriye cevap veremeyecek duruma düş­mesidir. Katolik kil isesin in Gali leo'yu susturmak veya tükürdüğü­

nü yalamaya zorlamak istemesinin de asıl nedeni buydu.

K ıssadan hisse: Özlemse! düşünüşe kend i lerini kapt ırmış olanlar özlemlerinin yıkılmas ına göz yummaya razı olamazlar, z i ra bu onların varl ı k nedenlerini yadsımak anlamına gel ir . Bu nedenle, din kurumları bunu önlemek için dogma sistemlerinde ufak tefek bazı değişiklikler yapmak zorunda kalırlar, ancak bu­nu pek bell i etmemeye çalışırlar. Bu, savaşta bir yanın düşmana daha iyi karşı koyabi lmek içi n yeni mevzilere çekilmesine ben­zer. Nitekim, Katolik kilisesi Ptolemaios'a bağl ı l ığ ın ı olabildiğin­ce uzun süre devam ettirmiş, ancak neden sonra daha fazla tu­tunamayacağ ın ı anlayarak pes ettiğini ilan etmiştir. Bu "yavaş yavaş geri çeki lme" stratej isi d i n ler in neden bu kadar uzun ömürlü olduklar ın ı da açıklıyor. Bil imle aşık atı lamayacağın ı an­layan din adamları sonunda bi l imi n gidişine ayak uydurmaya, hatta yen i teorileri savunan bilim adamları ç ıkarmaya ve böyle­ce dogmatik olmadıkları n ı kanıtlamaya çal ış ırlar. Bütün teorik iddialarından vazgeçtikleri zaman da, ağırl ığı ah laki sorunlara kaydı rarak din kurumunu ayakta tutmaya çabalarlar. Eğer H ı ris­

t iyan l ık bu esnekliği göstermeyip dogmalarından hiçbir ödü n vermemekte ayak diretmiş olsayd ı , Batıda bilim ilerleyemez, en azından gelişmesi çok yavaş olurdu. B irçok din adamının aynı zamanda bilime karşı içten bir ilgi duyması, hatta bazıları n ın bir bi l im dal ında uzman l aşmas ı , buna karş ı l ı k pek çok bi l im adamı -

253

Page 255: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

n ın aynı zamanda dindar yaradı l ış l ı ınsanlar olması bu iki alan arasında çok şiddetli çarpışmalar olmas ın ı engel lemiş, d in i le bı­lim barış iç inde bir arada yaşamayı başarm ışlard ı r. Böyle bir ça­tışma ancak tümüyle yobaz ve bağnaz din adamlarıyla, her türlü dini inancı yadsıyan, hatta dini tehl ikel i bir düşman olarak gören ateist bil im adamları arasında olabi l i r . En korku lacak durum, bir toplumda din adamların ın her türlü bil imsel merakı "şeytansı bir dü rtü" say ıp bil i msel fikirlerin çimlenmesine izin vermemeleridir. Bu tür insanlar dini dogmalardan başka bir şey bi lmedikleri için, bu konuda da bağnaz bir tutum sergiler, yani bu dogmaların bile kendi yorumlarından başka bir biçi mde yorumlanmas ına izin vermezler, buna cüret edenleri de şiddetle cezalandırırlar. Os­manlı lar zamanı nda bizdeki durum böyle idi ; "ulema" s ın ıf ı hiçbir felsefi ve bi l imsel fi kre göz yummadığı gibi, " içtihat kapıs ın ın ka­pandığını " i lan ederek, dini dogmaları n yeni b i r yorumunun ya­p ı lmas ın ı da yasaklam ışt ı . Altı yüzyı l s ü ren Osman l ı lar döne­minde neden bil im ve teknolojiye en küçük bir katkım ız olmadı­ğ ı n ı , din eğitim in in de --manas ı n ı bi le anlamadan-- Kur'an ez­berlemekten öteye geçemediğini bilmem anl ıyor musunuz?

Tekrar konumuza dönel im. Önemli bi l imsel teorilerin herkes tarafından kabu l edi l inceye kadar ne büyük zorluklarla karş ı laş­t ığ ı n ı n ilk tipik örneğine Copernicus'un güneş-merkezli teorisin­de rastladık. İ nsanları bir teorin in doğruluğuna inand ı rmak iç in onlar ın bütün şüphelerini dağ ıtmak gerektiğini gördük, z ira an­cak o zaman teori yeterince belgelenmiş sayı l ıyor. B u şart ı n gerçekleşmesi için Newton'u beklemek gerekecektir. Ondan ön­ce Kepler yol u açmış , Gal i leo ise bulmuş olduğu yeni gözlemsel verilerle teoriyi pekişti rmişti , ancak C izvit astronomlar onun bu gözlemlerini de yeterli bulmamışlardı. Asl ına bakarsanız, ç ı plak gözle gök olaylar ın ı en dakik biçimde gözlemesiyle ün yapmış

254

Page 256: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

olan Danimarkalı astronom Tycho de Brahe, Ptolemaios siste­miyle Copernicus sistemini uz laştırmayı denemişti . Ortaya att ığ ı karma teoriye göre, gene Dünyamız evrenın merkezindeki yeri­ni koruyor, ama öteki gezegenler bu defa doğrudan doğruya ye­rin çevresinde değil, Güneşin çevresinde dolanıyorlar ve hepsi bir l ikte gene dünyan ın çevresinde dönüyorlard ı . Ancak onun bu teorisi de i lg i görmedi . O da Copernicus gibi paralaks sorununu çözemem i ş ti . Gerçi bu paralaks ancak 1 838 yı l ı nda Bessel ad ı ndaki Alman astronom taraf ı ndan --çok daha gel işti rilmiş te­leskoplarla-- gözlenecek, Dü nyan ı n kendi eksen i çevres inde döndüğünü ise ancak 1 9 . yüzy ı l ı n ortalarında Foucault deney­

sel olarak kanıtlayacakt ı ; ama 1 7. yüzyı lda Newton'un ortaya koyduğu pek çok yeni belgen in ı şığ ında Copernicus teorisi hiç­bir akla-yakı n şüpheye meydan vermeyecek kadar kan ıtlanm ış sayı ld ı ve bu şekilde onbeş yüzy ı l süren mutlak egemenlikten sonra Ptolemaios teorisi yanlışlanmış oldu .

Bu iş in bu kadar gecikmesinde "düşünsel tutucu luk" dediği­miz olgunun büyük rolü olmuştur, ama insanları tutucu (dogma­tik) oldukları için kı namaya da pek hakkımız yok, zira insanoğlu doğru diye bellediği bir fikir veya görüşten kolay kolay vazgeçe­miyor. Bunun kolay bir şey olduğu izlen imini edi nmemiz bizde öğretimin ezbere dayanmasından kaynaklan ıyor. Nitekim bugün "okumuş" birine Copernicus teorisi n i niçin Ptolemaios'unkine tercih ettiğ in i sorun, dişe gel i r bir cevap alamazsı n ız . Ona okul­da Copernicus teorisi doğru, öbürününki ise yanlış diye okutu l­muş, o da bunu böyle bel lemişti r, hepsi bu.

En iyi belgelenmiş teorilere vereceğim ikinci örnek "Evrim te­o risi". Bunu seçişimin bi rçok nedeni var. Bunlardan birincisi pek çok yerleşmiş dini ve ahlaki inancı sarstığ ı için, bir tür "manevi

255

Page 257: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

deprem"e yol açmış olması ; ikincisi birincisiyle tam bir aykır ı l ık oluşturan bi r gel işmeye, yeni sosyal ve politik öğretilerin ortaya çıkmasına yol açmış o lması . Birinci gelişme çok normaldi, zira "Evrim teorisi" neredeyse sağduyuya mal olmuş pek çok inanc ı kökünden sarsıyordu ; bu sarsıntı lar günümüze kadar devam et­miştir, hatta bugün özell ikle A.B .D.de "köktendi nciler"in bitme­yen saldırı lar ına hedef olmaktad ı r . * Gal i leo davası nda Ki l ise Kutsal Kitaba uygunluğundan ötürü Ptolemaios'un "Yer-merkez­ci" kozmolojisine angaje olduğu ve bu kozmoloji de sağduyuya uygun düştüğü iç in , sı radan insanların benimsediği bir görüşü savunmak durumundaydı. Üstelik Gali leo Copernicusçu görüşü yeterince belgeleyemediği iç in, iddias ın ı geri almak zorunda kalmışt ı . Bu rada Cizvit astronomlar hem bi l imi , hem sağduyuyu savunuyor pozundaydı lar; oysa Darwin'in teoris i Kutsal Kitab ın özellikle savunduğu bir teoriyle çatışıyor, bu arada gene halkın sağduyusuyla ters düşüyordu , zira Darwin'in kendisinin de açık­ça beli rttiği gibi , bugüne kadar kimse bir canlı türünün bir başka türe dönüştüğüne tanık olmamıştı.

İş in ilginç yanı , tıpkı Aristarchos örneğinde olduğu gibi , "ev­rim" fikrini Darwin'den önce birçok düşünür ortaya atmış bulunu­yordu. Bunlar arasında daha İ lkçağ ın bazı filozofları olduğu gibi, 1 8 . yüzyı lda Mau pertuis, Montesquieu , D iderot, Buffon, La­marck, hatta Darwin'i n öz dedesi Erasmus Darwin gibi düşünür ve bilim adamları vardı . Üstelik Lamarck evrimin mekanizması­nı, yani nas ı l olup bittiğini açıklayan, oldukça akla-yakın bir teori de geliştirmiş bulunuyordu. Zamanında büyük yankılar uyand ı -• A.B.D.'ndeki baz ı köktendınci tarikat yanlıları biyoloji ders kitaplarından "Evrim

teorisi"nin kald ırı l ıp yerıne "Yarad ılış" mythos'u nun konulması için inatçı bir çaba harcamakta, hatta bazı eyaletlerde kanun-koyuculara bu arzularını kabul ettirmektedirler. Allahtan, Federal Anayasa Mahkemesi bu gibi girişımleri son­radan etkisizleştirebilm iştir.

256

Page 258: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

ran bu teoriye göre, can l ı lar içinde bu lundukları şartlara göre bazı i htiyaçlar duyarlar ve bu duygular ın itmesiyle yeni organ veya yetenekler gel işti rerek çevrelerine uyum sağlarlar. Yeni ku­şaklar bu sayede ayakta kalmayı başarır. Örneği n , ağaçların alt dalları ndaki yapraklar ın başka hayvanlar taraf ından tüketi lmiş olduğunu gören zürafa üst dallardaki yapraklarla geçin mek zo­runda kal ır, bu zorunluluk zürafan ın boynunun yavaş yavaş uza­masına neden olur , bu nitel ik (yani daha uzun boyun lu olma) hayvan ın yavru larına da geçer, falan. Buna "kazanı lmış nitelik­lerin kal ıtı m ı" i l kesi deniyor. Soya çekimin ( i nheritance) nasıl gerçekleştiği konusunda hiçb i r şeyin bi l inmediği bir zamanda yaşamış olan Darwin, bu teoriyi akla-yakın bulacak, hatta "Tür­leri n Kökeni" adl ı kitabından son raki eserlerinde bu teoriye git­tikçe artan bir önem verecekti r. Bugün biz soya çekimin meka­nizmas ın ı , hatta yasaların ı ortaokulda öğrendiğimiz iç in , bu teori bize neredeyse "çocuksu" geliyor, oysa zaman ında sağduyu sa­hibi herkes bu teoriyi akla-yakı n buluyordu.

As l ı nda insanlar o zamana kadar pekala Tevrat' ı n "Yaradı l ış" teorisiyle her şeyin açıklanmış olduğunu düşünüyorlard ı . Yaln ız ilahiyatçılara değil , sıradan adama da çok sempatik görünen bu teoriye göre, bütün canl ı lar bugünkü biçimleriyle birer b i rer Tanrı tarafı ndan "yarat ı lmış"lardı ve o gün bugü n hiç değişmemişlerd i . Gerçi herhangi b i r hayvan türü içinde zamanla --çevrenin etki­siyle-- bazı ufak tefek değişiklikler olabilird i ; örneğin , bir köpeğin dış görünüşü , reng i , boyu posu değişebi l i r, ama onun h içbir za­man değişmeyecek bazı nitelikleri vard ı r ve biz bu niteliklere ba­karak onu bir kediden, hatta kurttan ayırdedebil i r iz. Nitekim , kö­pek havlar, kedi ise miyavlar, birin i n ayakları şu biçimdedi r , oy­sa kedinin ayrıca yırtıcı t ı rnakları vardı r ; kaldı ki, bu iki hayvan ı n insanlara karşı davranışlar ında da farkl ı l ıklar vard ı r. Bir köpek

257

Page 259: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

sahibini görünce kuyruğunu sallamaya başladığı ve onun üzeri­ne atlamaya çal ışt ığ ı halde, kedide büsbütün farklı davranı şlarla karş ı laşır ız. S ı radan adamın bu gibi sorunlar ü zerinde bi le kafa yorduğunu sanmıyorum. Ancak onun --dildeki sözcüklerin de et­kisiyle-- bütün hayvanları n baştan beri aynı kaldığ ı n ı varsaymış olması çok muhtemel . Dolayıs ıyla kutsal kitapların da üzerinde durduğu "Yaradı l ış" teorisi onları n zaten uyuklamakta olan me­rakını fazlasıyla tatmin etmiş olmal ı .

Şimdi düşünün : Darwin ad ında biri çıkıyor ve "İş sizin sandı­ğ ın ız gibi değil ; başlangıçta bütün bu gördüğünüz bitki ve hay­vanlardan h içbirisi yoktu, derken bir veya birkaç ilkel tek hücreli canl ı ç ıktı ortaya, sonra bunlar kendi kendilerine evrimleşerek, yavaş yavaş, birer birer bu gördüğünüz yüzbinlerce canlıyı mey­dana get i rdi ler" diyor. Bunun sı radan bir adam üzerinde nas ı l bi r tepkiye yol açtığ ı n ı bilmiyoruz, ama gerek bi l im adamları , gerek­se din adamları , özellikle i lahiyatçı lar üzerinde şok etkisi yapmış olduğu şüphe götürmez. Kendisine çok yakın birkaç bil im adamı teoriyi büyük bir coşku i le karşı lamış olsa bi le, geri kalanların, özell ikle i l ahiyatç ı ları n daha teoriyi iyice inceleyip anlamadan ona karşı ç ıktıkları anlaş ı l ıyor.

Bunun başl ıca iki nedeni olsa gerek: Genel l ikle her insan al ışkanl ıklar ın ın tutsağ ıdı r ; dini i nançlara bağıml ı l ı k ise insanın kendini en güç kurtarabileceği bi r tutsakl ıkt ır . Din adamlarıyla i lahiyatç ı ların ana görevi "dini inançları " her türlü şüphe ve eleş­tiriye karşı korumak olduğuna göre, H ıristiyan dini n i n belki en can-al ıcı inancı olan "Tanrısal Yaratma"yı yadsıyan, dolayısıy la en önemli bir konuda onu aradan çıkarmaya kalkışan bir teori­nin olumlu karş ı lanması söz konusu değildir.

İş in i lginç yan ı , Darwi n'in "Beagle" gemisiyle inceleme gezisi-

258

Page 260: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

ne ç ıkmadan önce, dini inançlar ına neredeyse körü körüne bağ­lı b i r "d indar" kişi olmas ı . Zaten Cambridge'e "papaz olmak" üzere gitmiş , bu arada jeolojiye ve botaniğe i lgi duymuştu. An­cak, yolculuk esnasında yaptığı dikkatli gözlemler sonunda "ev­r im" f ikr i kafası nda yer etmeye başlamış , bunun üzerine dini inançlar ın ı sorgulamaya koyul muştu . Anglikan Ki l isesinin 39 te­mel inanc ına sorgusuz sualsiz i nanmış bir kimsenin, sadece yapt ığ ı gözlemlerle o sı rada yeni yay ımlanmış olan Malthus'un kitabının etkisi altında tam 1 80 derecelik bir dönüş yapıp tümüy­le bi l imsel b i r tav ı r alması tarihte eşine az rastlanan bir "manevi dönüşüm" olayıyd ı .

Hiçbir teorin i n tümüyle uydurma olamayacağ ın ı b irkaç defa bel i rttiğimi sanıyorum. "Yarad ı l ış" mythos'unu uyduranların bi le bazı gözlemlerden esinlenmiş olmaları muhtemel . Malthus kita­bında insan nüfusunun h ız la artmasına karş ı l ık, yiyecek madde­leri n i n çok yavaş arttığ ı n ı göz önü nde bulundurarak, bu gid işle insanlar ın büyük bir böl ümünün açl ıktan öleceğini tahmin etmiş­ti . Bu gözlem Darwin'e "doğal ayı klanma" f ikri ni i lham ediyor. Aslında Malthus'un insanlar için öngördüğü durum doğada her an gerçekleşmekteydi ; nitekim, yeni doğan canlı lardan çok az bir böl ümü ayakta kalabi l iyordu. Aynı durum "evrim"in nasıl ger­çekleştiğini açıklayamaz mıyd ı ?

"Evrim" fikrinin yeni b i r fiki r ol mad ı ğ ı n ı daha önce de belirt­mıştim ; ancak Lamarck g ib i , "sonradan kazan ı l mış n itel ikler" (acquired characters) fikriyle olayı aç ıklamak mümkün değildi, zira bu tür n iteliklerin kal ıt ım yoluyla yeni kuşaklara geçtiği iddi­asın ın i ler tutar bir yanı yoktu. Kaldı ki , doğada her şeyin önce­den yapı lmış bi r plana göre geliştiğini düşünmek de ya bu planı doğa-dış ı b i r gücün (Tanr ın ın) yapt ığ ın ı , ya da organizmaların

259

Page 261: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

içindeki bi r mekanizmanın (belli bir hedefe yönelmenin) gerçek­leştirdiğini varsaymak anlamına gel iyordu ki, her iki alternatif de Darwin'e ters görünüyordu. Plancı olarak Tanr ıy ı araya sokmak ilah iyatç ıların ekmeğine yağ sürmek, aynı işi doğaya gördürmek ise antropomorlik bir metafiziğe kapı ları n ı açmak anlamına ge­lecekti. Oysa herhangi bir doğa o layın ı gene başka doğal olay­larla açıklamak gerekirdi . Canl ı ların evrimleşmesini de gene do­ğal , yani hiçbir doğa-üstü veya doğa-dış ı (örneğin insan a ait) ögeyi işe kar ıştırmayan olaylara başvurarak açı klamak gerekir­di . Tıpkı fizik ve kimyada olduğu gibi . Gerçi Newton bazı doğa olaylar ın ı "çekim gücü" adını verdiği gizli, yani gözle görüleme­yen, bir güçle açıklamıştı , ama hiçbir zaman bunun "tanrısal" bir güç veya sempati gibi insansı bir güç olduğunu iddia etmemişti . Evrimin de işte buna benzer (bi r deyime "f iz iksel") bir mekaniz­ma ile açıklanması gerekirdi .

Darwin 'in biyoloj ide Tanrıyı ve insanı aradan ç ıkarmasını bu bi lg i dal ı n ı bir bilim düzeyine yükseltmekte bir "devrim" olarak yorumlamak gerekir. Böylece her türl ü "özlemse! düşünüş"ün bu alana s ızması önlenmiş oluyordu. Ancak can l ı ların kendi kendi­lerine evrimleşmiş olduğunu insanlara anlatmak da kolay olma­yacakt ı . Bunun içi n önce doğada birçok ipuçları bulmak gereki­yordu. Ya ln ız burada hemen bir noktay ı hatır latmak ister i m :

Darwin hiçbir zaman "evrim" teorisini kanıtlamış olduğunu iddia etmemiş; ona göre sadece evrim gerçekleşmişse, başka türlü açıklayalJ)ayacağı m ız bir sürü gerçek (fact) de açıklanmış ola­caktı. Hiç kimse bir canl ı n ı n bir başka canl ıya dönüştüğünü göz­leriyle görmed iğine göre, ancak dolaylı ipuçları na dayanarak evrimin büyük bir ihtimalle gerçekleşmiş olacağı sonucuna varı­labilir. Darwin'in de elde edebildiği dolaylı belgeler şunlard ır :

260

Page 262: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teori ler ve Belgeleme

a) Morfoloj ik ipuçları : Can i ı tür leri aras ında bi rçok yapı benzerlikleri göze çarpar. "Karş ı laştı rmal ı Anatomi"nin ver i leri bu bakımdan çok öğretici olsa gerek. Örneğin dünyada 250,000

kadar çiçek-açan bitki türü vard ır ve hepsinde köklerin, dalları n, klorofil içeren yaprakların ve çiçeklerin temel yapı ları b i rbirine benzer. Gerçi bu türler elbet baz ı bakımlardan farkl ıd ırlar, ama aynı plana göre yapılanmış olup aynı biçimde yaşamları n ı sür­dü rürler, yani kökleriyle topraktan su ve çeşitli madenler al ı rlar, yapraklarıy la teneffüs ederler, güneş ış ın ın ı klorofil arac ı l ığ ıy la kimyasal enerjiye dönüştürürler, vbg. Hayvanlar iç in de ayn ı şey geçerl i . E lbet bu benzerlikler "rastlantı sal" olamaz; o halde hep­si bir ve aynı ana-biçimden ü remiş olmal ı lar.

b) Embriyoloji : Bu belli bir organizman ın bir tek h ücreden nas ı l geliştiğini araştıran bi l im dal ıdır. Bu gelişmenin bütün aşa­malarına her canl ı türünde rastl ıyoruz. Al ış ı lm ış bir deyimle, "fi­lojeni ontojeniyi tekrar eder", yani bütün canlı tü rleri kendilerin­den daha i lkel organizmaların geçmiş olduğu aşamalardan ge­çer . Bunu daha iyi anlamak için b i rbir ine yakın olan iki ü rün embriyoni k gelişmelerini karşılaştırmak yeterlidi r. Demek ki, bu embriyolar tek bir hücreden türemiştir.

c) Etoloj i : Canl ı lar ın davran ış ları nda gördüğümüz bazı ben­zerlikler de aynı ortak atadan gelmiş olacaklar ın ı düşündürüyor. Örneğin, arı ların, eşek arıların ın ve karıncaların "içgüdü i le" aynı hareketleri yaptığ ın ı görünce, insan ister istemez bunların ortak bir atadan türemiş olacaklar ı n ı d üşün üyor. C insel içgüdüy le davranan hayvanlar için de ayn ı şeyi söylemek mümkün. Ben­zer davran ışlarla akrabal ı k arasında bir bağ olduğu şüphe gö­türmez. Sonra yavru ları n ı canlı doğu rup emziren hayvanların, yavrularını yumurta içinde dünyaya getiren hayvanlardan başka

26"!

Page 263: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ataları olmas ı gerektiğini düşünmemiz de benzer gerçeklere da­yan ıyor.

d) Parazitoloji: Doğrudan doğruya "evrim" teorisini destekle­mese bile, "Yaradı l ış" teorisine karş ı güçlü bir karşıt-kanıt oluş­turuyor, zira bu teoriyi kabul ettiğimiz takdirde, i nsan ın sinir hüc­relerinde polio virüsüyle, kan ı nda malarya parazitiyle , bağ ı rsak­

larında şeritlerle bir l ikte "yarat ı lm ış" olduğunu kabu l etmemiz gerekecekti, oysa bu parazitler her insanda yok, demek ki son­radan bazı insanlara musal lat oluyorlar.

e) Paleontoloji : Oarwin'in en çok dayandığı iki tür ipucu vard ı : Bunlardan i lk i türlerin dü nya coğrafyası üze r i ndeki dağ ı ­l ım ları i l e i lg i l iyd i . He r yerde her türlü canl ıya rastlam ıyorsu­nuz, oysa eğer bü tün canl ı ları b ir Tanrı yaratmış olsaydı , bun­lara her yerde rastlamam ız gerekirdi . Bunlardan baz ı lar ına da sadece fosil halinde rastlanıyordu; demek canl ı ların b i r bölü­mü zaman içinde yok olmuştu . Ancak Tevrat ' ı n "Nuh Tufanı"

hikayesinde Nu h'un gemisine her hayvandan bi r çift yüklediği , böylece kendi ai lesi d ı ş ı ndaki bütün insanlar ın yok old uğu bu tufanda şimdiki hayvanlardan b i rkaç ın ın ataları n ı n sağ kald ığ ı anlat ı l ıyorsa da , bu gemin in milyonlarca hayvan türünü nas ı l barı nd ı rd ığ ı ve 40 gün sü ren bu hengamede bun lar ın ne yiyip içtiğ i , bir arada nas ı l geçindikleri gibi i lk akla gelen sorular bi r yana, çeşit l i toprak katmanları nda fosil leri bulunan hayvanlar­

dan pek az ın ın bugün yaşamakta olanlara benzeyişini "Yara­d ı l ış" teorisiyle açıklamak m ümkün mü? Hele bu fosil ler ara­s ı nda hiçbir i nsan fosi l ine rastlanmamış o lmas ı bu tür soruları büsbütün art ı r ıyordu.

Ancak ası l önemli olan bu fosillerin "evrim teorisi" için neden bir ipucu oluşturdukları sorunuydu . En alttaki toprak katmanla-

262

Page 264: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teori ler ve Belgeleme

rında en i lkel canlıların fosillerine rastlanıyor, yukarı doğru çıkıl­d ıkça bunlar daha "gelişmiş" (daha karmaş ık) bir biçim al ıyorlar­dı ; en üst katmanlarda ise bugün de yaşamakta olan canl ı l ara benzer yapıda fosil lere rastlanması her halde "rastlantısal" ola­mazd ı . Demek ki, zaman geçtikçe canl ı lar dünyası nda daha ba­sitten daha karmaşığa doğru b i r "evrim" (gelişme) olmuştu. Bu anlamda fosi l ler zaman içi ndeki gel işmenin el le tutulur, gözle görü lür kal ı ntı l arı idi . Evrim teorisi olmadan bütün bu gözlemsel verileri açıklamak mümkün değildi .

Zaman ı n en büyük paleontoloğu (fosil bilg in i ) diye tanı nan Cuvier bunu da "Yaradı l ış" teorisiyle açı klamayı deneyecekt ir : Evet, gözlemler imiz bize geçmişte bazı tür ler in tümüyle o rta­dan kalkt ığ ın ı gösteriyor; demek çok eskiden "Nuh tufanı" g ib i b irçok "felaket" o lmuş , ama bel l i baz ı türler yok olunca, tanrı o n ların yerine yeni leri n i "yaratm ış" ve bu birkaç defa tekrarlan­mış; gerçi Tev rat bun lardan hiç söz etmiyor, ama "Tan r ı n ı n hikmeti nden sual olunmaz"m ış , bu nedenle görüldüğü gibi, fo­si l kal ınt ı lar ın ı da pekala "Tanr ın ın hikmeti"ne yormak müm­kün.

Bu örnek de bize --eski askerler gibi-- eski teorilerin de hiçbir zaman tamamen ölmediğini kanı tl ıyor. Bazen en bilgi l i ve akı l l ı i nsanlar ın bi le eski düşünme al ışkanl ık larından kurtu lamadıkla­r ı n ı görmek oldukça şaşırtıcı, ama gerçek bu. Bu örnekten bir de şunu anlıyoruz : Ne kadar iy i belge lenmiş o lursa olsun, hiçbir b i l imsel teori bütün bil im adamlarını iknaya yetmiyor.

