acikarsiv.ankara.edu.tracikarsiv.ankara.edu.tr/browse/3490/4372.pdfi İÇİndek İler kisaltmalar...
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI
ULUSAL ÇIKAR VE ULUSAL BASIN
Yüksek Lisans Tezi
Süleyman GÜVEN
Tez Danışmanı Prof. Dr. Eser KÖKER
Ankara – 2008
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANA BİLİM DALI
ULUSAL ÇIKAR VE ULUSAL BASIN
Yüksek Lisans Tezi
Süleyman GÜVEN
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Eser KÖKER
Tez Jürisi İmza …………………………………….. …………………….. ……………………………………. …………………….. ……………………………………. ……………………..
i
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
GİRİŞ…………………………………………………………………………………….…1
I. BÖLÜM: ULUSAL ÇIKARIN İNŞAASI VE MEDYA……………………………...47
A. SAVAŞ VE MEDYA……………………………………..…………………………….54
1. Medyanın Yanlılığı ve Savaş..……………………………….……….………..56
B. TARİHSEL BİR SÜREÇ İÇİNDE TÜRKİYE’DE YAZILI BASINDA ULUSAL
ÇIKARLARIN İFADE EDİLİŞ BİÇİMLERİ…………………………………….…….74
1. Yazılı Basında Kore Savaşı ve Ulusal Çıkarlar ............…………………...74
2. Yazılı Basında Kıbrıs Barış Harekâtı ve Ulusal Çıkarlar .................…….84
3. Yazılı Basında Körfez Savaşı ve Ulusal Çıkarlar ................………………..95
4. Yazılı Basında Bosna Savaşı ve Ulusal Çıkarlar …………………………..105
5. Yazılı Basında Kosova Savaşı ve Ulusal Çıkarlar……………………....…114
6. Yazılı Basında Afganistan Savaşı ve Ulusal Çıkarlar ……………….…...120
II. BÖLÜM: 1 MART TEZKERESİNİN YAZILI BASINDA TARTIŞILMA
BİÇİMLERİ…………………………………………………………………………….…134
A. LİBERAL BASINDA IRAK’IN İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ……………..148
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi…………………148
2. Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi………………………...151
a. Ağır Ekonomik Kayıplar, Olası Çıkarlar:…………………………….151
ii
b. Ortadoğu’da Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma İsteği…………………153
3. Liberal Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri:…………………………………………………………………………….. 155
a. Ekonomik Çıkarlar……………………………………………………...155
b. Kuzey Irak’ta Türkmenlerin Hamisi Olarak Türkiye………….…….158
c. Ortadoğu’da Bölgesel Güç Olma Arzusu………………………….….. 159
d. Güçlü Müttefiki Kaybetme Korkusu…………………….……………..161
e. İleride Kurulacak Bir Kürt Devletinin Türkiye’yi Bölmesi…………..162
4. Liberal Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri………………………....166
a. Aktör Tanımı…………………………………………….……………….167
b. Kanıtlarla İspatlamak……………….……………………….…….. 168
TÜSİAD ve Baş Ekonomistlerin Görüşleri……………………….168
Wall Street Journal ve Washington Post’un Sahipliğinde Haberi
Doğrulamak………………………………………………………....169
Kürt Devletinin Kurulması Savaş Nedeni………………………...170
Kaçınılmaz Savaş…………………………………………………...171
Paşalar Anlattılar Füzelerin %60’ı Uydu Başlıklı………………..171
Mantıklı Olma Gerekliliği……………………………………….…172
“B” Planının Gerekliliği ………………………………………….. 173
c. Karşılaştırma “Tarihten Alınması Gereken Dersler”……………...….173
d. Ötekileştirme “Biz Türkler”……………………………..……………..174
Onların Amacı Kürt Devleti Kurmak…………...………………..175
Biz Savaşa Karşıyız Ama…………………………………...……...175
iii
Ellerinde Toplarla Bize Saldırırlar…………...…………………...176
Kabile Şefleri………...……………………………………………...176
Merhametli Türkler ……………………………………..…….…...177
e. Dil Oyunlarına Başvurma………………...……………………..………177
Deniz Bitti……………………………..…………………………….178
Coğrafyanın Mağduru……………………………………..……….178
B. MUHAFAZAKÂR BASINDA IRAK’IN İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ…......179
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi……………...…..180
2.Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi…………………...……..182
a. Zoraki Tezkere………………………………………..…………………182
b. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Güvenliği…………………..…………..185
c. Barış Eylemleri……………………………………..……………….……188
3. Muhafazakâr Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri……………………………………………………………………… 189
a. Türkiye’nin İsrailleştirilmesine Karşı Durmak……………….……….189
b. İtibarlı Ülke Olma İsteği………………………………………………...194
c. Kuzey Irak Hassasiyeti………………………………………………….196
4. Muhafazakâr Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri……………...198
a. Aktör Tanımı…………………………………………………………….199
b. Kanıtlarla İspatlamak………………………….………………………. 200
İsrailli Muhalif Yazarın Görüşleri…….…………………………..200
Zalimler Cezasız Kalmaz ………….……………………………....202
Ahlaki Meşruiyet ile Mantık………………….……….…………...203
Iraklı İnsanların Her Gün Ölmesi……………………..…………. 204
61 Milyon 750 Bin Kişi Savaşı İstemiyor……………….…………205
iv
Kışkırtıcı Demografik Yapı………………………………………..206
c. Karşılaştırma “Çirkin Savaş”…………………………………………..206
89 Yıl Sonra Aynı Tuzak……………………………………...…....208
Conilerin Suç Dosyası Kabarık…………...………………………..209
d. Kurbanlaştırma “Mazlum Iraklı Müslümanlar”…………...…….…...209
Kalbinizde Masumlara Yer Var Mı?...............................................210
e. Ötekileştirme…………………………………………………....………..210
Şer Güçler …………………………………………………………..211
Cömert Türkler..................................................................................212
f. Dil Oyunlarına Başvurma “Kirli Pazarlık-Amerikan Traşı-İktidarın
Ateşle Oyunu”…………………………..……………………………….….213
C. SOL BASINDA IRAK İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ……………………..….214
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi……………...…..214
2. Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi……………………...….217
a. Türkiye’nin Bölünme Tehlikesi………………………………………...217
b. Hükümetin Eleştirilmesi…………………………………………...……219
c. Savaş Karşıtlığı…………………………...……………………………...220
3. Sol Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri…………………………………………………………………….....222
a.Amerikan İmparatorluğu ve Kuklaları………....………………………222
b. İtibarlı Ülke Olma İsteği………………………………………………...226
4. Sol Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri…………………...……..228
a. Aktör Tanımı…………………………………...………………………..228
b. Kanıtlarla İspatlamak…………………………………………..……....230
Harp Zaruri ve Hayati Olmalı………………………………….....230
v
Kanlı Parayı İstemeyen Halkımız…………………………….…...231
Amerikan Bataklığına Saplanmak….…………....………….….....232
Uluslararası Denetimciler…………….………….…………….…..233
Zorla Demokrasi Akıl İşi Değil……………..………………….….234
Güç Politikasının Sürekliliğini Öne Çıkarma…………..….……..234
Yurttaşların %83’ü Amerikan Askeri İstemiyor………...………235
c. Karşılaştırma “Bağımsız Türkiye’nin Geçmişi”……………………….236
d. Kurbanlaştırma “Yoksulluk Sınırında Yaşayan İnsanlarımız”…...…237
Vahşi Plan…………………………………………………………..238
e. Ötekileştirme……………………………………………………………..238
İşbirlikçi Kürtler……………………………………………...……239
Onurlu Kararımız……………………………………………...…..239
f. Dil Oyunlarına Başvurma “Bataklık, Fay Hattı, Beygir, Kukla”…….241
D. DEĞERLENDİRME……...……………………...………………………242
SONUÇ……………………………………………..………………………...272
KAYNAKÇA………………………………………….……………………..276
ÖZET…………………………………………………………………………281
SUMMARY………...............…………….…….…………………………….283
vi
KISALTMALAR
ABD : Amerika Birleşik Devletleri BM : Birleşmiş Milletler
IKDP : Irak Kürdistan Demokratik Partisi IKYB : Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği
NATO : Kuzey Atlantik Paktı
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
1
GİRİŞ
Bu çalışma, Türkiye’de ulusal basının ulusal çıkarları nasıl nitelediğini
betimlemektedir. Çalışmanın amacı Türkiye’deki ulusal basının ulusal çıkar
önceliğinin söylemsel kuruluşunu ulusal çıkara ilişkin nitelendirmelerin yoğunlaştığı
örnek olaylar aracılığıyla kanıtlamak ve Türkiye’nin yurt dışına asker gönderme ve
yabancı askerleri Türkiye’de bulundurmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi
(TBMM)’den izin aldığı farklı dönemlerde basının ulusal çıkarı nasıl anlamlandırdığı
ortaya koymaya çalışmaktır.
Bu çalışmada Türkiye’de yazılı basının özellikle ulusal ve uluslararası olay ve krizler
sırasında ulusal çıkarı tanımlarken bu kavrama nasıl başvurduğu, realizmin temel
kavramlarından biri olan ulusal çıkarı ele alış biçimleri ortaya konulmaya
çalışılacaktır. Bu çalışmanın amacı nelerin ulusal çıkara uygun olup olmadığını
saptamak değildir. Yalnızca ulusal basının ulusal çıkar kavramına yaklaşımını ortaya
çıkarmak ve belli dönemlerde yaşanmış olan ulusal ve uluslararası olaylar
çerçevesinde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını nerelerde gördüğünü, neler olduğunu ve
hangi ulusal çıkarları öncelediğini ortaya koymaktır. Bu amaçla araştırmada aşağıdaki
varsayımlar oluşturulmuştur.
Gazetelerin özellikle ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda milliyetçi duygular
içerisinde resmi ideolojiye uygun talep ve beklentileri ön plana alarak haber
yaptıkları, bunu yaparken de nesnel bakış açısından uzaklaştıkları düşünülmektedir.
Türk yazılı basınında farklı ideolojik görüşlere sahip gazetelerin 1 Mart Tezkeresi
2
konusunda farklı perspektiflerden olaya baktıkları ancak ulusal çıkarı önceledikleri,
özellikle realist paradigmada öne sürülen ‘uluslar arası ilişkilerin çıkarlar üzerine
kurulduğu’ tezini benimsedikleri varsayılmaktadır.
Tarihsel bir süreç içinde Türkiye’de ulusal çıkarların ifade edilişinde ekonomik
nedenler giderek ağırlık kazanmıştır.
Tarihsel bir süreç içinde liberal ulusal basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını uluslararası
işbirliğinde görmektedir.
Tarihsel bir süreç içinde muhafazakâr basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Din / İnanç
temelli ilişkiler içinde değerlendirmektedir.
Tarihsel bir süreç içinde sol basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını batı karşıtı bir
temelde görmektedir.
Savaş ve ulusal güvenlikle ilgili sorunları gündeme getirirken ulusal basının dili
zaman içinde değişmiş diplomatik bir dil kullanımından askeri bir dil kullanımına
doğru değişmiştir.
Savaş ve ulusal güvenlikle ilgili sorunları gündemde tutan ulusal basın kahramanlık
mitlerini ve öykülerini yeniden inşa eder.
Bu tez çalışmasında yukarıda oluşturulan varsayımlar doğrultusunda araştırma
yapılmış ve varsayımlar test edilmiştir.
3
Devletlerin uluslararası alanda ulaşmak istedikleri hedefleri anlatmak için genellikle
“ulusal çıkar” kavramı kullanılmaktadır. “Ulusal çıkar” tartışmalı bir kavramdır.1
Ulusal çıkar, yalnızca siyasal düzlemde karar vericilerin ya da politikacıların
kullandığı ya da izledikleri politikaları meşrulaştırmaya çalıştıkları bir kavram
değildir. Bir ülkedeki farklı gruplar, kurumlar ve sınıflar da bu kavrama sık sık
başvurmakta ve kendi çıkar ya da çıkar algılamaları doğrultusunda bu kavramı
kullanmaktadırlar.2
Ulusal çıkar konusunda yapılan çalışmalara genel olarak baktığımızda, uluslararası
ilişkiler alanında ulusal çıkarın realist paradigma üzerinden değerlendirilmesi ile
karşılaşırız ki benzeri şekilde iletişim çalışmalarında da ulusal basın ile ilgili yapılan
çalışmalarda, ulusal basının da ulusal çıkarları genellikle bu paradigma üzerinden
değerlendirdiği ortaya çıkmaktadır. Ulusal çıkar kavramı3 modern devletin
gelişimiyle ilgilidir ve 1789 Fransız Devrimi’nden sonra ortaya çıkmıştır. Ulusun bir
bütün olarak ortak bir çıkara sahip olduğunu varsayan ulusal çıkar kavramı, ‘bağımsız
ulus devlet’le yakından ilgilidir ve devlet tarafından temsil edildiği ve uygulandığı
kabul edilir.4 Ulusal çıkar, ‘Uluslararası İlişkiler Sözlüğü’nde “temel hedef ve dış
politikanın yapılmasında devletin karar alıcılarını yönlendiren en üst belirleyici”
1 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika, Ankara Üniv. SBF Yayınları, No:420, Ankara, 1978. 2 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004. 3 Kavramın tarihsel kökenini eski Yunan’a kadar götüren yaklaşıma rastlanmaktadır. Bu dönem tarihçileri arasında yer alan Thucydides (M.Ö. 471-400)’in kavramı devletin güç durumu olarak tanımladığını görmekteyiz. Steven Forde, International Realism and the Science of Politics: Thucydides, Machiavelli and Neorealism, International Studies Quarterly, 39, 2 June: 141-160. Akt: Mitat Çelikpala, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 12-15. 4 Baskın Oran , Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul,2003. s. 34.
4
şeklinde tanımlanmaktadır.5 Ancak ‘ulusal çıkar’ kavramı bu alanda farklı
paradigmalar tarafından farklı tanımlanmakta ve yorumlanmaktadır.
Ulusal çıkar, realist kuramın merkezi ve anahtar kavramlarından biridir. II. Dünya
Savaşı öncesi gelişmelerin etkisiyle güncellik kazanan; ancak esas olarak Savaş
sonrası uluslararası politika çalışmalarında oldukça sık kullanılan bir teorik çerçeve
haline gelen realizm, Anglo-Amerikan merkezli bir uluslararası ilişkiler teorisi olarak
değerlendirilmiştir. “Realizm, güçlü bir ülkenin bir “hegemon”6 olmayı öğrenmesine
yardım eden soğuk savaş dönemine ait bir kuramsal dünya görüşü niteliğindedir.”7
Niccolo Machiavelli ve Thomas Hobbes’un8 düşüncelerine dayandırılan realizm
uluslararası politikayı, ulus devletler arası bir ilişki süreci olarak görmekte ve
devletleri de rasyonel karar veren bütüncül yapılar olarak kabul etmektedir. “Realizm;
uluslararası ilişkilere, devletlerin, kuralları belirsiz bir ortamda, güce ve karşılıklı güç
dengesine bağlı politikalarla, sonucu daima sıfıra müncer biçimde çıkarlarını
maksimize etme güdüsü ile hareket eden yegâne aktörler olduklarını öngören bir
teorik çerçeve içinde yaklaşmaktadır.”9 Realizme göre, uluslararası politikanın özü,
güç ve çıkar mücadelesidir ve merkezi bir otoritenin bulunmadığı ve Hobbes’un
5‘The Harper Collins Dictionary of American Government and Politics’ ve ‘The Dorsey of American Government and Politiks’, Akt: Mitat Çelikpala, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 14. 6 Hegemonya ile gündelik dildeki baskıya dayalı ilişkiler değil, ulusların bir ülkenin gücünü ve liderliğini rızaları ile kabul ettikleri ve kendi çıkarlarına da uygun buldukları bir sistem kastedilmektedir. 7 Burcu Bostanoğlu, Türkiye-ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi, 1. Basım, Ankara, 1999, s. 18. 8Hobesiyen anlayışa göre, moral ilkeler politikaya rehberlik edemez ve politikacılar moral ilkelere göre hareket etmezler; devletler birbirleriyle ilişkilerinde ahlaki ve hukuki kaygıları dikkate almazlar. Rönesans filozoflarından olan ve realist okulun öncülerinden sayılan Thomas Hobbes (1588–1679), barış ve güvenlik sağlayamayan tüm hükümetlerin değiştirilmesini savunduğu Leviathan’da insanın tıpkı başka hayvanlar gibi öldürme hakkı ve öldürülme olasılığı olduğunu ve böylece en güçlülerin doğa yasaları ile uyum içinde egemen olacaklarını belirtmiştir. Buna göre güç hakkı oluşturur; çünkü bir doğa durumunda doğal yasaya uygun olan her şey ahlaksaldır. 9 Burcu Bostanoğlu, Türkiye – ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi, 1. Basım, Ankara, 1999, s.
5
deyimiyle doğa durumunun devam ettiği bu anarşik yapıda devletler açısından
güvenlik konusu ana gündem konusudur. Böyle bir yapı içinde savaşlar olağan bir
durum olarak görülmekle beraber bu durum klasik realizme göre insan doğasından,
neorealizme10 göre ise uluslararası sistemin anarşik yapısından kaynaklanmaktadır.11
10Kenneth Waltz'ın 1979' daki çalışmasıyla neorealizm ortaya çıkmıştır. Yapısal realist olarak da bilinen Waltz, realizmin temel varsayımını insan doğasına dayandırmaması ve analiz düzeyi olarak sistem ve yapıyı esas alması bakımından daha bilimsel bir teori geliştirmeye çalışmıştır. Uluslararası politikanın temel aktörünün devlet olarak görülmesi, devletlerin üniter yapılar olarak değerlendirilmesi, devletlerin ve devlet adamlarının rasyonel davrandıklarının varsayılması ve devletlerin bencil ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden birimler olarak kabul edilmesi, hem klasik realizmin hem de neorealizmin ortak varsayımları ve özellikleridir. Ancak, neorealizm uluslararası çatışmaları ve savaşları analiz ederken belirgin bir şekilde yapı ve sistem üzerinde odaklanmaktadır. Özellikle uluslararası yapıda egemen olan anarşinin devletlerde güvensizliğe yol açtığı belirtilmekte; savaş ve çatışma ise güvenlik ikilemi kavramıyla açıklanmaktadır. Sistemin anarşik özelliği devletleri varlığını sürdürme sorunuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu yapı içinde her devletin en temel amacı varlığını sürdürmektir. Devletler en azından varlıklarını korumak, ancak mümkünse genişlemek ve etkilerini artırmak amacını gütmektedirler. Neorealist teoride anarşiden kaynaklanan başkaları tarafından egemenlik altına alınma korkusu, yani her devletin korktuğu veya her devletin egemenlik altına almak isteğinde olduğu varsayımı genelleştirilmektedir. Dolayısıyla, neorealizm bu yönüyle dış politikayı özünde insan doğasına dayandıran klasik realizmden farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Klasik realizm insan doğasından hareket ederek devletin güç peşinde koşmasından kaynaklanan güç mücadelesi üzerinde yoğunlaşırken, neorealizm ise uluslararası yapıdaki anarşi olgusu üzerinde durmaktadır. Uluslararası sistemin anarşik yapısının yol açtığı korku ve güvensizlik uluslararası ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Ancak güç unsuru hem klasik realizmde hem de neorealizmde ana unsur olmaya devam etmektedir. Klasik realistler de neorealistler gibi, “yapısal anarşi” veya sorunların çözümünü sağlayacak “merkezi bir otoritenin yokluğu” üzerinde durmakla beraber bunu bir sonuç olarak değerlendirerek devletlerin dış politikası üzerinde belirleyici bir etkisi olduğu üzerinde durmuyor. Oysa neorealistler anarşi olgusuna bir neden olarak bakarak devletlerin dış politikasını açıklamada önemli bir çıkış noktası olarak kabul etmektedirler. Bununla beraber, klasik realizmin temel özelliklerinden olan, “moral unsurların siyaset dışı tutulması ve etikten arındırılmış bir siyaset anlayışı” neorealizmde yeterince vurgulanmamaktadır. Oysa klasik realizm bu anlamda liberal idealizme bir tepki olarak doğmuş ve onu ütopyacı olarak nitelemesinde de bu görüşün değer unsuruna biçmiş olduğu rol öne çıkmıştı. Klasik realizmde önemli olan ve onu idealizmden ayıran en önemli unsur olan moral unsur neorealizmde gözardı edilmiştir. Realizm ile neorealizm arasındaki bir diğer fark da önermelerinin bilimselliğiyle ilgilidir. Neorealizm, önermeleri insan doğasına ilişkin olan ve sınama olanağı bulunmayan klasik realizme yönelik davranışsalcı bir tepki olarak değerlendirilmektedir. Deney ve gözlemi esas alan pozitivizme göre, insan doğasına ilişkin önermelerin gözleme tabi tutulabilmesi mümkün olmadığından klasik 'realizmin bilimsel bir teori olarak kabul edilmesi de bu bakış açısından mümkün değildir. Daha fazla bilgi için: Kenneth Waltz, George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya Siyasal Sistemi, Çev: Ergin Onulduran, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1982; Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004. 11 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004, s.21.
6
İnsan doğasına yaklaşımı negatif12 olan realizmde, üç temel savaş nedeni olduğu
varsayılmaktadır. Thomas Hobbes bunları şu şekilde ifade etmektedir:
Birincisi, rekabet; ikincisi, güvensizlik; üçüncüsü de, şan ve şeref. Birincisi
insanları kazanç için; ikincisi, güvenlik için, üçüncüsü ise, şöhret için
mücadele etmeye iter. Devlet olmadıkça, herkes herkese karşı daima savaş
halindedir. Buradan şu açıkça görülüyor ki, insanlar hepsini birden korku
altında tutacak genel bir güç olmadan yaşadıkları vakit, savaş denilen o
durumun içindedirler ve bu savaş herkesin herkese karşı savaşıdır.13
Bundan dolayı realizmde, devletin varlığı düzen için zorunlu olarak görülmektedir.
Uluslararası alanda ise böyle bir güç olmadığı için burası devamlı bir savaş
halindedir.
Realist kuramın öncü düşünürlerinden Machiavelli14 için en yüksek amaç siyasal
amaçtır: Güçlü bir devleti oluşturmak ve idame ettirmek. Kendi çıkarları için çalışan
tamahkâr insan, toplumsal çatışma ve kargaşa meydana getirir. Eğer devlet dış
düşmanlarca incinebilir halde ise iç düzeni kurmak kamu sükûnunu sağlamayacaktır.
Bir devleti kurmak ve yaşatmak gibi yapıcı bir amaç için her araca izin verilebilir.
Machiavelli’ye göre, “Hükümdar sadece yaşamı ve devletin varlığını sürdürmeyi
amaçlar. Bunu sağlamak için başvuracağı araçlar her zaman doğru ve övgüye değer
12 Realizmde insan, doğuştan kötü, günahkâr ve bencildir. Kötü, günahkâr ve aç gözlü olan insan her zaman için kendi çıkarını düşünmektedir. Bu anlamda doğa durumu da herkesin herkesle mücadele ettiği bir savaş halidir. 13 Thomas Hobbes, Leviathan, Çev: Semih Lim, YKY, 4. Baskı, İstanbul, Şubat, 2004. s. 94. 14 Niccolo Machiavelli (1469-1527) bir İtalyan siyaset felsefecisidir. Ayrı ayrı kent devletlerine bölünmüş olan XVI. Yüzyıl İtalya’sında yaşamış olup Floransa Cumhuriyeti’nin 1512’de yıkılmasına kadar bürokrat ve diplomat olarak görev yapmıştır. Gücün nasıl kazanılacağı, nasıl korunacağı ve nasıl sürdürüleceğine ilişkin el kitabı niteliğinde olan Prens adlı çalışması Floransa yöneticisi olan Lorenzo Di Meccini’ye atfen yazılmıştır.
7
olacaktır.”15 Değerli hükümdar ‘durumun gereklerini yerine getirir’ ve kendi
hareketlerini ‘şartlara’ uydurur. Başarı her siyasal hareketi geçerli kılar ve tek günah
başarısızlıktır.16 Machiavelli, bir uluslararası politika kuramı geliştirmediği halde,
politikaya karşı genellikle tutarlı bir tavır takınmış ve bu da kendisini politikanın
kanunlarını araştırmaya yöneltmiştir. Bu yaklaşıma sonraları realpolitik denilmiştir.
Machiavelli’den beri çıkar ve gereklilik -ve bunları kapsayan raison d’etat17 deyimi-
realpolitik'in başlıca kavramları olarak kalmışlardır. Realizmin ulusal çıkar anlayışı;
devletin varlığını koruma, güçlenme ve gerektiğinde genişlemeyi de içermektedir.
Dolayısıyla, bu akımın uluslararası ilişkileri bir çatışma ve mücadele ortamı
olarak görmesinin doğrudan uzantısı ulusal çıkar kavramına da yansımaktadır.
Realist paradigmaya göre devletin çıkarı emperyalizmi gerektiriyorsa
emperyalist politika izlenmelidir. Realist paradigmanın öncü düşünürlerinden
Thomas Hobbes uluslararası yapı içerisinde emperyalizmin meşru olduğunu ileri
sürmektedir:
Fetihler yoluyla güçlerini, güvenliklerinin gerekli kıldığından daha fazla
arttırmak isteyenler olduğu için; durum böyle olmasaydı mütevazı sınırlar
içinde kalmakla yetinecek olan başkaları, istila yoluyla kendi güçlerini
arttırmazlar ise, sadece savunma yaparak uzun zaman dayanamazlar.
Dolayısıyla bir insanın kendi varlığını korumak için başka insanlar
15 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Çev: Özgür Yılmaz, Matris Yayınları, 1. Basım, İstanbul, Ekim 2003. s. 80 16 Kenneth Waltz, George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya Siyasal Sistemi, Çev: Ergin Onulduran, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1982, s.37. 17 Raison d'etat: “Kıta Avrupası teorisyenlerince yorumlanıp, değerlendirildiği üzere uluslararası politikanın tanımı ve aynı zamanda da devlet adamlarının kendilerini nasıl yönlendireceklerinin buyruklar kümesini çevreleyen düşünce kalıpları ya da gelenekleri belirtir.” “Raison d'etat’nın savunucuları kişisel çıkarın ve insanlığın var oluşunun her seviyesindeki güç elde etme arzusunun kaçınılmaz ifadesini vurgularlar. Başkaldırı, baskı ve karşıt güç, devletin siyasal hayatının bütünlüğünü korumada ve savunmadaki temel araçlardır.” Mitat Çelikpala, Ulusal Çıkar ve Dış Politka, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 42.
8
üzerindeki egemenliğini bu şekilde arttırması gerekli olduğundan, buna
cevaz verilmelidir.18
Aynı şekilde Machiavelli de, “Başka devletleri kuvvetlendiren hükümdar kendini
çökertir. Çünkü birini kuvvetlendirmek ya güçle ya da kurnazlıkla gerçekleşir.
Bunların her ikisi de yeni kuvvetlenen devlet için sakınılacak şeylerdir.”19
demektedir. Bundan dolayı realistler tarafından savaş ve güvenlik konuları yüksek
düzeyde politika olarak görülürken; ekonomik, toplumsal ve kültürel ilişkiler düşük
düzeyde politika olarak değerlendirilmektedir. Bu düzeydeki politik etkinlikler, ulusal
gücü ve prestiji arttırmaya yönelik etkinliklerdir.
Realizm, devleti uluslararası ilişkilerin temel aktörü kabul ederek uluslararası
ilişkileri ve uluslararası politikayı devletler arasındaki mücadele süreci olarak
görmektedir. Devletin yekpare ve bütüncül bir aktör olduğunu varsayan realistler
devlet içi dinamikleri göz ardı etmektedirler. Konular arasında hiyerarşi gözeterek
askeri konulara ve güvenlik konularına öncelik veren realist teoriler için güç,
uluslararası ilişkileri anlamada en temel kavramdır. Uluslararası istikrarın sağlanması
ve anlaşmazlıkların çözülmesi de gücün kullanımıyla ilişkilendirilmektedir.20
Realizmin dünya politikasını irdelemekte kullandığı üç anahtar kavram da; ulusal
çıkar, güç maksimizasyonu ve güç dengesidir.21 Realist okulun önemli
temsilcilerinden sayılan Hans J. Morgenthau, öncelikle, insanın ve politikanın
18 Thomas Hobbes, Leviathan, Çev: Semih Lim, YKY, 4. Baskı, İstanbul, Şubat, 2004. s. 93. 19 Niccolo Machiavelli, Hükümdar, Çev: Özgür Yılmaz, Matris Yayınları, 1. Basım, İstanbul, Ekim 2003.s.21. 20 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 164. 21 Burcu Bostanoğlu, Türkiye – ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi, 1. Basım, Ankara, 1999, s. 23.
9
doğasına yaklaşım bakımından birbirlerinden ayrılan iki ekol arasındaki farklılıklara
dikkat çekmektedir. Birinci ekol, insanın doğası itibariyle iyi olduğunu kabul etmekte
ve dolayısıyla toplumsal düzenin rasyonel standartlara erişememesi halinde kusurun;
bilgi ve anlayış yetersizliğinde, zamanın gereksinimlerini karşılayamayacak kadar
eskimiş olan toplumsal kurumlarda veya sadece belli kişilerin ya da grupların ahlaki
bozukluklarında aranması gerektiğine inanmaktadır. İkinci ekole, yani politik
realizme göre ise, dünya rasyonel bir bakış açısından kusurlu ve noksandır. Bunun
nedeni ise insanın doğasında aranmalıdır. İnsan kötü, günahkâr ve ilişkilerinde çıkarı
ve gücü ön plana alan bir doğaya sahiptir. Dünya, insanın doğasında var olan bu
güçlerin bir yansımasından ibaret olduğundan, dünyayı düzeltmek ve geliştirmek için
bu güçlere karşı çıkmak yerine bu güçlerle birlikte hareket etmek gerekir. Böyle bir
dünya, ister istemez çatışan çıkarlar dünyası olacak, moral ilkeler hiçbir zaman tam
olarak gerçekleştirilemeyecek, olsa olsa geçici çıkar dengelerinin ve her an yıkılıp
bozulabilecek çözümlerle giderilmiş çatışmaların gölgesinde oluşan bir dünya elde
edilebilecektir.22 Realizmin Hans Morghenthau tarafından geliştirilen versiyonunda,
dış politikanın bütün siyasal süreç gibi bir güç mücadelesinden ibaret olduğu
varsayılır. Siyasal birimler ister imparatorluk olsun ister ulus devlet güç peşinde
koşarlar. Realist paradigmada bir devletin gücünü arttırmayı amaçlayan politikalar
ulusal çıkara uygundur. Bu bir yandan güç kullanımını meşrulaştırırken, öte yandan
bunun altında yatan nedenleri görmemize de engel olan bir çerçevedir. Örneğin;
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Afganistan’dan ya da Irak’tan daha güçlü olduğu
için bu ülkeleri işgal edebilir. Bu bakış açısıyla işgal eylemini ahlaki olarak
22 Hans Morgenthau, Politics Among Nations: The Struggle For Power And Peace, 6. Baskı, New York,Alfred A. Knopf, 1985 3-5. Akt:Mitat Çelikpala, Ulusal Çıkar ve Dış Politka,Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 51.
10
yargılasak da bir anlamı olmayacaktır. Çünkü uluslararası ilişkiler ahlak üzerine
değil, güç ve çıkar üzerine kuruludur. Realist analiz ayrıca bu işgalin ABD’nin
çıkarına olduğunu varsayar. Bir devlet, belli bir politikayı ulusal çıkarı öyle
gerektirdiği için izler. Burada bu politikanın ulusal çıkara en uygun seçenek olduğuna
kimin karar verdiği sorusu göz ardı edilir; ayrıca o devletteki her kesimin, grubun
bundan yararlandığı varsayılır. Böylece işgalin altında yatması olası olan diğer
nedenler dışlanmış olur. Realizmin en önemli yönü, günümüzde siyasal birim olarak
devleti alması ve onu içyapısından soyutlamasıdır.
Realizmin devlete ve uluslararası politikaya yaklaşımının temel önermeleri şöyle
sıralanabilir: 1-Realizme göre insan doğası bencildir. Devletleri oluşturan bireyler
olduğu için devletler de bencildir. 2-Devlet uluslararası sistemin temel ve en önemli
aktörüdür. 3-Devlet egemen ve üniter bir birimdir. Devleti meydana getiren insanlar
ve kurumlar göz ardı edilerek devlet bir insan gibi konuşan, karar veren bir varlık
olarak betimlenir. 4-Devlet rasyoneldir. Bir aktör olarak devlet daima kendi
çıkarlarını korumak ve arttırmak yönünde davrandığı için rasyoneldir. 5-Uluslararası
sistem ‘anarşik’tir.23 6-Uluslararası ilişkiler açısından belirleyici olan yüksek düzeyde
politikadır. Ekonomik ya da kültürel ilişkilerden ziyade siyasal (güç ve güvenlik
merkezli) ilişkiler önceliklidir. 7-Devlet davranışlarını anlamak için güç anahtar bir
kavramdır. Neyin, ne zaman ve nasıl olacağına belirli ahlaki kurallar değil, güç
dengesi karar verir.24
23 Anarşik burada bir uluslararası hükümetin olmaması anlamına gelir. Bütün sistem tarafından meşru olarak kabul edilen bir merkezi gücün olmaması anarşik yapı demektir. 24 Gökhan Bacık, Modern Uluslararası Sistem, Kaknüs Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 2007. s. 253- 255.
11
Uluslararası politikayı insan doğasına bakışıyla uyumlu şekilde açıklayan II. Dünya
Savaş’ı sonrası realistlerinden Morgenthau’ya dayanan klasik realizme göre bireylerin
ilişkilerinde gücü ön plana alması ve güç ile çıkara dayalı bir ilişkiyi benimsemesi
gibi devletler de dış politikada güç ve çıkar peşindedirler. Sürekli kapasitesini
arttırma güdüsüyle hareket eden devletler, olanakları ölçüsünde diğerlerini
egemenliği altına almaya çalışırlar. Dolayısıyla böyle bir yapıda savaş ve çatışma
olağan hale gelmektedir.25 Realist kuramda ulusal çıkarın arttırılması uluslararası
politikanın amacıdır. Devlet adamları olsun sıradan insanlar olsun her zaman için
özgürlük, güvenlik, esenlik, ve bizzat güç sahibi olmak isterler; Bu amaçlarını dinsel,
toplumsal, felsefi, ekonomik idealler şeklinde tanımlarlar. Bir ulusun uluslararası
politikayla ilişkisi o ulusu güç mücadelesine en önde katılmaya iten kendi kuvvetine
ve bu kuvvetinin derecesine göre değişir. Güç yoksa o ulus uluslararası politikaya
aktif taraflardan biri olarak katılamaz.26
Realist paradigma, uluslararası hukuku ve ahlakı, gücün yani ulusal çıkarın
gerçekleştirilmesini engelleyici unsurlar olarak görmektedir. Realistlere göre, devlet
adamı devletin çıkarını gözetmek zorunda olduğundan bireysel ilişkilerinde uyduğu
ahlaki standartlara çoğu zaman uymayabilir; Zira devlet adamı öncelikle ulusal çıkarı
gözetmek ve devleti dış tehditlerden ne pahasına olursa olsun korumak zorundadır.
Çünkü merkezi bir otoritenin bulunmadığı bir uluslararası ortamda sonucu belirleyen
her zaman için devletin gücü olmaktadır.27 Bundan dolayı realizm, siyasal alana ne
25 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 164. 26 Hans Morgenthau, Uluslararası Politika, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları Cilt 1, Çev: Baskın Oran ve Ünsal Oskay, Ankara 1970, s. 126. 27 Hans Morgenthau, Uluslararası Politika, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları Cilt 1, Çev: Baskın Oran ve Ünsal Oskay, Ankara 1970, s. 132.
12
hukukun ne ahlakın ne iktisadın ne de dinin girmesini kabul etmemekte, bunların
ancak kendi alanlarını sorgulayıp değerlendirebileceğini, siyasal alana müdahale
edemeyeceğini varsaymaktadır. Realistler, uluslararası ahlak ve hukuka gönderme
yapan liberal ve çoğulcu kuramları idealist ve ütopik kuramlar olarak
nitelendirmektedir. Realistlere göre, gerçek dünyada her bir egemen devlet gücünü
artırmaya çalışır ve bunun yollarını arar; güç ve iktidar peşinde koşan devletlerin
moral ilkelerden hareket etmesi söz konusu olamaz. Ayrıca içinde yaşadığımız
dünyada, egemen devletler sayısınca farklı moral değerler bulunduğundan tüm
devletler için geçerli olabilecek evrensel bir normatif teori geliştirmek olanaklı
değildir. Bunun söz konusu olabilmesi için tek bir egemen güç tarafından korunan bir
evrensel dünya düzenine gereksinim vardır. Dolayısıyla normatif ilkeler, bireyler ve
bazı devletler tarafından benimsense bile uluslararası politikada davranışlara rehberlik
edebilecek genel kurallar olamayacağı için bilimsel olarak dikkate alınmaları da söz
konusu değildir. Devletler birbirleriyle ilişkilerinde politikalarını meşrulaştırmak için
normatif argümanlardan yararlanmaktalar veya amaçlarını rasyonalize etmek için
normatif söylemlere başvurmaktadırlar.28 Burada ahlaka aykırı olarak görülebilecek
birçok uygulamanın devlet adamı için gerekli bir davranış olduğu varsayılmaktadır.
Çünkü devlet ya da devlet adamını yönlendiren unsur, moral unsurlardan ziyade
devletin çıkarı için yapılması gerekenlerdir. Bu gereklilik ve zorunluluk unsuru
amaca ulaşmak (güç dengesini korumak veya varlığını sürdürmek) için kullanılan
aracın ahlaki kriterlere göre değerlendirilmesini engellemektedir.29 Yani amaç, aracı
meşrulaştırmaktadır. Machiavelli’nin siyaset anlayışında gerçeklik, her zaman için
28 Mervyn Frost, Towards a Normative Theory of International Relations, Cambridge, Cambridge University Press. 1986, s. 43–44. Akt: Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 140. 29 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 166.
13
belirleyicidir ve ancak çıkarlara hizmet ediyorsa ahlakın bir işlevi vardır. Bu
yaklaşım, devleti uluslararası ilişkilerde ahlak kurallarına uygun davranmak
konusunda her türlü zorunluluktan kurtarmaktadır.30 Realistler, her devletin varlığını
sürdürmek için ne gerekiyorsa yapmak zorunda olduğu gibi diğer devletlerin de aynı
şekilde davranacağı varsayımından hareket ederler. Hiçbir bireysel ahlaki standart,
ulusal varlığı sürdürme amacına engel olmamalıdır. Çünkü realizme göre karar verici
durumundaki devlet adamı, ulusal çevreden farklı olarak gerek bir merkezi otoritenin
gerek tam anlamıyla devletleri bağlayıcı hukuki yaptırımların, gerekse bütün
devletlerce kabul edilmiş ilkelerin bulunmadığı bir uluslararası çevrede faaliyet
göstermektedir. Ayrıca uluslararası alanda geçerli olan standartlar, ulusal düzeyde bir
bireyin davranışlarını yönlendiren standartlardan da oldukça farklıdır. Bu nedenle
devrimci, yayılmacı veya revizyonist davranışlara sık sık rastlanan bir uluslararası
sistemde devleti düşmanlarından korumak zorunda olması, devlet adamını uygar bir
toplumda bireyler ve gruplar arasındaki ilişkilerde hakim olan ahlaka aykırı veya
çirkin olarak kabul edilen birtakım yöntemleri benimsemek durumunda
bırakmaktadır.31 Morgenthau, tarihsel süreç içerisinde ahlaki kriterlerin, devletlerin
uluslararası ilişkilerinde belirleyici öğe olmaktan çıktığını öne sürmektedir.
Morgenthau’ya göre, XIX. yüzyılın sonuna kadar çoğu ülkede dışişlerinin
yönetiminden aristokratik idareciler sorumlu olmuşlardır. XX. yüzyılda ise, yerlerini,
sınıf farkı gözetmeden seçilen veya atanan kimseler almıştır. Bu görevliler giriştikleri
resmi eylemlerinde ahlak ve hukuk yönünden sorumludurlar; ama bu sorumluluk bir
monarka (yani, belirli bir bireye) karşı değil, bir topluluğa (yani, parlamento
30 Burcu Bostanoğlu, Türkiye – ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi, 1. Basım, Ankara, 1999, s.79. 31 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 165–166.
14
çoğunluğuna veya ulusun kendisine) karşı bir sorumluluktur. Halkoyundaki önemli
bir değişiklik dış politikayı yapan kişiyi de değiştirebilmektedir. Bunun sonucunda, o
anda halkın içinden bir başka grup seçilip görevlendirilmektedir. Tek tek ulusların
kendi içlerindeki bu biçim değiştirme, uluslararası ahlak anlayışını bir ahlaki
kısıtlamalar sistemi olarak realiteden çıkarmış ve sadece bir “laf” haline sokmuştur.
Hükümetlerin demokratik seçimi ve sorumluluğu, etkin bir kısıtlama sistemi olan
uluslararası ahlak anlayışını yıkarken, milliyetçilik de uluslararası ahlakın işlerlik
gösterdiği uluslararası toplumu yıkmıştır. 1789 Fransız Devrimi, kozmopolit
aristokratik toplumun ve bu toplumun ahlak anlayışının dış politika üzerindeki
kısıtlayıcı etkilerinin tedricen ortadan kalktığına tanık olan yeni bir tarih döneminin
başlangıcı olmuştur.32 Ayrıca modern savaşın karakteri yüzünden ortaya çıkan,
düşmanın üretim gücünü kırmaktaki ulusal çıkar ve bu çıkarın tatmini için modern
teknolojinin sağladığı olanaklar, uluslararası ahlak üzerinde bozucu bir etkide
bulunmuşlardır. Bu bozucu etki, modern savaşta, savaşan nüfuslar içinde büyük
kitlelerin savaşa karşı hissi bir bağlılık göstermeleri yüzünden daha da artmaktadır.33
Böylece Morgenthau’ya göre uluslararası ahlak ve uluslararası toplum yıkılmış,
bunların yerine anarşik bir uluslararası düzende güç peşinde koşan devletler kalmıştır.
Bu düzen içerisinde ebedi barışın gerçekleşmesi bir ütopyadır.
Uluslararası politikanın anlaşılması için güç mücadelesinden doğan çatışma
kavramına bakılması gerektiği ve politikanın güç mücadelesi olarak tanımlandığı
realist paradigmaya göre savaş ve devrimci ayaklanmalar uluslararası politikanın esas
32 Hans Morgenthau, Uluslararası Politika, Türk Siyasi İlimler Derneği Yayınları Cilt 1, Çev: Baskın Oran ve Ünsal Oskay, Ankara 1970, s. 145. 33 A.g.e., s. 317.
15
gündemini oluşturmaktadır. Devletler arası ilişkilere halen anarşinin egemen
olduğunu ileri süren realist yaklaşıma göre, uluslararası sistemde bütün devletler
tarafından kabul edilen merkezi bir otorite bulunmamaktadır. Bununla beraber
uluslararası alanda otorite bakımından bir hiyerarşiden söz edilemese de güç
bakımından bir hiyerarşiden söz etmek mümkündür. Çünkü uluslararası ilişkilerde
bazı devletler diğerlerine göre daha güçlüdür. Realistlere göre, her bir devlet kendi
güvenliğini kendisi sağlamak zorundadır. Ancak her devletin kendi güvenliğini
sağlamak amacıyla yaptığı silahlanma gibi girişimler ya da aldığı başka tür önlemler
diğer devletler tarafından kendilerine yönelikmiş gibi algılanarak onları benzer bir
tutuma (silahlanmaya) sevk eder ki bu duruma “güvenlik ikilemi” (security dilemma)
denmektedir. Anarşi ve güvenlik ikilemi kısır döngüsünün geçerli olduğu uluslararası
bir ortamda, barış ve işbirliğinin geliştirilmesi ise oldukça zordur. Uluslararası alanda
eğer bir göreli istikrardan, yani bir devleti diğerine saldırmaktan alıkoyan bir şey
varsa o da devletlerin güç dengesini koruma endişeleridir. Her bir devlet, elde edeceği
faydanın, katlanacağı zarardan fazla olduğunu düşündüğü sürece, uluslararası sistemi
kendi lehine değiştirmeye çalışacaktır. Diğer devletler ise, ya aleyhlerine olan bu
durumu önlemek için ya da onlar da aynı amaçla hareket edeceği için güç dengesi
korunacak ve devam edecektir.34 Bununla birlikte realistler, uluslararası ilişkileri bir
anarşi durumu olarak görürken bu anarşi durumunun hiçbir üst otorite kabul etmeyen
çoğul egemen devletlerin varlığından kaynaklandığını ileri sürerler. Buna göre, çoğul
egemen devletlerin ilişkileri çatışma ile düzenlenir ve bunda belirleyici faktör güçtür.
Bu durumda, uluslararası ilişkiler sadece üstün ortak bir otoritenin bulunmaması
34 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2006, s. 110.
16
anlamında anarşik değil, aynı zamanda ilişkilerin sürekli rekabet ve çatışma şeklinde
olması anlamında da anarşiktir. Uluslararası ilişkiler bir savaş halidir.35
Realistler, doğa durumunun devam ettiği kabul edilen uluslararası sistem ile az çok
istikrarın hüküm sürdüğü iç politikayı birbirinden ayırmaktadır. İç politikada üzerinde
anlaşılan bir ulusal hukuk ve halkı tarafından üst otorite olarak kabul edilen bir devlet
bulunmaktadır. Oysa uluslararası alanda bütün devletler tarafından üzerinde
konsensüs sağlanan her konuyu düzenleyen bir uluslararası hukuk bulunmadığı gibi
her devlet tarafından yetkisi tanınan bir üst otorite de bulunmamaktadır.36 Ulusal
çıkarlarına göre biçimlenen devletlerin politikaları hayatta kalma, güvenlik, güç ve
nispi kapasite gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Örneğin Morgenthau'ya göre
rasyonel bir dış politika riskin minimize edilmesi, kazancın ise maksimum
kılınmasıdır. Özel durumlara göre ulusal çıkar değişebilmekle beraber, ulusal çıkar
peşinde olan liderleri yönlendiren ana motifler büyük ölçüde benzerlik
göstermektedir. Realist paradigmaya göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku,
kuşku, güvensizlik, güvenlik ikilemi, üne kavuşma, prestij ve çıkardır. Özellikle
bunlar arasından korku ve bunun yol açtığı güvenlik ikilemi devletleri savaşa
zorlayan nedenlerin başında gelmektedir. Kaldı ki realistler, diğer bir devletin, eğer
bu aynı zamanda potansiyel bir düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu
önlemek için savaşa başvurmayı meşru görmektedir. Bundan dolayı realistler
tarafından savaş ve güvenlik konuları yüksek düzeyde politika olarak
değerlendirilmektedir.
35 Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1996. s. 43. 36 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2006, s. 111.
17
Uluslararası ilişkileri egemen devletler arasında bir güç mücadelesi olarak
tanımlaması ve bunu insan doğası ile açıklamaya çalışması realist paradigmanın
eleştirilmesine neden olmaktadır. “Klasik realizm, insan doğasına olumsuz
yaklaşmasından dolayı kötümser olduğu, bencillik ve kendi çıkarını düşünmenin
sadece bazı politikacılara özgü bir özellik olmayıp politikanın temelini oluşturan
genel bir durum olarak gördüğü için eleştirilmektedir.”37 İnsan doğası, sadece savaş
ve çatışmayı açıklamaktaysa barış ve işbirliğinin nasıl açıklanacağı yanıtsız
kalmaktadır. Ayrıca, kapasite dağılımı (güç dağılımı) gibi bazı sistemik özellikler
devletler arasındaki çatışmayı açıklasa da tüm ilişkileri açıklamada yetersiz
kalmaktadır. II. Dünya Savaşı esnasındaki çatışmaları kapasite dağılımı ile açıklamak
mümkün olsa bile, ABD ve SSCB arasındaki diğer ilişkileri bu kavramdan yola
çıkarak açıklamak olanaklı değildir. İşte böyle durumlarda ister istemez iç siyasal ve
toplumsal özellikleri göz önünde bulundurmak gerekecektir. Diğer taraftan genel
olarak realistler “yüksek düzeyde politika”, “düşük düzeyde politika” ayırımına
giderler ve uluslararası politikanın esas gündemini, ekonomik, toplumsal ve kültürel
ilişkileri ifade eden düşük düzeydeki politikadan ziyade savaş ve güvenlik konularını
kapsayan yüksek düzeydeki politikanın oluşturduğunu iddia ederler. Ancak, son otuz-
kırk yıllık döneme bakıldığında 1973 petrol krizi, uluslararası para ve ödemeler
sisteminin (Bretton Woods sistemi) çökmesi ve uluslararası ticaretten kaynaklanan ve
halen çözülemeyen sorunların uluslararası politikanın esas gündemini oluşturan
konular haline geldiği görülecektir. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında, uluslararası
ilişkilerin marjinal konuları olarak görülerek düşük düzeyde politika olarak nitelenen
konuların, yüksek düzeyde politika olarak görülen askeri ve güvenlik konuları kadar
37 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 205.
18
önemli hale geldiği ve bu ayırımı anlamsız hale getirdiği görülmektedir.38 Ulus
devletlerin çoğu, dışa bağımlı oluşları nedeniyle başka ülkelerin ekonomik, askeri ve
siyasal müdahalelerine açık bir görünüme sahiptir. Hemen her devlet ya tek taraflı ya
da karşılıklı bağımlılık dolayısıyla dış etkilere açık durumdadır. Bu etki; ticari,
ekonomik yardım, yatırım ilişkisi, kültürel etkileşim gibi farklı nedenlerden
kaynaklanabilmektedir. Devletler zaman zaman içişlere karışma, propaganda, gizli
veya açık siyasal ve askeri müdahalelerle karşı karşıya kalabilmektedir. Tüm bu
etkiler devletin gücünü, otoritesini, meşruiyetini ve hiç kimse ile paylaşmak
istemediği egemenliğini ciddi biçimde tartışmalı hale getirmiştir. Ayrıca, realizmin
artık mevcut gelişmeler karşısındaki betimleme ve açıklama gücünün de sorgulandığı
gözlenmektedir. Realizmin genellemeleri ile mevcut koşulların örtüşmediği ileri
sürülmektedir.39 “Global gündemde meydana gelen gelişmelere dikkat çekenler,
hegemonya mücadelesinin karakterize ettiği Soğuk Savaş’ın gündeminin yerini
uluslar aşırı karşılıklı bağımlılık, çevre sorunları, AIDS, ozon tabakasının tahribi,
uyuşturucu kaçakçılığı, doğal kaynakların etkin kullanımı, hızlı nüfus artışı,
okyanuslar ve atmosferdeki kirlenme, uluslararası borç sorunları, uluslararası ticaretin
serbestleştirilmesi ve insan hakları gibi konuların aldığına işaret ederek, uluslararası
ilişkilerin artık realist teorinin gerçekçi (realist) bir şekilde anlayamayacağı yeni bir
eksene kaydığını iddia etmektedirler.”40 Ayrıca, “Realist akım ulusal çıkarın kim
tarafından belirleneceği, kimin bundan yararlanacağı gibi sorunları göz ardı
etmektedir. Örneğin, ulusal çıkar adına ABD'nin Güney Asya'da askeri açıdan
yayılması gerekiyorsa, bunun getireceği bedeller ya da bu politikanın altında
38 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 207. 39 A.g.e. s. 209. 40 A.g.e. s. 209.
19
yatan diğer etkenler dikkate alınmamakta, dış politika kaba bir güç mücadelesi
olarak görülmektedir.”41 Bu nedenlerden dolayı realist teorinin uluslararası ilişkiler
alanındaki çalışmalara rehberlik etme yeteneğini kaybettiği ifade edilmektedir.42
Realizmin, hükümetleri ulusun temsilcisi olarak görmesi, bunun yanında özellikle
ulusal ve uluslararası örgütleri dikkate almaması günümüz koşullarında gerçekçi
görülmemektedir. Uluslararası işbirliğinin gerçekleşmesini uluslararası anarşi
varsayımı çerçevesinde istisnai bir durum olarak gören realizmin var olan kurumsal
işbirliği girişimlerinin etkisini de küçümsediği görülmektedir. Bu çerçevede Avrupa
Birliği, NATO, BM ve benzeri kurumsal yapılar ve artan bölgesel ticaret olanakları
uluslararası işbirliğini geliştirmektedir.43 Ortak bilimsel araştırmalar, yaklaşık on beş
yıl süren deniz hukuku oluşturma çalışmaları nükleer silahların yayılmasını önleme
antlaşmaları ve Latin Amerika ile Güney Pasifik’te nükleer silahlardan arındırılmış
bölgeler oluşturulması gibi çabalar işbirliğinin önemli hale geldiğinin kanıtları olarak
gösterilebilir.44 Oysa realizmin varsayımları benimsenecek olursa, dış politikada
rasyonel davranan devletler, uluslararası işbirliğine bir katkısı olmayacağını bildikleri
halde bu kurumların ortaya çıkmasını sağlamaktadırlar ki, bu gerçekten rasyonellik
varsayımıyla çelişmektedir. Çünkü bu tür organizasyonlara tahsis edilen onca
kaynağın hiçbir yarar beklenmeksizin oluşturulması, şayet devletler rasyonel
davranan birimler ise açıklanması mümkün değildir.
41 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004. s. 51. 42 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 209. 43 A.g.e. s. 210. 44 A.g.e. s. 208.
20
Ayrıca realistlerin çok üzerinde durdukları iç politika ve uluslararası politika
ayırımının da çok anlamlı olmadığı ifade edilmektedir.45 Zira, bu tür ayırımlar artık
günümüz dünyasına uymamaktadır. Realizmin temel özelliği olan iç ve dış siyasi
sistem ayrımı uluslararası sistemdeki değişimin incelenmesini zorlaştıran önemli bir
unsurdur. Önemli dönüşüm süreçlerinde değişimin unsurları önce içyapıda
şekillenmekte ve sonra uluslararası sistemde ifadesini bulmaktadır. İçyapılardan
kaynaklanmayan değişim durumlarında bile iç ve dış faktörlerin etkileşimi söz
konusudur. Oysa, realizm bütün devletleri yekpare gören bakışıyla, sadece devletler
arasındaki güç dengesine bakmakta ve devletlerin iç yapılarının uluslararası
davranışlarını nasıl etkilediğini ise göz ardı etmektedir. Günümüzde birçok
uluslararası sorunun temelinde devletlerin iç yapılarından kaynaklanan etnik
sorunların ve kimlik sorunlarının olduğunu düşündüğümüzde, realist bakışla bu tür
gelişmelerin anlaşılmasının ne kadar zor olduğunu görebiliriz. Günümüzde Soğuk
Savaş döneminden farklı olarak güvenlik konuları da son derece karmaşıklaşmıştır.
Güvenlik konularının sadece askeri boyutta incelenmesi imkânsızlaşmakta, ekonomik
ve hatta çevre ile ilgili konuların güvenlik sorunu ile iç içe girdiği gözlenmektedir.
Böyle bir durum ise, Soğuk Savaş döneminin askeri boyuta ağırlık veren realist
bakışını zorlamaktadır.46
Liberal paradigmada ise, ulusal çıkar kavramı realist paradigmadan farklı bir şekilde
ele alınmaktadır. Liberalizm, bir ideoloji olarak özellikle İngiltere ve ABD'de XVII.
ve XVIII. yüzyıl siyasal ve ekonomik düşünce tarihinde etkili olmuştur. Klasik liberal
düşünce, eşitlik, rasyonellik, özgürlük ve mülkiyet kavramları üzerine inşa edilmiştir.
45 Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1996. s. 87 46 A.g.e. s. 88.
21
Aslında liberalizm, Aydınlanma Çağı filozoflarının temel felsefelerini oluşturmuştur.
Aydınlanma yoluyla insanın özgürlüğüne kavuşacağı inancı insan karakteri hakkında
bir görüşe sahip olmayı gerektirmekteydi ki bu dönem filozoflarının ortak özelliği
insan karakterinin doğuştan olumlu olduğuna veya eğitilebileceğine inanmalarıdır.47
Burada liberalizmin realizmden en önemli farkı da ortaya çıkmaktadır. Realizmin
insan doğasına yaklaşımı kötümserken liberalizmin insan doğasına yaklaşımı
iyimserdir. Doğa durumunda insanların eşit ve özgür olduklarını vurgulayan John
Locke (1632-1704), Hobbes’un düşüncelerinden bu noktada tamamen ayrılmaktadır.
Locke’a göre doğa durumu savaş durumu değildir. Ortak yargıda bulunma yetkisiyle
donatılmış bir üstleri olmadığı sürece usa göre yaşayan insanlar doğa durumunda
bulunurlar. Locke’a göre doğa durumu: “tabiat kanunlarının sınırları içinde insan
davranışlarını düzenleyen mükemmel özgürlük keyfiyetidir. İnsanların, sahip
oldukları varlıkları ve kişilikleri hakkında, kendilerine en uygun gördükleri şekilde,
birisinin iznine başvurmaya ihtiyaç duymadan tasarrufta bulunabildikleri ve hiç
kimsenin arzusuna bağımlı olmadıkları bir durumdur. Ayrıca bu, bütün iktidar
ilişkilerinin ve hükmetmenin karşılıklı olduğu bir eşitlik halidir; zira hiç kimse bu
hakka, diğerinden daha fazla sahip bir konumda değildir.48 Haksız bir zorlama söz
konusu olduğunda savaş yaşanabilir; fakat bu durum doğa durumu ile
özdeşleştirilmemelidir. Locke, doğa durumunu başı buyrukluktan ziyade özgürlük
durumu olarak görmektedir. Doğa durumunu yöneten aklın yasaları olup, bunlar
herkesin eşit ve bağımsız oldukları ve hiç kimsenin yaşamına, sağlığına, özgürlük ya
da mülkiyetine zarar vermemeyi öngörmektedir. Çünkü “tüm insanlar tanrının
yaratıklarıdırlar.” Doğal yasa bu nedenle Locke için oldukça farklı bir anlama
47 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 354. 48 Heurdy Bouillon, John Locke, Liberte, Ankara s. 12–13
22
gelmektedir. Hobbes için doğal yasa, güç, zor ve aldatma yasası iken Locke için Tanrı
ve hakları üzerine, insanın Tanrı ile ilişkisi üzerine ve tüm insanların rasyonel
yaratıklar olarak temel eşitlikleri üzerine düşünen insan aklı tarafından belirlenen
evrensel olarak bağlayıcı bir ahlaksal yasa demekti. Ayrıca herkesin doğal hakları
olduğuna inanan Locke'a göre bunlar; kendini koruma, yaşama, özgür olma ve
mülkiyet haklarıydı.49
Liberalizmin devlet anlayışı, bireye ve bireyin rızasına dayanır. İnsanlar doğa
durumu aşamasında, yaradılıştan hayat, özgürlük ve mülkiyet haklarına sahiptirler.
Bu temel ve doğal haklarını güvenceye alabilmek maksadıyla devleti inşa etmişlerdir.
Doğal hayatın terk edilip devletin kurulmasının gerekçesi, insanların temel ve doğal
haklarının teminatı olan doğal yasaların ihlali durumunda suçluların
cezalandırılmasını ve yasaların korunmasını sağlayacak olan müşterek bir otoriteye
duyulan ihtiyaçtır.50 Liberalizmde, John Locke'un siyasal felsefesinde formüle
edildiği gibi, tüm insanlar eşit yaratılmışlardır ve yaşama hakkı, özgür olma ve
mutluluğunu sürdürme hakkı gibi birtakım dokunulmaz haklarla donatılmışlardır.
Liberalizmin birtakım temel ilkeleri bulunmaktadır. Kaynakların ve zenginliğin eşit
dağıtıldığı anlamına gelmeyen fırsat eşitliği kavramı, XIX. yüzyıl liberalizminin
birinci temel kuralını oluşturmuştur. Liberalizmin ikinci kuralı, bireyin doğal
gereksinimlerini rasyonel yollarla karşılama ve isteme kapasitesine sahip olduğu
ilkesidir. Liberalizme göre kişi, çevresinde olup biten fiziksel ve toplumsal gerçekleri
kavrayacak kapasiteye sahiptir. Dolayısıyla birey kendini geliştirme yetisine sahiptir
49 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 355. 50 Neşet Toku, John Locke ve Siyaset Felsefesi, Liberte, Birinci Baskı, Ankara, Mart, 2003. s. 37
23
ve kendine güvenen ve bu kapasiteye sahip olan insana, kendi mutluluğunu arama
hak ve özgürlüğü tanınmalıdır. Üçüncü ilke bireyin temel alınması ve
özgürleştirilmesidir. Toplumsal politikanın amacı bireyin özgürlüğünü ve özerkliğini
genişletmektir. En iyi toplum, bireye daha fazla özgürlük tanıyan toplumdur. Adam
Smith için de iktisadın amacı zengin, mutlu ve barışçıl bir toplum oluşturmaktır.
Liberalizmin dördüncü ilkesi özel mülkiyetin önemidir. Özel mülkiyet sayesinde
birey özel amaçlarına ulaşabilir; bireyselliğini ve mutluluğunu gerçekleştirebilir. Bu
durum bireyi çalışmaya teşvik eder ve çalışması sayesinde birey sadece kendisinin
değil, aynı zamanda toplumun zenginleşmesini de sağlar.51
Liberalizmin uluslararası politika ve dış politikayı açıklamaya yönelik bir uluslararası
ilişkiler teorisi olarak görülmesi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası barış
ve güvenliğin egemen kılınması ve çatışmaların önlenmesine ilişkin çabaların bir
sonucu olarak gündeme gelmiştir. Uluslararası liberal teori olarak da ifade
edilebilecek olan XX. yüzyıl liberalizminin temel özelliği, klasik liberal teorinin insan
unsuru ve bireye yaklaşımını esas alarak, uluslararası ilişkilerde barış ve işbirliğinin
analiz edilmesidir. Bu bağlamda klasik liberal teoride birey temel analiz birimi olarak
alınırken, liberal uluslararası ilişkiler teorisinde, hem analiz birimi sadece birey
değildir hem de analiz düzeyi olarak çoğulcu bir yaklaşım benimsenerek, uluslararası
ilişkiler ve devletin dış politikası, birey, ulusal baskı grupları, devlet, uluslararası
örgütler ve uluslar aşırı örgütlenmeler düzeyinde analiz edilmektedir. ‘Birey’
merkezli liberal görüş, çoğulcu toplumlarda tek bir ulusal çıkar olduğunu söylemenin
51 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 355.
24
kolay olmadığını söylemektedir.52 Moravcsik, liberal paradigmanın üç temel
varsayımı üzerinde durmaktadır. Birincisi, liberal paradigmada uluslararası ilişkilerin
temel aktörleri yalnız devletler değildir; aynı zamanda bireyler ve sivil toplum
kuruluşlarıdır. İkincisi, tüm hükümetler toplumun belli bir kesiminin temsilcisidirler;
hangi kesimin çıkarlarının yansıtıldığı veya temsil edildiği önemlidir. Üçüncüsü,
uluslararası çatışma ve işbirliği ile uluslar aşırı ekonomik etkileşimler devletlerin
davranışlarının yansımaları ve tercihlerinin sonuçlarıdır.53 Liberal paradigma,
uluslararası çatışma ve işbirliğini ve uluslararası politikayı birim düzeyinde analiz
etmektedir. Dolayısıyla liberal uluslararası ilişkiler teorisi birim (aktör) düzeyindeki
nedenlerden yola çıkarak sistem düzeyindeki sonuçlara ulaşmaktadır.54
Uluslararası çatışmalar analiz edilirken ve nedenleri araştırılırken, bunun ülke
içindeki toplumsal gruplar arasındaki çatışmalardan da kaynaklanabileceği üzerinde
durulmaktadır.55 Bu noktada liberal paradigmaya göre devletin temel özelliği
çeşitli sınıf ya da gruplar karşısında tarafsız olmasıdır. Devlet, sınıf ya da
grupların herhangi birisinin aracı olmayıp, onlar arasında uzlaştırıcı ve hakem
işlevi görür. Devlet, toplumun her kesimine yayılmakla birlikte baskıcı değildir
ve demokratik bir nitelik taşımaktadır. Bunun yanında, devletin klasik bazı
işlevleri de vardır. Örneğin, kapitalizmin işleyiş koşullarının sağlanması için
gerekli altyapının oluşturulması bunların başında gelmektedir. Ancak, bunu
sermaye sınıfının yararına değil, genel çıkara uygun olduğu için yapar.
52 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul, 2003. s. 34. 53 Alec Stone, “What Is a Supranational Constitution? An Essay in International Relatins Theory”, The Review of Politics Vol. 56 No. 3, 1994, s. 460. Akt: Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 367. 54 A.g.e., s. 367. 55 A.g.e., s. 368.
25
Dolayısıyla, liberal düşüncede ulusal çıkar ile kapitalizmin çıkarı
özdeşleşmektedir ve bu sınıf için iyi olanın toplumun diğer kesimleri için de iyi
olacağı öngörülmektedir. Bu durumda ulusal çıkarın bir meşrulaştırma aracı
olmadığı ve belli bir gerçekliği ifade ettiği varsayılmaktadır.56 Liberalizmin devlet
sınıf ilişkilerine bakış açısının bir diğer özelliği, devletin sınıflar üstü bir nitelik
taşımasıdır. Bu, çeşitli grup ya da sınıfların devletin aldığı kararlara etki etmediği
anlamına gelmemekle birlikte, bu etkileme süreci yalnızca belli sınıflar lehine
işlememektedir. Devletin karar verme mekanizması güçlü sermaye kesimine
olduğu kadar işçi ve diğer kesimlerin etkisine de açıktır. Aradaki fark yalnızca
derece farkıdır.57 Liberalizme göre, devletin genel ya da ortak çıkarı temsil etmesinin
en belirgin göstergesi, halkın seçimler yoluyla yöneticilerini seçmesi ve böylece hem
var olan sistemi onaylaması hem de siyasal iktidarın izlediği politikaların çıkarına
uygunluğunu denetleyebilmesidir.58
Klasik liberal anlayış uluslararası ilişkileri, tıpkı iç politikada olduğu gibi karşılıklı
çıkarların ortak çıkara hizmet ettiği bir alan olarak görmektedir. Diğer bir deyişle,
devletler arasında bir çıkar uyumu vardır. Serbest ticaretin sağlayacağı avantajlar
tüm ülkelerin çıkarına olacağı için savaşa gerek olmayacaktır. İnsanların çıkarı
savaşta değil, barıştadır. Başka toprakları ele geçirmek gereksizdir ve daha
masraflıdır. Bundan sağlanacak ekonomik çıkar, serbest ticaret politikasıyla
fazlasıyla elde edilebilir.59 Liberal düşünceye göre, demokratikleşme ve özgürlüklerin
genişletilmesi bireylerin zenginleşmesini teşvik eder. Ticaret, insanlığın birbirine
56 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004, s. 78. 57 A.g.e., s. 81. 58 A.g.e., s. 81. 59 A.g.e., s. 82.
26
bağımlı hale gelmesiyle savaş ve çatışmanın maliyetinin artmasına yol açtığı gibi
barış, refah ve adaletin sağlanmasına yönelik uluslararası işbirliğinin ortaya çıkmasını
da kolaylaştırır.60 Liberalizmin temelini oluşturan özgürlüğün geliştirilmesi de
uluslararası işbirliğini gerektirmektedir. İşbirliği, uluslararası etkileşimin ve karşılıklı
bağımlılığın doğuracağı olası zararları azaltmak ve kazançları artırmak için gerekli
olduğu gibi barış, refah ve adaletin sağlanması için de zorunludur.61 Liberal
uluslararası paradigmanın öncü düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Immanuel
Kant'ın (1724–1804) “Ebedi Barış”ı (1795) onun toplumsal ve politik felsefesini
açıkça ortaya koymaktadır. Kant, bir devletler federasyonunun, federatif bir özgür
devletler cumhuriyetinin kurulmasını savunmuştur. Ulusal politik örgütlere
üyeliklerine bakılmaksızın, tüm bireyler kozmopolitan hak ve ayrıcalıkları olan
yurttaşlar olarak devletler federasyonuna katılacaklardı. Kant'a göre çeşitli devletler
arasındaki ilişkileri yönetmek için hazırlanacak bir uluslararası yasanın şu ön
maddeleri kapsaması gerekmektedir:
1-İçinde gizlenmiş yeni bir harp vesilesi bulunan hiçbir andlaşma bir barış
andlaşması sayılamaz. Bir barış andlaşması, ileride doğması muhtemel
bütün harp sebeplerini ortadan kaldırır. 2-İster küçük olsun ister büyük
olsun, hiçbir bağımsız devlet, diğer herhangi bir devletin hâkimiyeti altına
tevarüs, müdahale, alım-satım veya hibe yollarıyla asla geçmemelidir. 3-
Daimi ordular zamanla ortadan tamamıyla kalkmalıdır. Daimi ordular her an
harekete hazır görünerek, diğer devletlerin durmadan gözünü korkutur ve
onları, askerlerinin sayısını arttırmakta birbirlerini geçmeğe teşvik eder.
Sınır tanımayan bu rekabet, barışı kısa bir harpten daha külfetli yapan bir
gider kaynağıdır; aynı zamanda, bu ağır yükten kurtulmak için devletleri
harbe sürükler. 4-Devlet, dış menfaatlerini desteklemek için borçlanmalara
60Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 362. 61 A.g.e. s. 365.
27
girişmemelidir. 5-Hiçbir devlet, diğer bir devletin esas teşkilatına veya
hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır. 6-Hiçbir devlet, harpte, ileride
barış akdedileceği zaman, devletlerin birbirlerine karşılıklı güven
duymalarını imkânsız kılacak düşman ülkesinde katiller, zehirleyiciler
kullanmak, kapitülasyonlara aykırı hareket etmek, düşman tebaasını kendi
devletine karşı ihanete kışkırtmak v.s. gibi yollara başvurmamalıdır.”62
Kant, bu ön maddelerden 1, 5 ve 6. sındaki kanunların derhal uygulanmasının
gerektiğini, bu kanunların ebedi barışa götürecek kanunlar olduğunu ve bunlardan
herhangi bir tavizin verilemeyeceğini ifade etmektedir. Geriye kalan 2, 3 ve 4.
kanunların ise duruma ve şartlara bağlı olarak sübjektif takdirlere elverişli daha geniş
kanunlar olduğunu belirtmektedir. Kantçı etik, evrenselci boyut ve amaç taşır.
Bireyler, devletler ve diğer aktörlerden oluşan ve her aktörün etik ve rasyonel
davrandığı kozmopolitan bir dünya topluluğunda evrensel hukukun mümkün olacağı,
böylece ebedi barışa ulaşılacağı düşünülür. Kant’ın “Ebedi Barış” projesinde bireyin
devlete karşı haklarını koruyan bir cumhuriyetçi öğe, bir devletin diğer devletlere
karşı haklarını düzenleyen uluslararası hukuk ve genel insanlık dünyasının bir parçası
olan bireyin evrensel haklarını meşrulaştıran ve temellendiren bir kozmopolitan ahlak
boyutu vardır. Barışın kurumsallaşması gerektiğini düşünen Kant, barışı savaşın
olmadığı bir durumdan ibaret saymaz. Ebedi barışın üç temel şartı vardır. Birincisi,
siyasal toplum içinde yaşayan bireylerin sivil hakları üzerine kurulu bir cumhuriyet;
yasaları halkın yaptığı ve güçler ayrımının olduğu bir siyasal rejimdir bu. İkinci
olarak, birbiriyle ilişki halindeki devletlerin uluslararası hakları (birbirlerine karşı
olan hakları) üzerine kurulu bir uluslararası düzen. Bu, ulusların haklarını özgür ve
62 Immanuel Kant, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme, Çev: Yavuz Abadan, Seha L. Meray, SBF Yayınları, Ankara, 1960 s. 9–15.
28
barışçı bir devletler federasyonunda uluslararası hukuk çerçevesinde koruyan bir
yapılanmadır. Federasyon bir dünya devleti değildir. Söz konusu olan bireylerin ve
devletlerin gönüllü katılımına dayanan bir devletler federasyonudur. Üçüncü olarak,
insanlığın evrensel oluşumunun temel taşı olan bireyler ile devletler arasında küresel
uyumu mümkün kılacak kozmopolitan haklar üzerine bir uzlaşı ilkesine ulaşılmasıdır.
Dış dünya ile ilişkilerde salt ulusal iyiler, doğrular ve çıkarlarla değil; evrensel iyiler,
doğrular ve çıkarlarla da hareket edilmelidir.63 Kant, uluslararası ilişkilerin görünürde
egemen devletler arası ilişkiler gibi görülse bile devletin soyut bireyin ise somut
varlıklar olduğuna işaret ederek bireyi esas alan uluslararası toplum anlayışını
geliştirmiştir. Böylece Kant, uluslararası politikayı sadece egemen devletler arası
ilişkiler olarak görmeyen modern uluslararası ilişkiler yaklaşımının felsefi temellerini
ortaya koymuştur.64
Liberal devlet anlayışına göre, devlet ve birey arasında benzerlikler bulunmaktadır.
Liberal bir devlette tüm bireyler eşit yaratılır ve yaşam ve mülkiyet hakkı gibi
doğuştan dokunulmaz haklara sahiptir. Birey bu haklarını güvence altına alması için
devleti oluşturmuştur ve devlet gücünü yönettiği bireylerden alır. Aynı şekilde tüm
devletler de eşittir ve var olma, bağımsızlık ve ulusal çıkarlarını koruma gibi birtakım
dokunulmaz haklara sahiptir. Devlet, bu haklarını güvence altına almak için hukuku
oluşturmuştur ve hukuk, meşru otorite olma konumunu, onu oluşturan devletlerden
almaktadır. Liberal devlet, kendi iyiliği için değil halkın iyiliğini düşünerek onun için
çalışmak zorunda olduğundan gündeminde de kendi için iyilik bulunmayıp daha
63 Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1996. 193–194. 64 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 360.
29
ziyade halkın kendisi için iyi olanı gerçekleştirmeye çalışır. Uluslararası sistemin de
kendine özgü bir gündemi olamaz; esas gündem onu oluşturan devletlerin kendileri
için (kendi halkı için) iyi olanı ve kendi değer sistemini geliştirmesini ve
gerçekleştirmesini sağlayacak uygun bir ortamı oluşturmaktır. Nasıl ki liberal bir
devlette hukuk, bireylerin temsilcilerinin ortak rızasıyla oluşur; uluslararası hukukun
da devletlerin ortak rızası ile oluşması gerekir.
Liberal paradigmaya göre, bir devletin egemenliğinden ödün vererek işbirliğini tercih
etmesi, çıkarlarından ödün verdiği anlamına gelmemektedir. Uluslararası konularda
devletlerin işbirliği yapması onların çıkarlarına aykırı değildir. Bir devletin çıkarı
diğer devletlerin çıkarına bağlı olup, işbirliği yapmama bir devletin kısa görüşlü
davranması anlamına gelmektedir.65 Uluslararası sistemde devletlerin özerkliğinin ve
bağımsızlıklarının bir dış saldırıya karşı korunabilmesi görevi, uluslararası hukuk
tarafından ve bu çerçevede oluşturulmuş olan kurumlarca yerine getirilir. Liberaller
uluslararası ilişkilerin iyileştirilmesi ve özellikle de savaşların ortadan kaldırılması
için öneriler geliştirmişlerdir. Liberallere göre savaş, insan doğasının veya çıkar
çatışmalarının değil, yanlış anlamaların ve yanlış hesapların sonucudur. Bunları
arttıran bir faktör olarak silahlanma yarışı savaşın asıl sebeplerinden biridir.
Uluslararası barışı sağlamanın yolu güven ve itimadı tesis etmekten geçer. Bu ise,
daha az silahlanarak, hatta çok taraflı silahsızlanma sürecine başlayarak mümkündür.
Ayrıca uluslararası hukuksal süreç ve mekanizmaların adaleti sağlayacağına ilişkin
güvenin oluşması da sorunları savaşa kalkışarak çözmeye karşı bir alternatiftir.66
Barışın korunması ve savaşın önlenmesi konusunda liberal düşünürler genelde
65 A.g.e. s. 365. 66 Atila Eralp, Devlet, Sistem ve Kimlik, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 1996. s. 197.
30
savaşların artık azalmakta olduğunu varsaymaktadırlar. Bunda rol oynayan etkenler
Viotti ve Kauppi'ye67 göre esas olarak dört noktada toplanabilir: Birincisi, ticari
liberalizm”in ve buna bağlı olarak uluslararası ekonomik ilişkilerin gelişmesi,
devletlerin savaşa başvurmasının maliyetini katlanılamaz hale getirmiştir. Ekonomik
karşılıklı bağımlılığın artması nedeniyle savaşın bu ilişkilere zarar vermesi veya
ortadan kaldıracak olması, devletlerin savaştan kaçınmasına yol açmaktadır. İkincisi,
“demokratik liberalizm”in gelişmesine paralel olarak liberal demokratik sistemlerin
de artması savaşı ve barışı sadece bir ülkedeki siyasal ve askeri seçkinlerin karar
verdiği bir iş olmaktan çıkarmıştır. Artık siyasal liderler bu konulara karşı duyarlı
olan kamuoyunun kaygılarını dikkate almak durumunda kalmaktadır ve dolayısıyla
kamuoyunun savaş karşıtı bir tutum içinde olması karar vericileri etkilemektedir.
