iii.uluslararası eurefe kongresi · 2019-12-30 · günümüz post modern çağda da tüketici...

305
i III.Uluslararası EUREFE Kongresi Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın İktisat Fakültesi 1-3 Kasım 2019, Aydın / TÜRKİYE 3rd International EUREFE Congress Aydın Adnan Menderes University Aydın Faculty of Economics November 1-3, 2019, Aydın / TURKEY TAM METİN BİLDİRİLER KİTABI – CİLT I PROCEEDINGS BOOK VOLUME I ISBN 978-975-8254-87-3

Upload: others

Post on 01-Mar-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

i

III.Uluslararası EUREFE Kongresi Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Aydın İktisat Fakültesi 1-3 Kasım 2019, Aydın / TÜRKİYE

3rd International EUREFE Congress Aydın Adnan Menderes University

Aydın Faculty of Economics November 1-3, 2019, Aydın / TURKEY

TAM METİN BİLDİRİLER KİTABI – CİLT I

PROCEEDINGS BOOK – VOLUME I

ISBN

978-975-8254-87-3

Page 2: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

ii

III. ULUSLARARASI EUREFE KONGRESİ

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi 1-3 Kasım 2019, Aydın / TÜRKİYE

3rd INTERNATIONAL EUREFE CONGRESS

Aydın Adnan Menderes University, Aydın Faculty of Economics November 1-3, 2019, Aydın / TURKEY

Cilt: 1 / Volume:1

ISBN: 978-975-8254-87-3

Aralık, 2019 / December, 2019

www.eurefe.com

[email protected]

Editör: Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ

Bu kitabın tüm hakları EUREFE Kongresi’ne aittir. Bildirilerin etik ve hukuki sorumlulukları

yazarlarına aittir.

All rights of this book belongs to EUREFE Congress. Ethical and legal responsibility of the

papers belongs to the authors.

Page 3: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

iii

Kongre Onursal Başkanı Prof. Dr. Osman Selçuk ALDEMİR – Rektör

Kongre Başkanı

Prof. Dr. Mustafa Ali SARILI – Dekan V.

Düzenleme Kurulu Prof. Dr. A. Can BAKKALCI Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ

Doç. Dr. Murat Necip ARMAN Doç. Dr. Öznur ÖZDAMAR GIOVANIS

Doç. Dr. Hakan HOTUNLUOĞLU Doç. Dr. Hamza KAHRİMAN

Dr. Öğretim Üyesi Mehmet BÖLÜKBAŞ Dr. Öğretim Üyesi Şahin BULUT

Dr. Öğretim Üyesi Yılmaz ERDEM Dr. Öğretim Üyesi Hatice KÜÇÜKKAYA

Dr. Öğretim Üyesi Osman NACAK Dr. Öğretim Üyesi Durmuş SEZER

Dr. Öğretim Üyesi Tuğba AKIN Dr. Öğretim Üyesi Ali BİLGENOĞLU Dr. Öğretim Üyesi Şaban ERTEKİN

Dr. Öğretim Üyesi Kıymet YAVUZASLAN Öğr. Gör. Nermin ÇELİK Arş. Gör. Elyasa AKSOY

Bilim Kurulu

Prof. Dr. Seymur AĞAZADE – Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Prof. Dr. Hüseyin AĞIR – Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Prof. Dr. Sacit Hadi AKDEDE – Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Ali AKDEMİR – İstanbul Arel Üniversitesi

Prof. Dr. Haydar AKYAZI – Karadeniz Teknik Üniversitesi Prof. Isabel Estrada CARVALHAIS – University of Minho (Portugal)

Prof. Dr. Selim ÇAĞATAY – Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Burak DARICI – Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi

Prof. Dr. Erdal DEMİRHAN – Afyon Kocatepe Üniversitesi Prof. Dr. Fuat ERDAL – İbni Haldun Üniversitesi

Prof. Dr. Nihat ERDOĞMUȘ – Boğaziçi Üniversitesi Prof. Dr. Ali Rıza GÖKBUNAR – Celal Bayar Üniversitesi

Prof. Dr. Ramazan GÖKBUNAR – Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Şakir GÖRMÜŞ – Sakarya Üniversitesi

Prof. Dr. Bülent GÜLOĞLU – İstanbul Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Sevcan GÜNEŞ – Pamukkale Üniversitesi

Prof. Dr. Yusuf KADERLİ – Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Simay KARAALP – Pamukkale Üniversitesi

Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA – İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Erdal Tanas KARAGÖL – Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi

Page 4: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

iv

Prof. Dr. Mehmet KARAGÜL – Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Hakan KESKİN – Nişantaşı Üniversitesi

Prof. Natalia KETENCİ – Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf KILDİŞ – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet Ali KOÇ – Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Nazif MANDACI – Yaşar Üniversitesi Prof. Dr. Nurcan METİN – Trakya Üniversitesi

Prof. Chiara MONFARDINI – University of Bologna (Italy) Prof. Dr. Mahmut NASCA – Afyon Kocatepe Üniversitesi

Prof. Dr. Şaban NAZLIOĞLU – Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. Mensur NUREDDİN – International Vision University (Macedonia)

Prof. Dr. Ersan ÖZ – Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. M. Ferhat ÖZBEK – Gümüşhane Üniversitesi

Prof. Dr. Barış ÖZDAL – Uludağ Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa ÖZER – Anadolu Üniversitesi

Prof. Federico PERALI – University of Verona (Italy) Prof. Dr. Alpaslan SEREL – Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi

Prof. Dr. Recep TARI – Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Aykut Hamit TURAN – Sakarya Üniversitesi

Prof. Dr. Bahar ÜSTE – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Andrea VINDIGNI – University of Geneva (Italy)

Prof. Dr. Cemal ZEHİR – Boğaziçi Üniversitesi Doç Dr. Özgür Hakan ÇAVUŞ – Manisa Celal Bayar Üniversitesi

Doç. Dr. Mustafa AKAN – Haliç Üniversitesi Doç. Dr. Nuri BALTACI – Gümüşhane Üniversitesi

Doç. Dr. Necati ÇİFTÇİ – Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Doç. Dr. Hasan Murat ERTUĞRUL – Hazine Müsteşarlığı

Doç. Dr. Derviş KIRIKKALELİ – European University of Lefke (KKTC) Doç. Dr. Erkan ÖZATA – Anadolu Üniversitesi

Doç. Dr. Abdullah ÖZDEMİR – Adnan Menderes Üniversitesi Assoc. Prof. Michael ROCHLITZ – University of Bremen (Germany)

Assoc. Prof. Biagio SIMONETTI – University Degli Studi Del Sannio (Italy) Assoc. Prof. Cristina TEALDI – Heriot-Watt University (England)

Doç. Dr. M. Hanefi TOPAL – Gümüşhane Üniversitesi Doç. Dr. Alparslan Uğur – Kırıkkale Üniversitesi

Doç. Dr. Mustafa ÜNVER – Kırıkkale Üniversitesi Doç. Dr. Meltem İnce YENİLMEZ – Yaşar Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Sadık AKYAR – Girne Amerikan Üniversitesi (KKTC) Asst. Prof. Pawel BIELAWSKI – Krakow University (Poland)

Asst. Prof. Eleftherios GIOVANIS – Manchester Metropolitan University (England) Asst. Prof. Giovanni MARIN – Universita Degli Studi Di Urbino Carlo (Italy)

Dr. Öğretim Üyesi Halis KIRAL – Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Özgür Emre KOÇ – Hitit Üniversitesi

Dr. Dimitri LEE – IFAD Dr. Letizia MONTINARI – OECD

Dr. Öğretim Üyesi Haluk TANDIRCIOĞLU – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Ali SARILI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Page 5: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

v

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Yücel BOZDAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Prof. Dr. Recep TEKELİ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Bülent Sarper AĞIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Doç. Dr. Murat Necip ARMAN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Hakan ARSLANER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Prof. Dr. Ahmet Can BAKKALCI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Yasemin UYAR BOZDAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Doç. Dr. Fatma YÜKSEL ÇAKIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Hakan HOTUNLUOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Tuğba AKIN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Özge BOLAMAN AVCI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Mehmet AYDINER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ali BİLGENOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Şahin BULUT – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Mesut ÇAKIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Yılmaz ERDEM – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Şaban ERTEKİN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ebru GENÇALP– Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Barış GÜRSOY – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Elvan AKTÜRK HAYAT – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Osman NACAK – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Durmuş SEZER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Dr. Öğretim Üyesi Kıymet YAVUZASLAN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Sekreterya ve İletişim Öğr. Gör. Neslihan AKÇA – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Öğr. Gör. Sibel GÜNDÜZ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Arş. Gör. Mustafa GÜDER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Özhan ÖZÜ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi

Page 6: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

vi

İÇİNDEKİLER TABLOSU

Tüketicilerin Sosyal Medya Kullanımı Ve Sosyal Medyadan Satın Alma Ve Satın Alma Sonrası

Davranışları: Üniversite Öğrencilerine Yönelik Bir Araştırma …………………..…………. 1

Mehmet Marangoz, Duygu Yaman

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davalarında Çocuğun Durumu……………………..… 14

Ö. Hakan Çavuş

Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Kurulan Geçici İş İlişkisinde İş Sağlığı Ve Güvenliği İle

İlgili İşveren Yükümlülükleri …………………………………………………………………...22

Ö. Hakan Çavuş

Türkiye’de Alkol Tüketimi Kuznets Eğrisi Geçerli Mi?............................................................ 34

Uğur Korkut Pata

Türkiye’de Bütçe Açığının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi: Ampirik Bir Analiz….... 42

Mehmet Ela, Uğur Korkut Pata

Arap Bahar’ı Nedir? Arap Bahar’ının Ekonomik Nedenleri……………………………….... 53

Ali Özbek

Yalın Üretim Araçlarının Farklı Sektörlerde Kullanımının İncelenmesi Ve Etkinlik

Değerlendirmesi………………………………………………………………………………….. 71

Engin Çakır, İsmail Öztanır

Dış Ticaret Hadleri, Reel Efektif Döviz Kuru Ve Petrol Fiyatları Arasındaki Nedensellik İlişkisi:

Makine Ve Teçhizat Sanayi Sektörü………………………………………………………...…. 82

Canan Yıldırım, Sevcan Güneş

Yolsuzluk Endeksinin Ticaret Üzerine Etkisi: Çekim Modeli Analizi……………..………... 88

Marina Tan, Sevcan Güneş, Filiz Yeşilyurt

Kamu Harcamaları, Kamu Hizmetleri Memnuniyeti Ve Vergi Gayreti Arasındaki İlişki: Yatay

Kesit Veri Analizi………………………………………………………………………...……… 97

Hüseyin Kutbay

Dünyadaki Çatışma Haberlerinin Küresel Altın Fiyatları Üzerine Etkisinin İncelenmesi…. 107

Sadullah Çelik, Orhan Şanlı

Seçilmiş Ekonomik Göstergelerin Dış Borç Stoku Üzerine Etkileri: Türkiye Üzerine Bir

Nedensellik Analizi………………………………………………………………………………. 122

Orhan Şanlı

Silah Hedef Atama Problemi İçin Yeni Bir Genetik Algoritma Önerisi……………..………. 142

Osman Pala

İşletmelerde Kurumsallaşma Ve Markalaşma Süreci: JANTSA Örneği…………………..... 149

Eftade Tokyüz, Mustafa Doğaner

İşsizlik Enflasyon Ve Büyüme: Türkiye Üzerine Bir Uygulama……………………...……… 172

Fidan Atalay, Osman Peker

Locating Policy Transfer In Turkish Policy Making: The Case Of Fınnacial Aids Granted By

Central Finnace And Contracting Unit In The Province Of Manisa…………….…………... 184

Buğrahan Özer, Aslıhan Özel Özer

Page 7: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

vii

Tüketim Ve Belirsizlik İkilemi: Türkiye Örneği………………………………………………. 190

Tuğba Akın, Cansu Dağlıoğlu

Türkiye’de Likidite Kısıtı Uygulamaları Ve Tüketim İlişkisi: Fourier Nedensellik

Yaklaşımı…………………………………………………………………………………………. 200

Tuğba Akın, Cansu Dağlıoğlu

Geçiş Ekonomilerinde Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Politik İstikrar Ve Seçilmiş

Makroekonomik Değişkenler Arasındaki İlişki: Panel ARDL Yaklaşımı………..…………. 209

Hatice Küçükkaya, E. Yasemin Bozdağlıoğlu

23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı Seçim Analizi…………………….…………... 217

Abdullah Cihad Erdem

Turizm Fakültesi Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına Yönelik Görüşlerinin

Değerlendirilmesi………………………………………………………………………………… 227

Sema Oğlak, Aziz Bostan, Ahmet Ünlü, Şifa Aybike Baş

Bilgi Ve Teknoloji Toplumundan Süper Akıllı Topluma Dönüşüm Süreci……..…………… 239

Hüseyin Şenkayas, Özden Gürsoy, İbrahim Anıl Okçu, Hatice Başkaya

Faiz Konusuna İslam Hukuku Açısından Farklı Bir Bakış……………………..……………. 253

Yüksel Macit

Ekonomik Büyüme Ve İşgücüne Katılım İlişkisi: PIIGS Ülkeleri Ve Türkiye İçin Bir

Analiz…………………………………………………………………………………….……….. 266

Mehmet Bölükbaş

Döviz Kurlarındaki Gelişmelerin Bütçe Üzerine Etkileri: 1989 Sonrası Türkiye Örneği….. 277

Nilgün Acar Balaylar, Yaşar Uysal

Page 8: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

1

TÜKETİCİLERİN SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE SOSYAL

MEDYADAN SATIN ALMA VE SATIN ALMA SONRASI

DAVRANIŞLARI: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR

ARAŞTIRMA

Prof. Dr. Mehmet Marangoz

[email protected]

Duygu Yaman

[email protected]

Özet

İnsanlığın ilk tarihlerinden bugüne alışveriş alışkanlıkları sürekli değişmiştir. Günümüz post modern çağda

da tüketici davranışları çok daha farklılaşmış ve çeşitlenmiştir. Bu farklılaşmanın sonucu olarak günümüzde çok

fazla sayıda kullanıcısı olan sosyal medya araçları ortaya çıkmıştır. Ağızdan ağza pazarlama bir ürün ya da

hizmetin tüketici üzerinde yarattığı etkiyi bizzat tüketici tarafından başkalarına anlatması olarak tanımlanırken,

günümüzde bu durum platformdan platforma pazarlama olarak kullanılmaktadır. İnsanlar artık bir ürün

alacakları zaman ilk olarak internet üzerinden ürün hakkında yapılan yorumları okumaya başlamaktadır.

Çalışmanın amacı; tüketicilerin sosyal medya kullanım durumları ile sosyal medya üzerinden satın alma kararları

ve satın alma sonrasında sosyal medyadaki davranışlarını araştırmaktır. Bu amaç doğrultusunda üniversite

öğrencilerine yönelik nicel veri toplama yöntemlerinden anket yöntemi ile 230 kişiden veriler toplanmış ve elde

edilen veriler istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Yapılan çalışma sonucu katılımcıların %97’ sinin sosyal medya

kullandıkları ve sosyal medyada en çok 4-6 saat zaman harcadıkları görülmektedir. Ayrıca katılımcılar en çok

Instagram uygulamasını en az ise blogları kullanmakta, sosyal medyayı en çok haber okumak için kullanmaktadır.

Katılımcıların %66’nın sosyal medya üzerinden alışveriş yaptıkları görülmektedir. Katılımcıların sosyal medya

üzerinden satın alma kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen soruların sonuçlarına göre katılımcılar ürün/hizmet

satın almadan önce yüksek oranda sosyal medya üzerinden araştırma yapmakta ve sosyal medyadaki yorumları

değerlendirmektedir. Diğer yandan katılımcılar sosyal medyanın satın alma kararı işleyiş sürecini karmaşık bir

hale getirdiğini belirtmişlerdir. Satın alma sonrası davranışlarında ise memnuniyetten daha çok memnuniyetsizlik

paylaşılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Satın Alma Davranışı, Satın Alma Sonrası Davranış

JEL Kodları: M30, O32, O33

CONSUMERS 'USE OF SOCIAL MEDIA AND THE BEHAVIOR OF PURCHASING

AND PURCHASING FROM SOCIAL MEDIA: A RESEARCH ON UNIVERSITY

STUDENTS

Abstract

From the early history of humanity to this day, shopping habits have changed constantly. In today's post-

modern era, consumer behavior is much more differentiated and diversified. As a result of this differentiation,

social media tools, which have many users today, have emerged. While word-of-mouth marketing is defined as the

way that a product or service has an impact on the consumer, it is used today as platform-to-platform marketing.

When people buy a product, they first start reading comments about the product on the internet.

The aim of the study is to investigate consumers ' social media usage situations, their purchasing decisions via

social media, and their behavior on social media after purchasing. For this purpose, data from 230 individuals

were collected from quantitative data collection methods for university students by survey method and the data

obtained were analyzed statistically. The study found that 97% of the participants used social media and spent the

most 4-6 hours on social media. In addition, participants use the Instagram app the most, while blogs the least,

and social media the most to read news. 66% of respondents were shopping on social media. According to the

results of the questions developed to measure participants ' purchasing decisions on social media, participants

conduct a high proportion of social media research before purchasing products/services and evaluate comments

on social media. On the other hand, participants stated that social media complicates the process of purchasing

decision making. In post-purchase behaviors, sharing satisfaction is lower than dissatisfaction sharing.

Keywords: Social Media, Purchasing Behavior, Behavior After Purchasing

JEL Codes: M30, O32, O33

Page 9: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

2

1. Giriş

Milenyumun en değerli nimeti önce iş alanında kullanılsa da şimdi girmediği ev kalmayan

bilgisayar ve insanların uyanır uyanmaz ilk günaydın dedikleri cep telefonlarıdır. Baş

döndürücü bir hız ve etki ile hayatımızın vazgeçilmezi haline gelen internet artık bir çoğumuzun

ayrılmaz bir parçasıdır. Tüketiciler eskiden bir mal veya hizmet almak istediğinde tanıdıklarına

o mal hakkında fikrini sorarken artık başkaları ile yüz yüze bir diyaloğa girmeden almayı

düşündüğü mal ve hizmet hakkında sosyal medyadan birçok fikre ve bilgiye ulaşılabilmektedir.

Sosyal medya aracılığı ile neredeyse hemen her şey hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Kurum veya

kuruluşlar kendi markalarına ait sosyal ağ siteleri oluşturarak hedef pazarlarına ulaşmaktadırlar.

Oluşturulan bu sosyal ağ ile kurum kendi markası ile bilgi vermenin yanı sıra ürettikleri ürün

veya hizmet hakkında da bilgiler vermektedir. Tüketiciler için satış sonrası hizmet oldukça

önem taşımaktadır. Kuruluşlar satış öncesi veya satış sonrası hizmetlerini de sosyal medya

üzerinden yapabilmektedirler (Olgun, 2015:485). Tüketiciler de satın alma ve satın alma

sonrasında duygu ve düşüncelerini sosyal medya ortamında paylaşmaktadırlar.

Teknolojik alanlarda yaşanan gelişmeler ile sosyal ağlar üzerinden bilgi alışverişi artmıştır.

Buna bağlı olarak insanların da sosyal medya mecraları üzerinden yapılan yorum ve bilgilere

olan ilgisi gün geçtikçe artmaktadır. Sosyal medya aracılığı ile tüketicilerin ürün ve hizmet

alımlarında bilgi edinmesi çabuk ve kolay bir hale gelmiştir. Bütün bu etkenler sosyal medyayı

yeni bir pazar haline getirmiştir ve bu konu hakkında yapılacak çalışmaların artış göstermesi

beklenmektedir. Bu çalışmanın amacı tüketicilerin sosyal medya kullanım durumları ile sosyal

medyadan satın alma davranışlarını ve satın alma sonrası davranışlarını incelemektir.

2. Sosyal medya kavramı ve temel özellikleri

İnternet teknolojilerinin gelişimi, bu yeniliğin tüm dünyada büyük bir hızla yayılması ve

yapılan yenilikçi girişimler sosyal medya kavramının ortaya çıkmasına büyük bir katkı

sağlamıştır. Tüketiciler bir ürün almayı düşündüklerinde, aldıkları bir üründen memnun

kaldıklarında veya kalmadıklarında bunu diğer tüketiciler ile de paylaşma ihtiyacı

duymaktadırlar. Eskiden ağızdan ağza yapılan bu bilgi alışverişi teknolojinin gelişmesi ile

sosyal medya kanalları aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır.

Sosyal medya farklı insanları bir araya getirirken bu insanların algılarına, tutumlarına ve son

davranışlarına etki etmektedir. Online ortamlarda aynı görüşe sahip üyelerle etkileşim

kurmaktan hoşlandıklarından ve sosyal bağ oluşturma ve aidiyet gereksinimlerini karşılamak

istediklerinden online topluluklara katkıda bulunmak, yeni şeyler ortaya çıkarmak ve bu

toplulukların birer üyesi olmak fikrini insanlar memnuniyetle kabul etmiştir. Sosyal medya

insanlara görüşlerini açıklayabileceği, fikir alışverişi yapabileceği, sanal bir ortam

sağlamaktadır. Tüketicilerin sosyal medyada bir ürünle ilgili olarak yaptıkları yorumlar olumlu

ya da olumsuz marka algısı oluşturmakta ve bu yorumlar tüketicilerin kararlarını

etkilemektedir. Eskiden tüketiciler ürünler, hizmetler ve firmalar ile ilgili şikâyetlerini yalnızca

kendi çevresindeki kişilerle paylaşırken, artık internet aracılığıyla daha fazla kişiyle

şikâyetlerini paylaşabilmektedirler ve bu durum birçok tüketicinin satın alma kararını

etkileyebilmektedir (Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014:7).

Sosyal medya gün geçtikçe insanlar arasında yayılan sanal bir ortamdır. Sosyal medya

kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkânı tanıyan karşılıklı etkileşim

yaratan, çevrimiçi uygulamalar ve web siteleri için ortak kullanılan bir terimdir. Sosyal medya

sadece kullanım açısından değil özellikleri açısından da birçok unsuru içinde barındırmaktadır.

Sosyal medya kavramını tam anlamıyla anlayabilmek için özelliklerini de bilmek

gerekmektedir. Bu bağlamda sosyal medyanın özellikleri şu şekilde açıklanabilmektedir

(Erdemir, 2017:53) :

Page 10: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

3

● Sosyal medya erişilebilir, ölçeklenebilir ve kullanışlı bir teknolojidir: Sosyal medya da

kullanıcıların istek ve talepleri dikkate alınmaktadır. Kullanıcılar isteklerine göre özgürce

paylaşım yapabilmekte ve çift yönlü iletişim kurabilmektedir.

● Sosyal medya bireysel-kitlesel iletişim kurmayı sağlamaktadır: Sosyal medya aracılığıyla

kullanıcılar farklı ülke ya da konumlarda yer alan tanımadıkları diğer kullanıcılarla irtibat

sağlayabilmektedir.

● Sosyal medya derin bir etkileme gücüne sahiptir: Sosyal medyanın kamuoyu yaratma ve

bireyleri etkileme gücü bulunmaktadır. Kullanılan içeriklerle, paylaşılan görsellerle bu etki

arttırılmaya çalışılmaktadır.

Eskiden yüz yüze ve yakın çevre ile yapılan bilgi alışverişleri günümüzde bunu sosyal medya

platformları üzerinden yapılan bilgi alışverişine bırakmıştır. Bilgi verme ve bilgi alma

süreçlerinde kullanılan başlıca sosyal medya araçları bloglar, sosyal ağlar, içerik paylaşım

siteleri, vikiler, podcastler, forumlar ve sosyal işaretleme ve etiketlemelerdir (Marangoz,

2018:415-420)

Sosyal ağlar sayesinde milyonlarca insanın olumlu ya da olumsuz tutumu ölçülebilmektedir.

Bu durumun firmalar için hem avantaj hem de dezavantaj oluşturduğu söylenebilmektedir.

Firmalar ürünleri ile ilgili yapılan yorumlar ve tepkiler karşısında kendilerine yeni bir yol

haritası seçmek durumunda kalmaktadır (Olgun, 2015:489). Çünkü bu yorumlar firmaların

aleyhine ise yıkıcı olabilmektedir.

3. Sosyal medya ve tüketicilerin satın alma davranışlarına etkileri

Sosyal medya olarak adlandırılan platform iki yönlü iletişimi mümkün kılan, tüketicilerin

özgürce duygu ve düşüncelerini paylaştıkları bir alandır. Bir ürün veya hizmet sonucunda

memnun kalan tüketicinin bunu paylaşması kadar memnun kalmayan tüketicinin de diğer

tüketicileri etkilemesi kaçınılmazdır.

Sosyal medya sayesinde insanlar mal veya hizmetler hakkındaki taleplerini, memnuniyet veya

memnuniyetsizlik durumlarını daha fazla dile getirme imkânı bulmaktadırlar. Dolayısıyla, bir

ürün veya hizmeti satın alma sürecinde, sosyal platformlar ve ağlarda satın alma davranışında

bulunacak insanlar yapılan yorum ve deneyimlerden etkilenerek satın alma fikirlerini

değiştirebilmektedirler. İşletmeler ise, sosyal medyayı yakından takip etmesi sonucu kendi mal

veya hizmetleri ile ilgili elde ettiği geri bildirim ve deneyimsel yorumlar sayesinde kendi mal

veya hizmetlerinde yeniliğe ya da iyileştirmeye gitme şansı elde etmektedirler. Sosyal medya

sayesinde firmalar yeni ürettikleri bir ürün veya hizmeti tüketici pazarına sunduklarında her

bilgi oldukça hızlı bir şekilde yayılmakta ve büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu sebeple

işletmeler sosyal medyayı daha aktif şekilde kullanarak ürün veya hizmetleri hakkında

tüketicileri bilgilendirmektedirler (Sarıtaş ve Karagöz, 2017:360-361).

Tüketiciler sosyal medyayı takip ederek ürüne ve satın alma sürecine dair tüm adımları takip

edebilmekte, yapılan yorumlardan etkilenme ve yaptıkları yorumlarla potansiyel müşterileri

etkileme gücüne sahip olabilmektedir. İnsan rasyonel bir varlıktır. En az harcama ile en yüksek

faydayı elde etmeyi amaçlar. Bu yüzden yaptığı harcamalarda en iyisini, en sağlamını ve en

ekonomik olanı takip eder ve satın alma eğilimi güder. İnsan aynı zamanda çevresinden de

etkilenen sosyal bir varlıktır. Etrafında konuşulanlardan, bir ürün, şirket veya hizmet hakkında

yapılan yorumlardan tecrübe etmese bile çok çabuk etkilenebilmektedir. Yani sosyal medya

üzerinde işletmelerin tek amacı eldeki müşterilerini memnun etmek olmamalı, potansiyel

müşterilerin de duygu ve düşüncelerini dikkate almak olmalıdır.

Sosyal medya platformları üzerinde müşteri kaybetme riski olduğu gibi müşteri kazanma fırsatı

da vardır. Kullandığı üründen veya aldığı hizmetten memnun kalan bir tüketici memnuniyetini

Page 11: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

4

sosyal medya platformları üzerinden dile getirebilir. Bu da işletmeler için ilk ağızdan yapılan

ve etkili bir reklama dönüşebilir. Çoğunlukla tüketicilerin satın alma sonrasında iki tür davranışı

ortaya çıkar. Bunlardan ilki satın alma sonrası memnuniyet, diğeri ise satın alma sonrası

memnuniyetsizlik ve değiştirme davranışıdır.

3.1. Satın alma sonrası memnuniyet

Memnuniyet en kısa hali ile sonuçtan hoşnut olma, sonucun hoşa gitme durumudur. Her

rasyonel insan verdiği emek veya para karşılığında kendisini memnun edecek bir sonuç, çıktı

almak ister. Verilen bedel karşılığında memnun olmama durumu gerçekleşir ise müşteri bu

hoşnutsuzluğunu çevreye anlatmaktan çekinmez. İşletmelerin temel amacı devamlılığını

sürdürmek ve kar elde etmektir. Bunu da ancak müşteri memnuniyeti ile sağlayabilir.

Tüketimle ilgili yaşanan olumlu duygular, tüketici memnuniyeti ile ilişkilidir. Hatta

gerçekleşen duyguların yanında, tahmin edilen duygular da tüketici memnuniyetini etkiler.

Tüketicinin duyguları işletme başarısında önemli bir rol oynar (Karakaya, 2017:750).

Tüketicinin memnuniyeti, aldığı hizmet sonrası hissettiği hoşnutluğu etrafında paylaşmasına

sebep olabileceği gibi aksi durumlarda da yani memnuniyetsizlik ve hoşa gitmeme

durumlarında da tüketici duygu ve düşüncelerini çevresiyle paylaşmaktan çekinmeyecektir.

3.2. Satın alma sonrası değiştirme davranışı

Müşteriler aldıkları ürünlerden memnun olmama durumunda aldıkları ürün veya hizmeti

almayı vazgeçecek veya değiştirecek ve bu durumda da memnuniyetsizliklerini sosyal medya

mecralarında ve yakın çevresinde dile getirecektir.

Tüketicilerin algıladığı hizmet performansının düşük olması, hizmeti/şirketi/markayı

değiştirmesine iten bir faktör olmasına rağmen, yeterli bir faktör değildir. Müşterileri muhafaza

etmede değiştirme engelleri önemli ve etkilidir. Eğer değiştirme engelleri yüksekse müşteri

memnuniyeti yüksek olmasa bile işletme müşterilerini tutmaya devam edebilir. Bu durumda

eğer müşteri memnun değilse ilk fırsatta alternatifini bulduğu zaman veya değiştirme engelini

aştığı zaman firmayı değiştirecektir yani ayrılacaktır. Bu nedenle firmaların amacı koşulsuz

müşteri memnuniyetini sağlamak olmalıdır (Marangoz, 2006:112).

Aldığı ürün veya hizmetten memnun kalmayan müşteri bunları çeşitli tepkiler ile ortaya

koyabilir. İlk olarak ürün/hizmet satın aldığı mağazaya memnuniyetsizliğini dile getirebilir ve

bu olumsuzluğun giderilmesini isteyebilir. Bu durumda işletmenin yapması gereken şey, eğer

varsa müşterisinin zararını karşılamak, memnuniyetsizliği dikkate alarak gerekli düzenlemeleri

yapmak olmalıdır. Gerekli tepkiyi alamayan müşteri bunu çevresindeki danışma grubu

üyeleriyle paylaşabilir. Bu ağızdan ağza iletişim ile olumsuz deneyimler diğer kişilere aktarılır

ve bu durum işletmeler için geri dönüşü olmayan olumsuzluklar doğurabilir. Ve son olarak

tüketici ürünle ilgili olumsuz düşüncelerini daha geniş bir çevreye yayacak girişimler

gerçekleştirebilir.

4. Araştırma Yöntemi

4.1. Araştırmanın amacı ve önemi

Araştırmanın amacı, sosyal medya kullanan üniversite öğrencilerinin sosyal medya

kullanımını ve sosyal medyadan satın alma ve satın alma sonrası sosyal medya kulanım

davranışlarını belirlemek ve ortaya koymaktır. Türkiye’de ve dünyada son 3 yılda gerçekleşen

sosyal medya ve internet kullanım durumu Tablo 1’de görülmektedir.

Page 12: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

5

Tablo 1. Yıllar itibariyle Türkiye’de ve dünyada internet ve sosyal medya kullanım

durumu

Türkiye (Milyon) Dünya (Milyar)

2016 2017 2018 2016 2017 2018

Toplam Nüfus 79,14 80,02 81,33 7,395 7,524 7,593

Aktif İnternet Kullanıcısı 46,28 48,00 54,33 3,419 3,819 4,021

Aktif Sosyal Medya Kullanıcısı 42,00 48,00 51,00 2,307 3,028 3,196

Mobil Abonelikler 71,03 70,91 59,05 3,790 5,052 5,135

Aktif Mobil Sosyal Medya Kullanıcıları 36,00 42,00 44,00 1,968 2,780 2,958

Kaynak: www.karaman.gsb.gov.tr ‘den uyarlanmıştır (Erişim tarihi: 17.12.2018)

2016 yılında Türkiye’de 46,28 milyon aktif internet kullanıcısı varken 2018 yılında 8,05 milyon

artarak 54,33 milyona çıkmıştır. Bu artış oranı yaklaşık % 16’dır. Dünyadaki artışta yaklaşık

aynı düzeydedir. Aktif sosyal medya kullanımında ise dünyadaki artış (%39) Türkiye’deki

artıştan (%21) daha fazladır. Yıllar itibari ile Türkiye’de ve dünyada nüfus ve sosyal medya ve

internet kullanıcı sayısı istikrarlı bir şekilde artmıştır.

Türkiye genelinde kullanılan sosyal medya kullanım dağılımı ise Tablo 2’de verilmiştir.

Tabloya göre en fazla Instagram uygulaması kullanımında artış görülmektedir. Instagram

kullanımı 2016 yılında %16 iken bu sayı 2018 yılında yaklaşık %30 artarak %46’lara gelmiştir.

Tablo 2. Türkiye’de yıllar itibariyle sosyal medya kullanım dağılımı

Yıllar

2016 (%) 2017 (%) 2018 (%)

Youtube - 57 55

Facebook 32 56 53

Whatsapp 24 40 50

Messenger 20 36 37

Twıtter 17 44 36

Instagram 16 45 46

Google 15 34 31

Lınkedın 13 25 20

Kaynak: www.karaman.gsb.gov.tr ; www.webrazzi.com’dan uyarlanmıştır (Erişim tarihi: 17.12.2018)

Tablo 1. ve Tablo 2’ de görüldüğü gibi yıllar itibari ile internet kullanıcılarının sayısı hem dünya

genelinde hem de Türkiye’de sürekli artmıştır. İnternetin ve sosyal medyanın bu kadar sık ve

her geçen gün daha fazla kullanıldığı günümüzde bu çalışmanın yapılması son derece

önemlidir. Bu sayede kişilerin kullandıkları sosyal medya platformları ve bu platformları ne

amaç için kullandıkları görülebilecektir.

4.2. Anket formunun oluşturulması

Araştırmada verilerin toplanması için anket yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan

anket dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm demografik özellikleri belirlemeye yönelik

oluşan sorulardan meydana gelmektedir. İkinci bölüm kullanılan sosyal medya araçları,

ortalama kaç saat kullanıldığı ve kullanım amacını saptamaya yöneliktir. Üçüncü bölüm sosyal

Page 13: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

6

medya üzerinden satın alma kararlarına ilişkindir. Dördüncü bölüm ise tüketicilerin sosyal

medya üzerinden satın alma sonrası davranışlarını incelemeye yöneliktir.

Anket formunun ikinci kısmında katılımcılara “diğer” seçeneği verilmiş ve şıklarda olmayan

cevapları için bu alanı doldurmaları istenmiştir. Üçüncü ve dördüncü bölüm sorularında 5’li

likert ölçeği kullanılmış ve anketi cevaplayanlardan ''1-kesinlikle katılmıyorum, 2-

katılmıyorum, 3-kararsızım, 4-katılıyorum, 5-kesinlikle katılıyorum'' seçeneklerinden birini

seçmeleri istenmiştir. Anket formunun oluşturulmasında literatürde çeşitli çalışmalardan

yararlanılmış ve araştırmacılar tarafından da yeni çıkarımlar eklenmiştir. Sorular literatürden

derlenerek uyarlanmıştır (Yücel ve Kızkapan, 2016; Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014;

Çağlıyan, Işıklar ve Hassan, 2016). Araştırmada kullanılan ölçeğin araştırılmasında

yararlanılan kaynaklar ve ölçek türleri Tablo 3’de verilmiştir.

Tablo 3. Araştırmada kullanılan değişkenleri oluşturan kaynaklar

Değişken Yazar/Yazarlar Ölçek Türü

Sosyal medyada satın alımdan önce

araştırma yapma durumu

Yücel ve Kızkapan, 2016 5’li likert ölçek

Sosyal medyada tüketici kararları Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014 5’li likert ölçek

Sosyal medyada satın alım sonrası tüketici

davranışları

Çağlıyan, Işıklar ve Hassan, 2016 5’li likert ölçek

Anket formunda verilen sorular SPSS programında geçerlilik ve güvenilirlik analizine tâbi

tutulmuştur. 27. soruda yer alan “satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalsam da bunu sosyal

medyada paylaşmam” ifadesi güvenilirliği düşürdüğü için anketten çıkarılmıştır. 27. sorunun

anketten çıkarılmasından sonra çalışmanın güvenilirlik analizi 0,776 olarak belirlenmiştir.

Literatürde güvenilirlik katsayısı %70 düzeyinde kabul edilebilir görüşü hakimdir (İlhan, Çetin,

2014:36). Bu bağlamda araştırmada kullanılan ölçeklerin güvenilirliğinin yüksek olduğu ve

dolayısıyla ifadeler arasındaki içsel tutarlılığın sağlandığı görülmektedir. Bu da çalışmanın

uygulanabilir olduğunu göstermektedir.

4.3. Ana kütle ve örneklem

Araştırmanın ana kütlesini Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler

Fakültesi'nde bulunan yaklaşık 6000 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırma üniversitenin İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümü öğrencilerine yapılmıştır. Örneklem yöntemi olarak,

araştırma için ayrılan kaynakların ve zamanın sınırlı olmasından dolayı tesadüfi olmayan

örnekleme yöntemlerinden kolayda örneklem yöntemi kullanılmıştır. Ankete katılmaya gönüllü

olan öğrenciler için toplam 250 anket dağıtılmış ve bunlardan hatalı ve eksik doldurulanlar

örneklem dışı bırakılmıştır. Doğru ve tam olarak doldurulan 230 anket değerlendirmeye

alınmıştır. Anketler 03.10.2018- 06.10.2018 tarihleri arasında yapılmıştır.

4.4. Araştırma bulgularının değerlendirilmesi

Aşağıda araştırmaya katılanların demografik özelliklerine ilişkin ve araştırma amacına

uygun olarak oluşturulan ve uygulanan soruların analizleri ve sonuçları verilmektedir.

Page 14: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

7

Tablo 4. Demografik özellikler ve sosyal medya kullanım durumu

Demografik özellikler n %

1.Cinsiyet

Kadın 119 51,7

Erkek 111 48,1

Toplam 230

2.Yaş

18-19 28 12,2

20-21 90 39,1

22-23 75 32,6

24 ve üstü 37 16,1

Toplam 230

3.Ailenin aylık geliri

0-1500 19 8,3

1501-2500 89 38,7

2501-3500 69 30,0

3501 ve üzeri 53 23,0

Toplam 230

4.Sizin aylık harcamanız

500 ve altı 55 23,9

501-1000 119 51,7

1001-2000 46 20,0

2000 ve üzeri 10 4,3

Toplam 230

5.Sosyal medya kullanım durumu

Evet 223 97,0

Hayır 7 2,6

Toplam 230

6.Sosyal medyada ortalama geçirilen vakit

1 saatten az 19 8,3

1-3 saat 85 37,0

4-6 saat 100 43,5

7-10 saat 21 9,1

11 saat ve üzeri 2 0,9

Kayıp 3 1,4

Toplam 230

Araştırmaya katılan katılımcıların %51’i kadın %48’i erkektir. Katılımcıların yaş ortalaması

20-23 arasındır. Katılımcıların %97’ si aktif olarak sosyal medya kullandığını belirtirken %2 si

ise sosyal medya kullanmadığını söylemiştir. Katılımcıların sosyal medyada en çok 4-6 saat

arası zaman geçirdikleri görülmektedir.

Anket formunun 7. sorusu “kullandığınız sosyal medya araçlarını kullanım sıklığına göre

sıralayınız’’ dır. Katılımcılar bu sorunun cevaplarında 1-en sık kullanırım 8-en az kullanırım

şeklinde değerlendirme yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 5’de görülmektedir. Araştırmaya

katılanların birden fazla sosyal medya aracı kullandığı dikkate alındığında genel toplam

230’dan fazla çıkmaktadır.

Page 15: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

8

Tablo 5. Kullanılan sosyal medya araçları ve kullanım sıklıkları

Araçlar Toplam 1 2 3 4 5 6 7 8 Arit.

Ort. n n n n n n n n

Facebook 153 13 20 40 31 22 7 15 5 3,88

Twıtter 147 16 10 27 37 16 15 14 12 4,27

Youtube 175 23 20 52 42 20 2 8 8 3,53

Whatsapp 200 85 69 23 11 5 2 5 2,07

Instagram 191 83 65 25 9 5 2 1 1 1,96

Forumlar 114 3 6 9 26 36 25 9 5,72

Bloglar 118 3 4 12 24 38 22 15 5,83

Diğer* 57 1 3 2 3 3 7 38 7,10

*Para uygulamaları, Gandom, ekonomi uygulamaları, Twic, Lınkedin, film-haber siteleri vb.

En sık kullanılan sosyal medya uygulaması Instagram iken bunu Whatsapp ve Youtube takip

etmektedir. En az kullanılan sosyal medya uygulamasının ise bloglar ve forumlar olduğu

görülmüştür.

Anket formunun 8. sorusu “sosyal medya kullanım amacınızı önem derecesine göre

sıralayınız’’ dır ve katılımcılar bu soruya 1-en önemli kullanırım, 8-en az önemli kullanırım

şeklinde değerlendirme yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 6’da görülmektedir.

Tablo 6. Sosyal medya kullanım amacı

Amaç Toplam 1 2 3 4 5 6 7 8 Arit.

Ort. n n n n n n n n

Araştırma Yapmak 170 38 41 31 25 19 10 3 3 3,01

Haberleri Okumak 189 80 41 20 22 15 4 1 6 2,45

Arkadaşlarımı Takip Etmek 184 63 31 31 17 18 15 4 5 2,90

Alışveriş Yapmak 155 8 22 28 30 29 24 8 6 4,18

Paylaşımlarda Bulunmak 166 20 34 36 26 21 13 8 8 3,63

Arkadaş Bulmak 130 3 4 6 21 11 25 41 19 5,82

Ürünler Hakkında Bilgi Edinmek 147 2 10 24 14 24 27 39 7 5,17

Diğer* 52 1 1 4 8 38 7,46

*Para kazanmak, vakit geçirmek vb.

Tabloya göre, katılımcıların sosyal medyayı en önemli kullanım amacının haberleri okumak ve

arkadaşlarını takip etmek, en az önemli nedeni ise arkadaş bulmaktır.

Anket formunun 9. sorusu “bugüne kadar hangi alan/alanlarda alışveriş yaptınız’’ dır.

Katılımcılardan seçenekleri işaretlemeleri istenmiştir. Buna ilişkin veriler Tablo 7’de

görülmektedir.

Page 16: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

9

Tablo 7. Alışveriş yapılan alanlar

Alışveriş Yapılan Alanlar n %

Sadece Fiziksel Mağaza 37 %16,0

Sadece İnternet 7 %3,0

Sadece Sosyal Medya 2 %0,9

Hem Fiziksel Mağaza Hem İnternet 111 %48,1

Hem Fiziksel Mağaza Hem Sosyal Medya 31 %13,4

Hepsi 58 %25,1

Katılımcıların yaklaşık yarısının hem fiziksel mağaza hem de internet ortamını alışveriş için

kullandığı görülmektedir.

Anket formunun 10. sorusu ‘‘sosyal medya üzerinden hiç alışveriş yaptınız mı’’ dır.

Katılımcıların %66,7’sinin yaptığı %32’sinin ise yapmadığı görülmüştür.

Anket formunun 11. sorusu ‘‘alışverişinizde hangi sosyal medya/medyaları kullanıyorsunuz”

dur. Katılımcılar bu soruya 1-en çok kullanılan, 5-en az kullanılan şeklinde değerlendirme

yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 8’de görülmektedir.

Tablo 8. Alışverişte kullanılan sosyal medyalar

Sosyal medya araçları Toplam 1 2 3 4 5 Arit.

Ort.

n n n n n

Bloglar 74 23 14 12 18 7 2,62

Instagram 124 73 34 10 6 1 1,61

Youtube 58 5 16 17 13 7 3,01

Facebook 63 15 18 10 9 10 2,77

Diğer* 39 13 3 4 5 14 3,10

*n11, Letgo, Trendyol, Teknosa, Amazon, Gittigidiyor, alışveriş siteleri, marka alışveriş siteleri vb.

Sosyal medya üzerinden alışveriş yapan katılımcılara yöneltilen en sık hangi sosyal medya

üzerinden alışveriş yapıyorsunuz sorusuna katılımcıların büyük çoğunluğu Instagram cevabını

vermişlerdir.

Anket formunun üçüncü bölümü tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alım kararlarını

araştırmaya yönelik 13 sorudan oluşmaktadır. İlgili sorunun analizi Tablo 9‘da verilmiştir.

Page 17: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

10

Tablo 9. Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma kararları

Satın alma kararları Toplam 1 2 3 4 5 Arit.

Ort. n n n n n

12-Ürün /hizmet satın almadan önce sosyal medyada

araştırma yaparım

227

11

14

29

72

101

4,04

13-Ürün/hizmet satın almadan önce sosyal medyadaki

yorumları değerlendiririm

227

10

12

22

77

106

4,13

14-İşletmelerin sosyal medya araçlarındaki paylaşımlarını

takip ederim

227

18

27

56

67

59

3,53

15-İşletmelerin ürün/hizmetleri hakkında başkalarının sosyal

medya araçlarındaki paylaşımları dikkatimi çeker

227

21

25

72

69

40

3,36

16-Sosyal medya araçlarında gördüğüm reklamlar dikkatimi

çeker

227

27

29

87

59

25

3,11

17-Satın almak istediğim ürün/hizmetle ilgili sosyal medya

siteleri aracılığıyla yeterli bilgi sahibi olurum

227

18

31

77

70

31

3,28

18-Sosyal medya ürün/hizmet satın alma konusunda

tüketicileri harekete geçiren bir güçtür

227

7

21

59

76

64

3,74

19-Sosyal medya ürün/hizmet satın alma ya da almama kararı

noktasında tüketicileri etkiler

227

7

19

54

95

52

3,73

20-Sosyal medyadaki reklamlar, blog yazıları, Facebook

sayfaları ve kullanıcı yorumları yeni

markalar/ürünler/servisler deneme konusunda tüketicileri

olumlu yönde etkiler

227

4

32

76

82

33

3,47

21-Bir ürün/ hizmetle ilgili sosyal medyadaki yorumları

okuduktan sonra o ürün/hizmeti almayı düşünürüm

227

9

39

87

77

15

3,22

22-Sosyal medya, tüketicilerin birbirleriyle ve işletmelerle

iletişim kurabilmelerinde etkili, güçlü ve hızlı bir ortam

sağlar

227

4

24

62

91

46

3,66

23-Ürün/hizmetlerle ilgili sosyal medyada yer alan bilgiler

geleneksel medyadaki bilgilere göre daha güvenilirdir

227

23

54

86

46

18

2,92

24-Sosyal medya tüketicilerin satın alma kararını daha da

karmaşık hale getirir

227

17

39

75

60

36

3,25

Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen

soruların sonuçlarına göre katılımcılar yüksek oranda ürün/hizmet satın almadan önce sosyal

medyada araştırma yapmakta ve sosyal medyadaki yorumları değerlendirmektedir. Ayrıca

katılımcılar işletmelerin sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımları takip etmektedir.

Katılımcılar sosyal medyanın kişileri alışverişe yönelten bir güç olduğunu belirtmiş diğer

yandan sosyal medya üzerindeki reklamlar, kullanıcı yorumları ve blog yazılarının yeni

piyasaya çıkan ürünler ve hizmetleri deneme konusunda tüketicileri olumlu yönde

Page 18: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

11

yönlendirdiğini belirtmişlerdir. Katılımcılar sosyal medyanın tüketicilerin birbirleri ve

işletmeler ile iletişim kurmada köprü görevi gördüğünü belirtmişlerdir.

Anket formunun dördüncü bölümü tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alım sonrası

kararlarını araştırmaya yönelik 6 sorudan oluşmaktadır. İlgili sorunun analizi Tablo 10’da

verilmiştir.

Tablo 10. Satın alma sonrası kararlar

Satın alma sonrası kararlar Toplam 1 2 3 4 5 Arit.

Ort. n n n n n

25-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalırsam

sosyal medyada paylaşırım ve diğer kullanıcılara o

ürünü almalarını tavsiye ederim

227

37

43

51

67

29

3,03

26-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam

sosyal medyada paylaşırım ve diğer kullanıcılara o

ürünü almamalarını tavsiye ederim

227

22

30

53

73

49

3,42

28-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam

bunu sosyal medyadaki şirket sayfalarında paylaşırım

227

27

53

52

52

43

3,13

29-Satın aldığım ürün /hizmetten memnun kalmazsam

bunu sosyal medyada paylaşırım ve o ürün /hizmeti bir

daha satın almam

227

19

34

54

68

52

3,44

30-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam

bunu sosyal medyada paylaşmam ve o ürün/hizmeti bir

daha satın almam

227

28

44

42

56

57

3,30

31-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalırsam

bunu sosyal medyadaki şirket sayfalarında paylaşırım

226

42

45

66

43

30

2,88

Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma sonrası kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen

soruların sonuçlarına göre katılımcılar aldıkları bir ürün/hizmetten memnun kalmamaları

durumunda bunu diğer kullanıcılar ile paylaşacaklarını ve o ürün/hizmeti bir daha satın

almayacaklarını belirtmişlerdir. Ürün ve hizmetten memnun kalınması durumunda bu

memnuniyetin paylaşılma durumu memnuniyetsizliğin paylaşılması durumundan daha

düşüktür. Kısacası katılımcıların olumsuz bir durum karşısında hoşnutsuzluklarını

paylaşmaktan çekinmedikleri görülmektedir.

5. Sonuç ve öneriler

Araştırma sonuçlarına göre katılımcılar yüksek oranda alışveriş yapmadan önce sosyal

medya üzerinden araştırma yapmakta ve sosyal medya üzerinde ürün/hizmet hakkında

yorumları değerlendirmektedir. Araştırmada katılımcıların, işletmelerin sosyal medya

üzerindeki paylaşımlarını takip ettiği anlaşılmıştır. Katılımcılar sosyal medyanın kişileri satın

almaya yönlendiren bir güç olduğunu düşünmekte ve sosyal medyanın alışveriş kararında

tüketiciyi etkilediğine inanmaktadır. Katılımcılar sosyal medya üzerinden yapılan yorumların

ve paylaşımların tüketicileri alışverişe yönelten olumlu bir güç olduğunu ve sosyal medyanın

işletmeler ve tüketiciler arasındaki iletişimi sağladığını düşünmektedir.

Satın alma sonrası kararların ölçülmesi kısmında katılımcılar aldıkları üründen memnun

kalmaları veya kalmamaları durumunda bunu çevresi ile paylaşacağını ve memnun kalmama

durumunda ürünü bir daha satın almayacaklarını belirtmişlerdir. Diğer yandan memnuniyetin

paylaşılma imkânı düşükken memnuniyetsizliği paylaşma durumunun yüksek seviyelerde

Page 19: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

12

olduğu ve kötü bir durum karşısında kullanıcıların hoşnutsuzluklarını paylaşmaktan

çekinmedikleri anlaşılmaktadır.

Yapılan çalışmadan anlaşılacağı üzere sosyal medya kullanımı üniversite öğrencileri arasında

son derece yaygındır. Öğrencilerin fiziksel ortamın yanı sıra internet üzerinden de alışveriş

yaptıkları görülmektedir. En sık kullanılan ve en çok alışveriş yapılan sosyal medya

uygulamasının ise Instagram olduğu görülmektedir. Ayrıca çevrelerinde yapılan bilgi alışverişi

ve sosyal medya üzerinden yapılan ürün/hizmet paylaşımlarının dikkatlerini çektiklerini

belirtmişlerdir.

Bu çalışmada görüldüğü üzere öğrenciler aktif olarak sosyal medya uygulamalarını

kullanmakta, çevrelerini etkilemekte ve çevrelerinden etkilenmektedir. İşletmelerin bu veriler

ışığında yaptıkları paylaşımlarını ve tanıtımlarını geniş çapta yapmaları ve bunu daha sık tercih

edilen ve kullanılan Instagram uygulamasından yapmaları yararlı olacaktır. Aynı zamanda

memnuniyet veya memnuniyetsizlik durumunda bunun tek bir kişi ile sınırlı kalmayacağını

çünkü öğrencilerin memnuniyet ve memnuniyetsizlik gibi durumlarda yorumlarını çevreleri ile

paylaştığını gözden kaçırmamak gerekmektedir.

Çalışmanın sınırlılıkları Muğla ili İ.İ.B.F. öğrencilerine yönelik olarak belirlenmiştir. Gelecekte

yapılan çalışmalarda bu sınırlılık kaldırılarak farklı şehirlerde ve farklı eğitim ve demografik

özelliklere sahip bireylere yönelik yapılabilir. Sosyal medya kavramı geniş bir alanı

kapsamaktadır. Çalışmada öğrencilerin sosyal medya kullanımı ve sonrası davranışları

ölçülmüştür. İleride yapılacak olan çalışmalarda sosyal medya kavramı farklı boyutlarda ele

alınarak literatür zenginleştirilebilir.

Kaynakça

Çağlıyan V, Işıklar E.Z, Hassan A,S (2016) “Üniversite Öğrencilerinin Satın Alma

Davranışlarında Sosyal Medya Reklamlarının Etkisi: Selçuk Üniversitesinde Bir Araştırma”

Selçuk Üniversitesi Sosyal ve Teknik Araştırmalar Dergisi, 11, s.4

Erdemir N (2017) “Tutundurma Karması Mecrası Olarak Sosyal Medya: Tüketici Satın Alma

Davranış Sürecindeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Dış Ticaret Enstitüsü, İstanbul, s.53

İlhan , M., Çetin, B., (2014) “Sınıf Değerlendirme Atmosferi Ölçeği’nin (SDAÖ)

Geliştirilmesi: Geçerlilik Ve Güvenirlik Çalışması”, Eğitim ve Bilim, 39/176, s.36

Karakaya E (2017) “Müşteri Duyguları ile Müşteri Memnuniyeti, Sadakati ve Satın Alma

Sonrası Kolaylık Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi: Yüksekokul Öğrencileri İle

Gerçekleştirilen Bir Saha Çalışması”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10/50, s.750

Karaman(2018)http://karaman.gsb.gov.tr/Public/Edit/images/IM/47/Sosyal%20Medya%20ve

%20%C4%B0nternet%20Kullan%C4%B1m%20Raporu.pdf , (17.12.2018)

Marangoz, M. (2018) “İnternette Pazarlama”, 2. Baskı, İstanbul: Beta.

Marangoz, M.(2006) “Tüketicilerin Marka Fonksiyonu Algılamaları İle Satın Alma Sonrası

Davranışları Arasındaki İlişki” , Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,

21/2, s.112

Olgun, B( 2015) “Sosyal Medyanın Tüketici Satın Alma Davranışları Üzerine Etkisi”,

Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, 12, s.485-489

Sarıtaş A, Karagöz Ş (2017) “Sosyal Medya Kullanımının Tüketici Davranışlarına Etkisi:

Üniversite Öğrencileri Örneği”, Dergi Park, 6/17, s.360-361

Page 20: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

13

Toksarı M, Mürütsoy M, Bayraktar M (2014) “Tüketici Algılarını Etkileyen Faktörlerde Sosyal

Medyanın Rolü: Niğde Üniversitesi İ.İ.B.F. Örneği”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler

Dergisi, 7/4, s.7

Webrazzi (2014) https://webrazzi.com/2014/05/02/genc-profesyonellerin-gun-icerisinde-

mobilden-sosyal-medya-kullanimi-infografik/ , (17.12.2018)

Yücel N, Kızkapan L (2016) “Sosyal Medyanın Tüketici Satın Alma Karar Sürecine Etkisi:

Elazığ İli Örneği”, International Journal of Social Science, 53

Page 21: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

14

Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davalarında Çocuğun Durumu

Doç. Dr. Ö. Hakan ÇAVUŞ

Manisa Celal Bayar Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümü

[email protected]

Özet

Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen bir kişinin yaşarken destek verdiği kişilerin aldığı desteğin ölüm

sebebiyle ortadan kalkması neticesinde destek alanların uğradıkları zarardır. Destekten yoksun kalma tazminatı,

ölenin destek verdiği kişilerin hayatlarının ölüm nedeniyle kötüleşmemesi için kabul edilmiş bir maddi tazminat

davası türüdür. Destekten yoksun kalma tazminatında yer alan destek kavramı, desteğin çalışması sonucu elde

ettiği kazancından desteklenenlere ayrılan paydır. Destekleyen ise yardıma muhtaç desteklenene düzenli olarak

bakan kimsedir. Desteklenenler ise ölenin eşi, çocukları, anne ve babası dışında ölenden fiilen destek alan

herhangibir kişi olabilmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatı davasının açılabilmesi için; hukuka aykırı bir

fiilin bulunması, desteğin ölmüş olması, destek ilişkisinin sürekli olması va bakılma unsurlarının bir arada olması

gerekmektedir. Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu

hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. İşkazası ve meslek hastalığı nedeniyle ölen

sigortalının anne-babasına belli koşullar altında Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ölüm geliri

bağlanabilmektedir. Anne-babaya bağlanacak ölüm geliri ile destekten yoksun kalma tazminatı hem mevzuat hem

de kapsam olarak birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen ölüm geliri bağlanan anne-babanın destekten

yoksun kalma tazminatına hak kazanamayacakları yönünde Yargıtay karar vermekteydi. Ancak bu durum

değişmiştir. Yargıtay İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2018 yılında verdiği karar ile anne-babanın,

çocuğunun haksız fiil ve/veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma tazminatı

davalarında, desteklik ilişkisinin varlığının ispatı için Sosyal Güvenlik Kurumundan gelir bağlanması şartının

aranmayacağı, destekten yoksun kalma tazminatı davalarında çocukların anne-babaya destek olduklarının karine

olarak kabulünün gerektiğine karar vermiştir.

Çalışmamızda destekten yoksun kalma tazminatı davaları, değişen içtihat kapsamında

değerlendirilmiştir.

AnahtarKelimeler: Destekten yoksun kalma tazminatı, işkazası, meslek hastalığı, Borçlar Kanunu, Sosyal

Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu

JEL Kodları: K19, K31, H55

The Status of The Child in Actions for Compensation Loss of Support

Abstract

Compensation for loss of support is the damages incurred by those supported in consequence of the cease

of the support that was used to be provided by the deceased while living. An action for compensation for loss of

support is a type of action for pecuniary damages which is adopted for preventing deterioration in the life of the

persons who used to be supported by the deceased. In the context of compensation for loss of support, the concept

of “support” is the share allocated to those supported out of the earnings gained through working by the person,

who provides such support. The supporter is the person who regularly looks after those supported who are in need

of help. Those who are supported may be any person who used to actually receive support from the deceased,

besides his/her spouse, children, mother and father. In order to file an action for compensation for loss of support,

the following elements should all be present: there should be an unlawful act, the supporter should be dead, there

should be a continuous relationship of support and there should be a state of being looked after. Damages arising

from loss of support and physical damages are calculated as per provisions of the Turkish Code of Obligations no.

6098 and the principles of the liability law. The parents of an insured person who has died due to an occupational

accident and occupational disease may be put on a death benefit by the Social Security Institution under certain

conditions. The death benefit to be granted to the parents and the compensation for loss of damage are concepts

different from each other in terms of both the legislation applicable to those concepts and their scope, however the

Appeal Court used to pass decisions ruling that parents to whom death benefit is granted cannot be entitled to

compensation for loss of support. However, this situation has changed now. As per the decision passed by the

Appeal Court’s Grand General Assembly for Unification of Decisions in 2018, it has been ruled that, in the actions

for compensation for loss of support initiated by the parents due to death of their child in consequence of tort

and/or breach of contract, it will no more be sought as a requirement that a benefit has been put on the parents by

the Social Security Institution in order to prove the relationship of support and, in actions for compensation for

loss of support, it should be accepted as a presumption that the child used to support the parents.

In our study, actions for compensation for loss of damage has been analysed within the scope of the

changing case law.

Page 22: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

15

Keywords : Compensation loss of support, workplace accident, occupational disease, Turkish Code of Obligations,

Social Insurance and General Health Insurance Law

JEL Codes : K19, K31, H55

1.Giriş

Destekten yoksun kalma tazminatı, hukuka aykırı bir fiil nedeniyle destek niteliğini

taşıyan kişinin ölmesi nedeniyle desteğin bakım ve yardımından yararlanan kişilerin talep

edebileceği özel bir tazminat türüdür. Bu durumda hukuka aykırı fiil sonucunda yansıma zarara

uğrayan kişilerin tazminat talebinde bulunamayacağına yönelik genel hukuk kurala kanun

koyucu tarafından bir istisna getirilmiştir (Oğuzman ve Öz, 2014:110. Destekten yoksun kalma

tazminatı talep edebilmek için ölen kişiden yaşarken maddi destek alınıyor olması şarttır

(Karahasan, 2003:409).

Destek niteliğini taşıyan kişinin ölümü nedeniyle ölen desteğin yaşarken destek verdiği

herhangibir kimse veya kimseler tazminat talep edebilir. Destekten yoksun kalma tazminatı

talebi, zarar görenin şahsında asli olarak doğduğu için hem mirasçılık sıfatıyla hem de

mirasçılık sıfatı ile bağlantılı değildir (Antalya, 2018:474). Ölenden destek alan kişi, ölenin;

annesi, babası, nişanlısı, amcası, dayısı vb. gibi herhangi bir yakını olabilir. Ancak destekten

yoksun kalma tazminatı talep edebilmek için ölen kişiden yaşarken destek alındığının

ispatlanması gerekir. Hayatın olağan akışına göre anne-baba çocuklarına, çocuklar anne-

babalarına, eşler birbirlerine yaşarken destekte bulunurlar (Koçoğlu, 2017:203). Bu şahısların

yaşarken birbirlerine destekte bulundukları genel olarak kabul edildiğinden bu kişilerin

desteklik ilişkisini ispatlanmalarına gerek yoktur. Uygulamada ve Yargıtay kararlarında uzun

yıllardan beri destekliğin yalnızca parasal olmayacağı, yardım ve hizmet ederek de, gözetip

kollayarak da destek olunabileceği benimsenmiştir (Çelik, 2016:54). 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, destekten yoksun kalma tazminatının, “Haksız

Fiiller ve Sözleşme Dışı Kusursuz Sorumluluk Halleri”, “Sözleşmeden Doğan Sorumluluk Halleri”

ve “Vekaletsiz İş Görmeden Doğan Sorumluluk Halleri” olmak üzere üç kaynağı bulunmaktadır

(Kılıçoğlu, 2019:267)

Destekten yoksun kalma tazminatı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53. ve 55.

maddelerinde düzenlenmiştir. Bu tazminata konu zarar, doğrudan zarar olmayıp yansıma

yoluyla uğranılan bir zarar olarak nitelendirildiği için farklı özellik taşımaktadır. Sorumluluk

hukukunda; prensip olarak, doğrudan maruz kalınan zararlar tazmin edilmekte ise de destekten

yoksun kalma tazminatı bu prensibin istisnasını oluşturmaktadır (Tekinay vd.1993:849-850).

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53.maddesinde, ölüm halinde uğranılan zararlar arasında

ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar düzenlenmiştir.

Gerçekten de bir kişinin ölümü sonucu ölen kişinin bakıp gözetmekte olduğu kişiler haksız fiil

sonucu ölen kişinin desteğine desteğin ölümü nedeniyle sahip olamadıkları için bir zarara

uğrarlar. Bu zarar yansıma zarar olarak nitelendirilmektedir. Yansıma yoluyla ortaya çıkan

zarar, destek görenin malvarlığında, destek verenin haksız fiil nedeniyle ölmesi nedeniyle

meydana gelmiştir ve bu yansıma zararın konusunu oluşturur. Zarara neden olan bu desteklik

ilişkisi içinde zarar verici olay nedeniyle ölen kişinin desteğinden yoksun kalan veya kalacak

olan kişilerin zarar verene karşı destekten yoksun kalma tazminatı talep hakkı doğmaktadır

(Koçoğlu, 2017:202). Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen kişinin şahsından da bağımsızdır

(Kocabaş, 2014:3-4). Tazminat talebini değerlendiren hâkim, amaca uygun olarak yapılacak

sınırlayıcı yorum yoluyla “destek” ve “destek gören” sıfatlarının kime/kimlere ait olduğunu

belirleyerek olayları değerlendirmelidir

Page 23: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

16

2. Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Yasal Dayanakları

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na (TBK) göre, destekten yoksun kalma tazminatının

“haksız fiiller ve sözleşme dışı kusursuz sorumluluk halleri”, “sözleşmeden doğan sorumluluk

halleri” ve “vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluk halleri” olmak üzere üç hukuki kaynağı

bulunmaktadır (Tekinay vd. 1985:847)

3.1. Haksız Fiil ve Sözleşme Dışı Kusursuz Sorumluluk Halleri

Bir şahsın diğer bir şahsa karşı hukuka aykırı ve zarar verici fiili haksız fiil olarak

tanımlanmaktadır (Karakılıç, 2017:121). Destekten yoksun kalma tazminatı, haksız fiilden

doğan bir tazminat türü olarak TBK 53. ve 55. maddelerinde düzenlenmiş bir tazminat türüdür.

Haksız fiilin bir başkası tarafından işlenmesi halinde de sorumluluk sözkonusudur.

TBK’nın; 66. maddesinde düzenlenen “adam çalıştıranın sorumluluğu”, 67. maddesinde

düzenlenen “hayvan bulunduranın sorumluluğu” ve 69. maddesinde düzenlenen “”yapı

malikinin sorumluluğu” sözleşme dışı kusursuz sorumluluk hallerinden bazılarıdır. Bu

durumlarda, sorumlunun kusuru aranmaz ve destekten yoksun kalma tazminatını ödemekle

yükümlü olur (Gökyayla, 2004:38). Uygulamada Karayolları Trafik Kanunu’nun 85. maddesi

kapsamında trafik kazası sonucu ölenin yakınlarının işletene karşı veya TBK’nın 66. maddesi

kapsamında işkazası nedeniyle ölüm meydana geldiğinde işverene karşı destekten yoksun

kalma tazminatı davaları açılmaktadır.

3.2. Sözleşmeden Doğan Özel Sorumluluk Halleri

Sözleşmeden doğan sorumluluk halleri çeşitli özel kanunlarda düzenlenmiştir. 6102

sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 914/1-2 maddesinde düzenlenen “taşıyıcının sorumluluğu”

ayrıca TBK’nın.417/3. maddesindeki “işçinin kişiliğinin korunmasına” yönelik düzenleme kapsamında

sözleşmeden doğan özel sorumluluk hallerine yönelik düzenlemelerdir. Türk Hukukunda işverenin

sorumluluğu, haksız fiil esasına değil sözleşmeye dayandırılmaktadır. İşverenin, iş sağlığı ve

güvenliği tedbirlerini almaması ve dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal etmesi nedeniyle

meydana gelen iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen işçinin desteğinden yoksun

kalanların destekten yoksun kalma tazminatı talepleri borca aykırılık temeline dayanmaktadır (

Gökyayla, 2004:84)

3.3. Vekaletsiz İş Görmeden Doğan Sorumluluk Halleri

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 526. ile 531. maddeleri arasında düzenlenen

vekaletsiz iş görme, vekaleti olmayan bir kimsenin bir başkasının işini görmesi olarak

tanımlanabilir (Zevkliler ve Gökyayla, 2019:630). Vekaletsiz işgören de zarardan sorumlu

tutulabilir ve kendisine karşı TBK’nın 53/3. maddesi kapsamında destekten yoksun kalma

tazminatı talebinde bulunulabilir. Örneğin, bilinci kapalı bir hastaya, hekimin tıp biliminin

kuralları çerçevesinde yapacağı müdahale TBK’nın 526. ve 527. maddelerine göre vekaletsiz iş

görme olarak değerlendirilir ve hukuka uygundur (Şatır, 2015:21).

4.Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Koşulları

4.1.Desteğin Ölümü

Destekten yoksun kalma tazminatı için kural olarak ölüme neden olan hukuka aykırı bir

fiili bulunmalıdır. En geniş tanımıyla hukuka aykırılık fiilin yapıldığı anda tüm hukuk

kurallarına, yönetmelik, tüzük ve talimatlara, örf ve adetlere, iyi niyet kurallarına veya

bunlardan herhangi birine aykırılık olarak tanımlanabilmektedir (Karakılıç,2017:238) Hukuka

aykırılıktan söz edebilmek için başkalarına zarar vermeyi yasaklayan veya kaçınmayı emreden

davranış kurallarının ihlal edilmiş olması gerekmektedir. Bu şekilde hukuka aykırı olarak

başkasının ölümüne sebep olan kimse, bu fiil sebebiyle destekten yoksun kalanların zararını

karşılamakla sorumludur. Eğer olayda bir hukuka uygunluk durumu varsa bu durumda

Page 24: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

17

destekten yoksun kalma tazminatı talep edilemeyecektir. (Narter, 2014:5).Destekten yoksun

kalma tazminatına hükmedilebilmesi için desteğin ölmüş olması şarttır. Bu durum sadece

gerçek kişilerin ölmesi durumunda söz konusu olacaktır. Herhangibir tüzel kişilikte tüzel

kişiliğin hukuken son bulmasını ifade eden fesih ve tasfiye işlemi gerçekleşse de tüzel kişi

destekten yoksun kalma tazminatına konu olamaz (Kocabaş, 2014:94). Kişi ister gelir elde etsin

ister geliri bulunmayıp yardım ve hizmet etmek suretiyle destekte bulunan bir kişi olsun, destek

görenlerin bu tazminatı talep edebilmesi için ölüm olayının meydana gelmesi şarttır (Kılıçoğlu,

2019:176). Desteğin ölmesi dışında çalışma gücünü kaybetmesi destekten yoksun kalma

tazminatının konusu içinde yer almamaktadır. Ölümün hemen gerçekleşmesi şart değildir. Kaza

sonucu yaralanıp bir süre sonra kaza etkisiyle desteğin ölmesi de tazminat talebi için yeterlidir.

Gaiplik durumunda ya da kişinin ölmüş sayıldığı durumlarda da destekten yoksun kalma

tazminatına hükmedilecektir. Kısacası destekten yoksun kalma tazminatına desteğin öldüğü

veya ölmüş sayıldığı durumlarda hükmedilebilir (Kanbur, 2000:30).

4.2. Fiil ile Zarar Arasında Uygun İlliyet Bağının Bulunması

İlliyet bağı tazminat hukukunun temel ilkesidir. Uygun illiyet bağı, hayat tecrübelerine

göre bir fiil ile sözkonusu fiilin olayların normal akışında meydana getirebileceği zarar ile

nedensellik bağıdır. Eğer destekten yoksun kalma tazminatında failin gerçekleştirdiği fiil

olayların normal akışında hayat tecrübelerine göre ölüme yol açmaz denilebiliyorsa bu

tazminata hükmedilmeyecektir (Koçoğlu, 2017:203). Bir diğer konu sözkonusu fiilin kast veya

ihmal sonucunda ortaya çıkmasıdır. Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilebilmesi

açısından fiilin kast veya ihmal sonucu ortaya çıkmış olmasının bir farkı bulunmamaktadır.

Ancak fiilin kast veya kusur ile işlenmiş olması, hakimin tazminat miktarını belirlemesinde

önemli bir kıstas olmaktadır. Fiil sebebiyle kusura dayanmayan sorumluluk hallerinden birisi

söz konusu ise yine destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilecektir. Genel olarak

derlendirildiğinde, kusura dayanmayan sorumluluk hallerinde ve kusura dayanan sorumluluk

hallerinde fiilin işlenmiş olması tazminata hükmedilmesinin nedeni olmaktadır (Çelik,

2016:11-14, Koçoğlu, 2017:191-192).

Destekten yoksun kalma zararının doğması için kusura dayalı olan hukuka aykırı fiil

sonucunda meydana gelen zarar ile hukuka aykırı fiil arasında uygun illiyet bağının bulunması

gerekmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatı, bir yansıma zarar türü olarak

değerlendirilmektedir. Yansıma zararlardan failin sorumlu tutulabilmesi için, hem fiille zarar

arasında uygun nedensellik bağının hem de hukuka aykırılık bağının bulunması gerekir

(Tandoğan, 1963:5). TBK’nın 53/3. maddesi destekten yoksun kalma tazminatında, yansıma

yoluyla zarara uğrayan üçüncü şahısların haksız fiil ile arasındaki hukuka aykırılık bağının

yasal dayanağını oluşturmaktadır. Destekten yoksun kalma zararının meydana geldiğini kabul

edebilmek için ölüm nedeniyle destek görenin yaşam düzeyinde bir azalma meydana gelmelidir

(Gündüz ve Gündüz, 2011:8).

4.3. Desteğin Bakım Gücüne Sahip Olması

Destek kavramı, bir başkasının bakımını fiilen ve düzenli biçimde karşılıksız olarak

sağlayan ya da ölmemiş olsaydı bunu sağlaması kuvvetle muhtemel kendisinden beklenen kişi

olarak tanımlanabilir (Eren, 2019:755, Süzek, 2019:439). Destek ile desteğini yitiren arasındaki

desteklik ilişkisi, gerçek destek veya farazi destek olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Narter,

2015:260). Ölüm veya benzeri hukuki sonuç doğuran olay gerçekleştiği anda başkasına fiili ve

düzenli bir şekilde bakan kişi gerçek destek olarak tanımlanmaktadır (Gökyayla, 2018:99).

Eşlerin birbirlerine, çocukların anne-babalarına, kardeşlerin birbirlerine destek olması gerçek

destek sayılmaktadır. Diğer yandan ölüm anında destek veya destek görenin arasında bakım

ilişkisi bulunmamasına rağmen ölmeseydi ileride bakması kuvvetle muhtemel olan kişi farazi destek olarak nitelendirilmektedir. Farazi destek olarak küçük yaştaki henüz çalışma çağına

Page 25: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

18

gelmemiş öz veya üvey evlatlar sayılabilir (Antalya, 2018:471). Ölen kişi ile destek alan kişiler

arasında kan hısımlığı ya da mirasçılık gibi başka herhangibir unsurun bulunması şart değildir.

Çocuğun anne ve babalarına destekliliği, destek biçimlerinden bir tanesidir.18 yaşına

kadar kişiler istisnai hallerle ergin kılınmadıkça, çocuk sayılır. Ölen çocuğun, gelecekte anne

ve babasına bakacağı, yardım edeceği beklenebiliyorsa çocuk, anne ve baba için farazi

destektir. Bu durumda anne ve babanın yaşları, çalışma durumları gibi konular ele alınarak

çocuğun desteğine ihtiyaçlık araştırılarak çocuğun desteği tespit edilir. Bu durumda ölen çocuk,

anne ve babası için farazi destektir (Karahasan, 2003:1314). Küçük yaşta ölen çocukların ana

ve babalarına destekliği değerlendirilirken çocuk eğer yaşasaydı, çalışarak beden gücüyle

yaratacağı ekonomik değer ana ve babanın destekten yoksun kalma tazminatının ölçüsü

olmaktadır. Burada da tazminat olarak hesaplanan mal zararı değil yoksun kalınan beden

gücünün yarattığı değerdir (Çelik, 2016:403)

Bakım gücü kavramını parasal güç ile ve zenginlikle sınırlandırılmıştır. Genel olarak

bakım gücü, bir kimsenin kendi ihtiyaçlarını karşılayıp geliri ile orantılı olarak miktar tasarruf

yaptıktan sonra yardımda bulunacağı kimselere gelirinden bir pay ayırabilmesi veya bu

kimselere fiilen sürekli ve düzenli şekilde yardım ve hizmet etmek suretiyle bu kimselere

ekonomik menfaat sağlayarak destek olabilmesidir (Seratlı, 2003:90)

Bakım ihtiyacı, desteğini yitirenin sosyal seviyesine uygun bir yaşam seviyesinin

desteğin ölümü nedeniyle maddi anlamda kaybedilmesidir. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında,

“kişilerin varlıklı olmaları, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel olmadığı,

varlıklı olan kişilerin ilerde yoksulluğa düşmeyeceklerini söylemek olanaksız olduğu gibi

varlıklı olsalar bile, ölen kişinin yardım ve hizmet yoluyla sağlayacağı desteklikten yoksun

kaldıkları için her durumda tazminat isteme haklarının olduğu” belirtilmektedir (Çelik,

2016:33). Bakma, çeşitli tarzlarda veya muhtevalarda olabilir: para vererek, yiyecek, elbise,

mesken sağlayarak, okuma masraflarını karşılayarak veya artık iyileşme ümidi kalmayan

yatalak bir hastanın doktor ve hastabakıcı ücretlerini ödemek suretiyle yapılan yardımlar hep

bakma sayılır. Yardımlar, para yoluyla olabileceği gibi hizmet görülmesi şeklinde de olabilir

(Oğuzman vd. 2018:534)

5. Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sosyal Güvenlik Mevzuatı İle

İlişkilendirilmesi

5.1. Genel Olarak

Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin kararlarına göre, “iş kazası veya meslek hastalığı sonucu

ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan anne ve babası, sigortalı bir işte çalışıyorlarsa

ya da sosyal güvenlik kurumlarından gelir veya aylık alıyorlarsa Sosyal Güvenlik Kurumu

tarafından onlara gelir bağlanmayacağından, ölen çocuğundan dolayı destekten yoksun kalma

tazminatı talep edememekte” ve böylece zarar sorumluları tazminat ödemekten

kurtarılmaktadırlar (Çelik, 2016:84-85).

Yıllardır ciddi sorunlara ve mağduriyetlere yol açan konuyu aşağıdaki örneklerle

açıklayabiliriz (Çelik, 2016:82-83):

Birinci örnek: Zengin bir ailenin serbest meslek sahibi oğlu trafik kazasında ölmüştür.

Olay bir iş kazası değildir. Bu yüzden anne ve babaya SGK gelir bağlamamıştır. Ayrıca ölen

genç, ferdi kaza sigortası ve hayat sigortası yaptırdığı için haksahipleri olan zengin anne ve

babası özel sigortadan da para almışlardır. İşte bu koşullar altında anne ve baba destekten

yoksun kalma tazminatı davası açtıklarında ölen oğullarının kazancı da yüksek olduğu için

oldukça yüklü miktarlarda destek tazminatına hükmedilecektir.

İkinci örnek : Oğul sigortalı işçidir ve iş kazasında ölmüştür. Baba SGK’dan yaşlılık

aylığı almakta anne de sigortalı bir işte çalışmaktadır. Sözkonusu çalışna anne ve emekli baba

Page 26: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

19

(işveren veya üçüncü kişi yüzde yüz kusurlu olsalar bile) destekten yoksun kalma tazminatı

alamayacaklardır.

Üçüncü örnek : Bir trafik-iş kazasında, işverene ait işçi servis aracı ile bir başka aracın

çarpışması sonucu, işçi servis aracında araçta bulunan bekar işçilerden biri ölüyor. Kaza

sonucunda servis aracı sürücüsü %25 ve karşı araç sürücüsü %75 kusurlu bulunuyor. Dava

açıldığında, ölen bekâr oğullarının desteğinden yoksun kalan anne ve baba eğer sigortalı ya da

SGK’dan emeklisi iseler, Yargıtay 21. HD, sözkonusu anne ve babanın destekten yoksun kalma

tazminatı isteyemeyecekleri yönünde karar verecektir. Olağan trafik kazalarında tazminat

ödemek zorunda olan %75 kusurlu üçüncü kişi, olay trafik-iş kazası olunca ve dava iş

mahkemesinde açıldığında tazminat ödemekten kurtulacaktır.

Konuyla ilgili 21. HD’nin bazı karar özetlerinde şu şekildedir. “Dava, davacıların

sigortalı iken iş kazası sonucu ölen oğullarından dolayı tazminat istemine ilişkindir. Davanın

niteliği göz önünde tutularak öncelikle Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından gelir bağlanıp

bağlanmayacağı kesin olarak saptanmalı; hak sahiplerine gelir bağlanması halinde, destekten

yoksun kalma tazminatı isteme haklarının bulunduğu; aksi halde bu nitelikte bir haklarının

olamayacağı kabul olunmalıdır. (21.HD.12.02.2009, E.2008/8348 - K.2009/1968)

“Davacı babanın emekli aylığı alması nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı

talebinin reddi gerekir”. (21.HD. 23.03.2006, E.2006/105 - K.2006/2694)

Yargıtay 21. HD’nin bu konu ile ilgili istikrar kazanmış bu kararları; Borçlar Kanunu’nun

54/2. maddesine ve 55. maddesine aykırı olduğu ayrıca bu kararların Anayasanın eşitlik ilkesine

ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.1973 tarih 1971/4-899 E. -1973/798 K. sayılı

kararına da aykırı olduğu yönünde eleştirilmiştir (Çelik, 2016: 85-86)

5.2. Haksız Fiil Nedeniyle Ölen Çocuğun Anne ve Babasının Destekten Yoksun

Kalma Tazminatı Talep Edebilecekleri Yönünde İçtihadı Birleştirme Kararı

Haksız fiil nedeniyle ölen çocuğun anne ve babasının destekten yoksun kalma tazminatı

talep edebilecekleri yönünde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu görüş yazısında özetle; “Yargıtay

dairelerinin görüşleri ve Hukuk Genel Kurulu kararları çerçevesinde, iş kazası veya meslek

hastalığı sonucu vefat eden işçinin anne ve babasının destekten yoksun kalma tazminatı

zararının varlığının 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34.

maddesindeki şartların gerçekleşmiş olması koşuluna bağlanması yönündeki Yargıtay 21.

Hukuk Dairesi görüşü ile haksız fiil sonucu vefat edenin anne babasının destekten yoksun kalma

tazminatının varlığının Türk Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi gereğince değerlendirilerek,

somut olayın özellikleri dikkate alınarak fiili bir karine olarak anne ve babaya her hâlde destek

olduğunun kabul edilmesi gerektiği yönündeki Yargıtay 4., 11. ve 17. Hukuk Dairesi kararları

arasında özellikle anne ve babanın destek zararlarının değerlendirilmesi konusunda içtihat

farklılığının bulunduğu, içtihatların birleştirilmesi gerektiğine” karar verilmiş ve konuyla ilgili

14.11.2018-30595 tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 22.06.2018 tarihli E.2016/5 K.

2018/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile içtihat birliği

sağlanmıştır.

Konuyla ilgili olarak Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin içtihadı birleştirmenin gerekliliği

noktasında “iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle sigortalı işçinin ölümü üzerine anne ve

babanın talep ettiği destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkin olduğu, iş kazası veya

meslek hastalığı nedeniyle ölüm hâlinde açılan destekten yoksun kalma tazminatı davalarında

sorumluluğun işverene ait bulunduğu ve işverenin sorumluluğunun 6331 sayılı İş Sağlığı ve

Güvenliği Kanunu hükümlerine göre belirlendiği, diğer taraftan bu tür davalarda SGK

tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin rücuya tabi kısmının hükmolunacak

tazminattan indirilmesinin yasal bir zorunluluk olduğu ve anne-babaya gelir bağlanıp

bağlanmadığının tespitinin uyuşmazlığın çözümünde önem arz ettiği, bu nedenle içtihat

Page 27: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

20

farklılığı olduğu belirtilen Yargıtay 21. Hukuk Dairesi kararları ile diğer Özel Daire kararları

arasında konu bakımından farklılık bulunduğu belirtilerek içtihadı birleştirmeye gerek olup

olmadığı ön sorun olarak gündeme getirilmiştir. Ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede;

içtihadı birleştirmenin konusunun destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin olduğu, bu

nedenle iş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ile

diğer Özel Dairelerde görülen destekten yoksun kalma tazminatı davaları arasında konu

bakımından farklılık bulunmadığı belirtilerek içtihatların birleştirilmesi gerektiğine” karar

verilmiştir.

SONUÇ

Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin kararlarına göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu

ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan anne ve babası, sigortalı bir işte çalışıyorlarsa

ya da sosyal güvenlik kurumlarından gelir veya aylık alıyorlarsa ölen çocuğundan dolayı

destekten yoksun kalma tazminatı isteyememekte ve böylece zarar sorumluları tazminat

ödememekteydiler. Konuyla ilgili olarak 14.11.2018-30595 tarih-sayılı Resmi Gazete’de

yayınlanan 22.06.2018 tarihli E.2016/5 K. 2018/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük

Genel Kurulu Kararı ile içtihat birliği sağlanmıştır. Sözkonusu karar ile anne-babanın,

çocuğunun haksız fiil ve/veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun

kalma tazminatı davalarında, desteklik ilişkisinin varlığının ispatı için SGK’dan gelir

bağlanması şartının aranmayacağına ve ayrıca anne-babanın çocuğunun haksız fiil ve/veya

akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma tazminatı davalarında,

çocukların anne-babaya destek olduklarının karine olarak kabulünün gerektiğine karar verilerek

çok önemli bir mağduriyet ortadan kaldırılmıştır.

KAYNAKÇA

Antalya, O. G. (2018) “Borçlar Hukuku-Genel Hükümler”, C:1, İstanbul: Legal

Yayıncılık

Eren, F. (2019) “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Ankara: Yetkin Yayınları

Gökyayla, K. Emre. (2004) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”, Ankara: Seçkin

Yayıncılık.

Gündüz, F. E. ve Gündüz, H (2011) “İdare Hukukunda Destekten Yoksun Kalma

Tazminatı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 15 (3):230-232

Kanbur, Z. (2000) “Ölüm ve Cismani Zararlarda Tazminat Alacaklıları,

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi SBE, Ankara.

Karahasan, M. R. (2003) “ Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, C. 1, İstanbul:Beta

Yayınları

Karakılıç, H. (2017) “Borçlar Hukuku Genel Hükümleri”, İstanbul: Onikilevha

Yayıncılık

Kılıçoğlu, M. (2019) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”, Ankara: Bilge Yayınevi.

Kocabaş, G. (2014) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Unsurları”, Marmara

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 20 (3) :4-5

Koçoğlu, S. (2017) “İşkazası ve Meslek Hastalıkları Sonucu Destekten Yoksun Kalma

Tazminatının Şartları”, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (3):191-192

Narter, S. (2014) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı ve Davaları”, Ankara: Adalet

Yayınevi.

Page 28: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

21

Oğuzman, K. ve Öz, T. (2018) “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Cilt 2, İstanbul:

Vedat Yayıncılık.

Seratlı, G. B. (2003) “İş Kazasından Doğan Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”,

Ankara: Yetkin Yayınları

Süzek, S (2019) “İş Hukuku”, İstanbul: Beta Yayınları

Şatır, N. (2015) “Emsal Kararlar Işığında Kamu ve Özel Hastanelerde Çalışan

Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu Yargıtay-Danıştay İçtihatları”, Ankara: Yetkin

Yayınları.

Tandoğan, H. (1963) “Mukayeseli Hukuk, Hususiyle Türk-İsviçre ve Alman Hukuku

Bakımından Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini”, Ankara Üniversitesi Yayınları, Hukuk

Fakültesi No: 182, Ankara: Ajans-Türk Matbaası

Tekinay, S. S., Akman, S., Burcuoğlu, H., Altop, A. (1993) “Borçlar Hukuku Genel

Hükümler”, İstanbul: Fakülteler Matbaası.

Zevkliler, A. ve Gökyayla, E. (2019) ”Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri”, Ankara:

Turhan Kitabevi

Page 29: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

22

Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Kurulan Geçici İş İlişkisinde İş Sağlığı

ve Güvenliği İle İlgili İşveren Yükümlülükleri

Doç. Dr. Ö. Hakan ÇAVUŞ

Manisa Celal Bayar Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümü

[email protected]

Özet

4857 sayılı İş Kanununda yer alan geçici iş ilişkisi, atipik iş ilişkilerinin bir türüdür. Geçici iş ilişkisinin

mesleki anlamda olmayan geçici iş ilişkisi ve mesleki anlamda olan (özel istihdam büroları aracılığıyla) geçici iş

ilişkisi olarak iki ayrı türü bulunmaktadır. Özel istihdam bürosu aracılığıyla iş ilişkisinin kurulmasını sağlayan

geçici iş ilişkisinin türü 2016 yılında 6715 sayılı Kanun ile İş Kanunumuzda düzenlenmiştir. Mesleki anlamda

olmayan geçici iş ilişkisi ise 4857 sayılı İş Kanunu’nun ilk halinden beri mevcuttur ve 6715 sayılı Kanun ile de

korunmuştur. Ancak holding ve aynı şirketler topluluğu içinde geçici iş ilişkisini ifade eden bu ilişki, özel istihdam

büroları ile geçici iş ilişkisinin yasal hale gelmesiyle anlamını büyük ölçüde yitirmiştir.

İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı bakımından mesleki anlamda geçici iş ilişkisinde işverenin

yükümlülükleri arasında önlem alma, risk değerlendirmesi yapmak, eğitim vermek, bilgilendirme, sağlık

kontrolleri yapmak yükümlülükleri bulunmaktadır.

Çalışmamızda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında düzenlenen

işveren yükümlülükleri mesleki anlamda geçici iş ilişkisi kapsamında ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Özel istihdam büroları, geçici iş ilişkisi, iş sağlığı ve güvenliği, işveren yükümlülükleri,

işveren

JEL Kodları: J41, K23, K32

Employer Obligations Related to Occupational Health and Safety in Established By

Temporary Employment Agencies

Abstract

The temporary employment relationship contained in Labor Law No. 4857 is a type of atypical labor

relations. There are two types of temporary employment relationship: non-professional temporary employment

relationship and professionally (through private employment agencies) temporary employment relationship. The

type of temporary business relationship that enables the establishment of a business relationship through the private

employment office is regulated in our Labor Law in 2016 with the Law no. The non-professional temporary

employment relationship has existed since the initial version of the Labor Law No. 4857 and is also protected by

Law No. 6715. However, this relationship, which expresses the temporary business relationship within the holding

and the same group of companies, has lost its meaning to a great extent with the temporary employment

relationship with private employment agencies becoming legal.

In terms of occupational health and safety legislation, the employer's obligations in the temporary

employment relationship in the professional sense include the obligation to take measures, conduct risk

assessments, provide training, inform and conduct health checks.

In our study, employer obligations regulated within the scope of Occupational Health and Safety Law no.

6331 and related legislation are handled within the scope of temporary work relationship in the professional sense.

Keywords : Private employment agencies, temprorary employment relation, occupational health and safety,

obligations of employers, employer

JEL Codes : J41, K23, K32,

1.Giriş

Geçici iş ilişkisi, genel olarak işverenin bir işçisinin iş görme edimini geçici bir süre bir

başka işverenin emrine vermesiyle kurulan iş ilişkisini ifade etmektedir. İşgücü piyasaları

açsından değerlendirme yapıldığında geçici iş ilişkisi, işverenlerin işyerlerindeki mal ve hizmet

üretimi için ihtiyaç duydukları iş gücünü belirli veya belirsiz bir süre için bir istihdam

bürosundan işçi temini suretiyle sağlanmasının ayrıca askerlik,, hamilelik, devamsızlık gibi

nedenlerle oluşan iş açığının giderilmesi açısından uygulamada sıklıkla uygulanan yeni

istihdam biçimlerinden bir tanesidir (Başkan, 2017:4). Gelişen ve değişen teknoloji ile birlikte

Page 30: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

23

farklı biçimlerde şekillenen işgücü piyasaları içinde yeni istihdam biçimleri arasında yer alan

geçici (ödünç) iş ilişkisi şüphesiz yeni istihdam biçimlerinin ortak unsurunu temsil

edebilmektedir. Özellikle son zamanlarda platform çalışma, sıfır saat sözleşmeleri ile çalışma

gibi yöntemlerle işgücü piyasalarında klasik işçi-işveren ilişkilerinin ortadan kalmaya

başlamıştır. Bu durum piyasaların daha fazla serbestleşmesine ve kuralsızlaştırılması neden

olmakta özellikle alt-işveren ilişkilerini de ortadan kaldırma aşamasına gelmiştir (Consiglio ve

Moschera, 2016:31).

Esnek istihdam biçimlerinden bir tanesi olan geçici (ödünç) iş ilişkisi 4857 sayılı İş

Kanununda düzenlenmiştir. Mesleki amaçlı olan ve mesleki amaçlı olmayan geçici iş

ilişkisinin, mesleki amaçlı geçici iş ilişkisi 2016 yılında 6715 sayılı Kanun ile İş Kanunumuza

girmiştir. Meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi özel istihdam bürosu, işçi ve geçici işveren arasında

kurulan üçlü bir hukuki ilişkiye dayanmaktadır. Özel istihdam bürosu, bir hizmet bedeli

karşılığında, işçiye ihtiyacı olan işverenle bir sözleşme yapmakta ve anılan sözleşmeye göre

bünyesinde çalıştırdığı işçilerin iş görme edimini geçici bir süreliğine devretmekte, işçi ise

belirli ve geçici bir süre için geçici işverenin emir ve talimatları altında çalışmaktadır (Süzek,

2019:288-289). Üçlü iş ilişkisinin diğer tarafı olan geçici işveren ise, geçici bir süre için

kendisine ödünç işçi verilen kişiyi ifade etmektedir. Üçlü iş ilişkisi içinde ücret, çalışma

koşulları, sendikal örgütlenme vb. sorunların yanı sıra geçici işçinin iş sağlığı ve güvenliği ile

ilgili önlemleri asıl işveren (özel istihdam bürosu)ve/veya geçici işveren arasında hangi

işverenin alacağı ve işkazası / meslek hastalığı durumunda hangi işverenin sorumlu olacağı

ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında işverenin en

önemli yükümlülükleri arasında; işle ilgili her türlü önlemi almak, risk değerlendirmesi

yapmak, bilgilendirme ve eğitim vermek, iş sağlığı ve güvenliği kurulu oluşturmak, sağlık

gözetimi yapmak, işkazası ve meslek hastalıklarını bildirmek gelmektedir.

Çalışmamızda sözkonusu yükümlülükler meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi kapsamında

asıl işveren ve geçici işveren açısından ele alınmıştır.

1.Geçici İş İlişkisi

1.1. Genel Olarak

20.05.2016-29717 tarih-sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 6715 sayılı İş Kanunu ile

Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çerçevesinde “Geçici iş

ilişkisi” başlıklı 4857 sayılı İş Kanununun 7. maddesi yeniden düzenlenerek ödünç iş ilişkisi

ile ilgili önemli değişiklikler yapılmıştır. Sözkonusu Kanunun genel gerekçesinde, “meslek

edinilmiş geçici iş ilişkisi şeklinde yapılan düzenleme ile hem geçici olarak çalışanların

korunması ve sistemin etkin işlemesinin sağlanması hem de ödünç iş ilişkisini düzenleyen

2008/104/EC sayılı Avrupa Birliği Direktifine uyumun sağlanmasının amaçlandığı” ifade

edilmiştir (Odaman ve Çavuş, 2016:211).

Genel olarak geçici iş ilişkisinde, işçiyi geçici veren işveren veyahut özel istihdam

bürosu işin görülmesini isteme hakkını bir veya birden çok işçi açısından bir başka işverene

devretmektedir. İşçiyi geçici alan işveren ise işçiyle aralarında bir iş sözleşmesi olmamasına

rağmen, geçici bir süre için işçiden kendi işinin görülmesini isteme hakkına kavuşmaktadır. Bir

başka deyişle işçi, iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işvereni veyahut özel istihdam bürosu

tarafından diğer bir işverene geçici olarak verilmektedir (Özdemir, 2014: 389-390). İşçinin,

geçici veren işverenle (asıl işveren) veya özel istihdam bürosu ile olan ilişkisi aralarındaki iş

sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin geçici işverenle olan çalışma ilişkisinin temelini ise asıl

işveren ile geçici işveren arasındaki “geçici işçi sağlama sözleşmesi” oluşturmaktadır. Bu

durumda, “geçici iş ilişkisinin” üç öznesi bulunduğu ve bu ilişkinin üçlü bir hukuki ilişki

olduğu ortaya çıkmaktadır. Geçici iş ilişkisinde, işçisini bir başka işverene iş görmesi için veren

Page 31: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

24

“geçici veren işveren / asıl işveren” veyahut “özel istihdam bürosu”, işçiden işin görülmesini

talep etme hakkına sahip olan “ödünç alan geçici işveren” ve bu iki işveren arasındaki “geçici

işçi sağlama sözleşmesinin” konusu olan ve iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işverenden veya özel

istihdam bürosundan başka bir işverene karşı iş görme borcunu belirli ve geçici bir süre için

yerine getirecek olan “geçici verilen işçi” bulunmaktadır (Odaman, 2016:42).

4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde düzenlenen ödünç iş ilişkisinin, özel istihdam

bürosu aracılığıyla ya da holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir

işyerinde görevlendirme yapılmak suretiyle kurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu

durumda 2016 yılındaki düzenlemeyle mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde özel istihdam bürosu

ödünç veren işveren konumunda bulunmaktadır. 6715 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 4904 sayılı

Türkiye İş Kurumu Kanununun 2/1. maddesine özel istihdam bürosunun tanımı da eklenmiştir

(Güzel ve Heper, 2017:28). Buna göre; özel istihdam bürosu, “iş arayanların elverişli oldukları

işlere yerleştirilmesine ve çeşitli işler için uygun işçiler bulunmasına aracılık yapmak ve/veya

ödünç iş ilişkisi kurma faaliyeti yürütmek üzere Türkiye İş Kurumu tarafından izin verilen

gerçek veya tüzel kişiler tarafından kurulan büroları” ifade etmektedir. Ancak sözkonusu 7.

maddede sadece Türkiye İş Kurumunca izin verilen özel istihdam bürolarının bir işverenle

geçici işçi sağlama sözleşmesi yaparak bir işçisini geçici olarak bu işverene devir yapabileceği

düzenlenmektedir (Odaman, 2016:44).

İşçinin holding bünyesinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde iş

görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devredilmesi hâlinde devir sırasında işçinin

yazılı rızasının alınması gerekmektedir. Özel istihdam bürosu aracılığıyla kurulacak olan geçici

iş ilişkisinde ise işçinin devir sırasında ayrıca yazılı rızasının alınmasına gerek yoktur. Geçici

iş ilişkisi, meslek amaçlı olan veya mesleki amaçlı olmayan haliyle holding bünyesi içinde veya

aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde kurulmuş olsa da işçiyi geçici veren

işverenle veya özel istihdam bürosu ile işçi arasındaki mevcut sözleşme geçici iş ilişkisinin

kurulması ile sona ermemektedir (Odaman, 2016:44). Ayrıca işçinin geçici işveren ile arasında

bir iş sözleşmesinin kurulması da söz konusu değildir. Burada sadece işçiyi geçici veren işveren

veya özel istihdam bürosu, işçiden işin görülmesini talep etme hakkını geçici bir süre için işçiyi

geçici alan işverene devretmiş bulunmaktadır (Ekmekçi, 2008:107).

Ödünç iş ilişkisi, genç ve tecrübesiz olduğu için sürekli işçi olarak çalışma fırsatı elde

edememiş kişilerin istihdam edilmelerini sağlamak açısından önemli bir rol üstlenmektedir.

Ayrıca şirket topluluklarında ve holdinglerde, şirketlerin daha çok vasıflı iş gücü ihtiyacının

karşılanmasında veya üst kademe yöneticilerinin yetiştirilmesinde ya da aynı gruptan olmayan

şirketlerin birlikte bir işi üstlenmelerinde yahut mali güçlükle karşılaşan bir işverenin işçisini

işlerin düzelmesine kadar başka bir işverene vermesinde kendisini göstermektedir. Bu durumda

işveren vasıflı bir işçinin işgücünden geçici bir süre yararlanırken ödünç veren işverenin yükü

azalırken işçinin işsiz kalması engellenmiş olacaktır (Başkan, 2017:7).

Ayrıca 4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde ve 11.10.2016-29854 tarih-sayılı Resmi

Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Özel İstihdam Büroları Yönetmeliğinde iş sağlığı ve

güvenliği ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.

1.2. Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Türleri

Geçici iş ilişkisinin iki türü bulunmaktadır. Bunlardan ilki mesleki amaçlı olmayan iş

ilişkisi diğeri de mesleki amaçlı olan geçici iş ilişkisidir. Geçici iş ilişkisinin türleri arasında

ayrım yaparken ölçüt olarak ele alınacak konu, işçi ile geçici işveren arasında istisna olarak mı

yoksa kural olarak veya münhasıran mı bir başka işverene geçici verilmek üzere bir iş

sözleşmesi yapılıp yapılmadığının tespit edilmesidir. Bu anlamda, geçici iş ilişkisinin ilk şekli

olan mesleki amaçlı olmayan ilişkisinde, çeşitli nedenlerle işçiyi geçici veren bir işverenin iş

sözleşmesiyle bağlı olduğu işçisini geçici bir süre için geçici alan bir başka işverenin emrine

Page 32: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

25

vermesi oluşturmaktadır (Demir, 2018:109). Geçici iş ilişkisinin ikinci türü ise mesleki amaçlı

geçici iş ilişkisinde ise bir işveren kazanç elde etmek amacıyla işçisini geçici olarak

vermektedir. Bu durumda, başka işletmelere işçi teminini meslek olarak yapmakta olan işveren,

işçiyle arasında sadece geçici vermek amacıyla iş sözleşmesi yapmaktadır. İşveren bu amaçla

işe aldığı işçileri kendi işyerinde çalıştırmamakta, işçiye ihtiyacı olan diğer işverenlere geçici

olarak vermektedir. İşçi, iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işverenin emrinde genellikle hiç

çalışmamaktadır. Hatta birçok durumda, geçici veren işverenin o işçiyi çalıştırabileceği, üretim

yapılan kendine ait bir işyeri bile bulunmamaktadır. Nitekim meslek olarak geçici işçi veren

işverenler genellikle bir ofiste faaliyette bulunmakta ve hukuki anlamda olmasa da ekonomik

anlamda iş aracılığı yapmaktadırlar. İşçiyi geçici veren işverenin amacı, bu yaptığı hizmet

karşılığında kazanç elde etmektir (Başkan, 2017:10-11). Ancak özellikle belirtmek gerekeceği

üzere, Türkiye İş Kurumu veya özel istihdam bürosu tarafından gerçekleştirilen iş aracılığında,

aracı (büro) işveren sıfatı kazanmaz ve iş arayan aracıya iş sözleşmesi ile bağlı değildir. Ancak

her iki türde kurulan geçici iş ilişkisinde ödünç veren ile işçi arasında iş sözleşmesi kurulur ve

ödünç veren işveren sıfatı taşır. Ayrıca geçici iş ilişkisinin devreden işveren (büro), işçi ve

geçici işveren arasında sürekli bir iş ilişkisi kurulmakta ve karşılıklı haklar, borçlar ve

sorumluluklar doğmaktadır (Süzek, 2019:289-290)

2016 tarihli 6715 sayılı Kanun ile 4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde yapılan

değişiklikle 2008/104/EC sayılı Avrupa Birliği Direktifine uygun olarak geçici iş ilişkisinin

özel istihdam büroları aracılığıyla ya da holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna

bağlı başka bir işyerinde görevlendirme yapılmak suretiyle iki şekilde kurulabileceği

düzenlenmiştir (Başkan, 2017:7-8). Özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisinin

kurulabilmesi için özel istihdam bürosunun Türkiye İş Kurumundan geçici iş ilişkisi kurma

iznine sahip olması gerekmektedir. Özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisi

tanıyan 4857 sayılı Kanunun değişik 7. maddesinin son fıkrasında mesleki amaçlı olmayan

geçici iş ilişkisi de düzenlenmiştir. Buna göre Türk iş hukukunda yalın haliyle geçici iş ilişkisi

ancak holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı işyerleri arasında

kurulabilecektir (Erol ve Özdemir, 2016:1106). Oysa 2016 tarihinden önceki değişiklikten

önceki düzenlemede, işçiyi yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırılmak koşulu ile

birbirinden bağımsız işverenler arasında da ödünç iş ilişkisi kurulmasına imkan verilmekteydi.

Bugün mesleki amaçlı olmayan geçici iş ilişkisi kurabilecek olan işverenlerin mutlaka holding

bünyesinde yer alan veya aynı şirketler topluluğuna bağlı işverenler olmaları gerekmektedir.

İş Kanununun 7. maddesinde 6715 sayılı Kanunla yapılan yeni düzenlemeye gore,

mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde işveren özel istihdam bürosudur. Özel istihdam bürosu

aracılığıyla kurulan geçici iş ilişkisi, geçici işçi ile yapılan iş sözleşmesi, geçici işçi çalıştıran

işveren ile geçici işçi sağlama sözleşmesi yapmak suretiyle yazılı olarak kurulur. Özel istihdam

bürosu ile geçici işçi çalıştıran işveren arasında yapılacak geçici işçi sağlama sözleşmesinde;

sözleşmenin başlangıç ve bitiş tarihi, işin niteliği, özel istihdam bürosunun hizmet bedeli, varsa

geçici işçi çalıştıran işverenin ve özel istihdam bürosunun özel yükümlülükleri yer alır

(Akıntürk Türkmen, 1999:143).

Mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinin kurulabileceği işler, durumlar ve süreler İş Kanununun

7. maddesindeki yeni düzenleme kapsamında tek tek sayılmıştır. Buna göre, “işçinin askerlik

hizmeti hâlinde ve iş sözleşmesinin askıda kaldığı diğer hâllerde, mevsimlik tarım işlerinde, ev

hizmetlerinde, işletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı olarak gördürülen işlerde,

iş sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi önemli ölçüde etkileyen

zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması hâlinde, işletmenin ortalama mal ve hizmet üretim

kapasitesinin geçici iş ilişkisi kurulmasını gerektirecek ölçüde ve öngörülemeyen şekilde

artması hâlinde ve mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları hâlinde” mesleki

amaçlı geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Kanunun 7/3. maddesinde de meslek edinilmiş geçici

iş ilişkisi kurulabilecek bu hallerin hangi sürelerle kurulabileceği de düzenlenmiştir. Buna göre;

Page 33: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

26

“işçinin askerlik hizmeti halinde ve iş sözleşmesinin askıda kaldığı hallerde bu hallerin devamı

süresince, mevsimlik tarım işlerinde ve ev hizmetlerinde süre sınırı olmaksızın meslek edinilmiş

geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Ayrıca işletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı

olarak gördürülen işlerde, iş sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi

önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması hâlinde, işletmenin ortalama mal

ve hizmet üretim kapasitesinin geçici iş ilişkisi kurulmasını gerektirecek ölçüde ve

öngörülemeyen şekilde artması hâlinde ve mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş

artışları hâlinde ise en fazla dört ay süreyle” meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi kurulabilecektir.

Yapılan geçici işçi sağlama sözleşmesi toplam sekiz ayı geçmemek üzere en fazla iki defa

yenilenebilecektir. Geçici işçi çalıştıran işveren, belirtilen sürenin sonunda aynı iş için altı ay

geçmedikçe yeniden geçici işçi çalıştıramaz (Süzek, 2019:291-294). Yine 4857 sayılı Kanunun

7/4. Maddeine gore, “kamu kurum ve kuruluşlarında ve yeraltında maden çıkarılan

işyerlerinde” geçici iş ilişkisi kurulamayacaktır. Ayrıca Kanununun 7/4. maddesine göre,

“toplu işçi çıkarılan işyerlerinde sekiz ay süresince” ve Kanunun 7/5. ve 7/7. maddelerine göre,

“geçici işçi çalıştıran işveren, grev ve lokavtın uygulanması sırasında 6356 sayılı Sendikalar

ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunun 65. maddesinin hükümleri saklı kalmak kaydıyla geçici iş

ilişkisiyle işçi” çalıştıramayacak ve ayrıca “geçici işçi çalıştıran işveren, iş sözleşmesi

feshedilen işçisini fesih tarihinden itibaren altı ay geçmeden” geçici iş ilişkisi kapsamında işçi

çalıştıramayacaktır (Odaman, 2016:45-46).

1.3. Geçici İş İlişkisi ile İlgili Avrupa Birliği Düzenlemeleri

Özel istihdam büroları aracılığıyla kurulacak mesleki amaçlı iş ilişkisinde iş sağlığı ve

güvenliği ile ilgili Avrupa Birliği’nin iki önemli direktifi bulunmaktadır. Bu direktifler

91/883/EC sayılı Belirli Süreli İş veya Geçici İş İlişkisiyle Çalışan İşçilerin İş Sağlığı ve

Güvenliği Önlemlerinin Alınması ve Geliştirilmesine Yönelik Direktifi ile Meslek Edinilmiş

Ödünç İş İlişkisi Hakkında 2008/104/EC sayılı Direktifidir. Belirli süreli sözleşmeler veya

geçici iş ilişkisi ile çalışan işçilerin işyerinde sağlık ve güvenliğini güvence altına alan AB’nin

91/383/EC sayılı Direktifi, söz konusu çalışanların, iş sağlığı ve güvenliği konusunda

işletmenin diğer çalışanları ile eşit koşullarda korunmasına ilişkin yükümlülükleri

düzenlemektedir. Direktifin 3. maddesine göre, belirli süreli veya geçici iş ilişkisi ile çalışan

işçilerin, işten kaynaklanan risklerin yanı sıra işin yapılması için gerekli özel mesleki nitelikler,

beceriler veya tıbbi gözetim gerekleri gibi konularda bilgilendirilmesi gerektiği ve özellikle

geçici iş kurumları tarafından yerleştirilen çalışanlar kapsamında işin özellikleri ve iş için

gereken mesleki nitelikler hakkında işletmelerin işçileri bilgilendirmesi gerektiği açıklanmıştır.

Direktifin 5. maddesi, Devletlerin belirli süreli ve geçici iş ilişkisi ile çalışan işçilerin tehlikeli

işler ve tıbbi gözetim gerektiren işler ile uğraşmalarını engelleyici tedbirler almasına izin veren

bir düzenlemedir. Direktifin 7. ve 8. maddelerinde de özellikle geçici iş kurumları tarafından

işe yerleştirilen çalışanların, işin gerektirdiği mesleki nitelikler ile işin özellikleri hakkında

bilgilendirilmesini ve işin performansını etkileyen güvenlik, hijyen ve işyerinde sağlık

koşullarının işletmenin sorumluluğunda olması gerektiği düzenlenmiştir (Blanpain, 2004:247-

249, Howes, 2011:381-383).

Konuyla ilgili önemli direktiflerinden birisi olan 2008/104/EC sayılı Direktifin 1.

maddesinde, ödünç işçinin geçici süre ile devredilmesinden söz edilmiştir. Yine devir, ödünç

işçinin geçici işverene ait işyerinde, onun emir ve talimatı altında geçici olarak çalıştığı zaman

aralığı şeklinde tanımlanarak ödünç iş ilişkisinin geçici niteliği vurgulanmıştır. 2008/104/EC

sayılı bir diğer direktifin 2. maddesinde, geçici işçilerin korunması ve geçici iş ilişkisinin

standartlarının iyileştirilmesi için eşitlik unsuru en önemli unsur olarak düzenlenmiştir.

Direktife göre sözkonusu eşitlik ilkesine, ödünç işçiler için genel bir koruma düzeyinin güvence

altına alınması şartı ile istisna getirilmektedir. Yine sözkonusu Direktifin 4/1. maddesine göre,

geçici iş ilişkisine başvuruyu sınırlandırma veya yasaklama şeklindeki istisnalar ise geçici

Page 34: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

27

işçilerin korunması, sorunsuz işleyen bir iş piyasasının kurulması ve kötüye kullanmaların

önlenmesi gerekçelerine dayandırılarak uygulanabilecektir (Alpagut, 2011:358-359, Kabakçı,

2011:83). 2008/104/EC sayılı Direktifin en önemli düzenlemesi, ödünç iş ilişkisinde eşitlik

ilkesi öngören 5. maddesidir. Direktife göre, ödünç işçinin devrinin devam ettiği süredeki esaslı

çalışma koşulları, aynı işe ödünç alan işverenin işçisi olarak alınsaydı uygulanacak koşullara

uygun olmalıdır. Buna göre, ödünç işçinin ücret dahil esaslı çalışma koşulları, görevlendirildiği

işyerinde, ödünç alan işverenin aynı işte belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçisine

uyguladığı, çalışan işçisi yoksa, olsaydı uygulayacağı şartlardır. İşçi, işçi aynı işe işyerinin

sahibi işveren tarafından alınsa idi, hangi iş şartları uygulanacak idiyse; bunların esaslı iş şartları

olarak dikkate alınması ve ödünç veren özel istihdam bürosunun bunları karşılaması gerekir

(Uşen, 2010:177)

2. İşverenlerin İş Sağlığı ve Güvenliği Yönünden Yükümlülükleri

2.1. İşçiyi Gözetme Borcu Kapsamında Önlem Almak

İşverenlerin işçiyi gözetme borcu, iş sağlığı ve güvenliği (İSG) yükümlülüklerinin

başında gelen en genel ve en temel yükümlülüktür. İşçinin çalışırken beden ve ruh sağlığına

yönelik tehlikelerin kaynağı işverenin iş organizasyonu kapsamında yürüttüğü iştir. Bu nedenle

işveren işçinin iş sağlığını ve güvenliğini korumalıdır (Ekonomi, 1984:156). Bu kapsamda 6331

sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun “İşverenin genel yükümlülüğü” başlığını taşıyan 4.

maddesine göre işverenin, işçiyi gözetme borcu kapsamında çalışanların işle ilgili sağlık ve

güvenliğini sağlamakla ilgili yükümlülükleri açıklanmıştır. Maddeye göre, işverenin, “mesleki

risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, iş

organizasyonunun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik

tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için

çalışmalar yapması, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını

izleyip denetleyerek uygunsuzlukların giderilmesini sağlaması, risk değerlendirmesi yapması

veya yaptırması, çalışana görev verirken çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe

uygunluğunu göz önüne alması, yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati

ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alması” gerekmektedir.

Yine aynı şekilde geçici işçiyi çalıştıran geçici işverenin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin

önemleri alması gerektiği İş Kanununda da açıkça düzenlenmiştir. İş Kanununun 7/9-f

maddesine göre, geçici işveren iş sağlığı ve güvenliği açısından gereken tedbirleri almakla

yükümlüdür. Ayrıca Geçici ve Belirli Süreli İşlerde İş Sağlığı ve Güvenliği Hakkında

Yönetmeliğin 5/1. maddesine göre, işveren, “geçici süreli iş ilişkilerinde, özellikle kişisel

koruyucu donanımlara erişim dâhil olmak üzere işyerinde çalışanların sağlık ve güvenliklerinin

korunmasını içeren çalışma koşulları bakımından farklı uygulamalarda bulunamaz” hükmü

düzenlenmiştir. Sözkonusu yönetmelik hükmü mesleki amaçlı geçici iş ilişkisi ile çalışanları ve

işverenlerini de kapsayıcı nitelikte olduğu için geçici işveren, işyerinde çalışan kendi işçileri ile

geçici işçiler arasında eşit davranma ilkesine göre, İSG önlemlerinin alınması ve uygulanması

yönünden ayrım yapamayacaktır. Ayrıca 4904 sayılı Kanunun 19/2. maddesinde “özel istihdam

bürosunun işçisine ilişkin 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, 5510 sayılı Sosyal

Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 4447 sayılı Kanundan doğan yükümlülükler,

4857 sayılı İş Kanununun 7. maddesi saklı kalmak kaydıyla, özel istihdam bürosu tarafından

yerine getirilir” hükmü gereği, özel istihdam bürosu geçici işçinin asıl işvereni niteliğiyle bu

işçilerin İSG ile ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır.

2.3. Risk Değerlendirmesi Yapmak

Risk değerlendirmesi ve bunun belgelendirilmesinin asıl amacı, işyerinin var olan

şartları ile birlikte gerekli olanların tespit edilmesidir (Kabakçı, 2009:28). 6331 sayılı Kanunun

3/1-ö maddesine göre ve 29.12.2012-28512 tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan İş Sağlığı

Page 35: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

28

ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 4/1-f maddesine göre risk değerlendirmesi,

“işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske

dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek

derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli

çalışmalar” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca sözkonusu Yönetmeliğin 7. maddesine göre de

risk değerlendirmesi; “tüm işyerleri için tasarım veya kuruluş aşamasından başlamak üzere

tehlikeleri tanımlama, riskleri belirleme ve analiz etme, risk kontrol tedbirlerinin

kararlaştırılması, dokümantasyon, yapılan çalışmaların güncellenmesi ve gerektiğinde

yenileme aşamaları izlenerek gerçekleştirilir”.

6331 sayılı Kanunun 10. maddesine göre işveren; “İSG yönünden risk değerlendirmesi

yaparken veya yaptırırken, belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumunu, kullanılacak

iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimini, işyerinin tertip ve düzenini, genç,

yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın

çalışanların durumunu göz önünde bulundurmak zorundadır”.

Mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde geçici işveren kendi işyerinde risk değerlendirmesi

yapmak zorundadır. Bu risk değerlendirmesi ile ilgili bilgileri hem geçici işçiye hem de özel

istihdam bürosuna iletmesi gerekmektedir. Özel istihdam bürosu da geçici işçisini çalışmak için

gönderdiği geçici işverenin kendi işyerinde yaptığı risk değerlendirmesi ile ilgili bilgi ve

belgeleri geçici işverenden talep ederek geçici işçisini takip etmelidir

2.4. Eğitim Vermek

İSG eğitimlerinin temel amacı, İSG kültürünün oluşmasını sağlamaktır. Geçici işverenin

işçiyi gözetme borcu kapsamında geçici işçiye eğitim verme yükümlülüğü vardır (Caniklioğlu,

2016:57). İSG kapsamındaki eğitimler ile ilgili olarak 6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesine göre

geçici iş ilişkisi kurulan işveren, iş sağlığı ve güvenliği risklerine karşı çalışana gerekli eğitimin

verilmesini sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca 6331 sayılı Kanun 17/5. maddesinde geçici işverene

sınırlı bir kontrol sorumluluğu da yüklenmiştir. Bu düzenlemeye göre, “tehlikeli ve çok tehlikeli

sınıfta yer alan işyerlerinde; yapılacak işlerde karşılaşılacak sağlık ve güvenlik riskleri ile ilgili

yeterli bilgi ve talimatları içeren eğitimin alındığına dair belge olmaksızın, başka işyerlerinden

çalışmak üzere gelen çalışanlar işe başlatılamayacaktır”. Ayrıca 11.10.2016-29854 tarih-sayılı

Resmi Gazete’de yayınlanan Özel İstihdam Büroları Yönetmeliğinin 9/1-e maddesine göre

geçici işçi çalıştıran işveren, 6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesinde öngörülen eğitimleri

vermekle yükümlüdür.

6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesine göre, geçici iş ilişkisi kurulan işveren, İSG

risklerine karşı çalışana gerekli eğitimin verilmesini sağlamak zorundadır. Maddeye göre,

işverenin bu eğitimi verme yükümlülüğü bulunamamakta sadece sözkonusu eğitimin

verilmesini sağlamak zorundadır (Kılkış ve Demir, 2012:34). Meslek edinilmiş geçici iş

ilişkisinde geçici işçi çok farklı sektörlerde faal olan işyerlerinde çalışabileceği için geçici

işçinin eğitimlerinin asıl işveren durumunda olan özel istihdam bürosundan ziyade geçici

işvereninin sorumlu olması daha uygun olacaktır. 6331 sayılı Kanunun 17/5. maddesine göre,

“tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde; yapılacak işlerde karşılaşılacak sağlık

ve güvenlik riskleri ile ilgili yeterli bilgi ve talimatları içeren eğitimin alındığına dair belge

olmadan başka işyerlerinden çalışmak üzere gelen çalışanlar işe başlatılamayacaktır. Tehlikeli

ve çok tehlikeli sınıfta faaliyet gösteren geçici işverenlerin geçici işçileri sözkonusu eğitim

belgesi olmadan çalıştırılamayacaklardır”. Yine eğitimlerle ilgili olarak 15.05.2013-28648

tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul

ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 5/2. maddesine göre, işveren, geçici iş ilişkisi kurulan

diğer işverene 6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesindeki konularla ilgili bilgi vererek geçici iş

ilişkisi kurulan işveren bu konular hakkında çalışanlarına gerekli eğitimin verilmesini sağlamak

zorundadır. 6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesine göre, “işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin

Page 36: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

29

sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla işveren, çalışanları ve çalışan temsilcilerini;

işyerinin özelliklerini de dikkate alarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri,

koruyucu ve önleyici tedbirler, kendileri ile ilgili yasal hak ve sorumluluklar, ilk yardım, olağan

dışı durumlar, afetler ve yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler

ile ilgili konularda bilgilendirmelidir”. Ayrıca sözkonusu Yönetmeliğin 6/1. maddesine göre,

işveren, “çalışanlarına asgari olarak genel konular, sağlık konuları ve teknik konular olmak

üzere üç ana başlık altında eğitimler vermek zorundadır. Bu konular; genel konular (çalışma

mevzuatı ile ilgili bilgiler, çalışanların yasal hak ve sorumlulukları, işyeri temizliği ve düzeni,

iş kazası ve meslek hastalığından doğan hukuki sonuçlar), sağlık konuları (meslek

hastalıklarının sebepleri, hastalıktan korunma prensipleri ve korunma tekniklerinin

uygulanması, biyolojik ve psikososyal risk etmenleri, ilkyardım) ve teknik konular (kimyasal,

fiziksel ve ergonomik risk etmenleri, elle kaldırma ve taşıma, parlama, patlama, yangın ve

yangından korunma, iş ekipmanlarının güvenli kullanımı, ekranlı araçlarla çalışma, elektrik,

tehlikeleri, riskleri ve önlemleri, iş kazalarının sebepleri ve korunma prensipleri ile

tekniklerinin uygulanması, güvenlik ve sağlık işaretleri, kişisel koruyucu donanım kullanımı, iş

sağlığı ve güvenliği genel kuralları ve güvenlik kültürü, tahliye ve kurtarma) konuları” içerecek

şekilde iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin verilmesini sağlamak zorundadır (Çavuş, 2016:2-

3, Özdemir, 2014:402-403). Özel istihdam bürosunun işin niteliğine uygun işçiyi geçici olarak

gönderebilmesi bakımından bilgilendirilmesinin ve ardından geçici işçinin kendisine de geçici

işveren tarafından eğitim verilmesi gerekmektedir (İzmirlioğlu, 2019:20)

2.5. Bilgilendirme Yapmak

6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesinde çalışanların bilgilendirilmesi düzenlenmiştir.

6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesine göre, “işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve

sürdürülebilmesi amacıyla işveren, çalışanları ve çalışan temsilcilerini; işyerinin özelliklerini

de dikkate alarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici

tedbirler, kendileri ile ilgili yasal hak ve sorumluluklar, ilk yardım, olağan dışı durumlar,

afetler ve yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler ile ilgili

konularda bilgilendirmelidir”. Ayrıca sözkonusu Kanunun 16/2-b maddesine göre, “geçici

işverenin başka işyerlerinden çalışmak üzere kendi işyerine gelen çalışanların sözkonusu

konularda bilgilendirilmesi için çalışanların asıl işverenlerine gerekli bilgileri vermesi

gerekmektedir”. Kanun koyucu burada geçici işçinin bilgilendirilmesi konusundaki muhatabını

asıl işveren olarak belirlemiştir.

Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında

Yönetmeliğinin 6. maddesine göre, işveren, “belirli süreli işlerde veya geçici süreli iş

ilişkilerinde 6331 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen bilgilendirme yükümlülüğü saklı

kalmak kaydı ile çalışanlara; işe başlamadan önce yapacakları işin ne olduğu ve bu işte

karşılaşacakları riskler hakkında gerekli bilgilerin verilmesini sağlar ve ayrıca özellikle

yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek, tecrübe ve gerekli sağlık gözetiminin neler

olduğu konusunda bilgi verilmesini” sağlamalıdır. Ayrıca iş nedeniyle ortaya çıkabilecek ilave

özel riskler açıkça belirtilecek ve işçilerin işe başlamadan önce yapacakları işler ve bu işlerle

ilgili karşılaşacakları risklerin neler olduğu konusunda gerekli bilgilerin verilmesi

gerekmektedir. Özellikle yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek, tecrübe ve gerekli

sağlık gözetiminin neler olduğu konusunda bilgi verilmesini sağlamalılardır. Ayrıca iş

nedeniyle ortaya çıkabilecek ilave özel riskler açıkça belirtilmelidir.

Ayrıca Yönetmeliğin 10. maddesinde de ayrı bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre

“geçici iş ilişkisi ile çalıştırılacaklarla ilgili olarak geçici işveren asıl işverene, 6331 sayılı

Kanunun m.16/1’de belirtilen hususlar ile yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek ve

işin özellikleri hakkında gerekli bilgiyi verecek ve bu bilgilerin sözleşmede de yer alması

sağlanacaktır. Asıl işveren de aldığı bu bilgileri geçici iş ilişkisi ile çalıştırılacak kişilere

Page 37: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

30

aktaracaktır”. Yönetmeliğin bu maddesine göre de yine çalışana bilgi vermesi gerekenin asıl

işveren olduğu düzenlenmiştir.

Bilgilendirme yükümlülüğüne ilişkin olarak 29.12.2012-28512 tarih-sayılı Resmi

Gazete’de yayınlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğin 6/1-c maddesinde,

“çalışanların sağlık ve güvenliğini etkilediği bilinen veya etkilemesi muhtemel konular

hakkında; görevlendirdiği kişi veya hizmet aldığı OSGB’yi, başka işyerlerinden çalışmak üzere

kendi işyerine gelen çalışanları ve bunların işverenlerini bilgilendirir” hükmü düzenlenmiştir. Bu

maddede de görüldüğü gibi, bilgilendirme yükümlüsünün geçici işveren değil İSG ile ilgili görevlen-

dirilen kişi ya da kurumlar olduğu düzenlenmiştir.

Tüm düzenlemeler değerlendirildiğinde, geçici işçilerin geçici işverenin işyerinde

çalışırken karşılaşabilecekleri İSG risklerine karşı bilgilendirilmesi konusunda geçici işverenler

ve asıl işverenler ayrı ayrı sorumlu tutulmuştur. Geçici işverenin bilgilendirme yükümlülüğü

asıl işverene karşı düzenlenmişken işçinin bilgilendirilmesi asıl işverene yüklenmiştir

(Caniklioğlu,2008:137).

2.6. İşkazasını ve Meslek Hastalığını Sosyal Güvenlik Kurumuna Bildirmek

5510 sayılı Kanunun 13. ve 14. maddelerine göre ve 6331 sayılı Kanunun 14/2.

maddesine göre, işveren “iş kazasını kazadan sonraki üç işgünü içinde ayrıca sağlık hizmeti

sunucuları veya işyeri hekimi tarafından kendisine bildirilen meslek hastalıklarını öğrendiği

tarihten itibaren üç iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirmekle” yükümlüdür.

Geçici iş ilişkisi açısından sözkonusu yükümlülük değerlendirildiğinde, bildirim yükümlülüğü

asıl işverenin yükümlülüğüdür. Ayrıca İş Kanunun 7/9-c maddesine göre, “geçici işçi çalıştıran

işveren, geçici işçinin iş kazası ve meslek hastalığı hâllerini özel istihdam bürosuna derhâl,

5510 sayılı Kanununa gore ilgili mercilere yasal süresinde bildirmekle yükümlüdür”. Ayrıca

5510 sayılı Kanunun 13/b maddesine göre, “iş kazasının işverenin kontrolü dışındaki yerlerde

meydana gelmesi halinde, iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren başlar”. Sözkonusu

maddeler değerlendirildiğinde, işkazasını ve meslek hastalığını bildirim yükümlülüğünün asıl

işverene ait olduğu anlaşılmaktadır.

İşkazasını ve meslek hastalığını bildirim yükümlülüğü asıl işverende olsa dahi hayatın

olağan akışı içinde hem geçici işçinin geçirdiği kazadan geçici işverenin daha kısa sürede

haberdar olması hem de iş kazası nedeniyle hazırlanması gereken belgelerin geçici işveren

tarafından düzenlenmesinin daha kolay olması nedeniyle bu yükümlülüğün geçici işverende

olması yönünde düzenleme yapılması gerekmektedir (Caniklioğlu, 2008:153-154, Özdemir,

2014:405).

2.7. Sağlık Gözetimi Yapmak

Çalışanların hem işe başlamadan önce hem de çalıştıkları süreler içinde bedenen ve ruhen

yaptıkları işle ilgili durumlarının iş sağlığı ve güvenliği açısından kontrol altında olması için

sağlık gözetimi yapılması gerekmektedir (Caniklioğlu, 2016:56). 6331 sayılı Kanunun 15.

maddesinde işverenin işçinin sağlık gözetimine ilişkin yükümlülüğü ile ilgili düzenlemeye yer

verilmiştir. Sözkonusu maddeye göre işveren; “çalışanların işyerinde maruz kalacakları sağlık

ve güvenlik risklerini dikkate alarak sağlık gözetimine tabi tutulmalarını sağlamak

zorundadır”. Ayrıca işveren, “çalışanların işe girişlerinde, iş değişikliğinde, iş kazası, meslek

hastalığı veya sağlık nedeniyle tekrarlanan işten uzaklaşmalarından sonra işe dönüşlerinde

talep etmeleri hâlinde ve işin devamı süresince, çalışanın ve işin niteliği ile işyerinin tehlike

sınıfına göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenen düzenli aralıklarla

çalışanların sağlık muayenelerinin yapılmasını sağlamakla yükümlüdür”. Bu düzenlemelerle

birlikte tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışacaklar, yapacakları işe uygun

olduklarını belirten sağlık raporu olmadan işe başlatılamayacaktır. Yine 6331 sayılı Kanunun

15/5. maddesine göre, “sağlık muayenesi yaptırılan çalışanın özel hayatı ve itibarının

korunması açısından sağlık bilgilerinin işverence gizli tutulması gerekmektedir”.

Page 38: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

31

Çalışanların sağlık bilgilerinin gizli tutulması konusu 07.04.2016-29677 tarih-sayılı

Resmi Gazete’de yayınlanan 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun ile daha

önemli bir hale gelmiştir. Kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere

kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin

yükümlülükleri ile uyacakları esasları düzenleyen 6698 sayılı Kanunun 6/1. maddesinde,

“kişilerin sağlığı ile ilgili veriler özel nitelikli kişisel veridir kabul edilmiş ve kişilerin sağlığına

ilişkin kişisel verilerin ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi

ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve

yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve

kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebileceği” hüküm altına alınmıştır.

6698 sayılı Kanun ile 6331 sayılı Kanunun 15. maddesi birlikte değerlendirildiğinde,

çalışanların sağlık gözetimine ilişkin sağlık raporları başta olmak üzere tüm diğer bilgilerinin

daha özenli takibi ve korunması zorunlu hale gelmiştir.

Çalışanların sağlık gözetimi ile ilgili olarak Geçici ve Belirli Süreli İşlerde İş Sağlığı ve

Güvenliği Hakkında Yönetmeliğin 8. maddesinde de bir düzenleme bulunmaktadır. Sözkonusu

maddeye göre, “sağlık ve güvenlik yönünden özel sağlık gözetimi gerektiren işlerde; geçici

işveren, geçici süreli iş sözleşmeleri ile istihdam edeceği çalışanların, işin gerektirdiği özel

sağlık gözetimine tabi tutulmalarını sağlayacak ve özel sağlık gözetimi, işten kaynaklanan

gereklilik devam ettiği sürece, çalışanın sözleşme süresinin sona ermesinden sonra da

sürdürülecektir”. Bu maddeye göre sağlık gözetimini yerine getirme yükümlülüğü geçici

işverene verilmiştir.

İşçinin standart sağlık kontrollerinin asıl işvereni tarafından yapılması, bunun deneti-

minin de geçici işveren tarafından yapılması sağlık gözetiminin daha sağlıklı olmasını

sağlayacaktır. Fakat geçici iş ilişkisinde geçici işçinin, çalışacağı işin özel kontrol gerektirmesi

durumunda da bu yükümlülük geçici işverene ait olmalıdır. Zaten asıl işveren 6331 sayılı

Kanunun 15. maddesine göre sorumludur. Ayrıca işçi, geçici olarak başka işyerinde çalışsa bile

belirli periyotlarla sağlık kontrolünden geçirilmesi gerekmektedir (Öztürk, 2015:26).

Sonuç

Geçici iş ilişkisi devam ettiği süre içinde işçiyi koruma (gözetme) borcu kapsamında

geçici işverenin İSG önlemlerini alma yükümlülüğünden geçici işveren ve asıl işveren birlikte

sorumludur. Zira geçici işverenin işçinin hem emeğinden faydalanması hem de kendi talimatları

altında çalıştırmasının karşılığında İSG önlemleri alma yükümlülüğünün bulunması doğru bir

değerlendirmedir. Çünkü geçici işçi için söz konusu riskler geçici işverenin işyerinde meydana

gelmektedir. Kanun koyucu işverenlerin koruma borcu kapsamında geçici işverenin İSG

önlemleri alma yükümlülüğünü ayrıntılı olarak düzenlememiştir. Geçici işverenin, işyerinde

karşılaşılabilecek riskler konusunda özellikle geçici işçi ile aralarında iş sözleşme bulunan asıl

işvereni bilgilendirmesi gerekmektedir. Böylece asıl işveren işçisini gönderdiği işyeri hakkında

bilgi sahibi olabilecek ve gerekirse önlem alınmasını talep edebilecektir. Aksi halde meydana

gelebilecek olan iş kazası ya da meslek hastalığından dolayı müteselsilen sorumlu tutulacaktır.

Bu durum 6331 sayılı Kanunun 16. maddesinde düzenlenmiştir. Maddeyi incelediğimizde

geçici işverenin doğrudan geçici işçiyi değil, asıl işvereni bilgilendirme yükümlülüğünün

olduğu anlaşılmaktadır. Asıl işveren de sahip olduğu bilgileri geçici işçiye aktaracaktır.

İşverenin geçici iş ilişkisi kapsamında çalıştırdığı işçiye eğitim verme yükümlülüğü

vardır. 6331 sayılı Kanunun 17. maddesi işverenin eğitim verme yükümlülüğü düzenlenmiştir.

Buna göre geçici işveren, geçici işçinin niteliğine ve çalışacağı işe uygun eğitim verilmesini

sağlamak zorundadır. Geçici iş ilişkisinin kurulması sonucunda geçici işverenin iş organizas-

yonuna dâhil olan geçici işçinin sağlık gözetimi geçici işveren tarafından sağlanmaktadır.

Ancak iş sözleşmesinin tarafı olan asıl işverenin de işçiyi belirli aralıklarla sağlık kontrolünden

geçirmesi gerekmektedir.

Page 39: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

32

Son olarak işyerinde meydana gelen iş kazasının üç işgünü içinde SGK’ya bildirilmesi

gerekmektedir. Ancak kanunda geçici iş ilişkisi süresince geçici işçinin geçirdiği kazanın kim

tarafından bildirileceği düzenlenmemiştir. Ancak hem kazayı daha erken öğrenmesi hem de

kazaya ilişkin daha çok bilgi sahibi olması bakımından bu yükümlülüğün geçici işverene ait

olması gerekir.

İşverenler İSG mevzuatına göre yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda bazı

yaptırımlar ile karşılaşmaktadırlar. İdari yaptırım kapsamında işin durdurulması işverenin

karşılaşabileceği en önemli yaptırımdır. Ayrıca işveren, 6331 sayılı Kanunun 26. maddesinde

yerine getirmediği tek tek sayılmış olan yükümlülüklere aykırı davrandığında farklı idari para

cezaları ile karşılaşacaktır. Ayrıca işveren, belli şartlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu

yönünden cezai hükümlerle muhatap olabilecektir.

KAYNAKÇA

Akın, L. (2008) “İş Sağlığı ve Güvenliğinde İşverenin Cezai Sorumluluğu”, TİSK

Akademi, 3(5): 210-231.

Akıntürk Türkmen,, H.(1999) “İşgücüne Yönelik Olarak İşçinin Üçüncü Bir Kişiye

Devri: Ödünç İş İlişkisi”, Yargıtay Dergisi, 25 (1-2):.130-149

Aktay, A. N., Arıcı, K., Senyen, K., Tuncay, C. (2013) “İş Hukuku”, Ankara: Gazi

Kitabevi

Akyiğit, E. (2014) “İş Hukuku”, Ankara: Seçkin Yayıncılık

Akyiğit, E. (1995) “İş Hukuku Açısından Ödünç İş İlişkisi”, Ankara, Kamu-İş.

Alpagut, G. (2011) “Geçici İş İlişkisini Düzenleyen Avrupa Birliği Yönergesinin

Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, (1):.353-367.

Başkan, E. (2017). “Türk İş Hukukunda Meslek Edinilmiş Geçici İş İlişkisi”, Gazi

Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (13) : 3-46

Blanpain, R. (2004) “EU Legislation On Temporary Work”, A General Overview,

Temporary Agency Work and The Information Society: Kluwer Law

Caniklioğlu, N. (2008) “Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Tarafları Açısından Hukuki

Sonuçları”, Türk İş Hukukunda Üçlü İlişkiler, Prof. Dr. Nuri ÇELİK’e Saygı, İstanbul:Legal

Yayıncılık, 121-155

Caniklioğlu, N. (2016) ”İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Çerçevesinde İşverenin İş

Kazasından Doğan Sorumluluğu”, İş Hukuku Uluslar arası Kongresi, Prof. Dr. Turhan Esener’e

Armağan, (1):35-70

Consiglio, S. ve Moschera, L. (2016) “Temporary Work Agencies in Italy, Evolution and

Impact On The Labour Market”, Switzerland:Springer International Publishing AG

Çavuş, Ö. H. (2016) “6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na Tabi İşçilere

Verilecek Eğitimler”, Uluslararası Meslek Yüksekokulları Sempozyumu (UMYOS), (2):88-

99,Prizren.

Demir, F. (2018) “İş Hukuku”, İzmir: Albi Yayınları

Ekmekçi, Ö. (2008) “Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Kurulması ve Sona Ermesi, Türk İş

Hukukunda Üçlü İlişkiler”, Prof. Dr. Nuri ÇELİK’e Saygı, İstanbul: Legal Yayıncılık,100-120.

Ekonomi, M. (1984) “İş Hukuku”, İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi

Erol, H. ve Özdemir, A. (2016) “Türkiye’de Özel İstihdam Büroları ve Geçici İş İlişkisi”,

Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 30 (5), .1100-1127

Güzel, A. ve Heper, H. (2017) “Sürekli İstihdamdan Geçici Atipik İstihdama! Mesleki

Amaçlı Geçici İş İlişkisi”, Çalışma ve Toplum, 2017/1, (52):11-58

Howes, V. (2011) “Who is Responsible for Health and Safety of Temporary Workers?’

EU and UK Perspectives”, European Labour Law Journal, 2 (4): 379-400.

Page 40: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

33

İren, E. (2011) “Geçici İş İlişkisinde İşverenlerin İş Sağlığı ve Güvenliği Önlemleri Alma

Yükümlülüğü”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 60 (2) : 281-307.

İzmirlioğlu, A. (2019) “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı Çerçevesinde Geçici İş İlişkisi

Kuran İşverenler İçin Getirilen Özel Yükümlülüklerinin Değerlendirilmesi”, Route Educational

and Social Science Journal, 38(1)-6(4):20,

http://www.ressjournal.com/OncekiSayilarDetay.aspx?Sayi=38(1) (01.06.2019)

Kabakçı, M. (2009) “Hukuki Yönden Risk Değerlendirmesi”, İş Sağlığı ve Güvenliği

Dergisi, 2009/44, 22-23

Kabakçı, M. (2011) “5920 sayılı Kanunun Ödünç İş İlişkisi Hakkında Veto Edilen

Hükmünün AB Yönergesi Işığında Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum, 2011-4, (31):73-

111

Kılkış, İ. ve Demir,, S. (2012) “İşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi Verme

Yükümlülüğü Üzerine Bir İnceleme”, Çalışma İlişkisi Dergisi, 3 (1): .23-47,

http://dergipark.gov.tr/download/article-file/308012, ( 01.05.2017)

Narter, S. (2014) “İş Sağlığı ve Güvenliğinde İdari, Cezai ve Hukuki Sorumluluk”,

Ankara: Adalet Yayınevi

Odaman, S. (2016) “Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Türk İş Hukukunda Ödünç İş

İlişkisi Uygulaması” Sicil, 36 (1):.44-68

Odaman, S. ve Çavuş, Ö. H. (2016) “İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Açısından

Ödünç İş İlişkisi”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayısı, Prof. Dr.

Turhan Esener’e Armağan, Seçkin Kitabevi, 1: 249-277

Odaman, S. (2017) “Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Türk İş Hukukunda Ödünç İş

İlişkisi Uygulaması”, Sicil İş Hukuku Dergisi, 36:41-61

Özdemir, E. (2014) “İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku”, İstanbul: Vedat Kitapçılık

Öztürk, S. G. (2015) “İş Sağlığı ve Güvenliği Yükümlülüklerinin Yerine

Getirilmemesinin Hukuki, İdari ve Ceza Sonuçları”, İstanbul: Beta Yayıncılık

Süzer, S. (2019) “İş Hukuku”, İstanbul: Beta Yayıncılık

Uşen, Ş. (2010) “2008/104/EC Sayılı Ödünç İş İlişkisine İlişkin Avrupa Birliği

Yönergesinin Getirdiği Yeni Düzenlemelerin Türkiye Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma

ve Toplum, 2010/3 (26):169-189

Page 41: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

34

TÜRKİYE’DE ALKOL TÜKETİMİ KUZNETS EĞRİSİ GEÇERLİ Mİ?

Araş. Gör. Dr. Uğur Korkut PATA

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Osmaniye, Türkiye

[email protected]; [email protected]

Özet

Alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezi literatürde yeni bir araştırma konusudur. Bu hipotez alkol tüketimi

ile kişi başına düşen gelir arasında ters-U şeklinde bir ilişki olduğunu ifade etmektedir. Bu çalışma 1967-2017

döneminde Türkiye için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin varlığını incelemektedir. Çalışmada Johansen-

Juselius eş-bütünleşme testi, tam değiştirilmiş en küçük kareler (FMOLS) ve dinamik en küçük kareler (DOLS)

tahmincileri kullanılmıştır. Johansen-Juselius testi ile finansal gelişme, kişi başına düşen gelir düzeyi ve kişi

başına düşen alkol tüketimi arasında uzun dönemli bir ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Çalışmanın bulguları

finansal gelişmenin alkol tüketimini arttırdığını göstermektedir. Ayrıca, FMOLS ve DOLS tahmincileri Türkiye

ekonomisi için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezini güçlü bir şekilde doğrulamaktadır. Sonuç olarak, Türkiye'de

kişi başına düşen gelir düzeyi arttıkça, bireylerin sağlıklarına daha fazla önem verdiği ve alkol tüketimlerini

azalttığı belirlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Alkol Tüketimi Kuznets Eğrisi, Ekonomik Büyüme, Finansal Gelişme, Eş-bütünleşme,

Türkiye.

