iii.uluslararası eurefe kongresi · 2019-12-30 · günümüz post modern çağda da tüketici...
TRANSCRIPT
i
III.Uluslararası EUREFE Kongresi Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Aydın İktisat Fakültesi 1-3 Kasım 2019, Aydın / TÜRKİYE
3rd International EUREFE Congress Aydın Adnan Menderes University
Aydın Faculty of Economics November 1-3, 2019, Aydın / TURKEY
TAM METİN BİLDİRİLER KİTABI – CİLT I
PROCEEDINGS BOOK – VOLUME I
ISBN
978-975-8254-87-3
ii
III. ULUSLARARASI EUREFE KONGRESİ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi 1-3 Kasım 2019, Aydın / TÜRKİYE
3rd INTERNATIONAL EUREFE CONGRESS
Aydın Adnan Menderes University, Aydın Faculty of Economics November 1-3, 2019, Aydın / TURKEY
Cilt: 1 / Volume:1
ISBN: 978-975-8254-87-3
Aralık, 2019 / December, 2019
www.eurefe.com
Editör: Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ
Bu kitabın tüm hakları EUREFE Kongresi’ne aittir. Bildirilerin etik ve hukuki sorumlulukları
yazarlarına aittir.
All rights of this book belongs to EUREFE Congress. Ethical and legal responsibility of the
papers belongs to the authors.
iii
Kongre Onursal Başkanı Prof. Dr. Osman Selçuk ALDEMİR – Rektör
Kongre Başkanı
Prof. Dr. Mustafa Ali SARILI – Dekan V.
Düzenleme Kurulu Prof. Dr. A. Can BAKKALCI Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ
Doç. Dr. Murat Necip ARMAN Doç. Dr. Öznur ÖZDAMAR GIOVANIS
Doç. Dr. Hakan HOTUNLUOĞLU Doç. Dr. Hamza KAHRİMAN
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet BÖLÜKBAŞ Dr. Öğretim Üyesi Şahin BULUT
Dr. Öğretim Üyesi Yılmaz ERDEM Dr. Öğretim Üyesi Hatice KÜÇÜKKAYA
Dr. Öğretim Üyesi Osman NACAK Dr. Öğretim Üyesi Durmuş SEZER
Dr. Öğretim Üyesi Tuğba AKIN Dr. Öğretim Üyesi Ali BİLGENOĞLU Dr. Öğretim Üyesi Şaban ERTEKİN
Dr. Öğretim Üyesi Kıymet YAVUZASLAN Öğr. Gör. Nermin ÇELİK Arş. Gör. Elyasa AKSOY
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Seymur AĞAZADE – Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Prof. Dr. Hüseyin AĞIR – Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi
Prof. Dr. Sacit Hadi AKDEDE – Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Ali AKDEMİR – İstanbul Arel Üniversitesi
Prof. Dr. Haydar AKYAZI – Karadeniz Teknik Üniversitesi Prof. Isabel Estrada CARVALHAIS – University of Minho (Portugal)
Prof. Dr. Selim ÇAĞATAY – Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Burak DARICI – Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Erdal DEMİRHAN – Afyon Kocatepe Üniversitesi Prof. Dr. Fuat ERDAL – İbni Haldun Üniversitesi
Prof. Dr. Nihat ERDOĞMUȘ – Boğaziçi Üniversitesi Prof. Dr. Ali Rıza GÖKBUNAR – Celal Bayar Üniversitesi
Prof. Dr. Ramazan GÖKBUNAR – Celal Bayar Üniversitesi Prof. Dr. Şakir GÖRMÜŞ – Sakarya Üniversitesi
Prof. Dr. Bülent GÜLOĞLU – İstanbul Teknik Üniversitesi Prof. Dr. Sevcan GÜNEŞ – Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Yusuf KADERLİ – Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Simay KARAALP – Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA – İstanbul Aydın Üniversitesi Prof. Dr. Erdal Tanas KARAGÖL – Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
iv
Prof. Dr. Mehmet KARAGÜL – Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet Hakan KESKİN – Nişantaşı Üniversitesi
Prof. Natalia KETENCİ – Yeditepe Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf KILDİŞ – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Ahmet Ali KOÇ – Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Nazif MANDACI – Yaşar Üniversitesi Prof. Dr. Nurcan METİN – Trakya Üniversitesi
Prof. Chiara MONFARDINI – University of Bologna (Italy) Prof. Dr. Mahmut NASCA – Afyon Kocatepe Üniversitesi
Prof. Dr. Şaban NAZLIOĞLU – Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. Mensur NUREDDİN – International Vision University (Macedonia)
Prof. Dr. Ersan ÖZ – Pamukkale Üniversitesi Prof. Dr. M. Ferhat ÖZBEK – Gümüşhane Üniversitesi
Prof. Dr. Barış ÖZDAL – Uludağ Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa ÖZER – Anadolu Üniversitesi
Prof. Federico PERALI – University of Verona (Italy) Prof. Dr. Alpaslan SEREL – Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Recep TARI – Kocaeli Üniversitesi Prof. Dr. Aykut Hamit TURAN – Sakarya Üniversitesi
Prof. Dr. Bahar ÜSTE – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Andrea VINDIGNI – University of Geneva (Italy)
Prof. Dr. Cemal ZEHİR – Boğaziçi Üniversitesi Doç Dr. Özgür Hakan ÇAVUŞ – Manisa Celal Bayar Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa AKAN – Haliç Üniversitesi Doç. Dr. Nuri BALTACI – Gümüşhane Üniversitesi
Doç. Dr. Necati ÇİFTÇİ – Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Doç. Dr. Hasan Murat ERTUĞRUL – Hazine Müsteşarlığı
Doç. Dr. Derviş KIRIKKALELİ – European University of Lefke (KKTC) Doç. Dr. Erkan ÖZATA – Anadolu Üniversitesi
Doç. Dr. Abdullah ÖZDEMİR – Adnan Menderes Üniversitesi Assoc. Prof. Michael ROCHLITZ – University of Bremen (Germany)
Assoc. Prof. Biagio SIMONETTI – University Degli Studi Del Sannio (Italy) Assoc. Prof. Cristina TEALDI – Heriot-Watt University (England)
Doç. Dr. M. Hanefi TOPAL – Gümüşhane Üniversitesi Doç. Dr. Alparslan Uğur – Kırıkkale Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa ÜNVER – Kırıkkale Üniversitesi Doç. Dr. Meltem İnce YENİLMEZ – Yaşar Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Sadık AKYAR – Girne Amerikan Üniversitesi (KKTC) Asst. Prof. Pawel BIELAWSKI – Krakow University (Poland)
Asst. Prof. Eleftherios GIOVANIS – Manchester Metropolitan University (England) Asst. Prof. Giovanni MARIN – Universita Degli Studi Di Urbino Carlo (Italy)
Dr. Öğretim Üyesi Halis KIRAL – Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Özgür Emre KOÇ – Hitit Üniversitesi
Dr. Dimitri LEE – IFAD Dr. Letizia MONTINARI – OECD
Dr. Öğretim Üyesi Haluk TANDIRCIOĞLU – Dokuz Eylül Üniversitesi Prof. Dr. Mustafa Ali SARILI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
v
Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Prof. Dr. Yücel BOZDAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Prof. Dr. Recep TEKELİ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Bülent Sarper AĞIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Murat Necip ARMAN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Hakan ARSLANER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Can BAKKALCI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Yasemin UYAR BOZDAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Fatma YÜKSEL ÇAKIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Doç. Dr. Hakan HOTUNLUOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa ÖZÇAĞ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Tuğba AKIN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Özge BOLAMAN AVCI – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Mehmet AYDINER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ali BİLGENOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Şahin BULUT – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Mesut ÇAKIR – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Yılmaz ERDEM – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Şaban ERTEKİN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Ebru GENÇALP– Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Barış GÜRSOY – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Elvan AKTÜRK HAYAT – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Osman NACAK – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Durmuş SEZER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Kıymet YAVUZASLAN – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Sekreterya ve İletişim Öğr. Gör. Neslihan AKÇA – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Öğr. Gör. Sibel GÜNDÜZ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Arş. Gör. Mustafa GÜDER – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Özhan ÖZÜ – Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
vi
İÇİNDEKİLER TABLOSU
Tüketicilerin Sosyal Medya Kullanımı Ve Sosyal Medyadan Satın Alma Ve Satın Alma Sonrası
Davranışları: Üniversite Öğrencilerine Yönelik Bir Araştırma …………………..…………. 1
Mehmet Marangoz, Duygu Yaman
Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davalarında Çocuğun Durumu……………………..… 14
Ö. Hakan Çavuş
Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Kurulan Geçici İş İlişkisinde İş Sağlığı Ve Güvenliği İle
İlgili İşveren Yükümlülükleri …………………………………………………………………...22
Ö. Hakan Çavuş
Türkiye’de Alkol Tüketimi Kuznets Eğrisi Geçerli Mi?............................................................ 34
Uğur Korkut Pata
Türkiye’de Bütçe Açığının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi: Ampirik Bir Analiz….... 42
Mehmet Ela, Uğur Korkut Pata
Arap Bahar’ı Nedir? Arap Bahar’ının Ekonomik Nedenleri……………………………….... 53
Ali Özbek
Yalın Üretim Araçlarının Farklı Sektörlerde Kullanımının İncelenmesi Ve Etkinlik
Değerlendirmesi………………………………………………………………………………….. 71
Engin Çakır, İsmail Öztanır
Dış Ticaret Hadleri, Reel Efektif Döviz Kuru Ve Petrol Fiyatları Arasındaki Nedensellik İlişkisi:
Makine Ve Teçhizat Sanayi Sektörü………………………………………………………...…. 82
Canan Yıldırım, Sevcan Güneş
Yolsuzluk Endeksinin Ticaret Üzerine Etkisi: Çekim Modeli Analizi……………..………... 88
Marina Tan, Sevcan Güneş, Filiz Yeşilyurt
Kamu Harcamaları, Kamu Hizmetleri Memnuniyeti Ve Vergi Gayreti Arasındaki İlişki: Yatay
Kesit Veri Analizi………………………………………………………………………...……… 97
Hüseyin Kutbay
Dünyadaki Çatışma Haberlerinin Küresel Altın Fiyatları Üzerine Etkisinin İncelenmesi…. 107
Sadullah Çelik, Orhan Şanlı
Seçilmiş Ekonomik Göstergelerin Dış Borç Stoku Üzerine Etkileri: Türkiye Üzerine Bir
Nedensellik Analizi………………………………………………………………………………. 122
Orhan Şanlı
Silah Hedef Atama Problemi İçin Yeni Bir Genetik Algoritma Önerisi……………..………. 142
Osman Pala
İşletmelerde Kurumsallaşma Ve Markalaşma Süreci: JANTSA Örneği…………………..... 149
Eftade Tokyüz, Mustafa Doğaner
İşsizlik Enflasyon Ve Büyüme: Türkiye Üzerine Bir Uygulama……………………...……… 172
Fidan Atalay, Osman Peker
Locating Policy Transfer In Turkish Policy Making: The Case Of Fınnacial Aids Granted By
Central Finnace And Contracting Unit In The Province Of Manisa…………….…………... 184
Buğrahan Özer, Aslıhan Özel Özer
vii
Tüketim Ve Belirsizlik İkilemi: Türkiye Örneği………………………………………………. 190
Tuğba Akın, Cansu Dağlıoğlu
Türkiye’de Likidite Kısıtı Uygulamaları Ve Tüketim İlişkisi: Fourier Nedensellik
Yaklaşımı…………………………………………………………………………………………. 200
Tuğba Akın, Cansu Dağlıoğlu
Geçiş Ekonomilerinde Doğrudan Yabancı Yatırımlar, Politik İstikrar Ve Seçilmiş
Makroekonomik Değişkenler Arasındaki İlişki: Panel ARDL Yaklaşımı………..…………. 209
Hatice Küçükkaya, E. Yasemin Bozdağlıoğlu
23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı Seçim Analizi…………………….…………... 217
Abdullah Cihad Erdem
Turizm Fakültesi Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına Yönelik Görüşlerinin
Değerlendirilmesi………………………………………………………………………………… 227
Sema Oğlak, Aziz Bostan, Ahmet Ünlü, Şifa Aybike Baş
Bilgi Ve Teknoloji Toplumundan Süper Akıllı Topluma Dönüşüm Süreci……..…………… 239
Hüseyin Şenkayas, Özden Gürsoy, İbrahim Anıl Okçu, Hatice Başkaya
Faiz Konusuna İslam Hukuku Açısından Farklı Bir Bakış……………………..……………. 253
Yüksel Macit
Ekonomik Büyüme Ve İşgücüne Katılım İlişkisi: PIIGS Ülkeleri Ve Türkiye İçin Bir
Analiz…………………………………………………………………………………….……….. 266
Mehmet Bölükbaş
Döviz Kurlarındaki Gelişmelerin Bütçe Üzerine Etkileri: 1989 Sonrası Türkiye Örneği….. 277
Nilgün Acar Balaylar, Yaşar Uysal
1
TÜKETİCİLERİN SOSYAL MEDYA KULLANIMI VE SOSYAL
MEDYADAN SATIN ALMA VE SATIN ALMA SONRASI
DAVRANIŞLARI: ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK BİR
ARAŞTIRMA
Prof. Dr. Mehmet Marangoz
Duygu Yaman
Özet
İnsanlığın ilk tarihlerinden bugüne alışveriş alışkanlıkları sürekli değişmiştir. Günümüz post modern çağda
da tüketici davranışları çok daha farklılaşmış ve çeşitlenmiştir. Bu farklılaşmanın sonucu olarak günümüzde çok
fazla sayıda kullanıcısı olan sosyal medya araçları ortaya çıkmıştır. Ağızdan ağza pazarlama bir ürün ya da
hizmetin tüketici üzerinde yarattığı etkiyi bizzat tüketici tarafından başkalarına anlatması olarak tanımlanırken,
günümüzde bu durum platformdan platforma pazarlama olarak kullanılmaktadır. İnsanlar artık bir ürün
alacakları zaman ilk olarak internet üzerinden ürün hakkında yapılan yorumları okumaya başlamaktadır.
Çalışmanın amacı; tüketicilerin sosyal medya kullanım durumları ile sosyal medya üzerinden satın alma kararları
ve satın alma sonrasında sosyal medyadaki davranışlarını araştırmaktır. Bu amaç doğrultusunda üniversite
öğrencilerine yönelik nicel veri toplama yöntemlerinden anket yöntemi ile 230 kişiden veriler toplanmış ve elde
edilen veriler istatistiksel olarak analiz edilmiştir. Yapılan çalışma sonucu katılımcıların %97’ sinin sosyal medya
kullandıkları ve sosyal medyada en çok 4-6 saat zaman harcadıkları görülmektedir. Ayrıca katılımcılar en çok
Instagram uygulamasını en az ise blogları kullanmakta, sosyal medyayı en çok haber okumak için kullanmaktadır.
Katılımcıların %66’nın sosyal medya üzerinden alışveriş yaptıkları görülmektedir. Katılımcıların sosyal medya
üzerinden satın alma kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen soruların sonuçlarına göre katılımcılar ürün/hizmet
satın almadan önce yüksek oranda sosyal medya üzerinden araştırma yapmakta ve sosyal medyadaki yorumları
değerlendirmektedir. Diğer yandan katılımcılar sosyal medyanın satın alma kararı işleyiş sürecini karmaşık bir
hale getirdiğini belirtmişlerdir. Satın alma sonrası davranışlarında ise memnuniyetten daha çok memnuniyetsizlik
paylaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Satın Alma Davranışı, Satın Alma Sonrası Davranış
JEL Kodları: M30, O32, O33
CONSUMERS 'USE OF SOCIAL MEDIA AND THE BEHAVIOR OF PURCHASING
AND PURCHASING FROM SOCIAL MEDIA: A RESEARCH ON UNIVERSITY
STUDENTS
Abstract
From the early history of humanity to this day, shopping habits have changed constantly. In today's post-
modern era, consumer behavior is much more differentiated and diversified. As a result of this differentiation,
social media tools, which have many users today, have emerged. While word-of-mouth marketing is defined as the
way that a product or service has an impact on the consumer, it is used today as platform-to-platform marketing.
When people buy a product, they first start reading comments about the product on the internet.
The aim of the study is to investigate consumers ' social media usage situations, their purchasing decisions via
social media, and their behavior on social media after purchasing. For this purpose, data from 230 individuals
were collected from quantitative data collection methods for university students by survey method and the data
obtained were analyzed statistically. The study found that 97% of the participants used social media and spent the
most 4-6 hours on social media. In addition, participants use the Instagram app the most, while blogs the least,
and social media the most to read news. 66% of respondents were shopping on social media. According to the
results of the questions developed to measure participants ' purchasing decisions on social media, participants
conduct a high proportion of social media research before purchasing products/services and evaluate comments
on social media. On the other hand, participants stated that social media complicates the process of purchasing
decision making. In post-purchase behaviors, sharing satisfaction is lower than dissatisfaction sharing.
Keywords: Social Media, Purchasing Behavior, Behavior After Purchasing
JEL Codes: M30, O32, O33
2
1. Giriş
Milenyumun en değerli nimeti önce iş alanında kullanılsa da şimdi girmediği ev kalmayan
bilgisayar ve insanların uyanır uyanmaz ilk günaydın dedikleri cep telefonlarıdır. Baş
döndürücü bir hız ve etki ile hayatımızın vazgeçilmezi haline gelen internet artık bir çoğumuzun
ayrılmaz bir parçasıdır. Tüketiciler eskiden bir mal veya hizmet almak istediğinde tanıdıklarına
o mal hakkında fikrini sorarken artık başkaları ile yüz yüze bir diyaloğa girmeden almayı
düşündüğü mal ve hizmet hakkında sosyal medyadan birçok fikre ve bilgiye ulaşılabilmektedir.
Sosyal medya aracılığı ile neredeyse hemen her şey hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Kurum veya
kuruluşlar kendi markalarına ait sosyal ağ siteleri oluşturarak hedef pazarlarına ulaşmaktadırlar.
Oluşturulan bu sosyal ağ ile kurum kendi markası ile bilgi vermenin yanı sıra ürettikleri ürün
veya hizmet hakkında da bilgiler vermektedir. Tüketiciler için satış sonrası hizmet oldukça
önem taşımaktadır. Kuruluşlar satış öncesi veya satış sonrası hizmetlerini de sosyal medya
üzerinden yapabilmektedirler (Olgun, 2015:485). Tüketiciler de satın alma ve satın alma
sonrasında duygu ve düşüncelerini sosyal medya ortamında paylaşmaktadırlar.
Teknolojik alanlarda yaşanan gelişmeler ile sosyal ağlar üzerinden bilgi alışverişi artmıştır.
Buna bağlı olarak insanların da sosyal medya mecraları üzerinden yapılan yorum ve bilgilere
olan ilgisi gün geçtikçe artmaktadır. Sosyal medya aracılığı ile tüketicilerin ürün ve hizmet
alımlarında bilgi edinmesi çabuk ve kolay bir hale gelmiştir. Bütün bu etkenler sosyal medyayı
yeni bir pazar haline getirmiştir ve bu konu hakkında yapılacak çalışmaların artış göstermesi
beklenmektedir. Bu çalışmanın amacı tüketicilerin sosyal medya kullanım durumları ile sosyal
medyadan satın alma davranışlarını ve satın alma sonrası davranışlarını incelemektir.
2. Sosyal medya kavramı ve temel özellikleri
İnternet teknolojilerinin gelişimi, bu yeniliğin tüm dünyada büyük bir hızla yayılması ve
yapılan yenilikçi girişimler sosyal medya kavramının ortaya çıkmasına büyük bir katkı
sağlamıştır. Tüketiciler bir ürün almayı düşündüklerinde, aldıkları bir üründen memnun
kaldıklarında veya kalmadıklarında bunu diğer tüketiciler ile de paylaşma ihtiyacı
duymaktadırlar. Eskiden ağızdan ağza yapılan bu bilgi alışverişi teknolojinin gelişmesi ile
sosyal medya kanalları aracılığı ile yapılmaya başlanmıştır.
Sosyal medya farklı insanları bir araya getirirken bu insanların algılarına, tutumlarına ve son
davranışlarına etki etmektedir. Online ortamlarda aynı görüşe sahip üyelerle etkileşim
kurmaktan hoşlandıklarından ve sosyal bağ oluşturma ve aidiyet gereksinimlerini karşılamak
istediklerinden online topluluklara katkıda bulunmak, yeni şeyler ortaya çıkarmak ve bu
toplulukların birer üyesi olmak fikrini insanlar memnuniyetle kabul etmiştir. Sosyal medya
insanlara görüşlerini açıklayabileceği, fikir alışverişi yapabileceği, sanal bir ortam
sağlamaktadır. Tüketicilerin sosyal medyada bir ürünle ilgili olarak yaptıkları yorumlar olumlu
ya da olumsuz marka algısı oluşturmakta ve bu yorumlar tüketicilerin kararlarını
etkilemektedir. Eskiden tüketiciler ürünler, hizmetler ve firmalar ile ilgili şikâyetlerini yalnızca
kendi çevresindeki kişilerle paylaşırken, artık internet aracılığıyla daha fazla kişiyle
şikâyetlerini paylaşabilmektedirler ve bu durum birçok tüketicinin satın alma kararını
etkileyebilmektedir (Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014:7).
Sosyal medya gün geçtikçe insanlar arasında yayılan sanal bir ortamdır. Sosyal medya
kullanıcılara enformasyon, düşünce, ilgi ve bilgi paylaşım imkânı tanıyan karşılıklı etkileşim
yaratan, çevrimiçi uygulamalar ve web siteleri için ortak kullanılan bir terimdir. Sosyal medya
sadece kullanım açısından değil özellikleri açısından da birçok unsuru içinde barındırmaktadır.
Sosyal medya kavramını tam anlamıyla anlayabilmek için özelliklerini de bilmek
gerekmektedir. Bu bağlamda sosyal medyanın özellikleri şu şekilde açıklanabilmektedir
(Erdemir, 2017:53) :
3
● Sosyal medya erişilebilir, ölçeklenebilir ve kullanışlı bir teknolojidir: Sosyal medya da
kullanıcıların istek ve talepleri dikkate alınmaktadır. Kullanıcılar isteklerine göre özgürce
paylaşım yapabilmekte ve çift yönlü iletişim kurabilmektedir.
● Sosyal medya bireysel-kitlesel iletişim kurmayı sağlamaktadır: Sosyal medya aracılığıyla
kullanıcılar farklı ülke ya da konumlarda yer alan tanımadıkları diğer kullanıcılarla irtibat
sağlayabilmektedir.
● Sosyal medya derin bir etkileme gücüne sahiptir: Sosyal medyanın kamuoyu yaratma ve
bireyleri etkileme gücü bulunmaktadır. Kullanılan içeriklerle, paylaşılan görsellerle bu etki
arttırılmaya çalışılmaktadır.
Eskiden yüz yüze ve yakın çevre ile yapılan bilgi alışverişleri günümüzde bunu sosyal medya
platformları üzerinden yapılan bilgi alışverişine bırakmıştır. Bilgi verme ve bilgi alma
süreçlerinde kullanılan başlıca sosyal medya araçları bloglar, sosyal ağlar, içerik paylaşım
siteleri, vikiler, podcastler, forumlar ve sosyal işaretleme ve etiketlemelerdir (Marangoz,
2018:415-420)
Sosyal ağlar sayesinde milyonlarca insanın olumlu ya da olumsuz tutumu ölçülebilmektedir.
Bu durumun firmalar için hem avantaj hem de dezavantaj oluşturduğu söylenebilmektedir.
Firmalar ürünleri ile ilgili yapılan yorumlar ve tepkiler karşısında kendilerine yeni bir yol
haritası seçmek durumunda kalmaktadır (Olgun, 2015:489). Çünkü bu yorumlar firmaların
aleyhine ise yıkıcı olabilmektedir.
3. Sosyal medya ve tüketicilerin satın alma davranışlarına etkileri
Sosyal medya olarak adlandırılan platform iki yönlü iletişimi mümkün kılan, tüketicilerin
özgürce duygu ve düşüncelerini paylaştıkları bir alandır. Bir ürün veya hizmet sonucunda
memnun kalan tüketicinin bunu paylaşması kadar memnun kalmayan tüketicinin de diğer
tüketicileri etkilemesi kaçınılmazdır.
Sosyal medya sayesinde insanlar mal veya hizmetler hakkındaki taleplerini, memnuniyet veya
memnuniyetsizlik durumlarını daha fazla dile getirme imkânı bulmaktadırlar. Dolayısıyla, bir
ürün veya hizmeti satın alma sürecinde, sosyal platformlar ve ağlarda satın alma davranışında
bulunacak insanlar yapılan yorum ve deneyimlerden etkilenerek satın alma fikirlerini
değiştirebilmektedirler. İşletmeler ise, sosyal medyayı yakından takip etmesi sonucu kendi mal
veya hizmetleri ile ilgili elde ettiği geri bildirim ve deneyimsel yorumlar sayesinde kendi mal
veya hizmetlerinde yeniliğe ya da iyileştirmeye gitme şansı elde etmektedirler. Sosyal medya
sayesinde firmalar yeni ürettikleri bir ürün veya hizmeti tüketici pazarına sunduklarında her
bilgi oldukça hızlı bir şekilde yayılmakta ve büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bu sebeple
işletmeler sosyal medyayı daha aktif şekilde kullanarak ürün veya hizmetleri hakkında
tüketicileri bilgilendirmektedirler (Sarıtaş ve Karagöz, 2017:360-361).
Tüketiciler sosyal medyayı takip ederek ürüne ve satın alma sürecine dair tüm adımları takip
edebilmekte, yapılan yorumlardan etkilenme ve yaptıkları yorumlarla potansiyel müşterileri
etkileme gücüne sahip olabilmektedir. İnsan rasyonel bir varlıktır. En az harcama ile en yüksek
faydayı elde etmeyi amaçlar. Bu yüzden yaptığı harcamalarda en iyisini, en sağlamını ve en
ekonomik olanı takip eder ve satın alma eğilimi güder. İnsan aynı zamanda çevresinden de
etkilenen sosyal bir varlıktır. Etrafında konuşulanlardan, bir ürün, şirket veya hizmet hakkında
yapılan yorumlardan tecrübe etmese bile çok çabuk etkilenebilmektedir. Yani sosyal medya
üzerinde işletmelerin tek amacı eldeki müşterilerini memnun etmek olmamalı, potansiyel
müşterilerin de duygu ve düşüncelerini dikkate almak olmalıdır.
Sosyal medya platformları üzerinde müşteri kaybetme riski olduğu gibi müşteri kazanma fırsatı
da vardır. Kullandığı üründen veya aldığı hizmetten memnun kalan bir tüketici memnuniyetini
4
sosyal medya platformları üzerinden dile getirebilir. Bu da işletmeler için ilk ağızdan yapılan
ve etkili bir reklama dönüşebilir. Çoğunlukla tüketicilerin satın alma sonrasında iki tür davranışı
ortaya çıkar. Bunlardan ilki satın alma sonrası memnuniyet, diğeri ise satın alma sonrası
memnuniyetsizlik ve değiştirme davranışıdır.
3.1. Satın alma sonrası memnuniyet
Memnuniyet en kısa hali ile sonuçtan hoşnut olma, sonucun hoşa gitme durumudur. Her
rasyonel insan verdiği emek veya para karşılığında kendisini memnun edecek bir sonuç, çıktı
almak ister. Verilen bedel karşılığında memnun olmama durumu gerçekleşir ise müşteri bu
hoşnutsuzluğunu çevreye anlatmaktan çekinmez. İşletmelerin temel amacı devamlılığını
sürdürmek ve kar elde etmektir. Bunu da ancak müşteri memnuniyeti ile sağlayabilir.
Tüketimle ilgili yaşanan olumlu duygular, tüketici memnuniyeti ile ilişkilidir. Hatta
gerçekleşen duyguların yanında, tahmin edilen duygular da tüketici memnuniyetini etkiler.
Tüketicinin duyguları işletme başarısında önemli bir rol oynar (Karakaya, 2017:750).
Tüketicinin memnuniyeti, aldığı hizmet sonrası hissettiği hoşnutluğu etrafında paylaşmasına
sebep olabileceği gibi aksi durumlarda da yani memnuniyetsizlik ve hoşa gitmeme
durumlarında da tüketici duygu ve düşüncelerini çevresiyle paylaşmaktan çekinmeyecektir.
3.2. Satın alma sonrası değiştirme davranışı
Müşteriler aldıkları ürünlerden memnun olmama durumunda aldıkları ürün veya hizmeti
almayı vazgeçecek veya değiştirecek ve bu durumda da memnuniyetsizliklerini sosyal medya
mecralarında ve yakın çevresinde dile getirecektir.
Tüketicilerin algıladığı hizmet performansının düşük olması, hizmeti/şirketi/markayı
değiştirmesine iten bir faktör olmasına rağmen, yeterli bir faktör değildir. Müşterileri muhafaza
etmede değiştirme engelleri önemli ve etkilidir. Eğer değiştirme engelleri yüksekse müşteri
memnuniyeti yüksek olmasa bile işletme müşterilerini tutmaya devam edebilir. Bu durumda
eğer müşteri memnun değilse ilk fırsatta alternatifini bulduğu zaman veya değiştirme engelini
aştığı zaman firmayı değiştirecektir yani ayrılacaktır. Bu nedenle firmaların amacı koşulsuz
müşteri memnuniyetini sağlamak olmalıdır (Marangoz, 2006:112).
Aldığı ürün veya hizmetten memnun kalmayan müşteri bunları çeşitli tepkiler ile ortaya
koyabilir. İlk olarak ürün/hizmet satın aldığı mağazaya memnuniyetsizliğini dile getirebilir ve
bu olumsuzluğun giderilmesini isteyebilir. Bu durumda işletmenin yapması gereken şey, eğer
varsa müşterisinin zararını karşılamak, memnuniyetsizliği dikkate alarak gerekli düzenlemeleri
yapmak olmalıdır. Gerekli tepkiyi alamayan müşteri bunu çevresindeki danışma grubu
üyeleriyle paylaşabilir. Bu ağızdan ağza iletişim ile olumsuz deneyimler diğer kişilere aktarılır
ve bu durum işletmeler için geri dönüşü olmayan olumsuzluklar doğurabilir. Ve son olarak
tüketici ürünle ilgili olumsuz düşüncelerini daha geniş bir çevreye yayacak girişimler
gerçekleştirebilir.
4. Araştırma Yöntemi
4.1. Araştırmanın amacı ve önemi
Araştırmanın amacı, sosyal medya kullanan üniversite öğrencilerinin sosyal medya
kullanımını ve sosyal medyadan satın alma ve satın alma sonrası sosyal medya kulanım
davranışlarını belirlemek ve ortaya koymaktır. Türkiye’de ve dünyada son 3 yılda gerçekleşen
sosyal medya ve internet kullanım durumu Tablo 1’de görülmektedir.
5
Tablo 1. Yıllar itibariyle Türkiye’de ve dünyada internet ve sosyal medya kullanım
durumu
Türkiye (Milyon) Dünya (Milyar)
2016 2017 2018 2016 2017 2018
Toplam Nüfus 79,14 80,02 81,33 7,395 7,524 7,593
Aktif İnternet Kullanıcısı 46,28 48,00 54,33 3,419 3,819 4,021
Aktif Sosyal Medya Kullanıcısı 42,00 48,00 51,00 2,307 3,028 3,196
Mobil Abonelikler 71,03 70,91 59,05 3,790 5,052 5,135
Aktif Mobil Sosyal Medya Kullanıcıları 36,00 42,00 44,00 1,968 2,780 2,958
Kaynak: www.karaman.gsb.gov.tr ‘den uyarlanmıştır (Erişim tarihi: 17.12.2018)
2016 yılında Türkiye’de 46,28 milyon aktif internet kullanıcısı varken 2018 yılında 8,05 milyon
artarak 54,33 milyona çıkmıştır. Bu artış oranı yaklaşık % 16’dır. Dünyadaki artışta yaklaşık
aynı düzeydedir. Aktif sosyal medya kullanımında ise dünyadaki artış (%39) Türkiye’deki
artıştan (%21) daha fazladır. Yıllar itibari ile Türkiye’de ve dünyada nüfus ve sosyal medya ve
internet kullanıcı sayısı istikrarlı bir şekilde artmıştır.
Türkiye genelinde kullanılan sosyal medya kullanım dağılımı ise Tablo 2’de verilmiştir.
Tabloya göre en fazla Instagram uygulaması kullanımında artış görülmektedir. Instagram
kullanımı 2016 yılında %16 iken bu sayı 2018 yılında yaklaşık %30 artarak %46’lara gelmiştir.
Tablo 2. Türkiye’de yıllar itibariyle sosyal medya kullanım dağılımı
Yıllar
2016 (%) 2017 (%) 2018 (%)
Youtube - 57 55
Facebook 32 56 53
Whatsapp 24 40 50
Messenger 20 36 37
Twıtter 17 44 36
Instagram 16 45 46
Google 15 34 31
Lınkedın 13 25 20
Kaynak: www.karaman.gsb.gov.tr ; www.webrazzi.com’dan uyarlanmıştır (Erişim tarihi: 17.12.2018)
Tablo 1. ve Tablo 2’ de görüldüğü gibi yıllar itibari ile internet kullanıcılarının sayısı hem dünya
genelinde hem de Türkiye’de sürekli artmıştır. İnternetin ve sosyal medyanın bu kadar sık ve
her geçen gün daha fazla kullanıldığı günümüzde bu çalışmanın yapılması son derece
önemlidir. Bu sayede kişilerin kullandıkları sosyal medya platformları ve bu platformları ne
amaç için kullandıkları görülebilecektir.
4.2. Anket formunun oluşturulması
Araştırmada verilerin toplanması için anket yöntemi kullanılmıştır. Araştırmada kullanılan
anket dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm demografik özellikleri belirlemeye yönelik
oluşan sorulardan meydana gelmektedir. İkinci bölüm kullanılan sosyal medya araçları,
ortalama kaç saat kullanıldığı ve kullanım amacını saptamaya yöneliktir. Üçüncü bölüm sosyal
6
medya üzerinden satın alma kararlarına ilişkindir. Dördüncü bölüm ise tüketicilerin sosyal
medya üzerinden satın alma sonrası davranışlarını incelemeye yöneliktir.
Anket formunun ikinci kısmında katılımcılara “diğer” seçeneği verilmiş ve şıklarda olmayan
cevapları için bu alanı doldurmaları istenmiştir. Üçüncü ve dördüncü bölüm sorularında 5’li
likert ölçeği kullanılmış ve anketi cevaplayanlardan ''1-kesinlikle katılmıyorum, 2-
katılmıyorum, 3-kararsızım, 4-katılıyorum, 5-kesinlikle katılıyorum'' seçeneklerinden birini
seçmeleri istenmiştir. Anket formunun oluşturulmasında literatürde çeşitli çalışmalardan
yararlanılmış ve araştırmacılar tarafından da yeni çıkarımlar eklenmiştir. Sorular literatürden
derlenerek uyarlanmıştır (Yücel ve Kızkapan, 2016; Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014;
Çağlıyan, Işıklar ve Hassan, 2016). Araştırmada kullanılan ölçeğin araştırılmasında
yararlanılan kaynaklar ve ölçek türleri Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3. Araştırmada kullanılan değişkenleri oluşturan kaynaklar
Değişken Yazar/Yazarlar Ölçek Türü
Sosyal medyada satın alımdan önce
araştırma yapma durumu
Yücel ve Kızkapan, 2016 5’li likert ölçek
Sosyal medyada tüketici kararları Toksarı, Mürütsoy ve Bayraktar, 2014 5’li likert ölçek
Sosyal medyada satın alım sonrası tüketici
davranışları
Çağlıyan, Işıklar ve Hassan, 2016 5’li likert ölçek
Anket formunda verilen sorular SPSS programında geçerlilik ve güvenilirlik analizine tâbi
tutulmuştur. 27. soruda yer alan “satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalsam da bunu sosyal
medyada paylaşmam” ifadesi güvenilirliği düşürdüğü için anketten çıkarılmıştır. 27. sorunun
anketten çıkarılmasından sonra çalışmanın güvenilirlik analizi 0,776 olarak belirlenmiştir.
Literatürde güvenilirlik katsayısı %70 düzeyinde kabul edilebilir görüşü hakimdir (İlhan, Çetin,
2014:36). Bu bağlamda araştırmada kullanılan ölçeklerin güvenilirliğinin yüksek olduğu ve
dolayısıyla ifadeler arasındaki içsel tutarlılığın sağlandığı görülmektedir. Bu da çalışmanın
uygulanabilir olduğunu göstermektedir.
4.3. Ana kütle ve örneklem
Araştırmanın ana kütlesini Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi'nde bulunan yaklaşık 6000 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırma üniversitenin İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümü öğrencilerine yapılmıştır. Örneklem yöntemi olarak,
araştırma için ayrılan kaynakların ve zamanın sınırlı olmasından dolayı tesadüfi olmayan
örnekleme yöntemlerinden kolayda örneklem yöntemi kullanılmıştır. Ankete katılmaya gönüllü
olan öğrenciler için toplam 250 anket dağıtılmış ve bunlardan hatalı ve eksik doldurulanlar
örneklem dışı bırakılmıştır. Doğru ve tam olarak doldurulan 230 anket değerlendirmeye
alınmıştır. Anketler 03.10.2018- 06.10.2018 tarihleri arasında yapılmıştır.
4.4. Araştırma bulgularının değerlendirilmesi
Aşağıda araştırmaya katılanların demografik özelliklerine ilişkin ve araştırma amacına
uygun olarak oluşturulan ve uygulanan soruların analizleri ve sonuçları verilmektedir.
7
Tablo 4. Demografik özellikler ve sosyal medya kullanım durumu
Demografik özellikler n %
1.Cinsiyet
Kadın 119 51,7
Erkek 111 48,1
Toplam 230
2.Yaş
18-19 28 12,2
20-21 90 39,1
22-23 75 32,6
24 ve üstü 37 16,1
Toplam 230
3.Ailenin aylık geliri
0-1500 19 8,3
1501-2500 89 38,7
2501-3500 69 30,0
3501 ve üzeri 53 23,0
Toplam 230
4.Sizin aylık harcamanız
500 ve altı 55 23,9
501-1000 119 51,7
1001-2000 46 20,0
2000 ve üzeri 10 4,3
Toplam 230
5.Sosyal medya kullanım durumu
Evet 223 97,0
Hayır 7 2,6
Toplam 230
6.Sosyal medyada ortalama geçirilen vakit
1 saatten az 19 8,3
1-3 saat 85 37,0
4-6 saat 100 43,5
7-10 saat 21 9,1
11 saat ve üzeri 2 0,9
Kayıp 3 1,4
Toplam 230
Araştırmaya katılan katılımcıların %51’i kadın %48’i erkektir. Katılımcıların yaş ortalaması
20-23 arasındır. Katılımcıların %97’ si aktif olarak sosyal medya kullandığını belirtirken %2 si
ise sosyal medya kullanmadığını söylemiştir. Katılımcıların sosyal medyada en çok 4-6 saat
arası zaman geçirdikleri görülmektedir.
Anket formunun 7. sorusu “kullandığınız sosyal medya araçlarını kullanım sıklığına göre
sıralayınız’’ dır. Katılımcılar bu sorunun cevaplarında 1-en sık kullanırım 8-en az kullanırım
şeklinde değerlendirme yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 5’de görülmektedir. Araştırmaya
katılanların birden fazla sosyal medya aracı kullandığı dikkate alındığında genel toplam
230’dan fazla çıkmaktadır.
8
Tablo 5. Kullanılan sosyal medya araçları ve kullanım sıklıkları
Araçlar Toplam 1 2 3 4 5 6 7 8 Arit.
Ort. n n n n n n n n
Facebook 153 13 20 40 31 22 7 15 5 3,88
Twıtter 147 16 10 27 37 16 15 14 12 4,27
Youtube 175 23 20 52 42 20 2 8 8 3,53
Whatsapp 200 85 69 23 11 5 2 5 2,07
Instagram 191 83 65 25 9 5 2 1 1 1,96
Forumlar 114 3 6 9 26 36 25 9 5,72
Bloglar 118 3 4 12 24 38 22 15 5,83
Diğer* 57 1 3 2 3 3 7 38 7,10
*Para uygulamaları, Gandom, ekonomi uygulamaları, Twic, Lınkedin, film-haber siteleri vb.
En sık kullanılan sosyal medya uygulaması Instagram iken bunu Whatsapp ve Youtube takip
etmektedir. En az kullanılan sosyal medya uygulamasının ise bloglar ve forumlar olduğu
görülmüştür.
Anket formunun 8. sorusu “sosyal medya kullanım amacınızı önem derecesine göre
sıralayınız’’ dır ve katılımcılar bu soruya 1-en önemli kullanırım, 8-en az önemli kullanırım
şeklinde değerlendirme yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 6’da görülmektedir.
Tablo 6. Sosyal medya kullanım amacı
Amaç Toplam 1 2 3 4 5 6 7 8 Arit.
Ort. n n n n n n n n
Araştırma Yapmak 170 38 41 31 25 19 10 3 3 3,01
Haberleri Okumak 189 80 41 20 22 15 4 1 6 2,45
Arkadaşlarımı Takip Etmek 184 63 31 31 17 18 15 4 5 2,90
Alışveriş Yapmak 155 8 22 28 30 29 24 8 6 4,18
Paylaşımlarda Bulunmak 166 20 34 36 26 21 13 8 8 3,63
Arkadaş Bulmak 130 3 4 6 21 11 25 41 19 5,82
Ürünler Hakkında Bilgi Edinmek 147 2 10 24 14 24 27 39 7 5,17
Diğer* 52 1 1 4 8 38 7,46
*Para kazanmak, vakit geçirmek vb.
Tabloya göre, katılımcıların sosyal medyayı en önemli kullanım amacının haberleri okumak ve
arkadaşlarını takip etmek, en az önemli nedeni ise arkadaş bulmaktır.
Anket formunun 9. sorusu “bugüne kadar hangi alan/alanlarda alışveriş yaptınız’’ dır.
Katılımcılardan seçenekleri işaretlemeleri istenmiştir. Buna ilişkin veriler Tablo 7’de
görülmektedir.
9
Tablo 7. Alışveriş yapılan alanlar
Alışveriş Yapılan Alanlar n %
Sadece Fiziksel Mağaza 37 %16,0
Sadece İnternet 7 %3,0
Sadece Sosyal Medya 2 %0,9
Hem Fiziksel Mağaza Hem İnternet 111 %48,1
Hem Fiziksel Mağaza Hem Sosyal Medya 31 %13,4
Hepsi 58 %25,1
Katılımcıların yaklaşık yarısının hem fiziksel mağaza hem de internet ortamını alışveriş için
kullandığı görülmektedir.
Anket formunun 10. sorusu ‘‘sosyal medya üzerinden hiç alışveriş yaptınız mı’’ dır.
Katılımcıların %66,7’sinin yaptığı %32’sinin ise yapmadığı görülmüştür.
Anket formunun 11. sorusu ‘‘alışverişinizde hangi sosyal medya/medyaları kullanıyorsunuz”
dur. Katılımcılar bu soruya 1-en çok kullanılan, 5-en az kullanılan şeklinde değerlendirme
yapmıştır. Buna ilişkin veriler Tablo 8’de görülmektedir.
Tablo 8. Alışverişte kullanılan sosyal medyalar
Sosyal medya araçları Toplam 1 2 3 4 5 Arit.
Ort.
n n n n n
Bloglar 74 23 14 12 18 7 2,62
Instagram 124 73 34 10 6 1 1,61
Youtube 58 5 16 17 13 7 3,01
Facebook 63 15 18 10 9 10 2,77
Diğer* 39 13 3 4 5 14 3,10
*n11, Letgo, Trendyol, Teknosa, Amazon, Gittigidiyor, alışveriş siteleri, marka alışveriş siteleri vb.
Sosyal medya üzerinden alışveriş yapan katılımcılara yöneltilen en sık hangi sosyal medya
üzerinden alışveriş yapıyorsunuz sorusuna katılımcıların büyük çoğunluğu Instagram cevabını
vermişlerdir.
Anket formunun üçüncü bölümü tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alım kararlarını
araştırmaya yönelik 13 sorudan oluşmaktadır. İlgili sorunun analizi Tablo 9‘da verilmiştir.
10
Tablo 9. Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma kararları
Satın alma kararları Toplam 1 2 3 4 5 Arit.
Ort. n n n n n
12-Ürün /hizmet satın almadan önce sosyal medyada
araştırma yaparım
227
11
14
29
72
101
4,04
13-Ürün/hizmet satın almadan önce sosyal medyadaki
yorumları değerlendiririm
227
10
12
22
77
106
4,13
14-İşletmelerin sosyal medya araçlarındaki paylaşımlarını
takip ederim
227
18
27
56
67
59
3,53
15-İşletmelerin ürün/hizmetleri hakkında başkalarının sosyal
medya araçlarındaki paylaşımları dikkatimi çeker
227
21
25
72
69
40
3,36
16-Sosyal medya araçlarında gördüğüm reklamlar dikkatimi
çeker
227
27
29
87
59
25
3,11
17-Satın almak istediğim ürün/hizmetle ilgili sosyal medya
siteleri aracılığıyla yeterli bilgi sahibi olurum
227
18
31
77
70
31
3,28
18-Sosyal medya ürün/hizmet satın alma konusunda
tüketicileri harekete geçiren bir güçtür
227
7
21
59
76
64
3,74
19-Sosyal medya ürün/hizmet satın alma ya da almama kararı
noktasında tüketicileri etkiler
227
7
19
54
95
52
3,73
20-Sosyal medyadaki reklamlar, blog yazıları, Facebook
sayfaları ve kullanıcı yorumları yeni
markalar/ürünler/servisler deneme konusunda tüketicileri
olumlu yönde etkiler
227
4
32
76
82
33
3,47
21-Bir ürün/ hizmetle ilgili sosyal medyadaki yorumları
okuduktan sonra o ürün/hizmeti almayı düşünürüm
227
9
39
87
77
15
3,22
22-Sosyal medya, tüketicilerin birbirleriyle ve işletmelerle
iletişim kurabilmelerinde etkili, güçlü ve hızlı bir ortam
sağlar
227
4
24
62
91
46
3,66
23-Ürün/hizmetlerle ilgili sosyal medyada yer alan bilgiler
geleneksel medyadaki bilgilere göre daha güvenilirdir
227
23
54
86
46
18
2,92
24-Sosyal medya tüketicilerin satın alma kararını daha da
karmaşık hale getirir
227
17
39
75
60
36
3,25
Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen
soruların sonuçlarına göre katılımcılar yüksek oranda ürün/hizmet satın almadan önce sosyal
medyada araştırma yapmakta ve sosyal medyadaki yorumları değerlendirmektedir. Ayrıca
katılımcılar işletmelerin sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımları takip etmektedir.
Katılımcılar sosyal medyanın kişileri alışverişe yönelten bir güç olduğunu belirtmiş diğer
yandan sosyal medya üzerindeki reklamlar, kullanıcı yorumları ve blog yazılarının yeni
piyasaya çıkan ürünler ve hizmetleri deneme konusunda tüketicileri olumlu yönde
11
yönlendirdiğini belirtmişlerdir. Katılımcılar sosyal medyanın tüketicilerin birbirleri ve
işletmeler ile iletişim kurmada köprü görevi gördüğünü belirtmişlerdir.
Anket formunun dördüncü bölümü tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alım sonrası
kararlarını araştırmaya yönelik 6 sorudan oluşmaktadır. İlgili sorunun analizi Tablo 10’da
verilmiştir.
Tablo 10. Satın alma sonrası kararlar
Satın alma sonrası kararlar Toplam 1 2 3 4 5 Arit.
Ort. n n n n n
25-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalırsam
sosyal medyada paylaşırım ve diğer kullanıcılara o
ürünü almalarını tavsiye ederim
227
37
43
51
67
29
3,03
26-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam
sosyal medyada paylaşırım ve diğer kullanıcılara o
ürünü almamalarını tavsiye ederim
227
22
30
53
73
49
3,42
28-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam
bunu sosyal medyadaki şirket sayfalarında paylaşırım
227
27
53
52
52
43
3,13
29-Satın aldığım ürün /hizmetten memnun kalmazsam
bunu sosyal medyada paylaşırım ve o ürün /hizmeti bir
daha satın almam
227
19
34
54
68
52
3,44
30-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalmazsam
bunu sosyal medyada paylaşmam ve o ürün/hizmeti bir
daha satın almam
227
28
44
42
56
57
3,30
31-Satın aldığım ürün/hizmetten memnun kalırsam
bunu sosyal medyadaki şirket sayfalarında paylaşırım
226
42
45
66
43
30
2,88
Tüketicilerin sosyal medya üzerinden satın alma sonrası kararlarını ölçmeye yönelik geliştirilen
soruların sonuçlarına göre katılımcılar aldıkları bir ürün/hizmetten memnun kalmamaları
durumunda bunu diğer kullanıcılar ile paylaşacaklarını ve o ürün/hizmeti bir daha satın
almayacaklarını belirtmişlerdir. Ürün ve hizmetten memnun kalınması durumunda bu
memnuniyetin paylaşılma durumu memnuniyetsizliğin paylaşılması durumundan daha
düşüktür. Kısacası katılımcıların olumsuz bir durum karşısında hoşnutsuzluklarını
paylaşmaktan çekinmedikleri görülmektedir.
5. Sonuç ve öneriler
Araştırma sonuçlarına göre katılımcılar yüksek oranda alışveriş yapmadan önce sosyal
medya üzerinden araştırma yapmakta ve sosyal medya üzerinde ürün/hizmet hakkında
yorumları değerlendirmektedir. Araştırmada katılımcıların, işletmelerin sosyal medya
üzerindeki paylaşımlarını takip ettiği anlaşılmıştır. Katılımcılar sosyal medyanın kişileri satın
almaya yönlendiren bir güç olduğunu düşünmekte ve sosyal medyanın alışveriş kararında
tüketiciyi etkilediğine inanmaktadır. Katılımcılar sosyal medya üzerinden yapılan yorumların
ve paylaşımların tüketicileri alışverişe yönelten olumlu bir güç olduğunu ve sosyal medyanın
işletmeler ve tüketiciler arasındaki iletişimi sağladığını düşünmektedir.
Satın alma sonrası kararların ölçülmesi kısmında katılımcılar aldıkları üründen memnun
kalmaları veya kalmamaları durumunda bunu çevresi ile paylaşacağını ve memnun kalmama
durumunda ürünü bir daha satın almayacaklarını belirtmişlerdir. Diğer yandan memnuniyetin
paylaşılma imkânı düşükken memnuniyetsizliği paylaşma durumunun yüksek seviyelerde
12
olduğu ve kötü bir durum karşısında kullanıcıların hoşnutsuzluklarını paylaşmaktan
çekinmedikleri anlaşılmaktadır.
Yapılan çalışmadan anlaşılacağı üzere sosyal medya kullanımı üniversite öğrencileri arasında
son derece yaygındır. Öğrencilerin fiziksel ortamın yanı sıra internet üzerinden de alışveriş
yaptıkları görülmektedir. En sık kullanılan ve en çok alışveriş yapılan sosyal medya
uygulamasının ise Instagram olduğu görülmektedir. Ayrıca çevrelerinde yapılan bilgi alışverişi
ve sosyal medya üzerinden yapılan ürün/hizmet paylaşımlarının dikkatlerini çektiklerini
belirtmişlerdir.
Bu çalışmada görüldüğü üzere öğrenciler aktif olarak sosyal medya uygulamalarını
kullanmakta, çevrelerini etkilemekte ve çevrelerinden etkilenmektedir. İşletmelerin bu veriler
ışığında yaptıkları paylaşımlarını ve tanıtımlarını geniş çapta yapmaları ve bunu daha sık tercih
edilen ve kullanılan Instagram uygulamasından yapmaları yararlı olacaktır. Aynı zamanda
memnuniyet veya memnuniyetsizlik durumunda bunun tek bir kişi ile sınırlı kalmayacağını
çünkü öğrencilerin memnuniyet ve memnuniyetsizlik gibi durumlarda yorumlarını çevreleri ile
paylaştığını gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Çalışmanın sınırlılıkları Muğla ili İ.İ.B.F. öğrencilerine yönelik olarak belirlenmiştir. Gelecekte
yapılan çalışmalarda bu sınırlılık kaldırılarak farklı şehirlerde ve farklı eğitim ve demografik
özelliklere sahip bireylere yönelik yapılabilir. Sosyal medya kavramı geniş bir alanı
kapsamaktadır. Çalışmada öğrencilerin sosyal medya kullanımı ve sonrası davranışları
ölçülmüştür. İleride yapılacak olan çalışmalarda sosyal medya kavramı farklı boyutlarda ele
alınarak literatür zenginleştirilebilir.
Kaynakça
Çağlıyan V, Işıklar E.Z, Hassan A,S (2016) “Üniversite Öğrencilerinin Satın Alma
Davranışlarında Sosyal Medya Reklamlarının Etkisi: Selçuk Üniversitesinde Bir Araştırma”
Selçuk Üniversitesi Sosyal ve Teknik Araştırmalar Dergisi, 11, s.4
Erdemir N (2017) “Tutundurma Karması Mecrası Olarak Sosyal Medya: Tüketici Satın Alma
Davranış Sürecindeki Yeri”, Yüksek Lisans Tezi, Dış Ticaret Enstitüsü, İstanbul, s.53
İlhan , M., Çetin, B., (2014) “Sınıf Değerlendirme Atmosferi Ölçeği’nin (SDAÖ)
Geliştirilmesi: Geçerlilik Ve Güvenirlik Çalışması”, Eğitim ve Bilim, 39/176, s.36
Karakaya E (2017) “Müşteri Duyguları ile Müşteri Memnuniyeti, Sadakati ve Satın Alma
Sonrası Kolaylık Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi: Yüksekokul Öğrencileri İle
Gerçekleştirilen Bir Saha Çalışması”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 10/50, s.750
Karaman(2018)http://karaman.gsb.gov.tr/Public/Edit/images/IM/47/Sosyal%20Medya%20ve
%20%C4%B0nternet%20Kullan%C4%B1m%20Raporu.pdf , (17.12.2018)
Marangoz, M. (2018) “İnternette Pazarlama”, 2. Baskı, İstanbul: Beta.
Marangoz, M.(2006) “Tüketicilerin Marka Fonksiyonu Algılamaları İle Satın Alma Sonrası
Davranışları Arasındaki İlişki” , Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi,
21/2, s.112
Olgun, B( 2015) “Sosyal Medyanın Tüketici Satın Alma Davranışları Üzerine Etkisi”,
Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, 12, s.485-489
Sarıtaş A, Karagöz Ş (2017) “Sosyal Medya Kullanımının Tüketici Davranışlarına Etkisi:
Üniversite Öğrencileri Örneği”, Dergi Park, 6/17, s.360-361
13
Toksarı M, Mürütsoy M, Bayraktar M (2014) “Tüketici Algılarını Etkileyen Faktörlerde Sosyal
Medyanın Rolü: Niğde Üniversitesi İ.İ.B.F. Örneği”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 7/4, s.7
Webrazzi (2014) https://webrazzi.com/2014/05/02/genc-profesyonellerin-gun-icerisinde-
mobilden-sosyal-medya-kullanimi-infografik/ , (17.12.2018)
Yücel N, Kızkapan L (2016) “Sosyal Medyanın Tüketici Satın Alma Karar Sürecine Etkisi:
Elazığ İli Örneği”, International Journal of Social Science, 53
14
Destekten Yoksun Kalma Tazminatı Davalarında Çocuğun Durumu
Doç. Dr. Ö. Hakan ÇAVUŞ
Manisa Celal Bayar Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümü
Özet
Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen bir kişinin yaşarken destek verdiği kişilerin aldığı desteğin ölüm
sebebiyle ortadan kalkması neticesinde destek alanların uğradıkları zarardır. Destekten yoksun kalma tazminatı,
ölenin destek verdiği kişilerin hayatlarının ölüm nedeniyle kötüleşmemesi için kabul edilmiş bir maddi tazminat
davası türüdür. Destekten yoksun kalma tazminatında yer alan destek kavramı, desteğin çalışması sonucu elde
ettiği kazancından desteklenenlere ayrılan paydır. Destekleyen ise yardıma muhtaç desteklenene düzenli olarak
bakan kimsedir. Desteklenenler ise ölenin eşi, çocukları, anne ve babası dışında ölenden fiilen destek alan
herhangibir kişi olabilmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatı davasının açılabilmesi için; hukuka aykırı bir
fiilin bulunması, desteğin ölmüş olması, destek ilişkisinin sürekli olması va bakılma unsurlarının bir arada olması
gerekmektedir. Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu
hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. İşkazası ve meslek hastalığı nedeniyle ölen
sigortalının anne-babasına belli koşullar altında Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından ölüm geliri
bağlanabilmektedir. Anne-babaya bağlanacak ölüm geliri ile destekten yoksun kalma tazminatı hem mevzuat hem
de kapsam olarak birbirinden farklı kavramlar olmasına rağmen ölüm geliri bağlanan anne-babanın destekten
yoksun kalma tazminatına hak kazanamayacakları yönünde Yargıtay karar vermekteydi. Ancak bu durum
değişmiştir. Yargıtay İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2018 yılında verdiği karar ile anne-babanın,
çocuğunun haksız fiil ve/veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma tazminatı
davalarında, desteklik ilişkisinin varlığının ispatı için Sosyal Güvenlik Kurumundan gelir bağlanması şartının
aranmayacağı, destekten yoksun kalma tazminatı davalarında çocukların anne-babaya destek olduklarının karine
olarak kabulünün gerektiğine karar vermiştir.
Çalışmamızda destekten yoksun kalma tazminatı davaları, değişen içtihat kapsamında
değerlendirilmiştir.
AnahtarKelimeler: Destekten yoksun kalma tazminatı, işkazası, meslek hastalığı, Borçlar Kanunu, Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu
JEL Kodları: K19, K31, H55
The Status of The Child in Actions for Compensation Loss of Support
Abstract
Compensation for loss of support is the damages incurred by those supported in consequence of the cease
of the support that was used to be provided by the deceased while living. An action for compensation for loss of
support is a type of action for pecuniary damages which is adopted for preventing deterioration in the life of the
persons who used to be supported by the deceased. In the context of compensation for loss of support, the concept
of “support” is the share allocated to those supported out of the earnings gained through working by the person,
who provides such support. The supporter is the person who regularly looks after those supported who are in need
of help. Those who are supported may be any person who used to actually receive support from the deceased,
besides his/her spouse, children, mother and father. In order to file an action for compensation for loss of support,
the following elements should all be present: there should be an unlawful act, the supporter should be dead, there
should be a continuous relationship of support and there should be a state of being looked after. Damages arising
from loss of support and physical damages are calculated as per provisions of the Turkish Code of Obligations no.
6098 and the principles of the liability law. The parents of an insured person who has died due to an occupational
accident and occupational disease may be put on a death benefit by the Social Security Institution under certain
conditions. The death benefit to be granted to the parents and the compensation for loss of damage are concepts
different from each other in terms of both the legislation applicable to those concepts and their scope, however the
Appeal Court used to pass decisions ruling that parents to whom death benefit is granted cannot be entitled to
compensation for loss of support. However, this situation has changed now. As per the decision passed by the
Appeal Court’s Grand General Assembly for Unification of Decisions in 2018, it has been ruled that, in the actions
for compensation for loss of support initiated by the parents due to death of their child in consequence of tort
and/or breach of contract, it will no more be sought as a requirement that a benefit has been put on the parents by
the Social Security Institution in order to prove the relationship of support and, in actions for compensation for
loss of support, it should be accepted as a presumption that the child used to support the parents.
In our study, actions for compensation for loss of damage has been analysed within the scope of the
changing case law.
15
Keywords : Compensation loss of support, workplace accident, occupational disease, Turkish Code of Obligations,
Social Insurance and General Health Insurance Law
JEL Codes : K19, K31, H55
1.Giriş
Destekten yoksun kalma tazminatı, hukuka aykırı bir fiil nedeniyle destek niteliğini
taşıyan kişinin ölmesi nedeniyle desteğin bakım ve yardımından yararlanan kişilerin talep
edebileceği özel bir tazminat türüdür. Bu durumda hukuka aykırı fiil sonucunda yansıma zarara
uğrayan kişilerin tazminat talebinde bulunamayacağına yönelik genel hukuk kurala kanun
koyucu tarafından bir istisna getirilmiştir (Oğuzman ve Öz, 2014:110. Destekten yoksun kalma
tazminatı talep edebilmek için ölen kişiden yaşarken maddi destek alınıyor olması şarttır
(Karahasan, 2003:409).
Destek niteliğini taşıyan kişinin ölümü nedeniyle ölen desteğin yaşarken destek verdiği
herhangibir kimse veya kimseler tazminat talep edebilir. Destekten yoksun kalma tazminatı
talebi, zarar görenin şahsında asli olarak doğduğu için hem mirasçılık sıfatıyla hem de
mirasçılık sıfatı ile bağlantılı değildir (Antalya, 2018:474). Ölenden destek alan kişi, ölenin;
annesi, babası, nişanlısı, amcası, dayısı vb. gibi herhangi bir yakını olabilir. Ancak destekten
yoksun kalma tazminatı talep edebilmek için ölen kişiden yaşarken destek alındığının
ispatlanması gerekir. Hayatın olağan akışına göre anne-baba çocuklarına, çocuklar anne-
babalarına, eşler birbirlerine yaşarken destekte bulunurlar (Koçoğlu, 2017:203). Bu şahısların
yaşarken birbirlerine destekte bulundukları genel olarak kabul edildiğinden bu kişilerin
desteklik ilişkisini ispatlanmalarına gerek yoktur. Uygulamada ve Yargıtay kararlarında uzun
yıllardan beri destekliğin yalnızca parasal olmayacağı, yardım ve hizmet ederek de, gözetip
kollayarak da destek olunabileceği benimsenmiştir (Çelik, 2016:54). 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre, destekten yoksun kalma tazminatının, “Haksız
Fiiller ve Sözleşme Dışı Kusursuz Sorumluluk Halleri”, “Sözleşmeden Doğan Sorumluluk Halleri”
ve “Vekaletsiz İş Görmeden Doğan Sorumluluk Halleri” olmak üzere üç kaynağı bulunmaktadır
(Kılıçoğlu, 2019:267)
Destekten yoksun kalma tazminatı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53. ve 55.
maddelerinde düzenlenmiştir. Bu tazminata konu zarar, doğrudan zarar olmayıp yansıma
yoluyla uğranılan bir zarar olarak nitelendirildiği için farklı özellik taşımaktadır. Sorumluluk
hukukunda; prensip olarak, doğrudan maruz kalınan zararlar tazmin edilmekte ise de destekten
yoksun kalma tazminatı bu prensibin istisnasını oluşturmaktadır (Tekinay vd.1993:849-850).
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53.maddesinde, ölüm halinde uğranılan zararlar arasında
ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar düzenlenmiştir.
Gerçekten de bir kişinin ölümü sonucu ölen kişinin bakıp gözetmekte olduğu kişiler haksız fiil
sonucu ölen kişinin desteğine desteğin ölümü nedeniyle sahip olamadıkları için bir zarara
uğrarlar. Bu zarar yansıma zarar olarak nitelendirilmektedir. Yansıma yoluyla ortaya çıkan
zarar, destek görenin malvarlığında, destek verenin haksız fiil nedeniyle ölmesi nedeniyle
meydana gelmiştir ve bu yansıma zararın konusunu oluşturur. Zarara neden olan bu desteklik
ilişkisi içinde zarar verici olay nedeniyle ölen kişinin desteğinden yoksun kalan veya kalacak
olan kişilerin zarar verene karşı destekten yoksun kalma tazminatı talep hakkı doğmaktadır
(Koçoğlu, 2017:202). Destekten yoksun kalma tazminatı, ölen kişinin şahsından da bağımsızdır
(Kocabaş, 2014:3-4). Tazminat talebini değerlendiren hâkim, amaca uygun olarak yapılacak
sınırlayıcı yorum yoluyla “destek” ve “destek gören” sıfatlarının kime/kimlere ait olduğunu
belirleyerek olayları değerlendirmelidir
16
2. Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Yasal Dayanakları
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’na (TBK) göre, destekten yoksun kalma tazminatının
“haksız fiiller ve sözleşme dışı kusursuz sorumluluk halleri”, “sözleşmeden doğan sorumluluk
halleri” ve “vekaletsiz iş görmeden doğan sorumluluk halleri” olmak üzere üç hukuki kaynağı
bulunmaktadır (Tekinay vd. 1985:847)
3.1. Haksız Fiil ve Sözleşme Dışı Kusursuz Sorumluluk Halleri
Bir şahsın diğer bir şahsa karşı hukuka aykırı ve zarar verici fiili haksız fiil olarak
tanımlanmaktadır (Karakılıç, 2017:121). Destekten yoksun kalma tazminatı, haksız fiilden
doğan bir tazminat türü olarak TBK 53. ve 55. maddelerinde düzenlenmiş bir tazminat türüdür.
Haksız fiilin bir başkası tarafından işlenmesi halinde de sorumluluk sözkonusudur.
TBK’nın; 66. maddesinde düzenlenen “adam çalıştıranın sorumluluğu”, 67. maddesinde
düzenlenen “hayvan bulunduranın sorumluluğu” ve 69. maddesinde düzenlenen “”yapı
malikinin sorumluluğu” sözleşme dışı kusursuz sorumluluk hallerinden bazılarıdır. Bu
durumlarda, sorumlunun kusuru aranmaz ve destekten yoksun kalma tazminatını ödemekle
yükümlü olur (Gökyayla, 2004:38). Uygulamada Karayolları Trafik Kanunu’nun 85. maddesi
kapsamında trafik kazası sonucu ölenin yakınlarının işletene karşı veya TBK’nın 66. maddesi
kapsamında işkazası nedeniyle ölüm meydana geldiğinde işverene karşı destekten yoksun
kalma tazminatı davaları açılmaktadır.
3.2. Sözleşmeden Doğan Özel Sorumluluk Halleri
Sözleşmeden doğan sorumluluk halleri çeşitli özel kanunlarda düzenlenmiştir. 6102
sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 914/1-2 maddesinde düzenlenen “taşıyıcının sorumluluğu”
ayrıca TBK’nın.417/3. maddesindeki “işçinin kişiliğinin korunmasına” yönelik düzenleme kapsamında
sözleşmeden doğan özel sorumluluk hallerine yönelik düzenlemelerdir. Türk Hukukunda işverenin
sorumluluğu, haksız fiil esasına değil sözleşmeye dayandırılmaktadır. İşverenin, iş sağlığı ve
güvenliği tedbirlerini almaması ve dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal etmesi nedeniyle
meydana gelen iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen işçinin desteğinden yoksun
kalanların destekten yoksun kalma tazminatı talepleri borca aykırılık temeline dayanmaktadır (
Gökyayla, 2004:84)
3.3. Vekaletsiz İş Görmeden Doğan Sorumluluk Halleri
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 526. ile 531. maddeleri arasında düzenlenen
vekaletsiz iş görme, vekaleti olmayan bir kimsenin bir başkasının işini görmesi olarak
tanımlanabilir (Zevkliler ve Gökyayla, 2019:630). Vekaletsiz işgören de zarardan sorumlu
tutulabilir ve kendisine karşı TBK’nın 53/3. maddesi kapsamında destekten yoksun kalma
tazminatı talebinde bulunulabilir. Örneğin, bilinci kapalı bir hastaya, hekimin tıp biliminin
kuralları çerçevesinde yapacağı müdahale TBK’nın 526. ve 527. maddelerine göre vekaletsiz iş
görme olarak değerlendirilir ve hukuka uygundur (Şatır, 2015:21).
4.Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Koşulları
4.1.Desteğin Ölümü
Destekten yoksun kalma tazminatı için kural olarak ölüme neden olan hukuka aykırı bir
fiili bulunmalıdır. En geniş tanımıyla hukuka aykırılık fiilin yapıldığı anda tüm hukuk
kurallarına, yönetmelik, tüzük ve talimatlara, örf ve adetlere, iyi niyet kurallarına veya
bunlardan herhangi birine aykırılık olarak tanımlanabilmektedir (Karakılıç,2017:238) Hukuka
aykırılıktan söz edebilmek için başkalarına zarar vermeyi yasaklayan veya kaçınmayı emreden
davranış kurallarının ihlal edilmiş olması gerekmektedir. Bu şekilde hukuka aykırı olarak
başkasının ölümüne sebep olan kimse, bu fiil sebebiyle destekten yoksun kalanların zararını
karşılamakla sorumludur. Eğer olayda bir hukuka uygunluk durumu varsa bu durumda
17
destekten yoksun kalma tazminatı talep edilemeyecektir. (Narter, 2014:5).Destekten yoksun
kalma tazminatına hükmedilebilmesi için desteğin ölmüş olması şarttır. Bu durum sadece
gerçek kişilerin ölmesi durumunda söz konusu olacaktır. Herhangibir tüzel kişilikte tüzel
kişiliğin hukuken son bulmasını ifade eden fesih ve tasfiye işlemi gerçekleşse de tüzel kişi
destekten yoksun kalma tazminatına konu olamaz (Kocabaş, 2014:94). Kişi ister gelir elde etsin
ister geliri bulunmayıp yardım ve hizmet etmek suretiyle destekte bulunan bir kişi olsun, destek
görenlerin bu tazminatı talep edebilmesi için ölüm olayının meydana gelmesi şarttır (Kılıçoğlu,
2019:176). Desteğin ölmesi dışında çalışma gücünü kaybetmesi destekten yoksun kalma
tazminatının konusu içinde yer almamaktadır. Ölümün hemen gerçekleşmesi şart değildir. Kaza
sonucu yaralanıp bir süre sonra kaza etkisiyle desteğin ölmesi de tazminat talebi için yeterlidir.
Gaiplik durumunda ya da kişinin ölmüş sayıldığı durumlarda da destekten yoksun kalma
tazminatına hükmedilecektir. Kısacası destekten yoksun kalma tazminatına desteğin öldüğü
veya ölmüş sayıldığı durumlarda hükmedilebilir (Kanbur, 2000:30).
4.2. Fiil ile Zarar Arasında Uygun İlliyet Bağının Bulunması
İlliyet bağı tazminat hukukunun temel ilkesidir. Uygun illiyet bağı, hayat tecrübelerine
göre bir fiil ile sözkonusu fiilin olayların normal akışında meydana getirebileceği zarar ile
nedensellik bağıdır. Eğer destekten yoksun kalma tazminatında failin gerçekleştirdiği fiil
olayların normal akışında hayat tecrübelerine göre ölüme yol açmaz denilebiliyorsa bu
tazminata hükmedilmeyecektir (Koçoğlu, 2017:203). Bir diğer konu sözkonusu fiilin kast veya
ihmal sonucunda ortaya çıkmasıdır. Destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilebilmesi
açısından fiilin kast veya ihmal sonucu ortaya çıkmış olmasının bir farkı bulunmamaktadır.
Ancak fiilin kast veya kusur ile işlenmiş olması, hakimin tazminat miktarını belirlemesinde
önemli bir kıstas olmaktadır. Fiil sebebiyle kusura dayanmayan sorumluluk hallerinden birisi
söz konusu ise yine destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilecektir. Genel olarak
derlendirildiğinde, kusura dayanmayan sorumluluk hallerinde ve kusura dayanan sorumluluk
hallerinde fiilin işlenmiş olması tazminata hükmedilmesinin nedeni olmaktadır (Çelik,
2016:11-14, Koçoğlu, 2017:191-192).
Destekten yoksun kalma zararının doğması için kusura dayalı olan hukuka aykırı fiil
sonucunda meydana gelen zarar ile hukuka aykırı fiil arasında uygun illiyet bağının bulunması
gerekmektedir. Destekten yoksun kalma tazminatı, bir yansıma zarar türü olarak
değerlendirilmektedir. Yansıma zararlardan failin sorumlu tutulabilmesi için, hem fiille zarar
arasında uygun nedensellik bağının hem de hukuka aykırılık bağının bulunması gerekir
(Tandoğan, 1963:5). TBK’nın 53/3. maddesi destekten yoksun kalma tazminatında, yansıma
yoluyla zarara uğrayan üçüncü şahısların haksız fiil ile arasındaki hukuka aykırılık bağının
yasal dayanağını oluşturmaktadır. Destekten yoksun kalma zararının meydana geldiğini kabul
edebilmek için ölüm nedeniyle destek görenin yaşam düzeyinde bir azalma meydana gelmelidir
(Gündüz ve Gündüz, 2011:8).
4.3. Desteğin Bakım Gücüne Sahip Olması
Destek kavramı, bir başkasının bakımını fiilen ve düzenli biçimde karşılıksız olarak
sağlayan ya da ölmemiş olsaydı bunu sağlaması kuvvetle muhtemel kendisinden beklenen kişi
olarak tanımlanabilir (Eren, 2019:755, Süzek, 2019:439). Destek ile desteğini yitiren arasındaki
desteklik ilişkisi, gerçek destek veya farazi destek olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Narter,
2015:260). Ölüm veya benzeri hukuki sonuç doğuran olay gerçekleştiği anda başkasına fiili ve
düzenli bir şekilde bakan kişi gerçek destek olarak tanımlanmaktadır (Gökyayla, 2018:99).
Eşlerin birbirlerine, çocukların anne-babalarına, kardeşlerin birbirlerine destek olması gerçek
destek sayılmaktadır. Diğer yandan ölüm anında destek veya destek görenin arasında bakım
ilişkisi bulunmamasına rağmen ölmeseydi ileride bakması kuvvetle muhtemel olan kişi farazi destek olarak nitelendirilmektedir. Farazi destek olarak küçük yaştaki henüz çalışma çağına
18
gelmemiş öz veya üvey evlatlar sayılabilir (Antalya, 2018:471). Ölen kişi ile destek alan kişiler
arasında kan hısımlığı ya da mirasçılık gibi başka herhangibir unsurun bulunması şart değildir.
Çocuğun anne ve babalarına destekliliği, destek biçimlerinden bir tanesidir.18 yaşına
kadar kişiler istisnai hallerle ergin kılınmadıkça, çocuk sayılır. Ölen çocuğun, gelecekte anne
ve babasına bakacağı, yardım edeceği beklenebiliyorsa çocuk, anne ve baba için farazi
destektir. Bu durumda anne ve babanın yaşları, çalışma durumları gibi konular ele alınarak
çocuğun desteğine ihtiyaçlık araştırılarak çocuğun desteği tespit edilir. Bu durumda ölen çocuk,
anne ve babası için farazi destektir (Karahasan, 2003:1314). Küçük yaşta ölen çocukların ana
ve babalarına destekliği değerlendirilirken çocuk eğer yaşasaydı, çalışarak beden gücüyle
yaratacağı ekonomik değer ana ve babanın destekten yoksun kalma tazminatının ölçüsü
olmaktadır. Burada da tazminat olarak hesaplanan mal zararı değil yoksun kalınan beden
gücünün yarattığı değerdir (Çelik, 2016:403)
Bakım gücü kavramını parasal güç ile ve zenginlikle sınırlandırılmıştır. Genel olarak
bakım gücü, bir kimsenin kendi ihtiyaçlarını karşılayıp geliri ile orantılı olarak miktar tasarruf
yaptıktan sonra yardımda bulunacağı kimselere gelirinden bir pay ayırabilmesi veya bu
kimselere fiilen sürekli ve düzenli şekilde yardım ve hizmet etmek suretiyle bu kimselere
ekonomik menfaat sağlayarak destek olabilmesidir (Seratlı, 2003:90)
Bakım ihtiyacı, desteğini yitirenin sosyal seviyesine uygun bir yaşam seviyesinin
desteğin ölümü nedeniyle maddi anlamda kaybedilmesidir. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında,
“kişilerin varlıklı olmaları, destekten yoksun kalma tazminatı istemelerine engel olmadığı,
varlıklı olan kişilerin ilerde yoksulluğa düşmeyeceklerini söylemek olanaksız olduğu gibi
varlıklı olsalar bile, ölen kişinin yardım ve hizmet yoluyla sağlayacağı desteklikten yoksun
kaldıkları için her durumda tazminat isteme haklarının olduğu” belirtilmektedir (Çelik,
2016:33). Bakma, çeşitli tarzlarda veya muhtevalarda olabilir: para vererek, yiyecek, elbise,
mesken sağlayarak, okuma masraflarını karşılayarak veya artık iyileşme ümidi kalmayan
yatalak bir hastanın doktor ve hastabakıcı ücretlerini ödemek suretiyle yapılan yardımlar hep
bakma sayılır. Yardımlar, para yoluyla olabileceği gibi hizmet görülmesi şeklinde de olabilir
(Oğuzman vd. 2018:534)
5. Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Sosyal Güvenlik Mevzuatı İle
İlişkilendirilmesi
5.1. Genel Olarak
Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin kararlarına göre, “iş kazası veya meslek hastalığı sonucu
ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan anne ve babası, sigortalı bir işte çalışıyorlarsa
ya da sosyal güvenlik kurumlarından gelir veya aylık alıyorlarsa Sosyal Güvenlik Kurumu
tarafından onlara gelir bağlanmayacağından, ölen çocuğundan dolayı destekten yoksun kalma
tazminatı talep edememekte” ve böylece zarar sorumluları tazminat ödemekten
kurtarılmaktadırlar (Çelik, 2016:84-85).
Yıllardır ciddi sorunlara ve mağduriyetlere yol açan konuyu aşağıdaki örneklerle
açıklayabiliriz (Çelik, 2016:82-83):
Birinci örnek: Zengin bir ailenin serbest meslek sahibi oğlu trafik kazasında ölmüştür.
Olay bir iş kazası değildir. Bu yüzden anne ve babaya SGK gelir bağlamamıştır. Ayrıca ölen
genç, ferdi kaza sigortası ve hayat sigortası yaptırdığı için haksahipleri olan zengin anne ve
babası özel sigortadan da para almışlardır. İşte bu koşullar altında anne ve baba destekten
yoksun kalma tazminatı davası açtıklarında ölen oğullarının kazancı da yüksek olduğu için
oldukça yüklü miktarlarda destek tazminatına hükmedilecektir.
İkinci örnek : Oğul sigortalı işçidir ve iş kazasında ölmüştür. Baba SGK’dan yaşlılık
aylığı almakta anne de sigortalı bir işte çalışmaktadır. Sözkonusu çalışna anne ve emekli baba
19
(işveren veya üçüncü kişi yüzde yüz kusurlu olsalar bile) destekten yoksun kalma tazminatı
alamayacaklardır.
Üçüncü örnek : Bir trafik-iş kazasında, işverene ait işçi servis aracı ile bir başka aracın
çarpışması sonucu, işçi servis aracında araçta bulunan bekar işçilerden biri ölüyor. Kaza
sonucunda servis aracı sürücüsü %25 ve karşı araç sürücüsü %75 kusurlu bulunuyor. Dava
açıldığında, ölen bekâr oğullarının desteğinden yoksun kalan anne ve baba eğer sigortalı ya da
SGK’dan emeklisi iseler, Yargıtay 21. HD, sözkonusu anne ve babanın destekten yoksun kalma
tazminatı isteyemeyecekleri yönünde karar verecektir. Olağan trafik kazalarında tazminat
ödemek zorunda olan %75 kusurlu üçüncü kişi, olay trafik-iş kazası olunca ve dava iş
mahkemesinde açıldığında tazminat ödemekten kurtulacaktır.
Konuyla ilgili 21. HD’nin bazı karar özetlerinde şu şekildedir. “Dava, davacıların
sigortalı iken iş kazası sonucu ölen oğullarından dolayı tazminat istemine ilişkindir. Davanın
niteliği göz önünde tutularak öncelikle Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından gelir bağlanıp
bağlanmayacağı kesin olarak saptanmalı; hak sahiplerine gelir bağlanması halinde, destekten
yoksun kalma tazminatı isteme haklarının bulunduğu; aksi halde bu nitelikte bir haklarının
olamayacağı kabul olunmalıdır. (21.HD.12.02.2009, E.2008/8348 - K.2009/1968)
“Davacı babanın emekli aylığı alması nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı
talebinin reddi gerekir”. (21.HD. 23.03.2006, E.2006/105 - K.2006/2694)
Yargıtay 21. HD’nin bu konu ile ilgili istikrar kazanmış bu kararları; Borçlar Kanunu’nun
54/2. maddesine ve 55. maddesine aykırı olduğu ayrıca bu kararların Anayasanın eşitlik ilkesine
ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.1973 tarih 1971/4-899 E. -1973/798 K. sayılı
kararına da aykırı olduğu yönünde eleştirilmiştir (Çelik, 2016: 85-86)
5.2. Haksız Fiil Nedeniyle Ölen Çocuğun Anne ve Babasının Destekten Yoksun
Kalma Tazminatı Talep Edebilecekleri Yönünde İçtihadı Birleştirme Kararı
Haksız fiil nedeniyle ölen çocuğun anne ve babasının destekten yoksun kalma tazminatı
talep edebilecekleri yönünde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu görüş yazısında özetle; “Yargıtay
dairelerinin görüşleri ve Hukuk Genel Kurulu kararları çerçevesinde, iş kazası veya meslek
hastalığı sonucu vefat eden işçinin anne ve babasının destekten yoksun kalma tazminatı
zararının varlığının 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 34.
maddesindeki şartların gerçekleşmiş olması koşuluna bağlanması yönündeki Yargıtay 21.
Hukuk Dairesi görüşü ile haksız fiil sonucu vefat edenin anne babasının destekten yoksun kalma
tazminatının varlığının Türk Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi gereğince değerlendirilerek,
somut olayın özellikleri dikkate alınarak fiili bir karine olarak anne ve babaya her hâlde destek
olduğunun kabul edilmesi gerektiği yönündeki Yargıtay 4., 11. ve 17. Hukuk Dairesi kararları
arasında özellikle anne ve babanın destek zararlarının değerlendirilmesi konusunda içtihat
farklılığının bulunduğu, içtihatların birleştirilmesi gerektiğine” karar verilmiş ve konuyla ilgili
14.11.2018-30595 tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 22.06.2018 tarihli E.2016/5 K.
2018/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile içtihat birliği
sağlanmıştır.
Konuyla ilgili olarak Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin içtihadı birleştirmenin gerekliliği
noktasında “iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle sigortalı işçinin ölümü üzerine anne ve
babanın talep ettiği destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkin olduğu, iş kazası veya
meslek hastalığı nedeniyle ölüm hâlinde açılan destekten yoksun kalma tazminatı davalarında
sorumluluğun işverene ait bulunduğu ve işverenin sorumluluğunun 6331 sayılı İş Sağlığı ve
Güvenliği Kanunu hükümlerine göre belirlendiği, diğer taraftan bu tür davalarda SGK
tarafından bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin rücuya tabi kısmının hükmolunacak
tazminattan indirilmesinin yasal bir zorunluluk olduğu ve anne-babaya gelir bağlanıp
bağlanmadığının tespitinin uyuşmazlığın çözümünde önem arz ettiği, bu nedenle içtihat
20
farklılığı olduğu belirtilen Yargıtay 21. Hukuk Dairesi kararları ile diğer Özel Daire kararları
arasında konu bakımından farklılık bulunduğu belirtilerek içtihadı birleştirmeye gerek olup
olmadığı ön sorun olarak gündeme getirilmiştir. Ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede;
içtihadı birleştirmenin konusunun destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin olduğu, bu
nedenle iş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ile
diğer Özel Dairelerde görülen destekten yoksun kalma tazminatı davaları arasında konu
bakımından farklılık bulunmadığı belirtilerek içtihatların birleştirilmesi gerektiğine” karar
verilmiştir.
SONUÇ
Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin kararlarına göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu
ölen sigortalı işçinin desteğinden yoksun kalan anne ve babası, sigortalı bir işte çalışıyorlarsa
ya da sosyal güvenlik kurumlarından gelir veya aylık alıyorlarsa ölen çocuğundan dolayı
destekten yoksun kalma tazminatı isteyememekte ve böylece zarar sorumluları tazminat
ödememekteydiler. Konuyla ilgili olarak 14.11.2018-30595 tarih-sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanan 22.06.2018 tarihli E.2016/5 K. 2018/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük
Genel Kurulu Kararı ile içtihat birliği sağlanmıştır. Sözkonusu karar ile anne-babanın,
çocuğunun haksız fiil ve/veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun
kalma tazminatı davalarında, desteklik ilişkisinin varlığının ispatı için SGK’dan gelir
bağlanması şartının aranmayacağına ve ayrıca anne-babanın çocuğunun haksız fiil ve/veya
akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma tazminatı davalarında,
çocukların anne-babaya destek olduklarının karine olarak kabulünün gerektiğine karar verilerek
çok önemli bir mağduriyet ortadan kaldırılmıştır.
KAYNAKÇA
Antalya, O. G. (2018) “Borçlar Hukuku-Genel Hükümler”, C:1, İstanbul: Legal
Yayıncılık
Eren, F. (2019) “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Ankara: Yetkin Yayınları
Gökyayla, K. Emre. (2004) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”, Ankara: Seçkin
Yayıncılık.
Gündüz, F. E. ve Gündüz, H (2011) “İdare Hukukunda Destekten Yoksun Kalma
Tazminatı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 15 (3):230-232
Kanbur, Z. (2000) “Ölüm ve Cismani Zararlarda Tazminat Alacaklıları,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi SBE, Ankara.
Karahasan, M. R. (2003) “ Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, C. 1, İstanbul:Beta
Yayınları
Karakılıç, H. (2017) “Borçlar Hukuku Genel Hükümleri”, İstanbul: Onikilevha
Yayıncılık
Kılıçoğlu, M. (2019) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”, Ankara: Bilge Yayınevi.
Kocabaş, G. (2014) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Unsurları”, Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 20 (3) :4-5
Koçoğlu, S. (2017) “İşkazası ve Meslek Hastalıkları Sonucu Destekten Yoksun Kalma
Tazminatının Şartları”, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (3):191-192
Narter, S. (2014) “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı ve Davaları”, Ankara: Adalet
Yayınevi.
21
Oğuzman, K. ve Öz, T. (2018) “Borçlar Hukuku Genel Hükümler”, Cilt 2, İstanbul:
Vedat Yayıncılık.
Seratlı, G. B. (2003) “İş Kazasından Doğan Destekten Yoksun Kalma Tazminatı”,
Ankara: Yetkin Yayınları
Süzek, S (2019) “İş Hukuku”, İstanbul: Beta Yayınları
Şatır, N. (2015) “Emsal Kararlar Işığında Kamu ve Özel Hastanelerde Çalışan
Hekimlerin Hukuki ve Cezai Sorumluluğu Yargıtay-Danıştay İçtihatları”, Ankara: Yetkin
Yayınları.
Tandoğan, H. (1963) “Mukayeseli Hukuk, Hususiyle Türk-İsviçre ve Alman Hukuku
Bakımından Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini”, Ankara Üniversitesi Yayınları, Hukuk
Fakültesi No: 182, Ankara: Ajans-Türk Matbaası
Tekinay, S. S., Akman, S., Burcuoğlu, H., Altop, A. (1993) “Borçlar Hukuku Genel
Hükümler”, İstanbul: Fakülteler Matbaası.
Zevkliler, A. ve Gökyayla, E. (2019) ”Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri”, Ankara:
Turhan Kitabevi
22
Özel İstihdam Büroları Aracılığıyla Kurulan Geçici İş İlişkisinde İş Sağlığı
ve Güvenliği İle İlgili İşveren Yükümlülükleri
Doç. Dr. Ö. Hakan ÇAVUŞ
Manisa Celal Bayar Üniversitesi İİBF ÇEEİ Bölümü
Özet
4857 sayılı İş Kanununda yer alan geçici iş ilişkisi, atipik iş ilişkilerinin bir türüdür. Geçici iş ilişkisinin
mesleki anlamda olmayan geçici iş ilişkisi ve mesleki anlamda olan (özel istihdam büroları aracılığıyla) geçici iş
ilişkisi olarak iki ayrı türü bulunmaktadır. Özel istihdam bürosu aracılığıyla iş ilişkisinin kurulmasını sağlayan
geçici iş ilişkisinin türü 2016 yılında 6715 sayılı Kanun ile İş Kanunumuzda düzenlenmiştir. Mesleki anlamda
olmayan geçici iş ilişkisi ise 4857 sayılı İş Kanunu’nun ilk halinden beri mevcuttur ve 6715 sayılı Kanun ile de
korunmuştur. Ancak holding ve aynı şirketler topluluğu içinde geçici iş ilişkisini ifade eden bu ilişki, özel istihdam
büroları ile geçici iş ilişkisinin yasal hale gelmesiyle anlamını büyük ölçüde yitirmiştir.
İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı bakımından mesleki anlamda geçici iş ilişkisinde işverenin
yükümlülükleri arasında önlem alma, risk değerlendirmesi yapmak, eğitim vermek, bilgilendirme, sağlık
kontrolleri yapmak yükümlülükleri bulunmaktadır.
Çalışmamızda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında düzenlenen
işveren yükümlülükleri mesleki anlamda geçici iş ilişkisi kapsamında ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Özel istihdam büroları, geçici iş ilişkisi, iş sağlığı ve güvenliği, işveren yükümlülükleri,
işveren
JEL Kodları: J41, K23, K32
Employer Obligations Related to Occupational Health and Safety in Established By
Temporary Employment Agencies
Abstract
The temporary employment relationship contained in Labor Law No. 4857 is a type of atypical labor
relations. There are two types of temporary employment relationship: non-professional temporary employment
relationship and professionally (through private employment agencies) temporary employment relationship. The
type of temporary business relationship that enables the establishment of a business relationship through the private
employment office is regulated in our Labor Law in 2016 with the Law no. The non-professional temporary
employment relationship has existed since the initial version of the Labor Law No. 4857 and is also protected by
Law No. 6715. However, this relationship, which expresses the temporary business relationship within the holding
and the same group of companies, has lost its meaning to a great extent with the temporary employment
relationship with private employment agencies becoming legal.
In terms of occupational health and safety legislation, the employer's obligations in the temporary
employment relationship in the professional sense include the obligation to take measures, conduct risk
assessments, provide training, inform and conduct health checks.
In our study, employer obligations regulated within the scope of Occupational Health and Safety Law no.
6331 and related legislation are handled within the scope of temporary work relationship in the professional sense.
Keywords : Private employment agencies, temprorary employment relation, occupational health and safety,
obligations of employers, employer
JEL Codes : J41, K23, K32,
1.Giriş
Geçici iş ilişkisi, genel olarak işverenin bir işçisinin iş görme edimini geçici bir süre bir
başka işverenin emrine vermesiyle kurulan iş ilişkisini ifade etmektedir. İşgücü piyasaları
açsından değerlendirme yapıldığında geçici iş ilişkisi, işverenlerin işyerlerindeki mal ve hizmet
üretimi için ihtiyaç duydukları iş gücünü belirli veya belirsiz bir süre için bir istihdam
bürosundan işçi temini suretiyle sağlanmasının ayrıca askerlik,, hamilelik, devamsızlık gibi
nedenlerle oluşan iş açığının giderilmesi açısından uygulamada sıklıkla uygulanan yeni
istihdam biçimlerinden bir tanesidir (Başkan, 2017:4). Gelişen ve değişen teknoloji ile birlikte
23
farklı biçimlerde şekillenen işgücü piyasaları içinde yeni istihdam biçimleri arasında yer alan
geçici (ödünç) iş ilişkisi şüphesiz yeni istihdam biçimlerinin ortak unsurunu temsil
edebilmektedir. Özellikle son zamanlarda platform çalışma, sıfır saat sözleşmeleri ile çalışma
gibi yöntemlerle işgücü piyasalarında klasik işçi-işveren ilişkilerinin ortadan kalmaya
başlamıştır. Bu durum piyasaların daha fazla serbestleşmesine ve kuralsızlaştırılması neden
olmakta özellikle alt-işveren ilişkilerini de ortadan kaldırma aşamasına gelmiştir (Consiglio ve
Moschera, 2016:31).
Esnek istihdam biçimlerinden bir tanesi olan geçici (ödünç) iş ilişkisi 4857 sayılı İş
Kanununda düzenlenmiştir. Mesleki amaçlı olan ve mesleki amaçlı olmayan geçici iş
ilişkisinin, mesleki amaçlı geçici iş ilişkisi 2016 yılında 6715 sayılı Kanun ile İş Kanunumuza
girmiştir. Meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi özel istihdam bürosu, işçi ve geçici işveren arasında
kurulan üçlü bir hukuki ilişkiye dayanmaktadır. Özel istihdam bürosu, bir hizmet bedeli
karşılığında, işçiye ihtiyacı olan işverenle bir sözleşme yapmakta ve anılan sözleşmeye göre
bünyesinde çalıştırdığı işçilerin iş görme edimini geçici bir süreliğine devretmekte, işçi ise
belirli ve geçici bir süre için geçici işverenin emir ve talimatları altında çalışmaktadır (Süzek,
2019:288-289). Üçlü iş ilişkisinin diğer tarafı olan geçici işveren ise, geçici bir süre için
kendisine ödünç işçi verilen kişiyi ifade etmektedir. Üçlü iş ilişkisi içinde ücret, çalışma
koşulları, sendikal örgütlenme vb. sorunların yanı sıra geçici işçinin iş sağlığı ve güvenliği ile
ilgili önlemleri asıl işveren (özel istihdam bürosu)ve/veya geçici işveren arasında hangi
işverenin alacağı ve işkazası / meslek hastalığı durumunda hangi işverenin sorumlu olacağı
ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında işverenin en
önemli yükümlülükleri arasında; işle ilgili her türlü önlemi almak, risk değerlendirmesi
yapmak, bilgilendirme ve eğitim vermek, iş sağlığı ve güvenliği kurulu oluşturmak, sağlık
gözetimi yapmak, işkazası ve meslek hastalıklarını bildirmek gelmektedir.
Çalışmamızda sözkonusu yükümlülükler meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi kapsamında
asıl işveren ve geçici işveren açısından ele alınmıştır.
1.Geçici İş İlişkisi
1.1. Genel Olarak
20.05.2016-29717 tarih-sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 6715 sayılı İş Kanunu ile
Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çerçevesinde “Geçici iş
ilişkisi” başlıklı 4857 sayılı İş Kanununun 7. maddesi yeniden düzenlenerek ödünç iş ilişkisi
ile ilgili önemli değişiklikler yapılmıştır. Sözkonusu Kanunun genel gerekçesinde, “meslek
edinilmiş geçici iş ilişkisi şeklinde yapılan düzenleme ile hem geçici olarak çalışanların
korunması ve sistemin etkin işlemesinin sağlanması hem de ödünç iş ilişkisini düzenleyen
2008/104/EC sayılı Avrupa Birliği Direktifine uyumun sağlanmasının amaçlandığı” ifade
edilmiştir (Odaman ve Çavuş, 2016:211).
Genel olarak geçici iş ilişkisinde, işçiyi geçici veren işveren veyahut özel istihdam
bürosu işin görülmesini isteme hakkını bir veya birden çok işçi açısından bir başka işverene
devretmektedir. İşçiyi geçici alan işveren ise işçiyle aralarında bir iş sözleşmesi olmamasına
rağmen, geçici bir süre için işçiden kendi işinin görülmesini isteme hakkına kavuşmaktadır. Bir
başka deyişle işçi, iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işvereni veyahut özel istihdam bürosu
tarafından diğer bir işverene geçici olarak verilmektedir (Özdemir, 2014: 389-390). İşçinin,
geçici veren işverenle (asıl işveren) veya özel istihdam bürosu ile olan ilişkisi aralarındaki iş
sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin geçici işverenle olan çalışma ilişkisinin temelini ise asıl
işveren ile geçici işveren arasındaki “geçici işçi sağlama sözleşmesi” oluşturmaktadır. Bu
durumda, “geçici iş ilişkisinin” üç öznesi bulunduğu ve bu ilişkinin üçlü bir hukuki ilişki
olduğu ortaya çıkmaktadır. Geçici iş ilişkisinde, işçisini bir başka işverene iş görmesi için veren
24
“geçici veren işveren / asıl işveren” veyahut “özel istihdam bürosu”, işçiden işin görülmesini
talep etme hakkına sahip olan “ödünç alan geçici işveren” ve bu iki işveren arasındaki “geçici
işçi sağlama sözleşmesinin” konusu olan ve iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işverenden veya özel
istihdam bürosundan başka bir işverene karşı iş görme borcunu belirli ve geçici bir süre için
yerine getirecek olan “geçici verilen işçi” bulunmaktadır (Odaman, 2016:42).
4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde düzenlenen ödünç iş ilişkisinin, özel istihdam
bürosu aracılığıyla ya da holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir
işyerinde görevlendirme yapılmak suretiyle kurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu
durumda 2016 yılındaki düzenlemeyle mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde özel istihdam bürosu
ödünç veren işveren konumunda bulunmaktadır. 6715 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 4904 sayılı
Türkiye İş Kurumu Kanununun 2/1. maddesine özel istihdam bürosunun tanımı da eklenmiştir
(Güzel ve Heper, 2017:28). Buna göre; özel istihdam bürosu, “iş arayanların elverişli oldukları
işlere yerleştirilmesine ve çeşitli işler için uygun işçiler bulunmasına aracılık yapmak ve/veya
ödünç iş ilişkisi kurma faaliyeti yürütmek üzere Türkiye İş Kurumu tarafından izin verilen
gerçek veya tüzel kişiler tarafından kurulan büroları” ifade etmektedir. Ancak sözkonusu 7.
maddede sadece Türkiye İş Kurumunca izin verilen özel istihdam bürolarının bir işverenle
geçici işçi sağlama sözleşmesi yaparak bir işçisini geçici olarak bu işverene devir yapabileceği
düzenlenmektedir (Odaman, 2016:44).
İşçinin holding bünyesinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde iş
görme edimini yerine getirmek üzere geçici olarak devredilmesi hâlinde devir sırasında işçinin
yazılı rızasının alınması gerekmektedir. Özel istihdam bürosu aracılığıyla kurulacak olan geçici
iş ilişkisinde ise işçinin devir sırasında ayrıca yazılı rızasının alınmasına gerek yoktur. Geçici
iş ilişkisi, meslek amaçlı olan veya mesleki amaçlı olmayan haliyle holding bünyesi içinde veya
aynı şirketler topluluğuna bağlı başka bir işyerinde kurulmuş olsa da işçiyi geçici veren
işverenle veya özel istihdam bürosu ile işçi arasındaki mevcut sözleşme geçici iş ilişkisinin
kurulması ile sona ermemektedir (Odaman, 2016:44). Ayrıca işçinin geçici işveren ile arasında
bir iş sözleşmesinin kurulması da söz konusu değildir. Burada sadece işçiyi geçici veren işveren
veya özel istihdam bürosu, işçiden işin görülmesini talep etme hakkını geçici bir süre için işçiyi
geçici alan işverene devretmiş bulunmaktadır (Ekmekçi, 2008:107).
Ödünç iş ilişkisi, genç ve tecrübesiz olduğu için sürekli işçi olarak çalışma fırsatı elde
edememiş kişilerin istihdam edilmelerini sağlamak açısından önemli bir rol üstlenmektedir.
Ayrıca şirket topluluklarında ve holdinglerde, şirketlerin daha çok vasıflı iş gücü ihtiyacının
karşılanmasında veya üst kademe yöneticilerinin yetiştirilmesinde ya da aynı gruptan olmayan
şirketlerin birlikte bir işi üstlenmelerinde yahut mali güçlükle karşılaşan bir işverenin işçisini
işlerin düzelmesine kadar başka bir işverene vermesinde kendisini göstermektedir. Bu durumda
işveren vasıflı bir işçinin işgücünden geçici bir süre yararlanırken ödünç veren işverenin yükü
azalırken işçinin işsiz kalması engellenmiş olacaktır (Başkan, 2017:7).
Ayrıca 4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde ve 11.10.2016-29854 tarih-sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Özel İstihdam Büroları Yönetmeliğinde iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir.
1.2. Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Türleri
Geçici iş ilişkisinin iki türü bulunmaktadır. Bunlardan ilki mesleki amaçlı olmayan iş
ilişkisi diğeri de mesleki amaçlı olan geçici iş ilişkisidir. Geçici iş ilişkisinin türleri arasında
ayrım yaparken ölçüt olarak ele alınacak konu, işçi ile geçici işveren arasında istisna olarak mı
yoksa kural olarak veya münhasıran mı bir başka işverene geçici verilmek üzere bir iş
sözleşmesi yapılıp yapılmadığının tespit edilmesidir. Bu anlamda, geçici iş ilişkisinin ilk şekli
olan mesleki amaçlı olmayan ilişkisinde, çeşitli nedenlerle işçiyi geçici veren bir işverenin iş
sözleşmesiyle bağlı olduğu işçisini geçici bir süre için geçici alan bir başka işverenin emrine
25
vermesi oluşturmaktadır (Demir, 2018:109). Geçici iş ilişkisinin ikinci türü ise mesleki amaçlı
geçici iş ilişkisinde ise bir işveren kazanç elde etmek amacıyla işçisini geçici olarak
vermektedir. Bu durumda, başka işletmelere işçi teminini meslek olarak yapmakta olan işveren,
işçiyle arasında sadece geçici vermek amacıyla iş sözleşmesi yapmaktadır. İşveren bu amaçla
işe aldığı işçileri kendi işyerinde çalıştırmamakta, işçiye ihtiyacı olan diğer işverenlere geçici
olarak vermektedir. İşçi, iş sözleşmesiyle bağlı olduğu işverenin emrinde genellikle hiç
çalışmamaktadır. Hatta birçok durumda, geçici veren işverenin o işçiyi çalıştırabileceği, üretim
yapılan kendine ait bir işyeri bile bulunmamaktadır. Nitekim meslek olarak geçici işçi veren
işverenler genellikle bir ofiste faaliyette bulunmakta ve hukuki anlamda olmasa da ekonomik
anlamda iş aracılığı yapmaktadırlar. İşçiyi geçici veren işverenin amacı, bu yaptığı hizmet
karşılığında kazanç elde etmektir (Başkan, 2017:10-11). Ancak özellikle belirtmek gerekeceği
üzere, Türkiye İş Kurumu veya özel istihdam bürosu tarafından gerçekleştirilen iş aracılığında,
aracı (büro) işveren sıfatı kazanmaz ve iş arayan aracıya iş sözleşmesi ile bağlı değildir. Ancak
her iki türde kurulan geçici iş ilişkisinde ödünç veren ile işçi arasında iş sözleşmesi kurulur ve
ödünç veren işveren sıfatı taşır. Ayrıca geçici iş ilişkisinin devreden işveren (büro), işçi ve
geçici işveren arasında sürekli bir iş ilişkisi kurulmakta ve karşılıklı haklar, borçlar ve
sorumluluklar doğmaktadır (Süzek, 2019:289-290)
2016 tarihli 6715 sayılı Kanun ile 4857 sayılı Kanunun 7. maddesinde yapılan
değişiklikle 2008/104/EC sayılı Avrupa Birliği Direktifine uygun olarak geçici iş ilişkisinin
özel istihdam büroları aracılığıyla ya da holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna
bağlı başka bir işyerinde görevlendirme yapılmak suretiyle iki şekilde kurulabileceği
düzenlenmiştir (Başkan, 2017:7-8). Özel istihdam büroları aracılığıyla geçici iş ilişkisinin
kurulabilmesi için özel istihdam bürosunun Türkiye İş Kurumundan geçici iş ilişkisi kurma
iznine sahip olması gerekmektedir. Özel istihdam bürolarına geçici iş ilişkisi kurma yetkisi
tanıyan 4857 sayılı Kanunun değişik 7. maddesinin son fıkrasında mesleki amaçlı olmayan
geçici iş ilişkisi de düzenlenmiştir. Buna göre Türk iş hukukunda yalın haliyle geçici iş ilişkisi
ancak holding bünyesi içinde veya aynı şirketler topluluğuna bağlı işyerleri arasında
kurulabilecektir (Erol ve Özdemir, 2016:1106). Oysa 2016 tarihinden önceki değişiklikten
önceki düzenlemede, işçiyi yapmakta olduğu işe benzer işlerde çalıştırılmak koşulu ile
birbirinden bağımsız işverenler arasında da ödünç iş ilişkisi kurulmasına imkan verilmekteydi.
Bugün mesleki amaçlı olmayan geçici iş ilişkisi kurabilecek olan işverenlerin mutlaka holding
bünyesinde yer alan veya aynı şirketler topluluğuna bağlı işverenler olmaları gerekmektedir.
İş Kanununun 7. maddesinde 6715 sayılı Kanunla yapılan yeni düzenlemeye gore,
mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde işveren özel istihdam bürosudur. Özel istihdam bürosu
aracılığıyla kurulan geçici iş ilişkisi, geçici işçi ile yapılan iş sözleşmesi, geçici işçi çalıştıran
işveren ile geçici işçi sağlama sözleşmesi yapmak suretiyle yazılı olarak kurulur. Özel istihdam
bürosu ile geçici işçi çalıştıran işveren arasında yapılacak geçici işçi sağlama sözleşmesinde;
sözleşmenin başlangıç ve bitiş tarihi, işin niteliği, özel istihdam bürosunun hizmet bedeli, varsa
geçici işçi çalıştıran işverenin ve özel istihdam bürosunun özel yükümlülükleri yer alır
(Akıntürk Türkmen, 1999:143).
Mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinin kurulabileceği işler, durumlar ve süreler İş Kanununun
7. maddesindeki yeni düzenleme kapsamında tek tek sayılmıştır. Buna göre, “işçinin askerlik
hizmeti hâlinde ve iş sözleşmesinin askıda kaldığı diğer hâllerde, mevsimlik tarım işlerinde, ev
hizmetlerinde, işletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı olarak gördürülen işlerde,
iş sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi önemli ölçüde etkileyen
zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması hâlinde, işletmenin ortalama mal ve hizmet üretim
kapasitesinin geçici iş ilişkisi kurulmasını gerektirecek ölçüde ve öngörülemeyen şekilde
artması hâlinde ve mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş artışları hâlinde” mesleki
amaçlı geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Kanunun 7/3. maddesinde de meslek edinilmiş geçici
iş ilişkisi kurulabilecek bu hallerin hangi sürelerle kurulabileceği de düzenlenmiştir. Buna göre;
26
“işçinin askerlik hizmeti halinde ve iş sözleşmesinin askıda kaldığı hallerde bu hallerin devamı
süresince, mevsimlik tarım işlerinde ve ev hizmetlerinde süre sınırı olmaksızın meslek edinilmiş
geçici iş ilişkisi kurulabilecektir. Ayrıca işletmenin günlük işlerinden sayılmayan ve aralıklı
olarak gördürülen işlerde, iş sağlığı ve güvenliği bakımından acil olan işlerde veya üretimi
önemli ölçüde etkileyen zorlayıcı nedenlerin ortaya çıkması hâlinde, işletmenin ortalama mal
ve hizmet üretim kapasitesinin geçici iş ilişkisi kurulmasını gerektirecek ölçüde ve
öngörülemeyen şekilde artması hâlinde ve mevsimlik işler hariç dönemsellik arz eden iş
artışları hâlinde ise en fazla dört ay süreyle” meslek edinilmiş geçici iş ilişkisi kurulabilecektir.
Yapılan geçici işçi sağlama sözleşmesi toplam sekiz ayı geçmemek üzere en fazla iki defa
yenilenebilecektir. Geçici işçi çalıştıran işveren, belirtilen sürenin sonunda aynı iş için altı ay
geçmedikçe yeniden geçici işçi çalıştıramaz (Süzek, 2019:291-294). Yine 4857 sayılı Kanunun
7/4. Maddeine gore, “kamu kurum ve kuruluşlarında ve yeraltında maden çıkarılan
işyerlerinde” geçici iş ilişkisi kurulamayacaktır. Ayrıca Kanununun 7/4. maddesine göre,
“toplu işçi çıkarılan işyerlerinde sekiz ay süresince” ve Kanunun 7/5. ve 7/7. maddelerine göre,
“geçici işçi çalıştıran işveren, grev ve lokavtın uygulanması sırasında 6356 sayılı Sendikalar
ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunun 65. maddesinin hükümleri saklı kalmak kaydıyla geçici iş
ilişkisiyle işçi” çalıştıramayacak ve ayrıca “geçici işçi çalıştıran işveren, iş sözleşmesi
feshedilen işçisini fesih tarihinden itibaren altı ay geçmeden” geçici iş ilişkisi kapsamında işçi
çalıştıramayacaktır (Odaman, 2016:45-46).
1.3. Geçici İş İlişkisi ile İlgili Avrupa Birliği Düzenlemeleri
Özel istihdam büroları aracılığıyla kurulacak mesleki amaçlı iş ilişkisinde iş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili Avrupa Birliği’nin iki önemli direktifi bulunmaktadır. Bu direktifler
91/883/EC sayılı Belirli Süreli İş veya Geçici İş İlişkisiyle Çalışan İşçilerin İş Sağlığı ve
Güvenliği Önlemlerinin Alınması ve Geliştirilmesine Yönelik Direktifi ile Meslek Edinilmiş
Ödünç İş İlişkisi Hakkında 2008/104/EC sayılı Direktifidir. Belirli süreli sözleşmeler veya
geçici iş ilişkisi ile çalışan işçilerin işyerinde sağlık ve güvenliğini güvence altına alan AB’nin
91/383/EC sayılı Direktifi, söz konusu çalışanların, iş sağlığı ve güvenliği konusunda
işletmenin diğer çalışanları ile eşit koşullarda korunmasına ilişkin yükümlülükleri
düzenlemektedir. Direktifin 3. maddesine göre, belirli süreli veya geçici iş ilişkisi ile çalışan
işçilerin, işten kaynaklanan risklerin yanı sıra işin yapılması için gerekli özel mesleki nitelikler,
beceriler veya tıbbi gözetim gerekleri gibi konularda bilgilendirilmesi gerektiği ve özellikle
geçici iş kurumları tarafından yerleştirilen çalışanlar kapsamında işin özellikleri ve iş için
gereken mesleki nitelikler hakkında işletmelerin işçileri bilgilendirmesi gerektiği açıklanmıştır.
Direktifin 5. maddesi, Devletlerin belirli süreli ve geçici iş ilişkisi ile çalışan işçilerin tehlikeli
işler ve tıbbi gözetim gerektiren işler ile uğraşmalarını engelleyici tedbirler almasına izin veren
bir düzenlemedir. Direktifin 7. ve 8. maddelerinde de özellikle geçici iş kurumları tarafından
işe yerleştirilen çalışanların, işin gerektirdiği mesleki nitelikler ile işin özellikleri hakkında
bilgilendirilmesini ve işin performansını etkileyen güvenlik, hijyen ve işyerinde sağlık
koşullarının işletmenin sorumluluğunda olması gerektiği düzenlenmiştir (Blanpain, 2004:247-
249, Howes, 2011:381-383).
Konuyla ilgili önemli direktiflerinden birisi olan 2008/104/EC sayılı Direktifin 1.
maddesinde, ödünç işçinin geçici süre ile devredilmesinden söz edilmiştir. Yine devir, ödünç
işçinin geçici işverene ait işyerinde, onun emir ve talimatı altında geçici olarak çalıştığı zaman
aralığı şeklinde tanımlanarak ödünç iş ilişkisinin geçici niteliği vurgulanmıştır. 2008/104/EC
sayılı bir diğer direktifin 2. maddesinde, geçici işçilerin korunması ve geçici iş ilişkisinin
standartlarının iyileştirilmesi için eşitlik unsuru en önemli unsur olarak düzenlenmiştir.
Direktife göre sözkonusu eşitlik ilkesine, ödünç işçiler için genel bir koruma düzeyinin güvence
altına alınması şartı ile istisna getirilmektedir. Yine sözkonusu Direktifin 4/1. maddesine göre,
geçici iş ilişkisine başvuruyu sınırlandırma veya yasaklama şeklindeki istisnalar ise geçici
27
işçilerin korunması, sorunsuz işleyen bir iş piyasasının kurulması ve kötüye kullanmaların
önlenmesi gerekçelerine dayandırılarak uygulanabilecektir (Alpagut, 2011:358-359, Kabakçı,
2011:83). 2008/104/EC sayılı Direktifin en önemli düzenlemesi, ödünç iş ilişkisinde eşitlik
ilkesi öngören 5. maddesidir. Direktife göre, ödünç işçinin devrinin devam ettiği süredeki esaslı
çalışma koşulları, aynı işe ödünç alan işverenin işçisi olarak alınsaydı uygulanacak koşullara
uygun olmalıdır. Buna göre, ödünç işçinin ücret dahil esaslı çalışma koşulları, görevlendirildiği
işyerinde, ödünç alan işverenin aynı işte belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçisine
uyguladığı, çalışan işçisi yoksa, olsaydı uygulayacağı şartlardır. İşçi, işçi aynı işe işyerinin
sahibi işveren tarafından alınsa idi, hangi iş şartları uygulanacak idiyse; bunların esaslı iş şartları
olarak dikkate alınması ve ödünç veren özel istihdam bürosunun bunları karşılaması gerekir
(Uşen, 2010:177)
2. İşverenlerin İş Sağlığı ve Güvenliği Yönünden Yükümlülükleri
2.1. İşçiyi Gözetme Borcu Kapsamında Önlem Almak
İşverenlerin işçiyi gözetme borcu, iş sağlığı ve güvenliği (İSG) yükümlülüklerinin
başında gelen en genel ve en temel yükümlülüktür. İşçinin çalışırken beden ve ruh sağlığına
yönelik tehlikelerin kaynağı işverenin iş organizasyonu kapsamında yürüttüğü iştir. Bu nedenle
işveren işçinin iş sağlığını ve güvenliğini korumalıdır (Ekonomi, 1984:156). Bu kapsamda 6331
sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun “İşverenin genel yükümlülüğü” başlığını taşıyan 4.
maddesine göre işverenin, işçiyi gözetme borcu kapsamında çalışanların işle ilgili sağlık ve
güvenliğini sağlamakla ilgili yükümlülükleri açıklanmıştır. Maddeye göre, işverenin, “mesleki
risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dâhil her türlü tedbirin alınması, iş
organizasyonunun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik
tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için
çalışmalar yapması, işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını
izleyip denetleyerek uygunsuzlukların giderilmesini sağlaması, risk değerlendirmesi yapması
veya yaptırması, çalışana görev verirken çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe
uygunluğunu göz önüne alması, yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati
ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alması” gerekmektedir.
Yine aynı şekilde geçici işçiyi çalıştıran geçici işverenin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin
önemleri alması gerektiği İş Kanununda da açıkça düzenlenmiştir. İş Kanununun 7/9-f
maddesine göre, geçici işveren iş sağlığı ve güvenliği açısından gereken tedbirleri almakla
yükümlüdür. Ayrıca Geçici ve Belirli Süreli İşlerde İş Sağlığı ve Güvenliği Hakkında
Yönetmeliğin 5/1. maddesine göre, işveren, “geçici süreli iş ilişkilerinde, özellikle kişisel
koruyucu donanımlara erişim dâhil olmak üzere işyerinde çalışanların sağlık ve güvenliklerinin
korunmasını içeren çalışma koşulları bakımından farklı uygulamalarda bulunamaz” hükmü
düzenlenmiştir. Sözkonusu yönetmelik hükmü mesleki amaçlı geçici iş ilişkisi ile çalışanları ve
işverenlerini de kapsayıcı nitelikte olduğu için geçici işveren, işyerinde çalışan kendi işçileri ile
geçici işçiler arasında eşit davranma ilkesine göre, İSG önlemlerinin alınması ve uygulanması
yönünden ayrım yapamayacaktır. Ayrıca 4904 sayılı Kanunun 19/2. maddesinde “özel istihdam
bürosunun işçisine ilişkin 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, 5510 sayılı Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 4447 sayılı Kanundan doğan yükümlülükler,
4857 sayılı İş Kanununun 7. maddesi saklı kalmak kaydıyla, özel istihdam bürosu tarafından
yerine getirilir” hükmü gereği, özel istihdam bürosu geçici işçinin asıl işvereni niteliğiyle bu
işçilerin İSG ile ilgili tüm yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır.
2.3. Risk Değerlendirmesi Yapmak
Risk değerlendirmesi ve bunun belgelendirilmesinin asıl amacı, işyerinin var olan
şartları ile birlikte gerekli olanların tespit edilmesidir (Kabakçı, 2009:28). 6331 sayılı Kanunun
3/1-ö maddesine göre ve 29.12.2012-28512 tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan İş Sağlığı
28
ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi Yönetmeliğinin 4/1-f maddesine göre risk değerlendirmesi,
“işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek tehlikelerin belirlenmesi, bu tehlikelerin riske
dönüşmesine yol açan faktörler ile tehlikelerden kaynaklanan risklerin analiz edilerek
derecelendirilmesi ve kontrol tedbirlerinin kararlaştırılması amacıyla yapılması gerekli
çalışmalar” şeklinde tanımlanmıştır. Ayrıca sözkonusu Yönetmeliğin 7. maddesine göre de
risk değerlendirmesi; “tüm işyerleri için tasarım veya kuruluş aşamasından başlamak üzere
tehlikeleri tanımlama, riskleri belirleme ve analiz etme, risk kontrol tedbirlerinin
kararlaştırılması, dokümantasyon, yapılan çalışmaların güncellenmesi ve gerektiğinde
yenileme aşamaları izlenerek gerçekleştirilir”.
6331 sayılı Kanunun 10. maddesine göre işveren; “İSG yönünden risk değerlendirmesi
yaparken veya yaptırırken, belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumunu, kullanılacak
iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimini, işyerinin tertip ve düzenini, genç,
yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın
çalışanların durumunu göz önünde bulundurmak zorundadır”.
Mesleki amaçlı geçici iş ilişkisinde geçici işveren kendi işyerinde risk değerlendirmesi
yapmak zorundadır. Bu risk değerlendirmesi ile ilgili bilgileri hem geçici işçiye hem de özel
istihdam bürosuna iletmesi gerekmektedir. Özel istihdam bürosu da geçici işçisini çalışmak için
gönderdiği geçici işverenin kendi işyerinde yaptığı risk değerlendirmesi ile ilgili bilgi ve
belgeleri geçici işverenden talep ederek geçici işçisini takip etmelidir
2.4. Eğitim Vermek
İSG eğitimlerinin temel amacı, İSG kültürünün oluşmasını sağlamaktır. Geçici işverenin
işçiyi gözetme borcu kapsamında geçici işçiye eğitim verme yükümlülüğü vardır (Caniklioğlu,
2016:57). İSG kapsamındaki eğitimler ile ilgili olarak 6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesine göre
geçici iş ilişkisi kurulan işveren, iş sağlığı ve güvenliği risklerine karşı çalışana gerekli eğitimin
verilmesini sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca 6331 sayılı Kanun 17/5. maddesinde geçici işverene
sınırlı bir kontrol sorumluluğu da yüklenmiştir. Bu düzenlemeye göre, “tehlikeli ve çok tehlikeli
sınıfta yer alan işyerlerinde; yapılacak işlerde karşılaşılacak sağlık ve güvenlik riskleri ile ilgili
yeterli bilgi ve talimatları içeren eğitimin alındığına dair belge olmaksızın, başka işyerlerinden
çalışmak üzere gelen çalışanlar işe başlatılamayacaktır”. Ayrıca 11.10.2016-29854 tarih-sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanan Özel İstihdam Büroları Yönetmeliğinin 9/1-e maddesine göre
geçici işçi çalıştıran işveren, 6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesinde öngörülen eğitimleri
vermekle yükümlüdür.
6331 sayılı Kanunun 17/6. maddesine göre, geçici iş ilişkisi kurulan işveren, İSG
risklerine karşı çalışana gerekli eğitimin verilmesini sağlamak zorundadır. Maddeye göre,
işverenin bu eğitimi verme yükümlülüğü bulunamamakta sadece sözkonusu eğitimin
verilmesini sağlamak zorundadır (Kılkış ve Demir, 2012:34). Meslek edinilmiş geçici iş
ilişkisinde geçici işçi çok farklı sektörlerde faal olan işyerlerinde çalışabileceği için geçici
işçinin eğitimlerinin asıl işveren durumunda olan özel istihdam bürosundan ziyade geçici
işvereninin sorumlu olması daha uygun olacaktır. 6331 sayılı Kanunun 17/5. maddesine göre,
“tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde; yapılacak işlerde karşılaşılacak sağlık
ve güvenlik riskleri ile ilgili yeterli bilgi ve talimatları içeren eğitimin alındığına dair belge
olmadan başka işyerlerinden çalışmak üzere gelen çalışanlar işe başlatılamayacaktır. Tehlikeli
ve çok tehlikeli sınıfta faaliyet gösteren geçici işverenlerin geçici işçileri sözkonusu eğitim
belgesi olmadan çalıştırılamayacaklardır”. Yine eğitimlerle ilgili olarak 15.05.2013-28648
tarih-sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul
ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 5/2. maddesine göre, işveren, geçici iş ilişkisi kurulan
diğer işverene 6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesindeki konularla ilgili bilgi vererek geçici iş
ilişkisi kurulan işveren bu konular hakkında çalışanlarına gerekli eğitimin verilmesini sağlamak
zorundadır. 6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesine göre, “işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin
29
sağlanması ve sürdürülebilmesi amacıyla işveren, çalışanları ve çalışan temsilcilerini;
işyerinin özelliklerini de dikkate alarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri,
koruyucu ve önleyici tedbirler, kendileri ile ilgili yasal hak ve sorumluluklar, ilk yardım, olağan
dışı durumlar, afetler ve yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler
ile ilgili konularda bilgilendirmelidir”. Ayrıca sözkonusu Yönetmeliğin 6/1. maddesine göre,
işveren, “çalışanlarına asgari olarak genel konular, sağlık konuları ve teknik konular olmak
üzere üç ana başlık altında eğitimler vermek zorundadır. Bu konular; genel konular (çalışma
mevzuatı ile ilgili bilgiler, çalışanların yasal hak ve sorumlulukları, işyeri temizliği ve düzeni,
iş kazası ve meslek hastalığından doğan hukuki sonuçlar), sağlık konuları (meslek
hastalıklarının sebepleri, hastalıktan korunma prensipleri ve korunma tekniklerinin
uygulanması, biyolojik ve psikososyal risk etmenleri, ilkyardım) ve teknik konular (kimyasal,
fiziksel ve ergonomik risk etmenleri, elle kaldırma ve taşıma, parlama, patlama, yangın ve
yangından korunma, iş ekipmanlarının güvenli kullanımı, ekranlı araçlarla çalışma, elektrik,
tehlikeleri, riskleri ve önlemleri, iş kazalarının sebepleri ve korunma prensipleri ile
tekniklerinin uygulanması, güvenlik ve sağlık işaretleri, kişisel koruyucu donanım kullanımı, iş
sağlığı ve güvenliği genel kuralları ve güvenlik kültürü, tahliye ve kurtarma) konuları” içerecek
şekilde iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin verilmesini sağlamak zorundadır (Çavuş, 2016:2-
3, Özdemir, 2014:402-403). Özel istihdam bürosunun işin niteliğine uygun işçiyi geçici olarak
gönderebilmesi bakımından bilgilendirilmesinin ve ardından geçici işçinin kendisine de geçici
işveren tarafından eğitim verilmesi gerekmektedir (İzmirlioğlu, 2019:20)
2.5. Bilgilendirme Yapmak
6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesinde çalışanların bilgilendirilmesi düzenlenmiştir.
6331 sayılı Kanunun 16/1. maddesine göre, “işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve
sürdürülebilmesi amacıyla işveren, çalışanları ve çalışan temsilcilerini; işyerinin özelliklerini
de dikkate alarak işyerinde karşılaşılabilecek sağlık ve güvenlik riskleri, koruyucu ve önleyici
tedbirler, kendileri ile ilgili yasal hak ve sorumluluklar, ilk yardım, olağan dışı durumlar,
afetler ve yangınla mücadele ve tahliye işleri konusunda görevlendirilen kişiler ile ilgili
konularda bilgilendirmelidir”. Ayrıca sözkonusu Kanunun 16/2-b maddesine göre, “geçici
işverenin başka işyerlerinden çalışmak üzere kendi işyerine gelen çalışanların sözkonusu
konularda bilgilendirilmesi için çalışanların asıl işverenlerine gerekli bilgileri vermesi
gerekmektedir”. Kanun koyucu burada geçici işçinin bilgilendirilmesi konusundaki muhatabını
asıl işveren olarak belirlemiştir.
Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında
Yönetmeliğinin 6. maddesine göre, işveren, “belirli süreli işlerde veya geçici süreli iş
ilişkilerinde 6331 sayılı Kanunun 16. maddesinde belirtilen bilgilendirme yükümlülüğü saklı
kalmak kaydı ile çalışanlara; işe başlamadan önce yapacakları işin ne olduğu ve bu işte
karşılaşacakları riskler hakkında gerekli bilgilerin verilmesini sağlar ve ayrıca özellikle
yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek, tecrübe ve gerekli sağlık gözetiminin neler
olduğu konusunda bilgi verilmesini” sağlamalıdır. Ayrıca iş nedeniyle ortaya çıkabilecek ilave
özel riskler açıkça belirtilecek ve işçilerin işe başlamadan önce yapacakları işler ve bu işlerle
ilgili karşılaşacakları risklerin neler olduğu konusunda gerekli bilgilerin verilmesi
gerekmektedir. Özellikle yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek, tecrübe ve gerekli
sağlık gözetiminin neler olduğu konusunda bilgi verilmesini sağlamalılardır. Ayrıca iş
nedeniyle ortaya çıkabilecek ilave özel riskler açıkça belirtilmelidir.
Ayrıca Yönetmeliğin 10. maddesinde de ayrı bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre
“geçici iş ilişkisi ile çalıştırılacaklarla ilgili olarak geçici işveren asıl işverene, 6331 sayılı
Kanunun m.16/1’de belirtilen hususlar ile yapılacak işin gerektirdiği mesleki bilgi, yetenek ve
işin özellikleri hakkında gerekli bilgiyi verecek ve bu bilgilerin sözleşmede de yer alması
sağlanacaktır. Asıl işveren de aldığı bu bilgileri geçici iş ilişkisi ile çalıştırılacak kişilere
30
aktaracaktır”. Yönetmeliğin bu maddesine göre de yine çalışana bilgi vermesi gerekenin asıl
işveren olduğu düzenlenmiştir.
Bilgilendirme yükümlülüğüne ilişkin olarak 29.12.2012-28512 tarih-sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri Yönetmeliğin 6/1-c maddesinde,
“çalışanların sağlık ve güvenliğini etkilediği bilinen veya etkilemesi muhtemel konular
hakkında; görevlendirdiği kişi veya hizmet aldığı OSGB’yi, başka işyerlerinden çalışmak üzere
kendi işyerine gelen çalışanları ve bunların işverenlerini bilgilendirir” hükmü düzenlenmiştir. Bu
maddede de görüldüğü gibi, bilgilendirme yükümlüsünün geçici işveren değil İSG ile ilgili görevlen-
dirilen kişi ya da kurumlar olduğu düzenlenmiştir.
Tüm düzenlemeler değerlendirildiğinde, geçici işçilerin geçici işverenin işyerinde
çalışırken karşılaşabilecekleri İSG risklerine karşı bilgilendirilmesi konusunda geçici işverenler
ve asıl işverenler ayrı ayrı sorumlu tutulmuştur. Geçici işverenin bilgilendirme yükümlülüğü
asıl işverene karşı düzenlenmişken işçinin bilgilendirilmesi asıl işverene yüklenmiştir
(Caniklioğlu,2008:137).
2.6. İşkazasını ve Meslek Hastalığını Sosyal Güvenlik Kurumuna Bildirmek
5510 sayılı Kanunun 13. ve 14. maddelerine göre ve 6331 sayılı Kanunun 14/2.
maddesine göre, işveren “iş kazasını kazadan sonraki üç işgünü içinde ayrıca sağlık hizmeti
sunucuları veya işyeri hekimi tarafından kendisine bildirilen meslek hastalıklarını öğrendiği
tarihten itibaren üç iş günü içinde Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirmekle” yükümlüdür.
Geçici iş ilişkisi açısından sözkonusu yükümlülük değerlendirildiğinde, bildirim yükümlülüğü
asıl işverenin yükümlülüğüdür. Ayrıca İş Kanunun 7/9-c maddesine göre, “geçici işçi çalıştıran
işveren, geçici işçinin iş kazası ve meslek hastalığı hâllerini özel istihdam bürosuna derhâl,
5510 sayılı Kanununa gore ilgili mercilere yasal süresinde bildirmekle yükümlüdür”. Ayrıca
5510 sayılı Kanunun 13/b maddesine göre, “iş kazasının işverenin kontrolü dışındaki yerlerde
meydana gelmesi halinde, iş kazasının öğrenildiği tarihten itibaren başlar”. Sözkonusu
maddeler değerlendirildiğinde, işkazasını ve meslek hastalığını bildirim yükümlülüğünün asıl
işverene ait olduğu anlaşılmaktadır.
İşkazasını ve meslek hastalığını bildirim yükümlülüğü asıl işverende olsa dahi hayatın
olağan akışı içinde hem geçici işçinin geçirdiği kazadan geçici işverenin daha kısa sürede
haberdar olması hem de iş kazası nedeniyle hazırlanması gereken belgelerin geçici işveren
tarafından düzenlenmesinin daha kolay olması nedeniyle bu yükümlülüğün geçici işverende
olması yönünde düzenleme yapılması gerekmektedir (Caniklioğlu, 2008:153-154, Özdemir,
2014:405).
2.7. Sağlık Gözetimi Yapmak
Çalışanların hem işe başlamadan önce hem de çalıştıkları süreler içinde bedenen ve ruhen
yaptıkları işle ilgili durumlarının iş sağlığı ve güvenliği açısından kontrol altında olması için
sağlık gözetimi yapılması gerekmektedir (Caniklioğlu, 2016:56). 6331 sayılı Kanunun 15.
maddesinde işverenin işçinin sağlık gözetimine ilişkin yükümlülüğü ile ilgili düzenlemeye yer
verilmiştir. Sözkonusu maddeye göre işveren; “çalışanların işyerinde maruz kalacakları sağlık
ve güvenlik risklerini dikkate alarak sağlık gözetimine tabi tutulmalarını sağlamak
zorundadır”. Ayrıca işveren, “çalışanların işe girişlerinde, iş değişikliğinde, iş kazası, meslek
hastalığı veya sağlık nedeniyle tekrarlanan işten uzaklaşmalarından sonra işe dönüşlerinde
talep etmeleri hâlinde ve işin devamı süresince, çalışanın ve işin niteliği ile işyerinin tehlike
sınıfına göre Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından belirlenen düzenli aralıklarla
çalışanların sağlık muayenelerinin yapılmasını sağlamakla yükümlüdür”. Bu düzenlemelerle
birlikte tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde çalışacaklar, yapacakları işe uygun
olduklarını belirten sağlık raporu olmadan işe başlatılamayacaktır. Yine 6331 sayılı Kanunun
15/5. maddesine göre, “sağlık muayenesi yaptırılan çalışanın özel hayatı ve itibarının
korunması açısından sağlık bilgilerinin işverence gizli tutulması gerekmektedir”.
31
Çalışanların sağlık bilgilerinin gizli tutulması konusu 07.04.2016-29677 tarih-sayılı
Resmi Gazete’de yayınlanan 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Hakkında Kanun ile daha
önemli bir hale gelmiştir. Kişisel verilerin işlenmesinde başta özel hayatın gizliliği olmak üzere
kişilerin temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kişisel verileri işleyen gerçek ve tüzel kişilerin
yükümlülükleri ile uyacakları esasları düzenleyen 6698 sayılı Kanunun 6/1. maddesinde,
“kişilerin sağlığı ile ilgili veriler özel nitelikli kişisel veridir kabul edilmiş ve kişilerin sağlığına
ilişkin kişisel verilerin ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi
ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve
yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve
kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebileceği” hüküm altına alınmıştır.
6698 sayılı Kanun ile 6331 sayılı Kanunun 15. maddesi birlikte değerlendirildiğinde,
çalışanların sağlık gözetimine ilişkin sağlık raporları başta olmak üzere tüm diğer bilgilerinin
daha özenli takibi ve korunması zorunlu hale gelmiştir.
Çalışanların sağlık gözetimi ile ilgili olarak Geçici ve Belirli Süreli İşlerde İş Sağlığı ve
Güvenliği Hakkında Yönetmeliğin 8. maddesinde de bir düzenleme bulunmaktadır. Sözkonusu
maddeye göre, “sağlık ve güvenlik yönünden özel sağlık gözetimi gerektiren işlerde; geçici
işveren, geçici süreli iş sözleşmeleri ile istihdam edeceği çalışanların, işin gerektirdiği özel
sağlık gözetimine tabi tutulmalarını sağlayacak ve özel sağlık gözetimi, işten kaynaklanan
gereklilik devam ettiği sürece, çalışanın sözleşme süresinin sona ermesinden sonra da
sürdürülecektir”. Bu maddeye göre sağlık gözetimini yerine getirme yükümlülüğü geçici
işverene verilmiştir.
İşçinin standart sağlık kontrollerinin asıl işvereni tarafından yapılması, bunun deneti-
minin de geçici işveren tarafından yapılması sağlık gözetiminin daha sağlıklı olmasını
sağlayacaktır. Fakat geçici iş ilişkisinde geçici işçinin, çalışacağı işin özel kontrol gerektirmesi
durumunda da bu yükümlülük geçici işverene ait olmalıdır. Zaten asıl işveren 6331 sayılı
Kanunun 15. maddesine göre sorumludur. Ayrıca işçi, geçici olarak başka işyerinde çalışsa bile
belirli periyotlarla sağlık kontrolünden geçirilmesi gerekmektedir (Öztürk, 2015:26).
Sonuç
Geçici iş ilişkisi devam ettiği süre içinde işçiyi koruma (gözetme) borcu kapsamında
geçici işverenin İSG önlemlerini alma yükümlülüğünden geçici işveren ve asıl işveren birlikte
sorumludur. Zira geçici işverenin işçinin hem emeğinden faydalanması hem de kendi talimatları
altında çalıştırmasının karşılığında İSG önlemleri alma yükümlülüğünün bulunması doğru bir
değerlendirmedir. Çünkü geçici işçi için söz konusu riskler geçici işverenin işyerinde meydana
gelmektedir. Kanun koyucu işverenlerin koruma borcu kapsamında geçici işverenin İSG
önlemleri alma yükümlülüğünü ayrıntılı olarak düzenlememiştir. Geçici işverenin, işyerinde
karşılaşılabilecek riskler konusunda özellikle geçici işçi ile aralarında iş sözleşme bulunan asıl
işvereni bilgilendirmesi gerekmektedir. Böylece asıl işveren işçisini gönderdiği işyeri hakkında
bilgi sahibi olabilecek ve gerekirse önlem alınmasını talep edebilecektir. Aksi halde meydana
gelebilecek olan iş kazası ya da meslek hastalığından dolayı müteselsilen sorumlu tutulacaktır.
Bu durum 6331 sayılı Kanunun 16. maddesinde düzenlenmiştir. Maddeyi incelediğimizde
geçici işverenin doğrudan geçici işçiyi değil, asıl işvereni bilgilendirme yükümlülüğünün
olduğu anlaşılmaktadır. Asıl işveren de sahip olduğu bilgileri geçici işçiye aktaracaktır.
İşverenin geçici iş ilişkisi kapsamında çalıştırdığı işçiye eğitim verme yükümlülüğü
vardır. 6331 sayılı Kanunun 17. maddesi işverenin eğitim verme yükümlülüğü düzenlenmiştir.
Buna göre geçici işveren, geçici işçinin niteliğine ve çalışacağı işe uygun eğitim verilmesini
sağlamak zorundadır. Geçici iş ilişkisinin kurulması sonucunda geçici işverenin iş organizas-
yonuna dâhil olan geçici işçinin sağlık gözetimi geçici işveren tarafından sağlanmaktadır.
Ancak iş sözleşmesinin tarafı olan asıl işverenin de işçiyi belirli aralıklarla sağlık kontrolünden
geçirmesi gerekmektedir.
32
Son olarak işyerinde meydana gelen iş kazasının üç işgünü içinde SGK’ya bildirilmesi
gerekmektedir. Ancak kanunda geçici iş ilişkisi süresince geçici işçinin geçirdiği kazanın kim
tarafından bildirileceği düzenlenmemiştir. Ancak hem kazayı daha erken öğrenmesi hem de
kazaya ilişkin daha çok bilgi sahibi olması bakımından bu yükümlülüğün geçici işverene ait
olması gerekir.
İşverenler İSG mevzuatına göre yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda bazı
yaptırımlar ile karşılaşmaktadırlar. İdari yaptırım kapsamında işin durdurulması işverenin
karşılaşabileceği en önemli yaptırımdır. Ayrıca işveren, 6331 sayılı Kanunun 26. maddesinde
yerine getirmediği tek tek sayılmış olan yükümlülüklere aykırı davrandığında farklı idari para
cezaları ile karşılaşacaktır. Ayrıca işveren, belli şartlarda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
yönünden cezai hükümlerle muhatap olabilecektir.
KAYNAKÇA
Akın, L. (2008) “İş Sağlığı ve Güvenliğinde İşverenin Cezai Sorumluluğu”, TİSK
Akademi, 3(5): 210-231.
Akıntürk Türkmen,, H.(1999) “İşgücüne Yönelik Olarak İşçinin Üçüncü Bir Kişiye
Devri: Ödünç İş İlişkisi”, Yargıtay Dergisi, 25 (1-2):.130-149
Aktay, A. N., Arıcı, K., Senyen, K., Tuncay, C. (2013) “İş Hukuku”, Ankara: Gazi
Kitabevi
Akyiğit, E. (2014) “İş Hukuku”, Ankara: Seçkin Yayıncılık
Akyiğit, E. (1995) “İş Hukuku Açısından Ödünç İş İlişkisi”, Ankara, Kamu-İş.
Alpagut, G. (2011) “Geçici İş İlişkisini Düzenleyen Avrupa Birliği Yönergesinin
Değerlendirilmesi”, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, (1):.353-367.
Başkan, E. (2017). “Türk İş Hukukunda Meslek Edinilmiş Geçici İş İlişkisi”, Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (13) : 3-46
Blanpain, R. (2004) “EU Legislation On Temporary Work”, A General Overview,
Temporary Agency Work and The Information Society: Kluwer Law
Caniklioğlu, N. (2008) “Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Tarafları Açısından Hukuki
Sonuçları”, Türk İş Hukukunda Üçlü İlişkiler, Prof. Dr. Nuri ÇELİK’e Saygı, İstanbul:Legal
Yayıncılık, 121-155
Caniklioğlu, N. (2016) ”İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu Çerçevesinde İşverenin İş
Kazasından Doğan Sorumluluğu”, İş Hukuku Uluslar arası Kongresi, Prof. Dr. Turhan Esener’e
Armağan, (1):35-70
Consiglio, S. ve Moschera, L. (2016) “Temporary Work Agencies in Italy, Evolution and
Impact On The Labour Market”, Switzerland:Springer International Publishing AG
Çavuş, Ö. H. (2016) “6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’na Tabi İşçilere
Verilecek Eğitimler”, Uluslararası Meslek Yüksekokulları Sempozyumu (UMYOS), (2):88-
99,Prizren.
Demir, F. (2018) “İş Hukuku”, İzmir: Albi Yayınları
Ekmekçi, Ö. (2008) “Geçici (Ödünç) İş İlişkisinin Kurulması ve Sona Ermesi, Türk İş
Hukukunda Üçlü İlişkiler”, Prof. Dr. Nuri ÇELİK’e Saygı, İstanbul: Legal Yayıncılık,100-120.
Ekonomi, M. (1984) “İş Hukuku”, İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi
Erol, H. ve Özdemir, A. (2016) “Türkiye’de Özel İstihdam Büroları ve Geçici İş İlişkisi”,
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 30 (5), .1100-1127
Güzel, A. ve Heper, H. (2017) “Sürekli İstihdamdan Geçici Atipik İstihdama! Mesleki
Amaçlı Geçici İş İlişkisi”, Çalışma ve Toplum, 2017/1, (52):11-58
Howes, V. (2011) “Who is Responsible for Health and Safety of Temporary Workers?’
EU and UK Perspectives”, European Labour Law Journal, 2 (4): 379-400.
33
İren, E. (2011) “Geçici İş İlişkisinde İşverenlerin İş Sağlığı ve Güvenliği Önlemleri Alma
Yükümlülüğü”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 60 (2) : 281-307.
İzmirlioğlu, A. (2019) “İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı Çerçevesinde Geçici İş İlişkisi
Kuran İşverenler İçin Getirilen Özel Yükümlülüklerinin Değerlendirilmesi”, Route Educational
and Social Science Journal, 38(1)-6(4):20,
http://www.ressjournal.com/OncekiSayilarDetay.aspx?Sayi=38(1) (01.06.2019)
Kabakçı, M. (2009) “Hukuki Yönden Risk Değerlendirmesi”, İş Sağlığı ve Güvenliği
Dergisi, 2009/44, 22-23
Kabakçı, M. (2011) “5920 sayılı Kanunun Ödünç İş İlişkisi Hakkında Veto Edilen
Hükmünün AB Yönergesi Işığında Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum, 2011-4, (31):73-
111
Kılkış, İ. ve Demir,, S. (2012) “İşverenin İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimi Verme
Yükümlülüğü Üzerine Bir İnceleme”, Çalışma İlişkisi Dergisi, 3 (1): .23-47,
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/308012, ( 01.05.2017)
Narter, S. (2014) “İş Sağlığı ve Güvenliğinde İdari, Cezai ve Hukuki Sorumluluk”,
Ankara: Adalet Yayınevi
Odaman, S. (2016) “Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Türk İş Hukukunda Ödünç İş
İlişkisi Uygulaması” Sicil, 36 (1):.44-68
Odaman, S. ve Çavuş, Ö. H. (2016) “İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Açısından
Ödünç İş İlişkisi”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Özel Sayısı, Prof. Dr.
Turhan Esener’e Armağan, Seçkin Kitabevi, 1: 249-277
Odaman, S. (2017) “Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Türk İş Hukukunda Ödünç İş
İlişkisi Uygulaması”, Sicil İş Hukuku Dergisi, 36:41-61
Özdemir, E. (2014) “İş Sağlığı ve Güvenliği Hukuku”, İstanbul: Vedat Kitapçılık
Öztürk, S. G. (2015) “İş Sağlığı ve Güvenliği Yükümlülüklerinin Yerine
Getirilmemesinin Hukuki, İdari ve Ceza Sonuçları”, İstanbul: Beta Yayıncılık
Süzer, S. (2019) “İş Hukuku”, İstanbul: Beta Yayıncılık
Uşen, Ş. (2010) “2008/104/EC Sayılı Ödünç İş İlişkisine İlişkin Avrupa Birliği
Yönergesinin Getirdiği Yeni Düzenlemelerin Türkiye Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma
ve Toplum, 2010/3 (26):169-189
34
TÜRKİYE’DE ALKOL TÜKETİMİ KUZNETS EĞRİSİ GEÇERLİ Mİ?