Darwin Malthus'dan aldığı es in le ve 5 y ı l l ı k araştı rma gezisi boyunca yapm ış o lduğu sü rekl i gözlemler sonunda, "bütün can l ı lar ın bir, bi lemediniz bi rkaç i lkel canl ıdan tü remi ş olacağı " kan ı s ı na varıyor, ondan sonra da bütün çabasın ı bu kanısı n ı

263

Page 265: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

pekiştirmeye, onu başkaların ı n gözünde şüphe edilemez hale getirmeye harcıyor. "Beagle"la yola ç ıkarken saf b ir H ıristiyan olan Darwin yolcu lugun sonunda bir ateist değil , ama bir ag· nostik olmuştur. (Ben bunu onun "barı şç ı " ve " insancı l" yara­d ı l ı ş ı na veriyorum .) Asl ı nda hemen hiçbir bi l im adamı (en aşı rı derecede dindar o lan ı da) "evri m" gerçeğin i yads ımam ıştı r, hatta din adamları ve i lahiyatçılar arasında da bu gerçeği yad­s ı yan pek azdır , ama iş "evrim" in nas ıl gerçekleşmiş olduğu sorusuna gel i nce yol lar ayrıl ıyor. Din adamları ve di ndar yara­d ı l ı ş l ı b i l im adamları b i r yol unu bu lup "evri m" f i krin i her şeyi yaratm ış olan ve yöneten bir Tanrı fikriyle uz laşt ırmaya çal ı ş ı ­yorlar. Aslı nda buna mantık aç ıs ından h içb i r engel yok. Tanrı daha baştan beri evrimin (bi l im adamlarınca sonradan meyda­na ç ıkarılan) bütün aşamala r ı n ı kafası nda tasarlamı ş , ondan sonra da ilk canlı hücreyi yaratıp iş in gerisini doğa yasaları na bı rakm ı ş o labi l ir , n iç in olmasın? (Bu konuda yüz lerce kitap ya­z ı lm ışt ı r !)

Darwin ise araya h iç Tanrıyı ve i nsan ı kar ıştı rmadan iş in içinden çıkmak ister. Tanrıyı saf-d ış ı b ı rakmak istemesinin psi­koloj i k nedeni , Tevrat ' ın Tanrıs ı n ı "ahlaki açıdan" son derece "kusurlu" bulmas ı ; zira ona göre "kindar bir despot"u andı ran bu Tanrı "yarat ıc ı l ı k" şerefine lay ık değildir.* Bu iş in duygusal yan ı . Ama iş in b i r de akı lsal (rasyonel) yan ı var, zira "Ben Tevrat'ı n tanrıs ın ı yaratıcı l ığa lay ık görmüyorum!" demekle "Evrim teori­si"ni insanlara kabul etti rmek mümkün değ i ldir . Din adamları ile i lahiyatçılar "evrim" teorisini buna benzer gerekçelerle reddetmi-

* Bu noktayı hatı rlatm akta yarar görüyorum, zira bazılarının sand ı ğ ı gibi "bilim adamı" her türlü insani duyguyu b ir tarafa bırakıp her şeye sadece akıl açı s ın­dan bakan bir yaratık değildir. Onun da her insan gib i estetik. ahlaki, hatta politik tercihleri vardır ve bu terci h ler bazen onun bilimsel inançları n ı da bü­yük ölçüde etkileyebi l ir.

264

Page 266: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

yorlar m ı? Nas ı l o lur da, hiçbir duygusu, düşüncesi (kısaca "ru­hu") olmayan bir varl ık, yani doğa, kendi kendine sonu i nsan denen "mükemmel" bir yaratığa varan bir gel işmeyi meydana getirebil ir? Cans ı z maddeden canl ı bir varl ığ ın , canlı bir varlık­tan duygu ve düşünce sahibi bir varl ığın türemesi mümkün mü? Hele insan g ib i "vicdan" sahib i , iyiyi kötüden ayırdedebilen b i r varl ığ ın maymu n denen "aşağı l ık" hayvandan türemesi mü mkün mü? Bir Rembrandt ' ı , bir Goethe'yi, hele bir Mozart'ı bu yaratık­tan nası l türetebilirsiniz? Cans ız nası l durup dururken canl ı ola­bi l i r?

Darwin "evrim" ıeorisinin doğruluğundan emin, ama emin ol­mak evrim i her yönüyle açıklamak bakımından ne yeterl i , hatta belki, ne de gerekl i . Gerçek şu ki , Darwin zamanında ilk canl ı hücrenin cansız maddeden nasıl oluştuğu bi l inmiyordu, hatta bu sır bugün bi le tam çözülmüş deği l , ama canl ı l ık dediğimiz olayı bir "olgu" (gerçek) olarak kabul etsek bile, i lk i lkel canlıdan öteki canl ı lar ın nasıl türediğini açıklayabilmemiz gerekir. Evrim fikrini Darwin'den önce de ileri sürenler o lmuş, hatta bunlardan La­marck bir evrim çizelgesi bile yapmıştı . Buna göre , evrim ilk tek hücreli cani ıyla başlıyor, sonra zamanla çok hücreliler, derken sonunda bildiğimiz canl ı lar bi r bir sökün ediyor. Ancak, dediğim gibi, Darwin Lamarck' ın "evrim mekanizması" teorisini kabule değer bulmuyor ve kendi "doğal ayıklanma" veya "doğal seçim" teoris ini o rtaya atıyor.

Aslında Darwin "doğal seçim"i de bir olgu olarak görmüyor, onun gerisindeki mekanizmayı da bi lmiyor. Gözlenen gerçek şu : Bell i bir türden birçok az çok değişik bi rey (yavru) ortaya ç ıkıyor (Darwin buna "varıation" diyor) . Bu bireyler büyük ölçüde ana­babalarına çekiyorlar, ama benzemedikleri yönler de oluyor. Bu

265

Page 267: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

bireylerden bir kısmı çevre şartlarına ayak uydurabildikleri iç in ayakta kalabiliyorlar, ama bir kısmı da "ayı klanıp" yok oluyor.* Doğada acımasız bir yaşam savaşına tanı k oluyoruz. Çoğu hay­van genellikle başka bir hayvanla beslendiği için, doğan yavru­lardan pek azı ergin yaşa kadar hayat ı n ı sürdürebi l iyor, hatta ayakta kalabilen lerden pek az bi r kısmı kendi eceliyle ölüyor.

İşte bu acıması z savaşta yaşamını sürd ü rebilmeye "doğal seçim" (veya "ayı ki anma") diyoruz. Bu süreçte ne hayvanları n içindeki bir "mekanizma"n ın herhangi bir payı var, ne de bir Tanrı n ın . Her şeyi tümüyle rastlantı lar yürütüyor. Eğer rastlantı ürünü bi r can l ı elverişli şartlarla karş ı laşmışsa ne ala, yoksa yok olup gitmeye mahkum.

Bütün bunlar iyi de, doğal ayıklanma "evrim"e nas ı l yol açı­yor? Öyle ya, bütün bu çetin yaşama savaşına rağmen hiçbi r evrim gerçekleşmeyebilirdi, öyle değil mi?

Lamarck bunu şöyle açıklıyordu: Acımasız doğa şartları can­l ılarda bir çeşit "ayakta kalma" içgüdüsü doğurur. Zürafa örne­ğinde olduğu gibi , bu içgüdü sayesinde hayvan üst dallara uza­nabilmek için boynunu uzat ır , böylece boynu eskisine göre uza­yan hayvan ın yavruları daha uzun boyun lu doğar, falan . La­marck, hatta Darwin zamanında genetik bilimi henüz kurulma­m ıştı , dolay ısıyla kalıt ım ın mekanizması bi l inmiyordu. Bu ne­denle Darwin bile kal ı t ımda bütün vücut hücrelerin in işe karıştı­ğ ın ı sandığ ı için, sonradan kazan ı lmış niteliklerin ana-babadan yavrulara geçebileceğ in i sanıyordu. Bu bakımdan Darwin de bir

* En çok ayakta kalabilenler "virüsler"; ondan sonra sırasıyla öteki tek-h ücreliler geliyor. Bunlar çevrelerinde yeterince besın maddesi buldukları sürece hızla çoğalıyorlar. Ama böcekler genellikle büyük zayiat veriyor. Kurbağalarla deniz kaplumbağalarının yumurtladıkları yüzlerce, hatta binlerce yumurtadan çıkan yavruların ancak çok az bir bölümü ayakta kalabiliyor.

266

Page 268: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

Lamarckçıyd ı . Ancak 1 900 y ı l ı ndan sonra işin aslı anlaşılmaya başland ı : Buna göre, kal ı t ım sadece toh u m hücreleri (germ cel ls) arac ı l ığıyla gerçekleşiyor, dolayısıy la sonradan kazan ı l ­m ış nitel ikler sadece beden hücreleri ni (soma cells) i lg i lendirdiği içi n , onların kalıtımla geçmesi söz konusu o lamaz.

Canlı ları n yavruları büyük ölçüde ana-babaları na çeker, ama gene de aralarında farklar vard ı r. Darwin'in "variation" (çeşitlen­me) dediği bu o layı modern genetik çok iyi açıklıyor. Ama Dar­win'in ne bunlardan haberi vard ı , ne de "mütasyon" olayından.' Ancak Darwin ortaya ç ıkan yeni çeşitlerin (variety) içinde bazıla­rı n ı n çevre şartlarına daha iyi uyum sağlayabildikleri için (adap­tation) ayakta kaldıklar ın ı , sağlayamayanların ise yok oldukları nı gözleriyle görüyordu. Fosil kal ı nt ı larından eski çağlarda baz ı bü­yük felaketler olduğu, bazen bir zamanlar yaşayan can l ı türleri­nin pek çoğunun yok olduğu açıkça anlaşı l ıyordu; bunlardan pek az bir bölümü bugüne kadar gelmeyi başarm ışt ı . Çevreye en ko­lay uyum sağlayan canlıların en ilkel canlılar (virüs, bakteri gibi tek-h ücreli ler) ile böcekler olduğu açıkça görülüyordu. Bundan da anlaşılabileceği gibi, evrim için çeşitlenme (variation) gerekli, çevreye uyum sağlama (adaptation) ise yeterli idi.

Bütün bu ayr ınt ı lara girmemin nedeni şu : Hiçbir teori başta kusursuz deği ldir ; bi rtakım boşluklar, hatta düpedüz yanl ış var­sayımlar i çerir. Önemli olan teorinin temelde sağlam olmasıd ı r. Beagle'la yola çıkarken --belki dedesin in de etkisiyle-- "evrim" teorisinden haberdar olan, ama bu teoriyi ciddiye bile almayan genç Darwin , "inanmış" bir evrimci olarak dönüyor ve 20 yı l bo­yunca teoris in i destekleyecek çeşitli ipuçları topluyor. Bu arada

• Yeni türlerin oluşmas ını as ı l bu olay açıklar. Bazen dış, bazen iç etkilerle her­hangi bir canl ın ın tohum hücrelerinin genlerinden birinde değişiklik olur ve bu tür değişikliklerin belli l:ıir yoğunlukta olması sonunda yeni bir tür ortaya çıkar.

267

Page 269: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

doğruluğundan pek emin olmadığı bazı varsayımlara da d üşün­cesinde yer veriyor. Ancak oil im adamın ın en baş erdemi saydı ­ğ ımız özeleştiri yeteneği son derece gelişmiş olduğu iç in , fikir­lerini hemen açık lamıyor. Onları özel toplantı larda (Lyel l , Ho­oker ve T .H . Huxley gibi) en çok güvendiği b il im adamlarıyla uzun uzun tartışıyor, sonunda onları ikna etmeyi başarıyor. An­cak ün l ü kitab ın ı '1859 yı l ına kadar yayımlam ıyor. Hemen he­men evrim fikri ne neredeyse aynı gerekçelerle varm ış olan A.

Wallace araya gi rmemiş olsa, daha da yayımlamayacakt ı . * "Ev­rim teoris i "ne iti raz lar hem b i l im çevreler inden , hem de d in adamlarından geldi.** Bu sonuncular aras ı nda b i le Darwin'i "din­sizl ik" ile suçlayan ve bu nedenle "evrim" teorisinin kabul edile­meyeceğin i iddia edenler yok gibi . Gerçi bunlar daha çok gürül­tü ediyorlar, ama itiraz lar ı n ı gene bilimsel gerekçelere dayatmak ihtiyacın ı duyuyorlar.

Darwin' in teorisine yapı l an başlıca eleştiri lerle cevapları şun­lar:

1 ) Darwin "doğal ayı klanma"n ın etkil i olduğuna dai r herhangi bir d irekt belge gös1erememiştir.

* Bir fikrin veya teorinin birden fazla kişi tarafından aynı zamanda ortaya atıl­masının tarihte pek çok örneğine rastlıyoruz. "Atomlar teoris i "n i bundan 2400 yıl önce Leukippos i le Demokritos aynı zamanda öne sürmüşlerdi. "Evrim" teorisine as l ında Darwin/Wa:ıace teorisi de denebılir. Ancak Wallace Dar· win'in kendinden çok zaman önce bu fikri bulmuş olduğunu kabul ettiği için, teoriyi Darwin'e mal etmek adet olmuştur. Bugün pek çok teorik ve teknolojik alanda aynı buluşun bazen birden fazla kişi tarafından yapıldığın ı görüyoruz. 1 7 . yüzyı lda Newton'la Leibniz "diferansiyel ve integral hesabı''n ın keşfi yü­zünden kapışmışlardı.

** Burada bir ı ıoktayı aydı nlatmam gerekiyor: ingi ltere'de (özell ikle Oxford ve Cambridge üni versitelerinde) hocalık edenlerin ezici çogunluğu aynı zaman­da din adamı (rahip, piskopos, vb.) veya ilahiyatçı idi. Bu nedenle 'bilim çev­resi' deyimi birçok din adamın ı da içine alıyor. Sadece din adamı olanların sayısı ise bir hayli az.

268

Page 270: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

1 ') Darwin buna şöyle cevap verir: Gerçi doğal ayıklanma doğrudan doğruya gözlenemez, ama bu konuda ipuçları (dolaylı belgeler) verilebilir. Nitekim, çoğu paleontolojik belgeler bu tür­dendir.

2) Darwin bilinen iki tür aras ında ara-tür denebi lecek hiçbir tür gösteremez.

2') Darwin bu itirazı da kabul ediyor. Ö rneğin , maymunla i n­san arası (yarı maymun, yarı insan diyebileceğimiz) bi r tür yok yaşayan türler arasında, ama bu daha önce böyle bir türün ya­şamamış olduğunu göstermez. Nitekim, insanların ataları olan (Neanderthal insan ı veya Çin i nsan ı diye adland ı rd ığ ımız) i n­

sanlardan bazıları belki de bu ara-türleri ol uşturuyordu. Kald ı ki , yeni türlerin oluşmasına imkan veren bir sürecin sayı s ız örnek­

lerini biliyoruz. Galapagos adalar ın ın her birinde gaga yapısı ba­k ım ından farklı ispinozlarla karş ı laşmış olan Darwin, bunlar ın ortak bir atadan gelen, ancak değişik coğrafi şartlarda yaşadık­ları içi n bağ ımsız bir tür halini almış çeşitleri olduğu sonucuna varmıştı . Bu politipik (çok-tipl i) türler henüz evrimleşrnerniş, ama evrimleşmekte olan türler arasında ara-tür durumundadırlar.

3) Omurgalıları n gözleri gibi karmaşık (çok gelişmiş) organ­lar adım ad ım gel işmiş olamazlar, zira herhangi bir başlang ıç aşaması nda bunlar işi yaramazd ı , dolayıs ıyla sahiplerine her­hangi bir "seçim avantajı" sağlayamazlardı.

3') Darwin bu iti raza da cevap vermekte zorlandığının farkın­da idi , zira tam gelişmemiş bir organ sahibi ne faydal ı olmak şöy­le dursun, zararl ı bile olabi l i rd i . Ancak göz gibi yaşamsal önemi olan bir organın yaşam savaşın ın her aşamasında sahibine ya­rarlı olduğunu kabul etmekten başka çare yoktur. Hatta Darwin i nsan ın bugünkü gözüne geli nceye kadar gözün hangi aşama-

269

Page 271: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

lardan geçmiş olabileceğ in i akla-yakın şemalar göstererek, da­ha önceki her bir türün sahip o lduğu gözün ona ne gibi bir avan­taj sağlamış olduğunu kanıtlamaya çal ı şt ı .

4) Dünyan ın yaşı evr imin gerçekleşmesine imkan ver­mez. Darwin ' i en çok düşündüren itirazlardan biri buydu. Tek hücreli ilk canlıdan insana kadar gelen evrim sürecinin çok uzun b ir zaman süresine ihtiyaç göstereceği apaç ık . Oysa Ussher adındaki başpiskopos dünyaya 6000 y ı l l ı k bir ömür biçmiş, ar­dı ndan ünlü f izikçi Lord Kelvin bu süreyi 20 milyon yıla çıkarm ış­t ı . Yapmış olduğu son derece ince hesaplar taş çatlasa dünya­n ın daha yaşl ı olamayacağı n ı gösteriyordu. Bundan son derece kaygılanan Darwin gene de dünyan ı n çok daha yaşlı olduğu ko­nusundaki umudunu yitirmemiş. Hatta bazı yazarların dediğine göre, Darwi n'in Lamarck'ın "kazanı lmış niteliklerin kal ıt ımı" i lke­sine sarı lmas ın ın da nedeni bu imiş.

Bu örnek şu bakımdan çok öneml i : Yeni bir teori ortaya atan kişi bütün itirazları önceden düşünemez; düşünse bi le hepsine cevap verecek durumda deği ld ir . Yapabi leceği üç şey vard ı r : 1 ) İtirazı görmezden gelmek; 2) B i r kaçamak aramak; 3) İtirazın yanlış olduğunu göstermek veya i lerde göster i leceğ in i söyle­mek. Darwin gibi b i rin in ilk iki yola başvurması beklenemezdi . Yalnız kendisi fizikçi olmadığ ı için, Kelvin karşısı nda susmaktan başka bir şey yapacak durumda d eği ld i .

20. yüzyı l ın ilk yarısı nda (yeni fizik teorilerin in ış ığ ı altında) yapı lan yeni hesaplar dünyan ın yaş ın ın 4,5 mi lyar yı l olduğunu meydana çıkarı nca, "evrimciler" rahat bir nefes ald ı . Darwin her şeye rağmen umudunu yitirmemekte haklıymış !

Kıssadan hisse: Bi r teori (sezgisel olarak) doğru diye kabul edilse bile, onun yeterince belgelenmesi bazen yüzyı l lar alabil ir. 270

Page 272: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

Nitekim, İ .Ö. 3. yüzyı lda yaşamış olan Aristarchos'un teorisi an­cak 1 7. yüzy ı l ı n sonunda iyice belgelenmiş sayılacaktı. Ayn ı şey Darwin için de geçerli. O elindeki gözlemsel verilerin ış ığı nda şu anda yeryüzünde yaşamakta olan bütün canl ıların tek bir hücre­n in evri m leşmesi sonucu meydana ç ıkm ış olduklarına bütün varlığıyla inanıyordu, ama bu i nancını her türlü şüpheyi ortadan kald ı racak derecede belgeleyememişti. İş in i lg inç yanı şu ki, Darwin tümüyle yanl ış olan bir "kal ıtım" teorisine de inanıyordu. Ama bütün bu eksikl ikler ve yani ış lar onun "evrim" teoris in in doğru çıkmasını engellemedi .

Bunda ik i gelişmenin büyük payı olmuştur: 1 ) Genetik bilimi­nin kurulmas ı ; 2) Moleküler biyolojinin gelişmesi. Evrim teorisi­n in pekiştirilmesinde ası l bu sonuncunun rolü olduğu için ben kı­saca moleküler biyolojinin katkısından söz edeceğim.

Bunu tek bi r örnekle açıklamak mümkün. Bi l indiği gibi , he­moglobin hayvanların kan ı na kırmızı rengi veren bir proteindir. Protein leri ise vücut her hücrede var olan genler aracıl ığ ıy la üretir. Proteinler 20 çeşit amino asitten bazılarının bir makromo­lekül zi nciri oluşturmasıyla meydana gelir; dolayıs ıyla herhangi bir hemoglobin makromolekülünün hangi amino asitlerin s ı ralan­masından meydana geldiği kimyasal analiz yöntemleriyle sapta­nabi lmektedir. Şimdi biri insan kanından, ötekisi örneğin şem­panze kan ından al ınmış iki hemoglobin molekülünün yapı ların ı karş ı laştı rd ığım ızda, 9 4 amino asitten oluşan bu zi ncirin sadece bir noktası nda amino asitlerin fark! ı olduğu, geri kalan 93 amino asidin ayn ı olduğu gözlenmektedir. Bundan bu iki can l ı türünün çok yakın akraba olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Bunun rastlantı sonucu olmadığı n ı anlamak için iki hayvanı n öteki protei nleri de karş ı laştır ı lmakta ve hepsinde buna benzer bir sonuç elde edil-

271

Page 273: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

mektir. Aynı şey doğrudan doğruya genleri n yapıs ın ı karşı laşt ı ­rarak da yap ı l ıyor .* Bu şekilde yalnız canl ı ların akrabal ı k dere­celeri deği l , bunların evrim çizgisi ndeki yerleri, hatta ne zaman evrimleştikleri, bir türle başka bir tür aras ındaki zaman aral ığı da saptanabilmektedi r.

Kıssadan hisse: Bugün artık bütün canl ı ların zamanla evri m­leştiklerinden şüpheye mahal kalmamıştır , dolayısıyla evrimi yad­sımak doğrudan doğruya bil imi yadsı makla aynı anlama gel i r.

Teorilerin Kabulü

Herhangi bir teorinin yeterince belgelenmiş olması onun herkes tarafından kabul edi lmesi iç in gene de yeterli değ i l , zira teoriyi bi l im-dışı gerekçelerle kabul etmeyenler veya kabul et­mek istemeyenler ol uyor. Bilim-d ışı dediğimiz gerekçeler ise ge­ne "özlemse! düşünüş" kategorisine sokulabi l i r . S iz in anlayaca­ğın ız , herhangi bir i nsan b ir teoriyi salt din\, ahlaki, hatta politik inanç veya öğretileriyle bağdaşmadığ ı için yadsıyabi l i r ; çoğu za­man da öyle olmaktadı r.

Elbet Darwin'in ası l amacı teorisi n i "bi l im çevresi"ne kabul et­ti rmekti , zira bilim-d ışı çevrenin teorisin i kabule yanaşmayaca­ğından adı gibi emindi. Bi l im adamları aras ı nda da teoris in i ka­bule yanaşmayanlar oldu . Örneğin kendisini en çok etkilemiş ol­duğunu söylediği ün lü jeolog Lyell bile teorisini büyük güçlükle kabul etmişti, oysa onun el inde Darwin'in teorisin i kanıtlamada yararlandığı bütün paleontoloj ik veriler vard ı , ama jeoloj ik zama­n ı n kısal ığ ı sorunu onu da uzun zaman düşündürmüş olmal ıydı . * A.B.D. bir insan genomunun (insan hücresindeki bütün gen lerin) haritasını çı-

karmak için 3 milyar dolar para ayı rm ı ştır. Bu proje bitti kten sonra başka can­l ı ların da genom haritalarını çıkararak araları ndaki benzerlik ve farkları sapta­mak, böylece her birinin evrim ağacındaki yerini kesinlikle beli rlemek mümkün olacaktır .

272

Page 274: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

Cambridge'den hocası , jeolog Adam Sedgwick ise daha çok "ahlaki" gerekçelerle teoriyi kabu l edemıyordu , zira ona göre, Darwin' in yapt ığ ı gibi , Tanrıyı aradan çı karıp, canl ı ları n oluş u ­munu "doğal ayıklanma" denen büsbütün mekanik bir süreçle aç ı klamaya kalkmak ahlakı temelden yıkmak, dolayıs ıyla i nsan ı "hayvanlaştırmak" anlam ı na gelecekti . Ona göre her şeyi , bu arada i nsanı da "hayvanların en mükemmeli" olarak yaratmış olan b i r Tanrı inancı n ı i nsanları n kalbinden ve kafas ından söküp att ınız m ı , i nsan ın canavarlaşması kaçı n ı lmazdı r . Gerçi bugün artık Katolik Kil isesi bile "Evrim Teorisi"ni benimsemiş bulunu­yor, ama buna rağmen insanı bu derece "küçülten" b ir teoriyi kabule yanaşmayan milyonlarca insan var dünyada ve bunların mi litan ruhlu olanları hala biyoloji derslerinde hiç değilse "Evrim Teorisi" ile bir l ikte "Yaradı l ış" teorisinin de okutu lması n ı sağla­mak için ç ırp ı n ıyorlar. Bi l im ne kadar ilerlerse i lerlesin, ona ayak uyduramayan, bu nedenle de eski dini inançlarla beslenmeye devam eden i nsanlar her zaman olacakt ır . Üstelik bu insanlar okullarda hiçbi r zaman doğru dürüst bir "bil im kültürü" edineme­dikleri için, düşünüş biçimleri hiç okumamış kişileri nkinden pek farklı olmayacaktır.

Evrim Teorisi ve İlahiyat

Herhangi bir bilimsel teorini n b i l im-dış ı öğretileri, bu arada ilahiyat başta olmak üzere, ahlak anlayışların ı , sosyal, hatta po­litik öğretileri etkilememesi imkansızdır Değişik fikir alanları ara­sında sürekl i bir "etki leşim" süreci göze çarpar.

Evrim teorisi n in oldum olası "Yaradı l ış" teoris in i "belgeleme­ye" çalışan i lahiyatla kapışmas ı kaçını lmazdı. Bütün 1 8. yüzyıl boyunca, hatta Darwin'e gelinceye kadar, yüzlerce i lah iyatç ın ı n biyolojideki bütün yeni buluşları tanrısal bilgeliğin belirtileri olarak

273

Page 275: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

sunmak için birbirleriyle yarıştıklarını görüyoruz.• Bunların baş­vurdukları en önemli gerekçe, bütün canlıların belli bir amaca yö­nelik olmaları idi . Doğada bir teleoloji olması ise ancak doğaya düzen veren bir Tanrının varl ığı i le açıklanabil i rdi . Örneğin, Pa­ley'e göre, insan gözü öyle kusursuz bir organdı ki, nasıl bir saati ancak saatçi yapabi l i rse, göz kadar mükemmel bir organı ancak ve ancak bir "yaratıcı'' insana bahşedebi lirdi. Bu o zamana kadar ilahiyatç ı ların bir Tanrının var olduğunu kanıtlamak için öne sür­dükleri gerekçeler arası nda --özellikle basit insanlar için-- en ikna edici olanı idi . Oysa, şimdi Darwin diye biri çıkmış , doğada her şeyin belli doğa yasalarınca olup bittiğin i , hiçbir alanda belli bir amaca-yöneliş (teleoloji) diye bir şey olmadığını iddia ediyordu . işte ilahiyatç ıları en çok çileden çı karan da Darwin'in Tanrıya ihti ­yaç göstermeyen bir teori i le ortaya çıkmış olmasıydı .

Yaln ız , bütün i lah iyatçı ların s ı rf bu neden le onun teoris i n i yadsımaları da mümkün değildi , z i ra bunlar arasında onun öne sürdüğü gerekçeleri hakl ı bulanlar, ama bu yüzden Tanrıya olan bağl ı l ıklarından vazgeçemeyenler de vardı . İyi de, her şeyi plan­layan bir Tanrı fikri evrim teorisiyle nasıl uzlaştı r ı labil irdi? Kolayı var: Canl ı lar ı gerçi Tanrı yaratm ıştı r, ama onların nasıl gelişe­ceklerini doğa yasaları n ın işleyişine bırakmıştır. Hiç de yabana atı lacak bir fikre benzemiyor, öyle değil mi? Hatta, Darwin ' in "Türlerin Kökeni" adl ı eserinin sonlarında söylediği bazı sözler bu fikre sempatiyle baktığı izlenimini uyandırıyor.

Burada "Ne şiş yansın, ne kebap" düşüncesiyle hareket edil-

• Pek çok din adam ı n ı n belki de bu amaçla biyolojiye merak sardıkları düşünü­lebilir. Nitekim, ister Fransa'da, ister ingi ltere'de olsun jeoloj i , botanik ve zo­oloji gibı bıyo loji dallarında çalışanların ezici çoğunluğu din adamlarıyla, i lahi· yatçı lardan oluşuyordu. Son amaçları ne olursa olsun, bu insanlar andığımız bu konulara son derece yararlı katkılarda bulunmuşlardır.