JEL Kodları: A12, C32, I15.

IS THE ALCOHOL CONSUMPTION KUZNETS CURVE VALID FOR TURKEY?

Abstract

The alcohol consumption Kuznets curve hypothesis is a new research topic in the literature. The hypothesis

states that there is an inverse-U shaped relationship between alcohol consumption and per capita income. This

paper examines the presence of alcohol consumption Kuznets curve hypothesis for Turkey covering the period of

1967-2017. The study employed Johansen-Juselius cointegration test, the fully modified ordinary least square

(FMOLS) and dynamic ordinary least square (DOLS) estimators. The Johansen-Juselius test revealed a long-term

relationship between financial development, per capita income and per capita alcohol consumption. The findings

of the study show that financial development increases alcohol consumption. In addition, FMOLS and DOLS

estimators strongly validates the alcohol consumption Kuznets curve hypothesis for Turkish economy.

Consequently, it has been determined that as per capita income increases, individuals pay more attention to their

health and reduce alcohol consumption.

Key Words: Alcohol Consumption Kuznets Curve, Economic Growth, Financial Development, Co-integration,

Turkey.

JEL Codes: A12, C32, I15.

1. GİRİŞ

Kuznets (1995) ilk olarak gelir dağılımdaki eşitsizlik ile kişi başına düşen gelir arasında

ters-U şeklinde bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur. Kuznets eğrisi olarak nitelendirilen bu

ilişkide gelir düzeyi arttıkça ilk etapta bireyler arasındaki gelir dağılımındaki adaletsizlik

artmakta, gelir düzeyi belirli bir dönüm noktası değerini aşınca ise gelir dağılımında daha adil

bir oluşum gerçekleşmektedir. Kuznets eğrisi gelir dağılımının yanında çevre kirliliği ve

finansal gelişme gibi diğer birçok değişken için de analiz edilmeye başlanmıştır. Greenwood

ve Jovanovic (1990) finansal gelişme ve gelir dağılımındaki eşitsizlik arasında ters-U şeklinde

bir olduğunu ifade etmiş ve bu ilişkiyi finansal Kuznets eğrisi olarak nitelendirmişlerdir.

Grossman ve Krueger (1991)’e göre çevre kirliliği ve kişi başına düşen gelir düzeyi arasında da

böyle bir ilişki mevcuttur. Panayotou (1993) bu ilişkiyi çevresel Kuznets eğrisi olarak

nitelendirmiştir.

Son zamanlarda sağlık eşitsizliği, alkol tüketimi ve obezite gibi sağlık değişkenleri ile

kişi başına düşen gelir düzeyi arasında ters-U şeklinde bir ilişki olabileceği çeşitli çalışmalarda

ifade edilmiştir. Grecu ve Rotthoff (2015) obezite Kuznets eğrisi hipotezini ve Costa-Font,

Hernandez-Quevedo ve Sato (2018) ise sağlık Kuznets eğrisi hipotezini geliştirmişlerdir. Alkol

tüketimi Kuznets eğrisi ise Cantarero-Prieto, Pascual-Saez ve Gonzalez Diego (2019)

Page 42: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

35

tarafından ileri sürülmüştür. Bu hipotez toplumların ekonomik gelişimin ilk aşamalarında gelir

düzeyi arttıkça alkol tüketimini arttırdıklarını, kişi başına düşen gelir belirli bir sınırın üzerine

çıktığında ise bireylerin daha sağlıklı yaşam konusunda bilinçlenerek alkol tüketimini

azalttıklarını ifade etmektedir.

Sağlık harcamaları gün geçtikçe artmaktadır. Bireyler daha sağlıklı bir yaşam

sürdürebilme konusunda bilinçlenmektedir. Sağlık normal bir mal olduğundan ötürü bireyler

gelir düzeyleri daha sağlıklı yaşamak için daha iyi yiyecekler tüketebilmektedirler (Grecu ve

Rotthoff, 2015: 539). Bireyler gelir düzeyleri arttıkça daha sağlıklı bir yaşam için kendilerine

zarar veren yiyecek ve içeceklerden uzaklaşmaktadır. Alkol tüketiminin ise yoksulluğun mu

yoksa zenginliğin mi bir göstergesi olduğu farklı bir tartışma konusudur. Yoksul kesim dert,

acı ve çekilen sıkıntılardan ötürü alkol tüketimine başvururken zengin kesim ise lüks ve kültürel

bir ihtiyaç olarak alkol tüketimi gerçekleştirebilmektedir. Alkol tüketimi ile çeşitli kronik sağlık

sorunları oluşabilmekte ve insanların yaşam kalitesinde, ömür beklentilerinde düşüş

gerçekleşebilmektedir. Alkol kullanımı, artan kanser, inme ve karaciğer sirozu riskini içeren

önemli sağlık sorunları ve sosyal sonuçlar ile ilişkilidir. Bu kullanım sonucunda kaza ve

yaralanmalar, saldırı, şiddet, cinayet ve intihar sonucu ölüm ve sakatlık gibi sorunlar

gerçekleşebilmektedir (Cantarero-Prieto vd., 2019: 2).

Ayrıca alkol tüketen bireyler iş esnasında daha disiplinsiz davranabilmekte ve işe motive

olamamaktadır. Alkol tüketimi sadece bireyler üzerinde değil, aynı zamanda yaşam kalitesi ve

verimliliği düşen bireyler sebebiyle toplumsal verimlilik ve gelir vergisi üzerinde de olumsuz

bir etkiye neden olabilmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı alkol tüketiminin azaltılması çeşitli

sağlık risklerinin önüne geçerek bireylerin daha sağlıklı bir yaşan idame ettirebilmeleri için

oldukça önemlidir.

Şekil 1. Türkiye’de Kişi Başına Düşen Yıllık Litre Alkol Tüketimi

Kaynak: https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=30126

Şekil 1’de Türkiye’de alkol tüketiminin analiz dönemindeki seyri gösterilmektedir. 1967

yılında 1 litre olan kişi başına düşen yıllık alkol tüketimi 1979 yılından iki katına çıkmıştır.

1982 yılında tekrar eski seviyesine yaklaşan bu tüketim 1986 yılında yine 1,8 litre düzeyine

ulaşmıştır. Bu yıldan itibaren alkol tüketiminde inişli çıkışlı bir durum söz konusu olsa da 2017

yılına gelindiğinde tüketim miktarı 1,3 litreye gerilemiştir. Bu durum Türkiye’de bireylerin

yıllar itibariyle alkol tüketimini çok fazla arttırmadığının, hatta 1986 yılından sonra önemli

ölçüde azalttığının bir göstergesidir.

1

1,2

1,4

1,6

1,8

2

196

7

196

9

197

1

197

3

197

5

197

7

197

9

198

1

198

3

198

5

198

7

198

9

199

1

199

3

199

5

199

7

199

9

200

1

200

3

200

5

200

7

200

9

201

1

201

3

201

5

201

7

Page 43: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

36

Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliğini test etmeyi amaçlayan

bu çalışmada giriş bölümünü takiben ikinci bölümde literatürdeki az sayıda çalışma özetlenmiş,

üçüncü bölümde çalışmada kullanılan veri seti, model ve yöntem tanıtılmış ve dördüncü

bölümde ise ampirik bulgular sunulmuştur. Son olarak sonuç bölümünde çalışmadan elde

edilen bulgular genel hatları ile değerlendirilmiştir.

2. LİTERATÜR ÖZETİ

Sağlık eşitsizliği, alkol tüketimi, obezite ve benzeri sağlık göstergeleri ile ekonomik

büyüme arasında ters-U şeklinde bir ilişkinin varlığını sınayan çalışmalar oldukça yeni ve az

sayıdadır. Bu çalışmalardan;

Grecu ve Rotthoff (2015) 1991-2010 döneminde ABD’de sabit etkiler modeli ile

gerçekleştirdikleri çalışmanın sonucunda beyaz tenli kadınlar için obezite Kuznets eğrisi

hipotezinin geçerli olduğunu ve gelir dağılımındaki eşitsizlik arttıkça da obezitenin azaldığını

ortaya koymuşlardır. Yazarlar ayrıca kişi başına düşen gelir düzeyinin 29,744$’ı aştıktan sonra

kadınların sağlıklarına dikkat ettiklerini ve böylece obezitenin azaldığını tespit etmişlerdir. Bu

bulguların erkekler için ise geçerli olmadığını belirlemişlerdir.

Costa-Font vd. (2018) 1994-2001 döneminde AB-15 ülkeleri için Tobit modeli, en küçük

kareler yöntemi (OLS) ve genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemi ile gerçekleştirdikleri

çalışmanın sonucunda sağlık Kuznets eğrisi hipotezinin geçerli olduğunu tespit etmişlerdir.

Yazarlar 26,000$-38,700$ aralığında gelir düzeyi arttıkça sağlık eşitsizliğinin azalacağı

sonucuna ulaşmışlardır.

Windarti, Hlaing ve Kakinaka (2019) 1975-2010 döneminde 130 ülke için dinamik panel

veri analizini OLS, sabit etkiler modeli ve genelleştirilmiş momentler metodu (GMM) ile

gerçekleştirdikleri çalışmanın sonucunda kişi başına düşen gelir düzeyi ile obezite arasında ters-

U şeklinde bir ilişki olduğunu belirlemişlerdir. Yazarlar ayrıca kentleşmenin obeziteyi arttıran

bir etken olduğunu tespit etmişlerdir.

Cantarero-Prieto vd. (2019) 1990-2017 döneminde 18 ülke için sabit etkiler modeli

kullanarak alkol tüketimi ile kişi başına düşen gelir düzeyi arasında ters-U şeklinde bir ilişki

olduğunu belirlemişlerdir. Yazarlar ayrıca yaşam beklentisi ve işsizlik oranındaki artışın alkol

tüketimini azalttığı, gelir dağılımındaki eşitsizliğin ise bu tüketimi arttırdığı sonucuna

ulaşmışlardır. Ekonominin genişleme döneminde alkol tüketiminin arttığını ve daralma

döneminde ise bu tüketimin azaldığını belirterek işsizlik ile alkol tüketimi arasındaki bu

bulguyu iş çevrimleri teorisine dayandırmışlardır.

Bu dört çalışmada da sağlık değişkenleri ile ekonomik büyüme arasında ters-U şeklinde

bir ilişkinin var olduğu belirlenmiştir. Şuana kadarki tüm çalışmalar ülke grupları için

gerçekleştirilmiştir. Literatürde Türkiye için gerçekleştirilen herhangi bir çalışma söz konusu

değildir. Dolayısıyla zaman serisi ile gerçekleştirilen bu çalışmanın mevcut literatüre katkı

sağlaması beklenmektedir.

3. VERİ SETİ, MODEL VE YÖNTEM

Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliğini 1967-2017 dönemi için

sınayan bu çalışmada kullanılan verilerden ALC: 15 yaş ve üzeri kişi başına düşen yıllık alkol

tüketimini (litre), Y: kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasılayı (2010 yılı sabit fiyatlarla

ABD doları), Y2: kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasılanın karesini ve son olarak FD:

finansal gelişmenin bir göstergesi olarak özel sektöre verilen yerel kredileri (GSYH %)

belirtmektedir. ALC verisi OECD (2019)’dan diğer tüm veriler ise Dünya Bankası Kalkınma

Göstergeleri (World Bank, 2019)’nden elde edilmiştir. Analize bütün seriler logaritmik

Page 44: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

37

dönüşümleri gerçekleştirilerek dahil edilmiştir Çalışmada kullanılan kuadratik model denklem

1’de gösterilmektedir.

lnALCt=ϑ0+ϑ1lnYt+ϑ2lnY2t+ϑ3lnFDt+εt (1)

Denklemde Y pozitif, Y2 negatif ve her iki değişkende istatistiksel olarak anlamlı iken

alkol tüketimi Kuznets eğrisi varsayımlarının geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Alkol

tüketimi Kuznets eğrisinde belirtilen alkol tüketiminin azalmaya başlayacağı kişi başına düşen

gelir düzeyini gösteren dönüm noktası Y*=−ϑ1/2ϑ2 formülü ile elde edilmektedir. Y*

değerinin ters logaritması alınarak dönüm noktasının parasal değeri tespit edilmektedir.

Finansal gelişme ise alkol tüketimini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilmektedir.

3.1. Johansen-Juselius Eş-Bütünleşme Testi

Johansen ve Juselius (1990) ikiden daha fazla değişken arasındaki eş-bütünleşme

ilişkisinin sınanmasına imkan tanıyan Johansen-Juselius (JJ) testini geliştirmişlerdir. Bu test

için ilk olarak analize dahil edilecek serilerin birinci farklarında durağan olmaları

gerekmektedir. Ayrıca JJ testi vektör otoregresif model (VAR) analizine dayanmaktadır. Bu

nedenle VAR modeli için de uygun gecikme uzunluğu belirlenmelidir JJ eş-bütünleşme testi

için kurulan VAR modeli denklem 2’de gösterilmektedir.

Xt=β+∀1xt-1+∀2xt-2+…+∀kxt-k+et (2)

Denklemde β; sabit terimi, Xt; durağan olmayan içsel değişkenler vektörünü, ∀; (n*n)

boyutundaki parametre vektörünü, et ise (n*1) boyutundaki vektörün hata terimini

belirtmektedir. Bu VAR denklemi JJ eş-bütünleşme testi için denklem 3’teki gibi revize

edilebilir.

∆Xt=α+ ∑ Γi

k-1

i=1

∆Xt-i+∀Xt-k+ut (3)

Denklem 3’te α; sabit terimi, ∀ matrisinin rankı ise eş-bütünleşme ilişkisinin sayısını

belirtmektedir. JJ testi seviye değerlerinde durağan olmayan seriler arasındaki eş-bütünleşik

vektörleri maksimum olabilirlik sürecini kullanarak göstermektedir. Optimal gecikme uzunluğu

belirlenip VAR modeli kurulduktan sonra JJ eş-bütünleşme testindeki eş-bütünleşik vektör

sayısını belirlemek için kullanılan iz ve maksimum öz-değer test istatistikleri sırasıyla denklem

4 ve 5’deki eşitlikler ile hesaplanmaktadır.

λiz(r)=-T ∑ ln(1-λ̌i) (4)

n

i=r+1

λöz-değer(r,r+1)=-T ln(1-λ̌r+1) (5)

Denklemlerde T toplam gözlem sayısını, λ̌i’ler karakteristik kökleri ve r eş-bütünleşik

vektör sayısını belirtmektedir. İz istatistiği ile rankın r’ye eşit olup olmadığı, öz-değer istatistiği

ile ise eş-bütünleşik vektörün r olduğu sıfır hipotezi, bu vektör sayısının r+1 olduğu alternatif

hipoteze karşı analiz edilmektedir. Her iki testin de sıfır hipotezi eş-bütünleşmenin yokluğunu,

alternatif hipotez ise değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığını belirtmektedir.

İki test istatistiği Johansen ve Juselius (1990) ve Osterwald-Lenum (1992)’un geliştirmiş

oldukları tablo kritik değerleri ile karşılaştırılmakta, elde edilen test istatistikleri bu tablo kritik

değerlerinden en az %5 anlamlılık düzeyinde büyük olarak belirlendiklerinde sıfır hipotezi

reddedilerek seriler arasında eş-bütünleşmenin varlığına karar verilmektedir.

Page 45: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

38

3.2. FMOLS ve DOLS Tahmincileri

Phillips ve Hansen (1990)’in geliştirmiş oldukları tam değiştirilmiş en küçük kareler

yöntemi (FMOLS) ve Saikonen (1992) ile Stock ve Watson (1993)’un geliştirmiş oldukları

dinamik en küçük kareler yöntemi (DOLS), otokolerasyon ve içsellik problemlerini sırasıyla

yarı parametrik ve parametrik bir düzeltme yöntemi kullanarak gidermektedir. Ayrıca her iki

tahminci ile de gözlem sayısı az çalışmalarda etkin ve güvenilir sonuçlar elde edilebilmektedir.

Denklem 6’da FMOLS, denklem 7’de ise DOLS tahmincileri gösterilmektedir.

θ̂= [β̂

γ̂1

] = (∑ ZtZt'

T

t=1

)

-1

(∑ ZtYt+-T [λ1 2

+

0]

T

t=1

) (6)

Denklem 6’da Zt=(Xt' ,Dt

' )’dir. FMOLS yönteminde otokolerasyon problemi yaratan

parametrede kernel tahmincisi kullanılarak bu sorun giderilmektedir.

Yt=γ0+γ

1Xt+ ∑ 𝜇i∆Xt-i

k

i=-k

+zt (7)

Denklem 7’de Yt bağımlı değişkeni, Xt bağımsız değişkeni, γ1 eş-bütünleşik vektörü, zt

hata terimini ve uygun gecikme uzunluğunu belirten k ise bağımsız değişkenin hem gecikmeli

hem de gelecek değerlerini göstermektedir.

4. AMPİRİK BULGULAR

İlk olarak değişkenlerin durağanlık düzeylerini belirlemek için Dickey ve Fuller (1981)

tarafından geliştirilmiş olan genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) ve Elliot, Rothenberg ve

Stock (1996) tarafından geliştirilen, ADF testinin genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemi ile

çözümlenmiş hali olan (DF-GLS) birim kök testi uygulanmıştır. Bu iki birim kök testine ait

sonuçlar tablo 1’de gösterilmektedir.

Tabloda gösterilen sonuçlara göre alkol tüketimi serisinin sadece sabiti içeren trendsiz

ADF modelinde seviye değerinde durağan olduğu görülmektedir. Ancak ADF testinde

sabitli+trendli modelde ve DF-GLS testinde her iki modelde bu seri birim kök içermektedir.

ALC serisi birinci farkında ise hem ADF hem de DF-GLS testinde durağandır. Diğer iki

değişken için de bu durum geçerlidir. Dolayısıyla her iki birim kök testinden elde edilen

sonuçlar analize dahil edilecek olan üç serinin de seviye değerlerinde birim köklü, birinci

farkında ise durağan olduğunu belirtmektedir.

Tablo 1. ADF ve DF-GLS Birim Kök Testinin Sonuçları

Testler ADF DF-GLS

Değişkenler Sabitli Sabitli+trendli Sabitli Sabitli+trendli

ALC -2,942 (0)** -3,036 (0) -1,897 (0) -2,372 (0)

Y (Y2) 0,698 (0) -1,699 (0) 2,261 (0) -1,888 (0)

FD 0,643 (0) -0,720 (0) 0,682 (0) -1,349 (1)

∆ALC -7,267(0)*** -7,254(0)*** -5,079 (0)*** -6,683 (0)***

∆Y (∆Y2) -6,721 (0)*** -6,822 (0)*** -6,476 (0)*** -6,808 (0)***

∆FD -5,334 (0)*** -5,582 (0)*** -5,369 (0)*** -5,567 (0)***

Not: *** %1 ve ** %5 düzeyinde incelenen serinin durağan olduğunu belirtmektedir. Optimal gecikme

uzunlukları her iki birim kök testinde SIC ile tespit edilmiştir.

Serilerin birinci farkında durağan I(1) oldukları belirlendikten sonra bu seriler arasındaki

uzun dönemli ilişkilerin tespiti için JJ eş-bütünleşme testi uygulanmıştır. JJ testi için ilk olarak

uygun gecikme uzunluğu dört ayrı bilgi kriteri kullanılarak tespit edilmiştir.

Page 46: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

39

Tablo 2. JJ Testi İçin Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi

Gecikme Uzunluğu FPE AIC SIC HQ

0 7,44e-07 -2,759 -2,602 -2,700

1 1,06e-10* -11,620* -10,833* -11,324*

2 1,43e-10 -11,337 -9,920 -10,804

3 1,80e-10 -11,147 -9,100 -10,377

4 2,40e-10 -10,935 -8,258 -9,928

Not: FPE: Son tahmin hata kriteri, AIC: Akaike bilgi kriteri, SIC: Schwarz bilgi kriteri ve HQ: Hannan-Quin

bilgi kriterini ifade etmektedir.

Tablo 2’de dört bilgi kriterine göre de optimal gecikme uzunluğunun 1 olduğuna karar

verilmiştir. Optimal gecikme uzunluğu belirlendikten sonra JJ eş-bütünleşme testi

uygulanmıştır.

Tablo 3. JJ Eş-bütünleşme Testinin Sonuçları

H0 H1 İz istatistiği %5 Tablo kritik değeri Öz-değer istatistiği %5 Tablo kritik değeri

r=0 r=1 84,217*** 54,079 43,219*** 28,588

r≤1 r=2 40,997** 35,192 22,578** 22,299

r≤2 r=3 18,418 20,261 10,150 15,892

r≤3 r=4 8,268 9,164 8,268 9,164

Not: *** %1 ve ** %5 anlamlılık düzeyinde eş-bütünleşmenin olmadığını ifade eden sıfır hipotezinin

reddedildiğini belirtmektedir.

Tablo 3’te gösterilen hem iz hem de öz-değer istatistiklerine göre en az iki eş-bütünleşik

vektör mevcuttur. Bu durumda değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişki vardır. Değişkenler

arasında eş-bütünleşme ilişkisinin var olduğu sonucuna vardıktan sonra FMOLS ve DOLS

tahmincileri ile uzun dönem katsayıları belirlenmiştir.

Tablo 4. FMOLS ve DOLS Tahmincilerinin Sonuçları

Yöntemler FMOLS DOLS

Değişkenler Katsayı t-istatistiği Katsayı t-istatistiği

Y 19,189*** 2,816 22,140** 2,049

Y2 -1,099*** -2,829 -1,273** -2,057

FD 0,396** 2,370 0,525** 2,116

C -84,349*** -2,790 -97,219** -2,037

Y* 6134$ 5947$

Not: *** %1 ve ** %5 düzeyinde elde edilen katsayıların istatistiksel olarak anlamlı olduklarını belirtmektedir.

FMOLS ve DOLS tahmincileri sırasıyla 0,046 (0,976) ve 2,454 (0,293) Jarque-Bera istatistiği ile normal

dağılıma sahiptir.

Page 47: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

40

Tablo 4’te gösterilen FMOLS ve DOLS tahmincilerinin sonuçlarına göre finansal

gelişmenin alkol tüketimini arttırdığı belirlenmiştir. Ayrıca istatistiksel olarak anlamlı

belirlenen Y katsayısının pozitif ve Y2 katsayısının negatif olması alkol tüketimi Kuznets eğrisi

hipotezinin Türkiye için geçerli olduğunu göstermektedir. Bu durumda Türkiye’de kişi başına

düşen gelir düzeyi arttıkça önce bireylerin alkol tüketimi artmakta, ülkede kişi başına düşen

gelir düzeyi 5974-6134$’ı geçtiğinde ise bireyler sağlıkları konusunda daha hassas

davranmakta ve alkol tüketimlerini azaltmaktadır. Türkiye’de 1987 yılından itibaren kişi başına

düşen gelir düzeyi bu seviyeyi aşmıştır. 2017 yılında ise kişi başına düşen gelir 2010 yılı sabit

fiyatları ile yaklaşık olarak 15 bin ABD dolarına tekabül etmektedir. Bu nedenle Türkiye’de

gelir düzeyi artmaya devam ettikçe insanların sağlıklarına daha duyarlı oldukları ve alkol

tüketimini azalttıkları söylenebilir. Ancak özel sektöre verilen yerel kredilerin GSYH içindeki

payı arttıkça alkol tüketimi artmaya devam etmektedir. Bu durum ise finansal gelişimin

bireylerin alkol tüketimini arttıran bir unsur olduğunu göstermektedir.

5. SONUÇ

Bu çalışmada Türkiye ekonomisi için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliği

Johansen-Juselius eş-bütünleşme testi, FMOLS ve DOLS uzun dönem tahmincileri ile

sınanmıştır. İlk olarak finansal gelişme, alkol tüketimi ve kişi başına düşen gelir düzeyi arasında

bir eş-bütünleşme ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Değişkenler arasında eş-bütünleşme ilişkisi

belirlendikten sonra ise uzun dönem katsayıları tahmin edilmiştir. Bu tahminler sonucunda da

Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerli olduğuna karar verilmiştir.

Bireylerin gelir düzeyleri arttıkça sağlık harcamaları da artmaktadır. Daha sağlıklı ve

uzun bir yaşam için Türkiye’de yaşayan bireyler alkol tüketimlerini azaltmaktadırlar.

Ekonomik büyüme yaklaşık olarak kişi başına düşen gelir 5900-6100$’ı aşınca Türkiye’de

alkol tüketiminin azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Ancak finansal gelişme ile birlikte

bireylerin paraya erişimi daha kolay bir hale geldikçe daha fazla alkol tükettikleri sonucuna

varılmıştır.

Ekonomik gelişim ile birlikte bireylerin sosyal ve kültürel yaşantıları değişmektedir.

Ekonomik büyüme arttıkça daha yüksek maaş ile çalışabilen bireylerin alım gücü ve sağlık

harcamaları artmakta, bu durumda ise daha uzun ve kaliteli bir yaşam beklentisi ile alkol

tüketimleri düşmektedir. Böylece Türkiye’de bireyler alkol tüketimlerini düşürerek olası kalıcı

sağlık sorunları riskini azaltmakta ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmektedirler.

KAYNAKÇA

Cantarero-Prieto, D., Pascual-Saez, M., Gonzalez Diego, M. (2019) “Examining an Alcohol

consumption Kuznets Curve for developed countries”, Applied Economics Letters, 1-4.

https://doi.org/10.1080/13504851.2019.1581901 (10.07.2019).

Costa-Font, J., Hernandez-Quevedo, C., Sato, A. (2018) “A Health ‘Kuznets’ Curve’? Cross-

Sectional and Longitudinal Evidence on Concentration Indices”, Social Indicators Research,

136(2): 439-452.

Dickey, D.A., Fuller, W.A. (1981) “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time Series

with a Unit Root”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 49(4): 1057-1072.

Elliott, G., Rothenberg, T.J., Stock, J.H. (1996) “Efficient Tests for an Autoregressive Unit

Root’’, Econometrica, 64(4): 813-836.

Grecu, A.M., Rotthoff, K.W. (2015) “Economic Growth and Obesity: Findings of an Obesity

Kuznets Curve”, Applied Economics Letters, 22(7): 539-543.

Page 48: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

41

Greenwood, J., Jovanovic, B. (1990) “Financial Development, Growth, and the Distribution of

Income”, Journal of Political Economy, 98(5): 1076-1107

Grossman, G.M., Krueger, A.B. (1991) “Environmental Impacts of a North American Free

Trade Agreement” (No. w3914). National Bureau of Economic Research.

Kuznets, S. (1955) “Economic Growth and Income Inequality”, The American Economic

Review, 45(1): 1-28.

Johansen, S., Juselius, K. (1990) “Maximum Likelihood Estimation and Inference on

Cointegration—with Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics

and Statistics, 52(2): 169-210.

OECD (2019) https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=30126, (20.06.2019)

Osterwald‐Lenum, M. (1992) “A Note with Quantiles of the Asymptotic Distribution of the

Maximum Likelihood Cointegration Rank Test Statistics”, Oxford Bulletin of Economics and

Statistics, 54(3): 461-472.

Panayotou, T. (1993) “Empirical Tests and Policy Analysis of Environmental Degradation at

Different Stages of Economic Development” (No. 992927783402676). International Labour

Organization.

Phillips, P.C., Hansen, B.E. (1990) “Statistical Inference in Instrumental Variables Regression

with I (1) Processes”, The Review of Economic Studies, 57(1): 99-125.

Saikkonen, P. (1992). “Estimation and Testing of Cointegrated Systems by an Autoregressive

Approximation”, Econometric Theory, 8(1): 1-27.

Stock, J.H., Watson, M.W. (1993) “A Simple Estimator of Cointegrating Vectors in Higher

Order Integrated Systems”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 61(4): 783-820.

Windarti, N., Hlaing, S.W., Kakinaka, M. (2019) “Obesity Kuznets Curve: International

Evidence”, Public Health, 169: 26-35.

World Bank (2019) “Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri”,

https://databank.worldbank.org/source/world-development-indicators (20.06.2019).

Page 49: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

42

TÜRKİYE’DE BÜTÇE AÇIĞININ EKONOMİK BÜYÜME

ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: AMPİRİK BİR ANALİZ

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet ELA

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Türkiye

[email protected]

Araş. Gör. Dr. Uğur Korkut PATA

Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, Türkiye

[email protected]; [email protected]

Özet

Bu çalışma Türkiye'de bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkileri 1980-2016 dönemi zaman serisi

verileri kullanarak incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için, bu çalışmada hem en küçük

kareler hem de görünürde ilişkisiz regresyon tahmincilerine dayalı Toda-Yamamoto nedensellik testi

kullanılmıştır. Bulgular bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin olduğunu

göstermektedir. Ancak, ekonomik büyümeden bütçe açığına doğru ters bir nedensellik yoktur. Bunlara ek olarak,

bütçe açığındaki artış Türkiye’de ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre,

bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin var olduğunu ifade eden Keynesyen görüş Türkiye

ekonomisi için geçerlidir. Hükümet bütçeden yapılan harcamaları verimli alanlara aktardığı taktirde, ekonomik

büyümeyi desteklemeye devam edecektir.

Anahtar Kelimeler: Bütçe Açığı, Ekonomik Büyüme, Nedensellik Analizi, Türkiye.

JEL Sınıflama Kodları: C22, H61, O11

The Effect of the Budget Deficit on Economic Growth in Turkey: An

Empirical Analysis Abstract The study aims to examine the relationship between the budget deficit and economic growth in Turkey using 1980-

2016 annual time series data. To do that, this paper utilize Toda-Yamamoto causality test based on seemingly

unrelated regression estimator. The findings indicate that a one-way causality is going from budget deficit to

economic growth. However, there is no reverse causality from economic growth to budget deficit. Additionally,

the increase in budget deficit positively affects economic growth in Turkey. According to the results of the study,

Keynesian view that there is a positive relationship between budget deficit and economic growth is valid for the

Turkish economy. If the government transfers budget expenditures to productive areas, it will continue to support

economic growth.

Keywords: Budget Deficit, Economic Growth, Causality Analysis, Turkey.

JEL Classification Codes: C22, H61, O11

1. GİRİŞ

Ekonomik büyüme, tüm ülkelerin temel ekonomik hedeflerinden bir tanesini

oluşturmaktadır. Nitekim, ekonomik büyümenin işsizlik, borçlanma faizleri, vergi gelirleri,

gelir dağılımı ve yoksulluk gibi birçok ekonomik ve mali faktör üzerindeki etkisi, ekonomik

büyümeyi ülkeler için önemli kılmaktadır. Diğer yandan çoğu mali göstergenin

sürdürülebilirliği de ekonomik büyüme ile yakından ilişkilidir. Konuya politik açıdan

bakıldığında ise hükümetlerin tekrar seçilebilmesi önemli ölçüde ekonomik büyümeden

etkilenmektedir (Brender ve Drazen, 2005).

Ekonomik büyümeyi sağlamak için temeL olarak para ve maliye politikası gibi iki araca

sahip olan hükümetlerin özelde en önemli politika araçlarından bir tanesi de bütçe politikasıdır.

Bu anlamda hükümetler, bütçe politikası yoluyla ekonomik ve mali göstergeleri pozitif anlamda

etkileme gayreti içerisindedirler. Hükümetlerin genellikle bütçe açığı verdiği gerçeği veri iken

bu konuda önemli sorulardan bir tanesi de bütçe açıklarının ekonomik büyümeyi hangi yönde

etkilediğidir. Bu açıdan, bütçe politikasının bir anlamda etkinliğini sınayan bu sorunun cevabı

diğer ülkelere benzer şekilde Türkiye için de önem arz etmektedir.

Page 50: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

43

Şekil 1. Türkiye’de 1980-2017 Döneminde Bütçe Açığı (GSYİH’ya Oranla, %) ve

Ekonomik Büyüme (%)

Kaynak: Bumko, 2019; Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri, 2019.

Şekil 1’de bu çalışmanın dönem aralığı için Türkiye’de bütçe açığı ve ekonomik büyümenin

seyri gösterilmektedir. Şekle göre 1980’li yıllarda bütçe açığı/GSYİH oranı nispeten düşük

düzeyde seyretmiş ve özellikle 90’lı yıllardan itibaren artış trendine girmiştir. Ekonomideki

yapısal sorunlar nedeniyle artan kamu harcamalarını karşılayacak gelirlerin sağlanamaması bu

dönemde bütçe açığını önemli bir problem haline getirmiştir. Türkiye’de 1980’li yıllarda iç

borçlanmaya aşırı derecede başvurulduğundan dolayı sınıra gelinmiş (Dağ, 2018: 46) ve 1990’lı

yıllarda ise, borç bulabilme kapasitesinde daralma ile yüksek faizle borçlanma zorunluluğu,

bütçe açıklarının daha da arttırarak kronik bir problem olmasına sebebiyet vermiştir (Altun,

2017:14). 2000’li yıllarda uygulanan istikrar programları ve mali alandaki dönüşümler bütçe

açığının hızla düşmesini ve 2009 ekonomik krizi hariç olmak üzere bu açığın sabit bir seyir

izlemesini sağlamıştır.

Şekil 1’e göre Türkiye’de 1980’li ve 90’lı yıllarda oldukça değişken bir görüntü çizen

ekonomik büyüme oranları, 2000’li yıllarda daha durağan bir görüntü çizmiş (2009 kriz dönemi

hariç olmak üzere) ve genellikle pozitif seyretmiştir. 2001 ve 2009 ekonomik kriz yıllarında

Türkiye hükümeti sırasıyla yaklaşık olarak %12 ve %5 bütçe açığı vermiştir. Bu dönemlerde

ekonomi %6 ve %5,4 oranında daralmıştır. Ekonomik büyüme oranları 2004 yılında %9,64 ve

2011 yılında %11 olarak tarihi seviyelere ulaşmıştır. Buna göre, bir nevi ekonomik daralma

itibariyle daha yüksek bütçe açıkları verilerek yüksek oranlı ekonomik büyüme değerlerinin

yakalandığı söylenebilmektedir. Son yıllarda ise nispeten daha istikrarlı ve pozitif büyüme

trendi yakalanmıştır.

Türkiye’de genellikle her yıl verilen bütçe açıkları ve yıldan yıla değişiklik gösteren

ekonomik büyüme oranları arasındaki ilişkiyi inceleyen bu çalışma 3 bölümden oluşmaktadır.

Çalışmanın ikinci bölümünde konu ile ilgili teorik ve ampirik literatüre yer verilmiş, üçüncü

bölümünde veri seti ve yöntem tanıtılmış, dördüncü bölümünde ampirik bulgular sunulmuş ve

ardından sonuca gidilmiştir.

2. LİTERATÜR ÖZETİ

Bütçe açıklarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi, son zamanlarda ekonomi ve maliye

literatüründe önemli bir tartışma konusu olarak yer almaktadır. Bu etkiyi açıklamaya yönelik

Keynesyen, Neoklasik ve Ricardocu olmak üzere üç temel teorik yaklaşım söz konusudur.

-15

-10

-5

0

5

10

15

1980 1986 1992 1998 2004 2010 2016

Bütçe Açığı Ekonomik Büyüme

Page 51: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

44

Teoride bütçe açığının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi konusunda farklı açıklamalara sahip

olan bu görüşlere benzer şekilde ampirik çalışmalarda ulaşılan bulgular da önemli ölçüde

farklılık arz etmektedir.

2.1. Teorik Literatür

Teorik açıdan bakıldığında, bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki hakkında

tartışmalı görüşler vardır. Neoklasikler, bütçe açığının ekonomik büyüme ile negatif yönde

ilişkili olduğunu savunurken; Keynesyenler, bütçe açığı ile ekonomik büyüme arasında pozitif

bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler. Aksine, Ricardocular ise bütçe açığının ekonomik

büyüme üzerinde etkili olmadığını, diğer bir deyişle bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasında

tarafsız (nötr) bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler.

2.1.1. Neoklasik Görüş

Neoklasik paradigma, ileri görüşlü bireylerin kendi yaşam döngüleri boyunca tüketimlerini

planladıklarını savunmaktadır (Biplob, 2019:69). Neoklasikler mevcut bütçe açığının gelecekte

bireylere ağır vergi yükü getireceğine inanmaktadırlar. Tüketimlerini tüm yaşam döngüleri

boyunca planlayan bireyler göz önüne alındığında, bütçe açığı sonucunda vergiler gelecek

nesillere kaydırılmakta, dolayısıyla bütçe açıkları mevcut tüketimi artırmaktadır. Kaynakların

tam olarak kullanıldığı ve sabit çıktı olduğu varsayımına dayanan Neoklasik okul, artan

tüketimin tasarrufta bir düşüşe işaret ettiğini ileri sürmektedir. Bu anlamda gerek özel sektör

tasarruflarında ve gerekse bütçe açığından dolayı hükümet tasarruflarında düşüş görülmektedir.

Devlet tasarruflarındaki düşüşün özel tasarruflardaki bir artış ile dengelenmemesi sonucunda,

ulusal tasarruflar ile yatırım talebi arasındaki eşitliği sağlamak için faiz oranının artması

gerektiği savunulmaktadır. Yüksek faiz oranları, özel yatırımlarda düşüşe neden olmaktadır. Bu

olumsuz sonuçlar, hükümetin mali önlemlerle ekonomik faaliyetlere sınırlı müdahalesini ortaya

çıkaran bütçe açığının “finansal dışlama” etkisi olarak görülmektedir (Dao ve Bui, 2016:3).

Benzer şekilde bütçe açıkları “kaynaksal dışlama” yoluyla da özel sektörü olumsuz

etkileyebilmektedir. Kamu sektörü bütçe açığı sonucunda harcamalarını arttırdığında, temel

ekonomik kaynakların (örneğin kalifiye işgücü, hammadde) maliyetleri de artacak ve özel

sektörün gelişmesi daha da zorlaşacaktır (Van ve Sudhipongpracha, 2015:130). Sonuç olarak,

uzun süreli açıklar özel sermayeyi dışlamakta ve ekonomik büyüme üzerinde negatif etkide

bulunmaktadır (Navaratnam ve Mayandy, 2016:4).

2.1.2. Keynesyen Görüş

Keynesyen görüşe göre, harcama, vergi, borçlanma ve bütçe gibi mali araçların fonksiyonel

kullanımı ile ekonomik sorunların üstesinden gelinebilir. Bu açıdan Keynesyen görüş,

ekonomik büyümeyi teşvik etmek için bütçe açığına dayalı bir politikanın uygulanmasını

savunmaktadır. Örneğin, hükümet mal ve hizmet satın aldığında, toplam talebi artırabilir.

Benzer şekilde, hükümet vergi indirimi yaptığında hanehalkı elde ettiği ek gelirin bir kısmını

tüketim mallarına harcayabilir (Dao ve Bui, 2016:2-3). Bu bağlamda, Keynesyenler büyümeyi

teşvik etmek için kilit bir politika değişkeni olarak kamu harcama çarpanını vurgulamaktadırlar.

Daha spesifik olarak, bütçe açıklarının faiz oranları arttığında bile tasarrufları ve yatırımları

artırabileceği öne sürülmektedir. Bu durum, büyük ölçüde istihdam olanaklarının yaratılması

veya ekonominin üretken kapasitesini artırabilecek olan atıl kaynakların kullanılması ile

sağlanmaktadır (Kesavarajah, 2017:50). Artan tasarruf ve yatırım sonucu yaşanan üretim artışı

ise özel yatırımcıları ekonominin gelecekteki seyri konusunda daha iyimser kılmakta ve bu

girişimcilerin daha fazla yatırım yapmalarını sağlamaktadır. Bu açıdan açık bütçe politikası

özel yatırımları teşvik etmektedir ki buna çekme (crowding in) etkisi denilmektedir (Buscemi

ve Yallwe, 2012:127). Bu anlamda Keynesyen görüşe göre bütçe açıkları ekonomik büyümeyi

arttırmaktadır.

Page 52: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

45

2.1.3. Ricardocu Görüş

Ricardocu denklik teorisi, kamu açığının ekonomik performans üzerinde bir etkisi

olmadığını savunmaktadır. Ricardocu denklik paradigmasının savunucusu olan Barro (1989),

bütçe açığındaki bir genişlemenin, devlet harcamalarında bir genişleme nedeniyle ortaya

çıktığını belirtmiş ve bu açığın şimdi veya daha sonra, gelirlerin (kamu gelirleri) bugünkü

değeriyle ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu şekilde, mevcut vergilerdeki bir kesintinin

gelecekteki vergilerdeki bir genişleme ile karşılanacağını ve finansman maliyetlerinin ve buna

bağlı olarak özel yatırımların değişmeden kalacağı iddia edilmektedir (Biplob, 2019:69-70).

Bu teori, gelecekle ilgili rasyonel beklentilere sahip hanehalkının vergilendirmeye ilişkin

belirli bir vizyonunun olduğunu varsaymaktadır. Vergiler azaldıkça ve borçlanma yoluyla bütçe

açığı kapatıldıkça, hükümetin borçları ve faizlerini geri ödemek için gelecekte artan vergilerden

başka seçeneği olmayacaktır. Bu perspektife göre Ricardo, vergi indirimlerinin bir sonucu

olarak artan devlet borcunun şu anda bireyler için geçici bir gelir sunduğuna inanmaktadır.

Artan devlet borcunun ardından, tüketiciler gelecekte daha yüksek vergi ödemesi yapmak için

daha fazla tasarruf etmektedirler. Sonuç olarak, hükümet tarafından artan kredi talebi, daha

yüksek tasarrufla karşılanacak; bu nedenle faiz oranları sabit kalacaktır. Bu açıdan vergilerdeki

düşüş kalıcı gelir artışına yol açmamakta ve hanehalkı gelecek vergi yükümlülüklerini

karşılamak için tüketim harcamalarında herhangi bir değişiklik yapmadan geçici gelir tasarrufu

sağlamaktadır. Bu açıdan özel tasarruftaki artış, kamu sektörü tasarruflarındaki azalmayı

karşılamaktadır. Ulusal tasarruf ve buna bağlı olarak faiz oranı değişmeden kalmakta ve sonuç

olarak bu durum özel sektör yatırımlarında herhangi bir değişikliğe sebebiyet vermemektedir.

Özetle, Ricardocu görüşe göre, bütçe açığı politikasının yarattığı vergi indirimlerinin tüketim

ve tasarruf üzerinde bir etkisi yoktur. Bu sayede söz konusu açık politika ekonomik büyüme de

dahil olmak üzere diğer ekonomik göstergelerde bir değişiklik yaratmamaktadır (Arjomand vd.,

2016:347).

2.2. Ampirik Literatür

Teorik literatüre benzer şekilde ampirik çalışmalarda da bütçe açığı ve ekonomik büyüme

ilişkisi için farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu bağlamda, literatürde teorik görüşlerin her birini

destekleyen sonuçlar söz konusudur. Hiç şüphesiz bulgulardaki söz konusu farklılık, zaman

boyutu, ülke türleri, hükümet politikaları türleri ve bütçe açığı derecesi gibi çeşitli olası

faktörlerden kaynaklanmaktadır (Dao ve Bui, 2016:2).

Literatürde ilk olarak Neoklasik görüşü destekleyen bulgulara rastlamak mümkündür.

Nitekim, Arjomand vd. (2016), 2000-2013 dönemi için MENA ülkelerinde, Kesavarajah

(2017), 1970-2015 dönemi için Sri Lanka’da, Kurantin (2017), 1994-2014 dönemi için

Gana’da, Rana ve Wahid (2017), 1981-2011 dönemi için Bangladeş’te, Sheikh vd. (2015),

1972-2010 dönemi için Pakistan’da, Adak (2010), 1972-2006 dönemi için Türkiye’de, Hassan

ve Akhter (2015), 1976-2012 dönemi için Bangladeş’te, Idris vd. (2017), 1980-2015 dönemi

için Nijerya’da, Iqbal vd. (2017), 1972-2014 dönemi için Pakistan’da, Mohanty (2012), 1970-

2012 dönemi için Hindistan’da, Nikoloski ve Nevanovski (2017), 2000-2015 dönemi için

Makedonya’da, Nkrumah vd. (2016), 2000-2015 dönemi için Gana’da, Ramu ve Gayithri

(2016), 1980-2013 dönemi için Hindistan’da, Tung (2018), 2003-2016 dönemi için

Vietnam’da, Fatima vd. (2012), 1978-2009 dönemi için Pakistan’da, Epaphra (2017), 1966-

2015 dönemi için Tanzanya’da, Aero ve Ogundipe (2018), 1966-2015 dönemi için Nijerya’da,

Haider vd. (2016), 2000-2012 dönemi için Bangladeş’te, Amgain ve Dhakal (2017), 1980-2015

dönemi için 20 Asya ülkesinde, Molefe ve Maredza (2017), 2000-2015 dönemi için Güney

Afrika’da, Awe ve Funlayo (2014), 1980-2011dönemi için Nijerya’da, Cebula (1995), 1955–

1992 dönemi için ABD’de, Cebula (2011), 2003-2008 dönemi için OECD ülkelerinde bütçe

açığının (veya mali açığın) ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna

ulaşmışlardır.

Page 53: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

46

Diğer yandan bazı araştırmalar ise Keynesyen görüşü destekler niteliktedir. Buna göre,

Biplob (2019), 1981-2017 dönemi için Bangladeş’te, Buscemi ve Yallwe (2012), 1990-2009

dönemi için Çin, Hindistan ve Güney Afrika’da, Abdullah vd. (2018), 1975-2015 dönemi için

Bangladeş’te uzun dönemde, Aslam (2016), 1959-2013 dönemi için Sri Lanka’da, Swasono ve

Martawardaya (2015), 1990-2012 dönemi için Endonezya’da, Popescu (2016), 1990-2014

dönemi için Slovakya’da bütçe açığının (veya mali açığın) ekonomik büyümeyi pozitif yönde

etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.

Son olarak bazı araştırmalar ise Ricardocu hipotezi destekler nitelikte bulgulara

ulaşmışlardır. Buna göre, Ahmad (2013), 1971-2007 dönemi için Pakistan’da, Rahman (2012),

2000-2011 dönemi için Malezya’da, Roy ve Berg (2009), 1973-2004 dönemi için ABD’de,

Velnampy ve Achchuthan (2013), 1970-2010 dönemi için Sri Lanka’da, Nkalu vd. (2016),

1970-2013 dönemi için Nijerya ve Gana’da, Andoni ve Osmani (2017), 1993-2015 dönemi için

Arnavutluk’ta, Noveski (2018), 1996-2015 döneminde Makedonya’da bütçe açığının ekonomik

büyümeyi etkilemediğini belirlemişlerdir.

3. VERİ SETİ VE YÖNTEM

Türkiye’de bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkilerini 1980-2017

dönemi için incelemeyi amaçlayan bu çalışmada BA: Bütçe açığını (% GSYH) ve Y: Ekonomik

büyümeyi (Yıllık %) ifade etmektedir. Bütçe açığı verileri negatif olduğundan ötürü her iki

seride logaritmik dönüşümleri gerçekleştirilmeden, ham veri olarak analize dahil edilmiştir.

Ekonomik büyüme verileri Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri (2019)’inden, Bütçe açığı

verileri ise BUMKO (2019)’dan derlenmiştir.

Değişkenlerin ilk olarak durağanlık düzeyleri Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilen

ve otokolerasyon sorununun giderilmesi için ilgili değişkenin gecikmeli fark değerlerinin

eklendiği, genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) yöntemi ile sınanmıştır. Ardından Elliot vd.

(1996) tarafından literatüre kazandırılan ve küçük gözlem değerlerine sahip çalışmalarda daha

etkin sonuçlar verebilen, ayrıca genelleştirilmiş en küçük kareler ile çözümlenen Dickey-Fuller

(DF-GLS) uygulanmıştır. Bahsi geçen her iki birim kök testi de yapısal kırılmaları ihmal

etmektedir. Yapısal kırılmaların varlığında bu testlerin sonuçları yanıltıcı olabilmektedir. Bu

sebeple incelenen serilerde içsel olarak bir yapısal kırılmaya izin veren Zivot ve Andrews

(1992) tarafından geliştirilen (ZA) birim kök testi de kullanılmıştır.

Serilerin durağanlık düzeyleri belirlendikten sonra Toda ve Yamamoto (1995) (TY)

tarafından geliştirilmiş olan test ile değişkenler arasındaki nedensellik ilişkileri incelenmiştir.

TY nedensellik testi hem Zellner (1962)’in geliştirdiği görünürde ilişkisi regresyon (SUR)

yöntemi hem de en küçük kareler (OLS) yöntemine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.

Bu nedensellik testi farklı durağanlık düzeylerine sahip değişkenlere uygulanabilmektedir.

Ayrıca değişkenler analize seviye değerlerinde dahil edildiğinden ötürü bu testle birlikte olası

kısa dönem bilgi kaybı da giderilebilmektedir.

Yt=δ10+ ∑ α1imi=1 Yt-i+ ∑ ρ1i

p+dmax

i=p+1 Yt-i+ ∑ ω1ip

i=1 BAt-i+ ∑ ∂1ip+dmax

i=p+1 BAt-i+e1t (1)

BAt=ϑ20+ ∑ β2ip

i=1 BAt-i+ ∑ σ2i

p+dmax

i=p+1Xt-i+ ∑ φ2i

p

i=1 Yt-i+ ∑ μ2i

p+dmax

i=p+1Yt-i+e2t (2)

Denklem 1 için bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisinin olmadığını

ifade eden sıfır hipotezi H0: ω1 = 0 ve denklem 2 için ise ekonomik büyümeden bütçe açığına doğru

tek yönlü bir nedenselliğin olduğunu ifade eden sıfır hipotezi H0: φ2 = 0 şeklinde sınanmaktadır.

Her iki denklemde de sıfır hipotezi reddedildiğinde değişkenler arasında karşılıklı bir

nedensellik ilişkisi olduğuna karar verilmektedir.

4. AMPİRİK BULGULAR

İki değişkenin durağanlık düzeylerini belirlemek için uygulanan birim kök testlerine ait sonuçlar

Tablo 1’de gösterilmektedir.

Page 54: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

47

Tablo 1. ADF, DF-GLS ve ZA Testlerine Ait Bulgular Testler Modeller Y ∆Y BA ∆BA

ADF Sabit -6,623*** - -1,778 -5,552***

Sabit+Trend -6,563*** - -1,714 -5,557***

DF-GLS Sabit -4,972*** - -1,774 -5,282***

Sabit+Trend -6,075*** - -1,780 -5,504***

ZA

Model A -7,017*** [2002] - -4,149 [2004] -6,321***

[2003]

Model C -6,929*** [2003] - -4,692

[2004]

-6,196***

[2004]

Not: *** %1 düzeyinde incelenen serinin durağan olduğunu ifade etmektedir. Uygun gecikme uzunlukları her

üç birim kök testi için de Schwarz Bilgi kriteri (SIC) ile tespit edilmiştir. ZA birim kök testinde [ ] parantez içi

değerler yapısal kırılma tarihlerini belirtmektedir.

Tabloda görüldüğü üzere ADF, DF-GLS ve ZA birim kök testlerinin sonuçları ekonomik

büyümenin seviye değerinde I(0), bütçe açığının ise birinci farkında I(1) durağan olduğunu

göstermektedir. Ayrıca değişkenlerde 2001 krizinin etkili olduğu yapısal kırılma tarihleri ile

belirlenmiştir. Maksimum bütünleşme derecesi (dmax) 1 olarak tespit edildikten sonra bu iki

değişken arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesi için TY testi uygulanmıştır. TY

nedensellik testine ait bulgular Tablo 2’de gösterilmektedir.

Tablo 2. Toda Yamamoto Nedensellik Testine Ait Bulgular

Model Nedensellik

[Katsayı]

SUR Wald

Test (p)

OLS-Wald

Test (p) p+dmax

1-) Y=f(BA) BA→Y[+0,91]** 9,920** 7,294* 3+1=4

2-) BA=f(Y) Yok 2,201 3+1=4

Diagnostik

Testler

AR Kökler

max;min

LM

İstatistiği Jarque Bera White 2

Model 1 0,976; 0,504 3,565 (>0,468) 4,728 (0,316) 49,733 (0,404)

Not: ** %5 ve * %10 anlamlılık düzeyinde nedenselliğin olduğunu belirtmektedir.( ) parantez içi olasılık

değerlerini göstermektedir.

Tabloda gösterilen bulgulara göre bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü %5

düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir nedensellik söz konusudur. Ayrıca bütçe açığındaki

%1’lik bir artış ekonomik büyümeyi %0,91 arttırmaktadır. Ekonomik büyümeden bütçe açığına

doğru ise herhangi bir ilişki söz konusu değildir. Bu sonuçların güvenilirliği LM, Jarque-Bera

ve White testleri ile hata terimlerinde otokolerasyon, normal dağılmama ve değişen varyans

gibi sorunların olmadığı ile kanıtlanmıştır.

Page 55: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

48

Şekil 2. AR Kökleri

-1.5

-1.0

-0.5

0.0

0.5

1.0

1.5

-1 0 1 Şekil 3. CUSUM ve CUSUMSQ Testleri

-15

-10

-5

0

5

10

15

1995 2000 2005 2010 2015

CUSUM 5% Significance

-0.4

-0.2

0.0

0.2

0.4

0.6

0.8

1.0

1.2

1.4

1995 2000 2005 2010 2015

CUSUM of Squares 5% Significance

Şekil 2’de VAR modelinden elde edilen AR Kökler ve Şekil 3’te Brown vd. (1975)

tarafından geliştirilen CUSUM ve CUSUMSQ testlerine ait bulgular gösterilmektedir. AR

köklerinin 1’den büyük olmaması ve CUSUM ile CUSUMSQ testlerinde mavi çizgilerin güven

aralıkları içerisinde yer alması VAR modelinden elde edilen katsayıların istikrarlı olduğunu

göstermektedir.

SONUÇ

Bu çalışmada Türkiye ekonomisi için kırılma noktası olarak nitelendirilen 1980

kararlarından günümüze kadar gelinen süreçte bütçe açığının ekonomik büyüme üzerindeki

etkileri araştırılmıştır. 1980-2017 dönemini kapsayan çalışmada ilk olarak her iki değişkenin de

durağanlık düzeylerinin belirlenebilmesi için ADF, DF-GLS ve incelenen seride tek bir yapısal

kırılmaya izin veren ZA olmak üzere üç temel birim kök testi kullanılmıştır.

Gerçekleştirilen üç birim kök testinin sonucunda da ekonomik büyümenin seviyesinde, bütçe

açığının ise birinci farkında durağan olduğu tespit edilmiştir. TY nedensellik testi sonucunda

ise sadece bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedenselliğin olduğu

belirlenmiştir. Ayrıca bütçe açığındaki %1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi %0,91 arttırdığı

sonucuna ulaşılmıştır.

Bu bulgular Keynesyen görüşü doğrular niteliktedir. Buna göre Türkiye’de bütçe açıkları

ekonomik büyümeyi sağlamak adına etkin şekilde kullanılmaktadır. Bu durum gerek kamu

harcamalarının ve gerekse de kamu gelirlerinin ekonomik büyümeyi sağlayacak şekilde

kullanılabildiğini göstermektedir.

Konuya kamu harcamaları açısından bakıldığında, çalışmanın ele aldığı periyotta, büyümeyi

destekleyici (kamu yatırımları, eğitim ve sağlık harcamaları gibi) harcamaların genel bir artış

içerisinde olması, diğer yandan faiz giderlerinin GSYİH içindeki payının giderek azalması,

bulguyu destekleyici yöndedir. Nitekim bu sonuç, kamu yatırım (Altunç, 2011), eğitim

(Kızılkaya ve Koçak, 2014) ve sağlık (Kesbiç ve Salman, 2018) harcamalarının ekonomik

büyümeyi pozitif yönde etkilediğini belirten bulguları destekler niteliktedir. Bulgu, ayrıca dış

borç servisi ile ekonomik büyüme arasında negatif ilişki elde eden Bilginoğlu ve Aysu

Page 56: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

49

(2008)’in çalışmaları ile de uyumludur. Nitekim Türkiye’de borç servisi yıllar itibariyle

azalmıştır. Diğer yandan bulgu, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi ile de uygunluk göstermektedir.

Nitekim Ram (1986)’a göre kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi,

gelişmekte olan ülkelerde baskın iken gelişmiş ülkelerde bu etki daha azdır. Ayrıca bulgu,

Türkiye’de kamu harcamalarının verimli alanlarda kullanıldığı görüşünü de desteklemektedir.

Ancak bütçe açığının ekonomik büyümeyi Türkiye için arttırdığı olgusu dikkatli bir şekilde

ele alınmalıdır. Bütçe açığındaki artış enflasyon ve döviz kuru artışına da sebebiyet

verebilmektedir. Araştırmacılar tarafından gerçekleştirilecek sonraki çalışmalarda bütçe açığı

ile bu iki makroekonomik gösterge arasındaki ilişkinin analizi, politika yapıcıları için faydalı

bulguların elde edilmesine olanak sağlayacaktır.

KAYNAKLAR

ABDULLAH, S. M., AZAD, A. K., SIDDIQUA, S. (2018), “Budget Deficit and Growth: In

Search of Ceiling for Bangladesh”, Business and Economic Horizons, 14(4), 743-765.

ADAK, M. (2010), “Kamu Açıkları ve Ekonomik Büyüme: Türkiye Örneği”, Maliye Dergisi,

159, 233-243.

AERO, O., OGUNDIPE, A. A. (2018), “Fiscal Deficit and Economic Growth in Nigeria:

Ascertaining a Feasible Threshold”, International Journal of Economics and Financial Issues,

8(3), 296-306.

AHMAD, N. (2013), “The Role of Budget Deficit in the Economic Growth of Pakistan”, Global

Journal of Management and Business Research Economics and Commerce, 13(5), 1-4.

ALTUN, N. (2017), “Türkiye’de Bütçe Açıklarının Sürdürülebilirliğinin Ampirik Olarak

Analizi: 1950-2015 Dönemi”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 13(13), 13-22.

ALTUNÇ, Ö. F. (2011), “Kamu Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye’ye İlişkin

Ampirik Kanıtlar”, Yönetim ve Ekonomi, 18(2), 145-157.

AMGAIN, J., DHAKAL, N. K. (2017), “Public Revenue, Fiscal Deficit and Economic Growth:

Evidence from Asian Countries”, Journal of Economics and Political Economy, 4(4), 329-342.

ANDONI, M., OSMANI, M. (2017), “Assessment of Relationship Between Inflation, Growth

and Fiscal Deficit in Albania-An Econometric Approach”, European Scientific Journal, 13(13),

137-152.

ARJOMAND, M., EMAMI, K., SALIMI, F. (2016), “Growth and Productivity; The Role of

Budget Deficit in the MENA Selected Countries”, Procedia Economics and Finance, 36, 345-

352.

ASLAM, A. L. M. (2016), “Budget Deficit and Economic Growth in Sri Lanka: An

Econometric Dynamic Analysis”, World Scientific News, 46, 176-188.

AWE, A. A., FUNLAYO, A. K. (2014), “The Short and Long-Run Implications of Budget

Deficit on Economic Growth in Nigeria (1980-2011)”, Canadian Social Science, 10(5), 201-

205.

BARRO, R. J. (1989), “The Ricardian Approach to Budget Deficits”, Journal of Economic

Perspectives, 3(2), 37-54.

Page 57: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

50

BİLGİNOĞLU, M. A., AYSU, A. (2008), “Dış Borçların Ekonomik Büyüme Üzerindeki

Etkisi: Türkiye Örneği”, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, 31, 1-23.

BIPLOB, N. K. (2019), “Does Budget Deficit Impede Economic Growth? Evidence from

Bangladesh”, Journal of Management, Economics, and Industrial Organization, 3(2), 66-94.

BRENDER, A., DRAZEN, A. (2005), “How Do Budget Deficits and Economic Growth Affect

Reelection Prospects? Evidence from a Large Cross-Section of Countries”, NBER Working

Paper, No. 11862.

BROWN, R. L., DURBIN, J., EVANS, J. M. (1975), “Techniques for Testing the Constancy

of Regression Relationships over Time”, Journal of the Royal Statistical Society, Series B,

37(2), 149-192.

BUMKO (2019), https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/04/butcedengesixls.xls (16.06.2019).

BUSCEMI, A., YALLWE, A. H. (2012), “Fiscal Deficit, National Saving and Sustainability of

Economic Growth in Emerging Economies: A Dynamic GMM Panel Data Approach”,

International Journal of Economics and Financial Issues, 2(2), 126-140.

CEBULA, R. J. (1995), “ The Impact of Federal Government Budget Deficits on Economic

Growth in the United States: An Empirical Investigation”, 1955–1992, International Review of

Economics & Finance, 4(3), 245-252.

CEBULA, R. J. (2011), “Budget Deficits, Economic Freedom, and Economic Growth in OECD

Nations: P2SLS Fixed-Effects Estimates, 2003-2008”, MPRA Paper, No. 53203.

DAĞ, M. (2018), “Türkiye’de Bütçe Açıklarının Gelişimi Üzerine Dönemsel Bir

Değerlendirme”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(21), 42-59.

DAO, B. T., BUI, T. (2016), “Budget Deficit and Economic Growth Prediction in the Case of

Vietnam”, https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2816710, (01.06.2019).

DICKEY, D. A., FULLER, W. A. (1981), “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time

Series with a Unit Root”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 49(4), 1057-1072.

DÜNYA BANKASI KALKINMA GÖSTERGELERİ (2019),

https://data.worldbank.org/country/turkey (16.06.2019).

ELLIOTT, G., ROTHENBERG, T. J., STOCK, J. H. (1996), ‘‘Efficient Tests for an

Autoregressive Unit Root’’, Econometrica, 64(4), 813-836.

EPAPHRA, M. (2017), “Analysis of Budget Deficits and Macroeconomic Fundamentals: A

VAR-VECM Approach”, Journal of Economics and Management, 30(4), 20-57.

FATIMA, G., AHMED, M., REHMAN, W. U. (2012), “Consequential Effects of Budget

Deficit on Economic Growth of Pakistan”, International Journal of Business and Social

Science, 3(7), 203-208.

HAIDER, A. S., SHAON, S. F., KABIR, M. R. (2016), “Impact of Budget Deficit on Growth:

An Empirical Case Study on Bangladesh”,

https://www.researchgate.net/publication/298971557_Impact_of_Budget_Deficit_on_Growth

_An_Empirical_Case_Study_on_Bangladesh, (01.06.2019).

Page 58: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

51

HASSAN, M. H., AKHTER, A. (2015), “Budget Deficit and Economic Growth of Bangladesh:

A VAR-VECM Approach”, Janata Bank Journal of Money, Finance and Development, 1(2),

1-13.

IDRIS, M. BAKAR, R., AHMAD, T. S. T. (2017), “The Effects of Fiscal Deficits in

Developing Countries: Implications On The Economic Growth of Nigeria”, International

Journal of Social Science and Economic Research, 2(9), 4497- 4520.

IQBAL, N., DIN, M. U., GHANI, E. (2017), “The Fiscal Deficit and Economic Growth in

Pakistan: New Evidence”, The Lahore Journal of Economics, 22, 53–72.

KESAVARAJAH, M. (2017), “Growth Effects of Fiscal Deficits in Sri Lanka”, Central Bank

of Sri Lanka – Staff Studies, 47(1), 47-68.

KESBİÇ, C. Y., SALMAN, G. (2018), “Türkiye’de Sağlık Harcamaları ve Ekonomik Büyüme

Arasındaki İlişkinin Tespiti: 1980-2014 VAR Model Analizi”, Finans Politik & Ekonomik

Yorumlar, 639, 163 – 180.

KIZILKAYA, O., KOÇAK, E. (2014), “Kamu Eğitim Harcamaları Ve Ekonomik Büyüme

İlişkisi: Seçilmiş OECD Ülkeleri Üzerine Bir Panel Veri Analizi”, Ekonomi Bilimleri Dergisi,

6(1), 17-32.

KURANTIN, N. (2017), “The Effects of Budget Deficit on Economic Growth and

Development: The Experience of Ghana (1994 – 2014)”, European Scientific Journal, 13(4),

211-224.

MOHANTY, R.K. (2012), “Fiscal Deficit-Economic Growth Nexus in India: A Cointegration

Analysis”,

https://pdfs.semanticscholar.org/0c69/93266a73d2ba08f51ee7f13f9731d81791d2.pdf,

(01.06.2019).

MOLEFE, K., MAREDZA, A. (2017), “Budget Deficits and Economic Growth: A Vector

Error Correction Modelling of South Africa”, Journal of Economics and Behavioral Studies,

9(2), 215-223

NAVARATNAM, R., MAYANDY, K. (2016), “Causal Nexus between Fiscal Deficit and

Economic Growth: Empirical Evidence from South Asia”, International Journal for Innovation

Education and Research, 4(8), 1-19.

NIKOLOSKI, A., NEVANOVSKI, N. (2017), “Influence Of Budget Deficit On Economic

Growth: The Case Of The Republic Of Macedonia”, The Journal of Accounting and Finance,

July 2017 Special Issue, 116-126.

NKALU, C. N., EDEME, R. K., NWOSU, O. E. (2016), “Does the Ricardian Equivalence

Hypothesis Hold for Nigeria and Ghana?”, European Journal of Scientific Research, 138(2),

168-181.

NKRUMAH, K. O., ORKOH, E., OWUSU, A. M. (2016), “Exploring the Budget Deficit-

Economic Growth Nexus: New Evidence from Ghana”, Journal for the Advancement of

Developing Economies, 5(3), 36-50.

NOVESKI, M. (2018), “Macroeconomic Effects of the Budget Deficit in the Republic of

Macedonia”, Croatian Review of Economic, Business and Social Statistics, 4(2), 5-14.

Page 59: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

52

POPESCU, G. (2016), “Fiscal Deficit, Trade Deficit and Economic Growth: An Analysis of

Slovak Republic’s Economy”, Theoretical and Applied Economics, Special Issue, XXIII, 121-

128.

RAHMAN, N. H. A. (2012), “The Relationship between Budget Deficit and Economic Growth

from Malaysia’s Perspective: An ARDL Approach”, International Conference on Economics,

Business Innovation, Malaysia, 54-58.

RAM, R. (1986), “Causality between Income and Government Expenditure: A Broad

International Perspective”, Public Finance, 31 (3), 393–413.

RAMU, A., GAYITHRI K. (2016), “Fiscal Deficit Composition and Economic Growth

Relation in India: A Time Series Econometric Analysis”, MPRA Paper, No. 76304.

RANA, E. A., WAHID, A. N. M. (2017), “Fiscal Deficit and Economic Growth in Bangladesh:

A Time-Series Analysis”, The American Economist, 62(1), 31–42.

ROY, A. G., BERG, H. V. D. (2009), “Budget Deficits and U.S. Economic Growth”,

Economics Bulletin, 29(4), 1-15.

SHEIKH, M. R., SAEED, K., QAMMER, S. (2015), “Does Fiscal Deficit Dampen Down

Economic Growth in Pakistan? An ARDL Bound Testing Approach”, International SAMANM

Journal of Finance and Accounting, 3(1), 1-17.

SWASONO, D. A., MARTAWARDAYA, B. (2015), “The Impact of Fiscal Deficit on

Economic Growth in Indonesia Period 1990–2012”, Jurnal Ekonomi dan Pembangunan

Indonesia, 15(2), 144-157.

TODA, H. Y., YAMAMOTO, T. (1995), “Statistical Inference in Vector Autoregressions with

Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics, 66(1), 225-250.

TUNG, L. T. (2018), “The Effect of Fiscal Deficit on Economic Growth in An Emerging

Economy: Evidence from Vietnam”, Journal of International Studies, 11(3), 191-203.

VAN, V. B., SUDHIPONGPRACHA, T. (2015), “Exploring Government Budget Deficit and

Economic Growth: Evidence from Vietnam’s Economic Miracle”, Asian Affairs: An American

Review, 42, 127-148.

VELNAMPY, T., ACHCHUTHAN, S. (2013), “Fiscal Deficit and Economic Growth: A Study

on Sri Lankan Economic Perspective”, Developing Country Studies, 3(3), 166-174.

ZELLNER, A. (1962), “An Efficient Method of Estimating Seemingly Unrelated Regressions

and Tests for Aggregation Bias”, Journal of the American statistical Association, 57(298), 348-

368.

ZIVOT, E., ANDREWS, D. W. K. (1992), “Further Evidence on the Great Crash, the Oil-Price

Shock, and the Unit-Root Hypothesis”, Journal of Business & Economic Statistics, 10(3), 251-

270.

Page 60: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

53

ARAP BAHAR’I NEDİR? ARAP BAHAR’ININ EKONOMİK

NEDENLERİ

Ali Özbek

[email protected]

Özet

Arap Bahar’ı denildiği zaman akla ilk olarak Orta Doğu’da yaşanan olaylar gelmektedir. Orta Doğu, ilk dinlerin

var olduğu, ilk yaşam yerinin, kültür alanlarının oluştuğu yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu’nun

tarihine bakıldığı zaman geçmişten günümüze kadar olan süreçte, sürekli bir değişim içinde olmuştur. Bu

değişimin içinde en büyük etkilerin yaşandığı olayın Arap Bahar’ı olduğu görülmüştür. Arap Bahar’ı ilk olarak

Tunus’ta başlamıştır. Tunus’ta Bouzizi olarak bilinen kişinin kendisini hükümet binası önünde yakması olayların

başlamasına sebebiyet vermiştir. Daha sonra diğer Arap ülkeleri, özellikle Libya ve Mısır bu olaylardan şiddetli

şekilde etkilenmeye başlamıştır. Bu olaylar domino taşına benzetilerek ülkelerde benzer etkileri göstermesine

neden olmuştur. Arap Bahar’ı, ülkeleri ekonomik olarak zora sokmasının yanında var olan düzenlerinin

değişmesine de etki etmiştir. Ya rejim değişkliği olmuştur ya da uygulanan rejimde ufak çaplı değişikliklerin

olmasına neden olmuştur. Özellikle Tunus, Mısır ve Libya’da yaşanan olayların kanlı bir şekilde geçmesi de

baharın mı yoksa kanın mı geldiği konusunda tartışma yaratmıştır. Çalışmada, ekonomik olarak 2010-2018

tarihleri arası baz alınarak Arap Bahar’ı öncesi ve sonrası ekonomik etkileri incelecektir. Bu ekonomik etkilerin

nelere sebep olduğu ya da muhtemel olasılıkların nelere etki edeceği bulunması amaçlanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, Arap Baharı, Tunus, Ekonomik ve Siyasi Etkenler

JEL Kodları: A10, E29, F31.

WHAT IS ARAB SPRING? ECONOMIC CAUSES OF ARAB SPRING

Abstract

When the Arab Spring is mentioned, the first events in the Middle East come to mind. The Middle East emerges as

the place where the first religions existed, where the first place of life and cultural areas were formed. When the

history of the Middle East is examined from the past to the present, it has been in a constant change. It was seen

that the Arab Spring was the most important event in this change. The Arab Spring first began in Tunisia. The fact

that a person known as Bouzizi burned himself in front of the government building in Tunisia caused the events to

begin. Later, other Arab countries, especially Libya and Egypt, were severely affected by these events. These events

were similar to dominoes and caused similar effects in countries. The Arab Spring has not only affected countries

economically, but also influenced the change in their existing order. Either there has been a regime change, or it

has caused minor changes in the regime. In particular, the bloody events in Tunisia, Egypt and Libya have led to

a debate on whether spring or blood is coming. The study will examine the economic impacts before and after the

Arab Spring on the basis of economics between 2010 and 2018. It is aimed to find out what these economic impacts

cause or what probable possibilities will affect.

Keywords: Middle East, Arab Spring, Tunisia, Economic and Political Faktors

JEL Codes: A10, E29, F31.

1. GİRİŞ

Arap Bahar’ı söylenildiği anda akla ilk gelen yer Orta Doğu bölgesi olmaktadır. Orta

Doğu bölgesi geçmişten günümüze hatta geleceği de içine alan süre zarfında birçok olayın

olduğu (ilk dinlerin çıktığı, ilk yerleşim yerinin olduğu, savaşın, isyanın, devrimin gibi) yer

olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölge içinde İslam unsurunun ön planda olduğu ve ekonomisinin

petrole dayalı olduğu bilinmektedir. Arap Bahar’ı Orta Doğu için bir devrim olarak karşımıza

çıkmaktadır. Hatta buna Yasemin Devrimi adı da söylenmektedir.

Arap Bahar’ı 2011 yılında halk hareketi ile başlayarak kısa süre içerisinde bölge içinde

bulunan Arap ülkelerinin (Tunus, Mısır, Libya, Suriye gibi) siyasi, sosyal, ekonomik anlamda

sorunlar yaşamasına yol açmıştır. Halk hareketine karşı bazı muhalifler destek verirken, otoriter

yanlısı olan muhalif rejimler ise oluşan bu harekete karşı birlik olarak otoriteyi koruma yoluna

gidilmiştir. Söz konusu olan bu halk hareketleri ile oluşan otorite boşluğundan sonra, terör

faaliyetlerinin artmasına ve bunun sonucunda diğer bölge ülkelerini de etkileyen göç

Page 61: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

54

dalgalarının artışına neden olmuştur. Halk hareketlerinin yaşandığı bu ülkelerde işsizlik ve

ekonomik daralma gibi ekonomik sorunlar kronik boyutlara ulaştığı gözlemlenmiştir.

Arap Bahar’ı Ortadoğu ve Kuzey Afrika (OKA)’da 2011 yılında başlayan ekonomik,

sosyal ve politik dönüşümü de ifade etmektedir. Rohac, benzeri olan bir dönüşümün yirmi yıl

önce Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşandığını ve bugünün var olan Arap dünyasında

gözlemlenen sorunların çoğunluğunun o ülkelerinin yaşadıkları sorunlardan farklı olmadığını

hatta bu durumun Avrupa ülkeleri ile nerdeyse benzer olduğunu hatırlatmıştır (Rohac, 2012:

69-79).

18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan iktidar karşıtı kitlesel gösterilerin, 2011 yılı

içerisinde Mısır, Libya, Suriye başta olmak üzere Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Yemen ve Lübnan

gibi Arap dünyasının başlıca ülkelerinde yol açtığı halk ayaklanmalarına siyaset bilimi ve

uluslararası ilişkiler literatüründe Arab Spring (Arap Bahar’ı) adı verilmiştir. Bu diktatör

yönetimleri devirmeye yönelik toplumsal halk hareketleri bölgede yeni bir dönemin

başlamasına yol açmıştır. Arap Bahar’ı 2010 yılının Aralık ayında ilk olarak Tunus’ta

başlamıştır. 2011 yılının Ocak ve Şubat aylarında Tunus ve Mısır’ın uzun yıllardır devletin

başında olan yönetimleri toplumsal isyan sonucunda görevlerinden uzaklaştırılmış ya da zorla

istifa ettirilmiştir. Bu iki ülkeyi Libya izlemiştir ve Libya’daki olan isyan, ülkeyi kırk yılı aşkın

süredir yöneten Kaddafi iktidarın sonunu getirmiştir. Ekonomisi çökme noktasında olan

Yemen’de, baharın etkisi devlet başkanın yargılanmama karşılığında görevini yardımcısına

devretmeyi kabul eden bir anlaşma imzalaması ile ortaya çıkmıştır. Arap Bahar’ının

günümüzdeki asıl aktörü Suriye olmuştur. Suriye’deki isyanlar da 2011 Mart ayında

başlamıştır. Ancak Suriye’de devam eden iç savaş ve bugün içinde bulunulan durum bu ülkede

yaşananların “Bahar” olarak adlandırılmasını olanaksız kılmıştır. Daha çok “Sonbahar”

çağrışımı yapmaktadır. Çünkü Arap Bahar’ı kısa dönemde, özellikle de Suriye’de yaşananlar

nedeniyle, OKA bölgesinde büyük bir ekonomik ve politik belirsizlik ve istikrarsızlık

yaratmaktadır. Ancak uzun dönemde, yarım yüz yılı aşkın bir süredir, dünyanın geri kalan her

bölgesinde yaşanan önemli ekonomik ve sosyal dönüşümlere bağlı gibi gözüken bu coğrafyanın

ekonomik, sosyal ve politik yapısındaki durağanlığın kırılmış olmasının ekonomik ve politik

reform süreçlerinin önünü açma olasılığını da ortaya koymuştur. Özellikle yapılan hiçbir

reformun süreç içinde pürüzsüz olacağını da unutulmaması gerekmektedir. Mısır’da Bahar

sonrası yaşanan gelişmeler özellikle bu durum karşısında iyi bir kanıt oluşturmaktadır. Ancak

ekonomi biliminin temel önermelerinden birisi olan, ortaya çıkan talebin tümüyle

karşılanıncaya kadar nominal ve reel değişmelere neden olacağı yönünde olmuştur. Bunun

anlamı ise, temel sorunun Arap dünyasında oluşan ve gözlemlenen dönüşümde oluşacak nitelik

ve hızın önemli olmasıdır.

2. ARAP BAHAR’I NEDİR?

Bahar mevsimi söylenildiği zaman kış ayından çıkan çiçeklerin açtığı, havanın ısınmaya

başladığı, havanın ısınması ile açan çiçeklerin meyve vereceği, umudun olduğu hatta güzel bir

zamanın geçeceğine dair vaat edilen bir dönem olarak karşımıza çıkacağını düşünülmektedir

(Çetiner, 2012). 2011 yılında yaşanan Orta Doğu’daki olayın sonucunda bazı hükümetlerin

devrildiği ve rejim değişikliğine yol açan sonuçların olduğu gözlemlenmiştir. Bu yaşanan

değişimler karşısında yeni bir başlangıcın olduğunu ve baharın geleceğini düşünülerek ‘bahar’

olarak adlandırılmıştır (Acar, 2012). Bahar kelimesinin kullanımı siyasi tarih içinde bir ilk

olmayıp, 1968 yılında Çekoslovakya'da gerçekleşen politik özgürleşme olarak adlandırılan

ancak Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle sona eren dönemi anlatmak üzere bahar kelimesi

kullanılmıştır. Hatta yaşanan olaylar karşısında "Prag Bahar’ı" olarak nitelendirilmiş ve

söylenmiştir (Khouri, 2011). Orta Doğu bölgesi için tarihsel sürecin etkili başlamasında ve

olumlu ya da olumsuz sonuçların doğurduğu Arap Bahar’ı, 17 Aralık 2011 tarihinde Tunus’ta

meydana gelen Bouazizi adlı kişinin kendini hükümet binasının önünde yakması ile başlamıştır.

Page 62: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

55

Bouazizi’nin kendini yakması ile birlikte ülkesinde Tunus’ta başlayan protestolar bir domino

taşı etkisi ile diğer Arap ülkelerine etki etmeye başlamıştır. Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya,

Sudan, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Libya, Irak, Bahreyn, Kuveyt gibi

ülkelerde de protestolar baş göstermeye başlamıştır. Hatta yapılan bu protestolar karşısında bazı

ülkelerde özellikle Libya’da kanlı ve kötü sonuçların doğmasına neden olmuştur. Başlangıçta

olayların ilk çıktığı Tunus’ta uzmanların görüşlerine göre Mısır halkının Hüsnü Mübarek’i çok

sevdiğini hatta ordunun da Mübarek'in gitmesine izin verilmeyeceğini, Trablus bölgesi hariç

Libya’nın diğer bölgelerinde Kaddafi'nin sevildiğini ve bu liderlerin düşürülemeyeceğini öne

sürülmüştür. Ancak Arap Bahar’ının etkisi Tunus, Mısır, Libya’da yönetimlerin değişmesine

ve Suriye’de iç savaşın çıkmasına neden olmuştur (Powell, 2012: 208).

Arap Bahar’ı aslında Orta Doğu için farklı sonuçların ortaya çıktığı bir süreç olmuştur.

Bölgede oluşan bu farklı sorunların en temeline bakıldığı zaman sürecin nasıl

tamamlanacağının bilinmemesi gelmektedir. Bölgedeki oluşan değişiklikler Amerika’nın bölge

üzerindeki çıkarlarını da yakından etkileyecektir. Çünkü ABD ve bölgesel güçlerin, bölgede

yaşanan ya da yaşanılabilecek kargaşa ve zayıflıktan İran’ın kazançlı çıkması karşısında endişe

duyacağını, İsrail'de yeni bir radikalizm döneminin başlamasının ve güvenlik açısından büyük

endişe duymaktadırlar (Byman, 2012: 26).

ABD ve İsrail’in Orta Doğu üzerindeki en temel problemleri, diktatörlüklerin

yıkılmasından sonra ve Arap Bahar’ının istikrarsız yapısından daha çok geçmişteki yaşanan

olaylar karşısında tehdit edici düzeyde olan politikaların rahatsız edici oluşu olmuştur (Pranger,

2011: 29).

Arap Bahar’ının aslına bakıldığı zaman ülke içlerindeki değişiklerin, otoritelerin

sarsılmasını, rejim değişikliklerin yapılmasını hatta protestoların bazı ülkelerde olumlu

sonuçlar verdiğini görülmüştür. Ama bazı ülkelerde ise şiddetli iç savaşa ve çıkan protestoların

kanlı bir şekilde son bulmaları da yer almıştır. Orta Doğu’daki bu karışıkların çıkmasının ve

devam niteliğinde olan iç karışıkların en büyük etkisi dış güçlerdir. Çünkü bölgenin petrol

yönünden ekonomisi güçlü olması birçok dış güçleri de kendisine çekmektedir. Arap Bahar’ını

oluşturan etmenleri ele alındığı zaman yaşanan gelişmelerin, faktörlerin ve unsurların

nedenlerini incelendiğinde bazı unsurlar ön plana çıktığını görmekteyiz.

2.1. Arap Bahar’ının Oluşumuna Neden Olan Etkenler

Orta Doğu bölgesinde yaşanan bu ayaklanmalar bütün dünya üzerinde bir şok etkisi

yaratmıştır. Çünkü bölge üzerinde araştırma yapan birçok uzmanın bölgeyi anlamaya çalışırken

bir anda ayaklanmanın olması ile ayaklanmanın neden olduğunu ve nelerin etki etmeye

çalıştığını anlama içerisine girmişlerdir. Aslına bakıldığı zaman Orta Doğu bölgesi zıtlıkların

olduğu bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu bölgesi bir tarafın yoğun baskısı

olan, başka bir tarafın refah, huzurlu bir şekilde yaşadığı alan olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bölge içerisinde halka yapılan birçok şeyin (haksızlığın, yoksulluğun gibi) ayaklanma

çıkmasında ana etken olmuştur (Kutlay ve Dinçer, 2011). Bölgede uzun zamandır olan bu baskı

bu yoksulluk karşısında neden halkın ayaklanması uzun zaman önce olmadı da şimdi oldu

denmesinin arkasında ciddi düşünceler oluşmuştur. Çünkü oluşan bu ayaklanmanın planlı

olması olasılığı üzerinde düşünceler oluşmaktadır. Genele bakılınca bazı çevrelerin, bütün

siyasal olayların ve gelişmelerin dış dünyayı örnek alma yaklaşım tarzı benimsedikleri için,

Tunus'ta başlayan ve tüm Arap dünyasında ciddi toplumsal olaylara yol açan bu hareketin,

Amerika tarafından yapıldığını ve kapalı kapılar arkasında yapılan toplantılarda kurgulanmış

bir şekilde yapıldığını belirtmişlerdir (Karaağaçlı, 2011).

Bu görüşe olumlu yaklaşılmamakla beraber bölgenin yapısına bakıldığı zaman halk

hareketini oluşturabilecek ana faktörlerin çok sayıda olduğunu söylemek mümkün olmaktadır.

Ülkelerdeki baskıcı ve otoriter rejimlerin olması, insan haklarının ihlallerinin yüksek olması,

Page 63: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

56

yönetimlerdeki bozulmalar, ekonomik gerileme, adam kayırma, sürekli artan işsizlik,

yoksulluk, saltanatın olması, gıda fiyatlarındaki sürekli yükselmeler, gelir dağılımındaki aşırı

dengesizliğin var olması ve aynı zamanda da bölge ülkelerinin özellikle gençlerin eğitim

seviyelerinin artması ve eğitim alan genç nüfusun yönetimlerin yapmış oldukları politikaların

yetersiz olması ayaklanmanın nedenlerini oluşturabilmektedir (Sağsen, 2011: 208). Söz konusu

olan bu etmenler siyasi, sosyal, ekonomik bazlı olarak karşımıza çıkmaktadır.

2.1.1 Siyasi Etkenler

Orta Doğu bölgesinin siyasal durum açısında demokrasiyi uygulaması yönünde sorunlu

bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Siyasal rejimlerin etnik ya da dini ayrılığın olduğu veya

bir aileye dayalı oluşu modern dünya ile bölge arasındaki iletişimi tamamen kopartmaktadır

(Arslan, 2003: 23-43). Bu etkenler doğrultusunda Orta Doğu toplumlarındaki politik durumu

gözden geçirildiğinde ilk olarak belirtilen Orta Doğu devletlerindeki siyasal rejimler dini ya da

etnik ayrılığa veya tek bir aileye (saltanata) dayanmaktadır. Örnek olarak, Filistin'de Arap

nüfusunun çoğunluk olduğu halde Yahudi nüfusunun az olmasına karşın Yahudiler tarafından

yönetilmektedir. İkinci olarak Orta Doğu devletlerinin çoğunun yönetiminde anti-demokratik

uygulamaların olduğu ve despot ve totaliter liderlerin olmasıdır. Üçüncü olarak iç veya dış

politika tercihleri uluslararası kabul görmüş kuralların dışında farklı yollarla belirlenmektedir.

Örnek olarak; din, ideoloji, servet, etnik köken, tarihi rekabetler verilebilmektedir.

Demokrasilerin önem taşıdığı günümüz dünyasında siyasal katılımın Orta Doğu toplumlarında

sınırlı ve çok az oluşu da göze çarpmaktadır (Kona, 2003: 18-21).

Sonuç olarak bu değerlendirmelere bakıldığında göze çarpan en önemli noktaların; Orta

Doğu'da demokratik olmayan rejimlerin ve baskıların çokluğu, iktidarın genelde tek bir aileye

mensup olması, siyasi katılımın azlığı, adil olmayan seçim sisteminin varlığı, siyasi olarak

yapılan yolsuzlukların üst düzeyde olması, yönetimsel açıdan istikrarsızlıklar ve düzensizlikler

ve yönetimlerin halkın gözünde meşruiyetin hiçe sayılması şeklinde özetlemek mümkün

olmaktadır.

2.1.2 Sosyal Etkenler

Rusya İlim Akademisinde görev alan Doğu Bilimi Enstitüsü Müdürü V. Naumkin

düşüncesinde, Arap ülkelerindeki olayların tümü sosyal bir nitelik taşımaktadır. Çünkü

toplumsal bir hareket olan Arap Bahar'ını oluşturan bu sosyal nedenlerin neler olduğu

sorulmaktadır. Bu bağlantı doğrultusunda, Orta Doğu bölgesindeki toplumun durumuna

bakıldığında zaman Arap halklarının yarısını genç nüfus oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu

genç nüfusun, hareketin sosyal etmenlerini oluşturan birçok problemi de yaşamıştır. Ekonomik

sebeplerden ötürü bu genç nüfsuta işsizlik bir sosyal sorun halini almıştır. Bölgede buna paralel

olarak evlenme düşüncesinin aklını getirilmeyeceğini ve evlenmenin imkânsız bir hâle geldiği

sonucu oluşmuştur. Bunların yanı sıra üniversite eğitimi alan genç nüfusunun beklentiler ve

sonuçlar arasında hayal kırıklığı yaşamaları genç nüfus sayısının ciddi rakamlara ulaşması da

sorunları kat kat arttırmıştır. Bu problemlere sahip ve eğitim almış olan gençler bölgede bilinçli

insan sayısını arttırarak ve halkı da sosyal ağlar aracılığıyla bilgilendirme yaparak sosyal

etkileşimi arttırmışlardır (Mominkulov, 2019).

Bölgede içinde bu sorunlara sahip olan gençlerin harekete geçmesine etki eden bir diğer

sosyal faktör de; ABD'nin 11 Eylül saldırısı sonrasında izlemeye başladığı yeni stratejilerin

Orta Doğu'daki sosyal yapının üzerinde etkili olması ve yaşanılan bu süreçlerde bu yeni

stratejinin izlerinin açıkça görülmeye başlanmasıdır. ABD’nin 11 Eylül saldırı sonrasında,

radikal İslam gruplarına karşı yeni politikalar izlemeye başlamıştır. Burada önemli olan,

ABD’nin hem bölgedeki sivil toplum hareketlerini ortaya çıkarması ve özgürlük söyleminin

sesini daha da yükseltmek hem de esas olan radikal İslam’ı ılımlı bir hale getirerek, bölgedeki;

Page 64: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

57

demokrasi, sivil toplum ve insan hakları eğitimlerini verdirerek özellikle genç nüfusun üzerinde

etkili olmuştur (Erdoğan, 2011: 5-6). Arap Bahar’ı protestolarında başrollerinde bulunan

gençler bu tür sivil örgütlenmelerden gelmişlerdir. Bu hareketi meydana getiren sosyal nedenler

araştırıldığı zaman önemli ölçüde göze çarpan bir unsur da bölgedeki ülkelerin başkanları

halktan kopuk, geleneksel değerlerden uzak ve refah içerisinde yaşamlarını sürdürürken, halkın

devlet imkânlarından iyi bir şekilde yararlanamaması ve sosyal bir düzeyde eşitsizliğin olması

görülmüştür. Bu nokta da hareketin sosyal olarak itici gücünü oluşturan ana unsurlar halka

verilmeyen değer olarak gerçekleşmiştir (Karaağaçlı,2012).

Halkın bunca olan şeylerden sonra daha çok birlikte hareket etmeye başlamışlardır.

Sokaklara çıkan kalabalıklar birçok sosyal sorunla maruz kalmış olsa bile kendilerini

bilinçlendirmeye ve yapılan bu yanlışlıklara son vermek maksadıyla harekete geçmişlerdir.

2.1.3 Ekonomik Etkenler

Arap Bahar’ının temel nedenleri arasında gösterilen ekonomik başarısızlıkların genel

olarak yüksek fiyatlar, işsizlik, enflasyon, kaynakların yeterli düzeyde verimli kullanılmaması,

ekonomik anlamda adaletsiz gelir dağılımı, yolsuzluklar ve konut sorunu gibi sayılacak birçok

problemlerle kendisini göstermiştir (Bacık, 2011: 16-18). Bölge de yaşanan son zamanlardaki

gıda fiyatlarında yüksek artışların, ülkeler içerisinde yoksulluğun ve yolsuzlukların bir hayli

fazla olmasından ötürü bunalan halkın bölge içerisindeki yaşam koşullarını da daha zor hale

getirmiştir. Bu genel faktörler sayıldığı zaman esasında çok köklü bir yapının olduğu

görülmüştür. Bölgede Arap sosyalizminin kusurlu işleyen bir yapısının olması, tüketimin petrol

gibi kaynakların varlığıyla devam edilmesine rağmen bölgedeki ekonomik reformlar

yapılmamıştır. Buna paralel olarak bölgede oluşturulmaya çalışılan ya da yapıldı diyerek

gösterilen ekonomik reformlar ise iç şartlar ve iktidarlar yüzünden ekonomik sisteme dâhil

edilememiştir (Baragona, 2011).

Genele bakıldığı zaman ekonomik başarısızlıkların getirdiği bölge ülkelerinde gelirin az

olması en temel unsuru oluşturmakla birlikte, gençlerin işsizlik problemi yüksek olması,

sermayenin haksız şekilde dağıtımı, ülkelerin içerisinde yaygın olan rüşvet skandalları,

modemizasyon eksikliği, teknolojik gerileme gibi olumsuz ekonomik sonuçlar, Arap

Bahar’ının meydana gelmesinde önemli rol oynamıştır (Mominkulov, 2012). ABD Başkan

Yardımcısı Joe Biden, İstanbul’da gerçekleşen 2. Küresel Girişimcilik Kongresi'nde yaptığı

konuşmasında, Arap Bahar’ıyla birlikte oluşan siyasi değişimlerin ekonomiye de yansıması

gerektiğini vurgulamış, bölgedeki halkın siyasi olduğu kadar ekonomik özgürlükte istediğini,

bu iki önemli özgürlüğün bölgeyi daha ileri bir seviyeye taşıyacağını belirtmiştir (Euronews,

2011).

Ekonomik olarak bakılınca bölge için sorunların fazla olduğunu ve geçim sıkıntısının

yüksek olduğunu görülmüştür. Bazı bölgelerde petrolün fazla olması o bölge için refah

seviyesini arttırmasına ve alım gücünün yüksek olmasını sağlamıştır. Ancak petrol yönünden

yetersiz kalanların ise geçim sıkıntısı yaşadığı görülmüştür. Orta Doğu’daki genel resme

bakıldığında özellikle petrolü az ya da olmayan ülkelerin en büyük problemin halkın artık alım

gücünün azaldığını ve gelir seviyesindeki büyük farkların olduğunu açıkça görülmüştür.

2.2. Arap Bahar’ının Sebep Amaç İlişkisi

Arap Baharının sonuçlarından önce sebep amaç ilişkisinin üzerinde durmak gereklidir.

Çünkü sonuçların konumunu tespit edebilmenin ölçütünü amaçlar oluşturmaktadır. Sonuçlarda

sapma olup olmadığının tartışmasını amaçların gerçekleşip gerçekleşmediği, maksadın nasıl

olup olmadığı üzerinden yapılabilmektedir. Sürecin yaşandığı ülkelere özel nedenlerle birlikte

bölgeye özgü genel özellikler de sürecin başlangıcına sebep olarak gösterilmektedir. Bu

sebeplerden bir kısmının tarihsel derinliği bulunduğu gibi bir kısmının da değişen dünyaya bağlı

Page 65: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

58

olarak ortaya çıkan yeni gerçekler olduğu görülmektedir. Bütün var olan nedenlerin bardağı

taşıran son damla olduğunu hatta ufak bir kıvılcımın yanması ile isyanların, protestoların

başlamasına neden olmuştur.

Arap Bahar’ının arka planındaki unsurlara bakıldığı zaman işsizlik sorunu, yolsuzluk,

gelir dağılımında adaletsizlik, rüşvet gibi birçok unsur sayılabilmektedir. Arap Bahar’ını sadece

ekonomik sebeplere bağlamak dar bir bakış açısı olmaktadır. Çünkü ekonomik nedenlerinin

arkasında siyasi ve sosyal olayların etkisi de vardır. İşin özüne bakıldığı zaman çıkan olayların

toplumsal olarak ne halde olduklarını ve sosyolojik olarak neler yaşadıklarının ipucunu

vermektedir.

Tüm Arap Bahar’ını tetikleyen olay aslında tek bir vakaya dayanmaktadır. Tunus’ta

seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi’nin birçok defa pazar tezgâhına el konulması

(sebebi olarak rüşvet vermemesi), maruz kaldığı tavrın sadece seyyar satıcılık yapmasının

engellenmesi ile sınırlı olmaması, bu süreçte darp edilmesi, kadın polislerden tokat yemesi veya

belediyeye derdini anlatmaya gittiğinde muhatap bulamaması, üzerine protesto amacıyla 2010

yılı Aralık ayında kendisini hükümet binası önünde ateşe vermesi ve 4 Ocak 2011’de ölümü

üzerine akrabalarının öncü olduğu protesto gösterilerinin yaygınlaşması ile Arap Bahar’ı

sürecinin resmen başlangıcı olmuştur (Başkan, 2011: 1).

Olayların çıkmasında etkili olan Tunus’un bölgedeki diğer ülkeleri etkileme şeklide farklı

olmuştur. Örneğin; Mısır’daki 2010 yılı Haziran ayında olan olayda Halid Said isimli bir gencin

polis ile uyuşturucu satıcılarının arasındaki ilişkiyi deşifre etmesi sonucunda, bu ilişkiyi internet

üzerinden yayınlamıştır. Bu yayınlanma sonucu gencin öldürülmüş halde bulunması ve gencin

ölümü hakkında polislerin de parmağının olduğunun anlaşılması üzerine, yapılan bütün bunlara

karşı devletin polislere gerekli cezaların verilmesi konusunda toplumsal beklentiye uygun tavır

almaması sonucuyla 25 Ocak sürecine gidildiğini ve gösterilerin başlamasına hem görünür hem

de toplumsal zeminin hazırlanmasına yardımcı olmuştur (Kışlakçı, 2012: 138-139).

2011 yılı Mart ayında, Suriye’nin Deraa kentinde duvara devlet karşıtı yazı yazan bir grup

gencin tutuklanması sonucunda ve protesto yapan grupların üstlerine ateş açılması ile birlikte

Suriye’deki olayların fitilini ateşlemiştir. Protesto yapan insanların üzerine ateş açılması ve

tutuklanan insanların aileleri tarafından serbest bırakılması talebine ret cevabı verilmesi

sonucunda kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması ve demokrasiye ters olduğunu düşünülerek

olayların çıkmasında etken olmuştur (Tan, Belli, Aydın, 2013: 71).

Libya’da çıkan isyanlar da diğer Arap Bahar’ı coğrafyası ile eş zamanlı olarak

başlamıştır. Libya’da muhalif lider Fethi Terbil’in tutuklanması ile başlayan süreç daha sonra

isyana dönüşmüştür ve protesto gösterilerinin başlamasına neden olan olay olarak karşımıza

çıkmıştır (Akbaş, Düzgün, 2012: 68).

Arap Bahar’ı, bölgede yaşayan halkın Arap Bahar’ına götürülen süreçte gerekçe olarak

gördükleri ekonomik, politik ve toplumsal olumsuzlukları değiştirmeyi amaç edinmişlerdir. Bu

amacın önemli bir parçasını, ülkelerini uzun yıllardır yöneten liderler ve rejimlerinin

değiştirilmesi talebi oluşturmuştur. Ülke liderlerinin değişmesindeki istenen asıl amacın rüşvet,

yolsuzluklar, gelir dağılımı, refah, insan hakları adalet, demokrasi vb. gibi çok maddeyi

kapsayan siyasi, iktisadi ve toplumsal sebeplerin giderilmesi şeklinde olmuştur. Arap

Bahar’ının ne şekilde sonuçlar ürettiğinin değerlendirilmesinde bu sebep ve amaç ilişkisi

önemlidir. Çünkü bu noktada amaçlananlar ne ölçüde gerçekleşmiştir. Ne kadarı halkı tatmin

etmiştir ve halk için yapılan değişiklikler yeterli midir? gibi soruların cevabı bulunmalıdır.

Bunun gibi sorulan soruların cevapları sebep ve amaç başlığı kapsamında değerlendirilmelidir.

Page 66: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

59

2.3. Arap Bahar’ı Öncesi Liderler Ve Siyasi Yapıları

Arap Bahar’ı öncesinde oluşan olumsuzlukların baş aktörlerinin siyasi adamların olduğu

bilinmektedir. Bu siyasi liderlerin baskıcı, diktatörlük, siyasi duruşlarını daha yakından

bilinmesine imkân sağlamıştır. Hatta rejimler değerlendirilirken genel olarak anti-demokratik

oldukları görülecektir.

2.3.1. Tunus Yönetimi: Zeynel Bin Abidin Ali

1936 yılında dünyaya gelen Zeynel Bin Abidin Ali, Fransa ve ABD’de eğitim almıştır.

Eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine dönerek Tunus’ta devlet kademelerinde etkili görevler

verilmiştir. Kariyerine hızlı başlayan Bin Ali, Polonya’da elçilik yapmıştır. Sömürgecilik

dönemi sonrası ülkenin ilk devlet başkanı olan Habib Burgiba’nın yerine geçmeden önce

başbakanlık görevini yerine getirmiştir. Orta Doğu’daki iktidarlar arasında en baskıcı olan ülke

olmasıyla, kendisine muhalif olan hiç kimseye nefes aldırmaması ülkenin diktatörlük anlayışını

sergilemiştir (Çimen, 2011: 219).

Bin Ali yönetiminin biraz daha detaylı baktığımız zaman iktidarın; ekonomik, iç politika

ve dış politika olarak ele alındığında ekonomik olarak istikrarlı ama kısıtlı büyüdüğünü

görülmektedir. Ayrıca turizmin Tunus’ta gelişmiş olması ülke için önemli bir gelir kaynağı

yaratmaktadır. Dış politikasına bakıldığında ılımlı bir çizgi izlediklerini ve özellikle Bin Ali

yönetiminin İsrail ve Filistin sorununda Filistin'e verdiği tam destek ile Arap dünyasının

takdirini kazanmıştır. Yine aynı yönetim Avrupa ve Afrika arasında özellikle ekonomik iş

birliğinin arttırılmasına yönelik çabalar vermiştir. Sonuç olarak Bin Ali'nin dış politikada

izlediği ılımlı ve hassas dengeler üzerine kurulu bir politikası nedeniyle uluslararası alanda, iç

politikada izlediği otoriter yönetimi görmezden gelinmesine ve Bin Ali, uluslararası anlamda

bir muhalefet ile karşılaşmamasına neden olmuştur (Tanrıverdi, 2011: 29). İç politikaya

bakıldığında Bin Ali yönetiminin ilk zamanlarda demokrasinin oluşacağını belirtmiştir ama

girdiği her seçimde rakipsiz ve tek başına yönetimin başına geçmiştir. Bin Ali'nin vaat ettiği

demokrasi anlayışının, geçmişte ülkede bulunduğu görevler vasıtasıyla edindiği rejimi tehdit

eden unsurlara karşı mücadele öğretisinin izlerini taşıdığının söylenmesi mümkün olmuştur

(Çimen, 2011: 221). Bu anlayışın var olması Bin Ali yönetiminin uzun süreli kalmasını

sağlayan faktörün, iç politik şartlarının bugüne kadar Bin Ali'nin aleyhine dönmemiş olması

yatmaktadır. Hatta geçmişte yapılan protestolar ve muhalif hareketlere karşı Bin Ali, ülkedeki

tüm idari kurumları baskısı altına alarak ve kontrolünün dışına çıkılmasına izin vermeyerek

muhalefetin olmamasına, kendisine karşı gelecek güçlerin bastırılmasına da etken olmuştur

(Tanrıverdi, 2011: 29).

Sonuç olarak Bin Ali iktidarı döneminde ülke istikrarlı bir ekonomik büyüme yaşamış

olmasına rağmen bu zenginlik hiçbir zaman alt tabana inmemiştir. Çünkü alt tabanın bu duruma

alışkın olduğunu düşünmüştür. Turizm konusunda iyi işler yapılmış olmasına rağmen yine de

genç nüfus arasındaki işsizlik oranı yüksek seviyelerde kalmıştır ve ülke içinde çalkantıların

olmasına neden olmuştur. Bu zor şartlara birde Bin Ali yönetiminin baskıcı yapısı eklendiğinde,

Tunus yönetiminde oluşan tablonun hiç de parlak olmadığını hatta krizlerin geleceğini ön

görmekte kaçınılmaz olmuştur.

Son olarak Bin Ali döneminde internete erişimin olmaması ve insan haklan ile basın

açıklamalarının kısıtlanması, özgürlüklere vurduğu kesintilerin demokrasi ve insan hakları

konulu kitaplarla birlikte, çok sayıda yasaklanan kitapların eklenmesi Bin Ali yönetiminin

baskıcı yapısını açık bir şekilde ortaya koymuştur (Stewart, 2009: 53).

2.3.2. Mısır Yönetimi: Hüsnü Mübarek

Hüsnü Mübarek 4 Mart 1928'de dünyaya gelmiştir. Başarılı bir eğitim hayatı olan

Mübarek'in Adalet Bakanlığında müfettiş olan babası, bu başarısını aile bağlantısını kullanarak

Page 67: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

60

Mübarek’in 19 yaşında Kahire'deki Mısır Askeri Akademisine kabul edilmesini sağlamıştır.

Askeri kariyeri de parlak olan Mübarek, hızlı bir şekilde yükselerek üst düzey eğitimini almak

için Sovyetler Birliği’ne gitmiştir ama Sovyetlerdeki siyasi sistemin kendisine uymadığını ve

hoşlanmadığını dile getirmiştir. Mübarek’in Sovyetlerden Mısır’a döndükten sonra Hava

Kuvvetleri Komutanı olmuştur. Mübarek'in kariyerindeki en önemli başarılardan birisi olan;

İsrail ile 1973 yılında yaşanan savaşta hava kuvvetlerinin gösterdiği etkileyici performans

olmuştur. Bu yaşanan olaydan bir yıl sonra Enver Sedat, Hüsnü Mübarek'i başkan

yardımcılığına getirmiştir. Bu dönem Mübarek'in siyasi kariyerinde büyük önem taşıyan bir

zaman dilimi olarak not alınmıştır (Wakin, 1996: 57-60).

Kariyerindeki bu önemli başarılar Mübarek için, 1980 yılında suikasta maruz kalan devlet

başkanı Enver Sedat’ın hayatını kayıp etmesi üzerine yerine geçmiştir. Bu yaşanan olay

Mübarek için bir dönüm noktası olmuştur (Akgür ve Roca, 1997: 10). Bu tarihten itibaren

Mübarek, sıkıyönetim ilan ederek ülkenin yönetim sorumluluğunu üzerine almıştır. Başlangıç

olarak Mübarek, ekonomik açılma politikalarının üzerinde durmuştur. Mısır ekonomisi, seçilen

birkaç alanda liberal politikalara adım atarken zengin sınıfların desteğini etkilememeye

çalışmıştır. Bu yönden ekonomik reformlar sınırlı kalmıştır ve alt kesime doğru bir faaliyet

olmamıştır (Tür, 2009: 191). Mübarek, Mısır’ı geçmişe kıyasla geniş özgürlüklere doğru

adımlar atmıştır. Mısırlı bir siyaset bilimi profesörü olan Mona Makram Ebeid, Mısır’ı henüz

bir demokrasi olarak tanımlanmadığının sürekli bir demokrasi denemesi içinde olduğunu

nitelendirmektedir. Bu anlayış çerçevesinde Mübarek'in yolun ortasından gitme olarak

gösterilmektedir. Yani ne tam bir diktatörlük ne de tamamen özgür bir demokrasinin olduğunu

belirtilmiştir (Wakin, 1996: 60-61). Bu görüşe göre Mübarek yönetimi siyasi alanda tek partili

bir rejiminin olması demokratikleştirme sürecinin önüne engel olmuştur. Mübarek, Müslüman

Kardeşler hareketi gibi gerçekten muhalif oluşumları sistemin dışına iterek tek başına kalmıştır.

Ancak kendisinden daha zayıf ve zararsız gördüğü partilere siyasi rüşvetler vererek kendisine

bağlı hale getirmiştir. Kötü yönetim şekli, sosyal ve ekonomik sorunları daha da çıkmaza

götürmeye başlamıştır. Baskı, yolsuzluk, işsizlik ve yoksulluk artarak devam etmiştir. Mısır’da

Mübarek yönetiminin son 20 yılında ekonomik dışa açılmayı öngören anlayış ile ihaleler ve

adam kayırma gibi yollarla devletten beslenen yeni bir tekelci burjuvazi oluştuğu da

görülmüştür (Uysal, 2011: 27).

Hüsnü Mübarek'in yönetim anlayışı ve bu görüşler, Mısır’ın günümüzde özellikle son

dönemlerde karşılaştığı, yaşadığı sorunları ele almamızda ve Mısır’a karşı bakış açımızı

değiştirmeye yaracaktır. Yaşanılan bu süreçlerin genel olarak değerlendirmeye alındığı zaman

geçmişten günümüze nasıl bir değişimin olduğunu aydınlatıcı şekilde önümüze koymaktadır.

2.3.3. Libya Yönetimi: Muammer Kaddafi

Libya çok parçalı kabilelerden oluşmaktadır. Diğer Orta Doğu ülkelerine göre ayrışan en

temel farkı bu olmaktadır. Muammer Kaddafi, 1942 yılında bir bedevi çadırında dünyaya

gelmiştir. Berberilerin Kaddafa kabilesine mensup bir ailenin çocuğu olan Kaddafi, ekonomik

olarak zor şartlar altında yetişmiştir. Eğitim hayatı boyunca zekâsı ve fikirleriyle göze çarpan

Kaddafi gençken Mısır lideri Nasir'i idol olarak görmeye başlamıştır. Eğitimini Libya

üniversitesine başlayarak hukuk eğitimi alan Kaddafi, 1963 yılında mezun olmuştur ama

mesleğiyle uyuşmayan Libya Askerî Okuluna kaydolarak subay olmaya karar vermesi ilginç

yönünü ortaya çıkarmıştır. Okulu birincilikle bitirip, okulda ve sonrasında darbe yanlısı

düşüncelerini arkadaşlarıyla paylaşıp birlikte organize etmiştir. Nitekim 1969 yılında Kaddafi

ve arkadaşları Time dergisinin de yazdığı organizasyonu açısından dünyada ders kitaplarına

koyulacak olan " darbe" gerçekleştirmiştir (Wakin, 1996: 73-78). Darbenin ardından Kaddafi

iktidara gelişinin 45. Gününde Libya halkına hitaben yaptığı bir konuşmasın da yönetimde

hayata geçirmek istediği hedefleri ilkeler halinde söylemiştir. Bu ilkeleri özetle bahsetmek

gerekirse; yabancı askerî üslerin tasfiyesi, dış siyasette tarafsızlık politikası, vatan birliğinin

Page 68: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

61

sağlanması, Arap birliğinin oluşturulması ve siyasi partilerin tümüyle kapatılması olarak

gösterebilmektedir. Kaddafi, Arap birliği dışında bu söyledikleri hedeflerin hepsini bir yıldan

daha az süre içinde gerçekleştirmiştir (Bianco, 1974: 119). Muammer Kaddafi'nin yönetim

anlayışını ve Libya'da oluşturduğu kendisine ait idari sistemin yapısını meydana getiren en

önemli etkenin, kendisinin kaleme alıp yazdığı Yeşil Kitap’tır. Yeşil Kitap'ta Kaddafi

liberalizm teorisi ile bloğu ve Marksizm teorisi ile bloğuna karşı bütün dünyayı birleştirmeye

çağırmıştır. "Kütlelerin Devleti" anlamına gelmek üzere "Cemahirriye" kelimesi ile birlikte

sunulan çağrı, sosyal adaleti sağlamak ve sınıflar arasındaki farklıkları kaldırmak temel

amacıyla sosyalist anlayışı kabul etmekte ve aynı zamanda gruplaşma ve siyasi partilerin

sömürgeciliklerine karşı parlamentoyu kaldırarak halk komiteleri aracılığıyla halk iktidarını

kurmayı amaç edinmektedir. Son olarak Yeşil Kitap'ta barış içerisinde yaşamak ve tarafsızlık

gibi değerlere vurgu yapan Kaddafi, gösterdiği hedeflere doğru ilerlemenin Kuran'a uygun

hareketlerle yapılmasını önermektedir (Kaddafi, 1976: 1-96).

Sonuç olarak Libya'da Kaddafi yönetimi, Kral İdris’i tahtan indirdiğinde 1969 yılından

yakın tarihimize kadar Libya’yı kendine özgü bir yönetim şekli ile idare etmiştir. Kaddafi

iktidarda kaldığı uzun sure boyunca ülkenin güç dengeleri ile geleneksel yapısı aynı zamanda

da sosyal ve dinî dokusuna müdahaleleriyle birlikte iktidarını kriz zamanlarında bile ayakta

tutmayı başarmıştır. Kaddafi’nin kurduğu idari sistem, teoride halkın mutlak bir güç olduğu

izlenimi verirken aslında var olan durumda bambaşka bir yapı sergileyerek özellikle kendisine

karşı olan gruplara bertaraf ederek devlette kilit pozisyonlara yerleştirdiği sadık adamları

sayesinde iktidarını hep kuvvetli yönde kalmasını sağlamıştır (Bölme ve vd., 2011: 9).

2.3.4. Suriye Yönetimi: Beşar Esad

Beşar Esad Londra’da eğitim görmüş göz doktorudur. Ağabeysinin ölümü üzere Suriye

çağrılarak iktidar için hazırlanmıştır (Şen, 2004: 312-313). Beşar Esad'ın iktidara

hazırlanmasında birbirini takip eden üç süreçten geçmiştir. Bu süreçler: yönetim ve liderlik

deneyimi kazandırılması, meşruiyet sağlama ve rakiplerini ortadan kaldırma olarak

sıralanmıştır. Bu süreçlerin ilk ayağını gerçekleştirmek amacıyla kendisine askerlik deneyimi

verilmiştir. Askeri kariyeri hızla yükselen Beşar Esad, kısa sürede cumhuriyetçi muhafız

alayına terfi ederek daha önceleri abisinin üstlendiği görevi yerine getirmeye başlamıştır.

Askeri altyapısının sağlanmasının ardına siyasete girmiştir. Esad topluma; yolsuzlukla

mücadele eden, reformcu, ekonomide yeni anlayışa açık olan hatta Batı’da eğitim alıp gelen bir

lider olarak tanıtılmıştır. Esad, yolsuzlukla mücadele altında devlet içerisinde güçlü ve rakip

olabilecek kişileri ya tutuklatmış ya da emekliliğe zorlayarak ortadan kaldırmıştır (Orhan, 2000:

45-49).

Babasının ölümü üzere devletin başına geçen Beşar Esad devlet başkanlığı yemin

töreninde açık ve şeffaf bir yönetim için söz vermiştir. İlk yıllarda izlediği yönetim politikasında

reform yanlısı ve açık bir siyaset olmuştur. Suriyeliler Esad yönetiminin uyguladığı politika

sonucu ile siyasi konuların çoğunu tartışabilen ve fikir beyan edebilen bir konuma gelmişlerdir.

Ancak bu özgürlük ortamı uzun soluklu olmayarak 2002 yılından itibaren artan baskı ve

tutuklamalar ile birlikte Suriye yönetiminde babasının diktatörlük rejiminin izinde gitmeyi

tercih ederek uyguladığı politikalar ve siyaset boşa çıkmıştır (Özkaya, 2006: 102).

Esad iç politikada dönüşüm yaparken ekonomi ve dış politikada ise iktidarının ilk

yıllarından itibaren ABD ve Avrupa Birliği ile olumlu ilişkiler geliştirme politikası uygulamaya

çaba vermiştir.

Page 69: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

62

2.4. Arap Bahar’ı Sonucunda Orta Doğu’daki Dönüşüm

Başlık altında ele alınacak konunun Arap Bahar’ından etkilenen özellikle çalışmamızda

ele aldığımız Tunus, Mısır, Libya ve Suriye üzerindeki Arap Bahar’ının çıkışını, daha

sonrasında siyasi dönüşümlerinin neler olduğu üzerinde bilgi verilmeye çalışılacaktır.

2.4.1. Tunus’ta Yaşanan Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü

Arap Bahar’ı ilk olarak Tunus’ta ortaya çıkmıştır. Tunus’taki halk hareketi 2010 yılında

eğitimini yarıda bırakan seyyar satıcılığa başlayan Muhammed Bouzizi adlı Tunus vatandaşı

olan bir kişinin yaptığı tek kişilik eylem ile başlamıştır. Olayın başlamasında etkili olan

Bouzizi, kendisinden rüşvet isteyen zabıtalara rüşveti vermeyerek el arabasına el koyulmuştur.

Bu el koyulması üzerine polis karakoluna giderek arabasını istemiştir. Ama polis karakolunda

hakarete ve şiddete maruz kalmıştır. Şiddeti uygulayan kişinin kadın polis olması hatta kadın

polisten tokat yemesi onur kırıcı bir davranış olduğunu düşünerek kendisini 17 Aralık 2010’da

valilik binası önünde ateşe vermiştir (Ayhan, 2012: 59-93). Bouzizi’nin bu olayı karşısında

ülke ayağa kalkmıştır. Ülkede protestolar başlamıştır. Bu protestolara öğretmenler, avukatlar,

doktor, hukukçu ve insan aktivistleri olan kişilerin katılımı ile çığ gibi büyümüştür (Koçak,

2013).

Bin Ali yönetimi başta bu protestoları umursamamışlardır. Geçici bir halk ayaklanmasını

olduğunu düşünmüşlerdir. Ama düşündükleri gibi olmadığını her geçen gün artan protestolar

karşısında anlamışlardır. Ülke içinde protestolar daha da şiddetlenmiştir ve güvenlik birimleri

de yetersiz kalmaya başlamıştır. Bu durum karşısında Bin Ali yönetimi, ordunun da protestoları

bastırması istemiştir. Genelkurmay Başkanı, Zeynel Abidin’in bu isteğini reddederek halk ile

karşı karşıya gelmeyeceğini söylemiştir. Buna ek olarak da Genelkurmay Başkanı, Bin Ali’yi

koruyamayacağını söylemiştir. Bu sonuçla birlikte Zeynel Abidin Tunus’u 14 Ocak 2011’de

terk etmek zorunda kalmıştır. Tunus’tan kaçıp Suudi Arabistan’a sığınmıştır. Zeynel Abidin’in

kaçmasıyla beraber yaşanan bu olaylar ‘Yasemin Devri’ olarak anılmaya başlamıştır. Tunus

hükümetini bırakıp giden Zeynel Abidin Bin Ali dönemi de böylelikle kapanmıştır. Böylelikle

Tunus’ta başlayan Arap Bahar’ı diktatörlük rejiminin devrilmesine neden olmuştur (Ayhan,

2012: 70).

Tunus, Arap Bahar’ını yıkan ülke konumunda olmuştur. En çok merak edilen soru ise

kendisini tekrardan nasıl inşa edeceği olunmuştur. Ülkede yaşanan olaylar sonucunda halkın

taleplerinin fazla olması yeni gelecek olan yönetiminin baya uzun zorlu bir süreç yaşayacağı

söylemek mümkündür (Dinçer ve Coşkun, 2011: 11). Bununla birlikte başlayan değişimin

sonucunda, Arap Bahar’ı sonrasında olan seçimde demokrasi anlamında bir takım başarıların

kazanılması bu atılacak uzun yol için önemli olmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse;

Tunus'ta sivil toplum ve parti temsilcilerinden gözlemcilerinin katılımının olmasıyla

gerçeklesen seçimleri izleyen ABD ve Avrupa Birliği’nden gelen gözlemci-temsilcilerin ortak

fikirleri seçimlerin demokratik değerlere uygun bir ortamda olduğunu, hatta hiç bir engele

maruz kalmadan eşit şartlar altında açık bir şekilde gerçekleştiği yönünde olmuştur

(Muhammed, 2011).

2.4.2. Mısır ’ta Yaşanan Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşüm

Tunus’ta başlayan Arap Bahar’ı en çok Mısır’ı etkilemiştir. Etkilemesinde yatan ana

sebep, iki ülkenin de yönetim şekillerinin birbirine benzer olmasıdır. Mısır’da olan halk

ayaklanması Arap dünyasında en büyük halk ayaklanması olarak tarihe geçmiştir. Mısır

halkının ayaklanması dünyada büyük bir ses getirmiştir. Mısır’da 30 yıldır hükümeti yöneten

Hüsnü Mübarek’in ülke içinde baskıcı tutumu, siyasi yapı, ekonomik sıkıntılar, halkın isyan

etmesinde etkili olmuştur. Çıkan isyanda Tunus, Mısır’a örnek ve umut olmuştur. İsyanın kısa

süre içinde yayılmasında en etkin rolün internet olduğu söylenmektedir. Facebook, Twitter gibi

Page 70: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

63

sosyal medya unsurları örgütlenmenin kısa süre içinde olmasını sağlamış ve yayılmasındaki baş

faktör olmuştur (Atalay, 2013: 60).

Mübarek’in 30 yıl süren hükümeti yönetme şekli istifa etmesi ile son bulmuştur. Hüsnü

Mübarek’in yerine başbakan olarak Ahmet Şefik atanmıştır. Mısır’da ilk kez yapılan

Cumhurbaşkanlığı seçimini Muhammed Mursi kazanmıştır. Bu seçim ile kazanılan ilk

Cumhurbaşkanlığı seçimi olmuştur. Ama ilk kez seçimle gelen Cumhurbaşkanlığı darbe ile son

bulmuştur. Darbe öncesi Mısır halkının en çok şikâyet ettiği unsur fakirlik olmuştur. Çünkü

halkın alım gücünün olmadığı ve giderek yoksullaştıklarını belirtmişlerdir. Darbe öncesi Devlet

başkanı olan Hüsnü Mübarek’in ailesinin ve bürokrat kesiminin refah içinde yaşaması, halk

tarafından hoş karşılanmıyordu. Fakirliğin ön planda olması ülkede huzursuzluğun

çıkmasındaki en büyük etken olmuştur. Mısır halkının geneli Hüsnü Mübarek’in yönetimine

karşı ayaklanmıştır ve kısa süre sonra halkın reform talepleri hükümete iletilmiştir. Hükümetin

yaptığı reformların yetersiz oluşu halkın Hüsnü Mübarek’e karşı görevi bırakmasını isteyerek

isyan etmiştir. Burada asıl önemli olan nokta Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Çünkü

ABD planları içerisinde, Mısır ordusunu üzerindeki etkisini kullanarak, Orta Doğu üzerinde

tekrardan şekillendirmeyi ve otoriter rejim yerine yeni aktörlerin olduğu bir şekil olmasını

istemiştir. Mübarek’e muhalif olan gruplara aşırı destek vermesi, Mübarek yönetiminin kısa

sürede devrilmesinde en etkili unsur olmuştur. Sonuç olarak Mübarek yönetimi sonrası

parlamento kurulmuştur ve Anayasa Komisyonu oluşturulmuştur (ORSAM, 2013: 59).

2.4.3. Libya Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü

Libya’da Arap Bahar’ı 17 Şubat 2011’de başlamıştır. 23 Ekim 2011 tarihinde Kaddafi

rejiminden kurtulmuştur. Kaddafi ülkeyi 1969 yılında yaptığı darbe ile geçirmiştir. 42 yıl süren

Libya yönetimi 2011 yılında son bulmuştur. Muammer Kaddafi’ye ayaklanmalar 15 Şubat

2011’de baş göstermeye başlamıştır. Olayın asıl patlak vermesine neden olan rejim karşıtı

Avukat Fethi Terbil’in tutuklanması ile başlamıştır. Gösterilerin ve protestoların başlamasıyla

polisin sert müdahaleleri olmuştur. Bu müdahaleler karşısında olayların Libya’da ayaklanma

ve başkaldırı kendini göstermiştir (Demir, 2011: 50). Ama asıl Kaddafi’nin ülke üzerindeki

etkisini bitiren olay savaş pilotlarının bombalama emrine uymayarak Malta’ya iniş yapmaları

dış güçlerin müdahale alanı oluşturmasına sebebiyet vermiştir (Nazım, 2015).

Sonuç olarak Libya diktatörlük ile yönetilen ve yaşanan olaylar sonucunda diktatörlüğün

yıkılmasıyla, Arap Bahar’ı sürecinde halkın isteklerine karşı cevaplar vermesi, demokrasiyi

hayata geçirecek ve sürekli olmasını sağlayacak yönetimin gelmesi gerekmektedir. Siyasi

dönüşüm içerisinde yeni bir anayasa hazırlanması, siyasi partilerin kurulması, serbest

seçimlerin yapılması ve insan hakları konusunda reformların uygulanması gerekmektedir

(Bölme ve Ulutaş v.d, 2011: 6). Bununla birlikte Libya'da, Ulusal Geçiş Konseyi'nin seçim

çalışmaları umut vaat ederken aynı zamanda ülkede oluşan yeni seçim yasası, yapılan seçimlere

hukuku bir zemin hazırlamış ve çok partili bir siyasi hayat için gerekli alt yapının meydana

gelmesinde önemli bir rol oynamıştır (BBC, 2012). Libya’nın uzun süre diktatörlük ile

yönetilmesi ve bu yönetim şeklinin yıkılıp yerine demokratik bir rejim gelmesi siyasi

dönüşümdeki en güzel örnektir. Hatta kurucu meclisi belirlemek için sandık başına gitmeleri

ülkedeki değişimin sinyallerini vermektedir (CNNTÜRK, 2012).

2.4.4. Suriye Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü

Suriye’de ortaya çıkan Arap Bahar’ı diğer ülkelerden farklı şekilde çıkmamıştır.

Olayların başlamasında etkili olan unsur Dera’da duvara rejim karşıtı yazılar yazan bir grup

gencin tutuklanmasıyla başlamıştır. Ailelerin çocuklarının geri verilmesini talep etmelerine

rağmen geri verilmemeleri üzerine Dera’da olaylar yaşanmaya başlanmıştır. Dera’da başlayan

protestolar ülke geneline hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bu protestoları benimseyen muhalifler 15

Page 71: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

64

Mart’ı ‘ Öfke Günü’ ilan ederek bütün ülkeye yayılmasında etkin rol oynamışlardır. Asıl önemli

olay, 18 Mart ‘ta Cuma namazı çıkışı ülkenin beklenmedik yerlerinde; Şam, Halep, Hama ve

Humus gibi yerlerde protestoların başlamış olmasıdır (Toraman, 2015: 63). Suriye için

yaşanan bu olaylar ülke geneline yayılmaya başlamıştır. Hatta Esad yanlısı ve Esad karşıtı

olarak gruplara ayrışma olmuştur. Arap Bahar’ı Suriye’de hala devam etmektedir. Hatta Beşar

Esad yanlısı liderliğindeki Suriye hükümeti; seçilmiş askeri birlikler, istihbarat servisleri ve

rejim yanlısı kendisine sadık olan milisleri ile ülkede oluşan muhalif grubu bastırmaya

çalışmaktadır (Akın, 2012).

Sonuç olarak Suriye’de hala devam Arap Bahar’ı süreci, başlamasından bu yana hala

Esad yönetiminin halka ve kendisine karşı olanlara şiddet uyguladıkları görülmektedir. 2012

yılının sonlarına doğru Doha’da yapılan toplantı sonucunda Suriye Ulusal Koalisyonu adı

altında birleşerek Esad’a karşı daha güçlü olmaya başlanmıştır. Temel sorunun bir tanesi

muhalefetin birlikte hareket etmemesi ve organize olmaması büyük bir sorun oluşturmuştur. Bu

sorunu 2012’deki Doha’da yapılan toplantı ile zayıflığın olan yerleri giderilmeye çalışılmıştır.

Son olarak ülkedeki karışıklığın halen devam ettiği ve özellikle sınır komşusu olduğu

Türkiye arasında sürtüşmelerin olduğu bilinmektedir. Suriye için gerçekleşen Arap Bahar’ı

ülkeye Bahar mı getirdi yoksa Bahar mı götürdü sorusu hala gündemde durmaktadır.

2.5. Arap Bahar’ının Nedenleri Ve Sonuçları

Arap Bahar’ının temel çıkmasındaki nedenlere bakacak olursak; yüksek işsizlik,

enflasyon oranlarının yüksek olması, adam kayırma, saltanatın olması, gelir dağılımında

adaletsizlik, yoksulluk, kişileri seçip kayırmak, barınma sorunun yüksek olması, siyasi olarak

hükümetlerin halka karşı bir cevap verememesinde yetersiz kalması ana sebepler olarak

sayılmıştır (Şulul, 2015: 123).

Arap Bahar’ında aslına bakıldığı zaman siyasal ve yönetimsel olarak iki temel ana unsur

üzerinde neden daha oluşmuştur. Devletlerin yönetim şekilleri darbeci, diktatör, ideolojilerini

uzun yıllar benimsetmeleri, çözülemeyen siyasi sorunlar, ekonominin tek petrol olması hatta

dinsel unsurların ön plana çıkması bu iki nedeni de desteklemektedir. Ülkelerin yönetimsel

şekilleri 20.yy ile beraber anti-demokrat şeklini almaya başlamasıyla varlıklarını sürdürmeye

çalışmışlardır (Gözen, 2016: 137-138).

Son bir neden olarak ülkelerde çıkan bu isyanların etkili olmasında teknolojik ve kültürel

farkların olmasıdır. Kültürel nedenlere bakıldığında: küresel dünyanın artan iletişim ve ulaşım

imkânlarının sonucu olarak, Arap gençlerinin küresel dünyadan geri kalmayarak sosyal

medyayı sık kullanması, dünyada olan her şeyden haberdar olmaları ve demokrasi ile yönetilen

ülkelere özenmelerini sonucunda bizim neden ülkelerimizde böyle unsurların olmayışı

olayların oluşmasını doğurmuştur. Bunun sonucunda gençler sisteme karşı ayaklanma yaşarken

bu nedenleri de göz ardı etmemişlerdir (Paksoy v.d, 2013: 178). Özellikle teknolojiyi çok aktif

şekilde kullanmaları, çıkan protestolar karşısında polisin uygulayacağı biber gazı ya da polisin

vereceği tepkileri internette izleyerek nasıl tedbirler almaları gerektiklerini izlemeleri internetin

kendilerine ne kadar büyük katkı sağladıklarını görmüşlerdir (Akbıyık ve Öztürk, 2012: 1016-

1020).

Sonuç olarak bakıldığı zaman Arap Bahar’ı bizim konumuzda ele aldığımız ülkeler

açısından Tunus için olumlu bir yönde ilerleme kaydetmiştir. Diktatörlüğün devrilmesine neden

olmuştur. Diğer Arap ülkelerine ilham kaynağı olacak düzeyde halkın istediği zaman her şeyi

yapacaklarını göstermişlerdir. Ancak konumuzda olan diğer ülkelere bakıldığı zaman Tunus

gibi oluşumların olmadığını görülmektedir. Mısır için seçimle ilk kez gelen Cumhurbaşkanı

darbe ile düşürülüyor. Mısır için tam demokrasi geldiği dediğimiz anda tekrar başa döndüğünü

görüyoruz. Libya için ise Arap Bahar’ı kanlı sahnelerin olduğunu görülmektedir. Libya’yı

Page 72: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

65

diktatörlükle yöneten kişi acımasız bir şekilde katledilerek öldürüldüğü görülmüştür. Suriye

için ise durumların daha karışık hal aldığını ve ülke içinde iç savaşın çıktığını görülmektedir.

Toparlayacak olursak; diktatörlüklerin yıkıldığı, iç savaşın çıktığı ve en önemlisi yönetimsel

olarak şekil değişikliğine gittiklerini görülmektedir.

3. ARAP BAHAR’ININ EKONOMİK NEDENLERİ

Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yönetim değişikliklerine yol açan Arap Bahar’ı,

siyasi bir unsur gibi gözükse de ekonomik değişimlerin olduğu bir bölge olarak karşımıza

çıkmaktadır. Uzmanların görüşlerine göre rejimlerle birlikte ülkelerin ekonomik işleyişlerinin

de değişeceğini söylemişlerdir. Sokakta başlayan protestoların halkın artık daha demokratik

beklentilerinin yükselmesini de vurgulayan uzmanlara göre iş dünyasında yeni grupların da yer

olacak olması, iş dünyasının çalışma şeklini de ciddi biçimde etkileyeceğini ve halkın eskisine

göre daha huzurlu ve bir nebzede olsa refahlarının artacaklarını söylemektedirler.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’nın bir raporunda, Arap Bahar’ı

görünüşte göreli olarak artan fiyatlar gibi geçici faktörler tarafından belirlenmiştir (OECD,

2011). Ancak, Bahar’a götüren kalkışmanın temelinde yatan asıl faktörün özünde yapısal

faktörler vardır. Bahar’ı tanımlamak için, hangi yapısal ekonomik, sosyal ve politik faktörlerin

ekonomik performansın geniş halk kitlelerinin refahlarına olumlu bir biçimde yansımasını

engelleyen unsurun ortaya konması gerekmektedir. Çünkü bu sonuca götürecek bir unsur

olacaktır.

Arap Bahar’ına götüren diğer nedenlere bakıldığında, eğitime verilen önemin düşüklüğü

ve özellikle orta ve lise seviyesinde eğitime katılma durumu, eğitimdeki cinsiyetçi ayırımın

yüksek düzeyde olması sayılabilmektedir. Sağlıkla ilgili göstergeler belli ölçülerde kabul

edilebilir olurken, işgücü piyasasına ilişki göstergeler, Bahar’ı açıklayan en önemli faktörler

olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle dünya ile kıyaslandığı zaman üç önemli işsizlik

oranında; genç erkekler, genç kadınlar ve kadınlarda işsizlik oranları dünyanın diğer her

bölgesinden daha yüksek çıktığı görülmüştür. İşgücü piyasasındaki sorun da ise, işgücü

niteliğinin özellikle işgücü talep ile arzının ücrete neden olmayan sebeplerden ötürü

uyuşmaması vardır. Eğitim sistemindeki aksaklık ve bozuklukların olması işgücü planlaması

ile paralel bir düzeyde oluşum içinde olmaması, bölgedeki diğer önemli sorun olan

girişimciliğin de yetersiz düzeyde kalmasına sebep olmuştur. Tarım sektöründe toprak ve

mülkiyet hakları ile ilgili oluşan problemlerin Bahar’daki diğer önemli ekonomik nedenlerini

oluşturmaktadır. Mülkiyet üzerine olan düzenlemeler, toprağa ve toprağı işlemek için yeterli

sermayeyi vermek için gerekli finansal fonlara/kredilere erişimin engellendiği hatta tarımsal

olarak yapılmak istenen çalışmaların büyük ölçüde veriminin düştüğü görülmektedir

(Öztürkler, 2014: 11).

Arap Bahar’ının arkasında ekonomik olarak üç neden sıralandığında: İlk neden olarak

devletçi ekonomik ve sosyal kalkınma modelinin kaynakları dağılımında etkin olmayan

müdahaleler sayılmaktadır. İkinci neden olarak, büyük ölçüde birinci nedenin sonucu olan

bağımsız, rekabetçi ve dünya çapında piyasalarla bütünleşmiş bir özel sektörün olmamasıdır.

Üçüncü son neden ise, OKA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) bölgesinin parçalanmış coğrafi

alanlar biçiminde olması ve bu birimler arasında ticareti ve faktör dolaşımını engelleyen

unsurun olmasıdır (Malik and Awadallah, 2011).

Arap Bahar’ını her uzman görüş farklı farklı şekilde sıralamıştır. Bu nedenler genel olarak

birbirine benzer ya da paraleldir. Ancak en temele bakıldığı zaman hükümet başarısızlığının en

temel unsur olduğunu yapılan her analizde Arap Bahar’ının, ekonomik nedenlerinin temeli

olarak ortaya konmuştur. Arkasında yatan iki temel etmenden birisinin işsizlik, diğerinin ise

yoksulluk olduğunu açıkça ortaya konmuştur.

Page 73: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

66

3.1. Arap Bahar’ının Ekonomik Sonuçları

Arap Bahar’ının ekonomik sonuçlara bakıldığı zaman işsizliğin, gelirin, büyüme gibi

rakamlarının değişken olduğunu aşağıdaki tablolarda görmekteyiz. Bu yapılan tablolar da

konumuz da ele aldığımız Tunus, Mısır, Libya ve Suriye olacaktır. İlk olarak ülkelerin GSYİH

rakamlarına bakılacak olunursa;

Tablo 1. 2010-2018 Yılları Arası GSYİH Rakamları

GSYİH (mevcut ABD Doları)

2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018

Tunus 44,051 45,811 45,044 46,251 47,588 43,157 42,063 40,257 39,80

Mısır 218,888 236,002 279,373 288,586 305,53 332,698 332,928 235,369 250,895

Suriye 59,15 --- --- --- --- --- --- --- ---

Libya 74,773 34,699 81,874 65,503 41,143 29,275 32,257 50,984 48,319

Kaynak: TUİK

Ele alınan ülkelerin Arap Bahar’ı öncesi 2010 yılına bakıldığı zaman GSYİH rakamları

milyar dolar üzerinden gösterilmiştir. Ekonomik olarak Mısır’ın diğer üç ülkeye göre GSYİH

rakamının yüksek olduğunu görülmektedir. Arap Bahar’ı sonrasın ülkelerin gelirleri özellikle

Tunus ve Mısır’ın artarken, Suriye’de veri elde edilemediğini ve Libya’da yarı yarıya yakın

düzeyde azalma olduğunu görülmektedir. Suriye’de veri elde edilememesi sebebi olarak ülke

içi karışıklığın fazla olması, iç savaşın çıkması, dış güçlerin müdahaleleri gibi birçok unsur

sayılabilmektedir. Arap Bahar’ı Suriye için tamamen kapalı bir ekonomi modeline

dönüşmesine neden olmuştur. Diğer sıkıntılı olan ülke Libya’da ise diktatörlük rejimi

yıkıldıktan sonra demokrasiye geçişte zorluğun etkisini ulusal gelire yansıdı görülmüştür. Hatta

ülkenin inişli çıkışlı bir yapının olması da ülkenin demokrasiye geçiş sürecinde yaşadığı zorluğu

göstermektedir.

Tablo 2: 2010-2018 Yılları Arası Enflasyon Rakamları

Enflasyon, GSYİH Deflatörü (yıllık%)

2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018

Tunus 3,815 4,279 4,896 3,823 4,411 3,59 5,55 5,73 6,48

Mısır 10,10 11,64 19,49 8,71 11,24 9,93 6,24 22,93 21,42

Suriye 3,80 7,90 --- --- --- --- --- --- ---

Libya 14,16 18,25 8,98 -6,66 -17,3 -15 14,00 24,44 15,79

Kaynak: TUİK

Page 74: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

67

Ülkelerin enflasyon oranlarına bakıldığı zaman, Arap Bahar’ı öncesi ve sonrasında

enflasyon rakamlarında artışların olduğu görülmektedir. Tunus’ta enflasyon oranı rakamları tek

haneli düzeyde olmuştur. Mısır, enflasyon rakamlarında bir düzensizlik görülmektedir. Bunun

nedeni olarak ülke içinde karışıklığın olması en temel etkendir. Hatta ülke içinde istikrarsız bir

yapının oluşu ve seçimle gelen Cumhurbaşkanın darbe ile düşürülmesi enflasyonun

dengesizliğini göstermektedir. Suriye’de yaşanan Arap Bahar’ında 2010 yılından 2011 yılına

geçişte yaklaşık yarı yarıya bir artışın olduğu görülmüştür. Sonraki yıllarda ülke kapalı bir hal

aldığından ötürü verilerine ulaşılamamıştır. Libya ise en düzensiz ülke olarak karşımıza

çıkmaktadır. Enflasyon rakamlarının inişli-çıkışlı bir seyir halinde olması ve bazı yıllarda eksi

enflasyon düzeyinin olması ülkenin ne kadar karmaşık halde olduğunu bize göstermektedir.

Tablo 3: 2010-2018 Yılları Arasında İşsizlik Rakamları

İşsizlik Oranı (%)

2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018

Tunus 13 18,6 17,4 15,8 15,1 15,2 15,5 --- ---

Mısır 9 12 12,7 13,2 12,9 12,8 12,6 --- ---

Suriye 8,6 14,9 --- --- --- --- --- --- ---

Libya --- --- --- --- --- --- --- --- ---

Kaynak: TUİK

İşsizlik rakamlarına bakıldığında ülkelerin çift haneli rakamlarda olduğu görülmektedir.

Tunus ve Mısır’ın 2017 ve 2018 yıllarında işsizlik rakamlarına ulaşılamamıştır. Suriye Arap

Bahar’ı sonrasında verileri açıklamayan ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Libya’da ise veri

girişinin hiç olmaması ülkenin bir yönden işsizliğinin olmadığını göstermesi ya da yüksek

oranlı işsizliğin olduğunu düşündürmeye itmektedir.

Sonuç olarak tablolara bakıldığı zaman ülkelerin Arap Bahar’ı öncesinde ve sonrasında

rakamlarda değişikliklerin olduğu görülmektedir. Bu değişikliklerin altında yatan nedenler ise,

ülkelerin temel gıda tüketimine zam yapmaları, geçimsizlik düzeyinin artması ama en önemlisi

ülkeyi yöneten kesimin ve zengin kesimin hiçbir şekilde bu zam gibi şeylerden etkilenmeyip

hayatlarını devam ettirmeleri olmuştur. Tabloların bize söylediği, ülkelerin ne kadar zor ve kötü

şartlarda olduğunu göstermektedir. Hatta veri açıklamayan ülkelerin özellikle Suriye ve

Libya’da karışıklığın, iç savaşın, isyanın yüksek düzeylerde olduğunu göstermektedir.

Toparlayacak olunursa Arap Bahar’ı ele aldığımız ülkelerde Tunus’ta Bahar’ın gelebileceğini

ve diğer ülkelere örnek olabileceğini göstermiştir. Ama zamanın ilerlemesi ile beraber ülkelere

sadece ufak etkiler ederek daha sonrasında işin içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürüklediğini

göstermiştir.

4. SONUÇ

Birçok uzman görüşün savunduğu Arap Bahar’ının, Bahar mı getirdiği yoksa Bahar’ı

götürdüğü tartışmalarıdır. Çünkü Arap Bahar’ı ilk olarak Tunus’ta başlayıp daha sonra domino

taşı etkisiyle diğer Arap ülkelerine yayılmıştır. Tunus’un ilham verdiği ülkeler olmakla beraber

daha fazla karmaşaya götürdüğü ülkelerde olmuştur. Yaptığımız çalışmada Mısır, Tunus’tan

aşırı şekilde etkilenmiştir. Ama etkilenme süresi çok fazla olmamıştır. Seçimle gelen

Cumhurbaşkanını darbe ile yönetiminden indirerek tekrar eski haline gelmesine neden

olmuştur. Aynı şekilde Suriye ve Libya’da başkaldırı olmasıyla beraber iç savaşın çıkmasına

sebebiyet vermiştir. Çalışmamızda uzmanların Bahar mı yoksa Kış mı geldiği sorusuna yanıtını

Tunus için Bahar, diğer üç ülke için Kış geldiğini söyleyebiliriz.

Page 75: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

68

Arap Bahar’ının özünde sosyal, siyasal, ekonomik olarak birçok nedenden

kaynaklanmaktadır. Yaşanılan bu süreçte birçok Arap ülkesi açısından sancılı geçmiştir.

Olayların yaşandığı süreçte halkın başkaldırması, yönetim şekline etki etmeleri ve insan

gücünün istediği zaman neler yapabileceğini göstereceğinin en güzel kanıtı olmuştur. Arap

ülkelerinde baskıcı rejimlerin olması, insan haklarının kısıtlı olması, uzun süren yıllar

diktatörlük rejiminin varlığının yıkılması Arap Bahar’ının etkisini göstermiştir. Sosyal ve siyasi

yönden değişimlerin hala devam etmesinin uzun yıllar alacağını hatta eski yönetim şeklinden

kalacak izlerin bulunacağı da unutulmamalıdır.