Araş. Gör. Dr. Uğur Korkut PATA
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Osmaniye, Türkiye
[email protected]; [email protected]
Özet
Alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezi literatürde yeni bir araştırma konusudur. Bu hipotez alkol tüketimi
ile kişi başına düşen gelir arasında ters-U şeklinde bir ilişki olduğunu ifade etmektedir. Bu çalışma 1967-2017
döneminde Türkiye için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin varlığını incelemektedir. Çalışmada Johansen-
Juselius eş-bütünleşme testi, tam değiştirilmiş en küçük kareler (FMOLS) ve dinamik en küçük kareler (DOLS)
tahmincileri kullanılmıştır. Johansen-Juselius testi ile finansal gelişme, kişi başına düşen gelir düzeyi ve kişi
başına düşen alkol tüketimi arasında uzun dönemli bir ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Çalışmanın bulguları
finansal gelişmenin alkol tüketimini arttırdığını göstermektedir. Ayrıca, FMOLS ve DOLS tahmincileri Türkiye
ekonomisi için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezini güçlü bir şekilde doğrulamaktadır. Sonuç olarak, Türkiye'de
kişi başına düşen gelir düzeyi arttıkça, bireylerin sağlıklarına daha fazla önem verdiği ve alkol tüketimlerini
azalttığı belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Alkol Tüketimi Kuznets Eğrisi, Ekonomik Büyüme, Finansal Gelişme, Eş-bütünleşme,
Türkiye.
JEL Kodları: A12, C32, I15.
IS THE ALCOHOL CONSUMPTION KUZNETS CURVE VALID FOR TURKEY?
Abstract
The alcohol consumption Kuznets curve hypothesis is a new research topic in the literature. The hypothesis
states that there is an inverse-U shaped relationship between alcohol consumption and per capita income. This
paper examines the presence of alcohol consumption Kuznets curve hypothesis for Turkey covering the period of
1967-2017. The study employed Johansen-Juselius cointegration test, the fully modified ordinary least square
(FMOLS) and dynamic ordinary least square (DOLS) estimators. The Johansen-Juselius test revealed a long-term
relationship between financial development, per capita income and per capita alcohol consumption. The findings
of the study show that financial development increases alcohol consumption. In addition, FMOLS and DOLS
estimators strongly validates the alcohol consumption Kuznets curve hypothesis for Turkish economy.
Consequently, it has been determined that as per capita income increases, individuals pay more attention to their
health and reduce alcohol consumption.
Key Words: Alcohol Consumption Kuznets Curve, Economic Growth, Financial Development, Co-integration,
Turkey.
JEL Codes: A12, C32, I15.
1. GİRİŞ
Kuznets (1995) ilk olarak gelir dağılımdaki eşitsizlik ile kişi başına düşen gelir arasında
ters-U şeklinde bir ilişkinin varlığını ortaya koymuştur. Kuznets eğrisi olarak nitelendirilen bu
ilişkide gelir düzeyi arttıkça ilk etapta bireyler arasındaki gelir dağılımındaki adaletsizlik
artmakta, gelir düzeyi belirli bir dönüm noktası değerini aşınca ise gelir dağılımında daha adil
bir oluşum gerçekleşmektedir. Kuznets eğrisi gelir dağılımının yanında çevre kirliliği ve
finansal gelişme gibi diğer birçok değişken için de analiz edilmeye başlanmıştır. Greenwood
ve Jovanovic (1990) finansal gelişme ve gelir dağılımındaki eşitsizlik arasında ters-U şeklinde
bir olduğunu ifade etmiş ve bu ilişkiyi finansal Kuznets eğrisi olarak nitelendirmişlerdir.
Grossman ve Krueger (1991)’e göre çevre kirliliği ve kişi başına düşen gelir düzeyi arasında da
böyle bir ilişki mevcuttur. Panayotou (1993) bu ilişkiyi çevresel Kuznets eğrisi olarak
nitelendirmiştir.
Son zamanlarda sağlık eşitsizliği, alkol tüketimi ve obezite gibi sağlık değişkenleri ile
kişi başına düşen gelir düzeyi arasında ters-U şeklinde bir ilişki olabileceği çeşitli çalışmalarda
ifade edilmiştir. Grecu ve Rotthoff (2015) obezite Kuznets eğrisi hipotezini ve Costa-Font,
Hernandez-Quevedo ve Sato (2018) ise sağlık Kuznets eğrisi hipotezini geliştirmişlerdir. Alkol
tüketimi Kuznets eğrisi ise Cantarero-Prieto, Pascual-Saez ve Gonzalez Diego (2019)
35
tarafından ileri sürülmüştür. Bu hipotez toplumların ekonomik gelişimin ilk aşamalarında gelir
düzeyi arttıkça alkol tüketimini arttırdıklarını, kişi başına düşen gelir belirli bir sınırın üzerine
çıktığında ise bireylerin daha sağlıklı yaşam konusunda bilinçlenerek alkol tüketimini
azalttıklarını ifade etmektedir.
Sağlık harcamaları gün geçtikçe artmaktadır. Bireyler daha sağlıklı bir yaşam
sürdürebilme konusunda bilinçlenmektedir. Sağlık normal bir mal olduğundan ötürü bireyler
gelir düzeyleri daha sağlıklı yaşamak için daha iyi yiyecekler tüketebilmektedirler (Grecu ve
Rotthoff, 2015: 539). Bireyler gelir düzeyleri arttıkça daha sağlıklı bir yaşam için kendilerine
zarar veren yiyecek ve içeceklerden uzaklaşmaktadır. Alkol tüketiminin ise yoksulluğun mu
yoksa zenginliğin mi bir göstergesi olduğu farklı bir tartışma konusudur. Yoksul kesim dert,
acı ve çekilen sıkıntılardan ötürü alkol tüketimine başvururken zengin kesim ise lüks ve kültürel
bir ihtiyaç olarak alkol tüketimi gerçekleştirebilmektedir. Alkol tüketimi ile çeşitli kronik sağlık
sorunları oluşabilmekte ve insanların yaşam kalitesinde, ömür beklentilerinde düşüş
gerçekleşebilmektedir. Alkol kullanımı, artan kanser, inme ve karaciğer sirozu riskini içeren
önemli sağlık sorunları ve sosyal sonuçlar ile ilişkilidir. Bu kullanım sonucunda kaza ve
yaralanmalar, saldırı, şiddet, cinayet ve intihar sonucu ölüm ve sakatlık gibi sorunlar
gerçekleşebilmektedir (Cantarero-Prieto vd., 2019: 2).
Ayrıca alkol tüketen bireyler iş esnasında daha disiplinsiz davranabilmekte ve işe motive
olamamaktadır. Alkol tüketimi sadece bireyler üzerinde değil, aynı zamanda yaşam kalitesi ve
verimliliği düşen bireyler sebebiyle toplumsal verimlilik ve gelir vergisi üzerinde de olumsuz
bir etkiye neden olabilmektedir. Tüm bu nedenlerden dolayı alkol tüketiminin azaltılması çeşitli
sağlık risklerinin önüne geçerek bireylerin daha sağlıklı bir yaşan idame ettirebilmeleri için
oldukça önemlidir.
Şekil 1. Türkiye’de Kişi Başına Düşen Yıllık Litre Alkol Tüketimi
Kaynak: https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=30126
Şekil 1’de Türkiye’de alkol tüketiminin analiz dönemindeki seyri gösterilmektedir. 1967
yılında 1 litre olan kişi başına düşen yıllık alkol tüketimi 1979 yılından iki katına çıkmıştır.
1982 yılında tekrar eski seviyesine yaklaşan bu tüketim 1986 yılında yine 1,8 litre düzeyine
ulaşmıştır. Bu yıldan itibaren alkol tüketiminde inişli çıkışlı bir durum söz konusu olsa da 2017
yılına gelindiğinde tüketim miktarı 1,3 litreye gerilemiştir. Bu durum Türkiye’de bireylerin
yıllar itibariyle alkol tüketimini çok fazla arttırmadığının, hatta 1986 yılından sonra önemli
ölçüde azalttığının bir göstergesidir.
1
1,2
1,4
1,6
1,8
2
196
7
196
9
197
1
197
3
197
5
197
7
197
9
198
1
198
3
198
5
198
7
198
9
199
1
199
3
199
5
199
7
199
9
200
1
200
3
200
5
200
7
200
9
201
1
201
3
201
5
201
7
36
Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliğini test etmeyi amaçlayan
bu çalışmada giriş bölümünü takiben ikinci bölümde literatürdeki az sayıda çalışma özetlenmiş,
üçüncü bölümde çalışmada kullanılan veri seti, model ve yöntem tanıtılmış ve dördüncü
bölümde ise ampirik bulgular sunulmuştur. Son olarak sonuç bölümünde çalışmadan elde
edilen bulgular genel hatları ile değerlendirilmiştir.
2. LİTERATÜR ÖZETİ
Sağlık eşitsizliği, alkol tüketimi, obezite ve benzeri sağlık göstergeleri ile ekonomik
büyüme arasında ters-U şeklinde bir ilişkinin varlığını sınayan çalışmalar oldukça yeni ve az
sayıdadır. Bu çalışmalardan;
Grecu ve Rotthoff (2015) 1991-2010 döneminde ABD’de sabit etkiler modeli ile
gerçekleştirdikleri çalışmanın sonucunda beyaz tenli kadınlar için obezite Kuznets eğrisi
hipotezinin geçerli olduğunu ve gelir dağılımındaki eşitsizlik arttıkça da obezitenin azaldığını
ortaya koymuşlardır. Yazarlar ayrıca kişi başına düşen gelir düzeyinin 29,744$’ı aştıktan sonra
kadınların sağlıklarına dikkat ettiklerini ve böylece obezitenin azaldığını tespit etmişlerdir. Bu
bulguların erkekler için ise geçerli olmadığını belirlemişlerdir.
Costa-Font vd. (2018) 1994-2001 döneminde AB-15 ülkeleri için Tobit modeli, en küçük
kareler yöntemi (OLS) ve genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemi ile gerçekleştirdikleri
çalışmanın sonucunda sağlık Kuznets eğrisi hipotezinin geçerli olduğunu tespit etmişlerdir.
Yazarlar 26,000$-38,700$ aralığında gelir düzeyi arttıkça sağlık eşitsizliğinin azalacağı
sonucuna ulaşmışlardır.
Windarti, Hlaing ve Kakinaka (2019) 1975-2010 döneminde 130 ülke için dinamik panel
veri analizini OLS, sabit etkiler modeli ve genelleştirilmiş momentler metodu (GMM) ile
gerçekleştirdikleri çalışmanın sonucunda kişi başına düşen gelir düzeyi ile obezite arasında ters-
U şeklinde bir ilişki olduğunu belirlemişlerdir. Yazarlar ayrıca kentleşmenin obeziteyi arttıran
bir etken olduğunu tespit etmişlerdir.
Cantarero-Prieto vd. (2019) 1990-2017 döneminde 18 ülke için sabit etkiler modeli
kullanarak alkol tüketimi ile kişi başına düşen gelir düzeyi arasında ters-U şeklinde bir ilişki
olduğunu belirlemişlerdir. Yazarlar ayrıca yaşam beklentisi ve işsizlik oranındaki artışın alkol
tüketimini azalttığı, gelir dağılımındaki eşitsizliğin ise bu tüketimi arttırdığı sonucuna
ulaşmışlardır. Ekonominin genişleme döneminde alkol tüketiminin arttığını ve daralma
döneminde ise bu tüketimin azaldığını belirterek işsizlik ile alkol tüketimi arasındaki bu
bulguyu iş çevrimleri teorisine dayandırmışlardır.
Bu dört çalışmada da sağlık değişkenleri ile ekonomik büyüme arasında ters-U şeklinde
bir ilişkinin var olduğu belirlenmiştir. Şuana kadarki tüm çalışmalar ülke grupları için
gerçekleştirilmiştir. Literatürde Türkiye için gerçekleştirilen herhangi bir çalışma söz konusu
değildir. Dolayısıyla zaman serisi ile gerçekleştirilen bu çalışmanın mevcut literatüre katkı
sağlaması beklenmektedir.
3. VERİ SETİ, MODEL VE YÖNTEM
Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliğini 1967-2017 dönemi için
sınayan bu çalışmada kullanılan verilerden ALC: 15 yaş ve üzeri kişi başına düşen yıllık alkol
tüketimini (litre), Y: kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasılayı (2010 yılı sabit fiyatlarla
ABD doları), Y2: kişi başına düşen reel gayrisafi yurtiçi hasılanın karesini ve son olarak FD:
finansal gelişmenin bir göstergesi olarak özel sektöre verilen yerel kredileri (GSYH %)
belirtmektedir. ALC verisi OECD (2019)’dan diğer tüm veriler ise Dünya Bankası Kalkınma
Göstergeleri (World Bank, 2019)’nden elde edilmiştir. Analize bütün seriler logaritmik
37
dönüşümleri gerçekleştirilerek dahil edilmiştir Çalışmada kullanılan kuadratik model denklem
1’de gösterilmektedir.
lnALCt=ϑ0+ϑ1lnYt+ϑ2lnY2t+ϑ3lnFDt+εt (1)
Denklemde Y pozitif, Y2 negatif ve her iki değişkende istatistiksel olarak anlamlı iken
alkol tüketimi Kuznets eğrisi varsayımlarının geçerli olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Alkol
tüketimi Kuznets eğrisinde belirtilen alkol tüketiminin azalmaya başlayacağı kişi başına düşen
gelir düzeyini gösteren dönüm noktası Y*=−ϑ1/2ϑ2 formülü ile elde edilmektedir. Y*
değerinin ters logaritması alınarak dönüm noktasının parasal değeri tespit edilmektedir.
Finansal gelişme ise alkol tüketimini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
3.1. Johansen-Juselius Eş-Bütünleşme Testi
Johansen ve Juselius (1990) ikiden daha fazla değişken arasındaki eş-bütünleşme
ilişkisinin sınanmasına imkan tanıyan Johansen-Juselius (JJ) testini geliştirmişlerdir. Bu test
için ilk olarak analize dahil edilecek serilerin birinci farklarında durağan olmaları
gerekmektedir. Ayrıca JJ testi vektör otoregresif model (VAR) analizine dayanmaktadır. Bu
nedenle VAR modeli için de uygun gecikme uzunluğu belirlenmelidir JJ eş-bütünleşme testi
için kurulan VAR modeli denklem 2’de gösterilmektedir.
Xt=β+∀1xt-1+∀2xt-2+…+∀kxt-k+et (2)
Denklemde β; sabit terimi, Xt; durağan olmayan içsel değişkenler vektörünü, ∀; (n*n)
boyutundaki parametre vektörünü, et ise (n*1) boyutundaki vektörün hata terimini
belirtmektedir. Bu VAR denklemi JJ eş-bütünleşme testi için denklem 3’teki gibi revize
edilebilir.
∆Xt=α+ ∑ Γi
k-1
i=1
∆Xt-i+∀Xt-k+ut (3)
Denklem 3’te α; sabit terimi, ∀ matrisinin rankı ise eş-bütünleşme ilişkisinin sayısını
belirtmektedir. JJ testi seviye değerlerinde durağan olmayan seriler arasındaki eş-bütünleşik
vektörleri maksimum olabilirlik sürecini kullanarak göstermektedir. Optimal gecikme uzunluğu
belirlenip VAR modeli kurulduktan sonra JJ eş-bütünleşme testindeki eş-bütünleşik vektör
sayısını belirlemek için kullanılan iz ve maksimum öz-değer test istatistikleri sırasıyla denklem
4 ve 5’deki eşitlikler ile hesaplanmaktadır.
λiz(r)=-T ∑ ln(1-λ̌i) (4)
n
i=r+1
λöz-değer(r,r+1)=-T ln(1-λ̌r+1) (5)
Denklemlerde T toplam gözlem sayısını, λ̌i’ler karakteristik kökleri ve r eş-bütünleşik
vektör sayısını belirtmektedir. İz istatistiği ile rankın r’ye eşit olup olmadığı, öz-değer istatistiği
ile ise eş-bütünleşik vektörün r olduğu sıfır hipotezi, bu vektör sayısının r+1 olduğu alternatif
hipoteze karşı analiz edilmektedir. Her iki testin de sıfır hipotezi eş-bütünleşmenin yokluğunu,
alternatif hipotez ise değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığını belirtmektedir.
İki test istatistiği Johansen ve Juselius (1990) ve Osterwald-Lenum (1992)’un geliştirmiş
oldukları tablo kritik değerleri ile karşılaştırılmakta, elde edilen test istatistikleri bu tablo kritik
değerlerinden en az %5 anlamlılık düzeyinde büyük olarak belirlendiklerinde sıfır hipotezi
reddedilerek seriler arasında eş-bütünleşmenin varlığına karar verilmektedir.
38
3.2. FMOLS ve DOLS Tahmincileri
Phillips ve Hansen (1990)’in geliştirmiş oldukları tam değiştirilmiş en küçük kareler
yöntemi (FMOLS) ve Saikonen (1992) ile Stock ve Watson (1993)’un geliştirmiş oldukları
dinamik en küçük kareler yöntemi (DOLS), otokolerasyon ve içsellik problemlerini sırasıyla
yarı parametrik ve parametrik bir düzeltme yöntemi kullanarak gidermektedir. Ayrıca her iki
tahminci ile de gözlem sayısı az çalışmalarda etkin ve güvenilir sonuçlar elde edilebilmektedir.
Denklem 6’da FMOLS, denklem 7’de ise DOLS tahmincileri gösterilmektedir.
θ̂= [β̂
γ̂1
] = (∑ ZtZt'
T
t=1
)
-1
(∑ ZtYt+-T [λ1 2
+
0]
T
t=1
) (6)
Denklem 6’da Zt=(Xt' ,Dt
' )’dir. FMOLS yönteminde otokolerasyon problemi yaratan
parametrede kernel tahmincisi kullanılarak bu sorun giderilmektedir.
Yt=γ0+γ
1Xt+ ∑ 𝜇i∆Xt-i
k
i=-k
+zt (7)
Denklem 7’de Yt bağımlı değişkeni, Xt bağımsız değişkeni, γ1 eş-bütünleşik vektörü, zt
hata terimini ve uygun gecikme uzunluğunu belirten k ise bağımsız değişkenin hem gecikmeli
hem de gelecek değerlerini göstermektedir.
4. AMPİRİK BULGULAR
İlk olarak değişkenlerin durağanlık düzeylerini belirlemek için Dickey ve Fuller (1981)
tarafından geliştirilmiş olan genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) ve Elliot, Rothenberg ve
Stock (1996) tarafından geliştirilen, ADF testinin genelleştirilmiş en küçük kareler yöntemi ile
çözümlenmiş hali olan (DF-GLS) birim kök testi uygulanmıştır. Bu iki birim kök testine ait
sonuçlar tablo 1’de gösterilmektedir.
Tabloda gösterilen sonuçlara göre alkol tüketimi serisinin sadece sabiti içeren trendsiz
ADF modelinde seviye değerinde durağan olduğu görülmektedir. Ancak ADF testinde
sabitli+trendli modelde ve DF-GLS testinde her iki modelde bu seri birim kök içermektedir.
ALC serisi birinci farkında ise hem ADF hem de DF-GLS testinde durağandır. Diğer iki
değişken için de bu durum geçerlidir. Dolayısıyla her iki birim kök testinden elde edilen
sonuçlar analize dahil edilecek olan üç serinin de seviye değerlerinde birim köklü, birinci
farkında ise durağan olduğunu belirtmektedir.
Tablo 1. ADF ve DF-GLS Birim Kök Testinin Sonuçları
Testler ADF DF-GLS
Değişkenler Sabitli Sabitli+trendli Sabitli Sabitli+trendli
ALC -2,942 (0)** -3,036 (0) -1,897 (0) -2,372 (0)
Y (Y2) 0,698 (0) -1,699 (0) 2,261 (0) -1,888 (0)
FD 0,643 (0) -0,720 (0) 0,682 (0) -1,349 (1)
∆ALC -7,267(0)*** -7,254(0)*** -5,079 (0)*** -6,683 (0)***
∆Y (∆Y2) -6,721 (0)*** -6,822 (0)*** -6,476 (0)*** -6,808 (0)***
∆FD -5,334 (0)*** -5,582 (0)*** -5,369 (0)*** -5,567 (0)***
Not: *** %1 ve ** %5 düzeyinde incelenen serinin durağan olduğunu belirtmektedir. Optimal gecikme
uzunlukları her iki birim kök testinde SIC ile tespit edilmiştir.
Serilerin birinci farkında durağan I(1) oldukları belirlendikten sonra bu seriler arasındaki
uzun dönemli ilişkilerin tespiti için JJ eş-bütünleşme testi uygulanmıştır. JJ testi için ilk olarak
uygun gecikme uzunluğu dört ayrı bilgi kriteri kullanılarak tespit edilmiştir.
39
Tablo 2. JJ Testi İçin Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi
Gecikme Uzunluğu FPE AIC SIC HQ
0 7,44e-07 -2,759 -2,602 -2,700
1 1,06e-10* -11,620* -10,833* -11,324*
2 1,43e-10 -11,337 -9,920 -10,804
3 1,80e-10 -11,147 -9,100 -10,377
4 2,40e-10 -10,935 -8,258 -9,928
Not: FPE: Son tahmin hata kriteri, AIC: Akaike bilgi kriteri, SIC: Schwarz bilgi kriteri ve HQ: Hannan-Quin
bilgi kriterini ifade etmektedir.
Tablo 2’de dört bilgi kriterine göre de optimal gecikme uzunluğunun 1 olduğuna karar
verilmiştir. Optimal gecikme uzunluğu belirlendikten sonra JJ eş-bütünleşme testi
uygulanmıştır.
Tablo 3. JJ Eş-bütünleşme Testinin Sonuçları
H0 H1 İz istatistiği %5 Tablo kritik değeri Öz-değer istatistiği %5 Tablo kritik değeri
r=0 r=1 84,217*** 54,079 43,219*** 28,588
r≤1 r=2 40,997** 35,192 22,578** 22,299
r≤2 r=3 18,418 20,261 10,150 15,892
r≤3 r=4 8,268 9,164 8,268 9,164
Not: *** %1 ve ** %5 anlamlılık düzeyinde eş-bütünleşmenin olmadığını ifade eden sıfır hipotezinin
reddedildiğini belirtmektedir.
Tablo 3’te gösterilen hem iz hem de öz-değer istatistiklerine göre en az iki eş-bütünleşik
vektör mevcuttur. Bu durumda değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişki vardır. Değişkenler
arasında eş-bütünleşme ilişkisinin var olduğu sonucuna vardıktan sonra FMOLS ve DOLS
tahmincileri ile uzun dönem katsayıları belirlenmiştir.
Tablo 4. FMOLS ve DOLS Tahmincilerinin Sonuçları
Yöntemler FMOLS DOLS
Değişkenler Katsayı t-istatistiği Katsayı t-istatistiği
Y 19,189*** 2,816 22,140** 2,049
Y2 -1,099*** -2,829 -1,273** -2,057
FD 0,396** 2,370 0,525** 2,116
C -84,349*** -2,790 -97,219** -2,037
Y* 6134$ 5947$
Not: *** %1 ve ** %5 düzeyinde elde edilen katsayıların istatistiksel olarak anlamlı olduklarını belirtmektedir.
FMOLS ve DOLS tahmincileri sırasıyla 0,046 (0,976) ve 2,454 (0,293) Jarque-Bera istatistiği ile normal
dağılıma sahiptir.
40
Tablo 4’te gösterilen FMOLS ve DOLS tahmincilerinin sonuçlarına göre finansal
gelişmenin alkol tüketimini arttırdığı belirlenmiştir. Ayrıca istatistiksel olarak anlamlı
belirlenen Y katsayısının pozitif ve Y2 katsayısının negatif olması alkol tüketimi Kuznets eğrisi
hipotezinin Türkiye için geçerli olduğunu göstermektedir. Bu durumda Türkiye’de kişi başına
düşen gelir düzeyi arttıkça önce bireylerin alkol tüketimi artmakta, ülkede kişi başına düşen
gelir düzeyi 5974-6134$’ı geçtiğinde ise bireyler sağlıkları konusunda daha hassas
davranmakta ve alkol tüketimlerini azaltmaktadır. Türkiye’de 1987 yılından itibaren kişi başına
düşen gelir düzeyi bu seviyeyi aşmıştır. 2017 yılında ise kişi başına düşen gelir 2010 yılı sabit
fiyatları ile yaklaşık olarak 15 bin ABD dolarına tekabül etmektedir. Bu nedenle Türkiye’de
gelir düzeyi artmaya devam ettikçe insanların sağlıklarına daha duyarlı oldukları ve alkol
tüketimini azalttıkları söylenebilir. Ancak özel sektöre verilen yerel kredilerin GSYH içindeki
payı arttıkça alkol tüketimi artmaya devam etmektedir. Bu durum ise finansal gelişimin
bireylerin alkol tüketimini arttıran bir unsur olduğunu göstermektedir.
5. SONUÇ
Bu çalışmada Türkiye ekonomisi için alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerliliği
Johansen-Juselius eş-bütünleşme testi, FMOLS ve DOLS uzun dönem tahmincileri ile
sınanmıştır. İlk olarak finansal gelişme, alkol tüketimi ve kişi başına düşen gelir düzeyi arasında
bir eş-bütünleşme ilişkisinin olduğu belirlenmiştir. Değişkenler arasında eş-bütünleşme ilişkisi
belirlendikten sonra ise uzun dönem katsayıları tahmin edilmiştir. Bu tahminler sonucunda da
Türkiye’de alkol tüketimi Kuznets eğrisi hipotezinin geçerli olduğuna karar verilmiştir.
Bireylerin gelir düzeyleri arttıkça sağlık harcamaları da artmaktadır. Daha sağlıklı ve
uzun bir yaşam için Türkiye’de yaşayan bireyler alkol tüketimlerini azaltmaktadırlar.
Ekonomik büyüme yaklaşık olarak kişi başına düşen gelir 5900-6100$’ı aşınca Türkiye’de
alkol tüketiminin azaltılmasına yardımcı olmaktadır. Ancak finansal gelişme ile birlikte
bireylerin paraya erişimi daha kolay bir hale geldikçe daha fazla alkol tükettikleri sonucuna
varılmıştır.
Ekonomik gelişim ile birlikte bireylerin sosyal ve kültürel yaşantıları değişmektedir.
Ekonomik büyüme arttıkça daha yüksek maaş ile çalışabilen bireylerin alım gücü ve sağlık
harcamaları artmakta, bu durumda ise daha uzun ve kaliteli bir yaşam beklentisi ile alkol
tüketimleri düşmektedir. Böylece Türkiye’de bireyler alkol tüketimlerini düşürerek olası kalıcı
sağlık sorunları riskini azaltmakta ve daha sağlıklı bir yaşam sürdürebilmektedirler.
KAYNAKÇA
Cantarero-Prieto, D., Pascual-Saez, M., Gonzalez Diego, M. (2019) “Examining an Alcohol
consumption Kuznets Curve for developed countries”, Applied Economics Letters, 1-4.
https://doi.org/10.1080/13504851.2019.1581901 (10.07.2019).
Costa-Font, J., Hernandez-Quevedo, C., Sato, A. (2018) “A Health ‘Kuznets’ Curve’? Cross-
Sectional and Longitudinal Evidence on Concentration Indices”, Social Indicators Research,
136(2): 439-452.
Dickey, D.A., Fuller, W.A. (1981) “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time Series
with a Unit Root”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 49(4): 1057-1072.
Elliott, G., Rothenberg, T.J., Stock, J.H. (1996) “Efficient Tests for an Autoregressive Unit
Root’’, Econometrica, 64(4): 813-836.
Grecu, A.M., Rotthoff, K.W. (2015) “Economic Growth and Obesity: Findings of an Obesity
Kuznets Curve”, Applied Economics Letters, 22(7): 539-543.
41
Greenwood, J., Jovanovic, B. (1990) “Financial Development, Growth, and the Distribution of
Income”, Journal of Political Economy, 98(5): 1076-1107
Grossman, G.M., Krueger, A.B. (1991) “Environmental Impacts of a North American Free
Trade Agreement” (No. w3914). National Bureau of Economic Research.
Kuznets, S. (1955) “Economic Growth and Income Inequality”, The American Economic
Review, 45(1): 1-28.
Johansen, S., Juselius, K. (1990) “Maximum Likelihood Estimation and Inference on
Cointegration—with Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics
and Statistics, 52(2): 169-210.
OECD (2019) https://stats.oecd.org/index.aspx?queryid=30126, (20.06.2019)
Osterwald‐Lenum, M. (1992) “A Note with Quantiles of the Asymptotic Distribution of the
Maximum Likelihood Cointegration Rank Test Statistics”, Oxford Bulletin of Economics and
Statistics, 54(3): 461-472.
Panayotou, T. (1993) “Empirical Tests and Policy Analysis of Environmental Degradation at
Different Stages of Economic Development” (No. 992927783402676). International Labour
Organization.
Phillips, P.C., Hansen, B.E. (1990) “Statistical Inference in Instrumental Variables Regression
with I (1) Processes”, The Review of Economic Studies, 57(1): 99-125.
Saikkonen, P. (1992). “Estimation and Testing of Cointegrated Systems by an Autoregressive
Approximation”, Econometric Theory, 8(1): 1-27.
Stock, J.H., Watson, M.W. (1993) “A Simple Estimator of Cointegrating Vectors in Higher
Order Integrated Systems”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 61(4): 783-820.
Windarti, N., Hlaing, S.W., Kakinaka, M. (2019) “Obesity Kuznets Curve: International
Evidence”, Public Health, 169: 26-35.
World Bank (2019) “Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri”,
https://databank.worldbank.org/source/world-development-indicators (20.06.2019).
42
TÜRKİYE’DE BÜTÇE AÇIĞININ EKONOMİK BÜYÜME
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: AMPİRİK BİR ANALİZ
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet ELA
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, Türkiye
Araş. Gör. Dr. Uğur Korkut PATA
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü, Türkiye
[email protected]; [email protected]
Özet
Bu çalışma Türkiye'de bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkileri 1980-2016 dönemi zaman serisi
verileri kullanarak incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amacı gerçekleştirmek için, bu çalışmada hem en küçük
kareler hem de görünürde ilişkisiz regresyon tahmincilerine dayalı Toda-Yamamoto nedensellik testi
kullanılmıştır. Bulgular bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisinin olduğunu
göstermektedir. Ancak, ekonomik büyümeden bütçe açığına doğru ters bir nedensellik yoktur. Bunlara ek olarak,
bütçe açığındaki artış Türkiye’de ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre,
bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişkinin var olduğunu ifade eden Keynesyen görüş Türkiye
ekonomisi için geçerlidir. Hükümet bütçeden yapılan harcamaları verimli alanlara aktardığı taktirde, ekonomik
büyümeyi desteklemeye devam edecektir.
Anahtar Kelimeler: Bütçe Açığı, Ekonomik Büyüme, Nedensellik Analizi, Türkiye.
JEL Sınıflama Kodları: C22, H61, O11
The Effect of the Budget Deficit on Economic Growth in Turkey: An
Empirical Analysis Abstract The study aims to examine the relationship between the budget deficit and economic growth in Turkey using 1980-
2016 annual time series data. To do that, this paper utilize Toda-Yamamoto causality test based on seemingly
unrelated regression estimator. The findings indicate that a one-way causality is going from budget deficit to
economic growth. However, there is no reverse causality from economic growth to budget deficit. Additionally,
the increase in budget deficit positively affects economic growth in Turkey. According to the results of the study,
Keynesian view that there is a positive relationship between budget deficit and economic growth is valid for the
Turkish economy. If the government transfers budget expenditures to productive areas, it will continue to support
economic growth.
Keywords: Budget Deficit, Economic Growth, Causality Analysis, Turkey.
JEL Classification Codes: C22, H61, O11
1. GİRİŞ
Ekonomik büyüme, tüm ülkelerin temel ekonomik hedeflerinden bir tanesini
oluşturmaktadır. Nitekim, ekonomik büyümenin işsizlik, borçlanma faizleri, vergi gelirleri,
gelir dağılımı ve yoksulluk gibi birçok ekonomik ve mali faktör üzerindeki etkisi, ekonomik
büyümeyi ülkeler için önemli kılmaktadır. Diğer yandan çoğu mali göstergenin
sürdürülebilirliği de ekonomik büyüme ile yakından ilişkilidir. Konuya politik açıdan
bakıldığında ise hükümetlerin tekrar seçilebilmesi önemli ölçüde ekonomik büyümeden
etkilenmektedir (Brender ve Drazen, 2005).
Ekonomik büyümeyi sağlamak için temeL olarak para ve maliye politikası gibi iki araca
sahip olan hükümetlerin özelde en önemli politika araçlarından bir tanesi de bütçe politikasıdır.
Bu anlamda hükümetler, bütçe politikası yoluyla ekonomik ve mali göstergeleri pozitif anlamda
etkileme gayreti içerisindedirler. Hükümetlerin genellikle bütçe açığı verdiği gerçeği veri iken
bu konuda önemli sorulardan bir tanesi de bütçe açıklarının ekonomik büyümeyi hangi yönde
etkilediğidir. Bu açıdan, bütçe politikasının bir anlamda etkinliğini sınayan bu sorunun cevabı
diğer ülkelere benzer şekilde Türkiye için de önem arz etmektedir.
43
Şekil 1. Türkiye’de 1980-2017 Döneminde Bütçe Açığı (GSYİH’ya Oranla, %) ve
Ekonomik Büyüme (%)
Kaynak: Bumko, 2019; Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri, 2019.
Şekil 1’de bu çalışmanın dönem aralığı için Türkiye’de bütçe açığı ve ekonomik büyümenin
seyri gösterilmektedir. Şekle göre 1980’li yıllarda bütçe açığı/GSYİH oranı nispeten düşük
düzeyde seyretmiş ve özellikle 90’lı yıllardan itibaren artış trendine girmiştir. Ekonomideki
yapısal sorunlar nedeniyle artan kamu harcamalarını karşılayacak gelirlerin sağlanamaması bu
dönemde bütçe açığını önemli bir problem haline getirmiştir. Türkiye’de 1980’li yıllarda iç
borçlanmaya aşırı derecede başvurulduğundan dolayı sınıra gelinmiş (Dağ, 2018: 46) ve 1990’lı
yıllarda ise, borç bulabilme kapasitesinde daralma ile yüksek faizle borçlanma zorunluluğu,
bütçe açıklarının daha da arttırarak kronik bir problem olmasına sebebiyet vermiştir (Altun,
2017:14). 2000’li yıllarda uygulanan istikrar programları ve mali alandaki dönüşümler bütçe
açığının hızla düşmesini ve 2009 ekonomik krizi hariç olmak üzere bu açığın sabit bir seyir
izlemesini sağlamıştır.
Şekil 1’e göre Türkiye’de 1980’li ve 90’lı yıllarda oldukça değişken bir görüntü çizen
ekonomik büyüme oranları, 2000’li yıllarda daha durağan bir görüntü çizmiş (2009 kriz dönemi
hariç olmak üzere) ve genellikle pozitif seyretmiştir. 2001 ve 2009 ekonomik kriz yıllarında
Türkiye hükümeti sırasıyla yaklaşık olarak %12 ve %5 bütçe açığı vermiştir. Bu dönemlerde
ekonomi %6 ve %5,4 oranında daralmıştır. Ekonomik büyüme oranları 2004 yılında %9,64 ve
2011 yılında %11 olarak tarihi seviyelere ulaşmıştır. Buna göre, bir nevi ekonomik daralma
itibariyle daha yüksek bütçe açıkları verilerek yüksek oranlı ekonomik büyüme değerlerinin
yakalandığı söylenebilmektedir. Son yıllarda ise nispeten daha istikrarlı ve pozitif büyüme
trendi yakalanmıştır.
Türkiye’de genellikle her yıl verilen bütçe açıkları ve yıldan yıla değişiklik gösteren
ekonomik büyüme oranları arasındaki ilişkiyi inceleyen bu çalışma 3 bölümden oluşmaktadır.
Çalışmanın ikinci bölümünde konu ile ilgili teorik ve ampirik literatüre yer verilmiş, üçüncü
bölümünde veri seti ve yöntem tanıtılmış, dördüncü bölümünde ampirik bulgular sunulmuş ve
ardından sonuca gidilmiştir.
2. LİTERATÜR ÖZETİ
Bütçe açıklarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi, son zamanlarda ekonomi ve maliye
literatüründe önemli bir tartışma konusu olarak yer almaktadır. Bu etkiyi açıklamaya yönelik
Keynesyen, Neoklasik ve Ricardocu olmak üzere üç temel teorik yaklaşım söz konusudur.
-15
-10
-5
0
5
10
15
1980 1986 1992 1998 2004 2010 2016
Bütçe Açığı Ekonomik Büyüme
44
Teoride bütçe açığının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi konusunda farklı açıklamalara sahip
olan bu görüşlere benzer şekilde ampirik çalışmalarda ulaşılan bulgular da önemli ölçüde
farklılık arz etmektedir.
2.1. Teorik Literatür
Teorik açıdan bakıldığında, bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki hakkında
tartışmalı görüşler vardır. Neoklasikler, bütçe açığının ekonomik büyüme ile negatif yönde
ilişkili olduğunu savunurken; Keynesyenler, bütçe açığı ile ekonomik büyüme arasında pozitif
bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler. Aksine, Ricardocular ise bütçe açığının ekonomik
büyüme üzerinde etkili olmadığını, diğer bir deyişle bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasında
tarafsız (nötr) bir ilişki olduğunu iddia etmektedirler.
2.1.1. Neoklasik Görüş
Neoklasik paradigma, ileri görüşlü bireylerin kendi yaşam döngüleri boyunca tüketimlerini
planladıklarını savunmaktadır (Biplob, 2019:69). Neoklasikler mevcut bütçe açığının gelecekte
bireylere ağır vergi yükü getireceğine inanmaktadırlar. Tüketimlerini tüm yaşam döngüleri
boyunca planlayan bireyler göz önüne alındığında, bütçe açığı sonucunda vergiler gelecek
nesillere kaydırılmakta, dolayısıyla bütçe açıkları mevcut tüketimi artırmaktadır. Kaynakların
tam olarak kullanıldığı ve sabit çıktı olduğu varsayımına dayanan Neoklasik okul, artan
tüketimin tasarrufta bir düşüşe işaret ettiğini ileri sürmektedir. Bu anlamda gerek özel sektör
tasarruflarında ve gerekse bütçe açığından dolayı hükümet tasarruflarında düşüş görülmektedir.
Devlet tasarruflarındaki düşüşün özel tasarruflardaki bir artış ile dengelenmemesi sonucunda,
ulusal tasarruflar ile yatırım talebi arasındaki eşitliği sağlamak için faiz oranının artması
gerektiği savunulmaktadır. Yüksek faiz oranları, özel yatırımlarda düşüşe neden olmaktadır. Bu
olumsuz sonuçlar, hükümetin mali önlemlerle ekonomik faaliyetlere sınırlı müdahalesini ortaya
çıkaran bütçe açığının “finansal dışlama” etkisi olarak görülmektedir (Dao ve Bui, 2016:3).
Benzer şekilde bütçe açıkları “kaynaksal dışlama” yoluyla da özel sektörü olumsuz
etkileyebilmektedir. Kamu sektörü bütçe açığı sonucunda harcamalarını arttırdığında, temel
ekonomik kaynakların (örneğin kalifiye işgücü, hammadde) maliyetleri de artacak ve özel
sektörün gelişmesi daha da zorlaşacaktır (Van ve Sudhipongpracha, 2015:130). Sonuç olarak,
uzun süreli açıklar özel sermayeyi dışlamakta ve ekonomik büyüme üzerinde negatif etkide
bulunmaktadır (Navaratnam ve Mayandy, 2016:4).
2.1.2. Keynesyen Görüş
Keynesyen görüşe göre, harcama, vergi, borçlanma ve bütçe gibi mali araçların fonksiyonel
kullanımı ile ekonomik sorunların üstesinden gelinebilir. Bu açıdan Keynesyen görüş,
ekonomik büyümeyi teşvik etmek için bütçe açığına dayalı bir politikanın uygulanmasını
savunmaktadır. Örneğin, hükümet mal ve hizmet satın aldığında, toplam talebi artırabilir.
Benzer şekilde, hükümet vergi indirimi yaptığında hanehalkı elde ettiği ek gelirin bir kısmını
tüketim mallarına harcayabilir (Dao ve Bui, 2016:2-3). Bu bağlamda, Keynesyenler büyümeyi
teşvik etmek için kilit bir politika değişkeni olarak kamu harcama çarpanını vurgulamaktadırlar.
Daha spesifik olarak, bütçe açıklarının faiz oranları arttığında bile tasarrufları ve yatırımları
artırabileceği öne sürülmektedir. Bu durum, büyük ölçüde istihdam olanaklarının yaratılması
veya ekonominin üretken kapasitesini artırabilecek olan atıl kaynakların kullanılması ile
sağlanmaktadır (Kesavarajah, 2017:50). Artan tasarruf ve yatırım sonucu yaşanan üretim artışı
ise özel yatırımcıları ekonominin gelecekteki seyri konusunda daha iyimser kılmakta ve bu
girişimcilerin daha fazla yatırım yapmalarını sağlamaktadır. Bu açıdan açık bütçe politikası
özel yatırımları teşvik etmektedir ki buna çekme (crowding in) etkisi denilmektedir (Buscemi
ve Yallwe, 2012:127). Bu anlamda Keynesyen görüşe göre bütçe açıkları ekonomik büyümeyi
arttırmaktadır.
45
2.1.3. Ricardocu Görüş
Ricardocu denklik teorisi, kamu açığının ekonomik performans üzerinde bir etkisi
olmadığını savunmaktadır. Ricardocu denklik paradigmasının savunucusu olan Barro (1989),
bütçe açığındaki bir genişlemenin, devlet harcamalarında bir genişleme nedeniyle ortaya
çıktığını belirtmiş ve bu açığın şimdi veya daha sonra, gelirlerin (kamu gelirleri) bugünkü
değeriyle ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu şekilde, mevcut vergilerdeki bir kesintinin
gelecekteki vergilerdeki bir genişleme ile karşılanacağını ve finansman maliyetlerinin ve buna
bağlı olarak özel yatırımların değişmeden kalacağı iddia edilmektedir (Biplob, 2019:69-70).
Bu teori, gelecekle ilgili rasyonel beklentilere sahip hanehalkının vergilendirmeye ilişkin
belirli bir vizyonunun olduğunu varsaymaktadır. Vergiler azaldıkça ve borçlanma yoluyla bütçe
açığı kapatıldıkça, hükümetin borçları ve faizlerini geri ödemek için gelecekte artan vergilerden
başka seçeneği olmayacaktır. Bu perspektife göre Ricardo, vergi indirimlerinin bir sonucu
olarak artan devlet borcunun şu anda bireyler için geçici bir gelir sunduğuna inanmaktadır.
Artan devlet borcunun ardından, tüketiciler gelecekte daha yüksek vergi ödemesi yapmak için
daha fazla tasarruf etmektedirler. Sonuç olarak, hükümet tarafından artan kredi talebi, daha
yüksek tasarrufla karşılanacak; bu nedenle faiz oranları sabit kalacaktır. Bu açıdan vergilerdeki
düşüş kalıcı gelir artışına yol açmamakta ve hanehalkı gelecek vergi yükümlülüklerini
karşılamak için tüketim harcamalarında herhangi bir değişiklik yapmadan geçici gelir tasarrufu
sağlamaktadır. Bu açıdan özel tasarruftaki artış, kamu sektörü tasarruflarındaki azalmayı
karşılamaktadır. Ulusal tasarruf ve buna bağlı olarak faiz oranı değişmeden kalmakta ve sonuç
olarak bu durum özel sektör yatırımlarında herhangi bir değişikliğe sebebiyet vermemektedir.
Özetle, Ricardocu görüşe göre, bütçe açığı politikasının yarattığı vergi indirimlerinin tüketim
ve tasarruf üzerinde bir etkisi yoktur. Bu sayede söz konusu açık politika ekonomik büyüme de
dahil olmak üzere diğer ekonomik göstergelerde bir değişiklik yaratmamaktadır (Arjomand vd.,
2016:347).
2.2. Ampirik Literatür
Teorik literatüre benzer şekilde ampirik çalışmalarda da bütçe açığı ve ekonomik büyüme
ilişkisi için farklı sonuçlar elde edilmiştir. Bu bağlamda, literatürde teorik görüşlerin her birini
destekleyen sonuçlar söz konusudur. Hiç şüphesiz bulgulardaki söz konusu farklılık, zaman
boyutu, ülke türleri, hükümet politikaları türleri ve bütçe açığı derecesi gibi çeşitli olası
faktörlerden kaynaklanmaktadır (Dao ve Bui, 2016:2).
Literatürde ilk olarak Neoklasik görüşü destekleyen bulgulara rastlamak mümkündür.
Nitekim, Arjomand vd. (2016), 2000-2013 dönemi için MENA ülkelerinde, Kesavarajah
(2017), 1970-2015 dönemi için Sri Lanka’da, Kurantin (2017), 1994-2014 dönemi için
Gana’da, Rana ve Wahid (2017), 1981-2011 dönemi için Bangladeş’te, Sheikh vd. (2015),
1972-2010 dönemi için Pakistan’da, Adak (2010), 1972-2006 dönemi için Türkiye’de, Hassan
ve Akhter (2015), 1976-2012 dönemi için Bangladeş’te, Idris vd. (2017), 1980-2015 dönemi
için Nijerya’da, Iqbal vd. (2017), 1972-2014 dönemi için Pakistan’da, Mohanty (2012), 1970-
2012 dönemi için Hindistan’da, Nikoloski ve Nevanovski (2017), 2000-2015 dönemi için
Makedonya’da, Nkrumah vd. (2016), 2000-2015 dönemi için Gana’da, Ramu ve Gayithri
(2016), 1980-2013 dönemi için Hindistan’da, Tung (2018), 2003-2016 dönemi için
Vietnam’da, Fatima vd. (2012), 1978-2009 dönemi için Pakistan’da, Epaphra (2017), 1966-
2015 dönemi için Tanzanya’da, Aero ve Ogundipe (2018), 1966-2015 dönemi için Nijerya’da,
Haider vd. (2016), 2000-2012 dönemi için Bangladeş’te, Amgain ve Dhakal (2017), 1980-2015
dönemi için 20 Asya ülkesinde, Molefe ve Maredza (2017), 2000-2015 dönemi için Güney
Afrika’da, Awe ve Funlayo (2014), 1980-2011dönemi için Nijerya’da, Cebula (1995), 1955–
1992 dönemi için ABD’de, Cebula (2011), 2003-2008 dönemi için OECD ülkelerinde bütçe
açığının (veya mali açığın) ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna
ulaşmışlardır.
46
Diğer yandan bazı araştırmalar ise Keynesyen görüşü destekler niteliktedir. Buna göre,
Biplob (2019), 1981-2017 dönemi için Bangladeş’te, Buscemi ve Yallwe (2012), 1990-2009
dönemi için Çin, Hindistan ve Güney Afrika’da, Abdullah vd. (2018), 1975-2015 dönemi için
Bangladeş’te uzun dönemde, Aslam (2016), 1959-2013 dönemi için Sri Lanka’da, Swasono ve
Martawardaya (2015), 1990-2012 dönemi için Endonezya’da, Popescu (2016), 1990-2014
dönemi için Slovakya’da bütçe açığının (veya mali açığın) ekonomik büyümeyi pozitif yönde
etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.
Son olarak bazı araştırmalar ise Ricardocu hipotezi destekler nitelikte bulgulara
ulaşmışlardır. Buna göre, Ahmad (2013), 1971-2007 dönemi için Pakistan’da, Rahman (2012),
2000-2011 dönemi için Malezya’da, Roy ve Berg (2009), 1973-2004 dönemi için ABD’de,
Velnampy ve Achchuthan (2013), 1970-2010 dönemi için Sri Lanka’da, Nkalu vd. (2016),
1970-2013 dönemi için Nijerya ve Gana’da, Andoni ve Osmani (2017), 1993-2015 dönemi için
Arnavutluk’ta, Noveski (2018), 1996-2015 döneminde Makedonya’da bütçe açığının ekonomik
büyümeyi etkilemediğini belirlemişlerdir.
3. VERİ SETİ VE YÖNTEM
Türkiye’de bütçe açığı ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkilerini 1980-2017
dönemi için incelemeyi amaçlayan bu çalışmada BA: Bütçe açığını (% GSYH) ve Y: Ekonomik
büyümeyi (Yıllık %) ifade etmektedir. Bütçe açığı verileri negatif olduğundan ötürü her iki
seride logaritmik dönüşümleri gerçekleştirilmeden, ham veri olarak analize dahil edilmiştir.
Ekonomik büyüme verileri Dünya Bankası Kalkınma Göstergeleri (2019)’inden, Bütçe açığı
verileri ise BUMKO (2019)’dan derlenmiştir.
Değişkenlerin ilk olarak durağanlık düzeyleri Dickey ve Fuller (1981) tarafından geliştirilen
ve otokolerasyon sorununun giderilmesi için ilgili değişkenin gecikmeli fark değerlerinin
eklendiği, genelleştirilmiş Dickey-Fuller (ADF) yöntemi ile sınanmıştır. Ardından Elliot vd.
(1996) tarafından literatüre kazandırılan ve küçük gözlem değerlerine sahip çalışmalarda daha
etkin sonuçlar verebilen, ayrıca genelleştirilmiş en küçük kareler ile çözümlenen Dickey-Fuller
(DF-GLS) uygulanmıştır. Bahsi geçen her iki birim kök testi de yapısal kırılmaları ihmal
etmektedir. Yapısal kırılmaların varlığında bu testlerin sonuçları yanıltıcı olabilmektedir. Bu
sebeple incelenen serilerde içsel olarak bir yapısal kırılmaya izin veren Zivot ve Andrews
(1992) tarafından geliştirilen (ZA) birim kök testi de kullanılmıştır.
Serilerin durağanlık düzeyleri belirlendikten sonra Toda ve Yamamoto (1995) (TY)
tarafından geliştirilmiş olan test ile değişkenler arasındaki nedensellik ilişkileri incelenmiştir.
TY nedensellik testi hem Zellner (1962)’in geliştirdiği görünürde ilişkisi regresyon (SUR)
yöntemi hem de en küçük kareler (OLS) yöntemine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.
Bu nedensellik testi farklı durağanlık düzeylerine sahip değişkenlere uygulanabilmektedir.
Ayrıca değişkenler analize seviye değerlerinde dahil edildiğinden ötürü bu testle birlikte olası
kısa dönem bilgi kaybı da giderilebilmektedir.
Yt=δ10+ ∑ α1imi=1 Yt-i+ ∑ ρ1i
p+dmax
i=p+1 Yt-i+ ∑ ω1ip
i=1 BAt-i+ ∑ ∂1ip+dmax
i=p+1 BAt-i+e1t (1)
BAt=ϑ20+ ∑ β2ip
i=1 BAt-i+ ∑ σ2i
p+dmax
i=p+1Xt-i+ ∑ φ2i
p
i=1 Yt-i+ ∑ μ2i
p+dmax
i=p+1Yt-i+e2t (2)
Denklem 1 için bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisinin olmadığını
ifade eden sıfır hipotezi H0: ω1 = 0 ve denklem 2 için ise ekonomik büyümeden bütçe açığına doğru
tek yönlü bir nedenselliğin olduğunu ifade eden sıfır hipotezi H0: φ2 = 0 şeklinde sınanmaktadır.
Her iki denklemde de sıfır hipotezi reddedildiğinde değişkenler arasında karşılıklı bir
nedensellik ilişkisi olduğuna karar verilmektedir.
4. AMPİRİK BULGULAR
İki değişkenin durağanlık düzeylerini belirlemek için uygulanan birim kök testlerine ait sonuçlar
Tablo 1’de gösterilmektedir.
47
Tablo 1. ADF, DF-GLS ve ZA Testlerine Ait Bulgular Testler Modeller Y ∆Y BA ∆BA
ADF Sabit -6,623*** - -1,778 -5,552***
Sabit+Trend -6,563*** - -1,714 -5,557***
DF-GLS Sabit -4,972*** - -1,774 -5,282***
Sabit+Trend -6,075*** - -1,780 -5,504***
ZA
Model A -7,017*** [2002] - -4,149 [2004] -6,321***
[2003]
Model C -6,929*** [2003] - -4,692
[2004]
-6,196***
[2004]
Not: *** %1 düzeyinde incelenen serinin durağan olduğunu ifade etmektedir. Uygun gecikme uzunlukları her
üç birim kök testi için de Schwarz Bilgi kriteri (SIC) ile tespit edilmiştir. ZA birim kök testinde [ ] parantez içi
değerler yapısal kırılma tarihlerini belirtmektedir.
Tabloda görüldüğü üzere ADF, DF-GLS ve ZA birim kök testlerinin sonuçları ekonomik
büyümenin seviye değerinde I(0), bütçe açığının ise birinci farkında I(1) durağan olduğunu
göstermektedir. Ayrıca değişkenlerde 2001 krizinin etkili olduğu yapısal kırılma tarihleri ile
belirlenmiştir. Maksimum bütünleşme derecesi (dmax) 1 olarak tespit edildikten sonra bu iki
değişken arasındaki nedensellik ilişkilerinin belirlenmesi için TY testi uygulanmıştır. TY
nedensellik testine ait bulgular Tablo 2’de gösterilmektedir.
Tablo 2. Toda Yamamoto Nedensellik Testine Ait Bulgular
Model Nedensellik
[Katsayı]
SUR Wald
Test (p)
OLS-Wald
Test (p) p+dmax
1-) Y=f(BA) BA→Y[+0,91]** 9,920** 7,294* 3+1=4
2-) BA=f(Y) Yok 2,201 3+1=4
Diagnostik
Testler
AR Kökler
max;min
LM
İstatistiği Jarque Bera White 2
Model 1 0,976; 0,504 3,565 (>0,468) 4,728 (0,316) 49,733 (0,404)
Not: ** %5 ve * %10 anlamlılık düzeyinde nedenselliğin olduğunu belirtmektedir.( ) parantez içi olasılık
değerlerini göstermektedir.
Tabloda gösterilen bulgulara göre bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü %5
düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir nedensellik söz konusudur. Ayrıca bütçe açığındaki
%1’lik bir artış ekonomik büyümeyi %0,91 arttırmaktadır. Ekonomik büyümeden bütçe açığına
doğru ise herhangi bir ilişki söz konusu değildir. Bu sonuçların güvenilirliği LM, Jarque-Bera
ve White testleri ile hata terimlerinde otokolerasyon, normal dağılmama ve değişen varyans
gibi sorunların olmadığı ile kanıtlanmıştır.
48
Şekil 2. AR Kökleri
-1.5
-1.0
-0.5
0.0
0.5
1.0
1.5
-1 0 1 Şekil 3. CUSUM ve CUSUMSQ Testleri
-15
-10
-5
0
5
10
15
1995 2000 2005 2010 2015
CUSUM 5% Significance
-0.4
-0.2
0.0
0.2
0.4
0.6
0.8
1.0
1.2
1.4
1995 2000 2005 2010 2015
CUSUM of Squares 5% Significance
Şekil 2’de VAR modelinden elde edilen AR Kökler ve Şekil 3’te Brown vd. (1975)
tarafından geliştirilen CUSUM ve CUSUMSQ testlerine ait bulgular gösterilmektedir. AR
köklerinin 1’den büyük olmaması ve CUSUM ile CUSUMSQ testlerinde mavi çizgilerin güven
aralıkları içerisinde yer alması VAR modelinden elde edilen katsayıların istikrarlı olduğunu
göstermektedir.
SONUÇ
Bu çalışmada Türkiye ekonomisi için kırılma noktası olarak nitelendirilen 1980
kararlarından günümüze kadar gelinen süreçte bütçe açığının ekonomik büyüme üzerindeki
etkileri araştırılmıştır. 1980-2017 dönemini kapsayan çalışmada ilk olarak her iki değişkenin de
durağanlık düzeylerinin belirlenebilmesi için ADF, DF-GLS ve incelenen seride tek bir yapısal
kırılmaya izin veren ZA olmak üzere üç temel birim kök testi kullanılmıştır.
Gerçekleştirilen üç birim kök testinin sonucunda da ekonomik büyümenin seviyesinde, bütçe
açığının ise birinci farkında durağan olduğu tespit edilmiştir. TY nedensellik testi sonucunda
ise sadece bütçe açığından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedenselliğin olduğu
belirlenmiştir. Ayrıca bütçe açığındaki %1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi %0,91 arttırdığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Bu bulgular Keynesyen görüşü doğrular niteliktedir. Buna göre Türkiye’de bütçe açıkları
ekonomik büyümeyi sağlamak adına etkin şekilde kullanılmaktadır. Bu durum gerek kamu
harcamalarının ve gerekse de kamu gelirlerinin ekonomik büyümeyi sağlayacak şekilde
kullanılabildiğini göstermektedir.
Konuya kamu harcamaları açısından bakıldığında, çalışmanın ele aldığı periyotta, büyümeyi
destekleyici (kamu yatırımları, eğitim ve sağlık harcamaları gibi) harcamaların genel bir artış
içerisinde olması, diğer yandan faiz giderlerinin GSYİH içindeki payının giderek azalması,
bulguyu destekleyici yöndedir. Nitekim bu sonuç, kamu yatırım (Altunç, 2011), eğitim
(Kızılkaya ve Koçak, 2014) ve sağlık (Kesbiç ve Salman, 2018) harcamalarının ekonomik
büyümeyi pozitif yönde etkilediğini belirten bulguları destekler niteliktedir. Bulgu, ayrıca dış
borç servisi ile ekonomik büyüme arasında negatif ilişki elde eden Bilginoğlu ve Aysu
49
(2008)’in çalışmaları ile de uyumludur. Nitekim Türkiye’de borç servisi yıllar itibariyle
azalmıştır. Diğer yandan bulgu, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi ile de uygunluk göstermektedir.
Nitekim Ram (1986)’a göre kamu harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi,
gelişmekte olan ülkelerde baskın iken gelişmiş ülkelerde bu etki daha azdır. Ayrıca bulgu,
Türkiye’de kamu harcamalarının verimli alanlarda kullanıldığı görüşünü de desteklemektedir.
Ancak bütçe açığının ekonomik büyümeyi Türkiye için arttırdığı olgusu dikkatli bir şekilde
ele alınmalıdır. Bütçe açığındaki artış enflasyon ve döviz kuru artışına da sebebiyet
verebilmektedir. Araştırmacılar tarafından gerçekleştirilecek sonraki çalışmalarda bütçe açığı
ile bu iki makroekonomik gösterge arasındaki ilişkinin analizi, politika yapıcıları için faydalı
bulguların elde edilmesine olanak sağlayacaktır.
KAYNAKLAR
ABDULLAH, S. M., AZAD, A. K., SIDDIQUA, S. (2018), “Budget Deficit and Growth: In
Search of Ceiling for Bangladesh”, Business and Economic Horizons, 14(4), 743-765.
ADAK, M. (2010), “Kamu Açıkları ve Ekonomik Büyüme: Türkiye Örneği”, Maliye Dergisi,
159, 233-243.
AERO, O., OGUNDIPE, A. A. (2018), “Fiscal Deficit and Economic Growth in Nigeria:
Ascertaining a Feasible Threshold”, International Journal of Economics and Financial Issues,
8(3), 296-306.
AHMAD, N. (2013), “The Role of Budget Deficit in the Economic Growth of Pakistan”, Global
Journal of Management and Business Research Economics and Commerce, 13(5), 1-4.
ALTUN, N. (2017), “Türkiye’de Bütçe Açıklarının Sürdürülebilirliğinin Ampirik Olarak
Analizi: 1950-2015 Dönemi”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 13(13), 13-22.
ALTUNÇ, Ö. F. (2011), “Kamu Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye’ye İlişkin
Ampirik Kanıtlar”, Yönetim ve Ekonomi, 18(2), 145-157.
AMGAIN, J., DHAKAL, N. K. (2017), “Public Revenue, Fiscal Deficit and Economic Growth:
Evidence from Asian Countries”, Journal of Economics and Political Economy, 4(4), 329-342.
ANDONI, M., OSMANI, M. (2017), “Assessment of Relationship Between Inflation, Growth
and Fiscal Deficit in Albania-An Econometric Approach”, European Scientific Journal, 13(13),
137-152.
ARJOMAND, M., EMAMI, K., SALIMI, F. (2016), “Growth and Productivity; The Role of
Budget Deficit in the MENA Selected Countries”, Procedia Economics and Finance, 36, 345-
352.
ASLAM, A. L. M. (2016), “Budget Deficit and Economic Growth in Sri Lanka: An
Econometric Dynamic Analysis”, World Scientific News, 46, 176-188.
AWE, A. A., FUNLAYO, A. K. (2014), “The Short and Long-Run Implications of Budget
Deficit on Economic Growth in Nigeria (1980-2011)”, Canadian Social Science, 10(5), 201-
205.
BARRO, R. J. (1989), “The Ricardian Approach to Budget Deficits”, Journal of Economic
Perspectives, 3(2), 37-54.
50
BİLGİNOĞLU, M. A., AYSU, A. (2008), “Dış Borçların Ekonomik Büyüme Üzerindeki
Etkisi: Türkiye Örneği”, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, 31, 1-23.
BIPLOB, N. K. (2019), “Does Budget Deficit Impede Economic Growth? Evidence from
Bangladesh”, Journal of Management, Economics, and Industrial Organization, 3(2), 66-94.
BRENDER, A., DRAZEN, A. (2005), “How Do Budget Deficits and Economic Growth Affect
Reelection Prospects? Evidence from a Large Cross-Section of Countries”, NBER Working
Paper, No. 11862.
BROWN, R. L., DURBIN, J., EVANS, J. M. (1975), “Techniques for Testing the Constancy
of Regression Relationships over Time”, Journal of the Royal Statistical Society, Series B,
37(2), 149-192.
BUMKO (2019), https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/04/butcedengesixls.xls (16.06.2019).
BUSCEMI, A., YALLWE, A. H. (2012), “Fiscal Deficit, National Saving and Sustainability of
Economic Growth in Emerging Economies: A Dynamic GMM Panel Data Approach”,
International Journal of Economics and Financial Issues, 2(2), 126-140.
CEBULA, R. J. (1995), “ The Impact of Federal Government Budget Deficits on Economic
Growth in the United States: An Empirical Investigation”, 1955–1992, International Review of
Economics & Finance, 4(3), 245-252.
CEBULA, R. J. (2011), “Budget Deficits, Economic Freedom, and Economic Growth in OECD
Nations: P2SLS Fixed-Effects Estimates, 2003-2008”, MPRA Paper, No. 53203.
DAĞ, M. (2018), “Türkiye’de Bütçe Açıklarının Gelişimi Üzerine Dönemsel Bir
Değerlendirme”, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(21), 42-59.
DAO, B. T., BUI, T. (2016), “Budget Deficit and Economic Growth Prediction in the Case of
Vietnam”, https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2816710, (01.06.2019).
DICKEY, D. A., FULLER, W. A. (1981), “Likelihood Ratio Statistics for Autoregressive Time
Series with a Unit Root”, Econometrica: Journal of the Econometric Society, 49(4), 1057-1072.
DÜNYA BANKASI KALKINMA GÖSTERGELERİ (2019),
https://data.worldbank.org/country/turkey (16.06.2019).
ELLIOTT, G., ROTHENBERG, T. J., STOCK, J. H. (1996), ‘‘Efficient Tests for an
Autoregressive Unit Root’’, Econometrica, 64(4), 813-836.
EPAPHRA, M. (2017), “Analysis of Budget Deficits and Macroeconomic Fundamentals: A
VAR-VECM Approach”, Journal of Economics and Management, 30(4), 20-57.
FATIMA, G., AHMED, M., REHMAN, W. U. (2012), “Consequential Effects of Budget
Deficit on Economic Growth of Pakistan”, International Journal of Business and Social
Science, 3(7), 203-208.
HAIDER, A. S., SHAON, S. F., KABIR, M. R. (2016), “Impact of Budget Deficit on Growth:
An Empirical Case Study on Bangladesh”,
https://www.researchgate.net/publication/298971557_Impact_of_Budget_Deficit_on_Growth
_An_Empirical_Case_Study_on_Bangladesh, (01.06.2019).
51
HASSAN, M. H., AKHTER, A. (2015), “Budget Deficit and Economic Growth of Bangladesh:
A VAR-VECM Approach”, Janata Bank Journal of Money, Finance and Development, 1(2),
1-13.
IDRIS, M. BAKAR, R., AHMAD, T. S. T. (2017), “The Effects of Fiscal Deficits in
Developing Countries: Implications On The Economic Growth of Nigeria”, International
Journal of Social Science and Economic Research, 2(9), 4497- 4520.
IQBAL, N., DIN, M. U., GHANI, E. (2017), “The Fiscal Deficit and Economic Growth in
Pakistan: New Evidence”, The Lahore Journal of Economics, 22, 53–72.
KESAVARAJAH, M. (2017), “Growth Effects of Fiscal Deficits in Sri Lanka”, Central Bank
of Sri Lanka – Staff Studies, 47(1), 47-68.
KESBİÇ, C. Y., SALMAN, G. (2018), “Türkiye’de Sağlık Harcamaları ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişkinin Tespiti: 1980-2014 VAR Model Analizi”, Finans Politik & Ekonomik
Yorumlar, 639, 163 – 180.
KIZILKAYA, O., KOÇAK, E. (2014), “Kamu Eğitim Harcamaları Ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi: Seçilmiş OECD Ülkeleri Üzerine Bir Panel Veri Analizi”, Ekonomi Bilimleri Dergisi,
6(1), 17-32.
KURANTIN, N. (2017), “The Effects of Budget Deficit on Economic Growth and
Development: The Experience of Ghana (1994 – 2014)”, European Scientific Journal, 13(4),
211-224.
MOHANTY, R.K. (2012), “Fiscal Deficit-Economic Growth Nexus in India: A Cointegration
Analysis”,
https://pdfs.semanticscholar.org/0c69/93266a73d2ba08f51ee7f13f9731d81791d2.pdf,
(01.06.2019).
MOLEFE, K., MAREDZA, A. (2017), “Budget Deficits and Economic Growth: A Vector
Error Correction Modelling of South Africa”, Journal of Economics and Behavioral Studies,
9(2), 215-223
NAVARATNAM, R., MAYANDY, K. (2016), “Causal Nexus between Fiscal Deficit and
Economic Growth: Empirical Evidence from South Asia”, International Journal for Innovation
Education and Research, 4(8), 1-19.
NIKOLOSKI, A., NEVANOVSKI, N. (2017), “Influence Of Budget Deficit On Economic
Growth: The Case Of The Republic Of Macedonia”, The Journal of Accounting and Finance,
July 2017 Special Issue, 116-126.
NKALU, C. N., EDEME, R. K., NWOSU, O. E. (2016), “Does the Ricardian Equivalence
Hypothesis Hold for Nigeria and Ghana?”, European Journal of Scientific Research, 138(2),
168-181.
NKRUMAH, K. O., ORKOH, E., OWUSU, A. M. (2016), “Exploring the Budget Deficit-
Economic Growth Nexus: New Evidence from Ghana”, Journal for the Advancement of
Developing Economies, 5(3), 36-50.
NOVESKI, M. (2018), “Macroeconomic Effects of the Budget Deficit in the Republic of
Macedonia”, Croatian Review of Economic, Business and Social Statistics, 4(2), 5-14.
52
POPESCU, G. (2016), “Fiscal Deficit, Trade Deficit and Economic Growth: An Analysis of
Slovak Republic’s Economy”, Theoretical and Applied Economics, Special Issue, XXIII, 121-
128.
RAHMAN, N. H. A. (2012), “The Relationship between Budget Deficit and Economic Growth
from Malaysia’s Perspective: An ARDL Approach”, International Conference on Economics,
Business Innovation, Malaysia, 54-58.
RAM, R. (1986), “Causality between Income and Government Expenditure: A Broad
International Perspective”, Public Finance, 31 (3), 393–413.
RAMU, A., GAYITHRI K. (2016), “Fiscal Deficit Composition and Economic Growth
Relation in India: A Time Series Econometric Analysis”, MPRA Paper, No. 76304.
RANA, E. A., WAHID, A. N. M. (2017), “Fiscal Deficit and Economic Growth in Bangladesh:
A Time-Series Analysis”, The American Economist, 62(1), 31–42.
ROY, A. G., BERG, H. V. D. (2009), “Budget Deficits and U.S. Economic Growth”,
Economics Bulletin, 29(4), 1-15.
SHEIKH, M. R., SAEED, K., QAMMER, S. (2015), “Does Fiscal Deficit Dampen Down
Economic Growth in Pakistan? An ARDL Bound Testing Approach”, International SAMANM
Journal of Finance and Accounting, 3(1), 1-17.
SWASONO, D. A., MARTAWARDAYA, B. (2015), “The Impact of Fiscal Deficit on
Economic Growth in Indonesia Period 1990–2012”, Jurnal Ekonomi dan Pembangunan
Indonesia, 15(2), 144-157.
TODA, H. Y., YAMAMOTO, T. (1995), “Statistical Inference in Vector Autoregressions with
Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics, 66(1), 225-250.
TUNG, L. T. (2018), “The Effect of Fiscal Deficit on Economic Growth in An Emerging
Economy: Evidence from Vietnam”, Journal of International Studies, 11(3), 191-203.
VAN, V. B., SUDHIPONGPRACHA, T. (2015), “Exploring Government Budget Deficit and
Economic Growth: Evidence from Vietnam’s Economic Miracle”, Asian Affairs: An American
Review, 42, 127-148.
VELNAMPY, T., ACHCHUTHAN, S. (2013), “Fiscal Deficit and Economic Growth: A Study
on Sri Lankan Economic Perspective”, Developing Country Studies, 3(3), 166-174.
ZELLNER, A. (1962), “An Efficient Method of Estimating Seemingly Unrelated Regressions
and Tests for Aggregation Bias”, Journal of the American statistical Association, 57(298), 348-
368.
ZIVOT, E., ANDREWS, D. W. K. (1992), “Further Evidence on the Great Crash, the Oil-Price
Shock, and the Unit-Root Hypothesis”, Journal of Business & Economic Statistics, 10(3), 251-
270.
53
ARAP BAHAR’I NEDİR? ARAP BAHAR’ININ EKONOMİK
NEDENLERİ
Ali Özbek
Özet
Arap Bahar’ı denildiği zaman akla ilk olarak Orta Doğu’da yaşanan olaylar gelmektedir. Orta Doğu, ilk dinlerin
var olduğu, ilk yaşam yerinin, kültür alanlarının oluştuğu yer olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu’nun
tarihine bakıldığı zaman geçmişten günümüze kadar olan süreçte, sürekli bir değişim içinde olmuştur. Bu
değişimin içinde en büyük etkilerin yaşandığı olayın Arap Bahar’ı olduğu görülmüştür. Arap Bahar’ı ilk olarak
Tunus’ta başlamıştır. Tunus’ta Bouzizi olarak bilinen kişinin kendisini hükümet binası önünde yakması olayların
başlamasına sebebiyet vermiştir. Daha sonra diğer Arap ülkeleri, özellikle Libya ve Mısır bu olaylardan şiddetli
şekilde etkilenmeye başlamıştır. Bu olaylar domino taşına benzetilerek ülkelerde benzer etkileri göstermesine
neden olmuştur. Arap Bahar’ı, ülkeleri ekonomik olarak zora sokmasının yanında var olan düzenlerinin
değişmesine de etki etmiştir. Ya rejim değişkliği olmuştur ya da uygulanan rejimde ufak çaplı değişikliklerin
olmasına neden olmuştur. Özellikle Tunus, Mısır ve Libya’da yaşanan olayların kanlı bir şekilde geçmesi de
baharın mı yoksa kanın mı geldiği konusunda tartışma yaratmıştır. Çalışmada, ekonomik olarak 2010-2018
tarihleri arası baz alınarak Arap Bahar’ı öncesi ve sonrası ekonomik etkileri incelecektir. Bu ekonomik etkilerin
nelere sebep olduğu ya da muhtemel olasılıkların nelere etki edeceği bulunması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Orta Doğu, Arap Baharı, Tunus, Ekonomik ve Siyasi Etkenler
JEL Kodları: A10, E29, F31.
WHAT IS ARAB SPRING? ECONOMIC CAUSES OF ARAB SPRING
Abstract
When the Arab Spring is mentioned, the first events in the Middle East come to mind. The Middle East emerges as
the place where the first religions existed, where the first place of life and cultural areas were formed. When the
history of the Middle East is examined from the past to the present, it has been in a constant change. It was seen
that the Arab Spring was the most important event in this change. The Arab Spring first began in Tunisia. The fact
that a person known as Bouzizi burned himself in front of the government building in Tunisia caused the events to
begin. Later, other Arab countries, especially Libya and Egypt, were severely affected by these events. These events
were similar to dominoes and caused similar effects in countries. The Arab Spring has not only affected countries
economically, but also influenced the change in their existing order. Either there has been a regime change, or it
has caused minor changes in the regime. In particular, the bloody events in Tunisia, Egypt and Libya have led to
a debate on whether spring or blood is coming. The study will examine the economic impacts before and after the
Arab Spring on the basis of economics between 2010 and 2018. It is aimed to find out what these economic impacts
cause or what probable possibilities will affect.
Keywords: Middle East, Arab Spring, Tunisia, Economic and Political Faktors
JEL Codes: A10, E29, F31.
1. GİRİŞ
Arap Bahar’ı söylenildiği anda akla ilk gelen yer Orta Doğu bölgesi olmaktadır. Orta
Doğu bölgesi geçmişten günümüze hatta geleceği de içine alan süre zarfında birçok olayın
olduğu (ilk dinlerin çıktığı, ilk yerleşim yerinin olduğu, savaşın, isyanın, devrimin gibi) yer
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölge içinde İslam unsurunun ön planda olduğu ve ekonomisinin
petrole dayalı olduğu bilinmektedir. Arap Bahar’ı Orta Doğu için bir devrim olarak karşımıza
çıkmaktadır. Hatta buna Yasemin Devrimi adı da söylenmektedir.
Arap Bahar’ı 2011 yılında halk hareketi ile başlayarak kısa süre içerisinde bölge içinde
bulunan Arap ülkelerinin (Tunus, Mısır, Libya, Suriye gibi) siyasi, sosyal, ekonomik anlamda
sorunlar yaşamasına yol açmıştır. Halk hareketine karşı bazı muhalifler destek verirken, otoriter
yanlısı olan muhalif rejimler ise oluşan bu harekete karşı birlik olarak otoriteyi koruma yoluna
gidilmiştir. Söz konusu olan bu halk hareketleri ile oluşan otorite boşluğundan sonra, terör
faaliyetlerinin artmasına ve bunun sonucunda diğer bölge ülkelerini de etkileyen göç
54
dalgalarının artışına neden olmuştur. Halk hareketlerinin yaşandığı bu ülkelerde işsizlik ve
ekonomik daralma gibi ekonomik sorunlar kronik boyutlara ulaştığı gözlemlenmiştir.
Arap Bahar’ı Ortadoğu ve Kuzey Afrika (OKA)’da 2011 yılında başlayan ekonomik,
sosyal ve politik dönüşümü de ifade etmektedir. Rohac, benzeri olan bir dönüşümün yirmi yıl
önce Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşandığını ve bugünün var olan Arap dünyasında
gözlemlenen sorunların çoğunluğunun o ülkelerinin yaşadıkları sorunlardan farklı olmadığını
hatta bu durumun Avrupa ülkeleri ile nerdeyse benzer olduğunu hatırlatmıştır (Rohac, 2012:
69-79).
18 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan iktidar karşıtı kitlesel gösterilerin, 2011 yılı
içerisinde Mısır, Libya, Suriye başta olmak üzere Cezayir, Bahreyn, Ürdün, Yemen ve Lübnan
gibi Arap dünyasının başlıca ülkelerinde yol açtığı halk ayaklanmalarına siyaset bilimi ve
uluslararası ilişkiler literatüründe Arab Spring (Arap Bahar’ı) adı verilmiştir. Bu diktatör
yönetimleri devirmeye yönelik toplumsal halk hareketleri bölgede yeni bir dönemin
başlamasına yol açmıştır. Arap Bahar’ı 2010 yılının Aralık ayında ilk olarak Tunus’ta
başlamıştır. 2011 yılının Ocak ve Şubat aylarında Tunus ve Mısır’ın uzun yıllardır devletin
başında olan yönetimleri toplumsal isyan sonucunda görevlerinden uzaklaştırılmış ya da zorla
istifa ettirilmiştir. Bu iki ülkeyi Libya izlemiştir ve Libya’daki olan isyan, ülkeyi kırk yılı aşkın
süredir yöneten Kaddafi iktidarın sonunu getirmiştir. Ekonomisi çökme noktasında olan
Yemen’de, baharın etkisi devlet başkanın yargılanmama karşılığında görevini yardımcısına
devretmeyi kabul eden bir anlaşma imzalaması ile ortaya çıkmıştır. Arap Bahar’ının
günümüzdeki asıl aktörü Suriye olmuştur. Suriye’deki isyanlar da 2011 Mart ayında
başlamıştır. Ancak Suriye’de devam eden iç savaş ve bugün içinde bulunulan durum bu ülkede
yaşananların “Bahar” olarak adlandırılmasını olanaksız kılmıştır. Daha çok “Sonbahar”
çağrışımı yapmaktadır. Çünkü Arap Bahar’ı kısa dönemde, özellikle de Suriye’de yaşananlar
nedeniyle, OKA bölgesinde büyük bir ekonomik ve politik belirsizlik ve istikrarsızlık
yaratmaktadır. Ancak uzun dönemde, yarım yüz yılı aşkın bir süredir, dünyanın geri kalan her
bölgesinde yaşanan önemli ekonomik ve sosyal dönüşümlere bağlı gibi gözüken bu coğrafyanın
ekonomik, sosyal ve politik yapısındaki durağanlığın kırılmış olmasının ekonomik ve politik
reform süreçlerinin önünü açma olasılığını da ortaya koymuştur. Özellikle yapılan hiçbir
reformun süreç içinde pürüzsüz olacağını da unutulmaması gerekmektedir. Mısır’da Bahar
sonrası yaşanan gelişmeler özellikle bu durum karşısında iyi bir kanıt oluşturmaktadır. Ancak
ekonomi biliminin temel önermelerinden birisi olan, ortaya çıkan talebin tümüyle
karşılanıncaya kadar nominal ve reel değişmelere neden olacağı yönünde olmuştur. Bunun
anlamı ise, temel sorunun Arap dünyasında oluşan ve gözlemlenen dönüşümde oluşacak nitelik
ve hızın önemli olmasıdır.
2. ARAP BAHAR’I NEDİR?
Bahar mevsimi söylenildiği zaman kış ayından çıkan çiçeklerin açtığı, havanın ısınmaya
başladığı, havanın ısınması ile açan çiçeklerin meyve vereceği, umudun olduğu hatta güzel bir
zamanın geçeceğine dair vaat edilen bir dönem olarak karşımıza çıkacağını düşünülmektedir
(Çetiner, 2012). 2011 yılında yaşanan Orta Doğu’daki olayın sonucunda bazı hükümetlerin
devrildiği ve rejim değişikliğine yol açan sonuçların olduğu gözlemlenmiştir. Bu yaşanan
değişimler karşısında yeni bir başlangıcın olduğunu ve baharın geleceğini düşünülerek ‘bahar’
olarak adlandırılmıştır (Acar, 2012). Bahar kelimesinin kullanımı siyasi tarih içinde bir ilk
olmayıp, 1968 yılında Çekoslovakya'da gerçekleşen politik özgürleşme olarak adlandırılan
ancak Sovyetler Birliği’nin müdahalesiyle sona eren dönemi anlatmak üzere bahar kelimesi
kullanılmıştır. Hatta yaşanan olaylar karşısında "Prag Bahar’ı" olarak nitelendirilmiş ve
söylenmiştir (Khouri, 2011). Orta Doğu bölgesi için tarihsel sürecin etkili başlamasında ve
olumlu ya da olumsuz sonuçların doğurduğu Arap Bahar’ı, 17 Aralık 2011 tarihinde Tunus’ta
meydana gelen Bouazizi adlı kişinin kendini hükümet binasının önünde yakması ile başlamıştır.
55
Bouazizi’nin kendini yakması ile birlikte ülkesinde Tunus’ta başlayan protestolar bir domino
taşı etkisi ile diğer Arap ülkelerine etki etmeye başlamıştır. Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya,
Sudan, Umman, Yemen, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye, Libya, Irak, Bahreyn, Kuveyt gibi
ülkelerde de protestolar baş göstermeye başlamıştır. Hatta yapılan bu protestolar karşısında bazı
ülkelerde özellikle Libya’da kanlı ve kötü sonuçların doğmasına neden olmuştur. Başlangıçta
olayların ilk çıktığı Tunus’ta uzmanların görüşlerine göre Mısır halkının Hüsnü Mübarek’i çok
sevdiğini hatta ordunun da Mübarek'in gitmesine izin verilmeyeceğini, Trablus bölgesi hariç
Libya’nın diğer bölgelerinde Kaddafi'nin sevildiğini ve bu liderlerin düşürülemeyeceğini öne
sürülmüştür. Ancak Arap Bahar’ının etkisi Tunus, Mısır, Libya’da yönetimlerin değişmesine
ve Suriye’de iç savaşın çıkmasına neden olmuştur (Powell, 2012: 208).
Arap Bahar’ı aslında Orta Doğu için farklı sonuçların ortaya çıktığı bir süreç olmuştur.
Bölgede oluşan bu farklı sorunların en temeline bakıldığı zaman sürecin nasıl
tamamlanacağının bilinmemesi gelmektedir. Bölgedeki oluşan değişiklikler Amerika’nın bölge
üzerindeki çıkarlarını da yakından etkileyecektir. Çünkü ABD ve bölgesel güçlerin, bölgede
yaşanan ya da yaşanılabilecek kargaşa ve zayıflıktan İran’ın kazançlı çıkması karşısında endişe
duyacağını, İsrail'de yeni bir radikalizm döneminin başlamasının ve güvenlik açısından büyük
endişe duymaktadırlar (Byman, 2012: 26).
ABD ve İsrail’in Orta Doğu üzerindeki en temel problemleri, diktatörlüklerin
yıkılmasından sonra ve Arap Bahar’ının istikrarsız yapısından daha çok geçmişteki yaşanan
olaylar karşısında tehdit edici düzeyde olan politikaların rahatsız edici oluşu olmuştur (Pranger,
2011: 29).
Arap Bahar’ının aslına bakıldığı zaman ülke içlerindeki değişiklerin, otoritelerin
sarsılmasını, rejim değişikliklerin yapılmasını hatta protestoların bazı ülkelerde olumlu
sonuçlar verdiğini görülmüştür. Ama bazı ülkelerde ise şiddetli iç savaşa ve çıkan protestoların
kanlı bir şekilde son bulmaları da yer almıştır. Orta Doğu’daki bu karışıkların çıkmasının ve
devam niteliğinde olan iç karışıkların en büyük etkisi dış güçlerdir. Çünkü bölgenin petrol
yönünden ekonomisi güçlü olması birçok dış güçleri de kendisine çekmektedir. Arap Bahar’ını
oluşturan etmenleri ele alındığı zaman yaşanan gelişmelerin, faktörlerin ve unsurların
nedenlerini incelendiğinde bazı unsurlar ön plana çıktığını görmekteyiz.
2.1. Arap Bahar’ının Oluşumuna Neden Olan Etkenler
Orta Doğu bölgesinde yaşanan bu ayaklanmalar bütün dünya üzerinde bir şok etkisi
yaratmıştır. Çünkü bölge üzerinde araştırma yapan birçok uzmanın bölgeyi anlamaya çalışırken
bir anda ayaklanmanın olması ile ayaklanmanın neden olduğunu ve nelerin etki etmeye
çalıştığını anlama içerisine girmişlerdir. Aslına bakıldığı zaman Orta Doğu bölgesi zıtlıkların
olduğu bir bölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu bölgesi bir tarafın yoğun baskısı
olan, başka bir tarafın refah, huzurlu bir şekilde yaşadığı alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bölge içerisinde halka yapılan birçok şeyin (haksızlığın, yoksulluğun gibi) ayaklanma
çıkmasında ana etken olmuştur (Kutlay ve Dinçer, 2011). Bölgede uzun zamandır olan bu baskı
bu yoksulluk karşısında neden halkın ayaklanması uzun zaman önce olmadı da şimdi oldu
denmesinin arkasında ciddi düşünceler oluşmuştur. Çünkü oluşan bu ayaklanmanın planlı
olması olasılığı üzerinde düşünceler oluşmaktadır. Genele bakılınca bazı çevrelerin, bütün
siyasal olayların ve gelişmelerin dış dünyayı örnek alma yaklaşım tarzı benimsedikleri için,
Tunus'ta başlayan ve tüm Arap dünyasında ciddi toplumsal olaylara yol açan bu hareketin,
Amerika tarafından yapıldığını ve kapalı kapılar arkasında yapılan toplantılarda kurgulanmış
bir şekilde yapıldığını belirtmişlerdir (Karaağaçlı, 2011).
Bu görüşe olumlu yaklaşılmamakla beraber bölgenin yapısına bakıldığı zaman halk
hareketini oluşturabilecek ana faktörlerin çok sayıda olduğunu söylemek mümkün olmaktadır.
Ülkelerdeki baskıcı ve otoriter rejimlerin olması, insan haklarının ihlallerinin yüksek olması,
56
yönetimlerdeki bozulmalar, ekonomik gerileme, adam kayırma, sürekli artan işsizlik,
yoksulluk, saltanatın olması, gıda fiyatlarındaki sürekli yükselmeler, gelir dağılımındaki aşırı
dengesizliğin var olması ve aynı zamanda da bölge ülkelerinin özellikle gençlerin eğitim
seviyelerinin artması ve eğitim alan genç nüfusun yönetimlerin yapmış oldukları politikaların
yetersiz olması ayaklanmanın nedenlerini oluşturabilmektedir (Sağsen, 2011: 208). Söz konusu
olan bu etmenler siyasi, sosyal, ekonomik bazlı olarak karşımıza çıkmaktadır.
2.1.1 Siyasi Etkenler
Orta Doğu bölgesinin siyasal durum açısında demokrasiyi uygulaması yönünde sorunlu
bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Siyasal rejimlerin etnik ya da dini ayrılığın olduğu veya
bir aileye dayalı oluşu modern dünya ile bölge arasındaki iletişimi tamamen kopartmaktadır
(Arslan, 2003: 23-43). Bu etkenler doğrultusunda Orta Doğu toplumlarındaki politik durumu
gözden geçirildiğinde ilk olarak belirtilen Orta Doğu devletlerindeki siyasal rejimler dini ya da
etnik ayrılığa veya tek bir aileye (saltanata) dayanmaktadır. Örnek olarak, Filistin'de Arap
nüfusunun çoğunluk olduğu halde Yahudi nüfusunun az olmasına karşın Yahudiler tarafından
yönetilmektedir. İkinci olarak Orta Doğu devletlerinin çoğunun yönetiminde anti-demokratik
uygulamaların olduğu ve despot ve totaliter liderlerin olmasıdır. Üçüncü olarak iç veya dış
politika tercihleri uluslararası kabul görmüş kuralların dışında farklı yollarla belirlenmektedir.
Örnek olarak; din, ideoloji, servet, etnik köken, tarihi rekabetler verilebilmektedir.
Demokrasilerin önem taşıdığı günümüz dünyasında siyasal katılımın Orta Doğu toplumlarında
sınırlı ve çok az oluşu da göze çarpmaktadır (Kona, 2003: 18-21).
Sonuç olarak bu değerlendirmelere bakıldığında göze çarpan en önemli noktaların; Orta
Doğu'da demokratik olmayan rejimlerin ve baskıların çokluğu, iktidarın genelde tek bir aileye
mensup olması, siyasi katılımın azlığı, adil olmayan seçim sisteminin varlığı, siyasi olarak
yapılan yolsuzlukların üst düzeyde olması, yönetimsel açıdan istikrarsızlıklar ve düzensizlikler
ve yönetimlerin halkın gözünde meşruiyetin hiçe sayılması şeklinde özetlemek mümkün
olmaktadır.
2.1.2 Sosyal Etkenler
Rusya İlim Akademisinde görev alan Doğu Bilimi Enstitüsü Müdürü V. Naumkin
düşüncesinde, Arap ülkelerindeki olayların tümü sosyal bir nitelik taşımaktadır. Çünkü
toplumsal bir hareket olan Arap Bahar'ını oluşturan bu sosyal nedenlerin neler olduğu
sorulmaktadır. Bu bağlantı doğrultusunda, Orta Doğu bölgesindeki toplumun durumuna
bakıldığında zaman Arap halklarının yarısını genç nüfus oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu
genç nüfusun, hareketin sosyal etmenlerini oluşturan birçok problemi de yaşamıştır. Ekonomik
sebeplerden ötürü bu genç nüfsuta işsizlik bir sosyal sorun halini almıştır. Bölgede buna paralel
olarak evlenme düşüncesinin aklını getirilmeyeceğini ve evlenmenin imkânsız bir hâle geldiği
sonucu oluşmuştur. Bunların yanı sıra üniversite eğitimi alan genç nüfusunun beklentiler ve
sonuçlar arasında hayal kırıklığı yaşamaları genç nüfus sayısının ciddi rakamlara ulaşması da
sorunları kat kat arttırmıştır. Bu problemlere sahip ve eğitim almış olan gençler bölgede bilinçli
insan sayısını arttırarak ve halkı da sosyal ağlar aracılığıyla bilgilendirme yaparak sosyal
etkileşimi arttırmışlardır (Mominkulov, 2019).
Bölgede içinde bu sorunlara sahip olan gençlerin harekete geçmesine etki eden bir diğer
sosyal faktör de; ABD'nin 11 Eylül saldırısı sonrasında izlemeye başladığı yeni stratejilerin
Orta Doğu'daki sosyal yapının üzerinde etkili olması ve yaşanılan bu süreçlerde bu yeni
stratejinin izlerinin açıkça görülmeye başlanmasıdır. ABD’nin 11 Eylül saldırı sonrasında,
radikal İslam gruplarına karşı yeni politikalar izlemeye başlamıştır. Burada önemli olan,
ABD’nin hem bölgedeki sivil toplum hareketlerini ortaya çıkarması ve özgürlük söyleminin
sesini daha da yükseltmek hem de esas olan radikal İslam’ı ılımlı bir hale getirerek, bölgedeki;
57
demokrasi, sivil toplum ve insan hakları eğitimlerini verdirerek özellikle genç nüfusun üzerinde
etkili olmuştur (Erdoğan, 2011: 5-6). Arap Bahar’ı protestolarında başrollerinde bulunan
gençler bu tür sivil örgütlenmelerden gelmişlerdir. Bu hareketi meydana getiren sosyal nedenler
araştırıldığı zaman önemli ölçüde göze çarpan bir unsur da bölgedeki ülkelerin başkanları
halktan kopuk, geleneksel değerlerden uzak ve refah içerisinde yaşamlarını sürdürürken, halkın
devlet imkânlarından iyi bir şekilde yararlanamaması ve sosyal bir düzeyde eşitsizliğin olması
görülmüştür. Bu nokta da hareketin sosyal olarak itici gücünü oluşturan ana unsurlar halka
verilmeyen değer olarak gerçekleşmiştir (Karaağaçlı,2012).
Halkın bunca olan şeylerden sonra daha çok birlikte hareket etmeye başlamışlardır.
Sokaklara çıkan kalabalıklar birçok sosyal sorunla maruz kalmış olsa bile kendilerini
bilinçlendirmeye ve yapılan bu yanlışlıklara son vermek maksadıyla harekete geçmişlerdir.
2.1.3 Ekonomik Etkenler
Arap Bahar’ının temel nedenleri arasında gösterilen ekonomik başarısızlıkların genel
olarak yüksek fiyatlar, işsizlik, enflasyon, kaynakların yeterli düzeyde verimli kullanılmaması,
ekonomik anlamda adaletsiz gelir dağılımı, yolsuzluklar ve konut sorunu gibi sayılacak birçok
problemlerle kendisini göstermiştir (Bacık, 2011: 16-18). Bölge de yaşanan son zamanlardaki
gıda fiyatlarında yüksek artışların, ülkeler içerisinde yoksulluğun ve yolsuzlukların bir hayli
fazla olmasından ötürü bunalan halkın bölge içerisindeki yaşam koşullarını da daha zor hale
getirmiştir. Bu genel faktörler sayıldığı zaman esasında çok köklü bir yapının olduğu
görülmüştür. Bölgede Arap sosyalizminin kusurlu işleyen bir yapısının olması, tüketimin petrol
gibi kaynakların varlığıyla devam edilmesine rağmen bölgedeki ekonomik reformlar
yapılmamıştır. Buna paralel olarak bölgede oluşturulmaya çalışılan ya da yapıldı diyerek
gösterilen ekonomik reformlar ise iç şartlar ve iktidarlar yüzünden ekonomik sisteme dâhil
edilememiştir (Baragona, 2011).
Genele bakıldığı zaman ekonomik başarısızlıkların getirdiği bölge ülkelerinde gelirin az
olması en temel unsuru oluşturmakla birlikte, gençlerin işsizlik problemi yüksek olması,
sermayenin haksız şekilde dağıtımı, ülkelerin içerisinde yaygın olan rüşvet skandalları,
modemizasyon eksikliği, teknolojik gerileme gibi olumsuz ekonomik sonuçlar, Arap
Bahar’ının meydana gelmesinde önemli rol oynamıştır (Mominkulov, 2012). ABD Başkan
Yardımcısı Joe Biden, İstanbul’da gerçekleşen 2. Küresel Girişimcilik Kongresi'nde yaptığı
konuşmasında, Arap Bahar’ıyla birlikte oluşan siyasi değişimlerin ekonomiye de yansıması
gerektiğini vurgulamış, bölgedeki halkın siyasi olduğu kadar ekonomik özgürlükte istediğini,
bu iki önemli özgürlüğün bölgeyi daha ileri bir seviyeye taşıyacağını belirtmiştir (Euronews,
2011).
Ekonomik olarak bakılınca bölge için sorunların fazla olduğunu ve geçim sıkıntısının
yüksek olduğunu görülmüştür. Bazı bölgelerde petrolün fazla olması o bölge için refah
seviyesini arttırmasına ve alım gücünün yüksek olmasını sağlamıştır. Ancak petrol yönünden
yetersiz kalanların ise geçim sıkıntısı yaşadığı görülmüştür. Orta Doğu’daki genel resme
bakıldığında özellikle petrolü az ya da olmayan ülkelerin en büyük problemin halkın artık alım
gücünün azaldığını ve gelir seviyesindeki büyük farkların olduğunu açıkça görülmüştür.
2.2. Arap Bahar’ının Sebep Amaç İlişkisi
Arap Baharının sonuçlarından önce sebep amaç ilişkisinin üzerinde durmak gereklidir.
Çünkü sonuçların konumunu tespit edebilmenin ölçütünü amaçlar oluşturmaktadır. Sonuçlarda
sapma olup olmadığının tartışmasını amaçların gerçekleşip gerçekleşmediği, maksadın nasıl
olup olmadığı üzerinden yapılabilmektedir. Sürecin yaşandığı ülkelere özel nedenlerle birlikte
bölgeye özgü genel özellikler de sürecin başlangıcına sebep olarak gösterilmektedir. Bu
sebeplerden bir kısmının tarihsel derinliği bulunduğu gibi bir kısmının da değişen dünyaya bağlı
58
olarak ortaya çıkan yeni gerçekler olduğu görülmektedir. Bütün var olan nedenlerin bardağı
taşıran son damla olduğunu hatta ufak bir kıvılcımın yanması ile isyanların, protestoların
başlamasına neden olmuştur.
Arap Bahar’ının arka planındaki unsurlara bakıldığı zaman işsizlik sorunu, yolsuzluk,
gelir dağılımında adaletsizlik, rüşvet gibi birçok unsur sayılabilmektedir. Arap Bahar’ını sadece
ekonomik sebeplere bağlamak dar bir bakış açısı olmaktadır. Çünkü ekonomik nedenlerinin
arkasında siyasi ve sosyal olayların etkisi de vardır. İşin özüne bakıldığı zaman çıkan olayların
toplumsal olarak ne halde olduklarını ve sosyolojik olarak neler yaşadıklarının ipucunu
vermektedir.
Tüm Arap Bahar’ını tetikleyen olay aslında tek bir vakaya dayanmaktadır. Tunus’ta
seyyar satıcılık yapan Muhammed Buazizi’nin birçok defa pazar tezgâhına el konulması
(sebebi olarak rüşvet vermemesi), maruz kaldığı tavrın sadece seyyar satıcılık yapmasının
engellenmesi ile sınırlı olmaması, bu süreçte darp edilmesi, kadın polislerden tokat yemesi veya
belediyeye derdini anlatmaya gittiğinde muhatap bulamaması, üzerine protesto amacıyla 2010
yılı Aralık ayında kendisini hükümet binası önünde ateşe vermesi ve 4 Ocak 2011’de ölümü
üzerine akrabalarının öncü olduğu protesto gösterilerinin yaygınlaşması ile Arap Bahar’ı
sürecinin resmen başlangıcı olmuştur (Başkan, 2011: 1).
Olayların çıkmasında etkili olan Tunus’un bölgedeki diğer ülkeleri etkileme şeklide farklı
olmuştur. Örneğin; Mısır’daki 2010 yılı Haziran ayında olan olayda Halid Said isimli bir gencin
polis ile uyuşturucu satıcılarının arasındaki ilişkiyi deşifre etmesi sonucunda, bu ilişkiyi internet
üzerinden yayınlamıştır. Bu yayınlanma sonucu gencin öldürülmüş halde bulunması ve gencin
ölümü hakkında polislerin de parmağının olduğunun anlaşılması üzerine, yapılan bütün bunlara
karşı devletin polislere gerekli cezaların verilmesi konusunda toplumsal beklentiye uygun tavır
almaması sonucuyla 25 Ocak sürecine gidildiğini ve gösterilerin başlamasına hem görünür hem
de toplumsal zeminin hazırlanmasına yardımcı olmuştur (Kışlakçı, 2012: 138-139).
2011 yılı Mart ayında, Suriye’nin Deraa kentinde duvara devlet karşıtı yazı yazan bir grup
gencin tutuklanması sonucunda ve protesto yapan grupların üstlerine ateş açılması ile birlikte
Suriye’deki olayların fitilini ateşlemiştir. Protesto yapan insanların üzerine ateş açılması ve
tutuklanan insanların aileleri tarafından serbest bırakılması talebine ret cevabı verilmesi
sonucunda kişilerin özgürlüklerinin kısıtlanması ve demokrasiye ters olduğunu düşünülerek
olayların çıkmasında etken olmuştur (Tan, Belli, Aydın, 2013: 71).
Libya’da çıkan isyanlar da diğer Arap Bahar’ı coğrafyası ile eş zamanlı olarak
başlamıştır. Libya’da muhalif lider Fethi Terbil’in tutuklanması ile başlayan süreç daha sonra
isyana dönüşmüştür ve protesto gösterilerinin başlamasına neden olan olay olarak karşımıza
çıkmıştır (Akbaş, Düzgün, 2012: 68).
Arap Bahar’ı, bölgede yaşayan halkın Arap Bahar’ına götürülen süreçte gerekçe olarak
gördükleri ekonomik, politik ve toplumsal olumsuzlukları değiştirmeyi amaç edinmişlerdir. Bu
amacın önemli bir parçasını, ülkelerini uzun yıllardır yöneten liderler ve rejimlerinin
değiştirilmesi talebi oluşturmuştur. Ülke liderlerinin değişmesindeki istenen asıl amacın rüşvet,
yolsuzluklar, gelir dağılımı, refah, insan hakları adalet, demokrasi vb. gibi çok maddeyi
kapsayan siyasi, iktisadi ve toplumsal sebeplerin giderilmesi şeklinde olmuştur. Arap
Bahar’ının ne şekilde sonuçlar ürettiğinin değerlendirilmesinde bu sebep ve amaç ilişkisi
önemlidir. Çünkü bu noktada amaçlananlar ne ölçüde gerçekleşmiştir. Ne kadarı halkı tatmin
etmiştir ve halk için yapılan değişiklikler yeterli midir? gibi soruların cevabı bulunmalıdır.
Bunun gibi sorulan soruların cevapları sebep ve amaç başlığı kapsamında değerlendirilmelidir.
59
2.3. Arap Bahar’ı Öncesi Liderler Ve Siyasi Yapıları
Arap Bahar’ı öncesinde oluşan olumsuzlukların baş aktörlerinin siyasi adamların olduğu
bilinmektedir. Bu siyasi liderlerin baskıcı, diktatörlük, siyasi duruşlarını daha yakından
bilinmesine imkân sağlamıştır. Hatta rejimler değerlendirilirken genel olarak anti-demokratik
oldukları görülecektir.
2.3.1. Tunus Yönetimi: Zeynel Bin Abidin Ali
1936 yılında dünyaya gelen Zeynel Bin Abidin Ali, Fransa ve ABD’de eğitim almıştır.
Eğitimini tamamladıktan sonra ülkesine dönerek Tunus’ta devlet kademelerinde etkili görevler
verilmiştir. Kariyerine hızlı başlayan Bin Ali, Polonya’da elçilik yapmıştır. Sömürgecilik
dönemi sonrası ülkenin ilk devlet başkanı olan Habib Burgiba’nın yerine geçmeden önce
başbakanlık görevini yerine getirmiştir. Orta Doğu’daki iktidarlar arasında en baskıcı olan ülke
olmasıyla, kendisine muhalif olan hiç kimseye nefes aldırmaması ülkenin diktatörlük anlayışını
sergilemiştir (Çimen, 2011: 219).
Bin Ali yönetiminin biraz daha detaylı baktığımız zaman iktidarın; ekonomik, iç politika
ve dış politika olarak ele alındığında ekonomik olarak istikrarlı ama kısıtlı büyüdüğünü
görülmektedir. Ayrıca turizmin Tunus’ta gelişmiş olması ülke için önemli bir gelir kaynağı
yaratmaktadır. Dış politikasına bakıldığında ılımlı bir çizgi izlediklerini ve özellikle Bin Ali
yönetiminin İsrail ve Filistin sorununda Filistin'e verdiği tam destek ile Arap dünyasının
takdirini kazanmıştır. Yine aynı yönetim Avrupa ve Afrika arasında özellikle ekonomik iş
birliğinin arttırılmasına yönelik çabalar vermiştir. Sonuç olarak Bin Ali'nin dış politikada
izlediği ılımlı ve hassas dengeler üzerine kurulu bir politikası nedeniyle uluslararası alanda, iç
politikada izlediği otoriter yönetimi görmezden gelinmesine ve Bin Ali, uluslararası anlamda
bir muhalefet ile karşılaşmamasına neden olmuştur (Tanrıverdi, 2011: 29). İç politikaya
bakıldığında Bin Ali yönetiminin ilk zamanlarda demokrasinin oluşacağını belirtmiştir ama
girdiği her seçimde rakipsiz ve tek başına yönetimin başına geçmiştir. Bin Ali'nin vaat ettiği
demokrasi anlayışının, geçmişte ülkede bulunduğu görevler vasıtasıyla edindiği rejimi tehdit
eden unsurlara karşı mücadele öğretisinin izlerini taşıdığının söylenmesi mümkün olmuştur
(Çimen, 2011: 221). Bu anlayışın var olması Bin Ali yönetiminin uzun süreli kalmasını
sağlayan faktörün, iç politik şartlarının bugüne kadar Bin Ali'nin aleyhine dönmemiş olması
yatmaktadır. Hatta geçmişte yapılan protestolar ve muhalif hareketlere karşı Bin Ali, ülkedeki
tüm idari kurumları baskısı altına alarak ve kontrolünün dışına çıkılmasına izin vermeyerek
muhalefetin olmamasına, kendisine karşı gelecek güçlerin bastırılmasına da etken olmuştur
(Tanrıverdi, 2011: 29).
Sonuç olarak Bin Ali iktidarı döneminde ülke istikrarlı bir ekonomik büyüme yaşamış
olmasına rağmen bu zenginlik hiçbir zaman alt tabana inmemiştir. Çünkü alt tabanın bu duruma
alışkın olduğunu düşünmüştür. Turizm konusunda iyi işler yapılmış olmasına rağmen yine de
genç nüfus arasındaki işsizlik oranı yüksek seviyelerde kalmıştır ve ülke içinde çalkantıların
olmasına neden olmuştur. Bu zor şartlara birde Bin Ali yönetiminin baskıcı yapısı eklendiğinde,
Tunus yönetiminde oluşan tablonun hiç de parlak olmadığını hatta krizlerin geleceğini ön
görmekte kaçınılmaz olmuştur.
Son olarak Bin Ali döneminde internete erişimin olmaması ve insan haklan ile basın
açıklamalarının kısıtlanması, özgürlüklere vurduğu kesintilerin demokrasi ve insan hakları
konulu kitaplarla birlikte, çok sayıda yasaklanan kitapların eklenmesi Bin Ali yönetiminin
baskıcı yapısını açık bir şekilde ortaya koymuştur (Stewart, 2009: 53).
2.3.2. Mısır Yönetimi: Hüsnü Mübarek
Hüsnü Mübarek 4 Mart 1928'de dünyaya gelmiştir. Başarılı bir eğitim hayatı olan
Mübarek'in Adalet Bakanlığında müfettiş olan babası, bu başarısını aile bağlantısını kullanarak
60
Mübarek’in 19 yaşında Kahire'deki Mısır Askeri Akademisine kabul edilmesini sağlamıştır.
Askeri kariyeri de parlak olan Mübarek, hızlı bir şekilde yükselerek üst düzey eğitimini almak
için Sovyetler Birliği’ne gitmiştir ama Sovyetlerdeki siyasi sistemin kendisine uymadığını ve
hoşlanmadığını dile getirmiştir. Mübarek’in Sovyetlerden Mısır’a döndükten sonra Hava
Kuvvetleri Komutanı olmuştur. Mübarek'in kariyerindeki en önemli başarılardan birisi olan;
İsrail ile 1973 yılında yaşanan savaşta hava kuvvetlerinin gösterdiği etkileyici performans
olmuştur. Bu yaşanan olaydan bir yıl sonra Enver Sedat, Hüsnü Mübarek'i başkan
yardımcılığına getirmiştir. Bu dönem Mübarek'in siyasi kariyerinde büyük önem taşıyan bir
zaman dilimi olarak not alınmıştır (Wakin, 1996: 57-60).
Kariyerindeki bu önemli başarılar Mübarek için, 1980 yılında suikasta maruz kalan devlet
başkanı Enver Sedat’ın hayatını kayıp etmesi üzerine yerine geçmiştir. Bu yaşanan olay
Mübarek için bir dönüm noktası olmuştur (Akgür ve Roca, 1997: 10). Bu tarihten itibaren
Mübarek, sıkıyönetim ilan ederek ülkenin yönetim sorumluluğunu üzerine almıştır. Başlangıç
olarak Mübarek, ekonomik açılma politikalarının üzerinde durmuştur. Mısır ekonomisi, seçilen
birkaç alanda liberal politikalara adım atarken zengin sınıfların desteğini etkilememeye
çalışmıştır. Bu yönden ekonomik reformlar sınırlı kalmıştır ve alt kesime doğru bir faaliyet
olmamıştır (Tür, 2009: 191). Mübarek, Mısır’ı geçmişe kıyasla geniş özgürlüklere doğru
adımlar atmıştır. Mısırlı bir siyaset bilimi profesörü olan Mona Makram Ebeid, Mısır’ı henüz
bir demokrasi olarak tanımlanmadığının sürekli bir demokrasi denemesi içinde olduğunu
nitelendirmektedir. Bu anlayış çerçevesinde Mübarek'in yolun ortasından gitme olarak
gösterilmektedir. Yani ne tam bir diktatörlük ne de tamamen özgür bir demokrasinin olduğunu
belirtilmiştir (Wakin, 1996: 60-61). Bu görüşe göre Mübarek yönetimi siyasi alanda tek partili
bir rejiminin olması demokratikleştirme sürecinin önüne engel olmuştur. Mübarek, Müslüman
Kardeşler hareketi gibi gerçekten muhalif oluşumları sistemin dışına iterek tek başına kalmıştır.
Ancak kendisinden daha zayıf ve zararsız gördüğü partilere siyasi rüşvetler vererek kendisine
bağlı hale getirmiştir. Kötü yönetim şekli, sosyal ve ekonomik sorunları daha da çıkmaza
götürmeye başlamıştır. Baskı, yolsuzluk, işsizlik ve yoksulluk artarak devam etmiştir. Mısır’da
Mübarek yönetiminin son 20 yılında ekonomik dışa açılmayı öngören anlayış ile ihaleler ve
adam kayırma gibi yollarla devletten beslenen yeni bir tekelci burjuvazi oluştuğu da
görülmüştür (Uysal, 2011: 27).
Hüsnü Mübarek'in yönetim anlayışı ve bu görüşler, Mısır’ın günümüzde özellikle son
dönemlerde karşılaştığı, yaşadığı sorunları ele almamızda ve Mısır’a karşı bakış açımızı
değiştirmeye yaracaktır. Yaşanılan bu süreçlerin genel olarak değerlendirmeye alındığı zaman
geçmişten günümüze nasıl bir değişimin olduğunu aydınlatıcı şekilde önümüze koymaktadır.
2.3.3. Libya Yönetimi: Muammer Kaddafi
Libya çok parçalı kabilelerden oluşmaktadır. Diğer Orta Doğu ülkelerine göre ayrışan en
temel farkı bu olmaktadır. Muammer Kaddafi, 1942 yılında bir bedevi çadırında dünyaya
gelmiştir. Berberilerin Kaddafa kabilesine mensup bir ailenin çocuğu olan Kaddafi, ekonomik
olarak zor şartlar altında yetişmiştir. Eğitim hayatı boyunca zekâsı ve fikirleriyle göze çarpan
Kaddafi gençken Mısır lideri Nasir'i idol olarak görmeye başlamıştır. Eğitimini Libya
üniversitesine başlayarak hukuk eğitimi alan Kaddafi, 1963 yılında mezun olmuştur ama
mesleğiyle uyuşmayan Libya Askerî Okuluna kaydolarak subay olmaya karar vermesi ilginç
yönünü ortaya çıkarmıştır. Okulu birincilikle bitirip, okulda ve sonrasında darbe yanlısı
düşüncelerini arkadaşlarıyla paylaşıp birlikte organize etmiştir. Nitekim 1969 yılında Kaddafi
ve arkadaşları Time dergisinin de yazdığı organizasyonu açısından dünyada ders kitaplarına
koyulacak olan " darbe" gerçekleştirmiştir (Wakin, 1996: 73-78). Darbenin ardından Kaddafi
iktidara gelişinin 45. Gününde Libya halkına hitaben yaptığı bir konuşmasın da yönetimde
hayata geçirmek istediği hedefleri ilkeler halinde söylemiştir. Bu ilkeleri özetle bahsetmek
gerekirse; yabancı askerî üslerin tasfiyesi, dış siyasette tarafsızlık politikası, vatan birliğinin
61
sağlanması, Arap birliğinin oluşturulması ve siyasi partilerin tümüyle kapatılması olarak
gösterebilmektedir. Kaddafi, Arap birliği dışında bu söyledikleri hedeflerin hepsini bir yıldan
daha az süre içinde gerçekleştirmiştir (Bianco, 1974: 119). Muammer Kaddafi'nin yönetim
anlayışını ve Libya'da oluşturduğu kendisine ait idari sistemin yapısını meydana getiren en
önemli etkenin, kendisinin kaleme alıp yazdığı Yeşil Kitap’tır. Yeşil Kitap'ta Kaddafi
liberalizm teorisi ile bloğu ve Marksizm teorisi ile bloğuna karşı bütün dünyayı birleştirmeye
çağırmıştır. "Kütlelerin Devleti" anlamına gelmek üzere "Cemahirriye" kelimesi ile birlikte
sunulan çağrı, sosyal adaleti sağlamak ve sınıflar arasındaki farklıkları kaldırmak temel
amacıyla sosyalist anlayışı kabul etmekte ve aynı zamanda gruplaşma ve siyasi partilerin
sömürgeciliklerine karşı parlamentoyu kaldırarak halk komiteleri aracılığıyla halk iktidarını
kurmayı amaç edinmektedir. Son olarak Yeşil Kitap'ta barış içerisinde yaşamak ve tarafsızlık
gibi değerlere vurgu yapan Kaddafi, gösterdiği hedeflere doğru ilerlemenin Kuran'a uygun
hareketlerle yapılmasını önermektedir (Kaddafi, 1976: 1-96).
Sonuç olarak Libya'da Kaddafi yönetimi, Kral İdris’i tahtan indirdiğinde 1969 yılından
yakın tarihimize kadar Libya’yı kendine özgü bir yönetim şekli ile idare etmiştir. Kaddafi
iktidarda kaldığı uzun sure boyunca ülkenin güç dengeleri ile geleneksel yapısı aynı zamanda
da sosyal ve dinî dokusuna müdahaleleriyle birlikte iktidarını kriz zamanlarında bile ayakta
tutmayı başarmıştır. Kaddafi’nin kurduğu idari sistem, teoride halkın mutlak bir güç olduğu
izlenimi verirken aslında var olan durumda bambaşka bir yapı sergileyerek özellikle kendisine
karşı olan gruplara bertaraf ederek devlette kilit pozisyonlara yerleştirdiği sadık adamları
sayesinde iktidarını hep kuvvetli yönde kalmasını sağlamıştır (Bölme ve vd., 2011: 9).
2.3.4. Suriye Yönetimi: Beşar Esad
Beşar Esad Londra’da eğitim görmüş göz doktorudur. Ağabeysinin ölümü üzere Suriye
çağrılarak iktidar için hazırlanmıştır (Şen, 2004: 312-313). Beşar Esad'ın iktidara
hazırlanmasında birbirini takip eden üç süreçten geçmiştir. Bu süreçler: yönetim ve liderlik
deneyimi kazandırılması, meşruiyet sağlama ve rakiplerini ortadan kaldırma olarak
sıralanmıştır. Bu süreçlerin ilk ayağını gerçekleştirmek amacıyla kendisine askerlik deneyimi
verilmiştir. Askeri kariyeri hızla yükselen Beşar Esad, kısa sürede cumhuriyetçi muhafız
alayına terfi ederek daha önceleri abisinin üstlendiği görevi yerine getirmeye başlamıştır.
Askeri altyapısının sağlanmasının ardına siyasete girmiştir. Esad topluma; yolsuzlukla
mücadele eden, reformcu, ekonomide yeni anlayışa açık olan hatta Batı’da eğitim alıp gelen bir
lider olarak tanıtılmıştır. Esad, yolsuzlukla mücadele altında devlet içerisinde güçlü ve rakip
olabilecek kişileri ya tutuklatmış ya da emekliliğe zorlayarak ortadan kaldırmıştır (Orhan, 2000:
45-49).
Babasının ölümü üzere devletin başına geçen Beşar Esad devlet başkanlığı yemin
töreninde açık ve şeffaf bir yönetim için söz vermiştir. İlk yıllarda izlediği yönetim politikasında
reform yanlısı ve açık bir siyaset olmuştur. Suriyeliler Esad yönetiminin uyguladığı politika
sonucu ile siyasi konuların çoğunu tartışabilen ve fikir beyan edebilen bir konuma gelmişlerdir.
Ancak bu özgürlük ortamı uzun soluklu olmayarak 2002 yılından itibaren artan baskı ve
tutuklamalar ile birlikte Suriye yönetiminde babasının diktatörlük rejiminin izinde gitmeyi
tercih ederek uyguladığı politikalar ve siyaset boşa çıkmıştır (Özkaya, 2006: 102).
Esad iç politikada dönüşüm yaparken ekonomi ve dış politikada ise iktidarının ilk
yıllarından itibaren ABD ve Avrupa Birliği ile olumlu ilişkiler geliştirme politikası uygulamaya
çaba vermiştir.
62
2.4. Arap Bahar’ı Sonucunda Orta Doğu’daki Dönüşüm
Başlık altında ele alınacak konunun Arap Bahar’ından etkilenen özellikle çalışmamızda
ele aldığımız Tunus, Mısır, Libya ve Suriye üzerindeki Arap Bahar’ının çıkışını, daha
sonrasında siyasi dönüşümlerinin neler olduğu üzerinde bilgi verilmeye çalışılacaktır.
2.4.1. Tunus’ta Yaşanan Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü
Arap Bahar’ı ilk olarak Tunus’ta ortaya çıkmıştır. Tunus’taki halk hareketi 2010 yılında
eğitimini yarıda bırakan seyyar satıcılığa başlayan Muhammed Bouzizi adlı Tunus vatandaşı
olan bir kişinin yaptığı tek kişilik eylem ile başlamıştır. Olayın başlamasında etkili olan
Bouzizi, kendisinden rüşvet isteyen zabıtalara rüşveti vermeyerek el arabasına el koyulmuştur.
Bu el koyulması üzerine polis karakoluna giderek arabasını istemiştir. Ama polis karakolunda
hakarete ve şiddete maruz kalmıştır. Şiddeti uygulayan kişinin kadın polis olması hatta kadın
polisten tokat yemesi onur kırıcı bir davranış olduğunu düşünerek kendisini 17 Aralık 2010’da
valilik binası önünde ateşe vermiştir (Ayhan, 2012: 59-93). Bouzizi’nin bu olayı karşısında
ülke ayağa kalkmıştır. Ülkede protestolar başlamıştır. Bu protestolara öğretmenler, avukatlar,
doktor, hukukçu ve insan aktivistleri olan kişilerin katılımı ile çığ gibi büyümüştür (Koçak,
2013).
Bin Ali yönetimi başta bu protestoları umursamamışlardır. Geçici bir halk ayaklanmasını
olduğunu düşünmüşlerdir. Ama düşündükleri gibi olmadığını her geçen gün artan protestolar
karşısında anlamışlardır. Ülke içinde protestolar daha da şiddetlenmiştir ve güvenlik birimleri
de yetersiz kalmaya başlamıştır. Bu durum karşısında Bin Ali yönetimi, ordunun da protestoları
bastırması istemiştir. Genelkurmay Başkanı, Zeynel Abidin’in bu isteğini reddederek halk ile
karşı karşıya gelmeyeceğini söylemiştir. Buna ek olarak da Genelkurmay Başkanı, Bin Ali’yi
koruyamayacağını söylemiştir. Bu sonuçla birlikte Zeynel Abidin Tunus’u 14 Ocak 2011’de
terk etmek zorunda kalmıştır. Tunus’tan kaçıp Suudi Arabistan’a sığınmıştır. Zeynel Abidin’in
kaçmasıyla beraber yaşanan bu olaylar ‘Yasemin Devri’ olarak anılmaya başlamıştır. Tunus
hükümetini bırakıp giden Zeynel Abidin Bin Ali dönemi de böylelikle kapanmıştır. Böylelikle
Tunus’ta başlayan Arap Bahar’ı diktatörlük rejiminin devrilmesine neden olmuştur (Ayhan,
2012: 70).
Tunus, Arap Bahar’ını yıkan ülke konumunda olmuştur. En çok merak edilen soru ise
kendisini tekrardan nasıl inşa edeceği olunmuştur. Ülkede yaşanan olaylar sonucunda halkın
taleplerinin fazla olması yeni gelecek olan yönetiminin baya uzun zorlu bir süreç yaşayacağı
söylemek mümkündür (Dinçer ve Coşkun, 2011: 11). Bununla birlikte başlayan değişimin
sonucunda, Arap Bahar’ı sonrasında olan seçimde demokrasi anlamında bir takım başarıların
kazanılması bu atılacak uzun yol için önemli olmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse;
Tunus'ta sivil toplum ve parti temsilcilerinden gözlemcilerinin katılımının olmasıyla
gerçeklesen seçimleri izleyen ABD ve Avrupa Birliği’nden gelen gözlemci-temsilcilerin ortak
fikirleri seçimlerin demokratik değerlere uygun bir ortamda olduğunu, hatta hiç bir engele
maruz kalmadan eşit şartlar altında açık bir şekilde gerçekleştiği yönünde olmuştur
(Muhammed, 2011).
2.4.2. Mısır ’ta Yaşanan Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşüm
Tunus’ta başlayan Arap Bahar’ı en çok Mısır’ı etkilemiştir. Etkilemesinde yatan ana
sebep, iki ülkenin de yönetim şekillerinin birbirine benzer olmasıdır. Mısır’da olan halk
ayaklanması Arap dünyasında en büyük halk ayaklanması olarak tarihe geçmiştir. Mısır
halkının ayaklanması dünyada büyük bir ses getirmiştir. Mısır’da 30 yıldır hükümeti yöneten
Hüsnü Mübarek’in ülke içinde baskıcı tutumu, siyasi yapı, ekonomik sıkıntılar, halkın isyan
etmesinde etkili olmuştur. Çıkan isyanda Tunus, Mısır’a örnek ve umut olmuştur. İsyanın kısa
süre içinde yayılmasında en etkin rolün internet olduğu söylenmektedir. Facebook, Twitter gibi
63
sosyal medya unsurları örgütlenmenin kısa süre içinde olmasını sağlamış ve yayılmasındaki baş
faktör olmuştur (Atalay, 2013: 60).
Mübarek’in 30 yıl süren hükümeti yönetme şekli istifa etmesi ile son bulmuştur. Hüsnü
Mübarek’in yerine başbakan olarak Ahmet Şefik atanmıştır. Mısır’da ilk kez yapılan
Cumhurbaşkanlığı seçimini Muhammed Mursi kazanmıştır. Bu seçim ile kazanılan ilk
Cumhurbaşkanlığı seçimi olmuştur. Ama ilk kez seçimle gelen Cumhurbaşkanlığı darbe ile son
bulmuştur. Darbe öncesi Mısır halkının en çok şikâyet ettiği unsur fakirlik olmuştur. Çünkü
halkın alım gücünün olmadığı ve giderek yoksullaştıklarını belirtmişlerdir. Darbe öncesi Devlet
başkanı olan Hüsnü Mübarek’in ailesinin ve bürokrat kesiminin refah içinde yaşaması, halk
tarafından hoş karşılanmıyordu. Fakirliğin ön planda olması ülkede huzursuzluğun
çıkmasındaki en büyük etken olmuştur. Mısır halkının geneli Hüsnü Mübarek’in yönetimine
karşı ayaklanmıştır ve kısa süre sonra halkın reform talepleri hükümete iletilmiştir. Hükümetin
yaptığı reformların yetersiz oluşu halkın Hüsnü Mübarek’e karşı görevi bırakmasını isteyerek
isyan etmiştir. Burada asıl önemli olan nokta Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Çünkü
ABD planları içerisinde, Mısır ordusunu üzerindeki etkisini kullanarak, Orta Doğu üzerinde
tekrardan şekillendirmeyi ve otoriter rejim yerine yeni aktörlerin olduğu bir şekil olmasını
istemiştir. Mübarek’e muhalif olan gruplara aşırı destek vermesi, Mübarek yönetiminin kısa
sürede devrilmesinde en etkili unsur olmuştur. Sonuç olarak Mübarek yönetimi sonrası
parlamento kurulmuştur ve Anayasa Komisyonu oluşturulmuştur (ORSAM, 2013: 59).
2.4.3. Libya Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü
Libya’da Arap Bahar’ı 17 Şubat 2011’de başlamıştır. 23 Ekim 2011 tarihinde Kaddafi
rejiminden kurtulmuştur. Kaddafi ülkeyi 1969 yılında yaptığı darbe ile geçirmiştir. 42 yıl süren
Libya yönetimi 2011 yılında son bulmuştur. Muammer Kaddafi’ye ayaklanmalar 15 Şubat
2011’de baş göstermeye başlamıştır. Olayın asıl patlak vermesine neden olan rejim karşıtı
Avukat Fethi Terbil’in tutuklanması ile başlamıştır. Gösterilerin ve protestoların başlamasıyla
polisin sert müdahaleleri olmuştur. Bu müdahaleler karşısında olayların Libya’da ayaklanma
ve başkaldırı kendini göstermiştir (Demir, 2011: 50). Ama asıl Kaddafi’nin ülke üzerindeki
etkisini bitiren olay savaş pilotlarının bombalama emrine uymayarak Malta’ya iniş yapmaları
dış güçlerin müdahale alanı oluşturmasına sebebiyet vermiştir (Nazım, 2015).
Sonuç olarak Libya diktatörlük ile yönetilen ve yaşanan olaylar sonucunda diktatörlüğün
yıkılmasıyla, Arap Bahar’ı sürecinde halkın isteklerine karşı cevaplar vermesi, demokrasiyi
hayata geçirecek ve sürekli olmasını sağlayacak yönetimin gelmesi gerekmektedir. Siyasi
dönüşüm içerisinde yeni bir anayasa hazırlanması, siyasi partilerin kurulması, serbest
seçimlerin yapılması ve insan hakları konusunda reformların uygulanması gerekmektedir
(Bölme ve Ulutaş v.d, 2011: 6). Bununla birlikte Libya'da, Ulusal Geçiş Konseyi'nin seçim
çalışmaları umut vaat ederken aynı zamanda ülkede oluşan yeni seçim yasası, yapılan seçimlere
hukuku bir zemin hazırlamış ve çok partili bir siyasi hayat için gerekli alt yapının meydana
gelmesinde önemli bir rol oynamıştır (BBC, 2012). Libya’nın uzun süre diktatörlük ile
yönetilmesi ve bu yönetim şeklinin yıkılıp yerine demokratik bir rejim gelmesi siyasi
dönüşümdeki en güzel örnektir. Hatta kurucu meclisi belirlemek için sandık başına gitmeleri
ülkedeki değişimin sinyallerini vermektedir (CNNTÜRK, 2012).
2.4.4. Suriye Arap Bahar’ı ve Siyasi Dönüşümü
Suriye’de ortaya çıkan Arap Bahar’ı diğer ülkelerden farklı şekilde çıkmamıştır.
Olayların başlamasında etkili olan unsur Dera’da duvara rejim karşıtı yazılar yazan bir grup
gencin tutuklanmasıyla başlamıştır. Ailelerin çocuklarının geri verilmesini talep etmelerine
rağmen geri verilmemeleri üzerine Dera’da olaylar yaşanmaya başlanmıştır. Dera’da başlayan
protestolar ülke geneline hızlı bir şekilde yayılmıştır. Bu protestoları benimseyen muhalifler 15
64
Mart’ı ‘ Öfke Günü’ ilan ederek bütün ülkeye yayılmasında etkin rol oynamışlardır. Asıl önemli
olay, 18 Mart ‘ta Cuma namazı çıkışı ülkenin beklenmedik yerlerinde; Şam, Halep, Hama ve
Humus gibi yerlerde protestoların başlamış olmasıdır (Toraman, 2015: 63). Suriye için
yaşanan bu olaylar ülke geneline yayılmaya başlamıştır. Hatta Esad yanlısı ve Esad karşıtı
olarak gruplara ayrışma olmuştur. Arap Bahar’ı Suriye’de hala devam etmektedir. Hatta Beşar
Esad yanlısı liderliğindeki Suriye hükümeti; seçilmiş askeri birlikler, istihbarat servisleri ve
rejim yanlısı kendisine sadık olan milisleri ile ülkede oluşan muhalif grubu bastırmaya
çalışmaktadır (Akın, 2012).
Sonuç olarak Suriye’de hala devam Arap Bahar’ı süreci, başlamasından bu yana hala
Esad yönetiminin halka ve kendisine karşı olanlara şiddet uyguladıkları görülmektedir. 2012
yılının sonlarına doğru Doha’da yapılan toplantı sonucunda Suriye Ulusal Koalisyonu adı
altında birleşerek Esad’a karşı daha güçlü olmaya başlanmıştır. Temel sorunun bir tanesi
muhalefetin birlikte hareket etmemesi ve organize olmaması büyük bir sorun oluşturmuştur. Bu
sorunu 2012’deki Doha’da yapılan toplantı ile zayıflığın olan yerleri giderilmeye çalışılmıştır.
Son olarak ülkedeki karışıklığın halen devam ettiği ve özellikle sınır komşusu olduğu
Türkiye arasında sürtüşmelerin olduğu bilinmektedir. Suriye için gerçekleşen Arap Bahar’ı
ülkeye Bahar mı getirdi yoksa Bahar mı götürdü sorusu hala gündemde durmaktadır.
2.5. Arap Bahar’ının Nedenleri Ve Sonuçları
Arap Bahar’ının temel çıkmasındaki nedenlere bakacak olursak; yüksek işsizlik,
enflasyon oranlarının yüksek olması, adam kayırma, saltanatın olması, gelir dağılımında
adaletsizlik, yoksulluk, kişileri seçip kayırmak, barınma sorunun yüksek olması, siyasi olarak
hükümetlerin halka karşı bir cevap verememesinde yetersiz kalması ana sebepler olarak
sayılmıştır (Şulul, 2015: 123).
Arap Bahar’ında aslına bakıldığı zaman siyasal ve yönetimsel olarak iki temel ana unsur
üzerinde neden daha oluşmuştur. Devletlerin yönetim şekilleri darbeci, diktatör, ideolojilerini
uzun yıllar benimsetmeleri, çözülemeyen siyasi sorunlar, ekonominin tek petrol olması hatta
dinsel unsurların ön plana çıkması bu iki nedeni de desteklemektedir. Ülkelerin yönetimsel
şekilleri 20.yy ile beraber anti-demokrat şeklini almaya başlamasıyla varlıklarını sürdürmeye
çalışmışlardır (Gözen, 2016: 137-138).
Son bir neden olarak ülkelerde çıkan bu isyanların etkili olmasında teknolojik ve kültürel
farkların olmasıdır. Kültürel nedenlere bakıldığında: küresel dünyanın artan iletişim ve ulaşım
imkânlarının sonucu olarak, Arap gençlerinin küresel dünyadan geri kalmayarak sosyal
medyayı sık kullanması, dünyada olan her şeyden haberdar olmaları ve demokrasi ile yönetilen
ülkelere özenmelerini sonucunda bizim neden ülkelerimizde böyle unsurların olmayışı
olayların oluşmasını doğurmuştur. Bunun sonucunda gençler sisteme karşı ayaklanma yaşarken
bu nedenleri de göz ardı etmemişlerdir (Paksoy v.d, 2013: 178). Özellikle teknolojiyi çok aktif
şekilde kullanmaları, çıkan protestolar karşısında polisin uygulayacağı biber gazı ya da polisin
vereceği tepkileri internette izleyerek nasıl tedbirler almaları gerektiklerini izlemeleri internetin
kendilerine ne kadar büyük katkı sağladıklarını görmüşlerdir (Akbıyık ve Öztürk, 2012: 1016-
1020).
Sonuç olarak bakıldığı zaman Arap Bahar’ı bizim konumuzda ele aldığımız ülkeler
açısından Tunus için olumlu bir yönde ilerleme kaydetmiştir. Diktatörlüğün devrilmesine neden
olmuştur. Diğer Arap ülkelerine ilham kaynağı olacak düzeyde halkın istediği zaman her şeyi
yapacaklarını göstermişlerdir. Ancak konumuzda olan diğer ülkelere bakıldığı zaman Tunus
gibi oluşumların olmadığını görülmektedir. Mısır için seçimle ilk kez gelen Cumhurbaşkanı
darbe ile düşürülüyor. Mısır için tam demokrasi geldiği dediğimiz anda tekrar başa döndüğünü
görüyoruz. Libya için ise Arap Bahar’ı kanlı sahnelerin olduğunu görülmektedir. Libya’yı
65
diktatörlükle yöneten kişi acımasız bir şekilde katledilerek öldürüldüğü görülmüştür. Suriye
için ise durumların daha karışık hal aldığını ve ülke içinde iç savaşın çıktığını görülmektedir.
Toparlayacak olursak; diktatörlüklerin yıkıldığı, iç savaşın çıktığı ve en önemlisi yönetimsel
olarak şekil değişikliğine gittiklerini görülmektedir.
3. ARAP BAHAR’ININ EKONOMİK NEDENLERİ
Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yönetim değişikliklerine yol açan Arap Bahar’ı,
siyasi bir unsur gibi gözükse de ekonomik değişimlerin olduğu bir bölge olarak karşımıza
çıkmaktadır. Uzmanların görüşlerine göre rejimlerle birlikte ülkelerin ekonomik işleyişlerinin
de değişeceğini söylemişlerdir. Sokakta başlayan protestoların halkın artık daha demokratik
beklentilerinin yükselmesini de vurgulayan uzmanlara göre iş dünyasında yeni grupların da yer
olacak olması, iş dünyasının çalışma şeklini de ciddi biçimde etkileyeceğini ve halkın eskisine
göre daha huzurlu ve bir nebzede olsa refahlarının artacaklarını söylemektedirler.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’nın bir raporunda, Arap Bahar’ı
görünüşte göreli olarak artan fiyatlar gibi geçici faktörler tarafından belirlenmiştir (OECD,
2011). Ancak, Bahar’a götüren kalkışmanın temelinde yatan asıl faktörün özünde yapısal
faktörler vardır. Bahar’ı tanımlamak için, hangi yapısal ekonomik, sosyal ve politik faktörlerin
ekonomik performansın geniş halk kitlelerinin refahlarına olumlu bir biçimde yansımasını
engelleyen unsurun ortaya konması gerekmektedir. Çünkü bu sonuca götürecek bir unsur
olacaktır.
Arap Bahar’ına götüren diğer nedenlere bakıldığında, eğitime verilen önemin düşüklüğü
ve özellikle orta ve lise seviyesinde eğitime katılma durumu, eğitimdeki cinsiyetçi ayırımın
yüksek düzeyde olması sayılabilmektedir. Sağlıkla ilgili göstergeler belli ölçülerde kabul
edilebilir olurken, işgücü piyasasına ilişki göstergeler, Bahar’ı açıklayan en önemli faktörler
olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle dünya ile kıyaslandığı zaman üç önemli işsizlik
oranında; genç erkekler, genç kadınlar ve kadınlarda işsizlik oranları dünyanın diğer her
bölgesinden daha yüksek çıktığı görülmüştür. İşgücü piyasasındaki sorun da ise, işgücü
niteliğinin özellikle işgücü talep ile arzının ücrete neden olmayan sebeplerden ötürü
uyuşmaması vardır. Eğitim sistemindeki aksaklık ve bozuklukların olması işgücü planlaması
ile paralel bir düzeyde oluşum içinde olmaması, bölgedeki diğer önemli sorun olan
girişimciliğin de yetersiz düzeyde kalmasına sebep olmuştur. Tarım sektöründe toprak ve
mülkiyet hakları ile ilgili oluşan problemlerin Bahar’daki diğer önemli ekonomik nedenlerini
oluşturmaktadır. Mülkiyet üzerine olan düzenlemeler, toprağa ve toprağı işlemek için yeterli
sermayeyi vermek için gerekli finansal fonlara/kredilere erişimin engellendiği hatta tarımsal
olarak yapılmak istenen çalışmaların büyük ölçüde veriminin düştüğü görülmektedir
(Öztürkler, 2014: 11).
Arap Bahar’ının arkasında ekonomik olarak üç neden sıralandığında: İlk neden olarak
devletçi ekonomik ve sosyal kalkınma modelinin kaynakları dağılımında etkin olmayan
müdahaleler sayılmaktadır. İkinci neden olarak, büyük ölçüde birinci nedenin sonucu olan
bağımsız, rekabetçi ve dünya çapında piyasalarla bütünleşmiş bir özel sektörün olmamasıdır.
Üçüncü son neden ise, OKA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) bölgesinin parçalanmış coğrafi
alanlar biçiminde olması ve bu birimler arasında ticareti ve faktör dolaşımını engelleyen
unsurun olmasıdır (Malik and Awadallah, 2011).
Arap Bahar’ını her uzman görüş farklı farklı şekilde sıralamıştır. Bu nedenler genel olarak
birbirine benzer ya da paraleldir. Ancak en temele bakıldığı zaman hükümet başarısızlığının en
temel unsur olduğunu yapılan her analizde Arap Bahar’ının, ekonomik nedenlerinin temeli
olarak ortaya konmuştur. Arkasında yatan iki temel etmenden birisinin işsizlik, diğerinin ise
yoksulluk olduğunu açıkça ortaya konmuştur.
66
3.1. Arap Bahar’ının Ekonomik Sonuçları
Arap Bahar’ının ekonomik sonuçlara bakıldığı zaman işsizliğin, gelirin, büyüme gibi
rakamlarının değişken olduğunu aşağıdaki tablolarda görmekteyiz. Bu yapılan tablolar da
konumuz da ele aldığımız Tunus, Mısır, Libya ve Suriye olacaktır. İlk olarak ülkelerin GSYİH
rakamlarına bakılacak olunursa;
Tablo 1. 2010-2018 Yılları Arası GSYİH Rakamları
GSYİH (mevcut ABD Doları)
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018
Tunus 44,051 45,811 45,044 46,251 47,588 43,157 42,063 40,257 39,80
Mısır 218,888 236,002 279,373 288,586 305,53 332,698 332,928 235,369 250,895
Suriye 59,15 --- --- --- --- --- --- --- ---
Libya 74,773 34,699 81,874 65,503 41,143 29,275 32,257 50,984 48,319
Kaynak: TUİK
Ele alınan ülkelerin Arap Bahar’ı öncesi 2010 yılına bakıldığı zaman GSYİH rakamları
milyar dolar üzerinden gösterilmiştir. Ekonomik olarak Mısır’ın diğer üç ülkeye göre GSYİH
rakamının yüksek olduğunu görülmektedir. Arap Bahar’ı sonrasın ülkelerin gelirleri özellikle
Tunus ve Mısır’ın artarken, Suriye’de veri elde edilemediğini ve Libya’da yarı yarıya yakın
düzeyde azalma olduğunu görülmektedir. Suriye’de veri elde edilememesi sebebi olarak ülke
içi karışıklığın fazla olması, iç savaşın çıkması, dış güçlerin müdahaleleri gibi birçok unsur
sayılabilmektedir. Arap Bahar’ı Suriye için tamamen kapalı bir ekonomi modeline
dönüşmesine neden olmuştur. Diğer sıkıntılı olan ülke Libya’da ise diktatörlük rejimi
yıkıldıktan sonra demokrasiye geçişte zorluğun etkisini ulusal gelire yansıdı görülmüştür. Hatta
ülkenin inişli çıkışlı bir yapının olması da ülkenin demokrasiye geçiş sürecinde yaşadığı zorluğu
göstermektedir.
Tablo 2: 2010-2018 Yılları Arası Enflasyon Rakamları
Enflasyon, GSYİH Deflatörü (yıllık%)
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018
Tunus 3,815 4,279 4,896 3,823 4,411 3,59 5,55 5,73 6,48
Mısır 10,10 11,64 19,49 8,71 11,24 9,93 6,24 22,93 21,42
Suriye 3,80 7,90 --- --- --- --- --- --- ---
Libya 14,16 18,25 8,98 -6,66 -17,3 -15 14,00 24,44 15,79
Kaynak: TUİK
67
Ülkelerin enflasyon oranlarına bakıldığı zaman, Arap Bahar’ı öncesi ve sonrasında
enflasyon rakamlarında artışların olduğu görülmektedir. Tunus’ta enflasyon oranı rakamları tek
haneli düzeyde olmuştur. Mısır, enflasyon rakamlarında bir düzensizlik görülmektedir. Bunun
nedeni olarak ülke içinde karışıklığın olması en temel etkendir. Hatta ülke içinde istikrarsız bir
yapının oluşu ve seçimle gelen Cumhurbaşkanın darbe ile düşürülmesi enflasyonun
dengesizliğini göstermektedir. Suriye’de yaşanan Arap Bahar’ında 2010 yılından 2011 yılına
geçişte yaklaşık yarı yarıya bir artışın olduğu görülmüştür. Sonraki yıllarda ülke kapalı bir hal
aldığından ötürü verilerine ulaşılamamıştır. Libya ise en düzensiz ülke olarak karşımıza
çıkmaktadır. Enflasyon rakamlarının inişli-çıkışlı bir seyir halinde olması ve bazı yıllarda eksi
enflasyon düzeyinin olması ülkenin ne kadar karmaşık halde olduğunu bize göstermektedir.
Tablo 3: 2010-2018 Yılları Arasında İşsizlik Rakamları
İşsizlik Oranı (%)
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018
Tunus 13 18,6 17,4 15,8 15,1 15,2 15,5 --- ---
Mısır 9 12 12,7 13,2 12,9 12,8 12,6 --- ---
Suriye 8,6 14,9 --- --- --- --- --- --- ---
Libya --- --- --- --- --- --- --- --- ---
Kaynak: TUİK
İşsizlik rakamlarına bakıldığında ülkelerin çift haneli rakamlarda olduğu görülmektedir.
Tunus ve Mısır’ın 2017 ve 2018 yıllarında işsizlik rakamlarına ulaşılamamıştır. Suriye Arap
Bahar’ı sonrasında verileri açıklamayan ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Libya’da ise veri
girişinin hiç olmaması ülkenin bir yönden işsizliğinin olmadığını göstermesi ya da yüksek
oranlı işsizliğin olduğunu düşündürmeye itmektedir.
Sonuç olarak tablolara bakıldığı zaman ülkelerin Arap Bahar’ı öncesinde ve sonrasında
rakamlarda değişikliklerin olduğu görülmektedir. Bu değişikliklerin altında yatan nedenler ise,
ülkelerin temel gıda tüketimine zam yapmaları, geçimsizlik düzeyinin artması ama en önemlisi
ülkeyi yöneten kesimin ve zengin kesimin hiçbir şekilde bu zam gibi şeylerden etkilenmeyip
hayatlarını devam ettirmeleri olmuştur. Tabloların bize söylediği, ülkelerin ne kadar zor ve kötü
şartlarda olduğunu göstermektedir. Hatta veri açıklamayan ülkelerin özellikle Suriye ve
Libya’da karışıklığın, iç savaşın, isyanın yüksek düzeylerde olduğunu göstermektedir.
Toparlayacak olunursa Arap Bahar’ı ele aldığımız ülkelerde Tunus’ta Bahar’ın gelebileceğini
ve diğer ülkelere örnek olabileceğini göstermiştir. Ama zamanın ilerlemesi ile beraber ülkelere
sadece ufak etkiler ederek daha sonrasında işin içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürüklediğini
göstermiştir.
4. SONUÇ
Birçok uzman görüşün savunduğu Arap Bahar’ının, Bahar mı getirdiği yoksa Bahar’ı
götürdüğü tartışmalarıdır. Çünkü Arap Bahar’ı ilk olarak Tunus’ta başlayıp daha sonra domino
taşı etkisiyle diğer Arap ülkelerine yayılmıştır. Tunus’un ilham verdiği ülkeler olmakla beraber
daha fazla karmaşaya götürdüğü ülkelerde olmuştur. Yaptığımız çalışmada Mısır, Tunus’tan
aşırı şekilde etkilenmiştir. Ama etkilenme süresi çok fazla olmamıştır. Seçimle gelen
Cumhurbaşkanını darbe ile yönetiminden indirerek tekrar eski haline gelmesine neden
olmuştur. Aynı şekilde Suriye ve Libya’da başkaldırı olmasıyla beraber iç savaşın çıkmasına
sebebiyet vermiştir. Çalışmamızda uzmanların Bahar mı yoksa Kış mı geldiği sorusuna yanıtını
Tunus için Bahar, diğer üç ülke için Kış geldiğini söyleyebiliriz.
68
Arap Bahar’ının özünde sosyal, siyasal, ekonomik olarak birçok nedenden
kaynaklanmaktadır. Yaşanılan bu süreçte birçok Arap ülkesi açısından sancılı geçmiştir.