274

Page 276: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

diğin i görüyoruz. Ancak fikirlerin onları ortaya atan insanları n yarad ı l ış ıyla i lgi l i olduğu nu unutmayal ım . Bazı i nsanlar "uzlaş­macı" bir yarad ı l ışta oldukları için, bağdaşmaz gibi görünen bazı fikirleri uzlaştırmaya çal ışı rlar. Çat ışma isteği gibi uzlaşma isteği de çok "i nsanca" bir istek . Ancak zamanla insanlar bazen i ki fikir arası nda uzlaşmaya g itmekten vazgeçip bunlardan birine bağ­lanmayı terci h ederler. Nitekim, dini duygular ı n zayıf lamasıyla birlikte bazı insanlar yaratıcı ve yönetici bir Tan rın ın varl ığına inanman ın gerekli olmadığına karar vermişler, sonunda "evrim" fikrini kayıtsız şarts ız kabul etmişlerdir. Ama bu gene de ideolo­jik bir tercih sorunu.

Bunun tersi de geçerl i : Tanrı fikrin i kay ıts ız şarts ız kabul edip her t ü rlü "evrim" fikrini tümüyle yadsıyanlar da var. Bazen bu uyuşmazl ı k , her iki taraf ın da konuya bi r ideoloji havası içinde yak laşması yüzünden , bir "düşman l ı k" hal in i alıyor. Oysa daha önce de vurgulamaya çal ıştığ ım gibi , bi l im adamı n ı n bu konuda tarafsız bir tavı r alması , yani çok doğru da olsa, bir bi l imsel te­

oriy i herkesin kabul etmesini beklememesi gerekir.

Bilimsel Teorilerle İdeolojilerin Etki leşmesi

Bundan önce ideolojilerin bazen b i l imsel çabaları nas ı l etki­ledikleri ni göstermeye çal ışm ışt ım . Bazen de bi l i msel teoriler ideoloji leri etkileyebil iyor. Bunu Darwi n ' in "Evri m Teorisi"nde açı kça görüyoruz.

Bir teoriye eleştiriler belli bir bi l imin içi nden gelebileceği gibi , çeşitli öğreti ve ideolojilerden de gelebilir. Biraz önce bunun ba­

zı örnek lerini gördük. Aynı şekilde, bir teoriyi yeterince belgelen­miş sayan baz ı i nsanlar da ondan dini, ah laki , sosyal, politik , hatta ekonomik olayları açıklamak i ç in yararlanmak isterler; bir başka deyişle, teoriyi kendi öğreti, hatta ideolojileri iç in de açık-

275

Page 277: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

layıcı bir model gibi kullanırlar. Darwin ne bir filozoftu , ne de bir sosyal bilimci, ama çarpık analojilerin işe yaramayacağın ın far­kında olacak kadar mantıklı bir insand ı . Nitekim, daha 1 860 yı­l ı nda yaşlı meslektaşı Hooker'a yazdığı bir mektupta bazıların ın evrim teorisinden kendi öğretilerini pekişti rmek için pay çıkarma­ya kalk ışmalar ından yak ı n ı r . Ona göre, sayg ı değer hocası Sedgwick'in evrim teorisinin ahlaki bir çöküntüye veya anarşiye yol açacağ ı n ı düşünmesi ne kadar yanl ış idiyse, bazı ları n ı n ayn ı teorinin kendi sosyal öğreti lerini pekiştireceğini sanmaları da ay­n ı derecede yanl ıştı , zira kıran kırana bir yaşam savaşının hü­küm sürdüğü biyoloji dünyası. i le insan ın başka insanlarla ilişki­lerini belirleyen kültür dünyasında ayn ı yasaların geçerli olduğu­nu düşünmek doğru değildi.' Elbet insan da temelde bir hayvan­d ı r, bazı davranışları da hayvanınki lere benzer, ama i nsanlar arasında rekabet, kavga, hatta geniş çaplı savaşlar olduğu gibi, dostl uk, sempati, özveri, idealizm gibi duyguların da yeri büyük­tür. Üstelik insan hayvanl ığ ından kurtulmak için din, ahlak, hu­kuk, ekonomi ve politika gibi, insanları aş ı rı l ı kları ndan koruma­ya, yani başkalar ına zararlı olabilecek davran ışları dizginleme­ye, hatta onda özgeci davranışları yüreklendirmeye yönelik kül­tü r kurumları gel iştirmiştir. Sosyal sorunlar üzerinde düşünürken ve on lara çöz üm ararken bun ları görmezden gelemeyiz . B i r hayvan olarak insan şüphesiz "doğal ayıklanma" yasalar ına ta­bidi r, yani ne beyninin hacmini büyütebi lir, ne de boyunu uzata­bilir, ama bir "kültür varl ığ ı" olarak toplumsal yaşamına özlemleri doğrı,ıltusunda çeki düzen verebilir. İşin belki de ası l ilginç yan ı , i nsanın kültür sayesinde doğal içgüdülerini aşabi leceğidir .

.. Bilimden, daha doğrusu ideal bir bılirn adamından, olup bitenleri araştı rırken duygusal tercihlerini (değer yargılarını) işe karıştırmaması beklenir. Öyle sanı­yorum ki, Darwin lıu ideale en çok yaklaşmış olan bilim adamıdır.

276

Page 278: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Teoriler ve Belgeleme

Gelin görün ki, özlemse! düşünüşün egemen olduğu insan­lar, Darwin'in "hayvanlar ve bitkiler" dünyas ının gelişi m ini açıkla­mak amac ıyla ortaya atmış olduğu ve sadece bu dünyada ge­çerli olduğuna inandığı "Evrim Teorisi"ni kendi ideolojilerini des­tekleyecek biçimde yorumlamaktan geri durmamışlardır. İşin ga­ribi , bu teoriden medet ummayan hemen hiçbir sosyal öğ reti yoktur. Liberalisti, kapitalisti, Marxisti ve faşisti, kim varsa, bu te­orinin kendi öğretilerini desteklediğini i leri sürmüştür. Sağcı ide­olojiler de solcu ideolojiler de, liberal düşünürler de, "vahşi kapi­

talizm"i savunanlar da, nası lsa onda işleri ne yarayacak bazı ipuçları bulmuşlardır. Burada salt ideolojik nedenlerle "evrim" te­orisi ni reddedenler le, ayn ı neden lerle onu kabul eden , hatta hakl ı göstermeye çal ışanlar bulunduğuna tanık o luyoruz. Dar­win'in kendisi belki yüksek burjuvazi diyebileceğimiz bir sosyal s ın ı f ı n üyesiyd i , ama onda sevecen, yumuşak huyl u , her türlü kavgadan, hatta tartışmadan kaçan , küçük bir köydeki malika­nesinde kendini bütünüyle bil imsel araştı rmaya adamış, tipik bir İngı l iz centilmenine rastlıyoruz. Onu belki gerek yaşayış biçimi, gerekse düşünüş ve davranışları bakı mından ideal bir demokra­sinin üyesi sayabil i r iz. Ne var ki , daha hayatta i ken birçok kişi o­nun "bilimsel" düşünüşünden hiç de bilimsel olmayan sonuçlar türetmeye çalışacaktı r.*

* Darwin'in en hayran olunacak yanı "evrim" teorisinden başkalarının üretmiş ol­duğu hiçbir öğretiye iltifat etmemiş olmasıdır. Hayatının sonuna kadar bu bil im­sel yan-tutmazlığını sürdürecektir. Bu nedenle epistemolojik açıdan onu bil im adamları arasında gerçek bir "aziz" sayabiliriz.

277

Page 279: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor
Page 280: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

vııı

ÖGRETİLERİN DENETLENM ESİ

Önceki bölümde herhang i b i r teorin in nası l belgelendiği ni gördük. Bildiğiniz gibi , teoriler doğa olaylarının nasıl olup bittik­lerini açıklamaya yönelik düşünce sistemleri olup, cevap verme­ye çal ıştıkları sorular ın türüne göre az veya çok kapsamlı olur­lar. Örneğin, "Evrim Teorisi" bütün can l ı ların nas ı l meydana gel­diklerini açıklayan bir teori olduğu için , biyolojin in en kapsaml ı , dolayısıyla en temel teorisidir. Canl ı lar i se var olan nesnelerin bir alt-türüdür, zira bir de cansız nesneler vardır. Bu sonuncular­l;:ı. fizik ve kimya bilimleri uğraşır. Atomlar teorisi fiziğin, dolayı­sıyla kimyanın, dolay ı s ıyla biyolojinin en temel teorisid ir ve canlı cansız b üt ün nesneler atomlardan oluştuğuna göre , b iyoloj iyi (dolayısıyla " Evrim Teorisi"ni) , kimyayı (dolayısıyla valence te­orisini) iyi anlamak için atomlar, hatta atom-altı parçacıklar teori­sini iyi b i lmek gerekmektedir. Nitekim bugünün iyi bir biyoloji ders kitabı önce bu teoriyi anlatmakla işe başlar.

Bugün temel bi l imler dediğimiz bi l imler arasında böylece "or­ganik" bir bağ kurulmuş oluyor. Bu şu bakımdan önemli : En te­mel bi l im olan fizikte yapılacak her teorik değişiklik hemen kim­ya ve biyolojiye de yansıyacaktır, dolay ısıyla bu değişikliğin kim­ya ile biyo loj inin temel teorilerine ters düşmemesi gerekir. Gö­rüldüğü g ib i , temel bil imlerin kendi aralarında bir birlik ve bütün­lük sağlamaları gerekiyor. Bunun sağlanmas ı her birine olan gü­venimizi art ı rır.

279

Page 281: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Özlemse! düşünüşün işe karıştığı alanlarda teoriden değil , ancak öğretiden söz edilebileceğin i gördük. Şimdi karşı mıza şu soru çıkıyor: Acaba öğreti ler de belgelenebil i r mi? Eğer bil imler­deki duruma benzer bir durum burada da söz konusu olsaydı , bu soruyu sormamıza bi le gerek kalmazd ı ; oysa di n , ahlak, hu­kuk, politika, hatta ekonomi gibi alanlarda bu zamana kadar gi­derilememiş olan görüş ayrı l ıklar ına bakınca, bu soruya olum­suz cevap vermemiz gerekiyor. Zaten burada 'teori' yerine 'öğ­reti' deyimini kullan ış ımızın da ana nedeni bu. "Öğreti"yi değer­yarg ı ları n ı n başı çektiği iddialardan oluşan fikir sistemi diye ta­n ı mlayabi l i ri z . Öğretilerde şüphesiz olgusal yarg ı lar da yer alı r, ancak bunların bel kemiğini değer-yargıları oluşturur, z ira bu ra­da her şeyden önce i nsanların nasıl davranması gerektiği söz konusudur. Görüldüğü gibi , işe hemen insan arzu ve istek­leri karışıyor.

Ancak, fi lozofları n ezici çoğunl uğu ta baştan beri insan dav­ranışlarını i lgi lendiren konu larda da doğru ve yanlış iddialarda bulunulabileceğini, hatta bulunulabilmesi gerektiği n i varsaym ış­lard ır. Bu sonuncu gereks inimin top lumda birlik, dolayıs ıyla d ir­

l ik sağlamak arzusundan kaynaklandığı apaçık. Ancak bir ka­rınca yuvas ından veya arı kovanından farklı olarak, insan top­lumları son derece istikrarsız, yani her bireyin kendi b i ldiği gibi davranma eği l iminde olduğu topluluklardır. Bir arı kovanındaki bireyler birbirlerinin tıpkı-benzeri (klon) oldukları, dolayıs ıyla ay­nı içgüdülerle davrandıkları içi n, orada şaş ı lacak b i r d i rl ik ve dü­zen hüküm sürer. Buna karşı l ık, bir insan toplumu (belki en ilkel olanlar hariç) neredeyse rastlantı eseri bir araya gelmiş, bu bir­l ikteliği büyük bir güçlük le s ürdürmeye çal ı şan bireylerden olu­şur. Bu toplulukta sürekli bir çatışma, en azından gerginlik göze çarpar. Hiç değilse "asgari" bir birlik ve d üzen sağlanması için

280

Page 282: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

toplu m üye leri aras ından kişisel h ırs ve kaprislerin i en çok diz­g in leyebilenler , toplum yaşamı n ı n tam bir kaosa dönüşmesi ni önlemek iç i n çareler ararlar. Peygamberler, ahlak fi lozofları , hu­

kukçular, politi kacılar, hatta ekonomistler hep toplumda bir barış ve b i rl ik sağ lanması n ı n yollarını arayan insanlard ı r. Ele avuca s ığmayan , her an türdeşlerini ezmeye haz ır bireylerin oluşturdu­ğu top lumda, i nsanların arılar veya karıncalar gibi davranmaları­

na imkan o lmad ığ ını gören bu insanlar, onları biraz olsun hizaya getirmek umuduy la bir yandan söz lerini d i n leyecek olanlara ödüller vadederken, bir yandan da kendi bildiklerini okuyacak olan ları ceza tehdidi i le yo la getirmeye çal ışmış lardır. Toplum gerçeğini bütün ç ıplaklığı i l e görmeden sosyal öğ retileri n anla­şı lması mümkün değildir. Bütün bu öğretilerin sosyal taşkın l ıkla­rı d is ip l in a l t ına almak amac ıy l a düş ü nü lmüş bir t ü r "manevi

bentler" olduğunu akıldan çı karmamak gerekir. Göreceğimiz gi­bi , bu bentler hiçbir zaman taşkı nl ıklar ı büsbütün önleyemeye­ceklerdir, ama gene de toplum hayatını "katlanı labilir" yapmada büyük payları olacaktır.

Din başta olmak üzere ekonomiye kadar toplumsal yaşama bir çeki düzen vermek için o rtaya atı lm ış olan öğretilerden ben

burada sadece ahlak öğretileri ile politik öğreti ler üzerinde dura­cağım. Gerekçelerim şunlar: D in ler (özellikle tek-tanr ı l ı olan lar) neredeyse tümüyle inanmaya dayan ı rl ar, dolay ıs ıy la kendilerin i Tanrı buyruğu olmakla hakl ı göstermeye çal ış ı rlar; herhangi bi r akla-dayal ı tartışmaya izin vermedikleri için onları konu d ış ında b ı rakıyoruz. Kaldı k i , i nsanları doğru yola sokmak iç in ortaya koydukları buyrukların bi rçoğu , akla uygun bul undukları ölçüde ahlak ve hukuk sistemlerinde yer aldığ ı iç in , onları ayrıca tartış­maya zaten gerek yok. Hukuk ise teorik açıdan ahlakın bir alt· disipl in i sayılabilir . Ahlak ku ralları aras ından her toplumun ken-

281

Page 283: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

disi için mutlaka gerekli gördükleri n i al ı p çok bel ir l i yaptı rı mlara bağlamasına pratik hukuk diyebi l iriz. Bu da daha çok bir tür ah­lak teknolojisi sayılabi leceği için, hukuku da araştı rmamızın dı­şında b ı rakmayı uygun gördüm. Ekonomi de bel l i bir ölçüde bi r öğreti karakterinde olmakla birl i kte, bir homo economicus ola­rak insanlar arasında çok büyük ortak yönler bu lunduğu içi n , ekonominin sosyal-bi l im yönü ağır basmaktadı r. Bu nedenle, ben öğretiler arasında daha çok da filozofları n uğraşma alanları­n ı oluşturan ahlakla politikaya yer vermeyi uygun gördüm.

A) Ahlak Öğretilerinin Denetlenmesi

Daha önce de bel i rttiğim gibi , bazı fi lozoflar ahlak öğretileri­nin de teori ler g ib i belgelenebileceğ in i varsaymışlard ır . Öte yandan, gerçekte birçok değişik ahlak öğretisi n in yan yana var­l ıkların ı sürdürdüklerine tan ık oluyoruz. Bu da bizde onların bi­l imsel teori lerinden farkl ı bir yapıda olması gerekeceği kuşkusu­nu uyand ı rı yor.

Bu öğretileri ortaya atanların kendileri öğreti lerin in doğru ol­duğuna inand ık lar ına göre, bunu nereden bi ldikleri sorusuna ancak iki şekilde cevap verebilirler: 1 ) Sezgimizle; 2) Sağduyu­muz, dolayısıyla akl ım ızla. Ne demek istediğimi basit bir örnek üzerinde açıklamaya çalışacağım .

Ahlak yarg ı larını genel l ikle,

(1) Yalan söylemek (h ı rsızl ık etmek, vs.) kötüdür

b iç imindeki önermelerle dile getiri riz . Sezgicilere göre, nas ı l matematikte postülat ve aksiyom dediğimiz önermelerin doğru, mantıksal çı karım kural lar ı n ı n da geçerli olduğunu doğrudan doğruya bi l iyorsak, aynı şekilde ( 1 ) i n doğru olduğunu onu anlar anlamaz sezeriz. Bunun için herhangi bir araştı rma veya soruş-

282

Page 284: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

turma yapmamıza gerek yoktur. Örneğin, 1 8. yüzyı lda Kant böy­le düşünüyordu; günümüzde İng i l iz f i lozofu Moore da böyle dü­şünüyor .

Bu rada hemen karş ım ıza şu soru lar ç ıkıyor: "Sezg i" diye apayrı bi r bi lme yeteneği var mı insanda? Varsa, ahlak alan ı n­

daki görüş ayrı l ıkları n ı nas ı l açıklayacağız?

Sezgici lere göre, i l k sorunun cevabı "Evet!" Onlar estetik ala­

n ında da böyle bir yeteneğ in insanları bilenler ve bilmeyenler d iye iki öbeğe ayırd ığ ı kan ıs ı ndalar, yoksa Beethoven'in müziği­ni anlayan , dolayısıyla beğenen i le anlamayan , dolayıs ıyla be­ğenmeyen arasında hiçbir ayrım kalmazdı. Nasıl "usta" ile "çı­rak" arasında bir ayrım yapıyorsak, ahlaktan "anlayan" ile "anla­mayan" aras ında da bi r ayr ım yaparı z . Eğer bir i nsan ( 1 ) i yadsıyor veya onun doğru olup olmadığ ı konusunda "çekimser" kalıyorsa, "ahlaktan anlamıyor" demektir.

İ ki nci sorunu n cevabı kend i l iğ i nden o rtaya ç ık ıyor: Ah lak sezg is i o lan bir kişi ( 1 ) i n doğru olduğunu i lk bak ışta görür, bu sezgiden yoksun olan kişi ise bunu göremez, dolayısıyla ahlak alan ındaki görüş ayrı l ı kları da buradan kaynaklanır . "Sezgi al­danmas ı " diyebileceğimiz bir olay da söz konusu değil ; bazı in­sanlar sadece "sezg i körü" olabil iyor, hepsi bu. Dolay ı s ıyla bu­rada bir ahlaki relativizme gitmeye de gerek yok. Nasıl bazı in­

sanlar aksiyomlarla postülatları n doğ ru olduğunu görebi l iyor ve

geçerli ç ıkarım kuralları n ı geçers iz olanlardan hemen ayırdede­biliyorsa, ayn ı şekilde ahlaki değer yargı ları konusunda da "us­

ta" insanlar var ve biz böy lelerine "bilge" diyoruz.

Sezgicilere göre hangi tür hareketlerin ahlaka uygun , hangi­lerinin aykırı olduğunu bilmek için tek tek bütün ahlak kuralları n ı bilmek gerekmiyor. Bu kuralları bi rkaç , hatta b i r tek temel ahlak

283

Page 285: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

kural ından türetmek mümkün. Hikaye edildiğine göre, eskiden İsrail'de Hi l lel ad ında bir "bilge" varmış, zamanın Yahudi kral ı bu bilgeyi çağ ı rıp toplumda geçerli b i r sürü ah lak kural ın ı elden gel­diği kadar aza indirmesini rica etmiş. Hi l lel bi rkaç yıl düşünüp ta­şındıktan sonra, bütün bu kural ların bir tek kurala indirgenebile­ceği sonucuna varmış. Elde ettiği temel kural şu:

(2) Başkasın ın sana yapmasın ı istemediğin bi r şeyi sen de başkasına yapma!

Emir kipindeki bu temel kural ı örneğin "yalan söylemek" dediği­miz davranışa uygularsak,

(2') Başkaları n ı n sana yalan söylemesini istemiyorsan, sen de başkalarına yalan söyleme

cümlesini elde ederiz. (2') nin (2) nin özel bir hfüi olduğu apaçık.

İyi, güzel de, psikolojik olarak böyle bir kural insanları ahlaklı davranmaya iteler mi ? Ben başkaları n ı n bana yalan söyleme­sinden hoşlanmam, ama işime geldiği zaman bal gibi yalan söy­lerim. Oysa bir ahlak kural ı n ı n doğru olmasın ın gerekli şartı o­nun insanları ahlaklı davranmaya yöneltmesidir. Buna göre (2) , dolayısıyla (2') türünden kural lar ın doğru olduğunu sezgisel ola­rak bildiğimizi söylemenin hiçbir pratik yararı yoktur. Kaldı ki , bu "sezgi"nin ne menem bir şey olduğunu saptayamıyoruz.*

Bir başka bilgici ahlak anlay ış ına göre, ahlak yargı l ar ı n ı n bi lg isel b i r içeriği olması için , sağduyu veya akıl la denetlenebi l ir

* Sezgici l iğin gizli veya açık bir Platonculuktan kaynaklanması bana çok muhte­mel görünüyor. Platon'a göre, herhangi bir davranışı "iyi" veya "kötü" diye ni­telendirebilmemiz, onun zihnimizdeki "iyi" veya "kötü" ideasına uyup uymadı­ğ ı n ı doğrudan doğruya saptayabilmemize bağlıdır. Elbet bu, karın beyaz oldu­ğunu görmemizden biraz farklı bir şey, ama gene de direkt algı lamaya benzer bir yanı var.

284

Page 286: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

olmalar ı gerekir ; bu bakımdan bu yarg ı larla olgusal yarg ı lar ara­

s ında bir ayrım yoktur. Burada da biraz farklı iki görüş söz konu­

su: 1 ) Ahlak kuralları toplum ları n pratik yaşam ından çıkarı labi l ir; 2) Bu kural ları temel bir ilkeye bağlamak gerekir.

Her toplum hangi tür davranışları "ahlaka uygun", hangilerini "ahlaka ayk ı rı" sayd ığ ını yüzyıllar süren deneme ve yan ılmalar

sonunda bu davran ışları "erdem" ve "erdemsizlik" diye iki ana

öbeğe ayırmak suretiyle açığa vurmuştur. Buna göre, genellikle bütün toplum larda yalan söylemek, h ırsızl ık etmek, başkas ının malına göz dikmek, çekememezlik, vbg. davranışlar ikinci öbe­ğe, doğruluk, dürüstlük, yardım severlik ve fedakarl ık, vbg. dav­ranışlar ise birinci öbeğe konmuştur. Yaln ız bu sınıflama top­

lumdan topluma bazen değişmekte, örneğin kurnazlık birinde bir öbeğe, bir başkas ında öbür öbeğe girmektedir. (Eski Isparta­l ı larda --yakalanmamak şart ıy la-- hırsızlık etmek bir erdems izl ik say ı lmıyormuş !) Kimi düşü nürler ahlak anlayışlarındaki bazı ay­r ımlara bakarak, relativizme s ığ ın maktan başka çare olmadığ ı

sonucunu ç ıkar ıyorlar. Ancak nası l "bi lim" relativizme yüz vermi­yor, dolayısıyla herkesin doğru bulacağı bilgiler üretmeye çal ışı­yorsa, "bi l imsel" olmak iddiasında olan bir ahlak öğretisinin de aynı amac ı gerçekleştirmeye çal ışması , dolayısıyla herkesin ka­bul edeceğ i ahlak kuralları veya kuralı bulması gerekir. işte bu­nun mümkün olduğunu düşünen, hatta bu düşünce lerin i kanıtla­maya çalışan ütilitarist (faydacı ) denen düşünürler var. Onlara göre, herhangi bir davranış ın ahlakça iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak için davranışın sonuçlarına bakmak gerekir. Eğer dav­

ranış toplumun mutlu luğunu art ı r ıyorsa iyidir, azaltıyorsa kötü­dür. Bu da sezgicilerin (2) numaralı kuralı gibi , davranışların ah­

laki "mihenk taşı" sayı labilir.

285

Page 287: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

H ı rsızl ık veya yalan söylemek g ibi bir davranışı göz önüne alal ım. H ı rs ız l ık yapanın da, yalan söyleyeni n de kendi kişisel mutluluğunu artırmak (kaba deyimle, "çıkar sağlamak") için böy­le davrand ığ ı şüphe götürmez. Dolay ıs ıyla bir i nsan ın kend i davranışları hakkı nda ne düşündüğü ahlakı i lgi lendirmez. B i r davran ış ın ahlaka uygun olup olmadığ ına öteki toplum üyeleri karar verir. Nası l herhangi bir teorik iddian ı n doğru olup olmadı­ğ ı iddiaya muhatap olan toplum üyeleri nin onayına bağlı ise, ay­nı şekilde, bir davranış ın ahlak açıs ından değerini saptamaya öteki toplun ı üyeleri yetki l id i r.

Gelel im faydac ı lar ın ah laki "mihenk taş ı " konusunda öne sürdükleri genel kurala; bunu şöyle di le getirebileceğimizi sanı­yorum:

(3) P hareketi ahlaka uygundur, ancak ve ancak bu hareket toplum üyelerin in toplam mutluluğunu artı r ıyorsa; yoksa ahlaka aykı r ıdı r

Gene h ırs ız l ık ve yalan söyleme örneklerine dönersek, bu iki hareketin de topl umun mutlu luğunun azalmas ına yol açtığ ın ı ol­gusal olarak saptamak mümkündür. Sezgicil i kten söz ederken de, h ı rsızl ık ve yalan söylemenin genel l ikle bi rer "erdemsizlik" sayıld ığ ın ı söylemişti m. Faydacıya göre bunun nedeni açıkt ır : Kimse bu tür hareketlerden hoşlanmaz da, ondan ! Bir hareket­ten hoşlanma onun mutluluğumuzu a rt ı rd ığ ın ı görmekten kay­naklan ı r; aynı şey "onaylama" için de geçerli elbet. Mutluluğu­muzu artıran hareketleri onaylamak onların devamın ı veya tek­rar ın ı istemek demektir. Hırs ız l ık eden kişi --başka çare bulama­d ığ ı için-- kendi mutluluğunu artırmak amacıyla bu yola başvur­duğu zaman bile, hareketinin başkaları tarafı ndan onaylanma­yacağ ı n ı bilir; hatta kendi mal ı n ı n veya paras ın ın çal ınmasından

286

Page 288: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Oğretilerin Denetlenmesi

mutsuz olduğu gibi , kendi h ı rsı z l ığ ından pişmanl ık bi le duyabilir. Öyle san ıyorum ki , "Kimse mecbur kalmadıkça h ı rsızlık etmez" demek bi le mü mkün. O zaman ah lakın öteki bi l imlerden ne farkı kalıyor?

İ nsanların bazen faydacı ( ütilitarist) bir ahlak anlayış ın ı kabul ettikleri , hatta bazen bu anlayışa uygun bir şeki lde davranmaya çal ışt ıkları şüphe götü rmez, ama her zaman böyle davranma­d ıkları da bir gerçek. Oysa herhangi bir öğreti n in as ı l görevi olan biteni tasvir etmek değil , insanlar ı n nas ı l davranmaları gerekti­ğini dile getirmekti,-. Faydacı filozofları n --çok iyi kalpli ve iyi l ik­sever insanlar oldukları için-- "en büyük mutlu l uk" i lkesini bütün insanların uyması gereken genel bir ahlak kuralı olarak seçmiş olmaları çok mümkün , ama iş uygulamaya gel ince, bu kurala uygun hareket eden pek az insan çıkıyor, zira insanlar yaln ı z he r şeyden önce kendi kişisel ç ıkarlar ın ı düşünmüyorlar, üste l ik çoğu zaman kendi uzun vadeli çıkarların ı k ısa vadeli ç ıkarlar ına

feda etmekten çekinmiyorlar.* Sözün kısası , Platon i le Sokra­tes'in düşündüğünün aks ine, i nsan davranışlar ın ı b i lg i lerinden çok duyguları, hatta bazen tutkuları bel irliyor.