Arap Bahar’ı sonrasında gelinen bu noktalarda tekrardan geriye dönüşlerin olmaması için

özellikle istikrarlı, sürdürülebilir büyümeyi, işsizliği azaltmayı, istihdam düzeyini arttırmayı ve

ekonomik büyümeyi sağlayan reformları uygulamaya koymaları gerekmektedir. Özellikle dış

güçlerin, ülkeler üzerindeki etkilerini en aza indirmeleri gerekmektedir.

Son olarak Arap Bahar’ında uzun dönemde olması gereken temel unsurların gelir

dağılımındaki bozulma ve yoksulluğun ortanda kaldırılması için çaba verilmesi gerektiğini, kısa

dönemde olayların başladığı andan ve sıcaklığın yüksek olduğu anlarda geniş halk kitlelerinin

refah düzeyini büyük ölçüde etkileyen gıda fiyatlarındaki dalgalanma en aza indirilmelidir.

Çünkü halkların isyan etmesindeki yatan en temel neden açlık, yoksulluk, işsizlik ve geçim

sıkıntısıdır. Bahar’ın yaşandığı her ülkede ekonomi de çeşitlendirme olmalıdır. Tek bir

ekonomik geçim kaynağı üzerinden gidilmemelidir.

KAYNAKÇA

Acar, A. (2012) Wall Street'i İşgal Et Hareketi. Yurt ve Dünya Dergisi, Sayı: 3: 1318, http:

//yiutvedtinya.net/Sayi3/yurtvedunyasayi3.pdf, (19 Ekim 2012).

Akbaş, Z., Arslan D.Z. (2012) “Libya’daki Arap Bahar’ına Yönelik Türk Dış Politikasına

Konstrüktivist Bir Yaklaşım”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(8): 68.

Akbıyık, N. ve Öztürk, M. (2012) “Sivil Toplum ve Sosyal Medya Perspektifinde “Arap

Baharı” ve “Wall Strett’i İşgal Et” Eylemleri”, II. Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset

Kongresi II, Malatya.

Akgür, M. ve Roca, D.B. (1997). “Mısır Ülke Etüdü”, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul, Lebib

Yalkın Yayınları, s. 10.

Akın, A. (2012) Arap Baharının Suriye'ye Etkisi: Suriye iç Savaşa mı Sürükleniyor?,

www.stratejikanaliz.com., http:

//www.stratejikanaliz.com/kategoriler/dis_politika/suriye/arap_bahadnin_suriyeye

_etkisi.htm, (07 Ağustos 2012).

Arslan, A. (2003) “İslam, Ortadoğu, Anglosaksonlar”, Birikim Dergisi, 169: 23-43.

Atalay, O. (2013) “Suriye Direnişi 42 yıllık Baas Diktatörlüğünün Sonu”, İstanbul: Yarın

Yayınları.

Ayhan, V. (2012) “Tunus İsyanı: Arapların Devrim Ateşini Yakması” Ortadoğu Etütleri, III.

Bacık, G. (2011) “Lord Mark Malloch-Brown.. Middle East: The Economins Of The Arab

Spring”, The World Today, 67(8/9): 16-18.

Baragona, S. (2011) Food Price Spikes Helped Trigger Arab Spring, Voice of America,

www.voanews.com/english/news/middle-east/economy-and-business/2011Food-Price-

Spikes-Helped-Trigger-Arab-Spring-135576278.html, (27 Ekim 2019).

Başkan, B. (2011) “Buazizi’nin Yaktığı Ateş: 21. yy. Başında Arap İsyanları”, Akademik Orta

Doğu, 6(1).

Page 76: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

69

BBC (2012) Libya’nın Yeni Seçim Yasası Açıklandı, Haber Türkçe internet Sayfası, http:

//www.bbc.co.uk/turkce/habeder/2012/02/120209_libya_election_Iaw.shtml, (10 Haziran

2012).

Bianco, M. (1974) “Kaddafi Çölün Elçisi”, Basım yeri yok.

Bölme, S.M. (2011) “Batı ve Kaddafi Makasında Libya”, SETAV Yayınları, Rapor No: 3: 9.

Bölme, S.M. Ulutaş, U. (2011) “İsyan, Müdahale ve Sonrası: Libya'da Dönüşümün Sancıları”,

SETAV Yayınları, Rapor No: 5.

Byman, D. (2012) “Regime Change in The MiddIe East: Problemsand Prospects', Political

Science Quarterly”, 127(1): 26.

CNNTÜRK (2012) 'Libya'da Seçim Öncesi Gerilim Yüksek', http:

//www.cnnturk.com/2012/dunya/07/06/libyada.secim.oncesi.gedlim.yuksek/66801

2.0/index.html, (22 Temmuz 2012).

Çetiner, G. (2012) Yalancı 'Arap Bahar’ı', http: //drcetiner.org/ekonomi/yalanciarap-

bahari.html.php, (20 Ekim 2012).

Çimen A. (2011) “Tarihi Değiştiren Diktatörler”, İstanbul: Timaş Yayınları.

Dalıbor, R. (2012) “Economic Transitions: Learning from Central Europe”, Policiy Review,

October-November, ss. 69-79.

Demir H. (2011). “Bingazi’de Türkiye ve Batı Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Çalışma”,

Ortadoğu Analiz, 3 (33): 49-58.

Dinçer, O.B. ve Coşkun, G. (2011) “Tunus ve Mısır’da Sancılı Dönüşüm, Uluslararası Stratejik

Araştırmalar Kurumu” , USAK Yayınlan, Analiz No: 6, s: 11.

Erdoğan, A. (2011) “Arap Bahar’ı”, İstanbul: DUBAM Yayınları.

EURONEWS (2011),'Economic Dimension of Arab Revolts, (03.11.2019).

Gözen, R. (2016) “Arap Baharı Girdabında Eski Ve Yeni Ortadoğu Dinamikleri”, II.

Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, ss. 135-147.

Kaddafi, M. (1976) “Yeşil Kitap”, Libya: Halk Bürosu Yayınları.

Karaağaçlı, A. (2011) Arap Bahar’ına Farklı Bakış, http: //www.bilgesam.org/tr/

index.php?option=com content&view=article&id=1067: arap-bahama-farkl-bak &catid = 77:

ortadogu-analizler&Itemid=150, (25 Ekim 2019).

Khourı, R. (2011) Drop The Orientalist Term, 'Arab Spring', http: //www.dailystar.

com.lb/Opinion/Columnist/2011/Aug-17/Drop-the-Orientalist-tenn-

ArabSpring.ashx#axzzlmhR03jGW, (19 Eylül 2012).

Kışlakçı, T. (2012) “Arap Baharı”, İstanbul: Mana Yayınları.

Kibaroğlu, M. (2011) “Arap Bahan ve Türkiye. Adam Akademi”, I(2): 26.

Koçak, K. A. (2013, Eylül) Mısır: Demokratikleşme Yolunda İki Adım İleri Bir Adım Geri,

http: //www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2013/sayi23/5-53.pdf , (13.12.2017).

Kona, G.G. (2003) “Yeni Ortadoğu ve Düşündürdükleri”, Görüş Dergisi, 54(55): 18-21.

Kutlay, M. ve Dinçer, O.B. (2011) Arap Bahar’ı, Türkiye-AB işbirliğini Yeniden Ateşler Mi?

Analist Dergisi, http: //www.usakanalist.com/ content/arap-baharturkiye-ab-birli-ini-yeniden-

ate-ler-mi-87/, (25 Eylül 2019).

Page 77: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

70

Malik, A. ve Awadallh, B. (2011) “The Economics of Arab Spring”, CSAE Working Paper,

WPS/2011-23, December 2011.

Mominkulov, C. (2019) Arap Dünyasında Yaşanan Olayların Temel Sebepleri ve Bölgeye

Etkisi, http;//www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3118, (24 Ekim 2019).

Muhammed, M.B. (2011), 'İşade Duveliyye Bi'ntihabati Tunus', Al-Jaazera Arabic News

internet Page, (26 Ekim 2011).

Nazım, M. (T.Y) “Arap Bahar'ında Sancılı Bir Devrim: Libya”, Academia, https:

//www.academia.edu/25841801/ARAP_BAHARINDA_SANCILI_B%C4%B0R_DEVR%C4

%B0M_L%C4%B0BYA, (15.11.2019).

Orhan, O. (2000) “Suriye'de Yeni Dönem: Göz Doktoru iş Başında”, Stratejik Analiz Dergisi,

8: 45-49.

ORSAM, (2013) “Orta Doğuda Yaşanan Son Gelişmeler”, Kasım, 5(59).

Özkaya, A.N. (2006) “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devletinin Politikaları”,

Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayını,

2(8): 102.

Öztürkler, H. (2014) “Arap Baharı’nın Ekonomik Analizi, Akademik”, Orta Doğu, 8(2).

Paksoy, S., Paksoy, H.M. ve Erdal, A. (2013) “Küreselleşmenin Sosyo-Politik Etkileri: Arap

Baharı”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 46 (46): 170-182.

Powell, J. (2012) “A Lasting Glow: Seizing The Optimism of The Arab Spring, Public Policy

Research”, 18(4): 20.

Pranger, R.J. (2011) “The Arab Springs: America's Search For Relevancy”, Mediterranean

Quarterly, 22(4): 29.

Sağsen, İ. (2011) “Arap Bahan Türk Dış Politikası ve Dış Algılaması”, Ortadoğu Analiz, 3(31-

32): 208.

Stewart, D.J. (2009) “The Middle East Today: Political, Geographicaland Cultural

Perspectives”, Londra, Routledge Publishing, s. 53.

Şen, S. (2004) “Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi”, İstanbul:

Birey Yayımcılık.

Şulul, C. (2015) “Arap Devrimlerinin Geleceği”, Sobider, 2(4): 12-117.

Tan, M., Belli, A., Aydın, A. (2013) “2002 Sonrasında Arap Baharı Kapsamında Türkiye

Suriye İlişkileri ve Bölgesel Yansımaları”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İİBF 2.

Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Cilt 2, Kahramanmaraş.

Tanrıverdi, N. (2011) “Tunus’ta Halk Ayaklanması: Nedenleri ve Etkileri”, Ortadoğu Analiz,

3(26): 27-33.

Tür, Ö. (2009) “Mısırda Ekonomik Kalkınma Cabaları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Dergisi, 41: 191.

Uysal, A. (2011) “Orta Doğu’da Türkiye Algısı: Mısır Örneği”, SDE Yayınları, s. 27.

Wakin, E. (1996) “Contemporary Political Leaders Of The Middle East”, Facts On File, New

York, s. 57-60.

Page 78: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

71

YALIN ÜRETİM ARAÇLARININ FARKLI SEKTÖRLERDE

KULLANIMININ İNCELENMESİ VE ETKİNLİK DEĞERLENDİRMESİ

Dr. Öğr. Üyesi Engin Çakır

Aydın ADÜ, Nazilli İİBF, İşletme Bölümü, Nazilli, Aydın, [email protected]

Arş. Gör. İsmail Öztanır

Aydın ADÜ, Nazilli İİBF, İşletme Bölümü, Nazilli, Aydın, [email protected]

Özet

Yalın Üretimin temel amacı, işletmelerde üretim ve hizmet süreçlerini israflardan arındırarak maliyetlerin

azaltılmasını sağlamak, katma değer yaratan süreçleri artırarak müşteri memnuniyetini ve sürekli iyileştirmeyi

sağlamaktır. Bu amaçla, Tam Zamanında Üretim, Kanban (çekme sistemi), Kaizen (sürekli iyileştirme), 5S, Sürekli

Akış, Değer Akış Haritalama, Poka Yoke (hataların üretim sürecinde ayıklanması), Toplam Üretken Bakım, SMED

(Single Minute Exchange of Dies – Tip Değişimlerinin Tekli Dakikalara Düşürülmesi) gibi birçok Yalın Üretim

tekniği geliştirilmiştir. Otomotiv endüstrisinde geliştirilen ve yoğun olarak kullanılan bu teknikler, zaman içinde

diğer endüstrilere de yayılmıştır. Günümüzde madencilik sektöründen sağlık sektörüne kadar farklı sektörlerden

pek çok firma bu teknikleri kullanarak iş süreçlerini iyileştirmeye çalışmaktadır.

Bu çalışma 2010 ile 2019 yılları arasında yayınlanan ulusal ve uluslararası literatüre dayanarak

hazırlanmıştır. Çeşitli endüstrilerdeki yalın araç ve tekniklerinin seçimini etkileyen faktörlerin açıklanması ve

uygulanmasına dair genel çerçeveyi çizmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca yalın üretimin uygulanması sonrası iş

süreçlerine yaptığı katkılar da çalışma kapsamında incelenmektedir. Bu kapsamda ülkemizdeki işletmelerin de

fayda sağlayabileceği uygulamalar ve öneriler sunulmaktadır.

Anahtar kelimeler: Yalın Üretim, Sürekli İyileştirme, İsraf Azaltma, Katma Değerli İşler, Sürdürülebilir Gelişme

JEL Kodları: L60, M10, M11

INVESTIGATION OF THE USE OF LEAN PRODUCTION INSTRUMENTS IN

DIFFERENT BUSINESSES AND EVALUATION OF INSTRUMENT EFFICIENCY

Abstract

The main objective of Lean Manufacturing is to reduce costs by eliminating waste from production and

service processes of enterprises, and to ensure customer satisfaction and continuous improvement by increasing

the value added processes. For this purpose, many Lean Manufacturing techniques have been developed such as

JIT (Just in Time), Kanban (pull system), Kaizen (continuous improvement), 5S, Continuous Flow, Value Stream

Mapping, Poka Yoke (detecting failures during production processes), TPM (Total Productive Maintenance),

SMED (Single Minute Exchange of Dies). Developed and used extensively in the automotive industry, these

techniques have spread to other industries over time. Nowadays, many companies from different businesses

ranging from mining to health sector are trying to improve their business processes by using these tools.

This study was prepared based on national and international literature published between 2010 and 2019.

It aims to provide a general framework for explaining the factors affecting the choice of a lean tool and also

implementing them in various industries. In addition, the contributions provided to the business processes after

the implementation of lean tool are examined in the frame of the study. Within this scope, implementations and

suggestions that Turkish enterprises may benefit are also presented.

Key Words: Lean Manufacturing, Continuous Improvement, Waste Elimination, Value Added Tasks, Sustainable

Development

JEL Codes: L60, M10, M11

1. Giriş

Günümüz şartlarında işletmelerin yoğun rekabet şartlarında ayakta kalabilmek için

sürekli yenilik içinde olmaları, müşteri istek ve beklentilerini çok iyi öngörerek müşteri odaklı

üretim yapmaları zorunlu hale gelmiştir. Müşteriye sunulan ürün veya hizmetin rakip firmalara

oranla daha kaliteli, daha ucuz olması için yalın üretim tekniklerinin ve sürekli kalite anlayışının

rekabet piyasasının yeni bir dinamiği olarak tüm süreçlere sokulması gerekmektedir (Çakır,

2011: 1).

Page 79: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

72

Yalın üretim kavramı isminden de anlaşılacağı üzere gereksiz adımların ve israfların

süreçlerden atılarak en kısa sürede müşterinin istediği kaliteyi oluşturmaya çalışan üretim

tekniğidir. Bir organizasyonda gereksiz hiçbir sürecin olmadığı, maliyetin düşük, hatanın az,

stokların sıfır, iyileştirmenin sürekli ve müşteri memnuniyetinin de en yüksek düzeyde

tutulduğu üretim sistemi olarak da tanımlanabilir (Çakır, 2019: 23).

Toyota’nın ilk olarak benimsediği ve bugün her ülkeye ve tüm iş kollarına yayılan üretim

yönteminin özü yalınlıktır. Freeman ve Soete’ye göre Yalın Üretim, basit olarak tarif edilirse,

“ürünün üretilmesinden, dağıtılmasına ve müşteriye ulaşmasına kadar geçen zamanın

azaltılması ve israfın değerden elimine edilmesidir” (Freeman ve Soete, 2003:176).

2.Literatür

2.1.İmalat İşletmelerinde Yalın Üretim Çalışmaları

2019 yılında mobilya sektöründe üretimde verimliliği artırmaya yönelik olarak yapılan

5S uygulamalarını konu alan bir çalışma yapılmıştır. İzmir’de faaliyet gösteren büyük ölçekli

bir mobilya firmasında, aksesuar hazırlık bölümünden koltuk-kanepe montaj hattına kadar tüm

imalat ve montaj bölümlerinde gerçekleştirilen 5S uygulamalarına ait öncesi-sonrası

durumların fotoğraflanmasıyla sektör için örneklendirme yapılmıştır. Bu kapsamda; Montaj

hatlarında esnek üretim mantığına uygun, farklı ürün tasarımları için değişken iş akışlarına

kolaylıkla uyum sağlayabilen iş istasyonları tasarlanmış, böylece hat verimliliğinde önemli

zaman kazancı sağlanmış ve yarı mamullerin ara stok alanlarında muhafazasının zorluğu

nedeniyle oluşan kalite kayıpları düşürülmüştür. Katma değersiz faaliyetlerin ortadan

kaldırılması ve iş zenginleştirme gibi uygulamalar ile konfeksiyon bölümüne ait ilgili iş

istasyonlarında yaklaşık %38 etkinlik artışı elde edilmiştir. Ele alınan işletmede farklı iş

istasyonlarında gerçekleştirilen 5S uygulamaları ile zaman, mekân-yer, personel ve teknoloji

kullanımlarındaki israflar azaltılmış, süreç içi kalite hatalarını en aza indirerek önemli

kazanımlar sağlanmıştır (Karşıyaka ve Sütçü, 2019: 87-101).

2018 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada yalın üretime yönelik

yapılan kapsamlı literatür taramalarından ziyade teorik konuların pratikteki yerine dikkat

çekilmiş ve yalın üretim teknikleri kullanılarak yapılan uygulama sonuçları ortaya konulmuştur.

Bu kapsamda, orta ölçekli bir sanayi kuruluşunda yapılan yalın üretim çalışmaları

aktarılmaktadır. Bu çalışmalar arasında 5S, SMED, TKY, TPM bulunmaktadır. Uygulamada

yer alan yalın üretim çalışmaları, incelemeye alınan ürünlerin (hammadde, mamul ve yarı

mamul) stok durumunun iyileştirilmesine yönelik başlatılmıştır. Üretim süresinin iyileştirilmesi

için iş yeri düzeni, kalite ve bakım problemleri ile birlikte ele alınan konuların çözümü

sağlanmıştır. Çalışma kapsamında yapılan iyileştirmeler bir bütün içinde incelendiğinde,

işletmenin 105.599 Euro kazanımı olduğu görülmektedir. Gereksiz taşımalar ve hareketlerden

uzak durarak israfın önlenmesine yönelik yapılan iyileştirmeler ile işletme 105.599 Euro

tasarruf etmektedir. Bununla birlikte daha da dikkat çekici olan işletme kayıp zaman ve işçilik

değerlerine üretime dönüştürdüğünde katma değeri olmayan işlerin katma değerli zaman olarak

kullanılması durumunda 3.485.714 Euro kazanç olduğu çalışmada belirtilmiştir (Sarı, 2018:

585-600).

2018 yılında Kocaeli ilinde otomotiv sektöründe yapılan çalışmada yalın üretim odaklı

şekillenen Japon yönetim modelinin Türkiye’deki otomotiv sektöründe çalışanlara uygunluğu

incelenmiştir. Araştırmada yalın üretime dayalı Japon yönetim modeline ilişkin aile

oryantasyonu, açık iletişim, takım çalışması ve bilgi düzeyi boyutları incelenmiştir. Araştırma

sonuçları Japon yönetim modelinin Türk otomotiv sektörü çalışanları açısından uygun ve

uygulanabilir bir yöntem olduğu, çalışanların bu modele gerek zihinsel anlamda, gerekse

örgütsel anlamda adaptasyonun yüksek düzeyde olduğu görülmüştür. Japon üretim modelinin

Türk toplumuna uygunluğunun en önemli nedenlerinden birisi de, kültürel farklılıklar, bireysel

Page 80: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

73

farklılıklar gibi sosyal ya da toplumsal konulardan ziyade, üretim ile ilişkili olan hususların

daha fazla üzerinde durmasıdır. Dolayısı ile sadece üretim fonksiyonları üzerine odaklanan,

üretimde en yüksek verimlilik ile en az gereksiz masrafı sağlayan bir yapının, rekabette ve

günümüz koşullarında ayakta kalması daha kolaydır. Ülkemizde otomotiv sektörünün

başarısında da bu yaklaşımın rolünün olduğu ifade edilebilir (Turan, 2018: 451-459).

2017 yılında madencilik sektöründe yapılan yalın üretim çalışmasında Yalın Üretim

yaklaşımının birinci ve en önemli adımı “Değer” tanımı olarak gösterilmektedir. Maden için

değerin tanımı yapıldıktan sonraki aşama değere katkı sağlamayan israfların giderilmesidir.

Bunun içinde israf giderme prensipleri kabul edilmelidir. Uygulamada görsel kontrol ve 5S

yalın felsefeye geçmenin başlangıcıdır. Daha sonra sürekli iyileştirmeler için standartlar

geliştirilmelidir. Bu standartları geliştirmeye çalışanlar mutlaka dahil edilmelidir. TPM

yaklaşımı makine hazır bulunması ve güvenilirliği için mutlaka uygulanmalıdır. Tedarikçilerin

entegrasyonu madencilik için oldukça yararlı olacaktır. Burada klasik tedarikçilerden ziyade

taşeron firmaların entegrasyonu önemlidir. Taşeron firmalarda çalışma ortamını iyileştirip kaza

oranlarında azalışa gideceklerdir. Yalın üretim konusunun madencilik için göreceli olarak yeni

bir konu olduğu bu çalışmada ifade edilmektedir. Müşteriler ve rakipler tarafından yeterli

baskıya maruz kalmayan işletmeler, süreçlerini yeniden tasarlama noktasında isteksiz

davranmaktadırlar. Ayrıca çoğu işletme yapılacak çalışmaların kendilerine ek bir maliyet

getireceği düşüncesiyle de bu değişime soğuk bakmaktadırlar. Fakat yapılacak değişikliklerle

israflar önleneceğinden işletmelere ek maliyet değil kazanç sağlanacağı bu çalışmada

belirtilmektedir (Öztürk ve Elevli, 2017: 24-32).

2016 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan doktora tezi çalışmasında üretim

sürecinde ortaya çıkabilen ve yalın düşünce açısından değer yaratmayan faaliyetler olarak

nitelendirilen israf türleri ile uygulama yapılan firmaya uygun olarak seçilen performans

göstergeleri arasındaki etkileşimleri açıklayan bir model ortaya konulmuştur. Literatürden

referans alınan bir model yardımıyla ortaya konulan ilişki ve etkileşimler DEMATEL

yöntemiyle sunulmuştur. Bu çalışmada yedi temel israf türü (ürün hatası, fazla üretim, stoklar,

gereksiz işlem, gereksiz taşıma, gereksiz hareket ve bekleme) ile yedi performans ölçütü

(üretilen iş miktarı, verimlilik, süreç kalitesi, takt zamanı, üretim dengeleme, toplam ekipman

etkinliği ve ara stok miktarı) arasındaki ilişki ve etkileşimin belirlenmesine yönelik bir model

ve analizler yer almıştır. Referans alınan model yardımıyla yapılan analizlere göre, israf

türlerinin performans ölçütleri üzerindeki etki sıralaması ile performans ölçütlerinin israf türleri

üzerindeki etki sıralaması ayrı ayrı belirlenmiştir. İsraf türleri dikkate alındığında etki düzeyi

en yüksek israf türlerinin sırasıyla ürün/süreç kusurları, fazla stok, fazla üretim olduğu tespit

edilmiştir. Performans ölçütleri dikkate alındığında ise etki düzeyi en yüksek performans

ölçütlerinin ise sırasıyla toplam ekipman etkinliği, verimlilik ve süreç kalitesi olduğu

bulunmuştur (Ayçin, 2016: 1-156).

2016 yılında Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada değer akış haritalama (DAH)

tekniği incelenerek bir traktör işletmesinde uygulama yapılmıştır. Bu çalışmada, traktör

sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın sac işleme atölyesindeki platform üretiminde oluşan

darboğazın montaj hatlarına olan olumsuz etkisi ele alınmıştır. Değer akış haritalama metodu

kullanılarak yapılan iyileştirme projesinde, üretim sürecinin işleyişi, süreç üzerindeki israflar

ve israf kaynakları belirlenmeye çalışılmıştır. Mevcut durum analizi yapılarak iyileştirme

önerileri sunulmuştur. Tasarlanan süreç iyileştirme projesinde, mevcut DAH’a göre toplam akış

süresi 13,08 gün olarak belirlenmiştir. Gelecek durum haritası ile toplam akış süresi 4,35 güne

indirilmiştir. Atölyede uygulamaya geçilen bu yerleşim planı ile akış süresinde % 66,7’lik bir

iyileştirme sağlanmıştır. Mevcut durumda (atölye tipi üretim) çevrim süresi (değer katan

faaliyetler) 6.360 saniye olan platform imalatı, hücresel imalata geçilerek, % 8’lik bir

iyileştirme ile 5.880 saniyeye düşürülmüştür. Bu uygulama, firmanın yalın üretime geçiş

sürecinde yaptığı faaliyetlerinden birisidir. Malzeme taşıma maliyetlerinde ve çevrim

Page 81: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

74

sürelerinde azalma gözlemlenirken, aynı zamanda süreç stokları da minimize edilmiştir.

Oluşturulan haritanın diğer hatlar için de genişletilmesi gelecek çalışmalar için kaynak

oluşturacaktır. DAH projeleri periyodik olarak firmanın diğer bölümlerinde de uygulanırsa,

imalat süreçlerinden daha iyi performans alınabileceği öngörülmektedir (Adalı, Kiraz, Akyüz

ve Halk, 2016: 242-251).

2016 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde yapılan çalışmada bir tekstil

işletmesinde yalın stratejinin faaliyet performansına olan etkisi incelenmiştir. Araştırma

Kahramanmaraş ilinde faaliyet gösteren tekstil üretim işletmelerinde anket yöntemi

kullanılarak yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre yalın üretim uygulamalarından akış

yönetimi (FM) ile operasyonel performans arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir.

Diğer bir deyişle akış yönetimi arttıkça operasyonel performans da artmaktadır. Araştırma

çıktılarına göre Tam Zamanında Üretim (JIT) uygulamaları Kobilere nazaran büyük ölçekli

işletmelerde daha büyük etkisi olduğu, bunun yanında Atık Minimizasyonu uygulamalarının

büyük ölçekli işletmelerden çok KOBİ’lerde operasyonel performans üzerinde daha etkin

olduğu anlaşılmaktadır. İlaveten Akış Yönetimi ile ilgili uygulamaların operasyonel

performansa etkisi göreceli olarak daha düşük olduğu anlaşılmaktadır (Koska, Göksu ve

Sünbül, 2016: 283-296).

2015 yılında Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir diğer çalışmada kauçuk sektöründe

Poka Yoke uygulaması incelenmiştir. Poka-Yoke, bilinen endüstrinin çeşitli sektörlerinde

yaygın olarak kullanılan bir teknik olmakla birlikte kauçuk sektöründe malzeme bölümü için

Poka-Yoke uygulaması, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde yaygın bir teknik olarak

gözükmemektedir. Bu uygulama, proje planlama safhasından üretimde işlerlik kazandığı ana

kadar ki dönemde firma personeli tarafından projelendirilmiş tipik bir yalın üretim çalışması

olması sebebiyle de firmaya büyük kazanımlar sağlamaktadır. Poka-Yoke uygulamasıyla,

tecrübeli, tecrübesiz tüm operatörler sistem eğitimini aldığı andan itibaren hatasız bir şekilde

görevlerini yerine getirebilmektedirler ve sonuç olarak operatör kaynaklı malzeme tedarik ve

tartım hataları ve buna bağlı kalite problemleri ortadan kalkmaktadır. İnsan hatasına bağlı

kalitesizlik oranının sıfırlanması firma açısından önemli bir başarı sağlamaktadır. Kanban

sistemiyle entegre bir sistem oluşturularak, üretime yabancı madde (formül dışındaki tüm

hammaddeler de yabancı madde sayılmaktadır) girişini engellemek, üretim zamanını ve

operasyonu standart hale getirmek ve aynı zamanda hedeflenen kalitede yarı mamuller üretmek

uygulaması yapılan bu Poka-Yoke’nin temel amacını oluşturmaktadır. Gerçekleştirilen bu

Poka-Yoke uygulaması işletmedeki yalın üretim tekniklerini daha entegre hale getirmektedir

(Pekin ve Çil, 2015: 163-170).

2014 yılında tekstil sektöründe yapılan bir çalışmada ise yalın üretim tekniklerinden olan

“Heijunka” incelenmiştir. Heijunka yalın üretim araçlarından biridir. Üretim planlamada daha

çok emek isteyen işlerin çevrim zamanını aşmayacak şekilde üretimde dengelenmesi için

kullanılır. Üretim hatlarının ya da kaynaklarının, talepteki değişimlere uyumlu olarak aynı gün

içinde çeşitli ürün tiplerini küçük miktarlarda üretilebilecek şekilde düzenlenmesi gerekir.

Heijunka uygulaması; üretimde talep değişikliklerine, ürün stokunu artırmadan cevap

verilebilmesini, fabrika alanının azalmasını sağlarken, fazla mesai ihtiyacını ortadan kaldırır.

Karışık yüklemenin birincil ve en önemli işlevi, üretimin talep değişikliklerine, (ürün stoku ile

karşılamaksızın) kolayca adapte olabilmesini sağlamaktır. Ayrıca, aynı hatta birden fazla

modelin veya ürünün monte edilmesi, gerekli toplam hat sayısını ve dolayısıyla toplam fabrika

alanını da azaltır. Karışık yüklemenin bir üçüncü işlevi de, ürünlerin müşterilere istenilen

sipariş çeşidine erişildikten hemen sonra sevk edilebilmelerini sağlayarak, üreticileri gereksiz

stok alanı bulundurma zorunluluğundan kurtarmaktır. Sonuç olarak Heijunka tüm üretim

hattında üretimin dengelenmesinde diğer yalın üretim araçlarıyla birlikte büyük kolaylık

sağlamaktadır. Bu çalışmada kesimhanede farklı siparişlerin planlanması için heijunka

uygulaması yapılmıştır. Farklı müşterilere ait siparişler dengeli sıralamayla üretime

Page 82: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

75

gönderilerek yalın üretime uygun planlama yapılmıştır. Kesimhane bölümündeki planlama ile

dikim hattının dengelenmesi de önceden sağlanmış, sipariş termininin gecikmesi üretimin en

başından önlenmeye çalışılmıştır (İşler ve Güner, 2014: 264-267).

2014 yılında Kanban tekniğinin otomotiv sektörüne uygulanmasını konu alan çalışmada

genel hatlarıyla yalın üretimi, konusunu, tarihçesini, tekniklerini ve Kanban tekniğinin Man

Türkiye AŞ’de uygulamasını ele almıştır. Yalın Üretim tekniklerinden biri olan Çekme Sistemi

(Kanban), geleneksel uygulaması zor ve güçlü bir bilgisayar sistemi gerektiren malzeme ihtiyaç

planlaması (MİP) sisteminin en önemli alternatiflerinden birisidir. Yalın Üretim Sistemi bir

bütündür. Bu sistemi ilk aşamada yerleştirmek zor ve çok zaman alabilir. Bu yüzden işletmenin

tümünün katılımı, kararlı bir yönetim ve yeterli finansman desteğinin sağlanması başarıya

ulaşmak için kaçınılmazdır. Fakat sistem bir kere oturtulduğunda maliyetlerde %50’lere varan

bir azalma, üretimde büyük bir artış sağlanır ve müşteri beklentilerine uygun, kaliteli ürün

üretilmesi mümkün olur. Özel olarak Kanban ise MİP’i temel alan ve birçok açıdan ilk

maliyetleri düşüren bir yöntemdir. Özellikle otomotiv sektöründe uygulamalarını

görebileceğimiz bu tekniğin, işletmeye tam anlamıyla bir yalınlık sağladığı bu çalışmada dile

getirilmektedir (Aslantaş, 2014: 1-52).

2.2.İmalat Dışı İşletmelerde Yalın Üretim Çalışmaları

2018 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın düşünceden hareketle yalın üretim ve yalın

muhasebe konusu ele alındıktan sonra yalın performans değerleme yöntemleri, hücre

seviyesinde ve değer akışı seviyesinde açıklanmıştır. Çalışmanın amacı, yalın üretim ortamında

geleneksel performans değerleme yöntemlerinin yetersizliğini ve bu ortam için kullanılabilecek

yalın performans değerleme yöntemlerini açıklamaktır. İşletme stratejisi olarak yalın

düşüncenin benimsenmesi ve yalın üretim tekniklerinin uygulanmaya başlanması sonucunda

faaliyetlerde değişiklikler oluşmakta ve işletmelerin performans değerleme yöntemlerinin

değiştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yalın üretim ve diğer yalın süreçler, yalın düşüncenin

ilkeleri ile tutarlı performans değerleme yöntemlerini gerektirmektedir. Yalın üretim sistemine

geçiş ile birlikte, standart maliyetleme yöntemini kullanan geleneksel muhasebe sistemi, yerini

değer akışı maliyetleme yöntemini kullanan yalın muhasebeye bırakmaktadır. Yalın

işletmelerde, sürekli iyileştirme sağlayan yalın muhasebe aracılığıyla her türlü yöntem, rapor,

tablo, şekil, grafik gibi araçlarla; faaliyet sonuçlarının açık, anlaşılabilir ve karar vermeye

yönelik olarak ortaya konulması sağlanmaktadır. Yalın performans değerleme yöntemleri,

üretimin gerçekten müşteri talebi ile uyumlu olup olmadığı, düşük maliyetli ve hızlı üretilip

üretilemediğinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu amaçla hem finansal hem de

operasyonel performans değerleme ölçüleri kullanılmakta, üretim hücreleri ve değer akışı ile

işletmenin hedefleri ve stratejileri arasında bir bağlantı kurulmaktadır (Türk ve Çeviren, 2018:

221-245).

2016 yılında Şanlıurfa’da yalın üretimin tarımsal işletmelerde verimlilik ve kalite üzerine

etkisinin incelendiği çalışmada yalın Yönetim, Altı Sigma ve bunların birleşiminden meydana

gelen Yalın Altı Sigma metodolojisi özetlenerek, tarımsal işletmelerde neden ve nasıl

kullanılabildiği irdelenmiştir. Sonuç olarak Yalın Altı Sigma metodolojisi katma değeri yüksek

üretim sektörünün yanı sıra, her türlü küçük işletmelerde de kullanılabilmektedir. Özellikle

sürekli desteklenmek zorunda kalınan tarımsal işletmelerde kullanılması aslında bir zorunluluk

haline geldiğini göstermektedir. Ancak Yalın Altı Sigma projeleri yürütülürken gerçekten

başarılı olunmak isteniyorsa değişim felsefesinin başarısını etkileyen üst yönetim desteği, doğru

proje seçimi, yetkin çalışanların varlığı, ileri eğitim, kültürel değişimin oluşturulması, stratejini

belirlenmesi ve müşteri talebinin varlığı gibi unsurların dikkate alınması gerektiği ifade

edilmektedir (Öztürk, 2016: 201-208).

Page 83: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

76

2015 yılında sağlık sisteminde yalın üretim uygulamalarının incelendiği makalede değer

akış haritalama başta olmak üzere yalın üretim uygulamalarının gereksiz zamanları ortadan

kaldırarak hastaların memnuniyet düzeylerini artırdığı belirtilmektedir. Mali açıdan kuruma

çok fazla külfet getirmediği için uygulama açısından yalın üretim tekniklerinin dinamik bir

yapıya sahip olduğu, imalat sektörü gibi süreçler çok ayrıntılı ele alınmadığından hastanedeki

süreçlerin geliştirilmeye açık tarafı çok fazla olduğu, çalışmalara çalışanların aktif katılımı

gerektiği belirtilmekte, ayrıca çalışanlara yalın üretim eğitimleri vererek farkındalık sağlanması

ve değişime karşı direnç göstermelerinin bu şekilde engellenebileceği ifade edilmektedir. 5S

çalışmaları ile de verimlilik artışların çok fazla olduğu ve bilgi akışının hızlandığı dile

getirilmektedir (Turan ve Turan, 2015: 127-132).

2010 yılında yapılan çalışmada yalın üretim tekniklerinin dokuzuncu israf olarak

tanımlanan çevresel atıkların ortadan kaldırılmasındaki rolü araştırılmıştır. Yalın ve çevreye

yönelik sürdürülebilirlik çabaları arasındaki etkili etkileşimin, imalatçı kuruluşların yasal

gerekliliklere uymama risklerinden kaçınmalarını ve operasyonel ve çevresel performansları

iyileştirmelerini sağladığı belirtilmektedir. Bu kapsamda çalışma sürdürülebilir uygulamaları

yalın tekniklerle birleştirmenin yollarını incelemektedir. Bu çalışmanın ayrıca bir kuruluşun

yalın üretim tekniklerini kullanarak çevresel performansını artırmasını sağlayan stratejilere /

tekniklere katkıda bulunduğu belirtilmiştir. Yalın üretimin sunduğu katkılardan bazıları

şunlardır: Yalın uygulamalar yoluyla çevresel atıkların ortadan kaldırılmasına yönelik taahhüt;

çevresel iyileştirme fırsatlarının tanımlanması; çevre, sağlık ve iş güvenliği çalışanlarının çevre

ile ilgili yalın olayların planlanması ve uygulanmasına aktif katılımını sağlaması; süreç

iyileştirme araçlarını kullanarak çevresel atıkları yok edilmesi; 7S işyeri değerlendirme kontrol

listesi kullanılarak çevresel atıkların ortadan kaldırılmasının sistemli olarak yapılması ve kayıt

altına alınması (Vinodh, Arvind ve Somanaathan, 2010: 469-479).

2.3.Yalın Üretim Araçlarının Seçimine Yönelik Karar Destek Sistemi Çalışmaları

2016 yılında yapılan önemli çalışmada işletme özelinde yalın üretim tekniklerinin seçimi

için göz önüne alınması gereken faktörler irdelenmiştir. Her işletmenin kendine özgü bir amacı,

güçlü ve zayıf tarafları farklı olduğu için bütün organizasyonel problemleri çözebilecek tek bir

sihirli tekniğin olmadığı bu çalışmada belirtilmektedir. Doğru yalın üretim tekniğinin

seçilmesinde en önemli faktörün üst yönetimin bu konudaki taahhüdü olduğu ifade edilmiştir.

Üst yönetim taahhüdü olmadan yalın üretim araç ve tekniklerinin uygulanmasının mümkün

olmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca çalışanların uzmanlığı ve yetkinliğini de bu araçların

seçiminde etkili olduğu ifade edilmektedir. Maliyet, zaman ve ayrılacak kaynaklar da seçim

sürecini etkilemektedir. Yalın üretim tekniklerini uygulamadan önce karar vericilerin bu

projeden firmanın elde edeceği potansiyel faydayı bilmeleri gerekmektedir (Yahya,

Mohammad, Omar ve Ramly, 2016: 7721-7727).

2015 yılında yapılan bir araştırmada doğru yalın üretim aracının seçilmesinde imalatçı

KOBİ’lere destek olmak için bir yöntem geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. KOBİ'lerin

mevcut rekabet ortamında başarılı bir şekilde ticaret yapmak için yalın araçları benimsemeleri

gerekir; Bununla birlikte, birçok KOBİ’nin yalın araçlar hakkındaki sınırlı bilgisi nedeniyle, bu

araştırmada KOBİ’ler tarafından en uygun yalın aracı seçmek için kullanılabilecek bir

metodoloji geliştirilmiştir. Literatür, KOBİ'ler tarafından benimsenebilecek uygun yalın

araçların seçilmesi metodolojisi hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu

göstermiştir. Bu konuda çeşitli yöntemler önerilmiştir, ancak imalatçı KOBİ'lere uygun

metodolojilerin ve araçların geliştirilmesine çok az dikkat gösterilmiştir. Bu geliştirilen

metodolojinin bir yararı, yalın araçların ve ilgili yararların üst yönetime açıkça sunulması ve

böylece uygun yalın araç seçiminde güven kazanmalarıdır (Alaskari, Munir Ahmad ve Cuenca,

2015: 62-84).

Page 84: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

77

2013 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim tekniği seçiminde karar verme için

kullanılan modifiye edilmiş VIKOR modelinin uygulanması incelenmiştir. Son yıllarda, yalın

imalatta uygun araç ve teknikleri nasıl belirleyeceğinizi anlamak önemli bir amaç haline

gelmiştir. Bununla birlikte, ampirik sonuçlar önerilen yaklaşımların, genel olarak sırasıyla

üretim sistemlerinin etkinliğini ve etkinliğini yansıtan araç ve tekniklerin dahil edilmesinin

etkilerinin kapsamlı bir ölçüsünü sağladığını göstermektedir. Uygulayıcılara LM'nin amaçlarını

ve uygulamalarını tanımlamada yardımcı olmak için yalın araçlar seçimine olanak veren bir

metodoloji geliştirilmiştir. VIKOR metodu, MCDM problemlerini çelişkili ve telafi edilemez

kriterlerle çözmek için geliştirilmiştir. Uzlaşmanın uyuşmazlıkların çözümü için kabul

edilebilir olduğunu varsayarsak, karar verici, ideale en yakın olan bir çözümü ister ve

alternatifler, belirlenmiş tüm kriterlere göre değerlendirilir. Yeni VIKOR metodu, tüm

alternatifleri ortak / aynı kriterlere göre türetebilir ve sıralayabilir; dahası, her alternatif, kendi

kriterleri ile, uygulayıcıların araç ve teknik seçimini güçlendirmelerine yardımcı olabilir. Bu

nedenle, bu çalışma LM'nin araçlarını ve tekniklerini sıralamak için uygun ve etkili yeni bir

VIKOR yöntemi önermektedir. Bu yeni yöntem kullanılarak yapılan analiz karar vericilere

uygulanan LM araçlarının sıralama düzenini anlamalarına yardımcı oldu. Sonuç olarak, bu

çalışmada önerilen yöntem, yalınlığı elde etmek için yalın araçları sıralamak için uygundur.

Modelin ana katkısı yalın araç uygulamasının etkinliğinin değerlendirilmesidir; Bu nedenle,

literatürde bildirilen modellerde önemli bir eksikliğe işaret etmektedir. Ayrıca, model karar

problemlerini çözmek için farklı disiplinlerde çeşitli mevcut araç ve teknikleri birleştirebilir.

Model ölçüt analizi ve araç analizi ile başlar ve daha sonra belirli bir sistemin mevcut

durumunu, hedefleri belirleyerek, Delphi yöntemini uygulayarak, oylamayı ve karar vermek

için değiştirilmiş VIKOR yöntemini değerlendirir. Karar vericiler en etkin yalın çözümü

bulmak istediklerinde, bu hususların yüksek öneme sahip olduğu gösterilmiştir. Bu modelin,

mevcut teorik modellerle karşılaştırıldığında gücü, gerçek bir durumda test edilmiş olmasıdır

(Anvari, Zulkifli ve Arghish, 2013- 829-841).

2012 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim ve proses iyileştirmesi için karar

destek araçları incelenmiştir. Bu makalede sunulan vaka çalışması, mevcut değişim

girişimlerini koordine etmede ve onları daha etkili hale getirmede yalın üretim tekniğinin rolünü

ortaya koymaktadır. Takım tezgâhı endüstrisinde ortak tasarım ve imalatta kullanılabilen, nesne

yönelimli teknolojiyi kullanan yalın üretim süreci için bir karar destek sistemi geliştirilmiştir.

DSS tasarımının, takım tezgâhı üreticisi tarafından 2 yıl boyunca geliştirilen ve kullanılan bir

prototip sistemde iyi çalıştığı görülmüştür. Vaka çalışması, böyle bir yaklaşımdan kaynaklanan

faydaları ortaya koymuştur (Pullan, Bhasi ve Madhu, 2012: 449-464).

2011 yılında yapılan bir diğer araştırmada yalın üretim performansının en üst düzeye

çıkartılması için bir karar destek taslağı önerilmektedir. Toyota'da Taichi Ohno tarafından

orijinal değer akış haritasının (VSM) geliştirilmesinden bu yana, birçok yazar israfların

azaltılması yoluyla değer akışını anlamak ve iyileştirmek için birkaç ilave VSM aracı

önermiştir. Tek bir en iyi VSM aracı, belirli bir atık türüyle başa çıkmada etkili olsa da

organizasyonel öncelikler değiştikçe gereksiz hale gelir. Bunun üstesinden gelmek için, entegre

analitik hiyerarşi sürecinin (AHP)- önleyici hedef programlamanın (PGP) yeni bir

formülasyonuna dayanan bir karar çerçevesi önerilmiştir. Bu karar destek taslağı, sadece

mevcut organizasyonun önceliklerini temel alarak ideal bir VSM aracının doğru olarak

seçilmesini sağlamakla kalmayarak aynı zamanda sistemde bulunan tüm israfları tanımlamak

ve azaltmak için seçilen bir VSM aracı setinin optimum uygulanmasına yardımcı olur. Böylece

en kısa sürede kurumsal performansı en üst düzeye çıkarmak mümkün hale gelir (Ramesh ve

Kodali, 2011: 2234-2251).

Page 85: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

78

3.Yalın Üretim Tekniklerinin Etkinlik Değerlendirmesi

2012 yılında Belçika’da yapılan çalışmada küçük ve orta ölçekli gıda işletmelerinde yalın

üretim uygulamaları değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın sonuçları, yalın üretim uygulamalarının

gıda işleme KOBİ'lerine operasyonel verimliliği arttırma ve maliyetleri düşürme konusunda

yardımcı olduğu fikrini desteklemektedir. Ancak, sektöre özgü engeller, gıda işleme

şirketlerinin yalın üretim uygulamalarını tam olarak uygulamalarını ve istenen sonuçları

gerçekleştirmelerini zorlaştırmaktadır. Yalın üretim uygulamalarının başarısı kritik olarak

çalışan katılımına, doğru eğitime ve üst yönetimin bağlılığına bağlıdır. Yalın üretim

uygulamalarının kullanımında ve faydalarında kontrol değişkenlerinin (şirketin büyüklüğü ve

menşe ülkesi gibi) etkisinin de belirtilmesi önemlidir (Dora, Goubergen, Kumar, Molnar ve

Gellynck, 2012: 125-141).

2013 yılında Avustralya’da yapılan çalışmada imalat firmalarında lean stratejilerinin

etkili bir şekilde uygulanması ve performans değerlendirmesi incelenmiştir. Bu çalışmada,

yalın stratejileri uygulamak için bir yapı metodolojisi önerilmiş ve yeni bir yalınlık

değerlendirme metriği (CPM) yöntemi ortaya koyulmuştur. Önerilen yöntemde, farklı atıklar

ilk önce zaman etüdü ve süreç haritalaması ile tanımlanmaktadır. Bu atıklara dayanarak, üretim

alanında gelişmiş bir süreç haritası geliştirilmekte ve geliştirilen CPM metriği kullanılarak

süreç verimliliği ve etkinliği değerlendirilmektedir. Operatörler ve diğer ilgili personel yeniden

tasarlanan montaj süreciyle başa çıkmak için eğitilmekte ve izlenmektedir. Önerilen yaklaşımın

uygulandığını gösteren bir vaka çalışması sunulmuştur. Ancak, geliştirilen yöntemler, tek bir

şirkette ve belirli bir süreçte başarılı bir şekilde uygulanmaya dayalı olarak genelleştirilemez.

Aşağıdaki tabloda bu çalışmada yapılan yalın uygulaması öncesi ve sonrasındaki değerler ve

gelişim yüzdeleri bulunmaktadır (Uz-Zaman, 2013: 169-196).

Tablo 1. Yalın üretim uygulaması öncesi ve sonrasındaki performans değerleri

Yalın göstergesi Yalın

Öncesi

Yalın Sonrası Gelişim

Katedilen toplam mesafe (metre) 251 60 191

VA/NVA oranı 0,79 1,12 %42

NVA hareket sayısı 302 222 %36

Ortalama değişim zamanı 69 51 %35

Toplam etkinlik 60 73 %22

Toplam verimlilik 61 72 %18

2014 yılında Hindistan’da yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim teknikleri ve çalışma

yöntemi tasarımının entegre edilmesinin verimlilik artışı üzerindeki etkisi incelenmiştir. Kritik

yalın üretim tekniklerinin sistematik olarak analiz edilmesi ve çalışma yöntemi tasarımının

birleştirilmesiyle daha az kaynak kullanarak aynı verimlilik artışına ulaşıldığı tespit edilmiştir.

İyileştirme için hedef seçilmesi amacıyla, öncelikle problemin tanımlanmasında çok önemli

olan sistem hakkında doğru sonuçlar elde etmek için yöntem çalışması yapılabileceği

belirtilmektedir. İlgili hedef seçildikten sonra, problem alanını daraltmak için en iyi seçenek

Darboğaz Analizi olacağı söylenmektedir. Bu analiz yapıldıktan sonra, sistemde mevcut

ayrıntılı sorunları bulmak için gelişmiş zaman çalışması yöntemleri uygulanacaktır. Çalışma

yapılacak endüstri kritik yalın üretim tekniklerini kullanarak problemleri sınıflandırabilir ve bu

araçlar, ileriye dönük uzun vadeli sonuçlar elde etmek için verimlilik artışının yanında kâr marjı

elde etmek için de sırasıyla uygulanabilir (Kulkarni, Kshire ve Chandratre, 2014: 429-434).

Page 86: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

79

2015 yılında yapılan bir çalışmada ise bayes ağlarını kullanarak yalın üretimin endüstri

performansına olan etkisi incelenmiştir. Bu çalışma, yalın tekniklerin farklı kombinasyonlarının

iş performansında uygulanmasının finansal ve finansal olmayan sonuçlarını göstermeyi

amaçlamaktadır. Bayes Ağı, değişen koşullar altındaki faktörlerin etkilerinin çalışılmasında

kullanılır. Üç performans göstergesi üzerindeki etkiyi analiz etmek için yedi yalın faktör ve dört

kriter çalışılmıştır. Bayes Ağı, tedarikçilerin finansal, finansal olmayan ve sürdürülebilirlik

performanslarını olumlu yönde etkileyecek esnekliği, güvenilirliği, kaliteyi ve operasyon

zamanını uyaran yalın yönler üzerine kuruludur. Otomotiv endüstrisindeki tedarikçiler için bir

vaka çalışması yapılmış ve farklı faktör kombinasyonlarının olduğu senaryolar incelenmiştir.

Bayes Ağı aracı, Türk otomotiv endüstrisinde etkili olduğu görülen 15 yalın faktöre

uygulanmıştır. Bütünleşik yalın faktörlerin etkili kullanımı ile finans dışı performans artışının

%16'ya kadar artabileceği görülmüştür. Finansal performanstaki artışın %20 oranında ve

sürdürülebilirlik konusunda da %5-23 arasında olacağı tespit edilmiştir. Bu sonuçların, Türk

otomotiv sektöründe yalın araçların etkin bir şekilde kullanılmasının iş performansını şüpheye

yer bırakmayacak şekilde geliştirdiği çalışmada belirtilmiştir (Büyüközkan, Kayakutlu ve

Karakadılar, 2015- 6539-6551).

2017 yılında yalın üretim teknikleri Endüstri 4.0 açısından değerlendirilmesine yönelik

bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada günümüz koşullarında yalın üretim tekniklerinin başarılı

olması için Endüstri 4.0’ın sağladığı ileri teknolojiler ile birleştirilmesi gerektiği

belirtilmektedir. Yalın Üretim Teknikleri ile Endüstri 4.0 ilişkilendirilerek hangi yalın üretim

tekniklerinin hangi teknolojilerle geliştirilebileceği ve günümüz üretim koşullarına adapte

edilebileceği açıklanmıştır. Örneğin yalın üretim tekniklerinden tip değişim sürelerinin

azaltılmasını sağlayan SMED’in sensörler ve RFID-RTLS teknolojileri altyapısında 3D

yazıcılar gibi eklemeli üretim teknolojileriyle entegre edilebileceği, eklemeli üretimin yanı sıra

robotik sistemler ile kalıp değiştirilmesi ve büyük parçaların taşınmasının da kolaylaşacağı

belirtilmiştir. Yalın üretim ve Endüstri 4.0 entegrasyonun bir diğer önemli örneği olarak da

sürekli akış tekniğine yöneliktir. Sürekli akışta istenenden fazla ara stok oluşmadan üretimin

devamlılığını sağlamak için endüstriyel internet, bulut sistemler RFID- RTLS teknolojileri ve

sensörler gibi bilgi akışını kesintisiz şekilde sağlayacak teknolojilerin gerektiği tespit edilmiştir.

Sonuç olarak da yalın üretim tekniklerinin ve Endüstri 4.0’ın birbirinden ayrı

düşünülemeyeceği belirtilmektedir (Öksüz, Öner ve Öner, 2017- 1-10).

4.Sonuç ve Öneriler

Literatür incelendiğinde yalın üretim tekniklerinin özellikle imalat işletmelerinde dikkate

değer faydalar sağladığı görülmektedir. Ülkemizde bulunan işletmeler de günümüzün çetin

rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için kendilerine özgü şartları (işletme büyüklüğü,

çalışan yetkinliği, kullanılacak kaynaklar vb.) dikkate alarak ve uygun yalın üretim tekniklerini

kullanarak süreçlerini sürekli olarak iyileştirmelidirler. Yalın dönüşüme yeni başlayan

işletmelerin görsel panolar ve 5S çalışmalarını kullanabileceği çalışmalarda belirtilmektedir.

Sonrasında düzenli ve nitelikli veri akışıyla birlikte diğer yalın üretim tekniklerini (SMED,

VSM, Heijunka vb.) kullanarak gelişme sağlayabilirler. Yalın üretim çalışmalarının başarıya

ulaşması için üst yönetimin taahhüdü olmazsa olmaz kriterler arasında en başta yer almaktadır.

Yalın üretimin sürdürülebilirliği açısından değerlendirildiğinde ise işletme içi veri akışının

sürekli ve nitelikli olması gerekmektedir.

Çalışma, özellikle yalın üretim çalışmalarına başlamak isteyen imalat işletmelerine fikir

vermesi açısından büyük katkı sağlayacaktır. Bu teknikler kullanılarak ve işletme

büyüklüğünden bağımsız olarak farklı sektörlerle ilgili de çalışma yapılabilir.

Page 87: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

80

Kaynakça

Dergi

Adalı, M.R., Kiraz A., Akyüz U. ve Halk B. (2016) "Yalın üretime geçiş sürecinde değer akışı

haritalama tekniğinin kullanılması: Büyük ölçekli bir traktör işletmesinde uygulaması",

Sakarya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 21(2): 242-251.

Alaskari O., Ahmad M.M. ve Cuenca R.P. (2015) "Development of a methodology to assist

manufacturing SMEs in the selection of appropriate lean tools", International Journal of Lean

Six Sigma, 7(1): 62-84.

Anvari A., Zulkifli N. ve Argish O. (2014) "Application of a modified VIKOR method for

decision-making problems in lean tool selection", Int J Adv Manuf Technol 71:829–841.

Büyüközkan G., Kayakutlu G. ve Karakadılar İ., (2015) “Assessment of lean manufacturing

effect on business performance using Bayesian Belief Networks”, Expert Systems with

Applications, 42: 6539-6551.

Dora, M., Goubergen D.V., Kumar, M., Molnar A. ve Gellynck X. (2012) "Application of lean

practices in small and medium-sized food enterprises", British Food Journal, 116: 125-297.

Karşıyaka O. ve Sütçü A., (2019) " Mobilya Üretim Süreçlerinde Verimliliği Artırmaya

Yönelik 5S Uygulamaları", Bilge International Journal of Science and Technology Research

3(2): 87-101.

Koska, A., Göksu N. ve Sünbül M.B. (2016) "Yalın Stratejinin Faaliyet Performansına Etkisi:

Kahramanmaraş Tekstil İşletmelerinde Bir Uygulama", Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi, 13: 283-296.

Kulkarni P.P., Kshire S.S. ve Chandratre K.V. (2014) "Productivity Improvement Through

Lean Deployment & Work Study Methods", International Journal of Research in Engineering

and Technology, 3(2): 429-434.

Öztürk İ. (2016) " Altı Sigma, Yalın Üretim ve Yalın Altı Sigma Metodolojisinin Tarımsal

İşletmelerde Verimlilik ve Kalite Üzerine Etkisi", KSÜ Doğa Bil. Derg., 20(3): 201-208.

Öztürk, H. ve Elevli B. (2017) "Madencilik Sektöründe Yalın Üretim Felsefesi", Mühendis

Beyinler Dergisi 1(2): 24-32.

Pekin E. ve Çil İ. (2015) "Kauçuk sektörü Poka-Yoke uygulaması", Sakarya Üniversitesi Fen

Bilimleri Dergisi (SAÜ Fen Bil Der), 19(2): 163-170.

Pullan T.T., Bhasi M. ve Madhu G., (2012) "Decision support tool for lean product and process

development", Production Planning & Control 24(6):829–841.

Ramesh, V. ve Kodali R., (2011) "A decision framework for maximising lean manufacturing

performance", International Journal of Production Research 50(8): 2234-2251.

Sarı, E.B. (2018) "Yalın Üretim Uygulamaları ve Kazanımları", International Journal of

Economic and Administrative Studies, UİİİD-IJEAS, (17. UİK Özel Sayısı):585-600.

Turan, H. (2018) "Japon Yalın Üretim Yönetim Modelinin Türk Üretim Sektöründe

Uygulanabilirliğinin İncelenmesi: Otomotiv Sektöründe Bir Uygulama", Uluslararası Yönetim

İktisat ve İşletme Dergisi, 14(2): 451-459.

Turan, H. ve Turan G. (2015) "Sağlık sisteminde yalın üretim uygulamaları", Sağlık

Akademisyenleri Dergisi 2(3): 127-132.

Page 88: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

81

Türk, Z., Çeviren S.M. (2018) " Yalın Üretim Ortamında Yalın Muhasebe ve Yalın Performans

Değerlemesi", Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi

2(2): 221-245.

Uz-Zaman K.A. (2013) "A methodology for effective implementation of lean strategies and its

performance evaluation in manufacturing organizations", Business Process Management

Journal 19(1): 169-196.

Vinodh, S., Arvind, K.R. ve Somanaathan, M. (2011) "Tools and techniques for enabling

sustainability through lean initiatives", Clean Techn Environ Policy, 13: 469–479.

Kitap

Çakır, E. (2019) "Yalın Altı Sigma: Teori ve Uygulama" Hiperlink Yayınları, İstanbul.

Freeman, C. ve Soete, L. (2003) "Yenilik İktisadı" Tübitak Yayınları, Ankara.

Tebliğ veya Konferans Bildirisi

İşler M., Güner M., (2014) "Yalın Üretim Araçlarından Heijunka ve Konfeksiyon

Uygulamaları", XIII. Uluslararası İzmir Tekstil ve Hazır Giyim Sempozyumu, 264-267.

Öksüz M.K., Öner M., Öner S.C., (2017) “Yalın Üretim Tekniklerinin Endüstri 4.0

Perspektifinden Değerlendirilmesi”, 4th International Regional Development Conference

(IRDC’2017), Tunceli.

Tez

Aslantaş, T., (2014) “Yalın Üretim Felsefesi, Yöntemleri ve Kanban Tekniğinin Otomotiv

Sektörüne Uygulanması”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği ABD,

Ankara.

Ayçin, E. (2016) “Yalın Üretim Uygulamalarında İsrafın Azaltılması ile Performans Ölçütleri

Arasındaki İlişkilerin ve Etkileşimin Analizi”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, İzmir.

Çakır, E. (2011) “Yalın Altı Sigma ve Bir Uygulama”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.

Page 89: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

82

DIŞ TİCARET HADLERİ, REEL EFEKTİF DÖVİZ KURU VE PETROL

FİYATLARI ARASINDAKİ NEDENSELLİK İLİŞKİSİ: MAKİNE VE

TEÇHİZAT SANAYİ SEKTÖRÜ

Uzm. Canan Yıldırım

Pamukkale Üniversitesi İktisat Yüksek Lisans, Denizli, Türkiye, [email protected]

Prof. Dr. Sevcan Güneş

Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]

Özet

Dış ticaret hadlerindeki değişimler dışa açık ekonomilerde makroekonomik değişkenleri etkilemekte ve aynı

zamanda bu değişkenlerden de önemli bir ölçüde etkilenmektedir. İthal girdi fiyatlarındaki değişimlerin ve döviz

kurundaki oynaklıkların dış ticaret hadlerini ne ölçüde etkilediği uluslararası iktisat literatüründe önemli bir

tartışma konusudur. Bu çalışmada, Türkiye’nin ihracatında önemli bir paya sahip olan makine ve teçhizat sanayi

sektörünün net ve gelir dış ticaret hadleri ile petrol fiyatları ve reel efektif kur arasındaki ilişkiyi ortaya koymak

amaçlanmaktadır. Çalışmada 2010: 01 - 2017: 06 dönemleri için, giyim sektörü net dış ticaret hadleri, reel efektif

döviz kuru ve ham petrol fiyatları arasındaki ilişki VAR modeli ve Granger nedensellik analizi yöntemleri ile

incelenmiştir. Ham petrol fiyatlarından makine ve teçhizat sanayi sektörü dış ticaret hadlerine doğru bir

nedensellik ilişkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Dış Ticaret Hadleri, Reel Efektif Döviz Kuru, Petrol Fiyatları, Nedensellik Analizi.

JEL Kodları: F10, F19, F41, F49.

THE RELATIONSHIP BETWEEN TERMS OF TRADE, REEL EFFECTIVE

EXCHANGE RATE AND OIL PRICES: MACHINERY AND EQUIPMENT

INDUSTRY

Abstract

The changes in the terms of trade affect macroeconomic variables in open economies and are also significantly

affected by these variables. The extent to which changes in import input prices and the volatility in exchange rates

affect the terms of trade are an important issue in the international economic literature. In this study, the net

income terms of trade and of the machinery and equipment industry has a significant share in Turkey's exports is

intended to reveal the relationship between oil prices and the real effective exchange rate. In the study, between

2010: 01 - 2017: 06 periods, the relation between the net foreign trade terms of the clothing sector, the real

effective exchange rate and the crude oil prices were examined with the VAR model and Granger causality analysis

methods. It is concluded that there is a causal relationship between crude oil prices and the terms of trade in the

machinery and equipment industry sector.

Keywords : Terms of Trade, Reel Effective Exchange Rate, Oil Prices, Causality Analysis.

JEL Codes : F10, F19, F41, F49.

1.Giriş

Küreselleşme; bir taraftan ülkelerin liberalleşme politikalarına önem vermelerine diğer

taraftan oluşturulan bölgesel birliklerin ve ekonomik bütünleşmelerin etkisiyle dünya dış ticaret

hacminin giderek artmasına sebep olmaktadır. Bu süreçte ülkeler açısından dış ticaret

performansını hem miktar ve hem de fiyat olarak artırabilmek daha da önemli hale gelmiştir.

İhracat artırılmaya çalışılırken ülkelerin elde ettikleri ticaret kazançları dış ticaret hadleri

üzerinden analiz edilmeye başlanmıştır. Göreli dış ticaret fiyatlarını yansıtan net dış ticaret

hadleri ya da göreli fiyatlarla ihracat miktarlarının çarpımından elde edilen gelir dış ticaret

hadlerindeki bir yükselme ülkenin dış ticaretten elde ettiği refahın arttığını göstermektedir.

Dış ticaret hadlerindeki yükselme diğer koşullar sabitken, ihracat karşılığı daha fazla

ithalat yapma olanağı sağlamaktadır. İhracat yolu ile giren sermaye, girdi mallarının ve

teknolojinin satın alınmasını sağlayarak, ülkenin ekonomik büyümesini ve verimliliğini

Page 90: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

83

geliştirmektedir. Bu nedenle dış ticaret hadlerindeki iyileşmenin reel para birimini

değerlendirmesi beklenir. Diğer taraftan dış ticaret hadlerini etkilemesi beklenen bir diğer

değişken petrol fiyatlarıdır. Çünkü arz koşullarını etkileyen en önemli girdilerden biri petroldür.

Bu nedenle çalışmada makine ve teçhizat sektörü dış ticaret hadleri, petrol fiyatları ve reel

efektif kur arasındaki nedensellik ilişkisi araştırılmıştır.

Grafik 1. Türkiye’nin Makine Ve Teçhizat Sanayi Sektörüne Ait Dış Ticaret

Hadleri (2010-2017 Dönemi)

Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu, 2018

Makine ve teçhizat ürünleri imalatı sektöründe 2017 yılı itibariyle 2010 yılı baz alınarak

hesaplanan net dış ticaret hadleri Aralık ayında 92.4 olarak gerçekleşirken, gelir ticaret hadleri

160.5 olarak gerçekleşmiştir. Hesaplamalarda kullanılan 2017 yılının Aralık ayına ait ihracat

miktarı 173.6 milyar dolar, ithalat miktarı ise 156.4 milyar dolar olarak ölçülmüştür. Tabloda

dönemler itibariyle bakıldığında en yüksek ihracat miktarının yine 2017 yılında görüldüğünü

söylemek yanlış olmayacaktır. İhracat birim değer ve ithalat birim değer endeksini içeren net

dış ticaret hadlerine bakıldığında ihracat sektöründe dördüncü sırada olan makine ve teçhizatlar

gelir artışı yaratmamakta olduğu, net dış ticaret hadlerinin gerilediği görülmektedir. Gelir dış

ticaret hadlerine bakıldığında ise göreli fiyatlardaki düşüşlerin miktar artışları ile telafi

edilmeye çalışıldığı ve kısmen istikrarlı bir trende sahip olduğu görülmektedir.

Bu çalışmada ilerleyen bölümdeTürkiye’nin ihracat hacminde dördüncü sırasında yer

alan, başka yerde sınıflandırılmamış, makine ve teçhizat sektörü net ve gelir dış ticaret

hadlerinin 2010-2017 yılları itibariyle petrol fiyatları ve reel efektif kur ile ilişkisi analiz

edilmiştir.

2.1.Model ve Veri Seti

Çalışmada Türkiye için 2010: 01 - 2017: 06 dönemlerini kapsayan aylık veriler

kullanılmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı Uluslararası Standart Sanayi

Sınıflandırmasına (ISIC) göre başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat sektörü, sektör

sınıflandırmasında 4. sırada yer almaktadır. Dış ticaret haddi verileri Türkiye İstatistik

Kurumu’nun web sitesinden, reel efektif döviz kuru verileri TCMB-elektronik veri dağıtım

sistemi web sitesinden, son olarak ham petrol fiyatları verisi IMF veri tabanından elde

edilmiştir. Çalışmadaki net dış ticaret hadleri değişkeni makine ve teçhizat sektörüne ait olup,

Türkiye’nin ihracat birim değer endeksinin ithalat birim değer endeksine oranı olarak ifade

edilmiş, gelir ticaret hadleri ise net dış ticaret hadlerinin ilgili sektöre ait ihracat miktarı ile

Page 91: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

84

çarpılması sonucu ABD doları cinsinden tanımlanmıştır. Dış ticaret hadlerindeki bir artış, tanım

gereği ticaret hadlerinin iyileşmesi anlamına gelmektedir. Çalışmada kullanılan değişkenlerin

kısaltılmış hali Tablo 1’de sunulmuştur.

Tablo 1. Modeldeki Değişkenler

Ham Petrol Fiyatları PETROL

Reel Efektif Döviz Kuru REDK

Makine ve Teçhizat Sanayi Net Dış Ticaret Hadleri NMAKİNE

Makine ve Teçhizat Sanayi Gelir Ticaret Hadleri GMAKİNE

Sektöre ait net dış ticaret hadleri ve gelir ticaret hadleri için VAR analizi yapılmıştır.

VAR analizi yapılmadan önce her bir değişkenin mevsimselliği hareketli ortalamalar yöntemi

ile incelenmiş ve mevsimselikten arındırılmıştır. VAR analizinde ham petrol fiyatları ve reel

efektif döviz kurunun sektörlerdeki dış ticaret hadleri ile ekonomik ilişkisini en iyi açıklayan

eşitliklere ve tahmin yöntemlerine ulaşılmaya çalışılmıştır.

2.2. Birim Kök Analizi

Çalışmada kullanılan değişkenlerin durağanlık ADF testinin sonuçları Tablo 2’de

sunulmuştur. Tablo 2 incelendiğinde REDK, PETROL, NMAKİNE değişkenlerinde birim

kökün bulunduğuna dair sıfır hipotezinin reddedilmediği ve böylece değişkenlerin düzey

değerlerinde durağan olmadıkları görülmektedir. Değişkenlerin birinci farklarında durağan I(1)

oldukları sonucuna varılmıştır.

Tablo 2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları

DÜZEY DEĞERLERİ

ADF test ist. %1

kritik değer

%5

kritik değer

%10

kritik değer

REDK -1.672 -3.506 -2.894 -2.584

PETROL -0.987 -3.506 -2.894 -2.584

NMAKİNE 0.521 -2.592 -1.944 -1.614

BİRİNCİ SIRA FARK DEĞERLERİ

ADF test ist. %1

kritik değer

%5

kritik değer

%10

kritik değer

REDK -7.298*** -3.506 -2.894 -2.584

PETROL -6.456*** -3.506 -2.894 -2.584

NMAKİNE -4.122*** -3.508 -2.895 -2.584

***Sabit ve trendli model kullanılmıştır ve %1 anlamlılık düzeyinde anlamlıdır.

2.3. Granger Nedensellik Analizi ve VAR Modeli Analizi

Çalışmada makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve

ham petrol fiyatlarının birinci dereceden durağan halleri ile kurulan uygun VAR modeli

kullanılarak Granger nedensellik analizi yöntemi ile incelenmiştir. REDK, PETROL,

NMAKİNE değişkenlerinin durağan hallerine uygulanan Standart Granger Nedensellik

testinden elde edilen F istatistik değerleri Tablo 3’te gösterilmiştir.

Page 92: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

85

Tablo 3. Nedensellik Analizi Sonuçları

Bağımlı Değişken: REDK

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik

Derecesi Olasılık

PETROL 0.730751 1 0.3926

NMAKİNE 1.353116 1 0.2447

Bağımlı Değişken: PETROL

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik

Derecesi Olasılık

REDK 3.252088 1 0.0713

NMAKINE 3.375318 1 0.0662

Bağımlı Değişken: NMAKİNE

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik

Derecesi Olasılık

REDK 2.009313 1 0.1563

PETROL 8.035903 1 0.0046***

*** %1 düzeyinde anlamlılığı göstermekte olup değişkenler arasında nedensellik olduğunu işaret

etmektedir.

Tablo 3’teki analiz sonuçlarına göre makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin

bağımlı değişken olduğu kısımda ham petrolün olasılık değeri 0.05’ten küçük olduğu için temel

hipotez olan bağımsız değişken bağımlı değişkenin nedeni değildir hipotezi reddedilir. Yani

ham petrol fiyatları, makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin nedenidir. Reel efektif

döviz kuru ve ham petrolün bağımlı değişken olduğu durumda başka yerde sınıflandırılmamış

makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin olasılık değeri 0.05’ten büyük olduğu için

temel hipotez kabul edilir. Başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat sektörü net dış

ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham petrol fiyatlarının nedeni olmadığı sonucuna

ulaşılmıştır.

Şekil 1. Nedensellik Grafiği

Etki tepki analizi REDK, PETROL ve NMAKİNE değişkeninde meydana gelen %1’lik

şok etkisine karşılık REDK, PETROL ve NMAKİNE serilerinin davranışlarını grafiksel olarak

anlamlı yansıtmadığı için yorumlanmamıştır.

NMAKİNE

PETROL REDK

Page 93: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

86

Tablo 4. Varyans Ayrıştırması Sonuçları

NMAKİNE'ye Ait Varyans Ayrıştırması

Dönem STANDART HATA REDK PETROL NMAKİNE

1 2.353.017 0.915640 3.789.269 9.529.509

2 2.439.803 1.836.004 8.988.038 8.917.596

3 2.444.596 2.078.127 9.250.681 8.867.119

4 2.444.967 2.114.336 9.279.562 8.860.610

5 2.444.996 2.118.995 9.282.192 8.859.881

6 2.444.998 2.119.538 9.282.453 8.859.801

Dış ticaret hadlerinin birinci dönemde %95’ini kendisi açıklarken, 2. dönemde bu oran

%89.17’ e düşmüştür. Petrol değişkeninin açıklama gücü 2. dönemde % 8,98 iken 6. dönemde

% 9,28 olarak ölçülmüştür. Döviz kuru değişkeni de dış ticaret hadlerini 6. dönemde % 2,11

açıklamaktadır. Makine ve teçhizat sanayi sektörü net dış ticaret hadlerindeki nedenselliğe

bakıldığında sadece ham petrol fiyatlarından dış ticaret hadlerine doğru bir nedensellik olduğu

görülür. Makine ve teçhizat sanayi sektörünün gelir ticaret hadlerine bakıldığında herhangi bir

nedensellik bulgusuna ulaşılamamıştır. Aynı sektörün varyans ayrıştırmasında net dış ticaret

hadlerini %88 oranında kendisi açıklarken %9’unun petrol; %2’sinin döviz kuru tarafından

açıklandığı nedensellik sonucu ile bağdaşmaktadır. Gelir ticaret hadlerindeki varyans

ayrıştırması sonuçlarında ise değişkenlerin büyük oranda kendileri tarafından açıklandığı

görülmüş dış ticaret hadlerinde meydana gelen şokların %94’ü kendisi tarafından açıklanırken

%4’ünü döviz kuru açıkladığı sonucuna ulaşılmıştır.

Makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin yanı sıra net dış ticaret hadlerinin o

sektörün ihracat fiyatları ile çarpımından elde edilen gelir dış ticaret hadleri ile döviz kuru ve

petrol fiyatları arasındaki nedensellik ilişkisi araştırılmıştır. Analiz sonuçlarına göre bütün

durumlarda makine ve teçhizat sektörü gelir ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham

petrolün olasılık değeri 0.05’ten büyük olduğu için temel hipotez olan bağımsız değişken

bağımlı değişkenin nedeni değildir hipotezi kabul edilir. Başka yerde sınıflandırılmamış makine

ve teçhizat sektörü gelir ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham petrol birbirinin nedeni

değildir. Analiz sonucu Ek 1’de verilmiştir.

3. Sonuç

Analiz sonuçlarından elde edilen bulgular makine ve teçhizat sektörü dış ticaret hadleri

için en önemli şok petrol fiyatlarından gelmekte olduğunu göstermektedir. Değişkenlerin düzey

değerlerinde durağan olmaması değişkenlere gelen şokların kalıcı olduğunu ortaya koyması

açısından önemlidir. Nedensellik analizi sonuçlarına göre petrol fiyatlarından makine ve

teçhizat sanayi sektörü net dış ticaret hadlerine doğru tek yönlü bir nedensellik elde edilmiştir.

Bu durum üretim yapısında kullanılan petrol ve petrole dayalı girdileri, üretim maliyetlerini

önemli ölçüde etkilemekte olduğunu ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA

Aipi, B. (2012) “Determinants of Real Exchange Rate in Papua Guinea”, Working Paper(4).

Enrique, G., & Mendoza. (1995) “The Terms of Trade, The Real Exchange Rate and Economic

Fluctuations”, International Economic Review, 36(1).

Granger, C. (1988) “Causality, Cointegration and Control”, Journal of Economic Dynamics and Control,

551-559.

Page 94: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

87

IMF. (2018) https://www.imf.org/en/Data, (2018)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2018) https://evds2.tcmb.gov.tr, (2018)

Türkiye İstatistik Kurumu. (2018) http://www.tuik.gov.tr, (2018)

EKLER

Ek 1. Granger Nedensellik Analizi Sonuçları

Bağımlı Değişken: GMAKİNE

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık

REDK 5.040.983 2 0.0804

PETROL 3.338.909 2 0.1883

Bağımlı Değişken: REDK

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık

GMAKİNE 2.604.603 2 0.2719

PETROL 0.749533 2 0.6874

Bağımlı Değişken: PETROL

Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık

GMAKİNE 3.197.601 2 0.2021

REDK 3.313.004 2 0.1908

Page 95: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

88

YOLSUZLUK ENDEKSİNİN TİCARET ÜZERİNE ETKİSİ: ÇEKİM

MODELİ ANALİZİ

Uzm. Marina Tan

Pamukkale Üniversitesi İktisat Yüksek Lisans, Denizli, Türkiye, [email protected]

Prof. Dr. Sevcan Güneş

Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]

Doç. Dr. Filiz Yeşilyurt

Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]

Özet

Bu çalışmada, 2000-2015 yılını kapsayan dönemde yolsuzluk değişkeninin 35 OECD ve 5 BRICS ülkesinin

karşılıklı ihracat performansına etkisi incelenmiştir. Analiz için literatürde dış ticaret örüntüsünü analiz etmede

kullanılan çekim denklemi ve panel PPML tahmin yöntemi kullanılmıştır. Elde edilen ampirik sonuçlar

değerlendirildiğinde; kurumsal kaliteyi temsilen kullanılan yolsuzluk değişkeninin ihracat performansını negatif

etkilediği tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Çekim Modeli, Yolsuzluk, İhracat, Panel Analizi, PPML.

JEL Kodları: F10, F19, F41, F49.

THE EFFECT OF CORRUPTION ON TRADE: A GRAVITY MODEL Abstract

In this study, the relationship corruption and export performance of 35 OECD and 5 BRICS countries is examined

for the 2000-2015 yearly data period. Gravity model and PPML methods has been used to for estimations. The

results of the study indicates that corruption is negatively associated with export performance.

Keywords : Gravity Model, Corruption, Export, Panel Analysis, PPML.

JEL Codes : F10, F19, F41, F49.

1.Giriş

Dış ticaret ve sermaye hareketlerinin liberalleşmesi, uluslararası piyasalarda ülke

ekonomilerinin rekabet güçlerinin hangi yönde geliştiğinin yoğun olarak incelenmesini de

gündeme getirmiştir. Bazı ülkeler rekabetçiliği doğal kaynaklara sahiplik ve düşük maliyetle

üretim avantajları ile ifade ederken bazıları da ileri kümelenme yapılanmalarının varlığını,

teknolojik gelişmişliği veya yüksek büyüme performansı gibi makroekonomik göstergeleri öne

çıkarmaktadır. Aslında temel mesele rekabet gücünü tek veya sınırlı sayıdaki faktörle ifade

etmenin yetersiz olmasıdır. Rekabet gücü, bu faktörlerin her birinden etkilenmesine rağmen,

çok daha karmaşık ve derin bir yapı arz etmektedir. Ekonomik teori ve uygulamalar rekabetçilik

kavramını çoğunlukla dış satım performansı bağlamında analiz etmektedir. Bu bağlamda

ülkelerin ihracat performansı; ücretler, reel döviz kuru, verimlilik, birim maliyet gibi birçok

açıklayıcı değişkenle ölçülmektedir. Son dönemlerde rekabetçilik kavramı teknolojik

gelişmelerin yanı sıra demokrasi düzeyi, iyi işleyen hukuk sistemi ve etkin bürokrasinin varlığı

gibi kurumsal kalite değişkenleri ve strateji konularını da içermektedir (Acemoglu, Johnson and

Robinson, 2001, Levchenko, 2007, Yu, 2010).

Yapısal analizlerin birçoğu da kurumların etkin işleyişi üzerine yoğunlaşmıştır.

Acemoğlu ve Robinson (2012) çalışmalarında, ülkeler arasındaki kalkınma düzeyindeki

farklılıkların en temel sebebinin, bu ülkelerdeki kurumların farklılığı olduğunu belirtmişlerdir.

Yatırım ortamının koşulları yatırım ve iş yapma riskini belirlemektedir. Yolsuzluk yolu ile

fayda elde etmenin yaygın olduğu durumlarda kamu çalışanlarının da faydacı davranma ve

görevini kötüye kullanma ihtimali artar. Bu durumda kişilerin kazancı artarken sosyal refah

Page 96: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

89

düşer. Çünkü etkin ve verimli projeler yerine kişilerin faydasını maksimize eden yatırımlar

gerçekleşir ve büyüme bu durumdan olumsuz etkilenir (Svensson, 2005).

Diğer taraftan bazı çalışmalar ise yolsuzluğun devletin piyasa başarısızlıklarını çözdüğü

ve özel sektör yatırımlarını hızlandırdığı ve rüşvetin çalışanları daha da etkin olmaya zorladığı

savı ile büyümeyi olumlu etkilediğini savunmaktadır (Leff,1964; Huntington,1968).

Kurumsal kalite ve ticaret ilişkisine bakıldığında da benzer bir ikilem görülmektedir. Bazı

çalışmalar yolsuzluk ve güvensizlik, gizli bir vergiye veya gümrük vergisine eşdeğer bir fiyat

artışına neden olarak işlem maliyetlerini artırdığı ve uluslararası ticareti önemli ölçüde

kısıtladığı belirtir (Anderson ve Marcouiller, 1999). Buna karşın, Dutt ve Traca (2009),

sınırlardaki yolsuzluğunun ticareti geliştirebileceği koşulları öne sürerek yolsuzluğun faydalı

etkileri de olabileceğinin örneklerinden birini ortaya koymuştur. Yolsuzluğun olumlu ve

olumsuz etkileri, Gylfason vd (2015) tarafından ampirik olarak ayırt edilememiş,

çalışmalarında yolsuzluk katsayısı ile ilgili tartışmalı veriler elde ettiklerinden yolsuzluk ile

ihracat arasındaki ilişki konusunda net bir sonuç ortaya koyamamışlardır.

Kısacası, kurumların ve özellikle demokrasi ve yolsuzluğun ticaret üzerindeki etkileri ile

ilgili alan yazını, demokrasi ve sağlıklı siyasi kurumlarının daima daha yüksek ticarete neden

olup olmadığı konusunda doğrudan bir yanıt verememektedir. Etkilerin, kullanılan tahmin

yöntemi veya modeline göre pozitif, negatif veya anlamsız bulunduğu belirtilmektedir.

Bu çalışmada analiz edilmek istenen konu öncelikle yolsuzluk indeksinin ikili ticaret

akışları ile kurulan çekim modelinde ihracat performansı üzerindeki etkisini ortaya koymaktır.

Bu kapsamda ikinci bölümde literatürde yapılmış ampirik çalışmalardaki sonuçlar

özetlenmiştir. Üçüncü bölümde veri seti ve PPML modeli sonuçları verilmiş, son bölümde de

elde edilen bulgular tartışılmıştır.

2.Literatür

Literatürde yapılan yolsuzluğun dış ticaret üzerine etkilerini analiz eden çalışmalarda

farklı sonuçlar elde etmiştir. Aşağıda tabloda bu konu ile ilgili özet literatüre yer verilmiştir.

Tablo1. Yolsuzluk ve İhracat Arasındaki İlişkiyi İnceleyen Çalışmaların Özeti

Yazar, yıl Ülkeler,

Zaman aralığı

Ticaretin

belirleyicisi

Çekim

modelindeki

tahmin

yöntemi

Bulgular

Duc,Lavall

ée & Siroën

2008

145 ülke, 2000

kesit

İkili ticaret

üzerinde

kurumsal

benzerliklerin

etkisi

(demokrasi ve

yolsuzluk)

Poisson

Pseudo En

Büyük

Olabilirlik

(PPML) ile

tahmin edilen

çekim modeli

Demokratik bir ülke, tüm ülkelerle

daha fazla ticaret yapma

eğilimindedir, ancak siyasi

kurumlarda benzerliklerin ikili

ticaret maliyetlerini azalttığına

dair bir kanıt bulunmamıştır.

Yolsuzluk için sonuçlar tam

tersidir: Daha az yolsuzluk olan

ülkeler birbirleri ile daha fazla

ticaret yapar, ancak yolsuzluğun

olduğu ülkelere göre göreceli

olarak daha az açıktırlar.

Page 97: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

90

Dutt ve

Traca,2009

1980- 2004,128

ihracatçı ve 126

ithalatçı ülke

Yolsuzluk

(ICRG) ve

ithalat değeri

Ticaret

üzerinde sınır

yolsuzluğunu

n etkilerini

içeren çekim

denklemi

Yolsuzluğunun birçok örnekte

ticareti azalttığını fakat yüksek

tarifelerin uygulandığı zamanlarda

ticareti artırabileceği belirtilmiştir.

Lavallee,

2010

21 OECD

ülkesi ve 95

gelişmekte olan

ülke

1984-

1997

Yönetişim,

yolsuzluk ve

ihracat

Göreceli

ekonomik

uzaklık ve

bunun karesi

ile artırılmış

çekim modeli

(ihracatçı ve

ithalatçı

arasındaki kişi

başına düşen

gelir farkı),

yolsuzluk ve

yönetişime

karşı alınan

önlemler

(ICRG),

doğrusal

olmayan

tahmin, sabit

etkiler

Gelişmekte olan bir ülke ne kadar

iyi yönetiliyorsa, sanayileşmiş

ülkelerden o kadar fazla ithalat

yapar. Ekonomik uzaklığın

doğrusal olmayan etkisinin varlığı

sabit etkiler modelinde

doğrulanmıştır. İthalatçı

yolsuzluğunun katsayı tahminleri

pozitiftir; bu durum, daha az

yolsuzluğun Kuzey Güney

ihracatını artırdığını fakat bunun

yüzde on eşiğinde hiçbir zaman

anlamlı olmadığını

göstermektedir. Yolsuzluğun

doğrusal olmayan davranış

gösterdiği ortaya çıkmıştır:

Yolsuzluk endeksinde 2.85 puana

kadar (yani daha az yolsuzluk) bir

iyileşme, Kuzey Güney ihracatını

artırmakta ve bu eşikten sonra

düşürmektedir.

De Jong &

Bogmans,

2011

1999-2002

ortalama 80

ülke (Dünya İş

Ortamı Anketi)

Yolsuzluk ve

uluslararası

ticaret (sınırda

belirli tür

yolsuzluk ve

gümrüklerin

kalitesi)

OLS ile

tahmin edilen

çekim

denklemi

(Bayer ve

Bergstrand’a

[2009]

benzer)

Hem ihracatçı hem de ithalatçının

yolsuzluk seviyesi önemli gibi

görünmektedir. Genel olarak

yolsuzluk, uluslararası ticareti

engellerken, gümrüklerde rüşvet,

özellikle de etkin olmayan

gümrüklere sahip ithalatçı

ülkelerde ithalatı artırır. Sınırda

yüksek bekleme süresi,

uluslararası ticareti anlamlı

biçimde azaltmaktadır. Yolsuzluk

politikalarının öngörülememesinin

etkileri kesin değildir.

Thede ve

Gustafson

2012

31 ülke, 1999.

Kesit

analizi

Yolsuzluk

(seviye,

yaygınlık,

işlev,

öngörülebilirli

k ve

yolsuzluğun

sınırdaki yeri)

(WBES)

Yolsuzluk

için artırılmış

ve araç

değişkenler ve

Heckman

tahmin tekniği

içeren çekim

denklemi

İthalat akışlarının

araştırılan yolsuzluk özellikleriyle

sistematik olarak değiştiğine dair

güçlü kanıtlar sunulmuş ve

yolsuzluğun uluslararası ticareti

etkilediği kanalların belirlenmesi

sağlanmıştır. Deneysel araştırma,

yolsuzluğun ticaret üzerindeki

etkilerini düzgün bir şekilde

değerlendirmek için yolsuzluğun

çok yönlü rolünün incelenmesi

gerektiğini açıkça göstermiştir.

Page 98: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

91

De Jong ve Bogmans (2011) ticari engeller rüşvet yüzünden ortadan kalktığında kısa

vadede yolsuzluğun ihracat üzerinde olumlu bir etkisi olacağının beklenebileceğini belirtmiştir.

Yolsuzluk-ticaret ilişkisi ile ilgili bir diğer çalışma, gelişmekte olan ülkelerin

kurumlarının Kuzey Güney ticareti üzerindeki etkilerini tahmin etmek için çekim modelini

kullanan Lavallee'ye aittir. Tahmin sonuçları, yolsuzluğun uluslararası ticaret üzerinde hem bir

engel hem de yararlı bir yağlayıcı etkisine sahip olabileceğini göstermiştir. Katsayıların olumlu

ve anlamlı etkisi, gelişmekte olan bir ülke ne kadar kötü yönetiliyorsa, sanayileşmiş ülkelerden

mal ithalatının da o kadar az olacağını göstermektedir (Lavalle, 2010:691).

Gil-Pareja vd. (2017) 3 farklı yolsuzluk endeksi kullanarak tahmin ettikleri çekim

modelinde yolsuzluğun ticaret akışı üzerinde negatif etkisini bulmuşlardır. Bölgesel ticaret

anlaşmalarının ise dengeleyici bir unsur olduğunu belirtmişlerdir.

3. Model ve Veri Seti

İki taraflı ticaret akışı, coğrafi özellikler ve ülkelerin gelişmişlik göstergeleri panel veri

yöntemi ile çekim modeli kullanılarak analiz edilmiştir. Panel veri seti 35 OECD ve 5 BRICS

ülkesi olmak üzere toplam 40 ülkeyi kapsamaktadır. Bunların toplam ihracatı dünya toplam

ihracatının %75’inden fazladır. İncelenen dönem 2000-2015 arasındaki 16 yıldır. Veri seti ve

kaynaklar Tablo 2’de verilmiştir.

Tablo2.Veri Seti

Değişkenler Kısaltma Kaynak Dönem Gözlem

Sayısı

Hedef Ülkeden İhracat OD_EXP UN Comtrade International

Trade Statistics Database 2000-2015 640

Ülkelerin Gayri Safi Yurt

İçi Hasılası(GSYİH), cari

USD

GDP Worldbank, World

Development Indicators 2000-2015 640

Ar&Ge

Harcamaları/GSYİH RD

Worldbank, World

Development Indicators 2000-2015 640

Çekim Verisi: CEPII

Kara ile Çevrili LANDLOCKED geo cepii 40

Komşuluk CONTİG THE GeoDist DATABASE 40

Ortak Dil COMLANG THE GeoDist DATABASE 40

Koloni COLONY THE GeoDist DATABASE 40

Uzaklık DİST THE GeoDist DATABASE 40

Bölgesel Ticaret Anlaşması RTA Mario Larch's Regional

Trade Agreements Database 2000-2015 640

Yolsuzluğun Kontrolü CC Dünya Bankası 2000-2015 640

Page 99: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

92

Od_exp değişkeni; i ülkesi kaynaklı ve j ülkesine ihraç edilen doğal logaritma formunda

toplam nominal karşılıklı ticaret değerleridir.

lnGDPit (lnGDPjt) değişkeni, t yılında i (j) ülkesinin GDP’sinin doğal logaritmasını

yansıtmaktadır.

lnDISTij1 değişkeni i ve j ülkelerinin ekonomik merkezleri arasındaki karşılıklı uzaklığın

logaritmasını yansıtmaktadır.

LANDLOCKEDi (j), karayla çevrili ülkeler için bir kukla değişken seri 1’i yansıtır ve bir

ülkenin denize erişimi varsa 1, yoksa 0 değeri almaktadır.

CONTIGij, i ve j ülkeleri ortak kara sınırına sahip olduğunda (olmadığında) 1 (0) değeri

alan bir kukla değişkendir.

COMLANGij, i ve j ülkeleri ortak bir dile sahip olduğunda (olmadığında) 1 (0) değeri

alan bir kukla değişkendir.

COLONYij, i ve j ülkeleri bir başka ülkenin ortak kolonisi olduğunda (olmadığında) 1

(0) değeri alan bir kukla değişkendir.

COMCOLij, bir ülkenin 1945’den sonra ortak bir ülkenin kolonisi olmuşsa 1 değeri alan

bir kukla değişkendir.

RTAijt ülkeler arasında tercihli ticaret anlaşması olduğunda 1, aksi taktirde 0 değeri alan

bir kukla değişkendir.

𝑅𝐷𝑖𝑡(𝑗𝑡) i ülkesinin Arge Harcamalarının t yılındaki GSYİH içindeki payını

göstermektedir.

𝐼𝑁𝑆𝑇𝐼𝑁𝐷𝑖𝑡(𝑗𝑡)Yolsuzluk indeksi seviye olarak (log-düzeyinde değil) dahil edilmiştir.

Katsayıları tahminleri, log formundaki değişkenlerin katsayılardan çok daha küçük (mutlak

değer olarak) kalmaktadır. Orjinal olarak tüm gösterge puanları –2,5 ila +2,5 arasında

ölçülmüştür (Berden&Bergstrand, 2014:366). Fakat sonuçların yorumlanmasını kolaylaştırmak

amacıyla yolsuzluk değişkeni 0'dan 1'e kadar yeniden ölçeklendirilmiştir (CORR). Ayrıca

temel bileşenler analizi ile egi değişkenleri tek bir değişken haline getirilerek modelde

kullanılmıştır.

BRICSi, ihracatçı ülke BRICS grubu bir ilke ise 1, OECD ülkesi ise 0 değeri alan bir

kukla değişkendir. BRICS kukla değişkeni, düşün kişi başına gelir ve kurumsal parametreler

sahip ancak anlamlı ihracat sonuçlarına sahip ülke gruplarını ayırt etmek amacıyla

kullanılmıştır.

Silva ve Tenyro (2006) ampirik modelin değişen varyans varlığında log- lineerleştirmesi

tutarsız tahminlere neden olduğunu belirtmişlerdir. Bu durum ticaret maliyetlerinin ve ticaret

politikasının etkilerinin tahminleri sadece sapmalı değil, aynı zamanda çekimi modelinin OLS

tahmincisi (veya doğrusal olmayan dönüşüm gerektiren herhangi bir diğer tahmin edici) ile log-

lineer formda tahmin edilmesi durumunda tutarsız olmasına neden olmaktadır. PPML

tahmincisi dış ticaret verileri için normal olan değişen varyans sorunun hesaba katmaya

yardımcı olur.Aynı zamanda Poisson Pseudo Maksimum Olabilirlik (PPML) tahmincisinin

logaritmik form yerine üssel formdaki verilere uygulanmasının sıfır ticaret akışlarının varlığı

durumunda en uygun çözüm olduğu belirtilmiştir ( Silva ve Tenreyro, 2006).

1 CEPII tabanında birkaç mesafe ölçü birimi mevcuttur. GeoDist Mayer and Zignago (2005) tarafından geliştirelen

çekim modellerinde ve sonrasında yaygın olarak kullanılmaktadır.Bu modelde “dist” değişkeni- jeodezik mesafe

değişkeni kullanılmıştır. Nüfus bakımından ülkelerin önemli şehirlerin enlem ve boylamları kullanılarak

hesaplanan bir mesafe değişkenidir. http://www.cepii.fr/CEPII/en/cepii/cepii.asp

Page 100: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

93

PPML ile tahmin edilen genişletilmiş çekim modelinin üstel formdaki spesifikasyonu

aşağıdaki gibidir:

𝑋𝑖𝑗𝑡 = 𝑒𝑥𝑝 [𝛽0 + 𝛽1𝑙𝑛𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 + 𝛽2𝑙𝑛𝐺𝐷𝑃𝑗𝑡 + 𝛽3𝑙𝑛𝐷𝐼𝑆𝑇𝑖𝑗 + 𝛽4𝐶𝑂𝑁𝑇𝐼𝐺𝑖𝑗 + 𝛽5𝐶𝑂𝑀𝐿𝐴𝑁𝐺𝑖𝑗 +

𝛽6𝐶𝑂𝐿𝑂𝑁𝑌𝑖𝑗 + 𝛽7𝐶𝑂𝑀𝐶𝑂𝐿𝑖𝑗 + 𝛽8𝑅𝑇𝐴𝑖𝑗𝑡 + 𝛽9𝐵𝑅𝐼𝐶𝑆𝑖𝑡 + 𝛽10𝑅𝐷𝑖𝑡 + 𝛽11𝑅𝐷𝑖𝑡 + 𝛽12𝐶𝑂𝑅𝑅 +

𝛽13𝐶𝑂𝑅𝑅𝑗𝑡] + 𝜖𝑖𝑗𝑡 (21)

exp parantez içindeki terimin üstel değerini belirtir.

Tablo 3. Yolsuzluk Değişkeni İle PPML Tahmin Sonuçları

Cc Standart Hata

ln_gdp_exp 0.61 *** (0.03)

ln_gdp_imp 0.67 *** (0.04)

ln_dist -1.00*** (0.03)

landlocked_exp 0.27 (0.16)

landlocked_imp -3.02*** (0.11)

contig 1.47 *** (0.08)

comlang 0.43 *** (0.13)

colony 1.71 *** (0.15)

comcol 0.78 *** (0.14)

RTA_all 0.10 * ** (0.04)

BRICS_exp 0.31 *** (0.11)

rwgi_cc_exp -0.57 *** (0.18)

rwgi_cc_imp 0.15 (0.21)

constant -19.89 *** (1.21)

R squared 0.98

akaiki critera 3305990

Number of observations 23395

RESET test p value 0.1703

Bağımlı değişken, orijinal metinde önerildiği gibi milyon ile yeniden ölçeklendirilen

doğrusal formdaki ihracat değerleri kullanıldığından önceki tüm tanımlardan farklıdır (Silva,

Teneyro, 2006). Ramsey test sonucu 0,05’den büyük olduğu için tüm modeller için modelin

doğru bir şekilde tanımlandığı hipotezi kabul edilmiştir. En yüksek R kare, ülke çifti ve zaman

sabit etkileri modeli ile elde edilmiştir.

İhracatçı ve ithalatçı ülkenin GSYH'deki % 1'lik bir artış, karşılıklı ticareti ortalama %

0.6 oranında artırdığı görülmektedir. Uzaklık, nakliye maliyetlerinin büyüklüğü için bir kukla

Page 101: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

94

değişken rolü oynamakta ve aynı zamanda diğer uzaklık ile ilgili ticaret maliyetlerini

yansıtmakta ve böylece ticaret yoğunluğunu olumsuz yönde etkilemektedir. Tahmin

sonuçlarına göre, karşılıklı uzaklıkta %1'lik bir artış, ticareti ortalama % 1 oranında

düşürmektedir. Uzaklığın etkisi oldukça önemlidir. Bu sonuçlar, ülke gelirlerinin ve uzaklık

maliyetlerinin ticaret akışlarını açıklamakta önemli olduğu yaklaşımını desteklemektedir.

Aynı zamanda Ortak sınıra sahip olma tüm modellerde istatistiksel olarak anlamlı ve

pozitiftir ve en yüksek etki 1,4 değeri ile yine son modelde görülmüştür. Hem ortak sınır hem

de uzaklık değişkenlerinin yüksek katsayılarla anlamlı olması diğer modellerde ihmal edilen

çekim eşitliğinin karşılaştırmalı üstünlüğünün ortaya koymaktadır. İhracatçıların karayla çevrili

olmasının, kurumlar ve zaman / ülke çifti sabit etkilerini içeren tüm PPML modellerinde

anlamlı olmadığı bulunmuştur. Eğer ithalatçı karayla çevriliyse, ülke çifti sabit etkiler

modelinde ihracat performansını negatif ve önemli ölçüde etkilemektedir. Sömürge ilişkileri

ve ortak kolonisi olma katsayısı modelde anlamlı ve pozitiftir. Bölgesel ticaret anlaşmalarına

katılım anlamlı ve pozitiftir. Fakat katsayı değeri 0.10 gibi küçük bir değerdir. BRICS kukla

değişkeninin PPML modellerinde anlamlı olduğu ve katsayısının yüksek olduğu bulunmuştur.

Kurumsal değişkenler Yolsuzluğun Kontrolü göstergeleri için de ihracatçı için negatif ve

ithalatçı için ise pozitif ama anlamsız bulunmuştur.

4.Sonuç

Çekim modelinin tanımı, ticaretin pazar büyüklüğü ile pozitif ilişkili olduğu yeni ticaret

teorisi modellerine karşılık gelmektedir. Karşılıklı ticaretin diğer çekim modeli çalışmalarına

uygun olarak, GSYH'nin ticareti olumlu ve önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. GSYH'nin

ticaret üzerindeki etkisinin, menşe ülke ile ticaret akışının varış ülkesi arasında farklılık gösterip

göstermediği incelendiğinde sonuçlar, ihracatın gelir esnekliğine sahip olduğunu

göstermektedir.

Yapılan PPML uygulama sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde literatürde çekim

denklemlerinin en büyük gücü yüksek R kare sonuçları bu uygulamada da görülmektedir.

Ülkelerin gelir ve uzaklık değişkenleri olmak üzere zamanla değişmeyen maliyet değişkenleri

ile yapılan tahminlerin hepsinde R kare yüksektir. Teori ve ampirik literatürle uyumlu olarak

tüm modellerde ülkelerin gelirleri ticareti pozitif, uzaklık değişkeni ise negatif etkilemektedir.

Bütün tahminlerde karşılaşılan bir diğer ortak sonuç bölgesel anlaşmaların ve ortak sınıra sahip

olmanın ticareti olumlu etkilediğidir. Kullanılan diğer değişkenlerin anlamlılık düzeyi ve

katsayının işareti yapılan tahmin yöntemine göre değişmektedir.

Regülasyonlar, kurumlar ve hukuk sisteminin etkin işleyişi demokrasi sürecinin başarılı

olmasında önemlidir. Şöyle ki, eğer devlet vatandaşlarına şeffaf denetlenebilir etkin çalışan

kurumlarla hizmet sunmaz ise, vatandaş da faaliyetlerini buna karşılık kayıt dışı yürütmeyi

tercih edebilmektedir. Yolsuzluk kayıt dışı faaliyetleri kolaylaştırmaktadır. Bu durum,

çalışmada Türkiye analizinde de ortaya konulduğu üzere ülke rekabetçiliğini ve ihracatını

negatif etkilemektedir.

KAYNAKÇA

Acemoğlu D., Johnson S. Robinson J.A, (2001). “The Colonial Origins of Comparative

Development: An Empirical Investigation”, The American Economic Review, Vol. 91, No. 5

(Dec., 2001), 1369-1401.

Anderson, J., Marcouiller D. (2002). “Insecurity And The Pattern Of Trade: An Empirical

Investigation”, The Review of Economics and Statistics, 2002, vol. 84, issue 2, 342-352.

Berden K., Bergstrand J.H. Van Etten E. (2014). “Governance and Globalisation”, The World

Economy, Cilt: 37, Sayı: 3,353-386.

Page 102: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

95

De Jong, E., Bogmans C. (2011). “Does corruption discourage international trade?” European

Journal of Political Economy, 2011, vol. 27, issue 2, 385-398.

Duc C., Lavallée, E., Siroën J-M. (2008). “The gravity of institutions”, Dans Economie

internationale 2008/1 (N. 113), 95 – 113.

Dutt P., Traca D. (2009). “Corruption And Bilateral Trade Flows: Extortion Or Evasion?” The

Review of Economics and Statistics, November 2010, 92(4): 843–860.

Gil-Pareja S, Llorca-Vivero R., Martínez-Serrano J.A. (2017). “Corruption And International

Trade: A Comprehensıve Analysis With Gravity”, Working Papers in Applied Economics,

WPAE-2017-05.

Gylfason T., Martinez-Zaroso I., Wijkman P. (2015).“Free Trade Agreements. Institutions and

the Exports of Eastern Partnership Countries”, Joural of Common Market Studies Vol.53

Number 6. Pp.1214-1229

Huntington, S. (1968), “Political Order in Changing Societies”. New York: Yale University

Press

Lavallee E. (2010), “Governance, Corruption and Trade : A North-South Approach”, Groupe

de Recherche International (GDRI), Working paper, 678-857.

Leff, N. (1964), "Economic Development through Bureaucratic corruption", The American

Behavioral Scientist , 8-14.

Levchenko A.A. (2007). “Institutional Quality and International Trade. The Review of

Economic Studies, Volume 74, Issue 3, 791–819.

Silva J.M.C., Tenreyro S. (2006). “The Log of Gravity.” The Review of Economics and

Statistics, 88 (4): 641–658.

Svensson, J. (2005), "Eight Questions about Corruption," Journal of Economic Perspectives,

19, 19-42

Thede S., Gustafson N.A. (2012). “The Multifaceted Impact of Corruption on International

Trade”, The World Economy, 2012, vol. 35, issue 5, 651-666.

Yu M. (2010). “Trade, democracy, and the gravity equation, Journal of Development

Economics, 91, 289- 300 http://www.cepii.fr/CEPII/en/cepii/cepii.asp

Page 103: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

96

EKLER

EK – 1. Üke Listesi

OECD Ülkelerı:

AVUSTRALYA KORE

AVUSTURYA LETONYA

BELÇİKA LİTVANYA

KANADA LÜKSEMBURG

ŞİLİ MEKSİKA

ÇEK CUMHURİYETİ HOLLANDA

DANİMARKA YENİ ZELANDA

ESTONYA NORVEÇ

FİNLANDİYA POLONYA

FRANSA PORTEKİZ

ALMANYA SLOVAK CUMHURİYETİ

YUNANİSTAN SLOVENYA

MACARİSTAN İSPANYA

İZLANDA İSVEÇ

İRLANDA İSVİÇRE

İSRAİL TURKİYE

İTALYA BİRLEŞİK KRALLIK

JAPONYA ABD

BRICS Ülkelerı:

BREZİLYA

RUSYA

HİNDİSTAN

ÇİN

Page 104: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

97

KAMU HARCAMALARI, KAMU HİZMETLERİ MEMNUNİYETİ VE

VERGİ GAYRETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: YATAY KESİT VERİ

ANALİZİ

Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin KUTBAY

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, UBYO, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Bölümü / Karaman,

[email protected]

Özet

Çalışmada, Türkiye’deki kamu harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki etkisini ve kamu

hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerindeki etkisini ölçmek amaçlanmıştır. Bu amaçla 81 il düzeyinde

2015 yılı kapsamında kamu harcamaları, kamu hizmetleri memnuniyeti ve vergi gayreti arasındaki ilişki yatay-

kesit veri analiz yöntemi ile test edilmiştir. Kamu harcamasının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki etkisini

belirlemek için ele alınan her bir kamu harcaması ayrı ayrı bağımsız değişken ve her bir kamu hizmetinden

duyulan memnuniyet ise bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Kamu hizmetleri memnuniyetinin vergi gayreti

üzerindeki etkisi belirlenirken de her bir kamu hizmeti memnuniyeti ayrı ayrı bağımsız değişken, vergi gayreti ise

bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre kamu harcamalarının, kamu

hizmetleri memnuniyeti üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir etkiye sahip olduğu bulgusuna

ulaşılmıştır. Ayrıca kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif

yönlü bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, devletin kamu harcamaları ile mutlu

ettiği bireyler, vergi gayreti ile devleti mutlu etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kamu Harcamaları, Kamu Hizmetleri Memnuniyeti, Vergi Gayreti, Yatay-Kesit Veri Analizi,

Türkiye

Jel Kodlar: H11, H71, H72, C31

THE RELATIONSHIP BETWEEN PUBLIC EXPENDITURES, PUBLIC SERVICES

SATISFACTION AND TAX EFFORT: CROSS-SECTION DATA ANALYSIS

Abstract

In this study, it is aimed to measure the effect of public expenditures on public service satisfaction and the

effect of public service satisfaction on tax effort. For this purpose, the relationship between public expenditures,

public service satisfaction and tax effort has been tested by means of cross-sectional data analysis method in 2015

at 81 provincial levels. In order to determine the effect of public expenditure on satisfaction of public services,

each public expenditure is considered as an independent variable and satisfaction from each public service is

considered as a dependent variable. While determining the effect of public service satisfaction on tax effort, each

public service satisfaction was considered as an independent variable and tax effort as a dependent variable.

According to the results of the study, it was found that public expenditures had a statistically significant and

positive effect on public service satisfaction. In addition, it has been determined that satisfaction of public services

has a statistically significant and positive effect on tax effort. According to the results of the analysis, individuals

whom the state is happy with public expenditures make the state happy with tax effort.

Keywords: Public Expenditure, Public Service Satisfaction, Tax Effort, Cross-Section Data Analysis, Turkey

Jel Codes: H11, H71, H72, C31

1.Giriş

Hükümetler, etkin bir gelir sisteminin ekonomik kalkınma için en önemli faktör olduğunu

kabul etmektedirler. Gelir sistemi içerisinde ise en büyük potansiyele vergiler sahiptir. Çünkü

vergiler piyasa ekonomisi ve karma ekonomi modellerinin uygulandığı ekonomilerde kamu

gelirlerinin büyük bir kısmını temsil etmektedirler. Ayrıca devletin gerçekleştirmek zorunda

olduğu görevlerindeki artışa paralel olarak bu görevleri yerine getirebilmek için yapmış olduğu

kamu harcamalarının finansmanını sağlayacak sürekli bir gelire ihtiyaç duyması vergi

gelirlerinin her geçen gün artırılması ihtiyacını da doğurmuştur. Vergilerin artırılması ise

mükellefler açısından bir yük olarak algılanmakta olduğundan bu durum mükelleflerin vergi

karşısında farklı tutum ve davranışlarda bulunmasına hatta verginin reddine neden olmaktadır.

Hükümetlerin mali amaçlarının yanında mali olmayan amaçları da ifa etmek zorunda olması,

Page 105: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

98

kamu hizmetlerinin bir karşılığı olan kamu harcamalarının finansmanını sağlayan mükelleflerin

vergi gayretlerinin (tahakkuk/tahsil oranının) artırılmasını gerektirmektedir. Mükelleflerin

vergi gayretlerinin artırılması için ise hükümetlerin mükelleflerin vergi tutum ve davranışları

üzerinde etkili olan faktörleri belirlemesi ve bu doğrultuda düzenlemeler yapması elzemdir.

Mükelleflerin vergi karşısındaki tutum ve davranışlarını vergi ödeme gücü, vergi ahlaki,

aile yapısı, eğitim durumu, yükümlünün mesleği, şahsi özellikleri ve kökeni, devlete bağlılık

derecesi, siyasal iktidarı benimseme durumu, yükümlünün diğer yükümlüler hakkındaki

görüşleri, kamu hizmetlerinin gerekliliğine olan inanışlar, gibi içsel faktörler ve vergi idaresi

ve vergi mevzuatından kaynaklanan faktörler, vergi adaleti, vergi afları ve uzlaşma müessesinin

varlığı, vergi sisteminin karmaşıklığı ve vergilendirme ortamının belirsizliği, vergi oranlarının

yüksekliği, cezalar ve denetim olasılığı gibi dışsal faktörler etkilemektedir (Özkan, 2017). Bu

çalışmada ise mükelleflerin vergiye karşı tutum ve davranışını etkileyen yani vergi gelirlerinin

büyüklüğünü etkileyen faktörlerden biri olduğu düşünülen kamu hizmetlerinden duyulan

memnuniyet/kamu harcamalarının algılanma düzeyi ele alınmıştır.

Bu çalışmanın amacı kamu harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki

etkisini ve kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerindeki etkisini Türkiye için

2015 verilerini kullanarak yatay-kesit analiz yöntemi ile test etmektir. Çalışmanın neticesinde,

kamu harcamalarının etkin bir şekilde gerçekleştirildiğini düşünen bireylerin kamu

harcamalarından duyulan memnuniyet düzeylerinin artması, kamu harcamalarından duyulan

memnuniyet düzeyi arttıkça da vergi karşısındaki tutum ve davranışlarının olumlu etkilenmesi

yani vergi gayreti oranının artması beklenmektedir. Diğer bir ifadeyle hükümetler tarafından

gerçekleştirilen kamu harcamalarından vergi mükelleflerin hissettikleri memnuniyet düzeyinin

artmasının bu mükelleflerin vergiye karşı olumlu bir tutum ve davranış sergilemelerine katkı

sağlayacağı, yarar sağlanmayan kamu hizmetlerinin yapılmasının ise olumsuz tepkiler

geliştirmesine neden olabileceği düşünülmektedir.

2.Literatür

Kamu harcamalarının büyük bir kısmı mükellefler tarafından ödenen vergiler ile finanse

edilmekte olduğundan, bu harcamaların vergi mükellefleri tarafından algılanma şekli, kamu

gelirleri için son derece önem arz etmektedir. Literatürde mali bağlantı olarak adlandırılan bu

ilişki, kamu harcamasının gerekli olduğunu düşünen bireylerin, verginin salınması gerekliliğine

de inandıracaktır. Bu şekilde mükellefler, kamu harcamalarının isabetli bir şekilde

gerçekleştirilmesinden memnuniyet duyarlarsa, vergiye gönüllü uyumluluk dereceleri de

artabilecektir.

Kamu harcamalarından duyulan memnuniyet ile vergi arasındaki ilişki farklı çalışmalarda

ele alınmış olup bunlar aşağıda belirtilmiştir.

Barro (1979), artan vergilerin kamu harcamalarının bir sonucu olduğunu ileri

sürmektedir. Yani “harcama-vergi” hipotezini desteklemektedir.

Muter, Sakınç ve Çelebi (1993), Manisa’da gerçek usulde Gelir Vergisine tabi 505

mükellef üzerinde gerçekleştirilen anket çalışmasında mükelleflerin vergiye karşı tutum ve

davranışları ölçülmüştür. Mükellefler, 7 gelir unsurları dikkate alınarak rastgele örnekleme

yöntemiyle seçilmiştir. Yapılan analiz ile mükelleflerin çoğunluğunun vergiyi, fayda ilkesine

göre tanımladıkları ve ödedikleri vergi ile sunulan kamu hizmetleri arasında bir bağ kurdukları

sonucu elde edilmiştir. Buna göre kamu harcamalarından duyulan memnuniyetin vergi

gayretine etkisinin olduğu söylenebilir.

Şenyüz (1995) Kamu tarafından üretilen hizmetlerin etkinliği/verimliliği vergiye karşı

duyulan tepkileri belirlemede rol oynamaktadır. Yani mükellefler kendilerince etkin olan kamu

Page 106: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

99

hizmetlerinin finansmanı için vergi vermek istemekte iken, etkin olmayan kamu hizmetleri için

ise vergi vermemenin yollarını aramaktadırlar.

Yüce ve Gerçek (1998), mükelleflerin vergiye yaklaşımını etkileyen faktörlerin

belirlenmesi için Bursa Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı 235 mükellef üzerinde anket

uygulaması gerçekleştirmişlerdir. Ankete katılan mükelleflerin %38.3’ü vergiyi “kamu

hizmetlerinin karşılığı”, %28.1’i, “bir ödev”, %18.3’ü, “zorunlu bir ödeme” %10.2’si “teşebbüs

kabiliyetini engelleyen” %3.4’ü de “bir yük” unsuru olarak görmektedir.

Sağbaş (2003) yerel vergilerin vergi mükellefleri tarafından nasıl algılandıklarını 92

emlak ve/veya çevre temizlik vergisi mükellefleri üzerine yaptığı anket çalışması ile

belirlemeye çalışmıştır. Yapılan çalışma neticesinde mükelleflerin %71’nin ödediği vergi

miktarı ile aldıkları kamu hizmetleri arasında bir ilişkinin (mali bağlantının) varlığından

haberdar oldukları sonucuna ulaşmıştır.

Çoban (2004), vergi mükelleflerinin vergi karşısındaki davranışlarını incelemek için

Denizli il merkezinde 1.200 mükellefe anket uygulaması yapmıştır. Mükelleflerin vergi tutum

ve davranışlarının ölçüldüğü anket çalışmasında mükelleflerin vergiyi çoğunlukla kamu

hizmetlerinin karşılığı olarak görmekte olduklarını tespit eden yazar aynı zamanda bu

mükelleflerin kamu hizmetlerinden yeterince yararlanmadıklarını/memnun kalmadıklarını bu

durumunda mükelleflerin vergi ödemekle ilgili güdülerini zayıflattığını yani vergi gayretini

azalttığını belirlemiştir.

Laamanen ve Kotakorpi (2007), dünya değerler araştırmasından elde edilen yaşam

memnuniyeti verilerini kullanarak Finlandiya için sağlık harcamalarının yaşam memnuniyeti

üzerindeki etkisini incelemişlerdir. 2000 yılı verileri kullanılarak yapılan çalışma neticesinde

görece daha yüksek gerçekleştirilen sağlık harcamalarının bireylerin yaşam memnuniyetleri

üzerinde önemli ve olumlu etkisi olduğunu tespit etmişlerdir.

Javid ve Arif (2012), Eğer toplumlar çıkarlarının hükümet düzeyinde iyi bir şekilde temsil

edildiğini ve sağlık, eğitim gibi kalkınma carileri vb. diğer kamu mallarının nitelik ve

niceliğinden memnun olduklarını hissediyorlarsa bu durum bireylerin vergi ödeme isteklerini

olumlu yönde etkilemektedir.

Kiyia (2012), ABD için mikro verileri kullanarak, devlet harcamalarının yaşam

memnuniyetini olumlu yönde etkilediğini tespit etmiştir.

Hossin (2014), yönetim kalitesi ve vergi gayreti arasındaki ilişkiyi gelişmiş ve gelişmekte

olan 55 ülke için 2002-2012 verilerini kullanarak panel veri analizi ile test etmiştir. Yönetim

kalitesinin vergi geliri tahsilatı için önemli olduğu sonucunu elde etmiş olup bu sonuç

gerçekleştirilen kamu harcamalarından duyulan memnuniyetin ekonomide vergi gelirlerini

artırdığına dair hipotezi desteklemektedir.

Cural, Pekkaya ve Dibek (2016), mükelleflerin sağlık hizmetlerinden memnuniyetleri ile

vergi tutum ve davranışları arasındaki ilişki, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi servislerinde

yatmakta olan 402 hastaya anket uygulanarak test edilmiştir. Mükelleflerin sağlık

hizmetlerinden duydukları memnuniyet ile vergi tutum ve davranışları arasında güçlü olmasa

da aynı yönlü bir ilişki tespit edilmiştir.

Dao (2017), devlet büyüklüğünün bireylerin mutluluğu/memnuniyeti üzerindeki etkisini

1990-2016 dönemi kapsamında 183 ülke için analiz etmiştir. Bireylerin mutluluk düzeyi “her

şey düşünüldüğünde, bir bütün olarak hayatınızdan ne kadar memnunsunuz?” sorusuna verilen

cevap ile analize dâhil edilirken, devlet büyüklüğü ise kamu harcamalarının GSYH içerisindeki

oranı dikkate alınarak analize dâhil edilmiştir. Analiz neticesinde hükümet harcamalarının

mutluluk düzeyi ve mutluluktaki değişiklikler üzerindeki doğrudan etkilerinin uzun vadede

tutarlı ve önemli kanıtlar sunmadığı belirlenmiştir.

Page 107: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

100

Kasmaoui ve Bourhaba (2017), mutluluk ve kamu harcamaları arasındaki ilişkiyi, 132

ülke için 2006'dan 2015'e kadar bir panel verisi kullanarak ampirik olarak incelemişlerdir.

Yüksek düzeyde kamu harcamalarının dünya genelinde daha fazla mutluluk ile pozitif ve

anlamlı bir ilişkisinin olduğunu tespit etmişlerdir.

3. Veri Seti ve Yöntem

Hazırlanan bu çalışma ile kamu harcamaları, kamu hizmetleri memnuniyeti ve vergi

gayreti arasındaki ilişkinin test edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda, kamu

harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti ve kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi

gayreti üzerinde etkisi, yatay kesit analiz yönteminden yararlanılarak Türkiye için 2015 dönemi

baz alınarak test edilecektir. Yapılacak olan çalışma sonucunda, kamu harcamaları, kamu

hizmetleri memnuniyeti ve vergi gayreti arasında ilişki olup olmadığı ve eğer böyle bir ilişki

varsa bu ilişkinin pozitif veya negatif yönlü mü olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Bu amaçla Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünden elde edilen kamu

harcamaları ve vergi gayreti verileri ile TUİK’ten elde edilen kamu hizmetleri memnuniyeti

verileri kullanılmıştır. TUİK kamu hizmetleri memnuniyet verilerinin boyut ve göstergelerini

belirlerken OECD’nin Daha İyi Yaşam Endeksi çerçevesini ve ülkemiz koşullarını temel

almıştır. Bu değişkenlere ilişkin açıklayıcı istatistikler ise Tablo 1’de belirtilmiştir.

Tablo 1. Açıklayıcı İstatistikler

Değişkenler Gözlem

sayısı Ort.

Standart

sapma Min. Max.

Sağlık harcamaları 81 260.620 370.165 38.218 2.783.665

Eğitim harcamaları 81 1.046.044 1.703.571 140.061 12.564.806

Kamu düzeni ve güvenlik harcamaları 81 423.964 690.948 53.473 4.771.194

SGK harcamaları 81 92.944 106.695 14.461 817.863

Ulaştırma harcamaları 81 516.632 1.539.684 13.117 13.090.704

Sağlık hizmetlerinden memnuniyet 81 77.46 7.30 54.55 89.13

Eğitim hizmetlerinden memnuniyet 81 74.08 8.45 48.18 88.89

Kamu düzeni ve güvenlik

hizmetlerinden memnuniyet 81 84.23 7.16 58.88 94.86

SGK hizmetlerinden memnuniyet 81 69.91 11.12 34.76 89.49

Ulaştırma hizmetlerinden memnuniyet 81 78.25 8.79 50.15 94.22

Vergi gayreti 81 69.24 11.01 33.73 92.90

Kamu harcamaları, bir vatandaşın refahını arttırmak için hükümetin elindeki temel

ekonomik araçlardan biridir. Bu araçla hükümetler, örneğin iyi bir sosyal güvenlik sistemi

geliştirerek, kamu düzenini sağlayarak veya kalkınma carileri olarak da ifade edilen sağlık ve

eğitime yatırım yaparak bireylerin mutluluğunu ve devlete olan bağımlılığını etkileyebilir. Bu

bağlamda kamu harcamaları ile kamu hizmetleri memnuniyeti arasındaki ilişkiyi belirlemek

için her bir kamu harcaması ve bu kamu harcamasından duyulan memnuniyet düzeyini ölçen

hipotezler ayrı ayrı aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

Page 108: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

101

H1: Sağlık harcamaları (SH) ile sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyet (SHM)

arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre sağlık harcamaları artırıldığında sağlık

hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise sağlık hizmetlerinden duyulan

memnuniyet azalacaktır.

H2: Eğitim harcamaları (EH) ile eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyet(EHM)

arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre eğitim harcamaları artırıldığında eğitim

hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise eğitim hizmetlerinden duyulan

memnuniyet azalacaktır.

H3: Kamu düzeni ve güvenlik harcamaları (KDGH) ile kamu düzeni ve güvenlik

hizmetlerinden duyulan memnuniyet (KDGHM) arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır.

Buna göre kamu düzeni ve güvenlik harcamaları artırıldığında kamu düzeni ve güvenlik

hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise kamu düzeni ve güvenlik

hizmetlerinden duyulan memnuniyet azalacaktır.

H4: SGK harcamaları(SGKH) ile SGK hizmetlerinden duyulan memnuniyet(SGKHM)

arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre SGK harcamaları artırıldığında SGK

hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise SGK hizmetlerinden duyulan

memnuniyet azalacaktır.

H5: Ulaştırma harcamaları (UH) ile ulaştırma hizmetlerinden duyulan memnuniyet

(UHM) arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre ulaştırma harcamaları

artırıldığında ulaştırma hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise ulaştırma

hizmetlerinden duyulan memnuniyet azalacaktır.

Artan kamu harcamaları bireylerin refahını geliştirirken aynı zamanda “Harcama-Vergi”

hipotezinde olduğu gibi devletin gelirlerini de artırabilecektir. Nitekim artan kamu harcamaları

ile refahı artan bireyler, daha fazla harcama yapabileceği gibi devlete duyulan güvenin artması

neticesinde bu bireyler vergi ödemeyi de bir borç olarak bilecektir. Vergi ödemeyi borç bilecek

olan vatandaşların vergiye karşı tutumları olumlu seyir izleyeceğinden vergi gayretinin de

artması muhtemeldir. Bu bağlamda kamu hizmetleri memnuniyeti ile vergi gayreti arasındaki

ilişkiyi belirlemek için ise aşağıdaki hipotezler oluşturulmuştur.

H1: Sağlık hizmetleri memnuniyeti (SHM) ile vergi gayreti arasında anlamlı ve pozitif

bir ilişki vardır. Buna göre sağlık hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında vergi

gayreti oranı artacak, algılanan memnuniyet düzeyi oranı azaldığında vergi gayreti oranı da

azalacaktır.

H2: Eğitim hizmetleri memnuniyeti (EHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı ve

pozitif bir ilişki vardır. Buna göre eğitim hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında

vergi gayreti oranı artacak, algılanan memnuniyet düzeyi oranı azaldığında vergi gayreti oranı

da azalacaktır.

H3: Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri memnuniyeti (KDGHM) ile vergi gayreti (VG)

arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerinden

algılanan memnuniyet oranı arttığında vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı

azaldığında vergi gayreti oranı da azalacaktır.

H4: SGK hizmetleri memnuniyeti (SGKHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı ve

pozitif bir ilişki vardır. Buna göre SGK hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında

vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı azaldığında vergi gayreti oranı da azalacaktır.

H5: Ulaştırma hizmetleri memnuniyeti (UHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı

ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre ulaştırma hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı

arttığında vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı azaldığında vergi gayreti oranı da

azalacaktır.

Page 109: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

102

4. Tahmin Sonuçları ve Yorumlanması

Yatay kesit yönteminin kullanılmasında karşılaşılan problemlerin temelini değişen

varyans sorunu oluşturmaktadır. Bu nedenle yatay kesit veri analizlerinde tahminlerin değişen

varyans sorununun giderilerek yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada değişen varyans

sorununun var olup olmadığı “White” yaklaşımı kullanılarak tahmin edilmiş ve böyle bir

sorunun olmadığına karar verilmiştir (Ki-kare testine ait olasılık değeri 0.05’den büyük olduğu

için). Daha sonra en küçük kareler (EKK) yöntemi ile değişkenler arasındaki ilişki tahmin

edikmiş olup gerçekleştirilen tahmin sonuçları Tablo 2’de belirtilmiştir.

Tablo 2. Kamu Harcamaları ve Kamu Hizmetleri Arasındaki İlişki

DEĞİŞKENLER SH EH KDGH SGKH UH

SHM

-5.20

[0.07]

(0.071)*

--- --- --- ---

EHM ---

-3.09

[0.04]

(0.002)***

--- --- ---

KDGHM --- ---

-4.64

[0.09]

(0.000)***

--- ---

SGKHM --- --- ---

-6.76

[0.01]

(0.042)**

---

UHM --- --- --- ---

-5.92

[0.03]

(0.063)*

R2 0. 37 0.30 0.41 0.24 0.29

White 0.29 0.61 0.63 0.34 0.09

Not: [] ifadesi katsayıyı, () olasılık değerleri *, ** ve *** ise sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade

etmektedir.

Tahmin edilen modellere ait R2 değerleri, 0.24 ila 0.41 arasında saptanmıştır. Belirlilik

katsayısı olarak bilinen bu değerler normal R2 değerleri ile kıyaslandığında düşük görülebilir.

Ancak çalışmada kurulan bu modellerin anlamlılık gücünü gösteren değerin (R2), yatay kesit

veri analizi tahmin modellerinde genel olarak düşük olduğu kabul edilmektedir (Wallace ve

Silver, 1988: 123). Yatay kesit veri analizinde değişkenler arasındaki açıklama gücünü gösteren

R2 değerinin 0.3 ve daha düşük bulunması yatay kesit verisiyle çalışan analizlerde yaygın bir

şekilde görülmekte olduğundan, bu durum değişkenlerin anlamlılık gücünün düşük olduğunu

ifade etmemektedir. Hatta yatay kesit verilerinde 0,5 büyüklüğünde bir R2 iyi bir uygunluk

oluşturmaktadır (Studenmund, 1992: 47).

Tablo 2’deki verilere bakıldığında her bir kamu harcamasındaki artış bu kamu

harcamalarından duyulan memnuniyet düzeyini de artırmaktadır. Sağlık harcamalarındaki bir

birimlik artış, sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.07 birim artırmaktadır.

Eğitim harcamalarındaki bir birimlik artış, eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyet

düzeyini 0.04 birim artırmaktadır. Kamu düzeni ve güvenlik harcamalarındaki bir birimlik artış,

kamu düzeni ve güvenlik hizmetinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.09 birim artırmaktadır.

SGK harcamalarındaki bir birimlik artış SGK hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini

0.01 birim artırmaktadır. Ulaştırma harcamalarındaki bir birimlik artış ise, ulaştırma

hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.03 birim artırmaktadır.

Kamu harcamaları ile kamu hizmetleri memnuniyetleri arasındaki ilişki Şekil 1’de

belirtilmiştir.

Page 110: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

103

Şekil 1. Kamu Harcamaları ile Kamu Hizmetleri Memnuniyeti Arasındaki İlişki

Mükellefler tarafından kamu harcamalarının finansmanı için ödenen vergilerle,

hükümetler tarafından kamu harcaması olarak sunulan kamu hizmetlerinden yararlanma

yükümlü bakımından eşdeğerli olmazsa, bu durum mükelleflerin vergiden kaçınmasının

psikolojik etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Bireylerin ödedikleri vergilerin kendilerine

kamu hizmeti olarak sunulmak yerine faklı amaçlar için kullanıldığını hissetmesi, onların vergi

ödemeyi gereksiz olarak görmesi sonucunu doğurabilecektir (Demirtaş, 2017: 20). Vergi

ödemeyi gereksiz gören mükelleflerin vergi gayreti oranının azalacak olması vergi gelirlerinin

azalmasına döngüsel olarak da vergi gelirleri ile finans edilen kamu harcamalarının etkin ve

verimli bir şekilde gerçekleştirilememesini etkileyecektir.

Mükellefler tarafından ödenen vergi ile hükümetler tarafından sağlanan kamu

hizmetlerinden yararlanma arasında kurulan ilişki, maliye literatüründe “mali bağlantı” olarak

adlandırılmaktadır. Çalışmada mali bağlantı ilişkisinin geçerliliği 81 il bazında 2015 verileri

kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmanın neticesinde mali bağlantının anlamlı ve pozitif

çıkması beklenilmektedir. Çünkü mükellefler, ödedikleri vergilerin karşılığı olarak devletin

kendilerine kamu hizmeti sunduğu bilincinde olduklarında, vergi ödeme konusunda daha

duyarlı davranacaklar ve vergiye karşı tutumları olumlu olabilecektir. Böylece, vergiye karşı

yasadışı (vergi kaçırma) veya yasal (vergiden kaçınma) bazı yöntemlere başvurma olasılıkları

da azalacaktır.

Mali bağlantı kapsamında, mükelleflerin kamu harcamalarının neticesi olan kamu

hizmetlerinden duydukları memnuniyet oranı ile vergi gayreti oranı arasındaki ilişki Tablo 3’de

belirtilmiştir.

Eğitim Harcamaları 0.04Eğitim Hizmetleri

Memnuniyeti

Sağlık Harcamaları 0.07Sağlık Hizmetleri

Memnuniyeti

Kamu Düzeni ve Güvenlik Harcamaları

0.09Kamu Düzeni ve Güvenlik

Hizmeti Memnuniyeti

SGK Harcamaları 0.01SGK Hizmetleri Memnuniyeti

Ulaştırma Harcamaları 0.03Ulaştırma Hizmetleri

Memnuniyeti

Page 111: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

104

Tablo 3. Mali Bağlantı Tahmin Sonuçları

DEĞİŞKENLER SHM EHM KDGHM SGKHM UHM

VG

3.19

[0.33]

(0.09)*

--- --- --- ---

VG ---

6.78

[0.19]

(0.05)*

--- --- ---

VG --- ---

4.02

[0.43]

(0.000)***

--- ---

VG --- --- ---

4.15

[0.12]

(0.07)*

---

VG --- --- --- ---

5.28

[0.09]

(0.02)**

R2 0. 28 0.35 0.49 0.39 0.22

White 0.10 0.57 0.06 0.21 0.08

Not: [] ifadesi katsayıyı, () olasılık değerleri *, ** ve *** ise sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade

etmektedir.

Tablo 3’deki verilere bakıldığında her bir kamu hizmetlerindeki memnuniyet düzeyindeki

artış vergi gayreti düzeyini de artırmaktadır. Bu neticeler kamu hizmetlerinden yararlanma ile

vergi gayreti arasındaki ilişkiyi destekleyen mali bağlantı ilişkisini ortaya koymaktadır. Sağlık

hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyindeki bir birimlik artış, vergi gayreti düzeyini 0.33

birim artırmaktadır. Eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış, vergi

gayreti düzeyini 0.19 birim artırmaktadır. Kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerinden duyulan

memnuniyetteki bir birimlik artış, vergi gayreti düzeyini 0.43 birim artırmaktadır. SGK

hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış vergi gayreti düzeyini 0.12 birim

artırmaktadır. Ulaştırma hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış ise, vergi

gayreti düzeyini 0.09 birim artırmaktadır.

Tablo 3’de belirtilen kamu hizmetleri memnuniyetleri ile vergi gayreti arasındaki ilişki

Şekil 2’de gösterilmiştir.

Şekil 2. Kamu Hizmetleri Memnuniyeti ve Vergi Gayreti Arasındaki İlişki

Vergi Gayreti

SHM

UHM

KDGHM

SGKHM

EHM

Page 112: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

105

Sonuç

Mükelleflerin vergiye karşı tutumlarını etkileyen birçok faktör olup bu faktörlerden bir

tanesini de kamu hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyi oluşturmaktadır. Bu yüzden

hükümetler tarafından kamu hizmetlerinin sunulmasında hizmetten faydalanan

vatandaşların/vergi mükelleflerinin tercihlerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim

mükelleflerin tercihleri de dikkate alındığında halkın kamu hizmetlerinden duyduğu

memnuniyet düzeyi artıracağı gibi kamusal kaynakların daha rasyonel kullanımı da

gerçekleşmiş olacaktır. Kamu harcamalarından duyulan memnuniyet düzeyinin arması da

mükelleflerin vergiye karşı tutumlarını ılımlı hale getirecek olup vergi gayretinin artmasına

katkı sağlayacaktır.

Bu çalışmada 2015 yılı 81 il kapsamında gerçekleştirilen kamu harcamaları ile bu

harcamalardan duyulan memnuniyet düzeyi kullanılmış ve kamu harcamalarındaki artışların

memnuniyet düzeyini de artırdığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca kamu harcamaları ile vergi

gelirleri arasındaki etkileşimi açıklayan “mali bağlantı” ilişkisi de incelenmiş olup kamu

harcamalarının karşılığı olan kamu hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyindeki artışın

vergi gayreti oranını da artırdığı tespit edilmiştir. Vergi gayreti oranına en büyük etkiyi tam

kamusal mal ve hizmet olarak değerlendirilen kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine duyulan

memnuniyet sağlamaktadır.

Kamu harcamaları – vergi geliri ilişkisinin geçerli olduğunu da gösteren bu çalışma

neticesinde, devletin en büyük gelir kaynağı olan vergi gelirlerini artırmasının sunacağı kamu

harcamalarına da bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda “ne ekersen onu biçersin” sözü

kamu harcamaları ve vergi geliri ilişkisi ne atfedilebilmektedir.

Kaynakça

Barro, Robert J. (1979). “On the Determination of the Public Debt”, Journal of Political

Economy, 87(5), 940-971.

Cural, M., Pekkaya, M. ve Dibek, E. (2016) “Sağlık Hizmetlerinden Memnuniyet ile

Vergi Tutum ve Davranışları Arasındaki İlişki”, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme

Dergisi, 12(27).

Çoban, H. (2004) “Vergi Mükelleflerinin Vergi Karşısındaki Davranışları Üzerine

Ampirik Bir İnceleme Denizli Örneği”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Denizli.

Dao, T. K. (2017) “Government Expenditure and Happiness: Direct and Indirect Effects”,

Institute of Social Studies, Netherlands

Demir, İ. C. (2009) “Kamusal Harcamaların Toplumsal Algısı: Ampirik Bir Araştırma”,

Maliye Dergisi, Sayı: 157, 210-226.

Demirtaş, S. (2017) “Vergi Psikolojisinin Temelleri ve Vergiye Karşı Davranışları

Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi”, Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi, 3,

14-22.

Hossin, M. I. (2014) “The Quality of Governance and Tax Effort: Evidence from

Developed and Developing Countries”, Graduate School of Public Policy The University,

Tokyo.

Javid, A. Y. ve Arif, U. (2012) “Analysis of Revenue Potential and Revenue Effort in

Developing Asian Countries”, The Pakistan Development Review, 51(4), 365-380.

Kasmaoui, K. ve Bourhaba, O. (2017) “Happiness and Public Expenditure: Evidence

from a Panel Analysis”, Munich Personal RePEc Archive, Paper No. 79339.

Page 113: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

106

Kiyia, K. (2012) “Life Satisfaction and Public Finance: Empirical Analysis Using U.S.

Micro Data”, Department of Economics, University of Washington, Seattle.

Laamanen, J. P. ve Kotakorpi, K. (2007) “Welfare State and Life Satisfaction: Evidence

from Public Health Care”, Tinbergen Institute Discussion Paper 07-053/3, 1–21.

Muter, N. B., Sakınç, S. ve Çelebi, K. (1993) “Mükelleflerin Vergi Karşısındaki Tutum

ve Davranışları Araştırması”, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,

Manisa.

Özkan, E. (2017) “Vergilerin Mükellefler Üzerindeki Etkisi ve Mükelleflerin Tepkileri”,

E-Yaklaşım, Sayı: 295.

Sağbaş, İ. (2003) “Kamu Tercihi Teorisi ve Türkiye’de Yerel Vergilerin Algılanması”,

Amme İdaresi Dergisi, 36 (1), 169-178.

Studentmund, A. H. (1992) “Using Econometrics: A Practical Guide”, Second Edition.

New York: Harper Collins Publisher.

Şenyüz, D. (1995) “Vergilendirmede Yükümlü Psikolojisi”, Bursa.

Wallace, T.D. ve Silver, J.L. (1988) “Econometrics: An Introduction, Reading,

Massachusetts”, Addison-Wesley Publishing Company.

Yüce, M. ve Gerçek, A. (1998) “Mükellefin Vergiye Yaklaşımını Belirleyen Faktörler ile

İlgili Ampirik Bir Çalışma”, Sayıştay Dergisi, 28, 20-31.

Page 114: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

107

DÜNYADAKİ ÇATIŞMA HABERLERİNİN KÜRESEL ALTIN

FİYATLARI ÜZERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ

Arş. Gör. Dr. Sadullah ÇELİK

Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli Ekonometri Bölümü, Aydın, Türkiye, [email protected]

Arş. Gör. Orhan ŞANLI

Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF İktisat Bölümü, Aydın, Türkiye, [email protected]

Özet

Uzun yıllar dünya ticaretinde en çok kullanılan menkullerden biri olan altın, ticaretteki yerini dolara bırakarak

bir yatırım aracına dönüşmüştür. Altın rezervlerinin sınırlı, çıkarılma maliyetinin ve yatırım talebinin yüksek

olması küresel altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Altın fiyatlarını etkileyen mikro ve makro düzeyde

birçok değişken vardır. Bunlardan biri de küresel belirsizliklerdir. Dünyada çıkan terör odaklı çatışma haberleri

küresel belirsizliklere neden olmaktadır. Bu belirsizlikler altın, dolar, borsa gibi yatırım araçlarının fiyatlarında

hızlı değişimlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu belirsiz dönemlerde yatırımcılar elde işe yarar ve her daim

değerli olan altına yönelmektedir. Dolayısıyla çatışma haberlerinin arttığı dönemlerde altın fiyatlarının da

artması teorik olarak beklenmektedir. Bu çalışmada dünyada çatışma haberlerinin küresel altın fiyatlarına

etkileri, 1979:Q2-2019:Q9 dönemleri için aylık verilerle incelenmiştir. Çalışmada kullanılan çatışma veriler

Google BigQuery’nin alt yapısında bulunan GDELT veri setinden alınmıştır. Ons altın verileri ise investing.com

sitesinden alınmıştır. Çalışmada öncelikle serilere durağanlık testi yapılmış ve her iki seri de birinci dereceden

durağan bulunmuştur. Daha sonra serilerle yapılan Granger nedensellik testine göre her iki değişken arasında

çift yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Son olarak seriler arasındaki ilişkiyi test etmek için; Engle Granger

eşbütünleşme testi yapılmıştır. Test sonuçlarına göre çatışma sayılarının ons altın fiyatları üzerinde pozitif bir

etkiye sahip olduğu ve her iki değişkenin uzun dönemde dengeye geldiği bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Ons Altın, Çatışma, Engle Granger Eşbütünleşme Testi

JEL Kodları: C01, C40, C58

Investigation of the Impact of Global Conflict News on Global Gold Prices

Abstract

Gold, which has been one of the most used securities in the world trade for many years, has left its place in the

trade and became an investment instrument. The fact that gold reserves are limited and the cost of extraction and

investment demand are high causes global gold prices 107orld107e. There are many variables at the micro and

macro levels that affect gold prices. One of these is global uncertainties. The news of terror-oriented conflict in

the 107orld causes global uncertainties. These uncertainties cause rapid changes in the prices of investment

instruments such as gold, dollar and stock exchange. In these uncertain periods, investors are turning to gold,

which is always useful and always valuable. Therefore, it is theoretically expected that gold prices will increase

in times of conflict news. In this study, the effects of conflict news on global gold prices in the 107orld are examined

with monthly data for 1979: Q2-2019: Q9 periods. Conflict data used in the study were taken from GDELT data

set in Google BigQuery’s infrastructure. Ounce gold data were taken from investing.com website. In the study,

first of all, series were tested for stationarity and both series were found to be first order stationary. Later,

according to the Granger causality test conducted with series, a two-way causality relationship was found between

the two variables. Finally, to test the relationship between series; Engle Granger cointegration test was performed.

According to the results of the test, it was found that the number of conflicts had a positive effect on ounce gold

prices and both variables were equilibrated in the long run.

Keywords: Ounce Gold, Conflict, Engle Granger Cointegration Test

JEL Codes: C01, C40, C58

1. GİRİŞ

Ticarette kullanılan mübadele araçları yıllar boyunca değişime uğramıştır. Toplayıcılık

düzeninden yerleşik düzene geçen insan doğadan hazır tüketime son vermiş ve kendi

çabalarıyla üretime başlamıştır. Üretim fazlalığı ise ticareti doğurmuştur. İlk zamanlarda takas

ekonomisine dayanan küresel ticaret zamanla bir mübadele aracı ile yapılmaya başlandı.