Üçüncüsü, “düzenleyici liberalizm” olarak ifade edilen ve oyunun kuralları anlamına
gelen uluslararası hukukun ve uluslararası örgütlerin yararına herkesin inanmaya
başlaması, anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözülmesine yönelik uygulamaları
teşvik etmesi ve global işbirliğinin artması da savaş olgusunu azaltıcı önemli bir
işleve sahip olmuştur. Sonuncusu ise, savaşların acı tecrübelerini ve ağır maliyetini
yaşayarak öğrenen Batı toplumunun savaş karşıtı bir tutum içinde olmasıdır. Kant da
zaman ilerledikçe dünya politikasında savaş yerine aklın rolünün öne çıktığına dikkat
çekmiştir. Liberal devletlerde savaşın maliyeti getirisinden daha fazla olduğundan ve
toplumun tümünü etkileyeceğinden savaş arzu edilen bir durum değildir. Ayrıca
devletler arasında ekonomik ilişkilerin artması, devletlerin büyüme, tam istihdam ve
fiyat istikrarı gibi amaçlarını gerçekleştirirken aynı zamanda devletleri birbirlerine
67 Paul R. Viotti ve Mark V. Kauppi, International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism, 2nd ed. New York, Macmillan Publishing Co. 1993, Akt: Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 377.
31
bağımlı hale de getirmiştir. Dolayısıyla karşılıklı ekonomik bağımlılık, hem savaşın
olumsuz etkisini arttıran hem de savaş olasılığının azalmasında etkili olduğu
düşünülen önemli bir diğer faktördür. Uluslararası karşılıklı bağımlılık devlet ve
uluslararası sistem düzeyinde etkisini göstermektedir. Bu çerçevede devletler
birbirlerine bağımlılıklıları arttığı ölçüde aralarında savaş çıkma olasılığı
azalmaktadır. Zira karşılıklı bağımlılıkta devletler arasında dinamik ekonomik
güçlerin etkisi söz konusu olup, etkin ekonomik güçlerin desteğini kaybetme endişesi
taşıyan bir devletin savaşa başvurma olasılığı da düşüktür.68 Kant’a dayandırılan
liberal uluslararası ilişkiler anlayışına göre, liberal devletler genelde barış ve
işbirliğine daha yatkındırlar. Bunların hem kendi aralarında hem de liberal olmayan
devletlerle aralarında zaman zaman çatışmalar yaşanmışsa da bunlar nihai aşamada
anlaşmayla sonuçlanmış ve bu devletler liberal olmayan devletlere karşı işbirliği
yapabilmişlerdir. Kant'ın anlayışı çerçevesinde liberal devletlerin kendi aralarında
barış ve işbirliğini kolaylıkla geliştirebileceklerine, bunların aralarında yaptıkları
anlaşmalarla bir barış ve işbirliği federasyonunu oluşturabileceklerine dikkat
çekilmekte, ebedi barışın gerçekleşebileceği düşüncesi üzerinde durulmakta ve
demokratik ülkelerin artması durumunda uluslararası ortamın daha barışçı olacağı
savunulmaktadır.69
Liberallere göre, kurumsallaşma hem belirsizlik ve korkuyu azalttığından hem de
uluslararası eğitim ve etkileşim, yanlış bilgilenme ve yanlış algılamadan kaynaklanan
korku ve düşmanlığı en aza indirdiğinden pozitif toplamlı ilişkiler (işbirliği
68 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, ss. 377–78. 69 A.g.e., s. 382.
32
olanakları) artmıştır.70 Modern gelişmiş demokrasiler aynı zamanda refah devletleri
olup, güç ve prestij yerine ekonomik gelişme ve sosyal güvenlik konularına ağırlık
vermektedirler. Bu nedenle, devletlerin birbirlerini potansiyel düşman olarak
gördükleri için işbirliğinden kaçındıklarına ilişkin realist savlara karşı çıkan liberaller,
devletlerin birbirlerini uluslararası güvenliği ve ülke içi refahı artırmada işbirliği
yapabilecekleri ortaklar olarak görmektedirler.71 Liberallere göre uluslararası
ilişkilerin tek gündemi güvenlik konuları değildir. XX. yüzyıldan itibaren uluslararası
ilişkilerde gündemin çeşitlenmeye başladığı; refah, modernleşme, çevre ve benzeri
konuların en az güvenlik konuları kadar dış politik tutum ve tavırları etkilediği kabul
edilmektedir. Diğer bir deyişle, artık devletlerin dış politikalarını yönlendiren tek
unsur sadece güvenlik faktörü olmaktan çıkmış; ticaret, para, göç, sağlık, çevre ve
benzeri konular güvenlik konuları kadar önemli hale gelmiştir. Böylece realist
paradigmanın güvenlik konularını yüksek düzeyde politika, ekonomik ve sosyal
konuları ise düşük düzeyde politika olarak değerlendirmesine karşın; liberal
paradigma ekonomik ve sosyal konuların da artık güvenlik konusu kadar önemli
olduğunu belirtmekte ve bunlar arasında yüksek düzeyde politika ve düşük düzeyde
politika ayrımı yapmamaktadır. Dolayısıyla bu konular da ulusal çıkar konuları
olmaktadır.
Marxizmin ulusal çıkara bakış açısı ise realist ve liberal paradigmalardan farklılık
göstermektedir. Marxizmde ulusal çıkar egemen sınıfın çıkarlarını ifade etmektedir ve
bu kavram yalnızca bir gizleme görevi görmektedir. Bu yaklaşıma göre tek bir ulusal
çıkar yoktur, sınıfsal çıkarlar vardır ve ezen sınıfla ezilen sınıfın çıkarları aynı
70 A.g.e. s. 369. 71 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004. s. 372.
33
değildir. Yani ‘ulusal çıkar’ egemen sınıfın kendi çıkarını tüm topluma ortak çıkarmış
gibi kabul ettirmesine yarayan bir kavramdır.72 Marx, burjuvazinin kendi çıkarını
genel ve bütün toplumun çıkarı olarak göstermesini, feodalizm karşısında toplumsal
kesimlerin desteğini sağlama çabasına bağlamaktadır. Marx’a göre egemen sınıfın
düşünceleri her dönemde egemen düşüncelerdir; yani bir toplumu maddi anlamda
yöneten sınıf aynı zamanda o sınıfın egemen entelektüel gücü olmaktadır. Maddi
üretim araçlarına sahip olan sınıf, bunun bir sonucu olarak düşünsel ürünlerin
ortaya çıkışını da denetlemektedir. Marx’ın, toplumun kurumsal ve ideolojik
yapısının ekonomik üretim ilişkileri tarafından belirlendiği varsayımına indirgediği
görüşüne göre ekonomik sistemi denetleyebilen siyasal sistemi de denetler. Devletler
bu nedenle burjuvazinin proletarya üzerindeki egemenliğini güçlendirmeye
yaramaktadır. Sosyalizm bu bağlamda sınıfların ortadan kalkmasına yol açarak
devletin de ortadan kalkmasını sağlayacaktır.73 Diyalektik bir tarih anlayışını
benimseyen Marx ve Engels'e göre tarih boyunca baskı altında tutulan ezilen sınıflar
ile egemen güçler arasındaki çatışma devam etmiştir. Günümüze kadarki bütün
savaşlar sınıf savaşıdır. Bu savaş “özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf,
lonca ustası ile kalfa, tek kelimeyle ezen ile ezilen arasında” süregelmiştir. Bu
mücadele kimi zaman örtülü kimi zaman açıktan ama daima var olmuş ve son kertede
burjuvazi ile proletaryanın savaşına dönüşmüştür.74 Dolayısıyla tarihi, bir sınıf
mücadelesi tarihi olarak alan Marx’a göre; ezen sınıf ile ezilen sınıf arasındaki bu
mücadele hep yeni bir ekonomik, siyasal ve toplumsal sistemin doğmasıyla
sonuçlanmıştır. Marxist yaklaşım ulusal çıkarı devlet-sınıf ilişkileri ekseninde ele
72 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul,2003. s. 34. 73 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2004, s. 279. 74 A.g.e. s. 279.
34
almakta ve devletin iktidarda bulunan sınıfların çıkarlarını koruduğunu, bu çıkarları
tüm topluma kabul ettirmek ve rızalarını almak için ulusal çıkar kavramına
başvurduğunu varsaymaktadır.
Marx ve Engels iktidara yönelen her sınıfın, tıpkı işçi sınıfı gibi, kendi çıkarını genel
çıkar olarak sunmak zorunda olduğunu belirtmektedir. Her bir yeni sınıf, amacını
gerçekleştirmek için, kendi çıkarlarını bütün toplumun üyelerinin çıkarı olarak
gösterir ve bunu da ideal bir biçim içinde sunar. Kendi düşüncelerine evrensellik
boyutu katmak zorundadır ve bunları tek geçerli evrensel ve akılcı düşünce olarak
ortaya koyar. Yeni yükselişe geçen bir sınıf, kendisinden önceki sınıfı karşısına
alacaktır. Bu karşı çıkışı da kendi adına değil, bütün toplum adına yaptığı iddiasında
olacaktır. Eski sınıf içinde olumsuz konumda bulunan birçok kişi, bu yeni oluşan
sınıfı destekleyerek egemen bir konum elde etmeye çalışacaktır. Burjuvazinin kendi
çıkarını toplumun çıkarı olarak sunmasının bir sonucu olarak, o toplumda kapitalist
üretim biçiminin egemen olması ve toplumun bu yönde ideolojik olarak
bilinçlendirilmesi Marx’ın çıkar anlayışının temelini oluşturmaktadır.75 Marx bunun
yanında her bir ulusun burjuvazisinin aynı ulusal çıkarlara sahip olabileceğini de
kabul etmektedir. Çünkü bir ülkedeki kapitalist sınıfın çıkarları diğer ülkelerdeki
kapitalistlerin çıkarıyla çatışır. İşçi sınıfının çıkarı ise, burjuvaziden farklı olarak
ulusal sınırları aşar ve diğer ülkelerdeki işçi sınıflarıyla bütünlük gösterir. Marx
sınıflı bir toplumda ulusal çıkarın bulunamayacağını, ancak sınıflara ait çıkarların
bulunacağını savunur. Dolayısıyla, ulusal çıkar Marx’a göre; toplumun tümüne değil,
75 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004, s. 97.
35
burjuvaziye ait çıkar anlamına gelir.76 Devlet toplumsal istikrarı sağlayabilmek,
tarafsız görünümünü sürdürebilmek ve meşruiyetini koruyabilmek için ulusal çıkar
adına hareket ettiğini ileri sürer. Kuşkusuz bu kavram, Marksizm’e göre, devletin
meşrulaştırma araçlarından yalnızca biridir. Bunun yanında, örneğin serbest
seçimler, parlamento ve diğer üstyapı kurumları da kapitalist sistemde halkın
desteğini sağlayan etkenlerdir.77
Kapitalist sınıfın ekonomik çıkarlarının yeniden üretimi doğrudan etkilenmediği
sürece devlet, yönetilen sınıflara özveride bulunabilir. Diğer bir deyişle; devlet ulusal
çıkar adına hareket ettiğini belirttiği durumlarda ve bu gerçekten halk kesiminin
çıkarlarıyla örtüştüğü zaman bile, sonuçta egemen sınıflara hizmet etmekte, uzun
vadede onun çıkarlarını gözetiyor olmaktadır. Doğrudan kapitalist sınıfın çıkarını
gözettiği durumlarda da yine ‘ulusal çıkar’ kavramını kullanarak o yönde politika
uyguladığını ileri sürmektedir. Zaten Marxizmde halkın genel çıkarı kavramı devletin
işlevinin ideolojik maskesidir.78 Marxist yaklaşımın temeli, devletin kapitalist sınıfın
doğrudan aracı olmadan da genel olarak onun çıkarlarına uygun davranabileceğini
savunmasıdır. Dolayısıyla, bir sınıf toplumsal yapıda siyasal olarak değil; fakat
ekonomik olarak egemen olabilir. Eğer devlet son aşamada kapitalist üretim
biçiminin sürmesi için gerekli koşulları sağlıyorsa, kapitalist sınıfın ayrıca bu
işlevi üstlenmesinin gereği ortadan kalkmaktadır. Devlet bu sınıftan belli ölçüde
özerk durarak sistemin sürmesi için halk kesimine verilmesi gereken ödünleri de
verebilmektedir. Böylelikle, devlet sisteme ilişkin meşruiyet sorununu da aşmaya
76 A.g.e. s. 99. 77 İlhan Uzgel, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara, Mayıs 2004, s. 100. 78 A.g.e., 117.
36
çalışmaktadır. Devlet meşruiyet sorununu aşmak için iki yol izlemektedir.
Bunlardan biri, uygulamada diğer sınıflar lehine sınırlı düzeyde de olsa yapılan
fedakârlıklardır. Diğeri ise, ideolojik düzeyde, hegemonya kurmaya yönelik
girişimlerdir. Bunların en önde geleni de izlenen politikaların ‘ulusal çıkar’ı
yansıttığı iddiasıdır.79 Devlet ulusal çıkar adına hareket ettiğini ileri sürerek
kapitalist sınıfın hegemonyasını güçlendirmeye çalışır.
Yukarıda bahsedilen bu yaklaşımlardan özellikle realizm Türkiye’de en yaygın olarak
kabul edilen yaklaşım olmuştur.80 Bu yaklaşımın kabul görmesinde “Türkiye’nin
içinde bulunduğu coğrafik ve stratejik konum, bölgesel istikrarsızlıklar ve buralarda
güç kullanımının yaygın olması, stratejik çekişmeler, milliyetçiliğin yükselişi gibi ilk
bakışta realist yaklaşımla açıklanmaya ve analiz edilmeye uygun gelişmelerin olması
önemli etkenlerdi.”81 Bunun yanında güce ve özellikle askeri güce önem veren,
Cumhuriyet’in kuruluş özelliklerinin bir sonucu olarak yalnızca dış politikayı değil iç
politikayı da bir güvenlik alanı olarak alan Türk siyasi ve askeri eliti için realizm
uluslararası ilişkilerde bir perspektif sağlamıştır.
Realizm’in örtük olarak dış politikada devleti tek bir parça, dıştan gelen
etkilere karşılık veren bir ‘bilardo topu’ olarak gören yaklaşımı, dış
politikanın partiler üstü, iç çekişmelerden uzak, artık kimin tarafından
belirlendiği unutulmuş politikaların ‘ulusal çıkar’ olarak sunulduğu bir alan
olması, kısacası bir devlet politikası olarak görülmesi de bu yaklaşımın
Türkiye’de tutmasına katkıda bulunmuş olmalıdır.82
79 A.g.e. s. 135. 80 A.g.e. s. 142. 81 A.g.e. s. 143. 82 A.g.e. s. 143.
37
Realist yaklaşımın siyasal çevrede kabulüne paralel olarak ticari yayıncılık alanında
da adı geçen yaklaşımın benimsendiğini söylemek amacıyla girişilen bu tez çalışması,
liberal yaklaşımı benimsediği iddiasını taşıyan ticari yayıncılığın “ulusal çıkar”ların
söz konusu olduğu olağandışı zamanlarda tüm liberal ve çoğulcu taleplerini göz ardı
ettiği, realist yaklaşımın ulusal çıkar anlayışına dayandığı iddiasını taşımaktadır.
Çalışmada, siyasal yelpazenin hangi tarafında yer alırsa alsın ticari yayıncılığın, bu
tez çalışmasında basının, ulus devlet merkezli çıkar anlayışını yaygınlaştırmaya
çalıştığı vurgulanmak istenmektedir. Bu çalışma, sınıf çıkarlarını, sivil toplum ya da
uluslararası kuruluşların görüşlerini ya da uluslararası hukuk ve adalet anlayışını
işleyen basının olağandışı hallerde ortaya çıkmadığı görüşündedir. Bu iddia medya ve
ulusal çıkar arasındaki ilişkiyi irdeleyen diğer çalışmalarda da ortaya konulmuştur.
John Keane, Medya ve Demokrasi kitabında özellikle bunalım dönemlerinde medya
üzerindeki siyasi baskının arttığını belirtmektedir.
Siyasal otoriteler, medyanın devlet cephaneliğine aksesuar olmaktan öte
yararlı ya da meşru bir işlevi olmadığını düşünürler. Medya gayet belirgin
bir siyasal rol oynamak durumunda kalır. Yurttaşlar arasındaki bunalım
duygusunu kolektifleştirerek ve bunalımın (ki, medya aracılığı ile olayı
bunalım olarak tanımlayanlar da kendileridir) tedavisi için sıkı önlemler
alınması gerektiği yolundaki resmi iddiaları yayarak, örtük bunalımın açık
bunalım haline dönüşmesini sağlarlar.83
Keane, bununla gerektiğinde ulusal çıkarın medya aracılığıyla nasıl üretildiğini
göstermektedir. Yapılan diğer medya çalışmalarında, medyanın içinde bulunduğu
şartların medyayı buna zorladığı belirtilmektedir. Medyanın Kamuoyu İmalatı adlı
83 John Keane, Medya ve Demokrasi, Çev: Haluk Şahin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 99
38
çalışmasında Noam Chomsky şu tespitleri yapmaktadır: Ekonomik zorunluluklar ve
karşılıklı çıkarlar, medyanın güçlü haber kaynakları ile ortak yaşamlı (sembiyotik) bir
ilişki kurmasına neden olur. Medya, düzenli ve güvenilir haber akışına muhtaçtır.
Günlük haber taleplerini karşılamak için zorunlu bir haber çizelgesine uymak
durumunda olan medya, mali nedenlerle, önemli bir olayın meydana gelebileceği her
yerde muhabir ve kamera bulunduramaz. Ekonomik gerekçelerle, kaynaklarını sık sık
önemli olayların olduğu, dedikoduların yayıldığı, önemli haberlerin sızdığı ve düzenli
olarak basın toplantılarının yapıldığı yerlerde yoğunlaştırır. Beyaz Saray, Pentagon
(Savunma Bakanlığı) ve Dışişleri Bakanlığı –hepsi Washington’dadır- bu tür haber
faaliyetlerinin kilit noktalarıdır. Yerel düzeyde ise muhabirler için düzenli haber
kaynağı belediye ve polis merkezidir. Hükümet ve şirket kaynakları, konumları ve
saygınlıkları dolayısıyla tanınmış ve inandırıcı olma gibi üstünlüklere de sahiptir. Bu
medya açısından önemlidir.84 Mark Fishman’a göre:
Medya çalışanları bürokratların aktardığı öykülerin gerçeğe uygun olduğunu
düşünme eğilimindedirler; çünkü bilme yetkisine sahip uzmanları olan
kurallı bir toplum düzenini onlar da savunurlar. Muhabirler, resmi
görevlilerin işleri neyi gerektiriyorsa onu bilmekle yükümlü oldukları
düşüncesiyle hareket ederler… Yani bir medya çalışanı bir bürokratın
söylediklerini yalnızca bir iddia olarak değil, güvenilir ve yetkin bir kişinin
verdiği bilgi olarak kabul eder. Bu durum manevi bir iş bölümü oluşturur.
Resmi görevliler gerçeği bilirler ve sunarlar; muhabirlerin işi ise bilgiyi
almaktan ibarettir.85
84Noam Chomsky, Edward S. Herman, David Peterson, Justin Podor; Medyanın Kamuoyu İmalatı, çev: Adnan Köymen, Ebru Kalak, Hale Alpman, Özge İnciler, Işıl Esendir, Chiviyazıları, Birinci Basım, İstanbul, 2004. 85Mark fishman, Manufacturing The News, Austin: University of Texas Press. 1980, sayfa 143 Akt: Noam Chomsky, Edward S. Herman, David Peterson, Justin Podor; Medyanın Kamuoyu İmalatı, çev: Adnan Köymen, Ebru Kalak, Hale Alpman, Özge İnciler, Işıl Esendir, Chiviyazıları, Birinci Basım, İstanbul, 2004.
39
Resmi kaynaklara böylesine ağırlık vermenin bir başka nedeni de medyanın haberleri
‘nesnel’ biçimde iletme iddiasıdır. Nesnellik iddiasını sürdürmek ve kendisini
önyargılı olma eleştirilerinden ve hakaret davalarından kurtarmak için medya,
doğruluğu kolayca iddia edilebilecek malzemeye ihtiyaç duyar.86 Bu durum kısmen
de mali bir konudur: Güvenilir sayılabilecek kaynaklardan alınan haberler araştırma
maliyetlerini azaltırken, ilk bakışta güvenilir görünmeyen kaynaklardan alınan ya da
eleştiri ve tehdit konusu olabilecek haberler dikkatli denetim ve pahalı araştırma
gerektirir. Esas haber kaynakları olan büyük şirket ve hükümet bürokrasilerinin
yürüttüğü halkla ilişkiler faaliyetleri çok geniş boyutludur ve medyada mutlaka özel
biçimde yer alır. Örneğin Pentagon, emrindeki halkla ilişkiler bürosunda binlerce kişi
çalıştırır, bu alanda her yıl yüz milyonlarca dolar harcama yapar; böylece yalnızca şu
ya da bu muhalif grup ya da kişinin değil, muhalif grupların genel toplamının halkla
ilişkilere ayırdığı kaynakları kat kat geride bırakır.
Ulusal ve uluslararası politikalar konusundaki haber kaynakları resmi çevreler olan
bir medyanın ulusal çıkarları resmi politikanın görüşü çerçevesinde işleyeceği
zorunlu olarak karşımıza çıkmaktadır. Duran, makalesinde Türk medyası ile ilgili
olarak şu tespitleri yapmaktadır:
Basın, cumhuriyetten bu yana hep bürokratik ve askeri elitlerin çizmiş
olduğu sınırların dışına çıkmamıştır. Türk medyası; her bakımdan, ideolojik,
mali ve ekonomik açılardan çok zayıftır. Türk ticari medyası Türk Silahlı
Kuvvetleri’ne ve Türk büyük sermayesine dayanır. Bu bakımdan Türk
medyasının yayın hayatına başlamasından beri en önemli özelliklerinden
86Gaye Tuchman, Objectivity As Strategic Rituel: An Examination of Newsman’s Notion of Objectivity’ American Journal of Sociology 77, 1972, sayı 2, sayfa 662–664. Akt: Noam Chomsky, Edward S. Herman, David Peterson, Justin Podor ; Medyanın Kamuoyu İmalatı, çev: Adnan Köymen, Ebru Kalak, Hale Alpman, Özge İnciler, Işıl Esendir, Chiviyazıları, Birinci Basım, İstanbul, 2004.
40
biri, genel anlamda iktidara, güçlüye dayanmaktır. Türk medyası ülke
içerisinde sürekli olarak iktidar yanlısı, siyasi-ideolojik-askeri iktidar
yanlısı, hep güçten, güçlüden yana ve güçsüze karşı olmuştur. Uluslararası
alanda da en güçlüden yanadır. Türk medyası Türkiye toplumunu değil,
Türk egemen sınıflarını yansıtır. Azınlığın sözcüsüdür.87
Bu konuda Türkiye’de yapılmış olan görgül araştırmalara baktığımızda iki farklı
yaklaşımla karşılaşırız. Bunlardan birincisi; basının ulusal veya uluslararası olaylarda
ülkelerinin resmi politikalarını desteklediği ve ulusal çıkarları da bu doğrultuda ele
aldıkları tespit edilmiştir. Örneğin Kore Savaşı ile ilgili olarak yapılan “Kore Savaşı
ve Türk Basını” adlı araştırmada basının Kore’ye asker gönderme ile ilgili olarak
hükümeti ve alınan kararı tamamen desteklediği hükümet yanlısı olmayan gazetelerin
ise genellikle kararı değil kararın alış şeklini eleştirdikleri ortaya çıkarılmıştır. Anılan
çalışmada ‘basının kamuoyunu yansıtma görevi yerine basın-iktidar ilişkisi
bağlamında hükümet adına kamuoyu oluşturma misyonunu benimsemiştir’ sonucuna
varılmıştır.88 Duran’ın “Türk Medyası Neden Savaş Yanlısı” adlı makalesinde Türk
basınının geçmiş dönemde savaşlara karşı nasıl bir tutum izlediği açıklanmakta Kore
savaşından bu yana; Cezayir, Vietnam, Kıbrıs, Güneydoğu Anadolu, Irak 91, Somali,
Bosna, Kosova, Afganistan savaşlarının çok kısa bir taramasının yapılması
durumunda, Türk medyasının savaş konusundaki tutumunun nasıl olduğunun
görüleceği belirtilmektedir. Bütün bu sayılan savaşlarda hep savaştan yana üstelik de
savaşlarda hep saldırgandan yana olduğu yalnızca 1978’deki SSCB’nin Afganistan’a
yönelik saldırısında Sovyetleri desteklemediği, onun nedeninin de saldıranın
87Ragıp Duran, “Türk Medyası Neden Savaş Yanlısı” Savaş ve Medya, İLAD, Eskişehir, 2003, s.71 88 Nazan Kahraman, Kore Savaşı ve Türk Basını-Mayıs-Ekim 1950 Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
41
komünist, saldırıya uğrayanın ise bir İslam ülkesi olmasıdır. Ancak yine de
Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı çıkan direnişçileri ‘Şeriatçı’ ‘Ortaçağ Zihniyeti’
diye karalamaktan da kendisini alamadığı yani resmi ideolojinin dışına çıkamadığı
görülmektedir.89 Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinin Körfez
Savaşı hakkındaki yayın politikalarının incelendiği “Medyada Ulusal Bakış Açıları”
adlı çalışmada, her üç gazetenin de ülkelerinin dış politikaları paralelinde yayın
yaptıkları ortaya konulmuştur.90 Yine aynı şekilde Türkiye’deki ulusal gazeteler
üzerinde yapılan çalışmalarda ulusal çıkarın genellikle resmi dış politika çerçevesinde
değerlendirildiği görülmüştür. Türk basınının Irak Savaşı dönemindeki tutumunun ele
alındığı bir çalışmada Irak Savaşı döneminde Türk Basını’nın tutumunun basının
savaş dönemlerinde barışın korunması ve barış kültürünün geliştirilmesi konusunda
üzerine düşen görevi yerine getirmediğini, kamuoyu oluşturma ve yayma gibi önemli
bir güce sahip olan basının, gündeminde savaşın Türkiye ile ilgili konularını ön
planda tuttuğunu, savaş karşıtı kamuoyunun sesine yeteri kadar yer vermemiş
olduğunu böylelikle savaş karşıtı bir toplumsal muhalefet yönünde olumsuz tutum
sergilendiği sonucuna varılmıştır.91
İkinci olarak ise; basının benimsemiş olduğu ideoloji çerçevesinde ulusal veya
uluslararası olayları ele aldığı sonucuna varan araştırmalarla karşılaşmaktayız. Ancak
bunun da tamamıyla resmi dış politikadan bağımsız olduğu söylenemez. II. Körfez
Savaşı ile ilgili olarak yapılan “Uluslararası İletişim Düzeni Bağlamında Türk
89Ragıp Duran, “Türk Medyası Neden Savaş Yanlısı” Savaş ve Medya, İLAD, Eskişehir, 2003, s.71 90 Zeynep İşcan; Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian Gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. 91Deniz Kaplan, Türk Basını’nın Irak Savaşı Dönemindeki Tutumu: Cumhuriyet, Hürriyet ve Zaman Gazeteleri Örneklemi Yüksek Lisans Tezi.
42
Basınında Yer Alan Dış Haberlerin İncelenmesi” adlı araştırmada elde edilen sonuca
göre; yazılı basın, Körfez Savaşı ile ilgili haberleri kendi yayın politikası
doğrultusunda değerlendirip sunmuştur. Aynı habere ait haber başlığının punto,
karakter, alan seçimi, görüntü öğelerinin kullanılması ayrıca savaşa ait yorumlar
tamamıyla o gazetenin görüşü doğrultusunda olmuştur.92 Tüm bunların sonucunda
şunu diyebiliriz ki gücü merkezine alan ve güçlünün haklı olduğunu savunan realist
kuramın ulusal çıkarları tanımlayışı ve kararların meşruiyetini güç olgusuna
dayandırması daha çok uluslararası sistemdeki en güçlü devletin ya da güçlü
devletlerin işine yarayacağı bellidir. Türkiye’de realist bakış açısı siyasal sürece
hâkim olan karamsarlığı besleyen bir işleve sahip olmuştur. Uluslararası alanda
anarşiyi veri olarak alan, çatışmayı, güç mücadelesini bitmeyen bir süreç olarak kabul
eden ve devletlerin güçlü olmak için birbirlerini zayıflatmaya çalışacaklarına ilişkin
varsayımlar, yansımalarını bir ölçüde karar verme süreçlerinde de bulmuştur.
Türkiye’de dış politikanın bunun üzerine bina edilmiş olması basının da ulusal
çıkarları genellikle bu kuram çerçevesinde ele almasına neden olmuştur. Yukarda da
bahsettiğimiz gibi Türkiye’deki egemen medyanın, resmi politikanın çizmiş olduğu
çerçevenin dışına çıkamamasını da beraberinde getirmiştir.
Türkiye’de yazılı basında, realizmin uluslararası ilişkiler anlayışının temelini
oluşturan ulusal çıkar kavramının ele alınışı ve basının belli uluslararası olay ve
savaşlar dolayısıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarını nerelerde gördüğünü ve basında
Türkiye’nin öncelemesi gereken ulusal çıkarlarının ne olması gerektiğini tespit
92 Filiz Seçim, Uluslararası İletişim Düzeni Bağlamında Türk Basınında Yer Alan Dış Haberlerin İncelenmesi,Yayımlanmamış Doktora Tezi.
43
etmeye çalışan bu çalışma temelde iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde
ulusal çıkarı merkeze alan savaş olgusunun medyada nasıl anlamlandırıldığı üzerinde
durulacak ve medyanın inşa edilen ulusal çıkarları nasıl ele aldığı incelenecektir.
Burada ulusal ve uluslararası bunalım dönemlerinde medyanın tavrı, medya ve savaş
başlığı altında tartışılacaktır. Aynı zamanda bu bölümde Türkiye’nin çeşitli
uluslararası kriz ve savaş dönemlerinde yurtdışına asker göndermek için TBMM’den
aldığı kararların dönemin yazılı basını tarafından ulusal çıkar kavramı çerçevesinde
nasıl ele alındıkları ve dönemin basınının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını nerelerde
gördüğü niteliksel içerik analizi yöntemi ile ortaya konmaya çalışılacaktır. Bu
bölümde ele alınan belirli dönemler ve incelenen gazeteler şunlar olacaktır: Kore
Savaşı 26 Haziran – 26 Temmuz 1950 Hürriyet ve Milliyet gazeteleri, Kıbrıs Barış
Harekâtı 20 Haziran – 20 Temmuz 1974 Hürriyet ve Milliyet gazeteleri, Körfez
Savaşı 17 Aralık 1990 – 17 Ocak 1991 Sabah ve Türkiye gazeteleri, Bosna Savaşı 08
Kasım – 08 Aralık 1992 Hürriyet ve Sabah gazeteleri, Kosova Savaşı 09 Eylül – 09
Ekim 1998 Hürriyet ve Sabah gazeteleri, Afganistan Savaşı 12 Eylül – 12 Ekim 2001
Hürriyet ve Milliyet gazeteleri olacaktır. Bu gazetelerin seçilme nedeni incelenen
dönemlerde en yüksek tirajlı gazeteler olmalarıdır. İncelenen gazetelere Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesi arşivi ve Milli Kütüphane arşivinden ulaşılmıştır. Bu
bölümde çözümleme için dört kategori oluşturulmuştur. Bu dört kategorinin
seçilmesinin nedeni basının taraf olduğu bir çatışmada oluşturulan kategorilerin,
basının ulusal çıkarları nerelerde gördüklerini, hangi bağlamlar üzerinden ulusal
çıkarları değerlendirdiklerini ortaya koymaya müsait olmasındandır. Ayrıca basının
taraf olduğu bir çatışmada taraf olunan ülkenin ve karşı taraf olarak tanımlanan
ülkenin nasıl ele alındığını, söylemsel kuruluşun nasıl kurulduğunu ortaya koyması
44
açısından yararlı olarak görülmüştür. Bunlar; haber aktörleri, çatışmanın iyi ve kötü
taraflarının belirlenmesi, çatışma ile ilgili kurulan tarihsel bağlantılar ve Türkiye’nin
ulusal çıkarları kategorileridir. Haber aktörlerinin tespiti haberlerde hangi kaynaklara
daha çok başvurulduğu, bu kaynakların haber metinlerinde nasıl sunulduğu basının
taraf olduğu bir çatışmada basının desteklediği ve karşı olduğu tarafı belirlemede
önemlidir. Zira; “Haberde egemen söylemler temsil edilir ve metin egemen
söylemlerin etrafında kapanır.”93 “Basın egemen söylemlerin sadece doğrudan bir
aktarıcısı (tırnak içine alarak aktaran) değildir. Haberde anlatıcı bu söylemler içindeki
durumsallığını sözcük seçimleri ve vurguları ile açığa vurmaktadır.”94 Taraf olunan
ülkenin aktörleri olumlanırken, karşısında durulan tarafın aktörleri olumsuzlanacaktır.
Bu da bize basının ulusal çıkarları daha çok hangi tarafta gördüğünü tespit etmeye
yarayacaktır.
Çatışmanın iyi ve kötü taraflarının belirlenmesi tutulacak tarafın da belirlenmesi ve
desteklenmesi anlamına geleceği için önemlidir. Böylece ‘iyi tarafın’ olumlu
özellikleri ön plana çıkarılacak, ‘kötü tarafın’ ise olumsuz yönleri ön plana çıkarılarak
Türkiye’nin ulusal çıkarlarının hangi tarafta yer almakta olduğu konusunda belirli bir
bakış açısı oluşturulacaktır. Bu amaçla araştırmada “zalim-mazlum”, “saldırgan-
saldırıya uğrayan” ayrımına gidilerek basında çatışmanın iyi ve kötü taraflarının
kimler olduğu tespit edilmeye çalışılmıştır.
Savaşın genel çerçevelerindeki ulusal çıkarların incelenmesi üçüncü olarak haberlerin
tarihsel olaylar üzerinden nasıl sunulduğu, tarafların siyasi tarihlerindeki ve dünya
93 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 99 94 A.g..e., s. 122.
45
tarihindeki olaylar veya diğer çatışmalardan hangileri ile benzerlikler kurulduğu
araştırılmıştır. Gazetecilerin tarihsel olaylar üzerinden bir savaşı anlatmaları, savaşa
bakış çerçevelerinin çıkış noktalarını oluşturmaktadır. Bu ise yaşanan olayın
tanımlanması açısından önemlidir. Tarihsel kıyaslamalar hem okuyucu için savaşın
bağlamının iyi ve kolay anlaşılmasını sağlayacak, hem de bu yolla ulusal bakış açıları
oluşturulmaya başlanacaktır. Dolayısıyla bu bölüm basının politikasını yansıtan genel
çerçevelerin belirlenmesi açısından önemli kabul edilmiş ve araştırmanın üçüncü
aşaması olarak belirlenmiştir.
Dördüncü kategoride, bu çatışmada, Türkiye’nin ulusal çıkarlarının neler olduğu,
basının ulusal çıkarları nerelerde gördüğü incelenmiştir. Burada basının ulusal
çıkarları ele alışı ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını nasıl tanımlandığı ortaya konmaya
çalışılmıştır.
Birinci bölümde dilsel anlamda herhangi bir çözümleme yapılmayacaktır. Bunun en
önemli nedeni, çalışmamızın bu bölümünün amacının yalnızca bir tarihsel
değerlendirme ile Türkiye’de basında ulusal çıkara yüklenen anlamların sürekliliğine
dikkat çekilerek ikinci bölümdeki analiz için bir tarihsel bağlam oluşturulmak
istenmesidir. Gazetelerin seçim kriterinde basının sahip olduğu ideolojinin değil de
tirajın dikkate alınmış olması bizi söylemsel bir çözümleme yapmaktan alıkoyan
diğer bir unsurdur. Bu bölümde Tarihsel bir süreç içinde ulusal çıkarın medyada
betimlenmesi ile ilgili bir sürekliliği ortaya koymak suretiyle, ulusal çıkarın basın
tarafından her dönemde yeniden inşa edildiğini göstermek amacıyla basının söz
konusu olaylara yaklaşımı genel bir çerçeveyle ele alınmış ve dönemin en yüksek
46
tirajlı iki gazetesi inceleme alanına alınmıştır. Bu araştırmada amaç, Türkiye’nin taraf
olduğu ve TBMM’den yurt dışına asker gönderme izni aldığı yukarda adı geçen belli
savaşların dönemin basını tarafından ele alınırken ulusal çıkar önceliklerinin neler
olduğu, bu çıkarların nasıl kurulduğunu incelemektir. Türkiye’nin taraf olduğu
savaşlar tarihsel bir süreç içerisinde incelenerek Türkiye’nin ulusal çıkarlarının
medyaya yansıması çıkış noktası olarak alınmıştır. Tarihsel bir sürecin takip
edilmesinin en önemli nedeni basının her dönemde üzerinde uzlaştığı ulusal çıkarları
belirlemek ve dünyada meydana gelen gelişmeler karşısında basının Türkiye’nin
ulusal çıkarlarını tanımlarken ne tür değişiklikler gösterdiğini ortaya çıkarmaktır. Bu
amaçla ele alınan gazetelerin Türkiye’nin yurt dışına asker gönderme kararından
önceki bir aylık zaman diliminde tüm haber ve köşe yazıları incelenmiştir.
İkinci bölümde, 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan ve reddedilen “Türk Silahlı
Kuvvetlerinin Yabancı Ülkelere Gönderilmesi ve Yabancı Silahlı Kuvvetlerin
Türkiye’de Bulunması İçin Hükümete Yetki Verilmesine İlişkin Başbakanlık
Tezkeresi” nin farklı ideolojik görüşlere sahip ulusal basında ulusal çıkarlar açısından
ele alınış biçimleri incelenmiştir. Bu bölümde üç farklı ideolojik görüşü temsil ettiği
varsayılan gazeteler ele alınmıştır. Bu gazeteler şunlardır: Liberal basını temsilen
Hürriyet ve Sabah, muhafazakâr basını temsilen Milli Gazete ve Yeni Şafak ve Sol
Basını temsilen Cumhuriyet gazetesi incelenmiştir. Bu amaçla 25 Şubat–25 Mart
2003 tarihleri arasındaki yukarıda adı geçen gazetelerin haber ve yorumları
taranmıştır. Bu bölümde izlenen yöntemle ilgili ayrıntılı bilgi anılan bölümün başında
verilmiştir.
47
1. BÖLÜM: ULUSAL ÇIKARIN İNŞAASI VE MEDYA
Ulusal çıkarların inşası sürecinde medya, daha çok karar alıcılarca çeşitli faktörler
göz önünde bulundurularak alınan kararları benimsemek, onları savunmak ve
meşrulaştırmaya çalışmak işlevini yerine getirir. Ülkenin bu konuda takındığı tavrın
ne kadar haklı olduğu gerekçeleriyle verilmeye çalışılır. Özellikle ulusal ve
uluslararası kriz dönemlerinde ülkenin ulusal çıkarları resmi görüşler çerçevesinde
sorgulanmadan kabul edilir ve savunulur. Demokratik bir sistemde, basın ve hükümet
arasında daima bir ölçüde karşılıklı güvensizlik olacaksa da, kriz zamanlarında
karşılıklı işbirliği ve uygun çalışma yordamları devletin çıkarları ile basının çıkarları
arasında kabul edilebilir bir denge oluşturabilir.95 Medyanın ulusal çıkarlar
konusunda resmi görüşleri dile getirmesinin ve savunmasının çeşitli nedenleri
bulunmaktadır. Haber kaynakları içerisinde medya gündeminin belirlenmesi
bağlamında en etkili olanlar hükümet yetkilileridir. Yapılan araştırmalar, gazetecilerin
en güvenilir kaynak olarak hükümet yetkililerine (resmi kaynaklara) başvurduklarını
ortaya koymaktadır.96 V. Lance Bennett, haber kaynağı olarak resmi kaynaklara aşırı
bağımlılığın üç temel nedeni olabileceğini belirtmektedir: Bunlardan ilki, medyanın
sınırlı kaynaklara sahip olduğu düşüncesidir. Medya kuruluşlarında çalışan az sayıda
gazeteci, günlük haber akışını sağlayabilmek için haber olması olası yerlerde (buralar
da genellikle hükümet kurumlarıdır) konuşlandırılırlar. İkinci açıklama, gazetecilerle
resmi görevliler arasında ortaya çıkan birlikte yaşama ilişkisinden söz etmektedir. Bu
gündelik etkileşimler resmi görevlilere haberin içeriğini belirlemede bir ayrıcalık
95Philip Schlesinger Medya Devlet ve Ulus, Siyasal Şiddet ve Kolektif Kimlikler, Ayrıntı Yayınları, Çev: Mehmet Küçük, İstanbul, 1998. 96Süleyman İrvan, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi s. 79.
48
tanırken, gazeteciler de çalıştıkları kurumun kendilerinden beklediği haberleri yapmış
olurlar. Üçüncü açıklama ise, demokrasi anlayışına ilişkindir. Halk kendisini
yönetecek olanları seçerek, onlara bir ayrıcalık verdiğine göre, medyanın bu kişilere
daha çok yer vermesi demokrasi anlayışıyla bağdaşmaktadır.
Özgül örnekler üzerine yapılan haber çözümlemeleri dikkate alındığında,
gazetecilerin resmi kaynaklara bağımlılığını belirleyen en önemli etmenin sorunun
niteliği olduğu görülmektedir. Daniel Hallin97 medyanın hangi tür sorunlarda resmi
kaynaklara bağımlılığının arttığını anlamamıza yardımcı olacak bir model
geliştirmiştir. Hallin’e göre, sorunları üç temel gruba ayırmamız mümkündür: Meşru
tartışma alanı içinde kalan sorunlar, uzlaşma alanı içinde kalan sorunlar ve sapkınlık
olarak nitelenen sorunlar. Meşru tartışma alanı içindeki sorunlar, tartışmanın temel
aktörlerinin meşru kabul edildiği sorunlardır. Gazeteciler bu sorunlara ilişkin
haberlerinde tarafsızlık, denge, nesnellik gibi profesyonellik ölçütlerine sıkı sıkıya
bağlı kalmaya çalışırlar. Dolayısıyla bu tür sorunlarda kaynakların medya içeriğini ve
dolayısıyla medya gündemini belirlediğini tam olarak ortaya koymak mümkün
değildir. Bu tür sorunlar ve konular arasındaki seçimleri, siyasal tartışmaları,
ekonomik sorunları sayabiliriz. Sapkınlık olarak nitelenen sorunlar toplumsal düzeni,
yani statükoyu bozucu grupların oluşturduğu sorunlardır. Bu tür sorunlarda
gazeteciler karşıt görüşlere yer vererek tarafsızlıklarını korumak zorunda
hissetmezler. Terör olayları ve siyasal açıdan sapkın olarak nitelenen grupların
97 Daniel Hallin, The Uncensored War, New York: Oxford University Press, 1986’dan Aktaran Pamela J. Shoemaker ve Stephen D. Reese, Mediating The Message: Theories of Influences on Mass Media Content, New York: Longman, 1991, s. 186. Akt: Süleyman İrvan, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, s. 88.
49
eylemleri bu gruba verilebilecek en iyi örnektir. Todd Gitlin, Amerika Birleşik
Devletleri'nde Vietnam savaşı karşıtı plana ilişkin çalışmasında, medyanın bu
gruplara bakışını irdeleyen yararlı bir analiz yapmıştır.98 Uzlaşma alanı içindeki
sorunlar, partiler üstü, gruplar üstü olarak nitelenen ve herkesin meşru gördüğü ya da
uzlaşmasının gerekli görüldüğü sorunlardır. Bu sorunların başında dış politika
sorunları gelmektedir. İşte medya gündeminin belirlenmesinde resmi kaynakların en
etkili olduğu sorunlar bu grupta yer alan sorunlardır. Bu tür sorunlarda gazeteciler,
resmi söylemi tek meşru söylem olarak kabul ederler ve haberin yönlendirilmesini
resmi görevlilere bırakırlar. Kaynağın güvenirliğini sorgulamak, haberin doğruluğunu
başka kaynaklardan denetlemek, karşıt görüşlere yer vermek veya tarafsız kalmak
gibi endişeler söz konusu değildir. Dış politika sorunlarında ulusal resmi kaynaklara
bağımlılığın en başta gelen nedenleri arasında gazetecilerin ve medya kurumlarının
“vatansever” olmamakla suçlanma endişesi gelmektedir. Örneğin; İngiliz yayın
kuruluşu BBC’nin Falkland Savaşı sırasındaki tutumunu eleştiren dönemin İngiltere
Başbakanı Margareth Thatcher, BBC’nin Arjantin'in çıkarlarını değil, İngiltere'nin
çıkarlarını savunmakla yükümlü olduğunu hatırlatmıştır. Ülke siyasetinin temel
aktörleri arasında dış politika sorunlarına ilişkin bir konsensüs söz konusuysa, medya
kurumlarının bu konsensüs dışında kalan görüşlere yer vermesi olasılığı ortadan
kalkmaktadır. Dış politikada resmi kaynaklara bağımlılığın bir başka nedeni de haber
rutinleridir. Yapılan analizler dış politika haberlerinin önemli bir bölümünün ülkenin
98Todd Gitlin, The Whole World's Watching, Berkeley: University of Califomia Press, 1980. s.9: Ralph Negrine, Politics and Mass Media in Britain, London: Sage, 1991. Akt: Süleyman İrvan, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi s. 92.
50
dış politika oluşturucu kurumlarından kaynaklandığını ortaya koymaktadır.99 ABD
basını üzerinde yapılan araştırmalar, dış politika haberlerinde atıf yapılan kaynaklar
arasında en büyük payı Amerikan resmi yetkililerinin aldığını göstermektedir.100
Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası olaylarda takındığı tavrın medya
tarafından ele alınma şeklini inceleyen Noam Chomsky, Amerikan medyasının
Amerika’nın resmi dış politikası çerçevesinde olaylara yaklaştığını tespit etmiştir.
Chomsky’e göre, medyanın gündemini görevli devlet yöneticileri belirler.101 Dünya
düzeninin kurumlarının, istenmeyen amaçlar için çalıştıkları sürece, medyayla işleri
yolunda gitmez. Söz konusu edilen düşman bir devletse, özellikle ABD saldırılarının
bir kurbanıysa, nadir olarak basında çıkar.102 Aralık 1987 tarihli Washington zirvesi
dönemindeki BM oylamaları, genel kalıp hakkında oldukça aydınlatıcıdır. Amerika,
yakın zamanlarda, Güvenlik Konseyi kararlarını veto etmede rakiplerini çok gerilerde
bırakmıştır. 1961'den 1987’ye kadar Amerika, Güney Lübnan'da İsrail'in
uygulamalarını mahkûm eden, Filistinlilerin haklarının verilmesi ve İsrail'in Kudüs'ün
statüsünü değiştirmesiyle işgal altındaki toprakları yerleşime açmasının kınanmasını
isteyen yedi kararı veto etmiştir. Reagan yönetiminin benzer konularda, ABD'nin
yalnız başına kalarak, veto ettiği 13 (onüç) yeni kararı olmuştur. Oylamalar genellikle
ya duyurulmamakta ya da küçük bir haber olarak geçiştirilmektedir. Yer yer çıkan
99 Süleyman İrvan, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi s. 94. 100Sara Dickson, Propaganda and The Press, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Florida: Florida State University Press, 1989, s118. Akt: Süleyman İrvan, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi s. 95. 101 Noam Chomsky, Medya Gerçeği, Tüm Zamanlar Yayıncılık, Çev : Abdullah Yılmaz, İkinci Baskı, İstanbul, 1999, s.119. 102 A.g.e. s. 321.
51
haberler, genelde devletin kontrolündeki bir basında rastlanabilecek türdendir.103 Her
ne kadar iktidarla çatışmalı gibi görünen konulara değinilse de bunlar, sadece
iktidarın uzantısı olan kitle iletişim araçlarında diğer olaylar tarafından bastırılan
zayıf konuları teşkil eder. İktidar kitle iletişim araçları üzerinden, kamusal
tartışmaların çerçevesini ve gündemini belirleyerek, bu konuları kamu gündeminden
uzaklaştırma yeteneğine sahiptir. Çünkü bir takım düşünceler, iktidar tarafından
üzerinde fazla durulmaması gereken, vatan ve milletin bütünlüğünü tehlikeye
düşürecek tartışmalara neden olacağı varsayımıyla hasıraltı edilebilir.104 Bunun
dayanağı, kitle iletişim araçlarında yer alan içeriklerin önceden kabul ettirilmiş mesaj
özelliği taşımasında yatar. Zira söz konusu içeriklerle bireylere, bunlar “sizin” için
imajı verilir. Bireylerin ise bu mesajlara inanıp inanmaması fazlaca önem taşımaz.105
Ulusal ve uluslararası kriz dönemlerinde medyanın ulusal çıkarları resmi görüş
çerçevesinde ele aldığı, ülkenin takip ettiği dış politikayı benimsediği, yapılan çeşitli
görgül araştırmalarla ortaya konulmuştur. Birinci Körfez Savaşı’nın ele alındığı bir
çalışmada Mustafa Mutlu şu sonuçlara varmıştır: “Savaşın iyinin (ABD ve Batı)
kötüye (Irak’a) ahlaki bir seferberliği olduğu propagandası yapıldı. Irak Devlet
Başkanı Saddam Hüseyin’in ‘Yeni bir Hitler’ olduğu, vakit geçmeden önünün
kesilmesi gerektiği, ABD’nin Hitler’e benzeyen Saddam’la müzakere masasına
103 Bu konuda bir örnek verilecek olursa, Kasım 1988'deki Genel Kurul 130'a karşı 2 (Amerika ve İsrail) oyla bir karar aldı. Karar Filistin ayaklanmasım bastırırken “savunmasız Filistinlileri öldürdüğü ve yaraladığı” için İsrail'i “mahküm etmekte” ve işgal altındaki bölgelerdeki uygulamalarını mahküm eden daha önceki Güvenlik Konseyi kararlarını dikkate almadığı için de "şiddetle kınamaktadır.” Bu New York Times'da yayımlandı. ilk üç paragraf temel olgulara değiniyordu. Makalenin geri kalanı (on paragraf) ABD ve İsrail'in konumuna, çekimserlere ve Arap devletlerinin önceki kararlar üzerinde “oldukça zayıf şovu”na ayrılmıştı. Kararı destekleyenlerden yana bütün öğrenebildiğimiz kararı “dengesiz” bulanların koyduğu çekinceler olmuştur. Noam Chomsky, Medya Gerçeği, Tüm Zamanlar Yayıncılık, Çev: Abdullah Yılmaz, İkinci Baskı, İstanbul, 1999, s. 317 104 Noam Chomsky, Demokrasi, Gerçek ve Hayal, Çev: Cevdet Cerit, İstanbul, Pınar yayınları, 1995, s. 28. Akt: Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset İlişkileri Üzerine, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005. s. 119. 105 Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset İlişkileri Üzerine, Turhan Kitabevi, Ankara, 2005, s. 119.
52
oturmaması gerektiği propagandası ısrarla yayıldı. Bu propagandaya Amerikan basını
da destek verdi. Körfez Savaşı sırasında Amerikan basını Bush yönetimini
desteklemekle kalmadı, savaş çığırtkanlığı da yaptı. Basın, savaşın gerekli olup
olmadığını sorgulamadı. Savaşın olası maliyetinden bahsetmedi. Amerikan basını
CNN’in de yardımıyla Körfez Savaşı’nı Amerikan gözlükleriyle yansıttı. Uzman
sıfatıyla televizyonlara çıkarılan kişilerin büyük çoğunluğu Bush yönetimine yakın ve
savaşı destekleyenlerden seçilmişti. Televizyonlarda savaşla ilgili yayınlarda toplam
yayınların ancak %1’i savaş karşıtlarının fikirlerine ayrılmıştı. Basın, savaş
karşıtlarının uzun saçlı, pejmürde kılıklı radikaller, kendini bilmez ufak bir azınlık
olduğunu ve önemsenmemeleri gerektiğini vurguladı.”106
Diğer bir araştırma ise; Zeynep İşcan107 tarafından 2003 Irak Savaşı’nın New York
Times, The Guardian ve Le Monde gazetelerinde ulusal bakış açılarıyla nasıl ele
alındığına yönelik yapılmıştır. Araştırmada ele alınan üç ülke; Amerika, İngiltere ve
Fransa Irak Savaşı’nda izledikleri politikalarda iki karşıt uçta yer almışlardır.
Amerika ve İngiltere, Irak'ta askeri seçeneği savunurken, Fransa bu savaşa karşı
çıkmıştır. Bu ülkelerin gazetelerinin de genellikle uluslararası olayları hükümetlerinin
resmi bakış açılarının dışına çıkmadan sundukları ortaya çıkmıştır.
Araştırmanın sonucuna göre New York Times ve The Guardian’ın savaşa yaklaşımları
benzer bir çizgi izlemiştir. Savaşın olması gerektiği, Saddam rejiminin dünya barışı
için ne kadar tehlikeli olduğu, Irak halkının zavallı ve kurtarılmayı bekleyen bir halk
106 Mustafa, Mutlu, Vietnam’dan Körfez Savaşı’na Uluslararası Uyuşmazlıklarda Kamuoyu Oluşumu, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2001, s. 223. 107 Zeynep İşcan; Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian Gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
53
olduğu ve Saddam'ın elinde kitle imha silahları bulundurduğu haberleri ön plana
çıkartılarak sunulmuştur. Le Monde’da ise; Amerikan ve İngiliz gazetelerindeki
içeriklere karşıt görüşler yer almıştır. Irak'ın elinde kitle imha silahları bulunmadığı,
Irak'ın BM silah denetçileri ile işbirliği yaptığı, sorunun askeri açıdan değil diplomasi
yoluyla çözümlenebileceği en sık vurgulanan noktalar olmuştur. Çalışmada, savaşın
genel çerçevelerinin gazetelerde nasıl oluşturulduğunun araştırılması, tarihsel
bağlantıların yanı sıra haber değeri taşıyan iki önemli olay üzerinden yapılmıştır.
NATO krizi ve dünyada savaş karşıtı görüşler ve gösteriler, uluslararası politikanın
gündemine yerleşen iki olay olmuştur. Araştırmanın sonucuna göre üç gazete de
NATO krizini sunarken, ulusal bakış açılarını net bir şekilde ortaya koymuştur.
Amerika ve İngiltere, NATO krizinde yine aynı cephede yer alırken, Fransa bu iki
ülkenin talebini veto eden ülke konumundadır. Bu ülkelerin gazeteleri de, uluslarının
politikalarını açıkça desteklemiş, görüşlerini savunmuş ve diğer cephede yer alanları
da suçlamıştır. The Guardian ve New York Times, NATO krizinin boyutlarının
büyüklüğüne dikkat çekerek verirken; Le Monde bu krizin abartıldığını ve olayın
dramatize edildiğini vurgulamıştır. Savaş karşıtı gösteriler ise, olayın izlenişi
açısından gazeteler arasında büyük farklılık göstermiştir. Bu gösteriler, haber değeri
taşıyan, çok geniş çaplı bir dünya olayı olarak önem taşımaktadır. Bu büyük olayın
gazetelerde aktarılış şekilleri farklılıklar göstermiştir. Le Monde için bu olayın değeri
kendi ülkesinin politikalarının desteklendiğini göstermesi açısından çok önemli kabul
edilmiş ve dünyadaki gösteriler, tüm muhabirleri aracılığıyla özel dosyalar halinde
yayımlanmıştır. New York Times ise; gösterileri tek bir haberde derleme olarak
sunmuştur. The Guardian da gösterileri haber değeri olan unsurlar üzerinden
vermiştir. Muhabirlerinin ve ajansların haberleriyle gösterileri tek bir haberde
54
toplamıştır. Bu bölümlerde, olaylar ve savaşın genel hatları gazetelerde ulusal bakış
açıları ile sarmalanarak verilmiştir. Resmi politikalara göre bazı olaylar
yumuşatılarak, bazıları da sert eleştirilerle sunulmuştur. Aynı olaylar her üç gazetede
de farklı yönleri ile irdelenmiş ve aktarılmıştır.
Sonuç olarak İşcan’ın çalışmasında elde edilen bulgularda, gazetecilerin uluslararası
olayları haber yaparken ulusal beklentileri, çıkarları devreye sokarak, haberlerde
ulusal bakış açılarını yansıttıkları belirlenmiştir. Araştırmadaki bölümlerin hepsinde
gazetelerin, genellikle hükümetlerin resmi politikalarını yansıttıkları görülmüştür.
Örnek olay olarak seçilen 2003 Irak Savaşı’nda haberlerdeki ulusal bakış açıları
yoğun olarak hissedilmiştir. Gazetecilerin ulusal çıkarları ve beklentileri devreye
sokarak, milliyetçi duygular içerisinde haber yaptıkları belirlenmiştir. Ancak; burada
kolaylıkla bir genelleme yaparak savaş dışında da, uluslararası herhangi bir olayın
takibinde ulusal bakış açılarının haberlere yansıtıldığı ve iktidarın politikalarının
temsil edildiği söylenebilir.
A. SAVAŞ VE MEDYA
Medya ve savaş ile ilgili öne sürülen düşünceler genellikle iki görüş çerçevesinde ele
alınmaktadır. Shaw ve Hill bunu şöyle açıklamaktadır: Özellikle siyasi ve askeri
liderlerce televizyon ve diğer medyaların savaş çabalarını sabote ettiğine,
baltaladığına inanılmaktadır; bir başka deyişle savaşma gücünü azalttığına
inanılmaktadır. Bu inancın kaynağı, Vietnam Savaşı sırasında Amerika ve Avrupa
55
ülkelerindeki televizyon yayınlarının savaş lehindeki halk desteğinin azalmasına,
böylece de Amerikalıların yenilgisine katkıda bulunduğuna dair yaygınlaşmış
inançtır. Bu yüzden İngiltere’nin Falkland Savaşı’nda ve Amerika’nın Grenada ve
Panama saldırılarında bilgi akışı ve medyalar üzerinde çok açık ve sıkı bir kontrol
uygulanmıştır. Bu küçük operasyonlar 1990-91’deki Çöl Savunması ve Çöl Fırtınası
harekâtları için birer model oluşturmuştur. Savaş ve medya ilişkileri konusunda diğer
bir görüş ise; siyasi ve askeri otoritelerin kendi nihai amaçlarına erişebilmek için
medyayı çok iyi kullandıkları, bir başka deyişle, medyayı manipüle ettikleri, böylece
güçlerini daha da arttırdıkları yönündedir. Bu görüşe göre hükümetlerin ve askerlerin
başarısında medyayı kullanım becerisi önemlidir.108 Özellikle günümüzde yaşanan
savaşlarda medya, insanların yaşanan gelişmelerden haberdar edilmesi ve belli bir
konuda kamuoyunun oluşmasında çok önemli bir işleve sahiptir. Uğur, makalesinde
Körfez Savaşı’na değinmekte ve iletişim faaliyetlerinin günümüzde kazandığı
konuma vurgu yapmaktadır. İletişim araçları artık yalnızca zihinsel haritalarımızı
üretmekle kalmamakta, bilişim olanakları ve telekomünikasyon alt yapısıyla iç içe
geçip savaş makinesinin bel kemiğini oluşturmak suretiyle ülkelerin haritalarına
yapılan müdahalelerde başlıca rollerden birini oynamaktadırlar. Savaş, neredeyse
iletişim araçları ve öğreni (enformasyon) teknolojisi ile eşanlamlı hale gelmiş,
özellikle uluslararası iletişimi ellerinde bulunduran ülkeler bu olanağı kendi çıkarları
doğrultusunda kullanmaktadırlar. Bu ülkeler savaşı meşrulaştırmak istedikleri zaman
bu doğrultuda haberleri manipüle etmekte, çeşitli ideal olduklarına inandıkları bazı
108 Martin Shaw ve Roy Carr-Hill, War and Mass Media: Responses to The Gulf Coverage İn The United Kingdom; İLAD ve IMCR tarafından düzenlenen Nesmedia and İnternational Conflict Adlı Konferansta Sunulan Bildiri, İstanbul,19-20 Haziran 1991. Aktaran Filiz Seçim, Uluslararası İletişim Bağlamında Türk Basınında Yer Alan Dış Haberlerin İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s. 26, İstanbul-1993
56
fikirleri öne sürmekte ve bunu belli bir süre insanların zihinlerine yerleştirmeye
çalışmaktadırlar.109
İngiltere’de yerel bir topluluk üzerinde yapılan bir araştırma, savaşla ilgili algı ve
tutumların televizyon ve gazete haberleriyle doğrudan bağlantılı olduğunu ortaya
koymuştur. Bununla birlikte araştırmanın bir başka sonucu; savaşa karşı tutumların
gazete okurları arasında geniş ölçüde değiştiği (televizyonun daha etkili olduğu
varsayımına dayalı bir sorgulamada) tutum oluşturmada gazetelerin pek önemli
olmadıklarıdır. Bu çalışmanın bulgularından bir diğeri de medya izleyicilerinin /
okurlarının savaşla ilgili düşünce ve tutumlarının yalnızca medya haberlerinin
analiziyle açıklanamayacağıdır. Araştırmada, izleyicilerin–okurların medyalarda
verilen yoğun mesajlara tepki gösterdikleri saptanmıştır. Pek çok kişi savaşı
onaylamakla birlikte kuşkularını da ifade etmişlerdir. Ayrıca; savaşla ilgili temel
izlenimlerini medya haberlerinden aldıklarını onaylamışlar ancak; bunların önemli bir
kısmı İngiliz televizyonunu “savaşı aşırı derecede övdüğünü, abarttığını”
belirtmişlerdir. Gazete okurları da aynı görüşü savunmuşlardır.110
1. Medyanın Yanlılığı ve Savaş
Uluslararası çatışma zamanlarında medyanın yanlılığı daha açık şekilde ortaya
çıkmaktadır. Bu dönemlerde, medyada gazetecilerin nesnellikten ne kadar çok
uzaklaştığı net olarak gözlenmektedir. “Savaş, gazetecilik mesleğinin temelinde
109Aydın Uğur, Birikim, 25. sayı, Mayıs 1991, s. 13. 110Martin Shaw ve Roy Carr-Hill, Akt Filiz Seçim, Uluslararası İletişim Bağlamında Türk Basınında Yer Alan Dış Haberlerin İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul-1993.
57
bulunan retorik ve gerçeklik arasındaki gediği en açık biçimiyle ortaya koyar.”111
Ulusal güvenliğin ve çıkarların söz konusu olduğu savaş dönemlerinde medyadaki
haberlerin, ülkelerinin politikalarından bağımsız olarak eleştirel olması ve uluslararası
olayların tarafsız bir bakış açısı ile analiz edilmesi çok zordur.
Devletler, uluslararası olaylarda alınan kararların meşruiyetini sorgulamadan,
tamamıyla realist paradigma çerçevesinde ulusal çıkarları ön plana
çıkarabilmektedirler. Kimi zaman ise uluslararası meşruiyet kabul edilmekte; fakat
farklı görüş açılarından buna yaklaşılmaktadır. Örneğin 1991 ve 2003 Irak Savaşı
hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) genel kurulundaki konuşmaları
inceleyen Özdemir; her iki oturumda da uluslararası meşruiyetin tartışıldığını,
taraflarca uluslararası meşruiyetin kabul edildiğini; fakat farklı tanımlandığını
belirtmekte, bu tanımlamayı belirleyen ana unsurların ise Türkiye’nin milli güvenliği
ve ulusal çıkarları olduğunu ifade etmektedir. Özdemir, “Uluslararası meşruiyet,
tarafların ülke güvenliği ve çıkarlarına ilişkin görüşleri doğrultusunda eğilip
bükülebilen, farklı tanımlanan; fakat bu amaçlara ulaşmanın da meşruiyetini
sağlayacak bir araç olarak görülmüştür,” sonucuna varmıştır.112 Yine aynı araştırmada
ulaşılan diğer bir sonuç da “1990 ve 2003 yıllarında Körfez ve Irak Savaşları öncesi
toplanan TBMM, Türkiye’nin bu savaşlara müdahil olup olmamasının meşruiyetini,
uluslararası meşruiyetin, Türkiye’nin milli güvenliğinin ve ulusal çıkarlarının
korunmasına dayandırmış; Türkiye’nin milli güvenliği ve ulusal çıkarları
111 A. Belsey & R. Chadwich, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1998, s. 190. 112 İnan Özdemir, “TBMM’de Savaş Retoriği: Körfez ve Irak Savaşları” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004. s. 106.
58
konusundaki tanımlamalar, uluslararası meşruiyetin tanımlanmasını da
etkilemiştir.”113 olmuştur. Bu sonuç Türkiye’nin uluslararası politikada realist
paradigmayı benimsediğini ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Türk
basınının uluslararası olaylardaki meşruiyeti sorgulayıp sorgulamadığı konusunda
yapılan çalışmalarda basının da benzer bir politika izlediği saptanmıştır. Türk
medyasında Irak Savaşı’nın köşe yazarları tarafından nasıl ele alındığını inceleyen
Deveci ve Kejanlıoğlu bu savı destekleyici sonuçlara ulaşmışlardır. Buna göre;
“uluslararası siyasetin yalnızca realist bir perspektiften anlaşılabileceği, yaklaşan
savaşın kaçınılmaz olduğu ve Türkiye’nin bu savaşa mutlaka girmesi gerektiğini,
tarihin hemen her döneminde ama özellikle “yeni dünya düzeninde” etik normların ya
da yasaların değil gücün etkin olduğunu dile getiren ve bu gerçeklik karşısında
çırpınmanın yalnızca faydasız değil aynı zamanda naiflik (“ahmaklık” ya da
“romantiklik” de olabilir) olduğunu savunan, savaşa eleştirel herhangi bir yaklaşımı
kınayan kapatma çabası”114 tespit edilmiştir. Yine aynı araştırmada “görülen en bariz
söylemsel kapatma, bu realist bakışı vurgulayarak olası savaşa etik normlar,
uluslararası örgütler, anlaşmalar ve standartlar açısından yaklaşmayı engelleme,
tartışmaya sokmama çabası ile belirmektedir.”115 sonucuna varılmıştır.
Çatışma dönemlerinde, medyada ulusal bakış açıları daha çok yoğunluk
kazanmaktadır. "Gerçeği anlatmaktan daha önemli olan şey savaşı kazanmaktır" sözü
113 İnan Özdemir, “TBMM’de Savaş Retoriği: Körfez ve Irak Savaşları” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004, s. 115-116. 114 Cem Deveci, Beybin Kejanlıoğlu, “Türk Medyasında Irak Savaşı” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004. s. 142 115 Cem Deveci, Beybin Kejanlıoğlu, “Türk Medyasında Irak Savaşı” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004. s.123
59
savaş dönemlerindeki savaş gazeteciliği ile ilgili genel düşünceyi
açılamaktadır.116 İkinci dünya savaşında bir muhabirin aşağıdaki sözü ise medyanın,
ulusal çıkarları gözeterek yanlı yayın yapması varsayımını kuvvetlendirir niteliktedir:
“Ülken savaştaysa, senin haberciliğin de bu savaşın uzantısı olur. Nesnellik, ancak
kara bulutlar dağıldıktan sonra söz konusu olur.”117 Williams da yazdığı makalede savaş
muhabirlerinin savaş haberlerini verirken “hayal güçlerinin gerçeği” ile “dış gerçeklik”
arasında ikilemde kaldığını belirtirken, İngiliz Picture Post’un editörü Hopkinson’dan
bir alıntı yapar; “savaş dönemlerinde bazen gerçeklerden daha önemli şeyler vardır”
sözleri ile nesnellikten nasıl uzaklaşıldığını anlatır.118 Burada, medyanın özellikle
ulusal ve uluslararası kriz dönemlerinde daha çok ulusal çıkara odaklandığı ortaya
çıkmaktadır. Gazeteciler, savaş dönemlerinde vatanseverlik duygularının yanı sıra
verdikleri haberlerde, düşman lehine savaşın gidişatını değiştirecek unsurların
bulunmasından endişe etmektedir. Yine bunlara ek olarak, cesetlerin resimlerinin
gösterilip gösterilmemesi, sivil halkın kayıplarının verilip verilmemesi ya da savaş
esirlerinin görüntüleri, düşman tarafından haberlerin aktarılıp aktarılmaması, savaş
alanında sevdiklerini yitiren acılı aileleri gösterilip gösterilmemesi ve muhabirlerin
silahlı kuvvetlerin savaş bölgesinde koyduğu sınırlamalara uyulup uyulmaması gibi
savaş muhabirlerinin dikkate almaları gereken birçok unsur bulunmaktadır.
Devletin ve ordunun savaş muhabirlerinden istedikleri; halkın ve askerlerin moralini
yükseltecek, düşmanı yerecek ve “nefret edilmesini sağlayacak” türden haberler
vermeleridir.119 Verilmemesi gerekenler ise; “bizim tarafın verdiği ağır zayiat ve
116 A. Belsey & R. Chadwich, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, İstanbul, Ayrıntı Yayınları,
1998, s: 191. 117 A.g.e. s: 192. 118 A.g.e., s.189. 119 A.g.e. s: 192.
60
yaptığı zulüm”, kayıplara neden olan “askeri ihmal ve yetersizlikler” ile ilgili
haberlerdir.120
Aslında savaş dönemlerine ait nesnellikle ilgili tüm düşünceler medyanın genel
durumunu yansıtmaktadır. Medyanın savaş dönemlerine özelmiş gibi görülen yanlı
yayınları tüm zamanlar için geçerlidir. Sadece bu dönemlerde yanlılık, sansür, ulusal
çıkarların gözetilmesi daha yoğun ve daha açık olarak hissedilmektedir.121
“Toplumsal eylemlerin haberleştirilmesinde medyanın yanlılığı üzerine yazılan
metinlerde, medyanın bu eylemleri haberleştirme biçiminin haber toplama rutinlerine
haber değeri atfetme gerekçelerine kar amaçlı kuruluşlar olan yayıncıların ekonomik-
politik çıkarlarına, medyanın konjonktürel ilgilerine göre belirlendiği ortaya
konulmuştur. Bununla bağlantılı olarak medyanın sahiplerinin politikacılarla ve diğer
ticari olanlarla kurduğu sıkı ilişkiler sosyal olarak ulaşılabilirliği olan ve sistemi
sorgulamak yerine tekil ya da kişisel sorunlarla uğraşan eylemlerin medyada daha
kolay yer bulması sonucunu doğurmaktadır.”122 “Benzer şekilde Türkiye’de ulusal
medyanın toplumsal eylemleri temsilinin, medya kuruluşlarının yapısal çıkarları ve
ideolojik yanlılıklarıyla yakın ilişki içinde olduğu görülmektedir. Bu kuruluşlar
yapısal çıkarlarıyla uyuşmayan protestoları sapkın, çarpık, sıra dışı, tehdit unsuru
barındıran şiddetli eylemler olarak tanımlayabilmekte ya polis ve tutuklama
görüntüleri eşliğinde aktararak ulusal güvenlik sorunu ile bağdaştırmakta ya da
yalnızca izlence boyutunu öne çıkararak eylemi içeriğinden soyutlamayı
120A.g.e. s.194. 121 Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 58. 122 Eser Köker, Ülkü Doğanay , “Türkiye’de Televizyon Haberlerinde Savaş Karşıtı Eylemler” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004. s. 151.
61
yeğlemektedir. Bu noktada ulusal medyada toplantı gösteri ve yürüyüşün “izinsiz” ya
da “izinli” olması birincil önem taşımaktadır. İzinsiz gösteriler çoğunlukla şiddet
eylemleri ile eşleştirilmekte bir yurttaş topluluğuna ait “birlikte sorun dile getirme
eylemi”nin gerçekleştirme koşullarını düzenleyen yasal hükümler bunların medyada
haberleştirilme biçimini de etkilemektedir.”123 Bununla birlikte savaş ve isyan
dönemlerinde, haber medyası çok farklı bir döneme girmekte ve kullanılan üslupta
da köklü değişiklikler olabilmektedir.124 Tarih boyunca uluslararası çatışma
dönemlerinde, devletler haklılıklarını anlatabilmek, ulusal birlik ve bütünlüğü
koruyabilmek amacıyla medyayı önemli bir araç olarak görmüşlerdir. Bu
dönemlerde, zayıf ve küçük ülkelerin liderleri, her türlü zorluğu göze alarak,
Amerika ve Batı Avrupa tarafından kontrol edilen uluslararası medyaya ulaşabilmek
için büyük çaba sarf etmektedirler.125 Savaş ve ayaklanmalarda haber medyasına girme
rekabeti yaşanmakta, savaşan taraflar farklı haber medyalarından özellikle onlara yardım
edebilecek güçlü ülkelerin medyalarından faydalanmak istemektedirler. İçinde
bulunduğumuz çağda batı medyası uluslararası gündemi diğer yerlerdeki medyadan
daha çok oluşturmaktadır.126 Çatışmalarda taraf olarak yer alan bu ülkeler için dünyanın
tek süper gücü Amerika ile ilişki içerisinde olmanın ve görüşlerini aktarmanın büyük
önemi bulunmaktadır. Bunun için en iyi yol da Amerikan medya kuruluşları olmaktadır.
New York Times ya da Washington Post en yaygın ve en itibarlı gazeteler olarak,
CNN ve NBC de en etkin iletişim araçları olarak görülmektedir. Özellikle çatışan
123 Eser Köker, Ülkü Doğanay , “Türkiye’de Televizyon Haberlerinde Savaş Karşıtı Eylemler” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004. s. 153. 124 G. Wolfsfeld, Media and Political Conflict, Londra. Cambridge Press, 2004, s: 125. 125 Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 62. 126 G. Wolfsfeld, Media and Political Conflict, Londra, Cambridge Press, 2004, s.125.
62
devletlerin CNN'e ulaşması ve görüşlerinin orada temsil edilmesi, o devletler açısından
büyük bir ayrıcalık olmaktadır. Bunun nedeninin altında, Amerika’nın dünyanın
herhangi bir yerindeki çatışmada devletler üzerinde potansiyel etkiye sahip olduğu
kanaatinin bulunmasıdır. Ayrıca, büyük ve güçlü ülkelerin resmi politikalarının
çerçeveleri, medyada yoğun olarak yer almakta ancak zayıf tarafın görüşü medya
tarafından kolaylıkla yok sayılabilmektedir.127 Savaş dönemlerinde gazetecilerin
ulusal bakış açılarını bu kadar yoğunluk içerisinde sunmalarının nedeninin hepsi,
onların milliyetçi duygularından kaynaklanmamaktadır. Bunun arkasında, hükümetlerin
bu dönemlerde medyayı çok sıkı takibe almaları ve yayınlar üzerinde kontrol sahibi
olma istekleri de bulunmaktadır. Wolfsfeld de, toplum tarafından kabul edilen kriz
dönemlerinde yetkililerin acil kuralları uygulamalarının daha kolay olduğunu ve haber
medyası üzerindeki kontrolün daha etkin bir şekilde yürürlüğe koymayı beraberinde
getirdiğini söylemektedir.128 Savaş alanında yetkililer, medya yayınlarının üzerindeki
kontrollerini farklı yollardan sağlamaktadırlar. Askeri alanda üstün olan taraf, haber akışı
üzerinde tam bir denetime de sahip olmakta ve medya kuruluşlarının özerkliğini önemli
ölçüde sınırlandırmış olmaktadırlar. Gazetecinin ihtiyaç duyduğu öncelikli bilgi; savaş
alanındaki son durum olmaktadır. Hükümetler medyanın karşı tarafa ulaşma
olanaklarını kapattıkları anda kontrolü kendi ellerine almış olacaklardır.129 Nitekim,
1991 Körfez savaşında müttefik güçlerin medya ve haber akışı üzerinde büyük bir
kontrol mekanizması kurdukları ve bunu gazeteci bilgi bürosu adıyla oluşturdukları pool
(havuz) sistemi ile yapmışlardır.130Ayrıca müttefiklerin askeri açıdan çok güçlü olmaları
127 Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 58. 128 A.g.e. s.60. 129 A.g.e. s. 62 130 G. Wolfsfeld, Media andPolitical Conflict, Londra. Cambridge Press, 2004, s: 133
63
da medya üzerinde tam bir kontrol sağlamıştır. Gazeteciler, ülkelerini düşman
karşısında koruyan kahramanlar olarak görev almışlardır.131 Bununla birlikte devletlerin
medya üzerindeki denetimi kaybetmesi bazen çok çabuk ve kolay olabilmektedir.
Örneğin Amerika, 1991'deki Körfez Savaşı'ndan bu yana Suudi Arabistan ve Mısır
başta olmak üzere, bölgedeki çoğu medya yayınlarını kontrol edebilmekte ve bu
ülkelerin hükümetleri aracılığıyla, yayınları denetim altına alabilmekteydi. Körfez
Savaşı’nda da Amerika, enformasyon üzerinde sıkı bir kontrole sahip olarak medya
yoluyla Irak’a karşı etkili bir psikolojik savaş yürütebilmiştir.132 Ancak; Afganistan
savaşıyla beraber, ABD'nin artık sınırları dışındaki haber akışı üzerindeki denetimini
kaybettiği El-Cezire örneği ile açık şekilde görülmüştür. Amerika’nın 11 Eylül saldırısının
sorumlusu olarak gördüğü El Kaide örgütü ve lideri Usame Bin Laden’e karşı
Afganistan’da başlattığı savaşta, Amerikalılar ile tüm dünya yeni bir televizyon kanalı ile
tanışmıştır: “El-Cezire”. El-Cezire televizyonu CNN’in Arap versiyonu olarak, Katar’da
1995 yılında bağımsız haber kanalı olarak kurulmuştur. Taliban, El-Cezire televizyonu
dışında tüm yayın kuruluşlarından ve muhabirlerinde ülkeyi terk etmelerini isteyince,
savaşın tek bir gözü kalmış; tüm dünya bu büyük olayı, bu televizyonun Arap
muhabirlerinin haberleri ile izlemiştir. Belki de ilk defa bir dünya olayını aktaran Batı ve
Amerikan medyasının muhabiri değil, bir Arap ülkesinin televizyon muhabiri
olmuştur. El-Cezire'nin savaşı aktarırken olayları Arap bakış açısıyla ele alan,
Müslüman bir ülkenin televizyonu olarak tek başına dünyaya iletmiştir. Yaralı Afgan
çocuklarının görüntüleri, açlık ve sefalet içindeki Afgan halkının durumu günler
131 Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 69. 132 “A War Waged With Missiles Of Misinformation”, Asia Times Online, Media/Information, 13 Mart 2002. Akt: Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 71.
64
boyunca tüm dünyaya aktarılırken, sivil halkın, saldırılarda çok şey kaybettiği en çok
vurgulanan nokta olmuştur. El-Cezire televizyonu yerine batı medyası bu savaşı aktarmış
olsa idi, yukarıda belirtilen görüntüler yerine, yaşananlar çok farklı bir perspektiften
sunulacaktı. Bu savaşta, Körfez Savaşı’nın aksine, uluslararası camiada siyasi bir
belirsizlik bulunmasa bile olay, Amerikan ve batı ülkelerinin, ana akım medyasının
dışında başka bir ülkenin televizyonu tarafından aktarıldığı için diğerlerinden farklılık
göstermektedir. El Cezire televizyonu haberlerini sivil halka yoğunlaştırdığı ve farklı
bakış açılar getirdiği için, uluslararası kamuoyunda Amerika’nın bu savaştaki rolü
Körfez Savaşı’ndan daha fazla sorgulanmıştır.133 Afganistan Savaşı’nda; Amerikan
yönetimi, medya yayınlarını kendi lehlerine çevirmek için çok çaba sarf etmiş, hatta El
Cezire televizyonunun Kabil bürosunu bombalayarak yayınlarını susturmayı
amaçlamıştır. Amerikan hükümetinin uluslararası medyayı etkileme çabalarının yanı sıra,
kendi ulusal medya kuruluşları üzerinde de baskı kurduğu bilinmektedir. 10 Ekim
2001 tarihinde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice,
Amerika'nın büyük televizyon kuruluşları ile bir araya gelmiş ve onlardan El-Kaide
lideri Usame Bin Laden’in açıklamasını yayınlamamalarını istemiştir. MSNBC ve
News, Laden’in yaptığı açıklamaların hiç birisini yayınlamamış, CNN ise sadece çok
kısa bir özetini göstermiştir. Bush hükümeti, televizyon kuruluşlarından sonra aynı
talebi gazetelere de iletmiştir. 17 Ekim’de ise Bush hükümeti yetkilileri, Hollywood
stüdyoları mensupları ile kapalı bir görüşme düzenleyerek, kendilerinden Amerika'nın
133 “A War Waged With Missiles Of Misinformation”, Asia Times Online, Media/Information, 13 Mart 2002. Akt: Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 71.
65
teröre karşı verdiği savaşı destekleyici programlar yapmalarını istemişlerdir.134 Bunlar,
haberlerin tarafsız bir göz ile aktarılmasının ne kadar zor olduğuna dair bir örnek teşkil
ederken, ulusal bakış açılarının yansıtılmasının ardındaki nedenleri de ortaya
koymaktadır. Wolfsfeld, Körfez Savaşı'nda, medyanın haberlerin nasıl oluşturulduğunun
belirlenmesi amacıyla yaptığı araştırmada, bazı temel kuramsal sorular sormuş; bu
sorulara aldığı yanıtlar da gazetecilerin, savaş dönemlerinde haber çerçevelerinin
hangi yollarla kurulduğunun saptanmasını sağlamıştır. Wolfsfeld’in sorduğu sorular
çatışmanın “genel” hatlarının belirlenmesinde büyük kolaylık sağlamaktadır.
Wolfsfeld’in Körfez Savaşı'ndan verdiği örneklerin burada bir özetinin yapılması, aynı
soruların araştırma bölümüne de uygulanması aşamasında büyük kolaylıklar
sağlayacaktır. Aşağıdaki üç soru kuramsal prensiplerin temelini oluşturmaktadır.
1. Bu çatışma geçmişte nasıl tanımlanmış ve nasıl takip edilmiştir?
2. Çatışmanın en çok haber değeri taşıyan kısımları nelerdir?
3. Çatışmanın iyi ve kötü tarafları kimlerdir?
Bu soruların kullanılması iki amaca hizmet etmektedir: Birincisi bu bizi, kimin
gazeteciler gibi bir haber hikâyesini oluşturmayı denediğini düşünmeye zorlar. İkincisi bu
bize olayın etkisini daha iyi anlamayı sağlar. Birinci soru, çatışmanın politik bağlamının
tanımlanmasında yardımcı olmaktadır. İkinci soru, gazetecilerin profesyonel anlamda
134“The Media and the Government, “The state of The “Free Pres” after October 7-A11 propaganda, Ali the Time” 6 November, 2001. P. Bart, Variety, 10/18/01, “White House enlists Hollyvvood war effort”. Akt: Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 73.
66
haber değeri ile ilgilenmesine odaklanır. Üçüncü soru ise çatışmanın tarafları arasında
nasıl bir yargıda bulunulacağı, suçun sorumluluğuna odaklanmaktadır.135
1.Bu çatışma geçmişte nasıl tanımlanmış ve nasıl takip edilmiştir?
Bu soru, çatışmanın siyasi bağlamının tanımlanmasında yardımcı olmaktadır.
Çatışmanın takibi, doğal olarak daha önce bu çatışma ile ilgili bilgilerle ya da
bilinenlerle bağlanmasıyla daha kolaylaşmaktadır. Medya çerçeveleri bu çatışma ile
ilgili olan, benzerlik taşıyan ya da paralellik gösteren diğer çatışmalarla
kıyaslanmasında ortaya çıkmaktadır. Böyle bir çatışma daha önce nasıl sunulmuştu ve
çerçeveleri ne olmuştu gibi sorular, bu çatışmanın etiketini, “gösteri mi, protesto mu,
terörizm mi, ayaklanma mı, devrim mi, iç savaş mı, soykırım mı, bir gerilla savaşı mı
yoksa bir savaş mı” olduğunu belli edecektir. Wolfsfeld, her tür çatışma için belli kurallar
olduğunu belirtirken, hangi tür çatışmada nelerin, nasıl haber olacağını, hangi
görüntülerin kullanılacağının da belli olduğunu vurgulamaktadır.136 Çatışmanın etiketi
belli olduktan sonra, bu çatışmanın dünya tarihinde yaşanan diğer çatışmalarla
ilişkilendirilmesi aşamasına geçilmektedir. Bu savaşın yeni bir dünya savaşına neden
olup olmayacağı, Amerika'nın müdahalesinin bir başka Vietnam Savaşı olup
olmayacağı gibi sorular da medyada hemen yer almaya başlamaktadır. Yapılan
çalışmalarda Körfez Savaşı sırasında medyada özellikle “Vietnam” kelimesinin başka
herhangi bir kelimeden daha fazla kullanıldığı belirlenmiştir.137 Wolfsfeld'e göre bu
135 G. Wolfsfeld, Media andPolitical Conflict, Londra. Cambridge Press, 2004, s. 49. 136 A.g.e., s. 50. 137 A.g.e., s. 176.
67
sorular, çatışmanın nasıl takip edileceğini belli ederken, Amerika’nın da konu ile
ilgili ne yapması gerektiğini belirlemektedir.
Wolfsfeld, Amerikan medyasının içinde bulunduğu siyasi kültürden etkilenmesinin
kaçınılmaz olduğunu vurgularken, böyle bir kıyaslamanın da son derece doğal olduğunu
söylemektedir. Ayrıca medya hemen savaştaki diğer tarafla ilgili tarihi bilgileri
toplamaya başlamaktadır. Wolfsfeld, Körfez Savaşı’nda da Saddam ve Irak hakkında
medyanın hemen bilgi toplayıp dağıtma işlemine geçtiğini ve 1979’dan bu yana
Saddam ve rejiminin dünya barışı için bir tehdit unsuru olması ile ilgili çerçeveleri
oluşturmaya başladığını belirtmektedir.138
2. Bu çatışmanın haber değeri taşıyan önemli kısımları nelerdir?
Bu soru ise, gazetecilerin profesyonel anlamda hangi olaylara daha çok değer
verdiklerini gösterir ki; bu aynı zamanda olayın kendisinin önemini
çerçevelemektedir.139 Wolfsfeld gazete, radyo ve televizyonlarda yer alan
manşetlerdeki benzerliğe dikkat çekerken, iyi bir haberin ne olacağı konusunda
gazeteciler arasında bir uzlaşım bulunduğunu belirtmektedir. Bölgeye muhabir
yollanıp yollanmayacağı, kimlerle mülakat yapılacağı, hangi tür soruların sorulacağı,
hangi görüntülerin verileceği bu sorunun cevabından çıkartılmaktadır. Manşetler en
dikkat çekici, en dramatik olaylardan seçilir ki burada önemli olan haberin satışıdır.140
138 G. Wolfsfeld, Media andPolitical Conflict, Londra. Cambridge Press, 2004, s. 176. 139 A.g.e. s. 51. 140 A.g.e. s. 51.
68
Bu yüzden çatışmanın hangi unsurlarının haber niteliği taşıdığının belirlenmesi,
çerçevelendirmenin nasıl yapıldığına ilişkin ipuçları verecektir.
Wolfsfeld’in çalışmasında, Körfez Savaşı kronolojik olarak üç aşamaya
bölünmüştür.141 İlk aşama, hazırlık aşaması olarak belirlenmiş ve bu dönemde Bush
yönetiminin siyasi kontrole hâkim olduğu belirtilmiştir. Burada haber değeri en
yüksek olan nokta, Irak’ın bağımsız bir devlet olan Kuveyt’i işgal etmesi ve Suudi
Arabistan’ı tehdit etmesi olmuş ve Kuveytliler hemen “kurban” çerçevesi içerisine
yerleştirilmiştir. Bush’un desteklediği görüş de medyada, “Saddam'ın dünya düzenine
büyük tehdit oluşturduğu” şeklinde yer almıştır. Saddam Hitler’e benzetilmiş, Saddam
ile uluslararası terörizm arasında bağlantılar kurulmuştur.142 Bazı araştırmalar,
Amerika’nın petrol çıkarlarının bu savaşta rolü olduğunu gösterse de, “hukuk ve
düzen”, “özgürlük”, “demokrasi” çerçeveleri, “petrol” çerçevesinden daha etkili
olmaktadır.
İkinci aşama, Amerikan kamuoyunda ve yönetici seviyesinde güç kullanıp
kullanmama konusunda görüş ayrılıklarının en yoğun olduğu dönem olarak
tanımlanmıştır. Irak’ın Kuveyt'i işgali haberleri yerini Amerikan siyasetçileri arasındaki
tartışmaya bırakmıştır. Siyasi çevredeki bu görüş ayrılıkları, kararsızlık ve belirsizlik
medyaya da yansımış ve eleştirel çerçeveler oluşturulmuştur. Entman ve Page; New York
Times, Washington Post ve ABC haber programlarını baz alan araştırmalarında, bu
dönemde “haber medyasının ne kadar bağımsız hareket edebileceğine” dair
141 A.g.e. s.176. 142 A.g.e. s.177
69
kanıtlar bulmuşlardır.143 Bu araştırmaya göre; özellikle köşe yazılarında Bush aleyhine
eleştirel yazılar gözlemlenmiştir. Son savaş evresinde ise Amerikan siyasi çevreleri,
olay üzerinde siyasi kontrole sahip olduğu kadar haber akışı üzerinde de hâkimiyet
kurmuştur.144 Bu dönemde medyanın gözü kulağı savaş alanına çevrilmiştir. “Kim
kazanacak? Müttefik güçler başarılı olabilecek mi? Yaralı ve ölü sayıları kaç? Savaş
neye benzeyecek? Strateji nedir? Hangi silahlar kullanılıyor? Kara savaşı ne zaman
başlayacak?” gibi sorular ön plana çıkmıştır. Hallin ve Gitlin’in Amerikan
medyasındaki araştırmalarına göre; medyadaki çerçevelerin, Amerikan askerlerinin
başarısına, teknolojik üstünlüklerine ve kahramanlık hikâyeleri üzerine kurulduğu
belirlenmiştir. Bu araştırmadan çıkan bir başka sonuç da Körfez Savaşı yalnızca bir
yarış değil “bizim takım” ile “onlarınki” arasındaki yarış olmaktadır. Bir gazetecinin
belirttiği gibi, savaş dönemlerinde siyasetle ilgilenilmediği, önemli olanın “babamın
ya da oğlumun eve sağ dönüp dönmeyeceği” sorusu olmuştur.145 Savaş, medyada
müttefik güçlerin bakış açısıyla ve onların çerçeveleri ile yer almıştır.
3. Çatışmanın iyi ve kötü tarafları kimlerdir?
Bu bölüm, gazetecilerin haberlerinde, çatışmanın tarafları üzerinde nasıl bir yargıda
bulunulacağına karar verilme aşamasıdır.146 Bu sorunun cevabının belirlenmesinde
her medya kuruluşunun içinde bulunduğu kültür önemli rol oynamaktadır.
143 G. Wolfsfeld, Media andPolitical Conflict, Londra. Cambridge Press, 2004, s. 178 144A.g.e. s. 182 145 A.g.e. s. 183 146 A.g.e. s. 49
70
Amerikalılar için “özgürlük”, “demokrasi” gibi çerçevelerin büyük önemi
bulunmaktadır. Ayrıca, “kurban” çerçevesi de siyasi çatışmalarla ilgili “iyi” haberin
vazgeçilmez unsurudur. Bir genel yöntem olarak suçlunun belirlenmesi için kurban
üzerinde odaklanılmaktadır. Bir kez kurbanın kim olduğu belirlendiğinde “saldırgan”
da belli olacaktır. Wolfsfeld, bazı çatışmalarda çatışan her iki tarafın da kurban
olduğunu belirtirken, medyanın böyle durumlarda “anlamsız şiddet” çerçevesini
kullandığını vurgulamaktadır.147 Bir çatışmada şiddet ne kadar fazla olursa, şiddet
uygulayan tarafın her adımı hukuk ve düzene karşı bir tehdit olarak sunulmaktadır.
Böylece, bir çatışmada hukuk ve düzeni kurmaya yönelik her çaba ya da her müdahale
medya tarafından da desteklenmiş olacaktır. Ayrıca Körfez Savaşı'nda, Irak'ın
Amerika ve müttefiklere karşı oluşturduğu, “meydan okuyan”, “işgalci” gibi resmi
çerçeveleri, Amerikan haberlerinde yer almayıp, görmezden gelinmiştir. Aşağıdaki
alıntı da çatışmalarda zayıf tarafın çerçevelerinin, medya tarafından nasıl görmezden
gelindiğine örnek oluşturmaktadır: “Körfez Savaşı’nda ölü ve yaralıların sayısının
200.000’in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bir kurum olarak savaşı
sorgulamamaları, savaş muhabirlerinin ortak özelliklerinin başında gelmektedir. Bu
nedenle çoğu kez savaşın kurbanlarına, çatışmaların ortasında kalan sivillere pek
değinmezler.”148
147 A.g.e., s.53 148 Zeynep İşcan, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004, s. 120.
71
Körfez Savaşı’nda, Irak’taki süt fabrikasının bombalanması, ardından, Amiriya
sığınağında yüzlerce sivilin ölmesi ve Irak’a ait 1000 askeri aracın bombalanması ile,
Amerikan hükümeti kendisini medya karşısında savunma durumunda bulmuştur. Bu
üç olayın görüntüleri, bir anda müttefiklerin çerçevelerinden farklı haberlerin
oluşturulmasına neden olmuştur. Ancak; yine de Amerikan medyası savaşın gerçek
yüzünü göstermemiş, haberlerin Amerikan bakış açısıyla verilmesine devam etmiştir.
Pentagon’dan ve Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalar ile akıllı füzelerin nokta
vuruşlarla Irak askeri tesislerini vurma görüntüleri CNN aracılığı ile tüm dünya
televizyonlarında yer almıştır. Burada eksik olan unsurlar, sivil halkın verdiği kayıplar,
özellikle Amiriya sığınağında yaklaşık 400 sivilin yaşamını kaybetmesi ve ölü ve yaralı
görüntülerinin yer almamasıdır.149
Körfez Savaşı'nda medyanın rolü “Yöneticinin Rızası” kuramıyla
yorumlandığında, Irak karşısında müttefik güçler arasında siyasi kararlılık
bulunduğunu ve medyanın da resmi bakış açılarının dışına çıkmadığı görülmektedir. Öte
yandan Afganistan Savaşı, uluslararası iletişimde söz sahibi, egemen ve güçlü devletlerin
medya kuruluşları dışında bir yayın kuruluşu olan El-Cezire tarafından verildiği için, bu
savaştaki bakış açısı çok farklı olmuştur. Uluslararası politikalarda savaşa muhalif
ülkelerin sayısı artmış ve belki de savaş bu yüzden kısa sürede sona erdirilmiştir.150
Ulusal çıkarlar, devlet politikalarında ve buna bağlı olarak basın yayın kuruluşlarında
çok farklı biçimlerde ifade edilebilmektedirler. Basın yayın kuruluşları, genellikle
resmi görüşleri temel alarak ve kimi zaman da sahip oldukları ideolojik çerçeve
149 A. g. tez, s. 123. 150 A. g. tez, s. 138.
72
içerisinde ülkenin ulusal çıkarlarını tanımlarlar. Ulusal çıkarlar tarih, ideoloji ve
ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre tanımlanabilir. Ulusal çıkarları tanımlamada
ağırlıkları değişmekle birlikte bu unsurlar birbirinden bağımsız değildir ve birbirlerini
etkilemektedir. Tarihi ağır basan bir ulusal çıkar tanımlamasında ülkenin, milletin
geçmiş deneyimleri, diğer devletlerle olan münasebetleri, dostlukları, düşmanlıkları
ulusal çıkarı belirleyen en önemli kıstasları oluşturmaktadır. Uluslararası olaylarda
ülkenin nasıl bir politika takip etmesi gerektiği, karşı karşıya olunan devletin, milletin
tarihine, kendileriyle ilişkilerine yapılan referanslarla oluşturulmaya çalışılır.
İdeolojiyi referans alan ulusal çıkar tanımlamaları ise ülkenin benimsemiş olduğu
ideoloji çerçevesinde olayları ele alıp değerlendirmekte, ulusal çıkarları belirlerken
ağırlıklı olarak ideolojiden referans almaktadırlar. Buna göre ülkenin sahip olduğu
ideolojinin temel dinamikleri üzerinden söz konusu olaya veya olaylara yaklaşılmaya
çalışılmaktadır.
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak da ulusal çıkarların öncelikleri ve önem
verilen konular farklılık göstermektedir. Ekonomik ve sosyal açıdan gelişmiş
ülkelerde daha çok elde edilmiş olan hakların, refahın ve ülkenin ekonomik
çıkarlarının korunması, ulusal güvenliğin sağlanması ön plana çıkarken; gelişmekte
olan ülkelerde süratli ekonomik kalkınma, ulusal bütünlük ve birlik, yabancı
etkilerden kurtulma, ulusal prestij gibi hususlar ulusal çıkar değerlendirmelerinde ön
plana çıkmaktadır. Genel itibariyle ulusal çıkarlar, şu kavramlar çerçevesinde ele
alınmaktadır: Güvenlik, beka sorunu, güç dengesi, savaş, ekonomi, kültür,
73
emperyalizm, adalet, barış, özgürlük v.b.dir. Her devletin izlemiş olduğu uluslararası
politikaya göre farklılaşan ulusal çıkar ifade biçimleri bulunmaktadır.
Bu bölümün ikinci kısmında Türkiye’nin yurt dışına asker gönderme kararı aldığı
belli dönemlerde, yazılı basının Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından bu karara
yaklaşımları araştırılmıştır. Araştırmada Kore Savaşı’nda Hürriyet ve Milliyet
gazetelerinde toplam 51 haber ve 6 köşe yazısı, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Hürriyet ve
Milliyet gazetelerinde toplam 27 haber ve 10 köşe yazısı, Körfez Savaşı’nda Sabah ve
Türkiye gazetelerinde toplam 88 haber ve 30 köşe yazısı, Bosna Savaşı’nda Hürriyet
ve Sabah gazetelerinde toplam 51 haber ve 10 köşe yazısı, Kosova Savaşı’nda
Hürriyet ve Sabah gazetelerinde toplam 40 haber ve 1 köşe yazısı, Afganistan
Savaşı’nda Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde toplam 38 haber ve 53 köşe yazısı
taranmıştır. Konu ile ilgili olan haber ve köşe yazıları değerlendirmeye alınmış, ham
veriler oluşturulan kategorilere uygun olarak değerlendirilerek gerekli düzenleme
yapılmıştır. Gazetelerin sayfa düzenleri ve haberlerin kapladığı alan vb. gibi nicel
veriler incelemenin kapsamı dışında bırakılmıştır. Burada sadece basının söz konusu
savaşlar aracılığıyla ulusal çıkarları kamuoyuna nasıl sunduğu araştırılmıştır. Haber
ve yorumların okuyucular tarafından nasıl alımlandığına bakılmamıştır. Araştırmada
bazı savaşlarda, oluşturulan kategorilerden birinin veya ikisinin pek ele alınmadığı,
tespit edilmiştir. Bu amaçla gazetelerde üzerinde durulmayan kategori adı geçen
savaşlarda ele alınmamıştır. Örneğin incelenen süre içerisinde Kosova Savaşı’nda ve
Afganistan Savaşı’nda tarihsel bağlantılar kurulmamıştır.
74
B. TARİHSEL BİR SÜREÇ İÇİNDE TÜRKİYE’DE YAZILI BASINDA
ULUSAL ÇIKARLARIN İFADE EDİLİŞ BİÇİMLERİ
1. Yazılı Basında Kore Savaşı ve Ulusal Çıkarlar
İkinci Dünya Savaşı sırasında Kore yarımadası Japon işgali altında kalmıştı. Savaş
sona erdiğinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği (SSCB) arasında varılan bir anlaşma uyarınca, yarımada 38. paralelin kuzeyi
ve güneyi şeklinde yapay biçimde bölünerek, işgalci Japon birliklerinin kuzeyde
kalanları SSCB, güneyde kalanları ise ABD ordusu tarafından teslim alındı. Bu arada,
Kore yarımadasının siyasal geleceği konusunda ABD ve SSCB arasında yürütülen
görüşmeler sonuçsuz kaldı. SSCB işgalindeki kuzeyde sosyalist, ABD işgalindeki
güneyde ise kapitalist bir devlet kuruldu. Aynı coğrafi birim üzerinde, birbirine düş-
man iki farklı ideolojiyi benimseyerek kurulan Kore Demokratik Cumhuriyeti (Kuzey
Kore) ile Kore Cumhuriyeti (Güney Kore) arasında 25 Haziran 1950'de çatışma
başladı. Savaşın patlak vermesinin hemen ardından, ABD'nin girişimleriyle Birleşmiş
Milletler (BM) Güvenlik Konseyi olağanüstü toplanarak üye ülkeleri, Kuzey Kore'yi
durdurmak için BM tarafından yürütülecek faaliyetlere katılmaya çağırdı. BM Gü-
venlik Konseyinin daimi 5 üyesinden biri olarak veto yetkisini elinde bulunduran
SSCB, bu kararın alındığı sırada, Çin’in BM’de Pekin tarafından temsil edilmemesini
protesto etmek maksadıyla Konsey toplantılarını boykot etmekteydi. Dolayısıyla,
“Barış İçin Birleşme” adlı bu kararın alınmasına engel olamadı. 27 Haziran’da ABD
birlikleri Güney Kore’ye çıktılar. BM’de yapılan çağrıya uygun olarak 15 ülke
Kore’ye asker gönderdi. BM’nin Kore’ye asker gönderme kararı alması üzerine,
75
Başbakan Adnan Menderes’in Yalova’daki yazlığında Cumhurbaşkanı Celal Bayar
başkanlığında, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Genelkurmay Başkanı Nuri
Yamut’un da katılımıyla yapılan üst düzey bir toplantıdan sonra, TBMM’ye ve
muhalefete danışılmadan, 25 Temmuz 1950’de Türkiye’nin Kore’ye 4500 asker
göndereceği açıklandı. Karar TBMM’ye danışılmadan alındığı halde dönemin en
yüksek tirajlı gazeteleri olan Hürriyet ve Milliyet gazeteleri bunu hiç gündeme
getirmemişler, alınan karar herhangi bir sorgulamaya tabi tutulmadan desteklenmiştir.
Liberal eğilimli olarak tanımlanan bu gazetelerin kararın TBMM’de tartışılmadan
alınmasını herhangi bir sorgulamaya tabi tutmadan kabul edip desteklemesi bu dönem
basınının realist paradigma yaklaşımını benimsediği şeklinde bir izlenime neden
olmaktadır. ABD’den sonra Kore’ye asker gönderme kararı alan ikinci devlet olan
Türkiye’nin yolladığı Albay Tahsin Yazıcı komutasındaki 5000 kişilik piyade tugayı
17 Ekim’de Kore’ye ulaşarak, 25. Amerikan Tümenine bağlı olarak doğruca ateş
hattına sürüldü. 27 Temmuz 1953’te imzalanan ateşkese kadar Türk askerlerinin 72l’i
şehit olurken, 672’si yaralanarak yurda döndü. 1475 yaralı askerse Kore’de tedavi
edildi. 234 asker esir düşerken, 175 kişi kayboldu. Kore Savaşı, Soğuk Savaş’ın ilk
büyük sıcak çatışması olarak tarihe geçti.151
Bu araştırmada Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin 26 Haziran 26 Temmuz 1950
tarihleri arasındaki günlük sayıları incelenerek asker gönderme sürecinde konu ile
ilgili olarak Milliyet gazetesinde 26 haber ve 3 köşe yazısı, Hürriyet gazetesinde ise
25 haber ve 3 köşe yazısı olmak üzere toplam 51 haber ve 6 köşe yazısı incelenmiştir.
151 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, I. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 543.
76
Haber aktörlerine baktığımızda ön plana çıkan haber aktörleri çatışmanın iyi ve kötü
taraflarını tanımlayıcı bir şekilde sunulmuştur. Türkiye’nin yurt dışına asker
gönderme kararı alması üzerine özellikle resmi açıklamalara başvurulmuş, iktidarın
görüşü eleştirilmeden kabul edilmiştir. Karar, TBMM’ye başvurulmadan ve
kamuoyunda herhangi bir tartışma yapılmadan alındığından haber aktörleri içinde ne
TBMM’nin ne de ilgili uzman kişilerin ve diplomatik mercilerin görüşlerine haber ve
yorumlarda yer verilmemiş, alınan karar desteklenmiştir.
Basın, 25 Haziran 1950’de Kore Yarımadası’nda başlayan savaşı, 26 Temmuz 1950
tarihli sayılarında manşetten okurlarına duyurmuştur. Haber, “Kore’de Dün Fiilen
Harp Başladı”152, “Kore’de Harp Başladı”153 şeklinde verilmiştir. Medya tarafından
Kore’ye Amerika’nın müdahalesi ile birlikte savaş, artık Kuzey Kore ile Güney Kore
arasında değil, Komünistler ile Amerikalılar arasında cereyan eden bir hadise
şeklinde çerçevelendirilmeye başlanmıştır. ABD tarafından yapılan açıklamalar ön
plana çıkarılarak ABD’nin bu savaştaki haklılığı vurgulanmaktadır.
Basın tarafından çatışmanın iyi ve kötü tarafları belirlenmiştir. Kurban-saldırgan
ayrımına gidilmiş, kurban konumunda Güney Kore olurken, bunun karşısında
saldırgan konumunda Kuzey Kore ve Komünist Rusya olmuştur. Haber ve
yorumlarda bu amaçla Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye tecavüz ettiği 8 defa, Rusların
desteklediği tecavüz 7 defa, Güney Kore’nin işgal edilmesi 2 defa tekrarlanmıştır.
Basın, Kore Savaşı ile ilgili verdiği haberlerin çerçevelerini genellikle “Ruslar
tarafından desteklenen Komünist Kore ordusunun Güney Kore Cumhuriyetini işgal
152 Milliyet, 26 Haziran 1950. 153 Hürriyet, 26 Haziran 1950.
77
ettiği”, “Kuzey Kore’nin Komünist birliklerinin Güney Kore’ye taarruz ettikleri”
şeklinde oluşturmuştur. Kuzey Kore’yi, “mütecaviz”, “saldırgan”, “Komünist” ve
“Ruslar tarafından desteklenen komünistler” olarak ele almış, buna karşılık Güney
Kore’yi ise, “tecavüze uğrayan”, “Birleşmiş Milletler kararına göre kurulan bir
devlet”, “masum” çerçeveleri ile sunmuştur. Komünizmin bu savaşla hür
memleketleri tehdit ettiği ön plana çıkarılarak sunulmuştur. Buna vurgu yapılırken
ABD Başkanı Truman’ın konuşmasından alıntı yapılmıştır. “Bu saldırma,
komünizmin hür memleketleri istila için artık yıkıcı faaliyetlerin ötesine doğrudan
doğruya silahlı tecavüze, harbe başvuracağını aşikâr bir şekilde ispat etmektedir.”154
Kore Savaşı’nın başlaması basın tarafından tarihteki benzer olayların, büyük
savaşlara neden olması ile karşılaştırılmıştır. Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırı
düzenlemesi ve Kore Savaşı’nın fiilen başlaması basın tarafından İkinci Dünya
Savaşı’nın başlamasının öncesindeki olaylarla kıyaslanmaktadır. Bu savaşla,
Hitler’in Anschluss ve Südetler bölgesini ilhak etmesiyle benzerlik kurulmuş ve bu
saldırının da yeni bir dünya savaşına neden olabileceği üzerinde durulmuştur. Bunu
Ali Naci Karacan şöyle açıklamaktadır:
Rusların Kore’ye tecavüzle güttükleri hedefler, 1939’da Hitler’in Anşluss
ve Südetler meselesinde takip ettiği taktiğin benzeri taklit edilmek
suretiyle başarılmaya çalışılmış hemen hemen aynı hedeflerdir. Bu
itibarla Kore tecavüzü karşısında üçüncü bir dünya harbi ihtimalinin
Amerikan hiddetinin derecesine göre kuvvetli veya zayıf olabileceğine
hükmedenler, herhalde düşüncelerinde haksız değillerdir.155
154 Milliyet, Truman Diyor ki!, 28 Haziran 1950. 155 Ali Naci Karacan, Üçüncü Bir Dünya Harbi mi?, Milliyet, 29 Haziran 1950.
78
Savaş tanımlanırken bu savaşın mütecaviz Kuzey Kore’ye karşı bir özgürlük savaşı
olduğu, komünizm ile demokrasi arasındaki bir zihniyet savaşı olduğu ifade
edilmektedir. Rusların Kuzey Kore’yi desteklemeleri bu savaşın çok
genişleyebileceği, üçüncü dünya savaşının başlayabileceği haberlerinin ve
yorumlarının yapılmasına neden olmuştur. Haber ve yorumlarda üçüncü dünya
savaşının olabileceği altı defa tekrarlanmıştır.
Objektif düşünecek olursak bu harbin bir umumi savaş başlangıcı
olduğunu pekâlâ kabul edebiliriz. Bu harbi Şimal Kore ile Cenup
Kore’nin, yani demokrasi taraftarları ile Komünist taraftarlarının bir
muharebesi olarak kabul etmek hata olur. Hakikatte bugün Kore’de
dünyayı ikiye bölen zihniyetin çarpışmasına şahit oluyoruz.156
Konu ile ilgili olarak “Kore harbi bir dünya işi halini alacağa benziyor”157 “Üçüncü
Dünya Harbi İhtimali Artıyor”158 “Üçüncü bir Dünya Harbi mi?”159 “Dünya Harbi
İhtimali Artıyor”160 şeklinde haber başlıkları kullanılmıştır.
Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi konusunda Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin
tutumu hükümetin resmi görüşü ile uyumlu olmuştur. Karar öncesinde Dış İşleri
Bakanı Fuat Köprülü’nün 30 Haziran’da Millet Meclisinde yaptığı konuşma
desteklenmekte ve karar manşetten “Hür milletleri biz de destekliyoruz.”161 “Türkiye
Kore işinde üzerine düşen vecibeleri yapacak”162 şeklinde verilmektedir. Ayrıca Ali
Naci Karacan, Milli Birlik Kuvvetimiz başlıklı yazısında Köprülü’nün konuşmasına
156 Hürriyet, 6 Temmuz 1950. 157 Hürriyet, Manşet, 8 Temmuz 1950. 158 Milliyet, 29 Haziran 1950. 159 Ali Naci Karacan, Milliyet, 29 Haziran1950. 160 Milliyet, Manşet, 18 Temmuz 1950. 161 Milliyet, 1 Temmuz, 1950. 162 Hürriyet, 1 Temmuz, 1950.
79
atfen Türkiye’nin dış politikasının dayandığı temelleri açıklamaktadır. Karacan’a
göre “Türkiye, yeryüzünde sulhu ve emniyeti müdafaa, taarruza karşı mukavemet,
bütün milletlerin istiklallerine ve toprak bütünlüklerine riayet, insanlığın saadetini,
refahını temin politikasını kendisine şaşmaz ve sarsılmaz dış politika istikameti olarak
çizdiğini de bilhassa teberrüz ettirdi”163 demektedir. Türkiye’nin resmi olarak
Kore’ye asker göndermesinin söz konusu olmadığı dönemde basın daha serbest
yazılar yazmakta, Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesinin mevzu bahis
olmayacağını ifade etmektedir. Ancak; hükümetin, Kore’ye asker gönderme kararı
aldığını açıklamasından sonra Hürriyet ve Milliyet gazeteleri hükümetin bu kararına
tam destek vermişlerdir. Basında asker gönderme kararından önce Amerika’nın Kore
vukuatı için Türkiye’den yardım talep ettiği Türkiye’nin yardımı Güney Kore’ye
değil, Amerika’ya yaptığı ifade edilmekte ve BM’nin Güney Kore’ye yardımına
Türkiye’nin BM’ye üye olması ve ABD’nin Avrupa’ya uygulamış olduğu Marshall
planından Türkiye’nin de yararlanıyor olmasından dolayı Türkiye’nin bu yardımda
yer almasının bir nevi mecburiyet olduğu vurgulanmaktadır. Ancak Türkiye’nin
yardımının da Marshall planından istifade nispetinde olacağı, Türkiye’nin yapacağı
yardımın askeri ve ekonomik olmaktan ziyade sembolik bir yardım olacağı ifade
edilmektedir. Hürriyet gazetesi baş makalesinde bunu şu şekilde ifade etmektedir:
“Çünkü bizim Asya’nın öbür ucuna asker göndermemiz mevzu bahis olamaz. Bu sene
bereketli olduğu söylenen mahsulümüzden, yerli ilaçlarımızdan, tütün gibi diğer
mahsullerimizden elbette Korelileri de istifade etmek isteriz.”164 Basın burada
ekonomik çıkarlara dayalı bir kavrayışı benimsemiştir. Basın, savaşın ilk günlerinde
163 Ali Naci Karacan, Milli Birlik Kuvvetimiz, Milliyet, 2 Temmuz, 1950. 164 Hürriyet, 2 Temmuz, 1950.
80
Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesini beklememekte ve BM’nin de böyle bir
istekte bulunmayacağını temenni etmektedir.
Biz kendi hesabımıza Kore Savaşına yapılacak yardımlarımız meyanında
askeri bir sevkıyatın hatıra gelemeyeceğini düşünüyoruz. Vakıa tarihimiz
bu nevi misallerle doludur. Galiçya’da, Yemen’de ve daha birçok yerde
bol bol Türk kanı döktük. Ümit ederiz ki, Kore için insanca fedakârlık
yapmamızı istemeyeceklerdir. Nihayet Konsey lüzum görürse, bir gönüllü
listesi açmayı derpiş edebiliriz. Herhalde uzak şarkın ötesindeki Kore’nin
Türkiye için çok uzak bir diyar olduğunu unutmamamız lazımdır.165
Yalova’da Cumhurbaşkanı Bayar’ın başkanlığında Başbakan, Dışişleri Bakanı ve
ordu yüksek kumandanlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplantı manşete taşınmıştır.
Yapılan haber ve yorumlarda bu toplantının dünya hadiseleriyle alakalı olduğu,
özellikle Kore ile ilgili olduğu yorumları yapılmakta, fakat Türkiye’nin bugünkü
şartlar altında Kore’ye asker veya daha çok Amerika’dan ithal edilen silahları
göndermesinin mümkün olmadığı, gıda maddesi gönderilmesinin de gerek
vasıtasızlık ve gerekse de gönderilecek gıda maddelerinin Kore’ye yakın yerlerden
temin edilmesinin daha kolay olmasından dolayı böyle bir yardımın da olmayacağını
bu yüzden yapılacak olan yardımın maddi olmaktan ziyade manevi olacağı yorumları
yapılmaktadır.166 25 Temmuz 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı açıklandıktan
sonra basın 26 Temmuzdaki sayılarında kararı manşete taşımıştır. Manşetlerde ve
sürmanşetlerde karar ele alınırken bu kararı destekleyici ve heyecan verici bir tarzda
karar ele alınmıştır. “Kore harbine dörtbinbeşyüz kişilik kuvvet gönderiyoruz”167,
165 Hürriyet, 2 Temmuz, 1950. 166 Emin Karakaş, Hürriyet, 19 Temmuz, 1950. 167 Milliyet, 26 Temmuz 1950.
81
“Kore’ye silahlı kuvvetler gönderiyoruz”168 denilerek basın kendisini ulusla
özdeşleştirmiştir. Özellikle Türkiye’nin ABD yanında Kore’de savaşa girmesini
Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından ele alan basın, Türkiye’nin Kore’ye asker
gönderdiği takdirde Atlantik Paktına kendiliğinden girmiş olacağını, Türkiye’nin
böyle bir yardımda bulunacak ilk memleket olması durumunda, Türkiye’nin “dünya
pazarındaki prestijinin” artacağını vurgulamıştır. Türkiye’nin Rusya ile sınır komşusu
olması ve komünizm tehdidi nedeniyle karara önem verilmekte ve Türkiye’nin
ABD’nin yanında yer almaması durumunda gelecekte Rusya ile yaşanabilecek bir
sorunda Türkiye’nin yalnız kalmasının söz konusu olabileceği, bunun da Türkiye’nin
güvenlik çıkarları açısından uygun olmadığı vurgulanmaktadır. Ali Naci Karacan,
“Hükümet Kararında İsabet Etmiştir” 169 başlıklı yazısında Türkiye bu kararla BM
idealine olan sadakatini gösterdiği gibi diğer devletlere rehberlik edecek tavır
takınmasının Türkiye’nin bütün dünyada ancak itibarını yükselteceğini
vurgulamaktadır. Menderes Hükümetini tebrik etmekte, Türkiye’nin sözüne inanılır
bir devlet olduğunun herkese ispat edildiği tamamen yerinde ve isabetli bir karar
alındığını belirtmektedir. “DP iktidarının da bu kararında milletin arzusunu ve
birliğini temsil etmiş olduğundan asla şüphe etmemelidir” demektedir.
Kore Savaşı’nda basın tarafından Türkiye’nin öncelenen ulusal çıkarları özellikle
SSCB ile komşu olmasından dolayı güvenlik çıkarları olmuştur. Kore Savaşı’nın
komünizmin bir saldırısı olduğu, Türkiye’nin hemen yanı başında SSCB tarafından
bu saldırının desteklendiği, dolayısıyla Türkiye’ye de yönelebilecek potansiyel bir
tehdidin bulunması ve bu tehdidin önlenmesi gereği basın tarafından dile getirilen
168 Hürriyet, 26 Temmuz 1950. 169 Ali Naci Karacan, Hükümet Kararında İsabet Etmiştir, Milliyet, 27 Temmuz, 1950.
82
öncelikli çıkarlardandır. Bu amaçla Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı (NATO)’na
üye olabilmesi için bu savaşa ABD’nin yanında katılması gerektiği vurgu alan bir
konu olmuştur. NATO’ya üye olan bir Türkiye’nin SSCB’den ve komünizm
tehdidinden kurtarılacağı bunun Türkiye için bir garanti olacağı ön plana
çıkarılmıştır. Güvenlik çıkarlarından sonra Türkiye’nin öncelenen diğer ulusal
çıkarları ise ABD ile müttefikliğin devam etmesi, demokratik güçlerle aynı safta
yer alınması ve Türkiye’nin BM idealine bağlılığıyla dünyada prestiji artan bir ülke
olması şeklinde tanımlanmıştır.
Kore Savaşı üzerine yapılan diğer çalışmalar da bu sonucu destekler niteliktedir.
Örneğin Nazan Kahraman ve Gazi Doğan tarafından birbirlerinden bağımsız olarak
yapılan iki ayrı tez çalışmasında şu sonuçlara varılmıştır. Türkiye’nin Kore
Savaşı’na asker gönderme kararını basın, ulusal güvenlik ve ekonomik çıkarlar
üzerinden ele almıştır. Bu dönemde Türkiye, Kore Savaşı’nda ABD’nin yanında
yer alarak savaşa müdahil olmuştur. Bundan dolayı basın haber ve yorumlarında
resmi politikanın bir takipçisi olmuş, yanında yer alınan ülkeyi haklı çıkarıcı,
müdahaleyi meşrulaştırıcı bir politika izlemiştir. Basında ABD’den bahsedilirken,
ABD “dünya barışının tek savunucusu”, “dost ülke”, “medeniyetin savunucusu”,
“güçsüzlere yardım eden” gibi sıfatlarla desteklenmiştir.170 Karşı taraf: Kukla
rejim, kızıl komünistler, mütecaviz gibi sıfatlarla nitelendirilirken, taraf tutulan
ülke “demokratik rejim”, “masum”, “zavallı”, “dost ülke” olarak
nitelendirilmektedir. Basının taraf olduğu bir savaşta, savaş kelime olarak da hep
düşmanla beraber kullanılır ve düşmana vurgu yapılır. Bundan dolayı basın, Kore
170 Nazan Kahraman, Kore Savaşı ve Türk Basını, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 69.
83
Savaşı’nda savaş kelimesini hep Kuzey Kore söz konusu olduğunda kullanmış,
Kuzey Kore’ye vurgu yapılmış ve güney Kore’nin zavallılığı bir kez daha ifadesini
bulmuştur.171 Savaşa müdahale, Kuzey Kore ile Güney Kore arasında bir barış
ortamının sağlanması değil, komünizmin durdurulması olarak dile getirildiğinden
yapılacak her türlü yardımın meşrulaştırılması sağlanmış ve kamuoyu bu şekilde
bilgilendirilmiştir. Savaşın ilk bir aylık diliminde, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler
ideallerine bağlı bir politika izleyeceği, gerek hükümet ve gerekse basın tarafından
sık sık tekrarlanmıştır.172 Hükümetin kamuoyunu ikna için kullandığı en önemli
argümanlardan bir tanesi de, Kore’de savaşan askerlerin Türk vatanını, sınırını ve
dinini koruduğu iddiasıdır.173 Kore’ye asker gönderme kararını değerlendiren
Demokrat Parti, Kore’ye asker göndermekle Birleşmiş Milletlere milletçe verilmiş
sözün yerine getirildiğini vurgulayarak, partilerinin izlediği siyaseti, “eski iktidarın
miskin, kaçamaklı, riyakâr ve istikrarsız siyaseti yerine Türk gücüne, karakterine,
ahlak ve mertliğine dayanan cesur, dinamik, müteşebbis ve samimi bir siyaset”
olarak özetlemektedir.174 Ulusal güvenlik açısından olaya yaklaşılırken, gelecekte
Türkiye’nin de böyle bir tecavüzle karşı karşıya kalabileceği, düşman olarak
nitelenen komünist Rusya’nın durdurulması gerektiği, Türkiye’nin ulusal güvenliği
açısından bunun bir gereklilik olduğu ifade edilmiştir. Basın, ulusal birliği
bozmamak, ülkenin milli menfaatlerine zarar vermemek için karara muhalif bir
havanın oluşmasını engellemeye çalışmış ve resmi politikayı desteklemiştir.
171 A.g.e. s.60. 172 Gazi Doğan, Kamuoyunda Kore Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004. s. 52. 173 A.g.e. s.55. 174 A.g.e. s.56.
84
Sonuç olarak, Türk basını da hükümet kararını olanca gücüyle destekleyerek, bu
konuda muhalif bir hava oluşturulmasını ulusal birliği bozacak endişesi ile uygun
görmemiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi basın organları özellikle ulusal ve
uluslararası kriz dönemlerinde hükümetlerinin ve iktidar sahiplerinin resmi yayın
organları gibi davranarak, izlenen politikanın haklı yönlerini ortaya koymaya,
kararları meşrulaştırmaya ve benimsenen politikaya destek sağlamaya
çalışmaktadırlar.
2. Yazılı Basında Kıbrıs Barış Harekâtı ve Ulusal Çıkarlar
Bu araştırmada Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin 20 Haziran 20 Temmuz 1974
tarihleri arasındaki günlük sayıları incelenerek bu süre içerisinde konu ile ilgili
olarak Milliyet gazetesinde 13 haber, 5 köşe yazısı, Hürriyet gazetesinde ise 14
haber, 5 köşe yazısı olmak üzere toplam 27 haber ve 10 köşe yazısı çözümlenmeye
çalışılmıştır.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nde 15 Temmuz 1974’te EOKA-B adlı örgüt tarafından Yunan
subayların desteğinde gerçekleştirilen darbe basında manşetlerden verilmiştir. İlk
tepkiler Yunan subaylarının yönetimindeki ulusal muhafız gücünün beklenen
komployu gerçekleştirdiği ve darbenin ENOSİS’i gerçekleştirmek amacıyla
yapıldığı yönündedir. 16 Temmuz’da basın Kıbrıs’a odaklanmış, haber ve yorumlar
Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumunun haklarını koruyacağı, bunun için antlaşmalarda
yer alan şartların gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin adaya müdahale edebileceği
85
yönündedir. Hürriyet ve Milliyet gazeteleri darbenin Yunanistan tarafından
ENOSİS’i gerçekleştirmek amacıyla tertiplendiği konusunda hemfikirdir. Çünkü
Makarios’un son dönemlerde Yunanistan’da yönetimde bulunan cunta yönetimi ile
ayrı düştüğünü, Yunanistan’dan bağımsız hareket etmeye başladığını, bunun cunta
yönetimi tarafından ENOSİS’in tehlikeye düştüğü şeklinde bir algılamaya neden
olduğu, bu yüzden darbenin gerçekleştirildiği ifade edilmektedir. Basın,
Makarios’un Yunanistan hükümetine bir mektup gönderdiğini belirtmekte ve
Makarios’un bu mektupta Rum muhafız gücünün Yunan subayları yönetiminde bir
işgal ordusu haline getirildiğini, kendisinin halk tarafından seçildiğini yoksa
Atina’nın atadığı bir vali olmadığını söylediğini, Yunanistan’ın ise bu mektuba
darbe ile cevap verdiğini ifade etmektedir. “Makarios Atina’ya Yazdığı Mektubun
Cevabını “DARBE” İle Aldı.”175
Aktör tanımında basın, daha çok resmi açıklamalara göre hareket etmiş,
hükümetin kararına tam destek vermiştir. Kararın muhalefet ve hükümetin
işbirliğiyle alınmış olmasından dolayı TBMM’de herhangi bir tartışma
yaşanmamış bundan dolayı da haber aktörleri içerisinde TBMM yer almamıştır.
İncelenen süre zarfında ilgili uzman görüşlerine de başvurulmamış, resmi
açıklamalar haber ve yorumlarda ağırlıklı olarak yer almıştır. Basın, Kıbrıs
Krizi’nde resmi politikaya tam destek vermiş, bu amaçla dönemin başbakanı
Bülent Ecevit’in açıklamalarına sıklıkla yer vermiştir. Tüm haberlerde Bülent
Ecevit’in açıklamalarının sıklık derecesi altı olmuştur. Buna karşılık darbenin asli
faili olarak Yunanistan ve Sampson kabul edilmiş ve bunlar adadaki mevcut
175 Milliyet, Makarios Atiana’ya Yazdığı Mektubun Cevabını Darbe İle Aldı, 16 Temmuz, 1974.
86
meşru anayasal düzeni yıkmak ve ENOSİS’i gerçekleştirmeye çalışmakla
suçlanmışlardır. Yunanistan ve Sampson’dan negatif bahsedilmesinin sıklık
derecesi sekizdir. Türkiye’nin resmi politikasının haklılığı uluslararası
anlaşmalardan doğan haklara dayandırılarak meşrulaştırılmaya çalışılmış bu
amaçla en sık vurgu alan temalardan biri olmuştur. Bunun sıklık derecesi ise altı
olmuştur.
Çatışmanın iyi ve kötü tarafları ele alınırken kötü tarafta darbeyi gerçekleştiren
EOKA-B örgütü ve cumhurbaşkanı seçilen Nikos Sampson ile darbenin asli faili
olarak kabul edilen Yunanistan bulunmaktadır. Çünkü bunlar Kıbrıs
Cumhuriyeti’nde uluslararası anlaşmalarca garanti altına alınan meşru anayasal
düzeni yıkmışlar ve Türk toplumunu tehdit eder duruma gelmişlerdir. Çatışmanın iyi
tarafında ise Türk toplumu ve müdahale hakkı kendisine uluslararası anlaşmalarca
verilen Türkiye bulunmaktadır. Türkiye burada anayasal düzeni tekrar kurmak ve
Türk toplumunu korumak için garantör devlet sıfatıyla uluslararası hukuka uygun
olarak tüm diplomatik girişimlerden sonra adaya müdahale etmiştir. Bundan dolayı
bu savaş haklı bir savaştır. Dost ve düşman ayırımında Yunanistan ve darbeciler
Türkiye ve Türk düşmanı olarak ifade edilmiş, bu amaçla darbeden sonra Kıbrıs
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen Sampson’dan olumsuz ifadelerle
bahsedilmiştir. Sampson haber ve yorumlarda toplam beş defa negatif ifadelerle
tanımlanmıştır. Hürriyet ve Milliyet gazeteleri Nikos Sampson’la ilgili olarak
“sözüne güvenilmez”, “işlediği cinayetlerden dolayı idama mahkûm edilmiş azılı ve
fanatik bir Enosisçi”, “Türklere ve Türklüğe saldırılarıyla adını duyuran”, “cunta
kuklası” gibi nitelendirmelerde bulunmaktadır. Darbeyi gerçekleştiren EOKA-B’ye
87
de aynı yaklaşım sergilenmekte ve EOKA-B, “EOKA tedhiş örgütü”, “ENOSİS’i
gerçekleştirmeye çalışan grup”, “cunta oyuncağı” gibi çerçevelerle sunulmaktadır.
Basın bu süreçte özellikle tarihsel olarak yaşanan Türk-Yunan çatışmasına atıflarda
bulunmuş, ulusal ön yargıları ve şovenist eğilimleri harekete geçirici bir yaklaşım
sergilemiştir. Ulusal ön yargılar ve şoven eğilimler harekete geçirilirken kendini
olumlu sunma ve ötekini ise olumsuz sunma stratejisi izlenmiş, bu amaçla
Yunanistan ve Nicos Sampson “sözüne güvenilmeyen”, “soykırım uygulayan”,
“kukla” şeklinde itham edilmişlerdir. Bunun karşısında ise uluslararası hukuka
dayalı haklarını savunan, herhangi bir haksızlık yapmayan ve yüksek karakterlere
sahip Türkiye ve Türkler yer almıştır.
Ortaya çıkan kriz, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki yaşanmış benzer olaylar örnek
gösterilerek, Türkiye’nin ulusal çıkarlarından hiçbir surette vazgeçmeyeceği
savunulmuştur. Bu amaçla kriz tarihteki olaylarla kıyaslanırken Yunanistan
Kurtuluş Savaşı örnek gösterilerek uyarılmaktadır. “Babalarına sorsunlar” başlığıyla
yayınlanan baş makalede Makarios’un gidip yerine Sampson’un gelmesinin bir
teferruat olduğu belirtilmekte ve Türkiye için Atina’daki Cunta’nın isteğinin ne
olduğu, bir olupbitti ile Ege Denizi’ni ve Kıbrıs adasını ele geçirmek gibi bir
düşüncelerinin olup olmadığının önemli olduğu ifade edilmektedir. Atina
Cuntası’nın böyle bir düşüncesinin olması durumunda bunu yapamayacaklarını,
çünkü uluslararası hukukun gerek Kıbrıs’ta gerekse Ege denizinde Türk haklarına
karşı yönelecek bir müdahaleye karşı tepki gösterme yetkisini Türkiye’ye verdiği
vurgulanmaktadır. Basında bunlar savunulurken şovenist ve ataerkil değerlere vurgu
88
yapılmakta ve bu değerler yüceltilmektedir. Hürriyet gazetesi baş makalesinde
bunları şu şekilde ifade etmektedir:
…Yapamayacaklardır, çünkü: milli haklarımıza ve milli varlığımıza bir
tehlike yöneldiği dakikada Türk milletinin her ferdi, hudutlarda
bekleyen Memet’ler kadar Mehmet olur. Yedisindeki çocuk olgunlaşır,
yetmişindeki dedenin dizleri tutmaya başlar. Yıllar önce sandığa giren
‘haki’ler o gün çıkar. Ve işte bu, ordumuzun gücünü bir hamlede yüzle
değil binle değil, milyonlarla çarpar, büyütür. Yapamayacaklardır,
çünkü: bu dediklerimizin hepsinin doğru olduğunu, kendileri değilse
bile, Atina’daki generallerin babaları çok iyi bilir.176
Basında Türkiye’nin ulusal çıkarları ele alınırken özellikle uluslararası anlaşmalara
göndermelerde bulunulmuş ve Türkiye’nin gerekirse adaya müdahale edebileceği
vurgulanmıştır. Ulusal çıkarlar öncelikli olarak güvenlik boyutu üzerinden ele
alınmış, bununla beraber ulusal çıkarların ekonomik boyutuna da vurgu yapılmıştır.
Basın Türkiye’nin Londra ve Zürih Antlaşmaları ihlal edilmedikçe, Adadaki Türk
toplumunun haklarına ve Türk toplumuna tecavüze yeltenilmedikçe soğukkanlılığını
sürdüreceğini vurgulamakta, ancak bunun bir derecesi, bir sınırı olduğunun da altını
çizmektedir. Yapılan yorumlarda savaşın arzu edilmediği, ama barışseverliğin her
şeye boyun eğmek anlamına gelmediği, fakat şartların savaşı mecburi hale getirdiği
de vurgulanmaktadır. Milli çıkar, milli haysiyet ve şerefle milli itibara vurgu yapan
Ecved Güresin köşe yazısında bunu şu şekilde ifade etmektedir:
NATO üyeliği yükümlülüğünün de sınırı ve derecesi olması gerekir.
Üstelik serinkanlılık milli çıkarlarla, milli haysiyet ve şerefle, milli
itibarla dengelenebilirse devam eder. Amerikalılar olsun, İngilizler
olsun, özellikle Yunanlılar olsun, Türkiye’nin bu dengelemede titizlik
176 Hürriyet, Babalarına Sorsunlar, 17 Temmuz 1950
89
gösterdiğini tecrübelerle bilirler. Mesele henüz bardağı taşıran ve
barışsever Türk milletini çileden çıkaran tehlikeli bir noktaya gelmiş
değildir. Ama gelebilir ve eğer gelirse bu sefer Türkiye’yi ne Nixon’un
yazacağı mektup ne Kissinger’in gülücükleri, ne de Mr. Callaghan’ın
önerileri, ne de NATO ve BM durdurabilir.177
diyerek tarihteki olaylara gönderme yapmıştır. Türk tarihinin kahramanlıklarla dolu
olduğu gerekirse yeni bir kahramanlığın tekrar gösterilebileceği uyarısında
bulunulmuştur. Bu arada basında Türkiye’nin Yunanistan’la savaşması ve Kıbrıs’a
müdahale etmesi durumunda kimlere güvenip güvenmeyeceği yorumları yapılmakta
ve Türkiye’nin böyle bir durum karşısında ulusal çıkarlarını koruyabilmek için
kimseye güvenmemesi gerektiği ifade edilmektedir. Hürriyet, baş makalesinde bu
konuya şöyle değinmektedir:
Önce bir temel gerçeği unutmamak zorundayız: Her milletin kendinden
daha sağlam, daha yakın dostu yoktur. Yani ‘Yunanlı ile tutuşursak, bize
şu şu devletler yardım eder’ diyerek yola çıkmanın ne başarı şansı
vardır, ne anlamı... Neden anlamsızdır? Alalım ‘Dostumuz,
müttefikimiz’ Birleşik Amerika’yı... Bizi desteklemekle Amerikan’ın
kazanacağı nedir? Hiç... Aksine tarafsız görülmeye çalışırsa, hem
Rusya’yı tahrik etmemiş olur, hem NATO’yu dağılmaktan koruyacağını
düşünür, hem de ihtilafın giderilmesinde daha etkili olabileceğini
hesaplar... Hayal etmemeliyiz. Dünya kamuoyunda şimdi “Haklı”
görünüyoruz. Bu şansı korumalı, fakat karar günü gelince, kendimizden
başkasına güvenmeden yola çıkmalıyız.178
saptamasıyla çıkarlar söz konusu olduğunda dost ve düşmanların da kendi
çıkarlarını düşünerek hareket edecekleri, bu yüzden Türkiye’nin de sadece kendi
177 Ecvet Güresin, Hürriyet, 17 Temmuz, 1974. 178 Hürriyet, 18 Temmuz,1974.
90
çıkarlarını göz önüne alarak hareket etmesi gerektiği ifade edilmiştir. Realist
paradigmaya uygun olarak uluslararası ilişkilerin çıkarlar üzerine kurulduğu, buna
uygun davranılması gerektiği ön plana çıkarılmıştır.
Kıbrıs Barış Harekâtında basın, kendisini ulusal değerler ve kimliğin savunucusu
olarak konumlamıştır. Yayınlarında hükümetin resmi politikasına ağırlık vermiş, bu
amaçla Başbakan Bülent Ecevit’in açıklamalarını destekler biçimde aktarmış ve bu
açıklamaların haklılığını savunmuştur. Basın müdahaleyi yıkılan anayasal düzenin
yeniden kurulması, Türk toplumunun güvence altına alınması ve Türkiye’nin
ekonomik çıkarları ve güvenliği açısından değerlendirmiştir. Uluslararası
anlaşmalardan doğan müdahale hakkı ve garanti antlaşmasının kendisine verdiği
haktan yararlanarak Türkiye’nin bu müdahaleyi gerçekleştireceğini ifade ederek
müdahale meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. “Uluslararası anlaşmalardan doğan
müdahale hakkı” basında en çok vurgu alan nedenlerin başında gelmektedir.
İncelenen süre zarfında uluslararası anlaşmalardan doğan müdahale hakkı dört defa
vurgulanmıştır. Müdahale yaklaştıkça Türkiye’nin haklılığı ortaya konulmaya
çalışılmaktadır. Müdahalenin hukuki olduğu ve haklı bir savaş olduğu ileri
sürülmektedir.
Kıbrıs’taki girişilen askeri darbenin Yunan hükümetince düzenlenip
desteklendiği apaçık bellidir. Çeşitli belgelerle kanıtlanan bu duruma
göre yabancı bir devlet Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığına, toprak
bütünlüğüne ve anayasal düzenine karşı tecavüzde bulunmuş
olmaktadır. Londra ve Zürih antlaşmalarına göre Kıbrıs Cumhuriyetinin
bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğinin korunmasını ve
anayasal düzene uyulmasını garanti etmiş olan devletlerin bu duruma
91
müdahale edip, yıkılmak istenen anayasal düzeni yeniden kurmaları hem
hakları, hem de vecibeleridir.179
Basın darbenin ilk günlerinde Türkiye tarafının durumu iyi değerlendirmesi ve
Türkiye’nin haklarının korunması gereği üzerinde durmaktadır. Türkiye’ye
müdahale hakkının hangi anlaşmalarla verildiği üzerinde durulmakta ve müdahale
sık sık dile getirilmeye başlanmaktadır. “Müdahale hakkımız var” haberiyle bu
hakkın dayandığı Garanti Antlaşması’nın dördüncü maddesine gönderme
yapılmıştır. Buna göre:
Bu antlaşmanın hükümleri ihlal edildiği zaman, Yunanistan ve Birleşik
Krallık, bu hükümlere riayeti sağlamak için birbirleriyle istişare etmeyi
taahhüt ederler. Müştereken veya anlaşarak hareket mümkün olmadığı
takdirde garanti veren üç devletten her biri ihdas edilen durumu tekrar
tesis-i münhasır maksadıyla harekete geçme hakkını muhafaza eder.180
Basın, Türkiye’deki bütün kesimlerin Türkiye’nin haklarının korunması konusunda
ittifak halinde olduğunu belirtmektedir. Basındaki yorumlarda darbecilerin kimliği
ve amacının belli olduğu, bunların ENOSİS’ten başka ideallerinin olmadığı, duruma
tamamen hâkim olmadıkça bu ideallerini belli etmeyecekleri, ama bunu ilk fırsatta
gerçekleştirmeye çalışacaklarından şüphe edilmeyeceği vurgulanmaktadır. Bu
yüzden Kıbrıs’taki meşru yönetimi zorla gasbetmeye çalışanların kimliği, müdahale
gereğini zorunlu hale getiren bir neden olarak ele alınmaktadır. Basında,
Türkiye’nin herhangi bir müdahalesi sonucunda Türkiye ile Yunanistan arasında bir
savaşın çıkabilme ihtimali bulunduğu, bunun sorumluluğunun Türkiye’ye
179 Abdi İpekçi, Müdahaleden Önce Ültimatom, Milliyet, 17 Temmuz, 1974. 180 Hürriyet, 16 Temmuz, 1974.
92
yüklenmek istenebileceğine dikkat çekilmekte ve buna müsaade edilmemesi
gerektiği belirtilmektedir. Türkiye barışçı, meşruiyetçi olarak nitelendirilmekte,
Türkiye’nin bu krizdeki haklılığı vurgulanmakta ve Kıbrıs Adası’nın Türkiye’nin
ulusal çıkarlarının korunmasındaki önemine değinilmektedir. Türkiye’nin adaya
müdahale etmesinin en önemli gerekçeleri ekonomik ve güvenlik gerekçeleridir.
Ali Gevgilili köşe yazısında, Ankara’nın, Türk ekonomik çıkarlarının artık
denizlerle çok yakından ilişkili olduğunu çok iyi anladığını belirttikten sonra şöyle
devam etmektedir:
Ege denizinde 12 millik bir karasuyu uygulaması -var olan statü altında-
Türkiye’nin Ege’den Akdeniz’e doğru başka devletlerin kara suyuna hiç
girmeden çıkabilmesinin sonu demektir. O zaman Kıbrıs Türkiye
yönünden daha da önemli olmaktadır. Çünkü Ege’de Türk deniz
egemenliğini çepeçevre kuşatan zincirin Yunanistan’a bağlı olmayan tek
halkası Kıbrıs’tır. Türkiye’nin Kıbrıs dolayısıyla duyduğu kaygı salt
adadaki Türk topluluğuyla sınırlı olarak düşünülmemelidir. Kıbrıs
Türkleri tarihsel bir bağın miraslarıdırlar. Ama Kıbrıs’taki Türk varlığı
daha da önemli olarak Türkiye’nin Akdeniz’e açılışının bir başka
güvencesidir. Ankara, Kıbrıs’ın bağımsız, federatif bir toplum olmasına
yönelirken, adanın Yunanistan’a ilhakına başka bir deyişle, ta Güney
Akdeniz’e kadar inecek bir Yunan gölü oluşturma çabalarına karşı
durmuştur. Ortadoğu’da gerginlik yerine barışın, Kıbrıs ve Türk
toplumları arasında birbirlerini yok etmeye dönük çatışmalar yerine,
karşılıklı işbirliklerinin tek yolu Kıbrıs’ta Türk haklarına saygılı
kalınmasıdır.181
Müdahale tarihine doğru basında son durum değerlendirmeleri yapılmakta ve
Türkiye’nin adaya müdahalesinin kendisine uluslararası anlaşmalarla verilen bir hak
181 Ali Gevgilili, Milliyet, 17 Temmuz, 1974.
93
olduğu yazılmaktadır. Basın, özellikle Türkiye’nin uluslararası alanda yaptığı
girişimleri, Türkiye’nin müdahale için zemin aradığı şeklinde yorumlamıştır.
“Ankara Müdahale Gereği Üzerinde Duruyor”182 “Müdahaleden Önce
Ültimatom”183 şeklinde başlıklar atılmaktadır. Basın, Garanti antlaşmasının
istişareler sonunda müştereken veya anlaşarak hareket etmek mümkün olmadığı
takdirde, garantör devletlerden her birinin harekete geçme hakkını muhafaza
etmesini ön gördüğünü, Türkiye’nin “İstişare taahhüdünü” yerine getirdiğini,
İngiltere’ye başvurduğunu belirtmekte ve bundan sonraki süreçte olacaklardan
Türkiye’nin sorumlu olmadığını öne sürmektedir. Basın Kıbrıs’ta meydana gelen
darbeyi bu ülkenin içişleri sayıp karışılmaması gereğini savunan bir tek devletin
çıktığını, bunun da aslında darbenin asli faili olarak kabul ettiği Yunanistan
olduğunu vurgulamaktadır. Onun dışındaki ülkelerin Amerika’dan Sovyetler
Birliği’ne kadar bütün dünya devletlerinin olayı kınadıkları, darbecilerin “kukla”
yönetimini tanımadıklarını ve Kıbrıs’taki anayasal düzenin tekrar kurulmasını
istediğini yazmaktadır. Abdi İpekçi köşe yazısında bunu şöyle ifade etmektedir:
Şu halde Kıbrıs’taki darbenin anayasal düzeni ihlal eden bir müdahale
olduğu ve bunun kaldırılması gerektiği görüşünde bir birleşme vardır ve
bu gereğin yerine getirilmemesi Doğu Akdeniz’de bir savaş tehlikesi
oluşturabilecektir... Kıbrıs’ta, Yunanistan’ın desteklediği bir darbe
yapılmış, EOKA’cı, ENOSİS’çi tanınan bir kadro yönetime el
koymuştur. Hem anayasal düzenin korunması hem ENOSİS’e böylelikle
açılan yolun derhal kapanıp Türk toplumunun geleceğinin güvence
altına alınması için darbecilerin giderilmesi gerekir. Ayrıca bu olay
adada, Türkiye aleyhine bozulmuş kuvvet dengesinin, nelere mal
182 Milliyet, 17 Temmuz, 1974. 183 Milliyet, 17 Temmuz, 1974.
94
olabileceğini göstermiştir. Bu bakımdan Kıbrıs’ta meşru Yunan birliği
dışındaki bütün Yunan subaylarının adayı derhal terk etmeleri gerekir.184
Müdahale günü Hürriyet’in baş makalesi “Artık günah bizden gitti” şeklindedir.
“Artık bizden günah gitti, biz barışçı her yolu denedik, denemek niyetinden de
vazgeçmiş değiliz ama geriye sayma başladı, her şeyin su yüzüne çıkması
gerekiyor.”185 “Bu dava bitmeli” manşetiyle Hürriyet müdahaleyi çok istediğini
ortaya koymaktadır. Türk hükümetinin “Bu davayı bu sefer kökünden halletme”
kararına uygun olarak silahlı kuvvetlerini harekete geçirmeye başladığı belirtilmekte
ve buna destek verilmektedir.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tanımlarken resmi
açıklamalara dayanmış Türkiye’nin adaya müdahale etmesinin gerekçelerini
haklılaştırmaya çalışmıştır. Bunu yaparken tarihsel olarak Türk-Yunan
anlaşmazlığına dayanan ön yargıları ve şovenist eğilimleri harekete geçirici bir dil
kullanmıştır. Özellikle Türk-Yunan savaşlarının yaşandığı döneme atıfta
bulunularak Türk tarafı efsaneleştirilmekte buna karşılık Yunanistan negatif
ifadelerle anılarak olumsuzlanmaktadır. Basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını
güvenlik ve ekonomik boyut üzerinden değerlendirmiş, Kıbrıs adasının Türkiye’nin
Akdeniz’deki güvenliğinin teminatı olduğunu belirtmiştir. Ekonomik anlamda da
Kıbrıs’ın Türkiye’nin Akdeniz’e ve dolayısıyla dünyaya açılmasının bir güvencesi
olduğu ifade edilmiştir. Müdahale, çeşitli uluslararası anlaşmalara atıfta bulunularak
meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. 184 Abdi İpekçi, Darbeye Karşı Türk-İngiliz İşbirliği, Milliyet, 18 Temmuz, 1974. 185 Hürriyet, Günah Bizden Gitti, 20 Temmuz, 1974
95
3. Yazılı Basında Körfez Savaşı ve Ulusal Çıkarlar
İran-Irak savaşının 1988’de sona ermesinden sonra Saddam rejimi Kuveyt'in
kendisine ait petrolü çaldığını ve üretimi yüksek tutarak Irak’ı zarara uğrattığını ileri
sürmüş ve bu ülkeye 50–80 milyar dolar civarında tahmin edilen borcunun
silinmesini istemişti. Bu konuda yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Irak,
2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal etti ve 28 Ağustosta 19. ili olduğunu açıkladı.
Irak, BM Güvenlik Konseyinin aldığı, 15 Ocak 1991’e kadar Kuveyt’ten çekilmesi
yönündeki kararına uymayınca, 17 Ocak’ta ABD'nin önderliğindeki müttefik
bombardımanı başladı. Bir aydan fazla süren bombardımandan sonra 24 Şubatta
“Çöl Fırtınası” adı verilen kara harekâtına başlayan ABD, İngiltere, Fransa, İtalya
gibi ülkelerden oluşan müttefik kuvvetleri 100 saat içinde Irak kuvvetlerini saf dışı
ettiler. Türkiye'nin, Körfez Savaşı sırasında ABD'ye sağladığı en önemli kolaylık ise
NATO üslerini ABD uçaklarına açmış olmasıydı. Hükümet bunun için 17 Ocak
1991’de TBMM’den 126 sayılı kararı çıkarttı ve bir gün sonra da ABD savaş
uçakları İncirlik’e inerek bombardımana başladılar. Bombardıman boyunca,
müttefik uçakları ya İncirlik’ten kalkarak Irak’ı bombalıyor ya da Hint
Okyanusundaki üslerden ve uçak gemilerinden gelip Irak üzerinde bombalarını
bırakarak İncirlik üssüne iniyorlardı. Bu gelişme Türk kamuoyundan gizlenmeye
çalışılmış ve yapılan açıklamalarda, ABD uçaklarının eğitim uçuşlarına çıktıkları
bildirilmişti.186
186 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, II. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 254.
96
Bu araştırmada dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesi187 olan Sabah ve Türkiye188
gazetelerinin 17 Aralık 1990 – 17 Ocak 1991 tarihleri arasındaki günlük sayıları
incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile ilgili olarak Sabah gazetesinde 49 haber 18
köşe yazısı, Türkiye gazetesinde ise 39 haber ve 12 köşe yazısı olmak üzere toplam
88 haber ve 30 köşe yazısı incelenmiştir.
Haber aktörleri açısından haber ve yorumlarda taraflar ele alınırken ABD resmi
açıklamalarına 11 kez ile en çok yer verilen taraf olurken, Irak 8 kez ile Türkiye’den
sonra üçüncü olmuştur. Ayrıca ABD’nin silah ve teknolojik üstünlüğü en çok vurgu
alan haber aktörlerinden biri olmuştur. Bu dönemde haber değeri taşıyan olay olarak
Türkiye’nin NATO’dan talep ettiği Çevik Kuvvet haber ve yorumlarda en sık
bahsedilen konulardan biri olmuştur. Basında, özellikle savaşa yaklaşıldıkça her iki
tarafın askeri ve teknolojik kapasiteleri birbiriyle kıyaslanmış ve ABD ve
müttefiklerinin askeri ve teknolojik üstünlüğü vurgu alan diğer bir konu olmuştur.
Körfez Krizinde çatışmanın iyi ve kötü tarafları belirlenirken Türkiye ve Sabah
gazeteleri savaştan önceki süreçte birbirinden farklı politikalar izlemişlerdir. Savaş
yaklaştıkça her iki gazetenin politikaları da birbirine yaklaşmıştır. Savaştan önce
Türkiye gazetesinde kötü tarafta hem ABD ve ABD Başkanı George Bush hem de
Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin yer alırken, Sabah gazetesinde asıl suçlu
Saddam Hüseyin olmuştur. Savaşa yaklaşıldıkça “barışı engelleyen”, “saldırgan”
tarafta her iki gazetede de ağırlıklı olarak Saddam Hüseyin yer almıştır. Savaştan
187 Kaynak, Basın-ilan Kurumu 188Milliyetçi - muhafazakâr bir ideolojiye sahip olan Türkiye Gazetesi basın dünyasındaki yerini, 22 Nisan 1970 tarihinde yayın hayatına başlayarak almıştır.
97
önce özellikle Türkiye gazetesinde ABD ve George Bush eleştirilirken “Devrimizin
Hitleri”, “Yahudi Lobisinin kuklası”, “savaş taraftarı” gibi çerçevelerle sunulmuştur.
“Başkan Bush, Siyonizm ve Hıristiyan Batı adına Körfez Savaşı’nda kesin
kararlıdır”189 “Körfez Krizi’nin Türkiye’nin arabuluculuğuyla barışçı yollarla hallini
ABD önlemiştir”190 “ABD kötü niyetlidir. Bush devrimizin Hitleri olarak savaş
kışkırtıcısıdır. Bu savaşı ABD’nin menfaatleri için değil, kendisini Beyaz Saray’a
getiren Yahudi lobisinin kuklası olduğu için İsrail adına başlatacaktır”191 denilmek
suretiyle ABD ve George Bush eleştirilmektedir. Öbür taraftan Saddam Hüseyin
incelenen her iki gazetede de savaşın asıl sorumlusu olarak görülmektedir. Haber ve
yorumlarda Saddam Hüseyin, Irak’tan ayrı ele alınmaya çalışılmıştır. Özellikle
savaşa yaklaşıldıkça Saddam Hüseyin ile ilgili tahliller de artmaktadır. Saddam
Hüseyin haber ve yorumlarda “Kanlı bir diktatör”, “Ruh hastası”, “Despot”,
“Şovmen”, “İşgalci” gibi çerçevelerle sunulmaktadır. Irak’ın başında Saddam
Hüseyin’in yerinde mantıklı bir insanın olması durumunda bu yaşanılanların
hiçbirisinin olmayacağı, yaşanılacak bir savaşın da sorumlusunun Saddam Hüseyin
olacağı bu yüzden savaşın Irak’la değil Saddam’la yapılması gerektiği ifade
edilmektedir. Bundan dolayı Saddam Hüseyin’in cezalandırılması gerektiği öne
sürülmüştür. Güngör Mengi bu konuda şunları ifade etmektedir:
Saddam’ın gerçekten ceza görmesi lazım Bu doğru… İran’a saldırdı,
ülkesindeki Kürtlere soykırım yaptı, Kuveyt’i ilhak etti, Suudi
Arabistan’a kutsal savaş ilan etti. İyi geçindiği tek ülke Türkiye idi.
Ama su konusunda Arap halkların haklarını savunduğu gerekçesiyle
bizimle de bozuştu. Ortadoğu’da bütün ülkelerin menfaati Saddam’ın
189 M. Necati Özfatura, Savaş İçin Hazırlık, Türkiye, 25 Aralık, 1990. 190 M. Necati Özfatura, Bush Savaş İstiyor, Türkiye, 23 Aralık, 1990. 191 M. Necati Özfatura, ABD Körfez’de Savaş İstiyor, Türkiye, 22 Aralık, 1990.
98
tasfiye edilmesini gerektiriyor. Eğer bu şimdi yapılmazsa Saddam’ı
durdurmanın ya imkânı kalmayacak veya ilerde çok daha pahalıya mal
olacaktır.192
BM’nin, Irak’a Kuveyt’ten çekilmesi için vermiş olduğu süre olan 15 Ocak 1991
tarihine doğru yaklaşıldıkça basın da tamamıyla Saddam Hüseyin aleyhine bir
politika izlemeye başlamıştır. Saddam Hüseyin’in işgal ettiği topraklarda
çıkmamakta direnmesi ve binlerce Iraklıyı ölüme götürmeyi göze alması Türkiye ve
Sabah gazeteleri tarafından eleştirilmektedir. Bunların yaşanmaması için Saddam’ın
Kuveyt’ten çekilmesi, silahların konuşmamasının gerektiği, bunun yerine
diplomasinin konuşmasının gerektiği ifade edilmiştir. Haber ve yorumlarda savaşın
en önemli sorumlusu Saddam Hüseyin görülürken Müttefik kuvvetler savaşın
yaşanmamasını isteyen taraf olmaktadır. “Gerek Amerika gerekse müttefikleri
Saddam’a tanınan bir ek sürenin, Iraklı diktatörün lehine çalıştığına inanıyor. Eğer
zamanın Saddam lehine çalıştığı inancı olmasaydı kesinlikle Amerikan Başkanı
Bush da Saddam’a karşı kuvvet kullanmak yerine, Irak’a uygulanan ambargonun
uzatılmasını isterdi.”193 denilmek suretiyle Batı’nın ve ABD’nin haklılığı ve kuvvet
kullanma meşruiyeti sağlanmaya çalışılmıştır. Bununla, Türkiye’nin de ABD’nin
yanında yer alarak savaşa girmesinin meşru olduğu zımnen ifade edilmektedir.
Çatışma tarihteki benzer olaylarla karşılaştırılırken kişiler üzerinden bir
karşılaştırma yapılmış, kıyaslamalar yapılırken daha çok demokratik ve despotik
lider kıyaslamalarına gidilmiş Saddam Hüseyin tarihin çeşitli despotlarına,
192 Güngör Mengi, Doğru ve Yanlış, Sabah, 10 Ocak 1991. 193 Mehmet Barlas, Barış İçin Son Söz, sabah, 15 Ocak 1991.
99
diktatörlerine benzetilmiştir. Buna karşılık Bush, Saddam Hüseyin’i engellemeye
çalışan demokratik bir lider olarak ön plana çıkarılmıştır. Bu amaçla krizin asıl
sorumlusu olarak görülen Saddam Hüseyin İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına
neden olan dönemin diktatörleri olan Hitler ve Mussolini’ye benzetilmektedir.
Hitler ve Mussolini’nin de aynı türden olaylara neden oldukları ancak sonlarının
iyi bitmediği ifade edilmektedir. Barlas bunu şu şekilde ifade etmektedir:
Körfez krizinin sorumlusu ne Amerika, ne İngiltere, ne de Türkiye’dir.
Körfez krizinin ve olacaksa bir savaşın sorumlusu Iraklı diktatör
Saddam Hüseyin’dir... Sorumsuz bir despotun ülkesini ve dünyayı ne tür
maceralara sürükleyebileceğinin son örneği, Saddam’ın Kuveyt’i
işgalidir. Yakın tarihte bunun benzerine sebep olan Hitler, Mussolini
gibi despotların sonu hatırlanırsa, 20. yüzyıla 9 yıl kala, Saddam’ın
başarılı olmasının mümkün bulunmadığı görülür. Artık barışın anahtarı,
sadece Saddam’ın elindedir. Kuveyt’ten geri çekilmeyi kabul etmezse
savaş kaçınılmaz olacaktır.194
Türkiye’nin çıkarları açısından Körfez krizinin incelenen döneminde basın ikili bir
yapı arz etmektedir. Bir tarafta Türkiye’nin bu savaşa girmemesini savunanlar, öbür
tarafta ise bu krizin Türkiye’nin önüne bir fırsat olarak çıktığı, gerekirse savaşa
girmesini savunan görüştür. Aynı gazetede bu iki görüşü bulabilmek mümkündür.
Körfez krizinin savaş veya barışla bitmesinin pek önemli olmadığı, ABD ve AB’nin
isteklerine göre hareket edecek bir Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece girebileceği
birinci görüşün savunularındandır. Necati Özfatura bu görüşü en çok dile getiren dış
politika yazarı olmuştur. “Türkiye, yalnız Ortadoğu ile değil, Balkanlar, Akdeniz,
Ege, Kafkasya ve Trakya’daki siyasi depremlerin arasındadır. Anadolu, Hititlerden
194 Mehmet Barlas, Son Söz Saddam’ın Artık, Sabah, 13 Ocak 1991.
100
bu yana, bu derece ateş ve kaos çemberi içinde kalmamıştı. Türkiye, savaşın dışında
kalarak güçlü olmaya mecbur, hatta mahkûmdur.”195 ABD’nin Kuveyt için Irak’a
saldırmak istemediği, asıl amacının farklı olduğu öne sürülmektedir. Savaştan
önceki süreçte Türkiye gazetesinde ABD sık sık eleştirilmektedir. Türkiye
gazetesinde ilk defa ABD ve Bush Türk ve İslam Dünyasının düşmanı olarak
nitelendirilirken Necati Özfatura bu konuda şunları ifade etmektedir:
ABD’nin asıl hedefi hile ve oyunlarla girdiği Körfez bölgesinden bir
daha çıkmamak ve İslam dünyasının kalbi ve hazinesi olan Ortadoğu’yu
Hıristiyan-Batı Siyonizm ittifakı adına doğrudan ya da örtülü
emperyalizm yollarıyla işgal etmektir... Türkiye, Türk ve İslam
dünyasının şu anda en korkunç düşmanı olan Bush’un bir ayak oyununa
gelip savaş riskine girmemelidir. ABD, İsrail, AT ve Hıristiyan-Batı
emperyalizminin menfaatleri uğruna jandarmalık yapmak, Türkiye’nin
geleceği için çok tehlikeli olur.196
Türkiye’nin Körfez Krizi’nde Bush’a güvenmemesi gerektiğini, çünkü Bush’un
kötü niyetli, asrımızın Hitleri olduğunu, bu savaşı da ABD’nin menfaatleri için değil
de, Yahudi lobisinin kuklası olduğu için İsrail adına başlatacağını ve İsrail adına
yapılacak bir savaşın içinde Türkiye’nin olmaması gerektiğinin altı ısrarla
çizilmektedir. Türkiye’nin bu dönem boyunca sergilediği dış politikası da
eleştirilmektedir. Çünkü Türkiye’nin tarihi ve coğrafi olarak bir Ortadoğu ve İslam
ülkesi olduğu, Türkiye’nin bu savaştaki yerinin ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki
emellerine hizmet etmek olmadığı, Türkiye’nin ABD ve İsrail’in yanında olmakla
Ortadoğu ve Türk dünyasına lider olma potansiyelini tamamen ortadan kaldıracağı
195 M. Necati Özfatura, Kuveyt Filistin Meseleleri,Türkiye, 8 Aralık 1990. 196 M. Necati Özfatura, Tuzağa Düşmeyelim, Türkiye, 19 Aralık, 1990.
101
öne sürülmüştür. Ayrıca bu savaşın bir İslam-Hıristiyan-Yahudi savaşına
dönüşebileceği üzerinde de durulmaktadır. Necati Özfatura:
Bu çatışma kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın ki, çok kısa bir süre
sonra belki de insanlık tarihinin en korkunç savaşına İslam-(Hıristiyan-
Yahudi) savaşına dönüşecektir. Türkiye, ne hazindir ki İslam
dünyasında ABD’nin sözcüsü gibi davranarak büyük bir fırsat
kaçırmıştır. Türkiye, Bush ve AT’nin gözüne girmek uğruna Arap
dünyasında prestij kaybetmiştir. Türkiye bu krizi önleyebilir ve
Ortadoğu’nun liderlik yolunu açmış olurdu, ama bu fırsat kaçmıştır.197
demektedir. Bu durumda Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının Türkiye’nin
Ortadoğu’daki çıkarlarına uygun olmadığı, bununla ekonomik çıkarlarını ve
prestijini kaybedeceğinin altı çizilmektedir. Ayrıca Ortadoğu ve İslam dünyasının
lideri olma şansını da yitirdiği vurgulanmaktadır. Irak’ın Türkiye’ye saldırmadığı
müddetçe savaşa girmenin Türkiye için bir macera, hatta felaket sebebi olacağı ifade
edilmektedir. Körfez krizinde takip edilen politikalar genellikle Türkiye’nin ikinci
bir İsrail olacağı, ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu olacağı şeklinde
eleştirilmektedir. Bekir Coşkun bunu şu şekilde ifade etmektedir:
Amerikalı General Aleksander Haig Türkiye için şöyle diyor:
‘Türkiye’yi bölgede belirsiz bir gelecek bekliyor. Kimse ne olacağını
bilmiyor...’ Oysa biz umutluyduk ve politikamızı koymuştuk. ‘Bir koy
üç al’ Türkiye’de Türkler geleceği böyle parlak, kârlı görürken, General
Haig’in Türkiye’nin geleceğini ‘belirsiz ve ne olacağı belli olmayan’
biçimde görmesi neden? Cevabı o kadar da zor değil: Yıllardır
Ortadoğu’nun ‘lideri’ olmaya çabalayan Türkiye bu krizde ‘barışçı,
arabulucu, denge unsuru’ olmak yerine, bir ikinci İsrail rolünü üstlenip
Bush’tan çok Bush’cu kesildi ve tüm Ortadoğu’nun güvenini yitirdi.
197 M. Necati Özfatura, Savaş İçin Hazırlık, Türkiye, 25 Aralık, 1990.
102
Türkiye yediği damgayla Ortadoğu’nun ortasında komşularıyla baş başa
kalacak. Bu yeterince belirsiz bir gelecek değil mi?198
Türkiye’nin güvenliği açısından Saddam bir tehlike olarak görülmekle birlikte olası
bir savaşta Irak’ta yaşanabilecek gelişmelere de dikkat edilmesi gerektiği ifade
edilmektedir. Bir savaşın çıkması durumunda İran ve Suriye’nin Irak’ın topraklarını
paylaşacağı, buna Türkiye’nin razı olamayacağı, ancak Türkiye’nin bu savaşa
girmemesi gerektiğinin de altı çizilmektedir. Saddam’ın tasfiye edilmesinin
Ortadoğu’daki bütün ülkelerin menfaatine olduğu, Saddam’ın şimdi durdurulması
gerektiği, aksi takdirde bunun ileride çok pahalıya mal olacağı iddia edilmektedir.
Güngör Mengi Türkiye’nin Körfez Krizinde ulusal çıkarlarını “Saddam’ın
cezalandırılması, haydutluğa özenecek olanlara iyi bir ders verilmesi, fakat Irak’ın
toprak bütünlüğünün korunmasıdır. Ortadoğu karanlık ve kanlı bir girdaptır.
Çıkarımız bölgede kumar oynanmasına mani olmak, gücümüzü istikrar için
kullanmaktır. Bu girdaba kapılmak Türkiye’nin batı rüyasının sonu olur.”199
şeklinde tanımlamaktadır.
Bu dönemde haber değeri taşıyan en önemli olay olarak Türkiye’nin Irak’a karşı
kendisini korumak için NATO’dan talep ettiği Çevik Kuvvet’in Türkiye’ye
konuşlandırılması olmuştur. Türkiye 20 Aralık 1990’da NATO’dan Çevik Kuvvet
talebinde bulundu. Çevik Kuvvet her biri 18 uçaktan oluşan toplam üç filo hava
kuvvetiydi. Basında, NATO gücünün gelmesinin Türkiye’nin savaşa girmesini
engelleyeceği iddia edilmiş, bundan dolayı Türkiye’nin bu politikası
198 Bekir Coşkun, Bizim Cephede Vaziyet, Sabah, 20 Aralık, 1990. 199 Güngör Mengi, 1991’in Ufku, Sabah, 01 Ocak, 1991.
103
desteklenmiştir. Bunun iki nedeninin olduğu ifade edilmekte ve bu nedenler şöyle
açıklanmaktadır: “Birincisi Saddam’ın Türkiye’yi vurma niyeti varsa NATO bunu
caydıracaktır. Çünkü Irak yalnız Türkiye’yi değil NATO ittifakını karşısına
alacaktır. İkincisi NATO’nun bir saldırı değil savunma ittifakı olmasıdır. Çevik
Kuvvete katılan ülkeler Türkiye’ye saldırı olması şartıyla savaşa gireceklerdir.”200
Bu dönemde talep edilen Çevik Kuvvet’in Türkiye’ye gelişi bir süre için
gecikmiştir. Çevik Kuvvet’in Türkiye’ye konuşlandırılmasının gecikmesi yazarlar
tarafından eleştirilmektedir. Bekir Coşkun, “...Yıllarca Türkiye, Almanya ve
Belçika’nın bekçiliğini yaptı. Sıra Türkiye’nin güvenliğine gelince sırtlarını
döndüler. Bu Körfez krizi bitince ABD’nin de yapacağı budur. Sürpriz olmasın.”201
demektedir
İkinci bir görüş olarak da bu krizin Türkiye’nin önüne çok önemli fırsatlar koyduğu,
Türkiye’nin buradan en kârlı çıkacak ülkelerden biri olduğu ve gerekirse savaşa
girilmesi gerektiği yönündeki görüş olmuştur. Türkiye’nin bu savaşla Türk
dünyasının lideri olacağı öne sürülmüştür. Gürbüz Ayak:
Bu kriz sebebiyle Türkiye kendisinden beklenmeyen cesareti ve gücü
gösterip yeryüzünde bir büyük millet daha bulunduğunun farkına
varılmasını sağlamıştır... Bundan böyle Azerbaycan, Özbekistan,
Türkistan, hatta hazırlıkları planlanan Kırım Türk Devleti haysiyet ve
hürriyet mücadelesinde daha kararlı duracaktır. Bulgar’ın, Yunan’ın
Türkiye’ye dönük garezleri törpülenecek, hatta Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin önündeki engeller küçülecektir. Türkiye ve Türk
dünyası ‘yabana atılmaz bir potansiyel’ olarak sivrilmiştir.202
200 Güngör Mengi, Savaş Tamtamları, Sabah, 4 Ocak, 1991. 201 Bekir Coşkun, Gevşek Kuvvet, Sabah, 29 Aralık, 1990. 202 Gürbüz Ayak, Türkiye’ye Körfez İyiliği, Türkiye, 18 Aralık, 1990.
104
demek suretiyle hükümetin takip ettiği politikayı desteklemiştir. Türkiye’nin BM
üyesi olarak üstlendiği vecibelerin sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiği, çünkü
devlet ciddiyetinin bunu zorunlu kıldığı vurgulanmaktadır. Körfez krizinin Türkiye
için tarihinin ender rastlanan dönemeçlerinden biri olduğu ve Ortadoğu’da layık
olduğu yeri alabilmesi için Türk milletine kaderin sunduğu nadir fırsatlardan birisi
olduğu ifade edilmiştir.
Savaş’a doğru yaklaşıldıkça Irak’ın ve ABD ve müttefiklerinin askeri güçleri ve
teknolojileri analiz edilmektedir. Burada ABD ve müttefiklerinin askeri ve
teknolojik üstünlüğü ön plana çıkarılarak sunulmuştur. Irak’ın askeri kapasitesine
de yer verilen haberlerde her iki güç arasındaki farklılıklar ifade edilmektedir.
ABD’nin müthiş teknolojik silahlarını körfezde kullanacağını, uzaya gönderilen
uydu ile Irak’ın bütün haberleşme sisteminin susturulacağı gibi ifadeler ABD’nin
silah ve teknolojik üstünlüğünü ifade etmek için kullanılmıştır. “Manyetik Fırtına
Irak’ı Felç Edecek”203 “Saddam’a Karşı Nötron”204 “1400 Uçak Ölüm Yağdıracak,
Saddam Yok Edilecek”205 “Bir Günde 500 Cruise Füzesi”206 gibi haber başlıkları bu
dönemde ABD’nin askeri ve teknolojik üstünlüğünü belirtmek için kullanılan haber
başlıkları olmuştur.
Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin ulusal çıkarları tanımlanırken Saddam, Türkiye
için de bir tehlike olarak görülmekte, bu amaçla Saddam’ın tasfiye edilmesi
gerektiği ifade edilmektedir. Bu savaşla Türkiye’nin Türk dünyasının lideri ve
203 Türkiye, Manşet, 30 Aralık 1990. 204 Sabah, Manşet, 8 Ocak 1991. 205 Sabah, 12 Ocak 1991. 206 Sabah, 13 Ocak 1991.
105
bölgesel süper güç olacağı yapılan yorumlar arasındadır. BM kararına uygun
olarak hareket edecek olan bir Türkiye’nin tüm dünyada prestij kazanacağı ve
böylece bölgede ve Türk dünyasında itibarlı bir ülke olarak lider ülke olacağı
savunulmaktadır. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının her iki tarafta da olmaması
gerektiği yönünde ikinci bir görüş de mevcuttur. Çünkü ABD yanında yer alacak
olan bir Türkiye’nin Ortadoğu ve İslam ülkeleri nezdinde prestij kaybedeceği,
bölgenin lider ülkesi olma iddiasını kaybedeceği ifade edilmektedir. Bu bölgede
Türkiye’nin lider ülke olması gerektiği, bunun için de savaşta taraf tutmayan
arabulucu bir rol üstlenmesi ve barışı oluşturmaya çalışması gerektiği öne
sürülmüştür.
4. Yazılı Basında Bosna Savaşı ve Ulusal Çıkarlar
Slovenya ve Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılması ve önce Almanya, ardından da
Avrupa Birliği tarafından tanınmasından sonra, Sırbistan ve 1990’ların sonuna dek
ona fiilen bağlı Karadağ’dan oluşan bir federasyon içinde kalmak istemediklerinden,
Bosna-Hersek ile Makedonya da ayrılma yoluna gittiler. 1 Mart 1992'de yapılan
referanduma, Bosnalı Sırplar boykot ettigi için yüzde 64'lük bir katılım oldu ve
katılanların yüzde 99'u bağımsızlık yönünde oy kullandı. 3 Mart’ta Bosna-Hersek
bağımsızlığını ilan etti. Bosnalı Sırplar ise aynı ayın sonunda başkent olarak kabul
ettikleri Pale’de Sırp Cumhuriyetini (Republika Srpska) ilan ettiler. 6 Nisan 1992'de
Avrupa Birliğinin, 7 Nisan’da da ABD'nin Bosna-Hersek'i tanımasının ardından
106
Bosnalı Sırplar, çoğunluğu Sırplardan oluşan federal ordunun desteğiyle Bosna
topraklarını işgal etmeye başladılar. Savaşa hazırlıklı oldukları anlaşılan Sırp tarafı
kısa sürede Bosna topraklarının yüzde 70'ini ele geçirdi. Bosna-Hersek'teki savaşı
sona erdiren ve yeni bir düzen kuran Dayton Anlaşması büyük ölçüde ABD'nin
girişimleriyle 21 Kasım 1995'te Dayton’da Boşnakların Aliya İzzetbegoviç, Hır-
vatların Franyo Tucman, Sırpların Slabodan Miloseviç tarafından temsil ettiği bir
toplantıda parafe edildi ve 15 Aralık 1995'te Paris'te imzalandı. Dayton
Anlaşmasıyla Bosna-Hersek’in egemenliği ve bütünlüğü tanınırken ülkenin yüzde
51'i Boşnak-Hırvat Federasyonuna, yüzde 49'u ise Bosna'daki Sırp Cumhuriyetine
(Republika Srpska) bırakıldı. Böylece, dünya tarihinde ilk kez bir cumhuriyetle bir
federasyondan oluşan bir devlet kurulmuş oldu. Dayton Anlaşmasıyla barışı
uygulamak için silah kullanma yetkisine sahip bulunan bir Uygulama Gücü
(lmplementation Force-IFOR) kurulması kararlaştırıldı ve ABD'nin 60.000
Türkiye’nin ise 1320 kişilik bir birlikle katıldığı bir güç oluşturuldu. Haziran
1997’de görevini tamamlayan bu gücün sayısı 30.000'e indirildi ve adı İstikrar
Gücüne (Stabilization Force SFOR) dönüştü.207
Bu araştırmada, dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesi208 olan Hürriyet ve Sabah
gazetelerinin 8 Kasım – 8 Aralık 1992 tarihler arasındaki günlük sayıları
incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile ilgili olarak Sabah gazetesinde 22 haber 4
köşe yazısı, Hürriyet gazetesinde ise 29 haber ve 6 köşe yazısı olmak üzere toplam
51 haber ve 10 köşe yazısı incelenmiştir.
207 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, II. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 493-494. 208 Kaynak, Basın-İlan Kurumu
107
Hürriyet ve Sabah gazetelerinde haber aktörlerini ağırlıklı olarak Sırplar, Batı,
Bosna ve Türkiye oluşturmuştur. Burada Sırplar ve Batı olumsuzlanırken Bosna ve
Türkiye olumlanmaktadır. Bu durum çatışmanın iyi ve kötü taraflarının
belirlenmesini de beraberinde getirmektedir.
Çatışmanın iyi ve kötü tarafları basın tarafından belirlenmiştir. Burada saldırgan ve
mazlum ayırımına gidilmiş ve Sırplar saldırgan, zulüm uygulayan, Bosnalı
Müslümanlar ise zulme maruz kalan, mazlum olarak ele alınmıştır. Bosnalı
Müslümanların “mazlum” olarak nitelendirildikleri sıklık derecesi ‘6’ olmuştur. Buna
karşılık Sırpların negatif olarak nitelendirildikleri sıklık derecesi ise ‘15’ olmuştur.
Dolayısıyla yapılacak bir müdahale de saldırganı durdurmak, zulme engel olmak
olarak tanımlanmıştır. Sırplar haber ve yorumlarda: “Katliam yapan Sırplar”, “Sırp
işgali”, “Sırp saldırganlar”, “Hiçbir ateşkes antlaşmasına riayet etmeyen Sırplar” gibi
çerçevelerle sunulmaktadır. Sırpların Bosna Hersek’te başlattıkları olaylar
neticesinde meydana gelen durum ele alınırken; Bosna’da inanılmaz bir manzaranın
yaşandığı ve bu duruma bütün dünyanın gözlerini yumduğunu, bilmezden geldiğini
insanların bir vahşet içinde oldukları ve yoksulluktan öldükleri belirtilmektedir.
Sırpların uluslararası kuruluşların almış olduğu kararlara uymadıkları, BM’nin
ateşkes kararına rağmen saldırılarını devam ettirdikleri üzerinde en çok durulan
konulardan biri olmuştur. Basın, Bosna’da yaşananları Sırpların “etnik temizlik”
yaptıkları şeklinde ele almaktadır. Uluslararası İnsan Hakları Birliğinin Bosna’da
yaşanan olayları “etnik temizlik” olarak nitelediği, bunu da yayınlamış olduğu bir
raporda “etnik temizlik hareketi çerçevesinde azınlık gruplarının yerlerinden
edindikleri, tecavüze uğradıkları, işkence gördükleri ve öldürüldükleri”ni belirttiğini
108
ifade etmektedir.”209 BM’nin Saraybosna’daki barış gücünün komutanı olan General
Ali Abdu’l-Rezzak’ın dünyaya Sırp vahşetine, Sırp barbarlığına karşı imdat çığlığı
attığını ve hemen askeri bir müdahalenin yapılması gerektiğini, bunun da Bosnalı
Müslümanların ne kadar zor durumda olduğunu gösterdiği ifade edilmiştir.
Haberlerde Bosnalı Müslümanların artık kaybedecek hiçbir şeylerinin kalmadıkları,
Sırp çetelerinin (çetnikler) Bosnalı Müslümanlara zulmettikleri, kadınların tecavüze
uğradıkları vurgulanmaktadır. Çetniklerin yapmış oldukları zulüm ve tecavüz olayına
bir örnek olarak 13 yaşındaki Boşnak bir Müslüman kız örnek gösterilmektedir.
Yirmi Sırp çetecinin ona hem tecavüz ettikleri hem de çeşitli yerlerinden yaraladıkları
fotoğrafıyla birlikte verilmektedir.210 Sırpların özellikle insani yardım kuruluşlarının
Bosna’ya girmelerine izin vermemeleri ve bunun sonucunda yaşanan açlık ve kıtlık
basının üzerinde durduğu Sırp kötülüğünden biri olmuştur. Bu durum: “Sırplar BM
konvoyunu engelliyor”211 “BM yardımı Sırplara takıldı”212 “Bosna Somali’den
beter”213 gibi haber başlıklarıyla sunulmaktadır. Yapılan haberlerde özellikle
Sırpların bu yardımları engellemeleri, Boşnak Müslümanları, sert kış koşulları, açlık
ve hastalık nedeniyle ölüm tehdidiyle baş başa bıraktığı vurgulanmaktadır. Liberal
basın ilk defa Batı’ya yönelik eleştirileri paylaşmakta ve bu olay itibarıyla özellikle
tarihsel bağlantıları dolayısıyla Müslümanlığı ön plana çıkarmaktadır. Bu bölgenin
eski Osmanlı toprakları olması ve tarihte Balkan Savaşlarının yaşanması, Türkiye’nin
bu bölgeyle ilgilenmesi gerektiği konusunda basında bir kanaat ortaya koymuştur.
Tarihi kıyaslamalar da bunun üzerinden yapılmıştır. Batıya yönelik eleştirilerin
209 Hürriyet, 5 Aralık, 1992. 210 Sabah, Çetnik Zulmü!, 27 Kasım, 1992. 211 Sabah, 27 Kasım, 1992. 212 Hürriyet, 28 Kasım, 1992. 213 Hürriyet, 27 Kasım, 1992.
109
başında inanç ve maddi çıkarların uyuşmaması gelmektedir. Bosna-Hersek’in
Müslüman olması ve yeraltı zenginlikleri açısından fakir olması liberal basın
tarafından batının yardım etmesini engelleyen en önemli iki unsur olarak
değerlendirilmekte ve batı iki yüzlülükle suçlanmaktadır. Bunun en önemli
belirtilerinden biri de bu dönemde Somali’de yaşanan açlık felaketine Batı’nın
yardım etmesi ancak; Bosna’da yaşanan zulme, soykırıma ses çıkarmamasıdır.
Bosna’daki olaylara sessiz kalan Batı dünyası eleştirilirken ve ikiyüzlülükle itham
edilirken, konu ile ilgili haber ve yorumlar genellikle “Boşnaklar sırtından
bıçaklandı”214, “Ambargo utancı”, “Bosna Somali’den beter”215, “Çifte standart”216
gibi haber başlıkları ile verilmektedir. Bosna Hersek’te yaşanan olaylar bu dönemde
Somali’de yaşanan açlık felaketine yapılan yardımlarla kıyaslanarak batının
ikiyüzlülüğü ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır. Konuyla ilgili olarak yapılan haber
ve yorumlarda Bosna’da yaşanan olaylar “Avrupa’nın ayıbı” olarak
nitelendirilmektedir. Bu konuda Batı dünyasının resmi açıklamalarına değinilmekte
ve bunlara mesafeli yaklaşılmaktadır. Özellikle Somali’ye açlık felaketinden dolayı
asker gönderen ABD eleştirilmekte ve bu “ABD’nin çifte standardı”217 olarak
değerlendirilmektedir. Bosna’daki Boşnak soykırımına seyirci kalındığı, buna
karşılık ABD’nin açlık felaketinden dolayı Somali’ye 30 bin asker göndermeye
hazır olduğu, bunun ABD’nin Bosna’da yaşanan olaylara karşı vurdumduymaz
tavrının bir kefareti olduğu ifade edilmektedir. Burada özellikle batının çıkarlarının
da Bosna’daki bu olaylara karışılmasının önüne geçtiği, bu yüzden yaşanan olaylara
214 Hürriyet, 29 Kasım 1992. 215 Hürriyet, 8 Kasım 1992. 216 Hürriyet, 7 Aralık 1992. 217 Sabah, 7 Aralık, 1992.
110
müdahale edilmediği vurgulanmaktadır. Mümtaz Soysal bununla ilgili bir
kuşkusunu şöyle ifade etmektedir: “Avrupa açısından ‘yanlış yere yerleşmiş’ bir
Müslüman ‘kalıntı’nın silinip gitmesine seyirci kalma söz konusu. Sinsice, kalleşçe,
hoşgörü sözü etmeden. Ama Asya uçlarına uzanan AGİK’in aynı tutumu paylaşması
bir tuhaf. Acaba Bosna Hersek petrol kuyularıyla dolu olsaydı, durum aynı mı
olurdu?”218 Bosna Hersek’te yaşanan olaylarda özellikle Müslüman Boşnakların
Sırplar tarafından hedef alınmaları ve en ağır yarayı almalarına bir neden olarak da
BM tarafından uygulanan silah ambargosu gösterilmektedir. Sırpların bu ambargoyu
deldikleri BM silah ambargosunun Sırplar tarafından ihlal edildiği, bu ambargodan
zararlı çıkan tarafın yine Müslüman Boşnakların olduğu haber ve yorumlarda ele
alınmaktadır. Özellikle ABD’nin bu konuda:
Bosna üzerindeki silah ambargosunu kaldırılması, çatışma bölgesine
giren silah miktarlarının artmasına ve sonuçta daha çok kan
dökülmesine yol açacaktır. Ambargonun kalkması kısa dönemde
Boşnaklar lehine bir avantaj oluştursa da, uzun dönemde işi tamamen
içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Ayrıca Bosna ordusu ihtiyaç
duyduğu silahları kullanabilecek deneyime sahip değildir. Bir de
ambargonun kalkmasıyla birlikte çatışmaların genişlemesi, insancıl
yardımların sevkıyatını da tehlikeye sokabilir.219
şeklinde ifade edilen argümanlarının inandırıcılıktan uzak olduğu kabul
edilmektedir. Sırpların ve Hırvatların aralarında barış antlaşması imzalamalarının da
Boşnakların sırtlarından vurulduğu şeklinde ele alınmaktadır. Bu anlaşmaya kadar
olan sürede Boşnaklar ve Hırvatlar beraber hareket etmekteydiler. BM İnsan Hakları
Komisyonu tarafından alınan kararla yaşanan durumun “soykırım” olup olmadığının
218 Mümtaz Soysal, Hoşgörü, Hürriyet, 18 Kasım, 1992. 219 Sedat Ergin, Hürriyet, 16 Kasım, 1992.
111
tanımlanması ülkelerin kendi yorumlarına bırakılmıştır. Bu aşamada Müslüman
ülkeler bunu “soykırım” olarak resmen ifade ederken; ABD ve Batılı ülkelerin
burada da ikiyüzlülüklerini ortaya koydukları, “soykırım” tanımından uzak
durdukları ifade edilmektedir.220 NATO’nun Bosna’da yaşanan olaylara seyirci
kalması da eleştirilmekte, NATO’nun bu konuda savunmasının da inandırıcı
olmadığı vurgulanmaktadır. NATO’nun kendisini “NATO’nun barış yapma, barış
oluşturma görevi yoktur, barışı koruma işlevi vardır, Bosna Hersek’te barış olsun,
biz koruruz.”221 şeklinde savunmasının inandırıcılıktan uzak olduğu ifade
edilmektedir. Batı’nın Somali’ye asker gönderme kararı alması ve Bosna’da
yaşananlara duyarsız kalması, Hürriyet gazetesinde Bosna’da savaş manzaralarının
yer aldığı fotoğraflarla beraber “Üç Maymun” resmi çizilerek konuya dikkat
çekilmeye çalışılmıştır. Burada, Batı’nın Bosna’ya ne kadar duyarsız olduğu
vurgulanmaya çalışılmış ve “Why” ‘Niçin’ sorusu sorulmuştur.
Yaşanan savaş tarihi olaylarla kıyaslanırken; olayın meydana geldiği coğrafya
dikkate alınarak Osmanlı Devleti döneminde 1912 yılında yaşanan Balkan Savaşı ile
benzerlik kurulmaya çalışılmıştır. Balkanlarda özellikle Bosna Hersek’te yaşanan
gelişmeler üzerine Türkiye bir Balkan Zirvesi’nin toplanması için girişimlerde
bulunmuştur. Türkiye’nin öncülüğünde Balkan Zirvesi’nin toplanması, Türkiye’nin
bir diplomasi zaferi olarak nitelendirilmiştir. Ertuğrul Özkök,222 bu zirveye katılan
ülkelerin “Avusturya, Macaristan, İtalya, Arnavutluk, Hırvatistan, Slovenya,
Bulgaristan, Romanya, Bosna Hersek ve Türkiye olduğunu belirttikten sonra bu
220 Hürriyet, 2 Aralık, 1992. 221 Ahmet Tan, NATO Düşman Arıyor, Sabah, 18 Kasım, 1992. 222Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 25 Kasım, 1992.
112
isimlerin insanın gözünün önüne I. Dünya Savaşı öncesi Balkanlar haritasını
getirmiyor mu?” sorusunu sormakta ve “Harita bu olduğuna göre herkesin tarihin
tekerrür etmemesi için uğraşması gerekiyor.” demektedir.
Türkiye’nin Bosna Hersek konusunda takındığı tavrı basın iki şekilde ele almıştır:
Birincisi Türkiye’nin Bosna Müslümanlarıyla ilgili çabaları, ikincisi ise Türkiye’nin
buradaki çıkarları. Türkiye Bosnalı Müslümanların içinde bulunduğu zor durumdan
kurtulmaları için öncelikle silah ambargosunun kaldırılmasını çeşitli uluslararası
kuruluşlarda ve dış devletlerde dile getirmiştir. Basın da bu amaçla Türkiye’nin
girişimlerine yer vermiş ve bu girişimleri desteklemiştir. Türkiye’nin bu konudaki
çabaları ve Bosna’ya yapılan insani yardımlar haberlerde yer almış, Türkiye’nin
Bosna Hersek’e gönderdiği insani yardım incelenen süre zarfında Bosna’yla ilgili ilk
manşet olmuştur. “Türk Yardımı Bosna’da”223 Yardımın Müslümanların çok zor bir
durumda oldukları bir dönemde gerçekleştirildiği ve Bosna’da yardımın
gözyaşlarıyla karşılandığı haberlerde ön plana çıkarılarak verilmiştir. Basında
Türkiye’nin çıkarlarına nadiren yer verilmektedir. Türkiye’nin çıkarlarının ele
alındığı yazılar “Balkanlarda yeni Türkiye”, “Büyük düşünmek”, “Bölgesel süper
güç olma” gibi başlıklarla sunulmaktadır. Balkanlarda özellikle Bosna Hersek’te
yaşanan gelişmeler üzerine Türkiye bir Balkan Zirvesi’nin toplanması için
girişimlerde bulunmuştur. Türkiye’nin öncülüğünde Balkan Zirvesi’nin toplanması,
Türkiye’nin bir diplomasi zaferi olarak nitelendirilmiştir. Sedat Sertoğlu224 köşe
yazısında Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin Türkiye’nin önüne çok önemli bir
223 Sabah, Türk yardımı Bosna’da, 27 Kasım, 1992. 224 Sedat Sertoğlu, Büyük Düşünmek, Sabah, 20 Kasım, 1992.
113
fırsat koyduğunu ve bunun değerlendirilmesi durumunda Türkiye’nin bölgesel süper
güç olabileceğini ifade etmektedir.
Türkiye Balkanlardan Orta Asya’ya kadar olan bölgenin tarihini
değiştirme gücüne sahiptir. Başımızın üzerinde yetmiş yıldır
Demokles’in kılıcı gibi duran Sovyetlerin kâbus rejiminin yıkılması
Balkanların haritasının yeniden çizilmeye başlanması, Doğu
komşularının özlemleri, Irak savaşı Türkiye Cumhuriyetinin önüne belki
de tarihinin en önemli şansını getirdi. Bu şans yukarıda sınırlarını
çizdiğimiz bölgede “süper güç olma” şansıdır.
Sedat Sertoğlu, yazısının devamında Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri güç
olarak bölgenin en güçlü ülkesi olduğunu belirttikten sonra Türkiye’nin “üç ayaklı
bu gücü”nü sonuna kadar kullanması gerektiğinin altını çizmektedir. Balkan
ülkeleriyle hemen bir araya gelinmesi gerektiği ve bu toplantıda Türkiye’nin
bölgedeki ekonomik, siyasi ve askeri ağırlığının herkese hissettirilmesi gerektiğini
vurgulamaktadır. Türkiye’nin ulusal çıkarları burada daha çok prestij üzerine
kurulmuştur. Türkiye’nin bu süreçte güçlenmesi ve uluslararası arenada saygın bir
ülke olması için takip etmesi gereken politikayı Cengiz Çandar şu şekilde ifade
etmektedir:
Zirvenin amacı Bosna-Hersek’teki alevlerin Kosova ve Makedonya’ya
sıçramasının önlenmesinin yollarını araştırmak. Bu konuda sonuca
gitmek için Yunanistan’ın uluslararası arenada yalnız bırakılması şarttır.
Yunanistan Makedonya’yı tanımamakta… Makedonya Avrupa
sisteminin dışında tutulursa, bölgesel haydutlar(Miloseviç gibi) ve
bölgesel şizofrenler (Yunanistan gibi) elleri kolları serbest hareket
ederler ve sonuç, Türkiye’nin de kendini alıkoyamayacağı bir balkan
savaşı olur. Türkiye eşsiz coğrafyasınıjn verdiği imkânlarla, ne kadar
süreceği belli olmayan bir uluslararası belirsizlik döneminde, kendisini
114
güçlendirecek ve uluslararası sahnede itibarlı bir ülke haline
getirebilecek olumlu roller oynamak için her türlü şansa sahiptir. Bunun
önündeki engel sadece ve sadece kendisidir.225
Bu süreçte, Türkiye’nin çıkarları daha çok uluslararası arenada saygın bir ülke
olması üzerine kurulmuştur. Somali’ye asker gönderme kararıyla beraber Bosna’ya
da asker gönderme izni meclisten alınmıştır.
Bosna Savaşı’nda Türkiye’nin ulusal çıkarları ele alınırken, daha çok prestij
üzerine bina edilen bir ulusal çıkar yaklaşımı sergilenmiştir. Özellikle tarihsel
bağlantılarından dolayı Türkiye’nin bu bölgeyle ilgilenmesi gerektiği
vurgulanmış, bu amaçla Türkiye’nin diplomatik çabaları basın tarafından da
desteklenmiştir. Bu çabalar eski Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir bölgesel güç
olma şansı şeklinde yorumlanmıştır.
5. Yazılı Basında Kosova Savaşı ve Ulusal Çıkarlar
Kosova sorunu Balkanların en karmaşık sorunlarından biridir. Haziran 1389'da
Priştine yakınlarında Kosova Polje denen ovadaki muharebede hem Sırp Kralı
Lazar’ın öldürülmesi ve Sırpların yenilmesi, hem de Osmanlı Padişahı Sultan I.
Murat’ın Miloş Obiliç tarafından öldürülmesi Sırp tarihinde ve kültüründe derin bir
iz bırakmıştır. 1912’ye kadar Osmanlı yönetimi altında kalan Kosova bu tarihte
225 Cengiz Çandar, Balkan Zirvesi ve 32. Gün, Sabah, 24 Kasım 1992.
115
Sırpların egemenliğine bırakıldı. İki savaş arası dönemde yoğun Sırplaştırma
politikasına tabi tutuldu. İkinci Dünya Savaşı’nda İtalyan işgalinden sonra Kosova
tekrar Yugoslavya'ya geçti ve 1946 Anayasasıyla “özerk toprak” ilan edildi.
Arnavutlar ise Kosova'nın Yugoslavya sınırları içinde kalmasına tepki göstererek,
Tito Yugoslavyası’ndaki ilk başkaldırılarını yaptılar. 1968'de Kosova’da başlayan
gösteri ve ayaklanmalar, Kosovalı Arnavutların kendi dillerinde eğitim, kendi
üniversitelerine sahip olma gibi bazı haklar elde etmelerini sağladı. 1974
Anayasasıyla bu haklar daha da geliştirildi ve Kosova, Arnavutluk’la kültürel
ilişkiler kurma, Federasyon bayrağının yanına kendi bayrağını çekme, Sırbistan’ın
Kosova’yla ilgili alacağı kararları veto edebilme, başkanlık konseyinde temsil
edilme gibi çok geniş bir özerk statü elde etti. Bundan sonra Kosova’da, geçmişin
tersine yoğun bir Arnavutlaştırma politikası izlendi. 1989 sonuna doğru Sırbistan
Kosova’nın özerkliğini kaldırdı. Arnavutların bütün hakları ellerinden alındı.
Arnavutların buna tepkisi 1991’de “Kosova Cumhuriyeti”ni ilan etmeleri ve Sırp
yetkililerle her türlü teması kesmeleri oldu. İbrahim Rugova liderliğinde pasif
direniş başlattılar ve eğitim ve sağlık hizmetlerini kendi aralarında örgütleyerek
paralel bir devlet sistemi kurdular. Yaklaşık 10 yıl süren bu politika beklenen
sonucu vermeyince 1998 başından itibaren Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK-Ushtria
Çlirimtare Kosoves) silahlı mücadeleye girişti. Karşılığında, Arnavutlara karşı bir
etnik temizlik başladı. ABD’nin Rambouillet’de önerdiği, Kosova’ya NATO
askerlerinin yerleştirilmesi ve 3 yıl sonra bağımsızlığının oylanması gibi hükümleri
Yugoslav yönetimi kabul etmeyince, NATO BM Güvenlik Konseyinin kararı
olmadan 24 Mart 1999’da Yugoslavya’yı bombalamaya başladı. Sonunda,
Yugoslavya, ABD’nin planını kabul etti. Buna göre bölgedeki barışı sağlamak üzere
116
NATO’nun da katılacağı, KFOR (Kosova Force) adı verilen uluslararası bir güç
Kosova’ya yerleştirildi, Yugoslav güvenlik güçleri tarihsel ve dinsel yerler dışında
bölgeden çekildi ve Arnavutların geri dönmesi kabul edildi. Bundan sonra
Kosova’nın sivil yönetimi geçici bir dönem için UNMIK’e (UN Mission in Kosova)
bırakılırken güvenliği KFOR tarafından sağlanmaya çalışıldı. Kosova’da barışı
korumak için yerleştirilecek olan uluslararası güce (KFOR) Türkiye de 1.000 kişilik
bir birlikle katılma kararı aldı. NATO yetkilileriyle yapılan görüşmeler sonucu
Kosova’ya gönderilecek Türk birliğinin, Türklerin yaşadığı Mamuşa, Dragoş ve
Prizren yakınlarına yerleştirilmesi kabul edildi. NATO’nun şemsiyesi altındaki
uluslararası birlikler bölgeye girerken, Türkiye, Bulgaristan’la NATO arasında geçiş
sorunu yüzünden çıkan anlaşmazlık sonucu buraya birlik göndermekte gecikti ve bu
birlik ancak 30 Haziran 1999’da yola çıkabildi.226
Bu araştırmada, dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesi227 olan Hürriyet ve Sabah
gazetelerinin 9 Eylül – 9 Ekim 1998 tarihleri arasındaki günlük sayıları
incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile ilgili olarak Hürriyet gazetesinde 10 haber
1 köşe yazısı, Sabah gazetesinde ise 30 haber olmak üzere toplam 40 haber ve 1
köşe yazısı incelenmiştir.
Hürriyet ve Sabah gazetelerinde haber aktörlerini daha çok Sırplar ve Kosovalı
Arnavutlar oluşturmaktadır. Sırplar, olumsuz bir şekilde ele alınırken; Kosovalı
Arnavutlar olumlanmaktadır. Çatışmanın iyi ve kötü tarafları da haber aktörlerine
226 Baskın Oran, Türk Dış Politikası, II. Cilt, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s. 509. 227 Kaynak, Basın-İlan Kurumu
117
uygun bir görüntü arz etmektedir. Basın, çatışmanın iyi ve kötü taraflarını
belirlemiştir. Bu çatışmada kurban durumunda olan Kosovalı Arnavutlardır. Bunun
karşısında saldırgan durumunda olan Sırplar olmuştur. Sırp vahşeti/saldırısı haber ve
yorumlarda toplam 17 kez; Kosovalı ve Arnavut katliamı ise toplam 13 kez tekrar
etmiş ve en çok vurgu yapılan temalar olmuştur. Bununla birlikte Sırbistan Devlet
Başkanı Slobodan Miloseviç, en sık olumsuzlanan lider olmuştur. Savaş, Sırpların
Kosovalı Arnavutlara uyguladığı “katliam” ve “katliama uğrayan Kosovalı
Müslümanlar” şeklinde tanımlanmıştır.
Basın, Kosova olaylarını genellikle dış haberler kısmında ele almış, köşe yazarları
konuyu pek ele almamışlardır. Basın, Kosova’da yaşanan olayların sorumlusu
olarak Sırpları görmektedir. Sırplar, mütecaviz konumunda yer almaktadır. Olay;
“Sırp vahşeti”, “Sırp saldırısı”, “BM kararına uymayan Sırplar”, “Soykırım” gibi
çerçevelerle sunulmaktadır. Sırplar, burada işkence uygulayan, vahşet sergileyen
taraf olarak ele alınmakta, Sırp lider Slobodan Miloseviç ise; “Sırp kasabı”, “Bosna
kasabı” olarak nitelendirilmektedir. Sırp liderin güvenilmez olduğu geçmişinde bu
tür katliamların arkasında olduğu ifade edilmektedir. Buna karşılık Kosovalı
Arnavutlar “masum”, “bağımsızlık savaşı veren” gibi çerçevelerle sunulmaktadır.
Sırplara karşı düzenlenecek bir operasyona karşı olan Rusya, “Sırp hamisi” olarak
değerlendirilmektedir. Yaşanan olayların sona erdirilmesi için yapılan girişimler
resmi ağızlardan aktarılmakla birlikte haberlerde yoruma da yer verilmektedir.
Basın, Kosova’da yaşananları Sırplar tarafından girişilen bir etnik temizlik, soykırım
olarak ele almaktadır. Haberlerde, Kosova’da her gün Sırpların işlediği yeni bir
katliamın ortaya çıktığı, uluslararası toplumun derhal harekete geçmesi gerektiği
118
üzerinde durulmuştur. Kosova’ya Balkanların kanayan yaralarından biri olarak
bakılmakta ve yaşanan olaylarda sivil halkın çektiği sıkıntılara yer verilmektedir.
Özellikle bu konudaki resmi söylemlere de yer verilmektedir. ABD Başkanı Bill
Clinton’un “Çoğunluğu kadın ve çocuk binlerce kişi yaşam savaşı veriyor, ağaçların
arasında yaşayanlar soğuktan ölebilir. Tüm müttefiklerimizle en kısa sürede bu
insanlık dramına son vermeliyiz.”228 sözlerine yer verilmekte ve uluslararası
toplumun hemen harekete geçmesi gereği üzerinde durulmaktadır. Sırplar tarafından
öldürülen insanların fotoğrafları ele alınmakta ve bu fotoğraflar üzerinden
haberlerde yorumlar yapılmaktadır. Sırplar tarafından öldürülen bir bebeğin
fotoğrafının ele alındığı “boynunda emzik, alnında kan” başlıklı haberde şu
ifadelere yer verilmektedir: “Cani Sırplar bebeklere bile acımadılar, tüm köyü
kurşuna dizen katiller insanları daha sonra bir paçavra gibi köy korusuna fırlatıp
attılar.”229 Olayları bizzat yaşayan, katliamlara tanık olan Kosovalı Arnavutların
yaşadıkları sıkıntılara birinci ağızdan yer verilmektedir. Basın, özellikle toplu
öldürme olaylarının ortaya çıkmasıyla uluslararası topluma seslenmekte ve yaşanan
olaylara müdahale etmeye çağırmaktadır. NATO gibi uluslararası kuruluşlar olayları
seyretmekle suçlanmaktadır. NATO’nun yaşanan olaylara müdahale etme
girişimleri söz konusu olduğunda, bu girişimler memnuniyetle karşılanmaktadır.
“BM ve ABD, Kosova’da Sırp askerlerin yedi aydır sürdürdüğü etnik temizliğe
karşı tepki göstermeye başladı.”230 Savaş ihtimali üzerine basında, haritalar üzerinde
NATO’nun ve Sırp güçlerinin sahip olduğu askeri güçleri verilmeye başlanmıştır.
Savaş ihtimalinin ortaya çıkmasıyla gazetelerin haber başlıklarında askeri terimlerin
228Sabah, 18 Eylül, 1998. 229 Sabah, 1 Ekim, 1998. 230 Sabah, 3 Ekim, 1998.
119
de kullanılmaya başlandığı gözlenmektedir. “SAVAŞ”, “Hedefe kilitlendi” gibi
başlıklar savaşa yaklaşıldıkça kullanılan haber başlıkları olmuştur. Türkiye, 9 Ekim
1998’de TBMM’den Kosova’ya asker gönderme kararı almıştır.
Bu süreçte Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından olay ele alınmamış, Köşe yazarları
da bu dönemde konuya pek ilgi göstermemişlerdir. İncelenen süre zarfında Hürriyet
gazetesi köşe yazarlarından Hadi Uluengin’in Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından
Türkiye’nin bu bölgeyle ilgilenmesi gerektiği yönünde yazdığı köşe yazısından
başka bir yazıya rastlanılmamıştır. Hadi Uluengin, yazısında: “...Bizi de sonsuz
yakından ilgilendiren veya ilgilendirmesi gereken komşu batıdaki ciddi cenk
tınılarına dikkat kesilmemizde büyük yarar var” demektedir. Bunun dışında olay
haberlerle sınırlı tutulmuş ve Türkiye’nin ulusal çıkarları dile getirilmemiştir.
Kosova Savaşı’nda Hürriyet ve Sabah gazetelerinde haber aktörlerini daha çok
Sırplar ve Kosovalı Arnavutlar oluşturmaktadır. Sırplar olumsuz bir şekilde ele
alınırken, Kosovalı Arnavutlar olumlanmaktadır. Çatışmanın iyi ve kötü tarafları
da haber aktörlerine uygun bir görüntü arz etmektedir. Buna göre Sırplar zulüm
uygulayan, soykırım yapan tarafta yer alırken, Kosovalı Arnavutlar mazlum,
soykırıma uğrayan şeklinde konumlandırılmışlardır. Bu süreçte çatışma, herhangi
bir tarihsel kıyaslamaya tabi tutulmamış ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarına da pek
değinilmemiştir. Gazeteler Kosova ile ilgili olaylara, uluslararası resmi
açıklamalara dış haberler servisinde yer vermişlerdir. Köşe yazarları konuya ilgi
göstermemişlerdir.
120
6. Yazılı Basında Afganistan Savaşı ve Ulusal Çıkarlar
11 Eylül 2001’de ABD’nin New York eyaletinde, Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz
kulelerine ve Amerkan Savunma Bakanlığı Pentagon’a yolcu uçakları ile saldırılar
düzenlendi. Bu saldırılar sonucunda Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kuleleri yıkıldı,
Pentagon’da hasar meydana geldi. Bu saldırılardan sonra ABD, saldırının
sorumlusunun El-Kaide lideri Usame Bin Laden olduğunu öne sürerek,
Afganistan’da bulunan Usame Bin Laden’in kendisine teslim edilmesini istedi.
Afganistan’da yönetimde bulunan Taliban, ABD’den Bin Laden’in bu saldırıları
gerçekleştirdiğine dair kanıt getirmesi halinde Bin Laden’i kendilerine teslim
edeceğini, aksi durumda bu isteği geri çevireceğini açıkladı. Bu konuda yeterli
kanıtları sunamayan ABD, arkasına uluslararası desteği de alarak Afganistan’a
saldırdı ve yönetimdeki Taliban’ı devirdi. Türkiye de bu savaşta, NATO’nun 5.
maddesi gereği ABD’ye destek vermiştir. Hükümet, 12 Ekim 2001’de yurt dışına
asker gönderme iznini TBMM’den almıştır.
Bu araştırmada, dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesi olan Hürriyet ve Milliyet
gazetelerinin 12 Eylül – 12 Ekim 2001 tarihleri arasındaki günlük sayıları
incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile ilgili olarak Milliyet gazetesinde 18 haber
32 köşe yazısı; Hürriyet gazetesinde ise 20 haber ve 21 köşe yazısı olmak üzere
toplam 38 haber ve 53 köşe yazısı incelenmiştir.
121
Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde en sık ele alınan haber aktörleri Türkiye ve Batı
olmuştur. Basında, Türkiye ve Batı’nın bu kadar çok sıklıkta yer alması özellikle
Türkiye’nin yıllarca terörle savaştığı halde Batı’nın onu anlamadığı veya anlamak
istemediği ancak bugün Batı’nın da aynı acıları çektiği ve Türkiye’yi anlayabileceği
vurgusunu ön plana çıkarması dolayısıyladır. Bu süreçte Türkiye, genellikle
olumlanırken; buna karşılık Batı olumsuzlanmaktadır. ABD, daha çok terörden
dolayı mağdur olan ülke olarak ele alınmakta ancak; Türkiye’ye terörle
mücadelesinde yardım etmediği için de eleştirilmektedir. Afganistan ve Taliban
genel anlamda terörizmle bağlantılandırılarak suçlu konumuna sokulmaktadır.
Bir tarafta terör öbür tarafta ise teröre maruz kalan ayırımı yapıldıktan sonra
çatışmanın iyi ve kötü tarafları da belirlenmiş olmaktadır. Buna göre El- Kaide
örgütü; “saldırgan”, “zalim” tarafta yer alırken; ABD, “saldırıya uğrayan”,
“mazlum” konumunda yer almıştır. 11 Eylül 2001’de ABD’nin New York
eyaletinde Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine yapılan saldırılar olayın ertesi
günü basında manşetten verilmiştir. “Üçüncü Dünya Savaşı gibi”231, “Dünyanın
kalbinde KAMİKAZE”232 12 Eylül 2001 tarihli gazetelerin manşeti olmuştur. Basın,
bunun bir terör saldırısı olduğunu, Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması”
teorisinin, teori olmaktan çıkıp, pratiğe dönüşme olasılığının bu saldırılardan sonra
çok yükseldiğini öne sürmüştür. Ancak bunun bir İslam-Hıristiyan savaşına
dönüşmemesi gerektiği, çünkü gerçekleştirilen saldırıların bir terör olayı olduğunu,
bunun İslam’a mal edilemeyeceği üzerinde de durulmaktadır. Bu konuda özellikle
ABD sağduyuya çağrılmaktadır. İlerleyen günlerde Türkiye’nin ABD’nin yanında
231 Hürriyet, 12 Eylül, 2001. 232 Sabah, 12 Eylül, 2001.
122
yer aldığı resmi ağızlardan ifade edilmekte, basın da bunu manşetlerine taşıyarak bu
yaklaşıma destek verdiğini haber ve yorumlarında göstermektedir.
Hürriyet ve Milliyet gazeteleri bu süreçte Türkiye’nin ulusal çıkarlarını özellikle iki
konu üzerinden değerlendirmektedir. Bunlardan en önemlisi güvenlikle bağlantılı
olarak terör, diğeri ise ekonomik çıkarlardır. Türkiye’nin fiili olarak ABD’nin
yanında yer alması söz konusu olduğunda, ABD’den gelmesi muhtemel ekonomik
yardımlar haberlerde ön plana çıkmaktadır. “Terörle savaşana ekonomik destek”233,
“Ön safta ol, parayı al”234, “Kesenin ağzını açacak”235, “Amerikalı Milletvekilinden
5 milyar dolarlık müthiş öneri”236 gibi haber başlıkları kullanılmaktadır. Türkiye’nin
ekonomik anlamda çıkarlarını ABD’nin Afganistan’a düzenleyeceği bir harekâtta
ABD’nin yanında yer almakta görenlerden Güneri Civaoğlu, Türkiye’nin o yıl
turizm gelirlerinin çok iyi olduğunun altını çizmektedir. Ancak Aralık ve Ocak
aylarındaki rezervasyonların tehlikede olduğunu belirttikten sonra şöyle devam
etmektedir:
Avrupa’nın rezervasyon iptallerinde birinci sıra Mısır’ın... İkinci sıra
Türkiye’nin... Yarınlarda ABD riskli ülkeleri ilan edecek ve ABD
vatandaşlarının oralara uçmamasını tavsiye edecek. Türkiye’nin listede
yer almaması için her şey yapılmalıdır. Sorun sadece ABD turisti değil,
onu izleyecek olan Avrupalı, Avustralyalı, Uzakdoğulu turisttir.
Devamında ihracat kredilerinin daralması, yabancı sermaye girişlerinin
sıfırlanması ve ekonomik krizin derinleşmesi olasılığıdır. Dikkat!237
233 Hürriyet, 20 Eylül, 2001. 234 Hürriyet, 21 Eylül, 2001. 235 Milliyet, 9 Ekim, 2001. 236 Milliyet, 4 Ekim, 2001. 237 Güneri Civaoğlu, Terör Gazisiyiz, Milliyet, 20 Eylül, 2001.
123
Köşe yazarları, gerçekleştirilen saldırıları terör olayı olarak nitelendirmekte ancak;
olaya farklı bakış açıları sergilemektedirler. Özellikle saldırılardan hemen sonraki
dönemde, ABD’ye terörle savaşında sonuna kadar destek verilmesi gerektiğinin altı
çizilmekle beraber Türkiye’nin yıllarca PKK terörüyle uğraştığı, bu yolda 30 bin
insanını kaybettiği fakat; Batı’nın bunu anlamadığı, kimi zaman da bu örgütlere
destek olduğu vurgulanmaktadır. Bu yüzden yaşanan bu saldırılardan sonra Batı’nın
Türkiye’yi daha iyi anlayacağı, bunun Türkiye’nin önüne bir fırsat olarak çıktığı ve
çok iyi değerlendirilmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. ABD’nin Afganistan’a
başlatacağı savaş dönemi yaklaştıkça, Türkiye’nin ABD’nin yanında fiili olarak
savaşa katılıp katılmaması hususunda tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bu tartışmalarda
Türkiye’nin ABD’nin yanında savaşa girmesini isteyenler olduğu gibi, savaş karşıtı
bir tutum içerisinde olanlar da olmuştur. Ancak gazetelerin politikası Türkiye’nin
ABD ile beraber savaşa girmesi yönünde olmuştur. Türkiye’nin fiili olarak ABD’nin
yanında savaşa girmesini isteyenler bu saldırılardan sonra Türkiye’nin soğuk savaş
döneminde sahip olduğu jeopolitik önemine tekrar geri döneceğini çünkü;
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın ABD’nin tanımladığı haydut devletlerin
bulunduğu coğrafya olduğunu, Türk-Amerikan ilişkilerinin özellikle Bill Clinton
döneminde “insan hakları ve demokrasi” düsturuna dayandığını, ancak bundan sonra
bunun yerini “güvenlik ve işbirliği” arayışlarının alacağını, silah satışlarında “insan
hakları” kriterinin öneminin azalacağını, bunun da Türkiye’nin ulusal çıkarlarına
özellikle terör dolayısıyla uygun olduğunu öne sürmüşlerdir. Batılı devletlerin
şekillendirmek istedikleri ülkelerin İslam ülkeleri olması nedeniyle, Türkiye’nin bu
savaşta çok etkili olacağı ancak; Türkiye’nin bu konumunu çok iyi kullanması
124
gerektiği üzerinde durulmuştur. Tuncay Özkan238 bunun kullanılmaması durumunda
Türkiye’nin savaşın sonucunda en az bir Kürt devletiyle karşı karşıya kalacağını,
ekonomik kayıplara uğrayacağını, petrol bölgelerinin Türkiye’nin istemediği
güçlerin eline bırakılacağını, Kafkaslarda İran’ın etkisinin ve nüfuzunun artacağını,
Türkiye’nin ekonomik olarak çok zor ve sosyal olarak da karışık günler geçireceğini
ifade etmektedir. Bu saldırılar dolayısıyla özellikle terörizm konusunda acı
deneyimlere sahip olan bir ülke olarak Türkiye’nin geleceği açısından olumlu
gelişmelerin yaşanabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur. Türkiye’nin, ABD’nin
terörist dediği ülkelerle çevrili durumda olduğu, Türkiye’nin kendi çevresinde de
terörle bir savaşımın yaşanacağı, bunun çok iyi kullanılması durumunda PKK terör
örgütünü bitirebileceği vurgulanmıştır. Oktay Ekşi; teröre karşı başlatılacak global
bir savaşta Türkiye’nin aktif rol almasını önermektedir. “Böyle yaparsak, Türkiye
‘medeniyetler çatışması’nda kendi kimliğine uygun medeniyeti seçmiş olur. Yarınki
dünyada söz sahibi olan insanı yakalar ve bugün başımızı ağrıtan AB üyeliği, Kıbrıs,
Türk-Yunan ilişkileri gibi konularda Batı dünyasını yumuşatabilir.”239 diyerek
ABD’nin bu savaşında, Türkiye’nin Batı’nın yanında yer almasını önermektedir.
ABD ve Afganistan arasında savaş çıkması halinde Türkiye’nin çıkarlarının
ABD’nin yanında yer alarak gerekirse asker göndermesi gerektiği, çünkü bu savaşın
bir medeniyetler savaşı haline dönüşme ihtimali olduğu, Türkiye’nin Batı’nın
yanında yer almasıyla bu görüntünün oluşmayacağı vurgulanmaktadır. Güneri
Civaoğlu bu konuda:
ABD öncülüğünde NATO’nun olası bir harekâtının, sadece
Hıristiyanlardan oluşan ‘haçlı seferi’ görüntüsünden çıkarılması ve
238 Tuncay Özkan, Yeni Bir Dünya Kurulurken Türkiye Nerede?, Milliyet, 8 Ekim, 2001. 239 Oktay Ekşi, Geleceğe Oynamak, Hürriyet, 16 Eylül, 2001.
125
insanlık adına yapılması veya en azından o görüntünün verilmesi için
Türkiye’nin de o saflarda yer alması büyük önem taşıyor. Türkiye
ağırlığını sağduyu doğrultusunda sapma olmaması için kullanabilir.240
demekte ve olası bir savaşta Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasını
savunmaktadır. Realist paradigmaya uygun olarak küresel politikada ebedi
dostluklar ve ebedi düşmanlıkların olmadığı, ebedi çıkarların olduğu, bu yüzden
geçmiş hesapların, duygusal birikimlerin bir tarafa bırakılarak, Türkiye’nin gri
bölgeden çıkıp safını daha net ortaya koyması gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye’nin
savaşın dışında kalma politikasının Türkiye’yi rol dağıtımında seyirci pozisyonuna
sokacağı öne sürülmektedir. Mehmet Yılmaz:
Uluslararası alandaki gelişmeler çok yakın bir gelecekte kendi özel
hukukunu da oluşturacak, uluslararası terörden en çok dert yanan
ülkelerden birinin geleceğin terörle mücadele hukukunu da belirleyecek
böyle bir durumun dışında kalmaması gerektiğini söylüyoruz. Bu, savaş
meraklısı olmak, savaş çığlıkları atmak değil. Kendi kaderine sahip
olmak, dünyanın geleceği belirlenirken o sahnede etkin rol almakla
mümkün olabilir.241
demektedir. Türkiye’nin ABD’ye vereceği desteğin karşılıksız olmaması,
Türkiye’nin Batı’dan isteyeceği bazı koşulların yerine getirilmesi durumunda bu
desteğin verilmesi gerektiği, bu koşulların da Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını
yakından ilgilendiren ve Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği örgütlerin
faaliyetlerine engel olunması olduğu ifade edilmiştir. Özellikle güvenlikle ilgili
240 Güneri Civaoğlu, Asimetrik Tehdit, Milliyet, 19 Eylül, 2001. 241 Mehmet Y. Yılmaz, Kendi Kaderini Kendin Yarat, Milliyet, 25 Eylül, 2001.
126
olarak terör örgütleri listesinde yer alan örgütlerin, Batılı ülkelerdeki çalışmalarına
son verilmesi ve bu örgütlerin kapatılmaları şeklinde bazı koşulların öne sürülmesi
istenmiştir. Yalçın Bayer, köşe yazısında bu koşulları şu şekilde sıralamıştır:
Atina ve Brüksel’deki DHKP-C bürolarının ve PKK’nın çeşitli
başkentlerdeki kuruluşlarının kapatılması, PKK Başkanlık Konseyi
Üyesi Rıza Altun’un Fransa’dan Türkiye’ye teslim edilmesi ya da sınır
dışına çıkartılması, Belçika ve İngiltere imkânlarını kullanarak yayın
yapan Medya TV’nin kapatılması, Avrupa Sosyalist ve Yeşiller
partilerine mensup milletvekillerinin PKK ve DHKP-C mensuplarıyla
görüşmemesi, destek vermemesi, Avrupa’daki Milli Görüş teşkilatının
faaliyetlerinin durdurulması.242
Olaya NATO penceresinden bakıldığında 11 Eylül saldırısının yalnızca ABD’ye
değil Türkiye’ye de yapılan bir saldırı olduğu varsayılmaktadır. Çünkü yeni
uygulamaya sokulan 5. maddeye göre NATO üyesi bir ülkenin uğradığı saldırı öteki
müttefik ülkelere de yapılmış sayılır. Bu yüzden bu savaşa katılmak Türkiye’nin
yerine getirmesi gereken bir sorumluluk olarak ele alınmaktadır.
Bu süreçte basının ön plana çıkardığı diğer bir konu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 11
Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen saldırılardan sonra yönetimsel anlamda ortaya
çıkan krizi iyi idare edemediğidir. Türkiye’nin yıllardır PKK terörü ile uğraştığı
ancak; Batı’nın bunu çok iyi algılayamadığı öne sürülmekte, yaşanan bu saldırının
Türkiye’nin kendisini muhataplarına anlatmak için önüne bir fırsat olarak çıktığı
ifade edilmektedir. Ancak yönetimin gerekli adımları atmadığı yönünde eleştiriler
242 Yalçın Bayer, Karşılıksız Olmamalı, Hürriyet, 22 Eylül, 2001.
127
söz konusu olmaktadır. Bu dönemde hükümetin bu konuya yeteri kadar ilgi
göstermediği, gerekli adımları atmadığı, hâlbuki bunun Türkiye’nin terörden
kurtulması için bir fırsat olduğu üzerinde durulmuş, hükümetin pasif davrandığı öne
sürülmüştür. Cumhurbaşkanının, başbakanın, dış işleri bakanının çok pasif
davrandıkları, bu kadronun böyle önemli bir süreçte Türkiye’yi idare etmelerinin
Türkiye için bir şansızlık olduğu vurgulanmıştır. Ertuğrul Özkök, hükümeti ve
cumhurbaşkanını eleştirdiği yazısında şu ifadelere yer vermiştir:
Saldırının başından beri Ankara’dan kararlı, iskeletinin üzerinde dimdik
duran bir tavır bekliyorum. Terörden en fazla çeken ülke olarak, hem de
Müslüman bir ülke olarak sesini yükseltmesini bekliyorum. Ama
Ankara’dan sadece cılız bir ses geliyor… Çankaya dilsiz, başbakanlık
cılız, hariciye desen neredeyse olayı örtbas etmek isteyen bir tavırda ve
bizler de o istikamete bakıp sesleniyoruz: “Orada kimse var mı?” Evet, o
enkazın altında kimse var mı?243
Türkiye’nin seyirci koltuğunda kımıldamadan, başkalarının sahneye çıkarak oyun
sergilemelerini beklediğini, bu oyuna katılamadığından ne senaryodan haberinin
olduğu ne de oyunun sonunda olacaklardan haberi olduğu ileri sürülmüştür. Hurşit
Güneş: “Hükümetin son uluslararası konjonktür karşısında nasıl bir tepki gösterdiği
anlaşılmıyor. Dünkü cumhurbaşkanıyla toplantıdan da hiçbir belirgin tavır oluşmadı.
Bu da böylesi bir dönemde bile hükümetsiz kaldığımız izlenimi veriyor”244
demektedir. Türkiye’nin önünde yeni dönemde fırsatların bulunduğunu ancak bunun
değerlendirilemeyebileceği kuşkusu ifade edilmiştir. Özellikle iktidarda bulunan
243 Ertuğrul Özkök, Orada Kimse Var mı?, Hürriyet, 15 Eylül, 2001. 244 Hurşit Güneş, Ne Cengâverlik Ne de Pısırıklık, Milliyet, 21 Eylül, 2001.
128
kişilerin kişisel özellikleri üzerinden değerlendirmeler yapılmış ve bunun
Türkiye’ye çok şey kaybettirebileceği öne sürülmüştür.
Yeni dönemde Türkiye çok şey kazanabilir. Uluslararası platformda
saygınlığı en üst düzeyde olan, kredibilitesi yüzde 100 olan modern bir
ülke olabilir. Ancak ülkemiz yeni dönemde çok şey kaybedebilir de.
T.C. Başbakanı Bülent Ecevit yeni dönemde bir liderden beklenen
dinamizmi gösterecek halde değil. Sayın Ecevit’in sağlık durumu ve
fiziksel gücü, içine girilen yeni dönemde artık Türkiye’nin ulusal
güvenlik sorunu haline gelmiş durumda. Cumhurbaşkanı Sayın A.
Nejdet Sezer ne yazık ki Türkiye gibi önemli ve önemi çok daha artacak
bir ülkeyi yepyeni ufuklara taşıyacak kapasiteye sahip değil. Sadece
ahlaklı olmak, dürüst olmak lider olabilmeye yetmiyor.245
Basının en çok üzerinde durduğu, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını da ilgilendiren diğer
bir konu ise Batı’nın teröre karşı aldığı farklı tavırların eleştirilmesidir. Bu konuda
Batı’ya yönelik sert eleştiriler yapılmaktadır. Basın, 11 Eylül saldırılarının Batı’nın
teröre karşı sergilediği ikiyüzlülüğün bir sonucu olduğunu öne sürmüştür. ABD’nin
ya da diğer bazı ülkelerin kendi yararları doğrultusunda kısa vadeli tavırlarla
gizliden gizliye terör çetelerini, bölücü terör örgütlerini beslemeleri,
yönlendirmelerinin dönüp dolaşıp onları da vurduğu için özellikle bazı Avrupa
ülkelerinin bundan ders çıkarmaları üzerinde durulmuştur. Güneri Civaoğlu
yazısında: “Batı, artık terörle oynamanın, el altından beslemenin ne denli yanlış
olduğunu da anlamış olmalı”246 demektedir. Ülkelerin yapmış oldukları sınır
tanımayan silahlanmanın, başka coğrafyalarda dökülen kana karşılık kayıtsızlığın ve
şiddetin, sonuçta tüm insanlığı hedef aldığı, bunda Batı’nın da payı olduğu ifade
245 Serdar Turgut, Türkiye Çok şey Kaybedebilir de, Hürriyet, 17 Eylül 2001. 246 Güneri Civaoğlu, Salıverilen Cin, Milliyet, 13 Eylül, 2001.
129
edilmektedir. Batılı ülkelerin bazı terör türlerini “insan hakkı” adı altında
savundukları, teröristlere hamilik yaptıkları vurgulanmakta, bu yüzden 11 Eylül
saldırılarının bir milat olduğu, Batı’nın artık terörün kendilerini de vurabileceğini
fark etmelerine sebep olacağı öne sürülmektedir. Türkiye’nin Batı’ya yıllarca
terörizmin bir gün dünyayı kana bulacağını anlatmaya çalıştığı ancak; bunu bir türlü
anlatamadığını, çünkü Batı’nın bunu anlamak istemediğini “bana dokunmayan yılan
bin yaşasın” dediği vurgulanmaktadır. Batı’nın eleştirildiği bir diğer nokta ise
ABD’ye yapılan saldırılar sonucunda NATO’nun beşinci maddesinin işletilmesi
kararının alınması olmuştur. Batının bu davranışıyla ikiyüzlü bir tutum ortaya
koyduğu, Türkiye’nin PKK’yla çarpıştığı yıllarda bu maddeyi kullanmak istediği
fakat; NATO üyesi ülkelerin buna yanaşmadığı, söz konusu ABD olunca bu
maddenin kapsamını genişlettikleri üzerinde durulmuştur. Oktay Ekşi bu konuda
şunları yazmıştır:
Bu beşinci maddeyi işletmeyi geçmiş yıllarda Türkiye de çok istedi.
Ama ne zamanki bu ihtimal ciddileşti, o zaman karşımıza bir sürü
bahane çıktı... Maksat kısaca ‘Türkiye için savaşa girmeye değmez’
düşüncesini yürürlüğe koymaktı. PKK terörü yüzünden Türkiye ‘terör
eylemleri de beşinci madde kapsamına alınsın’ diye NATO’ya
başvurduğu zaman kimseye sözünü dinletememişti. Ama şimdi terör
NATO’nun patronunu hedef alınca durum değişti.247
NATO’nun bu tutumu çifte standart olarak değerlendirilmiştir. “Saldırı Amerika’ya
yapılınca NATO anlaşmasının ilgili hükümleri hatırlanıyor.! Ama Türkiye 15 yıl
247 Oktay Ekşi, Sıra Vurmaya Geldi, Hürriyet, 14 Eylül, 2001.
130
boyunca terör saldırısıyla boğuşup 40 bine yakın insanını yitirirken, ekonomi
çökerken aynı anlaşma ortada yok! Tam bir çifte standart!”248
ABD’nin Afganistan’a bir harekât düzenlemesine ve Türkiye’nin de olası bir savaşa
katılmasına karşı olan görüşlere de rastlanılmaktadır. Burada Türkiye’nin çıkarları
savaşa katılmamakta görülmektedir. Can Dündar: “Türkiye, ‘savaş boyası
sürünenlerin’, ‘bambaşka bir dünya’ dolduruşuna gelip, ‘bir koyup üç alacağını’
sanarak hedefini tam bilmediği bir maceraya atılmamalı, kendi rezervlerini
koymalıdır. O yüzden teröre nasıl ‘hayır’ dediysek, savaşa da, savaş çığırtkanlığına
da ‘hayır’ diyoruz.”249 Diyerek savaş karşıtı bir tutum ortaya koymuştur.
Türkiye’nin Afganistan’a asker göndermesini ekonomik anlamda değerlendiren
Güngör Uras, bunun Türkiye’nin ekonomisinin çökmesine neden olacağını ileri
sürmüştür.
Durup dururken nasıl bir maceraya girdiğimizi bilemeden asker
göndermek, (askeri ve politik yanını bir yana atıyorum) ekonomik
bakımdan “çöküntü” demektir. Böyle bir karar ve karar sonu gereğinin
yapılması, silahlı kuvvetlere önemli ölçüde ek kaynak tahsisini
gerektirir. Böyle bir karar ve karar sonu gereğinin yapılması, zaten
olmayan iç kaynakları bitirir. Dış kaynakları kurutur. Asker göndererek
dışardaki terör ile mücadele macerasına girdiği için kaynakları kuruyan,
çöken bir ekonomi, içerde uyanacak terörü bastırma sorumluluğunu
üstlenecek silahlı kuvvetlerine para bulamaz duruma düşer.250
248 Emin Çölaşan, Terör, Türkiye ve Müttefiklerimiz, Hürriyet, 18 Eylül 2001 249Can Dündar, Savaşa Hayır, Milliyet, 16 Eylül, 2001. 250 Güngör Uras, Asker Göndermenin Faturası Büyük, Milliyet, 10 Ekim 2001.
131
ABD’nin uğradığı saldırının salt dini inançlarından ve kimliklerinden ötürü masum
insanları yeni acılara boğmaması gerektiği, ABD’nin Afganistan’a saldırması
durumunda El-Kaide lideri Usame bin Laden’i bulmasının çok zor olduğu, savaş
durumunda zarar görecek olanların yine masum sivillerin olacağı öne sürülmektedir.
Bu konuda Fikret Bila şunları yazmaktadır:
Teröre karşı mücadele ediyoruz diye devletler ve dinler arasında savaş
çıkarmak, belki New York kulelerini yıkanların amacına uygun düşer,
dünya bu hataya düşmemelidir. Eğer bu vahşeti yaratan caniler
Afganistan’daki terörist örgütlerse, onlarla, onları koruyan devlet ve
yönetimleriyle mücadele etmek başka şeydir, ‘Al sana yanıt’ diye
Afganistan’da taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamak ayrı
şey.251
Afganistan Savaşı’nda Türkiye’nin ulusal çıkarları daha çok terörle bağlantılı olarak
güvenlik çıkarları ve ekonomik çıkarlar olarak ön plana çıkmıştır. Özellikle PKK
terörünün sona erdirilmesinde ABD ve Batılı ülkelerin Türkiye’yi daha iyi
anlayacakları, Türkiye’ye destek olacakları ileri sürülmüştür. Ancak bunun için
Türkiye’nin Batı’nın yanında yer alarak gerekirse askerini de onların emrine
vermesi gerektiği iddia edilmiştir. Türkiye’nin böyle bir karar sonucunda soğuk
savaş dönemindeki jeopolitik önemine geri döneceği öne sürülmüştür. Batı’nın terör
konusunda Türkiye’ye karşı daha önce sergilediği tutumdan dolayı Türkiye’nin
Batı’ya karşı cephe almaması gerektiği çünkü; uluslararası ilişkilerin ebedi
dostluklar ve ebedi düşmanlıklar üzerine değil; ebedi çıkarlar üzerine bina edildiği
savunulmuştur. Ayrıca Afganistan’ın Müslüman bir ülke olmasının da Türkiye’nin
Batı’nın yanında yer almasını engellememesi gerektiği ifade edilmiştir.
251 Fikret Bila, Savaş Reklâmları, Milliyet, 18 Eylül, 2001.
132
Basın, ele alınan örnek olaylarda Türkiye’nin taraf olduğu ülke lehine haber yapmış
ve yorumlarda bulunmuştur. Bütün savaşlarda askeri müdahaleyi isteyen, arzulayan
bir dil kullanılmıştır. Özellikle yurtdışına asker gönderme kararı kesinleştiği
zamanlarda bu daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bu da basının
Türkiye’nin taraf olduğu bir çatışmada, ulusal çıkarlar adına resmi politikaya olan
bağlılığını ortaya koyması açısından önemlidir. İncelenen örnek olaylarda,
Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda, basının en çok üzerinde durduğu konular
ekonomik ve güvenlik çıkarlar olmuştur. Realist paradigmaya uygun olarak
güvenlik çıkarları Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı, Körfez Savaşı ve Afganistan
Savaşı’nda üzerinde uzlaşılan bir konu olmuştur. Aynı savaşlarda ekonomik çıkar da
basının öncelediği ulusal çıkarlardan biri olmuştur. Kore Savaşı ve Kıbrıs Barış
Harekâtı’nda ekonomik çıkarlar biraz daha geri planda iken; özellikle Afganistan
Savaşı’nda en çok üzerinde durulan konulardan biri olmuştur. Basının üzerinde
uzlaştığı diğer bir çıkar ise ülkenin prestiji, itibarı olmuştur. Basın, bunları ön plana
çıkarırken dönemin gereklerine göre genellikle hükümetlerin aldığı kararlara,
tutumlara göre bir tavır takınmıştır. Ulusal çıkarların, uluslararası ilişkilerin temeli
olduğu konusunda genel bir uzlaşı söz konusudur. Basında, özellikle Türkiye’yi
yakından ilgilendiren savaşlarda, kahramanlık mitleri ve şovenist eğilimler ön plana
çıkarılarak sunulmuştur.
Basının ulusal çıkar konusunda farklılaştığı konuların başında, Batı algılayışı
gelmektedir. Bazı savaşlarda Batı’ya tam bir güven söz konusu iken; kimi
savaşlarda Batı güvenilmez, ikiyüzlü olarak nitelendirilmektedir. Kore Savaşı’nda
133
Batı’ya tam destek verilirken, basının Batı’yı algılayışında özellikle Kıbrıs Barış
Harekâtı’yla başlayan bir kırılma yaşanmıştır. Bu kırılma Körfez Savaşı’nda biraz
daha belirginleşmiştir. Bosna Savaşı’nda ise Batı’ya yönelik kuşku ve eleştiriler
en üst seviyesine çıkmış, bu eleştiriler Kosova ve son olarak da Afganistan
Savaşı’nda da dile getirilmiştir. Basının ulusal çıkarlar konusunda ayrıştığı diğer
bir nokta ise ulusal çıkarların nerelerde olduğu konusunda yaşanmıştır. Özellikle
yurtdışına asker gönderme kararı alınmadığı, karardan önceki süreçte bu durum
daha belirgindir. Bu süreçte, olaya daha eleştirel ve mesafeli yaklaşılmıştır.
Ancak karar kesinleştiğinde alınan karara destek verilmiş ve kararın ulusal
çıkarlar açısından taşıdığı önem vurgulanmıştır.
134
II. BÖLÜM: 1 MART TEZKERESİNİN
YAZILI BASINDA TARTIŞILMA BİÇİMLERİ
Irak Savaşı sürecinde Türkiye Irak’a sınırı olan NATO üyesi tek ülke olmasından
dolayı stratejik bir ülke konumundadır. Irak’a yönelik bir savaşta, ABD askerlerinin
Türkiye sınırından girerek kuzeyden bir cephe açmalarının, savaşın kısa ve daha
kansız olması açısından çok önemli olduğu kabul edilmektedir. Bundan dolayı ABD
açısından Türkiye’nin işbirliğinin yaşamsal değeri bulunmaktadır. ABD,
Türkiye’den askeri birlikleri için topraklarını açmasını, üslerinin kullanımını ve
hava sahasının açılmasını talep etmiştir. Türkiye, ABD yönetimiyle görüşmelerde
bulunmuş, savaşın getireceği ekonomik kayıpların karşılanmasını ve olası bir
mülteci akınını önlemek için ABD askerleri ile birlikte Kuzey Irak’a girmeyi talep
etmiştir. İki ülke arasındaki bu görüşmeler, Türkiye’ye yapılacak yardım miktarı
konusunda anlaşma sağlanamaması nedeniyle iki aya yakın sürmüştür.
1 Mart 2003’te TBMM, yapılan oylamada topraklarını ABD askerlerine açmayı ve
yurt dışına asker göndermeyi içeren tezkereyi reddetmiştir. Bu oylamadan sonra
ikinci bir tezkerenin meclise sevk edilerek oylanması gündeme gelmiştir. Ancak
aynı içerikte yeni bir tezkere TBMM’ye gelmemiş ve Türkiye, ABD askerlerine
topraklarını açmamıştır. Savaş başladıktan sonra Türkiye ABD’ye hava sahasını
açan ve yurt dışına asker gönderme iznini içeren bir tezkereyi TBMM’de kabul
etmiştir.
135
1 Mart Tezkeresi sürecinde Türkiye’nin politikası bu şekilde belirlenirken, bu
çalışmada birbirinden farklı ideolojik görüşlere sahip basının, 1 Mart 2003 tezkeresi
dolayısıyla ulusal çıkarları ele almaları ve ulusal çıkarlara yaklaşımları incelenmiş
ve Türkiye’nin ulusal çıkar önceliklerini nerelerde gördükleri ve bunları nasıl ifade
ettikleri araştırılmıştır. Bu amaçla liberal basını temsilen Hürriyet ve Sabah
gazeteleri; muhafazakâr basını temsilen Milli Gazete ve Yeni Şafak gazeteleri ve
sol basını temsilen Cumhuriyet gazetesi seçilmiştir. Araştırma 25 Şubat–25 Mart
2003 tarihleri arasındaki yukarda adı geçen gazetelerdeki haber ve yorumları
kapsamaktadır. Hürriyet ve Sabah gazetelerinde toplam 178 haber ve 106 köşe
yazısı; Milli Gazete ve Yeni Şafak gazetelerinde toplam 236 haber ve 118 köşe
yazısı; Cumhuriyet gazetesinde ise toplam 119 haber ve 49 köşe yazısı taranmıştır.
Bu gazetelere Milli Kütüphane arşivinden ulaşılmıştır. Sabah gazetesinin internet
sitesinde gazetenin tüm sayılarına ulaşılabilindiğinden Sabah’a ait veriler internet
sitesinden alınmıştır.
Bu bölümde yukarda adı geçen gazetelerde 2003 Irak Savaşı’nın Türkiye’ye yönelik
olası etkilerinin ne olacağı ve Türkiye’nin bu savaş dolayısıyla öncelemesi gereken
ulusal çıkarlarının neler olduğu veya olması gerektiğinin betimlemesi yapılmıştır.
Adı geçen gazetelerde ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçiminin nasıl
olduğu ve bu öğeler aracılığıyla ulusal çıkarların nasıl tanımlandığı ortaya
çıkarılmaya çalışılmıştır. Köşe yazarlarının ulusal çıkarları tanımlama ve betimleme
tarzları da incelemenin diğer bir kısmını oluşturmaktadır. Bu kısımda köşe
yazarlarının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını nasıl tanımladıkları ve nerelerde
gördükleri üzerinde durulmuş ve öncelenen konular saptanmıştır. Bu tez
136
çalışmasında ideolojik bir çözümleme yapıldığından son olarak haber ve yorumların
dilsel özellikleri analiz edilmiştir. Özellikle ideolojik bir çözümlemede basının
benimsemiş olduğu ideoloji çerçevesinde ulusal çıkarı ele alıp almadığı, kendi
yargılarını destekleyici dil kullanıp kullanmadığını belirlemek üzere söylem analizi
yapılmıştır. Bu analiz, basının benimsemiş olduğu ideoloji çerçevesinde olayları
değerlendirme gerekliliğinin 1 Mart tezkeresinde yansımasını bulup bulmadığının
tespiti açısından önemlidir. Söylem analizi, medya metinleri içinde birbirinden farklı
konumlanan ideolojik tavrı belirlemesine imkân tanıması ve medyada, basında yer
alan yön/anlatı türlerini ayrıştırmaya olanak tanıması nedeniyle seçilmiştir. “Hangi
türden toplumsal vurgunun üstün geleceği ve güvenirlik kazanacağı konusunda
girişilen bir toplumsal mücadele, söylem içinde egemen olma mücadelesidir.”252
Analizin en önemli özelliği ‘yazılı bir metni kendi bütünlüğü içinde’
değerlendirmesidir. “Söylem çözümlemesi, metinlerin oluştuğu bağlama yönelik bir
inceleme biçimidir. Söylem çözümlemesi bağlamı içinde metinlerdeki yapılaşmayı
inceler ve post yapısalcı bir anlayış içinde metinlerin farklılıklarına duyarlı bir
çözümleme gerçekleştirmeyi amaçlar.”253 “Dil içinde kurulan farklı güç/iktidar
ilişkilerinin kurulma süreçlerine ilişkin bir analiz yöntemidir.”254 İdeolojik bir
çözümlemeye müsait olan söylem analizi yöntemi temel olarak toplumsal iktidarın
kötüye kullanımının tahakküm ve eşitsizliğin metinler aracılığıyla temsil edilmesini
ve yeniden üretilmesini inceleyen bir çözümleme biçimidir. Toplumsal ve siyasal
sorunlar üzerinde odaklanan söylem analizi, metinlerin dilinde var olan yapıları
ortaya koymaya çalışan, bu yolla toplumsal iktidarın nasıl inşa edildiğini araştıran
252 Çiler Dursun, TV Haberlerinde İdeoloji, İmge Kitabevi, Birinci Baskı, Ankara, 2001, s. 48. 253 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 134. 254Van Dijk, T.A., News As Discourse, NJ: Lawrence Erlbaum Associates Publishers. 1998a. Akt:M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 107.
137
bir çözümleme yöntemi niteliği taşır. “Van Dijk’a göre haberler, seçmeci kaynak
kullanımı, tek düze haber temposu ve haber başlığının seçimi yoluyla toplumsal
iktidarın içinde kurulduğu ve yeniden üretildiği metinlerdir.”255 “Haberin söylemi 1-
Kaynaklar 2- Anlatıcı 3- Varsayılan okuyucu arasında örülmüş bir diyalogdur.
Anlatıcının dil içindeki durumsallıkları dolayımı ile söylem kurulur.”256 Söylem
analizinin temel amacı ‘söylem’ dediğimiz dil kullanım biçimlerinin sistematik ve
açık tanımlarını üretmektir. ‘bu tanımların basitçe metinsel (textual) ve bağlamsal
(contextual) diyebileceğimiz iki ana boyutu vardır. Metinsel boyutlar, tanımın çeşitli
seviyelerinde söylemin yapılarını açıklar. Bağlamsal boyutlar ise, bilişsel süreçler,
sunumlar ve sosyal kültürel faktörler gibi bağlamın çeşitli özellikleri ile bu yapısal
tanımlar arasında bir bağ kurarlar. Medya çalışmaları açısından söylem kavramı,
ideoloji ile birlikte ele alındığında, medya metinlerinin (ve tabii ki haberlerin)
toplumsal iktidarın kurulmasındaki rolünü sergilemekte çıkış noktaları
sağlamaktadır.257 Haber metinlerinde alternatif açıklamalar, farklı görüş açıları her
zaman bütünüyle dışlanmasa da, bu alternatif söylemlerin haberin anlatı yapısı
içinde temsili yine sorunlu bir durumdur. Metin içinde alternatif veya karşıt
açıklamalar çoğu kez inanılır bir konuma yerleşmekten çok egemen söylemlerin
içinde eritilir. Böylece karşıt olabilecek açıklamalar, olayları çerçevelendirebilecek
bir konuma ulaşamaz.258 Van Dijk İdeoloji 2000 adlı eserinde ideolojiyi
anlayabilmemiz için, bunun söylem içersinde nasıl inşa edildiğine, ifade edildiğine,
değiştirildiğine ve yeniden üretildiğine bakmamız gerektiğini söyler.259 Haber içinde
255 Çiler Dursun, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Elips Kitap, 1. Baskı, Ankara, 2004, s. 391. 256 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 108 257 Çiler Dursun, TV Haberlerinde İdeoloji, İmge Kitabevi, Birinci Baskı, Ankara, 2001, s. 46. 258 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 100. 259http://www.koolpa.com/medya/31216-liberal-basin-anlayisi/
138
sözcük seçimleri belli bir ideolojik seçimi ve tavrı yansıtır… Dil ve söylem,
toplumdaki güç/iktidar ilişkilerinin dayandığı cinsel, etnik, dinsel farklılıkların
yansıdığı bir mücadele alanıdır.260 Söylem çözümlemesi metinlerin yapısını ve
stratejilerini ortaya çıkaran ve bunları toplumsal ve siyasal bağlamla ilişkilendiren
bir yöntemdir. Bu tür bir yöntemle yapılacak çalışmada genel konular üzerinde
yoğunlaşılabileceği gibi, anlambilimsel olarak yerel anlamlar (tutarlılık ve içerimler
gibi) üzerinde de yoğunlaşabilir. Ayrıca tümcelerin sözdizimsel yapıları, haberlerin
nasıl kurgulandığı üzerinde de durabilir. Söylem çözümlemesinin, nitel içerik
çözümlemesinden en önemli farkı, metni parçalara ayırmadan bir bütün olarak ele
alması ve metin içindeki egemen söylemin nasıl inşa edildiğini ortaya koymasıdır.
Van Dijk haberin makro ve mikro yapıları arasında ayrım yapar. Makro yapı haber
başlıkları, giriş, sonuç genel fikir verme işlevine sahiptir. Ana metinde esas olay,
arka plan bilgileri bağlam ve yorumlar yer alır. En önemli bilgiler öncelikle
verilerek okuyucuya neyin daha önemli olduğu bildirilmektedir. Mikro yapı sözcük
seçimleri, söz diziminden oluşur. Van Dijk’a göre söylem analizinin ilkeleri haberin
söz dizimi (sentaks), açılış ve kapanış söylemi, hikâyenin kurulması, haber
başlıkları, haberin bütünsel olarak anlamı, söylemin konusu, haberin retoriği yani
haberin formüle ediliş biçimi ve bağlamıyla oluşturulan ikna edici soyutlamaların
toplumsal bağlama yerleştirilmesi ve kapanışla gerçekleştirilir.261 Özünde nitel bir
çözümleme olduğu için en başta gelen sorunu, nicel içerik çözümlemesine benzer
şekilde genelleme yapılabilecek sayıda metni çözümlemenin güçlüğüdür. Bir başka
260 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 119. 261 Selda Bulut - Levent Yaylagül, Türkiye’deki Yazılı Basında Yargıtay ve Mafya İlişkisine Yönelik Haberler, İletişim, Sayı: 19, 2004, s. 123–126
139
eleştiri noktası da her metne rahatlıkla uygulanabilecek bir çözümleme
sistematiğinin olmayışıdır.262
İdeolojik dil çözümlemesinde Van Dijk’ın “Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir
Yaklaşım”263 adlı makalesinde uyguladığı yöntem farklı ideolojik görüşlere sahip
gazetelere uygulanmıştır. Van Dijk’ın çalışması İngiliz parlamentosunda (Avam
Kamarası’nda) İngiltere’nin göçmen politikası üzerine yapılan konuşmaların, bu
amaçla öne sürülen savların bir söylem çözümlemesi niteliğindedir. Bu
çözümlemede farklı ideolojik görüşlere sahip partilerin temsilcileri İngiltere’nin
göçmen politikasını ele almışlar ve öne sürdükleri savlarını desteklemek ve hitap
edilen kitleyi ikna etmek için çeşitli ikna yollarına başvurmuşlardır. Van Dijk,
“söylem, anlamları vurgulamak ya da vurgulamamakta pek çok yönteme sahiptir ve
bunlar ideolojik bir temele oturduğunda pek çok söylem düzeyinde ifade edilir.”264
demektedir. Haber sunmanın ideolojisi yalnızca haber bülteninin tarzı ve içeriği ile
sınırlı değildir, aynı zamanda haber toplama, kaynaklarla ilgilenme, diğer
gazetecilerle ve haberde rolü olan kimselerle etkileşim ve gazetecilerin profesyonel
etkinliklerinin düzenlenmesini de içerir. Gazetecilerin hem profesyonel hem de
diğer toplumsal ideolojileri, temel olarak kimin araştırılacağını, gözleneceğini,
dinleneceğini, kiminle görüşme yapılacağını ya da kimden söz edileceğini de
düzenler.265 Farklı ideolojik görüşlere sahip medyanın da takip ettiği politika
262 http://www.koolpa.com/medya/31216-liberal-basin-anlayisi/ 263 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003. 264 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003.s.59 265 A.g.e .s.47
140
doğrultusunda haber ve yorumlara yer vereceği, söylemini bunun üzerine kuracağı
düşünülmektedir.
1 Mart 2003 Tezkeresi sürecinde de farklı ideolojik görüşlere sahip gazeteler, farklı
savlar ve akıl yürütmelerle okuyucularına çeşitli ikna biçimlerini sunmuşlardır.
Buradaki amacımız farklı ideolojik görüşlere sahip gazetelerin savlarını kurarken
başvurduğu söylemlerini incelemektir.
Haber ve yorumların dilsel özellikleri incelenirken Van Dijk’ın sınıflandırması esas
alınarak bir inceleme yapılmış ve buna uygun bir kategorileştirilmeye gidilmiştir.
Çalışmanın dilsel çözümleme kısmında altı kategori oluşturulmuş, bu kategorilere
uygun temalar incelenmiştir. Bu amaçla araştırmada, açıklanan kategori ve temalara
uygun başlıklar kullanılmıştır. Bu kategoriler ve temalar şunlardan oluşmaktadır:
Aktör tanımı, kanıtlarla ispatlama, ötekileştirme, kurbanlaştırma, karşılaştırma ve
dil oyunlarına başvurma kategorileri altında uzman kişi ve kuruluşların görüşleri,
kanıtsallık, kanı birliği, açıklama, sayı oyunu, mantıklı olma, karşı gerçeklik,
kutuplaşma, biz-onlar sınıflandırması, yadsıma, mesafe koyma, empati, olumsuz
ötekini sunma, olumlu kendini sunma, ders olarak tarih, örneklerle açıklama,
dramatikleştirme, insancıllık, ulusal övünç, metafor, örtmece ve ironi temaları
kullanılarak basının 1 Mart tezkeresi sürecindeki haber ve yorumlardaki dilsel
özellikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Araştırmada oluşturulan ilk kategori aktör tanımı kategorisidir. Aktör tanımında ön
plana çıkarılan aktörler ve bunların hangi bağlamlarda sunulduğu, haber
141
aktörlerinin nasıl ele alındıkları basının taraf olduğu bir tartışmada önemlidir.
Haberlerde başvurulan kaynaklar ve ön plana çıkarılan haber aktörleri ideolojik bir
seçimin ürünüdür. “Anlatıcının, gazetecinin, yazarın konumu metnin içinde
belirginleştikçe veya kaynak açıklamaları anlatıcının dilinde yer aldıkça, egemen
söylemlerin inanırlığı haber metinleri içinde kurulmaktadırlar.”266 “Önermelerin
savları çeşitli rollerdeki aktörler, yani failler, eylemden etkilenenler, ya da bir
eylemden yararlanan kişilerle ilgili olabilir. İdeolojik söylem tipik şekilde biz ve
onlar ile ilgili olduğundan aktörlerin daha ileri çözümlemesi çok önemlidir.
Aktörler ortaklaşa ya da bireysel, iç grup ‘biz’ ya da dış grup ‘onlar’ özel ya da
genel olarak, isimleri, grupları, meslekleri ya da işlevleriyle tanımlanan, kişisel ya
da kişisel olmayan rollerde, vb. pek çok kılıkta ortaya çıkabilirler. İnsanlar ve eylem
üzerine olan tüm söylem çeşitli aktör tiplerinin tanımını içerir. Bu nedenle, aktörler
grupların üyeleri olarak ya da bireysel olarak, adları ya da soyadlarıyla, işlev, rol ya
da grup adıyla, belirli ya da belirsiz olarak, eylemleriyle ya da ‘sözde’ nitelikleriyle,
konumları ya da diğer insanlarla ilişkileriyle, vb. düşünülebilirler.”267
Aktör tanımından sonra oluşturulan ikinci kategori ise kanıtlarla ispatlama
kategorisidir. Okuyucu ile sıkı bir diyalogun kurulduğu haber metinlerinde
güç/iktidar sahibi kurum ve kuruluşların söylemleri anlatıcının dilinden halkın
sesine dönüştürülür. Bu dönüşüm sürecinde kaynaklar, anlatıcı ve halk arasında bir
diyalog oluşur. Haberin ikna ediciliği bu diyaloglara dayanır.268 Bu kategoride
uzman kişi ve kuruluşların görüşleri, kanıtsallık, kanı birliği, açıklama, sayı oyunu,
266 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 112. 267 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003.s. 80. 268 M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 114–115.
142
mantıklı olma ve karşı gerçeklik temaları kullanılarak öne sürülen sav
desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu temalara baktığımızda bunların bir kanıt
niteliğinde sunulduğu ortaya çıkmaktadır. Uzman kişi ve kuruluşların görüşleri
konusunda Van Dijk “Bir tartışmadaki, pek çok konuşmacı verdiği örneği
desteklemek için bir takım otoritelerden, genellikle kuruluşlar ya da parti
politikalarından yıpranmamış insanlardan, ya da genellikle uzman veya ahlaki
liderler olarak tanınan insanlardan söz etme yanılgısını bir yardım aracı olarak
kullanırlar. Uluslararası örgütler, bilim adamları, kitle iletişim araçları, kilise ya da
mahkemeler çoğunlukla bu role sahiptir.”269 demektedir. Kanıtsallık temasında ise;
konuşmacıların bir tartışmada bilgi ve düşünceleriyle ilgili bir kaç delil ya da kanıt
sunduğu durumlarda dünya görüşleri ya da iddialar daha akla yatkın görünür. Bu,
ya otorite olmuş şahsiyetlere veya kurumlara gönderme yaparak ya da kanıtsallığın
çeşitli biçimleriyle yapılabilir: Bilgiyi nasıl ve nereden aldıkları gibi. Böylece
insanlar bir şeyleri gazetede okumuş, güvenilir sözcülerden duymuş, ya da kendi
gözleriyle görmüş olabilirler.270 Kanı birliği temasında basın savunulan görüşü
desteklemek için ulusun da aynı kanıyı paylaştığını ortaya koymayı
amaçlamaktadır. “Kanı birliği ulusal önem üzerine yapılan tartışmalarda sık sık
kullanılan politik stratejilerden biridir. Kanı birliğinde ulusun birliğinin ve
çıkarlarının her şeyin üstünde olduğu ifade edilmektedir.”271 Kanıtlarla ispatlamada
başvurulan temalardan biri de açıklama temasıdır. Van Dijk açıklama temasını
şöyle ifade etmektedir. “Toplumsal ruhbilim “Nihai İsnat Hatası” kavramını
269 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003.s. 80. 270 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003. s. 87. 271 A.g.e. s. 83.
143
kullanıyor. Bu kavrama göre iç grup üyeleri olumsuz eylemleri nedeniyle
suçlanmaktan kurtulmak için bir mazeret bulmaya eğilimli iken, dış grup üyelerinin
olumsuz eylemleri ise bu tür aktörlerin (örneğin, güvenilmez ve suçlu oldukları
için) içkin özellikleri bakımından açıklanma eğilimindedir.”272 Bu kategoride
kullanılan temalardan biri olan sayı oyunlarına başvurma teması da öne sürülen savı
kuvvetlendirmek için kullanılan kanıtlardan bir diğerini oluşturmaktadır. “Birçok
sav güvenilirliği artırmak için tarafsızlığı vurgulayan girişimler tarafından
yönlendirilir. Kültürümüzde rakamlar ve İstatistikler tarafsızlığı ikna edici bir
biçimde göstermenin birincil aracıdır. Bu nedenle, kitle iletişim araçlarında
rakamların sık kullanıldığı bilinmektedir.”273 Basın bu süreçte hedef kitlesi üzerinde
etkide bulunmak, haklılığını ortaya koymak amacıyla sayı oyunlarına başvurmayı
bir ikna aracı olarak kullanmıştır. Kanıtlarla ispatlama kategorisinin bir diğer
temasını mantıklı olma teması oluşturmaktadır. Van Dijk’a göre “Tartışmaya açık
stratejilerin bilinen bir girişimi de hem savların hem de konuşmacının akılcı ya da
mantıklı anlamında ‘sağlam’ olduğunu göstermektir.”274 Basın mantıklı olma
temasını kullanarak Türkiye’nin ulusal çıkarlarının nerelerde ve neler olduğunu,
mantıki bir muhasebeye dayanarak kendi politikası çerçevesinde değerlendirmiştir.
Karşı gerçekliklerin kurulması kanıtlarla ispatlama kategorisinin son temasını
oluşturmaktadır. “Diyelim ki oldu, o zaman ne olacak?” sorusu karşıt-gerçekliği
tanımlayan standart bir formüldür.275 Basında kararın alınması durumunda bu
kararın olası sonuçlarının neler olabileceği üzerinden karşı gerçeklikler
kurulmuştur.
272 A.g.e. s. 89. 273 A.g.e. s. 100. 274 A.g.e. s. 105. 275 A.g.e. s. 83.
144
Basının dilsel özelliklerinin ortaya konulması amacıyla oluşturulan üçüncü kategori
ise karşılaştırma kategorisi olmuştur. Karşılaştırma kategorisinde ders olarak tarih
ve örneklerle açıklama temaları kullanılmıştır. Ders olarak tarih temasını Van Dijk
şöyle açıklamaktadır: Bir savda bugünkü durumun tarihte daha önce meydana
gelmiş olaylarla karşılaştırılabilir olduğunu göstermek çoğu kez yararlıdır. Bu tür
karşılaştırmalar tartışmalı zorlamaların adeta bir tarih yasası gibi kabul edildiği
“tarihten alınan dersler”in daha genel teması olarak görülebilir.276 Karşılaştırma
kategorisinde kullanılan temalardan bir diğeri olan örneklerle açıklama teması
basının en sık başvurduğu temalardan biri olmuştur. Van Dijk’a göre:
“Uslamlamada etkili bir girişim çoğunlukla konuşmacı tarafından savunulan genel
bir konuya örnekler veren veya daha akla uygun hale getiren kısa hikaye ya da
anlatı biçiminde somut örnekler vermektir. Genel ‘gerçekler’den çok somut
örnekler vermek hem kolayca hayal edilebilme ve daha iyi hatırlanabilme hem de
zorlayıcı deneysel kanıt biçimlerini akla getirme gücüne sahiptir. Somut örnekler
aynı zamanda konuşmaları da daha ‘canlı’ hale getirir.”277
Ötekileştirme kategorisi basının dilsel özelliklerinin ortaya çıkarılması amacıyla
oluşturulan dördüncü kategori olmuştur. “Haberler, kontrol sahibi olanlar tarafından
benimsenen dış politikaları değerlendirirken, bu kararları örtük olarak okuyucular
için haklılaştırır biçimde dünyayı “biz” ve “onlar” arasında ikiye böler. Atıfta
bulunulacak alternatif çerçeveler olmadığı sürece okuyucular için olayları farklı
276 A.g.e. s. 92. 277 A.g.e. s.88.
145
perspektiflerden görmek oldukça zordur.”278 Bu kategoride kutuplaşma, biz-onlar
sınıflandırması, yadsıma, mesafe koyma, empati, olumsuz ötekini sunma, olumlu
kendini sunma temaları kullanılmıştır. Van Dijk kutuplaşma ve biz-onlar
sınıflandırmasını ötekileştirme bağlamında şöyle ifade etmektedir. “Ötekilerle ilgili
tartışmalarda, pek az sayıda anlambilimsel strateji iç grup (biz) ve dış gruptaki
(onlar) insanların sınıfsal bölünmesinin ifade edildiği kadar yaygındır. Kutuplaşma,
dostlar ve müttefiklerin bir yanda, düşmanların öte yanda olduğu durumlara
uygulandığı gibi; dış grupların ‘iyi’ ve ‘kötü’ alt-sınıflarına da uygulanabilir.
Kutuplaşma açık bir zıtlık olarak, yani birbirlerinin anlamsal olarak zıttı olan biz ve
onların özelliklerini birbirine bağlayarak ifade edilirse, retorik bakımından
geliştirilebilir.”279 Yadsıma teması da bir tartışmada başvurulan ötekileştirme
temalarından birini oluşturur. Van Dijk’e göre yadsıma: “Olumlu kendini-sunma ve
olumsuz ötekini-sunma ideolojisine dayalı stratejinin herkesçe bilinen bir
birleşimini oluşturur. Onun yerine kısaca bizim olumlu özelliklerimizden söz
ederek saygınlığını korur, ancak daha sonra daha açık bir şekilde de onların
olumsuz özellikleri üzerine yoğunlaşır. Sözde reddetmeler, kabul etmeler,
empati.”280 Yadsıma teması kullanılarak karşı olunan taraf ötekileştirilmekte,
ötekine karşı olma gerekliliği ön plana çıkarılmaktadır. Ötekileştirmede en çok
kullanılan temalardan biri de olumsuz ötekini sunma temasıdır. Ülkeler, gruplar
veya kişiler ülke veya bizim için bir tehdit olarak tanımlandığı zaman, bunlar asıl
öteki olarak tanımlanırlar. Olumsuz ötekini sunma ile bağlantılı olarak olumlu
278 Fang, Y., “Riots And Demonstrations İn The Chinese Pres; A Case Study Of Language And Ideology” Discourse And Society. Akt: M. Ayşe İnal, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996, s. 132. 279 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s. 102. 280 A.g.e. s. 84.
146
kendini sunma teması da ötekileştirme stratejisinde en sık başvurulan temalardan
birini oluşturur. “Dış grupların aşağılanmasıyla bağlantısı olsun ya da olmasın grup-
söylemi çoğunlukla başka bir genel strateji, yani iç grup kayırmacılığı ya da
“olumsal kendini-sunma” tarafından tanımlanır. Bu, bildik yadsıma ifadelerinden
(“ırkçı biri değilim ama...”) ya da konuşmacının kendi partisi veya kendi ülkesi gibi
kendi grubunun olumlu özelliklerini vurguladığı daha kollektif bir biçimden
tanıdığımız gibi, saygınlığını koruma ya da izlenim oluşturmanın daha bireysel
şekline dönüşebilir.281 Böylece olumlanan biz, olumsuzlanan ötekine karşı iyi, haklı
konumunda yer alacaktır.
Basının dilsel özelliklerinin ortaya konulması amacıyla oluşturulan beşinci kategori
ise kurbanlaştırma kategorisi olmuştur. Bir olayda “zalim-mazlum”, “haklı-haksız”
ayrımına gitmek klasik bir kurbanlaştırma yöntemidir. Böylelikle desteklenen sav
haklılaştırılmaktadır. Kurbanlaştırma kategorisinde dramatikleştirme ve insancıllık
teması kullanılarak öne sürülen sav desteklenmeye çalışılmaktadır. Van Dijk
dramatikleştirmeyi “gerçekleri abartılarla birlikte bir kişinin yararına olarak
abartmanın bilindik bir yöntemi”282 olarak tanımlamakta, insancıllık temasını ise,
“insan haklarını savunma, bu hakları ihlal veya göz ardı edenlerin eleştirisi”283
şeklinde ifade etmektedir.
281 A.g.e. s. 102. 282 A.g.e. s. 85. 283 A.g.e. s. 92.
147
Basının dilsel özelliklerinin ortaya konulması amacıyla oluşturulan son kategori ise
dil oyunlarına başvurma kategorisidir. Basın; metafor, alegori, ironi ve örtmece gibi
dil oyunlarına başvurarak ikna yeteneğini arttırmaya çalışmıştır. Dil oyunlarında
kullanılan metafor; bilinmeyen bir şeyin bilinen bir şey açısından ifade edilmesi,
bunu yaparken benzerlik ve farklılıktan eşanlı olarak yararlanılmasını sağlamak için
ya da bildik terimler içinden bilinmeyeni açıklamaktır.284 Pek az sayıda anlamsal-
retorik değişmeceleri metaforlar kadar ikna edicidir. Soyut, karmaşık, bilinmedik,
yeni ya da duygusal anlamlar böylelikle daha bilinen ve somut hale getirilebilir.285
Anlamı yumuşatma girişimi olan örtmece ise olumsal kendini sunma stratejisinin ve
özellikle de onunla bağlantılı olan olumsuz izlenim bırakmaktan kaçınmanın geniş
çerçevesi içerisinde olumsuz düşüncelerin yumuşatılması şeklinde
değerlendirilebilir. Dil oyunlarına başvurmada kullanılan bir diğer teknik ise
ironidir. Kendi görüşüne muhalif veya öteki olarak tanımlananlar konusunda
konuşurken çok fazla eleştiri ve saldırı söz konusu olmakta ve burada çok fazla
ironi de kullanılmaktadır. İroni ötekini aşağılama görevini de yerine getirir.286
İronide küçümseme, alay etme, alaylı bir anlatım söz konusudur.
284 Fiske, J., Introduction to Mass Communication Studies, Routledge Londra ve New York, 1990. Akt: Çiler Dursun, TV Haberlerinde İdeoloji, İmge Kitabevi, Birinci Baskı, Ankara, 2001, s. 66. 285 Van Dijk, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Söylem ve İdeoloji, Der: Barış Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, Birinci Basım, İstanbul, 2003, s. 97. 286 A.g.e. s. 96.
148
A. LİBERAL BASINDA IRAK’IN İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ
Bu çalışmada liberal basından Hürriyet ve Sabah gazetelerinin 25 Şubat – 25 Mart
2003 tarihleri arasındaki günlük sayıları incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile
ilgili olarak Sabah gazetesinde 83 haber ve 48 köşe yazısı, Hürriyet gazetesinde ise
95 haber ve 58 köşe yazısı olmak üzere toplam 178 haber ve 106 köşe yazısı
incelenmiştir. Bu incelemede oluşturulan haberlerde Türkiye’nin ulusal çıkarlarının
betimlenmesi, ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçimi, köşe yazarlarının
ulusal çıkarları tanımlama ve betimlemeleri, haber ve yorumların dilsel özellikleri
kategorileri işlenmeye çalışılmıştır.
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi
Liberal basın, ABD’nin Irak’ı işgali ve 1 Mart tezkeresi sürecinde Türkiye’nin
ulusal çıkarlarını ekonomi ve güvenlik üzerinden betimlemiştir. Savaş sürecinde ve
savaş sonrası süreçte ekonomik kazanç ve kayıplar ele alınırken Türkiye’nin büyük
ekonomik kayıplara uğrayacağı iddia edilmiş, Türkiye’nin bu kayıplarını telafi
edebilmesinin ABD’nin mali desteğine bağlı olduğu, bundan dolayı ABD’nin
Türkiye’den talep ettiği askeri üslerin kullanımı ve Türkiye’de asker bulundurma
izninin verilmesi gerektiği savunulmuştur. Ekonomik anlamda uluslararası mali
çevrelerde kredibilitesinin korunması ve IMF gibi kuruluşlarla çalışmasının ülkenin
ekonomik çıkarlarına olan olumlu etkisi ön plana çıkarılmıştır.
149
Güvenlik konusunda ise Türkiye’nin bölünme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu iddia
edilmiştir. Bu amaçla Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Türk ordusunun Kuzey Irak’ta
olmasını gerektirdiği ifade edilmiş, Kuzey Irak Türkiye’nin geleceğine yönelmiş
potansiyel bir tehdit olarak tanımlanmış, buradaki Kürt grupların bir devlet
kurmalarının Türkiye’de bulunan Kürt nüfus için bir cazibe merkezi olup zamanla
Türkiye’nin bölünmesine neden olabileceği savunulmuştur. Kuzey Irak’ta bulunan
Mesut Barzani ve Celal Talabani Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturdukları
gerekçesiyle düşman olarak tanımlanmaktadır. ABD ise Türkiye’nin İkinci Dünya
Savaşı’ndan beri stratejik müttefiki, dostu olarak ele alınmaktadır. Tezkereyle
Kuzey Iraklı Kürt grupların savaş sonrasında silahsızlandırılacakları “ABD’nin
savaş sonrası Iraklı Kürtlerin federasyon benzeri bir hükümet kurmalarına izin
vermeyeceğini garanti etti”287ği ifade edilmiştir.
Kuzey Irak’ta bulunan Türkmenler Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından önem
atfedilen diğer bir konu olmuştur. Bu süreçte Türkmenlerin Irak’ın asli bir unsuru
olarak kabul edilmeleri, Türkiye’nin bu bölgedeki Türkmenlerin hamisi olması
gerektiği savunulmuştur. ABD’yle yürütülen pazarlıklarda Washington yönetiminin
Türkmenleri Irak’ın asli unsuru olarak tanıyacağı ve bu süreçte Kuzey Irak’taki Kürt
gruplara dağıtılan silahların operasyondan sonra toplanması isteklerini kabul ettiği
ve Türkmenlerin de silahlandırılacağı savunulmuştur.
287 Sabah, 28 Şubat, 2003.
150
Türkiye’nin ulusal çıkarları betimlenirken üzerinde durulan diğer bir konu ise ‘Yeni
Ortadoğu Düzeni’ içinde Türkiye’nin bölgesel bir güç olması için bu savaşta
mutlaka ABD’nin yanında yer alması gerektiğidir. Saddam sonrası Irak’ın yeniden
şekillendirileceği, Türkiye’nin de burada karar verme sürecinde yerini alması
gerektiği Türkiye’nin masada olmasıyla ABD’den çeşitli taleplerde bulunabileceği
ileri sürülmektedir. Yeni Ortadoğu düzeni içinde kararlar alınırken Türkiye’nin bu
kararlarda yerini alması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Realizmin uluslararası
ilişkilerin çıkarlar üzerine kurulduğu hukukun, ahlakın dikkate alınmadığı argümanı
liberal basın tarafından benimsenmiştir. “Ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda ne
ahlâk, ne ideoloji, ne de iç politika çıkarları birer iyi rehberdir”288 denilerek
Türkiye’nin yaşanacak olan savaşta güçlünün yanında yer alarak çıkarlarına uygun
davranması gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının
Türkiye’nin dünyadaki en büyük siyasi, askeri ve ekonomik müttefiki olarak kabul
edilen ABD ile ilişkilerin iyi tutulması için de bir zorunluluk olduğu ileri
sürülmüştür. Tezkere sonrasında Türkiye’nin alınan kararla dünyadaki en sağlam
müttefiki olan ABD’yi kaybetme tehlikesi yaşadığı varsayılmakta, bununla birlikte
Türkiye’nin tek kazanımının dünyada prestiji, saygınlığı artan bir ülke olduğu ifade
edilmektedir. Tezkere sürecinde tezkere aleyhinde yazılar kaleme alan yazarlar ise,
kan üzerine yapılan para pazarlığının Türkiye’nin saygınlığını zedelediğini, tüm
dünyada ABD’nin bu savaşına para karşılığında katılan bir ülke görünümü verdiğini
ileri sürmüşlerdir. Bundan dolayı tezkerenin kabul edilmemesi ve ABD’nin bu
savaşına Türkiye’nin ortak olmamasını savunmuşlardır.
288 Metin Münir, Cansız Kalkan, Sabah, 27 Şubat, 2003.
151
2. Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi
a. Ağır Ekonomik Kayıplar, Olası Çıkarlar:
1 Mart Tezkeresi sürecinde liberal basında ekonomik çıkarlar ele alınırken
yaşanacak savaş nedeniyle Türkiye’nin ağır ekonomik kayıplara uğrayacağı
ABD’ye destek verilerek bu kayıpların hafifletilebileceği öne sürülmüştür.
Haberlerde Türkiye’nin ekonomik kayıpları ve olası çıkarları, Türkiye’nin borcu,
savaş dolayısıyla yaşayacağı ekonomik sıkıntılar, uluslararası finans çevreleriyle
ilişkileri ve bu süreçteki ABD desteği ön plana çıkmaktadır. AKP lideri Tayyip
Erdoğan’ın Türkiye’nin bu sene ödeyeceği borcun 73 milyar dolar olduğu ve her
zaman “hayır”da hayrın olmadığı sözü “hayırda hayır yok”289 şeklinde ön plana
çıkarılarak verilmiştir. Haberlerde, resmi açıklamalara ağırlıklı yer verilerek
Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ABD’yle beraber hareket etmekte olduğu,
Türkiye’nin bunun içinde bulunmaması durumunda dünya finans çevreleriyle karşı
karşıya geleceği, IMF bağlantılarında sıkıntı yaşayacağı varsayılmaktadır.
Türkiye’nin savaş nedeniyle çok ağır ekonomik kayıplara uğrayacağı, ABD’yle
yapılan pazarlıklar sonucunda bu kayıpların bir kısmının karşılanmış olacağının altı
çizilmektedir. “Irak’a ilk bomba düştüğünde 8,5 milyar dolar hesaba geçecek”290
Devlet Bakanı Ali Babacan’ın bu sözleri büyük puntolarla başlığa çekilmek
suretiyle liberal basında öne çıkarılarak sunulmuştur. ABD’den mali yardımın
gelmesi durumunda ekonominin kısa zamanda iyileşeceği, tezkerenin geçmemesi
durumunda ekonominin bozulacağı, bir yılda zararın 26 milyar dolar olacağı öne
sürülmüştür. Tezkerenin mecliste oylanmasından önce piyasada tezkere dolayısıyla
289 Hürriyet, 27 Şubat, 2003. 290 Sabah, 27 Şubat, 2003.
152
olumlu bir havanın oluştuğu, piyasanın tezkereye sıcak baktığı vurgulanmış ve
ABD’nin vereceği yardım paketinin olumlu etkilerini gösterdiğini, bundan dolayı
ABD dolarının değerinin Türk lirası karşısında düştüğü ifade edilmiştir. Tezkerenin
mecliste kabul edilmemesi üzerine ABD ve Türkiye arasındaki stratejik ilişkilerin en
kötü döneme girdiği, ABD yetkililerinin buna gösterdiği tepkinin olumsuz olduğu
“Desteğimizi yitiren bir hükümet, 74 milyar dolar borcu zor öder”
değerlendirmesinde bulundukları belirtilmektedir. Hükümetin tezkerenin kabul
edilmemesi üzerine ekonomik krizin yaşanmaması için almış olduğu ek vergi kararı
basında “3,6 milyar dolar onur vergisi”291 “Tezkere bedeli”292 “Ret bombası
piyasayı vurdu”293 “Beceremediler”294 “Bush’tan alamadı, halktan alacak”295
“Türkiye sarsıldı”, “Ek vergiler barışın bedeli”296 “Borsada kara gün”297 haber
başlıklarıyla sunulmuştur. Borsanın tarihinin en kötü beşinci gününü yaşadığı,
doların, faizin yükseldiği haberleri yapılmıştır. Bu başlıklarla ekonomik kriz
tehdidini vurgulayan liberal basın tezkerenin reddi sonucunda ABD ile ekonomik
ilişkilerin sekteye uğraması arasında doğrudan bir ilişki kurmaktadır.
Bundan sonraki süreçte ABD’nin Iraklı Kürtlerle hareket edeceği, Türkiye’nin ikinci
bir tezkereyi meclise sevk etmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün tezkereye destek veren açıklaması manşetten
291 Hürriyet, 4 Mart, , 2003. 292 Sabah, 4 Mart, 2003. 293 Sabah, 4 Mart, 2003. 294 Hürriyet, 4 Mart, 2003. 295 Hürriyet, 5 Mart, 2003. 296 Sabah, 4 Mart, 2003. 297 Hürriyet, 4 Mart, 2003.
153
“asker tezkeresi”298 “Asker tezkere dedi”299 şeklinde verilmiştir. Özkök’ün
konuşması üzerine piyasanın tezkere öncesi durumuna geldiği ve ikinci bir
tezkerenin gelmesinin gereği üzerinde durulmuştur.
b. Ortadoğu’da Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma İsteği
ABD’nin Irak’a yapacağı olası harekâtta bölgenin geleceğinin çizileceği,
Türkiye’nin tezkereye hayır demesinin ABD açısından fark etmeyeceği, ABD’nin B
Planını devreye sokacağı, her iki durumda da bölgenin geleceğinde büyük tarihi
değişikliklerin olacağı savunulmuştur. Barış için her şeyin denendiği, Türkiye’nin
bölgedeki gelişmelere seyirci kalamayacağı ileri sürülmüştür. Bu süreçte Türkiye’yi
en çok ilgilendiren konunun ise Kuzey Irak’taki oluşumlar olduğu ifade edilmiştir.
Tezkere sürecinde Kuzey Irak Türkiye’nin geleceğine yönelmiş, potansiyel bir
tehdit olarak ele alınmış, Türkiye’nin askeriyle mutlaka orada olması gerektiği,
bölgede gelişecek olayları kontrol altında tutması ve buradaki Kürt grupların
silahlandırılmasının önlenmesi gerektiği öne sürülmektedir. Kuzey Irak’taki gruplar
ele alınırken Türkiye’nin geçmişte özellikle 1991 Körfez Savaşında Irak’tan kaçan
Kürt mültecilere yaptığı iyiliklerden bahsedilmekte, bugün ise bu insanların
Türkiye’ye karşı menfi duygular, düşünceler beslediği ileri sürülmektedir. Bu süreç
içerisinde Irak Kürdistan Demokratik Partisi (IKDP) sözcüsü Hoşyar Zebari’nin
“Türkiye bölgeye girerse kontrol edilemeyen çatışmalar olacaktır” sözlerini
ellerinde silahları olmadığı halde Türkiye’yi tehdit eden kişilerin ABD tarafından
silahlandırılmalarıyla Türkiye’ye yönelecek bir tehdit olduğunun üzerinde
298 Hürriyet, 6 Mart,2003. 299 Sabah, 6 Mart, 2003.
154
durulmuştur. Bundan dolayı Türkiye’nin mutlaka orada olması gerektiği
vurgulanmıştır. Bunun gerçekleşmesinin ise tezkerenin meclisten geçmesine ve
ABD’nin Türkiye’den Irak’a geçiş izni almasına bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Tezkerenin Meclis’ten geçmesinin Türkiye’nin güney sınırındaki güvenliği için çok
önemli olduğu vurgulanmaktadır. ABD ile yürütülen pazarlıklar sonucunda savaş
sonrasında bölgedeki Kürt grupların silahsızlandırılacakları, Kuzey Irak’taki
Kürtlere uçaksavar verilmeyeceği ve Türk ordusunun Kuzey Irak topraklarına
girebileceği öne sürülmüştür. Özellikle Kuzey Iraklı gruplardan gelen Türkiye’nin
Kuzey Irak’a girmemesi yönündeki uyarıcı açıklamalardan sonra, basın bu gruplara
karşı tutumunu sertleştirmiştir. “Gel de çıkar”300 başlığıyla verilen haberde,
Barzani ve Talabani yanlılarının çoğunlukta olduğu Kürdistan Ulusal
Meclisi dün Erbil’de toplandı ‘Türkiye’nin bölgeye müdahalesine karşı
çıkarız’ kararı aldı. Oysa Türkiye uzun süredir, tankıyla, topuyla,
Mehmetçiğiyle zaten bölgede bulunuyor. Mehmetçik olası bir savaş
durumunda Kuzey Irak’taki otorite boşluğundan yararlanmak
isteyeceklerin çıkabileceğini düşünerek tüm önlemlerini aldı.
denilmekte ve her halükarda Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi gerektiğinin altı
çizilmektedir. Tezkerenin mecliste oylanmasından sonra Kuzey Irak’ın Erbil
kentinde IKDP lideri Mesut Barzani taraftarlarınca düzenlenen mitingde
Türkiye’nin bölgeye gelmemesi yönünde sloganlar atılmış ve Türk bayrağı
yakılmıştır. Liberal basın bunu “Çirkin tahrik”301 “Türk bayrağı yaktılar”, “Ata’ya
saygıdan bayrak yakmaya”302 haber başlıklarıyla sunmuştur. Binlerce kişinin 12 yıl
300 Hürriyet, 26 Şubat, 2003, s.16 301 Sabah, 4 Mart, 2003, s. 1 302 Hürriyet, 4 Mart, 2003, s. 1- 17
155
önce topraklarını kendilerine açan sıcak aş, barınacak yer veren Türkiye’ye kin
kustukları, Türk bayrağını yaktıkları, bunun olası operasyonda bölgeye girmeyi
planlayan Türk askerine karşı düzenlendiği vurgulanmıştır.
3. Liberal Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri:
a. Ekonomik Çıkarlar
Liberal basında köşe yazarları genellikle tezkerenin geçmesi gerektiği yönünde
yazılar yazmışlardır. Köşe yazarları da Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ağırlıklı olarak
ekonomi ve ulusal güvenlik üzerinden tanımlayıp betimlemişlerdir. Türkiye’nin bu
süreçte ekonomik çıkarları ele alınırken ABD’nin Irak’a yapmayı planladığı
saldırıda Türkiye’nin ABD’nin yanında yer alması gereği üzerinde durulmuş,
Türkiye’nin bu tezkereyle ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a
girmelerine izin verip vermemesinin ABD’nin Irak’a saldırmasını
engelleyemeyeceğini, Türkiye’nin ABD’ye kolaylık sağlayıp sağlamamasının
Türkiye’ye olası etkilerini ortadan kaldırmayacağını, bu savaşın sıkıntılarının,
ekonomik zararlarının yine de çekileceği ileri sürülmektedir. Tezkerenin Meclis’e
gönderilme kararının doğru olduğu; çünkü Türkiye’nin bundan başka çaresinin
olmadığı savunulmaktadır. Bu tür konularda duygusallığa yer olmadığı, tezkereyle
olası harekât sonucunda ekonomik, siyasi ve askeri yönlerin önceden bir şekilde
mutabakata bağlanmasının Türkiye’nin olası kayıplarını en aza indirebileceği öne
sürülmektedir. Uzun dönemli bir politika için daha baştan işbirliğine gitmekten
156
başka çıkar yol olmadığı Türkiye’nin masada olmasıyla ABD’den çeşitli taleplerde
bulunabileceği ileri sürülmüştür.
Yazarlar savaşa karşı olduklarını belirtmekle beraber bu savaşın kaçınılmaz olduğu
bu yüzden Türkiye’nin de bir tercihte bulunması gerektiği, ulusal çıkarların
Türkiye’yi ABD ile beraber hareket etmeye zorladığını savunmuşlardır. Tezkerenin
onaylanmaması durumunda Türkiye’nin prestijinin, saygınlığının Avrupa Birliği
ülkeleri, Arap ülkeleri ve savaşa karşı olan ülkeler nezdinde artacağı ancak ulusal
çıkarların yalnızca bununla sınırlı kalacağı, Türkiye’nin kayıplarının çok daha fazla
olacağı savunulmaktadır. Türkiye’nin yalnız kalacağı, kimsenin ekonomik anlamda
yardımda bulunmayacağı, Avrupa’nın ve diğer barış taraftarı ülkelerin Türkiye’ye
sahip çıkmayacakları ileri sürülmektedir. Tezkerenin meclisten geçmemesi
durumunda 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden daha büyük bir krizle
karşılaşılacağı ifade edilmektedir. “Türkiye yalnız başına kalıverir… ABD ile
iplerin koptuğunu gören piyasaların ateşi artar. Faizler akıl almaz bir hızla
yükselir… Dolar da onu takip eder, borsa dibe vurur. Yani bütün ekonomik dengeler
altüst olur. Piyasadaki güvensizlik ortamı kaosa davetiye çıkarır.”303 “Kıbrıs
harekâtında ABD üç gün ambargo uyguladı ne kadar büyük sıkıntı içine girdik.
Dünyaya tek başına kafa tutan bir ABD var. Hem de stratejik ortağımız. Böyle bir
dönemde “biz yokuz” deme şansına sahip değiliz. İlişkiler bozulursa daha kötü
sonuçları olur.”304 Tezkereyle beraber Türkiye’nin iyiyle kötü arasında bir tercihte
bulunmayacağı, savaşı durdurmak gibi bir yetkisinin olmadığı, bundan dolayı
303 Mehmet Tezkan, Ayakta Alkışlar Peki Ya Sonra, Sabah, 26 şubat, 2003. 304 Muharrem Sarıkaya, Konuşmayı Seviyoruz, Sabah, 26 şubat, 2003.
157
Türkiye’nin menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapması gerektiği ifade edilmektedir.
Türkiye’nin tercihinin kötüyle daha az kötü arasında bir tercih olduğu, ulusal
çıkarlarının da daha az kötüyü tercih etmesinde olduğu, bundan dolayı tezkereyi
kabul etmesi gerektiği öne sürülmüştür. Cüneyt Ülsever milletvekillerinin
verecekleri oylarıyla şu ulusal çıkarları belirleyeceklerini ifade etmektedir:
1.Ekonomik krizin boyutları ve derinliği 2.Kuzey Irak ve Kürt meselesi
3.Türkmenlerin geleceği 4.Dibimizdeki eli kanlı bir diktatörden kurtulup
kurtulmama 5.Yeni Ortadoğu düzeni içinde Türkiye’nin rolü hakkında
karar vereceklerdir. Milletvekilleri onlara göre hangi şık ülkemiz için
‘en az zararı’ işaret ediyorsa, o şıkkı seçsinler.305
Ülsever, bununla tezkerenin kabul edilmemesi durumunda ulusal çıkarların zarar
göreceği uyarısını yapmaktadır. Türkiye’nin bu savaşta tarafsız kalmasının, ulusal
çıkarlarını yakın ve uzun vadede negatif yönde etkileyeceği iddia edilmiştir.
Bir defa Ankara’nın II. Dünya Savaşından bu yana en sağlam müttefiki
olan ABD ile ilişkileri krize girecek. Savaşın ekonomiye yapacağı
tahribatı, ABD’den alınması beklenen ekonomik yardımı almadan
göğüslemek zorunda kalacak. ABD desteğinden mahrum kaldığı gibi
uluslararası para fonu IMF’nin desteğini de unutmak zorunda kalabilir.
Tezkerenin reddedilmesi Türkiye’nin savaştan sonra Irak’ın
şekillendirileceği masaya oturmaması veya otursa bile dinlenmemesi
anlamına gelecek. Maalesef ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda ne
ahlâk, ne ideoloji, ne de iç politika çıkarları birer iyi rehberdir.306
305 Cüneyt Ülsever, Tezkere, Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 306 Metin Münir, Cansız Kalkan, Sabah, 27 Şubat, 2003.
158
denilmek suretiyle olaya, realist uluslararası paradigma çerçevesinde yaklaşılmıştır.
“Tezkerenin diğer hayati boyutu, ekonomik. Karşı çıkması nedeniyle ‘ABD, Fransa
mallarını boykot ediyor.’ Bunun faturası 40-50 milyar dolar. Var mı bizim bu kadar
lüksümüz!”307 “Türkiye ben bunun dışında kalacağım dediği takdirde 50 yıl bedelini
ödemek zorunda kalabilir.”308 Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine
tezkerenin kabul edilmemesinin sonuçlarının ekonomik açıdan negatif olacağı
belirtilmektedir. Türkiye’nin “En büyük müttefikinin ekonomi ve siyasi desteğinden
yoksun, uluslararası kuruluşlarla sorunlu, kısmen yalnız bırakılmış bir ülke olarak
borçlarını çevirmesi çok zorlaşabilir.”309 şeklinde yorumlar yapılarak alınan kararın
Türkiye’nin ekonomik çıkarlarına uygun olmadığı belirtilmektedir.
b. Kuzey Irak’ta Türkmenlerin Hamisi Olarak Türkiye
Köşe yazılarında, Kuzey Irak’ta yer alan Türkmenlere göndermeler yapılmakta ve
Türkiye’nin bu bölgedeki Türkmenlerin hamisi olması gereği üzerinde
durulmaktadır. Türkiye’nin Türkmenlere karşı girişilecek bir soykırıma seyirci
kalamayacağı, bunu önlemek için de Türk askerinin o bölgeyi kontrol altında
tutması gerektiği öne sürülmüştür. Tezkerenin geçmemesi halinde Türkiye’nin
savaşa gireceğini yazan Ertuğrul Özkök bunu şu şekilde savunmaktadır:
Çünkü o takdirde bu bölgedeki bütün gelişmeler Türkiye’nin kontrolü
dışında cereyan edecektir. Türkiye buna müdahale ettiği anda da artık
eski ikna gücü olmayacak ve muhtemelen de Kuzey Irak’ta çatışmalara
girecektir. Türkiye “evet” dediği takdirde bugün artık Saddam’ın barışçı
307 Yalçın Doğan, 30 Yıllığına Yeni Komşuluk İlişkileri, Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 308 Ertuğrul Özkök, Tezkere Geçmezse Türkiye Savaşa Girer, Hürriyet, 27 Şubat, 2003. 309 Abdurrahman Yıldırım, Tezkere Yoksa Krize Karşı Yapılabilecek Bir Şey Var mı?, Sabah, 3 Mart, 2003,
159
bir çözüme yanaşmasını sağlayacak son ve tek etken, Türkiye’nin kuzey
cephesinin açılması olacaktır.310
c. Ortadoğu’da Bölgesel Güç Olma Arzusu
I. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin güçsüz olduğu, bu yüzden çizilen sınırlara
müdahale edemediğini, ancak şimdi bölgenin en güçlü ülkesi olduğu, bugün yine
sınırların çizilmekte olduğu, Türkiye’nin bunun dışında kalmasının söz konusu
olmadığı, Türkiye’ye rağmen sınırların bir daha çizilemeyeceği vurgulanmış, bunun
için de ABD ile hareket edilmesi gereği üzerinde durulmuştur. Bunun dışında
kalmanın, bölgede büyük ve güçlü devlet olma iddiasının kaybedilmesi anlamına
geleceği iddia edilmiştir. Türkiye’nin, ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayarak
yaptığı bu savaşta ABD’nin yanında yer almaktan başka çaresinin olmadığını ileri
süren Oktay Ekşi Türkiye’nin tam bir çaresizlik içinde olduğu ve teslim olmaktan
başka çaresinin olmadığını savunmaktadır.
Bu konuda TBMM’nin bir tercih yapma özgürlüğü maalesef yok. Çünkü
Türkiye maalesef beynine tabanca dayanmış masum bir sivil gibi, ABD
tarafından rehin alınmış durumda. Karşısındaki zorbayı durdurmaya
kalkışsa buna olanağı yok. Onun dediğini yapsa tüm çıkarlarına ve
isteklerine aykırı hareket etmiş olacağını biliyor. O nedenle geriye tek
çare kalıyor: Zorbanın dediğini yapma ve ilk fırsatta bu rehin alma
durumundan kurtulup özgürce hareket etmek311
Tezkerenin kabul edilmesiyle Türkiye’nin Ortadoğu’da meydana gelecek büyük bir
değişimin de parçası olmayı kabul edeceği ifade edilmiştir. Yapılan kamuoyu
310 Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 27 Şubat, 2003. 311 Oktay Ekşi, Rehin Alındık, Hürriyet, 27 Şubat, 2003.
160
araştırmalarında halkın % 94’ünün savaşa karşı olmasının, hükümetin de buna
uymasını gerektirmediğini, çünkü demokrasinin “halk hâkimiyeti” kavramının
hâkimiyetin kaynağını belirlediği, halkın hareketinin yönünü belirlemediğini, halkın
hareketinin yönünü ise liderin belirlediği ifade edilmiş, hükümetin halkın
eğilimlerine uymaması önerilmiştir. “Hesaplar, ABD’den yana tavır almanın
halkımızın refahı bakımından Türkiye’nin lehinde olduğunu kesinlikle ortaya
koymaktadır. Halkın tercihi ise tersidir”312 denilmek suretiyle mantıklı davranılması
duygusal hareket edilmemesi istenmiştir. Fatih Altaylı bu konuda şunları ifade
etmektedir:
ABD bunu bir şekilde yapacak, ulusal kamuoyu desteklese de yapacak,
desteklemese de yapacak. ABD bu işi yapınca Türkiye desteklese de
zarar görecek, desteklemese de zarar görecek. Türkiye’nin şimdi
yapmaya çalıştığı bu zararı minimize etmek. Türkiye’nin tavrı, “tecavüz
kaçınılmazsa yapılması gereken” olarak özetlenebilir. Zevk almaya
çalışmıyoruz. Ama en azından “canımızı kurtarmaya” gayret
ediyoruz.313
Ertuğrul Özkök tezkereyi Türkiye’nin bölgesel güç olma yolunda atacağı önemli bir
adım olarak görmektedir. Özkök, tezkerede Türkiye’nin ulusal çıkarlarının neler
olduğunu tanımlamaktadır. Özkök’e göre:
Birincisi, Türkiye bu kararla savaşa girmiyor. Tam aksine, savaşla kendi
arasına bir tampon koyuyor. İkincisi, bu savaşın kısalmasına, dolayısıyla
Irak halkının canının ve malının daha az kaybolmasına imkân sağlıyor.
Üçüncüsü, savaş sonrasında Irak’ın yeniden yapılandırılmasında söz
sahibi oluyor. Dördüncüsü, bu tezkereyi kabul etsek de etmesek de
312 Ege Cansen, Liderlik ve Demokrasi, Hürriyet, 1 Mart, 2003. 313 Fatih Altaylı, Tecavüz Kaçınılmazsa, Hürriyet, 1 Mart, 2003.
161
uğrayacağımız zararın telafi yolunu açıyor. Beşincisi, Türkiye’nin hem
bölgesinde hem Avrupa’da stratejik bir güç olmasına zemin
hazırlıyor.314
d. Güçlü Müttefiki Kaybetme Korkusu
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesinden sonra basın Türkiye’nin ulusal
çıkarlarının zarar gördüğünü belirtmekte ve özellikle AKP hükümetini
eleştirmektedir. Ergun Babahan
AKP açıkçası dün ‘ben iktidara hazırlıksız geldim’ dedi. Meclis dün dış
politikayı çizmiştir. Oysa dış politikayı belirleme ve uygulama görevinin
hükümete ait olması gerekir. Açıkçası bu Türkiye’nin çıkarları açısından
doğru olmamıştır. Çünkü hükümet şu anda kurallarını kendisinin
belirlemediği bir oyunu oynamak zorundadır.315
diyerek hükümeti, alınan kararın sorumlusu olmakla ve Türkiye’nin ulusal çıkarları
aleyhine gelişmelerin yaşanması durumunda, ülkeyi eli kolu bağlı bırakmakla
eleştirmektedir. Basında, Abdullah Gül başkanlığındaki 58. hükümetin düştüğü,
çünkü verilen kabul oylarının güvenoyunun altına indiği, Ankara’da siyasi bir krizin
başladığı ileri sürülmektedir. Bu kararın Türkiye’yi çok olumsuz etkileyeceği öne
sürülmüş ve bunlar: ekonomik zorluklar, Türkiye’yi istikrarsızlıklaştırmak için fırsat
bekleyenlerin tertipleri, bağımsız bir Kürt devleti isteyenlerin cesaretlenmesi,
Ermenilerin soykırım iddialarının ABD kongresinden geçmesi şeklinde
betimlenmiştir. ABD’yle ilişkilerin her halükârda büyük bir yara aldığı, Türkiye ile
ABD arasında savaş dönemi için yapılan antlaşmaların rafa kalktığı, dolayısıyla
314 Ertuğrul Özkök, Ne Diyeyim Mükemmel Bir Konuşma, Hürriyet, 6 Mart, 2003. 315 Ergun Babahan, AKP’nin Hatası, Sabah, 2 Mart, 2003.
162
ABD’nin taahhüt etmiş olduğu güvencelerin de askıda olduğu ifade edilmektedir.
Hükümet acemi olmakla suçlanmakta, acemiliğin Amerika’yla ilişkileri zedelediği
ileri sürülmektedir. ABD’den mali yardımın gelmeyeceği, faizlerin, dövizin
yükseleceği, borsanın düşeceği, Türkiye’nin savaşın bütün olumsuzluklarını
herhangi bir kazanımı olmaksızın yaşayacağı ileri sürülmektedir. Türkiye’nin alınan
kararla dünyadaki en büyük siyasi, askeri ve ekonomik müttefiki olan ABD’yi
kaybetme tehlikesi yaşadığı varsayılmakta, bununla birlikte Türkiye’nin tek
kazanımının dünyada prestiji, saygınlığı artan bir ülke olduğu ifade edilmektedir.
Türkiye’nin yerinin aslında Avrupa Birliği olduğu, ancak ülkenin çıkarları için
kaçınılmaz olan bu savaşta Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının gerektiği
öne sürülmüştür.
e. İleride Kurulacak Bir Kürt Devletinin Türkiye’yi Bölmesi
Köşe yazarlarının tezkerenin meclisten geçmesi yönünde en çok başvurdukları
nedenlerden biri de Kuzey Irak Kürtlerinin ABD ile hareket ediyor olmaları ve
ileride bir Kürt devleti kurma olasılıkları olmuştur. Genellikle Türkiye’nin Irak ile
bir sorununun olmadığı, ancak Kuzey Irak ile ilgili bir sorununun olduğu ifade
edilmekte, Türkmenlere ve Musul-Kerkük’e çeşitli şekillerde değinilmektedir.
Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmaması
olduğunun altı çizilmektedir. Bölgede en çok Kürt nüfusa sahip ülke olan
Türkiye’nin, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması durumunda, bu devletin
gelecekte Türkiye’deki Kürtler için bir cazibe merkezi olma potansiyeli taşıdığı ve
bunun Türkiye’nin bölünmesine neden olabileceği endişesi basına hâkim olan
163
kanaat olmuştur. Bundan dolayı Türk askerinin mutlaka Kuzey Irak’ta bulunması ve
bölgede Türkiye’nin çıkarlarına ters düşecek gelişmeleri önceden engelleyerek
kontrol altında tutması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Tezkerenin
reddedilmesinin ABD’nin çıkarlarına darbe vurmaktan çok, Irak Kürtlerinin çıkarına
hizmet edeceği, Türkmenlere karşı bir soykırım girişiminin olabileceği, bölgeyi ele
geçirmek isteyen Kürt gruplarının Kuzey Irak’ı savaş meydanına çevirmek
isteyebileceği iddia edilmektedir. Tezkereyle Kürt devletinin kurulamayacağı
garantisinin alındığı belirtilmektedir. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin
Türkiye için zaten bir “casus belli” yani “savaş nedeni” olduğu ifade edilmekte ve
Türkiye’nin tezkereyi meclisten geçiremediği takdirde Kuzey Irak’ta muhtemel bir
oluşumda yine de savaşa gideceği, bundan dolayı tezkerenin geçmesinin çok önemli
olduğu ileri sürülmektedir.
ABD’nin Irak operasyonu için B planı olabilir, ama Türkiye’nin Kuzey
Irak’ta böyle bir seçeneği yok: Ya gelişmelerin denetim altında
tutulmasında söz sahibi olacak ya da seyirci kalacak. Seyirci kalmayı
tercih edemez. Çünkü o zaman savaş sonrası dönemde Cumhuriyet
tarihinin en tehlikeli oldubittisiyle karşılaşması ve bu ‘oluşum’un
kıvılcımlarının Türkiye tarafına da sıçraması kesin.316
Tezkerenin meclisten onay almaması sonucunda Kuzey Irak hakkında yukarıda
bahsedilen korkular gündeme yeniden getirilmekte ve ikinci bir tezkerenin gereği
üzerinde durulmaktadır. TBMM’nin aldığı bu kararla artık bölgedeki iddialarını
yitirdiğini, Kuzey Irak meselesinde ileride zorluklarla karşılaşacağı iddia edilmiştir.
Ertuğrul Özkök:
316 Ergun Babahan, Ulusal Onur, Sabah, 6 Mart, 2003.
164
TBMM, yurtdışına asker göndermeye izin vermediğine göre, dün sabah
itibariyle Kuzey Irak’ta bulunan 20–30 bin askerimizin ne uluslararası
ne de milli düzeyde hiçbir meşru ve hukukî durumu kalmamıştır. O
nedenle o bölgedeki Türk askerinin hemen çekilmesi gerekir. Kuzey
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması Türkiye için “casus belli” yani
“savaş nedeni”dir. Bu stratejinin derhal değiştirilerek yok sayılması
gerekir. Çünkü oradaki bir Kürt devletini savaş nedeni sayıyorsak yarın
o bölgede bir devlet oluştuğu takdirde savaşmamız gerekecektir317
demek suretiyle TBMM’nin tezkereyi kabul etmemekle ulusal çıkarlara zarar
verdiğini savunmuştur. Yalçın Doğan tezkerenin Meclis’te kabul edilmemesi
üzerine “Tezkere öncesinde Washington’un Ankara’ya kesin sözü var, ama o söz
şimdi geçerli değil. Hatta tam tersi, Ankara’ya son birkaç gündür ulaşan bilgiler
ABD’nin Kürt devletine yeşil ışık yaktığı yolunda”318 diyerek Kuzey Irak’ta
muhtemel bir oluşuma dikkat çekmeye çalışmaktadır. ABD’nin artık Ankara’nın
Kürt politikasına izin vermeyeceği ifade edilmekte, Türkiye’nin bu politikasında
ısrar etmesi ve olası bir Kuzey Irak harekâtını başlatması sonucunda artık
peşmergelerle değil ABD askeriyle karşı karşıya geleceği ileri sürülmektedir.
Tezkerenin kabul edilmemesi Türkiye’nin kendi güvenliğini tehlikeye attığı şeklinde
değerlendirilmiş, bu amaçla Türkiye’nin Kuzey Irak’ı kendi güvenliği için, kendi
bütünlüğü için kontrol altında tutması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Gerek haberlerde gerek ise köşe yazarlarının yorumlarında liberal basının realist
paradigmayı benimsediği iddiasını güçlendiren bir başka olgu ise, barış eylemlerinin
317 Ertuğrul Özkök, O Casus Belli Artık Yok Sayılmalı, Hürriyet, 3 Mart, 2003. 318 Yalçın Doğan, Kürt Devletine Çeyrek Kala, Hürriyet, 5 Mart, 2003.
165
liberal basında çok az yer almasıdır. Haber değeri taşıyan barış eylemlerine az da
olsa yer verilmiştir. Ancak bu haberler de genellikle olumsuz bir tarzda
sunulmuştur. BM Güvenlik Konseyinde Fransa-Almanya ikilisinin ABD’nin
yapacağı savaşa karşı oy kullanacağı ve karar alınmasını engelleyeceği yönündeki
çalışmaları “savaşa karşı oy BM’nin sonu olur”319 “Barış ekseni BM’yi kaosa
sürüklüyor”320 şeklinde haberleştirilmiştir. İncelenen süre içinde dünyada yapılan
barış eylemlerine pek yer verilmemiş, bu dönemde Irak’a canlı kalkan olarak giden
barış eylemcilerine ise az da olsa yer verilmiştir. Ancak canlı kalkanların da samimi
olmadıkları “savaşı önlemek için Bağdat’a gelen canlı kalkanların çoğu kof çıktı”
denilerek canlı kalkanlara negatif bir yaklaşım sergilenmiştir. “Canlı kalkanlar
Bağdat’tan kaçıyor”321 başlığıyla verilen haberde “Kalkanlar Irak’a geldiler,
kahramanlar gibi karşılanıp ağırlandılar, yediler, içtiler. Turistik turlara çıktılar,
dünya basınında yer almak için birbirleriyle yarıştılar” denilmektedir. Canlı
kalkanların savaş olasılığı arttığında ise canlarının derdine düştükleri, bu yüzden
Irak’tan kaçmaya çalıştıkları, samimi olmadıkları ileri sürülmüştür. Ertuğrul Özkök
Bu savaşta asıl sorumluların canlı kalkanlar olduklarını iddia etmiştir. “Asıl sorumlu
sensin. Orada kalan Iraklı sivillere bir şey olursa biliniz ki, bunda sizin de
sorumluluğunuz olacak. Çünkü bu tek yanlı davranışınızla o diktatöre öylesine
cesaret verdiniz ki, hala halkını ateşten koruyacak en küçük adımı atmıyor.”322
319 Sabah, 26 Şubat, 2003. 320 Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 321 Hürriyet, 3 Mart, 2003, s. 16 322 Ertuğrul Özkök, Canlı Kalkanlar, Hürriyet, 25 Şubat, 2003.
166
4. Liberal Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri
Liberal basın, Amerika’nın Irak’ı işgali ve 1 Mart tezkeresi sürecinde tezkere
taraftarı bir politika izlemiştir. Bu süreçte üç taraf söz konusudur: ABD, Irak ve
Türkiye. Amerika liberal basının gündeminden düşmezken, Irak “egemen” bir
devlet olarak yok denecek kadar az basında yer almaktadır. Türkiye haber ve
yorumlarda ABD’nin müttefiki ve stratejik ortağı olarak ifade edilmektedir. Liberal
basında tezkerenin TBMM’de oylanmasına kadarki zaman diliminde manşete
taşınan eşdeyişle haber değeri atfedilen olaylar “Amerikan ordusunun silah ve asker
sevkıyatı” ve “Tezkerenin olası olumlu sonuçları”dır. Manşet haberlerinin başlıkları
ele alındığında anlamlı bütün oluşturan bir paragraf oluştuğu görülmektedir.
“Tezkere mecliste” “bu tezkere tarih yazacak” “İş MGK’ya kaldı” “Artık karar
günü” denilerek tezkerenin geçmesi yönünde yayınlar yapmıştır.
Liberal basın, tezkerenin mecliste onaylanması yönünde bir tutum içerisinde
olduğundan dolayı kullandığı dil itibariyle de bu yönde bir strateji izlemiştir.
Benimsemiş olduğu strateji “olumsal kendini sunma” ve “olumsuz ötekini sunma”
stratejisidir. Bu amaçla liberal basının kullanmış olduğu ikna yolları oluşturulan
kategorilere ve temalara uygun olarak aşağıda başlıklar halinde incelenmiştir.
167
a. Aktör Tanımı
Haber Aktörleri L. Basın Haber Aktörleri L. Basın
ABD 5 Cumhurbaşkanı 1
Türk Askeri/MGK/Genel
Kurmay Başkanı
7 Meclis Başkanı 1
Recep Tayyip Erdoğan 5 Başbakan 5
Hükümet 4 BM 2
Türkiye/Ankara 3 Kürt/K.Irak/Barzani 10
Tezkere 6 Irak 1
TBMM 2 IMF 1
AKP 4 Barış yanlıları 6
25 Şubat–25 Mart 2003 tarihleri arasında liberal basından Hürriyet ve Sabah
gazetelerinde 178 haber ve 106 köşe yazısı içerisinde ön plana çıkan haber aktörleri
yukarıdaki gibi olmuştur. Liberal basın kendi politikasına uygun olarak haber ve
yorumlarında kime, ne kadar, ne zaman, nerelerde, nasıl yer vereceğini belirlemiş ve
buna uygun olarak haber aktörlerini seçmiştir. Bu süreçte basının takip ettiği
politikaya uygun olarak Kuzey Irak ve Kürtler en sık vurgu yapılan haber aktörleri
olmuştur. Burada Kuzey Irak Türkiye’nin güvenliğine yönelmiş bir tehlike olarak
ele alınmaktadır. Tezkerenin geçmesi yönünde yapılan açıklamalara özellikle resmi
açıklamalara öncelik verilerek olumlanmıştır. Bu amaçla Genel Kurmay Başkanı,
Başbakan, hükümet üyeleri ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) genel başkanının
açıklamalarına ağırlıklı olarak yer verilmiştir. Barış yanlılarına haber ve yorumlarda
yer verilirken genellikle negatif bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu süreçte tezkere
karşıtı görüşlere, cumhurbaşkanı ve meclis başkanının tezkere karşıtı açıklamalarına
çok az yer verilmiştir.
168
b. Kanıtlarla İspatlamak
Liberal basın haber ve yorumlarında öne sürdüğü savları desteklemek ve hedef
kitlesi üzerinde etkide bulunmak amacıyla uzman kişi ve kuruluşların görüşleri, kanı
birliği, kanıtsallık, açıklama, sayı oyunu, mantıklı olma ve karşı gerçeklikler
üzerinden haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır.
TÜSİAD ve Baş Ekonomistlerin Görüşleri
Liberal basında tezkere sürecinde başvurulan uzman kişi ve kuruluşlar ağırlıklı
olarak ekonomi uzmanları ve ekonomi ile ilgili kuruluşlar olmuştur. Tezkerenin
mecliste onaylanmasının ve Türkiye’nin stratejik müttefiki olan ABD ile beraber
hareket etmesinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına en uygun tercih olacağı üzerinde
durulmaktadır. Bu konuda çeşitli kesimlerden otorite olarak kabul edilen kişi veya
kurumlara da başvurulmuş, tezkerenin kabul edilmemesi üzerine ise Türkiye’nin
ulusal çıkarlarının bundan olumsuz yönden etkileneceği yönünde görüş bildiren
kişilere yer verilmiştir.
“Süleyman Demirel hükümetin tezkeresi mecliste onaylanmazsa, bu durumda
hükümetin istifası gerekir.”323 “Bugün öğleden sonra ise yüksek strateji merkezinin
kuzey Ortadoğu denkleminde kırılmalar başlıklı raporu devletin karar alma
mekanizmalarına dağıtıldı. Raporda savaş olsa da, olmasa da artık Ortadoğu’da
bütün dengelerin değişeceği vurgulanıyor.”324 “Tezkere geçmezse ekonomi
323 Fatih Altaylı, 25 Şubat, 2003. 324 Yavuz Donat, Oyun Başladı, Sabah, 26 Şubat, 2003,
169
bozulur”325 (TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan) “Tezkereyi onaylayın, bölgede aktif
rol alın.”326 (TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan)
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine Türkiye’nin ulusal çıkarlarının
bundan negatif yönde etkilenebileceği üzerine haber ve yorumlar yapılmıştır.
“Pazarlık gücümüz artık azaldı” (Altuğ Karamenderes, Ata Yatırım Baş Ekonomisti)
“Marc Crossman ikinci tezkere oylamasından sonra açıkça söylemişti. ‘Kuzey
Irak’taki bu insanlar kendileri için yeni bir yaşam kurmak istiyorlar.’ Türkiye bu
yeniden şekillenme döneminde Irak’taki sürece daha çok katılma şansını yitirdi.”327
Wall Street Journal ve Washington Post’un Sahipliğinde Haberi Doğrulamak
Liberal basında Wall Street Journal ve Washington Post’tan alıntılar yapılmak
suretiyle, tezkerenin kabul edilmemesi durumunda Türkiye’nin karşı karşıya
kalacağı muhtemel sonuçların ne olacağı kanıtsallık teması kullanılarak
savunulmuştur. Böylece savunulan tez bu tür kanıtlarla güçlendirilmeye
çalışılmıştır.
Amerikan Wall Street Journal’ın başyazısından alıntı yapılmıştır: “ABD şimdi
Kuzey Irak’taki Kürtlerle askeri ve siyasi işbirliği konusunda Türklerin arzularını
görmezden gelme hakkına sahiptir.” Yazıda konu edinen bölge neresi? Türkiye’nin
‘savaş nedeni’ saydığı Kuzey Irak. Türkiye bu savaşa girerse asıl kendine ‘savaş
karşıtı’ diyen o romantikler yüzünden girecektir.”328 “Washington Post gazetesi,
325 Hürriyet, 28 Şubat, 2003. 326 Hürriyet, 1 Mart, 2003. 327 Erdal Şafak, Hatadan Dönmek, Sabah, 6 Mart, 2003, 328 Ertuğrul Özkök, Dün Ankara’da Aldığım Sinyaller, Hürriyet, 5 Mart, 2003.
170
savaş sonrasında Iraklı Kürtlerin federasyon benzeri bir hükümet kurmasını
engellemek için Amerika’nın Türkiye’ye söz verdiğini yazdı.”329
Kürt Devletinin Kurulması Savaş Nedeni
Liberal basında Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmaması Türkiye’nin ulusal
çıkarları açısından önem arz etmektedir. Bu amaçla liberal basında Kuzey Irak
üzerinden kanı birliği oluşturulmaya çalışılmıştır.
“Bizim bir ‘Casus Belli’miz vardı. Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması,
Türkiye’nin zaten bir savaş sebebi değil mi? ABD’nin yapacağı operasyon dışında
kalırsak bölgede aleyhimize olması muhtemel gelişmeleri engellememiz
kolaylaşacak mı?”330 “Ülkemiz şu anda kendisine en az zararlı olanı seçmek
zorundadır. En az zararlı olanı!”331 Tezkere oylanmasından sonra da bu yönde
yorumlar yapılmıştır. “Açıkçası bu Türkiye’nin çıkarları açısından doğru
olmamıştır.”332 “Kuzey Irak’taki gelişmeler vahim. Operasyonda ABD kuvvetleri
bir şekilde Kuzey Irak’a geçecek. Ama Türk ordusu giremezse, olaylar tümüyle
kontrolümüzden çıkacak.”333
329 Sabah, Amerika Söz Verdi, Kürt Devleti Kurulmayacak, 28 Şubat, 2003. 330 Fatih Altaylı, Tezkere Geçmezse Hükümet Gider, Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 331 Cüneyt Ülsever, Tezkere, Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 332 Ergun Babahan, AKP’nin Hatası, Sabah, 2 Mart, 2003. 333 Erdal Şafak, Söz Uçar, Sabah, 4 Mart, 2003.
171
Kaçınılmaz Savaş
Liberal Basında tezkere taraftarı söylemin özelliği savaşın olası sebeplerinin
açıklanmasıdır. Liberal basın Türkiye’nin iyi niyetine rağmen bu savaşın
yaşanacağını, ABD’nin bunu gerçekleştirmede ısrarcı olduğunu vurgulanmıştır.
“Bush yönetimi kuzey cephesi olmadan bu işe giremeyeceği için zorunlu olarak
meclisin yeni kararını bekleyecek. Bir adam ve çetesinin petrol tutkusu yüzünden
yanı başımızda kanlı bir savaş yaşanacak. Süresi konusunda herkesin iyimser olduğu
bir savaş bu. Sonrası konusunda ise kimsenin hemfikir olamadığı bir savaş aynı
zamanda. Çünkü Bush yönetiminin petrol kuyularına hâkim olmak ve Saddam’ı yok
etmekten başka bir planı yok.”334 “Körfez Savaşından sonra Kuzey Irak’ta meydana
gelen otorite boşluğunu bir devlet oluşumu ile doldurmak isteyen ABD, Irak
Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Mesut Barzani ve Irak Kürdistan Yurtseverler
Birliği Lideri Celal Talabani’yi bu amacını gerçekleştirmek için taşeron olarak
kullanmıştır.”335
Paşalar Anlattılar Füzelerin %60’ı Uydu Başlıklı
Liberal basın öne sürdüğü savı kanıtlamak amacıyla sayı oyununa başvurmuştur.
Liberal basında taraf tutulan ülkenin askeri kapasitesine ve yeteneğine vurgu ön
plandadır.
334 Ergun Babahan, Ulusal Onur, Sabah, 6 Mart, 2003. 335 Refik Durbaş, Kuzey Irak Kürt Devleti, Sabah, 1 Mart, 2003.
172
“Paşalar anlattılar: 1991’deki Körfez Savaşında kullanılan füzelerin % 6’sı uydu
başlıklı, yani adrese teslim... Hedeflerin % 42’sini bunlar vurmuş. Şimdi ise
füzelerin % 60’ı uydu başlıklı. Yani hedeflerin % 85 ile 91’i vurulacak.”336
Mantıklı Olma Gerekliliği
Tezkere konusunda liberal basın mantıklı olma temasına sık sık başvurmuş
Türkiye’nin ulusal çıkarlarının duygusal değil, akılcı bir şekilde düşünülmesi
gerektiğini vurgulamıştır. Ancak bunu yaparken halkın savaşa karşı oluşunun da
önemli olmadığını belirterek, realist paradigma çerçevesinde olayın ele alınmasını
savunmuştur.
“Biz bu savaşın sıkıntılarını, ekonomik zararlarını yine çekeceğiz. Peki soruyorum:
Gerçekte bütün açıklığıyla böyle önümüzde dururken, biz niye bu izni
vermeyeceğiz? Türk askerinin canı mı? ABD’ye kuzeyden kolaylık sağlandığı
takdirde Türk askerinin canı çok daha büyük güvence altında olacaktır.”337 “Her
türlü çabaya rağmen savaşa engel olunamıyorsa, ülkemizin menfaati için ne yapmak
gerekir? Ülkemiz şu anda kendisine en az zararı verecek bir yolu seçmek
zorundadır. En az zararlı olanı! İşte % 6’nın çabası bu!”338 “Hesaplar ABD’den yana
tavır almanın halkımızın refahı bakımından Türkiye’nin lehinde olduğunu kesinlikle
ortaya koymaktadır. Halkın tercihi ise tersidir.”339
336 Yavuz Donat, Oyun Başladı, Sabah, 26 Şubat, 2003. 337 Ertuğrul Özkök, Canlı Kalkanlar, Hürriyet, 25 Şubat, 2003. 338 Cüneyt Ülsever, Tezkere, Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 339 Ege Cansen, Liderlik ve Demokrasi, Hürriyet, 1 Mart, 2003.
173
“B” Planının Gerekliliği
Bu süreçte liberal basının karşı gerçekliği tezkerenin meclisten onay almaması ve
Kuzey Irak’ta kurulacak olan bir Kürt devletidir. Tezkere sürecinde liberal basın sık
sık karşı gerçekliklere başvurarak Türkiye’nin ABD’ye destek vermemesi
durumunda karşılaşacağı muhtemel güçlükleri ifade etmeye çalışmıştır.
“Hayır derse B Planı. TBMM’nin bu tezkereyi kabul etmemesi halinde ise
Amerikan askeri sadece güneyden girerek savaşa başlayacak, her iki durumda da
bölgenin geleceğinde büyük tarihi değişiklikler olacak.”340 “TBMM bugün asıl
tezkereye hayır derse, Türkiye’yi savaşa sokacak yolu açacaktır. Çünkü o takdirde
bu bölgedeki bütün gelişmeler Türkiye’nin kontrolü dışında cereyan edecektir.
Türkiye buna müdahale ettiği anda da artık eski ikna gücü olmayacak ve
muhtemelen de Kuzey Irak’ta çatışmalara girecektir.”341
c. Karşılaştırma “Tarihten Alınması Gereken Dersler”
Liberal basın, görüşlerini yaygınlaştırırken sıklıkla karşılaştırmalara başvurmaktadır.
Tarihi karşılaştırmalara rastlandığı gibi (güçsüz Osmanlı - güçlü Türkiye) ABD ile
Irak veya Ortadoğu ile diğer devletler arasında yapılan karşılaştırmalara da dilsel
ifadelerde rastlanmaktadır. Tarihsel olaylarla karşılaştırmalar yapılarak Türkiye’nin
bu savaşın dışında kalamayacağı, ulusal çıkarlarının bu savaşta taraf olmasını
gerektirdiği öne sürülmüştür. Tezkereyle Türkiye’nin ulusal çıkarlarının korunduğu
340 Hürriyet, 26 Şubat, 2003. 341 Ertuğrul Özkök, Tezkere Geçmezse Türkiye Savaşa Girer, Hürriyet, 27 Şubat, 2003.
174
iddia edilmiş, geçmiş dönemlerde yaşanan olaylarla buna dikkat çekilmeye
çalışılmıştır.
“Bu bölgedeki son düzenlemelerde biz güçsüz bir imparatorluk artığından ibarettik,
bugün ise bölgenin en güçlü devletiyiz. O gün bize rağmen çizilen sınırların bugün
yine bize rağmen yeniden şekillenmesinin dışında kalamayız.”342 “1920 yılında
İngiltere’de ‘Mezopotamya’nın kuzey ve doğu hudutları’ adı altında yapılan bir
çalışmada içeriği günümüze de yansıyan bir proje ortaya atılmıştı. Bu proje özetle
‘yegâne çözümün Bağdat’taki Arap hükümetinden ayrı İngiliz danışmanlarının
denetiminde Güney Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurulmasıdır’ deniyordu. Dün
İngiltere’ye ait bu proje bugün ABD’nin elinde ve İngiltere’nin desteğiyle
gerçekleşme aşamasına girmiştir. Eğer geçmişi bilirsek günü daha iyi anlayabilir ve
geleceğe yönelik daha gerçekçi değerlendirmeler yapabiliriz.”343 “Bu kez sıkı
tutuldu. Özal pazarlıkçı bir tutum sergilemeyerek nasıl olsa ABD jestlerimizi
karşılıksız bırakmaz anlayışıyla hareket etmişti. O dönemde bugün olduğu gibi bir
pazarlığın yapılması, mutabakat muhtıralarının müzakere edilmesi söz konusu
olmamıştı. Harekâtla ilgili herhangi bir anlaşma da imzalanmamıştı. Bu kez Türk
tarafının işi fazlasıyla sıkıya aldığı söylenebilir.”344
d. Ötekileştirme “Biz Türkler”
Liberal basın ulusal çıkarları temsil ettiğini sıklıkla dile getirirken “biz” öznesine
dayanmaktadır. Haberlerde ve köşe yazılarında biz, bizim, ülkemiz vb. kelimeler
342 Ertuğrul Özkök, Tezkere Geçmezse Türkiye Savaşa Girer, Hürriyet, 27 Şubat, 2003. 343 Refik Durbaş, Kuzey Irak Kürt Devleti, Sabah, 1 Mart, 2003. 344 Sedat Ergin, 1991 ile 2003’ün Farkı, Hürriyet, 25 Şubat, 2003.
175
aracılığıyla ulus öznesine yaslanmaktadır. Liberal basında “biz” olumlanırken
ötekileştirilen “onlar” olumsuz bir dille ifade edilerek savunulan görüşün haklılığı
ortaya konmaya çalışılmaktadır.
“Onların Amacı Kürt Devleti Kurmak”
Liberal basında kutuplaşma sıklıkla Kuzey Iraklı Kürtler üzerinden kurulmuş, ABD
müttefik olarak kabul edilerek, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını özellikle güvenlik
çıkarlarını tehdit eden asıl tehlikenin Kuzey Iraklı Kürtler olduğu savunulmuştur.
“Barzani ve Talabani Türkiye’ye karşı şimdi düşmanca bir tavır içinde. Birkaç
nedeni var. Önce en önemli amaç Kürt devleti kurmak. Onlara göre eskiye oranla
artık çok daha yakın, çok daha mümkün.”345
“Biz Savaşa Karşıyız Ama”
Liberal basında sözde reddetmeler, kabul etmeler ve empati kullanılarak savaşa, kan
dökülmesine karşı olunduğu, ancak ülkenin ulusal çıkarlarının öncelikli olarak
savunulması gerekliliği üzerinde durularak yadsıma ifadeleri kullanılmıştır.
“Savaşa biz de karşıyız, ama yapılacak bir şey yok.”346 “Keşke savaş olmadan
çözülse, ama madem dönülmez yolun ufkundayız, vakit geç olmadan tezkere doğru
bir karar.”347 “Vicdanen ve siyaseten reddettiğim o savaş benim iradem dışında
345 Yalçın Doğan, Kürt Devletine Çeyrek Kala, Hürriyet, 5 Mart, 2003. 346 Hürriyet, Sözde Savaş Karşıtı, 6 Mart, 2003. 347 Yalçın Doğan, İki Pürüze Rağmen Tezkere Doğrudur, Hürriyet, 25 Şubat, 2003.
176
mukadder olduğuna göre yine ülkenin çıkarları için ona bulaşmak zorunluluğunu
biliyor ve savunuyorum.”348
“Ellerinde Toplarla Bize Saldırırlar”
Ötekileştirme temalarından biri de biz ve onlar arasına mesafe koymadır. Liberal
basın Kuzey Iraklı Kürt’ler üzerinden bu temayı kullanmıştır.
“Şu haliyle Türkiye’yi tehdit eden kafalar ellerinde tank, top olsa kim bilir ne
yapacaklar?”349 “Öteki Cephe: Kut eyaletindeki Irak hava üssünde bir asker
yüzündeki bezgin, umutsuz ve yorgun ifadeyle oturuyor.”350 “Kuzey Irak’taki sözde
Kürdistan’da gelişen tavra bakarsanız, Türkiye’de en azından devlet yöneticisi
düzeyinde savaş karşıtlarının iki kez düşünmesi gerekir.”351
“Kabile Şefleri”
Ülkeler, gruplar veya kişiler ülke veya bizim için bir tehdit olarak tanımlandığı
zaman, bunlar asıl öteki olarak tanımlanırlar Liberal basında öteki olarak ele alınan
ve Türkiye için bir güvenlik tehdidi olarak tanımlanan Kuzey Iraklı Kürtler olumsuz
bir çerçevede ele alınmıştır.
“Daha da kötüsü Türkiye Cumhuriyeti bakanları ve bin yıllık devletin bürokratları
ile Talabani veya Barzani gibi kabile şefleri aynı terazinin kefelerine çıktı.
348 Hadi Uluengin, Hürriyet, 6 Mart, 2003. 349 Hürriyet, Ya Tankları Topları Olsaydı, 25 Şubat, 2003. 350 Hürriyet, 1 Mart, 2003. 351 Fatih Altaylı, Tezkere Geçmezse Hükümet Gider, Hürriyet, 26 Şubat, 2003.
177
Uluslararası spot ışıkları altında tartıldı.”352 “1945’ten bu yana ABD’nin bizimle
aynı görüşte olmayanlar her türlü saldırıya layıktır diye özetlenebilecek bir tez
geliştirdiğini ve uluslararası hukuku sürekli çiğnediğine bütün yakın tarih tanıktır.
Cinayet, entrika, ezme, bölme, birbirine düşürme.”353
“Merhametli Türkler”
Ötekileştirmede çoğunlukla kendini olumlu sunma ve ötekini olumsuz sunma söz
konusudur. Liberal basın da olumlu kendini sunma temasına başvurarak haklılığını
kanıtlamaya çalışırken, karşı olduğu tarafı ötekileştirmektedir. Olumlu kendini-
sunma tezkere bağlamında çoğunlukla kendi meşru davranışı ve mazluma yardımı
vurgulamak için kullanılmıştır.
“AB bir yılda demokrat olduğunu varsaydığı ülkelerin ihanetiyle sarsılırken
Türkiye’ye nasıl haksızlık ettiğini belki bu sayede fark etti.”354 “Binlerce kişi on iki
yıl önce topraklarını kendine açan sıcak aş, barınacak yer veren Türkiye’ye kin
kusuyor. Yetmiyor, gölgesinde canlarını kurtardıkları ay yıldızlı bayrağı yakıyor.”355
e. Dil Oyunlarına Başvurma
Metafor, alegori, ironi ve örtmeceler içinde çoklu anlamlar taşırlar. Bu dil
oyunlarının kullanılma biçimlerinin yeğlenilmesi ikna etmeyi sağlamak için
başvurulan yollardan biridir. Bu amaçla liberal basın çeşitli dil oyunlarına
352 Enis Berberoğlu, Kürtleri ABD’ye İtmeyin, Hürriyet, 2 Mart, 2003. 353 Necati Doğru, Men Dakka Duka, Sabah, 26 Şubat, 2003. 354 Ergun Babahan, Ulusal Onur, Sabah, 6 Mart, 2003. 355 Hürriyet, 4 Mart, 2003.
178
başvurarak karşı karşıya olunun olayın önemini ortaya koymaya, görünür kılmaya
çalışmıştır.
Deniz Bitti
“Türkiye için artık deniz bitmiştir”356 “Araba yola çıktı gidiyor, geri vitesi de
yok”357 “Türkiye’nin tavrı “tecavüz kaçınılmazsa yapılması gereken” olarak
özetlenebilir. Zevk almaya çalışmıyoruz, ama en azından canımızı kurtarmaya
gayret ediyoruz.”358
“Deniz bitmesi”, “arabanın yola çıkması” liberal basında yeğlenen bu metaforlar
“geri dönüşü olmayan bir duruma” işaret etmektedir.
Coğrafyanın Mağduru
“Birincisi Türkiye bu kararla savaşa girmiyor. İkincisi bu savaşın kısalmasına
dolayısıyla Irak halkının canının ve malının daha az kaybolmasına imkân sağlıyor.
Üçüncüsü savaş sonrasında Irak’ın yeniden yapılanmasında söz sahibi oluyor.
Dördüncüsü bu tezkereyi kabul etsek de, etmesek de uğrayacağımız zararın telafi
yolunu açıyor.”359 “ABD ve İngiltere bu harekâtı Türkiye izin verse de, vermese de
yapacak. Dolayısıyla bizim sınırımızdaki bu tarihi olayın dışında kalmamız mümkün
değil.”360
356 Ergun Babahan, En Kritik Oylama, Sabah, 1 Mart, 2003. 357 Necati Doğru, Teslimiyetten Kurtulma Planı Yapamaz mıyız?, Sabah, 1 Mart, 2003. 358 Fatih Altaylı, Tecavüz Kaçınılmazsa, Hürriyet, 1 Mart, 2003. 359 Ertuğrul Özkök, Ne Diyeyim Mükemmel Bir Konuşma, Hürriyet, 6 Mart, 2003. 360 Ertuğrul Özkök, Canlı Kalkanlar, Hürriyet, 25 Şubat, 2003.
179
“Türkiye’nin bu kararla savaşa girmeyeceği”, “savaşı engellemek gibi bir şansının
olmadığı” ve “ulusal çıkarların bu kararla korunacağı” ifadeleri ile tezkereyle ilgili
olumsuz düşüncelerin yumuşatılması hedeflenmektedir. Tezkereye daha olumlu bir
bakış açısının geliştirilmesi amacıyla başvurulan bu örtmecelerde, Türkiye’nin bu
savaşın dışında kalamayacağı, çünkü bu savaşı engellemenin Türkiye’nin elinde
olmadığı vurgulanmaktadır. Bununla birlikte savaşın Türkiye’nin sınırında
gerçekleşmesi nedeniyle ulusal çıkarların bundan doğrudan etkileneceği ifade
edilmektedir.
B. MUHAFAZAKÂR BASINDA IRAK’IN İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ
Bu araştırmada muhafazakâr basından Milli Gazete ve Yeni Şafak gazetelerinin 25
Şubat – 25 Mart 2003 tarihleri arasındaki günlük sayıları incelenmiştir. Bu süre
içerisinde konu ile ilgili olarak Milli Gazete’de 122 haber ve 47 köşe yazısı, Yeni
Şafak gazetesinde ise 114 haber ve 71 köşe yazısı olmak üzere toplam 236 haber ve
118 köşe yazısı incelenmiştir. Bu incelemede oluşturulan haberlerde Türkiye’nin
ulusal çıkarlarının betimlenmesi, ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçimi,
köşe yazarlarının ulusal çıkarları tanımlama ve betimlemeleri, haber ve yorumların
dilsel özellikleri kategorileri işlenmeye çalışılmıştır.
180
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi
Muhafazakâr basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Batı (özellikle ABD ve İsrail)
karşıtı bir politika üzerinden betimlemiştir. Basın tezkere ve savaş karşıtı bir tutum
sergilemiş, Türkiye’nin savaşa girmesiyle ekonomik kayıplara, prestij kaybına
uğrayacağını ve özellikle bölgesinde lider ülke olma iddiasını yitireceğini
savunmuştur. Basın, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Batı dışında, Türkiye’nin lider
olduğu bir oluşumda görmektedir. Bu oluşum ise Türkiye’nin liderliğinde eski
Osmanlı Devleti’nin topraklarını içine alan bir havzada kurulacak ve Osmanlı
misyonuyla hareket edecek olan bir yapıdır.
Muhafazakâr basın Kuzey Irak’taki gelişmeleri de ABD’nin ve İsrail’in Türkiye’yi
savaşın içine çekmek ve Türkiye’ye istediklerini yaptırmak için düzenledikleri bir
komplo olarak tanımlamıştır. Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesiyle, kendisini bir
savaşta bulması durumuna başta AB ülkeleri olmak üzere pek çok merkezden
gelecek tepkilerin de eklenmesiyle büyük bir felakete dönüşebileceği
savunulmuştur. Bununla birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili ulusal çıkarları
güvenlik üzerinden betimlenmiştir. Türkiye’nin güvenlik çıkarları bu bölgede
bulunan PKK ve Kuzey Iraklı Kürtlerin bir devlet kurma girişimlerinin denetim
altında tutulması ve gerekirse Türk askerlerinin burada bulunmalarıdır. Bununla
birlikte bu konuda yapılacak girişimlerin çok dikkatli bir şekilde yapılması gerektiği
öne sürülmüştür. Çünkü hem Türkiye’de hem de Irak’ta bulunan Kürt etnik
kimliğine sahip insanların rencide edilmesi durumunda tedavisi zor yaraların
açılacağı ifade edilmiştir. Savaş sonrasında kurulacak masada Türkiye’nin
bulunmayacağı bu yüzden Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlaması gerektiği öne
181
sürülmüştür. Tezkerenin reddiyle ABD askerlerinin Kuzey Irak’ta cephe açmasının
önlenmesiyle Kuzey Irak’taki Kürt oluşumlarının yanlış sapmalarının önüne
geçilmiş olacağı, ABD güçlerinin desteğinden yoksun kalacak olan Kürt
yönetimlerinin Türkiye’nin taleplerine ve baskılarına karşı şimdiki gibi
diklenemeyecekleri ileri sürülmüştür.361 ABD’nin Irak Savaşı’yla bölgeyi
sömürgeleştirip İsrail’in topraklarını genişletmek istediği, Türkiye’nin ABD’nin
yanında yer alarak savaşa girmesi durumunda Endonezya’dan Fas’a kadar uzanan
İslâm coğrafyasının sömürgeleştirilmesine alet olacağı savunulmaktadır. Tezkerenin
kabul edilmesiyle Türkiye’nin stratejik olarak bölgeye yabancılaşacağını ve
yalnızlığa itileceğini, bunun da ABD’nin Ortadoğu politikasında Türkiye’ye verdiği
rolün “Türkiye’nin İsrailleştirilmesi” olduğu Türkiye’nin komşuları ve dünya
ülkeleri nazarında “saldırgan” bir ülke olarak tanımlanacağı, ikili ilişkilerinde ciddi
bir erozyona uğrayacağı, uluslararası ilişkilerde İsrail’in konumuna benzer duruma
düşeceği savunulmuştur. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının savaş karşıtı olmasını
gerektirdiği ifade edilmekte, Türkiye’nin bu tezkereye evet demesinin ABD’ye
ücretli bir boyun eğme olacağı, Türkiye’nin tarihi ve dini tercihleriyle şekillenen,
ekonomik çıkarlarını değil, bölgesel çıkarlarını gözeten bir politika için “hayır”
demesinin isabetli olacağı savunulmaktadır. Türkiye’nin ABD’ye bir gün hayır
diyecekse, o günün bugün olduğu, çünkü yarın ABD’nin Ortadoğu’da atacağı
adımlara itiraz etme zeminin bulunmayacağı, tezkereyi onaylamakla bütün
tercihlerini 6 milyar dolara Washington’a ciro etmiş olacağı öne sürülmektedir.362
Türkiye’nin yıllardan beri Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulmasını savaş nedeni
saymasının tezkerenin kabul edilmesiyle ortadan kalkacağı, ayrıca tezkerenin kabul
361 Koray Düzgören, Hükümet Yara Aldı, MGK Kazançlı Çıktı, Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 362 Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak, 25 Şubat, 2003.
182
edilmesinin Türkiye’yi gayrimeşru bir savaşın suç ortağı yapacağı savunulmuştur.
ABD askerlerinin Türkiye’de kalma süresine kuşkuyla yaklaşılmış ve 1991’de
Kuzey Iraklı Kürtleri Saddam’dan korumak üzere oluşturulan Çekiç Güç’e
göndermeler yapılarak Türkiye’ye yerleşecek olan ABD askerlerinin uzun süre
Türkiye’den ayrılmayacakları bunun da Türkiye’nin güvenliğini tehdit ettiği öne
sürülmüştür.
2.Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi
a. Zoraki Tezkere
Muhafazakâr basında incelenen süre zarfında tezkere ele alınırken tezkerenin ulusal
ve uluslararası meşruiyetinin bulunmadığı, hükümet üyelerinin tezkereyi Bakanlar
Kurulunda kabul edip meclise sevk ederken vicdanlarının rahat olmadığı AKP’nin
tezkerenin meclisten onay alması için milletvekillerine baskı uyguladığı, onları ikna
etmek için çok çalıştığı üzerinde durulmuştur. Tezkere, “Zoraki tezkere”363
“AKP’de ikna kuşatması”364 “Meşruiyet olmadan tezkere gönderilmesin”365
“Tezkere mecliste vekiller isyanda”366 gibi haber başlıklarıyla sunulmuştur. Meclise
gönderilen tezkereye milletin karşı olduğu, hükümet üyelerinin Bakanlar Kurulunda
tezkereyi imzalayıp meclise sevk ederek ABD’nin kirli savaşına ortak oldukları
ifade edilmekte, bu durum “meclisin ateşle imtihanı”367 “İktidar ateşle oynuyor”368
şeklinde manşetten verilmiştir. Tezkerenin mecliste oylanma tarihine yaklaşıldıkça
363 Yeni Şafak, 25 Şubat, 2003. 364 Milli Gazete, 25 Şubat, 2003. 365 Yeni Şafak, 25 Şubat, 2003. 366 Yeni Şafak, 26 Şubat, 2003. 367 Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003. 368 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003.
183
milletvekillerine muhafazakâr basından uyarılar, çağrılar gelmeye başlamıştır.
“Tarihi uyarı, vebale ortak olmayın”369 “Önce meşruiyet”370 “Girersek daha kötü
olur”371 “Tarihimize kara leke düşürmeyin”372 gibi haberler sık sık yapılmaya
başlanmıştır. Tezkerenin oylanacağı gün olan 1 Mart günü gazeteler
milletvekillerine çağrıda bulunmuşlar ve “gaflete düşmeyin”, “hayırda hayır
vardır”373 “Dünya hayır diyor”374 “Onur parayla satılmaz”375 Kamuoyunun katliama
ortak olmayın dediği çeşitli sivil toplum kuruluşlarının da çağrılarına yer verilerek
“ABD’nin değil milletin vekili olun” “Savaşa hayır”376 haber başlıkları
kullanılmıştır. Irakla girilecek bir savaşın Türkiye’yi yoksullaştıracağı, tüketimin
duracağı, enflasyonun yükseleceği üzerinde durulmuş ve böylelikle tezkerenin
geçmemesi istenmiştir. Basın ABD’yle yapılan pazarlıkları “kan üzerinden kirli
pazarlık”, “savaş rüşveti” olarak sunmuş ve ABD askerlerinin Türkiye’de kalma
süresine mesafeli bir yaklaşım sergilemiştir. I. Körfez Savaşından sonra Kuzey
Irak’ta görev yapan ve görev süresi devamlı uzatılan Çekiç Güç’le kıyaslama
yapılmıştır. Çekiç Güç’ün de altı ay için geldiği; fakat bunun 12 yıl sonra hala
bölgeden ayrılmadığı, ABD askerlerinin de bölgede kalabileceği kuşkusu dile
getirilmiştir.
369 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 370 Yeni Şafak, 28 Şubat, 2003. 371 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 372 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 373 Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 374 Yeni Şafak, 1 Mart, 2003. 375 Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 376 Milli Gazete, 1 Mart, 2003.
184
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine muhafazakâr basın meclisin tarihi
oylamalarından birini yaptığını ileri sürmekte ve kararı “Meclis ‘Barış’ Dedi”377
“Savaş Değil Barış Kazandı” “İktidara Meclis Tokadı” “Millet Galip Geldi”378 haber
başlıklarıyla sunmuştur. Özellikle Milli Gazete hükümete yüklenmiş ve hükümetin
bu sonuçla istifa etmesi gereği üzerinde durmuştur. Kararı, “Hükümete güven yok”
“Gül hükümeti düştü”379 gibi çerçevelerle sunmuştur. Hükümete yakın bir gazete
olarak bilinen Yeni Şafak gazetesi ise kararı, “Tam Demokratik Bir Karar” “Bu
Karara Şapka Çıkartılır” “Vekiller Milletin Sesine Kulak Verdi” “Türkiye’nin İtibarı
Arttı”380 haber başlıklarıyla sunmuştur. ABD Ankara Büyükelçisi Robert
Pearson’un karardan sonraki sözlerine de yer verilmiş ve alınan kararın ABD ile
ilişkileri söylenildiği gibi kötüleştirmeyeceği savunulmuştur. Bu, “Dostluk Devam
Edecek, Karara Saygılıyız” haber başlığıyla sunulmuştur. Meclis kararı, devam eden
günlerde de olumlu çerçevelerde sunulmuş ve dünya basınındaki tepkilere de yer
verilmiştir. Dünya basınının tezkerenin meclisten geçmemesini, Türkiye’ye yönelik
olumlu çerçevelerle sundukları dünya basınından haber başlıkları alınarak
verilmiştir. Bu haber başlıklarından bazıları şunlardır: “Türkiye Amerika’ya kırmızı
kart gösterdi”381 “Parayla her şey satın alınamaz”382 “Bush’un Türkiye yenilgisi”383
“Amerika’nın savaş planı baltalandı”384 “Savaş ertelenebilir”385 “Savaş yoluna Türk
barikatı”386 TBMM’nin tezkere oylamasında verdiği ret kararı, AK Parti’nin ve
377 Yeni Şafak, 2 Mart, 2003. 378 Milli Gazete, 2 Mart, 2003. 379 Milli Gazete, 3 Mart, 2003. 380 Yeni Şafak, 2 Mart. 2003. 381 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 382 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 383 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 384 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 385 Yeni Şafak, 4 Mart, 2003. 386 Yeni Şafak, 5 Mart, 2003.
185
Türkiye’nin demokrasi notunu yükseltti şeklinde haber edilirken, hükümete olumlu
bir yaklaşım sergilenmiş, toplumun çeşitli kesimlerinden alınan olumlu yaklaşımlara
yer verilmiştir. Tezkerenin meclisten geçmemesi halinde belli çevrelerce dile
getirilen ‘büyük kriz’ haberlerinin hükümetin aldığı erken ve sağlam tedbirlerle boşa
çıkartıldığı, piyasaların tezkere şokunu az hasarla atlattıkları ifade edilmiştir.
İlerleyen günlerde yeni bir tezkerenin meclise gönderilmesi söz konusu olmuş,
muhafazakâr basın buna negatif bir yaklaşım sergilemiştir.
b. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun Güvenliği
Muhafazakâr basın, savaşı ABD’nin Ortadoğu’da kurmak istediği yeni dünya
düzeninin bir parçası olduğu, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve dünya petrol
rezervlerinin % 65’ini barındıran Ortadoğu’nun direkt kontrol altında tutularak
ABD’nin ihtiyaç duyduğu petrolü ele geçirme savaşı şeklinde tanımlamaktadır.
İsrail’in son yaptığı nükleer çalışmalarla ABD’den sonra dünyada en çok nükleer
bombaya sahip ikinci ülke olduğu, BM’nin İsrail’e yönelik 64 kararını tanımadığı
halde, ABD’nin İsrail’e arka çıktığı, bu yüzden ABD’nin öne sürdüğü Irak’ın kitle
imha silahlarına sahip olduğu için kendisini vuracağını iddia etmesinin inandırıcı
görünmediği öne sürülmektedir. Basın, İsrailli yazar Uri Avnery’ye dayanarak
ABD’nin savaş amaçlarını şöyle sıralamıştır: “Dünyadaki en büyük rezervlere sahip
Irak’ın petrol kaynaklarını ele geçirmek ve kullanmak, Hazar petrolünü kontrol
etmek, böylece bütün Körfez ülkelerindeki petrol kaynakları üzerinde söz sahibi
olmak.”387 ABD’nin Irak savaşının İsrail’in amacına hizmet ettiği Irak petrolünü ele
387 Yeni Şafak, 1 Mart, 2003.
186
geçirmesi, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve İsrail’in genişleme politikasına karşı
çıkan güçlerin ortadan kaldırılması olduğu ifade edilmekte, bu yüzden bu savaşın
Irakla sınırlı kalmayacağı, Irak’tan sonraki hedeflerin “Suriye, İran ve Türkiye”388
olduğu iddia edilmektedir. ABD’nin menfaatinin dünya hâkimiyeti ve ekonomi
olduğu, ABD’nin İsrail ve kendi çıkarları için Ortadoğu’yu yeniden
sömürgeleştirmek istediği, Bush yönetiminin bu savaşla elde etmek istediği üç
amacının olduğu öne sürülmektedir. Bu amaçlar: “İlk hedef petrol, Washington’un
emir ve politikalarına uymayan devletlere bir gözdağı verme savaşı, savaş kötüye
giden Amerikan ekonomisi üzerindeki dikkatleri başka alana çekecek”389 şeklinde
sıralanmıştır.
Bu süreçte güvenlikle ilgili olarak en çok üzerinde durulan diğer bir konu ise Kuzey
Irak konusu olmuştur. Muhafazakâr basında Kuzey Irak yaşanan gelişmelere göre
ele alınmıştır. IKDP yetkilisi Sami Abdurrahman’ın “Türkiye tehdidinden
korktuğumuz kadar Saddam tehdidinden korkmuyoruz. Saddam birçok Kürt’ü
öldürdü. Ama Türkiye, Kürt insanının arzu ve isteklerini öldürür!” sözleri
Barzani’nin adamlarının Türkiye’ye meydan okumaya başladıkları, Kürtlerin Kuzey
Irak’a asker gönderilmesine karşı oldukları şeklinde yorumlanmıştır. Kürt
Parlamentosu’nun Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi durumunda “Türk askerine
karşı toplu direniş gösterileceği” kararı aldıkları haberi “Kürtler Gözdağı Verdi”390
“Türkiye’ye Tehditler Savruldu”391 şeklinde haberlerde yer verilmektedir. Emekli
388 Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 389 Yeni Şafak, 10 Mart, 2003. 390 Yeni Şafak, 26 Şubat, 2003. 391 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003.
187
General Rıza Küçükoğlu’yla yapılan bir röportajda Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili
ulusal çıkarları şöyle ifade edilmiştir:
Bu konuda bizim için söz konusu olan ‘güvenlik menfaatimiz’dir.
Ulusal çıkarımız konusunda giderek bizim vatan savunmamızı tehdit
eden husus terördür. Bunu kontrol etmeliyiz. İkincisi ise hemen
burnumuzun dibinde bölünmüş bir Irak ile oluşan Kürt devleti ve hele
bunun petrol kaynaklarının kontrol edilmesidir. Eğer bir Kürdistan
olgusunu kabul edersek, Sevr antlaşmasında resmedilmiş haritaya doğru
gideriz.392
Türkiye’nin savaş sonrası kurulacak masada yer almasının hayal olduğu,
Türkiye’nin çıkarının kendi güvenliğini ve toprak bütünlüğünü sağlamak olduğu
vurgulanmıştır. Barzani ve Talabani’nin açıklamalarını “Barzani Sanki Irak Devlet
Başkanı”393 “Talabani Meydan Okudu”394 “Barzani Çizmeyi Aştı”395 “Türkiye’yi
Kışkırtma Çabası”396 haber başlıklarıyla sunmuştur. Talabani ve Barzani’nin böyle
ele alınmalarının sebebi ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi durumunda
ayaklanacaklarını belirtmeleri ve Erbil’de Türkiye’nin bölgeye asker göndermesine
karşı yapılan gösteride Türkiye bayrağı yakmaları dolayısıyladır. Barzanilerin
Yahudi olabilecekleri ve Barzani soyadlı birçok Yahudi bulunduğu yönünde
haberlere yer verilmekte ve MOSSAD’ın Kuzey Irak’ta sorgu timleri kurdukları ve
özellikle Türkmenlerin üzerinde baskı kurmaya çalıştıkları iddia edilmektedir.
Bölgedeki Kürt gruplarının Türkiye’nin bölgeye girmesi durumunda Türkiye’yle
savaşacaklarını açıklamaları Türkiye’yi tahrik ettiği, bunun da aslında ABD’nin
kışkırtmalarıyla olduğu ifade edilmiştir. “ABD Kürt kartını oynuyor haber başlığıyla
392 Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 393 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 394 Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 395 Yeni Şafak, 4 Mart, 2003. 396 Yeni Şafak, 4 Mart, 2003.
188
verilen haberin devamında tüm bu provokatif eylemlerin arkasında Amerika’nın
olduğu tüm çevrelerce ifade ediliyor”397 denilmiştir.
c. Barış Eylemleri
Basının üzerinde durduğu diğer bir konu ise barış eylemleri olmuştur. Dünyada ve
Türkiye’de savaş karşıtı eylemler, gösteriler, açıklamalar ön plana çıkarılarak
sunulmuştur. Bu savaşta özellikle sivillerin, masum insanların, çocukların öleceği
üzerinde durulmuş ve Türkiye’nin bu savaşa girmemesi, tezkereyi kabul etmemesi
gereği vurgulanmıştır. Greenpeace, sivil toplum kuruluşları, çeşitli dünya
ülkelerinde düzenlenen savaş karşıtı eylemlere yer verilerek barış eylemleri
desteklenmiştir. Bu arada savaşın çıkmaması için Irak’a giden canlı kalkanlara
olumlu bir yaklaşım sergilenmiştir. 1 Mart günü Ankara-Sıhhiye meydanında
gerçekleştirilen savaşa hayır mitingi “Mecliste Tezkere Meydanlarda Miting”398
şeklinde verilmiştir. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulunun AKP’li
milletvekillerine ret oyu kullanmaları yönünde çağrı yaptıkları ve “İşgale karşı
kurulmuş bir meclisin üyelerine, ahlâken, hukuken ve siyaseten kabul edilmesi
mümkün olmayan kuvvet kullanılmasına ilişkin tezkereye ret oyu verilmesi” ön
plana çıkarılarak sunulmuştur. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün hükümetin
TBMM’ye sevk ettiği tezkere konusunda hükümete destek yönünde söylemiş
olduğu ‘TSK’nın görüşü hükümetle aynı ve tezkerede ifade edildiği biçimdedir’
açıklamasının içinde geçen ‘bu savaşı önlemek tüm dünyanın görevi’ ifadesi manşet
397 Milli Gazete, 8 Mart, 2003. 398 Yeni Şafak, 1 Mart, 2003.
189
olarak verilmiştir.399 Hâlbuki Özkök’ün açıklaması yeni bir tezkere için hükümete
destek amacı taşımaktadır.
3. Muhafazakâr Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri
a. Türkiye’nin İsrailleştirilmesine Karşı Durmak
Muhafazakâr basındaki köşe yazarları 1 Mart tezkeresi konusunda süreç boyunca
tezkere karşıtı bir tutum sergilemişler ve bunda ısrarcı olmuşlardır. Milli Gazete ve
Yeni Şafak gazeteleri bu savaşı, üçüncü milenyumun ilk savaşı, ilk büyük paylaşım
kavgası olarak tanımlanmaktadır. Köşe yazarları, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını
ABD’nin yanında yer almakta değil, karşısında olmakta görmüşlerdir. Çünkü basın,
ABD’nin bütün hesaplarının Ortadoğu’yu ele geçirmek ve İsrail’le birlikte bölgede
kalıcı güç haline gelmek olduğunu, Türkiye’nin bu savaşa katılması anlamına
gelecek olan tezkerenin kabul edilmesiyle stratejik olarak bölgeye yabancılaşacağını
ve yalnızlığa itileceğini, bunun da ABD’nin Ortadoğu politikasında Türkiye’ye
verdiği rolün “Türkiye’nin İsrailleştirilmesi” olduğunu öne sürmüştür. Akif Emre bu
konuda şunları ifade etmektedir:
Muhtemelen bir savaşta dökülecek Arap ve Kürt kanına Türkiye’nin suç
ortağı edilmesi bölgede yalnızlaşmanın, bölgeye yabancılaşmanın
gerekli şartlarını tamamlamış olacaktır. Bölgede kanın akıtılmasının
engellenmesi kadar Müslüman unsurların bir şekilde birbirinin kanını
akıtmalarına engel olmak önemlidir ve tarihi kırılmayı önleyecektir.
Varlığını bölgedeki tarihi, kültürel ve coğrafi etkisinden alan bir güç
399 Milli Gazete, 6 Mart, 2003.
190
olmaktan çıktığı gibi, bizzat varlığı ve meşruiyeti tartışmalı Atlantik
ötesi ittifakın insafına bırakılmış bir yabancı unsura dönüşme
tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.400
Türkiye’nin tezkereyi kabul etmesi durumunda bu kararı yalnızca Türkiye, İngiltere,
Amerika ve İsrail’in tanıyacağı, bunun hiçbir zaman hukukî zemin kazanmayacağı,
BM ilkeleri ve uluslararası hukuk tarafından suç sayılacağı, Türkiye’nin komşuları
ve dünya ülkeleri nazarında “saldırgan” bir ülke olarak tanımlanacağı, ikili
ilişkilerinde ciddi bir erozyona uğrayacağı savunulmuştur. Türkiye’nin Kuzey Irak’ı
bahane ederek savaşa girmesi ABD’nin küresel haçlı savaşına destek anlamına
geleceği, ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlandırılmasına izin vermenin İslam
coğrafyasını köleleştirme projesine destek vermek olduğu öne sürülmüştür.
ABD’nin kanlı bir tarihe sahip olduğu vurgulanmakta ve ABD’ye güvenilmemesi
gereği üzerinde durulmaktadır. Hüsnü Mahalli401 ABD’nin I. Körfez Savaşında
Araplara vermiş olduğu tüm taahhütlerini unuttuğunu, o dönemde Araplara
Filistin’in kurulması için yazılı taahhütte bulunduğunu, ancak savaştan sonra
İsrail’in yapmış olduğu katliamları da destekleyerek verdiği sözleri tutmadığını,
bunun için de ABD’ye güvenilmeyeceğini, ABD’nin Kürtlere farklı, Şiilere farklı,
Türklere de farklı taahhütlerde bulunduğunu, ancak savaştan sonra bunu
yapmayacağını ileri sürmektedir. Bu savaşın Amerika’nın Ortadoğu’daki verimli
petrol kaynaklarını ele geçirme savaşı olduğu ABD ekonomisinde önemli yer tutan
silah tüccarlarının teknolojilerini deneme ve reklâmını yapma savaşı olduğu
belirtilmektedir. Burhan Bozgeyik, “ABD en başta Türkiye’yi ve Irak’ı işgal etmek
400 Akif Emre, İsrailleştirme Süreci, Yeni Şafak, 25 Şubat, 2003. 401 Hüsnü Mahalli, Yeni Şafak, 28, şubat , 2003.
191
istiyor. Kısa vadede Türkiye’yi lojistik destek olarak kullanarak Irak petrollerini ele
geçirmek, böylece çökmekte olan ekonomisini düzeltmek ve idarenin beynine
yerleşmiş olan Yahudilerin isteğini yerine getirerek İsrail’in istikbalini garanti altına
almak istiyor.”402 demektedir. Tezkerenin kabul edilmesinin Türkiye’nin ulusal
çıkarlarının aleyhine olduğunu, çünkü her tarafı ateşe veren, kafası estiği zaman
istediği ülkeye müdahale eden ABD’yi kendisine komşu ettiğini, bu komşunun yarın
kendisine yönelebileceğini hesap etmesi gereği öne sürülmektedir. Ömer Korkmaz
“Bu savaşın sonucunu belirleme yönüyle Türkiye’nin rolü çok önemli olduğu için
meclise getirilen bu tezkere milli menfaatlerimize, Irak halkına, Müslümanlığa ve
tarihimize karşı bir ihanet tezkeresi olarak tarihe geçecektir.”403 demek suretiyle
tezkerenin ulusal çıkarlara aykırı olduğunu savunmaktadır. ABD ile yapılan
pazarlıklar “insan kanı üzerine yapılan pazarlık”, “çirkin”, ”onur kırıcı” olarak
nitelendirilmektedir. Türkiye’nin yıllardan beri Irak’ın toprak bütünlüğünün
bozulmasını savaş nedeni saymasının tezkerenin kabul edilmesiyle ortadan
kalkacağı, ayrıca tezkerenin kabul edilmesinin Türkiye’yi gayrimeşru bir savaşın
suç ortağı yapacağı savunulmuştur. Muhafazakâr basın, Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını Batı dışında bir oluşumda görmektedir.
Türkiye jeostratejik açıdan dünyanın en önemli ülkelerinden biri. Ancak
Türkiye’nin jeostratejik önemini jeokültürel ve jeopolitik imkânlarından,
potansiyellerinden ve dinamiklerinden geldiğini asla unutmamak
gerekiyor. Eğer Türkiye, bunları kendine özgü iddia, söz ve projeleri
olan bir ülke olarak hayata ve harekete geçirecek şekilde hareket eder de
-örneğin Osmanlı misyonuyla donanarak- batı yörüngesinin dışında yeni
bir yörünge oluşturacak orta ve uzun vadeli hazırlıkları yapmaya
402 Burhan Bozgeyik, Kim Ne İstiyor?, Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 403 Ömer Korkmaz, İhanet Tezkeresi, Milli Gazete, 28 Şubat, 2003.
192
başlarsa, yeniden özne konumuna yükselerek sadece bölgenin değil,
dünya tarihinin yazılmasında ve yapılmasında anahtar roller
üstlenebilecek büyük stratejiler geliştirebilir.404
Meclisin tezkereyi kabul etmesinin Müslümanların Osmanlı’nın çöküşünden bu
yana yaşadığı “II. büyük çöküş” olacağı, Türkiye’nin küresel kampanyayı kabul
etmesiyle tarihe geçeceğini, çünkü ABD ve müttefiklerinin “Büyük İsrail” için
savaşmaya geldiğini, Ortadoğu’yu istila ve yağma için geldiklerini, Türkiye’nin
ABD’nin yanında yer almasıyla bu istila ve yağma hareketine ortak olacağı bunun
da Ortadoğu’nun sonu demek olduğu ileri sürülmüştür. Yeni Arap düşmanlığı, Kürt
düşmanlığı, İran düşmanlığının tohumlarının atıldığı üzerinde durulmakta,
Türkiye’ye gelen ABD askerlerinin “işgal kuvvetleri” gibi bu topraklarda kalacağı
Çekiç Güç örneği verilerek ele alınmaktadır. Çekiç Güç’ün üç aylığına
oluşturulduğu, 12 yıldır Türkiye’de bulunduğu, tezkereyle on binlerce ABD
askerinin 6 aylığına Türkiye’ye geldiği yıllarca kalacağı iddia edilmiştir. ABD’nin
hiçbir ülkeden askerini çekmediğini, Güney Kore, Pakistan ve Suudi Arabistan’a
geçici sürelerle yerleşen ABD askerlerinin bir daha bu ülkelerden çıkmadığı ifade
edilmektedir.405 Ortadoğu’nun istilacı ve sömürgeci güçler tarafından birinci dünya
savaşında gerçekleştirilen paylaşım gibi yeniden paylaşıldığı öne sürülmüştür.
ABD’nin BM Güvenlik Konseyinde üyeleri yanına çekmek için rüşvet dağıtarak
ülkeleri satın alma yönteminin Türkiye’de tezkerenin kabul edilmesiyle
404 Yusuf Kaplan, Türkiye Özne Olabilirse Dünya Tarihi Yeniden Yazılabilir, Yeni Şafak, 3 Mart, 2003. 405 İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 28, Şubat, 2003.
193
Türkiye’nin imajına ağır darbe vuracağı öne sürülmektedir. Tezkerenin kabulü
“Türkiye’nin ulusal çıkarları” ile kamufle edilen aslında ulusal çıkarlarının altını
oyan bir teslimiyet olduğu ifade edilmektedir.406 “Uluslararası meşruiyet”
eksikliğine rağmen ülke topraklarında yabancı asker bulundurulmasına izin
verilmesinin “Anayasayı ihlal” anlamına geleceği öne sürülmektedir. Ayrıca
Türkiye’nin ABD’nin yanında savaşa girmesinin, ABD’nin kirli savaşına
‘meşruiyet’ kazandırmasına hizmet edeceğini, çünkü bölge ülkeleri nezdinde
ABD’nin din eksenli meşruiyet sorunu da yaşayabileceğini, Türkiye’nin bu savaşa
katılmasının istenmesinin bir nedeni de bunun önüne geçmek olduğu ifade
edilmektedir. Uluslararası meşruiyetin dayanağının BM Konseyinin olmasının da
sakıncalar ihtiva ettiği öne sürülmüştür. Çünkü Güvenlik Konseyinin daimi
temsilcilerinin kimi zaman kendi çıkarlarına göre kararlar aldıkları “Evrensel veya
İslami meşruiyet”in şartlarını taşımadığı, bu yüzden göreceli bir meşruiyetin söz
konusu olduğu, BM’nin Irak’a müdahale kararı alması durumunda uluslararası
meşruiyetin yine de gerçekleşmeyeceği vurgulanmakta, her şeye rağmen
Türkiye’nin savaşa girmemesi gereği üzerinde durulmaktadır. Dış İşleri Bakanı’nın
“Irak’ta tetiğin çekildiği an Türkiye’ye para gelmeli” sözü Mehmet Yavuz
tarafından “Ne utanç verici bir söz! Biz Amerika’nın zambağı, yardakçısı, tetikçisi
değiliz. Biz bu utancı paylaşmak istemiyoruz”407 şeklinde eleştirilmiştir. Halkın
savaşa karşı olduğunun altı çizilmekte ve ABD’nin Irak’ı işgal etmek istediği, bu
savaşta masumların ölecek olmasından dolayı yapılan savaşın bir zulüm olduğu
ifade edilmiştir. Mehmet Şevket Eygi bu konuda meclisi şu şekilde uyarmaktadır:
“Lanet diye bir şey vardır. Allah’ın lanetine uğramak çok korkunç, çok feci bir
406 İbrahim Karagül, Küresel 28 Şubat ve İslam Tehdidi, Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003. 407 Mehmet Yavuz, Müttefikinizi Tanıyın, Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003.
194
felakettir. Allah zalimleri sevmez. Allah kan dökenleri sevmez. Zalimlere ve
zulümlerine ceza ve azap verir. Bazıları kendi şahsî ikballeri ve menfaatleri için
yaptıklarının elbette hesabını verecek, cezasını çekecektir.”408
b. İtibarlı Ülke Olma İsteği
Tezkerenin meclisten onay almaması üzerine muhafazakâr basın bunu olumlu bir
şekilde karşılamış, bu kararın meclise yansıyan millet vicdanı olduğu, Amerika’nın
hegemonya tutkusu ve güç tapınmasının Türkiye’nin vicdanını aşamadığı
vurgulanmıştır. Tezkerenin mecliste oylanmasından önce bu oylamanın bir
demokrasi sınavı olduğunu belirten köşe yazarları bu kararı demokrasinin zaferi
olarak nitelendirmişler ve Ortadoğu’ya demokrasi getirmek isteyen ABD’nin bu
demokratik karara saygı duymasını istemişlerdir. Milletvekillerinin aldıkları bu
kararla hem ahlâkî hem de siyasî olarak çok önemli bir işe imza attıkları
vurgulanmıştır. TBMM’nin kararının ABD’ye hayır diyen milyarlarca insanın sesini
yansıttığını, Türkiye’nin ve TBMM’nin onurlu bir davranış sergilediği ve aldığı
kararla gurur ve onur duyması gerektiği ifade edilmiştir. Özellikle Meclis kararıyla
Türkiye’nin geleneksel Batı’ya yönelik paradigmasını değiştirebilme potansiyelini
ve cesaretini gösterdiğini Türkiye’nin ABD ile geleneksel ittifak ilişkisinin yani dış
politika paradigmasının değişebilir olup olmadığı konusunda büyük bir fırsat
içerdiği ve bu paradigmanın Meclis kararıyla sorgulanabilir bir hale geldiği
savunulmuştur. Bu kararla Türkiye’nin demokrasi ve siyasal sisteminin kişilik
kazandığı, Türk-Amerikan ilişkilerinin eşitlenmesi ve stratejik ortaklık eksenine
408 Mehmet Şevket Eygi, Zalimler Cezasız Kalmaz, Milli Gazete, 28 Şubat, 2003.
195
oturması açısından önemli bir zemin oluşturduğu öne sürülmüştür. Ayrıca
tezkerenin reddi ABD’nin bir ‘B Planı’nın olup olmadığı tartışmalarıyla
bağlantılandırılarak savaşı bile durdurabileceği üzerinde durulmuş, bu ihtimal uzak
olarak kabul edilse bile, bu kararla savaşın en azından belli bir süre ertelenebileceği,
bunun da Türkiye’nin güç ve prestij kazanmasının önünü açıcı olduğu
vurgulanmıştır. Türkiye’nin dünyanın dört bir yanında hayal edilemeyecek kadar
prestij kazandığı, tezkere öncesinde ABD ve Avrupa basınında Türkiye’ye hakaret
içeren karikatürlerin yerini Türkiye’nin onurlu biçimde davrandığını gösteren
karikatürlerle yer değiştirdiği örneği verilerek desteklenmektedir. “TBMM bir
anlamda Amerikan iştahı karşısında her biri farklı gerekçelerle ‘mazlum millet’
konumunda olan ülkelerin sesi oldu ve dünyanın kalbinden geçeni yapmayı
başardı.”409 Muhafazakâr basın, Türkiye’nin tezkereyi reddetmesiyle ABD’nin
Irak’a yönelik ‘haksız’, ‘adaletsiz’ ve ‘emperyalist’ saldırı veya işgalini durduracağı
ABD’nin Türkiyesiz asla böyle bir savaşı gerçekleştiremeyeceği, Türkiye’nin bu
yolla savaşı durduracağını ileri sürmüştür. Tezkerenin reddedilmesiyle Amerikan’ın
sinsi emellerinin reddedildiği, İsrail yayılmacılığına karşı çıkıldığı, Ortadoğu’nun
kan gölüne çevrilmesinin engellendiği ifade edilmiştir. “Türkiye bu kararla dünya
siyasetine ağırlığını koymuş, barış yolunda dünya halklarına ve milletlerine öncülük
etmiştir. Bununla birlikte tarihi bir misyon yüklenerek dünyayı ABD’nin ve İsrail’in
sinsi emellerinden koruyarak bütün insanlığa barış aşısı yapmıştır.410 Tezkereye ret
oyu veren 100 dolayındaki AK Parti milletvekilini 100 altın adam olarak niteleyen
Haydar Haksal bu 100 altın adamın Türkiye’nin kaderini değiştirdiği, dünyanın
409 Mustafa Karaalioğlu, AK Parti MGK’da Çoğunluk Değil Miydi?, Yeni Şafak, 5 Mart. 2003. 410 Ahmet F. Günler, Barış Aşısı, Milli Gazete, 3 Mart, 2003.
196
aklını başına getirdiğini ve yeni bir dönemin başlatıcısı olduklarını ileri
sürmüştür.411
c. Kuzey Irak Hassasiyeti
Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik düşüncelerinin bölgede bir Kürt devletinin
kurulma olasılığı ve Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunun bundan etkilenerek
Türkiye’de karışıklıkların çıkması ve hatta Türkiye’nin bölünme olasılığının olduğu
ileri sürülmekte, ancak Türkiye’nin bölgede bulunan Türkmenlere odaklanmakla
Türkiye’deki ve Irak’taki Kürtlerin de tepkisini çektiğine yönelik eleştiriler
yapılmaktadır. Kürtlerin Kuzey Irak’ta zaten parlamentosunu kurmuş, parasını
basmış ve meclisini topladığı, ABD’nin kafasına bölgede bir Kürt devleti kurmayı
kurmuşsa bunu Türkiye’nin engellemesinin söz konusu olmadığı vurgulanmıştır.
Kuzey Irak’taki gruplardan gelen mesajların özellikle IKDP lideri Mesut Barzani
tarafından “Gelirseniz, sizinle savaşırız” türündeki mesajların ABD’nin Türkiye’yi
bölgeye çekmek için tezgâhladığı kışkırtmalar olarak değerlendirilmiştir. Genellikle
Kuzey Iraklı Kürtlere mesafeli yaklaşılmaya çalışılmış, Türkiye’ye yönelik
gösteriler söz konusu olduğunda Türkiye’nin geçmişte Mesut Barzani ve Celal
Talabani’ye yaptığı iyilikler gündeme getirilmiştir. Ahmet Taşgetiren yazısında bu
konudaki hassasiyeti şöyle dile getirmektedir:
Kuzey Irak ve Kürtler konusunu değerlendirirken, lütfen başka yaralar
açılmasına zemin hazırlamayalım. Sözlerimize dikkat edelim. ‘Kuzey
Irak Kürtleri’ne yönelik eleştirilerin ırkî değerlendirmeler haline
411 A. Haydar Haksal, Tebrikler ve Dualarla, Milli Gazete, 4 Mart, 2003.
197
gelmesine ve paralellikler kurulup Türkiye’deki kardeşlerimizin rencide
edilmesine yol açmayalım. Bu çok önemli bir hassasiyet.412
Kuzey Irak hassasiyetinin Kuzey Irak’tan ibaret olmadığı, bu bölgedeki gelişmelerin
Türkiye’de sancılar doğuracağı ve içerideki ve dışarıdakileri yeniden muhasebe
zeminine taşımak gerektiği üzerinde durulmuş, ancak burada “güç kullanma”
boyutundan çok öte açılımlara ihtiyaç olduğu vurgulanmıştır.
Türkiye’nin de gerek kanaat önderleri gerekse yönetim planında, gerek
sınırlarımız içinde gerekse bölgesel planda akraba halkların birbirlerine
karşı dış provokasyonlardan korunmaları ve barış içinde yaşamaları için
her gayreti göstermesi artık kaçınılmaz olmuştur. Bölgedeki
kardeşlikleri tahrip edecek her davranış bölgedeki her halka ihanettir.413
Irak’ın Erbil kentinde 3 Mart’ta gerçekleştirilen gösteride Türkiye aleyhine
sloganların atılması ve Türk bayrağının yakılması hadisesi ABD’nin bir
provokasyonu olduğu hem Türkiye’yi bölgeye çekmeyi amaçladığı hem de Kürtleri
bir Amerikan-İngiliz oyununun içine çektiği şeklinde değerlendirilmiştir. Tüm bu
gelişmeler provokatif eylemler olarak değerlendirilmiş ve Türkiye’nin tezkereyi
tekrar meclise getirip geçirmesinin Kuzey Irak’ta oluşacak veya oluşturulacak bir
Kürt birimini engellemesinin çok zor olduğu ve buna yetecek aracının da olmadığı
Türk askerinin Kuzey Irak’a girip girmemesinin ABD’nin bu tür bir iradesi
karşısında çok şey ifade etmeyeceği öne sürülmüştür. Bununla birlikte Türkiye’nin
kendi sınırları dışında bir bölgede bir etnik grup merkezli siyasi merkez oluşumuna
412 Ahmet Taşgetiren, Petrol, Su ve Kuzey Irak, Yeni Şafak, 1 Mart. 413 Ahmet Taşgetiren, Erbil’deki Kışkırtma, Yeni Şafak, 4 Mart, 2003.
198
itiraz etmesi ve buna askeri yollarla müdahale etmeye kalkışması, uluslararası
sahada ve mevcut güçler dengesinde siyasi ve ahlâkî hiçbir meşruiyet unsuru
barındırmadığı, böyle bir durumun Türkiye’yi iyice zora ve yalnızlığa iteceği öne
sürülmüştür. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta müdahil olmasının sebebi, Kuzey Irak’ta
oluşacak bir Kürt devletinin Güneydoğu’yu karıştıracağı inancına dayandığı, ancak
Türkiye’nin kendi içinde çözmeye yeltenmediği, çözemediği bir sorunu ya da baskı
politikalarıyla dindirdiği bir meseleyi bir sınır meselesi olarak ilan etmesinin yanlış
olduğu, buna kalıcı ve barışçıl bir çözümün bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
Türk parlamentosunu ikna etmek için Kuzey Irak’ta CIA’nın yaptığı
iddia edilen provokasyonlar sonucu Türk bayraklarının yakılmasını çok
dikkatli okumak lazımdır. Bölgede bir Türk-Kürt savaşı görmek
istemiyoruz. Türkler ve Kürtler kardeş olup bütün işgal ordularına karşı
Kurtuluş Savaşını beraber yapmışlardır. Bu birlikteliğin bozulmasına
müsaade etmemeliyiz.414
Denilerek dikkatli olunması gerektiği ifade edilmiştir.
4. Muhafazakâr Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri
Muhafazakâr basın tezkere sürecinde liberal basının aksine tezkere karşıtı bir tutum
içinde olmuş ABD ve savaş aleyhtarı bir tutum sergilemiştir. Tezkere ve savaş
karşıtı eylemler ve görüşler ön plana çıkarılarak sunulmuştur. Liberal basında ABD
Türkiye’nin müttefiki ve stratejik ortağı olarak ele alınıp olumlanırken, muhafazakâr
basın bunun tam tersi bir politika izlemiştir. Muhafazakâr basında ABD saldırgan,
uluslararası hukuku tanımayan, zalim, işgalci bir ülke olarak ele alınırken Irak
414 Ömer Korkmaz, 1 Mart Sivil Kuvvetler Zaferi, Milli Gazete, 7 Mart, 2003.
199
bunun karşı tarafında yer alan mazlum, işgal edilmek istenen, BM kararlarına
uymaya çalışan bir ülke olarak ele alınmıştır. Kuzey Irak Türkiye için potansiyel
bir tehlike olurken burada zaman zaman gerçekleşen olaylar ABD ve İsrail
provokasyonu şeklinde değerlendirilmektedir.
a. Aktör Tanımı
Haber Aktörleri M. Basın Haber Aktörleri M. Basın
ABD/Bush 24 Meclis Başkanı 2
AKP 2 Başbakan 1
MGK/Genelkurmay Bşk. 2 CHP/Deniz Baykal 2
Recep Tayip Erdoğan 4 Barış yanlıları 13
Hükümet 7 Meclis 4
Tezkere 6 BM 5
Irak/Saddam 14 İsrail 3
Kürtler/Barzani 7 Diğer 10
İngiltere 3
Muhafazakâr basın tezkere sürecinde tamamıyla tezkere karşıtı bir politika izlemiş
ve Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda izlemiş olduğu politikaya uygun olarak
haber aktörlerine yer vermiştir. Muhafazakâr basının bu süreçteki politikası liberal
basının aksine ABD ve Tezkere karşıtı bir politika olduğu için ABD ve Başkanı
George Bush negatif olarak en sık yer alan haber aktörleri olmuştur. Liberal basında
ABD ve müttefikleri olumlanırken, Kuzey Irak ve Kürtler olumsuzlanmaktadır.
Muhafazakâr basında ise haber ve yorumlarda daha çok ABD’nin ve Bush’un
Ortadoğu hakkındaki gizli amaçlarından bahsedilmiştir. Bunun karşısında ise Irak ve
Saddam Hüseyin en sık vurgu alan ikinci haber aktörü olmuştur. Haber ve
yorumlarda Irak’ın kimyasal silah sahibi olmadığı ve Saddam Hüseyin’in de
200
Birleşmiş Milletler (BM) ile çalışma isteğine ağırlıklı olarak yer verilmiştir. Liberal
basında barış eylemlerine çok az yer verilirken ve yer verilen barış eylemleri de
negatif bir yaklaşım sergilenirken muhafazakâr basın politikasına uygun olarak barış
eylemlerini pozitif ifadelerle ön plana çıkararak haber yapmıştır. Bu süreçte BM’nin
ABD’ye savaş izni vermemesi de olumlu çerçevelerle sunulmuştur. Liberal basında
tezkere yanlısı resmi açıklamalar ön plana çıkarılarak olumlanırken buna karşılık
muhafazakâr basında Tezkere yanlısı resmi açıklamalar negatif ifadelerle ele alınmış
ve bu tür açıklamalar eleştiri konusu olmuştur. Buna karşılık tezkere karşıtı
açıklamalar olumlu çerçevelerle sunulmuştur. Bu dönemde Kuzey Irak gelişmelere
göre ele alınmış, buradaki gelişmeler daha çok güvenlik boyutu üzerinden
değerlendirilmiştir. Liberal basında ise Kuzey Irak Türkiye’nin güvenliğine
yönelmiş bir tehlike olarak ele alındığı için mutlaka müdahale edilmesi gereken bir
yer olarak ele alınmıştır.
b. Kanıtlarla İspatlamak
Muhafazakâr basın da liberal basın gibi haber ve yorumlarında öne sürdüğü savları
desteklemek ve hedef kitlesi üzerinde etkide bulunmak amacıyla uzman kişi ve
kuruluşların görüşleri, kanı birliği, kanıtsallık, açıklama, sayı oyunu ve mantıklı
olma üzerinden haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır.
İsrailli Muhalif Yazarın Görüşleri
Muhafazakâr basında tezkere sürecinde tezkerenin mecliste onaylanmaması ve
Türkiye’nin topraklarını ABD askerlerine açmamasının Türkiye’nin ulusal
201
çıkarlarına en uygun tercih olacağı üzerinde durulmaktadır. Liberal basında daha
çok ekonomi çevrelerinden uzman kişi ve kuruluşlara başvurmuş, akademisyen ve
politikacılara daha az yer vermektedir. Muhafazakâr basında ise ağırlıklı olarak
siyasetçi ve araştırmacı yazarlara başvurulmuş, ekonomi uzmanlarına daha az yer
verilmiştir. Bu konuda çeşitli kesimlerden otorite olarak kabul edilen kişi ve
kurumlara başvurulmuş, tezkerenin kabul edilmemesi üzerine ise Türkiye’nin ulusal
çıkarlarının korunduğu yönünde görüş bildiren kişilere yer verilmiştir.
“İsrailli yazar Ury Awnery yeniçağın başlangıcı olan bu devirde milyonlarca insanın
petrol için öldürüleceğini belirtti. ABD’nin amacı ne terörizm ne kitle imha
silahlarını yok etmek ne de Irak’a demokrasi getirmektir.”415 “Araştırmacı yazar
Aytunç Altındal da ‘Türkiye işgal edilmiş durumda. Daha da vahimi Türkiye bir
anda kendini çatışma ortamında bulabilir.’ Anayasa Hukuku Profesörü ve SP
Kahramanmaraş eski milletvekili Prof. Dr. Mustafa Kamalak ise ‘Şu an BM kararı
olmadan hükümet tezkereyi meclise göndermekle suç işliyor’ şeklinde konuştu.”416
“SP Genel Başkanı Kutan, Irak savaşının gerekçesini, Irak petrolünün ele
geçirilmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve İsrail’in genişleme politikasına
karşı çıkan güçlerin ortadan kaldırılması olduğunu belirtti.”417 “İş dünyası: karar
Türkiye’ye yakıştı”418
415 Yeni Şafak, Petrole Milyonlarca Kurban, 25 Şubat, 2003. 416 Milli Gazete, 26 Şubat, 2003. 417 Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003. 418 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003.
202
Zalimler Cezasız Kalmaz
Muhafazakâr basında Türkiye’nin ve bölgenin çıkarlarının herhangi bir savaşın
yaşanmamasını gerektirdiği ifade edilmektedir. Liberal basında ülkenin birliğine
vurgu yapılmakta ve Kuzey Irak’ın Türkiye’ye yönelik güvenlik tehditleri üzerinden
bir kanı birliği oluşturulmaya çalışılmakta iken, muhafazakâr basında Irak’ın
işgaline ve savaşa karşı bir kanı birliği oluşturulmaya çalışılmıştır.
“Zalimler cezasız kalmaz. Türkiye halkı yakın tarihte hiçbir konuda bu kadar birlik
olmamıştı. Halkımız, devletimizin ABD’yi desteklemesini istemiyor. Halkımız
hiçbir haklı sebep ve gerekçe olmadan komşumuz ve din kardeşimiz Irak’a
saldırılmasını istemiyor. Halkımız İsrail’in güvenliği için büyük sayıda sivilin,
çocuğun, Müslüman’ın, nâ-hak yere öldürülmesini istemiyor. Evet, Türkiye halkının
% 95’i savaş istemiyor. Amerika’ya destek verilmesini istemiyor. İnsanların
gazabından kurtulmak belki mümkündür. Ama Allah’ın gazabından ve azabından
kurtulmak mümkün değildir.”419 “Uluslararası meşruiyet. Ben, BM ve Güvenlik
Konseyinin karar alması, veto etmesi veya etmemesinin bu kuruluşa üye olan
devletlerce bir meşruiyet dayanağı sayıldığını biliyorum. Ancak bir Müslüman
olarak bu kararların bazen güçlü (veto hakkı) bulunan ülkelerin çıkarlarına hizmet
ettiği İslam’ın da bir meşruiyet ölçütü olarak kaale alınmadığını bildiğim için
‘evrensel ve/veya İslamî meşruiyet’in şartlarını taşımadığına, ortada göreceli bir
meşruiyetin bulunduğuna inanıyorum.”420 “Milletimiz karşı, bakanlar huzursuz,
419 Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 420 Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 28 Şubat, 2003.
203
vekiller şaşkın, ama süreç işliyor, hem ağlıyor, hem gidiyor.”421 “Hayırda ‘hayır’
vardır, ‘katliama ortak olmayın’ çağrısında bulunan kamuoyu bugün mecliste
oylanacak asker tezkeresine milletvekillerinin hayır oyu vermesini istiyor.
Milletimiz bu kirli savaşta yer almak istemiyor.”422
Ahlaki Meşruiyet ile Mantık
Tezkere sürecinde muhafazakâr basın ahlaki meşruiyet ile mantık arasında dengenin
sağlanmasını savunarak, Türkiye’nin bu savaştaki çıkarlarının savaşa girmemesini
ve tezkereyi kabul etmemesini gerekli kıldığını ifade etmektedir. Liberal basında ise
bu görüşün tam tersi bir görüş savunulmuştur. Liberal basın tamamıyla realist
paradigma çerçevesinde konuyu ele alarak ahlaki gerekçelerin ulusal çıkarların
önüne geçmemesi gerektiğini savunmuştur.
“Kuzey Irak ve Kürtler konusunu değerlendirirken lütfen başka yaralar açılmasına
zemin hazırlamayalım. Sözlerimize dikkat edelim. ‘Kuzey Irak Kürtleri’ne yönelik
eleştirilerin ırkî değerlendirmeler haline gelmesine ve paralellikler kurulup
Türkiye’deki kardeşlerimizin rencide edilmesine yol açmayalım.”423 “Kuzey Irak
tuzağı. Açık söylemek gerekir ki, Kuzey Irak meselesine kilitlenmiş savaş ya da
çıkar tartışması her anlamda beyhudedir. Hatta gayrı meşrudur. Bir kere Türkiye’nin
ABD’nin niyetleri dikkate alındığında Kuzey Irak’ta bir Kürt biriminin oluşmasını
engellemesi çok zordur ve buna yetecek araçları yoktur. Öte yandan Türkiye’nin
kendi sınırları dışında bir ülke ya da bölgede bir etnik grup merkezli bir siyasi
421 Milli Gazete, 26 Şubat, 2003. 422 Milli Gazete, 1 Mart, 2003. 423 Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak, 1 Mart, 2003.
204
merkez oluşumuna itiraz etmesi ve buna askeri yollarla müdahaleye kalkışması
uluslararası sahada ve mevcut güçler dengesinde siyasi ve ahlâkî hiçbir meşruiyet
unsuru barındırmamaktadır. Böyle bir durum Türkiye’yi iyice zora ve yalnızlığa iter.
En nihayet en önemli unsur resmi politikaların mutlaklaştırma sürecinin vardığı akıl
dışı noktadır. Kuzey Irak meselesi ülkenin savaşa destek vermesinin ahlâktan ve
faydadan en uzak noktasıdır.”424
Iraklı İnsanların Her Gün Ölmesi
Liberal basın Wall Street Journal ve Washington Post’un sahipliğinde haberi
doğrularken ve tezkerenin reddi durumunda, Türkiye’nin karşılaşacağı muhtemel
olumsuzlukları öne çıkarırken, muhafazakâr basın Irak’ta ambargo dolayısıyla
yaşanan sıkıntıları, acıları anlatarak, savaşın öne sürülen gerekçelerinin asılsız
olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Bu amaçla Irak’ı yakından gören insanlara ve
uluslararası denetçilerin görüşlerine başvurmayı bir kanıtsallık aracı olarak
görmüştür.
“Iraklı her gün ölüyor. Irak’a canlı kalkan olarak giden Fatma Ünsal Irak halkının
1991 yılından bu yana uygulanan ambargo nedeniyle her gün ölümle iç içe
yaşadığını söyledi.”425 “Bush’tan kirli oyun. ABD, BM’den Irak’a savaş kararı
çıkartmak için ‘kirli oyunlara’ başvuruyor. The Observer gazetesi ABD’nin birçok
ülkenin diplomatlarına ait ev ve ofis telefonları, e-postalarını takibe aldığını
belirtti.”426 “Denetçiler ABD’nin kanıtlarını bulamadı. Silah denetçilerinin dünkü
424 Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 7 Mart, 2003. 425 Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003. 426 Yeni Şafak, 3 Mart, 2003.
205
brifinginde Baradey Irak’ta nükleer silah bulunmadığını, ABD’nin sunduğu
kanıtların sahte olduğunu söyledi. Blix ise Irak’ın işbirliği yaptığını belirterek
zaman istedi.”427
61 Milyon 750 Bin Kişi Savaşı İstemiyor
Liberal basında sayı oyunlarına başvurulurken daha çok askeri konulardaki
kapasitelere vurgu ön planda iken, Muhafazakâr basın sayı oyunlarına güvenirliğini
arttırmak ve hedef kitlesini ikna etmek için daha çok savaş karşıtlarının oranı,
savaşa verilen desteğin azlığını kanıtlamak amacıyla başvurmuştur.
“65 milyonda 61 milyon 750 bin kişi bu savaşı istemiyor.”428 “Dünya hayır diyor,
Irak’a saldırı için hazırlıklarını hızla sürdüren ABD’ye dünyada on kadar ülkenin
dışında kimse destek vermiyor. ABD hiçbir askeri harekatta bu kadar yalnız
kalmamıştı. İslam dünyası ve Arap birliğinin yanı sıra 146 üyeli Bağlantısızlar
Hareketi de Irak’a saldırıya karşı.”429 “ABD’ye destek veren kaybediyor. ABD’nin
Irak savaşına destek veren İngiltere ve Japonya’da iktidarlar zorda. İngiltere’de
yapılan anketlerde halkın % 70’i Blair’e destek vermezken, Japonya halkının %
80’inden fazlası savaşa hayır diyor.”430 “Halkın % 94’ü bölgede bir savaşa karşı.
Türkiye’nin savaşa taraf olmasını istemeyenlerin oranı daha da fazla.”431
427 Yeni Şafak, 8 Mart, 2003. 428 Mehmet Şeker, Tezkere Geçerse Derhal Seçim Gerekir, Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003. 429 Yeni Şafak, 1 Mart, 2003. 430 Yeni Şafak, 4 Mart, 2003. 431 Fehmi Koru, Yazık ki Çok Yazık, Yeni Şafak, 27 Şubat, 2003.
206
Kışkırtıcı Demografik Yapı
Muhafazakâr basında tezkere karşıtı görüşün özelliği savaşın olası sebeplerinin
açıklanmasıdır. Liberal basında savaşın olası sebepleri açıklanırken bu savaşın
kaçınılmaz olduğu, her halükarda bu savaşın yaşanacağı, Türkiye’nin bu savaşın
dışında kalamayacağı ifade edilmekteyken, muhafazakâr basında Türkiye’nin
demografik yapısı nedeniyle böyle bir savaştan etkileneceği, ancak bu savaşın da
çirkin bir savaş olduğu açıklanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla Muhafazakâr basın
savaşın olası sebeplerine sık sık yer vermiştir.
“Savaş anlamsız, haksız ve çirkin. SP Eskişehir İl Başkanı Abdullah Gedik bu savaş
için ne Saddam’ın rejiminin ne de kitle imha silahlarının gerekçe olamayacağını, asıl
sebebin Irak petrollerinin ele geçirilmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve
İsrail’in genişletilmesi politikası olduğunu, bu nedenle savaşın anlamsız, haksız ve
çirkin olduğunu söyledi.”432 “15-20 milyon Kürt nüfusu barındıran bir ülkenin
sınırında üreyen ve en fazla 4 milyon civarında Kürt nüfus barındıran bir otonom ya
da federal Kürt devletinden endişe duyması lazımdır. Arada hiçbir politik sorun
olmasa bile, bu demografik yapı yeterince kışkırtıcıdır.”433
c. Karşılaştırma “Çirkin Savaş”
Tarihsel olaylarla karşılaştırmalar yapılarak Türkiye’nin tezkereyi kabul etmesi
durumunda karşılaşacağı muhtemel sonuçların neler olabileceği ifade edilmiştir.
Muhafazakâr basın, liberal basın gibi görüşlerini yaygınlaştırırken sıklıkla
karşılaştırmalara başvurmaktadır. Tarihi karşılaştırmalara rastlandığı gibi ABD ile
432 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 433 Mustafa Karaalioğlu, Yeni Şafak, 25 Şubat, 2003.
207
Irak veya Ortadoğu ile diğer devletler arasında yapılan karşılaştırmalara da dilsel
ifadelerde rastlanmaktadır. Tarihsel olaylarla karşılaştırmalar yapılarak Türkiye’nin
bu savaşın dışında kalması gerektiği, bu savaşın çirkin bir savaş olduğu, Türkiye’nin
ulusal çıkarlarının ABD’nin bu savaşına destek vermemekte olduğu ileri
sürülmüştür. Liberal basında ise yapılan karşılaştırmalar Türkiye’nin bu savaşın
dışında kalması durumunda bölgesel bir güç olamayacağı, güvenliğinin tehlikeye
düşeceği şeklinde yapılmıştır.
“Çekiç Güç de 6 ay için gelmişti. 1991 yılında Türkiye’de konuşlandırılmasına izin
verilen 1862 kişilik Çekiç Güç kısa bir süre için Kuzey Irak’ın kontrolünde
görevlendirilmişti. 1991’de İncirlik üssüne yerleşen ABD askerlerinin en kısa sürede
Türkiye’den ayrılacağı taahhüt edilmişti. Çekiç Güç aradan geçen 12 seneye rağmen
hala Türkiye’den ayrılmadı. Uzmanlar 62 bin kişilik ABD gücünün ise uzun süre
Türkiye’de kalacağını ileri sürüyor.”434 “Savaşın da bir ahlâkı var olmalı. Bu
ahlâksızlarda savaş ahlâkı ne gezer. Bunlar savaş bahanesiyle kadınlara tecavüz
eder, çocukları da katlederler. Merhamet için Müslüman olmak lazım. İslam ordusu
savaş için saldırıya geçmek üzere hazırlıklarını yapan küffara karşı yola çıkarken
Hz. Ebubekir (r.a.) devlet başkanı olarak ordusuna şu emirleri vermişti:
‘1.Kiliselerde bekleyen din adamlarına dokunmayın. 2.Çocuklara kesinlikle bir şey
yapmayın, öldürmeyin. 3.Kadınlara dokunmayın, iffetlerine zarar vermeyin.
4.İhtiyarlara dokunmayın. 5.Meyve veren ağaçları kesmeyin. 6.Yaralı düşmanları
öldürmeyin. 7.Esirleri asla katletmeyin.’ Kendilerini güçlü sanan günümüz
sadistlerine bunu nasıl anlatabiliriz ki!”435 “Şimdi ne olacak! 20.yüzyılın başlarında
434 Yeni Şafak, 1 Mart, 2003. 435 Mevlüt Özcan, Milli Gazete, 27 Şubat, 2003.
208
Anadolu’yu işgal eden emperyalist güçlere ve mandacılığı savunan Amerikan
hayranlarına direnen Atatürk, Kurtuluş Savaşını başardı. Türk halkı ve onun gerçek
temsilcisi olan ilk TBMM’nin bu inanılmaz zaferi tüm mazlum halklar için bir esin
ve güç kaynağı olmuştu. Türk halkı bu zaferi kolay elde etmemişti ve bedelini çok
ağır ödemişti. Ama yine de onurlu ve mutlu idi. Türk halkı bir kez daha tarih
yazmıştır ve bedelini de ödemeye hazırdır.”436
89 Yıl Sonra Aynı Tuzak
Muhafazakâr basında tezkereyle Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar verildiği iddia
edilmiş, geçmiş dönemlerde yaşanan olaylarla buna dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Muhafazakâr basında tarihteki benzer olaylarda yaşanan gelişmeler, olaylar örnek
gösterilerek, verilecek kararın önemine dikkat çekilmektedir.
“89 yıl sonra aynı tuzak ABD’nin İskenderun’daki silahlarını Mardin’e nakletmesi,
Enver Paşanın Alman gemilerine izin vererek Osmanlı’yı I. Dünya Savaşına
sokmasını hatırlatıyor.”437 “ABD’nin sorumluluğuna güveniyordum. Aldanmışım
demektir. Kıbrıs’a müdahale etmek istediğinde kendisini durduran Johnson mektubu
üzerine söyledikleridir bunlar İnönü’nün.”438
436 Hüsnü Mahalli, Yeni Şafak, 5 Mart, 2003. 437 Yeni Şafak, 8 Mart, 2003. 438 Afet Ilgaz, Milli Gazete, 27 Şubat, 2003.
209
“Conilerin Suç Dosyası Kabarık”
Muhafazakâr basında somut örnekler verilerek, Türkiye’nin tezkereyi kabul etmesi
durumunda nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kalacağı örneklerle açıklanmaya
çalışılmıştır.
Çekiç Güç 3 aylığına oluşturuldu. 12 yıldır Türkiye’de. On binlerce ABD askeri 6
aylığına Türkiye’ye geliyor, yıllarca kalacak. ABD hiçbir ülkeden askerlerini
çekmedi, çekmiyor. Pakistan, Güney Kore ve Suudi Arabistan’a bakın, ABD
askerlerini gönderemiyorlar. Basra Körfezi, Hint Okyanusu, Kızıl Deniz kuşatıldı.
Sadece Türkiye’de ABD askeri yoktu. Geliyorlar. Ortadoğu’da topyekün savaş
savaşı için geliyorlar. Büyük İsrail için savaşmaya geliyorlar.”439 “Conilerin suç
dosyası kabarık. Sadece Okinava’daki 25 bin Amerikan askeri 5 bin suçtan sorumlu
tutuldu. Suçlarının başında tecavüz ve cinsel taciz bulunuyor.”440
d. Kurbanlaştırma “Mazlum Iraklı Müslümanlar”
Muhafazakâr basın savaşın haksızlığını ve Türkiye’nin bu haksız savaşta yer
almamasını savunmuştur Muhafazakâr basında “zalim-mazlum”, “haklı-haksız”
ayrımına gidilerek mazlumun her gün ölen Müslüman Iraklılar olduğu, buna karşılık
zalimin ise ABD ve Müttefikleri olduğu dramatikleştirme ve insancıllık temaları
kullanılarak ifade edilmektedir. Böylelikle desteklenen sav haklılaştırılmaktadır.
Liberal basında kurbanlaştırmalara gidilmemiştir.
439 İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 1 Mart, 2003. 440 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003.
210
Kalbinizde Masumlara Yer Var Mı?
Muhafazakâr basında ABD’nin Irak’a yönelik saldırgan tutumu dramatikleştirme ve
insancıllık temaları kullanılarak eleştirilmektedir.
“Irak’ta milyonlarca masumun kanını dökmeye hazırlanan ABD’de saldırı gerekçesi
olarak yalan üstüne yalan açıklamalar geliyor.”441 “Yapılacak yeni bir savaşta bu
saldırının faturasını kadınlar ve çocuklar ödeyecekler. Acı ve ıstırapların yumağı
hep kadın ve çocuklar olmaktadır. Zalimlerin tabiatında hep ezmek, tepelemek ve
öldürmek vardır. Vampirlik şuur altlarına yerleşmiştir.”442 “Kalbinizde masumlara
yer var mı? Yazık oluyor bu ülkeye, yazık oluyor umutlarımıza. Oysa siz
başkaydınız, küresel Nazilerin değil, mazlumların yanında yer alacaktınız. Nedense
kalbinizin değil, ‘devletinizin âl-i menfaatleri’nin sesini dinleyerek ABD yapımı bir
tecavüzün sözcülüğüne soyunmak üzeresiniz.”443 “Amerika katliam yapacak. Körfez
savaşında attıkları bombanın iki katını bir günde atacaklar.”444 “Meğer biz de en az
Amerika ve İsrail kadar şahinmişiz. Eğer yetki tezkeresi onaylanırsa, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en uzun ve kanlı askeri harekâtına sürüklenmiş olacak.”445
e. Ötekileştirme
Muhafazakâr basında Olumlu Kendini Sunma, Olumsuz ötekini sunma gibi ikna
teknikleri kullanılarak “biz” olumlanırken ötekileştirilen “onlar” olumsuz bir dille
ifade edilerek savunulan görüşün haklılığı ortaya konmaya çalışılmaktadır. Burada
441 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 442 Mevlüt Özcan, Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 443 Mehmet Ocaktan, Yeni Şafak, 28 Şubat, 2003. 444 Milli Gazete, 25 Şubat, 2003. 445 İbrahim Karagül, Yeni Şafak, 26 Şubat, 2003.
211
“biz” konumunda kimi zaman “Müslümanlar”, kimi zaman “Türkiye” olurken
“öteki” konumuna ise özellikle “Kuzey Iraklı Kürt gruplar” ve “ABD”
yerleştirilmektedir. Liberal basında ise “biz” ile “Türk ulusu”, “öteki” ile de “Kuzey
Iraklı Kürtler” kastedilmektedir.
Şer Güçler
Muhafazakâr basında öteki olarak kabul edilen ABD ve Kuzey Iraklı Kürt liderler
olumsuz bir çerçevede ele alınmıştır. Liberal basın ile muhafazakâr basın burada
Kuzey Irak üzerinde ötekileştirmede birleşmektedir. Ancak muhafazakâr basın
ABD’yi de ötekileştirirken, liberal basın ABD’yi müttefik olarak kabul etmektedir.
“Türkiye her tarafı ateşe veren, kafası estiği zaman istediği ülkeye müdahale eden
bu şer gücü kendine komşu edinmekle en büyük kötülüğü kendisine etmiş
oluyor.”446 “Kuzey Irak’taki Türkiye karşıtı kışkırtma sürüyor. Barzani ve
adamlarının uluslararası arenaya yansıttıkları ‘mezar olur’ söylemi lise çağındaki
gençlere bayrak yakma olarak yansımış oluyor. Bunlar tarih planında büyük
cürümler. Gelin görün ki Kuzey Irak’taki siyasi liderlik, bir süredir aklı havalarda
dolaşıyor. Neden? Görünen o ki, burada 12 yıldır çalışan Amerikan’ın
cüretlendirmesi var. Amerika, I. Cihan Harbi yıllarının Arapları Türklere karşı
kışkırtmaya yönelen İngiliz misyonunda görülüyor. Acaba Körfez harekâtından bu
yana Kuzey Irak’ta NGO faaliyetleri çerçevesinde kaç ‘Arabistanlı Lawrence’ cirit
atıyor?”447 “ABD’nin istekleri doğrultusunda tahriklerini sürdüren IKDP, ABD
askerleri olmadan kontrolleri altındaki bölgeye giren Türk birlikleriyle
446 Ömer Korkmaz, Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 447 Ahmet Taşgetiren, Yeni Şafak, 4 Mart, 2003.
212
savaşacaklarını açıkladılar. Kuzey Iraklı Kürt gruplar, Türkiye’yi tahrik etmeyi
sürdürüyor. Tüm bu provokatif eylemlerin arkasında ABD’nin olduğu tüm
çevrelerce ifade ediliyor.”448
Cömert Türkler
Muhafazakâr basın ve liberal basının kendini olumlu sunma stratejisinde örnek
gösterdikleri olaylarda da bir benzerlik göze çarpmaktadır. Hem muhafazakâr basın
hem de liberal basın Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilişkilerine göndermelerde
bulunarak Türkiye’nin yardımseverliğini ve iyi niyetini ortaya koymaya
çalışmışlardır. Buna karşılık Türkiye’nin iyi niyetinin karşılığını alamadığını
vurgulamışlardır. Ayrıca muhafazakâr basında bu tür olumsal kendini-sunma
tezkere sonrasında alınan kararı desteklemek amacıyla da kullanılmıştır.
“Zaman zaman Talabani’ye zaman zaman da Barzani’ye yardım eden Türkler
PKK’dan dolayı Kuzey Irak’taki denklemlerin bir parçası durumuna geldi. Türkiye
olmadan bugün ne Talabani ne de Barzani şu andaki zenginliklerine sahip
olamayacaklardı. Barzani ve Talabani bugün yaşıyorlarsa, bunu Türkiye’ye
borçludurlar! Her zaman Türkiye’de izzet ve ikram gören bu ikili akıllarını bir an
önce başlarına toplayarak ABD’lilerin (bazen de İran’ın) oyununa gelmemelidir.
Amerika bugün var ama yarın olmayacaktır. Yine eninde sonunda Türkiye’ye
muhtaç kalacaktır.”449 “Türkiye Barzani’yi iki kez ölümden kurtardı. Erbil’de Türk
bayrağı yakan IKDP’lilerin lideri Barzani’nin 1988’de Saddam Hüseyin’den
kaçarak Türkiye’ye iltica etmek istediği ortaya çıktı. Barzani 1997’de de terör
448 Milli Gazete, 8 Mart, 2003. 449 Hüsnü Mahalli, Şimdi Ne Olacak?, Yeni Şafak, 5 Mart, 2003.
213
örgütü PKK’dan da kurtarıldı.”450 “Tezkereyi reddetmekle ABD’nin sinsi emellerini
reddeden, İsrail yayılmacılığına karşı çıkan Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesini
engelleyen inanç birlikteliğini akabete uğratmayıp inanç harcının nelere kadir
olduğunu ortaya koyan AKP’li vekilleri kutluyoruz.”451 “Demokrasinin zaferi.
Müthiş bir şey oldu ve ünlü tezkere TBMM’de reddedildi. Bir yandan Türk
siyasetinde ender görülen bir şekilde ve lider sultasının dillerden düşürülmediği bir
ülkede bir siyasi partinin milletvekilleri partilerinin resmi söylemlerinin dışına
çıkarak sıkı bir demokrasi örneği verdiler.”452
f. Dil Oyunlarına Başvurma “Kirli Pazarlık-Amerikan Traşı-İktidarı
Ateşle Oyunu”
Muhafazakar basında metafor, ironi v.b. çeşitli dil oyunlarına başvurularak karşı
karşıya olunan olayın önemi ortaya konulmaya, görünür kılınmaya çalışılmıştır.
“BM’de kıran kırana savaş.” “Kriz lobisi ofsaytta” “Piyasalar şoku az hasarla
atlattı”453 “AKP’de ikna kuşatması. AKP yönetimi milletin karşı çıktığı asker
tezkeresini meclisten çıkarmak için milletvekillerini ikna toplantılarıyla kuşatmaya
aldı.”454 “Amerika’ya öfke çığ gibi.”455 “İktidar ateşle oynuyor.”456 “İktidara meclis
tokadı” “TÜSİAD et derdinde”457 “Kan üzerine kirli pazarlık. ABD savaş rüşveti
450 Yeni Şafak, 5 Mart, 2003. 451 Ahmet F. Günler, Milli Gazete, 3 Şubat, 2003. 452 Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 2 Mart, 2003. 453 Yeni Şafak, 4 Mart, 2003. 454 Milli Gazete, 25 Şubat, 2003. 455 Milli Gazete, 26 Şubat, 2003. 456 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003. 457 Milli Gazete, 1 Mart, 2003.
214
için 20-30 milyar $ önerdi.”458 “Barzani sanki Irak devlet başkanı.”459 “ABD’ye
sakallı gidip Amerikan tıraşıyla döndüler.”460
C. SOL BASINDA IRAK İŞGALİ VE 1 MART TEZKERESİ
Bu araştırmada sol basından Cumhuriyet gazetesinin 25 Şubat – 25 Mart 2003
tarihleri arasındaki günlük sayıları incelenmiştir. Bu süre içerisinde konu ile ilgili
olarak Cumhuriyet gazetesinde 119 haber ve 49 köşe yazısı incelenmiştir. Bu
incelemede oluşturulan haberlerde Türkiye’nin ulusal çıkarlarının betimlenmesi,
ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçimi, köşe yazarlarının ulusal çıkarları
tanımlama ve betimlemeleri, haber ve yorumların dilsel özellikleri kategorileri
işlenmeye çalışılmıştır.
1. Haberlerde Türkiye’nin Ulusal Çıkarlarının Betimlenmesi
Sol basın ABD’nin Irak’ı işgali ve 1 Mart tezkeresi sürecinde Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını ulusal güvenlik ve ekonomi üzerinden betimlemiştir. Cumhuriyet
gazetesi ABD karşıtı bir politika izlemiş ve ABD askerlerinin Türkiye’ye gelmeleri
durumunda Türkiye’nin işgal edilmiş olacağını öne sürmüştür. Basın Türkiye’nin
tezkereyi kabul etmemesini savunmuş buna karşılık Türkiye’nin Kuzey Irak’a asker
göndermesini, orada Türkiye’nin aleyhine gelişebilecek oluşumları engellemesi
458 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 459 Milli Gazete, 27 Şubat, 2003. 460 Milli Gazete, 28 Şubat, 2003.
215
gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye’nin ABD ile birlikte savaşa girmesi durumunda
bir kaosa sürükleneceği, bataklığa saplanacağı ifade edilmiştir. “Ulusal onuru bir
yana bırakalım. Irak operasyonunda yardakçılık, destekçilik, Türkiye’nin başına
politik, ekonomik sorunlar açacak. Yoksulluk sınırında yaşayan insanlarımızı daha
da zor duruma düşürecektir.”461 Tezkerenin TBMM’de kabul edilmesi durumunda
Türkiye’nin limanlarını, hava alanlarını, demiryollarını hava sahası ve topraklarını
ABD askerlerinin kullanımına açacağını, bu denli bir askeri gücü kendi
topraklarında, kendi rızasıyla kabul eden Türkiye’nin işgal edilmiş olacağı iddia
edilmiştir.462 Olası Irak savaşı, “Haçlı Seferi” görüntüsü altında aslında bir
“kapitalist, emperyalist saldırı” olduğu birinci ve ikinci paylaşım savaşlarından da
farklı olarak bir hâkimiyet mücadelesi olduğu şeklinde ele alınmıştır. Bu savaş,
“üçüncü dünya paylaşım” savaşı olarak tanımlanmış ve bu paylaşım savaşının başat
aktörünün ABD olduğu, ABD’nin Türkiye savaşa girdi diye bölgesel ve evrensel
planlarını değiştirmeyeceği vurgulanmıştır. Büyük devletlerin dostu düşmanının
olmadığı, ancak çıkarları olduğu, konjonktürün gerektirdiği şekilde davrandığı ifade
edilmiştir.
Sol basın Kuzey Irak’a asker gönderilmesini savunurken, ABD’nin Türkiye
üzerinden Irak’a asker göndermesine karşı çıkmıştır. Asker göndermenin nedeni ise
orada oluşacak olan bir Kürt devletinin önlenmesi, Kuzey Irak’taki gelişmelerin
kontrol altında tutulması olmuştur. Çünkü Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt
devletinin komşu ülkelerde yaşayan Kürtler üzerinde etkide bulunacağı, Türkiye’nin
461 Öztin Akgüç, Borçluyuz Boynumuz Eğik Mantığı, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 462 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
216
içinde bulunan Kürtlere yönelik çalışmaların olabileceği, bu yüzden Türkiye’nin
güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün tehlikeye girebileceği öne sürülmüştür. Bu tür
bir tehlikenin yaşanmaması için Türk askerinin mutlaka Kuzey Irak bölgesinde olası
gelişmeleri denetim altında tutması gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye’nin yerinin
Avrupa Birliği olduğu, bu yüzden Türkiye’nin taraf olarak bu savaşa dâhil
edilmesinin Türkiye’nin Batı dünyasındaki itibarını zedeleyeceği, Avrupa Birliğinin
iki önemli üyesinin bu savaşa karşı oldukları, Türkiye’nin bu ülkelere rağmen
ABD’nin yanında savaşa girmesi durumunda Avrupa Birliği üyelik sürecinde
zorluklarla karşılaşacağı şeklinde yorumlanmıştır. Orhan Erinç:
İktidar AB’ne girebilmek için Almanya ve Fransa ile iyi ilişkiler
sürdürmenin yollarını arıyor. Oysa Almanya ve Fransa, ABD’nin Irak’a
saldırmasına karşı. Peki Türkiye nerede olmalı? Doğal olarak AB’ne
girmek, bunun sonucunda da ABD saldırısı gerçekleşirse, elbette kendi
güvenliği için gerekli her türlü önlemi almalı, bunu TBMM kararı ile de
perçinlemeli. Alınacak hibe ve kredilerin geçici birer kaynak olduğunu
unutmadan geleceği düşünme zamanıdır.463
demek suretiyle Türkiye’nin çıkarlarını ABD’nin yapacağı bu savaşta yer almaması,
ancak Kuzey Irak konusunda da gerekli güvenlik önlemlerini alması ve Avrupa
Birliği ülkeleriyle aynı tutumu takınması gerektiği şeklinde ele almıştır. Tezkerenin
mecliste kabul edilmemesi üzerine sol basın, bunu Türkiye’nin ABD işgalinden
kurtulduğu ancak Kuzey Irak’ta oluşabilecek Kürt devleti tehlikesinin hala devam
ettiği ve bunun önlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bundan dolayı hükümetin
tezkerenin birinci maddesini hemen meclise sevk etmesi ve bunun kabul edilmesini
sağlaması gerektiği öne sürülmüştür. “Hükümet yarın tezkerenin sadece birinci
463 Orhan Erinç, Tek Partili Koalisyon, Cumhuriyet, 27 Şubat, 2003.
217
maddesini yeniden meclise sunmalı ve oylatmalıdır. Yoksa gelecekte hesabını
vermekte zorlanabilir.”464 Tezkerenin birinci maddesi Türkiye’nin yurtdışına asker
gönderme iznini içermektedir. Tezkerenin kabul edilmemesi ile Türkiye’nin ulusal
çıkarlarının korunduğu, Türkiye’nin bir işgalden kurtarıldığı savunulmuştur.
Türkiye’nin çıkarının Kuzey Irak’taki tehdide karşı askeri önlem almaya başlaması,
ABD askerlerinin Türkiye’ye kabulünün ise anayasanın öngördüğü ‘uluslararası
meşruiyet’ koşuluna bağlı olması gerektiği ifade edilmiştir.
2. Ulusal Çıkar Öğelerinin Haberlerde Yer Alış Biçimi
Sol basında Irak işgali ve 1 Mart Tezkeresi hakkında haberlerin konusunu; barış
eylemleri, hükümet ve ulusal güvenlik bağlamında Kuzey Irak ve ABD gibi konular
ağırlıklı olarak oluşturmuştur. Bu süreçte haberlerde en çok üzerinde durulan
konular Kuzey Irak ve hükümet olmuştur. Sol basında Kuzey Irak konusunda
temkinli bir yaklaşım sergilenmiş, hükümete ise genellikle negatif yönde eleştirilerle
yaklaşılmıştır. Savaş karşıtı eylemler ve gelişmeler ön plana çıkartılarak verilmiştir.
Ekonominin çok kötü durumda olduğu, ABD’nin yanında savaşa girilmesi gerektiği
yönündeki görüşler eleştirilmiş, Türkiye’nin ABD ile birlikte savaşa girmemesi,
ekonomisini ABD’ye ipotek etmemesi gerektiği üzerinde durulmuştur.
a. Türkiye’nin Bölünme Tehlikesi
Haberlerde Kuzey Irak ele alınırken, Kuzey Irak’ın olası bir savaşta hem önem
kazanacağı hem de çatışmaların büyüdüğü bir alana dönüşeceği ifade edilmiştir.
464 Orhan Erinç, Barış Ama Şimdilik, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003.
218
Özellikle IKDP yöneticilerinin bu dönemdeki açıklamaları ve bölgedeki ülkelerin
yapısıyla eylemleri göz önüne alındığında Türkiye’nin savaşa girmesi durumunda
bir kaosa sürükleneceği, bataklığa saplanacağının altı çizilmiştir. Kuzey Irak’taki
Kürt grupların yaptıkları toplantılarda Türk askerini istemedikleri, Türk askerinin
Kuzey Irak’a girmesi durumunda kendileriyle savaşacaklarına dair açıklamalara yer
verilmiştir. Kuzey Irak konusundaki haberler yaşanan gelişmelere göre basında yer
alırken, bu konudaki resmi çevrelerden gelen görüşlere de yer verilmiştir. Türkmen
cephesi temsilcisi Orhan Ketene’nin ABD’de bir strateji kuruluşunda yaptığı
konuşmaya yer verilmiştir. Ketene’nin konuşmasında Kürt devletinin kurulmaması
için Türkiye’nin müdahale etmesini istediği, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmemesi
durumunda Kürt devletinin kurulacağını, o zaman da Türkiye’nin Güneydoğu’sunun
gitmesinin 15 yıl sürmeyeceği görüşüne yer verilmiş ve bu “Güneydoğu 15 yılda
gider”465 haber başlığıyla sunulmuştur. Kuzey Irak’ta özellikle Türkiye karşıtı
gösteriler ve açıklamalar kaygı verici olarak nitelendirilmekte, Celal Talabani ve
Mesut Barzani’nin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin Kuzey Irak’ı denetim altına
alacağından kaygı duyduklarını, bu yüzden bölgedeki halkı Türkiye’ye karşı
kışkırttıkları iddia edilmiştir. Özellikle Türkiye’nin bölgeye gelmesine karşı yapılan
gösterilere ve açıklamalara yer verilmekte, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi
durumunda bölgede Kürt grupların tepkisiyle karşılaşacağının altı çizilmekte ve
Türkiye bu konuda uyarılmaktadır. Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine,
Türkiye’nin Kuzey Irakla ilgili endişeleri resmi ağızdan verilmeye başlanmıştır.
Basında özellikle ABD yönetiminin, meclis kararının ardından Türkiye’yi Irak’ın
geleceğinde söz sahibi olmasında dışlaması ve Kürt gruplarının taleplerini daha
465 Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003.
219
güçlü desteklemesi olasılığı üzerinde durulmuştur. Amerika’dan Türkiye’ye Kuzey
Irak’a girmemesi yönünde uyarıların geldiği, bu yüzden Ankara’nın Kuzey Irak
konusunda sıkıntıya girdiği belirtilmekte ve bu durumun Kürt grupları
cesaretlendirdiğinin altı çizilmektedir.
b. Hükümetin Eleştirilmesi
İkinci konu olarak hükümete yönelik eleştiriler söz konusu olmuştur. Hükümetin
kararsız, beceriksiz, deneyimsiz olduğu tezkere konusunda uluslararası meşruiyete
bakmadan Amerika’ya Türkiye’nin kapılarını açtığı ve Türkiye’nin işgal altına
girdiği üzerinde durulmuştur. Hükümet, barış yanlısı hareketin giderek güçlendiği
bir ortamda bu kararı alarak küresel tutumlara da ters düştüğü, özellikle BM kararı
olmadan tezkereyi meclise sevk ettiği için eleştirilmiştir. Konu ile ilgili olarak
“AKP Hükümeti Mutabakatı ve BM’yi Beklemedi” “Topraklar ABD’ye Açılıyor”
“İktidarın Sıkıntılı Oylaması” gibi haber başlıkları kullanılmıştır. Hükümetin
tezkereyi göndermekte acele ettiği, uluslararası meşruiyeti beklemediği için kendi
içerisinde çatlakların oluştuğu iddia edilmiştir. Hükümetin meclise sevk edilen
tezkerede meşruiyet ve yasallık ilkesinin dayanağını gösteremediği, kitlesel göç,
etnik, din ve mezhepsel bölünme tehdidi gerekçesine sığındığı ifade edilmekte ve
tezkerenin TBMM’de kabul edilmesi durumunda Türkiye’nin limanlarını, hava
alanlarını, demiryollarını hava sahası ve topraklarını ABD askerlerinin kullanımına
açacağını, bu denli bir askeri gücü kendi topraklarında, kendi rızasıyla kabul eden
Türkiye’nin işgal edilmiş olacağı öne sürülmüştür. ABD’nin Türkiye’nin en hassas,
stratejik ve önemli bölgelerinde konuşlandırılmaya hazırlandığı iddia edilmekte ve
220
Dış İşleri Eski Bakanı Şükrü Sina Gürel’in “Bu, aslında egemenlik haklarımızın
çiğnenmesi ve ülkenin işgal edilmesidir” sözlerine yer verilmektedir.”466 “Yabancı
asker bulundurma tezkeresi TBMM’den çıkar çıkmaz Türkiye topraklarının en
stratejik alanlarında ABD askerlerinin konuşlandırılmasının önü açılacak, Irak-
Yumurtalık ve Bakü-Ceyhan petrol boru hatlarıyla Bağdat demiryolu da bu bölgeler
arasında”467 denilerek Türkiye’nin işgal altında olduğu ifade edilmektedir.
c. Savaş Karşıtlığı
Barış eylemleri, sol basında ön plana çıkan haberlerden bir diğeri olmuştur.
Özellikle sivil toplum kuruluşları (STK)’nın, Greenpeace’in, çeşitli meslek
gruplarının, sanatçıların, çeşitli toplum kesimlerinin savaş karşıtı eylemleri ve
açıklamalarına yer verilmiştir. Dünyada savaş karşıtı yapılan toplantılar, eylemler ve
açıklamalara da haberlerde yer verilmekte, savaşlarda askerlerden çok; masum
insanların özellikle çocukların öldüğü vurgulanmakta ve son on yılda 2 milyonun
üzerinde çocuğun savaşlarda yaşamını yitirdiği üzerinde durulmaktadır. Tezkerenin
mecliste görüşüleceği gün olan 1 Mart 2003’te Cumhuriyet gazetesi manşetine o
gün Ankara-Sıhhiye meydanında yapılan ‘savaşa hayır mitingi’ni almış ve bunu
“Barış Buluşması” şeklinde manşetten vermiştir. Haberin devamında ise “suça ortak
olmayacağız, Türkiye’de barış yanlıları savaşa sessiz kalarak ortak olmamak için
Iraklı çocukların gözlerinden utanmadan ve korkmadan bakabilmek için “savaşı
durdurmak için 1 Martta oradayız” sloganıyla bugün Ankara’da buluşacak”
denilmiştir. Basın, savaşa karşı duruşunu yapılan çeşitli anketlerle desteklemeye
466 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 467 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
221
çalışmıştır. Sonar Araştırma Şirketinin yaptığı bir kamuoyu araştırmasını haber
olarak yayınlanmakta, bu araştırmanın sonucuna göre: Yurttaşların % 83’ü ülkede
ABD askeri istememekte, % 78.37’sinin Türkiye’nin Irak savaşından zararlı
çıkacaklarını düşünmekte, % 88 ise TSK’nin sadece sınırlarımızı koruması
gerektiğini ifade etmektedir.468 ABD’nin “silah zoruyla demokrasi” getirmeye
çalışmasının akıl ve mantık işi olmadığı, masum Iraklıların Saddam’dan çok
korktukları ancak yine de yaşadıkları, ABD’nin bu insanları sırf bu korkularından
dolayı öldürmek istediği; silahla, bombayla demokrasinin olamayacağı
savunulmaktadır.
Tezkerenin mecliste oylanmasından sonraki gün Cumhuriyet gazetesi “Barış
Kazandı” manşetini kullanarak savaş karşıtı tutumunu ve alınan karardan
memnuniyetini ortaya koymuştur. TBMM’nin savaş tezkeresini kabul etmediği
oturum, tarihi oturum olarak nitelendirilmiş ve “TBMM’den Barışa Vize”469 haber
başlığı kullanılmıştır. “Başkentte Büyük Barış Şöleni”470 “Savaş Karşıtı Plâtform
Amacına Ulaştı”471 “Mecliste Barış Teşekkülü”472 tezkere sonrasında gazetenin
kullandığı haber başlıkları olmuştur. “Onurlu Bir Karar”473 haberiyle yaşanan olayın
siyasal çıkarlar ve iktidar kavgaları açısından değil de, insanlık ve halk adına
tartıldığında verilen kararın Türkiye’ye onur kazandırdığı, Türkiye’nin barışı
yeğlemek ve savaşı reddetmekle var oluşunun bilincini kanıtladığı belirtilmiş ve
Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh!” dediğine vurgu yapılarak meclisin aldığı 468 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 469 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 470 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 471 Cumhuriyet, 3 Mart, 2003. 472 Cumhuriyet, 4 Mart, 2003. 473 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003.
222
kararın ne kadar yerinde olduğu bu yolda karar vermesini bilen meclisin tarihimize
olumlu ve onurlu bir sayfa eklediği vurgulanmıştır. 8 Mart Kadınlar Günü’nde
“Çocuklar Öldürülmesin” manşetiyle verilen haberde 8 Mart Kadınlar Günü’nün bu
yılki sloganının “savaşa karşı mücadele” olduğu haberde vurgulanmaktadır.474
3. Sol Basında Köşe Yazarlarının Ulusal Çıkarları Tanımlama ve
Betimlemeleri
a.Amerikan İmparatorluğu ve Kuklaları
Köşe yazarları Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ağırlıklı olarak ulusal güvenlik
üzerinden değerlendirmişlerdir. Köşe yazarları ABD’nin Irak’a yönelik yapmayı
planladığı savaşı bir saldırı savaşı olarak ele almışlar ve ABD’nin yeni dünya
düzenini kurmak için bu savaşı başlattığı yorumunu yapmışlardır. Bu, Bush
yönetiminin bir imparatorluk kurma projesi olduğu, bu projenin devletler arası
hukuki eşitlik prensibine dayanan uluslararası sistemi adım adım değiştirdiği,
kurumlarını işlevsizleştirdiği, yerine kendi iradesine tam anlamıyla tabi bir sistem
inşa ettiği şeklinde yorumlanmıştır.
Yazarlar, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki çıkarlarını ele alırken, Kuzey Irak’taki Kürt
grupları “ABD yardakçısı”, “ABD kuklası”, “ABD mandasını isteyen”, “PKK’yı
destekleyen”, “ABD’nin ezeli dostları” olarak ele almışlardır. Bölgede BM
denetiminde bir devlet altyapısının kurulduğu, Saddam’ın devrilmesi durumunda
Kuzey Irak’ta Kürt devletinin yaşama geçirileceği, tüm bunların Türkiye üzerine
474 Cumhuriyet, 8 Mart, 2003.
223
oynanan senaryonun bir parçası olduğu iddia edilmiştir. Müttefik olarak görülen
devletin Kürt grupları Türkiye’ye karşı kullandığı yorumları yapılmıştır. Hikmet
Çetinkaya bu konuda şunları belirtmektedir: “Kürt gruplar Türkiye’ye karşı
kullanılıyor, PKK’nın sırtı sıvazlanıyor, KDP Lideri Barzani Kuzey Irak’a giren
Türk Silahlı Kuvvetlerini ‘istilacı’ olarak görüyor. Oyun sürüyor.”475 “KDP ve KYB
bölgede bağımsız bir devlet kurmaktan, intikam ve yağmaya kadar uzanan bir
çerçeve içinde hareket etmeyi kafalarına koymuşlardır. Cesareti de Amerika’nın
Kuzey Irak’a Türk askeri sokmayacağı varsayımından almaktadırlar.”476 Sol basın
Kuzey Irak’a gerekirse asker gönderilmesini savunurken, ABD’nin Türkiye
üzerinden oraya asker göndermesine karşı çıkmıştır. Asker göndermenin nedeni ise
orada oluşacak olan bir Kürt devletinin önlenmesi olmuştur. Çünkü Kuzey Irak’ta
kurulacak bir Kürt devletinin Kuzey Irakla sınırlı kalmayacağı, eninde sonunda
bölge ülkelerinde yaşayan Kürtleri de bu yönde teşvik edeceği, bu durumda bölgede
en fazla Kürt etnik nüfusunu içinde barındıran Türkiye’yi bölmeye yönelik
çalışmaların olacağı üzerinde durulmuştur. Mümtaz Soysal bu konuda şunları
yazmıştır:
Kuzey Irak’ta askeri varlığını hissettirmek isteyişimizin nedeni nedir?
Kürt devletinin kurulmasına karşı önlem almak. Devletin kurulması
hepsinden (diğer nedenlerden) ağır basar. Çünkü daha şimdiden Kuzey
Irak’ta elden ele dolaşan ve hatta yöneticilerin odalarında görülen
haritalardan da belli ki o topraklarda devlet kurmanın ardından başta
Türkiye olmak üzere, civar ülkelerde Kürtlerin yaşadığı yerleri ele
geçirme eğilimleri ortaya çıkacak.477
475 Hikmet Çetinkaya, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 476 Hikmet Bila, Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003. 477 Mümtaz Soysal, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003
224
Kuzey Irak konusunda yapılan yorumlar ABD ile ilişkilendirilmekte, ABD’nin
Türkiye üzerinde menfi planlarının olup olmadığı üzerinde durulmaktadır. İlhan
Selçuk Lozan ve Sevr güçlerinin çatışmasının güçlendiğinin altını çizmekte ve
Amerika’nın Irak’a yerleşmek istemesine kuşkuyla yaklaşmaktadır.
ABD Kuzey Irak’a Türkiye ile dostluk etmek için mi gelecek,
Anadolu’yu bölmek için mi? Soru: Günden güne sıcaklaşıyor. ABD,
Kuzey Irak’ta kendine bağlı kukla bir Kürt devleti kurmak istiyor mu?
‘Stratejik ortağımız’ Anadolu halkını birbirine düşürmek amacıyla mı
Irak’a egemen olmak istencinde diretiyor? Amerika’nın Irak savaşı
gerçekte Türkiye’ye karşı açılmış örtülü bir savaş mı?478
Türkiye’nin Kuzey Irak’taki oluşumda söz sahibi olabilmesinin herhangi
uluslararası hukuki bir dayanağının olmadığı, I. Körfez Savaşından bu yana bölgede
zaten fiili olarak Türkiye’nin istemediği oluşumların yaşandığı, Türkiye’nin savaşa
girip girmemesinin bunu engelleyemeyeceği yorumları yapılmıştır. Deniz Som,
“Kürdistan’a Doğru” başlıklı köşe yazısında Kuzey Irak’ta ilan edilen Kürdistan
Bölge Devleti Anayasası’nın girişinden bir alıntı yapmaktadır. Buna göre:
Anavatan Kürdistan’da binlerce yıl yaşamış eski bir halk olan Kürtler
tıpkı dünyanın diğer ulusları ve halkları gibi, self-determinasyon hakkını
kullanabilecek niteliklere sahip bir ulustur.’ ‘Bölge devleti’ oluşumu
anayasasında iki önemli sonuç çıkıyor: 1.Kürdistan bölge devleti tarihsel
ve siyasal dayanağını emperyalizmin işgal anlaşmasından almaktadır.
2.Kürdistan bölge devletinin egemenlik alanı Sevr antlaşmasında
belirlenen sınırlar içinde kalan bölgedir. Şimdi açıkça soruyoruz, bu
sınırlar Türkiye Cumhuriyetinin neresini kapsamaktadır? Sevr
478 İlhan Selçuk, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
225
antlaşması ABD’nin doğuda çizdiği Ermenistan ve Kürdistan haritasına
bakalım. Tezkere kararı bir bakıma bu haritanın onaylanmasıdır.479
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesini yazarlar olumlu karşılamışlar ve meclisin
bu kararıyla tarihi bir görevi yerine getirdiğini belirtmişlerdir. Meclisin ABD
dayatmalarına hayır dediği, ABD’nin dünyanın dört bir yanına demokrasi götürmek
istediği, Meclisin ABD’ye demokrasi dersi verdiği vurgulanmıştır. Mustafa Balbay
“Meclis Anadolu’nun sesini dinledi. Belki bu karar kurtuluş için başkalarına
sığınmanın değil, Anadolu’ya dayanmanın en sağlıklı yol olduğunu gösterir.”480
Orhan Erinç:
Sonuç, Türkiye’deki siyasal gelenekler yönünden demokratik bir açılım
olarak da değerlendirilebilir. Ama bir yandan da iktidar yöneticilerinin,
gerekli ölçüde ileri görüşlü olmadıklarını kanıtlıyor. Çünkü bu açılımın
tek başına yeterli olmadığı, demokratikleşmenin özünde olan
katılımcılık sağlanmadığı takdirde ülke çıkarlarını korumanın zorlaştığı
da oylama sonucuyla belgeleniyor. Zararın neresinden dönülürse kârdır.
Hükümet yarın tezkerenin sadece birinci maddesini yeniden meclise
sunmalı ve oylatmalıdır. Yoksa gelecekte hesabını vermekte
zorlanabilir.481
Meclisin ülkenin bir savaşa sürüklenmesine izin vermediği, çok onurlu bir tutumla
ülkenin geleceğini savaşta değil, barışta gördüğünü dosta-düşmana gösterdiğinin altı
çizilmekte, aksi olması halinde ise Türkiye’nin askeriyle ve olmayan ekonomik
kaynaklarıyla derinliğini ve çapını ABD’nin saptayacağı bir bataklığa saplanacağı
479 Deniz Som, Kürdistan’a Doğru, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 480 Mustafa Balbay, AKP’de Fay Hatları, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 481 Orhan Erinç, Barış Ama Şimdilik, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003.
226
öne sürülmektedir. Tezkerenin kabul edilmemesi ile Türkiye’nin ulusal çıkarlarının
korunduğu, Türkiye’nin bir işgalden kurtarıldığı savunulmuştur. Öztin Akgüç:
Ülkemizde son günlerde özellikle dört konuda ayartı, kandırmaca ön
plana çıkmış durumda. Kürt devleti, ABD’nin Ermeni kartı, barışın
maliyeti, bazı kişilere liderlik, devlet adamlığı yakıştırması. Yayılmacı
emperyalist güçler yapay ayrımlar, bölünmeler yaparak, duygusal
tahriklere girişerek, kendi amaçlarını pek bir külfete, maliyete de
katlanmadan gerçekleştirmek peşindedirler. Kullanılan araçlar belli:
Nifak, tahrik, duygusal sömürü, çıkar vaadi, yardakçı bulma... Türk-
Kürt ayrımının Kürt devleti kurdururuz göz korkutmasını bu çerçeve
içinde değerlendirmek gerekir. Türklerin de, Ermenilerin de ortak
çıkarları, dostça, birlikte yaşamaktır. Aman bazı kişilerin, güçlerin ve
çevrelerin kandırmacalarına, ayartmalarına gelmeyelim482
Diyerek savaşa ve tezkereye karşı olan tutumunu ortaya koymaktadır.
b. İtibarlı Ülke Olma İsteği
Yazarlar Irak’la olan tarihi geçmiş ve komşuluk ilişkilerine değinmekte, Irak
yönetimiyle herhangi bir alıp veremedikleri bir şeyin olmadığını, bu savaşın “kirli
bir savaş” olduğu, masum insanların kanı üzerine yapılan pazarlıkların da çirkin
olduğu, bu savaşın Türkiye’nin savaşı olmadığı, ABD’nin dünya düzeni için giriştiği
“ahlâksız bir savaş” olduğu tanımlarını yapmışlardır. Türkiye’nin böyle bir savaşa
alet olması durumunda bunun, geçmişini inkâr anlamına geleceği, geleceğini de
maddi ve manevi anlamda karartacağını ve ciddi anlamda tehlikeye düşüreceği
yorumuna yer verilmiştir. İzzettin Önder:
482 Öztin Akgüç, Ayartılara Kapılmayalım, Cumhuriyet, 8 Mart, 2003.
227
Son on beş yıl içinde yaşamış olduğumuz acıların baş sorumlusunun
stratejik ortaklarımız ve kibar Batılılar olduğunu unutmayalım. Masum
halklara saldırarak ya da saldırıya alet olarak alınacak hibe veya ucuz
kredi ya da sair ticari olan haklar sayesinde IMF’den bir süre için
kurtulmak, topluma verilebilecek anlamlı ve ahlâklı bir mesaj değil,
insanın kanı üzerinde oynanan çirkin bir siyasettir. Bu pazarlıkla
saldırıya alet olmak tarihe Türkiye’nin kara lekesi olarak geçecektir. Bu
lekeyle diğer ulusların önünde saygınlığımızı koruyamaz hale
geleceğiz.483
Tezkerenin oylanmasının söz konusu olduğu 1 Mart’ta TBMM’deki AKP
milletvekillerinin ‘tezkere’ konusunda karar verirken aslında Türkiye’nin ve
bölgenin ‘işgal’ini kabul veya reddedeceklerini, TBMM’nin dünyadaki ilk
emperyalizm karşıtı kurum olduğu, ancak tezkerenin onaylanması durumunda işgale
kapıyı açan kurum olacağı iddia edilmiştir. AKP milletvekillerinin iki şıkkı olduğu
üzerinde durulmaktadır. AKP milletvekilleri ya ‘faiz ve kurları’ yükseltecekler ya da
‘ulusal onuru’ denilmektedir. Serdar Tanilli: “TBMM, ABD askerlerinin Türkiye
üzerinden Irak’a gitmesine izin isteyen hükümet tezkeresini kabul etmemekle her
şeyden önce “ulusal onur”umuzu kurtarmıştır. Çünkü bir cinayete çağrılıyorduk.
Dökülecek kan açık arttırmaya çıkarılmıştı. Üstelik tehditler altındaydık. İşte bu
rezil oyun bozuldu”484 diyerek Meclis kararını savunmaktadır. Yazarlar ABD’nin
“yaşam alanı olarak gördüğü petrol alanları”nı işgal etmesine yardım kararının
TBMM’den çıkmadığını, sahte demokrasi haberlerine itibar edilmediğini,
emperyalist savaşa geçit verilmediğini vurgulamışlardır. En önemlisinin ise
483 İzzettin Önder, Sayın Milletvekilleri Lütfen, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 484 Serdar Tanilli, Barışın Adı Var, Cumhuriyet, 7 Mart, 2003.
228
Türkiye’nin kişiliğini ortaya koyduğu ve para karşılığında savaşa sürüklenen bir
ülke görünümünden kurtulduğu ifade edilmiştir.
4. Sol Basında Haber ve Yorumların Dilsel Özellikleri
Amerika’nın Irak’ı işgali ve 1 Mart Tezkeresi’nde sol basın tezkere karşıtı bir tutum
sergilemiş, ABD’nin Türkiye’den taleplerini kuşku ile karşılamış, tezkerenin
geçmesiyle Türkiye’nin kendi elleriyle işgalinin yolunu açacağı vurgu alan bir konu
olmuştur. Sol basında Kuzey Irak en çok üzerinde durulan konulardan biri olmuştur.
Kuzey Irak, Türkiye’ye yönelik potansiyel bir tehlike olarak değerlendirilmiş ve bu
tehlikenin önüne geçmek gerektiği öne sürülmüştür.
a. Aktör Tanımı
Haber Aktörleri Sol Basın Haber Aktörleri Sol Basın
ABD 5 STK 1
MGK/Genelkurmay Bşk. 1 Meclis Başkanı 1
Hükümet 4 Barış yanlıları 6
Recep Tayip Erdoğan 1 AKP 8
Tezkere 6 BM 2
Kuzey Irak 11 Deniz Baykal/CHP 3
Saddam/Irak 4 Meclis 4
Kamuoyu Araştırmaları 1
25-Şubat-25Mart 2003 tarihleri arasında sol basından Cumhuriyet gazetesinde 119
haber ve 49 köşe yazısı içinde ön plana çıkan haber aktörleri yukarıdaki gibi
olmuştur. Sol basın tezkere sürecinde tezkerenin birinci bölümü olan Türkiye’nin
229
yurt dışına asker gönderme kısmının kabul edilmesini savunurken, tezkerenin
yabancı askerlerin Türkiye’de konuşlanmalarına izin verilmesini içeren ikinci
kısmının ise ret edilmesi yönünde bir politika izlemiştir. Liberal basın tezkerenin
kabul edilmesini, muhafazakâr basın tezkerenin tamamıyla reddedilmesini
savunurken sol basın tezkerenin birinci bölümünün kabulünü istemiş, ikinci
bölümünün ise reddedilmesini savunmuştur. Sol basın Kuzey Irak konusunda liberal
basınla aynı çizgiyi takip etmiş, Kuzey Irak Türkiye’nin güvenliğine bir tehdit
olduğu şeklinde ele alınmıştır. Bu amaçla Kuzey Irak ve Mesut Barzani negatif
ifadelerle en sık vurgulanan haber aktörleri olmuşlardır. Sol basın takip ettiği
politika gereği hükümete ve hükümeti oluşturan AKP’ye negatif bir yaklaşım
sergilemiş ve bu amaçla hükümet ve AKP en sık vurgulanan diğer bir haber aktörü
olmuşlardır. ABD liberal basında müttefik olarak olumlanırken, sol basın da
muhafazakâr basın gibi ABD’ye karşı bir tutum takınmıştır. ABD de bu süreçte
Türkiye’yi işgal etmek isteyen emperyalist amaçlar taşıyan bir ülke olarak
çerçevelendirilmiştir. Sol basın muhafazakâr basın gibi barış eylemlerine olumlu
yaklaşmış buna karşılık liberal basın barış eylemlerine negatif bir yaklaşım
sergilemiştir. Sol basın, politikasına uygun olarak savaşın yaşanmaması için yapılan
barış eylemlerine pozitif bir yaklaşım sergileyerek haber ve yorumlarında dünyada
ve Türkiye’de yapılan eylemlere sık sık yer vermiştir. Liberal basında tezkere
lehindeki resmi açıklamalar olumlanırken, sol basın da muhafazakâr basın gibi
tezkere lehindeki resmi açıklamalar olumsuzlanmakta, buna karşılık tezkere
aleyhindeki açıklamalar ise olumlanarak sunulmaktadır. Özellikle cumhurbaşkanı ve
meclis başkanının tezkere karşıtı açıklamaları olumlu bir tarzda ele alınarak ön
plana çıkarılmıştır.
230
b. Kanıtlarla İspatlamak
Sol basın da liberal ve muhafazakâr basın gibi haber ve yorumlarında takip ettiği
politikayı desteklemek ve hedef kitlesi üzerinde etkide bulunmak amacıyla çeşitli
temaları kullanmak suretiyle öne sürdüğü savları kanıtlamaya çalışmıştır.
Harp Zaruri ve Hayati Olmalı
Sol basın tezkere karşıtı tutumunu çeşitli kesimlerden otorite olarak kabul ettiği kişi
veya kurumlara başvurarak desteklemeye çalışmış, tezkerenin kabul edilmemesi
üzerine ise Türkiye’nin işgalden kurtulduğu, ulusal çıkarların korunduğu yönünde
görüş bildiren kişilere yer vermiştir. Liberal basında uzman kişi ve kuruluşlar daha
çok ekonomik çevrelerden seçilirken, muhafazakâr basın akademisyen ve
siyasetçilere, sol basın ise daha çok siyasileri merkeze alan bir yaklaşım
sergilemiştir. Sol basın daha çok tezkerenin olası siyasi sonuçları üzerinde
durmuştur.
“Yalçınbayır ‘meşru değil’ Başta Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır olmak
üzere bazı hükümet üyeleri kendi imzaladıkları tezkerelerin meşru olmadığını
açıklayarak reddedilmesi için çağrıda bulundu.”485 “Deniz Baykal 81 yıl sonra ilk
kez topraklarımıza yabancı asker yerleşecek” dedi.486 “Mustafa Kemal ‘harp, zaruri
ve hayati olmalı. Hayat-ı millet tehlikeye maruz kalmadıkça, harp bir cinayettir’
485 Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 486 Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003.
231
diyor.”487 “Ülkenin itibarı düzeldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı İnal Batu
meclisin kararıyla Türkiye’nin bir muz cumhuriyeti olmadığının ortaya çıktığını
söyledi.”488 “Ulusun bağımsızlığı yine ulusun çaba ve kararlılığıyla kurtulacaktır.”
Kemal Atatürk489
Kanlı Parayı İstemeyen Halkımız
Sol basın Türkiye halkının savaş karşıtı olduğunu ifade ederek bir kanı birliğinden
söz etmektedir. Liberal basın ülkenin birliği ve Kuzey Irak’tan kaynaklanan
güvenlik endişesi üzerinden bir kanı birliği oluşturmaya çalışırken, muhafazakâr
basın savaşa ve Irak’ın işgaline karşı bir kanı birliği oluşturmaya çalışmış, sol basın
ise savaş karşıtlığı ve ABD askerlerinin Türkiye’ye kabul edilmesi durumunda
Türkiye’nin işgal edilmiş olacağı üzerinde bir kanı birliği oluşturmaya çalışmıştır.
“Yıllardan bu yana ilk kez bu kadar sanatçı bir araya gelerek tek yürekte birleşti.
Hepsinin ortak duygusunu dile getiren cümleler ise, Azerbaycanlı tar ustası Akif
Sagidov’dan ‘dünya küçüktür, ama herkese yer vardır, yeter ki yaşam hevesi
olsun’”490 “Bu ülkenin insanları bu ahlâksız savaşın bir parçası olmak, bu savaşa
katılmak istemiyor. Uluslararası ya da ulusal hiçbir meşruiyeti olmayan, tüm hukuk
yasalarını çiğneyen bu savaşta ABD’nin paralı askeri olmak istemiyor bu millet. Bu
kanlı parayı istemiyor bu ülke.”491 “Hukuksal dayanağımız yok. CHP eski
milletvekili Cahit Kayra ‘Irak’ın içinde bulunduğu şartlarda Türkiye’nin Musul ve
487 Cumhuriyet, Türkiye Düş Peşinde, 28 Şubat, 2003. 488 Cumhuriyet, 3 Mart, 2003. 489 Tanju Erdem, Türkiye Çaresiz mi?, Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003. 490 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 491 Zeynep Oral, Hayır Diyebilmek, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
232
Kerkük petrolleri üzerinde hakkı olduğunu öne sürmesi ahlâkî değil’ dedi.”492
“Meşruiyete dayanmayan karar”493 “Meşruiyeti aramamak Anayasaya aykırı”494
Amerikan Bataklığına Saplanmak
Bu süreçte liberal basının karşı gerçekliği tezkerenin mecliste onay alamaması ve
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması olurken, sol basın da liberal basın gibi
Kuzey Irak konusunda aynı hassasiyeti taşımıştır. Sol basının karşı gerçekliği
tezkerenin meclisten onay alması ve Kuzey Irak’ta kurulacak olan bir Kürt
devletidir. Tezkere sürecinde sol basın sık sık karşı gerçekliklere başvurarak
tezkerenin kabul edilmesi durumunda Türkiye’nin karşılaşacağı muhtemel
güçlükleri ifade etmeye çalışmıştır.
“İleri sürülen sav ABD’nin yanında yer alalım ki, savaş sonrasında bölgenin
şekillenmesinde rol oynayalım… Türkiye güneydoğu sınırında Irak’ta yeni
düzenlemeler yapılırken varsayım ABD’ye kuzey cephesinde yığınak olanağı
vermedi. Bu nedenle olanlara seyirci mi kalacaktır? Irak’ın bütünlüğünü
savunmayacak mıdır? Irak’ta kuzeyde bir Kürt devleti kurulmasını sessizce
kabullenecek midir? Önlem almayacak mıdır? Tüm bunlar ABD’nin tekelinde
oluşacaksa, biz ona destek versek dahi o bildiğini okumayacak mı?”495 “Tezkere
onaylansaydı, Türkiye askeriyle ve olmayan ekonomik kaynaklarıyla bir örümcek
492 Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003. 493 Orhan Bilgit, Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003. 494 Orhan Bilgit, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 495 Tanju Erdem, Türkiye Çaresiz mi?, Cumhuriyet, 27 Şubat, 2003.
233
ağına takılacak, derinliğini ve çapını ABD’nin saptayacağı bir bataklığa
saplanacaktı. Meclis 1 Mart kararıyla çok tarihsel kutlanacak bir iş yaptı.”496
Uluslararası Denetimciler
Liberal basın Wall Street Journal ve Washington Post’a dayanarak haklılığını
kanıtlamaya çalışırken, muhafazakâr basın uluslararası kurumların temsilcilerine ve
Irak’a giden insanlara dayanarak haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır. Sol basın da
muhafazakâr basın gibi daha çok uluslararası kuruluşların denetçilerine başvurarak
haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır. Sol basın ABD’nin Irak’a saldırmak için öne
sürdüğü nedenlerin inandırıcı olmadığını, tezkerenin Türkiye’nin ulusal çıkarlarına
aykırı olduğunu kanıtlamaya çalışarak savaş ve tezkere karşıtı tutumunu ortaya
koymaktadır.
“Blix, Irak’a umut verdi. Denetçilerin şefi el-Samud füzelerinin imhasının çok
önemli bir adım olduğunu bildirdi.”497 “Irak kanıtları sahte” “Uluslararası Atom
Enerjisi Başkanı el-Baradey ise Irak’ın elinde nükleer silah bulunmadığını bildirdi
ve ABD ile İngiltere’nin Irak’ın Nijer’den uranyum satın aldığına dair öne sürdüğü
kanıtların da sahte olduğunu söyledi.”498 “Ülke ABD işgali altında. ABD Türkiye
topraklarının en hassas, stratejik ve önemli bölgelerinde konuşlanmaya hazırlanıyor.
Dış İşleri Eski Bakanı Şükrü Sina Gürel ‘bu aslında egemenlik haklarımızın
çiğnenmesi ve ülkenin işgal edilmesidir’ dedi.”499
496 Yakup Kepenek, Savaş ve Barış, Cumhuriyet, 3 Mart, 2003. 497 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 498 Cumhuriyet, 8 Mart, 2003. 499 Cumhuriyet, Yığınağa Tepki, 1 Mart,2003.
234
Zorla Demokrasi Akıl İşi Değil
Liberal basında ulusal çıkarların savunulması için mantıklı hareket etmek gerektiği,
ahlaka ve duygulara göre hareket edilmemesi gerektiği savunulmuştur. Bu görüş
realist paradigmaya uygun bir görüştür. Muhafazakâr basın ahlak ile mantık
arasında bir dengenin kurulmasını savunmuş, böyle bir savaşa Türkiye’nin
girmesinin hem ahlaken hem de mantıken doğru olmadığını savunmuştur. Sol basın
da burada muhafazakâr basınla paralel bir politika izlemiş ve Türkiye’nin savaşa
girmesinin ve ABD askerlerine topraklarını açmasının mantıkla alakasının
olmadığını savunmuştur.
“Akıl, vicdan, ahlâk, hepsi birden Türkiye’nin bu savaşta taraf olmaması gerektiğini
söylüyor. Bizim Irak’taki yönetimle bir alıp veremeyeceğimiz yok. Kuzey Irak’ta
ortaya çıkabilecek yeni durumlarda ülke çıkarını korumak, ABD askerinin
Türkiye’den geçmesine izin vermekle bağlantılı bir konu olamaz.”500 “Saddam
Hüseyin yüzünden binlerce Iraklıyı öldürmek, akıl işi mi, mantık işi mi? Ayrıca
‘zorla demokrasi’ silahla, bombayla demokrasi, demokrat olmazsan öldürürüm, akıl
işi mi, mantık işi mi?”501
Güç Politikasının Sürekliliğini Öne Çıkarma
Sol basında tezkere karşıtı söylemin özelliği savaşın olası sebep ve sonuçlarının
açıklanmasıdır. Liberal basında yaşanacak olan savaşın kaçınılmaz olduğu, her
halükarda bu savaşın yaşanacağı, Türkiye’nin bunu hiçbir şekilde
engelleyemeyeceği ve bunun dışında kalamayacağı savunulmuştur. Muhafazakâr
500 Ataol Behramoğlu, Savaşa Hayır, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 501 Cumhuriyet, Silah Zoruyla Demokrasi, 1 Mart, 2003.
235
basında ise Türkiye’nin demografik yapısı nedeniyle bu savaştan etkileneceği, ancak
bu savaşın çirkin bir savaş olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Sol basın ise savaşın
ABD’nin güç politikasının bir sonucu olduğunu, tezkerenin kabul edilmesi
durumunda Türkiye’nin işgal edilmiş olacağını açıklamaya çalışmıştır.
“Türkiye’de yabancı asker bulundurulmasına ilişkin tezkerenin TBMM’de kabulü
durumunda Türkiye’nin limanları, hava alanları, demiryolları, hava sahası ve
toprakları ABD askerinin kullanımına açılacak.”502 “ABD amansız yaşam kavgası
için gerekli erkekçe nitelikleri ancak savaşarak elde edebiliriz diyen güç
politikasının savunucularından eski başkanı Thedore Roosevelt’i izliyor.”503
Yurttaşların %83’ü Amerikan Askeri İstemiyor
Liberal basında sayı oyunlarına daha çok askeri kapasitelerdeki sayısal ve teknolojik
verilere vurgu yapmak amacıyla başvurulurken, sol basın da muhafazakâr basın gibi
sayı oyunlarına daha çok savaş karşıtlarının oranı, savaşa verilen kamuoyu
desteğinin azlığını vurgulamak için başvurmuştur. Sol basın böylece güvenirliğini
arttırmaya çalışmıştır.
“Türk halkının % 85’i savaşa karşı. Sonar’ın araştırmasına göre yurttaşların % 83’ü
ülkede Amerikan askeri istemiyor. 18 ilde 1697 kişiyle görüşülerek yapılan ankete
göre Türkiye’nin Irak savaşından zararlı çıkacağını düşünenlerin oranı % 78.37.
Katılanların % 88’i ‘TSK sadece sınırlarımı korumalıdır’ dedi.”504
502 Cumhuriyet, Tüm Olanaklar ABD’ye Açılıyor, 26 Şubat, 2003. 503 Zekeriya Temizel, Güç Politikası Hortladı, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 504 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
236
c. Karşılaştırma “Bağımsız Türkiye’nin Geçmişi”
Sol basın, liberal ve muhafazakâr basın gibi görüşlerini yaygınlaştırırken sıklıkla
karşılaştırmalara başvurmaktadır. Sol basın en çok tarihi karşılaştırmalara
başvurmuştur. Sol basın muhafazakâr basın gibi tarihsel olaylarla karşılaştırmalar
yaparken Türkiye’nin bu savaşın dışında kalması gerektiği, bu savaşın çirkin bir
savaş olduğu, ulusal çıkarlarının bu savaşta taraf olmamasını gerektirdiğini öne
sürmüştür. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ABD’nin bu savaşına destek vermemekte
ve ABD askerlerini Türkiye’ye kabul etmemekte olduğu ileri sürülmüştür. Liberal
basında ise Türkiye’nin bu savaşın dışında kalması durumunda, güvenliğini
tehlikeye düşüreceği ve bölgesel bir güç olamayacağı yönünde daha çok tarihsel
karşılaştırmalara başvurmuştur.
“Tezkerenin kabulüyle Türkiye I. Dünya Savaşından bu yana en kapsamlı askeri
gücü kendi rızasıyla topraklarına kabul etmiş olacak.”505 “Ülkemiz topraklarına
yabancı askerler girecek, limanlarımız, hava alanlarımız, kent ve kasabalarımız
‘işgal’ edilecek. Sanki yıllarca yıl geriye gitmişiz. Savaşlarda yenilmişiz,
topraklarımız işgal edilmiş. Ordumuz, donanmamız, yabancı ellere geçmiş. İş
başındakiler satılmış. Aydınlarımızın bir bölümü ihanet yolunda.”506 “Atatürk’ün dış
politikası: Mustafa Kemal Atatürk’ün en duyarlı olduğu konu bağımsızlıktır.
Atatürk’ün Türkiye’si bugün ABD askerlerince işgal altındadır. 60-70 bin asker 6 ay
Türkiye topraklarında kalacaktır. İşte 1930’ların Türkiye’si, işte 2003’lerin
Türkiye’si.”507 “Tezkerenin Bakanlar Kurulunda imzalanması, bize, Sevr
antlaşmasının imzalanması için padişahı şahanelerinin riyasetinde sarayda yapılan
505 Cumhuriyet, Tüm Olanaklar ABD’ye Açılıyor, 26 Şubat, 2003. 506 Oktay Akbal, Gaflet, Dalalet, Hıyanet, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 507 Hikmet Çetinkaya, Atatürk’ün Dış Politikası, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
237
toplantıyı anımsattı. Bugün ‘bertaraf’ edilmek kaygısıyla ABD’nin dayatmalarına
boyun eğenler ‘kendilerinin’ bertaraf edilmemeleri için Türkiye’nin ‘bertaraf’
edilmesine imza koyduklarının bilincinde olmalıdırlar.”508
d. Kurbanlaştırma “Yoksulluk Sınırında Yaşayan İnsanlarımız”
Liberal basında kurbanlaştırmaya gidilmezken, muhafazakâr basında kurban
konumuna mazlum Iraklı Müslümanlar yerleştirilmiştir. Bu amaçla muhafazakâr
basında Türkiye’nin böyle bir zulme ortak olmaması gerektiği savunulmuştur. Sol
basın da dramatikleştirme ve insancıllık temalarına başvurarak savaşın haksızlığını
ve Türkiye’nin bu haksız savaşta yer almamasını, ABD askerlerini ülkesine kabul
etmemesini savunmuştur. Muhtemel bir savaşta zarar görecek ülkelerden birinin de
aslında Türkiye olduğu özellikle de tehditlerle bağdaştırıldığında, tehdidin kurbanı
konumuna Türkiye’nin yerleştirilmesi söz konusu olmaktadır.
“Ulusal onuru bir yana bırakalım. Irak operasyonunda yardakçılık, destekçilik,
Türkiye’nin başına politik, ekonomik sorunlar açacak. Yoksulluk sınırında yaşayan
insanlarımızı daha da zor duruma düşürecektir. ‘Borçluyuz, elimiz bağlı’
kandırmasına, ayartmasına lütfen kapılmayalım.”509 “Bugün TBMM’deki AKP
milletvekilleri tezkere konusunda karar verirken aslında Türkiye’nin ve bölgenin
‘işgal’ini kabul ya da reddedecekler.”510
508 Muzaffer İlhan Erdost, Tezkere ve Harita, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 509 Öztin Akgüç, Borçluyuz Boynumuz Eğri Mantığı, Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 510 Şükrü Sina Gürel, Vesika, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003.
238
Vahşi Plan
Sol basın muhafazakâr basın gibi asıl kurbanın Irak halkı olduğunu savunmuştur.
Burada sol basın, muhafazakâr basından farklı olarak en çok zarar görecek
ülkelerden birinin de Türkiye olduğunu vurgulamıştır. Böylece Türkiye de
kurbanlaştırılmaktadır.
“Tezkere çıkar çıkmaz İstanbul Boğazı, Konya, Afyon, Batman ve GAP’ta
konuşlanacaklardır. Türkiye Amerikan işgali altında.”511 “Böyle bir savaşa alet
olmamız bu bağlamda geçmişimizi inkâr anlamına geleceği gibi, geleceğimizi de
maddi ve manevi anlamda karartacak ve ciddi tehlikelere atacaktır.”512 “Elinin
altında dünyayı yok edecek kadar güç bulunan tek süper devlet, başlarındaki
diktatörü değiştiremiyorlar, demokrasi getiremiyorlar diye bir halkı toptan
öldürmeyi tasarlıyor. Türkiye de bu vahşi plana alet oluyor.”513 “Zavallı Iraklı,
Hüseyin’den korkuyordu, ona itiraz edemiyordu. Ama hiç olmazsa şöyle veya böyle
yaşayıp gidiyordu. Şimdi sırf bu korkusundan dolayı öldürülmek isteniyor.”514
“Çocuklar öldürülmesin”515
e. Ötekileştirme
Sol basında Olumlu Kendini Sunma, Olumsuz ötekini sunma ve ulusal övünç gibi
ikna teknikleri kullanılarak “biz” olumlanırken ötekileştirilen “onlar” olumsuz bir
dille ifade edilerek savunulan görüşün haklılığı ortaya konmaya çalışılmaktadır.
Liberal basında “biz” ile “Türk ulusu”, “öteki” ile de “Kuzey Iraklı Kürtler” 511 Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 512 İzzettin Önder, Sayın Milletvekilleri Lütfen, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 513 Zekeriya Temizel, Güç Politikası Hortladı, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 514 Cumhuriyet, Silah Zoruyla Demokrasi, 1 Mart, 2003. 515 Cumhuriyet, 8 Mart, 2003.
239
tanımlanırken; muhafazakâr basında “biz” konumunda kimi zaman “Müslümanlar”,
kimi zaman “Türkiye” olurken “öteki” ile de “ABD” ve “Kuzey Iraklı Kürt gruplar”
kastedilmektedir. Sol basında ise “biz” konumuna “Türkiye” ve “Türkler”, “öteki”
konumuna ise “ABD” ve “Kuzey Iraklı Kürtler” yerleştirilmektedir.
İşbirlikçi Kürtler
Sol basında öteki olarak ele alınan ve Türkiye için bir güvenlik tehdidi olarak
tanımlanan Kuzey Iraklı Kürtler olumsuz bir çerçevede ele alınmıştır. Sol basın gibi
liberal ve muhafazakâr basın da Kuzey Iraklı Kürtleri olumsuz bir çerçevede ele
almışlardır.
“Mesut Barzani PKK’yla uzun süredir işbirliği yapıyor. Hizbullah Partisi Başkanı
Yeğen Ethem Barzani de PKK’ye yeşil ışık yakıyor. Kuzey Kürdistan’da mücadele
eden güçler Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı mücadeleye geçsin! Tüm bunlar Türkiye
üzerine oynanmak istenen bir senaryonun parçası.”516 “Meclis ABD’nin zaman
zaman haddini aşan dayatmalarına hayır dedi.”517
Onurlu Kararımız
Olumsal kendini-sunma sol basında özellikle tezkere sonrasında ağırlıklı olarak
kullanılmıştır. Liberal ve muhafazakâr basında olumlu kendini sunma stratejisinde
Kuzey Iraklı Kürtlere geçmişte yapılan yardımlar üzerinden kendini olumlu sunma
söz konusu iken, sol basın Türkiye’nin özellikle tezkereye hayır demesi üzerine
516 Hikmet Çetinkaya, Barzani’nin Hesabı, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 517 Mustafa Balbay, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003.
240
yapılmak istenen gayrı meşru savaşa ortak olmadığı, ABD askerlerinin Türkiye’de
bulunmalarına izin vermediği ve onurlu bir karar aldığı üzerinden kendini olumlu
sunma stratejisini kullanmıştır.
“Yaşanan olayı siyasal çıkarlar ve iktidar kavgaları açısından değil, insanlık ve
halkımız adına tarttığımız zaman verilen kararın Türkiye’ye dünyanın gözleri
önünde onur kazandırdığını söyleyebiliriz. Atatürk, ‘yurtta sulh, cihanda sulh!’
demişti. Gereksiz ve gayrı meşru savaşın ‘cinayet’ olduğunu söylemiştir. Bu yolda
karar vermesini bilen meclisin dünkü oturumu tarihimize olumlu ve onurlu bir sayfa
ekledi.”518 “Türkiye meclisin kararıyla kişiliğini vurguladı, onurunu kurtardı,
barışçılığını dile getirdi.”519 “TBMM, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a
gitmesine izin isteyen hükümet tezkeresini kabul etmemekle her şeyden önce ‘ulusal
onur’umuzu kurtarmıştır. Çünkü bir cinayete çağrılıyorduk. Dökülecek kan açık
arttırmaya çıkarılmıştı. Üstelik tehditler altındaydık. İşte bu rezil oyun bozuldu.”520
“Türkiye barışı yeğlemek ve savaşı reddetmekle var oluşunun bilincini kanıtlamıştır.
Onurlu bir karar”521 “TBMM ulusal, tarihi bir görev yaptı.”522 “TBMM’nin kararı
bu ülkeyi her istediğini yaptırtabilecek bir sömürge olarak görenlere unutulmayacak
bir ders oldu. Türk ulusunun başını dik tutacak, ruhunu tedavi edecek böyle bir
karara çok ama çok ihtiyacı vardı.”523
518 Cumhuriyet, Onurlu Bir Karar, 2 Mart, 2003. 519 İlhan Selçuk, Karpuz, Cumhuriyet, 4 Mart, 2003. 520 Serdar Tanilli, Barışın Adı Var, Cumhuriyet, 6 Mart, 2003. 521 Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 522 Cüneyt Arcayürek, Dananın Kuyruğu, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 523 Ümit Zileli, İkinci Perde Başladı, Cumhuriyet, 6 Mart, 2003.
241
f. Dil Oyunlarına Başvurma “Bataklık, Fay Hattı, Beygir, Kukla”
Sol basın, liberal ve muhafazakar basın gibi metafor, alegori, ironi ve örtmeceler
gibi dil oyunlarını kullanarak savunulan görüşün ikna ediciliğini arttırmaya ve karşı
karşıya olunun olayın önemini ortaya koymaya, görünür kılmaya çalışmıştır.
“Kuzey Irak bataklığı MGK gündeminde”524 “Bugün ulusal onurun kalesi olan
Ankara’daki büyük mitingde ulusça savaşa hayır diye haykıralım ve siyasal,
askersel tüm yönetimi bu sese kulak vermeye çağıralım.”525 “AKP’de artık fay
hatları yer yer kırıldı. Bu ana depremin artçılarının olması beklenebilir.”526 “Türkiye
düş peşinde. ABD’nin arkasına sinerek Musul-Kerkük ummak ‘başkasının
kramponuyla maça çıkmaktır’”527 “Pazarlıklar sona eriyor. Çirkin pazarlıklar. Üç
aşağı beş yukarı anlaştılar.”528 “KDP Lideri Mesut Barzani daha önce de ‘Kuzey
Irak Türk askerine mezar olur’ diyerek ucuz kahramanlığın ilk bayrağını açmıştı.”529
“Ünlü Roma İmparatoru Kafadan çatlak Caligula’nın gözü gibi sevdiği atın adı
‘incitatus’: Caligula incitatus’u bir ara Roma’ya konsül yapmayı bile tasarlamış. Ata
insanmış gibi davranıyormuş. Ata insan gibi davranan, atını insan değerinde sayan
imparator tarihe geçti. Ya insanına at gibi değil, beygir gibi davrananlar tarihe
geçecek mi?”530 “Batı anlaşılan Talabani ve Barzani gibi yardakçılar, kuklalar
bulmuştur.”531
524 Cumhuriyet, 27 Şubat, 2003. 525 Ataol Behramoğlu, Savaşa Hayır, Cumhuriyet, 1 Mart, 2003. 526 Mustafa Balbay, AKP’de Fay Hatları Kırıldı, Cumhuriyet, 2 Mart, 2003. 527 Cumhuriyet, 28 Şubat, 2003. 528 Oktay Akbal, Cumhuriyet, 25 Şubat, 2003. 529 Hikmet Bila, Kim Gündemine Hakim?, Cumhuriyet, 26 Şubat, 2003. 530 İlhan Selçuk, At Pazarı, Cumhuriyet, 27 Şubat, 2003. 531 Öztin Akgüç, Ayartılara Kapılmayalım, Cumhuriyet, 7 Mart, 2003.
242
DEĞERLENDİRME
Realist yaklaşımın siyasal çevrede kabulüne paralel olarak ticari yayıncılık alanında
da adı geçen yaklaşımın benimsendiğini söylemek amacıyla girişilen bu tez
çalışması, liberal yaklaşımı benimsediği iddiasını taşıyan ticari yayıncılığın “ulusal
çıkar”ların söz konusu olduğu olağandışı zamanlarda tüm liberal ve çoğulcu
taleplerini göz ardı ettiği, realist yaklaşımın ulusal çıkar anlayışına dayandığı
iddiasını taşımaktadır. Çalışmada, siyasal yelpazenin hangi tarafında yer alırsa alsın
ticari yayıncılığın, bu tez çalışmasında basının, ulusal çıkarı ne liberal açılımıyla ne
de marxist açılımıyla benimsemediği, ulus devlet merkezli çıkar anlayışını
yaygınlaştırmaya çalıştığı vurgulanmak istenmektedir. Bu çalışma, sınıf çıkarlarını,
sivil toplum ya da uluslararası kuruluşların görüşlerini veya uluslararası hukuk ve
adalet anlayışını işleyen basının olağandışı hallerde ortaya çıkmadığı görüşündedir.
Ulusal çıkarların inşası sürecinde medya daha çok karar alıcılarca alınan kararları
benimsemek, onları savunmak ve meşrulaştırmaya çalışmak şeklinde bir işlevi
yerine getirir. Ülkenin bu konuda takındığı tavrın ne kadar haklı olduğu
gerekçeleriyle verilmeye çalışılır. Özellikle ulusal ve uluslararası kriz dönemlerinde
ülkenin ulusal çıkarları resmi görüşler çerçevesinde sorgulanmadan kabul edilir ve
savunulur. Uluslararası çatışma zamanlarında medyanın yanlılığı daha açık şekilde
ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde, medyada gazetecilerin nesnellikten ne kadar
çok uzaklaştığı net olarak gözlenmektedir. Ulusal güvenliğin ve çıkarların söz
konusu olduğu savaş dönemlerinde medyadaki haberlerin, ülkelerinin
politikalarından bağımsız olarak eleştirel olması ve uluslararası olayların tarafsız bir
243
bakış açısı ile analiz edilmesi çok zordur. Gazeteciler savaş dönemlerinde
vatanseverlik duygularının yanı sıra verdikleri haberlerde düşman lehine savaşın
gidişatını değiştirecek unsurların bulunmasından endişe etmektedir.
Bu çalışmada ele alınan savaşlarda basının devletin resmi politikasına destek
verdiği, ulusal çıkarları realist paradigmanın ulusal çıkar önceliği ve yüksek
düzey politika olarak tanımladığı güvenlik boyutunu öncelediği ve realist
paradigma çerçevesinde ele aldığı saptanmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde adı
geçen savaşlarda dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesinin karardan bir ay önceki
sayıları alınarak incelenmiştir. Çalışmada haber aktörleri, çatışmanın iyi ve kötü
tarafları, çatışmanın tarihsel bağlantıları ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarının basın
tarafından ele alınması kategorileri altında inceleme yapılmıştır.
Kore, Kıbrıs, Körfez, Bosna, Kosova ve Afganistan savaşlarının Türk yazılı
basınında Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından nasıl değerlendirildiği ile ilgili
yapılan bu çalışmada; basının üzerinde uzlaştığı ulusal çıkarların dönem dönem
değişmekle beraber, çıkarların güvenlik, ekonomi ve prestij üzerine kurulduğu tespit
edilmiştir. Buna göre Kore, Kıbrıs, Körfez ve Afganistan savaşlarında ulusal
çıkarlar ağırlıklı olarak güvenlik ve ekonomi üzerine kurulurken; Bosna ve Kosova
savaşlarında daha çok prestij çıkarı üzerine bina edilerek ön plana çıkarılmıştır.
Basında haber aktörleri ele alınırken çatışma durumundaki taraflardan taraf olunan
ülkenin veya ülkelerin aktörlerinin olumlanarak ön plana çıkardıkları, karşı olunan
tarafın ise olumsuzlanarak ön plana çıkarıldıkları ile karşılaşılmıştır.
244
Yapılan tarihsel kıyaslamalar ise savaşan tarafların tarihteki benzer savaşları veya
dünya tarihinde yaşanan büyük savaşlar ile olmuştur. Buna göre Kore Savaşı yeni
bir dünya savaşına neden olabileceği endişesi ile II. Dünya Savaşı’na, Kıbrıs Savaşı
Kurtuluş Savaşı’na, Körfez Savaşı II. Dünya Savaşı’na, Bosna ve Kosova Savaşları
Balkan Savaşı’na ve Afganistan Savaşı ise Türkiye’nin PKK ile savaşına
benzetilmiştir. Afganistan Savaşı’nın PKK ile kıyaslanmasının nedeni ise ABD’ye
yapılan saldırıların, basın tarafından terörist saldırılar olarak tanımlanması ve bu
süreçte ABD’nin yanında yer alınarak, ABD’den PKK konusunda destek
alınabileceğine dair olan inançtır.
Çatışmanın iyi ve kötü taraflarının belirlenmesinde basında taraf tutulan ülke
olumlanırken karşı olunan taraf ise olumsuzlanmıştır. Buna göre Türkiye Kore
Savaşı’nda ABD’nin yanında yer aldığından ABD ve Güney Kore Olumlanırken
SSCB ve Kuzey Kore olumsuzlanmıştır. Kıbrıs Barış Harekâtında Türkiye
olumlanırken, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nde darbe yapan Nikos Sampson
olumsuzlanmıştır. Körfez Savaşı’nda savaştan önceki süreçte ABD Irak ile birlikte
olumsuzlanırken; Savaşın başlamasıyla ABD olumlanmakta, Irak yine
olumsuzlanmaktadır. Bosna ve Kosova Savaşlarında Bosnalı Müslümanlar vr
Kosovalı Arnavutlar olumlanırken, Sırplar olumsuzlanmaktadır. Son olarak
Afganistan Savaşı’nda ABD ve Batı PKK dolayısıyla eleştirilmekle beraber ulusal
çıkarların ABD ve Batı ile beraber hareket etmesini gerektirdiği yönündeki inançtan
dolayı Afganistan olumsuzlanırken; batı ve ABD’ye daha iyimser bir yaklaşım
sergilenmiş ve olumlanmıştır. Özellikle hükümetlerin aldığı kararlardan sonra basın,
245
alınan kararlara tam destek vermiş, haber ve yorumlarında alınan kararları olumlu
bir şekilde ön plana çıkarmıştır.
Basında Türkiye’nin ulusal çıkarları dönemin resmi politikasına uygun bir şekilde
tanımlanmış, söz konusu savaşın Türkiye’yi doğrudan veya dolaylı etkilemesi
açısından ulusal çıkarlar ele alınmıştır. Buna göre:
Basın, Kore Savaşı’nda Türkiye’nin ulusal çıkarlarını resmi politikaya uygun olarak
ele almış, karardan önce henüz Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi söz konusu
değilken asker talebinin Türkiye’den istenmemesi yönünde yayın yapmış, ancak
Kore’ye asker gönderme kararı alındıktan sonra karara tam destek vermiştir. Basın
Türkiye’nin ulusal çıkar önceliklerini Türkiye’nin SSCB’nin bir komşusu olması ve
Kore Savaşı’nda da karşı karşıya gelen tarafların SSCB’nin desteklediği Kuzey
Kore ile ABD’nin desteklediği ve fiilen de BM çatısı altında cephede yer aldığı
Güney Kore arasında yer alması özellikle Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını
öncelemiştir. Basın Türkiye’nin ulusal çıkar önceliklerini güvenlikle bağlantılı
olarak NATO üyesi olmak, ekonomik anlamda ise Marshall Planı’ndan
yararlanmak olarak ön plana çıkarmıştır. SSCB’nin siyasal rejimi olan komünizm de
Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı olarak değerlendirilmiştir. Komünizmin
Türkiye için bir tehdit olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’nin dünyadaki prestijinin
de ulusal çıkarlarının bir parçasını oluşturduğu, özellikle BM ideallerine bağlı,
milletlerin hürriyetlerine ve toprak bütünlüklerine saygılı bir Türkiye’nin BM’nin
kararına uyarak Güney Kore’ye asker göndermesinin hem Türkiye’nin NATO’ya
girişini kolaylaştıracağını hem de dünyadaki prestijini arttıracağını öne sürmüştür.
246
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Türkiye’nin ulusal çıkarları öncelikli olarak güvenlik ve
ekonomik boyutlarıyla ele alınmıştır. Özellikle Kıbrıs Adası’nın Yunanistan’ın
eline geçme ihtimali Ege Denizini bir Yunan gölü haline getirebileceği ve
Türkiye’nin gerek güvenlik ve gerekse ekonomik-ticari anlamda Yunanistan’ın
kıskacında yer alacağı endişesini gündeme getirtmiştir. Bundan dolayı Kıbrıs
adasındaki bu şekildeki bir duruma Türkiye kesinlikle razı olmamalı uluslararası
anlaşmalardan ve hukuktan doğan haklarını müdahale dâhil kullanmalıdır. Bu
süreçte ABD’nin ve müttefik olarak bilinen ülkelerin yalnızca kendi ülkelerinin
ulusal çıkarlarını düşünecekleri, Türkiye’ye yardım etmeyecekleri basın tarafından
ön plana çıkarılmıştır. Bundan dolayı Türkiye’nin de yalnızca kendi ulusal
çıkarlarını göz önüne alarak hareket etmesi gerektiği ifade edilerek uluslararası
ilişkilerin realist paradigmada yer aldığı şekliyle dostlukların ve düşmanlıkların
üzerine değil çıkarların üzerine kurulduğu ileri sürülmüştür.
Körfez Savaşı’nda Sabah ve Hürriyet gazetelerinde Türkiye’nin ulusal çıkarları
açısından basın ikili bir yapı arz etmektedir. Bir tarafta Türkiye’nin bu savaşa
girmemesini savunanlar, öbür tarafta bu krizin Türkiye’nin önüne bir fırsat olarak
çıktığı, gerekirse fiilen savaşa girmesini savunan görüştür. Birinci görüş
Türkiye’nin geleceğinin ABD, AB ve Siyonist İsrail devletinin yanında olmadığı,
Türkiye’nin çıkarlarının İslam ülkeleri ve Türk dünyasıyla beraber hareket etmek
olduğu, ancak bu şekilde Ortadoğu ve Türk dünyasının lideri olabileceğini
savunmaktadır. ABD ve İsrail’in yanında olması durumunda bu şansını
kaybedeceği öne sürülmektedir. Ayrıca böyle bir durumda Türkiye’nin Orta
247
doğudaki ekonomik çıkarlarını ve prestijini de kaybedeceği vurgulanmıştır.
Türkiye’nin güvenlik çıkarları açısından Saddam Hüseyin potansiyel bir tehlike
olarak görülmekle beraber Türkiye’nin savaşa girmesine karşı çıkılmıştır.
Saddam’ın tasfiye edilmesinin orta doğudaki tüm ülkelerin menfaatine olduğu,
şimdi durdurulamazsa daha sonra durdurulmasının çok daha pahalıya mal olacağı
ifade edilmektedir. Bu süreçte Türkiye’nin ulusal çıkarları olarak savaşa girmemesi,
orta doğunun istikrarlı bir yapısı için çalışması gerektiği, bölgede oynanmak istenen
oyunlara engel olması gerektiği ön plana çıkarılmıştır.
Türkiye’nin çıkarları açısından ikinci görüş ise yaşanan krizin Türkiye’nin önüne
bir fırsat olarak çıktığı, Türkiye’nin buradan en kârlı çıkacak ülkelerden biri olduğu
ve gerekirse Türkiye’nin fiilen savaşa katılması gerektiğini savunan görüştür.
Türkiye’nin bu savaşla Türk dünyasının lideri olacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca
Türkiye’nin BM üyesi olması hasebiyle üstlendiği vecibelerin sorumluluğunu
yerine getirmesi gerektiği, devlet ciddiyetinin bunu gerektirdiği vurgulanmıştır.
Basın, savaşa yaklaşıldıkça askeri analizleri arttırmış ve iyi taraf olarak
nitelendirdiği ABD ve müttefiklerinin Irak’a karşı olan askeri üstünlüğünü açık bir
şekilde vurgulamıştır.
Bosna Savaşı’nda Hürriyet ve Sabah gazeteleri, Bosna Hersek konusunda
Türkiye’nin Bosna Müslümanlarıyla ilgili çabalarına ve Türkiye’nin buradaki
çıkarlarına yer vermiş, Bosna konusunda yapılan ulusal ve uluslararası girişimleri
desteklemiştir. Basında Türkiye’nin çıkarlarına çok az yer verilmiştir. Türkiye’nin
çıkarlarının ele alındığı yazılar “Balkanlarda Yeni Türkiye”, “Büyük düşünmek”,
248
“Bölgesel süper güç olma” başlıklarıyla sunulmuştur. Yazarlar Türkiye’nin
ekonomik, siyasi ve askeri güç olarak bölgenin en güçlü ülkesi olduğunu,
Türkiye’nin “üçayaklı bu gücü”nü sonuna kadar kullanması gerektiğini
vurgulamışlardır. Türkiye’nin ulusal çıkarları bu dönemde daha çok “prestij”
üzerine kurulmuştur.
Kosova Savaşı’nda Hürriyet ve Sabah gazetelerinde Kosova Savaşı incelenen süre
zarfında tarihsel çatışmalarla kıyaslanmamıştır. Basın, Türkiye’nin ulusal çıkarları
açısından Kosova olayına pek ilgi göstermemiştir. İlgi düzeyi haberlerle sınırlı
tutulmuş köşe yazarları da konuyu pek ele almamışlardır. Ancak genel olarak
Türkiye’nin buradaki ulusal çıkarlarının prestij üzerine kurulduğu sonucuna
varılabilir.
Afganistan Savaşı’nda Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde Türkiye’nin ulusal
çıkarları terörle bağlantılı güvenlik boyutu öncelikli olmak üzere ekonomik
çıkarlara da yer verilmiştir. Özellikle Türkiye’nin fiili olarak ABD’nin yanında yer
alması söz konusu olduğunda ABD’den gelmesi muhtemel ekonomik yardımlar
haber ve yorumlarda ön plana çıkmaktadır. Bununla birlikte ABD ile hareket
edilmesi gerektiği aksi takdirde bunun yeni bir ekonomik krize neden olabileceği
vurgulanmıştır. Bu süreçte basının Türkiye’nin ulusal çıkarları konusunda en çok
üzerinde durduğu konu terör konusu olmuştur. Özellikle 11 Eylül saldırılarının
Türkiye’nin kendisini Batı’ya anlatması ve PKK teröründen kurtulması için bir
fırsat olarak Türkiye’nin önüne çıktığı öne sürülmüştür. Bu saldırılardan sonra
Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın ABD’nin tanımladığı haydut devletlerin
249
bulunduğu coğrafya olmasından dolayı Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde sahip
olduğu jeopolitik önemine tekrar geri döneceği vurgulanmaktadır.
Özellikle Türkiye’nin PKK teröründen kurtulması için ABD’nin yanında yer alması
gerektiği öne sürülmüştür. Ayrıca Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının AB
üyeliği, Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkileri gibi konularda Batı dünyasını
yumuşatabileceği, bunun da Türkiye’nin öncelikli ulusal çıkarlarına uygun olduğu
ifade edilmektedir. Türkiye’nin savaşa katılarak medeniyetler savaşı ihtimalini de
ortadan kaldıracağı böylece savaşın bir Müslüman-Hıristiyan savaşına dönüşmesini
engelleyeceği öne sürülmüştür. Realist paradigmaya uygun olarak uluslararası
politikada ebedi dostlukların ve ebedi düşmanlıkların olmadığı, ebedi çıkarların
olduğu savunulmuş, bu amaçla gelişen olayların terörle ilgili uluslararası bir hukuku
oluşturacağı, Türkiye’nin de bu hukukun şekillendirilmesinde söz sahibi olabilmesi
için ABD ile beraber hareket etmesi gerektiği savunulmuştur. Bununla birlikte
Türkiye’nin vereceği desteğin hemen bir karşılığının da Türkiye’ye verilmesi
gerektiği, bu karşılığın ise Türkiye’nin terör örgütleri listesinde yer alan örgütlerin
Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerinin durdurulması ve bazı kişilerin Türkiye’ye iade
edilmesi yönündeki isteklerdir.
Basının üzerinde durduğu diğer bir konu ise 11 Eylül saldırılarının Batı’nın teröre
karşı sergilediği ikiyüzlülüğün bir sonucu olduğu yönündeki eleştirilerdir. Batılı
ülkelerin bazı terör türlerini “insan hakkı” adı altında savundukları, teröre hamilik
yaptıkları vurgulanmaktadır. Bundan dolayı 11 Eylül saldırılarının terör konusunda
bir milat olduğu, batının artık terörün kendilerini de vurabileceğini fark etmelerine
250
sebep olacağı varsayılmaktadır. Batının eleştirildiği ve ikiyüzlülükle suçlandığı
diğer bir nokta ise ABD’ye yapılan saldırılar sonucunda NATO’nun 5. maddesinin
işletilmesi kararının alınması olmuştur. Batının bu davranışıyla ikiyüzlü bir tutum
ortaya koyduğu, Türkiye’nin de PKK ile çarpıştığı yıllarda bu maddeyi kullanmak
istediği, fakat NATO üyesi ülkelerin buna yanaşmadığı, söz konusu ABD olunca bu
maddenin kapsamını genişlettikleri ifade edilmiştir.
Çalışmanın ikinci bölümünde 1 Mart 2003 Tezkeresi üzerinden birbirinden farklı
ideolojik görüşlere sahip gazetelerde ulusal çıkarların ele alınışları incelenmiştir. 1
Mart 2003 Tezkeresi sürecinde farklı ideolojilere sahip basın Türkiye’nin ulusal
çıkarları açısından birbirlerinden farklı politikalar izlemiştir. Liberal basın incelenen
sürenin başından sonuna kadar tezkerenin mecliste kabul edilmesi ve Türkiye’nin
askerlerini Kuzey Irak’a sokmasını savunmuştur. Sol basın tezkere karşıtı bir
politika izlemiş ancak tezkerenin Türkiye’nin yurtdışına asker gönderme iznini
içeren birinci kısmının TBMM’ye sevk edilerek kabul edilmesini, ABD askerlerinin
Türkiye’de bulunmasına izin veren kısmının ise Türkiye’nin işgal edileceği
gerekçesi ile meclise sevk edilmemesini savunmuştur. Muhafazakâr basın ise
tamamıyla tezkere karşıtı bir politika izlemiş ve hem Türk askerlerinin Kuzey Irak’a
girmemesini hem de ABD askerlerinin Türkiye’de bulundurulmamasını
savunmuştur. Ancak her üç kesimde de realist paradigmanın yüksek düzey politika
olarak nitelendirdiği güvenlik çıkarı ön plana çıkarılan ulusal çıkar olmuştur.
Irak’ın işgali ve 1 Mart Tezkeresi sürecinde liberal basından Sabah ve Hürriyet
gazetesi incelenmiştir. Liberal basın tezkerenin onaylanması yönünde bir politika
251
izlemiş ve Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasını savunmuştur. Liberal basında
ABD’nin Irak’ı işgali ve 1 Mart Tezkeresi sürecinde Türkiye’nin ulusal çıkarları
güvenlik çıkarları ve ekonomik çıkarlar üzerinden betimlenmiştir. Ekonomik
anlamda bu süreçte ABD’nin mali desteğine ihtiyaç duyulduğu uluslararası mali
çevrelerin ekonomik çıkarlara olan olumlu etkisi ön plana çıkarılmıştır. Güvenlik
konusunda ise Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Türk ordusunun Kuzey Irak’ta
olmasını gerektirdiği ifade edilmiş, Kuzey Irak Türkiye’nin geleceğine yönelmiş,
potansiyel bir tehdit olarak tanımlanmış, özellikle buradaki Kürt grupların bir devlet
kurmalarının Türkiye’de bulunan Kürt nüfus için bir cazibe merkezi olup zamanla
Türkiye’nin bölünmesine neden olabileceği endişesi basına hâkim olan kanaat
olmuştur. Kuzey Irak’ta bulunan Mesut Barzani ve Celal Talabani Türkiye’ye
yönelik bir tehdit oluşturdukları gerekçesiyle düşman olarak tanımlanmaktadır.
ABD ise Türkiye’nin İkinci Dünya savaşından beri stratejik müttefiki, dostu olarak
ele alınmaktadır. Kuzey Irak’ta bulunan Türkmenler Türkiye’nin ulusal çıkarları
açısından önem atfedilen diğer bir konu olmuştur. Bu süreçte Türkmenlerin Irak’ın
asli bir unsuru olarak kabul edilmeleri, Türkiye’nin bu bölgedeki Türkmenlerin
hamisi olması gerektiği savunulmuştur. Realizmin uluslararası ilişkilerin çıkarlar
üzerine kurulduğu hukukun, ahlakın dikkate alınmadığı argümanı liberal basın
tarafından benimsenmiştir. “Ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda ne ahlâk, ne
ideoloji, ne de iç politika çıkarları birer iyi rehberdir”532 denilerek Türkiye’nin
yaşanacak olan savaşta güçlünün yanında yer alarak çıkarlarına uygun davranması
gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye’nin ABD’nin yanında yer almasının Türkiye’nin
dünyadaki en büyük siyasi, askeri ve ekonomik müttefiki olarak kabul edilen ABD
532 Metin Münir, Sabah, Cansız Kalkan, 27 Şubat, 2003.
252
ile ilişkilerin iyi tutulması için de bir zorunluluk olduğu ileri sürülmüştür. Liberal
basında Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Batı temelli uluslararası işbirliğinde
görülmektedir.
Muhafazakâr basın tezkere sürecinde tamamıyla tezkere karşıtı bir politika
izlemiştir. Muhafazakâr basın 1 Mart tezkeresi dolayısıyla Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını betimlerken batı karşıtı bir politika üzerinden ulusal çıkarları
betimlemiştir. Türkiye’nin bölgesel bir güç olması için ABD’nin bu savaşına
kesinlikle karışmaması gerektiği aksi takdirde ekonomik kayıplara, prestij kaybına
uğrayacağını savunmuştur. Basın, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Batı dışında,
Türkiye’nin lider olduğu bir oluşumda görmektedir. Bu oluşum ise Türkiye’nin
liderliğinde eski Osmanlı Devleti’nin topraklarını içine alan bir havzada kurulacak
ve Osmanlı misyonuyla hareket edecek olan bir yapıdır.
Muhafazakâr Basın Kuzey Irak meselesine mesafeli bir yaklaşım sergilemiş Kuzey
Irak’ta zaman zaman meydana gelen gelişmeleri ABD ve İsrail’in Türkiye’yi
savaşın içine çekmek ve Türkiye’ye istediklerini yaptırmak için düzenledikleri bir
komplo olarak tanımlamıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin Kuzey Irak ile ilgili
ulusal çıkarları güvenlik üzerinden betimlenmiştir. Türkiye’nin güvenlik çıkarları
bu bölgede bulunan PKK ve Kuzey Iraklı Kürtlerin bir devlet kurma girişimlerinin
denetim altında tutulması ve gerekirse Türk askerlerinin burada bulunmalarıdır.
Tezkerenin kabul edilmesiyle Türkiye’nin stratejik olarak bölgeye
yabancılaşacağını ve yalnızlığa itileceğini, bölgesel güç olmasını engelleyeceğini,
253
bunun da ABD’nin Ortadoğu politikasında Türkiye’ye verdiği rolün “Türkiye’nin
İsrailleştirilmesi” olduğu savunulmuştur. Türkiye’nin yıllardan beri Irak’ın toprak
bütünlüğünün bozulmasını savaş nedeni saymasının tezkerenin kabul edilmesiyle
ortadan kalkacağı, ayrıca tezkerenin kabul edilmesinin Türkiye’yi gayrimeşru bir
savaşın suç ortağı yapacağı savunulmuştur.
Sol basın tezkere sürecinde tezkere karşıtı bir politika izlemekle beraber
Türkiye’nin güvenlik çıkarları nedeniyle Türkiye’nin askerlerini Kuzey Irak’a
sokmasını savunmuştur. Sol basında Türkiye’nin ulusal çıkarları betimlenirken ön
plana çıkarılan çıkarlar ulusal güvenlik olmuştur. Cumhuriyet gazetesi ABD karşıtı
bir politika izlemiş ve ABD askerlerinin Türkiye’ye konuşlanmaları durumunda
Türkiye’nin işgal edilmiş olacağını öne sürmüştür. Basın tezkere karşıtı bir tutum
sergilerken buna karşın Türkiye’nin Kuzey Irak’a asker göndermesini orada
Türkiye aleyhine olarak gelişebilecek oluşumları engellemesi gerektiğini ön plana
çıkarmıştır. Çünkü Irak’ın kuzeyinde kurulacak bir Kürt devletinin komşu ülkelerde
yaşayan Kürtler üzerinde etkide bulunacağı, Türkiye’de bulunan Kürtlere yönelik
çalışmaların olabileceği, bu yüzden Türkiye’nin güvenliğinin ve toprak
bütünlüğünün tehlikeye girebileceği öne sürülmüştür. Bu tür bir tehlikenin
yaşanmaması için Türk askerinin mutlaka Kuzey Irak bölgesinde gelişmeleri
denetim altında tutması gerektiği ifade edilmiştir. Olası Irak savaşı, “Haçlı Seferi”
görüntüsü altında aslında bir “kapitalist, emperyalist saldırı” olduğu birinci ve ikinci
paylaşım savaşlarından da farklı olarak bir hâkimiyet mücadelesi olduğu şeklinde
ele alınmıştır. Bu savaş, “Üçüncü dünya paylaşım” savaşı olarak tanımlanmış ve bu
paylaşım savaşının başat aktörünün ABD olduğu, ABD’nin Türkiye savaşa girdi
254
diye bölgesel ve evrensel planlarını değiştirmeyeceği vurgulanmıştır. Realist
paradigmaya uygun olarak büyük devletlerin dostu düşmanının olmadığı, ancak
çıkarları olduğu, konjonktürün gerektirdiği şekilde davrandığı ifade edilmiştir.
Tezkere’nin mecliste kabul edilmemesi üzerine sol basın bunu Türkiye’nin ABD
işgalinden kurtulduğu ancak Kuzey Irak’ta oluşabilecek Kürt devleti tehlikesinin
hala devam ettiği ve bunun önlenmesi gerektiği şeklinde yorumlamıştır. Bundan
dolayı hükümetin tezkerenin birinci maddesini hemen meclise sevk etmesini ve bu
maddenin kabul edilmesini sağlaması gerektiği öne sürülmüştür. Tezkerenin birinci
maddesi Türkiye’nin yurtdışına asker gönderme iznini içermektedir. Sol basın
Türkiye’nin çıkarlarını batı karşıtı bir oluşumda görmüş ve Türkiye’nin bağımsız
bir şekilde hareket etmesini savunmuştur.
Buna göre liberal ve sol basın Kuzey Irak konusunda aynı hassasiyetleri taşımakta,
muhafazakâr basın ise Kuzey Irak meselesine daha mesafeli yaklaşmaktadır.
Liberal basında ekonomik çıkarlar ve Irak Türkmenleri de ön plana çıkarılırken;
muhafazakâr ve sol basın daha çok Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına
odaklanmışlardır.
Bir mart tezkeresi süresince liberal basında ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer
alışı ağır ekonomik kayıplar - olası kazançlar, Ortadoğu’da bölgesel güç olma isteği
ve ulusal güvenlik olmuştur. Yaşanacak savaş nedeniyle Türkiye’nin ağır ekonomik
kayıplara uğrayacağı ABD’ye destek verilerek bu kayıpların hafifletilebileceği öne
sürülmüştür. Ulusal güvenlik konusunda ise en çok üzerinde durulan konu Kuzey
255
Irak bölgesi olmuş, Kuzey Irak’ta meydana gelebilecek muhtemel oluşumların
Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü tehlikeye sokabileceği iddia edilmiştir. Liberal
basın tezkerenin mecliste onay alması yönünde bir tutum içinde olmuş ve
tezkerenin mecliste kabul edilmediği 1 Mart tarihinden sonraki dönemde de yeni bir
tezkerenin gelmesi yönünde haber yapmıştır.
Türkiye’nin ekonomik çıkarları ele alınırken daha çok Türkiye’nin borcu, savaş
dolayısıyla yaşayacağı ekonomik sıkıntılar, uluslararası finans çevreleriyle ilişkileri
ve bu süreçteki ABD desteği ön plana çıkmaktadır. Resmi ağızlardan verilen
haberler aracılığıyla Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ABD’yle beraber hareket
etmekte olduğu, Türkiye’nin bunun içinde bulunmaması durumunda dünya finans
çevreleriyle karşı karşıya geleceği, IMF bağlantılarında sıkıntı yaşayacağı
varsayılmaktadır. ABD’den mali yardımın gelmesi durumunda ekonominin kısa
zamanda iyileşeceği, tezkerenin geçmemesi durumunda ekonominin bozulacağı, bir
yılda zararın 26 milyar dolar olacağı öne sürülmüştür. Tezkerenin mecliste kabul
edilmemesi üzerine ABD ve Türkiye arasındaki stratejik ilişkilerin en kötü döneme
girdiği, ABD yetkililerinin buna gösterdiği tepkinin olumsuz olduğu
belirtilmektedir.
Türkiye’nin güvenlik çıkarları ele alınırken ülkenin birlik ve bütünlüğü için Kuzey
Irak potansiyel bir tehdit olarak algılanmış bu tehdidin ortadan kaldırılması için
Türk askerinin mutlaka o bölgeye yerleşmesi ve bölgeyi kontrol altında tutması
gerektiği öne sürülmüştür. Bunun gerçekleşmesinin ise tezkerenin meclisten
geçmesine ve ABD’nin Türkiye’den Irak’a geçiş izni almasına bağlı olduğu ifade
256
edilmektedir. ABD’nin Türkiye’den geçiş izni anlaşmasına karşılık savaş sonrası
Iraklı Kürtlerin federasyon benzeri bir hükümet kurmalarını engelleyeceklerini
garanti ettiği ve tezkerenin Meclis’ten geçmesinin Türkiye’nin güney sınırındaki
güvenliği için çok önemli olduğu vurgulanmaktadır. ABD ile yürütülen pazarlıklar
sonucunda savaş sonrasında Türk ordusunun Kuzey Irak topraklarına girebileceği
öne sürülmüştür. Bunun da Türkiye’nin bölgesel çıkarlarına uygun olduğu,
Ortadoğu’da güvenliğini sağlamış bir Türkiye’nin çok daha güçlü olacağı
savunulmaktadır.
Muhafazakâr basında ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçimini
savaş/tezkere karşıtlığı, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun güvenliği ve barış eylemleri
oluşturmuştur. Tezkere ele alınırken, tezkere “Zoraki tezkere”, “AKP’de ikna
kuşatması”, “Meşruiyet olmadan tezkere gönderilmesin”, “Tezkere mecliste vekiller
isyanda” gibi haber başlıklarıyla sunulmuştur. Irak’la girilecek bir savaşın
Türkiye’yi yoksullaştıracağı, tüketimin duracağı, enflasyonun yükseleceği üzerinde
durulmuş ve böylelikle tezkerenin geçmemesi istenmiştir.
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine muhafazakâr basın meclisin tarihi
oylamalarından birini yaptığını ileri sürmekte ve kararı “Meclis ‘Barış’ Dedi”,
“Savaş Değil Barış Kazandı”, “İktidara Meclis Tokadı”, “Millet Galip Geldi”, “Tam
Demokratik Bir Karar”, “Bu Karara Şapka Çıkartılır”, “Vekiller Milletin Sesine
Kulak Verdi”, “Türkiye’nin İtibarı Arttı” haber başlıklarıyla sunmuştur. Meclis
kararı, devam eden günlerde de olumlu çerçevelerde sunulmuştur. İlerleyen
günlerde yeni bir tezkerenin meclise gönderilmesi söz konusu olmuş, muhafazakâr
257
basın buna negatif bir yaklaşım sergilemiştir. Muhafazakâr basın, savaşı ABD’nin
Ortadoğu’da kurmak istediği yeni dünya düzeninin bir parçası olduğu, İsrail’in
güvenliğinin sağlanması ve dünya petrol rezervlerinin % 65’ini barındıran
Ortadoğu’nun direkt kontrol altında tutularak ABD’nin ihtiyaç duyduğu petrolü ele
geçirme savaşı şeklinde tanımlamaktadır. ABD’nin Irak savaşının İsrail’in amacına
hizmet ettiği Irak petrolünü ele geçirmesi, İsrail’in güvenliğini sağlamak ve İsrail’in
genişleme politikasına karşı çıkan güçlerin ortadan kaldırılması olduğu ifade
edilmekte, bu yüzden bu savaşın Irakla sınırlı kalmayacağı, Irak’tan sonraki
hedeflerin “Suriye, İran ve Türkiye” olduğu iddia edilmektedir. ABD’nin
menfaatinin dünya hâkimiyeti ve ekonomi olduğu, ABD’nin İsrail ve kendi çıkarları
için Ortadoğu’yu yeniden sömürgeleştirmek istediği, bundan dolayı savaşın
yaşanmaması için Türkiye’nin elinden geleni yapması gerektiği, bu amaçla
öncelikle tezkereyi reddetmesi gerektiği savunulmuştur.
Muhafazakâr basında Kuzey Irak ile ilgili haberler gelişmelere göre ele alınmıştır.
Türkiye’nin buradaki çıkarları güvenlik üzerinden tanımlanmıştır. Birinci olarak,
ülkenin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden terör olduğu, ikinci olarak ise bölünmüş
bir Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin ve bunun elinde bulunacak petrol
kaynaklarının kontrol edilmesi olduğudur. Kürdistan’ın kabul edilmesi durumunda
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda imzaladığı Sevr Antlaşmasında yer
alan bölgenin Türkiye’den kopması anlamına geleceği varsayılmıştır. Bölgedeki
Kürt gruplarının Türkiye’nin bölgeye girmesi durumunda Türkiye ile
savaşacaklarını açıklamaları Türkiye’yi tahrik ettiğini, bunun da aslında ABD’nin
kışkırtmalarıyla olduğu ifade edilmiştir. ABD’nin Kürt kartını oynadığı, Kuzey
258
Irak’ta meydana gelen Türkiye karşıtı eylemlerin arkasında ABD’nin olduğu
savunulmuştur.
Basının üzerinde durduğu diğer bir konu ise barış eylemleri olmuştur. Dünyada ve
Türkiye’de savaş karşıtı eylemler, gösteriler, açıklamalar ön plana çıkarılarak
sunulmuştur. Bu savaşta özellikle sivillerin, masum insanların, çocukların öleceği
üzerinde durulmuş ve Türkiye’nin bu savaşa girmemesi, tezkereyi kabul etmemesi
gereği vurgulanmıştır. Greenpeace, sivil toplum kuruluşları, çeşitli dünya
ülkelerinde düzenlenen savaş karşıtı eylemlere yer verilerek barış eylemleri
desteklenmiştir. Bu arada savaşın çıkmaması için Irak’a giden canlı kalkanlara
olumlu bir yaklaşım sergilenmiştir.
Sol basında ulusal çıkar öğelerinin haberlerde yer alış biçimleri Türkiye’nin
bölünme tehlikesi/güvenlik endişesi, hükümetin krizi yönetme beceriksizliği ve
savaş karşıtlığı üzerine kurulmuştur. Türkiye’nin bölünme tehlikesi daha çok Kuzey
Irak üzerinden kurulmuştur. Haberlerde Kuzey Irak ele alınırken, Kuzey Irak’ın
olası bir savaşta hem önem kazanacağı hem de çatışmaların büyüdüğü bir alana
dönüşeceği ifade edilmiştir. Tezkerenin mecliste kabul edilmemesi üzerine,
Türkiye’nin Kuzey Irakla ilgili endişeleri resmi ağızdan verilmeye başlanmıştır.
Özellikle ABD yönetiminin meclisin kararının ardından Türkiye’yi Irak’ın
geleceğinde söz sahibi olmasında dışlaması ve Kürt grupların taleplerine daha güçlü
desteklenme olasılığı üzerinde durulmuştur. Amerika’dan Türkiye’ye Kuzey Irak’a
girmemesi yönünde uyarıların geldiği, bu yüzden Ankara’nın Kuzey Irak
259
konusunda sıkıntıya girdiği belirtilmekte ve bu durumun Kürt grupları
cesaretlendirdiğinin altı çizilmektedir.
İkinci konu olarak hükümete yönelik eleştiriler söz konusu olmuştur. Hükümetin
kararsız, beceriksiz, deneyimsiz olduğu tezkere konusunda uluslararası meşruiyete
bakmadan Amerika’ya Türkiye’nin kapılarını açtığı ve Türkiye’nin işgal altına
girdiği üzerinde durulmuştur. Tezkerenin TBMM’de kabul edilmesi durumunda
Türkiye’nin limanlarını, hava alanlarını, demiryollarını hava sahası ve topraklarını
ABD askerlerinin kullanımına açacağını, bu denli bir askeri gücü kendi
topraklarında, kendi rızasıyla kabul eden Türkiye’nin işgal edilmiş olacağı öne
sürülmüştür.
Haberlerde öne çıkan ulusal çıkar gereklerinden biri de savaş karşıtlığı olmuştur.
Savaş karşıtlığı barış eylemleri aracılığıyla gündeme getirilmiştir. Özellikle sivil
toplum kuruluşları (STK)’nın, Greenpeace’in, çeşitli meslek gruplarının,
sanatçıların, çeşitli toplum kesimlerinin savaş karşıtı eylemleri ve açıklamalarına
yer verilmiştir. Dünyada savaş karşıtı yapılan toplantılar, eylemler ve açıklamalara
da haberlerde yer verilmekte, savaşlarda askerlerden çok masum insanların özellikle
çocukların öldüğü vurgulanmaktadır.
Tezkerenin mecliste oylanmasından sonraki gün Cumhuriyet gazetesi “Barış
Kazandı” manşetini kullanarak savaş karşıtı tutumunu ve alınan karardan
memnuniyetini ortaya koymuştur. TBMM’nin savaş tezkeresini kabul etmediği
oturum, tarihi oturum olarak nitelendirilmiş, yaşanan olayın siyasal çıkarlar ve
260
iktidar kavgaları açısından değil de, insanlık ve halk adına tartıldığında verilen
kararın Türkiye’ye onur kazandırdığı, Türkiye’nin barışı yeğlemek ve savaşı
reddetmekle var oluşunun bilincini kanıtladığı belirtilmiş ve Atatürk’ün “yurtta
sulh, cihanda sulh!” dediğine vurgu yapılarak meclisin aldığı kararın ne kadar
yerinde olduğu, bu yolda karar vermesini bilen meclisin tarihine olumlu ve onurlu
bir sayfa eklediği savunulmuştur.
Liberal basında köşe yazarlarının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tanımlama ve
betimlemeleri gazetelerin yayın politikalarına uygun olmakla beraber tezkere
aleyhine yazılan yazılara da rastlanılmaktadır. Köşe yazarları tarafından ekonomik
çıkarlar, Kuzey Irak’ta Türkmenlerin hamisi olmak, bölgesel güç olma isteği, güçlü
müttefiki kaybetme korkusu ve ileride kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye’yi
bölme tehlikesi ön plan çıkarılan ulusal çıkarlar olmuştur. Türkiye’nin bu süreçte
ekonomik çıkarları ele alınırken tezkereyle olası harekât sonucunda ekonomik,
siyasi ve askeri yönlerin önceden bir şekilde mutabakata bağlanmasının Türkiye’nin
olası kayıplarını en aza indirebileceği öne sürülmektedir. Tezkerenin meclisten
geçmemesi durumunda 2001 yılında yaşanan ekonomik krizden daha büyük bir
krizle karşılaşılacağı ifade edilmektedir. Türkiye’nin tek başına kalacağı,
Avrupa’nın ve diğer barış taraftarı ülkelerin Türkiye’ye sahip çıkmayacakları ileri
sürülmektedir.
Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nda güçsüz olmasından dolayı o dönemde çizilen
sınırlara müdahale edemediği ancak şimdi Türkiye’nin güçlü olduğu ve sınırlarının
tekrar çizileceği Türkiye’nin bunun dışında kalmaması için ABD ile hareket etmesi
261
gerektiği öne sürülmüştür. Bu sürecin dışında kalınması durumunda bölgesel güç
olma şansının kaybedileceği savunulmuştur.
Tezkerenin mecliste ret edilmesi üzerine hükümete yönelik eleştiriler söz konusu
olmakta ve hükümet, ulusal çıkarlar aleyhine gelişmelerin yaşanması durumunda
Türkiye’yi eli kolu bağlı bırakmakla eleştirilmektedir. ABD’den mali yardımın
gelmeyeceği, faizlerin, dövizin yükseleceği, borsanın düşeceği, Türkiye’nin savaşın
bütün olumsuzluklarını herhangi bir kazanımı olmaksızın yaşayacağı ileri
sürülmektedir. Türkiye’nin alınan kararla dünyadaki en büyük siyasi, askeri ve
ekonomik müttefiki olan ABD’yi kaybetme tehlikesi yaşadığı varsayılmakta,
bununla birlikte Türkiye’nin tek kazanımının dünyada prestiji, saygınlığı artan bir
ülke olduğu ifade edilmektedir.
Köşe yazarları Türkiye’nin ulusal çıkarlarının güvenlik boyutunu ele alırken
üzerinde durdukları en önemli bölge Kuzey Irak bölgesi olmuştur. Köşe
yazarlarının tezkerenin meclisten geçmesi yönünde en çok başvurdukları
nedenlerden biri Kuzey Irak Kürtlerinin ABD ile hareket ediyor olmaları ve ileride
bir Kürt devleti kurma olasılıkları olmuştur. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Kuzey
Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmaması olduğunun altı çizilmektedir. Bölgede en
çok Kürt nüfusa sahip ülke olan Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti
kurulması durumunda gelecekte Türkiye’deki Kürtler için bir cazibe merkezi
olmasından ve bunun Türkiye’nin bölünmesine neden olabileceği endişesi liberal
basına hâkim olan kanaat olmuştur. Bundan dolayı Türk askerinin mutlaka Kuzey
Irak’ta bulunması ve bölgeyi Türkiye’nin çıkarlarına ters düşecek gelişmeleri
262
önceden engelleyerek kontrol altında tutması gerektiği üzerinde durulmaktadır.
Tezkerenin reddedilmesinin ABD’nin çıkarlarına darbe vurmaktan çok, Irak
Kürtlerinin çıkarına hizmet edeceği, Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin
Türkiye için zaten bir “casus belli” yani “savaş nedeni” olduğu ifade edilmektedir.
Tezkerenin meclisten onay almaması sonucunda Kuzey Irak hakkında yukarıda
bahsedilen korkular gündeme yeniden getirilmekte ve ikinci bir tezkerenin gereği
üzerinde durulmaktadır. Tezkerenin kabul edilmemesinin Türkiye’nin kendi
güvenliğini tehlikeye attığı, Türkiye’nin Kuzey Irak’ı kendi güvenliği için, kendi
bütünlüğü için kontrol altında tutması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Liberal basında barış eylemleri çok az yer almıştır. Dünyada ve Türkiye’de yapılan
barış eylemlerine olumsuz bir yaklaşım sergilenmiştir. Canlı kalkanlar yorumlarda
negatif olarak ele alınmıştır. Köşe yazarları bu süreçte barış eylemcileri olarak
Irak’a giden canlı kalkanlara çok az yer vermişler ve canlı kalkanlara karşı negatif
bir tutum içinde olmuşlardır. Köşe yazarları, Irak’a giden canlı kalkanların samimi
olmadıkları, savaşı önlemek için Bağdat’a gelen canlı kalkanların çoğunun
canlarının derdine düşerek geri döndükleri, bir tür şov yaptıklarını ileri
sürmüşlerdir.
Muhafazakâr basında köşe yazarları gazetelerin haberlerde yer alan yaklaşımla
uyumlu bir yaklaşım sergilemişler ve tezkere karşıtı bir tutum ortaya koymuşlardır.
Köşe yazarları, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ABD’nin yanında yer almakta değil,
karşısında olmakta görmüşlerdir. Türkiye’nin tezkereyi kabul etmesi durumunda bu
kararı yalnızca ABD ve müttefiklerinin tanıyacağı, bunun hiçbir zaman hukukî
263
zemin kazanmayacağı, BM ilkeleri ve uluslararası hukuk tarafından suç sayılacağı,
Türkiye’nin komşuları ve dünya ülkeleri nazarında “saldırgan” bir ülke olarak
tanımlanacağı, ikili ilişkilerinde ciddi bir erozyona uğrayacağı savunulmuştur.
Türkiye’nin Kuzey Irak’ı bahane ederek savaşa girmesi ABD’nin küresel haçlı
savaşına destek anlamına geleceği, ABD askerlerinin Türkiye’de
konuşlandırılmasına izin vermenin İslam coğrafyasını köleleştirme projesine destek
vermek olduğu öne sürülmüştür. Türkiye’nin yıllardan beri Irak’ın toprak
bütünlüğünün bozulmasını savaş nedeni saymasının tezkerenin kabul edilmesiyle
ortadan kalkacağı, ayrıca tezkerenin kabul edilmesinin Türkiye’yi gayrimeşru bir
savaşın suç ortağı yapacağı savunulmuştur. Muhafazakâr basın, Türkiye’nin ulusal
çıkarlarını Batı dışında bir oluşumda görmektedir. Bu oluşum ise Türkiye’nin
liderliğinde Osmanlı misyonuyla donanmış ve İslam ülkelerini içine alan bir
oluşumdur. Bu durumda Türkiye’nin dünyaya yön veren güçlerden birini
oluşturacağı varsayılmıştır.
Tezkerenin meclisten onay almaması üzerine muhafazakâr basın bunu olumlu bir
şekilde karşılamış, bu kararın meclise yansıyan millet vicdanı olduğu, Amerika’nın
hegemonya tutkusu ve güç tapınmasının Türkiye’nin vicdanını aşamadığı
vurgulanmıştır. Bunun tüm dünyada özellikle de Ortadoğu’da Türkiye’ye prestij
kazandırdığı vurgulanmaktadır. Bu kararla Türkiye’nin siyasal sisteminin kişilik
kazandığı, Türk-Amerikan ilişkilerinin eşitlenmesi ve stratejik ortaklık eksenine
oturması açısından önemli bir zemin oluşturduğu öne sürülmüştür. Tezkerenin
reddedilmesiyle Amerikan’ın sinsi emellerinin reddedildiği, İsrail yayılmacılığına
264
karşı çıkıldığı, Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesinin engellendiği ifade
edilmiştir.
Türkiye’nin güvenlik çıkarları ABD ile bağlantılı olarak Kuzey Irak üzerinden ele
alınmıştır. Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik düşüncelerinin bölgede bir Kürt
devletinin kurulma olasılığı ve Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunun bundan
etkilenerek Türkiye’de karışıklıkların çıkması ve hatta Türkiye’nin bölünme
olasılığının olduğu ileri sürülmektedir. Kürtlerin Kuzey Irak’ta zaten
parlamentosunu kurmuş, parasını basmış ve meclisini topladığı, ABD’nin kafasına
bölgede bir Kürt devleti kurmayı koymuşsa bunu Türkiye’nin engellemesinin söz
konusu olmadığı öne sürülmüştür. Kuzey Irak’taki gruplardan gelen mesajların
ABD’nin Türkiye’yi bölgeye çekmek için tezgâhladığı kışkırtmalar olduğu şeklinde
değerlendirilmiştir. Kuzey Irak hassasiyetinin Kuzey Irak’tan ibaret olmadığı,
Kuzey Irak’taki gelişmelerin Türkiye’de sancılar doğuracağı ve içerideki ve
dışarıdakileri yeniden muhasebe zeminine taşımak gerektiği üzerinde durulmuş,
ancak burada “güç kullanma” boyutundan çok öte açılımlara ihtiyaç olduğu
vurgulanmıştır. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta müdahil olmasının sebebi, Kuzey Irak’ta
oluşacak bir Kürt devletinin Güneydoğuyu karıştıracağı inancına dayandığı, ancak
Türkiye’nin kendi içinde çözmeye yeltenmediği, çözemediği bir sorunu ya da baskı
politikalarıyla dindirdiği bir meseleyi bir sınır meselesi olarak ilan etmesinin yanlış
olduğu, buna kalıcı ve barışçıl bir çözümün bulunması gerektiği vurgulanmıştır.
265
Sol basında köşe yazarlarının Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ağırlıklı olarak ulusal
güvenlik ve prestij çıkarları üzerinden değerlendirmişlerdir. Köşe yazarları
ABD’nin Irak’a yönelik yapmayı planladığı savaşı bir saldırı savaşı olarak ele
almışlar ve ABD’nin yeni dünya düzenini kurmak için bu savaşı başlattığı
yorumunu yapmışlardır. Türkiye’nin böyle bir savaşa alet olması durumunda
bunun, geçmişini inkâr anlamına geleceği, geleceğini de maddi ve manevi anlamda
karartacağını ve ciddi anlamda tehlikeye düşüreceği yorumuna yer verilmiştir.
Yazarlar Türkiye’nin Kuzey Irak’taki çıkarlarını ele alırken, Kuzey Irak’taki Kürt
grupları “ABD kuklası”, “PKK’yı destekleyen”, “ABD’nin ezeli dostları” olarak ele
almışlardır. Bölgede BM denetiminde bir devlet altyapısının kurulduğu, Saddam’ın
devrilmesi durumunda Kuzey Irak’ta Kürt devletinin yaşama geçirileceği, tüm
bunların Türkiye üzerine oynanan senaryonun bir parçası olduğu iddia edilmiştir.
Müttefik olarak görülen devletin Kürt grupları Türkiye’ye karşı kullandığı
yorumları yapılmıştır. Sol basın Kuzey Irak’a gerekirse asker gönderilmesini
savunurken, ABD’nin Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a asker göndermesine karşı
çıkmıştır. Asker göndermenin nedeni ise orada oluşacak olan bir Kürt devletinin
önlenmesi olmuştur. Çünkü Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devletinin Kuzey
Irakla sınırlı kalmayacağı, eninde sonunda bölge ülkelerinde yaşayan Kürtleri de bu
yönde teşvik edecekleri, bu durumda bölgede en fazla Kürt etnik nüfusunu içinde
barındıran Türkiye’yi bölmeye yönelik çalışmaların olacağı üzerinde durulmuştur.
Türkiye’nin Kuzey Irak’taki oluşumda söz sahibi olabilmesinin herhangi
uluslararası, hukuki bir dayanağının olmadığı, I. Körfez Savaş’ından bu yana
bölgede zaten fiili olarak Türkiye’nin istemediği oluşumların yaşandığı,
266
Türkiye’nin savaşa girip girmemesinin bunu engelleyemeyeceği yorumları
yapılmıştır.
Tezkerenin mecliste kabul edilmemesini yazarlar olumlu karşılamışlar ve meclisin
bu kararıyla tarihi bir görevi yerine getirdiğini belirtmişlerdir. Bu kararla
Türkiye’nin tüm dünyada prestij kazandığı savunulmuştur. Meclisin ABD
dayatmalarına hayır dediği, ABD’nin dünyanın dört bir yanına demokrasi götürmek
istediği, Meclisin ABD’ye demokrasi dersi verdiği vurgulanmıştır. Meclisin ülkenin
bir savaşa sürüklenmesine izin vermediği çok onurlu bir tutumla ülkenin geleceğini
savaşta değil, barışta gördüğünü dosta-düşmana gösterdiğinin altı çizilmekte, aksi
olması halinde ise Türkiye’nin askeriyle ve olmayan ekonomik kaynaklarıyla
derinliğini ve çapını ABD’nin saptayacağı bir bataklığa saplanacağı öne
sürülmektedir. Tezkerenin kabul edilmemesi ile Türkiye’nin ulusal çıkarlarının
korunduğu, Türkiye’nin bir işgalden kurtarıldığı savunulmuştur. Yazarlar alınan
kararla emperyalist savaşa geçit verilmediği, en önemlisinin ise Türkiye’nin para
karşılığında savaşa sürüklenen bir ülke görünümünden kurtulduğu, kişiliğini ortaya
koyduğunu savunmuşlardır.
Basının 1 Mart tezkeresi sürecinde kullandığı dilsel özelliklere karşılaştırmalı
olarak baktığımızda farklı ideolojilere sahip basının takip ettiği politikaya uygun bir
dil kullandığı ile karşılaşmaktayız. Birbirinden farklı ideolojik görüşlere sahip
basında dilsel benzerlikler görüldüğü gibi, büyük farklılıklar da görülmüştür. Buna
göre farklı ideolojik görüşlere sahip basın 1 Mart tezkeresi sürecinde birbirinden
farklı politikalar takip etmiştir. Liberal basın tezkerenin tamamıyla kabul edilmesi
267
taraftarıyken, muhafazakâr basın liberal basının aksine tezkerenin tamamıyla
reddedilmesi taraftarıdır. Sol basın ise tezkerenin birinci bölümü olan Türkiye’nin
yurt dışına asker gönderme izninin kabul edilmesini buna karşılık tezkerenin ikinci
kısmı olan yabancı silahlı kuvvetlerin ülkeden geçiş izni alması kısmının
reddedilmesini savunmuştur. Buna göre basın takip ettiği politika çerçevesinde
aktör tanımını ele alırken liberal basında takip edilen politikaya uygun olarak Kuzey
Irak ve Kürtler en sık vurgu yapılan haber aktörleri olmuştur. Liberal basında ABD
ve müttefikleri olumlanırken, Kuzey Irak ve Kürtler olumsuzlanmaktadır.
Muhafazakâr basında ise Haber ve yorumlarda daha çok ABD’nin ve Bush’un
Ortadoğu hakkındaki gizli amaçlarından bahsedilmiştir. Muhafazakâr basının bu
süreçteki politikası liberal basının aksine ABD ve Tezkere karşıtı bir politika
olduğu için ABD ve Başkanı George Bush negatif olarak en sık yer alan haber
aktörleri olmuştur. Bunun karşısında ise Irak ve Saddam Hüseyin en sık vurgu alan
ikinci haber aktörü olmuştur. Muhafazakâr basında Kuzey Irak gelişmelere göre ele
alınmış, buradaki gelişmeler daha çok güvenlik boyutu üzerinden
değerlendirilmiştir. Sol basın ise Kuzey Irak konusunda liberal basınla aynı çizgiyi
takip etmiş, Kuzey Irak Türkiye’nin güvenliğine bir tehdit olduğu şeklinde ele
alınmıştır. Bu amaçla Kuzey Irak ve Mesut Barzani negatif ifadelerle en sık
vurgulanan haber aktörleri olmuşlardır. Sol basın takip ettiği politika gereği
hükümete ve hükümeti oluşturan AKP’ye negatif bir yaklaşım sergilemiş ve bu
amaçla hükümet ve AKP en sık vurgulanan diğer bir haber aktörü olmuşlardır.
Liberal basında barış eylemlerine çok az yer verilirken ve yer verilen barış
eylemlerine de negatif bir yaklaşım sergilenirken muhafazakâr basın politikasına
uygun olarak barış eylemlerini pozitif ifadelerle ön plana çıkararak haber yapmıştır.
268
Sol basın da muhafazakâr basın gibi barış eylemlerine olumlu yaklaşmıştır. Liberal
basında tezkere yanlısı resmi açıklamalar ön plana çıkarılarak olumlanırken buna
karşılık muhafazakâr basında Tezkere yanlısı resmi açıklamalar negatif ifadelerle
ele alınmış, buna karşılık tezkere karşıtı açıklamalar olumlu çerçevelerle
sunulmuştur. Sol basında da muhafazakâr basın gibi tezkere lehindeki resmi
açıklamalar olumsuzlanmakta, buna karşılık tezkere aleyhindeki açıklamalar ise
olumlanarak sunulmaktadır.
Liberal basında uzman kişi ve kuruluşlar daha çok ekonomi çevrelerinden
seçilirken, muhafazakâr basın akademisyen ve siyasetçilere, sol basın ise daha çok
siyasileri merkeze alan bir yaklaşım sergilemiştir.
Liberal basın ülkenin birliği ve Kuzey Irak’tan kaynaklanan güvenlik endişesi
üzerinden bir kanı birliği oluşturmaya çalışırken, muhafazakâr basın savaşa ve
Irak’ın işgaline karşı bir kanı birliği oluşturmaya çalışmış, sol basın ise savaş
karşıtlığı ve ABD askerlerinin Türkiye’ye kabul edilmesi durumunda Türkiye’nin
işgal edilmiş olacağı üzerinde bir kanı birliği oluşturmaya çalışmıştır.
Bu süreçte liberal basının karşı gerçekliği tezkerenin mecliste onay alamaması ve
Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması olurken, sol basın da liberal basın gibi
Kuzey Irak konusunda aynı hassasiyeti taşımıştır. Sol basının karşı gerçekliği
tezkerenin meclisten onay alması ve Kuzey Irak’ta kurulacak olan bir Kürt
devletidir.
Liberal basın Wall Street Journal ve Washington Post’a dayanarak haklılığını
kanıtlamaya çalışırken, muhafazakâr basın uluslararası kurumların temsilcilerine ve
Irak’a giden insanlara dayanarak haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır. Sol basın da
269
muhafazakâr basın gibi daha çok uluslararası kuruluşların denetçilerine başvurarak
haklılığını kanıtlamaya çalışmıştır.
Liberal basında realist paradigmaya uygun olarak ulusal çıkarların savunulması için
mantıklı hareket etmek gerektiği, ahlaka ve duygulara göre hareket edilmemesi
gerektiği savunulmuştur. Muhafazakâr basın ahlak ile mantık arasında bir dengenin
kurulmasını savunmuş, böyle bir savaşa Türkiye’nin girmesinin hem ahlaken hem
de mantıken doğru olmadığını savunmuştur. Sol basın da burada muhafazakâr
basınla paralel bir politika izlemiş ve Türkiye’nin savaşa girmesinin ve ABD
askerlerine topraklarını açmasının mantıkla alakasının olmadığını savunmuştur.
Liberal basında yaşanacak olan savaşın kaçınılmaz olduğu, her halükarda bu
savaşın yaşanacağı, Türkiye’nin bunu hiçbir şekilde engelleyemeyeceği ve bunun
dışında kalamayacağı savunulmuştur. Muhafazakâr basında ise Türkiye’nin
demografik yapısı nedeniyle bu savaştan etkileneceği, ancak bu savaşın çirkin bir
savaş olduğunu açıklamaya çalışmış, sol basın ise savaşın ABD’nin güç
politikasının bir sonucu olduğunu, tezkerenin kabul edilmesi durumunda
Türkiye’nin işgal edilmiş olacağını açıklamaya çalışmıştır.
Liberal basında sayı oyunlarına daha çok askeri kapasitelerdeki sayısal ve
teknolojik verilere vurgu yapmak amacıyla başvurulurken, muhafazakâr basın ve
sol basın sayı oyunlarına daha çok savaş karşıtlarının oranı, savaşa verilen kamuoyu
desteğinin azlığını vurgulamak için başvurmuşlardır.
Liberal basın daha çok Türkiye’nin bu savaşın dışında kalması durumunda,
güvenliğini tehlikeye düşüreceği ve bölgesel bir güç olamayacağı yönünde tarihsel
karşılaştırmalara başvurmuştur. Muhafazakâr basın ve Sol basın ise tarihsel
270
olaylarla karşılaştırmalar yaparken Türkiye’nin bu savaşın dışında kalması
gerektiği, bu savaşın çirkin bir savaş olduğu, ulusal çıkarlarının bu savaşta taraf
olmamasını gerektirdiği yönündeki tarihi karşılaştırmalara başvurmuşlardır.
Liberal basında kurbanlaştırmaya gidilmezken, muhafazakâr basında kurban
konumuna mazlum Iraklı Müslümanlar yerleştirilmiştir. Bu amaçla muhafazakâr
basında Türkiye’nin böyle bir zulme ortak olmaması gerektiği savunulmuştur. Sol
basın da dramatikleştirme ve insancıllık temalarına başvurarak savaşın haksızlığını
ve Türkiye’nin bu haksız savaşta yer almamasını, ABD askerlerini ülkesine kabul
etmemesini savunmuştur. Sol basın muhafazakâr basın gibi asıl kurbanın Irak halkı
olduğunu savunmuştur. Ancak sol basın, muhafazakâr basından farklı olarak en çok
zarar görecek ülkelerden birinin de Türkiye olduğunu vurgulamış, Türkiye’yi de
kurbanlaştırmıştır.
Liberal basında “biz” ile “Türk ulusu”, “öteki” ile de “Kuzey Iraklı Kürtler”
tanımlanırken; muhafazakâr basında “biz” konumunda kimi zaman “Müslümanlar”,
kimi zaman “Türkiye” olurken “öteki” ile de “ABD” ve “Kuzey Iraklı Kürt gruplar”
kastedilmektedir. Sol basında ise “biz” konumuna “Türkiye” ve “Türkler”, “öteki”
konumuna ise “ABD” ve “Kuzey Iraklı Kürtler” yerleştirilmektedir.
Liberal, muhafazakâr ve sol basında öteki olarak ele alınan ve Türkiye için bir
güvenlik tehdidi olarak tanımlanan Kuzey Iraklı Kürtler olumsuz bir çerçevede ele
alınmışlardır.
Liberal ve muhafazakâr basında olumlu kendini sunma stratejisinde Kuzey Iraklı
Kürtlere geçmişte yapılan yardımlar üzerinden kendini olumlu sunma söz konusu
iken, sol basın Türkiye’nin özellikle tezkereye hayır demesi üzerine yapılmak
271
istenen gayrı meşru savaşa ortak olmadığı, ABD askerlerinin Türkiye’de
bulunmalarına izin vermediği ve onurlu bir karar aldığı üzerinden kendini olumlu
sunma stratejisini kullanmıştır.
Liberal, muhafazakar ve sol basın metafor, alegori, ironi ve örtmeceler gibi dil
oyunlarını kullanarak savunulan görüşün ikna ediciliğini arttırmaya ve karşı karşıya
olunun olayın önemini ortaya koymaya, görünür kılmaya çalışmışlardır.
272
SONUÇ
Dünya siyasal sistemi içinde yer alan egemen devletler, devamlarını sağlamak
amacını öne sürerek güçlü olmak zorunda olduklarını, bunun için de ulusal
çıkarlarının her şeyin üstünde olduğunu ileri sürerler. Ulus devletler tarafından
yaşamsal olarak görülen ve farklı paradigmalar tarafından farklı tanımlanan “ulusal
çıkar” kavramı realist paradigmada güç üzerine bina edilirken ve uluslararası
ilişkiler sisteminin egemen devletlerin çıkarlarına dayanan bir sistem olduğu öne
sürülürken, liberal paradigmada “ulusal çıkar” kavramı uluslararası işbirliği üzerine
inşa edilmektedir. Marxist paradigmaya göre ise “ulusal çıkar” kavramı egemen
sınıfların bir kamuflaj aracı olarak kullanılmakta, kavram, ulusun çıkarını değil
egemen sınıfların çıkarlarını meşrulaştırıcı bir araç olduğu şeklinde
tanımlanmaktadır. Ulusal çıkar kavramı uluslararası ilişkiler pratiğinde daha çok
realist paradigma tarafından varsayılan şekliyle kabul edilmekte, özellikle bu görüş
günümüz gelişmiş devletleri tarafından ateşli bir biçimde savunulmaktadır.
Gelişmiş devletlerin ağırlıklı olarak oluşturduğu ve denetlediği uluslararası ilişkiler
sistemi de buna dayandırılmaktadır.
Realist uluslararası paradigmada uluslararası ilişkilerin çıkarlar üzerine kurulduğu
ulusal basının da bu paradigmayı benimsediği varsayılan bu tez çalışmasında
varsayımlarımız doğrultusunda Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı, Körfez Savaşı,
Bosna Savaşı, Kosova Savaşı, Afganistan Savaşı ve 1 Mart 2003 Tezkeresi
incelenmiştir. Türkiye’deki ulusal basının ulusal çıkar önceliğinin söylemsel
kuruluşunu Türkiye’deki örnek olaylar aracılığıyla kanıtlamak amacıyla Türkiye’nin
273
yurt dışına asker gönderme ve yabancı askerleri Türkiye’de bulundurmak için
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’den izin aldığı farklı dönemlerde basının
ulusal çıkarı nasıl anlamlandırdığı ortaya konulmuştur.
Siyasal yelpazenin hangi tarafında yer alırsa alsın basın kuruluşları da ulus devletin
çıkarları söz konusu olduğunda yayınlarında realist paradigmaya göre hareket
etmektedir. Bu tez çalışmasında basında özellikle yurt dışına asker gönderme kararı
alınmadan önce farklı görüşlere rastlanabiliyorken, karar alındıktan sonra genellikle
basının, iktidarın aldığı kararları desteklediği ortaya çıkmıştır. Gazetelerin özellikle
ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda milliyetçi duygular içerisinde resmi ideolojiye
uygun talep ve beklentileri ön plana alarak haber yaptıkları, bunu yaparken de
nesnel bakış açısından uzaklaştıkları düşünülen bu tez çalışmasında Türk yazılı
basınında farklı ideolojik görüşlere sahip gazetelerin Bir Mart Tezkeresi konusunda
farklı perspektiflerden olaya baktıkları ancak ulusal çıkarı önceledikleri, özellikle
realist uluslararası ilişkiler kuramında varsayılan ‘uluslararası ilişkilerin çıkarlar
üzerine kurulduğu’ tezini benimsedikleri tespit edilmiştir. Bu, tezin son kısmında
yapılan görgül araştırma ile de ortaya konmuştur.
Farklı ideolojik görüşlere sahip basın kuruluşları her ne kadar realist paradigma
çerçevesinde ulusal çıkarları değerlendirmişlerse de aralarında özellikle ulusal
çıkarların nerelerde olduğu konusunda bir ayrışma da söz konusudur. Tarihsel bir
süreç içinde liberal ulusal basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını uluslararası
işbirliğinde görmüştür. Burada Türkiye’nin ulusal çıkarları daha çok Batı dünyası
ile gerçekleştirilen bir uluslararası işbirliğinde görülmektedir.
274
Tarihsel bir süreç içinde sol basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Batı karşıtı bir
temelde görmüş, Türkiye’nin ulusal çıkarları Batı’dan ve diğer oluşumlardan
bağımsız bir şekilde hareket eden bir ülke olması şeklinde düşünülmüştür.
Tarihsel bir süreç içinde muhafazakâr basın Türkiye’nin ulusal çıkarlarını Din /
İnanç temelli ilişkiler içinde değerlendirmiş, Türkiye’nin ulusal çıkarları Batı
dünyasından ayrı, Türkiye’nin liderliğinde İslam ülkelerinden oluşan yapıda
görülmüştür.
Savaş ve ulusal güvenlikle ilgili sorunları gündeme getirirken ulusal basının dili
zaman içinde değişmiş diplomatik bir dil kullanımından askeri bir dil kullanımına
doğru değişmiştir. Kore Savaşı’nda daha barışçıl ve diplomatik bir dil kullanılırken
özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı ile başlayan ve daha sonra devam eden savaşlarda
askeri dil kullanımı daha belirgin hale gelmiştir.
Savaş ve ulusal güvenlikle ilgili sorunları gündemde tutan ulusal basın kahramanlık
mitlerini ve öykülerini yeniden inşa etmiştir. Özellikle Türkiye’yi yakından
ilgilendiren savaşlarda kahramanlık mitleri ve şovenist eğilimler ön plana
çıkarılarak sunulmuştur. Bu araştırmanın birinci bölümünde özellikle Kıbrıs Barış
Harekâtı’nda kanıtlanmıştır. Ayrıca 1 Mart tezkeresinde de bu tür temalara
başvurulmuştur.
275
Tarihsel bir süreç içinde Türkiye’de ulusal çıkarların ifade edilişinde ekonomik
nedenler giderek ağırlık kazanmıştır. Ekonomik bir dil kullanımının zaman
içerisinde benimsendiğini de özellikle son iki örnek olay ile ortaya konulmuştur.
Afganistan Savaşı ve 1 Mart tezkeresi sürecinde en çok vurgu yapılan konuların
başında ekonomik gereklilik gelmektedir.
276
KAYNAKÇA
ARI, Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa yayınları, 4. Baskı, İstanbul,
2004,
ARI, Tayyar, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, Alfa Basım, İstanbul, 2006,
BELSEY, A. & R. Chadwich, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, İstanbul,
Ayrıntı Yayınları, 1998,
BULUT, Selda - Levent YAYLAGÜL, Türkiye’deki Yazılı Basında Yargıtay ve
Mafya İlişkisine Yönelik Haberler, İletişim, Sayı: 19, 2004.
BOUİLLON, Heurdy; John Locke, Liberte, Ankara.
BOSTANOĞLU, Burcu, Türkiye – ABD İlişkilerinin Politikası, İmge Kitabevi,
1. Basım, Ankara, 1999.
BACIK, Gökhan, Modern Uluslararası Sistem, Kaknüs Yayınları, 1. Basım,
İstanbul, 2007.
CHOMSKY, Noam, Demokrasi, Gerçek ve Hayal, Çev: Cevdet Cerit, İstanbul,
Pınar yayınları, 1995.
CHOMSKY, Noam, Medya Gerçeği, Tüm Zamanlar Yayıncılık, Çev : Abdullah
Yılmaz, İkinci Baskı, İstanbul, 1999.
CHOMSKY, Noam, Edward S. Herman, David Peterson, Justin Podor; Medyanın
Kamuoyu İmalatı, çev: Adnan Köymen, Ebru Kalak, Hale Alpman,
Özge İnciler, Işıl Esendir, Chiviyazıları, Birinci Basım, İstanbul,
2004.
ÇELİKPALA, Mitat, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi.
277
DAMLAPINAR, Zülfikar, Medya ve Siyaset İlişkileri Üzerine, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2005.
DEVECİ, Cem, Beybin Kejanlıoğlu, “Türk Medyasında Irak Savaşı” Savaşın
Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of
Reconciliation,, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara, 2004.
DOĞAN, Gazi, Kamuoyunda Kore Savaşı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 2004.
DURAN, Ragıp, “Türk Medyası Neden Savaş Yanlısı”, Savaş ve Medya, İLAD,
Eskişehir, 2003.
DURSUN, Çiler, TV Haberlerinde İdeoloji, İmge Kitabevi, Birinci Baskı,
Ankara, 2001.
ERALP, Atila, Devlet, Sistem ve Kimlik, İletişim Yayınları, 1. Baskı, İstanbul,
1996.
GÖNLÜBOL, Mehmet, Uluslararsı Politika, Ankara Üniv. SBF Yayınları, No:
420, Ankara, 1978.
HOBBES, Thomas, Leviathan, Çev: Semih Lim, YKY, 4. Baskı, İstanbul, Şubat,
2004.
İNAL, M. Ayşe, Haberi Okumak, Temuçin Yayınları, İstanbul, 1996.
İŞCAN, Zeynep, Medyada Ulusal Bakış Açıları, Le Monde, New York Times ve
The Guardian gazetelerinde 2003 Irak Savaşı, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2004.
İRVAN, Süleyman, Dış Politika ve Basın, Türk Basınındaki Dış Politika
Haberlerinin Gündem Belirleme Yaklaşımı Açısından Çözümlenmesi.
278
KAPLAN, Deniz, Türk Basını’nın Irak Savaşı Dönemindeki Tutumu:
Cumhuriyet, Hürriyet ve Zaman Gazeteleri Örneklemi Yüksek Lisans
Tezi.
KAHRAMAN, Nazan, Kore Savaşı ve Türk Basını-Mayıs-Ekim 1950
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
KEANE, John, Medya ve Demokrasi, (çev: Haluk Şahin) Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, 1999
KANT, Immanuel, Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme, Çev: Yavuz Abadan,
Seha L. Meray, SBF Yayınları, Ankara, 1960.
KÖKER, Eser, Ülkü Doğanay , “Türkiye’de Televizyon Haberlerinde Savaş
Karşıtı Eylemler” Savaşın Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces
Of War Phases Of Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara
Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004.
MUTLU, Mustafa, Vietnam’dan Körfez Savaşı’na Uluslararası
Uyuşmazlıklarda Kamuoyu Oluşumu, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2001.
MORGENTHAU, Hans, Uluslararası Politika, Türk Siyasi İlimler Derneği
Yayınları Cilt 1, Çev: Baskın Oran ve Ünsal Oskay, Ankara 1970.
MACHİAVELLİ, Niccolo, Hükümdar, Çev: Özgür Yılmaz, Matris Yayınları, 1.
Basım, İstanbul, Ekim 2003.
ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası, İletişim Yayınları, 8. Baskı, İstanbul,2003
ÖZDEMİR, İnan, “TBMM’de Savaş Retoriği: Körfez ve Irak Savaşları” Savaşın
Yüzleri ve Uzlaşmanın Aşamaları Faces Of War Phases Of
Reconciliation, Der: Ülkü Doğanay, Ankara Üniversitesi
279
Basımevi, Ankara, 2004.
SCHLEİNGER, Philip, Medya Devlet ve Ulus, Siyasal Şiddet ve Kolektif
Kimlikler, Ayrıntı Yayınları, Çev:Mehmet Küçük, İstanbul, 1998.
SEÇİM, Filiz, Uluslararası İletişim Düzeni Bağlamında Türk Basınında Yer
Alan Dış Haberlerin İncelenmesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
İstanbul, 1993.
TOKU, Neşet, John Locke ve Siyaset Felsefesi, Liberte, Birinci Baskı, Ankara,
Mart, 2003.
UĞUR, Aydın, Birikim, 25. sayı, Mayıs 1991.
UZGEL, İlhan, Ulusal Çıkar ve Dış Politika, İmge Kitabevi, 1.Baskı, Ankara,
Mayıs 2004.
VAN DİJK, Teun, Söylem ve İdeoloji: Çok Alanlı Bir Yaklaşım, Der: Barış
Çoban, Zeynep Özarslan, Su Yayınları, İstanbul, 2003.
WALTZ, Kenneth, George H. Quester, Uluslararası İlişkiler Kuramı ve Dünya
Siyasal Sistemi, Çev: Ergin Onulduran, A.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi, Ankara, 1982.
WOLFSFELD, Gadi, Media and Political Conflict, Londra. Cambridge Press,
2004.
GAZETELER Cumhuriyet, 25 Şubat–25 Mart 2003.
Hürriyet, 25 Haziran–26 Temmuz 1950.
280
Hürriyet, 20 Haziran – 20 Temmuz 1974.
Hürriyet, 8 Kasım – 8 Aralık 1992.
Hürriyet, 9 Eylül – 9 Ekim 1998.
Hürriyet, 12 Eylül – 12 Ekim 2001.
Hürriyet, 25 Şubat–25 Mart 2003.
Milli Gazete, 25 Şubat–25 Mart 2003.
Milliyet, 25 Haziran–26 Temmuz 1950.
Milliyet, 20 Haziran – 20 Temmuz 1974.
Milliyet, 12 Eylül – 12 Ekim 2001.
Sabah, 17 Aralık 1990 – 17 Ocak 1991.
Sabah, 8 Kasım – 8 Aralık 1992.
Sabah, 9 Eylül – 9 Ekim 1998.
Sabah, 25 Şubat–25 Mart 2003.
Türkiye, 17 Aralık 1990 – 17 Ocak 1991.
Yeni Şafak, 25 Şubat–25 Mart 2003.
İNTERNET
http://www.koolpa.com/medya/31216-liberal-basin-anlayisi/
281
ÖZET
Bu tezin amacı, Türkiye’deki ulusal basının ulusal çıkar önceliğinin söylemsel
kuruluşunu, ulusal çıkara ilişkin nitelendirmelerin yoğunlaştığı örnek olaylar
aracılığıyla kanıtlamaktır. Bu amaçla Kore Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı, Körfez
Savaşı, Bosna Savaşı, Kosova Savaşı, Afganistan Savaşı ve 1 Mart 2003 tezkeresi
örnek olayları incelenmiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde ulusal çıkar kavramının farklı paradigmalar tarafından
nasıl ele alındığı incelenmiştir. Buna göre realist paradigmada ulusal çıkar güç ile
özdeşleştirilmekte ve ulusal çıkarın yani gücün arttırılması uluslararası politikanın
amacı olarak kabul edilmektedir. Realist paradigmada ulusal çıkar savaşlar
aracılığıyla gerçekleştirilir. Çünkü güçlü olmanın yolu bir diğer devleti güçsüz
düşürmek, onun gücüne de sahip olmaktır. Liberal paradigmada ise ulusal çıkar
kapitalizmin çıkarıyla özdeşleştirilmekte ve bu kesim için iyi olanın toplumun diğer
kesimleri için de iyi olacağı öngörülmektedir. Devletlerin çıkarı savaşta değil
barıştadır. Ulusal çıkar, uluslararası işbirliği aracılığıyla gerçekleşir. Marksist
paradigmada ise ulusal çıkar kavramı egemen sınıfın çıkarlarını ifade etmektedir ve
bu kavram yalnızca bir gizleme görevi görmektedir.
Çalışmanın birinci bölümünde ulusal çıkar ve medyanın ulusal çıkarları ele alması
incelenmiştir. Bu amaçla Kore, Kıbrıs, körfez, Bosna, Kosova ve Afganistan
savaşlarında dönemin en yüksek tirajlı iki gazetesi incelenmiştir. Ele alınan
dönemlerde basın tarafından Türkiye’nin ulusal çıkarlarını realist paradigma
282
üzerinden değerlendirdiği ve resmi politikaya uygun bir politika takip ettiği
saptanmıştır.
Çalışmanın ikinci bölümünde 1 Mart 2003 tezkeresinin farklı ideolojik görüşlere
sahip basında ulusal çıkarlar açısından nasıl ele alındığı incelenmiştir. Bu bölümde
liberal, muhafazakâr ve sol basını temsilen gazeteler seçilmiştir. Buna göre Hürriyet
ve Sabah liberal; Milli Gazete ve Yeni Şafak muhafazakâr ve Cumhuriyet gazetesi
sol basını temsil etmiştir. Her üç ideolojiye sahip gazeteler 1 mart tezkeresini realist
paradigma çerçevesinde değerlendirmiş, ancak tezkereye destekleri farklı olmuştur.
Liberal basın tamamen tezkereyi desteklerken, muhafazakâr basın tamamen karşı
durmuştur. Sol basın ise tezkereyi kısmi olarak desteklemiştir. Sol basın tezkerenin
birinci kısmı olan “Türkiye’nin yurt dışına asker gönderme kısmını desteklemiş,
ancak yabancı askerlerin Türkiye’ye kabulü”nü içeren ikinci kısmını reddetmiştir.
Bu çalışmada basının Türkiye’nin ulusal çıkarlarını genellikle güvenlik ve
ekonomik çıkarlar üzerine kurduğu tespit edilmiştir.
283
SUMMARY
This study’s aim is to prove the national interest that have been preceded by national
press. We examined some examples like Korea War, Cyprus Peace Operation, Gulf
War, Bosnia War, Kosova War, Afghanistan War and 1 March 2003 Memorandum
in which national interests were intensed.
In the begining we examined the national interest from the different view points. In
the realistic view point power and national interest have been juxtaposed. For that
reason to use power and capture power of other states is acceptable. national interest
just can be carried out by using power in order to increase power and to weaken
competitor states. As far liberal ideology the national interest and the goal of
capitalism are the same things. Capitalism is beneficial for all socity. States interests
only can be carried out by peace not war. İt is very important to operate international
to reach this goal. in marxist view point the concept of national interests express
high class interests.
In the first chapter we examined national interest and the approach of media to
national interest. On this purpose the approach of two newspapers that have the
highest circulation to Korea War, Cyprus Peace Operation, Gulf War, Bosnia War,
Kosova War and Afghanistan War have been examined. we have seen on thus
examples national press pursuite on the same politics with government and those
politics are like realistic interest.
284
In the second chapter the approach national press that have different ideology to 1
March Memorandum. In this chapter we have chosen as liberal Hürriyet and Sabah,
as conservative Milli Gazete and Yeni Şafak and left press Cumhuriyet. Those
newspapers approached the March Memorandum from the realistic view point but
their supportations were different. Liberal press supported the memorandum but
conservative press opposed completely. As for left press, it supported the
memorandum partially. Left press accepted to send the army to foreign country but
opposed second chapter of memorandum that involve the settlement of foreigner
army in Turkey.
We finally confirmed national press imaged the national interest on the circle of
national security and economic interests.