Kıssadan hisse: Sıradan adam davranışları nı içinde yaşadığı toplumun ahlak ve görgü kurallarına kısmen olsun uydurmaya çal ış ı r. Kı nanma, hatta cezalandırı lma korkusu da bunda rol oy­nar. Ancak bu kuralları çiğneyebi leceği f ı rsatları da kaçı rmama­ya bakar. Bu nedenle insan toplumlarında sürekli bir gerginlik, hatta çıkar çat ışması yaşanır. Karınca ve arı lardan farklı olarak

* Faydacılığı "rasyonel çıkarcıl ık" yoluyla kurtarmaya çalışan Ann Rand gibi filo­zoflar da var, ama bu ahlak anlayışı da, klasik ütilitarizmin karşılaştığı engeli aşamıyor, zira insanları "toplumun mutluluğu"nu artıracak biçimde davranma­ya ikna etmek ne kadar güçse, onları uzun vadeli çıkarlarına göre davran­maya ikna etmek de o derece zor.

287

Page 289: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

i nsan toplumlar ı devaml ı bir isti krarsız l ı k , hatta bazen kaosa benzer düzensizlik içi ndedir, zıra i nsan davranışlarını as ı l belir­leyen akı l ları değil. duygu, tutku, hatta bazen kaprisleridir.

Bazı modern fi lozoflara göre, ahlaki yarg ı l ar ın (onlar bun lara etik önermeler diyorlar) herhangi bir bilgi iletme görevleri yok­tur, bunlar sadece insanlar ın baz ı davran ışlar karşıs ı ndaki duy­gusal tepkilerini di le getirirler. Örneğin bir insan,

(1) Yalan söylemek kötüdür

cümlesi i le anlatmak istediğini ,

( 1 ') Yalan mı, aman aman!

g ib i bir cümle i le de d i le getirebi l irdi , ancak ( 1 ) i kul lanan bunun­la başkaları nda da kendi duygularına benzer duygular uyand ı r­mak, dolayısıyla onları kendisi n in hoşlanmad ığ ı veya nefret etti­ği bu türlü davran ışlardan vazgeçirmek istediği için , ( 1 ) i kullan­mayı tercih eder. Nasıl çevremizde bizimle aynı i nanç veya fikir­leri paylaşan "kafadaş" insanlar görmek istersek, bizimle aynı duyguları paylaşan "duygudaş" insanlar da görmek isteriz. Yok­sa yalan söylemenin a ln ı nda ne sezgici lerin sandığ ı gibi "kötü" olduğu yaz ı l ıd ı r, ne de ( 1 ) önermesi 1oplumun yapmış olduğu uzun boylu "mut lu luk hesapları "nı n bir ifadesidir. Yalnız çoğu in­san, özell ikle işine gelmediği zaman, yalandan hoşlanmaz ve hem bu duygusunu açığa vurmak, hem de çevresinde duygu­daş insanlar bulmak için ( 1 ) i kul lan ı r. Dolayıs ıy la bu tür cümle­lerin doğru mu, yanl ış mı olduğunu araştırmak anlamsızdır . Ah­lak yarg ı lar ı konusunda relativizmden söz etmek de yersizdir. Böylece ahlakla i lg i l i değer-yarg ı ları n ı n , bütün değer-yargı ları gi­bi, herhangi bir bi l imin konusu olamayacağı görüşü ile karşı kar­ş ıya bulunuyoruz.

288

Page 290: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Oğretilerin Denetlenmesi

Fi lozof lar ı n bu konuda anlaşamamalar ına karşı l ı k , s ı radan adamın, ahlak yarg ı ları n ı n bir "doğruluk değeri" varmış gibi davrandığı görü lüyor. Bu yarg ı lar ı n k ınamadan bazen öldürme· ye kadar varan cezalandırmalara neden olması , hatta ahlak ala· n ı nda relativizmin hoş karşı lanmaması top lumda bu yarg ı ları n doğru luğuna kuvvetle inan ı ld ı ğ ı n ı belgelemiyor mu? Duygucu (emotivist) filozofların bu türlü iti razlara karnı tok, zira onlara gö­re s ıradan i nsanlar her şeye i nanabi l i rler; ancak inandıkları şey­lerin büyük bir bölümünün boş veya yanlış olduğu da apaçık. Yaln ız bu da top lumda dirl ik ve düzenin nasıl sağlanacağı soru­nunu havada bırakıyor.

8) Politik Öğretilerin Denetlenmesi

"Politik öğreti" yerine bazen "ideoloji" dendiğini gördük. İde­oloji arzulanan, özlenen, en iyi olduğuna i nan ılan yaşama biçimi demek olduğuna göre, burada ahlak felsefesinde gördüğümüz­den de büyük güçlüklerle karş ı laşmamız bana kaçı n ı lmaz gibi görünüyor. Gerçekten de en iyi veya "ideal" toplumun hangisi olduğu konusunda birçok birbiriyle bağdaşmaz görüş (öğreti) atı lmış ortaya. Her görüşün sahibi de kendi öğretisinin bir icik "doğru" öğreti olduğu kan ıs ında. Bu öğretileri ortaya atanlar da "filozof" dediğimiz düşünü rler. Bunlar arasında sadece evrende olup biteni araştıranlara "bi l im adamı" diyoruz. Politik öğretiler olması özlenen veya gerekeni araştırdıklarına göre, bunları da tıpkı bi l imsel teoriler gibi belgeleyebilir miyiz? Sözün kısası, "öz­lemlerin bi l imi o labi l i r mi?"

Bugüne kadar ortaya at ı lan politik öğretiler l iberal izm, sosya­l izm, komünizm, faşizm, nasyonal sosyalizm (Nazizm) gibi adlar taşıyor. Platon'dan bu yana bu konuda pek çok filozof "en ideal"

289

Page 291: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

toplumun hangisi olacağın ı düşünmüş ve bunlardan bazı ları 20. yüzyı lda uygulamaya bi le konmuş. İş in i lginç yan ı , her biri n i n uygulandıkları ülkede halkın çoğunluğunun beğenis in i kazanmış olması , hatta bu ülkelerin insanlarında "ideal" yaşama düzenine kavuştukları inanc ı n ı n doğmas ına yol açmış o lmalar ı . Yaln ı z hiçbirinde bütün i nsanların kendi ideolojilerinden memnun kal· mad ı kları , hatta bazen ona baş kald ı rd ıkları görülüyor. Bu da "en ideal toplum"un b ir "düş" olabileceği ihtimalini güçlendiriyor. Yalnız bu saydığ ı m ideoloj i lerden her b i rini gözden geçirmem mümkün değil, onun için ben bunlardan üçünü, Nazizm, komü­nizm ve demokrasiyi (l ibera l izm) incelemekle yetineceğim. Na­zizm "mi l l iyetçi" yönüyle faşizmi , "sosyalist" yönüyle de komü­nizmi andırıyor.

i . Nazizm veya Nasyonal Sosyal izm: 1 . Dünya Savaşı so­nunda Hitler'in öncülük ettiği , Alfred Rosenberg adı ndaki filozo­fun belgelemeye çal ıştığı bu öğretiyi --etimoloj is in i göz önünde tutarak-- mil l iyetçiliği sosyalizmle birleştiren bir ideoloji sayabili ­riz. İdeolojinin "mil l iyetçi" ögesi , onun bel l i bir toplumu, Alman mi l let in i her bakımdan yüceltmeyi amaçlad ı ğ ı n ı , "sosyal izm" öğesi ise , bu toplumda yaşayan insanların hepsine bel l i b i r sos­yal adalet ve ekonomik eşitl ik sağlamak amacın ı güttüğünü gös­teriyor. Gerçekten de Hitler'in 1 . Dünya Savaşı son rası Alman­ya'sı ndaki korkunç işsizliğe bir çare bulmak, bu şekilde toplu­mun çok önemli bir katman ı n ı n yaşam şartlar ı n ı iy i leşti rmek amacı güttüğü şüphe götürmez. Ülkede çok iyi işleyen, herkese açık bir sigorta sistemi kurulmuş olması , ayrıca ülke ekonomisi­n i kalk ınd ı rmak için yeni yol lar bulması, işçi s ın ıf ın ı patron lara, serbest meslek sahiplerini de d evlete ezdirmemek için tedbirler a lması onun gerçekten de "sosyalist" denebilecek bir s istem

290

Page 292: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

kurmuş olduğunu belgeliyor.* Hitler' in halk tarafından tutulması , hatta baz ı lar ı nca bi r "kurtar ıc ı" olarak tanı nması da buradan kaynaklanıyor. Gerçi 'diktatör' deyimi genel l ikle hoş çağrışımlar uyand ı rmaz, ama ona "diktatör" diyenler onu sevmeyenlerdi; kendi halk ın ın gözünde Hitler sadece bir "Führer"d i , herkes o­nun buyruklar ın ı hemen yerine g etirecek kadar iyi bir yol göste­rici olduğuna inanıyordu. Bu i nanç olmasaydı, daha i lk yenilgi­den sonra başta komutanlar olmak üzere, halk ondan yüz çevi­rirdi. Profesörler bile derslerine başlamadan önce "Hei l Hitler!" demeyi ihmal etmiyorlardı .

E lbet benim amacım burada Hitler'i övmek veya özelliklerini an latmak değil, onun Alman halkını kendine bağlamak için ona ne gibi b ir polit ik öğreti sunmuş olduğunu beli rtmek. Özlemse! düşünüşün i nsan davran ışlar ın ı yönlendirme amacı güttüğünü daha önce de vurgulamıştı m. Nazi ideolojisinde bu özel l ik açı k­ça ortaya çı k ı yor. Bir mil leti kendine bağlaman ın en etkil i yolu onu pohpohlamakt ı r ! Onu çok ak ı l l ı , çalışkan, dürüst, g üçlü kuv­vetl i , cesur, fedakar olduğuna inandı rmak için en etkili ve kestir­me yol onun gerçekten de bu niteliklere sahip olduğunu her f ı r­satta, bıkmadan usanmadan tekrarlamakt ı r. Hitler daha da i leri giderek, Alman mi lletinPn arı bir ırk olduğunu. bi l imde, teknoloji­de, sanatta, edebiyatta, özetle bütün manevi alanlarda en üstün ı rk olduğuna onu inand ı rmayı da başarm ıştır . Bir milletin gururu­nu okşamak onu kendine bendetmenin en kesti rme yo ludur . Gerçi Alman ulusu 1 . Dünya Savaş ında yenilmiş ve son derece alçalt ıcı bi rtak ım "andlaşma şartları n ı " kabul etmeye zorlanmış , hatta açl ığa b i le mahkum edi lm işt i , ama bunlar onun bütün öteki uluslardan çok üstün bir ı rk olduğu gerçeğini unutturamazd ı . * İlk Almanya'ya gittiğimde ev sahibime nasıl olup d a Hitler'e bunca zaman

bağlı kaldıkları nı sorduğumda ilk cevabı şu oldu: "O fakirleri gözetirdi."

291

Page 293: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Ona göre Almanya'yı d ıştan düşmanları , içten ise dünyanı n en aşağı ı rkı saydığ ı Yahudiler yıkmıştı , dolay ıs ıyla ilk fı rsatta bu mikropları temizlemeliydi . Bu proje yavaş yavaş uygulamaya geçirilmeden önce Al manları buna da i nandı rmak gerekirdi. Bu­nu da en çok filozof Rosenberg gerçekleştirecekti.

Rosenberg'in baş amac ı Almanları n en üstün ı rk olduğunu kanıtlamak olduğuna göre, toplumların değişik ırklardan meyda­na geldiğini , dolayıs ıy la bunlar aras ında nitelik bakımından bazı önemli ayrımlar bulunduğunu varsayıyor demektir. Önemli olan bu varsayımın doğru olduğunu belgelemek. Bu sadece "özlem­se! düşünüş"ün yol açt ığ ı b i r ideoloji de olabi l i r, bil imsel bir te· ori de. Acaba hangis i? lrkçıl ıkta giz l i veya örtük biçimde bazı ı rkları aşağ ı , bazıları n ı üstün görmek eğil imi işe karışt ığ ı için , ' ı rk' sözcüğünün bir ölçüde "değerlendirici" b i r terim olduğu apa­çık. Bu nedenle 'üstün ı rk' veya 'efendi ı rk' gibi deyimlerin kulla­n ı ldığı bir teorinin bil imsell iğinden şüphe etmek gerekir.

Nitekim, bu kavram ı ilk defa ortaya atmış olan Fichte başta olmak üzere, onun ardından gelen Gobineau, Chamberlain ve Hans Günther g ibi yazarların hep bell i bir ı rk ın "üstünlüğü"nü kanıtlama kayg ıs ıyla yola çıkt ıkları anlaşı l ıyor. Naziler dönemin­de Alman milliyetçi l iği n i en "bil imsel belgeler"le ( ! ) destekleyen­lerin başında bu Günther geliyor. üstada göre her tür "ırk karış ı ­m ı " kötüymüş, dolayıs ıyla en üstün ı rk o lan "Kuzey ı rkı" bu tehl i ­keye karş ı korunmal ıymış. (Yahudileri niçin temizlemek gerekti­ğ i şimdi daha iyi anlaşıl ıyorl) Bir başka sözde antropolog olan Hermann Gauch'a göre, "Kuzey ırkı ndan olmayan bir kimse Ku­zeyli ile maymun arasında yer al ır"m ış! Ünlü Streicher daha da i leri gidiyor: "Bir Yahudin in kanı bir Kuzeylininkinden tamamiyle farkl ıdır!" Nazilerin " ı rk mitolojisi" Hitler'in "Mein Kampf"ıyla Ro-

292

Page 294: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

senberg ' in "20. Yüzyı l ın Mitosu" adl ı eserinde en tepe noktasına ulaşıyor. Her iki k itapta da öne sürülen iddialar o derece abuk sabuk ki , bunları an maya bi le değmez, ancak insanl ığa verdikle­ri zarar da saçmalıklarıyla doğru orantı l ı . Şu kadarını söyleye­yim ki, hınç, k ıskançl ık, çekememezlik, tatm ins izl ik ve aşağ ı l ı k kompleksi gibi faktörlerden kaynaklanan ırkç ı teorileri denetle­mek için yapı lan yüzlerce kontrol l ü araşt ı rma ı rklar arasında "üstünlük" aç ıs ından hiçbir geneti k ayrım olmadığını göstermiş. Sizin anlayacağınız, bütün farkl ı l ı klar kültürel diyebi leceğimiz faktörlerden kaynaklan ıyor.

Avrupa'da Yahudilere, AB .D . nde zencilere karşı olumsuz, hatta "düşmanca" bir tutum sergilendiğini bil iyoruz. Asl ında et­

n ik, politik, dini, hatta sosyal gruplar arası nda da karş ı l ı kl ı kü­çümseme ve düşmanl ı k duyguları n ın patlak verdiğine tan ık olu­yoruz. Karikatürize etmek için söylemiyorum: Bir gün "mavi göz­lüler" göz renkleri başka olan insanların daha aşağı bir ı rktan ol­duklarını iddia ederlerse, h iç şaşmam. Nitekim zencilerin --salt derilerinin rengi siyah olduğu için-- "maymunlarla aynı ayarda olduğunu" kanıtlamak için "The Negro A Beast" (1 900) başl ığını taşıyan kitaplar yazanlar olduğu gibi , "Is the Negro A Beast?" adlı bir kitapla "zencin in bir hayvan olup olmadığı" sorusuna ce­vap verenler var. Meğer zencilerin insandan aşağı bir yaratık ol­maları beyinlerinin beyazların beyninden daha küçük olmasın­dan kaynaklanıyormuş! Bu da sözüm ona "bil imsel" açıklama! Oysa beyaz ların da beyni Eskimoların, Polinezyal ı ları n, Ameri­kan yerl i lerin in ve Japonların beyn inden bir parça daha küçük. Ona bakarsanız, Neanderthal insan ın ın beyni de modern insa­n ı nki nden daha büyükmüş!

insan ın fiziksel yapıs ıyla "manevi" nitel ikleri arasında her-

293

Page 295: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

hangi bir "nedensell ik i l işkisi" olmadığı yapı lan binlerce deney sonucunda kesinleşmiş bu lunuyor. Kald ı ki, dünyada "arı ı rk" bulmak hemen hemen imkansız. Ancak, inanı lmayacak kadar çok sayıda "sözde bil imsel" kitap ı rkçı l ığ ı kanı tl amaya kalkmış. Bunlardan biri de F. Crookshank adındaki b ir hekimin yazdığı "The Mongol in Our Midst" (Aramızdaki Mongol) başl ı kl ı kitap. Üstat birçok defa bası lan bu hacimli kitabında i nsan ı rkını üçe ayır ıyormuş: "Beyaz ırk şempanze ile, doğulu ı rk orangutanla, zenciler ise gor i l le akraba imiş. " Carroll adındaki bir başka ırk uzmanı "zencilerin yüksek bir maymun olarak yarat ı ldığın ı , dola­yısıyla bir ruhları o lmadığ ın ı " iddia ediyormuş. Bir başkası da "Euklides'in bir problemini çözebilecek tek bir zenci gösterin ba­na, insan olduğunu kabul edeyim!" diyormuş.

Modern biyoloji veya antropoloj iyle hiçbir i lgisi olmayan bu tür saçmal ıkların ortak kaynağı belli k i kendini yüceltme (dolayı­sıyla kendinden olmayanları küçültme) tutkusu . Bi l im ancak her tü r duygusal dü rtüden kendini kurtarabilmiş kişilerin harc ıdır. Ne yazık ki , bu tür dürtülere karşı koymak, özellikle sosyal bil imler­de pek kolay olmuyor. Fiziksel, kimyasal, hatta --bir yere kadar-­biyolojik olayları inceleyen bir b i l im adamı --laboratuvarına girer­ken-- duygu ve özlemlerini, palto ve şemsiyes iy le birlikte kapı­nın dış ında bırakabiliyor, ama inceleme konusu insanın kendisi olunca, bilim adamı bazen duygusal (hatta hayvansal) yönlerini işe karıştı rmadan edemiyor. Grant ad ındaki amatör zoolog ile Stoddard adı ndaki Harvard'l ı hukuk doktoru bunun en tipik ör­nekleri . İ kisi de Kuzeyli (Nord ic) ı rkı n üstün lüğünden eminler , dolayısıyla bu ırkın başkalarıyla karışması çok tehlikeliymiş, zira "iki ırkı n karış ım ı , sonunda daha eski ve aşağ ı ı rka geri dönen yeni bir ı rkın doğması na yol açar"mış . Örneğin , "bir beyazla bir zencinin melezi zenci olur"muş. Avrupa ırklarından herhangi bi-

294

Page 296: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denet lenmesi

r in in b i r Yahudi i le kaynaşmasından bir Yahudi ç ıkarmış.* İster inanın, ister inanmayın , ama bu tür saçmal ıkları "bilimsel" diye yutturmaya kalkanlar y ığ ın la, yutanların da sürüsüne bereket.

l rkçı teorilerin "b i l i m-dışı " motiflerden kaynakland ığ ın ı şura­dan da anlayabilirsiniz: Bu teori ler bazı insan grupları n ı dört köşe ederken, başkalarını öfkelendirmektedir. Oysa bilimsel doğrular herkesin --herhangi bir olumlu ya da olumsuz duyguya kapı lma­dan-- kabul edebileceği önermelerden oluşur. Hiçbir normal i n ­san, örneğin kan grubuna itiraz etmez, zira bir insanın kan g ru­bunun ne olduğu tümüyle deneysel yöntemlerle belirlenir. Aynı şeyi zeka testleri için de --bir dereceye kadar-- söylemek müm­kün. Zaten doğru "bir" olduğuna göre, bi limsel bir teorinin de "bir­leştirici" olması beklenir. Gerçi bu birlik her zaman kolaylıkla sağ­lanamaz, ama bilim in amacı i nsanları ortak bilgilerin çatısı alt ın­da birleştirmektir, birbirlerine düşman etmek değil. Bil imlerle "ide­oloj i ler" in farkı da buradad ır . Eğer b i r fikir i nsanların düşman gruplara ayrılmasına neden oluyorsa, o fikrin bil imsel bir doğru değil, bir "ideoloji" olduğundan emin olabilirsiniz. Nitekim, ırkçıl ı ­ğ ın Hitler tarafından Yahudileri ortadan kald ı rmak için ideolojik bir silah olarak kullanıld ığ ı n ı bi l iyoruz. Hemen bütün müstemle­kecilik (colonialism) girişimlerinde ve birçok savaş ilanlarında ırk­çılığın bir "hakl ıl ı k gerekçesi" gibi kullan ı ldığı da bir başka ger­çek. Emperyal izmin geri kalmış veya ilkel toplumlara "uygarlık götürme" bahanesiyle aynı temayı iş lediği de oluyor.

Böylece "mil l iyetçi-sosyal izm" ideolojisinin nası l bir "sözde­bi l imsel" temele dayat ı lmak istendiğin i görüyoruz. Bu rada ide­oloj i n in duygusal boyutu örtbas edilerek, ona objektif bir görü-

• Bu konuda en çok yararlandığım eser Martin Gardner'ın "Fads and Fallacies in the Name of Science" adlı kitabı (Dover, 1 952). Ayrıca bkz. Hüseyin Batu­han: "Bilim ve Şarlatanlık", (YKY, 1 997. s. 187-1 90)

295

Page 297: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

nüş verilmek istendiğine tanık oluyoruz. Ancak bu tür ideolojileri savunmak isteyenlerin nefret veya hayranl ı k duygularını yazıla­r ında bi le saklayamadıkları n ı görüyoruz . Kaldı ki, ı rkç ı l ı k tezini savunanlar ın davranışları ndan da ası 1 amaçları n ın insanların inançları n ı etkileyerek davranışların ı kontrol etmek olduğu der­hal anlaş ı l ıyor. Nazilerin 6 milyon Yahudiyi "temizlemek" için en insan l ık-dışı yöntemlere başvurmuş olmaları bunun en aç ık ka­nıt ı . Yahudilerin dünyanı n "en aşağ ı l ı k ı rkı" (?) olduğunun bilim­sel bir biçimde kanıtlanmış olduğunu kabul etsek bile, bu onları yok etmeye kalkışmamız ı hakl ı gösterir mi? Burada da Hume'un iddias ın ın hakl ı l ığ ı açıkça görülüyor: Olan bitenden olması ge­rekeni !üretemeyiz! Bundan da anlaşı lacağı gibi, bazı sözde-bi­l imsel teoriler bazı (duygusal) davranışları mız ı hakl ı göstermek için gerekçe olarak kullan ı l ıyor, oysa teori doğru bile olsa davra­nışlarımızı haklı göstermek için kullanılamaz.

E lbet teorilere dayanarak sadece ö ndeyilerde bulunmayız , onlardan pratik uygulama alanı nda da yararlanır ız. Ancak teori bizi hiçbir zaman buna zorlamaz. Örneğin,

(4) Verem bulaşıcı bir hastal ıkt ır

önermesinden,

(5) O halde verem mikrobuna karşı korunmamız gerekir

sonucu çıkmaz, bu nedenle (4) den prat ik bir sonuç ç ıkarmak is­tiyorsak,

(6) Vereme yakalanmak istemiyorsak, verem mikrobuna kar­şı korunmamız gerekir

türünden bir şartl ı önerme kullanmamız gerekir. Her halde Nazi­ler şöyle bir ç ıkarıma dayanıyorlard ı :

296

Page 298: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğreti lerin Denetlenmesi

(7a) Yahudiler çok aşağı l ık bir ı rkt ı r (bil imsel öncül)

(7b) Oysa aşağı l ık ı rkları temizlemek gerekir (ahlaki öncül)

(7c) O halde Yahud ileri temizlemek gerekir (ahlaki sonuç)

Bu ç ıkarım şüphesiz geçerlidir, ancak sonucun doğru sayılabil­

mesi için mutlaka (a) ve (b) öncül ler ini de doğru saymamız ge­

rekir; oysa ne (a) doğrudur, ne de herkes (b) yi onaylar. Birinci

öncül doğru değildir, z ira ' ı rk' sözcüğünü nasıl yorumlarsak yo­

rumlayal ım, Yahudilerin aşağı l ık bir ı rk olduğunu kanıtlayan hiç­bi r olgusal belge yok el imizde. Tam tersine, Yahudilerin nüfusla­

r ına kıyasla dünyada en çok sayıda fi lozof, bilim adam ı , kompo­

zitör ve müzisyen (virtioz) ç ıkarmış olduğuna bakarak, Yahudile­

r in "üstün" bir ı rk olduğu sonucunu bi le ç ıkarmamız mümkün.

Ancak "manevi/kültürel" hayatta üstünlüğün ırklarla hiçbir il işiği

olmad ığ ın ı en "mi l l iyetçi" Yahudi bile kabul eder. (b) öncülüne

gel ince: Bu ahlakf öncülü b iraz duygu ve düşünce sahib i hiç

kimsenin kabul etmeyeceği şüphe götürmez. Hoşlanmadığ ımız,

hatta nefret ettiğimiz pek çok insan vardır, ama onların "temiz­

lenmesini" istememiz, hatta onaylamam ız pek mümkün deği ld i r .

Büyük bir öfke hal i nde bazen insanlara karşı haşin davrandığı­

m ız, hatta onlar ı öldürmeyi bile akl ımızdan geçirdiğimiz olur, ama

bütün bir ı rk ı ortadan kaldı rmayı istemesi, hele bu isteği n i uygu­

lamaya koyması için insan ı n Hitler ve çevresindeki ler gibi düpe­

düz "psikopat" (ruh hastası) olması gerekir, zira normal bir insan

çok iyi bilir ki , şu veya bu ı rktan, şu veya bu etnik g ruptan olmak

hem insan ı n eli nde deği ldir, hem de onun ahlaki karakteri bakı­

mı ndan bel irleyici bir rol oynamaz. Her ırkta, etni k grupta veya

u lusta her tür i nsan bulunması da bundandı r. Nazi öğretisinin

temel i nde de gizli bir Platonculuğun rol oynamış olması çok

muhtemel Buradaki her Yahudin in kötü olması gerektiği genel-

297

Page 299: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

lemesini başka türlü açıklamak mümkü n deği l .

i i . Komünist İdeoloj i : Marxçı öğretinin bir yorumu v e uy­

gulaması olan komünist ideoloji --sosyalist içeriğine rağrnen-­

nasyonal sosyal izmden birçok bakımdan farklı bir ideoloj i . Bu

da hem duygusal kaynağın ı n , hem de amac ı n ı n farklı olmas ıy­

la açıklanabi l i r. Alman ulusunun savaştan yenik ç ı kt ığ ı için

aşağılanmış olmas ı , hatta ekonomik açıdan çok güç duruma

düşmesi Hitler'de galip ülkelere karşı m üth iş b ir h ı nç d uygusu­

nun, dolay ıs ıyla öç alma arzusu nu n uyanmas ına yol açm ış,

d ış düşman gözüyle bakt ığ ı ü l keler le savaşa tutuşurken, i ç

d üşman saydığı Yahudileri temizlemeye g i rişm iştir. Nazizm­

den çok daha önce kurulmuş olan komünizm ise çok daha de­

ğ iş ik duygusal kaynaklardan besleniyor. Gerçi ası l i lham kay­

nağı olan Marxçı öğretide de benzer bir h ınç duygusu iş ba­

ş ında, ancak bu duygu bir ırka veya u lusa değil, "kapital izm"

denilen bir ideolojiye, dolayısıyla bu ideolojiyi uygulayan bir

sosyal s ın ıfa, kapitalistlere yönelik. Onlara karşı duyulan hın­

c ın da kaynağ ı nda kendi kişisel çıkarları uğruna sefalete mah­

kum ettikleri bir başka s ınıfa, işçi s ı n ı f ına karşı duyulan "ac ı ­

ma" duygusu yatıyor olsa gerek. Nitekim, Marx'ı as ı l öfkelendi­

ren, kapitalistler in işçi s ı n ı f ın ı bile bile sefalete mahküm ettik­

leri inancıyd ı ; böyle davranmakla da ona göre bir " insanl ı k su­

çu" işlemiş oluyorlardı. Ancak Marx bu suçun cezasını insanla­

rın değil, tarih in vermesi gerektiği düşüncesinde idi. Daha doğ­

rusu, s ın ırsız açgözlülüklerinden ötü rü kapitalistler kendi ken­

di lerini cezalandı racaklard ı .