Örneğin özel yapılmış taşlar, altın-gümüş gibi değerli madenler, metal, kağıt gibi bir çok unsur

ticarette kullanılmıştır. Bunlardan en önemlisi değerinin yüzyıllardır kaybolmadığı altındır.

Altın uzun yıllar ticarette değişim aracı olarak kullanılmış, 20.yüzyıl ortalarından sonra yerini

Page 115: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

108

dolar, euro gibi kağıt para birimlerine bırakmıştır. Fakat günümüzde bazı ülkeler özel

durumlarda hala altını ticarette mübadele aracı olarak kullanmaktadırlar. Altının her ne kadar

ticarette kullanım alanları azaldıysa da hala değer saklama aracı olarak güven veren bir tasarruf

aracı amaçlı kullanımı sürmektedir (Vural, 2003:1-2). Altının bu özelliği, 1970’li yıllardan

sonra değerini daha da çok arttırmış ve yatırım aracına dönüşmüştür. Dünya genelinde

istikrarsızlıkların artması altına olan talebi arttırmaktadır. Talebin artması ise serbest

piyasalarda altın fiyatlarını etkilemektedir. Altın fiyatlarının ani değişmesinin nedenleri

arasında altının rezervinin sınırlı olması vardır. Hane halkı ya da firmalar ve hatta devletlerin

istikrarsız dönemlerde sınırlı altın rezervlerine olan taleplerini arttırmaları altını güvenilir bir

liman haline getirmektedir (Gökdemir ve Ergün, 2007:462).

Devletlerin merkez bankalarında altın rezervlerini arttırmalarının nedenleri arasında;

piyasalara güven sağlamak, finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek krizleri ya da

dengesizlikleri altın aracı ile çözmek, likidite sıkıntısını ortadan kaldırmak, küresel sistemde

bir sıkışma olduğunda ticareti yapacak bir araç olarak kullanmak gibi nedenler vardır (Rodoplu

ve Elitaş, 2018:676). Talebinin rezerv aracı, tasarruf aracı, değer saklama aracı, politika aracı

amaçlı olması, altın piyasalarının bir dengede olmasının öneminin ortaya çıkarmaktadır. Fakat

küresel anlamda ortaya çıkan her türlü belirsizlikler bu piyasaların gereğinden fazla

dalgalanmasına neden olmaktadır. Piyasaların istikrarının kaybolması ise küresel sistemde

aksamalara neden olmaktadır. Altın piyasalarını etkileyen değişkenler arz ve talep yönlü olarak

ikiye ayrılır. Arz yönlü etkiler altın rezervinin sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Talep

yönlü etkiler ise enflasyon, dolar kuru, petrol fiyatları, politik, ekonomik, sosyal belirsizlikler,

beklentiler, faiz oranları, finansal piyasaların durumu gibi değişiklik gösterebilir (Elmas ve

Polat, 2014:171). Dünya genelinde terör olayları, sokak gösterileri, 11 Eylül Saldırıları, Arap

Baharı gibi siyasi gelişmeler etrafında dönen çatışma haberleri ise altın talebini çok kısa süre

içerisinde etkileyen ve küresel altın fiyatlarında önemli artışlara yol açan bir etkendir. Bu

amaçla, çalışmada küresel belirsizliklere yol açıp altın ve diğer finansal piyasalarda fiyatları

etkileyen terör-politik-sosyal-ekonomik odaklı çatışma haberlerinin altın fiyatları üzerindeki

etkileri incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde altın üretimi, altın fiyatlarının değişimi,

altın fiyatlarını etkileyen çatışma haberleri dışındaki unsurlardan bahsedilmiştir. İkinci kısımda

ise terör odaklı çatışma haberleri ile altın fiyatları arasında ilişkinin teorik boyutlarından

bahsedilmiş ve son bölümde altın fiyatları-çatışma haberleri arasında ekonometrik bir analiz

yapılmıştır.

Literatürde GDELT veri setini kullanarak finansal piyasaları inceleyen çalışmalar

sınırlıdır. Bu çalışma, Atik ve diğerlerinin (2016) ve Çetikaya ve Yenice (2017)’nin yapmış

olduğu terör odaklı haberlerin Türkiye için borsa-diğer kıymetli madenler üzerindeki etkilerini

inceleyen çalışmaları referans alınarak yapılmıştır. Atik ve arkadaşlarının (2016) yaptığı

çalışmada terör haberleri ile BİST 100, Sanayi- Turizm, Gıda, İnşaat, Bankacılık gibi alanlar

arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi yok iken sigortacılık endeksi ile terör odaklı haberler

arasında nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Çetikaya ve Yenice (2017) ise yaptıkları çalışmada

terör odaklı medyada Türkçe ve Türkçe dışı çıkan haberler ile Borsa İstanbul’da kıymetli

madenler (altın) arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi çıkmamıştır.

Bu çalışmanın ikinci bölümünde dünyadaki altın üretimi ile altın fiyatları etkileyen

faktörler incelenmiştir. Üçüncü bölümde, küresel çapta çıkan çatışma haberlerinin altın fiyatları

üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Dördüncü bölümde, çalışmada kullanılan yöntem ve veri seti

hakkında genel bilgiler verilmiştir. Beşinci bölümde, analiz sonucunda elde edilen sonuçlar

sunularak yorumlanmıştır. Sonuç bölümünde ise beşinci bölümde elde edilen sonuçlar

sıralanmış ve sonuçlar tartışılmıştır.

2. DÜNYADA ALTIN ÜRETİMİ, ALTIN FİYATLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

VE ALTIN FİYATLARININ DEĞİŞİMİ

Page 116: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

109

Altının kullanım alanları 7000 bin yıldır insanlık tarihi boyunca genişlemiştir. Altın,

ticaret, mücevherat, tıp, elektronik, sanayi, finansal piyasalar gibi birçok alanda kullanılmış ve

kullanılmaya devam etmektedir. En çok kullanım alanı ise dünya genelinde altının %60’ı

mücevherat amaçlıdır. Parasal sistemde ise %15’i kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra değerli bir

maden olması nedeniyle %15’i de elektronik amaçlı kullanılmaktadır (MTA, 2016:5). Altının

yaygın kullanım alanı arttıkça sanayinin ve madenciliğin gelişmesi sonucu ileri teknoloji

sayesinde altın üretimi eskiye nazaran daha da hızlanırken diğer yandan bu durum altına olan

talebi de arttırmıştır. 1800’li yıllara kadar altın üretimi zor şartlarda ortalama yıllık 100 tonun

altında iken madenciliğin teknoloji ile buluştuğu 1850’li yıllardan sonra 200 tonun üzerine

çıkmıştır. Aşağıda yer alan şekil 1’de 1681-2015 arası dünyada altın üretimi gösterilmiştir.

1681-1850’li yıllarda altın üretiminde önemli bir değişiklik olmazken bu tarihten sonra küresel

krizler veya savaş dönemlerinin dışında sürekli artmıştır. 2015 yılında 3000 tonun üzerinde

çıkan altın üretimi 2018 yılında 3300 tona kadar ulaşmıştır. Altın üretiminin düştüğü yıllar, iki

büyük dünya savaşı, 1929 Ekonomik Buhranı, 1970’li yıllar Petrol Krizi ve 2008 Küresel Kriz

gibi büyük olayların yaşandığı yıllardır. Altın üretimindeki düşüşlerin altın fiyatlarını

etkilemesi sonucu altın fiyatlarında sürekli dalgalanmalar yaşanmaktadır.

Şekil 1: Küresel Altın Üretimindeki Değişim:1681-2015 (Ton)

Kaynak: Our World In Data, 2016.

Dünyada altın üretiminde son 10 yılda lider ülke Çin’dir. Çin hem rezerv hem de üretim

açısından dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Çin’i sırasıyla Avustralya, Rusya ve ABD

izlemektedir. Tablo 1’de 2018 yılında dünyada en çok altın üreten 10 ülkenin listesi verilmiştir.

Çin, yıllık 404 ton üretimle küresel üretimin yaklaşık %12’sini karşılamıştır. ABD ise 221 ton

üretim gerçekleştirmiştir. Ekonomisi büyük ülkelerin ardından Peru, Endonezya, Gana,

Meksika, Güney Afrika, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler gelmektedir. Bu ülkelerin sahip

oldukları altın rezervleri de oldukça yüksektir.

Page 117: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

110

Tablo 1: 2018 Yılı Dünyada En Çok Altın Üreten ilk 10 Ülke(Ton)

Ülke Altın Üretimi

Çin 404

Avusturalya 314

Rusya 297

ABD 221

Kanada 189

Peru 158

Endonezya 136

Gana 130

Güney Afrika 129

Meksika 115

Brezilya 97

Kaynak: Gold Hub, 2019.

Küresel altın fiyatları, 1970’li yıllara kadar 40 doların altında seyretmiştir. Fakat 1971

yılında 41 dolar olan altının ons fiyatı 1973 yılında 100 dolara kadar yükselmiştir. Altının bu

tarihten sonra artmasında Breetton woods kararları altında, 1944-1971 arası dönemi kapsayan

doların altına konvertibilite oranı olan doların altın karşılığı basımının (1 Ons=35 dolar) son

bulması sonucu dolar ve altının serbest piyasalarda dalgalanmaya bırakılması (Çağlar ve

Dışkaya, 2018:8-11) etkili olmuştur. Altın fiyatlarındaki en yüksek artış dönemleri 2001-2012

dönemleridir. 2001 yılında yaklaşık 280 dolar olan küresel altın fiyatları 2012 yılında 1673

dolara kadar yükselmiştir. Yükselişin nedenleri arasında, 11 Eylül Saldırıları ve 2008 Krizi gibi

dünya gündemine oturan olayların yanı sıra 2001-2012 dönemleri arasında altın üretiminde

önemli bir değişikliğin olmaması gibi sebepler vardır. 2001 yılında 2500 ton olan altın üretimi

2012 yılında da 2500 ton civarında kalmıştır. 2013 itibariyle üretim tekrar artmaya başlamıştır.

Şekil 2: 1791-2015 Arası Dönemde Küresel Ons Altın Fiyatları (Dolar)

Kaynak: : Our World In Data, 2016.

Page 118: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

111

20. yüzyılın ortaları itibariyle küresel piyasalarda ticaretin ve finansal sektörlerin

serbestliğinin sağlanması ülkelerin birbirlerine olan bağlılıklarını da arttırmıştır. Ayrıca

internetin yaygınlaşması sermayenin hareketini hızlandırmış ve böylece borsa, bankacılık gibi

piyasalar daha da gelişmiştir. Bütün bu gelişmeler sonucunda küresel ekonomide önemli bir

payı olan bir ülkede ortaya çıkacak ekonomik şoklar ve ya krizler tüm dünya ülkelerinde bütün

sektörleri etkilemeye başladı. Örneğin 1973 Petrol Krizi, 11 Eylül Saldırısı, 2008 Küresel Krizi

sonraları dünya ekonomisinde daralma ve duraksamalar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan

konjonktürel dalgalanmalar altın, borsa ve dolar gibi finansal piyasaları reel piyasalardan daha

hızlı etkilemeye başladı. Yatırımcılar ise böyle bir ortamda en güvenilir alanlara yönelmektedir.

Küresel ekonominin dengeli gittiği dönemlerde gelişmekte olan ülkelere yüksek faiz karşılığı

önemli girişi olur. Fakat krizlerin belirdiği dönemlerde ise sermaye bu ülkelerden çıkarak altın

gibi elde tutulur ve uzun dönemde değerini sürekli koruyabilen alanlara yönelmektedir. Bu

açıdan değerlendirildiğinde altın fiyatlarını etkileyen birçok makro ve mikro bazda etkenler

vardır.

2.1. Altın Arz ve Altın Talebinin Altın Fiyatları Üzerindeki Etkisi

Madencilik sektörünün gelişimi altın üretimini hızlandırmasına rağmen, altının

rezervlerinin sınırlı olması altın fiyatlarının aşırı yüksek olmasında birinci rolü oynamaktadır.

Altının arz kısmını oluşturan unsurlar, madenlerden altın üretimi, merkez bankalarının altın

rezervlerinin piyasaya satışı, altın üzerinden sunulan krediler ve hurda altının geri dönüşümü

şeklindedir. Altının talep kısmı ise mücevher amaçlı, yatırım amaçlı, teknoloji amaçlı ve

merkez bankalarının talebinden oluşur (Topcu, 2010:5-7). Finansal piyasalarda ve devletler

nezdinde kullanım alanı her geçen yıl artan altının en çok kullanımı ise hane halkı tarafından

mücevherat amaçlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde altının hane halkında yastık altı tabiri ile ifade

edilen pasif kullanımının yoğunluğu o ülkelerde altın fiyatlarını arttırmaktadır. Örneğin

Türkiye, son 10 yılda insanların ekonomiden çekilmiş ve pasif bir şekilde yastık altında duran

altınlarının yeniden piyasaya dönmesi amacıyla kampanyalar başlatmıştır ve böylece altın

fiyatlarının düşmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla devletler altın arz ve talebi üzerinde politika

uygulayarak altın fiyatlarını istikrarlı bir yapıya kavuşturmaya çalışmaktadırlar. Şekil 3’te

1950-2018 dönemleri arasında altın fiyatlarının ve madenlerden sağlanan altın üretiminin

değişimi gösterilmiştir. 1973-1980 arası dönemde altın üretimi azalırken altın fiyatları ise

artmaya devam etmiştir. 1980-2001 arası dönemde ise altın üretimi artarken altın fiyatlarında

genel olarak düşüş trendi hâkim olmuştur. Fakat 2001 sonrası altın üretimi azalmaya devam

etmiş, buna karşın altın fiyatları tarihin en yüksek değerine ulaşarak 2012 yılında 1600 doları

geçmiştir. Bu tarihten sonra altın üretimi ile altın fiyatları arasındaki ters ilişki sürmeye devam

etmiştir.

Şekil 3: 1950-2018 Arası Atın Üretimi (Ton) ve Altın Fiyatlarındaki(Dolar) Değişme

Kaynak: Gold Hub, 2019 and Macrotrends, 2019. Şekil yazarlar tarafından oluşturulmuştur.

$0

$200

$400

$600

$800

$1.000

$1.200

$1.400

$1.600

$1.800

0

500

1.000

1.500

2.000

2.500

3.000

3.500

Üretim

Fiyat

Page 119: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

112

Şekil 4’te görüldüğü gibi altın arzının önemli kısmını madenler ve hurda altının geri

dönüşümü oluşturmaktadır. Piyasalara giren altın 2009 yılı itibariyle 4 bin tonun üzerindedir.

2008 yılında piyasadaki altının %65’i madenlerden sağlanırken son yıllarda geri dönüşümden

gelen altında azalma meydana gelmiş ve 2018 yılında madenlerden sağlanan altın üretiminin

artması ile bu oran %70’e kadar çıkmıştır.

Şekil 4: Farklı Alanlardan Sağlanan Altın Arızının ve Altın Fiyatlarının Değişimi

Kaynak: Gold Hub, 2019.

Şekil 5’te piyasada altın talebinin farklı alanlardaki dağılımının değişimi ve altın

fiyatlarının değişimi gösterilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi, 2010 yılında altın talebinin %48’i

mücevher amaçlı iken yaklaşık %40’ı yatırım amaçlıdır. %12’si ise teknolojik üretim ve merkez

bankalarının talebinden oluşmaktadır. 2010-2012 arası dönemde artan altın talebi tekrar

düşmeye başlamış ve 2018 yılında yaklaşık 4400 ton olmuştur. Burada dikkat çeken husus

merkez bankalarının 2010 sonrası altın taleplerinin artmasıdır. Özellikle 2008 Krizi sonrası

oluşabilecek kur ve diğer şoklara karşı piyasaların dengelenmesi amacıyla merkez bankaları

altın taleplerini arttırmışlardır. Altın fiyatları ise 2012-2015 dönemi arasında altın talebine

paralel bir şekilde talebin düşmesi ile altın fiyatları da düşmeye devam etmiştir. Bu tarihten

sonra ise hem altın talebi hem de altın fiyatları artma eğilimine girmişlerdir. 2018 yılında altın

talebinin yaklaşık %50’si mücevher, %43’ü merkez bankaları ve yatırım amaçlı iken yaklaşık

%7’si de üretim amaçlı olarak gerçekleşmiştir.

Şekil 5: Farklı Alanlarda Altın Talebinin ve Altın Fiyatlarının Değişim

Kaynak: Gold Hub, 2019

Page 120: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

113

2.2. Altın Fiyatlarını Etkileyen Diğer Önemli Etkenler

Altın fiyatları, üretimin dışında bazı etkenlerden dolayı da değişmektedir. Ülkelerin

döviz kurları, enflasyon, faiz oranları, borsa endeksi, petrol fiyatları, gümüş gibi çeşitli

madenlerin fiyatlarındaki değişimler ulusal veya uluslararası altın fiyatlarını önemli derecede

etkileyebilmektedirler (Doğanalp vd., 2016:414). Finansal sektörlerde işlem gören sermaye

ulusal faiz oranlarının yüksekliğine göre artar ya da azalır. Özellikle ABD Merkez Bankası’nın

faiz politikaları küresel sermayenin yer değiştirmesinde büyük rol oynamaktadır. Yatırımcı faiz

oranları yükseldiğinde daha fazla kazanç sağlamak için altın yerine faize yönelir. Bu durumda

altın fiyatları talebe göre azalır. Piyasalarda genişletici para politikalarının sonucu artan

enflasyon nedeniyle altına olan talepte artmaktadır. Yatırımcılar veya hane halkı, piyasada para

arzının artması nedeniyle eldeki mevduatı altın gibi kalemlere yatırıp daha fazla kazanç

sağlamayı hedef edinebilmektedirler. Borsa talebi ile altın talebi arasında ters yönlü ilişki

vardır. Borsalarda kazancın hızlı, fakat riskli olması altın talebi üzerinde önemli bir etkiye

sahiptir. Yatırımcının gözünde altının güvenli bir yatırım aracı olması, borsalarda olağan dışı

bir hareketlenme veya risk artışı durumunda mevduatların borsadan altına yönelmesine,

böylece altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Bunların yanı sıra terör olayları ve

küresel belirsizliklerin arttığı dönemlerde siyasi ve sosyal gelişmeler altın talebinde artışlara

neden olmaktadır (Atik vd., 2016). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde döviz kurlarındaki

değişimler de altın fiyatları üzerinde etkili olabilmektedir. Burada kazancın altın ya da dövizden

hangisinde fazla olduğu önemlidir. Eğer yükselen döviz kurlarının getirisi altının getirisinden

fazla ise altına olan talep azalarak dövize olan talep artabilmektedir.

3. KÜRESEL BAZDA ÇIKAN ÇATIŞMA HABERLERİ VE ALTIN FİYATLARI

Yatırımcılar ve hane halkı ve hatta devletler siyasi, sosyal, politik, ekonomik

çekişmelerin arttığı dönemlerde riski en düşük yatırım araçlarına yönelirler. Bu yatırım

araçlarından biri, tüm dünyada kabul edilmiş güvenli bir liman olan altındır. Altın, faiz, dolar,

borsa, sermaye gibi alanlarda değişim çok çabuk ve hızlı gerçekleşir. Bu durumun nedenleri

arasında arz ve talep sahiplerinin uluslararası gelişmelerden çabuk etkilenmeleri ve hızlı karar

almaları vardır. 21.YY’da ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıkları düşünüldüğünde yukarıda

bahsedilen unsurların değişimi ulus ekonomilerini derinden etkileyebilmektedir. Dolayısıyla

küresel çapta meydana gelen terör olayları, politik çekişmeler, sosyal olaylar, savaşlar gibi etki

edebilecek çatışmaların arttığı dönemlerde altın fiyatları yükselmektedir. Çünkü böyle

dönemlerde belirsizlik artar ve yatırımcılar riskten kaçınarak daha garanti ve güvenli yatırım

alanlarına yönelirler (Çetikaya ve Yenice, 2017:45). Altın arz ve talep sahiplerinin ulusal veya

küresel çatışma haberlerini edindikleri alan ise medya sektörüdür. Dolayısıyla çatışma odaklı

küresel haberlerin artması ve azalması yatırımcıların altına olan taleplerini belirlemede etkili

bir araç olmaktadır.

Page 121: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

114

Şekil 6: Küresel Altın Fiyatları (LN) ve Küresel Belirsizlik Endeksi (LN)

Kaynak: Economic Policy Uncertainty, 2019. İnvesting.com, 2019.

Şekil 6’da 1996-2019 dönemleri arasında altın fiyatları ve küresel belirsizlik endeksinin

değişimi gösterilmiştir. Logaritması alınmış bu değişkenler incelendiğinde iki seri de genel

olarak artış halindedir. Küresel belirsizlik endeksi son 23 yıldır değişiklik göstermesine karşın

artış trendini korumuştur. Altın fiyatları ise son 23 yılda daha belirgin bir şekilde artış trendini

sürdürmüştür. Bu dönemler arasında küresel çapta etkili olaylar meydana geldi. 11 Eylül

Saldırıları, 2004 Irak Savaşı, Afganistan Savaşı’nın devam etmesi, 2008 Krizi, Orta Doğu ve

Arap Baharı olayları, Ukrayna gerilimi, IŞID-DAEŞ gibi terör olaylarının artması, başkentlerde

bombalı terör saldırılarının artması gibi birçok olay küresel belirsizliğin, çatışmaların artmasına

neden olmuştur. Yatırımcılar, medyada bu konuları kapsayan çatışma haberlerinin artması ile

altın taleplerini de arttırmışlardır. Dolayısıyla medya üzerinde çıkan haberlerin küresel

ekonomiyi yönlendirmede etkili bir araç olduğu ortaya çıkmaktadır.

Şekil 7: 1980-2019 Arası Ons Altın Çizgi Grafiği

10.0

10.4

10.8

11.2

11.6

12.0

12.4

1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 2015

ln(ons)

0

2

4

6

8

10

12

14

KüreselBelirsizlikEndeksi(LN)

AltınFiyatları(LN)

Page 122: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

115

Şekil 8: 1980-2019 Arası Çatışma Çizgi Grafiği

4

5

6

7

8

9

10

11

1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 2015

ln(catısma)

Şekil 7 ve Şekil 8 incelendiğinde her iki serinin artan bir trende sahip olduğu

görülmektedir. Şekil 7 dikkate alındığında ons altında belli dönemlerde dalgalanmaların olduğu

görülmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra ons altında bir yükseliş trendine girdiği

görülmektedir. Diğer taraftan Şekil 8 dikkate alındığında serinin artan bir trende sahip olduğu

gözlenmektedir. Ayrıca Şekil 6 ve 8’e göre, dünyanın sürekli artan bir çatışma ortamına doğru

sürüklendiği, küresel belirsizliğin sürekli arttığı yani dünyanın artan bir kaosa doğru

sürüklendiği gözlemlenmektedir.

4. YÖNTEM VE VERİ SETİ

4.1. Yöntem

Çalışmada, zaman serisi ekonometrik yöntemi kullanılmıştır. Bu amaçla, ilk olarak,

ADF testi ile değişkenlerin durağanlıkları test edilmiştir. Daha sonra, Engle Granger

kullanılarak değişkenlerin durağanlığı test edilmiştir. İkinci olarak, iki aşamalı Engle Granger

yöntemini kullanarak değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisinin olup olmadığı

araştırılmıştır. Son olarak, değişkenler arasındaki ilişkinin yönünü belirlemek için Granger

nedensellik testi kullanılmıştır.

4.2. Veri Seti

Bu çalışmada kullanılan ons altın ve çatışma verileri Şubat 1979’dan Eylül 2019’a kadar

aylık bazdadır. Çalışmada kullanılan ons altın verileri investing.com sitesinden, çatışma verileri

ise GDELT olarak bilinen “Global Olaylar, Dil ve Ton Veri Tabanı’ndan alınmıştır. GDELT,

Google BigQuery’nin alt yapısında bulunan güçlü bulut tabanlı analitik bir veritabanı

hizmetidir. GDELT bugün dünyadaki en büyük veri setlerinden birisidir. Bu veri seti dünyanın

her köşesinden geçmişi 1979'a kadar uzanan binlerce haber kaynağına dayanan, insan

toplumunun niceliksel veri tabanıdır. Bu veritabanı dünya haber medyasındaki haberleri takip

ederek kodlayarak veri tabanında kayıt etmektedir.

Page 123: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

116

5. BULGULAR

5.1. ADF Birim Kök Testi

Çalışmada kullanılan verilerin logaritması alınarak işlemler yapılmıştır. Logaritması

alınan serilerin grafiği çizildiğinde Şekil 7 ve Şekil 8’deki grafikler elde edilmiştir.

Serilerin etkisini ölçmek amacıyla öncelikle kullanılan değişkenlerin durağana olup

olmadığına bakmak gerekir. Serilerin durağanlığını test etmek için ADF birim kök testi

kullanılmıştır. Trend ve sabitin olduğu rassal yürüyüş modeli (1) denklemindeki gibidir. Bu

model de deterministik ve stokastik kısım bulunmaktadır.

∆𝑦𝑡 = 𝛼0 + 𝛼2𝑡 + 𝛾𝑦𝑡−1 + 휀𝑡 (1)

𝐻0: 𝜌 ≥ 1 (𝑆𝑒𝑟𝑖 𝑑𝑟𝑎ğ𝑎𝑛 𝑑𝑒ğ𝑖𝑙𝑑𝑖𝑟, 𝑏𝑖𝑟𝑖𝑚 𝑘ö𝑘 𝑣𝑎𝑟𝑑𝚤𝑟. )

𝐻1: 𝜌 < 1 (𝑆𝑒𝑟𝑖 𝑑𝑟𝑎ğ𝑎𝑛𝑑𝚤𝑟. )

ADF testi sonucunda elde edilen MacKinnon (1996) değerleri kritik değerler ile karşılaştırılır.

Eğer |DFhes| < |MKkritik| ise H0 kabul edilir ve seri durağan değildir.

Eğer |DFhes| > |MKkritik| ise H0 red edilir ve seri durağandır.

ADF birim kök testi sonucunda ons altın ve çatışma serisi için elde edilen test sonuçları Tablo

2’deki gibi verilmiştir.

Tablo 2: ADF Birim Kök Testi Sonuçları

Değişkenler ADF Test

İstatistiği

Kritik Değerler

%1 %5 %10

LN(ONS) -0.53 [3] -3.44 -2.86 -2.56

∆LN(ONS) -22.03* [3] -3.97 -3.41 -3.13

LN(CATISMA) 1.78 [3] -3.44 -2.86 -2.56

∆ LN(CATISMA) -16.4* [3] -3.97 -3.41 -3.13

Not: Köşeli parantez içindeki değerler gecikme uzunluğunu göstermektedir. Δ sembolü ise değişkenlerin farkının

alındığını göstermektedir. Düzey değerleri için sabit terimli regresyon kullanılmış, farkı alınan serilerde ise sabitli

ve trendli regresyon kullanılmıştır. Ayrıca, *, %1 anlamlılık düzeyinde durağan olduğunu belirtmektedir.

Tablo 2’deki ADF test sonuçları dikkate alındığında her iki serinin de düzeyde durağan

olmadığı, serileri birinci farkı I(1) alındığında durağan hale geldiği görülmektedir.

5.2. Uygun Gecikme Uzunluğunun Bulunması

VAR modeli kullanılarak modelde kullanılan değişkenler için uygun gecikme

uzunluklarının araştırılması gerekmektedir. Uygun gecikme uzunlukları için elde edilen test

sonuçları Tablo 3’te verilmiştir.

Page 124: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

117

Tablo 3: Bilgi Kriterlerine Göre Uygun Gecikme Uzunlukları.

Lag LogL LR FPE AIC SC HQ

0 -10232.53

NA 1.14e+16

42.64386

42.66125

42.65070

1 -8912.025

2624.496

4.71e+13

37.15844

37.21061

37.17895

2 -8895.720

32.27145

4.47e+13

37.10716

37.19412*

37.14134

3 -8888.406

14.41328

4.41e+13

37.09336

37.21509

37.14121

4 -8874.115

28.04655

4.23e+13

37.05048

37.20700

37.11200*

5 -8872.364

3.421409

4.27e+13

37.05985

37.25115

37.13505

6 -8869.182

6.191108

4.28e+13

37.06326

37.28934

37.15213

7 -8859.774

18.22983

4.18e+13

37.04072

37.30158

37.14326

8 -8848.233

22.26298*

4.06e+13*

37.00931*

37.30495

37.12552

Not: LR: LR Test İstatistiği, FPE: Son Tahmin Hatası, AIC: Akaike Bilgi Kriteri, SC: Schwarz Bilgi Kriteri, HQ:

Hannan-Quinn Bilgi Kriterini göstermektedir.

Tablo 3’teki LR Test İstatistiği, Son Tahmin Hatası ve Akaike Bilgi Kriteri dikkate

alınarak uygun gecikme uzunluğu belirlenmiştir. Buna göre uygun gecikme uzunluğu 8 olarak

bulunmuştur.

LM otokorelasyon testi kullanılarak uygun gecikme uzunluğunda oluşabilecek

otokorelasyon sorunu test edilmiştir. Otokorelasyon, birbirini izleyen hata terimleri arasında

bir ilişki olup olmadığını test etmek için yapılır. LM otokorelasyon test sonuçları Tablo 4’te

verilmiştir.

Tablo 4. LM Otokorelasyon Test Sonuçları

Lags LM-Stat Prob

1 14.34327 0.0063

2 26.09931 0.0000

3 4.161094 0.0346

4 14.40463 0.0061

5 12.66728 0.0130

6 16.18497 0.0028

7 12.58422 0.0135

8 8.066517 0.0892

Page 125: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

118

Tablo 4’teki LM otokorelasyon testi sonuçlarına göre; birinci gecikme için olasılık

değerlerine bakıldığında birinci gecikme için 𝐻0 hipotezi (0.0500>0.0063) red edilmektedir.

Benzer şekilde yedinci gecikmeye kadar 𝐻0 hipotezi red edilmektedir. Yani otokorelasyon

problemi vardır. Diğer taraftan sekizinci gecikmede 𝐻0 hipotezi (0.0892>0.0500) red

edilememektedir. Yani sekizinci gecikmede otokorelasyon problemi bulunmamaktadır.

5.3. Engle Granger Eş-bütünleşme Testi Sonuçları

ADF birim kök testi sonucunda seriler düzeyde (I(0)) durağan olmadığından ve serilerin

birinci farkı (I(1)) alındığında durağan hale geldiklerinden serilere Eşbütünleşme testi

uygulamak mümkündür. Eşbütünleşme testinde serilerin düzey değerleri ile yapılan

tahminlerde elde edilen hata terimine (휀𝑡) ADF birim kök testi uygulanır. ADF birim kök testi

sonucunda hata terimi serisi düzeyde (I(0)) durağan çıkıyorsa ons altın ve çatışma serileri

arasında sahte regresyon problemi ortadan kalkacaktır (Engle-Granger, 1987). Engle-Granger

(1987) göre; iki değişken arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup olmadığını araştırırken her

iki değişkenin de aynı mertebeden durağan olduğu varsayılır. Modelde kullanılan değişkenler

aynı mertebeden I(1) durağan olduklarından serilere Engle-Granger yaklaşımı uygulanmıştır.

𝑌𝑡 = 𝛽0 + 𝛽1𝑋1 + 휀𝑡 (2)

Denklem (2)’deki Y ve X birinci mertebeden I(1) durağan olan değişkenleri

belirtmektedir. X ve Y değişkenlerinin eşbütünleşik olması hata teriminin (휀𝑡) düzeyde I(0)

durağan olmasına bağlıdır. Engle- Granger Eşbütünleşme test sonuçları Tablo 5’teki gibi

bulunmuştur.

Tablo 5: Eşbütünleşme Test Sonuçları

Değişken Test İstatistiği Kritik Değer

%1

Kritik Değer

%5

Kritik Değer

%10

Prob.

휀(0) -2.231 -2.569 -1.941 -1.616 0.025

Tablo 5’teki hata teriminin, düzeyde I(0) ADF test istatistik değerleri verilmiştir. ADF

test istatistiği ile ADF Kritik değeri %5 anlamlılık düzeyine göre karşılaştırıldığında 𝐻0 (Birim

kök yoktur) hipotezi red edilir. Dolayısıyla birim kök yoktur ve durağandır. Bu nedenle her iki

seri eşbütünleşik olup, seriler arasında uzun dönemli bir ilişki vardır.

5.4. Granger Nedensellik

Granger nedensellik, tahmine dayanan istatistiksel bir nedensellik kavramıdır. VAR

analizinin arkasındaki temel, sistemdeki zaman serilerinin her birinin birbirini

etkilemesidir. Yani, geçmiş değerleri olan serileri sistemdeki diğer serilerle birlikte tahmin

edebiliyoruz. Granger'in nedensellik testini kullanarak, modeli kurmadan önce bu ilişkiyi test

etmek mümkündür. Granger'in nedensellik Regresyon denkleminde geçmiş değerlerin

katsayılarının sıfır olduğu hipotezini test eder. Bu nedenle, testten elde edilen p değeri 0.05

anlamlılık seviyesinden düşükse, boş hipotez (𝐻0) red edilir. Çatışma haberleri ile ons altın

arasında (4) ve (5) denklemlerinde bulunan değişkenlerin geçmiş değerlerinden etkilenip

etkilenmedikleri araştırılmıştır. Ayrıca ons altın ve çatışmaların tek veya çift yönlü birbirlerini

etkileyip etkilemedikleri araştırılmaya çalışılmıştır.

𝑂𝑁𝑆𝑡 = 𝛼0 + ∑ 𝛿𝑖

𝑛

𝑖=1

𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡−1 + ∑ 𝛾𝑗𝑂𝑁𝑆𝑡−𝑗 + 𝑢1𝑡

𝑛

𝑗=1

(4)

𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡 = 𝛼0 + ∑ 𝛼𝑖

𝑛

𝑖=1

𝑂𝑁𝑆𝑡−1 + ∑ 𝛽𝑗𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡−𝑗 + 𝑢2𝑡

𝑛

𝑗=1

(5)

Page 126: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

119

Çalışmada çatışma ile ilgili çıkan haberlerin ons altın üzerindeki etkisi incelendiği için

çatışmadan ons altına doğru tek yönlü bir ilişki aranacaktır. Çift yönlü bir ilişki kuramsal olarak

mantıklı değildir. Örneğin ons altın yükseldiği için çatışma olaylarının arttığını söylemek hatalı

olacaktır. Granger nedensellik analizi yapılırken terör haberlerinin yoğunluğu ile sadece ons

altın arasındaki nedenselliğe bakılmıştır. Söz konusu tarihler arasında çatışma haberleri ile ons

altın arasındaki nedensellik ilişkisi Tablo 6’da verilmiştir.

Tablo 6: Granger Nedensellik Sonuçları

Nedenselliğin Yönü Ki-kare (𝑥2) Olasılık Değeri Karar

CATISMA→ONS 24.09680 0.0022 Çatışma haberlerinden ons altına doğru çift

yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır. ONS→CATISMA 27.06695

0.0007

Tablo 6’daki sonuçlar dikkate alındığında ons altın ve çatışmalar arasında çift yönlü bir

nedensellik ilişkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre dünya genelinde artan terör, siyasal,

toplumsal odaklı çatışma haberleri sonucu yatırımcılar taleplerini güvenli bir alan olan altına

kaydırmaktadırlar. Artan talep ise altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Sonuç

olarak medyada yer alan çatışma haberleri yükseldikçe altına olan talebin artmasına ve

fiyatlarda yukarı yönlü bir hareketlenmeye sebep olmaktadır. Ons altın fiyatlarından çatışma

haberlerine doğru da bir nedensellik ilişkisi çıkmıştır. Teoride beklenmeyen bir etki olmasına

karşın, altın fiyatlarının yükselmesi sonucu devletlerin küresel medyada yükselen çatışma

haberlerinin seyrine yönelik (arttırılması veya azaltılması) müdahalelerde bulunmaları sonucu

çatışma haberlerinin değişmesi ile açıklanabilmektedir. Çünkü yatırımcıların medya haberleri

üzerinden altına olan taleplerini arttırmaları küresel belirsizliğin ve risklerin artmasına neden

olur. Böyle bir ortamda krizlerin patlak vermesi muhtemel durumdur. Devletler ve politikacılar,

altın fiyatlarının ani değişmesi sonucu bu tür risklerin azaltılması amacıyla medyadaki çatışma

haberlerine müdahalede bulunabilirler. Böylece ons altın fiyatlarından çatışma haberlerine

doğru çıkan nedensellik ilişkisini, medya haberleri üzerinde yapılan müdahalelerle açıklamak

mümkündür.

6. SONUÇ VE TARTIŞMA

Belirsizlik ortamı finansal piyasaların olumsuz etkileyen unsurların başında

gelmektedir. Savaş, çatışma, protesto, intihar ve terör saldırıları ile ilgili olaylar ise belirsizliğin

artmasına sebep olan unsurların başında gelmektedir. Belirsizlik ortamının armasına paralel

olarak risk primleri de artarak yatırımcı davranışlarının değişmesine sebep olmaktadır.

Yatırımcılar özellikle çatışma olaylarının arttığı dönemlerde kısa dönemde hisse senedi gibi

riskli varlıklardan uzaklaşarak, altın gibi güvenli limanlara yönelmektedir. Bu durum uzun

dönemde finansal piyasalar üzerinde olumsuz bir etki yaratmakta ve yatırımcılar için olumsuz

bir durum ortaya çıkarmaktadır. Yatırımcılar ise bu tür karar değişimlerini medyada çıkan

haberler doğrultusunda yaparlar. Küresel çapta şiddet, terör, çatışma, savaş, iç politika, sosyal,

siyasal alanlarda artan veya azalan medya haberleri yatırımcının kararları üzerinde oldukça

etkili ve yönlendirici bir etkiye sahiptir.

Çalışmada dünya haber medyasını takip eden GDELT veri seti kullanılarak, çatışma

olaylarının ons altın fiyatları üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Büyük veri yöntemi kullanılarak

Şubat 1979 den Eylül 2019’ a kadar aylık bazda 488 çatışma haberi kullanılmıştır. Ons altın

verileri de Şubat 1979 den Eylül 2019’ a kadar aylık olarak investin.com sitesinden alınmıştır.

Haber sayıları ve ons altın serilerinin logaritması alınarak analizler yapılmıştır. Serilere ADF

testi uygulandığında her iki serininde düzeyde durağan olmadığı, birinci farkları alındığında ise

durağan hale gelmiştir. Çatışma haberleriyle ons altın arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup

olmadığına saptamak için eşbütünleşme testi yapılmıştır. Analiz sonucunda her iki serinin

Page 127: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

120

eşbütünleşik olduğu ve uzun dönemle dengeye geldikleri bulunmuştur. Çatışma haberlerinin

ons altın fiyatları üzerindeki etkisini görmek için Granger nedensellik analizi yapılmıştır.

Analiz sonucunda seriler arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Çatışma

olaylarının söz konusu dönemlerde ons altın fiyatları üzerinde etkisinin olduğu tespit edilmiştir.

Bu etkinin görülmesinin sebebi yatırımcıların savaş ve çatışma olaylarının yaşandığı

dönemlerde altını güvenli bir liman olarak görmesidir. Benzer şekilde ons fiyatlarından çatışma

haberlerine doğru çıkan nedensellik ilişkisi ise medya haberleri üzerinde yapılan müdahalelerle

açıklamak daha akılcı bir durumdur. Politika sahipleri, etkili kurum ve kişiler veya ülkeler,

küresel altın fiyatlarının ani değişimleri karşısında yatırımcıyı yönlendirecek haberlerle

(çatışma odaklı veya çatışma azaltıcı haberler) küresel gidişata yön verebilirler. Bu yönlendirme

politikaları küresel kriz risklerinin azaltılmasına yönelik olabilirken tersi bir amaca yönelik de

olabilir. Dolayısıyla altın fiyatları da çatışma haberlerinin bir nedeni olabilmektedir.

KAYNAKÇA

Atik, M., Yılmaz, B., Köse, Y. ve Sağlam, F. (2016) ‘’Dünya Medyasındaki Terörizm Temalı

Haberlerin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri: İstanbul Borsası Örneği’’, Savunma

Bilimleri Dergisi, 15(2), 179-205.

Çağlar, Ü. ve Dışkaya, S. K. (2018) ‘’Küreselleşme, Uluslararası Para Sistemi ve Kriz’’, İktisat

Politikası Araştırma Dergisi, 5(2), 1-24.

Çetikaya, M. ve Yenice, S. (2017) ‘‘Terörizm Temalı Haberlerin Kıymetli Maden Piyasaları

Üzerindeki Etkisi: Borsa İstanbul A.Ş. Kiymetli Maden ve Kıymetli Taşlar Piyasası

Üzerine Bir Uygulama’’, İşletme Uygulama Dergisi, 9(1), 45-60.

Doğanalp, N., Konya, S. ve Kabaloğlu, G. (2016) ‘‘Türkiye’de Altın Fiyatlarının Belirleyicileri

Üzerine Ampirik Bir Uygulama’’, Sosyal Bilimler Araştırmalar Dergisi, 412-424.

Economic Policy Uncertainty, (2019). https://www.policyuncertainty.com/index.html

Elmas, M. ve Polat, M. (2014) ‘‘Altın Fiyatlarını Etkileyen Talep Yönlü Faktörlerin Tespiti:

1988-2013 Dönemi’’, Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi, 15(1), 171-187.

Engle, R. F. ve Granger, C.W. J. (1987) “Cointegration and Error-Correction: Representation,

Estimation and Testing”, Econometrica, 66, 251-276.

GDELY Project, (2019). https://www.gdeltproject.org/data.html

Gold Hub, (2019). https://www.gold.org/goldhub/data/historical-mine-production

Gökdemir, L. ve Ergün, S. (2007) ‘‘Altın Fiyatlarındaki İstikrarsızlığın Altın Fiyatları

Üzerindeki Etkisi: Türkiye Örneği’’, Journal Of Yasar University, 2(5), 461-476.

Investing.com, (2019). https://tr.investing.com/commodities/gold

Macrotrends, (2019). https://www.macrotrends.net/1333/historical-gold-prices-100-year-chart

MTA, (2016) ‘‘Türkiye ve Dünyada Altın’’, http://www.mta.gov.tr/v3.0/sayfalar/bilgi-

merkezi/maden-serisi/Altin.pdf

Our World In Data, (2016), https://ourworldindata.org/grapher/gold-

production?time=1681..2015

Rodoplu, G. ve Elitaş, B. L. (2018) ‘‘Parasal Sistemde Altının Yeri ve Altına Dayalı Finansal

Araçlar’’, İşletme Araştırma Dergisi, 10(1), 675-688.

Topcu, A. (2010) ‘‘Altın Fiyatlarını Etkileyen Faktörler. Sermaye Piyasası Kurulu Araştırma

Raporu’’, https://www.spk.gov.tr/SiteApps/Yayin/YayinGoster/1016

Page 128: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

121

Vural, M.G. (2003) ‘‘Altın Piyasası ve Altın Fiyatlarını Etkileyen Faktörler’’, TCMB Uzmanlık

Yeterlilik Tezi, Ankara.

Page 129: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

122

SEÇİLMİŞ EKONOMİK GÖSTERGELERİN DIŞ BORÇ STOKU

ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR NEDENSELLİK

ANALİZİ

Arş. Gör. Orhan ŞANLI

Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF İktisat Bölümü, Aydın, Türkiye

[email protected]

Özet

Dış borç gelişmekte olan ülkeler için yönetilmesi zor bir konudur. Son yıllarda Türkiye’de dış borç stokunun GSYH

içerisindeki oranı artmaya başladı. Bu çalışmada 2006:Q1-2019:Q2 dönemleri arasında dış borcu etkileyen

değişkenlerin analizi yapılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenler, dış borç stoku, GSYH, enflasyon, döviz kuru,

kamu harcamaları, faiz oranları ve dış ticaret açığıdır. Kullanılan değişkenler Maliye Bakanlığı ve TCMB

sitesinden alınmıştır. Çalışmada nedensellik testi ve eş bütünleşme testi yapıldı. Sonuçlara göre değişkenler

arasında Johansen Eş Bütünleşme ilişkisi vardır. Nedensellik sonuçlarına göre ise dış ticaret açığı, enflasyon,

GSYH ve kur dış borç stokunun Granger nedenidir. Fakat kamu harcamaları ile dış borç stoku arasında

nedensellik ilişkisi yoktur. Ayrıca enflasyon, GSYH ve kur, dış borç stoku üzerinde pozitif bir etkiye sahiptir. Dış

ticaret açığı, dış borç stoku üzerinde negatif bir etkiye sahiptir.

Anahtar Kelimeler: Dış Ticaret, Dış Borç Stoku, Granger Nedensellik, Johansen Eş Bütünleşme, GSYH.

JEL Kodları: E60, F10, C40

Impacts of Selected economic Indicators on External Debt Stock: A Granger Causality

Analysis on Turkey

Abstract

External debt is a difficult issue to manage for developing countries. In recent years, the rate of external debt stock

in the GDP began to increase in Turkey. In this study, the variables affecting the external debt between 2006:Q1-

2019:Q2 periods were analyzed. The variables used in the study are foreign debt stock, GDP, inflation, exchange

rate, public expenditures, interest rate and foreign trade deficit. The variables used were taken from the Ministry

of Treasury and Finace and CBRT website. In the study, causality test and cointegration test were performed.

According to the results, there is Johansen Cointegration relationship between the variables. According to the

Granger causality results, foreign trade deficit, inflation, GDP and exchange rate are the Granger causes of

foreign debt stock. However, there is no Granger causality relationship between public expenditures and external

debt stock. Moreover, inflation, GDP and exchange rate has a positive effect on external debt stock. The foreign

trade deficit has a negative effect on the external debt stock.

Keywords: Foreign Trade, Foreign Debt Stock, Granger Causality, Johansen Co-integration, GDP

JEL Codes: E60, F10, C40

1. GİRİŞ

Sermayenin hızlı bir şekilde yer değiştirmeye başladığı 20.yüzyılın ortalarından itibaren

gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için borçlanma önemli bir finansal kaynak haline geldi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da ortaya çıkan finansal ve ekonomik sorunların çözümü

amacıyla kurulan IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar bu kaynakların en

önemlileridir. Ulusal sermaye ve tasarrufların yetersizliği ve finans ihtiyacı uluslararası

borçlanma mekanizmasını güçlendirdi. Birçok hükumetler ve ulusal kurumlar, uluslararası

kurumlardan dış borç alma yoluna başvurmuşlardır. Günümüzde uluslararası borçlanma değeri

küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde yüzüne kadar ulaşmış durumdadır. Dış borcun en

yüksek olduğu ülkeler ise ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi gelişmiş ülkelerdir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde uygun şartlarda ve yönetilebilen dış borcun gelişmeye büyük

katkısı olduğu anlaşılmaktadır (Ijirshar vd., 2016:1). Buna rağmen dünya da ve Türkiye’nin

tarihinde dış borç konusu çok daha önceki yüzyıllara dayanmaktadır. Osmanlı’nın ilk dış borcu

1854 yılında Kırım Savaşı ve diğer sorunlardan kaynaklanan bozulan ekonomiyi düzeltmek

Page 130: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

123

amacıyla alınan borç olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı’nın yıkılışına kadar süren borçlanma

süreci Türkiye’nin ilk 30 yılına etki etmiş ve 1954 yılında kalan borçların Türkiye tarafından

ödemesi tamamlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dış borcu 1930 yılında ABD’den alınan

borç olmuştur. İlerleyen yıllarda uluslararası kuruluşlardan finansal destek sağlamak amacıyla

1961 yılında ilk defa IMF ile stand-by anlaşması yapıldı. Türkiye’nin dış borçlanma macerası

ekonomik ve siyasi belirsizlikler nedeniyle dönem dönem artmıştır. 1980 sonrası ise küresel

sermayenin odak noktası haline gelen Türkiye, kalkınma amacıyla hem kamu hem de özel

sektör olmak üzere dış borçlanmayı en önemli finansal kaynak olarak kullanmaya devam etti.

2018 yılı sonunda toplam brüt dış borcun GSYH’ye oranı yaklaşık %55’e kadar ulaşmıştır.

Çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde küresel dış borcun ve Türkiye’nin dış borcunun genel

görünümü ortaya konulmuştur. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise Türkiye’de seçilmiş

göstergelerin dış borç stoku üzerine etkileri ekonometrik yöntemlerle analiz edilmiştir.

2. DÜNYADA DIŞ BORCUN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Dış borç ülkelerin yurt dışındaki kurum, kuruluş veya devletlerden belirli bir hizmeti

veya ihtiyacı karşılamak amacıyla devlet ve özel sektörün geri ödemek şartıyla temin ettiği

finansal sermayedir (GFP, 2019). Dış borç, kamu kesimi ve özel sektör tarafından uygun

rakamlarla uluslararası finansal kuruluşlardan sağlanabilmektedir. Örneğin, IMF, Dünya

Bankası gibi kuruluşlar gelişmiş, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere anapara veya anapara

+ faiz karşılığında belirli periyotlar çerçevesinde borç vermektedir. Aynı zamanda bu

kuruluşların dışında ticari bankalar, büyük firmalar veya devletler de borç veren kurumlar

arasında yer almaktadırlar (The Economic Times, 2019). 20.yüzyılın ortalarından itibaren dış

borçlanma gelişmiş ülkeleri kalkındıran önemli bir kaynak olarak değerlendirilmiştir. Fakat

gelişmiş ülkelerde biriken sermaye fazlalığı 1970’li yıllardan sonra gelişmekte olan ülkelere

doğru kaymaya başladı. Yatırımların yeterince gelmemesi durumunda gelişmekte olan ülkeler

hem iç piyasadaki aksaklıkları gidermek hem de ülke içinde yatırımları arttırmak için küresel

tasarruf sahiplerinden borçlanma yoluna gitmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler için büyük önem

arz eden dış borçlanma, ödenmesi gereken anapara ve faizin yüksek olması nedeniyle bu

ülkelerde istikrarsızlıklara yol açmaktadır (Şahin, 2012:45-46). Küreselleşmenin getirdiği

bağımlılık ve sermaye ihtiyacının uluslararası yollardan borçlanmayla sağlanmasının sonucu

olarak birçok gelişmekte olan ülke IMF, DB bankası gibi kuruluşlardan kaynak tahsil

etmişlerdir. Fakat 1990’lı yıllar itibariyle gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı kullanılan dış

kaynakların geri ödemesinde ciddi zorluklarla karşılaşmaları nedeniyle ekonomik krize

girmişlerdir (Kepenek ve Yentürk, 2005: 610–611). Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunu

haline gelen ödeme güçlüklerinin önemli bir kısmının döviz cinsinden olması maliyetleri daha

da arttırmaktadır. Özellikle anapara ve faiz ödemelerinin ulusal gelirden dışarıya doğru bir

kaynak transferi şeklinde olması bu ülkelerde mali sıkıntıların artmasına neden olurken borcun

ödenmesi için yeniden borçlanmanın önünü açmaktadır (Koçak, 2009:66). Buna rağmen dış

borcun en fazla olduğu ilk 15 ülke dünyanın gelişmiş ülkeleridir. Dış borcun gelişmiş ülkelerde

çok ciddi bir soruna neden olmaması nedeniyle borçlanma bu ülkelerin finansal ihtiyacının

karşılanmasında başvurdukları en önemli yollar arasındadır. Küresel borçlanmanın daha çok

dolar ve Euro üzerinden yapılıyor olması, ABD ve AB ülkelerinde dış borçlanmanın döviz

kompozisyonları üzerinde ciddi bir sorun yaratmadığını göstermektedir. Oysa bir ülke

açısından alınan borcun yanı sıra borcun ödeme vadesi, ödeme pozisyonu, döviz

kompozisyonlarının yönetilmesi, borcun verimli alanlarda değerlendirilmesi ve borç

politikasının düzgün yönetilmesi de ekonomik açıdan önem arz etmektedir (Akduğan,

2017:184). Gelişmekte olan ülkelerde yönetilmesi gereken bu sorunların genel olarak

yönetilemediği ortadadır. Bu ülkeler açısından en önemli sorun döviz cinsinsen borçlanmak ve

ödeme faizleridir.

Page 131: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

124

Dış borçlanmanın ülkelerde ulusal gelirin dışarıya transferi gibi birçok soruna yol

açmasına rağmen ülkelerin dış borçlanmaya başvurmalarının çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan

en önemlileri, iç piyasadan borçlanmanın daha fazla maliyetli olması, dışarıdan çok uygun

şartlarda borç bulunabilmesi, kamu açıklarının finansmanı için parasal genişlemenin enflasyona

yol açması, kamu açıklarının yüksek vergilerle finans edilmesi durumunda üretimin azalması,

döviz eksikleri durumunda cari açığın kapatılması ihtiyacı, özel sektörün yatırım alanının

genişleme ihtiyacı, dışlama etkisi gibi durumlardır. Kamu harcamalarının yönetimi bir ülkenin

kalkınabilmesi için önem arz etmektedir. Bütçede oluşan açıkların finansı için borçlanma,

parasal genişleme veya vergi artışları kullanılacak araçlardandır. Fakat iç veya dış

borçlanmanın yüksek faizlerle yapılıyor olması dengenin tamamen bozulmasına neden olurken

parasal genişleme enflasyonist bir baskıya yol açmaktadır (SETA, 2010). Bir diğer araç olan

yüksek vergi artışlarının özel sektörden sağlanması piyasada üretimin azalmasına neden olur.

Burada devletlerin en az maliyetli yolu doğru tespit edip iyi yönetmesi önemli bir durum haline

gelmiştir. Bu sebeplerden dolayı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından dış borçlanma

daha iyi bir alternatif olarak görülmektedir.

Şekil 1: Dünya’nın Toplam GSYH Değeri ve Dış Borç Stoku (Özel ve Kamu toplamı):

Trilyon Dolar

Kaynak: Dünya Bankası, 2019, : Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.

Şekil 1’de 2000-2018 arası dönemde dünyada toplam dış borç stoku ve GSYH değerleri

verilmiştir. GSYH değerleri genel olarak artma eğilimi içerisinde ilerlemektedir. 2000 yılında

yaklaşık 33 trilyon dolar olan küresel üretim 2018 yılında 85 trilyonu aşmıştır. Diğer yandan

küresel dış borç stoku daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Yıllar incelendiğinde en büyük

değişimin 2004-2006 arası olduğu görülmektedir. 2004 yılına kadar 2 trilyon dolar olan

dünyanın toplam dış borç stoku, 2005 yılında yaklaşık 6 kat artarak 12 trilyon doları aşmış ve

2006 yılında bu değer 38 trilyon dolara kadar yükselmiştir. 2018 yılına gelindiğinde küresel dış

borç stoku 76 trilyon doları aşmış bir durumdadır. GSYH ile borç stoku son yıllarda birbirine

çok yakın ilerlemektedir. 2008 Krizi sonrası 2009 yılında toplam dış borç stokunun GSYH’ye

oranı %100’ün üzerine çıkmıştır. Benzer şekilde bu oran 2016 yılı sonrası da %100’ün üzerinde

yer almıştır. 2018 yılında ise yaklaşık %90 olarak gerçekleşmiştir. Küresel ekonominin

21.yüzyılda borçlanma yoluyla finanse edildiği net bir şekilde görülmektedir.

Aşağıda yer alan Şekil 2’de ise dış borç stokunun en yüksek olduğu ilk 10 ülke ve dış

borç stokları gösterilmiştir. Sıralama da ilk sırada ABD yer almaktadır. ABD’nin 2018 yılında

dış borç stoku GSYH’nın neredeyse % 100’üne yaklaşmış durumdadır. ABD’den sonra en

yüksek dış borç stokuna sahip olan ülkeler İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Lüksemburg,

0

10

20

30

40

50

60

70

80

90

100

GSYH

Toplam DışBorç

Page 132: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

125

Japonya, İrlanda, İtalya ve İspanya’dır. Fakat İngiltere, Fransa ve Almanya’nın dış borç

stoklarında son 10 yılda önemli bir değişme olmazken Lüksemburg, Hollanda ve Japonya’nın

dış borç stoklarının arttığı görülmektedir. Grafikte en dikkat çekici ülke Lüksemburg’dur.

Lüksemburg’un dış borç stokunun GSYH’ya oranı yaklaşık %6000’dir. 2018 yılında

Lüksemburg’un GSYH değeri 62 trilyon dolar iken aynı yıl dış borç stoku 3.780 trilyon dolar

olarak gerçekleşmiştir. Fakat buna rağmen Lüksemburg dünyanın en yüksek kişi başı gelirine

sahip ülkelerinden biridir. Şekilde görüldüğü gibi en yüksek borç stokuna sahip olan ülkelerin

başını gelişmiş ülkeler çekmektedir. Gelişmiş ülkelerin bu kadar yüksek dış borç stokları, 2008

sonrası AB borç krizi ve ABD’nin başlattığı ticaret ve kur savaşları nedeniyle bu ülkelerce

eleştirilerin artmasına yol açtı. Fakat buna rağmen dış borç stokunun daha çok gelişmekte olan

ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha fazla sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Bunun sebepleri

arasında küresel finans sahiplerinin gelişmiş ülkelerin olması ve borç verme sisteminin kur veya

Euro gibi dünyanın en çok kullanılan paraları ile yapılıyor olması yer almaktadır.

Şekil 2: Dış Borç Stokunun En Yüksek Olduğu İlk 10 Ülke(Trilyon Dolar)

Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.

Küresel sermayenin ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmesi nedeniyle çıkabilecek

herhangi bir kriz dünya ekonomisini derinden etkileyebilir. Küresel ekonominin genel olarak

dış borçla yönetiliyor olması, 2008 Krizi sonrası olduğu gibi oluşabilecek yeni krizlerin

ardından tüm dünyada üretimin sekteye uğrayacağı ortadadır. Bu açıdan dış borç

mekanizmasının hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için iyi yönetilmesi gereken bir

durumdur.

0

10.000

20.000

30.000

40.000

50.000

60.000

İspanya

İtalya

İrlanda

Japonya

Lüksenburg

Hollanda

Almanya

Fransa

İngiletere

ABD

Page 133: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

126

Şekil 3: Gelişmiş Ülkelerde Dış Borç Stokunun GSYH İçerisindeki Payı

Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.

Dış borcun en yüksek olduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Fakat dış borcun sorun olduğu

ve yönetilmesinin güç olduğu ülkeler ise gelişmekte olan ülkelerdir. Şekil 3’de dünyada dış

borç stokunun en yüksek olduğu gelişmiş 10 ülkede dış borç stokunun GSYH içerisindeki

değeri verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Japonya hariç diğer bütün ülkelerde dış borç

stoku/GSYH oranı %100’ün üzerindedir. İngiltere de %300, Hollanda’da %540, İrlanda’da ise

%680’i aşmış durumdadır. Şekilde yer almayan fakat dünyada GSYH içerisindeki borç

stokunun en yüksek olduğu ülke %6000 ile Lüksemburg’dur. ABD ise son yıllarda dış borç

stokunun GSYH içerisindeki değeri artmaya başlamış ve bu oran %100’e ulamış durumdadır.

Şekil 4: Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Stokunun GSYH İçerisindeki Payı

Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.

Şekil 4’te gelişmekte olan bazı ülkelerde dış borç stokunun GSYH değerleri verilmiştir.

Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha düşüktür. Çin’de

yaklaşık %15, Rusya’da %33, Hindistan’da %20, Malezya’da yaklaşık %70, Şili’de %65,

Brezilya’da %32 ve Arjantin’de %36’yı aşmış durumdadır. Gelişmekte olan ülkelerde dış borç

0

100

200

300

400

500

600

700

800

ABD İngiltere Fransa Almanya Hollanda Japonya İtalya İrlanda Kanada İsviçre

Gelişmiş Ülkeler: Dış Borç/GSYH

0

10

20

30

40

50

60

70

80

Çin Rusya Hindistan Endonezya Malezya Şili Brezilya Arjantin

Gelişmekte Olan Ülkeler: Dış Borç/GSYH

Page 134: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

127

stoku oranları düşük olmasına karşın, sermayenin ve borcun kaynağının daha çok gelişmiş

Avrupa ve Amerika bölgelerinden olması, bu ülkelerde dış borcun yönetilmesi konusunda

önemli sorunlar meydana getirmektedir. Ayrıca borçlanmanın Euro ve dolar üzerinden

yapılıyor olması, kurların ve faiz oranların ülkelerin iç piyasalarında sorunlara yol açması gibi

sebeplerden dolayı gelişmekte olan ülkelerde dış borcun yönetilmesinde güçlüklerle

karşılaşılmaktadır.

3. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇ VE DIŞ BORCUN NEDENLERİ

Türkiye’de dış borçlanmanın tarihsel değişimi 1980 öncesi ve 1980 sonrası olarak iki

dönemde ele alınması politika değişikliğinin etkisini görmek açısından bir gerekliliktir.

Osmanlı Devleti’nden devraldığı dış borcu 1954 yılında bitiren Türkiye’nin 1980 öncesi dış

borcu daha çok kamu kesimi öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında,

gerek ulusal çıkarlar açısından gerek borçlanmanın maliyeti açısından çok büyük dış borçlanma

politikaları izlenmemiştir. Dış borç konusunda önemli sayılacak adımlar 1950’li yıllar itibariyle

atılmıştır. 2.Dünya Savaşı ile beraber artan kaynak ihtiyacın karşılamak için Marshall Planları

çerçevesinde dış yardım ve borçlanmalara başvurulmuştur. Daha sonra ABD, AET gibi ülke

ve ülke gruplarından borçlanmaya gidilmiş aynı zaman da Türkiye IMF gibi uluslararası

kuruluşlardan da kaynak tahsilinde bulunmuştur (Takım, 2012:28-29). 1960’lı yıllardan sonra

politik istikrarsızlıklar, Kıbrıs Harekâtı, Petrol Krizi gibi çeşitli sorunlar nedeniyle Türkiye dış

borç ödemelerini gerçekleştiremediği gibi yeni kaynak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu dönem kısa

vadeli, yüksek faize dayalı ve sürekli borç ertelemesinin olduğu, borçlanmanın giderek arttığı

bir dönem olmuştur (Erkan vd., 2012: 312-313). Ülke içerisinde enflasyonun yükselmesi,

ithalatın karşılanamaması, yurt dışındaki işçilerden sağlanan dövizlerin yetersiz gelmesi dış

ticareti ve ekonomik büyümeyi durdurma noktasına getirmiştir. Bir yandan bozulan bütçenin

dengelenmesi, diğer yandan ülke içerisinde tüketim ihtiyacının karşılanması amacıyla

borçlanmanın yüksek faizli maliyeti Türkiye’de 1980 öncesi istikrarın bozulmasında etkili

olmuştur.

1980 öncesi oluşan baskı ve sıkışmışlık, 1980 sonrasında Türkiye’nin liberalleşmesini

bir zorunluluk haline getirdi. Artan döviz ihtiyacı, sermaye ihtiyacının borçlanmayla

giderilememesi, ihracatın artmaması, yerel piyasada enflasyonun patlak vermesi gibi bir çok

makro ve mikro etken Türkiye’nin küresel sermayeye kapısını açmasına neden oldu. 1980 24

Ocak Kararları doğrultusunda ithal ikameci politikalar adım adım terk edilerek dış ticarette

serbestleşmenin önü açıldı. 1989 yılına gelindiğinde sadece ticaretin serbestleştirilmesi değil

finansal liberalizasyon tamamlandığı ve TL’nin konvertibl bir para olarak kabul edilmesi

sağlanmıştır. Finansal serbestleşmenin tamamlanması ile yurt içinde yerleşik kişilerin yurt

dışından borçlanmalarının yolu açılmış oldu (Eğilmez, 2014). Dönemler itibariyle Türkiye’ye

gelen sermaye artmaya başladı ve Türkiye kalkınma amacını gerçekleştirmek için uluslararası

sermaye, dış borç, dış ticaret ve üretim kalemlerini kullanmaya başladı. Uluslararası sermayenin

Türkiye’ye yönelmesi amacıyla devlet tarafından büyük destek ve teşvikler verildi. Çünkü artan

döviz ihtiyacının ihracat ile karşılanamaması yabancı sermayeye olan ihtiyacı daha da fazla

arttırdı. Buna rağmen küresel sermayenin reel sektörlerde yeterince yer bulmaması, bunun

yerine finansal sektörlerde etkili olması dış borç ihtiyacını arttırmıştır.

Türkiye’nin liberalleşme dönemini tamamlanmasının ardından dış borç hem kamu hem

de özel sektör beraberliğinde artmaya devam etti. İç borçlanmanın faiz maliyetinin yükselmesi,

küresel sermayenin konjonktürel dalgalanmalardan çabuk etkilenip yurt dışına çıkması, 1994,

2001, 2008 krizlerinin etkileri gibi birçok sebep özel sektörün ve kamu sektörünün yurt dışından

borçlanmasının önünü açmıştır. Fakat borçlanmanın miktarından çok borçlanmanın

yönetilebilmesi ve sürdürülebilirliği çok daha önemli hale gelmiştir. 2001 Krizi sonrası Güçlü

Ekonomiye Geçiş politikasının başarısı dış borcun GSYH içerisindeki değerini düşürmüş ve dış

borcun yönetilmesi çok daha kolay hale geldi. Buna rağmen son yıllarda gerek Türkiye’nin

Page 135: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

128

kendi iç dinamiklerinden gerekse uluslararası politik ve ekonomik belirsizliklerden dolayı dış

borç stokunun GSYH içerisindeki değeri artmaya başladı. Dış borç son yıllarda özellikle özel

sektör açısından temel bir sorun haline gelmeye başlamıştır.

3.1. 2001 Krizi Sonrası Türkiye’nin Dış Borç Göstergeleri

2001 krizinin ardından Türkiye, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve IMF ile yapılan

stand-by anlaşmaları çerçevesinde bütçe disiplinine dayalı, bankacılık sektörünün

güçlendirildiği, iç ve küresel sermayeye ile üretim odaklı yeni bir ekonomik modeli

başlatmıştır. Yapılan çabalar neticesinde Türkiye’de bankacılık sektörü sağlam bir yapıya

oturtulmuş, AB’nin de olumlu karşıladığı güçlü bütçe ve maliye disiplini oluşturulmuş, dış ve

iç borçlanma daha yönetilir bir hale getirilmiştir. Bütün bunların sonucu reel piyasaya

yansıyarak Türkiye ekonomisi hızlı bir büyüme sürecinin içerisine girdi. Kişi başı gelir ise

2002-2010 arası dönemde yaklaşık 5 kat artmıştır. Fakat 2008 Küresel Krizi’nin ardından

dünyanın içerisine girdiği darboğaz ve krizden Türkiye’de etkilenmiştir. Kriz sonrası Türk

ekonomisi küçülmüş, dış borç kalemlerinde artışlar yaşanmış, dış ticaret daralmıştır. Krizin

etkisinin azalması ile küresel ekonominin ivme kazandığı ve Türkiye ekonomisinin tekrar

büyüme sürecine girdiği görülmüştür. Fakat 2015 sonrası Türkiye’nin iç dinamiklerinden ve

uluslararası politik ve ekonomik belirsizliklerinden dolayı makro göstergelere bozulmaya

başladı. 2018 kur sokunun ardından 2019 yılından Türk ekonomisi küçülme eğilimine girerken

enflasyon, dış borç ve kurlar yükselmeye başladı, dış ticaret daralarak cari açığın düşmesine

neden oldu.

Şekil 5’te Türkiye’nin dış borç göstergelerinin GSYH içerisindeki değerlerinin değişimi

gösterilmiştir. 2001 Krizi döneminde AB tanımlı genel yönetim borç stokunun GSYH

içerisindeki değeri %70’in üzerinde iken bu oran giderek azalmış ve 2015 yılında %27’e kadar

gerilemiştir. 2015 sonrası tekrar yükselişe geçerek 2019’un ilk 6 ayında %30’un üzerinde yer

almaktadır. Kamu net borç stokunun değeri 2002 yılında yaklaşık %60 iken bu oran 2015

yılında %30 un altında kalmıştır. Türkiye’nin borç kaleminde kamunun payı giderek azalmış,

özel sektörün payı ise giderek artmıştır. Türkiye’nin brüt dış borç stokunun GSYH içerisinde

değeri 2002 öncesi %55 oranlarında iken bu değer 2011 sonrası tekrar yükselmeye başladı. Son

yedi yılda sürekli bir artış eğilimi içerisinde olan brüt dış borç stokunun GSYH içerisindeki

değeri 2019 ilk altı ayında %60’ı geçmiş durumdadır. Net dış borç stokunun GSYH içerisindeki

değeri 2008 Krizi sonrası sürekli bir artış trendi göstermiştir. Bu oran 2019 yılında yaklaşık

%38 olarak gerçekleşmiştir. Şekilde görüldüğü gibi 2015 sonrası borç kalemlerinin hepsi yukarı

yönlü bir artış sürecine girmiştir. Burada döviz kurlarının artmasının önemli bir etkisi olmuştur.

Page 136: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

129

Şekil 5: Borçlanma Kalemlerinin GSYH İçerisindeki Değerleri (%)

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri ilk 6 ayın verileridir. Şekil yazar tarafından çizildi.

Şekil 6’da brüt ve net dış borç stokunun değerleri verilmiştir. Türkiye’nin toplam dış

borç stoku 2002 yılından beri sürekli artmaktadır. Brüt dış borç stokunda 2005 öncesine kadar

en büyük pay kamuya aitken bu tarihten sonra kamunun payı azalarak özel sektörün payı

artmıştır. 2002 yılında yaklaşık 170 milyar dolar olan brüt dış borç stoku 2019 yılında 450

milyar dolara kadar yükselmiştir. Benzer şekilde net dış borç stoku 90 milyar dolardan 270

milyar dolara kadar yükselmiştir. Burada brüt dış borç stokunda merkez bankasının payı hem

de dış borç stoku giderek azalmıştır. Özel sektör ve kamunun dış borç stokları değer olarak

sürekli artmıştır fakat toplamda özel sektörün payı kamunun payından daha fazladır.

Şekil 6: Türkiye’nin Brüt Dış Borç Stoku (Milyar Dolar)

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019 verileri ilk 6 içindir. Şekil yazar tarafından çizildi.

Şekil 7’de dış borç faiz ödemeleri (DBFÖ), merkezi yönetim faiz harcamaları (MYFH)

ve kamu kesimi borçlanma gereğinin (KKBG) GSYH içerisindeki değerlerinin değişimi

gösterilmiştir. Merkez yönetim faiz harcamalarının GSYH içerisindeki değeri 2002 yılında

0

10

20

30

40

50

60

70

80

AB TanımlıGYBS(%GSYH)

Kamu NetBorçStoku(%GSYH)

Brüt Dış BorçStoku(%GSYH)

Net Dış BorçStoku(%GSYH)

0

50

100

150

200

250

300

350

400

450

500

Brüt ToplamDış BorçStokuBRÜT KAMUSEKTÖRÜ

BRÜT TCMB

BRÜTÖZELSEKTÖR

Page 137: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

130

yaklaşık %14 iken bu oran 2016 yılında %2’nin altına kadar gerilemiştir. 2016 yılı sonrası

tekrar yükselmeye başlamış olmasına karşın son 16 yılda MYFH değerinin GSYH içerisindeki

düşüşü oldukça önemlidir. Kamu kesimi borçlanma gereği bütçede oluşan gelir gider

dengesizliğinin sonucu olarak kamuya gerekli olan finansal kaynağı göstermektedir. Şekilde

görüldüğü gibi KKBG 2002 yılında yaklaşık %9 oranında iken bu oran 2006 yılında negatif

olmuştur. Fakat küresel krizin etkisi ile tekrar %4’ün üzerine çıkmıştır. KKBG değişkenini

oldukça istikrarsız bir şekil aldığı görülmektedir. 2015 yılında neredeyse sıfır değerini alan bu

oran 2015 yılından sonra tekrar yükselmeye başladı ve bütçenin dengelenmesi için kamu

borçlanma gereği artmaya başladı. Dış borç faiz ödemelerinde çok büyük bir değişiklik

olmamasına karşın bu oran 2002 yılında %2 iken 2014 yılında %1 olarak gerçekleşmiştir. 2014

sonrası Türkiye ekonomisinin dalgalanmaya başlaması ile beraber dış borç faiz ödemelerinin

GSYH içerisindeki değeri de artmaya başlayarak 2018 yılında yaklaşık %1.9 olarak

gerçekleşmiştir.

Şekil 7: DBFÖ, MYFH ve KKBG Değerlerinin GSYH İçerisindeki Değerleri (%)

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2018* verileri geçicidir,2019** verileri ise YEP te yer alan hedef

orandır. Şekil yazar tarafından çizildi.

Türkiye’nin iyi yönettiği kalemlerden biri olan genel yönetim borç stokunun GSYH

içerisindeki değerini AB ortalamasının ve Maastricht Kriterleri’nde yer alan %60 oranın

oldukça altına indirmeyi başarmıştır. 2002 sonrası bütçe disiplininde taviz vermeyen

Türkiye’nin yakalamış olduğu başarı sayesinde Türk ekonomisi 2002-2014 arası dönemde

oldukça sağlam bir alt yapıya kavuşmuştur. Sağlam bankacılık sektörünün de etkisi ile hızlı bir

kalkınma sürecine giren Türkiye ekonomisi 2015 sonrası itibariyle eski performansını

kaybetmeye başladı. Özellikle kamu borç stoku, net borç stoku, net olmayan borç stoku

kalemlerinde önemli artışlar meydana gelmiştir. Artan borç yükünün döviz kurları üzerinden

ağırlıklı olması hem kamunun hem de özel sektörün maliyetlerinde sorun teşkil edecek artışlara

neden olmaktadır.

-4

-2

0

2

4

6

8

10

12

14

16Dış Borç FaizÖdemeleri(%GSYH)

MerkezYönetim FaizHarcamaalrı(%GSYH)

KKBG(%GSYH)

Page 138: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

131

Şekil 8: Türkiye’de Dış Borç Stoku (%GSYH) ve Makro Ekonomik Değişkenlerin

Değişimi

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, TUİK, TCMB, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından

çizildi.

Şekil 8’de dış borç stokunun ve dış ticaret açığı (%GSYH), TÜFE oranı, Kur, ve

büyüme oranları gösterilmiştir. Dış borç stoku, TÜFE ve dolar kuru 2010-2019 dönemleri

arasında genel olarak sürekli artış trendine sahiptir. Ekonomik büyüme ise 2010’dan sonra

sürekli dalgalanmalar göstermesine karşın azalış tredine sahiptir ve 2017 sonrası ekonomik

büyümedeki artış giderek azalmıştır. Dış ticaret açığı 2016 yılına kadar azalırken bu tarihten

sonra artmaya devam etmiştir. Özellikle büyümenin azalması, kurların giderek yükselmesi bir

yandan enflasyonu hızlandırırken diğer yandan dış stokunda artışlara neden olmaktadır.

Şekil 9: Türkiye’de Kısa Dönem ve Uzun Dönem Borçlar (%Toplam Dış Borç Stoku)

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından çizildi.

Şekil 9’da dış borç stokunun kısa ve uzun dönem dağılımını göstermektedir. 2010

sonrası uzun dönem dış borçlanmanın toplam dış borç stoku içerisindeki payı giderek azalmış

fakat 2013 sonrası tekrar yükselişe geçmiştir. Son yıllarda toplam dış borç stokunun %70’den

fazlası uzun dönemli olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kısa dönemli dış borç

makroekonomik sorunlara yol açmaktadır. Özellikle kurların sürekli artış eğiliminde olduğu

-10

0

10

20

30

40

50

60

70

2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019*

TÜFE

Kur(DOLAR)

Büyüme

DTA/GSYH

Dış Borç

Stoku/GSYH

0

0,1

0,2

0,3

0,4

0,5

0,6

0,7

0,8

2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019

Kısa

Dönem

Uzun

Dönem

Page 139: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

132

ülkelerde borçlanmanın maliyetinin artması ve kısa dönem sonunda özel sektörün ödeme

yükünün artması bu ülkelerde dış borcun yönetilmemesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu

nedenle uzun dönemli dış borç daha avantajlı olabilmektedir.

Şekil 10: Türkiye’de Dış Borç Stokunun Döviz Kompozisyonu (Toplam Dış Borç Stoku

İçerisindeki Payı %)

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından çizildi.

Şekil 10’da Türkiye’de dış borcun döviz cinsinden dağılımını göstermektedir. 2015

yılında toplam dış borcun %63’ü dolar üzerinden iken 2019 yılında bu oran %60’ın altına

düşmüştür. Dolar bazlı dış borcun düşmesinin nedeni Euro üzerinden dış borçlanmanın son

yıllarda artmasıdır. 2015 yılında Euro ğzerinden borçlanma toplam dış borç stoku içerisindeki

payı %30’un altında iken bu oran 2019 yılında %33’ e yükselmiştir. TL üzerinden dış

borçlanma ise giderek azalmakta ve bu oran 2019 yılında yaklaşık %5’tir. Toplamda dış

borçlanmanın yaklaşık %95’i yabancı para üzerindendir. Bu açıdan değerlendirmek gerekirse

Türkiye’de 2012 sonrası %100 daha fazla artan kurlar borçlanma maliyetlerini de sürekli

arttırmaktadır. Kısa dönemli borçlanmanın ödeme vaadi geldiğinde daha da değerlenmiş olan

yabancı paralar nedeniyle özel şirketlerin ödeme güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır.

3.2. Literatür Taraması

Dış borç üzerine yapılmış çalışmalar literatürde oldukça fazladır. Aşağıdaki Tablo 1’de

dış borç üzerine yapılmış bazı çalışmalara ve sonuçlarına yer verilmiştir.

Tablo 1: Literatürde Dış Borç Üzerine Seçilmiş Çalışmalar

Çalışmayı

Yapan

Kapsam,

Dönem

Kullanılan

Değişkenler

Yöntem Sonuç

Peker ve

Bölükbaş,

2013

Türkiye,

1994:Q2-

2010:Q2

Dış Borç, İç Borç,

Kamu Harcamaları

Zaman Serileri

analizi: Nedensellik

Testi

İç Borçlanma ve Kamu

Harcamaları Dış Borcu

belirlemeden önemli etkiye

sahiptir

0

0,1

0,2

0,3

0,4

0,5

0,6

0,7

2015 2016 2017 2018 2019

Dolar

EURO

TL

Japon

Yeni

Diğer

Page 140: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

133

Kamacı, 2016 Türkiye ve 6

Orta Asya

Cumhuriyet:

1995-2014

Dış Borçlar,

Ekonomik

Büyüme, Enflasyon

Panel Veri Analizi:

Nedensellik Testi

Dış borçlardan ekonomik

büyümeye doğru nedensellik

varken dış borçla ile enflasyon

arasında bir ilişki yoktur.

Doruk, 2018 Türkiye,

1970-2014

Dış Borç, Büyüme,

Tasarruf, Sermaye,

Beşeri Sermaye

Zaman Serileri

Analizi:

Eşbütünleşme

Dış borçların ekonomik

büyüme üzerinde doğrudan

etkisi yoktur. Fakat dış borçlar

tasarruf, sermaye, beşeri

sermaye üzerinden büyümeyi

etkiliyor.

Saraç ve

Yücel, 2017

Türkiye,

2000-2016

Dış Borç,

Ekonomik Büyüme

Zaman Serileri

Analizi: Eşik Değer

Regresyon Analizi

Dış borç düzeyi ekonomik

büyümeyi olumsuz yönde

etkilemektedir.

Akduğan,

2017

Türkiye,

1970-2015

Dış Borç Stoku,

Enflasyon, Döviz

Kuru, GSYH,

Bütçe, Para Arzı,

Dış Açık, Yurt İçi

Krediler

Zaman Serileri

Analizi: ARDL sınır

Testi

Enflasyon, para arzı ve döviz

kurunun dış borç stoku

üzerinde negatif bir etkisi

vardır. GSYH, borç servisi,

bütçe dengesi, krediler ve dış

açıklar dış borç stoku üzerinde

pozitif bir etkiye sahiptir.

İpek ve

Esener, 2014

Türkiye,

1971-2012

Dış Borç ve

Savunma Sanayi

Hacamaları

Zaman Serileri

Analizi: Sınır

Testi/ARDL

Savunma harcamalarının kısa

ve uzun dönemde dış borçlar

üzerinde etkisi pozitif yönlü bir

etkiye sahiptir.

4. AMPİRİK ANALİZ

Dış borç stokunun etkilendiği birçok değişken vardır. Çalışmalarda dış borç stoku

üzerine etkisi olacağı düşülen ve en çok çalışılan değişkenler; kur, enflasyon, devlet iç

borçlanma senetleri faiz oranları (DİBS), kamu harcamaları, dış ticaret açıkları, cari açık, yurt

içi tasarruf oranları, iç borçlanma, bütçe açığı, ekonomik büyüme, küresel faiz oranları,

borçlanmanın vadesi, borçlanma para cinsinden değeridir. Bu çalışmada ise Türkiye’de son

yıllarda yükselmeye başlayan dış borç stokunu etkilediği bilinen kur, enflasyon, DİBS, kamu

harcamaları, dış ticaret açığı ve GSYH değişkenleri analiz edilmiştir. Çalışma, bazı serilerin

önceki dönemine ait datalara ulaşmak güç olduğu için 2006-Q1- 2019-Q2 dönemi

kapsamaktadır. Analizde kullanılan verilerden DİBS kupon oranları Hazine ve Maliye

Bakanlığı veri dağıtım sisteminden, diğer değişkenler ise TCMB elektronik veri dağıtım

sisteminden alınmıştır. Serilerin birbirine yakın düzeye indirilmesi amacıyla excel

programından logaritmaları alınmıştır. Çeyrek dönemlik verilerden oluşması nedeniyle seriler

mevsimsel etkiden arındırılmıştır. Durağan olmayan serilerle çalışıldığında çeşitli sorunlar

ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle serilerin birim kök sınaması Augmented Dickey-Fuller(ADF)

ile yapılmıştır. Durağan hale gelen serilerle Johansen Eş bütünleşme testi yapılmıştır. Daha

sonra Granger Nedensellik testi yapılarak seriler arasındaki ilişkinin yönü belirlenmiştir.

Page 141: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

134

4.1. Araştırmanın Yöntemi Ve Model

Eviews 9 paketi ile zaman serileri yöntemi ile çoklu regresyon analizi yapılmıştır.

Çalışmada yapılan testler, ADF birim kök testi, Johansen Eş bütünleşme testi ve Granger

Nedensellik Testi’dir.

Model: Y = β0 + β1 X1 + β2 X2 + β3 X3 + β4 X4 + β5 X5 + β6 X6 +Ut

Yukarıda yer alan modelde Y değişkeni modelde kullanılan bağımlı değişkeni, X1, X2

ve X3 değişkenleri ise bağımsız değişkenleri ifade etmektedir. β0 modelin sabit terimi, Ut ise

hata terimini ifade etmektedir. Modeldeki β değişkenleri modeldeki değişkenlerin katsayılarını

göstermektedir.

DBS= = β0 + β1 Kur + β2 GDP + β3DİBS + β4 Enf + β5 KH + β6 DTA +Ut

Serilerin Tanımlanması:

DBS= Dış Borç Stoku (Dolar değeri ile logaritması alınmış seridir)

Kur= Dolar Kuru ( TL karşılığı alış ve satışın ortalamasını ifade eder)

GDP= GSYH (Dolar değeri ile logaritması alınmış seridir)

ENF= Enflasyon ( Tüketici Fiyatları Endeksi)

KH= Kamu Harcamaları (Merkezi Yönetim Bütçe Harcamaları= Dolara Dönüştürülmüş

ve logaritması alınmıştır)

DTA= Dış ticaret Açığı (Dolar değeri ile logaritması alınmış İthalat-İhracat değeridir)

DİBS= Devlet İç Borçlanma Senedi Kupon oranları (2007-2019 arası ‘’Faiz tipi-ihaleye

endeksli’’, ‘’kupon periyodu-6 aylık’’ olan, 2006 içinse ‘’Faiz tipi-Sabit’’ değişkeni

kullanılmıştır.)

4.2. Araştırma ve Test Sonuçları

4.2.1. ADF Birim Kök Testi Sonuçları

Ekonometrik analizlerde kullanılan değişkenlerin birim köklerden kurtulup durağan

hale gelmesi çalışmanın sonuçlarının daha gerçekçi olması için bir gerekliliktir. Çalışmada

kullanılan serilerin varyansı ve ortalaması bir dönem içinde değişmiyor ve ortak varyans (iki

dönem için ortak varyans) varyansın hesaplandığı dönem de değil de iki dönem arasında var

olan uzaklığa bağlı olarak bir değer alıyorsa bu serinin durağan olduğu kabul edilir (Gujarati,

1997:713). Fakat durağan olmayan serilerle yapılan analizlerde dönemler itibariyle bir birini

takip eden çeşitli sorunlara yol açabilir. Örneğin dönemlerden birinde meydana gelen olası bir

şok ya da kriz diğer dönemleri de etkileyebilir. Eğer böyle bir analiz yapılırsa çalışmada sahte

regresyona neden olur, böylece T ve istatistikleri hatalı değerler alarak analizin sonuçlarını ve

modelin anlamlılığını yitirmesine neden olur(Granger and Newbold, 1974).

Dickey-Fuller Testi’nin aşamaları şöyledir:

Sabit terim ve trend içermeyen model : ∆Yt= γYt-1 + ut (1)

Sabit terim içeren model : ∆Yt= α0 + γYt-1 + ut (2)

Sabit terim ve trend içeren model : ∆Yt= α0 + α1t+ γYt-1 + ut (3)

DF test istatistikleri Mackinnon kritik değerleri ile karşılaştırılır. Sıfır hipotezi - Ho: γ =0 ile

alternatif H1 hipotezi -Ho: γ ≠0 karşılaştırılarak test edilir. H0 hipotezi yani boş hipoteze göre

seri birim kök içermektedir. Alternatif hipotez olan H1 hipotezi ise serinin birim kök

barındırmadığını ve serinin durağan olduğunu ifade eder. Ut hata teriminin içsel bağlantılı

olması halinde yeni model şu şekilde yazılır:

∆Yt= α0 + α1t + γYt-1+ βii=1 ∆Yt-1 + Ut

Page 142: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

135

Modele eklenen m, gecikme uzunluğunu, ∆ sembolü ise modeldeki fark operatörünü ifade

etmektedir. Dickey-Fuller(DF) testinin genişletilmiş hali Augmented Dickey-Fuller Test (ADF)

olarak adlandırılır. Sonuçların durağanlık analizi ADF testi yapılmıştır.

Hipotezler:

H0: γ=0 seride birim kök vardır, seri durağan değildir,

H1: γ≠0 Seride birim kök yoktur, seri durağandır.

Birim kök test sonuçlarında hipotezlere yönelik verilecek karar için 2 yol vardır: ADF test >

Kritik Değer ve PP test> Kritik Değer ise Ho ret, H1 kabul, seri durağandır. Eğer tersi bir sonuç

çıkarsa H0 kabul ve seride birim kök vardır. Olasılık değeri (Prob) eğer %5’ten küçükse ise

(P<0,05) Ho ret, H1 kabul, seri durağandır ve birim kök yoktur. Tersi durumda H0 kabul ve

seride birim kök vardır (Petek ve Şanlı, 2019:62).

Tablo 2: ADF Birim Kök Testi Sonuçları

Değişkenler ADF Testi Kritik Değerler P-Olasılık

Değeri

Karar

%1 %5 %10

DBS -1,77 -4,14 -3,49 -3,17 0,70 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dDBS -4,59 -3,56 -2,91 -2,59 0,0005 Ho Red, Seri Durağandır

DİBS -1,71 -4,14 -3,49 -3,17 0,73 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dDİBS -8,15 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır

DTA -2,16 -4,14 -3,49 -3,17 0,49 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dDTA -6,64 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır

ENF 0,59 -4,14 -3,49 -3,17 0,99 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dENF -5,23 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır

GDP -1,63 -4,14 -3,49 -3,17 0,76 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dGDP -5,27 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır

KH 0,46 -4,14 -3,49 -3,17 0,81 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dKH -6,10 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır

Kur -1,23 -4,14 -3,49 -3,17 0,89 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir

dKUR -5,66 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır

Not: Düzey değerde sabit terim ve trendli, birinci farkta sabit terimli model kullanıldı. Serilerin başındaki ‘’d’’

sembolü, düzey değerde durağan olmayıp birinci dereceden farkı alınarak durağan hale gelen serileri ifade

etmektedir. ADF testi %1 anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Birim kök testleri Schwarz bilgi kriterlerine

göre yapılmıştır.

Tablo 2’de serilerin ADF test sonuçları gösterilmiştir. Bütün değişkenler düzey değerde

birim kök içermektedir ve seriler durağan değildir. Serilerin düzey değerde ADF t istatistik

sonuçları kritik değerlerden (%1, %5 ve %10) küçük olduğu ve aynı zamanda p olasılık

değerlerinin %5’ten büyük olduğu görülmektedir. Bu durumda H0 hipotezi kabul edilir. Fakat

serilerin birinci farkı alındığında ADF t istatistik değerlerinin kritik değerlerden büyük olduğu,

Page 143: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

136

aynı zaman da p olasılık değerlerinin %5’ten küçük olduğu görülmektedir. Bu durumda seriler,

birinci farkları alındığında durağan hale gelmektedir ve seriler birim kökten kurtulmaktadır. Ho

red, alternatif H1 hipotezi kabul edilir.

DBS(I), DİBS(I), DTA(I), ENF(I), GDP(I), KH(I), KUR(I).

4.2.2. Johansen Eş Bütünleşme Testi ve Sonuçları

Farkı alınarak durağan hale gelen serilerle yapılan analizlerde çeşitli sorunlar ortaya

çıkmaktadır. Örneğin serilerin farkı alındığında geçmiş dönemde maruz kalınan şoklar yok

olurken diğer yandan da uzun dönem ilişkilerinin ortadan kaybolmasına neden olabilmektedir.

Uzun dönem ilişkisinin yol olması ile uzun dönem dengesinden sapmalar ortaya çıkmaktadır

(Tarı, 2014:415). Durağan olmayan serilerle yanlış t, f istatistik sonuçları çıkarken, farkı alınan

serilerde de yukarıdaki sorunların ortaya çıkmasına karşın geliştirilen eş bütünleşme testi

sayesinde farkı alınan serilerle yapılan analizlerde yukarıdaki sorunların ortadan kalktığı

görülmektedir. Eş bütünleşme olabilmesi için serilerin aynı dereceden durağan olması ve düzey

değerde bütünleşik olması gerekmektedir. Bu durumda serilerin farkı alınması ile kaybolma

ihtimali olan uzun dönem ilişkisinin artık kaybolmayacağı sonucuna ulaşılır (Gujarati,

2006:726). 1987 yılında Engle ve Granger’in geliştirdiği eş bütünleşme testi tek denklemli iken

1998 Johansen ve 1990 Johansen-Jelisul’un geliştirdiği eş bütünleşme testi ikiden fazla

değişkeni içeren ve çok denklemli eş bütünleşme testidir. Johansen eş bütünleşme testi VAR

analizine dayanır ve birden fazla açıklayıcı değişkenle yapılan analizde bu seriler arasından

birde fazla eş bütünleşme olabileceğini ifade eder. Engle-Granger eş bütünleşme testine göre

daha iyi sonuçlar veren Johansen eş bütünleşme testi bu çalışmada birden fazla açıklayıcı

değişken olduğu için kullanılmıştır (Petek ve Şanlı, 2019: 64-65).

Tablo 3: VAR modeli İle Uygun Gecikme Uzunluğun Belirlenmesi

Lag LogL LR FPE AIC SC HQ

0 472.1985 NA 9.01e-18 -19.38327 -19.11039* -19.28015

1 540.1422 113.2396* 4.18e-18* -20.17259 -17.98953 -19.34761*

2 574.7841 47.63249 8.66e-18 -19.57434 -15.48108 -18.02749

3 633.8353 63.97219 8.20e-18 -19.99314 -13.98970 -17.72443

4 698.0243 50.81632 9.90e-18 -20.62601 -12.71239 -17.63545

5 803.4517 52.71367 5.62e-18 -22.97715* -13.15335 -19.26472

Not: LR: LR Test İstatistiği, FPE: Son Tahmin Hatası, AIC: Akaike Bilgi Kriteri, SC: Schwarz Bilgi Kriteri, HQ:

Hannan-Quinn Bilgi Kriterini göstermektedir.

Tablo 3’de eş bütünleşme testi için uygun gecikme uzunluğunun sonuçları verilmiştir.

Bilgi kriterleri çerçevesinde uygun gecikme uzunluğu üzerinde en çok yıldız olan 1 gecikmedir.

O halde eş bütünleşme analizi için uygun gecikme uzunluğu 1’dir.

Page 144: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

137

Tablo 4: Johansen Eş Bütünleşme Test Sonuçları

İz İstatistiği KritikDeğer(%5) Prob MaksimumÖzdeğerİstatistiği KritikDeğer%5 Prob

Yok* 152.8640 139.2753 0.0063 56.45067 49.58633 0.0084

En Az 1 96.41337 107.3466 0.2091 27.49061 43.41977 0.7827

Not: Eş bütünleşme analizi için gerekli olan gecikme uzunluğu VAR yardımıyla HQ, FPE ve LR kriterleri

kullanılarak 1 olarak belirlenmiştir.

Tablo 4’de Joahsen eş bütünleşme testi sonuçları verilmiştir. Buna göre İz istatistik

değerleri ve Maksimum Öz değer istatistik sonuçları kritik değerden büyük olduğu için %5

anlamlılık düzeyinde modelde 1 tane eş bütünleşme vektörünün bulunduğu tespit edildi. Aynı

zamanda prob değerleri de 0,05’ten küçük olduğu için sonuçların anlamlı ve doğru olduğu

görülmektedir. ‘’En Az 1’’ düzeyinde ise İz istatistikleri ve maksimum öz değer istatistikleri

kritik değerlerden küçüktür, prob değerleri de 0,05’ten büyük olduğu için %5 anlamlılık

düzeyinde ikinci bir eş bütünleşme vektörü yoktur. Sonuç olarak seriler arasında en az 1 tane

eş bütünleşme ilişkisi vardır ve sıfır hipotezi reddedilerek alternatif H1 hipotezi kabul edilir.

Buna göre çalışmada kullanılan 7 seri eş bütünleşiktir. Dolayısıyla seriler arasında uzun

dönemli bir ilişki vardır.

Tablo 5: Hata Terimi için ADF Birim Kök Testi

ADF Test İstatistiği: -3.50 Prob: 0.049

Kritik Değer: %1: -4,14

%5: -3,50

%10: -3.17

%5’te Hata Terimi Düzey Değerde Durağan Çıkmıştır.

Serilerle uzun dönem analizi yapılınca seriler kısa dönem dengesinde sapmalar

gösterebilir. Bu sapmaların uzun dönemde ortadan kaybolup kaybomadığını hata teriminin

düzey değerde durağan olması ise görmek mümkündür. Hata terimi düzeyde durağansa uzun

dönemde birlikte hareket eden seriler arasında, kısa dönemde meydana gelen sapmalar ortadan

kalkmakta ve seriler uzun dönemde tekrar denge noktasına ulaşmaktadır. Tablo 5, hata terimi

için yapılmış ADF birim kök testi sonuçlarını göstermektedir. O halde bu modelde seriler

arasında yapılan uzun dönem analizinde serilerin birlikte hareket etmesi sonucu kısa dönemde

meydana gelen sapmalar uzun dönemde tekrar denge durumuna gelmektedir. Böylece yapılan

analizlerin güvenilirliği de gösterilmiş oldu. Sonuç olarak bütün seriler uzun dönemde birlikte

hareket etmekte ve kısa dönemde meydana gelen sapmalar uzun dönemde ortadan kalmaktadır.

Tablo 6: EKK Model Tahmin Sonuçları

Değişken Kat Sayı Standart Hata t-Statistic Prob.

KUR 0.279845 0.084933 3.294886 0.0019

GDP 0.687662 0.093904 7.323050 0.0000

ENF 0.543057 0.029470 18.42764 0.0000

DTA -0.076491 0.024838 -3.079615 0.0035

DIBSF -0.008478 0.028590 -0.296541 0.7682

KH 0.014689 0.051795 0.283602 0.7780

C -2.843290 1.123120 -2.531600 0.0148

Page 145: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

138

Model Tahmin Sonuçları

R2=0.97, Fis=370, Fprob=0,000

Tablo 6’da model tahmin sonuçları gösterilmiştir. Devlet iç borçlanma faiz oranları ve

kamu harcamaları anlamlı çıkmadığı için modele dahil edilmemiştir. Buna göre tahmin edilen

model aşağıdaki gibidir.

DBS=-2.84 + 0.27 Kur+ 0.68 GDP+0.54ENF - 0.07DTA

Kur, GSYH ve enflasyon dış borç stoku üzerinde pozitif bir etkiye sahip iken dış ticaret

açığı dış borç stoku üzerinde negatif yönlü bir etkiye sahiptir. Kur, GSYH ve enflasyon arttıkça

Türkiye’de dış borçlar artmaktadır. Fakat dış ticaret açığının artması dış borç stokunu

azaltmaktadır. Teorik olarak beklenen Türkiye’de kur ve enflasyonun dış borç stokunu arttırdığı

şeklindedir. Benzer şekilde Türkiye’de yabancı sermayenin, ithalatın ve borçlanmanın

ekonomik büyümeyi arttırdığı bilinmektedir. Bu nedenle GSYH arttıkça Türkiye’nin dış borcu

da artmaya devam etmektedir.

3.2.3. Granger Nedensellik Testi ve Sonuçları

Bazı durumlarda iktisat teorisi tarafından açıklanamayan değişkenler arası ilişkinin

yönü, nedensellik testi ile belirlenebilmektedir. Değişkenler arası ilişkinin yönünün tespiti için

geliştirilen Granger Nedensellik testinde bağımlı-bağımsız ayrımı olmadan iki yönlü ilişki

incelenebilmektedir. Granger nedensellik testinde sonuçların doğru olabilmesi için serilerin

durağan olması gerekmektedir (Değer ve Demir, 2015:10).

Tablo 7: Granger Nedensellik Sonuçları

Ki-Kare Prob Karar

dDIBSF→dDBS 5.868480 0.0532 Var

dDTA→dDBS 5.091242 0.0784 Var

dENF→dDBS 5.774715 0.0557 Var

dGDP→dDBS 9.742053 0.0077 Var

dKH→dDBS 1.100625 0.5768 Yok

dKUR→dDBS 2.730650 0.2553 Yok

dDBS→ dKUR 5.969925 0.0505 Var

dDBS→ dGDP 8.076766 0.0176 Var

Not: Nedensellik analizi için gerekli olan gecikme uzunluğu VAR yardımıyla HQ, FPE ve LR kriterleri

kullanılarak 1 olarak belirlenmiştir.

Tablo 7, bağımlı değişkenle bağımsız değişkenler arasında Granger nedensellik test

sonuçlarını vermektedir. Analiz sonuçlarına göre dış borç stoku (DBS) ile kamu harcamaları

(KH) arasında tek yönlü veya iki yönlü herhangi bir nedensellik ilişkisi yoktur. Kur değişkeni

ise dış borç stokunun nedeni değilken dış borç stoku kurların Granger nedenidir. Ayrıca, GDP,

enflasyon (ENF), devlet iç borçlanma senedi kupon oranları (DİBSF) ve dış ticaret açıkları

(DTA), dış borç stoklarının (DBS) Granger nedeni iken DBS ise sadece Kur ve GDP’nin

Granger nedenidir.

Page 146: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

139

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik büyümesi oldukça yüksek olan Türkiye’de

dış borçlanma giderek artmaktadır. İç piyasada aksaklıkların giderilmesi, özel sektör dış

ödemelerinin ve özel sektör finansal ihtiyacının karşılanması amacıyla artan dış borçlanmanın

maliyeti de artmaktadır. Net dış borç stokunun GSYH içerisindeki oranında Türkiye AB

ülkelerinin ortalamasının altındadır. Fakat 2010’a kadar oldukça azalan brüt dış borç stokunun

GSYH içerisindeki payı, 2010 sonrası yükselmeye devam ederek %60 oranına yaklaşmıştır.

Türkiye’de net ve ya brüt dış borç stokunda AB ve diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında

oldukça iyi bir olmasına karşın dış borç ödemelerinin %95’inin döviz üzerinden olması,

Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre dış borcun daha büyük bir problemlere yol açmaktadır.

Fransa, İngiltere, Hollanda, ABD gibi gelişmiş ülkelerde dış borç stokunun GSYH içerisindeki

payı %100’ü aşmış durumdadır. Fakat borçların bu ülkelerde Euro veya dolar üzerinden olması

büyük avantaj yaratırken Türkiye, Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde dezavantajlı

bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Kurların yükselmesi, borç maliyetlerini arttırırken özel

sektörün ödeme güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra borçların kapanması

için gerekli olan döviz iç piyasada ihracat, turizm ve ya merkez bankaları aracılığı ile

sağlanamadığında yeniden borçlanmaya neden olmaktadır. Kısacası dış borç dış borcun önünü

açmaktadır. Dış borcun vade yapısı da önemlidir. Uzun vadeli dış borçlanma kısa vadeli

borçlanmaya göre yönetilmesi daha kolaydır. Türkiye’de dış borçların yaklaşık %70’i uzun

dönem iken %30’u kısa dönemlidir. Türkiye açısından dış borcun yönetilmesinde kurlar ve

borcun vadesi oldukça önemlidir.

Türkiye’de dış borçlanmanın nedenleri arasında özel sektörün finans ihtiyacı, cari açığın

kapanması için gereken döviz ihtiyacı, kamu açıkları, enflasyon, iç borçlanma maliyetlerinin

yüksekliği, uygun dış borç imkânı gibi birçok sebep vardır. Çalışmanın analiz kısmında bağımlı

değişken olan dış borç stoku ile bağımsız değişkenler olarak GSYH, enflasyon, faiz oranları,

dış ticaret açığı, dolar kuru ve kamu harcamaları değişkenleri analiz edilmiştir. Johansen eş

bütünleşme testi sonuçlarına göre, seriler arasında bir tane eş bütünleşme ilişkisi vardır ve

seriler uzun dönemde birlikte hareket etmektedir. Modele eklenen hata teriminin düzey değerde

durağan çıktığı görülmüş ve buna göre kısa dönemde meydana gelen sapmalar uzun dönemde

ortadan kalkmaktadır. Değişkenlerden kamu harcamaları ve devlet iç borçlanma senetleri faiz

oranları anlamlı çıkmadığı için tahmin edilmiş modele dahil edilmemiştir. Model tahmini

sonucuna göre, enflasyon, kur ve GSYH değişkenlerinde meydana gelenler artışlar dış borç

stokunu arttırırken, dış ticaret açığında meydana gelen artışlar dış borç stokunu azaltmaktadır.

Son olarak Granger nedensellik testi yapılmıştır. Devlet iç borçlanma senedi faiz oranları,

GSYH, enflasyon ve dış ticaret açığı değişkenlerinden dış borç stokuna doğru bir nedensellik

ilişkisi vardır. Fakat kur değişkeni dış borç stokunun nedeni değilken dış borç stoku kurun

nedeni çıkmıştır. Kamu harcamaları ile dış borç stoku arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi

yoktur. Son olarak dış borç stoku GSYH’nin Granger nedenidir. Yani GSYH ile dış borç stoku

arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır.

Sonuç olarak Türkiye’de dış borç stoku kur, enflasyon, GSYH, dış ticaret, kamu

harcamaları gibi birçok makro değişkenden etkilenmektedir. Ayrıca dış borçlanmanın vade

yapısı Türkiye’de dış borçların yönetilmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Son yıllarda dış

borç stokunda meydana gelen artışlar döviz ihtiyacını arttırmaktadır. Kurlarda meydana gelen

artışlar ise iç piyasada maliyetleri arttırırken artan döviz ihtiyacı daha fazla dış borçlanmaya

neden olmaktadır. Türkiye’de etkili bir dış borç politikasının sürdürülebilirliği açısından iç

piyasada oluşabilecek siyasi, toplumsal ve ekonomik dalgalanmaların önüne geçilmesi önem

arz etmektedir.

Page 147: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

140

KAYNAKÇA

Akduğan, U. (2017) ‘‘Türkiye’de Dış Borç Stokunun Belirleyicileri’’, Business and Economics

Research Journal, 8(29, 183-202.

Değer, O. ve Demir, M. (2015) ‘‘Reel Efektif Döviz Kuru ve Dış Ticaret Hacmi Arasındaki

Nedensellik İlişkisi: Türkiye Örneği’’, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, 52 (604),

7-21.

Doruk, Ö. T. (2018) ‘‘Dış Borçlar ve Ekonomik Büyüme: Türkiye Ekonomisinde 1970-2014

Dönemi için Ampirik Bir inceleme’’, Maliye Dergisi, 175: 96-114.

Dünya Bankası, (2019). https://data.worldbank.org/indicator/DT.DOD.DECT.CD

Eğilmez, M. (2014) ‘‘Konvertibilite. Kendime Yazılar’’,

http://www.mahfiegilmez.com/2014/03/konvertibilite.html

Erkan, Ç, Tutar, E., Tutar, F. ve Eren, M.V. (2012) ‘‘Türkiye’nin Dış Borçlarının Analizi

(1980–2012)’’, INTERNATIONAL CONFERENCE ON EURASIAN ECONOMIES

2012, 312-318.

GFP, (2019). https://www.globalfirepower.com/external-debt-by-country.asp

Granger,C.W.L. ve Newbold, P. (1974) ‘‘Spurious Regresion in Econometrics’’, Journal of

Econometrics, 2, 111-120.

Gujarati, D.N. (2006) ‘‘Basic Econometric’’, MC Graw Hill. 3. Edition, İstanbul Literatür

Yayıncılık.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, (2019). https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/10/BOR%C3%87-

GOSTERGELER%C4%B0-TR.pdf

Ijirshar, V.U., Joseph, F., ve Godoo, M. (2016) ‘‘The Relationship between External Debt and

Economic Growth in Nigeria’’, International Journal of Economics & Management

Sciences, 6(1), 1-5.

Index Mundi, (2019). https://www.indexmundi.com/g/g.aspx?c=ei&v=94

İpek, E. ve Esener, S.C. (2014) ‘‘Borçlanmayı Savunmak: Dış Borcun Bir Belirleyicisi Olarak

Savunma Harcamaları’’, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 9(3), 69-94.

Kamacı, A. (2016) ‘‘Dış Borçların Ekonomik Büyüme ve Enflasyon Üzerine Etkileri: Panel

Eşbütünleşme ve Panel Nedensellik Analizi’’, INTJCSS, 2(1), 165-175.

Kepenek, Y. ve N. Yentürk (2005) ‘‘Türkiye Ekonomisi’’, 19.Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Koçak, A. (2009) ‘‘Küresel Dönemde Türkiye’nin Borç Yapısındaki Dönüşüm’’, Maliye

Dergisi, s.157, 65-84.

Peker, O. ve Bölükbaş, M. (2013) ‘‘Türkiye’de Dış Borçlanmanın Belirleyicileri: Ekonometrik

Bir Analiz’’, Atatürk Üniversitesi İİBF Dergisi, 27(2), 289-302.

Petek, A. ve Şanlı, O. (2019) ‘‘Türkiye’de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, Döviz Kurları ve Sanayi

Üretim Endeksinin Kapasite Kullanım Oranları Üzerine Etkileri: Zaman Serileri

Analizi.’’, IREM, 7(1), 49-73.

Saraç, T.B. ve Yücel, M.H. (2017) ‘‘ Dış Borç ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği’’,

Turan Stratejik Araştırma Merkezi, 9(35), 15-20.

SETA, 2010. Geçmişten Günümüze Türkiye’de Dış Borç.

http://file.setav.org/Files/Pdf/gecmisten-gunumuze-turkiyede-dis-borclar.pdf

Page 148: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

141

Şahin, B.E. (2012) ‘‘Türkiye’de Dış Borç Sorunu ve Avrupa Borç Krizi’nin Etkileri’’, Hukuk

ve İktisat Araştırmalar Dergisi, 4(1), 45-54.

Takım, A. (2012) ‘‘Dış Finansal Liberalleşme Sonrası Türkiye’nin Dış Borç Dinamiğindeki

Değişmeler: Bir Literatür Araştırması’’, Sosyoekonomi, 2, 23-44.

Tarı, R. (2014) ‘‘Ekonometri’’, 10. Baskı, Umuttepe Yayınları, Kocaeli.

TCMB, (2019). https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket

The Economic Times, (2019). https://economictimes.indiatimes.com/definition/external-debt

TUİK, (2019). http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist

Page 149: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

142

SİLAH HEDEF ATAMA PROBLEMİ İÇİN YENİ BİR GENETİK

ALGORİTMA ÖNERİSİ

Arş. Gör. Dr., Osman Pala

[email protected]

Özet

Silah Hedef Atama Problemi, başta savunma sektörü olmak üzere birçok sektörde üzerinde çalışılan önemli

bir optimizasyon problemidir. Problemde temel amaç, hedeflerin toplam hayatta kalma değerini minimum kılacak

şekilde silahların hedeflere atanmasını sağlamaktır. Problemin np-zor doğası gereği çözümünde çoğunlukla

sezgisel algoritmalardan faydalanılmaktadır. Sezgisel algoritmalardan en bilineni ise Genetik Algoritma’dır.

Çözüm uzayında iterasyonlar boyunca daha iyi çözümler bulunmasına odaklanan Genetik Algoritma ile np-zor

optimizasyon problemleri için optimum çözüme oldukça yakın çözümler kısa sürelerde elde edilebilmektedir.

Çalışmada, Genetik Algoritma çaprazlama operatörü için probleme özgü bir çaprazlama şekli önerilmiştir.

Literatürde yer alan test problemleri önerilen Genetik Algoritma ve klasik Genetik Algoritma ile çözülerek

sonuçlar karşılaştırılmıştır. Değerlendirmeler önerilen yöntemin etkinliğini göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Genetik Algoritma, Silah Hedef Atama Problemi, Çaprazlama, Sezgisel Yaklaşımlar,

Probleme Özgü Yaklaşımlar.

JEL Kodları: C02, C61, C63

A NEW GENETIC ALGORITHM PROPOSAL FOR WEAPON TARGET

ASSIGNMENT PROBLEM

Abstract

Weapon Target Assignment Problem is an important optimization problem that is being worked on in many

sectors, especially in defense sector. The main objective of the problem is to ensure that weapons are assigned to

targets in order to minimize the total survival value of the targets. Due to the np-hard nature of the problem,

heuristic algorithms are often used to solve the problem. The best known of the heuristic algorithms is Genetic

Algorithm. Genetic Algorithm, which focuses on finding better solutions during iterations in solution space,

provides solutions that are very close to the optimum solution for np-hard optimization problems in a short time.

In this study, a Genetic Algorithm with a crossover operator which is specific to the problem was proposed. The

test problems in the literature were solved with the proposed Genetic Algorithm and classical Genetic Algorithm

and the results were compared. Evaluation indicate the effectiveness of the proposed method.

Key Words: Genetic Algorithm, Weapon Target Assignment Problem, Crossover, Heuristic Approaches,

Problem Specific Approaches.

JEL Codes: C02, C61, C63.

1.GİRİŞ

Silah Hedef Atama Problemi (SHAP) gerçek hayatta savunma sektöründe hayati rol

oynayan bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Uzaktan atılan farklı tipte silahların ortaya çıkması

ve bunların farklı değerde hedeflere farklı etkiler göstermesi nedeniyle, hangi silah hangi hedefe

yönlendirilmeli ki en iyi sonuç alınsın sorusuna cevap arayan bir np-zor atama problemi olarak

görülmektedir. Problemde hedeflerin toplam hayatta kalma oran değerleri minimize edilmeye

çalışılmaktadır (Ahuja, Kumar, Jha ve Orlin, 2007: 1136).

Manne (1958) tarafından ilk defa ortaya atılan SHAP bir np-tam optimizasyon

problemidir. Kesin çözüm veren yöntemler bulunsa da özellikle anlık karar verme gerektiren

ve problemin karşılaşıldığı gerçek hayat şartlarında problemi çözmek zorunda olan savunma

sistemleri optimuma çok yakın sonuçları oldukça kısa sürede veren sezgisel algoritmalardan

faydalanmaktadır (Kline, Ahner ve Hill, 2019: 226).

SHAP ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında; Lee, Lee ve Su (2002) bağışıklık temelli

Karınca Kolonisi Optimizasyonu (KKO) sezgisel algoritması kullanarak kendi ürettikleri test

problemlerinde etkin çözümler elde etmişlerdir. Lee, Su ve Lee (2003) tarafından yapılan

çalışmada yerel iyileştirmeye dayalı Genetik Algoritma (GA) kullanılarak çözümü yapılan test

Page 150: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

143

problemlerinde bilinen yöntemlere göre daha iyi sonuç elde edilmiştir. Lu, Zhang, Zhang ve

Han (2006) iyileştirilmiş GA kullanarak, deniz filo ortamına göre adapte ettikleri problemi

çözmüşler ve önerdikleri yöntemin istenen kısa sürede iyi sonuçlar ürettiğini ifade etmişlerdir.

Çetin ve Esen (2006) problemi reklam bütçe tahsisi problemine uyarlayarak yeni bir

matematiksel model önermişlerdir. Çözüm yöntemi olarak ise kesin çözüm veren dal sınır

algoritması ile çözüme ulaşmışlardır. Lokal optimuma takılma problemi olan yöntem için farklı

başlangıç noktalarından başlayarak ve çözümleri karşılaştırarak nihai sonuca varmışlardır.

Karasakal (2008) tarafından yapılan çalışmada problem deniz sefer gücünün hava savunma

sistemlerinin hedef tahsisi problemi olarak modellenmiştir. Probleme özgü geliştirdiği

matematiksel modeli örnek test probleminde tam sayılı doğrusal programlama yöntemi ile

çözmüştür. Sonuc, Sen ve Bayır (2017) probleme özgü ürettikleri test problemlerini önerdikleri

paralel Benzetilmiş Tavlama (BT) sezgisel algoritması ile çözmüşlerdir. Kısa sürelerde test

problemlerinde uygun çözümler elde etmişlerdir. Kutucu ve Durgut (2018) tarafından yapılan

çalışmada problemin çözümü için BT ve Yapay Arı Kolonisi (YAK) hibrid sezgisel algoritması

önerilmiş ve farklı komşuluk operatör işlemleri ile önerilen metot test problemleri özelinde

klasik yöntemlerle kıyaslanmış ve yöntemin etkin olduğu ifade edilmiştir. SHAP ile ilgili

detaylı literatür taraması Kline vd. (2019) tarafından gerçekleştirilmiştir.

Çalışmada SHAP için gerçek zamanda çalışabilecek ve iyi çözümler veren iyileştirilmiş

bir GA yöntemi önerilmiştir. Problemin özgünlüğü nedeniyle probleme özgü çaprazlama

operatörü tasarlanarak literatürde farklı çalışmalarda yer alan test problemleri üzerinde klasik

GA ile önerilen yöntem karşılaştırılmıştır. Sonuçlar değerlendirildiğinde, önerilen yöntemin

problem özelinde etkinliği ortaya çıkmıştır.

2.SİLAH HEDEF ATAMA PROBLEMİ MATEMATİKSEL MODELİ

İlk defa Manne (1958) tarafından ortaya atılan SHAP, belirli tipte ve sayıda silahın belirli

olasılıklarla yok edebileceği hedeflere atanarak toplam yok etme değerinin maksimize

edilmesidir. Problem sıklıkla hedefi yok etme kavramı yerine hedefin hayatta kalma olasılığını

minimize etme şeklinde modellenerek minimizasyon yönlü çözümler elde edilmektedir.

SHAP modelinde kullanılan parametreler ve karar değişkenleri aşağıdaki gibidir;

n : hedef sayısı,

m : silah tipi,

Vj : j hedefinin değeri ,

Wi : i tipinde mevcut silah sayısı,

qij : i tipindeki tek bir silah j hedefine atanırsa hedefin hayatta kalma olasılığı

xij : j hedefine atanan i tipindeki silahların sayısı

Bu parametre ve karar değişkenlerine göre SHAP matematiksel modeli aşağıdaki gibi

tanımlanabilmektedir;

1 1

Z = ij

mnx

j ij

j i

Min V q

(1)

1

. . , 1,..., n

ij i

j

s t x W i m

(2)

ijx Z (3)

Page 151: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

144

Eşitlik 1’de her bir hedefe atanan silah tipinin hedefin hayatta kalma olasılığı değeri adeti

oranında üssü alınmakta ve aynı hedefe atanmış diğer silahlarla bu değerler çarpılmaktadır.

Ortaya çıkan çarpım değerleri ilgili hedefin değerleri ile çarpılarak ortaya çıkan değerler tüm

hedefler için toplanır. Bu durumda minimize edilmek istenen toplam hedef değeri hayatta kalma

olasılığı elde edilmiş olur. Eşitlik 2’de herhangi bir silah tipinin adetini aşmayacak şekilde

hedeflere atanma kısıtı verilmiştir. Eşitlik 3’te ise karar değişkeninin pozitif tam sayı olma kısıtı

yer almaktadır.

3.GENETİK ALGORİTMA

GA, canlıların nesilden nesle genlerini aktararak daha iyi yeni nesiller oluşturmasından

esinlenen Holland (1975) tarafından ilk defa ortaya atılmıştır. GA’da yer alan gen aktarımı için

kromozom bir başka ifadeyle ebeveyn seçilimi süreci doğada var olan güçlü ve sağlıklı

canlıların daha çok üreme şansı olgusunu taklit etmektedir. Buna göre yeni nesil çoğunlukla

daha iyi bireylerden türetilmektedir. Çaprazlama esnasında daha yüksek uyum değerine sahip

kromozomun genlerinin çoğunlukla yeni üretilen kromozomda bulunması canlılardaki baskın

bireyin genlerinin yeni nesilde daha sık görülmesi ile eş değerdir. Öte yandan değişen koşullara

uyabilmek veya bir adım daha iyiye gidebilmek adına canlıların çok az durumda gösterdiği

değişim mutasyon operatörü ile GA’da kendine yer bulmuş ve bu sayede algoritma

problemlerde bulunan yerel optimumları aşabilme gücüne erişmiştir.

Çalışmada SHAP için gerçekleştirilen ve kullanılan GA aktarılmıştır. Problemin uygun

çözümlerini temsil eden ve her biri kromozom olarak adlandırılan yapıların kodlanması ve bu

sayede eski kromozomlardan (ebeveynlerden) yeni kromozomların (çocukların) oluşumu çoğu

zaman probleme özgü olmaktadır. SHAP’ta bulunan uygun çözümlerin bir dizilim sunmasından

ötürü aşağıdaki gibi kromozomlar çalışmada Tablo 1’deki gibi kodlanmıştır.

Tablo 1. Kromozom Kodlaması

Kromozom A 2 5 1 3 4 1 7 6 2 4 7

Kromozom B 6 6 7 4 3 5 1 2 7 1 2

Burada bulunan Kromozom A’da ilk sırada 2 rakamının bulunması 1. silahın 2. hedefe

atandığı, ikinci sırada ise 5 rakamının bulunması ise 2. silahın 5. hedefe atandığı ve son olarak

dokuzuncu sırada 2 rakamının bulunması 9. silahın 2. hedefe atandığı anlamına gelmektedir.

Kısaca silahlar 1’den 11’e kadar sabit olarak dizilimdeyken hedefler karışık sırada boş silahlara

yerleşmektedir. Kromozom A ve B’de görüleceği üzere 11 silah ve 7 hedef tanımlanmıştır.

Problemin başlangıcında kromozomlardan oluşacak bir popülasyona ihtiyaç vardır.

Başlangıç popülasyonundan yola çıkılarak çözüme ulaşacağı için başlangıç popülasyonunun

oluşturulması ve büyüklüğü önemlidir. Çalışmada popülasyon oluşumunda uniform dağılışa

göre silahlar hedeflere rassal olarak atanırken Popülasyon Büyüklüğü (PB) ise denemeler

sonucunda problemde yer alan hedef veya silah sayısından büyük olanının 4 katı olarak

algoritmalarda kullanılmıştır. Yeni üretilen kromozomların veya başlangıç popülasyonlarının

uygunluk değerleri ise Eşitlik 1 ile hesaplanmaktadır.

GA’da önemli bir kavram olan elitizm, önceki nesillerdeki iyi sonuçlardan faydalanmayı

garanti altına almaktadır. Çalışmada Elitizm Oranı (EO) olarak %5 kullanılmıştır. Bu durumda

popülasyondaki bir önceki nesilde en iyi çözüm değerine sahip ilk %5’de bulunan kromozomlar

değişmeden bir sonraki nesile aktarılmaktadır.

GA’da hangi ebeveynlerden yeni çocuklar üretileceğinin seçimi de farklı yollarla

yapılabilmektedir. Bunlardan birisi ise çalışmada da kullanılan rulet tekerleği seçim yöntemidir.

Page 152: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

145

Bu yöntemde çözüm değerlerinin iyiliği oranında kromozomların ebeveyn olma şansı

artmaktadır.

GA’da popülasyona rassal olarak yeni birey katılması göç kavramı ile açıklanmaktadır.

Çalışmada seçim sonrası her iki kromozom da tıpa tıp aynı genlerden oluşmakta ise bunlardan

biri sabit tutularak ikinci kromozom göç yolu ile elde edilmiştir. Bu sayede popülasyon

çeşitliliği sadece azaldığı durumlarda artırılmış olmakta ve göç süreci dengede tutulmaktadır.

Seçilmiş olan kromozomlardan yeni kromozom üretilme şekline ise GA’da çaprazlama

adı verilmektedir. Çalışmada Hoff, Løkketangen ve Mittet (1996) tarafından da önerilen her bir

noktada ayrı ayrı çaprazlama işlemi gerçekleştirilmiştir. Her bir gende ilgili silahın hedefe

atanma durumunda sağlayacağı tekil fayda bir başka deyişle hedefin değeri ile ilgili silahın

hedefe atanma durumunda hedefin hayatta kalma olasılığı çarpımı hesaplanarak 0.8 olasılıkla

daha yüksek fayda sağlayan genler yeni kromozoma aktarılmıştır. Önerilen yönteme ‘faydaya

bağlı GA’ (FBGA) adı verilirken, kromozomlardan eşit olasılıkla gen aktarılmasına ise GA adı

verilmiştir. SHAP için FBGA ile çaprazlama işlemi aşağıdaki Tablo 2’deki gibi olmaktadır;

Tablo 2’de (0, 1) aralığında üretilen rassal uniform sayılara ve tekil olarak maksimum

fayda sağlayan genden 0.8 olasılığa göre altı çizili genler Kromozom C’ye aktarılmıştır.

Örneğin kromozomlara bakıldığında ilk sırada Kromozom A’da 2 rakamı ve Kromozom B’de

6 rakamı bulunmaktadır. Bunların içinden maksimum tekil faydası olan ise 2 rakamıdır. Rassal

sayı 0.8’den küçük (0.63) olduğu için maksimum tekil faydaya sahip 2 rakamı Kromozom C’ye

aktarılır. Bir başka örnek için 3. sıraya bakıldığında Kromozom A’da 1 ve Kromozom B’de 7

rakamı bulunmaktadır. Bu durumda maksimum tekil faydaya 1 rakamı sahiptir. Bir başka ifade

ile 3 numaralı silahın 1 numaralı hedefi yok etme olasılığı 7 numaralı hedefi yok etme

olasılığından daha fazladır. Fakat burada üretilen rassal sayı 0.8’den büyük (0.85) olduğu için

maksimum tekil faydayı sağlayan 1 rakamı değil de 7 rakamı Kromozom C’ye aktarılır.

Tablo 2. Kromozomların Çaprazlanması

Kromozom A 2 5 1 3 4 1 7 6 2 4 7

Kromozom B 6 6 7 4 3 5 1 2 7 1 2

Maksimum

Tekil Fayda 2 5 1 4 3 5 7 6 2 1 7

Rassal Sayı 0.63 0.53 0.85 0.23 0.88 0.91 0.13 0.34 0.45 0.27 0.35

Kromozom C 2 5 7 3 4 1 7 6 2 1 7

Çaprazlama işleminin yapılması olasılığına ise Çaprazlama Oranı (ÇO) adı verilmektedir.

Çaprazlama eğer gerçekleşmez ise kromozom bir sonraki nesle olduğu gibi aktarılır ve belli

oranda eski neslin devamı ile önceki çözümlerdeki iyi yapılar da korunmuş olur. Çalışmada

denemeler sonucunda ÇO için 0.8 değeri kullanılmıştır.

Yerel optimumlardan sakınmayı ve farklılığı GA’da sağlayan yapı ise mutasyon

operatörüdür. Mutasyonla yeni kromozomda değişiklik meydana getirilmektedir. Çalışmada

tek noktada mutasyondan faydalanılmış ve mutasyon yapılma olasılığını ifade eden Mutasyon

Oranı (MO) için 0.1 değeri kullanılmıştır. Uygun çözümlerde bozulma yaşanmaması için

sadece çözümde yer alan iki hedefin yer değiştirilmesi ile mutasyon gerçekleştirilmiştir.

Page 153: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

146

Çalışmada n hedef sayısı ve m silah tipi olmak üzere , *100maks n m değeri,

maksimum iterasyon sayısı olarak kullanılmıştır. Şekil 1’de önerilen yöntem olan FBGA

yaklaşımının genel akış şeması verilmiştir.

Şekil 1. Faydaya Bağlı Genetik Algoritma Yöntemi Akış Şeması

4.UYGULAMA

Çalışma kapsamında ele alınan algoritmalar literatürde yer alan çalışmalarda kullanılmış

bazı örnek problemlerde test edilmiştir. Bunlardan bir tanesi, Lu vd. (2006) tarafından

kullanılan problem örneği olup ‘LuWta’ adı ile kullanılmıştır. LuWta adlı ilk problemde 11

adet silah tipinden birer tane bulunmakta bu silahların atanacağı hedefler 7 adettir. Ayrıca

Sonuc vd. (2017) tarafında kullanılan problemlerden 2 tanesi kullanılmıştır. SWta1 adlı

problemde 5 silah ve 5 hedef, SWta2’de ise 10 silah ve 10 hedef bulunmaktadır.

Çalışmada örnek problemlerdeki çözüm performansları üzerinden klasik GA ve önerilen

yöntem HGA karşılaştırılmıştır. Tüm algoritmalar için belirlenen çalıştırma parametreleri ise

popülasyondaki kromozom sayısı olan Populasyon Büyüklüğü (PB)= 4*max{silah sayısı (m),

hedef sayısı (n)}, ÇO=0.8, MO=0.1 ve maksimum iterasyon sayısı = PB*100 şeklinde olmuştur.

Sezgisel yaklaşımlar MATLAB programlama dilinde kodlanmış ve algoritmalar her bir

problem için 30 defa çalıştırılarak tüm yöntemlerin sonuçları toplanmıştır. Test problemleri için

sonuçlar Tablo 3’deki gibi gerçekleşmiştir.

Page 154: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

147

Tablo 3. Test Problemlerinin Yöntemlere Göre Sonuçları

Problem LuWta LuWta SWta1 SWta1 SWta2 SWta2

Bilinen En İyi Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 96.3123 96.3123

Yöntem FBGA GA FBGA GA FBGA GA

En İyi Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 96.3123 96.3123

En İyi Değer Fark Yüzdesi 0% 0% 0% 0% 0% 0%

Ortalama Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 99.6486 101.1

Ortalama Değer Fark Yüzdesi 0% 0% 0% 0% 3.46% 4.97%

Başarıya Ulaşan Deneme Sayısı 30 30 30 30 12 6

En iyi değer İterasyon sayı ortalaması 207.6667 227.5667 12.8 23.367 222.8667 204.83

Tablo 3’deki sonuçlara bakıldığında LuWta problemi için hem önerilen FBGA hem de

klasik GA 30 denemede de bilinen en iyi değere ulaşmış ve Lu vd. (2006) tarafından önerilen

yöntemden daha büyük bir başarı oranına ulaşmışlardır. Öte yandan FBGA optimum değere

ortalama 20 iterasyon önce ulaşmıştır. SWta1 problemine dair sonuçlara bakıldığında her iki

yöntemin de kısa sürede optimum değerlere eksiksiz bir başarı oranı ile ulaşırken FBGA ve GA

arasında ilki yaklaşık 10 iterasyon önce etkin çözümü bulabilmiştir. Son olarak SWta2

probleminin sonuç değerlerine bakıldığında her iki yöntem de optimum çözüme ulaşabilseler

de başarıya ulaşan deneme sayısı FBGA ve GA için sırasıyla 12 ve 6’da kalmıştır. FBGA bu

duruma göre GA’ya göre optimum değere ulaşma konusunda daha başarılıdır. Öte yandan

FBGA ortalama değeri GA’ya göre daha düşük olmakla beraber her iki algoritma ile de

optimuma ortalama en az %5 yakınsanabilmektedir. Bu durumda önerilen FBGA’nın özellikle

boyut sayısı arttığında SHAP için daha iyi çözümler sunabileceği görülmektedir.

5.SONUÇ

Çalışmada ele alınan SHAP başta savunma sektörü olmak üzere birçok sektörde

karşılaşılan problemlerin çözümünde matematiksel model olarak faydalanılan önemli bir

optimizasyon problemidir. Problemin np-zor oluşundan dolayı literatürde sıklıkla sezgisel

algoritmalar kullanılmaktadır. GA sezgisel algoritmaların en popülerlerinden biri olup özellikle

çok sayıda optimizasyon problemine kolay adapte olabilen yapısı nedeniyle tercih edilmektedir.

SHAP gibi ele alınması zor problemlerde ise performansı artırmak için sıklıkla probleme özgü

yaklaşımlar kullanılmaktadır. Çalışmada önerilen FBGA ile klasik GA’ya göre, problemde yer

alan bilgiden daha fazla ile iyileştirilmeye çalışılmıştır. Çalışmada ortaya çıkan sonuçlara göre

FBGA test problemlerinde klasik GA’ya göre daha yüksek performans göstererek etkinliğini

ortaya koymuştur. Gelecek çalışmalarda SHAP’a özgü çaprazlama yöntemlerinde yapılacak

iyileştirmeler ve farklı yaklaşımlarla daha da iyi sonuçlar alınabileceği öngörülmektedir.

KAYNAKÇA

Ahuja, R. K., Kumar, A., Jha, K. C., ve Orlin, J. B. (2007). “Exact and heuristic algorithms for

the weapon-target assignment problem”.,Operations research, 55(6), 1136-1146.

Cetin, E., ve Esen, S. T. (2006). “A weapon–target assignment approach to media allocation”,

Applied Mathematics and Computation, 175(2), 1266-1275.

Hoff, A., Løkketangen, A., ve Mittet, I. (1996, November). “Genetic algorithms for 0/1

multidimensional knapsack problems”,In Proceedings Norsk Informatikk

Konferanse (pp. 291-301). Citeseer.

Page 155: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

148

Holland J, H. (1975). “Adaptation in natural and artificial systems”. Ann Arbor: University of

Michigan Press.

Karasakal, O. (2008). “Air defense missile-target allocation models for a naval task group”,

Computers & Operations Research, 35(6), 1759-1770.

Kline, A., Ahner, D., ve Hill, R. (2019). “The weapon-target assignment problem”, Computers

& Operations Research. 105, 226-236

Kutucu, H., ve Durgut, R. “Silah Hedef Atama Problemi için Tavlama Benzetimli Bir Hibrit

Yapay Arı Kolonisi Algoritması”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri

Enstitüsü Dergisi, 22, 263-269.

Lee, Z. J., Lee, C. Y., ve Su, S. F. (2002). “An immunity-based ant colony optimization

algorithm for solving weapon–target assignment problem.”, Applied Soft

Computing, 2(1), 39-47..

Lee, Z. J., Su, S. F., ve Lee, C. Y. (2003). “Efficiently solving general weapon-target

assignment problem by genetic algorithms with greedy eugenics.”, IEEE Transactions

on Systems, Man, and Cybernetics, Part B (Cybernetics), 33(1), 113-121.

Lu, H., Zhang, H., Zhang, X., ve Han, R. (2006, June). “An improved genetic algorithm for

target assignment, optimization of naval fleet air defense.”, In 2006 6th World Congress

on Intelligent Control and Automation (1, 3401-3405). IEEE.

Manne, A. S. (1958). “A target-assignment problem.”, Operations Research, 6(3), 346-351.

Sonuc, E., Sen, B., ve Bayır, S. (2017). “A parallel simulated annealing algorithm for weapon-

target assignment problem.”, International Journal of Advanced Computer Science and

Applications, 8(4), 87-92.

Page 156: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

149

İŞLETMELERDE KURUMSALLAŞMA ve MARKALAŞMA SÜRECİ:

JANTSA ÖRNEĞİ2

Eftade Tokyüz

Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın

[email protected]

Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Doğaner

Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Nazilli/ Aydın

[email protected]

Özet

Kurumsallaşma ve markalaşma kavramları işletmenin rakiplerinden farklılaşarak rekabet avantajı

sağlamasında, varlığını koruması ve sürekliliğini sağlaması konusunda işletmeler için en önemli iki faktörü

oluşturmaktadır. Kurumsallaşmayı başarabilen işletme toplum içerisindeki tüm paydaşlar tarafından güçlü,

güvenilir, itibar sahibi, etik bir işletme olarak görülebilmektedir. Ayrıca doğru stratejilerle doğru markalar

yaratıp bunları güçlendirebilen, tüm kesimler için bir değer haline dönüştürebilen ve uluslararası bir marka haline

getirip sadık müşteriler kazanabilen işletmeler rekabet yarışında çok büyük avantajlar sağlamakta ve

sürdürülebilirliği yakalayabilmektedir. Çalışmada, ele alınan kurumsallaşma ve markalaşma kavramlarını

irdeleyen bir nitel uygulamaya yer verilmiştir. Otomotiv sanayiinde faaliyet gösteren Jantsa A.Ş.’de yapılmış olan

nitel araştırma, işletmenin kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerinde izlediği aşamaları, uygulamaları ve

mevcut durumunu ortaya koymayı amaçlamıştır. Araştırma sonucunda erişilen bulgular, işletmede kurumsallaşma

ve markalaşma bilincinin var olduğunu, bu kapsamda yoğun bir gayretin bulunduğunu, süreçler içerisinde belirli

aşamaların kaydedildiğini, bunların bir örgüt kültürüne dönüşmekte olduğunu ve bu yöndeki çalışmaların

iyileştirerek devam ettirildiğini ortaya koymuştur.

Anahtar Kelimeler: Kurumsallaşma, Markalaşma, Yönetim, Jantsa

JEL Kodları: M10, M31

INSTITUTIONALIZATION AND BRANDING PROCESS IN BUSINESS: JANTSA

CASE

Abstract

The notions of institutionalization and branding are the two most important factors for the enterprises in

terms of ensuring the competitive advantage by differentiating, maintaining its existence and ensuring the

institutional sustainability. Enterprise that can achieve institutionalization may be seen as a strong, reliable,

reputable and ethical by all stakeholders within the society. Moreover, enterprises that can create the right brand

by the right strategies and strengthen, internationalization it, provide the brand equity for all stakeholders and

gain loyalty may ensure a great advantage in the rivalry and achieve sustainability. In the study,

institutionalization and branding has been established and applied to a qualitative research. This qualitative

research conducted in a company operating in the automotive sub-industry. The aim of this qualitative research

is to reveal the stages, applications and current situation in institutionalization and branding processes in Jantsa

A.Ş. The findings of the study revealed that institutionalization and branding awareness existed in the enterprise,

there was an intensive effort in this scope, certain stages were recorded in the processes, they were transformed

into an organizational culture and the works in this direction were continued improvingly.

Key Words: Institutionalization, Branding, Management, Jantsa

JEL Codes: M10, M31

1.GİRİŞ

Günümüz yoğun rekabet koşullarında işletmeler büyük bir değişim ve gelişim yaşayan

çevresel faktörleri yakından takip etmek ve bu değişim ve gelişimlere ayak uydurmak

durumundadır. Diğer yandan, işletmenin çevresel faktörlerini oluşturan paydaşların da

işletmeden bir takım beklentileri bulunmaktadır. İşletme bir yandan temel amacı olan kârı

doğrultusunda hareket ederken, bir yandan da paydaşların çıkarlarını korumak zorundadır. Tüm

2 İşletmelerde Kurumsallaşma ve Markalaşma Süreci: Jantsa Örneği” başlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiş

çalışma

Page 157: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

150

faaliyetlerinde şeffaf, adil, hesap verebilen, sosyal sorumluluklarına önem veren, toplum

yararını gözeten, gerek toplumsal gerekse faaliyet alanıyla ilgili etik değerlere önem veren,

doğal çevreyi gözeten, dürüst olan, vergisini tam ve zamanında ödeyen, verdiği sözlerde duran,

tutarlı davranışlar sergileyen ve tüm ele alınan bu unsurların sürdürülebilirliğini sağlayan, bu

surette tüm paydaşlarının çıkarlarını dengeleyebilen işletme güvenilir, itibar sahibi, güçlü bir

işletme olarak anılmaktadır. Burada kurumsallaşmanın önemi açığa çıkmaktadır. İşletmenin adı

geçen niteliklere haiz olabilmesi için öncelikle bir kurumsallaşma kültürünün oluşturulması,

geliştirilmesi ve bunun sürdürülmesi önem arz etmektedir.

Kurumsallaşma kavramının yanı sıra, gerek iç gerekse dış pazarlarda faaliyet gösteren

işletmeler için markalaşma kavramı da en önemli hususlardan birini teşkil etmektedir. Yoğun

rekabet ortamında ve sınırların ortadan kalktığı küresel bir ortamda, teknolojik gelişmeler, ürün

çeşitliliğinin ve hareket kabiliyetinin artması, tüketicilerin bilinçlenmesi, istek ve ihtiyaçlarının

değişmesi ve tasarımdan satış sonrası hizmetlere kadar tüm süreçlerde söz sahibi haline

gelmesi, tutum ve davranışlardaki değişimler sonucu markaların önemi daha iyi anlaşılmıştır.

Çok sayıda aynı veya benzer ürünün bulunduğu bir sektörde işletmelerin rakiplerinden

ayrışmasında en önemli araç markalaşma olmaktadır. Günümüz koşullarında rekabet markalar

arasında yaşanmaktadır. Dolayısıyla markasını doğru bir biçimde yöneten, doğru bir kimlik

kazandıran ve konumlandıran, faaliyetleriyle onu güçlendirebilen, değerini artırabilen ve

uluslararası bir marka haline getirebilen işletmeler rekabet yarışında çok büyük avantajlar

sağlamaktadır. Tüketici zihninde güçlü bir marka değeri oluşturabilen ve bu konuda istikrar

gösterebilen işletme varlığını nesilden nesile aktarabilecektir.

Kurumsallaşma markalaşmayı, markalaşma da kurumsallaşmayı destekler niteliktedir. İki

olgu da yatırımlar gerektiren, yoğun çaba, uzun bir süreç gerektiren ve işletmede en alt

kademeden tepe yönetime kadar tüm süreçlerde içselleştirilmesi, benimsenmesi gereken

olgulardır. Çalışmada bu iki kavram ele alınıp, aralarındaki ilişki ve bir işletme üzerinden

gerçek hayattaki karşılığı araştırılmıştır. Bu amaçla, Jantsa A.Ş. işletmesinde yapılan yarı

yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılan nitel araştırmanın sonuçlarına yer verilmiştir.

2. KURUMSALLAŞMA

Toplumun temel yapısal öğeleri olan kurumlar, insanların istek ve ihtiyaçlarına yanıt

vermek amacıyla oluşturulmuş ve bazı temel değerler üzerine inşa edilmiş yapılardır

(Türkkahraman, 2009: 25). Kurumlar, toplumsal değerler için oluşturulan ve belli amaçlar,

kurallar, ilkeler doğrultusunda süreklilik arz eden ve yaşanan gelişmeler doğrultusunda kendi

kendini yenileyen ve denetleyen özgün yapılanma biçimlerdir (Sungurtekin, 2008: 56).

Kökenini kurum ve kurumla ilgili anlamına gelen kurumsal sözcüğünden alan ve

İngilizce karşılığı “institutionalization” olan kurumsallaşma, Türk Dil Kurumu güncel Türkçe

sözlüğüne göre; “kurumsal duruma gelmek, örgütlü duruma gelmek, süreklilik kazanmak”

olarak tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, 2018). Kurumsallaşma kavramının kurucularından

olan Selznick (1996: 270) kurumsallaşmayı “istikrarsız, disiplin bulunmayan organizasyon

kalıpları ya da dar teknik aktivitelerden, düzenli, istikrarlı, sosyal olarak bütünleşen kalıpların

ortaya çıkışı” şeklinde tanımlamıştır. Karpuzoğlu’na (2004: 45) göre kurumsallaşma “bir

işletmenin kişilerden bağımsız olarak kurallara, standartlara, prosedürlere sahip olması, değişen

çevre koşullarını takip eden sistemleri kurması ve gelişmelere uygun olarak organizasyonel

yapısını oluşturması, kendisine özgü iletişim ve iş yapma usul ve yöntemlerini kültürü haline

getirmesi ve böylece diğer işletmelerden farklı, ayırt edici bir kimliğe bürünmesi sürecidir”.

Türkel ve Yaşa (2006: 616) ise bu kavrama “amaçlara uygun bir örgüt yapısı oluşturulup, iş ve

görev tanımlarının yazılı olduğu, iç yönetmeliklerin hazırlanıp, yetki ve sorumlulukların

dağıtıldığı profesyonel yönetim” olarak açıklama getirmiştir. Kurumsallaşma, işletme içindeki

tüm eylemlere belirli standartlar getirilmesi ve işletmenin sürekliliğinin sağlanması (Konak ve

Page 158: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

151

Kendirli, 2014: 115), sürdürülebilir bir işletme başarısı için gerekli olan iyi yönetim

sistemlerinin uygulanması (Kocabaş ve Baytekin, 2004: 427), yeniden yapılanma ve değişim

süreci (Bozkurt, 2005: 14) olarak da ele alınmaktadır.