Olayların yaşandığı süreçte halkın başkaldırması, yönetim şekline etki etmeleri ve insan
gücünün istediği zaman neler yapabileceğini göstereceğinin en güzel kanıtı olmuştur. Arap
ülkelerinde baskıcı rejimlerin olması, insan haklarının kısıtlı olması, uzun süren yıllar
diktatörlük rejiminin varlığının yıkılması Arap Bahar’ının etkisini göstermiştir. Sosyal ve siyasi
yönden değişimlerin hala devam etmesinin uzun yıllar alacağını hatta eski yönetim şeklinden
kalacak izlerin bulunacağı da unutulmamalıdır.
Arap Bahar’ı sonrasında gelinen bu noktalarda tekrardan geriye dönüşlerin olmaması için
özellikle istikrarlı, sürdürülebilir büyümeyi, işsizliği azaltmayı, istihdam düzeyini arttırmayı ve
ekonomik büyümeyi sağlayan reformları uygulamaya koymaları gerekmektedir. Özellikle dış
güçlerin, ülkeler üzerindeki etkilerini en aza indirmeleri gerekmektedir.
Son olarak Arap Bahar’ında uzun dönemde olması gereken temel unsurların gelir
dağılımındaki bozulma ve yoksulluğun ortanda kaldırılması için çaba verilmesi gerektiğini, kısa
dönemde olayların başladığı andan ve sıcaklığın yüksek olduğu anlarda geniş halk kitlelerinin
refah düzeyini büyük ölçüde etkileyen gıda fiyatlarındaki dalgalanma en aza indirilmelidir.
Çünkü halkların isyan etmesindeki yatan en temel neden açlık, yoksulluk, işsizlik ve geçim
sıkıntısıdır. Bahar’ın yaşandığı her ülkede ekonomi de çeşitlendirme olmalıdır. Tek bir
ekonomik geçim kaynağı üzerinden gidilmemelidir.
KAYNAKÇA
Acar, A. (2012) Wall Street'i İşgal Et Hareketi. Yurt ve Dünya Dergisi, Sayı: 3: 1318, http:
//yiutvedtinya.net/Sayi3/yurtvedunyasayi3.pdf, (19 Ekim 2012).
Akbaş, Z., Arslan D.Z. (2012) “Libya’daki Arap Bahar’ına Yönelik Türk Dış Politikasına
Konstrüktivist Bir Yaklaşım”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(8): 68.
Akbıyık, N. ve Öztürk, M. (2012) “Sivil Toplum ve Sosyal Medya Perspektifinde “Arap
Baharı” ve “Wall Strett’i İşgal Et” Eylemleri”, II. Turgut Özal Uluslararası Ekonomi ve Siyaset
Kongresi II, Malatya.
Akgür, M. ve Roca, D.B. (1997). “Mısır Ülke Etüdü”, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul, Lebib
Yalkın Yayınları, s. 10.
Akın, A. (2012) Arap Baharının Suriye'ye Etkisi: Suriye iç Savaşa mı Sürükleniyor?,
www.stratejikanaliz.com., http:
//www.stratejikanaliz.com/kategoriler/dis_politika/suriye/arap_bahadnin_suriyeye
_etkisi.htm, (07 Ağustos 2012).
Arslan, A. (2003) “İslam, Ortadoğu, Anglosaksonlar”, Birikim Dergisi, 169: 23-43.
Atalay, O. (2013) “Suriye Direnişi 42 yıllık Baas Diktatörlüğünün Sonu”, İstanbul: Yarın
Yayınları.
Ayhan, V. (2012) “Tunus İsyanı: Arapların Devrim Ateşini Yakması” Ortadoğu Etütleri, III.
Bacık, G. (2011) “Lord Mark Malloch-Brown.. Middle East: The Economins Of The Arab
Spring”, The World Today, 67(8/9): 16-18.
Baragona, S. (2011) Food Price Spikes Helped Trigger Arab Spring, Voice of America,
www.voanews.com/english/news/middle-east/economy-and-business/2011Food-Price-
Spikes-Helped-Trigger-Arab-Spring-135576278.html, (27 Ekim 2019).
Başkan, B. (2011) “Buazizi’nin Yaktığı Ateş: 21. yy. Başında Arap İsyanları”, Akademik Orta
Doğu, 6(1).
69
BBC (2012) Libya’nın Yeni Seçim Yasası Açıklandı, Haber Türkçe internet Sayfası, http:
//www.bbc.co.uk/turkce/habeder/2012/02/120209_libya_election_Iaw.shtml, (10 Haziran
2012).
Bianco, M. (1974) “Kaddafi Çölün Elçisi”, Basım yeri yok.
Bölme, S.M. (2011) “Batı ve Kaddafi Makasında Libya”, SETAV Yayınları, Rapor No: 3: 9.
Bölme, S.M. Ulutaş, U. (2011) “İsyan, Müdahale ve Sonrası: Libya'da Dönüşümün Sancıları”,
SETAV Yayınları, Rapor No: 5.
Byman, D. (2012) “Regime Change in The MiddIe East: Problemsand Prospects', Political
Science Quarterly”, 127(1): 26.
CNNTÜRK (2012) 'Libya'da Seçim Öncesi Gerilim Yüksek', http:
//www.cnnturk.com/2012/dunya/07/06/libyada.secim.oncesi.gedlim.yuksek/66801
2.0/index.html, (22 Temmuz 2012).
Çetiner, G. (2012) Yalancı 'Arap Bahar’ı', http: //drcetiner.org/ekonomi/yalanciarap-
bahari.html.php, (20 Ekim 2012).
Çimen A. (2011) “Tarihi Değiştiren Diktatörler”, İstanbul: Timaş Yayınları.
Dalıbor, R. (2012) “Economic Transitions: Learning from Central Europe”, Policiy Review,
October-November, ss. 69-79.
Demir H. (2011). “Bingazi’de Türkiye ve Batı Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Çalışma”,
Ortadoğu Analiz, 3 (33): 49-58.
Dinçer, O.B. ve Coşkun, G. (2011) “Tunus ve Mısır’da Sancılı Dönüşüm, Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu” , USAK Yayınlan, Analiz No: 6, s: 11.
Erdoğan, A. (2011) “Arap Bahar’ı”, İstanbul: DUBAM Yayınları.
EURONEWS (2011),'Economic Dimension of Arab Revolts, (03.11.2019).
Gözen, R. (2016) “Arap Baharı Girdabında Eski Ve Yeni Ortadoğu Dinamikleri”, II.
Uluslararası Ortadoğu Sempozyumu, Bildiriler Kitabı, ss. 135-147.
Kaddafi, M. (1976) “Yeşil Kitap”, Libya: Halk Bürosu Yayınları.
Karaağaçlı, A. (2011) Arap Bahar’ına Farklı Bakış, http: //www.bilgesam.org/tr/
index.php?option=com content&view=article&id=1067: arap-bahama-farkl-bak &catid = 77:
ortadogu-analizler&Itemid=150, (25 Ekim 2019).
Khourı, R. (2011) Drop The Orientalist Term, 'Arab Spring', http: //www.dailystar.
com.lb/Opinion/Columnist/2011/Aug-17/Drop-the-Orientalist-tenn-
ArabSpring.ashx#axzzlmhR03jGW, (19 Eylül 2012).
Kışlakçı, T. (2012) “Arap Baharı”, İstanbul: Mana Yayınları.
Kibaroğlu, M. (2011) “Arap Bahan ve Türkiye. Adam Akademi”, I(2): 26.
Koçak, K. A. (2013, Eylül) Mısır: Demokratikleşme Yolunda İki Adım İleri Bir Adım Geri,
http: //www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2013/sayi23/5-53.pdf , (13.12.2017).
Kona, G.G. (2003) “Yeni Ortadoğu ve Düşündürdükleri”, Görüş Dergisi, 54(55): 18-21.
Kutlay, M. ve Dinçer, O.B. (2011) Arap Bahar’ı, Türkiye-AB işbirliğini Yeniden Ateşler Mi?
Analist Dergisi, http: //www.usakanalist.com/ content/arap-baharturkiye-ab-birli-ini-yeniden-
ate-ler-mi-87/, (25 Eylül 2019).
70
Malik, A. ve Awadallh, B. (2011) “The Economics of Arab Spring”, CSAE Working Paper,
WPS/2011-23, December 2011.
Mominkulov, C. (2019) Arap Dünyasında Yaşanan Olayların Temel Sebepleri ve Bölgeye
Etkisi, http;//www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3118, (24 Ekim 2019).
Muhammed, M.B. (2011), 'İşade Duveliyye Bi'ntihabati Tunus', Al-Jaazera Arabic News
internet Page, (26 Ekim 2011).
Nazım, M. (T.Y) “Arap Bahar'ında Sancılı Bir Devrim: Libya”, Academia, https:
//www.academia.edu/25841801/ARAP_BAHARINDA_SANCILI_B%C4%B0R_DEVR%C4
%B0M_L%C4%B0BYA, (15.11.2019).
Orhan, O. (2000) “Suriye'de Yeni Dönem: Göz Doktoru iş Başında”, Stratejik Analiz Dergisi,
8: 45-49.
ORSAM, (2013) “Orta Doğuda Yaşanan Son Gelişmeler”, Kasım, 5(59).
Özkaya, A.N. (2006) “Suriye Kürtleri: Siyasi Etkisizlik ve Suriye Devletinin Politikaları”,
Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayını,
2(8): 102.
Öztürkler, H. (2014) “Arap Baharı’nın Ekonomik Analizi, Akademik”, Orta Doğu, 8(2).
Paksoy, S., Paksoy, H.M. ve Erdal, A. (2013) “Küreselleşmenin Sosyo-Politik Etkileri: Arap
Baharı”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, 46 (46): 170-182.
Powell, J. (2012) “A Lasting Glow: Seizing The Optimism of The Arab Spring, Public Policy
Research”, 18(4): 20.
Pranger, R.J. (2011) “The Arab Springs: America's Search For Relevancy”, Mediterranean
Quarterly, 22(4): 29.
Sağsen, İ. (2011) “Arap Bahan Türk Dış Politikası ve Dış Algılaması”, Ortadoğu Analiz, 3(31-
32): 208.
Stewart, D.J. (2009) “The Middle East Today: Political, Geographicaland Cultural
Perspectives”, Londra, Routledge Publishing, s. 53.
Şen, S. (2004) “Ortadoğu’da İdeolojik Bunalım: Suriye Baas Partisi ve İdeolojisi”, İstanbul:
Birey Yayımcılık.
Şulul, C. (2015) “Arap Devrimlerinin Geleceği”, Sobider, 2(4): 12-117.
Tan, M., Belli, A., Aydın, A. (2013) “2002 Sonrasında Arap Baharı Kapsamında Türkiye
Suriye İlişkileri ve Bölgesel Yansımaları”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İİBF 2.
Bölgesel Sorunlar ve Türkiye Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Cilt 2, Kahramanmaraş.
Tanrıverdi, N. (2011) “Tunus’ta Halk Ayaklanması: Nedenleri ve Etkileri”, Ortadoğu Analiz,
3(26): 27-33.
Tür, Ö. (2009) “Mısırda Ekonomik Kalkınma Cabaları”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, 41: 191.
Uysal, A. (2011) “Orta Doğu’da Türkiye Algısı: Mısır Örneği”, SDE Yayınları, s. 27.
Wakin, E. (1996) “Contemporary Political Leaders Of The Middle East”, Facts On File, New
York, s. 57-60.
71
YALIN ÜRETİM ARAÇLARININ FARKLI SEKTÖRLERDE
KULLANIMININ İNCELENMESİ VE ETKİNLİK DEĞERLENDİRMESİ
Dr. Öğr. Üyesi Engin Çakır
Aydın ADÜ, Nazilli İİBF, İşletme Bölümü, Nazilli, Aydın, [email protected]
Arş. Gör. İsmail Öztanır
Aydın ADÜ, Nazilli İİBF, İşletme Bölümü, Nazilli, Aydın, [email protected]
Özet
Yalın Üretimin temel amacı, işletmelerde üretim ve hizmet süreçlerini israflardan arındırarak maliyetlerin
azaltılmasını sağlamak, katma değer yaratan süreçleri artırarak müşteri memnuniyetini ve sürekli iyileştirmeyi
sağlamaktır. Bu amaçla, Tam Zamanında Üretim, Kanban (çekme sistemi), Kaizen (sürekli iyileştirme), 5S, Sürekli
Akış, Değer Akış Haritalama, Poka Yoke (hataların üretim sürecinde ayıklanması), Toplam Üretken Bakım, SMED
(Single Minute Exchange of Dies – Tip Değişimlerinin Tekli Dakikalara Düşürülmesi) gibi birçok Yalın Üretim
tekniği geliştirilmiştir. Otomotiv endüstrisinde geliştirilen ve yoğun olarak kullanılan bu teknikler, zaman içinde
diğer endüstrilere de yayılmıştır. Günümüzde madencilik sektöründen sağlık sektörüne kadar farklı sektörlerden
pek çok firma bu teknikleri kullanarak iş süreçlerini iyileştirmeye çalışmaktadır.
Bu çalışma 2010 ile 2019 yılları arasında yayınlanan ulusal ve uluslararası literatüre dayanarak
hazırlanmıştır. Çeşitli endüstrilerdeki yalın araç ve tekniklerinin seçimini etkileyen faktörlerin açıklanması ve
uygulanmasına dair genel çerçeveyi çizmeyi amaçlamaktadır. Ayrıca yalın üretimin uygulanması sonrası iş
süreçlerine yaptığı katkılar da çalışma kapsamında incelenmektedir. Bu kapsamda ülkemizdeki işletmelerin de
fayda sağlayabileceği uygulamalar ve öneriler sunulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Yalın Üretim, Sürekli İyileştirme, İsraf Azaltma, Katma Değerli İşler, Sürdürülebilir Gelişme
JEL Kodları: L60, M10, M11
INVESTIGATION OF THE USE OF LEAN PRODUCTION INSTRUMENTS IN
DIFFERENT BUSINESSES AND EVALUATION OF INSTRUMENT EFFICIENCY
Abstract
The main objective of Lean Manufacturing is to reduce costs by eliminating waste from production and
service processes of enterprises, and to ensure customer satisfaction and continuous improvement by increasing
the value added processes. For this purpose, many Lean Manufacturing techniques have been developed such as
JIT (Just in Time), Kanban (pull system), Kaizen (continuous improvement), 5S, Continuous Flow, Value Stream
Mapping, Poka Yoke (detecting failures during production processes), TPM (Total Productive Maintenance),
SMED (Single Minute Exchange of Dies). Developed and used extensively in the automotive industry, these
techniques have spread to other industries over time. Nowadays, many companies from different businesses
ranging from mining to health sector are trying to improve their business processes by using these tools.
This study was prepared based on national and international literature published between 2010 and 2019.
It aims to provide a general framework for explaining the factors affecting the choice of a lean tool and also
implementing them in various industries. In addition, the contributions provided to the business processes after
the implementation of lean tool are examined in the frame of the study. Within this scope, implementations and
suggestions that Turkish enterprises may benefit are also presented.
Key Words: Lean Manufacturing, Continuous Improvement, Waste Elimination, Value Added Tasks, Sustainable
Development
JEL Codes: L60, M10, M11
1. Giriş
Günümüz şartlarında işletmelerin yoğun rekabet şartlarında ayakta kalabilmek için
sürekli yenilik içinde olmaları, müşteri istek ve beklentilerini çok iyi öngörerek müşteri odaklı
üretim yapmaları zorunlu hale gelmiştir. Müşteriye sunulan ürün veya hizmetin rakip firmalara
oranla daha kaliteli, daha ucuz olması için yalın üretim tekniklerinin ve sürekli kalite anlayışının
rekabet piyasasının yeni bir dinamiği olarak tüm süreçlere sokulması gerekmektedir (Çakır,
2011: 1).
72
Yalın üretim kavramı isminden de anlaşılacağı üzere gereksiz adımların ve israfların
süreçlerden atılarak en kısa sürede müşterinin istediği kaliteyi oluşturmaya çalışan üretim
tekniğidir. Bir organizasyonda gereksiz hiçbir sürecin olmadığı, maliyetin düşük, hatanın az,
stokların sıfır, iyileştirmenin sürekli ve müşteri memnuniyetinin de en yüksek düzeyde
tutulduğu üretim sistemi olarak da tanımlanabilir (Çakır, 2019: 23).
Toyota’nın ilk olarak benimsediği ve bugün her ülkeye ve tüm iş kollarına yayılan üretim
yönteminin özü yalınlıktır. Freeman ve Soete’ye göre Yalın Üretim, basit olarak tarif edilirse,
“ürünün üretilmesinden, dağıtılmasına ve müşteriye ulaşmasına kadar geçen zamanın
azaltılması ve israfın değerden elimine edilmesidir” (Freeman ve Soete, 2003:176).
2.Literatür
2.1.İmalat İşletmelerinde Yalın Üretim Çalışmaları
2019 yılında mobilya sektöründe üretimde verimliliği artırmaya yönelik olarak yapılan
5S uygulamalarını konu alan bir çalışma yapılmıştır. İzmir’de faaliyet gösteren büyük ölçekli
bir mobilya firmasında, aksesuar hazırlık bölümünden koltuk-kanepe montaj hattına kadar tüm
imalat ve montaj bölümlerinde gerçekleştirilen 5S uygulamalarına ait öncesi-sonrası
durumların fotoğraflanmasıyla sektör için örneklendirme yapılmıştır. Bu kapsamda; Montaj
hatlarında esnek üretim mantığına uygun, farklı ürün tasarımları için değişken iş akışlarına
kolaylıkla uyum sağlayabilen iş istasyonları tasarlanmış, böylece hat verimliliğinde önemli
zaman kazancı sağlanmış ve yarı mamullerin ara stok alanlarında muhafazasının zorluğu
nedeniyle oluşan kalite kayıpları düşürülmüştür. Katma değersiz faaliyetlerin ortadan
kaldırılması ve iş zenginleştirme gibi uygulamalar ile konfeksiyon bölümüne ait ilgili iş
istasyonlarında yaklaşık %38 etkinlik artışı elde edilmiştir. Ele alınan işletmede farklı iş
istasyonlarında gerçekleştirilen 5S uygulamaları ile zaman, mekân-yer, personel ve teknoloji
kullanımlarındaki israflar azaltılmış, süreç içi kalite hatalarını en aza indirerek önemli
kazanımlar sağlanmıştır (Karşıyaka ve Sütçü, 2019: 87-101).
2018 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada yalın üretime yönelik
yapılan kapsamlı literatür taramalarından ziyade teorik konuların pratikteki yerine dikkat
çekilmiş ve yalın üretim teknikleri kullanılarak yapılan uygulama sonuçları ortaya konulmuştur.
Bu kapsamda, orta ölçekli bir sanayi kuruluşunda yapılan yalın üretim çalışmaları
aktarılmaktadır. Bu çalışmalar arasında 5S, SMED, TKY, TPM bulunmaktadır. Uygulamada
yer alan yalın üretim çalışmaları, incelemeye alınan ürünlerin (hammadde, mamul ve yarı
mamul) stok durumunun iyileştirilmesine yönelik başlatılmıştır. Üretim süresinin iyileştirilmesi
için iş yeri düzeni, kalite ve bakım problemleri ile birlikte ele alınan konuların çözümü
sağlanmıştır. Çalışma kapsamında yapılan iyileştirmeler bir bütün içinde incelendiğinde,
işletmenin 105.599 Euro kazanımı olduğu görülmektedir. Gereksiz taşımalar ve hareketlerden
uzak durarak israfın önlenmesine yönelik yapılan iyileştirmeler ile işletme 105.599 Euro
tasarruf etmektedir. Bununla birlikte daha da dikkat çekici olan işletme kayıp zaman ve işçilik
değerlerine üretime dönüştürdüğünde katma değeri olmayan işlerin katma değerli zaman olarak
kullanılması durumunda 3.485.714 Euro kazanç olduğu çalışmada belirtilmiştir (Sarı, 2018:
585-600).
2018 yılında Kocaeli ilinde otomotiv sektöründe yapılan çalışmada yalın üretim odaklı
şekillenen Japon yönetim modelinin Türkiye’deki otomotiv sektöründe çalışanlara uygunluğu
incelenmiştir. Araştırmada yalın üretime dayalı Japon yönetim modeline ilişkin aile
oryantasyonu, açık iletişim, takım çalışması ve bilgi düzeyi boyutları incelenmiştir. Araştırma
sonuçları Japon yönetim modelinin Türk otomotiv sektörü çalışanları açısından uygun ve
uygulanabilir bir yöntem olduğu, çalışanların bu modele gerek zihinsel anlamda, gerekse
örgütsel anlamda adaptasyonun yüksek düzeyde olduğu görülmüştür. Japon üretim modelinin
Türk toplumuna uygunluğunun en önemli nedenlerinden birisi de, kültürel farklılıklar, bireysel
73
farklılıklar gibi sosyal ya da toplumsal konulardan ziyade, üretim ile ilişkili olan hususların
daha fazla üzerinde durmasıdır. Dolayısı ile sadece üretim fonksiyonları üzerine odaklanan,
üretimde en yüksek verimlilik ile en az gereksiz masrafı sağlayan bir yapının, rekabette ve
günümüz koşullarında ayakta kalması daha kolaydır. Ülkemizde otomotiv sektörünün
başarısında da bu yaklaşımın rolünün olduğu ifade edilebilir (Turan, 2018: 451-459).
2017 yılında madencilik sektöründe yapılan yalın üretim çalışmasında Yalın Üretim
yaklaşımının birinci ve en önemli adımı “Değer” tanımı olarak gösterilmektedir. Maden için
değerin tanımı yapıldıktan sonraki aşama değere katkı sağlamayan israfların giderilmesidir.
Bunun içinde israf giderme prensipleri kabul edilmelidir. Uygulamada görsel kontrol ve 5S
yalın felsefeye geçmenin başlangıcıdır. Daha sonra sürekli iyileştirmeler için standartlar
geliştirilmelidir. Bu standartları geliştirmeye çalışanlar mutlaka dahil edilmelidir. TPM
yaklaşımı makine hazır bulunması ve güvenilirliği için mutlaka uygulanmalıdır. Tedarikçilerin
entegrasyonu madencilik için oldukça yararlı olacaktır. Burada klasik tedarikçilerden ziyade
taşeron firmaların entegrasyonu önemlidir. Taşeron firmalarda çalışma ortamını iyileştirip kaza
oranlarında azalışa gideceklerdir. Yalın üretim konusunun madencilik için göreceli olarak yeni
bir konu olduğu bu çalışmada ifade edilmektedir. Müşteriler ve rakipler tarafından yeterli
baskıya maruz kalmayan işletmeler, süreçlerini yeniden tasarlama noktasında isteksiz
davranmaktadırlar. Ayrıca çoğu işletme yapılacak çalışmaların kendilerine ek bir maliyet
getireceği düşüncesiyle de bu değişime soğuk bakmaktadırlar. Fakat yapılacak değişikliklerle
israflar önleneceğinden işletmelere ek maliyet değil kazanç sağlanacağı bu çalışmada
belirtilmektedir (Öztürk ve Elevli, 2017: 24-32).
2016 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılan doktora tezi çalışmasında üretim
sürecinde ortaya çıkabilen ve yalın düşünce açısından değer yaratmayan faaliyetler olarak
nitelendirilen israf türleri ile uygulama yapılan firmaya uygun olarak seçilen performans
göstergeleri arasındaki etkileşimleri açıklayan bir model ortaya konulmuştur. Literatürden
referans alınan bir model yardımıyla ortaya konulan ilişki ve etkileşimler DEMATEL
yöntemiyle sunulmuştur. Bu çalışmada yedi temel israf türü (ürün hatası, fazla üretim, stoklar,
gereksiz işlem, gereksiz taşıma, gereksiz hareket ve bekleme) ile yedi performans ölçütü
(üretilen iş miktarı, verimlilik, süreç kalitesi, takt zamanı, üretim dengeleme, toplam ekipman
etkinliği ve ara stok miktarı) arasındaki ilişki ve etkileşimin belirlenmesine yönelik bir model
ve analizler yer almıştır. Referans alınan model yardımıyla yapılan analizlere göre, israf
türlerinin performans ölçütleri üzerindeki etki sıralaması ile performans ölçütlerinin israf türleri
üzerindeki etki sıralaması ayrı ayrı belirlenmiştir. İsraf türleri dikkate alındığında etki düzeyi
en yüksek israf türlerinin sırasıyla ürün/süreç kusurları, fazla stok, fazla üretim olduğu tespit
edilmiştir. Performans ölçütleri dikkate alındığında ise etki düzeyi en yüksek performans
ölçütlerinin ise sırasıyla toplam ekipman etkinliği, verimlilik ve süreç kalitesi olduğu
bulunmuştur (Ayçin, 2016: 1-156).
2016 yılında Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada değer akış haritalama (DAH)
tekniği incelenerek bir traktör işletmesinde uygulama yapılmıştır. Bu çalışmada, traktör
sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın sac işleme atölyesindeki platform üretiminde oluşan
darboğazın montaj hatlarına olan olumsuz etkisi ele alınmıştır. Değer akış haritalama metodu
kullanılarak yapılan iyileştirme projesinde, üretim sürecinin işleyişi, süreç üzerindeki israflar
ve israf kaynakları belirlenmeye çalışılmıştır. Mevcut durum analizi yapılarak iyileştirme
önerileri sunulmuştur. Tasarlanan süreç iyileştirme projesinde, mevcut DAH’a göre toplam akış
süresi 13,08 gün olarak belirlenmiştir. Gelecek durum haritası ile toplam akış süresi 4,35 güne
indirilmiştir. Atölyede uygulamaya geçilen bu yerleşim planı ile akış süresinde % 66,7’lik bir
iyileştirme sağlanmıştır. Mevcut durumda (atölye tipi üretim) çevrim süresi (değer katan
faaliyetler) 6.360 saniye olan platform imalatı, hücresel imalata geçilerek, % 8’lik bir
iyileştirme ile 5.880 saniyeye düşürülmüştür. Bu uygulama, firmanın yalın üretime geçiş
sürecinde yaptığı faaliyetlerinden birisidir. Malzeme taşıma maliyetlerinde ve çevrim
74
sürelerinde azalma gözlemlenirken, aynı zamanda süreç stokları da minimize edilmiştir.
Oluşturulan haritanın diğer hatlar için de genişletilmesi gelecek çalışmalar için kaynak
oluşturacaktır. DAH projeleri periyodik olarak firmanın diğer bölümlerinde de uygulanırsa,
imalat süreçlerinden daha iyi performans alınabileceği öngörülmektedir (Adalı, Kiraz, Akyüz
ve Halk, 2016: 242-251).
2016 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nde yapılan çalışmada bir tekstil
işletmesinde yalın stratejinin faaliyet performansına olan etkisi incelenmiştir. Araştırma
Kahramanmaraş ilinde faaliyet gösteren tekstil üretim işletmelerinde anket yöntemi
kullanılarak yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre yalın üretim uygulamalarından akış
yönetimi (FM) ile operasyonel performans arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir.
Diğer bir deyişle akış yönetimi arttıkça operasyonel performans da artmaktadır. Araştırma
çıktılarına göre Tam Zamanında Üretim (JIT) uygulamaları Kobilere nazaran büyük ölçekli
işletmelerde daha büyük etkisi olduğu, bunun yanında Atık Minimizasyonu uygulamalarının
büyük ölçekli işletmelerden çok KOBİ’lerde operasyonel performans üzerinde daha etkin
olduğu anlaşılmaktadır. İlaveten Akış Yönetimi ile ilgili uygulamaların operasyonel
performansa etkisi göreceli olarak daha düşük olduğu anlaşılmaktadır (Koska, Göksu ve
Sünbül, 2016: 283-296).
2015 yılında Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir diğer çalışmada kauçuk sektöründe
Poka Yoke uygulaması incelenmiştir. Poka-Yoke, bilinen endüstrinin çeşitli sektörlerinde
yaygın olarak kullanılan bir teknik olmakla birlikte kauçuk sektöründe malzeme bölümü için
Poka-Yoke uygulaması, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde yaygın bir teknik olarak
gözükmemektedir. Bu uygulama, proje planlama safhasından üretimde işlerlik kazandığı ana
kadar ki dönemde firma personeli tarafından projelendirilmiş tipik bir yalın üretim çalışması
olması sebebiyle de firmaya büyük kazanımlar sağlamaktadır. Poka-Yoke uygulamasıyla,
tecrübeli, tecrübesiz tüm operatörler sistem eğitimini aldığı andan itibaren hatasız bir şekilde
görevlerini yerine getirebilmektedirler ve sonuç olarak operatör kaynaklı malzeme tedarik ve
tartım hataları ve buna bağlı kalite problemleri ortadan kalkmaktadır. İnsan hatasına bağlı
kalitesizlik oranının sıfırlanması firma açısından önemli bir başarı sağlamaktadır. Kanban
sistemiyle entegre bir sistem oluşturularak, üretime yabancı madde (formül dışındaki tüm
hammaddeler de yabancı madde sayılmaktadır) girişini engellemek, üretim zamanını ve
operasyonu standart hale getirmek ve aynı zamanda hedeflenen kalitede yarı mamuller üretmek
uygulaması yapılan bu Poka-Yoke’nin temel amacını oluşturmaktadır. Gerçekleştirilen bu
Poka-Yoke uygulaması işletmedeki yalın üretim tekniklerini daha entegre hale getirmektedir
(Pekin ve Çil, 2015: 163-170).
2014 yılında tekstil sektöründe yapılan bir çalışmada ise yalın üretim tekniklerinden olan
“Heijunka” incelenmiştir. Heijunka yalın üretim araçlarından biridir. Üretim planlamada daha
çok emek isteyen işlerin çevrim zamanını aşmayacak şekilde üretimde dengelenmesi için
kullanılır. Üretim hatlarının ya da kaynaklarının, talepteki değişimlere uyumlu olarak aynı gün
içinde çeşitli ürün tiplerini küçük miktarlarda üretilebilecek şekilde düzenlenmesi gerekir.
Heijunka uygulaması; üretimde talep değişikliklerine, ürün stokunu artırmadan cevap
verilebilmesini, fabrika alanının azalmasını sağlarken, fazla mesai ihtiyacını ortadan kaldırır.
Karışık yüklemenin birincil ve en önemli işlevi, üretimin talep değişikliklerine, (ürün stoku ile
karşılamaksızın) kolayca adapte olabilmesini sağlamaktır. Ayrıca, aynı hatta birden fazla
modelin veya ürünün monte edilmesi, gerekli toplam hat sayısını ve dolayısıyla toplam fabrika
alanını da azaltır. Karışık yüklemenin bir üçüncü işlevi de, ürünlerin müşterilere istenilen
sipariş çeşidine erişildikten hemen sonra sevk edilebilmelerini sağlayarak, üreticileri gereksiz
stok alanı bulundurma zorunluluğundan kurtarmaktır. Sonuç olarak Heijunka tüm üretim
hattında üretimin dengelenmesinde diğer yalın üretim araçlarıyla birlikte büyük kolaylık
sağlamaktadır. Bu çalışmada kesimhanede farklı siparişlerin planlanması için heijunka
uygulaması yapılmıştır. Farklı müşterilere ait siparişler dengeli sıralamayla üretime
75
gönderilerek yalın üretime uygun planlama yapılmıştır. Kesimhane bölümündeki planlama ile
dikim hattının dengelenmesi de önceden sağlanmış, sipariş termininin gecikmesi üretimin en
başından önlenmeye çalışılmıştır (İşler ve Güner, 2014: 264-267).
2014 yılında Kanban tekniğinin otomotiv sektörüne uygulanmasını konu alan çalışmada
genel hatlarıyla yalın üretimi, konusunu, tarihçesini, tekniklerini ve Kanban tekniğinin Man
Türkiye AŞ’de uygulamasını ele almıştır. Yalın Üretim tekniklerinden biri olan Çekme Sistemi
(Kanban), geleneksel uygulaması zor ve güçlü bir bilgisayar sistemi gerektiren malzeme ihtiyaç
planlaması (MİP) sisteminin en önemli alternatiflerinden birisidir. Yalın Üretim Sistemi bir
bütündür. Bu sistemi ilk aşamada yerleştirmek zor ve çok zaman alabilir. Bu yüzden işletmenin
tümünün katılımı, kararlı bir yönetim ve yeterli finansman desteğinin sağlanması başarıya
ulaşmak için kaçınılmazdır. Fakat sistem bir kere oturtulduğunda maliyetlerde %50’lere varan
bir azalma, üretimde büyük bir artış sağlanır ve müşteri beklentilerine uygun, kaliteli ürün
üretilmesi mümkün olur. Özel olarak Kanban ise MİP’i temel alan ve birçok açıdan ilk
maliyetleri düşüren bir yöntemdir. Özellikle otomotiv sektöründe uygulamalarını
görebileceğimiz bu tekniğin, işletmeye tam anlamıyla bir yalınlık sağladığı bu çalışmada dile
getirilmektedir (Aslantaş, 2014: 1-52).
2.2.İmalat Dışı İşletmelerde Yalın Üretim Çalışmaları
2018 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın düşünceden hareketle yalın üretim ve yalın
muhasebe konusu ele alındıktan sonra yalın performans değerleme yöntemleri, hücre
seviyesinde ve değer akışı seviyesinde açıklanmıştır. Çalışmanın amacı, yalın üretim ortamında
geleneksel performans değerleme yöntemlerinin yetersizliğini ve bu ortam için kullanılabilecek
yalın performans değerleme yöntemlerini açıklamaktır. İşletme stratejisi olarak yalın
düşüncenin benimsenmesi ve yalın üretim tekniklerinin uygulanmaya başlanması sonucunda
faaliyetlerde değişiklikler oluşmakta ve işletmelerin performans değerleme yöntemlerinin
değiştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yalın üretim ve diğer yalın süreçler, yalın düşüncenin
ilkeleri ile tutarlı performans değerleme yöntemlerini gerektirmektedir. Yalın üretim sistemine
geçiş ile birlikte, standart maliyetleme yöntemini kullanan geleneksel muhasebe sistemi, yerini
değer akışı maliyetleme yöntemini kullanan yalın muhasebeye bırakmaktadır. Yalın
işletmelerde, sürekli iyileştirme sağlayan yalın muhasebe aracılığıyla her türlü yöntem, rapor,
tablo, şekil, grafik gibi araçlarla; faaliyet sonuçlarının açık, anlaşılabilir ve karar vermeye
yönelik olarak ortaya konulması sağlanmaktadır. Yalın performans değerleme yöntemleri,
üretimin gerçekten müşteri talebi ile uyumlu olup olmadığı, düşük maliyetli ve hızlı üretilip
üretilemediğinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu amaçla hem finansal hem de
operasyonel performans değerleme ölçüleri kullanılmakta, üretim hücreleri ve değer akışı ile
işletmenin hedefleri ve stratejileri arasında bir bağlantı kurulmaktadır (Türk ve Çeviren, 2018:
221-245).
2016 yılında Şanlıurfa’da yalın üretimin tarımsal işletmelerde verimlilik ve kalite üzerine
etkisinin incelendiği çalışmada yalın Yönetim, Altı Sigma ve bunların birleşiminden meydana
gelen Yalın Altı Sigma metodolojisi özetlenerek, tarımsal işletmelerde neden ve nasıl
kullanılabildiği irdelenmiştir. Sonuç olarak Yalın Altı Sigma metodolojisi katma değeri yüksek
üretim sektörünün yanı sıra, her türlü küçük işletmelerde de kullanılabilmektedir. Özellikle
sürekli desteklenmek zorunda kalınan tarımsal işletmelerde kullanılması aslında bir zorunluluk
haline geldiğini göstermektedir. Ancak Yalın Altı Sigma projeleri yürütülürken gerçekten
başarılı olunmak isteniyorsa değişim felsefesinin başarısını etkileyen üst yönetim desteği, doğru
proje seçimi, yetkin çalışanların varlığı, ileri eğitim, kültürel değişimin oluşturulması, stratejini
belirlenmesi ve müşteri talebinin varlığı gibi unsurların dikkate alınması gerektiği ifade
edilmektedir (Öztürk, 2016: 201-208).
76
2015 yılında sağlık sisteminde yalın üretim uygulamalarının incelendiği makalede değer
akış haritalama başta olmak üzere yalın üretim uygulamalarının gereksiz zamanları ortadan
kaldırarak hastaların memnuniyet düzeylerini artırdığı belirtilmektedir. Mali açıdan kuruma
çok fazla külfet getirmediği için uygulama açısından yalın üretim tekniklerinin dinamik bir
yapıya sahip olduğu, imalat sektörü gibi süreçler çok ayrıntılı ele alınmadığından hastanedeki
süreçlerin geliştirilmeye açık tarafı çok fazla olduğu, çalışmalara çalışanların aktif katılımı
gerektiği belirtilmekte, ayrıca çalışanlara yalın üretim eğitimleri vererek farkındalık sağlanması
ve değişime karşı direnç göstermelerinin bu şekilde engellenebileceği ifade edilmektedir. 5S
çalışmaları ile de verimlilik artışların çok fazla olduğu ve bilgi akışının hızlandığı dile
getirilmektedir (Turan ve Turan, 2015: 127-132).
2010 yılında yapılan çalışmada yalın üretim tekniklerinin dokuzuncu israf olarak
tanımlanan çevresel atıkların ortadan kaldırılmasındaki rolü araştırılmıştır. Yalın ve çevreye
yönelik sürdürülebilirlik çabaları arasındaki etkili etkileşimin, imalatçı kuruluşların yasal
gerekliliklere uymama risklerinden kaçınmalarını ve operasyonel ve çevresel performansları
iyileştirmelerini sağladığı belirtilmektedir. Bu kapsamda çalışma sürdürülebilir uygulamaları
yalın tekniklerle birleştirmenin yollarını incelemektedir. Bu çalışmanın ayrıca bir kuruluşun
yalın üretim tekniklerini kullanarak çevresel performansını artırmasını sağlayan stratejilere /
tekniklere katkıda bulunduğu belirtilmiştir. Yalın üretimin sunduğu katkılardan bazıları
şunlardır: Yalın uygulamalar yoluyla çevresel atıkların ortadan kaldırılmasına yönelik taahhüt;
çevresel iyileştirme fırsatlarının tanımlanması; çevre, sağlık ve iş güvenliği çalışanlarının çevre
ile ilgili yalın olayların planlanması ve uygulanmasına aktif katılımını sağlaması; süreç
iyileştirme araçlarını kullanarak çevresel atıkları yok edilmesi; 7S işyeri değerlendirme kontrol
listesi kullanılarak çevresel atıkların ortadan kaldırılmasının sistemli olarak yapılması ve kayıt
altına alınması (Vinodh, Arvind ve Somanaathan, 2010: 469-479).
2.3.Yalın Üretim Araçlarının Seçimine Yönelik Karar Destek Sistemi Çalışmaları
2016 yılında yapılan önemli çalışmada işletme özelinde yalın üretim tekniklerinin seçimi
için göz önüne alınması gereken faktörler irdelenmiştir. Her işletmenin kendine özgü bir amacı,
güçlü ve zayıf tarafları farklı olduğu için bütün organizasyonel problemleri çözebilecek tek bir
sihirli tekniğin olmadığı bu çalışmada belirtilmektedir. Doğru yalın üretim tekniğinin
seçilmesinde en önemli faktörün üst yönetimin bu konudaki taahhüdü olduğu ifade edilmiştir.
Üst yönetim taahhüdü olmadan yalın üretim araç ve tekniklerinin uygulanmasının mümkün
olmadığı vurgulanmaktadır. Ayrıca çalışanların uzmanlığı ve yetkinliğini de bu araçların
seçiminde etkili olduğu ifade edilmektedir. Maliyet, zaman ve ayrılacak kaynaklar da seçim
sürecini etkilemektedir. Yalın üretim tekniklerini uygulamadan önce karar vericilerin bu
projeden firmanın elde edeceği potansiyel faydayı bilmeleri gerekmektedir (Yahya,
Mohammad, Omar ve Ramly, 2016: 7721-7727).
2015 yılında yapılan bir araştırmada doğru yalın üretim aracının seçilmesinde imalatçı
KOBİ’lere destek olmak için bir yöntem geliştirilmesi üzerinde durulmuştur. KOBİ'lerin
mevcut rekabet ortamında başarılı bir şekilde ticaret yapmak için yalın araçları benimsemeleri
gerekir; Bununla birlikte, birçok KOBİ’nin yalın araçlar hakkındaki sınırlı bilgisi nedeniyle, bu
araştırmada KOBİ’ler tarafından en uygun yalın aracı seçmek için kullanılabilecek bir
metodoloji geliştirilmiştir. Literatür, KOBİ'ler tarafından benimsenebilecek uygun yalın
araçların seçilmesi metodolojisi hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu
göstermiştir. Bu konuda çeşitli yöntemler önerilmiştir, ancak imalatçı KOBİ'lere uygun
metodolojilerin ve araçların geliştirilmesine çok az dikkat gösterilmiştir. Bu geliştirilen
metodolojinin bir yararı, yalın araçların ve ilgili yararların üst yönetime açıkça sunulması ve
böylece uygun yalın araç seçiminde güven kazanmalarıdır (Alaskari, Munir Ahmad ve Cuenca,
2015: 62-84).
77
2013 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim tekniği seçiminde karar verme için
kullanılan modifiye edilmiş VIKOR modelinin uygulanması incelenmiştir. Son yıllarda, yalın
imalatta uygun araç ve teknikleri nasıl belirleyeceğinizi anlamak önemli bir amaç haline
gelmiştir. Bununla birlikte, ampirik sonuçlar önerilen yaklaşımların, genel olarak sırasıyla
üretim sistemlerinin etkinliğini ve etkinliğini yansıtan araç ve tekniklerin dahil edilmesinin
etkilerinin kapsamlı bir ölçüsünü sağladığını göstermektedir. Uygulayıcılara LM'nin amaçlarını
ve uygulamalarını tanımlamada yardımcı olmak için yalın araçlar seçimine olanak veren bir
metodoloji geliştirilmiştir. VIKOR metodu, MCDM problemlerini çelişkili ve telafi edilemez
kriterlerle çözmek için geliştirilmiştir. Uzlaşmanın uyuşmazlıkların çözümü için kabul
edilebilir olduğunu varsayarsak, karar verici, ideale en yakın olan bir çözümü ister ve
alternatifler, belirlenmiş tüm kriterlere göre değerlendirilir. Yeni VIKOR metodu, tüm
alternatifleri ortak / aynı kriterlere göre türetebilir ve sıralayabilir; dahası, her alternatif, kendi
kriterleri ile, uygulayıcıların araç ve teknik seçimini güçlendirmelerine yardımcı olabilir. Bu
nedenle, bu çalışma LM'nin araçlarını ve tekniklerini sıralamak için uygun ve etkili yeni bir
VIKOR yöntemi önermektedir. Bu yeni yöntem kullanılarak yapılan analiz karar vericilere
uygulanan LM araçlarının sıralama düzenini anlamalarına yardımcı oldu. Sonuç olarak, bu
çalışmada önerilen yöntem, yalınlığı elde etmek için yalın araçları sıralamak için uygundur.
Modelin ana katkısı yalın araç uygulamasının etkinliğinin değerlendirilmesidir; Bu nedenle,
literatürde bildirilen modellerde önemli bir eksikliğe işaret etmektedir. Ayrıca, model karar
problemlerini çözmek için farklı disiplinlerde çeşitli mevcut araç ve teknikleri birleştirebilir.
Model ölçüt analizi ve araç analizi ile başlar ve daha sonra belirli bir sistemin mevcut
durumunu, hedefleri belirleyerek, Delphi yöntemini uygulayarak, oylamayı ve karar vermek
için değiştirilmiş VIKOR yöntemini değerlendirir. Karar vericiler en etkin yalın çözümü
bulmak istediklerinde, bu hususların yüksek öneme sahip olduğu gösterilmiştir. Bu modelin,
mevcut teorik modellerle karşılaştırıldığında gücü, gerçek bir durumda test edilmiş olmasıdır
(Anvari, Zulkifli ve Arghish, 2013- 829-841).
2012 yılında yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim ve proses iyileştirmesi için karar
destek araçları incelenmiştir. Bu makalede sunulan vaka çalışması, mevcut değişim
girişimlerini koordine etmede ve onları daha etkili hale getirmede yalın üretim tekniğinin rolünü
ortaya koymaktadır. Takım tezgâhı endüstrisinde ortak tasarım ve imalatta kullanılabilen, nesne
yönelimli teknolojiyi kullanan yalın üretim süreci için bir karar destek sistemi geliştirilmiştir.
DSS tasarımının, takım tezgâhı üreticisi tarafından 2 yıl boyunca geliştirilen ve kullanılan bir
prototip sistemde iyi çalıştığı görülmüştür. Vaka çalışması, böyle bir yaklaşımdan kaynaklanan
faydaları ortaya koymuştur (Pullan, Bhasi ve Madhu, 2012: 449-464).
2011 yılında yapılan bir diğer araştırmada yalın üretim performansının en üst düzeye
çıkartılması için bir karar destek taslağı önerilmektedir. Toyota'da Taichi Ohno tarafından
orijinal değer akış haritasının (VSM) geliştirilmesinden bu yana, birçok yazar israfların
azaltılması yoluyla değer akışını anlamak ve iyileştirmek için birkaç ilave VSM aracı
önermiştir. Tek bir en iyi VSM aracı, belirli bir atık türüyle başa çıkmada etkili olsa da
organizasyonel öncelikler değiştikçe gereksiz hale gelir. Bunun üstesinden gelmek için, entegre
analitik hiyerarşi sürecinin (AHP)- önleyici hedef programlamanın (PGP) yeni bir
formülasyonuna dayanan bir karar çerçevesi önerilmiştir. Bu karar destek taslağı, sadece
mevcut organizasyonun önceliklerini temel alarak ideal bir VSM aracının doğru olarak
seçilmesini sağlamakla kalmayarak aynı zamanda sistemde bulunan tüm israfları tanımlamak
ve azaltmak için seçilen bir VSM aracı setinin optimum uygulanmasına yardımcı olur. Böylece
en kısa sürede kurumsal performansı en üst düzeye çıkarmak mümkün hale gelir (Ramesh ve
Kodali, 2011: 2234-2251).
78
3.Yalın Üretim Tekniklerinin Etkinlik Değerlendirmesi
2012 yılında Belçika’da yapılan çalışmada küçük ve orta ölçekli gıda işletmelerinde yalın
üretim uygulamaları değerlendirilmiştir. Bu çalışmanın sonuçları, yalın üretim uygulamalarının
gıda işleme KOBİ'lerine operasyonel verimliliği arttırma ve maliyetleri düşürme konusunda
yardımcı olduğu fikrini desteklemektedir. Ancak, sektöre özgü engeller, gıda işleme
şirketlerinin yalın üretim uygulamalarını tam olarak uygulamalarını ve istenen sonuçları
gerçekleştirmelerini zorlaştırmaktadır. Yalın üretim uygulamalarının başarısı kritik olarak
çalışan katılımına, doğru eğitime ve üst yönetimin bağlılığına bağlıdır. Yalın üretim
uygulamalarının kullanımında ve faydalarında kontrol değişkenlerinin (şirketin büyüklüğü ve
menşe ülkesi gibi) etkisinin de belirtilmesi önemlidir (Dora, Goubergen, Kumar, Molnar ve
Gellynck, 2012: 125-141).
2013 yılında Avustralya’da yapılan çalışmada imalat firmalarında lean stratejilerinin
etkili bir şekilde uygulanması ve performans değerlendirmesi incelenmiştir. Bu çalışmada,
yalın stratejileri uygulamak için bir yapı metodolojisi önerilmiş ve yeni bir yalınlık
değerlendirme metriği (CPM) yöntemi ortaya koyulmuştur. Önerilen yöntemde, farklı atıklar
ilk önce zaman etüdü ve süreç haritalaması ile tanımlanmaktadır. Bu atıklara dayanarak, üretim
alanında gelişmiş bir süreç haritası geliştirilmekte ve geliştirilen CPM metriği kullanılarak
süreç verimliliği ve etkinliği değerlendirilmektedir. Operatörler ve diğer ilgili personel yeniden
tasarlanan montaj süreciyle başa çıkmak için eğitilmekte ve izlenmektedir. Önerilen yaklaşımın
uygulandığını gösteren bir vaka çalışması sunulmuştur. Ancak, geliştirilen yöntemler, tek bir
şirkette ve belirli bir süreçte başarılı bir şekilde uygulanmaya dayalı olarak genelleştirilemez.
Aşağıdaki tabloda bu çalışmada yapılan yalın uygulaması öncesi ve sonrasındaki değerler ve
gelişim yüzdeleri bulunmaktadır (Uz-Zaman, 2013: 169-196).
Tablo 1. Yalın üretim uygulaması öncesi ve sonrasındaki performans değerleri
Yalın göstergesi Yalın
Öncesi
Yalın Sonrası Gelişim
Katedilen toplam mesafe (metre) 251 60 191
VA/NVA oranı 0,79 1,12 %42
NVA hareket sayısı 302 222 %36
Ortalama değişim zamanı 69 51 %35
Toplam etkinlik 60 73 %22
Toplam verimlilik 61 72 %18
2014 yılında Hindistan’da yapılan bir diğer çalışmada yalın üretim teknikleri ve çalışma
yöntemi tasarımının entegre edilmesinin verimlilik artışı üzerindeki etkisi incelenmiştir. Kritik
yalın üretim tekniklerinin sistematik olarak analiz edilmesi ve çalışma yöntemi tasarımının
birleştirilmesiyle daha az kaynak kullanarak aynı verimlilik artışına ulaşıldığı tespit edilmiştir.
İyileştirme için hedef seçilmesi amacıyla, öncelikle problemin tanımlanmasında çok önemli
olan sistem hakkında doğru sonuçlar elde etmek için yöntem çalışması yapılabileceği
belirtilmektedir. İlgili hedef seçildikten sonra, problem alanını daraltmak için en iyi seçenek
Darboğaz Analizi olacağı söylenmektedir. Bu analiz yapıldıktan sonra, sistemde mevcut
ayrıntılı sorunları bulmak için gelişmiş zaman çalışması yöntemleri uygulanacaktır. Çalışma
yapılacak endüstri kritik yalın üretim tekniklerini kullanarak problemleri sınıflandırabilir ve bu
araçlar, ileriye dönük uzun vadeli sonuçlar elde etmek için verimlilik artışının yanında kâr marjı
elde etmek için de sırasıyla uygulanabilir (Kulkarni, Kshire ve Chandratre, 2014: 429-434).
79
2015 yılında yapılan bir çalışmada ise bayes ağlarını kullanarak yalın üretimin endüstri
performansına olan etkisi incelenmiştir. Bu çalışma, yalın tekniklerin farklı kombinasyonlarının
iş performansında uygulanmasının finansal ve finansal olmayan sonuçlarını göstermeyi
amaçlamaktadır. Bayes Ağı, değişen koşullar altındaki faktörlerin etkilerinin çalışılmasında
kullanılır. Üç performans göstergesi üzerindeki etkiyi analiz etmek için yedi yalın faktör ve dört
kriter çalışılmıştır. Bayes Ağı, tedarikçilerin finansal, finansal olmayan ve sürdürülebilirlik
performanslarını olumlu yönde etkileyecek esnekliği, güvenilirliği, kaliteyi ve operasyon
zamanını uyaran yalın yönler üzerine kuruludur. Otomotiv endüstrisindeki tedarikçiler için bir
vaka çalışması yapılmış ve farklı faktör kombinasyonlarının olduğu senaryolar incelenmiştir.
Bayes Ağı aracı, Türk otomotiv endüstrisinde etkili olduğu görülen 15 yalın faktöre
uygulanmıştır. Bütünleşik yalın faktörlerin etkili kullanımı ile finans dışı performans artışının
%16'ya kadar artabileceği görülmüştür. Finansal performanstaki artışın %20 oranında ve
sürdürülebilirlik konusunda da %5-23 arasında olacağı tespit edilmiştir. Bu sonuçların, Türk
otomotiv sektöründe yalın araçların etkin bir şekilde kullanılmasının iş performansını şüpheye
yer bırakmayacak şekilde geliştirdiği çalışmada belirtilmiştir (Büyüközkan, Kayakutlu ve
Karakadılar, 2015- 6539-6551).
2017 yılında yalın üretim teknikleri Endüstri 4.0 açısından değerlendirilmesine yönelik
bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada günümüz koşullarında yalın üretim tekniklerinin başarılı
olması için Endüstri 4.0’ın sağladığı ileri teknolojiler ile birleştirilmesi gerektiği
belirtilmektedir. Yalın Üretim Teknikleri ile Endüstri 4.0 ilişkilendirilerek hangi yalın üretim
tekniklerinin hangi teknolojilerle geliştirilebileceği ve günümüz üretim koşullarına adapte
edilebileceği açıklanmıştır. Örneğin yalın üretim tekniklerinden tip değişim sürelerinin
azaltılmasını sağlayan SMED’in sensörler ve RFID-RTLS teknolojileri altyapısında 3D
yazıcılar gibi eklemeli üretim teknolojileriyle entegre edilebileceği, eklemeli üretimin yanı sıra
robotik sistemler ile kalıp değiştirilmesi ve büyük parçaların taşınmasının da kolaylaşacağı
belirtilmiştir. Yalın üretim ve Endüstri 4.0 entegrasyonun bir diğer önemli örneği olarak da
sürekli akış tekniğine yöneliktir. Sürekli akışta istenenden fazla ara stok oluşmadan üretimin
devamlılığını sağlamak için endüstriyel internet, bulut sistemler RFID- RTLS teknolojileri ve
sensörler gibi bilgi akışını kesintisiz şekilde sağlayacak teknolojilerin gerektiği tespit edilmiştir.
Sonuç olarak da yalın üretim tekniklerinin ve Endüstri 4.0’ın birbirinden ayrı
düşünülemeyeceği belirtilmektedir (Öksüz, Öner ve Öner, 2017- 1-10).
4.Sonuç ve Öneriler
Literatür incelendiğinde yalın üretim tekniklerinin özellikle imalat işletmelerinde dikkate
değer faydalar sağladığı görülmektedir. Ülkemizde bulunan işletmeler de günümüzün çetin
rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için kendilerine özgü şartları (işletme büyüklüğü,
çalışan yetkinliği, kullanılacak kaynaklar vb.) dikkate alarak ve uygun yalın üretim tekniklerini
kullanarak süreçlerini sürekli olarak iyileştirmelidirler. Yalın dönüşüme yeni başlayan
işletmelerin görsel panolar ve 5S çalışmalarını kullanabileceği çalışmalarda belirtilmektedir.
Sonrasında düzenli ve nitelikli veri akışıyla birlikte diğer yalın üretim tekniklerini (SMED,
VSM, Heijunka vb.) kullanarak gelişme sağlayabilirler. Yalın üretim çalışmalarının başarıya
ulaşması için üst yönetimin taahhüdü olmazsa olmaz kriterler arasında en başta yer almaktadır.
Yalın üretimin sürdürülebilirliği açısından değerlendirildiğinde ise işletme içi veri akışının
sürekli ve nitelikli olması gerekmektedir.
Çalışma, özellikle yalın üretim çalışmalarına başlamak isteyen imalat işletmelerine fikir
vermesi açısından büyük katkı sağlayacaktır. Bu teknikler kullanılarak ve işletme
büyüklüğünden bağımsız olarak farklı sektörlerle ilgili de çalışma yapılabilir.
80
Kaynakça
Dergi
Adalı, M.R., Kiraz A., Akyüz U. ve Halk B. (2016) "Yalın üretime geçiş sürecinde değer akışı
haritalama tekniğinin kullanılması: Büyük ölçekli bir traktör işletmesinde uygulaması",
Sakarya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 21(2): 242-251.
Alaskari O., Ahmad M.M. ve Cuenca R.P. (2015) "Development of a methodology to assist
manufacturing SMEs in the selection of appropriate lean tools", International Journal of Lean
Six Sigma, 7(1): 62-84.
Anvari A., Zulkifli N. ve Argish O. (2014) "Application of a modified VIKOR method for
decision-making problems in lean tool selection", Int J Adv Manuf Technol 71:829–841.
Büyüközkan G., Kayakutlu G. ve Karakadılar İ., (2015) “Assessment of lean manufacturing
effect on business performance using Bayesian Belief Networks”, Expert Systems with
Applications, 42: 6539-6551.
Dora, M., Goubergen D.V., Kumar, M., Molnar A. ve Gellynck X. (2012) "Application of lean
practices in small and medium-sized food enterprises", British Food Journal, 116: 125-297.
Karşıyaka O. ve Sütçü A., (2019) " Mobilya Üretim Süreçlerinde Verimliliği Artırmaya
Yönelik 5S Uygulamaları", Bilge International Journal of Science and Technology Research
3(2): 87-101.
Koska, A., Göksu N. ve Sünbül M.B. (2016) "Yalın Stratejinin Faaliyet Performansına Etkisi:
Kahramanmaraş Tekstil İşletmelerinde Bir Uygulama", Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi, 13: 283-296.
Kulkarni P.P., Kshire S.S. ve Chandratre K.V. (2014) "Productivity Improvement Through
Lean Deployment & Work Study Methods", International Journal of Research in Engineering
and Technology, 3(2): 429-434.
Öztürk İ. (2016) " Altı Sigma, Yalın Üretim ve Yalın Altı Sigma Metodolojisinin Tarımsal
İşletmelerde Verimlilik ve Kalite Üzerine Etkisi", KSÜ Doğa Bil. Derg., 20(3): 201-208.
Öztürk, H. ve Elevli B. (2017) "Madencilik Sektöründe Yalın Üretim Felsefesi", Mühendis
Beyinler Dergisi 1(2): 24-32.
Pekin E. ve Çil İ. (2015) "Kauçuk sektörü Poka-Yoke uygulaması", Sakarya Üniversitesi Fen
Bilimleri Dergisi (SAÜ Fen Bil Der), 19(2): 163-170.
Pullan T.T., Bhasi M. ve Madhu G., (2012) "Decision support tool for lean product and process
development", Production Planning & Control 24(6):829–841.
Ramesh, V. ve Kodali R., (2011) "A decision framework for maximising lean manufacturing
performance", International Journal of Production Research 50(8): 2234-2251.
Sarı, E.B. (2018) "Yalın Üretim Uygulamaları ve Kazanımları", International Journal of
Economic and Administrative Studies, UİİİD-IJEAS, (17. UİK Özel Sayısı):585-600.
Turan, H. (2018) "Japon Yalın Üretim Yönetim Modelinin Türk Üretim Sektöründe
Uygulanabilirliğinin İncelenmesi: Otomotiv Sektöründe Bir Uygulama", Uluslararası Yönetim
İktisat ve İşletme Dergisi, 14(2): 451-459.
Turan, H. ve Turan G. (2015) "Sağlık sisteminde yalın üretim uygulamaları", Sağlık
Akademisyenleri Dergisi 2(3): 127-132.
81
Türk, Z., Çeviren S.M. (2018) " Yalın Üretim Ortamında Yalın Muhasebe ve Yalın Performans
Değerlemesi", Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
2(2): 221-245.
Uz-Zaman K.A. (2013) "A methodology for effective implementation of lean strategies and its
performance evaluation in manufacturing organizations", Business Process Management
Journal 19(1): 169-196.
Vinodh, S., Arvind, K.R. ve Somanaathan, M. (2011) "Tools and techniques for enabling
sustainability through lean initiatives", Clean Techn Environ Policy, 13: 469–479.
Kitap
Çakır, E. (2019) "Yalın Altı Sigma: Teori ve Uygulama" Hiperlink Yayınları, İstanbul.
Freeman, C. ve Soete, L. (2003) "Yenilik İktisadı" Tübitak Yayınları, Ankara.
Tebliğ veya Konferans Bildirisi
İşler M., Güner M., (2014) "Yalın Üretim Araçlarından Heijunka ve Konfeksiyon
Uygulamaları", XIII. Uluslararası İzmir Tekstil ve Hazır Giyim Sempozyumu, 264-267.
Öksüz M.K., Öner M., Öner S.C., (2017) “Yalın Üretim Tekniklerinin Endüstri 4.0
Perspektifinden Değerlendirilmesi”, 4th International Regional Development Conference
(IRDC’2017), Tunceli.
Tez
Aslantaş, T., (2014) “Yalın Üretim Felsefesi, Yöntemleri ve Kanban Tekniğinin Otomotiv
Sektörüne Uygulanması”, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği ABD,
Ankara.
Ayçin, E. (2016) “Yalın Üretim Uygulamalarında İsrafın Azaltılması ile Performans Ölçütleri
Arasındaki İlişkilerin ve Etkileşimin Analizi”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Çakır, E. (2011) “Yalın Altı Sigma ve Bir Uygulama”, Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
82
DIŞ TİCARET HADLERİ, REEL EFEKTİF DÖVİZ KURU VE PETROL
FİYATLARI ARASINDAKİ NEDENSELLİK İLİŞKİSİ: MAKİNE VE
TEÇHİZAT SANAYİ SEKTÖRÜ
Uzm. Canan Yıldırım
Pamukkale Üniversitesi İktisat Yüksek Lisans, Denizli, Türkiye, [email protected]
Prof. Dr. Sevcan Güneş
Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]
Özet
Dış ticaret hadlerindeki değişimler dışa açık ekonomilerde makroekonomik değişkenleri etkilemekte ve aynı
zamanda bu değişkenlerden de önemli bir ölçüde etkilenmektedir. İthal girdi fiyatlarındaki değişimlerin ve döviz
kurundaki oynaklıkların dış ticaret hadlerini ne ölçüde etkilediği uluslararası iktisat literatüründe önemli bir
tartışma konusudur. Bu çalışmada, Türkiye’nin ihracatında önemli bir paya sahip olan makine ve teçhizat sanayi
sektörünün net ve gelir dış ticaret hadleri ile petrol fiyatları ve reel efektif kur arasındaki ilişkiyi ortaya koymak
amaçlanmaktadır. Çalışmada 2010: 01 - 2017: 06 dönemleri için, giyim sektörü net dış ticaret hadleri, reel efektif
döviz kuru ve ham petrol fiyatları arasındaki ilişki VAR modeli ve Granger nedensellik analizi yöntemleri ile
incelenmiştir. Ham petrol fiyatlarından makine ve teçhizat sanayi sektörü dış ticaret hadlerine doğru bir
nedensellik ilişkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dış Ticaret Hadleri, Reel Efektif Döviz Kuru, Petrol Fiyatları, Nedensellik Analizi.
JEL Kodları: F10, F19, F41, F49.
THE RELATIONSHIP BETWEEN TERMS OF TRADE, REEL EFFECTIVE
EXCHANGE RATE AND OIL PRICES: MACHINERY AND EQUIPMENT
INDUSTRY
Abstract
The changes in the terms of trade affect macroeconomic variables in open economies and are also significantly
affected by these variables. The extent to which changes in import input prices and the volatility in exchange rates
affect the terms of trade are an important issue in the international economic literature. In this study, the net
income terms of trade and of the machinery and equipment industry has a significant share in Turkey's exports is
intended to reveal the relationship between oil prices and the real effective exchange rate. In the study, between
2010: 01 - 2017: 06 periods, the relation between the net foreign trade terms of the clothing sector, the real
effective exchange rate and the crude oil prices were examined with the VAR model and Granger causality analysis
methods. It is concluded that there is a causal relationship between crude oil prices and the terms of trade in the
machinery and equipment industry sector.
Keywords : Terms of Trade, Reel Effective Exchange Rate, Oil Prices, Causality Analysis.
JEL Codes : F10, F19, F41, F49.
1.Giriş
Küreselleşme; bir taraftan ülkelerin liberalleşme politikalarına önem vermelerine diğer
taraftan oluşturulan bölgesel birliklerin ve ekonomik bütünleşmelerin etkisiyle dünya dış ticaret
hacminin giderek artmasına sebep olmaktadır. Bu süreçte ülkeler açısından dış ticaret
performansını hem miktar ve hem de fiyat olarak artırabilmek daha da önemli hale gelmiştir.
İhracat artırılmaya çalışılırken ülkelerin elde ettikleri ticaret kazançları dış ticaret hadleri
üzerinden analiz edilmeye başlanmıştır. Göreli dış ticaret fiyatlarını yansıtan net dış ticaret
hadleri ya da göreli fiyatlarla ihracat miktarlarının çarpımından elde edilen gelir dış ticaret
hadlerindeki bir yükselme ülkenin dış ticaretten elde ettiği refahın arttığını göstermektedir.
Dış ticaret hadlerindeki yükselme diğer koşullar sabitken, ihracat karşılığı daha fazla
ithalat yapma olanağı sağlamaktadır. İhracat yolu ile giren sermaye, girdi mallarının ve
teknolojinin satın alınmasını sağlayarak, ülkenin ekonomik büyümesini ve verimliliğini
83
geliştirmektedir. Bu nedenle dış ticaret hadlerindeki iyileşmenin reel para birimini
değerlendirmesi beklenir. Diğer taraftan dış ticaret hadlerini etkilemesi beklenen bir diğer
değişken petrol fiyatlarıdır. Çünkü arz koşullarını etkileyen en önemli girdilerden biri petroldür.
Bu nedenle çalışmada makine ve teçhizat sektörü dış ticaret hadleri, petrol fiyatları ve reel
efektif kur arasındaki nedensellik ilişkisi araştırılmıştır.
Grafik 1. Türkiye’nin Makine Ve Teçhizat Sanayi Sektörüne Ait Dış Ticaret
Hadleri (2010-2017 Dönemi)
Kaynak: Türkiye İstatistik Kurumu, 2018
Makine ve teçhizat ürünleri imalatı sektöründe 2017 yılı itibariyle 2010 yılı baz alınarak
hesaplanan net dış ticaret hadleri Aralık ayında 92.4 olarak gerçekleşirken, gelir ticaret hadleri
160.5 olarak gerçekleşmiştir. Hesaplamalarda kullanılan 2017 yılının Aralık ayına ait ihracat
miktarı 173.6 milyar dolar, ithalat miktarı ise 156.4 milyar dolar olarak ölçülmüştür. Tabloda
dönemler itibariyle bakıldığında en yüksek ihracat miktarının yine 2017 yılında görüldüğünü
söylemek yanlış olmayacaktır. İhracat birim değer ve ithalat birim değer endeksini içeren net
dış ticaret hadlerine bakıldığında ihracat sektöründe dördüncü sırada olan makine ve teçhizatlar
gelir artışı yaratmamakta olduğu, net dış ticaret hadlerinin gerilediği görülmektedir. Gelir dış
ticaret hadlerine bakıldığında ise göreli fiyatlardaki düşüşlerin miktar artışları ile telafi
edilmeye çalışıldığı ve kısmen istikrarlı bir trende sahip olduğu görülmektedir.
Bu çalışmada ilerleyen bölümdeTürkiye’nin ihracat hacminde dördüncü sırasında yer
alan, başka yerde sınıflandırılmamış, makine ve teçhizat sektörü net ve gelir dış ticaret
hadlerinin 2010-2017 yılları itibariyle petrol fiyatları ve reel efektif kur ile ilişkisi analiz
edilmiştir.
2.1.Model ve Veri Seti
Çalışmada Türkiye için 2010: 01 - 2017: 06 dönemlerini kapsayan aylık veriler
kullanılmıştır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı Uluslararası Standart Sanayi
Sınıflandırmasına (ISIC) göre başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat sektörü, sektör
sınıflandırmasında 4. sırada yer almaktadır. Dış ticaret haddi verileri Türkiye İstatistik
Kurumu’nun web sitesinden, reel efektif döviz kuru verileri TCMB-elektronik veri dağıtım
sistemi web sitesinden, son olarak ham petrol fiyatları verisi IMF veri tabanından elde
edilmiştir. Çalışmadaki net dış ticaret hadleri değişkeni makine ve teçhizat sektörüne ait olup,
Türkiye’nin ihracat birim değer endeksinin ithalat birim değer endeksine oranı olarak ifade
edilmiş, gelir ticaret hadleri ise net dış ticaret hadlerinin ilgili sektöre ait ihracat miktarı ile
84
çarpılması sonucu ABD doları cinsinden tanımlanmıştır. Dış ticaret hadlerindeki bir artış, tanım
gereği ticaret hadlerinin iyileşmesi anlamına gelmektedir. Çalışmada kullanılan değişkenlerin
kısaltılmış hali Tablo 1’de sunulmuştur.
Tablo 1. Modeldeki Değişkenler
Ham Petrol Fiyatları PETROL
Reel Efektif Döviz Kuru REDK
Makine ve Teçhizat Sanayi Net Dış Ticaret Hadleri NMAKİNE
Makine ve Teçhizat Sanayi Gelir Ticaret Hadleri GMAKİNE
Sektöre ait net dış ticaret hadleri ve gelir ticaret hadleri için VAR analizi yapılmıştır.
VAR analizi yapılmadan önce her bir değişkenin mevsimselliği hareketli ortalamalar yöntemi
ile incelenmiş ve mevsimselikten arındırılmıştır. VAR analizinde ham petrol fiyatları ve reel
efektif döviz kurunun sektörlerdeki dış ticaret hadleri ile ekonomik ilişkisini en iyi açıklayan
eşitliklere ve tahmin yöntemlerine ulaşılmaya çalışılmıştır.
2.2. Birim Kök Analizi
Çalışmada kullanılan değişkenlerin durağanlık ADF testinin sonuçları Tablo 2’de
sunulmuştur. Tablo 2 incelendiğinde REDK, PETROL, NMAKİNE değişkenlerinde birim
kökün bulunduğuna dair sıfır hipotezinin reddedilmediği ve böylece değişkenlerin düzey
değerlerinde durağan olmadıkları görülmektedir. Değişkenlerin birinci farklarında durağan I(1)
oldukları sonucuna varılmıştır.
Tablo 2. ADF Birim Kök Testi Sonuçları
DÜZEY DEĞERLERİ
ADF test ist. %1
kritik değer
%5
kritik değer
%10
kritik değer
REDK -1.672 -3.506 -2.894 -2.584
PETROL -0.987 -3.506 -2.894 -2.584
NMAKİNE 0.521 -2.592 -1.944 -1.614
BİRİNCİ SIRA FARK DEĞERLERİ
ADF test ist. %1
kritik değer
%5
kritik değer
%10
kritik değer
REDK -7.298*** -3.506 -2.894 -2.584
PETROL -6.456*** -3.506 -2.894 -2.584
NMAKİNE -4.122*** -3.508 -2.895 -2.584
***Sabit ve trendli model kullanılmıştır ve %1 anlamlılık düzeyinde anlamlıdır.
2.3. Granger Nedensellik Analizi ve VAR Modeli Analizi
Çalışmada makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve
ham petrol fiyatlarının birinci dereceden durağan halleri ile kurulan uygun VAR modeli
kullanılarak Granger nedensellik analizi yöntemi ile incelenmiştir. REDK, PETROL,
NMAKİNE değişkenlerinin durağan hallerine uygulanan Standart Granger Nedensellik
testinden elde edilen F istatistik değerleri Tablo 3’te gösterilmiştir.
85
Tablo 3. Nedensellik Analizi Sonuçları
Bağımlı Değişken: REDK
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik
Derecesi Olasılık
PETROL 0.730751 1 0.3926
NMAKİNE 1.353116 1 0.2447
Bağımlı Değişken: PETROL
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik
Derecesi Olasılık
REDK 3.252088 1 0.0713
NMAKINE 3.375318 1 0.0662
Bağımlı Değişken: NMAKİNE
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik
Derecesi Olasılık
REDK 2.009313 1 0.1563
PETROL 8.035903 1 0.0046***
*** %1 düzeyinde anlamlılığı göstermekte olup değişkenler arasında nedensellik olduğunu işaret
etmektedir.
Tablo 3’teki analiz sonuçlarına göre makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin
bağımlı değişken olduğu kısımda ham petrolün olasılık değeri 0.05’ten küçük olduğu için temel
hipotez olan bağımsız değişken bağımlı değişkenin nedeni değildir hipotezi reddedilir. Yani
ham petrol fiyatları, makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin nedenidir. Reel efektif
döviz kuru ve ham petrolün bağımlı değişken olduğu durumda başka yerde sınıflandırılmamış
makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin olasılık değeri 0.05’ten büyük olduğu için
temel hipotez kabul edilir. Başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat sektörü net dış
ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham petrol fiyatlarının nedeni olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Şekil 1. Nedensellik Grafiği
Etki tepki analizi REDK, PETROL ve NMAKİNE değişkeninde meydana gelen %1’lik
şok etkisine karşılık REDK, PETROL ve NMAKİNE serilerinin davranışlarını grafiksel olarak
anlamlı yansıtmadığı için yorumlanmamıştır.
NMAKİNE
PETROL REDK
86
Tablo 4. Varyans Ayrıştırması Sonuçları
NMAKİNE'ye Ait Varyans Ayrıştırması
Dönem STANDART HATA REDK PETROL NMAKİNE
1 2.353.017 0.915640 3.789.269 9.529.509
2 2.439.803 1.836.004 8.988.038 8.917.596
3 2.444.596 2.078.127 9.250.681 8.867.119
4 2.444.967 2.114.336 9.279.562 8.860.610
5 2.444.996 2.118.995 9.282.192 8.859.881
6 2.444.998 2.119.538 9.282.453 8.859.801
Dış ticaret hadlerinin birinci dönemde %95’ini kendisi açıklarken, 2. dönemde bu oran
%89.17’ e düşmüştür. Petrol değişkeninin açıklama gücü 2. dönemde % 8,98 iken 6. dönemde
% 9,28 olarak ölçülmüştür. Döviz kuru değişkeni de dış ticaret hadlerini 6. dönemde % 2,11
açıklamaktadır. Makine ve teçhizat sanayi sektörü net dış ticaret hadlerindeki nedenselliğe
bakıldığında sadece ham petrol fiyatlarından dış ticaret hadlerine doğru bir nedensellik olduğu
görülür. Makine ve teçhizat sanayi sektörünün gelir ticaret hadlerine bakıldığında herhangi bir
nedensellik bulgusuna ulaşılamamıştır. Aynı sektörün varyans ayrıştırmasında net dış ticaret
hadlerini %88 oranında kendisi açıklarken %9’unun petrol; %2’sinin döviz kuru tarafından
açıklandığı nedensellik sonucu ile bağdaşmaktadır. Gelir ticaret hadlerindeki varyans
ayrıştırması sonuçlarında ise değişkenlerin büyük oranda kendileri tarafından açıklandığı
görülmüş dış ticaret hadlerinde meydana gelen şokların %94’ü kendisi tarafından açıklanırken
%4’ünü döviz kuru açıkladığı sonucuna ulaşılmıştır.
Makine ve teçhizat sektörü net dış ticaret hadlerinin yanı sıra net dış ticaret hadlerinin o
sektörün ihracat fiyatları ile çarpımından elde edilen gelir dış ticaret hadleri ile döviz kuru ve
petrol fiyatları arasındaki nedensellik ilişkisi araştırılmıştır. Analiz sonuçlarına göre bütün
durumlarda makine ve teçhizat sektörü gelir ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham
petrolün olasılık değeri 0.05’ten büyük olduğu için temel hipotez olan bağımsız değişken
bağımlı değişkenin nedeni değildir hipotezi kabul edilir. Başka yerde sınıflandırılmamış makine
ve teçhizat sektörü gelir ticaret hadleri, reel efektif döviz kuru ve ham petrol birbirinin nedeni
değildir. Analiz sonucu Ek 1’de verilmiştir.
3. Sonuç
Analiz sonuçlarından elde edilen bulgular makine ve teçhizat sektörü dış ticaret hadleri
için en önemli şok petrol fiyatlarından gelmekte olduğunu göstermektedir. Değişkenlerin düzey
değerlerinde durağan olmaması değişkenlere gelen şokların kalıcı olduğunu ortaya koyması
açısından önemlidir. Nedensellik analizi sonuçlarına göre petrol fiyatlarından makine ve
teçhizat sanayi sektörü net dış ticaret hadlerine doğru tek yönlü bir nedensellik elde edilmiştir.
Bu durum üretim yapısında kullanılan petrol ve petrole dayalı girdileri, üretim maliyetlerini
önemli ölçüde etkilemekte olduğunu ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Aipi, B. (2012) “Determinants of Real Exchange Rate in Papua Guinea”, Working Paper(4).
Enrique, G., & Mendoza. (1995) “The Terms of Trade, The Real Exchange Rate and Economic
Fluctuations”, International Economic Review, 36(1).
Granger, C. (1988) “Causality, Cointegration and Control”, Journal of Economic Dynamics and Control,
551-559.
87
IMF. (2018) https://www.imf.org/en/Data, (2018)
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. (2018) https://evds2.tcmb.gov.tr, (2018)
Türkiye İstatistik Kurumu. (2018) http://www.tuik.gov.tr, (2018)
EKLER
Ek 1. Granger Nedensellik Analizi Sonuçları
Bağımlı Değişken: GMAKİNE
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık
REDK 5.040.983 2 0.0804
PETROL 3.338.909 2 0.1883
Bağımlı Değişken: REDK
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık
GMAKİNE 2.604.603 2 0.2719
PETROL 0.749533 2 0.6874
Bağımlı Değişken: PETROL
Bağımsız değişken Ki- Kare Serbestlik Derecesi Olasılık
GMAKİNE 3.197.601 2 0.2021
REDK 3.313.004 2 0.1908
88
YOLSUZLUK ENDEKSİNİN TİCARET ÜZERİNE ETKİSİ: ÇEKİM
MODELİ ANALİZİ
Uzm. Marina Tan
Pamukkale Üniversitesi İktisat Yüksek Lisans, Denizli, Türkiye, [email protected]
Prof. Dr. Sevcan Güneş
Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]
Doç. Dr. Filiz Yeşilyurt
Pamukkale Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, Denizli, Türkiye, [email protected]
Özet
Bu çalışmada, 2000-2015 yılını kapsayan dönemde yolsuzluk değişkeninin 35 OECD ve 5 BRICS ülkesinin
karşılıklı ihracat performansına etkisi incelenmiştir. Analiz için literatürde dış ticaret örüntüsünü analiz etmede
kullanılan çekim denklemi ve panel PPML tahmin yöntemi kullanılmıştır. Elde edilen ampirik sonuçlar
değerlendirildiğinde; kurumsal kaliteyi temsilen kullanılan yolsuzluk değişkeninin ihracat performansını negatif
etkilediği tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Çekim Modeli, Yolsuzluk, İhracat, Panel Analizi, PPML.
JEL Kodları: F10, F19, F41, F49.
THE EFFECT OF CORRUPTION ON TRADE: A GRAVITY MODEL Abstract
In this study, the relationship corruption and export performance of 35 OECD and 5 BRICS countries is examined
for the 2000-2015 yearly data period. Gravity model and PPML methods has been used to for estimations. The
results of the study indicates that corruption is negatively associated with export performance.
Keywords : Gravity Model, Corruption, Export, Panel Analysis, PPML.
JEL Codes : F10, F19, F41, F49.
1.Giriş
Dış ticaret ve sermaye hareketlerinin liberalleşmesi, uluslararası piyasalarda ülke
ekonomilerinin rekabet güçlerinin hangi yönde geliştiğinin yoğun olarak incelenmesini de
gündeme getirmiştir. Bazı ülkeler rekabetçiliği doğal kaynaklara sahiplik ve düşük maliyetle
üretim avantajları ile ifade ederken bazıları da ileri kümelenme yapılanmalarının varlığını,
teknolojik gelişmişliği veya yüksek büyüme performansı gibi makroekonomik göstergeleri öne
çıkarmaktadır. Aslında temel mesele rekabet gücünü tek veya sınırlı sayıdaki faktörle ifade
etmenin yetersiz olmasıdır. Rekabet gücü, bu faktörlerin her birinden etkilenmesine rağmen,
çok daha karmaşık ve derin bir yapı arz etmektedir. Ekonomik teori ve uygulamalar rekabetçilik
kavramını çoğunlukla dış satım performansı bağlamında analiz etmektedir. Bu bağlamda
ülkelerin ihracat performansı; ücretler, reel döviz kuru, verimlilik, birim maliyet gibi birçok
açıklayıcı değişkenle ölçülmektedir. Son dönemlerde rekabetçilik kavramı teknolojik
gelişmelerin yanı sıra demokrasi düzeyi, iyi işleyen hukuk sistemi ve etkin bürokrasinin varlığı
gibi kurumsal kalite değişkenleri ve strateji konularını da içermektedir (Acemoglu, Johnson and
Robinson, 2001, Levchenko, 2007, Yu, 2010).
Yapısal analizlerin birçoğu da kurumların etkin işleyişi üzerine yoğunlaşmıştır.
Acemoğlu ve Robinson (2012) çalışmalarında, ülkeler arasındaki kalkınma düzeyindeki
farklılıkların en temel sebebinin, bu ülkelerdeki kurumların farklılığı olduğunu belirtmişlerdir.
Yatırım ortamının koşulları yatırım ve iş yapma riskini belirlemektedir. Yolsuzluk yolu ile
fayda elde etmenin yaygın olduğu durumlarda kamu çalışanlarının da faydacı davranma ve
görevini kötüye kullanma ihtimali artar. Bu durumda kişilerin kazancı artarken sosyal refah
89
düşer. Çünkü etkin ve verimli projeler yerine kişilerin faydasını maksimize eden yatırımlar
gerçekleşir ve büyüme bu durumdan olumsuz etkilenir (Svensson, 2005).
Diğer taraftan bazı çalışmalar ise yolsuzluğun devletin piyasa başarısızlıklarını çözdüğü
ve özel sektör yatırımlarını hızlandırdığı ve rüşvetin çalışanları daha da etkin olmaya zorladığı
savı ile büyümeyi olumlu etkilediğini savunmaktadır (Leff,1964; Huntington,1968).
Kurumsal kalite ve ticaret ilişkisine bakıldığında da benzer bir ikilem görülmektedir. Bazı
çalışmalar yolsuzluk ve güvensizlik, gizli bir vergiye veya gümrük vergisine eşdeğer bir fiyat
artışına neden olarak işlem maliyetlerini artırdığı ve uluslararası ticareti önemli ölçüde
kısıtladığı belirtir (Anderson ve Marcouiller, 1999). Buna karşın, Dutt ve Traca (2009),
sınırlardaki yolsuzluğunun ticareti geliştirebileceği koşulları öne sürerek yolsuzluğun faydalı
etkileri de olabileceğinin örneklerinden birini ortaya koymuştur. Yolsuzluğun olumlu ve
olumsuz etkileri, Gylfason vd (2015) tarafından ampirik olarak ayırt edilememiş,
çalışmalarında yolsuzluk katsayısı ile ilgili tartışmalı veriler elde ettiklerinden yolsuzluk ile
ihracat arasındaki ilişki konusunda net bir sonuç ortaya koyamamışlardır.
Kısacası, kurumların ve özellikle demokrasi ve yolsuzluğun ticaret üzerindeki etkileri ile
ilgili alan yazını, demokrasi ve sağlıklı siyasi kurumlarının daima daha yüksek ticarete neden
olup olmadığı konusunda doğrudan bir yanıt verememektedir. Etkilerin, kullanılan tahmin
yöntemi veya modeline göre pozitif, negatif veya anlamsız bulunduğu belirtilmektedir.
Bu çalışmada analiz edilmek istenen konu öncelikle yolsuzluk indeksinin ikili ticaret
akışları ile kurulan çekim modelinde ihracat performansı üzerindeki etkisini ortaya koymaktır.
Bu kapsamda ikinci bölümde literatürde yapılmış ampirik çalışmalardaki sonuçlar
özetlenmiştir. Üçüncü bölümde veri seti ve PPML modeli sonuçları verilmiş, son bölümde de
elde edilen bulgular tartışılmıştır.
2.Literatür
Literatürde yapılan yolsuzluğun dış ticaret üzerine etkilerini analiz eden çalışmalarda
farklı sonuçlar elde etmiştir. Aşağıda tabloda bu konu ile ilgili özet literatüre yer verilmiştir.
Tablo1. Yolsuzluk ve İhracat Arasındaki İlişkiyi İnceleyen Çalışmaların Özeti
Yazar, yıl Ülkeler,
Zaman aralığı
Ticaretin
belirleyicisi
Çekim
modelindeki
tahmin
yöntemi
Bulgular
Duc,Lavall
ée & Siroën
2008
145 ülke, 2000
kesit
İkili ticaret
üzerinde
kurumsal
benzerliklerin
etkisi
(demokrasi ve
yolsuzluk)
Poisson
Pseudo En
Büyük
Olabilirlik
(PPML) ile
tahmin edilen
çekim modeli
Demokratik bir ülke, tüm ülkelerle
daha fazla ticaret yapma
eğilimindedir, ancak siyasi
kurumlarda benzerliklerin ikili
ticaret maliyetlerini azalttığına
dair bir kanıt bulunmamıştır.
Yolsuzluk için sonuçlar tam
tersidir: Daha az yolsuzluk olan
ülkeler birbirleri ile daha fazla
ticaret yapar, ancak yolsuzluğun
olduğu ülkelere göre göreceli
olarak daha az açıktırlar.
90
Dutt ve
Traca,2009
1980- 2004,128
ihracatçı ve 126
ithalatçı ülke
Yolsuzluk
(ICRG) ve
ithalat değeri
Ticaret
üzerinde sınır
yolsuzluğunu
n etkilerini
içeren çekim
denklemi
Yolsuzluğunun birçok örnekte
ticareti azalttığını fakat yüksek
tarifelerin uygulandığı zamanlarda
ticareti artırabileceği belirtilmiştir.
Lavallee,
2010
21 OECD
ülkesi ve 95
gelişmekte olan
ülke
1984-
1997
Yönetişim,
yolsuzluk ve
ihracat
Göreceli
ekonomik
uzaklık ve
bunun karesi
ile artırılmış
çekim modeli
(ihracatçı ve
ithalatçı
arasındaki kişi
başına düşen
gelir farkı),
yolsuzluk ve
yönetişime
karşı alınan
önlemler
(ICRG),
doğrusal
olmayan
tahmin, sabit
etkiler
Gelişmekte olan bir ülke ne kadar
iyi yönetiliyorsa, sanayileşmiş
ülkelerden o kadar fazla ithalat
yapar. Ekonomik uzaklığın
doğrusal olmayan etkisinin varlığı
sabit etkiler modelinde
doğrulanmıştır. İthalatçı
yolsuzluğunun katsayı tahminleri
pozitiftir; bu durum, daha az
yolsuzluğun Kuzey Güney
ihracatını artırdığını fakat bunun
yüzde on eşiğinde hiçbir zaman
anlamlı olmadığını
göstermektedir. Yolsuzluğun
doğrusal olmayan davranış
gösterdiği ortaya çıkmıştır:
Yolsuzluk endeksinde 2.85 puana
kadar (yani daha az yolsuzluk) bir
iyileşme, Kuzey Güney ihracatını
artırmakta ve bu eşikten sonra
düşürmektedir.
De Jong &
Bogmans,
2011
1999-2002
ortalama 80
ülke (Dünya İş
Ortamı Anketi)
Yolsuzluk ve
uluslararası
ticaret (sınırda
belirli tür
yolsuzluk ve
gümrüklerin
kalitesi)
OLS ile
tahmin edilen
çekim
denklemi
(Bayer ve
Bergstrand’a
[2009]
benzer)
Hem ihracatçı hem de ithalatçının
yolsuzluk seviyesi önemli gibi
görünmektedir. Genel olarak
yolsuzluk, uluslararası ticareti
engellerken, gümrüklerde rüşvet,
özellikle de etkin olmayan
gümrüklere sahip ithalatçı
ülkelerde ithalatı artırır. Sınırda
yüksek bekleme süresi,
uluslararası ticareti anlamlı
biçimde azaltmaktadır. Yolsuzluk
politikalarının öngörülememesinin
etkileri kesin değildir.
Thede ve
Gustafson
2012
31 ülke, 1999.
Kesit
analizi
Yolsuzluk
(seviye,
yaygınlık,
işlev,
öngörülebilirli
k ve
yolsuzluğun
sınırdaki yeri)
(WBES)
Yolsuzluk
için artırılmış
ve araç
değişkenler ve
Heckman
tahmin tekniği
içeren çekim
denklemi
İthalat akışlarının
araştırılan yolsuzluk özellikleriyle
sistematik olarak değiştiğine dair
güçlü kanıtlar sunulmuş ve
yolsuzluğun uluslararası ticareti
etkilediği kanalların belirlenmesi
sağlanmıştır. Deneysel araştırma,
yolsuzluğun ticaret üzerindeki
etkilerini düzgün bir şekilde
değerlendirmek için yolsuzluğun
çok yönlü rolünün incelenmesi
gerektiğini açıkça göstermiştir.
91
De Jong ve Bogmans (2011) ticari engeller rüşvet yüzünden ortadan kalktığında kısa
vadede yolsuzluğun ihracat üzerinde olumlu bir etkisi olacağının beklenebileceğini belirtmiştir.
Yolsuzluk-ticaret ilişkisi ile ilgili bir diğer çalışma, gelişmekte olan ülkelerin
kurumlarının Kuzey Güney ticareti üzerindeki etkilerini tahmin etmek için çekim modelini
kullanan Lavallee'ye aittir. Tahmin sonuçları, yolsuzluğun uluslararası ticaret üzerinde hem bir
engel hem de yararlı bir yağlayıcı etkisine sahip olabileceğini göstermiştir. Katsayıların olumlu
ve anlamlı etkisi, gelişmekte olan bir ülke ne kadar kötü yönetiliyorsa, sanayileşmiş ülkelerden
mal ithalatının da o kadar az olacağını göstermektedir (Lavalle, 2010:691).
Gil-Pareja vd. (2017) 3 farklı yolsuzluk endeksi kullanarak tahmin ettikleri çekim
modelinde yolsuzluğun ticaret akışı üzerinde negatif etkisini bulmuşlardır. Bölgesel ticaret
anlaşmalarının ise dengeleyici bir unsur olduğunu belirtmişlerdir.
3. Model ve Veri Seti
İki taraflı ticaret akışı, coğrafi özellikler ve ülkelerin gelişmişlik göstergeleri panel veri
yöntemi ile çekim modeli kullanılarak analiz edilmiştir. Panel veri seti 35 OECD ve 5 BRICS
ülkesi olmak üzere toplam 40 ülkeyi kapsamaktadır. Bunların toplam ihracatı dünya toplam
ihracatının %75’inden fazladır. İncelenen dönem 2000-2015 arasındaki 16 yıldır. Veri seti ve
kaynaklar Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo2.Veri Seti
Değişkenler Kısaltma Kaynak Dönem Gözlem
Sayısı
Hedef Ülkeden İhracat OD_EXP UN Comtrade International
Trade Statistics Database 2000-2015 640
Ülkelerin Gayri Safi Yurt
İçi Hasılası(GSYİH), cari
USD
GDP Worldbank, World
Development Indicators 2000-2015 640
Ar&Ge
Harcamaları/GSYİH RD
Worldbank, World
Development Indicators 2000-2015 640
Çekim Verisi: CEPII
Kara ile Çevrili LANDLOCKED geo cepii 40
Komşuluk CONTİG THE GeoDist DATABASE 40
Ortak Dil COMLANG THE GeoDist DATABASE 40
Koloni COLONY THE GeoDist DATABASE 40
Uzaklık DİST THE GeoDist DATABASE 40
Bölgesel Ticaret Anlaşması RTA Mario Larch's Regional
Trade Agreements Database 2000-2015 640
Yolsuzluğun Kontrolü CC Dünya Bankası 2000-2015 640
92
Od_exp değişkeni; i ülkesi kaynaklı ve j ülkesine ihraç edilen doğal logaritma formunda
toplam nominal karşılıklı ticaret değerleridir.
lnGDPit (lnGDPjt) değişkeni, t yılında i (j) ülkesinin GDP’sinin doğal logaritmasını
yansıtmaktadır.
lnDISTij1 değişkeni i ve j ülkelerinin ekonomik merkezleri arasındaki karşılıklı uzaklığın
logaritmasını yansıtmaktadır.
LANDLOCKEDi (j), karayla çevrili ülkeler için bir kukla değişken seri 1’i yansıtır ve bir
ülkenin denize erişimi varsa 1, yoksa 0 değeri almaktadır.
CONTIGij, i ve j ülkeleri ortak kara sınırına sahip olduğunda (olmadığında) 1 (0) değeri
alan bir kukla değişkendir.
COMLANGij, i ve j ülkeleri ortak bir dile sahip olduğunda (olmadığında) 1 (0) değeri
alan bir kukla değişkendir.
COLONYij, i ve j ülkeleri bir başka ülkenin ortak kolonisi olduğunda (olmadığında) 1
(0) değeri alan bir kukla değişkendir.
COMCOLij, bir ülkenin 1945’den sonra ortak bir ülkenin kolonisi olmuşsa 1 değeri alan
bir kukla değişkendir.
RTAijt ülkeler arasında tercihli ticaret anlaşması olduğunda 1, aksi taktirde 0 değeri alan
bir kukla değişkendir.
𝑅𝐷𝑖𝑡(𝑗𝑡) i ülkesinin Arge Harcamalarının t yılındaki GSYİH içindeki payını
göstermektedir.
𝐼𝑁𝑆𝑇𝐼𝑁𝐷𝑖𝑡(𝑗𝑡)Yolsuzluk indeksi seviye olarak (log-düzeyinde değil) dahil edilmiştir.
Katsayıları tahminleri, log formundaki değişkenlerin katsayılardan çok daha küçük (mutlak
değer olarak) kalmaktadır. Orjinal olarak tüm gösterge puanları –2,5 ila +2,5 arasında
ölçülmüştür (Berden&Bergstrand, 2014:366). Fakat sonuçların yorumlanmasını kolaylaştırmak
amacıyla yolsuzluk değişkeni 0'dan 1'e kadar yeniden ölçeklendirilmiştir (CORR). Ayrıca
temel bileşenler analizi ile egi değişkenleri tek bir değişken haline getirilerek modelde
kullanılmıştır.
BRICSi, ihracatçı ülke BRICS grubu bir ilke ise 1, OECD ülkesi ise 0 değeri alan bir
kukla değişkendir. BRICS kukla değişkeni, düşün kişi başına gelir ve kurumsal parametreler
sahip ancak anlamlı ihracat sonuçlarına sahip ülke gruplarını ayırt etmek amacıyla
kullanılmıştır.
Silva ve Tenyro (2006) ampirik modelin değişen varyans varlığında log- lineerleştirmesi
tutarsız tahminlere neden olduğunu belirtmişlerdir. Bu durum ticaret maliyetlerinin ve ticaret
politikasının etkilerinin tahminleri sadece sapmalı değil, aynı zamanda çekimi modelinin OLS
tahmincisi (veya doğrusal olmayan dönüşüm gerektiren herhangi bir diğer tahmin edici) ile log-
lineer formda tahmin edilmesi durumunda tutarsız olmasına neden olmaktadır. PPML
tahmincisi dış ticaret verileri için normal olan değişen varyans sorunun hesaba katmaya
yardımcı olur.Aynı zamanda Poisson Pseudo Maksimum Olabilirlik (PPML) tahmincisinin
logaritmik form yerine üssel formdaki verilere uygulanmasının sıfır ticaret akışlarının varlığı
durumunda en uygun çözüm olduğu belirtilmiştir ( Silva ve Tenreyro, 2006).
1 CEPII tabanında birkaç mesafe ölçü birimi mevcuttur. GeoDist Mayer and Zignago (2005) tarafından geliştirelen
çekim modellerinde ve sonrasında yaygın olarak kullanılmaktadır.Bu modelde “dist” değişkeni- jeodezik mesafe
değişkeni kullanılmıştır. Nüfus bakımından ülkelerin önemli şehirlerin enlem ve boylamları kullanılarak
hesaplanan bir mesafe değişkenidir. http://www.cepii.fr/CEPII/en/cepii/cepii.asp
93
PPML ile tahmin edilen genişletilmiş çekim modelinin üstel formdaki spesifikasyonu
aşağıdaki gibidir:
𝑋𝑖𝑗𝑡 = 𝑒𝑥𝑝 [𝛽0 + 𝛽1𝑙𝑛𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 + 𝛽2𝑙𝑛𝐺𝐷𝑃𝑗𝑡 + 𝛽3𝑙𝑛𝐷𝐼𝑆𝑇𝑖𝑗 + 𝛽4𝐶𝑂𝑁𝑇𝐼𝐺𝑖𝑗 + 𝛽5𝐶𝑂𝑀𝐿𝐴𝑁𝐺𝑖𝑗 +
𝛽6𝐶𝑂𝐿𝑂𝑁𝑌𝑖𝑗 + 𝛽7𝐶𝑂𝑀𝐶𝑂𝐿𝑖𝑗 + 𝛽8𝑅𝑇𝐴𝑖𝑗𝑡 + 𝛽9𝐵𝑅𝐼𝐶𝑆𝑖𝑡 + 𝛽10𝑅𝐷𝑖𝑡 + 𝛽11𝑅𝐷𝑖𝑡 + 𝛽12𝐶𝑂𝑅𝑅 +
𝛽13𝐶𝑂𝑅𝑅𝑗𝑡] + 𝜖𝑖𝑗𝑡 (21)
exp parantez içindeki terimin üstel değerini belirtir.
Tablo 3. Yolsuzluk Değişkeni İle PPML Tahmin Sonuçları
Cc Standart Hata
ln_gdp_exp 0.61 *** (0.03)
ln_gdp_imp 0.67 *** (0.04)
ln_dist -1.00*** (0.03)
landlocked_exp 0.27 (0.16)
landlocked_imp -3.02*** (0.11)
contig 1.47 *** (0.08)
comlang 0.43 *** (0.13)
colony 1.71 *** (0.15)
comcol 0.78 *** (0.14)
RTA_all 0.10 * ** (0.04)
BRICS_exp 0.31 *** (0.11)
rwgi_cc_exp -0.57 *** (0.18)
rwgi_cc_imp 0.15 (0.21)
constant -19.89 *** (1.21)
R squared 0.98
akaiki critera 3305990
Number of observations 23395
RESET test p value 0.1703
Bağımlı değişken, orijinal metinde önerildiği gibi milyon ile yeniden ölçeklendirilen
doğrusal formdaki ihracat değerleri kullanıldığından önceki tüm tanımlardan farklıdır (Silva,
Teneyro, 2006). Ramsey test sonucu 0,05’den büyük olduğu için tüm modeller için modelin
doğru bir şekilde tanımlandığı hipotezi kabul edilmiştir. En yüksek R kare, ülke çifti ve zaman
sabit etkileri modeli ile elde edilmiştir.
İhracatçı ve ithalatçı ülkenin GSYH'deki % 1'lik bir artış, karşılıklı ticareti ortalama %
0.6 oranında artırdığı görülmektedir. Uzaklık, nakliye maliyetlerinin büyüklüğü için bir kukla
94
değişken rolü oynamakta ve aynı zamanda diğer uzaklık ile ilgili ticaret maliyetlerini
yansıtmakta ve böylece ticaret yoğunluğunu olumsuz yönde etkilemektedir. Tahmin
sonuçlarına göre, karşılıklı uzaklıkta %1'lik bir artış, ticareti ortalama % 1 oranında
düşürmektedir. Uzaklığın etkisi oldukça önemlidir. Bu sonuçlar, ülke gelirlerinin ve uzaklık
maliyetlerinin ticaret akışlarını açıklamakta önemli olduğu yaklaşımını desteklemektedir.
Aynı zamanda Ortak sınıra sahip olma tüm modellerde istatistiksel olarak anlamlı ve
pozitiftir ve en yüksek etki 1,4 değeri ile yine son modelde görülmüştür. Hem ortak sınır hem
de uzaklık değişkenlerinin yüksek katsayılarla anlamlı olması diğer modellerde ihmal edilen
çekim eşitliğinin karşılaştırmalı üstünlüğünün ortaya koymaktadır. İhracatçıların karayla çevrili
olmasının, kurumlar ve zaman / ülke çifti sabit etkilerini içeren tüm PPML modellerinde
anlamlı olmadığı bulunmuştur. Eğer ithalatçı karayla çevriliyse, ülke çifti sabit etkiler
modelinde ihracat performansını negatif ve önemli ölçüde etkilemektedir. Sömürge ilişkileri
ve ortak kolonisi olma katsayısı modelde anlamlı ve pozitiftir. Bölgesel ticaret anlaşmalarına
katılım anlamlı ve pozitiftir. Fakat katsayı değeri 0.10 gibi küçük bir değerdir. BRICS kukla
değişkeninin PPML modellerinde anlamlı olduğu ve katsayısının yüksek olduğu bulunmuştur.
Kurumsal değişkenler Yolsuzluğun Kontrolü göstergeleri için de ihracatçı için negatif ve
ithalatçı için ise pozitif ama anlamsız bulunmuştur.
4.Sonuç
Çekim modelinin tanımı, ticaretin pazar büyüklüğü ile pozitif ilişkili olduğu yeni ticaret
teorisi modellerine karşılık gelmektedir. Karşılıklı ticaretin diğer çekim modeli çalışmalarına
uygun olarak, GSYH'nin ticareti olumlu ve önemli ölçüde etkilediği görülmektedir. GSYH'nin
ticaret üzerindeki etkisinin, menşe ülke ile ticaret akışının varış ülkesi arasında farklılık gösterip
göstermediği incelendiğinde sonuçlar, ihracatın gelir esnekliğine sahip olduğunu
göstermektedir.
Yapılan PPML uygulama sonuçları genel olarak değerlendirildiğinde literatürde çekim
denklemlerinin en büyük gücü yüksek R kare sonuçları bu uygulamada da görülmektedir.
Ülkelerin gelir ve uzaklık değişkenleri olmak üzere zamanla değişmeyen maliyet değişkenleri
ile yapılan tahminlerin hepsinde R kare yüksektir. Teori ve ampirik literatürle uyumlu olarak
tüm modellerde ülkelerin gelirleri ticareti pozitif, uzaklık değişkeni ise negatif etkilemektedir.
Bütün tahminlerde karşılaşılan bir diğer ortak sonuç bölgesel anlaşmaların ve ortak sınıra sahip
olmanın ticareti olumlu etkilediğidir. Kullanılan diğer değişkenlerin anlamlılık düzeyi ve
katsayının işareti yapılan tahmin yöntemine göre değişmektedir.
Regülasyonlar, kurumlar ve hukuk sisteminin etkin işleyişi demokrasi sürecinin başarılı
olmasında önemlidir. Şöyle ki, eğer devlet vatandaşlarına şeffaf denetlenebilir etkin çalışan
kurumlarla hizmet sunmaz ise, vatandaş da faaliyetlerini buna karşılık kayıt dışı yürütmeyi
tercih edebilmektedir. Yolsuzluk kayıt dışı faaliyetleri kolaylaştırmaktadır. Bu durum,
çalışmada Türkiye analizinde de ortaya konulduğu üzere ülke rekabetçiliğini ve ihracatını
negatif etkilemektedir.
KAYNAKÇA
Acemoğlu D., Johnson S. Robinson J.A, (2001). “The Colonial Origins of Comparative
Development: An Empirical Investigation”, The American Economic Review, Vol. 91, No. 5
(Dec., 2001), 1369-1401.
Anderson, J., Marcouiller D. (2002). “Insecurity And The Pattern Of Trade: An Empirical
Investigation”, The Review of Economics and Statistics, 2002, vol. 84, issue 2, 342-352.
Berden K., Bergstrand J.H. Van Etten E. (2014). “Governance and Globalisation”, The World
Economy, Cilt: 37, Sayı: 3,353-386.
95
De Jong, E., Bogmans C. (2011). “Does corruption discourage international trade?” European
Journal of Political Economy, 2011, vol. 27, issue 2, 385-398.
Duc C., Lavallée, E., Siroën J-M. (2008). “The gravity of institutions”, Dans Economie
internationale 2008/1 (N. 113), 95 – 113.
Dutt P., Traca D. (2009). “Corruption And Bilateral Trade Flows: Extortion Or Evasion?” The
Review of Economics and Statistics, November 2010, 92(4): 843–860.
Gil-Pareja S, Llorca-Vivero R., Martínez-Serrano J.A. (2017). “Corruption And International
Trade: A Comprehensıve Analysis With Gravity”, Working Papers in Applied Economics,
WPAE-2017-05.
Gylfason T., Martinez-Zaroso I., Wijkman P. (2015).“Free Trade Agreements. Institutions and
the Exports of Eastern Partnership Countries”, Joural of Common Market Studies Vol.53
Number 6. Pp.1214-1229
Huntington, S. (1968), “Political Order in Changing Societies”. New York: Yale University
Press
Lavallee E. (2010), “Governance, Corruption and Trade : A North-South Approach”, Groupe
de Recherche International (GDRI), Working paper, 678-857.
Leff, N. (1964), "Economic Development through Bureaucratic corruption", The American
Behavioral Scientist , 8-14.
Levchenko A.A. (2007). “Institutional Quality and International Trade. The Review of
Economic Studies, Volume 74, Issue 3, 791–819.
Silva J.M.C., Tenreyro S. (2006). “The Log of Gravity.” The Review of Economics and
Statistics, 88 (4): 641–658.
Svensson, J. (2005), "Eight Questions about Corruption," Journal of Economic Perspectives,
19, 19-42
Thede S., Gustafson N.A. (2012). “The Multifaceted Impact of Corruption on International
Trade”, The World Economy, 2012, vol. 35, issue 5, 651-666.
Yu M. (2010). “Trade, democracy, and the gravity equation, Journal of Development
Economics, 91, 289- 300 http://www.cepii.fr/CEPII/en/cepii/cepii.asp
96
EKLER
EK – 1. Üke Listesi
OECD Ülkelerı:
AVUSTRALYA KORE
AVUSTURYA LETONYA
BELÇİKA LİTVANYA
KANADA LÜKSEMBURG
ŞİLİ MEKSİKA
ÇEK CUMHURİYETİ HOLLANDA
DANİMARKA YENİ ZELANDA
ESTONYA NORVEÇ
FİNLANDİYA POLONYA
FRANSA PORTEKİZ
ALMANYA SLOVAK CUMHURİYETİ
YUNANİSTAN SLOVENYA
MACARİSTAN İSPANYA
İZLANDA İSVEÇ
İRLANDA İSVİÇRE
İSRAİL TURKİYE
İTALYA BİRLEŞİK KRALLIK
JAPONYA ABD
BRICS Ülkelerı:
BREZİLYA
RUSYA
HİNDİSTAN
ÇİN
97
KAMU HARCAMALARI, KAMU HİZMETLERİ MEMNUNİYETİ VE
VERGİ GAYRETİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: YATAY KESİT VERİ
ANALİZİ
Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin KUTBAY
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, UBYO, Uluslararası Ticaret ve Lojistik Yönetimi Bölümü / Karaman,
Özet
Çalışmada, Türkiye’deki kamu harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki etkisini ve kamu
hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerindeki etkisini ölçmek amaçlanmıştır. Bu amaçla 81 il düzeyinde
2015 yılı kapsamında kamu harcamaları, kamu hizmetleri memnuniyeti ve vergi gayreti arasındaki ilişki yatay-
kesit veri analiz yöntemi ile test edilmiştir. Kamu harcamasının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki etkisini
belirlemek için ele alınan her bir kamu harcaması ayrı ayrı bağımsız değişken ve her bir kamu hizmetinden
duyulan memnuniyet ise bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Kamu hizmetleri memnuniyetinin vergi gayreti
üzerindeki etkisi belirlenirken de her bir kamu hizmeti memnuniyeti ayrı ayrı bağımsız değişken, vergi gayreti ise
bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre kamu harcamalarının, kamu
hizmetleri memnuniyeti üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir etkiye sahip olduğu bulgusuna
ulaşılmıştır. Ayrıca kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerinde istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif
yönlü bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, devletin kamu harcamaları ile mutlu
ettiği bireyler, vergi gayreti ile devleti mutlu etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamu Harcamaları, Kamu Hizmetleri Memnuniyeti, Vergi Gayreti, Yatay-Kesit Veri Analizi,
Türkiye
Jel Kodlar: H11, H71, H72, C31
THE RELATIONSHIP BETWEEN PUBLIC EXPENDITURES, PUBLIC SERVICES
SATISFACTION AND TAX EFFORT: CROSS-SECTION DATA ANALYSIS
Abstract
In this study, it is aimed to measure the effect of public expenditures on public service satisfaction and the
effect of public service satisfaction on tax effort. For this purpose, the relationship between public expenditures,
public service satisfaction and tax effort has been tested by means of cross-sectional data analysis method in 2015
at 81 provincial levels. In order to determine the effect of public expenditure on satisfaction of public services,
each public expenditure is considered as an independent variable and satisfaction from each public service is
considered as a dependent variable. While determining the effect of public service satisfaction on tax effort, each
public service satisfaction was considered as an independent variable and tax effort as a dependent variable.
According to the results of the study, it was found that public expenditures had a statistically significant and
positive effect on public service satisfaction. In addition, it has been determined that satisfaction of public services
has a statistically significant and positive effect on tax effort. According to the results of the analysis, individuals
whom the state is happy with public expenditures make the state happy with tax effort.
Keywords: Public Expenditure, Public Service Satisfaction, Tax Effort, Cross-Section Data Analysis, Turkey
Jel Codes: H11, H71, H72, C31
1.Giriş
Hükümetler, etkin bir gelir sisteminin ekonomik kalkınma için en önemli faktör olduğunu
kabul etmektedirler. Gelir sistemi içerisinde ise en büyük potansiyele vergiler sahiptir. Çünkü
vergiler piyasa ekonomisi ve karma ekonomi modellerinin uygulandığı ekonomilerde kamu
gelirlerinin büyük bir kısmını temsil etmektedirler. Ayrıca devletin gerçekleştirmek zorunda
olduğu görevlerindeki artışa paralel olarak bu görevleri yerine getirebilmek için yapmış olduğu
kamu harcamalarının finansmanını sağlayacak sürekli bir gelire ihtiyaç duyması vergi
gelirlerinin her geçen gün artırılması ihtiyacını da doğurmuştur. Vergilerin artırılması ise
mükellefler açısından bir yük olarak algılanmakta olduğundan bu durum mükelleflerin vergi
karşısında farklı tutum ve davranışlarda bulunmasına hatta verginin reddine neden olmaktadır.
Hükümetlerin mali amaçlarının yanında mali olmayan amaçları da ifa etmek zorunda olması,
98
kamu hizmetlerinin bir karşılığı olan kamu harcamalarının finansmanını sağlayan mükelleflerin
vergi gayretlerinin (tahakkuk/tahsil oranının) artırılmasını gerektirmektedir. Mükelleflerin
vergi gayretlerinin artırılması için ise hükümetlerin mükelleflerin vergi tutum ve davranışları
üzerinde etkili olan faktörleri belirlemesi ve bu doğrultuda düzenlemeler yapması elzemdir.
Mükelleflerin vergi karşısındaki tutum ve davranışlarını vergi ödeme gücü, vergi ahlaki,
aile yapısı, eğitim durumu, yükümlünün mesleği, şahsi özellikleri ve kökeni, devlete bağlılık
derecesi, siyasal iktidarı benimseme durumu, yükümlünün diğer yükümlüler hakkındaki
görüşleri, kamu hizmetlerinin gerekliliğine olan inanışlar, gibi içsel faktörler ve vergi idaresi
ve vergi mevzuatından kaynaklanan faktörler, vergi adaleti, vergi afları ve uzlaşma müessesinin
varlığı, vergi sisteminin karmaşıklığı ve vergilendirme ortamının belirsizliği, vergi oranlarının
yüksekliği, cezalar ve denetim olasılığı gibi dışsal faktörler etkilemektedir (Özkan, 2017). Bu
çalışmada ise mükelleflerin vergiye karşı tutum ve davranışını etkileyen yani vergi gelirlerinin
büyüklüğünü etkileyen faktörlerden biri olduğu düşünülen kamu hizmetlerinden duyulan
memnuniyet/kamu harcamalarının algılanma düzeyi ele alınmıştır.
Bu çalışmanın amacı kamu harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti üzerindeki
etkisini ve kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi gayreti üzerindeki etkisini Türkiye için
2015 verilerini kullanarak yatay-kesit analiz yöntemi ile test etmektir. Çalışmanın neticesinde,
kamu harcamalarının etkin bir şekilde gerçekleştirildiğini düşünen bireylerin kamu
harcamalarından duyulan memnuniyet düzeylerinin artması, kamu harcamalarından duyulan
memnuniyet düzeyi arttıkça da vergi karşısındaki tutum ve davranışlarının olumlu etkilenmesi
yani vergi gayreti oranının artması beklenmektedir. Diğer bir ifadeyle hükümetler tarafından
gerçekleştirilen kamu harcamalarından vergi mükelleflerin hissettikleri memnuniyet düzeyinin
artmasının bu mükelleflerin vergiye karşı olumlu bir tutum ve davranış sergilemelerine katkı
sağlayacağı, yarar sağlanmayan kamu hizmetlerinin yapılmasının ise olumsuz tepkiler
geliştirmesine neden olabileceği düşünülmektedir.
2.Literatür
Kamu harcamalarının büyük bir kısmı mükellefler tarafından ödenen vergiler ile finanse
edilmekte olduğundan, bu harcamaların vergi mükellefleri tarafından algılanma şekli, kamu
gelirleri için son derece önem arz etmektedir. Literatürde mali bağlantı olarak adlandırılan bu
ilişki, kamu harcamasının gerekli olduğunu düşünen bireylerin, verginin salınması gerekliliğine
de inandıracaktır. Bu şekilde mükellefler, kamu harcamalarının isabetli bir şekilde
gerçekleştirilmesinden memnuniyet duyarlarsa, vergiye gönüllü uyumluluk dereceleri de
artabilecektir.
Kamu harcamalarından duyulan memnuniyet ile vergi arasındaki ilişki farklı çalışmalarda
ele alınmış olup bunlar aşağıda belirtilmiştir.
Barro (1979), artan vergilerin kamu harcamalarının bir sonucu olduğunu ileri
sürmektedir. Yani “harcama-vergi” hipotezini desteklemektedir.
Muter, Sakınç ve Çelebi (1993), Manisa’da gerçek usulde Gelir Vergisine tabi 505
mükellef üzerinde gerçekleştirilen anket çalışmasında mükelleflerin vergiye karşı tutum ve
davranışları ölçülmüştür. Mükellefler, 7 gelir unsurları dikkate alınarak rastgele örnekleme
yöntemiyle seçilmiştir. Yapılan analiz ile mükelleflerin çoğunluğunun vergiyi, fayda ilkesine
göre tanımladıkları ve ödedikleri vergi ile sunulan kamu hizmetleri arasında bir bağ kurdukları
sonucu elde edilmiştir. Buna göre kamu harcamalarından duyulan memnuniyetin vergi
gayretine etkisinin olduğu söylenebilir.
Şenyüz (1995) Kamu tarafından üretilen hizmetlerin etkinliği/verimliliği vergiye karşı
duyulan tepkileri belirlemede rol oynamaktadır. Yani mükellefler kendilerince etkin olan kamu
99
hizmetlerinin finansmanı için vergi vermek istemekte iken, etkin olmayan kamu hizmetleri için
ise vergi vermemenin yollarını aramaktadırlar.
Yüce ve Gerçek (1998), mükelleflerin vergiye yaklaşımını etkileyen faktörlerin
belirlenmesi için Bursa Ticaret ve Sanayi Odasına kayıtlı 235 mükellef üzerinde anket
uygulaması gerçekleştirmişlerdir. Ankete katılan mükelleflerin %38.3’ü vergiyi “kamu
hizmetlerinin karşılığı”, %28.1’i, “bir ödev”, %18.3’ü, “zorunlu bir ödeme” %10.2’si “teşebbüs
kabiliyetini engelleyen” %3.4’ü de “bir yük” unsuru olarak görmektedir.
Sağbaş (2003) yerel vergilerin vergi mükellefleri tarafından nasıl algılandıklarını 92
emlak ve/veya çevre temizlik vergisi mükellefleri üzerine yaptığı anket çalışması ile
belirlemeye çalışmıştır. Yapılan çalışma neticesinde mükelleflerin %71’nin ödediği vergi
miktarı ile aldıkları kamu hizmetleri arasında bir ilişkinin (mali bağlantının) varlığından
haberdar oldukları sonucuna ulaşmıştır.
Çoban (2004), vergi mükelleflerinin vergi karşısındaki davranışlarını incelemek için
Denizli il merkezinde 1.200 mükellefe anket uygulaması yapmıştır. Mükelleflerin vergi tutum
ve davranışlarının ölçüldüğü anket çalışmasında mükelleflerin vergiyi çoğunlukla kamu
hizmetlerinin karşılığı olarak görmekte olduklarını tespit eden yazar aynı zamanda bu
mükelleflerin kamu hizmetlerinden yeterince yararlanmadıklarını/memnun kalmadıklarını bu
durumunda mükelleflerin vergi ödemekle ilgili güdülerini zayıflattığını yani vergi gayretini
azalttığını belirlemiştir.
Laamanen ve Kotakorpi (2007), dünya değerler araştırmasından elde edilen yaşam
memnuniyeti verilerini kullanarak Finlandiya için sağlık harcamalarının yaşam memnuniyeti
üzerindeki etkisini incelemişlerdir. 2000 yılı verileri kullanılarak yapılan çalışma neticesinde
görece daha yüksek gerçekleştirilen sağlık harcamalarının bireylerin yaşam memnuniyetleri
üzerinde önemli ve olumlu etkisi olduğunu tespit etmişlerdir.
Javid ve Arif (2012), Eğer toplumlar çıkarlarının hükümet düzeyinde iyi bir şekilde temsil
edildiğini ve sağlık, eğitim gibi kalkınma carileri vb. diğer kamu mallarının nitelik ve
niceliğinden memnun olduklarını hissediyorlarsa bu durum bireylerin vergi ödeme isteklerini
olumlu yönde etkilemektedir.
Kiyia (2012), ABD için mikro verileri kullanarak, devlet harcamalarının yaşam
memnuniyetini olumlu yönde etkilediğini tespit etmiştir.
Hossin (2014), yönetim kalitesi ve vergi gayreti arasındaki ilişkiyi gelişmiş ve gelişmekte
olan 55 ülke için 2002-2012 verilerini kullanarak panel veri analizi ile test etmiştir. Yönetim
kalitesinin vergi geliri tahsilatı için önemli olduğu sonucunu elde etmiş olup bu sonuç
gerçekleştirilen kamu harcamalarından duyulan memnuniyetin ekonomide vergi gelirlerini
artırdığına dair hipotezi desteklemektedir.
Cural, Pekkaya ve Dibek (2016), mükelleflerin sağlık hizmetlerinden memnuniyetleri ile
vergi tutum ve davranışları arasındaki ilişki, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi servislerinde
yatmakta olan 402 hastaya anket uygulanarak test edilmiştir. Mükelleflerin sağlık
hizmetlerinden duydukları memnuniyet ile vergi tutum ve davranışları arasında güçlü olmasa
da aynı yönlü bir ilişki tespit edilmiştir.
Dao (2017), devlet büyüklüğünün bireylerin mutluluğu/memnuniyeti üzerindeki etkisini
1990-2016 dönemi kapsamında 183 ülke için analiz etmiştir. Bireylerin mutluluk düzeyi “her
şey düşünüldüğünde, bir bütün olarak hayatınızdan ne kadar memnunsunuz?” sorusuna verilen
cevap ile analize dâhil edilirken, devlet büyüklüğü ise kamu harcamalarının GSYH içerisindeki
oranı dikkate alınarak analize dâhil edilmiştir. Analiz neticesinde hükümet harcamalarının
mutluluk düzeyi ve mutluluktaki değişiklikler üzerindeki doğrudan etkilerinin uzun vadede
tutarlı ve önemli kanıtlar sunmadığı belirlenmiştir.
100
Kasmaoui ve Bourhaba (2017), mutluluk ve kamu harcamaları arasındaki ilişkiyi, 132
ülke için 2006'dan 2015'e kadar bir panel verisi kullanarak ampirik olarak incelemişlerdir.
Yüksek düzeyde kamu harcamalarının dünya genelinde daha fazla mutluluk ile pozitif ve
anlamlı bir ilişkisinin olduğunu tespit etmişlerdir.
3. Veri Seti ve Yöntem
Hazırlanan bu çalışma ile kamu harcamaları, kamu hizmetleri memnuniyeti ve vergi
gayreti arasındaki ilişkinin test edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaç doğrultusunda, kamu
harcamalarının kamu hizmetleri memnuniyeti ve kamu hizmetleri memnuniyetinin de vergi
gayreti üzerinde etkisi, yatay kesit analiz yönteminden yararlanılarak Türkiye için 2015 dönemi
baz alınarak test edilecektir. Yapılacak olan çalışma sonucunda, kamu harcamaları, kamu
hizmetleri memnuniyeti ve vergi gayreti arasında ilişki olup olmadığı ve eğer böyle bir ilişki
varsa bu ilişkinin pozitif veya negatif yönlü mü olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Bu amaçla Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünden elde edilen kamu
harcamaları ve vergi gayreti verileri ile TUİK’ten elde edilen kamu hizmetleri memnuniyeti
verileri kullanılmıştır. TUİK kamu hizmetleri memnuniyet verilerinin boyut ve göstergelerini
belirlerken OECD’nin Daha İyi Yaşam Endeksi çerçevesini ve ülkemiz koşullarını temel
almıştır. Bu değişkenlere ilişkin açıklayıcı istatistikler ise Tablo 1’de belirtilmiştir.
Tablo 1. Açıklayıcı İstatistikler
Değişkenler Gözlem
sayısı Ort.
Standart
sapma Min. Max.
Sağlık harcamaları 81 260.620 370.165 38.218 2.783.665
Eğitim harcamaları 81 1.046.044 1.703.571 140.061 12.564.806
Kamu düzeni ve güvenlik harcamaları 81 423.964 690.948 53.473 4.771.194
SGK harcamaları 81 92.944 106.695 14.461 817.863
Ulaştırma harcamaları 81 516.632 1.539.684 13.117 13.090.704
Sağlık hizmetlerinden memnuniyet 81 77.46 7.30 54.55 89.13
Eğitim hizmetlerinden memnuniyet 81 74.08 8.45 48.18 88.89
Kamu düzeni ve güvenlik
hizmetlerinden memnuniyet 81 84.23 7.16 58.88 94.86
SGK hizmetlerinden memnuniyet 81 69.91 11.12 34.76 89.49
Ulaştırma hizmetlerinden memnuniyet 81 78.25 8.79 50.15 94.22
Vergi gayreti 81 69.24 11.01 33.73 92.90
Kamu harcamaları, bir vatandaşın refahını arttırmak için hükümetin elindeki temel
ekonomik araçlardan biridir. Bu araçla hükümetler, örneğin iyi bir sosyal güvenlik sistemi
geliştirerek, kamu düzenini sağlayarak veya kalkınma carileri olarak da ifade edilen sağlık ve
eğitime yatırım yaparak bireylerin mutluluğunu ve devlete olan bağımlılığını etkileyebilir. Bu
bağlamda kamu harcamaları ile kamu hizmetleri memnuniyeti arasındaki ilişkiyi belirlemek
için her bir kamu harcaması ve bu kamu harcamasından duyulan memnuniyet düzeyini ölçen
hipotezler ayrı ayrı aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
101
H1: Sağlık harcamaları (SH) ile sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyet (SHM)
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre sağlık harcamaları artırıldığında sağlık
hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise sağlık hizmetlerinden duyulan
memnuniyet azalacaktır.
H2: Eğitim harcamaları (EH) ile eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyet(EHM)
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre eğitim harcamaları artırıldığında eğitim
hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise eğitim hizmetlerinden duyulan
memnuniyet azalacaktır.
H3: Kamu düzeni ve güvenlik harcamaları (KDGH) ile kamu düzeni ve güvenlik
hizmetlerinden duyulan memnuniyet (KDGHM) arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır.
Buna göre kamu düzeni ve güvenlik harcamaları artırıldığında kamu düzeni ve güvenlik
hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise kamu düzeni ve güvenlik
hizmetlerinden duyulan memnuniyet azalacaktır.
H4: SGK harcamaları(SGKH) ile SGK hizmetlerinden duyulan memnuniyet(SGKHM)
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre SGK harcamaları artırıldığında SGK
hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise SGK hizmetlerinden duyulan
memnuniyet azalacaktır.
H5: Ulaştırma harcamaları (UH) ile ulaştırma hizmetlerinden duyulan memnuniyet
(UHM) arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre ulaştırma harcamaları
artırıldığında ulaştırma hizmetlerinden algılanan memnuniyet artacak, azaldığında ise ulaştırma
hizmetlerinden duyulan memnuniyet azalacaktır.
Artan kamu harcamaları bireylerin refahını geliştirirken aynı zamanda “Harcama-Vergi”
hipotezinde olduğu gibi devletin gelirlerini de artırabilecektir. Nitekim artan kamu harcamaları
ile refahı artan bireyler, daha fazla harcama yapabileceği gibi devlete duyulan güvenin artması
neticesinde bu bireyler vergi ödemeyi de bir borç olarak bilecektir. Vergi ödemeyi borç bilecek
olan vatandaşların vergiye karşı tutumları olumlu seyir izleyeceğinden vergi gayretinin de
artması muhtemeldir. Bu bağlamda kamu hizmetleri memnuniyeti ile vergi gayreti arasındaki
ilişkiyi belirlemek için ise aşağıdaki hipotezler oluşturulmuştur.
H1: Sağlık hizmetleri memnuniyeti (SHM) ile vergi gayreti arasında anlamlı ve pozitif
bir ilişki vardır. Buna göre sağlık hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında vergi
gayreti oranı artacak, algılanan memnuniyet düzeyi oranı azaldığında vergi gayreti oranı da
azalacaktır.
H2: Eğitim hizmetleri memnuniyeti (EHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki vardır. Buna göre eğitim hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında
vergi gayreti oranı artacak, algılanan memnuniyet düzeyi oranı azaldığında vergi gayreti oranı
da azalacaktır.
H3: Kamu düzeni ve güvenlik hizmetleri memnuniyeti (KDGHM) ile vergi gayreti (VG)
arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerinden
algılanan memnuniyet oranı arttığında vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı
azaldığında vergi gayreti oranı da azalacaktır.
H4: SGK hizmetleri memnuniyeti (SGKHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki vardır. Buna göre SGK hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı arttığında
vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı azaldığında vergi gayreti oranı da azalacaktır.
H5: Ulaştırma hizmetleri memnuniyeti (UHM) ile vergi gayreti (VG) arasında anlamlı
ve pozitif bir ilişki vardır. Buna göre ulaştırma hizmetlerinden algılanan memnuniyet oranı
arttığında vergi gayreti artacak, algılanan memnuniyet oranı azaldığında vergi gayreti oranı da
azalacaktır.
102
4. Tahmin Sonuçları ve Yorumlanması
Yatay kesit yönteminin kullanılmasında karşılaşılan problemlerin temelini değişen
varyans sorunu oluşturmaktadır. Bu nedenle yatay kesit veri analizlerinde tahminlerin değişen
varyans sorununun giderilerek yapılması gerekmektedir. Bu çalışmada değişen varyans
sorununun var olup olmadığı “White” yaklaşımı kullanılarak tahmin edilmiş ve böyle bir
sorunun olmadığına karar verilmiştir (Ki-kare testine ait olasılık değeri 0.05’den büyük olduğu
için). Daha sonra en küçük kareler (EKK) yöntemi ile değişkenler arasındaki ilişki tahmin
edikmiş olup gerçekleştirilen tahmin sonuçları Tablo 2’de belirtilmiştir.
Tablo 2. Kamu Harcamaları ve Kamu Hizmetleri Arasındaki İlişki
DEĞİŞKENLER SH EH KDGH SGKH UH
SHM
-5.20
[0.07]
(0.071)*
--- --- --- ---
EHM ---
-3.09
[0.04]
(0.002)***
--- --- ---
KDGHM --- ---
-4.64
[0.09]
(0.000)***
--- ---
SGKHM --- --- ---
-6.76
[0.01]
(0.042)**
---
UHM --- --- --- ---
-5.92
[0.03]
(0.063)*
R2 0. 37 0.30 0.41 0.24 0.29
White 0.29 0.61 0.63 0.34 0.09
Not: [] ifadesi katsayıyı, () olasılık değerleri *, ** ve *** ise sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade
etmektedir.
Tahmin edilen modellere ait R2 değerleri, 0.24 ila 0.41 arasında saptanmıştır. Belirlilik
katsayısı olarak bilinen bu değerler normal R2 değerleri ile kıyaslandığında düşük görülebilir.
Ancak çalışmada kurulan bu modellerin anlamlılık gücünü gösteren değerin (R2), yatay kesit
veri analizi tahmin modellerinde genel olarak düşük olduğu kabul edilmektedir (Wallace ve
Silver, 1988: 123). Yatay kesit veri analizinde değişkenler arasındaki açıklama gücünü gösteren
R2 değerinin 0.3 ve daha düşük bulunması yatay kesit verisiyle çalışan analizlerde yaygın bir
şekilde görülmekte olduğundan, bu durum değişkenlerin anlamlılık gücünün düşük olduğunu
ifade etmemektedir. Hatta yatay kesit verilerinde 0,5 büyüklüğünde bir R2 iyi bir uygunluk
oluşturmaktadır (Studenmund, 1992: 47).
Tablo 2’deki verilere bakıldığında her bir kamu harcamasındaki artış bu kamu
harcamalarından duyulan memnuniyet düzeyini de artırmaktadır. Sağlık harcamalarındaki bir
birimlik artış, sağlık hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.07 birim artırmaktadır.
Eğitim harcamalarındaki bir birimlik artış, eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyet
düzeyini 0.04 birim artırmaktadır. Kamu düzeni ve güvenlik harcamalarındaki bir birimlik artış,
kamu düzeni ve güvenlik hizmetinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.09 birim artırmaktadır.
SGK harcamalarındaki bir birimlik artış SGK hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini
0.01 birim artırmaktadır. Ulaştırma harcamalarındaki bir birimlik artış ise, ulaştırma
hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyini 0.03 birim artırmaktadır.
Kamu harcamaları ile kamu hizmetleri memnuniyetleri arasındaki ilişki Şekil 1’de
belirtilmiştir.
103
Şekil 1. Kamu Harcamaları ile Kamu Hizmetleri Memnuniyeti Arasındaki İlişki
Mükellefler tarafından kamu harcamalarının finansmanı için ödenen vergilerle,
hükümetler tarafından kamu harcaması olarak sunulan kamu hizmetlerinden yararlanma
yükümlü bakımından eşdeğerli olmazsa, bu durum mükelleflerin vergiden kaçınmasının
psikolojik etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Bireylerin ödedikleri vergilerin kendilerine
kamu hizmeti olarak sunulmak yerine faklı amaçlar için kullanıldığını hissetmesi, onların vergi
ödemeyi gereksiz olarak görmesi sonucunu doğurabilecektir (Demirtaş, 2017: 20). Vergi
ödemeyi gereksiz gören mükelleflerin vergi gayreti oranının azalacak olması vergi gelirlerinin
azalmasına döngüsel olarak da vergi gelirleri ile finans edilen kamu harcamalarının etkin ve
verimli bir şekilde gerçekleştirilememesini etkileyecektir.
Mükellefler tarafından ödenen vergi ile hükümetler tarafından sağlanan kamu
hizmetlerinden yararlanma arasında kurulan ilişki, maliye literatüründe “mali bağlantı” olarak
adlandırılmaktadır. Çalışmada mali bağlantı ilişkisinin geçerliliği 81 il bazında 2015 verileri
kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmanın neticesinde mali bağlantının anlamlı ve pozitif
çıkması beklenilmektedir. Çünkü mükellefler, ödedikleri vergilerin karşılığı olarak devletin
kendilerine kamu hizmeti sunduğu bilincinde olduklarında, vergi ödeme konusunda daha
duyarlı davranacaklar ve vergiye karşı tutumları olumlu olabilecektir. Böylece, vergiye karşı
yasadışı (vergi kaçırma) veya yasal (vergiden kaçınma) bazı yöntemlere başvurma olasılıkları
da azalacaktır.
Mali bağlantı kapsamında, mükelleflerin kamu harcamalarının neticesi olan kamu
hizmetlerinden duydukları memnuniyet oranı ile vergi gayreti oranı arasındaki ilişki Tablo 3’de
belirtilmiştir.
Eğitim Harcamaları 0.04Eğitim Hizmetleri
Memnuniyeti
Sağlık Harcamaları 0.07Sağlık Hizmetleri
Memnuniyeti
Kamu Düzeni ve Güvenlik Harcamaları
0.09Kamu Düzeni ve Güvenlik
Hizmeti Memnuniyeti
SGK Harcamaları 0.01SGK Hizmetleri Memnuniyeti
Ulaştırma Harcamaları 0.03Ulaştırma Hizmetleri
Memnuniyeti
104
Tablo 3. Mali Bağlantı Tahmin Sonuçları
DEĞİŞKENLER SHM EHM KDGHM SGKHM UHM
VG
3.19
[0.33]
(0.09)*
--- --- --- ---
VG ---
6.78
[0.19]
(0.05)*
--- --- ---
VG --- ---
4.02
[0.43]
(0.000)***
--- ---
VG --- --- ---
4.15
[0.12]
(0.07)*
---
VG --- --- --- ---
5.28
[0.09]
(0.02)**
R2 0. 28 0.35 0.49 0.39 0.22
White 0.10 0.57 0.06 0.21 0.08
Not: [] ifadesi katsayıyı, () olasılık değerleri *, ** ve *** ise sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade
etmektedir.
Tablo 3’deki verilere bakıldığında her bir kamu hizmetlerindeki memnuniyet düzeyindeki
artış vergi gayreti düzeyini de artırmaktadır. Bu neticeler kamu hizmetlerinden yararlanma ile
vergi gayreti arasındaki ilişkiyi destekleyen mali bağlantı ilişkisini ortaya koymaktadır. Sağlık
hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyindeki bir birimlik artış, vergi gayreti düzeyini 0.33
birim artırmaktadır. Eğitim hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış, vergi
gayreti düzeyini 0.19 birim artırmaktadır. Kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerinden duyulan
memnuniyetteki bir birimlik artış, vergi gayreti düzeyini 0.43 birim artırmaktadır. SGK
hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış vergi gayreti düzeyini 0.12 birim
artırmaktadır. Ulaştırma hizmetlerinden duyulan memnuniyetteki bir birimlik artış ise, vergi
gayreti düzeyini 0.09 birim artırmaktadır.
Tablo 3’de belirtilen kamu hizmetleri memnuniyetleri ile vergi gayreti arasındaki ilişki
Şekil 2’de gösterilmiştir.
Şekil 2. Kamu Hizmetleri Memnuniyeti ve Vergi Gayreti Arasındaki İlişki
Vergi Gayreti
SHM
UHM
KDGHM
SGKHM
EHM
105
Sonuç
Mükelleflerin vergiye karşı tutumlarını etkileyen birçok faktör olup bu faktörlerden bir
tanesini de kamu hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyi oluşturmaktadır. Bu yüzden
hükümetler tarafından kamu hizmetlerinin sunulmasında hizmetten faydalanan
vatandaşların/vergi mükelleflerinin tercihlerinin de dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim
mükelleflerin tercihleri de dikkate alındığında halkın kamu hizmetlerinden duyduğu
memnuniyet düzeyi artıracağı gibi kamusal kaynakların daha rasyonel kullanımı da
gerçekleşmiş olacaktır. Kamu harcamalarından duyulan memnuniyet düzeyinin arması da
mükelleflerin vergiye karşı tutumlarını ılımlı hale getirecek olup vergi gayretinin artmasına
katkı sağlayacaktır.
Bu çalışmada 2015 yılı 81 il kapsamında gerçekleştirilen kamu harcamaları ile bu
harcamalardan duyulan memnuniyet düzeyi kullanılmış ve kamu harcamalarındaki artışların
memnuniyet düzeyini de artırdığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca kamu harcamaları ile vergi
gelirleri arasındaki etkileşimi açıklayan “mali bağlantı” ilişkisi de incelenmiş olup kamu
harcamalarının karşılığı olan kamu hizmetlerinden duyulan memnuniyet düzeyindeki artışın
vergi gayreti oranını da artırdığı tespit edilmiştir. Vergi gayreti oranına en büyük etkiyi tam
kamusal mal ve hizmet olarak değerlendirilen kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine duyulan
memnuniyet sağlamaktadır.
Kamu harcamaları – vergi geliri ilişkisinin geçerli olduğunu da gösteren bu çalışma
neticesinde, devletin en büyük gelir kaynağı olan vergi gelirlerini artırmasının sunacağı kamu
harcamalarına da bağlı olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda “ne ekersen onu biçersin” sözü
kamu harcamaları ve vergi geliri ilişkisi ne atfedilebilmektedir.
Kaynakça
Barro, Robert J. (1979). “On the Determination of the Public Debt”, Journal of Political
Economy, 87(5), 940-971.
Cural, M., Pekkaya, M. ve Dibek, E. (2016) “Sağlık Hizmetlerinden Memnuniyet ile
Vergi Tutum ve Davranışları Arasındaki İlişki”, Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme
Dergisi, 12(27).
Çoban, H. (2004) “Vergi Mükelleflerinin Vergi Karşısındaki Davranışları Üzerine
Ampirik Bir İnceleme Denizli Örneği”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Denizli.
Dao, T. K. (2017) “Government Expenditure and Happiness: Direct and Indirect Effects”,
Institute of Social Studies, Netherlands
Demir, İ. C. (2009) “Kamusal Harcamaların Toplumsal Algısı: Ampirik Bir Araştırma”,
Maliye Dergisi, Sayı: 157, 210-226.
Demirtaş, S. (2017) “Vergi Psikolojisinin Temelleri ve Vergiye Karşı Davranışları
Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi”, Balkan ve Yakın Doğu Sosyal Bilimler Dergisi, 3,
14-22.
Hossin, M. I. (2014) “The Quality of Governance and Tax Effort: Evidence from
Developed and Developing Countries”, Graduate School of Public Policy The University,
Tokyo.
Javid, A. Y. ve Arif, U. (2012) “Analysis of Revenue Potential and Revenue Effort in
Developing Asian Countries”, The Pakistan Development Review, 51(4), 365-380.
Kasmaoui, K. ve Bourhaba, O. (2017) “Happiness and Public Expenditure: Evidence
from a Panel Analysis”, Munich Personal RePEc Archive, Paper No. 79339.
106
Kiyia, K. (2012) “Life Satisfaction and Public Finance: Empirical Analysis Using U.S.
Micro Data”, Department of Economics, University of Washington, Seattle.
Laamanen, J. P. ve Kotakorpi, K. (2007) “Welfare State and Life Satisfaction: Evidence
from Public Health Care”, Tinbergen Institute Discussion Paper 07-053/3, 1–21.
Muter, N. B., Sakınç, S. ve Çelebi, K. (1993) “Mükelleflerin Vergi Karşısındaki Tutum
ve Davranışları Araştırması”, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Manisa.
Özkan, E. (2017) “Vergilerin Mükellefler Üzerindeki Etkisi ve Mükelleflerin Tepkileri”,
E-Yaklaşım, Sayı: 295.
Sağbaş, İ. (2003) “Kamu Tercihi Teorisi ve Türkiye’de Yerel Vergilerin Algılanması”,
Amme İdaresi Dergisi, 36 (1), 169-178.
Studentmund, A. H. (1992) “Using Econometrics: A Practical Guide”, Second Edition.
New York: Harper Collins Publisher.
Şenyüz, D. (1995) “Vergilendirmede Yükümlü Psikolojisi”, Bursa.
Wallace, T.D. ve Silver, J.L. (1988) “Econometrics: An Introduction, Reading,
Massachusetts”, Addison-Wesley Publishing Company.
Yüce, M. ve Gerçek, A. (1998) “Mükellefin Vergiye Yaklaşımını Belirleyen Faktörler ile
İlgili Ampirik Bir Çalışma”, Sayıştay Dergisi, 28, 20-31.
107
DÜNYADAKİ ÇATIŞMA HABERLERİNİN KÜRESEL ALTIN
FİYATLARI ÜZERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ
Arş. Gör. Dr. Sadullah ÇELİK
Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli Ekonometri Bölümü, Aydın, Türkiye, [email protected]
Arş. Gör. Orhan ŞANLI
Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF İktisat Bölümü, Aydın, Türkiye, [email protected]
Özet
Uzun yıllar dünya ticaretinde en çok kullanılan menkullerden biri olan altın, ticaretteki yerini dolara bırakarak
bir yatırım aracına dönüşmüştür. Altın rezervlerinin sınırlı, çıkarılma maliyetinin ve yatırım talebinin yüksek
olması küresel altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Altın fiyatlarını etkileyen mikro ve makro düzeyde
birçok değişken vardır. Bunlardan biri de küresel belirsizliklerdir. Dünyada çıkan terör odaklı çatışma haberleri
küresel belirsizliklere neden olmaktadır. Bu belirsizlikler altın, dolar, borsa gibi yatırım araçlarının fiyatlarında
hızlı değişimlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu belirsiz dönemlerde yatırımcılar elde işe yarar ve her daim
değerli olan altına yönelmektedir. Dolayısıyla çatışma haberlerinin arttığı dönemlerde altın fiyatlarının da
artması teorik olarak beklenmektedir. Bu çalışmada dünyada çatışma haberlerinin küresel altın fiyatlarına
etkileri, 1979:Q2-2019:Q9 dönemleri için aylık verilerle incelenmiştir. Çalışmada kullanılan çatışma veriler
Google BigQuery’nin alt yapısında bulunan GDELT veri setinden alınmıştır. Ons altın verileri ise investing.com
sitesinden alınmıştır. Çalışmada öncelikle serilere durağanlık testi yapılmış ve her iki seri de birinci dereceden
durağan bulunmuştur. Daha sonra serilerle yapılan Granger nedensellik testine göre her iki değişken arasında
çift yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Son olarak seriler arasındaki ilişkiyi test etmek için; Engle Granger
eşbütünleşme testi yapılmıştır. Test sonuçlarına göre çatışma sayılarının ons altın fiyatları üzerinde pozitif bir
etkiye sahip olduğu ve her iki değişkenin uzun dönemde dengeye geldiği bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ons Altın, Çatışma, Engle Granger Eşbütünleşme Testi
JEL Kodları: C01, C40, C58
Investigation of the Impact of Global Conflict News on Global Gold Prices
Abstract
Gold, which has been one of the most used securities in the world trade for many years, has left its place in the
trade and became an investment instrument. The fact that gold reserves are limited and the cost of extraction and
investment demand are high causes global gold prices 107orld107e. There are many variables at the micro and
macro levels that affect gold prices. One of these is global uncertainties. The news of terror-oriented conflict in
the 107orld causes global uncertainties. These uncertainties cause rapid changes in the prices of investment
instruments such as gold, dollar and stock exchange. In these uncertain periods, investors are turning to gold,
which is always useful and always valuable. Therefore, it is theoretically expected that gold prices will increase
in times of conflict news. In this study, the effects of conflict news on global gold prices in the 107orld are examined
with monthly data for 1979: Q2-2019: Q9 periods. Conflict data used in the study were taken from GDELT data
set in Google BigQuery’s infrastructure. Ounce gold data were taken from investing.com website. In the study,
first of all, series were tested for stationarity and both series were found to be first order stationary. Later,
according to the Granger causality test conducted with series, a two-way causality relationship was found between
the two variables. Finally, to test the relationship between series; Engle Granger cointegration test was performed.