Nitekim, Marx hümanist bir ahlak anlay ışıyla hareket ederse

de, ona ası l teselli veren, ekonomik yasaları n ergeç kapital izmin

kendi kendine çökmesini sağlayacakları na olan inancı idi, o ka-

298

Page 300: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

dar ki, i nsanlar istese de, istemese de, "Dünya Cenneti" gel ip

çalacakt ı!

Tarihin hümanist düşünürlerin özlemleri doğrultusunda geli­

şeceğine i nanc ın çok çekici bi r yanı olduğu apaç ık . Marx'ı n

uzun süre pek çok Batı l ı entel lektüeli neredeyse büyülemiş ol­

ması n ın s ı r rı da burada olsa gerek. Komünizmin zaferine kesin

gözüyle bakan bu entellektüellerden bir bölümü yanıltılmış ol­

dukları n ı neden sonra anladılar. Marx çok güçlü özlemleri n in et­

kisi alt ında, tarihin doğal gelişmesi sonucu, üstelik burjuva kapi­talistlerin direnmesine rağmen, "Dünya Cenneti"nin gerçekleş­

mesi n in yakın olduğ u na inanmışt ı . Onu n en büyük yan ı lg ıs ı ,

Ay' ı n ne zaman tutulacağ ın ı önceden görebileceğimiz gibi , tarihi

gelişmenin ne yönde olacağ ın ı doğru tahmin edebileceğimize

inanması idi. Oysa milyonlarca kişi nin karar ve seçim lerinin işe

karışt ığ ı sosyal olayların nas ı l gel i şeceğini --bazen kaba çizgile­

riyle bile-- önceden görmek mümkün değildir. N itekım , Marx

proleterya devriminin kapitalist s i stemin çok gelişmiş olduğu,

dolayısıyla güçlü ve kalabal ık bir işçi s ın ı f ın ın bulunduğu, iyice

endüstrileşmiş (örneğin Almanya g ibi) bir ü lkede gerçekleşece­

ğini tahmin ettiği halde, devrim bu açıdan "geri kalmış" (Rusya

gibi) bir ülkede ortaya çıkm ıştı . Marx'ın önceden göremediği ge­

l işmelerden biri de, işçi s ı n ı f ı n ı n sendikac ı l ı k yoluyla bileğinin

hakkını kapi talistlerden söke söke alabileceği idi . Hele sigorta

sisteminin kurulmasıyla işçinin geleceği daha da güvence altına

al ınmış oluyordu. Bu ve buna benzer gelişmeler demokrasi i le

yöneti len Batı ülkelerinde "proleterya" devrimini "gereksiz" kı la­

cak, kapitalistler zenginleşe dursun, işçi s ın ıf ı da bu zenginl ikten

* O bunun nasıl gerçekleşeceğini "diyalektik materyalizm" adını verdiği (sözde) bilımsel bir teoriyle açıklar. ama ne yazık ki, benim bu ayrıntı lara girmem müm­kün değil. Merak eden ler bu konuda yazılmış olan kitaplara başvurabil irler.

299

Page 301: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

payını alacaktı . Böylece tarihi gel işme Marx'ı yanlışlamış o ld u .

Popper'a göre, yanlışlanabilirlik bil imsel teorilerin en belir­gi n n itel iğ idir . Buna göre , Marx'ın teoris in i de bil imsel saymak zorundayız. Gerçi o öğretisine "bil imsel sosyali zm" adını vermiş­ti, bu deyimi kullanmaktan amacı ütopist değ i l , gerçekçi oldu­ğunu vurgulamaktı. Ne yazık ki, tarihi gel işme Marx'ın en büyük ütopyacı olduğunu kanıtlad ı . Her halde Lenin i le Stal in de bunu farketmiş olmalı lar ki , Marx'ın teorisine göre davranacak yerde,

tepeden inme bi r proleterya devrim i tezgahlad ı lar ve devlet ka·

pitalizmi diyebileceğimiz sistemi kurarak, özel sermaye sah ipl e­rini temizlediler. Bu şeki lde kapi ta l ist sömürüye son verm iş ola­caklarını umuyorlardı . Devlet gene hümanist ahlaka uygun ola­rak y ığ ın ların mutluluğunu art ı rmaya çal ışacakt ı , z i ra ancak bu şeki lde her türlü sömürü ön leneb i l irdi . Oysa devlet yönetic i de­nen insanlardan oluşur; sistemi kuranlar ne kadar akı l l ıca ve

soylu duygu larla hareket etmiş olurlarsa olsunlar, devletin çeş itl i sorumluluk mevki lerine geti rilmiş olan bu yöneticilerden hepsi­nin aynı düşünce ve duygula r la hareket edeceklerinden emin

olamazsı n ız . Nitekim Rusya'da komü n ist sistem kuru lduktan

sonra, özell ikle parti ileri gelenleri arasında bir çekişme başla­m ış ve Lenin' in ölümünden k ısa süre sonra iktidarın d izg inlerin i

ele geçiren Stalin söz geçiremeyeceğini anlad ığı ilk devrimci ku­

şağ ın ın l iderlerin i bir b ir temizleme işine gir işmiştir. Bunu Sta­

l in' in kişisel kapris leri ne veya kötü kalpl i l iğine vermek yanlıştır,

zira bu, diktatörlüklerin özünde vard ı r . Bu tür bir sistemde iki ki­şinin aynı özlemleri paylaşması --tesadüfen-- mümkün olsa bile,

on ları gerçekleşt irme yöntemleri konusunda anlaşmazl ı klar ç ık­

ması , bu yüzden de kuvvetl i ve kurnaz olan taraf ın muhalifleri n i saf d ış ı bırakması kaç ı n ı lmazdır.

300

Page 302: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

Büyük bir iyimserlikle başlayan Sovyet devrimin in acımasız bir diktatörlükle sonuçlanması kaç ın ı lmazd ı , zira fikir ve yöntem ayr ı l ıkları yaln ız devrimi yönetenler arası nda deği l , yönetilenler arasında da baş gösterecekt i ; devrim "Gulag"sız gerçekleşe­mezdi . Bu nedenle Marx devletsiz bir "Dünya Cenneti" düşle­mişken, onun fikirlerini uygulamaya koyanlar dünyayı cehenne­me çevireceklerdi.

Marx' ı n öğretisi --Popper'in dediği g ib i -- "yanl ışlanmış" oldu, ama bunun nedeni Marx'ın öğretisini bir özlemse! düşünüş ürü­nü saymaması, onu tarihi bir öndeyi olarak sunmasıdır. Öğreti­ler gerçekleşirler veya gerçekleşmezler, ama onları n doğrulan­ması veya yanl ı şlanmas ı söz konusu o lamaz . Bu neden le Marx' ı n öğretisin i gerçekleştirmek umuduyla kurulan komünizm bu umudu yaln ız çökmesiyle deği l , 70 yıl süren egemenliği es­nasındaki uygulamalar ıyla da boşa çıkarmıştır. Kaldı ki, Marx'ın düşlediği top lum biçim i gerçekleşmiş olsayd ı , bu Marx' ın hakl ı çıkt ığ ın ı değil, sadece ona gönül vermiş olan i nsanlar ın akı l l ı , çalışkan ve özverili olduğunu kan ı tlardı. Ne yazık k i , insanoğlu­nun hiçbir özleminin tümüyle gerçekleşme şansı yoktur, zira öz­lemler bütün insanlar tarafından benimsenmez, benimsense bile bilgisizlik veya ihmalkarl ı k onun gerçekleşmesine izin vermez.

B i r pol itik öğreti n in belgelenmesin in pratikte mümkün olma­d ığ ın ı Sovyet örneği yeterince gözlerimizin önüne seriyor. B i l im­de herhangi bir tekil iddian ın doğru olup ol mad ığını gözlem ve deneyimlere başvu rarak saptayabil iyoruz . Herhangi bir teorin in belgelenmesi de, teoriden ç ı ka n sonuçlar ın doğrulanmasıyla oluyor. Politik öğretilerde durum bir hayli farkl ı . B i r defa öğretini n kendisi genellikle birçok belirsizliklere maruz. Marxçı l ığ ı gene en belirgin politik öğretilerden biri sayabi l i riz, ancak sonradan orta-

3()1

Page 303: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ya çıkan tarihi gelişmelerin onu yanl ışlad ığ ın ı söylemek de zor,

zira komünist sistemin çökmüş olmasına rağmen, bu öğretiye

bağl ı l ıkları sarsı l mamış olan Marxçı ları n iddia ettikleri gib i , çö­

ken Marx'ın görüşleri değil, onun son derece kötü bir uygulama­

sı olan komünizm, daha doğrusu Stalin Rusya's ında insan ları

in im in im in letmiş olan komünist uygu lamad ı r . G e rçek şu ki,

eğer Stal in'in uygulad ığı kom ünizm çökmemiş de olsayd ı , aynı

iddiayı öne sürecek Marxçı lar bulunacakt ı . Her hal ve karda to­

taliter dediğimiz türden politik öğreti leri n belgelenmesi mümkün deği l , burada olsa olsa öğretinin az veya çok başarılı olmasın­

dan söz edilebi l i r.

i i i . Demokratik Öğreti : Totaliter olmayan pol it ik öğreti lerin

bugüne kadar en başarı l ıs ı demokratik ideoloji olsa gerek. Bunu

i ki şeyden ç ıkarabi l iri z : 1) Gerek bil im, gerekse teknoloji açıs ın­

dan en i ler i ülkelerin bu ideolojiyi benimsemiş ü lkeler olmas ın­

dan; 2) Her ik i bakımdan da "geri" kalmış ülkelerden birçoğunun

da aynı ideolojiyi benimsemeye çalışmasından.

Önce şu noktayı bir daha vurgulamam gerekiyor: Demokrasi

anlayışı da bilimsel bir teori değ il , bir ideolojidir. Ancak bu ide­

oloj inin bilimsel açıdan gelişmiş, dolayısıyla bil imsel düşünüşü benimsemiş ü lke lerde doğmuş ve en çok bu ü lkelerde gelişip

kökleşmiş bir öğreti olması da rastlantı olmasa gerek. Bu bağı

şöyle açıklamak mümkün: Bi l imin gelişmesi ancak düşünme öz­gürlüğü i le mümkün, bu nedenle de bu özgürlüğün tad ın ı almış

ve önemini kavramış ülkelerde diktatörlüklere kuşku i le bak ı lma­

sı çok doğal . B i r de şu var: Bi l imsel düşünme al ışkan l ıkları edin­

miş i nsanlar pol i t ika gibi i nsan davran ışlar ı n ı i lgi l end iren bir

alanda işe büyük ölçüde "özlemse! düşünüş" ü n kar ışt ığ ın ı bi l­

d ikleri ve her insanın kendi özlemlerini özgürce di le getirebilme-

302

Page 304: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

si gerektiğ in i düşü ndükleri için , buna imkan veren yaşam biçimi­

nin insanları en çok mutlu edecek rejim olduğuna inan ırlar. Bilgi­

nin ancak çeşitli görüşlerin özgürce tart ışı labildiği bir ortamda

elde edilebileceğini çeşitli denemeler sonunda bizzat görüp an­

lam ı ş olan insanları n, özlemler konusunda da aynı yöntemi uy­

gulamak istemeleri çok doğaldır, zira ancak böylelikle topl umun

en çok neleri istediğin i veya nelere değer verdiğini saptamak

mümkündür. "En iyi"nin ne olduğunu sezgi veya vahiy yoluyla

bildiklerini iddia eden filozof veya peygamberlere güvenilemez,

zira "en iyi" diye bir şey yoktur, sadece tek tek insanların iyi say­

d ı kları şeyler vard ı r.

Bu, neden değişik demokrasi anlayışları (değişik toplumsal

yaşam özlemleri) olduğunu da aç ı kl ıyor. Nitekim 'demokratia'

sözcüğünün ilk kullan ı ld ığ ı Perikles'in Ati na'sından bugüne ka­

dar, insanlar ın "özlem özgürlüğü"nü temel değer olarak algıla­

yan düşünürler bu ad altı nda bazen değişik yaşam senaryoları

geliştirmişlerd i r; bu i nsanların ilk planda seçecekleri değerlerle

ilgi l i . (Bu nokta üzerinde daha önce durduğum için burada sade­

ce hatırlatmakla yetineceğim.) Bütün demokrasi taraftarları n ı n

gene de "diktatörlüklere" karşı olmakta birleştikleri şüphe götür­

mez. Bunların karşı olduğu temel fiki r şudur: Devlet işlerini bu

işlerden (yani insanların ne istediklerinden) en iyi anlayan bil­ge kişi(ler) yönetmelidir. Devlet adamı toplum gemisinin kapta­nıd ı r, dolayıs ıy la onu f ı rt ı nalı havalarda --kayal ı klara çarpma­

dan-- limana ancak böyle bilgili bir kaptan götürebilir.

Platon'un andığı bu benzetme bence de yan l ış , zira toplum

cansız ve bil i nçsiz olan bir gemiye benzetilemez, dolayısıyla

toplumun bi r tek kaptan ı o lması gerektiği düşüncesi tümüyle da­

yanaksız. Toplum gemisindeki her üye bu gemiyi yönetmeye ta-

303

Page 305: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

l ip olabi l i r, ama onu kendi istediği doğrultuda değil, çoğunluğun

istediği yöne doğru yöneltmek şartıyla!

Demokrasilerin dayandığ ı temel fikir şudur: Toplumu oluştu­

ran kişilerden hangilerin in toplum gemisini yönetmeye layık ol­

duğunu serbest oylarıyla gemideki ler belirlemeli, bu şeki lde yö­

netime getiri lenlerin bu işe layık olup olmadıkları iş başında sap­

tanmal ı , başarıs ız görülenler atılıp yerlerine başkaları getirilmel i ,

falan. Herkesin bildiği şeyleri tekrarlaman ı n b i r yararı yok, bura­

da üzerinde en çok durulmas ı gereken noktalar şunlar: Önce

gemin in hangi doğrultuda gitmesinin iyi olacağına bir bilge de­

ğil , gemidekilerin çoğunluğu karar vermeli ve doğrultu değişiklik­

leri de gene onların kararı ile yapı lmal ı .

Büyük b i r toplumu oluşturan bireylerin değişik özlemleri var­

dır, bunların hepsini teker teker gerçekleştirmek müm kün olma­

dığına göre, gemiyi en güçlü eği l im doğrultusunda yü rütmekten

başka çıkar yol yoktur. Bazen pek çok değişik eğilim ortaya çı­

kar ve bunlardan her biri gemiyi bir başka yöne doğru yürütme­

ye çal ışır. Her parti aşağı yukarı aynı eğilimi paylaşan kişilerden

oluştuğu iç in, gemiyi kend i özlemleri doğrultusunda yürütmeye

çal ış ı rlar. Demokrasin in düşünsel temelini "ifade özgürlüğü" i l­

kesi oluşturur, zira insanlar ancak bu özgürlük sayesinde eğilim­

lerin i , yani mutlu olabilmeleri için en çok neleri arzulad ıkları n ı

aç ığa vurabilirler. Buna göre, demokrasinin fikir babaları herke­

sin kendi arzu ve özlemlerini özgürce dile getirebi lmesin in toplu­

mun mutluluğu için şart olduğunu düşünmüş olmal ı lar. Bu her­

kese istediği gibi duyma, düşünme ve davranma özgürlüğü tanı­

mak demektir.

Demek ki, kafa yapıları açıs ı ndan rasyonel düşünebilen, gö­

nü lleri bakımından da bar ış yanl ısı bazı filozoflar insanların mut-

304

Page 306: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Öğretilerin Denetlenmesi

luluğunu en çok artırabilecek toplum düzeninin hangisi o labi le­

ceğ i konusu nda uzu n boylu düşünüp taşı n ıyorlar ve sonunda bazı özel l iklerini bel irttiğ im sistem üzerinde karar k ı l ıyorlar. An­cak --i nsanları n özlemlerinin değişmesi nedeniyle-· düşündükle­

ri bu sistem in gerçekten de kendisi nden beklenen sonucu verip

veremeyeceğinden emin değ i l ler , dolayıs ıyla öğreti lerin in doğru olduğunu iddia etmiyorlar. Sistem denenip de beklenen sonucu verirse, ne ala. Yani öğreti yararl ı olup olmad ığ ın ı iş başında

kanıtlamak zorunda, bu neden le ona aykı r ı öğreti lere de yer

vermesi gerek. Nitekim, daha önce de bel irttiğ im gibi , oyu nu ku­ral larına göre oynamak şartıyla, demokrasi lerde total iter partile­

re yer verilmesi de bundan.

Ne var ki, kendilerine güvenmeyen demokrasilerde iktidarda­

ki parti "çarpık" diye nitelendirdiği başka öğretilere fı rsat verme­

ye yanaşmadığı için, örneğin "komünist" partis i ni n bazı ü lkeler­

de kurulmasına izin ver i lmiyor . Uygulamaların h içbi r zaman fi lo­

zofları n düşlediğ i ideal biçime uymad ığı bi r gerçek. Hele uzun

b i r felsefe geleneğinin bu lunmadığ ı genç demokrasi lerde dü­

şünme özgürlüğünün bazen keyfi biçimde kısı tland ığın ı görüyo­

ruz. Halk yığınların ın bil imse l düşünme al ışkanlı klarından yok­sun olduğu demokrasi heveslisi toplumlarda "totaliter" öğret i lerin

çabuk yay ı lma tehl ikesi olduğu iç in , bu tür ideoloj i leri n - -t ı pkı

şarlatanl ıklar g ibi -- halkı kolayca elde etme ihtimali var ve bu ih­

timal ne kadar fazla ise, demokras i taraftarı kesimler daha b i r

korkak ve çekingen oluyorlar, bu nedenle de ifade özgürlüğü g i ­

bi parti kurma özgürlüğünü de kıs ıtlama yoluna gidiyorlar. Böy­

lece demokrasiyi benimsemiş olduğunu iddia eden bir rejim an­ti-demokratik, yani özgürlükleri k ısıtlayıcı bir biçim alabiliyor.

İşte Türkiye bugün bu durumda. S ı r felsefe ve bi l im geleneği-

305

Page 307: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

miz olmadığı için anti-demokratik partilere izin vermiyoruz. Bi­

l imsel düşünme al ışkanl ığ ımız olmad ığı iç in, iktidar h ı rs ıyla hal ·

kın oylar ın ı retorik , propaganda, hatta bazen para ile sat ın alma

yollarına başvuruyoruz. Böylece "benim istediğim en doğrusu ­

dur" düşünces in i cahil halk yığ ınlarına benimsetmeye çal ış ıyo­

ruz ve diktatörce eğilimlerimizi belli etmeden gerçekleştirmeye kalkıyoruz. Bu arada unuttuğumuz son derece öneml i bir nokta var, o da şu : Demokrasi yolunda yüzlere� y ı l l ık deneyimi olan

uluslar insanoğlunu en fazla mutl u edeceğini saptad ıkları baz ı temel değerleri " İ nsan Hakları Evrensel Bi ldirgesi" başl ığı n ı taş ı ­

yan bir metinle dile getirmişler. Bunlar arasında bazı ları "özlem"

aşamasında, ama onları kaleme alanlar bu özlemle r gerçekleşti­

ri ldikçe i nsan ları n mutlu luğunun daha artacağı na inan ıyorlar.

Görü ldüğü gibi, öğret i ler a lan ında " i nançl ar"dan kurtu lmak

mümkün deği l . Bu da onlar ın hiçbir zaman teori ler gibi belgele­

nemeyeceğini kan ıtl ıyor, ama gene de bu onların sonunda ba­

şarı l ı olmaları na engel değil.

306

Page 308: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

IX FİLOZOFLARIN UGRAŞTIGI

ÖTE Kİ SORUNLAR

Ben bu kitapta şimdiye kadar en önemli gördüğüm ve en çok

akl ım ı n erdiği konuları gözden geçird im. En çok da bi lgi i le

inanç ayrıl ığ ın ı vurgulamaya çalıştım; bu arada bilgi ü retim inde

belgelemenin üzeri nde uzun boylu durdum. Gerekçem de şuy­

du: "Bi lgi sevgisi" anlam ı na gelen felsefenin asıl işi bilgi üretmek

olmal ıd ı r·. Gerçekten de filozoflar başlangıçta çevremizde olup

bitenle i lgi l i b i lg i üretmeyi amaçlıyorlard ı . Hatırlayacağı nız gibi ,

Miletoslu i lk filozoflar bi nbir çeşitl i l i k sergileyen cisimlerin bir ve

aynı ana-maddenin değişik görünümleri olabi leceği varsay ı mın­

dan hareket ederek, bunun ne olabileceği sorusuna bir cevap

arıyorlardı . Sıradan adamın sormayı bile akı l edemediği bu so­

ruyu, onlar, üzerinde düşünülmesi ve bir çözüm bulunması ge­

reken bir "sorun" haline getirecekler, bu sorunun kesin çözümü

için de aradan 2500 y ı l geçmesini beklemek gerekecekti. Ondan

sonra filozoflar yeni yen i "sorun"lar üretecekler ve onları çözme­

ye çalışacaklardır.

Miletoslulardan sonra felsefede i lgi alan ın ın ahlak ve politika

sorun lar ına kayd ığ ı n ı görüyoruz . Bu dönüşe önayak olan da

Platon 'un hocası Sokrates. Pratik yaşamla i lg i l i sorunların fi lo­

zoflara ik i büyük güçlük ç ıkard ığ ın ı gördük. Gün lük dilde kullan ı­

lan sözcüklerin çok-anlaml ı l ık, bel i rsizl ik ve kaypakl ık gibi hasta­

l ıklar la malul olduğunu Sokrates'in anlam-araştı rmaları ortaya

ç ıkardığı halde, Platon --matematikte kullanılan kavramların tek-

307

Page 309: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

an laml ı o luşuna bakarak-- yaln ız nesneleri tasvir amacıyla kul­

lan ı lan terim lerin değ i l , değerlendirme amacıyla kullanı lan ah­

lak terimlerinin de bi r tek doğru anlamları olduğu varsayım ından

(kavramcı l ı k) kalkarak, pratik felsefeyi bir çıkmaza sokmuştu. Olgusal yargılar ve değer-yargıları ayrımın ı belirttikten sonra,

değer-yarg ılarında "özlemse! düşünüş"ün, yani korku , umut ve

özlem gibi güçlü duyguların oynadığ ı rolü özellikle vurgulamaya

çal ıştım . Ayrıca bu düşünüşün bazen insanı n hiç beklemediği yerde , örneğin bi lg i , dolayısıyla bilim i le ilgi l i görüşlerimizde de

rol oynad ığına işaret ettim. Bu da gösteriyor ki , olgusal yargılar - değer-yargıları ayr ım ı da mutlak bir an lam taşım ıyor, yoksa örneğin "bilim"den herkesin ayn ı şeyi anlaması gerekird i . Este­tik ve pratik zevk lerim iz gibi , teorik zevklerimiz de değişiyor.

Pek çok "felsefeler" olduğunu daha önce de beli rtm iştim . Ba­

zen sadece "filozof", bazen de "bi lg i n-fi lozof" veya "filozof-bilg in"

adın ı taş ıyan ve ilgileri de, zevkle ri de değişik olan bu i nsanların

yüzle rce sorunu çözmek için kafa patlattıklar ın ı görüyoruz. Bun­

ların bir bir hepsini anmak mümkün değ i l . Sadece i lginç bir ör­

nek verm iş olmak için , i lk basımı 1 9 1 2'de yap ı lan ve o gün bu­

gün pek çok defa basılan ve (Türkçe de dahil) hemen her di le

çevri len bir eserin, Bertrand Russel l ' ı n "Fe lsefe Sorunları" (Problems of Philosophy) adl ı eserinin inceled iği konuları n baş­

l ıklar ı n ı vermek istiyorum:*

1 . Görünüş ve Gerçek; 2. Maddenin Varoluşu ; 3 . Maddenin Özü ; 4. İdeali z m ; 5. Tanı yarak B i lme , Tasvir Yoluyla Bi lme;

6. Endüksiyon Üzerine ; 7 . Genel Kurallar Hakkındaki Bi lgimiz;

8. A Pri o ri B i l g i Nas ı l Mümkü ndü r; 9. Tümel ler in D ü nyas ı ;

* Bu kitap ikinci defa Vehbi Hacıkadiroğlu tarafından çevrilmiş ve Alaz Yayın ları tarafından 1 980'de basılmıştır.

308

Page 310: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Oteki Sorunlar

1 O. Tüme ller Hakkındaki B i lgimiz ; 1 1 . Sezgisel Bi lgi ; 1 2. Doğru­

luk ve Yanlışlık; 1 3 . Bi lgi , Yan ı lma ve Muhtemel Görüş; 1 4. Fel­sefi Bi lginin S ı n ır lar ı ; 1 5 . Felsefen in Değeri.

Russell üniversitede matematik okumuş, en çok da matema­

tiksel mant ı k konusunda ün yapmış bir filozof ve mantıkç ı . Ama

sonradan el atmadığı hemen hemen hiçbir soru n bırakmamış ,

hatta bi r de "Felsefe Tari hi" yazmış. "Felsefe Sorunları" adl ı ki­

tab ı 1 91 O'lu y ı l larda İngiliz f ilozoflar ın ın en çok tart ıştıkları so­

runlar ı kapsıyor.* Ni tekim o yı l larda İngi ltere'de filozoflar ın en

çok önem verdikl eri sorunların başında Russel l ' ın bi rinci s ı rada

işlediği "sorun" geliyor. Ontoloji (=Varl ı k Bi lgisi) ta eski Yunan­

dan bu yana "gerçek" ile "görünüş" dünyası diye iki farklı varlık

alanı ayırdetmiş; görünüşler (phainomena) beş duyumuzla tan ı­

d ığ ımız dünya, gerçek d ünya ise (noumena) bu görünüşlerin ar­

kası ndaki , onların kaynağ ı olan, hiçbir zaman gözleyemediği­

miz, ama varl ığ ından da hiçbir zaman şüphe etmediğimiz ası l

dünya. Zaten birinci böl ümün başl ığ ında geçen "gerçek" sözcü­

ğü as ı l varl ığın bu gizli dünya olduğu inanc ın ı dile getiriyor.

Kant'ta da bu ayr ım iş baş ı nda, hatta bilimlerin görünüş dün­

yasında olup bitenlerle (olaylarla), buna karşı l ık "fefsefe"nin da­

ha çok "noumen" dünyasıyla uğraştığı düşüncesi egemen. Ko­

layca tahmin edebileceğiniz gibi, s ı radan adam için bu tür b i r

ayr ım söz konusu değ i l , zira onu göre gerçek dünya beş duyu­

muzla alg ı lad ığ ımız dünyadı r ve biz doğrudan doğruya bu dün­

yayı algı larız. Ancak ta Miletoslulardan bu yana naif (safd i l ) ger­çekçiler denilen ve sı radan adamın ontofojik anlayışın ı yansıtan

• 1 927'de yayımlanan "An Outline ot Philosophy" (Felsefenin Ana Çizgileri) baş­l ı klı eserinde ise başta "Felsefi Şüpheler" ad l ı bir böl üm, onun ardından daha çok zamanın fizik bil imiyle psikoloji biliminin işlediği konular ele alınıyor. En son bölüm ise "Evren" baş lığını taşıyor.

309

Page 311: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

filozofların d ış ındaki bütün f i lozoflar bu ikili (dualist) dünya anla­

yış ın ı benimsemişler. İşin ilginç yönü , bu iki l iğin ortaya yeni so­

runlar ç ıkarmış olmasıd ı r. Elbet duyuları mızla sadece fenomen­

ler dünyasın ı tan ıyabildiğimize göre, bu bilgiye ne derece güve­

nebileceğimiz sorunu ortaya çıkm ış, eski çağda Parmenides gi­

bi f i lozoflar her türlü görüntünün, değişimin ve hareketin aldatıcı

olduğunu iddia etmişler (yani fenomenlerin varl ığı n ı yadsı m ış­

lar), buna karş ı l ı k fenomenalist denil en filozoflar da duyuları­

mızla sadece görüntüleri bi lebi leceğimize göre, sadece bu du­

yu verilerinin gerçekte var olduğunu, bunun dış ı nda bağımsız

bir "var l ık" aramanın boşuna bi r çaba (bir tür sanr ı) olduğunu id­

dia etmişlerdir.