Zucker (1988: 69), kurumsallaşmanın olağan ve sıradan hareketlerden oluşan, zaman

içinde tekrarlanan ve tekrarlandıkça herkes tarafından benimsenen ortak bir anlam kazanan bir

süreç olduğunu savunmuştur. Zucker’in bu görüşüne göre kurumsallaşma, örgüt içerisindeki

kişilerin hareketlerinin gelenekselleşmesi ve tekrarlanması sonucunda oluşmaktadır.

Kurumsallaşmayı bir adaptasyon aracı olarak ele alan DiMaggio ve Powell (1983), toplumdaki

kültürel beklentilerin ve baskıların, aynı çevre koşullarına maruz kalan işletmeleri birbirleriyle

benzeşmeye zorlayacaktır. Meşruiyet kazanmak ve süreklilik sağlamak isteyen işletmenin,

çevresindeki hali hazırda başarı sağlamış olan işletmeleri taklit etmesiyle bulunduğu sektör

içinde başarıyı yakalayabileceğini öne sürmüşlerdir (Alayoğlu, 2003: 84; Bakoğlu, 2010: 28).

İşletmeler, günümüzde yaşanan iletişim hızına, yoğun rekabete ve değişimlere bağlı

olarak varlıklarını korumak ve sürekliliklerini sağlamak için kurumsallaşmaya ihtiyaç

duymaktadırlar. Kurumsallaşma, bu anlamda işletmelerin çevrelerine nasıl uyum

gösterebileceklerini ortaya koyan sistemsel bir olgu durumundadır. Bu kapsamda ele

alındığında kurumsallaşma, işletmenin dış çevresiyle etkileşiminde ortaya çıkan uyumlu ve

kontrollü faaliyetler sistemi ve bu sistemin sonucu meydana gelen kuralların, uygulamaların ve

prosedürlerin icra edilmesi süreci olarak ifade edilebilmektedir (Cevher, 2014: 588). İşletmenin

bunu sağlaması için günün koşullarına uygun olan yönetimsel yapıyı sağlayarak, bu yönde

gerekli standartları oluşturması ve bunları yazılı bir hale getirip uygulamaya koyması

gerekmektedir (Civan ve Yaşar, 2005: 261). Bu standartlar ve prosedürlerin, işletmenin en alt

kademesinden en üst kademesine bütün çalışanlar tarafından iyi bilinmesi ve benimsenmiş

olması gerekmektedir (Dilbaz, 2005: 62). Bu kapsamda işletmenin işleyişinden alınan kararlara

kadar her şey bir düzen içinde yürümelidir (Taşhan, 2010: 32). Diğer yandan,

kurumsallaşmanın temel felsefesi işletme içerisindeki işlerin ve süreçlerin belirli kişiye veya

kişilere değil bir modele dayandırılmasıdır. İşletmenin yöneticilerinin veya sahiplerinin kim ya

da kimler olduğunun işletmenin sürekliliği açısından bir önemi yoktur (Yazıcıoğlu, 2008: 43).

İşletmelerin kurumsallaşmış olduğuna dair bir çıkarım yapmak zor olsa da; eğer işletme

içerisinde çalışanların uzmanlığı artmış, yönetimini profesyonel yöneticiler üstlenmiş, yerine

getirilen her bir işin, görevin, sorumluluğun yazılı hale getirilmiş bir prosedürü varsa, örgüt

içerisinde tüm birimler ve çalışanlar etkileşimli ve uyumlu bir sistem içerisinde faaliyet

gösteriyorsa kurumsallaşmadan bahsetmek mümkün olabilmektedir (Gürol, 2011: 5).

2.1. Kurumsallaşmanın Temel Bileşenleri

Kurumsallaşmanın temel bileşenleri, formalleşme (biçimselleşme), profesyonelleşme,

sosyal sorumluluk ve şeffaflık (hesap verebilirlik) olarak ele alınmaktadır. Bu bileşenler şöyle

açıklanabilir;

Formalleşme: Formalleşme, çalışanların görev, yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi,

işletme faaliyetlerinin yürütüldüğü sürecin yeniden tasarlanması, örgütsel yapının

şekillendirilmesi, faaliyet gösteren bölümlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin

düzenlenmesi ve doküman haline getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Formalleşmede

temel amaç örgüt faaliyetlerinin bireysellikten ayrılarak belirli ve sürdürülebilir bir

düzeye taşımaktır (Walker, 1997: 76, Uzunlular, 2018: 26). Formalleşme, işletmede

belirsizliği ve rol çatışmalarını azaltmaktadır (Apaydın, 2009: 12). Ayrıca formalleşmiş

olan işletme süreçlerinde bilginin sistematik olarak aktarımı, işlerin belirli bir düzen

içerisinde yapılması işletmenin etkin ve verimli çalışmasına olanak tanımaktadır

(Çalışkanel, 2018: 28-29).

Page 159: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

152

Profesyonelleşme: Yönetimde profesyonellerin istihdam edilmesi, işletme ikliminin

profesyonel çalışanların özelliklerini destekleyecek şekilde geliştirilmesini ifade

etmektedir. Örgüt içinde bulunan profesyoneller, örgütün tamamına etkide bulunarak

profesyonel bir kültürün oluşmasına katkıda bulunmaktadır. İşletmede profesyonellerin

bulunmasıyla beraber örgüt üyelerinin profesyonelliğin yüksek olarak algılamasını,

bununla birlikte örgütsel adalet algısının da yüksek oluşmasını sağlamaktadır

(Staggenborg, 1988: 594; Hall, 1968: 92-93; Kostova, 1999: 312-316). Ayrıca yöneticinin

herhangi bir sebepten dolayı ayrılmasıyla ortaya çıkabilecek bir yönetim boşluğu ve

krizini önleyip, işletmenin devamlılığını temin edebilmesidir (Güven Kangal, 2007: 57).

Sosyal Sorumluluk: İşletmenin ekonomik ve yasal koşullara, iş etiğine, gerek işletme içi

gerekse işletme dışındaki kişi ve kurumların beklentilerine uygun faaliyetler bütünü,

stratejileri ve politikaları belirlemesine, toplum içerisindeki bireyleri bu anlamda

memnun etmesine yönelik bir bileşendir (Eren, 1990: 110). Ayrıca, işletmelerin verdiği

sözü yerine getirebilmesi, vizyonu, misyonu, politikaları, stratejileri ile eylemleri

arasındaki uyumu ifade etmektedir (Apaydın, 2007: 78).

Şeffaflık (Hesap Verebilirlik): İşletmeyle ilgili ticari sırlar dışında kalan tüm finansal

ve finansal olmayan bilgilerin zamanında, doğru, anlaşılabilir, kapsamlı ve kolayca analiz

edilebilir bir biçimde sunulmasını ifade etmektedir (SPK, 2005: 20). Bu bileşenin bir

gereği olarak işletme yönetimi, işletmenin finansal durumu, performansı, mülkiyeti ve

yönetimi dahil olmak üzere, kurumla ilgili tüm önemli konularda zamanında ve doğru bir

açıklama yapılmasını sağlamalıdır (OECD, 2004: 22).

2.2. Kurumsallaşmanın Sonuçları

İşletmede kurumsallaşmanın başarılmasıyla beraber işletmenin çevreyle olan iletişimi

daha iyi hale gelecek, daha objektif kararlar alınabilecek, günün koşullarına uyum sağlamak

kolaylaşacak, dinamik bir yapıya kavuşulacaktır (Fındıkçı, 2014: 81-87). Kurumsallaşmayla

beraber işletmenin faaliyet süreçleri, bir sistem içerisinde gerçekleşeceğinden ve bu

faaliyetlerin, işleyişini kişilerden bağımsız bir şekilde sürdüreceğinden, işletmenin yaşam

süreci yalnızca bir kişinin veya belirli kişilerin ömrü ile sınırlı olmayacak ve çok daha uzun

süreler boyunca faaliyetlerini sürdüreceği bir ortam bulunacaktır (Şahman vd., 2008: 5). Ayrıca,

oluşan değerler ve inançların işletme içerisinden tüm taraflar tarafından kabul görmesi ve

paylaşılması sayesinde daha uzun süreli bir yaşam boyunca faaliyetine devam edebilmektedir

(Apaydın, 2008: 122-123). İşletmenin performans ve etkinliği artmakta, pazar değeri artmakta,

insan kaynakları bakımından tercih edilen bir işletme haline gelmekte ve sürdürülebilirlik

sağlanabilmektedir (Abdioğlu, 2007: 47). Kurumsallaşma ile birlikte işletmeye fayda sağlayan

değerler işletme bünyesinde tutulurken, işletmeye zarar veren ve değişime açık olmayan

değerler atılmaktadır. Kurumsallaşmayı başaramamış olan işletmeler ise yaşanan değişimleri

kendilerine adapte edememektedir (Meşe, 2005: 20). Bu yüzden kurumsallaşma düzeyi yüksek

olan işletmeler rakipleri karşısında rekabet avantajını elde edebilmektedir (Kimberly, 1979:

447). Literatürde kurumsallaşmanın sonuçları temel olarak şu şekilde ele alınmaktadır;

Meşruluk Kazanma: Meşruluk, “bir işletmenin eylemlerinin, toplumsal olarak inşa

edilmiş normlar, değerler, inançlar ve kurallar sistemi içinde arzulanan, doğru veya uygun

olduğu algısı veya anlayışı” (Suchman 1995: 574) olarak tanımlanmaktadır. İşletmelerin

kurumsallaşma amaçları açısından temel ve öncelikli amaç olan meşrulaşma, pazar

çevresindeki aktörlerce oluşturulan normlara, düzenlemelere, yasalara uygun faaliyetler

ve yapılar geliştirerek, işletmelerin resmi, yasal, tanınır ve kabul görür bir işletme

olmasını sağlama çabasıdır. İşletme eylemlerinin çevresince kabul görmesi, bu

eylemlerin meşru olmasıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla işletmenin kimliği, faaliyetleri,

çıktıları meşru oldukça işletmelerin çevrece kabul görmeleri kolaylaşmaktadır (Warren,

2003: 154; Boons ve Strannegard, 2000: 11; Apaydın, 2007: 31-32).

Page 160: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

153

İstikrar Kazanma: sürekli değişmekte olan pazar şartlarına ayak uydurabilmek için

işletmelerin örgüt kapasitelerini geliştirerek, daha geniş pazar payı ve daha geniş müşteri

portföyüne ulaşabilmesi, değişen ürün ve hizmet taleplerine hızlı bir şekilde yanıt

verebilmesini sağlayacak esnek, etkin bir yapı ve uzun vadeli değişimleri

gerçekleştirmesi, bunu yerine getirirken geçmişte yaşadığı olaylardan ve tecrübelerinden

yararlanarak yeni yetenekler kazanmasıdır (Scott, 1987: 498).

Bireysel ve Örgütsel Amaçların Uyumlaştırılması: Her örgüt belirli amaçlar için bir

araya gelmiştir. Her örgütün temelini sosyal bir varlık olan bireyler oluşturmaktadır ve

bireylerin örgüte kendi ihtiyaçları, istekleri ve çıkarları doğrultusunda dahil olmakta, bu

amaçlarla örgütten yararlanmaktadır. Aynı şekilde örgütler de kendi hedefleri ve amaçları

doğrultusunda bireylerden yararlanmaktadır. Bireylerin ve örgütlerin amaçları

birbirleriyle uyumlu olduğu sürece örgüt içerisinde bir etkinlikten ve süreklilikten söz

edilebilmektedir. Dolayısıyla örgütlerin başarısını ve sürekliliğini sağlamak için kendi

yapısına uygun bir düzen kurup bunu sürekli kılmak ve uyumlaştırmak gerekmektedir

(Karpuzoğlu, 2004: 80). Örgütler kendi içlerinde bir uyuma veya ahenkleşmeye

gidemedikleri takdirde işletmenin amaçlarına ulaşması mümkün görünmemektedir (Eren,

2001: 39).

Kurumsal Kimlik Kazanma: Kurumsal kimlik, işletmenin akılda kalıcı karakteristik

özelliklerinin ve onu diğer işletmelerden ayıran örgütsel yapısı, değerler ve ilişkiler

sistemi, yeteneklerinin tasarlanması, yansıtılması ve sonuç olarak işletmenin somut

kişiliğinin ortaya konulmasıdır. Bu kapsamda kurumsal kimliğin, işletmenin farklılığını

ve hatırlanabilirliğini sağlayan bir araç olduğunu söylemek mümkündür. Kurumsal

kimlikle beraber işletmenin yönetim ve işletme şekli, anlayışı, tutumu, estetiği ve tüm

bunların bir bileşkesi resmi ifadesi olarak ortaya konulmakta, işletmenin tüm paydaşları

arasında açık ve net bir biçimde algılanabilir hale getirilmektedir (Güven Kangal, 2007:

55). Dolayısıyla doğru bir biçimde oluşturulmuş kimlik, işletmenin kendisini doğru bir

şekilde anlatmasını ve daha iyi tanıtabilmesini sağlamak noktasında önem arz etmektedir

(Karsak, 2008: 167-168).

3. MARKALAŞMA

Marka, Amerikan Pazarlama Birliği (American Marketing Association) tarafından “bir

isim, terim, işaret, sembol veya diğer göstergelerin bir satıcının ürününü diğerlerinden ayırt

edici nitelikte olmasıdır” şeklinde tanımlamıştır (Tosun, 2014: 3). Literatürde en çok kabul

gören tanımlardan birine göre ise “işletmelerin ürün veya hizmetlerini belirlemeye ve bunları

rakiplerinden farklılaştırarak ayırt etmeye yarayan isim, logo, ambalaj ve tasarım gibi

semboller” olarak tanımlanmaktadır (Aaker, 2007: 25). Literatürde getirilen tanımlarda genel

olarak markanın benzerlerinden ayırt etmeyi sağlama temel özelliğine vurgu yapıldığı

görülmektedir. Ancak, marka çok daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Çünkü marka

kavramının bir bütünleyicisi olarak tüketicilerin ürün ve hizmetlere yönelik algıları sebebiyle

marka kişiden kişiye farklı anlamlar ifade etmektedir. Böylece marka farklı bakış açılarına göre

değişmekte ve karmaşıklaşmaktadır. Bu nedenle günümüzde üreticinin bir marka yaratıp, buna

belli imajlar yükleyip bazı mesajlarla tüketiciden satın almasını beklemesi mümkün değildir

(Croft ve Dalton, 2003: 72; Arslanoğlu, 2015; 5-6). Markayı oluşturan özelliklerin bilişsel veya

duygusal, gerçek veya hayali, somut veya soyut olabildiğini söylemek mümkündür (Akın ve

Avcılar, 2007: 40). Dolayısıyla marka, içerdiği somut değerlerin yanında, soyut değerleri de

kapsamakta ve insanların ürün veya hizmeti kullanarak veya tüketerek yaşadıkları tecrübe

sonucunda zihinlerinde oluşan bilgilerin toplamından oluşmaktadır (Erdil ve Uzun, 2009: 19-

21). Bu anlamda markayı, tüketicinin algıladığı, fiziksel ve duygusal tatminler sağlayan bir

karışım olarak ifade etmek mümkündür (Borça, 2007: 91). Kavrama bu yönden bakan Knapp

(2002: 18-19) markayı, “tüketicilerin zihinlerinde algılanan rasyonel ve duygusal faydalara

dayanan, ayrıcalıklı bir konum yaratan tüm izlenimlerin içselleştirilmiş bir özeti” olarak ele

Page 161: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

154

almış ve tüketicilerin marka kelimesini telaffuz ettiğinde, aslında bir marka ismi veya o marka

tarafından üretilmiş olan ürün ya da hizmeti aklından geçirmekte olduğunu savunmuştur.

Günümüzde marka, pazarlama yöneticilerinin daha fazla önem atfetmeye başladıkları bir

kavram halini almıştır. Yoğun küresel rekabet ortamında işletmeler ürünlerini/ hizmetlerini ve

farklılıklarını marka vasıtasıyla tüketicilere aktarmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla markalaşma

kavramı, işletmeler için sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğü sağlamada oldukça önem arz

etmektedir (Bişğin, 2015: 4). Markalaşma, markaların işletmelerin sahip olduğu en değerli

gayrimaddi varlıklarından biri olduğunun farkına varılmasıyla beraber günümüzde üst düzey

yönetim önceliği olarak ele alınmaya başlamıştır (Keller ve Lehmann, 2006: 740).

Markalaşma süreci, işletmenin vizyon ve misyonunu önceliğine almak suretiyle ürün ya

da hizmetleri için mevcut kaynaklarını kullanarak markaya ruh kazandırma, konumlandırma,

kimlik ve imaj oluşturması için yapılan planlama ve yürütme çalışmalarını içermektedir (Meral,

2011: 88). Bu süreçte öncelikli olarak markayı rakiplerden farklılaştırarak tüketici zihninde

konumlandırılması, bir imaj çerçevesinde güçlenmek ve marka sadakatini sağlamak

hedeflenmektedir (Yurdakul, 2003: 209). Markanın oluşturulması, güçlendirilmesi ve değerinin

artırılmasına ilişkin bu süreç analizle başlamakta, marka kimliği oluşturmaya yönelik marka

adı, sembolü gibi bir kişilik kazandırma ve konumlandırma süreçlerinden geçmekte ve denetim

ve değerlendirme ile devam etmektedir. Bu sürece ilişkin bir model Şekil 1’de verilmiştir.

Şekil 1. Markalaşma Süreci

Kaynak: İslamoğlu ve Fırat (2016: 31)

P

Tüketici Analizi Rakip Analizi Firma Analizi

Marka Yatırım Kararı

Marka Adı

Sembol

Slogan

Ambalaj

Ürün

İmaj

Öz Kimlik

Kişilik

Konumlandırma

İletişim Karmasının Tasarımı

Uygulama

Değerlendirme

MARKA KİMLİK SİSTEMİ

Page 162: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

155

3.1. Marka Kimliği, Marka Kişiliği, Marka İmajı ve Marka Konumlandırması

Günümüz pazarlarında tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılayacak çok sayıda

alternatif marka bulunmakta ve tüketiciler bu alternatifler arasından istek ve ihtiyaçlarını en iyi

şekilde karşılayacak olan markayı seçmektedir. Çok sayıda işletme markalarla rekabette öne

çıkma yarışı içindedirler ve bu yarışta karar verici konumunda tüketiciler bulunmaktadır. Bu

süreçte işletmeler tüketicinin dikkatini çekmek, beğenisi kazanmak için öncelikli olarak

tüketicinin zihninde rakip markalara kıyasla öne çıkması gerekmektedir (Altunışık vd., 2016:

227-233). Bunu sağlamanın yolu da markaya bir kimlik, kişilik, imaj kazandırmak ve tüketici

zihninde doğru bir şekilde konumlandırmaktan geçmektedir.

Marka kimliği, işletme tarafından markaya yerleştirilmek istenen ve markanın kim

olduğunu gösteren bir kavramdır. Ürünün özünü, rakiplerinkinden farklılıklarını, taşıdığı ve

özdeşleşmiş olduğu değerleri, yansıttığı kişiliği, temsil ettiği sosyal statüyü, seslendiği bireysel

özellikleri ve duyguları içermektedir (İslamoğlu ve Fırat, 2016: 14-15). İlk kez Gardner ve

Levy (1955) tarafından ortaya atılan ve Aaker’ın (1997) araştırmasıyla literatürde kabul gören

marka kişiliği kavramı, markaların da tıpkı insanlar gibi belirli kişilik özelliklerine, duygulara

veya izlenimlere sahip olduğu varsayımına dayanmaktadır. Çağdaş, entelektüel, tutucu, genç,

yaşlı gibi insani özelliklerin bir marka ile çağrışımlandırılmasıdır (Taşlı, 2010: 55).

Marka kişiliği, marka kimliğinin bir parçası olarak kabul görmektedir. Marka kişiliği

stratejik araç olarak marka kimliğinin farklılaştırılmasına katkı sağlamakta ve onu

desteklemektedir (Sevil, 2006: 72). Özellikle bazı sektörlerde veya kategorilerde ürünler

birbirine çok benzediği için veya ürünün net bir fiziksel faydası olmadığından ayrıştırma

tamamen marka kişiliği üzerinde yapılmaktadır (Borça, 2007: 144). İşletmeler markanın sahip

olduğu değerleri ve özellikleri dikkate alarak markalarına samimi, güçlü, çağdaş, hesaplı,

arkadaş canlısı, sevimli gibi özellikler yükleyerek markaları üzerine bir kişilik inşaa etmek

istemektedir. Başarılı çalışmalar sonucunda tüketiciler de markaları bu şekilde algılamaktadır.

Marka imajı ise tüketiciler tarafından algılanan, markayla ilgili tüm bilgi ve duyguların

toplamından oluşmaktadır. Markanın kimliği, kişiliği gibi markaya ilişkin tecrübeler tüketici

zihnine yerleşerek sonuçta bir imajın kaynağını oluşturmaktadır (Yüksel ve Yüksel, 2005: 95).

Dolayısıyla tüketicilerin markaya ilişkin bilgi ve tecrübelerin birikmesiyle beraber zihinlerinde

markaya ilişkin bir imaj oluşmaya başlamaktadır. Ancak, marka imajının oluşabilmesi

tüketicinin markayı satın almış veya tüketmiş olması şartı bulunmamaktadır. Tüketici satın alıp

kullanmamış dahi olsa markanın imajına yönelik algı oluşturabilmektedir (Hung, 2008: 239).

Marka konumlandırma ise markanın tüketiciler tarafından tanımlanması ve rakip

markalara göre zihninde belirli bir yer edinmesine yönelik faaliyetler olarak tanımlanmaktadır

(Aktuğlu, 2008: 122). Konumlandırma uygulamalarının etkin bir biçimde gerçekleştirilebilmesi

için ürün veya hizmetin ayırt edici niteliklerinin ön plana çıkartılması gerekmektedir (Zengin

ve İldeniz, 2005: 38). Konumlandırma, markanın tüketiciler tarafından daha iyi bir biçimde

tanınmasını ve daha kolay bir biçimde hatırlanmasını sağlamaktadır (Elitok, 2003: 78). İşletme,

marka için kendisine hedef olarak belirlediği pazarda başarılı bir konumlandırma yapamazsa

marka, tüketicilerin hafızasında bir değer yaratamayacaktır (Elitok, 2003: 66).

Marka kimliği, marka kişiliği ve marka imajı kavramları birbiriyle karıştırılmamalıdır.

Marka kimliği temelde stratejik bir imaj oluşturma çabasıdır. Dolayısıyla kimlik, imajdan önce

gelmektedir. İmaj ise, markanın tüketicilerin zihinlerinden algılamaların toplamıdır. Pazarlama

iletişimi sürecinde işletme tarafından gönderilen tüm mesajlar (marka adı, simgeler, reklam,

sponsorluk vb.) tüketicilerin zihninde marka imajını biçimlendiren mesajlardır. Bu durum bir

iletişim süreci olarak düşünüldüğünde imaj, tüketiciler tarafından gerçekleştirilen bir kod

çözümlemesinin sonucudur. Marka kimliği, iletişim sürecinde kaynağın (işletmenin) imaj ise

tüketicilerin kontrolü altındadır denilebilir (Uztuğ, 2008: 43).

Page 163: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

156

Tablo 1. Marka Kimliği, Kişiliği, İmajı ve Konumu Arasındaki Farklılıklar

Marka Kimliği İşletme tarafından oluşturulan markanın tüketiciler tarafından nasıl algılanmasını

istediğini gösterir.

Marka Kişiliği Markaya tüketici tarafından eklenen insansı kişilik özellikleridir.

Marka İmajı Markanın tüketiciler tarafından nasıl algılandığını gösterir.

Marka Konumu Marka kimliğinin ve değerlerinin tüketicilerle iletişimini sağlar ve markanın

pazardaki durumunu gösterir.

Kaynak: İslamoğlu ve Fırat (2016: 15)

3.2. Markalaşma Stratejileri

Markalaşma stratejileri tüketicinin zihninde markanın ve ürünlerin en verimli şekilde

oluşturulabilmesi ve sınıflandırılmanın sağlanabilmesi için uygun marka bileşenlerinin

bütünleştirilmesini içeren kararların alınması sürecini ifade etmektedir (Keller vd., 2008: 530).

Tauber (1988:26-30) markalaşma stratejilerinin içeriğini aşağıdaki gibi ele almaktadır (Tosun,

2014: 279):

Mevcut ürünü farklı bir biçimde sunmak,

Ürünün içerik, koku, tat gibi özellikleri yönünden farklı varyasyonlarını sunmak,

Markayı başka bir markayla birleşik isimle sunmak,

Ana markayı başka yan ürünlerle birlikte sunmak,

İşletmenin algılanan uzmanlık alanı kapsamında ürün sunmak,

Ürünü, markanın farklılaştırıcı faydalarına dayalı özellikleri kapsamında sunmak,

Ürünü, markanın imaj ve itibarına dayalı olarak sunmak.

Markalaşma stratejileri hedef tüketicilere bağlı olarak işletme içindeki tüm markaların

bütünleştirildiği işletme kurumsal stratejileri doğrultusunda ele alınmaktadır. Markaya ilişkin

stratejik kararlarda kurumsal stratejiler ve pazarlama karmasının elemanları bütünleşmelidir.

Sonrasında marka stratejilerine ilişkin detaylar ele alınarak markayı en doğru, en iyi bir biçimde

anlatacak olan vaadin sunulması ve pazarlama iletişi faaliyetleriyle desteklenmesi

gerekmektedir (Aktuğlu, 2004: 117). Bu süreçte işletmenin karar vereceği markalaşma

stratejileri işletmenin kapasitesi, imajı, maddi ve gayrimaddi kaynakları, yapısı, amaçları,

kurumsal stratejileri, pazarlama stratejileri, girilecek olan pazarın özellikleri, tüketicilerin

özellikleri ve rakip markaların özellikleri gibi birçok faktörün etkisi altında bulunmaktadır.

Kotler ve Armstrong (2004: 296), marka stratejilerine ilişkin olarak, markanın ve ürün

kategorisinin mevcut veya yeni oluşuna göre dört stratejik karar olduğunu belirtmişlerdir. Buna

ilişkin tablo aşağıda verilmiştir.

Tablo 2. Marka Stratejileri

Ürün Kategorisi

Mevcut Yeni

Marka İsmi

Mevcut Hat Genişletme Stratejisi Marka Genişletme Stratejisi

Yeni Çoklu Marka Stratejisi Yeni Marka Stratejisi

Kaynak: Ambler ve Styles (1996: 11); Kotler ve Armstrong (2004: 296)

Page 164: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

157

Buradan hareketle, bir işletmenin marka strajilerini ilişkin temel olarak hat genişletme,

marka genişletme, çoklu marka, yeni marka stratejisi olmak üzere dört strateji üzerinde

kurguladığını söylemek mümkündür. Bu stratejilere aşağıda değinilmiştir;

Hat Genişletme Stratejisi: İşletmenin mevcut bir ürününe benzer bir ürüne veya aynı

ürünün başka bir versiyonuna olan bir talebi karşılamak üzere, aynı ürün kategorisi içinde

ve aynı marka altında farklı özelliklerle bir ürün sunmasıdır (Kotler, 1997: 452; Yükselen,

2008: 199). Buradaki belirleyici nokta aynı ürün sınıfına dâhil olan ürünlerde yapılan bir

strateji olmasıdır. Hat genişletme, yenilikçi (yeni tatlar, light, şekersiz, kafeinsiz gibi

seçenekler veya yeni içerikler vb.) olabileceği gibi boyut farklılığı (100 gram 500 gram,

1 litre 2.5 litre veya küçük boy, büyük boy, aile boyu gibi ambalaj seçenekleri) şeklinde

de olabilmektedir (Çelik, 2007: 107).

Marka Genişletme Stratejisi: İşletmeler, yeni pazarlara girmeyi kolaylaştırmak adına

yeni ürünleri için mevcut marka isminin kullanılması stratejisini

benimseyebilmektedirler. Bu kapsamda marka genişlemesi stratejisi, mevcut bir marka

isminin farklı ve yeni bir ürün veya ürün grubu için kullanılması olarak ifade edilmektedir

(Aaker ve Keller, 1990: 27; Kapferer, 2001: 233). Bu stratejide işletme, güçlü olduğu

alanda yarattığı markanın kaldıraç etkisinden faydalanmak istemektedir (Şallı, 2009: 23).

İşletme marka genişletme stratejisi ile marka ismi altındaki tüm ürünler üzerinde ortak

bir fayda, kalite ve imaj sağlamayı amaçlamaktadır.

Çoklu Marka Stratejisi: Çoklu marka stratejisi, bir işletmenin aynı ürün kategorisi

içinde birbirinden farklı marka kimliğine sahip iki veya daha fazla marka oluşturmasını

içermektedir. İşletmeler bu stratejiyi genel olarak pazarın farklı bölümlerine nüfuz

edebilmek için, farklı tüketici gruplarına hitap edebilmek ve farklı talepler doğrultusunda

nitelikler kazandırılan ürünler ile satışları desteklemek için kullanmaktadırlar (Çelik,

2007: 111; Kotler ve Armstrong, 2004: 297).

Yeni Marka (Bireysel Marka) Stratejisi: Yeni marka stratejisinde işletmenin ürün

portföyündeki her bir ürün özgün bir marka olarak pazara sunulur. Hedef pazara

sunulacak yeni bir ürüne yeni geliştirilen marka adının verilmesidir (Alan ve Yeloğlu,

2013: 16). Bu stratejide işletmenin ismi ile ürettikleri ürünlerin marka isimleri birbirinden

farklı olmaktadır. Burada bir işletmenin adı veya belirli bir markanın üzerine kurulu bir

stratejinin tersine, her bir ürünün ayrı bir markası olması söz konusudur. İşletme isminin

ön plana çıkarılmasından kaçınılmaktadır. Böylece mevcut aile ya da işletme isminin

olumsuz veya ilgisiz çağrışımlar uyandırabilecek anlamlarını yeni ürüne yansıtmadan

ürün için en iyi marka isminin seçilmesine olanak tanımaktadır (Corukluoğlu, 2006: 87).

3.3. Bütünleşik Marka İletişimi

Markalaşma sürecinde esas olan nokta tüketicinin markayı algılayış biçimi ve markanın

tüketiciye sunduğu değer ve faydalardır. Güçlü bir marka olabilmenin ve gerçek bir marka

değeri oluşturabilmenin yolu da tüketiciyle doğru iletişim kanalları ve yöntemleriyle doğru bir

iletişim kurulmasından geçmektedir. Markanın tüketiciye anlatılmasında birçok iletişim yolu

bulunmaktadır ancak, önemli olan markayı doğru kitleye doğru yollarla aktarabilmektir (Öztürk

ve Gönenç, 2018: 299-301). Tüketicinin markayı tanıması, tanımlayabilmesi, markayla ilgili

bilgi edinme sürecinin hız kazanması, tutumların yönünün ve gücünün belirlenebilmesi marka

iletişiminin etkinliğine bağlı bulunmaktadır. Bu sürecin başarıyla yerine getirilebilmesinde

işletme içerisinde tüm birimlerin marka hakkında tutarlı bir bilgi ve davranış bütününü

sağlayabilmesi gerekmektedir (Can, 2007: 234). Ayrıca işletmelerin, markalaşma sürecinde

tüketicilerle sürekli olarak iletişim halinde olmaları, görüş ve önerilerini sürekli olarak

dinlemeleri gerekmektedir. Çünkü tüketiciler, yalnızca markanın sağladığı faydaları değil;

bunun dışında işletmenin yaklaşımını, işletme çalışanlarının davranışlarını ve işletmenin sosyal

Page 165: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

158

sorumluluk faaliyetlerini de değerlendirmektedir. Böylece, işletmeyle ve markayla ilgili olarak

dürüst, güvenilir, duyarlı gibi bir takım algılar oluşmakta ve oluşan bu algılar, tüketicilerin

markaya bakış açılarını ve tutumlarını etkileyebilmektedir (Aydın, 2017: 300).

Bütünleşik pazarlama iletişimi olarak tanımlanan bu kavram iletişim teknolojilerinin

geliştiği, bireysel ve kitlesel iletişim olanaklarının olağanüstü bir biçimde arttığı bu dönemde

pazarlama iletişimi uygulamalarının daha etkin ve daha planlı bir şekilde uygulanmasına

yönelik ihtiyacın doğal bir sonucu olarak, gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Birbirleriyle hem

ilişkili olan hem de sebep sonuç ilişkisine sahip olan markalaşma ve bütünleşik pazarlama

iletişimi kavramlarının önemi birbirlerine paralel olarak artmaktadır (Çalık vd., 2013: 138).

Marka iletişimi araçları şöyle sıralanabilir;

Reklam, tanıtım, sergi ve fuarlar

Satış geliştirme,

Kişisel satış,

Doğrudan pazarlama,

Pazarlama halkla ilişkileri ve sponsorluk

Ürün yerleştirme, sanal ortam ve sosyal medya.

Yukarıda sayılan iletişim araçları kapsamında işletmenin kurumsal kişiliği, markasıyla

ilgili açık, net, tutarlı ve inandırıcı mesajlar oluşturmak amacıyla işletme içindeki tüm iletişim

kanallarını ve pazarlama iletişimi araçlarını koordine etmesi ve bütünleştirmesi gerekmektedir

(Kotler vd., 1999: 781). Tüm pazarlama araçlarının ve pazarlama iletişimi araçlarının

işletmenin belirlemiş olduğu marka stratejileri çerçevesinde birbiriyle koordineli ve tutarlı

olması önem arz etmektedir.

4. KURUMSALLAŞMA İLE MARKALAŞMA İLİŞKİSİ VE LİTERATÜR ÖZETİ

Kurumsallaşma ile markalaşma arasında bazı yakın ilişkiler bulunmaktadır. Başarılı bir

kurumsallaşma sürecinin markalaşma sürecine de olumlu katkıları olacaktır. İşletme içinde

formalleşmiş bir yapı, tüm süreçlerin prosedür ve kurallar altına alınmasıyla beraber işletmede

yetki ve sorumlulukların, görev tanımlarının belli olması, hangi durumda hangi aksiyonların

alınacağının belirli olması daha etkin bir performans gösterilmesini beraberinde getirmektedir.

İşletmede profesyonel yöneticilerin ve çalışanların olması süreçlerin daha verimli olmasına,

stratejik kararların daha öngörülü ve doğru alınabilmesine olanak tanımakta, işletmenin ufkunu

genişletmektedir. Tüm bunlar ürünün tasarımından satış sonrası hizmetlere kadar olumlu etkiler

yaratmaktadır. Ayrıca, kurumsal bir işletmenin gereği olarak dürüst, adil, şeffaf uygulamalar

ve sosyal sorumluluk projeleri paydaşların işletmeye olumlu tutum sergilemesini, dolayısıyla

markasına karşı da olumlu tutumlar ve davranışlar sergilemesini sağlayacağı açıktır. Kurumsal

kimliğin güçlü olması, markanın gücünü desteklemektedir. Marka değerinin artması da

işletmenin kurumsal kimliğine değer kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu iki kavram birbirini

destekler niteliktedir. Zira literatürde bunu destekleyen bazı sonuçlara ulaşılmıştır.

Durmaz ve Açıkgöz’ün (2019: 508-509) araştırmasının sonuçlarına göre kurumsallaşma

markalaşmayı olumlu yönde etkilemektedir. Kurumsallaşma, markalaşma üzerindeki değişimin

%50’sini açıklamaktadır. Kurumsallaşma çerçevesinde gerçekleştirilen uygulamalar ile marka

adı ve markalaşma çalışmaları arasında güçlü ilişkiler tespit edilmiştir. Kurumsallaşmayı

bilimsel olarak uygulayabilen işletmeler markanın farkındalığında ve tanınırlığında daha

başarılı olmaktadır. Besiray Yekrek’e (2016: 84-85) göre tüketiciler markayı tercih ederken

kurumsal kimliğine ve tanınırlığına de önem vermektedir. Ayrıca, kurumsallaşmış olan

işletmelerin, müşteri tercihlerinin yönetimi konusunda daha etkin yapıları bulunmaktadır.

Corukluoğlu’na (2006: 192) göre özellikle uluslarası pazarlarda faaliyet gösteren markalar, dış

Page 166: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

159

pazarlarda farklı uygulamalar, prosedürler gibi bazı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu

sorunlar markanın kurumsal bir alt yapıya sahip olmasıyla çözülebilmektedir.

Atılgan’a (2011: 110-111) göre, işletmeler kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerini

beraber uyguladıklarında daha etkin olmaktadır. Araştırmada tekstil sektöründe bu sürecin

markalaşma süreci ile başlayıp, markayı desteklemek amacıyla kurumsallaşma sürecine

girildiği ve bu sürecin sonrasında birbirini tamamlayıcı şekilde beraber yürütüldüğü ve

işletmenin devamlılığı için büyük önem taşıdığı gözlemlenmiştir. Yarar (2008: 164-166) benzer

şekilde özel hastaneler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda kurumsallaşma ve markalaşma

arasında anlamlı ilişkiler tespit etmiştir. Yazara göre emek ve yoğun teknolojinin bir arada

kullanıldığı hastanelerde farklı bilgi, eğitim ve beklentilere sahip olan birçok meslek grubunun

bir arada çalıştığı örgütler söz konusu olduğundan ve sektörde yaşanan sürekli değişimlere ayak

uydurulabilmesi bakımından etkin bir organizasyon yapısı ve kurumsallaşma büyük önem arz

etmektedir. Kurumsallaşmanın başarılmasıyla da işletmeler daha doğru stratejik kararlar

verilebilmekte, dalgalanmalardan daha az etkilenilmekte, kaynak kullanımı ve yatırımlarda

daha esnek olabilmekte, bu da markalaşma yolunda büyük katkılar sağlamaktadır.

Bayındır’a (2008: 1) göre, Konya’da ayakkabı sektöründe en büyük problemlerden biri

markalaşmanın başarılamamış olmasıdır ve sektör bu konuda kurumsallaşamamış olmaktan

yakınmaktadır. Engil’e (2010: 67-68) göre, ağırlıklı olarak KOBİ’lerden oluşmakta olan

mobilya sektörü kurumsallaşma sorunu yaşadığı için pazarlamaya gereken önemi

verememektedir.

5. UYGULAMA

5.1. Araştırmanın Konusu ve Amacı

Araştırma, kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerine ilişkin kavramsal çerçeveyi ortaya

koyarak bir nitel uygulama kapsamında incelenen işletmede mevcut olan yapıyı analiz etmiş ve

bu kapsamda öneriler geliştirmiştir. Araştırmada, ilgili literatürde kurumsallaşma süreci ve

markalaşma süreci içerisinde işletmenin uygulanması gereken adımları belirlemek, bu noktada

nitel araştırma yapılan işletmenin, ayrı ayrı ele alınmak suretiyle kurumsallaşma ve markalaşma

süreçlerinde izlediği aşamaları, yer verdiği uygulamaları ve mevcut durumdaki vaziyetini

ortaya koymak amaçlanmaktadır. Ayrıca, çalışmanın ele alınan bu iki değişkenin teori ile

işletme pratiğinde uygulanan faaliyetler arasında karşılaştırılması ve yorumlanması yönünden

de literatüre katkıda bulunması amaçlanmıştır. Araştırma kapsamında, Aydın ilinde otomotiv

yan sanayiinde faaliyet gösteren Jantsa A.Ş’nin kuramsal çerçeveye paralel olarak

kurumsallaşma ve markalaşma hususunda geçirdiği süreçleri ve uygulamalarını izlemek,

kurumsallaşma ve markalaşma düzeyleri hakkında çıkarımlar yapmak, bu surette sektör

bazında ve değişkenler açısından durum değerlendirmesi yapmak çalışmanın konusunu

oluşturmaktadır.

5.2. Yöntem

Araştırmada veri elde etme yöntemlerinden nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Nitel

araştırma yöntemleri içinden en çok tercih edilen tekniklerden biri olan sözlü iletişim yoluyla

ve birebir görüşme suretiyle verinin elde edildiği görüşme (mülakat) tekniği kullanılmıştır.

Görüşme öncesinde sorulacak sorulara ilişkin soru formu uzman görüşü alınarak teyit

edilmiştir. Ayrıca işletmeden görüşmenin yapılabilmesi için gerekli izinler alınmıştır. Görüşme,

işletmenin pazarlama yöneticisi ile yüz yüze gerçekleştirilmiştir. Görüşme sırasında izin

alınmak suretiyle ses kaydı yapılmıştır. Görüşme sonucunda elde edilen veriler olduğu gibi,

üzerinde değiştirme yapılmaksızın aktarılmıştır. Araştırma değişkenleri kapsamında sorulacak

olan sorular için ölçeklerden faydalanılmıştır. Buradan hareketle kurumsallaşma ölçeği Özer

(2007) ve Şanal (2011)’dan uyarlanarak geliştirilmiştir. Markalaşma ölçeği Ünal’dan (2011)

Page 167: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

160

uyarlanmış olan on soruya bir soru araştırmacı tarafından eklenmek yoluyla oluşturulmuştur.

Burada belirtilmelidir ki faydalanılan ölçekler nicel araştırmaya yönelik ölçekler olup, bu

araştırma için nitel araştırma formatına uygun biçime dönüştürülmesi için anlam ve bütünlüğü

bozmayacak şekilde uyarlanmış ve gözden geçirilmiştir. Bu itibarla, kurumsallaşma 16 soru,

markalaşma 11 soru olmak üzere toplamda 27 soru yöneltilmiş ve tamamına yanıt alınmıştır.

5.3. Bulgular

Nitel araştırma çerçevesinde görüşme tekniği kullanılarak işletme yetkilisine yöneltilen

sorular ve alınan yanıtlar kurumsallaşma ve markalaşma olmak üzere iki ayrı kapsamda ele

alınmıştır. Bu sorular ve yanıtlar çerçevesinde elde edilen bulgular yorumlanmıştır.

5.3.1. Kurumsallaşmaya İlişkin Bulgular

Soru 1: Kurumsallaşma kavramı sizce ne ifade etmektedir?

Yanıt 1: Kurumsallaşma bir ticaret faaliyeti içerisinde bir profesyonel yönetim

anlayışıdır. Kişiye bağlı olmayan bir işletme anlayışıdır. Kurumsallaşma bir sistemi ifade

etmektedir. Bölümler arası resmi iletişimi, bölümlerdeki hiyerarşik yapıda en üstten aşağıya

doğru görev ve sorumlulukların belli olduğu bir sistemi ifade etmektedir. Yedeklemeyle

beraber bu sistem devam etmelidir.

Soru 2: İşletmenizin belirlenmiş bir vizyon ve misyon ifadesi var mıdır?

Yanıt 2: Var evet. Bununla ilgili bilgiler internet sitemizde ve sunum dosyalarımızda da

mevcuttur. Açıklamak gerekirse, işletmemizin vizyonu, dünya standartlarında ürün üretimi

yolunda, teknoloji yatırımlarına devam etmek ve değişen çevre koşullarına adaptasyonu

sağlamak, yeni ürün prosesi için hızlı karar alımını sağlamak, kalifiye ve yetenekli personel

yetiştirmek, yurtiçi ve yurtdışı müşteri memnuniyetini sağlamak için üst düzeyde iletişim ve

servis sunumunu sağlamak ve uluslararası düzeyde, sektörde lider konumunu elde etmektir.

Soru 3: İşletmenizde tüm faaliyetlerin, yetki ve sorumlulukların yazılı hale getirildiği

biçimsel bir örgüt yapısı, plan, prosedür ve programlar var mı?

Yanıt 3: Vardır. Tabii ki otomotiv sektöründe olduğumuz için belli standartların bize

dikte ettiği programlar prosedürlerdir. Tabii ki biz de ISO-9001 kalite standart belgesinin

haricinde 16949 kalite sertifikamız bu tür presodür ve programların hepsini kapsamakta,

işletmemiz de bu kapsamda faaliyetlerini sürdürmektedir.

Soru 4: İşletmenizde yönetim kurulunda aile dışı profesyonel yöneticiler bulunmakta

mıdır?

Yanıt 4: Bulunmaktadır, evet. Zaten kurumsallık da bunu gerektirir. Genel müdürümüz

aile dışındandır. Diğer üst yöneticiler de aile dışındandır.

Soru 5: İşletmenizde düzenli olarak aile içi veya dışı çalışanlarınızın beraber katılım

sağladığı ve işletme kararlarının alındığı toplantılar düzenlenmekte midir?

Yanıt 5: Düzenlenmektedir. İşletmemizde yönetim kademelerinde profesyoneller görev

aldığı için, dolayısıyla kararlarda elbette söz hakkı sahibilerdir. Toplantılar bu yönde katılım

sağlanarak yapılmaktadır. Bunun yanında, aile üyeleri ve çalışanların bir araya geleceği sosyal

aktivitelerimiz de yapılmaktadır. Çalışanlarımızla beraber katıldığımız sportif faaliyetler de var.

Bu yönde de insan kaynakları departmanımızın düzenli olarak organize ettiği birliktelikler

olmaktadır. Bu tür kararlar da yine beraberce alınmaktadır.

Soru 6: İşletmenizin organizasyon şeması bulunmakta mıdır?

Page 168: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

161

Yanıt 6: Evet, bulunmaktadır. Tabii ki bazen bazı değişikliklere uğrayabilmektedir.

Bununla birlikte revizyon olmaktadır. Kişilerin başarısına göre, şirketin ihtiyacına göre, farklı

departmanlar ya da bölümler veya görev tanımları açılabiliyor. Tabi bunlar da bazen

revizyonlara uğrayabiliyor.

Soru 7: İşletmenizde bütün iş ve faaliyetler belgelendirilmekte midir?

Yanıt 7: Belgelendirilmektedir tabii ki. İş ve faaliyetler dediğimiz, genel anlamda finans

departmanından başlayıp aşağıya doğru yaptığımız tüm faaliyetlerimiz belgelendirilmektedir.

Kısacası yaptığımız yazılmakta, yazdığımız da yapılmaktadır. Bunların tümü sistem dahilinde

mevcuttur, ayrıca sistem dışında da tutulmakta, dosyalanmaktadır.

Soru 8: İşletme birimleriniz arasındaki işbirliği ve iletişim konusunda bilgi verebilir

misiniz?

Yanıt 8: İşletme birimlerimiz arasında çok sıkı bir iletişim bağı olmalıdır. Bunu tam

anlamıyla gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse; biz proje bazlı çalışıyoruz.

Proje bazlı çalışırken ilişik bölümler (planlama- üretim daha ziyade iletişim halindedir)

öngörüler görüşülüp, planlamalar yapılıp örneğin hatlardaki kapasite çıkarılıp bunu üretime

bildiriyor, üretim de tabi bununla ilgili olarak geribildirim yapıyor. İyileştirme yapabiliyor mu,

o hatta vardiya mı açılması gerekli, hat mı kurulması gerekecek gibi iletişim halinde çözümler

üretiliyor. Bu arada planlama da bu öngörüleri satıştan alıyor. Satış da bu öngörüyü müşterilerle

iletişime geçerek alıyor, mümkün olduğunca doğru bir şekilde müşterilerden talep topluyor.

Toplaması mümkün olmadığı zaman ise geçmiş yıllara dayalı bir çalışma yapıyor. İstatistikler

çıkarıp bunu planlamaya aktarıyor. Planlama da bunları toplantılarda dile getiriyor. Bunlar

genel olarak toplantılar halinde yapılmaktadır. Bu tabii ki iletişim ağı içerisinde yalnızca bir

örnek. Bunun haricinde yeni bir ürün üretilmesi konusunda satış bölümüyle Ar-Ge arasında

yoğun bir iletişim olmaktadır. Bu konuda mümkün olduğunca detaylı bilgileri Ar-Ge’ye

aktarmakla mükelleftir. Ar-Ge de bir fizibilite raporu oluşturup bildiriyor. Tabii ki bu arada Ar-

Ge de kalıp bölümü, planlama bölümü gibi bölümlerle iletişim halinde. Örneğin test yapılacaksa

ne zaman yapılabilir? Üretim hatları uygun mu? Kalıplar uygun mu? Gibi hususlarda iletişim

halindeler. Bunlar ilk önce e-maille, sonra detaya inildikçe toplantılar halinde devam

etmektedir.

Soru 9: Personel alımında uzmanlığa dayalı bir seçme ve yerleştirme sistemi mevcut

mudur?

Yanıt 9: Mevcuttur. İnsan kaynakları departmanının bununla ilgili planlamaları,

programları var. Bu süreçlere göre insan kaynaklarımız objektif bir şekilde değerlendirip

şirketimize kazandırıyorlar.

Soru 10: Çalışanların yetki ve sorumluluklarının onların başarı ve kapasitelerine göre

belirlendiği uygulamalar var mı?

Yanıt 10: Var tabii ki. Yine insan kaynakları departmanını ilgilendiren bir konu. Orada

çalışanların eğitim ihtiyaçları, KPI’ları (anahtar performans göstergeleri), kişisel performans

indikatörleri olup bunlara göre takipleri yapılmaktadır. Dolayısıyla elbette, yetki ve

sorumluluklar da bu ölçütlere göre dağıtılmaktadır.

Soru 11: İşletmenizde objektif ve sistematik kriterlere dayalı bir ödül ve teşvik sistemi

var mıdır?

Yanıt 11: Diyalog çalışmaları var. Bu çalışmalar neticesinde çalışnanın performansı 6

aylık dönemlerde belirlenip, belirlenen hedeflerin yakalanıp yakalanmadığıyla ilgili karşılıklı

görüşülüp buna göre bir ödül ve teşvik anlamında geridönüş sağlanmaktadır.

Page 169: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

162

Soru 12: İş çevresinde (çalışan, tedarikçi, kamuoyu vb.) güvenilen bir kurum olmayı

hedefleyen yönetim uygulamaları var mıdır?

Yanıt 12: Var tabii ki. Borsaya kote olmuş bir firmayız. Bu nedenle şeffaflık çok önemli.

Şeffaf bir firmayız. İnternet sitemizden bizleri tüm kesimler yakından takip edebilmektedir.

Bunun yanı sıra güvenilen bir firma olmak tabii ki çok önemli. Müşteri nezdinde yaptığımız

anket çalışmalarından da ortaya çıkmaktadır. Bunun neticesinde sadık ve güvenilir bir firma

olduğumuz görülebilmektedir. Tedarikçiler kapsamında da, ödeme performanslarımızla ilgili

yüksek bir yüzdeye sahip olduğumuz için orada da güvenilir bir firma olduğumuz açıkça

görülmektedir.

Soru 13: İşletmenizde alınan stratejik kararlar ve planlarda profesyonellerin karar verme

özerklikleri var mıdır?

Yanıt 13: Var tabii ki. Bu da kurumsallık anlayışı içerisinde olması gerken bir durum.

Elbette fizibilite çalışmaları, rakamlarla ifade edilen durumlar, fayda- zarar analizleri

çerçevesinde kararlar alma yetkinlikleri ve özerklikleri bulunmaktadır.

Soru 14: İşletmenizde finansal yönetim uzman kişilerce mi yürütülmektedir?

Yanıt 14: Evet, finans departmanımız var. Finans çatısı altında hem finans hem muhasebe

bölümlerimiz var. Burada da yine profesyonel ve sertifikalı yöneticilerimiz var.

Soru 15: İşletmenizin paydaşlara karşı (hissedar, müşteri, kamuoyu, kamu kurumlar vb.)

şeffaf olduğunu düşünüyor musunuz?

Yanıt 15: Zaten borsada işlem gören bir firma olduğumuz için tüm paydaşlara yönelik

şeffaflık esastır. Bunun haricinde yılda bir ortaklıklarımıza davetiye mektupları gönderilip

burada yıl içerisindeki faaliyetlerimiz anlatılmaktadır.

Soru 16: İşletmeniz sosyal sorumluluk çalışmaları düzenlenmekte midir? Bu yönde

çalışmalarınız varsa bunlardan bahseder misiniz?

Yanıt 16: Tabii ki bulunduğumuz bölgede en büyük firmalardan biri olmamız açısından

bu tür sorumluluklarımız var. Sponsorluklarımız var. Okullara, hastanelere makine-teçhizatlar

bağış verebiliyoruz. Yerel spor kulüplerine sponsorluk yapabiliyoruz. Örneğin Nysa harabeleri

kazıları için sponsor oluyoruz. Bu tarz çalışmalarımız oluyor.

5.3.2. Markalaşmaya İlişkin Bulgular

Soru 1: İşletmeniz dış pazarlarda faaliyet göstermekte midir?

Yanıt 1: Evet dış pazarda faaliyet gösteriyoruz. Şu anda satışlarımızın %80’i dış pazarlara

yapılıyor. Bunun içinde %45 civarı Avrupa, %25’i Kuzey Amerika, kalan oran da diğerleri

diyebilmemiz mümkündür.

Soru 2: Sizce marka nedir? Markanın önemi hakkında görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

Yanıt 2: Marka, o ürün ya da hizmetin, insanlara nasıl yansıdığıyla ve akılda kalmasıyla

ilgili bir kelime, bir nosyondur. Sadece ürün anlamında değil, her anlamla marka olunabilir. Bu

bir ürün olabileceği gibi kişi de marka olabilir. Tabi marka olabilmek için bunun altyapısının

çok doldurulması lazım. Hemen oluşabilecek bir olgu değildir, zamanla oluşan, yatırım

gerektiren bir olgudur.

Soru 3: Sahip olduğunuz marka isminin belirlenmesinde nasıl bir yöntem izlenmiştir?

Marka isminin seçiminde önem verilen nokta ne olmuştur?

Yanıt 3: Jantsa “jant” kelimesinden türetildi. Biz jant ürettiğimiz için jant isminin

kendisini kullanıp sanayi kelimesi ile birleştirip Jantsa marka ismini belirledik. Zaten bunun

dışında da bir markamız yoktur. Alt markalarımız yoktur.

Page 170: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

163

Soru 4: Marka imajınızı belirlerken odaklandığınız alan nedir? Markanızı nerede

konumlandırıyorsunuz?

Yanıt 4: Bununla ilgili benchmarking (kıyaslama) faaliyetlerimiz oluyor. Dolayısıyla

konumlandırma açısından bu alanda bilindik markaların içerisinde dünya çapında yaklaşık eğer

yirmi üretici varsa biz ilk beşte konumlandırıyoruz kendimizi marka bilinirliği anlamında. Tabi

bununla ilgili çalışmalarımız devam ediyor ve bunu daha da arttırmak peşindeyiz, bunun gibi

hedeflerimiz de var. Markayla ilgili odaklandığımız alan da vizyonumuz ve değerlerimizle

bağlantılı olarak kişiye saygı, müşteriye sadakat, sevgi gibi alanlarda konumlandırarak

markamızı yükseltmeye çalışıyoruz. Bunun yanında kalite, zamanında teslimat, güvenilirlik

gibi alanlara odaklanıyoruz.

Soru 5: Yurtiçi/ yurtdışı pazarda izlediğiniz marka stratejileri hakkında bilgi verebilir

misiniz?

Yanıt 5: Yurtiçi ve yurtdışı faaliyet gösteriyoruz. Yurtiçi faaliyetmizden başlayalım

öncelikle. Yurtiçinde biz buradan direkt olarak araç üreticilerine satış yapıyoruz. Diğer kardeş

firmamız “Jantsan” yurtiçi satış ağını yönetir, bununla ilgili de yurtiçi pazarlama faaliyetlerini

yürütürler. Hem jant hem de lastik, hem setleme hem de servis sağlarlar. Türkiye’de yaklaşık

3000- 3500 bayimiz var. Jantsan distribütörlüğü vasıtasıyla ürünlerimizi bayiler aracılığıyla

satışa sunuyoruz. Jantsan 1988 yılında kuruldu. Lastik ve jantların Türkiye’de dağıtımını ve

depolamasını yapmak üzere kurulan bir firmadır. Jantsa sahiplerinin yüzdesel haklarının

bulunduğu bir firma. Erkan Çerçioğlu tarafından yönetilmektedir. Yaklaşık 35 çalışanı vardır

ve yıllık cirosu 35 milyon dolar civarında olan bir firmadır. Stratejik işbirliği için çok önemli

bir nokta bizim için. Yurtiçinde 3500’e yakın bayiye bizzat kendisi dağıtımı yapıyor ve

Jantsa’nın dışında bir aktivite gösteriyor. Direkt alım yapmak isteyen üreticilere biz buradan

hizmet veriyoruz, onun haricinde setleme işini de bünyesine almak suretiyle Jantsan hizmet

vermektedir. Yurt dışında da marka bilinirliğini arttırmak açısından açısından fuarlara

katılıyoruz. Bayilerimiz ve distribütörlerimizin de ülkelerindeki yerel fuarlara katılım

sağlıyoruz. Marka bilincini arttırmak adına bu tür çalışmalarımız var. Bunun haricinde

reklamlar veriyoruz. Örneğin ilgili bir tarım fuarı olduğunda dış alanına billboard reklamları

veririz, çok okunduğunu gördüğümüz ilgili sektörlerin dergilerine reklamlar veririz. Yurt

dışında da bizim üretim alanımıza hitap eden dergilere reklamlar veririz. Bunlar alanında ünlü

dergilerdir. Bunların haricinde yurtdışında bünyemizde bulunan (şu anda Tunus, Belarus,

Almanya) stratejik işbirliği yaptığımız yabancı kökenli arkadaşlarımız var. Onlar da ülkenin

kendi dilinde faaliyet gösterdikleri için bulundukları bölgeyi daha iyi analiz ediyorlar,

verimliliği arttırıp faaliyetlere hız kazandırıyorlar.

Soru 6: Markalaşmanın size getirdiği avantajlar neler olabilir? Örneğin büyümenizde

katkı sağladı mı? Müşteri sayısında, pazar etkinliğinde, prestij ve güven kazanmakta faydalar

sağladı mı?

Yanıt 6: Zaten marka demek güven demektir. Zaten markamız mevcut müşterilerine bu

güveni verdiği için potansiyel müşteriler de bize dönüş sağlıyorlar. Bunun avantajını elbette

yaşıyoruz. Müşteri sayımızda ve pazar etkinliğinde yükselmeler oluyor. Bunu yine yaptığımız

anketlerde de görüyoruz. Örneğin şirket içi anket yaptığımızda en güçlü yanımızı

sorduğumuzda genelde çeşitlilik ön plana çıkıyor. Müşterilere sorduğumuzda yaklaşık

%70’inin bizi sadık, güvenilir tedarikçi olarak gördüğünü anlıyoruz. Çeşitliliği bundan sonraya

koyuyorlar. Yine yaptığımız bi çalışma sonucunda ihracata başladığımız yıllardan bu zamana

kadar müşterilerimizle birlikte çalışma süremizin ortalama 17 yıl olduğunu tespit ettik. Örnek

verecek olursak, başka bir ülkede bir dağıtıcı müşterimiz var. Dağıttığı yerlerdeki işletmeler ve

kişiler de üzerindeki markayı görüp, aradan bu dağıtıcıyı çıkarıp direkt bizden almak

isteyebiliyorlar. Fakat biz bu duruma müsaade etmiyoruz. Tabii ki mevcut olmayan başka

projelerle gelirlerse seve seve yardımcı oluyoruz. Ancak, mevcut çalıştığımız müşterimizle aynı

Page 171: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

164

ürünü almak isteyen başka bir potansiyel müşteriye, orada dağıtıcımız varken izin vermiyoruz.

Dolayısıyla bu konuda müşterimiz müsterih oluyor. Böylelikle bizi sadık olarak adlediyorlar.

Soru 7: En sık kullandığınız pazarlama etkinliği hangisidir?

Yanıt 7: Yılın başında belirlediğimiz bir pazarlama bütçemiz var. Çok geniş bir

yelpazede pazarlama etkinlikleri göstermeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımızla beraber kararlar

verip kurumsal yapıya hizmet edecek etkinliklerde bulunuyoruz. Bu anlamda en etkin

olduğumuz alan fuarlardır. Koyduğumuz stratejik hedeflere bağlı olmak üzere (ticari jant, zirai

jant, endüstriyel jant) bu yöndeki fuarlara katılıyoruz. Lastik fuarlarına da katılıyoruz, çünkü

jant ve lastik etle tırnak gibidir. En büyük fuarlar genellikle Amerika, Almanya, Fransa ve

İtalya’da oluyor. Fuarlara katıldığımız yerlerin içinde dışında reklamlar veriyoruz. Fuar

sırasında çeşitli promosyonlar dağıtıyoruz. Aynı zamanda fuarda bizi temsil eden

arkadaşlarımızın kıyafetlerine kadar belirlenmiş özellikler var, bunlar kurumsal yapımıza

uygun tarzda organize ediliyor.

Soru 8: İşletmenizde marka konumlandırma ile ilgili çalışmalar yapıyor musunuz?

Yapıyorsanız hangi özelliklerini ön plana çıkarıyorsunuz? Bu konuda işletme dışı

danışmanlıklardan yararlanıyor musunuz?

Yanıt 8: Özellikle benchmarkingden faydalanıyoruz. Bunun için bir İngiltere’den

danışman firma ile çalışıyoruz. Markayla ilgili olarak, bizim Jantsa olarak markamızla ilgili

neyi ön plana çıkarmak istediğimizle ilgili çalışmalar yapılıyor, swot analizleri yapıldı ve

yapılıyor. Yapılan Swot analizi sonucunda güçlü yanlarımız çeşitlilik, esneklik, hızlı

(reaksiyon) yanıt verme gibi özelliklerimiz ön plana çıkmış durumda. Özellikle tekliflerde ve

siparişlerde çok hızlı geri dönüşler sağlıyoruz. Yalnızca satış anlamında değil, Ar-Ge

kanadından da hızlı teknik resimlerin gelmesi, bunun satış ekibiyle bütünleştirilmesi konusunda

hızlı süreçler sonucu müşterilerimiz memnun kalıyor. Tabii ki bu bir takım çalışmasıdır.

Dolayısıyla bu anlamda hızlı geri dönüş sağlayan bir marka olarak konumlanıyoruz. Bunun

haricinde müşteriyle ilgili olarak çalışmalar yapıyoruz. Müşteriler ile ilgili demografik bilgiler,

yaşam tarzı, satın alma alışkanları gibi veriler toplayıp (örneğin fiyata mı odaklanır, kaliteye mi

odaklanır) bunları dosyalıyoruz ve bir veritabanına dönüştürüyoruz ve bir ağ üzerinden işletme

içi erişilebilecek şekilde depoluyoruz. Kurumsallaşmanın bir gereği olarak da bunu yapmak

durumundayız. Kişiler değişse de bilgilerin kalması gerekli. Bu bilgilerin, faaliyetlerle birlikte

süreklililiğini sağlamak açısından önemli görüyoruz.

Soru 9: Reklam kampanyalarında hangi amaçları gerçekleştirmeyi amaçlıyorsunuz?

Yanıt 9: Reklam kampanyalarında marka bilinirliğini arttırmak amacını güdüyoruz.

Reklamlarda markamızın çeşitlilik vurgusunu yapıyoruz. Çeşitlilikle müşteriye şunu

dedirtmeyi amaçlıyoruz: “Nerede bulursun? Jantsa’da bulursun. Var mıdır? Vardır”. Örneğin

başka bir sloganımız “You name it, we make it/ Sen söyle, biz yapalım.” bu da esnekliğimizi

göstermektedir. Tedarikçiden müşteriye kadar, bir ihtiyacın ortaya çıkmasında ilk akla gelen

marka, güven duyulan bir marka olmayı amaçlıyoruz. Sağlamlığı ortaya çıkarıyoruz. Ürünlerde

yaptığımız geliştirme çalışmaları var, bunları ön plana çıkarıyoruz. Ürünlere ismini verirken de

bu öne çıkardığımız özelliklere önem veriyoruz ve o özelliği yansıtacak mesajlar vermesini

sağlıyoruz. Reklamlarda da bunu kullanıyoruz.

Soru 10: İşletmenizi yurtiçinde/ yurtdışında markalaşma konusunda yeterli buluyor

musunuz? Markalaşma konusundaki destek ve teşvik programlarından yararlanıyor musunuz?

Yanıt 10: Yurtiçinde markalaşma konusunda yeterliyiz, yurtdışında da bu konuda

çalışmalarımız var. Belirttiğim gibi danışman firmalarla çalışıyoruz. İhracatcılar Birliği’ndeki

teşviklerden yararlanıyoruz. Fakat bunlar Turquality’e göre daha sınırlı kalıyor. Turquality çok

daha kapsamlı, o yüzden Turquality konusunda çok ciddi çalışmalarımız var. Tabi Turquality

Page 172: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

165

yolunda birçok talep var bunları gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bunun da desteğiyle

yurtdışındaki eksik gördüğümüz yanları da kapatabileceğiz. Örneğin yurtdışında bir showroom

açabiliriz, yurtdışında çalışan sayımızı arttırabiliriz, reklam konusunda daha aktif olabiliriz,

bazı katılım göstermediğimiz küçük çaplı fuarlara da katılabiliriz. Bunlar teşvik desteğiyle

mümkün olabilir. Biz Turquality için resmi başvurumuzu yaptık, olumlu geçtiğini ve

teşviklerden faydalanmaya başlayacağımızı düşünüyoruz.

Soru 11: Markanızın uluslararası pazarda tanınırlığı nasıl? Yaşadığınız güçlükler var mı?

Yanıt 11: Bizim özellikle Avrupa, Amerika ve Orta Doğu’da markamızın tanınırlığı var.

Buralarda etkinliğimizin iyi olduğunu söyleyebilirim. Yurtdışı pazarında Güney Amerika’da

bazı engeller, dolayısıyla zorluklar oluyor. Oradaki bizim ürünümüzü ithal edecek bir firma

ürün oraya gidene kadar yaklaşık %100 maliyetle karşı karşıya kalıyor. İhracat maliyetleri,

gümrükleme maliyetleri, ayrıca bütün ülkelere koymuş oldukları kotalar sebebiyle pazarlama

faaliyetleri yapmak konusunda bazı problemler yaşıyoruz. Örneğin Çin Amerika’nın koyduğu

kotalar sebebiyle oraya odaklanmış durumda ve verdikleri düşük fiyatlarla vergi yükünü

kaldırmaları, market fiyatının geçerli olması mümkün olabiliyor. Yine de Güney Amerika’da

yol dışı jantlarda, zirai segmentte ve iş makinesi segmentinde varız.

SONUÇ

Günümüz rekabet koşullarında ayakta kalabilmek, varlığını güçlendirebilmek,

büyüyebilmek, rekabet avantajı yakalamak ve nesiller boyu sürdürülebilirliği sağlamak isteyen

bir işletmenin başarısı kurumsallaşma ve markalaşma kavramlarına nasıl yaklaştıkları ve bu

kavramlara yönelik uygulamaları ne ölçüde faaliyete geçirdikleri ile yakından ilgilidir.

Kurumsallaşma, işletme içerisinde bir örgüt kültürüne dönüşecek bir biçimde

benimsendiği ve uygulandığı zaman çalışanların bağlılıkları artmakta, kaynaklar daha etkin

kullanılmakta, işletmenin çevresine uyumu kolaylaşmakta, günün koşulları içerisinde yaşanan

gelişmeler ve değişmelere verilebilecek olan tepkilerin daha tutarlı, daha sağlıklı ve daha kısa

sürede olmasını sağlamaktadır. İşletme paydaşların gözünde meşruluk, güvenilirlik ve saygınlık

kazanmakta ve bu durum işletmeye istikrar sağlamakta ve rekabet üstünlüğü getirmektedir.

İşletmelerin nesiller boyu varlığını sürdürebilmesinde kurumsallaşmanın yanında

markalaşma kavramı da büyük önem arz etmektedir. Çünkü işletmenin geleceği, markasının

geleceğiyle doğru orantılıdır. Dolayısıyla işletmenin başarısı da markanın başarısına bağlı

bulunmaktadır. Hedef grubun zihninde güçlü bir şekilde konumlanmış, olumlu özelliklerle yer

edinmiş, tanınan, saygı duyulan, güvenilen bir marka işletmeler için en önemli değerdir.

Sürekli değişmekte ve gelişmekte olan çevresel koşullar altında, rekabetin yoğun olduğu

bir sektör olan otomotiv sektörü de bu konjonktürel dalgalanmalardan fazlasıyla

etkilenmektedir. Dolayısıyla dönüşümlere ayak uydurabilmekte en önemli araçlardan olan

kurumsallaşma ve markalaşma bu sektörde faaliyet gösteren işletmelerin en değerli varlıkları

haline gelmektedir.

Çoğu zaman bir markanın başlı başına değeri, işletmenin marka dışı toplam değerini kat

ve kat aşmakta, işletmeler marka değeri konusunda birbirleriyle rekabet etmektedir. Bu

anlamda teknoloji, teknik bilgi, uzmanlaşma ve inaovasyonun yoğun bir şekilde kullanıldığı

otomotiv sektörü, bir ülkenin en önemli lokomotif sektörlerinden birini oluşturmaktadır. Diğer

yakın sektörlerle olan ilişkisi de (demir-çelik, kimya, petrol-plastik, lastik vb.) otomotivi, bu

sektörlerin potansiyelini de artıran öncü bir sektör haline getirmektedir. Özellikle katma değer

yaratmak konusunda çok büyük bir potansiyele ve ekonominin gelişiminde doğrudan bir etkiye

sahiptir. İstihdam, dış ticaret, milli gelir gibi ekonomik unsurlara katkısının yanında ülke

imajına katkıda bulunmak için de güçlü bir alanı oluşturmaktadır.

Page 173: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

166

Bugün en güçlü markaların içerisinde bilişim sektörüyle beraber otomotiv markaları ön

planda bulunmakta, büyük Ar-Ge yatırımları yapılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerle beraber

Türkiye’de de bu sektörde gelişim görülmekte, fakat dünyanın gerisinde bulunmaktadır. Bu

konuda Almanya, Amerika, Japonya, Çin, Fransa, Kanada, Meksika, İngiltere, İtalya ve Güney

Kore başta olan ülkeler olmak üzere sektörün başını Avrupa çekmektedir. Dolayısıyla

Türkiye’nin bu süreçte yoğun yatırımlara, üretim desteğine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu konuda

yapılan Turquality projesi kapsamında otomotiv sektörünün ve yan sanayiinin öncü firmaları

da teşvik ve desteklerden faydalanmakta, ülkenin marka imajını arttırmak üzere çalışmalar

yapılmaktadır. Bu projelerin devamlılığı, işletmeler için hem bir motivasyon hem de büyük bir

kaynak oluşturmaktadır. Bu yönde kendi markalarını ve ülke itibarını yükseltmek için çabalar

yoğunlaştırılmalıdır.

Tüm bunların yanı sıra, küresel dalgalanmalardan, ekonomik krizlerden en çok etkilenen

sektörlerden biri olarak otomotiv sektörü içerisindeki işletmeler, çevreye adaptasyonu, hızlı

tepkiler verip değişimler ve dönüşümlere ayak uydurmayı sağlayacak olan kurumsallaşmayı da

başarması, hem saygınlık, güvenilirlik kazanması hem de markalaşmayı destekleyen en önemli

unsurlardan biri olması açısından önem arz etmektedir. Bu anlamda güçlü bir markanın

oluşturulması, marka değerinin arttırılmasında kurumsallaşma itici bir faktör konumunda

bulunmaktadır.

Bu bilgiler ışığında, araştırma kapsamında işletme yetkilisine yöneltilen sorulara alınan

yanıtlar incelendiğinde başlıca aşağıdaki çıkarımları yapmak mümkün görülmektedir;

İşletmede kurumsallık bir kültür olarak görülmektedir ve bir anonim şirket olmanın ve

borsada işlem görmenin de etkisiyle beraber kurumsallığın tüm bölümlerde ve

kademelerde tam anlamıyla uygulanması yolunda çabalar mevcuttur. İşletmenin bu

yöndeki çabaları kurumsallaşmanın bir örgüt kültürüne dönüştürülmesi gerekliliğine

paralellik göstermektedir.

Kurumsallaşma konusunda işletmede öne çıkan hususlar; işletmenin kişilere bağlı

olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmesi, profesyonel bir yönetim anlayışının

benimsenmesi ve yetki ve sorumlulukların, iletişim süreçlerinin belirli prosedürlere

göre, yazılı olarak yapılmasıdır. Kurumsallaşmanın başlıca bileşenlerinden olan

profesyonellik ve formalleşme çabalarına önem verilmekte, bu hususta çabalar

sürdürülmektedir.

İşletmede yöneticilerden aile dışından profesyonel kişiler bulunmaktadır. İşletmenin

genel müdürü aile dışından bir profesyoneldir. Bu anlamda işletmeden belirli kişi veya

kişilerden özerkliğine önem verilmektedir.

Kararlar aile içi ve aile dışı profesyonellerle beraber alınmakta, profesyoneller

kararlarda söz sahibi olmaktadır. Ayrıca profesyonellerin karar vermede yetkileri ve

özerklikleri bulunmaktadır.

Tüm faaliyetler belgelendirilmekte, kayıt altında tutulmaktadır. Tüm çalışanlar için

görev tanımları, yetki ve sorumlulukların resmi olarak düzenlendiği yazılı prosedürler

bulunmaktadır. Tüm süreçlerin formalleşme kapsamında sürdürüldüğü

söylenebilmektedir.

İşletmenin birimleri ve çalışanları arasında resmi bir iletişim ağı bulunmakta, iletişimler

yazılı olarak ve toplantılar halinde yapılmaktadır.

Personel seçiminde ve geliştirilmesinde uzmanlığa dayalı, kişisel performans

ölçütlerine dayalı politikalar ve programlar izlemektedir. Personelin eğitimi, gelişimi ve

terfiinde sistematik kriterler bulunmaktadır.

İşletme şeffaflığa önem vermekte, karar alıcıları ilgilendiren tüm süreç, faaliyet ve

bilgiler konusunda aydınlatma yapmaktadır. Kurumsallaşmanın hesap verebilirlik ve

şeffaflık ilkesine önem verilmektedir.

Page 174: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

167

İşletme sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunmakta, bağış ve sponsorluklar yoluyla

toplumsal faydalar yaratmak konusunda çalışmalar yürütmektedir. Bu durum da

işletmenin sosyal sorumluluk ilkesi gereğince faaliyetlerde bulunduğu fikrini

vermektedir.

İşletme yurt içi ve yurt dışı faaliyet göstermektedir. Çoğunlukla dış pazarlarda faaliyet

göstermekte, satışlarının %80’ini dış pazarlara yapmaktadır. Bu payın içerisinde Avrupa

büyük çoğunluğu oluşturmaktadır.

İşletme için marka büyük önem arz etmektedir. Markanın çoğun çaba ve uzun süreçler

gerektiren bir kavram olduğunun farkındalığı mevcuttur ve bu kapsamda çalışmalar

yürütülmektedir. Markanın ve ürünlerin isimlendirilmesinden marka iletişimi

çabalarına kadar marka odaklı pazarlama çalışmaları yapılmakta, bütünleşik pazarlama

anlayışı benimsenmektedir.

İşletme kendisini sektöründe dünyada ilk beşte konumlamak üzere çalışmalarını

sürdürmektedir. Markasıyla ilgili odaklandığı noktalar duygulara hitap eden güven,

sevgi, saygı, sadakat gibi unsurların yanı sıra faydaya hitap eden kalite, zamanında

teslimat, güvenilirlik, dayanıklılık gibi niteliklerdir.

Marka bilinirliğinin arttırılması için çeşitli marka iletişim araçları kullanılmaktadır.

Bunlardan en önemlisi fuarlara katılım sağlamak ve sektörü ilgilendiren alanlarda

reklam kampanyaları düzenlemektir. Bu çalışmalar yurt içi ve yurt dışında

sürdürülmektedir. Satış geliştirme çalışmaları çerçevesinde promosyon ürünleri de

dağıtmaktadır. Ayrıca, tüm pazarlama iletişimi çalışmalarında aynı mesajı vermek üzere

stratejiler belirlenmektedir. Bu anlamda çalışmalar birbiriyle uyumlaştırılmaktadır.

Markalaşma konusunda ve markanın tanınırlığını ve değerini arttırmak üzere işletme

dışı danışman firmaların desteğini almakta, birlikte çalışmalar yürütmektedir. Yoğun

olarak benchmarkingden faydalanmaktadır.

Marka konusunda çeşitliliğe, esnekliğe, güvenilirliğe odaklanılmaktadır.

İşletme markalaşma konusunda ihracat desteklerinden yararlanmaktadır ve Turquality

projesi kapsamında başvurusunu yapmış bulunmaktadır.

Marka yurt için pazarda iyi bir tanınırlığa sahip bulunmaktadır. Yurt dışı pazarda ise

Avrupa, Amerika ve Orta Doğu tanınırlığın güçlü olduğu bölgelerdir.

İşletme markalaşma konusundaki gayretlerini sürdürmekte, bu konuda işletme dışı

destekler almakta ve devlet destekli programlardan yararlanmak için çalışmalarını

sürdürmektedir.

Genel bir sonuç olarak araştırma kapsamında yapılan görüşmenin sonucunda elde edilen

bulgulardan yola çıkılarak yapılan yorumlar çerçevesinde, işletmenin anonim şirket olmanın,

Türkiye’de ilk 500 markanın içinde olmanın ve sektöründe öncü işletmelerinden biri olmanın

da sorumluluğu ve bilinciyle kurumsallaşma konusuna gereken hassasiyeti gösterdiğini

söylemek mümkündür. Markalaşma sürecinin ve markalaşmanın öneminin farkında olduğunu,

bu yönde çabalar sarfettiğini ve markasını güçlendirmek uğruna yatırımlar yaptığını söylemek

mümkün görünmektedir.

Araştırma otomotiv yan sanayiinden bir işletme ile sınırlandırılmıştır. Kurumsallaşma ve

markalaşma kavramlarıyla ilgili olarak sektör bir örnek teşkil etmektedir. Sektör içi veya dışı

nicel bir analiz yapılmamıştır. Literatürde farklı sektörler için nitel ve nicel çalışmalar da

mevcut durumdadır. Örneklemin büyütülüp farklı sektörlere de genişletilmesi, farklı

değişkenlerle birlikte incelenmesi, nicel ve nitel yöntemlerin beraber ele alınmasıyla birlikte bu

hususta farkındalığın artmasını sağlanabilecek ve bilimsel literatür açısından zenginleştirici

olabilecektir.

Page 175: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

168

KAYNAKÇA

Aaker, D. A. & Keller, K. L. (1990). “Consumer Evaluations of Brand Extensions”. Journal of

Marketing, 54(1), 27-41.

Aaker, D.A. (2007). “Marka Değeri Yönetimi” (Çev. Orfanlı, E.) İstanbul: MediaCat Kitapları.

Aaker, J. (1997). “Dimensions of Brand Personality”. Journal Of Marketing Research, 34,(3),

347-356.

Abdioğlu, H. (2007). “İşletmelerde Kurumsal Yönetim Anlayışı Kapsamında İç Denetim Rolü

ve İMKB-100 Örneği”. Doktora Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

İstanbul.

Akın, M. ve Avcılar, M.Y. (2007). “Tüketici Temelli Marka Değeri Kavramı”. Pazarlama

Dünyası, 1, 39-46.

Aktuğlu, I.K. (2004). “Marka Yönetimi: Güçlü ve Başarılı Markalar İçin Temel İlkeler”.

İstanbul: İletişim Yayınları.

Aktuğlu, I.K. (2008). “Marka Yönetimi: Güçlü ve Başarılı Markalar İçin Temel İlkeler”.

İstanbul: İletişim Yayınları.

Alan, H. ve Yeloğlu, O. (2013). “Markalaşma ve Yenilikçilik”. Siirt Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi İktisadi Yenilik Dergisi, 1(1), 13-26.

Alayoğlu, N. (2003). “Aile Şirketlerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”. İstanbul: Müsiad

Yayınları.

Altunışık, R., Özdemir, Ş. ve Torlak, Ö. (2016). “Pazarlama İlkeleri ve Yönetimi”. İstanbul:

Beta Basım Yayım.

Ambler, T. & Styles, C. (1996). “Brand Development Versus New Product Development:

Towards a Process Model Of Extension Decisions”. Marketing Intelligence & Planning,

14(7), 10-19.

Apaydın, F. (2008). “Kurumsallaşmanın Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin Performansına

Etkileri”. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4(7), 121-145.

Apaydın, F. (2009). “Kurumsal Teori ve İşletmelerin Kurumsallaşması”. Cumhuriyet

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 10(1), 1-22.

Arslanoğlu, B. (2015). “Marka Konumlandırma Stratejilerinin Marka Bilinirliğine Etkisi: Bir

Araştırma”. Yüksek Lisans Tezi, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

İstanbul.

Atılgan, A. (2011). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ve Markalaşma- Türkiye’de İleri Gelen

Aile Şirketlerinin Kurumsallaşma ve Markalaşma Örnekleri İle Türk Hazır Giyim

Sektöründe Bir Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Doğuş Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, İstanbul.

Aydın, A.F. (2017). “Sosyal Medya ve Kurumsal Markalaşma İlişkisi: Ana Akım İletişim

Kuramları Perspektifinden Genel Bakış”. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 44, 296-

311.

Bakoğlu, R. (2010). “Çağdaş Stratejik Yönetim”. İstanbul: Beta Yayıncılık.

Bayındır, S. (2008). “Ayakkabı Sektöründe Markalaşma ve Rekabet İlişkisi: Konya Ayakkabı

Sektörü İçin Bir Hibe Projesi”. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Konya.

Besiray Yekrek, B. (2016). “Kurumsal Markalaşmanın Tüketici Satın Alma Davranışlarına

Etkileri: Türkiye Telekomünikasyon Sektörüne İlişkin Bir Araştırma”. Yüksek Lisans

Tezi, Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Bişğin, M. (2015). “Marka Kişiliği, Kurumsal Marka İmajı ve Tüketici Kişilik Özellikleri İle

Sembolik Tüketim Arasındaki İlişki: Kahve Dünyası Örneği”. Yüksek Lisans Tezi,

Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.

Boons, F., & Strannegard, L. (2000). “Organizations Coping With Their Natural Environment”.

International Studies of Management & Organization, 30(3), 7-17.

Borça, G. (2007). “Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar”. İstanbul: MediaCat Kitapları.

Page 176: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

169

Bozkurt, R. (2005). “Aile İşletmelerinde Sürekliliğin Sağlanması”, Anahtar- Milli Prodüktivite

Merkezi Aylık Yayın Organı, Temmuz, 14-15.

Can, E. (2007). “Marka ve Marka Yapılandırma”. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 22(1),

225-237.

Cevher, E. (2014). “Kurumsallaşma Küçük İşletmeler İçin Bir Çözüm Müdür Yoksa Yok Olma

Nedeni Midir?” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7(32), 583-594.

Civan, M. ve Yaşar, Ö. (2005). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma Süreci: Gaziantep İlinde

Bir Uygulama”. 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi Kurumsal Yönetim Bildiri

Kitabı, 260-269.

Corukluoğlu, B. (2006). “Uluslararası Türk İşletmelerinde Markalaşma Sorunları ve Bir Örnek

Olay Çalışması”. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Kütahya.

Croft S. & Dalton, J. (2003). “Managing Corporate Reputation: The New Currency”, London,

GBR: Thorogood Publishing.

Çalık, M. Altunışık, R. ve Sütütemiz, N. (2013). “Bütünleşik Pazarlama İletişimi, Marka

Performansı ve Pazar Performansı İlişkisinin İncelenmesi”. Uluslararası Yönetim İktisat

ve İşletme Dergisi, 9(19), 137-162.

Çalışkanel, S.Ş. (2018). “Aile İşletmelerinin Kurumsallaşması ve Kurumsallaşma Sorunları -

Türkiye Genelinde Üretim Yapan Aile İşletmeleri Üzerine Bir Araştırma”. Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Çelik, M. (2007). “Avrupa’da Türk Markalaşması”. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

DiMaggio, P.J. & Powell, W.W. (1983). “The Iron Cage Revisited: Institutional Isomorphism

and Collective Rationality in Organizational Fields”. American Sociological

Review 48(2), 147-160.

Dilbaz, S. (2005). “Büyüme ve Kurumsallaşma Sürecinde Aile Şirketlerinde Yönetim:

Karaman Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Konya.

Durmaz, Y. ve Açıkgöz A. (2019). “Kurumsallaşmanın Markalaşma Üzerindeki Etkisi ve

Diyarbakır Merkezinde Bir Alan Çalışması”. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi, 9(17), 493-510.

Elitok, B. (2003). “Hadi Markalaşalım”. İstanbul: Sistem Yayıncılık.

Engil, O. (2010). “Uluslararası Pazarlarda Markalaşma Süreci ve Mobilya Sektöründe Bir

Uygulama: Çilek Mobilya Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.

Erdil, T.S. ve Uzun, Y. (2009). “Marka Olmak.” İstanbul: Beta Basım Yayım.

Eren, E. (1990). “İşletmelerde Stratejik Planlama ve Yönetim”. İstanbul: İstanbul İşletme

Fakültesi Yayınları.

Eren, E. (2001). “Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”. İstanbul, Beta Basım Yayım.

Fındıkçı, İ. (2014). “Aile Şirketleri”. İstanbul: Alfa Yayıncılık.

Gardner, B.G. & Levy, S.J. (1955). “The Product and the Brand”, Harvard Business Review,

(33), 33‐39.

Gürol, Y. (2011). “Örgütlerde Kurumsallaşmanın Temelleri”. İstanbul: Beta Basım-Yayın.

Güven Kangal, F. (2007).” Küçük İşletmelerin Kurumsallaşmasında Değişim Süreci ve Bir

Araştırma”. Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Sivas.

Hall, R.H. (1968). “Professionalization and Bureaucratization”. American Sociological

Review, 33(1), 92-104.

Hung, C-H. (2008). “The Effect of Brand Image on Public Relations Perceptions and Customer

Loyalty”. International Journal of Management, 25(2), 237-246.

İslamoğlu, A.H. (2009). “Pazarlama Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.

Page 177: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

170

İslamoğlu, A.H. ve Fırat, D. (2016). “Stratejik Marka Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.

Kapferer, J.N. (2001). “Strategic Brand Management: Creating and Sustaining Brand Equity

Long Term”. London and Philadelphia: Kogan Page.

Karpuzoğlu, E. (2004). “Büyüyen ve Gelişen Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma”. İstanbul:

Hayat Yayınları.

Karsak, B. (2008). “Web Sitelerinin Kurumsal Kimlik Açısından Değerlendirilmesi: En

beğenilen 20 Kurum Üzerine Bir Analiz”. Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, 9,

165-179.

Keller, K.L., Aperia, T. & Georgson, M. (2008). “Strategic Brand Management”. London:

Prentice Hall.

Keller, K.L. & Lehmann, D. R. (2006). “Brands and Branding: Research Findings and Future

Priorities”. Marketing Science, 25(6), 740-759.

Kimberly, J. R. (1979). “Issues in the Creation of Organizations: Initiation, Innovation,

Institutionalization”. The Academy of Management Journal, 22(3), 437-457.

Knapp, D.E. (2002). “Marka Aklı” (Çev. Akartuna, A.T.) İstanbul: MediaCat Kitapları.

Kocabaş, F. ve Baytekin, P.E. (2004). “Aile İşletmelerinde Nepotizm ve İç Müşteri Üzerindeki

Etkileri”. İstanbul Kültür Üniversitesi I. Aile İşletmeleri Kongresi, Bildiriler Kitabı, 40,

424-430.

Konak, F. ve Kendirli, S. (2014). “Kurumsal Yönetişim Açısından İşletme Sermeyesi Yönetimi

ve İşletmelere Etkileri: Çorum Ölçeğinde Bir Araştırma”. Atatürk Üniversitesi İktisadi

ve İdari Bilimler Dergisi, 28(4), 113-129.

Kostova, T. (1999). “Transnational Transfer of Strategic Organizational Practices: A contextual

Perspective”. The Academy of Management Review, 24(2), 308-324.

Kotler, P. (1997). “Marketing Management”. New Jersey: Prentice Hall.

Kotler, P. & Armstrong, G. (2004). “Principles of Marketing”. New Jersey: Pearson-Prentice

Hall Education International.

Kotler, P., Armstrong, G., Saunders, J. & Wong,V. (1999). “Principles of Marketing”. London:

Prentice Hall.

Meral, P.S. (2011). “Yeni Başlayanlar İçin Kurumsal Kimlik ve Marka”. Ankara: Detay

Yayıncılık.

Meşe, B. (2005). “Aile Şirketlerinin Kurumsallaşması”. Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek

Teknoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli.

OECD (2004). “OECD Principles of Corporate Governance”. http://www.oecd.org/

corporate/ca/corporategovernanceprinciples/31557724.pdf (Erişim Tarihi: 13.08.2018).

Özer, B.Ş. (2007). “Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Kurumsallaşma Düzeyinin

İncelenmesi: Mersin İli Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Mersin.

Öztürk, M. ve Gönenç, S. (2018). “Marka İletişim Yöntemlerinin Müşteri Üzerindeki Etkisini

Maksimum Değere Ulaştıran Bir Matematiksel Model”. Cumhuriyet Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 19(2), 298-323.

Scott, W.R. (1987). “The Adolescence of Institutional Theory”. Administrative Science

Quarterly, 32(4), 493-511.

Selznick, P. (1996). “Institutionalsm “Old” and “New”. Administrative Science Quarterly,

41(2), 270-277.

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) (2003). “Kurumsal Yönetim İlkeleri”. http://www.spk.gov.tr/

Sayfa/Dosya/66. (Erişim Tarihi: 10.09.2018).

Sevil, B. (2006). “Moda Sektöründe Küresel Marka Yaratılması: Markalaşma Çalışmaları

Üzerine Bir Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, İzmir.

Staggenborg, S. (1988). “The Consequences of Professionalization and Formalization in the

Pro-Choice Movement”. American Sociological Review, 53(4), 585-605.

Page 178: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

171

Suchman, M.C. (1995). “Managing Legitimacy: Strategic and Institutional Approaches”.

Academy of Management Review, 20(3), 571-610.

Sungurtekin, P. (2008). “Aile Şirketlerinin Kurumsallaşma Süreci Ve Bir Uygulama Örneği”.

Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.

Şahman İ., Tengilimoğlu, D. ve Işık, O. (2008). “Özel Hastanelerde Yönetimin

Profesyonelleşmesinin, Kurumsallaşma Süreci Üzerindeki Etkisini Belirlemeye

Yönelik Alan Çalışması”. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi

10(2), 1-23.

Şallı, H.N. (2009). “Marka Değerinin Marka Genişlemesine Etkisi ve Çay Sektöründe Bir

Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

İstanbul.

Şanal, M. (2011). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma ve Kurumsal Girişimcilik Üzerine Bir

Araştırma”. Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.

Taşhan, A. (2010). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ile Stratejik Yönetim Arasındaki İlişki:

Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Yerleşik Fındık Sanayi Üzerine Bir Araştırma”.

Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Taşlı, C. (2010). “Marka Kişiliği İle Marka İmajı Arasındaki İlişki ve Bir Uygulama”. Yüksek

Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Billimler Enstitüsü, Kocaeli.

Tauber, E.M. (1988). “Brand Leverage: Strategy for Growth in a Cost-Control World”. Journal

of Advertising Research, 28, 26-30.

Tosun, N.B. (2014). “Marka Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.

Türkel, S. ve Yaşa, E. (2006). “Aile İşletmeleri ve Kurumsallaşma Süreci (Mersin İli Örneği)”.

Tamer Koçel (Editör). İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları II. Aile İşletmeleri

Kongresi Bildiriler Kitabı, (614-622).

Türkkahraman, M. (2009). “Teorik ve Fonksiyonel Açıdan Toplumsal Kurumlar Ve

Kurumlararası İlişkiler”. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler

Fakültesi Dergisi, 14(2), 25-46.

Uztuğ, F. (2008). “Markan Kadar Konuş! Marka İletişimi Stratejileri”. İstanbul: MediaCat

Kitapları.

Uzunlular, Y. (2018). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma, İnsan Kaynakları Yönetimi ve

Performans”. Yüksek Lisans Tezi, Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin.

Ünal, A. (2011). “KOBİ’lerde Pazarlama İletişimi ve Markalaşma”. Yüksek Lisans Tezi,

Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Walker, O. C. (1997). “The Adaptability of Network Organizations: Some Unexplored

Questions”. Journal of the Academy of Marketing Science, 25(1), 75-82.

Warren, R.C. (2003). “The Evolution of Business Legitimacy”. European Business Review,

15(3), 153-163.

Yarar, O. (2008). “Kurumsallaşma ve Markalaşma, İstanbul İlindeki Özel Hastaneler Üzerine

Bir Araştırma”. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Yazıcıoğlu, İ. (2008). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma”. Pusula Dergisi, 2, 42-43.

Yurdakul, B. N. (2003). “İşletme Yönetiminde İki Stratejik Görev: İmaj- Marka Yönetimi Ve

Müşteri İlişkileri Yönetimi”. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler

Dergisi, 39(11), 205-211.

Yüksel, Ü., Yüksel M. A. (2005). “Marka Yönetimi ve Marka Değerinin Ölçülmesi”. İstanbul:

Beta Basım Yayım.

Yükselen, C. (2008). “Pazarlama: İlkeler – Yönetim – Örnek Olaylar”. Ankara: Detay

Yayıncılık.

Zengin, B., ve İldeniz, H. (2005). “Turizm Sektöründe Marka ve İmaj Oluşturmanın Müşteri

Talebine Etkileri”. Pazarlama Dünyası, 19(5), 36-42.

Zucker, L.G. (1988). “Institutional Patterns and Organizations: Culture and Environment”.

Cambridge: Ballinger Publishing Company.

Page 179: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

172

İŞSİZLİK ENFLASYON VE BÜYÜME: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR

UYGULAMA

Fidan ATALAY Ege Meslek Yüksekokulu

Prof. Dr. Osman PEKER Adnan Menderes Üniversitesi

Özet

Makro ekonominin en temelinde yatan problemler arasında istihdam düzeyi, enflasyon ve büyüme sorunları

yer almaktadır. Dünya ekonomisine bakıldıgında özellikle 1960’lı yıllardan itibaren işsizlik ve enflasyon

arasındaki ilişkiyi ifade etmek için Philips eğrisinin kullanılması yaygın hale gelmiştir. Samuelson ve Solow (1960)

yılında Phillips Eğrisini geliştirerek parasal ücretlerdeki değişmeyi esas almak yerine enflasyon oranı ve işsizlik

arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Ekonomistler tarafından üzerinde uzun yıllar boyunca çalışılan Phillips

Eğrisi ekonomisinin her zaman önemli tartışma konularından biri olarak karşımıza çıkmıştır. Phillips eğrisi ile

ilgili yapılan çalışmalarda enflasyon dinamikleri ve arkasındaki etkenler önemli sorunlardan biri olarak görülmüş

ve farklı bakış açılarına yol açmıştır. Orijinal Phillips Eğrisinin oluşmasının ardından kavramsal olarak sürekli

yeni analiz ve yorumlar gerçekleşmiş bu nedenle enflasyon ve işsizlik arasındaki ilişkiyi inceleyen analizlerinde

bu sonuçlara bağlı olarak değişmesi beklenmiştir.

İşsizlik oranı ile ilgili yapılan temel analizlerden bir diğeri ise işsizlik ve ekonomik büyüme arasındaki

ilişkiyi açıklayan Okun Yasasıdır. Okun Yasası büyüme ve işsizlik arasındaki negatif ilişkiyi sayısal bir denklemle

ifade eden model olarak oluşturulmuştur.

Bu çalışmada 1970-2019 yıllarını kapsayan dönemde Türkiye ekonomisi açısından Phillips Eğrisinin

geçerliliğin sınanmış ve bu analize ek olarak Türkiye’deki işsizlik oranı ve büyüme arasındaki ilişkinin Okun

Yasası’na uyup uymadığı küresel ekonomik krizler de dikkate alınarak amprik olarak analiz edilmiştir. Analizde

öncelikle serilerin duraganlıgı sınanarak eş bütünleşme testi gerçekleştirilmiş ve uzun dönemli bir ilişkinin var

olup olmadığı araştırılmıştır. Elde edilen bulgulara göre; Türkiye’de kısa dönem dikkate alındığında Phillips

Eğrisi analizinin geçerli olduğu fakat uzun dönemde geçerli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca analizin diğer

bir önemli bulgusu ise Okun Yasası’nın Türkiye için geçerli olduğu sonucuna ulaşılmış olmasıdır.

Anahtar Kelimeler: İşsizlik, Enflasyon, Büyüme, Eşbütünleşme, Phillips Eğrisi

JEL Kodları : B22, B23, E24

UNEMPLOYMENT INFLATION AND GROWTH: AN APPLICATI ON TURKEY

Abstract

The main problems underlying the macro economy include employment level, inflation and growth

problems. In view of the world economy, especially since 1960, the use of the Phillips curve has become

widespread in order to express the relationship between unemployment and inflation. The relationship between

inflation and unemployment, rather than based on the change in monetary wages, by improving the Phillips curve

in Samuelson and Solow (1960). The Phillips Curve, which has been studied by economists for many years, has

always been one of the most important discussions of the economy. In the studies on the Phillips curve, inflation

dynamics and the factors behind it were seen as one of the major problems and led to different perspectives. After

the formation of the original Phillips curve, conceptually new analyses and interpretations have been made,

therefore, the analysis of the relationship between inflation and unemployment is expected to change depending

on these results. The rate of unemployment unemployment and economic growth made regarding another

fundamental analysis that describes the relationship between the arrow of Law. The law of the arrow is formulated

as a model that expresses the negative relationship between growth and unemployment with a numerical equation.

In this study, the validity of the Phillips Curve in terms of Turkish economy during the period 1970-2019

was tested and in addition to this analysis, the relationship between unemployment rate and growth in Turkey was

analyzed empirically taking into account the global economic crises in which the Okun law was observed. In the

analysis, first of all, the test of the stability of the series was carried out and the test of the integration was carried

out and the existence of a long-term relationship was investigated. According to the findings; It has been concluded

that short-term Phillips curve analysis is valid in Turkey, but it is not valid in the long-term. Another important

finding of the analysis is that the Okun law is valid for Turkey.

Key Words: Unemployment, Inflation, Growth, Cointegration, Phillips Curve

JEL Codes : B22, B23, E24

Page 180: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

173

1.Giriş

Tarihi oldukça eskilere dayanan ve fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artması

şeklinde tanımlanan enflasyon, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal olarak gelişmesini engelleyen

önemli faktörlerden biridir. Ekonomik yapıda ve finansal mekanizmalarda bozulmalara yol

açan enflasyon, makro düzeyde özellikle gelir ve kaynak dağılımı, ödemeler dengesi, bütçe ve

istihdam gibi temel unsurlar için gerekli olan finansal işlevlerin yerine getirilememesine ve

üretime dayalı firmaların mali yapılarının bozulmasına neden olmaktadır.

Geçmişten günümüze Enflasyon ve işsizlik gibi temel makro ekonomik sorunlar her ülke

ekonomisinin karşı karşıya olduğu problemler olmuştur. 1970 yılına gelindiğinde Amerikalı

iktisatçı Arthur Okun tarafından enflasyon ve işsizlik oranlarının dahil edildiği bir gösterge

olarak İktisadi Hoşnutsuzluk endeksi tanımlanmıştır. Bu endekse göre ekonomik birimlerin

iktisadi hoşnutsuzlugu piyasada oluşan enflasyon oranı ve işsizlik oranının toplamından

oluşmaktadır. Bu endekse göre bir ekonomide işsizliğin artması yani istihdamın azalması

durumunda ve enflasyonun artması yani bireylerin satın alma gücünde azalma yaşanması

durumunda enflasyon ve işsizlik oranlarındaki artış sonucunda iktisadi hoşnutsuzluk endeksi

artacaktır. Bu durum endeks düzeyinde yaşanan artış ekonominin piyasa dengesinden

uzaklastığını, gidişatında sorunlar yaşandığını ve makro ekonomik performansın kötü olduğunu

ifade eder.

1999 yılında İktisadi Hoşnutsuzluk Endeksi Nobel Ödüllü İktisatçı Robert Barro

tarafından geliştirilerek endekse yeni değişkenler eklenmiştir. Böylece iktisadi hoşnutsuzluk

endeksi enflasyon, işsizlik oranı büyüme oranı ve uzun vadeli tahvil faizi kullanılarak

oluşturulmuştur. Bu durumda endeks hesapanırken işsizlik oranı enflasyon faiz oranının

toplamı ile büyüme değişkenin arasındaki oranın pozitif olması durumunda farkından büyüme

oranının negatif olması durumunda ise toplamından oluşmuştur.

Barro’nun oluşturduğu endeks politika yapıcıları tarafından oldukça sık kullanılmaktadır

bunun nedeni endeksin dönemler arası makroekonomik performans karşılaştırılmaların

yapılmasına olanak sağlamasıdır. Diğer bir yandan endeks ekonomideki nispi değişimleri de

daha doğru bir şekilde ölçülmesine olanak vermiştir.

Ekonomik büyüme kavramı bir ülke açısından oldukça önemlidir. Toplumsal refah

düzeyinin analiz edilmesi bir ülkede veya belirli bir coğrafyada yaşayan toplumlar hakkında

önemli bilgiler içermektedir. Ve bir toplumun iktisadi açıdan hoşnutluğu o ülkenin enflasyon

işsizlik ve büyüme oranları ile yakından ilgilidir.

İşsizlik oranı, enflasyon oranı ve büyüme hızı gibi değişkenler ekonomik birimlerin karar

alma sürecini, günlük hayatını yakından ilgilendirdiği için hemen hemen tüm bireyler

tarafından takip edilmektedir. Özellikle kısa dönemde en çok etkileri gözlemlenebilen, dikkat

edilen ve sonuçları ciddi oranda hissedilen ekonomik sorunların başında bu kavramlar yer

almaktadır. Özelllikle gelişmekte olan ülkeler açısından bu kavramların sonuçları ve etkilerinin

arastırılması çok önem arz etmektedir. Ekonomik büyüme değişkeni nispeten enflasyon ve

işsizlik değişkenine oranla etkisinin uzun dönemde gözlemlenebildiği ayrıca enflasyon ve

işsizlik değişkeninden farklı birçok unsura bağlı değişen bir kavramdır. Teorik olarak

bakıldıgında bir ülkede ekonomik büyümenin gerçekleşmesi durumunda enflasyon oranı ve

işsizlik oranı düşüyorsa bireylerin gelir durumunda artış yaşanacak ve dolayısıyla iktisadi

hoşnutsuzluk endeksi de düşme eğilimi gösterecektir.

Ancak bir ülkede ekonomik büyüme oranında artış yaşanırken enflasyon veya işsizlik

oranında bir düşüş yaşanmaması durumu da gerçekleşmesi mümkün sonuçlar arasındadır.

Böyle bir durumda ekonomik büyüme nedeniyle piyasada artan milli gelirin büyük bir kısmı

aynı ülkedeki belli bir kitle tarafından tüketilmekte oldugunun göstergesidir ve sonuç olarak

ekonomide gelir dağılımdaki adaletsizliğin giderek artmasına yol açar.

Page 181: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

174

Öte yandan bir ülkede iktisadi hoşnutsuzluk endeksinin değişmesinin tek bir değişkene

bağlı olması durumu da mümkündür. Örneğin bir ülkede teknolojik gelişme yaşanması

durumunda ülkenin atıl durumunda bulunan kaynakları kullanılarak kapasite artışı yaşanmasına

neden olur bu yaşanan kapasite artışı sonucunda ekonomik karar vericiler üretimi artırır ve

dolayısyla piyasada mal arzında artış yaşanır, mal arzında yaşanan bu artış ise fiyatlar genel

seviyesini yani enflasyonu düşürür. Ancak teknolojik gelişmeler doğrultusunda yaşanan bu

gelişmeler sonucunda iş gücü verimliliği de artacağı için piyasada daha az iş gücü talebi

gerçekleşecek ve böylece işsizlik sorunu meydana gelecektir.

Son olarak ihracata dayalı büyüme modelini benimsemiş bir ülke için düşünüldüğünde

bu ülkenin ihracatı gerçekleştirmesi için gerekli olan ham madde, yatırım malı, ara malı gibi

mallardan yoksun olması nedeniyle bu ürünleri ithal edecektir. Dolayısıyla ihracatta artış

yasansa dahi ithalatda da artış yaşanmaktadır. İhracat ve ithalat da birlikte meydana gelen atış

üretimin artması için karşılığında belirli bir işgücünü talep edecek bu yüzden ülkedeki işsizlik

oranı nispeten azalacaktır bu durum ülke ekonomisi açısından iyi olarak düşünülsede ekonomik

büyümenin yalnızca ihracata dayalı olduğu ekonomilerde enflasyon oranı büyüme

değişkeninden değil, döviz kurunda meydana gelen değişmelerden etkilenecektir. Döviz

kurunda artış yaşanması durumunda ithalat pahalı hale gelerek ülkenin üretim maliyetlerini

artıracak ve dolayısıyla artan maliyetler sonucunda enflasyon oranı da yükselecektir.

Görüldüğü gibi aslında bir ülkenin gelişmişlik seviyesinide etkileyen, belirleyen,

gösteren, ekonomik birimlerin refahını etkileyen konumuzda ele aldığımız enflasyon işsizlik ve

büyüme gibi kavramlar birbirleriyle yakından ilişkili ve üzerine birçok farklı bakış açısından

analizlerin yapıldığı geniş bir alanı kapsamaktadır.

Çalışmanın amacı Türkiye’de 1970-2019 dönemi arasında ekonomik büyümenin

incelenmesi ve işsizlik oranı ve enflasyon oranında bir azalma olup olmadığının tespit

edilmesidir. Ayrıca Türkiye’nin iktisadi hoşnutsuzluk endeks değeleri de analiz edilmiştir.

Bunlara ek olarak analiz dönemi süresince Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin enflasyon

büyüme ve işsizlik oranında herhangi bir yapısal kırılmaya yol açıp açmadığı da kukla değişken

kullanılarak analize dahil edilmiş ve krizlerin etkileri de belirtilmiştir. Literatüre baıldığında

işsizlik enflasyon gibi konuları inceleyen birçok çalışma olmasına rağmen Türkiye için çok

fazla çalışma bulunmamakla birlikte dönem itibariyle kullanılacak yöntemler itibariyle ve bu

değişkenlerin etkilerinin bir arada incelenmesi ile çalışmanın literatüre katkı bağlamında büyük

önem taşıdığı düşünülmektedir.

2.Literatür

Türkiye ekonomisi için işsizlik, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi test

etmek amacıyla yapılan çalışmalar Tablo 1'de gösterilmiştir.

Tablo 1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme-İşsizlik-Enflasyon Arasındaki İlişki Üzerine Literatür

Özeti

YIL -

YAZARLAR

DÖNEM

DEĞİŞKENLER

ANALİZ

YÖNTEMİ SONUÇ

Kuştepeli

(2005)

(1980-2001)

(1988:2–2003:1)

Enflasyon ve

İşsizlik

Regresyon Analizi Her iki veri setinde de Phillips Eğrisi'ni

destekler nitelikte bir kanıt bulunamamış ve

enflasyon beklentilerinde, cari dönemde

enflasyon oranının işsizlik oranından daha

anlamlı olduğu tespit edilmiş

Page 182: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

175

(2005) Göktaş

Yılmaz

(1978-2004)

Ekonomik Büyüme

ve İşsizlik

Nedensellik Testi İşsizlikten ekonomik büyümeye doğru tek

yönlü bir nedensellik ilişkisi tespit edilmiş

(2005)

Karagöl vd.

(1987:1-2004:3)

GSYİH ve TÜFE

Nedensellik Testi İki değişken arasında uzun dönemde çift

yönlü bir nedensellik ilişkisi; kısa dönemde

ise sadece GSYİH'dan TÜFE'ye doğru bir

nedensellik ilişkisi tespit edilmiş.

(2006)

Korkmaz ve

Çoban

(1969-2006) Asgari

Ücret, Enflasyon ve

İşsizlik

Eşbütünleşme Testi

ve Nedensellik

Testi

Asgari ücretteki artışların enflasyondaki

artışların üzerinde olduğu görülmüş ve asgari

ücret ile enflasyon arasında çift yönlü bir

nedensellik ilişkisi tespit edilmiş

(2006) Terzi

ve Oltulular

(1976- 2003)

GSMH, TEFE,

ToplamKamu-Özel

Sabit Sermaye

Yatırımları

EKK Yöntemi Sabit sermaye yatırımları ile büyüme

arasındaki ilişkinin pozitif olduğu ve

enflasyonun hem büyüme hem de sabit

sermaye yatırımları ile arasındaki ilişkinin

negatif olduğu tespit edilmiş.

(2007)

Türkekul

(1988:1-2005:4)

Tarım Sektörünün

Büyüme Oranı,

TÜFE ve TEFE

Nedensellik Testi

ve VAR Analizi

Enflasyon ile ekonomik büyüme arasında

negatif bir ilişki ve enflasyondan ekonomik

büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik

ilişkisinin olduğu tespit edilmiş.

(2007)

Yapraklı

(1987:1-2007:1)

GSYİH, TÜFE ve

ÜFE

Nedensellik Testi Uzun dönemde GSYİH ile TÜFE ve ÜFE

endeksleri arasında negatif ilişkinin olduğu

ve nedensellik anlamında ise TÜFE ve

ÜFE'den GSYİH'ya doğru tek yönlü bir

ilişkinin bulunduğu tespit edilmiş

(2007)

Pazarlıoğlu ve

Çevik

(1939-2005)

İşsizlik ve

Enflasyon

Ratchet Model İşsizliğin hem enflasyondan hem de işsizlik

oranının tepe değerlerinden etkilendiği ve

histeri etkisinin geçerli olduğu tespit edilmiş

(2008) Artan (1987:1-2003:3)

GSYİH, TEFE ve

Enflasyon

Belirsizliğ

KoEntegrasyon

Testi ve

Nedensellik Testi

Enflasyon ve enflasyon belirsizliğindeki bir

artış uzun dönemde büyümeyi olumsuz

yönde etkilediği; enflasyon, enflasyon

belirsizliği ve büyüme arasında çift yönlü bir

nedensellik ilişkisinin olduğu tespit edilmiş.

(2008) Taban

(1970- 2006) Reel

GSYH ve TEFE

Eşbütünleşme Testi

ve ARDL Sınır

Testi

Enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde

hem uzun hem de kısa dönemde istatistiksel

olarak negatif etkilerinin olduğu tespit

edilmiş.

(2008)

Altıntaş vd.

(1992:1-2006:12)

TÜFE, Bütçe Açığı,

Para Arzı ve

GSYİH

ARDL Sınır Testi Hem uzun hem de kısa dönemde parasal

büyümenin enflasyon üzerinde pozitif bir

etkiye sahip olduğu; kısa ve uzun dönemde

bütçe açığının enflasyon üzerinde bir

etkisinin olmadığı tespit edilmiş

(2009) Hepsağ (2000:1-2007:3)

İşsizlik ve

Enflasyon

ARDL Sınır Testi Kısa dönemde enflasyon üzerinde işsizlik

oranlarından ziyade geçmiş enflasyon

oranlarının etkili olduğu; uzun dönemde ise

bir değiş-tokuş ilişkisinin bulunduğu tespit

edilmiş

Page 183: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

176

(2009) Saraç (1988:1-2007:4)

GSYİH, TÜFE ve

TEFE

ARDL Sınır Testi TÜFE ile GSYİH arasında hem kısa hem de

uzun dönemde; TEFE ile GSYİH arasında

ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir

ilişkinin bulunduğu tespit edilmiş

(2009)

Karaçor vd

(1990:1-2005:4)

GSYİH ve TEFE

Nedensellik Analizi

ve Eşbütünleşme

Testi

Büyüme ile enflasyon arasında nedensellik

anlamında çift yönlü bir etkileşimin olduğu

ve enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif

yönde etkilediği sonucuna ulaşılmış

(2010) Telatar

ve Abiyev

(1987:01- 2006:04)

GSYİH ve TÜFE

Çok Değişkenli

Otoregresif Koşullu

Değişken Varyans

(MGARCH)

Enflasyon değişkenliği ile üretim

değişkenliği arasındaki korelasyon

katsayısının zaman içinde değiştiği fakat

birkaç dönem dışında, bu korelasyon

katsayısının negatif olduğu sonucuna

ulaşılmış.

(2010)

Yorulmaz ve

Nemlioğlu

(1950-2006)

Enflasyon ve

Ekonomik Büyüme

VAR Analiz EKK sonucuna göre değişkenler arasında bir

ilişkinin olmadığı; fakat MLTS sonucuna

göre enflasyonun gecikmeli değerinin

büyüme oranı üzerinde etkili olduğu

sonucuna ulaşılmış

(2011)

Karaçor vd.

(1988:1-2007:4)

GSYİH ve TÜFE

Eşbütünleşme Testi

ve ARDL Sınır

Testi

Enflasyon ile ekonomik büyüme arasında

hem kısa dönemde hem de uzun dönemde

negatif yönlü bir ilişkinin olduğu tespit

edilmiş

(2012)

Özdemir vd

(1978-2010)

İşsizlik, Asgari

Ücret, Enflasyon ve

GSYİH

Eşbütünleşme Testi Uzun dönemde asgari ücret ve enflasyondaki

artışların işsizliği arttırdığı, milli gelir

artışlarının ise işsizliği azalttığı tespit edilmiş

(2012) Kanca (1970-2010)

İşsizlik ve

Ekonomik Büyüme

Nedensellik Testi Ekonomik büyümeden işsizliğe doğru tek

yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğu tespit

edilmiş.

(2013) Bayrak

ve Kanca

(1970-2010)

İşsizlik ve

Enflasyon

Eşbütünleşme Testi Değişkenler arasında uzun dönemde bir

ilişkinin olmadığı, kısa dönemde ise ters

yönlü bir ilişkinin olduğu sonucuna

ulaşılmış.

(2014) Selim

ve Ayvaz

Güven

(1990-2012) Reel

Efektif Döviz Kuru,

TÜFE ve İşsizlik

Eşbütünleşme

Testi, Nedensellik

Testi ve VAR

Analizi

Reel efektif döviz kurundan, işsizlik ve

TÜFE’ye doğru bir nedensellik tespit edilmiş

ve VAR analizinden elde edilen sonuçların

da nedensellik testini destekler nitelikte

olduğu sonucuna ulaşılmış.

(2014)

Şentürk ve

Akbaş

(2005:01-2012:07)

Sanayi Üretim

Endeksi, İşsizlik ve

Enflasyon

Nedensellik Testi İşsizlik ile hem sanayi üretim endeksi hem

de enflasyon arasında çift yönlü nedensellik

ilişkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmış.

(2014) Çondur

ve Bölükbaş

(2000Q1-2010Q4)

GSYİH, ÜFE ve

Genç İşsizlik

Nedensellik Testi ÜFE'den hem genç işsizliğe hem de

GSYİH'ya doğru; genç işsizlikten de

GSYİH'ya doğru tek yönlü bir nedensellik

ilişkisi tespit edilmiş

Page 184: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

177

Tablo 1’de görüldüğü üzere çalışmalarda kullanılan ekonometrik analiz yöntemi, analizde

kullanılan seriler, analizin içerdiği dönem farklılıklar göstermektedir. Bu durumun yanı sıra

benzerlik gösteren çalışmalarda bulunmaktadır.

3.Amprik Analiz

3.1 Veri Seti ve Yöntem

Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde işsizlik, enflasyon ve büyüme arasındaki

ekonometrik olarak incelenmektedir. Söz konusu ilişkinin tahmininde, Türkiye için 1960-2019

dönemine ait yıllık zaman serileri kullanılmıştır. 1960 -2019 dönemi için tahmin edilmiştir.

Veriler Dünya Bankası, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Tüik’den alınmıştır.

Engle Granger eş bütünleşme analizi iktisadi değişkenlere ait seriler durağan olmadığı

durumda da bu serilerin durağan doğrusal bir kombinasyonunun olabileceği belirtir. Serilerin

doğrusal durağan bir kombinasyonu olması durumunun da ekonometrik olarak analiz

edileceğini ileri sürmektedir. Bu değişkenleri etkileyen kalıcı dışsal şoklara rağmen değişkenler

arasında uzun dönemli bir denge ilişkisinin olduğunu göstermektedir. Analiz edilen değişkenler

arasında eş bütünleşme olması için kalıcı dışsal şokların olması durumunda bu şokların

sistemdeki değişkenlerin tümünü etkilemesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle incelenen

sistemdeki bütün değişkenlerin kendilerini ayrı ayrı etkilemekte olan her biri kendine özgü

dışsal kalıcı şoklara değil bütün değişkenlerin beraber olarak etkilendiği ortak kalıcı dışsal

şoklar stokastik trendlere sahip olmaları gerekir (Tarı, 2008:406).

Eş bütünleşme ve hata düzeltme modelleriyle analiz yapılmıştır. Amprik analiz 4 aşamalı

süreçten oluşmaktadır. İlk aşama olarak modelde yer alan değişkenlerin bütünleşme sırası

belirlenir. Daha sonrasında bütünleşme dereceleri aynı olan değişkenler En Küçük Kareler

Yöntemi (EKKY) yardımıyla eş bütünleşme regrasyonları tahmin edilir. Bu bağlamda bu

çalışmada Engle- Granger (1987) modeli uygulanarak modeldeki değişkenler arasında eş

bütünleşme ilişkisinin var olup olmadığını CRDW (Cointgration Regresion Durbin Watson )

ve Dickey Fuller (DF) testleri ile araştırılarak analiz edilmiştir.

Veriler yıllık olduğu için mevsimsellik etkisi görülmemiştir. Modeldeki değişkenlerin

Dickey Fuller (DF) testi ile bütünleşik I(1) değişkenler olduğu belirlenmiş ve eş bütünleşme

denklemi logaritmik doğrusal olmak üzere şu şekilde tanımlanmıştır:

Analizde kullanılan değişkenlerin durağan olup olmadıklarına karar verebilmek için hata

terimleri serisine ADF (Augmented Dickey_Fuller) testi uygulanması gerekir. Hata terimleri

serisinin durağan olması halinde söz konusu değişkenlerin eş bütünleşik olduğuna karar verilir.

Aksi durumda hata terimleri serisi eğer durağan değilse değişkenlerin eş bütünleşik olmadığı

sonucuna varılır.

Enders’a (Enders: 2004, 336) göre, et serisinin regresyon denklemi şu şekilde ifade

edilmiştir.

Burada, a1 = 0 hipotezi reddedilmiyorsa et serisinin birim köke sahip olduğu ve bu yüzden

değişkenlerin eş bütünleşik olmadıkları yönünde karar verilir.

Ancak a1 = 0 hipotezi reddediliyorsa et serisinin durağan olduğu ve böylece değişkenlerin

eş bütünleşik olduğu sonucuna varılır.

∆𝑒 = 𝑎1 et-1 + 휀t

Page 185: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

178

Serilerin eş bütünleşik olduğunun saptanması durumunda kısa dönem dinamiklerinin hata

düzeltme modeli ile araştırılması sürecine geçilir.

İşsizlik enflasyon ilişkisinin incelendiği modelde, hata terimi (error correction term =

ECT ), kısa dönemdeki davranış biçiminin uzun dönemdeki davranış biçimiyle ilişkili olduğunu

ve uzun dönem denge düzeyinde oluşan sapmaların ne kadar sürede ortadan kaldırılacağını

belirtmektedir.

Analizin veri ve yöntem kısmında anlatıldığı gibi durağan olmayan zaman serileri ile

tahmin edilen modellerde düzmece regresyon sorunu ile karşılaşılır. Bu regresyon sorunla

karşılaşılması sebebiyle (Engle Granger ve Newbolt, 1974), elde edilen sonuçların gerçek

ilişkiyi yansıtmaz. Bu durumda t ve f testleri sonuçları geçerliliği yitirir. Sonuç olarak durağan

olmayan zaman serileri ile yapılan regresyon analizlerinin anlamlı olması ve gerçek değerleri

yansıtması sadece bu zaman serilerinin aynı dereceden durağan olduğu durumda mümkün olur

(Gujarati,1999:726). Bir zaman serisinin durağan olabilmesi için ortalaması ile varyansının

zaman içinde değişmemesi ve iki dönem arasındaki kovaryansının bu koveryasın hesaplandığı

döneme değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı olması gerekir

(Gujarati,1999:713).

3.2 Ön Testler ve Analiz (ADF Birim Kök Testi)

Bu çalışmada incelenen değişkenlerin durağanlık düzeyleri Dickey- Fuller(1979) testiyle

belirlenmiştir. Söz konusu test üç regresyon denklemine bağlı gerçekleştirilir:

Bu testlerin sonucunda DF istatistikleri MacKinnon kritik değerleriyle karşılaştırılarak ;

Sıfır hipotezi serinin durağan olmama durumunu ifade eder. Ve sıfır hipotezi serinin birim

köke sahip olduğunu anlatır. Alternatif hipotez ise serinin durağan olduğu durumu yansıtmakta

ve serinin birim köke sahip olmadığını ifade eder. Bu analiz sonucunda hata terimi ut içsel

bağlantılı ise denklem yeniden düzenlenmiştir.

1.Yalın hali :

∆𝑌t = γYt-1 + ut

2.Sabit terimli :

3. ∆𝑌t = α0 + γYt-1 + ut

Sabit terimli ve trendli :

∆𝑌t = α0 +α1t+ γYt-1 + ut

Sıfır hipotezi (H0: γ =0), alternatif hipoteze karşı (H1: γ≠0) test edilir.

Page 186: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

179

Gecikme sayısı içsel bağıntısız modelin elde edilmesine bağlıdır. Bu şekilde yapılan test

Genişletilmiş Dickey Fuller (Augmented Dıckey Fuller: ADF) testi olarak bilinir. ADF test

sonuçlarının sunulduğu tabloda bütün değişkenlerin birinci farkı alındığında durağan olduğu

test edilmiştir.

3.3 Eş Bütünleşme Sınaması (Uzun Dönem Analizi)

Eş bütünleşme sınamasının yapılması için analizde kullanılan değişkenlerin düzeyde

birim kökünün olması ve farkı alındığında aynı dereceden durağan olması gerekir. Bu

koşulların sağlanıp sağlanmadığını belirlemek için değişkenleri temsil eden serilere ADF testi

uygulanmıştır. Tablo da görüldüğü üzere değişkenlerin birinci dereceden durağan oldukları

tespit edilmiştir. Bu durumda, söz konusu değişkenler arasında eş bütünleşme yönteminin

uygulanması için gerekli koşullar sağlanmıştır.

m

∆𝑌t = α0 +α1t+ γYt-1 +βt∑∆Yt-1 + ut

i-1

Bu denklemde m gecikme uzunluğunu, ∆ farkı alındığını

belirtmektedir.

Tablo . ADF Birim Kök Testi Sonuçları

1960-2019

Değişken ADF Testi

Kritik Değerler

%1 %5 %10

enf -1.682000 [1] -3.565430 -2.919952 -2.597905

unemp -1.864764 [1] -3.565430 -2.919952 -2.597905

lenf -12.85665 [0] -3.565430 -2.919952 -2.597905

Lunemp -10.90929 [0] -3.565430 -2.919952 -2.597905

Page 187: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

180

Söz konusu değişkenler arasında eş bütünleşmenin olması için ADF test istatistiğinin

Engle Granger tablo değerinden büyük olması gerekir. ADF test istatistiğinin mutlak değeri %5

önemlilik düzeyindeki tablo değerinden (3.17) büyük çıktığı için eş bütünleşme hata terimleri

serisi durağan çıkmıştır. Sonuç olarak enflasyon ve işsizlik değişkeni eş bütünleşiktir ve

değişkenler uzun dönemde birlikte dengeye gelmektedir. Bu sonuç aynı zamanda CRDW testi

ile de desteklenmiştir. Analiz sonucuna göre CRDW istatistik değeri 2.00 bulunmuştur. Bu

değer %5 önemlilikteki Engle Granger tablo değerinden (0.32) değerinden büyüktür.

Dolayısıyla hem ADF hemde CRDW sonucuna göre eş bütünleşmenin olduğu sonucuna

varılmıştır.

3.4 Hata Düzeltme Modeli Kısa Dönem Analizi

Hata düzeltme teriminin katsayısı beklentiler yönünde teoriye uygun olarak negatif

çıkmış ve istatistiki olarak anlamlı ve yorumlanabilir bir büyüklüktür. Hata düzeltme katsayısı

0 ile -1 arasında olması beklenir.

Hata düzeltme teriminin katsayısının negatif ve anlamlı olması bir başka açıdan daha

önem arz eder: söz konusu değişkenler arasında hem nedensellik ilişkisinin doğru kurulduğu

hem de yapılan analizin güvenilir olduğu yönünde bir kanıt teşkil eder.

3.5 Nedensellik Analizi

Nedensellik analizi, bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında etkileşim olup olmadığı

varsa da etkileşimin yönünü bulabilmek için yapılmaktadır. Nedensellik analizinde önce

serilerin durağanlığı kontrol edilmektedir. Seriler aynı düzeyde durağan ve eş bütünleşik ise

serilerin durağan olduğu düzeyde nedensellik ilişkisi Granger (1969) nedensellik analizi ile

araştırılmaktadır.

Modele öncelikle Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Yapılan Granger Nedensellik

Testi sonuçları sunulmuştur. Granger nedensellik test sonuçları bağımlı değişken gecikme

derecesindeki değişikliklere duyarlı olduğu için gecikme uzunlukları AIC kriteri kullanılarak

belirlenmiştir. İlk olarak VAR modeli kurulur.

Elde edilen bulgulara göre ; enflasyondaki değişim büyümedeki değişimin granger

nedenidir. İşsizlik oranındaki değişim büyümedeki değişimin granger nedeni olduğu sonucuna

ulaşılmıştır.

Dependent variable: GROWTH Excluded Chi-sq df Prob. ENF 45.76042 2 0.0003

UNEMP 30.37227 2 0.0340 All 91.48429 4 0.0000

Page 188: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

181

Bulgulara ek olarak büyümedeki değişim işsizlikteki değişimin granger nedeni oldugu

sonucuna da ulaşılmıştır. Elde edilen bulgulara göre ; işsizlik ve büyüme arasında çift yönlü

nedensellik ilişkisi bulunmuştur ve enflasyon ve büyüme arasında ise tek yönlü nedensellik

bulunmuştur.

Elde edilen nedensellik testi sonuçları VAR analizi bulgularıyla örtüşmekte ve VAR

analizinin sonuçlarını kuvvetlendirmemize yardımcı olmaktadır.

TARTIŞMA VE SONUÇ

Bu çalışmada, ekonomik büyüme ile işsizlik ve enflasyon oranı arasındaki ilişkinin varlığı

sınanmıştır. Ekonomik büyümenin işsizlik ve enflasyon oranı üzerinde etkili olup olmadığını

tespit edebilmek için ilk olarak çalışmada kullanılan değişkenler için birim kök testleri

yapılmıştır. Yapılan bu testler, sonucunda sanayi üretim endeksi durağan, işsizlik ve enflasyon

oranı ise birim köklü çıkmıştır.

Ekonomik büyüme gerçekleşirken, işsizlik ve enflasyon oranında bir değişiklik

olmaması, hane halkının refah düzeyini iyileştirmemektedir. Dolayısıyla refah düzeyinde

iyileşmeden söz edebilmek için ekonomik büyümeyle birlikte enflasyon oranı ve işsizlik

oranının azalması gerekmektedir. Refah düzeyinde iyileşme yaşanabilmesi için enflasyon oranı

ve işsizlik oranının dışında soysal, siyasal ve kültürel alanda birçok ilerlemenin kaydedilmesi

de gerekmektedir. Buna rağmen, hane halkının iktisadi hoşnutsuzluğunu belirlemede işsizlik ve

enflasyon oranı yeterli görülmektedir. Türkiye’de ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli

uygulanmakta ve ihracat ekonomik büyümenin lokomotifi olarak görülmektedir. Türkiye,

ihracat yapıp ekonomik büyüme gerçekleştirebilmek için ihracat için gerekli olan girdileri ithal

etmektedir. Böylelikle, ihracat artışıyla birlikte işsizlik oranı azalma eğilimi göstermekte ancak

üretimde kullanılan ham madde ve ara mallarının bir bölümü ithal edildiği için işsizlik

oranındaki azalma sınırlı olmaktadır. Eğer, enerji başta olmak üzere ihraç malı üretiminde

kullanılan girdiler ithal edilmek yerine yurt içinde üretilebilirse işsizlik oranındaki azalma daha

büyük olacaktır. Ayrıca, üretim için ithal malına olan ihtiyaç azalacağı için döviz kurunda

meydana gelecek olası artışın, üretim maliyetine etkisi de azalacaktır. Dolayısıyla enflasyon

oranının döviz kuruna bağımlılığı azalacaktır. Özellikle 2008 yılında ABD’de başlayıp

dünyanın birçok ülkesine yayılan küresel ekonomik krizden sonra birçok ülkede negatif

büyüme oranı gerçekleşmesine rağmen Türkiye’de kısa sürede toparlanma yaşanmıştır.

Türkiye, ekonomik büyüme gerçekleştirmesine rağmen işsizlik ve enflasyon oranları yetkili

otoritelerce hedeflenen oranların üzerinde seyretmektedir. Bu sonuç, Türkiye’nin ihracatı için

gerekli olan malların önemli bir kısmını ithal etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden

ihracat için gerekli olan malların yurtiçinde üretimine önem verilip gerekli teşviklerin yapılması

gerekmektedir. Ayrıca, tüketim kadar üretim için de gerekli olan petrol, doğalgaz vb. enerji

kaynaklarına alternatif kaynaklar geliştirilmelidir. Aksi takdirde, gerçekleşen ekonomik

büyüme istihdam yaratmayan ve enflasyon oranını düşürmeyen bir nitelik kazanacaktır. Bunun

Dependent variable: UNEMP Excluded Chi-sq df Prob. ENF 25.61560 2 0.1089

GROWTH 59.48265 2 0.0000

All 87.74570 4 0.0000

Page 189: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

182

yanında, söz konusu ekonomik büyümenin toplumsal refaha katkı sağlayabilmesi için gelir

dağılımı adaletinin de sağlanması gerekmektedir.

Kaynakça

ATAMAN, B.C., (2006), “Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar”,

İktisat, İşletme ve Finans, Yıl: 21, Sayı: 239, Şubat, ss. 93-107.

BARIŞIK, S., ÇEVİK. E.İ., ÇEVİK N.K., (2010), “Türkiye’de Okun Yasası Asimetri

İlişkisi ve İstihdam Yaratmayan Büyüme: Markow Switching Yaklaşımı” Maliye Dergisi,

Temmuz-Aralık 2010, Sayı: 159, ss. 88-102.

BERBER, M. ve ARTAN S., (2004), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye

Örneği” Tartışma Metni, Türkiye Ekonomi Kurumu.

CAPORALE, G.M. ve SKARE, M., (2011) "Employment Growth, Inflation and Output

Growth: Was Phillips Right? Evidence from a Dynamic Panel" CESifo Working Paper Series

3502, CESifo Group Munich.

GHOSH, A. and PHILLIPS S., (1998), “Warning: Inflation May be Harmful to Your

Growth” IMF Staff Papers, Vol: 45, Isuue: 4, pp. 672-710.

HACKER, R.S. and HATEMI-J A., (2006) “Tests for Causality between Integrated

Variables Using Asymptotic and Bootstrap Distributions: Theory and Application”, Applied

Economics, Vol: 38, pp. 1489–1500.

KALKAN, M., (1999), “Uzun Dönemde Enflasyonun Büyüme Maliyeti”,

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

KARA M. ve DURUEL, M., (2005), “Türkiye’de Ekonomik Büyümenin İstihdam

Yaratamama Sorunu”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 50, ss. 367-396.

KIZILGÖL, Ö., (2006); “Türkiye’de Büyüme Oranı ile İşsizlik İlişkisi”, Akademik Fener

Dergisi, Sayı:6

MALLIK, G. and CHOWDHURY A., (2001), “Inflation and Economic Growth:

Evidence from Four South Asian Countries” Asia-Pasific Development Journal, Vol: 8, Issue:

1, pp. 123-135.

OKUN, A., (1962), “Potential GNP: Its Measurement and Significance”, American

Statistical Assosiciation. Proceedings of the Business and Economic Statistics Section, pp. 98-

104.

OLTULULAR, S., TERZİ H., (2006), “Yüksek Enflasyon Enflasyon Belirsizliğini

Artırıyor mu?”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 3,

ss. 1-22.

PERRON P., (1989), “The Great Crash, the Oil Price Shock, and the Unit Root

Hypothesis”, Econometrica, Vol. 57, No. 6, pp. 1361-1401.

PHILLIPS, A.W., (1958) “The Relation between Unemployment and The Rate of Change

of Money Wage Rates in the United Kingdom, 1861-1957", Economica, pp. 25, 17. 832

PHILLIPS, A.W., (1962) “Employment, Inflation and Growth" Economica, Vol: 29, pp.

1-16.

PHILLIPS, P.C.B. and PERRON P., (1988), “Testing for a Unit Root in Time Series

Regression”, Biometrika ,Vol. 75, pp. 335-346.

RAURICH, X. and SOROLLA V., (2000) "Long Run Unemployment, Growth and

Inflation" UFAE and IAE Working Papers.

SARAÇ, T.B., (2009), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi

Üzerine Ekonometrik Bir Uygılama (1988-2007)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Doktora Tezi,

TODA, H.Y. and YAMAMOTO T., (1995), “Statistical Inference in Vector

Autoregressions with Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics, Vol: 66, pp.

225-250.

Page 190: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

183

TURHAN, E.S., (2007), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi”, Yayımlanmamış

Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Kahramanmaraş.

ÜNSAL, E.M., (2007), Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara.

YILMAZ, G.Ö., (2005), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları Arasındaki

Nedensellik

İlişkisi” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2,

ss. 63-76.

YILMAZ, Ö. ve KAYA, V., (2007), "Bölgesel Enflasyon Bölgesel Büyüme İlişkisi:

Türkiye İçin Zaman Serisi ve Panel Veri Analizleri", İktisat İşletme ve Finans, Sayı: 247, ss.

62-78.

YÜCEOL, H.M., (2006), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve İşsizlik İlişkisinin

Dinamikleri”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 243, Haziran, ss. 81-95.

ZIVOT, E. and ANDREWS, D. W. K., (1992). “Further Evidence on the Great Crash,

The Oil-Price Shock,and the Unit-Root Hypothesis”, Journal of Business and Economic

Statistics, Temmuz, Vol: 10, Issue: 3.

Page 191: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

184

LOCATING POLICY TRANSFER IN TURKISH POLICY MAKING:

THE CASE OF FINNACIAL AIDS GRANTED BY CENTRAL FINNACE

AND CONTRACTING UNIT IN THE PROVINCE OF MANISA

Associate Professor, Buğra Özer

Manisa Celal Bayar University, Faculty of Economics and Administrative Sciences, Department of Political

Science and International Relations, Manisa, Turkey, [email protected]

Assistant Professor, Aslıhan Özel Özer

Manisa Celal Bayar University, Ahmetli Vocational College, Program of Tax and Accounting Applications,

Ahmetli, Manisa, Turkey; [email protected]

Abstract

Policy Transfer issue has been one of the most contentious issues within a general context of public policy

literature. Given the framework of ‘Europeanization’ that can be grasped as a novice way of policy transfer, the

proposed study shall tackle with the notion of policy transfer in the form of Europeanization and henceforth dwell

on the making and the creation of policy transfer experiences that can be understood within the support and grants

that are directed by the European Union n to the Turkish case. Despite different characterizations and

concretizations of policy transfer, the Europeanization as a policy transfer literature grants a sound theoretical

frame within which the very problematization of the proposed study will be contextualize. In the light of the

theoretical foundations, the proposed study aims to shed light upon the policy transfer literature theoretical

background. The effort shall also combine these theoretical foundations with the Europeanization perspective for

the public policy making in Turkey. Concretely speaking, the study uses the projects carried out within the province

of Manisa as a case study where the policy transfer is transformed within a general picture of Turkish public

policy making. The expected results will demonstrate that policy transfer takes place at a sting which complexity

happens to shape the processes.

Keywords: Policy Transfer, Europeanization, Public Policy, Projects, Central and Finance and Contracting

Unit,

JEL Codes: H10, H11, H12.

1.Introduction

This study is an attempt put in perspective the level of effectiveness and the efficiency of

the EU-Funded projects via the Central Finance and Contracting Units (CFCU)by means of

hermeneutic readings of responses of different representative stakeholders involved in the EU-

funded projects as representatives of different organization from a policy transfer perspective.

Given the default perspective, the effort shall shed light upon how a policy transfer perspective

has been adapted by different stake holders internalized the implementation of EU-funded

projects from a perspective of Europeanization. In such regard, the aim of the attempt is to show

how Europeanization perspective gets to be blended with the values of Turkish politico-

economic setting. The storyline of this paper can be traced back to the Scientific research project

aka Bilimsel Araştırma Projesi by Aytuğ and Özer et.al that attempted to problematize the

deficient performance of Manisa province in terms of the financial grants directed by the

Central Finance and Contracting Unit. Rather than problematizing on the question of mediocre

performance of in terms of the acquired grants, this work elucidates the policy transfer setting.

Given the default theoretical perspective of the study in the making of policy transfer

practices in Turkey, This study is an attempt put in perspective the level of effectiveness and

the efficiency of the EU-Funded projects via the Central Finance and Contracting Units by

means of hermeneutic readings of responses of different representative stakeholders involved

in the EU-funded projects as representatives of different organization from a policy transfer

perspective. Henceforth, the effort shall shed light upon how a policy transfer perspective has

been adapted by different stake holders internalized the implementation of EU-funded projects

from a perspective of Europeanization. In such regard, the aim of the attempt is to show how

Page 192: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

185

Europeanization perspective gets to be blended with the values of Turkish politico-economic

setting. The storyline of this paper can be traced back to the Scientific research project aka

Bilimsel Araştırma Projesi by Aytuğ et. al. (2019) that attempted to problematize the deficient

performance of Manisa province in terms of the financial grants directed by the Central Finance

and Contracting Unit. Rather than problematizing on the question of deficient performance of

in terms of the acquired grants, this work elucidates the policy transfer setting with how values

of Europeanization were subjugated to different changes,

The plan of the study is as follows: The first section will give a scoop of basic information

on the literature of Europeanization and policy transfer whist the second one shall dwell on the

analysis within the Turkish Case. Finally, the study will present concluding remarks attached

to the study.

2.What is Policy Transfer and Europeanization All About?

The term policy transfer has been a commo theoretical token through which many public policy-

oriented researches have been put into perspective. While a classical reading of policy transfer

by Dolowitz and Marsh (2000) has been rendered “a process by which knowledge of policies,

administrative arrangements, institutions and ideas in one political system as such “policy

transfer analysis is a theory of policy development that seeks to make sense of a process or set

of processes in which knowledge about institutions, policies of delivery systems at one sector

or level of governance is used in the development of institutions, policies or delivery systems

at another sector or level of governance. (past or present)’ (Evans, 2004: 10) There have been

also numerous literal definitions attached to the term ( See also for the interrelated definitions

of policy transfer: Benson & Jordan, 2011; Dolowitz & Marsh, 1996; Evans & Barakat,

2012).the literature on the term follows a more comprehensive pattern can be traced back to

those studies carried on the policy diffusion practice in regard to different transactions between

the federal state and cities in the 1990s. ( Walker, 1969; Grey, 1973).Policy transfer has come

to refer to be reviewed in a perspective of “lesson-drawing” as put forth by Rose (1991) where

he has come to emphasize the voluntary action of drawing lessons in a modernist rational style

of policy design whereby he observes “Every country has problems, and each thinks that its

problems are unique...However, problems that are unique to one country...are

abnormal...confronted with a common problem, policy makers in cities, regional governments

and nations can learn from their counterparts elsewhere responded. James and Lodge indeed

confirm such an affirmation by observing in relation to the lesson learning as such “‘Lesson

drawing’ is very similar to conventional rational accounts of policymaking which stress that

policy decisions are made about the pursuit of valued goals through structured interventions by

public bodies or their agents. The decisions are based on searching for the means to pursue

goals in a systematic and comprehensive manner, reviewing policy in the light of experience

and any other available information to adjust (James and Lodge, 2003:181)

The very primary systemization of policy transfer literature by Dolowitz and Marsh was set to

revolve around five set of questions to aid and facilitate the reach processes that could be

juxtaposed as “Why do actors engage in policy transfer? Who are the key actors involved in the

policy transfer process? What is transferred? From where lessons are drawn? What are the

different degrees of transfer? What restricts or facilitates the policy transfer process? How is

the process of policy transfer related to policy “success” or policy “failure”? (Dolowitz and

Marsh, 2000:8) Along with such an approach they were to introduce a multi-level approach in

which “Policy transfer, emulation and lesson-drawing all refer to a process in which knowledge

about policies, administrative arrangements, institutions etc. in one time and/or place is used in

the development of policies, administrative arrangements, institutions in another time and or

place” (Dolowitz and Marsh, 1996:344)

Page 193: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

186

Dolowitz and Marsh also are of the claim that notwithstanding policy transfer is on the rise

relative to the former practices of convergence and policy lesson drawing by their remarks

“While there is no denying that the process of policy transfer is not new, it nonetheless appears

that over the past decade or so, as technological advances have made it easier and faster for

policy-makers to communicate with each other, the occurrences of policy transfer have

increased. Oliveira and Feira also note that the authors in question suggest that the policy

transfer be contemplated on a continuum with opposite poles to be located. Whilst one side

should take the name of voluntary policy adoption, the other side is called as the coercive

transfer that is indicative of imposition from a foreign source (Olivier’s and Feiras, 2003:15).

The literature review on policy transfer points out the existence of four kinds of approaches.

The first of these approaches is the Process-cantered approach that emphasize the personal

interaction whose legitimacy comes from factors like kinship and agreed culture (Bennet, 1991)

The policy transfer is taken as an independent variable with emphasis of goals of policy along

with administrative culture and techniques. Rose, in the meanwhile adds up policy transfer as

a dependent variable with investigation why transfers emerge coupled with lessons

incorporated. A second of strand of policy transfer groupings is named as the ideational

approaches which incorporate the system of ideas that ease politicians and policy makers in

addressing the issues and learn how to learn (Hall, 1993; Common, 2004; Stone, 1996; and,

Ladi, 2002). A third group approaches is called comparative approaches that take single

comparative case studies and cross national aggregate studies (See Wolman, 1992; Peters, 1997

respectively) A fourth group policy transfer literature, known as multi-level approaches is

concentrated upon multilevel approaches that dwell upon “understanding outcomes of policy

transfer through combining macro and micro (Dolowitz and Marsh, 1996;2000), or,

macro, meso and micro(Common, 2001; Evans and Davies,1999) levels of enquiry.” (quoted

by Evans, 2003:14)

In undertaking the task to analyze the Turkish case in question the study takes the fourth

group of multilevel approaches in concrete terms the Europeanization perspective to handle the

transfer of different projects via the CFCU. The attempt shall from here on give a scoop of

information on the making of Europeanization policy transfer the very sort of impact that

European Union introduces to all member and candidate countries around the Union is known

as Europeanization. The impact of the EU is often described as Europeanization. Aldrich is to

be the one of the very first scholars to systematically describe the process in which countries

domestically adapt their policy framework to the European Union regulations and harmonize

with the different systematics of the EU and harmonization (Ladrech, 1994).

The term also shows that the process is a two-way shifts and amendments in policy, patterns,

styles, and practices to aid the harmonization and adaption of different states to the general

frameworks of the Union member state (Featherstone, 2003). From the perspective, Boerzel

(1999: 574) defines the Europeanization a process by which domestic policy areas become

increasingly subject to European policymaking while some others like Risse et.al. give a similar

twist to the term as ‘the emergence and the development at the European level of distinct

structures of governance’ (Risse, Green Cowles and Caporals, 2001: 1). In terms of the

components of Europeanization, Radaelli underlines different processes to be converging for

the policy-transfer like structure that includes “…. processes of (a) construction, (b) diffusion,

and (c) institutionalisation of formal and informal rule procedures, policy paradigms, styles,

‘ways of doing things’, and shared beliefs and norms which are first defined and consolidated

in the making of EU public policy and politics and then incorporated in the logic of domestic

discourse, identities, political structures, and public policies” (Radaelli, 2003:30).

Ladi observes that Europeanization provides a sound theoretical framework in which policy

transfer takes place as put forth by Radaelli with different sets of pretexts. First Europeanization

emerges at different policy levels yet without acknowledging the two-sided flow of processes.

Page 194: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

187

Second a perspective of policy transfer and diffusion with a sense of policy change

characterized by “domestic discourses, identities, political structures and public policies”

Therefore all of these ramifications may be qualified to be the resultant of “institutionalisation

of formal and informal rules, procedures, policy paradigms, styles and shared beliefs and

norms” (Ladi, 2007:4)

The study takes a turn to the analysis of CFCU projects and in what ways they could be deemed

to back a process of policy transfer and such.

3.CFCU and CFCU Projects Implementations in Turkey with Emphasis on the Province

of Manisa Practices

In the aftermath of the Helsinki Summit of the European Council on 10-11 December 1999 that

recognized Turkey as a candidate country, the main Framework of Turkey-EU financial

cooperation was subjugated to a grand scheme of changes. The rationale of these changes

simply followed a general framework in which EU financial assistance was channelized

towards the pre-accession goals and full membership in perspective the ramification of these

changes brought about the making a “Decentralised Implementation System (DIS).” DIS also

became the context in which the CFCU is also operating. (See also CFCU Web Site: http) The

key actors of DIS in Turkey. These newly units became” designated by the Prime Ministry

Circular of the 18th July 2001:

The National Fund and the National Authorizing Officer (NAO),

The National Aid Coordinator (NAC) – NIPAC in IPA,

The Central Finance and Contracts Unit (CFCU) and Programme Authorizing Officer

(PAO),

The Senior Programme Officers (SPOs) in line ministries,

The Financial Cooperation Committee (FCC).” (CFCU Web Site

http://www.cfcu.gov.tr/about) The Council’s decision along with Regulation No. 2500/2001 of 17th December 2001 to adopt

“Pre-Accession Financial Assistance for Turkey” brought about the establishment of the CFCU

by the Memorandum of Understanding (MoU) signed between the EU Commission and the

Turkish Government on 14th February 2002 later to be ratified by Grand National Assembly

with the Law No.4802 on 30th January 2003. The legislation recognized the CFCU to be

“designated with the sole responsibility over the all budgeting, tendering, contracting, payments

accounting and financial reporting aspects of the procurement of the services, supplies, works

and grants in the context of the EU funded programmes in Turkey. In 2003 also, management

of financial assistance to Turkey is conferred by the EU Commission on a decentralized basis

to the CFCU.”( CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about)

The Addendum No. 1 to the Memorandum of Understanding which was signed in March 2006

and to be ratified by Turkish Legislative branch TGNA on 10th May 2006 with the Law

No.5500 administratively affiliated and connected the Under secretariat of Treasury, headed by

the NAO. Addendum No.1 foresaw the regulation and management of details and such issues

as the administrative relationship with Treasury, staffing, status of staff and budgetary affairs

by means of proper legal arrangement the Turkish Government was endowed with task of

covering the administrative, salary and all other operating costs of the CFCU via national

budgeting units. .” (CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about)

In the Kutay and Özer teal work (2018) which problematized the underperformance of Manisa

Province in terms of the CFCU between 2010-2018, the findings of the study reveal that CFCU

contracts did indeed contribute to the various levels of policy transfer to be also carried out in

the case of Manisa example. First and foremost, the CFCU by means of budgeting, tendering,

Page 195: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

188

contracting, payments, accounting and financial reporting of all procurement in the context of

the EU funded programmes, paved a new way whereby procedures of different handlings of

projects were Europeanized with emphasis on the modernization of legal rational bureaucracy

thus moving away from patrimonial impact of approach Secondly, speaking for the centralized

administration and public bureaucracy as an advisory body indicates that CFCU handling the

affairs comes an advisory body for many civil society organizations and decentralized units

particularly for on EU procurement and financial implementation procedures Thirdly, The

CFCU is actively involved in those practices with beneficiary organizations and different stake

holders including contractors for a good performance of EU funded projects. By means of

managing all contractual operations in the in the project implementation period, the EU

established a well-secured policy implementation processes to be copied in national and

domestic policy-making processes b thanks to the realization and concretization of tendering

and contracting processes of certain time frames of different projects By an effective and

efficient of ensuring actual use of EU funds,, The CFCU has been claimed to contribute

specialized advisory training capacity and maintain the necessary documentation for foreseen

missions.

4.Concluding Remarks

The process of policy transfer has been realized in a context of Europeanization in Turkey

whereby the CFCU backed projects contribute to the process. The process has also to be backed

to what extent the practices of policy transfer and values of such programs are being internalized

and owned by domestic levels of analyse. This begs the making a new subsequent study that

has to respond to the making of a stronger civil society in Turkey yet to be supported in all

dimensions including a multi-faceted analysis.

REFERENCES

Aytuğ K. Özer B. et al. (2018) Avrupa Birliği’nin Merkezi Finans Ve İhale Birimiaraciliğiyla Manisa

İlinde Yararlanilan Avrupbirliği Hibelerinin Değerlendirilmesi Proje No: 2018-132

Benson, D., & Jordan, A. (2011). What have we learned from policy transfer research?

Dolowitz and Marsh revisited. Political Studies Review, 11, 366-378.

Boerzel, T. (1999) ‘Towards Convergence in Europe? Institutional Adaptation to

Europeanization in Germany and Spain’, Journal of Common Market Studies, 37. 4, pp.573-

596

CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about

Common, R. (2001), Public Management and Policy Transfer in Southeast Asia

(Aldershot:Ashgate).

Common, R. (2004), ‘Organisational Learning in a Political Environment: Improving Policy-

making in UK Government’, Policy Studies, 25: 72-97.

Dolowitz, D., & Marsh, D. (1996). Who learns what from whom: a review of the policy transfer

literature? Political studies, 44(2), 343-357.

Dolowitz, D. P., & Marsh, D. (2000). Learning from abroad: The role of policy transfer in

contemporary policy‐making. Governance, 13(1), 5-23.

Davies, J., and M. Evans (1998), ‘Unpacking Policy Transfer Analysis: The Case of Local

Agenda 21’, University of York, Department of Politics Working Paper, No. 14 (York:

University o f York).

Page 196: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

189

Evans, Mark. (2004) “Understanding Policy Transfer” in the Evans, Mark (ed.) Policy Transfer

in Global Perspective London: Routledge

Featherstone, K. (2003a) “Introduction: In the Name of ‘Europe’”, in K. Featherstone and C.

Radaelli (eds.), The Politics of Europeanization, Oxford: Oxford University Press, pp. 3-26.

Gray, V. (1973), ‘Innovation in the States: a diffusion study’, American Political Science

Review, 67: 1174-85.

Hall, P. (1993), ‘Policy paradigms, social learning and the state: the case of economic policy-

making in Britain,’ Comparative Politics, 25: 275-96.

James, O., & Lodge, M. (2003). The limitations of ‘policy transfer’ and ‘lesson drawing’ for

public policy research. Political studies review, 1(2), 179-193.

Ladi, S. (2002), Globalization, Europeanization, and policy transfer: a comparative study of

knowledge institutions, PhD Thesis, Department of Politics, University of York, England

Ladi, S. (2007) Europeanization and Policy Transfer: A Comparative Study of Policy Change

in Greece and Cyprus: Paper presented at panel 16 Greek Politics Specialist Group Panel 1:

Effects of Europeanization on Greek Policy Sectors57th Political Studies Association Annual

Conference Europe and Global Politics: 11 -13 April 2007, Bath, UK

Aldrich, R. (1994) ‘Europeanization of Domestic Politics and Institutions: The Case of

France,’ Journal of Common Market Studies, 32. 1, pp. 69-88.

Oliveira, Osman Porto De, & Faria, Carlos Aurélio Pimenta De. (2017). Policy Transfer,

Diffusion, And Circulation: Research Traditions and the State of the Discipline in Brazil. Novos

estudos CEBRAP, 36(1), 13-32. https://dx.doi.org/10.25091/s0101-3300201700010001

Rose, Richard (1991). ‘What is lesson-drawing.’ Journal of Public Policy 11: 3–30.

Peters, B.G. (1997), ‘Policy transfers between governments: the case o f administrative

reforms’, West European Politics, 20: 71-88.

Risse, Th., Green Cowles, M. and Caporaso, J. A. (2001) ‘Europeanization and Domestic

Change: Introduction’, in M. Green Cowles, J. A. Caporaso and Th. Risse

(eds.),Europeanization and Domestic Change. New York: Ithaca, pp. 1-20.

Walker, J. L. (1969), ‘The diffusion o f innovations among American states’, American Political

Science Review, 63, 880-99.

Wolman, H. (1992), ‘Understanding Cross National Policy Transfers: The Case of Britain and

the U S’, Governance, 5: 27-45.

Page 197: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

190

TÜKETİM VE BELİRSİZLİK İKİLEMİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Dr. Öğr. Üyesi Tuğba AKIN

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected].

Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected].

Özet

Tasarruf ve tüketim olgusu birbirini tamamlayan iki kavram olarak literatürde yer bulmakta ve birçok

çalışmaya konu olmaktadır. Özellikle tüketim harcamalarındaki artış ile ekonomik büyüme gösteren ülkeler,

devamında yaşadıkları tasarruf eksikliği problemini yurt dışı finansman ile karşılamaya çalışmakta ve giderek

yurtdışı finansmana bağımlı hale gelmektedir. Bu bağımlılık dünya genelinde ve ulusal anlamda yaşanan

ekonomik krizler karşısında söz konusu ülkelerin ekonomik kırılganlığını arttıran bir unsur olarak karşımıza

çıkmaktadır. Türkiye gibi tüketerek büyüyen ve diğer bir taraftan tasarruf eksikliği sarmalı ile uğraşan ülkeler

zamanlar arası seçim yapmak zorunda kalmakta, ekonomik hedeflerine göre politika değişiklikleri

yapmaktadırlar. Türkiye’de tüketim, iç piyasanın canlılığını korumak için bir gereklilik haline gelmiştir.

Bu kapsamda bu çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri olan tüketici fiyat

endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki ilişki, 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için

analiz edilmiştir. Çalışmada ele alınan değişkenler yapısal kırılmalara son derece duyarlı olup, söz konusu yapısal

kırılmaları kademeli/yumuşak geçiş yöntemi ile analiz etmeye yardımcı olan Fourier yaklaşımı kullanılmıştır.

Değişkenlerin birim kök test analizi Enders ve Lee (2012) Fourier ADF ve Becker, Enders ve Lee (2006) Fourier

KPSS testleri ile; nedensellik ilişkisi ise Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizi (Nazlıoğlu vd.;2016) ile

incelenmiştir. Elde edilen bulgular döviz kurundan tüketim harcamalarına doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi

olduğunu, diğer belirsizlik değişkeni olan TÜFE’den tüketim harcamalarına doğru ise çok değişkenli VAR modelli

kümülatif bir nedensellik ilişkisi olduğunu göstermektedir.

Anahtar Kelimeler: Tüketim, Enflasyon, Tüketici Güven Endeksi, Döviz Kuru, Fourier Yaklaşımı.

JEL Kodları: C82, E21, P44.

CONSUMPTION AND UNCERTAINTY DILEMMA: A CASE OF TURKEY

Abstract

The concept of saving and consumption is found in the literature as two complementary concepts and is the subject

of many studies. Especially, the countries that show economic growth with the increase in consumption

expenditures are trying to meet the problem of lack of savings with foreign financing and so they become

increasingly dependent on foreign financing. This dependency is a factor of increasing the economic fragility of

these countries when they faced with the global and national economic crises. These countries, as well as Turkey,

have grown by consumption and also in dealing with the other side of the saving gap on a vicious cycle and they

had to make intertemporal choices and policy changes according to their economic goals. Consuming has become

necessary for Turkey to keep its domestic market alive.

Within this scope, the relationship between consumption and consumer price index (CPI), consumer confidence

index (CCI) and the exchange rate which are factors of economic uncertainty are analyzed for 2004: Q1-2018:

Q4 period in this study. The variables discussed in this study are highly sensitive to structural breaks. Fourier

approach which helps to analyze these structural breaks by smooth shift method is used. Unit root test analysis of

variables is investigated by Enders and Lee (2012) Fourier ADF and Becker, Enders and Lee (2006) Fourier

KPSS tests while the causality is analyzed by Fourier Toda Yamamoto causality analysis (Nazlıoğlu vd.;2016).

The findings show that there is a strong causality relationship from the exchange rate to the consumption

expenditures, and there is a cumulative causality relationship with multivariate VAR model from uncertainty

variable CPI to consumption expenditures.

Keywords: Consumption, Consumer price index, Consumer confidence index, Exchange rate, Fourier Approach.

JEL Codes: C82, E21, P44.

1.GİRİŞ

Page 198: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

191

Literatürde yer alan pek çok çalışma, tüketimin gelire karşı duyarlı olabileceğini

göstermektedir (Modigliani ve Brumberg, 1954; Friedman, 1957; Collins,1991; Carrol ve

Weil,1994; Edwards,1995; Thimann ve Dayal-Ghulati,1997) . Bireyler, elde ettikleri gelire

bağlı olarak tüketim harcamalarını yapmaktadır; fakat gelecek belirsiz bir hal almaya

başladığında bireyler olası bir tepki olarak harcamalarını arttırmak yerine tasarruf yapma

eğilimine girmektedirler (Sandmo, 1970; Skinner,1988; Flodѐn, 2006). Belirsizlik ortamının

artması bireyler üzerinde ihtiyati baskıyı arttırmakta ve kontrollü tüketim harcamalarına neden

olmaktadır. Bu durum Türkiye gibi üretimden uzak tüketerek büyüyen ülkeler için tasarruf-

tüketim dengesini sağlama hususunda zorluklar yaratmaktadır.

Belirsizlik kavramı olarak ilk akla gelen makroekonomik değişken, enflasyon

rakamlarındaki belirsizliktir. Aynı zaman da ülkeler hane halklarının ekonomiye güvenini

ölçebilmek için düzenli anketler yapmakta ve tüketicinin güven endeksi verilerini elde

etmektedir. Türkiye gibi ithalata bağımlılığı yüksek ülkelerde, belirsizlik değişkenlerinin

tüketici davranışları ve tüketim üzerindeki etkisini enflasyon ve tüketici güven endeksi gibi

belirli kavramlar ile açıklamak ne kadar yeterli olacaktır? İşte bu sebeple çalışmada ağırlıklı

olarak ithalat harcamaların USD cinsinden yapan Türkiye’nin tüketimi üzerinde etkili olduğu

tahmin edilen tüketici fiyat endeksi ve tüketici güven endeksinin yanı sıra USD kuru da analize

dahil edilmiştir. Bu kapsamda çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri

olan tüketici fiyat endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki

ilişki, 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Çalışmada 2. Bölümde konu ile ilgili

teorik çerçeveye yer verilmiş; 3. Bölümde ülke verileri paylaşılmıştır. 4 Bölümde konu ile ilgili

ampirik çalışmalar ele alınmıştır. 5. Bölümde ekonometrik analiz yapılmış ve sonuçları son

bölümde tartışılmıştır.

2. TEORİK ÇERÇEVE

Teorik çalışmalar riskten kaçınan tüketicilerin büyük belirsizliklere karşı önlem almak

amacı ile tasarrufu arttırması gerektiğini öngörmektedir (Sandmo, 1970; Skinner,1988; Flodѐn,

2006). Belirsizlik bir risk olarak tüketicilerin karşısına çıkmakta; gelir ve sermaye riskleri

bireyleri tasarrufa itmektedir. Bireyler belirsizlik riskine karşı ihtiyati güdülerle hareket

etmektedir. Belirsizlik ortamında tüketim negatif etkilenmekte; bireyler daha çok tasarruf

eğiliminde olmaktadır. Bu kapsamda Madsen ve McAleer (2000) tüketimi açıklamada

belirsizlik hipotezinin de dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Öyle ki belirsizlik

ortamında bireylerin gelire karşı duyarlılığı daha çok artacaktır. Gelirde meydana gelen büyük

bir artış, ihtiyati tasarruf ihtiyacını azaltacak ve dolayısıyla tüketimi arttıracaktır. Aksine

gelirdeki büyük bir düşüş, ihtiyati tasarrufu artıracaktır, böylece gelir ve tüketim arasında

pozitif bir ilişki kurulacaktır. Tüketicilerin uyarlanabilir beklentileri olduğu varsayımı altında

sonuçlar daha pekiştirici bir hal almaktadır. Böyle bir durumda tüketiciler, gelirlerindeki

düşüşün devam etmesini beklemekte ve bu durum tasarruflarını arttırmaktadır. Üreterek

büyümeyen ülkeler tasarruf ihtiyacını karşılayabilmek için dışa bağımlı bir hale gelmektedir.

Bu nedenle modele döviz kuru değişkeni ilave edilerek tüketim fonksiyonu birçok açıdan ele

alınmıştır.

3.ÜLKE BİLGİLERİ

Türkiye’de tüketim harcamalarının GSYİH içerisindeki payı 2000’li yılların başlarından

itibaren uygulanmaya başlayan enflasyon hedeflemesi politikalarının da etkisi ile %60

seviyelerinin üzerinde seyretmiştir. Ancak, özellikle 2013 yılında ABD Merkez Bankası

FED’in sıkılaştırıcı para politikası uygulamaya başlayacağını ilan etmesinden sonra, Türkiye

gibi yurt dışı bağımlılığı yüksek ülkelerde döviz kuru kırılganlığı artmış ve USD kuru yükselme

eğilimi göstermiştir. Nitekim Grafik 1’ de de görüleceği üzere Türkiye’de 2013 yılı sonrası

Page 199: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

192

USD kuru artış eğilimi gösterirken, tüketim harcamalarının GSYİH içerisindeki payı azalış

trendine girmiştir.

Grafik 1. Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve USD kuru verileri (2004-2018)

Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019

Benzer şekilde enflasyon rakamları ile tüketim harcamaları arasındaki ilişki

irdelendiğinde enflasyon ile tüketim arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu söylemek

mümkündür (Grafik 2).

Grafik 2. Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve TUFE endeksi verileri (2004-

2018)

Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019

0,0

1,0

2,0

3,0

4,0

5,0

6,0

52

54

56

58

60

62

64

66

200420052006200720082009201020112012201320142015201620172018

C USD

0,0

50,0

100,0

150,0

200,0

250,0

300,0

350,0

400,0

52

54

56

58

60

62

64

66

200420052006200720082009201020112012201320142015201620172018

C TUFE

Page 200: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

193

Grafik 3: Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve Tüketici Güven Endeksi verileri

(2004-2018)

Kaynak: The Global Economy, TÜİK, 2019

Grafik 3’de ise Türkiye’de tüketim ve TGE verileri 2004-2018 dönemi için

raporlanmıştır. Özellikle 2015 yılına kadar birlikte hareket ettiği gözlemlenen verilerin 2015

yılı ve sonrasında trend hızlarının yavaşladığı tüketim harcamalarının tüketici güven endeksi

verilerinden bağımsız azalış trendinde olduğu görülmektedir. Bu durum tüketim harcamaları ile

belirsizlik değişkenler arasındaki ilişkiyi analiz ederken veri gözlemi ile yorum yapmanın

yeterli olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple söz konusu ilişkinin varlığını

ampirik yöntemler ile analiz etmek daha doğru olacaktır.

4.LİTERATÜR

Tüketim harcamaları, birçok çalışmaya konuolup analizler için en temel verilerden bir

tanesini oluşturmaktadır. Fakat tüketim harcamaları, belirsizlik faktörleri ile ele alındığında

yeterli derecede araştırılmadığı göze çarpmaktadır. Bu kapsamda gerek ülkemizde gerek diğer

ülkelerde yapılan tüketim harcamaları ve belirsizlik faktörleri ile ilgili bazı çalışmalar Tablo 1’

de özetlenmiştir.

Tablo 1. Literatür Özeti

Çalışma Ülke Model Değişkenler Sonuç

Madsen ve Mcaleer

(2000)

ABD Sıradan En Küçük

Kareler

Regresyon

Yöntemi

-Reel Kişi Başına

Harcanabilir Gelir

-Reel Kişi Başına

Dayanıklı Olmayan

Mal ve Hizmet

Tüketimi

-Real After-Tax İnterest

Rate

-Belirsizlik

-Kredi kısıtlamaları

Modelde belirsizlik ve

kredi kısıtlamaları yer

aldığı durumda tüketimin

mevcut gelire duyarlılığı

olmadığı ve tüketici

güven endeksinin

tüketimi tahmin

edemediği bulgusuna

ulaşmışlardır.

0,0

10,0

20,0

30,0

40,0

50,0

60,0

70,0

80,0

90,0

100,0

52

54

56

58

60

62

64

66

C TGE

Page 201: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

194

Howrey

(2001)

ABD -Hata

DüzeltmeModeli

- Sıradan En

Küçük Kareler

Regresyon

Yöntemi

-Tüketici Güven

Endeksi

-Harcanabilir Gelir

-Tüketim Harcamaları

-Dayanıklı Mal Ve

Motorlu Taşıt

Harcamaları

Aylık veriler baz

alındığında, tüketici

güven endeksi ve kişisel

tüketim harcamaları

büyüme oranı arasında

istatistiksel ve ekonomik

açıdan anlamlı bir ilişki

bulunmaktadır fakat bu

ilişkinin gürültülü olduğu

ortaya konmuştur.

Descroches ve

Gosselin

(2002)

ABD Eşik Değer

Modeli

-Tüketim

-Tüketici Güven

Endeksi

-Enflasyon

-İşsizlik oranları

-Hisse senedi fiyatları

-Servet

-Harcanabilir gelir

-Faiz oranları

Ekonomik ya da politik

belirsizliklerin yüksek

olduğu ve değişkenlik

gösterdiği dönemlerde

tüketici güven endeksi

tüketimin önemli bir

göstergesi haline

gelmektedir. Tüketici

güven endeksi,

harcanabilir gelir modele

dahil edildiğinde tüketim

tahminine katkısının

olması ve kritik

dönemlerde gelirin

ötesinde bilgi içerdiğini

görülmektedir.

Arısoy

(2012)

Türkiye Zaman Serisi

Analizi

-İşsizlik

-TCMB Tüketici

Güven Endeksi

-TCMB Reel Kesim

Güven Endeksi

-İşsizlik

-İstihdam

-Tüketim

Her iki güven endeksi ile

istihdam, hisse senedi

piyasası, tüketim

harcamaları ve üretim

değişimleri arasındaki

ilişki incelenmiş ve iki

ayrı model ele alınmıştır.

Sonuçlar incelendiğinde

Tüketici güven

endeksinin tüketim

harcamaları üzerinde

etkisi olduğu görülürken

reel kesim güven

endeksinin ise sanayi ve

hisse senedi

piyasalarında etkiliği

olduğu sonucuna

ulaşılmıştır.

D'Acunto, Hoang ve

Weber

(2015)

Almanya -Multinominal

Logit

-Farkların farkı

yöntemi

-Yaş

- Gelir

-Medeni Durum

-Şehir Büyüklüğü

-Çocuk Sayısı

-Meslek

-İşsizlik

-Belirsizlik

-Dax endeksi

-Faiz Oranı

Enflasyon beklentisinde

olan hanehalkı daha

yüksek olasılıkla

dayanıklı tüketim

mallarını satın

almaktadır. Daha

eğitimli, yüksek gelirli ve

kentte yaşayan hanehalkı

için bu etki daha

güçlüdür.

Page 202: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

195

5.ANALİZ

5.1. Veri seti

Bu çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri olan tüketici fiyat

endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki ilişki, 2004:Q1-

2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Dönem belirlenirken Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye

Giriş Programı uygulama sonuçları ile tek parti iktidarının etkilerinin gözlemlendiği dönem

dikkate alınmıştır. Yorum kolaylığı sağlamak için tüketim, TÜFE, TGE ve döviz kuru

değerlerinin logaritması alınmıştır. Çeyrek dönemlik veriler Tramo-Seats metodu ile

mevsimsellikten arındırılmıştır. Analiz aşamasında GAUSS 10 programı kullanılmıştır.

Çalışmada kullanılan değişkenler ile ilgili detaylı bilgi Tablo 2’de sunulmuştur.

Tablo 2. Veri Seti

Değişkenler Kısaltma Açıklaması Birimi Kaynağı

Tüketim LNC Logaritmik Tüketim

Harcamaları/GSYİH

Oran-

Değer

The Global Economy

(www.theglobaleconomy.com)

Tüketici Fiyat

Endeksi LNTÜFE

Logaritmik Tüketici Fiyat

Endeksi Değer

TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

(www.evds2.tcmb.gov.tr)

Tüketici Güven

Endeksi LNTGE

Logaritmik Tüketici

Güven Endeksi Değer

TÜİK

http://www.tuik.gov.tr

Döviz Kuru

(USD) LNUSD

Logaritmik ABD Doları

(Döviz Satış, Düzey) Değer

TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

(www.evds2.tcmb.gov.tr)

5.2. Yöntem

Serilerin durağanlığı Enders ve Lee Fourier ADF (EL) (2012) ile Becker, Enders ve Lee

Fourier KPSS (BEL) birim kök testleriyle analiz edilmiştir. Fourier yaklaşımı

kademeli/yumuşak geçiş (smooth transition) yapısal kırılmaların gözlemlenmesine olanak

sağlamakta aynı zamanda önceden bir bilgi ve varsayıma gerek olmaksızın analiz yapabilme

olanak sağlamaktadır. Türkiye’de gözlemlenen tüketim davranışlarının yapısal şoklara

ani/keskin tepki vermemesi sebebiyle çalışmada analiz yöntemi olarak Fourier yaklaşım tercih

edilmiştir. Düzeyde ve düzeyde ve trendde yapısal kırılmalı EL Fourier ADF ve BEL Fourier

KPSS testlerinin denklemleri şu şekilde ifade edilmektedir (Enders ve Lee, 2012; Becker vd.,

2006):

(1)

𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐴𝐷𝐹 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒, 𝑌𝑡 = 𝛼𝑌𝑡−1 + 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + ∑ 𝑝𝑞∆𝑌𝑡−𝑞𝑞𝑖=1 + 𝛿𝑡

(2)

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝛼𝑌𝑡−1 + 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ +∑ 𝑝𝑞∆𝑌𝑡−𝑞

𝑞𝑖=1 + 𝛿𝑡

(3)

𝐵𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐾𝑃𝑆𝑆 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡

(4)

Page 203: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

196

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡

k; Fourier frekans sayısını ifade etmektedir.

Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizi

(Nazlıoğlu vd., 2016, s.172) ile incelenmiştir. Toda Yamamoto (1995) nedensellik analizi

Granger nedensellik yönteminin geliştirilmiş halidir. Ventosa- Santaularia ve Vera-Veldes

(2008, s.8) bu konuya eleştiri getirerek, yapısal değişmelerin olması halinde nedensellik analiz

sonuçlarının etkili sonuç vermediğini tespit etmişlerdir. Bu sebeple yapısal kırılmaların varlığı

durumunda, bu kırılmaları dikkate alan nedensellik analizi çalışmaya dahil edilmiştir. Yapısal

kırılmaların biçim, tarih ve sayı olarak bilinmediği bir durumda, Fourier yaklaşımı ile kademeli

olarak yapısal kırılmaları arındırmak için model şu şekilde tanımlanmıştır (Nazlıoğlu vd.,2016,

s.172);

(5)

α(t) = α0 + ∑ γ1knk=1 sin(

2πkt

T) + ∑ γ2k cos(

2πkt

T

nk=1 )

α(t); zamana bağlı olup, Yt’de meydana gelen herhangi bir yapısal değişimi ifade etmektedir.

n; frekans sayısını, k; frekansı, γ1k ve γ2k ise sırasıyla frekansları genişliğini ve yerlerini

göstermektedir. Frekans sayısının (k) ve optimal gecikme uzunluğunun (p) değerleri

belirlenirken bilgi kriterlerinde en küçük değeri veren k ve p değerleri seçilmiştir.

5.3. Birim kök testi sonuçları

Çalışmada elde edile Fourier yaklaşımlı birim kök testi sonuçları Tablo 3’de sunulmuştur.

Tablo 3. Birim Kök Test Sonuçları

Birim Kök Testleri Yumuşak Geçiş (Smooth Shift)

EL k BEL K

Düzeyde Kırılma (Model 1)

LNC -1.2501 1 1.5152 1

ΔLNC -6.1383*** 1 0.0172*** 1

LNTUFE 2.8745 1 1.7857 1

ΔLNTUFE -1.7180 1 0.2789 1

ΔΔLNTUFE -4.6764*** 1 0.0120*** 1

LNTGE -2.6304 3 1.7383 2

ΔLNTGE -6.0973*** 3 0.0831*** 3

LNUSD 2.8859 3 1.6424 1

ΔLNUSD -4.3726** 1 0.1356** 1

Düzeyde ve Trende Kırılma (Model 2)

LNC -2.7652 1 0.1052 1

ΔLNC -6.1068*** 1 0.0170*** 1

LNTUFE -0.1886 1 0.1202 1

ΔLNTUFE -2.9811 1 0.0356*** 1

ΔΔLNTUFE -10.2571*** 1 0.0067*** 1

LNTGE -3.0965 1 0.2648 2

ΔLNTGE -6.0269*** 3 0.0654*** 3

LNUSD 2.1342 1 0.1603 1

ΔLNUSD -5.3304*** 3 0.0362*** 3

Page 204: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

197

Not: Birim kök analizinde maksimum gecikme uzunluğu 4 ve optimal gecikme uzunluğu ise AIC istatistiği

anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Fourier tabanlı EL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans

değeri ( k=3 ve k=1) ve Fourier tabanlı BEL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans değeri ( k=1,2,3)

olan optimal frekans değeri hata terimleri toplamının karesinin minimum olduğu noktaya göre belirlenmiştir.

Düzeyde Kritik Değerler;

Düzeyde kırılmalı modelde, EL; -4.4200(%1) -3.8100 (%5) -3.4900 (%10) k=1; -3.7700 (%1) -3.0700 (%5)

-2.7100 (%10) k=3; BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.6671 (%10) 0.4152 (%5) 0.3150

(%1) k=2.

Düzeyde ve trende kırılmalı modelde,; EL: -4.9500(%1) -4.3500(%5) -4.0500 (%10) k=1; BEL0.2699 (%10)

0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.2022 (%10) 0.1321 (%5) 0.1034(%1) k=2.

Birinci Farkında Kritik Değerler;

Düzeyde kırılmalı modelde, EL; -4.4200(%1) -3.8100 (%5) -3.4900 (%10) k=1; -3.7700(%1) -3.0700 (%5) -

2.7100 (%10) k=3; BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.2103 (%10) 0.1423 (%5) 0.1141

(%1) k=3

Düzeyde ve trende kırılmalı modelde, EL: 0.2022 (%1) 0.1321 (%5) 0.1034 (%10) k=1; -4.4500 (%1) -

3.7800(%5) -3.4400 (%10) k=3; BEL; 0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471 (%1) k=1; 0.2103 (%10) 0.1423

(%5) 0.1141 (%1) k=3.

Tablo 3’deki sonuçlar incelendiğinde; yapısal kırılmaların kademeli yani yumuşak geçişli

(smooth transition) olması varsayımı altında, serilerin düzey değerlerinde birim kök içerdiği,

yani durağan olmadığı, ancak birinci farkları alındığında durağan hale geldikleri yani I(1)

oldukları görülmektedir. Serilerin düzey değerleri ile durağan olmaması yapısal şokların kalıcı

bir şekilde etkili olduğunu göstermektedir.

5.4. Fourier toda yamamoto nedensellik testi sonuçları

Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizinde, değişkenler arasındaki ilişki hem

doğrudan hem de dolaylı etki yöntemleri ile analiz edilmiş; bu sebeple tek değişkenli (bivariate)

ve çok değişkenli (multivariate) VAR tahmini yapılmıştır. Analiz sonuçları Tablo 4’ de

raporlanmıştır.

Tablo 4. Fourier Toda Yamamoto Nedensellik Testi Sonuçları

Tek Değişkenli VAR Methodu Çok Değişkenli VAR Methodu

LNC 𝐹𝑇𝑌𝑇𝑒𝑘 𝐹𝑇𝑌𝐾ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓 𝐹𝑇𝑌𝑇𝑒𝑘 𝐹𝑇𝑌𝐾ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓

LNTUFE

Wald İst. 0.833 1.688 7.164 9.443

p-Değeria 0.361 0.793 0.127 0.051**

p-Değerib 0.691 0.891 0.262 0.120

Frekans (k) 1 3 1 3

Gecikme Uz. (p) 1 4 4 4

LNTGE

Wald İst. 0.226 0.186 2.352 2.832

p-Değeria 0.635 0.666 0.125 0.586

p-Değerib 0.897 0.917 0.315 0.739

Frekans (k) 1 3 1 3

Gecikme Uz. (p) 1 1 1 4

LNUSD

Page 205: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

198

Wald İst. 5.428 35.459 3.631 7.648

p-Değeria 0.020** 0.000*** 0.057** 0.105

p-Değerib 0.077* 0.001*** 0.166 0.207

Frekans (k) 2 3 1 3

Gecikme Uz. (p) 1 4 1 4

Not:FTYtek: Tek frekanslı Fourier TY yaklaşımı ve FTYkümülatif: Kümülatif frekanslı Fourier TY yaklaşımını ifade

etmektedir. Maksimum k ve p değerleri sırasıyla 3 ve 4 olarak alınmış ve optimum değerler Akaike bilgi kriterine

göre belirlenmiştir. p-Valuea ,p serbestlik derecesindeki asimtotik ki-kare dağılımını ifade etmektedir. p- değerib

ise, bootstrap kullanılarak 1000 yineleme ile elde edilmiştir. VAR(p+d) modeli tahmininde dmax=1 olarak

bulunmuştur. Tek değişkenli VAR modeli her bir bağımsız değişken ile tüketim arasındaki ilişkiyi vermektedir.

Çok değişkenli VAR modeli ise bağımsız değişkenlerin birbirinden etkilenme olasılığını da göz önünde

bulundurmaktadır.*,** ve *** sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade etmektedir.

Tablo 4’ deki sonuçlar incelendiğinde döviz kurundan tüketime doğru güçlü bir

nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Döviz kurunun etkisinin diğer belirsizlik değişkenlerinin de

etkisi dâhil edildiğinde istatistiksel açıdan daha güçlü bir nedensellik yarattığı görülmektedir.

Çok frekanslı Fourier TY sonuçlarına göre tüketici fiyat endeksi, döviz kurunun ve tüketici

güven endeksinin etkisi ile birlikte kümülatif olarak tüketim harcamalarının nedenseli olduğu

gözlemlenmiştir.

6. SONUÇ

Türkiye ekonomisinde tüketim davranışları, özellikle Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı

ve enflasyon hedeflemesi politikası uygulanmaya ve gerek faiz oranlarında gerekse enflasyon

oranlarında sonuçları görülmeye başlandıktan sonra önemli ölçüde artış eğilimi göstermiştir.

2002-2007 yılları arasında gözlemlenen tüketim artışının ana sebeplerinden biri ekonomide

belirsizlik ortamının büyük ölçüde azalmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar belirsizlik

kavramı ilk olarak enflasyon oranlarını çağrıştırsa da Türkiye’nin dışa bağımlı tutumu

bireylerin döviz kurundaki değişmelere karşı hassasiyetini arttırmıştır. Bu kapsamda çalışmaya

belirsizlik faktörleri olarak enflasyon verilerinin yanı sıra döviz kuru ve tüketici güven endeksi

verileri de dahil edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre tüketim, TÜFE, TGE ve döviz kurunda

meydana gelen yapısal şokların kalıcı olduğu ve döviz kurunun önemli ölçüde tüketim

harcamalarının belirleyicisi olduğu bulunmuştur. Bu durum politika yapıcıların söz konusu

değişkenlerde meydana gelen yumuşak geçişli şokların etkisini azaltmak için kalıcı çözümler

bulması gerektiği ile ilgili önemli bir sonuç vermektedir. Aynı zamanda tüketicilerin döviz kuru

karşısındaki hassasiyetinin artmış olması tüketim harcamalarını kontrol etmek için uygulanacak

ekonomi politikalarında döviz kurunda dikkate alınması gerektiğini göstermektedir.

KAYNAKLAR

Arısoy, İ. (2012) “ Türkiye Ekonomisinde İktisadi Güven Endeksleri ve Seçilmiş Makro

Değişkenler Arasındaki İlişkilerin VAR Analizi” ,Maliye Dergisi, 162, 304-315.

Becker, Ralf, Walter Enders ve Junsoo Lee (2006) “A Stationarity Test in the Presence of an

Unknown Number of Smooth Breaks”, Journal of Time Series Analysis, 27.3, 381-409.

Carroll, C. D. ve Weil, D. N. (1994) “Saving and growth: a reinterpretation”, In Carnegie-

Rochester Conference Series on Public Policy, 40, 133-192, North-Holland.

Collins, S. M. (1991) “Saving behavior in ten developing countries”, In National saving and

economic performance,349-376, University of Chicago Press.

Page 206: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

199

D’Acunto, F., Hoang, D., ve Weber, M. (2015) “Inflation expectations and consumption

expenditure”, Chicago Booth Global Market Working Paper Series.

Desroches, B., ve Gosselin, M. A. (2002)” The usefulness of consumer confidence indexes in

the United States” ,No. 2002-22, Bank of Canada.

Edwards, S. (1995) “Why are saving rates so different across countries? An international

comparative analysis”, NBER, No. w5097.

Enders, Walter, and Junsoo Lee (2012) "The flexible Fourier form and Dickey–Fuller type unit

root tests.", Economics Letters 117.1, 196-199.

Friedman, M. A. (1957) “Theory of the Consumpion Function”, Princeton NJ: Princeton

University Press.

Flodén, M. (2006) “Labour supply and saving under uncertainty”, The Economic

Journal, 116(513), 721-737.

Howrey, E. P. (2001) “The predictive power of the index of consumer sentiment” ,Brookings

papers on economic activity, 1, 175-207.

Madsen, J. B., ve McAleer, M. (2000) “Direct tests of the permanent income hypothesis under

uncertainty, inflationary expectations and liquidity constraints”, Journal of

Macroeconomics, 22(2), 229-252.

Modigliani, F. ve Brumberg, R. (1954) “Utility analysis and the consumption function: an

interpretation of cross-section data”, Franco Modigliani, 1.

Nazlıoğlu, Ş., Görmüş N. A. ve Soytaş U. (2016) “Oil Prices and Real Estate Investment Trusts

(REITs): Gradual-Shift Causality and Volatility Transmission Analysis”, Energy

Economics, 60, 168-175.

Sandmo, A. (1970) “The effect of uncertainty on saving decisions” ,The Review of Economic

Studies, 37.3, 353-360.

Skinner, J. (1988) “Risky income, life cycle consumption, and precautionary savings”, Journal

of Monetary Economics, 22.2, 237-255.

Thimann, M. C. ve Dayal-Gulati, M. A. (1997) “Saving in Southeast Asia and Latin America

compared: searching for policy lessons”, International Monetary Fund, (No. 97-110).

Toda, H. Y., ve Yamamoto, T. (1995) “Statistical inference in vector autoregressions with

possibly integrated processes”, Journal of econometrics, 66(1-2), 225-250.

Ventosa-Santaulàrıa, D. ve Vera-Valdés, J. E. (2008) “Granger-causality in the Presence of

Structural Breaks”, Economics Bulletin, 3.61, 1-14.

Page 207: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

200

TÜRKİYE’DE LİKİDİTE KISITI UYGULAMALARI VE TÜKETİM

İLİŞKİSİ: FOURİER NEDENSELLİK YAKLAŞIMI

Dr. Öğr. Üyesi Tuğba AKIN

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected]

Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected]

Özet

2000’li yılların ortalarından itibaren gerek kredilere ulaşım kolaylığı gerekse faiz oranlarındaki belirgin

azalış nedeniyle Türkiye’de ertelenmiş tüketim harcamalarının artan bir eğilim gösterdiği gözlemlenmiştir.

Türkiye bu dönemde ağırlıklı olarak büyümesini tüketim kanalı ile gerçekleştirmiştir. Zaman zaman politika

yapıcılar tüketimi ve dolayısıyla tasarrufu kontrol altında tutabilmek için hane halklarının gelecekte elde

edecekleri kazanca karşılık ödünç alabilecekleri tutar ile ilgili likidite kısıtı gibi yöntemler uygulamaktadır. Bu

uygulamaların istenilen sonucu verip vermediği ise likidite kısıtı uygulaması olan faiz, kredi kısıtlamaları ve gelir

gibi faktörlerin tüketim üzerinde ne kadar etkili olduğuna bağlıdır. Bu kapsamda, çalışmada tüketim ile faiz, hane

halkı kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz

edilmiştir. Çalışmada serilerin durağanlığı Kurozumi (2002) yapısal kırılmalı birim kök testi ve Becker, Enders

ve Lee (2006) Fourier KPSS testi ile analiz edilmiştir. Seriler arasındaki nedensellik ilişkisi ise Fourier Granger

nedensellik testi (Enders ve Jones, 2016) ile sınanmıştır. Elde edilen bulgulara göre Türkiye’de hane halkı

kredilerinden ve kişi başı mili gelirden tüketime doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Benzer şekilde

Fourier yaklaşımının kümülatif frekans modeline göre faiz oranlarından tüketime doğru bir nedensellik mevcuttur.

Türkiye’de tüketim harcamalarına yönelik uygulanan likidite kısıtı yöntemleri kademeli bir şekilde tüketim

harcamalarında etkili olmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Tüketim, Hane Halkı kredileri, Faiz Oranı, Gelir, Fourier Yaklaşımı.

JEL Kodları: C82, E21, E40.

THE RELATIONSHIP BETWEEN LIQUIDITY CONSTRAINT APPLICATIONS

AND CONSUMPTION IN TURKEY: THE CAUSALITY WITH FOURIER

APPROACH

Abstract

Since the mid-2000s, in Turkey, it has observed that showed an increasing trend in the deferred consumption of

Turkey due to both the lending facilities and the significant decrease in interest rates. Turkey’s growth rate is

realized mainly through consumption channel in this period. The policymakers may sometimes apply methods to

control consuming and therefore savings such as liquidity constraint methods to the amount that households can

borrow in return for future earnings. Whether these methods yield desired results, it depends on the effect of factors

like interest, credit constraints and income which are liquidity constraint application on consumption.

In this context, the causality relationship between consumption and interest, household credit and per capita

income are analyzed for the period 2004: Q1-2018:Q4 in Turkey. In the study, the stationarity of the series were

analyzed by Kurozumi (2002) structural break unit root test and Becker, Enders and Lee (2006) Fourier KPSS

test. The causality relationship between the series were investigated by Fourier Granger causality test (Enders

and Jones, 2016). According to the findings, there is a strong causality from the household credit and income to

consumption. Similarly, according to the cumulative frequency model of the Fourier approach, there is a causality

from interest rates to consumption. Liquidity constraints methods applied for consumption in Turkey have a

gradual manner effect on consumption expenditures.

Keywords: Consumption, Household Credit, Interest Rate, Income, Fourier Approach.

JEL Codes: C82, E21, E40.

1.GİRİŞ

Bireyler geçmişten bu yana gelirlerinin bir kısmını tüketirken bir kısmını yatırım ya da

tasarruf etme eğilimi göstermektedir. Bu eğilimin ağırlıklı olarak hangi yönde olacağı birçok

etkene bağlı olarak bireyler ve toplumlar arasında farklılık göstermektedir. Türkiye gibi tasarruf

Page 208: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

201

etme eğilimi düşük ülkeler giderek dış finansmana bağlı hale gelmiş; bu durum ülkelerin

özellikle ekonomik belirsizlik ortamlarında finansal ve ekonomik kırılganlığını arttıran bir

unsur olmuştur. Politika yapıcılar zaman zaman bu kırılganlığı azaltabilmek ve ülke

tasarruflarını arttırabilmek için hane halklarının gelecekte elde edecekleri kazanca karşılık

ödünç alabilecekleri tutar ile ilgili likidite kısıtı gibi yöntemler uygulamaktadır. Bu

uygulamaların istenilen sonucu verip vermediği ise likidite kısıtı uygulaması olan faiz, kredi

kısıtlamaları ve gelir gibi faktörlerin tüketim üzerinde ne kadar etkili olduğuna bağlıdır.

Türkiye hedeflediği ekonomik büyüme için yatırımları arttırmaya yönelik çeşitli önlemler

alırken; diğer taraftan söz konusu yatırımları finansmanını ulusal kaynaklarla sağlayabilmek

için tüketimi azaltma kanalı ile tasarrufları arttırma politikaları uygulamaktadır. Bu kapsamda

tüketimi belirli bir dengede tutmak için uygulanan likidite kısıtı uygulamaları acaba ne ölçüde

tüketim üzerinde etkilidir? Bu amaçla çalışmada Türkiye’de tüketim ile faiz, hane halkı

kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için

analiz edilmiştir. 2. Bölümde teorik çerçeveye yer verilmiş, takip eden bölümde ülke verilerine

yer verilmiştir. 4. Bölümde konu ile ilgili yapılan uygulamalı çalışmalar gözden geçirilmiştir.

5. Bölümde değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi analiz edilerek, sonuç bölümünde elde

edilen bulgular tartışılmıştır.

2.TEORİK ÇERÇEVE

Likidite kısıtı, bireylerin gelecekte elde edecekleri kazanca bağlı olmaksızın, cari tüketim

ve yatırımlarının finansmanı için borç alabilecekleri tutarın bedelin belli bir limitinin olması

durumudur. Eğer borçlanma imkanları kısıtlanırsa bireyler gelecekteki gelirlerini harcama

imkânına sahip olamayacaklar ve tüketimlerini cari gelirlerine göre yaparak gelecekteki

harcamaları için tasarruf etme eğiliminde olacaklardır. Kısacası borçlanamamak, tüketim ve

tasarruf davranışının yaşam boyu elde edilmesi planlanan gelirden çok mevcut gelire bağlı

olarak şekillenmesine sebep olacaktır. Diğer taraftan, elde edilecek ürünlerin (konut, araba vb.)

alım maliyetlerinin yüksek olması halinde tüketiciler harcamalarını erteleme eğiliminde

olacaktır (Akın, 2018).

Likidite kısıtının yoğun olduğu zaman ülkelerin servet birikiminin yüksek olması

beklenir. Çünkü bireyler içinde bulundukları dönemde, geçmişten gelen borçlarının olmaması

sebebiyle daha fazla tasarruf edebilme imkanı bulacaktır (Japelli ve Pagano,1994: 86). Diğer

taraftan küreselleşme ile birlikte ülkelerde giderek artan finansal liberalleşme olgusu,

borçlanma imkanlarının artmasına neden olmakta, likidite kısıtlarının uygulanmasında çeşitli

güçlükler yaratmakta ve bu durum ertelenmiş tüketim harcamalarını tetikleyerek tasarrufları

olumsuz etkilemektedir. (Athukorala ve Tsai, 2003:72).

3.ÜLKE BİLGİLERİ

Türkiye’de çalışmaya konu olan 2004-2018 dönemi tüketim ve kişi başına düşen milli

gelir rakamları incelendiğinde gözlem veriler ile özellikle 2015 yılı ve sonrası iki değişken

arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu söylenebilir. Ancak bu durum teori ile bağdaşmayan bir

durumdur. Türkiye’nin mevcut tasarruf rakamları da göz önünde bulundurulduğunda

Türkiye’nin tüketim davranışlarını belirleyen tek değişkenin bireylerin gelir düzeyi olmadığı

söylenebilmektedir.

Page 209: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

202

Grafik 1.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve KBGSYİH (TL) verileri (2004-

2018)

Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019.

Benzer şekilde hane halkı kredi rakamları artarken yine 2015 yılı ve sonrası tüketim

harcamalarının gelir içerisindeki payı azalma eğilimi göstermiştir. Bu durum hane halkı

kredilerinin yaklaşık %45’inin konut alımı finansmanın da kullanılması ile açıklanabilmektedir

(TCMB, 2019). Türkiye’de hane halkı 2015 yılı ve sonrasında kişi başı milli gelir artışı ile

birlikte konut alım talebi arttırmış ve konut kredisi alımlarını yükselmiştir (Grafik 1 ve Grafik

2).

Grafik 2.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve HCR (Milyar USD) verileri

(2004-2018)

Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019.

0

5000

10000

15000

20000

25000

30000

35000

40000

45000

50000

52

54

56

58

60

62

64

66

C KBGSYİH

0

100

200

300

400

500

600

52

54

56

58

60

62

64

66

C HCR

Page 210: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

203

Grafik 3.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve Faiz Oranı verileri (2004-2018)

Kaynak: The Global Economy, TÜİK, 2019.

Grafik 3’de ise Türkiye’de tüketim ve faiz oranı verileri 2004-2018 dönemi için

raporlanmıştır. Teorik olarak beklenti kredi faiz oranları azalırken bireylerin ertelenmiş

tüketimlerini kredi alarak finanse etmeleridir. Nitekim 2000’li yılların başlarından itibaren faiz

oranlarındaki düşüş, hane halkı kredilerinin ve tüketim harcamalarının artmasına neden

olmuştur. 2017 yılı sonrasında ise tüketici kredileri faiz oranları artış eğilimi göstermiştir. Bu

durum tüketim harcamaları ile mevcut değişkenler arasındaki ilişkiyi analiz ederken veri

gözlemi ile yorum yapmanın yeterli olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple söz

konusu ilişkinin varlığını ampirik yöntemler ile analiz etmek daha doğru olacaktır.

4.LİTERATÜR

Bir ekonomide tüketim fonksiyonunu etkileyen birçok faktör bulunmakla birlikte faiz

oranları, borçlanma/likitide kısıtı gibi faktörlerin de etkisi literatürde oldukça önemli yer

bulmuştur. Tablo 1’ de konu ile ilgili literatür özetine yer verilmiştir.

Tablo 1: Literatür Özeti

Çalışma Ülke Model Değişkenler Sonuç

Gylfason

(1981) ABD

Sıradan En Küçük

Kareler

Regresyon

Yöntemi

-Enflasyon,

-Faiz Oranı

-Tüketim

-Gelir

Toplam tüketim, nominal

faiz oranı ve doğrudan

beklenen enflasyon oranı

ile ters yönlü bir ilişki

içindedir.

Zhang ve Hua Wan

(2004)

Çin

Sıradan En Küçük

Kareler

Regresyon

Yöntemi

-Gelir

-Kişi Başına Reel

Tüketim Harcaması

-Faiz Oranı

-Enflasyon Oranı

Likitide kısıtı ve

belirsizlik

değişkenlerinin

birbirlerinden etkilendiği

ve tüketimde düşüşlere

yol açtığı sonucuna

varılmıştır.

0

5

10

15

20

25

30

35

52

54

56

58

60

62

64

66

C i

Page 211: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

204

Pehlivan ve Utkulu

(2007) Türkiye

-Parçalı Hata

Düzeltme Modeli

-Geweke ve

Porter-Hudak

(1983) parçalı

eşbütünleşme

yaklaşımı

-Özel Nihai Tüketim

Harcamaları

- GSYH

-Üç Ay Vadeli

Hazine Bonosu Faiz

Oranları

Gelir ve Tüketim

arasında uzun dönemde

pozitif ilişki

bulunmuştur. Faizler

tüketimi negatif yönde

etkilemektedir. Gelir ile

tüketim arasında kısa

dönem katsayılarına

bakıldığında negatif

ilişki söz konusudur.

Erdaş ve Erdoğan

(2017) Türkiye

ARDL Hata

Düzeltme Modeli

-Tüketim

-Milli Gelir

-Enflasyon

-İthalat.

Milli gelir değişkeni ile

tüketim arasında pozitif

bir ilişki, enflasyon ve

tasarruflar ile tüketim

arasında ise negatif yönlü

bir ilişki bulunmuştur.

İthalat değişkeni

anlamsızdır.

5.ANALİZ

5.1. Veri seti

Bu çalışmada tüketim ile faiz, hane halkı kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki

nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Dönem belirlenirken

Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Giriş Programı uygulama sonuçları ile tek parti iktidarının

etkilerinin gözlemlendiği dönem dikkate alınmıştır. Yorum kolaylığı sağlamak için tüketim,

TÜFE, TGE ve döviz kuru değerlerinin logaritması alınarak veriler mevsimsellikten

arındırılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenler ile ilgili detaylı bilgi Tablo 2’de sunulmuştur.

Tablo 2. Veri Seti

Değişkenler Kısaltması Açıklaması Birimi Kaynağı

Tüketim C Tüketim

Harcamaları/GSYİH Oran

The Global Economy

(www.theglobaleconomy.com)

Hanehalkı

kredisi LNHCR

Logaritmik Hanehalkı

Kredisi Değer

The Global Economy

(www.theglobaleconomy.com)

Faiz Oranı İ Tüketici Kredisi Faiz

Oranları Oran

TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

(www.evds2.tcmb.gov.tr)

Kişi Başı Milli

Gelir

LNKBGSYİ

H

Logaritmik

GSYİH/Nüfus Değer

TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi

(www.evds2.tcmb.gov.tr)

TÜİK

http://www.tuik.gov.tr

5.2. Yöntem

Serilerin durağanlığı tek kırılmalı Kurozumi (2002) KPSS birim kök testi ve Becker,

Enders ve Lee (2006) Fourier KPSS testi ile analiz edilmiştir. Fourier yaklaşımı

kademeli/yumuşak geçiş (smooth transition) yapısal kırılmaların gözlemlenmesine olanak

sağlamakta aynı zamanda önceden bir bilgi ve varsayıma gerek olmaksızın analiz yapabilme

olanak sağlamaktadır. Analizlede GAUSS 10 programı kullanılmıştır. Kwiatkowski, Philips,

Page 212: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

205

Schmidt ve Shin (1992) tarafından geliştirilen KPSS birim kök testi analiz yöntemi serilerin

otokorelasyon sorununu düzelterek durağanlık sınaması yapmaktadır. Bu bağlamda çalışmada

otokorelasyon sorunu ile karşılaşmamak için bu yöntem tercih edilmiştir. Aynı zamanda

trendde yapısal kırılmalı Kurozumi ve BEL Fourier KPSS testlerinin denklemleri şu şekilde

Türkiye’de gözlemlenen tüketim davranışlarının yapısal şoklara ani/keskin tepki vermemesi

sebebiyle çalışmada analiz yöntemi olarak Fourier yaklaşım tercih edilmiştir. Düzeyde ve

düzeyde ve ifade edilmektedir (Kurozumi; 2002, s.77-78 ; Becker vd., 2006):

(1)

Kurozumi KPSS testi,

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝜇1𝐷𝑈𝑡 + 𝛿𝑡

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + 𝜇1𝐷𝑈𝑡 + 𝛽1𝐷𝑇𝑡 + 𝛿𝑡

𝐷𝑈𝑖,𝑡 = 1, 𝐷𝑇𝑖,𝑡 = (𝑡 − 𝑇𝑏𝑖), 𝑡 > 𝑇𝑏𝑖

t; zamanı, Tb ise yapısal kırılma tarihlerini ve i, ise kırılma sayısını ifade etmektedir.

(2)

𝐵𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐾𝑃𝑆𝑆 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡

𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡

k; Fourier frekans sayısını ifade etmektedir.

Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi Fourier Granger Causality nedensellik analizi

(Enders ve Jones, 2016) ile incelenmiştir. Yapısal kırılmaların biçim, tarih ve sayı olarak

bilinmediği bir durumda, Fourier yaklaşımı ile kademeli olarak yapısal kırılmaları arındırmak

için model şu şekilde tanımlanmıştır (Enders ve Jones, 2016);

(3)

Y(t) = α0 + ∑ γ1k

n

k=1

sin(2πkt

T) + ∑ γ2k cos(

2πkt

T

n

k=1

) + 𝛼1𝑌𝑡−1 + ⋯ + 𝛼𝑝𝑌𝑡−𝑝 + 𝛽1𝑋𝑡−1

+ ⋯ + 𝛽𝑝𝑋𝑡−𝑝 + 휀𝑡

n; frekans sayısını, k; frekansı, γ1k ve γ2k ise sırasıyla frekansları genişliğini ve yerlerini

göstermektedir. Frekans sayısının (k) ve optimal gecikme uzunluğunun (p) değerleri

belirlenirken bilgi kriterlerinde en küçük değeri veren k ve p değerleri seçilmiştir.

5.3. Birim kök testi sonuçları

Çalışmada elde edilen birim kök testi sonuçları Tablo 3’de sunulmuştur.

Page 213: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

206

Tablo 3. Birim Kök Test Sonuçları

Birim Kök Testleri Keskin Kırılma (Sharp

Shift)

Yumuşak Geçiş (Smooth

Shift)

Kurozumi TB1 BEL K

Düzeyde Kırılma (Model 1)

C 0.0970*** 2010:Q1 1.5068 1

DC 0.0174*** 2006:Q3 0.0179 1

İ 0.3996* 2017:Q3 0.1397** 1

Di 0.0405*** 2017:Q2 0.3741 1

LNKBGSYİH 0.1595*** 2008:Q4 1.7755 1

D LNKBGSYİH 0.0724*** 2016:Q3 00681*** 2

LNHCR 0.6157 2006:Q1 1.7412 1

DLNHCR 0.0978*** 2006:Q2 1.2487 1

Düzeyde ve Trende Kırılma (Model 2)

C 0.0900* 2010:Q1 0.1109 1

DC 0.0157*** 2006:Q3 0.0169*** 1

İ 0.1005 2013:Q4 0.1076 1

Di 0.0319*** 2017:Q2 0.0557* 1

LNKBGSYİH 0.1359 2008:Q4 0.1583 1

D LNKBGSYİH 0.0630*** 2016:Q3 0.0503*** 2

LNHCR 0.5269 2007:Q4 0.2647 1

DLNHCR 0.0834* 2009:Q3 0.1617 1

Not: Birim kök analizinde maksimum gecikme uzunluğu 4 ve optimal gecikme uzunluğu ise AIC istatistiği

anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Fourier tabanlı EL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans

değeri ( k=3 ve k=1) ve Fourier tabanlı BEL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans değeri ( k=1,2,3)

olan optimal frekans değeri hata terimleri toplamının karesinin minimum olduğu noktaya göre belirlenmiştir.

Düzeyde Kritik Değerler;

Düzeyde kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.3016(%10) 0.2011 (%5) 0.1601 (%1) (C); 0.6039 (%10)

0.3754(%5) 0.2830(%1) (i ve LNHCR); 0.3805 (%10) 0.2425 (%5) 0.1868 (%1) (LNKBHSYİH); BEL; 0.2699

(%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1.

Düzeyde ve trende kırılmalı modelde; Kurozumi: 0.0912(%10) 0.0662 (%5) 0.0557 (%1) (C ve i); 0.1421

(%10) 0.1205(%5) 0.0972 (%1) (LNHCR); 0.1131 (%10) 0.0789 (%5) 0.0629 (%1) (LNKBHSYİH); BEL;

0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471 (%1) k=1.

Birinci Farkında Kritik Değerler;

Düzeyde kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.4827 (%10) 0.3021 (%5) 0.2291 (%1) (C, i ve LNKBGSYİH);

0.6039 (%10) 0.3754(%5) 0.2830(%1) (LNHCR); BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.6671

(%10) 0.4152 (%5) 0.3150 (%1) k=2.

Düzeyde ve trende kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.1421(%10) 0.1205 (%5) 0.0972 (%1) (C, i ve

LNKBGSYİH); 0.1131 (%10) 0.0789 (%5) 0.0649 (%1) (LNHCR); BEL; 0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471

(%1) k=1; 0.2022 (%10) 0.1321 (%5) 0.1034 (%1) k=2.

Tablo 3’deki sonuçlar incelendiğinde; tüketim harcamalarının kademeli yani yumuşak

geçişli (smooth transition) yapısal kırılma analiz sonuçlarına göre düzeyde durağan olmadığı

ve şokların etkisinin kalıcı olduğu görülmüştür. Trend içeren KDGSYİH’nin ise düzeyde ve

trende kırılmalı birim kök analizinde düzey değerleri ile birim kök içerdiği tespit edilmiştir.

Page 214: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

207

Faiz ve hane halkı kredi değerleri düzeyde birim kök içermektedir. Değişkenlerin birinci farkı

alındığında serilerin durağan hale geldikleri yani I(1) oldukları görülmektedir. Serilerin düzey

değerleri ile durağan olmaması yapısal şokların kalıcı bir şekilde etkili olduğunu

göstermektedir. Yapısal kırılma tarihlerine bakıldığında ise; 2006: Q1 ve 2007:Q4 tarihleri

ertelenmiş tüketim harcamalarında artış ile birlikte faiz oranlarında gözlemlenen düşüşün

tüketici kredilerinde artışa sebep olduğu dönemi göstermektedir. 2008:Q4 tarihi 2008 küresel

krizinin kişi başı milli gelir üzerindeki olumsuz etkisine işaret etmektedir. 2013:Q4 Amerikan

Merkez Bankası Fed’in 22 Mayıs 2013 tarihinde tahvil alımını azaltacağını duyurması ile

gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de panik havası yaşatmış; gösterge faizlerinin

yükselmesine neden olmuştur.

5.4. Fourier granger nedensellik testi sonuçları

Fourier Granger nedensellik analizinde, değişkenler arasındaki doğrudan ilişki tek

değişkenli (bivariate) VAR tahmini yöntemi ile irdelenmiştir. Granger nedensellik testi 3 farklı

yöntemi çalışmanın analizi kısmını güçlendirmek açısından uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar

Tablo 3’de raporlanmıştır.

Tablo 3. Fourier Granger Nedensellik Testi Sonuçları

Tek Değişkenli VAR Methodu

C 𝐺𝐶 𝐺𝐶𝑡𝑒𝑘 𝐺𝐶𝑘ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓

İ

Wald İstatistiği 2.4103 5.987 9.973**

p-Değeria 0.66 0.20 0.04

p-Değerib 0.65 0.20 0.05

Frekans (k) 0 1 3

Gecikme (p) 4 4 4

LNKBGSYİH

Wald İstatistiği 9.752*** 28.404*** 50.513

p-Değeria 0.01 0.00 0.00

p-Değerib 0.02 0.00 0.00

Frekans (k) 1 1 3

Gecikme (p) 2 4 4

LNHCR

Wald İstatistiği 4.432** 4.373** 25.294***

p-Değeria 0.04 0.04 0.000

p-Değerib 0.03 0.05 0.000

Frekans (k) 0 3 3

Gecikme (p) 1 1 1

Not:FTYtek: Tek frekanslı Fourier Granger yaklaşımı ve FTYkümülatif: Kümülatif frekanslı Fourier Granger

yaklaşımını ifade etmektedir. Maksimum k ve p değerleri sırasıyla 3 ve 4 olarak alınmış ve optimum değerler

Akaike bilgi kriterine göre belirlenmiştir. p-Valuea ,p serbestlik derecesindeki asimtotik ki-kare dağılımını ifade

etmektedir. p- değerib ise, bootstrap kullanılarak 1000 yineleme ile elde edilmiştir. Tek değişkenli VAR modeli

her bir bağımsız değişken ile tüketim arasındaki ilişkiyi vermektedir.** ve *** sırasıyla %5 ve %1 anlamlılık

düzeylerini ifade etmektedir.

Page 215: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

208

Tablo 3’ deki sonuçlar incelendiğinde LNKBGSYİH, LNHCR ve i değişkenlerinden

tüketim harcamalarına doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

6. SONUÇ

Türkiye ekonomisinde artan tasarruf eksikliği sebebiyle, politika yapıcılar tüketim

harcamalarını dengeleyebilmek için zaman zaman likidite kısıtı politikaları uygulamaktadır.

Söz konusu politikaların ne kadar etkin olduğu ampirik çalışmalarla ölçülebilmektedir. Tüketim

davranışlarına gelen bir şokun kalıcı olup olmadığı doğru ekonomik politikalar uygulayabilmek

için önemlidir. Bu çalışmada faiz, tüketici kredileri ve kişi başına düşen milli gelir gibi likidite

kısıtı uygulamalarının doğrudan veya dolaylı sonuçlarının gözlemlendiği değişkenlerin tüketim

harcamaları üzerindeki etkisi analiz edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre tüketim harcamaları

ve kişi başı milli gelir de yapısal kırılmaların kademeli bir şekilde gözlemlendiği ve değişkenler

üzerinde yapısal şokların kalıcı etkilerinin olduğu görülmüştür. Aynı zamanda hane halkı

tüketici kredileri, kişi başına düşen milli gelir ve faiz oranlarından tüketim harcamalarına doğru

bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Bu sonuç Türkiye’de faiz, kredi ve gelir kanalı ile

uygulanacak likidite kısıtlarının tüketim üzerinde etkili olacağını göstermesi açısından

önemlidir.

KAYNAKLAR

Akın, T,. (2018) “Tasarrufların Makroekonomik Performansa Etkileri: Kuram ve Türkiye

Örneği”, Doktora Tezi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.

Athukorala, P. C. ve Tsai, P. L. (2003) “Determinants of household saving in Taiwan: growth,

demography and public policy”, The Journal of Development Studies, 39.5, 65-88.

Becker, R., Enders, W., ve Lee, J. (2006) “A stationarity test in the presence of an unknown

number of smooth breaks”, Journal of Time Series Analysis, 27(3), 381-409.

Erdoğan, S., Erdaş, H. ve Erdoğan, A. (2017) “Türkiye'de Hane Halkı Tüketim Harcamalarının

Belirleyicileri”, Trakya Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 6(1), 309-326.

Enders, W. ve Jones, P. (2016) “Grain prices, oil prices, and multiple smooth breaks in a VAR”,

Studies in Nonlinear Dynamics & Econometrics, 20(4), 399-419.

Gylfason, T. (1981) “Interest rates, inflation, and the aggregate consumption function”, The

Review of Economics and Statistics, 233-245.

Jappelli, T. ve Pagano, M. (1994) “Saving, growth, and liquidity constraints”, The Quarterly

Journal of Economics, 83-109.

Kurozumi, E. (2002) “Testing for stationarity with a break. Journal of Econometrics”, 108(1),

63-99.

Pehlivan, G. G., ve Utkulu, U. (2007) “Türkiye’nin Tüketim Fonksiyonu: Parçalı Hata

Düzeltme Modeli Bulguları”, Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Dergisi, 7(14), 39-65.

TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (2019), https://evds2.tcmb.gov.tr/, (10.09.2019).

Zhang, Y. ve Hua Wan, G. (2004) “Liquidity constraint, uncertainty and household

consumption in China”, Applied Economics, 36(19), 2221-2229.

Page 216: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

209

GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR,

POLİTİK İSTİKRAR VE SEÇİLMİŞ MAKROEKONOMİK

DEĞİŞKENLER ARASINDAKİ İLİŞKİ: PANEL ARDL YAKLAŞIMI

Dr. Öğr. Üyesi Hatice Küçükkaya

[email protected]

Doç. Dr. E. Yasemin Bozdağlıoğlu

[email protected]

Özet

Bu çalışmanın amacı, panel ARDL sınır testi yaklaşımı ile 31 Geçiş ekonomisinde 1996-2016 dönemi için politik

istikrar ve seçilen makroekonomik değişkenlerle doğrudan yabancı yatırımlar arasındaki ilişkiyi incelemektir.

Bu ilişkileri inceleyebilmek amacıyla iki aşamalı ARDL sınır testi modeli kullanılmıştır: İlk aşamada,

değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkileri belirleyebilmek için ARDL eşbütünleşme testi uygulanmıştır.

İkinci aşamada, değişkenler arasındaki kısa dönemli ilişkileri elde edebilmek amacıyla dinamik hata düzeltme

modeli kullanılmıştır. Tüm sonuçlar, hem uzun ve hem de kısa dönemde değişkenler arasında pozitif ve istatistiki

olarak anlamlı ilişkilerin varlığını göstermiştir. Dahası, hata düzeltme teriminin negatif ve istatistiki bakımdan

anlamlı bulunması nedeniyle değişkenlerin denge seviyesine yakınsayacağı ve kısa dönem dengesizliklerinin

uzun dönemde giderileceği söylenebilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Doğrudan yabancı yatırımlar, Politik istikrar, Makroekonomik değişkenler, Panel ARDL

Yaklaşımı

JEL Kodları : F21, O57, P48,C23.

THE RELATIONSHIP BETWEEN FOREIGN DIRECT INVESTMENTS,

POLITICAL STABILITY AND SELECTED MACROECONOMIC VARIABLES IN

TRANSITION ECONOMIES: PANEL ARDL APPROACH

Abstract

The aim of this study is to examine the relationship between the political stability and the selected

macroeconomic variables and foreign direct investments in 31 transition economies with the ARDL boundary

test approach. In order to examine these relationships, two-stage ARDL boundary test model was used: In the

first stage, ARDL cointegration test was applied to determine the long-term relationships between variables. In

the second stage, a dynamic error correction model was used to obtain short-term relationships between

variables. All results showed positive and statistically significant relationships between variables in both long

and short term. Moreover, it can be said that due to the negative and statistically significant error correction

term, the variables will converge to the equilibrium level and the short term imbalances will be eliminated in the

long term.

Key Words: Foreign direct investment, Political stability, Macroeconomic variables, Panel ARDL Approach

JEL Codes : 3 adet F21, O57, P48,C23.

1.Giriş

Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin büyüme

sürecini etkilemektedir. Gelişmiş ülkeler ekonomik büyümelerinin yanında kalkınma süreci

için yabancı sermaye girişine ihtiyaç duyarken, gelişmekte olan ülkeler ise ekonomik büyüme

oranlarını hızlandırmak ve ülkeye gelen yabancı sermayeyi yatırım amaçlı olarak ihtiyaç

duymaktadır.

DYY girişlerinin önemini geleneksel teorilerden itibaren modern teoriye kadar birçok farklı

görüş açıklamaktadır. Geleneksel görüş, ülkeler arasında getiri farklılıklarına ilişkin olarak

DYY'yi sermayenin bir hareketi olarak ifade etmektedir. Neoklasik iktisatçılar ise, yabancı

Page 217: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

210

sermaye girişlerini ekonomik kalkınma ve diğer ekonomilere karşı açıklık için bir kaynak

olarak görmektedirler. Bunların yanında, doğrudan yabancı yatırım girişlerinin artması yaşam

standardı beklentilerinin de artması ile sonuçlanmaktadır (Levine, 2001). Modern teori ise

DYY'yi açıklarken sadece sermaye transferi için değil, aynı zamanda teknoloji, iş teknikleri ve

kalifiye çalışanlar dahil olmak üzere özel ve maddi olmayan varlıkların transferini içeren yerel

bir firmaya çeşitli uluslararası sponsorluklar sağladığını vurgulamaktadır (Johanson ve

Mattsson, 2015). DYY'nin yükselmesi ev sahibi ülkelerde yüksek ekonomik büyüme ve

sermaye oluşumuna yol açmaktadır. 1990'lardan itibaren gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin

doğrudan yabancı yatırımlarında belirgin artışlar görülmüştür ve bu durum firma düzeyinde,

ulusal düzeyde ve makro düzeyde performanslara katkıda bulunabilmektedir. Firmalar DYY

artışı ile birlikte yüksek sipariş oranlarına ulaşabilir ve teknoloji ve inovasyon artışı

sağlayabilir. Ulusal düzeyde hükümetler ekonomik büyüme oranlarını yükseltmek için daha

fazla sermaye girişi çekmeye yönelik ekonomik politikalar tasarlamaktadır. Benzer şekilde,

uluslararası düzeyde Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi kuruluşlar, fon transferi üzerindeki

kısıtlamaları azaltarak yatırım akışını artırmak için çalışmaktadır.

Doğrudan yabancı yatırımların tüm görüşlere göre önemli özelliği, özellikle gelişmekte olan

ülkeler için ekonomik büyümenin temel belirleyici unsuru olmasıdır. Bununla birlikte ülkelere

giren DYY miktarı, ev sahibi konumundaki ülkenin yatırım ortamının genel durumuna bağlı

olarak değişmektedir. Genel olarak, politik istikrarsızlık, yatırım ortamını olumsuz etkilemekte

ve DYY girişlerini azaltmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımlar özellikle geçiş ekonomileri

açısından daha önemli bir unsur olmaktadır. Çünkü DYY, borç miktarları yüksek olan geçiş

ekonomileri için sınırlı olan mali sermayeyi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, ülkeye bilgi

yönetimi, yönetim ve pazarlama becerileri, teknoloji, girişimcilik transfer fırsatı ile birlikte,

uluslararası piyasalara erişim imkanı sunmaktadır.

Bu çalışma, seçilmiş makroekonomik değişkenlerin doğrudan yabancı yatırımlar üzerindeki

etkisi yanında, politik istikrarın da DYY üzerindeki etkisini araştırmayı hedeflemektedir.

Çünkü geçişin temel argümanı olarak değerlendirilen ekonomik büyüme bu ülkelerin

makroekonomik politikalarında istikrarı sağlarken, ülkelerin politik istikrarı bu süreçten ayırt

edilememektedir.

2.Literatür

Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), sermaye piyasalarının küreselleşmesi ile birlikte finans

ve ekonomi alanında önemli bir konu haline gelmiştir. Yerli sermaye piyasasının doygunluğu,

ülkeleri finansal uluslararasılaşma açısından yabancı sermaye piyasalarına yatırım yapmaya

yönlendiren temel etken olmaktadır.

Finans ve ekonomi alanındaki birçok araştırmacının da hareket noktası DYY'yi etkileyen

faktörleri bulmak üzerinedir. Örneğin, Lucas (1990) ülkelerarası sermaye akımlarını

sınırlamada sadece politik riskin önemli bir faktör olduğunu öne sürmektedir. Singh ve Jun

(1995), tarihsel olarak yüksek DYY çeken ülkeler için politik risk unsurunun DYY'nin önemli

belirleyicisi olduğunu göstermektedir. DYY girişleri düşük olan ülkeler için, kilit belirleyici

faktör, sosyopolitik istikrarsızlığın derecesi olmaktadır. Bununla birlikte, ülkenin ihracat

kapasitesi de ülkenin neden DYY çektiğini açıklamada en güçlü değişkenlerin başında

gelmektedir. DYY'nin politik risk gibi unsurlar dışında başka belirleyicileri de vardır. Bunlar

(enflasyon, ihracat, büyüme oranı vb. gibi) makroekonomik belirleyicilerdir.

Literatürde DYY’yi etkilediği düşünülen diğer değişkenler ülkenin liberalleşme derecesi, fiyat

ve ticaretin serbestleşme derecesi, özelleştirme düzeyi, banka reformları ve diğer reformlardır.

Paranın stabilizasyonu ve ekonomik reformlar gibi değişkenler ekonomiyi büyüme yönünde

pozitif olarak etkilemektedir. Bütün geçiş ekonomilerinde, geçiş süreçlerinin başlangıcında

önemli miktarda üretim düşüşleri görülmektedir. Bu yüzden sadece reformlarla bu üretim

düşüşünü durdurmak mümkün değildir. Politika seçimleri de bu düşüşte önemli bir belirleyici

Page 218: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

211

unsurdur. Geleneksel piyasa oyuncuları geçiş ekonomilerindeki büyümenin açıklanmasında

etkin değildir (Staehr, 2003: 8).

Falcetti vd. (2005: 2-3) ise, geçiş ekonomilerinde büyüme ile reformlar arasındaki ilişkileri

incelemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre AB’ye üyelik, geçiş ekonomileri arasında önemli

bir fark oluşturmaktadır. AB’ye üye veya aday olan ülkeler, diğerlerinden daha yüksek büyüme

oranlarına, daha radikal reform uygulamalarına ve daha yüksek hayat standartlarına sahiptir.

Literatürde yer alan birçok teorik çalışmanın yanısıra, konuyla ilgili ampirik çalışmaların bir

kısmı Çizelge 1’de sunulmaktadır.

Tablo 1. Konuya İlişkin Ampirik Literatür Taraması

Çalışmanın

Yazar(lar)ı

Çalışmanın Dönemi ve Yöntemi

Çalışmanın Sonuçları

Haksoon, 2010 1990-2002, (Küçük, Gelişmiş ve En

Gelişmiş ekonomilerden oluşan 3’lü

panel)

Granger nedensellik testi, Vektör

otoregresif model, (VAR), ARDL

modeli

Çalışmaya göre, küçük ekonomiler için politik

istikrar ve DYY arasında uzun vadeli bir ilişki

olduğu sonucuna varılırken, daha büyük ve daha

gelişmiş ekonomilerde böyle bir ilişkinin

ampirik kanıtı bulunmamaktadır. Lucas'ın

(1990) hipotezine benzer şekilde, DYY’nin

politik olarak daha az istikrarlı ülkelere doğru

gitme eğiliminde olduğu sonucuna

varılmaktadır.

Jewel, 2015 1996-2013, (Bangladeş)

VECM

Çalışmanın sonuçları, politik istikrarın uzun

vadede doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde

olumlu bir etkisi olduğunu, ancak politik istikrar

ile doğrudan yabancı doğrudan yatırım arasında

anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir.

Rani ve Batool,

2016

1980-2013, (Pakistan)

ARDL modeli

Çalışmanın kısa dönemli sonuçlarına göre,

politik istikrarsızlığın önemsizdir, yani kısa

vadede ekonomik gelişmeyi etkilememektedir,

ancak uzun vadede ekonomik gelişme

üzerindeki etkisi negatif ve anlamlıdır.

Doğrudan yabancı yatırım (DYY) ise ekonomik

büyüme üzerinde hem kısa vadede hem de uzun

vadede pozitif ilişkilidir.

Kurecic ve

Kokotovic,

2017

1996-2014, (Birinci panel 11 çok

küçük ekonomi, ikincisi, son derece

gelişmiş ve politik olarak istikrarlı beş

ekonomiyi, üçüncüsü ise politik şiddete

eğilimli ekonomiler)

Granger nedensellik testi, Vektör

otoregresif model, (VAR), ARDL

modeli

Çalışmaya göre, küçük ekonomiler paneli için

siyasi istikrar ile DYY arasında uzun vadeli bir

ilişki olduğu sonucuna varılırken, daha büyük

ve daha gelişmiş ekonomilerin her iki paneli

için böyle bir ilişkinin ampirik kanıtına

ulaşamamışlardır.

Nazeer ve

Masih, 2017

1984-2003, (Malezya)

ARDL modeli

Çalışmaya göre, politik istikrarsızlık, DYY ve

ekonomik büyüme arasında hem uzun hem de

kısa vadede ilişki vardır. Ekonomik istikrar,

politik istikrarsızlık ve doğrudan yabancı

yatırım için en güçlü itici güçtür.

Saini ve

Singhania, 2018

2004-2013, 11 gelişmiş, 9 gelişmekte

olan ekonomi, GMM yöntemi

Sonuçlar gelişmiş ve gelişmekte olan

ekonomiler için farklılık göstermektedir.

Gelişmiş ekonomilerde DYY, ekonomik

büyüme, ticari açıklık ve özgürlük indeksi gibi

politika ile ilgili olan belirleyiciler ile anlam

kazanırken; gelişmekte olan ekonomilerde brüt

sabit sermaye birikimi, ticari açıklık ve

verimlilik değişkenleri ile pozitif ilişki

göstermektedir.

Page 219: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

212

Tablo 1’den görüleceği üzere, doğrudan yabancı yatırımları inceleyen ampirik çalışmaların

bazıları sadece tek bir ülke bazında konuyu incelerken, bazıları ise küçük bir ülke grubu üzerine

çalışmayı tercih etmişlerdir. Ancak geçiş ekonomileri özelinde doğrudan yabancı yatırımları

ampirik olarak inceleyen çalışmalarda ekonometrik modellerden panel veri modellerin

kullanımının azlığı dikkat çekmektedir. Bu çalışma, doğrudan yabancı yatırımlar ve

makroekonomik değişkenler ve politik istikrar arasındaki ilişkileri geçiş ekonomileri üzerine

bütüncül bir yaklaşımla incelediği için literatüre katkı yapmaktadır.

3.Veri Seti ve Yöntem

Uygulamada kullanılan veriler, Dünya Bankası (World Bank) World Development Indicators

(WDI) ve Heritage Foundation veri setlerinden derlenmiştir. IMF 2000 Geçiş Ekonomileri

Sınıflandırması dikkate alınarak, sınıflandırmada yer alan tüm geçiş ekonomilerine ait (31 ülke)

1996-2016 dönemi için analiz yapılmıştır. Çalışmada yapılan tüm analizler Stata-14 programı

ile tahmin edilmiştir.

Geçiş ekonomilerine yapılan doğrudan yabancı yatırımlar ile ülkelerin politik istikrar düzeyleri

arasındaki ilişkinin incelendiği bu çalışmada, ilişkiye göz ardı edilemeyecek diğer

makroekonomik değişkenler de modele eklenmiştir.

Çalışmada bağımlı değişken olarak, ,fdi, doğrudan yabancı yatırımlar (net girişlerin GSYİH’ya

oranı); bağımsız değişkenler olarak, ,gro, yıllık büyüme oranı, ,inf, yıllık enflasyon oranı, ,exp,

ihracatın GSYİH içindeki payı, ,ove, politik istikrarı temsilen ekonomik özgürlükler indeksi

genel değeri kullanılmıştır. Ekonomik özgürlükler indeksi, kendi içinde oniki indeks

değerinden oluşmakta, genel değer tüm bu indeksleri kapsamaktadır. İndeks genel değeri 0 ile

100 arasında değerler almakta, 0 özgür olmayanı, 100 ise tam özgürlüğü ifade etmektedir.

Bunlara ek olarak, ihracat ve politik istikrar değişkenlerinin doğal logaritması alınarak modele

ilave edilmiştir.

Çalışmada kullanılan temel model panel ARDL modelidir. Modelde bağımlı ve bağımsız

değişkenlerin yanında Δ serinin fark değerini ve ECT de hata terimini ifade etmektedir.

Ortalama grup tahmincisi (mean group estimator, MGE) katsayıların bireysel yatay kesitlerine

göre ağırlıklandırılmamış ortalamasını alırken, havuzlanmış ortalama grup tahmincisi (pooled

mean group estimator, PMGE) ise katsayıları hesaplar ve ağırlıklandırılmış tahminde bulunur

(Blackburne ve Frank, 2007). Aşağıda temel ekonometrik model verilmiştir.

∆fdi𝑡𝑖 = 𝛼𝑖 + 𝛷𝑖 𝑓𝑑𝑖𝑡−1,𝑖 + 𝛿𝑖𝑖𝑛𝑓𝑡𝑖 + 𝜗𝑖𝑔𝑟𝑜𝑡𝑖 + 𝛾𝑖𝑙𝑛𝑒𝑥𝑝𝑡𝑖 + 𝜑𝑖𝑙𝑛𝑜𝑣𝑒𝑡𝑖 +

∑ 𝛽𝑖𝑗𝑝𝑖−1𝑗=1 ∆𝑓𝑑𝑖𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝛽𝑖𝑗

𝑝𝑖−1𝑗=1 ∆𝑓𝑑𝑖𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝛿𝑖𝑗

𝑞𝑖𝑗=0 ∆𝑖𝑛𝑓𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝜗𝑖𝑗

𝑘𝑖𝑗=0 ∆𝑔𝑟𝑜𝑡−𝑗,𝑖 +

∑ 𝛾𝑖𝑙𝑖𝑗=0 ∆𝑙𝑛𝑒𝑥𝑝𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝑚𝑖

𝑗=0 𝜑𝑖∆𝑙𝑛𝑜𝑣𝑒𝑡−𝑗,𝑖 + 휀𝑡𝑖 (1)

t = 1996, …, 2016 ve i = 1, 2, 3, …, 31 şeklindedir.

Ekonomideki uzun dönemli bir ilişki, teorik ve ampirik bir çok araştırmanın odak noktası

olmuştur. Pesaran ve Smith, uzun süreli ilişkilerin analizi için gecikmesi dağıtılmış otoregresif

model (ARDL) modellerinin kullanımını incelemektedir. Bu yöntemle farklı bütünleşme

düzeylerine sahip değişkenlerin de uzun dönemli bütünleşme ilişkisinin belirlenmesine izin

veren ve Pesaran ve Shin (1999) tarafından geliştirilen gecikmesi dağıtılmış otoregresif model-

Autoregressive Distributed Lag (ARDL) yöntemi kullanılmaktadır. ARDL kısaca uzun ve kısa

dönem nedensellik ilişkilerini de tespit etmede de faydalı olmaktadır (Vogelvang, 2005). Bu

yöntem küçük örneklemlerde de uygulanabilmektedir (Pesaran ve Shin, 1999: 3). Bu özellik

önemlidir. Zira eşbütünleşme analizi için diğer testler oldukça uzun bir zaman diliminde ancak

iyi sonuçlar verebilmektedir. Ayrıca ARDL sınır testinde serilerin durağanlık düzeylerine

Page 220: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

213

bakılmaksızın aralarındaki eşbütünleşme ilişkisinin varlığı analiz edilebilmektedir. Yani birim

kök testleri yapılmadan da bu yaklaşım kullanılabilmektedir.

Çalışmada kullanılan model tahminlerine geçmeden önce, analizde kullanılan değişkenlere ait

özet istatistikleri Tablo 2’de sunulmaktadır.

Tablo 2. Özet İstatistikler

Değişken Gözlem sayısı Ortalama St. Hata Min. Mak.

fdi 651 5.539531 6.5942 -37.16565 55.48993

inf 651 555.783 4409.101 -8.52517 70857

gro 651 4.983095 5.961873 -16.7 88.95766

lnexp 651 3.744403 0.4251901 2.203211 4.592715

lnove 651 4.019728 0.1843711 3.380995 4.356709

Tablo 2’de görüldüğü gibi, doğrudan yabancı yatırımların GSYİH’ye oranı yaklaşık %-37 ile

%55 arasında değişmekte iken, enflasyon oranları %-8.5 ile %70000 arasında değer almaktadır.

Geçiş ekonomilerinin aynı döneme ait yıllık büyüme oranları %-16 ile %88 arasında değerler

almaktadır. İhracat oranlarının %2 ve %4.5 arasında değerler aldığı, politik istikrar değişkeninin

ise 3 ve 4.3 indeks değerleri arasında gözlendiği görülmektedir. Bunların yanında, en çok

değişkenliğe sahip değişkenin ülkelere ait enflasyon serisinde olduğu göze çarpmaktadır. Geçiş

ekonomilerinde 1996-2016 döneminde enflasyon oranları bir hayli dalgalı seyir izlemektedir.

4.Bulgular

Çalışmada Pesaran ve diğerleri (1999) tarafından ARDL modeli için geliştirilen tahminciler

olan Mean Grup Tahmincisi (MG) ve Pooled Mean Grup tahmincisi (PMG) kullanılmaktadır.

MG tahmincisi ARDL spesifikasyonunun parametreleri üzerine hiçbir kısıt koymaz ve uzun

dönem parametrelerini bireysel ARDL tahminlerinden elde edilen uzun dönem

parametrelerinin ortalamasından türetir. Bu tahmincinin temel eksikliği belirli parametrelerin

paneli oluşturan birimler arasında aynı olmasına izin vermemesidir. MG tahmincisindeki bu

eksiklik PMG kullanılarak giderilmektedir. PMG tahmincisi uzun dönem parametrelerin paneli

oluşturan ülkeler arasında aynı olmaları kısıtını getirmekte ancak sabitin, hata varyanslarının

ve kısa dönem parametrelerinin ülkeler arasında farklılaşmasına izin vermektedir. Böylelikle,

panel ARDL modelinde değişkenlerde uzun dönem homojenite ile bağlantılı olarak kısa

dönemde heterojeniteye izin vermektedir. Ancak buradaki modelleme sorunlarından bir tanesi

bu iki alternatif tahminci arasındaki seçim meselesidir. Paseran ve diğerleri (1999) uzun dönem

parametrelerin homojenite testinin Hausman (1978) testi ile yapılmasını önermişlerdir. Uzun

dönem homojenite varsayımı altında PMG ve MG’nin tutarlı tahminciler olmalarına karşılık,

yalnızca PMG etkin tahmincidir (Erdem ve diğerleri, 2010:375-76).

MG (Mean Group) tahmincisi, ülkelerin bireysel ARDL modellerini tahmin etmekte

kullanılmaktadır. Bu modelde, değişkenlerin uzun dönem için homogeneity (tektürelik) ve kısa

dönem için heterogeneity (çoktürelik) varsayımlarına izin verilmez. Pesaran vd. (1999), panel

ARDL modelini tahmin etmek için iki tahminci geliştirmiştir: MGE (Mean Group Estimation)

ve PMGE (Pooled Mean Group Estimation). MG tahmincisi, uzun dönem ARDL

spesifikasyonundaki katsayılar üzerinde hiçbir kısıtlama yapmamakta ve bireysel ARDL

tahminlerinde elde ettiği uzun dönem katsayılarının ortalamalarıyla katsayıların uzun dönem

türevlerine ulaşmaktadır. Bu tahminci, panel üyeleri katsayılarının aynı olmasına izin

vermemektedir. PMG tahmincisi ise, MG tahmincisi yerine kullanılabilmektedir. PMG uzun

dönem katsayılarını kısıtlamakta ama sabitlerin, hata terimi varyanslarının ve kısa dönem

katsayılarının değişmesine izin vermektedir. Bu nedenle, panel ARDL modelinde değişkenlerin

uzun dönem homogeneity ve kısa dönem heterogeneity varsayımlarının gerçekleşmesine izin

vermektedir. Bununla birlikte model, alternatif model spefikasyonları arasında tercih yapmak

Page 221: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

214

imkanını da sağlamaktadır. Bunun için, uygulamada model tahmin edilirken PMG veya MG

tahmincilerinin tutarlılığını ve etkinliğini test etmek için, Hausman (1978) testi

uygulanmaktadır.

Ekonometrik analizde model sırasıyla MG ve PMG tahmincileri kullanılarak tahmin

edilmektedir. Tahminlere ilişkin sonuçlar Tablo 3’de sunulmaktadır.

Tablo 3. Ekonometrik Tahmin Sonuçları

MG PMG

Katsayı St. Hata P-değeri Katsayı St. Hata P-değeri

Uzun Dönem Katsayılar

inf 0.3894336 0.7461668 0.602 0.0117309 0.0099649 0.239

gro 1.295461 0.5454027 0.018** 0.3749387 0.0476084 0.000***

lnexp -26.6297 34.23979 0.437 -1.30626 0.5065088 0.010**

lnove 28.30286 45.52637 0.534 3.033907 1.779479 0.088*

Hata Düzeltme Katsayısı

ECT -0.7392974 0.0624595 0.000*** -0.5351224 0.0515509 0.000***

Kısa Dönem Katsayılar

inf(-1) -0.0357268 0.0955278 0.708 0.0167035 0.0763839 0.827

gro(-1) -0.1333334 0.1020259 0.191 -0.0271702 0.0672897 0.686

lnexp(-1) -4.599872 3.820038 0.229 -1.508543 1.752767 0.389

lnove(-1) -13.78129 6.505555 0.034** -0.6374311 4.727882 0.893

C 16.02771 24.40324 0.511 -1.8963 0.4137861 0.000***

Hausman test istatistiği 𝜒2 = 3.72, prob > 𝜒2 = 0.4450

Notlar: a. ***, ** ve * sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerini ifade etmektedir.

b. Modelde hem otokorelasyon hem de değişen varyans sorununun varlığı saptanmış, bu nedenle model

tahminleri bu sorunları düzeltici tahminciler kullanarak tahmin edilmiştir.

Tablo 3’de ikinci, üçüncü ve dördüncü sütunlarda MG (ortalama grup) tahmincisi sonuçlarına

yer verilmekte; beşinci, altıncı ve yedinci sütunlarda ise PMG (havuzlanmış ortalama grup)

tahmincisi sonuçları tahmin edilmektedir. Her iki tahminciye göre modelin uzun dönem ve kısa

dönem parametreleri ve modele ait hata düzeltme katsayısı (ECT) tahminleri de yer almaktadır.

Ortalama Grup (MG) tahmincisi sonuçlarına bakıldığında, elde edilen hata düzeltme

katsayısının (ECT) negatif (-0.7392974) olması, bu parametrenin anlamlı olduğunu

göstermektedir. Modelde kullanılan beş değişken arasında uzun dönemli bir ilişkinin olduğu bu

katsayıyla kanıtlanmaktadır. Buna ek olarak, bir dönemde oluşan dengesizliklerin yaklaşık

%73’ünün bir sonraki dönemde düzeleceği ve uzun dönem dengesine yaklaşacağı

beklenmektedir. Bu tahmincide uzun dönemde ekonomik büyüme değişkeni pozitif ve

istatistiksel olarak anlamlı bulunmaktadır. Uzun dönemde ekonomik büyümedeki %1’lik artış,

doğrudan yabancı yatırımları %1.29 oranında arttırmaktadır. Kısa dönemde ise politik istikrar

endeksi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı tahmin edilmektedir. Kısa dönemde geçiş

ekonomilerinin politik istikrar endekslerinde %1’lik bir artış (politik istikrarın iyileşmesi),

doğrudan yabancı yatırımları %13 oranında azaltmaktadır.

Havuzlanmış Ortalama Grup Tahmincisi (PMG) sonuçlarına göre, hata düzeltme katsayısının

(-0.535) negatif ve anlamlı olması, modele eklenen değişkenler arasında uzun dönemli ilişkinin

varlığını kanıtlamaktadır. Bu katsayı, serilerin durağan olmamasından kaynaklanan kısa dönem

sapmaların bir sonraki dönemde dengeye gelme hızını göstermektedir (Tatoğlu, 2012: 245).

Buna göre, bir dönemde oluşan dengesizliklerin yaklaşık %54’ünün bir sonraki dönemde

düzelmesi ve uzun dönem dengesine yaklaşması beklenmektedir. Bunlara ek olarak, modelde

kısa dönemde değişkenler anlamsız bulunmakta iken; ekonomik büyüme, ihracat oranları ve

politik istikrar değişkenleri uzun dönemde istatistiksel olarak anlamlı tahmin edilmektedir.

Page 222: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

215

Ekonomik büyüme ve politik istikrar endeksi doğrudan yabancı yatırımları pozitif yönlü

etkilerken, ihracatın doğrudan yabancı yatırımları negatif yönlü etkilediği görülmektedir. Bu

sonuçların, geçiş ekonomilerinin doğrudan yabancı yatırımlar üzerindeki politikalarına

yardımcı olması beklenmektedir. Geçiş ekonomileri doğrudan yabancı yatırımları uzun

dönemde artırabilmek için, ekonomik büyüme oranlarını artırma ve/veya politik istikrarı

düzeltme gibi politika tercihleri yapabilirler. Uzun dönem PMG tahminci katsayılarına göre, bu

politika tercihlerinden politik istikrarı düzeltme seçeneğinin doğrudan yabancı yatırımları daha

yüksek oranda artıracağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuçlar, geçiş ekonomileri için politik

istikrarın önemini kanıtlar niteliktedir.

5.Sonuç

Bu çalışmada, geçiş ekonomilerinin ekonomik performanslarını belirleyen önemli faktörlerden

biri olan doğrudan yabancı yatırımlar ile seçilen makroekonomik değişkenler ve politik istikrar

arasındaki ilişki araştırılmaktadır. Geçiş ekonomileri için ekonomik büyümenin itici gücünün

bu ülkelere yapılan doğrudan yabancı yatırımlar olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle,

doğrudan yabancı yatırımları etkileyen bazı makroekonomik değişkenler ve bunların yanında

politik istikrarın da doğrudan yabancı yatırımlar üzerine etkisi test edilmektedir.

Ekonometrik analizde makroekonomik değişkenleri temsilen enflasyon oranı, ekonomik

büyüme ve ihracatın GSYİH içindeki payı kullanılırken; politik istikrarı temsilen ekonomik

özgürlükler indeksi kullanılmıştır. Belirtilen bu değişkenlerin doğrudan yabancı yatırımlar

üzerindeki etkisi 31 Geçiş ekonomisine ait 1996-2016 döneminde Panel ARDL yaklaşımı ile

belirlenmeye çalışılmıştır. Tahmin edilen model için PMG ve MG tahmincilerinden elde edilen

sonuçlar Tablo 3’de sunulmaktadır. Negatif işaretli ve istatistiksel olarak da anlamlı olan hata

düzeltme katsayısı (ECT) doğrudan yabancı yatırımlar ve politik istikrar (ayrıca seçilen diğer

değişkenler) arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığını göstermektedir.

Yapılan Hausman testi sonucunda değişkenlerin uzun dönemde homojen olduğu boş hipotezi

reddedilememiş, bu nedenle uzun dönem homojenite varsayımı altında etkin ve tutarlı tahminci

olan PMG’nin uygun tahminci olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Çalışmadan elde edilen sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: değişkenler arasında uzun dönemli bir

ilişkinin varlığına işaret eden negatif ve anlamlı hata düzeltme katsayısı doğrudan yabancı

yatırımlar ile politik istikrar (ve seçilen diğer değişkenler) arasında bir eşbütünleşme ilişkisinin

olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda uzun dönem katsayıları doğrudan yabancı yatırımlar

ile ekonomik büyüme, ihracat ve politik istikrar değişkenleri arasındaki ilişkinin varlığını

doğrulamaktadır. Bu sonuçlar geçiş ekonomilerinin uzun dönemde ekonomi politikalarını

yönlendirmelerini destekleyebilmektedir. Ekonomik büyüme ve politik istikrar endeksi

doğrudan yabancı yatırımları pozitif yönlü etkilerken, ihracatın doğrudan yabancı yatırımları

negatif yönlü etkilediği görülmektedir. Geçiş ekonomileri doğrudan yabancı yatırımları uzun

dönemde artırabilmek için, ekonomik büyüme oranlarını artırma ve/veya politik istikrarı

düzeltme gibi politika tercihleri yapabilirler. Uzun dönem PMG tahminci katsayılarına göre, bu

politika tercihlerinden politik istikrarı düzeltme seçeneğinin doğrudan yabancı yatırımları daha

yüksek oranda artıracağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuçlar, bu çalışmaya özgü olarak

eklenen politik istikrar değişkeninin geçiş ekonomileri için önemini kanıtlar niteliktedir.

Kaynakça

Erdem, E. ve diğerleri. (2010). “The Macroeconomy and Turkish Aggricultural Trade Balance

with the EU countries: Panel ARDL Analysis”, International Journal of Economic

Perspectives, Vol.4, issue: 1, 371-379.

Falcetti, E. Tatiana, L. ve Peter, S. (2015). “Reforms and growth in transition: reexamining the

evidence”, Journal of Comparative Economics, 34(3).

Page 223: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

216

Jewel, R.F. (2015). “Political Stability, foreign direct investment and remittance inflow in

Bangladesh: An empirical Analysis“, A Research Project Submitted to Saint Mary’s

University.

Haksoon, K. (2010).“Political Stability and Foreign Direct Investment”, International Journal

of Economics and Finance, Vol. 2, No. 3, 59-71.

Hausman J.A. (1978). “Specification tests in econometrics”. Econometrica, 46, issue:6, 1251–

1271.

IMF (2000), World Economic Outlook: Focus on Transition Economies, Transition:

Experience and Policy issues.

Johanson, J. and Mattsson, L.G. (2015). Internationalisation in Industrial System: A Network

Approach, Palgrave Macmillan.

Staehr, K. (2003). “Reforms and economic growth in transition economies: Complementarity,

sequencing and speed”, BOFIT Discussion Papers, 1.

Kurecic, P. ve Kokotovic, F. (2017).” The Relevance of Political Stability on FDI: A VAR

Analysis and ARDL Models for Selected Small, Developed, and Instability Threatened

Economies”, Economies , 5, 22; (doi:10.3390/economies5030022), 1-21.

Nazeer, A.M. ve Masih, M. (2017). “Impact of political instability on foreign direct investment

and Economic Growth: Evidence from Malaysia”, MPRA Paper No. 79418,

(https://mpra.ub.uni-muenchen.de/79418).

Levine, R. (2001). “International Financial Liberalization and Economic Growth”, Review of

International Economics, 9(4), 688–702.

Lucas, R. (1990), “Why doesn’t Capital Flow from Rich to Poor Countries?”, American

Economic Review, 80, 92–96.

Pesaran, M. H., Shin, Y. Ve Smith, R. P. (1999). “Pooled mean group estimation of dynamic

heterogeneous panels”. Journal of the American Statistical Association, 94(446), 621-

634.

Saini, N ve Singhania, M. (2018). “Determinants of FDI in developed and developing countries:

a quantitative analysis using GMM“. Journal of Economic Studies, 45(2), 348-382.

Tatoğlu, F. Y. (2012). İleri Panel Veri Analizi. Beta Basım.

Vogelvang, B. (2005). Econometrics Theory and Applications with EViews. Pearson Addison

Wesley.

Page 224: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

217

23 HAZİRAN 2019 İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİM

ANALİZİ

Abdullah Cihad Erdem

Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli, Türkiye,

[email protected]

Özet

Bu çalışmada 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin sonuçları bir önceki seçim olan

31 Mart 2019 İstanbul seçimlerine nazaran neden daha farklı olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Bunun için ilk

başta 31 Mart yerel seçimlerinin Türkiye Cumhuriyeti için öneminden bahsedilmiştir ve yeni parlamento

sisteminden sonraki ilk yerel seçim olması sebebiyle Türkiye’nin gelecek stratejileri için önemli olduğu

açıklanmaya çalışılmıştır. Sonraki bölümlerde siyasi partilerin seçim stratejilerine ve birbirleri arasında kurulan

teşkilatlanmalara değinilmiştir. 31 Mart 2019 İstanbul seçimlerinden sonra iktidar partisinin itirazları üzerine

İstanbul’da sadece Belediye Başkanlığı seçimlerinin tekrarlanmasına karar verilmiş ve bir sonraki seçim 23

Haziran 2019 tarihine ertelenmiştir. Bu çalışmada 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi sonuçları

ve nedenleri tartışılmaktadır.

Çalışmanın önemi açısından ise önceki seçimde yapılan siyasi hataların bir sonraki dönemde

tekrarlanmaması açısından bu çalışma çok önemlidir. Bu çalışmada halk nasıl yönetimden mutlu olur, siyasi

partiler gerçekten halkın isteklerine karşı duyarlı mıdır yoksa vurdumduymaz mıdır gibi bu tarz sorular

açıklanmaya çalışılmıştır. 23 Haziran seçiminden sonra yeni gelen siyasi parti bu seçim sonuçları ve halkın fikir

değişikliğine neden olan etkenleri göz önünde bulundurmalıdır ve bir önceki siyasi partinin hatalarını tekrar

etmemesi gerekmektedir. Yeni yönetim halkın taleplerini, beklentilerini karşılamak zorundadır ve adil yönetime

sahip olmalıdır. Bu çalışma gerekli siyasi parti teşkilatlarına gönderilebilir ve bir sonraki seçim için daha ihtiyatlı

davranarak politika kararları verilebilir. Bu 23 Haziran seçim sonuçları göz önünde bulundurularak insanların

siyasi partilerden talepleri, nasıl bir siyaset istedikleri ve geçmişte yapılan hataların tekrar yapılmaması gerektiği

hakkında bu çalışma, gerekli parti teşkilatlarına ve yöneticilere gönderilebilir. Bu çalışma gelecek seçim

stratejileri için bir rehber olabilir.

Bu çalışma nicel yönteme dayalı bir çalışmadır. İnsanların fikirleri, görüşleri alınarak çalışma sonucu

ortaya çıkmıştır ve İstanbul Belediye Başkanlığı iktidar partisinden ana muhalefet partisine geçmiştir.

ANAHTAR KELİMELER: 23 Haziran 2019, 31 Mart 2019, İstanbul Belediye Başkanlığı, siyasi partiler,

JEL KODLARI: E01, H8, H00

Abstract

It was worked for explanation of the reason why the result of choices in 23 June 2019 İstanbul Metropolitan

Municipality Presidency was more different than the result of choices in 31 March 2019 İstanbul Metropolitan

Municipality Presidency which was previous İstanbul Local Choices than itself in this study. Therefore, firstly it

was talked about importance of 31 March Local Choices for Turkey Republic and because it was next first local

choice than new parliament system in Turkey, it was wanted to be explained that this local choice has importance

so much for strategies of Turkey in future. It was referred in choice strategy of political parties and agreements

which were made between them in the next episodes. It was decided that only Municipality Presidency choice in

Istanbul would be repeated for objections of ruling political party and the next choice in Istanbul was delayed on

23 June 2019 date. The choice results and reasons of 23 June 2019 Istanbul Municipality Presidency are discussed

in this study.

This study is very important to avoid repetition for political mistakes made in previous elections. In this

study, such questions were tried to be explained such as how the people are happy with the administration, whether

the political parties are really sensitive to the wishes of the people or whether they are impulsive. The new political

party after the June 23 election should take into account these election results and the factors that have led to a

change of opinion and the previous political party should not repeat its mistakes. The new administration must

meet the demands and expectations of the people and must have fair management. This work can be sent to the

necessary political party organizations and policy decisions can be made by being more cautious for the next

election. Considering the results of this June 23 election, this study can be sent to the necessary party organizations

and executives about the demands of people from the political parties, what kind of politics they want and the

mistakes made in the past should not be repeated by political parties. This study can be a guide for future selection

strategies.

Page 225: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

218

This study is a study which is based on quantitative method. The ideas and opinions of people have emerged

as a result of the study and The Presidency of Istanbul Municipality has moved from the ruling party to the main

opposition party.

KEY WORDS: 23 June 2019, 31 March 2019, Istanbul Municipality Presidency, Political parties,

JEL CODES: E01, H8, H00

1.GİRİŞ

23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı konusuna değinilmeden önce, bu konunun

iyice anlaşılıp, kavranması için öncelikle siyasi partilerin 31 Mart 2019 seçim politikalarından

bahsedilecektir. 31 Mart 2019 tarihinde İstanbul seçiminde AKP(Adalet ve Kalkınma

Partisi),CHP(Cumhuriyet Halk Partisi),Saadet partisi,DSP(Demokratik Sol Partisi),

TKP(Türkiye Komünist Partisi), Vatan partisi, DP(Demokrat Parti), BTP(Büyük Türkiye

Partisi) ve bağımsız adaylar seçimlerde yarışmışlardır. Diğer yeni kurulan İYİ parti,

HDP(Halkların Demokratik Partisi) ve MHP(Milliyetçi Hareket Partisi) ise İstanbul’da

seçimlere katılmamışlardır. Millet ittifakı ve Cumhur ittifakı diye iki grup ittifaklar

oluşturulmuştur. Millet ittifakını CHP ve İYİ parti oluşturuyorken cumhur ittifakını AKP ve

MHP oluşturmuştur. Bu sebeple IYI parti ve MHP İstanbul’da seçimlere katılmamışlardır.

Kendi ittifaklarına İstanbul seçiminde oy desteği sağlayabilmek için oyların bölünmesini

istememişlerdir. Cumhur ittifakı eski Türkiye Cumhuriyeti son başbakanı olan ve AKP adayı

Binali Yıldırım’ı desteklerken Millet ittifakı ise CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nu desteklemiştir.

31 Mart 2019 yerel seçimde İstanbul’da toplam seçmen sayısı 10.570.939 iken katılım oranı

%83,88 olmuştur. Cumhur ittifakının İstanbul’da aldığı oy %48.55 iken Millet ittifakının aldığı

oy %48.80 olmuştur. Bu durumda CHP adayı İmamoğlu İstanbul’un belediye başkanlığını

kazanmıştır. İstanbul İlçe Başkanlığında ise AKP 3.886.057 oy ile 25 ilçe, CHP 3.285.793 oy

ile 13 ilçe ve 1 ilçeyi de MHP kazanmıştır. MHP ilçe belediyesinde seçime girmişti fakat

büyükşehir belediye başkanlığında seçime katılmamıştır.

Fakat daha sonra iktidar partisi AKP, sadece İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde

evrakta sahtecilik, oyların çalınması gibi bazı iddialar ile seçimin geçersiz olduğu ve Belediye

Başkanlık seçiminin tekrar yapılması konusunda YSK(Yüksek Seçim Kurulu)’a itirazda

bulunmuştur. Bu itirazlar üzerine YSK, ana muhalefet partisinin(CHP) bu duruma ses

çıkarmaması ve ana muhalefet partisinin seçimi yenilemeyi kabul etmesi üzerine İstanbul’da

sadece Belediye Başkanlığı seçiminin tekrar yapılmasını kabul etmiştir. Bu seçim tarihi 23

Haziran 2019 olarak belirlendi. Siyasi partiler gelecek seçim için yeniden stratejiler planlamaya

başlamışlardır.

23 Haziran 2019 İstanbul Başkanlık seçimi sonucunda katılım Oranı %84,44’e yükselmiş,

Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu %54,21 oy ile İstanbul’un yeni başkanı olmuştur. Millet

İttifakı bir önceki 31 Mart yerel seçimde aldığı %48.80 oy oranını %5.41 fark arttırarak belediye

başkanlığını kazanmıştır.

Seçim sonuçlarının detaylı bir siyasal analizi yapılmadan önce 23 Haziran seçimlerine

yön veren dinamiklerin daha iyi anlaşılması gerekmektedir. Örneğin ne için Cumhur ittifakı

ilçe bazında en çok oy almış olmasına rağmen büyükşehir belediyesini kaybetmiştir ya da 2004

yılından beri İstanbul seçimlerini istikrarlı bir şekilde kazanan AKP ne için bu dönem

kaybetmiştir? Halkın tepkisi ne için bu şekilde çabucak hızla değişmiştir ya da halkın

fikirlerinde hızla değişime neden olan fikirler nelerdir? Bu makalede İstanbul’un sakinleriyle

yapılan anketler ve internet üzerinden araştırılan dergi ve köşe yazılarıyla 23 Haziran 2019

İstanbul başkanlık seçim sonuçlarının analizini yapılacak; bu soruların cevapları bulunmaya

çalışılacaktır. Fakat öncesinde konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına ilk olarak 31 Mart 2019

yerel seçimlerinin öneminden ve İstanbul’da yarışan iki büyük partinin (AKP ve CHP) yerel

seçim çalışmaları ve bir sonraki 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi için

İttifakların yeni stratejilerinden bahsedilecektir.

Page 226: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

219

2.31 MART SEÇİMLERİNİN ÖNEMİ

Türkiye’de 14 Mayıs 1950’den bu yana demokrasiye uygun seçimler yapılmaktadır.

Birçok seçim “kritik, dönüm noktası” gibi kelimelerle nitelendirilmiştir. Bu, Türkiye’nin

sürekli kriz, darbe yapılarla karşı karşıya kalmasından dolayıdır. Çünkü yapılan her seçimin

siyasal ve toplumsal alanı rahatlatacağı varsayılmıştır. Gerçekten de birçok seçimin ardından

seçim öncesi var olan krizler çözüm yoluna girmiştir. Bu seçimde de başlıca Türkiye’nin temel

problemleri (ekonomi, işsizlik, enflasyon ve döviz kuru gibi) seçimden sonra hükümet vaadi ile

çözüme kavuşturulacağı söylenmiştir.

2017 verileri analizine göre yıllık Türkiye GSYH(gayri safi yurtiçi hâsıla) 970 milyar 189

milyon lira olup, bunun %31.2 payı İstanbul iline aittir. Bunun için İstanbul’daki seçim

sonuçlarının önemi aynı zamanda Türkiye’nin genel ekonomik yapısı açısından önemlidir.

Türkiye, siyasi tarihinin en önemli yerel seçimlerinden biri olan 31 Mart seçimlerine

hazırlanacaktır. Bu seçim, Türkiye’nin yüzüncü yılından bir önceki yerel seçimdir ve bu tarihte

hem Türkiye siyasetinin yönü ve aynı zamanda şehirlerin idarecileri belirlenecektir.

31 Mart yerel seçimlerinde partililer, yerel bölgeleri ilgilendiren vaatler söylediyse de bu

seçimin sonucunu daha çok genel yönetimden meydana gelen değişmeler etkilemiştir. Özellikle

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte 24 Haziran 2018 seçimi sonrası

Türkiye’ye gelen yeni siyasal sistem ardından ortaya çıkan ittifaklar ile ekonomi ve güvenlik

meseleleri üzerinden Türkiye'nin bekasına yönelik tehditler, 31 Mart seçim sürecinin ana

gündem maddeleri olmuştur ve bu nedenle Türkiye 31 Mart 2019’da tarihinin en önemli yerel

seçimlerini gerçekleştirecektir.Ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi çevre, Cumhurbaşkanlığı

hükümet sisteminin var olması, ekonomi ve güvenlik meseleleri üzerinden ülkenin bekasına

yönelik devam eden tehditler, bu seçimleri daha da önemli hale getirmiştir. Çünkü 31 Mart

yerel seçimleri tüm bu meseleler üzerinde belirleyici bir rol oynayacak ve Cumhuriyet’in

yüzüncü yılında gerçekleştirilecek seçimlere kadar ülke siyasetinin yönünü belirleyecektir.

3.31 MART SEÇİMLERİNDE AKP’NİN STRATEJİSİ

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden sonra Türkiye siyasal alanda bir değişim

sürecine girmiştir. Bu süreçteki yeni siyasal rejim yeni dinamikleri de beraberinde

getirmektedir. Siyasal rejimdeki değişime ilişkin en önemli dinamik ise siyasi partiler

arasındaki seçim ittifaklarıdır.

Siyasi partiler arasındaki ittifak konuları ilk olarak 31 Mart milletvekili genel ve

cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde gündeme gelmiştir. Yeni hükümet sisteminde yasama ve

yürütme organlarının uygun bir şekilde işleyebilmesi, siyasi istikrarın sürdürülmesi ve

muhtemel engellerin aşılması için siyasi partiler arasında iş birliği zorunlu hale gelmiştir. Bu

doğrultuda seçimler öncesinde AK Parti ve MHP bir araya gelerek 15 Temmuz sonrasında

ortaya koydukları birlikteliği yerel ve genel seçimlerde de uygulamış ve siyasi ittifak

oluşturmuşlardır. Bunun adını “Cumhur İttifakı” koymuşlardır. Cumhur ittifakına karşı

muhalefet olarak muhalif partiler de bir araya gelerek Millet İttifakı’nı kurmuştur. Bu ittifaklar

ilk sınavını 31 Mart seçimlerinde vermiştir ve seçimlerin kazananı Cumhur İttifakı olmuştur.

Cumhurbaşkanı seçiminin kazananı Cumhur İttifakı’nın ortak adayı Recep Tayyip Erdoğan

olurken milletvekili genel seçimlerinin kazananı da Cumhur İttifakı olmuştur. Seçim sonrasında

ülke siyaseti 31 Mart 2019’da yapılacak olan yerel seçimlere odaklanmıştır. Çünkü 31 Mart

yerel seçimleri itibarıyla her siyasi parti için önem taşımaktadır. Cumhur İttifakı’nda yer alan

AK Parti ve MHP için bu yerel seçimleri kazanmak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin

toplum tarafından iyice benimsenmesi ve devlet mekanizmasının iyi çalışması açısından son

derece önemlidir. (Serencan, Baykal: 2019 30-47)Aksi bir sonuç yeni sistem henüz tam

anlamıyla devlette teşkilatlanmadığı için sistemin tekrar tartışmaya açılmasına neden olabilir.

Bunun yanında İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerin kaybedilmesi, Millet İttifakı’nda yer

alan partiler için bir sonraki seçime giden zamanda büyük bir moral sağlayabilir. Tüm bu

nedenlerden hareketle resmiyette mümkün olmasa da AK Parti ve MHP 31 Mart yerel

Page 227: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

220

seçimlerinde de Cumhur İttifakı’nı sürdürme kararı almıştır. Buna karşın Millet İttifakı da

Cumhur ittifakına karşı birleşerek iş birliklerini devam ettirmiştir.

AK Parti yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tanıttığı dönemde ve sonrasındaki 31

Mart seçimleri sürecinde yerel yönetimler planını da geliştirmiştir. Buna göre parti hazırladığı

yedi başlıktan oluşan seçim programının bir bölümünü “Çevre, Şehircilik ve Yerel Yönetimler”

konusuna ayırmıştır. Seçim proje planlarının ilgili bölümlerine bakıldığında Türkiye’nin

şehirlerdeki öncelikli sorun alanlarındaki meselelerin yer aldığı görülmektedir. Geçmişteki

geleneksel yerel yönetimlerden farklı olarak sonuç ve hizmet üretecek bir amacın ortaya

konmaya çalışıldığı bu planlamada Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yerel yönetimlerin

daha da güçleneceği ve yetki ve sorumluluklarının genişleyeceği vurgulanmıştır. Belediyecilik

konusunda Erdoğan’ın 1994’teki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminin temel

alındığı vurgulanarak belediyecilik alanındaki bu tecrübenin daha da geliştirileceği vaat

edilmiştir. Yine bu planlamada AK Parti, çeşitli hizmet alanlarına yönelik projelerden

bahsetmiştir.

AK Parti ilgili planlamada “yeni kentleşme planı” adını verdiği yerel yönetimler

yaklaşımını “insan merkezli, doğal kaynakları koruyan, iklim bilincine sahip, enerjik, tarihi ve

kültürel mirasını koruyan, katılımcı, yenilikçi” ifadeleriyle tanımlamıştır. Bu doğrultuda yeni

dönemdeki hedefin “dünyayla yarışabilen ve kültürümüzü koruyan şehirler” inşa etmek olduğu

vurgulanmıştır.(Akdoğan, 2019: 8)

Daha sonraları seçim kampanyası olarak da AK Parti, 31 Mart yerel seçimlerinde

hazırladığı “Gönül Belediyeciliği” isimli seçim projesini Ocak 2019 sonunda kamuya

sunmuştur. Manifestoda özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1994 yılından 2019 yılına kadar

belediyecilikte hangi hizmetler yaptığı ve hangi projeleri gerçekleştirdiğine ve belediyecilik

anlayışının nasıl geliştiğine ilişkin konular sunulmuştur. 31 Mart seçimlerine yönelik amacın

ise yeni planlamalarla, tecrübeli ve birikimli ve başarılı isimlerle şehirleri daha ileriye taşımak

ve geliştirmek olduğu ifade edilmiştir. Bu hedefte tüm şehirler için kısa, orta ve uzun vadeli

plan ve projelerin hazırlanacağı ve bu süreçlerin takip edilmesi için Cumhurbaşkanlığı

yönetiminde bir izleme ev değerlendirme sistemi kurulacağı söylenmiştir. Şehirlere ilişkin

“amaçsız, işlevsiz ve denetimsiz” planlamaların ortadan kaldırılacağı hakkında vaatlerde

bulunan AK Parti, şehirlerin yapısıyla uyumlu, medeniyet ve kültür değerleriyle yeniden

yapılanmış bir şekilde daha çok hizmetle uygulanacağının da sözünü vermiştir. Bu noktada

geleneksel belediye hizmet anlayışının artık bir başarı sağlamadığını ifade eden AK Parti,

bugün itibarıyla daha vizyonu geniş hizmetlerin kendisi için daha önemli olacağını bildirmiştir.

Yeni dönemdeki belediyecilik anlayışını “Gönül Belediyeciliği” bildirgesiyle duyuran AK

Parti, geçmiş yerel seçim çalışmalarından farklı olarak daha bütüncül ve makro ölçekli bir

yaklaşım ortaya koymuştur. Bu seçim planlamasında kentlerde yaşanan sıkıntıların ve vatandaş

taleplerine öncelik verildiği dikkate alınırken geçmişte olduğu gibi yine belediyecilik ve

şehircilik alanındaki yenilikçi yaklaşımların da önemsendiği dikkat çekmektedir. AK Parti’nin

seçim bildirgesinde yer alan planlar şunlardır: “Değer üreten şehirler, şehir planları, altyapı ve

ulaşım, kentsel dönüşüm, eşsiz ve akıllı şehirler, çevreye duyarlı şehirler, sosyal belediyecilik,

halk ile beraber yönetim, tasarruf.”

Gönül Belediyeciliği manifestosunda yer alan bu başlıklardan her biri, gündemi sıklıkla

meşgul eden ve vatandaşların şikayetleri üzerine odaklanan sorunlu alanlara yönelik konuların

yer alındığını göstermiştir. Şehir planları altında toplumca eleştirilen şehir planları ve imar

uygulamalarından bahsedilerek yeni dönemde bu alanlara ilişkin istismarın önüne geçileceği ve

milletin yaşam standardını artırmayan hiçbir işe zaman ve kaynak ayrılmayacağı bildirilmiştir.

Bunun yanında zorunlu plan değişikliklerinin ise halkın gözetiminde yürütüleceği

belirtilmiştir.(Şahin, 2019)

Altyapı ve ulaşım konusunda bazı şehirlerde hala devam eden temel belediyecilik

sorunlarına odaklanırken AK Partili olmayan belediyelerde de altyapı eksikliklerinin

Page 228: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

221

tamamlanmasına ilişkin çalışmaların da takip edileceği vurgulanmıştır. Bunun yanı sıra hemen

toplu taşıma projelerinin de hızlandırılıp yaygınlaştırılacağı vaat edilmiştir.

Bildirgede yer verilen bir diğer önemli başlık kentsel dönüşümdür. Ülkenin birçok

yerinde deprem riski fazla olan yapıların ortadan kaldırılacağı vaat edilirken bu dönüşümün

bina değil alan merkezli gerçekleştirileceği vurgulanmıştır. Toplumun taleplerinin dikkate

alındığının açık bir şekilde görüldüğü bu bölümde tek tip kentsel dönüşüm projelerinin yerine

bölge ve vatandaş gereksinimlerine yönelik bir dönüşüm yapılacağı bildirilmiştir.

AK Parti’nin belediyecilik ve şehircilik yaklaşımlarını takip ettiğini gösteren bir diğer

husus ise akıllı şehirler meselesidir. AK Parti yeni dönemde belediye hizmetlerine erişimden

ulaşım, enerji, bina ve cihazların yönetimine kadar insanların günlük hayatını daha kolay hale

getirecek bütün akıllı şehir uygulamalarını destekleyeceğini bildirmiştir. AK Parti gelecek

süreçte insan, şehir ve doğa arasındaki dengenin korunması adına şehirlerin yeşil ve istikrarlı

kalkınma prensibiyle kurulacağı ve Atık Projesi ile her türlü çevre kirliliğin engelleneceği

vurgulamıştır. Yine bildirgede önceki dönemlerde AK parti belediyeciliğin en önemli hizmet

organlarından biri olan sosyal belediyeciliğin geliştirilerek daha etkin, verimli ve kapsamlı bir

şekilde sürdürüleceği bildirilmiştir.

Son dönemde kamuoyunda en çok meydana gelen tartışmalardan biri olan yatay-dikey

mimari konuyla ilgili yatay şehirleşmenin yeni dönemdeki şehir planlamasında merkezinde yer

alacağı ifade edilmiştir. Şehirlerin yeniden toprakla birleştirileceğini vadeden AK Parti,

mahalle kültürünün yaşatılması adına kentsel dönüşüm bölgeleri ile yeni imara açılan

bölgelerde bu modele öncelik vereceğini bildirmiştir. AK Parti’nin seçim planlamasının

üzerinde durduğu diğer önemli konular ise katılımcılık ve tasarruftur.

Son olarak AK Parti’nin bu kampanya döneminde ses ve gürültü kirliliğine neden olan

propaganda yöntemlerini terk etmesi de dikkat çeken konulardandır. Bu kampanya tercihi

verilen vaatler arasında yer alan “çevreye duyarlı belediyecilik unsuruyla birleşmesi

bakımından anlama sahiptir.

4.31 MART SEÇİMLERİNDE CHP’NİN STRATEJİSİ

Gezi Parkı Eylemleri, 2015 genel seçimleri, 15 Temmuz askeri darbe girişimi, Anayasa

değişikliği referandumu gibi Türkiye siyasetinde dönüm noktalarını ifade eden olaylar

karşısında CHP’nin tutumu, faydacılık yaklaşıma örnektir. Geleneksel CHP tabanını

genişletmeyi amaçlayan bu yeni yaklaşım ile CHP laik ve milliyetçi kimliğinden uzaklaşarak

sol ve liberalist bir söylem ifade etmiştir. Ancak parti her ne kadar yeni bir tutum kabul etse de

hareket noktası AKP muhalefeti olmuştur. Bu durumda yeni olan her şey İktidar partisine karşı

muhalefet yapmasından dolayı partiyi eski konumunu korumaya itmiştir. Yeni CHP bu yönüyle

devam eden durumu ve vesayeti koruyan pozisyonundan bir şey kaybetmediği gibi bugün de

eski Türkiye sisteminin savunucusu olan yeni CHP olmuştur. CHP için aynı zamanda 24

Haziran meclis seçimleri,16 Nisan 2017’de yapılan halk oylaması ile kabul edilen yeni hükümet

sistemine geçildiği için son derece önemlidir. Bu seçimleri önemli yapan bir diğer konu da

partilerin ilk kez resmi ittifaklar kurarak seçim yarışına gitmeleri olmuştur. 15 Temmuz darbe

teşebbüsü sonrasında MHP’nin devletin bekası nedeniyle hükümetin yanında yer alması ve

sonrasında sistem değişikliği için hükümete destek vermesi iki parti arasındaki ittifakın ilk

aşamalarıdır. Yüzde ellinin üzerinde bir oy oranı sağlayabilmek için partileri iş birliği yapmaya

iten sebep ve yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de etkisi, Türkiye siyasetinin iki

kutbunu olmuştur: Bir yanda AK Parti ve MHP, diğer yanda CHP ve İYİ Parti’nin oluşturduğu

muhalefet grubudur. CHP 24 Haziran parlamento seçimlerinde büyük oranda oy kaybetmiştir.

1 Kasım seçimlerinde oy oranına nazaran 2,6 puan kaybeden CHP yüzde 22,6 oranında bir oy

elde etmiştir. Seçim ittifakları düzenlemesinin bir mecburiyeti olarak milletvekillerinin önce

ittifaklara bölünmesi, sonrasında ise ittifak içerisindeki partilere oy oranlarına uygun bir şekilde

paylaştırılmasına ilişkin anlaşma CHP’ye yarar sağlamıştır. Yine ittifak birliği CHP’den HDP

’ye ve İYİ Parti’ye oy transferini sağlamıştır. CHP çoğunlukla Doğu ve Güneydoğu’da olmak

Page 229: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

222

üzere yirmi beş şehirde milletvekili çıkaramamıştır. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem

İnce ise partisinden yaklaşık % 10 oranında daha fazla oy aldığı parti içinde muhalefetin lider

değişikliği tartışmalarına neden olmuştur. (Serencan, Baykal: 2019 35-42)

31 Mart 2019 yerel seçimlerde CHP, Kasım ayı ile muhtemel ittifakları belirlemek adına

İYİ Parti ile görüşmelere başlamıştır. Anlaşılmaya çalışılan önem derecesi yüksek olan iller

sebebiyle sık sık fikir ayrılığı yaşanan süreç, Ocak’ın son haftasında tamamlanmıştır. Kemal

Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener İYİ Parti Genel Merkezi’nde bir araya gelerek yerel seçimlere

yönelik bir iş birliği gerçekleştirmişlerdir. Buna göre on iki büyükşehir ve on sekiz il belediyesi

olmak üzere otuz ilde CHP’nin; dokuz büyükşehir ve on üç il belediyesi olmak üzere yirmi iki

ilde de İYİ Parti’nin aday çıkarmasına karar verilmiştir. Bu durumda CHP’nin olmadığı

şehirlerde İYİ parti CHP’yi, İYİ partinin aday çıkarmadığı yerlerde ise CHP, İYİ partiyi

destekleyecektir. Toplam elli iki ilde ittifak sağlanırken geri kalan yirmi sekiz ilde ise iki

partinin de kendi adaylarıyla seçimlere gitmesine karar verilir.

Üç büyük ilin(İstanbul, Ankara ve İzmir) bazı ilçelerinde de ittifak düzenlenmiştir.

İstanbul’un yirmi beş ilçesinde CHP’nin; dört ilçesinde de İYİ Parti’nin aday çıkarması kararına

varılmıştır. On ilçede partiler kendi adaylarını çıkarma kararı almıştır. Ankara’da dört ilçede

CHP, dört ilçede İYİ Parti’nin adayı desteklenirken on yedi ilçede her iki partinin de kendi

adayıyla yarışacağına karar verilmiştir. İzmir’de ise yirmi dört ilçede CHP’nin adayı

desteklenirken İYİ Parti’nin aday çıkaracağı ilçe sayısı iki olarak belirlenmiştir.

CHP ittifak görüşmeleri sırasında İYİ Parti ile sık sık anlaşmazlık yaşamıştır. Birinci

aşamada öncelik verilen ve üzerinde anlaşma sağlanması en zor olan iller Ankara, Antalya ve

Mersin olmuştur. Ankara şehrinde İYİ Parti’nin CHP’nin aday çıkarmamasını istemiştir fakat

CHP yönetimi bu talebi kabul etmemiştir. İYİ Parti Mersin ve Balıkesir’de kendi adayına destek

verilmesinde ısrar etmiş; fakat Mersin’de partilerin kendi adaylarıyla seçime katılmasında

anlaşmaya varılmıştır. Balıkesir’de ise mevcut durumda Ahmet Akın’ı büyükşehir belediye

başkanlığına aday gösteren CHP, İYİ Parti ile yapılan ittifak görüşmeleri sonucunda adayını

geri çekmiştir. Öte yandan Antalya’da aday çıkarmak konusunda taviz vermeyen CHP’nin

adayının desteklenmesine karar verilmiştir. İttifak müzakereleri esnasında CHP açısından sorun

yaratan diğer bir il Denizli olmuştur.

İki partinin üzerinde anlaşmaya varma konusunda sorun yaşadığı illerden Ankara,

Antalya ve Mersin’de 2014 yerel seçimleri ve 24 Haziran milletvekili seçimlerinde CHP kritik

oy oranları elde etmiştir. 2014 yerel seçimlerinde Ankara’da % 1, Antalya’da % 1,8 ve

Mersin’de % 3,6 oranlık farklarla kaybetmiştir. 24 Haziran seçimlerinde ise bu illerde İYİ

Parti’nin aldığı oy oranlarının yaklaşık iki katını elde etmiştir. Antalya ile Mersin aynı zamanda

CHP’nin son yerel seçimlerde kaybettiği ve geri almak istediği belediyelerdir. Denizli ise 24

Haziran seçimlerinde İYİ Parti’nin hem MHP hem de CHP tabanından oy aldığı bir şehir olması

nedeniyle parti açısından kritik bir önem taşımaktadır.(Karaca, 2019)

CHP Aydın, Burdur, Çanakkale, Edirne, Eskişehir, Giresun, Hatay, İzmir, Kırklareli,

Muğla, Sinop, Tekirdağ, Yalova ve Zonguldak olmak üzere on dört ilde İYİ Parti ile ittifak

gerçekleştirmiştir. İttifak çapında bu illerde CHP adayının desteklenmesi kararına varılmıştır.

Bu şehirlerden İzmir ve Kırklareli belediyeleri 2004 seçimlerinden beri CHP’ye aittir; Aydın,

Çanakkale, Edirne, Giresun, Muğla, Sinop, Tekirdağ ve Zonguldak 2009 seçimlerinden beri

CHP’ye aittir. CHP sadece İzmir, Kırklareli, Zonguldak ve Sinop’ta aday değiştirerek

seçimlerde risk almamıştır. 2018 genel seçimleri ile 2014 yerel seçimlerindeki oylar

karşılaştırıldığında CHP Aydın, Eskişehir, Hatay, Muğla, Burdur, Çanakkale, Giresun, Sinop,

Yalova ve Zonguldak’ta % 10’dan fazla oy kaybı yaşamıştır. Bu illerde partinin yerel seçimleri

nasıl kazandığı konusunda o bölgede sevilen adayların ön plana çıktığı söylenebilir.

CHP’nin yerel seçimler için iş birliği yaptığı tek parti İYİ Parti olmamıştır. CHP

Adıyaman’da Saadet Partisi’nin adayını desteklerken Şanlıurfa’da ise bağımsız bir adayı

desteklemiştir. HDP Gaziantep, Şanlıurfa, Adana, Ankara, Mersin, İzmir ve İstanbul olmak

üzere yedi büyükşehirde aday göstermeyerek Millet İttifakı’na güçlü bir şekilde destek

Page 230: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

223

vermiştir. CHP’nin ittifak ve aday tercihleri parti içinde fikir anlaşmazlıklarına ve birtakım

problemlere sebep olmuştur. Kemal Kılıçdaroğlu adayların belirlenmesi için parti meclisinden

tam yetki istemiştir. İttifak boyunca Balıkesir ve Denizli’nin İYİ Parti’ye bırakılması, parti

içinde çatışmalara neden olmuştur. Aynı zamanda bazı partililer HDP ile ittifak konusunda

ısrarcı olmuştur. Öte yandan HDP’nin yedi ilde aday göstermemesi, CHP ile ittifak yaptığı

hakkında yorumlanırken Kılıçdaroğlu’nun partiyi kimlik bunalımına soktuğu yönündeki

eleştiriler de meydana gelmiştir. Kimi partililer ise bazı sağ görüşlü adaylar gösterilmesine tepki

vermiştir. İstanbul milletvekili Gürsel Tekin de adayların belirlenme sürecinde akılcılığın değil;

kişisel samimiyetin temel alındığını iddia ederek partisine eleştiriler yapmıştır. Parti içindeki

tartışmalar ile birlikte CHP’den istifa edenler de olmuştur. Akif Hamzaçebi CHP Genel

Sekreterliği görevinden istifa etmiştir. Hamzaçebi’nin Küçükçekmece, Ataşehir, Maltepe ve

Kadıköy adaylarına karşı olduğu ve İstanbul’daki ilçe adaylarıyla ilişkin tavsiyelerinin

uygulanmaması üzerine istifa ettiği bildirilmiştir. CHP tarafından yeniden aday çıkarılmayan

Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu da partisinden istifa etmiştir. İstifa eden

il ve ilçe belediye başkanlarının bir kısmı DP ve DSP’ye geçmiştir. Özetle seçimler yaklaşırken

CHP’nin ayrılıklar yaşayan bir parti görüntüsü verdiği ifade edilebilir.(Koru, 2019)

Seçim kampanyası olarak da CHP Aralık’ta seçim çalışmasına ağırlık verdiği İstanbul,

Ankara, Adana, Antalya ve Mersin’de yürütme kararı almıştır. Bu illere özel reklamlar

hazırlanmıştır. Seçim kampanyasında sosyal medya aktif olarak kullanılmış; miting yerine

salon toplantılarına ağırlıklı olarak öncelik verilmiştir. CHP seçim kampanyasının ana temasını

ekonomik kriz olarak ifade etmiştir.Güvenli kentlerde yaşam için “Halkçı Belediyecilik”

temasıyla bir seçim manifestosu yayımlanmıştır. Seçim sloganları da “Martın Sonu Bahar” ve

“Derman Belediyeciliği” gibi kavramlardır. Halkçı belediyecilik yerel idare anlayışı, yerel

ekonomik gelişme siyaseti, şehir ve çevre siyaseti olmak üzere üç alanda açıklanmıştır. CHP

yerel yönetim anlayışını katılımcı ve çoğunlukla esas olarak ifade etmiştir. CHP’nin bölgesel

kalkınma siyaseti enflasyona ve hayat pahalılığına son vermeyi ifade etmekle birlikte üretim

yapmayı ve adil paylaşımı amaçlamaktadır. Yoksullukla mücadele, tarımsal üretim ve kırsal

kalkınma, adil ve katılımcı bütçe yerel kalkınma politikasının amaçlarına erişmede uygulanacak

araçlardır. Şehir ve çevre politikası da istikrarı ve kalkınmayı baz almıştır. Bununla ilgili olarak

çalışma alanları ise şehir güvenliği, sağlıklı ve temiz çevre, kentsel dönüşüm, enerji üretkenliği,

atık kontrolü, hayvan hakları, toplu taşıma, temiz su, gençler, yaşlılar ve çocukların kent ile

ilişkisi, toplumsal cinsiyet eşitliği, engeli olmayan kentler, göç ve uyuşturucu ile mücadeledir.

CHP seçim planlamasında şehir çalışmalarında son yıllarda öne çıkan atık kontrolü, çevre

dostu şehirler, enerji verimliliği gibi konulara yer vererek yeni akımları takip ettiğini ortaya

koymuştur. Genelde ise planlama gerçek bir belediyecilik görüntüsünden öteye gidememiştir.

İfade edilen planlamada somut vaatler bulunmadığı gibi kurgulanan ideal belediyeciliği

harekete geçirmek adına nasıl bir yol izleneceğine de yer verilmemiştir. Öte yandan seçim

manifestonun sol politika çevresinde şekillenmesi ancak sağ görüşlü adayı göstermesi CHP’nin

kimlik bunalımından kurtulamadığını da göstermiştir.(Duran, 2018)

5.SONUÇ

Cumhur ittifakı 31 Mart 2019 İstanbul seçiminde %48.55 oy almış iken, Millet ittifakı

%48.80 oy almıştır. 23 Haziran 2019 seçiminde ise Millet ittifakı %54,21 oy almışken, Cumhur

ittifakı da %44,99 oy almıştır. Seçime katılım oranları bir önceki seçimde %83,88 iken 23

Haziran seçiminde %84,44 olmuştur. Bir önceki seçime gidemeyen adaylar bu seçime

katılabilmiştir. Bu çalışmada oy oranındaki değişimin nedenleri ankete dayalı araştırma

yöntemi ile beraber, köşe yazılarının yardımıyla da araştırılmıştır. Öncelikle ana muhalefet

seçmenleri üzerindeki seçim konusunda kırgınlık ve umutsuzluk bu 31 Mart seçimlerinde

azalıp, onlara yeniden umut vermiş ve neticesinde seçmenlerin sandığa gitme oranı artmıştır.

Bu oy farkındaki değişme nedenlerinden sadece bir tanesidir. Bu oy oranlarındaki değişimin

diğer sebepleri ise insanlarla anket çalışması sonucunda elde edinilen bazı meselelerdir.

Page 231: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

224

Bunlardan en önemlisi Cumhur ittifakı’nın HDP seçmeninin oyunu alabilmek için terör örgütü

lideri ile anlaşmaya çalışmasıdır. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan, avukatları ile

görüşsün” çağrısı, ve akabinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunun bir

akademisyen tarafından kamuoyuna okunması ve kardeşi Osman Öcalan’ın devlet kanalına

çıkıp HDP seçmenlerine seslenmesi ve iktidar partisine oy çağrısında bulunması da Türk

halkının seçmenleri arasında büyük tepkilere neden olmuş ve oy oranlarındaki farkı ciddi

ölçüde arttırmıştır. Tüm bu nedenler ve sonradan açıklayacağım bazı etkenler iki seçim dönemi

arasında ciddi oy farklarına sebep olmuştur.

Aşağıdaki tablo 1 de insanlarla yapılan anketler sonucunda 23 Haziran 2019 başkanlık

seçiminde neden İstanbul’da belediye başkanlığının AKP(iktidar partisi)’den

CHP’ye(muhalefet partisi) geçtiği açıklanmaya çalışılmıştır. 72 erkek ve 48 kadın seçmen

olmak üzere 120 kişi ile yapılan görüşmeler ile ve insanların okur-yazarlık, yaş, medeni hal ve

cinsiyet durumları göz önüne alınarak yapılan anket çalışması sonucunda kaç seçmenin ortak

kararının aynı olduğu analiz edilmiştir. Ankete dahil olan kişiler, birden fazla cevaplar da

söylemiştir. Yapılan analizler sonucunda 120 kişiden 72’i çoğunlukla “Terör örgütü liderinin

mektubunun yayınlanması ve Osman Öcalan’ın devlet kanalında konuşması” ve 57’i “Sayın

Yıldırım’ın siyasette dinamik ve üretken olamaması ve genç lider İmamoğlu’nun halka daha

fazla cazip gelmesi” ve son çoğunlukta 47’i de “Siyasi parti teşkilatlarının yanlış politikaları”

kararlarında birleşmiştir.

Tablo 1: Seçmenlerin Oy Farklarındaki Fikirleri

Sebepler Cinsiyet Yaş Aralığı Öğrenim Durumu

Adam kayırma (13)

Yolsuzluk (21) 18-25 Yaş 33 Kişi İlkokul 9 Kişi

Siyasi parti teşkilatlarının yanlış

politikaları (47)

72 Erkek

Mülteci sorunundan dolayı Türkiye

ekonomisinin kötü etkilenmesi (31)

Lise 54 Kişi

Sayın Yıldırım’ın siyasette dinamik

ve üretken olamaması ve genç lider

İmamoğlu’nun halka daha fazla

cazip gelmesi (57)

26-44 Yaş 46 Kişi

Halkın AKP iktidarına kötü

yönetimden dolayı ders vermek

istemesi (18)

Ön Lisans 13 Kişi

Hayat pahalılığı ve alım gücünün

düşük olması, ekonomik nedenler ve

istihdam (39)

AKP seçilmiş adayları görevden

alması ve kendi istediği adayı

koyması (8)

48 Kadın

45-65 Yaş 26 Kişi Lisans 32 Kişi

AKP uzun yıllar sonucu yıprandığı

ve artık iyi bir yönetim

sağlayamaması (17)

İstanbul’daki fiili suç oranlarının çok

yüksek olması (29)

Yüksek Lisans 9 Kişi

Seçimi kazanan sayın İmamoğlu’na

haksızlık yapıldığı iddiası (34)

+65 Yaş 15 Kişi

Terör örgütü liderinin mektubunun

yayınlanması ve Osman Öcalan’ın

devlet kanalında konuşması (72)

Doktora 3 Kişi

Page 232: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

225

Bunun yanı sıra Suriyeli mültecilerden sebep Türkiye ekonomisinin kötü yönde

etkilendiği ve kaçak Suriyeli işçilerden sebep istihdamın azaldığı fikirleri de seçmenler

tarafından benimsenmiştir. Ayrıca AKP partisinin uzun yıllar sonucu çok fazla yorulduğu ve

bu sebeple eskisi kadar hizmet faaliyetlerini yürütememesi görüşleriyle beraber, AKP önde

gelen yetkililerin belediyelerdeki yolsuzlukları ve kendi adamını belediye kadrolarında ön

plana çıkarmaları sebepleri de, oy farkında değişimin nedenleri arasındadır. Bir başka görüş ise

seçimin yenilenmesi ile birlikte Türk halkında ve medyada seçimi hakkıyla kazanan

İmamoğlu’nun haksızlığa uğradığı ve İktidar partisinin zor kullanarak İstanbul’u ele geçirme

planları olduğu hakkında propagandalar olmuştur. Bu konu hakkında medyada, sosyal medyada

ve halkın içinde propagandalar bir sonraki seçimde İmamoğlu’nu belediye başkanlığına taşıdığı

hakkında düşünceler de vardır. Aynı zamanda İstanbul semtlerinde adli suç oranlarının çok

yüksek olması sebebiyle bazı semtlerinde can ve mal kaybı endişesi ile iktidarın artık

belediyelerdeki zabıta güvenlik hizmetinin de gerçekleştirilemediği fikirleri ortaya çıkmıştır.

Son olarak da halk tarafından oy ile seçilmiş bir belediye başkanının(Kadir Topbaş) iktidar

partisi tarafından görevden alınması ve istedikleri adayı o belediyeye koyması da halkın iktidar

tarafından “adam kayırma” zihniyetinin de doğmasına sebep olmuştur. Böylece bütün bu

sebepler genel olarak halkı iktidar partisinin İstanbul’da iyi bir idaresi olmadığını ve

belediyelerce yapılan yolsuzluk, adam kayırma, adaletsizlikler, parti yetkililerin lüks yaşamları

ve insanlara kibirli bakmaları, ve sayın aday Binali Yıldırım’ın yeterli ve dinamik, üretken

olarak görmemeye aksine muhalif adayı sayın Ekrem İmamoğlu’nu genç ve aktif, üretken

olarak görmeye itmiş, ve bu sebeple halk, AKP iktidarına bir ders vermek istemiştir. Halk artık

iktidar partisi içinde bazı insanların genel başkana ve partiye yakın olan adayları değil, aksine

daha dinamik daha üretken daha enerjik ve kendilerine iyi hizmet sağlayacak olan adayları ve

yeni yüzleri keşfetmek ve kendi şehirlerine başkan olarak istemişlerdir. Bunu iktidar partisinin

içinde görememişlerdi ve muhalefet partisindeki liderin karizmatik tavrı ve birleştirici,

bütünleştirici konuşmaları halkın o lidere olan ilgisini de cezbetmiştir.

Sonuç olarak yukarıda bahsedilen bütün 23 Haziran seçiminin önemi ile partilerin

stratejileri ve izledikleri politika, partiler arasında kurulan ittifaklar ve araştırılan köşe yazıları

ile en önemlisi birebir insanlarla yapılan anket sonucunda iktidar partisi İstanbul seçiminde

yenilgiye uğramasındaki sebepler analiz edilip, açıklanmaya çalışılmıştır. 28 Mart 1989 yılında

Nurettin Sözen başkanlığından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazanamayan CHP,

30 yıl sonra Belediye Başkanlığını almıştır. Belediye başkanlığı iktidar partisinden muhalefet

partisine el değiştirmişti. Halk artık değişik politikalar görmek, sıradan alışılagelmiş yüzler

yerine daha dinamik ve değişik yüzler keşfetmek istemiş bunun neticesinde de belediye

başkanlığında uzun bir süreç sonunda tekrar CHP partisine bir şans vermek istemiştir. Halk yeni

partiden ve yeni liderden yeni politikalar ve yeni stratejiler beklemekte ve ayrıca iktidar

partisinin yaptığı hataları yeni partinin tekrar etmemesini ummaktadır.

KAYNAKÇA

DİLER, Ergün (2019). “İstanbul’da el değiştiren ilçeler”, Takvim, 1 Nisan 2019.

Erciyas Serencan , A., Baykal (2019). “31 Mart Seçimlerine Doğru Dünden Bugüne Partilerin

Yerel Yönetim Vizyonu. İstanbul”, Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı.

https://www.setav.org.

KARACA, Nihal Bengisu (2019). “AKP İstanbul’da 15 ili nasıl kaybetti?”, Hürriyet, 8 Nisan

2019.

KORU, Fehmi (2019). Fehmi Koru’nun Günlüğü, http://fehmikoru.com, (SGT: 01.04.2019).

ŞAHİN, Sait (2019). “İstanbul Seçimlerini Kim Ve Ne Kaybettirdi?”, Doğruhaber, 2 Nisan

2019.

Page 233: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

226

TAN, Alper ve Diğerleri (2015). “2015 Yeni Anayasa Sistem Yılı Olacak”, Stratejik Düşünce

Enstitüsü, https://www.sde.org.tr, (15.01.2015)

YILMAZ, Murat ve diğerleri (2019). “Anayasa ve Reform Yılı 2016, Stratejik Düşünce

Enstitüsü, https://www.sde.org.tr, (15.01.2019).

23 Haziran 2019 İstanbul Yerel Seçimleri, Stratejik Düşünce Enstitüsü,

https://www.sde.org.tr, (ET: 10. 04. 2019).

Haftanın İç Politika ve Hukuk Değerlendirmesi (17-23 Haziran 2019), Siyasi, Ekonomik ve

Sosyal Araştırmalar Vakfı, https://www.setav.org, (ET: 03.04.2019).

Page 234: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

227

TURİZM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN YAŞLI AYRIMCILIĞINA

YÖNELİK GÖRÜŞLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç.Dr., Sema OĞLAK

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

e-mail: [email protected]

Dr. Öğr.Üyesi, Aziz BOSTAN

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Kuşadası Turizm Fakültesi

e-mail: [email protected]

Dr. Öğr.Üyesi, Ahmet ÜNLÜ

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Ekonometri Bölümü

e-mail:[email protected]

Bilim Uzmanı, Şifa Aybike BAŞ

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

e-mail: [email protected]

Özet

Dünyada yaşlı nüfusun artışı göz önüne alındığında emeklilikle birlikte yaşlıların ileri yaşlarda seyahat etme, tatil

yapma ve konaklama taleplerinin daha fazla arttığı görülmektedir. Ekonomik gücü yüksek yaşlılar, turizm pazarı

ve konaklama sektörünün önemli bir müşteri grubunu oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda, Turizm Fakültelerinde

okuyan öğrenciler, geçmişe göre daha fazla yaşlı bireylere karşılaşmakta ve onlara hizmet etmektedirler. Ancak,

Türkiye’de turizm sektöründe, alışılagelmiş hizmet grubu dışında kalan yaşlı bireylere yönelik sıklıkla karşılaşılan

sorunların başında yaşlı ayrımcılığı gelmektedir. Bu çalışmanın amacı, Turizm Fakültesinde okuyan öğrencilerin

yaşlılara yönelik ayrımcılıkla ilgili görüşleri ve bu görüşlerini etkileyen faktörlerin belirlenmesine yöneliktir.

Tanımlayıcı tipte bir çalışma olup, alışmanın evrenini, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Turizm Fakültesi

öğrencileri oluşturmakta olup, 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında öğrenin gören 145 öğrenci örnekleme

alınmıştır. Çalışmamızda, Vefikuluçay (2008) tarafından geliştirilmiş olduğu “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği”

(YATÖ) kullanılmıştır.

Yaşlılara yönelik olumlu algıda erkek ve kız öğrenciler arasında anlamlı bir fark bulunmamakla birlikte; erkek

öğrencilerin yaşlının yaşamını sınırlama açısından kadınlara göre anlamlı farklar olduğu (p<0.05) görülmüştür.

Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik olumsuzluk algısında diğer üst sınıflara göre

anlamlı fark bulunmuştur. Elde edilen bulgulara göre, Turizm Fakültesi üniversite öğrencilerinin yaşlılara yönelik

olumlu tutum ve algı oluşturmada müfredat açısından yaşlılık konusunun yer almasının öneminin ortaya çıktığı

söylenebilir.

Anahtar Kelimeler: Yaşlı Nüfus, Ayrımcılık, Yaşlı Turizmi, Turizm öğrencileri

JEL Kodları: J71, M31, J14, C42

EVALUATION OF THE OPINIONS OF THE FACULTY OF TOURISM STUDENTS

ABOUT AGEISM

Abstract

Given the increase in the elderly population in the world, it is seen that significant increase with the retirement,

the demand of elderly people to travel, vacation and accommodation. Elderly people with high economic wealth

are an important customer group in the tourism market. In this context, students in Tourism Faculties encounter

and serve more elderly individuals than in the past. However, the tourism sector in Turkey, ageism at the beginning

of frequently encountered issues for older people than other group. The aim of this study is to determine the

opinions of the students in the Faculty of Tourism about ageism and affecting factors. This descriptive study was

conducted with students who were the students of the Tourism Faculty of Aydın Adnan Menderes University and

145 voluntary students who took education in the 2017-2018 academic year. students were selected by simple

random sampling. Data were collected using an identifying information form and an Age Discrimination Attitude

Scale (ADAS) developed by Vefikuluçay (2008).

Page 235: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

228

Although there is no significant difference between male and female students in the positive perception towards

the elderly; There was a significant difference between male students in terms of limiting the life of the elderly

compared to women (p <0.05). On the other hand, a significant difference was found in the perception of negativity

of the first grade students of the Faculty of Tourism compared to the other upper classes. According to the findings,

it can be said that the importance of the inclusion of the subject of old age in terms of curriculum in creating

positive attitudes and perceptions of the students of the Faculty of Tourism.

Keywords : Older Population, Discrimination, Elderly Tourism, Tourism Students,

JEL Codes : J71, M31, J14, C42

1. GİRİŞ

Yapılan öngörüler, dünyada 60 yaş üstü nüfusun 2050 yılında %22’ye ulaşacağını

göstermektedir (WHO Europe, 2012). Yaşlı bireylerin diğer yaş gruplarına oranla ekonomik

gücünün daha yüksek olması (Kim, Woo and Uysal, 2015; Zhong and Hertzman, 2014;

Patterson, 2018) ve yaşam süresinin uzamasının yanısıra, kendilerini geçmiş yıllardaki yaşlılara

göre daha sağlık hissetmeleri (Patterson and Balderas, 2018) nedeniyle ileri yaş grubunun

gelecekte, turizmin sektörünün en önemli tüketici grubunu oluşturacağı tahmin edilmektedir

(Patterson, 2018; Sedgley, Pritchard and Morgan, 2011). Bu nedenle, yaşlıların turizm

pazarında giderek daha fazla yer almaları dünya çapında dikkatle izlenmektedir (Jang and Wu

2006; Sellick 2004). Bu bağlamda, işletmeciler açısından “üçüncü yaş turizmi” veya “yaşlı

turizm” diye yeni kavram ve segment oluşmuştur (Nikitina and Vorontsova, 2015; Meiners

and Seeberger, 2010). Meiners and Seeberger (2010), nüfusun bu segmentinin, turizm

endüstrisi için önemli bir itici güç olmasının nedeninin, büyük ve keşfedilmemiş bir pazarı

temsil etmesinden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Sözgelimi, 1999 yılında, 60 yaş üstündeki

bireylerin yaklaşım 600 milyonu, uluslararası turistik tatil yaparken; ileri yaş turist sayısının

2050 yılında, 2 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir (Patterson, 2018).Yaşlı nüfusun artışı

gözönüne alındığında, emeklilikle birlikte ileri yaşlarda seyahat etme, tatil yapma ve konaklama

taleplerinin daha fazla artacağı öngörülmektedir (Hung and Lu, 2016; Alén, Domínguez, and

Losada, 2012; Hung and Lu, 2016; Patterson, 2018). Bu bağlamda, 50 yaş ve üstündeki

bireylerin seyahat taleplerinde ve harcamalarındaki artış nedeniyle, yaşlı turizmi turizm

araştırmacılarının yanı sıra hizmet kuruluşları ve hükümetler tarafından giderek daha fazla ilgi

görmeye başlamıştır (Glover and Prideaux 2009; Zhong and Hertzman, 2014).

Türkiye’de turizm sektöründe, alışılagelmiş hizmet grubu dışında kalan yaşlı bireylere

yönelik sıklıkla karşılaşılan konuların başında yaşlı ayrımcılığı gelmektedir. Yaşlı ayrımcılığı,

ileri yaştaki bireylere yönelik ön yargı, tutum ve davranışlardır. Başka bir ifadeyle, yaşlı

bireylere karşı davranış, tutum ve inanç bağlamında istenmeyen davranışları ifade etmektedir

(Jenkins, 2008). Bilindiği gibi, turizm sektöründe çalışanlar, geçmişe göre daha fazla yaşlı

bireylere karşılaşmakta ve onlara hizmet etmektedirler. Diğer taraftan, ileri yaş grubunun

toplumda ve turizm alanlarda daha fazla görünür olmaları, yaşlı ayrımcılığı konusunu daha

fazla öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, ileri yaştaki bireylerin turizm tercihleri açısından beklenti,

düşünce ve davranışlarını anlamak, elde edilen bilgilerle pazarlama stratejilerini doğru

yönlendirebilmek amacıyla alışılagelmiş bir turist profilinin dışındaki gruplara hizmet sunan

birey ve kurumların yaşlı ayrımcılığının yönünden bakış açılarının yeniden gözden geçirmeleri

giderek daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, Turizm

Fakültesinde okuyan öğrencilerin yaşlılara yönelik ayrımcılıkla ilgili görüşleri ve bu

tutumlarını etkileyen faktörlerin neler olduğunun ortaya çıkarılmasıdır.

2. VERİLER ve YÖNTEM

Bu araştırma, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Turizm Fakültesi öğrencilerinin

yaşlı ayrımcılığına ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla metodolojik ve kesitsel olarak

yapılmıştır. Tanımlayıcı ve yorumlayıcı türde olan bu araştırmanın örneklemini 2017-2018

eğitim-öğretim yılında Turizm Fakültesinde okuyan öğrencilerin yaklaşık dörtte biri

oluşturmuştur.

Page 236: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

229

Araştırmamızda, Turizm Fakültesinde öğrenim gören 1.2.3. ve 4. Sınıf öğrencilerinin

yaşlılara yönelik tutumları, olumlu ya da olumsuz ayrımcı bakış açısına sahip olup olmadıkları

ve yaşlı ayrımcılığını etkileyen diğer bağımsız değişkeler (cinsiyet, kardeş sahipliği, aile tipi,

65 yaş üzeri bireylerle ortak yaşama durumu, evlendikten sonra anne/baba ile birlikte

yaşayabilme isteği, babanın mezuniyet ve mesleki durumu) incelenecektir.

Araştırma kapsamında amaca yönelik olarak temelde aşağıdaki hipotezler

sorgulanacaktır. Bu hipotezler, ADÜ Turizm Fakültesinin değişik bölümlerinde okuyan

öğrencilerin yaşlı ayrımcılığına ilişkin tutumları bakımından; H1: Turizm Fakültesi öğrencilerinin cinsiyetlere göre farklılık bulunmaktadır.

H2: Turizm Fakültesi öğrencilerinin kardeş sahibi olup/olmama arasında fark vardır.

H3: Turizm Fakültesi öğrencilerinin aile yapısına (çekirdek/geniş aile) göre farklılık vardır.

H4: Turizm Fakültesi öğrencilerin 65 yaş üzeri yaşlı yakını ile yaşama deneyimi bulunmasına göre

farklılık vardır.

H5: Turizm Fakültesi öğrencilerin evlendikten sonra anne/baba ile birlikte yaşayabilme isteğine göre

farklılık vardır.

H6: Turizm Fakültesi öğrencilerin ayrımcılık açısından bölümler arasında fark bulunmaktadır.

H7: Turizm Fakültesi öğrencilerin ayrımcılık açısından kaçıncı sınıfta olduklarına göre fark vardır.

H8: Turizm Fakültesi öğrencilerinin, babalarının mezuniyet durumuna göre farklılık vardır.

H9: Turizm Fakültesi öğrencilerinin babalarının mesleki durumuna göre farklılık vardır.

2.1. Verilerin Kaynağı ve Toplanması

Araştırma, Aydın Adnan Menderes Üniversitesine bağlı Turizm Fakültesinde okuyan

öğrenciler üzerinde uygulanmıştır. Fakültenin öğrencilerinin, yaşlılarla daha sık karşılaşmaları

nedeniyle onlara karşı nasıl bir tutum içinde oldukları belirlenmek istenmektedir.

Çalışmanın örneklemi, Turizm Fakültesi öğrencilerinden oluşan, 2017-2018 eğitim ve

öğretim yılında öğrenim gören ve rassal şekilde seçilen 145 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir.

Çalışmada, Vefikuluçay (2008) tarafından geliştirilmiş olan “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği”

(YATÖ) kullanılmıştır.

Veri toplama aracı olarak kullanılan bu ölçek 23 sorudan oluşmakta, öğrencilerin yaşlı

ayrımcılığına ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla konuya ilişkin literatür incelenerek

hazırlanan “Anket Formu” ve 23 sorudan oluşan “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ)”

kullanılmıştır. Anket formu, öğrencilerin yaşlı kavramı, yaşlı ile yaşamaya ilişkin deneyimleri,

yaşlı bireylerle yaşadıkları klinik deneyimler ve yaşlı bireylere bakım vermek isteme

konusundaki düşünceleri ile ilgili sorulardan oluşmuştur.

2.2. Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ)

YATÖ yaşlının yaşamını sınırlama, yaşlıya yönelik olumlu ayrımcılık ve yaşlıya yönelik

olumsuz ayrımcılık konularını içeren üç alt boyutu olan ve 23 maddeden oluşan bir ölçektir.

Vefikuluçay tarafından 2008 yılında geliştirilen ölçeğin Türk toplumu için geçerlilik-

güvenirlilik çalışması yapılmış ve Cronbach alfa güvenirlik katsayısı 0.80 bulunmuştur. Bu

çalışmada ise, Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.76 olarak belirlenmiştir.

YATÖ Ölçeği, yaşlılara yönelik tutumla ilgili olumlu veya olumsuz ifadelerin yer aldığı

her bir madde için 5’li likert ölçeği kullanılmış ve seçenekler için “Kesinlikle Katılmıyorum”,

“Katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Katılıyorum” ve “Tamamen Katılmıyorum” şıkları

kullanılmıştır. YATÖ ölçeğine göre; yaşlı ayrımcılığı hakkında olumlu tutum cümleleri için

cevaplayan kişi tamamen katılıyorsa “5” puandan itibaren azalarak, kesinlikle katılmıyorsa “1”

puan alacak şeklinde puanlandırılmıştır. Yaşlı ayrımcılığına ilişkin olumsuz tutum cümleleri

ise; tamamen katılma durumuna karşılık “1” puandan itibaren, kesinlikle katılmıyor için verilen

“5” puana kadar puanlandırılmıştır. Ölçekten alınan puan arttıkça yaşlı ayrımcılığına ilişkin

olumlu tutumun arttığı anlaşılmaktadır. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan “115”, en düşük

puan ise “23” dür (Vefikuluçay, 2008).

Yaşlılara Tutum Ölçeği üç alt boyuttan oluşmaktadır. “Yaşlının Yaşamını Sınırlama”

boyutu, yaşlı bireyin sosyal yaşamını sınırlamaya ilişkin toplumun inanç ve algılarıdır. Bu

Page 237: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

230

boyuttan en düşük 9 ve en yüksek 45 alınabilmektedir. Yaşlı bireye yönelik “Olumlu

Ayrımcılık” boyutu, diğer bireylerin yaşlı bireye yönelik olumlu bakış açısı, inanç ve algılarıdır.

Bu boyuttan en düşük 8, en yüksek 40 puan alınabilmektedir. Yaşlıya dönük “Olumsuz

Ayrımcılık” boyutu, toplumun yaşlı bireye yönelik olumsuz inanç ve algılarıdır. Bu boyuttan

en düşük 6, en yüksek ise 30 puan alınabilmektedir.

Öğrenci gözlemler üzerinden alınan veriler, okul veya sınıf ortamında, boş zamanlarında

toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için fakülte yönetiminden izin alınmış ve öğrencilere

araştırmanın amacı anlatıldıktan ve araştırma ile ilgili gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra,

bütün öğrencilerden çalışmaya katılma konusunda sözlü kabulleri alınarak gönüllü olanlarla

anket çalışması uygulanmıştır.

3. BULGULAR

Çalışma kapsamında ankete katılan öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri Tablo

1’de gösterilmiştir. Bilgi toplanan turizm üzerine eğitim veren fakülte kapsamında konaklama

işletmeciliği öğrencileri %41.4; yiyecek içecek işletmeciliği %29.7; seyahat işletmeciliği

%17.9 ve %11’ de turizm rehberliği, turizm işletmeciliği ve diğer bölümlerin öğrencilerinden

oluşmaktadır.

3.1. Örneklemdeki Gözlemlere Ait Farklı Özelliklerin Dağılımı

Bu başlık altında örneklem kapsamında görüşleri alınan 145 öğrenciye ilişkin; ilk olarak

farklı sosyo-demografik özelliklere dönük, ikinci olarak doğduğu ve yaşadığı bölgelere yönelik

dağılım özellikleri ve son olarak öğrenim, çalışma ve mesleki durumlarına yönelik dağılımlar

raporlanacaktır.

Sosyo-Demografik özelliklere göre, erkekler (%55) dağılıma sahiptir. Bölüm olarak en

fazla konaklama işletmeciliği öğrencileri (%41) olduğu ve bunu izleyen yiyecek içecek

işletmeciliği öğrencileri (%29.7) öne çıkmaktadır. Sınıf olarak 3. Sınıflar çoğunlukta (%40) ve

bunu 2. Sınıflar (%29) izlemektedir. Doğum tarihi olarak bakıldığında ise %24’ünün 1996

doğumlu oldukları görülmektedir.

Tablo1. Sosyo-Demografik Özelliklere Ait Frekans ve Yüzdelik Değerler

Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%

Cinsiyet Kadın

Erkek

80

65

44.8

55.2

Bölüm Konaklama İşletmeciliği

Yiyecek İçecek İşletmeciliği

Seyahat İşletmeciliği

Turizm Rehberliği, Turizm

İşletmeciliği, Cevapsız

60

43

26

16

41.4

29.7

17.9

11.0

Sınıf 1. Sınıf

2. Sınıf

3. Sınıf

4. Sınıf

Yüksek Lisans

5

41

57

31

7

3.5

29.1

40.4

22.0

5.0

Doğum

Tarihi

1993 ve Öncesi

1994

1995

1996

1997

1998 ve Sonrası

17

23

25

34

28

17

11.8

16.0

17.4

23.6

19.4

11.8

Medeni

Durum

Bekar

Evli, Birlikte ve Diğer

138

7

95.2

4.8

Öğrencilerin doğum ve yaşadıkları yerlerle ilgili verilere göre; ilde yaşayanlar (%53)

diğer yerleşim kesimlerine göre daha fazla öne çıkmaktadır. İlkokula kadar genellikle ilde

yaşamış olanlar (%54) yine fazladır. Öğrencilerin önemli kısmı (%46) yaklaşık yaşadığı ilde

18-20 yıl aralığında bulunmuşlardır. Çalışmaya katılanların büyük çoğunluğu normal lise

Page 238: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

231

mezunu (%37), %33’ü meslek lisesi mezunu oldukları ve %40’nın devlet yurdunda

konakladıkları görülmektedir. Aile yapısı açısından bakıldığında ise, neredeyse büyük bir

çoğunlukla (%90) kardeşleri olduğu ve çekirdek aile yapısına (%90) sahiptirler. Bu veriler

bakıldığında geleneksel Türk aile yapısına benzer bir sonuç olduğu görülmektedir.

Tablo 2. Öğrencilerin Doğdukları ve Yaşadıkları Yerlere İlişkin Özelliklerinin Dağılımı

Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%

Doğum Yeri Türü İl

İlçe / Köy

77

68 (65 / 3)

53.1

46.9

İlkokula Kadar

Yaşanan Yer

İl

İlçe

Köy

78

57

10

53.8

39.3

6.9

Bu bölgede yaşanılan

süre

0-17 Yıl

18-20 Yıl

21-24 Yıl

43

60

29

32.5

45.5

22.0

Mezun Olunan Okul Normal Lise

Anadolu, Süper, Fen Lisesi

Meslek Lisesi

Özel Lise / Kolej, İmam

Hatip ve Diğer

54

26

48

17

37.2

17.9

33.1

11.7

Yaşanılan mekan Devlet Yurdu

Arkadaşlarla Evde

Tek başına Evde

Ebeveyn ve kardeşlerle

evde

Özel Yurt / Kardeşlerle Ev

/ Diğer

57

33

22

16

16

39.6

22.9

15.3

11.1

11.1

Kardeş Sahipliği Kardeşim Yok

Kardeşim Var

14

131

9.6

90.4

Aile Tipi Çekirdek Aile

Geniş Aile ve Diğer

129

16 89.5

10.5

Araştırmaya katılanların ebeveynleriyle ilgili verilere bakıldığında (Tablo 3); annelerinin

genellikle (%37) ilkokul mezunu ve ev hanımı (%68), yüksekokul mezunu olan annelerin %9

düzeyinde olduğu; Babaların ise, ilkokul, ortaokul ve lise mezunu (%73.7), yüksekokul mezunu

olan baların oranının % 18 olduğu belirlenmiştir. Babaların önemli bir kısmı emekli (%39) veya

serbest meslek sahibidirler (%35).

Tablo 3. Öğrencilerin Ebeveynlerinin Öğrenim, Çalışma Durumu ve

Mesleklerine İlişkin Özelliklerinin Dağılımı Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%

Annenin Öğrenim

Durumu

Okur Yazar veya Değil

İlkokul Mezunu

Ortaokul

Lise

Yüksekokul/Üniversite

15

54

33

30

13

10.3

37.2

22.8

20.7

9.0

Annenin Mesleği Ev Hanımı

Memur / İşçi / Serbest

Meslek / Diğer

Emekli

99

32

14

68.3

9.7

21.9

Babanın Öğrenim

Durumu

Okur Yazar veya Değil

İlkokul Mezunu

Ortaokul

Lise

Yüksekokul/Üniversite

6

41

35

35

26

4.2

28.7

24.5

24.5

18.2

Babanın Mesleği İşsiz

Memur / İşçi

Serbest Meslek / Diğer

Emekli

6

32 ( 11 +21)

49 (35 +14)

55

4.2

22.5

34.5

38.7

Page 239: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

232

3.2. Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına ilişkin Tutumlarını Etkileyebilecek Bazı

Değişkenlere İlişkin Bulgular

Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşlılarla ilgili geçmiş deneyimlerini dikkate alındığında

(Tablo 4); 65 yaş üzeri bireylerle ortak yaşama deneyimi olmayanlar çoğunluktadır (%59).

Yaşlılarla birlikte yaşamış olanların içinde büyükanne veya büyükbaba ile yaşayanların oranı

daha yüksektir (%55). Öğrencilerin ailesi ile birlikte yaşayan yaşlıların oranı %16’dır.

Öğrencilerin %56’sı, evlendikten sonra anne babasıyla birlikte yaşayabileceklerini

belirtmişlerdir.

Tablo 4. Öğrencilerin Yaşlı/Yaşlılar ile Yaşama Durumları ve Aile Kurduktan Sonra

Ebeveynleri ile Birlikte Yaşayabilme Eğilimleri

Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%

65 Yaş ve Üzeri

Yaşlılar ile Birlikte

Yaşama Tecrübesi

Evet Birlikte Yaşadı/

Yaşıyor

Hayır Hiç Yaşamadı

60

85

41.4

58.6

Hangi Yaşlılar ile

Yaşandığı

Büyükanne ve Büyükbaba

Yalnız Büyükanne

Yalnız Büyükbaba

Diğer

39

17

12

3

54.9

23.9

16.9

4.2

Yaşayan Büyükanne

/ Büyükbaba

Kiminle Yaşıyor

Ailemle Birlikte

Birinci Derece Yakınlarla

Kendi Evlerinde Yalnız

Diğer

22

30

62

21

16.3

22.2

45.9

15.6

Aile kurduktan

sonra Anne/Baba ile

Birlikte Yaşamaya

Eğilim

Evet

Hayır

81

63 56.3

43.8

3.3. Araştırmanın YATÖ Ölçeğine Bağlı Güvenilirlik ve Tanımsal İstatistik

Sonuçları

Bu araştırma kapsamında yaşlılara yönelik tutum ölçeği (YATÖ) kullanılarak elde edilen

verilerin ne derece güvenilir olduğu Cronbach Alfa değeri sonuçlarıyla alttaki tabloda

raporlanmıştır.

Tablo 5. YATÖ Ölçeğine Bağlı Araştırmanın Güvenilirlik Bulguları

BOYUTLAR Cronbach

Alpha

Standartlaştırılmış Maddelere

Dayalı Cronbach Alpha Madde Sayısı

GENEL ,623 ,620 24

YYS (yaşlının

yaşamını sınırlama)

,526 ,537 9

OLUMLU ,724 ,727 8

OLUMSUZ ,558 ,559 6

Elde edilen bulgulara göre; ölçeğin geneline yönelik olarak elde edilen Cronbach Alfa

değeri 0.62 dolaylarındadır. İlgili rakam güvenilirliğin orta seviye olduğunu göstermektedir.

Alt ölçekler boyutunda elde edilen güvenilirlik değerlerine bakıldığında; güvenilirlik yönünden

diğerlerine göre daha yüksek değere sahip olan “Olumlu Tutum” alt ölçeği olup 0.72

düzeylerindedir. Diğer iki alt ölçek ise “Yaşamı Sınırlama” ve “Olumsuz Tutum” ölçekleri

sırasıyla 0.54 ve 0.56 değerleriyle orta güvenilirlik seviyesinde yer almaktadırlar.

Yaşlılara yönelik olumlu algıda erkek ve kız öğrenciler arasında anlamlı bir fark

bulunmamakla birlikte; yaşlının yaşamını sınırlama ve olumsuzluk alt boyutundan alınan

puanlar arasında erkeklerin puanında kadınlara göre anlamlı farklar olduğu (p<0.05)

görülmüştür (H1). Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik

olumsuzluk alt boyutunda diğer üst sınıflara göre anlamlı fark bulunmuştur (H7). Çalışma

Page 240: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

233

sonuçlarına göre Turizm Fakültesi üniversite öğrencilerinin yaşlılara yönelik olumlu tutum ve

algı oluşturmada müfredat açısından yaşlılık konusunun yer almasının önemi ortaya çıktığı

söylenebilir.

Tablo 6. Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ) ve Alt Ölçekleri için Tanımlayıcı İstatistikler

(n=145)

Frekans Min. / Maks. Medyan Ortalama / Std.

Sapma

Çarpıklık (Std.

Hat)

Basıklık (Std.

Hat)

YATÖ 131 45 / 93 70 69.748 / 7.845 0.126 (0.212) 0.736 (0.420)

YYS 139 11 / 34 20 20.439 / 4.344 0.393 (0.206) 0.102 (0.408)

OLML 140 14 / 39 32 30.807 / 4.980 - 0.85 (0.205) 0.795 (0.407)

OLSZ 138 7 / 27 18 18.203 / 3.775 - 0.234 (0.206) - 0.082 (0.410)

Ölçeklerden YYS, 9 maddeden oluşmakta ve 11 minimum, 34 maksimum değerlerine sahiptir.

Olumlu alt ölçeği 8 maddeden oluşmakta, 14 minimum ve 39 maksimum değerine, Olumsuz alt

ölçeği ise 6 maddeden oluşmakta 7 minimum puana ve 27 en yüksek puana sahiptir.

Tablo7. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile

Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Yaşlının Yaşamını Sınırlama

Frek. / Ort. / St. Sap. Olumsuz Ayrımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Cinsiyet Erkek

Kadın

63 / 21.492 / 4.816

76 / 19.566 / 3.721

Lev.= 2.222 (0.138)

t = 2.659 (0.009)

63 / 19.159 / 3.773

75 / 17.40 / 3.609

Lev.= 1.156 (0.284)

t = 2.793 (0.006)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Cinsiyet demografik değişkenine göre, YATÖ skorlarından özellikle Yaşlının Yaşamını

Sınırlama (YYS) ve Olumsuz alt bileşenleri farklılaşmaktadır. Tablo 7’ye göre ilgili alt

bileşenlerin t testi değerleri ve buna bağlı olarak olasılık değerleri farklılığın varlığını

göstermektedir. Çünkü “H1: Cinsiyet grupları arasında fark vardır” hipotezi t istatistiği ve

olasılık değerine göre kabul edilmektedir. Yani erkek ve kadınlar arasında YYS ve Olumsuz

bileşenleri farklılaşmaktadır. Yukarıdaki tabloda, YYS ve Olumsuz puanları ortalamasının,

erkeklerde daha yüksek, kadınlarda ise daha düşük olduğu görülmektedir.

Tablo 8. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile

Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Kardeş

Sahipliği

Yok

Var

12 / 15.0 / 4.306

124 / 18.565 / 3.573

Lev.= 0.901 (0.344)

t = -3.240 (0.002)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Öğrencilerinin kardeş sahibi olup olmadığı değişkenine göre, yalnızca Olumsuz

Ayrımcılık alt boyutu puanları arasında farklılık bulunmaktadır. Tablo 8’de de görüldüğü gibi

kardeş sahibi olan öğrencilerin olumsuz ayrımcılık puanı, kardeşi olmayanlara göre daha

yüksektir. Çünkü farkın olduğunu gösteren H2 hipotezi t testi istatistiği ve olasılık değerine göre

kabul edilmiştir ve alt şıklar arasında farkın varlığı anlaşılmaktadır.

Page 241: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

234

Tablo 9: YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile

Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Aile Tipi Çekirdek Aile

Geniş Aile

123 / 18.39 / 3.732

13 / 16.385 / 3.885

Lev.= 0.032 (0.859)

t = 1.836 (0.069)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Öğrencilerin aile yapısına göre de, YATÖ ölçeğinin yalnız Olumsuz Ayrıcalık (OLSZ) alt

boyunda farklılık bulunmuştur. Çünkü t istatistiği ve p değerinin (0.069) %10 anlamlılık

düzeyinde H3 hipotezinin kabul edildiği görülmektedir. Yani farkın bulunduğunu gösteren

hipotez kabul edilmiştir. Çekirdek aileye sahip olanlarda OLSZ puanları ortalaması, geniş

ailede bulunanlara göre bir miktar daha yüksek çıkmıştır.

Tablo 10: YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F

Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrıımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

65 Yaş üzeri

Yaştakilerle

Aynı Evde

Yaşama

Evet, Yaşadı

Hayır, Yaşamadı 56 / 29.50 / 5.573

79 / 31.67 / 4.434

Lev.= 0.185 (0.180)

t = -2.517 (0.013)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

65 Yaş üzeri yaştaki bireylerle aynı evde yaşayan ve yaşamayan öğrenciler arasında

özellikle olumlu ayrıcalık (OLML) alt boyutunda farklılığın bulunduğu anlaşılmaktadır. T testi

ve buna bağlı istatistik ve olasılık değerine göre H4 hipotezi %5 anlamlılık düzeyinde

reddedilmiştir. Yaşlılarla birlikte yaşayan öğrencilerde olumlu ayrımcılık puanı, yaşlı ile

yaşamayan öğrencilere göre biraz düşük çıkmıştır. Bu durum, yaşlı ile yaşayan öğrencilerin

olumsuz deneyimlerinden kaynaklanmış olabileceği olarak yorumlanabilir.

Tablo 11. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F

Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrıımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Aile Kurunca

Anne Baba İle

Yaşama İsteği

Evet, Yaşayabilir

Hayır, Yaşayamaz

78 / 31.987 / 4.359

61 / 29.295 / 5.380

Lev.= 4.562(0.034)

t = 3.177 (0.002)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde

edilen olasılık değeridir.

Öğrencilerin evlendikten sonra anne/babası ile birlikte yaşama isteğinin olup olmadığına

göre bakıldığında, YATÖ Olumlu Ayrıcalık (OLML) alt boyutları arasında fark bulunmaktadır.

Bu sonuç t testi istatistiği ve olasılık değerinin H0 hipotezinin reddedilmesi nedeniyle

doğrulanmaktadır. Evlendikten sonra anne babasıyla aynı evde yaşayabilme eğilimine sahip

olanların olumlu (OLML) puanı daha yüksek, aynı evde yaşama eğilimi olmayanlarda ise

olumlu (OLML) puanı düşük bulunmuştur (H5).

Page 242: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

235

Tablo12. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre ANOVA (F)

Testi Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Yaşlının. Yaşamını.

Sınırlama.

Frek. / Ort. / Std. Sap.

Bölümler Rehabilitasyon Bölümü

Konaklama. İşl.Bölümü

Seyahat. İşl. Bölümü

Yiyecek. İçecek. Bölümü

16 / 20.875 / 3.519

59 / 21.034 / 4.679

24 / 21.458 / 4.384

40 / 18.775 / 3.745

Lev.= 0.793 (0.50)

F = 2.938 (0.036)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Turizm Fakültesinde farklı bölümlerde okuyan öğrencilerin, YATÖ alt bileşenlerinin

puanları yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen Yaşlının Yaşamını Sınırlama (YYS)

bileşenidir. Bu bağlamda, bölümler arasında farklılık bulunmuştur. Bu bileşene göre, özellikle

Yiyecek İçecek İşletmeciliği Bölümünün ortalama puanlarının diğer bölümlere göre daha düşük

olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle, H6 hipotezi; F testi ve buna bağlı olasılık değerine göre

kabul edilmektedir.

Tablo13. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre ANOVA (F)

Testi ile Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Sınıflar 1. Sınıf

2. Sınıf

3. Sınıf

4. Sınıf

Yük.Lisans

5 / 25.40 / 5.459

40 / 31.875 / 5.039

53 / 30.906 / 4.609

31 / 29.968 / 5.003

7 / 32.429 / 4.973

Lev.= 0.200 (0.938)

F = 2.448 (0.049)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Ankete katılan öğrencilerin kaçıncı sınıfta oldukları dikkate alındığında, YATÖ alt

bileşenlerinin skorları yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen Olumlu Ayrıcalık (OLML)

bileşenidir.

Tablo 14. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F

Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık

Frek. / Ort. / St. Sap.

Babanın

Mezuniyet

Durumu

Okur Yazar/Değil

İlkokul

Ortaokul

Lise

Üniversite

6 / 18.50 / 2.739

40 / 18.525 / 3.351

34 / 16.529 / 3.561

33 / 19.03 / 3.754

23 / 19.174 / 4.448

Lev.= 0.746 (0.563)

F = 2.645 (0.036)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen

olasılık değeridir.

Öğrencilerin babalarının mezuniyet durumunun Yaşlı ayrımcılığı konusundaki

görüşlerini ne ölçüde etkilediğine bakıldığında (Tablo 15), YATÖ alt bileşenlerinin skorları

yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen “olumsuz ayrıcalık” bileşenidir. Buna bağlı olarak

Page 243: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

236

değişik mezuniyet durumları arasında anlamlı farklılığın olduğu söylenebilir. Bu bileşene göre,

özellikle ortaokul düzeyinde eğitime sahip babası olan öğrencilerin olumsuz ayrımcılık

puanları, diğerlerine göre daha düşük olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle, H8 hipotezi F

testi ve buna bağlı olasılık değerine göre kabul edilmektedir.

Tablo 15. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F

Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)

Değişken Alt Şıklar Yaşlının Yaşamını

Sınırlama

Frek. / Ort. / St. Sap.

Babanın

Mesleki

Durumu

İşsiz

Memur

İşçi

Serbest Meslek

Emekli

Diğer

6 / 25.00 / 3.347

10/ 22.10 / 5.607

21 / 20.095/ 3.898

32 / 20.781 / 4.661

53 / 19.793/ 3.697

14 / 20.353 / 4.210

Lev.= 1.103 (0.362)

F = 2.698 (0.024)

Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez

içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde

edilen olasılık değeridir.

Babanın mesleki durumuna bakıldığında (Tablo 15), YATÖ alt bileşenlerinin skorları

yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen YYS bileşenidir. Buna bağlı olarak değişik meslek

sahiplikleri arasında anlamlı farklılığın olduğu söylenebilir. Bu bileşene göre, özellikle işsiz ve

memur gruplarına sahip babanın olduğu öğrencilerde ortalama skorlarının diğer mezuniyetlere

göre daha yüksek olduğu, işçi, emekli ve serbest meslek sahiplerinde ise daha düşük YYS skoru

dikkat çekmektedir. Bu nedenle H9 hipotezi kabul edilmektedir.

4. TARTIŞMA VE SONUÇ

Araştırmada; turizm fakültesinin farklı bölümleri arasında, farklı sınıf düzeyleri arasında

ve diğer bağımsız değişkenler göz önüne alınarak öğrencilerin yaşlı ayrımcılığına ilişkin

tutumları araştırılmıştır. Sosyo-demografik özelliklere göre erkekler kız öğrencilere göre

nispeten fazla (%55) yer almışlardır. Bölüm olarak en fazla konaklama işletmeciliği öğrencileri

(%41) ve bunu izleyen yiyecek içecek işletmeciliği öğrencileri (%29.7) öne çıkmaktadır. Sınıf

olarak 3. sınıflar çoğunlukta (%40) ve bunu 2. sınıflar (%29) izlemektedir. Doğum tarihi olarak

1996 olanlar (%24) öne çıkmıştır.

Çalışma kapsamında diğer demografik özelliklere göre de yaşlılara tutum konusunda

farklılık araştırılmış ve bazı dikkat çekici sonuçlara ulaşılmıştır. Cinsiyetle ilgili Yaşlının

yaşamını sınırlama (YYS) ve Olumsuz tutum yönünden farklılığın olduğu, özellikle erkeklerde

YYS ve olumsuz tutumun kız öğrencilere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05).

Başka bir ifadeyle, erkek öğrencilerin yaşlıların seyahat ve turizm davranışlarına olumlu

bakmadıkları, onların yaşamlarını kısıtlı bir biçimde evlerinde geçirmeleri gerektiği inancına

sahip olduğu söylenebilir.

Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik olumsuzluk alt

boyutunda diğer üst sınıflara göre anlamlı fark bulunmuştur. Bu durum ise, eğitim dönemindeki

edindikleri bilgi ve deneyimlerle yaşlılara ilerleyen eğitim dönemlerinde bakış açılarının

değiştiğini göstermektedir. Bu anlamda, eğitim müfredatına yaşlılık ve yaşlıyı anlama

konularına daha fazla yer verilmesi gerektiği görülmektedir.

Bir başka önemli sonuç ise, çekirdek aileye sahip olan öğrencilerde olumsuz yaşlı

ayrımcılığının, geniş ailede bulunanlara göre bir miktar daha yüksek çıkmış olmasıdır. Bu

Page 244: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

237

durum ise, giderek yalnızlaşan ve küçülen ailelerde empati ve kuşaklararası dayanışma

davranışlarının eksikliğinin böyle bir sonuca yol açtığı söylenebilir. Çünkü, yaşlı anneanne ve

babaanne ile yaşayanların yaşlılığa karşı bakış açısının, yaşamayanlara göre daha yüksek

bulunması bu görüşü perçinlemektedir. Diğer bir bulgu da, kardeş sahibi olanların yaşlılara

karşı olumsuz tutumu yönünden daha yüksek puan almalarıdır. Yine olumsuz tutum yönünden

çekirdek ailede yaşayan bireylerde skorun fazla oluşu dikkat çekmektedir. 65 yaş üzeri

bireylerle aynı evde yaşama tecrübesi olmayan öğrencilerin olumlu tutum yönünden skoru

tecrübesi olanlara göre daha fazladır. Evlendikten sonra anne/baba ile aynı evde yaşama eğilimi

olanlarda olumlu tutum skoru daha yüksek bulunmuştur.

Sonuç olarak, Yaşlı nüfusun artışı, diğer yaş gruplarına oranla ekonomik gücünün daha yüksek

olması, kendilerini geçmiş yıllardaki yaşlılara göre daha sağlık hissetmeleri nedeniyle ileri yaş

grubunun tatil ve turizm davranışlarında büyük bir talep artışı görülmektedir. gelecekte,

turizmin sektörünün en önemli tüketici grubunu oluşturacağı tahmin edilmektedir

Ancak, ileri yaş grubunun toplumda ve turizm alanlarda daha fazla görünür olmaları, yaşlı

ayrımcılığı konusunu daha fazla öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, ileri yaştaki bireylerin turizm

tercihleri açısından beklenti, düşünce ve davranışlarını anlamak, elde edilen bilgilerle

pazarlama stratejilerini doğru yönlendirebilmek açısından yaşlı bireylere hizmet suna turizm

öğrencileri için farkındalığı yaratılması, buna uygun eğitim programlarının geliştirilmesi

yaşlılara yönelik olumsuz ayrımcılığının azaltılmasında önemli bir strateji olacağı

görülmektedir.

KAYNAKLAR

Alén E., Domínguez T., and Losada N. (2012). New Opportunities for the Tourism Market:

Senior Tourism and Accessible Tourism, Visions for Global Tourism Industry - Creating

and Sustaining Competitive Strategies, Murat Kasimoglu (Ed.), InTech, Croatia.

Available from: www.intechopen.com/books/visions-for-global-tourism-industry-

creating-and-sustaining- competitivestrategies/new-opportunities-for-the-tourism-

market-senior-tourism-and-accessible -tourism

Altay B. ve Aydın T. (2015), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin

Tutumlarının Değerlendirilmesi, Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi, 12 (1), 11-

18.

Hertzman, J. and Zhong, Y. (2016), A model of hospitality students’ attitude toward and

willingness to work with older adults, International Journal of Contemporary Hospitality

Management, 28 (4, 681-699. https://doi.org/10.1108/IJCHM-09-2014-0428

Hung K., and Lu J. (2016). Active living in later life: An overview of aging studies in hospitality

and tourism journals. International Journal of Hospitality Management, 53, 133-144.

Jenkins, A.K (2008). Age discrimination in hotel workplaces: HRM practices and their effects

on the employment of older workers. In Conference Proceedings of the 17th Annual

CHME Conference, 14-16 May, 2008, The University of Strathclyde, Glasgow, UK

pp. 239-254.

Kim H., Woo, E., and Uysal M. (2015).Tourism experience and quality of life among elderly

tourists. Tourism Management. 46 (2015) 465-476.

Meiners N.H.and Seeberger B. (2010). Marketing to senior citizens: Challenges and

opportunities. The Journal of Social, Political, and Economic Studies, 35(3), 293-328

Nikitina O., and Vorontsova G. (2015). Worldwide trends in the development of education and

academic research, 15 - 18 June 2015 Aging Population and Tourism: Socially

Determined Model of Consumer Behavior in the "Senior Tourism" Segment. Procedia -

Social and Behavioral Sciences, 214, 845-851

Page 245: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

238

Patterson I., and Balderas A. (2018). Continuing and Emerging Trends of Senior Tourism: A

Review of the Literature.. Population Ageing https://doi.org/10.1007/s12062-018-9228-

4

Patterson I. (2018). Tourism and Leisure Behaviour in an Ageing World. British Library,

London.UK

Sedgley D., Pritchard A., and Morgan N. (2011). Tourism and Ageing, A transformative

research agenda. Annals of Tourism Research, 38, (2), 422-436.

doi:10.1016/j.annals.2010.09.002

Vefikuluçay D. (2008), Üniversitede Öğrenim Gören Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin

Tutumları. Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği AD. Hacettepe Üniversitesi: Sağlık

Bilimleri Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara.

WHO Europe (2012).Strategy and action plan for healthy ageing in Europe, 2012–2020.

Regional Committee for Europe Sixty-second session. Malta, 10–13 September

2012.EUR/RC62/10 Rev.1. world Health Organization Regional Office for Europe,

Copenhagen

Zhong, Y.Y. and Hertzman, J. (2014), “Identifying factors that influence students’ willingness

to work with older employees”, Journal of Hospitality and Tourism Education, 26 (1),

21-28.

Page 246: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

239

BİLGİ VE TEKNOLOJİ TOPLUMUNDAN SÜPER AKILLI TOPLUMA

DÖNÜŞÜM SÜRECİ

Doç. Dr. Hüseyin Şenkayas

Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]

Dr. Öğrencisi Özden Gürsoy

Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]

End. Müh. İbrahim Anıl Okcu Jantsa Jant Sanayi ve Ticaret A.Ş., OPEX Grup Lideri, Aydın, [email protected]

Dr. Öğrencisi Hatice Başkaya Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]

Özet

Üretimin global dili olarak tanımlanan ve ilk olarak Almanya’da tanıtılan Endüstri 4.0 terimi, üretim

ortamının teknolojinin ilerLemesiyle ortaya çıkan dijitalleşme, otomasyon ürünleri, çevreleri ve iş ortakları

arasındaki iletişimi saglamak adına dijital bir değer zinciri yaratmak için ortaya atılan bir kavramdır. Toplum 5.0

(süper akıllı toplum) modeli, dünyanın en prestijli teknoloji fuarlarından olan CeBİT 2017’de, Japonya Başbakanı

Shinzo Abe tarafından duyurulmuş olup, “Teknolojinin toplum için bir risk unsuru taşımadığını, sosyal hayatı

daha da kolaylaştırdığı”, tabanlı felsefeye işaret ederek tüm dünyada dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Bilgi

toplumundan, süper akıllı topluma geçişi ifade eden Toplum 5.0’ın hedefi, Endüstri 4.0’ın getirmiş olduğu dijital

ortamın yeniliklerini çeşitli sektörlere ve insanların toplum hayatı içinde yaşam biçimine adapte ederek farklı

sosyal problemlere yönelik çözüm stratejilerini ortaya çıkaran bütünleşik bir düzen kurmaktır. Bu çalışmanın

amacı, kavramsal seviyede dijital dönüşüm çağının sunmuş olduğu imkanların, Toplum 5.0 felsefesini kapsayan

global sosyal sorunların incelenerek bu sisteme entegre edilmesine etkilerinin, çözüm yollarının araştırılması ve

“Süper Akıllı Toplum” konseptinin temel paradigmalarını tartışmaktır. Endüstri 4.0, Avcı Toplum’dan Akıllı

Topluma Geçiş Süreci, Toplum 5.0’da çözülmesi hedeflenen sorunlar ve zorluklar başlıkları altında kavramlar

açıklanmıştır. Araştırma kapsamında, Endüstri 4.0’ın temel bileşenlerinin süper akıllı topluma adaptasyon

çabasının sonuçları değerlendirilmiş, insanların yeni toplum parametreleri sürecinde daha sürdürülebilir ve

ahenkli bir yaşam geçirebilmelerinin olumlu etkilerinin önemi ortaya konmuş olup bu bağlamda öneriler ve

stratejiler sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Toplum 5.0, Endüstri 4.0, Dijitalleşme, Süper Akıllı Toplum, Sosyal Hayat.

JEL Kodları: O35, L60, O14.

TRANSFORMATION PROCESS FROM THE INFORMATION AND

TECHNOLOGY SOCIETY TO THE SUPER SMART SOCIETY

Abstract

Defined as the global language of production and introduced first in Germany, the term Industry 4.0 is a

paradigm suggested to create a digital value chain for digitalization generated by improvements in production

environment technologies, automation products as well as environments and to ensure communication between

business partners. The Society 5.0 (super smart society) model is first introduced in CeBIT 2017, one of the most

prominent technology fairs, by Japan Prime Minister Shinzo Abe, pointing to the philosophy that “Technology

does not impose any risk for the society, in fact, it facilitates social life”, and gained global popularity. The aim

of Society 5.0 that describes transformation from information society to a super smart one is to create an integrated

order that provide solution strategies for different social problems by adapting the digital environment’s

innovations brought by Industry 4.0 to various sectors and the life style of people in a social setting. The purpose

of this study is to examine global social problems that cover Society 5.0 philosophy and opportunities presented

by digital transformation era on a conceptual level, investigate the effects of integrating these into the system,

explore solutions, and to discuss basic paradigms of “Super Smart Society” concept. The article also explains

concepts under Industry 4.0, Transition Process from Hunter Society to Smart Society, as well as problems and

challenges to overcome in Society 5.0. Within the context of the research, the results of efforts to adapt basic

components of Industry 4.0 to super smart society are analyzed, and recommendations and strategies are

presented by pointing the positive effects of more sustainable and harmonious life with new social parameters.

Keywords : Society 5.0, Industry 4.0, Digitalization, Super Smart Society, Social Life.

JEL Codes : O35, L60, O14.

Page 247: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

240

1. Giriş

Endüstri 4.0, bilişim teknolojilerinin ve endüstriyel etkinliklerin entegrasyonunun

ortaya koymuş olduğu üretimde dijitalleşme sistemine verilen kavramın adıdır. Endüstri 4.0’ü

oluşturan kuvvetlerin hızlı bir şekilde topluma indirgenmesiyle beraber ortaya çıkan Toplum

5.0 yaklaşımı, bireylerle teknolojinin bütünleştiği ve toplumsal fayda sağlamayı amaç edinen

bir dönüşümdür. Yaşanılacak dönüşüm sürecindeki en önem verilecek noktanın, teknolojik ve

dijital yetkinlik becerilerinin artırılması, teknolojinin bireyler tarafından bir hayat arkadaşı ya

da bir dost gibi benimsenmesi konusunda farkındalık yaratmak gerekmektedir.

2. Literatür İncelemesi

2.1. Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0’a Dönüşüm Süreci

Japonya’nın esas olarak yaptığı şey, temelde bireysel örgütler ve toplumun

bölümlerinde gerçekleşen dijitalleşme ve dönüşüm boyutunu tam bir ulusal dönüşüm stratejisi,

politikası ve hatta felsefe düzeyine çekmektir. Toplum 5.0, Japonya’nın iddialı, sosyal, dijital

ve dönüşümcü ve en kapsamlı planıdır. Uygulamada, Endüstri 4.0 ve genel olarak kuruluşlar,

Topluluk 5.0’daki bileşenlerinin kombinasyonunu sağlayacak olup vatandaşlar, hükümetler,

akademi ve özel sektör dâhil olmak üzere tüm paydaşlarla etkileşim içerisinde olacaktır (i-

Scoop, 2019). Japonya’nın Endüstri 4.0 ‘ı sosyal yönden incelemesinin sebebi 3 maddeye

dayanmaktadır. İlki, Japonya’nın yaşlı nüfus yoğunluğuna sahip olmasıdır. İkincisi ise doğal

afetlerin yoğun yaşandığı bir coğrafyadadır. Üçüncüsü ise, çevre kirliliğinin aşırı olmasından

dolayı enerji maliyetlerinin fazla olması ve beraberinde çok fazla problemi de getirmesidir

(Develi, 2017).

İş dünyası, her sektörün kendisiyle yüzleşmesi için çok dinamik, karmaşık ve rekabetçi

bir hal almaktadır. Tarımsal ekonomiden teknoloji tabanlı ve dijital ekonomiye kadar her

alanda, insan yeteneğinin katkısı çok önemlidir. Dijital ekonomi, 4. Endüstri Devrimi'ni

hızlandırıcı olarak kullanıldığında, Süper Akıllı Toplum veya Toplum 5.0 olarak adlandırılan

toplumla birlikte ilerlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Halkın iyileştirilmesi ile birlikte fiziksel

gelişimi sağlamak için akıllı Toplum 5.0'ı sürdürmek gereklidir. Teknolojinin, bütünsel ve

dengeli olmayan bir şekilde ilerleme şekli olarak görülen Endüstri 4.0 karşısında ilerlemesi,

toplumu geride bırakacak ve böylece sosyal yan etkiler yaratacaktır (Sarif, 2017: 208-209).

Fiziksel ve siber alanların entegrasyonu yoluyla sosyal problemleri çözmek için yapay zeka

sistemlerine dayalı, yeni bir teknolojik toplum oluşturmak için dijital bir dönüşümle karakterize

olan Toplum 5.0 felsefesiyle, Endüstri 4.0’ın modern bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretim

ekipmanı ve otomasyon araçları ile birleşimini, ürün ve hizmetlerin tüm üretim döngüsü

boyunca tüm değer zincirini düzenlenmesi ve kontrol edilmesi hedeflenmektedir (Minina ve

Mabrouk, 2019: 117).

Dijital ekonominin artan saygınlığının ve sayılamayan pratik uygulamaların şu anda

Endüstri 4.0 teknolojilerinin gelişimi için güçlü bir temel oluşturduğunu ve uzun vadede

“sıradan” insanları gündelik hayattan entelektüel sistemler dünyasına döndüren ve her insanın

kişisel entelektüel kaynaklarını kullanmaya teşvik eden Toplum 5.0'ı oluşturmak için altyapı

olarak hizmet edebileceğini göstermektedir. Bu bağlamda, Endüstri 5.0 yerine daha kesin bir

terim olan Toplum 5.0 yalnızca bir imalat sektörü ile sınırlı değil, aynı zamanda fiziksel ve

sanal alanların entegrasyonu ile sosyal sorunları da çözmektedir Aslında, Toplum 5.0, gelişmiş

bilgi ve iletişim teknolojilerinin, nesnelerin interneti, robotların, yapay bir zekanın, artırılmış

gerçekliğin ve insanların ortak gündelik yaşamında örnek olarak sadece sağlık hizmetlerinde

değil diğer faaliyet alanlarında da aktif olarak kullanıldığı toplumdur (Skobelev ve Borovik,

2017: 307-310). Toplum 5.0, Endüstri 4.0 konseptinin, endüstrileşme üretiminin teknolojik

gelişmelere dayanan teknolojik ve organizasyonel ve ekonomik dönüşümün sınırlarının ötesine

uzanan insancıllaştırmaya yönelik sosyal ve insan kaynaklı zorluklar nedeniyle geliştirilmesidir

(Salimov, Guskova, Krakovskaya ve Sirota, 2019: 2).

Page 248: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

241

Temel olarak, Toplum 5.0, Endüstri 4.0'ın işletmeler içinde üretim için kullandığı hızla

gelişen teknolojileri almaya ve onları insanların günlük yaşamlarına daha derinden entegre

etmeye çalışmaktadır. Endüstri 4.0 paradigmasının belirtileri, kuruluşların etkililiğini,

verimliliğini ve (nihayetinde) finansal performansını artırmak için gelişen teknolojilerin

uygulanmasına odaklanırken, Toplum 5.0 girişimi, sosyal robotik ile ilgili gelişen teknolojiler

uygulayarak bu ticari vurguyu dengelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, nesnelerin interneti, çevre

zekâsı, artırılmış ve sanal gerçeklik ve bireysel insanların yaşamlarını niteliksel olarak artırmak

ve bir bütün olarak gelişmiş insan-bilgisayar ara yüzleriyle topluma fayda sağlamaktır. Endüstri

4.0 modelinin “akıllı fabrikanın” yaratılmasına odaklandığı anlaşılmakta ise, Toplum 5.0

dünyanın ilk “Süper Akıllı Toplumunu” oluşturmaya yöneliktir (Gladden, 2019: 2).

2.2. Toplum 5.0 (Süper Akıllı Toplum)

Teknolojinin hızlı bir şekilde ilerlemesi bir yandan dünyayı dijital dönüşüme hızlı bir

şekilde sürüklemekte, bir yandan bireyler de bu çağa ayak uydurmak durumunda kalmaktadır.

Uzmanlar teknolojinin genellikle teknik bileşenleri, finansmanı, araştırma - geliştirme vd.

durumları hakkında araştırma yapmaktadırlar. Japonya ise dijitalleşmenin getirdiği büyük

yeniliklerin insan boyutuna getireceği etkileri de önemseyerek “Toplum 5.0” denilen bir felsefe

geliştirmiştir. Süper akıllı toplum (Toplum 5.0), fiziksel dünya ile akıllı dünyanın birbirleriyle

iletişim ve adaptasyon içerisinde olduğu, birey temelli sosyal fayda sağlamayı amaç edinen,

toplumun huzurlu ve ferah içerisinde yaşaması için çözümler ve stratejiler geliştiren nihai bir

dönüşüm noktasıdır. Yaratılacak olan akıllı toplumda verimli çıktılar alınması ve topluma

hizmet sağlanan her süreçte iyileştirmelerin yapılarak “mutlu bir toplum düzeni” oluşturmak

hedeflenmektedir. Bireylerin rahat yaşayabilmesi ve küresel değer ortamı meydana getirmek

adına toplumla beraber tüm paydaşların bu vizyonun içerisinde girişimci, yenilikçi ve cesaretli

bir duruşla yer alması gerekmektedir.

19 Nisan 2016 tarihinde, Japon Kabinesi tarafından 5. Bilim ve Teknoloji Temel

Planı'nda “Süper Akıllı Toplum” oluşturma vizyonuyla “Toplum 5.0” adı verilen bir girişim

önerilmiştir. Bununla birlikte, dijitalleşmenin yalnızca bir araç olduğunu ve insanların merkezi

aktörler olarak kalmasının şart olduğu, böylece insanları mutlu eden ve onlara değer veren bir

toplum inşa etmeye odaklanan bir çağa ayak basıldığının altı çizilmiştir (Shiroishi, 2018: 92).

Japonya Başbakanı Shinzo Abe, “Toplum 5.0'ın özü, çoğu kişinin gereksinimlerini karşılayan

uygun çözümü hızlıca ortaya çıkarmak mümkün hale gelmesidir.” diyerek bu bilgi devriminin

şu anda imkansız olan sorunları çözebilecek ve günlük yaşamı daha konforlu ve sürdürülebilir

hale getirebileceğinin sinyallerini vermiştir (foreignpolicy, 2019). Shinzo Abe Almanya'nın

Hannover kentindeki CeBIT 2017 bilgisayar fuarında, Toplum 5.0 felsefesini tüm dünyaya

tanıtmıştır.

Japonya'nın karşılaştığı ilerleyen teknoloji karşısında hükümeti tarafından, ülkeye

ilerleme getirilmesi yönünde birçok müdahale uygulanmıştır. Endüstri 4.0 gibi yaklaşımlar,

üretim süreçlerinde dijital bir dönüşüm elde etmenin gerekliliğini ele almaktadır. Toplum 5.0,

Japonya'nın karşılaştığı engellerle başa çıkmaya yönelik benzer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın

kapsamı ekonominin dijitalleşmesinin ötesine geçmektedir. Dijitalleşme, Japon toplumunun

tüm seviyelerini etkilemeye yöneliktir. Bu program sayesinde, Japonya hükümeti toplumun

dijital dönüşümünü elde etme zorunluluğunu ele almaktadır. Toplum 5.0'ın çerçevesi daha insan

odaklı bir yaklaşım gerektirir. Programın temel işlevleri arasında, ulusun ekonomik

ilerlemesini, sosyal sorunlara yönelik çözüm stratejileriyle siber ve fiziksel alanın entegre

olacağı bir sistemin geliştirilmesiyle dengelemek bulunmaktadır (Alhefeiti, 2018: 1). Planda,

çeşitli akıllı teknolojilerin (bilgi ve iletişim teknolojileri) ve bunlarla ilişkili sosyo-ekonomik

kazanımların beklenen yaygın dağılımını vurgulamak için “Toplum 5.0” terimini kullanılmıştır.

Toplum 5.0 modeli, dijital geçişin ardından sosyal kalkınmanın beşinci aşamasını görüleceği

anlamına gelmektedir. İnovasyonu hızlandırmak ve ekonomik faydaları yakalamak için

Page 249: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

242

tasarlanan temel bir politika belirlenerek ,özel sektör de teknolojiye yatırım yapma kararı

almıştır (Sugiyama vd., 2017: 2).

Japonya’nın TÜSİAD konumunda olan kurumu Keidanren (Japon Ticaret

Federasyonu) tarafından 19 Nisan 2016 yılında hazırlanan 26 sayfalık araştırmada Toplum

5.0’ın doğuş süreci 5 kısma ayrılmıştır. Bu süreçler; doğa ile bir arada yaşama (avcı toplum),

sulama tekniklerinin gelişimi & firma yerleşiminin kurulması (tarım toplumu), buharlı

lokomotifin icadı & seri üretime başlama (endüstriyel toplum), bilgisayarın icadı & bilgi

dağıtımının başlangıcı (bilgi toplumu) ve toplum 5.0 (süper akıllı toplum) olarak

adlandırılmıştır (Keidanren, 2016: 8). Toplum 5.0, Japon Hükümeti tarafından hazırlanan ve

bilgi & iletişim teknolojilerini bir kullanan sanayi politikasıdır. Bu sanayi politikası, Siber-

Fiziksel sistemler ile yeni hizmetler veya değer üretmek için geleneksel işletme işlevini

geliştirmeyi ve yenilemeyi amaçlamaktadır (Shibata, Ohtsuka, Okamoto ve Takahashi, 2017:

1).

Toplum 5.0, ihtiyaç duyan insanlara gerekli mal ve hizmetleri gerekli zamanda ve

doğru miktarda sunma yeteneğine sahip olan; çok çeşitli sosyal ihtiyaçlara tam olarak cevap

verebilen; her türlü insanın kolayca kaliteli hizmet alabileceği, yaş, cinsiyet, din ve dilin

farklılıklarının üstesinden gelebileceği; güçlü ve konforlu ortamlar yaşayabileceği bir toplum

olarak tanımlanmaktadır (Carraz ve Harayama, 2017: 41). Toplum 5.0, teknolojiyi, insanı ve

değerleri dünyanın sürdürülebilir sosyo-ekonomik yaşamına temsil eden süper akıllı toplum

için stratejik planlamayı temsil eder (Romli, Majid, Abdullah ve Zainuddin, 2018: 243).

Akıllı toplum geliştirmedeki fırsatlardan biri, grupların etkileşime girecek bireyler

topluluğu olarak sunulmasıdır. İhtiyaç duyulan bir inovasyonu veya bilgiyi kazanmak için

birbirleriyle iletişime girebilmek önemlidir. Toplulukların ve grupların bu amaçla harekete

geçirilmesindeki ihtiyaçlar ve platform fırsatları önümüzdeki birkaç yıl içinde çok öneme sahip

olacaktır. Akıllı toplum, teknolojinin kendisini geliştirmeye odaklanmak yerine hem bireyler

hem de sosyal varlıklar olarak insan yaşam kalitesini geliştirmeye daha fazla odaklanmaktadır

(Prasetyo ve Arman, 2018: 398). Toplum 5.0 araştırmasının temel teorisi, geleneksel yapay

zeka teorilerini ortaya çıkan siber-fiziksel-sosyal sistemlere genişleten yeni bir metodoloji olan

paralel zekadır (Serpa ve Ferreira, 2019: 8).

Süper akıllı bir toplum, toplumun çeşitli ihtiyaçlarının iyi bir şekilde farklılaştırıldığı

ve ihtiyaç duyulduğu, onlara gerekli ürün ve hizmetleri sağlayarak kaliteli faaliyetler sunmakta

ve yaş, cinsiyet, bölge veya dil gibi farklılıkları için ödenek sağlayan rahat, güçlü bir yaşam

sürdürme alanı hazırlayan bir topluluk olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram dijital çağımızda,

bilimsel ve teknolojik yeniliklerin yol açtığı dönüşümlerin yarattığı yeni bir ortamın başladığına

işaret etmektedir Hizmetlerin ve projelerin “sistemleştirilmesine”, daha gelişmiş sistemlere ve

çoklu sistemler arasındaki koordinasyona ihtiyaç vardır ve endüstri, akademi, hükümet ve

bakanlıklarla işbirliği içinde ortak bir platform (süper akıllı bir toplum hizmeti platformu)

oluşturma çabalarını teşvik eder. Herkesin toplumu değiştirmek için çembere girebileceği bir

dönemde yaşandığı için, geniş bir yelpazedeki insanlarla birlikte nasıl bir toplum oluşturmak

istendiği, bunun için neyin gerekli olduğu ve ihtiyaç duyulan kaynakların nasıl geliştirileceği

düşünülmelidir. Toplum 5.0'ı gerçekleştirme çabalarının Tablo 1.’deki fırsatları sağlayacağı

umulmaktadır (Harayama, 2017: 11-13).

Page 250: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

243

Tablo 1. Süper Akıllı Toplum Hizmet platformu

FIRSATLAR Akıllı ulaşım hizmetleri Doğal afetlere karşı dayanıklı

toplum

Arayüzlerin ve veri formatlarının

standardizasyonu

Enerji değer zincirleri Yeni işler ve hizmetler Gelişmiş güvenlik ve sosyal

uygulama

Yeni üretim sistemleri Konaklama sistemleri Standart verilerin kullanılması

Bölgesel kapsayıcı bakım

sistemleri

Global çevre bilgi platformu İnsan kaynaklarının geliştirilmesi

Alt yapı bakımı ve güncellemeleri Entegre malzeme geliştirme

sistemleri

Yeni hizmetler için düzenleyici ve

kurumsal reform

Akıllı gıda zinciri sistemleri Akıllı üretim sistemleri Bilgi iletişim platformlarının

geliştirilmesinin güçlendirilmesi

Kaynak: Harayama, 2017: 11-13.

Toplum 5.0'ın kilit teknikleri, yapay zeka teknolojisinin daha da geliştirilmesi için bir

yön ve siber fiziksel sosyal sistemler tipi toplumsal sistemlerin yönetimi ve kontrolü ile ilgili

genel bir çerçeve olan bilgi otomasyonu fikrini takip eder. Bir dizi teknik, işlemsel toplumsal

bilginin tipik iş akışını yerine getirmek için bir veya daha fazla yazılım tanımlı robotlara entegre

edilmiştir. Örneğin, büyük veri analizleri ve açık kaynak istihbarat, sosyal sinyalleri toplamak

ve önceden işlemek için kullanılabilir; Ortaya çıkan blok zinciri ve akıllı sözleşmeler, toplumsal

sistemlerin modellenmesinde ve doğrulanmasında kullanılabilir (Wang, Yuan, Wang ve Qin,

2018: 6). Hem ekonomik kalkınmanın hem de toplumsal zorlukların çözülmesinin sağlandığı

insan merkezli bir toplum oluşturmak Toplum 5.0'ın hedefidir ve insanlar tamamen aktif ve

rahat yüksek kaliteli bir yaşamın tadını çıkarabilirler. Bölge, yaş, cinsiyet, dilden bağımsız

olarak gerekli ürün ve hizmetleri sağlayarak, insanların çeşitli ihtiyaçlarına ayrıntılı olarak

katılacak bir toplum örneği hedeflenmektedir. Toplum 5.0’ın gerçekleşmesinin anahtarı, siber

alanın ve gerçek dünyanın (fiziksel alan) birleşmesi, kaliteli veri üretmesi ve buradan zorlukları

çözmek için yeni değerler ve çözümler yaratmasıdır. Japonya'nın gündeme getirdiği bu ulusal

vizyon, yeni ve insan merkezli bir toplum için çabalamak ve aynı zamanda çeşitli toplumsal

sorunları çözmektir (Fukuyama, 2018: 48). Birkaç farklı sistemle işbirliği yaparak ve işbirliği

yaparak yeni değerler yaratır ve veri formatlarının, modellerin, sistem mimarisinin ve gerekli

insan kaynaklarının geliştirilmesinin standartlaştırılmasını planlar. Ayrıca, entelektüel

özellikler geliştirme, uluslararası standardizasyon, nesnelerin interneti sistemi inşaat

teknolojileri, büyük veri analiz teknolojileri, yapay zeka teknolojileri vb. gibi gelişmelerin

Japonya'nın “süper akıllı toplumda” rekabetçiliğini teşvik etmesi beklenmektedir (Ferreira ve

Serpa, 2018: 27).

Toplum 5.0 ile, teknoloji, yapay zeka ve insan arasında tam bir işbirliği sağlamak

amacıyla üretim süreçlerinin optimizasyonundan sosyal sorunların tedavisine kadar olan yeni

süreç için Endüstri 4.0 vizyonu genişletilmiştir. Toplum 5.0 modelini uygulamak için, ihtiyaç

ve çözümlerin C2B (tüketiciden işletmeye) açısından eşleştirilmesi, yani insanların

ihtiyacından başlamasıyla başlayan bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Bu felsefenin olanak

sağlayan unsuru, her şeyin insan ihtiyaçlarının olduğu yerden başladığı bilimidir. Toplumun

5.0’ın gelişimi çeşitli coğrafi alanlarda farklı yöntem ve zaman çizelgeleri ile yer alacaktır,

çünkü bu süreç, hükümet faaliyetleri ile sanayi ve bölge içinde gerçekleşen araştırma girişimleri

arasındaki buluşmaya bağlıdır (Ratti, 2018: 125). Toplum 5.0; sürdürülebilirlik, geniş katılım,

verimlilik ve dolayısıyla istihbarat ve bilgi gücünü kullanarak onu uygulayanların endüstriyel

rekabet edebilirliğini sağlamayı amaçlamaktadır (Salgues, 2018: 9).

Her şeyden önce rahat hayat standartlarına sahip olabilmek adına herkes için bir toplum

oluşturmak gereklidir. Herhangi bir kişi toplum yaşamında aktif olarak yer alabilir ve katılmak

ister. Toplumun 5.0 önemli yönü, herkes için eşit fırsatların yaratılması ve aynı zamanda her

Page 251: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

244

bireyin potansiyelinin gerçekleştirilmesi için çevreye imkân verilmesidir. Toplum 5.0'da

teknolojiler yoluyla, kişinin kendini gerçekleştirmesine ve teknolojilerin gelişmesine karşı

fiziksel, idari ve sosyal engelleri kaldırmak ve istikrarlı bir sosyal ve ekonomik büyümeye

öncülük etmek gerekmektedir. Toplum 5.0'ın makamlar düzeyinde amacı, teknolojik gelişimin

yönünü belirlemek ve büyük şirketleri sosyal odaklı teknolojilerin yaratılması konusunda

motive etmek, bu sayede özel şirketler ve iş adamlarının insanların yaşamlarını iyileştirmelerine

katkı sağlamasıdır (Bryndin, 2018: 12).

Süper akıllı bir toplumda siber ve gerçek dünya arasındaki yüksek derecede birleşme

nedeniyle, siber saldırıların gerçek dünyaya verebileceği hasar da giderek şiddetlenecek, sosyal

ve ekonomik hayatları da dâhil olmak üzere insanların yaşamlarını ciddi şekilde etkileyecektir.

Bu nedenle, daha yüksek bir “kalite özelliği olarak güvenlik” seviyesine ulaşmak gereklidir. Bu

tür çabalar bir endüstriyel değer ve uluslararası rekabet gücü kaynağı olacaktır (Government of

Japan, 2016: 14).

2.3. Süper Akıllı Toplumda Çözülmesi Hedeflenen Sorunlar ve Karşılaşılacak Zorluklar

Süper akıllı topluma dönüşüm sürecinde teknolojiyle insanoğlunun yaşam alanlarının

birbirleriyle bağdaştığı bir ortamda farklı farklı tepkimelerin oluşacağı muhakkaktır. İş yapış

şekilleri, toplumsal yaşam tarzı, alışkanlıklar vb. gibi faktörlerin değişime uğrayacağı bir

durumda birçok sorunların da baş göstereceği tahmin edilmektedir. Yapılacak olan

düzenlemelerle toplumsal fayda sağlamak, insan merkezli çözümler üretmek, yenilikçi ve

analitik bakış açısıyla zorlukların üstesinden gelebilmek önemli faaliyetlerdendir. Sosyal

sorunların çözülmesiyle beraber; ekonomik anlamında da büyüme hedeflenmiş olacaktır.

Toplum 5.0 felsefesi, şu an yaşadığımız dijitalleşme devrimine hem de Endüstri 4.0

çağına sosyal ve ferdi anlamda entegrasyon sağlayabilmek adına kılavuzluk yapmaktadır.

Japonya’da ortaya çıkan bu modelin toplumsal düzeyde uygulanabilmesi için hayata

geçirilmesi gereken planları ve aşılması istenen problemler Tablo 2.’de şu şekilde özetlenebilir

(Kent, 2018):

Tablo 2. Planlar ve Problemler

Planlar Problemler

Japonya’nın nüfusunun düşmesi ve yaşlı nüfus

yoğunluğunun artmasından doğabilecek sorunlara

karşı çözüm stratejileri üretmek

Kanun, yasa ve yönetmelikler ile ilgili oluşabilecek

problemler

Akıllı sistemlerle reel hayattaki faaliyetlerin

bütünleşmiş bir şekilde çalışması

Akıllı sistemlerin teknik kullanımı ile ilgili sorunların

oluşması, doğru amaca uygun kullanılmaması ile ilgili

engellerin oluşması

Akıllı cihazların birbirleriyle haberleşme

mekanizmasının toplumsal yarar adına kullanılması

Niteliksiz işgücü sıkıntısı, siyasal inançlar, sosyal

sınıflarına vb. durumlara ilişkin insan grupları

arasında oluşacak peşin hükmün artması

Ekolojik dengenin bozulmaması, deprem, sel, çığ,

heyelan gibi doğa olaylarına karşı önleyici tedbirler

alınması

Değişime karşı benimseme sürecinin olumsuz olma

ihtimali

Kaynak: Kent, 2018.

Akıllı toplumun insan hayatında ne gibi değişikliklere yol açacağı şu şekildedir (Levy

ve Wong, 2014: 16-25);

Akıllı teknolojiler, işleri daha hızlı ve daha etkili yapmamızı sağlar.

Akıllı toplum, insanların birbirleriyle etkileşim içerisinde olmasına yardımcı olur.

Yeni iş modeli olanaklarının kapılarını açar.

Page 252: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

245

Güven sorumluluğu ile güçlendirilmiş veri dostu bir kültür oluşumu sağlar.

Akıllı toplumun olanakları sayesinde vatandaşları güçlendirilmiş ve dijital okuryazar

seviyesine çıkarır.

Akıllı liderlik sunan kamu kurumlarının güçlendirilmesine yardımcı olur.

Dijital altyapıların etkinleştirmesini gerçekleştirir.

Açık platformlar ve pazarlara ulaşma imkânı doğurur

Toplum 5.0’ın oluşması aynı zamanda ekonominin çeşitlenmesi ve imalat sektörünün

gelişmesi sorunlarını da ortaya koymaktadır. Endüstriyel kalkınmanın yanı sıra, sosyal ve

ekonomik dönüşüm için evrensel bir araç olarak dijital teknolojiler (yapay zeka, nesnelerin

interneti) kullanarak sosyal süreçlerin modernizasyonuna odaklanmak gerekmektedir. Toplum

5.0, tıp, lojistik, tarım, enerji ve finans sektörü dâhil olmak üzere tüm alanlarda bilgi

teknolojilerinin kullanıldığı geleceğin toplumudur. İnsanlar her yerde büyük verilere, yapay

zekâ teknolojilerine ve nesnelerin internetine dayalı çözümler kullanacaklar, sosyal yapı

mümkün olduğunca zeki olacak, her vatandaşın potansiyelinin gelişimine odaklanacaktır.

Dijital çözümler siber güvenlik teknolojileri ile uygulanacaktır (Bryndin, 2018b: 11). Toplum

5.0'ın amacı, Japon toplumunun tüm seviyelerinde ve alanlarında ve toplumun dijital olarak

değişmesi karşısında dijitalleşmek için bugünün zorluklarının çoğunu çözmektir

(Savaneviciene, 2019: 212).

Ekonomik ve sosyal zorlukları ele alınarak Toplum 5.0’da rekabet edebilirliğin

arttırılması ve temel teknolojilerin güçlendirilmesi için birtakım hedefler konulmuştur. Bunlar;

sürdürülebilir büyüme ve kendini sürdürme bölgesel gelişimi, güvenlik ortamında yüksek

yaşam kalitesi ve yüksek kalite ve refah yaşam tarzı, küresel zorlukları ve küresel kalkınmaya

katkıları ele almak, yüksek kaliteli insan kaynakları geliştirmek, bilgi yaratmada mükemmelliği

teşvik etmek, finansman reformunu güçlendirmek, bilgi ve sermaye döngüsü oluşturmak,

KOBİ’lerin sayılarının arttırılması, fikri mülkiyetin ve standardizasyonun stratejik

kullanılması, inovasyon için düzenli ortamın gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesi, bölgesel

yeniden canlandırmaya katkıda bulunan yenilikçi sistemlerin geliştirilmesi, küresel ihtiyaçların

öngörülmesinde yeni şeyler üretmek için fırsatlar geliştirmek, Bilim, Teknoloji & İnovasyon

ve toplum arasındaki ilişkiyi derinleştirmek ve teşvik etme kapasitesini artırmaktır (Arsovski,

2019: 775).

Toplum 5.0’dan etkilenecek olan kesimler şöyledir (Hitachia, 2019a: 1).

Sağlık, Tıbbi, Hemşirelik bakımı

Yaşlı nüfusun artmasından dolayı, sağlık personeli hastalıkları hızlı bir şekilde tespit

edecek ve toplanan bilgiler yapay zekâ ve robotlar sayesinde (hem birikmiş hem de gerçek

zamanlı veriler) kullanarak en uygun tedaviyi uygulayacak ve uzun vadede en uygun sağlık ve

yaşam kalitesini sağlayacaktır.

Mobilite

Kendi kendine sürüş araçlarının yayılması tıkanıklığı ve trafik kazalarını büyük ölçüde

azaltacaktır. Bu araçlar, bir kişinin yaşam tarzına uyacak şekilde gönderilecek ve hem insanlar

hem de kargolar istenen yerlere sorunsuz ve güvenli bir şekilde teslim edilecektir.

Üretim

Üretim, günlük yaşamları ve tercihleri karşılayacak şekilde düzenlenebilir; sadece

gerekli miktarda gerekli ürün üretilir, gerekli zamanlarda ürün teslim edilir ve israf edilen

üretim elimine edilir.

Page 253: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

246

Altyapı, Kentsel gelişim

Ekli sensörler, güvenli bakım sağlayan altyapının (binalar, yollar vb.) gerçek zamanlı

olarak izlenmesini sağlar. Afetlerde, anlık veriler tehlikeli bölgeleri algılayabilir veya

çıkartabilir; dronlar ve robotlar insanları emniyete alır.

Finans

Biyometrik kimlik belirleme teknolojisi, dünyanın herhangi bir yerinden nakit ve

kartsız alışveriş imkânı sağlar. Bir bireyin davranışını kaydetmek ve bu verileri toplamak derhal

krediye izin verir, yatırımları ve finansı kolaylaştırır.

Japonya, Toplum 5.0’da işgücü sıkıntısını gidermek için robot teknolojisinden

yararlanmaktadır. Vizyonunun bir parçası, lojistik ve taşımacılık endüstrilerini geliştirmek için

insansız hava araçları ve otomatik işletilen gemiler gibi yeni teknolojiler kullanmaktır. Bunun

bir örneği, hükümetin gelecek yıl en kısa sürede yaymayı planladığı drone teslim hizmetidir.

Büyüme Stratejisi belgesinde, hedefleri, gelecek yıl drone ile dağlık bölgelerdeki paketleri

teslim edebilmek ve 2020'lerde kentsel alanlarda paketlerin tam teşekküllü olarak teslim

edilmesini sağlamaktan bahsetmişlerdir. Uzun süredir endüstriyel ortamlarda kullanılan

robotikler, ülkenin yaşlanan nüfusuna hizmet etmek için sağlık hizmetlerinde test edilmektedir.

Araştırmacılar, bakıcı yükünü azaltmak ve ayrıca tıbbi tedavi ve bakım maliyetlerini düşürmek

için hemşirelik bakımında robot ve sensör kullanımını araştırmaktadır. Hükümet, işletmeleri

büyük veri paylaşmaya ve yenilikçi bir düzen için işbirliği yapmaya teşvik etmektedir. Örneğin,

lastik üreticileri, otomobilin yolda kaydığı zaman ve arabanın yolda kaydığı lokasyonun

verisine sahipse ürünlerini geliştirebileceklerdir. Japonya’da yaşlı nüfusun artmasından dolayı,

kamu harcamalarında ve sanayi verimliliğinde büyük baskılara neden olabilecek ciddi bir

ekonomik tehdit teşkil eden ülkenin küçülen işgücünü ele alma ihtiyacı doğmuştur. Faal

çalışabilecek olan gençlik ile yaşlı insan arasında istikrarsız bir iş gücü durumu ortaya

çıkmaktadır. Bakım masraflarının fazlalaşması, genç nüfusun azalması ve işgücüne katılım

oranının azalacak olmasından ötürü çözüm aranmaya başlanmıştır (Jao, 2017).

Toplumsal zorluklar, aktörleri tanımlayarak ve doğrudan etkilerini azaltarak verimli bir

şekilde ele alınabilir. Böylelikle bu, meseleleri ağırlaştırmaktan veya başka sorunlar

yaratmaktan kaçınacaktır. Japonya'daki bu toplumsal zorlukları yönlendiren aktörler, yani

Japon toplumunun karşı karşıya kalacağı değişiklikler, küçülen bir işgücü, yaşlanan nüfus,

dağınık tüketici popülasyonu, yaşlanan altyapı ve hepsi birbirini etkileyecek ve toplumda

zararlı bir etkiye neden olacak çevresel konulardır. Toplum 5.0'ın amacı, insanların hayattan

sonuna kadar keyif alabileceği bir toplum oluşturmaktır. Hükümet tarafından açıklanan bu

konsepte uygun olarak, Japon akademik çevrelerinde ve endüstride çeşitli faaliyetler

başlatılmıştır. Ayrıca, Toplum 5.0 Japonya'da ortaya çıkmasına rağmen, amacı yalnızca bir

ülkenin refahına yönelik değildir. Burada geliştirilen çerçeveler ve teknoloji kuşkusuz dünya

çapındaki toplumsal zorlukların çözülmesine katkıda bulunacaktır (Hitachi, 2019b: 7-25).

Toplum 5.0’ın temel özelliklere bakıldığı zaman, insanlar verimlilik odaklı olmaktan

kurtulacaklar. Bunun yerine, bireysel ihtiyaçları karşılama, sorunları çözme ve değer yaratma

üzerinde durulacaktır. İnsanlar, zenginlik ve bilginin yoğunlaşmasından kaynaklanan

eşitsizlikten kurtulacak ve herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde bir rol oynama fırsatı

bulabilecekler. Terörizm, afetler ve siber saldırılar konusundaki endişelerinden kurtulacaklar

ve işsizlik, yoksulluk için güçlendirilmiş güvenlik ağları ile rahatça yaşayabileceklerdir.

Bireyler, kaynaklardan ve çevresel kısıtlamalardan kurtulacak ve herhangi bir bölgede

sürdürülebilir bir yaşama sahip olabileceklerdir (World Ekonomic Forum, 2018: 36-37).

Page 254: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

247

3. Stratejiler ve Öneriler

Endüstri 4.0’ın bileşenlerinin, toplumun her alanına yayılmasıyla beraber sosyal fayda

faktörünün artacağı da beklenmektedir. Akıllı sistemlere entegrasyon problemleri mutlaka

ortaya çıkacaktır. Her toplumsal dönüşümde geçirilen kademelerde bireyler çağa nasıl ayak

uydurabildiyse, önemli olan yeni dijital ve toplumsal temele dayanan bütünleşik çağda da

sürdürülebilir bir enerjiyi toplu olarak yakalayabilmektir. Robotlar, nesnelerin interneti yapay

zekâ gibi elemanların toplumsal hizmetlerde kullanılması yaşamsal kaliteyi de arttıracak,

insanların istek ve ihtiyaçlarını da karşılayabilecektir. Bazı mesleklerin yok olmasıyla beraber,

teknolojik ve dijital yetkinliğe dayalı yeni meslekler ortaya çıkacaktır. Orta yaştaki bireylerin

bu yönden kendilerini geliştirmelerine fırsat verilecek, yaşlı nüfusun da geçinebilmesi ve sağlık

sıkıntılarına çözüm bulunabilmesi yönünden yenilikçi stratejiler geliştirilmektedir. Birçok

alanda süreçlerin akışı seri bir şekilde ilerleyecek, prodüktivite artacak, günlük yaşam

basitleşecek ve toplumun birçok sorunu çözülecektir. Amaç, dijitalleşmenin teknolojik

dönüşüme adapte edilerek sosyal fayda sağlayabilmektir. Teknolojinin hızla ilerlemesi bireyler

için bir risk etmeni olarak görülmemeli, bir destek ve kalite sistemi olarak algılanmalıdır. Bu

bakış açısı sağlanırsa toplumsal bir ayaklanma ya da direnme gibi sorunlar daha rahat ortadan

kaldırılabilir. Geçmişten bugüne kadar olan her süreçte teknoloji mikro seviyede hayatın

aslında hayatımızın içindedir. Artık dijital dönüşümün o kadar hızlı bir şekilde ilerlemesi,

makro yani toplumsal düzeyde çağa ayak uydurma zorunluluğu getirmiştir ve bu durum

kaçınılmaz olmuştur. Türkiye’de süper akıllı topluma geçiş süreci için de çalışmalar

sürdürülmektedir. Endüstri 4.0 üzerine yapılan düzenlemelerin daha yaygın olduğu aşikardır.

Sanal dünya ile gerçek dünyanın entegrasyonun sağlanabilmesi durumunda toplumun daha

verimli sonuçlar alabileceği ümit edilmektedir. Toplum 5.0, refah bir yaşam standardına

ulaşabilme vizyonudur. Bu bağlamda ülkemizde Toplum 5.0 Enstitüsü kurulmuştur. Bu

kurumda yapılan akademik alandaki çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalar, toplumsal

faydanın arttırılması hususunda devlet, akademik, işletmeler ve insanlarla bilgi paylaşımda

bulunmaktadır. Süper akıllı toplum modelinin yaygınlaştırılması hususunda önemli bir rol

oynamaktadır.

Toplum 5.0’ın, Endüstri 4.0’ın getirmiş olduğu akıllı sistemlerin ışığında daha faydalı

olabilmesi ve topluma indirgenmesi için birtakım organizasyonların yapılması gerekmektedir.

Bireylerin bu çağa adapte olabilmesi sorunu ve buna bağlı olarak direnç gösterebilme

potansiyeli de da ele alınırsa, ortaya çıkabilme ihtimali olan bu problemlere karşı çözümler

üretmek gerekmektedir. Burada incelenmesi gereken en önemli konu eğitim sistemidir. Akıllı

sistemlerin toplumun her alanına yaygınlaşacak olmasıyla beraber bireylerin onları bir asistan

ve çözüm üretici etmen gibi görebilmesi gerekir. Bunun içinde birtakım yetkinliklerin

inovasyona dayalı eğitim reformlarıyla donatılması gerekmektedir. Bilgi, iletişim, teknolojik

ve dijital okuryazarlık diye tabir edilen becerilerin geliştirilmesi ve bu konuda bilirkişi

seviyesine ulaşılması bu süreçte iyi bir adım olacaktır. Eğitimde yapılacak yeniliklerin tekrar

gözden geçirilmesi önemli bir husustur. Devletin de Toplum 5.0 adına birtakım uluslararası

ortaklıklar, projeler ve ülke adına stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. İşletmeler, kamu

kurumları, üniversiteler ve bireylerle ortaklaşa işbirliği içerisinde olunmalı ve bilgi

paylaşımının sirkülasyonunu hızlandırılmalıdır. Bireylerin düşüncelerini davranışa dönüştürme

aşamasında “çözümlemeli yaklaşım” modelini baz almaları ve bu yetkinliklerini

geliştirmelerine destek verilmelidir. Büyük verinin hayatımıza girmesiyle beraber; toplanan

tüm dataların anlık ve doğru bir şekilde kaydedilmesi sayesinde tüm süreçlerin çevrimiçi olarak

izlenebilmesi ve iyileştirilmesi büyük sosyal yarar sağlayacaktır. Bazı mesleklerin ortadan

kalkacağı ve yerine dijital çağa uygun olan yeni mesleklerin geleceğinden önceden

bahsedilmişti. Bu olgudan yola çıkılınca; yeni çıkan mesleklerde teknik ve dijital bilgiye sahip

olma özelliklerinin öne çıkacağı da görülmektedir. Ülkemizde teknolojiye yatkınlık anlamında

erkek bireylerin bu konuya daha ilgili olduğu görülmektedir. Dijitalleşmenin de ilerleyeceği

Page 255: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

248

varsayılırsa, kadınların istihdamında yeni meslekler seviyesinde bir sorun teşkil edeceği

öngörülmektedir. Kadınların da işgücüne katılım oranının arttırılması için çalışmalar yapılması

gerekmektedir. Özellikle gelecek nesillerin robotlarla yaşayacağı bir döneme girilecektir.

Küçük yaştan itibaren yapay zekâ ile rekabet içine girmemeleri gerektiğinin farkındalığını

sağlamak gerekir. İşte bu noktada yapılması gereken en önemli şey; karar alabilme yetkisi,

yaratıcı ve analitik düşünce yeteneği, sportif aktivitelerle uğraşma, resim, müzik veya diğer

sanatsal becerilerinin ortaya çıkarılması, rahat ve özgüvenli bir şekilde farklı yorumlama

yeteneğine sahip olma gibi robotlarda olmayan özelliklerin onlarda bulunabilme yetkisinin

oluşturulması Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0’ın bütünleşik olduğu bir çağda onlara büyük bir

kazanç sağlayacaktır. Tüm sistemlerin akıllı olması güvenliğin riske girmesi anlamına

gelmektedir. Siber güvenliğin burada önemli bir rol oynadığı bir gerçektir. Etkili ve savunma

kuvveti daha yüksek sistemlerin geliştirilmesi, ulusal ve uluslararası siber stratejilerin

düzenlenmesi gerekmektedir. Ortaya çıkacak problemler çözüldükçe, toplumun alışması ve

vereceği olumsuz tepkiler de azalacaktır. Toplum 5.0 modelinin tüm ülkeye yaygınlaştırılması

ve uyumu anlamında bu konuda öncü tüm toplulukların yapacağı çalışmalarla farkındalık

yaratması, çözümler ve politikalar türetmesi, risk almayı göze alması, yaratıcı fikirler

geliştirmesi, dijital ve teknik anlamda becerilerin geliştirilmesi için eğitim paketlerinin

hazırlaması, akıllı sistemlerin kendilerini sürekli revize etmesi gibi bireylerin de kendilerini

onlara adapte olabilmesi anlamında kendilerini yenilemelerine imkanlar yaratması

gerekmektedir.

Bu çalışma ile bireylerle Endüstri 4.0 elemanlarının süper akıllı topluma geçiş

sürecinde adaptasyonunun dönüşüm sürecinin etkileri ele alınmıştır. Bu bağlamda, çalışmanın

dijitalleşme ve Toplum 5.0 kavramlarıyla ilgilenen kuruluşlara, işletmelere, akademisyenlere,

kamu kurumlarına, devlet bürokratlarına ve belki de yeni bir kavram olmasından ötürü diğer

ülkelerdeki araştırmacılara da yardımcı olacağı düşünülmektedir. Gelecekte bu kavramlarla

çalışma yapmak isteyen akademisyenler; Toplum 5.0 çağı ilerledikçe, adaptasyon sürecinde

toplumun ortaya koyacağı tavırlar ve ortaya çıkacak farklı sorunların incelenmesi, bu

problemlere karşı üretilen çözümlerin araştırılması, dijital ve teknik becerilere karşı eğilimin

ölçülmesi, bu alanda sosyal hizmet verecek ve yarar sağlayacak hangi toplumsal akıllı

sistemlerin ortaya çıktığının takip edilmesi, ne tür eğitim reformlarını yapılmasının uygun

olacağı, istihdam sorunlarının araştırılması, hangi mesleklerin eskiyeceği veya yenileneceği

gibi konular hakkında araştırma yapabilirler.

4. Sonuçlar

Endüstri 4.0 teriminin dünyada, yeni yeni duyulmaya ve algılanmaya başladığı şu

günler de süper akıllı toplum (Toplum 5.0) kavramı da bir anda hayatımıza girmiştir. Endüstri

4.0 modelinin içinde sürekli akıllı sistemlerden ve bileşenlerinden bahsedilmektedir. Toplum

5.0 kavramı ise insanların, “süper akıllı toplum” evresine geçişini tanımlamaktadır. Geçmişe

bakıldığında evrenin geçirmiş olduğu tüm sanayi devrimlerinde insan faktörünün rolü büyüktür.

4. Sanayi Devrimi’nde ortaya atılan teorilerin bir kısmı insan etkeninin ve iş gücünün ortadan

kalkacağı konusunda endişelerin üzerine kurulmuştur. Nesnelerin interneti, yapay zeka,

robotlar, büyük veri gibi inovasyonların değişik sektörlere ve toplumsal yaşantıya entegre

edilerek bir kültürel dönüşüm modeli tasarlanmasını ifade eden süper akıllı toplum kavramı,

sosyal sorunları da çözeceğini hedeflenmektedir. Akıllı sistemlerle insanların birlikte rasyonel

olarak hareket edilebilmesi sağlanırsa sürdürülebilir ve ferah bir toplum olma temellerinin

atılacağı beklenmektedir. Endüstri 4.0’ın modüllerinin sunmuş olduğu olanakların toplumsal

hayata yansıtılmasıyla bir kuvvetler bütünlüğünün ortaya çıkacağı simgelenmektedir.

Robotların birey gibi ya da bireylerin robot gibi hareket etmesi çağımız dijital dünyasında farklı

soruların doğmasına ve gelecekte ”ne olacak” kaygısını ortaya çıkarmaktadır. Birçok mesleğin

yok olacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Dijitalleşmeyle beraber robotlarla yaşama düşüncesi de

Page 256: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

249

eklenirse başka meslek dallarının da ortaya çıkacağı öngörülmektedir. İşte bu noktada Japonya

tarafından tasarlanan “Toplum 5.0” modeli, toplumun bu aşamada yeteneklerini, güçlü ve zayıf

yönlerini ortaya koyacak ve tüm insanlığa ışık tutacak toplumsal bir iyileştirme programıdır.

Toplumun direncini veya potansiyelini aktive ederek bireylerin asıl ihtiyaçlarına cevap

verebilmeyi amaçlamaktadır.

Önümüzdeki yıllarda robotların insanların mesleklerini ya da görevlerini yapacak

olması toplumlarda büyük endişe yaratmaktadır. Bireylerin robotlarla rekabet içinde olması

yerine onlarla ortak yaşam alanını geliştirebilmesi için çok büyük stratejilerin geliştirilmesi

gerekmektedir. Yetkinlikleri az ya da fazla olmayan bireylerin işsiz kalacak olması kaçınılmaz

bir gerçek olacaktır. Burada en büyük çözülmesi gereken problemin eğitim reformlarının

yeniden, detaylı ve verimli bir şekilde düzenlenmesinin gerektiği ortaya çıkmaktadır. Arkadan

gelen yeni neslin teknoloji ve dijitalleşmeyle beraber büyümesi Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0

çağına daha rahat adapte olacağının göstergesi olacaktır. Ancak hâlihazırda yaşayan orta ve

yaşlı nüfusun bu dijital dönüşüm çağlarının içinde kaybolma riski yaşayacakları tahmin

edilmektedir. Endüstri 4.0’ın bileşenlerinin toplumda içine girmesiyle beraber bireylerin sahip

olduğu özelliklerin yetersiz kalacak olması işsizlik, gelir kaybı, buna bağlı oluşacak

rahatsızlıklar, yaşanacak olumsuzlara karşı bireylerin bu çağlarda hayatlarını nasıl idame

ettirecekleri, evlilik yaşının ilerlemesi, çocuk sahibi olma isteğinin azalması ve nüfus kaybı gibi

kaygılardan dolayı Toplum 5.0 modeli ortaya çıkmıştır. İşte bu noktada toplumun rahat ve

huzurlu bir ortamda yaşayabilmesi adına çözümler geliştirilmeye başlanmıştır. Süper akıllı

toplum paradigmasında, eğitim sistemlerinin geliştirilmesi, bireylerin çalışma ortamlarında bu

çağa uygun yeni yetkinlikler kazanabilme potansiyeline ulaştırılması, devletin ileri

medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi için dijitalleşme stratejilerini belirlemesi ve bunun

devamlılık sahibi olması, işletmelerinin ve paydaşlarının bu sürece kendilerini hazırlamaları,

bireylerin yenilikçi bir şekilde kendilerini geliştirmeleri gibi aksiyonlar alınmıştır. Japonya

Toplum 5.0’ı sadece kendi ülkesinde değil diğer ülkelere de faydalı bir örnek model teşkil

etmek amacıyla sorumluluk sahibidir. Ülkelerin bu konuda karşılıklı işbirliği hızla sürmektedir.

Endüstri 4.0 hem üretimde dijitalleşmeyi hem de ekonomik iyileşme anlamında bir stratejiyi

temsil ederken, senkronik olarak da bu büyük etkileşimin yarattığı “toplumsal transformasyon”

modeli ortaya çıkmıştır. Toplumun bu dönüşüme karşı olan direnciyle beraber ortaya çıkan

sosyal sorunların da çözülmesi gerekmektedir. Yaşlanan nüfus, başka ülkelere göç etme, doğal

afetler, sağlık, eğitim, çevre ve işsizlik gibi birçok problemlerden ötürü yapılacak düzenlemede;

dijital sistemlerle reel sistemlerin birbirileriyle entegre bir halde çalışabilmesi, Endüstri 4.0’ın

bileşenlerinin toplumun olumlu yönde hizmetine kullanılması, teknolojik ve dijital

okuryazarlığın geliştirilmesi, bilgi ve teknoloji temelli eğitim sistemlerinin düzenlenmesi,

yetkinliklerin çağa uygun olarak farklılaştırılması, üniversite, devlet kurumları, işletme ve

siyasi bürokratların bu konuda farkındalık yaratması gibi konulara eğilim gösterilecek olup

toplumun huzurunun artırılması hedeflenmektir.

Kaynakça

Alhefeiti, F. S. O. (2018) “Society 5.0 A human-centered Society that Balances Economic

Advancement with the Resolution of Social problems by a System that Highly Integrates

Cyberspace and Physical Space”, Doktora Tezi, Bilişim ve Bilgi Yönetimi, British Üniversitesi,

Dubai.

Arsovski, S. (2019) “Quality of Life and Society 5.0”, Quality Festival Conference- 13th

International Qality Conference (IQC), May 29- June 1, Sözlü Bildiri, Kragujevac , Serbia,

775-780.

Page 257: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

250

Bryndin, E. (2018a) “System Synergetic Formation of Society 5.0 for Development of Vital

Spaces on Basis of Ecological Economic and Social Programs”, Annals of Ecology and

Environmental Science, 2(4): 12-19.

Brydin E. (2018b) “The society 5.0 formation”, 11-12, The papers of the Third University Cities

Forum ‘University and City Facing Global Challenges, National Research Tomsk State

University, Tomsk, Russia , 4-117.

Carraz, R. ve Harayama, Y. (2017) “Japan’s Innovation Systems at the Crossroads: Society

5.0”,

https://www.kas.de/documents/288143/4843367/panorama_digital_asia_v3a_Carraz_Haraya

ma.pdf/b57f6b67-f317-cfc5-010c-4ee501c3a398, 33-45, (4.10.2019).

Develi (Kasım, 2017) https://www.dunya.com/kose-yazisi/endustri-40dan-toplum-

50a/389146, Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0, (2.10.2019).

Ferreira, C. M. ve Serpa, S. (2018) “Society 5.0 and social development: Contributions to a

discussion”, Management and Organizational Studies, 5(4): 26-31.

foreignpolicy (2019) https://foreignpolicy.com/sponsored/how-japan-is-preparing-its-students-

for-society-5-0/, How Japan is Preparing its Students for Society 5.0, (4.10.2019).

Fukuyama, M. (2018) “Society 5.0: Aiming for a New Human-Centered Society”, Japan

SPOTLIGHT, July / August: 47-50.

Gladden, M. E. (2019) “Who Will Be the Members of Society 5.0? Towards an Anthropology

of Technologically Posthumanized Future Societies”, Social Sciences, 8(148), 1-39.

Government of Japan (Ocak, 2016) https://www8.cao.go.jp/cstp/english/basic/5thbasicplan.pdf

, “The 5th Science and Technology Basic Plan [Provisional Translation]” , 1-68, (3.10.2019).

Harayama, Y. (Ağustos, 2017) “Society 5.0: Aiming for a new human-centered society Japan’s

science and technology policies for addressing global social challenges”,

http://www.hitachi.com/rev/archive/2017/r2017_06/pdf/p08-13_TRENDS.pdf, Hitachi

Review, 66(6): 8-13.

Hitachi (2019a)

http://www.hitachi.co.jp/products/social/society5/en/download/Society_5_0_en.pdf,

“Hitachi's approach to Society 5.0”, Sosyal İnovasyon İşletme Bölümü, 1-3, (4.10.2019).

Hitachi (2019b)

https://socialinnovation.economist.com/pdf/Realizing_Society_5.0_through_Habitat_Innovati

on_.pdf “Realizing Society 5.0 through “Habitat Innovation”, Hitachi - UTokyo Laboratory, 7-

25, (4.10.2019).

i-Scoop (2019) https://www.i-scoop.eu/industry-4-0-society-5-0/ , From Industry 4.0 to Society

5.0: the big societal transformation plan of Japan, (2.10.2019).

Jao, N. (Eylül, 2017) https://disruptive.asia/japan-society-5-0/, “Never mind Industry 4.0 –

Japan is planning for Society 5”, (07.10.2019).

Keidanren (Japan Business Federation) (Nisan, 2016) "Toward realization of the new economy

and society-Reform of the economy and society by the deepening of “Society 5.0”,

https://www.keidanren.or.jp/en/policy/2016/029.html, 1-26, (3.10.2019).

Kent, E. (Kasım, 2018) https://www.endustri40.com/endustri-4-0dan-toplum-5-0a/ , “Endüstri

4.0’dan Toplum 5.0’a”, (4.10.2019).

Levy, C. ve Wong, D. (Haziran, 2014) https://www.biginnovationcentre.com/wp-

content/uploads/2019/07/BIC_TOWARDS-A-SMART-SOCIETY_03.06.2014.pdf, “Towards

Page 258: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

251

a smart society”, The Big Innovation Centre, The Work Foundation , Lancester University,

London: 1-26.

Minina, A. ve Mabrouk, K. (Nisan, 2019) “Transformation of University Communication

Strategy in Terms of Digitalization” , Communication Strategies in Digital Society Workshop

(ComSDS), IEEE, Saint Petersburg, Russia, 117-120.

Prasetyo, Y. A. ve Arman, A. A. (Ekim, 2017) “Group management system design for

supporting society 5.0 in smart society platform”, International Conference on Information

Technology Systems and Innovation (ICITSI), IEEE, Bandung, Indonesia, 398-404.

Ratti, B. (2018) “Geographic knowledge. Paradigm of society 5.0”, Journal of Research and

Didactics in Geography (J-READING), 1(7): 123-126.

Romli, T. D. A., Majid, A. D. M. A., Abdullah, T. A. ve Zainuddin, F. N. (Eylül, 2018) “ePAL

Apps: Enhancing Parenting Literacy in a Smart Society 5.0”, International University Carnival

on E-learning (IUCEL), 243-246. International Islamic University Malaysia Cuktural Centre

(ICC), Kuala Lumpur, Malaysia. 1- 639.

Salgues, B. (2018) “Society 5.0: Industry of the Future, Technologies, Methods and Tools”,

United States, John Wiley & Sons.

Salimova, T., Guskova, N., Krakovskaya, I. ve Sirota, E. (2019) “From industry 4.0 to Society

5.0: challenges for sustainable competitiveness of Russian industry” IOP Conference Series:

Materials Science and Engineering, IOP Publishing , 497(1): 1-7.

Sarif, S. M. (2017). “Society 5.0 Qalb with Tawhidic Paradigm”, Journal of Education and

Social Sciences, 8, 208-217.

Savanevičienė, A., Statnickė, G. ve Vaitkevičius, S. (2019) “Individual innovativeness of

different generations in the context of the forthcoming Society 5.0 in Lithuania”, Engineering

Economics, 30(2): 211-222.

Serpa S. ve Ferreira, C. M. (2019) “Society 5.0 and Sustainability Digital Innovations: A Social

Process”, Journal of Organizational Culture, Communications and Conflicts, 23(1): 1-14.

Shibata, M., Ohtsuka, Y., Okamoto, K. ve Takahashi, M. (Haziran, 2017) “Toward an Efficient

Search Method to Capture the Future MOT Curriculum Based on the Society 5.0”, Portland

International Conference on Management of Engineering and Technology (PICMET), IEEE,

Portland, OR, USA, 1-7.

Shiroishi, Y., Uchiyama, K.ve Suzuki, N. (2018) “Society 5.0: For human security and well-

being. Computer”, 51(7): 91-95.

Skobelev, P. O. ve Borovik, S. Y. (2017) “On the way from Industry 4.0 to Industry 5.0: from

digital manufacturing to digital society”, International Scientific Journal "Industry 4.0", 2(6):

307-311.

Sugiyama, M., Deguchi, H., Ema, A., Kishimoto, A., Mori, J., Shiroyama, H. ve Scholz, R.

(2017) “Unintended side effects of digital transition: Perspectives of Japanese Experts.

Sustainability”, 9(12): 1-20.

Wang, F. Y., Yuan, Y., Wang, X. ve Qin, R. (2018) “Societies 5.0: A new paradigm for

computational social systems research”, IEEE Transactions on Computational Social Systems,

5(1): 2-8.

World Ekonomic Forum (Aralık, 2018)

Page 259: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

252

http://www3.weforum.org/docs/WEF_Our_Shared_Digital_Future_Report_2018.pdf, “Our

Shared Digital Future Building an Inclusive, Trustworthy and Sustainable Digital Society”,

Insight Report, 3-47, (4.10.2019).

Page 260: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

253

FAİZ KONUSUNA İSLAM HUKUKU AÇISINDAN FARKLI BİR BAKIŞ

Dr. Öğretim Üyesi Yüksel Macit

İnönü Üniversitesi, Malatya, Türkiye

e-mail: [email protected]

Özet

Faiz konusu İslam hukuku açısından hala aydınlığa çıkarılabilmiş değildir. Nerdeyse iki yılda bir İslam’da faiz

konusunda ilmi toplantılar yapılmakta, bildiriler ve müzakereler kitap halinde yayınlanmaktadır, fakat henüz bir

sonuç yoktur, ihtilafa devam edilmektedir. İslam İktisadı vb. adla kitaplar da yayınlanmaktadır. Ancak onlar da

faiz konusunda kilitlenmektedir. Bu durumun sebepleri olmalıdır.

Bize göre temel sebep, faiz konusuna iktisadî bir konu olarak genel bakılamamasından

kaynaklanmaktadır, tabiatıyla bilgi eksikliği de vardır. Faiz gibi global reel bir konu peşin inanca dayalı ezbere

malumatla anlaşılamaz. Din ribayı yasaklamıştır, bunu kabul ediyoruz, fakat dinin yasakladığı dönemdeki riba

önceden ölçüsü belli olmayan, borçlu ödeyemedikçe alacaklının istediği kadar fazla para alması şeklinde idi, bir

nevi tefecilikti. Sayıları az da olsa bazı İlahiyatçılar Kur’an’ın yasakladığı ribanın tefecilik olduğunu söylemiştir.

Fakat fıkıhçıların çoğunluğu ribanın kapsamının çok geniş olduğunu düşünmektedirler. Onlar derler ki, Kur’an’da

riba yasaklanırken mutlak, genel ifadeler kullanılmıştır, riba yiyenler Allah ve Peygambere savaş açmış olarak

nitelenmiştir. Bu fıkıhçılar ribayla ilgili ayetlere bütüncül yaklaşmamaktadırlar, bazı parçalardan genellemeye

gitmektedirler. Hâlbuki istikra/tüme varım yöntemiyle ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında Kur’an’da “kat kat riba

yemeyiniz” ayetinin de olduğu görülür. Bu “kat kat riba” kaydının bir anlamı olmalıdır. Bu yasaklanan ribayla

ilgili maksadı ifşa olabilir, ribayla ilgili diğer ayetleri kayıtlayabilir. Hukuk usulünden bilinir ki, bazı şeyler bazen

mutlak veya genel söylenir başka bir hükümle kayıtlanır, tahsis edilir, husus kastedilir. Riba alacağından

vazgeçmeyenlere karşı savaş tehdidinin ise özel sebepleri vardır. Delillerini tam metinde gösterdik.

Borçluyu ezici kat kat ribayı İslam’ın yasaklaması makul karşılanabilir. Fakat günümüzde adına faiz

denen bütün işlemleri, her türlü krediyi sırf isminden dolayı riba kaleminin altına sokmak hem Müslümanları hem

yaşadıkları ülke ekonomilerini zora sokabilir. Maslahat/kamu yararı dikkate alınmalıdır. Maslahat konusunda

geniş bilgi için Türkçeye çevirip Arapça metniyle birlikte yayınladığımız Tufî’nin Maslahat Risalesi’ne bakılabilir.

Anahtar Kelimeler: Riba, Faiz, Hukuk, Maslahat, Farklı bakış

A DIFFERENT VIEW OF INTEREST IN TERMS OF ISLAMIC LAW

Abstract

The issue of interest has not yet been elucidated in terms of Islamic law. Almost every two years there are

scientific meetings on interest in Islam, declarations and negotiations are published in books, but there is no result

yet, the dispute continues. Islamic Economics and so on books are also published. However, they are also locked

on interest. There must be reasons for this.

In our opinion, the main reason stems from the fact that interest cannot be viewed as an economic issue,

and of course there is a lack of information. A global issue, such as interest, cannot be understood by advance

belief. Religion has forbidden the riba, we accept it, but the rebounds at the time of the prohibition of religion

were unclear, in the form that the creditor would receive as much money as the borrower could not pay, a kind of

usury. Some theologians, albeit few, have said that the riba that the Qur'an bans is usury. However, the majority

of jurisprudence of Islamic law think that the scope of the riba is very wide. They say that in the Qur'an, absolute,

general expressions are used when banning rebounds, and those who eat riba are described as having waged war

against Allah and the Prophet. These jurisprudents do not approach holy verses as holistic. However, when we

look at all of the verses related to the stabilization method, it is seen that in the Qur'an there is the verse “Do not

eat rebounds riba”. This “multiple rebound” record should have a meaning. This may disclose the purpose of the

prohibited riba, and may limit other verses related to the riba. It is known from the legal procedure that some

things are sometimes said absolute (mutlak) or general, limited by another provision, allocated, and referred to.

There are special reasons for the threat of war for Riba eaters. We will show the evidences in full text.

The prohibition of overwhelmingly borrowing the riba (usury) by Islam is reasonable. But today, all

transactions called interest on behalf of all kinds of loans just because of the name to put under the riba item both

Muslims and the economies of the country where they live can be difficult. The charge / public interest should be

taken into account. For more information about public interest (maslaha) please refer to Tufî's Maslahat Risala,

which we translated into Turkish and published with Arabic text.

Keywords: Riba, Interest, Law, Public ınterest (Maslaha), Different perspective.

Page 261: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

254

1.GİRİŞ

1.1.Konunun Önemi

Faiz konusu eskimeyen kadim bir konudur. Faiz çeşitli isimler altında yaşasa da

meşruiyeti hep tartışılagelmiştir. Seküler veya laik devletler faizin meşruiyeti sorununu çözmüş

olarak görülür. Fakat toplum bu sorunu çözmüş müdür? Ülkemizde ve diğer Müslüman

ülkelerde ilahiyatçılar, özelde İslam hukukçuları, hala faiz konusunu tartışmaktadır ve çoğunluk

onu riba ile eş değer görerek haram olarak nitelemektedir. Bu durumun topluma yansımaları

olur. Toplumun da yatay ve dikey yansımaları olur. Her şeyin bir altyapısı vardır. Bazı

yansımalar öyle işler ki meslekten iktisatçı olup veya faizli bankada çalışıp faizin mutlak olarak

haram olduğuna inanlara bile rastlanabilir. Diğer taraftan sosyolojik gözlem yapılırsa fakir veya

orta halli kesimlerin çoğunlukla faizi haram gördükleri tespit edilebilir. Demek ki faiz

meselesinin fertlerin ekonomik durumu ile de alakası vardır. Bunlar toplum dışına çıkarılamaz,

zira toplum içinde yaşarlar, topluma dışardan girmiş değillerdir. Toplumda farklı fikirlerin

çatışması doğaldır, eşyanın tabiatı böyledir. Keza faiz ismi altına sokulan her ekonomik

gelişmeyi dine karşı yapılıyormuş gibi algılayan insanların sayısı az değildir. Yanlış algı da olsa

durum bu minvaldedir. Toplum diyalektik içinde yaşar. Hegel’in meşhur “Efendi-köle

diyalektiği” reel bir durumun gözlemsel ifadesidir. Onun bu gözlemine katılırız fakat tez ve

antitezin çatışması sonucunda sentezin her zaman eşit olarak doğmadığı kaydını da şerh olarak

düşeriz. Bu durum her alanda geçerlidir. Bu bakımdan faiz konusundaki teorik tartışmalar da

önemlidir, bilimsel olanlara destek verilmesi gerekir. Diyalektik bunu gerektirir.

Benzer diyalektik, faiz karşıtı insanlar için de geçerlidir. Reel durumu görenler, yani

kimsenin kimseye iş yapacak kadar karsız veya faizsiz borç vermediğini görenler iş yapmak

istiyorsa faize doğru yanaşabiliyor, zengin olunca faiz konusunda düşünceleri de değişebiliyor,

ev sahibi olunca kiracıların görüşlerinin değişmesi gibi. Bu itibarla faiz karşıtı düşünceler de

bölünebiliyor. Bu diyalektikte taraflar birbirini itham eden sert tartışmalara girebiliyor. Hatta

iman-küfür meselesi yapıp birbirini tekfir edenler de oluyor.

Öyle ise diyalektikten doğan çatışmaları azaltmak veya hafifletmek için ortak akla ve

ortak hukuka önem verilmelidir. Bu hususu 1990 yılından beri yazılarımızda vurgularız, bu yıl

(Nisan 2019 Alanya) Uluslararası Hukuk Sempozyumunda “Ortak Hukuk Üzerine” başlıklı

özel bir bildiri sunduk. Orada Cicero’nun şu sözüne de atıfta bulunduk: “Hukuk iki kişinin

aklıdır.” Bu söz güzeldir. Zira bir kişinin aklı sadece onun isteği ve arzusu olabilir. Nice akıl

adına verilen hüküm vardır ki hissîdir! Faiz konusu ortak akıl ile çözülebilir. Böylece hem reel

durum gözetilir hem faizin mutlak biçimde haram olduğuna inanan dindar insanların faiz

konusundaki kaygıları azaltılabilir. Bu çalışma bu açıdan önemlidir.

İslam’ın yasakladığı ribanın ne olduğu tespit edilebilirse, faiz sınırlanabilirse

Müslümanlar kredi bulmakta zorlanmazlar, iş yapma imkânları genişler, ekonomi gelişir. Bu

önemlidir. Bu olmazsa ekonomik alanda bazı gelişmelere farkında olmadan engel olunabilir.

Bir iktisat kitabında “Cumhuriyetten Önce Türkiye’de Banka ve Bankacılık” başlığı altında

şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “İslamiyet’in faizle ödünç vermeyi ve almayı

yasaklayan tavrı Osmanlı İmparatorluğunda bu tür kurumların (bankalar) gelişmesine engel

teşkil etmiştir. Ancak kısmen de olsa sarraflar ile genelde yabancıların oluşturduğu Galata

Bankerleri para ticareti ve ödünç para verme işleri ile uğraşmışlardır.”3 Faiz mutlak olarak

haram görülürse bu durumla karşılaşılabilir. Osmanlıda sayıları az da olsa bankalar Tanzimat’ın

ilanından birkaç yıl sonra kurulmaya başlamıştır. Bankasını kurmayan tefeciye muhtaç olabilir.

Bu durumda halk murabahacılarla işini görmeye çalışır. Nitekim II. Abdülhamit

murabahacıların ölçüsüz faizini yüzde dokuz ile sınırlayan Murabaha Nizamnamesini çıkarmak

3 Akdiş, Muhammet (2011) Para Teorisi ve Politikası, 2.Baskı, Ankara, s.111.

Page 262: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

255

zorunda kalmıştır. Bu olaydan bize 1924 Anayasasının raportörü Celal Nuri 1912 tarihli bir

makalesinde şöyle bahsetmektedir:

“İmamet (Devlet başkanlığı) makamını elde eden Müslümanların çoğunluğunun

liderleri, haklarında kati nas olan hükümleri bile makul maslahat-ı amme4 düşüncesine

dayanarak değiştirmişlerdir. Mesela dönemin halifesi (II. Abdülhamit) riba meselesini

ele almış, sıradan müfessirlerin tefsirinden başka ve daha makul bir surette Kur’an

nassını tefsir ettirip yüzde dokuz (%9) faizi mubah kılmıştır. Çıkardığı Murabaha

Nizamnamesinin (1887) altında şeyhülislâmın imzası vardır. İmamu’l-Müslimin

(Halife) faizli istikraz (borç) mukavelelerine bir İslâm devleti olan devletleri ve

beytülmal adına imza edilmesini vekillerine emrediyor. Başka türlü devletin hayatını

koruma mümkün değildir. Zamanımızda anlaşılmıştır ki eski riba şimdiki faiz değildi.

O bir zulüm vesilesi idi; hâlbuki şimdiki faiz meşru bir nemadır. Bundan dolayı faiz

çağımızda geçmiş dönemlerdeki gibi yasaklanan şeylerden değildir.” 5

İlginç bir durumdur: İlahiyatçılar çokça toplanıp İslam’da para, faiz ve enflasyon gibi

konuları tartışırlar, bildiriler kitap halinde yayınlanır, makaleler yazılır fakat II. Abdülhamit’in

Murabaha Nizamnamesinden pek bahsetmezler. Sadece farklı yazarların yazılarından derlenen

ve Türkçeye çevrilen “İslam İktisadı ve Piyasa” (İktisat Yayınları, 2017:115) adlı kitabın “Faiz

Haddi Konusunda Osmanlı İmparatorluğu Uygulaması” başlığı altında kısa bir bilgiye

rastladık. İlahiyatçıların genelde Murabaha Nizamnamesinden pek bahsetmemelerinin nedeni

psikolojik dinî korku olabilir, çünkü II. Abdülhamit’i çok dindar bildiklerinden belli bir faize

izin veren Murabaha Nizamnamesini görmezlikten geliyor olabilirler. Faizi mutlak olarak

haram gören ilahiyatçıların Murabaha Nizamnamesine de bakmaları gerekir ki reel durumu

göreler; onlar hep faizin zararlarını sayıyorlar.6 Bu durum geçmişte batıda da olmuş olsa gerek

ki Bacon Denemeler kitabında “Tefecilik Üstüne” bahsinde, faiz karşıtları hep faizin zararlarını

görüyorlar demektedir.7 Bugün faizin zararlarını sayanlar, faiz istihdamı engeller argümanını

çok kullanıyorlar. Ancak faizsiz kredi ve borç bulamama da istihdamı engeller, hatta bazen

gelişmenin önünü baştan keser; zira üç beş kuruş karz-ı hasen (faizsiz borç) ile veya sadaka

parasıyla iş kurulmaz. Görünen duruma bakılırsa zengin Müslüman Arap ülkeleri açıktan faiz

isteyemeyeceği için faizsiz borç verme yerine paraya ihtiyacı olan Müslüman ülkelerde emlak

satın alma yolunu tercih ediyorlar. Paraya ihtiyacı olan da emlak satıyor. İslam hukukçuları

devletin tahvil çıkarma yoluyla iç borçlanmasını da faiz diyerek caiz görmüyorlar. Müslüman

4 Maslahat-ı amme, kamu yararı demektir. Fıkıh usulü eserlerinde kısaca maslahat da denir, bazen kayıtlı olarak

maslahat-ı mürsele tabiri kullanılır. Maslahatı gözetme konusunda en ileri düşüncelerden biri Tufî’nin maslahata

riayet görüşüdür. Onun bu görüşü Maslahat Risalesi olarak yayınlanmıştır. Biz de onu Türkçeye çevirerek

Arapçasıyla birlikte yayınladık: Necmeddin Tûfî (2018) Maslahat Risalesi, çev. Y. Macit, İstanbul. Maslahat

Risalesinin özeti şudur: Muamelat konularında nas ile maslahat çatıştığında maslahat (kamu yararı) esas alınır,

çünkü nasların amacı da toplumun yararını gerçekleştirmektir. Tufî’den çok daha önce Maturidi mezhebinin

kurucusu İmam Maturidî, Tevilatu’l-Kur’an adlı eserinde muamelat konularında içtihat ile nesihten yani hükmün

uygulanmadan kaldırılmasından ve halkın bir hukukî muameleyi terk etmesiyle oluşan nesihten bahsetmektedir.

İmam Maturidî’nin “içtihat ile nesih” görüşü hakkında geniş bilgi için bkz. Macit, Yüksel (2009) “Hz.

Muhammed’den Sonra Nesh Meselesi”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.13,s.295-304. Çok

önemsediğimizden dolayı İmam Maturidi’nin “içtihat ile nesih” görüşünden diğer çalışmalarımızda da kısmen

bahsettik. İslam hukuku gelişirse İmam Maturidî’nin “içtihat ile nesih” görüşü ile gelişebilir. Tufî’nin maslahata

riayet görüşü de bunu destekler. Ayrıca Karafî’nin İhkam adlı eserinde Hz. Muhammed’in din adamı olarak yaptığı

işler ile devlet başkanı olarak yaptığı işleri birbirinden ayırması da çok önemlidir. İhkam tarafımızdan Türkçeye

çevrilmiştir: Karafî, Şehabeddin (2019) İhkam, 2.Baskı, İstanbul. 5 Celal Nuri İleri (2012) “Zamanın Değişmesiyle Ahkâmın Değişmesi İnkâr Olunamaz,” Sadeleştiren Yrd. Doç.

Dr. Yüksel Macit, Hikmet Yurdu, Yıl: 5, C: 5, Sayı: 10, Temmuz – Aralık/2, www.hikmetyurdu.com, s.328. 6 Örnek için bkz. Karaman, Hayrettin (1982) Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul, II, 217-229. 7 Bacon (1994) Denemeler, çev. Akşit Göktürk, İstanbul, s.206-211.

Page 263: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

256

olmayan ülkelerden alınan borçlar ise faizlidir.8 İhracat, gider açığını kapatmıyorsa ödemeler

için faizsiz nakit para nereden bulunacak? Geriye doğrudan veya dolaylı vergileri artırma

kalıyor; bu yapıldığında ise sıkıntı oluşur. Bir ülkede faiz tümden yasaklansa para faiz veren

ülkelere kaçar. Görüldüğü gibi her şeyin çift yüzü vardır. Her şeyin aşırısı zarardır.

Faiz gerçeğini anlamak çok kolay değildir. Bu işin Adam Smith9 gibi klasik, Keynes10

gibi modern teorisyenleri var,11 konuyu daha başka isimler ve politik ideolojiler de

tartışıyorlar.12 Faiz belletilmiş ezbere bilgilerle çözülecek bir konu değildir. Faiz eski tabirle

sehl-i mümteni (kolay gözüken zor) bir konudur. Sadece faizin meşruiyeti meselesi değil, faiz

ayarı da zor bir iştir. Dengeyi bozucu spekülatif müdahaleler bir tarafa, geçtiği üzere gelir gider

dengesi sağlanamazsa bütün çözüm önerileri geçici olur, bir kısmı ise hayali olur. Bu gerçeği

İslam tarihinde ilk siyasetname yazarları da görmüştür.13 Ayrıca savaş sonucu elde edilen cizye

ve haraç gelirleri bitti, artık oyunu kuralına göre oynamak lazım, ekonominin kurallarını bilmek

lazım. Nitekim Osmanlı savaş kazanamayınca gerilemeye başladı; “genel ekonomi teorileri”

yoktu, hazırlıksız yakalandılar. Savaş ekonomileri bitti. Ekonomiye Marksizm ve Komünizm

gibi ideolojik yaklaşımlar da kaybettiler. Ekonomiye gerçekçi bakmak gerekir. Bu bakımdan

ülkemizde Cumhuriyet dönemi İzmir I. İktisat Kongresi (1923) kararları yeni şartlara göre

bilinçli ekonomi için bir başlangıç olmuştur. Bütün ilgililerin ekonomiye bilinçli ve tarafsız

(objektif) bakması uygun olur. Bu manada biz de İslam’ın yasakladığı ribanın kapsamanın ne

olduğunu tarafsız olarak ortaya koymaya çalışacağız. Daha önce Uluslararası bir Sempozyumda

(Haziran 2019 Nevşehir) “İslam Dünyasının Hukukî Meselelerine Bağımsız Bakabilmek” adlı

bir bildiri sunduk, bazı meseleleri tartıştık. Önemine binaen faiz meselesini özel olarak bu

çalışmada ele aldık. Ve bunu bir “iktisat kongresinde” sunmak istedik. Burada da tarafsız

bakacağız.

1.2. Konunun Kavramsal Çerçevesi

Faiz, ribaya göre yeni bir kavramdır. Riba sözlükte “ziyade” anlamına gelir.14 Faiz ise

“taşan” kısım demektir. İslam öncesi dönemde Araplarda borç ertelemelerinde alınan fazlalığa

riba denmiştir. Kur’an’da da riba bu manada geçer ve haram olduğu belirtilir. Osmanlı

döneminde genelde riba terimi kullanılır. Ancak Tanzimat sonrası bankalar kurulmaya

başlayınca riba yerine faiz kavramı kullanılmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ise faiz

terimi tamamen yaygınlaşmıştır. Muhtemelen riba yerine faiz kelimesinin tercih edilmesi faizin

ribadan biraz farklı olduğunu göstermek içindir. Fakat faiz ve ribanın sözlük manaları geçtiği

8 Örneğin ihtiyaç olunca Almanya’dan faizli borç al, Bulgaristan borç istediğinde ona faizsiz borç ver, bu açık bir

çelişkidir, hatta saflıktır. Bu nevi borç ilişkisini İslam adına savunmak inananları saflaştırır. Bunu bilerek veya

bilmeyerek yapanlara rastlanabilir. 9 Adam Smith (1997) Ulusların Zenginliği, çev. Ayşe Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul 10 Keynes, John Maynard (2010) Genel Teori İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi, çev. Uğur Selçuk Akalın,

İstanbul 11 Kendi yazılarından ve başkalarının onlar hakkında yazdıklarından anlaşıldığına göre aralarındaki temel fark

şudur: Adam Smith ‘e göre para malın alınıp satılmasında sadece bir mübadele aracıdır, Keynes’e göre para aynı

zamanda biriktirilen bir sermayedir, kapitaldir. Keynes de daha sonra ayrıntıda tenkit edilmiştir ama paranın

işlevini iyi gözlemlemiştir. Para para kazanmaktadır. Realite bu. İlahiyatçılar hala klasik anlayıştalar. 12 Geniş bilgi için bkz. Dinler, Zeynel (2018) iktisada giriş, 24.basım, Bursa, s.327-337; Kazgan, Gülten (2012)

İktisadî Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 18.Basım, Ankara, s.43-72. 13 İlk Siyasetname yazarlarından İbn Ebi’r-Rebi’ bu gerçeği çok eskiden görmüş, Abbasi halifesi Mu’tasım için

yazdığı Sülûku’l-Malik fı Tedbiri’l-Memalik (Mahmiyye-Irak 1229/1917, s.94) adlı eserinde halifeye ahlâkî ve

siyasî öğütlerin yanı sıra iktisat ile ilgili öğütler de verip şöyle demiştir: Gelir ve giderin üç durumu vardır:

1.Gelir giderden çok olur: Bu takdirde devlet başkanının idaresi iyi olur.

2.Gelir giderden az olur: Bu durumda onun idaresi düzensiz olur.

3.Gelir ve gider denk olur. Bu durum genişlikte iyi, hadiseler/olaylar çıktığında sorun olur.

İbn Ebi’r-Rebi’, eseri ve görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz. Macit, Yüksel (1994) Ahkamu’s-Sultaniyye’lerde

Devlet Başkanlığı Müessesesi (Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, s. 21-22. 14 Ragıb el-İsfahanî (1986) Müfredat fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, s.273.

Page 264: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

257

üzere birbirine çok yakındır. Bu durumun da etkisiyle ülkemizde faiz ve riba özdeşleşmiştir.

Böylece bazı çevrelerde faiz de haram damgasını yemiştir. Müslüman Arap dünyası faiz yerine

yine riba kavramını kullanmaktadır; hatta bazıları bir garsona para verdiklerinde “Faiz lek (Üstü

senin)” derler. Batıda tefecilik, usury olarak, bankaların verdiği faiz ise interest olarak

isimlendirilmektedir. Bu ayırım İslam dünyasında yapılamadı. Bunun yerine İslam dünyasında

i’yne satışı, bey’ bil-vefa, bey bil-istiğlal, para vakıfları15 gibi işlemlerle faize hile-i şer’iyye

türünden çözümler bulunmaya çalışıldı. Bu nevi işlemlere muamele-i şer’iyye, murabaha ve

ribh-i şer’î gibi isimler de verildi. Bunlar hakkında açıklayıcı örnekler verilecek.

Zamanımızda “mudarebe akdi”16 üzere faizsiz çalıştıklarını söyleyen Katılım Bankaları

ise yatırılan paraya verdikleri fazla paraya “kar payı” gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Kâr payı

ifadesi şimdilik tutacak gibi gözüküyor. Ancak kâr payını önceden açıkladıkları için, bazı

Müslüman ülkelerde i’yne satışı üzere nakit kredi verdikleri için bazı İslam hukukçuları

tarafından tenkit edilmektedirler. İ’yne satışı birinin bir malı vadeli alıp aynı yere peşin olarak

daha düşük fiyata satıp para temin etmesidir.17 İmam Şafiî görünürde bir satış olduğu için i’yne

satışını caiz görmüştür.18 Ancak banka i’yne satışına göre kredi verdiğinde alım satım

muhtemelen kâğıt üstünde olacaktır. Anlatıldığına göre bazı yörelerde fertler de i’yne satışı

üzere vadeli bir araba alıp çarşıda bir iki tur attıktan sonra aldığı yere düşük fiyatla peşin satıp

kredi temin etmektedir. Onlara göre bu vade farkı helal olmaktadır. Bey’ bil-vefayı da Hanefiler

caiz görmüştür; paraya ihtiyacı olan adam ev veya benzer bir şeyi birine ileride geri almak

şartıyla satmakta, aldığı parayı kullanmakta daha sonra evi para ile geri almaktadır. Bey bil-

fefa ve az bir farkla (isticar şartıyla) satış olan bey bil-istiğlal Mecelle’ye de geçmiştir.19

Bunların hepsi faizden kurtulmak için üretilen hile-i şer’iyyelerdir. Büyük bir ihtimalle bu

hileleri işi bilen esnaf ve tüccar üretti, fakihler de caiz gördüler. Hile-i şer’iyye’nin anlamı “şer’î

çareler” olduğundan bunları zamanımızda bazıları hala faizden kurtulmak için çare olarak

sunmaktadırlar. Çağımızda İslam hukukunda içtihat edileceği yerde hala hile-i şer’iyye

türünden çareler sunulması pek zihniyet değişikliğinin gerçekleşmediğini gösterir. Hile-i

şer’iyyelerin bir kısmı zekice olabilir, fakat bir kısmı yeni tabirle “kanuna karşı hile”

nev’indendir. Bu iş dinî yönü ağır basan konulara kadar vardırılmıştır; bazı genel fıkıh ve bazı

Eşbah ve Nezair kitaplarında zekâttan kurtulmanın yolları da gösterilmiştir, biz burada o hileleri

zikretmeyelim.

15 Para vakıflarının meşruiyeti meselesi üzerine Osmanlı döneminde çok tartışma yapılmış, risaleler yazılmıştır.

İbn Kemal ve Ebu’s-Suud, İmam Züfer’in bir fetvasını da genişleterek para vakıflarına ve oradan kredi verilmesine

olumlu bakmışlardır. Günümüzde de para vakıfları üzerine çok makale yayınlanmıştır. Bunlara internetten isam

ilahiyat makaleler veri tabanından ulaşmak mümkündür. Para vakıflarından belli bir karla borç verilmiştir. Para

vakıfları hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat (2015), Ensar Neşriyat, İstanbul 16 Mudarebe akdi, para birinden çalıştırma birinden olan şirkettir. Meşhur Hanefî fakih Mevsılî, el-İhtiyar kitabının

“Kitabu’l-Mudarebe” bahsinde şöyle demektedir: “Hz. Muhammed (as) peygamber olarak gönderildiğinde

insanlar mudarebe yapıyorlardı, onları yaptıkları üzere bıraktı/ikrar etti.” Mevsılî, Abdullah b. Mahmud (1981) el-

İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, İstanbul, III,19. Buradaki örnekte olduğu gibi Arap örfünden İslam hukukuna geçen çok

hüküm vardır. Bkz. Macit, Yüksel (2017) İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, İstanbul, s.28-48. 17 Daha açık örnek verirsek: Bir kimse birinden 10 bin lira borç alsa, daha sonra 15 bin lira ödese bu açıktan faiz

olacağı için bunu yapamıyorlar. Bunun yerine o kişi 10 bin liralık bir malı 15 bin liraya taksitle satın alıyor, aynı

malı aynı adama veya aynı mağazaya peşin 10 bin liraya geri satıyor. Böylece on bin liralık kredi temin etmiş

oluyor. Buna i’yne satışı denir. 18 İbn Hübeyre, el-Vezir Ebu’l-Muzaffer (2002) İhtilafu’l-Eimmeti’l-Ulema, tahk. Seyyid Yusuf Ahmed, Beyrut,

I, 404. 19 Ali Himmet Berki (1982) Açıklamalı Mecelle, Madde 118-119.

Page 265: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

258

2. İslam Öncesi Faiz

2.1. Faizin Genel Tarihçesi

Faiz insanlık tarihi ile yaşıttır.20 Faiz, türünün genel bir ismi olarak aşamalar geçirerek

günümüze gelmiştir. Faizin ilkel şekli tefeciliktir, tefeciliğin İngilizcesi usury, Arapçası ribadır.

Faiz borç verme ilişkisi ile doğmuştur. Tefecilikte faizin belli bir ölçüsü yoktur, borçlu

ödeyemedikçe alacaklı istediği kadar para alır. Tefecilik asırlar boyu sürmüştür. History of

Usury 21 adlı bir kitap tefeciliğin tarihinden bahsetmektedir. Bu faizi Eflatun ve Aristoteles gibi

filozoflar gayr-ı tabii kazanç olarak görüp kınamıştır.22 Ancak Hammurabi kanunlarında, Mısır

ve Roma hukukunda faiz meşru görülmüştür. Tevrat faizi Yahudiler arasında yasaklamış,

yabancıdan almalarına izin vermiştir,23 Tevrat’taki faiz yasağında faizci sisteme (iktidara)

muhalefet de vardır.24 Ancak daha sonra Yahudiler yorumlarla Talmud kitaplarında Tevrat’taki

faiz yasağını esnetmişlerdir; bilindiği üzere bugün bir Yahudi diğer bir Yahudi’den de faiz

almaktadır. Siyon Protokolleri ve onda yazılanlar doğru ise Yahudiler diğer milletleri para

politikasından pek anlamaz görmektedirler. Bunun abartılı tarafı bir yana bırakılırsa onların bu

tespitleri bazı toplumlar ve bazı dinî gruplar hakkında gerçek olabilir. Toplumlar içinde saf

insanlar olduğu gibi çeşitli telkinlerle saflaştırılanlar da olabilir. Hıristiyanlara gelince, İnciller

genel olarak faizi hoş görmemiştir. Bazı kilise babaları, Luther ve Calvin gibi Protestan

reformistler de faizi meşru görmemiştir ama Hristiyan dünyasında faiz uygulamada devam

etmiştir. Max Weber’in Protestan Ahlakı25 kitabında faizli ekonomik sistem ile Protestanlığı

uzlaştırması bazı tenkitlere rağmen faiz karşıtı muhalefeti çok zayıflatmıştır. Avrupa faizin

meşruiyeti sorununu aşmıştır. Teoride karşı olmakla birlikte Katoliklerin de faiz aldığı tespit

edilmiştir. 26 Yukarıda geçtiği üzere bazı Müslümanlar da bazı alışveriş kılıfı içinde hile-i

şer’iyyelerle faizden kurtulmaya çalışmışlardır. Bunun yerine Kur’an’ın yasakladığı cahiliye

ribası iyi anlaşılarak ribanın kapsamı sınırlandırılabilseydi daha iyi olurdu. Bu açıdan ribayı

yasaklayan ayetlere ve yorumlarına geçmeden önce faizin cahiliye Araplarındaki durumundan

ayrıca söz etmemiz uygun olur.

2.2. Cahiliye Döneminde Araplarda Faiz

Hanefî usulcü ve müfessir Ebu Bekir er-Râzî el-Cessas (ö.370/980) der ki: “Malumdur

ki cahiliye ribası ziyade şartıyla tecil edilmiş borçtur; bu ziyade (fazlalık) ecelden/

süreden/vadeden bedeldir. Allah onu iptal etmiş ve haram kılmıştır.”27 Riba konusunda

Cessas’ın diğer açıklamaları özetle şöyledir: Cahiliye döneminde Araplarda riba, nesie ribası

idi, yani borç ertelemeden doğan riba idi, bu ölçüsü olmayan kat kat yenen bir riba idi.

Araplarda ribe’l-fadl denen fazlalık ribası yoktu. Hz. Muhammed altı maddenin (altın, gümüş,

buğday, arpa, hurma, tuz) aynı cins içinde birbiriyle satışında istenen fazlalığı da riba saydı.

20 Kastımız bilinen genel tarihtir. Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: Kutsal Kitapların ilk insan olarak kabul

ettiği Hz. Adem’in çocukları da birbirinden faiz almış olabilir mi? Kıskançlığından dolayı kardeşini öldüren ondan

faiz de alabilir. O zaman para yok ama eşya veya mal açısından düşünülebilir. Bilindiği üzere Kutsal Kitaplara

göre Adem’in oğlu Kabil (veya Kain) kıskançlıktan dolayı Habil’i öldürmüştür. 21 Murbay, J.B.C. (1866) The History of Usury, Phıladelphıa 22 Aristoteles (1993) Politika, çev. Mete Tunçay, 4.Basım, İstanbul, s.23-24. 23 Tevrat, Tesniye Bab 23, no 20. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin; fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin,

ta ki, mülk olarak almak üzere gitmekte olduğun diyarda elini atacağın her şeyde Allahın RAB seni mübarek kılsın.

Tevrat, Çıkış, Bab 22, no 25. Eğer kavmıma, yanında olan bir fakire, ödünç para verirsen, ona murabahacı

olmayacaksın; onun üzerine faiz koymayacaksınız. 24 Tevrat, Nehemya Bab 5, no7. İçimde yüreğimle danıştım, ileri gelenlerle ve hükûmet memurları ile çekiştim ve

onlara dedim: Siz, hepiniz kardeşlerinizden çok faiz alıyorsunuz. Ve onlara karşı büyük bir cemaat yaptım. 25 Weber, Max (2014) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu “Tam Metin”, çev. Mehmet Ökten, Ankara 26 Işık, Halim (2006)“Eski ve Yeni Ahid’de Faiz,” Marife, yıl. 6, sayı. 1, Bahar, s. 51 – 76. 27 Cessas, Ebu Bekr er-Râzî (1986) Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut, I, 467.

Page 266: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

259

Fakihler kıyas yoluyla ribayı bu sayılan altı maddenin dışına da uyguladılar.28 İleride geleceği

üzere bu fazlalık ribası hadis olarak rivayet edilmiştir. Bu hususlar yaygın olarak bilinmektedir.

İslam’da riba veya faiz üzerine yapılmış birçok çalışmada bu bilgiler vardır. Burada dikkati

çeken husus, Cessas’ın ribanın illetini de ortaya koymasıdır. Başka illet bulmaya çalışanlar da

olmuştur. Fakat onun çıkardığı illet yaygın kanaat haline gelmiştir. Yaygın hale geldiği için

günümüzde ilahiyatçılar çoğu zaman kaynak göstermeden riba yasağının illetini onun gibi

belirtirler. Fakat aşağıda geleceği üzere ribayı yasaklayan ayetlerin hiçbirinde illet (gerekçe)

açık değildir. Dolayısıyla farklı yorumlar yapılabilir.

3. İslam’da Riba Denen Faizin Yasaklanması

3.1. Ribayı Yasaklayan Ayetler

Ribayı yasaklayan ayetler, borç ertelemesinden doğan nesie ribasıyla ilgilidir.

1.Rum Suresi 39. ayet: İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz,

Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat verirseniz; işte bunu

yapanlar sevaplarını kat kat artıranlardır.

2. Nisa Suresi 160-161. ayet: Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah

yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını

haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara

haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.

3. Bakara suresi 275. ayet: Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi

kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi

helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak)

faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu

affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.

4.Bakara suresi, 276.ayet: Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır

(bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.

5. Bakara suresi 278.ayet: Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer

gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.

6. Bakara suresi 279.ayet: Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa

girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne

başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.

7. Al-i İmran Suresi 130.ayet: Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin.

Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

Bu mealleri Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim Meâli’nden (Ankara 2011) verdik.

3.2. Ribayı Yasaklayan Hadisler

Ribayla ilgili hadisler daha çok aynı cins şeylerin fazlalıkla satılmasını riba kabul eden

ve yasaklayan hadislerdir. Bu hadislerin varyantlarında bazı ifade farklılıkları vardır. Ortak

noktaları şöyledir: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma

hurmayla, tuz tuzla aynı ölçekle satılır. Fazlalık ribadır.”29 Buna ribe’l-fadl (fazlalık ribası)

denir. Bu hadis fıkıh kitaplarında yaygın olarak kabul görmüştür.30 Bazı mezhepler hariç

çoğunluk, hadiste geçenlere kıyasla sayıyı artırmıştır. Şu kadar ki bugün bazı insanlar ilgili

28 Geniş bilgi için bkz. Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I, 464-465. 29 Buhari, Buyu’, 54, 76; Müslim, Musakat, 79; İbn Mace, Ticaret,59. 30 İbn Rüşd, Ebu’l-Velid (1985) Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, İstanbul, II, 106-107; Mevsılî, el-

İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, II, 30.

Page 267: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

260

piyasadaki farklılıkları görüp şöyle sormaktadır: Hurma var, hurma var, bazısı on lira, bazısı

yetmiş lira, bunlar ölçekle nasıl eşit satılacak? Kim böyle satar veya takas eder? Karışımı ve

işçiliği farklı altınlar dâhil diğer benzer maddeler için de aynı şey söz konusudur. Bu sorunun

çözümünde İbn Abbas’ın ilgili hadis rivayetinden ve görüşünden destek alanlara rastlanabilir.

İbn Abbas riba konusunda Hz. Peygamber’den şöyle bir hadis rivayet eder: İnnema’r-riba fî’n-

nesie31 (Faiz sadece borç ertelemelerinde söz konusudur.)32 Diğer taraftan Ebu Said el-Hudrî

fazlalık ribasıyla ilgili olarak yukarıda geçen riba haberini rivayet edince İbn Abbas şöyle

demiştir: “Biz bu konuyu daha iyi biliriz; riba ayeti bizim aramızda indi!”33 Hz. Peygamber’in

Veda Haccında “Bütün cahiliye ribalarını kaldırdım” dediği de rivayet edilmiştir.34 Riba

ayetlerinde fazlalık ribası olmadığından haber-i vahid ile Kur’an’ın umumi hükmü tahsis

edilemez diyenler olabilir. Bunlar tartışılabilir. Ayrıca riba yasağına ne kadar uyulduğu da

tartışılır. Riba yasağından kurtulmak için nasıl hile-i şer’iyyeler üretildiği daha önce geçti.

Meşhur şarkılar kitabı Kitabu’l-Eğanî’de açık riba örneklerine de rastlanmaktadır. Suyutî’nin

İhticac bi’s-Sünne kitabında Muaviye’nin ribe’l-fadlı riba saymayıp “bunda bir beis

görmüyorum” dediği de rivayet edilmiştir.35 Demek ki bazen ideal ile uygulama birbirini

tutmuyor.

Bize göre bu konuda doğru olan hadislerin amacını anlamaktır. Hz. Muhammed haklar

konusunda çok hassas olduğundan kimsenin kimseyi az bile olsa aldatmasını istemiyor. Cinsler

arasında az bir fark varsa kimsenin bunu bahane ederek karşı taraftan fazla mal almasını

istemiyor. Bu makul bir düşüncedir. Ancak zamanımızda farkların arası açılmışsa veya işçilik

vb. farklar girmişse bu durumda içtihat yapmak, hile-i şer’iyye türünden yollara sapmaktan

iyidir.

4. Riba Ayetlerinin Yorumlanması

4.1. Genel Olarak Riba Ayetlerinin Yorumu

Riba ayetlerinden Al-i İmran suresi 130.ayetin (Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış

olarak faiz yemeyin) mealine Diyanetin Mealinde şöyle bir not düşülmüştür: “Bu âyet, cahiliye

Arapları arasındaki bir uygulamaya işaret etmekte ve bunu yasaklamaktadır. Müşrik Araplar,

vadesinde ödenemeyen borca yüksek faizler tahakkuk ettirerek vadeyi uzatırlar, böylece alınan

borç kısa zamanda kat kat artardı. Âyetten anlaşılan manayı tersinden ele alarak kat kat olmayan

faizin yenebileceğini söylemek mümkün değildir. Zira Bakara sûresinin 275. âyeti ile, miktarı

ne olursa olsun faiz mutlak olarak yasaklanmıştır.”

Benzer yorum biraz daha ayrıntılı olarak Diyanetin bir heyete hazırlatıp yayınladığı (e-

yayın 2017:676-6777) Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir kitabında aynı ayetin tefsirinde şöyle

geçer: “Kur’an’da ribâ yasağı dört aşamada gerçekleştirilmiştir. Mekke döneminde inen konuya

ilişkin ilk âyette, faizin Allah katında bereketsiz bir kazanç olduğu, malı arttırmayıp tersine

bereketi giderdiği bildirilmiş; buna karşılık Allah rızâsı için verilen zekâtın malı arttıracağı

vurgulanmıştır (Rûm 30/39). Bu ilk aşamada faiz açıkça yasaklanmamakla birlikte Allah

katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilerek kötülenmiş, Câhiliye döneminde

bile çirkin bir kazanç olarak telakki edilen faizin kaldırılması için psikolojik bir zemin

hazırlanmıştır. İkinci aşamada, Medine döneminde inen Nisâ sûresinin 160-161. âyetlerinde,

faizin Yahudilere haram kılınmış olmasına rağmen onların bunu helâl sayarak alıp vermeye

devam etmeleri yüzünden birçok cezaya çarptırıldıkları haber verilmiş, yine dolaylı bir şekilde

faiz yasağına temas edilmiştir. Üçüncü aşamayı oluşturan ve konumuz olan âyetlerde faiz

31 Buhari, Buyu, 79; Müslim, Musakat, 2; İbn Mace, Ticaret, 49. 32 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I,466. 33 Macit, İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, s.105. 34 Ebu Davud, Buyu, 5; Muvatta, Buyu, 13. 35 İmam Suyuti (1992) Sünnetin İslâm’daki Yeri, çev. Enbiya Yıldırım, Ankara, s. 79.

Page 268: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

261

açıkça yasaklanmış ve kurtuluşa ermenin Allah’ın bu yasağına uymaya bağlı olduğu

belirtilmiştir. Müfessirler 130. âyette geçen “kat kat” kaydının, faiz yasağının sınır ve şartlarının

belirtilmesi amacıyla değil Araplar’ın o günlerde en çok uyguladıkları bir faiz şeklinin

açıklanması maksadıyla zikredildiğini kabul ederler (Şevkânî, I, 423-424). Bir başka ifadeyle

buradaki üslûp, ilk planda Mekke’de yaygın olan bileşik faizli borç işlemlerini hatıra getirmekle

beraber, âyetteki kat kat kaydı tek dereceli faizin helâl olduğu anlamında olmayıp devrin Arap

toplumunda yaygın olan ve vadesinde ödenmeyen borçlar hakkında yapılan tefecilik

uygulamalarının kötülüğüne yapılmış özel bir vurgu niteliğindedir. Faizle borçlananların, çoğu

zaman ödeme güçlüğüne düşebildikleri, borcu vadesinde ödeyemedikleri için anapara yanında

faizin faizini de borçlandıkları, böylece faizin katlandığı da bir gerçektir. “Kat kat” ifadesi bu

gerçeğin altını çizmektedir. Dördüncü aşamada inen Bakara sûresinin 275-281. âyetlerinde

artık faiz, bir önceki kaydı da taşımaksızın kesin ve sert bir üslûpla yasaklanmış, faizi

bırakanlara geçmişte aldıklarından sorumlu tutulmamak gibi bazı teşvikler getirilirken faizde

ısrar edenlerin Allah ve Resûlü’ne savaş açmış olacakları belirtilmiştir. Bu âyetlerde faizin

alışverişten farklı olduğu vurgulanmış, faizin dünya ve âhiretteki kötü sonuçlarına işaret

edilmiştir.”

Buna benzer yorumlar geçmişte36 ve günümüzde başka çalışmalarda da mevcuttur.

İslam’da riba veya faizle ilgili birçok makale ve bildirilerde benzer yorumlar var. Bu yorum

yaygınlaşıp popüler olmuştur. Bazılarında biraz üslup farklıdır. Onlara internetten isam ilahiyat

makaleler veri tabanından ulaşmak mümkündür. Tekrardan sakınmak için onları

zikretmeyeceğiz. Onların bu yorumları faiz meselesine çözüm getirmedi. İslam dünyasının

ekonomik geriliği ortadadır. Sayıları az da olsa İslam’ın yasakladığı faiz cahiliye ribasıdır,

tefeciliktir diyenler de oldu fakat yorumları yeterli olmadı. Biz daha müdellel yorum getirmeye

çalışacağız.

4.2. Bize Göre Riba Ayetlerinin Yorumu

İşe önce riba ayetleriyle ilgili olarak geçen yorumları tahlil ve değerlendirerek

başlayalım. Yukarıda geçen yorumlarda bir endişe ve kaygı seziliyor; bazı ayetlerde geçen

ifadelerden dolayı onların endişe ve kaygılarını çok yadırgamayız. Ancak ribayla ilgili ayetlere

serinkanlı bir şekilde topluca bakılabilirse, mutlak ve mukayyed durumları usule uygun olarak

ele alınırsa ve ayetlerin nüzul sırası ve sebepleri dikkate alınırsa kaygılar azalabilir. Şöyle ki:

“Kat kat olarak faiz yemeyin” ayeti Al-i İmran suresinde geçmektedir ve bu sure faiz yasağının

mutlak olarak geçtiği Bakara suresinden sonra nazil olmuştur. Bu husus bilinmektedir. Bu

durumda fıkıh usulü kaidesi gereği, sebep ve hüküm bir olduğu için mutlakın mukayyede

hamledilmesi gerekir. Buna göre haram olan ribanın kat kat yenen riba olduğu anlaşılır. Fıkıh

usulcüleri ve diğer ilgililer bu kaideyi benzerlerinde rahat bir şekilde uyguluyorlar; bir ayette

mutlak geçen “kan size haram kılındı” ( Maide 3) ifadesini, başka ayette haram olarak kayıtlı

geçen “akıcı kan” (Enam 145) ifadesine göre anlıyorlar. Usuldeki ifadesiyle mutlakı

mukayyede hamlediyorlar.37 Fakat iş riba ayetlerine geldi mi aynı kuralı uygulamaktan

korkuyorlar. Bu defa tevil yapmak zorunda kalıyorlar; geçtiği üzere Bakara suresindeki faizle

ilgili ayetlerin daha sonra indiğini söylüyorlar. Fakat buradan çıkacak sorunları pek

düşünmüyorlar. Al-i İmran suresinde faizle ilgili zaten ayet var, Bakara suresindeki faizle ilgili

ayet neden ondan sonra inen Al-i İmran suresine yazılmıyor? Üstelik sadece nüzul sırası

bakımından değil mevcut Kur’an-ı Kerim’deki sure sıralamasında da Bakara suresi Al-i İmran

suresinden önce gelmektedir. Nitekim riba konusunda aynı görüşleri paylaşsa da Diyanet İslam

Ansiklopedisi’nin “Faiz” maddesinde “kat kat faiz yemeyin” ayetinin Bakara suresindeki faiz

36 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I,465. 37 Bu örnek nerdeyse her fıkıh usulü kitabında vardır. Örnek olarak bkz. Zekiyyüddin Şaban (2011) İslam Hukuk

İlminin Esasları (Usulu’l-Fıkh), çev. İ. Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/45, 14.Baskı, Ankara,

s.321.

Page 269: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

262

ayetlerinden sonra indiği kabul edilmektedir.38 Bakara suresindeki faizle ilgili ayetlerin

Medine’de son zamanda indiğine dair bazı rivayetler de yok değildir, Hz. Ömer’den Hz.

Muhammed’in ribayı beyan etmeden vefat ettiğine dair sözler nakledilmiştir.39 Bu rivayetler de

benzer kaygıdan kaynaklanmış olabilir. Çoğunluk ribanın mutlak olarak yasaklanmış olmasını

istiyor, onun için riba ayetlerinde takdim tehir yapıyorlar!

Riba ayetlerinden hangisinin sonra geldiğinde şüphe olsa bile, tarih bilinmediğinde

umum hüküm ile özel hüküm çatıştığında özel hükümle amel edilir diyen usulcüler vardır.40

Mutlakın mukayyede hamli konusunda da böyle düşünülebilir. Dolayısıyla bu da en azından

eşit şartta bir içtihattır. Devlet ekonomide hangi görüşü tercih ederse onu uygular; makul

seviyede, borçluyu ezmeyecek şekilde kredi verebilir, kendisi de aynı şekilde tahvil çıkarabilir.

Faiz bir denge oyunudur. Herkes bu işi beceremeyebilir. Öyle insanlar vardır ki çok az bir faizle

kredi verilse yine iş başaramaz ve suçu faize yükler. Bu durumu bazı insanlar da din adına

kullanırlar. Bu da faiz hakkında kötü reklamı artırır. Adı kötüye çıkmış ismin konuya etkisi

çoktur. Bu açıdan kredi verilirken “kâr payı” veya “nema” dense kredi alıp iş yapanların sayısı

çoğalabilir.

Diğer taraftan daha önce belirtildiği üzere İslam öncesi dönemde Araplar arasındaki riba

borç vadesinde ödenmeyip ertelendikçe konan riba olup ölçüsüz ve ağır olduğundan kat kat riba

borçluyu ezmekte idi. Bazıları bu ribanın kaldırılmasını Hz. Muhammed’den talep ettiler. Hz.

Muhammed de ayette geçtiği üzere Müslümanlara karşı çok merhametli olduğundan41 bu ribayı

yasaklamak istedi. Onu destekleyen ayetler de indi. Bunlara muvafakat denebilir. Nitekim Hz.

Ömer’in görüşü ve talebi üzerine inen ayetler de vardır, bunlara muvafakat-ı Ömer denir.

Geçmişte muvafakat-ı Ömer konusunda Arapça risaleler ve kitaplar yazılmıştır. Onlardan

istifade ile biz de Muvafakat-ı Ömer adlı bir kitap yazıp İslam hukuku açısından ifade ettiklerini

tartıştık.42 Muvafakat-ı Muhammediye de yazılabilir. Durum böyle olmakla birlikte o zaman

şartlı Müslüman olan, alacak faizleri hakkında da şart ileri süren güçlü Sakif kabilesi faiz

alacaklarından vazgeçmek istemedi. İşte bunun üzerine savaş tehdidinden bahseden ayet indi.

Bu ayetin nüzul sebebi aslında tefsir kitaplarında anlatılır.43 Bunu faizi mutlak olarak haram

görenlerin bir kısmı da bilir ve naklederler, fakat ayetteki tehdidi görünce muhakemeyi

zayıflatan korkudan dolayı onun amacını iyice anlamak yerine, “Sebebin hususi olması hükmün

umumi olmasını engellemez” kaidesine sığınarak ribanın kapsamını genişletirler. Bize göre

serinkanlı olarak düşünüp ilgili siyasi, sosyal ve hatta psikolojik ortamı dikkate almak uygun

olur, zira ortada emre karşı gelenler var! O zaman tüm yetkiler devlet başkanın elinde idi, genel

faiz affı çıkarabilir. Bazı kayıtlar her zaman söylenmeyebilir.

Riba kapsamını genişletenlerin yorumlarında “kat kat olarak faiz yemeyin” ayetinde o

zamanki Araplar arasında cereyan eden mevcut riba kastedilmektedir de deniyor, kat kat riba

kaydı bunun içindir deniyor. Buna göre tutarlı olmaları için Kur’an sadece o ribayı haram kıldı

demeleri gerekir. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, Kur’an’da vazgeçilmesi istenen hamr

(üzümden yapılan içki) ile diğer maddelerden yapılan içkileri ayrı hükme tabi tutmuştur. Hatta

az mayalanmış içki olan nebizi haram saymamıştır.44 İncelikli usul budur! Yasakları

genişletmenin ne topluma ne dine faydası vardır. Bazı insanlar daha dindar gözükmek için dini

zorlaştırırlar. Pratiğini bilmiyoruz ama Ebu Hanife geçen bu usulünü riba ve faiz konusuna

teoride uygulamamış gözüküyor; riba ve faiz daha hassas konu olduğu için o zaman onda aynı

38 Özsoy, İsmail, (1995) “Faiz”, DİA, 12: 110-126. 39 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I, 464. 40 Geniş bilgi için bkz. Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (1964) el-Mutemed fî Usuli’l-Fıkh, tahk. M. Hamidullah, Dımeşk

I, 276-282. 41 Tevbe 129. 42 Macit, Yüksel (2019) Muvafakat-ı Ömer, İstanbul 43 İbn Kesir (1980) Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire, I,330. 44 Mevsılî, el-İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, IV, 99-101.

Page 270: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

263

usulünü denememiş olabilir. Nitekim hamr ve nebiz konusunda yanlış anlaşılmıştır, bazı

çevrelerce dedikodusu yapılmıştır. Bir rivayete göre arkadaşı Süfyan-ı Sevrî ile yolda yürürken

biri Ebu Hanife’ye nebizin hükmünü sorar, Süfyan elini ağzına götürerek sus işareti yapar.

Diğer mezhep imamları nebizi haram sayar. İçkiler ve ilgili görüşler hakkında geniş bilgi için

İbn Kuteybe’nin Kitabu’l-Eşribe (İçkiler Kitabı) adlı eserine bakabilir. Ebu Hanife’nin hamr ve

nebiz hakkında uyguladığı usule kıyas yaparsak ayette geçen “kat kat olarak faiz yemeyin”

kaydı pekâlâ maksadı ifşa için söylenmiş olabilir. Aksi zaten uygulamada yoktur, örnekleri

geçtiği üzere faiz genel anlamda pratikte hiç kalkmamıştır. Faizin kapsamını genişletmek, ona

inanan muhafazakâr kesimleri ekonomik açıdan geri bırakabilir. Bu kısmı bir paragraf ve not

olarak daha önce başka bir çalışmamızda yazdık.45 Kredi ile ev ve araba alıp başkasına haram

diyenler bahsimizin dışındadır!

Bizim riba yorumumuz bu şekildedir. Bilimsel içtihatlar bağlayıcı değildir. İsteyen

istediğini alabilir. İlim adamı olarak milletimize olan görevimizi yapmaya çalıştık, onların

ekonomik açıdan geri kalmamalarını arzu ettik. Ülke ekonomisi iyi olursa bunun faydası

herkese olur. Tabiatıyla çalışmak da lazım gelir. Görüşlerimizi tenkit etmek isteyen bilimsel

tenkit yapmalıdır. “Doğrular tartışarak bulunur” sözüne katılırız. Nitekim ilahiyatçılar tartışa

tartışa faize gerçekçi çözüm getiremeseler de bazıları Ebu Yusuf’un bir fetvasını genişleterek,

bazı iktisatçılardan da görüş alarak, faizle ilgili bir ayetin son parçasını delil getirerek, borçlarda

enflasyon farkının alınmasının faiz olmadığını keşfettiler, kimi bunu televizyonlardan da ilan

etti. Çelişkili olsa da bu onlar için bir keşif sayılabilir.46 Hz. Muhammed döneminde enflasyon

yok muydu? Tedavüldeki para altın ve gümüş olursa enflasyon olmaz iddiası bir mittir.

“Fiyatlar Hz. Peygamber zamanında çok yükseldi”47 şeklinde başlayan meşhur bir hadis vardır.

Bu hadise göre Hz. Muhammed fiyatlar çok yükseldi, narh koyun tekliflerini iki taraftan birine

haksızlık ederim korkusuyla reddetmiştir, fakat tabiun ve Osmanlı döneminde narh

konmuştur.48 Ayrıca enflasyon farkının faiz olmayacağı keşfine karşı bazı ilahiyatçılar

tarafından reddiye de yazıldı. İşin pratiği de sorunludur; zira enflasyon nasıl tespit edilecek,

resmi tespit gerçek enflasyonu yansıtmasa ne olacak? Dolayısıyla bu nevi parça çözümler

tutmaz. Esastan sistematik çözüm lazım. Zira adam şöyle diyebilir: Enflasyon farkını korumak

için borç vereceğime parayı kendim kullanır kâr ederim. Buna göre sorun yine başa döner.

Sonuca varmak lazım.

5.SONUÇ

45 “Diğer bir tartışma faiz üzerinedir. Eskiyi savunmak daha dindar gözüktürebilir, ilgi ve çevre bulabilir, daha çok

okuyucu bulabilir, ama aynı zamanda Müslümanları da kandırabilir. Zengin işini bilir. Diğeri faiz diye kredi alıp

işini geliştiremez. Kişi ödeyemeyeceği krediyi almasın, ama çağın gereği bankalarla iş yapmasını bilsin. Üç-beş

kuruş karz-ı hasen ile iş kurulmaz. Çoğu onu da vermez. Yabancı para vb. ile borç da yılsonu itibariyle banka

kredisiyle aynı kapıya çıkar; yabancı parayı güçlendirmesi de cabası. İslâm yardımlaşmaya dayalı toplum yapısını

öngörse de bu bir idealdir, ihtiyaç yardımları için söz konusu olabilir; ticaret rekabete dayanır, kimse karşılıksız

borç vermez. Borç verip ödeyemedikçe istediği kadar faiz koymak insanî değildir, tefeciliktir. İslâm’ın yasakladığı

faiz bazılarının da gördüğü gibi tefeciliktir. Faiz mutlak zararlıdır, haramdır diyenlerin bu hususa dikkat etmeleri

gerekir. İlahiyat Fakültelerinde iktisat dersi de okutulmalıdır. [Dersi meslekten iktisatçı vermelidir] Faizsiz

ekonomi rekabet edemez. Aşırı faiz zararlıdır. Faiz konusunun yeniden gözden geçirilmesi gerekir.” Bu

değerlendirmelere düştüğümüz bir nottan şu alıntıyı da nakletmekte fayda olabilir: “Gerçekçi olmak gerekirse,

dindarların ve muhafazakâr bölgelerin genelde orta halli veya fakir kalmasının bir nedeni “mutlak faiz” yasağıdır.

Bunu artık birisinin söylemesi gerekir, biz söyledik.” Macit, Yüksel (2004) Mutezileden Aforizmalar, İstanbul,

s.38-39. 46 Aslında bazı insanlar birbirine az da olsa borç verdiğinde paranın değerini koruyabilmek için altın veya döviz

üzerinden veriyor. Pratik teoriden önce gidiyor. Fakat bunun da şöyle bir sorunu var: Para doğrudan ülke

ekonomisine katılmıyor, yastık altına veya dövize gidiyor, yabancı paranın değerini yükseltiyor. En iyisi devletin

makul düzenlemeler yapmasıdır. Hegel’in dediği gibi, devlet bilinç işidir. 47 Tirmizi, Buyu, 73; Ebu Davud, Buyu, 49; İbn Mace, Ticaret, 37. 48 Yusuf Musa (1983) Fıkh-ı İslam Tarihi, çev. A. Meylanî, İstanbul, s.163-166.

Page 271: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

264

Kendi görüşümüzü riba ayetlerinin yorumunda belirttik ama konunun geneli itibariyle

bir şeyler söylemek gerekirse: Faiz insanlık tarihi ile yaşıttır. Teoride, faizi gerekli görenler de

onu zararlı görüp kınayanlar da vardır. Fakat faiz çeşitli isimler altında pratikte/uygulamada

hep var olagelmiştir. Bu açık gerçek kehanet sayılmasın ama insanlar kâr düşünmeksizin

birbirine iş yapacak kadar borç vermediği sürece faiz her zaman var olacaktır. Dinlerin

dayanışmaya dayalı toplum yapısı oluşturmak için faizi kınaması anlaşılabilir, fakat bu cüzi

ihtiyaçlar için reel olabilir; ticari hayat rekabete dayanır, rakipler adına ne denirse densin kârsız

borç vermez. Reel durum budur. Aksini söyleyen kendinden başlayarak kâr beklemeden iş

yapacak kadar borç vermeyi halka benimsetmelidir. Biz sadece tavsiye ederiz demekle bu iş

olmaz. Ekonomi laf ile yürüyecek bir konu değildir. Gerçi bazı ilahiyatçıların sınırlı da olsa

borç para veren vakıflar kurmaya başladıkları duyuluyor, bunlar iyiniyetli güzel teşebbüsler

olabilir, ancak bu toplumun ve ülkenin genel borç ve faiz sorununu çözmez; üç beş hayırsever

zenginden para toplamakla genel sorun çözülemez. Sistematik şeyler düşünmek lazım. Faiz

ayarlarını devlet yapar. Devlet kamu yararını gözetir. Buna fıkıh usulünde kısaca maslahat

denir. Bu konuda Tûfî’nin maslahat düşüncesi işe yarayabilir. Maslahat takdir edilirken

faizlerin yükselip borçluya ve ekonomiye zarar vermemesi için dikkat edilir. Kur’an bir ayette

geçtiği üzere halkı ezen “kat kat riba” olayını yasaklamıştır. Bu ayet ribayla ilgili diğer ayetlerin

mutlak hükmünü takyit edebilir.

Diğer taraftan daha önce bazı çalışmalarımızda da ifade ettiğimiz üzere İslam barış

dinidir, İslam’ın özü merhamet ve adalettir. Faiz konusuna da bu perspektiften bakılabilir. Bazı

ayetler ve hadisler Müslümanlara orta yolu tavsiye eder. Faiz konusunda da orta yol aranabilir.

Tek neden değil ama bu durum İslam dünyasının ekonomik açıdan daha fazla geri kalmaması

için bir çare olabilir. Ekonomik gelişmeyi Avrupa büyük ölçüde başardı. Avrupa Birliği de bunu

pekiştirdi. Doğru doğrudur. Onların tecrübesinden de yararlanılabilir. Mitolojik bakışlarla

ekonomi gelişmez. Ekonomi çok reel bir konudur. Reel gelişmeler gözetilmelidir. Reel durumla

dini karşı karşıya getirmemeliyiz. Aksi halde din de itibar kaybeder. Hâlbuki din manevi bir

ihtiyaçtır. İslam gibi bazı dinlerin hukuku da vardır ama o hukukun da kaybetmemesi için makul

reel gelişmelere göre gelişmesi gerekir. Eşyanın tabiatına aykırı düşen her şey geri kalır. Bu

sözün üstüne artık söz yazılmaz.

KAYNAKÇA

Adam Smith (1997) Ulusların Zenginliği, çev. Ayşe Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul

Akdiş, Muhammet (2011) Para Teorisi ve Politikası, 2.Baskı, Ankara

Ali Himmet Berki (1982) Açıklamalı Mecelle, Hikmet Yayınları no:17

Aristoteles (1993) Politika, çev. Mete Tunçay, 4.Basım, İstanbul

Bacon (1994) Denemeler, çev. Akşit Göktürk, İstanbul

Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (1964) el-Mutemed fî Usuli’l-Fıkh, tahk. M. Hamidullah, Dımeşk

Cessas, Ebu Bekr er-Râzî (1986) Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut

Dinler, Zeynel (2018) iktisada giriş, 24.Baskı, Bursa

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları (26 Eylül 2017) Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir,

https://ia600801.us.archive.org/6/items/KuranyoluTefsiri_1_5/Diyanet

KuranYoluTurkceMealVeTefsir.pdf

Işık, Halim (2006) “Eski ve Yeni Ahid’de Faiz,” Marife, yıl. 6, sayı. 1, Bahar, s. 51-76.

İbn Ebi’r-Rebi’ (1917) Sülûku’l-Malik fı Tedbiri’l-Memalik, Mahmiyye-Irak

Page 272: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

265

İbn Hübeyre, el-Vezir Ebu’l-Muzaffer (2002) İhtilafu’l-Eimmeti’l-Ulema, tahk. Seyyid Yusuf

Ahmed, Beyrut

İbn Kesir (1980) Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire

İbn Rüşd, Ebu’l-Velid (1985) Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, İstanbul

İmam Suyuti (1992) Sünnetin İslâm’daki Yeri, çev. Enbiya Yıldırım, Ankara

Karafî, Şehabeddin (2019) İhkam, çev. Yüksel Macit, 2.Baskı, İstanbul

Kazgan, Gülten (2012) İktisadî Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 18.Basım, Ankara

Keynes, John Maynard (2010) Genel Teori İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi, çev. Uğur

Selçuk Akalın, İstanbul

Macit, Yüksel (1994) Ahkamu’s-Sultaniyye’lerde Devlet Başkanlığı Müessesesi (Yüksek

Lisans Tezi), Kayseri

Macit, Yüksel (2017) İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, İstanbul

Macit, Yüksel (2004) Mutezileden Aforizmalar, İstanbul

Macit, Yüksel (2019) Muvafakat-ı Ömer, İstanbul

Macit, Yüksel (2009) “Hz. Muhammed’den Sonra Nesh Meselesi”, İslam Hukuku

Araştırmaları Dergisi, sy.13, s.295-304

Macit, Yüksel (2019) “Ortak Hukuk Üzerine”, Asoscongress Uluslararası Hukuk

Sempozyumu, Alanya

Mevsılî, Abdullah b. Mahmud (1981) el-İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, İstanbul

Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat (2015), Ensar Neşriyat, İstanbul

Murbay, J.B.C. (1866) The History of Usury, Phıladelphıa

Özsoy, İsmail, (1995) “Faiz”, DİA, 12: 110-126

Ragıb el-İsfahanî (1986) Müfredat fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul

Tûfî, Necmeddin (2018) Maslahat Risalesi, çev. Y. Macit, İstanbul

Weber, Max (2014) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu “Tam Metin”, çev. Mehmet Ökten,

Ankara

Yusuf Musa (1983) Fıkh-ı İslam Tarihi, çev. A. Meylanî, İstanbul

Zekiyyüddin Şaban (2011) İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulu’l-Fıkh), çev. İ.Kâfi Dönmez,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/45, 14.Baskı, Ankara

Page 273: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

266

EKONOMİK BÜYÜME VE İŞGÜCÜNE KATILIM İLİŞKİSİ: PIIGS

ÜLKELERİ VE TÜRKİYE İÇİN BİR ANALİZ

Dr. Öğretim Üyesi, Mehmet Bölükbaş

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü

[email protected]

Özet

Çalışma ekonomisinin temel kavramlarından birisi işgücüne katılım oranıdır. Bir ekonomideki işgücünün

kurumsal olmayan çalışma yaşındaki nüfusa oranlanmasıyla elde edilen işgücüne katılım oranı pek çok

makroekonomik gelişmeden etkilenebilmektedir. Bu kapsamda çalışmada ekonomik büyüme ve işgücüne katılım

ilişkisi PIIGS (Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan, İspanya) ülkeleri ve Türkiye için 1990-2018 dönemi dikkate

alınarak incelenmiştir. Çalışmada yöntem olarak Kónya (2006) tarafından geliştirilen bootstrap panel Granger

nedensellik analizi kullanmıştır. Ekonomik büyümenin işgücüne katılım ile ilişkisini incelemek için ülkelerin

toplam işgücüne katılım oranından, erkek işgücüne katılım oranından, kadın işgücüne katılım oranından ve

ekonomik büyüme oranından yararlanılmıştır. Analizden elde edilen bulgulara göre, ele alınan ülke grubunun pek

çoğunda ekonomik büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi mevcut iken, sadece

Yunanistan’da işgücüne katılım oranından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Ekonomik büyüme, İşgücüne katılım, PIIGS ülkeleri, Türkiye, Panel nedensellik.

JEL Kodları : E29, F43, O50.

THE RELATIONSHIP BETWEEN ECONOMIC GROWTH AND LABOR FORCE

PARTICIPATION: AN ANALYSIS FOR PIIGS COUNTRIES AND TURKEY

Abstract

Labor force participation rate is one of the basic concepts of labor economy. The labor force participation

rate, which is the ratio of the labor force in an economy to the non-institutional working age population, can be

influenced by many macroeconomic developments. In this context, the relationship between economic growth and

labor force participation has been examined for PIIGS (Portugal, Ireland, Italy, Greece, Spain) countries and

Turkey by considering the period 1990-2018. In the study, bootstrap panel Granger causality test developed by

Kónya (2006) was used as econometric method. In order to examine the relationship between economic growth

and labor force participation, the variables of total labor force participation rate, male labor force participation

rate, female labor force participation rate and economic growth rate were used. According to the findings of the

analysis, there is a unidirectional causality from economic growth to labor force participation in most of the

country groups addressed. Nevertheless, the findings indicated that there is a unidirectional causality from labor

force participation to economic growth in Greece.

Key Words: Economic growth, Labor force participation, PIIGS countries, Turkey, Panel causality.

JEL Codes : E29, F43, O50.

1. GİRİŞ

İşgücüne katılım oranı, işgücü ile işgücüne dahil olmayanların oransal ağırlığını ifade

etmekte olup, işgücünün aktif nüfusa oranı ile ölçülmektedir. Daha açık bir ifadeyle işgücüne

katılım oranı, istihdam edilenler ile işi olmayanların işgücü piyasası ile olan bağlantısını

içermektedir (Lordoğlu ve Özkaplan, 2005: 53). İşgücüne katılım oranının yükseldiği

ekonomilerde, insan kaynağının daha etkin kullanılabileceği ifade edilmektedir. İşgücünde

meydana gelen değişikliklerin ekonomik büyüme sürecini etkilediği, benzer şekilde ekonomik

büyümedeki dalgalanmaların da işgücüne katılım üzerinde etki oluşturduğu

söylenebilmektedir. Buradan yola çıkılarak da, ekonomik büyüme ve işgücüne katılım arasında

iki yönlü ilişkilerin bulunduğu düşünülebilir (Özçağ, 2019: 1284).

Bu kapsamda çalışmada ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi PIIGS ülkeleri

ve Türkiye için araştırılmıştır. PIIGS ülkeleri olarak bilinen ve Portekiz, İrlanda, İtalya,

Yunanistan ve İspanya’dan oluşan bu ülke grubunun işgücü piyasalarında küresel finansal

Page 274: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

267

krizin etkisi ile önemli gelişmeler yaşanmış, ekonomik büyümelerinde ise gerilemeler

görülmüştür. Türkiye’de ise ekonomik büyüme açısından durum biraz daha farklı olmakla

birlikte işgücü piyasaları için benzer gelişmelerden söz edilebilir. Bu nedenle çalışmada

ekonomik büyümenin işgücüne katılım ile ilişkisini incelemek üzere bu kısımda ilk olarak

PIIGS ülkeleri ve Türkiye’de ekonomik büyüme ve işgücüne katılım oranı göstergelerine yer

verilmiştir.

Şekil 1. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Ekonomik Büyüme Oranları (%)

Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.

Şekil 1’de yer alan göstergelere bakıldığında PIIGS ülkelerinde ve Türkiye’de 1990

yılına oranla 2000 yılında ekonomik büyümede önemli gelişmelerin olduğu görülmektedir. Bu

süreçte İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’da ekonomik büyümede artışlar yaşanırken

Portekiz ve Türkiye’de ekonomik küçülme gerçekleşmiştir. 2010 yılında gelindiğinde PIIGS

ülkelerinde küresel krizin etkisi ile ekonomik büyümede önemli gerilemeler yaşanırken,

Türkiye’de ekonomik büyüme artış hızı %8.4 olarak gerçekleşmiştir. 2018 yılında gelindiğinde

İrlanda ekonomisi önemli bir ekonomik büyüme artışı yakalamış, İtalya hariç diğer PIIGS

ülkelerinde ise 2010 yılına oranla artışlar yaşanmıştır. 2018 yılında Türkiye’de gerçekleşen

ekonomik büyüme oranına bakıldığında da %2.5’luk bir artış izlenmektedir.

Şekil 2. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Toplam İşgücüne Katılım Oranları (%)

Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.

Dünya Bankası (2019) verilerine göre, PIIGS ülkelerinde genel olarak 1990 yılından

2018 yılına kadar toplam işgücüne katılım oranında artışların yaşandığı görülmektedir. Örneğin

toplam işgücüne katılım oranı Portekiz’de %70’ler düzeyinden %75’lere kadar, İtalya’da

%60’lar düzeyinden %65’lere kadar, İspanya’da yine %60’lar düzeyinden %74’lere kadar artış

3,9

3,7

1,8 2,1

8,4 9

,4

1,8

8,1

1,9

3,7

1,6

0,8

0

3,9

-5,4

1,9

3,7

5,2

0

2,5

9,2

6

6,6

4 8,4

2,5

1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8

Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye

69

,8

71 73

,5

74

,8

64

,7 70

,9

71

,8

72

,7

60

,4

59

,8

61

,9

65

,2

60

,1 64

,8

68

,2

68

,4

59

,7 65

,2 73

,7

73

,9

59

,7

51

,5

51

,6 57

,6

1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8

Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye

Page 275: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

268

göstermiştir. PIIGS ülkelerinden farklı olarak Türkiye ekonomisinde ise 1990 yılında %60’lar

seviyesinde olan toplam işgücüne katılım oranı 2000 ve 2010 yılında %51’lere kadar gerilemiş,

2018 yılına gelindiğinde ise toparlama eğilimi göstererek %57 düzeyine yükselmiştir. Ancak

bu yükselmeye rağmen yine de Türkiye’de toplam işgücüne katılım oranı PIIGS ülkelerinin

gerisinde kalmaktadır.

Şekil 3. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Erkek İşgücüne Katılım Oranları (%)

Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.

Ülkelerin erkek nüfüsundaki işgücüne katılım oranlarını gösteren şekil 3’e bakıldığında,

genel olarak 1990 yılından 2018 yılına doğru azalış yaşandığı izlenebilmektedir. Ülkelerin

nüfus gelişmeleriyle de ilgili olan bu durum dikkat çekici görünmektedir. Erkek işgücüne

katılım oranı Portekiz’de 1990 yılında %82.3 iken, 2018 yılında %78 oranında gerçekleşmiştir.

Aynı dönemlerde İrlanda’da %83.6’dan %78.8’e, İtalya’da %77.2’den %74.8’e, Türkiye’de ise

%84.1 düzeyinden %78.1’e kadar gerileme söz konusudur. Erkeklerin işgücüne katılımında

görülen bu değişime karşılık kadınların işgücüne katılım oranlarında tersi bir gelişme yaşanmış

ve yıllar itibariyle önemli artışların olduğu izlenmiştir. Aşağıda yer alan şekil 4 bu durumu

özetlemektedir.

Şekil 4. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım Oranları (%)

Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.

Kadınların işgücüne katılım düzeyi ve bu düzeyin yükseltilmesi pek çok çalışmaya konu

olmuştur. Teorik ve ampirik olarak yapılan çalışmalarda kadınların işgücüne katılım düzeyinin

yükseltilmesinin hem sosyal hem ekonomik gelişmelere yol açacağı dile getirilmektedir. Buna

rağmen özellikle gelişmekte olan pek çok ülkede kadınların işgücüne katılım düzeyleri halen

beklenenin altında gerçekleşmektedir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Dünya Bankası (2019)

verilerine göre, Türkiye’de 1990 yılında %36’lar düzeyinde olan kadın işgücüne katılım oranı,

82

,3

78

,7

77

,6

78

83

,6

83

,3

79

78

,8

77

,2

73

,5

73

,1 74

,876

,7 78

,3

78

,5

76

,178 78

,5 80

,9

78

,9

84

,1

76

74

,5

78

,1

1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8

Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye

58 6

3,6 69

,6

71

,7

45

,7

58

,4 64

,6

66

,7

43

,8

46

,1 50

,8 55

,7

43

,3 51

,1 57

,8

60

,5

41

,4

51

,8

66

,2

68

,8

36

,2

27

,8

29

,5 37

,5

1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8

Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye

Page 276: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

269

2000 yılında %27’lere kadar gerilemiş, 2018 yılında ise %37.5 olarak gerçekleşmiştir. Yani

yaklaşık otuz yıllık bir dönemde önemli bir iyileşmeden bahsedilememektedir. PIIGS ülklerine

bakıldığında ise yıllar itibariyle kadınların işgücüne katılım düzeyinde artışların olduğu

izlenmektedir. Örneğin Portekiz’de %58’lerden %72’lere kadar, İrlanda’da %45’lerden

%67’lere kadar, İtalya’da %43’lerden %55’lere kadar, Yunanistan’da %43’lerden %60’lara

kadar, İspanya’da ise %41’lerden %69’lara kadar yükselmeler görülmüştür.

Çalışmanın bundan sonrası üç aşamadan oluşmaktadır. İlk olarak ekonomik büyüme ve

işgücüne katılım arasındaki ilişkiyi konu eden çalışmalara yer verilerek literatür incelemesi

gerçekleştirilmiştir. Ardından bootstrap panel Granger nedensellik testi ile konuya yönelik

ekonometrik bir analiz tamamlarak PIIGS ülkeleri ve Türkiye’de ekonomik büyüme ve

işgücüne katılım ilişkisi araştırılmıştır. Son kısımda ise çalışmanın analizinden elde edilen

ampirik bulgular değerlendirilmiştir.

2. LİTERATÜR İNCELEMESİ

Çalışmanın bu kısmında konuya yönelik literatür incelemesine yer verilmiştir.

Ekonomik büyüme ve işgücü piyasasının işleyişine yönelik yapılan çok sayıda çalışma

bulunmaktadır. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu ekonomik büyüme ve işsizlik ilişkisini

incelemeye odaklanmakta ve “Okun Yasası” olarak da bilinen büyüme-işsizlik olgusunu

açıklamaya yönelmektedir. Diğer yandan istihdam ve ekonomik büyüme kapsamında

tamamlanan çalışmalara da rastlanmakta ve “istihdam yaratmayan büyüme” ya da “istihdamla

büyüme” konularının işlendiği izlenmektedir. Ekonomik büyümenin işgücüne katılım oranına

etkisini inceleyen çalışmalar ise literatürde azımsanmayacak bir düzeydedir. İşgücüne katılım

oranı konulu çalışmalara bakıldığında yukarıda da değinildiği gibi özellikle kadın işgücüne

katılım düzeyinin akademik çalışmalarda sıklıkla ele alındığı görülmektedir. Söz konusu

çalışmalarda genel olarak ekonomik büyüme ve kadın işgücüne katılım arasında “U-şekilli” bir

ilişki olduğu ileri sürülmekte ve ekonomik büyüme ile kadın işgücüne katılım arasındaki

ilişkinin negatif ve pozitif yönde değişebileceği düşünülmektedir. Aşağıda yer alan tabloda

literatürden rastgele seçilmiş bazı ampirik çalışmalara ve çalışmaların bulgularına yer

verilmiştir.

Tablo 1. Literatür İncelemesinden Örnekler

Çalışmanın

Yazar(lar)ı ve

Yılı

Çalışmanın

Örneklemi

Çalışmanın

Dönemi

Çalışmada Kullanılan

Yöntem(ler)

Özçağ, 2019

Yeni sanayileşen

ülkeler

1990-2017 Bootstrap panel Granger

nedensellik testi

Çalışmada işgücüne katılım ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik

ilişkilerinin ülkelere göre değiştiği belirtilerek yeni sanayileşen ülkelerde,

ekonomik büyüme ile işgücü arasındaki nedensellik ilişkilerinin, ekonomik

büyüme ve işgücüne katılım oranı arasındaki nedensellik ilişkilerine göre daha

yoğun olduğuna dikkat çekilmiştir.

Taş, 2019

Türkiye 2008-2018 ARDL eşbütünleşme testi

Çalışmada kadın istihdamı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenmiş

ve kısa dönemde değişkenler arasında pozitif bir ilişki, uzun dönemde ise

negatif bir ilişki tahmin edilmiştir.

Page 277: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

270

Gündoğdu,

2018

Türkiye 2005-2017 ARDL testi

Çalışmada Türkiye’de kadının işgücüne katılımını etkileyen faktörler

araştırılmış ve sonuç olarak ekonomik büyümenin ve işsizliğin kısa dönemde

kadınların işgücüne katılım oranını negatif yönde etkilediği, uzun dönemde

ise pozitif yönde etkilediği tespit edilmiştir.

Doğan ve

Akyüz, 2017

Türkiye 2000Q1-2013Q4. ARDL sınır testi yaklaşımı

Analiz bulguları ekonomik büyümenin önce kadınların işgücüne katılım

oranını arttırdığını ama sonra kadınların işgücüne katılım oranını azalttığını

göstermektedir.

Zeren ve Savrul,

2017

Türkiye 1991-2014 Saklı eşbütünleşme testi

Çalışmadan elde edilen bulgular, ekonomik büyümenin, işsizliğin ve

kentleşmenin, kadın istihdam oranı üzerinde etkisi olduğunu ve değişkenler

arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğunu göstermektedir.

Chen vd. 2014

OECD ülkeleri - -

Diğer çalışmalardan farklı olarak bu çalışma bulguları işsizlik tazminatındaki

artışların işgücüne katılımı artırdığını, bu durumun da istihdam ve ekonomik

büyüme artışına yol açtığını göstermektedir.

Seyfried, 2014

PIIGS ülkeleri 1999-2012 Regresyon analizi

Sonuçlar İspanya'da göreceli olarak çok yüksek bir istihdam esnekliği

olduğunu ortaya koymakta, diğer ülkelere ise, istihdamın ekonomik

büyümeye karşı oldukça duyarlı olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte

sendikalaşma derecesi ve işçilerin geçici sözleşmelerdeki payı gibi işgücü

piyasasının belirli özelliklerinin, ekonomik büyümenin istihdam

yoğunluğundaki farklılıkları açıklamada yardımcı olduğuna dair bazı kanıtlar

da elde edildiği söylenebilmektedir.

Lahoti ve

Swaminathan,

2013

Hindistan 1983-2012 -

Çalışma bulgularından elde edilen sonuçlara göre, Hindistan için ekonomik

büyüme (kalkınma) değişkeni ile kadın işgücüne katılımı arasında ters yönlü

bir ilişki mevcuttur.

Günsoy ve

Özsoy, 2012

Türkiye 2005-2011 VAR analizi

Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, ekonomik büyüme üzerinde anlamlı

bulunan değişken ilk sırada meslek lisesi mezunu kadınların işgücüne katılım

oranı iken ikinci sırada yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım

oranıdır.

Sodipe ve

Ogunrinola,

2011

Nijerya 1981-2006 En küçük kareler yöntemi

Yapılan ekonometrik analiz sonucunda istihdam düzeyi ile ekonomik büyüme

arasında pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunurken, istihdam

artışı ile ekonomideki GSYH büyüme oranı arasında negatif bir ilişki olduğu

izlenmiştir.

Page 278: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

271

Lincove, 2008

141 ülke 1970-2000 Panel veri analizi

Çalışmanın analizlerinin ardından ekonomik büyümedeki gelişmelerin

özellikle kadınların işgücüne katılımına etki ettiğine dikkat çekilmiştir.

Literatürde yer alan çalışmalardan anlaşılacağı üzere ekonomik büyüme ile işgücüne

katılım ilişkisinin yönüne dair bir fikir birliğinden bahsedilememektedir. Yukarıda da

değinildiği üzere daha çok kadın işgücüne katılımının ekonomik büyüme ile ilişkisini inceleyen

çalışmalara rastlanmakta ve bu çalışmalarda da ekonomik büyüme ve kadın işgücüne katılım

arasında negatif ve/veya pozitif ilişki bulan çalışmaların olduğu görülmektedir.

Bu çalışmada ise ekonomik büyüme ile işgücüne katılım ilişkisi diğer çalışmalardan

farklı olarak toplam, erkek ve kadın işgücüne katılım oranları dikkate alınarak araştırılmış ve

bu kapsamda bir sonraki bölümde PIIGS ülkeleri ve Türkiye için ekonometrik bir analize yer

verilmiştir.

3. PIIGS ÜLKELERİ VE TÜRKİYE İÇİN EKONOMETRİK ANALİZ

Çalışmanın bu kısmında PIIGS ülkeleri olarak bilinen Portekiz, İrlanda, İtalya,

Yunanistan ve İspanya için ve bazı ekonomik göstergeler bakımından bu ülke grubuna

benzeyen Türkiye için ekonometrik bir analiz yapılmıştır. Ekonometrik analiz kapsamında

ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi incelenmiş, bunun için bootstrap panel Granger

nedensellik yöntemi kullanılmıştır. 1990-2018 verilerinin ele alındığı çalışmada değişken

olarak ülkelerin toplam işgücüne katılım oranı (IKO), erkek işgücüne katılım oranı (IKOM),

kadın işgücüne katılım oranı (IKOF) ve ekonomik büyüme (GDP) oranı seçilmiştir. Dünya

Bankası’ndan (2019) edinilen veri seti ile birlikte üç farklı panel veri modeli oluşturulmuş olup

bu modeller şu şekildedir;

𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛼1𝑖 + 𝛼2𝑖𝐼𝐾𝑂 + 𝑢𝑖𝑡 (1)

𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛿1𝑖 + 𝛿2𝑖𝐼𝐾𝑂𝑀 + ԑ𝑖𝑡 (2)

𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛽1𝑖 + 𝛽2𝑖𝐼𝐾𝑂𝐹 + ƿ𝑖𝑡 (3)

(1) numaralı model, toplam işgücüne katılım oranı ve ekonomik büyüme arasındaki

nedenselliğin, (2) numaralı model, erkek işgücüne katılım oranı ve ekonomik büyüme

arasındaki nedenselliğin, (3) numaralı model ise kadın işgücüne katılım oranı ve ekonomik

büyüme arasındaki nedenselliğin tahmini için kurulmuştur. Modellerdeki i (i=1, 2, 3, …. 6)

ülkeleri temsil ederken, t (t=1990, 1991, . . . 2018), ise zaman periyodunu ifade etmektedir.

Bunların dışında modellerdeki 𝛼1𝑖, 𝛿1𝑖 ve 𝛽1𝑖 sabit terimleri, 𝛼2𝑖, 𝛿2𝑖 ve 𝛽2𝑖 bağımsız değişken

katsayılarını 𝑢𝑖𝑡 , ԑ𝑖𝑡 ve ƿ𝑖𝑡 ise hata terimlerini göstermektedir.

Bu çalışmada yöntem olarak tercih edilen ve Kònya (2006) tarafından geliştirilen

bootstrap panel Granger nedensellik testi diğer yöntemlerden pek çok yönüyle

farklılaşmaktadır. Bu yöntemin diğer yöntemlerden en belirgin farkı serilerde durağan olma

zorunluluğunun aranmaması ya da eşbütünleşme ilişkisine sahip olma zorunluluğunun yer

almamasıdır. Bununla birlikte ekonometrik analizlerde önemli olan yatay kesit bağımlılığı ve

panel heterojenite konuları bu yöntemde önemsenmektedir. Bu durum hem ülkelere özgü

bulgular elde edilmesini hem de daha gerçekçi sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadır. İki

aşamadan oluşan bu testte ilk olarak yatay kesit bağımlılığı ve panel heterojenite araştırılması

yapılır, ardından ise Zellner (1992) tarafından geliştirilen SUR (seemingly unrelated

regressions-görünürde ilişkisiz regresyon) tekniğiyle modeldeki değişkenler arasındaki

Page 279: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

272

Granger nedensellik ilişkisi ülkeler için tahmin edilir. Bu teknikte her bir yatay kesit için Wald

test istatistiği ve bootstrap kritik değeri hesaplanmaktadır. Yatay kesitler için geçerli olan kritik

değerler bootstrap ile elde edileceği için serilerin de düzey değerlerine yer verilir. Bu nedenle

durağanlık sınaması bu aşamada gerekli değildir. Kar ve diğerlerinin (2011: 689) de belirttiği

gibi bu test iki denklem grubunu kapsayan bir sistemi tanımlamaya odaklanır ve bu sistem şu

şekilde ifade edilir;

𝑌1,𝑡 = 𝛼1,1 + ∑ 𝛽1,1,𝑗𝑌1,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑦1

𝑗=1

∑ 𝛾1,1,𝑗𝑋1,𝑡−𝑗 + 휀1,1,𝑡

𝑙𝑥1

𝑗=1

𝑌2,𝑡 = 𝛼1,2 + ∑ 𝛽1,2,𝑗𝑌2,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑦2

𝑗=1

∑ 𝛾1,2,𝑗𝑋2,𝑡−𝑗 + 휀1,2,𝑡

𝑙𝑥2

𝑗=1

𝑌𝑁,𝑡 = 𝛼1,𝑁 + ∑ 𝛽1,𝑁,𝑗𝑌𝑁,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑦𝑁

𝑗=1

∑ 𝛾1,𝑁,𝑗𝑋𝑁,𝑡−𝑗 + 휀1,𝑁,𝑡

𝑙𝑥𝑁

𝑗=1

(4)

ve

𝑋1,𝑡 = 𝛼2,1 + ∑ 𝛽21,𝑗𝑌1,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑥1

𝑗=1

∑ 𝛾2,1,𝑗𝑋1,𝑡−𝑗 + 휀2,1,𝑡

𝑙𝑦1

𝑗=1

𝑋2,𝑡 = 𝛼2,2 + ∑ 𝛽2,2,𝑗𝑌2,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑥2

𝑗=1

∑ 𝛾2,2,𝑗𝑋2,𝑡−𝑗 + 휀2,2,𝑡

𝑙𝑦2

𝑗=1

𝑋𝑁,𝑡 = 𝛼2,𝑁 + ∑ 𝛽2,𝑁,𝑗𝑌𝑁,𝑡−𝑗 +

𝑙𝑥𝑁

𝑗=1

∑ 𝛾2,𝑁,𝑗𝑋𝑁,𝑡−𝑗 + 휀2,𝑁,𝑡

𝑙𝑦𝑁

𝑗=1

(5)

Eşitliklerde bulunan; Y, ekonomik büyüme oranını, X, işgücüne katılım oranını

(toplam/erkek/kadın), N, ülke sayısını, t zaman periyodunu 𝛼, 𝛽 ve 𝛾 ortak faktörleri ve 휀 ise

bozulmayı ifade etmektedir. Bunların dışında l ise maksimum gecikme uzunluğunu

göstermektedir. Bu çalışmada maksimum gecikme uzunluğu 4 olarak belirlenmiş olup, uygun

gecikme uzunluğuna Akaike ve Schwarz bilgi kriterleri yardımıyla karar verilmiştir.

Bu tekniğin ilk aşaması olan yatay kesit bağımlılığı testi hem modeller için hem de

seriler için yapılmış ve aşağıda yer alan tablolarda sonuçlar sunulmuştur.

Tablo 1. Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları (Model Düzeyinde)

Yöntem Model-1 Model-2 Model-3

İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık

CDLM1 112.083* 0.000 120.847* 0.000 132.632* 0.000

CDLM2 17.725* 0.000 19.325* 0.000 21.477* 0.000

CD 8.859* 0.000 9.232* 0.000 9.688* 0.000

CDLMadj 0.308 0.379 0.271 0.393 0.473 0.318

Not: *, %1’de anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Page 280: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

273

Tablo 2. Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları (Seriler Düzeyinde)

Yöntem

GDP IKO IKOM IKOF

İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık

CDLM1 64.788* 0.000 61.331* 0.000 33.283* 0.004 38.470* 0.001

CDLM2 9.090* 0.000 8.459* 0.000 3.338* 0.000 4.285* 0.000

CD -1.306*** 0.096 -1.678** 0.047 -2.687* 0.004 -1.837** 0.033

CDLMadj 2.637* 0.004 14.608* 0.000 17.000* 0.000 20.738* 0.000

Not: *, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10’da anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Bu çalışmada zaman periyodu ülke sayısından yüksek olduğu için “tahmin modelleri

için yatay kesit bağımlılığı yoktur” boş hipotezi CDLM1 ve CDLM2 ortak sonuçlarına göre

reddedilmiştir. Aynı şekilde ekonomik büyüme, toplam işgücüne katılım oranı, erkek işgücüne

katılım oranı ve kadın işgücüne katılım oranı serileri için de “yatay kesit bağımlılığı yoktur”

iddiasındaki boş hipotezler farklı anlamlılık düzeylerinde test istatistikleri sonuçlarına göre

reddedilmiştir. Bu bulgudan hareketle PIIGS ülkelerinde ve Türkiye’de yaşanan bir şokun diğer

ülkelere de etkisi olabileceği ifade edilebilir. Yatay kesit bağımlılığı testinden sonra çalışmada

panel heterojenite testi de yapılmış ve sonuçları aşağıda yer alan tabloda sunulmuştur.

Tablo 3. Panel Heterojenite (Eğim Homojenliği) Test Sonuçları

Method Model-1 Model-2 Model-3

İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık

∆̃ 7.916* 0.000 3.562* 0.000 2.131** 0.017

∆̃𝐚𝐝𝐣 8.344* 0.000 3.755* 0.000 2.247** 0.012

Not: * ve ** sırasıyla %1 ve %5’de anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Panel heterojenite test sonuçlarına göre “eğim katsayıları homojendir” iddiasındaki boş

hipotezler model 1 ve model 2 için %1 anlamlılık düzeyinde, model 3 için ise %5 anlamlılık

düzeyinde reddedilmiştir. Bu bulgu da ekonomik büyüme ile işgücüne katılım oranı arasındaki

ilişkilerin ülkelere göre farklılaşabileceğini ifade etmesi açısından önemli olarak

değerlendirilebilir. Yapılan yatay kesit bağımlılığı ve panel heterojenite testlerinin ardından ön

varsayımların geçerli olduğu söylenebilmekte ve ülkeler için nedensellik testi aşamasına

geçilebilmektedir. Bootstrap panel Granger nedensellik testi model 1, model 2 ve model 3 için

ayrı ayrı gerçekleştirilmiş ve sonuçları aşağıda yer alan tablolarda sunulmuştur.

Page 281: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

274

Tablo 4. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 1)

Ülkeler

Hipotez: 𝐈𝐊𝐎 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎

Sonuçlar Wald

İstatistikleri

[EC]

Bootstrap

Kritik

Değerler

Wald

İstatistikleri

[EC]]

Bootstrap

Kritik

Değerler

%1 %5 %1 %5

Portekiz 0.000 10.51 6.09 0.000 4.76 2.72 IKO ↮ GDP

İrlanda 0.236 11.99 6.53 0.068 16.95 9.36 IKO ↮ GDP

İtalya 0.016 11.30 5.99 13.118* 6.70 3.62 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎

Yunanistan 0.607 7.53 4.54 3.514 6.60 4.48 IKO ↮ GDP

İspanya 0.419 9.99 5.84 4.450 13.39 9.99 IKO ↮ GDP

Türkiye 3.578 12.00 6.14 1.560 9.68 5.27 IKO ↮ GDP

Not: *, %1 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Ekonomik büyüme ve toplam işgücüne katılım oranı arasındaki ilişkiyi incelemek için

oluşturulan model 1’in nedensellik test sonuçlarına göre, sadece İtalya’da ekonomik

büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir.

Diğer ülkelerde söz konusu değişkenler arasında bir nedensellik ilişkisine rastlanmamıştır.

Tablo 5. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 2)

Ülkeler

Hipotez: 𝐈𝐊𝐎𝐌 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎𝐌

Sonuçlar Wald

İstatistikleri

[EC]

Bootstrap

Kritik

Değerler

Wald

İstatistikleri

[EC]]

Bootstrap

Kritik

Değerler

%1 %5 %5 %10

Portekiz 1.253 9.23 5.02 11.046** 7.35 5.82 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌

İrlanda 2.935 15.24 9.25 8.513*** 8.87 6.71 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌

İtalya 0.394 10.84 5.97 0.813 2.77 1.99 IKOM ↮ GDP

Yunanistan 2.970** 4.81 2.48 3.589 4.79 3.64 𝐈𝐊𝐎𝐌 → 𝐆𝐃𝐏

İspanya 0.236 4.83 2.67 1.513 4.53 3.30 IKOM ↮ GDP

Türkiye 1.039 10.98 5.85 4.125*** 4.94 3.32 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌

Not: ** ve *** sırasıyla %5 ve %10 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Ekonomik büyüme ve erkek nüfustaki işgücüne katılım oranı arasındaki ilişki için

yapılan test sonuçları ise biraz daha farklıdır. Tablodan anlaşılacağı üzere Portekiz, İrlanda ve

Türkiye’de ekonomik büyümeden erkek işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik

ilişkisi mevcut iken, Yunanistan’da erkek işgücüne katılım oranından ekonomik büyümeye

doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi elde edilmiştir. İtalya ve İspanya ülkelerinde ise bu

değişkenler arasında herhangi bir ilişki olmadığı görülmüştür.

Page 282: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

275

Tablo 6. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 3)

Ülkeler

Hipotez: 𝐈𝐊𝐎𝐅 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎𝐅

Sonuçlar Wald

İstatistikleri

[EC]

Bootstrap

Kritik

Değerler

Wald

İstatistikleri

[EC]]

Bootstrap

Kritik

Değerler

%1 %5 %1 %5

Portekiz 2.440 13.56 8.94 0.455 7.41 4.43 IKOF ↮ GDP

İrlanda 0.755 10.13 5.49 8.902* 8.09 4.43 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅

İtalya 3.376 13.73 8.56 3.724** 5.75 3.33 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅

Yunanistan 2.293 11.30 8.11 2.492** 2.95 1.69 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅

İspanya 1.340 10.41 7.09 0.096 4.12 2.26 IKOF ↮ GDP

Türkiye 0.083 12.71 6.71 0.131 8.36 5.08 IKOF ↮ GDP

Not: * ve ** sırasıyla %1 ve %5 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.

Son olarak ekonomik büyüme ve kadın nüfustaki işgücüne katılım oranı arasındaki

ilişkiye odaklanan model 3’ün sonuçları da İrlanda, İtalya ve Yunanistan’da ekonomik

büyümeden kadın işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğunu

göstermektedir. Diğer ülkelerde ise ekonomik büyümenin kadınların işgücüne katılım oranına

etkisine yönelik herhangi bir bulguya ulaşılamamıştır.

4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ekonomik büyümede yaşanan gelişmelerin işgücü piyasası üzerindeki etkisi iktisat alanının

temel konularından biridir. İşgücü piyasasının en önemli unsurlarından biri olan işgücüne katılım

oranının ya da işgücüne katılım düzeyinin yükseltilmesi ise ülkelerin önemsediği bir konu olarak

karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi bu çalışmada PIIGS

ülkeleri ve Türkiye için araştırılmış ve dikkate değer bulgular elde edilmiştir.

1990-2018 dönemi verileri kullanılarak yapılan bootstrap panel Granger nedensellik testi

sonuçlarına göre, İtalya’da ekonomik büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü bir

nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir. Buna göre İtalya ekonomisinde işgücüne katılım düzeyinin

ekonomik büyüme ile olan ilişkisi önemsenmesi gereken bir konu olarak değerlendirilebilir. Diğer

yandan çalışmada işgücüne katılım oranı erkek ve kadın nüfüsa göre de ele alınmış ve yapılan test

sonuçlarına göre, Portekiz, İrlanda ve Türkiye’de ekonomik büyümeden erkek işgücüne katılım oranına

doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu, Yunanistan’da ise erkek işgücüne katılım oranından

ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir. Bu sonuçlardan farklı

olarak İrlanda, İtalya ve Yunanistan’da ekonomik büyümeden kadın işgücüne katılım oranına doğru tek

yönlü nedensellik ilişkisi olduğu da görülmüştür.

Çalışma kapsamında değerlendirilen ülkelerde istihdam politikalarının farklılıklar içermesi ya

da ülkelere özgü işgücü piyasası sorunları/yapısı bulguların ülkelere özgü değişmesini açıklamak için

önemsenmesi gereken unsurlar olarak değerlendirilebilir. Bu çalışma genç nüfustaki işgücüne katılım

düzeyinin dikkate alınması ile daha da genişletilebilir ve ülkeler için daha uzun dönem dikkate alınarak

farklı bulguların elde edilmesi sağlanabilir.

Page 283: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

276

KAYNAKÇA

Chen, B. L, Hsu, M. ve Lai, C. F. (2014) “Labor Force and Relationship Between Long-

run Growth and Unemployment”, https://editorialexpress.com/cgi-

bin/conference/download.cgi?db_name=CEF2015&paper_id=138 (27.11.2019)

Doğan, B. ve Akyüz, M. (2017) “Female Labor Force Participation Rate and Economic

Growth in the Framework of Kuznets Curve: Evidence From Turkey” Review of Economic and

Business Studies, 10(1), 33-54.

Dünya Bankası (2019), “World Bank Open Data” https://data.worldbank.org/

(10/07/2019).

Gündoğdu, A. (2018) “Kadınların İşgücüne Katılımını Etkileyen Faktörlerin

Belirlenmesi: Türkiye Uygulaması”, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ.

Günsoy G. ve Özsoy, C. (2012) “Türkiye’de Kadın İşgücü, Eğitim ve Büyüme

İlişkisinin VAR Analizi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, 49(568), 21-40.

Kar, M., Nazlıoğlu, Ş. ve Ağır, H. (2011) “Financial Development and Economic

Growth Nexus in the MENA Countries: Bootstrap Panel Granger Causality Analysis”,

Economic Modelling, 28, 685-693.

Lahoti, R. ve Swaminathan, H. (2013) “Economic Development and Female Labor

Force Participation in India”, IIM Bangalore Research Paper No. 414.

Lordoğlu, K. ve Özkaplan, N. (2005) “Çalışma İktisadı”, Düzeltilmiş İkinci Baskı,

İstanbul: Der Yayınları.

Lincove, J. A. (2008) “Growth, Girls' Education, and Female Labor: A Longitudinal

Analysis”, The Journal of Developing Areas, 41(2), 45-68.

Kónya, L. (2006) “Exports and Growth: Granger Causality Analysis on OECD

Countries with a Panel Data Approach”, Economic Modelling, 23(6), 978-992.

Özçağ, M. (2019) “Yeni Sanayileşen Ülkelerde Ekonomik Büyüme ve İşgücüne Katılım

Oranı İlişkisi”, IV. Uluslararası Girişimcilik, İstihdam ve Kariyer Kongresi, Bodrum-Muğla.

Seyfried, W. (2014) “Examining the Employment Intensity of Economic Growth of the

PIIGS”, International Business & Economics Research Journal – May/June 2014, 13(3), 593-

598.

Sodipe, O. A. ve Ogunrinola, O. I. (2011) “Employment and Economic Growth Nexus

in Nigeria”, International Journal of Business and Social Science, 2(11), 232-239.

Taş, S. (2019) “Türkiye’de Kadin Iş Gücünün Görünümü Ve Büyümeye Etkisi (2008-

2018)”, KTO Karatay Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya.

Zellner, A. (1962) “An Efficient Method of Estimating Seemingly Unrelated

Regressions and Tests for Aggregation Bias”, Journal of the American Statistical Association,

57, 348–368.

Zeren, F. ve Savrul, K. B. (2017) “Kadınların İşgücüne Katılım Oranı, Ekonomik

Büyüme, İşsizlik Oranı ve Kentleşme Oranı Arasındaki Saklı Koentegrasyon İlişkisinin

Araştırılması”, Yönetim Bilimleri Dergisi, 15(30), 87-103.

Page 284: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

277

DÖVİZ KURLARINDAKİ GELİŞMELERİN BÜTÇE ÜZERİNE

ETKİLERİ: 1989 SONRASI TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Prof. Dr. Nilgün ACAR BALAYLAR

[email protected]

Prof. Dr. Yaşar UYSAL

[email protected]

Özet

Döviz kurlarındaki gelişmeler tüm ülke ekonomilerinde önemli etkiler yaratabilmekte, bu nedenle de büyük önem

taşımaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinin hızlandığı 1990 sonrası dönemde de, küresel ticaret savaşlarının

başladığı 2018 sonrası dönemde de, yani birbirinden oldukça farklı konjonktürlerde, bu önemin arttığını söylemek

mümkündür. Döviz kurlarındaki nominal ve reel gelişmelerin tüm makro değişkenleri etkileme potansiyeli

bulunmaktadır. Yatırım, üretim (büyüme), istihdam, dış ticaret, enflasyon döviz kurlarının etkileyebileceği başlıca

makro boyutlardır.

Diğer taraftan kamu dengeleri ve bu dengelerde yaşanan gelişmeler de, 2010 sonrası Euro bölgesi krizinde

görüldüğü gibi, ülke ekonomileri açısından kritik öneme sahiptir. Nitekim, kamu dengelerinde bozulma devletin

içeriden ve/veya dışarıdan borçlanmasına neden olmakta, bu da hem ülke içinde hem de ülkenin dış dengelerinde

bazı ilave sorunlar üretebilmektedir.

Bu çalışmada ekonominin bu farklı iki boyutundaki etkileşimlerin Türkiye özelinde değerlendirilmesi

amaçlanmaktadır. Bu çerçevede çalışmada öncelikle 1989-2018 döneminde nominal ve reel kurların gelişimi,

ardından aynı dönemde bütçeye ilişkin gelişmeler değerlendirilecektir. Çalışmada daha sonra döviz kurlarının

bütçe üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri sistematize edilerek analiz edilecektir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise

döviz kurlarındaki gelişmelerin bütçe üzerine olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik politika önerileri

tartışmaya açılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Bütçe, Döviz Kurları, Türkiye Ekonomisi

JEL Kodları: H61, H60, F31

THE EFFECTS OF EXCHANGE RATES DEVELOPMENTS ON THE BUDGET: THE CASE

OF TURKEY AFTER 1989

Abstract

Developments in exchange rates can have significant effects on the economies of all countries. Therefore, it is of

great importance. As a matter of fact, it is possible to say that this importance has increased both in the post-1990

period when the globalization process accelerated and in the post-2018 period when the global trade wars started.

Nominal and real developments in exchange rates have the potential to affect basic macro variables. Investment,

production (growth), employment, foreign trade and inflation are the main macro dimensions that exchange rates

may affect.

On the other hand, public balances and developments in these periods are critical for the economies of the country

as seen in the post-2010 crisis in the Eurozone. As a matter of fact, deterioration in public balances causes the

state to borrow from inside and / or outside. İn this case, it may cause some additional problems both within the

country and in the external balances of the country.

The aim of this study is to evaluate the interaction between exchange rates and budget for Turkey. In this study,

firstly the development of nominal and real exchange rates in the period of 1989-2018 and then the developments

related to the budget in the same period will be evaluated. In this study, the direct and indirect effects of exchange

rates on the budget will be systematized and analyzed. In the conclusion section, policy proposals to reduce the

negative effects of exchange rate developments on the budget will be discussed.

Key words: Budget, Exchange Rate, Economy of Turkey

JEL Codes: H61, H60, F31

Page 285: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

278

1. GİRİŞ

Bütçenin açık veya fazla vermesi birçok makro ekonomik değişken üzerinde etki yarattığı

gibi aynı zamanda hükümetlerin politika tercihlerini de yansıtır. Uygulanan maliye

politikalarının döviz kurları üzerine etkilerine yönelik literatürde oldukça fazla çalışma

bulunmaktadır. Ancak etkileşim gerçekte çift yönlüdür. Bütçe politikaları döviz kurlarının

seviyesini etkilerken aynı zamanda döviz kurları da birçok makro ekonomik değişken üzerinden

bütçe gelir ve/veya gelirlerini etkilemektedir.

Bu çalışmada öncelikle 1989-2018 yılları arasında Türkiye ekonomisinde yaşanan

gelişmelere paralel olarak döviz kurlarında ortaya çıkan değişim ve bu değişime bağlı olarak

döviz kurlarının eksik ya da aşırı değerliliği analiz edilecektir. Döviz kurlarının denge

değerlerinden sapmaları dikkate alınarak bu sapmanın bütçe gelir ve giderleri üzerinde yarattığı

etki rakamsal olarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.

2. Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Rejimleri ve Döviz Kurlarının Seyri

Türkiye’de dönemlere göre farklı döviz kuru rejimleri uygulanmıştır. Uygulanan döviz

kuru rejim tercihinin yanı sıra küresel koşullar ve uygulanan ekonomi politikaları döviz

kurlarının seyrini de etkilemektedir. Bu başlık altında döviz kuru rejimleri ve küresel koşullara

bağlı olarak Türkiye’de döviz kurlarının değerlenme süreci ele alınacaktır.

2.1. 1930-2000 Dönemi

1930 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) kurulması ve aynı yıl

Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun (TPKKK) yürürlüğe girmesi ile birlikte

Türkiye’de, sıkı kambiyo düzenlemelerine dayalı, sabit döviz kuru rejimi uygulanmaya

başlanmıştır. Döviz işlemlerinin oldukça sıkı kurallara göre düzenlendiği rejimde döviz arz ve

talebi, yasak ve sınırlamalar ile kontrol edilmiştir. Döviz kurlarının sabit tutulmasına karşın

fiyatlar genel seviyesinin artması, ülkenin rekabet kaybına uğramasına ve ödemeler bilançosu

açıklarına yol açmıştır. 1946 yılında, Uluslararası Para Fonu (IMF)’ye üye olunmasıyla beraber

IMF’nin de oluruyla ödemeler bilançosu sorununun çözümü için devalüasyona başvurulmuştur.

Ancak 1980 yılına kadar ödemeler bilançosu açıkları dolayısıyla döviz kıtlıkları Türkiye

ekonomisi için önemli bir sorun haline gelmiş ve 1980 yılına kadar gerek devalüsayonlar49

gerekse ithalat kısıtlamaları ile sorun aşılmaya çalışılmış, ancak başarılı olunamamıştır

(Özçam, 2004: 8-9).

1980 yılında 24 Ocak Kararları ile Türkiye ekonomisinde hem iç hem de dış serbestleşme

için gerekli adımlar atılmıştır. İthalat üzerindeki kısıtlamalar kademeli bir şekilde kaldırılırken

kambiyo rejimi de yumuşatılmaya başlanmıştır. TCMB günlük döviz kuru uygulamalarına

geçerek her gün resmi kurları ilan etmeye başlamıştır. Daha önce resmi otorite tarafından

belirlenen faiz oranları piyasada arz ve talebe göre belirlenebilmesi için bankaların inisiyatifine

bırakılmıştır. Böylece büyümenin finansmanı için ucuz kaynak sağlayamaya yönelik negatif

reel faiz politikası sona ermiş ve gerçekçi faiz oranlarının belirlenmesi dönemine geçilmiştir.

1986 yılında artan kamu harcamalarının uyardığı iç talep artışı ve petrol fiyatlarının

düşmesi ile ekonomi, potansiyelinin üzerinde büyümüştür. 1986 yılında büyüme oranı yüzde

8,1 iken 1987’de yüzde 7,4 olarak gerçekleşmiştir. Ancak artan kamu açıkları bir yandan kamu

mallarına zam yapılmasını zorunlu hale getirerek enflasyonist bir etki yaratırken; diğer yandan

da kamu kesimi borçlanma gereğini (KKBG) önemli oranda arttırmıştır. Bu gelişmeler yılın

49 1946 devalüsyonu sonrasında 1958, 1970, 1977,1978 ve 1979 yıllarında da devalüasyona başvurulmuştur.

Page 286: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

279

sonlarına doğru mali piyasalardaki dengesizliklerin artmasına yol açarak Türk parasından

kaçma eğilimini güçlendirmiştir.

Tablo 1’de görüldüğü gibi 1986 yılından itibaren bütçe açığındaki artış ve buna paralel

seyreden hazine faiz oranları beraberinde enflasyonu da artırmıştır. Yükselen enflasyon

nedeniyle 1980 devalüasyonuna karşın döviz kurları TL karşısında eksik değerli kalmıştır. 1986

yılına kadar TÜFE bazlı reel döviz kuru indeksinin değeri döviz kurlarının eksik değerli

olduğunu gösteren 100 değerinin üzerindedir. 1986-1987 yıllarında kamu harcaması destekli

hızlı büyüme ithalat artışı yoluyla döviz talebini artırırken aynı zamanda ekonomik birimler

artan enflasyon karşısında paralarının değerini korumak için dövize yönelmişlerdir. Döviz

talebindeki artış döviz kurlarını arttırmış ve reel döviz kuru indeksi döviz kurunun aşırı değerli

olduğunu gösteren 100 değerinin altına inmiştir.

Tablo 1: 1980-2000 Döneminde Makroekonomik Görünüm

Hazine

Faizi %

Reel

Faiz

Oranı

Bütçe

Dengesi/

GSYİH

(%)

TÜFE

(%)

TÜFE Bazlı

Reel Döviz

Kuru

(1995=100)

Büyüme

hızı %

Cari

Açık/Y

Sermaye

Finans

Hs. (MN

$)

1980 --- - -2,26 115,6 141,1 -2,4 -3,8 672

1981 --- - -0,95 33,9 131,1 4,9 -2 899

1982 --- - -1,05 21,9 129 3,6 -1,1 280

1983 --- - -1,49 31,4 127 5 -2,4 883

1984 43 -4,49 -1,62 49,7 127,5 6,7 -1,8 73

1985 50,6 4,44 -1,10 44,2 116,5 4,2 -1,1 1065

1986 52,8 16,92 -1,77 30,7 95,9 7 -1,5 2124

1987 49 -3,91 -2,37 55,1 93,3 9,5 -0,7 1891

1988 64,4 1,71 -2,14 61,6 85,3 2,1 1,3 -958

1989 59,8 -2,74 -2,47 64,3 106,5 0,3 0,7 780

1990 54 -3,99 -2,22 60,4 117 9,3 -1,3 4.037

1991 80,5 5,49 -3,88 71,1 112,9 0,9 0,1 -2.397

1992 87,7 13,07 -3,20 66 114,9 6 -0,5 3.648

1993 87,6 9,64 -5,00 71,1 125,7 8 -2,7 8.903

1994 164,4 17,25 -2,84 125,5 95,7 -5,5 1,5 -4.257

1995 121,9 26,08 -3,04 76 103,1 7,2 -1 4.565

1996 135,2 30,81 -6,20 79,8 101,7 7 -1 5.483

1997 127,2 14,11 -5,85 99,1 115,9 7,5 -1 6.969

1998 122,5 31,11 -5,46 69,7 120,9 3,1 0,7 -840

1999 104,3 21,03 -8,78 68,8 127,3 -3,4 -0,4 4.829

2000 38,2 -0,58 -8,01 39 147,6 6,8 -3,7 9.584

Kaynak: TCMB EVDS, Hazine ve Maliye Bakanlığı.

Page 287: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

280

Artan döviz talebi nedeniyle resmi döviz kurları ile piyasa kurları arasında yüzde 20’lere

varan fark ortaya çıkmıştır. 1988 yılında da ekonomide ortaya çıkan olumsuzlukların devamı

Türkiye’de dış finansmana olan ihtiyacı gündeme getirmiş ve bu amaçla 1989 yılı Ağustos

ayında çıkarılan 32 sayılı Karar ile dış ticaret ödemeleri ve sermaye hareketleri için

serbestleştirme yönünde önemli adımlar atılmıştır. (Saraçoğlu, 1989:10). Türkiye’de faiz

oranlarının dünya faiz oranlarının çok üstünde seyretmesi nedeniyle sermaye hareketlerinin

serbestleşmesi ile birlikte yabancı sermaye girişlerinin artması döviz kurlarının enflasyon

oranının altında değerlenmesine diğer bir deyişle döviz kurlarının eksik değerlenmesine yol

açmıştır. Tablo 1’de de görüldüğü üzere Türkiye’de kriz yılı olan 1994 ve 1995 yılları hariç

1989-2000 döneminde döviz kurları TL karşısında eksik değerlenmiştir.

1990’lı yılarda artan enflasyonla birlikte yüzde yüzlerin üzerine çıkan faiz oranları

ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaratmış ve istikrarlı bir büyüme trendi

yakalanamamıştır. Yüksek kamu açıkları reel faizleri artırırken, artan reel faizler kamu

finansmanını zora sokmakta ve yüksek borçlanma maliyetlerine yol açmaktadır. Dolayısıyla

kamu açıkları ve yükselen faiz oranları birbirini besleyerek artırmaktadır. Türkiye ekonomisi

için sürdürülemez olan ekonomik koşullar hükümeti, IMF ile dezenflasyon programı yapmak

zorunda bırakmıştır. Program ile uygulanan döviz kuru rejiminde değişikliğe gidilmiştir. Döviz

kurları ile enflasyon oranı arasında güçlü ilişkinin varlığı durumunda uygulanan, döviz

kurlarının hedeflenen enflasyon oranında artırılacağının önceden ilan edildiği Kayan Pariteler

Rejimi’ne geçilmiştir (IMF, 2016: 47). Aynı zamanda yüksek faiz ve yüksek enflasyon oranının

önemli bir nedeni olan kamu açıklarının kontrol altına alınmasına yönelik önlemler de

programla devreye sokulmuştur. Vergi gelirlerinin artırılması ve özelleştirmeye hız

verilmesinin yanı sıra kamu harcamalarının sınırlanmasıyla KKBG’nin düşürülmesi

hedeflenmiştir. Aynı zamanda döviz kurlarının yıl içerisinde alacağı değerin önceden ilan

edilmesiyle döviz kuru belirsizliğinin düşeceği ve böylece ülke risk priminin azalarak yabancı

sermaye girişlerinin de artacağı düşünülmüştür (Erçel, 1999: 8).

2000 yılında Tablo 1’de görüldüğü üzere programa duyulan güven nedeniyle yabancı

sermaye girişleri beklenenin üzerinde olmuş ve yüzde 6,8 gibi yüksek bir ekonomik büyümeye

yol açmıştır. Ancak döviz kurlarına yönelik önceden ilan edilen değer artışı gerçekleştirilmesine

karşın enflasyon, hedefin üzerinde kalmış ve bu nedenle döviz kurları bir önceki yıla göre daha

da eksik değerli hale gelmiştir. Düşük döviz kurlarının ve büyümenin yarattığı yüksek cari açık,

yabancı sermayeyi ürküterek kaçmasına yol açmıştır. 2000 yılı Kasım ayında ortaya çıkan bu

spekülatif saldırı TCMB’nin müdahaleleri ile atlatılırken 2001 yılının Şubat ayında ekonomik

görünümde ortaya çıkan bozulmaya siyasi belirsizlik de eklenmiştir. Bu durum yerli

yatırımcıları da döviz piyasasına yönlendirilmiştir. Döviz talebinde aşırı artış nedeniyle döviz

kurları kontrolden çıkmıştır. Döviz piyasasına TCMB’nin gerek döviz satışı gerekse faiz

yoluyla müdahalelerinin yetersiz kalması sonucunda dezenflasyon programı terkedilerek

dalgalı kur rejimine geçildiği ilan edilmiştir. Aynı zamanda IMF ile 3 yılı kapsayacak yeni bir

programa (Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı-GEGP)) imza atılmıştır.

2.2. 2001 Sonrası Dönem

Ekonominin derin yara aldığı 2001 krizi sonrasında GEGP ile enflasyonu düşürebilmek

için uygulamaya konulması düşünülen, Enflasyon Hedeflemesi Stratejisi sıkı para politikası ile

talebi baskılamayı ve beklentilerin yönetimiyle hedeflenen enflasyona ulaşmayı öngörür.

Bunun için merkez bankasının piyasa faiz oranlarını etkileyebilme gücü (faiz geçişkenliği)

yüksek olmalıdır. Bu nedenle 2001 Nisan ayında TCMB Kanunu değiştirilerek merkez

bankasına araç bağımsızlığı kazandırmanın yanı sıra, TCMB’nin kamuya kredi vermesi ve

Page 288: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

281

birincil piyasalardan DİBS (Devlet İç Borçlanma Senedi) alımı yasaklanmıştır (TCMB

Kanunu).

Enflasyon Hedeflemesi Stratejisine geçişte en önemli kriterlerden biri de mali baskınlığın

azaltılması olmuştur. Bu doğrultuda IMF ile yapılan GEGP’ye sıkı bütçe uygulamasına yönelik

faiz dışı fazla performans kriterleri konulmuştur. Seçilmiş maliye politikaları göstergeleri

analiz edildiğinde 2002 sonrası dönemde uygulanan sıkı maliye politikası sonucu bütçe açığının

GSYİH’ya oranı önemli oranda düşmüştür. Bu eğilim ekonominin daraldığı 2009 yılına kadar

devam etmiştir. 2002 yılında bütçe açığının GSYİH’ya oranı yüzde 11,18 iken 2008 yılında

1,75’e kadar düşmüştür (Tablo 2) . 2009 yılında ekonomideki daralmaya paralel olarak oran

tekrar artmış ve yüzde 5,28’a yükselmiş ancak ekonomideki toparlanma ile beraber tekrar düşüş

trendine girmiştir. Bütçede ortaya çıkan bu iyileşme KKBG’yi de düşürmüştür. Faiz dışı

fazlanın GSYİH’ya oranları da yine aynı şekilde olumlu bir seyir izlemiştir. Özetle 2002 sonrası

dönemde özellikle 2009’a kadar mali baskınlık düzeyinin düştüğünü söyleyebiliriz. Bu olumlu

gelişmenin ardında bütçe giderlerinin GSYİH’ya oranının düşmesinin yanı sıra bütçe

gelirlerinin GSYİH’ya oranının artması yatmaktadır. Bütçe gelirlerinin artışındaki en önemli

faktörlerden birisi özelleştirme politikalarına hız verilmesidir. Yine bütçe gelirlerinin içinde

devamlı artan bir kalem de ithalde alınan KDV, gümrük vergileri ve diğer dış ticaret gelirleridir.

İthalde alınan KDV’nin dahilde alınan KDV’ye oranı 2000’li yıllarda artan ithalata paralel

olarak devamlı artmıştır. Aynı şekilde uluslararası ticaret ve işlemlerinden alınan vergilerin

dahilde alınan mal ve hizmet vergilerine oranı önemli düzeyde artmıştır. Diğer bir deyişle 2002

sonrası dönemde artan ithalat nedeniyle cari açık artarken bütçe açığı da azalmıştır.

Tablo 2: 2001-2018 Döneminde Türkiye’de Makro Ekonomik Görünüm

Hazine Faizi (%)

Reel Faiz

Oranı (%)

Bütçe Dengesi / GSYİH (%)

TÜFE (%)

TÜFE Bazlı Reel Döviz Kuru 2003=100

Büyüme hızı (%)

Cari Açık/Y

(%)

Sermaye Finans

Hs. (MN $)

2001 99,6 18,46 11,64 68,5 83,14 -5,7 1,9 -14.557

2002 62,7 25,44 11,18 29,7 89,64 6,2 -0,3 1.172

2003 42,9 20,69 8,59 18,4 100,08 5,3 -2,5 7.162

2004 24,9 14,3 5,05 9,3 103,21 9,4 -3,7 17.702

2005 17,4 9,01 1,02 7,7 112,87 8,4 -4,6 42.685

2006 18,1 7,66 0,59 9,7 111,23 6,9 -6,1 42.689

2007 18,4 9,24 1,56 8,4 119,14 4,7 -5,9 49.287

2008 19,2 8,27 1,75 10,1 118,45 0,7 -5,7 34.761

2009 11,7 4,88 5,28 6,5 110,33 -4,8 -2,3 9.879

2010 8,1 1,6 3,46 6,4 120,72 9,2 -6,4 60.099

2011 8,7 -1,63 1,28 10,5 106,51 8,8 -9,7 67.146

2012 8,8 2,49 1,87 6,2 109,07 2,1 -6,2 71.768

2013 7,6 0,19 1,02 7,4 107,19 4,2 -7,9 72.903

2014 9,7 1,41 1,14 8,2 101,74 3 -5,8 41.159

2015 9,4 0,54 1,01 8,8 98,98 4 -4,5 10.110

2016 10 1,35 1,15 8,5 98,78 2,9 -3,8 22.151

2017 11,5 0,03 1,54 11,9 86,33 7,4 -5,5 38.492

2018 17,9 0,13 1,96 20,3 76,38 2,6 -3,5 -3.917

1995 bazlı reel kur indeksinden yararlanılarak 2000-2002 arası değerler oluşturulmuştur. Kaynak: TCMB EVDS, Hazine ve Maliye Bakanlığı.

Page 289: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

282

Enflasyon oranlarının hızlı bir şekilde düşmesi ve ülke içi faiz oranlarının düşmesine

karşın dünyada uygulanan likidite genişletici politikalara bağlı olarak yabancı sermaye girişleri

Cumhuriyet tarihinde görülmemiş seviyelere çıkmıştır. Bu gelişmede hiç kuşkusuz sağlanan

mali disiplinin de önemli katkısı vardır. Yüksek cari açığa karşın gerek doğrudan yabancı

yatırımlar gerekse portföy yatırımları ve yurtdışından alınan krediler şeklinde yabancı sermaye

girişlerinin hızlanması TL’nin daha da değerli hale gelmesine hizmet etmiştir. Reel kur

indeksinin değeri 2001 yılındaki döviz atağı sonrasında 100’ün altına inmiştir. Sonrasında ise

bahsedilen gelişmeler ışında indeks değerinin döviz kurlarının eksik değerli olduğunu gösteren

100’ün üzerine çıktığı görülmektedir. 2013 yılında Fed’in 2008 Küresel Kriz sonrasında

uyguladığı genişlemeci para politikasına son vereceği ve bilançosunu küçültmeye başlayacağını

duyurması ile birlikte tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de döviz kurları

artmaya dolayısıyla reel kur indeksinin değeri düşmeye başlamıştır. Döviz kurlarının artmaya

başlaması ile birlikte enflasyon oranları artış trendine girmiştir. Dışsal koşullarda ortaya çıkan

aleyhte değişimin yanı sıra 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanılan darbe girişiminin yarattığı

siyasi çalkantı ve ekonomide ortaya çıkan olumsuz gelişmelere, son dönemde art arda yapılan

seçimler eklenince bütçe dengesi bozulmaya başlamıştır. Bozulan mali disiplinin yanı sıra

Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin kuşkular ekonomide beklentilerin bozulmasına yol

açmıştır. Sermaye Finans Hesabından yeterli dövizin girmiyor olması döviz kurları üzerinde

baskı yaratırken, aynı zamanda ithalata bağımlı bir üretim yapısı olan Türkiye ekonomisi için

bu gelişmeler düşük büyüme oranları anlamına gelmektedir. Ekonomik büyümeyi

canlandırmak için kamu harcama artışları ise mali disiplinin bozulmasına yol açmaktadır.

Bütçede ortaya çıkan bozulmayı Merkez Bankasının karlarının hazineye erken transferi ve

yedek akçelerin hazineye devredilmesi yoluyla kontrol altına almaya çalışan hükümet, merkez

bankası bağımsızlığına ilişkin endişeleri daha da artırmaktadır. Bu olumsuz algı yabancı

sermaye girişlerini olumsuz etkilemektedir. 2018 yılında sermaye finans hesabı 2001 kriz yılı

sonrasında ilk defa negatif bakiye vermiştir. Döviz arzındaki daralma nedeniyle artan döviz

kurları ithalatı dolayısıyla cari açığı düşürmektedir. İthalattaki daralma bir yandan ithalattan

alınan vergi gelirlerini diğer taraftan da üretim daralması yoluyla dahilde alınan vergi

gelirlerinin azalmasına yol açmaktadır. Bu durum bütçe giderlerinin arttığı bir dönemde gelir

kalemlerinin de azalması yoluyla mali disiplinin bozulmasına yol açmaktadır. Tablo 2’de bütçe

dengesinin GSYİH oranının 2015 yılı sonrasında bozulmaya başladığı görülmektedir.

Önümüzdeki dönemde gerekli önlemler alınmazsa bir oran daha da artarak aynen 1990’lı

yıllardaki tabloyla tekrar karşılamamıza yol açacaktır.

Tablo 3’de Türkiye’de 1980 sonrası dönemde uygulanan döviz kuru rejim ve politikaları

ile para ve maliye politikaları dönemlere göre ayrıştırılarak verilmiştir. Türkiye’de reel faiz

oranlarının yüksek olduğu dönemlerde dış konjonktüründe uygun olması nedeniyle döviz

arzındaki artış, döviz kurlarının eksik değerli olmasına yol açmıştır. Eksik değerlenen döviz

kurları aynı zamanda bütçe gelirleri ve giderleri üzerinde olumlu etki yaratarak mali disipline

katkı sağlamıştır. Mali disiplinin ülkenin risk primini düşürerek döviz kurlarının eksik

değerlenme sürecine katkı sağlayacak yabancı fon girişlerine yol açmıştır. Aynı şekilde düşük

reel faiz politikasının geçerli olduğu dönemlerde küresel ve ulusal konjonktürün de etkisi ile

yabancı fon girişlerinin azalması döviz kurlarını aşırı değerli hale getirmiştir. Döviz kurlarının

aşırı değerli olması bütçe gelir ve giderleri üzerinde olumsuz etki yaratırken bütçe disiplinini

bozmaktadır. Mali disiplinin bozulması ise ülkenin risk primini artırarak yabancı fon girişini

azaltmakta ve bu süreç döviz kurlarının daha da yükselmesine yol açmaktadır.

Page 290: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

283

Tablo 3: Türkiye’de 1980 Sonrası Dönemlere Göre Para, Maliye ve Kur Politikaları

Döviz Kuru

Rejimi

Döviz Kuru

Politikası (DKP)

Para Politikası Maliye Politikası

1980-1988 Günlük Kur

Uygulaması

Aşırı Değerli DKP Düşük Reel Faiz

Politikası

Mali Disiplinsizlik

1989-2000 Yönetimli (Kirli)

Dalgalanma

Eksik Değerli

DKP

Yüksek Reel Faiz

Politikası

Mali Disiplinsizlik

2000-2001

(Şubat)

Kayan Pariteler Eksik Değerli

DKP

Geçiş Dönemi Geçiş Dönemi

2001 -2013 Dalgalı Kur

Rejimi

Eksik Değerli

DKP

Yüksek Reel Faiz

Politikası

Mali Disiplin

2013-2018 Dalgalı Kur

Rejimi

Aşırı Değerli DKP Düşük Reel Faiz

Politikası

Mali Disiplinde

Bozulma Kaynak : Nilgün ACAR BALAYLAR

Özetle ekonomide uygulanan döviz kuru politikaları (döviz kurunun aşırı ya da eksik

değerli olması) bütçe üzerinde bir çok kanaldan olumlu/olumsuz yönde etki yaratır. Bu etkiler

1989 yılı sonrası Türkiye ekonomisi için takip eden bölümde analiz edilecektir.

3. DÖVİZ KURLARI VE BÜTÇE ETKİLEŞİMİ

Türkiye, özellikle 2002 sonrası dönemde, sürekli üçüz açık açık ile karşılaşmıştır. Bu

süreçte dikkati çeken bir gelişme, cari açık rekorlar kırarken bütçe açığında iyileşme yaşanması

olmuştur. Bu iyileşme, IMF ile anlaşmanın sona erdiği 2008 sonrası dönemde Türkiye

ekonomisinin en önemli çıpası işlevini görmüştür. 2008-2009 krizinin hızlı atlatılmasında ve

Euro bölgesinde 2010 sonrasında yaşanan borç krizinden fazla etkilenilmemesinde kamuya

ilişkin rasyoların (bütçe açığı/GSYİH, Kamu borç stoku/GSYİH gibi) güçlü görünmesinin

önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür. Bu arada, bu çalışmada içerilmemekle birlikte,

2019 yılında bütçe de yaşanan gelişmeler, adeta bu rolün tersine dönmeye başladığını, yani

kamu dengelerinin ekonominin sigortası olmaktan çıkıp, risk kaynağı haline geldiğine işaret

etmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse bütçe dengelerinin Türkiye için öneminin oldukça arttığı bir

döneme girilmektedir. Böylesi bir dönemde 2000’li yıllarda bütçedeki iyileşmenin, 2018

sonrasında ise bozulmanın arkaplanının incelenmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda olası

inceleme alanlarından biri de, sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği 1989 sonrası dönemde

döviz kurları ile bütçenin etkileşimidir.

Çalışmamızda döviz kurlarının bütçe üzerinde yarattığı doğrudan ve dolaylı etkiler;

Dış ticaret vergi gelirleri kanalı (doğrudan etki)

Dış borç servisi kanalı (doğrudan etki)

Bütçe rasyoları kanalı (dolaylı etki)

Cari denge-bütçe dengesi kanalı (dolaylı etki)

GSYİH kanalı (dolaylı etki),

alt başlıklar çerçevesinde ele alınacaktır;

Bu çalışmada döviz kurlarının bütçe üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri

değerlendirilirken ABD dolarının cari ve reel değerleri yanında Türkiye ve ABD için GSYİH

deflatör farklarını kullanarak hesapladığımız olması gereken dolar kuru değerleri dikkate

alınmıştır. Reel dolar kuru hesaplamasında Türkiye’ye ait GSYİH deflatör verileri kullanılmış

ve böylece Türkiye’de yerleşiklerin doları satın alma gücündeki değişiklikler belirlenmiştir.

Page 291: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

284

Olması gereken dolar kuru hesabında ise yine Türkiye ve ABD için GSYİH deflatör farkları

kullanılarak hesaplanan “Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken Dolar Kuru” ve “Önceki

Yıl Olması Gereken Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru” dikkate alınmıştır. Bu

hesaplamalarda 1989 yılı baz olarak kabul edilmiştir. Bunlara ilişkin grafik aşağıda verilmiştir.

Grafik 1. Dolar /TL Paritesine İlişkin Göstergeler

Grafik 1’den görüldüğü üzere 1989-2018 döneminde cari kur (Dolar/TL) genelde artış

eğilimi gösterirken, reel kur 2002-2011 döneminde gerileme (TL’nin değer kazanması),

sonrasında artış eğilimine girmiştir. Bu dönemde önce yılın cari dolar kuruna göre olması

gereken kur genelde cari kura yakın bir seyir izlerken, bir önceki yılın olması gereken dolar

kuruna göre olması gereken kur 2003 sonrasında cari kurun gerisinde kalmış (dolar kuru olması

gereken değerin gerisinde kalmış), 2018 yılında ise geriye düşmüştür. İnceleme Dönemine

ilişkin alt dönemler itibariyle hesapladığımız dolar kurunun değerlenme düzeyleri Tablo 4’de

verilmiştir. İzleyen bölümlerdeki analizler de bu alt dönemler çerçevesinde yapılacaktır.

Tablo 4. 1989-2018 Döneminde Dolar Kurunun Değerlenme Düzeyleri

1989-2018 Dönem bütünü

1989-B Baz yıl

1990-93-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi

1994-A Kriz ve Doların Aşırı Değerlenme yılı

1995-00-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi

2001-02-A Kriz ve Doların Aşırı Değerlenme yılı

2003-GY Geçiş yılı

2004-13-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi

2014-18-A Doların Aşırı Değerlenme Dönemi ve 2018 krizi

0,000

1,000

2,000

3,000

4,000

5,000

6,000

198

9

199

0

199

1

199

2

199

3

199

4

199

5

199

6

199

7

199

8

199

9

200

0

200

1

200

2

200

3

200

4

200

5

200

6

200

7

200

8

200

9

201

0

201

1

201

2

201

3

201

4

201

5

201

6

201

7

201

8

DOLAR/TL PARİTESİNE İLİŞKİN GÖSTERGELER

Cari Kur Reel kur

O-G Önceki yıla göre O-G Önceki yıl olması gerekene göre

Page 292: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

285

3.1. Dış Ticaret Vergi Gelirleri Kanalı

Döviz kurlarının bütçe üzerinde yaratabileceği başlıca doğrudan kanal dış ticaretten,

inceleme konumuz itibariyle ithalattan alınan gümrük vergileri ile ithal ürünlerden alınan katma

değer vergisidir (KDV). Tablo 5’de 1989-2018 döneminde bu vergiler aracılığıyla toplanan

gelirlere yer verilmiştir.

Tablo 5. 1989-2018 Döneminde Dış Ticaretten alınan KDV ve Gümrük Vergileri (Cari)

YIL

TOPLAM

(1+2)

1. Gümrük

Vergileri

2. İthalde

Alınan KDV YIL

TOPLAM

(1+2)

1. Gümrük

Vergileri

2. İthalde

Alınan KDV

1990 6 1 5 2005 19.237 1.360 17.877

1991 9 1 8 2006 27.506 2.081 25.426

1992 17 2 15 2007 28.933 2.441 26.493

1993 44 13 31 2008 32.742 2.770 29.972

1994 88 22 66 2009 28.600 2.466 26.134

1995 191 48 143 2010 39.448 3.240 36.208

1996 386 62 324 2011 53.338 4.653 48.685

1997 824 124 700 2012 55.195 5.195 50.000

1998 1.312 176 1.136 2013 68.136 5.409 62.727

1999 1.970 239 1.731 2014 70.954 6.543 64.411

2000 4.278 386 3.892 2015 82.926 8.280 74.646

2001 5.532 382 5.149 2016 85.901 9.065 76.836

2002 9.452 595 8.857 2017 112.424 12.329 100.096

2003 12.531 889 11.642 2018 137.538 15.276 122.262

2004 16.870 1.213 15.657

1989-2018 T 896.389 85.261 811.128

1989-B 4.246

1990-93-E 76 17 59

1994-A 88 22 66

1995-00-E 8.961 1.036 7.926

2001-02-A 9.809 768 9.041

2003-GY 12.531 889 11.642

2004-13-E 370.006 30.828 339.179

2014-18-A 489.743 51.493 438.250

T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur

Kaynak : TCMB verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Page 293: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

286

Buradan görülebileceği gibi, inceleme döneminde; 811,1 milyar TL’si KDV’den, 85,2

milyar TL’si de gümrük vergilerinden olmak üzere toplam 896,3 milyar TL vergi toplanmıştır.

2004-2018 ise, ithalattaki artışa bağlı olarak, bu vergilerin çok büyük bir bölümünün toplandığı

dönem olmuştur.

Tablo 6. 1989-2018 Döneminde Dış Ticaretten alınan Vergilerde Kur Etkisi

DÖNEM

TOPLAM (Reel-Milyon TL) DÖNEMSEL YILLIK ORTALAMA REEL

ARTIŞ %

Gümrük KDV Toplam Gümrük KDV Toplam

1989-2018 T 82.231 734.041 822.619 15,4 10,6 9,6

1989-B 0 0 6.348 0,0 0,0 4,0

1990-93-E 5.208 21.560 26.768 97,9 14,7 13,5

1994-A 2.296 6.903 9.199 -19,5 2,9 -3,8

1995-00-E 11.742 69.341 81.083 -3,8 17,4 13,5

2001-02-A 2.283 32.481 34.764 -11,1 5,8 4,4

2003-GY 1.469 19.234 20.704 21,3 6,6 7,5

2004-13-E 29.843 331.986 361.828 11,9 10,5 10,6

2014-18-A 29.389 252.535 281.925 12,1 4,2 4,9

T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Reelleştirme: 2009 bazlı GSYİH Deflatörü ile yapılmıştır.

Kaynak : TCMB verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Reel vergi gelirlerindeki gelişme ile dolar kurunun değerlenme düzeyi arasındaki ilişkiyi

Tablo 6 yardımıyla değerlendirmek mümkündür. Buna göre 1989-2018 döneminde yıllık

ortalama olarak reel gümrük vergisi gelirleri yüzde 15,4, reel KDV gelirleri ise yüzde 10,6

oranında artmıştır. Kurların eksik yani TL’nin aşırı değerlendiği dolayısıyla ithalatın cazip hale

geldiği dönemlerde ithalattan alınan vergilerdeki artış oranının genelde dönem ortalamasının

üzerinde, kurların aşırı değerlendiği dönemlerde ise genelde dönem ortalamasının altında

kaldığı görülmektedir.

Grafik 2. Reel Dolar Kuru ve Dış Ticaret Vergileri (Reel Milyon TL)

Diğer taraftan reel dolar kuru ile dış ticaretten alınan reel vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi

gösteren Grafik 2 incelendiğinde, reel kurun gerilediği dönemlerde toplanan vergi gelirlerinin

0,000

0,500

1,000

1,500

2,000

2,500

3,000

3,500

4,000

-40000

-20000

0

20000

40000

60000

80000

198919911993199519971999200120032005200720092011201320152017

REEL DOLAR KURU VE DIŞ TİCARET VERGİLERİ(Reel-

Milyon TL)

Dış Tic. Vergileri Reel Dolar Kuru

Log. (Dış Tic. Vergileri) Log. (Reel Dolar Kuru)

Page 294: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

287

önemli ölçüde arttığı, bu durumun özellikle 2002 sonrası dönemde belirgin hale geldiği görülmektedir.

İki değişken arasındaki korelasyon katsayısının (-0,6955) gibi bir düzeyde olması da güçlü ve ters yönlü

etkileşime işaret etmektedir. Dolayısıyla düşük kur-artan ithalat-artan ithalat vergileri şeklindeki teorik

beklentinin önemli ölçüde gerçekleştiği söylenebilir.

3.2. Dış Borç Servisi Kanalı

Döviz kurlarındaki artış ve azalışlar, dış borç anapara ve faiz ödemelerinin ulusal para

cinsinden değerini etkilemektedir. Dolayısıyla faiz giderlerinde kurlara bağlı olarak ortaya

çıkan artış ve azalışlar bütçe giderleri ve bütçe dengesini, anapara ödemeleri ise bütçe

finansmanını (ve borç çevirme oranlarını) etkilemektedir.

Bu etkileri değerlendirmek amacıyla Tablo 7’de kamunun dış borç anapara ve faiz

ödemelerinin dolar ve TL cinsinden değerlerine yer verilmiştir. Buradan görülebileceği gibi her

bir krizden kur artışları yaşanmasından sonra (1994, 2001, 2009 ve 2018)) kamunun dış borç

anapara ve faiz ödemelerinin TL bazındaki değerinde önemli artışlar gerçekleşmiştir.

Tablo 7. 1989-2018 Döneminde Kamu Dış Borç Geri Ödemeleri

YIL

Milyon TL Milyon Dolar

Anapara Faiz TOPLAM Anapara Faiz TOPLAM

1989 4 3 7 1.790 1.483 3.273

1990 5 4 10 2.089 1.669 3.759

1991 9 7 16 2.151 1.710 3.861

1992 16 10 25 2.277 1.416 3.693

1993 25 24 49 2.283 2.180 4.463

1994 111 65 176 3.744 2.192 5.936

1995 239 101 340 5.232 2.203 7.435

1996 420 168 589 5.184 2.076 7.260

1997 691 300 991 4.565 1.981 6.546

1998 1.839 547 2.386 7.071 2.104 9.175

1999 2.348 896 3.244 5.588 2.133 7.721

2000 3.653 1.648 5.301 5.857 2.642 8.499

2001 9.713 3.568 13.281 7.926 2.912 10.838

2002 9.009 5.064 14.072 5.983 3.363 9.345

2003 10.680 5.890 16.570 7.153 3.945 11.098

2004 9.804 6.057 15.861 6.893 4.258 11.151

2005 15.769 6.223 21.992 11.761 4.642 16.402

2006 18.476 6.662 25.138 12.910 4.655 17.565

2007 15.538 6.403 21.940 11.938 4.919 16.858

2008 11.075 5.738 16.813 8.566 4.438 13.004

Page 295: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

288

2009 8.272 6.318 14.590 5.347 4.084 9.431

2010 10.680 5.982 16.662 7.119 3.987 11.106

2011 11.522 6.668 18.190 6.899 3.993 10.892

2012 11.972 7.277 19.249 6.679 4.060 10.738

2013 8.680 7.397 16.077 4.565 3.890 8.456

2014 12.569 8.825 21.394 5.745 4.034 9.779

2015 13.092 10.305 23.397 4.809 3.785 8.594

2016 14.684 11.333 26.017 4.856 3.748 8.603

2017 25.655 14.552 40.207 7.027 3.986 11.013

2018 31.735 19.419 51.154 6.587 4.031 10.618

Dolar bazlı veriler TL ödemelerin yılık ortalama dolar kuruna bölünmesiyle hesaplanmıştır.

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı

Diğer taraftan 1989-2018 döneminde devlet dış borçlar için 180,5 milyar dolar anapara

geri ödemesi, 96,5 milyar dolar da faiz ödemesi yapmıştır. Bu tutarların anapara için 138,6

milyar doları, faiz için ise 73,5 milyar doları 2000 sonrası dönemde gerçekleşmiştir.

Dolar kurundaki değişmelerin ve reel kurdan sapmaların etkisini ortaya koymak amacıyla

Tablo 8’de kamu dış borç anapara ve faiz ödemelerinin, ödenen ve ödenmesi gerekebilecek

değerleri verilmiştir. Bu veriler hesaplanırken ödenen tutarlar; Önceki Yıl Cari Dolar Kuruna

Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile ve Önceki Yıl Olması Gereken Cari Dolar Kuruna Göre

Olması Gereken Dolar Kuru ile olmak üzere iki farklı referans ile hesaplanmıştır. Buna göre

1989-2018 döneminde devlet 405 milyar TL dış borç anapara ve faiz ödemesi yapmıştır.

Doların değerinin her yıl gerçekleşen cari dolar kuruna göre bir sonraki yıl enflasyon farkı kadar

(Türkiye ve ABD GSYİH deflatör değişim oranı farkları) artması durumunda, bu tutarın 398

milyar TL’de kalması sözkonusu olabilecekti. Dolayısıyla böylesi bir duruma göre devlet cari

olarak anapara ve faiz ödemeleri için 7,1 milyar TL fazla ödeme yapmıştır.

Tablo 8. 1989-2018 Döneminde Kamu Dış Borç Geri Ödemelerinde Kur Etkisi (Milyon

TL)

ANAPARA

1989-18

-T-

1989

-B-

1990-93

-E-

1994

-A-

1995-00

-E-

2001-02

-A-

2003

-GY-

2004-13

-E-

2014-18

-A-

ÖDENEN 258.285 4 55 111 9.190 18.722 10.680 121.787 97.736

Ö-G O-G Önceki yıla göre 254.493 4 57 84 9.095 17.401 13.083 127.233 87.536

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 312.961 4 67 104 9.635 15.391 11.286 175.800 100.674

FARK O-G Önceki yıla göre -3.792 0 2 -27 -95 -1.321 2.403 5.446 -10.200

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 54.676 0 12 -7 444 -3.331 606 54.013 2.938

FAİZ 0 0 0 0 0 0 0 0 0

ÖDENEN 147.453 3 45 65 3.660 8.632 5.890 64.725 64.433

Ö-G O-G Önceki yıla göre 144.046 3 47 49 3.619 8.331 7.216 66.981 57.800

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 178.323 3 55 61 3.826 7.171 6.225 93.796 67.186

FARK O-G Önceki yıla göre -3.407 0 2 -16 -41 -301 1.325 2.257 -6.633

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 30.869 0 10 -4 166 -1.461 335 29.072 2.753

TOPLAM 0 0 0 0 0 0 0 0 0

ÖDENEN 405.739 7 100 176 12.850 27.353 16.570 186.512 162.169

Ö-G O-G Önceki yıla göre 398.539 7 104 134 12.714 25.731 20.298 194.215 145.336

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 491.284 7 123 165 13.460 22.562 17.511 269.596 167.860

FARK O-G Önceki yıla göre -7.199 0 3 -42 -136 -1.622 3.728 7.703 -16.833

O-G Önceki yıl olması gerekene göre 85.546 0 23 -12 610 -4.792 941 83.084 5.691

Ö-G: Ödenmesi Gerekebilecek, O-G: Önceki Yıl Cari Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile, O-G: Önceki Yıl Olması Gereken Cari

Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile, T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Page 296: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

289

Ancak daha gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek için her yıl olması gereken dolar kuru

değerleriyle hesaplanan verilere bakmak gerekecektir. Nitekim, her yıl dolar kurunun enflasyon

farklarına göre olması gereken değerleri referans alındığında bu tutar 491 milyar TL olarak

gerçekleşebilecekti. Bir başka ifadeyle böylesi bir duruma göre devlet; anapara için 54,6 milyar

TL, faiz için 30,8 milyar TL ve toplamda da 85,5 milyar TL daha düşük ödeme yapmıştır.

Grafik 3. Reel Dolar Kuru ve Kamu Dış Borç Servisi (Milyon Dolar)

Bu veriler, 1989-2018 dönem bütünü itibariyle kurlarda eksik değerlemenin dış borç

anapara ve faiz ödemelerinin düşük kalmasına neden olarak bütçede, özellikle 2002 sonrası

dönemde, iyileşmeye katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Reel dolar kuru ile toplam dış borç

servisi (cari TL) arasında korelasyon katsayısının (-0,5068) olması, reel kurlar geriledikçe

toplam dış borç servisinin de gerilediği teyit etmektedir. Ayrıca, yukarıda yer alan grafik 3’de

reel kurların gerilediği 2002 sonrası dönemde dış borç anapara ve faiz ödemelerinin de, IMF’ye

büyük miktarda borç geri ödemelerinin olduğu 2005-2007 yılları dışında, gerilediğini ortaya

koymaktadır.

3.3. Bütçe Rasyoları Kanalı

Yukarıda yapılan açıklamalar kurlarda yaşanan reel gerilemenin ithalatı artırarak

ithalattan alınan vergi gelirlerini artırdığını, dış borç anapara ve faiz ödemelerinin ise TL

bazındaki tutarını düşürdüğünü ortaya koymuştur. Bu iki kanaldan gelen etkiye bağlı olarak

ilgili bütçe rasyolarında da olumlu gelişmeler yaşanması beklenebilecektir. Bu etkiyi görmek

amacıyla Tablo 9’da dış ticaret vergi gelirlerinin toplam bütçe gelirleri, toplam dış borç

servisinin de toplam bütçe giderleri içindeki payı verilmiştir.

0,000

0,500

1,000

1,500

2,000

2,500

3,000

3,500

4,000

-

2.000

4.000

6.000

8.000

10.000

12.000

14.000

16.000

18.000

20.000

198919911993199519971999200120032005200720092011201320152017

REEL DOLAR KURU VE KAMU DIŞ BORÇ SERVİSİ

(Milyon Dolar)

Anapara Ödemesi Faiz Ödemesi

Toplam Reel Dolar Kuru

Log. (Toplam) Log. (Reel Dolar Kuru)

Page 297: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

290

Tablo 9. 1989-2018 Bazı Bütçe Rasyoları (%)

YIL

Dış Ticaret

Vergi Gelirleri /

Toplam Gelir

Toplam Dış

Borç Servisi /

Toplam Gider YIL

Dış Ticaret

Vergi Gelirleri /

Toplam Gelir

Toplam Dış

Borç Servisi /

Toplam Gider

1989 14,1 18,4 2004 15,5 11,4

1990 10,6 14,7 2005 14,2 15,3

1991 9,7 12,5 2006 16,3 14,4

1992 9,7 11,5 2007 15,7 11,0

1993 12,6 10,1 2008 16,1 7,6

1994 11,8 19,8 2009 13,7 5,6

1995 13,8 19,9 2010 16,0 5,8

1996 14,4 15,0 2011 18,6 5,9

1997 14,4 12,4 2012 17,1 5,4

1998 11,3 15,4 2013 18,1 4,0

1999 10,6 11,7 2014 17,3 4,9

2000 12,9 11,4 2015 17,8 4,8

2001 10,9 16,6 2016 16,0 4,6

2002 12,7 12,2 2017 18,4 6,1

2003 12,7 11,9 2018 18,8 6,4

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Buradan görülebileceği gibi ithalattan alınan vergilerin bütçe toplam gelirleri içindeki

payı 1989 yılında yüzde 14,1 iken 2017 yılında yüzde 18,4’e kadar yükselmiştir. Bütçe gelirleri

içinde dış ticaret vergilerinin payı ile reel kur arasındaki korelasyon katsayısının (-0,6932)

olması, reel kurlar geriledikçe bu oranın arttığını ortaya koymaktadır.

Aynı yıllar arasında bütçe toplam giderleri içinde dış borç servisinin payı ise yüzde

18,4’den yüzde 6,1’e kadar gerilemiştir. Reel Dolar kuru ile bütçe toplam giderleri içinde dış

borç servisinin payı arasında korelasyon katsayısının (0,7537) olması da reel kurlar artıkça borç

servisinin bütçe giderleri içindeki payının arttığını, reel kurlar geriledikçe de azaldığını ortaya

koymaktadır. Dolayısıyla kurların, kuşkusuz bu gerilemede kamu dış borçlanmasının

yavaşlaması gibi diğer faktörlerin etkisi de olmakla birlikte, borç servisi üzerindeki etkisinin

daha belirgin olduğu söylenebilir. Bu durumun özellikle 2002 sonrası dönemde belirginleştiğini

ise Grafik 4 ortaya koymaktadır.

Page 298: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

291

Grafik 4. Bütçe Rasyoları (%)

Bu bağlamda alt dönemler itibariyle bir değerlendirme yapabilmek amacıyla Tablo 10

hazırlanmıştır. Tablodan da görülebileceği gibi, 1989-2018 döneminde dış ticaret vergi

gelirlerinin bütçe toplam gelirleri içindeki ortalama payı yüzde 14,4, toplam dış borç servisinin

bütçe toplam giderleri içindeki payı ise yüzde 10,9 olmuştur. Buradan ayrıca dolar kurundaki

eksik değerlemenin her iki gösterge için en belirgin etkisinin 2004-2013 döneminde

gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemde ithalattan alınan vergilerin bütçe gelirleri

içindeki payı yüzde 16,1’e yükselirken, dış borç servisinin bütçe giderleri içindeki payı ise

yüzde 8,6’ya gerilemiştir.

Tablo 10. 1989-2018 Döneminde Bütçe Rasyolarında Kur Etkisi

Dönem Dış Ticaret vergi

gelirleri/Toplam gelir

Toplam Dış borç servisi/

Toplam Gider Reel Dolar Kuru

1989-2018 14,4 10,9 2,2

1989-B 14,1 18,4 3,2

1990-93-E 10,6 12,2 2,5

1994-A 11,8 19,8 3,1

1995-00-E 12,9 14,3 2,6

2001-02-A 11,8 14,4 3,3

2003-GY 12,7 11,9 2,5

2004-13-E 16,1 8,6 1,6

2014-18-A 17,7 5,3 1,9

T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

0,000

0,500

1,000

1,500

2,000

2,500

3,000

3,500

4,000

0,0

5,0

10,0

15,0

20,0

25,0

198

9

199

0

199

1

199

2

199

3

199

4

199

5

199

6

199

7

199

8

199

9

200

0

200

1

200

2

200

3

200

4

200

5

200

6

200

7

200

8

200

9

201

0

201

1

201

2

201

3

201

4

201

5

201

6

201

7

201

8

BAZI BÜTÇE RASYOLARI %

Dış Ticaret vergi gelirleri/Toplam gelir Toplam Dış borç servisi/ Toplam Gider

Reel Dolar Kuru Log. (Dış Ticaret vergi gelirleri/Toplam gelir)

Log. (Toplam Dış borç servisi/ Toplam Gider) Log. (Reel Dolar Kuru)

Page 299: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

292

3.4. Cari Denge-Bütçe Dengesi Kanalı

Teorik olarak reel kurların gerilemesinin ithalatı artırıcı, ihracatı azaltıcı etki yapması

beklenir. Bu etki, dış ticaret dengesi sürekli açık veren Türkiye gibi bir ülkede dış ticaret

açığının artmasına, buna bağlı olarak da cari dengesinin olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.

Dolayısıyla 1989-2018 dönemi için Türkiye özelinde; düşük reel kur-artan dış ticaret açığı-cari

dengede bozulma (fazlanın azalması ve/veya açığın artması) şeklinde bir süreç yaşandığı

söylenebilir. Cari denge ile bütçe açığı arasında reel kurlar kanalıyla etkileşimin incelenmesi

bu bağlamda önem taşımaktadır. Bu amaçla Tablo 11’de cari denge ve bütçe dengesine ilişkin

verilere yer verilmiştir.

Tablo 11. 1989-2018 Cari Denge ve Bütçe Dengesi

YIL

Cari Denge

(Milyon $)

Bütçe Dengesi

(Milyon TL)

Bütçe Dengesi

(Milyon $) YIL

Cari Denge

(Milyon $)

Bütçe Dengesi

(Milyon TL)

Bütçe Dengesi

(Milyon $)

1989 938 -8 -2,4 2004 -14.198 -30.285 -14.491,1

1990 -2.625 -12 -4,8 2005 -20.980 -7.930 -4.311,0

1991 250 -33 -13,3 2006 -31.168 -6.537 -3.641,9

1992 -974 -47 -18,8 2007 -36.949 -15.404 -10.022,4

1993 -6.433 -133 -56,0 2008 -39.425 -19.029 -13.963,4

1994 2.631 -148 -47,5 2009 -11.358 -53.987 -34.896,5

1995 -2.339 -317 -123,9 2010 -44.616 -42.140 -30.056,2

1996 -2.437 -1.231 -482,1 2011 -74.402 -20.485 -14.201,8

1997 -2.638 -2.267 -862,6 2012 -47.963 -30.412 -21.100,2

1998 2.000 -3.831 -1.491,5 2013 -63.642 -19.933 -13.855,4

1999 -925 -9.184 -3.414,7 2014 -43.610 -23.306 -15.122,9

2000 -9.920 -13.343 -4.990,9 2015 -32.145 -25.185 -14.161,4

2001 3.760 -29.296 -8.528,8 2016 -33.139 -32.854 -17.978,3

2002 -626 -40.359 -13.154,3 2017 -47.347 -49.300 -24.760,0

2003 -7.554 -40.930 -16.592,0 2018 -27.031 -72.573 -32.095,6

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Tablodan görülebileceği gibi cari açık 1990’lı yıllarda makul düzeylerde seyrederken

2002 sonrasında düzenli olarak artmaya başlamış, 2009 yılında krize bağlı olarak geriledikten

sonra, 2011 yılında tarihi rekor düzeyine ulaşmıştır. Bu tarihten sonra ise, dalgalanma

göstermekle birlikte, genelde gerilemiştir. Cari açığın tersine, TL bazında bütçe açığı 1990’lı

yıllarda sürekli artmış, 2000’li yıllarda ise genelde gerilemiştir.

Diğer taraftan Grafik 5 incelendiğinde, reel dolar kurunda artış yaşandığında cari açığın

gerilediği, gerileme yaşandığında ise cari açığın arttığı görülmektedir. Bu iki değişken

arasındaki korelasyon katsayısı (0,8445) olarak hesaplanmaktadır. Bu katsayının oldukça

yüksek bir değerde olması cari açığın önemli bir nedenini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla,

Page 300: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

293

Türkiye koşullarında eksik değerlenmiş kur düzeyi ile cari açığın düşürülebilmesi olası

görünmemektedir.

Bütçe dengesi (açığı) ile reel dolar kuru arasındaki korelasyon katsayısının (0,3163)

olması ise doğru yönlü etkileşime işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle reel kur geriledikçe

bütçe açığı azalmakta, arttığında ise bütçe açığı da artmaktadır. Dolayısıyla, özellikle 2002

sonrası dönemde bütçe dengesinde yaşanan iyileşmede reel kurların da rolü olduğu söylenebilir.

Grafik 5. Reel Dolar Kuru ve Cari Denge-Bütçe Dengesi

Diğer taraftan, 1989-2018 dönemi için cari denge ile bütçe dengesi arasındaki korelasyon

katsayısı (0,3844) olarak hesaplanmaktadır. Bu katsayı iki değişken arasında doğru yönlü bir

etkileşim olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu katsayı 1989-2001 alt dönemi için (-0,1394),

2002-2018 alt dönemi için de (-0,2933) düzeyindedir. Dolayısıyla her iki alt dönemde farklı

düzeylerde de olsa cari açık artıkça bütçe açığı azalmakta, cari açık azaldıkça da bütçe açığı

artmaktadır. Bu rakamlar ayrıca cari denge ile bütçe arasındaki etkileşim düzeyinin 2002

sonrası dönemde arttığını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.

0,000

0,500

1,000

1,500

2,000

2,500

3,000

3,500

4,000

-80.000

-60.000

-40.000

-20.000

0

20.000

40.000

198

9

199

0

199

1

199

2

199

3

199

4

199

5

199

6

199

7

199

8

199

9

200

0

200

1

200

2

200

3

200

4

200

5

200

6

200

7

200

8

200

9

201

0

201

1

201

2

201

3

201

4

201

5

201

6

201

7

201

8

REEL DOLAR KURU VE CARİ DENGE-BÜTÇE DENGESİ

Cari Denge Bütçe Dengesi Reel Dolar Kuru

Log. (Cari Denge) Log. (Bütçe Dengesi) Log. (Reel Dolar Kuru)

Page 301: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

294

Tablo 12. 1989-2018 Döneminde Cari Denge ve Bütçe Dengesinde Kur Etkisi

Dönem

Ortalama Cari Denge

(Milyon $)

Ortalama Bütçe Dengesi (Cari

Milyon TL)

Ortalama Bütçe Dengesi

(Reel Milyon TL)

Ortalama Bütçe Dengesi

(Milyon $)

1989-2018 -19.829 -19.683 -31.705 -10.481

1989-B 938 -8 -11.273 -2

1990-93-E -2.446 -56 -19.148 -23

1994-A 2.631 -148 -15.513 -47

1995-00-E -2.710 -5.029 -41.618 -1.894

2001-02-A 1.567 -34.828 -82.175 -10.842

2003-GY -7.554 -40.930 -67.625 -16.592

2004-13-E -38.470 -24.614 -25.242 -16.054

2014-18-A -36.654 -40.644 -22.734 -20.824

T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Reelleştirme: 2009 bazlı GSYİH Deflatörü ile yapılmıştır.

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Tablo 12’de ise 1989-2019 dönemine ilişkin yıllık ortalama bütçe ve cari denge verileri

bulunmaktadır. Buradan görülebileceği gibi 1989-2018 döneminde yıllık ortalama olarak; 19,8

milyar dolar cari açık, ortalama 31,7 milyar TL reel bütçe açığı verilmiştir. Kurların eksik

değerlendiği dönemlerde, özellikle 2003 sonrasında, cari açık dönem ortalamasının üzerine,

reel bütçe açığı ise dönem ortalamasının altına gerilemiştir. Bu etkileşimin 1990-1993 ve 1995-

2000 döneminde bu düzeyde gerçekleşmemiş olmasını, dönemin ulusal politik koşulları ile

dünya konjonktürüne bağlamak mümkündür.

3.5. GSYİH Kanalı

Reel kurların bütçe üzerine yarattığı dolaylı bir etki GSYİH kanalından gelmektedir.

Zira kurların reel olarak düşük kalması, hatta 2003-2008 döneminde olduğu gibi cari olarak

da gerilmesi, GSYİH’nın dolar bazındaki değerinin yapay olarak artmasına, bu da yerli ve

yabancı finansal yatırımcıların yakından izlediği bazı rasyoların iyileşmesine imkan

vermektedir.

Tablo 13. 1989-2018 Döneminde GSYİH’da Kur Etkisi

GSYİH (Milyar Dolar) FARK

Yıl

Cari

Kura

Göre

Önceki Yıl Cari

Kura Göre

Olması Gereken

Önceki Yıl Olması

Gereken Kura Göre

Olması Gereken

Önceki Yıl Cari

Kura Göre Olması

Gereken

Önceki Yıl Olması

Gereken Kura Göre

Olması Gereken

1989 147,6 147,6 147,6 0,0 0,0

1990 207,6 165,2 165,2 42,4 42,4

1991 207,8 214,3 170,6 -6,6 37,2

1992 218,9 223,4 183,4 -4,5 35,5

1993 247,2 239,7 200,8 7,5 46,4

1994 178,8 236,1 191,8 -57,4 -13,1

1995 233,6 193,8 207,9 39,8 25,7

1996 249,9 252,7 224,9 -2,8 24,9

1997 261,0 271,3 244,2 -10,3 16,8

Page 302: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

295

1998 275,5 270,8 253,4 4,6 22,1

1999 255,1 269,1 247,5 -14,0 7,6

2000 273,6 276,2 268,0 -2,6 5,6

2001 200,3 261,3 256,0 -61,0 -55,7

2002 238,1 215,9 276,0 22,1 -37,9

2003 312,7 255,9 296,6 56,8 16,1

2004 404,7 351,8 333,7 52,9 71,0

2005 501,3 455,4 375,5 45,9 125,8

2006 550,2 553,5 414,6 -3,3 135,6

2007 674,9 594,0 447,7 80,8 227,2

2008 765,7 694,6 460,7 71,1 304,9

2009 644,2 736,5 443,2 -92,3 201,0

2010 771,3 716,8 493,1 54,5 278,2

2011 833,0 871,0 556,9 -38,0 276,1

2012 873,6 892,0 596,4 -18,5 277,2

2013 950,8 962,3 657,0 -11,5 293,8

2014 933,6 1013,3 700,2 -79,7 233,5

2015 859,0 1000,7 750,5 -141,7 108,5

2016 862,6 897,0 783,6 -34,4 79,0

2017 852,0 943,7 857,3 -91,7 -5,3

2018 773,0 894,6 900,2 -121,5 -127,1

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Tablo 13’de, reel kurların GSYİH üzerindeki etkisini ortaya koymak amacıyla yapılan

hesaplamaların sonuçları verilmiştir. Buradan dolar kurunun eksik değerlenmesinin dolar

bazlı GSYİH’yı önemli oranda artırdığını görmek mümkündür. Örneğin, 1989-2008

döneminde reel dolar kurunun en düşük düzeye geldiği, yani TL’nin en aşırı değerli düzeyini

gördüğü 2008 yılında, cari kura göre GSYİH 765,7 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.

Bu rakam, Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken GSYİH’dan 71,1 milyar dolar, Önceki

Yıl Olması Gereken Kura Göre Olması Gereken GSYİH’dan da 304,9 milyar dolar daha

yüksektir. Bu durumun dış borç stoku/GSYİH, bütçe açığı/GSYİH ve kamu borç

stoku/GSYİH gibi kritik göstergelerde yaratacağı olumlu etkinin de oldukça büyük olacağı

açıktır.

Grafik 6, cari dolar kuru ile hesaplanan GSYİH ile olması gereken dolar kuruna göre

hesaplanan GSYİH değerlerinin 2000 yılına kadar birbirine yakın iken, özellikle 2004 yılında

itibaren önemli ölçüde ayrıştığını ortaya koymaktadır.

Page 303: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

296

Grafik 6. Farklı Dolar Kuruna Göre GSYİH (Milyar Dolar)

Grafik 7 ise reel dolar kuru ile dolar bazlı GSYİH arasındaki ilişkiyi göstermektedir.

Buradan reel dolar ile GSYİH arasında belirgin ve ters yönlü bir etkileşimin, özellikle 2002

sonrası dönemde, varlığını görmek mümkündür. Bu iki değişken arsındaki korelasyon

katsayının işareti ve büyüklüğü de (-0,8641) bu değerlendirmeyi desteklemektedir.

Dolayısıyla reel kur geriledikçe GSYİH artmış, buna bağlı olarak GSYİH referans alınarak

hesaplanan rasyolar iyileşmiştir. Tablo 13’de yer alan verilerden de bunu görmek

mümkündür.

Grafik 7. Reel Dolar Kuru ve GSYİH (Milyar Dolar)

Tablo 14’de yer alan cari kur ile hesaplanmış verilere göre 1989-2018 döneminde

toplam dış borç stokunun GSYİH’ya oranı yüzde 39,3 iken, bu rakam, Önceki Yıl Cari Kura

Göre Olması Gereken GSYİH’ya göre yüzde 38,9, Önceki Yıl Olması Gereken Kura Göre

0,0

200,0

400,0

600,0

800,0

1000,0

1200,0

198

9

199

0

199

1

199

2

199

3

199

4

199

5

199

6

199

7

199

8

199

9

200

0

200

1

200

2

200

3

200

4

200

5

200

6

200

7

200

8

200

9

201

0

201

1

201

2

201

3

201

4

201

5

201

6

201

7

201

8

FARKLI DOLAR KURUNA GÖRE GSYİH (Milyar Dolar)

Cari Kura Göre

Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken

Önceki Yıl Olması Gereken Kura Göre Olması Gereken

0,000

0,500

1,000

1,500

2,000

2,500

3,000

3,500

4,000

-400,0

-200,0

0,0

200,0

400,0

600,0

800,0

1000,0

1200,0

1989 1991 1993 1995 1997 1999 2001 2003 2005 2007 2009 2011 2013 2015 2017

REEL DOLAR KURU VE GSYİH (Milyar Dolar)

GSYİH (DOLAR) Reel Dolar Kuru

Log. (GSYİH (DOLAR)) Log. (Reel Dolar Kuru)

Page 304: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

297

Olması Gereken GSYİH’ya göre de yüzde 46,2 düzeyinde olacaktı. Bu durum sadece toplam

değil kamu ve özel kesim borç stokları için de kurların eksik değerlendiği tüm dönemlerde

geçerlidir. Kurların aşırı değerlendiği dönemlerde ise bunun tersi geçerli olmuştur.

Tablo 14. 1989-2018 Döneminde Dış Borç Stoku Rasyolarında Kur Etkisi

KUR DÜZEYİ 1989 -

2018

1989 –

B-

1990-93

-E-

1994 –

A-

1995-00

–E-

2001-02

-A-

2003

–GY-

2004-13

–E-

2014-18

-A-

Cari Kura Göre

1 16,2 20,0 16,4 23,3 16,6 25,3 22,7 12,8 15,0

2 19,6 4,5 6,8 9,6 14,5 19,6 15,7 23,3 34,4

3 39,3 29,8 26,6 38,4 35,9 55,6 46,1 38,2 49,7

Önceki Yıl Cari

Kura Göre

Olması Gereken

1 16,2 20,0 17,4 17,7 17,0 24,0 27,7 13,3 13,5

2 19,2 4,5 7,1 7,3 14,5 18,0 19,1 24,0 31,0

3 38,9 29,8 28,1 29,1 36,4 51,7 56,3 39,5 44,7 Önceki Yıl

Olması Gereken

Kura Göre

Olması Gereken

1 18,6 20,0 20,1 21,8 17,8 20,9 23,9 18,2 16,0

2 23,8 4,5 8,3 9,0 15,4 16,0 16,5 34,1 36,9

3 46,2 29,8 32,5 35,8 38,4 45,7 48,6 55,3 53,2

Kamu/GSYİH, Özel/GSYİH, Toplam/GSYİH, T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E:

Eksik Değerli Kur

Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.

Bununla birlikte, ortaya çıkan fark açısından dolar kurunun çok daha belirgin bir şekilde

eksik değerlendiği 2004-2013 döneminde çok daha belirgindir. Nitekim, bu dönemde

GSYİH’ya oran olarak kamu borç stokunun oranı yüzde 18,2 yerine yüzde 12,8, özel borç

stokunun oranı yüzde 34,1 yerine yüzde 23,3, toplam borç stokunun oranı da yüzde 55,3

yerine yüzde 38,2 olmuştur.

Görüldüğü gibi kurların eksik değerlenmesi Türkiye ekonomisinin algısını pozitif

etkileyecek yapay iyileşmelere imkan vermiştir. Ancak, kurlarda bir düzeltmenin yaşanması

ve bu arada ekonominin yavaşlaması durumunda rasyolarda hızlı bir kötüleşme yaşanması

ihtimalinin varlığı da gözardı edilmemelidir. Böylesi bir durumda yaşanabilecek gelişmeleri

öngörmek için ise kahin olmaya gerek bulunmamaktadır.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Yukarıda yapılan analiz ve değerlendirmeler çerçevesinde;

1. 1989 yılında çıkarılan 32 sayılı Karar’ın ardında Türkiye, yüksek enflasyon ve yüksek

faiz ile sığ finansal piyasalarına bağlı olarak, önemli miktarda sıcak para çekmiştir.

2. Bu durum döviz arzının artmasına, kurların eksik (TL’nin aşırı) değerlenmesine neden

olmuştur.

3. Bu gelişme bir taraftan ithal malları ucuzlatarak ithalat artışına ve ithalat üzerinden

alınan vergi gelirlerinin artmasına, diğer taraftan borç servisinin TL bazında

ucuzlamasına imkan sağlamıştır.

4. Bunların yanında dolar bazında GSYİH, revizyonların da katkısıyla, reel büyümenin

üzerinde ve önemli miktarda artmıştır.

5. Bunların sonucunda da küresel boyutta finansal yatırımcıların takip ettiği kritik

göstergelerde (yükümlülükler azalırken/GSYİH arttığı için) iyileşme (yapay) yaşanmış,

bu da spekülatif yabancı sermaye girişini beslemiştir.

6. Ancak, yurtdışından gelen ve daha çok kısa vadeli olan kaynaklar yeterince üretken yani

dış kaynaklara/borçlara karşılık üretilebilecek alanlara yönlendirilememiş ve bu nedenle

bu bir tür “kazan kazan” sürecinin sonuna gelinmiştir.

Page 305: III.Uluslararası EUREFE Kongresi · 2019-12-30 · Günümüz post modern çağda da tüketici davranıları çok daha farklılaúmı ve çeúitlenmiútir. Bu farklılaúmanın sonucu

298

Zira:

1. Küresel koşullar ve de Türkiye’nin eko-politik algısı bozulmuştur.

2. Özelleştirilebilecek çok fazla tesis kalmamıştır.

3. Kurtarıcı körfez sermayesi de artık büyük ölçüde devre dışı kalmış gibi görünmektedir.

4. Bedelli askerlik, imar affı, TCMB ihtiyat akçesi gibi tek seferlik gelir imkanları

tüketilmiştir.

5. Sık çıkarılan vergi afları nedeniyle vergi bilinç ve ahlakı zayıflamıştır.

6. Geriye; zam, vergi oranlarında artışlar ve yeni vergilerin konulması kalmıştır.

2018 yılı sonu itibariyle gelinen noktada ise;

1. Türkiye’de kamu (ve diğer kesimler) ülke imkanlarını iyi kullanamamış, kaynaklar daha

çok gelecekteki getirisi düşük alanlarda değerlendirilmiştir.

2. Döviz kurları (reel) düştüğü için iyileşen makro göstergeler 2019 ve sonrasında

kötüleşecek gibi görünmektedir.

3. Türkiye ekonomisinde yapılan yanlışların ve yapılamayan doğruların faturasını ödeme

zamanı gelmiştir.

4. 1989-2018 döneminden konumuz bağlamında çıkarılabilecek en önemli ders ise, döviz

kurlarının uzun süre eksik değerlenmesine izin verilmemesi, gerçekçi değerlenmiş kur

düzeyinin korunmasıdır.

5. Türkiye’nin acilen yeni ve entegre bir büyüme modeline, her alanda çalışma ve başarı

ilkesine işlerlik kazandırılmasına, kamuda performansa dayalı atama ve vizyoner

yönetim anlayışına, yine kamuda tasarrufa ve kurumsal hafıza kaybının önlenmesine

ihtiyaç bulunmaktadır.

Aksi halde ekonomik sorunlar toplumsal sorunların da (sosyal, politik, kültürel) artmasına

neden olabilecektir. Beklentimiz, tüm toplumsal kesimlerin katılımı ile yani ortak akıl ile

kamunun, ekonomi politikalarının ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik

önlemlerin uygulamaya konulabilmesidir.

KAYNAKÇA

Erçel, G. (1999) “2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve Para Politikası

Uygulaması”, www.tcmb.gov.tr.

IMF (2016). Annual Report on Exchange Arrangements and Exchange Restriction.

Özçam M. (2004) “Döviz Kuru Politikaları ve Döviz Kuru Oynaklığının Etkileşimleri”,

Sermaye Piyasası Kurumu Araştırma Raporu.

Saraçoğlu, R. (1989) “1990 Yılına Girerken Türk Ekonomisi”.www.tcmb.gov.tr.

TCMB Kanunu, www.tcmb.gov.tr.

https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri

http://www.sbb.gov.tr/ekonomik-ve-sosyal-gostergeler/

https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemele

r+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler