iii. u l u s l a r a r a s i :mevlana...
TRANSCRIPT
T.Ç.
SELÇUK ÜNiVERSiTESi
SELÇUK UNIVERSITY
III. U L U S L A R A R A S I :MEVLANA KONGRESİ
3rct I N T E R N A T I O N A L MEVLANA CONGRESS
BiLDiRiLER 1 PAPERS
5-6 MAYTS 2003 5-6 MAY 2003
KONYA 1 TÜRKİYE 1 TURKEY
AVRUPA'DA KÜLTÜRELÇOGULCULUK, GÖÇMENLER
VE TÜRK TOPLUMU'
Doç. Dr. Talip KÜÇÜKCAN*
Giriş
İsteğe bağlı veya zorunlu uluslararası insan göçü tarihin her döneminde rastlanan ve günümüzde de devam ederek sosyal, kültürel ve ekonomik değişimlere neden olan yaygın bir olgudur. Savaş, sel, yangın ve deprem gibi fela-
,ketler, refah ve istihdam arayışı gibi ekonomik nedenler ile baskılardan kurtulma, düşünce ve fikir hürriyeti elde etme uğruna güvenli ve özgür bir ülke arayışı gibi siyasal nedenler geçmişte olduğu gibi günümüzde de nüfus hareketlerine ve göçlere neden olmaktadır2 • Göçlerinneden olduğu geniş çaplı ve derin değişimler sosyolojik araştırmaların en önemli konulan arasında yer almaktadır3 . Her ne kadar ulus devletlerin ortaya çıkışı ile bağımsızlık ve egemenliğin birer göstergesi 9lan sınırlar ortaya çıkmış ve nüfus hareketliliğinin önüne engeller örülmüş ise de yasal veya yasal olmayan yollardan çok sayıda insan sınırları aşarak farklı ülkelere göçmüş, oraya yerleşmiş ve çoğunlukla da göç ettikleri ülke toplumlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmişlerdir4• Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri gelişmiş ülkeler olarak göçlerin başlıca merkezleri haline gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerindeki demokratik sivil kültür ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin yarattığı refah ve istihdam imkanları
ı Bu bildirinin sunulması için katkıda bulunan Hollanda Türkevi Derneği'ne, Sayın Veyis Güngör'e ve kongreye ev sahipliği yapan Selçuk Üniversitesi Rektörlüğü'ne teşekkür ederim.
• TDV İsliim Araştırmaları Merkezi (İSAM) 2 Küresel göç eğilimleri ve uluslararası göç sistemleri hakkında bkz. M. K. Kritz, C. B. Keely ve
S. M. Tomasi (eds.) Global Trends in Migration: TheOJ}' and Resem·clı on lntenıational Population Movements, New York: Staten Island; Kritz M. M., Lim. L. L. ve Zlotnik, H. (eds.) (1992) International Migratian System, A Global Approach, Oxford: Ciarendon Press.
3 Sosyolojik bir problem olarak göçün analizi hakkında bkz., Jansen, C. J. (1970) 'Migration; a sociological problem' in C. J. Jansen (ed.) Readbıgs bı the Sociology of Migration, London: Pergamon Press.; Nowotny, H. J. H. (1981) 'A sociological approach toward a general theory of migration' in M. M. Kritz, C. B. Keely ve S. M. Tomasi (eds.) GlobalTrendsin Migration, New York: Staten Island: 63-83. Göç teorileri hakkında kapsamlı bir tahlil için bkz. Massey, D. S., Arango, J., Hugo, G., Kouaouci, A., Pellegrino, A. ve Tayor, J. E. (1993) 'Theories of International Migration: A Review and Appraisal' Population and Development Review, Vol. 19, No. 3:431-466.
4 Ulus devlet göç ilişkisi, uluslararası göçlerin neden olduğu değişimler ve ulus devletlerin geliştirdiği politikalar hakkında bkz., Joppke, C. (1999), lmmigration and the Narian State, Oxford University Press, Oxford.
47
bu merkeziere yapılan göçü artırmıştır5 . Küresel bir gerçeklik olan uluslararası ve ulus aşırı göçler sonucunda hem Amerika Birleşik Devletleri hem de Avrupa ülkelerinde çok kültürlü bir toplumsal yapı oluşmuştur. Göçmenlerin oluşturduğu azınlık gruplar farklı dini, etnik, kültürel ve linguistikkimli]cleriylebu i]lkelerin sosyal ve demografik yapısındaki heterojenliği artırmış ve kendi kirtıliklerini, çoğunlukla anayurt özlemini ve bağlılığını da kaybetmeden, yeni ülkelerinde tekrar üretmişlerdir.
Türkierin Batı Avrupa ülkeleri nı; göç süreci 1950 sonlan ve 1960' ların ilk yıllarından başlayarak devam etmiŞtir. I 973 yılındaki petrol krizine dayalı ekonomik duraklama göç hareketini bir süreliğine kesintiye uğratmakla birlikte aile birleşimi şeklinde dışarıya göç hareketi ivme kazanarak devam etmiştir. Türkiye'ye dönüş planları sadece mitolojik bir niyet olarak kalmış ve aile birleşmeleri ile Avrupa'daki Türk nüfusu her yıl gittikçe artmıştır6 . Günümüzde Avrupa'da 3,5 milyondan fazla Türkiye kökenli insan yaşamaktadır. Avrupa'daki Türk nüfusun büyük bir çoğunluğu bulundukları ülke vatandaşlığına geçmiş ve göçmenlik statüsünü terk etmek suretiyle bu ülkelerde yerleşik hayat sürmeye başlamıştır7 Avrupa'da doğup büyüyen genç kuşaklar da eğitimlerini bu ülkelerde almakta, bu ülkelerin okullannda sosyalleşmeye başlamaktadırlar. Annebabalar için genç kuşakların farklı kültürel ortamlarda sosyalleşmeleri 'kültürel kimlik' gelişimi açısından birtakım kaygılam neden olmaktadır. Ancak bu kaygıların ne kadar haklı olduğunu, Avrupa'daki Türk gençlerinin gerçekten 'kültürel kimlik' eksenli sorunlar yaşayıp yaşamactıklarını değerlendirebilmek için gençlerin Türk kültürel değerleri hakkında neler düşündükleri konusunda yeter sayıda kapsamlı araştırmalar yapıldığını söylemek zor görünmektedir. Bununla
. 5. Avrupa'ya göçler için bkz. Fassmann H. ve Münz, R. (eds.) European Migratian in the Late
Tıventietlı Centıa}': Histarical Pattems, Actual Trends and Social /mplications, Aldershat Edward Elgar; Fassınann, H. ve Munz, R. (1994) 'Patterns and Trends of International Migratian in Western Europe' H. Fassmann veR. Münz (eds.) European Migratian in tlıe Late Tıventietlı Century: Histarical Pattems, Actual Trends and Social·lmplications, Aldershat Edward Elgar: 3-34.
6 Avrupa'ya Türk göçü bir çok çalışmanın konusu olmuştur. Bu konuda bkz. Abadan-Unat, N. (ed.) (1976), Tw*ish Workers in Europe 1960-1975, A Socio-Economic Appraisal, E.J. Brill, Leiden; Abadan-Unat, N. (1985), 'Identity Crisis of Turkish Migrants, First and Second Generation' in llhan Basgoz ve Narman Fumiss (eds.), Turkish Workers in Europe, Indiana University Press, Bloomington, 3-22; Beeley, B. (1983), Migration, Tlıe Turkish Case, Third World Studies, Case Study 8, The Open University Press, Milton Keynes, Paine, S. (1974), Exporting Workers: The Turkish Case, Cambridge University Press, Cambridge Martin, P. L. (1991), The Unfinished Stol)•: Turkish Labour Migratian to Westem Europe, World Employment Programıne, International Labour Office, Geneva.
7 Geniş bilgi için bkz. Castles, S., Booth, H., & Wallace, T. (1987), Here For Good, Westem Europe's Neıv Etlınic Minorities, Pluto Press. London.
48
beraber son yıllarda Avrupa'daki Türk gençlerini konu alan sosyolojik ve antropolojik araştırmaların ivme kazandığını da belirtmekte yarar vardır.8
Avrupa' daki Türkler, Avrupa' daki göçmen topluluklar kadar Avrupa müslüman diyasporasının da bir parçasıdır. Son zamanlarda müslüman d{yasporası hakkında yapılan çalışmaların önemli bir bölümü Türklere ayrıl- . maktadır. Bu nedenle Avrupalı Türklerden bahsederken zaman zaman Avrupa müslümaniarına değinmek zorunlu görünmektedir. Bu nedenle bildiriye özellikle ll Eylül 2001'deki talihsiz olaylardan sonra tekrar gündeme gelen ve hemen herkes tarafından tartışılan bir k9iıu ve teori ile başlamakta yarar görüyorum. Bu tartışmalar Avrupa' da 'öteki' olarak görülen Türkleri de yakından ilgilendirmektedir. Hatırlanacağı üzere 1 I Eylül olaylarının hemen ardından uygarlıklar çatışması tezi tekrar gündeme gelmiş, İsHim dünyası ve Batı arasında uygarlık temelli çatışma ve sürtüşmeler yaşanacağı iddia edilmiştir. Bu tartışmalar sürerken zaman zaman hem Avrupa'da hem de Amerika'daki müslüman azınlık gurupların bazı saldırılara uğradığı görülmüştür. Hatta İtalya başbakanı S. Beriuseani Hıristiyan uygarlık değerlerinin daha üstlin olduğunu ve bu nedenle bu uygarlığın tekrar canlandırılması gerektiğini söylemişti. Bu türden bir yaklaşım kuşkusuz onlarca yıldır süren göç ve nüfus hareketleri ile çok kültürlü hale gelen:dini, etnik, kültürel ve linguistik açından farklı guruplara ev sahipliği yapan Avrupa'da hoşgörü ve kültürel pluralizm açısından şaşırtıcı olmuştur.
Türklerin ve diğer müslüman azınlık toplulukların Avrupa' daki geleceğini değerlendirirken şu üç konuya değinmek gerekmektedir: I- Samuel Huntington'un medeniyetler çatışması çerçevesinde İslam dünyası ve Batı ilişkileri bağlamında Türk ve müslüman azınlıkların Batıdaki konumu ve geleceği; II- Göçmenlerin kimliklerindeki hangi dini, kültürel ve linguistik unsurların geliştirilmesi, hoş görülmesi veya bunlara karşı çıkılınası gerektiği sorusu çerçevesinde Türkler ve müslümanlarla ilgili geliştirilmesi gereken politikalar: ve lllAvrupa' da gelişmekte olan Euroİslam veya Avrupa İslamının sağlayacağı fırsat ve imkanların ve dağuracağı sorunların bir değerlendirilmesi. IV. Avrupalı Türk gençliğinin yeni kimlik inşası. Şimdi sırasıyla bu konuları tek tek ele alarak tartışmaya devam edelim.
I. Medeniyetler Çatışması: İslam Dünyası ve Batı İlişkileri
Samuel Huntington'un medeniyetler çatışması kurarnındaki temel yaniışIara zaman zaman işaret edilmiş ve özellikle İslam dünyasının monolitik, yekpa-
x Kağıtçıbaşı, Ç. (1987), 'Alienation of the Outsider: The Plight of Migrants', lntemational Migration, Vol., XXV, No.2: 195-209; Van Der Lans, J & Rooijakers, M. (1996), 'Ethnic ldentity and Cultural Orientation of Second Generatian Turkish Muslim Migrants' in W. A. R. Shadid & P. S. van oningsveld (eds.), Political Participati01ı and ldentities of Muslims in nonMuslim States, Ko k Pharos, Kampen: 174-189.
49
re ve statik biçimde algılanması eleştirilmiştir. Batı uygarlığı ve İslam arasındaki ilişkilere değinirken sadece çatışma ve sürtüşme değil aynı zamanda bilim, felsefe, sanat ve kültür alanlannda her iki uygarlığın birbiriden yararlandığını da göz önünde bulundurmak gerekir.