Bu tartışmanın 20. yüzyı l ın başlar ı na kadar sürdüğünü görü­

yoruz. Kant' ı n "noumen" veya "Ding-an-sich" (yani bizim alg ı ları­

m ızdan bağı msız o larak, "kendi başına var o lan şey") dediği

asıl varl ık, onun zaman ında bil imin hiçbir zaman tan ıyamaya­

cağ ı , dolayısıyla nitelikleri hakkında hiçbir şey söyleyemeyece­

ğimiz bir şey olarak kabul ediliyordu. Ama mikroskobun icadıyla dÜyularımız ın algılama kapasitesi arım ış , hele tarayıcı tünel le­me m ikroskobunun icad ıyla ( 1 986) atomlar bi le görünür hale

gelmiş, hatta tek bir elektronu manyetik alanlar içine hapsedip

davran ışlarını gözlemek mümkün olmuştur. Bu şekilde "gerçek

dünya" - "görünüşler dünyası" ayrı m ı art ık o rtadan kal km ış bulu­

nuyor. Kaldı ki , daha önce de d ış ımızdaki cisimlerin birçok fizik­sel ve kimyasal nitelikleri --bu cisimlerin gözlenebi l i r nitel ikleri

sayesinde-- bi l inebiliyordu. Sözen kısası, bugün art ık "gerçeklik­

görünüş" ayrım ı ortadan kalkmış, yüzyı l lar süren bir felsefi so­

run bu şekilde çözümlenmiş bulunuyor.

Keşke filozofların tartışageldikleri bütün sorunlar aynı şekilde

3 1 0

Page 312: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofları n Uğraşt ığ ı Öteki Sorunlar

çözülebi lse! Russell' ın "tümeller dünyası " dediği ve kitab ın ı n 9 .

bölümünde incelediği sorun asl ı nda bug ün b i r anlam sorunu

olarak ele al ın ıyor ve semantikle uğraşan felsefecilerce de çö­

zümü bu lunmuş bir sorun, ancak gelin görün ki, her felsefeci bu

çözümden pek hoşnut deği l .

Daha önce de belirttiğ im g ib i , fi lozoflar aras ında nelerin "bil­

g i" ad ına lay ık olduğu konusunda da bir anlaşma yok; demek ki ,

filozofların "bi lgi zevkleri" de pek birbirine uymuyor. Hele "bi­

l im"in nas ı l bir uğraş olduğu, neleri bil im kapsamına almak, ne­

leri d ış ı nda bı rakmak gerektiği konusunda da ciddi görüş ayrı l ı k­ları var. Buna da pek şaşmamal ı , zira filozof da olsalar, insanlar

--biraz da "kavramcı" olmalarından ötürü-- sadece bazı bi l imleri

tanıyor ve onlara bakarak kafaları nda bel l i b i r "bi l im model i"

oluşturuyorlar. Bazen bütün b u anlaşmazlıklar öyle bir karmaşa­

ya yol açıyor ki, insanın "Bu filozoflar her şeyi anlamak ve açık­

lamak istedikçe her şeyi büsbütün karıştırıyorlar!" diyesi geliyor.

S ı radan adam bu bakımdan çok rahat; günlük pratik yaşamı d ı ­

şı nda hiçbi r şeyi sorun yapmaması onu her türlü düşünsel so­

rumluluktan kurtarıyor.

Bu son bölümde filozofların "şüphe" karşısındaki değişik ta­v ı rları n ı bel irtmeye çal ışacağ ı m . "Felsefe ve Şüphe" başl ığ ın ı

taşıyan i l k alt-bölümde bazı filozofları n şüpheye "aş ırı" denebi le­

cek bir yer verdiğini , "Felsefe ve İ nanç" başlığ ın ı taşıyan sonra·

ki alt-bö lümde ise başka bazı filozofların dini inançların rasyonel

bir temele dayandırı larak her tü rlü şüpheye karşı korunabilece­

ğine inandıklarını göstermeye çalışacağım. Daha çok "i lahiyat·

çı" dediğimiz bu sonuncu öbekten olan fi lozoflar, kan ımca im­kans ız olan bir işe, "akıl" i le "iman"ı uzlaştırma işine girişiyorlar.

31 1

Page 313: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

A) Felsefe ve Şüphe

Bilgi edinme arzusunun bir tür "düşünsel açlık" demek olan

meraktan kaynaklandı ğ ı n ı birkaç defa bel irtmiş olduğumu hatır­

l ı yorum. G ü n l ü k yaşamda bunun sayı s ı z örneği vard ır : Yarın ha­

vanı n nası l olacağ ı n ı , g i rdiğim sınavı kazanıp kazanamad ığı m ı ,

hastal ı ğ ı m ı n n e o lduğunu, vbg. , merak edebil i ri m . Pratik hayatta

merak bir miktar kayg ı , hatta korku ile birlikte ortaya çı kar. Bir soru şeklinde kendin i d ışa vuran merak sorunun cevabı bulu­

nuncaya kadar devam eder. Bu cevap doğru veya yanl ış olabi­

l ir, dolay ıs ıyla veri len cevabı n doğru olup o l madığını da merak

edebilirim. Genel l ikle bir sorunun cevabı her zaman doğru olma­

dığ ından, onun doğru olup olmadığı n ı merak etme duru m u n a

şüphe diyoruz. Bu anlamda ş üphe i nsanı n yanı lma kaygısından

veya yanı l mama, yani verilen bir cevabın doğruluğundan emin

olma arzusundan kaynaklan ır.

S ıradan insan daha çok pratik yaşamı n ı i lg i lendiren soruları

merak eder, dolayısıyla bunlara cevap verilebildiği ölçüde kendi­

ni güvenl ikte hisseder. Gözlemleri arac ı l ığ ıyla gerek kendisi , ge­

rekse yaşadığı d ünya hakk ında pek çok bilgi edi nmiştir; buna

sağduyu bilgisi diyoruz. Karnı acıkt ığ ında b i r şeyler yemesi, su­

sadığında bir şeyler içmesi, çok kızg ı n bir sobaya elini değdir­

memesi gerektiğin i daha önceki deneylerden veya başkaların ı n

söylediklerinden öğrenmiştir. Bazen başkaları n ı n söylediklerinin

doğru olup olmadı ğ ı ndan şüphe ederse de, bir bedeni , bir beni ,

etrafında görüp konuştuğu başka benler, b i r d ış dünya, onun al­

g ı lamadığı zaman da var olmaya devam eden nesneler oldu­

ğundan ş üphe etmeyi akl ı n ı n ucundan geçirmez. Bazen "duyu

aldanması" veya "sanr ı " (hallucination) deni len olaylarla karşı­

laşt ığ ı da olur, ama duyuları n ı n onu hangi durumlarda aldattığı-

3 1 2

Page 314: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

nı b i l i r, böylece duyuların ın ona b ildirdiklerinden genellikle şüp­

he etmemeyi öğrenir.

Sı radan adamın şüphe etmeyi düşünmediği şeyler arası nda

gerek iç, gerek dış dünyayla i lgi l i pek çok olgu vardır : Bir insan

aç mı , tok mu, hüzün l ü mü, neşeli mi, keyifl i mi, keyifsiz mi, has­

ta mı , sağl ıkl ı m ı , hatta mutlu mu, mutsuz mu olduğunu, çevre­

sindeki i nsan, eşya ve manzaraların hangisinden hoşlan ıp , han­

gisinden hoşlanmadığı n ı doğrudan doğruya bil i r. Başkalarının

ve içinde yaşadığı dünyanın da kendi hayal gücünün ürünü ol­madıklarını bi l i r , hayali gerçekten, rüyayı uyanık l ık durumundan

ayırdedebil ir . Hatta, ona sorarsan ız , genellikle özgür o lduğunu,

yani herhangi b i r arzusunu yerine getirmek iç in vücudunu istedi­

ği gibi hareket etti rebild iğini de bi l i r.

Sözü uzatman ın anlamı yok : S ı radan adamı n bi ldiğinden

emin olduğu şeyler saymakla bitmez. Bunlar onu ayakta tutan

temel bilgi lerdir. Onlardan şüphe etmeyi aklından geçi rmemesi

de onların doğruluğundan kesinlikle emin olduğunu gösterir.

Gel i n görün ki, bazı filozoflar sı radan adamın emin olduğu ve

bi lgi sayd ığ ı şeyle rden de şüphe edi lebileceğin i , d olayısıyla

bunları da şüphe edilebilir inançlar kategorisine sokmamız

gerektiğ in i idd ia etmişlerdir. Hepimiz değişmeyen bir "ben"imiz

olduğuna, ayrıca dışımızda başka "ben"ler ve nesneler bu lundu­

ğuna kesinlikle inan ır ız . Ama Berkeley diye bir fi lozof çıkıp bizim

düşüncemizden bağımsız, biz algılamadığ ımız zaman da var ol­

makta devam eden bir d ış dünyan ın var olduğunu bilemeyece­

ğimizi iddia ediyor! Böyle bir iddiayı s ı radan adamın ciddiye bile

almayacağı apaçık. Onu bu konuda bi raz daha sıkı ştı racak olur­

san ız, size alaylı bir yüz ifadesiyle, "Eğer biz bir d ış dünyanın

var olduğunu bilemezsek, başka neyi bilebiliriz?" diye sorabi lir.

3 1 3

Page 315: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Ancak Berkeley gibi akı l l ı bir adamın bu "acayip" soruyu sorabil ­

mesi, kafasında sı radan adamı n akl ına gelmeyen bir "düğüm"

olduğunu göstermez mi? O halde filozofu d ış dü nyan ın b i le var­

l ığ ından şüphe etmeye götüren "sorun"un nereden kaynakland ı­

ğ ın ı araşt ı rmamız gerekiyor.

Hepimiz genel l ikle bir ev veya ağaç gördüğümüzden , bi r el­

ma yediğimizden, bir bardak su içtiğimizden, kedimizi okşadığ ı ­

m ızdan, b i r otomobil gürültüsü duyduğumuzdan, vbg., bahsede­

riz. Bütün bu alg ı lad ığ ım ız nesneler biz im d ış ım ızdadır, daha

doğrusu onlardan söz ederken ku l land ığ ımız dil de bu nların bi­

zim d ış ım ızda olduğunu varsaydığ ımız ı gösterir. işte Berkeley

bu tür bir varsayımdan nas ı l emin olabi ldiğimizi merak ediyor.

Ona göre,

( 1 ) Yuvarl ık bir masa görüyorum

dediğim zaman, gördüğüm sadece birtakı m renkler ve bell i bir

biçimdir; masaya yaklaşıp e l imi değdirdiğim zaman da bell i bir

sertlik ve bell i bir s ıcakl ık algı larım; masa çam tahtasından yeni

yap ı lmışsa bell i b ir koku duymam da mümkün . Ancak bütün

bunlar benim bi l incimde olup biten psikolojik olaylar. Bun lardan

benden bağımsız bir nesnenin varl ığ ın ı nasıl çı karıyorum? Böy­

le bir ç ıkarım yapmaya hakkım var mı ?

"Buna hakkı m yok, bizim masa dediğimiz şey benim bazı al­

gı lar ım ın bell i bir şekilde bir araya gelmesi nden başka bir şey

değildir" diyen filozoflar "fenomenalist" diye adland ır ı l ıyorlar.

Bu tür bir görüşü yalnız s ı radan adamın değil, bil im adamı­

n ı n da ciddiye almayacağ ı şüphe götürmez. Onlara göre, dış ı­

mızdaki nesnelerin varl ığ ından "şüphe" etmek bir tü r "patolojik"

(veya "anormal") durum, dolay ıs ıyla yersiz bir şey. Gerçi filozof-

314

Page 316: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofları n Uğraştığı Öteki Sorunlar

lar eskiden beri "gerçek" dünya ile "görünüş" dünyası arasında

bi r ayrım yapmak ihtiyac ı n ı duymuşlard ı r. Nitek im zifi ri karanl ık­

ta hiçbir şey göremem, d ış ımda masa, sanda lye g i bi cisimler veya başka insanlar veya hayvan lar olduğunu ya onlara doku­

narak, ya da onların ses veya kokularını alarak fark edebilirim. Bir kör bu du rumdadı r ama o bi le d ış ında bi rçok nesnenin var olduğunu fark eder. Ancak hepimiz bu nesnelerin biz onları hiç

algı layamadığımız zaman da var o lmaya devam ettiklerini düşü­

nürüz. Buna "gerçekçil ik" den iyor. Ne var ki , s ı radan insan alg ı ­ladığı nesne leri n on ları algı lamadığı zaman da algıladığı gibi var o ldukları n ı san ır . Buna "naif gerçekçi l ik" den iyor. Bi l im adamları

ise bu kadar saf değildirler; onlara göre nesnelerin algı lanma­

dıkl arı zaman var olmakta devam ların ı sağlayan , maddi yanları

ve uzayda yer kaplamalarıdır. Bir elmayı ı s ı rd ığ ım ız zaman on­dan belli bir tat al ı rız , bu tat duyusu elmayı oluşturan molekülle­

rin damaktaki sinir uçları nda yo l açtığı bazı uyar ı lar ın beynim iz ­

deki tat alma merkezinde iş lenmes i sonucu elde ettiğ im iz bir al­

g ıd ı r, dolay ıs ıyla elmanın kimyasal yapısı tat duyumun kaynağı (neden i) oluyor, ama elmay ı ısırmadıkça böyle bir a lg ı almam

söz konusu değ i l . Buna göre, tat algısı açıs ından elmanın be­

nim dışımdaki (benden bağ ıms ız) var olan yanını fiziko-şimik yap ıs ı oluşturur. Belli bir tat duyusuna yol açan da elmayı mey­

dana getiren molekül lerin özel l iğ idir . İstersem kimyasal analiz yöntemi i le bu yapın ın nasıl bir şey olduğunu meydana çıkarabi­

l ir im. Elbet bu anal izi yaparken gene gözlemlerime dayanmak zorundayım . Belli b ir tat duyusunun ancak belli bir yapıdaki bazı moleküllerin damağımdaki bazı sinir hücrelerini uyarmaları ve

bu uyarıların beynimdeki tat merkezinde işlenmesi sonucunda

bel l i bi r tat duyumu ald ığ ımı da b irçok denemeler sonunda, ama gene gözlemlerime dayanarak öğrenirim. Ancak bütün bu iş lem-

3 1 5

Page 317: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ler o lup biterken dış ımdaki bir nesneyi ıs ı rd ığ ımı ve gene bütün

algı larımın kaynağı olan bir beynimin olduğunu bil irim .

Şüphesiz algı olmayan yerde hiçbir şeyin varl ığ ından haber­

dar olamam, dolayıs ıyla h erhangi b i r şey hakkında bilgi edin­

mem mümkün olmaz, ama bir alg ılama olay ın ın olabilmesi için

de algı layanın dış ında alg ılanan bir şeylerin var olmas ı şart. Bi­

l im adamı işe bu nesnelerden başlar ve gözlem yoluyla onlar

hakkında bilgi edinmeye çal ış ı r. Berkeley'in iddia ettiği gibi, es· se est percipi (var olmak algılamak demektir) sözü doğru ol­

saydı , psikoloji de dahil, hiçbir bilim kurulamazd ı , zira bütün bi­

l imler bir algılayan i le bir a lgılananın var olduğu varsayımına

dayanır. B i l imin ilerlemesi d e alg ılayan ın sadece görünüşlerle

yetinmeyip, algı lananın derinliklerine nüfuz etmeye çal ı şması ile

gerçekleşir. Yakın zamanlara kadar, fizik ve kimya da dahi l , bi­

l imler hemen hemen sadece nesnelerin doğrudan doğruya, yani

beş duyumuzla algı lanabil ir yanlar ıy la (görünüşleriyle) i lgi len­

mişlerdi. Hatta Mach adı ndaki fizikçi i le Oswald adındaki kimya­

cı bi l ime Berkeleyci bir empirizm anlayışıyla yaklaşt ıklarından,

bil imlerin sadece bu görünüşler arasındaki nedensel l ik bağlarını

araştı rmakla yetinmesi gerektiğini iddia edeceklerdir, z i ra onlara

göre tek bilebileceğimiz alg ı layabileceğ imiz şeylerdir . Bunu ba­

zen bilim adamların ı n da felsefe teori lerinden etkilendikleri n i be­

l i rtmek amacıyla yazıyorum.

1 9. yüzyı l ı n başından itibaren (John Dalton' la) kimyanın eski

atomlar teorisine bilimsel bir hüviyet kazand ı rmaya başlad ığ ın ı

daha önce de bel irtmiştim. Gerçi maddi nesnelerin yap ı taşları

olduğu Demokritos zaman ından beri iddia edilen atomlar yakın

zamana kadar teorik nesneler o lma niteliğini koruyacaklardır.

Ancak kimyasal yapı ları ne olursa olsun, maddi cisimlerin biz-

3 1 6

Page 318: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofları n Uğraştığı Öteki Sorunlar

den bağ ıms ız olarak var oldukları hemen hemen h içbi r bi l im

adamı tarafı ndan şüphe konusu yapılmamış, tam tersine, mik­

roskop ve teleskop gibi beş duyumuzun algılama gücünü artıran

aletlerle maddi nesnelerin iç yapıları görülebilir duruma gelmiş,

hatta tarayıcı tünelleme mikroskobu sayesinde tek tek atomları

gözlem lemek m ümkün o lmuştur. Bugün art ık Mach' ı n teorik

nesneler olduğu için h içbir zaman var olduklarını saptayamaya­

cağı mız ı düşündüğü atomlar deneysel fiziğin araştı rma objeleri

haline gelmiş bulunuyor. B il im atomlar dünyasın ı n daha da de­r inl ikleri ne nüfuz etmiş, muazzam hızlandır ıc ı ve çarpıştı rıcılar

içine konan detektörler yardımıyla atom-altı parçacıkları bile a l­gılanabilir hale getirmiştir.

Bugün bir deyime Kant' ın "noumen" ve "phenomen" ayrı l ığ ı

ortadan kalkmış bulunuyor, ama bi risi n i n kalk ıp gene de Berke­

leyci bir fenomenalizmi savunması , yani bi l im in noumen dünya­

s ın ın bütün derinl iklerine nüfuz etmiş olmasına rağmen, bütün

bunların algılayan insan ın bi l incinde olup bittiğini, dolayısıyla bir

dış dünyan ın , onu alg ı layamadığ ı m ız zaman da var olmakta de­vam ettiğini bilemeyeceğimizi iddia etmesi mümkün. Bu bir "dü­şünsel zevk" sorunu . S ı radan insan ın bu tür bir soruyu şaşkın­

l ıkla karşı lamas ı , hatta ona bir anlam vermekte güçlük çekmesi

çok normal. Kendisini "sı radan adam" yerine koyan, dolay ıs ıyla

soruya sı radan bakış açısı ndan cevap veren "filozoflar" da var;

bunlara "naif gerçekçiler" deniyor. Bu filozofları n amacı bu tür

soruları h asl ı nda sorulmaması gerektiğ in i belirtmek. Onlara gö­

re, insan ın prati k yaşam ı n ı s ü rd ü rebi lmesi iç i n bazı temel inançları vardı r, bunların şüphe konusu yapılmaması gerekir,

z i ra onlar olmadan insan varl ığ ın ı sürdüremez. Hatta bu soruyu

ortaya atan filozof da pratik yaşamında bir "dış dünya" varmış gibi davranmak zorundad ır.

31 7

Page 319: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

Aynı şey bi l im adamı iç in de geçerli. Belki bil im adamları n ı n

b i r bölümü sıradan adam kadar "safdil" (naif) değildir, yani onlara

göre de bir dış dünya vard ı r, ama bu dünya algıladığ ı mız dış

dünyadan bir hayl i farkl ıdır. Gerçi astronomlar, zoologlar, bota­

nistler gibi daha çok gözlemsel bi l im dallarında çal ışanlar için dış

dünya onu sadece beş duyusuyla tanıyan sıradan adamı nkinden

pek fark l ı değildir, ama bir teorik fizikçi, hatta deneysel fizikçi

için algıladığımız dünyanın gerisinde doğrudan doğruya algılaya­

madığımız bir başka dünya daha vardı r; bu, atomların, atom-altı

parçacıklar ın , çeşitli kuvvetlerin dünyasıdır; bilimin çok önemli bir

görevi de bu gözle görülmez dünyan ın yapısını meydana çıkar­

mak, onu akı l gözümüzle "görülebilir" hale getirmektir.

Hatırlayacağ ın ız gibi , atomlar ın varl ığ ından ilk defa Demokri­

tos ad ındaki fi lozof söz etmişti. Bu nlar gözle göremediğimiz ve

hiçbir zaman da göremeyeceği miz ( teorik) nesnelerdi. Ondan

sonra aynı teoriyi devam ettiren başkaları da ç ıkt ı ; 1 9 . yüzyıl

başlarında John Dalton bu teori yard ı mıyla bi rçok kimyasal olay­

ların açıklanabi leceğini gösterdi. Atomları algılayamıyorduk, a­

ma bazı b i l im adamları na göre, algı ladığımız dünya onlardan

oluştuğu için, asıl gerçeklik onlard ı ; Berkeley'in bi l inç verileri

ise bu gerçek dünyanın görünüşlerinden başka bir şey değildi.

Teorik f izikle iş birl iği eden deneysel f iz ik atomların ağı rl ık ve

büyüklüklerini ölçebiliyor, onları yöneten kuvvetler hakkında bilgi

ü retebi l iyordu. Hatta deneysel fizik tarayıc ı tünelleme m ikrosko­

bu arac ı l ı ğ ıy la atomları "gözle görülebi l i r" hale getirdi. Bugün

yalnız atomlar değ i l , atom-altı parçacık lar b i le - -b i r anlamda-­

"gözlenebil ir" duruma gelmiş bulunuyor. Bu nedenle, nasıl s ı ra­

dan adam için as ı l gerçeklik beş duyusu i le algı ladığı dünya ise,

bir elemanter parçac ıklar f izi kçisi için gerçek dünya atom-altı

3 1 8

Page 320: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

parçacıkları n oluşturduğu dünyadır. Bugün artık bir b iyolog da

(do layıs ıyla bir botanist ve zoolog da) en az ından molekül ler

dünyasın ı tanı mak zorunda. N iteki m, art ık geliştir i lmiş mikros­

koplar ve ki myasal analiz yöntemleri ona bu d ünyanın derinl ikle­

rin i açan yardımcı duyu organları gibidir .

Bu aletler yap ılmadan önce, hatta bu aletler duyular ım ız ın

gücü nü pek fazla artı rmadıkları sü rece, atomları n oluşturduğu

gerçek dünyanın derinliklerine nüfuz edilemeyeceği, dolay ıs ıyla

varl ığın bütün s ı rlar ın ın çözülemeyeceği düşünülüyord u . Bugün

bu düşünce terkedilmiş bulunuyor, dolayıs ıyla "noumen" ve "fe· namen" ayrı l ı ğ ı da ortadan kalkmış durumda. Bu nedenle Ber·

keley'in ortaya attığı soru da bir "sorun" olmaktan çıkmış sayıla·

b i l i r. Berkeley'den sonra Hume, bir dış dünyan ı n varl ığ ı ndan

şüphe edebileceğimiz gibi, bi r "ben"in varl ığından da şüphe edi·

lebileceğini iddia etmişti r , zira ona göre insan dış dünyadan da,

iç dünyadan da bazı "impression"lar ("izlenimler") alı r, ama her

iki durumda da bu " impression"lar d ış ında, onları alg ı layan bir

"ben" yoktur.* Gerçi dilde 'ben', 'sen' gibi sözcükleri kullan ır ız ; a­

ma ona göre 'ben' bu izlenimlerin toplam ı n ı ifade eden bir söz­

cüktür. Ayr ıca bir "ben" iz lenimine sahip deği l im , dolay ıs ıyla

'ben' sözcüğ ü ne karş ı l ı k o l an bir "zi h in" in varl ığ ı ndan şüp­he edebilirim.

Hume'un bu şüphecil iği s ı radan adama da, bilim adamı na

da, hatta f i lozofları n pek çoğuna da "aşır ı" görünür. Descartes

b i le her şeyden şüphe edebileceğimizi, ancak algı layan, düşü­

nen, dolayısıyla "şüphe eden" bir benden şüphe edemeyeceği­

mizi söylememiş miydi ? Gerçi Hu me'un bu şüphesini de pek

• "Ben' yerine 'zihin' ('mind') veya 'bilinç' ('consciousness') sözcüğünü de kullanabiliriz.

31 9

Page 321: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

ciddiye alan olmamıştır, ama şüphecilik bakımından filozof dedi­ğimiz insanların ne kadar kılı kırk yaran insanlar olduğunu hatır­latmayı gerekli gördüm.

Ben burada "ontolojik" i nançlarımızla ilgili bir şüphecilik ko­nusu üzerinde durdum. Oysa Hume epistemolojik inançlarımızı ilgilendiren ve bugün de üzerinde ciddiyetle durmamız gereken bir şüpheyi de gündeme getirmiş. Bilgi üretme iddiası nda olan herkesi, bu arada en çok da "bilim adamları"nı ilgilendirmesi ge­reken bu şüphe endüksiyon sorunu ile i lgili. Sağduyusal bilgile­rimizin tümü, bilimsel bilgilerimizin de önemli bir çoğunluğu en­düktif dediğimiz çıkarımlarımıza dayanıyor. Her gün güneşin do­ğudan doğup, batıdan battığına tanık olmuşuzdur. Hume'a göre bu, insanda yarın da bu o layın tekrarlanacağı inancını doğurur. Bu inanç daha genel (dolayısıyla daha temel) bir varsayıma da­yan ır:

(1) Bell i nedenler hep bell i sonuçlar doğurur

Gerçi insan genel l ikle bu tür bir varsayımın bi l incinde değildir, ama yediği ekmeğin açl ığ ın ı, içtiği suyun susuzluğunu giderdiği­ni deneye deneye insanoğlu ( 1 ) ile dile getirebi leceğimiz bir alış­kanlık edinmiştir. ( 1 ) i le onun özel bi r hali olan ,

(2) Güneş her gün doğudan doğup batıdan batar

genel önermesi, insanoğlunun yüzyıllar boyunca yapmış olduğu tek tek gözlemlerden bir genelleme sonucu elde ettiği bir öner· medir. Hume'un sorduğu soru şu: Belli sayıdaki gözlemlerden onların s ın ı rları n ı kat kat aşan bu tür bir genelleme yapmaya hakkımız var mı?

320

Page 322: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

Elbet Hume'un bu sorusu bi r bakıma yerinde, çünkü bazı ge­

nellemelerin insanı yanıltt ığ ın ı biliyoruz. Ahmet bugüne kadarki

davran ışlarıyla sizde "güvenilir" bir insan olduğu izlenimini uyan­

d ı rmış olabi l ir ; şimdiye kadar hiç yalan söylememiştir, hiçbir za­

man sözünde durmamazl ık etmemiştir ve siz bu ve bunun gibi

davran ışları na bakarak,

(3) Ahmet hiç yalan söylemez, hep sözünde durur

gibi b ir genelleme yapabilirsiniz, ama bir gün Ahmet'in güvenini­

z i sarsacak bir davran ışta bu lunmayacağ ın ı garanti edebi l i r mi­

siniz? Hume'a göre, (3) önermesini evetlerl<en kişi kendini belli

bir şüpheden kurtaramaz.

Ancak Hume, i nsanlarla i lg i l i olarak duyduğumuz bu şüpheyi

(2)nin di le getirdiği türden en düzenli (hiçbir zaman şaşmayan)

doğa olaylar ına da uygulayabileceğ imiz kan ıs ında. Gerekçesi

de şu: Burada da alışkanlık eseri elde ettiğ ımiz genel b i r öner­

menin her zaman geçerli oldugunu düşünmek bizi bir gün yanı l ­

tabi l ir . Buna göre, gözlemlerden genelleme yoluyla elde ettiği­

miz ve "doğa yasası" d iye ayr ıcal ı k tanıd ığ ımız (2) türünden

önermeler de yanlış çıkabi l ir , dolayısıyla onlara kesin l ikle i nan­mamamız gerekir. Elbet sıradan insanı n "Ya yarın güneş doğ­

mazsa?" gibi bir kaygısı yoktur, zira bugüne kadar bunun tersi

h iç olmamışt ı r, dolayıs ıyla bundan sonra olabileceğinden şüphe

etmek gereğin i duymaz.