According to the results of the test, it was found that the number of conflicts had a positive effect on ounce gold
prices and both variables were equilibrated in the long run.
Keywords: Ounce Gold, Conflict, Engle Granger Cointegration Test
JEL Codes: C01, C40, C58
1. GİRİŞ
Ticarette kullanılan mübadele araçları yıllar boyunca değişime uğramıştır. Toplayıcılık
düzeninden yerleşik düzene geçen insan doğadan hazır tüketime son vermiş ve kendi
çabalarıyla üretime başlamıştır. Üretim fazlalığı ise ticareti doğurmuştur. İlk zamanlarda takas
ekonomisine dayanan küresel ticaret zamanla bir mübadele aracı ile yapılmaya başlandı.
Örneğin özel yapılmış taşlar, altın-gümüş gibi değerli madenler, metal, kağıt gibi bir çok unsur
ticarette kullanılmıştır. Bunlardan en önemlisi değerinin yüzyıllardır kaybolmadığı altındır.
Altın uzun yıllar ticarette değişim aracı olarak kullanılmış, 20.yüzyıl ortalarından sonra yerini
108
dolar, euro gibi kağıt para birimlerine bırakmıştır. Fakat günümüzde bazı ülkeler özel
durumlarda hala altını ticarette mübadele aracı olarak kullanmaktadırlar. Altının her ne kadar
ticarette kullanım alanları azaldıysa da hala değer saklama aracı olarak güven veren bir tasarruf
aracı amaçlı kullanımı sürmektedir (Vural, 2003:1-2). Altının bu özelliği, 1970’li yıllardan
sonra değerini daha da çok arttırmış ve yatırım aracına dönüşmüştür. Dünya genelinde
istikrarsızlıkların artması altına olan talebi arttırmaktadır. Talebin artması ise serbest
piyasalarda altın fiyatlarını etkilemektedir. Altın fiyatlarının ani değişmesinin nedenleri
arasında altının rezervinin sınırlı olması vardır. Hane halkı ya da firmalar ve hatta devletlerin
istikrarsız dönemlerde sınırlı altın rezervlerine olan taleplerini arttırmaları altını güvenilir bir
liman haline getirmektedir (Gökdemir ve Ergün, 2007:462).
Devletlerin merkez bankalarında altın rezervlerini arttırmalarının nedenleri arasında;
piyasalara güven sağlamak, finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek krizleri ya da
dengesizlikleri altın aracı ile çözmek, likidite sıkıntısını ortadan kaldırmak, küresel sistemde
bir sıkışma olduğunda ticareti yapacak bir araç olarak kullanmak gibi nedenler vardır (Rodoplu
ve Elitaş, 2018:676). Talebinin rezerv aracı, tasarruf aracı, değer saklama aracı, politika aracı
amaçlı olması, altın piyasalarının bir dengede olmasının öneminin ortaya çıkarmaktadır. Fakat
küresel anlamda ortaya çıkan her türlü belirsizlikler bu piyasaların gereğinden fazla
dalgalanmasına neden olmaktadır. Piyasaların istikrarının kaybolması ise küresel sistemde
aksamalara neden olmaktadır. Altın piyasalarını etkileyen değişkenler arz ve talep yönlü olarak
ikiye ayrılır. Arz yönlü etkiler altın rezervinin sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Talep
yönlü etkiler ise enflasyon, dolar kuru, petrol fiyatları, politik, ekonomik, sosyal belirsizlikler,
beklentiler, faiz oranları, finansal piyasaların durumu gibi değişiklik gösterebilir (Elmas ve
Polat, 2014:171). Dünya genelinde terör olayları, sokak gösterileri, 11 Eylül Saldırıları, Arap
Baharı gibi siyasi gelişmeler etrafında dönen çatışma haberleri ise altın talebini çok kısa süre
içerisinde etkileyen ve küresel altın fiyatlarında önemli artışlara yol açan bir etkendir. Bu
amaçla, çalışmada küresel belirsizliklere yol açıp altın ve diğer finansal piyasalarda fiyatları
etkileyen terör-politik-sosyal-ekonomik odaklı çatışma haberlerinin altın fiyatları üzerindeki
etkileri incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde altın üretimi, altın fiyatlarının değişimi,
altın fiyatlarını etkileyen çatışma haberleri dışındaki unsurlardan bahsedilmiştir. İkinci kısımda
ise terör odaklı çatışma haberleri ile altın fiyatları arasında ilişkinin teorik boyutlarından
bahsedilmiş ve son bölümde altın fiyatları-çatışma haberleri arasında ekonometrik bir analiz
yapılmıştır.
Literatürde GDELT veri setini kullanarak finansal piyasaları inceleyen çalışmalar
sınırlıdır. Bu çalışma, Atik ve diğerlerinin (2016) ve Çetikaya ve Yenice (2017)’nin yapmış
olduğu terör odaklı haberlerin Türkiye için borsa-diğer kıymetli madenler üzerindeki etkilerini
inceleyen çalışmaları referans alınarak yapılmıştır. Atik ve arkadaşlarının (2016) yaptığı
çalışmada terör haberleri ile BİST 100, Sanayi- Turizm, Gıda, İnşaat, Bankacılık gibi alanlar
arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi yok iken sigortacılık endeksi ile terör odaklı haberler
arasında nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Çetikaya ve Yenice (2017) ise yaptıkları çalışmada
terör odaklı medyada Türkçe ve Türkçe dışı çıkan haberler ile Borsa İstanbul’da kıymetli
madenler (altın) arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi çıkmamıştır.
Bu çalışmanın ikinci bölümünde dünyadaki altın üretimi ile altın fiyatları etkileyen
faktörler incelenmiştir. Üçüncü bölümde, küresel çapta çıkan çatışma haberlerinin altın fiyatları
üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Dördüncü bölümde, çalışmada kullanılan yöntem ve veri seti
hakkında genel bilgiler verilmiştir. Beşinci bölümde, analiz sonucunda elde edilen sonuçlar
sunularak yorumlanmıştır. Sonuç bölümünde ise beşinci bölümde elde edilen sonuçlar
sıralanmış ve sonuçlar tartışılmıştır.
2. DÜNYADA ALTIN ÜRETİMİ, ALTIN FİYATLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
VE ALTIN FİYATLARININ DEĞİŞİMİ
109
Altının kullanım alanları 7000 bin yıldır insanlık tarihi boyunca genişlemiştir. Altın,
ticaret, mücevherat, tıp, elektronik, sanayi, finansal piyasalar gibi birçok alanda kullanılmış ve
kullanılmaya devam etmektedir. En çok kullanım alanı ise dünya genelinde altının %60’ı
mücevherat amaçlıdır. Parasal sistemde ise %15’i kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra değerli bir
maden olması nedeniyle %15’i de elektronik amaçlı kullanılmaktadır (MTA, 2016:5). Altının
yaygın kullanım alanı arttıkça sanayinin ve madenciliğin gelişmesi sonucu ileri teknoloji
sayesinde altın üretimi eskiye nazaran daha da hızlanırken diğer yandan bu durum altına olan
talebi de arttırmıştır. 1800’li yıllara kadar altın üretimi zor şartlarda ortalama yıllık 100 tonun
altında iken madenciliğin teknoloji ile buluştuğu 1850’li yıllardan sonra 200 tonun üzerine
çıkmıştır. Aşağıda yer alan şekil 1’de 1681-2015 arası dünyada altın üretimi gösterilmiştir.
1681-1850’li yıllarda altın üretiminde önemli bir değişiklik olmazken bu tarihten sonra küresel
krizler veya savaş dönemlerinin dışında sürekli artmıştır. 2015 yılında 3000 tonun üzerinde
çıkan altın üretimi 2018 yılında 3300 tona kadar ulaşmıştır. Altın üretiminin düştüğü yıllar, iki
büyük dünya savaşı, 1929 Ekonomik Buhranı, 1970’li yıllar Petrol Krizi ve 2008 Küresel Kriz
gibi büyük olayların yaşandığı yıllardır. Altın üretimindeki düşüşlerin altın fiyatlarını
etkilemesi sonucu altın fiyatlarında sürekli dalgalanmalar yaşanmaktadır.
Şekil 1: Küresel Altın Üretimindeki Değişim:1681-2015 (Ton)
Kaynak: Our World In Data, 2016.
Dünyada altın üretiminde son 10 yılda lider ülke Çin’dir. Çin hem rezerv hem de üretim
açısından dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Çin’i sırasıyla Avustralya, Rusya ve ABD
izlemektedir. Tablo 1’de 2018 yılında dünyada en çok altın üreten 10 ülkenin listesi verilmiştir.
Çin, yıllık 404 ton üretimle küresel üretimin yaklaşık %12’sini karşılamıştır. ABD ise 221 ton
üretim gerçekleştirmiştir. Ekonomisi büyük ülkelerin ardından Peru, Endonezya, Gana,
Meksika, Güney Afrika, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkeler gelmektedir. Bu ülkelerin sahip
oldukları altın rezervleri de oldukça yüksektir.
110
Tablo 1: 2018 Yılı Dünyada En Çok Altın Üreten ilk 10 Ülke(Ton)
Ülke Altın Üretimi
Çin 404
Avusturalya 314
Rusya 297
ABD 221
Kanada 189
Peru 158
Endonezya 136
Gana 130
Güney Afrika 129
Meksika 115
Brezilya 97
Kaynak: Gold Hub, 2019.
Küresel altın fiyatları, 1970’li yıllara kadar 40 doların altında seyretmiştir. Fakat 1971
yılında 41 dolar olan altının ons fiyatı 1973 yılında 100 dolara kadar yükselmiştir. Altının bu
tarihten sonra artmasında Breetton woods kararları altında, 1944-1971 arası dönemi kapsayan
doların altına konvertibilite oranı olan doların altın karşılığı basımının (1 Ons=35 dolar) son
bulması sonucu dolar ve altının serbest piyasalarda dalgalanmaya bırakılması (Çağlar ve
Dışkaya, 2018:8-11) etkili olmuştur. Altın fiyatlarındaki en yüksek artış dönemleri 2001-2012
dönemleridir. 2001 yılında yaklaşık 280 dolar olan küresel altın fiyatları 2012 yılında 1673
dolara kadar yükselmiştir. Yükselişin nedenleri arasında, 11 Eylül Saldırıları ve 2008 Krizi gibi
dünya gündemine oturan olayların yanı sıra 2001-2012 dönemleri arasında altın üretiminde
önemli bir değişikliğin olmaması gibi sebepler vardır. 2001 yılında 2500 ton olan altın üretimi
2012 yılında da 2500 ton civarında kalmıştır. 2013 itibariyle üretim tekrar artmaya başlamıştır.
Şekil 2: 1791-2015 Arası Dönemde Küresel Ons Altın Fiyatları (Dolar)
Kaynak: : Our World In Data, 2016.
111
20. yüzyılın ortaları itibariyle küresel piyasalarda ticaretin ve finansal sektörlerin
serbestliğinin sağlanması ülkelerin birbirlerine olan bağlılıklarını da arttırmıştır. Ayrıca
internetin yaygınlaşması sermayenin hareketini hızlandırmış ve böylece borsa, bankacılık gibi
piyasalar daha da gelişmiştir. Bütün bu gelişmeler sonucunda küresel ekonomide önemli bir
payı olan bir ülkede ortaya çıkacak ekonomik şoklar ve ya krizler tüm dünya ülkelerinde bütün
sektörleri etkilemeye başladı. Örneğin 1973 Petrol Krizi, 11 Eylül Saldırısı, 2008 Küresel Krizi
sonraları dünya ekonomisinde daralma ve duraksamalar meydana gelmiştir. Ortaya çıkan
konjonktürel dalgalanmalar altın, borsa ve dolar gibi finansal piyasaları reel piyasalardan daha
hızlı etkilemeye başladı. Yatırımcılar ise böyle bir ortamda en güvenilir alanlara yönelmektedir.
Küresel ekonominin dengeli gittiği dönemlerde gelişmekte olan ülkelere yüksek faiz karşılığı
önemli girişi olur. Fakat krizlerin belirdiği dönemlerde ise sermaye bu ülkelerden çıkarak altın
gibi elde tutulur ve uzun dönemde değerini sürekli koruyabilen alanlara yönelmektedir. Bu
açıdan değerlendirildiğinde altın fiyatlarını etkileyen birçok makro ve mikro bazda etkenler
vardır.
2.1. Altın Arz ve Altın Talebinin Altın Fiyatları Üzerindeki Etkisi
Madencilik sektörünün gelişimi altın üretimini hızlandırmasına rağmen, altının
rezervlerinin sınırlı olması altın fiyatlarının aşırı yüksek olmasında birinci rolü oynamaktadır.
Altının arz kısmını oluşturan unsurlar, madenlerden altın üretimi, merkez bankalarının altın
rezervlerinin piyasaya satışı, altın üzerinden sunulan krediler ve hurda altının geri dönüşümü
şeklindedir. Altının talep kısmı ise mücevher amaçlı, yatırım amaçlı, teknoloji amaçlı ve
merkez bankalarının talebinden oluşur (Topcu, 2010:5-7). Finansal piyasalarda ve devletler
nezdinde kullanım alanı her geçen yıl artan altının en çok kullanımı ise hane halkı tarafından
mücevherat amaçlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde altının hane halkında yastık altı tabiri ile ifade
edilen pasif kullanımının yoğunluğu o ülkelerde altın fiyatlarını arttırmaktadır. Örneğin
Türkiye, son 10 yılda insanların ekonomiden çekilmiş ve pasif bir şekilde yastık altında duran
altınlarının yeniden piyasaya dönmesi amacıyla kampanyalar başlatmıştır ve böylece altın
fiyatlarının düşmesi amaçlanmıştır. Dolayısıyla devletler altın arz ve talebi üzerinde politika
uygulayarak altın fiyatlarını istikrarlı bir yapıya kavuşturmaya çalışmaktadırlar. Şekil 3’te
1950-2018 dönemleri arasında altın fiyatlarının ve madenlerden sağlanan altın üretiminin
değişimi gösterilmiştir. 1973-1980 arası dönemde altın üretimi azalırken altın fiyatları ise
artmaya devam etmiştir. 1980-2001 arası dönemde ise altın üretimi artarken altın fiyatlarında
genel olarak düşüş trendi hâkim olmuştur. Fakat 2001 sonrası altın üretimi azalmaya devam
etmiş, buna karşın altın fiyatları tarihin en yüksek değerine ulaşarak 2012 yılında 1600 doları
geçmiştir. Bu tarihten sonra altın üretimi ile altın fiyatları arasındaki ters ilişki sürmeye devam
etmiştir.
Şekil 3: 1950-2018 Arası Atın Üretimi (Ton) ve Altın Fiyatlarındaki(Dolar) Değişme
Kaynak: Gold Hub, 2019 and Macrotrends, 2019. Şekil yazarlar tarafından oluşturulmuştur.
$0
$200
$400
$600
$800
$1.000
$1.200
$1.400
$1.600
$1.800
0
500
1.000
1.500
2.000
2.500
3.000
3.500
Üretim
Fiyat
112
Şekil 4’te görüldüğü gibi altın arzının önemli kısmını madenler ve hurda altının geri
dönüşümü oluşturmaktadır. Piyasalara giren altın 2009 yılı itibariyle 4 bin tonun üzerindedir.
2008 yılında piyasadaki altının %65’i madenlerden sağlanırken son yıllarda geri dönüşümden
gelen altında azalma meydana gelmiş ve 2018 yılında madenlerden sağlanan altın üretiminin
artması ile bu oran %70’e kadar çıkmıştır.
Şekil 4: Farklı Alanlardan Sağlanan Altın Arızının ve Altın Fiyatlarının Değişimi
Kaynak: Gold Hub, 2019.
Şekil 5’te piyasada altın talebinin farklı alanlardaki dağılımının değişimi ve altın
fiyatlarının değişimi gösterilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi, 2010 yılında altın talebinin %48’i
mücevher amaçlı iken yaklaşık %40’ı yatırım amaçlıdır. %12’si ise teknolojik üretim ve merkez
bankalarının talebinden oluşmaktadır. 2010-2012 arası dönemde artan altın talebi tekrar
düşmeye başlamış ve 2018 yılında yaklaşık 4400 ton olmuştur. Burada dikkat çeken husus
merkez bankalarının 2010 sonrası altın taleplerinin artmasıdır. Özellikle 2008 Krizi sonrası
oluşabilecek kur ve diğer şoklara karşı piyasaların dengelenmesi amacıyla merkez bankaları
altın taleplerini arttırmışlardır. Altın fiyatları ise 2012-2015 dönemi arasında altın talebine
paralel bir şekilde talebin düşmesi ile altın fiyatları da düşmeye devam etmiştir. Bu tarihten
sonra ise hem altın talebi hem de altın fiyatları artma eğilimine girmişlerdir. 2018 yılında altın
talebinin yaklaşık %50’si mücevher, %43’ü merkez bankaları ve yatırım amaçlı iken yaklaşık
%7’si de üretim amaçlı olarak gerçekleşmiştir.
Şekil 5: Farklı Alanlarda Altın Talebinin ve Altın Fiyatlarının Değişim
Kaynak: Gold Hub, 2019
113
2.2. Altın Fiyatlarını Etkileyen Diğer Önemli Etkenler
Altın fiyatları, üretimin dışında bazı etkenlerden dolayı da değişmektedir. Ülkelerin
döviz kurları, enflasyon, faiz oranları, borsa endeksi, petrol fiyatları, gümüş gibi çeşitli
madenlerin fiyatlarındaki değişimler ulusal veya uluslararası altın fiyatlarını önemli derecede
etkileyebilmektedirler (Doğanalp vd., 2016:414). Finansal sektörlerde işlem gören sermaye
ulusal faiz oranlarının yüksekliğine göre artar ya da azalır. Özellikle ABD Merkez Bankası’nın
faiz politikaları küresel sermayenin yer değiştirmesinde büyük rol oynamaktadır. Yatırımcı faiz
oranları yükseldiğinde daha fazla kazanç sağlamak için altın yerine faize yönelir. Bu durumda
altın fiyatları talebe göre azalır. Piyasalarda genişletici para politikalarının sonucu artan
enflasyon nedeniyle altına olan talepte artmaktadır. Yatırımcılar veya hane halkı, piyasada para
arzının artması nedeniyle eldeki mevduatı altın gibi kalemlere yatırıp daha fazla kazanç
sağlamayı hedef edinebilmektedirler. Borsa talebi ile altın talebi arasında ters yönlü ilişki
vardır. Borsalarda kazancın hızlı, fakat riskli olması altın talebi üzerinde önemli bir etkiye
sahiptir. Yatırımcının gözünde altının güvenli bir yatırım aracı olması, borsalarda olağan dışı
bir hareketlenme veya risk artışı durumunda mevduatların borsadan altına yönelmesine,
böylece altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Bunların yanı sıra terör olayları ve
küresel belirsizliklerin arttığı dönemlerde siyasi ve sosyal gelişmeler altın talebinde artışlara
neden olmaktadır (Atik vd., 2016). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde döviz kurlarındaki
değişimler de altın fiyatları üzerinde etkili olabilmektedir. Burada kazancın altın ya da dövizden
hangisinde fazla olduğu önemlidir. Eğer yükselen döviz kurlarının getirisi altının getirisinden
fazla ise altına olan talep azalarak dövize olan talep artabilmektedir.
3. KÜRESEL BAZDA ÇIKAN ÇATIŞMA HABERLERİ VE ALTIN FİYATLARI
Yatırımcılar ve hane halkı ve hatta devletler siyasi, sosyal, politik, ekonomik
çekişmelerin arttığı dönemlerde riski en düşük yatırım araçlarına yönelirler. Bu yatırım
araçlarından biri, tüm dünyada kabul edilmiş güvenli bir liman olan altındır. Altın, faiz, dolar,
borsa, sermaye gibi alanlarda değişim çok çabuk ve hızlı gerçekleşir. Bu durumun nedenleri
arasında arz ve talep sahiplerinin uluslararası gelişmelerden çabuk etkilenmeleri ve hızlı karar
almaları vardır. 21.YY’da ülkelerin birbirlerine olan bağımlılıkları düşünüldüğünde yukarıda
bahsedilen unsurların değişimi ulus ekonomilerini derinden etkileyebilmektedir. Dolayısıyla
küresel çapta meydana gelen terör olayları, politik çekişmeler, sosyal olaylar, savaşlar gibi etki
edebilecek çatışmaların arttığı dönemlerde altın fiyatları yükselmektedir. Çünkü böyle
dönemlerde belirsizlik artar ve yatırımcılar riskten kaçınarak daha garanti ve güvenli yatırım
alanlarına yönelirler (Çetikaya ve Yenice, 2017:45). Altın arz ve talep sahiplerinin ulusal veya
küresel çatışma haberlerini edindikleri alan ise medya sektörüdür. Dolayısıyla çatışma odaklı
küresel haberlerin artması ve azalması yatırımcıların altına olan taleplerini belirlemede etkili
bir araç olmaktadır.
114
Şekil 6: Küresel Altın Fiyatları (LN) ve Küresel Belirsizlik Endeksi (LN)
Kaynak: Economic Policy Uncertainty, 2019. İnvesting.com, 2019.
Şekil 6’da 1996-2019 dönemleri arasında altın fiyatları ve küresel belirsizlik endeksinin
değişimi gösterilmiştir. Logaritması alınmış bu değişkenler incelendiğinde iki seri de genel
olarak artış halindedir. Küresel belirsizlik endeksi son 23 yıldır değişiklik göstermesine karşın
artış trendini korumuştur. Altın fiyatları ise son 23 yılda daha belirgin bir şekilde artış trendini
sürdürmüştür. Bu dönemler arasında küresel çapta etkili olaylar meydana geldi. 11 Eylül
Saldırıları, 2004 Irak Savaşı, Afganistan Savaşı’nın devam etmesi, 2008 Krizi, Orta Doğu ve
Arap Baharı olayları, Ukrayna gerilimi, IŞID-DAEŞ gibi terör olaylarının artması, başkentlerde
bombalı terör saldırılarının artması gibi birçok olay küresel belirsizliğin, çatışmaların artmasına
neden olmuştur. Yatırımcılar, medyada bu konuları kapsayan çatışma haberlerinin artması ile
altın taleplerini de arttırmışlardır. Dolayısıyla medya üzerinde çıkan haberlerin küresel
ekonomiyi yönlendirmede etkili bir araç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Şekil 7: 1980-2019 Arası Ons Altın Çizgi Grafiği
10.0
10.4
10.8
11.2
11.6
12.0
12.4
1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 2015
ln(ons)
0
2
4
6
8
10
12
14
KüreselBelirsizlikEndeksi(LN)
AltınFiyatları(LN)
115
Şekil 8: 1980-2019 Arası Çatışma Çizgi Grafiği
4
5
6
7
8
9
10
11
1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 2015
ln(catısma)
Şekil 7 ve Şekil 8 incelendiğinde her iki serinin artan bir trende sahip olduğu
görülmektedir. Şekil 7 dikkate alındığında ons altında belli dönemlerde dalgalanmaların olduğu
görülmektedir. Özellikle 2000’li yıllardan sonra ons altında bir yükseliş trendine girdiği
görülmektedir. Diğer taraftan Şekil 8 dikkate alındığında serinin artan bir trende sahip olduğu
gözlenmektedir. Ayrıca Şekil 6 ve 8’e göre, dünyanın sürekli artan bir çatışma ortamına doğru
sürüklendiği, küresel belirsizliğin sürekli arttığı yani dünyanın artan bir kaosa doğru
sürüklendiği gözlemlenmektedir.
4. YÖNTEM VE VERİ SETİ
4.1. Yöntem
Çalışmada, zaman serisi ekonometrik yöntemi kullanılmıştır. Bu amaçla, ilk olarak,
ADF testi ile değişkenlerin durağanlıkları test edilmiştir. Daha sonra, Engle Granger
kullanılarak değişkenlerin durağanlığı test edilmiştir. İkinci olarak, iki aşamalı Engle Granger
yöntemini kullanarak değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisinin olup olmadığı
araştırılmıştır. Son olarak, değişkenler arasındaki ilişkinin yönünü belirlemek için Granger
nedensellik testi kullanılmıştır.
4.2. Veri Seti
Bu çalışmada kullanılan ons altın ve çatışma verileri Şubat 1979’dan Eylül 2019’a kadar
aylık bazdadır. Çalışmada kullanılan ons altın verileri investing.com sitesinden, çatışma verileri
ise GDELT olarak bilinen “Global Olaylar, Dil ve Ton Veri Tabanı’ndan alınmıştır. GDELT,
Google BigQuery’nin alt yapısında bulunan güçlü bulut tabanlı analitik bir veritabanı
hizmetidir. GDELT bugün dünyadaki en büyük veri setlerinden birisidir. Bu veri seti dünyanın
her köşesinden geçmişi 1979'a kadar uzanan binlerce haber kaynağına dayanan, insan
toplumunun niceliksel veri tabanıdır. Bu veritabanı dünya haber medyasındaki haberleri takip
ederek kodlayarak veri tabanında kayıt etmektedir.
116
5. BULGULAR
5.1. ADF Birim Kök Testi
Çalışmada kullanılan verilerin logaritması alınarak işlemler yapılmıştır. Logaritması
alınan serilerin grafiği çizildiğinde Şekil 7 ve Şekil 8’deki grafikler elde edilmiştir.
Serilerin etkisini ölçmek amacıyla öncelikle kullanılan değişkenlerin durağana olup
olmadığına bakmak gerekir. Serilerin durağanlığını test etmek için ADF birim kök testi
kullanılmıştır. Trend ve sabitin olduğu rassal yürüyüş modeli (1) denklemindeki gibidir. Bu
model de deterministik ve stokastik kısım bulunmaktadır.
∆𝑦𝑡 = 𝛼0 + 𝛼2𝑡 + 𝛾𝑦𝑡−1 + 휀𝑡 (1)
𝐻0: 𝜌 ≥ 1 (𝑆𝑒𝑟𝑖 𝑑𝑟𝑎ğ𝑎𝑛 𝑑𝑒ğ𝑖𝑙𝑑𝑖𝑟, 𝑏𝑖𝑟𝑖𝑚 𝑘ö𝑘 𝑣𝑎𝑟𝑑𝚤𝑟. )
𝐻1: 𝜌 < 1 (𝑆𝑒𝑟𝑖 𝑑𝑟𝑎ğ𝑎𝑛𝑑𝚤𝑟. )
ADF testi sonucunda elde edilen MacKinnon (1996) değerleri kritik değerler ile karşılaştırılır.
Eğer |DFhes| < |MKkritik| ise H0 kabul edilir ve seri durağan değildir.
Eğer |DFhes| > |MKkritik| ise H0 red edilir ve seri durağandır.
ADF birim kök testi sonucunda ons altın ve çatışma serisi için elde edilen test sonuçları Tablo
2’deki gibi verilmiştir.
Tablo 2: ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Değişkenler ADF Test
İstatistiği
Kritik Değerler
%1 %5 %10
LN(ONS) -0.53 [3] -3.44 -2.86 -2.56
∆LN(ONS) -22.03* [3] -3.97 -3.41 -3.13
LN(CATISMA) 1.78 [3] -3.44 -2.86 -2.56
∆ LN(CATISMA) -16.4* [3] -3.97 -3.41 -3.13
Not: Köşeli parantez içindeki değerler gecikme uzunluğunu göstermektedir. Δ sembolü ise değişkenlerin farkının
alındığını göstermektedir. Düzey değerleri için sabit terimli regresyon kullanılmış, farkı alınan serilerde ise sabitli
ve trendli regresyon kullanılmıştır. Ayrıca, *, %1 anlamlılık düzeyinde durağan olduğunu belirtmektedir.
Tablo 2’deki ADF test sonuçları dikkate alındığında her iki serinin de düzeyde durağan
olmadığı, serileri birinci farkı I(1) alındığında durağan hale geldiği görülmektedir.
5.2. Uygun Gecikme Uzunluğunun Bulunması
VAR modeli kullanılarak modelde kullanılan değişkenler için uygun gecikme
uzunluklarının araştırılması gerekmektedir. Uygun gecikme uzunlukları için elde edilen test
sonuçları Tablo 3’te verilmiştir.
117
Tablo 3: Bilgi Kriterlerine Göre Uygun Gecikme Uzunlukları.
Lag LogL LR FPE AIC SC HQ
0 -10232.53
NA 1.14e+16
42.64386
42.66125
42.65070
1 -8912.025
2624.496
4.71e+13
37.15844
37.21061
37.17895
2 -8895.720
32.27145
4.47e+13
37.10716
37.19412*
37.14134
3 -8888.406
14.41328
4.41e+13
37.09336
37.21509
37.14121
4 -8874.115
28.04655
4.23e+13
37.05048
37.20700
37.11200*
5 -8872.364
3.421409
4.27e+13
37.05985
37.25115
37.13505
6 -8869.182
6.191108
4.28e+13
37.06326
37.28934
37.15213
7 -8859.774
18.22983
4.18e+13
37.04072
37.30158
37.14326
8 -8848.233
22.26298*
4.06e+13*
37.00931*
37.30495
37.12552
Not: LR: LR Test İstatistiği, FPE: Son Tahmin Hatası, AIC: Akaike Bilgi Kriteri, SC: Schwarz Bilgi Kriteri, HQ:
Hannan-Quinn Bilgi Kriterini göstermektedir.
Tablo 3’teki LR Test İstatistiği, Son Tahmin Hatası ve Akaike Bilgi Kriteri dikkate
alınarak uygun gecikme uzunluğu belirlenmiştir. Buna göre uygun gecikme uzunluğu 8 olarak
bulunmuştur.
LM otokorelasyon testi kullanılarak uygun gecikme uzunluğunda oluşabilecek
otokorelasyon sorunu test edilmiştir. Otokorelasyon, birbirini izleyen hata terimleri arasında
bir ilişki olup olmadığını test etmek için yapılır. LM otokorelasyon test sonuçları Tablo 4’te
verilmiştir.
Tablo 4. LM Otokorelasyon Test Sonuçları
Lags LM-Stat Prob
1 14.34327 0.0063
2 26.09931 0.0000
3 4.161094 0.0346
4 14.40463 0.0061
5 12.66728 0.0130
6 16.18497 0.0028
7 12.58422 0.0135
8 8.066517 0.0892
118
Tablo 4’teki LM otokorelasyon testi sonuçlarına göre; birinci gecikme için olasılık
değerlerine bakıldığında birinci gecikme için 𝐻0 hipotezi (0.0500>0.0063) red edilmektedir.
Benzer şekilde yedinci gecikmeye kadar 𝐻0 hipotezi red edilmektedir. Yani otokorelasyon
problemi vardır. Diğer taraftan sekizinci gecikmede 𝐻0 hipotezi (0.0892>0.0500) red
edilememektedir. Yani sekizinci gecikmede otokorelasyon problemi bulunmamaktadır.
5.3. Engle Granger Eş-bütünleşme Testi Sonuçları
ADF birim kök testi sonucunda seriler düzeyde (I(0)) durağan olmadığından ve serilerin
birinci farkı (I(1)) alındığında durağan hale geldiklerinden serilere Eşbütünleşme testi
uygulamak mümkündür. Eşbütünleşme testinde serilerin düzey değerleri ile yapılan
tahminlerde elde edilen hata terimine (휀𝑡) ADF birim kök testi uygulanır. ADF birim kök testi
sonucunda hata terimi serisi düzeyde (I(0)) durağan çıkıyorsa ons altın ve çatışma serileri
arasında sahte regresyon problemi ortadan kalkacaktır (Engle-Granger, 1987). Engle-Granger
(1987) göre; iki değişken arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup olmadığını araştırırken her
iki değişkenin de aynı mertebeden durağan olduğu varsayılır. Modelde kullanılan değişkenler
aynı mertebeden I(1) durağan olduklarından serilere Engle-Granger yaklaşımı uygulanmıştır.
𝑌𝑡 = 𝛽0 + 𝛽1𝑋1 + 휀𝑡 (2)
Denklem (2)’deki Y ve X birinci mertebeden I(1) durağan olan değişkenleri
belirtmektedir. X ve Y değişkenlerinin eşbütünleşik olması hata teriminin (휀𝑡) düzeyde I(0)
durağan olmasına bağlıdır. Engle- Granger Eşbütünleşme test sonuçları Tablo 5’teki gibi
bulunmuştur.
Tablo 5: Eşbütünleşme Test Sonuçları
Değişken Test İstatistiği Kritik Değer
%1
Kritik Değer
%5
Kritik Değer
%10
Prob.
휀(0) -2.231 -2.569 -1.941 -1.616 0.025
Tablo 5’teki hata teriminin, düzeyde I(0) ADF test istatistik değerleri verilmiştir. ADF
test istatistiği ile ADF Kritik değeri %5 anlamlılık düzeyine göre karşılaştırıldığında 𝐻0 (Birim
kök yoktur) hipotezi red edilir. Dolayısıyla birim kök yoktur ve durağandır. Bu nedenle her iki
seri eşbütünleşik olup, seriler arasında uzun dönemli bir ilişki vardır.
5.4. Granger Nedensellik
Granger nedensellik, tahmine dayanan istatistiksel bir nedensellik kavramıdır. VAR
analizinin arkasındaki temel, sistemdeki zaman serilerinin her birinin birbirini
etkilemesidir. Yani, geçmiş değerleri olan serileri sistemdeki diğer serilerle birlikte tahmin
edebiliyoruz. Granger'in nedensellik testini kullanarak, modeli kurmadan önce bu ilişkiyi test
etmek mümkündür. Granger'in nedensellik Regresyon denkleminde geçmiş değerlerin
katsayılarının sıfır olduğu hipotezini test eder. Bu nedenle, testten elde edilen p değeri 0.05
anlamlılık seviyesinden düşükse, boş hipotez (𝐻0) red edilir. Çatışma haberleri ile ons altın
arasında (4) ve (5) denklemlerinde bulunan değişkenlerin geçmiş değerlerinden etkilenip
etkilenmedikleri araştırılmıştır. Ayrıca ons altın ve çatışmaların tek veya çift yönlü birbirlerini
etkileyip etkilemedikleri araştırılmaya çalışılmıştır.
𝑂𝑁𝑆𝑡 = 𝛼0 + ∑ 𝛿𝑖
𝑛
𝑖=1
𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡−1 + ∑ 𝛾𝑗𝑂𝑁𝑆𝑡−𝑗 + 𝑢1𝑡
𝑛
𝑗=1
(4)
𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡 = 𝛼0 + ∑ 𝛼𝑖
𝑛
𝑖=1
𝑂𝑁𝑆𝑡−1 + ∑ 𝛽𝑗𝐶𝐴𝑇𝐼𝑆𝑀𝐴𝑡−𝑗 + 𝑢2𝑡
𝑛
𝑗=1
(5)
119
Çalışmada çatışma ile ilgili çıkan haberlerin ons altın üzerindeki etkisi incelendiği için
çatışmadan ons altına doğru tek yönlü bir ilişki aranacaktır. Çift yönlü bir ilişki kuramsal olarak
mantıklı değildir. Örneğin ons altın yükseldiği için çatışma olaylarının arttığını söylemek hatalı
olacaktır. Granger nedensellik analizi yapılırken terör haberlerinin yoğunluğu ile sadece ons
altın arasındaki nedenselliğe bakılmıştır. Söz konusu tarihler arasında çatışma haberleri ile ons
altın arasındaki nedensellik ilişkisi Tablo 6’da verilmiştir.
Tablo 6: Granger Nedensellik Sonuçları
Nedenselliğin Yönü Ki-kare (𝑥2) Olasılık Değeri Karar
CATISMA→ONS 24.09680 0.0022 Çatışma haberlerinden ons altına doğru çift
yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır. ONS→CATISMA 27.06695
0.0007
Tablo 6’daki sonuçlar dikkate alındığında ons altın ve çatışmalar arasında çift yönlü bir
nedensellik ilişkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre dünya genelinde artan terör, siyasal,
toplumsal odaklı çatışma haberleri sonucu yatırımcılar taleplerini güvenli bir alan olan altına
kaydırmaktadırlar. Artan talep ise altın fiyatlarının yükselmesine neden olmaktadır. Sonuç
olarak medyada yer alan çatışma haberleri yükseldikçe altına olan talebin artmasına ve
fiyatlarda yukarı yönlü bir hareketlenmeye sebep olmaktadır. Ons altın fiyatlarından çatışma
haberlerine doğru da bir nedensellik ilişkisi çıkmıştır. Teoride beklenmeyen bir etki olmasına
karşın, altın fiyatlarının yükselmesi sonucu devletlerin küresel medyada yükselen çatışma
haberlerinin seyrine yönelik (arttırılması veya azaltılması) müdahalelerde bulunmaları sonucu
çatışma haberlerinin değişmesi ile açıklanabilmektedir. Çünkü yatırımcıların medya haberleri
üzerinden altına olan taleplerini arttırmaları küresel belirsizliğin ve risklerin artmasına neden
olur. Böyle bir ortamda krizlerin patlak vermesi muhtemel durumdur. Devletler ve politikacılar,
altın fiyatlarının ani değişmesi sonucu bu tür risklerin azaltılması amacıyla medyadaki çatışma
haberlerine müdahalede bulunabilirler. Böylece ons altın fiyatlarından çatışma haberlerine
doğru çıkan nedensellik ilişkisini, medya haberleri üzerinde yapılan müdahalelerle açıklamak
mümkündür.
6. SONUÇ VE TARTIŞMA
Belirsizlik ortamı finansal piyasaların olumsuz etkileyen unsurların başında
gelmektedir. Savaş, çatışma, protesto, intihar ve terör saldırıları ile ilgili olaylar ise belirsizliğin
artmasına sebep olan unsurların başında gelmektedir. Belirsizlik ortamının armasına paralel
olarak risk primleri de artarak yatırımcı davranışlarının değişmesine sebep olmaktadır.
Yatırımcılar özellikle çatışma olaylarının arttığı dönemlerde kısa dönemde hisse senedi gibi
riskli varlıklardan uzaklaşarak, altın gibi güvenli limanlara yönelmektedir. Bu durum uzun
dönemde finansal piyasalar üzerinde olumsuz bir etki yaratmakta ve yatırımcılar için olumsuz
bir durum ortaya çıkarmaktadır. Yatırımcılar ise bu tür karar değişimlerini medyada çıkan
haberler doğrultusunda yaparlar. Küresel çapta şiddet, terör, çatışma, savaş, iç politika, sosyal,
siyasal alanlarda artan veya azalan medya haberleri yatırımcının kararları üzerinde oldukça
etkili ve yönlendirici bir etkiye sahiptir.
Çalışmada dünya haber medyasını takip eden GDELT veri seti kullanılarak, çatışma
olaylarının ons altın fiyatları üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Büyük veri yöntemi kullanılarak
Şubat 1979 den Eylül 2019’ a kadar aylık bazda 488 çatışma haberi kullanılmıştır. Ons altın
verileri de Şubat 1979 den Eylül 2019’ a kadar aylık olarak investin.com sitesinden alınmıştır.
Haber sayıları ve ons altın serilerinin logaritması alınarak analizler yapılmıştır. Serilere ADF
testi uygulandığında her iki serininde düzeyde durağan olmadığı, birinci farkları alındığında ise
durağan hale gelmiştir. Çatışma haberleriyle ons altın arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup
olmadığına saptamak için eşbütünleşme testi yapılmıştır. Analiz sonucunda her iki serinin
120
eşbütünleşik olduğu ve uzun dönemle dengeye geldikleri bulunmuştur. Çatışma haberlerinin
ons altın fiyatları üzerindeki etkisini görmek için Granger nedensellik analizi yapılmıştır.
Analiz sonucunda seriler arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Çatışma
olaylarının söz konusu dönemlerde ons altın fiyatları üzerinde etkisinin olduğu tespit edilmiştir.
Bu etkinin görülmesinin sebebi yatırımcıların savaş ve çatışma olaylarının yaşandığı
dönemlerde altını güvenli bir liman olarak görmesidir. Benzer şekilde ons fiyatlarından çatışma
haberlerine doğru çıkan nedensellik ilişkisi ise medya haberleri üzerinde yapılan müdahalelerle
açıklamak daha akılcı bir durumdur. Politika sahipleri, etkili kurum ve kişiler veya ülkeler,
küresel altın fiyatlarının ani değişimleri karşısında yatırımcıyı yönlendirecek haberlerle
(çatışma odaklı veya çatışma azaltıcı haberler) küresel gidişata yön verebilirler. Bu yönlendirme
politikaları küresel kriz risklerinin azaltılmasına yönelik olabilirken tersi bir amaca yönelik de
olabilir. Dolayısıyla altın fiyatları da çatışma haberlerinin bir nedeni olabilmektedir.
KAYNAKÇA
Atik, M., Yılmaz, B., Köse, Y. ve Sağlam, F. (2016) ‘’Dünya Medyasındaki Terörizm Temalı
Haberlerin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri: İstanbul Borsası Örneği’’, Savunma
Bilimleri Dergisi, 15(2), 179-205.
Çağlar, Ü. ve Dışkaya, S. K. (2018) ‘’Küreselleşme, Uluslararası Para Sistemi ve Kriz’’, İktisat
Politikası Araştırma Dergisi, 5(2), 1-24.
Çetikaya, M. ve Yenice, S. (2017) ‘‘Terörizm Temalı Haberlerin Kıymetli Maden Piyasaları
Üzerindeki Etkisi: Borsa İstanbul A.Ş. Kiymetli Maden ve Kıymetli Taşlar Piyasası
Üzerine Bir Uygulama’’, İşletme Uygulama Dergisi, 9(1), 45-60.
Doğanalp, N., Konya, S. ve Kabaloğlu, G. (2016) ‘‘Türkiye’de Altın Fiyatlarının Belirleyicileri
Üzerine Ampirik Bir Uygulama’’, Sosyal Bilimler Araştırmalar Dergisi, 412-424.
Economic Policy Uncertainty, (2019). https://www.policyuncertainty.com/index.html
Elmas, M. ve Polat, M. (2014) ‘‘Altın Fiyatlarını Etkileyen Talep Yönlü Faktörlerin Tespiti:
1988-2013 Dönemi’’, Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi, 15(1), 171-187.
Engle, R. F. ve Granger, C.W. J. (1987) “Cointegration and Error-Correction: Representation,
Estimation and Testing”, Econometrica, 66, 251-276.
GDELY Project, (2019). https://www.gdeltproject.org/data.html
Gold Hub, (2019). https://www.gold.org/goldhub/data/historical-mine-production
Gökdemir, L. ve Ergün, S. (2007) ‘‘Altın Fiyatlarındaki İstikrarsızlığın Altın Fiyatları
Üzerindeki Etkisi: Türkiye Örneği’’, Journal Of Yasar University, 2(5), 461-476.
Investing.com, (2019). https://tr.investing.com/commodities/gold
Macrotrends, (2019). https://www.macrotrends.net/1333/historical-gold-prices-100-year-chart
MTA, (2016) ‘‘Türkiye ve Dünyada Altın’’, http://www.mta.gov.tr/v3.0/sayfalar/bilgi-
merkezi/maden-serisi/Altin.pdf
Our World In Data, (2016), https://ourworldindata.org/grapher/gold-
production?time=1681..2015
Rodoplu, G. ve Elitaş, B. L. (2018) ‘‘Parasal Sistemde Altının Yeri ve Altına Dayalı Finansal
Araçlar’’, İşletme Araştırma Dergisi, 10(1), 675-688.
Topcu, A. (2010) ‘‘Altın Fiyatlarını Etkileyen Faktörler. Sermaye Piyasası Kurulu Araştırma
Raporu’’, https://www.spk.gov.tr/SiteApps/Yayin/YayinGoster/1016
121
Vural, M.G. (2003) ‘‘Altın Piyasası ve Altın Fiyatlarını Etkileyen Faktörler’’, TCMB Uzmanlık
Yeterlilik Tezi, Ankara.
122
SEÇİLMİŞ EKONOMİK GÖSTERGELERİN DIŞ BORÇ STOKU
ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR NEDENSELLİK
ANALİZİ
Arş. Gör. Orhan ŞANLI
Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF İktisat Bölümü, Aydın, Türkiye
Özet
Dış borç gelişmekte olan ülkeler için yönetilmesi zor bir konudur. Son yıllarda Türkiye’de dış borç stokunun GSYH
içerisindeki oranı artmaya başladı. Bu çalışmada 2006:Q1-2019:Q2 dönemleri arasında dış borcu etkileyen
değişkenlerin analizi yapılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenler, dış borç stoku, GSYH, enflasyon, döviz kuru,
kamu harcamaları, faiz oranları ve dış ticaret açığıdır. Kullanılan değişkenler Maliye Bakanlığı ve TCMB
sitesinden alınmıştır. Çalışmada nedensellik testi ve eş bütünleşme testi yapıldı. Sonuçlara göre değişkenler
arasında Johansen Eş Bütünleşme ilişkisi vardır. Nedensellik sonuçlarına göre ise dış ticaret açığı, enflasyon,
GSYH ve kur dış borç stokunun Granger nedenidir. Fakat kamu harcamaları ile dış borç stoku arasında
nedensellik ilişkisi yoktur. Ayrıca enflasyon, GSYH ve kur, dış borç stoku üzerinde pozitif bir etkiye sahiptir. Dış
ticaret açığı, dış borç stoku üzerinde negatif bir etkiye sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Dış Ticaret, Dış Borç Stoku, Granger Nedensellik, Johansen Eş Bütünleşme, GSYH.
JEL Kodları: E60, F10, C40
Impacts of Selected economic Indicators on External Debt Stock: A Granger Causality
Analysis on Turkey
Abstract
External debt is a difficult issue to manage for developing countries. In recent years, the rate of external debt stock
in the GDP began to increase in Turkey. In this study, the variables affecting the external debt between 2006:Q1-
2019:Q2 periods were analyzed. The variables used in the study are foreign debt stock, GDP, inflation, exchange
rate, public expenditures, interest rate and foreign trade deficit. The variables used were taken from the Ministry
of Treasury and Finace and CBRT website. In the study, causality test and cointegration test were performed.
According to the results, there is Johansen Cointegration relationship between the variables. According to the
Granger causality results, foreign trade deficit, inflation, GDP and exchange rate are the Granger causes of
foreign debt stock. However, there is no Granger causality relationship between public expenditures and external
debt stock. Moreover, inflation, GDP and exchange rate has a positive effect on external debt stock. The foreign
trade deficit has a negative effect on the external debt stock.
Keywords: Foreign Trade, Foreign Debt Stock, Granger Causality, Johansen Co-integration, GDP
JEL Codes: E60, F10, C40
1. GİRİŞ
Sermayenin hızlı bir şekilde yer değiştirmeye başladığı 20.yüzyılın ortalarından itibaren
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için borçlanma önemli bir finansal kaynak haline geldi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da ortaya çıkan finansal ve ekonomik sorunların çözümü
amacıyla kurulan IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar bu kaynakların en
önemlileridir. Ulusal sermaye ve tasarrufların yetersizliği ve finans ihtiyacı uluslararası
borçlanma mekanizmasını güçlendirdi. Birçok hükumetler ve ulusal kurumlar, uluslararası
kurumlardan dış borç alma yoluna başvurmuşlardır. Günümüzde uluslararası borçlanma değeri
küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde yüzüne kadar ulaşmış durumdadır. Dış borcun en
yüksek olduğu ülkeler ise ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya gibi gelişmiş ülkelerdir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde uygun şartlarda ve yönetilebilen dış borcun gelişmeye büyük
katkısı olduğu anlaşılmaktadır (Ijirshar vd., 2016:1). Buna rağmen dünya da ve Türkiye’nin
tarihinde dış borç konusu çok daha önceki yüzyıllara dayanmaktadır. Osmanlı’nın ilk dış borcu
1854 yılında Kırım Savaşı ve diğer sorunlardan kaynaklanan bozulan ekonomiyi düzeltmek
123
amacıyla alınan borç olmuştur. Bu tarihten sonra Osmanlı’nın yıkılışına kadar süren borçlanma
süreci Türkiye’nin ilk 30 yılına etki etmiş ve 1954 yılında kalan borçların Türkiye tarafından
ödemesi tamamlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dış borcu 1930 yılında ABD’den alınan
borç olmuştur. İlerleyen yıllarda uluslararası kuruluşlardan finansal destek sağlamak amacıyla
1961 yılında ilk defa IMF ile stand-by anlaşması yapıldı. Türkiye’nin dış borçlanma macerası
ekonomik ve siyasi belirsizlikler nedeniyle dönem dönem artmıştır. 1980 sonrası ise küresel
sermayenin odak noktası haline gelen Türkiye, kalkınma amacıyla hem kamu hem de özel
sektör olmak üzere dış borçlanmayı en önemli finansal kaynak olarak kullanmaya devam etti.
2018 yılı sonunda toplam brüt dış borcun GSYH’ye oranı yaklaşık %55’e kadar ulaşmıştır.
Çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde küresel dış borcun ve Türkiye’nin dış borcunun genel
görünümü ortaya konulmuştur. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise Türkiye’de seçilmiş
göstergelerin dış borç stoku üzerine etkileri ekonometrik yöntemlerle analiz edilmiştir.
2. DÜNYADA DIŞ BORCUN GENEL GÖRÜNÜMÜ
Dış borç ülkelerin yurt dışındaki kurum, kuruluş veya devletlerden belirli bir hizmeti
veya ihtiyacı karşılamak amacıyla devlet ve özel sektörün geri ödemek şartıyla temin ettiği
finansal sermayedir (GFP, 2019). Dış borç, kamu kesimi ve özel sektör tarafından uygun
rakamlarla uluslararası finansal kuruluşlardan sağlanabilmektedir. Örneğin, IMF, Dünya
Bankası gibi kuruluşlar gelişmiş, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere anapara veya anapara
+ faiz karşılığında belirli periyotlar çerçevesinde borç vermektedir. Aynı zamanda bu
kuruluşların dışında ticari bankalar, büyük firmalar veya devletler de borç veren kurumlar
arasında yer almaktadırlar (The Economic Times, 2019). 20.yüzyılın ortalarından itibaren dış
borçlanma gelişmiş ülkeleri kalkındıran önemli bir kaynak olarak değerlendirilmiştir. Fakat
gelişmiş ülkelerde biriken sermaye fazlalığı 1970’li yıllardan sonra gelişmekte olan ülkelere
doğru kaymaya başladı. Yatırımların yeterince gelmemesi durumunda gelişmekte olan ülkeler
hem iç piyasadaki aksaklıkları gidermek hem de ülke içinde yatırımları arttırmak için küresel
tasarruf sahiplerinden borçlanma yoluna gitmişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler için büyük önem
arz eden dış borçlanma, ödenmesi gereken anapara ve faizin yüksek olması nedeniyle bu
ülkelerde istikrarsızlıklara yol açmaktadır (Şahin, 2012:45-46). Küreselleşmenin getirdiği
bağımlılık ve sermaye ihtiyacının uluslararası yollardan borçlanmayla sağlanmasının sonucu
olarak birçok gelişmekte olan ülke IMF, DB bankası gibi kuruluşlardan kaynak tahsil
etmişlerdir. Fakat 1990’lı yıllar itibariyle gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı kullanılan dış
kaynakların geri ödemesinde ciddi zorluklarla karşılaşmaları nedeniyle ekonomik krize
girmişlerdir (Kepenek ve Yentürk, 2005: 610–611). Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunu
haline gelen ödeme güçlüklerinin önemli bir kısmının döviz cinsinden olması maliyetleri daha
da arttırmaktadır. Özellikle anapara ve faiz ödemelerinin ulusal gelirden dışarıya doğru bir
kaynak transferi şeklinde olması bu ülkelerde mali sıkıntıların artmasına neden olurken borcun
ödenmesi için yeniden borçlanmanın önünü açmaktadır (Koçak, 2009:66). Buna rağmen dış
borcun en fazla olduğu ilk 15 ülke dünyanın gelişmiş ülkeleridir. Dış borcun gelişmiş ülkelerde
çok ciddi bir soruna neden olmaması nedeniyle borçlanma bu ülkelerin finansal ihtiyacının
karşılanmasında başvurdukları en önemli yollar arasındadır. Küresel borçlanmanın daha çok
dolar ve Euro üzerinden yapılıyor olması, ABD ve AB ülkelerinde dış borçlanmanın döviz
kompozisyonları üzerinde ciddi bir sorun yaratmadığını göstermektedir. Oysa bir ülke
açısından alınan borcun yanı sıra borcun ödeme vadesi, ödeme pozisyonu, döviz
kompozisyonlarının yönetilmesi, borcun verimli alanlarda değerlendirilmesi ve borç
politikasının düzgün yönetilmesi de ekonomik açıdan önem arz etmektedir (Akduğan,
2017:184). Gelişmekte olan ülkelerde yönetilmesi gereken bu sorunların genel olarak
yönetilemediği ortadadır. Bu ülkeler açısından en önemli sorun döviz cinsinsen borçlanmak ve
ödeme faizleridir.
124
Dış borçlanmanın ülkelerde ulusal gelirin dışarıya transferi gibi birçok soruna yol
açmasına rağmen ülkelerin dış borçlanmaya başvurmalarının çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan
en önemlileri, iç piyasadan borçlanmanın daha fazla maliyetli olması, dışarıdan çok uygun
şartlarda borç bulunabilmesi, kamu açıklarının finansmanı için parasal genişlemenin enflasyona
yol açması, kamu açıklarının yüksek vergilerle finans edilmesi durumunda üretimin azalması,
döviz eksikleri durumunda cari açığın kapatılması ihtiyacı, özel sektörün yatırım alanının
genişleme ihtiyacı, dışlama etkisi gibi durumlardır. Kamu harcamalarının yönetimi bir ülkenin
kalkınabilmesi için önem arz etmektedir. Bütçede oluşan açıkların finansı için borçlanma,
parasal genişleme veya vergi artışları kullanılacak araçlardandır. Fakat iç veya dış
borçlanmanın yüksek faizlerle yapılıyor olması dengenin tamamen bozulmasına neden olurken
parasal genişleme enflasyonist bir baskıya yol açmaktadır (SETA, 2010). Bir diğer araç olan
yüksek vergi artışlarının özel sektörden sağlanması piyasada üretimin azalmasına neden olur.
Burada devletlerin en az maliyetli yolu doğru tespit edip iyi yönetmesi önemli bir durum haline
gelmiştir. Bu sebeplerden dolayı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından dış borçlanma
daha iyi bir alternatif olarak görülmektedir.
Şekil 1: Dünya’nın Toplam GSYH Değeri ve Dış Borç Stoku (Özel ve Kamu toplamı):
Trilyon Dolar
Kaynak: Dünya Bankası, 2019, : Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.
Şekil 1’de 2000-2018 arası dönemde dünyada toplam dış borç stoku ve GSYH değerleri
verilmiştir. GSYH değerleri genel olarak artma eğilimi içerisinde ilerlemektedir. 2000 yılında
yaklaşık 33 trilyon dolar olan küresel üretim 2018 yılında 85 trilyonu aşmıştır. Diğer yandan
küresel dış borç stoku daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Yıllar incelendiğinde en büyük
değişimin 2004-2006 arası olduğu görülmektedir. 2004 yılına kadar 2 trilyon dolar olan
dünyanın toplam dış borç stoku, 2005 yılında yaklaşık 6 kat artarak 12 trilyon doları aşmış ve
2006 yılında bu değer 38 trilyon dolara kadar yükselmiştir. 2018 yılına gelindiğinde küresel dış
borç stoku 76 trilyon doları aşmış bir durumdadır. GSYH ile borç stoku son yıllarda birbirine
çok yakın ilerlemektedir. 2008 Krizi sonrası 2009 yılında toplam dış borç stokunun GSYH’ye
oranı %100’ün üzerine çıkmıştır. Benzer şekilde bu oran 2016 yılı sonrası da %100’ün üzerinde
yer almıştır. 2018 yılında ise yaklaşık %90 olarak gerçekleşmiştir. Küresel ekonominin
21.yüzyılda borçlanma yoluyla finanse edildiği net bir şekilde görülmektedir.
Aşağıda yer alan Şekil 2’de ise dış borç stokunun en yüksek olduğu ilk 10 ülke ve dış
borç stokları gösterilmiştir. Sıralama da ilk sırada ABD yer almaktadır. ABD’nin 2018 yılında
dış borç stoku GSYH’nın neredeyse % 100’üne yaklaşmış durumdadır. ABD’den sonra en
yüksek dış borç stokuna sahip olan ülkeler İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Lüksemburg,
0
10
20
30
40
50
60
70
80
90
100
GSYH
Toplam DışBorç
125
Japonya, İrlanda, İtalya ve İspanya’dır. Fakat İngiltere, Fransa ve Almanya’nın dış borç
stoklarında son 10 yılda önemli bir değişme olmazken Lüksemburg, Hollanda ve Japonya’nın
dış borç stoklarının arttığı görülmektedir. Grafikte en dikkat çekici ülke Lüksemburg’dur.
Lüksemburg’un dış borç stokunun GSYH’ya oranı yaklaşık %6000’dir. 2018 yılında
Lüksemburg’un GSYH değeri 62 trilyon dolar iken aynı yıl dış borç stoku 3.780 trilyon dolar
olarak gerçekleşmiştir. Fakat buna rağmen Lüksemburg dünyanın en yüksek kişi başı gelirine
sahip ülkelerinden biridir. Şekilde görüldüğü gibi en yüksek borç stokuna sahip olan ülkelerin
başını gelişmiş ülkeler çekmektedir. Gelişmiş ülkelerin bu kadar yüksek dış borç stokları, 2008
sonrası AB borç krizi ve ABD’nin başlattığı ticaret ve kur savaşları nedeniyle bu ülkelerce
eleştirilerin artmasına yol açtı. Fakat buna rağmen dış borç stokunun daha çok gelişmekte olan
ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha fazla sorunlara yol açtığı bilinmektedir. Bunun sebepleri
arasında küresel finans sahiplerinin gelişmiş ülkelerin olması ve borç verme sisteminin kur veya
Euro gibi dünyanın en çok kullanılan paraları ile yapılıyor olması yer almaktadır.
Şekil 2: Dış Borç Stokunun En Yüksek Olduğu İlk 10 Ülke(Trilyon Dolar)
Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.
Küresel sermayenin ülkeleri birbirine bağımlı hale getirmesi nedeniyle çıkabilecek
herhangi bir kriz dünya ekonomisini derinden etkileyebilir. Küresel ekonominin genel olarak
dış borçla yönetiliyor olması, 2008 Krizi sonrası olduğu gibi oluşabilecek yeni krizlerin
ardından tüm dünyada üretimin sekteye uğrayacağı ortadadır. Bu açıdan dış borç
mekanizmasının hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için iyi yönetilmesi gereken bir
durumdur.
0
10.000
20.000
30.000
40.000
50.000
60.000
İspanya
İtalya
İrlanda
Japonya
Lüksenburg
Hollanda
Almanya
Fransa
İngiletere
ABD
126
Şekil 3: Gelişmiş Ülkelerde Dış Borç Stokunun GSYH İçerisindeki Payı
Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.
Dış borcun en yüksek olduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Fakat dış borcun sorun olduğu
ve yönetilmesinin güç olduğu ülkeler ise gelişmekte olan ülkelerdir. Şekil 3’de dünyada dış
borç stokunun en yüksek olduğu gelişmiş 10 ülkede dış borç stokunun GSYH içerisindeki
değeri verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Japonya hariç diğer bütün ülkelerde dış borç
stoku/GSYH oranı %100’ün üzerindedir. İngiltere de %300, Hollanda’da %540, İrlanda’da ise
%680’i aşmış durumdadır. Şekilde yer almayan fakat dünyada GSYH içerisindeki borç
stokunun en yüksek olduğu ülke %6000 ile Lüksemburg’dur. ABD ise son yıllarda dış borç
stokunun GSYH içerisindeki değeri artmaya başlamış ve bu oran %100’e ulamış durumdadır.
Şekil 4: Gelişmekte Olan Ülkelerde Dış Borç Stokunun GSYH İçerisindeki Payı
Kaynak: Index Mundi, 2019. Şekil yazar tarafından yapılmıştır.
Şekil 4’te gelişmekte olan bazı ülkelerde dış borç stokunun GSYH değerleri verilmiştir.
Gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında gelişmekte olan ülkelerde bu oran daha düşüktür. Çin’de
yaklaşık %15, Rusya’da %33, Hindistan’da %20, Malezya’da yaklaşık %70, Şili’de %65,
Brezilya’da %32 ve Arjantin’de %36’yı aşmış durumdadır. Gelişmekte olan ülkelerde dış borç
0
100
200
300
400
500
600
700
800
ABD İngiltere Fransa Almanya Hollanda Japonya İtalya İrlanda Kanada İsviçre
Gelişmiş Ülkeler: Dış Borç/GSYH
0
10
20
30
40
50
60
70
80
Çin Rusya Hindistan Endonezya Malezya Şili Brezilya Arjantin
Gelişmekte Olan Ülkeler: Dış Borç/GSYH
127
stoku oranları düşük olmasına karşın, sermayenin ve borcun kaynağının daha çok gelişmiş
Avrupa ve Amerika bölgelerinden olması, bu ülkelerde dış borcun yönetilmesi konusunda
önemli sorunlar meydana getirmektedir. Ayrıca borçlanmanın Euro ve dolar üzerinden
yapılıyor olması, kurların ve faiz oranların ülkelerin iç piyasalarında sorunlara yol açması gibi
sebeplerden dolayı gelişmekte olan ülkelerde dış borcun yönetilmesinde güçlüklerle
karşılaşılmaktadır.
3. TÜRKİYE’DE DIŞ BORÇ VE DIŞ BORCUN NEDENLERİ
Türkiye’de dış borçlanmanın tarihsel değişimi 1980 öncesi ve 1980 sonrası olarak iki
dönemde ele alınması politika değişikliğinin etkisini görmek açısından bir gerekliliktir.
Osmanlı Devleti’nden devraldığı dış borcu 1954 yılında bitiren Türkiye’nin 1980 öncesi dış
borcu daha çok kamu kesimi öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında,
gerek ulusal çıkarlar açısından gerek borçlanmanın maliyeti açısından çok büyük dış borçlanma
politikaları izlenmemiştir. Dış borç konusunda önemli sayılacak adımlar 1950’li yıllar itibariyle
atılmıştır. 2.Dünya Savaşı ile beraber artan kaynak ihtiyacın karşılamak için Marshall Planları
çerçevesinde dış yardım ve borçlanmalara başvurulmuştur. Daha sonra ABD, AET gibi ülke
ve ülke gruplarından borçlanmaya gidilmiş aynı zaman da Türkiye IMF gibi uluslararası
kuruluşlardan da kaynak tahsilinde bulunmuştur (Takım, 2012:28-29). 1960’lı yıllardan sonra
politik istikrarsızlıklar, Kıbrıs Harekâtı, Petrol Krizi gibi çeşitli sorunlar nedeniyle Türkiye dış
borç ödemelerini gerçekleştiremediği gibi yeni kaynak ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu dönem kısa
vadeli, yüksek faize dayalı ve sürekli borç ertelemesinin olduğu, borçlanmanın giderek arttığı
bir dönem olmuştur (Erkan vd., 2012: 312-313). Ülke içerisinde enflasyonun yükselmesi,
ithalatın karşılanamaması, yurt dışındaki işçilerden sağlanan dövizlerin yetersiz gelmesi dış
ticareti ve ekonomik büyümeyi durdurma noktasına getirmiştir. Bir yandan bozulan bütçenin
dengelenmesi, diğer yandan ülke içerisinde tüketim ihtiyacının karşılanması amacıyla
borçlanmanın yüksek faizli maliyeti Türkiye’de 1980 öncesi istikrarın bozulmasında etkili
olmuştur.
1980 öncesi oluşan baskı ve sıkışmışlık, 1980 sonrasında Türkiye’nin liberalleşmesini
bir zorunluluk haline getirdi. Artan döviz ihtiyacı, sermaye ihtiyacının borçlanmayla
giderilememesi, ihracatın artmaması, yerel piyasada enflasyonun patlak vermesi gibi bir çok
makro ve mikro etken Türkiye’nin küresel sermayeye kapısını açmasına neden oldu. 1980 24
Ocak Kararları doğrultusunda ithal ikameci politikalar adım adım terk edilerek dış ticarette
serbestleşmenin önü açıldı. 1989 yılına gelindiğinde sadece ticaretin serbestleştirilmesi değil
finansal liberalizasyon tamamlandığı ve TL’nin konvertibl bir para olarak kabul edilmesi
sağlanmıştır. Finansal serbestleşmenin tamamlanması ile yurt içinde yerleşik kişilerin yurt
dışından borçlanmalarının yolu açılmış oldu (Eğilmez, 2014). Dönemler itibariyle Türkiye’ye
gelen sermaye artmaya başladı ve Türkiye kalkınma amacını gerçekleştirmek için uluslararası
sermaye, dış borç, dış ticaret ve üretim kalemlerini kullanmaya başladı. Uluslararası sermayenin
Türkiye’ye yönelmesi amacıyla devlet tarafından büyük destek ve teşvikler verildi. Çünkü artan
döviz ihtiyacının ihracat ile karşılanamaması yabancı sermayeye olan ihtiyacı daha da fazla
arttırdı. Buna rağmen küresel sermayenin reel sektörlerde yeterince yer bulmaması, bunun
yerine finansal sektörlerde etkili olması dış borç ihtiyacını arttırmıştır.
Türkiye’nin liberalleşme dönemini tamamlanmasının ardından dış borç hem kamu hem
de özel sektör beraberliğinde artmaya devam etti. İç borçlanmanın faiz maliyetinin yükselmesi,
küresel sermayenin konjonktürel dalgalanmalardan çabuk etkilenip yurt dışına çıkması, 1994,
2001, 2008 krizlerinin etkileri gibi birçok sebep özel sektörün ve kamu sektörünün yurt dışından
borçlanmasının önünü açmıştır. Fakat borçlanmanın miktarından çok borçlanmanın
yönetilebilmesi ve sürdürülebilirliği çok daha önemli hale gelmiştir. 2001 Krizi sonrası Güçlü
Ekonomiye Geçiş politikasının başarısı dış borcun GSYH içerisindeki değerini düşürmüş ve dış
borcun yönetilmesi çok daha kolay hale geldi. Buna rağmen son yıllarda gerek Türkiye’nin
128
kendi iç dinamiklerinden gerekse uluslararası politik ve ekonomik belirsizliklerden dolayı dış
borç stokunun GSYH içerisindeki değeri artmaya başladı. Dış borç son yıllarda özellikle özel
sektör açısından temel bir sorun haline gelmeye başlamıştır.
3.1. 2001 Krizi Sonrası Türkiye’nin Dış Borç Göstergeleri
2001 krizinin ardından Türkiye, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve IMF ile yapılan
stand-by anlaşmaları çerçevesinde bütçe disiplinine dayalı, bankacılık sektörünün
güçlendirildiği, iç ve küresel sermayeye ile üretim odaklı yeni bir ekonomik modeli
başlatmıştır. Yapılan çabalar neticesinde Türkiye’de bankacılık sektörü sağlam bir yapıya
oturtulmuş, AB’nin de olumlu karşıladığı güçlü bütçe ve maliye disiplini oluşturulmuş, dış ve
iç borçlanma daha yönetilir bir hale getirilmiştir. Bütün bunların sonucu reel piyasaya
yansıyarak Türkiye ekonomisi hızlı bir büyüme sürecinin içerisine girdi. Kişi başı gelir ise
2002-2010 arası dönemde yaklaşık 5 kat artmıştır. Fakat 2008 Küresel Krizi’nin ardından
dünyanın içerisine girdiği darboğaz ve krizden Türkiye’de etkilenmiştir. Kriz sonrası Türk
ekonomisi küçülmüş, dış borç kalemlerinde artışlar yaşanmış, dış ticaret daralmıştır. Krizin
etkisinin azalması ile küresel ekonominin ivme kazandığı ve Türkiye ekonomisinin tekrar
büyüme sürecine girdiği görülmüştür. Fakat 2015 sonrası Türkiye’nin iç dinamiklerinden ve
uluslararası politik ve ekonomik belirsizliklerinden dolayı makro göstergelere bozulmaya
başladı. 2018 kur sokunun ardından 2019 yılından Türk ekonomisi küçülme eğilimine girerken
enflasyon, dış borç ve kurlar yükselmeye başladı, dış ticaret daralarak cari açığın düşmesine
neden oldu.
Şekil 5’te Türkiye’nin dış borç göstergelerinin GSYH içerisindeki değerlerinin değişimi
gösterilmiştir. 2001 Krizi döneminde AB tanımlı genel yönetim borç stokunun GSYH
içerisindeki değeri %70’in üzerinde iken bu oran giderek azalmış ve 2015 yılında %27’e kadar
gerilemiştir. 2015 sonrası tekrar yükselişe geçerek 2019’un ilk 6 ayında %30’un üzerinde yer
almaktadır. Kamu net borç stokunun değeri 2002 yılında yaklaşık %60 iken bu oran 2015
yılında %30 un altında kalmıştır. Türkiye’nin borç kaleminde kamunun payı giderek azalmış,
özel sektörün payı ise giderek artmıştır. Türkiye’nin brüt dış borç stokunun GSYH içerisinde
değeri 2002 öncesi %55 oranlarında iken bu değer 2011 sonrası tekrar yükselmeye başladı. Son
yedi yılda sürekli bir artış eğilimi içerisinde olan brüt dış borç stokunun GSYH içerisindeki
değeri 2019 ilk altı ayında %60’ı geçmiş durumdadır. Net dış borç stokunun GSYH içerisindeki
değeri 2008 Krizi sonrası sürekli bir artış trendi göstermiştir. Bu oran 2019 yılında yaklaşık
%38 olarak gerçekleşmiştir. Şekilde görüldüğü gibi 2015 sonrası borç kalemlerinin hepsi yukarı
yönlü bir artış sürecine girmiştir. Burada döviz kurlarının artmasının önemli bir etkisi olmuştur.
129
Şekil 5: Borçlanma Kalemlerinin GSYH İçerisindeki Değerleri (%)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri ilk 6 ayın verileridir. Şekil yazar tarafından çizildi.
Şekil 6’da brüt ve net dış borç stokunun değerleri verilmiştir. Türkiye’nin toplam dış
borç stoku 2002 yılından beri sürekli artmaktadır. Brüt dış borç stokunda 2005 öncesine kadar
en büyük pay kamuya aitken bu tarihten sonra kamunun payı azalarak özel sektörün payı
artmıştır. 2002 yılında yaklaşık 170 milyar dolar olan brüt dış borç stoku 2019 yılında 450
milyar dolara kadar yükselmiştir. Benzer şekilde net dış borç stoku 90 milyar dolardan 270
milyar dolara kadar yükselmiştir. Burada brüt dış borç stokunda merkez bankasının payı hem
de dış borç stoku giderek azalmıştır. Özel sektör ve kamunun dış borç stokları değer olarak
sürekli artmıştır fakat toplamda özel sektörün payı kamunun payından daha fazladır.
Şekil 6: Türkiye’nin Brüt Dış Borç Stoku (Milyar Dolar)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019 verileri ilk 6 içindir. Şekil yazar tarafından çizildi.
Şekil 7’de dış borç faiz ödemeleri (DBFÖ), merkezi yönetim faiz harcamaları (MYFH)
ve kamu kesimi borçlanma gereğinin (KKBG) GSYH içerisindeki değerlerinin değişimi
gösterilmiştir. Merkez yönetim faiz harcamalarının GSYH içerisindeki değeri 2002 yılında
0
10
20
30
40
50
60
70
80
AB TanımlıGYBS(%GSYH)
Kamu NetBorçStoku(%GSYH)
Brüt Dış BorçStoku(%GSYH)
Net Dış BorçStoku(%GSYH)
0
50
100
150
200
250
300
350
400
450
500
Brüt ToplamDış BorçStokuBRÜT KAMUSEKTÖRÜ
BRÜT TCMB
BRÜTÖZELSEKTÖR
130
yaklaşık %14 iken bu oran 2016 yılında %2’nin altına kadar gerilemiştir. 2016 yılı sonrası
tekrar yükselmeye başlamış olmasına karşın son 16 yılda MYFH değerinin GSYH içerisindeki
düşüşü oldukça önemlidir. Kamu kesimi borçlanma gereği bütçede oluşan gelir gider
dengesizliğinin sonucu olarak kamuya gerekli olan finansal kaynağı göstermektedir. Şekilde
görüldüğü gibi KKBG 2002 yılında yaklaşık %9 oranında iken bu oran 2006 yılında negatif
olmuştur. Fakat küresel krizin etkisi ile tekrar %4’ün üzerine çıkmıştır. KKBG değişkenini
oldukça istikrarsız bir şekil aldığı görülmektedir. 2015 yılında neredeyse sıfır değerini alan bu
oran 2015 yılından sonra tekrar yükselmeye başladı ve bütçenin dengelenmesi için kamu
borçlanma gereği artmaya başladı. Dış borç faiz ödemelerinde çok büyük bir değişiklik
olmamasına karşın bu oran 2002 yılında %2 iken 2014 yılında %1 olarak gerçekleşmiştir. 2014
sonrası Türkiye ekonomisinin dalgalanmaya başlaması ile beraber dış borç faiz ödemelerinin
GSYH içerisindeki değeri de artmaya başlayarak 2018 yılında yaklaşık %1.9 olarak
gerçekleşmiştir.
Şekil 7: DBFÖ, MYFH ve KKBG Değerlerinin GSYH İçerisindeki Değerleri (%)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2018* verileri geçicidir,2019** verileri ise YEP te yer alan hedef
orandır. Şekil yazar tarafından çizildi.
Türkiye’nin iyi yönettiği kalemlerden biri olan genel yönetim borç stokunun GSYH
içerisindeki değerini AB ortalamasının ve Maastricht Kriterleri’nde yer alan %60 oranın
oldukça altına indirmeyi başarmıştır. 2002 sonrası bütçe disiplininde taviz vermeyen
Türkiye’nin yakalamış olduğu başarı sayesinde Türk ekonomisi 2002-2014 arası dönemde
oldukça sağlam bir alt yapıya kavuşmuştur. Sağlam bankacılık sektörünün de etkisi ile hızlı bir
kalkınma sürecine giren Türkiye ekonomisi 2015 sonrası itibariyle eski performansını
kaybetmeye başladı. Özellikle kamu borç stoku, net borç stoku, net olmayan borç stoku
kalemlerinde önemli artışlar meydana gelmiştir. Artan borç yükünün döviz kurları üzerinden
ağırlıklı olması hem kamunun hem de özel sektörün maliyetlerinde sorun teşkil edecek artışlara
neden olmaktadır.
-4
-2
0
2
4
6
8
10
12
14
16Dış Borç FaizÖdemeleri(%GSYH)
MerkezYönetim FaizHarcamaalrı(%GSYH)
KKBG(%GSYH)
131
Şekil 8: Türkiye’de Dış Borç Stoku (%GSYH) ve Makro Ekonomik Değişkenlerin
Değişimi
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, TUİK, TCMB, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından
çizildi.
Şekil 8’de dış borç stokunun ve dış ticaret açığı (%GSYH), TÜFE oranı, Kur, ve
büyüme oranları gösterilmiştir. Dış borç stoku, TÜFE ve dolar kuru 2010-2019 dönemleri
arasında genel olarak sürekli artış trendine sahiptir. Ekonomik büyüme ise 2010’dan sonra
sürekli dalgalanmalar göstermesine karşın azalış tredine sahiptir ve 2017 sonrası ekonomik
büyümedeki artış giderek azalmıştır. Dış ticaret açığı 2016 yılına kadar azalırken bu tarihten
sonra artmaya devam etmiştir. Özellikle büyümenin azalması, kurların giderek yükselmesi bir
yandan enflasyonu hızlandırırken diğer yandan dış stokunda artışlara neden olmaktadır.
Şekil 9: Türkiye’de Kısa Dönem ve Uzun Dönem Borçlar (%Toplam Dış Borç Stoku)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından çizildi.
Şekil 9’da dış borç stokunun kısa ve uzun dönem dağılımını göstermektedir. 2010
sonrası uzun dönem dış borçlanmanın toplam dış borç stoku içerisindeki payı giderek azalmış
fakat 2013 sonrası tekrar yükselişe geçmiştir. Son yıllarda toplam dış borç stokunun %70’den
fazlası uzun dönemli olmuştur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde kısa dönemli dış borç
makroekonomik sorunlara yol açmaktadır. Özellikle kurların sürekli artış eğiliminde olduğu
-10
0
10
20
30
40
50
60
70
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019*
TÜFE
Kur(DOLAR)
Büyüme
DTA/GSYH
Dış Borç
Stoku/GSYH
0
0,1
0,2
0,3
0,4
0,5
0,6
0,7
0,8
2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019
Kısa
Dönem
Uzun
Dönem
132
ülkelerde borçlanmanın maliyetinin artması ve kısa dönem sonunda özel sektörün ödeme
yükünün artması bu ülkelerde dış borcun yönetilmemesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu
nedenle uzun dönemli dış borç daha avantajlı olabilmektedir.
Şekil 10: Türkiye’de Dış Borç Stokunun Döviz Kompozisyonu (Toplam Dış Borç Stoku
İçerisindeki Payı %)
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2019. Not: 2019* verileri geçicidir. Şekil yazar tarafından çizildi.
Şekil 10’da Türkiye’de dış borcun döviz cinsinden dağılımını göstermektedir. 2015
yılında toplam dış borcun %63’ü dolar üzerinden iken 2019 yılında bu oran %60’ın altına
düşmüştür. Dolar bazlı dış borcun düşmesinin nedeni Euro üzerinden dış borçlanmanın son
yıllarda artmasıdır. 2015 yılında Euro ğzerinden borçlanma toplam dış borç stoku içerisindeki
payı %30’un altında iken bu oran 2019 yılında %33’ e yükselmiştir. TL üzerinden dış
borçlanma ise giderek azalmakta ve bu oran 2019 yılında yaklaşık %5’tir. Toplamda dış
borçlanmanın yaklaşık %95’i yabancı para üzerindendir. Bu açıdan değerlendirmek gerekirse
Türkiye’de 2012 sonrası %100 daha fazla artan kurlar borçlanma maliyetlerini de sürekli
arttırmaktadır. Kısa dönemli borçlanmanın ödeme vaadi geldiğinde daha da değerlenmiş olan
yabancı paralar nedeniyle özel şirketlerin ödeme güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır.
3.2. Literatür Taraması
Dış borç üzerine yapılmış çalışmalar literatürde oldukça fazladır. Aşağıdaki Tablo 1’de
dış borç üzerine yapılmış bazı çalışmalara ve sonuçlarına yer verilmiştir.
Tablo 1: Literatürde Dış Borç Üzerine Seçilmiş Çalışmalar
Çalışmayı
Yapan
Kapsam,
Dönem
Kullanılan
Değişkenler
Yöntem Sonuç
Peker ve
Bölükbaş,
2013
Türkiye,
1994:Q2-
2010:Q2
Dış Borç, İç Borç,
Kamu Harcamaları
Zaman Serileri
analizi: Nedensellik
Testi
İç Borçlanma ve Kamu
Harcamaları Dış Borcu
belirlemeden önemli etkiye
sahiptir
0
0,1
0,2
0,3
0,4
0,5
0,6
0,7
2015 2016 2017 2018 2019
Dolar
EURO
TL
Japon
Yeni
Diğer
133
Kamacı, 2016 Türkiye ve 6
Orta Asya
Cumhuriyet:
1995-2014
Dış Borçlar,
Ekonomik
Büyüme, Enflasyon
Panel Veri Analizi:
Nedensellik Testi
Dış borçlardan ekonomik
büyümeye doğru nedensellik
varken dış borçla ile enflasyon
arasında bir ilişki yoktur.
Doruk, 2018 Türkiye,
1970-2014
Dış Borç, Büyüme,
Tasarruf, Sermaye,
Beşeri Sermaye
Zaman Serileri
Analizi:
Eşbütünleşme
Dış borçların ekonomik
büyüme üzerinde doğrudan
etkisi yoktur. Fakat dış borçlar
tasarruf, sermaye, beşeri
sermaye üzerinden büyümeyi
etkiliyor.
Saraç ve
Yücel, 2017
Türkiye,
2000-2016
Dış Borç,
Ekonomik Büyüme
Zaman Serileri
Analizi: Eşik Değer
Regresyon Analizi
Dış borç düzeyi ekonomik
büyümeyi olumsuz yönde
etkilemektedir.
Akduğan,
2017
Türkiye,
1970-2015
Dış Borç Stoku,
Enflasyon, Döviz
Kuru, GSYH,
Bütçe, Para Arzı,
Dış Açık, Yurt İçi
Krediler
Zaman Serileri
Analizi: ARDL sınır
Testi
Enflasyon, para arzı ve döviz
kurunun dış borç stoku
üzerinde negatif bir etkisi
vardır. GSYH, borç servisi,
bütçe dengesi, krediler ve dış
açıklar dış borç stoku üzerinde
pozitif bir etkiye sahiptir.
İpek ve
Esener, 2014
Türkiye,
1971-2012
Dış Borç ve
Savunma Sanayi
Hacamaları
Zaman Serileri
Analizi: Sınır
Testi/ARDL
Savunma harcamalarının kısa
ve uzun dönemde dış borçlar
üzerinde etkisi pozitif yönlü bir
etkiye sahiptir.
4. AMPİRİK ANALİZ
Dış borç stokunun etkilendiği birçok değişken vardır. Çalışmalarda dış borç stoku
üzerine etkisi olacağı düşülen ve en çok çalışılan değişkenler; kur, enflasyon, devlet iç
borçlanma senetleri faiz oranları (DİBS), kamu harcamaları, dış ticaret açıkları, cari açık, yurt
içi tasarruf oranları, iç borçlanma, bütçe açığı, ekonomik büyüme, küresel faiz oranları,
borçlanmanın vadesi, borçlanma para cinsinden değeridir. Bu çalışmada ise Türkiye’de son
yıllarda yükselmeye başlayan dış borç stokunu etkilediği bilinen kur, enflasyon, DİBS, kamu
harcamaları, dış ticaret açığı ve GSYH değişkenleri analiz edilmiştir. Çalışma, bazı serilerin
önceki dönemine ait datalara ulaşmak güç olduğu için 2006-Q1- 2019-Q2 dönemi
kapsamaktadır. Analizde kullanılan verilerden DİBS kupon oranları Hazine ve Maliye
Bakanlığı veri dağıtım sisteminden, diğer değişkenler ise TCMB elektronik veri dağıtım
sisteminden alınmıştır. Serilerin birbirine yakın düzeye indirilmesi amacıyla excel
programından logaritmaları alınmıştır. Çeyrek dönemlik verilerden oluşması nedeniyle seriler
mevsimsel etkiden arındırılmıştır. Durağan olmayan serilerle çalışıldığında çeşitli sorunlar
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle serilerin birim kök sınaması Augmented Dickey-Fuller(ADF)
ile yapılmıştır. Durağan hale gelen serilerle Johansen Eş bütünleşme testi yapılmıştır. Daha
sonra Granger Nedensellik testi yapılarak seriler arasındaki ilişkinin yönü belirlenmiştir.
134
4.1. Araştırmanın Yöntemi Ve Model
Eviews 9 paketi ile zaman serileri yöntemi ile çoklu regresyon analizi yapılmıştır.
Çalışmada yapılan testler, ADF birim kök testi, Johansen Eş bütünleşme testi ve Granger
Nedensellik Testi’dir.
Model: Y = β0 + β1 X1 + β2 X2 + β3 X3 + β4 X4 + β5 X5 + β6 X6 +Ut
Yukarıda yer alan modelde Y değişkeni modelde kullanılan bağımlı değişkeni, X1, X2
ve X3 değişkenleri ise bağımsız değişkenleri ifade etmektedir. β0 modelin sabit terimi, Ut ise
hata terimini ifade etmektedir. Modeldeki β değişkenleri modeldeki değişkenlerin katsayılarını
göstermektedir.
DBS= = β0 + β1 Kur + β2 GDP + β3DİBS + β4 Enf + β5 KH + β6 DTA +Ut
Serilerin Tanımlanması:
DBS= Dış Borç Stoku (Dolar değeri ile logaritması alınmış seridir)
Kur= Dolar Kuru ( TL karşılığı alış ve satışın ortalamasını ifade eder)
GDP= GSYH (Dolar değeri ile logaritması alınmış seridir)
ENF= Enflasyon ( Tüketici Fiyatları Endeksi)
KH= Kamu Harcamaları (Merkezi Yönetim Bütçe Harcamaları= Dolara Dönüştürülmüş
ve logaritması alınmıştır)
DTA= Dış ticaret Açığı (Dolar değeri ile logaritması alınmış İthalat-İhracat değeridir)
DİBS= Devlet İç Borçlanma Senedi Kupon oranları (2007-2019 arası ‘’Faiz tipi-ihaleye
endeksli’’, ‘’kupon periyodu-6 aylık’’ olan, 2006 içinse ‘’Faiz tipi-Sabit’’ değişkeni
kullanılmıştır.)
4.2. Araştırma ve Test Sonuçları
4.2.1. ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Ekonometrik analizlerde kullanılan değişkenlerin birim köklerden kurtulup durağan
hale gelmesi çalışmanın sonuçlarının daha gerçekçi olması için bir gerekliliktir. Çalışmada
kullanılan serilerin varyansı ve ortalaması bir dönem içinde değişmiyor ve ortak varyans (iki
dönem için ortak varyans) varyansın hesaplandığı dönem de değil de iki dönem arasında var
olan uzaklığa bağlı olarak bir değer alıyorsa bu serinin durağan olduğu kabul edilir (Gujarati,
1997:713). Fakat durağan olmayan serilerle yapılan analizlerde dönemler itibariyle bir birini
takip eden çeşitli sorunlara yol açabilir. Örneğin dönemlerden birinde meydana gelen olası bir
şok ya da kriz diğer dönemleri de etkileyebilir. Eğer böyle bir analiz yapılırsa çalışmada sahte
regresyona neden olur, böylece T ve istatistikleri hatalı değerler alarak analizin sonuçlarını ve
modelin anlamlılığını yitirmesine neden olur(Granger and Newbold, 1974).
Dickey-Fuller Testi’nin aşamaları şöyledir:
Sabit terim ve trend içermeyen model : ∆Yt= γYt-1 + ut (1)
Sabit terim içeren model : ∆Yt= α0 + γYt-1 + ut (2)
Sabit terim ve trend içeren model : ∆Yt= α0 + α1t+ γYt-1 + ut (3)
DF test istatistikleri Mackinnon kritik değerleri ile karşılaştırılır. Sıfır hipotezi - Ho: γ =0 ile
alternatif H1 hipotezi -Ho: γ ≠0 karşılaştırılarak test edilir. H0 hipotezi yani boş hipoteze göre
seri birim kök içermektedir. Alternatif hipotez olan H1 hipotezi ise serinin birim kök
barındırmadığını ve serinin durağan olduğunu ifade eder. Ut hata teriminin içsel bağlantılı
olması halinde yeni model şu şekilde yazılır:
∆Yt= α0 + α1t + γYt-1+ βii=1 ∆Yt-1 + Ut
135
Modele eklenen m, gecikme uzunluğunu, ∆ sembolü ise modeldeki fark operatörünü ifade
etmektedir. Dickey-Fuller(DF) testinin genişletilmiş hali Augmented Dickey-Fuller Test (ADF)
olarak adlandırılır. Sonuçların durağanlık analizi ADF testi yapılmıştır.
Hipotezler:
H0: γ=0 seride birim kök vardır, seri durağan değildir,
H1: γ≠0 Seride birim kök yoktur, seri durağandır.
Birim kök test sonuçlarında hipotezlere yönelik verilecek karar için 2 yol vardır: ADF test >
Kritik Değer ve PP test> Kritik Değer ise Ho ret, H1 kabul, seri durağandır. Eğer tersi bir sonuç
çıkarsa H0 kabul ve seride birim kök vardır. Olasılık değeri (Prob) eğer %5’ten küçükse ise
(P<0,05) Ho ret, H1 kabul, seri durağandır ve birim kök yoktur. Tersi durumda H0 kabul ve
seride birim kök vardır (Petek ve Şanlı, 2019:62).
Tablo 2: ADF Birim Kök Testi Sonuçları
Değişkenler ADF Testi Kritik Değerler P-Olasılık
Değeri
Karar
%1 %5 %10
DBS -1,77 -4,14 -3,49 -3,17 0,70 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dDBS -4,59 -3,56 -2,91 -2,59 0,0005 Ho Red, Seri Durağandır
DİBS -1,71 -4,14 -3,49 -3,17 0,73 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dDİBS -8,15 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır
DTA -2,16 -4,14 -3,49 -3,17 0,49 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dDTA -6,64 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır
ENF 0,59 -4,14 -3,49 -3,17 0,99 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dENF -5,23 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır
GDP -1,63 -4,14 -3,49 -3,17 0,76 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dGDP -5,27 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır
KH 0,46 -4,14 -3,49 -3,17 0,81 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dKH -6,10 -3,56 -2,91 -2,59 0,0001 Ho Red, Seri Durağandır
Kur -1,23 -4,14 -3,49 -3,17 0,89 Ho Kabul, Seri Durağan Değildir
dKUR -5,66 -3,56 -2,91 -2,59 0,0000 Ho Red, Seri Durağandır
Not: Düzey değerde sabit terim ve trendli, birinci farkta sabit terimli model kullanıldı. Serilerin başındaki ‘’d’’
sembolü, düzey değerde durağan olmayıp birinci dereceden farkı alınarak durağan hale gelen serileri ifade
etmektedir. ADF testi %1 anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Birim kök testleri Schwarz bilgi kriterlerine
göre yapılmıştır.
Tablo 2’de serilerin ADF test sonuçları gösterilmiştir. Bütün değişkenler düzey değerde
birim kök içermektedir ve seriler durağan değildir. Serilerin düzey değerde ADF t istatistik
sonuçları kritik değerlerden (%1, %5 ve %10) küçük olduğu ve aynı zamanda p olasılık
değerlerinin %5’ten büyük olduğu görülmektedir. Bu durumda H0 hipotezi kabul edilir. Fakat
serilerin birinci farkı alındığında ADF t istatistik değerlerinin kritik değerlerden büyük olduğu,
136
aynı zaman da p olasılık değerlerinin %5’ten küçük olduğu görülmektedir. Bu durumda seriler,
birinci farkları alındığında durağan hale gelmektedir ve seriler birim kökten kurtulmaktadır. Ho
red, alternatif H1 hipotezi kabul edilir.
DBS(I), DİBS(I), DTA(I), ENF(I), GDP(I), KH(I), KUR(I).
4.2.2. Johansen Eş Bütünleşme Testi ve Sonuçları
Farkı alınarak durağan hale gelen serilerle yapılan analizlerde çeşitli sorunlar ortaya
çıkmaktadır. Örneğin serilerin farkı alındığında geçmiş dönemde maruz kalınan şoklar yok
olurken diğer yandan da uzun dönem ilişkilerinin ortadan kaybolmasına neden olabilmektedir.
Uzun dönem ilişkisinin yol olması ile uzun dönem dengesinden sapmalar ortaya çıkmaktadır
(Tarı, 2014:415). Durağan olmayan serilerle yanlış t, f istatistik sonuçları çıkarken, farkı alınan
serilerde de yukarıdaki sorunların ortaya çıkmasına karşın geliştirilen eş bütünleşme testi
sayesinde farkı alınan serilerle yapılan analizlerde yukarıdaki sorunların ortadan kalktığı
görülmektedir. Eş bütünleşme olabilmesi için serilerin aynı dereceden durağan olması ve düzey
değerde bütünleşik olması gerekmektedir. Bu durumda serilerin farkı alınması ile kaybolma
ihtimali olan uzun dönem ilişkisinin artık kaybolmayacağı sonucuna ulaşılır (Gujarati,
2006:726). 1987 yılında Engle ve Granger’in geliştirdiği eş bütünleşme testi tek denklemli iken
1998 Johansen ve 1990 Johansen-Jelisul’un geliştirdiği eş bütünleşme testi ikiden fazla
değişkeni içeren ve çok denklemli eş bütünleşme testidir. Johansen eş bütünleşme testi VAR
analizine dayanır ve birden fazla açıklayıcı değişkenle yapılan analizde bu seriler arasından
birde fazla eş bütünleşme olabileceğini ifade eder. Engle-Granger eş bütünleşme testine göre
daha iyi sonuçlar veren Johansen eş bütünleşme testi bu çalışmada birden fazla açıklayıcı
değişken olduğu için kullanılmıştır (Petek ve Şanlı, 2019: 64-65).
Tablo 3: VAR modeli İle Uygun Gecikme Uzunluğun Belirlenmesi
Lag LogL LR FPE AIC SC HQ
0 472.1985 NA 9.01e-18 -19.38327 -19.11039* -19.28015
1 540.1422 113.2396* 4.18e-18* -20.17259 -17.98953 -19.34761*
2 574.7841 47.63249 8.66e-18 -19.57434 -15.48108 -18.02749
3 633.8353 63.97219 8.20e-18 -19.99314 -13.98970 -17.72443
4 698.0243 50.81632 9.90e-18 -20.62601 -12.71239 -17.63545
5 803.4517 52.71367 5.62e-18 -22.97715* -13.15335 -19.26472
Not: LR: LR Test İstatistiği, FPE: Son Tahmin Hatası, AIC: Akaike Bilgi Kriteri, SC: Schwarz Bilgi Kriteri, HQ:
Hannan-Quinn Bilgi Kriterini göstermektedir.
Tablo 3’de eş bütünleşme testi için uygun gecikme uzunluğunun sonuçları verilmiştir.
Bilgi kriterleri çerçevesinde uygun gecikme uzunluğu üzerinde en çok yıldız olan 1 gecikmedir.
O halde eş bütünleşme analizi için uygun gecikme uzunluğu 1’dir.
137
Tablo 4: Johansen Eş Bütünleşme Test Sonuçları
İz İstatistiği KritikDeğer(%5) Prob MaksimumÖzdeğerİstatistiği KritikDeğer%5 Prob
Yok* 152.8640 139.2753 0.0063 56.45067 49.58633 0.0084
En Az 1 96.41337 107.3466 0.2091 27.49061 43.41977 0.7827
Not: Eş bütünleşme analizi için gerekli olan gecikme uzunluğu VAR yardımıyla HQ, FPE ve LR kriterleri
kullanılarak 1 olarak belirlenmiştir.
Tablo 4’de Joahsen eş bütünleşme testi sonuçları verilmiştir. Buna göre İz istatistik
değerleri ve Maksimum Öz değer istatistik sonuçları kritik değerden büyük olduğu için %5
anlamlılık düzeyinde modelde 1 tane eş bütünleşme vektörünün bulunduğu tespit edildi. Aynı
zamanda prob değerleri de 0,05’ten küçük olduğu için sonuçların anlamlı ve doğru olduğu
görülmektedir. ‘’En Az 1’’ düzeyinde ise İz istatistikleri ve maksimum öz değer istatistikleri
kritik değerlerden küçüktür, prob değerleri de 0,05’ten büyük olduğu için %5 anlamlılık
düzeyinde ikinci bir eş bütünleşme vektörü yoktur. Sonuç olarak seriler arasında en az 1 tane
eş bütünleşme ilişkisi vardır ve sıfır hipotezi reddedilerek alternatif H1 hipotezi kabul edilir.
Buna göre çalışmada kullanılan 7 seri eş bütünleşiktir. Dolayısıyla seriler arasında uzun
dönemli bir ilişki vardır.
Tablo 5: Hata Terimi için ADF Birim Kök Testi
ADF Test İstatistiği: -3.50 Prob: 0.049
Kritik Değer: %1: -4,14
%5: -3,50
%10: -3.17
%5’te Hata Terimi Düzey Değerde Durağan Çıkmıştır.
Serilerle uzun dönem analizi yapılınca seriler kısa dönem dengesinde sapmalar
gösterebilir. Bu sapmaların uzun dönemde ortadan kaybolup kaybomadığını hata teriminin
düzey değerde durağan olması ise görmek mümkündür. Hata terimi düzeyde durağansa uzun
dönemde birlikte hareket eden seriler arasında, kısa dönemde meydana gelen sapmalar ortadan
kalkmakta ve seriler uzun dönemde tekrar denge noktasına ulaşmaktadır. Tablo 5, hata terimi
için yapılmış ADF birim kök testi sonuçlarını göstermektedir. O halde bu modelde seriler
arasında yapılan uzun dönem analizinde serilerin birlikte hareket etmesi sonucu kısa dönemde
meydana gelen sapmalar uzun dönemde tekrar denge durumuna gelmektedir. Böylece yapılan
analizlerin güvenilirliği de gösterilmiş oldu. Sonuç olarak bütün seriler uzun dönemde birlikte
hareket etmekte ve kısa dönemde meydana gelen sapmalar uzun dönemde ortadan kalmaktadır.
Tablo 6: EKK Model Tahmin Sonuçları
Değişken Kat Sayı Standart Hata t-Statistic Prob.
KUR 0.279845 0.084933 3.294886 0.0019
GDP 0.687662 0.093904 7.323050 0.0000
ENF 0.543057 0.029470 18.42764 0.0000
DTA -0.076491 0.024838 -3.079615 0.0035
DIBSF -0.008478 0.028590 -0.296541 0.7682
KH 0.014689 0.051795 0.283602 0.7780
C -2.843290 1.123120 -2.531600 0.0148
138
Model Tahmin Sonuçları
R2=0.97, Fis=370, Fprob=0,000
Tablo 6’da model tahmin sonuçları gösterilmiştir. Devlet iç borçlanma faiz oranları ve
kamu harcamaları anlamlı çıkmadığı için modele dahil edilmemiştir. Buna göre tahmin edilen
model aşağıdaki gibidir.
DBS=-2.84 + 0.27 Kur+ 0.68 GDP+0.54ENF - 0.07DTA
Kur, GSYH ve enflasyon dış borç stoku üzerinde pozitif bir etkiye sahip iken dış ticaret
açığı dış borç stoku üzerinde negatif yönlü bir etkiye sahiptir. Kur, GSYH ve enflasyon arttıkça
Türkiye’de dış borçlar artmaktadır. Fakat dış ticaret açığının artması dış borç stokunu
azaltmaktadır. Teorik olarak beklenen Türkiye’de kur ve enflasyonun dış borç stokunu arttırdığı
şeklindedir. Benzer şekilde Türkiye’de yabancı sermayenin, ithalatın ve borçlanmanın
ekonomik büyümeyi arttırdığı bilinmektedir. Bu nedenle GSYH arttıkça Türkiye’nin dış borcu
da artmaya devam etmektedir.
3.2.3. Granger Nedensellik Testi ve Sonuçları
Bazı durumlarda iktisat teorisi tarafından açıklanamayan değişkenler arası ilişkinin
yönü, nedensellik testi ile belirlenebilmektedir. Değişkenler arası ilişkinin yönünün tespiti için
geliştirilen Granger Nedensellik testinde bağımlı-bağımsız ayrımı olmadan iki yönlü ilişki
incelenebilmektedir. Granger nedensellik testinde sonuçların doğru olabilmesi için serilerin
durağan olması gerekmektedir (Değer ve Demir, 2015:10).
Tablo 7: Granger Nedensellik Sonuçları
Ki-Kare Prob Karar
dDIBSF→dDBS 5.868480 0.0532 Var
dDTA→dDBS 5.091242 0.0784 Var
dENF→dDBS 5.774715 0.0557 Var
dGDP→dDBS 9.742053 0.0077 Var
dKH→dDBS 1.100625 0.5768 Yok
dKUR→dDBS 2.730650 0.2553 Yok
dDBS→ dKUR 5.969925 0.0505 Var
dDBS→ dGDP 8.076766 0.0176 Var
Not: Nedensellik analizi için gerekli olan gecikme uzunluğu VAR yardımıyla HQ, FPE ve LR kriterleri
kullanılarak 1 olarak belirlenmiştir.
Tablo 7, bağımlı değişkenle bağımsız değişkenler arasında Granger nedensellik test
sonuçlarını vermektedir. Analiz sonuçlarına göre dış borç stoku (DBS) ile kamu harcamaları
(KH) arasında tek yönlü veya iki yönlü herhangi bir nedensellik ilişkisi yoktur. Kur değişkeni
ise dış borç stokunun nedeni değilken dış borç stoku kurların Granger nedenidir. Ayrıca, GDP,
enflasyon (ENF), devlet iç borçlanma senedi kupon oranları (DİBSF) ve dış ticaret açıkları
(DTA), dış borç stoklarının (DBS) Granger nedeni iken DBS ise sadece Kur ve GDP’nin
Granger nedenidir.
139
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Gelişmekte olan ülkeler arasında ekonomik büyümesi oldukça yüksek olan Türkiye’de
dış borçlanma giderek artmaktadır. İç piyasada aksaklıkların giderilmesi, özel sektör dış
ödemelerinin ve özel sektör finansal ihtiyacının karşılanması amacıyla artan dış borçlanmanın
maliyeti de artmaktadır. Net dış borç stokunun GSYH içerisindeki oranında Türkiye AB
ülkelerinin ortalamasının altındadır. Fakat 2010’a kadar oldukça azalan brüt dış borç stokunun
GSYH içerisindeki payı, 2010 sonrası yükselmeye devam ederek %60 oranına yaklaşmıştır.
Türkiye’de net ve ya brüt dış borç stokunda AB ve diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında
oldukça iyi bir olmasına karşın dış borç ödemelerinin %95’inin döviz üzerinden olması,
Türkiye’de gelişmiş ülkelere göre dış borcun daha büyük bir problemlere yol açmaktadır.
Fransa, İngiltere, Hollanda, ABD gibi gelişmiş ülkelerde dış borç stokunun GSYH içerisindeki
payı %100’ü aşmış durumdadır. Fakat borçların bu ülkelerde Euro veya dolar üzerinden olması
büyük avantaj yaratırken Türkiye, Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde dezavantajlı
bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Kurların yükselmesi, borç maliyetlerini arttırırken özel
sektörün ödeme güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra borçların kapanması
için gerekli olan döviz iç piyasada ihracat, turizm ve ya merkez bankaları aracılığı ile
sağlanamadığında yeniden borçlanmaya neden olmaktadır. Kısacası dış borç dış borcun önünü
açmaktadır. Dış borcun vade yapısı da önemlidir. Uzun vadeli dış borçlanma kısa vadeli
borçlanmaya göre yönetilmesi daha kolaydır. Türkiye’de dış borçların yaklaşık %70’i uzun
dönem iken %30’u kısa dönemlidir. Türkiye açısından dış borcun yönetilmesinde kurlar ve
borcun vadesi oldukça önemlidir.
Türkiye’de dış borçlanmanın nedenleri arasında özel sektörün finans ihtiyacı, cari açığın
kapanması için gereken döviz ihtiyacı, kamu açıkları, enflasyon, iç borçlanma maliyetlerinin
yüksekliği, uygun dış borç imkânı gibi birçok sebep vardır. Çalışmanın analiz kısmında bağımlı
değişken olan dış borç stoku ile bağımsız değişkenler olarak GSYH, enflasyon, faiz oranları,
dış ticaret açığı, dolar kuru ve kamu harcamaları değişkenleri analiz edilmiştir. Johansen eş
bütünleşme testi sonuçlarına göre, seriler arasında bir tane eş bütünleşme ilişkisi vardır ve
seriler uzun dönemde birlikte hareket etmektedir. Modele eklenen hata teriminin düzey değerde
durağan çıktığı görülmüş ve buna göre kısa dönemde meydana gelen sapmalar uzun dönemde
ortadan kalkmaktadır. Değişkenlerden kamu harcamaları ve devlet iç borçlanma senetleri faiz
oranları anlamlı çıkmadığı için tahmin edilmiş modele dahil edilmemiştir. Model tahmini
sonucuna göre, enflasyon, kur ve GSYH değişkenlerinde meydana gelenler artışlar dış borç
stokunu arttırırken, dış ticaret açığında meydana gelen artışlar dış borç stokunu azaltmaktadır.
Son olarak Granger nedensellik testi yapılmıştır. Devlet iç borçlanma senedi faiz oranları,
GSYH, enflasyon ve dış ticaret açığı değişkenlerinden dış borç stokuna doğru bir nedensellik
ilişkisi vardır. Fakat kur değişkeni dış borç stokunun nedeni değilken dış borç stoku kurun
nedeni çıkmıştır. Kamu harcamaları ile dış borç stoku arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi
yoktur. Son olarak dış borç stoku GSYH’nin Granger nedenidir. Yani GSYH ile dış borç stoku
arasında çift yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır.
Sonuç olarak Türkiye’de dış borç stoku kur, enflasyon, GSYH, dış ticaret, kamu
harcamaları gibi birçok makro değişkenden etkilenmektedir. Ayrıca dış borçlanmanın vade
yapısı Türkiye’de dış borçların yönetilmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Son yıllarda dış
borç stokunda meydana gelen artışlar döviz ihtiyacını arttırmaktadır. Kurlarda meydana gelen
artışlar ise iç piyasada maliyetleri arttırırken artan döviz ihtiyacı daha fazla dış borçlanmaya
neden olmaktadır. Türkiye’de etkili bir dış borç politikasının sürdürülebilirliği açısından iç
piyasada oluşabilecek siyasi, toplumsal ve ekonomik dalgalanmaların önüne geçilmesi önem
arz etmektedir.
140
KAYNAKÇA
Akduğan, U. (2017) ‘‘Türkiye’de Dış Borç Stokunun Belirleyicileri’’, Business and Economics
Research Journal, 8(29, 183-202.
Değer, O. ve Demir, M. (2015) ‘‘Reel Efektif Döviz Kuru ve Dış Ticaret Hacmi Arasındaki
Nedensellik İlişkisi: Türkiye Örneği’’, Finans Politik ve Ekonomik Yorumlar, 52 (604),
7-21.
Doruk, Ö. T. (2018) ‘‘Dış Borçlar ve Ekonomik Büyüme: Türkiye Ekonomisinde 1970-2014
Dönemi için Ampirik Bir inceleme’’, Maliye Dergisi, 175: 96-114.
Dünya Bankası, (2019). https://data.worldbank.org/indicator/DT.DOD.DECT.CD
Eğilmez, M. (2014) ‘‘Konvertibilite. Kendime Yazılar’’,
http://www.mahfiegilmez.com/2014/03/konvertibilite.html
Erkan, Ç, Tutar, E., Tutar, F. ve Eren, M.V. (2012) ‘‘Türkiye’nin Dış Borçlarının Analizi
(1980–2012)’’, INTERNATIONAL CONFERENCE ON EURASIAN ECONOMIES
2012, 312-318.
GFP, (2019). https://www.globalfirepower.com/external-debt-by-country.asp
Granger,C.W.L. ve Newbold, P. (1974) ‘‘Spurious Regresion in Econometrics’’, Journal of
Econometrics, 2, 111-120.
Gujarati, D.N. (2006) ‘‘Basic Econometric’’, MC Graw Hill. 3. Edition, İstanbul Literatür
Yayıncılık.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, (2019). https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/10/BOR%C3%87-
GOSTERGELER%C4%B0-TR.pdf
Ijirshar, V.U., Joseph, F., ve Godoo, M. (2016) ‘‘The Relationship between External Debt and
Economic Growth in Nigeria’’, International Journal of Economics & Management
Sciences, 6(1), 1-5.
Index Mundi, (2019). https://www.indexmundi.com/g/g.aspx?c=ei&v=94
İpek, E. ve Esener, S.C. (2014) ‘‘Borçlanmayı Savunmak: Dış Borcun Bir Belirleyicisi Olarak
Savunma Harcamaları’’, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 9(3), 69-94.
Kamacı, A. (2016) ‘‘Dış Borçların Ekonomik Büyüme ve Enflasyon Üzerine Etkileri: Panel
Eşbütünleşme ve Panel Nedensellik Analizi’’, INTJCSS, 2(1), 165-175.
Kepenek, Y. ve N. Yentürk (2005) ‘‘Türkiye Ekonomisi’’, 19.Baskı, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Koçak, A. (2009) ‘‘Küresel Dönemde Türkiye’nin Borç Yapısındaki Dönüşüm’’, Maliye
Dergisi, s.157, 65-84.
Peker, O. ve Bölükbaş, M. (2013) ‘‘Türkiye’de Dış Borçlanmanın Belirleyicileri: Ekonometrik
Bir Analiz’’, Atatürk Üniversitesi İİBF Dergisi, 27(2), 289-302.
Petek, A. ve Şanlı, O. (2019) ‘‘Türkiye’de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, Döviz Kurları ve Sanayi
Üretim Endeksinin Kapasite Kullanım Oranları Üzerine Etkileri: Zaman Serileri
Analizi.’’, IREM, 7(1), 49-73.
Saraç, T.B. ve Yücel, M.H. (2017) ‘‘ Dış Borç ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği’’,
Turan Stratejik Araştırma Merkezi, 9(35), 15-20.
SETA, 2010. Geçmişten Günümüze Türkiye’de Dış Borç.
http://file.setav.org/Files/Pdf/gecmisten-gunumuze-turkiyede-dis-borclar.pdf
141
Şahin, B.E. (2012) ‘‘Türkiye’de Dış Borç Sorunu ve Avrupa Borç Krizi’nin Etkileri’’, Hukuk
ve İktisat Araştırmalar Dergisi, 4(1), 45-54.
Takım, A. (2012) ‘‘Dış Finansal Liberalleşme Sonrası Türkiye’nin Dış Borç Dinamiğindeki
Değişmeler: Bir Literatür Araştırması’’, Sosyoekonomi, 2, 23-44.
Tarı, R. (2014) ‘‘Ekonometri’’, 10. Baskı, Umuttepe Yayınları, Kocaeli.
TCMB, (2019). https://evds2.tcmb.gov.tr/index.php?/evds/serieMarket
The Economic Times, (2019). https://economictimes.indiatimes.com/definition/external-debt
TUİK, (2019). http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist
142
SİLAH HEDEF ATAMA PROBLEMİ İÇİN YENİ BİR GENETİK
ALGORİTMA ÖNERİSİ
Arş. Gör. Dr., Osman Pala
Özet
Silah Hedef Atama Problemi, başta savunma sektörü olmak üzere birçok sektörde üzerinde çalışılan önemli
bir optimizasyon problemidir. Problemde temel amaç, hedeflerin toplam hayatta kalma değerini minimum kılacak
şekilde silahların hedeflere atanmasını sağlamaktır. Problemin np-zor doğası gereği çözümünde çoğunlukla
sezgisel algoritmalardan faydalanılmaktadır. Sezgisel algoritmalardan en bilineni ise Genetik Algoritma’dır.
Çözüm uzayında iterasyonlar boyunca daha iyi çözümler bulunmasına odaklanan Genetik Algoritma ile np-zor
optimizasyon problemleri için optimum çözüme oldukça yakın çözümler kısa sürelerde elde edilebilmektedir.
Çalışmada, Genetik Algoritma çaprazlama operatörü için probleme özgü bir çaprazlama şekli önerilmiştir.
Literatürde yer alan test problemleri önerilen Genetik Algoritma ve klasik Genetik Algoritma ile çözülerek
sonuçlar karşılaştırılmıştır. Değerlendirmeler önerilen yöntemin etkinliğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Genetik Algoritma, Silah Hedef Atama Problemi, Çaprazlama, Sezgisel Yaklaşımlar,
Probleme Özgü Yaklaşımlar.
JEL Kodları: C02, C61, C63
A NEW GENETIC ALGORITHM PROPOSAL FOR WEAPON TARGET
ASSIGNMENT PROBLEM
Abstract
Weapon Target Assignment Problem is an important optimization problem that is being worked on in many
sectors, especially in defense sector. The main objective of the problem is to ensure that weapons are assigned to
targets in order to minimize the total survival value of the targets. Due to the np-hard nature of the problem,
heuristic algorithms are often used to solve the problem. The best known of the heuristic algorithms is Genetic
Algorithm. Genetic Algorithm, which focuses on finding better solutions during iterations in solution space,
provides solutions that are very close to the optimum solution for np-hard optimization problems in a short time.
In this study, a Genetic Algorithm with a crossover operator which is specific to the problem was proposed. The
test problems in the literature were solved with the proposed Genetic Algorithm and classical Genetic Algorithm
and the results were compared. Evaluation indicate the effectiveness of the proposed method.
Key Words: Genetic Algorithm, Weapon Target Assignment Problem, Crossover, Heuristic Approaches,
Problem Specific Approaches.
JEL Codes: C02, C61, C63.
1.GİRİŞ
Silah Hedef Atama Problemi (SHAP) gerçek hayatta savunma sektöründe hayati rol
oynayan bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Uzaktan atılan farklı tipte silahların ortaya çıkması
ve bunların farklı değerde hedeflere farklı etkiler göstermesi nedeniyle, hangi silah hangi hedefe
yönlendirilmeli ki en iyi sonuç alınsın sorusuna cevap arayan bir np-zor atama problemi olarak
görülmektedir. Problemde hedeflerin toplam hayatta kalma oran değerleri minimize edilmeye
çalışılmaktadır (Ahuja, Kumar, Jha ve Orlin, 2007: 1136).
Manne (1958) tarafından ilk defa ortaya atılan SHAP bir np-tam optimizasyon
problemidir. Kesin çözüm veren yöntemler bulunsa da özellikle anlık karar verme gerektiren
ve problemin karşılaşıldığı gerçek hayat şartlarında problemi çözmek zorunda olan savunma
sistemleri optimuma çok yakın sonuçları oldukça kısa sürede veren sezgisel algoritmalardan
faydalanmaktadır (Kline, Ahner ve Hill, 2019: 226).
SHAP ile ilgili yapılan çalışmalara bakıldığında; Lee, Lee ve Su (2002) bağışıklık temelli
Karınca Kolonisi Optimizasyonu (KKO) sezgisel algoritması kullanarak kendi ürettikleri test
problemlerinde etkin çözümler elde etmişlerdir. Lee, Su ve Lee (2003) tarafından yapılan
çalışmada yerel iyileştirmeye dayalı Genetik Algoritma (GA) kullanılarak çözümü yapılan test
143
problemlerinde bilinen yöntemlere göre daha iyi sonuç elde edilmiştir. Lu, Zhang, Zhang ve
Han (2006) iyileştirilmiş GA kullanarak, deniz filo ortamına göre adapte ettikleri problemi
çözmüşler ve önerdikleri yöntemin istenen kısa sürede iyi sonuçlar ürettiğini ifade etmişlerdir.
Çetin ve Esen (2006) problemi reklam bütçe tahsisi problemine uyarlayarak yeni bir
matematiksel model önermişlerdir. Çözüm yöntemi olarak ise kesin çözüm veren dal sınır
algoritması ile çözüme ulaşmışlardır. Lokal optimuma takılma problemi olan yöntem için farklı
başlangıç noktalarından başlayarak ve çözümleri karşılaştırarak nihai sonuca varmışlardır.
Karasakal (2008) tarafından yapılan çalışmada problem deniz sefer gücünün hava savunma
sistemlerinin hedef tahsisi problemi olarak modellenmiştir. Probleme özgü geliştirdiği
matematiksel modeli örnek test probleminde tam sayılı doğrusal programlama yöntemi ile
çözmüştür. Sonuc, Sen ve Bayır (2017) probleme özgü ürettikleri test problemlerini önerdikleri
paralel Benzetilmiş Tavlama (BT) sezgisel algoritması ile çözmüşlerdir. Kısa sürelerde test
problemlerinde uygun çözümler elde etmişlerdir. Kutucu ve Durgut (2018) tarafından yapılan
çalışmada problemin çözümü için BT ve Yapay Arı Kolonisi (YAK) hibrid sezgisel algoritması
önerilmiş ve farklı komşuluk operatör işlemleri ile önerilen metot test problemleri özelinde
klasik yöntemlerle kıyaslanmış ve yöntemin etkin olduğu ifade edilmiştir. SHAP ile ilgili
detaylı literatür taraması Kline vd. (2019) tarafından gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada SHAP için gerçek zamanda çalışabilecek ve iyi çözümler veren iyileştirilmiş
bir GA yöntemi önerilmiştir. Problemin özgünlüğü nedeniyle probleme özgü çaprazlama
operatörü tasarlanarak literatürde farklı çalışmalarda yer alan test problemleri üzerinde klasik
GA ile önerilen yöntem karşılaştırılmıştır. Sonuçlar değerlendirildiğinde, önerilen yöntemin
problem özelinde etkinliği ortaya çıkmıştır.
2.SİLAH HEDEF ATAMA PROBLEMİ MATEMATİKSEL MODELİ
İlk defa Manne (1958) tarafından ortaya atılan SHAP, belirli tipte ve sayıda silahın belirli
olasılıklarla yok edebileceği hedeflere atanarak toplam yok etme değerinin maksimize
edilmesidir. Problem sıklıkla hedefi yok etme kavramı yerine hedefin hayatta kalma olasılığını
minimize etme şeklinde modellenerek minimizasyon yönlü çözümler elde edilmektedir.
SHAP modelinde kullanılan parametreler ve karar değişkenleri aşağıdaki gibidir;
n : hedef sayısı,
m : silah tipi,
Vj : j hedefinin değeri ,
Wi : i tipinde mevcut silah sayısı,
qij : i tipindeki tek bir silah j hedefine atanırsa hedefin hayatta kalma olasılığı
xij : j hedefine atanan i tipindeki silahların sayısı
Bu parametre ve karar değişkenlerine göre SHAP matematiksel modeli aşağıdaki gibi
tanımlanabilmektedir;
1 1
Z = ij
mnx
j ij
j i
Min V q
(1)
1
. . , 1,..., n
ij i
j
s t x W i m
(2)
ijx Z (3)
144
Eşitlik 1’de her bir hedefe atanan silah tipinin hedefin hayatta kalma olasılığı değeri adeti
oranında üssü alınmakta ve aynı hedefe atanmış diğer silahlarla bu değerler çarpılmaktadır.
Ortaya çıkan çarpım değerleri ilgili hedefin değerleri ile çarpılarak ortaya çıkan değerler tüm
hedefler için toplanır. Bu durumda minimize edilmek istenen toplam hedef değeri hayatta kalma
olasılığı elde edilmiş olur. Eşitlik 2’de herhangi bir silah tipinin adetini aşmayacak şekilde
hedeflere atanma kısıtı verilmiştir. Eşitlik 3’te ise karar değişkeninin pozitif tam sayı olma kısıtı
yer almaktadır.
3.GENETİK ALGORİTMA
GA, canlıların nesilden nesle genlerini aktararak daha iyi yeni nesiller oluşturmasından
esinlenen Holland (1975) tarafından ilk defa ortaya atılmıştır. GA’da yer alan gen aktarımı için
kromozom bir başka ifadeyle ebeveyn seçilimi süreci doğada var olan güçlü ve sağlıklı
canlıların daha çok üreme şansı olgusunu taklit etmektedir. Buna göre yeni nesil çoğunlukla
daha iyi bireylerden türetilmektedir. Çaprazlama esnasında daha yüksek uyum değerine sahip
kromozomun genlerinin çoğunlukla yeni üretilen kromozomda bulunması canlılardaki baskın
bireyin genlerinin yeni nesilde daha sık görülmesi ile eş değerdir. Öte yandan değişen koşullara
uyabilmek veya bir adım daha iyiye gidebilmek adına canlıların çok az durumda gösterdiği
değişim mutasyon operatörü ile GA’da kendine yer bulmuş ve bu sayede algoritma
problemlerde bulunan yerel optimumları aşabilme gücüne erişmiştir.
Çalışmada SHAP için gerçekleştirilen ve kullanılan GA aktarılmıştır. Problemin uygun
çözümlerini temsil eden ve her biri kromozom olarak adlandırılan yapıların kodlanması ve bu
sayede eski kromozomlardan (ebeveynlerden) yeni kromozomların (çocukların) oluşumu çoğu
zaman probleme özgü olmaktadır. SHAP’ta bulunan uygun çözümlerin bir dizilim sunmasından
ötürü aşağıdaki gibi kromozomlar çalışmada Tablo 1’deki gibi kodlanmıştır.
Tablo 1. Kromozom Kodlaması
Kromozom A 2 5 1 3 4 1 7 6 2 4 7
Kromozom B 6 6 7 4 3 5 1 2 7 1 2
Burada bulunan Kromozom A’da ilk sırada 2 rakamının bulunması 1. silahın 2. hedefe
atandığı, ikinci sırada ise 5 rakamının bulunması ise 2. silahın 5. hedefe atandığı ve son olarak
dokuzuncu sırada 2 rakamının bulunması 9. silahın 2. hedefe atandığı anlamına gelmektedir.
Kısaca silahlar 1’den 11’e kadar sabit olarak dizilimdeyken hedefler karışık sırada boş silahlara
yerleşmektedir. Kromozom A ve B’de görüleceği üzere 11 silah ve 7 hedef tanımlanmıştır.
Problemin başlangıcında kromozomlardan oluşacak bir popülasyona ihtiyaç vardır.
Başlangıç popülasyonundan yola çıkılarak çözüme ulaşacağı için başlangıç popülasyonunun
oluşturulması ve büyüklüğü önemlidir. Çalışmada popülasyon oluşumunda uniform dağılışa
göre silahlar hedeflere rassal olarak atanırken Popülasyon Büyüklüğü (PB) ise denemeler
sonucunda problemde yer alan hedef veya silah sayısından büyük olanının 4 katı olarak
algoritmalarda kullanılmıştır. Yeni üretilen kromozomların veya başlangıç popülasyonlarının
uygunluk değerleri ise Eşitlik 1 ile hesaplanmaktadır.
GA’da önemli bir kavram olan elitizm, önceki nesillerdeki iyi sonuçlardan faydalanmayı
garanti altına almaktadır. Çalışmada Elitizm Oranı (EO) olarak %5 kullanılmıştır. Bu durumda
popülasyondaki bir önceki nesilde en iyi çözüm değerine sahip ilk %5’de bulunan kromozomlar
değişmeden bir sonraki nesile aktarılmaktadır.
GA’da hangi ebeveynlerden yeni çocuklar üretileceğinin seçimi de farklı yollarla
yapılabilmektedir. Bunlardan birisi ise çalışmada da kullanılan rulet tekerleği seçim yöntemidir.
145
Bu yöntemde çözüm değerlerinin iyiliği oranında kromozomların ebeveyn olma şansı
artmaktadır.
GA’da popülasyona rassal olarak yeni birey katılması göç kavramı ile açıklanmaktadır.
Çalışmada seçim sonrası her iki kromozom da tıpa tıp aynı genlerden oluşmakta ise bunlardan
biri sabit tutularak ikinci kromozom göç yolu ile elde edilmiştir. Bu sayede popülasyon
çeşitliliği sadece azaldığı durumlarda artırılmış olmakta ve göç süreci dengede tutulmaktadır.
Seçilmiş olan kromozomlardan yeni kromozom üretilme şekline ise GA’da çaprazlama
adı verilmektedir. Çalışmada Hoff, Løkketangen ve Mittet (1996) tarafından da önerilen her bir
noktada ayrı ayrı çaprazlama işlemi gerçekleştirilmiştir. Her bir gende ilgili silahın hedefe
atanma durumunda sağlayacağı tekil fayda bir başka deyişle hedefin değeri ile ilgili silahın
hedefe atanma durumunda hedefin hayatta kalma olasılığı çarpımı hesaplanarak 0.8 olasılıkla
daha yüksek fayda sağlayan genler yeni kromozoma aktarılmıştır. Önerilen yönteme ‘faydaya
bağlı GA’ (FBGA) adı verilirken, kromozomlardan eşit olasılıkla gen aktarılmasına ise GA adı
verilmiştir. SHAP için FBGA ile çaprazlama işlemi aşağıdaki Tablo 2’deki gibi olmaktadır;
Tablo 2’de (0, 1) aralığında üretilen rassal uniform sayılara ve tekil olarak maksimum
fayda sağlayan genden 0.8 olasılığa göre altı çizili genler Kromozom C’ye aktarılmıştır.
Örneğin kromozomlara bakıldığında ilk sırada Kromozom A’da 2 rakamı ve Kromozom B’de
6 rakamı bulunmaktadır. Bunların içinden maksimum tekil faydası olan ise 2 rakamıdır. Rassal
sayı 0.8’den küçük (0.63) olduğu için maksimum tekil faydaya sahip 2 rakamı Kromozom C’ye
aktarılır. Bir başka örnek için 3. sıraya bakıldığında Kromozom A’da 1 ve Kromozom B’de 7
rakamı bulunmaktadır. Bu durumda maksimum tekil faydaya 1 rakamı sahiptir. Bir başka ifade
ile 3 numaralı silahın 1 numaralı hedefi yok etme olasılığı 7 numaralı hedefi yok etme
olasılığından daha fazladır. Fakat burada üretilen rassal sayı 0.8’den büyük (0.85) olduğu için
maksimum tekil faydayı sağlayan 1 rakamı değil de 7 rakamı Kromozom C’ye aktarılır.
Tablo 2. Kromozomların Çaprazlanması
Kromozom A 2 5 1 3 4 1 7 6 2 4 7
Kromozom B 6 6 7 4 3 5 1 2 7 1 2
Maksimum
Tekil Fayda 2 5 1 4 3 5 7 6 2 1 7
Rassal Sayı 0.63 0.53 0.85 0.23 0.88 0.91 0.13 0.34 0.45 0.27 0.35
Kromozom C 2 5 7 3 4 1 7 6 2 1 7
Çaprazlama işleminin yapılması olasılığına ise Çaprazlama Oranı (ÇO) adı verilmektedir.
Çaprazlama eğer gerçekleşmez ise kromozom bir sonraki nesle olduğu gibi aktarılır ve belli
oranda eski neslin devamı ile önceki çözümlerdeki iyi yapılar da korunmuş olur. Çalışmada
denemeler sonucunda ÇO için 0.8 değeri kullanılmıştır.
Yerel optimumlardan sakınmayı ve farklılığı GA’da sağlayan yapı ise mutasyon
operatörüdür. Mutasyonla yeni kromozomda değişiklik meydana getirilmektedir. Çalışmada
tek noktada mutasyondan faydalanılmış ve mutasyon yapılma olasılığını ifade eden Mutasyon
Oranı (MO) için 0.1 değeri kullanılmıştır. Uygun çözümlerde bozulma yaşanmaması için
sadece çözümde yer alan iki hedefin yer değiştirilmesi ile mutasyon gerçekleştirilmiştir.
146
Çalışmada n hedef sayısı ve m silah tipi olmak üzere , *100maks n m değeri,
maksimum iterasyon sayısı olarak kullanılmıştır. Şekil 1’de önerilen yöntem olan FBGA
yaklaşımının genel akış şeması verilmiştir.
Şekil 1. Faydaya Bağlı Genetik Algoritma Yöntemi Akış Şeması
4.UYGULAMA
Çalışma kapsamında ele alınan algoritmalar literatürde yer alan çalışmalarda kullanılmış
bazı örnek problemlerde test edilmiştir. Bunlardan bir tanesi, Lu vd. (2006) tarafından
kullanılan problem örneği olup ‘LuWta’ adı ile kullanılmıştır. LuWta adlı ilk problemde 11
adet silah tipinden birer tane bulunmakta bu silahların atanacağı hedefler 7 adettir. Ayrıca
Sonuc vd. (2017) tarafında kullanılan problemlerden 2 tanesi kullanılmıştır. SWta1 adlı
problemde 5 silah ve 5 hedef, SWta2’de ise 10 silah ve 10 hedef bulunmaktadır.
Çalışmada örnek problemlerdeki çözüm performansları üzerinden klasik GA ve önerilen
yöntem HGA karşılaştırılmıştır. Tüm algoritmalar için belirlenen çalıştırma parametreleri ise
popülasyondaki kromozom sayısı olan Populasyon Büyüklüğü (PB)= 4*max{silah sayısı (m),
hedef sayısı (n)}, ÇO=0.8, MO=0.1 ve maksimum iterasyon sayısı = PB*100 şeklinde olmuştur.
Sezgisel yaklaşımlar MATLAB programlama dilinde kodlanmış ve algoritmalar her bir
problem için 30 defa çalıştırılarak tüm yöntemlerin sonuçları toplanmıştır. Test problemleri için
sonuçlar Tablo 3’deki gibi gerçekleşmiştir.
147
Tablo 3. Test Problemlerinin Yöntemlere Göre Sonuçları
Problem LuWta LuWta SWta1 SWta1 SWta2 SWta2
Bilinen En İyi Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 96.3123 96.3123
Yöntem FBGA GA FBGA GA FBGA GA
En İyi Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 96.3123 96.3123
En İyi Değer Fark Yüzdesi 0% 0% 0% 0% 0% 0%
Ortalama Değer 0.537 0.537 48.364 48.364 99.6486 101.1
Ortalama Değer Fark Yüzdesi 0% 0% 0% 0% 3.46% 4.97%
Başarıya Ulaşan Deneme Sayısı 30 30 30 30 12 6
En iyi değer İterasyon sayı ortalaması 207.6667 227.5667 12.8 23.367 222.8667 204.83
Tablo 3’deki sonuçlara bakıldığında LuWta problemi için hem önerilen FBGA hem de
klasik GA 30 denemede de bilinen en iyi değere ulaşmış ve Lu vd. (2006) tarafından önerilen
yöntemden daha büyük bir başarı oranına ulaşmışlardır. Öte yandan FBGA optimum değere
ortalama 20 iterasyon önce ulaşmıştır. SWta1 problemine dair sonuçlara bakıldığında her iki
yöntemin de kısa sürede optimum değerlere eksiksiz bir başarı oranı ile ulaşırken FBGA ve GA
arasında ilki yaklaşık 10 iterasyon önce etkin çözümü bulabilmiştir. Son olarak SWta2
probleminin sonuç değerlerine bakıldığında her iki yöntem de optimum çözüme ulaşabilseler
de başarıya ulaşan deneme sayısı FBGA ve GA için sırasıyla 12 ve 6’da kalmıştır. FBGA bu
duruma göre GA’ya göre optimum değere ulaşma konusunda daha başarılıdır. Öte yandan
FBGA ortalama değeri GA’ya göre daha düşük olmakla beraber her iki algoritma ile de
optimuma ortalama en az %5 yakınsanabilmektedir. Bu durumda önerilen FBGA’nın özellikle
boyut sayısı arttığında SHAP için daha iyi çözümler sunabileceği görülmektedir.
5.SONUÇ
Çalışmada ele alınan SHAP başta savunma sektörü olmak üzere birçok sektörde
karşılaşılan problemlerin çözümünde matematiksel model olarak faydalanılan önemli bir
optimizasyon problemidir. Problemin np-zor oluşundan dolayı literatürde sıklıkla sezgisel
algoritmalar kullanılmaktadır. GA sezgisel algoritmaların en popülerlerinden biri olup özellikle
çok sayıda optimizasyon problemine kolay adapte olabilen yapısı nedeniyle tercih edilmektedir.
SHAP gibi ele alınması zor problemlerde ise performansı artırmak için sıklıkla probleme özgü
yaklaşımlar kullanılmaktadır. Çalışmada önerilen FBGA ile klasik GA’ya göre, problemde yer
alan bilgiden daha fazla ile iyileştirilmeye çalışılmıştır. Çalışmada ortaya çıkan sonuçlara göre
FBGA test problemlerinde klasik GA’ya göre daha yüksek performans göstererek etkinliğini
ortaya koymuştur. Gelecek çalışmalarda SHAP’a özgü çaprazlama yöntemlerinde yapılacak
iyileştirmeler ve farklı yaklaşımlarla daha da iyi sonuçlar alınabileceği öngörülmektedir.
KAYNAKÇA
Ahuja, R. K., Kumar, A., Jha, K. C., ve Orlin, J. B. (2007). “Exact and heuristic algorithms for
the weapon-target assignment problem”.,Operations research, 55(6), 1136-1146.
Cetin, E., ve Esen, S. T. (2006). “A weapon–target assignment approach to media allocation”,
Applied Mathematics and Computation, 175(2), 1266-1275.
Hoff, A., Løkketangen, A., ve Mittet, I. (1996, November). “Genetic algorithms for 0/1
multidimensional knapsack problems”,In Proceedings Norsk Informatikk
Konferanse (pp. 291-301). Citeseer.
148
Holland J, H. (1975). “Adaptation in natural and artificial systems”. Ann Arbor: University of
Michigan Press.
Karasakal, O. (2008). “Air defense missile-target allocation models for a naval task group”,
Computers & Operations Research, 35(6), 1759-1770.
Kline, A., Ahner, D., ve Hill, R. (2019). “The weapon-target assignment problem”, Computers
& Operations Research. 105, 226-236
Kutucu, H., ve Durgut, R. “Silah Hedef Atama Problemi için Tavlama Benzetimli Bir Hibrit
Yapay Arı Kolonisi Algoritması”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü Dergisi, 22, 263-269.
Lee, Z. J., Lee, C. Y., ve Su, S. F. (2002). “An immunity-based ant colony optimization
algorithm for solving weapon–target assignment problem.”, Applied Soft
Computing, 2(1), 39-47..
Lee, Z. J., Su, S. F., ve Lee, C. Y. (2003). “Efficiently solving general weapon-target
assignment problem by genetic algorithms with greedy eugenics.”, IEEE Transactions
on Systems, Man, and Cybernetics, Part B (Cybernetics), 33(1), 113-121.
Lu, H., Zhang, H., Zhang, X., ve Han, R. (2006, June). “An improved genetic algorithm for
target assignment, optimization of naval fleet air defense.”, In 2006 6th World Congress
on Intelligent Control and Automation (1, 3401-3405). IEEE.
Manne, A. S. (1958). “A target-assignment problem.”, Operations Research, 6(3), 346-351.
Sonuc, E., Sen, B., ve Bayır, S. (2017). “A parallel simulated annealing algorithm for weapon-
target assignment problem.”, International Journal of Advanced Computer Science and
Applications, 8(4), 87-92.
149
İŞLETMELERDE KURUMSALLAŞMA ve MARKALAŞMA SÜRECİ:
JANTSA ÖRNEĞİ2
Eftade Tokyüz
Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın
Dr. Öğr. Üyesi Mustafa Doğaner
Adnan Menderes Üniversitesi Nazilli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Nazilli/ Aydın
Özet
Kurumsallaşma ve markalaşma kavramları işletmenin rakiplerinden farklılaşarak rekabet avantajı
sağlamasında, varlığını koruması ve sürekliliğini sağlaması konusunda işletmeler için en önemli iki faktörü
oluşturmaktadır. Kurumsallaşmayı başarabilen işletme toplum içerisindeki tüm paydaşlar tarafından güçlü,
güvenilir, itibar sahibi, etik bir işletme olarak görülebilmektedir. Ayrıca doğru stratejilerle doğru markalar
yaratıp bunları güçlendirebilen, tüm kesimler için bir değer haline dönüştürebilen ve uluslararası bir marka haline
getirip sadık müşteriler kazanabilen işletmeler rekabet yarışında çok büyük avantajlar sağlamakta ve
sürdürülebilirliği yakalayabilmektedir. Çalışmada, ele alınan kurumsallaşma ve markalaşma kavramlarını
irdeleyen bir nitel uygulamaya yer verilmiştir. Otomotiv sanayiinde faaliyet gösteren Jantsa A.Ş.’de yapılmış olan
nitel araştırma, işletmenin kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerinde izlediği aşamaları, uygulamaları ve
mevcut durumunu ortaya koymayı amaçlamıştır. Araştırma sonucunda erişilen bulgular, işletmede kurumsallaşma
ve markalaşma bilincinin var olduğunu, bu kapsamda yoğun bir gayretin bulunduğunu, süreçler içerisinde belirli
aşamaların kaydedildiğini, bunların bir örgüt kültürüne dönüşmekte olduğunu ve bu yöndeki çalışmaların
iyileştirerek devam ettirildiğini ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: Kurumsallaşma, Markalaşma, Yönetim, Jantsa
JEL Kodları: M10, M31
INSTITUTIONALIZATION AND BRANDING PROCESS IN BUSINESS: JANTSA
CASE
Abstract
The notions of institutionalization and branding are the two most important factors for the enterprises in
terms of ensuring the competitive advantage by differentiating, maintaining its existence and ensuring the
institutional sustainability. Enterprise that can achieve institutionalization may be seen as a strong, reliable,
reputable and ethical by all stakeholders within the society. Moreover, enterprises that can create the right brand
by the right strategies and strengthen, internationalization it, provide the brand equity for all stakeholders and
gain loyalty may ensure a great advantage in the rivalry and achieve sustainability. In the study,
institutionalization and branding has been established and applied to a qualitative research. This qualitative
research conducted in a company operating in the automotive sub-industry. The aim of this qualitative research
is to reveal the stages, applications and current situation in institutionalization and branding processes in Jantsa
A.Ş. The findings of the study revealed that institutionalization and branding awareness existed in the enterprise,
there was an intensive effort in this scope, certain stages were recorded in the processes, they were transformed
into an organizational culture and the works in this direction were continued improvingly.
Key Words: Institutionalization, Branding, Management, Jantsa
JEL Codes: M10, M31
1.GİRİŞ
Günümüz yoğun rekabet koşullarında işletmeler büyük bir değişim ve gelişim yaşayan
çevresel faktörleri yakından takip etmek ve bu değişim ve gelişimlere ayak uydurmak
durumundadır. Diğer yandan, işletmenin çevresel faktörlerini oluşturan paydaşların da
işletmeden bir takım beklentileri bulunmaktadır. İşletme bir yandan temel amacı olan kârı
doğrultusunda hareket ederken, bir yandan da paydaşların çıkarlarını korumak zorundadır. Tüm
2 İşletmelerde Kurumsallaşma ve Markalaşma Süreci: Jantsa Örneği” başlıklı yüksek lisans tezinden üretilmiş
çalışma
150
faaliyetlerinde şeffaf, adil, hesap verebilen, sosyal sorumluluklarına önem veren, toplum
yararını gözeten, gerek toplumsal gerekse faaliyet alanıyla ilgili etik değerlere önem veren,
doğal çevreyi gözeten, dürüst olan, vergisini tam ve zamanında ödeyen, verdiği sözlerde duran,
tutarlı davranışlar sergileyen ve tüm ele alınan bu unsurların sürdürülebilirliğini sağlayan, bu
surette tüm paydaşlarının çıkarlarını dengeleyebilen işletme güvenilir, itibar sahibi, güçlü bir
işletme olarak anılmaktadır. Burada kurumsallaşmanın önemi açığa çıkmaktadır. İşletmenin adı
geçen niteliklere haiz olabilmesi için öncelikle bir kurumsallaşma kültürünün oluşturulması,
geliştirilmesi ve bunun sürdürülmesi önem arz etmektedir.
Kurumsallaşma kavramının yanı sıra, gerek iç gerekse dış pazarlarda faaliyet gösteren
işletmeler için markalaşma kavramı da en önemli hususlardan birini teşkil etmektedir. Yoğun
rekabet ortamında ve sınırların ortadan kalktığı küresel bir ortamda, teknolojik gelişmeler, ürün
çeşitliliğinin ve hareket kabiliyetinin artması, tüketicilerin bilinçlenmesi, istek ve ihtiyaçlarının
değişmesi ve tasarımdan satış sonrası hizmetlere kadar tüm süreçlerde söz sahibi haline
gelmesi, tutum ve davranışlardaki değişimler sonucu markaların önemi daha iyi anlaşılmıştır.
Çok sayıda aynı veya benzer ürünün bulunduğu bir sektörde işletmelerin rakiplerinden
ayrışmasında en önemli araç markalaşma olmaktadır. Günümüz koşullarında rekabet markalar
arasında yaşanmaktadır. Dolayısıyla markasını doğru bir biçimde yöneten, doğru bir kimlik
kazandıran ve konumlandıran, faaliyetleriyle onu güçlendirebilen, değerini artırabilen ve
uluslararası bir marka haline getirebilen işletmeler rekabet yarışında çok büyük avantajlar
sağlamaktadır. Tüketici zihninde güçlü bir marka değeri oluşturabilen ve bu konuda istikrar
gösterebilen işletme varlığını nesilden nesile aktarabilecektir.
Kurumsallaşma markalaşmayı, markalaşma da kurumsallaşmayı destekler niteliktedir. İki
olgu da yatırımlar gerektiren, yoğun çaba, uzun bir süreç gerektiren ve işletmede en alt
kademeden tepe yönetime kadar tüm süreçlerde içselleştirilmesi, benimsenmesi gereken
olgulardır. Çalışmada bu iki kavram ele alınıp, aralarındaki ilişki ve bir işletme üzerinden
gerçek hayattaki karşılığı araştırılmıştır. Bu amaçla, Jantsa A.Ş. işletmesinde yapılan yarı
yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılan nitel araştırmanın sonuçlarına yer verilmiştir.
2. KURUMSALLAŞMA
Toplumun temel yapısal öğeleri olan kurumlar, insanların istek ve ihtiyaçlarına yanıt
vermek amacıyla oluşturulmuş ve bazı temel değerler üzerine inşa edilmiş yapılardır
(Türkkahraman, 2009: 25). Kurumlar, toplumsal değerler için oluşturulan ve belli amaçlar,
kurallar, ilkeler doğrultusunda süreklilik arz eden ve yaşanan gelişmeler doğrultusunda kendi
kendini yenileyen ve denetleyen özgün yapılanma biçimlerdir (Sungurtekin, 2008: 56).
Kökenini kurum ve kurumla ilgili anlamına gelen kurumsal sözcüğünden alan ve
İngilizce karşılığı “institutionalization” olan kurumsallaşma, Türk Dil Kurumu güncel Türkçe
sözlüğüne göre; “kurumsal duruma gelmek, örgütlü duruma gelmek, süreklilik kazanmak”
olarak tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu, 2018). Kurumsallaşma kavramının kurucularından
olan Selznick (1996: 270) kurumsallaşmayı “istikrarsız, disiplin bulunmayan organizasyon
kalıpları ya da dar teknik aktivitelerden, düzenli, istikrarlı, sosyal olarak bütünleşen kalıpların
ortaya çıkışı” şeklinde tanımlamıştır. Karpuzoğlu’na (2004: 45) göre kurumsallaşma “bir
işletmenin kişilerden bağımsız olarak kurallara, standartlara, prosedürlere sahip olması, değişen
çevre koşullarını takip eden sistemleri kurması ve gelişmelere uygun olarak organizasyonel
yapısını oluşturması, kendisine özgü iletişim ve iş yapma usul ve yöntemlerini kültürü haline
getirmesi ve böylece diğer işletmelerden farklı, ayırt edici bir kimliğe bürünmesi sürecidir”.
Türkel ve Yaşa (2006: 616) ise bu kavrama “amaçlara uygun bir örgüt yapısı oluşturulup, iş ve
görev tanımlarının yazılı olduğu, iç yönetmeliklerin hazırlanıp, yetki ve sorumlulukların
dağıtıldığı profesyonel yönetim” olarak açıklama getirmiştir. Kurumsallaşma, işletme içindeki
tüm eylemlere belirli standartlar getirilmesi ve işletmenin sürekliliğinin sağlanması (Konak ve
151
Kendirli, 2014: 115), sürdürülebilir bir işletme başarısı için gerekli olan iyi yönetim
sistemlerinin uygulanması (Kocabaş ve Baytekin, 2004: 427), yeniden yapılanma ve değişim
süreci (Bozkurt, 2005: 14) olarak da ele alınmaktadır.