Uygarlıklar çatışması tezinin eleştirisi ile ilgili olarak bu noktada Prof. James Kurth'un uygarlıklar çatışması konusundaki görüşlerinin dile getirilmesi yararlı olacaktır. Bilindiği üzere Amerikalı siyaset bilimci Samuel P: Huntington 'un politikacılardan strateji, uzmanlarına, tarihçilerden günlük gazetelerin köşe yazariarına varıncaya kadAr geniş bir kesimin ilgiyle okuduğu Medeniyet/er Çatışması9 başlığıyla yayınlanan makalesinde ortaya sürdüğü fikirler hala tartışılmaya devam ediyor. Huntington'un medeniyetler çatışması tezinin bu kadar yankı yapmasının nedeni hiç şüphesiz, makalede tartışılan fıkirlerin yakın gelecekte uluslararası politikadaki en ciddi çatışmaların ne türden olacağı sorusuna kapsamlı bir cevap niteliği taşımasından kaynaklanıyor.
Huntington'un ortaya attığı kavramsal çerçeve siyaset bilimcileri arasında ciddi tartışma ve hatta sürtüşmelere de zemin hazırladı. Bu tartışmalara katılan Profesör James Kurth, Huntington'un ileri sürdüğü çatışma tezini farklı açıdan değerlendirerek yeni bir tartışma başlattı. Amerikalı siyaset bilimi profesörü James Kurth, "Gerçek Çatışma" 10 başlığı ile yayınladığı makalesinde medeniyetler arası çatışma tezine karşı çıkıyor ve medeniyet içi çatışma tezini öne sürüyor. Kurth'a göre gerçek çatışma Huntington'un iddia ettiği gibi Batı medeniyeti ile diğer medeniyetler arasında ve özellikle İslam ve Konfüçyüs medeniyetlerin oluşturacağı ittifak arasında değil, bizatihi Batı medeniyetinin kendi içerisinde ve hassaten bu medeniyetin günümüzdeki merkezi gücünü oluşturan Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanacaktır.
Amerikalı siyaset bilimci Kurth'a göre, Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti arasında bir uygarlık çatışmasının yaşanınası pek mümkün görünmüyor. Çünkü günümüzde İslam medeniyetini temsil eden güçlü bir ülke ya da imparatorluk mevcut değil. Geçmişte bu medeniyeti temsil eden Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük bir güç vardı. Ancak İslam dünyasının büyük bir çoğunluğunu temsil eden bu mümessil süper güç birinci dünya savaşından mağlup olarak çıkınca, İslam dünyası birbirleriyle iktidar kavgasına düşüveren küçük parçalara bölündü. Yani İslam dünyasının siyasi ve ekonomik birliğini sağlayıp dış dünyaya karşı İslam dünyasını temsil edecek güç parçalandı ve merkeziliğini yitirdi. Bir başka ifade ile Batı medeniyetine rakip olabilecek ve bu merkezden kaynaklanan dayatmalara karşı koyabilecek ciddi bir muhalif güç yok günümüzde.
Şimdi İslam dünyasına şöyle bir göz atalım. Acaba Batı medeniyetini temsil eden güç odaklarının çıkarlarına zarar verebilecek, ekonomik ve siyasi
9 Samuel P. Huntington, (1993), 'Clash of Civilisations', Foreign Affairs, (Summer, sh. 24-49)
10 James Kurth, (1993), 'Real Ciash', The National Interest. (Number 37, sh. 3-15)
so
yaptınrolarına dur diyebilecek bir İslam ülkesi var mi? İslam dünyasını temsil etme anlamında liderliğe aday ülkeler arasında İran, Mısır, Türkiye, Pakistan ve Endonezya ilk akla gelen potansiyel ülkeler. Iran, Şii kelamı. ve kuvvetli etnik kimliği ile kendisini diğer İslam ülkelerinden soyutlamak sure~iyle bu şansını kaybetmiş görünüyor. Saydığımız diğer ülkelere gelince; bu ülke toplumlarının İslam'afarklı yaklaşımları, ülkede hakim olan siyasi gelenek ne Batı ne de DoğU medeniyetlerine alternatif bir politika oluşturma peşinde. Bundan çıkacak sonuç şudur: İslam bir medeniyet olarak var olmaya devam edecektir ancak bu varlığını İslam dünyasının dış politikasını, bu medeniyetin ilke ve gereklerine göre uluslararası platformda temsil edecek güçlü bir imparatorluk veya lider ülkeden yoksun olarak sürdürecektir. Bu da şu demektir: İslam dünyası ile Batı arasında nükleer savaş veya konvansiyonel silahların kullanıldığı cinsten çok ciddi bir
, çatışma olmayacaktır. Çünkü İslam dünyasının şu andaki durumuyla bir muhalefet veya rakip olması söz konusu değil.
II. Avrupa'da Türk ve Müslüman Azınlıkların Kültürel Kimliklerinin Yeniden Üretimi, Tamnınası ve Geliştirilmesi İçin Gereken .Politik Adımlar
Avrupa'da, 3,5 milyonu Türk olmak üzere, sayılan 7-8 milyon arasında olduğu tahmin edilen çok sayıda müslüman yaşamaktadır' 1• Bu noktada zaman zaman şöyle bir soru sorulmaktadır: "Türk ve müslüman göçmenlerin kimliklerindeki hangi dini, kültürel ve linguistik unsurlar geliştirilmeli, hoş görülmeli veya bunlardan hangilerine karşı çıkılmalıdır?" Böyle bir sorunun arkasında Türk ve müslüman kimliklerin, değerlerin ve dini aidiyetlerin tanınması gerektiği fikri kadar bütün bunların ancak ev sahibi ülke şartlarına uygun olması, yerel değerlerle çatışmaması ve bir anlamda topluma uyum sağlamaya engel unsurların ortadan kaldınlmasıyla mümkün olacağı fikri yatmaktadır. Bu nedenle de hem Türkler ve müslümanlara hem de içinde yaşadıklan topluma bazı görevler düşmektedir. Yani bu sorunun temelde iki muhatabı vardır. Biri Türkler ve
11 Avrupa' daki müslümanlar hakkında detaylı bilgi için bkz. S. Vertovec S. ve C. Peach (eds.) (1997), Islam in Europe, Tlıe Politics of Religion and Commımity, London: Macınillan Press; J. Nielsen, (1992), Mııslims in Western Eıırope, Edinburgh: Edinburgh University Press; B. Lewis ve D. Schnapper (eds.) (1994), Muslimsin Europe, London: Pinter; G. Nonneman, T. Niblock ve B. Sjazkowski (eds.) (1996), Muslim Commımities in tlıe Neıv Eıırope, Reading: Ithaca Press; Giles Kepel (1997), Allalı in tlıe West, Oxford: Polity Press; Jan Rath ve diğerleri (eds.) (2001), Western Europeand/ts Islam, Leiden: EJ Brill; Tomas Gerholm ve Yngve George Lithman, (eds.) (1988) Tlıe new /slamic presence in Westem Eıırope, London: Manseli Publishing.