Burada sı radan adam ile filozof arası ndaki ayr ım ortaya çı­

k ıyor. S ı radan adam, belki de al ışkanl ı kları n ın tutsağı olduğu

için , (2) nin doğru luğundan şüphe etmeyebilir, ama bi l im adamı­

n ın , hele filozofun böyle davranmaya hakkı var m ı? Bu soruya

b i l im adamları da değişik cevaplar verebi l i rler. Eğer b i r bi l im

321

Page 323: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

adamı basit bir bilim işçisi ise s ıradan adam gibi davranabi l i r . Ancak onlar arasında da Hume kadar titiz olanlar bulunabilir. İşe

pratik veya pragmatik açıdan yaklaşan bir bilim adam ı hep doğ­

ru ön-deyilerde bulunmam ıza imkan veren (2) gibi bir doğa ya­sasın ı n doğruluğundan şüphe etmeye gerek görmeyebi lir. An­cak İŞİ daha sıkı tutmaya özen gösteren bi l im adamları (2) yİ

açıklayan daha kapsam l ı bilimsel teorilere i htiyaç duyabil i rler. Gene de çok zor-beğenir bir filozof bu teorilerin de geçerli olup

olmad ığın ı şüphe konusu yapabilir.

Aslında Hume'un sorusundan büsbütün kurtulmak mümkün

deği l . Soru nun çözümü konusunda ortaya at ılan teklifleri burada

inceleyecek değil im. Sorunu "çözecek" yerde, "dağıtmaya" yel­

tenenler bi le var. Yaln ız bir noktayı saptamakta yarar görüyo­

rum: "Dış dünyan ın varl ığ ı ", "Ben i n varl ığı" sorularında olduğu

gibi, endüksiyon sorununda da bazı temel inanç veya varsayım­

larımız, yani bize apaçık görünen , bu nedenle de şüphe konusu

yapmayı düşünmediğimiz şeyler filozof tarafından masaya yatı­

rı l ı p d id ikleniyor. Hume'un sorusuna nas ı l cevap vereceği miz

nasıl bir i nsan olduğumuza bağl ı . Eğer hayat ın ı sağduyusu yar­

d ımıyla sürdüren sıradan bir insan isek, bu soruyu bir "sorun"

bile yapmayız. Eğer sadece olaylar arasında değişmez neden­

sellik i l işkileri araştıran bir b i l im adamı isek, bu tür ilişkiler bu ldu­

ğumuz zaman sevin i r ve bu il işkilerin her zaman, her yerde de­

vam edeceğine olan inancım ıza Hume'un gölge düşürmesine

izin vermeyiz. Daha çok teorik bilim lerle uğraşanlar bu konuda

b i raz daha "temki n l i " davranmak gerektiğ i n i , dolay ı s ıy la Hu ­

me'un şüphesinin onları acele karar vermekten, böylece yan ı l ­

maktan kurtaracağ ı n ı düşünürler. Ben kendi hesabıma Hume'un

ortaya attığı bu "soru n"u n daha güvenilir bilgiler edinmemize

yard ım edebileceğine inanıyorum.

322

Page 324: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofları n Uğraşt ığ ı Öteki Sorunlar

8) Felsefe ve İnanç

B i r önceki bölümde baz ı fil ozoflar ı n en temel i nançlarımız ı

bile şüphe konusu yaptı klarını gördük. Bunlar sıradan insanın

apaçık gerçekler gibi gördüğü, dolayıs ıyla şüphe konusu yap­

mayı aklından bi le geç irmed iğ i , dolay ıs ıyla tartış ı lması n ı yadır­gadığı inançlar. Felsefe okumaya ilk başlayan öğrenciler bi le bu

i nançların bir şüphe konusu yapılabilmiş olduğuna pek bir an ·

lam veremezler ve filozofların sergilediği bu tür bir şüpheci l iğ i

"aş ı rı ", hatta "gereksiz" bulurlar.

İşin ilginç yönü, filozofların bazen bunun tam tersi bir şeki lde davranmala r ı , yani çoğ u insan ı n ş üphe konusu yapığ ı baz ı

i nançların "inanmaya değer" olduğunu kan ıtlamak için kırk dere ­

den su getirmeleri. Bunlar arasında bir Tanrı n ın varl ığ ı na inanç

başta geliyor. Descartes gibi metodik bir şüpheyi her türlü yanı l ­

maya karş ı koruyucu bir yöntem olarak herkese sal ık veren bir fi ­

lozof bi le tutup Tanrıya inanman ı n bizi bi rçok gereksiz şüpheden kurtarabileceğini kanıtlamaya kalkıyor. Fi lozofların Tanrı n ı n varl ı ­

ğ ı nı kan ıtlamak için başvurdukları gerekçeler, her b irin in mizacı ­

na ve amacına göre farkl ı olabi l iyor. Bunlar arasında Tanrıyı ev­

rendeki i lk hareketi başlatan varl ı k olarak gören Ar istoteles 'in ya­

n ında, onu ahlakın onsuz olunamaz temeli olarak gören Kant gi­

bi bir filozof yer alıyor. İş in daha da i lginci, rah iplerin "iflah olmaz" ·bir ateist, yeminl i bir d in dü şman ı gözüyle baktıkları Voltaire,

"Tanrı olmasayd ı , onu icat etmek gereki rdi ! " diyerek akı l l ı bi r

adamın tanrıs ız edemeyeceğini dile getirmiş olmas ı . Sözün kısa­

sı, Tanr ıya inanmanın gerekl i l iğ i ne inanan pek çok fi lozof ve bi­

l im adamı var. Bu arada "ilahiyatçı" dediğ im iz kişiler ayrı bir yer tutuyor, z i ra, adı üstünde, i lahiyatçının (theologian) baş görevi

Tan rıya inancı şüphecilerin saldı r ı larına karşı korumak! İster filo·

323

Page 325: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğu r Felsefe Öğreniyor

zof, ister ilahiyatçı , isterse bilim adamı olsun, bir sürü insan Tan­

r ının varl ığ ın ı kanıtlamak için bin dereden su geti riyor. İ ş in garibi,

Berkeley gibi en temel inançlarımızdan şüphe etmemiz gerektiği­

ni söyleyen bir filozof, s ı ra Tanrıya gel ince, onun baş savunucu­

su kesiliyor. Ona sorarsanız, gerek d ış dünya, gerekse "ben"in

varl ığ ına inanç Tanrının zihnimize koyduğu birtakım fikirler. Yal­

nız bu Tanrı f ikrin in nereden ç ıktığı sorusunu üstad cevapsız bı­

rakıyor. Filozoflar arasında ateist denebilecek nadir i nsanlardan

biri Hume. Doğa yasalarırı ın bile her zaman geçerli olduğundan

emin olamayacağ ı m ızı söyleyen H ume, e l imizde bir Tanrıya

inanmam ız için hiçbir akla-yakın gerekçe olmadığı karı ı s ı nda.

Empirizmi son kertesir.e kadar götüren Hume'un gözünde Tanrı­

ya inanç halkın kolaylıkla kapı ldığı boş inançlardan biriydi, dola­

yısıyla durup onun var olduğunu kanıt lamaya kalkmak akl ı ba­

ş ında insanlara yakıştıramadığı bi r davran ıştı.

B u rada vurgu lanması gereken i l g inç bir nokta, çok-tanr ı l ı

dinlerde kimsen in çıkıp da tanrıların var olduğunu kanıtlamaya

kalkmamı ş olmas ı . Hatta Anaxagoras cahil hal kı n tanrı lara inan­

masıyla alay ettiği zaman da, bu i nanc ın sağlam olduğunu ka­

nıtlamaya kalkan olmamış, sadece Yunan dininin koruyucuları

onu "dinsizlik" ile suçlayıp Atina'dan kaçmas ına yol açmış lar.

Aynı şey Sokrates için de geçerli; yaln ız Sokrates mevcut tanrı­

ları yadsıd ığ ı için değ i l , "yeni tanrılar getirdiği" ve böylece genç­

liğin ahlakını bozduğu için suçlan ıp ölüme mahkum edi lmiş. Hı­

ristiyanlıkta ise bunun tam tersi b ir duru mla karşı laşıyoruz. Ger­

çi iş in başları nda, Tertul l ianus ve Lactantius gibi , tanrıya inan­

manın salt iman iş i olduğunu savunanlar var, ama ortaya bazı

şüpheciler çıkı nca H ıristiyanl ığ ı savunmak ihtiyacı duyuluyor ve

bu arada Aziz Augustinus gibi iman ile akl ın uzlaştı r ı labileceğini, dolayısıyla tan r ı n ı n varl ığ ın ın akı l la kan ıtlanabi leceğin i iddia e-

324

Page 326: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

den filozoflar çıkıyor ortaya. * Ancak akıl i le imanı uzlaştırmaya

kalkmanın boşuna ve gereksiz b i r iş olduğunu iddia edenler de var.

İ .S . 2. yüzy ı lda yaşam ış olan Tertullianus o ünlü "Credo, qu­ia absurdum est" ( İnan ıyorum. zira saçmad ır) sözü ile bütün

din1 inançlar ın akıl-dışı ( i rrasyonel) olduğunu , her türlü bi lginin

kaynağı olan akıl la, insanl ığ ı günahtan kurtarmak için oğlu İsa­

nın bedeninde tenleşen ve çarm ıha gerilip öldürüldükten sonra

göğe çıkan bi r Tanrıya inanman ı n mümkün o lmadığ ın ı vurgula­

mıştır . İmanın (tanrıya inanman ın) akla rağmen ve akla karş ı

gerçekleşebileceğin i öne süren i lahiyatçılara imancı (fideist) ,

on ları n ilahiyatına da olumsuz ilahiyat (negative theology) de­

n iyor. Buna göre, Tanrıyı akı l la kan ıtlamaya kalkmak b i r zül ,

hatta temeldeki bir şüphecilik belirtisidir, zira "inanma" fiil in i ger­

çekleştirebilen bir insan ın bu tür akil bir kan ıta ihtiyacı yoktur.

"Ne mutlu onlara ki, büyük bir saf-yürekli l ik le İ nci l ' in Tanrıs ına

inanırlar!"

Ne varki, sı radan adam Tanrıya saf yüreklil ikle inansa bile,

onu bu inancından saptırmak isteyecekler bulunabilir. Bunlar da

çoğunlukla "şüpheci" yaradı l ışta olan filozoflardır. Bu gibi leri n şüpheleriyle s ı radan adam ı baştan ç ıkarmak isteme giriş imleri­

ne karş ı din1 inançları koruma görevi ilahiyatçılara düşecektir.

• As lında teoloji (tanrı-bilgisi) adı verilen düşünsel uğraşın doğmasına daha önce (ama özellikle İ.S. 3. yüzyı lda) Atanasius i le Arminius arasındaki tartış­ma yol açmış sayı labilir. zira bu din adamları H ı ristiyan öğretisinin birbiriyle bağdaşmaz gibi görünen iki değişik yorumunu yapmışlar, bunun üzerine im­parator Konstantinus İ .S. 325'de Kilise büyüklerini, bu sorunu çözmek üzere İznik'te toplantıya çağırmıştı. Bu dini toplantıda Atanasius'un yorumu Kilisenin yasal görüşü olarak benimsenecektir. Böylece "ortodoks" görüş ve "sapkın" (heretical) görüş ayrımı yapılıyor ve bundan böyle sapkın olduğu saptanan görüşlerin sah ipleri kovuşturulu�or. Sapkın görüşlüler "fikir suçu" (veya " inanç suçu") işlemiş sayı l ıyorlar.

325

Page 327: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Böyle davranmalarında kendi kendilerini ikna etmek, yani Tanrı

konusunda başları na üşüşen şüpheleri dağıtarak i manları n ı

güçlendirmek istemelerinin de büyük payı olabilir. İ lahiyatçı filo­

zof böylece kendi kafasındaki ikincilliği ortadan kaldırıp düşün­

sel bir huzura kavuşmayı amaçlıyor olabilir. Her hal ve karda,

burada en çok şüpheye açık olan bi r konuda, şüphe edilmeme­

si gerektiğini , şüpheye yer olmad ığını belgelemek gibi bir çaba

ile karşı karşıya olduğumuz söylenebilir.

Dediğim gibi , bir Tanr ın ın varl ığ ına inanç insanın kafasına

genellikle başkaları tarafından sokulur. Nitekim bir insana hiçbir

zaman Tanrıdan veya tanrılardan söz etmezseniz, onun Tanrı

fikrine kendiliğinden varması i htimali yok denecek kadar azdır.

Bu da gösteriyor ki, bu fikri bize çevremizde gözlediğimiz nesne

ve olaylar i lham etmiyor. Ayn ı şekilde, ölümsüzlük fikrini göz­

lemlerimizden edi nmemiz, hele cennet ve cehennem fikrine bu

yoldan u laşmamız ihtimal dışı . Bu fikirlerin insanların kafasında

ilkin nası l yer ettiğini belki hiçbi r zaman bi lemeyeceğiz. Bu ko­

nuda ancak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Ancak bu fikirler bir

defa i nsanın kafasına girdikten sonra, onların bir daha çıkma­

masını sağlamak için neden bunca çaba harcand ığın ı kolayca

tahmin edebiliriz: Alışkanl ık ve ç ıkarcı l ık . S ı radan adam bir defa

al ışmış olduğu fikirleri bir daha söküp atmak istemez, z ira bu

bell i bir araştırma ve soruşturma yapmay ı , dolayıs ıyla zaman ve

çaba harcamayı gerekti rir. Ancak toplumda al ışı lmış zevk, fikir

ve davranışların devamından yarar uman insanlar vardır, bun­

lar ın da baş ında din adamları gel i r. On lara göre temel d ini

i nançların devamı hem kişi ni n iç-h uzu ru için gereklid i r , hem

toplumun di rl ik ve düzenliği için.

326

Page 328: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

Daha önce de parmak bastığım bu nokta üzerinde bir defa

daha durmak isteyişimin nedeni, ilahiyatın "bilgi ü retme" ye yö­

nelik bir düşünsel uğraş olmadığını, bu nedenle ne felsefeye,

ne de bil ime benzemediğini vurgulamaktır. Bilgi yeterince belge­

lenmiş doğru i nançlardan oluşur. Oysa teolojide hiçbir gözlemin i lham etmediği inançlar söz konusu olduğu iç in, bunları sonunda

gözlemlere dayanarak belgelemek de mümkün değil. Dolayısıy­

la burada belgelemenin hep mantı ksal bazı çıkarımlara, en çok

da benzetme (analoji) lere dayanacağı apaçık. Herhangi bil imsel

bir iddiayı herkes denetleyebilir, yani doğru olup olmadığın ı ken­disi saptayabilir, ama teolojik argümanlar iç in bu mümkün değil­

dir. Nitekim, bu argümanlar dini mizaçl ı kişileri ikna etse bile, bu

mizaçta olmayanları hiç de tatmin etmeyebilir. Okullarımızda ço­

cuklara ha bire din dersi veriliyor, ama onlara bir Tanrı 'n ın varlı­ğ ına neden ötürü inanmam ız gerektiği öğreti lm iyor. Oysa Ba­

t ı 'da Tanrı'ya inanmanın boşuna olmadığın ı , hatta akli bir ihti­

yaçtan doğduğunu göstermeye çalışan yüzlerce ilahiyatçı-filozof

yetişmiş, ve bunlar iman'ın akla aykırı olmadığın ı kan ıtlamak için bin lerce kitap yazmışlar. Ben bütün bu gayretlerin sonuçta boşa gittiğini, zira hiçbir rasyonel argümanın Tanrı 'n ın varl ığ ın ı

kanıtlamaya yetmediği ni göstermeye çalı şacağım . Ama bu tür

temellendirme denemelerinden bile öğrenebileceğimiz çok şey

var. Herhangi bir girişim her zaman başarıyla sonuçlanmayabi­

l i r, ancak bu türlü başarıs ız denemelerden bile insanoğlu ders

alabilir, onlar ın neden başarısız o lduğunu araştırıp öğrenerek,

bir daha o tür denemelere gi rişmez. Nitekim, bugün artık kimse

Tanrı 'nın varl ığını kanıtlamaya kalkmıyor.

Varlığı kanıtlanmaya çal ışı lan Tanrı herhalde sıradan adamın

kutsal kitaplar aracı l ığ ıyla tanıdığı Tanrı'dan bir hayli farklı olsa

gerek. Sıradan adamın Tanrı'sı bir çeşit "süper-baba" olup insan-

327

Page 329: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğ reniyor

ları n davranışlar ın ı sü rekli gözetleyip "iyi" veya "kötü" diye değer­

lendiren, güç durumunda kendisinden yardım, kötü bir davranış

ardından af dilenen , i nsan gibi öfkelenen, sevinen, üzülen, ba­

zen mükafat, bazen ceza veren, her zaman korkulması gereken,

bazen şefkatine sığın ı lan süper bir baba. Kutsal Kitapta Tanrı'nın

insanı "kendine benzer" yarattığı yaz ı l ı değil mi?

Biraz felsefe yalamış, dolayısı yla herhangi bir gerekçe ol ma­

dan hiçbir şeye i nanmama al ışkanl ığ ı edinmiş olan ilahiyatçı lar

ise Tanrı'ya biraz daha değişik bir gözle bakarlar, daha doğrusu

onun daha başka niteliklerini vurgularlar. Nitekim, on ları n gö­

zünde Tanrı her şeye gücü yeten (omnipotent) , her şeyi bi len

(omniscient), her şeyi yaratm ış olan, ama kendisi yaratı lmamış

olup ezelden beri var olan, ebediyete kadar var olacak olan, her

bakımdan "mükemmel" bir varlıktır. Bu açıdan o hiçb i r başka

varlığa benzemez, h içbi r varl ıkla karşılaştı rılamaz. Her şeyi o

yönetir, dolayıs ıyla esasta her şeyden sorumlu odur. ( İ lahiyatçı ­

lar onun bu nitel ikİer ini var olması iç in b i r gerekçe olarak da

göstereceklerdir . ) i nsanlar arasında da türdeşleri nden daha

güçl ü , daha bi lg i l i , daha yarat ıc ı olanlar vard ı r, ama hiçbiri bu

konularda Tanrı i le aşı k atamaz. O halde bu var olduğu ancak

akılla bili nebilen bir varl ıktır.

Elbet burada karşımıza hemen şu soru çıkıyor: O halde neden

her akı l l ı insan kendiliğinden bu tür bi r Tanrı düşüncesine varmı­

yor da, onun varlığı ndan ancak kutsal kitapları n, dolayısıyla din

adamların ın yazdıkları veya söyledikleri i le haberdar oluyor?

İlahiyatçılara göre, her akıl sahibi insan ın bir Tanrı n ın var ol­

duğunu anlayacak kadar akl ın ın çalıştı ğ ın ı söyleyemeyiz, dola­

y ıs ıyla onun akl ı n ı bu yolda çal ıştı rmasına yard ım edecek in­

sanlara ihtiyacı var; işte ilahiyatçılar ın da baş görevi bu konuda

328

Page 330: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

ona k ı lavuz luk etmekti r _ Nas ı l bebelerin yü rümesin i öğrenebil­

meleri için i lkin ellerinden tutup yürütmeye çal ışmak gerekiyor­

sa, ayn ı şekilde, henüz bu konuda akı l lar ı n ı çal ışt ı rmayı öğrene­

memiş kişi lere neden ötürü bir Tanrın ı n var l ığ ına i nanmak zo­runda olduklarını öğretmek gerekir_

O halde Tanrıya inanmam ız içi n el imizde ne g ibi akla uygun

(rasyonel) gerekçeler olabi l i r?

İ lahiyatçı lar bu konuda bir sürü gerekçe öne sürmüşler, yal­

n ız bizim bunlardan her b i rin i incelememiz ne mümkün , ne de gerekl i . Bu neden le ben bunlardan en çok başvurulan, en

öneml i bu lduğum bi rkaç ı na değineceğim _ İnsanoğlunu n daha

çok kendi inançlar ını pekiştirmek, daha doğrusu , dindar çevre­

lerde bir "şeytan dürtüsü" say ı lan şüpheci l i kten kurtulmak iç in

ürettiğine i nandığ ım bu gerekçelerin de insan zekas ın ın p ı rı lt ı la­

r ın ı taş ıd ığ ı şüphe götürmez. Bi l imde kolay inanmama ana ta·

v ı rd ı r , zira insanoğlunun burada en çok korktuğu şey aldanmak,

yani yanl ı ş bi r i nanca kapı lmaktı r. Bu , i nsan ı doğruluğundan iy i­

ce emin olmadığı bir fikre inanmamaya zorluyor. Ayn ı tav ı r bir bakıma i lahiyat için de geçerl i , zi ra burada da Tanr ın ın varl ığına

inanmak için i nsanın el inde akla-yakın, hiç değilse ikna edici ka­

n ıtlar bulunması şart koşuluyor. Bu yaklaş ım nedeniyle i lahiyat­

ç ı ları da filozof kategorisi ne sokuyoruz_

Bütün bu gerekçeler inanmakta tereddüt edenleri veya düpe­

düz inançsızları imana getirmek umut ve amac ıyla i leri sürülmüş

olduğu için, gerekçeleri n kısa b ı r açıklamasından sonra, onlar ın

neden doyu rucu olmad ığın ı göstermeye çalışacağ ım_ Benim bu­

rada öne süreceğim it irazlar çeşitl i f ilozoflar tarafından daha ön­

ce de d i le getirilmiştir.

329

Page 331: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

1 . Ontolojik Gerekçe: İ lk defa Aziz Anselm tarafı ndan öne

sürülen bu gerekçeye göre Tanr ı , tan ım ı gereği , "en mükemmel

varl ı k"tı r. Oysa "var olma" niteliği de "en mükemmel " varl ı ğ ı n onsuz olunamaz bir nitel iğid i r , dolayı s ıyla Tanrının var ol ması

gerekir. İ lk bakışta bu gerekçe, şapkasın ın içinden bir tavşan ç ı ­

karıveren gözboyacın ın marifeti kadar şaşı rtıc ı . Nitekim, Kant' ı n

d a bel irttiği g ib i , ben her bakımdan mükemmel bir varl ı k tasav­vur edebi l ir im, ama benim böyle bir varl ığ ı düşünebilmem , onun

var olmasını gerektirmez. (Onun deyimiyle, "var oluş bir yüklem

değildir".) B i r tan ımdan, tan ım lanan şeyin varl ığ ı türeti lemez.

Ben üç baş l ı , el l i metre boyunda b ir Herkül de düşünebi l irim , an­

cak bu hayal-gücünün ü rettiği yarat ığın var olduğunu ayrıca ka­

n ıt layamadıkça, onun var olduğunu iddia edemem. Ontolojik ge­

rekçe sadece görünürde bir gerekçe olup, ancak zaten "en mü­

kemmel" b i r var l ığ ı n gerçekten de var olduğuna inananları tat­

min edebilir. Her halde, bu rada da "mant ıksal" b i r gözboyacı l ık

karş ıs ında olduğ u m uz bence apaç ı k . Kaldı ki , b i rçok felsefe

ders kitabında sayfalar boyunca tart ış ı lan bu gerekçenin s ı ra­

dan bir dindar ı uzaktan yakından i lg i lendi rmeyeceğini kolayca

tahmin edebi l i rs in iz .

2. Mistik Gerekçe: Bu rada yukarıda anı lanın tam tersi b ir

gerekçeyle karşı karş ıyayız. Ontoloj ik gerekçede Tanrı n ı n var

olduğu mantı ksal bir el çabukluğu ile kanıtlanmaya çal ış ı l ı rken,

burada onun var oluşu mist ik bir y�şant ıya dayat ı lmaya çal ış ı l ı ­

yor . Genell ikle bir şeyin varlığı n ı bize haber veren duyuları m ız­

d ı r. Eğer "kedi" dediğ imiz bir hayvan ı göz leri m le görür, ellerimle

dokunursam, onun gerçekten de var olduğuna inan ı rım . Bu hay­

van kucağıma ç ıkıp m ır ı l t ı lar ç ıkarmaya baş lay ı nca bu inancım

daha da g üçlen i r ; he le onu okşarken el imi t ı rmalarsa var l ığ ı

şüphe götü rmez bir hal a l ı r. Sözün kısas ı , herhangi b i r nesneni n

330

Page 332: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştı ğ ı Öteki Sorunlar

varl ığ ından haberdar ol manın en kestirme ve en g üvenilir yol u

onu algılamaktır. İşte bazı i nsanlar Tanrı n ı n var l ığın ı da böyle

alg ı ladıklar ın ı , onunla doğrudan doğruya temasa geçtiklerini,

bütün varl ıklar ıyla onun yakın l ığ ını duydukları n ı iddia ediyorlar.

Buna "mistik yaşantı " den iyor.

Elbet bunu bizzat yaşamayan b i r kimse bunun nası l bir ruh

hali olduğunu anlayamaz. Büyük bir coşku, bir kendinden geç­

me, manevl bir sarhoşluk diye tasvir edebileceğim iz bu hali ya­

şayanlar Tanrı i le bir olduklarını söylüyor ve Tanrıya i nanmak

için bundan daha el le tutulur bir gerekçe olamayacağ ı n ı iddia

ediyorlar.

Ne yazı k k i , bu tür b i r gerekçenin başka larını Tanr ın ın varlı­

ğına inand ı rmak bakımı ndan işe yaramayacağı apaçık. Kaldı ki, hemen akla şu itiraz gel iyor: Bu tü r bir yaşant ın ın bir sanrı (hal­l ucination) o lmad ığ ı ne m al um? Öyle ya, kişi Tanrı düşüncesiyle

fazla meşgul olduğu içi n , herhangi bir derin ruh hal ini Tanrı i l e

birleşme sanabilir. Bu yaşant ın ın ayrınt ı larıyla anlatılması baş­

kaları n ı da aynı hali yaşamaya sürüklese bile, bunun Tanrı n ın

kendi varl ığı n ı doğrudan doğruya insanlara ayan-beyan ettiğ in i

söyleyebi l i r m iyiz? Kişinin kendi kend i n i aldatmadığından hiçbi r

zaman emin olamayacağımıza göre, bu gerekçeyi de ciddiye al­

mamız mümkün deği l .

3. Mucizeler: İnsanları b i r Tanrın ın var olduğuna inandırmak

için en sık başvurulan gerekçeler arasında mucizeleri sayabil i­

riz. Hemen bütü n kutsal kitap l a rda Tanr ın ın bazen doğrudan

doğruya yapt ığ ı , bazen peygamberlerine yapt ırd ığ ı b inbir "muci­

ze"den söz edilir. Bunlar "olağanüstü", normal olarak rastlanma­

yan, b i l i nen doğa yasaları na ters düşen, hatta düpedüz bu ya­

saları çiğneyen olaylard ı r : Musa'n ın adamlarıyla birl ikte geçmesi

331

Page 333: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Oğreniyor

için Kızı l Denizin ikiye ayrı l mas ı , İsrai l l i ler bir başka u lus ile sa­

vaş ı rken G üneş in gökte uzun s üre aynı noktada d u rmas ı , İsa'n ın suyu şaraba dönüştürmesi, bi r körü iyileşti rmesi, Laza­

rus adındaki ölüyü dirı ltmesi g ibi . . . Bunlar "doğal" olarak meyda­

na gelmesi imkansız olaylardı r, dolayıs ıyla bunlar ancak Tanrı­

n ın isteği üzerine meydana gelmiş olabilirler.

Sı radan insanın bu tür m ucizelere inandığını ve onları Tan­

rı n ın varl ığ ına yorduğunu bi l iyoruz. Ancak s ı radan insan gözbo­

yac ı lar ın nu maralar ın ı da çoğu zaman onlarda "o lağanüstü"

güçlerin varl ı ğ ı na yorar. Bu nedenle kutsal kitaplarda anlat ı lan

mucizelerin gerçekten de olduğuna inanmamız için bunları an­

latanların sözleri ne güvenmemiz gerekecektir. Oysa bun ları

anlatanlar sözlerine güveni l ir (yalan söylemeyen) insanlar olsa

bi le, onların yanı lmadıklarını garanti edemeyiz. Kaldı ki, kutsal

kitapları yazan, dolay ıs ıyla bu mucizeleri anlatanlar genell ikle

peygamberleri doğrudan tan ımamış insanlar olup, onlar da bu

hikayeleri başkalarından duymuşlard ı r. Onların doğruyu söyle­

d ik leri ne malum? Bu hikayeleri peygamberlere onlar yakışt ı r­

mış olamazlar m ı? Hem ne diye Tanrı bir yandan doğa yasaları

koysun, öte yandan --canı isteyince-- onları çiğnes in? "En mü­

kemmel varl ık" d iye bi l inen Tanrıyı "kapris l i " , "keyfine göre" ka­

rar değiştiren bir varl ık olarak görmeye hakkımız var m ı ? Tanr ı ­

n ı n "kudret in in" sonsuz olduğunu belgeleyen mucizeler onun

"bilge"liğine leke sürmüyor mu?

Sağduyumuzla akl ım ıza te rs düşen mucizelere inanabi lme­

miz iç in bu yetenekleri mizi rafa kald ı rmamız gerekiyor. İşte bu­

rada "akı l" i le "iman" ın çatışmasına tan ık o luyoruz. Ayakta kala­

bi lmemiz için sağduyumuzla akl ım ıza güvenmemiz gerekiyor; oysa akl ımız bize mucizelere inanmamamızı emrediyor. Bu iki-

332

Page 334: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

lemi nasıl çözeceğiz? S ı radan adam için böyle bir ikilem yoktur,

zira o hem bir yandan akl ı ile yaşamını sürdürmeye çal ı ş ır, hem

de --gözboyacılara olduğu gibi-- mucizelere " inanır". Ona göre

"Tanrı her şeye kadirdir'' , dolay ıs ıy la "Onu n h ikmetinden sual

olunmaz". İnanma söz konusu olduğunda çoğu s ı radan adam

sağduyusunu da, akl ı n ı da mant ığ ın ı da rafa kald ı rmaya hazır­

d ı r. İ lahiyatç ı lar arasında akl ın "iman"a karşı olduğunu vurgula­

yanlar da en çok halkın bu saflığ ı n ı sömürmek isterler. Onlara

göre, insan, akl ı n ı n dürtülerine rağmen Tanrın ın varl ığ ına inan­

mal ıd ı r . Ancak ilahiyatçılar arası nda böyle düşünmeyenler, do­

layısıy la " iman" i le "akl ı " uz laştı rmaya çal ışanlar çoğunluğu

oluşturuyor. Bunların daha çok "filozof" mizaçlı i lahiyatçılar ara­

s ından ç ıktığını söyleyebiliriz. Bu g ibilerine göre i nsan bilerek

i nanmal ıd ı r.

4. Kozmolojik Gerekçe: İ nsanlar genellikle her şeyin bir ne­

deni olduğunu varsayarlar. A n ı n nedeni B olsun ; genel varsayı ­

mımıza g öre B n i n de C gibi bir nedeni, C nin de D gibi . . . bir ne­

deni olacakt ır. Bu nedenler zinciri sonunda bi r ilk nedene daya­

nacakt ı r; işte bu i lk neden Tanrıd ır .

Daha çok fi lozoflarla bilim adamları evrenin nasıl oluştuğunu

(veya nereden geldiğini) merak etmişler ve çeşitli biçimlerde bu

meraklarını gidermeye çalışmışlardır. En son kozmolojik teoriye

göre başlangıçta bütün madde ve enerji bir noktada yoğunlaşmı ş

bulunuyordu, ancak b u yoğunluk o derece arttı ki, sonunda büyük

bir patlama ile sonradan evreni oluşturan maddi parçacı klar olu­

şup büyük bir h ızla her doğrultuda etrafa saçıld ı lar, derken galak­

siler, yıld ızlar, gezegenler meydana gelmeye başlad ı . Yaln ız, tek­

rar başa dönüp Büyük Patlamadan önceki sonsuz yoğunluktaki

madde-enerji karışım ı n ın da nereden geldiğini sorabil ir iz.

333

Page 335: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

İşte bi l im adamın ın daha geriye gidemediği bu noktada ilahi­

yatçı işe karış ı p bu i lk nedenin Tanrı olduğunu öne sürüyor. Kut­

sal kitaplarda evrenin Tanrı tarafından yoktan yaratı ldığı yazı l ı­

d ı r. S ı radan dindar da bunun böyle olduğuna inan ır. Yunan dü­

şünürlerine göre ise evren yaratı lmamışt ı r, ezelden beri vard ır,

dolayısıyla onu yaratan bir Tanrıya inanmamız için rasyonel bir

neden yoktur. Asl ında işe Tanrıyı karışt ırmakla h içbir şeyi açık­

lamış olmuyoruz, daha çok zihnimizi soru sormaya devam etme

külfetinden ku rtarmış oluyoruz. Zaten "yok"tan yaratılmanın na­

sıl bir şey olduğunu anlamam ıza imkan yok, zira bütün gözlem

ve deneylerimiz bize her şeyin var olan başka bir şeyden oluştu­

ğunu gösteriyor. Kaldı ki, eğer şüpheci bir yaradı l ışta isek, soru

sormaya devam eder ve "Peki , Tanrı nasıl oluştu?" diyebiliriz.

Zaten her şeyin bir nedeni varsa, Tanrın ı n da bir nedeni olmak

gerekmez mi ? Tanrıyı "her şeyi yaratan, ancak kendisi yaratı l ­

mamış bir varl ık" diye tanı mlayarak da işin içinden ç ıkamayız,

zira bu defa da "Bu tanıma uygun bir Tanrın ın var olduğu ne

malum?" sorusunu sormaktan hiçbir kuvvet bizi alı koyamaz.

5. İlk Hareket Teorisi : Görüldüğü gibi , bi r insanın hangi

aşamada soru sormaktan vazgeçeceği kişisel bir zevk sorunu.

H ı ristiyan ilahiyatçı lar ancak her şeyin i lk nedeni olan bir Tanrı

h ipotezini kabul ederek soru sormaktan vazgeçebileceğimiz i , daha doğrusu vazgeçmeye hakk ımız olduğunu düşünmüşler,

ama bu onların "hüsnü ku ru ntusu", zira insan i lgi lerine göre, ne­

densel l ik zincir in in herhangi bir noktasında soru sormaya de­

vam etmekten vazgeçebil ir. Eğer sadece durup dururken balkon

kapıs ı n ı n neden açıld ığ ın ı merak ediyorsam, bunun mümkün

olan nedenlerinden hangisinin söz konusu olduğunu araşt ır ı r ım.

Eğer kap ıy ı bir insan veya hayvan (örneğin evin kedisi) arkadan

itelemem işse, açı lmas ı n ı n gene l l i kle o sırada ç ıkan rüzgardan

334

Page 336: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığ ı Öteki Sorunlar

kaynaklanm ı ş olabileceğini düşünürüm ve bu düşünce merakı­

mı gidermeye yetebilir. Ancak biraz daha ileri (daha doğrusu ge­

ri) giderek rüzgarın çıkmas ına nelerin neden olduğu nu sorabili­rim ve bu merakımı giderebilmek için rüzgarın çıkmasına neden olan hava şartlarını incelemem gerekebilir. Eğer bir meteoroloj i uzmanı isem araştırmalarım ı daha da derinleştirmem gerekebi­lir. Ancak en genel doğa yasalar ın ı elde ettiğim zaman da, bu yasaların neden geçerl i oldukları n ı sormak zorunda değili m .

Sorsam bile, bu yasaları Tanrı n ın koymuş olduğu sonucuna var­

mam gerekmez , z i ra evren in baştan beri bu yasalarla bi rlikte var

olduğunu düşünebilirim.

Bu son söylediklerim genel l ikle bilim adamları n ı n tutum unu yans ıt ıyor. Laplace Napoleon'a ne demişti : "Benim bu tür bir hipo­teze (Tanrının varl ığı hipotezine) i htiyacım yok, yüce efendim!"

Bütün tek-tan rıc ı dinlerde her şeyi (evreni) Tanrı n ı n yaratt ığ ı

yazı l ıd ır. Buna karş ı l ık, Yunan fi lozof ları bir "yaratı c ı tanrı"ya ih­

tiyaç duymam ışlar. Platon'a göre Tanrı (o buna Demiyurgos di­yor) evreni sadece yönet ir, yaratmaz. Aristoteles de her hareketi

başlatan --i lk hareket ett irici-- an lam ı nda b ir Tanrıy ı gerek li gör­

müş nedense . Aslında "ilk neden" ile "ilk hareket ettirici" arasın­

da pek bir fark yok, dolayısıyla bir ilk hareket ettiriciye i nanma­

mız içi n de rasyonel bir neden yok, ama i lahiyatçı lar bu tür ge­rekçelere dayanarak, her bil im adamının bir tanrıya inanmak zo­runda o lduğunu belge lemeye çal ışıyorlar. "Büyük Patlama" te­orisinin b i le bir tanr ı n ı n varl ığ ın ı zorunlu kı ld ığ ın ı kanıtlamaya

kalkışmad ı lar m ı?

Bütün bunlar kan ımca yarı dindarları ikna etmek içi n uydurul­muş ge rekçe ler. Eğer bu gerekçeler geçerl i olsaydı , ilahiyatçılar gibi b i l im adamlar ı n ı n da onları ortaya atıp savunması gerek-

335

Page 337: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

mez miydi? Oysa durum hiç de öyle değil. Gerçi bi l im adamları

arasında da dindar olanlar var, ama bu insanlardan hemen hiç­

biri Tanrıya olan inançları n ı bu tür gerekçelere dayandırmaya

kalkmıyor. Örneğin , Newton çok saf ve samimi bir dindar olma­

sına rağmen, bu tü r gerekçelere iltifat etmemiştir. Nitekim, ev­

rensel çekim yasasın ı bulduktan sonra, bu çekim kuvvetin in na­

sıl bir şey olduğunu bilmediğ in i iti raf etmiş, bu konuda hipotezler uydurmak istemediğinı (hypotheses non fingo) söylemiş, eli ne

iyi bir f ı rsat geçmiş olduğu halde, bunun "tanrısal" bir güç oldu­

ğu gibi laflar etmemiştir.

6. Teleolojik Gerekçe: Yunanca 'telos' erek (gaye) demek.

Evrenin rastlantı ürünü olduğunu ve evrendeki bütün olayların

doğa yasaları na göre, kendi l iğinden olup bittiğini kabul etmek

biraz düşünen i nsana zor gelir. Bu nedenle insan en az ı ndan bu

yasaları koyan bir gücü n var olduğuna inanma eği l imindedir. i ş­

te bu "düzen"i yaratan gizl i güç Tanrıd ı r; onun evreni "yaratm ış"

olduğunu kabul etmesek bile, koyduğu yasalarla ona bir "düzen"

verdiğ in i düşünebil iriz. Dünyada rastladığımız bazı olaylar (ani

bast ı ran bi r f ı rtı na, deprem, vbg.) bizde dünyanın kaotik bir ya­

pıda olduğu izlenimini uyand ı rsalar bile, bunlar istisnai olaylardır ve gel ip geçtikten sonra her şey "normal" gidişine döner Kaldı

ki, bu tü r istisnai olaylar devam ederken de temeldeki düzen bo­

zulmaz . Su lar gene yükseklerden alçaklara doğru akmaya, Gü­

neş, y ı ldızlar ve gezegenler h içbir şey olmamış gibi gökteki ha­

reketlerine devam ederler, eskisi gibi karn ımız acıkı r, vbg . . Ku­

rulmuş bir saatmiş g ibi, evren saatinin düzenli tik-taklarını duy­

maya devam ederiz. Bu düzen canl ı lar dünyasında daha da be­

l i rg i ndi r. Her cani ı n ın doğuşu, büyüyüşü , öl üşü belli bir zaman

s ı rasına göre olur. Hele canl ı lar ın yapıs ın ı i ncelediğimizde, or­

ganlar aras ında inan ılmaz bir düzen, bir ah'enk göze çarpar. Or-

336

Page 338: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

ganizma, büt ü n parçaları birbiriyle h iç şaşmaz bir uyum içinde

işleyen, son derece karmaş ık bir saat gibidir. Bu saat bazen bo­

zulur (hastal ı k, vs.) gibi olur, ama sanki gizli bir güçten emir al­

m ış gibi, kendi kendini tamir etmeye başlar. Bu örnekleri alabil­

diği nce çoğaltabil i rsiniz.

Bütün bu nl arı n "kendi kendi ne" o lduğunu düşünmek, Dar­

win 'e gel inceye kadar, yal n ız i lah iyatç ı lara deği l , birçok bi l im

adamı na çok zor geliyordu . Doğan ı n işleyışi, hele can l ı ları n ya­

p ıs ı bütün bunların insarı ı nkinden de üstün bir zekanın eseri ol­

duğu izlenimini uyand ı r ıyordu . Tevrat ' ın yarad ı l ış masal ı n ı ço­

cukça bulan filozof ve bi l im adamları bi le her şeye düzen veren,

onu bel l i bir amaca yönelten bir zekanın varl ığ ın ı yadsıyamıyor­

lardı. Bir saat, zamanı göstermek amacıyla insan zekas ın ı n or­

taya koyduğu bi r gereçtir; ayn ı şekilde göz de canl ı n ın görmesi­

ni sağlamak için tanrısal zekanın ürettiği, saatten bin defa daha

karmaş ık bir organd ı r ve bu derece dakik ve duyarl ı , bu derece

"mükemmel" bir organı ancak i nsan-üstü bir zeka üretebilir.

1 8 . yüzyı l genell ikle "Akıl Çağ ı" diye anı l ı r. Aydınlanma slo­

ganı da bu yüzyı lda ortaya çıkm ıştı r. Yal n ız bu çağ ı n filozoflarıy­

la bi l im adamların ın dini yadsıd ıkları n ı düşünmek yanlıştır. Bun­

lar kutsal kitapların d i le getirdiği "halk dini" yerine bir tür "akıl di­

n i " diyebi l eceğimiz bir din anlay ış ın ı getirmişlerd i r Buna "the­

ism" veya "deism" ("tanrıcı l ık") deniyor. Halk dini çocuksu bi rta­

k ım inançlara dayan ıyordu ; akıl dini ise gözlemlerimize, dolayı­

sıyla "bilgi"ye dayanacaktır . Nitekim, bu akı l dinini savu nanlar ı n

başında botanistlerle zoologlar geliyor. Bunlar "doğan ın harika­

lar ı "n ı öve öve bitiremeyen binlerce cilt kitap yazıyorlar. Onlara

göre, neredeyse bütün canl ı lar Tanrı n ın zekas ın ı övmek için ya­

rat ı lmışlar. Nereye baksalar Tanrısal zekanın izlerini görüyorlar.

337

Page 339: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

Bazı canl ı ların düşmanlarından gizlenmek için geliştirdikleri ka­

muflaj teknikleri kadar, onlardan kaçmak için sergi ledikleri kur­

naz l ık ve akrobatik yetenekler de on lara ancak çok zeki bir Tan­

rı tarafından bağışlanmış olabilir.* Hele can l ı ların çeşitli organ­

ları aras ı ndaki harika uyum, ayakta kalabilmek için sergiledikleri

i nan ı lmaz ustal ı k , hastaland ıkları veya yaraland ıkları zaman

tekrar iyi leşmek için geliştirdikleri yöntemler ancak üstün bir ze­

kan ın varl ığ ıyla açıklanabilirdi.

Burada şöyle bir çıkarım söz konusu olsa gerek:

(i) Her alet belli bir amaca hizmet için zeki bir yarat ık o lan in­

san taraf ından üreti l ir

( i i ) Oysa doğada rastlad ığ ım ız insan yap ı s ı olmayan bazı

nesneler, organizmalar, belli bir amaca hizmet ediyorlar

(ili) O halde bunları n da zeki bir varl ı k tarafından yaratı lmış

olması gerekir

Çıkarımın temelinde aletlerle organizmalar arası nda yapılan bir

benzetme yatıyor olsa gerek. Dürbün i nsan taraf ından cisimleri

yaklaşt ırmak, dolayıs ıyla daha büyük göstermek amacıyla üretil­

miş bir alettir. Göz de görmeyi sağlayan bir alettir. Dolayısıyla

dürbün gibi gözün de bell i bir amaçla birisi taraf ından düşünül­

müş olması gerekir.

Daha çok biraz o lsun bil im le i lg i lenmiş dindar kişi leri n di le

getirdiği ve gene daha çok aydınları bir Tanrı n ın varl ığına inan­

d ırmayı amaçlayan bu argümanın ilk bakışta çekici olduğu şüp-

* Voltaire'in insan burnu nun Tanrı tarafı ndan gözlüklere desteklik etmek üzere yaradılmış o lduğunu söylemesi bu argümanı alaya alma amacına yönelik ola­bilir, ancak öne sürülen örneklerin ezici çoğun luğu biraz aklı başında olan i n­sanları gülümsetecek türdendi.

338

Page 340: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Filozofların Uğraştığı Öteki Sorunlar

he götürmez. 1 8 . yüzyılda insanlar bağışıkl ık sistemi hakkında

bir şey b i lmiyorlard ı ; eğer bilselerd i , bu s istemi ancak hasta­

lanan canlı ları iyileştirmeye kararl ı , üstün bir zekanın düşünebi­

leceğini öne sürerler ve sadece bu sistemin varl ığ ın ın bir Tanr ı ­

ya inanmamız iç in yeterli bir gerekçe olduğunu kan ıtlamaya ça­l ış ırlard ı .

Darwin'in "Evrim Teorisi" b u argümanı yerle bir eden e n güç­lü silah olmuştu r. Aslında dindar yarad ı l ış l ı bir insan olan, hatta

rahip olmak iç in Cambridge Üniversitesinde i lah iyat okuyan Dar­

win'i dini inançlarından vazgeçiren en güçlü argüman bütün or­

ganizmaları, bu arada en mükemmel yaratık diye bilinen insanı

yaratmış olan çok zeki bir Tanrı n ı n , dünyada bu derece acıma­sız bir yaşam savaşına göz yumamayacağı düşüncesi olmuş.

Başka bir deyiş le, Darwin insani ve ahlaki kaygı larından ötürü Tanrıya olan inancın ı yitirmişti, zira ona göre bir Tanrı her şey­

den önce "iyi" olmak zorundaydı , oysa canl ı lar dünyasına acı­

masız bir yaşam savaşı egemendi .

İş in i lg inç yan ı , bu savaşın Darwin'in eline sonradan neden

Tanrıya inanılmaması gerektiğ i konusunda bil imsel gerekçeler

vermesidir. "Evrim Teorisi"ne göre, canlılar dünyasında olup bi­

ten her şeyi --Tanrıyı hiç işe karıştırmadan-- doğa yasalarıyla

açıklamak mümkündür. Nitekim , daha önce de belirtmeye çalış­

tığ ım gibi, bu dünyada her şey doğal ayıklanma sürecine göre olur biter. Her can l ı yaşamın ı sürdürmek iç in bazen b in lerce

yavru üretir, bunlardan çevre şartlar ına uyabilenler ayakta kal ı r , uyamayanlar elenir. Bütün bunlar gözlerimizin önünde o lup bi­

ten olaylardır. Bu anlamda "evrimleşme" tümüyle doğal bir sü­

reçtir. Yapay ayı klanmada hangi bireylerin yaşamaya devam

edeceğine biz karar veririz, yani yaşamasın ı istediğimiz bireyleri

339

Page 341: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

biz seçeriz. Bizim işe karışmad ığ ımız durumlarda seçim "ra�lan­

t ı "ya kalmıştır, ama gene de canl ı n ı n çevre şartlar ına uyum sağ­

laması esastır. Ona dışarıdan müdahale edecek, olayları önce­

den planlayan bir güce ihtiyaç yoktur. Zürafan ın boynu uzamış­

sa, bu doğuştan uzun boyunlu zürafa yavruları n ı n doğa şartlar ı ­

na daha iyi uyum sağlayıp ayakta kalmış olmas ındandır. Bunun

aksini düşünmek hem sağduyuya aykır ıd ır, hem de kişiyi sorula­

rına devam etmekten al ı koyamaz. Nitekim, her şeyi önceden

bel l i bir plana göre düzenleyen bir Tanrıya mı inan ıyorsunuz,

eğer biraz daha meraklı biriyseniz, "Bu üstün zekalı plancı Tanrı

nası l meydana geldi?" diye sormaya devam edebi l i rs iniz.

Bütün bu söylediklerimden şöyle bir sonuç çıkt ığın ı sanıyo­

rum : İlahiyatçıların yapmak istedikleri i lk bakışta şüpheci yara­

d ı l ışta olan i nsanları bir Tanrı n ı n var olduğuna inanmaya ikna

etmek. Ancak her insan akıl sahibi olduğu, dolayısıyla en kutsal

inançları bile zaman zaman sorgulayabildiği , ama çoğu zaman

bundan rahatsız l ık , hatta huzursuzluk duyduğu için, kendi iç-hu­

zurunu da yeniden kurmak u muduyla bu tür görünüşte rasyonel

argümanlara başvurabi l i r . "Görünüşte rasyonel" diyorum , z i ra

insan konuya sıkı bir mant ıkç ı veya titiz bir bi l im adamı gibi yak­

laştığ ında, bu gibi argümanların i ler tutar bir tarafı olmad ığ ın ı

görebi l i r. Ancak ilah iyatçı dediğ imiz i nsanlar bazı inançlara an

gaje olmuş bulundukları ve kendi lerini onları herkese, bu arada

özellikle aydın lara kabul etti rmekle yükümlü saydı kları için, bu

tür argümanlara başvurmaktan geri durmazlar.

340

Page 342: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

SON SÖZ

Geleneksel felsefede en çok tartışı lan sorunlara verdiğim son

iki örnek genellikle "metafiziksel sorunlar" diye anıl ır. Burada 'me­

tafizik' deyiminin ne anlama geldiğini açıklamaya kalkmayacağım,

zira böyle bir girişimin herhangi bir yarar sağlayacağın ı sanm ıyo­

rum. Ancak her iki örnekten de anlaşılacağı gibi , bu tür sorunlar

üzerinde yürütülen tartışmaların herkesin "doğru" diyebileceği bir

çözüme bağlanmadığı meydanda. Bu anlamda bu sorunlara --bi­

l imsel sorunlardan farklı olarak-· "kıs ı r sorunlar" d iyebiliriz. Bu ,

soru sormanın b i r "mantığı" o lmadığ ın ı gösteriyor. İnsan aklı dur­

madan soru ü retiyor, ama bunlardan bir k ısmına doğruluğu veya

yanl ış l ığ ı üzerinde "karar verilebilir" bir çözüm ü retemiyor. Bu tür

bir ç ıkmaza "özlemse! düşünüş"ün yol açtığını gördük. Galiba in­

sanoğlu sandığ ı ndan fazla duyguların ın etkisinde olan bir yarat ık,

ama bunun pek farkı nda deği l . Bir bakıyorsunuz , b ir "dış-dün­

ya"nın, bir "ben" in , dolay ıs ıy la "başka benler"in varl ığını şüphe

konusu yapabilecek kadar aşı r ı l ığa kaçabiliyor, bir bakıyorsunuz,

hiçbir şekilde algı layamadığımız , tümüyle "hayal-ürünü" sayabile­

ceğimiz bir Tanrı n ın varl ığ ına i nanıyor, hatta inanmakla da yeti n­

meyip, bu inanc ın ın akla-yakın olduğunu kanıtlamaya kalkıyor.

Bütün bunlara bakınca, i nsan ın pratik yaşam ın ı sürdürmesinde

olumlu bir rolü olan "akı l " dediğimiz yeteneğin bazen duygusal ya­

şam ın ın etkisinden kurtulamadığı anlaşıl ıyor.

Felsefede uzun süre tart ışı l ıp da bir sonuca bağlanamayan

"sorun" lara kal ıc ı (perennial) sorunlar deniyor. Ben bunlara "fo­si l sorunlar" demeyi teklif ediyorum. Son olarak incelediğim iki

sorun bunun bence en "tipik" örnekleri . Bunlara "fosil sorunlar"

341

Page 343: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

Uğur Felsefe Öğreniyor

dememin iki gerekçesi var: Bunlardan biri kişisel bir gerekçe,

sizin anlayacağın ız , ben kendi hesab ıma bu sorunları tart ışı lma­

ya layık bu lmuyorum . Dış dünyan ı n varl ığ ın ı yadsıyan Berke­

ley'e karşı Dr. Johnson ayağını bir taşa çarpmış ve böylece Ber­

keley'in saçmaladığını kanı tladığ ın ı göstermek istemiş. Ben Dr.

Johnson'un "sağduyusal" yöntemlerini uygulamayacağ ım, an­

cak bazı sorunlar üzerindeki tartı şmalardan insana bir yerde "gı­

na geldiğini" düşünüyorum.

İkinci gerekçem de şu : Bi l im adamları da bu tür sorunları tar­

tışmaya layık görmüyorlar. Anlaşılan onlar da bu tür tartışmalar

sonunda herhangi bir "bilgi" ü retilemeyeceği kan ısı ndalar, dola­

yısıyla insanın düşünsel enerj isin i "üretken " sorunlara yöneltme­

si gerektiğini düşünüyorlar. Bu bakımdan "kısır" sorun lar üzerin­de ayak diretmenin bir anlamı yok.

Ben de bu nedenle bu kitapta daha çok bilgi üretmen in nasıl

bir şey olduğunu vurgulamaya, bu arada bilim adamın ın elden

geldiğince kendisini duyguları n ı n etkisinden kurtarmak zorunda

olduğunu belirtmeye çalışt ım. Baş amacım, yeni yetişenlere bir

bilgi üreticisi olabilmek için nelere dikkat etmeleri, dolayısıyla ne gibi tuzaklardan kaçınmaları gerektiğini göstermekti. Bu anlamda

"bilim adamı" gibi düşünebilmenin demokratik bir yaşam düzeni­

ne ayak uydurmak için de gerekli olduğunu anlatmaya çal ıştım.

Toplumda en çok huzursuzluğa yol açan, bazı insanların yobaz

ve bağnaz olmasıdır, dolayısıyla bilimsel düşünme alışkanl ıkları

edinmek bu tür zihinsel hastal ıklara yakalanmamak için şart. De­mokrasi ise bu tür alışkanl ı kların toplumun hiç değilse yönetici

kadrosunda yerleşmiş olmas ın ı gerektiriyor. Bu anlamda felsefe

öğrenmek, benim gözümde, "aydın", dolayısıyla "uygar" bir i nsan

olmayı öğrenmek anlamına geliyor. Bu kitap bu tür insanlar yetiş­mesine katkıda bulunabilirse, ne mutlu bana!

342

Page 344: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor

BisLiYOGAAFiK Nor

Bu kitabın sonuna ayrıca b i r "Bibliyografya" ekle­

memiş o lmamın başl ı iki nedeni var: 1 ) Bu kitap

meslekten felsefecilere değil, yabancı-dil bi lmediğin i

varsaydığım lise öğrencileriyle, s ıradan okuyucuya

h itap ed iyor; bu g ibi i nsanlara b i r s ü rü yabancı

dilden kitap adı saymak bana gereksiz bir gösteriş

gibi geldi ; 2) Hemen tümüyle daha önce edinmiş

olduğum bilgi-birikimine dayanarak yazdığ ım bu ki­tapta alıntı yaptığ ım yerleri dip-notlarında göstermiş

bulunuyorum.

Okuyucularım arasında benden herhangi bir bilgi al­

mak isteyenler olursa, bana, "Dr. Hüseyin Batuhan, Refah Şehitleri 97, 81 340 - Heybeliada" adresine

yazabil irler.

343

Page 345: Hüseyin batuhan   uğur felsefe öğreniyor