Zucker (1988: 69), kurumsallaşmanın olağan ve sıradan hareketlerden oluşan, zaman
içinde tekrarlanan ve tekrarlandıkça herkes tarafından benimsenen ortak bir anlam kazanan bir
süreç olduğunu savunmuştur. Zucker’in bu görüşüne göre kurumsallaşma, örgüt içerisindeki
kişilerin hareketlerinin gelenekselleşmesi ve tekrarlanması sonucunda oluşmaktadır.
Kurumsallaşmayı bir adaptasyon aracı olarak ele alan DiMaggio ve Powell (1983), toplumdaki
kültürel beklentilerin ve baskıların, aynı çevre koşullarına maruz kalan işletmeleri birbirleriyle
benzeşmeye zorlayacaktır. Meşruiyet kazanmak ve süreklilik sağlamak isteyen işletmenin,
çevresindeki hali hazırda başarı sağlamış olan işletmeleri taklit etmesiyle bulunduğu sektör
içinde başarıyı yakalayabileceğini öne sürmüşlerdir (Alayoğlu, 2003: 84; Bakoğlu, 2010: 28).
İşletmeler, günümüzde yaşanan iletişim hızına, yoğun rekabete ve değişimlere bağlı
olarak varlıklarını korumak ve sürekliliklerini sağlamak için kurumsallaşmaya ihtiyaç
duymaktadırlar. Kurumsallaşma, bu anlamda işletmelerin çevrelerine nasıl uyum
gösterebileceklerini ortaya koyan sistemsel bir olgu durumundadır. Bu kapsamda ele
alındığında kurumsallaşma, işletmenin dış çevresiyle etkileşiminde ortaya çıkan uyumlu ve
kontrollü faaliyetler sistemi ve bu sistemin sonucu meydana gelen kuralların, uygulamaların ve
prosedürlerin icra edilmesi süreci olarak ifade edilebilmektedir (Cevher, 2014: 588). İşletmenin
bunu sağlaması için günün koşullarına uygun olan yönetimsel yapıyı sağlayarak, bu yönde
gerekli standartları oluşturması ve bunları yazılı bir hale getirip uygulamaya koyması
gerekmektedir (Civan ve Yaşar, 2005: 261). Bu standartlar ve prosedürlerin, işletmenin en alt
kademesinden en üst kademesine bütün çalışanlar tarafından iyi bilinmesi ve benimsenmiş
olması gerekmektedir (Dilbaz, 2005: 62). Bu kapsamda işletmenin işleyişinden alınan kararlara
kadar her şey bir düzen içinde yürümelidir (Taşhan, 2010: 32). Diğer yandan,
kurumsallaşmanın temel felsefesi işletme içerisindeki işlerin ve süreçlerin belirli kişiye veya
kişilere değil bir modele dayandırılmasıdır. İşletmenin yöneticilerinin veya sahiplerinin kim ya
da kimler olduğunun işletmenin sürekliliği açısından bir önemi yoktur (Yazıcıoğlu, 2008: 43).
İşletmelerin kurumsallaşmış olduğuna dair bir çıkarım yapmak zor olsa da; eğer işletme
içerisinde çalışanların uzmanlığı artmış, yönetimini profesyonel yöneticiler üstlenmiş, yerine
getirilen her bir işin, görevin, sorumluluğun yazılı hale getirilmiş bir prosedürü varsa, örgüt
içerisinde tüm birimler ve çalışanlar etkileşimli ve uyumlu bir sistem içerisinde faaliyet
gösteriyorsa kurumsallaşmadan bahsetmek mümkün olabilmektedir (Gürol, 2011: 5).
2.1. Kurumsallaşmanın Temel Bileşenleri
Kurumsallaşmanın temel bileşenleri, formalleşme (biçimselleşme), profesyonelleşme,
sosyal sorumluluk ve şeffaflık (hesap verebilirlik) olarak ele alınmaktadır. Bu bileşenler şöyle
açıklanabilir;
Formalleşme: Formalleşme, çalışanların görev, yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi,
işletme faaliyetlerinin yürütüldüğü sürecin yeniden tasarlanması, örgütsel yapının
şekillendirilmesi, faaliyet gösteren bölümlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin
düzenlenmesi ve doküman haline getirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Formalleşmede
temel amaç örgüt faaliyetlerinin bireysellikten ayrılarak belirli ve sürdürülebilir bir
düzeye taşımaktır (Walker, 1997: 76, Uzunlular, 2018: 26). Formalleşme, işletmede
belirsizliği ve rol çatışmalarını azaltmaktadır (Apaydın, 2009: 12). Ayrıca formalleşmiş
olan işletme süreçlerinde bilginin sistematik olarak aktarımı, işlerin belirli bir düzen
içerisinde yapılması işletmenin etkin ve verimli çalışmasına olanak tanımaktadır
(Çalışkanel, 2018: 28-29).
152
Profesyonelleşme: Yönetimde profesyonellerin istihdam edilmesi, işletme ikliminin
profesyonel çalışanların özelliklerini destekleyecek şekilde geliştirilmesini ifade
etmektedir. Örgüt içinde bulunan profesyoneller, örgütün tamamına etkide bulunarak
profesyonel bir kültürün oluşmasına katkıda bulunmaktadır. İşletmede profesyonellerin
bulunmasıyla beraber örgüt üyelerinin profesyonelliğin yüksek olarak algılamasını,
bununla birlikte örgütsel adalet algısının da yüksek oluşmasını sağlamaktadır
(Staggenborg, 1988: 594; Hall, 1968: 92-93; Kostova, 1999: 312-316). Ayrıca yöneticinin
herhangi bir sebepten dolayı ayrılmasıyla ortaya çıkabilecek bir yönetim boşluğu ve
krizini önleyip, işletmenin devamlılığını temin edebilmesidir (Güven Kangal, 2007: 57).
Sosyal Sorumluluk: İşletmenin ekonomik ve yasal koşullara, iş etiğine, gerek işletme içi
gerekse işletme dışındaki kişi ve kurumların beklentilerine uygun faaliyetler bütünü,
stratejileri ve politikaları belirlemesine, toplum içerisindeki bireyleri bu anlamda
memnun etmesine yönelik bir bileşendir (Eren, 1990: 110). Ayrıca, işletmelerin verdiği
sözü yerine getirebilmesi, vizyonu, misyonu, politikaları, stratejileri ile eylemleri
arasındaki uyumu ifade etmektedir (Apaydın, 2007: 78).
Şeffaflık (Hesap Verebilirlik): İşletmeyle ilgili ticari sırlar dışında kalan tüm finansal
ve finansal olmayan bilgilerin zamanında, doğru, anlaşılabilir, kapsamlı ve kolayca analiz
edilebilir bir biçimde sunulmasını ifade etmektedir (SPK, 2005: 20). Bu bileşenin bir
gereği olarak işletme yönetimi, işletmenin finansal durumu, performansı, mülkiyeti ve
yönetimi dahil olmak üzere, kurumla ilgili tüm önemli konularda zamanında ve doğru bir
açıklama yapılmasını sağlamalıdır (OECD, 2004: 22).
2.2. Kurumsallaşmanın Sonuçları
İşletmede kurumsallaşmanın başarılmasıyla beraber işletmenin çevreyle olan iletişimi
daha iyi hale gelecek, daha objektif kararlar alınabilecek, günün koşullarına uyum sağlamak
kolaylaşacak, dinamik bir yapıya kavuşulacaktır (Fındıkçı, 2014: 81-87). Kurumsallaşmayla
beraber işletmenin faaliyet süreçleri, bir sistem içerisinde gerçekleşeceğinden ve bu
faaliyetlerin, işleyişini kişilerden bağımsız bir şekilde sürdüreceğinden, işletmenin yaşam
süreci yalnızca bir kişinin veya belirli kişilerin ömrü ile sınırlı olmayacak ve çok daha uzun
süreler boyunca faaliyetlerini sürdüreceği bir ortam bulunacaktır (Şahman vd., 2008: 5). Ayrıca,
oluşan değerler ve inançların işletme içerisinden tüm taraflar tarafından kabul görmesi ve
paylaşılması sayesinde daha uzun süreli bir yaşam boyunca faaliyetine devam edebilmektedir
(Apaydın, 2008: 122-123). İşletmenin performans ve etkinliği artmakta, pazar değeri artmakta,
insan kaynakları bakımından tercih edilen bir işletme haline gelmekte ve sürdürülebilirlik
sağlanabilmektedir (Abdioğlu, 2007: 47). Kurumsallaşma ile birlikte işletmeye fayda sağlayan
değerler işletme bünyesinde tutulurken, işletmeye zarar veren ve değişime açık olmayan
değerler atılmaktadır. Kurumsallaşmayı başaramamış olan işletmeler ise yaşanan değişimleri
kendilerine adapte edememektedir (Meşe, 2005: 20). Bu yüzden kurumsallaşma düzeyi yüksek
olan işletmeler rakipleri karşısında rekabet avantajını elde edebilmektedir (Kimberly, 1979:
447). Literatürde kurumsallaşmanın sonuçları temel olarak şu şekilde ele alınmaktadır;
Meşruluk Kazanma: Meşruluk, “bir işletmenin eylemlerinin, toplumsal olarak inşa
edilmiş normlar, değerler, inançlar ve kurallar sistemi içinde arzulanan, doğru veya uygun
olduğu algısı veya anlayışı” (Suchman 1995: 574) olarak tanımlanmaktadır. İşletmelerin
kurumsallaşma amaçları açısından temel ve öncelikli amaç olan meşrulaşma, pazar
çevresindeki aktörlerce oluşturulan normlara, düzenlemelere, yasalara uygun faaliyetler
ve yapılar geliştirerek, işletmelerin resmi, yasal, tanınır ve kabul görür bir işletme
olmasını sağlama çabasıdır. İşletme eylemlerinin çevresince kabul görmesi, bu
eylemlerin meşru olmasıyla doğru orantılıdır. Dolayısıyla işletmenin kimliği, faaliyetleri,
çıktıları meşru oldukça işletmelerin çevrece kabul görmeleri kolaylaşmaktadır (Warren,
2003: 154; Boons ve Strannegard, 2000: 11; Apaydın, 2007: 31-32).
153
İstikrar Kazanma: sürekli değişmekte olan pazar şartlarına ayak uydurabilmek için
işletmelerin örgüt kapasitelerini geliştirerek, daha geniş pazar payı ve daha geniş müşteri
portföyüne ulaşabilmesi, değişen ürün ve hizmet taleplerine hızlı bir şekilde yanıt
verebilmesini sağlayacak esnek, etkin bir yapı ve uzun vadeli değişimleri
gerçekleştirmesi, bunu yerine getirirken geçmişte yaşadığı olaylardan ve tecrübelerinden
yararlanarak yeni yetenekler kazanmasıdır (Scott, 1987: 498).
Bireysel ve Örgütsel Amaçların Uyumlaştırılması: Her örgüt belirli amaçlar için bir
araya gelmiştir. Her örgütün temelini sosyal bir varlık olan bireyler oluşturmaktadır ve
bireylerin örgüte kendi ihtiyaçları, istekleri ve çıkarları doğrultusunda dahil olmakta, bu
amaçlarla örgütten yararlanmaktadır. Aynı şekilde örgütler de kendi hedefleri ve amaçları
doğrultusunda bireylerden yararlanmaktadır. Bireylerin ve örgütlerin amaçları
birbirleriyle uyumlu olduğu sürece örgüt içerisinde bir etkinlikten ve süreklilikten söz
edilebilmektedir. Dolayısıyla örgütlerin başarısını ve sürekliliğini sağlamak için kendi
yapısına uygun bir düzen kurup bunu sürekli kılmak ve uyumlaştırmak gerekmektedir
(Karpuzoğlu, 2004: 80). Örgütler kendi içlerinde bir uyuma veya ahenkleşmeye
gidemedikleri takdirde işletmenin amaçlarına ulaşması mümkün görünmemektedir (Eren,
2001: 39).
Kurumsal Kimlik Kazanma: Kurumsal kimlik, işletmenin akılda kalıcı karakteristik
özelliklerinin ve onu diğer işletmelerden ayıran örgütsel yapısı, değerler ve ilişkiler
sistemi, yeteneklerinin tasarlanması, yansıtılması ve sonuç olarak işletmenin somut
kişiliğinin ortaya konulmasıdır. Bu kapsamda kurumsal kimliğin, işletmenin farklılığını
ve hatırlanabilirliğini sağlayan bir araç olduğunu söylemek mümkündür. Kurumsal
kimlikle beraber işletmenin yönetim ve işletme şekli, anlayışı, tutumu, estetiği ve tüm
bunların bir bileşkesi resmi ifadesi olarak ortaya konulmakta, işletmenin tüm paydaşları
arasında açık ve net bir biçimde algılanabilir hale getirilmektedir (Güven Kangal, 2007:
55). Dolayısıyla doğru bir biçimde oluşturulmuş kimlik, işletmenin kendisini doğru bir
şekilde anlatmasını ve daha iyi tanıtabilmesini sağlamak noktasında önem arz etmektedir
(Karsak, 2008: 167-168).
3. MARKALAŞMA
Marka, Amerikan Pazarlama Birliği (American Marketing Association) tarafından “bir
isim, terim, işaret, sembol veya diğer göstergelerin bir satıcının ürününü diğerlerinden ayırt
edici nitelikte olmasıdır” şeklinde tanımlamıştır (Tosun, 2014: 3). Literatürde en çok kabul
gören tanımlardan birine göre ise “işletmelerin ürün veya hizmetlerini belirlemeye ve bunları
rakiplerinden farklılaştırarak ayırt etmeye yarayan isim, logo, ambalaj ve tasarım gibi
semboller” olarak tanımlanmaktadır (Aaker, 2007: 25). Literatürde getirilen tanımlarda genel
olarak markanın benzerlerinden ayırt etmeyi sağlama temel özelliğine vurgu yapıldığı
görülmektedir. Ancak, marka çok daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Çünkü marka
kavramının bir bütünleyicisi olarak tüketicilerin ürün ve hizmetlere yönelik algıları sebebiyle
marka kişiden kişiye farklı anlamlar ifade etmektedir. Böylece marka farklı bakış açılarına göre
değişmekte ve karmaşıklaşmaktadır. Bu nedenle günümüzde üreticinin bir marka yaratıp, buna
belli imajlar yükleyip bazı mesajlarla tüketiciden satın almasını beklemesi mümkün değildir
(Croft ve Dalton, 2003: 72; Arslanoğlu, 2015; 5-6). Markayı oluşturan özelliklerin bilişsel veya
duygusal, gerçek veya hayali, somut veya soyut olabildiğini söylemek mümkündür (Akın ve
Avcılar, 2007: 40). Dolayısıyla marka, içerdiği somut değerlerin yanında, soyut değerleri de
kapsamakta ve insanların ürün veya hizmeti kullanarak veya tüketerek yaşadıkları tecrübe
sonucunda zihinlerinde oluşan bilgilerin toplamından oluşmaktadır (Erdil ve Uzun, 2009: 19-
21). Bu anlamda markayı, tüketicinin algıladığı, fiziksel ve duygusal tatminler sağlayan bir
karışım olarak ifade etmek mümkündür (Borça, 2007: 91). Kavrama bu yönden bakan Knapp
(2002: 18-19) markayı, “tüketicilerin zihinlerinde algılanan rasyonel ve duygusal faydalara
dayanan, ayrıcalıklı bir konum yaratan tüm izlenimlerin içselleştirilmiş bir özeti” olarak ele
154
almış ve tüketicilerin marka kelimesini telaffuz ettiğinde, aslında bir marka ismi veya o marka
tarafından üretilmiş olan ürün ya da hizmeti aklından geçirmekte olduğunu savunmuştur.
Günümüzde marka, pazarlama yöneticilerinin daha fazla önem atfetmeye başladıkları bir
kavram halini almıştır. Yoğun küresel rekabet ortamında işletmeler ürünlerini/ hizmetlerini ve
farklılıklarını marka vasıtasıyla tüketicilere aktarmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla markalaşma
kavramı, işletmeler için sürdürülebilir bir rekabet üstünlüğü sağlamada oldukça önem arz
etmektedir (Bişğin, 2015: 4). Markalaşma, markaların işletmelerin sahip olduğu en değerli
gayrimaddi varlıklarından biri olduğunun farkına varılmasıyla beraber günümüzde üst düzey
yönetim önceliği olarak ele alınmaya başlamıştır (Keller ve Lehmann, 2006: 740).
Markalaşma süreci, işletmenin vizyon ve misyonunu önceliğine almak suretiyle ürün ya
da hizmetleri için mevcut kaynaklarını kullanarak markaya ruh kazandırma, konumlandırma,
kimlik ve imaj oluşturması için yapılan planlama ve yürütme çalışmalarını içermektedir (Meral,
2011: 88). Bu süreçte öncelikli olarak markayı rakiplerden farklılaştırarak tüketici zihninde
konumlandırılması, bir imaj çerçevesinde güçlenmek ve marka sadakatini sağlamak
hedeflenmektedir (Yurdakul, 2003: 209). Markanın oluşturulması, güçlendirilmesi ve değerinin
artırılmasına ilişkin bu süreç analizle başlamakta, marka kimliği oluşturmaya yönelik marka
adı, sembolü gibi bir kişilik kazandırma ve konumlandırma süreçlerinden geçmekte ve denetim
ve değerlendirme ile devam etmektedir. Bu sürece ilişkin bir model Şekil 1’de verilmiştir.
Şekil 1. Markalaşma Süreci
Kaynak: İslamoğlu ve Fırat (2016: 31)
P
Tüketici Analizi Rakip Analizi Firma Analizi
Marka Yatırım Kararı
Marka Adı
Sembol
Slogan
Ambalaj
Ürün
İmaj
Öz Kimlik
Kişilik
Konumlandırma
İletişim Karmasının Tasarımı
Uygulama
Değerlendirme
MARKA KİMLİK SİSTEMİ
155
3.1. Marka Kimliği, Marka Kişiliği, Marka İmajı ve Marka Konumlandırması
Günümüz pazarlarında tüketicilerin istek ve ihtiyaçlarını karşılayacak çok sayıda
alternatif marka bulunmakta ve tüketiciler bu alternatifler arasından istek ve ihtiyaçlarını en iyi
şekilde karşılayacak olan markayı seçmektedir. Çok sayıda işletme markalarla rekabette öne
çıkma yarışı içindedirler ve bu yarışta karar verici konumunda tüketiciler bulunmaktadır. Bu
süreçte işletmeler tüketicinin dikkatini çekmek, beğenisi kazanmak için öncelikli olarak
tüketicinin zihninde rakip markalara kıyasla öne çıkması gerekmektedir (Altunışık vd., 2016:
227-233). Bunu sağlamanın yolu da markaya bir kimlik, kişilik, imaj kazandırmak ve tüketici
zihninde doğru bir şekilde konumlandırmaktan geçmektedir.
Marka kimliği, işletme tarafından markaya yerleştirilmek istenen ve markanın kim
olduğunu gösteren bir kavramdır. Ürünün özünü, rakiplerinkinden farklılıklarını, taşıdığı ve
özdeşleşmiş olduğu değerleri, yansıttığı kişiliği, temsil ettiği sosyal statüyü, seslendiği bireysel
özellikleri ve duyguları içermektedir (İslamoğlu ve Fırat, 2016: 14-15). İlk kez Gardner ve
Levy (1955) tarafından ortaya atılan ve Aaker’ın (1997) araştırmasıyla literatürde kabul gören
marka kişiliği kavramı, markaların da tıpkı insanlar gibi belirli kişilik özelliklerine, duygulara
veya izlenimlere sahip olduğu varsayımına dayanmaktadır. Çağdaş, entelektüel, tutucu, genç,
yaşlı gibi insani özelliklerin bir marka ile çağrışımlandırılmasıdır (Taşlı, 2010: 55).
Marka kişiliği, marka kimliğinin bir parçası olarak kabul görmektedir. Marka kişiliği
stratejik araç olarak marka kimliğinin farklılaştırılmasına katkı sağlamakta ve onu
desteklemektedir (Sevil, 2006: 72). Özellikle bazı sektörlerde veya kategorilerde ürünler
birbirine çok benzediği için veya ürünün net bir fiziksel faydası olmadığından ayrıştırma
tamamen marka kişiliği üzerinde yapılmaktadır (Borça, 2007: 144). İşletmeler markanın sahip
olduğu değerleri ve özellikleri dikkate alarak markalarına samimi, güçlü, çağdaş, hesaplı,
arkadaş canlısı, sevimli gibi özellikler yükleyerek markaları üzerine bir kişilik inşaa etmek
istemektedir. Başarılı çalışmalar sonucunda tüketiciler de markaları bu şekilde algılamaktadır.
Marka imajı ise tüketiciler tarafından algılanan, markayla ilgili tüm bilgi ve duyguların
toplamından oluşmaktadır. Markanın kimliği, kişiliği gibi markaya ilişkin tecrübeler tüketici
zihnine yerleşerek sonuçta bir imajın kaynağını oluşturmaktadır (Yüksel ve Yüksel, 2005: 95).
Dolayısıyla tüketicilerin markaya ilişkin bilgi ve tecrübelerin birikmesiyle beraber zihinlerinde
markaya ilişkin bir imaj oluşmaya başlamaktadır. Ancak, marka imajının oluşabilmesi
tüketicinin markayı satın almış veya tüketmiş olması şartı bulunmamaktadır. Tüketici satın alıp
kullanmamış dahi olsa markanın imajına yönelik algı oluşturabilmektedir (Hung, 2008: 239).
Marka konumlandırma ise markanın tüketiciler tarafından tanımlanması ve rakip
markalara göre zihninde belirli bir yer edinmesine yönelik faaliyetler olarak tanımlanmaktadır
(Aktuğlu, 2008: 122). Konumlandırma uygulamalarının etkin bir biçimde gerçekleştirilebilmesi
için ürün veya hizmetin ayırt edici niteliklerinin ön plana çıkartılması gerekmektedir (Zengin
ve İldeniz, 2005: 38). Konumlandırma, markanın tüketiciler tarafından daha iyi bir biçimde
tanınmasını ve daha kolay bir biçimde hatırlanmasını sağlamaktadır (Elitok, 2003: 78). İşletme,
marka için kendisine hedef olarak belirlediği pazarda başarılı bir konumlandırma yapamazsa
marka, tüketicilerin hafızasında bir değer yaratamayacaktır (Elitok, 2003: 66).
Marka kimliği, marka kişiliği ve marka imajı kavramları birbiriyle karıştırılmamalıdır.
Marka kimliği temelde stratejik bir imaj oluşturma çabasıdır. Dolayısıyla kimlik, imajdan önce
gelmektedir. İmaj ise, markanın tüketicilerin zihinlerinden algılamaların toplamıdır. Pazarlama
iletişimi sürecinde işletme tarafından gönderilen tüm mesajlar (marka adı, simgeler, reklam,
sponsorluk vb.) tüketicilerin zihninde marka imajını biçimlendiren mesajlardır. Bu durum bir
iletişim süreci olarak düşünüldüğünde imaj, tüketiciler tarafından gerçekleştirilen bir kod
çözümlemesinin sonucudur. Marka kimliği, iletişim sürecinde kaynağın (işletmenin) imaj ise
tüketicilerin kontrolü altındadır denilebilir (Uztuğ, 2008: 43).
156
Tablo 1. Marka Kimliği, Kişiliği, İmajı ve Konumu Arasındaki Farklılıklar
Marka Kimliği İşletme tarafından oluşturulan markanın tüketiciler tarafından nasıl algılanmasını
istediğini gösterir.
Marka Kişiliği Markaya tüketici tarafından eklenen insansı kişilik özellikleridir.
Marka İmajı Markanın tüketiciler tarafından nasıl algılandığını gösterir.
Marka Konumu Marka kimliğinin ve değerlerinin tüketicilerle iletişimini sağlar ve markanın
pazardaki durumunu gösterir.
Kaynak: İslamoğlu ve Fırat (2016: 15)
3.2. Markalaşma Stratejileri
Markalaşma stratejileri tüketicinin zihninde markanın ve ürünlerin en verimli şekilde
oluşturulabilmesi ve sınıflandırılmanın sağlanabilmesi için uygun marka bileşenlerinin
bütünleştirilmesini içeren kararların alınması sürecini ifade etmektedir (Keller vd., 2008: 530).
Tauber (1988:26-30) markalaşma stratejilerinin içeriğini aşağıdaki gibi ele almaktadır (Tosun,
2014: 279):
Mevcut ürünü farklı bir biçimde sunmak,
Ürünün içerik, koku, tat gibi özellikleri yönünden farklı varyasyonlarını sunmak,
Markayı başka bir markayla birleşik isimle sunmak,
Ana markayı başka yan ürünlerle birlikte sunmak,
İşletmenin algılanan uzmanlık alanı kapsamında ürün sunmak,
Ürünü, markanın farklılaştırıcı faydalarına dayalı özellikleri kapsamında sunmak,
Ürünü, markanın imaj ve itibarına dayalı olarak sunmak.
Markalaşma stratejileri hedef tüketicilere bağlı olarak işletme içindeki tüm markaların
bütünleştirildiği işletme kurumsal stratejileri doğrultusunda ele alınmaktadır. Markaya ilişkin
stratejik kararlarda kurumsal stratejiler ve pazarlama karmasının elemanları bütünleşmelidir.
Sonrasında marka stratejilerine ilişkin detaylar ele alınarak markayı en doğru, en iyi bir biçimde
anlatacak olan vaadin sunulması ve pazarlama iletişi faaliyetleriyle desteklenmesi
gerekmektedir (Aktuğlu, 2004: 117). Bu süreçte işletmenin karar vereceği markalaşma
stratejileri işletmenin kapasitesi, imajı, maddi ve gayrimaddi kaynakları, yapısı, amaçları,
kurumsal stratejileri, pazarlama stratejileri, girilecek olan pazarın özellikleri, tüketicilerin
özellikleri ve rakip markaların özellikleri gibi birçok faktörün etkisi altında bulunmaktadır.
Kotler ve Armstrong (2004: 296), marka stratejilerine ilişkin olarak, markanın ve ürün
kategorisinin mevcut veya yeni oluşuna göre dört stratejik karar olduğunu belirtmişlerdir. Buna
ilişkin tablo aşağıda verilmiştir.
Tablo 2. Marka Stratejileri
Ürün Kategorisi
Mevcut Yeni
Marka İsmi
Mevcut Hat Genişletme Stratejisi Marka Genişletme Stratejisi
Yeni Çoklu Marka Stratejisi Yeni Marka Stratejisi
Kaynak: Ambler ve Styles (1996: 11); Kotler ve Armstrong (2004: 296)
157
Buradan hareketle, bir işletmenin marka strajilerini ilişkin temel olarak hat genişletme,
marka genişletme, çoklu marka, yeni marka stratejisi olmak üzere dört strateji üzerinde
kurguladığını söylemek mümkündür. Bu stratejilere aşağıda değinilmiştir;
Hat Genişletme Stratejisi: İşletmenin mevcut bir ürününe benzer bir ürüne veya aynı
ürünün başka bir versiyonuna olan bir talebi karşılamak üzere, aynı ürün kategorisi içinde
ve aynı marka altında farklı özelliklerle bir ürün sunmasıdır (Kotler, 1997: 452; Yükselen,
2008: 199). Buradaki belirleyici nokta aynı ürün sınıfına dâhil olan ürünlerde yapılan bir
strateji olmasıdır. Hat genişletme, yenilikçi (yeni tatlar, light, şekersiz, kafeinsiz gibi
seçenekler veya yeni içerikler vb.) olabileceği gibi boyut farklılığı (100 gram 500 gram,
1 litre 2.5 litre veya küçük boy, büyük boy, aile boyu gibi ambalaj seçenekleri) şeklinde
de olabilmektedir (Çelik, 2007: 107).
Marka Genişletme Stratejisi: İşletmeler, yeni pazarlara girmeyi kolaylaştırmak adına
yeni ürünleri için mevcut marka isminin kullanılması stratejisini
benimseyebilmektedirler. Bu kapsamda marka genişlemesi stratejisi, mevcut bir marka
isminin farklı ve yeni bir ürün veya ürün grubu için kullanılması olarak ifade edilmektedir
(Aaker ve Keller, 1990: 27; Kapferer, 2001: 233). Bu stratejide işletme, güçlü olduğu
alanda yarattığı markanın kaldıraç etkisinden faydalanmak istemektedir (Şallı, 2009: 23).
İşletme marka genişletme stratejisi ile marka ismi altındaki tüm ürünler üzerinde ortak
bir fayda, kalite ve imaj sağlamayı amaçlamaktadır.
Çoklu Marka Stratejisi: Çoklu marka stratejisi, bir işletmenin aynı ürün kategorisi
içinde birbirinden farklı marka kimliğine sahip iki veya daha fazla marka oluşturmasını
içermektedir. İşletmeler bu stratejiyi genel olarak pazarın farklı bölümlerine nüfuz
edebilmek için, farklı tüketici gruplarına hitap edebilmek ve farklı talepler doğrultusunda
nitelikler kazandırılan ürünler ile satışları desteklemek için kullanmaktadırlar (Çelik,
2007: 111; Kotler ve Armstrong, 2004: 297).
Yeni Marka (Bireysel Marka) Stratejisi: Yeni marka stratejisinde işletmenin ürün
portföyündeki her bir ürün özgün bir marka olarak pazara sunulur. Hedef pazara
sunulacak yeni bir ürüne yeni geliştirilen marka adının verilmesidir (Alan ve Yeloğlu,
2013: 16). Bu stratejide işletmenin ismi ile ürettikleri ürünlerin marka isimleri birbirinden
farklı olmaktadır. Burada bir işletmenin adı veya belirli bir markanın üzerine kurulu bir
stratejinin tersine, her bir ürünün ayrı bir markası olması söz konusudur. İşletme isminin
ön plana çıkarılmasından kaçınılmaktadır. Böylece mevcut aile ya da işletme isminin
olumsuz veya ilgisiz çağrışımlar uyandırabilecek anlamlarını yeni ürüne yansıtmadan
ürün için en iyi marka isminin seçilmesine olanak tanımaktadır (Corukluoğlu, 2006: 87).
3.3. Bütünleşik Marka İletişimi
Markalaşma sürecinde esas olan nokta tüketicinin markayı algılayış biçimi ve markanın
tüketiciye sunduğu değer ve faydalardır. Güçlü bir marka olabilmenin ve gerçek bir marka
değeri oluşturabilmenin yolu da tüketiciyle doğru iletişim kanalları ve yöntemleriyle doğru bir
iletişim kurulmasından geçmektedir. Markanın tüketiciye anlatılmasında birçok iletişim yolu
bulunmaktadır ancak, önemli olan markayı doğru kitleye doğru yollarla aktarabilmektir (Öztürk
ve Gönenç, 2018: 299-301). Tüketicinin markayı tanıması, tanımlayabilmesi, markayla ilgili
bilgi edinme sürecinin hız kazanması, tutumların yönünün ve gücünün belirlenebilmesi marka
iletişiminin etkinliğine bağlı bulunmaktadır. Bu sürecin başarıyla yerine getirilebilmesinde
işletme içerisinde tüm birimlerin marka hakkında tutarlı bir bilgi ve davranış bütününü
sağlayabilmesi gerekmektedir (Can, 2007: 234). Ayrıca işletmelerin, markalaşma sürecinde
tüketicilerle sürekli olarak iletişim halinde olmaları, görüş ve önerilerini sürekli olarak
dinlemeleri gerekmektedir. Çünkü tüketiciler, yalnızca markanın sağladığı faydaları değil;
bunun dışında işletmenin yaklaşımını, işletme çalışanlarının davranışlarını ve işletmenin sosyal
158
sorumluluk faaliyetlerini de değerlendirmektedir. Böylece, işletmeyle ve markayla ilgili olarak
dürüst, güvenilir, duyarlı gibi bir takım algılar oluşmakta ve oluşan bu algılar, tüketicilerin
markaya bakış açılarını ve tutumlarını etkileyebilmektedir (Aydın, 2017: 300).
Bütünleşik pazarlama iletişimi olarak tanımlanan bu kavram iletişim teknolojilerinin
geliştiği, bireysel ve kitlesel iletişim olanaklarının olağanüstü bir biçimde arttığı bu dönemde
pazarlama iletişimi uygulamalarının daha etkin ve daha planlı bir şekilde uygulanmasına
yönelik ihtiyacın doğal bir sonucu olarak, gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Birbirleriyle hem
ilişkili olan hem de sebep sonuç ilişkisine sahip olan markalaşma ve bütünleşik pazarlama
iletişimi kavramlarının önemi birbirlerine paralel olarak artmaktadır (Çalık vd., 2013: 138).
Marka iletişimi araçları şöyle sıralanabilir;
Reklam, tanıtım, sergi ve fuarlar
Satış geliştirme,
Kişisel satış,
Doğrudan pazarlama,
Pazarlama halkla ilişkileri ve sponsorluk
Ürün yerleştirme, sanal ortam ve sosyal medya.
Yukarıda sayılan iletişim araçları kapsamında işletmenin kurumsal kişiliği, markasıyla
ilgili açık, net, tutarlı ve inandırıcı mesajlar oluşturmak amacıyla işletme içindeki tüm iletişim
kanallarını ve pazarlama iletişimi araçlarını koordine etmesi ve bütünleştirmesi gerekmektedir
(Kotler vd., 1999: 781). Tüm pazarlama araçlarının ve pazarlama iletişimi araçlarının
işletmenin belirlemiş olduğu marka stratejileri çerçevesinde birbiriyle koordineli ve tutarlı
olması önem arz etmektedir.
4. KURUMSALLAŞMA İLE MARKALAŞMA İLİŞKİSİ VE LİTERATÜR ÖZETİ
Kurumsallaşma ile markalaşma arasında bazı yakın ilişkiler bulunmaktadır. Başarılı bir
kurumsallaşma sürecinin markalaşma sürecine de olumlu katkıları olacaktır. İşletme içinde
formalleşmiş bir yapı, tüm süreçlerin prosedür ve kurallar altına alınmasıyla beraber işletmede
yetki ve sorumlulukların, görev tanımlarının belli olması, hangi durumda hangi aksiyonların
alınacağının belirli olması daha etkin bir performans gösterilmesini beraberinde getirmektedir.
İşletmede profesyonel yöneticilerin ve çalışanların olması süreçlerin daha verimli olmasına,
stratejik kararların daha öngörülü ve doğru alınabilmesine olanak tanımakta, işletmenin ufkunu
genişletmektedir. Tüm bunlar ürünün tasarımından satış sonrası hizmetlere kadar olumlu etkiler
yaratmaktadır. Ayrıca, kurumsal bir işletmenin gereği olarak dürüst, adil, şeffaf uygulamalar
ve sosyal sorumluluk projeleri paydaşların işletmeye olumlu tutum sergilemesini, dolayısıyla
markasına karşı da olumlu tutumlar ve davranışlar sergilemesini sağlayacağı açıktır. Kurumsal
kimliğin güçlü olması, markanın gücünü desteklemektedir. Marka değerinin artması da
işletmenin kurumsal kimliğine değer kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu iki kavram birbirini
destekler niteliktedir. Zira literatürde bunu destekleyen bazı sonuçlara ulaşılmıştır.
Durmaz ve Açıkgöz’ün (2019: 508-509) araştırmasının sonuçlarına göre kurumsallaşma
markalaşmayı olumlu yönde etkilemektedir. Kurumsallaşma, markalaşma üzerindeki değişimin
%50’sini açıklamaktadır. Kurumsallaşma çerçevesinde gerçekleştirilen uygulamalar ile marka
adı ve markalaşma çalışmaları arasında güçlü ilişkiler tespit edilmiştir. Kurumsallaşmayı
bilimsel olarak uygulayabilen işletmeler markanın farkındalığında ve tanınırlığında daha
başarılı olmaktadır. Besiray Yekrek’e (2016: 84-85) göre tüketiciler markayı tercih ederken
kurumsal kimliğine ve tanınırlığına de önem vermektedir. Ayrıca, kurumsallaşmış olan
işletmelerin, müşteri tercihlerinin yönetimi konusunda daha etkin yapıları bulunmaktadır.
Corukluoğlu’na (2006: 192) göre özellikle uluslarası pazarlarda faaliyet gösteren markalar, dış
159
pazarlarda farklı uygulamalar, prosedürler gibi bazı sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu
sorunlar markanın kurumsal bir alt yapıya sahip olmasıyla çözülebilmektedir.
Atılgan’a (2011: 110-111) göre, işletmeler kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerini
beraber uyguladıklarında daha etkin olmaktadır. Araştırmada tekstil sektöründe bu sürecin
markalaşma süreci ile başlayıp, markayı desteklemek amacıyla kurumsallaşma sürecine
girildiği ve bu sürecin sonrasında birbirini tamamlayıcı şekilde beraber yürütüldüğü ve
işletmenin devamlılığı için büyük önem taşıdığı gözlemlenmiştir. Yarar (2008: 164-166) benzer
şekilde özel hastaneler üzerinde yaptığı araştırma sonucunda kurumsallaşma ve markalaşma
arasında anlamlı ilişkiler tespit etmiştir. Yazara göre emek ve yoğun teknolojinin bir arada
kullanıldığı hastanelerde farklı bilgi, eğitim ve beklentilere sahip olan birçok meslek grubunun
bir arada çalıştığı örgütler söz konusu olduğundan ve sektörde yaşanan sürekli değişimlere ayak
uydurulabilmesi bakımından etkin bir organizasyon yapısı ve kurumsallaşma büyük önem arz
etmektedir. Kurumsallaşmanın başarılmasıyla da işletmeler daha doğru stratejik kararlar
verilebilmekte, dalgalanmalardan daha az etkilenilmekte, kaynak kullanımı ve yatırımlarda
daha esnek olabilmekte, bu da markalaşma yolunda büyük katkılar sağlamaktadır.
Bayındır’a (2008: 1) göre, Konya’da ayakkabı sektöründe en büyük problemlerden biri
markalaşmanın başarılamamış olmasıdır ve sektör bu konuda kurumsallaşamamış olmaktan
yakınmaktadır. Engil’e (2010: 67-68) göre, ağırlıklı olarak KOBİ’lerden oluşmakta olan
mobilya sektörü kurumsallaşma sorunu yaşadığı için pazarlamaya gereken önemi
verememektedir.
5. UYGULAMA
5.1. Araştırmanın Konusu ve Amacı
Araştırma, kurumsallaşma ve markalaşma süreçlerine ilişkin kavramsal çerçeveyi ortaya
koyarak bir nitel uygulama kapsamında incelenen işletmede mevcut olan yapıyı analiz etmiş ve
bu kapsamda öneriler geliştirmiştir. Araştırmada, ilgili literatürde kurumsallaşma süreci ve
markalaşma süreci içerisinde işletmenin uygulanması gereken adımları belirlemek, bu noktada
nitel araştırma yapılan işletmenin, ayrı ayrı ele alınmak suretiyle kurumsallaşma ve markalaşma
süreçlerinde izlediği aşamaları, yer verdiği uygulamaları ve mevcut durumdaki vaziyetini
ortaya koymak amaçlanmaktadır. Ayrıca, çalışmanın ele alınan bu iki değişkenin teori ile
işletme pratiğinde uygulanan faaliyetler arasında karşılaştırılması ve yorumlanması yönünden
de literatüre katkıda bulunması amaçlanmıştır. Araştırma kapsamında, Aydın ilinde otomotiv
yan sanayiinde faaliyet gösteren Jantsa A.Ş’nin kuramsal çerçeveye paralel olarak
kurumsallaşma ve markalaşma hususunda geçirdiği süreçleri ve uygulamalarını izlemek,
kurumsallaşma ve markalaşma düzeyleri hakkında çıkarımlar yapmak, bu surette sektör
bazında ve değişkenler açısından durum değerlendirmesi yapmak çalışmanın konusunu
oluşturmaktadır.
5.2. Yöntem
Araştırmada veri elde etme yöntemlerinden nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Nitel
araştırma yöntemleri içinden en çok tercih edilen tekniklerden biri olan sözlü iletişim yoluyla
ve birebir görüşme suretiyle verinin elde edildiği görüşme (mülakat) tekniği kullanılmıştır.
Görüşme öncesinde sorulacak sorulara ilişkin soru formu uzman görüşü alınarak teyit
edilmiştir. Ayrıca işletmeden görüşmenin yapılabilmesi için gerekli izinler alınmıştır. Görüşme,
işletmenin pazarlama yöneticisi ile yüz yüze gerçekleştirilmiştir. Görüşme sırasında izin
alınmak suretiyle ses kaydı yapılmıştır. Görüşme sonucunda elde edilen veriler olduğu gibi,
üzerinde değiştirme yapılmaksızın aktarılmıştır. Araştırma değişkenleri kapsamında sorulacak
olan sorular için ölçeklerden faydalanılmıştır. Buradan hareketle kurumsallaşma ölçeği Özer
(2007) ve Şanal (2011)’dan uyarlanarak geliştirilmiştir. Markalaşma ölçeği Ünal’dan (2011)
160
uyarlanmış olan on soruya bir soru araştırmacı tarafından eklenmek yoluyla oluşturulmuştur.
Burada belirtilmelidir ki faydalanılan ölçekler nicel araştırmaya yönelik ölçekler olup, bu
araştırma için nitel araştırma formatına uygun biçime dönüştürülmesi için anlam ve bütünlüğü
bozmayacak şekilde uyarlanmış ve gözden geçirilmiştir. Bu itibarla, kurumsallaşma 16 soru,
markalaşma 11 soru olmak üzere toplamda 27 soru yöneltilmiş ve tamamına yanıt alınmıştır.
5.3. Bulgular
Nitel araştırma çerçevesinde görüşme tekniği kullanılarak işletme yetkilisine yöneltilen
sorular ve alınan yanıtlar kurumsallaşma ve markalaşma olmak üzere iki ayrı kapsamda ele
alınmıştır. Bu sorular ve yanıtlar çerçevesinde elde edilen bulgular yorumlanmıştır.
5.3.1. Kurumsallaşmaya İlişkin Bulgular
Soru 1: Kurumsallaşma kavramı sizce ne ifade etmektedir?
Yanıt 1: Kurumsallaşma bir ticaret faaliyeti içerisinde bir profesyonel yönetim
anlayışıdır. Kişiye bağlı olmayan bir işletme anlayışıdır. Kurumsallaşma bir sistemi ifade
etmektedir. Bölümler arası resmi iletişimi, bölümlerdeki hiyerarşik yapıda en üstten aşağıya
doğru görev ve sorumlulukların belli olduğu bir sistemi ifade etmektedir. Yedeklemeyle
beraber bu sistem devam etmelidir.
Soru 2: İşletmenizin belirlenmiş bir vizyon ve misyon ifadesi var mıdır?
Yanıt 2: Var evet. Bununla ilgili bilgiler internet sitemizde ve sunum dosyalarımızda da
mevcuttur. Açıklamak gerekirse, işletmemizin vizyonu, dünya standartlarında ürün üretimi
yolunda, teknoloji yatırımlarına devam etmek ve değişen çevre koşullarına adaptasyonu
sağlamak, yeni ürün prosesi için hızlı karar alımını sağlamak, kalifiye ve yetenekli personel
yetiştirmek, yurtiçi ve yurtdışı müşteri memnuniyetini sağlamak için üst düzeyde iletişim ve
servis sunumunu sağlamak ve uluslararası düzeyde, sektörde lider konumunu elde etmektir.
Soru 3: İşletmenizde tüm faaliyetlerin, yetki ve sorumlulukların yazılı hale getirildiği
biçimsel bir örgüt yapısı, plan, prosedür ve programlar var mı?
Yanıt 3: Vardır. Tabii ki otomotiv sektöründe olduğumuz için belli standartların bize
dikte ettiği programlar prosedürlerdir. Tabii ki biz de ISO-9001 kalite standart belgesinin
haricinde 16949 kalite sertifikamız bu tür presodür ve programların hepsini kapsamakta,
işletmemiz de bu kapsamda faaliyetlerini sürdürmektedir.
Soru 4: İşletmenizde yönetim kurulunda aile dışı profesyonel yöneticiler bulunmakta
mıdır?
Yanıt 4: Bulunmaktadır, evet. Zaten kurumsallık da bunu gerektirir. Genel müdürümüz
aile dışındandır. Diğer üst yöneticiler de aile dışındandır.
Soru 5: İşletmenizde düzenli olarak aile içi veya dışı çalışanlarınızın beraber katılım
sağladığı ve işletme kararlarının alındığı toplantılar düzenlenmekte midir?
Yanıt 5: Düzenlenmektedir. İşletmemizde yönetim kademelerinde profesyoneller görev
aldığı için, dolayısıyla kararlarda elbette söz hakkı sahibilerdir. Toplantılar bu yönde katılım
sağlanarak yapılmaktadır. Bunun yanında, aile üyeleri ve çalışanların bir araya geleceği sosyal
aktivitelerimiz de yapılmaktadır. Çalışanlarımızla beraber katıldığımız sportif faaliyetler de var.
Bu yönde de insan kaynakları departmanımızın düzenli olarak organize ettiği birliktelikler
olmaktadır. Bu tür kararlar da yine beraberce alınmaktadır.
Soru 6: İşletmenizin organizasyon şeması bulunmakta mıdır?
161
Yanıt 6: Evet, bulunmaktadır. Tabii ki bazen bazı değişikliklere uğrayabilmektedir.
Bununla birlikte revizyon olmaktadır. Kişilerin başarısına göre, şirketin ihtiyacına göre, farklı
departmanlar ya da bölümler veya görev tanımları açılabiliyor. Tabi bunlar da bazen
revizyonlara uğrayabiliyor.
Soru 7: İşletmenizde bütün iş ve faaliyetler belgelendirilmekte midir?
Yanıt 7: Belgelendirilmektedir tabii ki. İş ve faaliyetler dediğimiz, genel anlamda finans
departmanından başlayıp aşağıya doğru yaptığımız tüm faaliyetlerimiz belgelendirilmektedir.
Kısacası yaptığımız yazılmakta, yazdığımız da yapılmaktadır. Bunların tümü sistem dahilinde
mevcuttur, ayrıca sistem dışında da tutulmakta, dosyalanmaktadır.
Soru 8: İşletme birimleriniz arasındaki işbirliği ve iletişim konusunda bilgi verebilir
misiniz?
Yanıt 8: İşletme birimlerimiz arasında çok sıkı bir iletişim bağı olmalıdır. Bunu tam
anlamıyla gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse; biz proje bazlı çalışıyoruz.
Proje bazlı çalışırken ilişik bölümler (planlama- üretim daha ziyade iletişim halindedir)
öngörüler görüşülüp, planlamalar yapılıp örneğin hatlardaki kapasite çıkarılıp bunu üretime
bildiriyor, üretim de tabi bununla ilgili olarak geribildirim yapıyor. İyileştirme yapabiliyor mu,
o hatta vardiya mı açılması gerekli, hat mı kurulması gerekecek gibi iletişim halinde çözümler
üretiliyor. Bu arada planlama da bu öngörüleri satıştan alıyor. Satış da bu öngörüyü müşterilerle
iletişime geçerek alıyor, mümkün olduğunca doğru bir şekilde müşterilerden talep topluyor.
Toplaması mümkün olmadığı zaman ise geçmiş yıllara dayalı bir çalışma yapıyor. İstatistikler
çıkarıp bunu planlamaya aktarıyor. Planlama da bunları toplantılarda dile getiriyor. Bunlar
genel olarak toplantılar halinde yapılmaktadır. Bu tabii ki iletişim ağı içerisinde yalnızca bir
örnek. Bunun haricinde yeni bir ürün üretilmesi konusunda satış bölümüyle Ar-Ge arasında
yoğun bir iletişim olmaktadır. Bu konuda mümkün olduğunca detaylı bilgileri Ar-Ge’ye
aktarmakla mükelleftir. Ar-Ge de bir fizibilite raporu oluşturup bildiriyor. Tabii ki bu arada Ar-
Ge de kalıp bölümü, planlama bölümü gibi bölümlerle iletişim halinde. Örneğin test yapılacaksa
ne zaman yapılabilir? Üretim hatları uygun mu? Kalıplar uygun mu? Gibi hususlarda iletişim
halindeler. Bunlar ilk önce e-maille, sonra detaya inildikçe toplantılar halinde devam
etmektedir.
Soru 9: Personel alımında uzmanlığa dayalı bir seçme ve yerleştirme sistemi mevcut
mudur?
Yanıt 9: Mevcuttur. İnsan kaynakları departmanının bununla ilgili planlamaları,
programları var. Bu süreçlere göre insan kaynaklarımız objektif bir şekilde değerlendirip
şirketimize kazandırıyorlar.
Soru 10: Çalışanların yetki ve sorumluluklarının onların başarı ve kapasitelerine göre
belirlendiği uygulamalar var mı?
Yanıt 10: Var tabii ki. Yine insan kaynakları departmanını ilgilendiren bir konu. Orada
çalışanların eğitim ihtiyaçları, KPI’ları (anahtar performans göstergeleri), kişisel performans
indikatörleri olup bunlara göre takipleri yapılmaktadır. Dolayısıyla elbette, yetki ve
sorumluluklar da bu ölçütlere göre dağıtılmaktadır.
Soru 11: İşletmenizde objektif ve sistematik kriterlere dayalı bir ödül ve teşvik sistemi
var mıdır?
Yanıt 11: Diyalog çalışmaları var. Bu çalışmalar neticesinde çalışnanın performansı 6
aylık dönemlerde belirlenip, belirlenen hedeflerin yakalanıp yakalanmadığıyla ilgili karşılıklı
görüşülüp buna göre bir ödül ve teşvik anlamında geridönüş sağlanmaktadır.
162
Soru 12: İş çevresinde (çalışan, tedarikçi, kamuoyu vb.) güvenilen bir kurum olmayı
hedefleyen yönetim uygulamaları var mıdır?
Yanıt 12: Var tabii ki. Borsaya kote olmuş bir firmayız. Bu nedenle şeffaflık çok önemli.
Şeffaf bir firmayız. İnternet sitemizden bizleri tüm kesimler yakından takip edebilmektedir.
Bunun yanı sıra güvenilen bir firma olmak tabii ki çok önemli. Müşteri nezdinde yaptığımız
anket çalışmalarından da ortaya çıkmaktadır. Bunun neticesinde sadık ve güvenilir bir firma
olduğumuz görülebilmektedir. Tedarikçiler kapsamında da, ödeme performanslarımızla ilgili
yüksek bir yüzdeye sahip olduğumuz için orada da güvenilir bir firma olduğumuz açıkça
görülmektedir.
Soru 13: İşletmenizde alınan stratejik kararlar ve planlarda profesyonellerin karar verme
özerklikleri var mıdır?
Yanıt 13: Var tabii ki. Bu da kurumsallık anlayışı içerisinde olması gerken bir durum.
Elbette fizibilite çalışmaları, rakamlarla ifade edilen durumlar, fayda- zarar analizleri
çerçevesinde kararlar alma yetkinlikleri ve özerklikleri bulunmaktadır.
Soru 14: İşletmenizde finansal yönetim uzman kişilerce mi yürütülmektedir?
Yanıt 14: Evet, finans departmanımız var. Finans çatısı altında hem finans hem muhasebe
bölümlerimiz var. Burada da yine profesyonel ve sertifikalı yöneticilerimiz var.
Soru 15: İşletmenizin paydaşlara karşı (hissedar, müşteri, kamuoyu, kamu kurumlar vb.)
şeffaf olduğunu düşünüyor musunuz?
Yanıt 15: Zaten borsada işlem gören bir firma olduğumuz için tüm paydaşlara yönelik
şeffaflık esastır. Bunun haricinde yılda bir ortaklıklarımıza davetiye mektupları gönderilip
burada yıl içerisindeki faaliyetlerimiz anlatılmaktadır.
Soru 16: İşletmeniz sosyal sorumluluk çalışmaları düzenlenmekte midir? Bu yönde
çalışmalarınız varsa bunlardan bahseder misiniz?
Yanıt 16: Tabii ki bulunduğumuz bölgede en büyük firmalardan biri olmamız açısından
bu tür sorumluluklarımız var. Sponsorluklarımız var. Okullara, hastanelere makine-teçhizatlar
bağış verebiliyoruz. Yerel spor kulüplerine sponsorluk yapabiliyoruz. Örneğin Nysa harabeleri
kazıları için sponsor oluyoruz. Bu tarz çalışmalarımız oluyor.
5.3.2. Markalaşmaya İlişkin Bulgular
Soru 1: İşletmeniz dış pazarlarda faaliyet göstermekte midir?
Yanıt 1: Evet dış pazarda faaliyet gösteriyoruz. Şu anda satışlarımızın %80’i dış pazarlara
yapılıyor. Bunun içinde %45 civarı Avrupa, %25’i Kuzey Amerika, kalan oran da diğerleri
diyebilmemiz mümkündür.
Soru 2: Sizce marka nedir? Markanın önemi hakkında görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Yanıt 2: Marka, o ürün ya da hizmetin, insanlara nasıl yansıdığıyla ve akılda kalmasıyla
ilgili bir kelime, bir nosyondur. Sadece ürün anlamında değil, her anlamla marka olunabilir. Bu
bir ürün olabileceği gibi kişi de marka olabilir. Tabi marka olabilmek için bunun altyapısının
çok doldurulması lazım. Hemen oluşabilecek bir olgu değildir, zamanla oluşan, yatırım
gerektiren bir olgudur.
Soru 3: Sahip olduğunuz marka isminin belirlenmesinde nasıl bir yöntem izlenmiştir?
Marka isminin seçiminde önem verilen nokta ne olmuştur?
Yanıt 3: Jantsa “jant” kelimesinden türetildi. Biz jant ürettiğimiz için jant isminin
kendisini kullanıp sanayi kelimesi ile birleştirip Jantsa marka ismini belirledik. Zaten bunun
dışında da bir markamız yoktur. Alt markalarımız yoktur.
163
Soru 4: Marka imajınızı belirlerken odaklandığınız alan nedir? Markanızı nerede
konumlandırıyorsunuz?
Yanıt 4: Bununla ilgili benchmarking (kıyaslama) faaliyetlerimiz oluyor. Dolayısıyla
konumlandırma açısından bu alanda bilindik markaların içerisinde dünya çapında yaklaşık eğer
yirmi üretici varsa biz ilk beşte konumlandırıyoruz kendimizi marka bilinirliği anlamında. Tabi
bununla ilgili çalışmalarımız devam ediyor ve bunu daha da arttırmak peşindeyiz, bunun gibi
hedeflerimiz de var. Markayla ilgili odaklandığımız alan da vizyonumuz ve değerlerimizle
bağlantılı olarak kişiye saygı, müşteriye sadakat, sevgi gibi alanlarda konumlandırarak
markamızı yükseltmeye çalışıyoruz. Bunun yanında kalite, zamanında teslimat, güvenilirlik
gibi alanlara odaklanıyoruz.
Soru 5: Yurtiçi/ yurtdışı pazarda izlediğiniz marka stratejileri hakkında bilgi verebilir
misiniz?
Yanıt 5: Yurtiçi ve yurtdışı faaliyet gösteriyoruz. Yurtiçi faaliyetmizden başlayalım
öncelikle. Yurtiçinde biz buradan direkt olarak araç üreticilerine satış yapıyoruz. Diğer kardeş
firmamız “Jantsan” yurtiçi satış ağını yönetir, bununla ilgili de yurtiçi pazarlama faaliyetlerini
yürütürler. Hem jant hem de lastik, hem setleme hem de servis sağlarlar. Türkiye’de yaklaşık
3000- 3500 bayimiz var. Jantsan distribütörlüğü vasıtasıyla ürünlerimizi bayiler aracılığıyla
satışa sunuyoruz. Jantsan 1988 yılında kuruldu. Lastik ve jantların Türkiye’de dağıtımını ve
depolamasını yapmak üzere kurulan bir firmadır. Jantsa sahiplerinin yüzdesel haklarının
bulunduğu bir firma. Erkan Çerçioğlu tarafından yönetilmektedir. Yaklaşık 35 çalışanı vardır
ve yıllık cirosu 35 milyon dolar civarında olan bir firmadır. Stratejik işbirliği için çok önemli
bir nokta bizim için. Yurtiçinde 3500’e yakın bayiye bizzat kendisi dağıtımı yapıyor ve
Jantsa’nın dışında bir aktivite gösteriyor. Direkt alım yapmak isteyen üreticilere biz buradan
hizmet veriyoruz, onun haricinde setleme işini de bünyesine almak suretiyle Jantsan hizmet
vermektedir. Yurt dışında da marka bilinirliğini arttırmak açısından açısından fuarlara
katılıyoruz. Bayilerimiz ve distribütörlerimizin de ülkelerindeki yerel fuarlara katılım
sağlıyoruz. Marka bilincini arttırmak adına bu tür çalışmalarımız var. Bunun haricinde
reklamlar veriyoruz. Örneğin ilgili bir tarım fuarı olduğunda dış alanına billboard reklamları
veririz, çok okunduğunu gördüğümüz ilgili sektörlerin dergilerine reklamlar veririz. Yurt
dışında da bizim üretim alanımıza hitap eden dergilere reklamlar veririz. Bunlar alanında ünlü
dergilerdir. Bunların haricinde yurtdışında bünyemizde bulunan (şu anda Tunus, Belarus,
Almanya) stratejik işbirliği yaptığımız yabancı kökenli arkadaşlarımız var. Onlar da ülkenin
kendi dilinde faaliyet gösterdikleri için bulundukları bölgeyi daha iyi analiz ediyorlar,
verimliliği arttırıp faaliyetlere hız kazandırıyorlar.
Soru 6: Markalaşmanın size getirdiği avantajlar neler olabilir? Örneğin büyümenizde
katkı sağladı mı? Müşteri sayısında, pazar etkinliğinde, prestij ve güven kazanmakta faydalar
sağladı mı?
Yanıt 6: Zaten marka demek güven demektir. Zaten markamız mevcut müşterilerine bu
güveni verdiği için potansiyel müşteriler de bize dönüş sağlıyorlar. Bunun avantajını elbette
yaşıyoruz. Müşteri sayımızda ve pazar etkinliğinde yükselmeler oluyor. Bunu yine yaptığımız
anketlerde de görüyoruz. Örneğin şirket içi anket yaptığımızda en güçlü yanımızı
sorduğumuzda genelde çeşitlilik ön plana çıkıyor. Müşterilere sorduğumuzda yaklaşık
%70’inin bizi sadık, güvenilir tedarikçi olarak gördüğünü anlıyoruz. Çeşitliliği bundan sonraya
koyuyorlar. Yine yaptığımız bi çalışma sonucunda ihracata başladığımız yıllardan bu zamana
kadar müşterilerimizle birlikte çalışma süremizin ortalama 17 yıl olduğunu tespit ettik. Örnek
verecek olursak, başka bir ülkede bir dağıtıcı müşterimiz var. Dağıttığı yerlerdeki işletmeler ve
kişiler de üzerindeki markayı görüp, aradan bu dağıtıcıyı çıkarıp direkt bizden almak
isteyebiliyorlar. Fakat biz bu duruma müsaade etmiyoruz. Tabii ki mevcut olmayan başka
projelerle gelirlerse seve seve yardımcı oluyoruz. Ancak, mevcut çalıştığımız müşterimizle aynı
164
ürünü almak isteyen başka bir potansiyel müşteriye, orada dağıtıcımız varken izin vermiyoruz.
Dolayısıyla bu konuda müşterimiz müsterih oluyor. Böylelikle bizi sadık olarak adlediyorlar.
Soru 7: En sık kullandığınız pazarlama etkinliği hangisidir?
Yanıt 7: Yılın başında belirlediğimiz bir pazarlama bütçemiz var. Çok geniş bir
yelpazede pazarlama etkinlikleri göstermeye çalışıyoruz. Arkadaşlarımızla beraber kararlar
verip kurumsal yapıya hizmet edecek etkinliklerde bulunuyoruz. Bu anlamda en etkin
olduğumuz alan fuarlardır. Koyduğumuz stratejik hedeflere bağlı olmak üzere (ticari jant, zirai
jant, endüstriyel jant) bu yöndeki fuarlara katılıyoruz. Lastik fuarlarına da katılıyoruz, çünkü
jant ve lastik etle tırnak gibidir. En büyük fuarlar genellikle Amerika, Almanya, Fransa ve
İtalya’da oluyor. Fuarlara katıldığımız yerlerin içinde dışında reklamlar veriyoruz. Fuar
sırasında çeşitli promosyonlar dağıtıyoruz. Aynı zamanda fuarda bizi temsil eden
arkadaşlarımızın kıyafetlerine kadar belirlenmiş özellikler var, bunlar kurumsal yapımıza
uygun tarzda organize ediliyor.
Soru 8: İşletmenizde marka konumlandırma ile ilgili çalışmalar yapıyor musunuz?
Yapıyorsanız hangi özelliklerini ön plana çıkarıyorsunuz? Bu konuda işletme dışı
danışmanlıklardan yararlanıyor musunuz?
Yanıt 8: Özellikle benchmarkingden faydalanıyoruz. Bunun için bir İngiltere’den
danışman firma ile çalışıyoruz. Markayla ilgili olarak, bizim Jantsa olarak markamızla ilgili
neyi ön plana çıkarmak istediğimizle ilgili çalışmalar yapılıyor, swot analizleri yapıldı ve
yapılıyor. Yapılan Swot analizi sonucunda güçlü yanlarımız çeşitlilik, esneklik, hızlı
(reaksiyon) yanıt verme gibi özelliklerimiz ön plana çıkmış durumda. Özellikle tekliflerde ve
siparişlerde çok hızlı geri dönüşler sağlıyoruz. Yalnızca satış anlamında değil, Ar-Ge
kanadından da hızlı teknik resimlerin gelmesi, bunun satış ekibiyle bütünleştirilmesi konusunda
hızlı süreçler sonucu müşterilerimiz memnun kalıyor. Tabii ki bu bir takım çalışmasıdır.
Dolayısıyla bu anlamda hızlı geri dönüş sağlayan bir marka olarak konumlanıyoruz. Bunun
haricinde müşteriyle ilgili olarak çalışmalar yapıyoruz. Müşteriler ile ilgili demografik bilgiler,
yaşam tarzı, satın alma alışkanları gibi veriler toplayıp (örneğin fiyata mı odaklanır, kaliteye mi
odaklanır) bunları dosyalıyoruz ve bir veritabanına dönüştürüyoruz ve bir ağ üzerinden işletme
içi erişilebilecek şekilde depoluyoruz. Kurumsallaşmanın bir gereği olarak da bunu yapmak
durumundayız. Kişiler değişse de bilgilerin kalması gerekli. Bu bilgilerin, faaliyetlerle birlikte
süreklililiğini sağlamak açısından önemli görüyoruz.
Soru 9: Reklam kampanyalarında hangi amaçları gerçekleştirmeyi amaçlıyorsunuz?
Yanıt 9: Reklam kampanyalarında marka bilinirliğini arttırmak amacını güdüyoruz.
Reklamlarda markamızın çeşitlilik vurgusunu yapıyoruz. Çeşitlilikle müşteriye şunu
dedirtmeyi amaçlıyoruz: “Nerede bulursun? Jantsa’da bulursun. Var mıdır? Vardır”. Örneğin
başka bir sloganımız “You name it, we make it/ Sen söyle, biz yapalım.” bu da esnekliğimizi
göstermektedir. Tedarikçiden müşteriye kadar, bir ihtiyacın ortaya çıkmasında ilk akla gelen
marka, güven duyulan bir marka olmayı amaçlıyoruz. Sağlamlığı ortaya çıkarıyoruz. Ürünlerde
yaptığımız geliştirme çalışmaları var, bunları ön plana çıkarıyoruz. Ürünlere ismini verirken de
bu öne çıkardığımız özelliklere önem veriyoruz ve o özelliği yansıtacak mesajlar vermesini
sağlıyoruz. Reklamlarda da bunu kullanıyoruz.
Soru 10: İşletmenizi yurtiçinde/ yurtdışında markalaşma konusunda yeterli buluyor
musunuz? Markalaşma konusundaki destek ve teşvik programlarından yararlanıyor musunuz?
Yanıt 10: Yurtiçinde markalaşma konusunda yeterliyiz, yurtdışında da bu konuda
çalışmalarımız var. Belirttiğim gibi danışman firmalarla çalışıyoruz. İhracatcılar Birliği’ndeki
teşviklerden yararlanıyoruz. Fakat bunlar Turquality’e göre daha sınırlı kalıyor. Turquality çok
daha kapsamlı, o yüzden Turquality konusunda çok ciddi çalışmalarımız var. Tabi Turquality
165
yolunda birçok talep var bunları gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bunun da desteğiyle
yurtdışındaki eksik gördüğümüz yanları da kapatabileceğiz. Örneğin yurtdışında bir showroom
açabiliriz, yurtdışında çalışan sayımızı arttırabiliriz, reklam konusunda daha aktif olabiliriz,
bazı katılım göstermediğimiz küçük çaplı fuarlara da katılabiliriz. Bunlar teşvik desteğiyle
mümkün olabilir. Biz Turquality için resmi başvurumuzu yaptık, olumlu geçtiğini ve
teşviklerden faydalanmaya başlayacağımızı düşünüyoruz.
Soru 11: Markanızın uluslararası pazarda tanınırlığı nasıl? Yaşadığınız güçlükler var mı?
Yanıt 11: Bizim özellikle Avrupa, Amerika ve Orta Doğu’da markamızın tanınırlığı var.
Buralarda etkinliğimizin iyi olduğunu söyleyebilirim. Yurtdışı pazarında Güney Amerika’da
bazı engeller, dolayısıyla zorluklar oluyor. Oradaki bizim ürünümüzü ithal edecek bir firma
ürün oraya gidene kadar yaklaşık %100 maliyetle karşı karşıya kalıyor. İhracat maliyetleri,
gümrükleme maliyetleri, ayrıca bütün ülkelere koymuş oldukları kotalar sebebiyle pazarlama
faaliyetleri yapmak konusunda bazı problemler yaşıyoruz. Örneğin Çin Amerika’nın koyduğu
kotalar sebebiyle oraya odaklanmış durumda ve verdikleri düşük fiyatlarla vergi yükünü
kaldırmaları, market fiyatının geçerli olması mümkün olabiliyor. Yine de Güney Amerika’da
yol dışı jantlarda, zirai segmentte ve iş makinesi segmentinde varız.
SONUÇ
Günümüz rekabet koşullarında ayakta kalabilmek, varlığını güçlendirebilmek,
büyüyebilmek, rekabet avantajı yakalamak ve nesiller boyu sürdürülebilirliği sağlamak isteyen
bir işletmenin başarısı kurumsallaşma ve markalaşma kavramlarına nasıl yaklaştıkları ve bu
kavramlara yönelik uygulamaları ne ölçüde faaliyete geçirdikleri ile yakından ilgilidir.
Kurumsallaşma, işletme içerisinde bir örgüt kültürüne dönüşecek bir biçimde
benimsendiği ve uygulandığı zaman çalışanların bağlılıkları artmakta, kaynaklar daha etkin
kullanılmakta, işletmenin çevresine uyumu kolaylaşmakta, günün koşulları içerisinde yaşanan
gelişmeler ve değişmelere verilebilecek olan tepkilerin daha tutarlı, daha sağlıklı ve daha kısa
sürede olmasını sağlamaktadır. İşletme paydaşların gözünde meşruluk, güvenilirlik ve saygınlık
kazanmakta ve bu durum işletmeye istikrar sağlamakta ve rekabet üstünlüğü getirmektedir.
İşletmelerin nesiller boyu varlığını sürdürebilmesinde kurumsallaşmanın yanında
markalaşma kavramı da büyük önem arz etmektedir. Çünkü işletmenin geleceği, markasının
geleceğiyle doğru orantılıdır. Dolayısıyla işletmenin başarısı da markanın başarısına bağlı
bulunmaktadır. Hedef grubun zihninde güçlü bir şekilde konumlanmış, olumlu özelliklerle yer
edinmiş, tanınan, saygı duyulan, güvenilen bir marka işletmeler için en önemli değerdir.
Sürekli değişmekte ve gelişmekte olan çevresel koşullar altında, rekabetin yoğun olduğu
bir sektör olan otomotiv sektörü de bu konjonktürel dalgalanmalardan fazlasıyla
etkilenmektedir. Dolayısıyla dönüşümlere ayak uydurabilmekte en önemli araçlardan olan
kurumsallaşma ve markalaşma bu sektörde faaliyet gösteren işletmelerin en değerli varlıkları
haline gelmektedir.
Çoğu zaman bir markanın başlı başına değeri, işletmenin marka dışı toplam değerini kat
ve kat aşmakta, işletmeler marka değeri konusunda birbirleriyle rekabet etmektedir. Bu
anlamda teknoloji, teknik bilgi, uzmanlaşma ve inaovasyonun yoğun bir şekilde kullanıldığı
otomotiv sektörü, bir ülkenin en önemli lokomotif sektörlerinden birini oluşturmaktadır. Diğer
yakın sektörlerle olan ilişkisi de (demir-çelik, kimya, petrol-plastik, lastik vb.) otomotivi, bu
sektörlerin potansiyelini de artıran öncü bir sektör haline getirmektedir. Özellikle katma değer
yaratmak konusunda çok büyük bir potansiyele ve ekonominin gelişiminde doğrudan bir etkiye
sahiptir. İstihdam, dış ticaret, milli gelir gibi ekonomik unsurlara katkısının yanında ülke
imajına katkıda bulunmak için de güçlü bir alanı oluşturmaktadır.
166
Bugün en güçlü markaların içerisinde bilişim sektörüyle beraber otomotiv markaları ön
planda bulunmakta, büyük Ar-Ge yatırımları yapılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerle beraber
Türkiye’de de bu sektörde gelişim görülmekte, fakat dünyanın gerisinde bulunmaktadır. Bu
konuda Almanya, Amerika, Japonya, Çin, Fransa, Kanada, Meksika, İngiltere, İtalya ve Güney
Kore başta olan ülkeler olmak üzere sektörün başını Avrupa çekmektedir. Dolayısıyla
Türkiye’nin bu süreçte yoğun yatırımlara, üretim desteğine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu konuda
yapılan Turquality projesi kapsamında otomotiv sektörünün ve yan sanayiinin öncü firmaları
da teşvik ve desteklerden faydalanmakta, ülkenin marka imajını arttırmak üzere çalışmalar
yapılmaktadır. Bu projelerin devamlılığı, işletmeler için hem bir motivasyon hem de büyük bir
kaynak oluşturmaktadır. Bu yönde kendi markalarını ve ülke itibarını yükseltmek için çabalar
yoğunlaştırılmalıdır.
Tüm bunların yanı sıra, küresel dalgalanmalardan, ekonomik krizlerden en çok etkilenen
sektörlerden biri olarak otomotiv sektörü içerisindeki işletmeler, çevreye adaptasyonu, hızlı
tepkiler verip değişimler ve dönüşümlere ayak uydurmayı sağlayacak olan kurumsallaşmayı da
başarması, hem saygınlık, güvenilirlik kazanması hem de markalaşmayı destekleyen en önemli
unsurlardan biri olması açısından önem arz etmektedir. Bu anlamda güçlü bir markanın
oluşturulması, marka değerinin arttırılmasında kurumsallaşma itici bir faktör konumunda
bulunmaktadır.
Bu bilgiler ışığında, araştırma kapsamında işletme yetkilisine yöneltilen sorulara alınan
yanıtlar incelendiğinde başlıca aşağıdaki çıkarımları yapmak mümkün görülmektedir;
İşletmede kurumsallık bir kültür olarak görülmektedir ve bir anonim şirket olmanın ve
borsada işlem görmenin de etkisiyle beraber kurumsallığın tüm bölümlerde ve
kademelerde tam anlamıyla uygulanması yolunda çabalar mevcuttur. İşletmenin bu
yöndeki çabaları kurumsallaşmanın bir örgüt kültürüne dönüştürülmesi gerekliliğine
paralellik göstermektedir.
Kurumsallaşma konusunda işletmede öne çıkan hususlar; işletmenin kişilere bağlı
olmaksızın faaliyetlerini sürdürebilmesi, profesyonel bir yönetim anlayışının
benimsenmesi ve yetki ve sorumlulukların, iletişim süreçlerinin belirli prosedürlere
göre, yazılı olarak yapılmasıdır. Kurumsallaşmanın başlıca bileşenlerinden olan
profesyonellik ve formalleşme çabalarına önem verilmekte, bu hususta çabalar
sürdürülmektedir.
İşletmede yöneticilerden aile dışından profesyonel kişiler bulunmaktadır. İşletmenin
genel müdürü aile dışından bir profesyoneldir. Bu anlamda işletmeden belirli kişi veya
kişilerden özerkliğine önem verilmektedir.
Kararlar aile içi ve aile dışı profesyonellerle beraber alınmakta, profesyoneller
kararlarda söz sahibi olmaktadır. Ayrıca profesyonellerin karar vermede yetkileri ve
özerklikleri bulunmaktadır.
Tüm faaliyetler belgelendirilmekte, kayıt altında tutulmaktadır. Tüm çalışanlar için
görev tanımları, yetki ve sorumlulukların resmi olarak düzenlendiği yazılı prosedürler
bulunmaktadır. Tüm süreçlerin formalleşme kapsamında sürdürüldüğü
söylenebilmektedir.
İşletmenin birimleri ve çalışanları arasında resmi bir iletişim ağı bulunmakta, iletişimler
yazılı olarak ve toplantılar halinde yapılmaktadır.
Personel seçiminde ve geliştirilmesinde uzmanlığa dayalı, kişisel performans
ölçütlerine dayalı politikalar ve programlar izlemektedir. Personelin eğitimi, gelişimi ve
terfiinde sistematik kriterler bulunmaktadır.
İşletme şeffaflığa önem vermekte, karar alıcıları ilgilendiren tüm süreç, faaliyet ve
bilgiler konusunda aydınlatma yapmaktadır. Kurumsallaşmanın hesap verebilirlik ve
şeffaflık ilkesine önem verilmektedir.
167
İşletme sosyal sorumluluk faaliyetlerinde bulunmakta, bağış ve sponsorluklar yoluyla
toplumsal faydalar yaratmak konusunda çalışmalar yürütmektedir. Bu durum da
işletmenin sosyal sorumluluk ilkesi gereğince faaliyetlerde bulunduğu fikrini
vermektedir.
İşletme yurt içi ve yurt dışı faaliyet göstermektedir. Çoğunlukla dış pazarlarda faaliyet
göstermekte, satışlarının %80’ini dış pazarlara yapmaktadır. Bu payın içerisinde Avrupa
büyük çoğunluğu oluşturmaktadır.
İşletme için marka büyük önem arz etmektedir. Markanın çoğun çaba ve uzun süreçler
gerektiren bir kavram olduğunun farkındalığı mevcuttur ve bu kapsamda çalışmalar
yürütülmektedir. Markanın ve ürünlerin isimlendirilmesinden marka iletişimi
çabalarına kadar marka odaklı pazarlama çalışmaları yapılmakta, bütünleşik pazarlama
anlayışı benimsenmektedir.
İşletme kendisini sektöründe dünyada ilk beşte konumlamak üzere çalışmalarını
sürdürmektedir. Markasıyla ilgili odaklandığı noktalar duygulara hitap eden güven,
sevgi, saygı, sadakat gibi unsurların yanı sıra faydaya hitap eden kalite, zamanında
teslimat, güvenilirlik, dayanıklılık gibi niteliklerdir.
Marka bilinirliğinin arttırılması için çeşitli marka iletişim araçları kullanılmaktadır.
Bunlardan en önemlisi fuarlara katılım sağlamak ve sektörü ilgilendiren alanlarda
reklam kampanyaları düzenlemektir. Bu çalışmalar yurt içi ve yurt dışında
sürdürülmektedir. Satış geliştirme çalışmaları çerçevesinde promosyon ürünleri de
dağıtmaktadır. Ayrıca, tüm pazarlama iletişimi çalışmalarında aynı mesajı vermek üzere
stratejiler belirlenmektedir. Bu anlamda çalışmalar birbiriyle uyumlaştırılmaktadır.
Markalaşma konusunda ve markanın tanınırlığını ve değerini arttırmak üzere işletme
dışı danışman firmaların desteğini almakta, birlikte çalışmalar yürütmektedir. Yoğun
olarak benchmarkingden faydalanmaktadır.
Marka konusunda çeşitliliğe, esnekliğe, güvenilirliğe odaklanılmaktadır.
İşletme markalaşma konusunda ihracat desteklerinden yararlanmaktadır ve Turquality
projesi kapsamında başvurusunu yapmış bulunmaktadır.
Marka yurt için pazarda iyi bir tanınırlığa sahip bulunmaktadır. Yurt dışı pazarda ise
Avrupa, Amerika ve Orta Doğu tanınırlığın güçlü olduğu bölgelerdir.
İşletme markalaşma konusundaki gayretlerini sürdürmekte, bu konuda işletme dışı
destekler almakta ve devlet destekli programlardan yararlanmak için çalışmalarını
sürdürmektedir.
Genel bir sonuç olarak araştırma kapsamında yapılan görüşmenin sonucunda elde edilen
bulgulardan yola çıkılarak yapılan yorumlar çerçevesinde, işletmenin anonim şirket olmanın,
Türkiye’de ilk 500 markanın içinde olmanın ve sektöründe öncü işletmelerinden biri olmanın
da sorumluluğu ve bilinciyle kurumsallaşma konusuna gereken hassasiyeti gösterdiğini
söylemek mümkündür. Markalaşma sürecinin ve markalaşmanın öneminin farkında olduğunu,
bu yönde çabalar sarfettiğini ve markasını güçlendirmek uğruna yatırımlar yaptığını söylemek
mümkün görünmektedir.
Araştırma otomotiv yan sanayiinden bir işletme ile sınırlandırılmıştır. Kurumsallaşma ve
markalaşma kavramlarıyla ilgili olarak sektör bir örnek teşkil etmektedir. Sektör içi veya dışı
nicel bir analiz yapılmamıştır. Literatürde farklı sektörler için nitel ve nicel çalışmalar da
mevcut durumdadır. Örneklemin büyütülüp farklı sektörlere de genişletilmesi, farklı
değişkenlerle birlikte incelenmesi, nicel ve nitel yöntemlerin beraber ele alınmasıyla birlikte bu
hususta farkındalığın artmasını sağlanabilecek ve bilimsel literatür açısından zenginleştirici
olabilecektir.
168
KAYNAKÇA
Aaker, D. A. & Keller, K. L. (1990). “Consumer Evaluations of Brand Extensions”. Journal of
Marketing, 54(1), 27-41.
Aaker, D.A. (2007). “Marka Değeri Yönetimi” (Çev. Orfanlı, E.) İstanbul: MediaCat Kitapları.
Aaker, J. (1997). “Dimensions of Brand Personality”. Journal Of Marketing Research, 34,(3),
347-356.
Abdioğlu, H. (2007). “İşletmelerde Kurumsal Yönetim Anlayışı Kapsamında İç Denetim Rolü
ve İMKB-100 Örneği”. Doktora Tezi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Akın, M. ve Avcılar, M.Y. (2007). “Tüketici Temelli Marka Değeri Kavramı”. Pazarlama
Dünyası, 1, 39-46.
Aktuğlu, I.K. (2004). “Marka Yönetimi: Güçlü ve Başarılı Markalar İçin Temel İlkeler”.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Aktuğlu, I.K. (2008). “Marka Yönetimi: Güçlü ve Başarılı Markalar İçin Temel İlkeler”.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Alan, H. ve Yeloğlu, O. (2013). “Markalaşma ve Yenilikçilik”. Siirt Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi İktisadi Yenilik Dergisi, 1(1), 13-26.
Alayoğlu, N. (2003). “Aile Şirketlerinde Yönetim ve Kurumsallaşma”. İstanbul: Müsiad
Yayınları.
Altunışık, R., Özdemir, Ş. ve Torlak, Ö. (2016). “Pazarlama İlkeleri ve Yönetimi”. İstanbul:
Beta Basım Yayım.
Ambler, T. & Styles, C. (1996). “Brand Development Versus New Product Development:
Towards a Process Model Of Extension Decisions”. Marketing Intelligence & Planning,
14(7), 10-19.
Apaydın, F. (2008). “Kurumsallaşmanın Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerin Performansına
Etkileri”. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4(7), 121-145.
Apaydın, F. (2009). “Kurumsal Teori ve İşletmelerin Kurumsallaşması”. Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 10(1), 1-22.
Arslanoğlu, B. (2015). “Marka Konumlandırma Stratejilerinin Marka Bilinirliğine Etkisi: Bir
Araştırma”. Yüksek Lisans Tezi, Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Atılgan, A. (2011). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ve Markalaşma- Türkiye’de İleri Gelen
Aile Şirketlerinin Kurumsallaşma ve Markalaşma Örnekleri İle Türk Hazır Giyim
Sektöründe Bir Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Doğuş Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Aydın, A.F. (2017). “Sosyal Medya ve Kurumsal Markalaşma İlişkisi: Ana Akım İletişim
Kuramları Perspektifinden Genel Bakış”. İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 44, 296-
311.
Bakoğlu, R. (2010). “Çağdaş Stratejik Yönetim”. İstanbul: Beta Yayıncılık.
Bayındır, S. (2008). “Ayakkabı Sektöründe Markalaşma ve Rekabet İlişkisi: Konya Ayakkabı
Sektörü İçin Bir Hibe Projesi”. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya.
Besiray Yekrek, B. (2016). “Kurumsal Markalaşmanın Tüketici Satın Alma Davranışlarına
Etkileri: Türkiye Telekomünikasyon Sektörüne İlişkin Bir Araştırma”. Yüksek Lisans
Tezi, Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Bişğin, M. (2015). “Marka Kişiliği, Kurumsal Marka İmajı ve Tüketici Kişilik Özellikleri İle
Sembolik Tüketim Arasındaki İlişki: Kahve Dünyası Örneği”. Yüksek Lisans Tezi,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.
Boons, F., & Strannegard, L. (2000). “Organizations Coping With Their Natural Environment”.
International Studies of Management & Organization, 30(3), 7-17.
Borça, G. (2007). “Bu Topraklardan Dünya Markası Çıkar”. İstanbul: MediaCat Kitapları.
169
Bozkurt, R. (2005). “Aile İşletmelerinde Sürekliliğin Sağlanması”, Anahtar- Milli Prodüktivite
Merkezi Aylık Yayın Organı, Temmuz, 14-15.
Can, E. (2007). “Marka ve Marka Yapılandırma”. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 22(1),
225-237.
Cevher, E. (2014). “Kurumsallaşma Küçük İşletmeler İçin Bir Çözüm Müdür Yoksa Yok Olma
Nedeni Midir?” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7(32), 583-594.
Civan, M. ve Yaşar, Ö. (2005). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma Süreci: Gaziantep İlinde
Bir Uygulama”. 4. Orta Anadolu İşletmecilik Kongresi Kurumsal Yönetim Bildiri
Kitabı, 260-269.
Corukluoğlu, B. (2006). “Uluslararası Türk İşletmelerinde Markalaşma Sorunları ve Bir Örnek
Olay Çalışması”. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kütahya.
Croft S. & Dalton, J. (2003). “Managing Corporate Reputation: The New Currency”, London,
GBR: Thorogood Publishing.
Çalık, M. Altunışık, R. ve Sütütemiz, N. (2013). “Bütünleşik Pazarlama İletişimi, Marka
Performansı ve Pazar Performansı İlişkisinin İncelenmesi”. Uluslararası Yönetim İktisat
ve İşletme Dergisi, 9(19), 137-162.
Çalışkanel, S.Ş. (2018). “Aile İşletmelerinin Kurumsallaşması ve Kurumsallaşma Sorunları -
Türkiye Genelinde Üretim Yapan Aile İşletmeleri Üzerine Bir Araştırma”. Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Çelik, M. (2007). “Avrupa’da Türk Markalaşması”. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
DiMaggio, P.J. & Powell, W.W. (1983). “The Iron Cage Revisited: Institutional Isomorphism
and Collective Rationality in Organizational Fields”. American Sociological
Review 48(2), 147-160.
Dilbaz, S. (2005). “Büyüme ve Kurumsallaşma Sürecinde Aile Şirketlerinde Yönetim:
Karaman Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Konya.
Durmaz, Y. ve Açıkgöz A. (2019). “Kurumsallaşmanın Markalaşma Üzerindeki Etkisi ve
Diyarbakır Merkezinde Bir Alan Çalışması”. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 9(17), 493-510.
Elitok, B. (2003). “Hadi Markalaşalım”. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Engil, O. (2010). “Uluslararası Pazarlarda Markalaşma Süreci ve Mobilya Sektöründe Bir
Uygulama: Çilek Mobilya Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.
Erdil, T.S. ve Uzun, Y. (2009). “Marka Olmak.” İstanbul: Beta Basım Yayım.
Eren, E. (1990). “İşletmelerde Stratejik Planlama ve Yönetim”. İstanbul: İstanbul İşletme
Fakültesi Yayınları.
Eren, E. (2001). “Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi”. İstanbul, Beta Basım Yayım.
Fındıkçı, İ. (2014). “Aile Şirketleri”. İstanbul: Alfa Yayıncılık.
Gardner, B.G. & Levy, S.J. (1955). “The Product and the Brand”, Harvard Business Review,
(33), 33‐39.
Gürol, Y. (2011). “Örgütlerde Kurumsallaşmanın Temelleri”. İstanbul: Beta Basım-Yayın.
Güven Kangal, F. (2007).” Küçük İşletmelerin Kurumsallaşmasında Değişim Süreci ve Bir
Araştırma”. Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Sivas.
Hall, R.H. (1968). “Professionalization and Bureaucratization”. American Sociological
Review, 33(1), 92-104.
Hung, C-H. (2008). “The Effect of Brand Image on Public Relations Perceptions and Customer
Loyalty”. International Journal of Management, 25(2), 237-246.
İslamoğlu, A.H. (2009). “Pazarlama Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.
170
İslamoğlu, A.H. ve Fırat, D. (2016). “Stratejik Marka Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.
Kapferer, J.N. (2001). “Strategic Brand Management: Creating and Sustaining Brand Equity
Long Term”. London and Philadelphia: Kogan Page.
Karpuzoğlu, E. (2004). “Büyüyen ve Gelişen Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma”. İstanbul:
Hayat Yayınları.
Karsak, B. (2008). “Web Sitelerinin Kurumsal Kimlik Açısından Değerlendirilmesi: En
beğenilen 20 Kurum Üzerine Bir Analiz”. Galatasaray Üniversitesi İletişim Dergisi, 9,
165-179.
Keller, K.L., Aperia, T. & Georgson, M. (2008). “Strategic Brand Management”. London:
Prentice Hall.
Keller, K.L. & Lehmann, D. R. (2006). “Brands and Branding: Research Findings and Future
Priorities”. Marketing Science, 25(6), 740-759.
Kimberly, J. R. (1979). “Issues in the Creation of Organizations: Initiation, Innovation,
Institutionalization”. The Academy of Management Journal, 22(3), 437-457.
Knapp, D.E. (2002). “Marka Aklı” (Çev. Akartuna, A.T.) İstanbul: MediaCat Kitapları.
Kocabaş, F. ve Baytekin, P.E. (2004). “Aile İşletmelerinde Nepotizm ve İç Müşteri Üzerindeki
Etkileri”. İstanbul Kültür Üniversitesi I. Aile İşletmeleri Kongresi, Bildiriler Kitabı, 40,
424-430.
Konak, F. ve Kendirli, S. (2014). “Kurumsal Yönetişim Açısından İşletme Sermeyesi Yönetimi
ve İşletmelere Etkileri: Çorum Ölçeğinde Bir Araştırma”. Atatürk Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, 28(4), 113-129.
Kostova, T. (1999). “Transnational Transfer of Strategic Organizational Practices: A contextual
Perspective”. The Academy of Management Review, 24(2), 308-324.
Kotler, P. (1997). “Marketing Management”. New Jersey: Prentice Hall.
Kotler, P. & Armstrong, G. (2004). “Principles of Marketing”. New Jersey: Pearson-Prentice
Hall Education International.
Kotler, P., Armstrong, G., Saunders, J. & Wong,V. (1999). “Principles of Marketing”. London:
Prentice Hall.
Meral, P.S. (2011). “Yeni Başlayanlar İçin Kurumsal Kimlik ve Marka”. Ankara: Detay
Yayıncılık.
Meşe, B. (2005). “Aile Şirketlerinin Kurumsallaşması”. Yüksek Lisans Tezi, Gebze Yüksek
Teknoloji Enstitüsü Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli.
OECD (2004). “OECD Principles of Corporate Governance”. http://www.oecd.org/
corporate/ca/corporategovernanceprinciples/31557724.pdf (Erişim Tarihi: 13.08.2018).
Özer, B.Ş. (2007). “Küçük ve Orta Ölçekli İşletmelerde Kurumsallaşma Düzeyinin
İncelenmesi: Mersin İli Örneği”. Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Mersin.
Öztürk, M. ve Gönenç, S. (2018). “Marka İletişim Yöntemlerinin Müşteri Üzerindeki Etkisini
Maksimum Değere Ulaştıran Bir Matematiksel Model”. Cumhuriyet Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 19(2), 298-323.
Scott, W.R. (1987). “The Adolescence of Institutional Theory”. Administrative Science
Quarterly, 32(4), 493-511.
Selznick, P. (1996). “Institutionalsm “Old” and “New”. Administrative Science Quarterly,
41(2), 270-277.
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) (2003). “Kurumsal Yönetim İlkeleri”. http://www.spk.gov.tr/
Sayfa/Dosya/66. (Erişim Tarihi: 10.09.2018).
Sevil, B. (2006). “Moda Sektöründe Küresel Marka Yaratılması: Markalaşma Çalışmaları
Üzerine Bir Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İzmir.
Staggenborg, S. (1988). “The Consequences of Professionalization and Formalization in the
Pro-Choice Movement”. American Sociological Review, 53(4), 585-605.
171
Suchman, M.C. (1995). “Managing Legitimacy: Strategic and Institutional Approaches”.
Academy of Management Review, 20(3), 571-610.
Sungurtekin, P. (2008). “Aile Şirketlerinin Kurumsallaşma Süreci Ve Bir Uygulama Örneği”.
Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.
Şahman İ., Tengilimoğlu, D. ve Işık, O. (2008). “Özel Hastanelerde Yönetimin
Profesyonelleşmesinin, Kurumsallaşma Süreci Üzerindeki Etkisini Belirlemeye
Yönelik Alan Çalışması”. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
10(2), 1-23.
Şallı, H.N. (2009). “Marka Değerinin Marka Genişlemesine Etkisi ve Çay Sektöründe Bir
Uygulama”. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Şanal, M. (2011). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma ve Kurumsal Girişimcilik Üzerine Bir
Araştırma”. Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana.
Taşhan, A. (2010). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma ile Stratejik Yönetim Arasındaki İlişki:
Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Yerleşik Fındık Sanayi Üzerine Bir Araştırma”.
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Taşlı, C. (2010). “Marka Kişiliği İle Marka İmajı Arasındaki İlişki ve Bir Uygulama”. Yüksek
Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Billimler Enstitüsü, Kocaeli.
Tauber, E.M. (1988). “Brand Leverage: Strategy for Growth in a Cost-Control World”. Journal
of Advertising Research, 28, 26-30.
Tosun, N.B. (2014). “Marka Yönetimi”. İstanbul: Beta Basım Yayım.
Türkel, S. ve Yaşa, E. (2006). “Aile İşletmeleri ve Kurumsallaşma Süreci (Mersin İli Örneği)”.
Tamer Koçel (Editör). İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları II. Aile İşletmeleri
Kongresi Bildiriler Kitabı, (614-622).
Türkkahraman, M. (2009). “Teorik ve Fonksiyonel Açıdan Toplumsal Kurumlar Ve
Kurumlararası İlişkiler”. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 14(2), 25-46.
Uztuğ, F. (2008). “Markan Kadar Konuş! Marka İletişimi Stratejileri”. İstanbul: MediaCat
Kitapları.
Uzunlular, Y. (2018). “Aile Şirketlerinde Kurumsallaşma, İnsan Kaynakları Yönetimi ve
Performans”. Yüksek Lisans Tezi, Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mersin.
Ünal, A. (2011). “KOBİ’lerde Pazarlama İletişimi ve Markalaşma”. Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Walker, O. C. (1997). “The Adaptability of Network Organizations: Some Unexplored
Questions”. Journal of the Academy of Marketing Science, 25(1), 75-82.
Warren, R.C. (2003). “The Evolution of Business Legitimacy”. European Business Review,
15(3), 153-163.
Yarar, O. (2008). “Kurumsallaşma ve Markalaşma, İstanbul İlindeki Özel Hastaneler Üzerine
Bir Araştırma”. Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Yazıcıoğlu, İ. (2008). “Aile İşletmelerinde Kurumsallaşma”. Pusula Dergisi, 2, 42-43.
Yurdakul, B. N. (2003). “İşletme Yönetiminde İki Stratejik Görev: İmaj- Marka Yönetimi Ve
Müşteri İlişkileri Yönetimi”. Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 39(11), 205-211.
Yüksel, Ü., Yüksel M. A. (2005). “Marka Yönetimi ve Marka Değerinin Ölçülmesi”. İstanbul:
Beta Basım Yayım.
Yükselen, C. (2008). “Pazarlama: İlkeler – Yönetim – Örnek Olaylar”. Ankara: Detay
Yayıncılık.
Zengin, B., ve İldeniz, H. (2005). “Turizm Sektöründe Marka ve İmaj Oluşturmanın Müşteri
Talebine Etkileri”. Pazarlama Dünyası, 19(5), 36-42.
Zucker, L.G. (1988). “Institutional Patterns and Organizations: Culture and Environment”.
Cambridge: Ballinger Publishing Company.
172
İŞSİZLİK ENFLASYON VE BÜYÜME: TÜRKİYE ÜZERİNE BİR
UYGULAMA
Fidan ATALAY Ege Meslek Yüksekokulu
Prof. Dr. Osman PEKER Adnan Menderes Üniversitesi
Özet
Makro ekonominin en temelinde yatan problemler arasında istihdam düzeyi, enflasyon ve büyüme sorunları
yer almaktadır. Dünya ekonomisine bakıldıgında özellikle 1960’lı yıllardan itibaren işsizlik ve enflasyon
arasındaki ilişkiyi ifade etmek için Philips eğrisinin kullanılması yaygın hale gelmiştir. Samuelson ve Solow (1960)
yılında Phillips Eğrisini geliştirerek parasal ücretlerdeki değişmeyi esas almak yerine enflasyon oranı ve işsizlik
arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Ekonomistler tarafından üzerinde uzun yıllar boyunca çalışılan Phillips
Eğrisi ekonomisinin her zaman önemli tartışma konularından biri olarak karşımıza çıkmıştır. Phillips eğrisi ile
ilgili yapılan çalışmalarda enflasyon dinamikleri ve arkasındaki etkenler önemli sorunlardan biri olarak görülmüş
ve farklı bakış açılarına yol açmıştır. Orijinal Phillips Eğrisinin oluşmasının ardından kavramsal olarak sürekli
yeni analiz ve yorumlar gerçekleşmiş bu nedenle enflasyon ve işsizlik arasındaki ilişkiyi inceleyen analizlerinde
bu sonuçlara bağlı olarak değişmesi beklenmiştir.
İşsizlik oranı ile ilgili yapılan temel analizlerden bir diğeri ise işsizlik ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkiyi açıklayan Okun Yasasıdır. Okun Yasası büyüme ve işsizlik arasındaki negatif ilişkiyi sayısal bir denklemle
ifade eden model olarak oluşturulmuştur.
Bu çalışmada 1970-2019 yıllarını kapsayan dönemde Türkiye ekonomisi açısından Phillips Eğrisinin
geçerliliğin sınanmış ve bu analize ek olarak Türkiye’deki işsizlik oranı ve büyüme arasındaki ilişkinin Okun
Yasası’na uyup uymadığı küresel ekonomik krizler de dikkate alınarak amprik olarak analiz edilmiştir. Analizde
öncelikle serilerin duraganlıgı sınanarak eş bütünleşme testi gerçekleştirilmiş ve uzun dönemli bir ilişkinin var
olup olmadığı araştırılmıştır. Elde edilen bulgulara göre; Türkiye’de kısa dönem dikkate alındığında Phillips
Eğrisi analizinin geçerli olduğu fakat uzun dönemde geçerli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca analizin diğer
bir önemli bulgusu ise Okun Yasası’nın Türkiye için geçerli olduğu sonucuna ulaşılmış olmasıdır.
Anahtar Kelimeler: İşsizlik, Enflasyon, Büyüme, Eşbütünleşme, Phillips Eğrisi
JEL Kodları : B22, B23, E24
UNEMPLOYMENT INFLATION AND GROWTH: AN APPLICATI ON TURKEY
Abstract
The main problems underlying the macro economy include employment level, inflation and growth
problems. In view of the world economy, especially since 1960, the use of the Phillips curve has become
widespread in order to express the relationship between unemployment and inflation. The relationship between
inflation and unemployment, rather than based on the change in monetary wages, by improving the Phillips curve
in Samuelson and Solow (1960). The Phillips Curve, which has been studied by economists for many years, has
always been one of the most important discussions of the economy. In the studies on the Phillips curve, inflation
dynamics and the factors behind it were seen as one of the major problems and led to different perspectives. After
the formation of the original Phillips curve, conceptually new analyses and interpretations have been made,
therefore, the analysis of the relationship between inflation and unemployment is expected to change depending
on these results. The rate of unemployment unemployment and economic growth made regarding another
fundamental analysis that describes the relationship between the arrow of Law. The law of the arrow is formulated
as a model that expresses the negative relationship between growth and unemployment with a numerical equation.
In this study, the validity of the Phillips Curve in terms of Turkish economy during the period 1970-2019
was tested and in addition to this analysis, the relationship between unemployment rate and growth in Turkey was
analyzed empirically taking into account the global economic crises in which the Okun law was observed. In the
analysis, first of all, the test of the stability of the series was carried out and the test of the integration was carried
out and the existence of a long-term relationship was investigated. According to the findings; It has been concluded
that short-term Phillips curve analysis is valid in Turkey, but it is not valid in the long-term. Another important
finding of the analysis is that the Okun law is valid for Turkey.
Key Words: Unemployment, Inflation, Growth, Cointegration, Phillips Curve
JEL Codes : B22, B23, E24
173
1.Giriş
Tarihi oldukça eskilere dayanan ve fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artması
şeklinde tanımlanan enflasyon, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal olarak gelişmesini engelleyen
önemli faktörlerden biridir. Ekonomik yapıda ve finansal mekanizmalarda bozulmalara yol
açan enflasyon, makro düzeyde özellikle gelir ve kaynak dağılımı, ödemeler dengesi, bütçe ve
istihdam gibi temel unsurlar için gerekli olan finansal işlevlerin yerine getirilememesine ve
üretime dayalı firmaların mali yapılarının bozulmasına neden olmaktadır.
Geçmişten günümüze Enflasyon ve işsizlik gibi temel makro ekonomik sorunlar her ülke
ekonomisinin karşı karşıya olduğu problemler olmuştur. 1970 yılına gelindiğinde Amerikalı
iktisatçı Arthur Okun tarafından enflasyon ve işsizlik oranlarının dahil edildiği bir gösterge
olarak İktisadi Hoşnutsuzluk endeksi tanımlanmıştır. Bu endekse göre ekonomik birimlerin
iktisadi hoşnutsuzlugu piyasada oluşan enflasyon oranı ve işsizlik oranının toplamından
oluşmaktadır. Bu endekse göre bir ekonomide işsizliğin artması yani istihdamın azalması
durumunda ve enflasyonun artması yani bireylerin satın alma gücünde azalma yaşanması
durumunda enflasyon ve işsizlik oranlarındaki artış sonucunda iktisadi hoşnutsuzluk endeksi
artacaktır. Bu durum endeks düzeyinde yaşanan artış ekonominin piyasa dengesinden
uzaklastığını, gidişatında sorunlar yaşandığını ve makro ekonomik performansın kötü olduğunu
ifade eder.
1999 yılında İktisadi Hoşnutsuzluk Endeksi Nobel Ödüllü İktisatçı Robert Barro
tarafından geliştirilerek endekse yeni değişkenler eklenmiştir. Böylece iktisadi hoşnutsuzluk
endeksi enflasyon, işsizlik oranı büyüme oranı ve uzun vadeli tahvil faizi kullanılarak
oluşturulmuştur. Bu durumda endeks hesapanırken işsizlik oranı enflasyon faiz oranının
toplamı ile büyüme değişkenin arasındaki oranın pozitif olması durumunda farkından büyüme
oranının negatif olması durumunda ise toplamından oluşmuştur.
Barro’nun oluşturduğu endeks politika yapıcıları tarafından oldukça sık kullanılmaktadır
bunun nedeni endeksin dönemler arası makroekonomik performans karşılaştırılmaların
yapılmasına olanak sağlamasıdır. Diğer bir yandan endeks ekonomideki nispi değişimleri de
daha doğru bir şekilde ölçülmesine olanak vermiştir.
Ekonomik büyüme kavramı bir ülke açısından oldukça önemlidir. Toplumsal refah
düzeyinin analiz edilmesi bir ülkede veya belirli bir coğrafyada yaşayan toplumlar hakkında
önemli bilgiler içermektedir. Ve bir toplumun iktisadi açıdan hoşnutluğu o ülkenin enflasyon
işsizlik ve büyüme oranları ile yakından ilgilidir.
İşsizlik oranı, enflasyon oranı ve büyüme hızı gibi değişkenler ekonomik birimlerin karar
alma sürecini, günlük hayatını yakından ilgilendirdiği için hemen hemen tüm bireyler
tarafından takip edilmektedir. Özellikle kısa dönemde en çok etkileri gözlemlenebilen, dikkat
edilen ve sonuçları ciddi oranda hissedilen ekonomik sorunların başında bu kavramlar yer
almaktadır. Özelllikle gelişmekte olan ülkeler açısından bu kavramların sonuçları ve etkilerinin
arastırılması çok önem arz etmektedir. Ekonomik büyüme değişkeni nispeten enflasyon ve
işsizlik değişkenine oranla etkisinin uzun dönemde gözlemlenebildiği ayrıca enflasyon ve
işsizlik değişkeninden farklı birçok unsura bağlı değişen bir kavramdır. Teorik olarak
bakıldıgında bir ülkede ekonomik büyümenin gerçekleşmesi durumunda enflasyon oranı ve
işsizlik oranı düşüyorsa bireylerin gelir durumunda artış yaşanacak ve dolayısıyla iktisadi
hoşnutsuzluk endeksi de düşme eğilimi gösterecektir.
Ancak bir ülkede ekonomik büyüme oranında artış yaşanırken enflasyon veya işsizlik
oranında bir düşüş yaşanmaması durumu da gerçekleşmesi mümkün sonuçlar arasındadır.
Böyle bir durumda ekonomik büyüme nedeniyle piyasada artan milli gelirin büyük bir kısmı
aynı ülkedeki belli bir kitle tarafından tüketilmekte oldugunun göstergesidir ve sonuç olarak
ekonomide gelir dağılımdaki adaletsizliğin giderek artmasına yol açar.
174
Öte yandan bir ülkede iktisadi hoşnutsuzluk endeksinin değişmesinin tek bir değişkene
bağlı olması durumu da mümkündür. Örneğin bir ülkede teknolojik gelişme yaşanması
durumunda ülkenin atıl durumunda bulunan kaynakları kullanılarak kapasite artışı yaşanmasına
neden olur bu yaşanan kapasite artışı sonucunda ekonomik karar vericiler üretimi artırır ve
dolayısyla piyasada mal arzında artış yaşanır, mal arzında yaşanan bu artış ise fiyatlar genel
seviyesini yani enflasyonu düşürür. Ancak teknolojik gelişmeler doğrultusunda yaşanan bu
gelişmeler sonucunda iş gücü verimliliği de artacağı için piyasada daha az iş gücü talebi
gerçekleşecek ve böylece işsizlik sorunu meydana gelecektir.
Son olarak ihracata dayalı büyüme modelini benimsemiş bir ülke için düşünüldüğünde
bu ülkenin ihracatı gerçekleştirmesi için gerekli olan ham madde, yatırım malı, ara malı gibi
mallardan yoksun olması nedeniyle bu ürünleri ithal edecektir. Dolayısıyla ihracatta artış
yasansa dahi ithalatda da artış yaşanmaktadır. İhracat ve ithalat da birlikte meydana gelen atış
üretimin artması için karşılığında belirli bir işgücünü talep edecek bu yüzden ülkedeki işsizlik
oranı nispeten azalacaktır bu durum ülke ekonomisi açısından iyi olarak düşünülsede ekonomik
büyümenin yalnızca ihracata dayalı olduğu ekonomilerde enflasyon oranı büyüme
değişkeninden değil, döviz kurunda meydana gelen değişmelerden etkilenecektir. Döviz
kurunda artış yaşanması durumunda ithalat pahalı hale gelerek ülkenin üretim maliyetlerini
artıracak ve dolayısıyla artan maliyetler sonucunda enflasyon oranı da yükselecektir.
Görüldüğü gibi aslında bir ülkenin gelişmişlik seviyesinide etkileyen, belirleyen,
gösteren, ekonomik birimlerin refahını etkileyen konumuzda ele aldığımız enflasyon işsizlik ve
büyüme gibi kavramlar birbirleriyle yakından ilişkili ve üzerine birçok farklı bakış açısından
analizlerin yapıldığı geniş bir alanı kapsamaktadır.
Çalışmanın amacı Türkiye’de 1970-2019 dönemi arasında ekonomik büyümenin
incelenmesi ve işsizlik oranı ve enflasyon oranında bir azalma olup olmadığının tespit
edilmesidir. Ayrıca Türkiye’nin iktisadi hoşnutsuzluk endeks değeleri de analiz edilmiştir.
Bunlara ek olarak analiz dönemi süresince Türkiye’de yaşanan ekonomik krizlerin enflasyon
büyüme ve işsizlik oranında herhangi bir yapısal kırılmaya yol açıp açmadığı da kukla değişken
kullanılarak analize dahil edilmiş ve krizlerin etkileri de belirtilmiştir. Literatüre baıldığında
işsizlik enflasyon gibi konuları inceleyen birçok çalışma olmasına rağmen Türkiye için çok
fazla çalışma bulunmamakla birlikte dönem itibariyle kullanılacak yöntemler itibariyle ve bu
değişkenlerin etkilerinin bir arada incelenmesi ile çalışmanın literatüre katkı bağlamında büyük
önem taşıdığı düşünülmektedir.
2.Literatür
Türkiye ekonomisi için işsizlik, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi test
etmek amacıyla yapılan çalışmalar Tablo 1'de gösterilmiştir.
Tablo 1: Türkiye’de Ekonomik Büyüme-İşsizlik-Enflasyon Arasındaki İlişki Üzerine Literatür
Özeti
YIL -
YAZARLAR
DÖNEM
DEĞİŞKENLER
ANALİZ
YÖNTEMİ SONUÇ
Kuştepeli
(2005)
(1980-2001)
(1988:2–2003:1)
Enflasyon ve
İşsizlik
Regresyon Analizi Her iki veri setinde de Phillips Eğrisi'ni
destekler nitelikte bir kanıt bulunamamış ve
enflasyon beklentilerinde, cari dönemde
enflasyon oranının işsizlik oranından daha
anlamlı olduğu tespit edilmiş
175
(2005) Göktaş
Yılmaz
(1978-2004)
Ekonomik Büyüme
ve İşsizlik
Nedensellik Testi İşsizlikten ekonomik büyümeye doğru tek
yönlü bir nedensellik ilişkisi tespit edilmiş
(2005)
Karagöl vd.
(1987:1-2004:3)
GSYİH ve TÜFE
Nedensellik Testi İki değişken arasında uzun dönemde çift
yönlü bir nedensellik ilişkisi; kısa dönemde
ise sadece GSYİH'dan TÜFE'ye doğru bir
nedensellik ilişkisi tespit edilmiş.
(2006)
Korkmaz ve
Çoban
(1969-2006) Asgari
Ücret, Enflasyon ve
İşsizlik
Eşbütünleşme Testi
ve Nedensellik
Testi
Asgari ücretteki artışların enflasyondaki
artışların üzerinde olduğu görülmüş ve asgari
ücret ile enflasyon arasında çift yönlü bir
nedensellik ilişkisi tespit edilmiş
(2006) Terzi
ve Oltulular
(1976- 2003)
GSMH, TEFE,
ToplamKamu-Özel
Sabit Sermaye
Yatırımları
EKK Yöntemi Sabit sermaye yatırımları ile büyüme
arasındaki ilişkinin pozitif olduğu ve
enflasyonun hem büyüme hem de sabit
sermaye yatırımları ile arasındaki ilişkinin
negatif olduğu tespit edilmiş.
(2007)
Türkekul
(1988:1-2005:4)
Tarım Sektörünün
Büyüme Oranı,
TÜFE ve TEFE
Nedensellik Testi
ve VAR Analizi
Enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
negatif bir ilişki ve enflasyondan ekonomik
büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik
ilişkisinin olduğu tespit edilmiş.
(2007)
Yapraklı
(1987:1-2007:1)
GSYİH, TÜFE ve
ÜFE
Nedensellik Testi Uzun dönemde GSYİH ile TÜFE ve ÜFE
endeksleri arasında negatif ilişkinin olduğu
ve nedensellik anlamında ise TÜFE ve
ÜFE'den GSYİH'ya doğru tek yönlü bir
ilişkinin bulunduğu tespit edilmiş
(2007)
Pazarlıoğlu ve
Çevik
(1939-2005)
İşsizlik ve
Enflasyon
Ratchet Model İşsizliğin hem enflasyondan hem de işsizlik
oranının tepe değerlerinden etkilendiği ve
histeri etkisinin geçerli olduğu tespit edilmiş
(2008) Artan (1987:1-2003:3)
GSYİH, TEFE ve
Enflasyon
Belirsizliğ
KoEntegrasyon
Testi ve
Nedensellik Testi
Enflasyon ve enflasyon belirsizliğindeki bir
artış uzun dönemde büyümeyi olumsuz
yönde etkilediği; enflasyon, enflasyon
belirsizliği ve büyüme arasında çift yönlü bir
nedensellik ilişkisinin olduğu tespit edilmiş.
(2008) Taban
(1970- 2006) Reel
GSYH ve TEFE
Eşbütünleşme Testi
ve ARDL Sınır
Testi
Enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde
hem uzun hem de kısa dönemde istatistiksel
olarak negatif etkilerinin olduğu tespit
edilmiş.
(2008)
Altıntaş vd.
(1992:1-2006:12)
TÜFE, Bütçe Açığı,
Para Arzı ve
GSYİH
ARDL Sınır Testi Hem uzun hem de kısa dönemde parasal
büyümenin enflasyon üzerinde pozitif bir
etkiye sahip olduğu; kısa ve uzun dönemde
bütçe açığının enflasyon üzerinde bir
etkisinin olmadığı tespit edilmiş
(2009) Hepsağ (2000:1-2007:3)
İşsizlik ve
Enflasyon
ARDL Sınır Testi Kısa dönemde enflasyon üzerinde işsizlik
oranlarından ziyade geçmiş enflasyon
oranlarının etkili olduğu; uzun dönemde ise
bir değiş-tokuş ilişkisinin bulunduğu tespit
edilmiş
176
(2009) Saraç (1988:1-2007:4)
GSYİH, TÜFE ve
TEFE
ARDL Sınır Testi TÜFE ile GSYİH arasında hem kısa hem de
uzun dönemde; TEFE ile GSYİH arasında
ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir
ilişkinin bulunduğu tespit edilmiş
(2009)
Karaçor vd
(1990:1-2005:4)
GSYİH ve TEFE
Nedensellik Analizi
ve Eşbütünleşme
Testi
Büyüme ile enflasyon arasında nedensellik
anlamında çift yönlü bir etkileşimin olduğu
ve enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkilediği sonucuna ulaşılmış
(2010) Telatar
ve Abiyev
(1987:01- 2006:04)
GSYİH ve TÜFE
Çok Değişkenli
Otoregresif Koşullu
Değişken Varyans
(MGARCH)
Enflasyon değişkenliği ile üretim
değişkenliği arasındaki korelasyon
katsayısının zaman içinde değiştiği fakat
birkaç dönem dışında, bu korelasyon
katsayısının negatif olduğu sonucuna
ulaşılmış.
(2010)
Yorulmaz ve
Nemlioğlu
(1950-2006)
Enflasyon ve
Ekonomik Büyüme
VAR Analiz EKK sonucuna göre değişkenler arasında bir
ilişkinin olmadığı; fakat MLTS sonucuna
göre enflasyonun gecikmeli değerinin
büyüme oranı üzerinde etkili olduğu
sonucuna ulaşılmış
(2011)
Karaçor vd.
(1988:1-2007:4)
GSYİH ve TÜFE
Eşbütünleşme Testi
ve ARDL Sınır
Testi
Enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
hem kısa dönemde hem de uzun dönemde
negatif yönlü bir ilişkinin olduğu tespit
edilmiş
(2012)
Özdemir vd
(1978-2010)
İşsizlik, Asgari
Ücret, Enflasyon ve
GSYİH
Eşbütünleşme Testi Uzun dönemde asgari ücret ve enflasyondaki
artışların işsizliği arttırdığı, milli gelir
artışlarının ise işsizliği azalttığı tespit edilmiş
(2012) Kanca (1970-2010)
İşsizlik ve
Ekonomik Büyüme
Nedensellik Testi Ekonomik büyümeden işsizliğe doğru tek
yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğu tespit
edilmiş.
(2013) Bayrak
ve Kanca
(1970-2010)
İşsizlik ve
Enflasyon
Eşbütünleşme Testi Değişkenler arasında uzun dönemde bir
ilişkinin olmadığı, kısa dönemde ise ters
yönlü bir ilişkinin olduğu sonucuna
ulaşılmış.
(2014) Selim
ve Ayvaz
Güven
(1990-2012) Reel
Efektif Döviz Kuru,
TÜFE ve İşsizlik
Eşbütünleşme
Testi, Nedensellik
Testi ve VAR
Analizi
Reel efektif döviz kurundan, işsizlik ve
TÜFE’ye doğru bir nedensellik tespit edilmiş
ve VAR analizinden elde edilen sonuçların
da nedensellik testini destekler nitelikte
olduğu sonucuna ulaşılmış.
(2014)
Şentürk ve
Akbaş
(2005:01-2012:07)
Sanayi Üretim
Endeksi, İşsizlik ve
Enflasyon
Nedensellik Testi İşsizlik ile hem sanayi üretim endeksi hem
de enflasyon arasında çift yönlü nedensellik
ilişkisinin bulunduğu sonucuna ulaşılmış.
(2014) Çondur
ve Bölükbaş
(2000Q1-2010Q4)
GSYİH, ÜFE ve
Genç İşsizlik
Nedensellik Testi ÜFE'den hem genç işsizliğe hem de
GSYİH'ya doğru; genç işsizlikten de
GSYİH'ya doğru tek yönlü bir nedensellik
ilişkisi tespit edilmiş
177
Tablo 1’de görüldüğü üzere çalışmalarda kullanılan ekonometrik analiz yöntemi, analizde
kullanılan seriler, analizin içerdiği dönem farklılıklar göstermektedir. Bu durumun yanı sıra
benzerlik gösteren çalışmalarda bulunmaktadır.
3.Amprik Analiz
3.1 Veri Seti ve Yöntem
Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinde işsizlik, enflasyon ve büyüme arasındaki
ekonometrik olarak incelenmektedir. Söz konusu ilişkinin tahmininde, Türkiye için 1960-2019
dönemine ait yıllık zaman serileri kullanılmıştır. 1960 -2019 dönemi için tahmin edilmiştir.
Veriler Dünya Bankası, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Tüik’den alınmıştır.
Engle Granger eş bütünleşme analizi iktisadi değişkenlere ait seriler durağan olmadığı
durumda da bu serilerin durağan doğrusal bir kombinasyonunun olabileceği belirtir. Serilerin
doğrusal durağan bir kombinasyonu olması durumunun da ekonometrik olarak analiz
edileceğini ileri sürmektedir. Bu değişkenleri etkileyen kalıcı dışsal şoklara rağmen değişkenler
arasında uzun dönemli bir denge ilişkisinin olduğunu göstermektedir. Analiz edilen değişkenler
arasında eş bütünleşme olması için kalıcı dışsal şokların olması durumunda bu şokların
sistemdeki değişkenlerin tümünü etkilemesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle incelenen
sistemdeki bütün değişkenlerin kendilerini ayrı ayrı etkilemekte olan her biri kendine özgü
dışsal kalıcı şoklara değil bütün değişkenlerin beraber olarak etkilendiği ortak kalıcı dışsal
şoklar stokastik trendlere sahip olmaları gerekir (Tarı, 2008:406).
Eş bütünleşme ve hata düzeltme modelleriyle analiz yapılmıştır. Amprik analiz 4 aşamalı
süreçten oluşmaktadır. İlk aşama olarak modelde yer alan değişkenlerin bütünleşme sırası
belirlenir. Daha sonrasında bütünleşme dereceleri aynı olan değişkenler En Küçük Kareler
Yöntemi (EKKY) yardımıyla eş bütünleşme regrasyonları tahmin edilir. Bu bağlamda bu
çalışmada Engle- Granger (1987) modeli uygulanarak modeldeki değişkenler arasında eş
bütünleşme ilişkisinin var olup olmadığını CRDW (Cointgration Regresion Durbin Watson )
ve Dickey Fuller (DF) testleri ile araştırılarak analiz edilmiştir.
Veriler yıllık olduğu için mevsimsellik etkisi görülmemiştir. Modeldeki değişkenlerin
Dickey Fuller (DF) testi ile bütünleşik I(1) değişkenler olduğu belirlenmiş ve eş bütünleşme
denklemi logaritmik doğrusal olmak üzere şu şekilde tanımlanmıştır:
Analizde kullanılan değişkenlerin durağan olup olmadıklarına karar verebilmek için hata
terimleri serisine ADF (Augmented Dickey_Fuller) testi uygulanması gerekir. Hata terimleri
serisinin durağan olması halinde söz konusu değişkenlerin eş bütünleşik olduğuna karar verilir.
Aksi durumda hata terimleri serisi eğer durağan değilse değişkenlerin eş bütünleşik olmadığı
sonucuna varılır.
Enders’a (Enders: 2004, 336) göre, et serisinin regresyon denklemi şu şekilde ifade
edilmiştir.
Burada, a1 = 0 hipotezi reddedilmiyorsa et serisinin birim köke sahip olduğu ve bu yüzden
değişkenlerin eş bütünleşik olmadıkları yönünde karar verilir.
Ancak a1 = 0 hipotezi reddediliyorsa et serisinin durağan olduğu ve böylece değişkenlerin
eş bütünleşik olduğu sonucuna varılır.
∆𝑒 = 𝑎1 et-1 + 휀t
178
Serilerin eş bütünleşik olduğunun saptanması durumunda kısa dönem dinamiklerinin hata
düzeltme modeli ile araştırılması sürecine geçilir.
İşsizlik enflasyon ilişkisinin incelendiği modelde, hata terimi (error correction term =
ECT ), kısa dönemdeki davranış biçiminin uzun dönemdeki davranış biçimiyle ilişkili olduğunu
ve uzun dönem denge düzeyinde oluşan sapmaların ne kadar sürede ortadan kaldırılacağını
belirtmektedir.
Analizin veri ve yöntem kısmında anlatıldığı gibi durağan olmayan zaman serileri ile
tahmin edilen modellerde düzmece regresyon sorunu ile karşılaşılır. Bu regresyon sorunla
karşılaşılması sebebiyle (Engle Granger ve Newbolt, 1974), elde edilen sonuçların gerçek
ilişkiyi yansıtmaz. Bu durumda t ve f testleri sonuçları geçerliliği yitirir. Sonuç olarak durağan
olmayan zaman serileri ile yapılan regresyon analizlerinin anlamlı olması ve gerçek değerleri
yansıtması sadece bu zaman serilerinin aynı dereceden durağan olduğu durumda mümkün olur
(Gujarati,1999:726). Bir zaman serisinin durağan olabilmesi için ortalaması ile varyansının
zaman içinde değişmemesi ve iki dönem arasındaki kovaryansının bu koveryasın hesaplandığı
döneme değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı olması gerekir
(Gujarati,1999:713).
3.2 Ön Testler ve Analiz (ADF Birim Kök Testi)
Bu çalışmada incelenen değişkenlerin durağanlık düzeyleri Dickey- Fuller(1979) testiyle
belirlenmiştir. Söz konusu test üç regresyon denklemine bağlı gerçekleştirilir:
Bu testlerin sonucunda DF istatistikleri MacKinnon kritik değerleriyle karşılaştırılarak ;
Sıfır hipotezi serinin durağan olmama durumunu ifade eder. Ve sıfır hipotezi serinin birim
köke sahip olduğunu anlatır. Alternatif hipotez ise serinin durağan olduğu durumu yansıtmakta
ve serinin birim köke sahip olmadığını ifade eder. Bu analiz sonucunda hata terimi ut içsel
bağlantılı ise denklem yeniden düzenlenmiştir.
1.Yalın hali :
∆𝑌t = γYt-1 + ut
2.Sabit terimli :
3. ∆𝑌t = α0 + γYt-1 + ut
Sabit terimli ve trendli :
∆𝑌t = α0 +α1t+ γYt-1 + ut
Sıfır hipotezi (H0: γ =0), alternatif hipoteze karşı (H1: γ≠0) test edilir.
179
Gecikme sayısı içsel bağıntısız modelin elde edilmesine bağlıdır. Bu şekilde yapılan test
Genişletilmiş Dickey Fuller (Augmented Dıckey Fuller: ADF) testi olarak bilinir. ADF test
sonuçlarının sunulduğu tabloda bütün değişkenlerin birinci farkı alındığında durağan olduğu
test edilmiştir.
3.3 Eş Bütünleşme Sınaması (Uzun Dönem Analizi)
Eş bütünleşme sınamasının yapılması için analizde kullanılan değişkenlerin düzeyde
birim kökünün olması ve farkı alındığında aynı dereceden durağan olması gerekir. Bu
koşulların sağlanıp sağlanmadığını belirlemek için değişkenleri temsil eden serilere ADF testi
uygulanmıştır. Tablo da görüldüğü üzere değişkenlerin birinci dereceden durağan oldukları
tespit edilmiştir. Bu durumda, söz konusu değişkenler arasında eş bütünleşme yönteminin
uygulanması için gerekli koşullar sağlanmıştır.
m
∆𝑌t = α0 +α1t+ γYt-1 +βt∑∆Yt-1 + ut
i-1
Bu denklemde m gecikme uzunluğunu, ∆ farkı alındığını
belirtmektedir.
Tablo . ADF Birim Kök Testi Sonuçları
1960-2019
Değişken ADF Testi
Kritik Değerler
%1 %5 %10
enf -1.682000 [1] -3.565430 -2.919952 -2.597905
unemp -1.864764 [1] -3.565430 -2.919952 -2.597905
lenf -12.85665 [0] -3.565430 -2.919952 -2.597905
Lunemp -10.90929 [0] -3.565430 -2.919952 -2.597905
180
Söz konusu değişkenler arasında eş bütünleşmenin olması için ADF test istatistiğinin
Engle Granger tablo değerinden büyük olması gerekir. ADF test istatistiğinin mutlak değeri %5
önemlilik düzeyindeki tablo değerinden (3.17) büyük çıktığı için eş bütünleşme hata terimleri
serisi durağan çıkmıştır. Sonuç olarak enflasyon ve işsizlik değişkeni eş bütünleşiktir ve
değişkenler uzun dönemde birlikte dengeye gelmektedir. Bu sonuç aynı zamanda CRDW testi
ile de desteklenmiştir. Analiz sonucuna göre CRDW istatistik değeri 2.00 bulunmuştur. Bu
değer %5 önemlilikteki Engle Granger tablo değerinden (0.32) değerinden büyüktür.
Dolayısıyla hem ADF hemde CRDW sonucuna göre eş bütünleşmenin olduğu sonucuna
varılmıştır.
3.4 Hata Düzeltme Modeli Kısa Dönem Analizi
Hata düzeltme teriminin katsayısı beklentiler yönünde teoriye uygun olarak negatif
çıkmış ve istatistiki olarak anlamlı ve yorumlanabilir bir büyüklüktür. Hata düzeltme katsayısı
0 ile -1 arasında olması beklenir.
Hata düzeltme teriminin katsayısının negatif ve anlamlı olması bir başka açıdan daha
önem arz eder: söz konusu değişkenler arasında hem nedensellik ilişkisinin doğru kurulduğu
hem de yapılan analizin güvenilir olduğu yönünde bir kanıt teşkil eder.
3.5 Nedensellik Analizi
Nedensellik analizi, bağımlı ve bağımsız değişkenler arasında etkileşim olup olmadığı
varsa da etkileşimin yönünü bulabilmek için yapılmaktadır. Nedensellik analizinde önce
serilerin durağanlığı kontrol edilmektedir. Seriler aynı düzeyde durağan ve eş bütünleşik ise
serilerin durağan olduğu düzeyde nedensellik ilişkisi Granger (1969) nedensellik analizi ile
araştırılmaktadır.
Modele öncelikle Granger Nedensellik Testi uygulanmıştır. Yapılan Granger Nedensellik
Testi sonuçları sunulmuştur. Granger nedensellik test sonuçları bağımlı değişken gecikme
derecesindeki değişikliklere duyarlı olduğu için gecikme uzunlukları AIC kriteri kullanılarak
belirlenmiştir. İlk olarak VAR modeli kurulur.
Elde edilen bulgulara göre ; enflasyondaki değişim büyümedeki değişimin granger
nedenidir. İşsizlik oranındaki değişim büyümedeki değişimin granger nedeni olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
Dependent variable: GROWTH Excluded Chi-sq df Prob. ENF 45.76042 2 0.0003
UNEMP 30.37227 2 0.0340 All 91.48429 4 0.0000
181
Bulgulara ek olarak büyümedeki değişim işsizlikteki değişimin granger nedeni oldugu
sonucuna da ulaşılmıştır. Elde edilen bulgulara göre ; işsizlik ve büyüme arasında çift yönlü
nedensellik ilişkisi bulunmuştur ve enflasyon ve büyüme arasında ise tek yönlü nedensellik
bulunmuştur.
Elde edilen nedensellik testi sonuçları VAR analizi bulgularıyla örtüşmekte ve VAR
analizinin sonuçlarını kuvvetlendirmemize yardımcı olmaktadır.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Bu çalışmada, ekonomik büyüme ile işsizlik ve enflasyon oranı arasındaki ilişkinin varlığı
sınanmıştır. Ekonomik büyümenin işsizlik ve enflasyon oranı üzerinde etkili olup olmadığını
tespit edebilmek için ilk olarak çalışmada kullanılan değişkenler için birim kök testleri
yapılmıştır. Yapılan bu testler, sonucunda sanayi üretim endeksi durağan, işsizlik ve enflasyon
oranı ise birim köklü çıkmıştır.
Ekonomik büyüme gerçekleşirken, işsizlik ve enflasyon oranında bir değişiklik
olmaması, hane halkının refah düzeyini iyileştirmemektedir. Dolayısıyla refah düzeyinde
iyileşmeden söz edebilmek için ekonomik büyümeyle birlikte enflasyon oranı ve işsizlik
oranının azalması gerekmektedir. Refah düzeyinde iyileşme yaşanabilmesi için enflasyon oranı
ve işsizlik oranının dışında soysal, siyasal ve kültürel alanda birçok ilerlemenin kaydedilmesi
de gerekmektedir. Buna rağmen, hane halkının iktisadi hoşnutsuzluğunu belirlemede işsizlik ve
enflasyon oranı yeterli görülmektedir. Türkiye’de ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli
uygulanmakta ve ihracat ekonomik büyümenin lokomotifi olarak görülmektedir. Türkiye,
ihracat yapıp ekonomik büyüme gerçekleştirebilmek için ihracat için gerekli olan girdileri ithal
etmektedir. Böylelikle, ihracat artışıyla birlikte işsizlik oranı azalma eğilimi göstermekte ancak
üretimde kullanılan ham madde ve ara mallarının bir bölümü ithal edildiği için işsizlik
oranındaki azalma sınırlı olmaktadır. Eğer, enerji başta olmak üzere ihraç malı üretiminde
kullanılan girdiler ithal edilmek yerine yurt içinde üretilebilirse işsizlik oranındaki azalma daha
büyük olacaktır. Ayrıca, üretim için ithal malına olan ihtiyaç azalacağı için döviz kurunda
meydana gelecek olası artışın, üretim maliyetine etkisi de azalacaktır. Dolayısıyla enflasyon
oranının döviz kuruna bağımlılığı azalacaktır. Özellikle 2008 yılında ABD’de başlayıp
dünyanın birçok ülkesine yayılan küresel ekonomik krizden sonra birçok ülkede negatif
büyüme oranı gerçekleşmesine rağmen Türkiye’de kısa sürede toparlanma yaşanmıştır.
Türkiye, ekonomik büyüme gerçekleştirmesine rağmen işsizlik ve enflasyon oranları yetkili
otoritelerce hedeflenen oranların üzerinde seyretmektedir. Bu sonuç, Türkiye’nin ihracatı için
gerekli olan malların önemli bir kısmını ithal etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden
ihracat için gerekli olan malların yurtiçinde üretimine önem verilip gerekli teşviklerin yapılması
gerekmektedir. Ayrıca, tüketim kadar üretim için de gerekli olan petrol, doğalgaz vb. enerji
kaynaklarına alternatif kaynaklar geliştirilmelidir. Aksi takdirde, gerçekleşen ekonomik
büyüme istihdam yaratmayan ve enflasyon oranını düşürmeyen bir nitelik kazanacaktır. Bunun
Dependent variable: UNEMP Excluded Chi-sq df Prob. ENF 25.61560 2 0.1089
GROWTH 59.48265 2 0.0000
All 87.74570 4 0.0000
182
yanında, söz konusu ekonomik büyümenin toplumsal refaha katkı sağlayabilmesi için gelir
dağılımı adaletinin de sağlanması gerekmektedir.
Kaynakça
ATAMAN, B.C., (2006), “Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar”,
İktisat, İşletme ve Finans, Yıl: 21, Sayı: 239, Şubat, ss. 93-107.
BARIŞIK, S., ÇEVİK. E.İ., ÇEVİK N.K., (2010), “Türkiye’de Okun Yasası Asimetri
İlişkisi ve İstihdam Yaratmayan Büyüme: Markow Switching Yaklaşımı” Maliye Dergisi,
Temmuz-Aralık 2010, Sayı: 159, ss. 88-102.
BERBER, M. ve ARTAN S., (2004), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye
Örneği” Tartışma Metni, Türkiye Ekonomi Kurumu.
CAPORALE, G.M. ve SKARE, M., (2011) "Employment Growth, Inflation and Output
Growth: Was Phillips Right? Evidence from a Dynamic Panel" CESifo Working Paper Series
3502, CESifo Group Munich.
GHOSH, A. and PHILLIPS S., (1998), “Warning: Inflation May be Harmful to Your
Growth” IMF Staff Papers, Vol: 45, Isuue: 4, pp. 672-710.
HACKER, R.S. and HATEMI-J A., (2006) “Tests for Causality between Integrated
Variables Using Asymptotic and Bootstrap Distributions: Theory and Application”, Applied
Economics, Vol: 38, pp. 1489–1500.
KALKAN, M., (1999), “Uzun Dönemde Enflasyonun Büyüme Maliyeti”,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
KARA M. ve DURUEL, M., (2005), “Türkiye’de Ekonomik Büyümenin İstihdam
Yaratamama Sorunu”, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, Sayı: 50, ss. 367-396.
KIZILGÖL, Ö., (2006); “Türkiye’de Büyüme Oranı ile İşsizlik İlişkisi”, Akademik Fener
Dergisi, Sayı:6
MALLIK, G. and CHOWDHURY A., (2001), “Inflation and Economic Growth:
Evidence from Four South Asian Countries” Asia-Pasific Development Journal, Vol: 8, Issue:
1, pp. 123-135.
OKUN, A., (1962), “Potential GNP: Its Measurement and Significance”, American
Statistical Assosiciation. Proceedings of the Business and Economic Statistics Section, pp. 98-
104.
OLTULULAR, S., TERZİ H., (2006), “Yüksek Enflasyon Enflasyon Belirsizliğini
Artırıyor mu?”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 3,
ss. 1-22.
PERRON P., (1989), “The Great Crash, the Oil Price Shock, and the Unit Root
Hypothesis”, Econometrica, Vol. 57, No. 6, pp. 1361-1401.
PHILLIPS, A.W., (1958) “The Relation between Unemployment and The Rate of Change
of Money Wage Rates in the United Kingdom, 1861-1957", Economica, pp. 25, 17. 832
PHILLIPS, A.W., (1962) “Employment, Inflation and Growth" Economica, Vol: 29, pp.
1-16.
PHILLIPS, P.C.B. and PERRON P., (1988), “Testing for a Unit Root in Time Series
Regression”, Biometrika ,Vol. 75, pp. 335-346.
RAURICH, X. and SOROLLA V., (2000) "Long Run Unemployment, Growth and
Inflation" UFAE and IAE Working Papers.
SARAÇ, T.B., (2009), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi
Üzerine Ekonometrik Bir Uygılama (1988-2007)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, Doktora Tezi,
TODA, H.Y. and YAMAMOTO T., (1995), “Statistical Inference in Vector
Autoregressions with Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics, Vol: 66, pp.
225-250.
183
TURHAN, E.S., (2007), “Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi”, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kahramanmaraş.
ÜNSAL, E.M., (2007), Makro İktisat, İmaj Yayıncılık, Ankara.
YILMAZ, G.Ö., (2005), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları Arasındaki
Nedensellik
İlişkisi” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2,
ss. 63-76.
YILMAZ, Ö. ve KAYA, V., (2007), "Bölgesel Enflasyon Bölgesel Büyüme İlişkisi:
Türkiye İçin Zaman Serisi ve Panel Veri Analizleri", İktisat İşletme ve Finans, Sayı: 247, ss.
62-78.
YÜCEOL, H.M., (2006), “Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve İşsizlik İlişkisinin
Dinamikleri”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 243, Haziran, ss. 81-95.
ZIVOT, E. and ANDREWS, D. W. K., (1992). “Further Evidence on the Great Crash,
The Oil-Price Shock,and the Unit-Root Hypothesis”, Journal of Business and Economic
Statistics, Temmuz, Vol: 10, Issue: 3.
184
LOCATING POLICY TRANSFER IN TURKISH POLICY MAKING:
THE CASE OF FINNACIAL AIDS GRANTED BY CENTRAL FINNACE
AND CONTRACTING UNIT IN THE PROVINCE OF MANISA
Associate Professor, Buğra Özer
Manisa Celal Bayar University, Faculty of Economics and Administrative Sciences, Department of Political
Science and International Relations, Manisa, Turkey, [email protected]
Assistant Professor, Aslıhan Özel Özer
Manisa Celal Bayar University, Ahmetli Vocational College, Program of Tax and Accounting Applications,
Ahmetli, Manisa, Turkey; [email protected]
Abstract
Policy Transfer issue has been one of the most contentious issues within a general context of public policy
literature. Given the framework of ‘Europeanization’ that can be grasped as a novice way of policy transfer, the
proposed study shall tackle with the notion of policy transfer in the form of Europeanization and henceforth dwell
on the making and the creation of policy transfer experiences that can be understood within the support and grants
that are directed by the European Union n to the Turkish case. Despite different characterizations and
concretizations of policy transfer, the Europeanization as a policy transfer literature grants a sound theoretical
frame within which the very problematization of the proposed study will be contextualize. In the light of the
theoretical foundations, the proposed study aims to shed light upon the policy transfer literature theoretical
background. The effort shall also combine these theoretical foundations with the Europeanization perspective for
the public policy making in Turkey. Concretely speaking, the study uses the projects carried out within the province
of Manisa as a case study where the policy transfer is transformed within a general picture of Turkish public
policy making. The expected results will demonstrate that policy transfer takes place at a sting which complexity
happens to shape the processes.
Keywords: Policy Transfer, Europeanization, Public Policy, Projects, Central and Finance and Contracting
Unit,
JEL Codes: H10, H11, H12.
1.Introduction
This study is an attempt put in perspective the level of effectiveness and the efficiency of
the EU-Funded projects via the Central Finance and Contracting Units (CFCU)by means of
hermeneutic readings of responses of different representative stakeholders involved in the EU-
funded projects as representatives of different organization from a policy transfer perspective.
Given the default perspective, the effort shall shed light upon how a policy transfer perspective
has been adapted by different stake holders internalized the implementation of EU-funded
projects from a perspective of Europeanization. In such regard, the aim of the attempt is to show
how Europeanization perspective gets to be blended with the values of Turkish politico-
economic setting. The storyline of this paper can be traced back to the Scientific research project
aka Bilimsel Araştırma Projesi by Aytuğ and Özer et.al that attempted to problematize the
deficient performance of Manisa province in terms of the financial grants directed by the
Central Finance and Contracting Unit. Rather than problematizing on the question of mediocre
performance of in terms of the acquired grants, this work elucidates the policy transfer setting.
Given the default theoretical perspective of the study in the making of policy transfer
practices in Turkey, This study is an attempt put in perspective the level of effectiveness and
the efficiency of the EU-Funded projects via the Central Finance and Contracting Units by
means of hermeneutic readings of responses of different representative stakeholders involved
in the EU-funded projects as representatives of different organization from a policy transfer
perspective. Henceforth, the effort shall shed light upon how a policy transfer perspective has
been adapted by different stake holders internalized the implementation of EU-funded projects
from a perspective of Europeanization. In such regard, the aim of the attempt is to show how
185
Europeanization perspective gets to be blended with the values of Turkish politico-economic
setting. The storyline of this paper can be traced back to the Scientific research project aka
Bilimsel Araştırma Projesi by Aytuğ et. al. (2019) that attempted to problematize the deficient
performance of Manisa province in terms of the financial grants directed by the Central Finance
and Contracting Unit. Rather than problematizing on the question of deficient performance of
in terms of the acquired grants, this work elucidates the policy transfer setting with how values
of Europeanization were subjugated to different changes,
The plan of the study is as follows: The first section will give a scoop of basic information
on the literature of Europeanization and policy transfer whist the second one shall dwell on the
analysis within the Turkish Case. Finally, the study will present concluding remarks attached
to the study.
2.What is Policy Transfer and Europeanization All About?
The term policy transfer has been a commo theoretical token through which many public policy-
oriented researches have been put into perspective. While a classical reading of policy transfer
by Dolowitz and Marsh (2000) has been rendered “a process by which knowledge of policies,
administrative arrangements, institutions and ideas in one political system as such “policy
transfer analysis is a theory of policy development that seeks to make sense of a process or set
of processes in which knowledge about institutions, policies of delivery systems at one sector
or level of governance is used in the development of institutions, policies or delivery systems
at another sector or level of governance. (past or present)’ (Evans, 2004: 10) There have been
also numerous literal definitions attached to the term ( See also for the interrelated definitions
of policy transfer: Benson & Jordan, 2011; Dolowitz & Marsh, 1996; Evans & Barakat,
2012).the literature on the term follows a more comprehensive pattern can be traced back to
those studies carried on the policy diffusion practice in regard to different transactions between
the federal state and cities in the 1990s. ( Walker, 1969; Grey, 1973).Policy transfer has come
to refer to be reviewed in a perspective of “lesson-drawing” as put forth by Rose (1991) where
he has come to emphasize the voluntary action of drawing lessons in a modernist rational style
of policy design whereby he observes “Every country has problems, and each thinks that its
problems are unique...However, problems that are unique to one country...are
abnormal...confronted with a common problem, policy makers in cities, regional governments
and nations can learn from their counterparts elsewhere responded. James and Lodge indeed
confirm such an affirmation by observing in relation to the lesson learning as such “‘Lesson
drawing’ is very similar to conventional rational accounts of policymaking which stress that
policy decisions are made about the pursuit of valued goals through structured interventions by
public bodies or their agents. The decisions are based on searching for the means to pursue
goals in a systematic and comprehensive manner, reviewing policy in the light of experience
and any other available information to adjust (James and Lodge, 2003:181)
The very primary systemization of policy transfer literature by Dolowitz and Marsh was set to
revolve around five set of questions to aid and facilitate the reach processes that could be
juxtaposed as “Why do actors engage in policy transfer? Who are the key actors involved in the
policy transfer process? What is transferred? From where lessons are drawn? What are the
different degrees of transfer? What restricts or facilitates the policy transfer process? How is
the process of policy transfer related to policy “success” or policy “failure”? (Dolowitz and
Marsh, 2000:8) Along with such an approach they were to introduce a multi-level approach in
which “Policy transfer, emulation and lesson-drawing all refer to a process in which knowledge
about policies, administrative arrangements, institutions etc. in one time and/or place is used in
the development of policies, administrative arrangements, institutions in another time and or
place” (Dolowitz and Marsh, 1996:344)
186
Dolowitz and Marsh also are of the claim that notwithstanding policy transfer is on the rise
relative to the former practices of convergence and policy lesson drawing by their remarks
“While there is no denying that the process of policy transfer is not new, it nonetheless appears
that over the past decade or so, as technological advances have made it easier and faster for
policy-makers to communicate with each other, the occurrences of policy transfer have
increased. Oliveira and Feira also note that the authors in question suggest that the policy
transfer be contemplated on a continuum with opposite poles to be located. Whilst one side
should take the name of voluntary policy adoption, the other side is called as the coercive
transfer that is indicative of imposition from a foreign source (Olivier’s and Feiras, 2003:15).
The literature review on policy transfer points out the existence of four kinds of approaches.
The first of these approaches is the Process-cantered approach that emphasize the personal
interaction whose legitimacy comes from factors like kinship and agreed culture (Bennet, 1991)
The policy transfer is taken as an independent variable with emphasis of goals of policy along
with administrative culture and techniques. Rose, in the meanwhile adds up policy transfer as
a dependent variable with investigation why transfers emerge coupled with lessons
incorporated. A second of strand of policy transfer groupings is named as the ideational
approaches which incorporate the system of ideas that ease politicians and policy makers in
addressing the issues and learn how to learn (Hall, 1993; Common, 2004; Stone, 1996; and,
Ladi, 2002). A third group approaches is called comparative approaches that take single
comparative case studies and cross national aggregate studies (See Wolman, 1992; Peters, 1997
respectively) A fourth group policy transfer literature, known as multi-level approaches is
concentrated upon multilevel approaches that dwell upon “understanding outcomes of policy
transfer through combining macro and micro (Dolowitz and Marsh, 1996;2000), or,
macro, meso and micro(Common, 2001; Evans and Davies,1999) levels of enquiry.” (quoted
by Evans, 2003:14)
In undertaking the task to analyze the Turkish case in question the study takes the fourth
group of multilevel approaches in concrete terms the Europeanization perspective to handle the
transfer of different projects via the CFCU. The attempt shall from here on give a scoop of
information on the making of Europeanization policy transfer the very sort of impact that
European Union introduces to all member and candidate countries around the Union is known
as Europeanization. The impact of the EU is often described as Europeanization. Aldrich is to
be the one of the very first scholars to systematically describe the process in which countries
domestically adapt their policy framework to the European Union regulations and harmonize
with the different systematics of the EU and harmonization (Ladrech, 1994).
The term also shows that the process is a two-way shifts and amendments in policy, patterns,
styles, and practices to aid the harmonization and adaption of different states to the general
frameworks of the Union member state (Featherstone, 2003). From the perspective, Boerzel
(1999: 574) defines the Europeanization a process by which domestic policy areas become
increasingly subject to European policymaking while some others like Risse et.al. give a similar
twist to the term as ‘the emergence and the development at the European level of distinct
structures of governance’ (Risse, Green Cowles and Caporals, 2001: 1). In terms of the
components of Europeanization, Radaelli underlines different processes to be converging for
the policy-transfer like structure that includes “…. processes of (a) construction, (b) diffusion,
and (c) institutionalisation of formal and informal rule procedures, policy paradigms, styles,
‘ways of doing things’, and shared beliefs and norms which are first defined and consolidated
in the making of EU public policy and politics and then incorporated in the logic of domestic
discourse, identities, political structures, and public policies” (Radaelli, 2003:30).
Ladi observes that Europeanization provides a sound theoretical framework in which policy
transfer takes place as put forth by Radaelli with different sets of pretexts. First Europeanization
emerges at different policy levels yet without acknowledging the two-sided flow of processes.
187
Second a perspective of policy transfer and diffusion with a sense of policy change
characterized by “domestic discourses, identities, political structures and public policies”
Therefore all of these ramifications may be qualified to be the resultant of “institutionalisation
of formal and informal rules, procedures, policy paradigms, styles and shared beliefs and
norms” (Ladi, 2007:4)
The study takes a turn to the analysis of CFCU projects and in what ways they could be deemed
to back a process of policy transfer and such.
3.CFCU and CFCU Projects Implementations in Turkey with Emphasis on the Province
of Manisa Practices
In the aftermath of the Helsinki Summit of the European Council on 10-11 December 1999 that
recognized Turkey as a candidate country, the main Framework of Turkey-EU financial
cooperation was subjugated to a grand scheme of changes. The rationale of these changes
simply followed a general framework in which EU financial assistance was channelized
towards the pre-accession goals and full membership in perspective the ramification of these
changes brought about the making a “Decentralised Implementation System (DIS).” DIS also
became the context in which the CFCU is also operating. (See also CFCU Web Site: http) The
key actors of DIS in Turkey. These newly units became” designated by the Prime Ministry
Circular of the 18th July 2001:
The National Fund and the National Authorizing Officer (NAO),
The National Aid Coordinator (NAC) – NIPAC in IPA,
The Central Finance and Contracts Unit (CFCU) and Programme Authorizing Officer
(PAO),
The Senior Programme Officers (SPOs) in line ministries,
The Financial Cooperation Committee (FCC).” (CFCU Web Site
http://www.cfcu.gov.tr/about) The Council’s decision along with Regulation No. 2500/2001 of 17th December 2001 to adopt
“Pre-Accession Financial Assistance for Turkey” brought about the establishment of the CFCU
by the Memorandum of Understanding (MoU) signed between the EU Commission and the
Turkish Government on 14th February 2002 later to be ratified by Grand National Assembly
with the Law No.4802 on 30th January 2003. The legislation recognized the CFCU to be
“designated with the sole responsibility over the all budgeting, tendering, contracting, payments
accounting and financial reporting aspects of the procurement of the services, supplies, works
and grants in the context of the EU funded programmes in Turkey. In 2003 also, management
of financial assistance to Turkey is conferred by the EU Commission on a decentralized basis
to the CFCU.”( CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about)
The Addendum No. 1 to the Memorandum of Understanding which was signed in March 2006
and to be ratified by Turkish Legislative branch TGNA on 10th May 2006 with the Law
No.5500 administratively affiliated and connected the Under secretariat of Treasury, headed by
the NAO. Addendum No.1 foresaw the regulation and management of details and such issues
as the administrative relationship with Treasury, staffing, status of staff and budgetary affairs
by means of proper legal arrangement the Turkish Government was endowed with task of
covering the administrative, salary and all other operating costs of the CFCU via national
budgeting units. .” (CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about)
In the Kutay and Özer teal work (2018) which problematized the underperformance of Manisa
Province in terms of the CFCU between 2010-2018, the findings of the study reveal that CFCU
contracts did indeed contribute to the various levels of policy transfer to be also carried out in
the case of Manisa example. First and foremost, the CFCU by means of budgeting, tendering,
188
contracting, payments, accounting and financial reporting of all procurement in the context of
the EU funded programmes, paved a new way whereby procedures of different handlings of
projects were Europeanized with emphasis on the modernization of legal rational bureaucracy
thus moving away from patrimonial impact of approach Secondly, speaking for the centralized
administration and public bureaucracy as an advisory body indicates that CFCU handling the
affairs comes an advisory body for many civil society organizations and decentralized units
particularly for on EU procurement and financial implementation procedures Thirdly, The
CFCU is actively involved in those practices with beneficiary organizations and different stake
holders including contractors for a good performance of EU funded projects. By means of
managing all contractual operations in the in the project implementation period, the EU
established a well-secured policy implementation processes to be copied in national and
domestic policy-making processes b thanks to the realization and concretization of tendering
and contracting processes of certain time frames of different projects By an effective and
efficient of ensuring actual use of EU funds,, The CFCU has been claimed to contribute
specialized advisory training capacity and maintain the necessary documentation for foreseen
missions.
4.Concluding Remarks
The process of policy transfer has been realized in a context of Europeanization in Turkey
whereby the CFCU backed projects contribute to the process. The process has also to be backed
to what extent the practices of policy transfer and values of such programs are being internalized
and owned by domestic levels of analyse. This begs the making a new subsequent study that
has to respond to the making of a stronger civil society in Turkey yet to be supported in all
dimensions including a multi-faceted analysis.
REFERENCES
Aytuğ K. Özer B. et al. (2018) Avrupa Birliği’nin Merkezi Finans Ve İhale Birimiaraciliğiyla Manisa
İlinde Yararlanilan Avrupbirliği Hibelerinin Değerlendirilmesi Proje No: 2018-132
Benson, D., & Jordan, A. (2011). What have we learned from policy transfer research?
Dolowitz and Marsh revisited. Political Studies Review, 11, 366-378.
Boerzel, T. (1999) ‘Towards Convergence in Europe? Institutional Adaptation to
Europeanization in Germany and Spain’, Journal of Common Market Studies, 37. 4, pp.573-
596
CFCU Web Site http://www.cfcu.gov.tr/about
Common, R. (2001), Public Management and Policy Transfer in Southeast Asia
(Aldershot:Ashgate).
Common, R. (2004), ‘Organisational Learning in a Political Environment: Improving Policy-
making in UK Government’, Policy Studies, 25: 72-97.
Dolowitz, D., & Marsh, D. (1996). Who learns what from whom: a review of the policy transfer
literature? Political studies, 44(2), 343-357.
Dolowitz, D. P., & Marsh, D. (2000). Learning from abroad: The role of policy transfer in
contemporary policy‐making. Governance, 13(1), 5-23.
Davies, J., and M. Evans (1998), ‘Unpacking Policy Transfer Analysis: The Case of Local
Agenda 21’, University of York, Department of Politics Working Paper, No. 14 (York:
University o f York).
189
Evans, Mark. (2004) “Understanding Policy Transfer” in the Evans, Mark (ed.) Policy Transfer
in Global Perspective London: Routledge
Featherstone, K. (2003a) “Introduction: In the Name of ‘Europe’”, in K. Featherstone and C.
Radaelli (eds.), The Politics of Europeanization, Oxford: Oxford University Press, pp. 3-26.
Gray, V. (1973), ‘Innovation in the States: a diffusion study’, American Political Science
Review, 67: 1174-85.
Hall, P. (1993), ‘Policy paradigms, social learning and the state: the case of economic policy-
making in Britain,’ Comparative Politics, 25: 275-96.
James, O., & Lodge, M. (2003). The limitations of ‘policy transfer’ and ‘lesson drawing’ for
public policy research. Political studies review, 1(2), 179-193.
Ladi, S. (2002), Globalization, Europeanization, and policy transfer: a comparative study of
knowledge institutions, PhD Thesis, Department of Politics, University of York, England
Ladi, S. (2007) Europeanization and Policy Transfer: A Comparative Study of Policy Change
in Greece and Cyprus: Paper presented at panel 16 Greek Politics Specialist Group Panel 1:
Effects of Europeanization on Greek Policy Sectors57th Political Studies Association Annual
Conference Europe and Global Politics: 11 -13 April 2007, Bath, UK
Aldrich, R. (1994) ‘Europeanization of Domestic Politics and Institutions: The Case of
France,’ Journal of Common Market Studies, 32. 1, pp. 69-88.
Oliveira, Osman Porto De, & Faria, Carlos Aurélio Pimenta De. (2017). Policy Transfer,
Diffusion, And Circulation: Research Traditions and the State of the Discipline in Brazil. Novos
estudos CEBRAP, 36(1), 13-32. https://dx.doi.org/10.25091/s0101-3300201700010001
Rose, Richard (1991). ‘What is lesson-drawing.’ Journal of Public Policy 11: 3–30.
Peters, B.G. (1997), ‘Policy transfers between governments: the case o f administrative
reforms’, West European Politics, 20: 71-88.
Risse, Th., Green Cowles, M. and Caporaso, J. A. (2001) ‘Europeanization and Domestic
Change: Introduction’, in M. Green Cowles, J. A. Caporaso and Th. Risse
(eds.),Europeanization and Domestic Change. New York: Ithaca, pp. 1-20.
Walker, J. L. (1969), ‘The diffusion o f innovations among American states’, American Political
Science Review, 63, 880-99.
Wolman, H. (1992), ‘Understanding Cross National Policy Transfers: The Case of Britain and
the U S’, Governance, 5: 27-45.
190
TÜKETİM VE BELİRSİZLİK İKİLEMİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Dr. Öğr. Üyesi Tuğba AKIN
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected].
Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected].
Özet
Tasarruf ve tüketim olgusu birbirini tamamlayan iki kavram olarak literatürde yer bulmakta ve birçok
çalışmaya konu olmaktadır. Özellikle tüketim harcamalarındaki artış ile ekonomik büyüme gösteren ülkeler,
devamında yaşadıkları tasarruf eksikliği problemini yurt dışı finansman ile karşılamaya çalışmakta ve giderek
yurtdışı finansmana bağımlı hale gelmektedir. Bu bağımlılık dünya genelinde ve ulusal anlamda yaşanan
ekonomik krizler karşısında söz konusu ülkelerin ekonomik kırılganlığını arttıran bir unsur olarak karşımıza
çıkmaktadır. Türkiye gibi tüketerek büyüyen ve diğer bir taraftan tasarruf eksikliği sarmalı ile uğraşan ülkeler
zamanlar arası seçim yapmak zorunda kalmakta, ekonomik hedeflerine göre politika değişiklikleri
yapmaktadırlar. Türkiye’de tüketim, iç piyasanın canlılığını korumak için bir gereklilik haline gelmiştir.
Bu kapsamda bu çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri olan tüketici fiyat
endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki ilişki, 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için
analiz edilmiştir. Çalışmada ele alınan değişkenler yapısal kırılmalara son derece duyarlı olup, söz konusu yapısal
kırılmaları kademeli/yumuşak geçiş yöntemi ile analiz etmeye yardımcı olan Fourier yaklaşımı kullanılmıştır.
Değişkenlerin birim kök test analizi Enders ve Lee (2012) Fourier ADF ve Becker, Enders ve Lee (2006) Fourier
KPSS testleri ile; nedensellik ilişkisi ise Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizi (Nazlıoğlu vd.;2016) ile
incelenmiştir. Elde edilen bulgular döviz kurundan tüketim harcamalarına doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi
olduğunu, diğer belirsizlik değişkeni olan TÜFE’den tüketim harcamalarına doğru ise çok değişkenli VAR modelli
kümülatif bir nedensellik ilişkisi olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Tüketim, Enflasyon, Tüketici Güven Endeksi, Döviz Kuru, Fourier Yaklaşımı.
JEL Kodları: C82, E21, P44.
CONSUMPTION AND UNCERTAINTY DILEMMA: A CASE OF TURKEY
Abstract
The concept of saving and consumption is found in the literature as two complementary concepts and is the subject
of many studies. Especially, the countries that show economic growth with the increase in consumption
expenditures are trying to meet the problem of lack of savings with foreign financing and so they become
increasingly dependent on foreign financing. This dependency is a factor of increasing the economic fragility of
these countries when they faced with the global and national economic crises. These countries, as well as Turkey,
have grown by consumption and also in dealing with the other side of the saving gap on a vicious cycle and they
had to make intertemporal choices and policy changes according to their economic goals. Consuming has become
necessary for Turkey to keep its domestic market alive.
Within this scope, the relationship between consumption and consumer price index (CPI), consumer confidence
index (CCI) and the exchange rate which are factors of economic uncertainty are analyzed for 2004: Q1-2018:
Q4 period in this study. The variables discussed in this study are highly sensitive to structural breaks. Fourier
approach which helps to analyze these structural breaks by smooth shift method is used. Unit root test analysis of
variables is investigated by Enders and Lee (2012) Fourier ADF and Becker, Enders and Lee (2006) Fourier
KPSS tests while the causality is analyzed by Fourier Toda Yamamoto causality analysis (Nazlıoğlu vd.;2016).
The findings show that there is a strong causality relationship from the exchange rate to the consumption
expenditures, and there is a cumulative causality relationship with multivariate VAR model from uncertainty
variable CPI to consumption expenditures.
Keywords: Consumption, Consumer price index, Consumer confidence index, Exchange rate, Fourier Approach.
JEL Codes: C82, E21, P44.
1.GİRİŞ
191
Literatürde yer alan pek çok çalışma, tüketimin gelire karşı duyarlı olabileceğini
göstermektedir (Modigliani ve Brumberg, 1954; Friedman, 1957; Collins,1991; Carrol ve
Weil,1994; Edwards,1995; Thimann ve Dayal-Ghulati,1997) . Bireyler, elde ettikleri gelire
bağlı olarak tüketim harcamalarını yapmaktadır; fakat gelecek belirsiz bir hal almaya
başladığında bireyler olası bir tepki olarak harcamalarını arttırmak yerine tasarruf yapma
eğilimine girmektedirler (Sandmo, 1970; Skinner,1988; Flodѐn, 2006). Belirsizlik ortamının
artması bireyler üzerinde ihtiyati baskıyı arttırmakta ve kontrollü tüketim harcamalarına neden
olmaktadır. Bu durum Türkiye gibi üretimden uzak tüketerek büyüyen ülkeler için tasarruf-
tüketim dengesini sağlama hususunda zorluklar yaratmaktadır.
Belirsizlik kavramı olarak ilk akla gelen makroekonomik değişken, enflasyon
rakamlarındaki belirsizliktir. Aynı zaman da ülkeler hane halklarının ekonomiye güvenini
ölçebilmek için düzenli anketler yapmakta ve tüketicinin güven endeksi verilerini elde
etmektedir. Türkiye gibi ithalata bağımlılığı yüksek ülkelerde, belirsizlik değişkenlerinin
tüketici davranışları ve tüketim üzerindeki etkisini enflasyon ve tüketici güven endeksi gibi
belirli kavramlar ile açıklamak ne kadar yeterli olacaktır? İşte bu sebeple çalışmada ağırlıklı
olarak ithalat harcamaların USD cinsinden yapan Türkiye’nin tüketimi üzerinde etkili olduğu
tahmin edilen tüketici fiyat endeksi ve tüketici güven endeksinin yanı sıra USD kuru da analize
dahil edilmiştir. Bu kapsamda çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri
olan tüketici fiyat endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki
ilişki, 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Çalışmada 2. Bölümde konu ile ilgili
teorik çerçeveye yer verilmiş; 3. Bölümde ülke verileri paylaşılmıştır. 4 Bölümde konu ile ilgili
ampirik çalışmalar ele alınmıştır. 5. Bölümde ekonometrik analiz yapılmış ve sonuçları son
bölümde tartışılmıştır.
2. TEORİK ÇERÇEVE
Teorik çalışmalar riskten kaçınan tüketicilerin büyük belirsizliklere karşı önlem almak
amacı ile tasarrufu arttırması gerektiğini öngörmektedir (Sandmo, 1970; Skinner,1988; Flodѐn,
2006). Belirsizlik bir risk olarak tüketicilerin karşısına çıkmakta; gelir ve sermaye riskleri
bireyleri tasarrufa itmektedir. Bireyler belirsizlik riskine karşı ihtiyati güdülerle hareket
etmektedir. Belirsizlik ortamında tüketim negatif etkilenmekte; bireyler daha çok tasarruf
eğiliminde olmaktadır. Bu kapsamda Madsen ve McAleer (2000) tüketimi açıklamada
belirsizlik hipotezinin de dikkate alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Öyle ki belirsizlik
ortamında bireylerin gelire karşı duyarlılığı daha çok artacaktır. Gelirde meydana gelen büyük
bir artış, ihtiyati tasarruf ihtiyacını azaltacak ve dolayısıyla tüketimi arttıracaktır. Aksine
gelirdeki büyük bir düşüş, ihtiyati tasarrufu artıracaktır, böylece gelir ve tüketim arasında
pozitif bir ilişki kurulacaktır. Tüketicilerin uyarlanabilir beklentileri olduğu varsayımı altında
sonuçlar daha pekiştirici bir hal almaktadır. Böyle bir durumda tüketiciler, gelirlerindeki
düşüşün devam etmesini beklemekte ve bu durum tasarruflarını arttırmaktadır. Üreterek
büyümeyen ülkeler tasarruf ihtiyacını karşılayabilmek için dışa bağımlı bir hale gelmektedir.
Bu nedenle modele döviz kuru değişkeni ilave edilerek tüketim fonksiyonu birçok açıdan ele
alınmıştır.
3.ÜLKE BİLGİLERİ
Türkiye’de tüketim harcamalarının GSYİH içerisindeki payı 2000’li yılların başlarından
itibaren uygulanmaya başlayan enflasyon hedeflemesi politikalarının da etkisi ile %60
seviyelerinin üzerinde seyretmiştir. Ancak, özellikle 2013 yılında ABD Merkez Bankası
FED’in sıkılaştırıcı para politikası uygulamaya başlayacağını ilan etmesinden sonra, Türkiye
gibi yurt dışı bağımlılığı yüksek ülkelerde döviz kuru kırılganlığı artmış ve USD kuru yükselme
eğilimi göstermiştir. Nitekim Grafik 1’ de de görüleceği üzere Türkiye’de 2013 yılı sonrası
192
USD kuru artış eğilimi gösterirken, tüketim harcamalarının GSYİH içerisindeki payı azalış
trendine girmiştir.
Grafik 1. Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve USD kuru verileri (2004-2018)
Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019
Benzer şekilde enflasyon rakamları ile tüketim harcamaları arasındaki ilişki
irdelendiğinde enflasyon ile tüketim arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu söylemek
mümkündür (Grafik 2).
Grafik 2. Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve TUFE endeksi verileri (2004-
2018)
Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019
0,0
1,0
2,0
3,0
4,0
5,0
6,0
52
54
56
58
60
62
64
66
200420052006200720082009201020112012201320142015201620172018
C USD
0,0
50,0
100,0
150,0
200,0
250,0
300,0
350,0
400,0
52
54
56
58
60
62
64
66
200420052006200720082009201020112012201320142015201620172018
C TUFE
193
Grafik 3: Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve Tüketici Güven Endeksi verileri
(2004-2018)
Kaynak: The Global Economy, TÜİK, 2019
Grafik 3’de ise Türkiye’de tüketim ve TGE verileri 2004-2018 dönemi için
raporlanmıştır. Özellikle 2015 yılına kadar birlikte hareket ettiği gözlemlenen verilerin 2015
yılı ve sonrasında trend hızlarının yavaşladığı tüketim harcamalarının tüketici güven endeksi
verilerinden bağımsız azalış trendinde olduğu görülmektedir. Bu durum tüketim harcamaları ile
belirsizlik değişkenler arasındaki ilişkiyi analiz ederken veri gözlemi ile yorum yapmanın
yeterli olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple söz konusu ilişkinin varlığını
ampirik yöntemler ile analiz etmek daha doğru olacaktır.
4.LİTERATÜR
Tüketim harcamaları, birçok çalışmaya konuolup analizler için en temel verilerden bir
tanesini oluşturmaktadır. Fakat tüketim harcamaları, belirsizlik faktörleri ile ele alındığında
yeterli derecede araştırılmadığı göze çarpmaktadır. Bu kapsamda gerek ülkemizde gerek diğer
ülkelerde yapılan tüketim harcamaları ve belirsizlik faktörleri ile ilgili bazı çalışmalar Tablo 1’
de özetlenmiştir.
Tablo 1. Literatür Özeti
Çalışma Ülke Model Değişkenler Sonuç
Madsen ve Mcaleer
(2000)
ABD Sıradan En Küçük
Kareler
Regresyon
Yöntemi
-Reel Kişi Başına
Harcanabilir Gelir
-Reel Kişi Başına
Dayanıklı Olmayan
Mal ve Hizmet
Tüketimi
-Real After-Tax İnterest
Rate
-Belirsizlik
-Kredi kısıtlamaları
Modelde belirsizlik ve
kredi kısıtlamaları yer
aldığı durumda tüketimin
mevcut gelire duyarlılığı
olmadığı ve tüketici
güven endeksinin
tüketimi tahmin
edemediği bulgusuna
ulaşmışlardır.
0,0
10,0
20,0
30,0
40,0
50,0
60,0
70,0
80,0
90,0
100,0
52
54
56
58
60
62
64
66
C TGE
194
Howrey
(2001)
ABD -Hata
DüzeltmeModeli
- Sıradan En
Küçük Kareler
Regresyon
Yöntemi
-Tüketici Güven
Endeksi
-Harcanabilir Gelir
-Tüketim Harcamaları
-Dayanıklı Mal Ve
Motorlu Taşıt
Harcamaları
Aylık veriler baz
alındığında, tüketici
güven endeksi ve kişisel
tüketim harcamaları
büyüme oranı arasında
istatistiksel ve ekonomik
açıdan anlamlı bir ilişki
bulunmaktadır fakat bu
ilişkinin gürültülü olduğu
ortaya konmuştur.
Descroches ve
Gosselin
(2002)
ABD Eşik Değer
Modeli
-Tüketim
-Tüketici Güven
Endeksi
-Enflasyon
-İşsizlik oranları
-Hisse senedi fiyatları
-Servet
-Harcanabilir gelir
-Faiz oranları
Ekonomik ya da politik
belirsizliklerin yüksek
olduğu ve değişkenlik
gösterdiği dönemlerde
tüketici güven endeksi
tüketimin önemli bir
göstergesi haline
gelmektedir. Tüketici
güven endeksi,
harcanabilir gelir modele
dahil edildiğinde tüketim
tahminine katkısının
olması ve kritik
dönemlerde gelirin
ötesinde bilgi içerdiğini
görülmektedir.
Arısoy
(2012)
Türkiye Zaman Serisi
Analizi
-İşsizlik
-TCMB Tüketici
Güven Endeksi
-TCMB Reel Kesim
Güven Endeksi
-İşsizlik
-İstihdam
-Tüketim
Her iki güven endeksi ile
istihdam, hisse senedi
piyasası, tüketim
harcamaları ve üretim
değişimleri arasındaki
ilişki incelenmiş ve iki
ayrı model ele alınmıştır.
Sonuçlar incelendiğinde
Tüketici güven
endeksinin tüketim
harcamaları üzerinde
etkisi olduğu görülürken
reel kesim güven
endeksinin ise sanayi ve
hisse senedi
piyasalarında etkiliği
olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
D'Acunto, Hoang ve
Weber
(2015)
Almanya -Multinominal
Logit
-Farkların farkı
yöntemi
-Yaş
- Gelir
-Medeni Durum
-Şehir Büyüklüğü
-Çocuk Sayısı
-Meslek
-İşsizlik
-Belirsizlik
-Dax endeksi
-Faiz Oranı
Enflasyon beklentisinde
olan hanehalkı daha
yüksek olasılıkla
dayanıklı tüketim
mallarını satın
almaktadır. Daha
eğitimli, yüksek gelirli ve
kentte yaşayan hanehalkı
için bu etki daha
güçlüdür.
195
5.ANALİZ
5.1. Veri seti
Bu çalışmada tüketim harcamaları ile ekonomik belirsizlik faktörleri olan tüketici fiyat
endeksi (TÜFE), tüketici güven endeksi (TGE) ve döviz kuru arasındaki ilişki, 2004:Q1-
2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Dönem belirlenirken Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye
Giriş Programı uygulama sonuçları ile tek parti iktidarının etkilerinin gözlemlendiği dönem
dikkate alınmıştır. Yorum kolaylığı sağlamak için tüketim, TÜFE, TGE ve döviz kuru
değerlerinin logaritması alınmıştır. Çeyrek dönemlik veriler Tramo-Seats metodu ile
mevsimsellikten arındırılmıştır. Analiz aşamasında GAUSS 10 programı kullanılmıştır.
Çalışmada kullanılan değişkenler ile ilgili detaylı bilgi Tablo 2’de sunulmuştur.
Tablo 2. Veri Seti
Değişkenler Kısaltma Açıklaması Birimi Kaynağı
Tüketim LNC Logaritmik Tüketim
Harcamaları/GSYİH
Oran-
Değer
The Global Economy
(www.theglobaleconomy.com)
Tüketici Fiyat
Endeksi LNTÜFE
Logaritmik Tüketici Fiyat
Endeksi Değer
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
(www.evds2.tcmb.gov.tr)
Tüketici Güven
Endeksi LNTGE
Logaritmik Tüketici
Güven Endeksi Değer
TÜİK
http://www.tuik.gov.tr
Döviz Kuru
(USD) LNUSD
Logaritmik ABD Doları
(Döviz Satış, Düzey) Değer
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
(www.evds2.tcmb.gov.tr)
5.2. Yöntem
Serilerin durağanlığı Enders ve Lee Fourier ADF (EL) (2012) ile Becker, Enders ve Lee
Fourier KPSS (BEL) birim kök testleriyle analiz edilmiştir. Fourier yaklaşımı
kademeli/yumuşak geçiş (smooth transition) yapısal kırılmaların gözlemlenmesine olanak
sağlamakta aynı zamanda önceden bir bilgi ve varsayıma gerek olmaksızın analiz yapabilme
olanak sağlamaktadır. Türkiye’de gözlemlenen tüketim davranışlarının yapısal şoklara
ani/keskin tepki vermemesi sebebiyle çalışmada analiz yöntemi olarak Fourier yaklaşım tercih
edilmiştir. Düzeyde ve düzeyde ve trendde yapısal kırılmalı EL Fourier ADF ve BEL Fourier
KPSS testlerinin denklemleri şu şekilde ifade edilmektedir (Enders ve Lee, 2012; Becker vd.,
2006):
(1)
𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐴𝐷𝐹 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒, 𝑌𝑡 = 𝛼𝑌𝑡−1 + 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + ∑ 𝑝𝑞∆𝑌𝑡−𝑞𝑞𝑖=1 + 𝛿𝑡
(2)
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝛼𝑌𝑡−1 + 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ +∑ 𝑝𝑞∆𝑌𝑡−𝑞
𝑞𝑖=1 + 𝛿𝑡
(3)
𝐵𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐾𝑃𝑆𝑆 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡
(4)
196
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡
k; Fourier frekans sayısını ifade etmektedir.
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizi
(Nazlıoğlu vd., 2016, s.172) ile incelenmiştir. Toda Yamamoto (1995) nedensellik analizi
Granger nedensellik yönteminin geliştirilmiş halidir. Ventosa- Santaularia ve Vera-Veldes
(2008, s.8) bu konuya eleştiri getirerek, yapısal değişmelerin olması halinde nedensellik analiz
sonuçlarının etkili sonuç vermediğini tespit etmişlerdir. Bu sebeple yapısal kırılmaların varlığı
durumunda, bu kırılmaları dikkate alan nedensellik analizi çalışmaya dahil edilmiştir. Yapısal
kırılmaların biçim, tarih ve sayı olarak bilinmediği bir durumda, Fourier yaklaşımı ile kademeli
olarak yapısal kırılmaları arındırmak için model şu şekilde tanımlanmıştır (Nazlıoğlu vd.,2016,
s.172);
(5)
α(t) = α0 + ∑ γ1knk=1 sin(
2πkt
T) + ∑ γ2k cos(
2πkt
T
nk=1 )
α(t); zamana bağlı olup, Yt’de meydana gelen herhangi bir yapısal değişimi ifade etmektedir.
n; frekans sayısını, k; frekansı, γ1k ve γ2k ise sırasıyla frekansları genişliğini ve yerlerini
göstermektedir. Frekans sayısının (k) ve optimal gecikme uzunluğunun (p) değerleri
belirlenirken bilgi kriterlerinde en küçük değeri veren k ve p değerleri seçilmiştir.
5.3. Birim kök testi sonuçları
Çalışmada elde edile Fourier yaklaşımlı birim kök testi sonuçları Tablo 3’de sunulmuştur.
Tablo 3. Birim Kök Test Sonuçları
Birim Kök Testleri Yumuşak Geçiş (Smooth Shift)
EL k BEL K
Düzeyde Kırılma (Model 1)
LNC -1.2501 1 1.5152 1
ΔLNC -6.1383*** 1 0.0172*** 1
LNTUFE 2.8745 1 1.7857 1
ΔLNTUFE -1.7180 1 0.2789 1
ΔΔLNTUFE -4.6764*** 1 0.0120*** 1
LNTGE -2.6304 3 1.7383 2
ΔLNTGE -6.0973*** 3 0.0831*** 3
LNUSD 2.8859 3 1.6424 1
ΔLNUSD -4.3726** 1 0.1356** 1
Düzeyde ve Trende Kırılma (Model 2)
LNC -2.7652 1 0.1052 1
ΔLNC -6.1068*** 1 0.0170*** 1
LNTUFE -0.1886 1 0.1202 1
ΔLNTUFE -2.9811 1 0.0356*** 1
ΔΔLNTUFE -10.2571*** 1 0.0067*** 1
LNTGE -3.0965 1 0.2648 2
ΔLNTGE -6.0269*** 3 0.0654*** 3
LNUSD 2.1342 1 0.1603 1
ΔLNUSD -5.3304*** 3 0.0362*** 3
197
Not: Birim kök analizinde maksimum gecikme uzunluğu 4 ve optimal gecikme uzunluğu ise AIC istatistiği
anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Fourier tabanlı EL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans
değeri ( k=3 ve k=1) ve Fourier tabanlı BEL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans değeri ( k=1,2,3)
olan optimal frekans değeri hata terimleri toplamının karesinin minimum olduğu noktaya göre belirlenmiştir.
Düzeyde Kritik Değerler;
Düzeyde kırılmalı modelde, EL; -4.4200(%1) -3.8100 (%5) -3.4900 (%10) k=1; -3.7700 (%1) -3.0700 (%5)
-2.7100 (%10) k=3; BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.6671 (%10) 0.4152 (%5) 0.3150
(%1) k=2.
Düzeyde ve trende kırılmalı modelde,; EL: -4.9500(%1) -4.3500(%5) -4.0500 (%10) k=1; BEL0.2699 (%10)
0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.2022 (%10) 0.1321 (%5) 0.1034(%1) k=2.
Birinci Farkında Kritik Değerler;
Düzeyde kırılmalı modelde, EL; -4.4200(%1) -3.8100 (%5) -3.4900 (%10) k=1; -3.7700(%1) -3.0700 (%5) -
2.7100 (%10) k=3; BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.2103 (%10) 0.1423 (%5) 0.1141
(%1) k=3
Düzeyde ve trende kırılmalı modelde, EL: 0.2022 (%1) 0.1321 (%5) 0.1034 (%10) k=1; -4.4500 (%1) -
3.7800(%5) -3.4400 (%10) k=3; BEL; 0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471 (%1) k=1; 0.2103 (%10) 0.1423
(%5) 0.1141 (%1) k=3.
Tablo 3’deki sonuçlar incelendiğinde; yapısal kırılmaların kademeli yani yumuşak geçişli
(smooth transition) olması varsayımı altında, serilerin düzey değerlerinde birim kök içerdiği,
yani durağan olmadığı, ancak birinci farkları alındığında durağan hale geldikleri yani I(1)
oldukları görülmektedir. Serilerin düzey değerleri ile durağan olmaması yapısal şokların kalıcı
bir şekilde etkili olduğunu göstermektedir.
5.4. Fourier toda yamamoto nedensellik testi sonuçları
Fourier Toda Yamamoto nedensellik analizinde, değişkenler arasındaki ilişki hem
doğrudan hem de dolaylı etki yöntemleri ile analiz edilmiş; bu sebeple tek değişkenli (bivariate)
ve çok değişkenli (multivariate) VAR tahmini yapılmıştır. Analiz sonuçları Tablo 4’ de
raporlanmıştır.
Tablo 4. Fourier Toda Yamamoto Nedensellik Testi Sonuçları
Tek Değişkenli VAR Methodu Çok Değişkenli VAR Methodu
LNC 𝐹𝑇𝑌𝑇𝑒𝑘 𝐹𝑇𝑌𝐾ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓 𝐹𝑇𝑌𝑇𝑒𝑘 𝐹𝑇𝑌𝐾ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓
LNTUFE
Wald İst. 0.833 1.688 7.164 9.443
p-Değeria 0.361 0.793 0.127 0.051**
p-Değerib 0.691 0.891 0.262 0.120
Frekans (k) 1 3 1 3
Gecikme Uz. (p) 1 4 4 4
LNTGE
Wald İst. 0.226 0.186 2.352 2.832
p-Değeria 0.635 0.666 0.125 0.586
p-Değerib 0.897 0.917 0.315 0.739
Frekans (k) 1 3 1 3
Gecikme Uz. (p) 1 1 1 4
LNUSD
198
Wald İst. 5.428 35.459 3.631 7.648
p-Değeria 0.020** 0.000*** 0.057** 0.105
p-Değerib 0.077* 0.001*** 0.166 0.207
Frekans (k) 2 3 1 3
Gecikme Uz. (p) 1 4 1 4
Not:FTYtek: Tek frekanslı Fourier TY yaklaşımı ve FTYkümülatif: Kümülatif frekanslı Fourier TY yaklaşımını ifade
etmektedir. Maksimum k ve p değerleri sırasıyla 3 ve 4 olarak alınmış ve optimum değerler Akaike bilgi kriterine
göre belirlenmiştir. p-Valuea ,p serbestlik derecesindeki asimtotik ki-kare dağılımını ifade etmektedir. p- değerib
ise, bootstrap kullanılarak 1000 yineleme ile elde edilmiştir. VAR(p+d) modeli tahmininde dmax=1 olarak
bulunmuştur. Tek değişkenli VAR modeli her bir bağımsız değişken ile tüketim arasındaki ilişkiyi vermektedir.
Çok değişkenli VAR modeli ise bağımsız değişkenlerin birbirinden etkilenme olasılığını da göz önünde
bulundurmaktadır.*,** ve *** sırasıyla %10, %5 ve %1 anlamlılık düzeylerini ifade etmektedir.
Tablo 4’ deki sonuçlar incelendiğinde döviz kurundan tüketime doğru güçlü bir
nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Döviz kurunun etkisinin diğer belirsizlik değişkenlerinin de
etkisi dâhil edildiğinde istatistiksel açıdan daha güçlü bir nedensellik yarattığı görülmektedir.
Çok frekanslı Fourier TY sonuçlarına göre tüketici fiyat endeksi, döviz kurunun ve tüketici
güven endeksinin etkisi ile birlikte kümülatif olarak tüketim harcamalarının nedenseli olduğu
gözlemlenmiştir.
6. SONUÇ
Türkiye ekonomisinde tüketim davranışları, özellikle Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
ve enflasyon hedeflemesi politikası uygulanmaya ve gerek faiz oranlarında gerekse enflasyon
oranlarında sonuçları görülmeye başlandıktan sonra önemli ölçüde artış eğilimi göstermiştir.
2002-2007 yılları arasında gözlemlenen tüketim artışının ana sebeplerinden biri ekonomide
belirsizlik ortamının büyük ölçüde azalmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar belirsizlik
kavramı ilk olarak enflasyon oranlarını çağrıştırsa da Türkiye’nin dışa bağımlı tutumu
bireylerin döviz kurundaki değişmelere karşı hassasiyetini arttırmıştır. Bu kapsamda çalışmaya
belirsizlik faktörleri olarak enflasyon verilerinin yanı sıra döviz kuru ve tüketici güven endeksi
verileri de dahil edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre tüketim, TÜFE, TGE ve döviz kurunda
meydana gelen yapısal şokların kalıcı olduğu ve döviz kurunun önemli ölçüde tüketim
harcamalarının belirleyicisi olduğu bulunmuştur. Bu durum politika yapıcıların söz konusu
değişkenlerde meydana gelen yumuşak geçişli şokların etkisini azaltmak için kalıcı çözümler
bulması gerektiği ile ilgili önemli bir sonuç vermektedir. Aynı zamanda tüketicilerin döviz kuru
karşısındaki hassasiyetinin artmış olması tüketim harcamalarını kontrol etmek için uygulanacak
ekonomi politikalarında döviz kurunda dikkate alınması gerektiğini göstermektedir.
KAYNAKLAR
Arısoy, İ. (2012) “ Türkiye Ekonomisinde İktisadi Güven Endeksleri ve Seçilmiş Makro
Değişkenler Arasındaki İlişkilerin VAR Analizi” ,Maliye Dergisi, 162, 304-315.
Becker, Ralf, Walter Enders ve Junsoo Lee (2006) “A Stationarity Test in the Presence of an
Unknown Number of Smooth Breaks”, Journal of Time Series Analysis, 27.3, 381-409.
Carroll, C. D. ve Weil, D. N. (1994) “Saving and growth: a reinterpretation”, In Carnegie-
Rochester Conference Series on Public Policy, 40, 133-192, North-Holland.
Collins, S. M. (1991) “Saving behavior in ten developing countries”, In National saving and
economic performance,349-376, University of Chicago Press.
199
D’Acunto, F., Hoang, D., ve Weber, M. (2015) “Inflation expectations and consumption
expenditure”, Chicago Booth Global Market Working Paper Series.
Desroches, B., ve Gosselin, M. A. (2002)” The usefulness of consumer confidence indexes in
the United States” ,No. 2002-22, Bank of Canada.
Edwards, S. (1995) “Why are saving rates so different across countries? An international
comparative analysis”, NBER, No. w5097.
Enders, Walter, and Junsoo Lee (2012) "The flexible Fourier form and Dickey–Fuller type unit
root tests.", Economics Letters 117.1, 196-199.
Friedman, M. A. (1957) “Theory of the Consumpion Function”, Princeton NJ: Princeton
University Press.
Flodén, M. (2006) “Labour supply and saving under uncertainty”, The Economic
Journal, 116(513), 721-737.
Howrey, E. P. (2001) “The predictive power of the index of consumer sentiment” ,Brookings
papers on economic activity, 1, 175-207.
Madsen, J. B., ve McAleer, M. (2000) “Direct tests of the permanent income hypothesis under
uncertainty, inflationary expectations and liquidity constraints”, Journal of
Macroeconomics, 22(2), 229-252.
Modigliani, F. ve Brumberg, R. (1954) “Utility analysis and the consumption function: an
interpretation of cross-section data”, Franco Modigliani, 1.
Nazlıoğlu, Ş., Görmüş N. A. ve Soytaş U. (2016) “Oil Prices and Real Estate Investment Trusts
(REITs): Gradual-Shift Causality and Volatility Transmission Analysis”, Energy
Economics, 60, 168-175.
Sandmo, A. (1970) “The effect of uncertainty on saving decisions” ,The Review of Economic
Studies, 37.3, 353-360.
Skinner, J. (1988) “Risky income, life cycle consumption, and precautionary savings”, Journal
of Monetary Economics, 22.2, 237-255.
Thimann, M. C. ve Dayal-Gulati, M. A. (1997) “Saving in Southeast Asia and Latin America
compared: searching for policy lessons”, International Monetary Fund, (No. 97-110).
Toda, H. Y., ve Yamamoto, T. (1995) “Statistical inference in vector autoregressions with
possibly integrated processes”, Journal of econometrics, 66(1-2), 225-250.
Ventosa-Santaulàrıa, D. ve Vera-Valdés, J. E. (2008) “Granger-causality in the Presence of
Structural Breaks”, Economics Bulletin, 3.61, 1-14.
200
TÜRKİYE’DE LİKİDİTE KISITI UYGULAMALARI VE TÜKETİM
İLİŞKİSİ: FOURİER NEDENSELLİK YAKLAŞIMI
Dr. Öğr. Üyesi Tuğba AKIN
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected]
Arş. Gör. Cansu DAĞLIOĞLU
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, Aydın, Türkiye, [email protected]
Özet
2000’li yılların ortalarından itibaren gerek kredilere ulaşım kolaylığı gerekse faiz oranlarındaki belirgin
azalış nedeniyle Türkiye’de ertelenmiş tüketim harcamalarının artan bir eğilim gösterdiği gözlemlenmiştir.
Türkiye bu dönemde ağırlıklı olarak büyümesini tüketim kanalı ile gerçekleştirmiştir. Zaman zaman politika
yapıcılar tüketimi ve dolayısıyla tasarrufu kontrol altında tutabilmek için hane halklarının gelecekte elde
edecekleri kazanca karşılık ödünç alabilecekleri tutar ile ilgili likidite kısıtı gibi yöntemler uygulamaktadır. Bu
uygulamaların istenilen sonucu verip vermediği ise likidite kısıtı uygulaması olan faiz, kredi kısıtlamaları ve gelir
gibi faktörlerin tüketim üzerinde ne kadar etkili olduğuna bağlıdır. Bu kapsamda, çalışmada tüketim ile faiz, hane
halkı kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz
edilmiştir. Çalışmada serilerin durağanlığı Kurozumi (2002) yapısal kırılmalı birim kök testi ve Becker, Enders
ve Lee (2006) Fourier KPSS testi ile analiz edilmiştir. Seriler arasındaki nedensellik ilişkisi ise Fourier Granger
nedensellik testi (Enders ve Jones, 2016) ile sınanmıştır. Elde edilen bulgulara göre Türkiye’de hane halkı
kredilerinden ve kişi başı mili gelirden tüketime doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Benzer şekilde
Fourier yaklaşımının kümülatif frekans modeline göre faiz oranlarından tüketime doğru bir nedensellik mevcuttur.
Türkiye’de tüketim harcamalarına yönelik uygulanan likidite kısıtı yöntemleri kademeli bir şekilde tüketim
harcamalarında etkili olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tüketim, Hane Halkı kredileri, Faiz Oranı, Gelir, Fourier Yaklaşımı.
JEL Kodları: C82, E21, E40.
THE RELATIONSHIP BETWEEN LIQUIDITY CONSTRAINT APPLICATIONS
AND CONSUMPTION IN TURKEY: THE CAUSALITY WITH FOURIER
APPROACH
Abstract
Since the mid-2000s, in Turkey, it has observed that showed an increasing trend in the deferred consumption of
Turkey due to both the lending facilities and the significant decrease in interest rates. Turkey’s growth rate is
realized mainly through consumption channel in this period. The policymakers may sometimes apply methods to
control consuming and therefore savings such as liquidity constraint methods to the amount that households can
borrow in return for future earnings. Whether these methods yield desired results, it depends on the effect of factors
like interest, credit constraints and income which are liquidity constraint application on consumption.
In this context, the causality relationship between consumption and interest, household credit and per capita
income are analyzed for the period 2004: Q1-2018:Q4 in Turkey. In the study, the stationarity of the series were
analyzed by Kurozumi (2002) structural break unit root test and Becker, Enders and Lee (2006) Fourier KPSS
test. The causality relationship between the series were investigated by Fourier Granger causality test (Enders
and Jones, 2016). According to the findings, there is a strong causality from the household credit and income to
consumption. Similarly, according to the cumulative frequency model of the Fourier approach, there is a causality
from interest rates to consumption. Liquidity constraints methods applied for consumption in Turkey have a
gradual manner effect on consumption expenditures.
Keywords: Consumption, Household Credit, Interest Rate, Income, Fourier Approach.
JEL Codes: C82, E21, E40.
1.GİRİŞ
Bireyler geçmişten bu yana gelirlerinin bir kısmını tüketirken bir kısmını yatırım ya da
tasarruf etme eğilimi göstermektedir. Bu eğilimin ağırlıklı olarak hangi yönde olacağı birçok
etkene bağlı olarak bireyler ve toplumlar arasında farklılık göstermektedir. Türkiye gibi tasarruf
201
etme eğilimi düşük ülkeler giderek dış finansmana bağlı hale gelmiş; bu durum ülkelerin
özellikle ekonomik belirsizlik ortamlarında finansal ve ekonomik kırılganlığını arttıran bir
unsur olmuştur. Politika yapıcılar zaman zaman bu kırılganlığı azaltabilmek ve ülke
tasarruflarını arttırabilmek için hane halklarının gelecekte elde edecekleri kazanca karşılık
ödünç alabilecekleri tutar ile ilgili likidite kısıtı gibi yöntemler uygulamaktadır. Bu
uygulamaların istenilen sonucu verip vermediği ise likidite kısıtı uygulaması olan faiz, kredi
kısıtlamaları ve gelir gibi faktörlerin tüketim üzerinde ne kadar etkili olduğuna bağlıdır.
Türkiye hedeflediği ekonomik büyüme için yatırımları arttırmaya yönelik çeşitli önlemler
alırken; diğer taraftan söz konusu yatırımları finansmanını ulusal kaynaklarla sağlayabilmek
için tüketimi azaltma kanalı ile tasarrufları arttırma politikaları uygulamaktadır. Bu kapsamda
tüketimi belirli bir dengede tutmak için uygulanan likidite kısıtı uygulamaları acaba ne ölçüde
tüketim üzerinde etkilidir? Bu amaçla çalışmada Türkiye’de tüketim ile faiz, hane halkı
kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için
analiz edilmiştir. 2. Bölümde teorik çerçeveye yer verilmiş, takip eden bölümde ülke verilerine
yer verilmiştir. 4. Bölümde konu ile ilgili yapılan uygulamalı çalışmalar gözden geçirilmiştir.
5. Bölümde değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi analiz edilerek, sonuç bölümünde elde
edilen bulgular tartışılmıştır.
2.TEORİK ÇERÇEVE
Likidite kısıtı, bireylerin gelecekte elde edecekleri kazanca bağlı olmaksızın, cari tüketim
ve yatırımlarının finansmanı için borç alabilecekleri tutarın bedelin belli bir limitinin olması
durumudur. Eğer borçlanma imkanları kısıtlanırsa bireyler gelecekteki gelirlerini harcama
imkânına sahip olamayacaklar ve tüketimlerini cari gelirlerine göre yaparak gelecekteki
harcamaları için tasarruf etme eğiliminde olacaklardır. Kısacası borçlanamamak, tüketim ve
tasarruf davranışının yaşam boyu elde edilmesi planlanan gelirden çok mevcut gelire bağlı
olarak şekillenmesine sebep olacaktır. Diğer taraftan, elde edilecek ürünlerin (konut, araba vb.)
alım maliyetlerinin yüksek olması halinde tüketiciler harcamalarını erteleme eğiliminde
olacaktır (Akın, 2018).
Likidite kısıtının yoğun olduğu zaman ülkelerin servet birikiminin yüksek olması
beklenir. Çünkü bireyler içinde bulundukları dönemde, geçmişten gelen borçlarının olmaması
sebebiyle daha fazla tasarruf edebilme imkanı bulacaktır (Japelli ve Pagano,1994: 86). Diğer
taraftan küreselleşme ile birlikte ülkelerde giderek artan finansal liberalleşme olgusu,
borçlanma imkanlarının artmasına neden olmakta, likidite kısıtlarının uygulanmasında çeşitli
güçlükler yaratmakta ve bu durum ertelenmiş tüketim harcamalarını tetikleyerek tasarrufları
olumsuz etkilemektedir. (Athukorala ve Tsai, 2003:72).
3.ÜLKE BİLGİLERİ
Türkiye’de çalışmaya konu olan 2004-2018 dönemi tüketim ve kişi başına düşen milli
gelir rakamları incelendiğinde gözlem veriler ile özellikle 2015 yılı ve sonrası iki değişken
arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu söylenebilir. Ancak bu durum teori ile bağdaşmayan bir
durumdur. Türkiye’nin mevcut tasarruf rakamları da göz önünde bulundurulduğunda
Türkiye’nin tüketim davranışlarını belirleyen tek değişkenin bireylerin gelir düzeyi olmadığı
söylenebilmektedir.
202
Grafik 1.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve KBGSYİH (TL) verileri (2004-
2018)
Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019.
Benzer şekilde hane halkı kredi rakamları artarken yine 2015 yılı ve sonrası tüketim
harcamalarının gelir içerisindeki payı azalma eğilimi göstermiştir. Bu durum hane halkı
kredilerinin yaklaşık %45’inin konut alımı finansmanın da kullanılması ile açıklanabilmektedir
(TCMB, 2019). Türkiye’de hane halkı 2015 yılı ve sonrasında kişi başı milli gelir artışı ile
birlikte konut alım talebi arttırmış ve konut kredisi alımlarını yükselmiştir (Grafik 1 ve Grafik
2).
Grafik 2.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve HCR (Milyar USD) verileri
(2004-2018)
Kaynak: The Global Economy, TCMB, 2019.
0
5000
10000
15000
20000
25000
30000
35000
40000
45000
50000
52
54
56
58
60
62
64
66
C KBGSYİH
0
100
200
300
400
500
600
52
54
56
58
60
62
64
66
C HCR
203
Grafik 3.Türkiye’nin Tüketim (Tüketim/GSYİH, C) ve Faiz Oranı verileri (2004-2018)
Kaynak: The Global Economy, TÜİK, 2019.
Grafik 3’de ise Türkiye’de tüketim ve faiz oranı verileri 2004-2018 dönemi için
raporlanmıştır. Teorik olarak beklenti kredi faiz oranları azalırken bireylerin ertelenmiş
tüketimlerini kredi alarak finanse etmeleridir. Nitekim 2000’li yılların başlarından itibaren faiz
oranlarındaki düşüş, hane halkı kredilerinin ve tüketim harcamalarının artmasına neden
olmuştur. 2017 yılı sonrasında ise tüketici kredileri faiz oranları artış eğilimi göstermiştir. Bu
durum tüketim harcamaları ile mevcut değişkenler arasındaki ilişkiyi analiz ederken veri
gözlemi ile yorum yapmanın yeterli olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu sebeple söz
konusu ilişkinin varlığını ampirik yöntemler ile analiz etmek daha doğru olacaktır.
4.LİTERATÜR
Bir ekonomide tüketim fonksiyonunu etkileyen birçok faktör bulunmakla birlikte faiz
oranları, borçlanma/likitide kısıtı gibi faktörlerin de etkisi literatürde oldukça önemli yer
bulmuştur. Tablo 1’ de konu ile ilgili literatür özetine yer verilmiştir.
Tablo 1: Literatür Özeti
Çalışma Ülke Model Değişkenler Sonuç
Gylfason
(1981) ABD
Sıradan En Küçük
Kareler
Regresyon
Yöntemi
-Enflasyon,
-Faiz Oranı
-Tüketim
-Gelir
Toplam tüketim, nominal
faiz oranı ve doğrudan
beklenen enflasyon oranı
ile ters yönlü bir ilişki
içindedir.
Zhang ve Hua Wan
(2004)
Çin
Sıradan En Küçük
Kareler
Regresyon
Yöntemi
-Gelir
-Kişi Başına Reel
Tüketim Harcaması
-Faiz Oranı
-Enflasyon Oranı
Likitide kısıtı ve
belirsizlik
değişkenlerinin
birbirlerinden etkilendiği
ve tüketimde düşüşlere
yol açtığı sonucuna
varılmıştır.
0
5
10
15
20
25
30
35
52
54
56
58
60
62
64
66
C i
204
Pehlivan ve Utkulu
(2007) Türkiye
-Parçalı Hata
Düzeltme Modeli
-Geweke ve
Porter-Hudak
(1983) parçalı
eşbütünleşme
yaklaşımı
-Özel Nihai Tüketim
Harcamaları
- GSYH
-Üç Ay Vadeli
Hazine Bonosu Faiz
Oranları
Gelir ve Tüketim
arasında uzun dönemde
pozitif ilişki
bulunmuştur. Faizler
tüketimi negatif yönde
etkilemektedir. Gelir ile
tüketim arasında kısa
dönem katsayılarına
bakıldığında negatif
ilişki söz konusudur.
Erdaş ve Erdoğan
(2017) Türkiye
ARDL Hata
Düzeltme Modeli
-Tüketim
-Milli Gelir
-Enflasyon
-İthalat.
Milli gelir değişkeni ile
tüketim arasında pozitif
bir ilişki, enflasyon ve
tasarruflar ile tüketim
arasında ise negatif yönlü
bir ilişki bulunmuştur.
İthalat değişkeni
anlamsızdır.
5.ANALİZ
5.1. Veri seti
Bu çalışmada tüketim ile faiz, hane halkı kredileri ve kişi başı milli gelir arasındaki
nedensellik ilişkisi 2004:Q1-2018:Q4 dönemi için analiz edilmiştir. Dönem belirlenirken
Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Giriş Programı uygulama sonuçları ile tek parti iktidarının
etkilerinin gözlemlendiği dönem dikkate alınmıştır. Yorum kolaylığı sağlamak için tüketim,
TÜFE, TGE ve döviz kuru değerlerinin logaritması alınarak veriler mevsimsellikten
arındırılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenler ile ilgili detaylı bilgi Tablo 2’de sunulmuştur.
Tablo 2. Veri Seti
Değişkenler Kısaltması Açıklaması Birimi Kaynağı
Tüketim C Tüketim
Harcamaları/GSYİH Oran
The Global Economy
(www.theglobaleconomy.com)
Hanehalkı
kredisi LNHCR
Logaritmik Hanehalkı
Kredisi Değer
The Global Economy
(www.theglobaleconomy.com)
Faiz Oranı İ Tüketici Kredisi Faiz
Oranları Oran
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
(www.evds2.tcmb.gov.tr)
Kişi Başı Milli
Gelir
LNKBGSYİ
H
Logaritmik
GSYİH/Nüfus Değer
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi
(www.evds2.tcmb.gov.tr)
TÜİK
http://www.tuik.gov.tr
5.2. Yöntem
Serilerin durağanlığı tek kırılmalı Kurozumi (2002) KPSS birim kök testi ve Becker,
Enders ve Lee (2006) Fourier KPSS testi ile analiz edilmiştir. Fourier yaklaşımı
kademeli/yumuşak geçiş (smooth transition) yapısal kırılmaların gözlemlenmesine olanak
sağlamakta aynı zamanda önceden bir bilgi ve varsayıma gerek olmaksızın analiz yapabilme
olanak sağlamaktadır. Analizlede GAUSS 10 programı kullanılmıştır. Kwiatkowski, Philips,
205
Schmidt ve Shin (1992) tarafından geliştirilen KPSS birim kök testi analiz yöntemi serilerin
otokorelasyon sorununu düzelterek durağanlık sınaması yapmaktadır. Bu bağlamda çalışmada
otokorelasyon sorunu ile karşılaşmamak için bu yöntem tercih edilmiştir. Aynı zamanda
trendde yapısal kırılmalı Kurozumi ve BEL Fourier KPSS testlerinin denklemleri şu şekilde
Türkiye’de gözlemlenen tüketim davranışlarının yapısal şoklara ani/keskin tepki vermemesi
sebebiyle çalışmada analiz yöntemi olarak Fourier yaklaşım tercih edilmiştir. Düzeyde ve
düzeyde ve ifade edilmektedir (Kurozumi; 2002, s.77-78 ; Becker vd., 2006):
(1)
Kurozumi KPSS testi,
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝜇1𝐷𝑈𝑡 + 𝛿𝑡
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + 𝜇1𝐷𝑈𝑡 + 𝛽1𝐷𝑇𝑡 + 𝛿𝑡
𝐷𝑈𝑖,𝑡 = 1, 𝐷𝑇𝑖,𝑡 = (𝑡 − 𝑇𝑏𝑖), 𝑡 > 𝑇𝑏𝑖
t; zamanı, Tb ise yapısal kırılma tarihlerini ve i, ise kırılma sayısını ifade etmektedir.
(2)
𝐵𝐸𝐿 𝐹𝑜𝑢𝑟𝑖𝑒𝑟 𝐾𝑃𝑆𝑆 𝑇𝑒𝑠𝑡𝑖,
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + ∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡
𝐷ü𝑧𝑒𝑦𝑑𝑒 𝑣𝑒 𝑡𝑟𝑒𝑛𝑑𝑑𝑒; 𝑌𝑡 = 𝜇0 + 𝛽0𝑡 + +∅ sin(2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝜗 cos( 2𝜋𝑘𝑡 𝑇)⁄ + 𝛿𝑡
k; Fourier frekans sayısını ifade etmektedir.
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisi Fourier Granger Causality nedensellik analizi
(Enders ve Jones, 2016) ile incelenmiştir. Yapısal kırılmaların biçim, tarih ve sayı olarak
bilinmediği bir durumda, Fourier yaklaşımı ile kademeli olarak yapısal kırılmaları arındırmak
için model şu şekilde tanımlanmıştır (Enders ve Jones, 2016);
(3)
Y(t) = α0 + ∑ γ1k
n
k=1
sin(2πkt
T) + ∑ γ2k cos(
2πkt
T
n
k=1
) + 𝛼1𝑌𝑡−1 + ⋯ + 𝛼𝑝𝑌𝑡−𝑝 + 𝛽1𝑋𝑡−1
+ ⋯ + 𝛽𝑝𝑋𝑡−𝑝 + 휀𝑡
n; frekans sayısını, k; frekansı, γ1k ve γ2k ise sırasıyla frekansları genişliğini ve yerlerini
göstermektedir. Frekans sayısının (k) ve optimal gecikme uzunluğunun (p) değerleri
belirlenirken bilgi kriterlerinde en küçük değeri veren k ve p değerleri seçilmiştir.
5.3. Birim kök testi sonuçları
Çalışmada elde edilen birim kök testi sonuçları Tablo 3’de sunulmuştur.
206
Tablo 3. Birim Kök Test Sonuçları
Birim Kök Testleri Keskin Kırılma (Sharp
Shift)
Yumuşak Geçiş (Smooth
Shift)
Kurozumi TB1 BEL K
Düzeyde Kırılma (Model 1)
C 0.0970*** 2010:Q1 1.5068 1
DC 0.0174*** 2006:Q3 0.0179 1
İ 0.3996* 2017:Q3 0.1397** 1
Di 0.0405*** 2017:Q2 0.3741 1
LNKBGSYİH 0.1595*** 2008:Q4 1.7755 1
D LNKBGSYİH 0.0724*** 2016:Q3 00681*** 2
LNHCR 0.6157 2006:Q1 1.7412 1
DLNHCR 0.0978*** 2006:Q2 1.2487 1
Düzeyde ve Trende Kırılma (Model 2)
C 0.0900* 2010:Q1 0.1109 1
DC 0.0157*** 2006:Q3 0.0169*** 1
İ 0.1005 2013:Q4 0.1076 1
Di 0.0319*** 2017:Q2 0.0557* 1
LNKBGSYİH 0.1359 2008:Q4 0.1583 1
D LNKBGSYİH 0.0630*** 2016:Q3 0.0503*** 2
LNHCR 0.5269 2007:Q4 0.2647 1
DLNHCR 0.0834* 2009:Q3 0.1617 1
Not: Birim kök analizinde maksimum gecikme uzunluğu 4 ve optimal gecikme uzunluğu ise AIC istatistiği
anlamlılık derecesine göre belirlenmiştir. Fourier tabanlı EL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans
değeri ( k=3 ve k=1) ve Fourier tabanlı BEL testinde ise değişkenlere göre maksimum frekans değeri ( k=1,2,3)
olan optimal frekans değeri hata terimleri toplamının karesinin minimum olduğu noktaya göre belirlenmiştir.
Düzeyde Kritik Değerler;
Düzeyde kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.3016(%10) 0.2011 (%5) 0.1601 (%1) (C); 0.6039 (%10)
0.3754(%5) 0.2830(%1) (i ve LNHCR); 0.3805 (%10) 0.2425 (%5) 0.1868 (%1) (LNKBHSYİH); BEL; 0.2699
(%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1.
Düzeyde ve trende kırılmalı modelde; Kurozumi: 0.0912(%10) 0.0662 (%5) 0.0557 (%1) (C ve i); 0.1421
(%10) 0.1205(%5) 0.0972 (%1) (LNHCR); 0.1131 (%10) 0.0789 (%5) 0.0629 (%1) (LNKBHSYİH); BEL;
0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471 (%1) k=1.
Birinci Farkında Kritik Değerler;
Düzeyde kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.4827 (%10) 0.3021 (%5) 0.2291 (%1) (C, i ve LNKBGSYİH);
0.6039 (%10) 0.3754(%5) 0.2830(%1) (LNHCR); BEL; 0.2699 (%10) 0.1720 (%5) 0.1318 (%1) k=1; 0.6671
(%10) 0.4152 (%5) 0.3150 (%1) k=2.
Düzeyde ve trende kırılmalı modelde, Kurozumi: 0.1421(%10) 0.1205 (%5) 0.0972 (%1) (C, i ve
LNKBGSYİH); 0.1131 (%10) 0.0789 (%5) 0.0649 (%1) (LNHCR); BEL; 0.0716 (%10) 0.0546 (%5) 0.0471
(%1) k=1; 0.2022 (%10) 0.1321 (%5) 0.1034 (%1) k=2.
Tablo 3’deki sonuçlar incelendiğinde; tüketim harcamalarının kademeli yani yumuşak
geçişli (smooth transition) yapısal kırılma analiz sonuçlarına göre düzeyde durağan olmadığı
ve şokların etkisinin kalıcı olduğu görülmüştür. Trend içeren KDGSYİH’nin ise düzeyde ve
trende kırılmalı birim kök analizinde düzey değerleri ile birim kök içerdiği tespit edilmiştir.
207
Faiz ve hane halkı kredi değerleri düzeyde birim kök içermektedir. Değişkenlerin birinci farkı
alındığında serilerin durağan hale geldikleri yani I(1) oldukları görülmektedir. Serilerin düzey
değerleri ile durağan olmaması yapısal şokların kalıcı bir şekilde etkili olduğunu
göstermektedir. Yapısal kırılma tarihlerine bakıldığında ise; 2006: Q1 ve 2007:Q4 tarihleri
ertelenmiş tüketim harcamalarında artış ile birlikte faiz oranlarında gözlemlenen düşüşün
tüketici kredilerinde artışa sebep olduğu dönemi göstermektedir. 2008:Q4 tarihi 2008 küresel
krizinin kişi başı milli gelir üzerindeki olumsuz etkisine işaret etmektedir. 2013:Q4 Amerikan
Merkez Bankası Fed’in 22 Mayıs 2013 tarihinde tahvil alımını azaltacağını duyurması ile
gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de panik havası yaşatmış; gösterge faizlerinin
yükselmesine neden olmuştur.
5.4. Fourier granger nedensellik testi sonuçları
Fourier Granger nedensellik analizinde, değişkenler arasındaki doğrudan ilişki tek
değişkenli (bivariate) VAR tahmini yöntemi ile irdelenmiştir. Granger nedensellik testi 3 farklı
yöntemi çalışmanın analizi kısmını güçlendirmek açısından uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar
Tablo 3’de raporlanmıştır.
Tablo 3. Fourier Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Tek Değişkenli VAR Methodu
C 𝐺𝐶 𝐺𝐶𝑡𝑒𝑘 𝐺𝐶𝑘ü𝑚ü𝑙𝑎𝑡𝑖𝑓
İ
Wald İstatistiği 2.4103 5.987 9.973**
p-Değeria 0.66 0.20 0.04
p-Değerib 0.65 0.20 0.05
Frekans (k) 0 1 3
Gecikme (p) 4 4 4
LNKBGSYİH
Wald İstatistiği 9.752*** 28.404*** 50.513
p-Değeria 0.01 0.00 0.00
p-Değerib 0.02 0.00 0.00
Frekans (k) 1 1 3
Gecikme (p) 2 4 4
LNHCR
Wald İstatistiği 4.432** 4.373** 25.294***
p-Değeria 0.04 0.04 0.000
p-Değerib 0.03 0.05 0.000
Frekans (k) 0 3 3
Gecikme (p) 1 1 1
Not:FTYtek: Tek frekanslı Fourier Granger yaklaşımı ve FTYkümülatif: Kümülatif frekanslı Fourier Granger
yaklaşımını ifade etmektedir. Maksimum k ve p değerleri sırasıyla 3 ve 4 olarak alınmış ve optimum değerler
Akaike bilgi kriterine göre belirlenmiştir. p-Valuea ,p serbestlik derecesindeki asimtotik ki-kare dağılımını ifade
etmektedir. p- değerib ise, bootstrap kullanılarak 1000 yineleme ile elde edilmiştir. Tek değişkenli VAR modeli
her bir bağımsız değişken ile tüketim arasındaki ilişkiyi vermektedir.** ve *** sırasıyla %5 ve %1 anlamlılık
düzeylerini ifade etmektedir.
208
Tablo 3’ deki sonuçlar incelendiğinde LNKBGSYİH, LNHCR ve i değişkenlerinden
tüketim harcamalarına doğru güçlü bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur.
6. SONUÇ
Türkiye ekonomisinde artan tasarruf eksikliği sebebiyle, politika yapıcılar tüketim
harcamalarını dengeleyebilmek için zaman zaman likidite kısıtı politikaları uygulamaktadır.
Söz konusu politikaların ne kadar etkin olduğu ampirik çalışmalarla ölçülebilmektedir. Tüketim
davranışlarına gelen bir şokun kalıcı olup olmadığı doğru ekonomik politikalar uygulayabilmek
için önemlidir. Bu çalışmada faiz, tüketici kredileri ve kişi başına düşen milli gelir gibi likidite
kısıtı uygulamalarının doğrudan veya dolaylı sonuçlarının gözlemlendiği değişkenlerin tüketim
harcamaları üzerindeki etkisi analiz edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre tüketim harcamaları
ve kişi başı milli gelir de yapısal kırılmaların kademeli bir şekilde gözlemlendiği ve değişkenler
üzerinde yapısal şokların kalıcı etkilerinin olduğu görülmüştür. Aynı zamanda hane halkı
tüketici kredileri, kişi başına düşen milli gelir ve faiz oranlarından tüketim harcamalarına doğru
bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Bu sonuç Türkiye’de faiz, kredi ve gelir kanalı ile
uygulanacak likidite kısıtlarının tüketim üzerinde etkili olacağını göstermesi açısından
önemlidir.
KAYNAKLAR
Akın, T,. (2018) “Tasarrufların Makroekonomik Performansa Etkileri: Kuram ve Türkiye
Örneği”, Doktora Tezi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.
Athukorala, P. C. ve Tsai, P. L. (2003) “Determinants of household saving in Taiwan: growth,
demography and public policy”, The Journal of Development Studies, 39.5, 65-88.
Becker, R., Enders, W., ve Lee, J. (2006) “A stationarity test in the presence of an unknown
number of smooth breaks”, Journal of Time Series Analysis, 27(3), 381-409.
Erdoğan, S., Erdaş, H. ve Erdoğan, A. (2017) “Türkiye'de Hane Halkı Tüketim Harcamalarının
Belirleyicileri”, Trakya Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 6(1), 309-326.
Enders, W. ve Jones, P. (2016) “Grain prices, oil prices, and multiple smooth breaks in a VAR”,
Studies in Nonlinear Dynamics & Econometrics, 20(4), 399-419.
Gylfason, T. (1981) “Interest rates, inflation, and the aggregate consumption function”, The
Review of Economics and Statistics, 233-245.
Jappelli, T. ve Pagano, M. (1994) “Saving, growth, and liquidity constraints”, The Quarterly
Journal of Economics, 83-109.
Kurozumi, E. (2002) “Testing for stationarity with a break. Journal of Econometrics”, 108(1),
63-99.
Pehlivan, G. G., ve Utkulu, U. (2007) “Türkiye’nin Tüketim Fonksiyonu: Parçalı Hata
Düzeltme Modeli Bulguları”, Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 7(14), 39-65.
TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi (2019), https://evds2.tcmb.gov.tr/, (10.09.2019).
Zhang, Y. ve Hua Wan, G. (2004) “Liquidity constraint, uncertainty and household
consumption in China”, Applied Economics, 36(19), 2221-2229.
209
GEÇİŞ EKONOMİLERİNDE DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR,
POLİTİK İSTİKRAR VE SEÇİLMİŞ MAKROEKONOMİK
DEĞİŞKENLER ARASINDAKİ İLİŞKİ: PANEL ARDL YAKLAŞIMI
Dr. Öğr. Üyesi Hatice Küçükkaya
Doç. Dr. E. Yasemin Bozdağlıoğlu
Özet
Bu çalışmanın amacı, panel ARDL sınır testi yaklaşımı ile 31 Geçiş ekonomisinde 1996-2016 dönemi için politik
istikrar ve seçilen makroekonomik değişkenlerle doğrudan yabancı yatırımlar arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Bu ilişkileri inceleyebilmek amacıyla iki aşamalı ARDL sınır testi modeli kullanılmıştır: İlk aşamada,
değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkileri belirleyebilmek için ARDL eşbütünleşme testi uygulanmıştır.
İkinci aşamada, değişkenler arasındaki kısa dönemli ilişkileri elde edebilmek amacıyla dinamik hata düzeltme
modeli kullanılmıştır. Tüm sonuçlar, hem uzun ve hem de kısa dönemde değişkenler arasında pozitif ve istatistiki
olarak anlamlı ilişkilerin varlığını göstermiştir. Dahası, hata düzeltme teriminin negatif ve istatistiki bakımdan
anlamlı bulunması nedeniyle değişkenlerin denge seviyesine yakınsayacağı ve kısa dönem dengesizliklerinin
uzun dönemde giderileceği söylenebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Doğrudan yabancı yatırımlar, Politik istikrar, Makroekonomik değişkenler, Panel ARDL
Yaklaşımı
JEL Kodları : F21, O57, P48,C23.
THE RELATIONSHIP BETWEEN FOREIGN DIRECT INVESTMENTS,
POLITICAL STABILITY AND SELECTED MACROECONOMIC VARIABLES IN
TRANSITION ECONOMIES: PANEL ARDL APPROACH
Abstract
The aim of this study is to examine the relationship between the political stability and the selected
macroeconomic variables and foreign direct investments in 31 transition economies with the ARDL boundary
test approach. In order to examine these relationships, two-stage ARDL boundary test model was used: In the
first stage, ARDL cointegration test was applied to determine the long-term relationships between variables. In
the second stage, a dynamic error correction model was used to obtain short-term relationships between
variables. All results showed positive and statistically significant relationships between variables in both long
and short term. Moreover, it can be said that due to the negative and statistically significant error correction
term, the variables will converge to the equilibrium level and the short term imbalances will be eliminated in the
long term.
Key Words: Foreign direct investment, Political stability, Macroeconomic variables, Panel ARDL Approach
JEL Codes : 3 adet F21, O57, P48,C23.
1.Giriş
Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin büyüme
sürecini etkilemektedir. Gelişmiş ülkeler ekonomik büyümelerinin yanında kalkınma süreci
için yabancı sermaye girişine ihtiyaç duyarken, gelişmekte olan ülkeler ise ekonomik büyüme
oranlarını hızlandırmak ve ülkeye gelen yabancı sermayeyi yatırım amaçlı olarak ihtiyaç
duymaktadır.
DYY girişlerinin önemini geleneksel teorilerden itibaren modern teoriye kadar birçok farklı
görüş açıklamaktadır. Geleneksel görüş, ülkeler arasında getiri farklılıklarına ilişkin olarak
DYY'yi sermayenin bir hareketi olarak ifade etmektedir. Neoklasik iktisatçılar ise, yabancı
210
sermaye girişlerini ekonomik kalkınma ve diğer ekonomilere karşı açıklık için bir kaynak
olarak görmektedirler. Bunların yanında, doğrudan yabancı yatırım girişlerinin artması yaşam
standardı beklentilerinin de artması ile sonuçlanmaktadır (Levine, 2001). Modern teori ise
DYY'yi açıklarken sadece sermaye transferi için değil, aynı zamanda teknoloji, iş teknikleri ve
kalifiye çalışanlar dahil olmak üzere özel ve maddi olmayan varlıkların transferini içeren yerel
bir firmaya çeşitli uluslararası sponsorluklar sağladığını vurgulamaktadır (Johanson ve
Mattsson, 2015). DYY'nin yükselmesi ev sahibi ülkelerde yüksek ekonomik büyüme ve
sermaye oluşumuna yol açmaktadır. 1990'lardan itibaren gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
doğrudan yabancı yatırımlarında belirgin artışlar görülmüştür ve bu durum firma düzeyinde,
ulusal düzeyde ve makro düzeyde performanslara katkıda bulunabilmektedir. Firmalar DYY
artışı ile birlikte yüksek sipariş oranlarına ulaşabilir ve teknoloji ve inovasyon artışı
sağlayabilir. Ulusal düzeyde hükümetler ekonomik büyüme oranlarını yükseltmek için daha
fazla sermaye girişi çekmeye yönelik ekonomik politikalar tasarlamaktadır. Benzer şekilde,
uluslararası düzeyde Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi kuruluşlar, fon transferi üzerindeki
kısıtlamaları azaltarak yatırım akışını artırmak için çalışmaktadır.
Doğrudan yabancı yatırımların tüm görüşlere göre önemli özelliği, özellikle gelişmekte olan
ülkeler için ekonomik büyümenin temel belirleyici unsuru olmasıdır. Bununla birlikte ülkelere
giren DYY miktarı, ev sahibi konumundaki ülkenin yatırım ortamının genel durumuna bağlı
olarak değişmektedir. Genel olarak, politik istikrarsızlık, yatırım ortamını olumsuz etkilemekte
ve DYY girişlerini azaltmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımlar özellikle geçiş ekonomileri
açısından daha önemli bir unsur olmaktadır. Çünkü DYY, borç miktarları yüksek olan geçiş
ekonomileri için sınırlı olan mali sermayeyi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda, ülkeye bilgi
yönetimi, yönetim ve pazarlama becerileri, teknoloji, girişimcilik transfer fırsatı ile birlikte,
uluslararası piyasalara erişim imkanı sunmaktadır.
Bu çalışma, seçilmiş makroekonomik değişkenlerin doğrudan yabancı yatırımlar üzerindeki
etkisi yanında, politik istikrarın da DYY üzerindeki etkisini araştırmayı hedeflemektedir.
Çünkü geçişin temel argümanı olarak değerlendirilen ekonomik büyüme bu ülkelerin
makroekonomik politikalarında istikrarı sağlarken, ülkelerin politik istikrarı bu süreçten ayırt
edilememektedir.
2.Literatür
Doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), sermaye piyasalarının küreselleşmesi ile birlikte finans
ve ekonomi alanında önemli bir konu haline gelmiştir. Yerli sermaye piyasasının doygunluğu,
ülkeleri finansal uluslararasılaşma açısından yabancı sermaye piyasalarına yatırım yapmaya
yönlendiren temel etken olmaktadır.
Finans ve ekonomi alanındaki birçok araştırmacının da hareket noktası DYY'yi etkileyen
faktörleri bulmak üzerinedir. Örneğin, Lucas (1990) ülkelerarası sermaye akımlarını
sınırlamada sadece politik riskin önemli bir faktör olduğunu öne sürmektedir. Singh ve Jun
(1995), tarihsel olarak yüksek DYY çeken ülkeler için politik risk unsurunun DYY'nin önemli
belirleyicisi olduğunu göstermektedir. DYY girişleri düşük olan ülkeler için, kilit belirleyici
faktör, sosyopolitik istikrarsızlığın derecesi olmaktadır. Bununla birlikte, ülkenin ihracat
kapasitesi de ülkenin neden DYY çektiğini açıklamada en güçlü değişkenlerin başında
gelmektedir. DYY'nin politik risk gibi unsurlar dışında başka belirleyicileri de vardır. Bunlar
(enflasyon, ihracat, büyüme oranı vb. gibi) makroekonomik belirleyicilerdir.
Literatürde DYY’yi etkilediği düşünülen diğer değişkenler ülkenin liberalleşme derecesi, fiyat
ve ticaretin serbestleşme derecesi, özelleştirme düzeyi, banka reformları ve diğer reformlardır.
Paranın stabilizasyonu ve ekonomik reformlar gibi değişkenler ekonomiyi büyüme yönünde
pozitif olarak etkilemektedir. Bütün geçiş ekonomilerinde, geçiş süreçlerinin başlangıcında
önemli miktarda üretim düşüşleri görülmektedir. Bu yüzden sadece reformlarla bu üretim
düşüşünü durdurmak mümkün değildir. Politika seçimleri de bu düşüşte önemli bir belirleyici
211
unsurdur. Geleneksel piyasa oyuncuları geçiş ekonomilerindeki büyümenin açıklanmasında
etkin değildir (Staehr, 2003: 8).
Falcetti vd. (2005: 2-3) ise, geçiş ekonomilerinde büyüme ile reformlar arasındaki ilişkileri
incelemektedir. Çalışmanın sonuçlarına göre AB’ye üyelik, geçiş ekonomileri arasında önemli
bir fark oluşturmaktadır. AB’ye üye veya aday olan ülkeler, diğerlerinden daha yüksek büyüme
oranlarına, daha radikal reform uygulamalarına ve daha yüksek hayat standartlarına sahiptir.
Literatürde yer alan birçok teorik çalışmanın yanısıra, konuyla ilgili ampirik çalışmaların bir
kısmı Çizelge 1’de sunulmaktadır.
Tablo 1. Konuya İlişkin Ampirik Literatür Taraması
Çalışmanın
Yazar(lar)ı
Çalışmanın Dönemi ve Yöntemi
Çalışmanın Sonuçları
Haksoon, 2010 1990-2002, (Küçük, Gelişmiş ve En
Gelişmiş ekonomilerden oluşan 3’lü
panel)
Granger nedensellik testi, Vektör
otoregresif model, (VAR), ARDL
modeli
Çalışmaya göre, küçük ekonomiler için politik
istikrar ve DYY arasında uzun vadeli bir ilişki
olduğu sonucuna varılırken, daha büyük ve daha
gelişmiş ekonomilerde böyle bir ilişkinin
ampirik kanıtı bulunmamaktadır. Lucas'ın
(1990) hipotezine benzer şekilde, DYY’nin
politik olarak daha az istikrarlı ülkelere doğru
gitme eğiliminde olduğu sonucuna
varılmaktadır.
Jewel, 2015 1996-2013, (Bangladeş)
VECM
Çalışmanın sonuçları, politik istikrarın uzun
vadede doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde
olumlu bir etkisi olduğunu, ancak politik istikrar
ile doğrudan yabancı doğrudan yatırım arasında
anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir.
Rani ve Batool,
2016
1980-2013, (Pakistan)
ARDL modeli
Çalışmanın kısa dönemli sonuçlarına göre,
politik istikrarsızlığın önemsizdir, yani kısa
vadede ekonomik gelişmeyi etkilememektedir,
ancak uzun vadede ekonomik gelişme
üzerindeki etkisi negatif ve anlamlıdır.
Doğrudan yabancı yatırım (DYY) ise ekonomik
büyüme üzerinde hem kısa vadede hem de uzun
vadede pozitif ilişkilidir.
Kurecic ve
Kokotovic,
2017
1996-2014, (Birinci panel 11 çok
küçük ekonomi, ikincisi, son derece
gelişmiş ve politik olarak istikrarlı beş
ekonomiyi, üçüncüsü ise politik şiddete
eğilimli ekonomiler)
Granger nedensellik testi, Vektör
otoregresif model, (VAR), ARDL
modeli
Çalışmaya göre, küçük ekonomiler paneli için
siyasi istikrar ile DYY arasında uzun vadeli bir
ilişki olduğu sonucuna varılırken, daha büyük
ve daha gelişmiş ekonomilerin her iki paneli
için böyle bir ilişkinin ampirik kanıtına
ulaşamamışlardır.
Nazeer ve
Masih, 2017
1984-2003, (Malezya)
ARDL modeli
Çalışmaya göre, politik istikrarsızlık, DYY ve
ekonomik büyüme arasında hem uzun hem de
kısa vadede ilişki vardır. Ekonomik istikrar,
politik istikrarsızlık ve doğrudan yabancı
yatırım için en güçlü itici güçtür.
Saini ve
Singhania, 2018
2004-2013, 11 gelişmiş, 9 gelişmekte
olan ekonomi, GMM yöntemi
Sonuçlar gelişmiş ve gelişmekte olan
ekonomiler için farklılık göstermektedir.
Gelişmiş ekonomilerde DYY, ekonomik
büyüme, ticari açıklık ve özgürlük indeksi gibi
politika ile ilgili olan belirleyiciler ile anlam
kazanırken; gelişmekte olan ekonomilerde brüt
sabit sermaye birikimi, ticari açıklık ve
verimlilik değişkenleri ile pozitif ilişki
göstermektedir.
212
Tablo 1’den görüleceği üzere, doğrudan yabancı yatırımları inceleyen ampirik çalışmaların
bazıları sadece tek bir ülke bazında konuyu incelerken, bazıları ise küçük bir ülke grubu üzerine
çalışmayı tercih etmişlerdir. Ancak geçiş ekonomileri özelinde doğrudan yabancı yatırımları
ampirik olarak inceleyen çalışmalarda ekonometrik modellerden panel veri modellerin
kullanımının azlığı dikkat çekmektedir. Bu çalışma, doğrudan yabancı yatırımlar ve
makroekonomik değişkenler ve politik istikrar arasındaki ilişkileri geçiş ekonomileri üzerine
bütüncül bir yaklaşımla incelediği için literatüre katkı yapmaktadır.
3.Veri Seti ve Yöntem
Uygulamada kullanılan veriler, Dünya Bankası (World Bank) World Development Indicators
(WDI) ve Heritage Foundation veri setlerinden derlenmiştir. IMF 2000 Geçiş Ekonomileri
Sınıflandırması dikkate alınarak, sınıflandırmada yer alan tüm geçiş ekonomilerine ait (31 ülke)
1996-2016 dönemi için analiz yapılmıştır. Çalışmada yapılan tüm analizler Stata-14 programı
ile tahmin edilmiştir.
Geçiş ekonomilerine yapılan doğrudan yabancı yatırımlar ile ülkelerin politik istikrar düzeyleri
arasındaki ilişkinin incelendiği bu çalışmada, ilişkiye göz ardı edilemeyecek diğer
makroekonomik değişkenler de modele eklenmiştir.
Çalışmada bağımlı değişken olarak, ,fdi, doğrudan yabancı yatırımlar (net girişlerin GSYİH’ya
oranı); bağımsız değişkenler olarak, ,gro, yıllık büyüme oranı, ,inf, yıllık enflasyon oranı, ,exp,
ihracatın GSYİH içindeki payı, ,ove, politik istikrarı temsilen ekonomik özgürlükler indeksi
genel değeri kullanılmıştır. Ekonomik özgürlükler indeksi, kendi içinde oniki indeks
değerinden oluşmakta, genel değer tüm bu indeksleri kapsamaktadır. İndeks genel değeri 0 ile
100 arasında değerler almakta, 0 özgür olmayanı, 100 ise tam özgürlüğü ifade etmektedir.
Bunlara ek olarak, ihracat ve politik istikrar değişkenlerinin doğal logaritması alınarak modele
ilave edilmiştir.
Çalışmada kullanılan temel model panel ARDL modelidir. Modelde bağımlı ve bağımsız
değişkenlerin yanında Δ serinin fark değerini ve ECT de hata terimini ifade etmektedir.
Ortalama grup tahmincisi (mean group estimator, MGE) katsayıların bireysel yatay kesitlerine
göre ağırlıklandırılmamış ortalamasını alırken, havuzlanmış ortalama grup tahmincisi (pooled
mean group estimator, PMGE) ise katsayıları hesaplar ve ağırlıklandırılmış tahminde bulunur
(Blackburne ve Frank, 2007). Aşağıda temel ekonometrik model verilmiştir.
∆fdi𝑡𝑖 = 𝛼𝑖 + 𝛷𝑖 𝑓𝑑𝑖𝑡−1,𝑖 + 𝛿𝑖𝑖𝑛𝑓𝑡𝑖 + 𝜗𝑖𝑔𝑟𝑜𝑡𝑖 + 𝛾𝑖𝑙𝑛𝑒𝑥𝑝𝑡𝑖 + 𝜑𝑖𝑙𝑛𝑜𝑣𝑒𝑡𝑖 +
∑ 𝛽𝑖𝑗𝑝𝑖−1𝑗=1 ∆𝑓𝑑𝑖𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝛽𝑖𝑗
𝑝𝑖−1𝑗=1 ∆𝑓𝑑𝑖𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝛿𝑖𝑗
𝑞𝑖𝑗=0 ∆𝑖𝑛𝑓𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝜗𝑖𝑗
𝑘𝑖𝑗=0 ∆𝑔𝑟𝑜𝑡−𝑗,𝑖 +
∑ 𝛾𝑖𝑙𝑖𝑗=0 ∆𝑙𝑛𝑒𝑥𝑝𝑡−𝑗,𝑖 + ∑ 𝑚𝑖
𝑗=0 𝜑𝑖∆𝑙𝑛𝑜𝑣𝑒𝑡−𝑗,𝑖 + 휀𝑡𝑖 (1)
t = 1996, …, 2016 ve i = 1, 2, 3, …, 31 şeklindedir.
Ekonomideki uzun dönemli bir ilişki, teorik ve ampirik bir çok araştırmanın odak noktası
olmuştur. Pesaran ve Smith, uzun süreli ilişkilerin analizi için gecikmesi dağıtılmış otoregresif
model (ARDL) modellerinin kullanımını incelemektedir. Bu yöntemle farklı bütünleşme
düzeylerine sahip değişkenlerin de uzun dönemli bütünleşme ilişkisinin belirlenmesine izin
veren ve Pesaran ve Shin (1999) tarafından geliştirilen gecikmesi dağıtılmış otoregresif model-
Autoregressive Distributed Lag (ARDL) yöntemi kullanılmaktadır. ARDL kısaca uzun ve kısa
dönem nedensellik ilişkilerini de tespit etmede de faydalı olmaktadır (Vogelvang, 2005). Bu
yöntem küçük örneklemlerde de uygulanabilmektedir (Pesaran ve Shin, 1999: 3). Bu özellik
önemlidir. Zira eşbütünleşme analizi için diğer testler oldukça uzun bir zaman diliminde ancak
iyi sonuçlar verebilmektedir. Ayrıca ARDL sınır testinde serilerin durağanlık düzeylerine
213
bakılmaksızın aralarındaki eşbütünleşme ilişkisinin varlığı analiz edilebilmektedir. Yani birim
kök testleri yapılmadan da bu yaklaşım kullanılabilmektedir.
Çalışmada kullanılan model tahminlerine geçmeden önce, analizde kullanılan değişkenlere ait
özet istatistikleri Tablo 2’de sunulmaktadır.
Tablo 2. Özet İstatistikler
Değişken Gözlem sayısı Ortalama St. Hata Min. Mak.
fdi 651 5.539531 6.5942 -37.16565 55.48993
inf 651 555.783 4409.101 -8.52517 70857
gro 651 4.983095 5.961873 -16.7 88.95766
lnexp 651 3.744403 0.4251901 2.203211 4.592715
lnove 651 4.019728 0.1843711 3.380995 4.356709
Tablo 2’de görüldüğü gibi, doğrudan yabancı yatırımların GSYİH’ye oranı yaklaşık %-37 ile
%55 arasında değişmekte iken, enflasyon oranları %-8.5 ile %70000 arasında değer almaktadır.
Geçiş ekonomilerinin aynı döneme ait yıllık büyüme oranları %-16 ile %88 arasında değerler
almaktadır. İhracat oranlarının %2 ve %4.5 arasında değerler aldığı, politik istikrar değişkeninin
ise 3 ve 4.3 indeks değerleri arasında gözlendiği görülmektedir. Bunların yanında, en çok
değişkenliğe sahip değişkenin ülkelere ait enflasyon serisinde olduğu göze çarpmaktadır. Geçiş
ekonomilerinde 1996-2016 döneminde enflasyon oranları bir hayli dalgalı seyir izlemektedir.
4.Bulgular
Çalışmada Pesaran ve diğerleri (1999) tarafından ARDL modeli için geliştirilen tahminciler
olan Mean Grup Tahmincisi (MG) ve Pooled Mean Grup tahmincisi (PMG) kullanılmaktadır.
MG tahmincisi ARDL spesifikasyonunun parametreleri üzerine hiçbir kısıt koymaz ve uzun
dönem parametrelerini bireysel ARDL tahminlerinden elde edilen uzun dönem
parametrelerinin ortalamasından türetir. Bu tahmincinin temel eksikliği belirli parametrelerin
paneli oluşturan birimler arasında aynı olmasına izin vermemesidir. MG tahmincisindeki bu
eksiklik PMG kullanılarak giderilmektedir. PMG tahmincisi uzun dönem parametrelerin paneli
oluşturan ülkeler arasında aynı olmaları kısıtını getirmekte ancak sabitin, hata varyanslarının
ve kısa dönem parametrelerinin ülkeler arasında farklılaşmasına izin vermektedir. Böylelikle,
panel ARDL modelinde değişkenlerde uzun dönem homojenite ile bağlantılı olarak kısa
dönemde heterojeniteye izin vermektedir. Ancak buradaki modelleme sorunlarından bir tanesi
bu iki alternatif tahminci arasındaki seçim meselesidir. Paseran ve diğerleri (1999) uzun dönem
parametrelerin homojenite testinin Hausman (1978) testi ile yapılmasını önermişlerdir. Uzun
dönem homojenite varsayımı altında PMG ve MG’nin tutarlı tahminciler olmalarına karşılık,
yalnızca PMG etkin tahmincidir (Erdem ve diğerleri, 2010:375-76).
MG (Mean Group) tahmincisi, ülkelerin bireysel ARDL modellerini tahmin etmekte
kullanılmaktadır. Bu modelde, değişkenlerin uzun dönem için homogeneity (tektürelik) ve kısa
dönem için heterogeneity (çoktürelik) varsayımlarına izin verilmez. Pesaran vd. (1999), panel
ARDL modelini tahmin etmek için iki tahminci geliştirmiştir: MGE (Mean Group Estimation)
ve PMGE (Pooled Mean Group Estimation). MG tahmincisi, uzun dönem ARDL
spesifikasyonundaki katsayılar üzerinde hiçbir kısıtlama yapmamakta ve bireysel ARDL
tahminlerinde elde ettiği uzun dönem katsayılarının ortalamalarıyla katsayıların uzun dönem
türevlerine ulaşmaktadır. Bu tahminci, panel üyeleri katsayılarının aynı olmasına izin
vermemektedir. PMG tahmincisi ise, MG tahmincisi yerine kullanılabilmektedir. PMG uzun
dönem katsayılarını kısıtlamakta ama sabitlerin, hata terimi varyanslarının ve kısa dönem
katsayılarının değişmesine izin vermektedir. Bu nedenle, panel ARDL modelinde değişkenlerin
uzun dönem homogeneity ve kısa dönem heterogeneity varsayımlarının gerçekleşmesine izin
vermektedir. Bununla birlikte model, alternatif model spefikasyonları arasında tercih yapmak
214
imkanını da sağlamaktadır. Bunun için, uygulamada model tahmin edilirken PMG veya MG
tahmincilerinin tutarlılığını ve etkinliğini test etmek için, Hausman (1978) testi
uygulanmaktadır.
Ekonometrik analizde model sırasıyla MG ve PMG tahmincileri kullanılarak tahmin
edilmektedir. Tahminlere ilişkin sonuçlar Tablo 3’de sunulmaktadır.
Tablo 3. Ekonometrik Tahmin Sonuçları
MG PMG
Katsayı St. Hata P-değeri Katsayı St. Hata P-değeri
Uzun Dönem Katsayılar
inf 0.3894336 0.7461668 0.602 0.0117309 0.0099649 0.239
gro 1.295461 0.5454027 0.018** 0.3749387 0.0476084 0.000***
lnexp -26.6297 34.23979 0.437 -1.30626 0.5065088 0.010**
lnove 28.30286 45.52637 0.534 3.033907 1.779479 0.088*
Hata Düzeltme Katsayısı
ECT -0.7392974 0.0624595 0.000*** -0.5351224 0.0515509 0.000***
Kısa Dönem Katsayılar
inf(-1) -0.0357268 0.0955278 0.708 0.0167035 0.0763839 0.827
gro(-1) -0.1333334 0.1020259 0.191 -0.0271702 0.0672897 0.686
lnexp(-1) -4.599872 3.820038 0.229 -1.508543 1.752767 0.389
lnove(-1) -13.78129 6.505555 0.034** -0.6374311 4.727882 0.893
C 16.02771 24.40324 0.511 -1.8963 0.4137861 0.000***
Hausman test istatistiği 𝜒2 = 3.72, prob > 𝜒2 = 0.4450
Notlar: a. ***, ** ve * sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerini ifade etmektedir.
b. Modelde hem otokorelasyon hem de değişen varyans sorununun varlığı saptanmış, bu nedenle model
tahminleri bu sorunları düzeltici tahminciler kullanarak tahmin edilmiştir.
Tablo 3’de ikinci, üçüncü ve dördüncü sütunlarda MG (ortalama grup) tahmincisi sonuçlarına
yer verilmekte; beşinci, altıncı ve yedinci sütunlarda ise PMG (havuzlanmış ortalama grup)
tahmincisi sonuçları tahmin edilmektedir. Her iki tahminciye göre modelin uzun dönem ve kısa
dönem parametreleri ve modele ait hata düzeltme katsayısı (ECT) tahminleri de yer almaktadır.
Ortalama Grup (MG) tahmincisi sonuçlarına bakıldığında, elde edilen hata düzeltme
katsayısının (ECT) negatif (-0.7392974) olması, bu parametrenin anlamlı olduğunu
göstermektedir. Modelde kullanılan beş değişken arasında uzun dönemli bir ilişkinin olduğu bu
katsayıyla kanıtlanmaktadır. Buna ek olarak, bir dönemde oluşan dengesizliklerin yaklaşık
%73’ünün bir sonraki dönemde düzeleceği ve uzun dönem dengesine yaklaşacağı
beklenmektedir. Bu tahmincide uzun dönemde ekonomik büyüme değişkeni pozitif ve
istatistiksel olarak anlamlı bulunmaktadır. Uzun dönemde ekonomik büyümedeki %1’lik artış,
doğrudan yabancı yatırımları %1.29 oranında arttırmaktadır. Kısa dönemde ise politik istikrar
endeksi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı tahmin edilmektedir. Kısa dönemde geçiş
ekonomilerinin politik istikrar endekslerinde %1’lik bir artış (politik istikrarın iyileşmesi),
doğrudan yabancı yatırımları %13 oranında azaltmaktadır.
Havuzlanmış Ortalama Grup Tahmincisi (PMG) sonuçlarına göre, hata düzeltme katsayısının
(-0.535) negatif ve anlamlı olması, modele eklenen değişkenler arasında uzun dönemli ilişkinin
varlığını kanıtlamaktadır. Bu katsayı, serilerin durağan olmamasından kaynaklanan kısa dönem
sapmaların bir sonraki dönemde dengeye gelme hızını göstermektedir (Tatoğlu, 2012: 245).
Buna göre, bir dönemde oluşan dengesizliklerin yaklaşık %54’ünün bir sonraki dönemde
düzelmesi ve uzun dönem dengesine yaklaşması beklenmektedir. Bunlara ek olarak, modelde
kısa dönemde değişkenler anlamsız bulunmakta iken; ekonomik büyüme, ihracat oranları ve
politik istikrar değişkenleri uzun dönemde istatistiksel olarak anlamlı tahmin edilmektedir.
215
Ekonomik büyüme ve politik istikrar endeksi doğrudan yabancı yatırımları pozitif yönlü
etkilerken, ihracatın doğrudan yabancı yatırımları negatif yönlü etkilediği görülmektedir. Bu
sonuçların, geçiş ekonomilerinin doğrudan yabancı yatırımlar üzerindeki politikalarına
yardımcı olması beklenmektedir. Geçiş ekonomileri doğrudan yabancı yatırımları uzun
dönemde artırabilmek için, ekonomik büyüme oranlarını artırma ve/veya politik istikrarı
düzeltme gibi politika tercihleri yapabilirler. Uzun dönem PMG tahminci katsayılarına göre, bu
politika tercihlerinden politik istikrarı düzeltme seçeneğinin doğrudan yabancı yatırımları daha
yüksek oranda artıracağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuçlar, geçiş ekonomileri için politik
istikrarın önemini kanıtlar niteliktedir.
5.Sonuç
Bu çalışmada, geçiş ekonomilerinin ekonomik performanslarını belirleyen önemli faktörlerden
biri olan doğrudan yabancı yatırımlar ile seçilen makroekonomik değişkenler ve politik istikrar
arasındaki ilişki araştırılmaktadır. Geçiş ekonomileri için ekonomik büyümenin itici gücünün
bu ülkelere yapılan doğrudan yabancı yatırımlar olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle,
doğrudan yabancı yatırımları etkileyen bazı makroekonomik değişkenler ve bunların yanında
politik istikrarın da doğrudan yabancı yatırımlar üzerine etkisi test edilmektedir.
Ekonometrik analizde makroekonomik değişkenleri temsilen enflasyon oranı, ekonomik
büyüme ve ihracatın GSYİH içindeki payı kullanılırken; politik istikrarı temsilen ekonomik
özgürlükler indeksi kullanılmıştır. Belirtilen bu değişkenlerin doğrudan yabancı yatırımlar
üzerindeki etkisi 31 Geçiş ekonomisine ait 1996-2016 döneminde Panel ARDL yaklaşımı ile
belirlenmeye çalışılmıştır. Tahmin edilen model için PMG ve MG tahmincilerinden elde edilen
sonuçlar Tablo 3’de sunulmaktadır. Negatif işaretli ve istatistiksel olarak da anlamlı olan hata
düzeltme katsayısı (ECT) doğrudan yabancı yatırımlar ve politik istikrar (ayrıca seçilen diğer
değişkenler) arasındaki uzun dönemli ilişkinin varlığını göstermektedir.
Yapılan Hausman testi sonucunda değişkenlerin uzun dönemde homojen olduğu boş hipotezi
reddedilememiş, bu nedenle uzun dönem homojenite varsayımı altında etkin ve tutarlı tahminci
olan PMG’nin uygun tahminci olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Çalışmadan elde edilen sonuçlar şu şekilde özetlenebilir: değişkenler arasında uzun dönemli bir
ilişkinin varlığına işaret eden negatif ve anlamlı hata düzeltme katsayısı doğrudan yabancı
yatırımlar ile politik istikrar (ve seçilen diğer değişkenler) arasında bir eşbütünleşme ilişkisinin
olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda uzun dönem katsayıları doğrudan yabancı yatırımlar
ile ekonomik büyüme, ihracat ve politik istikrar değişkenleri arasındaki ilişkinin varlığını
doğrulamaktadır. Bu sonuçlar geçiş ekonomilerinin uzun dönemde ekonomi politikalarını
yönlendirmelerini destekleyebilmektedir. Ekonomik büyüme ve politik istikrar endeksi
doğrudan yabancı yatırımları pozitif yönlü etkilerken, ihracatın doğrudan yabancı yatırımları
negatif yönlü etkilediği görülmektedir. Geçiş ekonomileri doğrudan yabancı yatırımları uzun
dönemde artırabilmek için, ekonomik büyüme oranlarını artırma ve/veya politik istikrarı
düzeltme gibi politika tercihleri yapabilirler. Uzun dönem PMG tahminci katsayılarına göre, bu
politika tercihlerinden politik istikrarı düzeltme seçeneğinin doğrudan yabancı yatırımları daha
yüksek oranda artıracağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu sonuçlar, bu çalışmaya özgü olarak
eklenen politik istikrar değişkeninin geçiş ekonomileri için önemini kanıtlar niteliktedir.
Kaynakça
Erdem, E. ve diğerleri. (2010). “The Macroeconomy and Turkish Aggricultural Trade Balance
with the EU countries: Panel ARDL Analysis”, International Journal of Economic
Perspectives, Vol.4, issue: 1, 371-379.
Falcetti, E. Tatiana, L. ve Peter, S. (2015). “Reforms and growth in transition: reexamining the
evidence”, Journal of Comparative Economics, 34(3).
216
Jewel, R.F. (2015). “Political Stability, foreign direct investment and remittance inflow in
Bangladesh: An empirical Analysis“, A Research Project Submitted to Saint Mary’s
University.
Haksoon, K. (2010).“Political Stability and Foreign Direct Investment”, International Journal
of Economics and Finance, Vol. 2, No. 3, 59-71.
Hausman J.A. (1978). “Specification tests in econometrics”. Econometrica, 46, issue:6, 1251–
1271.
IMF (2000), World Economic Outlook: Focus on Transition Economies, Transition:
Experience and Policy issues.
Johanson, J. and Mattsson, L.G. (2015). Internationalisation in Industrial System: A Network
Approach, Palgrave Macmillan.
Staehr, K. (2003). “Reforms and economic growth in transition economies: Complementarity,
sequencing and speed”, BOFIT Discussion Papers, 1.
Kurecic, P. ve Kokotovic, F. (2017).” The Relevance of Political Stability on FDI: A VAR
Analysis and ARDL Models for Selected Small, Developed, and Instability Threatened
Economies”, Economies , 5, 22; (doi:10.3390/economies5030022), 1-21.
Nazeer, A.M. ve Masih, M. (2017). “Impact of political instability on foreign direct investment
and Economic Growth: Evidence from Malaysia”, MPRA Paper No. 79418,
(https://mpra.ub.uni-muenchen.de/79418).
Levine, R. (2001). “International Financial Liberalization and Economic Growth”, Review of
International Economics, 9(4), 688–702.
Lucas, R. (1990), “Why doesn’t Capital Flow from Rich to Poor Countries?”, American
Economic Review, 80, 92–96.
Pesaran, M. H., Shin, Y. Ve Smith, R. P. (1999). “Pooled mean group estimation of dynamic
heterogeneous panels”. Journal of the American Statistical Association, 94(446), 621-
634.
Saini, N ve Singhania, M. (2018). “Determinants of FDI in developed and developing countries:
a quantitative analysis using GMM“. Journal of Economic Studies, 45(2), 348-382.
Tatoğlu, F. Y. (2012). İleri Panel Veri Analizi. Beta Basım.
Vogelvang, B. (2005). Econometrics Theory and Applications with EViews. Pearson Addison
Wesley.
217
23 HAZİRAN 2019 İSTANBUL BELEDİYE BAŞKANLIĞI SEÇİM
ANALİZİ
Abdullah Cihad Erdem
Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli, Türkiye,
Özet
Bu çalışmada 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin sonuçları bir önceki seçim olan
31 Mart 2019 İstanbul seçimlerine nazaran neden daha farklı olduğu anlatılmaya çalışılmıştır. Bunun için ilk
başta 31 Mart yerel seçimlerinin Türkiye Cumhuriyeti için öneminden bahsedilmiştir ve yeni parlamento
sisteminden sonraki ilk yerel seçim olması sebebiyle Türkiye’nin gelecek stratejileri için önemli olduğu
açıklanmaya çalışılmıştır. Sonraki bölümlerde siyasi partilerin seçim stratejilerine ve birbirleri arasında kurulan
teşkilatlanmalara değinilmiştir. 31 Mart 2019 İstanbul seçimlerinden sonra iktidar partisinin itirazları üzerine
İstanbul’da sadece Belediye Başkanlığı seçimlerinin tekrarlanmasına karar verilmiş ve bir sonraki seçim 23
Haziran 2019 tarihine ertelenmiştir. Bu çalışmada 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi sonuçları
ve nedenleri tartışılmaktadır.
Çalışmanın önemi açısından ise önceki seçimde yapılan siyasi hataların bir sonraki dönemde
tekrarlanmaması açısından bu çalışma çok önemlidir. Bu çalışmada halk nasıl yönetimden mutlu olur, siyasi
partiler gerçekten halkın isteklerine karşı duyarlı mıdır yoksa vurdumduymaz mıdır gibi bu tarz sorular
açıklanmaya çalışılmıştır. 23 Haziran seçiminden sonra yeni gelen siyasi parti bu seçim sonuçları ve halkın fikir
değişikliğine neden olan etkenleri göz önünde bulundurmalıdır ve bir önceki siyasi partinin hatalarını tekrar
etmemesi gerekmektedir. Yeni yönetim halkın taleplerini, beklentilerini karşılamak zorundadır ve adil yönetime
sahip olmalıdır. Bu çalışma gerekli siyasi parti teşkilatlarına gönderilebilir ve bir sonraki seçim için daha ihtiyatlı
davranarak politika kararları verilebilir. Bu 23 Haziran seçim sonuçları göz önünde bulundurularak insanların
siyasi partilerden talepleri, nasıl bir siyaset istedikleri ve geçmişte yapılan hataların tekrar yapılmaması gerektiği
hakkında bu çalışma, gerekli parti teşkilatlarına ve yöneticilere gönderilebilir. Bu çalışma gelecek seçim
stratejileri için bir rehber olabilir.
Bu çalışma nicel yönteme dayalı bir çalışmadır. İnsanların fikirleri, görüşleri alınarak çalışma sonucu
ortaya çıkmıştır ve İstanbul Belediye Başkanlığı iktidar partisinden ana muhalefet partisine geçmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: 23 Haziran 2019, 31 Mart 2019, İstanbul Belediye Başkanlığı, siyasi partiler,
JEL KODLARI: E01, H8, H00
Abstract
It was worked for explanation of the reason why the result of choices in 23 June 2019 İstanbul Metropolitan
Municipality Presidency was more different than the result of choices in 31 March 2019 İstanbul Metropolitan
Municipality Presidency which was previous İstanbul Local Choices than itself in this study. Therefore, firstly it
was talked about importance of 31 March Local Choices for Turkey Republic and because it was next first local
choice than new parliament system in Turkey, it was wanted to be explained that this local choice has importance
so much for strategies of Turkey in future. It was referred in choice strategy of political parties and agreements
which were made between them in the next episodes. It was decided that only Municipality Presidency choice in
Istanbul would be repeated for objections of ruling political party and the next choice in Istanbul was delayed on
23 June 2019 date. The choice results and reasons of 23 June 2019 Istanbul Municipality Presidency are discussed
in this study.
This study is very important to avoid repetition for political mistakes made in previous elections. In this
study, such questions were tried to be explained such as how the people are happy with the administration, whether
the political parties are really sensitive to the wishes of the people or whether they are impulsive. The new political
party after the June 23 election should take into account these election results and the factors that have led to a
change of opinion and the previous political party should not repeat its mistakes. The new administration must
meet the demands and expectations of the people and must have fair management. This work can be sent to the
necessary political party organizations and policy decisions can be made by being more cautious for the next
election. Considering the results of this June 23 election, this study can be sent to the necessary party organizations
and executives about the demands of people from the political parties, what kind of politics they want and the
mistakes made in the past should not be repeated by political parties. This study can be a guide for future selection
strategies.
218
This study is a study which is based on quantitative method. The ideas and opinions of people have emerged
as a result of the study and The Presidency of Istanbul Municipality has moved from the ruling party to the main
opposition party.
KEY WORDS: 23 June 2019, 31 March 2019, Istanbul Municipality Presidency, Political parties,
JEL CODES: E01, H8, H00
1.GİRİŞ
23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı konusuna değinilmeden önce, bu konunun
iyice anlaşılıp, kavranması için öncelikle siyasi partilerin 31 Mart 2019 seçim politikalarından
bahsedilecektir. 31 Mart 2019 tarihinde İstanbul seçiminde AKP(Adalet ve Kalkınma
Partisi),CHP(Cumhuriyet Halk Partisi),Saadet partisi,DSP(Demokratik Sol Partisi),
TKP(Türkiye Komünist Partisi), Vatan partisi, DP(Demokrat Parti), BTP(Büyük Türkiye
Partisi) ve bağımsız adaylar seçimlerde yarışmışlardır. Diğer yeni kurulan İYİ parti,
HDP(Halkların Demokratik Partisi) ve MHP(Milliyetçi Hareket Partisi) ise İstanbul’da
seçimlere katılmamışlardır. Millet ittifakı ve Cumhur ittifakı diye iki grup ittifaklar
oluşturulmuştur. Millet ittifakını CHP ve İYİ parti oluşturuyorken cumhur ittifakını AKP ve
MHP oluşturmuştur. Bu sebeple IYI parti ve MHP İstanbul’da seçimlere katılmamışlardır.
Kendi ittifaklarına İstanbul seçiminde oy desteği sağlayabilmek için oyların bölünmesini
istememişlerdir. Cumhur ittifakı eski Türkiye Cumhuriyeti son başbakanı olan ve AKP adayı
Binali Yıldırım’ı desteklerken Millet ittifakı ise CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nu desteklemiştir.
31 Mart 2019 yerel seçimde İstanbul’da toplam seçmen sayısı 10.570.939 iken katılım oranı
%83,88 olmuştur. Cumhur ittifakının İstanbul’da aldığı oy %48.55 iken Millet ittifakının aldığı
oy %48.80 olmuştur. Bu durumda CHP adayı İmamoğlu İstanbul’un belediye başkanlığını
kazanmıştır. İstanbul İlçe Başkanlığında ise AKP 3.886.057 oy ile 25 ilçe, CHP 3.285.793 oy
ile 13 ilçe ve 1 ilçeyi de MHP kazanmıştır. MHP ilçe belediyesinde seçime girmişti fakat
büyükşehir belediye başkanlığında seçime katılmamıştır.
Fakat daha sonra iktidar partisi AKP, sadece İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde
evrakta sahtecilik, oyların çalınması gibi bazı iddialar ile seçimin geçersiz olduğu ve Belediye
Başkanlık seçiminin tekrar yapılması konusunda YSK(Yüksek Seçim Kurulu)’a itirazda
bulunmuştur. Bu itirazlar üzerine YSK, ana muhalefet partisinin(CHP) bu duruma ses
çıkarmaması ve ana muhalefet partisinin seçimi yenilemeyi kabul etmesi üzerine İstanbul’da
sadece Belediye Başkanlığı seçiminin tekrar yapılmasını kabul etmiştir. Bu seçim tarihi 23
Haziran 2019 olarak belirlendi. Siyasi partiler gelecek seçim için yeniden stratejiler planlamaya
başlamışlardır.
23 Haziran 2019 İstanbul Başkanlık seçimi sonucunda katılım Oranı %84,44’e yükselmiş,
Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu %54,21 oy ile İstanbul’un yeni başkanı olmuştur. Millet
İttifakı bir önceki 31 Mart yerel seçimde aldığı %48.80 oy oranını %5.41 fark arttırarak belediye
başkanlığını kazanmıştır.
Seçim sonuçlarının detaylı bir siyasal analizi yapılmadan önce 23 Haziran seçimlerine
yön veren dinamiklerin daha iyi anlaşılması gerekmektedir. Örneğin ne için Cumhur ittifakı
ilçe bazında en çok oy almış olmasına rağmen büyükşehir belediyesini kaybetmiştir ya da 2004
yılından beri İstanbul seçimlerini istikrarlı bir şekilde kazanan AKP ne için bu dönem
kaybetmiştir? Halkın tepkisi ne için bu şekilde çabucak hızla değişmiştir ya da halkın
fikirlerinde hızla değişime neden olan fikirler nelerdir? Bu makalede İstanbul’un sakinleriyle
yapılan anketler ve internet üzerinden araştırılan dergi ve köşe yazılarıyla 23 Haziran 2019
İstanbul başkanlık seçim sonuçlarının analizini yapılacak; bu soruların cevapları bulunmaya
çalışılacaktır. Fakat öncesinde konunun daha iyi anlaşılabilmesi adına ilk olarak 31 Mart 2019
yerel seçimlerinin öneminden ve İstanbul’da yarışan iki büyük partinin (AKP ve CHP) yerel
seçim çalışmaları ve bir sonraki 23 Haziran 2019 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi için
İttifakların yeni stratejilerinden bahsedilecektir.
219
2.31 MART SEÇİMLERİNİN ÖNEMİ
Türkiye’de 14 Mayıs 1950’den bu yana demokrasiye uygun seçimler yapılmaktadır.
Birçok seçim “kritik, dönüm noktası” gibi kelimelerle nitelendirilmiştir. Bu, Türkiye’nin
sürekli kriz, darbe yapılarla karşı karşıya kalmasından dolayıdır. Çünkü yapılan her seçimin
siyasal ve toplumsal alanı rahatlatacağı varsayılmıştır. Gerçekten de birçok seçimin ardından
seçim öncesi var olan krizler çözüm yoluna girmiştir. Bu seçimde de başlıca Türkiye’nin temel
problemleri (ekonomi, işsizlik, enflasyon ve döviz kuru gibi) seçimden sonra hükümet vaadi ile
çözüme kavuşturulacağı söylenmiştir.
2017 verileri analizine göre yıllık Türkiye GSYH(gayri safi yurtiçi hâsıla) 970 milyar 189
milyon lira olup, bunun %31.2 payı İstanbul iline aittir. Bunun için İstanbul’daki seçim
sonuçlarının önemi aynı zamanda Türkiye’nin genel ekonomik yapısı açısından önemlidir.
Türkiye, siyasi tarihinin en önemli yerel seçimlerinden biri olan 31 Mart seçimlerine
hazırlanacaktır. Bu seçim, Türkiye’nin yüzüncü yılından bir önceki yerel seçimdir ve bu tarihte
hem Türkiye siyasetinin yönü ve aynı zamanda şehirlerin idarecileri belirlenecektir.
31 Mart yerel seçimlerinde partililer, yerel bölgeleri ilgilendiren vaatler söylediyse de bu
seçimin sonucunu daha çok genel yönetimden meydana gelen değişmeler etkilemiştir. Özellikle
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ile birlikte 24 Haziran 2018 seçimi sonrası
Türkiye’ye gelen yeni siyasal sistem ardından ortaya çıkan ittifaklar ile ekonomi ve güvenlik
meseleleri üzerinden Türkiye'nin bekasına yönelik tehditler, 31 Mart seçim sürecinin ana
gündem maddeleri olmuştur ve bu nedenle Türkiye 31 Mart 2019’da tarihinin en önemli yerel
seçimlerini gerçekleştirecektir.Ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi çevre, Cumhurbaşkanlığı
hükümet sisteminin var olması, ekonomi ve güvenlik meseleleri üzerinden ülkenin bekasına
yönelik devam eden tehditler, bu seçimleri daha da önemli hale getirmiştir. Çünkü 31 Mart
yerel seçimleri tüm bu meseleler üzerinde belirleyici bir rol oynayacak ve Cumhuriyet’in
yüzüncü yılında gerçekleştirilecek seçimlere kadar ülke siyasetinin yönünü belirleyecektir.
3.31 MART SEÇİMLERİNDE AKP’NİN STRATEJİSİ
Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden sonra Türkiye siyasal alanda bir değişim
sürecine girmiştir. Bu süreçteki yeni siyasal rejim yeni dinamikleri de beraberinde
getirmektedir. Siyasal rejimdeki değişime ilişkin en önemli dinamik ise siyasi partiler
arasındaki seçim ittifaklarıdır.
Siyasi partiler arasındaki ittifak konuları ilk olarak 31 Mart milletvekili genel ve
cumhurbaşkanı seçimleri öncesinde gündeme gelmiştir. Yeni hükümet sisteminde yasama ve
yürütme organlarının uygun bir şekilde işleyebilmesi, siyasi istikrarın sürdürülmesi ve
muhtemel engellerin aşılması için siyasi partiler arasında iş birliği zorunlu hale gelmiştir. Bu
doğrultuda seçimler öncesinde AK Parti ve MHP bir araya gelerek 15 Temmuz sonrasında
ortaya koydukları birlikteliği yerel ve genel seçimlerde de uygulamış ve siyasi ittifak
oluşturmuşlardır. Bunun adını “Cumhur İttifakı” koymuşlardır. Cumhur ittifakına karşı
muhalefet olarak muhalif partiler de bir araya gelerek Millet İttifakı’nı kurmuştur. Bu ittifaklar
ilk sınavını 31 Mart seçimlerinde vermiştir ve seçimlerin kazananı Cumhur İttifakı olmuştur.
Cumhurbaşkanı seçiminin kazananı Cumhur İttifakı’nın ortak adayı Recep Tayyip Erdoğan
olurken milletvekili genel seçimlerinin kazananı da Cumhur İttifakı olmuştur. Seçim sonrasında
ülke siyaseti 31 Mart 2019’da yapılacak olan yerel seçimlere odaklanmıştır. Çünkü 31 Mart
yerel seçimleri itibarıyla her siyasi parti için önem taşımaktadır. Cumhur İttifakı’nda yer alan
AK Parti ve MHP için bu yerel seçimleri kazanmak Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin
toplum tarafından iyice benimsenmesi ve devlet mekanizmasının iyi çalışması açısından son
derece önemlidir. (Serencan, Baykal: 2019 30-47)Aksi bir sonuç yeni sistem henüz tam
anlamıyla devlette teşkilatlanmadığı için sistemin tekrar tartışmaya açılmasına neden olabilir.
Bunun yanında İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerin kaybedilmesi, Millet İttifakı’nda yer
alan partiler için bir sonraki seçime giden zamanda büyük bir moral sağlayabilir. Tüm bu
nedenlerden hareketle resmiyette mümkün olmasa da AK Parti ve MHP 31 Mart yerel
220
seçimlerinde de Cumhur İttifakı’nı sürdürme kararı almıştır. Buna karşın Millet İttifakı da
Cumhur ittifakına karşı birleşerek iş birliklerini devam ettirmiştir.
AK Parti yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini tanıttığı dönemde ve sonrasındaki 31
Mart seçimleri sürecinde yerel yönetimler planını da geliştirmiştir. Buna göre parti hazırladığı
yedi başlıktan oluşan seçim programının bir bölümünü “Çevre, Şehircilik ve Yerel Yönetimler”
konusuna ayırmıştır. Seçim proje planlarının ilgili bölümlerine bakıldığında Türkiye’nin
şehirlerdeki öncelikli sorun alanlarındaki meselelerin yer aldığı görülmektedir. Geçmişteki
geleneksel yerel yönetimlerden farklı olarak sonuç ve hizmet üretecek bir amacın ortaya
konmaya çalışıldığı bu planlamada Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile yerel yönetimlerin
daha da güçleneceği ve yetki ve sorumluluklarının genişleyeceği vurgulanmıştır. Belediyecilik
konusunda Erdoğan’ın 1994’teki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminin temel
alındığı vurgulanarak belediyecilik alanındaki bu tecrübenin daha da geliştirileceği vaat
edilmiştir. Yine bu planlamada AK Parti, çeşitli hizmet alanlarına yönelik projelerden
bahsetmiştir.
AK Parti ilgili planlamada “yeni kentleşme planı” adını verdiği yerel yönetimler
yaklaşımını “insan merkezli, doğal kaynakları koruyan, iklim bilincine sahip, enerjik, tarihi ve
kültürel mirasını koruyan, katılımcı, yenilikçi” ifadeleriyle tanımlamıştır. Bu doğrultuda yeni
dönemdeki hedefin “dünyayla yarışabilen ve kültürümüzü koruyan şehirler” inşa etmek olduğu
vurgulanmıştır.(Akdoğan, 2019: 8)
Daha sonraları seçim kampanyası olarak da AK Parti, 31 Mart yerel seçimlerinde
hazırladığı “Gönül Belediyeciliği” isimli seçim projesini Ocak 2019 sonunda kamuya
sunmuştur. Manifestoda özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1994 yılından 2019 yılına kadar
belediyecilikte hangi hizmetler yaptığı ve hangi projeleri gerçekleştirdiğine ve belediyecilik
anlayışının nasıl geliştiğine ilişkin konular sunulmuştur. 31 Mart seçimlerine yönelik amacın
ise yeni planlamalarla, tecrübeli ve birikimli ve başarılı isimlerle şehirleri daha ileriye taşımak
ve geliştirmek olduğu ifade edilmiştir. Bu hedefte tüm şehirler için kısa, orta ve uzun vadeli
plan ve projelerin hazırlanacağı ve bu süreçlerin takip edilmesi için Cumhurbaşkanlığı
yönetiminde bir izleme ev değerlendirme sistemi kurulacağı söylenmiştir. Şehirlere ilişkin
“amaçsız, işlevsiz ve denetimsiz” planlamaların ortadan kaldırılacağı hakkında vaatlerde
bulunan AK Parti, şehirlerin yapısıyla uyumlu, medeniyet ve kültür değerleriyle yeniden
yapılanmış bir şekilde daha çok hizmetle uygulanacağının da sözünü vermiştir. Bu noktada
geleneksel belediye hizmet anlayışının artık bir başarı sağlamadığını ifade eden AK Parti,
bugün itibarıyla daha vizyonu geniş hizmetlerin kendisi için daha önemli olacağını bildirmiştir.
Yeni dönemdeki belediyecilik anlayışını “Gönül Belediyeciliği” bildirgesiyle duyuran AK
Parti, geçmiş yerel seçim çalışmalarından farklı olarak daha bütüncül ve makro ölçekli bir
yaklaşım ortaya koymuştur. Bu seçim planlamasında kentlerde yaşanan sıkıntıların ve vatandaş
taleplerine öncelik verildiği dikkate alınırken geçmişte olduğu gibi yine belediyecilik ve
şehircilik alanındaki yenilikçi yaklaşımların da önemsendiği dikkat çekmektedir. AK Parti’nin
seçim bildirgesinde yer alan planlar şunlardır: “Değer üreten şehirler, şehir planları, altyapı ve
ulaşım, kentsel dönüşüm, eşsiz ve akıllı şehirler, çevreye duyarlı şehirler, sosyal belediyecilik,
halk ile beraber yönetim, tasarruf.”
Gönül Belediyeciliği manifestosunda yer alan bu başlıklardan her biri, gündemi sıklıkla
meşgul eden ve vatandaşların şikayetleri üzerine odaklanan sorunlu alanlara yönelik konuların
yer alındığını göstermiştir. Şehir planları altında toplumca eleştirilen şehir planları ve imar
uygulamalarından bahsedilerek yeni dönemde bu alanlara ilişkin istismarın önüne geçileceği ve
milletin yaşam standardını artırmayan hiçbir işe zaman ve kaynak ayrılmayacağı bildirilmiştir.
Bunun yanında zorunlu plan değişikliklerinin ise halkın gözetiminde yürütüleceği
belirtilmiştir.(Şahin, 2019)
Altyapı ve ulaşım konusunda bazı şehirlerde hala devam eden temel belediyecilik
sorunlarına odaklanırken AK Partili olmayan belediyelerde de altyapı eksikliklerinin
221
tamamlanmasına ilişkin çalışmaların da takip edileceği vurgulanmıştır. Bunun yanı sıra hemen
toplu taşıma projelerinin de hızlandırılıp yaygınlaştırılacağı vaat edilmiştir.
Bildirgede yer verilen bir diğer önemli başlık kentsel dönüşümdür. Ülkenin birçok
yerinde deprem riski fazla olan yapıların ortadan kaldırılacağı vaat edilirken bu dönüşümün
bina değil alan merkezli gerçekleştirileceği vurgulanmıştır. Toplumun taleplerinin dikkate
alındığının açık bir şekilde görüldüğü bu bölümde tek tip kentsel dönüşüm projelerinin yerine
bölge ve vatandaş gereksinimlerine yönelik bir dönüşüm yapılacağı bildirilmiştir.
AK Parti’nin belediyecilik ve şehircilik yaklaşımlarını takip ettiğini gösteren bir diğer
husus ise akıllı şehirler meselesidir. AK Parti yeni dönemde belediye hizmetlerine erişimden
ulaşım, enerji, bina ve cihazların yönetimine kadar insanların günlük hayatını daha kolay hale
getirecek bütün akıllı şehir uygulamalarını destekleyeceğini bildirmiştir. AK Parti gelecek
süreçte insan, şehir ve doğa arasındaki dengenin korunması adına şehirlerin yeşil ve istikrarlı
kalkınma prensibiyle kurulacağı ve Atık Projesi ile her türlü çevre kirliliğin engelleneceği
vurgulamıştır. Yine bildirgede önceki dönemlerde AK parti belediyeciliğin en önemli hizmet
organlarından biri olan sosyal belediyeciliğin geliştirilerek daha etkin, verimli ve kapsamlı bir
şekilde sürdürüleceği bildirilmiştir.
Son dönemde kamuoyunda en çok meydana gelen tartışmalardan biri olan yatay-dikey
mimari konuyla ilgili yatay şehirleşmenin yeni dönemdeki şehir planlamasında merkezinde yer
alacağı ifade edilmiştir. Şehirlerin yeniden toprakla birleştirileceğini vadeden AK Parti,
mahalle kültürünün yaşatılması adına kentsel dönüşüm bölgeleri ile yeni imara açılan
bölgelerde bu modele öncelik vereceğini bildirmiştir. AK Parti’nin seçim planlamasının
üzerinde durduğu diğer önemli konular ise katılımcılık ve tasarruftur.
Son olarak AK Parti’nin bu kampanya döneminde ses ve gürültü kirliliğine neden olan
propaganda yöntemlerini terk etmesi de dikkat çeken konulardandır. Bu kampanya tercihi
verilen vaatler arasında yer alan “çevreye duyarlı belediyecilik unsuruyla birleşmesi
bakımından anlama sahiptir.
4.31 MART SEÇİMLERİNDE CHP’NİN STRATEJİSİ
Gezi Parkı Eylemleri, 2015 genel seçimleri, 15 Temmuz askeri darbe girişimi, Anayasa
değişikliği referandumu gibi Türkiye siyasetinde dönüm noktalarını ifade eden olaylar
karşısında CHP’nin tutumu, faydacılık yaklaşıma örnektir. Geleneksel CHP tabanını
genişletmeyi amaçlayan bu yeni yaklaşım ile CHP laik ve milliyetçi kimliğinden uzaklaşarak
sol ve liberalist bir söylem ifade etmiştir. Ancak parti her ne kadar yeni bir tutum kabul etse de
hareket noktası AKP muhalefeti olmuştur. Bu durumda yeni olan her şey İktidar partisine karşı
muhalefet yapmasından dolayı partiyi eski konumunu korumaya itmiştir. Yeni CHP bu yönüyle
devam eden durumu ve vesayeti koruyan pozisyonundan bir şey kaybetmediği gibi bugün de
eski Türkiye sisteminin savunucusu olan yeni CHP olmuştur. CHP için aynı zamanda 24
Haziran meclis seçimleri,16 Nisan 2017’de yapılan halk oylaması ile kabul edilen yeni hükümet
sistemine geçildiği için son derece önemlidir. Bu seçimleri önemli yapan bir diğer konu da
partilerin ilk kez resmi ittifaklar kurarak seçim yarışına gitmeleri olmuştur. 15 Temmuz darbe
teşebbüsü sonrasında MHP’nin devletin bekası nedeniyle hükümetin yanında yer alması ve
sonrasında sistem değişikliği için hükümete destek vermesi iki parti arasındaki ittifakın ilk
aşamalarıdır. Yüzde ellinin üzerinde bir oy oranı sağlayabilmek için partileri iş birliği yapmaya
iten sebep ve yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de etkisi, Türkiye siyasetinin iki
kutbunu olmuştur: Bir yanda AK Parti ve MHP, diğer yanda CHP ve İYİ Parti’nin oluşturduğu
muhalefet grubudur. CHP 24 Haziran parlamento seçimlerinde büyük oranda oy kaybetmiştir.
1 Kasım seçimlerinde oy oranına nazaran 2,6 puan kaybeden CHP yüzde 22,6 oranında bir oy
elde etmiştir. Seçim ittifakları düzenlemesinin bir mecburiyeti olarak milletvekillerinin önce
ittifaklara bölünmesi, sonrasında ise ittifak içerisindeki partilere oy oranlarına uygun bir şekilde
paylaştırılmasına ilişkin anlaşma CHP’ye yarar sağlamıştır. Yine ittifak birliği CHP’den HDP
’ye ve İYİ Parti’ye oy transferini sağlamıştır. CHP çoğunlukla Doğu ve Güneydoğu’da olmak
222
üzere yirmi beş şehirde milletvekili çıkaramamıştır. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem
İnce ise partisinden yaklaşık % 10 oranında daha fazla oy aldığı parti içinde muhalefetin lider
değişikliği tartışmalarına neden olmuştur. (Serencan, Baykal: 2019 35-42)
31 Mart 2019 yerel seçimlerde CHP, Kasım ayı ile muhtemel ittifakları belirlemek adına
İYİ Parti ile görüşmelere başlamıştır. Anlaşılmaya çalışılan önem derecesi yüksek olan iller
sebebiyle sık sık fikir ayrılığı yaşanan süreç, Ocak’ın son haftasında tamamlanmıştır. Kemal
Kılıçdaroğlu ile Meral Akşener İYİ Parti Genel Merkezi’nde bir araya gelerek yerel seçimlere
yönelik bir iş birliği gerçekleştirmişlerdir. Buna göre on iki büyükşehir ve on sekiz il belediyesi
olmak üzere otuz ilde CHP’nin; dokuz büyükşehir ve on üç il belediyesi olmak üzere yirmi iki
ilde de İYİ Parti’nin aday çıkarmasına karar verilmiştir. Bu durumda CHP’nin olmadığı
şehirlerde İYİ parti CHP’yi, İYİ partinin aday çıkarmadığı yerlerde ise CHP, İYİ partiyi
destekleyecektir. Toplam elli iki ilde ittifak sağlanırken geri kalan yirmi sekiz ilde ise iki
partinin de kendi adaylarıyla seçimlere gitmesine karar verilir.
Üç büyük ilin(İstanbul, Ankara ve İzmir) bazı ilçelerinde de ittifak düzenlenmiştir.
İstanbul’un yirmi beş ilçesinde CHP’nin; dört ilçesinde de İYİ Parti’nin aday çıkarması kararına
varılmıştır. On ilçede partiler kendi adaylarını çıkarma kararı almıştır. Ankara’da dört ilçede
CHP, dört ilçede İYİ Parti’nin adayı desteklenirken on yedi ilçede her iki partinin de kendi
adayıyla yarışacağına karar verilmiştir. İzmir’de ise yirmi dört ilçede CHP’nin adayı
desteklenirken İYİ Parti’nin aday çıkaracağı ilçe sayısı iki olarak belirlenmiştir.
CHP ittifak görüşmeleri sırasında İYİ Parti ile sık sık anlaşmazlık yaşamıştır. Birinci
aşamada öncelik verilen ve üzerinde anlaşma sağlanması en zor olan iller Ankara, Antalya ve
Mersin olmuştur. Ankara şehrinde İYİ Parti’nin CHP’nin aday çıkarmamasını istemiştir fakat
CHP yönetimi bu talebi kabul etmemiştir. İYİ Parti Mersin ve Balıkesir’de kendi adayına destek
verilmesinde ısrar etmiş; fakat Mersin’de partilerin kendi adaylarıyla seçime katılmasında
anlaşmaya varılmıştır. Balıkesir’de ise mevcut durumda Ahmet Akın’ı büyükşehir belediye
başkanlığına aday gösteren CHP, İYİ Parti ile yapılan ittifak görüşmeleri sonucunda adayını
geri çekmiştir. Öte yandan Antalya’da aday çıkarmak konusunda taviz vermeyen CHP’nin
adayının desteklenmesine karar verilmiştir. İttifak müzakereleri esnasında CHP açısından sorun
yaratan diğer bir il Denizli olmuştur.
İki partinin üzerinde anlaşmaya varma konusunda sorun yaşadığı illerden Ankara,
Antalya ve Mersin’de 2014 yerel seçimleri ve 24 Haziran milletvekili seçimlerinde CHP kritik
oy oranları elde etmiştir. 2014 yerel seçimlerinde Ankara’da % 1, Antalya’da % 1,8 ve
Mersin’de % 3,6 oranlık farklarla kaybetmiştir. 24 Haziran seçimlerinde ise bu illerde İYİ
Parti’nin aldığı oy oranlarının yaklaşık iki katını elde etmiştir. Antalya ile Mersin aynı zamanda
CHP’nin son yerel seçimlerde kaybettiği ve geri almak istediği belediyelerdir. Denizli ise 24
Haziran seçimlerinde İYİ Parti’nin hem MHP hem de CHP tabanından oy aldığı bir şehir olması
nedeniyle parti açısından kritik bir önem taşımaktadır.(Karaca, 2019)
CHP Aydın, Burdur, Çanakkale, Edirne, Eskişehir, Giresun, Hatay, İzmir, Kırklareli,
Muğla, Sinop, Tekirdağ, Yalova ve Zonguldak olmak üzere on dört ilde İYİ Parti ile ittifak
gerçekleştirmiştir. İttifak çapında bu illerde CHP adayının desteklenmesi kararına varılmıştır.
Bu şehirlerden İzmir ve Kırklareli belediyeleri 2004 seçimlerinden beri CHP’ye aittir; Aydın,
Çanakkale, Edirne, Giresun, Muğla, Sinop, Tekirdağ ve Zonguldak 2009 seçimlerinden beri
CHP’ye aittir. CHP sadece İzmir, Kırklareli, Zonguldak ve Sinop’ta aday değiştirerek
seçimlerde risk almamıştır. 2018 genel seçimleri ile 2014 yerel seçimlerindeki oylar
karşılaştırıldığında CHP Aydın, Eskişehir, Hatay, Muğla, Burdur, Çanakkale, Giresun, Sinop,
Yalova ve Zonguldak’ta % 10’dan fazla oy kaybı yaşamıştır. Bu illerde partinin yerel seçimleri
nasıl kazandığı konusunda o bölgede sevilen adayların ön plana çıktığı söylenebilir.
CHP’nin yerel seçimler için iş birliği yaptığı tek parti İYİ Parti olmamıştır. CHP
Adıyaman’da Saadet Partisi’nin adayını desteklerken Şanlıurfa’da ise bağımsız bir adayı
desteklemiştir. HDP Gaziantep, Şanlıurfa, Adana, Ankara, Mersin, İzmir ve İstanbul olmak
üzere yedi büyükşehirde aday göstermeyerek Millet İttifakı’na güçlü bir şekilde destek
223
vermiştir. CHP’nin ittifak ve aday tercihleri parti içinde fikir anlaşmazlıklarına ve birtakım
problemlere sebep olmuştur. Kemal Kılıçdaroğlu adayların belirlenmesi için parti meclisinden
tam yetki istemiştir. İttifak boyunca Balıkesir ve Denizli’nin İYİ Parti’ye bırakılması, parti
içinde çatışmalara neden olmuştur. Aynı zamanda bazı partililer HDP ile ittifak konusunda
ısrarcı olmuştur. Öte yandan HDP’nin yedi ilde aday göstermemesi, CHP ile ittifak yaptığı
hakkında yorumlanırken Kılıçdaroğlu’nun partiyi kimlik bunalımına soktuğu yönündeki
eleştiriler de meydana gelmiştir. Kimi partililer ise bazı sağ görüşlü adaylar gösterilmesine tepki
vermiştir. İstanbul milletvekili Gürsel Tekin de adayların belirlenme sürecinde akılcılığın değil;
kişisel samimiyetin temel alındığını iddia ederek partisine eleştiriler yapmıştır. Parti içindeki
tartışmalar ile birlikte CHP’den istifa edenler de olmuştur. Akif Hamzaçebi CHP Genel
Sekreterliği görevinden istifa etmiştir. Hamzaçebi’nin Küçükçekmece, Ataşehir, Maltepe ve
Kadıköy adaylarına karşı olduğu ve İstanbul’daki ilçe adaylarıyla ilişkin tavsiyelerinin
uygulanmaması üzerine istifa ettiği bildirilmiştir. CHP tarafından yeniden aday çıkarılmayan
Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu da partisinden istifa etmiştir. İstifa eden
il ve ilçe belediye başkanlarının bir kısmı DP ve DSP’ye geçmiştir. Özetle seçimler yaklaşırken
CHP’nin ayrılıklar yaşayan bir parti görüntüsü verdiği ifade edilebilir.(Koru, 2019)
Seçim kampanyası olarak da CHP Aralık’ta seçim çalışmasına ağırlık verdiği İstanbul,
Ankara, Adana, Antalya ve Mersin’de yürütme kararı almıştır. Bu illere özel reklamlar
hazırlanmıştır. Seçim kampanyasında sosyal medya aktif olarak kullanılmış; miting yerine
salon toplantılarına ağırlıklı olarak öncelik verilmiştir. CHP seçim kampanyasının ana temasını
ekonomik kriz olarak ifade etmiştir.Güvenli kentlerde yaşam için “Halkçı Belediyecilik”
temasıyla bir seçim manifestosu yayımlanmıştır. Seçim sloganları da “Martın Sonu Bahar” ve
“Derman Belediyeciliği” gibi kavramlardır. Halkçı belediyecilik yerel idare anlayışı, yerel
ekonomik gelişme siyaseti, şehir ve çevre siyaseti olmak üzere üç alanda açıklanmıştır. CHP
yerel yönetim anlayışını katılımcı ve çoğunlukla esas olarak ifade etmiştir. CHP’nin bölgesel
kalkınma siyaseti enflasyona ve hayat pahalılığına son vermeyi ifade etmekle birlikte üretim
yapmayı ve adil paylaşımı amaçlamaktadır. Yoksullukla mücadele, tarımsal üretim ve kırsal
kalkınma, adil ve katılımcı bütçe yerel kalkınma politikasının amaçlarına erişmede uygulanacak
araçlardır. Şehir ve çevre politikası da istikrarı ve kalkınmayı baz almıştır. Bununla ilgili olarak
çalışma alanları ise şehir güvenliği, sağlıklı ve temiz çevre, kentsel dönüşüm, enerji üretkenliği,
atık kontrolü, hayvan hakları, toplu taşıma, temiz su, gençler, yaşlılar ve çocukların kent ile
ilişkisi, toplumsal cinsiyet eşitliği, engeli olmayan kentler, göç ve uyuşturucu ile mücadeledir.
CHP seçim planlamasında şehir çalışmalarında son yıllarda öne çıkan atık kontrolü, çevre
dostu şehirler, enerji verimliliği gibi konulara yer vererek yeni akımları takip ettiğini ortaya
koymuştur. Genelde ise planlama gerçek bir belediyecilik görüntüsünden öteye gidememiştir.
İfade edilen planlamada somut vaatler bulunmadığı gibi kurgulanan ideal belediyeciliği
harekete geçirmek adına nasıl bir yol izleneceğine de yer verilmemiştir. Öte yandan seçim
manifestonun sol politika çevresinde şekillenmesi ancak sağ görüşlü adayı göstermesi CHP’nin
kimlik bunalımından kurtulamadığını da göstermiştir.(Duran, 2018)
5.SONUÇ
Cumhur ittifakı 31 Mart 2019 İstanbul seçiminde %48.55 oy almış iken, Millet ittifakı
%48.80 oy almıştır. 23 Haziran 2019 seçiminde ise Millet ittifakı %54,21 oy almışken, Cumhur
ittifakı da %44,99 oy almıştır. Seçime katılım oranları bir önceki seçimde %83,88 iken 23
Haziran seçiminde %84,44 olmuştur. Bir önceki seçime gidemeyen adaylar bu seçime
katılabilmiştir. Bu çalışmada oy oranındaki değişimin nedenleri ankete dayalı araştırma
yöntemi ile beraber, köşe yazılarının yardımıyla da araştırılmıştır. Öncelikle ana muhalefet
seçmenleri üzerindeki seçim konusunda kırgınlık ve umutsuzluk bu 31 Mart seçimlerinde
azalıp, onlara yeniden umut vermiş ve neticesinde seçmenlerin sandığa gitme oranı artmıştır.
Bu oy farkındaki değişme nedenlerinden sadece bir tanesidir. Bu oy oranlarındaki değişimin
diğer sebepleri ise insanlarla anket çalışması sonucunda elde edinilen bazı meselelerdir.
224
Bunlardan en önemlisi Cumhur ittifakı’nın HDP seçmeninin oyunu alabilmek için terör örgütü
lideri ile anlaşmaya çalışmasıdır. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Öcalan, avukatları ile
görüşsün” çağrısı, ve akabinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunun bir
akademisyen tarafından kamuoyuna okunması ve kardeşi Osman Öcalan’ın devlet kanalına
çıkıp HDP seçmenlerine seslenmesi ve iktidar partisine oy çağrısında bulunması da Türk
halkının seçmenleri arasında büyük tepkilere neden olmuş ve oy oranlarındaki farkı ciddi
ölçüde arttırmıştır. Tüm bu nedenler ve sonradan açıklayacağım bazı etkenler iki seçim dönemi
arasında ciddi oy farklarına sebep olmuştur.
Aşağıdaki tablo 1 de insanlarla yapılan anketler sonucunda 23 Haziran 2019 başkanlık
seçiminde neden İstanbul’da belediye başkanlığının AKP(iktidar partisi)’den
CHP’ye(muhalefet partisi) geçtiği açıklanmaya çalışılmıştır. 72 erkek ve 48 kadın seçmen
olmak üzere 120 kişi ile yapılan görüşmeler ile ve insanların okur-yazarlık, yaş, medeni hal ve
cinsiyet durumları göz önüne alınarak yapılan anket çalışması sonucunda kaç seçmenin ortak
kararının aynı olduğu analiz edilmiştir. Ankete dahil olan kişiler, birden fazla cevaplar da
söylemiştir. Yapılan analizler sonucunda 120 kişiden 72’i çoğunlukla “Terör örgütü liderinin
mektubunun yayınlanması ve Osman Öcalan’ın devlet kanalında konuşması” ve 57’i “Sayın
Yıldırım’ın siyasette dinamik ve üretken olamaması ve genç lider İmamoğlu’nun halka daha
fazla cazip gelmesi” ve son çoğunlukta 47’i de “Siyasi parti teşkilatlarının yanlış politikaları”
kararlarında birleşmiştir.
Tablo 1: Seçmenlerin Oy Farklarındaki Fikirleri
Sebepler Cinsiyet Yaş Aralığı Öğrenim Durumu
Adam kayırma (13)
Yolsuzluk (21) 18-25 Yaş 33 Kişi İlkokul 9 Kişi
Siyasi parti teşkilatlarının yanlış
politikaları (47)
72 Erkek
Mülteci sorunundan dolayı Türkiye
ekonomisinin kötü etkilenmesi (31)
Lise 54 Kişi
Sayın Yıldırım’ın siyasette dinamik
ve üretken olamaması ve genç lider
İmamoğlu’nun halka daha fazla
cazip gelmesi (57)
26-44 Yaş 46 Kişi
Halkın AKP iktidarına kötü
yönetimden dolayı ders vermek
istemesi (18)
Ön Lisans 13 Kişi
Hayat pahalılığı ve alım gücünün
düşük olması, ekonomik nedenler ve
istihdam (39)
AKP seçilmiş adayları görevden
alması ve kendi istediği adayı
koyması (8)
48 Kadın
45-65 Yaş 26 Kişi Lisans 32 Kişi
AKP uzun yıllar sonucu yıprandığı
ve artık iyi bir yönetim
sağlayamaması (17)
İstanbul’daki fiili suç oranlarının çok
yüksek olması (29)
Yüksek Lisans 9 Kişi
Seçimi kazanan sayın İmamoğlu’na
haksızlık yapıldığı iddiası (34)
+65 Yaş 15 Kişi
Terör örgütü liderinin mektubunun
yayınlanması ve Osman Öcalan’ın
devlet kanalında konuşması (72)
Doktora 3 Kişi
225
Bunun yanı sıra Suriyeli mültecilerden sebep Türkiye ekonomisinin kötü yönde
etkilendiği ve kaçak Suriyeli işçilerden sebep istihdamın azaldığı fikirleri de seçmenler
tarafından benimsenmiştir. Ayrıca AKP partisinin uzun yıllar sonucu çok fazla yorulduğu ve
bu sebeple eskisi kadar hizmet faaliyetlerini yürütememesi görüşleriyle beraber, AKP önde
gelen yetkililerin belediyelerdeki yolsuzlukları ve kendi adamını belediye kadrolarında ön
plana çıkarmaları sebepleri de, oy farkında değişimin nedenleri arasındadır. Bir başka görüş ise
seçimin yenilenmesi ile birlikte Türk halkında ve medyada seçimi hakkıyla kazanan
İmamoğlu’nun haksızlığa uğradığı ve İktidar partisinin zor kullanarak İstanbul’u ele geçirme
planları olduğu hakkında propagandalar olmuştur. Bu konu hakkında medyada, sosyal medyada
ve halkın içinde propagandalar bir sonraki seçimde İmamoğlu’nu belediye başkanlığına taşıdığı
hakkında düşünceler de vardır. Aynı zamanda İstanbul semtlerinde adli suç oranlarının çok
yüksek olması sebebiyle bazı semtlerinde can ve mal kaybı endişesi ile iktidarın artık
belediyelerdeki zabıta güvenlik hizmetinin de gerçekleştirilemediği fikirleri ortaya çıkmıştır.