51
müslümanlar diğeri ise göçmen olarak gidip yerleştikleri ülke devleti ve toplumudur. Hemen belirtmek gerekir ki müslüman topluluklar ve İsHimiyetin yekpare bir yapı olarak algılanmaması gerekir. Bugün bazı Batı medya organlarında bir İslamophobia (İslam korkusu) yayılmakta ve müslümanlar şiddet yanlısı, Avrupa' nın refah sistemini tehdit eden bir gurup olarak algılanmaktadır. Aşın uçtaki guruplardan hareketle ya da şiddet olayiarına karışan bazı marjinal oluşurnlar yüzünden müslümanların bir tehdit olarak algılanması ve İslam korkusu duygusu yayılması hem uyum sürecini ?lumsuz etkiler hem de müslümanları hedef alan ayrımcılık ve dışlanma dürtületini güçlendirir. Bu nedenle Türkler ve müslümanların kendi içindeki farklıkların bilinmesi ve genellemeler yapılmaması gerekir.
Batıda yaşayan Türkler ve müslümanların en temel sorunlarından birisi içinde yaşadıkları ülkelerde onları temsil eden bir şemsiye ya da üst kurumun olmayışı ve böyle kurum oluşturmaları talepleriyle karşılaşmalarıdır. İslamın yapısında diğer bazı dinlerde olduğu gibi ruhhan sınıfı veya hiyerarşik bir yapı olmadığı için bütün müslümanları temsil edebilecek kilise benzeri bir yapı veya kurum oluşmamıştır. Bu nedenle Batıdaki yetkililer ve ilgili kurumlar müslümanları ilgilendiren konularda gerektiğinde müzakere edebilmek için tek bir temsilci kurum arayışlarına cevap bulamamaktadır. En azından yakın bir gelecekte böyle bir kurumsal yapının oluşması zor görünmektedir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Türkler ve müslümanlar arasındaki farkhklar düşünsel zenginliğin bir yansımasıdır. Bu nedenle çoğulcu bir anlayış ve kurumsallaşmaya giden müslümanlan tek çatı altında toplamak demokratik görünmemektedir. Son zamanlarda Fransa gibi bazı ülkelerde böyle bir eğilimin oluşması resmi makamlar tarafından desteklenmekte ancak bu müslümanlar arasında bazı sürtüşmelere neden olmaktadır. Batı, Türkleri ve müslümanları şimdiye kadar ürettikleri ve yaşattıkları çoğulcu yapıyla kabullenmelidir.
Türk ve müslüman azınlıkların topluma entegre olabilmeleri ve uyum sağlamaları için Avrupa'nın temel değerlerini benimsernesi gerektiğini ifade edilmektedir. Kuşkusuz Türkler ve müslümanlar yaşadıkları toplumla sürtüşme içinde değil, uyum ve barış içinde olmanın yollarını aramalıdır. Zaten bu toplumlarda doğup büyüyen genç kuşaklar devlet okullarında aldıkları eğitimin bir etkisi sonucu yaşadıkları toplumun temel değerlerini tanımakta ve içselleştirmektedir. Ancak burada uyum ile asimilasyon arasındaki farka da işaret etmekte yarar vardır. Avrupa artık çok dinli, din li ve kültürlü bir yapı kazanmıştır. Avrupalıların da İslam tanımaları ve müslümanların dini ve ahlaki değerlerine saygı göstermeleri gerekir. Batılı toplumlarının, artık aralarında yaşayan Türkleri ve müslümanları geçici guruplar olarak değil o ülkelerde yerleşik ve kalıcı vatandaşlar olarak kabul etmeyip sadece Türkler ve müslümanlardan uyum sağlama uğruna hep Batı değerlerini kabullenmelerini beklemeleri, gerçekçi görünmemektedir. Aslına bakılırsa Avrupa'daki Türk ve müslüman varlığı Batı
52
ülkelerinin çağımızda karşı karşıya kaldığı en büyük hoşgörü ve çoğulculuk testlerinden biridir. Bu bağlamda bağnaz, aşırı uçtaki şiddet yanlısı bazı grupların Türkleri ve müslümanları temsil etmediğini ve Türkler aleyhine oluşturulan olumsuz kalıp yargılara katkıda bulunduğunu, bu nedenle de Avrupalı Türklerin bu gurupları ılımlı ve demokratik bir- dönüşüme zorlamaları gerektiğini belirtıi:ıekte yarar vardır.
Toplumsal eşitlik ve barışın sağlanabilmesi için Avrupa' daki devletlerin Hıristiyanlık ev Yahudilik gibi İsHl.miyeti de resmen bir din olarak tanımaları gerekmektedir. Bir çok hakların elde edilmesi ancak yasalar karşısında eşit konumda olmakla mümkündür. Bu nedenle müslümanların da birçok alanda kamusal fonlardan yararlanmaları ve kurumsallaşma sürecinde diğer din mensuplarının yararlandığı bazı ayrıcalıklardan yararlanması demokrasinin ve insan haklarının bir gereğidir12 • İslamiyetİn resmi bir din olarak tanınması hem Türk-
' !erin dışlanma psikolojini azaltacak hem de geniş halk kitleleri nezrinde İslamın varlığına yasal bir zemin hazırlayacaktır. Ayrıca böyle bir gelişme kamu okullarında her kesimden öğrencinin İslam hakkında daha fazla ve daha doğru bilgiler almasına kapı aralayacaktır. Böylece Türkler ve müslümanlara ilişkin önyargılarm yerini bu dini ve mensuplarını doğrudan tanımaya dayanan görüşler alacaktır. ~vrupa ülkelerinin din-devlet ilişkisi bağlarnındaki tarihsel deneyimi ve siyasal kültürü farklı olduğu için din ve dini kurumlara ilişkin politikaları farklılık arz ennektedir. Ancak genel bir değerlendirme yapıldığında devletin din ve dini kurumlara düşmanca bakmadığı görülecektir.
Örneğin Almanya anayasası kiliseyi bir kurum olarak tanımış ve bu kurumun varlığını sürdürebilmesi için "kilise üyeliği vergisi" şeklinde adlandırabileceğiz bir vergi türü ihdas edilmesine zemin hazırlamıştır. Buna göre kiliseye üye olan ve sunduğu hizmetlerden yararlanmak isteyen müminlerin gelirlerinden yüzde 8 ila 9 oranında vergi kesintisi yapılmaktır. Ülkedeki Hıristiyan kiliselerin bu vergilere dayalı yıllık gelir toplamı yılda 8-9 milyar Euro'ya tekabül etmektedir. Ayrıca Almanya da devlet okullannda öğrenci velilerinin istemesi durumunda kendi mezheplerine dayalı din eğitimi verilmektedir. Okul bu tür bir eğitimin alt yapısını (sınıf,malzeme ve materyal) hazırlamakla görevlidir. Din eğitimini vermek üzere de resmi olarak tanınan ve bu görev kendisine tevdi edilen bir kilise görevlisi/öğretmeni devlet okulunda din öğretimi yürütmektedir.
12 Avrupa'da İslamın yasal konumu hakkında bkz. W. A. R. Shadid ve P. S. van Koningsveld (eds) ( 1995), Religioııs Freedam and tlıe Position of Islam in Westerıı Europe, Opportımities and Obstacles in tlıe Acquisition of Equal Riglıts, Kampen: Kok Pharos; W. A. R. Shadid ve P. S. van Koningsveld (eds.) (1996), Muslims bı tlıe Margin, Political Respanses to tlıe Presence of Islam in Westem Europe, Kampen: Kok Pharos; S. Ferrari ve A. Bradney (eds.) (2000), Islam and European Legal Systems, Aldershot: Ashgate.
53
İngiltere'de de kilise resmen tanınan bir kuruluştur. Devletin en üst hiyerarşisindeki kişi yani kralikraliçe aynı zamanda kilisenin de yasal olarak lideri/başı konumundadır. Günümuz İngiltere'sinde de bu uygulama sürdürülmektedir. Şu anda Kraliçe Elizabeth aynı zamanda Anglikan Kilisesi'nin de başın9a bulunmaktadır. Hem Almanya hem de İngiltere'deki bu durum dini kurumlara kamusal fondan aktarım yapmayan Fransa'dan farklı bir modernleşme/sekülerleşme deneyimi olduğu göstermekte ve her iki ülkede de dinin kurumsallaşmasına zaman zaman dalaylı zaman zaman da doğrudan katkıda bulunulduğunu göstermektedir.
İngiltere'yi diğer ülkelerden ayrı ~ılan bir başka özelliği de bu ülkede 1988 Eğitim Reform Yasası ile devlet okullarında Hıristiyanlık ağırlıklı din eğitimin verilerneye başlanmasıdır. Bu yasa aynı zamanda ilk ve orta dereceli tüm devlet okullarında topluca dua edilmesi ve ayin yapılması koşulunu da getirmiştir. İngiltere'nin bu özelliği ile kamu okullarında din eğitimi verilmesine ve dini sembollerin sergilenmesine izin verilmeyen Fransa'dan büyük ölçüde farklı bir modernleşme/sekülerleşme deneyimine sahip olduğunu göstermektedir. İngiltere'de diğer birçok Batı Avrupa ülkesinde olduğu gibi kiliselere ait binlerce ilk ve orta dereceli okul bulunmaktadır. Yönetimi ve mülkiyeti kiliseler ait bu okulların giderlerinin yüzde 80'i kamu bütçesinden karşılanmaktadır. Bu veriler göstermektedir ki birçok Avrupa ülkesinde Hıristiyanlık kolektif kimlik kaynaklarından biri olarak hala öneminin korumaktadır.
Türkler ve İslam hakkında doğru bilgilendirme sadece eğitim kurumlarında değil, medya organlarında da yer almalıdır. Günümüz Avrupa toplumlarında müslümanlara ilişkin kalıp yargıların ve olumsuz imajların oluşmasında medya çok kapsamlı bir rol oynamaktadır. Türkler ve İslamiyet hakkındaki olumsuz haberlerin medyada sürekli yer alması uyum ve entegrasyon yolundaki en büyük engellerden biridir. Çünkü sürekli olumsuz bilgilendirmeye daya bilgiler zamanla önyargıların pekişınesine ve hatta şiddete başvurulmasına kadar uzanan etkiler yapmaktadır. ll Eylül saldırılarından sonra medyada çıkan haberler bazı müslümanların hedef seçilmesine ve gerginliğin tırmanmasına neden olmuştur. Bu nedenle medya Türkler, müslümanlar ve İslam hakkında haberler yaparken daha sorumlu davranmalıdır.
Son yıllarda Batı ülkelerinde aşırı milliyetçiğİn ve ırkçı akımların güçlendiği görülmektedir. Almanya'da dazlaklar, İngiltere'de British National Party, Fransa'da Le Pen ve taraftarları, Avusturya'da Haidar'ın partisini iktidara yaklaştıran ırkçı eğilimler, diğer yabancı ülke kökenlilerle birlikte müslüman toplulukları da hedef almaktadır13 • Daha ikinci dünya savaşı sırasındaki Musevi
13 Avrupa'daki ırkçı akımlar hakkında geniş bilgi için bkz. J. Solomos, ve J. Wrench, 1. (1993) 'Race and racism in Contemporary Europe' in John Wrench ve John Solomos (eds.) Racism and Migratian in Westenı Europe, Oxford: Berg, sh. 3-16; P. Weil (1991) 'Immigration and the Ri se of Racism in France: The Contradictions in Mitterand' s Policies' Frenc/ı Politics and
54
kat! i arnı hafızalarda canlılığını korurken Avrupa' da bu yüzyılda böylesine aşırı eğilimlerin yükselişi ciddi bir kaygı ve tedirginlik kaynağıdır. Bu nedenle söz konusu akımların yasal yollardan etkisiz hale getirilmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde sosyal ve siyasal barışın sağlandığı uyumlu bir toplum yaşamına ulaşılması mümkün değildir. Bu akımlar bütün azınlıkları ve müslümanları her türlü olumsuz gelişmenin sorumlusu sayarak kamuoyunu yanıltmakta ve azınlıkları hedef olarak göstermektedir. Almanya'da ırkçı dazlakların Türkleri hedef aldığı bilinmektedir. Bu tür akımların yasal yollardan etkin biçimde etkisiz hale getirilememesi durumunda dazların geçmişte olduğu gibi gelecekte de şiddete başvurarak toplumsal uyumu bozmaları muhtemeldir.
Avrupa' daki Türkler ve müslümanlar açısından işaret edilmesi gerektiğini düşündüğüm temel sorunlardan birisi de "vatandaşlık" meselesidirı 4 . Unu. tulmamalıdır ki yıllardır Batı ülkelerinde yaşayan Türkler ve müslümanların bulundukları ülke vatandaşiıkiarına geçmede önlerine ciddi engeller çıkarılmıştır. Bu da Türkler ve müslümanların kısmen dışianmışlık duygusu içinde kendi gettolarını yaratmaianna katkıda bulunmuştur. Ayrıca vatandaş olamayanlar ne oy verebilmekte ne de ülkenin siyasal ve kamusal yaşamına aktif olarak katılabilmektedir. Kültürel duvarların da örülmesine neden olan vatandaşlıkla ilgili sorunların bir an önce ortadan kaldırılması, vatandaşlığa geçişin kolaylaştırılması ve çifte vatandaşlığın kabul edilmesi entegrasyon ve uyum sürecinin hızlandırılmasına katkıda bulunacaktır. Türklerin siyasal temsilleri de bu bağlamda önem kazanmaktadır. Son yıllarda genç kuşak Türklerden az sayıda da olsa siyasal yaşama15 katılan bireylerin olduğunu görmek sevindirici olmakla birlikte sayısal anlamda bu katılım yetersiz kalmaktadır. Mevcut partilerin ülkedeki azınlıklara kapılarını daha geniş aralamaları gerekmektedir. Eşitsizliklerin ve aynıncı politikaların temelinde kısmen önyargılar kısmen de vatandaşlıkla ilgili dışlayıcı ya da vatandaşlığı zorlaştırıcı yasalar yer almaktadır. Bütün bunlar ortadan kaldırılmadıkça farklı toplulukların barış içinde yaşamaları otdukça zordur.
Avrupalı Türklerin kamusal yaşamda yeterince temsil edilmediği ve ayrı mc ı politikaların kurbanı olduğu bir gerçektir. Örneğin Türkler ve müslüman
Society, (Vol. 9, No. 3-4: sh. 82-1 00); A. G. Hargreaves ve J. Leaman, (1995), 'Racism in Contemporary Europe: An Overview' in A. G. Hargreaves and J. Leaman (eds.) Racism, Ethnicity and Politics in Comemporm)' Europe, Aldershot: Edward Elgar, sh. 3-30.
14 Vatandaşlık hakkındaki tartışmalar için bkz. R. Brubaker, (1992), Citizenship and Nationhood in France and Germany, Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press. Jeff Spinner (1996) The Bowıdaries of Citizenship : race, etlmicity, and nationality in the liberal s tat e, Baltimore: The Johns Hopkins University; Michael Dunne ve Tiziano Bonazzi (eds.) (1995) Citizenship and Riglıts in Multicu/tural Societies, Keele: Keele University.
15 Müslümaniann siyasal hayata katılımı hakkında bkz. W. A. R. Shadid ve P. S. van Koningsveld (eds) (1996), Political Participati01ı and Jdemities of Muslims in non-Muslim States, Kampen: Ko k Pharos
55
guruplar arasında işsizlik oranları daha fazladır. Üst düzey devlet görevlerinde bulunan Türk sayısı yok denecek kadar azdır. Türklerin yoğun yaşadıkları bölgelerdeki kamu okullarında eğitim kalitesi daha düşük, suç işlemeye teşvik edici ortamlar daha fazladır. Türklerin ve müslüman azınlıkların uyum ve entegrasyonu için bu tür aynıncı politikaları engelleyecek yapısal refo_rınların başlatılması gerekir.
III. Avrupa Müslümanlığı: EuroİsHim veya Avrupa İsHimı Sosyolog ve antropologların üze~inde önemle durmaya başladığı günü
müz Avrupa'sındaki bir başka gelişme ise Euroİslam adıyla literatüre geçmeye başlayan Avrupa islamı kavramı ve oluşumudur. Bazı gözlemcilere göre A vrupa' da doğup büyüyen müslümanlar arasında yeni bir İslam anlayışı gelişmektedir. Bunlar iddialarını çeşitli guruplardan bağımsız olarak açılmaya başlayan camiler ve bazı gençler arasındaki yayılmakta olan fikirlere ilişkin gözlemlerine dayandırmaktadır. iddiaya göre oluşum sürecindeki Avrupa İsiarnı daha liberal özellikler taşımaktadır. Bunun dışında da Ne var ki Avrupa İslamını tanımlayacak ya da içeriğini anlatacak bir açıklama yapılmamaktadır. Kuşkusuz A vrupa'da doğup büyüyen, bu ülke okullarında eğitim gören, bu ülke şartlarında sosyalleşen ve kimlik inşa eden müslüman topluluklara mensup gençlerin annebabalarından daha farklı bir din anlayışı geliştirmeleri doğaldır. Ancak bu anlayış farklılığını Avrupa islamı biçiminde tanımlamak ve bu tanıma sadece liberal bazı anlamlar yüklemek biraz abartılı bir anlatım gibi gözükmektedir. Yeni bir İslam anlayışı inşası için öncelikle sağlam bir eğitim temelinin bulunması, ana kaynaklara erişimin sorunsuz olması ve hepsinde de öte yeni biı· anlayış geliştirecek derinlikte kültürel birikim ve entelektüel sermayenin kazanılmış olması gerekir. Batıdaki müslüman toplulukların ne eğitim ne de bilgi derinliği açısından böyle bir sermaye birikimine sahip olduğunu söylemek için henüz çok erken. Avrupalı müslümanlar kendi entelektüellerini, fikri geleneklerini oluşturmadan yeni bir İslam anlayışı geliştirmeleri mümkün değildir. Bugün bazıları
. nın Avrupa islamı olarak tanımladıkları ılımlı ve liberal İslam anlayışı sadece Avrupa'da değil Türkiye de dahil zaten bir çok İslam ülkesinde kendisine yer bulmaktadır.
Avrupa islamı diye farklı bir anlayışın oluşabilmesi için Avrupa ülkelerinde yaşayan müslümanların fikri açıdan özgürleşmesi ve geldikleri ülke geleneklerini eleştirel bir şekilde değerlendirebilecek felsefi yeterlilik ve bağımsızlık düzeyine ulaşmış olmaları gerekir. Böyle bir özgürleşme olmadan yeni fikirlerin üretilmesi mümkün olmayacaktır. Bugün Batı ülkelerindeki müslüman topluluklar arasındaki İslami hareketlere bakıldığında şöyle bir manzara ile karşılaşılır. Batıdaki yaygın İslami hareketler ve guruplar gelinen ülkelerdeki hareket ve gurupların damgasını taşımaktadır. Bu anlamda Avrupa'da ortaya çıkan
56
ve buraya özgü hareketlerin varlığınd,an değil, çeşitli İslam ülkelerinde ortaya çıkmış ve Avrupa' daki müslümanlar arasında yayılmış hareketlerden söz etmek mümkündür. Bu hareketler hala müslümanlar arasında etkili olurken yeni bir Avrupa islamı anlayışının geliştiğini söylemek sosyolojik verilerle çelişmektedif: Bildirinin başlarınçla da belirtildiği gibi günümüzde farklı İsHiin anlayışları vardır. Kuşkusuz İslamın anlaşılması ve yorumlanması coğrafi bÖlge farklılıklarından, içinde bulunulan zaman dilimleri ile siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik şartlardan etkilenmektedir. Bu bağlamda Avrupalı müslümanların da kendi inançlarına ilişkin yeni anlayışlar. geliştirmesi kadar meşru ve doğal bir süreç olamaz. Ancak böylesine bir süreç aynı zamanda ciddi bir entelektüel sermayeyi gerektirir.
IV. A vrupah Türk Gençliğinin Yeni Kültürel Kimlik İnşası
Kendilerini daha çok Avrupalı gören diyaspora gençleri aile, dil, kültür ve cinsçllik konularında önceki kuşağa oranla farklı bir anlayış geliştirmekte ve geleneksel kültürel kimliğin yeniden üretimi sürecinde yaşadıkları toplumun baskın değerlerinden de etkilenmektedirler. Bir takım kültürel değerlere yaklaşımlan ve bp değerlere yükledikleri anlam gittikçe değişmektedir. Bu değişime paralel: olarak kuşaklar arası sürtüşmeler yaşanmakta ve gençler kimliksel konumlarını tekrar tanımlamaya çalışmaktadır.
Her ne kadar kendilerini Batılı kabul etseler de diyasporadaki Türk gençleri anne-babalarından tevarüs ettikleri değerlere tamamen sırt çevİrınernekte ve sürtüşmeden arınmış bir aile yaşantısı özlemi çekmektedir. Türkçe, Türk kültürü ve ailedeki sıcak ilişki ortamını sevrnelerine rağmen farklı bir ortamda sosyalleştikleri için bulundukları ortamın baskın kültürel değerlerini de benimseme yolunu seçmektedirler. Bunun da ötesinde Avrupa'daki Türk gençleri hyphenated (tireli) kimlik de denilen 16 Britanyalı-Türk, Alman-Türk, FransızTürk vb. biçimlerde tanımlanan yeni bir melez (hybrid) Türk kimliğini temsil etmektedirler. Diyasporadaki Türk gençliği geleceğini Avrupa'da görmekte ve gerek İngiltere'deki gerekse diğer Avrupa ülkelerindeki Türk gençleri yeniden tanımlanmış 'kültürel kimliklerini' koruyarak içinde bulundukları toplumla sürtüşmeden uzak bir yaşam sürme mekanizması kurmaya çalışmaktadır.
Phinney'in 17 deyişiyle bu gençler aynı zamanda çoğul aidiyet ya da birden fazla grupla özdeşleşme süreci yaşamaktadırlar.
16 Caglar, A. (1998), "Hyphenated identities and the Limits of 'Culture'" in Tariq Madood ve Pnina Werbner (Eds.), Tlıe Politics of Multiculturalism in New Europe, Zed Books, London: 169-185.
17 Phinney, J. S. (1993a) 'Multiple Group Identities', in Jane Kroger (ed.) Discussions on Ego ldentity. Hillside, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates: 47-74.
57
Diyasporadaki Türk gençliği kimlik duygusu edinirken bir taraftan geleneksel değerlere yaslanmakta, gelenek ve kültürel değerlere yeni yorumlar ve yeni anlamlar ekleyerek zenginleştirmekte, diğer yandan da Avrupa toplumlarının yaygın özelliği olan kültürel çoğulculuk ve heterojenliğinden
yararianmaktadır. Farklı sosyalleşme ortamları ve kimlik kaynakları zaman zaman sürtüşmelere ve gerilimiere neden olsa da gençler, hem aileden aktarılan hem de mensup oldukları toplumsal değerleri bir arada yaşatmanın yollarını
aramaJıwı:1irlrugerler de gençlerin çoğunlukla kabul ettikleri ve benimsedikleri kimlik referansları arasında yer alma~tadır. Araştırmalarımız diyasporadaki Türk gençlerinin büyük çoğunluğunun din ve Tanrı inancına sahip olduklarını göstermekle beraber özellikle dini bilgilerinin son derece zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Yeterince dini bilgi donanıını bulunmayan gençlerin çoğu temel dini ibadetleri yerine getirmemekte veya getirmek istese de bunu nasıl yapacağını bilmediği için dini ritüellerden uzak durmaktadır. Araştırma sonuçlarından anlaşıldığı üzere aile ve çevresel şartlar dini inançların aktarımmda birincil derecede önemli rol oynamaktadır. Ancak medya ve kamuoyundaki İslam ile ilgili yanlış ve olumsuz imajlar gençlerin İsiama bakışını olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle bazı gençlerin kurumsaliorganize dinden soğudukları görülmektedir. Gençler dini bilgiler edinme konusunda da ciddi sorunlarla karşılaşmaktadır. Okullarda İslam ile ilgili bilgilerin yüzeysel oluşu yanında camilerdeki din eğitimi yöntem ve içeriklerinin gençlerin ilgisini çekecek nitelikte olmayışı, görevlilerin çoğunun gençlerin yaşadıklan ortamdan kopuk olmalanndan kaynaklanan iletişim sorunları ve onların anlayacağı seviyede ve dilde yazılı kaynakların yetersizliği gençlerin dini bilgilere ulaşmasını engellemektedir.
Bu gözlemler ışığında Türk gençleri arasında sembolik bir dindarlığın geliştiğini söylemek mümkündür. Yani gençlerin büyük bir çoğunluğu inançlı ancak inançlarına ilişkin bilgileri çok zayıf ve yüzeysel. Diğer taraftan gençler kendilerini müslüman olarak tanımlamalarına rağmen inançlarının gerektirdiği dini pratikleri yeterli şekilde ve düzenli olarak yerine getirmemektedir. Dini ·inançlar gençler için gittikçe sembolik anlam kazanan bir kimlik referansmda dönüşmektedir.
Sonuç Yukarıdaki tartışmaların da gösterdiği gibi demografik dokuyu değiştiren,
toplumsal ve kültürel heterojenliği artıran ve kültürler arası iletişimin kurulmasına neden olan uluslararası göç evrensel ve yaygın bir fenomendir. Nedeni ister siyasal, ister ekonomik ister de çeşitli beklenmedik olaylar ve felaketler olsun sınır ötesi göçler, yarattıkları kapsamlı değişimlerden dolayı sosyolojinin önemli araştırma ve tartışma konularından biri olmaya devam edecektir. Ortaya çıkan şartların zorlaması ile zaman zaman ivme kazanan zaman zaman ise durağan bir
58
nitelik gösteren ama nerdeyse kesintisiz devam eden göçler sonucunca Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletl~ri çok kültürlü toplumlar haline dönüşmüştür. Göçlerin bu dönüştürücü etkisi nedeniyle toplumsal yapıda meydana gelen değişimler bir taraftan yeni kuramiarın ortaya açılmasına neden olmuş diğer yandan politikacıların göçle ilgili konulara ilgi duymasına ve neticede yeni politikalar geliştirilmesi için adımlar atmalarma neden olmuştur.
Yiıminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkler de Batı Avrupa ülkelerine göç eden guruplar ve topluluklar kervanına katılmıştır. Çoğu ikili anlaşmalar çerçevesinde sanayileşmiş. ve hızla büyüyen batı ülkelerinin ekonomik kalkınmalarına katkıda bulunan Türkler, gittikleri ülkelerde kimliklerini yeniden üretmişlerdir. Avrupa ülkelerine yerleşme eğiliminin dağınasına paralel olarak
·dernekler, camiler ve diğer dayanışma kurumları kurulmaya başlanmıştır. Kuı~msallaşma sürecinde daha çok Türkiye'deki örgütlenme biçimi model olarak alınmış ve Türkiye uzantılı demekler kumlarak Türkiye' deki dini, siyasi ve kültürel yapı bir anlamda yeniden üretilmiştir. Ancak farklı bir eğitim ve sosyalleşme sürecinden geçen hem aile hem de okul ve sokaktaki kültürel kaynaklardan etkilenerek kimlik inşa eden yeni kuşakların kamusal alana katılımları ile bir de$işim süreci başlamıştır. Genç kuşak girişimciler ekonomik alanda da başarılı projeiere imza atmışlardır.
Her ne kadar Avrupa ülkeleri çok kültürlü de olsa, çok kültürlülük her zaman eşitlik anlamına gelmemektedir. Avrupa ülkelerinin göçmen politikaları farklı olduğu için bu ülkelerde yaşayan ve artık yerleşik hayat süren Türklerin karşılaştıkları problemierin derinlik ve yoğunluk derecesi de ülkelere göre değişmektedir. Ancak genel bir gözlem yapılacak olursa Avrupa'daki Türklerin karşılaştıkları temel sorunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Türkler kültürel kimlik inşası sürecinde kuşaklar arası sürtüşmeler yanında geleneğin yeniden üretilmesinde etkin rol oynayan örgütler ve kurumlar arasındaki iletişim kopukluğu ve hatta bunlar arasındaki çatışma problemleri ile uğraşmaktadır. Siyasal alanda ise vatandaşlık haklanndan yararlanamama, siyasal ve kamusal alanda nüfuslarına oranla temsil edilememe, farklı kültürel kimliklerinden dolayı dışlanma ve hatta ırkçı guruplann hedefi olma gibi problemlerle kuşatılmışlardır. Ekonomik alanda ise her ne kadar bazı genç girişimciler aktif bir yatırım hamlesi başlatmış olsa da, Türkler arasında istihdam probleminin olduğu ve işsizlik oranın Türkler arasında oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Eğitim, Türkler için bir başka problem teşkil etmektedir. Avrupa Ülkelerinde çok sayıda ilk ve orta dereceli okul öğrencisi Türk çocuk bulunmasına rağmen bunlar arasındaki başarı oranın düşük olduğu ve büyük bir çoğunluğunun yüksek öğretim aşamasına geçemediği bilinmektedir. Eğitim alanındaki başarısızlık Avrupalı Türklerin geleceği için kaygılara neden olmaktadır çünkü bilgi ve eğitimle donanımlı olmayan bir kuşağın gelecekte yukarı doğru bir sosyal hareketlilik göstermesi beklenemez.
59
Türklerin göçmen olarak gittikleri ülkelere yerleştikleri ve ancak çok azının Türkiye'ye dönme ihtimalinin olduğu bir gerçektir. Bu nedenle Avrupalı Türklerin konumlarının kurdukları sivil toplum örgütleri ile hem kendileri tarafından hem de artık vatandaşı oldukları ülke politikacıları tarafından yeniden tanımlamaları ve toplumsal barış ve uyum için kalıcı politikalar üretmeleri ·ge'" rekmektedir. Bir taraftan Türkler öz eleştiri yaparak kendi gettolarından çıkmalı ve yaşadıkları ülkenin toplumsal, siyasal ve kültürel hayatına aktif olarak katıl-_ malı, diğer taraftan da o ülkelerdeki sivil toplum örgütlerinin, entelektüellerin, devlet kurumları ve siyasi elirlerin Ti,irklerin problemlerini çözmeye yönelik girişimlerde bulunmaları gerekmektedi;. İçinde yaşadığımız modem demokrasi ve kurumsallaştırmaya çalıştığımız insan hakları değerleri de zaten bunları
yapmayı gerektirmektedir.
60