Son olarak da halk tarafından oy ile seçilmiş bir belediye başkanının(Kadir Topbaş) iktidar
partisi tarafından görevden alınması ve istedikleri adayı o belediyeye koyması da halkın iktidar
tarafından “adam kayırma” zihniyetinin de doğmasına sebep olmuştur. Böylece bütün bu
sebepler genel olarak halkı iktidar partisinin İstanbul’da iyi bir idaresi olmadığını ve
belediyelerce yapılan yolsuzluk, adam kayırma, adaletsizlikler, parti yetkililerin lüks yaşamları
ve insanlara kibirli bakmaları, ve sayın aday Binali Yıldırım’ın yeterli ve dinamik, üretken
olarak görmemeye aksine muhalif adayı sayın Ekrem İmamoğlu’nu genç ve aktif, üretken
olarak görmeye itmiş, ve bu sebeple halk, AKP iktidarına bir ders vermek istemiştir. Halk artık
iktidar partisi içinde bazı insanların genel başkana ve partiye yakın olan adayları değil, aksine
daha dinamik daha üretken daha enerjik ve kendilerine iyi hizmet sağlayacak olan adayları ve
yeni yüzleri keşfetmek ve kendi şehirlerine başkan olarak istemişlerdir. Bunu iktidar partisinin
içinde görememişlerdi ve muhalefet partisindeki liderin karizmatik tavrı ve birleştirici,
bütünleştirici konuşmaları halkın o lidere olan ilgisini de cezbetmiştir.
Sonuç olarak yukarıda bahsedilen bütün 23 Haziran seçiminin önemi ile partilerin
stratejileri ve izledikleri politika, partiler arasında kurulan ittifaklar ve araştırılan köşe yazıları
ile en önemlisi birebir insanlarla yapılan anket sonucunda iktidar partisi İstanbul seçiminde
yenilgiye uğramasındaki sebepler analiz edilip, açıklanmaya çalışılmıştır. 28 Mart 1989 yılında
Nurettin Sözen başkanlığından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazanamayan CHP,
30 yıl sonra Belediye Başkanlığını almıştır. Belediye başkanlığı iktidar partisinden muhalefet
partisine el değiştirmişti. Halk artık değişik politikalar görmek, sıradan alışılagelmiş yüzler
yerine daha dinamik ve değişik yüzler keşfetmek istemiş bunun neticesinde de belediye
başkanlığında uzun bir süreç sonunda tekrar CHP partisine bir şans vermek istemiştir. Halk yeni
partiden ve yeni liderden yeni politikalar ve yeni stratejiler beklemekte ve ayrıca iktidar
partisinin yaptığı hataları yeni partinin tekrar etmemesini ummaktadır.
KAYNAKÇA
DİLER, Ergün (2019). “İstanbul’da el değiştiren ilçeler”, Takvim, 1 Nisan 2019.
Erciyas Serencan , A., Baykal (2019). “31 Mart Seçimlerine Doğru Dünden Bugüne Partilerin
Yerel Yönetim Vizyonu. İstanbul”, Siyasi, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı.
https://www.setav.org.
KARACA, Nihal Bengisu (2019). “AKP İstanbul’da 15 ili nasıl kaybetti?”, Hürriyet, 8 Nisan
2019.
KORU, Fehmi (2019). Fehmi Koru’nun Günlüğü, http://fehmikoru.com, (SGT: 01.04.2019).
ŞAHİN, Sait (2019). “İstanbul Seçimlerini Kim Ve Ne Kaybettirdi?”, Doğruhaber, 2 Nisan
2019.
226
TAN, Alper ve Diğerleri (2015). “2015 Yeni Anayasa Sistem Yılı Olacak”, Stratejik Düşünce
Enstitüsü, https://www.sde.org.tr, (15.01.2015)
YILMAZ, Murat ve diğerleri (2019). “Anayasa ve Reform Yılı 2016, Stratejik Düşünce
Enstitüsü, https://www.sde.org.tr, (15.01.2019).
23 Haziran 2019 İstanbul Yerel Seçimleri, Stratejik Düşünce Enstitüsü,
https://www.sde.org.tr, (ET: 10. 04. 2019).
Haftanın İç Politika ve Hukuk Değerlendirmesi (17-23 Haziran 2019), Siyasi, Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Vakfı, https://www.setav.org, (ET: 03.04.2019).
227
TURİZM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN YAŞLI AYRIMCILIĞINA
YÖNELİK GÖRÜŞLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Doç.Dr., Sema OĞLAK
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
e-mail: [email protected]
Dr. Öğr.Üyesi, Aziz BOSTAN
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Kuşadası Turizm Fakültesi
e-mail: [email protected]
Dr. Öğr.Üyesi, Ahmet ÜNLÜ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Ekonometri Bölümü
e-mail:[email protected]
Bilim Uzmanı, Şifa Aybike BAŞ
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü
e-mail: [email protected]
Özet
Dünyada yaşlı nüfusun artışı göz önüne alındığında emeklilikle birlikte yaşlıların ileri yaşlarda seyahat etme, tatil
yapma ve konaklama taleplerinin daha fazla arttığı görülmektedir. Ekonomik gücü yüksek yaşlılar, turizm pazarı
ve konaklama sektörünün önemli bir müşteri grubunu oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda, Turizm Fakültelerinde
okuyan öğrenciler, geçmişe göre daha fazla yaşlı bireylere karşılaşmakta ve onlara hizmet etmektedirler. Ancak,
Türkiye’de turizm sektöründe, alışılagelmiş hizmet grubu dışında kalan yaşlı bireylere yönelik sıklıkla karşılaşılan
sorunların başında yaşlı ayrımcılığı gelmektedir. Bu çalışmanın amacı, Turizm Fakültesinde okuyan öğrencilerin
yaşlılara yönelik ayrımcılıkla ilgili görüşleri ve bu görüşlerini etkileyen faktörlerin belirlenmesine yöneliktir.
Tanımlayıcı tipte bir çalışma olup, alışmanın evrenini, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Turizm Fakültesi
öğrencileri oluşturmakta olup, 2017-2018 eğitim ve öğretim yılında öğrenin gören 145 öğrenci örnekleme
alınmıştır. Çalışmamızda, Vefikuluçay (2008) tarafından geliştirilmiş olduğu “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği”
(YATÖ) kullanılmıştır.
Yaşlılara yönelik olumlu algıda erkek ve kız öğrenciler arasında anlamlı bir fark bulunmamakla birlikte; erkek
öğrencilerin yaşlının yaşamını sınırlama açısından kadınlara göre anlamlı farklar olduğu (p<0.05) görülmüştür.
Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik olumsuzluk algısında diğer üst sınıflara göre
anlamlı fark bulunmuştur. Elde edilen bulgulara göre, Turizm Fakültesi üniversite öğrencilerinin yaşlılara yönelik
olumlu tutum ve algı oluşturmada müfredat açısından yaşlılık konusunun yer almasının öneminin ortaya çıktığı
söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Yaşlı Nüfus, Ayrımcılık, Yaşlı Turizmi, Turizm öğrencileri
JEL Kodları: J71, M31, J14, C42
EVALUATION OF THE OPINIONS OF THE FACULTY OF TOURISM STUDENTS
ABOUT AGEISM
Abstract
Given the increase in the elderly population in the world, it is seen that significant increase with the retirement,
the demand of elderly people to travel, vacation and accommodation. Elderly people with high economic wealth
are an important customer group in the tourism market. In this context, students in Tourism Faculties encounter
and serve more elderly individuals than in the past. However, the tourism sector in Turkey, ageism at the beginning
of frequently encountered issues for older people than other group. The aim of this study is to determine the
opinions of the students in the Faculty of Tourism about ageism and affecting factors. This descriptive study was
conducted with students who were the students of the Tourism Faculty of Aydın Adnan Menderes University and
145 voluntary students who took education in the 2017-2018 academic year. students were selected by simple
random sampling. Data were collected using an identifying information form and an Age Discrimination Attitude
Scale (ADAS) developed by Vefikuluçay (2008).
228
Although there is no significant difference between male and female students in the positive perception towards
the elderly; There was a significant difference between male students in terms of limiting the life of the elderly
compared to women (p <0.05). On the other hand, a significant difference was found in the perception of negativity
of the first grade students of the Faculty of Tourism compared to the other upper classes. According to the findings,
it can be said that the importance of the inclusion of the subject of old age in terms of curriculum in creating
positive attitudes and perceptions of the students of the Faculty of Tourism.
Keywords : Older Population, Discrimination, Elderly Tourism, Tourism Students,
JEL Codes : J71, M31, J14, C42
1. GİRİŞ
Yapılan öngörüler, dünyada 60 yaş üstü nüfusun 2050 yılında %22’ye ulaşacağını
göstermektedir (WHO Europe, 2012). Yaşlı bireylerin diğer yaş gruplarına oranla ekonomik
gücünün daha yüksek olması (Kim, Woo and Uysal, 2015; Zhong and Hertzman, 2014;
Patterson, 2018) ve yaşam süresinin uzamasının yanısıra, kendilerini geçmiş yıllardaki yaşlılara
göre daha sağlık hissetmeleri (Patterson and Balderas, 2018) nedeniyle ileri yaş grubunun
gelecekte, turizmin sektörünün en önemli tüketici grubunu oluşturacağı tahmin edilmektedir
(Patterson, 2018; Sedgley, Pritchard and Morgan, 2011). Bu nedenle, yaşlıların turizm
pazarında giderek daha fazla yer almaları dünya çapında dikkatle izlenmektedir (Jang and Wu
2006; Sellick 2004). Bu bağlamda, işletmeciler açısından “üçüncü yaş turizmi” veya “yaşlı
turizm” diye yeni kavram ve segment oluşmuştur (Nikitina and Vorontsova, 2015; Meiners
and Seeberger, 2010). Meiners and Seeberger (2010), nüfusun bu segmentinin, turizm
endüstrisi için önemli bir itici güç olmasının nedeninin, büyük ve keşfedilmemiş bir pazarı
temsil etmesinden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Sözgelimi, 1999 yılında, 60 yaş üstündeki
bireylerin yaklaşım 600 milyonu, uluslararası turistik tatil yaparken; ileri yaş turist sayısının
2050 yılında, 2 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir (Patterson, 2018).Yaşlı nüfusun artışı
gözönüne alındığında, emeklilikle birlikte ileri yaşlarda seyahat etme, tatil yapma ve konaklama
taleplerinin daha fazla artacağı öngörülmektedir (Hung and Lu, 2016; Alén, Domínguez, and
Losada, 2012; Hung and Lu, 2016; Patterson, 2018). Bu bağlamda, 50 yaş ve üstündeki
bireylerin seyahat taleplerinde ve harcamalarındaki artış nedeniyle, yaşlı turizmi turizm
araştırmacılarının yanı sıra hizmet kuruluşları ve hükümetler tarafından giderek daha fazla ilgi
görmeye başlamıştır (Glover and Prideaux 2009; Zhong and Hertzman, 2014).
Türkiye’de turizm sektöründe, alışılagelmiş hizmet grubu dışında kalan yaşlı bireylere
yönelik sıklıkla karşılaşılan konuların başında yaşlı ayrımcılığı gelmektedir. Yaşlı ayrımcılığı,
ileri yaştaki bireylere yönelik ön yargı, tutum ve davranışlardır. Başka bir ifadeyle, yaşlı
bireylere karşı davranış, tutum ve inanç bağlamında istenmeyen davranışları ifade etmektedir
(Jenkins, 2008). Bilindiği gibi, turizm sektöründe çalışanlar, geçmişe göre daha fazla yaşlı
bireylere karşılaşmakta ve onlara hizmet etmektedirler. Diğer taraftan, ileri yaş grubunun
toplumda ve turizm alanlarda daha fazla görünür olmaları, yaşlı ayrımcılığı konusunu daha
fazla öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, ileri yaştaki bireylerin turizm tercihleri açısından beklenti,
düşünce ve davranışlarını anlamak, elde edilen bilgilerle pazarlama stratejilerini doğru
yönlendirebilmek amacıyla alışılagelmiş bir turist profilinin dışındaki gruplara hizmet sunan
birey ve kurumların yaşlı ayrımcılığının yönünden bakış açılarının yeniden gözden geçirmeleri
giderek daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, Turizm
Fakültesinde okuyan öğrencilerin yaşlılara yönelik ayrımcılıkla ilgili görüşleri ve bu
tutumlarını etkileyen faktörlerin neler olduğunun ortaya çıkarılmasıdır.
2. VERİLER ve YÖNTEM
Bu araştırma, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Turizm Fakültesi öğrencilerinin
yaşlı ayrımcılığına ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla metodolojik ve kesitsel olarak
yapılmıştır. Tanımlayıcı ve yorumlayıcı türde olan bu araştırmanın örneklemini 2017-2018
eğitim-öğretim yılında Turizm Fakültesinde okuyan öğrencilerin yaklaşık dörtte biri
oluşturmuştur.
229
Araştırmamızda, Turizm Fakültesinde öğrenim gören 1.2.3. ve 4. Sınıf öğrencilerinin
yaşlılara yönelik tutumları, olumlu ya da olumsuz ayrımcı bakış açısına sahip olup olmadıkları
ve yaşlı ayrımcılığını etkileyen diğer bağımsız değişkeler (cinsiyet, kardeş sahipliği, aile tipi,
65 yaş üzeri bireylerle ortak yaşama durumu, evlendikten sonra anne/baba ile birlikte
yaşayabilme isteği, babanın mezuniyet ve mesleki durumu) incelenecektir.
Araştırma kapsamında amaca yönelik olarak temelde aşağıdaki hipotezler
sorgulanacaktır. Bu hipotezler, ADÜ Turizm Fakültesinin değişik bölümlerinde okuyan
öğrencilerin yaşlı ayrımcılığına ilişkin tutumları bakımından; H1: Turizm Fakültesi öğrencilerinin cinsiyetlere göre farklılık bulunmaktadır.
H2: Turizm Fakültesi öğrencilerinin kardeş sahibi olup/olmama arasında fark vardır.
H3: Turizm Fakültesi öğrencilerinin aile yapısına (çekirdek/geniş aile) göre farklılık vardır.
H4: Turizm Fakültesi öğrencilerin 65 yaş üzeri yaşlı yakını ile yaşama deneyimi bulunmasına göre
farklılık vardır.
H5: Turizm Fakültesi öğrencilerin evlendikten sonra anne/baba ile birlikte yaşayabilme isteğine göre
farklılık vardır.
H6: Turizm Fakültesi öğrencilerin ayrımcılık açısından bölümler arasında fark bulunmaktadır.
H7: Turizm Fakültesi öğrencilerin ayrımcılık açısından kaçıncı sınıfta olduklarına göre fark vardır.
H8: Turizm Fakültesi öğrencilerinin, babalarının mezuniyet durumuna göre farklılık vardır.
H9: Turizm Fakültesi öğrencilerinin babalarının mesleki durumuna göre farklılık vardır.
2.1. Verilerin Kaynağı ve Toplanması
Araştırma, Aydın Adnan Menderes Üniversitesine bağlı Turizm Fakültesinde okuyan
öğrenciler üzerinde uygulanmıştır. Fakültenin öğrencilerinin, yaşlılarla daha sık karşılaşmaları
nedeniyle onlara karşı nasıl bir tutum içinde oldukları belirlenmek istenmektedir.
Çalışmanın örneklemi, Turizm Fakültesi öğrencilerinden oluşan, 2017-2018 eğitim ve
öğretim yılında öğrenim gören ve rassal şekilde seçilen 145 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada, Vefikuluçay (2008) tarafından geliştirilmiş olan “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği”
(YATÖ) kullanılmıştır.
Veri toplama aracı olarak kullanılan bu ölçek 23 sorudan oluşmakta, öğrencilerin yaşlı
ayrımcılığına ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla konuya ilişkin literatür incelenerek
hazırlanan “Anket Formu” ve 23 sorudan oluşan “Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ)”
kullanılmıştır. Anket formu, öğrencilerin yaşlı kavramı, yaşlı ile yaşamaya ilişkin deneyimleri,
yaşlı bireylerle yaşadıkları klinik deneyimler ve yaşlı bireylere bakım vermek isteme
konusundaki düşünceleri ile ilgili sorulardan oluşmuştur.
2.2. Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ)
YATÖ yaşlının yaşamını sınırlama, yaşlıya yönelik olumlu ayrımcılık ve yaşlıya yönelik
olumsuz ayrımcılık konularını içeren üç alt boyutu olan ve 23 maddeden oluşan bir ölçektir.
Vefikuluçay tarafından 2008 yılında geliştirilen ölçeğin Türk toplumu için geçerlilik-
güvenirlilik çalışması yapılmış ve Cronbach alfa güvenirlik katsayısı 0.80 bulunmuştur. Bu
çalışmada ise, Cronbach alfa iç tutarlılık katsayısı 0.76 olarak belirlenmiştir.
YATÖ Ölçeği, yaşlılara yönelik tutumla ilgili olumlu veya olumsuz ifadelerin yer aldığı
her bir madde için 5’li likert ölçeği kullanılmış ve seçenekler için “Kesinlikle Katılmıyorum”,
“Katılmıyorum”, “Kararsızım”, “Katılıyorum” ve “Tamamen Katılmıyorum” şıkları
kullanılmıştır. YATÖ ölçeğine göre; yaşlı ayrımcılığı hakkında olumlu tutum cümleleri için
cevaplayan kişi tamamen katılıyorsa “5” puandan itibaren azalarak, kesinlikle katılmıyorsa “1”
puan alacak şeklinde puanlandırılmıştır. Yaşlı ayrımcılığına ilişkin olumsuz tutum cümleleri
ise; tamamen katılma durumuna karşılık “1” puandan itibaren, kesinlikle katılmıyor için verilen
“5” puana kadar puanlandırılmıştır. Ölçekten alınan puan arttıkça yaşlı ayrımcılığına ilişkin
olumlu tutumun arttığı anlaşılmaktadır. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan “115”, en düşük
puan ise “23” dür (Vefikuluçay, 2008).
Yaşlılara Tutum Ölçeği üç alt boyuttan oluşmaktadır. “Yaşlının Yaşamını Sınırlama”
boyutu, yaşlı bireyin sosyal yaşamını sınırlamaya ilişkin toplumun inanç ve algılarıdır. Bu
230
boyuttan en düşük 9 ve en yüksek 45 alınabilmektedir. Yaşlı bireye yönelik “Olumlu
Ayrımcılık” boyutu, diğer bireylerin yaşlı bireye yönelik olumlu bakış açısı, inanç ve algılarıdır.
Bu boyuttan en düşük 8, en yüksek 40 puan alınabilmektedir. Yaşlıya dönük “Olumsuz
Ayrımcılık” boyutu, toplumun yaşlı bireye yönelik olumsuz inanç ve algılarıdır. Bu boyuttan
en düşük 6, en yüksek ise 30 puan alınabilmektedir.
Öğrenci gözlemler üzerinden alınan veriler, okul veya sınıf ortamında, boş zamanlarında
toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için fakülte yönetiminden izin alınmış ve öğrencilere
araştırmanın amacı anlatıldıktan ve araştırma ile ilgili gerekli açıklamalar yapıldıktan sonra,
bütün öğrencilerden çalışmaya katılma konusunda sözlü kabulleri alınarak gönüllü olanlarla
anket çalışması uygulanmıştır.
3. BULGULAR
Çalışma kapsamında ankete katılan öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri Tablo
1’de gösterilmiştir. Bilgi toplanan turizm üzerine eğitim veren fakülte kapsamında konaklama
işletmeciliği öğrencileri %41.4; yiyecek içecek işletmeciliği %29.7; seyahat işletmeciliği
%17.9 ve %11’ de turizm rehberliği, turizm işletmeciliği ve diğer bölümlerin öğrencilerinden
oluşmaktadır.
3.1. Örneklemdeki Gözlemlere Ait Farklı Özelliklerin Dağılımı
Bu başlık altında örneklem kapsamında görüşleri alınan 145 öğrenciye ilişkin; ilk olarak
farklı sosyo-demografik özelliklere dönük, ikinci olarak doğduğu ve yaşadığı bölgelere yönelik
dağılım özellikleri ve son olarak öğrenim, çalışma ve mesleki durumlarına yönelik dağılımlar
raporlanacaktır.
Sosyo-Demografik özelliklere göre, erkekler (%55) dağılıma sahiptir. Bölüm olarak en
fazla konaklama işletmeciliği öğrencileri (%41) olduğu ve bunu izleyen yiyecek içecek
işletmeciliği öğrencileri (%29.7) öne çıkmaktadır. Sınıf olarak 3. Sınıflar çoğunlukta (%40) ve
bunu 2. Sınıflar (%29) izlemektedir. Doğum tarihi olarak bakıldığında ise %24’ünün 1996
doğumlu oldukları görülmektedir.
Tablo1. Sosyo-Demografik Özelliklere Ait Frekans ve Yüzdelik Değerler
Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%
Cinsiyet Kadın
Erkek
80
65
44.8
55.2
Bölüm Konaklama İşletmeciliği
Yiyecek İçecek İşletmeciliği
Seyahat İşletmeciliği
Turizm Rehberliği, Turizm
İşletmeciliği, Cevapsız
60
43
26
16
41.4
29.7
17.9
11.0
Sınıf 1. Sınıf
2. Sınıf
3. Sınıf
4. Sınıf
Yüksek Lisans
5
41
57
31
7
3.5
29.1
40.4
22.0
5.0
Doğum
Tarihi
1993 ve Öncesi
1994
1995
1996
1997
1998 ve Sonrası
17
23
25
34
28
17
11.8
16.0
17.4
23.6
19.4
11.8
Medeni
Durum
Bekar
Evli, Birlikte ve Diğer
138
7
95.2
4.8
Öğrencilerin doğum ve yaşadıkları yerlerle ilgili verilere göre; ilde yaşayanlar (%53)
diğer yerleşim kesimlerine göre daha fazla öne çıkmaktadır. İlkokula kadar genellikle ilde
yaşamış olanlar (%54) yine fazladır. Öğrencilerin önemli kısmı (%46) yaklaşık yaşadığı ilde
18-20 yıl aralığında bulunmuşlardır. Çalışmaya katılanların büyük çoğunluğu normal lise
231
mezunu (%37), %33’ü meslek lisesi mezunu oldukları ve %40’nın devlet yurdunda
konakladıkları görülmektedir. Aile yapısı açısından bakıldığında ise, neredeyse büyük bir
çoğunlukla (%90) kardeşleri olduğu ve çekirdek aile yapısına (%90) sahiptirler. Bu veriler
bakıldığında geleneksel Türk aile yapısına benzer bir sonuç olduğu görülmektedir.
Tablo 2. Öğrencilerin Doğdukları ve Yaşadıkları Yerlere İlişkin Özelliklerinin Dağılımı
Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%
Doğum Yeri Türü İl
İlçe / Köy
77
68 (65 / 3)
53.1
46.9
İlkokula Kadar
Yaşanan Yer
İl
İlçe
Köy
78
57
10
53.8
39.3
6.9
Bu bölgede yaşanılan
süre
0-17 Yıl
18-20 Yıl
21-24 Yıl
43
60
29
32.5
45.5
22.0
Mezun Olunan Okul Normal Lise
Anadolu, Süper, Fen Lisesi
Meslek Lisesi
Özel Lise / Kolej, İmam
Hatip ve Diğer
54
26
48
17
37.2
17.9
33.1
11.7
Yaşanılan mekan Devlet Yurdu
Arkadaşlarla Evde
Tek başına Evde
Ebeveyn ve kardeşlerle
evde
Özel Yurt / Kardeşlerle Ev
/ Diğer
57
33
22
16
16
39.6
22.9
15.3
11.1
11.1
Kardeş Sahipliği Kardeşim Yok
Kardeşim Var
14
131
9.6
90.4
Aile Tipi Çekirdek Aile
Geniş Aile ve Diğer
129
16 89.5
10.5
Araştırmaya katılanların ebeveynleriyle ilgili verilere bakıldığında (Tablo 3); annelerinin
genellikle (%37) ilkokul mezunu ve ev hanımı (%68), yüksekokul mezunu olan annelerin %9
düzeyinde olduğu; Babaların ise, ilkokul, ortaokul ve lise mezunu (%73.7), yüksekokul mezunu
olan baların oranının % 18 olduğu belirlenmiştir. Babaların önemli bir kısmı emekli (%39) veya
serbest meslek sahibidirler (%35).
Tablo 3. Öğrencilerin Ebeveynlerinin Öğrenim, Çalışma Durumu ve
Mesleklerine İlişkin Özelliklerinin Dağılımı Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%
Annenin Öğrenim
Durumu
Okur Yazar veya Değil
İlkokul Mezunu
Ortaokul
Lise
Yüksekokul/Üniversite
15
54
33
30
13
10.3
37.2
22.8
20.7
9.0
Annenin Mesleği Ev Hanımı
Memur / İşçi / Serbest
Meslek / Diğer
Emekli
99
32
14
68.3
9.7
21.9
Babanın Öğrenim
Durumu
Okur Yazar veya Değil
İlkokul Mezunu
Ortaokul
Lise
Yüksekokul/Üniversite
6
41
35
35
26
4.2
28.7
24.5
24.5
18.2
Babanın Mesleği İşsiz
Memur / İşçi
Serbest Meslek / Diğer
Emekli
6
32 ( 11 +21)
49 (35 +14)
55
4.2
22.5
34.5
38.7
232
3.2. Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına ilişkin Tutumlarını Etkileyebilecek Bazı
Değişkenlere İlişkin Bulgular
Araştırmaya katılan öğrencilerin yaşlılarla ilgili geçmiş deneyimlerini dikkate alındığında
(Tablo 4); 65 yaş üzeri bireylerle ortak yaşama deneyimi olmayanlar çoğunluktadır (%59).
Yaşlılarla birlikte yaşamış olanların içinde büyükanne veya büyükbaba ile yaşayanların oranı
daha yüksektir (%55). Öğrencilerin ailesi ile birlikte yaşayan yaşlıların oranı %16’dır.
Öğrencilerin %56’sı, evlendikten sonra anne babasıyla birlikte yaşayabileceklerini
belirtmişlerdir.
Tablo 4. Öğrencilerin Yaşlı/Yaşlılar ile Yaşama Durumları ve Aile Kurduktan Sonra
Ebeveynleri ile Birlikte Yaşayabilme Eğilimleri
Değişkenler Alt Şıklar Frekans Yüzde%
65 Yaş ve Üzeri
Yaşlılar ile Birlikte
Yaşama Tecrübesi
Evet Birlikte Yaşadı/
Yaşıyor
Hayır Hiç Yaşamadı
60
85
41.4
58.6
Hangi Yaşlılar ile
Yaşandığı
Büyükanne ve Büyükbaba
Yalnız Büyükanne
Yalnız Büyükbaba
Diğer
39
17
12
3
54.9
23.9
16.9
4.2
Yaşayan Büyükanne
/ Büyükbaba
Kiminle Yaşıyor
Ailemle Birlikte
Birinci Derece Yakınlarla
Kendi Evlerinde Yalnız
Diğer
22
30
62
21
16.3
22.2
45.9
15.6
Aile kurduktan
sonra Anne/Baba ile
Birlikte Yaşamaya
Eğilim
Evet
Hayır
81
63 56.3
43.8
3.3. Araştırmanın YATÖ Ölçeğine Bağlı Güvenilirlik ve Tanımsal İstatistik
Sonuçları
Bu araştırma kapsamında yaşlılara yönelik tutum ölçeği (YATÖ) kullanılarak elde edilen
verilerin ne derece güvenilir olduğu Cronbach Alfa değeri sonuçlarıyla alttaki tabloda
raporlanmıştır.
Tablo 5. YATÖ Ölçeğine Bağlı Araştırmanın Güvenilirlik Bulguları
BOYUTLAR Cronbach
Alpha
Standartlaştırılmış Maddelere
Dayalı Cronbach Alpha Madde Sayısı
GENEL ,623 ,620 24
YYS (yaşlının
yaşamını sınırlama)
,526 ,537 9
OLUMLU ,724 ,727 8
OLUMSUZ ,558 ,559 6
Elde edilen bulgulara göre; ölçeğin geneline yönelik olarak elde edilen Cronbach Alfa
değeri 0.62 dolaylarındadır. İlgili rakam güvenilirliğin orta seviye olduğunu göstermektedir.
Alt ölçekler boyutunda elde edilen güvenilirlik değerlerine bakıldığında; güvenilirlik yönünden
diğerlerine göre daha yüksek değere sahip olan “Olumlu Tutum” alt ölçeği olup 0.72
düzeylerindedir. Diğer iki alt ölçek ise “Yaşamı Sınırlama” ve “Olumsuz Tutum” ölçekleri
sırasıyla 0.54 ve 0.56 değerleriyle orta güvenilirlik seviyesinde yer almaktadırlar.
Yaşlılara yönelik olumlu algıda erkek ve kız öğrenciler arasında anlamlı bir fark
bulunmamakla birlikte; yaşlının yaşamını sınırlama ve olumsuzluk alt boyutundan alınan
puanlar arasında erkeklerin puanında kadınlara göre anlamlı farklar olduğu (p<0.05)
görülmüştür (H1). Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik
olumsuzluk alt boyutunda diğer üst sınıflara göre anlamlı fark bulunmuştur (H7). Çalışma
233
sonuçlarına göre Turizm Fakültesi üniversite öğrencilerinin yaşlılara yönelik olumlu tutum ve
algı oluşturmada müfredat açısından yaşlılık konusunun yer almasının önemi ortaya çıktığı
söylenebilir.
Tablo 6. Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ) ve Alt Ölçekleri için Tanımlayıcı İstatistikler
(n=145)
Frekans Min. / Maks. Medyan Ortalama / Std.
Sapma
Çarpıklık (Std.
Hat)
Basıklık (Std.
Hat)
YATÖ 131 45 / 93 70 69.748 / 7.845 0.126 (0.212) 0.736 (0.420)
YYS 139 11 / 34 20 20.439 / 4.344 0.393 (0.206) 0.102 (0.408)
OLML 140 14 / 39 32 30.807 / 4.980 - 0.85 (0.205) 0.795 (0.407)
OLSZ 138 7 / 27 18 18.203 / 3.775 - 0.234 (0.206) - 0.082 (0.410)
Ölçeklerden YYS, 9 maddeden oluşmakta ve 11 minimum, 34 maksimum değerlerine sahiptir.
Olumlu alt ölçeği 8 maddeden oluşmakta, 14 minimum ve 39 maksimum değerine, Olumsuz alt
ölçeği ise 6 maddeden oluşmakta 7 minimum puana ve 27 en yüksek puana sahiptir.
Tablo7. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile
Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Yaşlının Yaşamını Sınırlama
Frek. / Ort. / St. Sap. Olumsuz Ayrımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Cinsiyet Erkek
Kadın
63 / 21.492 / 4.816
76 / 19.566 / 3.721
Lev.= 2.222 (0.138)
t = 2.659 (0.009)
63 / 19.159 / 3.773
75 / 17.40 / 3.609
Lev.= 1.156 (0.284)
t = 2.793 (0.006)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Cinsiyet demografik değişkenine göre, YATÖ skorlarından özellikle Yaşlının Yaşamını
Sınırlama (YYS) ve Olumsuz alt bileşenleri farklılaşmaktadır. Tablo 7’ye göre ilgili alt
bileşenlerin t testi değerleri ve buna bağlı olarak olasılık değerleri farklılığın varlığını
göstermektedir. Çünkü “H1: Cinsiyet grupları arasında fark vardır” hipotezi t istatistiği ve
olasılık değerine göre kabul edilmektedir. Yani erkek ve kadınlar arasında YYS ve Olumsuz
bileşenleri farklılaşmaktadır. Yukarıdaki tabloda, YYS ve Olumsuz puanları ortalamasının,
erkeklerde daha yüksek, kadınlarda ise daha düşük olduğu görülmektedir.
Tablo 8. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile
Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Kardeş
Sahipliği
Yok
Var
12 / 15.0 / 4.306
124 / 18.565 / 3.573
Lev.= 0.901 (0.344)
t = -3.240 (0.002)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Öğrencilerinin kardeş sahibi olup olmadığı değişkenine göre, yalnızca Olumsuz
Ayrımcılık alt boyutu puanları arasında farklılık bulunmaktadır. Tablo 8’de de görüldüğü gibi
kardeş sahibi olan öğrencilerin olumsuz ayrımcılık puanı, kardeşi olmayanlara göre daha
yüksektir. Çünkü farkın olduğunu gösteren H2 hipotezi t testi istatistiği ve olasılık değerine göre
kabul edilmiştir ve alt şıklar arasında farkın varlığı anlaşılmaktadır.
234
Tablo 9: YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T Testi ile
Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Aile Tipi Çekirdek Aile
Geniş Aile
123 / 18.39 / 3.732
13 / 16.385 / 3.885
Lev.= 0.032 (0.859)
t = 1.836 (0.069)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Öğrencilerin aile yapısına göre de, YATÖ ölçeğinin yalnız Olumsuz Ayrıcalık (OLSZ) alt
boyunda farklılık bulunmuştur. Çünkü t istatistiği ve p değerinin (0.069) %10 anlamlılık
düzeyinde H3 hipotezinin kabul edildiği görülmektedir. Yani farkın bulunduğunu gösteren
hipotez kabul edilmiştir. Çekirdek aileye sahip olanlarda OLSZ puanları ortalaması, geniş
ailede bulunanlara göre bir miktar daha yüksek çıkmıştır.
Tablo 10: YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F
Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrıımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
65 Yaş üzeri
Yaştakilerle
Aynı Evde
Yaşama
Evet, Yaşadı
Hayır, Yaşamadı 56 / 29.50 / 5.573
79 / 31.67 / 4.434
Lev.= 0.185 (0.180)
t = -2.517 (0.013)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
65 Yaş üzeri yaştaki bireylerle aynı evde yaşayan ve yaşamayan öğrenciler arasında
özellikle olumlu ayrıcalık (OLML) alt boyutunda farklılığın bulunduğu anlaşılmaktadır. T testi
ve buna bağlı istatistik ve olasılık değerine göre H4 hipotezi %5 anlamlılık düzeyinde
reddedilmiştir. Yaşlılarla birlikte yaşayan öğrencilerde olumlu ayrımcılık puanı, yaşlı ile
yaşamayan öğrencilere göre biraz düşük çıkmıştır. Bu durum, yaşlı ile yaşayan öğrencilerin
olumsuz deneyimlerinden kaynaklanmış olabileceği olarak yorumlanabilir.
Tablo 11. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F
Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrıımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Aile Kurunca
Anne Baba İle
Yaşama İsteği
Evet, Yaşayabilir
Hayır, Yaşayamaz
78 / 31.987 / 4.359
61 / 29.295 / 5.380
Lev.= 4.562(0.034)
t = 3.177 (0.002)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde
edilen olasılık değeridir.
Öğrencilerin evlendikten sonra anne/babası ile birlikte yaşama isteğinin olup olmadığına
göre bakıldığında, YATÖ Olumlu Ayrıcalık (OLML) alt boyutları arasında fark bulunmaktadır.
Bu sonuç t testi istatistiği ve olasılık değerinin H0 hipotezinin reddedilmesi nedeniyle
doğrulanmaktadır. Evlendikten sonra anne babasıyla aynı evde yaşayabilme eğilimine sahip
olanların olumlu (OLML) puanı daha yüksek, aynı evde yaşama eğilimi olmayanlarda ise
olumlu (OLML) puanı düşük bulunmuştur (H5).
235
Tablo12. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre ANOVA (F)
Testi Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Yaşlının. Yaşamını.
Sınırlama.
Frek. / Ort. / Std. Sap.
Bölümler Rehabilitasyon Bölümü
Konaklama. İşl.Bölümü
Seyahat. İşl. Bölümü
Yiyecek. İçecek. Bölümü
16 / 20.875 / 3.519
59 / 21.034 / 4.679
24 / 21.458 / 4.384
40 / 18.775 / 3.745
Lev.= 0.793 (0.50)
F = 2.938 (0.036)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Turizm Fakültesinde farklı bölümlerde okuyan öğrencilerin, YATÖ alt bileşenlerinin
puanları yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen Yaşlının Yaşamını Sınırlama (YYS)
bileşenidir. Bu bağlamda, bölümler arasında farklılık bulunmuştur. Bu bileşene göre, özellikle
Yiyecek İçecek İşletmeciliği Bölümünün ortalama puanlarının diğer bölümlere göre daha düşük
olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle, H6 hipotezi; F testi ve buna bağlı olasılık değerine göre
kabul edilmektedir.
Tablo13. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre ANOVA (F)
Testi ile Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumlu Ayrımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Sınıflar 1. Sınıf
2. Sınıf
3. Sınıf
4. Sınıf
Yük.Lisans
5 / 25.40 / 5.459
40 / 31.875 / 5.039
53 / 30.906 / 4.609
31 / 29.968 / 5.003
7 / 32.429 / 4.973
Lev.= 0.200 (0.938)
F = 2.448 (0.049)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Ankete katılan öğrencilerin kaçıncı sınıfta oldukları dikkate alındığında, YATÖ alt
bileşenlerinin skorları yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen Olumlu Ayrıcalık (OLML)
bileşenidir.
Tablo 14. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F
Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Olumsuz Ayrımcılık
Frek. / Ort. / St. Sap.
Babanın
Mezuniyet
Durumu
Okur Yazar/Değil
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
6 / 18.50 / 2.739
40 / 18.525 / 3.351
34 / 16.529 / 3.561
33 / 19.03 / 3.754
23 / 19.174 / 4.448
Lev.= 0.746 (0.563)
F = 2.645 (0.036)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde edilen
olasılık değeridir.
Öğrencilerin babalarının mezuniyet durumunun Yaşlı ayrımcılığı konusundaki
görüşlerini ne ölçüde etkilediğine bakıldığında (Tablo 15), YATÖ alt bileşenlerinin skorları
yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen “olumsuz ayrıcalık” bileşenidir. Buna bağlı olarak
236
değişik mezuniyet durumları arasında anlamlı farklılığın olduğu söylenebilir. Bu bileşene göre,
özellikle ortaokul düzeyinde eğitime sahip babası olan öğrencilerin olumsuz ayrımcılık
puanları, diğerlerine göre daha düşük olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle, H8 hipotezi F
testi ve buna bağlı olasılık değerine göre kabul edilmektedir.
Tablo 15. YATÖ Puan Ortalamalarının Farklı Sosyo-demografik Değişkenlere Göre T ve F
Testleri ile Karşılaştırılması (n=145)
Değişken Alt Şıklar Yaşlının Yaşamını
Sınırlama
Frek. / Ort. / St. Sap.
Babanın
Mesleki
Durumu
İşsiz
Memur
İşçi
Serbest Meslek
Emekli
Diğer
6 / 25.00 / 3.347
10/ 22.10 / 5.607
21 / 20.095/ 3.898
32 / 20.781 / 4.661
53 / 19.793/ 3.697
14 / 20.353 / 4.210
Lev.= 1.103 (0.362)
F = 2.698 (0.024)
Frk.: Frekans, Ort.: Ortalama, St. Sp.: Standart Sapma, Lev.: Levene F testi. Levene testi ile birlikte parantez
içinde verilen değer F testine ilişkin olasılık değeri, t testi ile verilen değer ise çift kuyruk dağılıma göre elde
edilen olasılık değeridir.
Babanın mesleki durumuna bakıldığında (Tablo 15), YATÖ alt bileşenlerinin skorları
yönünden anlamlı farklılığın olduğu bileşen YYS bileşenidir. Buna bağlı olarak değişik meslek
sahiplikleri arasında anlamlı farklılığın olduğu söylenebilir. Bu bileşene göre, özellikle işsiz ve
memur gruplarına sahip babanın olduğu öğrencilerde ortalama skorlarının diğer mezuniyetlere
göre daha yüksek olduğu, işçi, emekli ve serbest meslek sahiplerinde ise daha düşük YYS skoru
dikkat çekmektedir. Bu nedenle H9 hipotezi kabul edilmektedir.
4. TARTIŞMA VE SONUÇ
Araştırmada; turizm fakültesinin farklı bölümleri arasında, farklı sınıf düzeyleri arasında
ve diğer bağımsız değişkenler göz önüne alınarak öğrencilerin yaşlı ayrımcılığına ilişkin
tutumları araştırılmıştır. Sosyo-demografik özelliklere göre erkekler kız öğrencilere göre
nispeten fazla (%55) yer almışlardır. Bölüm olarak en fazla konaklama işletmeciliği öğrencileri
(%41) ve bunu izleyen yiyecek içecek işletmeciliği öğrencileri (%29.7) öne çıkmaktadır. Sınıf
olarak 3. sınıflar çoğunlukta (%40) ve bunu 2. sınıflar (%29) izlemektedir. Doğum tarihi olarak
1996 olanlar (%24) öne çıkmıştır.
Çalışma kapsamında diğer demografik özelliklere göre de yaşlılara tutum konusunda
farklılık araştırılmış ve bazı dikkat çekici sonuçlara ulaşılmıştır. Cinsiyetle ilgili Yaşlının
yaşamını sınırlama (YYS) ve Olumsuz tutum yönünden farklılığın olduğu, özellikle erkeklerde
YYS ve olumsuz tutumun kız öğrencilere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05).
Başka bir ifadeyle, erkek öğrencilerin yaşlıların seyahat ve turizm davranışlarına olumlu
bakmadıkları, onların yaşamlarını kısıtlı bir biçimde evlerinde geçirmeleri gerektiği inancına
sahip olduğu söylenebilir.
Öte yandan, Turizm Fakültesi 1. Sınıf öğrencilerin yaşlılara yönelik olumsuzluk alt
boyutunda diğer üst sınıflara göre anlamlı fark bulunmuştur. Bu durum ise, eğitim dönemindeki
edindikleri bilgi ve deneyimlerle yaşlılara ilerleyen eğitim dönemlerinde bakış açılarının
değiştiğini göstermektedir. Bu anlamda, eğitim müfredatına yaşlılık ve yaşlıyı anlama
konularına daha fazla yer verilmesi gerektiği görülmektedir.
Bir başka önemli sonuç ise, çekirdek aileye sahip olan öğrencilerde olumsuz yaşlı
ayrımcılığının, geniş ailede bulunanlara göre bir miktar daha yüksek çıkmış olmasıdır. Bu
237
durum ise, giderek yalnızlaşan ve küçülen ailelerde empati ve kuşaklararası dayanışma
davranışlarının eksikliğinin böyle bir sonuca yol açtığı söylenebilir. Çünkü, yaşlı anneanne ve
babaanne ile yaşayanların yaşlılığa karşı bakış açısının, yaşamayanlara göre daha yüksek
bulunması bu görüşü perçinlemektedir. Diğer bir bulgu da, kardeş sahibi olanların yaşlılara
karşı olumsuz tutumu yönünden daha yüksek puan almalarıdır. Yine olumsuz tutum yönünden
çekirdek ailede yaşayan bireylerde skorun fazla oluşu dikkat çekmektedir. 65 yaş üzeri
bireylerle aynı evde yaşama tecrübesi olmayan öğrencilerin olumlu tutum yönünden skoru
tecrübesi olanlara göre daha fazladır. Evlendikten sonra anne/baba ile aynı evde yaşama eğilimi
olanlarda olumlu tutum skoru daha yüksek bulunmuştur.
Sonuç olarak, Yaşlı nüfusun artışı, diğer yaş gruplarına oranla ekonomik gücünün daha yüksek
olması, kendilerini geçmiş yıllardaki yaşlılara göre daha sağlık hissetmeleri nedeniyle ileri yaş
grubunun tatil ve turizm davranışlarında büyük bir talep artışı görülmektedir. gelecekte,
turizmin sektörünün en önemli tüketici grubunu oluşturacağı tahmin edilmektedir
Ancak, ileri yaş grubunun toplumda ve turizm alanlarda daha fazla görünür olmaları, yaşlı
ayrımcılığı konusunu daha fazla öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, ileri yaştaki bireylerin turizm
tercihleri açısından beklenti, düşünce ve davranışlarını anlamak, elde edilen bilgilerle
pazarlama stratejilerini doğru yönlendirebilmek açısından yaşlı bireylere hizmet suna turizm
öğrencileri için farkındalığı yaratılması, buna uygun eğitim programlarının geliştirilmesi
yaşlılara yönelik olumsuz ayrımcılığının azaltılmasında önemli bir strateji olacağı
görülmektedir.
KAYNAKLAR
Alén E., Domínguez T., and Losada N. (2012). New Opportunities for the Tourism Market:
Senior Tourism and Accessible Tourism, Visions for Global Tourism Industry - Creating
and Sustaining Competitive Strategies, Murat Kasimoglu (Ed.), InTech, Croatia.
Available from: www.intechopen.com/books/visions-for-global-tourism-industry-
creating-and-sustaining- competitivestrategies/new-opportunities-for-the-tourism-
market-senior-tourism-and-accessible -tourism
Altay B. ve Aydın T. (2015), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin
Tutumlarının Değerlendirilmesi, Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi, 12 (1), 11-
18.
Hertzman, J. and Zhong, Y. (2016), A model of hospitality students’ attitude toward and
willingness to work with older adults, International Journal of Contemporary Hospitality
Management, 28 (4, 681-699. https://doi.org/10.1108/IJCHM-09-2014-0428
Hung K., and Lu J. (2016). Active living in later life: An overview of aging studies in hospitality
and tourism journals. International Journal of Hospitality Management, 53, 133-144.
Jenkins, A.K (2008). Age discrimination in hotel workplaces: HRM practices and their effects
on the employment of older workers. In Conference Proceedings of the 17th Annual
CHME Conference, 14-16 May, 2008, The University of Strathclyde, Glasgow, UK
pp. 239-254.
Kim H., Woo, E., and Uysal M. (2015).Tourism experience and quality of life among elderly
tourists. Tourism Management. 46 (2015) 465-476.
Meiners N.H.and Seeberger B. (2010). Marketing to senior citizens: Challenges and
opportunities. The Journal of Social, Political, and Economic Studies, 35(3), 293-328
Nikitina O., and Vorontsova G. (2015). Worldwide trends in the development of education and
academic research, 15 - 18 June 2015 Aging Population and Tourism: Socially
Determined Model of Consumer Behavior in the "Senior Tourism" Segment. Procedia -
Social and Behavioral Sciences, 214, 845-851
238
Patterson I., and Balderas A. (2018). Continuing and Emerging Trends of Senior Tourism: A
Review of the Literature.. Population Ageing https://doi.org/10.1007/s12062-018-9228-
4
Patterson I. (2018). Tourism and Leisure Behaviour in an Ageing World. British Library,
London.UK
Sedgley D., Pritchard A., and Morgan N. (2011). Tourism and Ageing, A transformative
research agenda. Annals of Tourism Research, 38, (2), 422-436.
doi:10.1016/j.annals.2010.09.002
Vefikuluçay D. (2008), Üniversitede Öğrenim Gören Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin
Tutumları. Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği AD. Hacettepe Üniversitesi: Sağlık
Bilimleri Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara.
WHO Europe (2012).Strategy and action plan for healthy ageing in Europe, 2012–2020.
Regional Committee for Europe Sixty-second session. Malta, 10–13 September
2012.EUR/RC62/10 Rev.1. world Health Organization Regional Office for Europe,
Copenhagen
Zhong, Y.Y. and Hertzman, J. (2014), “Identifying factors that influence students’ willingness
to work with older employees”, Journal of Hospitality and Tourism Education, 26 (1),
21-28.
239
BİLGİ VE TEKNOLOJİ TOPLUMUNDAN SÜPER AKILLI TOPLUMA
DÖNÜŞÜM SÜRECİ
Doç. Dr. Hüseyin Şenkayas
Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]
Dr. Öğrencisi Özden Gürsoy
Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]
End. Müh. İbrahim Anıl Okcu Jantsa Jant Sanayi ve Ticaret A.Ş., OPEX Grup Lideri, Aydın, [email protected]
Dr. Öğrencisi Hatice Başkaya Adnan Menderes Üniversitesi, İşletme Anabilim Dalı, Nazilli, Türkiye, [email protected]
Özet
Üretimin global dili olarak tanımlanan ve ilk olarak Almanya’da tanıtılan Endüstri 4.0 terimi, üretim
ortamının teknolojinin ilerLemesiyle ortaya çıkan dijitalleşme, otomasyon ürünleri, çevreleri ve iş ortakları
arasındaki iletişimi saglamak adına dijital bir değer zinciri yaratmak için ortaya atılan bir kavramdır. Toplum 5.0
(süper akıllı toplum) modeli, dünyanın en prestijli teknoloji fuarlarından olan CeBİT 2017’de, Japonya Başbakanı
Shinzo Abe tarafından duyurulmuş olup, “Teknolojinin toplum için bir risk unsuru taşımadığını, sosyal hayatı
daha da kolaylaştırdığı”, tabanlı felsefeye işaret ederek tüm dünyada dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştır. Bilgi
toplumundan, süper akıllı topluma geçişi ifade eden Toplum 5.0’ın hedefi, Endüstri 4.0’ın getirmiş olduğu dijital
ortamın yeniliklerini çeşitli sektörlere ve insanların toplum hayatı içinde yaşam biçimine adapte ederek farklı
sosyal problemlere yönelik çözüm stratejilerini ortaya çıkaran bütünleşik bir düzen kurmaktır. Bu çalışmanın
amacı, kavramsal seviyede dijital dönüşüm çağının sunmuş olduğu imkanların, Toplum 5.0 felsefesini kapsayan
global sosyal sorunların incelenerek bu sisteme entegre edilmesine etkilerinin, çözüm yollarının araştırılması ve
“Süper Akıllı Toplum” konseptinin temel paradigmalarını tartışmaktır. Endüstri 4.0, Avcı Toplum’dan Akıllı
Topluma Geçiş Süreci, Toplum 5.0’da çözülmesi hedeflenen sorunlar ve zorluklar başlıkları altında kavramlar
açıklanmıştır. Araştırma kapsamında, Endüstri 4.0’ın temel bileşenlerinin süper akıllı topluma adaptasyon
çabasının sonuçları değerlendirilmiş, insanların yeni toplum parametreleri sürecinde daha sürdürülebilir ve
ahenkli bir yaşam geçirebilmelerinin olumlu etkilerinin önemi ortaya konmuş olup bu bağlamda öneriler ve
stratejiler sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Toplum 5.0, Endüstri 4.0, Dijitalleşme, Süper Akıllı Toplum, Sosyal Hayat.
JEL Kodları: O35, L60, O14.
TRANSFORMATION PROCESS FROM THE INFORMATION AND
TECHNOLOGY SOCIETY TO THE SUPER SMART SOCIETY
Abstract
Defined as the global language of production and introduced first in Germany, the term Industry 4.0 is a
paradigm suggested to create a digital value chain for digitalization generated by improvements in production
environment technologies, automation products as well as environments and to ensure communication between
business partners. The Society 5.0 (super smart society) model is first introduced in CeBIT 2017, one of the most
prominent technology fairs, by Japan Prime Minister Shinzo Abe, pointing to the philosophy that “Technology
does not impose any risk for the society, in fact, it facilitates social life”, and gained global popularity. The aim
of Society 5.0 that describes transformation from information society to a super smart one is to create an integrated
order that provide solution strategies for different social problems by adapting the digital environment’s
innovations brought by Industry 4.0 to various sectors and the life style of people in a social setting. The purpose
of this study is to examine global social problems that cover Society 5.0 philosophy and opportunities presented
by digital transformation era on a conceptual level, investigate the effects of integrating these into the system,
explore solutions, and to discuss basic paradigms of “Super Smart Society” concept. The article also explains
concepts under Industry 4.0, Transition Process from Hunter Society to Smart Society, as well as problems and
challenges to overcome in Society 5.0. Within the context of the research, the results of efforts to adapt basic
components of Industry 4.0 to super smart society are analyzed, and recommendations and strategies are
presented by pointing the positive effects of more sustainable and harmonious life with new social parameters.
Keywords : Society 5.0, Industry 4.0, Digitalization, Super Smart Society, Social Life.
JEL Codes : O35, L60, O14.
240
1. Giriş
Endüstri 4.0, bilişim teknolojilerinin ve endüstriyel etkinliklerin entegrasyonunun
ortaya koymuş olduğu üretimde dijitalleşme sistemine verilen kavramın adıdır. Endüstri 4.0’ü
oluşturan kuvvetlerin hızlı bir şekilde topluma indirgenmesiyle beraber ortaya çıkan Toplum
5.0 yaklaşımı, bireylerle teknolojinin bütünleştiği ve toplumsal fayda sağlamayı amaç edinen
bir dönüşümdür. Yaşanılacak dönüşüm sürecindeki en önem verilecek noktanın, teknolojik ve
dijital yetkinlik becerilerinin artırılması, teknolojinin bireyler tarafından bir hayat arkadaşı ya
da bir dost gibi benimsenmesi konusunda farkındalık yaratmak gerekmektedir.
2. Literatür İncelemesi
2.1. Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0’a Dönüşüm Süreci
Japonya’nın esas olarak yaptığı şey, temelde bireysel örgütler ve toplumun
bölümlerinde gerçekleşen dijitalleşme ve dönüşüm boyutunu tam bir ulusal dönüşüm stratejisi,
politikası ve hatta felsefe düzeyine çekmektir. Toplum 5.0, Japonya’nın iddialı, sosyal, dijital
ve dönüşümcü ve en kapsamlı planıdır. Uygulamada, Endüstri 4.0 ve genel olarak kuruluşlar,
Topluluk 5.0’daki bileşenlerinin kombinasyonunu sağlayacak olup vatandaşlar, hükümetler,
akademi ve özel sektör dâhil olmak üzere tüm paydaşlarla etkileşim içerisinde olacaktır (i-
Scoop, 2019). Japonya’nın Endüstri 4.0 ‘ı sosyal yönden incelemesinin sebebi 3 maddeye
dayanmaktadır. İlki, Japonya’nın yaşlı nüfus yoğunluğuna sahip olmasıdır. İkincisi ise doğal
afetlerin yoğun yaşandığı bir coğrafyadadır. Üçüncüsü ise, çevre kirliliğinin aşırı olmasından
dolayı enerji maliyetlerinin fazla olması ve beraberinde çok fazla problemi de getirmesidir
(Develi, 2017).
İş dünyası, her sektörün kendisiyle yüzleşmesi için çok dinamik, karmaşık ve rekabetçi
bir hal almaktadır. Tarımsal ekonomiden teknoloji tabanlı ve dijital ekonomiye kadar her
alanda, insan yeteneğinin katkısı çok önemlidir. Dijital ekonomi, 4. Endüstri Devrimi'ni
hızlandırıcı olarak kullanıldığında, Süper Akıllı Toplum veya Toplum 5.0 olarak adlandırılan
toplumla birlikte ilerlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Halkın iyileştirilmesi ile birlikte fiziksel
gelişimi sağlamak için akıllı Toplum 5.0'ı sürdürmek gereklidir. Teknolojinin, bütünsel ve
dengeli olmayan bir şekilde ilerleme şekli olarak görülen Endüstri 4.0 karşısında ilerlemesi,
toplumu geride bırakacak ve böylece sosyal yan etkiler yaratacaktır (Sarif, 2017: 208-209).
Fiziksel ve siber alanların entegrasyonu yoluyla sosyal problemleri çözmek için yapay zeka
sistemlerine dayalı, yeni bir teknolojik toplum oluşturmak için dijital bir dönüşümle karakterize
olan Toplum 5.0 felsefesiyle, Endüstri 4.0’ın modern bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretim
ekipmanı ve otomasyon araçları ile birleşimini, ürün ve hizmetlerin tüm üretim döngüsü
boyunca tüm değer zincirini düzenlenmesi ve kontrol edilmesi hedeflenmektedir (Minina ve
Mabrouk, 2019: 117).
Dijital ekonominin artan saygınlığının ve sayılamayan pratik uygulamaların şu anda
Endüstri 4.0 teknolojilerinin gelişimi için güçlü bir temel oluşturduğunu ve uzun vadede
“sıradan” insanları gündelik hayattan entelektüel sistemler dünyasına döndüren ve her insanın
kişisel entelektüel kaynaklarını kullanmaya teşvik eden Toplum 5.0'ı oluşturmak için altyapı
olarak hizmet edebileceğini göstermektedir. Bu bağlamda, Endüstri 5.0 yerine daha kesin bir
terim olan Toplum 5.0 yalnızca bir imalat sektörü ile sınırlı değil, aynı zamanda fiziksel ve
sanal alanların entegrasyonu ile sosyal sorunları da çözmektedir Aslında, Toplum 5.0, gelişmiş
bilgi ve iletişim teknolojilerinin, nesnelerin interneti, robotların, yapay bir zekanın, artırılmış
gerçekliğin ve insanların ortak gündelik yaşamında örnek olarak sadece sağlık hizmetlerinde
değil diğer faaliyet alanlarında da aktif olarak kullanıldığı toplumdur (Skobelev ve Borovik,
2017: 307-310). Toplum 5.0, Endüstri 4.0 konseptinin, endüstrileşme üretiminin teknolojik
gelişmelere dayanan teknolojik ve organizasyonel ve ekonomik dönüşümün sınırlarının ötesine
uzanan insancıllaştırmaya yönelik sosyal ve insan kaynaklı zorluklar nedeniyle geliştirilmesidir
(Salimov, Guskova, Krakovskaya ve Sirota, 2019: 2).
241
Temel olarak, Toplum 5.0, Endüstri 4.0'ın işletmeler içinde üretim için kullandığı hızla
gelişen teknolojileri almaya ve onları insanların günlük yaşamlarına daha derinden entegre
etmeye çalışmaktadır. Endüstri 4.0 paradigmasının belirtileri, kuruluşların etkililiğini,
verimliliğini ve (nihayetinde) finansal performansını artırmak için gelişen teknolojilerin
uygulanmasına odaklanırken, Toplum 5.0 girişimi, sosyal robotik ile ilgili gelişen teknolojiler
uygulayarak bu ticari vurguyu dengelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca, nesnelerin interneti, çevre
zekâsı, artırılmış ve sanal gerçeklik ve bireysel insanların yaşamlarını niteliksel olarak artırmak
ve bir bütün olarak gelişmiş insan-bilgisayar ara yüzleriyle topluma fayda sağlamaktır. Endüstri
4.0 modelinin “akıllı fabrikanın” yaratılmasına odaklandığı anlaşılmakta ise, Toplum 5.0
dünyanın ilk “Süper Akıllı Toplumunu” oluşturmaya yöneliktir (Gladden, 2019: 2).
2.2. Toplum 5.0 (Süper Akıllı Toplum)
Teknolojinin hızlı bir şekilde ilerlemesi bir yandan dünyayı dijital dönüşüme hızlı bir
şekilde sürüklemekte, bir yandan bireyler de bu çağa ayak uydurmak durumunda kalmaktadır.
Uzmanlar teknolojinin genellikle teknik bileşenleri, finansmanı, araştırma - geliştirme vd.
durumları hakkında araştırma yapmaktadırlar. Japonya ise dijitalleşmenin getirdiği büyük
yeniliklerin insan boyutuna getireceği etkileri de önemseyerek “Toplum 5.0” denilen bir felsefe
geliştirmiştir. Süper akıllı toplum (Toplum 5.0), fiziksel dünya ile akıllı dünyanın birbirleriyle
iletişim ve adaptasyon içerisinde olduğu, birey temelli sosyal fayda sağlamayı amaç edinen,
toplumun huzurlu ve ferah içerisinde yaşaması için çözümler ve stratejiler geliştiren nihai bir
dönüşüm noktasıdır. Yaratılacak olan akıllı toplumda verimli çıktılar alınması ve topluma
hizmet sağlanan her süreçte iyileştirmelerin yapılarak “mutlu bir toplum düzeni” oluşturmak
hedeflenmektedir. Bireylerin rahat yaşayabilmesi ve küresel değer ortamı meydana getirmek
adına toplumla beraber tüm paydaşların bu vizyonun içerisinde girişimci, yenilikçi ve cesaretli
bir duruşla yer alması gerekmektedir.
19 Nisan 2016 tarihinde, Japon Kabinesi tarafından 5. Bilim ve Teknoloji Temel
Planı'nda “Süper Akıllı Toplum” oluşturma vizyonuyla “Toplum 5.0” adı verilen bir girişim
önerilmiştir. Bununla birlikte, dijitalleşmenin yalnızca bir araç olduğunu ve insanların merkezi
aktörler olarak kalmasının şart olduğu, böylece insanları mutlu eden ve onlara değer veren bir
toplum inşa etmeye odaklanan bir çağa ayak basıldığının altı çizilmiştir (Shiroishi, 2018: 92).
Japonya Başbakanı Shinzo Abe, “Toplum 5.0'ın özü, çoğu kişinin gereksinimlerini karşılayan
uygun çözümü hızlıca ortaya çıkarmak mümkün hale gelmesidir.” diyerek bu bilgi devriminin
şu anda imkansız olan sorunları çözebilecek ve günlük yaşamı daha konforlu ve sürdürülebilir
hale getirebileceğinin sinyallerini vermiştir (foreignpolicy, 2019). Shinzo Abe Almanya'nın
Hannover kentindeki CeBIT 2017 bilgisayar fuarında, Toplum 5.0 felsefesini tüm dünyaya
tanıtmıştır.
Japonya'nın karşılaştığı ilerleyen teknoloji karşısında hükümeti tarafından, ülkeye
ilerleme getirilmesi yönünde birçok müdahale uygulanmıştır. Endüstri 4.0 gibi yaklaşımlar,
üretim süreçlerinde dijital bir dönüşüm elde etmenin gerekliliğini ele almaktadır. Toplum 5.0,
Japonya'nın karşılaştığı engellerle başa çıkmaya yönelik benzer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın
kapsamı ekonominin dijitalleşmesinin ötesine geçmektedir. Dijitalleşme, Japon toplumunun
tüm seviyelerini etkilemeye yöneliktir. Bu program sayesinde, Japonya hükümeti toplumun
dijital dönüşümünü elde etme zorunluluğunu ele almaktadır. Toplum 5.0'ın çerçevesi daha insan
odaklı bir yaklaşım gerektirir. Programın temel işlevleri arasında, ulusun ekonomik
ilerlemesini, sosyal sorunlara yönelik çözüm stratejileriyle siber ve fiziksel alanın entegre
olacağı bir sistemin geliştirilmesiyle dengelemek bulunmaktadır (Alhefeiti, 2018: 1). Planda,
çeşitli akıllı teknolojilerin (bilgi ve iletişim teknolojileri) ve bunlarla ilişkili sosyo-ekonomik
kazanımların beklenen yaygın dağılımını vurgulamak için “Toplum 5.0” terimini kullanılmıştır.
Toplum 5.0 modeli, dijital geçişin ardından sosyal kalkınmanın beşinci aşamasını görüleceği
anlamına gelmektedir. İnovasyonu hızlandırmak ve ekonomik faydaları yakalamak için
242
tasarlanan temel bir politika belirlenerek ,özel sektör de teknolojiye yatırım yapma kararı
almıştır (Sugiyama vd., 2017: 2).
Japonya’nın TÜSİAD konumunda olan kurumu Keidanren (Japon Ticaret
Federasyonu) tarafından 19 Nisan 2016 yılında hazırlanan 26 sayfalık araştırmada Toplum
5.0’ın doğuş süreci 5 kısma ayrılmıştır. Bu süreçler; doğa ile bir arada yaşama (avcı toplum),
sulama tekniklerinin gelişimi & firma yerleşiminin kurulması (tarım toplumu), buharlı
lokomotifin icadı & seri üretime başlama (endüstriyel toplum), bilgisayarın icadı & bilgi
dağıtımının başlangıcı (bilgi toplumu) ve toplum 5.0 (süper akıllı toplum) olarak
adlandırılmıştır (Keidanren, 2016: 8). Toplum 5.0, Japon Hükümeti tarafından hazırlanan ve
bilgi & iletişim teknolojilerini bir kullanan sanayi politikasıdır. Bu sanayi politikası, Siber-
Fiziksel sistemler ile yeni hizmetler veya değer üretmek için geleneksel işletme işlevini
geliştirmeyi ve yenilemeyi amaçlamaktadır (Shibata, Ohtsuka, Okamoto ve Takahashi, 2017:
1).
Toplum 5.0, ihtiyaç duyan insanlara gerekli mal ve hizmetleri gerekli zamanda ve
doğru miktarda sunma yeteneğine sahip olan; çok çeşitli sosyal ihtiyaçlara tam olarak cevap
verebilen; her türlü insanın kolayca kaliteli hizmet alabileceği, yaş, cinsiyet, din ve dilin
farklılıklarının üstesinden gelebileceği; güçlü ve konforlu ortamlar yaşayabileceği bir toplum
olarak tanımlanmaktadır (Carraz ve Harayama, 2017: 41). Toplum 5.0, teknolojiyi, insanı ve
değerleri dünyanın sürdürülebilir sosyo-ekonomik yaşamına temsil eden süper akıllı toplum
için stratejik planlamayı temsil eder (Romli, Majid, Abdullah ve Zainuddin, 2018: 243).
Akıllı toplum geliştirmedeki fırsatlardan biri, grupların etkileşime girecek bireyler
topluluğu olarak sunulmasıdır. İhtiyaç duyulan bir inovasyonu veya bilgiyi kazanmak için
birbirleriyle iletişime girebilmek önemlidir. Toplulukların ve grupların bu amaçla harekete
geçirilmesindeki ihtiyaçlar ve platform fırsatları önümüzdeki birkaç yıl içinde çok öneme sahip
olacaktır. Akıllı toplum, teknolojinin kendisini geliştirmeye odaklanmak yerine hem bireyler
hem de sosyal varlıklar olarak insan yaşam kalitesini geliştirmeye daha fazla odaklanmaktadır
(Prasetyo ve Arman, 2018: 398). Toplum 5.0 araştırmasının temel teorisi, geleneksel yapay
zeka teorilerini ortaya çıkan siber-fiziksel-sosyal sistemlere genişleten yeni bir metodoloji olan
paralel zekadır (Serpa ve Ferreira, 2019: 8).
Süper akıllı bir toplum, toplumun çeşitli ihtiyaçlarının iyi bir şekilde farklılaştırıldığı
ve ihtiyaç duyulduğu, onlara gerekli ürün ve hizmetleri sağlayarak kaliteli faaliyetler sunmakta
ve yaş, cinsiyet, bölge veya dil gibi farklılıkları için ödenek sağlayan rahat, güçlü bir yaşam
sürdürme alanı hazırlayan bir topluluk olarak tanımlanmaktadır. Bu kavram dijital çağımızda,
bilimsel ve teknolojik yeniliklerin yol açtığı dönüşümlerin yarattığı yeni bir ortamın başladığına
işaret etmektedir Hizmetlerin ve projelerin “sistemleştirilmesine”, daha gelişmiş sistemlere ve
çoklu sistemler arasındaki koordinasyona ihtiyaç vardır ve endüstri, akademi, hükümet ve
bakanlıklarla işbirliği içinde ortak bir platform (süper akıllı bir toplum hizmeti platformu)
oluşturma çabalarını teşvik eder. Herkesin toplumu değiştirmek için çembere girebileceği bir
dönemde yaşandığı için, geniş bir yelpazedeki insanlarla birlikte nasıl bir toplum oluşturmak
istendiği, bunun için neyin gerekli olduğu ve ihtiyaç duyulan kaynakların nasıl geliştirileceği
düşünülmelidir. Toplum 5.0'ı gerçekleştirme çabalarının Tablo 1.’deki fırsatları sağlayacağı
umulmaktadır (Harayama, 2017: 11-13).
243
Tablo 1. Süper Akıllı Toplum Hizmet platformu
FIRSATLAR Akıllı ulaşım hizmetleri Doğal afetlere karşı dayanıklı
toplum
Arayüzlerin ve veri formatlarının
standardizasyonu
Enerji değer zincirleri Yeni işler ve hizmetler Gelişmiş güvenlik ve sosyal
uygulama
Yeni üretim sistemleri Konaklama sistemleri Standart verilerin kullanılması
Bölgesel kapsayıcı bakım
sistemleri
Global çevre bilgi platformu İnsan kaynaklarının geliştirilmesi
Alt yapı bakımı ve güncellemeleri Entegre malzeme geliştirme
sistemleri
Yeni hizmetler için düzenleyici ve
kurumsal reform
Akıllı gıda zinciri sistemleri Akıllı üretim sistemleri Bilgi iletişim platformlarının
geliştirilmesinin güçlendirilmesi
Kaynak: Harayama, 2017: 11-13.
Toplum 5.0'ın kilit teknikleri, yapay zeka teknolojisinin daha da geliştirilmesi için bir
yön ve siber fiziksel sosyal sistemler tipi toplumsal sistemlerin yönetimi ve kontrolü ile ilgili
genel bir çerçeve olan bilgi otomasyonu fikrini takip eder. Bir dizi teknik, işlemsel toplumsal
bilginin tipik iş akışını yerine getirmek için bir veya daha fazla yazılım tanımlı robotlara entegre
edilmiştir. Örneğin, büyük veri analizleri ve açık kaynak istihbarat, sosyal sinyalleri toplamak
ve önceden işlemek için kullanılabilir; Ortaya çıkan blok zinciri ve akıllı sözleşmeler, toplumsal
sistemlerin modellenmesinde ve doğrulanmasında kullanılabilir (Wang, Yuan, Wang ve Qin,
2018: 6). Hem ekonomik kalkınmanın hem de toplumsal zorlukların çözülmesinin sağlandığı
insan merkezli bir toplum oluşturmak Toplum 5.0'ın hedefidir ve insanlar tamamen aktif ve
rahat yüksek kaliteli bir yaşamın tadını çıkarabilirler. Bölge, yaş, cinsiyet, dilden bağımsız
olarak gerekli ürün ve hizmetleri sağlayarak, insanların çeşitli ihtiyaçlarına ayrıntılı olarak
katılacak bir toplum örneği hedeflenmektedir. Toplum 5.0’ın gerçekleşmesinin anahtarı, siber
alanın ve gerçek dünyanın (fiziksel alan) birleşmesi, kaliteli veri üretmesi ve buradan zorlukları
çözmek için yeni değerler ve çözümler yaratmasıdır. Japonya'nın gündeme getirdiği bu ulusal
vizyon, yeni ve insan merkezli bir toplum için çabalamak ve aynı zamanda çeşitli toplumsal
sorunları çözmektir (Fukuyama, 2018: 48). Birkaç farklı sistemle işbirliği yaparak ve işbirliği
yaparak yeni değerler yaratır ve veri formatlarının, modellerin, sistem mimarisinin ve gerekli
insan kaynaklarının geliştirilmesinin standartlaştırılmasını planlar. Ayrıca, entelektüel
özellikler geliştirme, uluslararası standardizasyon, nesnelerin interneti sistemi inşaat
teknolojileri, büyük veri analiz teknolojileri, yapay zeka teknolojileri vb. gibi gelişmelerin
Japonya'nın “süper akıllı toplumda” rekabetçiliğini teşvik etmesi beklenmektedir (Ferreira ve
Serpa, 2018: 27).
Toplum 5.0 ile, teknoloji, yapay zeka ve insan arasında tam bir işbirliği sağlamak
amacıyla üretim süreçlerinin optimizasyonundan sosyal sorunların tedavisine kadar olan yeni
süreç için Endüstri 4.0 vizyonu genişletilmiştir. Toplum 5.0 modelini uygulamak için, ihtiyaç
ve çözümlerin C2B (tüketiciden işletmeye) açısından eşleştirilmesi, yani insanların
ihtiyacından başlamasıyla başlayan bir paradigmaya ihtiyaç vardır. Bu felsefenin olanak
sağlayan unsuru, her şeyin insan ihtiyaçlarının olduğu yerden başladığı bilimidir. Toplumun
5.0’ın gelişimi çeşitli coğrafi alanlarda farklı yöntem ve zaman çizelgeleri ile yer alacaktır,
çünkü bu süreç, hükümet faaliyetleri ile sanayi ve bölge içinde gerçekleşen araştırma girişimleri
arasındaki buluşmaya bağlıdır (Ratti, 2018: 125). Toplum 5.0; sürdürülebilirlik, geniş katılım,
verimlilik ve dolayısıyla istihbarat ve bilgi gücünü kullanarak onu uygulayanların endüstriyel
rekabet edebilirliğini sağlamayı amaçlamaktadır (Salgues, 2018: 9).
Her şeyden önce rahat hayat standartlarına sahip olabilmek adına herkes için bir toplum
oluşturmak gereklidir. Herhangi bir kişi toplum yaşamında aktif olarak yer alabilir ve katılmak
ister. Toplumun 5.0 önemli yönü, herkes için eşit fırsatların yaratılması ve aynı zamanda her
244
bireyin potansiyelinin gerçekleştirilmesi için çevreye imkân verilmesidir. Toplum 5.0'da
teknolojiler yoluyla, kişinin kendini gerçekleştirmesine ve teknolojilerin gelişmesine karşı
fiziksel, idari ve sosyal engelleri kaldırmak ve istikrarlı bir sosyal ve ekonomik büyümeye
öncülük etmek gerekmektedir. Toplum 5.0'ın makamlar düzeyinde amacı, teknolojik gelişimin
yönünü belirlemek ve büyük şirketleri sosyal odaklı teknolojilerin yaratılması konusunda
motive etmek, bu sayede özel şirketler ve iş adamlarının insanların yaşamlarını iyileştirmelerine
katkı sağlamasıdır (Bryndin, 2018: 12).
Süper akıllı bir toplumda siber ve gerçek dünya arasındaki yüksek derecede birleşme
nedeniyle, siber saldırıların gerçek dünyaya verebileceği hasar da giderek şiddetlenecek, sosyal
ve ekonomik hayatları da dâhil olmak üzere insanların yaşamlarını ciddi şekilde etkileyecektir.
Bu nedenle, daha yüksek bir “kalite özelliği olarak güvenlik” seviyesine ulaşmak gereklidir. Bu
tür çabalar bir endüstriyel değer ve uluslararası rekabet gücü kaynağı olacaktır (Government of
Japan, 2016: 14).
2.3. Süper Akıllı Toplumda Çözülmesi Hedeflenen Sorunlar ve Karşılaşılacak Zorluklar
Süper akıllı topluma dönüşüm sürecinde teknolojiyle insanoğlunun yaşam alanlarının
birbirleriyle bağdaştığı bir ortamda farklı farklı tepkimelerin oluşacağı muhakkaktır. İş yapış
şekilleri, toplumsal yaşam tarzı, alışkanlıklar vb. gibi faktörlerin değişime uğrayacağı bir
durumda birçok sorunların da baş göstereceği tahmin edilmektedir. Yapılacak olan
düzenlemelerle toplumsal fayda sağlamak, insan merkezli çözümler üretmek, yenilikçi ve
analitik bakış açısıyla zorlukların üstesinden gelebilmek önemli faaliyetlerdendir. Sosyal
sorunların çözülmesiyle beraber; ekonomik anlamında da büyüme hedeflenmiş olacaktır.
Toplum 5.0 felsefesi, şu an yaşadığımız dijitalleşme devrimine hem de Endüstri 4.0
çağına sosyal ve ferdi anlamda entegrasyon sağlayabilmek adına kılavuzluk yapmaktadır.
Japonya’da ortaya çıkan bu modelin toplumsal düzeyde uygulanabilmesi için hayata
geçirilmesi gereken planları ve aşılması istenen problemler Tablo 2.’de şu şekilde özetlenebilir
(Kent, 2018):
Tablo 2. Planlar ve Problemler
Planlar Problemler
Japonya’nın nüfusunun düşmesi ve yaşlı nüfus
yoğunluğunun artmasından doğabilecek sorunlara
karşı çözüm stratejileri üretmek
Kanun, yasa ve yönetmelikler ile ilgili oluşabilecek
problemler
Akıllı sistemlerle reel hayattaki faaliyetlerin
bütünleşmiş bir şekilde çalışması
Akıllı sistemlerin teknik kullanımı ile ilgili sorunların
oluşması, doğru amaca uygun kullanılmaması ile ilgili
engellerin oluşması
Akıllı cihazların birbirleriyle haberleşme
mekanizmasının toplumsal yarar adına kullanılması
Niteliksiz işgücü sıkıntısı, siyasal inançlar, sosyal
sınıflarına vb. durumlara ilişkin insan grupları
arasında oluşacak peşin hükmün artması
Ekolojik dengenin bozulmaması, deprem, sel, çığ,
heyelan gibi doğa olaylarına karşı önleyici tedbirler
alınması
Değişime karşı benimseme sürecinin olumsuz olma
ihtimali
Kaynak: Kent, 2018.
Akıllı toplumun insan hayatında ne gibi değişikliklere yol açacağı şu şekildedir (Levy
ve Wong, 2014: 16-25);
Akıllı teknolojiler, işleri daha hızlı ve daha etkili yapmamızı sağlar.
Akıllı toplum, insanların birbirleriyle etkileşim içerisinde olmasına yardımcı olur.
Yeni iş modeli olanaklarının kapılarını açar.
245
Güven sorumluluğu ile güçlendirilmiş veri dostu bir kültür oluşumu sağlar.
Akıllı toplumun olanakları sayesinde vatandaşları güçlendirilmiş ve dijital okuryazar
seviyesine çıkarır.
Akıllı liderlik sunan kamu kurumlarının güçlendirilmesine yardımcı olur.
Dijital altyapıların etkinleştirmesini gerçekleştirir.
Açık platformlar ve pazarlara ulaşma imkânı doğurur
Toplum 5.0’ın oluşması aynı zamanda ekonominin çeşitlenmesi ve imalat sektörünün
gelişmesi sorunlarını da ortaya koymaktadır. Endüstriyel kalkınmanın yanı sıra, sosyal ve
ekonomik dönüşüm için evrensel bir araç olarak dijital teknolojiler (yapay zeka, nesnelerin
interneti) kullanarak sosyal süreçlerin modernizasyonuna odaklanmak gerekmektedir. Toplum
5.0, tıp, lojistik, tarım, enerji ve finans sektörü dâhil olmak üzere tüm alanlarda bilgi
teknolojilerinin kullanıldığı geleceğin toplumudur. İnsanlar her yerde büyük verilere, yapay
zekâ teknolojilerine ve nesnelerin internetine dayalı çözümler kullanacaklar, sosyal yapı
mümkün olduğunca zeki olacak, her vatandaşın potansiyelinin gelişimine odaklanacaktır.
Dijital çözümler siber güvenlik teknolojileri ile uygulanacaktır (Bryndin, 2018b: 11). Toplum
5.0'ın amacı, Japon toplumunun tüm seviyelerinde ve alanlarında ve toplumun dijital olarak
değişmesi karşısında dijitalleşmek için bugünün zorluklarının çoğunu çözmektir
(Savaneviciene, 2019: 212).
Ekonomik ve sosyal zorlukları ele alınarak Toplum 5.0’da rekabet edebilirliğin
arttırılması ve temel teknolojilerin güçlendirilmesi için birtakım hedefler konulmuştur. Bunlar;
sürdürülebilir büyüme ve kendini sürdürme bölgesel gelişimi, güvenlik ortamında yüksek
yaşam kalitesi ve yüksek kalite ve refah yaşam tarzı, küresel zorlukları ve küresel kalkınmaya
katkıları ele almak, yüksek kaliteli insan kaynakları geliştirmek, bilgi yaratmada mükemmelliği
teşvik etmek, finansman reformunu güçlendirmek, bilgi ve sermaye döngüsü oluşturmak,
KOBİ’lerin sayılarının arttırılması, fikri mülkiyetin ve standardizasyonun stratejik
kullanılması, inovasyon için düzenli ortamın gözden geçirilmesi ve iyileştirilmesi, bölgesel
yeniden canlandırmaya katkıda bulunan yenilikçi sistemlerin geliştirilmesi, küresel ihtiyaçların
öngörülmesinde yeni şeyler üretmek için fırsatlar geliştirmek, Bilim, Teknoloji & İnovasyon
ve toplum arasındaki ilişkiyi derinleştirmek ve teşvik etme kapasitesini artırmaktır (Arsovski,
2019: 775).
Toplum 5.0’dan etkilenecek olan kesimler şöyledir (Hitachia, 2019a: 1).
Sağlık, Tıbbi, Hemşirelik bakımı
Yaşlı nüfusun artmasından dolayı, sağlık personeli hastalıkları hızlı bir şekilde tespit
edecek ve toplanan bilgiler yapay zekâ ve robotlar sayesinde (hem birikmiş hem de gerçek
zamanlı veriler) kullanarak en uygun tedaviyi uygulayacak ve uzun vadede en uygun sağlık ve
yaşam kalitesini sağlayacaktır.
Mobilite
Kendi kendine sürüş araçlarının yayılması tıkanıklığı ve trafik kazalarını büyük ölçüde
azaltacaktır. Bu araçlar, bir kişinin yaşam tarzına uyacak şekilde gönderilecek ve hem insanlar
hem de kargolar istenen yerlere sorunsuz ve güvenli bir şekilde teslim edilecektir.
Üretim
Üretim, günlük yaşamları ve tercihleri karşılayacak şekilde düzenlenebilir; sadece
gerekli miktarda gerekli ürün üretilir, gerekli zamanlarda ürün teslim edilir ve israf edilen
üretim elimine edilir.
246
Altyapı, Kentsel gelişim
Ekli sensörler, güvenli bakım sağlayan altyapının (binalar, yollar vb.) gerçek zamanlı
olarak izlenmesini sağlar. Afetlerde, anlık veriler tehlikeli bölgeleri algılayabilir veya
çıkartabilir; dronlar ve robotlar insanları emniyete alır.
Finans
Biyometrik kimlik belirleme teknolojisi, dünyanın herhangi bir yerinden nakit ve
kartsız alışveriş imkânı sağlar. Bir bireyin davranışını kaydetmek ve bu verileri toplamak derhal
krediye izin verir, yatırımları ve finansı kolaylaştırır.
Japonya, Toplum 5.0’da işgücü sıkıntısını gidermek için robot teknolojisinden
yararlanmaktadır. Vizyonunun bir parçası, lojistik ve taşımacılık endüstrilerini geliştirmek için
insansız hava araçları ve otomatik işletilen gemiler gibi yeni teknolojiler kullanmaktır. Bunun
bir örneği, hükümetin gelecek yıl en kısa sürede yaymayı planladığı drone teslim hizmetidir.
Büyüme Stratejisi belgesinde, hedefleri, gelecek yıl drone ile dağlık bölgelerdeki paketleri
teslim edebilmek ve 2020'lerde kentsel alanlarda paketlerin tam teşekküllü olarak teslim
edilmesini sağlamaktan bahsetmişlerdir. Uzun süredir endüstriyel ortamlarda kullanılan
robotikler, ülkenin yaşlanan nüfusuna hizmet etmek için sağlık hizmetlerinde test edilmektedir.
Araştırmacılar, bakıcı yükünü azaltmak ve ayrıca tıbbi tedavi ve bakım maliyetlerini düşürmek
için hemşirelik bakımında robot ve sensör kullanımını araştırmaktadır. Hükümet, işletmeleri
büyük veri paylaşmaya ve yenilikçi bir düzen için işbirliği yapmaya teşvik etmektedir. Örneğin,
lastik üreticileri, otomobilin yolda kaydığı zaman ve arabanın yolda kaydığı lokasyonun
verisine sahipse ürünlerini geliştirebileceklerdir. Japonya’da yaşlı nüfusun artmasından dolayı,
kamu harcamalarında ve sanayi verimliliğinde büyük baskılara neden olabilecek ciddi bir
ekonomik tehdit teşkil eden ülkenin küçülen işgücünü ele alma ihtiyacı doğmuştur. Faal
çalışabilecek olan gençlik ile yaşlı insan arasında istikrarsız bir iş gücü durumu ortaya
çıkmaktadır. Bakım masraflarının fazlalaşması, genç nüfusun azalması ve işgücüne katılım
oranının azalacak olmasından ötürü çözüm aranmaya başlanmıştır (Jao, 2017).
Toplumsal zorluklar, aktörleri tanımlayarak ve doğrudan etkilerini azaltarak verimli bir
şekilde ele alınabilir. Böylelikle bu, meseleleri ağırlaştırmaktan veya başka sorunlar
yaratmaktan kaçınacaktır. Japonya'daki bu toplumsal zorlukları yönlendiren aktörler, yani
Japon toplumunun karşı karşıya kalacağı değişiklikler, küçülen bir işgücü, yaşlanan nüfus,
dağınık tüketici popülasyonu, yaşlanan altyapı ve hepsi birbirini etkileyecek ve toplumda
zararlı bir etkiye neden olacak çevresel konulardır. Toplum 5.0'ın amacı, insanların hayattan
sonuna kadar keyif alabileceği bir toplum oluşturmaktır. Hükümet tarafından açıklanan bu
konsepte uygun olarak, Japon akademik çevrelerinde ve endüstride çeşitli faaliyetler
başlatılmıştır. Ayrıca, Toplum 5.0 Japonya'da ortaya çıkmasına rağmen, amacı yalnızca bir
ülkenin refahına yönelik değildir. Burada geliştirilen çerçeveler ve teknoloji kuşkusuz dünya
çapındaki toplumsal zorlukların çözülmesine katkıda bulunacaktır (Hitachi, 2019b: 7-25).
Toplum 5.0’ın temel özelliklere bakıldığı zaman, insanlar verimlilik odaklı olmaktan
kurtulacaklar. Bunun yerine, bireysel ihtiyaçları karşılama, sorunları çözme ve değer yaratma
üzerinde durulacaktır. İnsanlar, zenginlik ve bilginin yoğunlaşmasından kaynaklanan
eşitsizlikten kurtulacak ve herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde bir rol oynama fırsatı
bulabilecekler. Terörizm, afetler ve siber saldırılar konusundaki endişelerinden kurtulacaklar
ve işsizlik, yoksulluk için güçlendirilmiş güvenlik ağları ile rahatça yaşayabileceklerdir.
Bireyler, kaynaklardan ve çevresel kısıtlamalardan kurtulacak ve herhangi bir bölgede
sürdürülebilir bir yaşama sahip olabileceklerdir (World Ekonomic Forum, 2018: 36-37).
247
3. Stratejiler ve Öneriler
Endüstri 4.0’ın bileşenlerinin, toplumun her alanına yayılmasıyla beraber sosyal fayda
faktörünün artacağı da beklenmektedir. Akıllı sistemlere entegrasyon problemleri mutlaka
ortaya çıkacaktır. Her toplumsal dönüşümde geçirilen kademelerde bireyler çağa nasıl ayak
uydurabildiyse, önemli olan yeni dijital ve toplumsal temele dayanan bütünleşik çağda da
sürdürülebilir bir enerjiyi toplu olarak yakalayabilmektir. Robotlar, nesnelerin interneti yapay
zekâ gibi elemanların toplumsal hizmetlerde kullanılması yaşamsal kaliteyi de arttıracak,
insanların istek ve ihtiyaçlarını da karşılayabilecektir. Bazı mesleklerin yok olmasıyla beraber,
teknolojik ve dijital yetkinliğe dayalı yeni meslekler ortaya çıkacaktır. Orta yaştaki bireylerin
bu yönden kendilerini geliştirmelerine fırsat verilecek, yaşlı nüfusun da geçinebilmesi ve sağlık
sıkıntılarına çözüm bulunabilmesi yönünden yenilikçi stratejiler geliştirilmektedir. Birçok
alanda süreçlerin akışı seri bir şekilde ilerleyecek, prodüktivite artacak, günlük yaşam
basitleşecek ve toplumun birçok sorunu çözülecektir. Amaç, dijitalleşmenin teknolojik
dönüşüme adapte edilerek sosyal fayda sağlayabilmektir. Teknolojinin hızla ilerlemesi bireyler
için bir risk etmeni olarak görülmemeli, bir destek ve kalite sistemi olarak algılanmalıdır. Bu
bakış açısı sağlanırsa toplumsal bir ayaklanma ya da direnme gibi sorunlar daha rahat ortadan
kaldırılabilir. Geçmişten bugüne kadar olan her süreçte teknoloji mikro seviyede hayatın
aslında hayatımızın içindedir. Artık dijital dönüşümün o kadar hızlı bir şekilde ilerlemesi,
makro yani toplumsal düzeyde çağa ayak uydurma zorunluluğu getirmiştir ve bu durum
kaçınılmaz olmuştur. Türkiye’de süper akıllı topluma geçiş süreci için de çalışmalar
sürdürülmektedir. Endüstri 4.0 üzerine yapılan düzenlemelerin daha yaygın olduğu aşikardır.
Sanal dünya ile gerçek dünyanın entegrasyonun sağlanabilmesi durumunda toplumun daha
verimli sonuçlar alabileceği ümit edilmektedir. Toplum 5.0, refah bir yaşam standardına
ulaşabilme vizyonudur. Bu bağlamda ülkemizde Toplum 5.0 Enstitüsü kurulmuştur. Bu
kurumda yapılan akademik alandaki çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalar, toplumsal
faydanın arttırılması hususunda devlet, akademik, işletmeler ve insanlarla bilgi paylaşımda
bulunmaktadır. Süper akıllı toplum modelinin yaygınlaştırılması hususunda önemli bir rol
oynamaktadır.
Toplum 5.0’ın, Endüstri 4.0’ın getirmiş olduğu akıllı sistemlerin ışığında daha faydalı
olabilmesi ve topluma indirgenmesi için birtakım organizasyonların yapılması gerekmektedir.
Bireylerin bu çağa adapte olabilmesi sorunu ve buna bağlı olarak direnç gösterebilme
potansiyeli de da ele alınırsa, ortaya çıkabilme ihtimali olan bu problemlere karşı çözümler
üretmek gerekmektedir. Burada incelenmesi gereken en önemli konu eğitim sistemidir. Akıllı
sistemlerin toplumun her alanına yaygınlaşacak olmasıyla beraber bireylerin onları bir asistan
ve çözüm üretici etmen gibi görebilmesi gerekir. Bunun içinde birtakım yetkinliklerin
inovasyona dayalı eğitim reformlarıyla donatılması gerekmektedir. Bilgi, iletişim, teknolojik
ve dijital okuryazarlık diye tabir edilen becerilerin geliştirilmesi ve bu konuda bilirkişi
seviyesine ulaşılması bu süreçte iyi bir adım olacaktır. Eğitimde yapılacak yeniliklerin tekrar
gözden geçirilmesi önemli bir husustur. Devletin de Toplum 5.0 adına birtakım uluslararası
ortaklıklar, projeler ve ülke adına stratejiler geliştirmesi gerekmektedir. İşletmeler, kamu
kurumları, üniversiteler ve bireylerle ortaklaşa işbirliği içerisinde olunmalı ve bilgi
paylaşımının sirkülasyonunu hızlandırılmalıdır. Bireylerin düşüncelerini davranışa dönüştürme
aşamasında “çözümlemeli yaklaşım” modelini baz almaları ve bu yetkinliklerini
geliştirmelerine destek verilmelidir. Büyük verinin hayatımıza girmesiyle beraber; toplanan
tüm dataların anlık ve doğru bir şekilde kaydedilmesi sayesinde tüm süreçlerin çevrimiçi olarak
izlenebilmesi ve iyileştirilmesi büyük sosyal yarar sağlayacaktır. Bazı mesleklerin ortadan
kalkacağı ve yerine dijital çağa uygun olan yeni mesleklerin geleceğinden önceden
bahsedilmişti. Bu olgudan yola çıkılınca; yeni çıkan mesleklerde teknik ve dijital bilgiye sahip
olma özelliklerinin öne çıkacağı da görülmektedir. Ülkemizde teknolojiye yatkınlık anlamında
erkek bireylerin bu konuya daha ilgili olduğu görülmektedir. Dijitalleşmenin de ilerleyeceği
248
varsayılırsa, kadınların istihdamında yeni meslekler seviyesinde bir sorun teşkil edeceği
öngörülmektedir. Kadınların da işgücüne katılım oranının arttırılması için çalışmalar yapılması
gerekmektedir. Özellikle gelecek nesillerin robotlarla yaşayacağı bir döneme girilecektir.
Küçük yaştan itibaren yapay zekâ ile rekabet içine girmemeleri gerektiğinin farkındalığını
sağlamak gerekir. İşte bu noktada yapılması gereken en önemli şey; karar alabilme yetkisi,
yaratıcı ve analitik düşünce yeteneği, sportif aktivitelerle uğraşma, resim, müzik veya diğer
sanatsal becerilerinin ortaya çıkarılması, rahat ve özgüvenli bir şekilde farklı yorumlama
yeteneğine sahip olma gibi robotlarda olmayan özelliklerin onlarda bulunabilme yetkisinin
oluşturulması Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0’ın bütünleşik olduğu bir çağda onlara büyük bir
kazanç sağlayacaktır. Tüm sistemlerin akıllı olması güvenliğin riske girmesi anlamına
gelmektedir. Siber güvenliğin burada önemli bir rol oynadığı bir gerçektir. Etkili ve savunma
kuvveti daha yüksek sistemlerin geliştirilmesi, ulusal ve uluslararası siber stratejilerin
düzenlenmesi gerekmektedir. Ortaya çıkacak problemler çözüldükçe, toplumun alışması ve
vereceği olumsuz tepkiler de azalacaktır. Toplum 5.0 modelinin tüm ülkeye yaygınlaştırılması
ve uyumu anlamında bu konuda öncü tüm toplulukların yapacağı çalışmalarla farkındalık
yaratması, çözümler ve politikalar türetmesi, risk almayı göze alması, yaratıcı fikirler
geliştirmesi, dijital ve teknik anlamda becerilerin geliştirilmesi için eğitim paketlerinin
hazırlaması, akıllı sistemlerin kendilerini sürekli revize etmesi gibi bireylerin de kendilerini
onlara adapte olabilmesi anlamında kendilerini yenilemelerine imkanlar yaratması
gerekmektedir.
Bu çalışma ile bireylerle Endüstri 4.0 elemanlarının süper akıllı topluma geçiş
sürecinde adaptasyonunun dönüşüm sürecinin etkileri ele alınmıştır. Bu bağlamda, çalışmanın
dijitalleşme ve Toplum 5.0 kavramlarıyla ilgilenen kuruluşlara, işletmelere, akademisyenlere,
kamu kurumlarına, devlet bürokratlarına ve belki de yeni bir kavram olmasından ötürü diğer
ülkelerdeki araştırmacılara da yardımcı olacağı düşünülmektedir. Gelecekte bu kavramlarla
çalışma yapmak isteyen akademisyenler; Toplum 5.0 çağı ilerledikçe, adaptasyon sürecinde
toplumun ortaya koyacağı tavırlar ve ortaya çıkacak farklı sorunların incelenmesi, bu
problemlere karşı üretilen çözümlerin araştırılması, dijital ve teknik becerilere karşı eğilimin
ölçülmesi, bu alanda sosyal hizmet verecek ve yarar sağlayacak hangi toplumsal akıllı
sistemlerin ortaya çıktığının takip edilmesi, ne tür eğitim reformlarını yapılmasının uygun
olacağı, istihdam sorunlarının araştırılması, hangi mesleklerin eskiyeceği veya yenileneceği
gibi konular hakkında araştırma yapabilirler.
4. Sonuçlar
Endüstri 4.0 teriminin dünyada, yeni yeni duyulmaya ve algılanmaya başladığı şu
günler de süper akıllı toplum (Toplum 5.0) kavramı da bir anda hayatımıza girmiştir. Endüstri
4.0 modelinin içinde sürekli akıllı sistemlerden ve bileşenlerinden bahsedilmektedir. Toplum
5.0 kavramı ise insanların, “süper akıllı toplum” evresine geçişini tanımlamaktadır. Geçmişe
bakıldığında evrenin geçirmiş olduğu tüm sanayi devrimlerinde insan faktörünün rolü büyüktür.
4. Sanayi Devrimi’nde ortaya atılan teorilerin bir kısmı insan etkeninin ve iş gücünün ortadan
kalkacağı konusunda endişelerin üzerine kurulmuştur. Nesnelerin interneti, yapay zeka,
robotlar, büyük veri gibi inovasyonların değişik sektörlere ve toplumsal yaşantıya entegre
edilerek bir kültürel dönüşüm modeli tasarlanmasını ifade eden süper akıllı toplum kavramı,
sosyal sorunları da çözeceğini hedeflenmektedir. Akıllı sistemlerle insanların birlikte rasyonel
olarak hareket edilebilmesi sağlanırsa sürdürülebilir ve ferah bir toplum olma temellerinin
atılacağı beklenmektedir. Endüstri 4.0’ın modüllerinin sunmuş olduğu olanakların toplumsal
hayata yansıtılmasıyla bir kuvvetler bütünlüğünün ortaya çıkacağı simgelenmektedir.
Robotların birey gibi ya da bireylerin robot gibi hareket etmesi çağımız dijital dünyasında farklı
soruların doğmasına ve gelecekte ”ne olacak” kaygısını ortaya çıkarmaktadır. Birçok mesleğin
yok olacağı kaçınılmaz bir gerçektir. Dijitalleşmeyle beraber robotlarla yaşama düşüncesi de
249
eklenirse başka meslek dallarının da ortaya çıkacağı öngörülmektedir. İşte bu noktada Japonya
tarafından tasarlanan “Toplum 5.0” modeli, toplumun bu aşamada yeteneklerini, güçlü ve zayıf
yönlerini ortaya koyacak ve tüm insanlığa ışık tutacak toplumsal bir iyileştirme programıdır.
Toplumun direncini veya potansiyelini aktive ederek bireylerin asıl ihtiyaçlarına cevap
verebilmeyi amaçlamaktadır.
Önümüzdeki yıllarda robotların insanların mesleklerini ya da görevlerini yapacak
olması toplumlarda büyük endişe yaratmaktadır. Bireylerin robotlarla rekabet içinde olması
yerine onlarla ortak yaşam alanını geliştirebilmesi için çok büyük stratejilerin geliştirilmesi
gerekmektedir. Yetkinlikleri az ya da fazla olmayan bireylerin işsiz kalacak olması kaçınılmaz
bir gerçek olacaktır. Burada en büyük çözülmesi gereken problemin eğitim reformlarının
yeniden, detaylı ve verimli bir şekilde düzenlenmesinin gerektiği ortaya çıkmaktadır. Arkadan
gelen yeni neslin teknoloji ve dijitalleşmeyle beraber büyümesi Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0
çağına daha rahat adapte olacağının göstergesi olacaktır. Ancak hâlihazırda yaşayan orta ve
yaşlı nüfusun bu dijital dönüşüm çağlarının içinde kaybolma riski yaşayacakları tahmin
edilmektedir. Endüstri 4.0’ın bileşenlerinin toplumda içine girmesiyle beraber bireylerin sahip
olduğu özelliklerin yetersiz kalacak olması işsizlik, gelir kaybı, buna bağlı oluşacak
rahatsızlıklar, yaşanacak olumsuzlara karşı bireylerin bu çağlarda hayatlarını nasıl idame
ettirecekleri, evlilik yaşının ilerlemesi, çocuk sahibi olma isteğinin azalması ve nüfus kaybı gibi
kaygılardan dolayı Toplum 5.0 modeli ortaya çıkmıştır. İşte bu noktada toplumun rahat ve
huzurlu bir ortamda yaşayabilmesi adına çözümler geliştirilmeye başlanmıştır. Süper akıllı
toplum paradigmasında, eğitim sistemlerinin geliştirilmesi, bireylerin çalışma ortamlarında bu
çağa uygun yeni yetkinlikler kazanabilme potansiyeline ulaştırılması, devletin ileri
medeniyetler seviyesine ulaşabilmesi için dijitalleşme stratejilerini belirlemesi ve bunun
devamlılık sahibi olması, işletmelerinin ve paydaşlarının bu sürece kendilerini hazırlamaları,
bireylerin yenilikçi bir şekilde kendilerini geliştirmeleri gibi aksiyonlar alınmıştır. Japonya
Toplum 5.0’ı sadece kendi ülkesinde değil diğer ülkelere de faydalı bir örnek model teşkil
etmek amacıyla sorumluluk sahibidir. Ülkelerin bu konuda karşılıklı işbirliği hızla sürmektedir.
Endüstri 4.0 hem üretimde dijitalleşmeyi hem de ekonomik iyileşme anlamında bir stratejiyi
temsil ederken, senkronik olarak da bu büyük etkileşimin yarattığı “toplumsal transformasyon”
modeli ortaya çıkmıştır. Toplumun bu dönüşüme karşı olan direnciyle beraber ortaya çıkan
sosyal sorunların da çözülmesi gerekmektedir. Yaşlanan nüfus, başka ülkelere göç etme, doğal
afetler, sağlık, eğitim, çevre ve işsizlik gibi birçok problemlerden ötürü yapılacak düzenlemede;
dijital sistemlerle reel sistemlerin birbirileriyle entegre bir halde çalışabilmesi, Endüstri 4.0’ın
bileşenlerinin toplumun olumlu yönde hizmetine kullanılması, teknolojik ve dijital
okuryazarlığın geliştirilmesi, bilgi ve teknoloji temelli eğitim sistemlerinin düzenlenmesi,
yetkinliklerin çağa uygun olarak farklılaştırılması, üniversite, devlet kurumları, işletme ve
siyasi bürokratların bu konuda farkındalık yaratması gibi konulara eğilim gösterilecek olup
toplumun huzurunun artırılması hedeflenmektir.
Kaynakça
Alhefeiti, F. S. O. (2018) “Society 5.0 A human-centered Society that Balances Economic
Advancement with the Resolution of Social problems by a System that Highly Integrates
Cyberspace and Physical Space”, Doktora Tezi, Bilişim ve Bilgi Yönetimi, British Üniversitesi,
Dubai.
Arsovski, S. (2019) “Quality of Life and Society 5.0”, Quality Festival Conference- 13th
International Qality Conference (IQC), May 29- June 1, Sözlü Bildiri, Kragujevac , Serbia,
775-780.
250
Bryndin, E. (2018a) “System Synergetic Formation of Society 5.0 for Development of Vital
Spaces on Basis of Ecological Economic and Social Programs”, Annals of Ecology and
Environmental Science, 2(4): 12-19.
Brydin E. (2018b) “The society 5.0 formation”, 11-12, The papers of the Third University Cities
Forum ‘University and City Facing Global Challenges, National Research Tomsk State
University, Tomsk, Russia , 4-117.
Carraz, R. ve Harayama, Y. (2017) “Japan’s Innovation Systems at the Crossroads: Society
5.0”,
https://www.kas.de/documents/288143/4843367/panorama_digital_asia_v3a_Carraz_Haraya
ma.pdf/b57f6b67-f317-cfc5-010c-4ee501c3a398, 33-45, (4.10.2019).
Develi (Kasım, 2017) https://www.dunya.com/kose-yazisi/endustri-40dan-toplum-
50a/389146, Endüstri 4.0’dan Toplum 5.0, (2.10.2019).
Ferreira, C. M. ve Serpa, S. (2018) “Society 5.0 and social development: Contributions to a
discussion”, Management and Organizational Studies, 5(4): 26-31.
foreignpolicy (2019) https://foreignpolicy.com/sponsored/how-japan-is-preparing-its-students-
for-society-5-0/, How Japan is Preparing its Students for Society 5.0, (4.10.2019).
Fukuyama, M. (2018) “Society 5.0: Aiming for a New Human-Centered Society”, Japan
SPOTLIGHT, July / August: 47-50.
Gladden, M. E. (2019) “Who Will Be the Members of Society 5.0? Towards an Anthropology
of Technologically Posthumanized Future Societies”, Social Sciences, 8(148), 1-39.
Government of Japan (Ocak, 2016) https://www8.cao.go.jp/cstp/english/basic/5thbasicplan.pdf
, “The 5th Science and Technology Basic Plan [Provisional Translation]” , 1-68, (3.10.2019).
Harayama, Y. (Ağustos, 2017) “Society 5.0: Aiming for a new human-centered society Japan’s
science and technology policies for addressing global social challenges”,
http://www.hitachi.com/rev/archive/2017/r2017_06/pdf/p08-13_TRENDS.pdf, Hitachi
Review, 66(6): 8-13.
Hitachi (2019a)
http://www.hitachi.co.jp/products/social/society5/en/download/Society_5_0_en.pdf,
“Hitachi's approach to Society 5.0”, Sosyal İnovasyon İşletme Bölümü, 1-3, (4.10.2019).
Hitachi (2019b)
https://socialinnovation.economist.com/pdf/Realizing_Society_5.0_through_Habitat_Innovati
on_.pdf “Realizing Society 5.0 through “Habitat Innovation”, Hitachi - UTokyo Laboratory, 7-
25, (4.10.2019).
i-Scoop (2019) https://www.i-scoop.eu/industry-4-0-society-5-0/ , From Industry 4.0 to Society
5.0: the big societal transformation plan of Japan, (2.10.2019).
Jao, N. (Eylül, 2017) https://disruptive.asia/japan-society-5-0/, “Never mind Industry 4.0 –
Japan is planning for Society 5”, (07.10.2019).
Keidanren (Japan Business Federation) (Nisan, 2016) "Toward realization of the new economy
and society-Reform of the economy and society by the deepening of “Society 5.0”,
https://www.keidanren.or.jp/en/policy/2016/029.html, 1-26, (3.10.2019).
Kent, E. (Kasım, 2018) https://www.endustri40.com/endustri-4-0dan-toplum-5-0a/ , “Endüstri
4.0’dan Toplum 5.0’a”, (4.10.2019).
Levy, C. ve Wong, D. (Haziran, 2014) https://www.biginnovationcentre.com/wp-
content/uploads/2019/07/BIC_TOWARDS-A-SMART-SOCIETY_03.06.2014.pdf, “Towards
251
a smart society”, The Big Innovation Centre, The Work Foundation , Lancester University,
London: 1-26.
Minina, A. ve Mabrouk, K. (Nisan, 2019) “Transformation of University Communication
Strategy in Terms of Digitalization” , Communication Strategies in Digital Society Workshop
(ComSDS), IEEE, Saint Petersburg, Russia, 117-120.
Prasetyo, Y. A. ve Arman, A. A. (Ekim, 2017) “Group management system design for
supporting society 5.0 in smart society platform”, International Conference on Information
Technology Systems and Innovation (ICITSI), IEEE, Bandung, Indonesia, 398-404.
Ratti, B. (2018) “Geographic knowledge. Paradigm of society 5.0”, Journal of Research and
Didactics in Geography (J-READING), 1(7): 123-126.
Romli, T. D. A., Majid, A. D. M. A., Abdullah, T. A. ve Zainuddin, F. N. (Eylül, 2018) “ePAL
Apps: Enhancing Parenting Literacy in a Smart Society 5.0”, International University Carnival
on E-learning (IUCEL), 243-246. International Islamic University Malaysia Cuktural Centre
(ICC), Kuala Lumpur, Malaysia. 1- 639.
Salgues, B. (2018) “Society 5.0: Industry of the Future, Technologies, Methods and Tools”,
United States, John Wiley & Sons.
Salimova, T., Guskova, N., Krakovskaya, I. ve Sirota, E. (2019) “From industry 4.0 to Society
5.0: challenges for sustainable competitiveness of Russian industry” IOP Conference Series:
Materials Science and Engineering, IOP Publishing , 497(1): 1-7.
Sarif, S. M. (2017). “Society 5.0 Qalb with Tawhidic Paradigm”, Journal of Education and
Social Sciences, 8, 208-217.
Savanevičienė, A., Statnickė, G. ve Vaitkevičius, S. (2019) “Individual innovativeness of
different generations in the context of the forthcoming Society 5.0 in Lithuania”, Engineering
Economics, 30(2): 211-222.
Serpa S. ve Ferreira, C. M. (2019) “Society 5.0 and Sustainability Digital Innovations: A Social
Process”, Journal of Organizational Culture, Communications and Conflicts, 23(1): 1-14.
Shibata, M., Ohtsuka, Y., Okamoto, K. ve Takahashi, M. (Haziran, 2017) “Toward an Efficient
Search Method to Capture the Future MOT Curriculum Based on the Society 5.0”, Portland
International Conference on Management of Engineering and Technology (PICMET), IEEE,
Portland, OR, USA, 1-7.
Shiroishi, Y., Uchiyama, K.ve Suzuki, N. (2018) “Society 5.0: For human security and well-
being. Computer”, 51(7): 91-95.
Skobelev, P. O. ve Borovik, S. Y. (2017) “On the way from Industry 4.0 to Industry 5.0: from
digital manufacturing to digital society”, International Scientific Journal "Industry 4.0", 2(6):
307-311.
Sugiyama, M., Deguchi, H., Ema, A., Kishimoto, A., Mori, J., Shiroyama, H. ve Scholz, R.
(2017) “Unintended side effects of digital transition: Perspectives of Japanese Experts.
Sustainability”, 9(12): 1-20.
Wang, F. Y., Yuan, Y., Wang, X. ve Qin, R. (2018) “Societies 5.0: A new paradigm for
computational social systems research”, IEEE Transactions on Computational Social Systems,
5(1): 2-8.
World Ekonomic Forum (Aralık, 2018)
252
http://www3.weforum.org/docs/WEF_Our_Shared_Digital_Future_Report_2018.pdf, “Our
Shared Digital Future Building an Inclusive, Trustworthy and Sustainable Digital Society”,
Insight Report, 3-47, (4.10.2019).
253
FAİZ KONUSUNA İSLAM HUKUKU AÇISINDAN FARKLI BİR BAKIŞ
Dr. Öğretim Üyesi Yüksel Macit
İnönü Üniversitesi, Malatya, Türkiye
e-mail: [email protected]
Özet
Faiz konusu İslam hukuku açısından hala aydınlığa çıkarılabilmiş değildir. Nerdeyse iki yılda bir İslam’da faiz
konusunda ilmi toplantılar yapılmakta, bildiriler ve müzakereler kitap halinde yayınlanmaktadır, fakat henüz bir
sonuç yoktur, ihtilafa devam edilmektedir. İslam İktisadı vb. adla kitaplar da yayınlanmaktadır. Ancak onlar da
faiz konusunda kilitlenmektedir. Bu durumun sebepleri olmalıdır.
Bize göre temel sebep, faiz konusuna iktisadî bir konu olarak genel bakılamamasından
kaynaklanmaktadır, tabiatıyla bilgi eksikliği de vardır. Faiz gibi global reel bir konu peşin inanca dayalı ezbere
malumatla anlaşılamaz. Din ribayı yasaklamıştır, bunu kabul ediyoruz, fakat dinin yasakladığı dönemdeki riba
önceden ölçüsü belli olmayan, borçlu ödeyemedikçe alacaklının istediği kadar fazla para alması şeklinde idi, bir
nevi tefecilikti. Sayıları az da olsa bazı İlahiyatçılar Kur’an’ın yasakladığı ribanın tefecilik olduğunu söylemiştir.
Fakat fıkıhçıların çoğunluğu ribanın kapsamının çok geniş olduğunu düşünmektedirler. Onlar derler ki, Kur’an’da
riba yasaklanırken mutlak, genel ifadeler kullanılmıştır, riba yiyenler Allah ve Peygambere savaş açmış olarak
nitelenmiştir. Bu fıkıhçılar ribayla ilgili ayetlere bütüncül yaklaşmamaktadırlar, bazı parçalardan genellemeye
gitmektedirler. Hâlbuki istikra/tüme varım yöntemiyle ilgili ayetlerin tümüne bakıldığında Kur’an’da “kat kat riba
yemeyiniz” ayetinin de olduğu görülür. Bu “kat kat riba” kaydının bir anlamı olmalıdır. Bu yasaklanan ribayla
ilgili maksadı ifşa olabilir, ribayla ilgili diğer ayetleri kayıtlayabilir. Hukuk usulünden bilinir ki, bazı şeyler bazen
mutlak veya genel söylenir başka bir hükümle kayıtlanır, tahsis edilir, husus kastedilir. Riba alacağından
vazgeçmeyenlere karşı savaş tehdidinin ise özel sebepleri vardır. Delillerini tam metinde gösterdik.
Borçluyu ezici kat kat ribayı İslam’ın yasaklaması makul karşılanabilir. Fakat günümüzde adına faiz
denen bütün işlemleri, her türlü krediyi sırf isminden dolayı riba kaleminin altına sokmak hem Müslümanları hem
yaşadıkları ülke ekonomilerini zora sokabilir. Maslahat/kamu yararı dikkate alınmalıdır. Maslahat konusunda
geniş bilgi için Türkçeye çevirip Arapça metniyle birlikte yayınladığımız Tufî’nin Maslahat Risalesi’ne bakılabilir.
Anahtar Kelimeler: Riba, Faiz, Hukuk, Maslahat, Farklı bakış
A DIFFERENT VIEW OF INTEREST IN TERMS OF ISLAMIC LAW
Abstract
The issue of interest has not yet been elucidated in terms of Islamic law. Almost every two years there are
scientific meetings on interest in Islam, declarations and negotiations are published in books, but there is no result
yet, the dispute continues. Islamic Economics and so on books are also published. However, they are also locked
on interest. There must be reasons for this.
In our opinion, the main reason stems from the fact that interest cannot be viewed as an economic issue,
and of course there is a lack of information. A global issue, such as interest, cannot be understood by advance
belief. Religion has forbidden the riba, we accept it, but the rebounds at the time of the prohibition of religion
were unclear, in the form that the creditor would receive as much money as the borrower could not pay, a kind of
usury. Some theologians, albeit few, have said that the riba that the Qur'an bans is usury. However, the majority
of jurisprudence of Islamic law think that the scope of the riba is very wide. They say that in the Qur'an, absolute,
general expressions are used when banning rebounds, and those who eat riba are described as having waged war
against Allah and the Prophet. These jurisprudents do not approach holy verses as holistic. However, when we
look at all of the verses related to the stabilization method, it is seen that in the Qur'an there is the verse “Do not
eat rebounds riba”. This “multiple rebound” record should have a meaning. This may disclose the purpose of the
prohibited riba, and may limit other verses related to the riba. It is known from the legal procedure that some
things are sometimes said absolute (mutlak) or general, limited by another provision, allocated, and referred to.
There are special reasons for the threat of war for Riba eaters. We will show the evidences in full text.
The prohibition of overwhelmingly borrowing the riba (usury) by Islam is reasonable. But today, all
transactions called interest on behalf of all kinds of loans just because of the name to put under the riba item both
Muslims and the economies of the country where they live can be difficult. The charge / public interest should be
taken into account. For more information about public interest (maslaha) please refer to Tufî's Maslahat Risala,
which we translated into Turkish and published with Arabic text.
Keywords: Riba, Interest, Law, Public ınterest (Maslaha), Different perspective.
254
1.GİRİŞ
1.1.Konunun Önemi
Faiz konusu eskimeyen kadim bir konudur. Faiz çeşitli isimler altında yaşasa da
meşruiyeti hep tartışılagelmiştir. Seküler veya laik devletler faizin meşruiyeti sorununu çözmüş
olarak görülür. Fakat toplum bu sorunu çözmüş müdür? Ülkemizde ve diğer Müslüman
ülkelerde ilahiyatçılar, özelde İslam hukukçuları, hala faiz konusunu tartışmaktadır ve çoğunluk
onu riba ile eş değer görerek haram olarak nitelemektedir. Bu durumun topluma yansımaları
olur. Toplumun da yatay ve dikey yansımaları olur. Her şeyin bir altyapısı vardır. Bazı
yansımalar öyle işler ki meslekten iktisatçı olup veya faizli bankada çalışıp faizin mutlak olarak
haram olduğuna inanlara bile rastlanabilir. Diğer taraftan sosyolojik gözlem yapılırsa fakir veya
orta halli kesimlerin çoğunlukla faizi haram gördükleri tespit edilebilir. Demek ki faiz
meselesinin fertlerin ekonomik durumu ile de alakası vardır. Bunlar toplum dışına çıkarılamaz,
zira toplum içinde yaşarlar, topluma dışardan girmiş değillerdir. Toplumda farklı fikirlerin
çatışması doğaldır, eşyanın tabiatı böyledir. Keza faiz ismi altına sokulan her ekonomik
gelişmeyi dine karşı yapılıyormuş gibi algılayan insanların sayısı az değildir. Yanlış algı da olsa
durum bu minvaldedir. Toplum diyalektik içinde yaşar. Hegel’in meşhur “Efendi-köle
diyalektiği” reel bir durumun gözlemsel ifadesidir. Onun bu gözlemine katılırız fakat tez ve
antitezin çatışması sonucunda sentezin her zaman eşit olarak doğmadığı kaydını da şerh olarak
düşeriz. Bu durum her alanda geçerlidir. Bu bakımdan faiz konusundaki teorik tartışmalar da
önemlidir, bilimsel olanlara destek verilmesi gerekir. Diyalektik bunu gerektirir.
Benzer diyalektik, faiz karşıtı insanlar için de geçerlidir. Reel durumu görenler, yani
kimsenin kimseye iş yapacak kadar karsız veya faizsiz borç vermediğini görenler iş yapmak
istiyorsa faize doğru yanaşabiliyor, zengin olunca faiz konusunda düşünceleri de değişebiliyor,
ev sahibi olunca kiracıların görüşlerinin değişmesi gibi. Bu itibarla faiz karşıtı düşünceler de
bölünebiliyor. Bu diyalektikte taraflar birbirini itham eden sert tartışmalara girebiliyor. Hatta
iman-küfür meselesi yapıp birbirini tekfir edenler de oluyor.
Öyle ise diyalektikten doğan çatışmaları azaltmak veya hafifletmek için ortak akla ve
ortak hukuka önem verilmelidir. Bu hususu 1990 yılından beri yazılarımızda vurgularız, bu yıl
(Nisan 2019 Alanya) Uluslararası Hukuk Sempozyumunda “Ortak Hukuk Üzerine” başlıklı
özel bir bildiri sunduk. Orada Cicero’nun şu sözüne de atıfta bulunduk: “Hukuk iki kişinin
aklıdır.” Bu söz güzeldir. Zira bir kişinin aklı sadece onun isteği ve arzusu olabilir. Nice akıl
adına verilen hüküm vardır ki hissîdir! Faiz konusu ortak akıl ile çözülebilir. Böylece hem reel
durum gözetilir hem faizin mutlak biçimde haram olduğuna inanan dindar insanların faiz
konusundaki kaygıları azaltılabilir. Bu çalışma bu açıdan önemlidir.
İslam’ın yasakladığı ribanın ne olduğu tespit edilebilirse, faiz sınırlanabilirse
Müslümanlar kredi bulmakta zorlanmazlar, iş yapma imkânları genişler, ekonomi gelişir. Bu
önemlidir. Bu olmazsa ekonomik alanda bazı gelişmelere farkında olmadan engel olunabilir.
Bir iktisat kitabında “Cumhuriyetten Önce Türkiye’de Banka ve Bankacılık” başlığı altında
şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “İslamiyet’in faizle ödünç vermeyi ve almayı
yasaklayan tavrı Osmanlı İmparatorluğunda bu tür kurumların (bankalar) gelişmesine engel
teşkil etmiştir. Ancak kısmen de olsa sarraflar ile genelde yabancıların oluşturduğu Galata
Bankerleri para ticareti ve ödünç para verme işleri ile uğraşmışlardır.”3 Faiz mutlak olarak
haram görülürse bu durumla karşılaşılabilir. Osmanlıda sayıları az da olsa bankalar Tanzimat’ın
ilanından birkaç yıl sonra kurulmaya başlamıştır. Bankasını kurmayan tefeciye muhtaç olabilir.
Bu durumda halk murabahacılarla işini görmeye çalışır. Nitekim II. Abdülhamit
murabahacıların ölçüsüz faizini yüzde dokuz ile sınırlayan Murabaha Nizamnamesini çıkarmak
3 Akdiş, Muhammet (2011) Para Teorisi ve Politikası, 2.Baskı, Ankara, s.111.
255
zorunda kalmıştır. Bu olaydan bize 1924 Anayasasının raportörü Celal Nuri 1912 tarihli bir
makalesinde şöyle bahsetmektedir:
“İmamet (Devlet başkanlığı) makamını elde eden Müslümanların çoğunluğunun
liderleri, haklarında kati nas olan hükümleri bile makul maslahat-ı amme4 düşüncesine
dayanarak değiştirmişlerdir. Mesela dönemin halifesi (II. Abdülhamit) riba meselesini
ele almış, sıradan müfessirlerin tefsirinden başka ve daha makul bir surette Kur’an
nassını tefsir ettirip yüzde dokuz (%9) faizi mubah kılmıştır. Çıkardığı Murabaha
Nizamnamesinin (1887) altında şeyhülislâmın imzası vardır. İmamu’l-Müslimin
(Halife) faizli istikraz (borç) mukavelelerine bir İslâm devleti olan devletleri ve
beytülmal adına imza edilmesini vekillerine emrediyor. Başka türlü devletin hayatını
koruma mümkün değildir. Zamanımızda anlaşılmıştır ki eski riba şimdiki faiz değildi.
O bir zulüm vesilesi idi; hâlbuki şimdiki faiz meşru bir nemadır. Bundan dolayı faiz
çağımızda geçmiş dönemlerdeki gibi yasaklanan şeylerden değildir.” 5
İlginç bir durumdur: İlahiyatçılar çokça toplanıp İslam’da para, faiz ve enflasyon gibi
konuları tartışırlar, bildiriler kitap halinde yayınlanır, makaleler yazılır fakat II. Abdülhamit’in
Murabaha Nizamnamesinden pek bahsetmezler. Sadece farklı yazarların yazılarından derlenen
ve Türkçeye çevrilen “İslam İktisadı ve Piyasa” (İktisat Yayınları, 2017:115) adlı kitabın “Faiz
Haddi Konusunda Osmanlı İmparatorluğu Uygulaması” başlığı altında kısa bir bilgiye
rastladık. İlahiyatçıların genelde Murabaha Nizamnamesinden pek bahsetmemelerinin nedeni
psikolojik dinî korku olabilir, çünkü II. Abdülhamit’i çok dindar bildiklerinden belli bir faize
izin veren Murabaha Nizamnamesini görmezlikten geliyor olabilirler. Faizi mutlak olarak
haram gören ilahiyatçıların Murabaha Nizamnamesine de bakmaları gerekir ki reel durumu
göreler; onlar hep faizin zararlarını sayıyorlar.6 Bu durum geçmişte batıda da olmuş olsa gerek
ki Bacon Denemeler kitabında “Tefecilik Üstüne” bahsinde, faiz karşıtları hep faizin zararlarını
görüyorlar demektedir.7 Bugün faizin zararlarını sayanlar, faiz istihdamı engeller argümanını
çok kullanıyorlar. Ancak faizsiz kredi ve borç bulamama da istihdamı engeller, hatta bazen
gelişmenin önünü baştan keser; zira üç beş kuruş karz-ı hasen (faizsiz borç) ile veya sadaka
parasıyla iş kurulmaz. Görünen duruma bakılırsa zengin Müslüman Arap ülkeleri açıktan faiz
isteyemeyeceği için faizsiz borç verme yerine paraya ihtiyacı olan Müslüman ülkelerde emlak
satın alma yolunu tercih ediyorlar. Paraya ihtiyacı olan da emlak satıyor. İslam hukukçuları
devletin tahvil çıkarma yoluyla iç borçlanmasını da faiz diyerek caiz görmüyorlar. Müslüman
4 Maslahat-ı amme, kamu yararı demektir. Fıkıh usulü eserlerinde kısaca maslahat da denir, bazen kayıtlı olarak
maslahat-ı mürsele tabiri kullanılır. Maslahatı gözetme konusunda en ileri düşüncelerden biri Tufî’nin maslahata
riayet görüşüdür. Onun bu görüşü Maslahat Risalesi olarak yayınlanmıştır. Biz de onu Türkçeye çevirerek
Arapçasıyla birlikte yayınladık: Necmeddin Tûfî (2018) Maslahat Risalesi, çev. Y. Macit, İstanbul. Maslahat
Risalesinin özeti şudur: Muamelat konularında nas ile maslahat çatıştığında maslahat (kamu yararı) esas alınır,
çünkü nasların amacı da toplumun yararını gerçekleştirmektir. Tufî’den çok daha önce Maturidi mezhebinin
kurucusu İmam Maturidî, Tevilatu’l-Kur’an adlı eserinde muamelat konularında içtihat ile nesihten yani hükmün
uygulanmadan kaldırılmasından ve halkın bir hukukî muameleyi terk etmesiyle oluşan nesihten bahsetmektedir.
İmam Maturidî’nin “içtihat ile nesih” görüşü hakkında geniş bilgi için bkz. Macit, Yüksel (2009) “Hz.
Muhammed’den Sonra Nesh Meselesi”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.13,s.295-304. Çok
önemsediğimizden dolayı İmam Maturidi’nin “içtihat ile nesih” görüşünden diğer çalışmalarımızda da kısmen
bahsettik. İslam hukuku gelişirse İmam Maturidî’nin “içtihat ile nesih” görüşü ile gelişebilir. Tufî’nin maslahata
riayet görüşü de bunu destekler. Ayrıca Karafî’nin İhkam adlı eserinde Hz. Muhammed’in din adamı olarak yaptığı
işler ile devlet başkanı olarak yaptığı işleri birbirinden ayırması da çok önemlidir. İhkam tarafımızdan Türkçeye
çevrilmiştir: Karafî, Şehabeddin (2019) İhkam, 2.Baskı, İstanbul. 5 Celal Nuri İleri (2012) “Zamanın Değişmesiyle Ahkâmın Değişmesi İnkâr Olunamaz,” Sadeleştiren Yrd. Doç.
Dr. Yüksel Macit, Hikmet Yurdu, Yıl: 5, C: 5, Sayı: 10, Temmuz – Aralık/2, www.hikmetyurdu.com, s.328. 6 Örnek için bkz. Karaman, Hayrettin (1982) Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul, II, 217-229. 7 Bacon (1994) Denemeler, çev. Akşit Göktürk, İstanbul, s.206-211.
256
olmayan ülkelerden alınan borçlar ise faizlidir.8 İhracat, gider açığını kapatmıyorsa ödemeler
için faizsiz nakit para nereden bulunacak? Geriye doğrudan veya dolaylı vergileri artırma
kalıyor; bu yapıldığında ise sıkıntı oluşur. Bir ülkede faiz tümden yasaklansa para faiz veren
ülkelere kaçar. Görüldüğü gibi her şeyin çift yüzü vardır. Her şeyin aşırısı zarardır.
Faiz gerçeğini anlamak çok kolay değildir. Bu işin Adam Smith9 gibi klasik, Keynes10
gibi modern teorisyenleri var,11 konuyu daha başka isimler ve politik ideolojiler de
tartışıyorlar.12 Faiz belletilmiş ezbere bilgilerle çözülecek bir konu değildir. Faiz eski tabirle
sehl-i mümteni (kolay gözüken zor) bir konudur. Sadece faizin meşruiyeti meselesi değil, faiz
ayarı da zor bir iştir. Dengeyi bozucu spekülatif müdahaleler bir tarafa, geçtiği üzere gelir gider
dengesi sağlanamazsa bütün çözüm önerileri geçici olur, bir kısmı ise hayali olur. Bu gerçeği
İslam tarihinde ilk siyasetname yazarları da görmüştür.13 Ayrıca savaş sonucu elde edilen cizye
ve haraç gelirleri bitti, artık oyunu kuralına göre oynamak lazım, ekonominin kurallarını bilmek
lazım. Nitekim Osmanlı savaş kazanamayınca gerilemeye başladı; “genel ekonomi teorileri”
yoktu, hazırlıksız yakalandılar. Savaş ekonomileri bitti. Ekonomiye Marksizm ve Komünizm
gibi ideolojik yaklaşımlar da kaybettiler. Ekonomiye gerçekçi bakmak gerekir. Bu bakımdan
ülkemizde Cumhuriyet dönemi İzmir I. İktisat Kongresi (1923) kararları yeni şartlara göre
bilinçli ekonomi için bir başlangıç olmuştur. Bütün ilgililerin ekonomiye bilinçli ve tarafsız
(objektif) bakması uygun olur. Bu manada biz de İslam’ın yasakladığı ribanın kapsamanın ne
olduğunu tarafsız olarak ortaya koymaya çalışacağız. Daha önce Uluslararası bir Sempozyumda
(Haziran 2019 Nevşehir) “İslam Dünyasının Hukukî Meselelerine Bağımsız Bakabilmek” adlı
bir bildiri sunduk, bazı meseleleri tartıştık. Önemine binaen faiz meselesini özel olarak bu
çalışmada ele aldık. Ve bunu bir “iktisat kongresinde” sunmak istedik. Burada da tarafsız
bakacağız.
1.2. Konunun Kavramsal Çerçevesi
Faiz, ribaya göre yeni bir kavramdır. Riba sözlükte “ziyade” anlamına gelir.14 Faiz ise
“taşan” kısım demektir. İslam öncesi dönemde Araplarda borç ertelemelerinde alınan fazlalığa
riba denmiştir. Kur’an’da da riba bu manada geçer ve haram olduğu belirtilir. Osmanlı
döneminde genelde riba terimi kullanılır. Ancak Tanzimat sonrası bankalar kurulmaya
başlayınca riba yerine faiz kavramı kullanılmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ise faiz
terimi tamamen yaygınlaşmıştır. Muhtemelen riba yerine faiz kelimesinin tercih edilmesi faizin
ribadan biraz farklı olduğunu göstermek içindir. Fakat faiz ve ribanın sözlük manaları geçtiği
8 Örneğin ihtiyaç olunca Almanya’dan faizli borç al, Bulgaristan borç istediğinde ona faizsiz borç ver, bu açık bir
çelişkidir, hatta saflıktır. Bu nevi borç ilişkisini İslam adına savunmak inananları saflaştırır. Bunu bilerek veya
bilmeyerek yapanlara rastlanabilir. 9 Adam Smith (1997) Ulusların Zenginliği, çev. Ayşe Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul 10 Keynes, John Maynard (2010) Genel Teori İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi, çev. Uğur Selçuk Akalın,
İstanbul 11 Kendi yazılarından ve başkalarının onlar hakkında yazdıklarından anlaşıldığına göre aralarındaki temel fark
şudur: Adam Smith ‘e göre para malın alınıp satılmasında sadece bir mübadele aracıdır, Keynes’e göre para aynı
zamanda biriktirilen bir sermayedir, kapitaldir. Keynes de daha sonra ayrıntıda tenkit edilmiştir ama paranın
işlevini iyi gözlemlemiştir. Para para kazanmaktadır. Realite bu. İlahiyatçılar hala klasik anlayıştalar. 12 Geniş bilgi için bkz. Dinler, Zeynel (2018) iktisada giriş, 24.basım, Bursa, s.327-337; Kazgan, Gülten (2012)
İktisadî Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 18.Basım, Ankara, s.43-72. 13 İlk Siyasetname yazarlarından İbn Ebi’r-Rebi’ bu gerçeği çok eskiden görmüş, Abbasi halifesi Mu’tasım için
yazdığı Sülûku’l-Malik fı Tedbiri’l-Memalik (Mahmiyye-Irak 1229/1917, s.94) adlı eserinde halifeye ahlâkî ve
siyasî öğütlerin yanı sıra iktisat ile ilgili öğütler de verip şöyle demiştir: Gelir ve giderin üç durumu vardır:
1.Gelir giderden çok olur: Bu takdirde devlet başkanının idaresi iyi olur.
2.Gelir giderden az olur: Bu durumda onun idaresi düzensiz olur.
3.Gelir ve gider denk olur. Bu durum genişlikte iyi, hadiseler/olaylar çıktığında sorun olur.
İbn Ebi’r-Rebi’, eseri ve görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz. Macit, Yüksel (1994) Ahkamu’s-Sultaniyye’lerde
Devlet Başkanlığı Müessesesi (Yüksek Lisans Tezi), Kayseri, s. 21-22. 14 Ragıb el-İsfahanî (1986) Müfredat fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, s.273.
257
üzere birbirine çok yakındır. Bu durumun da etkisiyle ülkemizde faiz ve riba özdeşleşmiştir.
Böylece bazı çevrelerde faiz de haram damgasını yemiştir. Müslüman Arap dünyası faiz yerine
yine riba kavramını kullanmaktadır; hatta bazıları bir garsona para verdiklerinde “Faiz lek (Üstü
senin)” derler. Batıda tefecilik, usury olarak, bankaların verdiği faiz ise interest olarak
isimlendirilmektedir. Bu ayırım İslam dünyasında yapılamadı. Bunun yerine İslam dünyasında
i’yne satışı, bey’ bil-vefa, bey bil-istiğlal, para vakıfları15 gibi işlemlerle faize hile-i şer’iyye
türünden çözümler bulunmaya çalışıldı. Bu nevi işlemlere muamele-i şer’iyye, murabaha ve
ribh-i şer’î gibi isimler de verildi. Bunlar hakkında açıklayıcı örnekler verilecek.
Zamanımızda “mudarebe akdi”16 üzere faizsiz çalıştıklarını söyleyen Katılım Bankaları
ise yatırılan paraya verdikleri fazla paraya “kar payı” gibi ifadeler kullanmaktadırlar. Kâr payı
ifadesi şimdilik tutacak gibi gözüküyor. Ancak kâr payını önceden açıkladıkları için, bazı
Müslüman ülkelerde i’yne satışı üzere nakit kredi verdikleri için bazı İslam hukukçuları
tarafından tenkit edilmektedirler. İ’yne satışı birinin bir malı vadeli alıp aynı yere peşin olarak
daha düşük fiyata satıp para temin etmesidir.17 İmam Şafiî görünürde bir satış olduğu için i’yne
satışını caiz görmüştür.18 Ancak banka i’yne satışına göre kredi verdiğinde alım satım
muhtemelen kâğıt üstünde olacaktır. Anlatıldığına göre bazı yörelerde fertler de i’yne satışı
üzere vadeli bir araba alıp çarşıda bir iki tur attıktan sonra aldığı yere düşük fiyatla peşin satıp
kredi temin etmektedir. Onlara göre bu vade farkı helal olmaktadır. Bey’ bil-vefayı da Hanefiler
caiz görmüştür; paraya ihtiyacı olan adam ev veya benzer bir şeyi birine ileride geri almak
şartıyla satmakta, aldığı parayı kullanmakta daha sonra evi para ile geri almaktadır. Bey bil-
fefa ve az bir farkla (isticar şartıyla) satış olan bey bil-istiğlal Mecelle’ye de geçmiştir.19
Bunların hepsi faizden kurtulmak için üretilen hile-i şer’iyyelerdir. Büyük bir ihtimalle bu
hileleri işi bilen esnaf ve tüccar üretti, fakihler de caiz gördüler. Hile-i şer’iyye’nin anlamı “şer’î
çareler” olduğundan bunları zamanımızda bazıları hala faizden kurtulmak için çare olarak
sunmaktadırlar. Çağımızda İslam hukukunda içtihat edileceği yerde hala hile-i şer’iyye
türünden çareler sunulması pek zihniyet değişikliğinin gerçekleşmediğini gösterir. Hile-i
şer’iyyelerin bir kısmı zekice olabilir, fakat bir kısmı yeni tabirle “kanuna karşı hile”
nev’indendir. Bu iş dinî yönü ağır basan konulara kadar vardırılmıştır; bazı genel fıkıh ve bazı
Eşbah ve Nezair kitaplarında zekâttan kurtulmanın yolları da gösterilmiştir, biz burada o hileleri
zikretmeyelim.
15 Para vakıflarının meşruiyeti meselesi üzerine Osmanlı döneminde çok tartışma yapılmış, risaleler yazılmıştır.
İbn Kemal ve Ebu’s-Suud, İmam Züfer’in bir fetvasını da genişleterek para vakıflarına ve oradan kredi verilmesine
olumlu bakmışlardır. Günümüzde de para vakıfları üzerine çok makale yayınlanmıştır. Bunlara internetten isam
ilahiyat makaleler veri tabanından ulaşmak mümkündür. Para vakıflarından belli bir karla borç verilmiştir. Para
vakıfları hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat (2015), Ensar Neşriyat, İstanbul 16 Mudarebe akdi, para birinden çalıştırma birinden olan şirkettir. Meşhur Hanefî fakih Mevsılî, el-İhtiyar kitabının
“Kitabu’l-Mudarebe” bahsinde şöyle demektedir: “Hz. Muhammed (as) peygamber olarak gönderildiğinde
insanlar mudarebe yapıyorlardı, onları yaptıkları üzere bıraktı/ikrar etti.” Mevsılî, Abdullah b. Mahmud (1981) el-
İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, İstanbul, III,19. Buradaki örnekte olduğu gibi Arap örfünden İslam hukukuna geçen çok
hüküm vardır. Bkz. Macit, Yüksel (2017) İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, İstanbul, s.28-48. 17 Daha açık örnek verirsek: Bir kimse birinden 10 bin lira borç alsa, daha sonra 15 bin lira ödese bu açıktan faiz
olacağı için bunu yapamıyorlar. Bunun yerine o kişi 10 bin liralık bir malı 15 bin liraya taksitle satın alıyor, aynı
malı aynı adama veya aynı mağazaya peşin 10 bin liraya geri satıyor. Böylece on bin liralık kredi temin etmiş
oluyor. Buna i’yne satışı denir. 18 İbn Hübeyre, el-Vezir Ebu’l-Muzaffer (2002) İhtilafu’l-Eimmeti’l-Ulema, tahk. Seyyid Yusuf Ahmed, Beyrut,
I, 404. 19 Ali Himmet Berki (1982) Açıklamalı Mecelle, Madde 118-119.
258
2. İslam Öncesi Faiz
2.1. Faizin Genel Tarihçesi
Faiz insanlık tarihi ile yaşıttır.20 Faiz, türünün genel bir ismi olarak aşamalar geçirerek
günümüze gelmiştir. Faizin ilkel şekli tefeciliktir, tefeciliğin İngilizcesi usury, Arapçası ribadır.
Faiz borç verme ilişkisi ile doğmuştur. Tefecilikte faizin belli bir ölçüsü yoktur, borçlu
ödeyemedikçe alacaklı istediği kadar para alır. Tefecilik asırlar boyu sürmüştür. History of
Usury 21 adlı bir kitap tefeciliğin tarihinden bahsetmektedir. Bu faizi Eflatun ve Aristoteles gibi
filozoflar gayr-ı tabii kazanç olarak görüp kınamıştır.22 Ancak Hammurabi kanunlarında, Mısır
ve Roma hukukunda faiz meşru görülmüştür. Tevrat faizi Yahudiler arasında yasaklamış,
yabancıdan almalarına izin vermiştir,23 Tevrat’taki faiz yasağında faizci sisteme (iktidara)
muhalefet de vardır.24 Ancak daha sonra Yahudiler yorumlarla Talmud kitaplarında Tevrat’taki
faiz yasağını esnetmişlerdir; bilindiği üzere bugün bir Yahudi diğer bir Yahudi’den de faiz
almaktadır. Siyon Protokolleri ve onda yazılanlar doğru ise Yahudiler diğer milletleri para
politikasından pek anlamaz görmektedirler. Bunun abartılı tarafı bir yana bırakılırsa onların bu
tespitleri bazı toplumlar ve bazı dinî gruplar hakkında gerçek olabilir. Toplumlar içinde saf
insanlar olduğu gibi çeşitli telkinlerle saflaştırılanlar da olabilir. Hıristiyanlara gelince, İnciller
genel olarak faizi hoş görmemiştir. Bazı kilise babaları, Luther ve Calvin gibi Protestan
reformistler de faizi meşru görmemiştir ama Hristiyan dünyasında faiz uygulamada devam
etmiştir. Max Weber’in Protestan Ahlakı25 kitabında faizli ekonomik sistem ile Protestanlığı
uzlaştırması bazı tenkitlere rağmen faiz karşıtı muhalefeti çok zayıflatmıştır. Avrupa faizin
meşruiyeti sorununu aşmıştır. Teoride karşı olmakla birlikte Katoliklerin de faiz aldığı tespit
edilmiştir. 26 Yukarıda geçtiği üzere bazı Müslümanlar da bazı alışveriş kılıfı içinde hile-i
şer’iyyelerle faizden kurtulmaya çalışmışlardır. Bunun yerine Kur’an’ın yasakladığı cahiliye
ribası iyi anlaşılarak ribanın kapsamı sınırlandırılabilseydi daha iyi olurdu. Bu açıdan ribayı
yasaklayan ayetlere ve yorumlarına geçmeden önce faizin cahiliye Araplarındaki durumundan
ayrıca söz etmemiz uygun olur.
2.2. Cahiliye Döneminde Araplarda Faiz
Hanefî usulcü ve müfessir Ebu Bekir er-Râzî el-Cessas (ö.370/980) der ki: “Malumdur
ki cahiliye ribası ziyade şartıyla tecil edilmiş borçtur; bu ziyade (fazlalık) ecelden/
süreden/vadeden bedeldir. Allah onu iptal etmiş ve haram kılmıştır.”27 Riba konusunda
Cessas’ın diğer açıklamaları özetle şöyledir: Cahiliye döneminde Araplarda riba, nesie ribası
idi, yani borç ertelemeden doğan riba idi, bu ölçüsü olmayan kat kat yenen bir riba idi.
Araplarda ribe’l-fadl denen fazlalık ribası yoktu. Hz. Muhammed altı maddenin (altın, gümüş,
buğday, arpa, hurma, tuz) aynı cins içinde birbiriyle satışında istenen fazlalığı da riba saydı.
20 Kastımız bilinen genel tarihtir. Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: Kutsal Kitapların ilk insan olarak kabul
ettiği Hz. Adem’in çocukları da birbirinden faiz almış olabilir mi? Kıskançlığından dolayı kardeşini öldüren ondan
faiz de alabilir. O zaman para yok ama eşya veya mal açısından düşünülebilir. Bilindiği üzere Kutsal Kitaplara
göre Adem’in oğlu Kabil (veya Kain) kıskançlıktan dolayı Habil’i öldürmüştür. 21 Murbay, J.B.C. (1866) The History of Usury, Phıladelphıa 22 Aristoteles (1993) Politika, çev. Mete Tunçay, 4.Basım, İstanbul, s.23-24. 23 Tevrat, Tesniye Bab 23, no 20. Yabancıya faizle ödünç verebilirsin; fakat kardeşine faizle ödünç vermeyeceksin,
ta ki, mülk olarak almak üzere gitmekte olduğun diyarda elini atacağın her şeyde Allahın RAB seni mübarek kılsın.
Tevrat, Çıkış, Bab 22, no 25. Eğer kavmıma, yanında olan bir fakire, ödünç para verirsen, ona murabahacı
olmayacaksın; onun üzerine faiz koymayacaksınız. 24 Tevrat, Nehemya Bab 5, no7. İçimde yüreğimle danıştım, ileri gelenlerle ve hükûmet memurları ile çekiştim ve
onlara dedim: Siz, hepiniz kardeşlerinizden çok faiz alıyorsunuz. Ve onlara karşı büyük bir cemaat yaptım. 25 Weber, Max (2014) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu “Tam Metin”, çev. Mehmet Ökten, Ankara 26 Işık, Halim (2006)“Eski ve Yeni Ahid’de Faiz,” Marife, yıl. 6, sayı. 1, Bahar, s. 51 – 76. 27 Cessas, Ebu Bekr er-Râzî (1986) Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut, I, 467.
259
Fakihler kıyas yoluyla ribayı bu sayılan altı maddenin dışına da uyguladılar.28 İleride geleceği
üzere bu fazlalık ribası hadis olarak rivayet edilmiştir. Bu hususlar yaygın olarak bilinmektedir.
İslam’da riba veya faiz üzerine yapılmış birçok çalışmada bu bilgiler vardır. Burada dikkati
çeken husus, Cessas’ın ribanın illetini de ortaya koymasıdır. Başka illet bulmaya çalışanlar da
olmuştur. Fakat onun çıkardığı illet yaygın kanaat haline gelmiştir. Yaygın hale geldiği için
günümüzde ilahiyatçılar çoğu zaman kaynak göstermeden riba yasağının illetini onun gibi
belirtirler. Fakat aşağıda geleceği üzere ribayı yasaklayan ayetlerin hiçbirinde illet (gerekçe)
açık değildir. Dolayısıyla farklı yorumlar yapılabilir.
3. İslam’da Riba Denen Faizin Yasaklanması
3.1. Ribayı Yasaklayan Ayetler
Ribayı yasaklayan ayetler, borç ertelemesinden doğan nesie ribasıyla ilgilidir.
1.Rum Suresi 39. ayet: İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz,
Allah katında artmaz. Ama Allah'ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekat verirseniz; işte bunu
yapanlar sevaplarını kat kat artıranlardır.
2. Nisa Suresi 160-161. ayet: Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah
yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını
haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara
haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.
3. Bakara suresi 275. ayet: Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi
helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak)
faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu
affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır.
4.Bakara suresi, 276.ayet: Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır
(bereketlendirir). Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
5. Bakara suresi 278.ayet: Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer
gerçekten iman etmiş kimselerseniz, faizden geriye kalanı bırakın.
6. Bakara suresi 279.ayet: Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlüyle savaşa
girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne
başkalarına haksızlık etmiş olursunuz, ne de başkaları size haksızlık etmiş olur.
7. Al-i İmran Suresi 130.ayet: Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.
Bu mealleri Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an-ı Kerim Meâli’nden (Ankara 2011) verdik.
3.2. Ribayı Yasaklayan Hadisler
Ribayla ilgili hadisler daha çok aynı cins şeylerin fazlalıkla satılmasını riba kabul eden
ve yasaklayan hadislerdir. Bu hadislerin varyantlarında bazı ifade farklılıkları vardır. Ortak
noktaları şöyledir: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma
hurmayla, tuz tuzla aynı ölçekle satılır. Fazlalık ribadır.”29 Buna ribe’l-fadl (fazlalık ribası)
denir. Bu hadis fıkıh kitaplarında yaygın olarak kabul görmüştür.30 Bazı mezhepler hariç
çoğunluk, hadiste geçenlere kıyasla sayıyı artırmıştır. Şu kadar ki bugün bazı insanlar ilgili
28 Geniş bilgi için bkz. Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I, 464-465. 29 Buhari, Buyu’, 54, 76; Müslim, Musakat, 79; İbn Mace, Ticaret,59. 30 İbn Rüşd, Ebu’l-Velid (1985) Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, İstanbul, II, 106-107; Mevsılî, el-
İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, II, 30.
260
piyasadaki farklılıkları görüp şöyle sormaktadır: Hurma var, hurma var, bazısı on lira, bazısı
yetmiş lira, bunlar ölçekle nasıl eşit satılacak? Kim böyle satar veya takas eder? Karışımı ve
işçiliği farklı altınlar dâhil diğer benzer maddeler için de aynı şey söz konusudur. Bu sorunun
çözümünde İbn Abbas’ın ilgili hadis rivayetinden ve görüşünden destek alanlara rastlanabilir.
İbn Abbas riba konusunda Hz. Peygamber’den şöyle bir hadis rivayet eder: İnnema’r-riba fî’n-
nesie31 (Faiz sadece borç ertelemelerinde söz konusudur.)32 Diğer taraftan Ebu Said el-Hudrî
fazlalık ribasıyla ilgili olarak yukarıda geçen riba haberini rivayet edince İbn Abbas şöyle
demiştir: “Biz bu konuyu daha iyi biliriz; riba ayeti bizim aramızda indi!”33 Hz. Peygamber’in
Veda Haccında “Bütün cahiliye ribalarını kaldırdım” dediği de rivayet edilmiştir.34 Riba
ayetlerinde fazlalık ribası olmadığından haber-i vahid ile Kur’an’ın umumi hükmü tahsis
edilemez diyenler olabilir. Bunlar tartışılabilir. Ayrıca riba yasağına ne kadar uyulduğu da
tartışılır. Riba yasağından kurtulmak için nasıl hile-i şer’iyyeler üretildiği daha önce geçti.
Meşhur şarkılar kitabı Kitabu’l-Eğanî’de açık riba örneklerine de rastlanmaktadır. Suyutî’nin
İhticac bi’s-Sünne kitabında Muaviye’nin ribe’l-fadlı riba saymayıp “bunda bir beis
görmüyorum” dediği de rivayet edilmiştir.35 Demek ki bazen ideal ile uygulama birbirini
tutmuyor.
Bize göre bu konuda doğru olan hadislerin amacını anlamaktır. Hz. Muhammed haklar
konusunda çok hassas olduğundan kimsenin kimseyi az bile olsa aldatmasını istemiyor. Cinsler
arasında az bir fark varsa kimsenin bunu bahane ederek karşı taraftan fazla mal almasını
istemiyor. Bu makul bir düşüncedir. Ancak zamanımızda farkların arası açılmışsa veya işçilik
vb. farklar girmişse bu durumda içtihat yapmak, hile-i şer’iyye türünden yollara sapmaktan
iyidir.
4. Riba Ayetlerinin Yorumlanması
4.1. Genel Olarak Riba Ayetlerinin Yorumu
Riba ayetlerinden Al-i İmran suresi 130.ayetin (Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış
olarak faiz yemeyin) mealine Diyanetin Mealinde şöyle bir not düşülmüştür: “Bu âyet, cahiliye
Arapları arasındaki bir uygulamaya işaret etmekte ve bunu yasaklamaktadır. Müşrik Araplar,
vadesinde ödenemeyen borca yüksek faizler tahakkuk ettirerek vadeyi uzatırlar, böylece alınan
borç kısa zamanda kat kat artardı. Âyetten anlaşılan manayı tersinden ele alarak kat kat olmayan
faizin yenebileceğini söylemek mümkün değildir. Zira Bakara sûresinin 275. âyeti ile, miktarı
ne olursa olsun faiz mutlak olarak yasaklanmıştır.”
Benzer yorum biraz daha ayrıntılı olarak Diyanetin bir heyete hazırlatıp yayınladığı (e-
yayın 2017:676-6777) Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir kitabında aynı ayetin tefsirinde şöyle
geçer: “Kur’an’da ribâ yasağı dört aşamada gerçekleştirilmiştir. Mekke döneminde inen konuya
ilişkin ilk âyette, faizin Allah katında bereketsiz bir kazanç olduğu, malı arttırmayıp tersine
bereketi giderdiği bildirilmiş; buna karşılık Allah rızâsı için verilen zekâtın malı arttıracağı
vurgulanmıştır (Rûm 30/39). Bu ilk aşamada faiz açıkça yasaklanmamakla birlikte Allah
katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilerek kötülenmiş, Câhiliye döneminde
bile çirkin bir kazanç olarak telakki edilen faizin kaldırılması için psikolojik bir zemin
hazırlanmıştır. İkinci aşamada, Medine döneminde inen Nisâ sûresinin 160-161. âyetlerinde,
faizin Yahudilere haram kılınmış olmasına rağmen onların bunu helâl sayarak alıp vermeye
devam etmeleri yüzünden birçok cezaya çarptırıldıkları haber verilmiş, yine dolaylı bir şekilde
faiz yasağına temas edilmiştir. Üçüncü aşamayı oluşturan ve konumuz olan âyetlerde faiz
31 Buhari, Buyu, 79; Müslim, Musakat, 2; İbn Mace, Ticaret, 49. 32 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I,466. 33 Macit, İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, s.105. 34 Ebu Davud, Buyu, 5; Muvatta, Buyu, 13. 35 İmam Suyuti (1992) Sünnetin İslâm’daki Yeri, çev. Enbiya Yıldırım, Ankara, s. 79.
261
açıkça yasaklanmış ve kurtuluşa ermenin Allah’ın bu yasağına uymaya bağlı olduğu
belirtilmiştir. Müfessirler 130. âyette geçen “kat kat” kaydının, faiz yasağının sınır ve şartlarının
belirtilmesi amacıyla değil Araplar’ın o günlerde en çok uyguladıkları bir faiz şeklinin
açıklanması maksadıyla zikredildiğini kabul ederler (Şevkânî, I, 423-424). Bir başka ifadeyle
buradaki üslûp, ilk planda Mekke’de yaygın olan bileşik faizli borç işlemlerini hatıra getirmekle
beraber, âyetteki kat kat kaydı tek dereceli faizin helâl olduğu anlamında olmayıp devrin Arap
toplumunda yaygın olan ve vadesinde ödenmeyen borçlar hakkında yapılan tefecilik
uygulamalarının kötülüğüne yapılmış özel bir vurgu niteliğindedir. Faizle borçlananların, çoğu
zaman ödeme güçlüğüne düşebildikleri, borcu vadesinde ödeyemedikleri için anapara yanında
faizin faizini de borçlandıkları, böylece faizin katlandığı da bir gerçektir. “Kat kat” ifadesi bu
gerçeğin altını çizmektedir. Dördüncü aşamada inen Bakara sûresinin 275-281. âyetlerinde
artık faiz, bir önceki kaydı da taşımaksızın kesin ve sert bir üslûpla yasaklanmış, faizi
bırakanlara geçmişte aldıklarından sorumlu tutulmamak gibi bazı teşvikler getirilirken faizde
ısrar edenlerin Allah ve Resûlü’ne savaş açmış olacakları belirtilmiştir. Bu âyetlerde faizin
alışverişten farklı olduğu vurgulanmış, faizin dünya ve âhiretteki kötü sonuçlarına işaret
edilmiştir.”
Buna benzer yorumlar geçmişte36 ve günümüzde başka çalışmalarda da mevcuttur.
İslam’da riba veya faizle ilgili birçok makale ve bildirilerde benzer yorumlar var. Bu yorum
yaygınlaşıp popüler olmuştur. Bazılarında biraz üslup farklıdır. Onlara internetten isam ilahiyat
makaleler veri tabanından ulaşmak mümkündür. Tekrardan sakınmak için onları
zikretmeyeceğiz. Onların bu yorumları faiz meselesine çözüm getirmedi. İslam dünyasının
ekonomik geriliği ortadadır. Sayıları az da olsa İslam’ın yasakladığı faiz cahiliye ribasıdır,
tefeciliktir diyenler de oldu fakat yorumları yeterli olmadı. Biz daha müdellel yorum getirmeye
çalışacağız.
4.2. Bize Göre Riba Ayetlerinin Yorumu
İşe önce riba ayetleriyle ilgili olarak geçen yorumları tahlil ve değerlendirerek
başlayalım. Yukarıda geçen yorumlarda bir endişe ve kaygı seziliyor; bazı ayetlerde geçen
ifadelerden dolayı onların endişe ve kaygılarını çok yadırgamayız. Ancak ribayla ilgili ayetlere
serinkanlı bir şekilde topluca bakılabilirse, mutlak ve mukayyed durumları usule uygun olarak
ele alınırsa ve ayetlerin nüzul sırası ve sebepleri dikkate alınırsa kaygılar azalabilir. Şöyle ki:
“Kat kat olarak faiz yemeyin” ayeti Al-i İmran suresinde geçmektedir ve bu sure faiz yasağının
mutlak olarak geçtiği Bakara suresinden sonra nazil olmuştur. Bu husus bilinmektedir. Bu
durumda fıkıh usulü kaidesi gereği, sebep ve hüküm bir olduğu için mutlakın mukayyede
hamledilmesi gerekir. Buna göre haram olan ribanın kat kat yenen riba olduğu anlaşılır. Fıkıh
usulcüleri ve diğer ilgililer bu kaideyi benzerlerinde rahat bir şekilde uyguluyorlar; bir ayette
mutlak geçen “kan size haram kılındı” ( Maide 3) ifadesini, başka ayette haram olarak kayıtlı
geçen “akıcı kan” (Enam 145) ifadesine göre anlıyorlar. Usuldeki ifadesiyle mutlakı
mukayyede hamlediyorlar.37 Fakat iş riba ayetlerine geldi mi aynı kuralı uygulamaktan
korkuyorlar. Bu defa tevil yapmak zorunda kalıyorlar; geçtiği üzere Bakara suresindeki faizle
ilgili ayetlerin daha sonra indiğini söylüyorlar. Fakat buradan çıkacak sorunları pek
düşünmüyorlar. Al-i İmran suresinde faizle ilgili zaten ayet var, Bakara suresindeki faizle ilgili
ayet neden ondan sonra inen Al-i İmran suresine yazılmıyor? Üstelik sadece nüzul sırası
bakımından değil mevcut Kur’an-ı Kerim’deki sure sıralamasında da Bakara suresi Al-i İmran
suresinden önce gelmektedir. Nitekim riba konusunda aynı görüşleri paylaşsa da Diyanet İslam
Ansiklopedisi’nin “Faiz” maddesinde “kat kat faiz yemeyin” ayetinin Bakara suresindeki faiz
36 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I,465. 37 Bu örnek nerdeyse her fıkıh usulü kitabında vardır. Örnek olarak bkz. Zekiyyüddin Şaban (2011) İslam Hukuk
İlminin Esasları (Usulu’l-Fıkh), çev. İ. Kâfi Dönmez, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/45, 14.Baskı, Ankara,
s.321.
262
ayetlerinden sonra indiği kabul edilmektedir.38 Bakara suresindeki faizle ilgili ayetlerin
Medine’de son zamanda indiğine dair bazı rivayetler de yok değildir, Hz. Ömer’den Hz.
Muhammed’in ribayı beyan etmeden vefat ettiğine dair sözler nakledilmiştir.39 Bu rivayetler de
benzer kaygıdan kaynaklanmış olabilir. Çoğunluk ribanın mutlak olarak yasaklanmış olmasını
istiyor, onun için riba ayetlerinde takdim tehir yapıyorlar!
Riba ayetlerinden hangisinin sonra geldiğinde şüphe olsa bile, tarih bilinmediğinde
umum hüküm ile özel hüküm çatıştığında özel hükümle amel edilir diyen usulcüler vardır.40
Mutlakın mukayyede hamli konusunda da böyle düşünülebilir. Dolayısıyla bu da en azından
eşit şartta bir içtihattır. Devlet ekonomide hangi görüşü tercih ederse onu uygular; makul
seviyede, borçluyu ezmeyecek şekilde kredi verebilir, kendisi de aynı şekilde tahvil çıkarabilir.
Faiz bir denge oyunudur. Herkes bu işi beceremeyebilir. Öyle insanlar vardır ki çok az bir faizle
kredi verilse yine iş başaramaz ve suçu faize yükler. Bu durumu bazı insanlar da din adına
kullanırlar. Bu da faiz hakkında kötü reklamı artırır. Adı kötüye çıkmış ismin konuya etkisi
çoktur. Bu açıdan kredi verilirken “kâr payı” veya “nema” dense kredi alıp iş yapanların sayısı
çoğalabilir.
Diğer taraftan daha önce belirtildiği üzere İslam öncesi dönemde Araplar arasındaki riba
borç vadesinde ödenmeyip ertelendikçe konan riba olup ölçüsüz ve ağır olduğundan kat kat riba
borçluyu ezmekte idi. Bazıları bu ribanın kaldırılmasını Hz. Muhammed’den talep ettiler. Hz.
Muhammed de ayette geçtiği üzere Müslümanlara karşı çok merhametli olduğundan41 bu ribayı
yasaklamak istedi. Onu destekleyen ayetler de indi. Bunlara muvafakat denebilir. Nitekim Hz.
Ömer’in görüşü ve talebi üzerine inen ayetler de vardır, bunlara muvafakat-ı Ömer denir.
Geçmişte muvafakat-ı Ömer konusunda Arapça risaleler ve kitaplar yazılmıştır. Onlardan
istifade ile biz de Muvafakat-ı Ömer adlı bir kitap yazıp İslam hukuku açısından ifade ettiklerini
tartıştık.42 Muvafakat-ı Muhammediye de yazılabilir. Durum böyle olmakla birlikte o zaman
şartlı Müslüman olan, alacak faizleri hakkında da şart ileri süren güçlü Sakif kabilesi faiz
alacaklarından vazgeçmek istemedi. İşte bunun üzerine savaş tehdidinden bahseden ayet indi.
Bu ayetin nüzul sebebi aslında tefsir kitaplarında anlatılır.43 Bunu faizi mutlak olarak haram
görenlerin bir kısmı da bilir ve naklederler, fakat ayetteki tehdidi görünce muhakemeyi
zayıflatan korkudan dolayı onun amacını iyice anlamak yerine, “Sebebin hususi olması hükmün
umumi olmasını engellemez” kaidesine sığınarak ribanın kapsamını genişletirler. Bize göre
serinkanlı olarak düşünüp ilgili siyasi, sosyal ve hatta psikolojik ortamı dikkate almak uygun
olur, zira ortada emre karşı gelenler var! O zaman tüm yetkiler devlet başkanın elinde idi, genel
faiz affı çıkarabilir. Bazı kayıtlar her zaman söylenmeyebilir.
Riba kapsamını genişletenlerin yorumlarında “kat kat olarak faiz yemeyin” ayetinde o
zamanki Araplar arasında cereyan eden mevcut riba kastedilmektedir de deniyor, kat kat riba
kaydı bunun içindir deniyor. Buna göre tutarlı olmaları için Kur’an sadece o ribayı haram kıldı
demeleri gerekir. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife, Kur’an’da vazgeçilmesi istenen hamr
(üzümden yapılan içki) ile diğer maddelerden yapılan içkileri ayrı hükme tabi tutmuştur. Hatta
az mayalanmış içki olan nebizi haram saymamıştır.44 İncelikli usul budur! Yasakları
genişletmenin ne topluma ne dine faydası vardır. Bazı insanlar daha dindar gözükmek için dini
zorlaştırırlar. Pratiğini bilmiyoruz ama Ebu Hanife geçen bu usulünü riba ve faiz konusuna
teoride uygulamamış gözüküyor; riba ve faiz daha hassas konu olduğu için o zaman onda aynı
38 Özsoy, İsmail, (1995) “Faiz”, DİA, 12: 110-126. 39 Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, I, 464. 40 Geniş bilgi için bkz. Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (1964) el-Mutemed fî Usuli’l-Fıkh, tahk. M. Hamidullah, Dımeşk
I, 276-282. 41 Tevbe 129. 42 Macit, Yüksel (2019) Muvafakat-ı Ömer, İstanbul 43 İbn Kesir (1980) Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire, I,330. 44 Mevsılî, el-İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, IV, 99-101.
263
usulünü denememiş olabilir. Nitekim hamr ve nebiz konusunda yanlış anlaşılmıştır, bazı
çevrelerce dedikodusu yapılmıştır. Bir rivayete göre arkadaşı Süfyan-ı Sevrî ile yolda yürürken
biri Ebu Hanife’ye nebizin hükmünü sorar, Süfyan elini ağzına götürerek sus işareti yapar.
Diğer mezhep imamları nebizi haram sayar. İçkiler ve ilgili görüşler hakkında geniş bilgi için
İbn Kuteybe’nin Kitabu’l-Eşribe (İçkiler Kitabı) adlı eserine bakabilir. Ebu Hanife’nin hamr ve
nebiz hakkında uyguladığı usule kıyas yaparsak ayette geçen “kat kat olarak faiz yemeyin”
kaydı pekâlâ maksadı ifşa için söylenmiş olabilir. Aksi zaten uygulamada yoktur, örnekleri
geçtiği üzere faiz genel anlamda pratikte hiç kalkmamıştır. Faizin kapsamını genişletmek, ona
inanan muhafazakâr kesimleri ekonomik açıdan geri bırakabilir. Bu kısmı bir paragraf ve not
olarak daha önce başka bir çalışmamızda yazdık.45 Kredi ile ev ve araba alıp başkasına haram
diyenler bahsimizin dışındadır!
Bizim riba yorumumuz bu şekildedir. Bilimsel içtihatlar bağlayıcı değildir. İsteyen
istediğini alabilir. İlim adamı olarak milletimize olan görevimizi yapmaya çalıştık, onların
ekonomik açıdan geri kalmamalarını arzu ettik. Ülke ekonomisi iyi olursa bunun faydası
herkese olur. Tabiatıyla çalışmak da lazım gelir. Görüşlerimizi tenkit etmek isteyen bilimsel
tenkit yapmalıdır. “Doğrular tartışarak bulunur” sözüne katılırız. Nitekim ilahiyatçılar tartışa
tartışa faize gerçekçi çözüm getiremeseler de bazıları Ebu Yusuf’un bir fetvasını genişleterek,
bazı iktisatçılardan da görüş alarak, faizle ilgili bir ayetin son parçasını delil getirerek, borçlarda
enflasyon farkının alınmasının faiz olmadığını keşfettiler, kimi bunu televizyonlardan da ilan
etti. Çelişkili olsa da bu onlar için bir keşif sayılabilir.46 Hz. Muhammed döneminde enflasyon
yok muydu? Tedavüldeki para altın ve gümüş olursa enflasyon olmaz iddiası bir mittir.
“Fiyatlar Hz. Peygamber zamanında çok yükseldi”47 şeklinde başlayan meşhur bir hadis vardır.
Bu hadise göre Hz. Muhammed fiyatlar çok yükseldi, narh koyun tekliflerini iki taraftan birine
haksızlık ederim korkusuyla reddetmiştir, fakat tabiun ve Osmanlı döneminde narh
konmuştur.48 Ayrıca enflasyon farkının faiz olmayacağı keşfine karşı bazı ilahiyatçılar
tarafından reddiye de yazıldı. İşin pratiği de sorunludur; zira enflasyon nasıl tespit edilecek,
resmi tespit gerçek enflasyonu yansıtmasa ne olacak? Dolayısıyla bu nevi parça çözümler
tutmaz. Esastan sistematik çözüm lazım. Zira adam şöyle diyebilir: Enflasyon farkını korumak
için borç vereceğime parayı kendim kullanır kâr ederim. Buna göre sorun yine başa döner.
Sonuca varmak lazım.
5.SONUÇ
45 “Diğer bir tartışma faiz üzerinedir. Eskiyi savunmak daha dindar gözüktürebilir, ilgi ve çevre bulabilir, daha çok
okuyucu bulabilir, ama aynı zamanda Müslümanları da kandırabilir. Zengin işini bilir. Diğeri faiz diye kredi alıp
işini geliştiremez. Kişi ödeyemeyeceği krediyi almasın, ama çağın gereği bankalarla iş yapmasını bilsin. Üç-beş
kuruş karz-ı hasen ile iş kurulmaz. Çoğu onu da vermez. Yabancı para vb. ile borç da yılsonu itibariyle banka
kredisiyle aynı kapıya çıkar; yabancı parayı güçlendirmesi de cabası. İslâm yardımlaşmaya dayalı toplum yapısını
öngörse de bu bir idealdir, ihtiyaç yardımları için söz konusu olabilir; ticaret rekabete dayanır, kimse karşılıksız
borç vermez. Borç verip ödeyemedikçe istediği kadar faiz koymak insanî değildir, tefeciliktir. İslâm’ın yasakladığı
faiz bazılarının da gördüğü gibi tefeciliktir. Faiz mutlak zararlıdır, haramdır diyenlerin bu hususa dikkat etmeleri
gerekir. İlahiyat Fakültelerinde iktisat dersi de okutulmalıdır. [Dersi meslekten iktisatçı vermelidir] Faizsiz
ekonomi rekabet edemez. Aşırı faiz zararlıdır. Faiz konusunun yeniden gözden geçirilmesi gerekir.” Bu
değerlendirmelere düştüğümüz bir nottan şu alıntıyı da nakletmekte fayda olabilir: “Gerçekçi olmak gerekirse,
dindarların ve muhafazakâr bölgelerin genelde orta halli veya fakir kalmasının bir nedeni “mutlak faiz” yasağıdır.
Bunu artık birisinin söylemesi gerekir, biz söyledik.” Macit, Yüksel (2004) Mutezileden Aforizmalar, İstanbul,
s.38-39. 46 Aslında bazı insanlar birbirine az da olsa borç verdiğinde paranın değerini koruyabilmek için altın veya döviz
üzerinden veriyor. Pratik teoriden önce gidiyor. Fakat bunun da şöyle bir sorunu var: Para doğrudan ülke
ekonomisine katılmıyor, yastık altına veya dövize gidiyor, yabancı paranın değerini yükseltiyor. En iyisi devletin
makul düzenlemeler yapmasıdır. Hegel’in dediği gibi, devlet bilinç işidir. 47 Tirmizi, Buyu, 73; Ebu Davud, Buyu, 49; İbn Mace, Ticaret, 37. 48 Yusuf Musa (1983) Fıkh-ı İslam Tarihi, çev. A. Meylanî, İstanbul, s.163-166.
264
Kendi görüşümüzü riba ayetlerinin yorumunda belirttik ama konunun geneli itibariyle
bir şeyler söylemek gerekirse: Faiz insanlık tarihi ile yaşıttır. Teoride, faizi gerekli görenler de
onu zararlı görüp kınayanlar da vardır. Fakat faiz çeşitli isimler altında pratikte/uygulamada
hep var olagelmiştir. Bu açık gerçek kehanet sayılmasın ama insanlar kâr düşünmeksizin
birbirine iş yapacak kadar borç vermediği sürece faiz her zaman var olacaktır. Dinlerin
dayanışmaya dayalı toplum yapısı oluşturmak için faizi kınaması anlaşılabilir, fakat bu cüzi
ihtiyaçlar için reel olabilir; ticari hayat rekabete dayanır, rakipler adına ne denirse densin kârsız
borç vermez. Reel durum budur. Aksini söyleyen kendinden başlayarak kâr beklemeden iş
yapacak kadar borç vermeyi halka benimsetmelidir. Biz sadece tavsiye ederiz demekle bu iş
olmaz. Ekonomi laf ile yürüyecek bir konu değildir. Gerçi bazı ilahiyatçıların sınırlı da olsa
borç para veren vakıflar kurmaya başladıkları duyuluyor, bunlar iyiniyetli güzel teşebbüsler
olabilir, ancak bu toplumun ve ülkenin genel borç ve faiz sorununu çözmez; üç beş hayırsever
zenginden para toplamakla genel sorun çözülemez. Sistematik şeyler düşünmek lazım. Faiz
ayarlarını devlet yapar. Devlet kamu yararını gözetir. Buna fıkıh usulünde kısaca maslahat
denir. Bu konuda Tûfî’nin maslahat düşüncesi işe yarayabilir. Maslahat takdir edilirken
faizlerin yükselip borçluya ve ekonomiye zarar vermemesi için dikkat edilir. Kur’an bir ayette
geçtiği üzere halkı ezen “kat kat riba” olayını yasaklamıştır. Bu ayet ribayla ilgili diğer ayetlerin
mutlak hükmünü takyit edebilir.
Diğer taraftan daha önce bazı çalışmalarımızda da ifade ettiğimiz üzere İslam barış
dinidir, İslam’ın özü merhamet ve adalettir. Faiz konusuna da bu perspektiften bakılabilir. Bazı
ayetler ve hadisler Müslümanlara orta yolu tavsiye eder. Faiz konusunda da orta yol aranabilir.
Tek neden değil ama bu durum İslam dünyasının ekonomik açıdan daha fazla geri kalmaması
için bir çare olabilir. Ekonomik gelişmeyi Avrupa büyük ölçüde başardı. Avrupa Birliği de bunu
pekiştirdi. Doğru doğrudur. Onların tecrübesinden de yararlanılabilir. Mitolojik bakışlarla
ekonomi gelişmez. Ekonomi çok reel bir konudur. Reel gelişmeler gözetilmelidir. Reel durumla
dini karşı karşıya getirmemeliyiz. Aksi halde din de itibar kaybeder. Hâlbuki din manevi bir
ihtiyaçtır. İslam gibi bazı dinlerin hukuku da vardır ama o hukukun da kaybetmemesi için makul
reel gelişmelere göre gelişmesi gerekir. Eşyanın tabiatına aykırı düşen her şey geri kalır. Bu
sözün üstüne artık söz yazılmaz.
KAYNAKÇA
Adam Smith (1997) Ulusların Zenginliği, çev. Ayşe Yunus ve M. Bakırcı, İstanbul
Akdiş, Muhammet (2011) Para Teorisi ve Politikası, 2.Baskı, Ankara
Ali Himmet Berki (1982) Açıklamalı Mecelle, Hikmet Yayınları no:17
Aristoteles (1993) Politika, çev. Mete Tunçay, 4.Basım, İstanbul
Bacon (1994) Denemeler, çev. Akşit Göktürk, İstanbul
Ebu’l-Hüseyn el-Basrî (1964) el-Mutemed fî Usuli’l-Fıkh, tahk. M. Hamidullah, Dımeşk
Cessas, Ebu Bekr er-Râzî (1986) Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut
Dinler, Zeynel (2018) iktisada giriş, 24.Baskı, Bursa
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları (26 Eylül 2017) Kur'an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir,
https://ia600801.us.archive.org/6/items/KuranyoluTefsiri_1_5/Diyanet
KuranYoluTurkceMealVeTefsir.pdf
Işık, Halim (2006) “Eski ve Yeni Ahid’de Faiz,” Marife, yıl. 6, sayı. 1, Bahar, s. 51-76.
İbn Ebi’r-Rebi’ (1917) Sülûku’l-Malik fı Tedbiri’l-Memalik, Mahmiyye-Irak
265
İbn Hübeyre, el-Vezir Ebu’l-Muzaffer (2002) İhtilafu’l-Eimmeti’l-Ulema, tahk. Seyyid Yusuf
Ahmed, Beyrut
İbn Kesir (1980) Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire
İbn Rüşd, Ebu’l-Velid (1985) Bidayetü’l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesid, İstanbul
İmam Suyuti (1992) Sünnetin İslâm’daki Yeri, çev. Enbiya Yıldırım, Ankara
Karafî, Şehabeddin (2019) İhkam, çev. Yüksel Macit, 2.Baskı, İstanbul
Kazgan, Gülten (2012) İktisadî Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, 18.Basım, Ankara
Keynes, John Maynard (2010) Genel Teori İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi, çev. Uğur
Selçuk Akalın, İstanbul
Macit, Yüksel (1994) Ahkamu’s-Sultaniyye’lerde Devlet Başkanlığı Müessesesi (Yüksek
Lisans Tezi), Kayseri
Macit, Yüksel (2017) İslam Hukuku Alanında Nadir Fikirler, İstanbul
Macit, Yüksel (2004) Mutezileden Aforizmalar, İstanbul
Macit, Yüksel (2019) Muvafakat-ı Ömer, İstanbul
Macit, Yüksel (2009) “Hz. Muhammed’den Sonra Nesh Meselesi”, İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi, sy.13, s.295-304
Macit, Yüksel (2019) “Ortak Hukuk Üzerine”, Asoscongress Uluslararası Hukuk
Sempozyumu, Alanya
Mevsılî, Abdullah b. Mahmud (1981) el-İhtiyar li ta’lili’l-muhtar, İstanbul
Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat (2015), Ensar Neşriyat, İstanbul
Murbay, J.B.C. (1866) The History of Usury, Phıladelphıa
Özsoy, İsmail, (1995) “Faiz”, DİA, 12: 110-126
Ragıb el-İsfahanî (1986) Müfredat fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul
Tûfî, Necmeddin (2018) Maslahat Risalesi, çev. Y. Macit, İstanbul
Weber, Max (2014) Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu “Tam Metin”, çev. Mehmet Ökten,
Ankara
Yusuf Musa (1983) Fıkh-ı İslam Tarihi, çev. A. Meylanî, İstanbul
Zekiyyüddin Şaban (2011) İslam Hukuk İlminin Esasları (Usulu’l-Fıkh), çev. İ.Kâfi Dönmez,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/45, 14.Baskı, Ankara
266
EKONOMİK BÜYÜME VE İŞGÜCÜNE KATILIM İLİŞKİSİ: PIIGS
ÜLKELERİ VE TÜRKİYE İÇİN BİR ANALİZ
Dr. Öğretim Üyesi, Mehmet Bölükbaş
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü
Özet
Çalışma ekonomisinin temel kavramlarından birisi işgücüne katılım oranıdır. Bir ekonomideki işgücünün
kurumsal olmayan çalışma yaşındaki nüfusa oranlanmasıyla elde edilen işgücüne katılım oranı pek çok
makroekonomik gelişmeden etkilenebilmektedir. Bu kapsamda çalışmada ekonomik büyüme ve işgücüne katılım
ilişkisi PIIGS (Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan, İspanya) ülkeleri ve Türkiye için 1990-2018 dönemi dikkate
alınarak incelenmiştir. Çalışmada yöntem olarak Kónya (2006) tarafından geliştirilen bootstrap panel Granger
nedensellik analizi kullanmıştır. Ekonomik büyümenin işgücüne katılım ile ilişkisini incelemek için ülkelerin
toplam işgücüne katılım oranından, erkek işgücüne katılım oranından, kadın işgücüne katılım oranından ve
ekonomik büyüme oranından yararlanılmıştır. Analizden elde edilen bulgulara göre, ele alınan ülke grubunun pek
çoğunda ekonomik büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi mevcut iken, sadece
Yunanistan’da işgücüne katılım oranından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Ekonomik büyüme, İşgücüne katılım, PIIGS ülkeleri, Türkiye, Panel nedensellik.
JEL Kodları : E29, F43, O50.
THE RELATIONSHIP BETWEEN ECONOMIC GROWTH AND LABOR FORCE
PARTICIPATION: AN ANALYSIS FOR PIIGS COUNTRIES AND TURKEY
Abstract
Labor force participation rate is one of the basic concepts of labor economy. The labor force participation
rate, which is the ratio of the labor force in an economy to the non-institutional working age population, can be
influenced by many macroeconomic developments. In this context, the relationship between economic growth and
labor force participation has been examined for PIIGS (Portugal, Ireland, Italy, Greece, Spain) countries and
Turkey by considering the period 1990-2018. In the study, bootstrap panel Granger causality test developed by
Kónya (2006) was used as econometric method. In order to examine the relationship between economic growth
and labor force participation, the variables of total labor force participation rate, male labor force participation
rate, female labor force participation rate and economic growth rate were used. According to the findings of the
analysis, there is a unidirectional causality from economic growth to labor force participation in most of the
country groups addressed. Nevertheless, the findings indicated that there is a unidirectional causality from labor
force participation to economic growth in Greece.
Key Words: Economic growth, Labor force participation, PIIGS countries, Turkey, Panel causality.
JEL Codes : E29, F43, O50.
1. GİRİŞ
İşgücüne katılım oranı, işgücü ile işgücüne dahil olmayanların oransal ağırlığını ifade
etmekte olup, işgücünün aktif nüfusa oranı ile ölçülmektedir. Daha açık bir ifadeyle işgücüne
katılım oranı, istihdam edilenler ile işi olmayanların işgücü piyasası ile olan bağlantısını
içermektedir (Lordoğlu ve Özkaplan, 2005: 53). İşgücüne katılım oranının yükseldiği
ekonomilerde, insan kaynağının daha etkin kullanılabileceği ifade edilmektedir. İşgücünde
meydana gelen değişikliklerin ekonomik büyüme sürecini etkilediği, benzer şekilde ekonomik
büyümedeki dalgalanmaların da işgücüne katılım üzerinde etki oluşturduğu
söylenebilmektedir. Buradan yola çıkılarak da, ekonomik büyüme ve işgücüne katılım arasında
iki yönlü ilişkilerin bulunduğu düşünülebilir (Özçağ, 2019: 1284).
Bu kapsamda çalışmada ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi PIIGS ülkeleri
ve Türkiye için araştırılmıştır. PIIGS ülkeleri olarak bilinen ve Portekiz, İrlanda, İtalya,
Yunanistan ve İspanya’dan oluşan bu ülke grubunun işgücü piyasalarında küresel finansal
267
krizin etkisi ile önemli gelişmeler yaşanmış, ekonomik büyümelerinde ise gerilemeler
görülmüştür. Türkiye’de ise ekonomik büyüme açısından durum biraz daha farklı olmakla
birlikte işgücü piyasaları için benzer gelişmelerden söz edilebilir. Bu nedenle çalışmada
ekonomik büyümenin işgücüne katılım ile ilişkisini incelemek üzere bu kısımda ilk olarak
PIIGS ülkeleri ve Türkiye’de ekonomik büyüme ve işgücüne katılım oranı göstergelerine yer
verilmiştir.
Şekil 1. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Ekonomik Büyüme Oranları (%)
Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.
Şekil 1’de yer alan göstergelere bakıldığında PIIGS ülkelerinde ve Türkiye’de 1990
yılına oranla 2000 yılında ekonomik büyümede önemli gelişmelerin olduğu görülmektedir. Bu
süreçte İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’da ekonomik büyümede artışlar yaşanırken
Portekiz ve Türkiye’de ekonomik küçülme gerçekleşmiştir. 2010 yılında gelindiğinde PIIGS
ülkelerinde küresel krizin etkisi ile ekonomik büyümede önemli gerilemeler yaşanırken,
Türkiye’de ekonomik büyüme artış hızı %8.4 olarak gerçekleşmiştir. 2018 yılında gelindiğinde
İrlanda ekonomisi önemli bir ekonomik büyüme artışı yakalamış, İtalya hariç diğer PIIGS
ülkelerinde ise 2010 yılına oranla artışlar yaşanmıştır. 2018 yılında Türkiye’de gerçekleşen
ekonomik büyüme oranına bakıldığında da %2.5’luk bir artış izlenmektedir.
Şekil 2. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Toplam İşgücüne Katılım Oranları (%)
Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.
Dünya Bankası (2019) verilerine göre, PIIGS ülkelerinde genel olarak 1990 yılından
2018 yılına kadar toplam işgücüne katılım oranında artışların yaşandığı görülmektedir. Örneğin
toplam işgücüne katılım oranı Portekiz’de %70’ler düzeyinden %75’lere kadar, İtalya’da
%60’lar düzeyinden %65’lere kadar, İspanya’da yine %60’lar düzeyinden %74’lere kadar artış
3,9
3,7
1,8 2,1
8,4 9
,4
1,8
8,1
1,9
3,7
1,6
0,8
0
3,9
-5,4
1,9
3,7
5,2
0
2,5
9,2
6
6,6
4 8,4
2,5
1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8
Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye
69
,8
71 73
,5
74
,8
64
,7 70
,9
71
,8
72
,7
60
,4
59
,8
61
,9
65
,2
60
,1 64
,8
68
,2
68
,4
59
,7 65
,2 73
,7
73
,9
59
,7
51
,5
51
,6 57
,6
1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8
Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye
268
göstermiştir. PIIGS ülkelerinden farklı olarak Türkiye ekonomisinde ise 1990 yılında %60’lar
seviyesinde olan toplam işgücüne katılım oranı 2000 ve 2010 yılında %51’lere kadar gerilemiş,
2018 yılına gelindiğinde ise toparlama eğilimi göstererek %57 düzeyine yükselmiştir. Ancak
bu yükselmeye rağmen yine de Türkiye’de toplam işgücüne katılım oranı PIIGS ülkelerinin
gerisinde kalmaktadır.
Şekil 3. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Erkek İşgücüne Katılım Oranları (%)
Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.
Ülkelerin erkek nüfüsundaki işgücüne katılım oranlarını gösteren şekil 3’e bakıldığında,
genel olarak 1990 yılından 2018 yılına doğru azalış yaşandığı izlenebilmektedir. Ülkelerin
nüfus gelişmeleriyle de ilgili olan bu durum dikkat çekici görünmektedir. Erkek işgücüne
katılım oranı Portekiz’de 1990 yılında %82.3 iken, 2018 yılında %78 oranında gerçekleşmiştir.
Aynı dönemlerde İrlanda’da %83.6’dan %78.8’e, İtalya’da %77.2’den %74.8’e, Türkiye’de ise
%84.1 düzeyinden %78.1’e kadar gerileme söz konusudur. Erkeklerin işgücüne katılımında
görülen bu değişime karşılık kadınların işgücüne katılım oranlarında tersi bir gelişme yaşanmış
ve yıllar itibariyle önemli artışların olduğu izlenmiştir. Aşağıda yer alan şekil 4 bu durumu
özetlemektedir.
Şekil 4. PIIGS Ülkelerinde ve Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım Oranları (%)
Kaynak: Dünya Bankası (2019) verileriyle derlenmiştir.
Kadınların işgücüne katılım düzeyi ve bu düzeyin yükseltilmesi pek çok çalışmaya konu
olmuştur. Teorik ve ampirik olarak yapılan çalışmalarda kadınların işgücüne katılım düzeyinin
yükseltilmesinin hem sosyal hem ekonomik gelişmelere yol açacağı dile getirilmektedir. Buna
rağmen özellikle gelişmekte olan pek çok ülkede kadınların işgücüne katılım düzeyleri halen
beklenenin altında gerçekleşmektedir. Türkiye de bu ülkelerden biridir. Dünya Bankası (2019)
verilerine göre, Türkiye’de 1990 yılında %36’lar düzeyinde olan kadın işgücüne katılım oranı,
82
,3
78
,7
77
,6
78
83
,6
83
,3
79
78
,8
77
,2
73
,5
73
,1 74
,876
,7 78
,3
78
,5
76
,178 78
,5 80
,9
78
,9
84
,1
76
74
,5
78
,1
1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8
Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye
58 6
3,6 69
,6
71
,7
45
,7
58
,4 64
,6
66
,7
43
,8
46
,1 50
,8 55
,7
43
,3 51
,1 57
,8
60
,5
41
,4
51
,8
66
,2
68
,8
36
,2
27
,8
29
,5 37
,5
1 9 9 0 2 0 0 0 2 0 1 0 2 0 1 8
Portekiz İrlanda İtalya Yunanistan İspanya Türkiye
269
2000 yılında %27’lere kadar gerilemiş, 2018 yılında ise %37.5 olarak gerçekleşmiştir. Yani
yaklaşık otuz yıllık bir dönemde önemli bir iyileşmeden bahsedilememektedir. PIIGS ülklerine
bakıldığında ise yıllar itibariyle kadınların işgücüne katılım düzeyinde artışların olduğu
izlenmektedir. Örneğin Portekiz’de %58’lerden %72’lere kadar, İrlanda’da %45’lerden
%67’lere kadar, İtalya’da %43’lerden %55’lere kadar, Yunanistan’da %43’lerden %60’lara
kadar, İspanya’da ise %41’lerden %69’lara kadar yükselmeler görülmüştür.
Çalışmanın bundan sonrası üç aşamadan oluşmaktadır. İlk olarak ekonomik büyüme ve
işgücüne katılım arasındaki ilişkiyi konu eden çalışmalara yer verilerek literatür incelemesi
gerçekleştirilmiştir. Ardından bootstrap panel Granger nedensellik testi ile konuya yönelik
ekonometrik bir analiz tamamlarak PIIGS ülkeleri ve Türkiye’de ekonomik büyüme ve
işgücüne katılım ilişkisi araştırılmıştır. Son kısımda ise çalışmanın analizinden elde edilen
ampirik bulgular değerlendirilmiştir.
2. LİTERATÜR İNCELEMESİ
Çalışmanın bu kısmında konuya yönelik literatür incelemesine yer verilmiştir.
Ekonomik büyüme ve işgücü piyasasının işleyişine yönelik yapılan çok sayıda çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu ekonomik büyüme ve işsizlik ilişkisini
incelemeye odaklanmakta ve “Okun Yasası” olarak da bilinen büyüme-işsizlik olgusunu
açıklamaya yönelmektedir. Diğer yandan istihdam ve ekonomik büyüme kapsamında
tamamlanan çalışmalara da rastlanmakta ve “istihdam yaratmayan büyüme” ya da “istihdamla
büyüme” konularının işlendiği izlenmektedir. Ekonomik büyümenin işgücüne katılım oranına
etkisini inceleyen çalışmalar ise literatürde azımsanmayacak bir düzeydedir. İşgücüne katılım
oranı konulu çalışmalara bakıldığında yukarıda da değinildiği gibi özellikle kadın işgücüne
katılım düzeyinin akademik çalışmalarda sıklıkla ele alındığı görülmektedir. Söz konusu
çalışmalarda genel olarak ekonomik büyüme ve kadın işgücüne katılım arasında “U-şekilli” bir
ilişki olduğu ileri sürülmekte ve ekonomik büyüme ile kadın işgücüne katılım arasındaki
ilişkinin negatif ve pozitif yönde değişebileceği düşünülmektedir. Aşağıda yer alan tabloda
literatürden rastgele seçilmiş bazı ampirik çalışmalara ve çalışmaların bulgularına yer
verilmiştir.
Tablo 1. Literatür İncelemesinden Örnekler
Çalışmanın
Yazar(lar)ı ve
Yılı
Çalışmanın
Örneklemi
Çalışmanın
Dönemi
Çalışmada Kullanılan
Yöntem(ler)
Özçağ, 2019
Yeni sanayileşen
ülkeler
1990-2017 Bootstrap panel Granger
nedensellik testi
Çalışmada işgücüne katılım ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik
ilişkilerinin ülkelere göre değiştiği belirtilerek yeni sanayileşen ülkelerde,
ekonomik büyüme ile işgücü arasındaki nedensellik ilişkilerinin, ekonomik
büyüme ve işgücüne katılım oranı arasındaki nedensellik ilişkilerine göre daha
yoğun olduğuna dikkat çekilmiştir.
Taş, 2019
Türkiye 2008-2018 ARDL eşbütünleşme testi
Çalışmada kadın istihdamı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenmiş
ve kısa dönemde değişkenler arasında pozitif bir ilişki, uzun dönemde ise
negatif bir ilişki tahmin edilmiştir.
270
Gündoğdu,
2018
Türkiye 2005-2017 ARDL testi
Çalışmada Türkiye’de kadının işgücüne katılımını etkileyen faktörler
araştırılmış ve sonuç olarak ekonomik büyümenin ve işsizliğin kısa dönemde
kadınların işgücüne katılım oranını negatif yönde etkilediği, uzun dönemde
ise pozitif yönde etkilediği tespit edilmiştir.
Doğan ve
Akyüz, 2017
Türkiye 2000Q1-2013Q4. ARDL sınır testi yaklaşımı
Analiz bulguları ekonomik büyümenin önce kadınların işgücüne katılım
oranını arttırdığını ama sonra kadınların işgücüne katılım oranını azalttığını
göstermektedir.
Zeren ve Savrul,
2017
Türkiye 1991-2014 Saklı eşbütünleşme testi
Çalışmadan elde edilen bulgular, ekonomik büyümenin, işsizliğin ve
kentleşmenin, kadın istihdam oranı üzerinde etkisi olduğunu ve değişkenler
arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğunu göstermektedir.
Chen vd. 2014
OECD ülkeleri - -
Diğer çalışmalardan farklı olarak bu çalışma bulguları işsizlik tazminatındaki
artışların işgücüne katılımı artırdığını, bu durumun da istihdam ve ekonomik
büyüme artışına yol açtığını göstermektedir.
Seyfried, 2014
PIIGS ülkeleri 1999-2012 Regresyon analizi
Sonuçlar İspanya'da göreceli olarak çok yüksek bir istihdam esnekliği
olduğunu ortaya koymakta, diğer ülkelere ise, istihdamın ekonomik
büyümeye karşı oldukça duyarlı olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte
sendikalaşma derecesi ve işçilerin geçici sözleşmelerdeki payı gibi işgücü
piyasasının belirli özelliklerinin, ekonomik büyümenin istihdam
yoğunluğundaki farklılıkları açıklamada yardımcı olduğuna dair bazı kanıtlar
da elde edildiği söylenebilmektedir.
Lahoti ve
Swaminathan,
2013
Hindistan 1983-2012 -
Çalışma bulgularından elde edilen sonuçlara göre, Hindistan için ekonomik
büyüme (kalkınma) değişkeni ile kadın işgücüne katılımı arasında ters yönlü
bir ilişki mevcuttur.
Günsoy ve
Özsoy, 2012
Türkiye 2005-2011 VAR analizi
Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre, ekonomik büyüme üzerinde anlamlı
bulunan değişken ilk sırada meslek lisesi mezunu kadınların işgücüne katılım
oranı iken ikinci sırada yükseköğretim mezunu kadınların işgücüne katılım
oranıdır.
Sodipe ve
Ogunrinola,
2011
Nijerya 1981-2006 En küçük kareler yöntemi
Yapılan ekonometrik analiz sonucunda istihdam düzeyi ile ekonomik büyüme
arasında pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunurken, istihdam
artışı ile ekonomideki GSYH büyüme oranı arasında negatif bir ilişki olduğu
izlenmiştir.
271
Lincove, 2008
141 ülke 1970-2000 Panel veri analizi
Çalışmanın analizlerinin ardından ekonomik büyümedeki gelişmelerin
özellikle kadınların işgücüne katılımına etki ettiğine dikkat çekilmiştir.
Literatürde yer alan çalışmalardan anlaşılacağı üzere ekonomik büyüme ile işgücüne
katılım ilişkisinin yönüne dair bir fikir birliğinden bahsedilememektedir. Yukarıda da
değinildiği üzere daha çok kadın işgücüne katılımının ekonomik büyüme ile ilişkisini inceleyen
çalışmalara rastlanmakta ve bu çalışmalarda da ekonomik büyüme ve kadın işgücüne katılım
arasında negatif ve/veya pozitif ilişki bulan çalışmaların olduğu görülmektedir.
Bu çalışmada ise ekonomik büyüme ile işgücüne katılım ilişkisi diğer çalışmalardan
farklı olarak toplam, erkek ve kadın işgücüne katılım oranları dikkate alınarak araştırılmış ve
bu kapsamda bir sonraki bölümde PIIGS ülkeleri ve Türkiye için ekonometrik bir analize yer
verilmiştir.
3. PIIGS ÜLKELERİ VE TÜRKİYE İÇİN EKONOMETRİK ANALİZ
Çalışmanın bu kısmında PIIGS ülkeleri olarak bilinen Portekiz, İrlanda, İtalya,
Yunanistan ve İspanya için ve bazı ekonomik göstergeler bakımından bu ülke grubuna
benzeyen Türkiye için ekonometrik bir analiz yapılmıştır. Ekonometrik analiz kapsamında
ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi incelenmiş, bunun için bootstrap panel Granger
nedensellik yöntemi kullanılmıştır. 1990-2018 verilerinin ele alındığı çalışmada değişken
olarak ülkelerin toplam işgücüne katılım oranı (IKO), erkek işgücüne katılım oranı (IKOM),
kadın işgücüne katılım oranı (IKOF) ve ekonomik büyüme (GDP) oranı seçilmiştir. Dünya
Bankası’ndan (2019) edinilen veri seti ile birlikte üç farklı panel veri modeli oluşturulmuş olup
bu modeller şu şekildedir;
𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛼1𝑖 + 𝛼2𝑖𝐼𝐾𝑂 + 𝑢𝑖𝑡 (1)
𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛿1𝑖 + 𝛿2𝑖𝐼𝐾𝑂𝑀 + ԑ𝑖𝑡 (2)
𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 = 𝛽1𝑖 + 𝛽2𝑖𝐼𝐾𝑂𝐹 + ƿ𝑖𝑡 (3)
(1) numaralı model, toplam işgücüne katılım oranı ve ekonomik büyüme arasındaki
nedenselliğin, (2) numaralı model, erkek işgücüne katılım oranı ve ekonomik büyüme
arasındaki nedenselliğin, (3) numaralı model ise kadın işgücüne katılım oranı ve ekonomik
büyüme arasındaki nedenselliğin tahmini için kurulmuştur. Modellerdeki i (i=1, 2, 3, …. 6)
ülkeleri temsil ederken, t (t=1990, 1991, . . . 2018), ise zaman periyodunu ifade etmektedir.
Bunların dışında modellerdeki 𝛼1𝑖, 𝛿1𝑖 ve 𝛽1𝑖 sabit terimleri, 𝛼2𝑖, 𝛿2𝑖 ve 𝛽2𝑖 bağımsız değişken
katsayılarını 𝑢𝑖𝑡 , ԑ𝑖𝑡 ve ƿ𝑖𝑡 ise hata terimlerini göstermektedir.
Bu çalışmada yöntem olarak tercih edilen ve Kònya (2006) tarafından geliştirilen
bootstrap panel Granger nedensellik testi diğer yöntemlerden pek çok yönüyle
farklılaşmaktadır. Bu yöntemin diğer yöntemlerden en belirgin farkı serilerde durağan olma
zorunluluğunun aranmaması ya da eşbütünleşme ilişkisine sahip olma zorunluluğunun yer
almamasıdır. Bununla birlikte ekonometrik analizlerde önemli olan yatay kesit bağımlılığı ve
panel heterojenite konuları bu yöntemde önemsenmektedir. Bu durum hem ülkelere özgü
bulgular elde edilmesini hem de daha gerçekçi sonuçlara ulaşılmasını sağlamaktadır. İki
aşamadan oluşan bu testte ilk olarak yatay kesit bağımlılığı ve panel heterojenite araştırılması
yapılır, ardından ise Zellner (1992) tarafından geliştirilen SUR (seemingly unrelated
regressions-görünürde ilişkisiz regresyon) tekniğiyle modeldeki değişkenler arasındaki
272
Granger nedensellik ilişkisi ülkeler için tahmin edilir. Bu teknikte her bir yatay kesit için Wald
test istatistiği ve bootstrap kritik değeri hesaplanmaktadır. Yatay kesitler için geçerli olan kritik
değerler bootstrap ile elde edileceği için serilerin de düzey değerlerine yer verilir. Bu nedenle
durağanlık sınaması bu aşamada gerekli değildir. Kar ve diğerlerinin (2011: 689) de belirttiği
gibi bu test iki denklem grubunu kapsayan bir sistemi tanımlamaya odaklanır ve bu sistem şu
şekilde ifade edilir;
𝑌1,𝑡 = 𝛼1,1 + ∑ 𝛽1,1,𝑗𝑌1,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑦1
𝑗=1
∑ 𝛾1,1,𝑗𝑋1,𝑡−𝑗 + 휀1,1,𝑡
𝑙𝑥1
𝑗=1
𝑌2,𝑡 = 𝛼1,2 + ∑ 𝛽1,2,𝑗𝑌2,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑦2
𝑗=1
∑ 𝛾1,2,𝑗𝑋2,𝑡−𝑗 + 휀1,2,𝑡
𝑙𝑥2
𝑗=1
⋮
𝑌𝑁,𝑡 = 𝛼1,𝑁 + ∑ 𝛽1,𝑁,𝑗𝑌𝑁,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑦𝑁
𝑗=1
∑ 𝛾1,𝑁,𝑗𝑋𝑁,𝑡−𝑗 + 휀1,𝑁,𝑡
𝑙𝑥𝑁
𝑗=1
(4)
ve
𝑋1,𝑡 = 𝛼2,1 + ∑ 𝛽21,𝑗𝑌1,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑥1
𝑗=1
∑ 𝛾2,1,𝑗𝑋1,𝑡−𝑗 + 휀2,1,𝑡
𝑙𝑦1
𝑗=1
𝑋2,𝑡 = 𝛼2,2 + ∑ 𝛽2,2,𝑗𝑌2,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑥2
𝑗=1
∑ 𝛾2,2,𝑗𝑋2,𝑡−𝑗 + 휀2,2,𝑡
𝑙𝑦2
𝑗=1
⋮
𝑋𝑁,𝑡 = 𝛼2,𝑁 + ∑ 𝛽2,𝑁,𝑗𝑌𝑁,𝑡−𝑗 +
𝑙𝑥𝑁
𝑗=1
∑ 𝛾2,𝑁,𝑗𝑋𝑁,𝑡−𝑗 + 휀2,𝑁,𝑡
𝑙𝑦𝑁
𝑗=1
(5)
Eşitliklerde bulunan; Y, ekonomik büyüme oranını, X, işgücüne katılım oranını
(toplam/erkek/kadın), N, ülke sayısını, t zaman periyodunu 𝛼, 𝛽 ve 𝛾 ortak faktörleri ve 휀 ise
bozulmayı ifade etmektedir. Bunların dışında l ise maksimum gecikme uzunluğunu
göstermektedir. Bu çalışmada maksimum gecikme uzunluğu 4 olarak belirlenmiş olup, uygun
gecikme uzunluğuna Akaike ve Schwarz bilgi kriterleri yardımıyla karar verilmiştir.
Bu tekniğin ilk aşaması olan yatay kesit bağımlılığı testi hem modeller için hem de
seriler için yapılmış ve aşağıda yer alan tablolarda sonuçlar sunulmuştur.
Tablo 1. Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları (Model Düzeyinde)
Yöntem Model-1 Model-2 Model-3
İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık
CDLM1 112.083* 0.000 120.847* 0.000 132.632* 0.000
CDLM2 17.725* 0.000 19.325* 0.000 21.477* 0.000
CD 8.859* 0.000 9.232* 0.000 9.688* 0.000
CDLMadj 0.308 0.379 0.271 0.393 0.473 0.318
Not: *, %1’de anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
273
Tablo 2. Yatay Kesit Bağımlılığı Test Sonuçları (Seriler Düzeyinde)
Yöntem
GDP IKO IKOM IKOF
İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık
CDLM1 64.788* 0.000 61.331* 0.000 33.283* 0.004 38.470* 0.001
CDLM2 9.090* 0.000 8.459* 0.000 3.338* 0.000 4.285* 0.000
CD -1.306*** 0.096 -1.678** 0.047 -2.687* 0.004 -1.837** 0.033
CDLMadj 2.637* 0.004 14.608* 0.000 17.000* 0.000 20.738* 0.000
Not: *, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10’da anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
Bu çalışmada zaman periyodu ülke sayısından yüksek olduğu için “tahmin modelleri
için yatay kesit bağımlılığı yoktur” boş hipotezi CDLM1 ve CDLM2 ortak sonuçlarına göre
reddedilmiştir. Aynı şekilde ekonomik büyüme, toplam işgücüne katılım oranı, erkek işgücüne
katılım oranı ve kadın işgücüne katılım oranı serileri için de “yatay kesit bağımlılığı yoktur”
iddiasındaki boş hipotezler farklı anlamlılık düzeylerinde test istatistikleri sonuçlarına göre
reddedilmiştir. Bu bulgudan hareketle PIIGS ülkelerinde ve Türkiye’de yaşanan bir şokun diğer
ülkelere de etkisi olabileceği ifade edilebilir. Yatay kesit bağımlılığı testinden sonra çalışmada
panel heterojenite testi de yapılmış ve sonuçları aşağıda yer alan tabloda sunulmuştur.
Tablo 3. Panel Heterojenite (Eğim Homojenliği) Test Sonuçları
Method Model-1 Model-2 Model-3
İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık İstatistik Olasılık
∆̃ 7.916* 0.000 3.562* 0.000 2.131** 0.017
∆̃𝐚𝐝𝐣 8.344* 0.000 3.755* 0.000 2.247** 0.012
Not: * ve ** sırasıyla %1 ve %5’de anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
Panel heterojenite test sonuçlarına göre “eğim katsayıları homojendir” iddiasındaki boş
hipotezler model 1 ve model 2 için %1 anlamlılık düzeyinde, model 3 için ise %5 anlamlılık
düzeyinde reddedilmiştir. Bu bulgu da ekonomik büyüme ile işgücüne katılım oranı arasındaki
ilişkilerin ülkelere göre farklılaşabileceğini ifade etmesi açısından önemli olarak
değerlendirilebilir. Yapılan yatay kesit bağımlılığı ve panel heterojenite testlerinin ardından ön
varsayımların geçerli olduğu söylenebilmekte ve ülkeler için nedensellik testi aşamasına
geçilebilmektedir. Bootstrap panel Granger nedensellik testi model 1, model 2 ve model 3 için
ayrı ayrı gerçekleştirilmiş ve sonuçları aşağıda yer alan tablolarda sunulmuştur.
274
Tablo 4. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 1)
Ülkeler
Hipotez: 𝐈𝐊𝐎 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎
Sonuçlar Wald
İstatistikleri
[EC]
Bootstrap
Kritik
Değerler
Wald
İstatistikleri
[EC]]
Bootstrap
Kritik
Değerler
%1 %5 %1 %5
Portekiz 0.000 10.51 6.09 0.000 4.76 2.72 IKO ↮ GDP
İrlanda 0.236 11.99 6.53 0.068 16.95 9.36 IKO ↮ GDP
İtalya 0.016 11.30 5.99 13.118* 6.70 3.62 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎
Yunanistan 0.607 7.53 4.54 3.514 6.60 4.48 IKO ↮ GDP
İspanya 0.419 9.99 5.84 4.450 13.39 9.99 IKO ↮ GDP
Türkiye 3.578 12.00 6.14 1.560 9.68 5.27 IKO ↮ GDP
Not: *, %1 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
Ekonomik büyüme ve toplam işgücüne katılım oranı arasındaki ilişkiyi incelemek için
oluşturulan model 1’in nedensellik test sonuçlarına göre, sadece İtalya’da ekonomik
büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir.
Diğer ülkelerde söz konusu değişkenler arasında bir nedensellik ilişkisine rastlanmamıştır.
Tablo 5. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 2)
Ülkeler
Hipotez: 𝐈𝐊𝐎𝐌 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎𝐌
Sonuçlar Wald
İstatistikleri
[EC]
Bootstrap
Kritik
Değerler
Wald
İstatistikleri
[EC]]
Bootstrap
Kritik
Değerler
%1 %5 %5 %10
Portekiz 1.253 9.23 5.02 11.046** 7.35 5.82 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌
İrlanda 2.935 15.24 9.25 8.513*** 8.87 6.71 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌
İtalya 0.394 10.84 5.97 0.813 2.77 1.99 IKOM ↮ GDP
Yunanistan 2.970** 4.81 2.48 3.589 4.79 3.64 𝐈𝐊𝐎𝐌 → 𝐆𝐃𝐏
İspanya 0.236 4.83 2.67 1.513 4.53 3.30 IKOM ↮ GDP
Türkiye 1.039 10.98 5.85 4.125*** 4.94 3.32 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐌
Not: ** ve *** sırasıyla %5 ve %10 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
Ekonomik büyüme ve erkek nüfustaki işgücüne katılım oranı arasındaki ilişki için
yapılan test sonuçları ise biraz daha farklıdır. Tablodan anlaşılacağı üzere Portekiz, İrlanda ve
Türkiye’de ekonomik büyümeden erkek işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik
ilişkisi mevcut iken, Yunanistan’da erkek işgücüne katılım oranından ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi elde edilmiştir. İtalya ve İspanya ülkelerinde ise bu
değişkenler arasında herhangi bir ilişki olmadığı görülmüştür.
275
Tablo 6. Bootstrap Panel Granger Nedensellik Test Sonuçları (Model 3)
Ülkeler
Hipotez: 𝐈𝐊𝐎𝐅 ↛ 𝐆𝐃𝐏 Hipotez: 𝐆𝐃𝐏 ↛ 𝐈𝐊𝐎𝐅
Sonuçlar Wald
İstatistikleri
[EC]
Bootstrap
Kritik
Değerler
Wald
İstatistikleri
[EC]]
Bootstrap
Kritik
Değerler
%1 %5 %1 %5
Portekiz 2.440 13.56 8.94 0.455 7.41 4.43 IKOF ↮ GDP
İrlanda 0.755 10.13 5.49 8.902* 8.09 4.43 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅
İtalya 3.376 13.73 8.56 3.724** 5.75 3.33 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅
Yunanistan 2.293 11.30 8.11 2.492** 2.95 1.69 𝐆𝐃𝐏 → 𝐈𝐊𝐎𝐅
İspanya 1.340 10.41 7.09 0.096 4.12 2.26 IKOF ↮ GDP
Türkiye 0.083 12.71 6.71 0.131 8.36 5.08 IKOF ↮ GDP
Not: * ve ** sırasıyla %1 ve %5 anlamlılık düzeyini ifade etmektedir.
Son olarak ekonomik büyüme ve kadın nüfustaki işgücüne katılım oranı arasındaki
ilişkiye odaklanan model 3’ün sonuçları da İrlanda, İtalya ve Yunanistan’da ekonomik
büyümeden kadın işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğunu
göstermektedir. Diğer ülkelerde ise ekonomik büyümenin kadınların işgücüne katılım oranına
etkisine yönelik herhangi bir bulguya ulaşılamamıştır.
4. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Ekonomik büyümede yaşanan gelişmelerin işgücü piyasası üzerindeki etkisi iktisat alanının
temel konularından biridir. İşgücü piyasasının en önemli unsurlarından biri olan işgücüne katılım
oranının ya da işgücüne katılım düzeyinin yükseltilmesi ise ülkelerin önemsediği bir konu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda ekonomik büyüme ve işgücüne katılım ilişkisi bu çalışmada PIIGS
ülkeleri ve Türkiye için araştırılmış ve dikkate değer bulgular elde edilmiştir.
1990-2018 dönemi verileri kullanılarak yapılan bootstrap panel Granger nedensellik testi
sonuçlarına göre, İtalya’da ekonomik büyümeden işgücüne katılım oranına doğru tek yönlü bir
nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir. Buna göre İtalya ekonomisinde işgücüne katılım düzeyinin
ekonomik büyüme ile olan ilişkisi önemsenmesi gereken bir konu olarak değerlendirilebilir. Diğer
yandan çalışmada işgücüne katılım oranı erkek ve kadın nüfüsa göre de ele alınmış ve yapılan test
sonuçlarına göre, Portekiz, İrlanda ve Türkiye’de ekonomik büyümeden erkek işgücüne katılım oranına
doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu, Yunanistan’da ise erkek işgücüne katılım oranından
ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu izlenmiştir. Bu sonuçlardan farklı
olarak İrlanda, İtalya ve Yunanistan’da ekonomik büyümeden kadın işgücüne katılım oranına doğru tek
yönlü nedensellik ilişkisi olduğu da görülmüştür.
Çalışma kapsamında değerlendirilen ülkelerde istihdam politikalarının farklılıklar içermesi ya
da ülkelere özgü işgücü piyasası sorunları/yapısı bulguların ülkelere özgü değişmesini açıklamak için
önemsenmesi gereken unsurlar olarak değerlendirilebilir. Bu çalışma genç nüfustaki işgücüne katılım
düzeyinin dikkate alınması ile daha da genişletilebilir ve ülkeler için daha uzun dönem dikkate alınarak
farklı bulguların elde edilmesi sağlanabilir.
276
KAYNAKÇA
Chen, B. L, Hsu, M. ve Lai, C. F. (2014) “Labor Force and Relationship Between Long-
run Growth and Unemployment”, https://editorialexpress.com/cgi-
bin/conference/download.cgi?db_name=CEF2015&paper_id=138 (27.11.2019)
Doğan, B. ve Akyüz, M. (2017) “Female Labor Force Participation Rate and Economic
Growth in the Framework of Kuznets Curve: Evidence From Turkey” Review of Economic and
Business Studies, 10(1), 33-54.
Dünya Bankası (2019), “World Bank Open Data” https://data.worldbank.org/
(10/07/2019).
Gündoğdu, A. (2018) “Kadınların İşgücüne Katılımını Etkileyen Faktörlerin
Belirlenmesi: Türkiye Uygulaması”, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ.
Günsoy G. ve Özsoy, C. (2012) “Türkiye’de Kadın İşgücü, Eğitim ve Büyüme
İlişkisinin VAR Analizi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar, 49(568), 21-40.
Kar, M., Nazlıoğlu, Ş. ve Ağır, H. (2011) “Financial Development and Economic
Growth Nexus in the MENA Countries: Bootstrap Panel Granger Causality Analysis”,
Economic Modelling, 28, 685-693.
Lahoti, R. ve Swaminathan, H. (2013) “Economic Development and Female Labor
Force Participation in India”, IIM Bangalore Research Paper No. 414.
Lordoğlu, K. ve Özkaplan, N. (2005) “Çalışma İktisadı”, Düzeltilmiş İkinci Baskı,
İstanbul: Der Yayınları.
Lincove, J. A. (2008) “Growth, Girls' Education, and Female Labor: A Longitudinal
Analysis”, The Journal of Developing Areas, 41(2), 45-68.
Kónya, L. (2006) “Exports and Growth: Granger Causality Analysis on OECD
Countries with a Panel Data Approach”, Economic Modelling, 23(6), 978-992.
Özçağ, M. (2019) “Yeni Sanayileşen Ülkelerde Ekonomik Büyüme ve İşgücüne Katılım
Oranı İlişkisi”, IV. Uluslararası Girişimcilik, İstihdam ve Kariyer Kongresi, Bodrum-Muğla.
Seyfried, W. (2014) “Examining the Employment Intensity of Economic Growth of the
PIIGS”, International Business & Economics Research Journal – May/June 2014, 13(3), 593-
598.
Sodipe, O. A. ve Ogunrinola, O. I. (2011) “Employment and Economic Growth Nexus
in Nigeria”, International Journal of Business and Social Science, 2(11), 232-239.
Taş, S. (2019) “Türkiye’de Kadin Iş Gücünün Görünümü Ve Büyümeye Etkisi (2008-
2018)”, KTO Karatay Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya.
Zellner, A. (1962) “An Efficient Method of Estimating Seemingly Unrelated
Regressions and Tests for Aggregation Bias”, Journal of the American Statistical Association,
57, 348–368.
Zeren, F. ve Savrul, K. B. (2017) “Kadınların İşgücüne Katılım Oranı, Ekonomik
Büyüme, İşsizlik Oranı ve Kentleşme Oranı Arasındaki Saklı Koentegrasyon İlişkisinin
Araştırılması”, Yönetim Bilimleri Dergisi, 15(30), 87-103.
277
DÖVİZ KURLARINDAKİ GELİŞMELERİN BÜTÇE ÜZERİNE
ETKİLERİ: 1989 SONRASI TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Prof. Dr. Nilgün ACAR BALAYLAR
Prof. Dr. Yaşar UYSAL
Özet
Döviz kurlarındaki gelişmeler tüm ülke ekonomilerinde önemli etkiler yaratabilmekte, bu nedenle de büyük önem
taşımaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinin hızlandığı 1990 sonrası dönemde de, küresel ticaret savaşlarının
başladığı 2018 sonrası dönemde de, yani birbirinden oldukça farklı konjonktürlerde, bu önemin arttığını söylemek
mümkündür. Döviz kurlarındaki nominal ve reel gelişmelerin tüm makro değişkenleri etkileme potansiyeli
bulunmaktadır. Yatırım, üretim (büyüme), istihdam, dış ticaret, enflasyon döviz kurlarının etkileyebileceği başlıca
makro boyutlardır.
Diğer taraftan kamu dengeleri ve bu dengelerde yaşanan gelişmeler de, 2010 sonrası Euro bölgesi krizinde
görüldüğü gibi, ülke ekonomileri açısından kritik öneme sahiptir. Nitekim, kamu dengelerinde bozulma devletin
içeriden ve/veya dışarıdan borçlanmasına neden olmakta, bu da hem ülke içinde hem de ülkenin dış dengelerinde
bazı ilave sorunlar üretebilmektedir.
Bu çalışmada ekonominin bu farklı iki boyutundaki etkileşimlerin Türkiye özelinde değerlendirilmesi
amaçlanmaktadır. Bu çerçevede çalışmada öncelikle 1989-2018 döneminde nominal ve reel kurların gelişimi,
ardından aynı dönemde bütçeye ilişkin gelişmeler değerlendirilecektir. Çalışmada daha sonra döviz kurlarının
bütçe üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri sistematize edilerek analiz edilecektir. Çalışmanın sonuç bölümünde ise
döviz kurlarındaki gelişmelerin bütçe üzerine olumsuz etkilerinin azaltılmasına yönelik politika önerileri
tartışmaya açılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bütçe, Döviz Kurları, Türkiye Ekonomisi
JEL Kodları: H61, H60, F31
THE EFFECTS OF EXCHANGE RATES DEVELOPMENTS ON THE BUDGET: THE CASE
OF TURKEY AFTER 1989
Abstract
Developments in exchange rates can have significant effects on the economies of all countries. Therefore, it is of
great importance. As a matter of fact, it is possible to say that this importance has increased both in the post-1990
period when the globalization process accelerated and in the post-2018 period when the global trade wars started.
Nominal and real developments in exchange rates have the potential to affect basic macro variables. Investment,
production (growth), employment, foreign trade and inflation are the main macro dimensions that exchange rates
may affect.
On the other hand, public balances and developments in these periods are critical for the economies of the country
as seen in the post-2010 crisis in the Eurozone. As a matter of fact, deterioration in public balances causes the
state to borrow from inside and / or outside. İn this case, it may cause some additional problems both within the
country and in the external balances of the country.
The aim of this study is to evaluate the interaction between exchange rates and budget for Turkey. In this study,
firstly the development of nominal and real exchange rates in the period of 1989-2018 and then the developments
related to the budget in the same period will be evaluated. In this study, the direct and indirect effects of exchange
rates on the budget will be systematized and analyzed. In the conclusion section, policy proposals to reduce the
negative effects of exchange rate developments on the budget will be discussed.
Key words: Budget, Exchange Rate, Economy of Turkey
JEL Codes: H61, H60, F31
278
1. GİRİŞ
Bütçenin açık veya fazla vermesi birçok makro ekonomik değişken üzerinde etki yarattığı
gibi aynı zamanda hükümetlerin politika tercihlerini de yansıtır. Uygulanan maliye
politikalarının döviz kurları üzerine etkilerine yönelik literatürde oldukça fazla çalışma
bulunmaktadır. Ancak etkileşim gerçekte çift yönlüdür. Bütçe politikaları döviz kurlarının
seviyesini etkilerken aynı zamanda döviz kurları da birçok makro ekonomik değişken üzerinden
bütçe gelir ve/veya gelirlerini etkilemektedir.
Bu çalışmada öncelikle 1989-2018 yılları arasında Türkiye ekonomisinde yaşanan
gelişmelere paralel olarak döviz kurlarında ortaya çıkan değişim ve bu değişime bağlı olarak
döviz kurlarının eksik ya da aşırı değerliliği analiz edilecektir. Döviz kurlarının denge
değerlerinden sapmaları dikkate alınarak bu sapmanın bütçe gelir ve giderleri üzerinde yarattığı
etki rakamsal olarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.
2. Türkiye’de Uygulanan Döviz Kuru Rejimleri ve Döviz Kurlarının Seyri
Türkiye’de dönemlere göre farklı döviz kuru rejimleri uygulanmıştır. Uygulanan döviz
kuru rejim tercihinin yanı sıra küresel koşullar ve uygulanan ekonomi politikaları döviz
kurlarının seyrini de etkilemektedir. Bu başlık altında döviz kuru rejimleri ve küresel koşullara
bağlı olarak Türkiye’de döviz kurlarının değerlenme süreci ele alınacaktır.
2.1. 1930-2000 Dönemi
1930 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) kurulması ve aynı yıl
Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu’nun (TPKKK) yürürlüğe girmesi ile birlikte
Türkiye’de, sıkı kambiyo düzenlemelerine dayalı, sabit döviz kuru rejimi uygulanmaya
başlanmıştır. Döviz işlemlerinin oldukça sıkı kurallara göre düzenlendiği rejimde döviz arz ve
talebi, yasak ve sınırlamalar ile kontrol edilmiştir. Döviz kurlarının sabit tutulmasına karşın
fiyatlar genel seviyesinin artması, ülkenin rekabet kaybına uğramasına ve ödemeler bilançosu
açıklarına yol açmıştır. 1946 yılında, Uluslararası Para Fonu (IMF)’ye üye olunmasıyla beraber
IMF’nin de oluruyla ödemeler bilançosu sorununun çözümü için devalüasyona başvurulmuştur.
Ancak 1980 yılına kadar ödemeler bilançosu açıkları dolayısıyla döviz kıtlıkları Türkiye
ekonomisi için önemli bir sorun haline gelmiş ve 1980 yılına kadar gerek devalüsayonlar49
gerekse ithalat kısıtlamaları ile sorun aşılmaya çalışılmış, ancak başarılı olunamamıştır
(Özçam, 2004: 8-9).
1980 yılında 24 Ocak Kararları ile Türkiye ekonomisinde hem iç hem de dış serbestleşme
için gerekli adımlar atılmıştır. İthalat üzerindeki kısıtlamalar kademeli bir şekilde kaldırılırken
kambiyo rejimi de yumuşatılmaya başlanmıştır. TCMB günlük döviz kuru uygulamalarına
geçerek her gün resmi kurları ilan etmeye başlamıştır. Daha önce resmi otorite tarafından
belirlenen faiz oranları piyasada arz ve talebe göre belirlenebilmesi için bankaların inisiyatifine
bırakılmıştır. Böylece büyümenin finansmanı için ucuz kaynak sağlayamaya yönelik negatif
reel faiz politikası sona ermiş ve gerçekçi faiz oranlarının belirlenmesi dönemine geçilmiştir.
1986 yılında artan kamu harcamalarının uyardığı iç talep artışı ve petrol fiyatlarının
düşmesi ile ekonomi, potansiyelinin üzerinde büyümüştür. 1986 yılında büyüme oranı yüzde
8,1 iken 1987’de yüzde 7,4 olarak gerçekleşmiştir. Ancak artan kamu açıkları bir yandan kamu
mallarına zam yapılmasını zorunlu hale getirerek enflasyonist bir etki yaratırken; diğer yandan
da kamu kesimi borçlanma gereğini (KKBG) önemli oranda arttırmıştır. Bu gelişmeler yılın
49 1946 devalüsyonu sonrasında 1958, 1970, 1977,1978 ve 1979 yıllarında da devalüasyona başvurulmuştur.
279
sonlarına doğru mali piyasalardaki dengesizliklerin artmasına yol açarak Türk parasından
kaçma eğilimini güçlendirmiştir.
Tablo 1’de görüldüğü gibi 1986 yılından itibaren bütçe açığındaki artış ve buna paralel
seyreden hazine faiz oranları beraberinde enflasyonu da artırmıştır. Yükselen enflasyon
nedeniyle 1980 devalüasyonuna karşın döviz kurları TL karşısında eksik değerli kalmıştır. 1986
yılına kadar TÜFE bazlı reel döviz kuru indeksinin değeri döviz kurlarının eksik değerli
olduğunu gösteren 100 değerinin üzerindedir. 1986-1987 yıllarında kamu harcaması destekli
hızlı büyüme ithalat artışı yoluyla döviz talebini artırırken aynı zamanda ekonomik birimler
artan enflasyon karşısında paralarının değerini korumak için dövize yönelmişlerdir. Döviz
talebindeki artış döviz kurlarını arttırmış ve reel döviz kuru indeksi döviz kurunun aşırı değerli
olduğunu gösteren 100 değerinin altına inmiştir.
Tablo 1: 1980-2000 Döneminde Makroekonomik Görünüm
Hazine
Faizi %
Reel
Faiz
Oranı
Bütçe
Dengesi/
GSYİH
(%)
TÜFE
(%)
TÜFE Bazlı
Reel Döviz
Kuru
(1995=100)
Büyüme
hızı %
Cari
Açık/Y
Sermaye
Finans
Hs. (MN
$)
1980 --- - -2,26 115,6 141,1 -2,4 -3,8 672
1981 --- - -0,95 33,9 131,1 4,9 -2 899
1982 --- - -1,05 21,9 129 3,6 -1,1 280
1983 --- - -1,49 31,4 127 5 -2,4 883
1984 43 -4,49 -1,62 49,7 127,5 6,7 -1,8 73
1985 50,6 4,44 -1,10 44,2 116,5 4,2 -1,1 1065
1986 52,8 16,92 -1,77 30,7 95,9 7 -1,5 2124
1987 49 -3,91 -2,37 55,1 93,3 9,5 -0,7 1891
1988 64,4 1,71 -2,14 61,6 85,3 2,1 1,3 -958
1989 59,8 -2,74 -2,47 64,3 106,5 0,3 0,7 780
1990 54 -3,99 -2,22 60,4 117 9,3 -1,3 4.037
1991 80,5 5,49 -3,88 71,1 112,9 0,9 0,1 -2.397
1992 87,7 13,07 -3,20 66 114,9 6 -0,5 3.648
1993 87,6 9,64 -5,00 71,1 125,7 8 -2,7 8.903
1994 164,4 17,25 -2,84 125,5 95,7 -5,5 1,5 -4.257
1995 121,9 26,08 -3,04 76 103,1 7,2 -1 4.565
1996 135,2 30,81 -6,20 79,8 101,7 7 -1 5.483
1997 127,2 14,11 -5,85 99,1 115,9 7,5 -1 6.969
1998 122,5 31,11 -5,46 69,7 120,9 3,1 0,7 -840
1999 104,3 21,03 -8,78 68,8 127,3 -3,4 -0,4 4.829
2000 38,2 -0,58 -8,01 39 147,6 6,8 -3,7 9.584
Kaynak: TCMB EVDS, Hazine ve Maliye Bakanlığı.
280
Artan döviz talebi nedeniyle resmi döviz kurları ile piyasa kurları arasında yüzde 20’lere
varan fark ortaya çıkmıştır. 1988 yılında da ekonomide ortaya çıkan olumsuzlukların devamı
Türkiye’de dış finansmana olan ihtiyacı gündeme getirmiş ve bu amaçla 1989 yılı Ağustos
ayında çıkarılan 32 sayılı Karar ile dış ticaret ödemeleri ve sermaye hareketleri için
serbestleştirme yönünde önemli adımlar atılmıştır. (Saraçoğlu, 1989:10). Türkiye’de faiz
oranlarının dünya faiz oranlarının çok üstünde seyretmesi nedeniyle sermaye hareketlerinin
serbestleşmesi ile birlikte yabancı sermaye girişlerinin artması döviz kurlarının enflasyon
oranının altında değerlenmesine diğer bir deyişle döviz kurlarının eksik değerlenmesine yol
açmıştır. Tablo 1’de de görüldüğü üzere Türkiye’de kriz yılı olan 1994 ve 1995 yılları hariç
1989-2000 döneminde döviz kurları TL karşısında eksik değerlenmiştir.
1990’lı yılarda artan enflasyonla birlikte yüzde yüzlerin üzerine çıkan faiz oranları
ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki yaratmış ve istikrarlı bir büyüme trendi
yakalanamamıştır. Yüksek kamu açıkları reel faizleri artırırken, artan reel faizler kamu
finansmanını zora sokmakta ve yüksek borçlanma maliyetlerine yol açmaktadır. Dolayısıyla
kamu açıkları ve yükselen faiz oranları birbirini besleyerek artırmaktadır. Türkiye ekonomisi
için sürdürülemez olan ekonomik koşullar hükümeti, IMF ile dezenflasyon programı yapmak
zorunda bırakmıştır. Program ile uygulanan döviz kuru rejiminde değişikliğe gidilmiştir. Döviz
kurları ile enflasyon oranı arasında güçlü ilişkinin varlığı durumunda uygulanan, döviz
kurlarının hedeflenen enflasyon oranında artırılacağının önceden ilan edildiği Kayan Pariteler
Rejimi’ne geçilmiştir (IMF, 2016: 47). Aynı zamanda yüksek faiz ve yüksek enflasyon oranının
önemli bir nedeni olan kamu açıklarının kontrol altına alınmasına yönelik önlemler de
programla devreye sokulmuştur. Vergi gelirlerinin artırılması ve özelleştirmeye hız
verilmesinin yanı sıra kamu harcamalarının sınırlanmasıyla KKBG’nin düşürülmesi
hedeflenmiştir. Aynı zamanda döviz kurlarının yıl içerisinde alacağı değerin önceden ilan
edilmesiyle döviz kuru belirsizliğinin düşeceği ve böylece ülke risk priminin azalarak yabancı
sermaye girişlerinin de artacağı düşünülmüştür (Erçel, 1999: 8).
2000 yılında Tablo 1’de görüldüğü üzere programa duyulan güven nedeniyle yabancı
sermaye girişleri beklenenin üzerinde olmuş ve yüzde 6,8 gibi yüksek bir ekonomik büyümeye
yol açmıştır. Ancak döviz kurlarına yönelik önceden ilan edilen değer artışı gerçekleştirilmesine
karşın enflasyon, hedefin üzerinde kalmış ve bu nedenle döviz kurları bir önceki yıla göre daha
da eksik değerli hale gelmiştir. Düşük döviz kurlarının ve büyümenin yarattığı yüksek cari açık,
yabancı sermayeyi ürküterek kaçmasına yol açmıştır. 2000 yılı Kasım ayında ortaya çıkan bu
spekülatif saldırı TCMB’nin müdahaleleri ile atlatılırken 2001 yılının Şubat ayında ekonomik
görünümde ortaya çıkan bozulmaya siyasi belirsizlik de eklenmiştir. Bu durum yerli
yatırımcıları da döviz piyasasına yönlendirilmiştir. Döviz talebinde aşırı artış nedeniyle döviz
kurları kontrolden çıkmıştır. Döviz piyasasına TCMB’nin gerek döviz satışı gerekse faiz
yoluyla müdahalelerinin yetersiz kalması sonucunda dezenflasyon programı terkedilerek
dalgalı kur rejimine geçildiği ilan edilmiştir. Aynı zamanda IMF ile 3 yılı kapsayacak yeni bir
programa (Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı-GEGP)) imza atılmıştır.
2.2. 2001 Sonrası Dönem
Ekonominin derin yara aldığı 2001 krizi sonrasında GEGP ile enflasyonu düşürebilmek
için uygulamaya konulması düşünülen, Enflasyon Hedeflemesi Stratejisi sıkı para politikası ile
talebi baskılamayı ve beklentilerin yönetimiyle hedeflenen enflasyona ulaşmayı öngörür.
Bunun için merkez bankasının piyasa faiz oranlarını etkileyebilme gücü (faiz geçişkenliği)
yüksek olmalıdır. Bu nedenle 2001 Nisan ayında TCMB Kanunu değiştirilerek merkez
bankasına araç bağımsızlığı kazandırmanın yanı sıra, TCMB’nin kamuya kredi vermesi ve
281
birincil piyasalardan DİBS (Devlet İç Borçlanma Senedi) alımı yasaklanmıştır (TCMB
Kanunu).
Enflasyon Hedeflemesi Stratejisine geçişte en önemli kriterlerden biri de mali baskınlığın
azaltılması olmuştur. Bu doğrultuda IMF ile yapılan GEGP’ye sıkı bütçe uygulamasına yönelik
faiz dışı fazla performans kriterleri konulmuştur. Seçilmiş maliye politikaları göstergeleri
analiz edildiğinde 2002 sonrası dönemde uygulanan sıkı maliye politikası sonucu bütçe açığının
GSYİH’ya oranı önemli oranda düşmüştür. Bu eğilim ekonominin daraldığı 2009 yılına kadar
devam etmiştir. 2002 yılında bütçe açığının GSYİH’ya oranı yüzde 11,18 iken 2008 yılında
1,75’e kadar düşmüştür (Tablo 2) . 2009 yılında ekonomideki daralmaya paralel olarak oran
tekrar artmış ve yüzde 5,28’a yükselmiş ancak ekonomideki toparlanma ile beraber tekrar düşüş
trendine girmiştir. Bütçede ortaya çıkan bu iyileşme KKBG’yi de düşürmüştür. Faiz dışı
fazlanın GSYİH’ya oranları da yine aynı şekilde olumlu bir seyir izlemiştir. Özetle 2002 sonrası
dönemde özellikle 2009’a kadar mali baskınlık düzeyinin düştüğünü söyleyebiliriz. Bu olumlu
gelişmenin ardında bütçe giderlerinin GSYİH’ya oranının düşmesinin yanı sıra bütçe
gelirlerinin GSYİH’ya oranının artması yatmaktadır. Bütçe gelirlerinin artışındaki en önemli
faktörlerden birisi özelleştirme politikalarına hız verilmesidir. Yine bütçe gelirlerinin içinde
devamlı artan bir kalem de ithalde alınan KDV, gümrük vergileri ve diğer dış ticaret gelirleridir.
İthalde alınan KDV’nin dahilde alınan KDV’ye oranı 2000’li yıllarda artan ithalata paralel
olarak devamlı artmıştır. Aynı şekilde uluslararası ticaret ve işlemlerinden alınan vergilerin
dahilde alınan mal ve hizmet vergilerine oranı önemli düzeyde artmıştır. Diğer bir deyişle 2002
sonrası dönemde artan ithalat nedeniyle cari açık artarken bütçe açığı da azalmıştır.
Tablo 2: 2001-2018 Döneminde Türkiye’de Makro Ekonomik Görünüm
Hazine Faizi (%)
Reel Faiz
Oranı (%)
Bütçe Dengesi / GSYİH (%)
TÜFE (%)
TÜFE Bazlı Reel Döviz Kuru 2003=100
Büyüme hızı (%)
Cari Açık/Y
(%)
Sermaye Finans
Hs. (MN $)
2001 99,6 18,46 11,64 68,5 83,14 -5,7 1,9 -14.557
2002 62,7 25,44 11,18 29,7 89,64 6,2 -0,3 1.172
2003 42,9 20,69 8,59 18,4 100,08 5,3 -2,5 7.162
2004 24,9 14,3 5,05 9,3 103,21 9,4 -3,7 17.702
2005 17,4 9,01 1,02 7,7 112,87 8,4 -4,6 42.685
2006 18,1 7,66 0,59 9,7 111,23 6,9 -6,1 42.689
2007 18,4 9,24 1,56 8,4 119,14 4,7 -5,9 49.287
2008 19,2 8,27 1,75 10,1 118,45 0,7 -5,7 34.761
2009 11,7 4,88 5,28 6,5 110,33 -4,8 -2,3 9.879
2010 8,1 1,6 3,46 6,4 120,72 9,2 -6,4 60.099
2011 8,7 -1,63 1,28 10,5 106,51 8,8 -9,7 67.146
2012 8,8 2,49 1,87 6,2 109,07 2,1 -6,2 71.768
2013 7,6 0,19 1,02 7,4 107,19 4,2 -7,9 72.903
2014 9,7 1,41 1,14 8,2 101,74 3 -5,8 41.159
2015 9,4 0,54 1,01 8,8 98,98 4 -4,5 10.110
2016 10 1,35 1,15 8,5 98,78 2,9 -3,8 22.151
2017 11,5 0,03 1,54 11,9 86,33 7,4 -5,5 38.492
2018 17,9 0,13 1,96 20,3 76,38 2,6 -3,5 -3.917
1995 bazlı reel kur indeksinden yararlanılarak 2000-2002 arası değerler oluşturulmuştur. Kaynak: TCMB EVDS, Hazine ve Maliye Bakanlığı.
282
Enflasyon oranlarının hızlı bir şekilde düşmesi ve ülke içi faiz oranlarının düşmesine
karşın dünyada uygulanan likidite genişletici politikalara bağlı olarak yabancı sermaye girişleri
Cumhuriyet tarihinde görülmemiş seviyelere çıkmıştır. Bu gelişmede hiç kuşkusuz sağlanan
mali disiplinin de önemli katkısı vardır. Yüksek cari açığa karşın gerek doğrudan yabancı
yatırımlar gerekse portföy yatırımları ve yurtdışından alınan krediler şeklinde yabancı sermaye
girişlerinin hızlanması TL’nin daha da değerli hale gelmesine hizmet etmiştir. Reel kur
indeksinin değeri 2001 yılındaki döviz atağı sonrasında 100’ün altına inmiştir. Sonrasında ise
bahsedilen gelişmeler ışında indeks değerinin döviz kurlarının eksik değerli olduğunu gösteren
100’ün üzerine çıktığı görülmektedir. 2013 yılında Fed’in 2008 Küresel Kriz sonrasında
uyguladığı genişlemeci para politikasına son vereceği ve bilançosunu küçültmeye başlayacağını
duyurması ile birlikte tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de döviz kurları
artmaya dolayısıyla reel kur indeksinin değeri düşmeye başlamıştır. Döviz kurlarının artmaya
başlaması ile birlikte enflasyon oranları artış trendine girmiştir. Dışsal koşullarda ortaya çıkan
aleyhte değişimin yanı sıra 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanılan darbe girişiminin yarattığı
siyasi çalkantı ve ekonomide ortaya çıkan olumsuz gelişmelere, son dönemde art arda yapılan
seçimler eklenince bütçe dengesi bozulmaya başlamıştır. Bozulan mali disiplinin yanı sıra
Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin kuşkular ekonomide beklentilerin bozulmasına yol
açmıştır. Sermaye Finans Hesabından yeterli dövizin girmiyor olması döviz kurları üzerinde
baskı yaratırken, aynı zamanda ithalata bağımlı bir üretim yapısı olan Türkiye ekonomisi için
bu gelişmeler düşük büyüme oranları anlamına gelmektedir. Ekonomik büyümeyi
canlandırmak için kamu harcama artışları ise mali disiplinin bozulmasına yol açmaktadır.
Bütçede ortaya çıkan bozulmayı Merkez Bankasının karlarının hazineye erken transferi ve
yedek akçelerin hazineye devredilmesi yoluyla kontrol altına almaya çalışan hükümet, merkez
bankası bağımsızlığına ilişkin endişeleri daha da artırmaktadır. Bu olumsuz algı yabancı
sermaye girişlerini olumsuz etkilemektedir. 2018 yılında sermaye finans hesabı 2001 kriz yılı
sonrasında ilk defa negatif bakiye vermiştir. Döviz arzındaki daralma nedeniyle artan döviz
kurları ithalatı dolayısıyla cari açığı düşürmektedir. İthalattaki daralma bir yandan ithalattan
alınan vergi gelirlerini diğer taraftan da üretim daralması yoluyla dahilde alınan vergi
gelirlerinin azalmasına yol açmaktadır. Bu durum bütçe giderlerinin arttığı bir dönemde gelir
kalemlerinin de azalması yoluyla mali disiplinin bozulmasına yol açmaktadır. Tablo 2’de bütçe
dengesinin GSYİH oranının 2015 yılı sonrasında bozulmaya başladığı görülmektedir.
Önümüzdeki dönemde gerekli önlemler alınmazsa bir oran daha da artarak aynen 1990’lı
yıllardaki tabloyla tekrar karşılamamıza yol açacaktır.
Tablo 3’de Türkiye’de 1980 sonrası dönemde uygulanan döviz kuru rejim ve politikaları
ile para ve maliye politikaları dönemlere göre ayrıştırılarak verilmiştir. Türkiye’de reel faiz
oranlarının yüksek olduğu dönemlerde dış konjonktüründe uygun olması nedeniyle döviz
arzındaki artış, döviz kurlarının eksik değerli olmasına yol açmıştır. Eksik değerlenen döviz
kurları aynı zamanda bütçe gelirleri ve giderleri üzerinde olumlu etki yaratarak mali disipline
katkı sağlamıştır. Mali disiplinin ülkenin risk primini düşürerek döviz kurlarının eksik
değerlenme sürecine katkı sağlayacak yabancı fon girişlerine yol açmıştır. Aynı şekilde düşük
reel faiz politikasının geçerli olduğu dönemlerde küresel ve ulusal konjonktürün de etkisi ile
yabancı fon girişlerinin azalması döviz kurlarını aşırı değerli hale getirmiştir. Döviz kurlarının
aşırı değerli olması bütçe gelir ve giderleri üzerinde olumsuz etki yaratırken bütçe disiplinini
bozmaktadır. Mali disiplinin bozulması ise ülkenin risk primini artırarak yabancı fon girişini
azaltmakta ve bu süreç döviz kurlarının daha da yükselmesine yol açmaktadır.
283
Tablo 3: Türkiye’de 1980 Sonrası Dönemlere Göre Para, Maliye ve Kur Politikaları
Döviz Kuru
Rejimi
Döviz Kuru
Politikası (DKP)
Para Politikası Maliye Politikası
1980-1988 Günlük Kur
Uygulaması
Aşırı Değerli DKP Düşük Reel Faiz
Politikası
Mali Disiplinsizlik
1989-2000 Yönetimli (Kirli)
Dalgalanma
Eksik Değerli
DKP
Yüksek Reel Faiz
Politikası
Mali Disiplinsizlik
2000-2001
(Şubat)
Kayan Pariteler Eksik Değerli
DKP
Geçiş Dönemi Geçiş Dönemi
2001 -2013 Dalgalı Kur
Rejimi
Eksik Değerli
DKP
Yüksek Reel Faiz
Politikası
Mali Disiplin
2013-2018 Dalgalı Kur
Rejimi
Aşırı Değerli DKP Düşük Reel Faiz
Politikası
Mali Disiplinde
Bozulma Kaynak : Nilgün ACAR BALAYLAR
Özetle ekonomide uygulanan döviz kuru politikaları (döviz kurunun aşırı ya da eksik
değerli olması) bütçe üzerinde bir çok kanaldan olumlu/olumsuz yönde etki yaratır. Bu etkiler
1989 yılı sonrası Türkiye ekonomisi için takip eden bölümde analiz edilecektir.
3. DÖVİZ KURLARI VE BÜTÇE ETKİLEŞİMİ
Türkiye, özellikle 2002 sonrası dönemde, sürekli üçüz açık açık ile karşılaşmıştır. Bu
süreçte dikkati çeken bir gelişme, cari açık rekorlar kırarken bütçe açığında iyileşme yaşanması
olmuştur. Bu iyileşme, IMF ile anlaşmanın sona erdiği 2008 sonrası dönemde Türkiye
ekonomisinin en önemli çıpası işlevini görmüştür. 2008-2009 krizinin hızlı atlatılmasında ve
Euro bölgesinde 2010 sonrasında yaşanan borç krizinden fazla etkilenilmemesinde kamuya
ilişkin rasyoların (bütçe açığı/GSYİH, Kamu borç stoku/GSYİH gibi) güçlü görünmesinin
önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür. Bu arada, bu çalışmada içerilmemekle birlikte,
2019 yılında bütçe de yaşanan gelişmeler, adeta bu rolün tersine dönmeye başladığını, yani
kamu dengelerinin ekonominin sigortası olmaktan çıkıp, risk kaynağı haline geldiğine işaret
etmektedir.
Kısaca ifade etmek gerekirse bütçe dengelerinin Türkiye için öneminin oldukça arttığı bir
döneme girilmektedir. Böylesi bir dönemde 2000’li yıllarda bütçedeki iyileşmenin, 2018
sonrasında ise bozulmanın arkaplanının incelenmesi önem taşımaktadır. Bu bağlamda olası
inceleme alanlarından biri de, sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği 1989 sonrası dönemde
döviz kurları ile bütçenin etkileşimidir.
Çalışmamızda döviz kurlarının bütçe üzerinde yarattığı doğrudan ve dolaylı etkiler;
Dış ticaret vergi gelirleri kanalı (doğrudan etki)
Dış borç servisi kanalı (doğrudan etki)
Bütçe rasyoları kanalı (dolaylı etki)
Cari denge-bütçe dengesi kanalı (dolaylı etki)
GSYİH kanalı (dolaylı etki),
alt başlıklar çerçevesinde ele alınacaktır;
Bu çalışmada döviz kurlarının bütçe üzerine doğrudan ve dolaylı etkileri
değerlendirilirken ABD dolarının cari ve reel değerleri yanında Türkiye ve ABD için GSYİH
deflatör farklarını kullanarak hesapladığımız olması gereken dolar kuru değerleri dikkate
alınmıştır. Reel dolar kuru hesaplamasında Türkiye’ye ait GSYİH deflatör verileri kullanılmış
ve böylece Türkiye’de yerleşiklerin doları satın alma gücündeki değişiklikler belirlenmiştir.
284
Olması gereken dolar kuru hesabında ise yine Türkiye ve ABD için GSYİH deflatör farkları
kullanılarak hesaplanan “Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken Dolar Kuru” ve “Önceki
Yıl Olması Gereken Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru” dikkate alınmıştır. Bu
hesaplamalarda 1989 yılı baz olarak kabul edilmiştir. Bunlara ilişkin grafik aşağıda verilmiştir.
Grafik 1. Dolar /TL Paritesine İlişkin Göstergeler
Grafik 1’den görüldüğü üzere 1989-2018 döneminde cari kur (Dolar/TL) genelde artış
eğilimi gösterirken, reel kur 2002-2011 döneminde gerileme (TL’nin değer kazanması),
sonrasında artış eğilimine girmiştir. Bu dönemde önce yılın cari dolar kuruna göre olması
gereken kur genelde cari kura yakın bir seyir izlerken, bir önceki yılın olması gereken dolar
kuruna göre olması gereken kur 2003 sonrasında cari kurun gerisinde kalmış (dolar kuru olması
gereken değerin gerisinde kalmış), 2018 yılında ise geriye düşmüştür. İnceleme Dönemine
ilişkin alt dönemler itibariyle hesapladığımız dolar kurunun değerlenme düzeyleri Tablo 4’de
verilmiştir. İzleyen bölümlerdeki analizler de bu alt dönemler çerçevesinde yapılacaktır.
Tablo 4. 1989-2018 Döneminde Dolar Kurunun Değerlenme Düzeyleri
1989-2018 Dönem bütünü
1989-B Baz yıl
1990-93-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi
1994-A Kriz ve Doların Aşırı Değerlenme yılı
1995-00-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi
2001-02-A Kriz ve Doların Aşırı Değerlenme yılı
2003-GY Geçiş yılı
2004-13-E Doların Eksik Değerlenme Dönemi
2014-18-A Doların Aşırı Değerlenme Dönemi ve 2018 krizi
0,000
1,000
2,000
3,000
4,000
5,000
6,000
198
9
199
0
199
1
199
2
199
3
199
4
199
5
199
6
199
7
199
8
199
9
200
0
200
1
200
2
200
3
200
4
200
5
200
6
200
7
200
8
200
9
201
0
201
1
201
2
201
3
201
4
201
5
201
6
201
7
201
8
DOLAR/TL PARİTESİNE İLİŞKİN GÖSTERGELER
Cari Kur Reel kur
O-G Önceki yıla göre O-G Önceki yıl olması gerekene göre
285
3.1. Dış Ticaret Vergi Gelirleri Kanalı
Döviz kurlarının bütçe üzerinde yaratabileceği başlıca doğrudan kanal dış ticaretten,
inceleme konumuz itibariyle ithalattan alınan gümrük vergileri ile ithal ürünlerden alınan katma
değer vergisidir (KDV). Tablo 5’de 1989-2018 döneminde bu vergiler aracılığıyla toplanan
gelirlere yer verilmiştir.
Tablo 5. 1989-2018 Döneminde Dış Ticaretten alınan KDV ve Gümrük Vergileri (Cari)
YIL
TOPLAM
(1+2)
1. Gümrük
Vergileri
2. İthalde
Alınan KDV YIL
TOPLAM
(1+2)
1. Gümrük
Vergileri
2. İthalde
Alınan KDV
1990 6 1 5 2005 19.237 1.360 17.877
1991 9 1 8 2006 27.506 2.081 25.426
1992 17 2 15 2007 28.933 2.441 26.493
1993 44 13 31 2008 32.742 2.770 29.972
1994 88 22 66 2009 28.600 2.466 26.134
1995 191 48 143 2010 39.448 3.240 36.208
1996 386 62 324 2011 53.338 4.653 48.685
1997 824 124 700 2012 55.195 5.195 50.000
1998 1.312 176 1.136 2013 68.136 5.409 62.727
1999 1.970 239 1.731 2014 70.954 6.543 64.411
2000 4.278 386 3.892 2015 82.926 8.280 74.646
2001 5.532 382 5.149 2016 85.901 9.065 76.836
2002 9.452 595 8.857 2017 112.424 12.329 100.096
2003 12.531 889 11.642 2018 137.538 15.276 122.262
2004 16.870 1.213 15.657
1989-2018 T 896.389 85.261 811.128
1989-B 4.246
1990-93-E 76 17 59
1994-A 88 22 66
1995-00-E 8.961 1.036 7.926
2001-02-A 9.809 768 9.041
2003-GY 12.531 889 11.642
2004-13-E 370.006 30.828 339.179
2014-18-A 489.743 51.493 438.250
T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur
Kaynak : TCMB verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
286
Buradan görülebileceği gibi, inceleme döneminde; 811,1 milyar TL’si KDV’den, 85,2
milyar TL’si de gümrük vergilerinden olmak üzere toplam 896,3 milyar TL vergi toplanmıştır.
2004-2018 ise, ithalattaki artışa bağlı olarak, bu vergilerin çok büyük bir bölümünün toplandığı
dönem olmuştur.
Tablo 6. 1989-2018 Döneminde Dış Ticaretten alınan Vergilerde Kur Etkisi
DÖNEM
TOPLAM (Reel-Milyon TL) DÖNEMSEL YILLIK ORTALAMA REEL
ARTIŞ %
Gümrük KDV Toplam Gümrük KDV Toplam
1989-2018 T 82.231 734.041 822.619 15,4 10,6 9,6
1989-B 0 0 6.348 0,0 0,0 4,0
1990-93-E 5.208 21.560 26.768 97,9 14,7 13,5
1994-A 2.296 6.903 9.199 -19,5 2,9 -3,8
1995-00-E 11.742 69.341 81.083 -3,8 17,4 13,5
2001-02-A 2.283 32.481 34.764 -11,1 5,8 4,4
2003-GY 1.469 19.234 20.704 21,3 6,6 7,5
2004-13-E 29.843 331.986 361.828 11,9 10,5 10,6
2014-18-A 29.389 252.535 281.925 12,1 4,2 4,9
T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Reelleştirme: 2009 bazlı GSYİH Deflatörü ile yapılmıştır.
Kaynak : TCMB verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Reel vergi gelirlerindeki gelişme ile dolar kurunun değerlenme düzeyi arasındaki ilişkiyi
Tablo 6 yardımıyla değerlendirmek mümkündür. Buna göre 1989-2018 döneminde yıllık
ortalama olarak reel gümrük vergisi gelirleri yüzde 15,4, reel KDV gelirleri ise yüzde 10,6
oranında artmıştır. Kurların eksik yani TL’nin aşırı değerlendiği dolayısıyla ithalatın cazip hale
geldiği dönemlerde ithalattan alınan vergilerdeki artış oranının genelde dönem ortalamasının
üzerinde, kurların aşırı değerlendiği dönemlerde ise genelde dönem ortalamasının altında
kaldığı görülmektedir.
Grafik 2. Reel Dolar Kuru ve Dış Ticaret Vergileri (Reel Milyon TL)
Diğer taraftan reel dolar kuru ile dış ticaretten alınan reel vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi
gösteren Grafik 2 incelendiğinde, reel kurun gerilediği dönemlerde toplanan vergi gelirlerinin
0,000
0,500
1,000
1,500
2,000
2,500
3,000
3,500
4,000
-40000
-20000
0
20000
40000
60000
80000
198919911993199519971999200120032005200720092011201320152017
REEL DOLAR KURU VE DIŞ TİCARET VERGİLERİ(Reel-
Milyon TL)
Dış Tic. Vergileri Reel Dolar Kuru
Log. (Dış Tic. Vergileri) Log. (Reel Dolar Kuru)
287
önemli ölçüde arttığı, bu durumun özellikle 2002 sonrası dönemde belirgin hale geldiği görülmektedir.
İki değişken arasındaki korelasyon katsayısının (-0,6955) gibi bir düzeyde olması da güçlü ve ters yönlü
etkileşime işaret etmektedir. Dolayısıyla düşük kur-artan ithalat-artan ithalat vergileri şeklindeki teorik
beklentinin önemli ölçüde gerçekleştiği söylenebilir.
3.2. Dış Borç Servisi Kanalı
Döviz kurlarındaki artış ve azalışlar, dış borç anapara ve faiz ödemelerinin ulusal para
cinsinden değerini etkilemektedir. Dolayısıyla faiz giderlerinde kurlara bağlı olarak ortaya
çıkan artış ve azalışlar bütçe giderleri ve bütçe dengesini, anapara ödemeleri ise bütçe
finansmanını (ve borç çevirme oranlarını) etkilemektedir.
Bu etkileri değerlendirmek amacıyla Tablo 7’de kamunun dış borç anapara ve faiz
ödemelerinin dolar ve TL cinsinden değerlerine yer verilmiştir. Buradan görülebileceği gibi her
bir krizden kur artışları yaşanmasından sonra (1994, 2001, 2009 ve 2018)) kamunun dış borç
anapara ve faiz ödemelerinin TL bazındaki değerinde önemli artışlar gerçekleşmiştir.
Tablo 7. 1989-2018 Döneminde Kamu Dış Borç Geri Ödemeleri
YIL
Milyon TL Milyon Dolar
Anapara Faiz TOPLAM Anapara Faiz TOPLAM
1989 4 3 7 1.790 1.483 3.273
1990 5 4 10 2.089 1.669 3.759
1991 9 7 16 2.151 1.710 3.861
1992 16 10 25 2.277 1.416 3.693
1993 25 24 49 2.283 2.180 4.463
1994 111 65 176 3.744 2.192 5.936
1995 239 101 340 5.232 2.203 7.435
1996 420 168 589 5.184 2.076 7.260
1997 691 300 991 4.565 1.981 6.546
1998 1.839 547 2.386 7.071 2.104 9.175
1999 2.348 896 3.244 5.588 2.133 7.721
2000 3.653 1.648 5.301 5.857 2.642 8.499
2001 9.713 3.568 13.281 7.926 2.912 10.838
2002 9.009 5.064 14.072 5.983 3.363 9.345
2003 10.680 5.890 16.570 7.153 3.945 11.098
2004 9.804 6.057 15.861 6.893 4.258 11.151
2005 15.769 6.223 21.992 11.761 4.642 16.402
2006 18.476 6.662 25.138 12.910 4.655 17.565
2007 15.538 6.403 21.940 11.938 4.919 16.858
2008 11.075 5.738 16.813 8.566 4.438 13.004
288
2009 8.272 6.318 14.590 5.347 4.084 9.431
2010 10.680 5.982 16.662 7.119 3.987 11.106
2011 11.522 6.668 18.190 6.899 3.993 10.892
2012 11.972 7.277 19.249 6.679 4.060 10.738
2013 8.680 7.397 16.077 4.565 3.890 8.456
2014 12.569 8.825 21.394 5.745 4.034 9.779
2015 13.092 10.305 23.397 4.809 3.785 8.594
2016 14.684 11.333 26.017 4.856 3.748 8.603
2017 25.655 14.552 40.207 7.027 3.986 11.013
2018 31.735 19.419 51.154 6.587 4.031 10.618
Dolar bazlı veriler TL ödemelerin yılık ortalama dolar kuruna bölünmesiyle hesaplanmıştır.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı
Diğer taraftan 1989-2018 döneminde devlet dış borçlar için 180,5 milyar dolar anapara
geri ödemesi, 96,5 milyar dolar da faiz ödemesi yapmıştır. Bu tutarların anapara için 138,6
milyar doları, faiz için ise 73,5 milyar doları 2000 sonrası dönemde gerçekleşmiştir.
Dolar kurundaki değişmelerin ve reel kurdan sapmaların etkisini ortaya koymak amacıyla
Tablo 8’de kamu dış borç anapara ve faiz ödemelerinin, ödenen ve ödenmesi gerekebilecek
değerleri verilmiştir. Bu veriler hesaplanırken ödenen tutarlar; Önceki Yıl Cari Dolar Kuruna
Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile ve Önceki Yıl Olması Gereken Cari Dolar Kuruna Göre
Olması Gereken Dolar Kuru ile olmak üzere iki farklı referans ile hesaplanmıştır. Buna göre
1989-2018 döneminde devlet 405 milyar TL dış borç anapara ve faiz ödemesi yapmıştır.
Doların değerinin her yıl gerçekleşen cari dolar kuruna göre bir sonraki yıl enflasyon farkı kadar
(Türkiye ve ABD GSYİH deflatör değişim oranı farkları) artması durumunda, bu tutarın 398
milyar TL’de kalması sözkonusu olabilecekti. Dolayısıyla böylesi bir duruma göre devlet cari
olarak anapara ve faiz ödemeleri için 7,1 milyar TL fazla ödeme yapmıştır.
Tablo 8. 1989-2018 Döneminde Kamu Dış Borç Geri Ödemelerinde Kur Etkisi (Milyon
TL)
ANAPARA
1989-18
-T-
1989
-B-
1990-93
-E-
1994
-A-
1995-00
-E-
2001-02
-A-
2003
-GY-
2004-13
-E-
2014-18
-A-
ÖDENEN 258.285 4 55 111 9.190 18.722 10.680 121.787 97.736
Ö-G O-G Önceki yıla göre 254.493 4 57 84 9.095 17.401 13.083 127.233 87.536
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 312.961 4 67 104 9.635 15.391 11.286 175.800 100.674
FARK O-G Önceki yıla göre -3.792 0 2 -27 -95 -1.321 2.403 5.446 -10.200
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 54.676 0 12 -7 444 -3.331 606 54.013 2.938
FAİZ 0 0 0 0 0 0 0 0 0
ÖDENEN 147.453 3 45 65 3.660 8.632 5.890 64.725 64.433
Ö-G O-G Önceki yıla göre 144.046 3 47 49 3.619 8.331 7.216 66.981 57.800
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 178.323 3 55 61 3.826 7.171 6.225 93.796 67.186
FARK O-G Önceki yıla göre -3.407 0 2 -16 -41 -301 1.325 2.257 -6.633
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 30.869 0 10 -4 166 -1.461 335 29.072 2.753
TOPLAM 0 0 0 0 0 0 0 0 0
ÖDENEN 405.739 7 100 176 12.850 27.353 16.570 186.512 162.169
Ö-G O-G Önceki yıla göre 398.539 7 104 134 12.714 25.731 20.298 194.215 145.336
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 491.284 7 123 165 13.460 22.562 17.511 269.596 167.860
FARK O-G Önceki yıla göre -7.199 0 3 -42 -136 -1.622 3.728 7.703 -16.833
O-G Önceki yıl olması gerekene göre 85.546 0 23 -12 610 -4.792 941 83.084 5.691
Ö-G: Ödenmesi Gerekebilecek, O-G: Önceki Yıl Cari Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile, O-G: Önceki Yıl Olması Gereken Cari
Dolar Kuruna Göre Olması Gereken Dolar Kuru ile, T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
289
Ancak daha gerçekçi bir değerlendirme yapabilmek için her yıl olması gereken dolar kuru
değerleriyle hesaplanan verilere bakmak gerekecektir. Nitekim, her yıl dolar kurunun enflasyon
farklarına göre olması gereken değerleri referans alındığında bu tutar 491 milyar TL olarak
gerçekleşebilecekti. Bir başka ifadeyle böylesi bir duruma göre devlet; anapara için 54,6 milyar
TL, faiz için 30,8 milyar TL ve toplamda da 85,5 milyar TL daha düşük ödeme yapmıştır.
Grafik 3. Reel Dolar Kuru ve Kamu Dış Borç Servisi (Milyon Dolar)
Bu veriler, 1989-2018 dönem bütünü itibariyle kurlarda eksik değerlemenin dış borç
anapara ve faiz ödemelerinin düşük kalmasına neden olarak bütçede, özellikle 2002 sonrası
dönemde, iyileşmeye katkı sağladığını ortaya koymaktadır. Reel dolar kuru ile toplam dış borç
servisi (cari TL) arasında korelasyon katsayısının (-0,5068) olması, reel kurlar geriledikçe
toplam dış borç servisinin de gerilediği teyit etmektedir. Ayrıca, yukarıda yer alan grafik 3’de
reel kurların gerilediği 2002 sonrası dönemde dış borç anapara ve faiz ödemelerinin de, IMF’ye
büyük miktarda borç geri ödemelerinin olduğu 2005-2007 yılları dışında, gerilediğini ortaya
koymaktadır.
3.3. Bütçe Rasyoları Kanalı
Yukarıda yapılan açıklamalar kurlarda yaşanan reel gerilemenin ithalatı artırarak
ithalattan alınan vergi gelirlerini artırdığını, dış borç anapara ve faiz ödemelerinin ise TL
bazındaki tutarını düşürdüğünü ortaya koymuştur. Bu iki kanaldan gelen etkiye bağlı olarak
ilgili bütçe rasyolarında da olumlu gelişmeler yaşanması beklenebilecektir. Bu etkiyi görmek
amacıyla Tablo 9’da dış ticaret vergi gelirlerinin toplam bütçe gelirleri, toplam dış borç
servisinin de toplam bütçe giderleri içindeki payı verilmiştir.
0,000
0,500
1,000
1,500
2,000
2,500
3,000
3,500
4,000
-
2.000
4.000
6.000
8.000
10.000
12.000
14.000
16.000
18.000
20.000
198919911993199519971999200120032005200720092011201320152017
REEL DOLAR KURU VE KAMU DIŞ BORÇ SERVİSİ
(Milyon Dolar)
Anapara Ödemesi Faiz Ödemesi
Toplam Reel Dolar Kuru
Log. (Toplam) Log. (Reel Dolar Kuru)
290
Tablo 9. 1989-2018 Bazı Bütçe Rasyoları (%)
YIL
Dış Ticaret
Vergi Gelirleri /
Toplam Gelir
Toplam Dış
Borç Servisi /
Toplam Gider YIL
Dış Ticaret
Vergi Gelirleri /
Toplam Gelir
Toplam Dış
Borç Servisi /
Toplam Gider
1989 14,1 18,4 2004 15,5 11,4
1990 10,6 14,7 2005 14,2 15,3
1991 9,7 12,5 2006 16,3 14,4
1992 9,7 11,5 2007 15,7 11,0
1993 12,6 10,1 2008 16,1 7,6
1994 11,8 19,8 2009 13,7 5,6
1995 13,8 19,9 2010 16,0 5,8
1996 14,4 15,0 2011 18,6 5,9
1997 14,4 12,4 2012 17,1 5,4
1998 11,3 15,4 2013 18,1 4,0
1999 10,6 11,7 2014 17,3 4,9
2000 12,9 11,4 2015 17,8 4,8
2001 10,9 16,6 2016 16,0 4,6
2002 12,7 12,2 2017 18,4 6,1
2003 12,7 11,9 2018 18,8 6,4
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
Buradan görülebileceği gibi ithalattan alınan vergilerin bütçe toplam gelirleri içindeki
payı 1989 yılında yüzde 14,1 iken 2017 yılında yüzde 18,4’e kadar yükselmiştir. Bütçe gelirleri
içinde dış ticaret vergilerinin payı ile reel kur arasındaki korelasyon katsayısının (-0,6932)
olması, reel kurlar geriledikçe bu oranın arttığını ortaya koymaktadır.
Aynı yıllar arasında bütçe toplam giderleri içinde dış borç servisinin payı ise yüzde
18,4’den yüzde 6,1’e kadar gerilemiştir. Reel Dolar kuru ile bütçe toplam giderleri içinde dış
borç servisinin payı arasında korelasyon katsayısının (0,7537) olması da reel kurlar artıkça borç
servisinin bütçe giderleri içindeki payının arttığını, reel kurlar geriledikçe de azaldığını ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla kurların, kuşkusuz bu gerilemede kamu dış borçlanmasının
yavaşlaması gibi diğer faktörlerin etkisi de olmakla birlikte, borç servisi üzerindeki etkisinin
daha belirgin olduğu söylenebilir. Bu durumun özellikle 2002 sonrası dönemde belirginleştiğini
ise Grafik 4 ortaya koymaktadır.
291
Grafik 4. Bütçe Rasyoları (%)
Bu bağlamda alt dönemler itibariyle bir değerlendirme yapabilmek amacıyla Tablo 10
hazırlanmıştır. Tablodan da görülebileceği gibi, 1989-2018 döneminde dış ticaret vergi
gelirlerinin bütçe toplam gelirleri içindeki ortalama payı yüzde 14,4, toplam dış borç servisinin
bütçe toplam giderleri içindeki payı ise yüzde 10,9 olmuştur. Buradan ayrıca dolar kurundaki
eksik değerlemenin her iki gösterge için en belirgin etkisinin 2004-2013 döneminde
gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Nitekim bu dönemde ithalattan alınan vergilerin bütçe gelirleri
içindeki payı yüzde 16,1’e yükselirken, dış borç servisinin bütçe giderleri içindeki payı ise
yüzde 8,6’ya gerilemiştir.
Tablo 10. 1989-2018 Döneminde Bütçe Rasyolarında Kur Etkisi
Dönem Dış Ticaret vergi
gelirleri/Toplam gelir
Toplam Dış borç servisi/
Toplam Gider Reel Dolar Kuru
1989-2018 14,4 10,9 2,2
1989-B 14,1 18,4 3,2
1990-93-E 10,6 12,2 2,5
1994-A 11,8 19,8 3,1
1995-00-E 12,9 14,3 2,6
2001-02-A 11,8 14,4 3,3
2003-GY 12,7 11,9 2,5
2004-13-E 16,1 8,6 1,6
2014-18-A 17,7 5,3 1,9
T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
0,000
0,500
1,000
1,500
2,000
2,500
3,000
3,500
4,000
0,0
5,0
10,0
15,0
20,0
25,0
198
9
199
0
199
1
199
2
199
3
199
4
199
5
199
6
199
7
199
8
199
9
200
0
200
1
200
2
200
3
200
4
200
5
200
6
200
7
200
8
200
9
201
0
201
1
201
2
201
3
201
4
201
5
201
6
201
7
201
8
BAZI BÜTÇE RASYOLARI %
Dış Ticaret vergi gelirleri/Toplam gelir Toplam Dış borç servisi/ Toplam Gider
Reel Dolar Kuru Log. (Dış Ticaret vergi gelirleri/Toplam gelir)
Log. (Toplam Dış borç servisi/ Toplam Gider) Log. (Reel Dolar Kuru)
292
3.4. Cari Denge-Bütçe Dengesi Kanalı
Teorik olarak reel kurların gerilemesinin ithalatı artırıcı, ihracatı azaltıcı etki yapması
beklenir. Bu etki, dış ticaret dengesi sürekli açık veren Türkiye gibi bir ülkede dış ticaret
açığının artmasına, buna bağlı olarak da cari dengesinin olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.
Dolayısıyla 1989-2018 dönemi için Türkiye özelinde; düşük reel kur-artan dış ticaret açığı-cari
dengede bozulma (fazlanın azalması ve/veya açığın artması) şeklinde bir süreç yaşandığı
söylenebilir. Cari denge ile bütçe açığı arasında reel kurlar kanalıyla etkileşimin incelenmesi
bu bağlamda önem taşımaktadır. Bu amaçla Tablo 11’de cari denge ve bütçe dengesine ilişkin
verilere yer verilmiştir.
Tablo 11. 1989-2018 Cari Denge ve Bütçe Dengesi
YIL
Cari Denge
(Milyon $)
Bütçe Dengesi
(Milyon TL)
Bütçe Dengesi
(Milyon $) YIL
Cari Denge
(Milyon $)
Bütçe Dengesi
(Milyon TL)
Bütçe Dengesi
(Milyon $)
1989 938 -8 -2,4 2004 -14.198 -30.285 -14.491,1
1990 -2.625 -12 -4,8 2005 -20.980 -7.930 -4.311,0
1991 250 -33 -13,3 2006 -31.168 -6.537 -3.641,9
1992 -974 -47 -18,8 2007 -36.949 -15.404 -10.022,4
1993 -6.433 -133 -56,0 2008 -39.425 -19.029 -13.963,4
1994 2.631 -148 -47,5 2009 -11.358 -53.987 -34.896,5
1995 -2.339 -317 -123,9 2010 -44.616 -42.140 -30.056,2
1996 -2.437 -1.231 -482,1 2011 -74.402 -20.485 -14.201,8
1997 -2.638 -2.267 -862,6 2012 -47.963 -30.412 -21.100,2
1998 2.000 -3.831 -1.491,5 2013 -63.642 -19.933 -13.855,4
1999 -925 -9.184 -3.414,7 2014 -43.610 -23.306 -15.122,9
2000 -9.920 -13.343 -4.990,9 2015 -32.145 -25.185 -14.161,4
2001 3.760 -29.296 -8.528,8 2016 -33.139 -32.854 -17.978,3
2002 -626 -40.359 -13.154,3 2017 -47.347 -49.300 -24.760,0
2003 -7.554 -40.930 -16.592,0 2018 -27.031 -72.573 -32.095,6
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
Tablodan görülebileceği gibi cari açık 1990’lı yıllarda makul düzeylerde seyrederken
2002 sonrasında düzenli olarak artmaya başlamış, 2009 yılında krize bağlı olarak geriledikten
sonra, 2011 yılında tarihi rekor düzeyine ulaşmıştır. Bu tarihten sonra ise, dalgalanma
göstermekle birlikte, genelde gerilemiştir. Cari açığın tersine, TL bazında bütçe açığı 1990’lı
yıllarda sürekli artmış, 2000’li yıllarda ise genelde gerilemiştir.
Diğer taraftan Grafik 5 incelendiğinde, reel dolar kurunda artış yaşandığında cari açığın
gerilediği, gerileme yaşandığında ise cari açığın arttığı görülmektedir. Bu iki değişken
arasındaki korelasyon katsayısı (0,8445) olarak hesaplanmaktadır. Bu katsayının oldukça
yüksek bir değerde olması cari açığın önemli bir nedenini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla,
293
Türkiye koşullarında eksik değerlenmiş kur düzeyi ile cari açığın düşürülebilmesi olası
görünmemektedir.
Bütçe dengesi (açığı) ile reel dolar kuru arasındaki korelasyon katsayısının (0,3163)
olması ise doğru yönlü etkileşime işaret etmektedir. Bir başka ifadeyle reel kur geriledikçe
bütçe açığı azalmakta, arttığında ise bütçe açığı da artmaktadır. Dolayısıyla, özellikle 2002
sonrası dönemde bütçe dengesinde yaşanan iyileşmede reel kurların da rolü olduğu söylenebilir.
Grafik 5. Reel Dolar Kuru ve Cari Denge-Bütçe Dengesi
Diğer taraftan, 1989-2018 dönemi için cari denge ile bütçe dengesi arasındaki korelasyon
katsayısı (0,3844) olarak hesaplanmaktadır. Bu katsayı iki değişken arasında doğru yönlü bir
etkileşim olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bu katsayı 1989-2001 alt dönemi için (-0,1394),
2002-2018 alt dönemi için de (-0,2933) düzeyindedir. Dolayısıyla her iki alt dönemde farklı
düzeylerde de olsa cari açık artıkça bütçe açığı azalmakta, cari açık azaldıkça da bütçe açığı
artmaktadır. Bu rakamlar ayrıca cari denge ile bütçe arasındaki etkileşim düzeyinin 2002
sonrası dönemde arttığını ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.
0,000
0,500
1,000
1,500
2,000
2,500
3,000
3,500
4,000
-80.000
-60.000
-40.000
-20.000
0
20.000
40.000
198
9
199
0
199
1
199
2
199
3
199
4
199
5
199
6
199
7
199
8
199
9
200
0
200
1
200
2
200
3
200
4
200
5
200
6
200
7
200
8
200
9
201
0
201
1
201
2
201
3
201
4
201
5
201
6
201
7
201
8
REEL DOLAR KURU VE CARİ DENGE-BÜTÇE DENGESİ
Cari Denge Bütçe Dengesi Reel Dolar Kuru
Log. (Cari Denge) Log. (Bütçe Dengesi) Log. (Reel Dolar Kuru)
294
Tablo 12. 1989-2018 Döneminde Cari Denge ve Bütçe Dengesinde Kur Etkisi
Dönem
Ortalama Cari Denge
(Milyon $)
Ortalama Bütçe Dengesi (Cari
Milyon TL)
Ortalama Bütçe Dengesi
(Reel Milyon TL)
Ortalama Bütçe Dengesi
(Milyon $)
1989-2018 -19.829 -19.683 -31.705 -10.481
1989-B 938 -8 -11.273 -2
1990-93-E -2.446 -56 -19.148 -23
1994-A 2.631 -148 -15.513 -47
1995-00-E -2.710 -5.029 -41.618 -1.894
2001-02-A 1.567 -34.828 -82.175 -10.842
2003-GY -7.554 -40.930 -67.625 -16.592
2004-13-E -38.470 -24.614 -25.242 -16.054
2014-18-A -36.654 -40.644 -22.734 -20.824
T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E: Eksik Değerli Kur Reelleştirme: 2009 bazlı GSYİH Deflatörü ile yapılmıştır.
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
Tablo 12’de ise 1989-2019 dönemine ilişkin yıllık ortalama bütçe ve cari denge verileri
bulunmaktadır. Buradan görülebileceği gibi 1989-2018 döneminde yıllık ortalama olarak; 19,8
milyar dolar cari açık, ortalama 31,7 milyar TL reel bütçe açığı verilmiştir. Kurların eksik
değerlendiği dönemlerde, özellikle 2003 sonrasında, cari açık dönem ortalamasının üzerine,
reel bütçe açığı ise dönem ortalamasının altına gerilemiştir. Bu etkileşimin 1990-1993 ve 1995-
2000 döneminde bu düzeyde gerçekleşmemiş olmasını, dönemin ulusal politik koşulları ile
dünya konjonktürüne bağlamak mümkündür.
3.5. GSYİH Kanalı
Reel kurların bütçe üzerine yarattığı dolaylı bir etki GSYİH kanalından gelmektedir.
Zira kurların reel olarak düşük kalması, hatta 2003-2008 döneminde olduğu gibi cari olarak
da gerilmesi, GSYİH’nın dolar bazındaki değerinin yapay olarak artmasına, bu da yerli ve
yabancı finansal yatırımcıların yakından izlediği bazı rasyoların iyileşmesine imkan
vermektedir.
Tablo 13. 1989-2018 Döneminde GSYİH’da Kur Etkisi
GSYİH (Milyar Dolar) FARK
Yıl
Cari
Kura
Göre
Önceki Yıl Cari
Kura Göre
Olması Gereken
Önceki Yıl Olması
Gereken Kura Göre
Olması Gereken
Önceki Yıl Cari
Kura Göre Olması
Gereken
Önceki Yıl Olması
Gereken Kura Göre
Olması Gereken
1989 147,6 147,6 147,6 0,0 0,0
1990 207,6 165,2 165,2 42,4 42,4
1991 207,8 214,3 170,6 -6,6 37,2
1992 218,9 223,4 183,4 -4,5 35,5
1993 247,2 239,7 200,8 7,5 46,4
1994 178,8 236,1 191,8 -57,4 -13,1
1995 233,6 193,8 207,9 39,8 25,7
1996 249,9 252,7 224,9 -2,8 24,9
1997 261,0 271,3 244,2 -10,3 16,8
295
1998 275,5 270,8 253,4 4,6 22,1
1999 255,1 269,1 247,5 -14,0 7,6
2000 273,6 276,2 268,0 -2,6 5,6
2001 200,3 261,3 256,0 -61,0 -55,7
2002 238,1 215,9 276,0 22,1 -37,9
2003 312,7 255,9 296,6 56,8 16,1
2004 404,7 351,8 333,7 52,9 71,0
2005 501,3 455,4 375,5 45,9 125,8
2006 550,2 553,5 414,6 -3,3 135,6
2007 674,9 594,0 447,7 80,8 227,2
2008 765,7 694,6 460,7 71,1 304,9
2009 644,2 736,5 443,2 -92,3 201,0
2010 771,3 716,8 493,1 54,5 278,2
2011 833,0 871,0 556,9 -38,0 276,1
2012 873,6 892,0 596,4 -18,5 277,2
2013 950,8 962,3 657,0 -11,5 293,8
2014 933,6 1013,3 700,2 -79,7 233,5
2015 859,0 1000,7 750,5 -141,7 108,5
2016 862,6 897,0 783,6 -34,4 79,0
2017 852,0 943,7 857,3 -91,7 -5,3
2018 773,0 894,6 900,2 -121,5 -127,1
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
Tablo 13’de, reel kurların GSYİH üzerindeki etkisini ortaya koymak amacıyla yapılan
hesaplamaların sonuçları verilmiştir. Buradan dolar kurunun eksik değerlenmesinin dolar
bazlı GSYİH’yı önemli oranda artırdığını görmek mümkündür. Örneğin, 1989-2008
döneminde reel dolar kurunun en düşük düzeye geldiği, yani TL’nin en aşırı değerli düzeyini
gördüğü 2008 yılında, cari kura göre GSYİH 765,7 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.
Bu rakam, Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken GSYİH’dan 71,1 milyar dolar, Önceki
Yıl Olması Gereken Kura Göre Olması Gereken GSYİH’dan da 304,9 milyar dolar daha
yüksektir. Bu durumun dış borç stoku/GSYİH, bütçe açığı/GSYİH ve kamu borç
stoku/GSYİH gibi kritik göstergelerde yaratacağı olumlu etkinin de oldukça büyük olacağı
açıktır.
Grafik 6, cari dolar kuru ile hesaplanan GSYİH ile olması gereken dolar kuruna göre
hesaplanan GSYİH değerlerinin 2000 yılına kadar birbirine yakın iken, özellikle 2004 yılında
itibaren önemli ölçüde ayrıştığını ortaya koymaktadır.
296
Grafik 6. Farklı Dolar Kuruna Göre GSYİH (Milyar Dolar)
Grafik 7 ise reel dolar kuru ile dolar bazlı GSYİH arasındaki ilişkiyi göstermektedir.
Buradan reel dolar ile GSYİH arasında belirgin ve ters yönlü bir etkileşimin, özellikle 2002
sonrası dönemde, varlığını görmek mümkündür. Bu iki değişken arsındaki korelasyon
katsayının işareti ve büyüklüğü de (-0,8641) bu değerlendirmeyi desteklemektedir.
Dolayısıyla reel kur geriledikçe GSYİH artmış, buna bağlı olarak GSYİH referans alınarak
hesaplanan rasyolar iyileşmiştir. Tablo 13’de yer alan verilerden de bunu görmek
mümkündür.
Grafik 7. Reel Dolar Kuru ve GSYİH (Milyar Dolar)
Tablo 14’de yer alan cari kur ile hesaplanmış verilere göre 1989-2018 döneminde
toplam dış borç stokunun GSYİH’ya oranı yüzde 39,3 iken, bu rakam, Önceki Yıl Cari Kura
Göre Olması Gereken GSYİH’ya göre yüzde 38,9, Önceki Yıl Olması Gereken Kura Göre
0,0
200,0
400,0
600,0
800,0
1000,0
1200,0
198
9
199
0
199
1
199
2
199
3
199
4
199
5
199
6
199
7
199
8
199
9
200
0
200
1
200
2
200
3
200
4
200
5
200
6
200
7
200
8
200
9
201
0
201
1
201
2
201
3
201
4
201
5
201
6
201
7
201
8
FARKLI DOLAR KURUNA GÖRE GSYİH (Milyar Dolar)
Cari Kura Göre
Önceki Yıl Cari Kura Göre Olması Gereken
Önceki Yıl Olması Gereken Kura Göre Olması Gereken
0,000
0,500
1,000
1,500
2,000
2,500
3,000
3,500
4,000
-400,0
-200,0
0,0
200,0
400,0
600,0
800,0
1000,0
1200,0
1989 1991 1993 1995 1997 1999 2001 2003 2005 2007 2009 2011 2013 2015 2017
REEL DOLAR KURU VE GSYİH (Milyar Dolar)
GSYİH (DOLAR) Reel Dolar Kuru
Log. (GSYİH (DOLAR)) Log. (Reel Dolar Kuru)
297
Olması Gereken GSYİH’ya göre de yüzde 46,2 düzeyinde olacaktı. Bu durum sadece toplam
değil kamu ve özel kesim borç stokları için de kurların eksik değerlendiği tüm dönemlerde
geçerlidir. Kurların aşırı değerlendiği dönemlerde ise bunun tersi geçerli olmuştur.
Tablo 14. 1989-2018 Döneminde Dış Borç Stoku Rasyolarında Kur Etkisi
KUR DÜZEYİ 1989 -
2018
1989 –
B-
1990-93
-E-
1994 –
A-
1995-00
–E-
2001-02
-A-
2003
–GY-
2004-13
–E-
2014-18
-A-
Cari Kura Göre
1 16,2 20,0 16,4 23,3 16,6 25,3 22,7 12,8 15,0
2 19,6 4,5 6,8 9,6 14,5 19,6 15,7 23,3 34,4
3 39,3 29,8 26,6 38,4 35,9 55,6 46,1 38,2 49,7
Önceki Yıl Cari
Kura Göre
Olması Gereken
1 16,2 20,0 17,4 17,7 17,0 24,0 27,7 13,3 13,5
2 19,2 4,5 7,1 7,3 14,5 18,0 19,1 24,0 31,0
3 38,9 29,8 28,1 29,1 36,4 51,7 56,3 39,5 44,7 Önceki Yıl
Olması Gereken
Kura Göre
Olması Gereken
1 18,6 20,0 20,1 21,8 17,8 20,9 23,9 18,2 16,0
2 23,8 4,5 8,3 9,0 15,4 16,0 16,5 34,1 36,9
3 46,2 29,8 32,5 35,8 38,4 45,7 48,6 55,3 53,2
Kamu/GSYİH, Özel/GSYİH, Toplam/GSYİH, T: Toplam B: Baz Yılı, GY: Geçiş Yılı, A: Aşırı Değerli Kur, E:
Eksik Değerli Kur
Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı ve TCMB verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır.
Bununla birlikte, ortaya çıkan fark açısından dolar kurunun çok daha belirgin bir şekilde
eksik değerlendiği 2004-2013 döneminde çok daha belirgindir. Nitekim, bu dönemde
GSYİH’ya oran olarak kamu borç stokunun oranı yüzde 18,2 yerine yüzde 12,8, özel borç
stokunun oranı yüzde 34,1 yerine yüzde 23,3, toplam borç stokunun oranı da yüzde 55,3
yerine yüzde 38,2 olmuştur.
Görüldüğü gibi kurların eksik değerlenmesi Türkiye ekonomisinin algısını pozitif
etkileyecek yapay iyileşmelere imkan vermiştir. Ancak, kurlarda bir düzeltmenin yaşanması
ve bu arada ekonominin yavaşlaması durumunda rasyolarda hızlı bir kötüleşme yaşanması
ihtimalinin varlığı da gözardı edilmemelidir. Böylesi bir durumda yaşanabilecek gelişmeleri
öngörmek için ise kahin olmaya gerek bulunmamaktadır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Yukarıda yapılan analiz ve değerlendirmeler çerçevesinde;
1. 1989 yılında çıkarılan 32 sayılı Karar’ın ardında Türkiye, yüksek enflasyon ve yüksek
faiz ile sığ finansal piyasalarına bağlı olarak, önemli miktarda sıcak para çekmiştir.
2. Bu durum döviz arzının artmasına, kurların eksik (TL’nin aşırı) değerlenmesine neden
olmuştur.
3. Bu gelişme bir taraftan ithal malları ucuzlatarak ithalat artışına ve ithalat üzerinden
alınan vergi gelirlerinin artmasına, diğer taraftan borç servisinin TL bazında
ucuzlamasına imkan sağlamıştır.
4. Bunların yanında dolar bazında GSYİH, revizyonların da katkısıyla, reel büyümenin
üzerinde ve önemli miktarda artmıştır.
5. Bunların sonucunda da küresel boyutta finansal yatırımcıların takip ettiği kritik
göstergelerde (yükümlülükler azalırken/GSYİH arttığı için) iyileşme (yapay) yaşanmış,
bu da spekülatif yabancı sermaye girişini beslemiştir.
6. Ancak, yurtdışından gelen ve daha çok kısa vadeli olan kaynaklar yeterince üretken yani
dış kaynaklara/borçlara karşılık üretilebilecek alanlara yönlendirilememiş ve bu nedenle
bu bir tür “kazan kazan” sürecinin sonuna gelinmiştir.
298
Zira:
1. Küresel koşullar ve de Türkiye’nin eko-politik algısı bozulmuştur.
2. Özelleştirilebilecek çok fazla tesis kalmamıştır.
3. Kurtarıcı körfez sermayesi de artık büyük ölçüde devre dışı kalmış gibi görünmektedir.
4. Bedelli askerlik, imar affı, TCMB ihtiyat akçesi gibi tek seferlik gelir imkanları
tüketilmiştir.
5. Sık çıkarılan vergi afları nedeniyle vergi bilinç ve ahlakı zayıflamıştır.
6. Geriye; zam, vergi oranlarında artışlar ve yeni vergilerin konulması kalmıştır.
2018 yılı sonu itibariyle gelinen noktada ise;
1. Türkiye’de kamu (ve diğer kesimler) ülke imkanlarını iyi kullanamamış, kaynaklar daha
çok gelecekteki getirisi düşük alanlarda değerlendirilmiştir.
2. Döviz kurları (reel) düştüğü için iyileşen makro göstergeler 2019 ve sonrasında
kötüleşecek gibi görünmektedir.
3. Türkiye ekonomisinde yapılan yanlışların ve yapılamayan doğruların faturasını ödeme
zamanı gelmiştir.
4. 1989-2018 döneminden konumuz bağlamında çıkarılabilecek en önemli ders ise, döviz
kurlarının uzun süre eksik değerlenmesine izin verilmemesi, gerçekçi değerlenmiş kur
düzeyinin korunmasıdır.
5. Türkiye’nin acilen yeni ve entegre bir büyüme modeline, her alanda çalışma ve başarı
ilkesine işlerlik kazandırılmasına, kamuda performansa dayalı atama ve vizyoner
yönetim anlayışına, yine kamuda tasarrufa ve kurumsal hafıza kaybının önlenmesine
ihtiyaç bulunmaktadır.
Aksi halde ekonomik sorunlar toplumsal sorunların da (sosyal, politik, kültürel) artmasına
neden olabilecektir. Beklentimiz, tüm toplumsal kesimlerin katılımı ile yani ortak akıl ile
kamunun, ekonomi politikalarının ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik
önlemlerin uygulamaya konulabilmesidir.
KAYNAKÇA
Erçel, G. (1999) “2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve Para Politikası
Uygulaması”, www.tcmb.gov.tr.
IMF (2016). Annual Report on Exchange Arrangements and Exchange Restriction.
Özçam M. (2004) “Döviz Kuru Politikaları ve Döviz Kuru Oynaklığının Etkileşimleri”,
Sermaye Piyasası Kurumu Araştırma Raporu.
Saraçoğlu, R. (1989) “1990 Yılına Girerken Türk Ekonomisi”.www.tcmb.gov.tr.
TCMB Kanunu, www.tcmb.gov.tr.
https://www.hmb.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri
http://www.sbb.gov.tr/ekonomik-ve-sosyal-gostergeler/
https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemele
r+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler