ijljlı 11 î val ivrjt lulkunet.com/ucuncusayfa/milli_yol_014_1710.pdf · 2017-11-26 · tehirli...
TRANSCRIPT
I" 1 1 î V A T JLJLıl IvrJL l lUil l i imiIIl l l i t tİ i l i l i t l l l l l l lKll l i i lI l l lIttt l lI l lI l lI l l tllİJlllttllll lflIf [lllliitltlttllLlliLlllilLllIlttllIitlllllJLltllitllLK tlillll.llllllJlLLİİtltltllttililIlllltiAlilJitLLlit.lilliittltilLiIilLilitlllİIİllt[ii]Illililft
YIL — 14. Savî FİATt 50 KURUŞ 27 NİSAN 1962 CUMA
i, 'a
MİLLİ YOL I 1. Y ı l — 14. Sa I y i — 27 Nisan
1962 — Fiyatı J H B B l 60 kuruş.
TARAFSIZ M ı L L i t e <Çı SİYASÎ DERGİ İmtiyaz Sahibi : Necati BOZKURT * Yazı İşleri Müdü rü : ismet TüMTüRK * İdare Müdürü :
Mümin ÇEVİK.
I Tek sütun santimi 20 (lira •*• Tam sayfa arka I kapak (renkli) 2000 H I ra * Tam sayfa içt»
1600 Ura # Sayfanın 1/4 ve 1/8 gibi kısımları aynı ölçülere göre hesaplanır
İlân Abone ,6 aylık (26 sayı) 112,5 lira * 1 yıllık 152 sayı 20 lira *
idarehane : Nuru Osmaniye Cad. 34, İstanbul. Dizgi ve klişe- GÜNEŞ MATBAACILIK T. A. Ş Şerefefendi Sok. No. 44-46, Cağaioğlu
İSTANBUL
Bay Î.İnönü'nün damadı Metin Toker C. Gürselin hududu aştığını iddia ediyor
Bay İsmet İnönü 'nün damadı Metin Toker, Cemal Gürsel 'e bâzı öğütler vermek istemiştir . «Tehlikeli Manevralar» başlığını taşıyan yazısında Metin Toker, öz olarak şunlar ı söylemektedir: «Gürsel, damara göre şerbet vererek ortalığı kar ış t ı rmaktadır . Makamının mes 'ul iyet i ve salâhiyet hudut lar ın ı aşmıştır . Haydi seçimden önce, Başvekâletin
merdivenlerindeki uluorta
•
konunun akrabası .Hasan Tez yine bir kongrede hadiseler çıkardı «Başbakan İnönü olduğu müddetçe an dakika değil on saat konuşurum» diyen Hasan Tez'i delegeler uzun uzun yuhaladı
Ankarada binlerce delegenin iştirakiyle toplanan Esnaf Kefalet Kooperatifinde, konuşmaların on dakika olarak tahdidini isteyen bir takrir üzerine kürsüye fırlayan Ha san Tez, .On dakika benim gibi bir adama yetmez, ben lıiçbir müddet tanımam» diye bağırarak konuşmaya başlamış ve Kongre Divanının ikazlarına rağmen devam e-den Hasan Tez güçlükle kürsüden indirilmiştir.
Kongrenin havasını bozan Hasan Tez'i arkadaşları ikaz etmek istemişler fakat Hasan Tez, «inönü'nün Başvekil oldu ğu yerde benim Başkan olmam lâzım» diyerek tecavüz-kâr hareketlerine ve küfürlerine devam etmiştir.
Hükümet Komiserinin müdahalesi üzerine Hasan Tez ve arkadaştan üyelerin üzer ine saldırmışlardır. Hâdise yine delegelerin aracılığı ile yatıştırılmıştır. l d a r e Heyeti raporu üzerinde söz alan Ha san Tez'in konuşmasını u-zatması üzerine Başkan kongre kararını hatırlatmıştır. «Ben karar marar dinlemem» diyen Hasan Tez'in bu hare-
İııömi, Yassıada Kumandam ile
görüştü Ankara — İnönü, 20 Nisan
Cuma gürü eski Yassıada Ku mandanı Albay arTık Güryay'ı kabul etmiş ve kendisiyle bir müddet görüşmüştür.
keti karşısında bütün üyeler hep bir ağızdan Hasan Tez'i protesto etmişlerdir. Kürsüden inen Hasan Tez'e yine küfürlere başlaması üzerine Hükümet Komiseri müdahale etmiş, bunun üzerine Hasan 'Tez Komisere «Sen başına iş mi açmak istiyorsun. Seni tevkif ettiririm» demesi üzerine bütün üyeler ayağa kalkarak Hasan Tez'i yuhala-mışlardır.
konuşmaları üzerinde durmı yalım. Durmıyalun, ama o tutumuyla CHP'yi hırpalayan lara yardım ederek, DP taraftarı partileri desteklediği ni ve seçim sonunda iki cepheyi başabaş getirerek, şahsi itibariyle başarılı bir netice aldığını, yani Devlet Reisliğini garantilediğini unutmadığımızı söylemeden de geç-miyelim.»
«Gürsel, Anayasanın Hü kûmete tanıdığı selâhiyetler sahasına tecavüz etmekte, af için ortaya tarihler atmakta ve bir af şampiyonu gibi meydana çıkmaktadır. Affın zamanını Hükümet bilir, yani •kararı inönü alacaktır, Gür-sel'in yaptığı bir heyeskâr-hktan ibarettir. Onun Anaya saya göre hasta mahkûmları af selâhiyeti vardır. Bu selâ-hiyetini, ister Kurban Bayra
mında, ister doğum gününde kulanabiiir, bundan ötesine karışamaz. Yoksa bu yol dan şahsına reklâm yapmaya kalkması, çeşitli çevrelerin mukavemetini tahrikten başka işe yaramaz.
Orak - Çekiçli Bayraklar
Ankara — Şehrimizin Etlik semtindeki ilkokulda 23 Nisan Çocuk Bayramı dolayısı ile süslenmekte olan sınıflar dan birinde, üzerinde oralî çekiç görülen kâğıt bayrak lara rastlanmıştır.
Sınıfı süslemekte olan öğretmen öğrencilerin getirmiş olduğu bu bayraklarda orak çekiçlere rastlayınca durumu derhal emniyete aksettirmiş-tir. Emniyet 1. inci şube müdürlüğü hâdisenin tahkikatına başlamıştır.
^C Illlllllllltllllllllfllllllll1lllflllltllllllltllllllllllfll»41lll]illllilflllllllltl11lllllllltlllllllllllitltllltil(llllllllllfllltltllllllilllillllli}llttlllllllllllltlll r> ^ KOKSAL DİLE GELDİ. = Aman hazret, yorulacaksın! I
Gürsel'in Başvekilliğinden kalma bir alışkanlık. Gazeteciler inönü Başvekâlete geldikten gidene kadar, ayazda yağmurda nöbet tutuyorlar. Umumiyetle l l ' de gelip 14'de gittiği için, (çok fazla çalışıyor, değil mi?) nöbet de çoğu zaman yemek vaktine rastlıyor.
Geçen gün gazeteciler bir araya toplanmış, konuşuyorlardı. İnönü usulca çıktı, kimseye görün-meden otomobiline bindi, hareket ederken camını açarak, «Sizi ne güzel atlattım» dercesine, gazetecilere seslendi:
— Neredeydiniz? Bize bakmayın paşa!
Biz atlaya atlaya zaten çekirgeye döndük. Yalnız...
— Zâtıâliniz nerelerdesiniz?
M U A M M A Necip San (eski Başve
kâlet Müsteşarı) bi l iyorsunuz, ist i fa e t i . Ama yine Başvekâlette. Müsteşar Muav in i Musl ih Fer ile Başvekâlet ist ihbarat mü şavir i (ne zari f sıfat) Ziya Sa!ışıkla, sabahtan akşama kadar b u r u n buruna .
Hfç kimse. Necip San'ın yeni vazifesinin ne olduğunu b i lmiyor .
BİLEN VARMIŞ Emekl i b i r albay telefon
da şöyle söyledi: — Necip San, dedi , is
met Paşanın şahsına bağ lı olarak kuru lan istihbarat teşki lâtının başkanıdır . B i lmiyor muydunuz?
Vallahi bilmiyordum. Şimdi de biliyorum sayılmaz, zira şahsa bağlı istihbarat teşkilâtının ne olduğunu veya olabileceğini, anlıyamadım.
Sahiden «Bizim Osman» a bir hâl oldu. Eş dost meclislerinde, hem de yük sek sesle konuşmaya başladı.. Son söyledikleri hayli enteresan, Teşvik için nakledeceğim, zira c. 27 Mayıs sonrası (hattâ öncesi) günlerine dair, söyliyc-ceği pek çok ve mühim şey bulunan bîr simadır.
«22 Şubatçılarm affı meselesi Mecliste konuşu Surken, ben de b i r senatör olarak söz alıp hâdisenin bi l inmîyen içyüzünü açık-lıyacağım» diyor. Koksal i lâve ett iğine göre, o hâ diseyi önl iyenin aslında k im olduğu bu açıklamadan sonra anlaşılacak mış.
MERAKLI BİR SORU Soruyorlar: — Paşa ne yapıyor? — Affı koltuğunda taşı
yor. Başvekâletten Meclise, Meclisten Başvekâlete.
Haftalık Milliyetçi
Tarafsız Siyasî Haber Dergisi
ÜÇ BAYRAM Bu sayımızın çıktığı gün üç bay
rama yakın düşmektedir. 23 Niian JVLiUî Hakimiyet Bay
ramı, güzel bir bahar havası içinde çocukların eğlenceleri ile geçti. Ama daha büyük yaşta olanlar gergin ve huzursuz bir hava içinde olduğumuzu farkediyorlardı. Siyasî çekişmeler yalnız tatsız ve verimsiz olmakla kalmıyor, bu çekişmelerin üzerinde, tiz bir yılan ıslığı gibi bir sesi, kanlı kızıl düşmanımızın bu sefer tam aramıza sokulmuş olarak yakından çıkardığı ezelî zehirli kininin sesini duyuyorduk. Bunu her zamankinden daha vazıh ve kuvvetli olarak duyuyorduk. Bu ses bizim ölümüzü istiyordu. Bu sesin akisleri kâh toy hiddetlerin ağzında kin ve küfür olarak, kâh «tecrübeli» politikacıların ağzında kapalı tehdit imaları halinde ortaya çıkıyor, kâh «solcu» basında bizi uyutucu ve oyalayıcı bir sürü gürültü halinde ortalığı dolduruyordu. Ama biz büyük millet olduğumuzu her çağda, ve en fazla en zayıf çağlarımızda, isbat etmiştik. Uyumuyor, gaflet uykusundan büsbütün uyanıyorduk. Ve korkmuyorduk. Bizi korkutacakların kağşamız suratlarına gülüyorduk. Ve hepsinden mühimi, yaralara tuz biber ekme yolundaki bütün gayretlere rağmen, yavaş yavaş yaralarımızı sarmak, ve milletçe barışmak yolunda adım adım ilerliyorduk. Bayramlarımızı havadan ve sudan bulup eğlenmek değil, hakkederek yeni baştan kazanmak yolundaydık.
1 Mayıs Bayramı komünistlerin bayramıdır. Asla bizîm bayramımız değil. İstediği kadar resmî tatil günü olsun. Biz onu kutlamadık, kut-lamayacağız. istediği kadar «işçi bayramı», «bahar bayramı» gibi adların maskesine burunsun, biz onun soyunu sopunu biliriz. Hakikî Türk işçisi de o güne bayram demeği reddeder. Bahar bayramına gelince, bizim geleneğimize göre, bahar bayramı o güne değil hıdrelleze düşer. Aklanmıyoruz. Milliyetçi bir hükû metin ilk vazifelerinden biri o haysiyet kırıcı yapmacık «bayram» gününü resmî tatil günlüğünden çıkarmak olmalı.
3 Mayıs Türkçülük bayramı, küçükten başlamış, yavaş yavaş yayılmakta ve gittikçe kökleşmekte olan bir gelenek. O günü Türkçüler kendi aralarında bir nev'î aile bayramı gibi kutluyorlar. Buluşuyorlar, ta
nışmayanlar tanışıyorlar. O günü bazan salonlarda şiir Ve konuşmalar halkoyunları ve temsillerle toplantılar tertipliyorlar, bazan da dinlendirici ve eğlenceli kir gezintileri yapıyorlar. Bu güzel geleneğin daha da yayılması ve kökleşmesi temenni olunur. Gelecek sayımızda 3 Mayıs'm Türkçülük bayramı olmasındaki mânânın üzerinde duracağız. Türkçülerin 3 Mayıs Türkçülük bayramlarım kutlarız.
TÜRK GENÇLİĞİ KÖY ENSTİTÜLERİNİN İHYASININ
KARŞISINDA İstanbul Liseleri Talebe Kültür Bir.
ligi olarak, millî vicdan tarafından mahkûm edilen Köy Enstitüleri etrafında, kuruluş yıldönümü bahane edilerek, bir bardak suda koparılmak istenen fırtına tarafımızdan ibret ve dikkatle izlenmektedir.
Hangi gayeye hizmet ettikleri çeşitli vesilelerle, vesika ve delillerle ortaya konmuş bulunan Köy Enstitülerinin savunuculuğu iflâs etmiş bir gericilik örneğinden başka birşey değildir Çökmüş, köhnemiş bir zihniyetin temsilciliğini yapmakta ısrar edenler, millî vicdana da saldırmaktan çe. kinmemektedirler.
Menfur düşünüşlerini irfan ocaklarına sokmak gafletine düşenlere şunu hatırlatırız ki; Atatürk llkeleri'nin ezelî ve ebedî müdafii Türk Gençli-ğj karşılarındadır.
Geleneklerine, göreneklerine, mazisine kuvvetle bağlı Türk Gençliği daima Köy Enstitüsü zihniyetinin karşısında durmuş, duruyor ve duracaktır...
İstanbul Liseleri Genel Başkanı Akkan SUVER
İstanbul Liseleri Kurul Başkanı Ali ACUNDAŞ
KARŞI DARBE Yukarıda yayınladığımız samimî
ve milliyetçi bildiri açıklandıktan sonra enstitücü çevreler, gençliğin her köşesine ahtapot gibi sokulmuş kollarıyla, hemen faaliyete geçtiler. Aldatma, avlama oyunları tam bir kurnazlıkla ve plânlı olarak tatbik edildi. Neticede, Köy Enstitülerine karşı bildiri yayınlayan teşkilât başları «kongre»de tasfiye edildiler ve yeni gelenler Köy Enstitülerine aleyhtar olmadıklarını beyan ettiler. Tasfiye sebebi doğrudan doğru
ya Köy Enstitüleri aleyhtarlığı. Bunu, ümitleri kırmak için değil, memleketi saran tehlikenin ağırlığı ve yakınlığı hakkında herkesi uyarmak için yazıyoruz. Ahtapot, Üniversite gençliğinden sonra şimdi kollarını Lise gençliğine doğru uzatıyor.
Bu tek başarıyı fazla büyültmeyelim. Liselerdeki gençlerin çoğunluğu milliyetçi, hattâ şuurlu milliyetçi, oldukları halde, karşı taraf usta ve hilekâr teşkilâtçılığın bütün oyunlarını ve disiplinini kullandığı zaman, aldatabildiği küçük bir azınlık ile, teşkilâtsız, tecrübesiz ve tek tek dağınık durumda olan daha çok sayıda gençleri seçimlerde daima mağlûp edebilir. Bunun çaresi bizim de teşkilâtlı olmamızdır. Ve kızıl ahtapotun oyunları hakkında esaslı bilgileri öğrenmemizdir. Vazife elbette ki, Lise gençlerinden önce milliyetçiliğin tcrübeli ve daha yaşlı kuşaklarına düşmektedir. Fazla değil, birazcık daha bekliyelim.
CEVAT FEHMİ'NİN UÇURTMASI Yukarıda yayınladığımız Liselile
rin bildirisi üzerine, Cumhuriyet ga-
DoSap beygiri Necdet KÜRŞAD
Z AVALLI bostan beygiri! Seni hangi sefil çingene o kurnaz bahçıvana bir pula sat
tı? Çalıntı ve âdî bir hayvan olduğun nasıl da belli.. Eğer asîl bir binek, safkan bir yarış atı olsaydın hiç bu kadar zillete katlanır miydin?
Bir kere, avuç dolusu altına satılacaktın.. Sonra da güzel bir ahırın, iyi bir bakıcın ve şerefli, gün görmüş bir asilzade efendin olacaktı.. Halbuki şimdi; bir demet yonca uğruna sabahtan akşama kadar kaba-saba bir bahçıvanın dolabını çeviriyorsun.. Ve sahibin, yaptığın bu süflî işi göre-
miyesin diye gözlerini bir çuval parçasıyla sıkı sıkıya kapatmış!. Göz görmeyince gönül katlanır, derler. İhtimal sen de bu halinle kendini, savaş meydanlarında at oynatan bir cihangirin meşhur bineği veya yarış sahalarının daima birinci mükâfat kazanan mâruf koşu atı olarak görüyorsun.. Ama ne çâre! Sen en âdî cinsten, çalıntı ve zavallı bir lodap beygirisin. Ve ancak bir pûl değerinde-sin!.
KIZIL HASTALIĞI İnkişaf etmeye uygunca vasat bulmuşsa Gösterir kendini bir anda verem hastalığı; Şu (kızıl) illeti lâkin ne rezil âfet ki, Seriyor hep yere iz'anı yok olmuş alığı.
Eşref-i Zaman
zetesinin Neşriyat Müdürü Cevat Fehmi Başkut, kalemi eline almış, tehirli bir istihza ile o Liseli gençlere saldırıyor. Anlaşılan bütün slâhları Liselilerin üzerinde toplamak ve önce onların maneviyatını kırıp onları susturmak yolu tutuluyor. Bütün uyarmalara rağmen gazetesinde sicilli komünistlere yazı /azdırmakta İsrar eden bu zat gençlerle alay ediyor, onların böyle işlere aklı ermiyeceğini iddia ediyor, ve onlara şu tavsiyede bulunuyor: «Çocuklar, bakın bahar geldi, ılık-iaşan rüzgâr ağaç dalları arasında çiçeklerle şakalaşıyor. Şimdi uçurt-na mevsimidir. Tabiatın bu cümbüşünden hissenizi alın.»
işine geldiği yönden, gençleri sık ilk siyasî konularda beyanlara ve lümayişkâr hareketlere teşvik eden fe bunları büyük başlıklarla istismar ;den bir gazetenin Neşriyat Müdürünün kaleminden şimdi bu sözler ;idden ibret verici bir tezat levhası.
Merak etme Cevat Fehmi Baş-mt, milliyetçi gençler vazifelerinin ıçurtma uçurtmak mı millî dâvalar ııı olduğunu pek iyi bilirler. Ve ya-Daeaklarını senden sormadan yaparlar.
Nc;ihata muhtaç olan onlar değil, iensin. Al bakalım : «Bak mevsim terliyor. Havalar düzelecek. Senin ahmin ettiğinden daha ço> erken lüzelecek. Onun için kendine bir ıçurtma tedarik et. Millî dâvalarla ııeşgul olmayı milliyetçi gençlere ıirak da sen kendin uçurtma uçurt-ııakla meşgul ol. Hem memleket! çin daha hayırlı olur, hem de senin için.»
ADANADA YILANLARIN OCÜ ADANA — Veli GÜN
Günlerdenberi şehrimiz gazetelerinde reklâmı yapılan «Yılanların Öcü» filmi şehrimizde oynamaya başladı. Şehrin muhtelif yerlerinde bulunan afişler yırtılmıştır. Filim başladıktan sonra müstehcen sahneler geldikçe gençlerin millî hisleri rencide edildiği için, sinemayı hınca hınç dolduran halkla beraber «Kahrolsun komünist, ler!» diye bağırmışlardır. Bu sırada içlerinden bir genç «Arkadaşlar Türk köylüsü hiçbir zaman böyle değildir: bu bir komünist taktiğidir» diyerek arkadaşlarının hislerine tercüman olmuştur
Film oynamaya devam ettikçe genç lerin heyecanı son haddine varmış, işin vahametini gören sinema idaresi derhal önceden hazırlanmış olan emniyet kuvvetlerini çağırmış ve sinema haricinde çok sıkı emniyet tedbirleri alınmıştır. Filmi daha fazla takip edemeyen gençler filmin yazarını lanetleyerek dışarı çıktıklarında karşılarında emniyet mensuplarını bulmuş İnidir. Gençler buradan doğruca vilâyete gidip Vali ile görüşüp ve oradan da Atatürk Parkına giderek Atanın huzurunda saygı duruşundan sonra dağılacaklarını bildirmişler, fakat bu. na emniyet müsaade etmemiştir.
Bu arada emniyet mensupları tarafından beş kişi tevkif edilmiş, bir müddet sonra da serbest bırakılmıştır. Gençlerin vilâyete giderek valive vermek istedikleri dilekçede söyle denilmekte idi. «Aziz Türk Milleti: Biz
Çukurova gençleri olarak, vatanımızda kızıllara hizmet edecek her teşebbüs ve faaliyetin sesini boğmağa karar vermiş bulunuyoruz. Aylardan beri sabrettik, şunu esefle gördük k>. kızıl uşakların hiçbir sinsi ve yıkıcı tecavüzleri baltalanmadı. Bu müddet içerisinde (Halkın utanma hislerini rencide eden, iffet duygularına, edep ve haya kaide ve geleneklerine aykırı söz, yazı, resim, fotoğraf ve sinema) şeritlerinin alabildiğine arttı, ğını müşahade etmiş bulunuyoruz. Yukarda kanundan çıkardığımız hükmün tatbiki bizlerin en büyük arzusudur. Adana çapında faaliyetlerini takip ettiğimiz asî gençlik türedilerine mesul makamlarca müdahale edilmesini de ayrıca arzuluyoruz.
Çukurova Gençliği...» Gençler bu arada sol temayüllü ve
müstehcen neşriyata da ihtarda bulunmuş, ve bunlar bu gidişlerini deş t i r mediği takdirde, kendilerine lâzım gelen muamelenin yapılacağını bildirmişlerdir.
Gençliğin bu asîl hareketi kısa za. manda şehre yayılmış ve halk cadde-lere dolmuştur..
ANKARA'DA «YILANLAUIN ÖCÜ» Ankara'da milliyetçi gençlik «Yı
lanların Öcü» filmine ve komünistliğe karşı şahlandı. Ankara coşkun bir gün geçirdi. Ulus Sinemasında oynatılmaya başlayan o filme karşı: «Kahrolsun komünizm» diye bağıran milli yetçi gençlere az sayıda komünist genç karşı nümayiş yapmağa ve saldırmaya yeltendiler, ama mağlûp ol dular. Bu kargaşalık sebebiyle sineni; salonunda bâzı tahribat oldu. Komü nistlerden bir kısmının suratlarına kırmızı mürekkep atıldığı ve suratlarının çok «nefis» bir manzara aldığı da görüldü. Kimlerin attığı anlaşıla madı. Zaferle bulvara çıkan milliyet çi gençler işlerine güçlerine doğru
Bay İsmet inönü'nün hep, «Ben, ben» demesinden şikâ yet ediliyor. — GAZETELER —
Siyasî affı kim gerçekleştirebilir?
Siyasî affı kim önlüyor? Küçük politika oyunları Peki, Türkiye'de hitan yapan kim? suzluğun sebebi kim?
T gitmek üzere kalabalık halde yürümeğe devam ederken coşkun bir hava ortalığa hâkimdi.
Komünistler, bu arada bâzı komünist gazetelerin muhabirleri poiisleri durmadan milliyetçi gençlere karşı harekete geçmeğe teşvik ve tahrik ediyorlardı. Milliyetçi gençler Türklük ve vatan sevgisi ifade eden sözlerle bağırarak ve kimseye sataşmadan yürürlerken komünistlerin tahrikleri gittikçe azgın bir şekil aldı.
Nihayet bu tahrikler neticesinde polislerle milliyetçi gençler arasında da bâzı çatışmalar oldu. Bu arada polislerin müdahalesi sırasında milliyetçi gençlerin taşımakta oldukları bâzı Türk bayraklarının yırtılması vukua geldi. İşte bu hal gençlerin millî duy-guiarıı.. harekete getirdi ve bayrakla-r. yırtılmaısna sebeb olan veya aldırmayan polisler ile gençler arasında çatışmalar şiddetlendi. Emniyet Müdürü bu konuda milliyetçi gençlere kar şı aşırı şiddetli davrandı. Ve bu hal umumî teessür yarattı.
Son haberlere göre 19 genç mevkut tur. Bu işte en acayip davranış İçiş leri Bakanı Topaloğlu'nun davranışı dır. Bu zat, filmin sansürdeı. geçtiği ni, ona müdahalenin suç olduğunu söylemiş ve gençlerin aleyhinde ko nuşmuştur. Sanki milliyetçi gençlik kendi milli vicdanına bağh değil de ipleri sansür heyetinin elinde bir kuklalar topluluğu imiş gibi. Gençliğe vazife sınırlarını aşan şiddetle saldıran polislerin bu aşırılığını frenleye cek yerde, ve bilhassa Türk bayrak larının yırtılmasına sebeb olan polisler ve amirleri hakkında takibat aça cak yerde, ve hâdise yerinde tahrik lerde buluna.» komünistlerden niçin hiçbiri yakalanmadı da yalnız milli yetçilerden tevkifler yapıldı diye so racak yerde, bir bakan anların hep sine göz yumar ve ancak milliyetçi gençlerin «suçusnun üzerinde durur sa, bu millet o Bakandan HESAP SO-RüR.
Komünist basın bu çatışmadan bahsederken milliyetçilerden hep «ge rLiler» ve komünistlerden de hep • «aydınlar» diye bahsedişi dikkati çe kicidir.
HERYERDE YILANLARIN ÖCÜ-
«Yılanların Öcü» filmine karşı mil liyetçi gençlerin şahlanışı ve yurdun her tarafında gösterilerde bulunma lan haberleri, ilk önce Adana olmak üzere, şuradan buradan gelmeğe baş ladı. Bunları ayrı haberler halinde dizmeye başlamıştık. Sonra haberler birdenbire arttı ve yurdun her tara fından çığ gibi gelmeye başladı. Artık teker teker bu haberleri vermeye ye rimiz yetmeyecek. Yalnız, ilk gelen haber olmak şerefini taşıyan Adana' daki haberi aynen veriyoruz. Başka hemen hemen heryerde haberler ay m. Sanki millî vicdan ayaklanmış.
Vatansever Köy Enstitüsü mezunlarına açık mektup : VI
A. OKÇUOĞLU
B UNDAN önceki yazılarımda, okuduğunuz okullarda, sizleri Türklükten koparıp tarihî düşmanımızın hizmetkârları haline getirmek üzere na
sıl çalışıldığım misâllerle belirtmiştim. Bu son yazıda da, köy enstitülerinde öğretmen yetiştirici bir sistemin uygulanıp uygulanmadığı üzerinde duracağım :
Öğretmenliğin bir kafa ve gönül mesleği olduğu malûmdur. Kafada lüzumlu bilgiler ve gönülde millet sevgisi olmadan öğretmenlik yapılamaz.
Sizlere, köy enstitülerinde bu bilgi verildi, bu ruh aşılanmaya çalışıldı mı? İyi niyet sahibi ve vatansever hiçbir köy enstitüsü mezunu bu sOruya evet cevabını veremez. Çünkü köy enstitülerinde uygulanan sistem hiçbir zaman öğretmen yetiştirme sistemi olmamıştır. Bu okullarda daha çok çeşitli zanaatların ustaları yetiştirilmeye çalışılmıştı.
Köy enstitülerinde uygulanmaya çalışılan sistem, dünyanın en iptidaî ve gülünç sistemidir. Bir kere bu okullarda öğrencilere öğretilmeye çalışılan dülgerlik, demircilik, ziraatçılık, marangozluk, nalbantlık, arıcılık, sıhhiyecilik, ebelik vesaire gibi hünerlerin hiçbirisinin öğretmenlikle en küçük biı ilgisi yoktur. Köyün, bu işleri bilen insanlara elbette ki ihtiyacı vardır. Fakat bu kol işlerinden anlayan insana öğretmen denilmeye kalkışılırsa bundan daha gülünç bir şey olamaz. Sonra bu ihtisas çağında, on parmağında 0:1 marifet insan yetiştirmeye kalkışmak da iptidaîlik değil inidir? Köy ens-titiilt-rinin en ileri (!) müesseseler olduğunu söyleyenlerin bu iddiaları gülüncün gülüncüdür.. Bir insanın yedi sekiz türlü hünerde usta olması devirleri çok gerilerde, insanlığın ilk çağlarında kalmıştır. Yeni çağlar ihti-; devridir. Doktorluk, kaç ihtisas dalma ayrılmıştır? Mühendislikte de
aynı şeyler görülmüyor mu? Askerlikte sınıflar neyin ifadesidir? İşte, bütün mesleklerin böyie çeşitli dallara ayrıldığı bir çağda, köy enstitülerinde, birbiriyle hiçbir ilgisi bulunmayan birçok hünerin bir tek insanda toplanması gibi gülünç bir iddianın peşinde koşulup durulmuştur. Böyle bir tutum, günümüzün düşüncesine uyar mı?
Bu suretle, köy enstitülerinde uygulanmaya çalışılan sistem ile bir yandan öğretmen yetişmesi imkânsızlığı, diğer taraftan da çağımızın ihtisas zihniyetine sırt çevirip «011 parmakta on marifet» insanlar imâl (!) etmek gü'iinçliiğü ortaya çıkmaktadır.
Buna rağmen köy enstitülerinden pekçok da öğretmen yetişmiştir. Fakat bu. uygulanan sistemin neticesi değil, kaabiliyetli Türk çocuklarının kend; kendilerini yetiştirmiş olmalarının sonucudur. Yâni o okullarda okuyan öğrencilerden ancak şahsî kaabiliyeti olanlar, kendilerine uygulanan sisıemin dışına çıkabilmiş ve gönüllerindeki Türklük sevgisinin gayretiyle öğıetmen olabilmişlerdir. Bu vasıftan yoksun olanlar, bu iptidaî sistemin kurbanları olarak kalmışlardır. Senelerce öğretmenlik ve hattâ başöğretmenlik yaptıkları halde, iki satır bir araya getirip bir yazı yazamıyanlar işte bu iptidaî ve kasıtlı sistemin kurbanları talihsiz Türk evlâtlarıdır. Fakat bu neticeden onların değil, onları bu duruma düşürenlerin utanması lâzımdır.
— S O N — NOT : Oelecek sayımızda, arkadaşımız Okçuoğlu'nun ortaya koyduğu ger
çeği teyid eden bir misâl vereceğiz. Bu misâl, yukarıda bahsedilen sis (emin kurbanlarından birisinin bir vilâyet gazetesinde Nejdet San-çar için yazdığı bir yazıdır. Ayrıca, kendisine başvurduğumuz Nej-
' det Sançar'ın bu yazı dolayısıyla söylediklerini de gelecek sayımızda bulacaksınız.)
i>crin düşünemeyei bir kimse, bo '.ı V bir film için bu kadar gürültü de iH-ı mi? diye hayret edebilir. Ama da n-, doğru düşünenler bunda bizi büyük millet yapan ve yalnız büyük milletlere has olan o eşsiz sağduyunun ye ni bir delilini görürler. Br hareketin mânası yalnız müstehcen bir filme kar şı protesto değildir. Ondan daha ne müstehcenleri gelmiş geçmiştir. Köylüyü iyi göstermek veya kötü gös
termek de değildir. Bu film büyük ve sistemli bir yıkıcılık işinde ufak bir parçadır. Bu yıkıcılık bizim damla damla, parça parça ahlâkımızı, mertliğimizi, Türklüğümüzü yiyip eritme.K, istiyor. Bizi daima aşağıya doğru yöneltmek istiyor. Haysiyet bakımından aşağıya, gaye bakımından aşağıya, belden aşağısına, ve son hedef olarak
" İT T f VOT d
|!Hiııııınıııııııııınnıi!mıi!iıııınHinııiHHi!i!iiHnınnH!iıi!inııııi!ii[HnııınıiNn!NiıııııııııniMmııııi[iıımınıi!iıııııın ıınııııiHiııııımııııııımımmıııııınnıiüiıııııııııııııııııııııiHiııııııs | Kadirli Kaymakamının tutumunu ağalar şöyle dursun
Kaymakamlıktaki müstahdem bile tasvip etmemiştir Wır'^v•A^(»»^-+",
«spu
Tatara titiri Tez adında biri
E ski milletvekili, fırıncı, zorlu esnaf dernekleri başkanı, Bay
ismet înönü'nür» akrabasından pek maruf Hasan Tez'in tezi:
— Ben kongre kararı filân dinlemem, înönü'nür Başbakan olduğu müddetçe on dakikp değil, on saat bile konuşurum ben...
Bizim antitezimiz: — Başbakan ister Bay ismet inö
nü olsun, ister bir başkası olsun, Bay Hasan Tez istediğ' kadar konuşamaz. Katıldığı kongrenin ka rarlanna riayet etmesi gerekir. Yalnız Hasan Tez'in değil, herkesin riayet etmesi gereken kurallar vardır.
Sentez: Sıfıra sıfır, elde var sıfır... Anlaşıldı, anlaşıldı. Millî Şeflik
devrinden kalma eski bir alışkanlık bu: Bay Ismst inönü başa otur-du mu, aklıyla davrananlar değil, tez davrananlar öne geçiyor.
Murat GENf OĞLU
| Yukarıda gördüğünüz klişe, Kadirli'nin kurtuluş günü münasebetiyle hazırlanan bir davetiyedir ki, bu davetiye I 1er Kaymakam Mehmet Can tarafından İstanbul ve Ankara'nın büyük gazetelerinde Solcu ve Solak zihniyetinin | çığırtkanlığını yapanlara gönderilmek istenmiş, bu zarfları postaya götüren şahıs ise «Bir millî güne, Allahro ğ günü milliyetle alay eden kimseler çağınlamaz» diyerek postaya vermekten alıkoymuştur.
^ııııııiiimımııımıiiiııııııııııiMimııııııııııııııım en aşağıya; mezara. Bizleri hayvan-laştırmak istiyor. Kökümüz olan köy lüyü yalnız ahlâksız ve kötü göstermekle kalmıyor, daha iyiye doğru her türlü hamle ruhunu ';esi\or, ona : «işte sen busun, ve böyle kalman mukadderdir.» diyor. Aşağılaşma telkini yapıyor ve aşağılıkla yüz göz ediyor.
Bunu radyolarda, kitaplarda, film-lude , mizah dergilerinde, sahnede, karikatürde, gazetelerde, durmadan yapıyorlar. Bunların hepsi teker teker bizim manevî kudretimizden ancak bir zerreyi aşındırıyor. Ama hepsi bir ar ı gelince bir şeyler oluyor.
Bunu bir Avusturya Bakanı şöyle b: misal ile canlandırmış: Ruslar mortadella'dan (bir nev'î sert domuz sucuğudur, dilimleri gayet ince ola ra": kesilir) yalnız ince bir dilim kesiyorlar. O kadt.r ince bir dilim için değmez diye dövüşmüyoruz. Sonra aynı incelikte bir dilim daha kesiyorlar. Sonunda bir de bakıyoruz ki, elimizde yalnız mortadella'nm sicimi kalmış; tabiî bir sicim için de dövüşme ye değmiyor, veriyoruz sicimi gidiyor.
İşte bizim rastgele bir milletten, meselâ Avusturya'dan, farkımız olduğu nu, büyük millet olmanın halisiyetini taşıdığımızı son tepkiler ortaya koyuyor.
«Yılanların Öcü» aleyhine gösteri yapan bütün gençleri selâmlar, millî şuur ve millî duygu adına onlara «sağ olun» deriz.
Haklı heyecanları elbette devam edecektir. Onlara, ve başka herkese, suç olan ile olmayan hareketleri iyi ayırt etmelerini tavsiye ederiz. O filmi alkışlamak nasıl suç sayıl-mıyorsa (aslında işte o suç sayılmalı ya) o filmi yuhalamak da öylece suç sayılamaz. Dünyanın her yerinde filmlerin, piyeslerin, sahneye çıkan sanatçıların yuhalandığı, ıslıklandığı olur, ve bunu suç saymak hür dünyada kimsenin hayalinden geçmez. Hattâ sahnelere çürük yumurta, ve kokmuş domates atıldığı bile çok olur. Böylesi de suçun en hafifinden sayılır. Yanlış anlaşılmasın : «Yılanların öcü» ne to; tes ve yumurta atın demiyoruz. Atmşyın. Domates ve yumurtaya yazık olur.
Teker teker veya toplu olarak: «Kahrolsun komünizm» diye bağırmak da hakkınızdır. Ve asla suç olamaz. Haklarınızı iyi bilip, iyi korumayı öğreniniz.
Sinema binalarım tahrip etmek gibi hareketler suçtur. Bunları yapmayın.
Topluca gençlik olarak sinema sahiplerini ziyarete gidin. Onlan tehdit
iMi—mımmtm
Kadirli olayı mı, Moskof taktiği mi GÜNLERDİR, Kadirli'deki toprak sahiplerinin şah
sında, servet ve SERMAYE düşmanlığı yaratmak suretiyle bir SINIF MÜCADELESi'nin tohumlarını
atmak isteyenler, dâvalarında muvaffak olmuş sayılmasalar bile, maalesef saf ve masum vatandaşlarımızın kalp
i ve vicdanlarında bir istifhamın belirmesine sebep olmuşlardır.
Hasseten hatırlatmak isteriz ki, solculuk ve komünistlik hastalığına duçar olanlar daima ve heryerde (pis lik atmayı) bir prensip olarak benimsemişlerdir. Tutar mı, tutmaz mı? Onu düşünmezler. Bulansın yeter... derler. Dikkat ederseniz Kadirli hâdisesine burnunu sokan komünist ve solcular da aynı taktiği kullanmışlar, 10 senede 37 kaymakam değiştiren kaza... diye namuslu insanların hiç de cesaret edemiyeceği bir büyük yalanı, ortaya atmışlar. Ondan sonra da, güya otuz yedi kaymakamın değiştirilmesine de bu kazadaki ağaların sebep olduğu id-diasıiKİa bulunmuşlardır.
Hattâ bu yalanla havayı bulandırmak isteyenlerin zili-! niyetine öyle ahmak ve gafilce inananlar ve uyanlar olmuş
tur ki, 10 senede 37 kaymakam değişen bir kazada, kaç \ günde bir kaymakam değiştirildiğinin gün ve saatini ; hesaplamışlardır.
Beyoğlu meyhanelerinde midelerini viski ile dolduranların SARHOŞ kalemleri bir kenara, kendilerine namuslu kalem erbabı diye poz verenlere soruyoruz.
Kadirli'ye tayin edilip de, ağaların marifetiyle uzaklaştırılan şu 37 kaymakamdan kaç isim sayabilirsiniz?.
Elbette sayamazsınız. Zira bu MAKSATLI • ve kuyruklu yalanı ortaya atanlar, ideolojilerinin icaplarına göre hareket etmişler, siz gafil KALEM AĞALARI ise onlara ya bilerek veya bilmeyerek âlet olmuşsunuz...
Fakat, her ne ise, kör gözlerinize, sağır kulaklannı-ıa haber verelim ki, Kadirli'de 15 yılda ancak 6 kaymakam değişmiş, bunlar da ağa isteğiyle değil, askere gitmek, istifa etmek veya başka vazifeye çağrılmak suretiyle...
• • • Geçen sayımızda, Moskova'da komünist ihtilâlinin
tertip ve takdiğini talim ederek yurda dönen ve halen Ka< dir'iide bulunan Nail Vahdeti'den kısaca bahsetmiştik.
Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Kemal Tahir. Suat Derviş, A. Kadir, Kerim Sadi ve bunlar gibi soyadını kullanmayan komünistler grupuna dahil olan Nail Vahdeti'ye dair yazdığımız o satırlardan sonra öğreniyoruz ki;
Bu zat Türkiye Komünist Partisi kurucularından olup, bir zamanlar, Türkiye Komünist Partisinin Mosk» va'da kurulmuş olan haricî bürosunda da vazifeli imiş.
Eh!.. Artık Türkiyemizi Moskova'dan idare etmek
İlhan E. DARENDELİOGLU bedbahtlığına düşen bu zatın, şu anda biç değilse Babıâli komünistlerini Kadirli'de» idare etmek hevesi elbette mümkündür. •
• • • Kadirli olayının büyük YALAN'mda büyük hissesi
olan, kitaplarında bile kendi kendisine «Gomünist Kör Cemal» diyen, Cumhuriyet Gazetesinin muteber (!) yaza rı Yaşar Kemal'i gelecek sayıya bırakmak suretiyle, Kadirli'ye ait bâzı kısa haberleri gazetelerden olduğu gibi nakledelim:
«Birkaç seneden beri Kadirli'de Karatepe hafriyatında çalışan Halet Çambel adında bir hanımın Mehmet Can meselesinin umumî efkâra intikalinde baş rolü oynadığı, Veyisoğlu'nun izahları sırasında ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet gazetesinde Yaşar Kemal'i bu meseL üzerine eğilmek üzere durumdan maiûmattar kılan şahsın da Halet Çambel olduğu ve Çambel'in bu yazılardan sonra İstanbul gazetelerinin bürolarına telefon ederek hâdise nin tepkilerini öğrenmek istediği anlaşılmıştır.»
Son Havadis'in verdiği bu haberden sonra, Yeni Sa bah'ın kadın isimli erkek yazarı: «Sabiha Deren» de Kadirli hâdisesini, Halet Çambel, Halefin kocası ve Yaşar Kemal'in idare ettiklerini bildirmektedir.
* • • Vaktiyle Dil, Tarih - Coğrafya Fakültesinde SOLCU
hocaları müdafaa etmekten dolayı talebelerin hücumuna maruz kalarak rektörlükten istifa ettirilen Şevket Aziz Kansunun yetiştirdiği Halet Çambel, Edebiyat Fakültesinde hocalık yaptığı sırada, bir gazete tarafından komünizm propagandası yapmakla itham edilmiş olmasına rağmen, ses çıkarmayan bir kimsedir ki, o gün, o gazetenin neşriyatım görenler -Sükut ikrardan gelir- deyip bu bayan hocayı ayıplamışlardı.
Sonradan öğrenilmşitı ki, Halet Çambel, Sicilli komünistlerden Nail Vahdeti ile de evlenmekten çekinmemişti.
İşte, gazetelerde adı geçen Halet Çambel, halen Kadirli'de bulunan Nail Vahdeti'nin karışıdır. Kocasının sicilli olduğunu bildiği için onun daima geri plânda kalmasını sağlamış, gazete bürosuyla doğrudan doğruya kendisi temasa geçmiştir.
Ne acı ve ne hazin bir hakikattir ki, her günkü kazançlarıyla 3 - 5 Kadirli ağasını satın alabilecek servet ve mülke sahip GAFİL PATRONLARIN rotatifleri, Kadirli'den idare edilmekte olan bir SINIF MÜCADELESİ zihniyetinin hizmeti için dönmektedir. Yazıklar olsun!
(Bu bahse devam edeceğiz)
etmeyin. Vatanseverliklerine, Türklük duygularına hitap edin. Böyle bir filmin getireceği beş on kuruş kârı feda etmeye, o fazileti göstermeye davet edin. Bu vatan için 50 milyon şehit canını feda etmiştir. Bir sinema sahibi kârından birazını niçin feda etmesin? Bulunduğunuz yerde birkaç tane sinema varsa, ve bunlardan bâzıları sizi i? davetinize uyar, bâzıları uymazsa, uymayanları belirli bir sürj, meselâ iiç ay, beş ay için boykot etme katarını verin, /illah yardımcınız olsun.
I Her rütbeden polis memurlarına ve zabıta amirlerine hitap ediyoruz. Komünistlerin, ve bilhassa komünist basının, milliyetçi gençlere karşı sizi aşırı şiddetli hareketlere sevketmek için yaptığı tahriklere kapılmayınız.
Biliniz ki, siz önce Türk, sonra polissiniz. Komünistlerin size: «Bunları ezin» diye hedef olarak gösterdikleri milliyetçi gençler sizin de manevî kıymetlerinizi korumak için heyecanla şahlanmışlardır. Onlar sizin kanınızdan, sizin ruhunuzdandır. Kanunî vazife ve şekillere riayet edebilirsiniz, yeter ki, hepsinin üstünde millî ruh ve millî gayeler olduğunu bir an için hatırınızdan çıkarmayasınız.
MÜSTEHCEN VE SOLCU NEŞRİYATI PROTESTO
İZMİR — RUHİ CEBECİ 14 Nisan Cumartesi günü saat 17
sıralarında İzmir'in en işlek caddesi olan Kemeraltında, Vilâyet Konağı önünde toplanan gençler müstehcen ve solcu neşriyatı protesto etmek
maksadiyle orada bir bayiden satın aldıkları mecmuaları yırtıp yakmaya başlamışlardır.
Akademili bir kızın. «Kahrolsun müstehcen neşriyat!» diye bağırarak elindeki mecmuaları yakışı ve gençlerin de hep bir ağızdan bu asil harekete iştirak edişleri biriken kalabalık tarafından hassasiyetle takip edilmiş ve takdirle karşılanmıştır.
«Yaşasın Türk kızı, Türk kadını! Kahrolsun müstehcen ve solcu neşriyat!» diye bağıran gençler sükûnetle dağılmışlardır.
Akademili genç kız etrafını çeviren gazete muhabirlerine şu beyanatı vermiştir.
«— Bu gibi mecmuaların maksadı
MİLLÎ YOL Wk
ş ^ Tarif kahramanlar yaratır .::.:;;--vi-
Osman Batur at üzerinde.
Türk ırkının tarih boyunca yetiştir-diği büyük askerî dehaların ve büyük kahramanların, şimdilik, sonuncusu olan Osman Batur çağımızda yaşamış olduğu halde en az tanınmışlarından bindir . Büyük yaratılış kudreti ile kötü talih onda birleşmişti. Kudretli adam kendi talihini de yener. Osman Batur hemen hemen, bunu da yaptı. Silâhsız-lıktan, coğrafî zorluklardan, sayıca azlıktan, yalnızlıktan, ve tarihin ters akmaya başlamış olmasından doğan zorlukları teker teker yenecek çareleri bul du. Yalnız en büyük talihsizliği geç doğmuş olmasıdır. Onun savaşlarım inceleyen ingiliz Godfrey Lias der ki, eğer o, uçak ve motor çağından önce, yalnız topun ve makineli olduğu çağda yaşamış olsaydı, belki Orta Asya Türklerinin hürriyetini sağlamış olurdu.
Altay Kazaklarından, islâm Bay'in
oğlu Osman 1S99 da doğdu. Göçebe Kazak hayatım yaşayarak büyüdü. Arkadaşları gibi o da 10 yaşından çok önce usta bir binici ve iyi bir avcıydı. 12 yaşında hayatının bir dönüm noktasına geldi. Kazakların büyük kahramanı Bo ko Batur ondaki büyük istidadı görüp onu iyi bir çeteci olarak yetiştirmek için yanına aldı. Ona çete savaşlarının bütün inceliklerini öğretti. Ayni zaman da Rus'a ve Çin'e karşı sönmek bilmez bir kin aşıladı, iki yıl sonra Boko Ba-tur 'un büyük yenilgileri oldu. Boko Ba tur Osman'a: «Benim işim bitti, ama ileride senin milletinin sana ihtiyacı olacak, çünkü senin gibi bir başkası daha doğmayacak. Benden ayrıl.» diye buyruk verdi. Osman bu acı buyruğa boyun eğdi. Boko Batur yenilgi'den sonra Türkiye'ye gelmek için Tibetten geçerken yakalandı ve başı kesilerek öl
dürüldü. Bundan sonra Osman Batur'un ti»
ti göçler, gizli tertipler, ve baN geçti. Küçük akıncı topluluklarının i şında Çin ve Rus kuvvetlerini pus düşürür, öldürür, kaçardı. Nişancılj ?lsanevî derecedeydi. Hâlâ anlatılır.! sırtında, hareket halinde, hafif mineli tüfekle kalça hizasından darbe s-si yaparak bir düşman kolunun içi*-ki subayları seçe seçe vurmak- OŞ her sefer yaptığı işlerdendi. Şöhretli-sa zamanda yayıldı. Kazak erleri u yalnız Boko Batur'un değil Çiııgirn de vârisi gözüyle görüyorlardı. Car, şüpheci, mağrurdu. Erlerine yükleti Dütüıı sıkıntıları kendisi de pavlaşa. Gayesinden fedakârlık ettiği, düşma acıdığı, veya dostuna ihanet ettiği ç olmadı.
ikinci Dünya Savaşının karışık gerinde Doğu Türkistan Türkleri kâbı-lüm altında ezildiler, kâh aldatıcı ı-muşatma devirleri gürdüler. Birçok i-yükler Ruslarla veya Çinlilerle sisi yollardan tavizler koparmak pejie koştular. Osman savaştan başka çırr yol olmadığına inanmıştı. Yavaş yaış Altaylar bölgesini Çinlilerden temİE-di. Bu sıralarda ona Batur adını K-tılar. 22 Temmuz, 1943 de Altaylar z-men tamamen Çinlilerden temizlenişti. Bulgun'da yapılan bir törenle teman Batur Altay Kazaklarının Hı'ı ilân edildi. Osman Batur 1.85 boyıftt, kaim yapılı, kısa ve kalın boyunhıs-mer, gözleri daima yarı - kapalı de cek derecede kısık, kaşlarının ası kırışık, az konuşan bir adamdı. Şsı için hiç bir ihtirası yoktu. Yalnız ü-yük gayesinin ihtirasını taşıyordu.
Osman Batur'un büyük gayesi üriğiz çağında olduğu gibi Altaylasn başlıyarak bütün Türk yurdunun in ve Rus'tan temizlenmesi idi.
Osman Batur'un en başarılı çajn-da, 1944 - 1945 de Tanrı Dağlarının u-zeyindeki bütün Doğu Türkistan kızaklarının toprakları, birkaç şehir ns-tesna, kurtarılmıştı. Sonra Korafet ordularının baskısıyla önce Altaıır, sonra Tarbagatay dağları, sonra vras yavaş diğer yerler elden çıktı. 194îia Osman Batur daracık bir dağ bidesine sıkışmıştı.
Osman Batur çete savaşlarının, .e sür'atli hareket savaşının tam bir.s-tasıydı. Yıllarca tanklı ve uçaklı aşman ordularını uğraştırdı, yok e4e-medi.
Başlangıçta 30 bin savaşçı olan kv-ve'ti 1950 de kadın ve çocuklar dahili 4 bine inmişti. Son sığındığı yer Gezıu] bölgesiydi. Karakışta haj'vanlar dajir-da barınamıyor, eteklere inmeye nrc-bur oluyorlardı. O zaman da tanft-dan tehlike doğuyordu.
1951 Şubatında komünistler yine *r baskın hücumu yaptılar. Kazaklrn büvük kısmı vine baskından kurttan.
OSMAN BATUR Büyük kahramanın şehit edilmesinin ILyıldönümü Kadınlar ve kızlardan tek tük ele geçenler olmuştu. Biri Osman Batur 'un 17 yaşındaki kızı Azpay idi. Batur onu kurtarmak için 200 kişilik bir komünist birliğine karşı bir geçit yerinde tek başına hücuma geçti. Kaç tanesini öldürdü, hesabı bilinmez. Pusu yerine geldiğinde hepsi ya kaçmış ya ölüydü. Kızı diriydi. Osman Batur 'un atına atladı ve ikisi beraber dört nala uzaklaştılar. Donmuş bir gölden geçerken atın ayağı kırıldı. Atın cesedini siper ederek düşmanı saatlerce yaklaştırmadılar. Komünistler onu diri yakalamak emrini almışlardı. Batur'un cephanesi tükendi. Yakalandı.
80 kilometre kadar ötede Tung - Hu ang şehrine götürüldü. Orada işkenceden sonra bağlı olarak at sırtında sokakları dolaştırdılar. «Türkistanı Çin lilerden kurtaracağım diyen adamın haline bakm» dediler. Ama ağzını tıka mayı unutmuşlardı. O halde bile: «Ben ölebilirim, ama dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek!» diye bağırdı. Sonunda Urumçi'ye götürülüp orada 29 Nisan 1951 de şehit edildi. Son dakika'ya kadar metanetini kavbetmedî. Bir gün yeni Osman Ba-turların çıkacağı ve son zaferin onlar da olacağı hakkında inancı da hiç sar sılmadı. Allah Rahmet evlesin.
OSMAN BATUR'UN BİR ÇARPIŞMASI
Bizzat Osman Batur'un emrinde savaşmış, bir aralık ona yaverlik etmiş bir zat anlatıyor. Demirperde gerisinde kalan akrabalarına zarar gelmemesi için adım mahfuz tutuyoruz.
Düşman Kızıl Çinli'dir. Çarpışmanın olduğu yer yukarı Altav dağlarının en doğu eteklerinde Moğol ili sınırlarına yakm Tokuz Tav'dırT Günü 15 Temmuz 1944. Düşman kuvveti 7000 kadardı. Türkler 4000 kadar Ama düş manın ateş kuvveti bakımından üstün lüğü sayıca üstünlüğünden kat kat fazla. Çünkü bizimkilere çok üstün silâhlarla mücehhez. Bilhassa makineli tüfek üstünlüğü nçık bir fark yara-tıvor. Savaşanın ağzından dinlivelim:
İki gündür savaşıyorduk Mevcut kuvvetlerimiz iki kanada ayrılmıştı. Sol kanada kumanda eden Canabil Batur'du. (Osman Batur'un birinci ya veri.) Sag kanada Osman Batur biz
zat kumanda etmekteydi. Taarruz eden taraf bizdik. Her iki kanat ta düşman saflarına şiddetle hücum ediyor, düşmanı güç durumlara düşürüyordu Ama düşmanın sayı ve ateş kuvveti üstünlüğü fazla idi. Kesin netice alamıyorduk.
Biz de çok yıpranmıştık. Susuzluk ta çekiyorduk. Bulunduğumuz yer su dan uzaktı. Üstelik Temmuzun sıcağı ortalığı kasıp kavuruyordu. Top, tüfek sesleri kâh aralıklı olarak devam ediyor, kâh cehennemi bir hal alıyordu. Biz bir hile tecrübe ettik. Bozgun halinde ric'at eder gibi yaptık. Bizi takip edecek düşmanı pusuya düşürmek istiyorduk. Ama düşman biraz ilerleyip. mevzilerini düzeltip durdu. Çünkü 5-6 kilometre ilerimizde ki bir vaha suyunu terk etmek istemiyordu. O civarda başka su yoktu.
Vakit ilerlemiş, ikindi namazı olmuştu. Osman Batur. çok hürmet ettiği hocası Ercan Bey ile namazı kıl-
Uzun yıllar komünist lere karş ı kahramanca savaşarak şehit düşen Osman Batur 'un h ü r dünyaya çıkarı labilen ye
gâne fotoğrafı.
mış, harekâtı takip ediyordu. Bir ara kumandanlardan Abbas gel
di ve susuzluktan erlerin daha fazla dayanamayacak halde olduklarını söyledi. Osman Batur ufuklara bakıyor, düşünüyordu. Dalgın gibi bir hali var di. Karar vermçden önce çok kere ona öyle bir hal gelirdi. Birden şu emri:
— Benim kanadımdakiler! Atlara! Atlara!..
Osman Butur yakalandıktan aylarca sonra çeşitli işkencelere maruz bırakılarak idams götürülüyor. Bu sahneden birkaç dakika sonra Osman Batur 'un ön
ce ku lak tan , sonra kolu kesilecektir . (Bu resim gizlice çekilen hakiki bir fotoğraftan yapılmıştır.)
Güzel bir Kazak kızı.
Diye gür sesiyle haykırdı. O'nun gür sesi erlere daima kuvvet ve cesaret kaynağı olurdu. Bir anda sayılacak kadar kısa zamanda karşısında 2000 atlı dikilmişti. Emirlerini verdi. Kendi emrindeki sağ kanat doğrudan doğruya düşmanın merkezine, suyun bulunduğu yere cepheden hücum e-decekti. Biz sol kanat, yüksek yerlerdeki mevzilerimizi muhafaza edip düşmanın sağ kanaddaki arkadaşlarımızı arkadan ve yandan da vurmasını önleyecektik.
Osman Batur: — Hücum! Hücum! Hedef Çinlile
rin bulunduğu su!... diye gürledi. Osman Batur, elinde mavzeri beyaz
atıyla en önde düşmanın bulunduğu suya doğru yıldırım sibı akıyordu. Düşmanın makineli tüfekleri de !
yıldırım hızıyle gelen Türk kuvvetlerini tarıyordu.
Biz bulunduğumuz yerde heyecandan kaskatı kesilmiş gibi, gergin ve sararmış yüzlerle savaşı takip ediyorduk. Neticeden pek emin değildik, îkibin atlı, önlerinde büyük kumandanları olduğu halde, Allah, Allah, ses leriyle bile bile ölüme gidiyorlardı... Pek az sonra bizimkiler vaha bölgesine dalmışlardı. Havaya toz duman kalkıyor, içinden silâh sesleri geliyordu. Dürbünle bakıyordum, dövüşenlerin kimler olduğunu pek seçemiyor-dum. Göğüs göğüse vuruşma başlamıştı.... Yarım saat sonra Çinli birlikleri vahayı terk ederek canlarını kurtarmak için kaçıyorlardı. Biraz önce Çin bayrağının dikili olduğu yerde şimdi ay yıldızlı Türk Tuğu dalgalanıyordu. Artık, birdik kumandanımız savesinde suyu biz kana kana içebilirdik.
Savaş sahasını taradıktan ve sayım yaptıktan sonra tara netice şöyle ortaya çıktı:
Bizim kayıplarımız: 100 şehit, 50 at ölü, 20 silâhımız ka
yıp. Düşman zayiatı: 200 esir, 300 silâh elimize geçen, 20 at ölü, 300 kadar da düşman cesedi savaş meydanında. (NOT: Bu çarpışmalarda Kazakların
en büyük sıkıntısı daima silâh azlığı olduğundan, ele geçirilen 300 kadar sağlam silâh önemli kazanç tır. Şehit sayısının yanında ölen at sayısını da Kazak savaşçısının a-radan bu kadar yıl geçtikten sonra hatırında tutması ve söylemesi de Kazak'ların at sevgisinin kuvvetini göstermesi bakımından dik» kate değer.)
HAMASİ TÜRK ŞİİRİ
ANTOLOJİSİ Derleyen: FAHRÎ ERSAVAŞ Uzun zamandan beri beklenen
ve bizde ilk defa yapılan bu esas-kahramanlık konusunda destan-
h antolojide millî duygular ve lar, eski ve yeni sekilerde her türlü gürler toplanmıştır. 210 büyük sayfa. Fiyatı 5 lira. Her milliyetçinin almasını tavsiye ederiz. Bilhassa okurlar ve müsamere
tertip edecekler için şarttır. İdarehanemizden sağlanabilir.
(Bas tarafı 7. sayfada)
Türk gençliğini dejenere etmektir. Kadeş hâdiseleri ve buna benzer gay-riahlâkî olaylara böyle müstehcen neşriyat sebebiyet veriyor. Biz milliyetçi gençler olarak bu tip neşriyatla mü. cadele etmeğe kararlıyız.»
PERİ'Yt SATMAMAYA KARAR VERDİLER
KOZAN — Sedat Çalışkan Şehrimizde bulunan bayiler, dan
sözlerin çırılçıplak, açık saçık resimlerini basarak gençliğin ahlâkını bozan PERİ mecmuasını satmamaya karar vermişlerdir. Bu hafta gelen PERİ mecmualarının paketlerini açmayarak olduğu gibi geri göndermişlerdir.
AHMET YILDIZIN KONFERANSI Ebedî senatörlerden Ahmet Yıl-
dız'in Ankara Türkocağı'nda verdiği ve iki haftanın Cumartesi günlerini dolduran konferansının, başkentin milliyetçi çevrelerinde çok kötü bir tesir- yapmış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
Bize verilen habere göre, Yıl-dız'in konferansının konusu, milliyetçiliğe aykırı cereyanlardır. Ebedî senatör, bu cereyanları anlatırken Irkçılık ile Turancılığı da işin içine sokmuş, hattâ bir ara aşın milliyetçilik diye bir şeyden daha bahsederek ne olduğu belli olmayan bu aşırı milliyetçiliği de kötü bir geymış gibi göstermiştir.
21 Nisan Cumartesi günkü konuşmada, bilhassa gençler tarafından çeşitli sorular sorulmak suretiyle sıkıştırılan Yıldız, bunların hiçbirine tatmin edici cevaplar verememiş ve hayli terlemiştir. Gençler konferansın bitiminden sonra, Yıldız'ı yukarı salona davet ederek orada 'da1
hayli sıkıştırmışlar ve terletmişler-dir. Ancak Samsun senatörü Dr. Te-vetoğlu'nun yaptığı fcir hasbihalden sonradır ki, başkentli gençler Yıl-dız'm yakasını bırakmışlardır.
Bize kalırsa, herkes ancak bildiği meseleler üzerinde konuşmalıdır. Bilmedikleri şeyleri karıştıranları bekleyen akıbet elbette ki, hüsran olur.
BU DA NE DEMEK? Ankara Savcılığı, Köy Enstitüleri
açık oturumu dolayısıyla Nejdet Sançar il© Ali Uygur'un ifadelerini aldı!
Haber îldığırmza göre, Ankara Savcılığı Basın Bürosu, arkadaşınız Nejdet Sançar ile Ali Uygur'un ifadelerine başvurmuştur. Savcılığa davet edilen Nejdet S'ançar'a, Ankara'da yapılan meşhur açık oturumda, Köy Enstitülerinin komünist yuvaları haline geldiğinin resmî vesikaları olarak söylediği eski baş müfettişlerden Fethi îsfendiyaroğlu ile Osman Bener, Sami Akyol ve Lûtfi Ercin tarafından müştereken hazırlanmış raporların muhteviyatına nasıl vukuf peyda ettiği sorulmuştur. Yine Ali Uygur da. bu açık •"•'urumlarda ve ayrıca Türkocağı'nda
i
Iııınııınııııı i ı [ i 11 M ı i; i E rı E r M M FU M ı n ti tıı ı MMI ııt M i u MttiMi n i ı ıı f M ıı ı MMI ı IMM M ı ıııı ııı r i rı n ITMI ı ıı ı İM 11 rıı E ıı ı ıı TII ı; ı i ı T r i! in: i i i r ı tt r i ti i n i 11 r u n 11: ı ii E : ÎM 11 ıı f r tt rîîi ıı 11 ıı t r tt M iMtırt ııttı ırn ıııtttt^g I Macar Millî Şairi Petöfi'nin yazdığı ve Basri Gocul'un i>öyîeleştirdiği iki şiiri ya- 1 1 ymlıyoruz. Aradan yüz yıldan fazla zaman geçtiği halde ne kadar canlı ve taze kal- | | dıkiarı apaçık helli olmaktadır. &
KÖPEKLERİN ŞARKISI Sofradaki artıklar bizlere günlük gıda, Asla kusur etmeyiz besliyeae saygıda!
Evdeki efendinin bir yaman kırbacı var, Sırtlarımız üstünde bazı bazı sert saklaı
Unutulur acısı çok geçmeden arası, Zira tez iyileşir köpeklerin yarası.
Müşfiktir, lûtufkârdır sahibimiz pek fazla, öfkesi basılınca okşayrp sever hazla.
Huzurunda sessizce yere kuyruk çalarız, ikicik ayağım minnet ile yalarız
KURTLARIN ŞARKISI Değişmez yurdumuzdur gepgeniş ıssız kırlar.. Kış mevsimi gelip de başladı mı yağmur, kar.
Şiddetle tehdit eder soğuk ve açlık bizi! Merhametsiz avcılar güderler peşimizi,
Atılan kurşunlarla sık sık yanar canımız, Beyaz karlar üstüne damlar kmî kanımız.
2
I
Avcdan kurşun yeriz, aç kalırız, üşürüz. S Buna rağmen mesuduz. Neden mi? Çünkü hürtrz!!=
mııııııiHiııımıııııııımııııııınıııııııiıiııııııııııiTO
verdiği konferansta ortaya koyduğu vesikaları nereden elde ettiği tarzında suallere maruz kalmıştır.
Köy Enstitüleri açık oturumlarının Türkçülük - Komünistlik mücadelesinin bir parçası olduğu malûmdur. Nejdet Sançar ve Ali Uygur, ortaya koydukları vesikalarla kızıl oyunların mahiyetini belirtmişler, yâni Türk milletine hizmette bulunmuşlardır .Millete hizmetin karşılığı, savcılıkta ifade vermek midir?
Aşırı enstitücülerden C.H.P. mebusu Şükrü Koç'un bir müddet önce Meclis Başkanlığına verdiği bir soru önergesinde enstitülere ait vesi-' kaların ne şekilde bâzı ellerde dolaşmakta olduğu şeklindeki sorusu ile Savcılığın bu hareketi arasında bir münasebet var gibi görünmektedir. Yoksa Türk milliyetçiliğine karşı yeni bir haçlı seferi açılmasına mı çalışılmaktadır?
Adalet Bakanmn ve B.M.M.'ndeki vatansever üyelerin dikkatlerini çekeriz.
Millî Yol, bu mesele üzerinde hassasiyet ve ciddiyetle duracaktır.
BAŞKENTTE ASAYİŞ ANKARA — FERÎT Törümküney
16.4.1962 Pazartesi günü şehrin merkezî yerlerinden biri olan Kızılay-da (Sakarya caddesinde) saat 17.15 ten 17.45 e kadar süren yan kanlı bir kavga olmuştur. Ayakkabı boyacıları ile at arabacılarının teşkil ettiği taraf-birbirlerine tornavida ve bıçakla sal. d.rmışlardır.
Durumun vehametini görüp bulvarda polis arayan kalabalık halk grupları olay yerine geldikleri zaman teessürle poüs yok demişlerdir. Asayişin berkema] olduğu söylenen Baş. kentte cereyan eden olay civarda hayretle karşılanmış ve balkın -polise o-lan güvenini sarsmıştır,
ÖNCÜ
öncü, bir sun'î • peykin ismi değildir
Öncü, bir gazete adı da değildir. Öncü, asâb.ı kehfimize göre, sos
yalizmdir. Ama sosyalizm, iktisaden geri kalmış memlçfcetlerde KOMÜ-NÎZM'in öncüsüyraüş?.. Bayların umurunda mı? Onlar sâdece «Nur topu gibi bir ihtilâl» de oturacakları koltuklan hayâl ediyorlar..
YAMEIYORSUNUZ MADAM!.. Eğer gazetelerin yazdıkları doğruy.
sa Mrs. Stikker, kızlarımızın Türk motifleriyle süsleyerek diktikleri bâzı elbiseleri gördükten sonra: «Türkiye'nin kırk senede bu kadar gelişmiş olmasından hayret duyuyorum» demişsiniz!..
Hayır Madam, yanılıyorsunuz!. Ve
öyle anlaşılıyor ki siz Topkapı sarayını henüz görmemişsiniz, Askerî müzeyi de gezmemişsiniz, nice diğerlerinin mevcut olduğundan da haberdar değilsiniz. Bittabi muhteşem Türk tarihini de bilmenize imkân yok. O halde nasıl oluyor da dünyanın en büyük medeniyetini kuran biz Türk, lerin medenî varlığını yarım düzine kadın elbisesine bağlıyabüiyor ve bu varlığı kırk yıl öncesinden başlatabiliyorsunuz.
Hayır Madam, çok hem de pek çok hatâya düşüyorsunuz. Biz» on metre şifon, beş metre satenle ölçmeyiniz, lütfen.
TARAFSIZ GÖRÜŞLE: AF MESELESİ Büyük Millet olarak, her konuda ol
duğu gibi, hu konuda da, soğukkanlı düşünmek zorundayız. Milletin yüksek menfaatleri için kendi duygularımızdan, kendi menfaatlerimizden, hattâ, en zoru, gerekirse gururumuzdan ve izzetinefsimizden fedakârlıkta bulunmak zorundayız.
Af konusunda, isteyenler arasında da, istemeyenler arasında da, fazilet ve duygu asaleti bakımından en yükseğinden en aşağılık olanına kadar var.
bir kısım basın istediği tarafa gitme? yenlere topyekûn sövüyor. O yola sapmayacağız. Bizim gibi düşünmeyenlerin hareketlerini önce en asil maksat* lara yoracağız, ve karşımizdakindç böyle bir faziletin eserini hakikaten gördüğümüz zaman samimî olarak se* vineceğiz.
Önce af isteyenlerin maksatlarım gözden geçirelim:
1 — Mahkûmların yakınları. Onları sevenler. Dostluk sadakati gösteren-
İZMİR TÛRKOCAĞI SEMİNER ÇALIŞMALARI — KONFERANSÇI
Müh. Süleyman Karagülle Necati Arslaıa
Müslihittin Sönmez Naci Kuşadah Mehmet Yeniler (iktisatçı) Dr. Nejdet Pamir Av. Nejde* Doğanata
Hasan Oraltay
Oğ. K. Fedai Coşkuncr Ög. Tahsin Burdurlu
NOT: Konferanslar saat 21.00'de TÛRKOCAĞI salonunda verilecektir.
TARİH 14/4/62 Cumartesi 21/4/62
2S/4/62 5/5/62
12/5/62 19/5/62 26/5/62
2/6/62
9/6/62 xmm
»
» » » » »
»
» .»
KONU Sağcılık ve solculuk
Konüinirim tehlikesi ve ah nacak tedbirler Ahlâk ve Hukuk Milliyetçi kimdir? îslâmda sosyaî adalet Milletlerde tarih şuuru Albert Camusta Allah fikri ve tenkidi D. Türkistan folklor incelemeleri Dil dâvamız Edebiyatımızda milliyetçilik
ler. Böylelerinin çok oluşu mahkûmları suçlayanları üzmesin. Gönüllere hükmedilemez. Der in sevgiler ana sevgisi g ib id i r : Sevilenin kabahat i olsa d a yine sever. Milletimizin büyük bir kısmanda bu kadar derin, köklü, ve zamanla kaybolmayan sevgi bulunması e lbet te ki, iyi bir a lamett i r . Sevilen o sevgiye lâyık veya değil, o ayr ı mesele, ama muhakkak olan şu ki, der in ve devamlı sevgi bağı ile bağlanabi lmek ve bunda sadakat gösterebi lmek başlı başına kıymetl i b i r hassadır.
Ş i m d i : «Onlar bu suçlu mahkûmlar dan başka sevecek kimse bulamadı lar mı?» diye s inir lenenler i bir nokta üzer inde düşünmeye sevkcde l im: «Onlar suçluları bu kadar sevebilme ka biliyeti gösterdiklerine göre, suçsuz olan sizleri kimbil i r ne kada r sevebileceklerdi! Kendinizi sevdirmek gayret ine niçin başlamıyorsunuz?»
2 — Yassıada duruşmalar ın ın şekline veya verilen hükümlerin esas ba lamından adalet ine dair çeşitli düşünce sahipleri . (Bunlar ın ne dereceye kadar doğru veya yanlış olduğunun tarafsız b i r ta r t ı şmasına giremiyoruz. Tedbir ler Kanunu engel. Ancak şu kadar ını söyliyelim : Bu gibi konularda konuşmak ve yazmak yasak olmasaydı, belki he r iki taraf da karş ı tarafın ilk sanıldığından daha makûl olduğunu görecek, aradaki farklar ın sanıldığı kadar der in olmadığını anlayacak, ve bundan büyük millî menfaatler doğa çakt ı ) .
3 — Bir par t i başkanı tarafından ve bâzı yazarlar tarafından, meclise ka rg ı : «Af yapamazsın, haddine mi düşmüş!» gibi sözler ve imalar yüzünden meclis otoritesinin sarsıldığını düşünenler ve bunun ancak meclisin bilfiil affı çıkarmasıyla telafi edilebileceğini düşünenler . Ve affın çıkması-nı bu bakımdan bir izzetinefs meselesi yapanlar .
4 — Seçilirken af vadeden, ve gim di bu vadini yer ine get i rmek mecbur iyet ini duyan polit ikacılar. Seçim sırasında böyle b i r vaadüe bulunanlar hakkında iyi düşünebil i r veya kötü düşünebiliriz. Ancak, eğer politikacıların hepsini toptan z.'.-te bulanmış saymaz sak, ve onlardı aras ında «iyi» ve «kötü» farklar ı görürsek, ha t tâ isterseniz hepsini kötü sayıp da yalnız kötülüğün derecesi bakımından bâzı farklar kabul edersek, şunu kabul e tmek zorunda kalırız ki, yersiz de olsa b i r vaaddc bulunan iki polit ikacıdan, birincisi se ei ldikten sonra o vaadi t amamen unu t tu rmak ve kol tuğunda raha t etmek ister, ve ikincisi ise, «Yahu biz falan şeyi vaadetmişt ik, bunu şimdi yapmazsak nasıl olur!» demek ihtiyacını duyarsa, bu iki politikacı arasında ikincisi çok daha namuslu olanı-
MİLLİ YOL f l H
eı^mistfe SlIRHliin
wmm Atsız - Sabahattin Ali dâvası
Daha sonraları Bulgarislana kaçarken öldürülen Sabahattin Ali, 26 Nisan duruşmasında mahkeme salonundan pencereden atlamak suretiyle kaçmıştı.
| O yıl önce bu hafta, 26 Nisan 1944 Çarşamba günü, Türkçülük ve adalet I O tarihinde mühim yeri olan Atsız - Sabahattin Âlî dâvası görülmeye
başlanmıştı. Aslında, 1930 dan beri kapalı şekil
de sürüp gelmekte olan Türkçülük -komünizm mücadelesinin gün ışığına çıkması demek olan bu dâvaya sebep Atsız'ın komünistler hakkında yazdığı meşhur açık mektuplarından ikincisinde Sabahattin Âli'nin komünistliğini açık şekilde belirtmesi idi.
Gerçekte korkak bir adanı olan Sabahattin Âli, bu dâvayı, o zaman Maarif Vekili Hasan Âlî Yücel. U l u s gazetesinin başyazarlığını yapan Falih Rıfkı Atay ve Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın teşvik ve destekleriyle açmıştı.
Duruşma, 26 Nisan günü saat 10 da, Ankara Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinde başladı. Yargıç Saffet Unan, Savcı da Hadi Tan idi. (Bu zat sonradan Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve milletvekili olmuştur. Daha sonra da Yassıada'da ağır hapse mahkûm edilmiştir. Şimdi Kayseri Cezaevindedir.) Duruşma salonunda büyük bir kalabalık vardı. Bilhassa Harbiyeîi ve Üniversiteli gençler salonu tıklım tıklım doldurmuşlardı. Sabahattin Âli salona girince milliyetçi gençlerin mırıldanmaları o kadar arttı ki, yargıç duruşmanın bu vaziyette yapılan ı l acağ ım ve muhakemenin tatil edildiğini bildirdi.
Salon boşaltılınca, duruşmanın yukarı kattaki büyük ağır ceza salonunda yapılacağı rivayeti çıktığı için dinleyiciler ve Atsız yukarı çıktılar. Fakat bir genç gelerek duruşmanın yine aşağıdaki salonda yapılacağını Atsız'a söyledi. Sıkı emniyet tertibatı alman aşağı kata inilip Atsız zorlukla içeri girince salonun kapısı kapatıldı.
Yüzlerce genç dışarda kalmıştı. Kendilerinin hile ile dışarı çıkarıldıklarını sanıyorlardı. Bunun için de salona zorla girmek istiyor, polis ve jandarma ile çatışıyor, salonun kapılarını zorluyorlardı. Dışardan kırılan
dır. Hem de yalnız af işinde değil, her işde.
5 — Yabancı umumi efkârı yakından izleyenler ve Türkiye 'nin dışarı daki i t ibar ının yerine gelmesi için çareler arasında affı düşünen vatanse verler . (İşin esası hakkında duygu ve
cam seslen geliyor, büyük kapı sallanıyordu. Yargıç, duruşmanın tekrar tatil edildiğini zabıt kâtibine yazdırırken kilitleri sökülen kapı açıldı î ve gençler kan ter içinde salona dolmaya başladılar. Bu durumda çok 1 korkan Sabahattin Âlî, karışıklık sırasında Adliye binasının birinci ka- 1 undaki pencereden sokağa atlıyarak kaçtı. Duruşma da öğleden sonraya bırakıldı.
Büyük kalabalığa karşı çok sıkı tedbirler alınmıştı. Bu duruşmada Sabahattin Âlî, Atsız'ın kendisine neşren hakarette bulunduğunu, bu bakımdan cezalandırılmasını istedi. Atsız da Sabahattin Âlî'nin vatan hainliğini ispat edeceğini, davacının bu- :
na rıza gösterip gösiermiyeceğinin sorulmasını istedi. Yargıç bu isteği haklı buldu, ispat hakkı tanıyıp ta-nımıyacağının davacıya sorulmasına ve duruşmanın 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü saat 10 a bırakılmasına karar verdi.
Duruşma salonundan çıkan genç subaylar, Harb Okulu öğrencileri ve Üniversiteli gençler Atsız'ı bırakmadılar. Gençlik Parkı'na kadar beraber yürüdüler.
İlk duruşmayı takip eden günlerde Türkçülük aleyhine yeni komplolar hazırlanacak, büyük bir darbenin ;
plânlaştırılmasına başlanacaktı. Fa- ş kat tarihe geçecek bu hain hazırlıkların hiçbirinden ne Atsız'ın, ne de arkadaşlarının haberi vardı.
Sabahattin Âlî'ye gelince... O da birkaç yıl sonra Bulgaristan sınırında «kızıl cennet» e kaçmak üzereyken kafasına yediği bir darbe ile cezasını bulmuş, vatan hainliğinin gerçek ispatı, çamurlu bir çukurda bulunan kokmuş cesedi olmuştu.
1944 - 45 Türkçülük dâvasının ilk safhası olan 26 Nisan duruşması hafızalardan ve hâtırv.lardan silinmiye-cek değerde ve büyük bir ibret dersi ölcüsündedir.
düşünceleri ne olursa olsun). Bu konu hassas ve bir milliyetçi için acı bir konudur. Ama gerçek bir meseledir. Şimdilik işaret etmekle yetinelim.
6 — Af konusu askıda kaldıkça bir kitlenin kırgınlığının devam edeceğini, huzursuzluğun ve çekilmenin so-
Kabiliyetleri takdir edilen subayların
emekliye şevkini Norstadt durdurdu
Siyasî partilerin boş tartışın alan karşısında askerlerin memnuniyetsizliği durmadan artıyor
istanbul, 10 Nisan — Meclisin 26 Martta açılması dikkatleri se'ferber etmesi gerekirdi. .Yirmi günlük tatilden sonra milletvekillerinin yeni bir enerji sarfetmeleri beklenebilirdi. Gerçekten 22 - 23 Şubat tehlike işareti terletici olmuştu: Bu, genç subaylarda, siyasî çevrelerde iddia edildiği gibi müesseselere karşı bir tavırdan çok o müesseselerin başmdakilere karşı şüpheyi, hattâ iti matsızlığı göstermişti.
Halbuki, 26 Marttan beri, Meclise ne hükümet ne de herhangi bir mebus ta rafından önemli bir tek kanun teklifi verilmemiştir. Bu kanun koyma boşluğu karşısında siyasî hayat istifalardan usanmış durumdadır. Çoğu zaman geçici olan bu istifalar partiler içinde şahısların ve eğilimlerin havasım taşımaktadır. Gazeteler bu iç mücadeleler le dolu. Dört partinin de içinde cereyan eden bu mücadelelerle pek az kimse ilgilenmektedir. Zira bunlar ustaca oyunlardan ibaret olup, takip etmek için insanın fazla mütecessis mizaçlı olması ve hafızasını bunlarla yorması gerekiyor.
Siyaset adamlarının bu didişmeleri karşısında yaralanan büyük bir bünye var: Subaylar. «Ordunun ne düşündüğünü» hiç kimse söyleyemez, fakat herkes şunu diyor ki, askerler kabiliyetle--rini memleketin hizmetine koyacakları saati bekliyor ve hazırlıyorlar.
27 Mayıs 1960 m büyük değeri söz hürriyetini kurmuş olmasıdır, işte o zamandan beri düşüncelerin ve tutum ların gelişmesini gösteren iki nokta var:
1 — «Sivillerin» çoğu, Silâhlı Kuv vetlerin şahsiyetine tecavüz etti i tham korkusuna kapılmaksızm askerler harl için ne kadar iyi yetişmişlerse yardı idarede de o kadar beceriksizdirler, de meye cesaret edebilmektedir. Bilhass: üniversite profesörleri subaylar için şı görüşü ileri sürmektedirler: Askerlerin disiplini kültürsüzlüklerini affettirmi yor, onların kültürsüz kalışına sebep askerî liselerde ve Harbokulunda «ka palı» bir hayat sürmelerinden ileri gel inektedir.
2 — Bugün bir subaydan şu itirafı duymak oldukça kolay: «siviller» memleketin kalkınmasını sağlayamazlar, kaldı ki halk sefalet içinde. Bundan sonra subay da, parlâmentoya gelenlerin kültürsüzlüğünü ileri sürmekte, memleketi tanımadıklarını ve yeteri kadar dışarı seyahat etmedikleri için dünya meselelerini de hiç bilmediklerini iddia et mektedir. Subaylar ise Birleşik Ameri-kada ve Avrupadaki meslekî stajları sı rasmda olsun, NATO veya CENTO'nun askerî konferansları dolayısile olsun dış dünyaya «açık» durumdadırlar.
Anayasanın 111. maddesi gereğince kurulacak olan «Millî Güvenlik Konseyi» acaba bu ayrılıklar dolayısile mi kurulacak? Bu konsey Devlet Başkanının idaresinde sivillerden: Başbakanı, Millî Savunma, Dışişleri, İçişleri, Sanayi, Ba yındırlık. Ticaret ve Çalışma Bakanla rmı; askerlerden ise: Genelkurmay Başkanı ile Kuvvetler Kumandanlarını içine almaktadır. Bu konsey hükümete Millî Savunma ile ilgili işler üzerine fikir verecek, ayrıca «memleketin iç ve dış emniyeti ile ilgili kurumlar arasında işbirliğini sağlayacaktır.
Bazı kimseler bu konseyi hükümet üstü bir yüksek heyet gibi görmek istemişlerdir. Daha fazla bilgiyi bu Konseyin kuruluşunu kanunlaştıracak tasarı gösterecektir.
ORDUDA AYIKLAMA. Bu arada millet ile ordu arasındaki
bağların başka bir yönü daha var: Mart ayı sonunda birçok istanbul gazetesi ordudaki «temizlik» hareketi karşısında heycanlanmıştı. «itaatsizlikten dolayı» diye vasıflandırılan bu ayıklamalar veya nakiller bir ay içinde ikinci defa vu-kubuluyordu. Fakat basında Mart ayı başında bu konuda çıkan haberler 17 Martta Millî Savunma Bakanlığının bir yalanlaması ile karşılanmıştı. Gerçekten bildiride: «22 Şubat isyan hareketi kara, hava ve deniz kuvvetlerinin müştereken aldıkları tedbirlerle bastırılmıştır» deniyordu. Şu halele mesele «kapanmıştı» sanılırdı. Fakat haberlerin tazelenmesi üzerine Millî Savunma Bakanlığı yeni bir bildiri yayınladı ve 3
»*SK:3FSs!!şŞ»:
Nisan tarihini taşıyan bu bildiride «şu ana kadar çeşitli rütbelerde 69 subay emekliye sevkedilmiştir.» denilmektedir. (24 Şubat tarihli bildiride adları yazılı 24 subay dahil).
Bu ayıklama ile genel olarak subaylar bünyesinde açılan kaynaşma bir süre kapatılabilecektir denilmektedir. Fakat bunun daha aazik bir tarafı var:
Bu ayıklama ordunun bünyesinde tesirini gösteriyor, bu ordu ise, herkesin övündüğü gibi NATO içinde bir değer taşıyor. Bu açıdan bakılırsa General Norstadt 'm Ankaraya onbeş saat için gelip dönmüş olması manalıdır. Genel olarak söylendiğine göre NATO Başkumandanı Türk ordusunun yeniden düzenlenmesi için gelmiştir: Bu deyim çok müphemdir. Bazılarına göre Norstadt ihtisas sahibi olan subayların ayıklanması karşısında endişesini belirtmiştir, zira bu subayların en modern silâhların kullanılmasında gösterdikleri kabiliyet Birleşik Amerika Pentagonu (Genel Kurmayı) tarafından takdir edilmektedir. Şurası gerçek ki Norstadtm gittiğinin ertesi günü Millî Savunma Bakam «Bundan böyle emekliye ayrılma olmayacaktır» bildirisi ile mânayı tamamlamıştır.
Bu sırada iktisad ve sosyal alanları en az işleyen sahalar kalıyor. Avrupa Müşterek Savunma Teşkilâtının genel sekreterinin geçen haftalarda Türkiye'ye yaptığı yolculuktan önce Türkiyeye iki kısımda ödenecek krediler açılmıştı (25 ve 20 milyon dolarlık). Halbuki bu teşekkül temkinli davranmakta ve Ağustos 1958 ayarlama tedbirlerine bağlı kalmaktadır. Bu tedbirlerin alınmasından eski idareyi sorumlu görmek isteyenlere teşkilât bunun doğru olmadığını, bu tedbirlerin Avrupa iktisadî işbirliği tarafından alındığım hatırlatmıştır. Atılgan «Yeni istanbul» gazetesi gibi bunun bir koltuk değneğinden ibaret bir yardım olduğunu söylemesek de hiç şür>
*"~^te™««sp&
he yok bo: dırmayacağı çuk milyar çıkartacak? dediği gibi • kudan veya zivettedir.
Le Monde zarı: Julien
ulmuş bir piyasayı canlan-muhakkaktır . Peki birbu-
[irayı şahsî kasalardan kim O liralar ki bir çoklarının Maliye Bakanı dahil - kor-itimatsızlıktan donmuş val i Nisan 1962, 7. Sayfa. Ya-Le MOYNE
SEVENLERİN KALEMİYLE H. NAMIK ORKUN — Ziyaeddin Ba-bakurban — Toprak Yayınlan. Nu: 14 — İstanbul, 1962-40 sayfa. 125 kuruş.
Ömrünün uzun yıllarım Türkçülüğün yayılması ve kuvvetlenmesi yolunda harcayan merhum hakkında, ölümünden sonra yazılmış yazılardan on ikisini derleyen bu eser, ülkü için ömrünü vakfedenlere karşı ödenmesi gereken bir vefa borcunu yerine getirmektedir.
Kitaba yazısı alınmış olanlar, yazı sırası itibariyle, §u yazarlardır: Tuğrul Önder, İsmail Hakkı Gökhun, Abdullah Savaşçı, Hamza Sadi Özbek, Ziya Hacaloğlu, Nej-det Sançar, Necmeddin Seferci-oğlu, Mücellitoğlu, Ali Çankaya, M. Zeki Sofuoğlu, A. Okçuoğlu, Fahriye Yılanhoğlu.
«TOPRAK. P.K. 30 — Beyazıt -İstanbul» adresinden sağlanabilir.
nu gelmiyeceğini ve yurtta hakikî ilerleme hamlelerine girişilmesinin gecikeceğini düşünen tarafsız vatanseverler. (Yine işin esası hakkında duygu ve düşünceleri ne olursa olsun).
AFFI İSTEMEYENLER : 1 — Ordu içinde bir azınlık. Azınlık
olduğu muhakkak, ama ne miktar bir azınlık? İşte tâyini zor bir mesele. İnönü'cülerin bu sayıyı çok şişirdikleri muhakkak ama, af isteyen bâzı politikacıların dedikleri gibi «bir iki kişi» den ibaret de değil. Herhalde ikisinin ortasında. Bu af istemeyen subaylar kadar az anlaşılmış, yanlış anlaşılmış, hakkı yenilmiş bir zümre belki memlekette yoktur. Yazımızın başlangıcında ileri sürdüğümüz «asil maksatlara yorma» prensipini işte bu subaylara da tatbik etmek lâzımdır. Bunun üzerinde önemle duruyoruz. Böyle yapmakla hem tarafsızlığımızın hakkını verdiğimiz, hem de gerçekten millî menfaatlere hizmet ettiğimiz inancındayız.
İlk önce umumî olarak bu subayların hepsinde şu var : Kendilerinin kin hastası ihtiyar politikacılarla ve şir ret yazarlarla bir tutulması ve aynı gözle görülmesinden doğan bir hiddet ve kırgınlık. Kendilerinin müstakil şahsiyeti olduğu, duygu ve düşüncelerinin, doğru veya yanlış, kendilerine göre bâzı sebepleri bulunabileceği niçin kabul edilmiyor, diye bit isyan duygusu.
Yine işaret edelim ki, bu subayla
MİLLÎ YOL m
rın da düşünceleri ayrı ayrı sebebler-deı: doğmaktadır. Bunları da ayrı ayrı görelim:
A — Affa karşı direnmeği bir izzetinefis meselesi, bir ordu otoritesi meselesi olarak görenler. Bunlara gö re affı isteyen sivil politikacıların hiç olmazsa çoğunda bir «subay düşmanlığı» ruh haleti vardır. Politikacılar ordunun yüzüne gülmektedirler (ellerinden başka türlü hareket etmek gel mediği için) ama içlerinden orduya karşı kinlidirler. Hiç olmazsa subayları sevmeme, beğenmeme ve onlara dudak bükme halleri var. Af işinde, hiç olmazsa kısmen, orduya meydan okuma ve nispet verme maksadıyla hareket ediyorlar. Ve bir kere af tahakkuk ettikten sonra bu ordu düşmanı politikacılar kendilerini orduyu mağlûp etmiş durumda görecekler ve orduya tamamen sırt çevirecekler. (Burada en kuvvetli, hattâ mübalağalı, şekilde ifade ettiğimiz bu duygu az veya çok hafif şekillerde hemen bütün orduda yaygındır).
B — (Bilhassa yaşlı subaylarda). î*:mleketin umumî durumu hakkında derin bir endişe ruh haleti. 27 Ma-yıs'a girerken hemen herşeyin kolay çözüleceğini, ve hemen her altüst olmanın sonunun hayra varacağını sanmış olmanın tepkisi olarak şimdi hemen her sarsıntının ve kımıldamanın neticesinin kötü olabileceği düşünce si. Kayseri'dekilerin ortaya çıkmasının bir çorap ilmiğinin ilk sökülmesi gibi, hattâ patlayıcı meçhul bir maddede ilk kıvılcımın harekete geçişi gibi, sonu neye varacağı bilinmez değişiklikler zincirinin ilk halkası olacağı hissi.
C — (Bilhassa genç subaylarda) 27 Mayıs hareketinden başlangıçta çok şeyler ummuş, ona aşkla bağlanmış, ve sonra umdukları tahakkuk etmedikçe acı bir hayal kırıklığına düşmüş olanlar. Bunlar af da olduktan sonra
27 Mayıs'm elle tutulur son neticesi de ortadan kalkmış, 27 Mayıs tamamen boşa çıkmış, ve herşey eski tas esle hamam haline dönmüş olacaktır, d.iye düşünmektedirler, ve bu onlara acı gelmektedir.
Ç — Kayseridekilerin çok ağır derecede suçlu olruğuna ve onların çekti Kİeri cezanın yeter olmadığına inananlar.
D — Umumî ve hissî olarak aşağıdaki kaynaklardan gelen devamlı tahrik ve telkinlerin tesiri altında kalanlar.
E — Bir silâh arkadaşlığı ve subaylar dayanışmasının, biraz hissî ve hattâ mistik, zevkine göre hareket edenler. Affa taraftar olmayan ve umumî efkârın baskısı altında bulunan arkadaşlarını yalnız bırakmamak şeklinde bir sadakat hissi, çoğunluğa karşı sıkı dayanışma halinde bulunan bir azınlığın başarı ile meydan okuyabilmesinin ve dayanabilmesinin zevki, kendini imtiyazlı ve kudretli hissetmenin tadı, v.b.
Açıkça söyliyelim ki, sivil politikacılar, bilhassa A.P., Y.T.P. ve C.K. M.P.'dekiler, bu subayların ruh haletlerini asla anlayamamışlar ve onlara karşı çok yanlış, hattâ haksız şekilde hareket etmişlerdir. Bilhassa bunların hepsini İnönü taraftarı ve İnönü hayranı saymakla hem kendi bakımlarından büyük taktik hatalarına düşmüşler, hem de bu subayların izzetinefslerini yaralamışlardır.
Af aleyhtarı subayları teşkil eden gruplar, biraz tahminî olsa da, sayı ve önem sırasıyla yukarıdaki sırayı takip ederler. Halbuki ordu dışındaki umumî efkâr bunlardan B ve C gru-punu hemen hiç hesaba katmamakta, ve A grupundan sonra hemen D grupu-nu mühim saymaktadır. Bu, fecî bir hata, ve büyük haksızlıktır.
Affa aleyhtar her subayı İnönü taraftarı ve hayranı saymak da öylece
MİLLİYETÇİLERE MÜJDE
O R K U N Orkun'un 3 Mayıs sayısı 3 Mayıs Perşembe
günü çıkıyor jtfu sayıda Atsız'ın zamanın Başvekili Saraçoğlu'na yazdığı meşhur açık
mektuplar, yine Atsız'ın Sabahattin Ali davasındaki savunmasından parçalar. 1944 - 1945 Türkçülük düşmanlığı davasındaki sorgulardan Atsız, Nej-det Sançar, Alparslan Türkeş, İsmet Tümtürk, Zeki Sofuoğlu, Dr. Hikmet Tanyu, Dr. Hasan Ferit Cansever, Hüseyin Namık Orkun, Orhan Saik Gök-yay, Dr. Tevetoğlu ve Sait Bilgiç'e ait parçalar, ayrıca Sıkıyönetim Mahke
mesinde okunan savunmalardan Atsız, Nejdet Sançar ve arkadaşlarına ait bölümler, Atsız'ın ve Dr. Tevetoğlu'nun hapishane şiirleri, o günlere ait hâtıraları nakleden Orkun'dan sesler...
Bu müthiş sayıyı sabırsızlıkla bekleyiniz ve bayilerinize şimdiden ısmarlayınız. Çünkü Orkun'un bu sayısı kapışılacaktır. (Millî 29)
Kulağımıza çalınanlardan: — Yahu, ne garip tesadüfi Millî
Şefin damadı Yunanistan'a gidiyor, Başbakan Karamanlis'le konuşuyor, dönüşte orada tam demokrasi ve huzur olduğu hakkında yazılar yazıyor, bu yanlar yayınlanır yayınlanmaz da Yunanistan'da «Demokrasi isteriz!» diye kanlı nümayişler başlıyor.
— Anlaşılan meşhur bir uğurlu'-nun uğuru oraya da yetişmiş.
hata ve iftiradır. Çok mühim olan C grupunun içinden büyük bir kısım İnönü'ye karşı kin doludur. Vaktiyle Ba-yar'a ve Menderes'e olduğu kadar, "hattâ daha fazla. 22 Şubat hareketinin ur.ıumî efkârca hâlâ pek bilinmeyen sahneleri arasında başlangıçta duraklayan ve gayeyi soran, ve sonra İnönü'nün devrileceğini anlayınca şevkle silâhına sarılan nice genç subay vardır. B grupunun büyük kısmı inönü' den artık hiçbir keramet beklemiyor, yalnız şimdiki düzenin sarsılmaması-nı istiyor. Ç gupunun bir çoğuna sorarsanız. Kayseri cezaevinin boşalması değil, ahlâk ve adalet bakımından işin tam hakkın» bulması için daha başka gruplarla da dolması lâzımdır.
Bütün bunlara gözümüzü sımsıkı yumar ve affa aleyhtar olan her subayı basit bir İnönü âleti olarak görürsek hem büyük haksızlık, hem de büyük aptallık etmiş oluruz.
A.P. yüksek idaresinin orduya karşı tutumu, eğer bilerek inönü'nün ek menine yağ sürmek gayesini gütmüyorsa, hayrete değer bir körlükler ve şaşkınlıklar koleksiyonudur. 22 Şubat hareketi subaylarının affı konusunda nazlanır gibi tavırlar takınmak ve onların affını ister görünmek rolünü inönü'ye bırakmak. Subayların tabancalarının verilmesine karşı oy kullanmak. Nihayet, İnönü idaresinin ordudan çıkarılan subaylara yaptığı haksızlıklara göz yummak ve ses çıkarmamak. Bunlar öyle korkunç hatalar ki, bunlar için cinnet ve cinayet kelimeleri bile az.
A.P. yüksek idaresi orduyu İnönü grupuna topyekûn teslim edilmeğe, ve ona terkedilmeğe, lâyık görmekle ordunun içinde ne gibi kırgınlıklar ve izzetinefs yaraları açtığının bümeyiz farkında mı? Unutmayalım ki, ordu-dakik. de insandır. Onlar da nihayet: «Öyle mi? Al öyleyse!» diyebilir.
2 — Kendisini siyasî mahkûmlara karşı kavurucu bir kinden i.âlâ kur-taramamış olan, ve onların hapisha nede kalmalarının ve ızdırap çekmelerinin, mümkünse hastalanıp ölmelerinin, biraz daha artması ve uzaması için her çareye başvurmayı uygun gö ren kin hastası ihtiyar politikacılar.
3 — İktidarda tutunabilmek için bir takım tehditler, zıddiyetler, anlaşmazlıklar, ve huzursuzluklar havasına
ihtiyaç duyan ve bunun mümkün olduğu kadar fazla uzayıp gitmesini isteyen politikacılar.
4 — Yukarıdaki iki grupa yaranmak isteyen ve kendi istikballerini ancak onların koltuklan altında gören diğer politikacılar.
İtimat edin, yukarıdaki 2, 3, ve 4 sayılı gruptakilerden bizler ne kadar iğreniyorsak, 1 sayılı grupta olanlardan pek çoğu da o kadar iğreniyorlar. Ve insaf edin, 1 numaralı grupla 2, 3 ve 4 numaralı grupları bir arada düşün mek ve ayırmamak haksızlık olmaz mı?
Bu konuda en mühim grupun, komünistlerin, neler yaptığını ve ne gayeler güttüğünü, af konusunun tartışmasını tamamlıyacak olan gelecek ya zımıza bırakıyoruz.
AMERİKADA BİR TÜRK DOKTORUNUN BAŞARİSİ
Amerikada Toledo - Lucas Tıp Akademisi, beş muhtelif hastahanede çalışmakta olan ve şahsî araştırmalarda bulunan 16 doktorun tıbbî araştırmalarını dikkate şayan bulmuştur ve bunlardan birinciliği Toledo has-tahanesinde Dahiliye İhtisası yapmakta olan Dr. Atillâ Mehmet Ye-tiş'e ait (Myokardial Enfeksiyonların tevlit ettiği kalb durmalarının sebepleri) konulu çalışma kazanmıştır.
HAYIRLI BİR TEŞEBBÜS Türk Ticaret Bankası tarafından is
tanbul'da Kültür Yayınları Ltd. Ort. adındı; bir teşekkü. kurulmuştur. Bu teşekkül ilk olarak «Çocuk Tiyatrosu» nun faaliyete geçmesini sağlamıştır. Tamamen amatör rejisör ve artistlerin iştirakiyle kurulan tiyatro «Pamuk Prenses ve 7 Cüce» oyununu yeni bir anlayışla sahneye koyarak, hayır teşekkülleri yararına muhtelif sahnelerde oynamaya başlamıştır. Son olarak 21 Nisan Cumartesi günü Harb Akademisinde subay aileleri ve çocukları için verilen temsil başarılı olmuştur. Piyesin sahneye konulnıas için gereken masraflar adı geçen şirket tara fmdan karşılanmakta, eldi: edilen hâsılat ise hangi hayır cemiyeti adına temsil veriliyorsa o cemiyete bağışlanmaktadır.
OKURLARIMIZA Dikkat: Adresimiz değişti. Yeni
adresimiz : Nuruosmaniye caddesi 34 Nu., İstanbul'dur.
• Bize yazı göndereceklerden rica
larımız. Yerimiz çok kıttır Bütün yazılar çok kısa olsun. Umumî fikrî konulardan ziyade günün hâdiselerine dair haberler ve tefsirler olsun. Elimizde mümkün olduğu kadar erken sıcağı sıcağına gelsin. Şiir basmıyoruz. Bize değil, başka milliyetçi dergilere, meselâ ORKUN veya TOP RAK'a gönderilsin.
• Muhabirlerimize: Mühim ve acele
haberleri EKSPRES olarak gönde
rin. Haberler en geç pazartesi günü elimize varsın. Haberleri tam tafsi. lâtıyla, ama sade ve süssüz bir dille yazınız
• Müsabaka için hakem heyeti işini
bitiremedi. Bu daha ziyade toplanma güçlüğünden oluyor. Biz de neticeyi sabırsızlıka bekliyoruz.
•
Bize mektup yazanların ve yazı gönderenlerin hepsine. Sağ olun. Desteğiniz göz yaşartacak kadar güzel ve kuvvetli. Cevap yazamıyoruz. Çünkü dergiyi çıkartmak işine ancak j etişebiliyoruz.
•
MİLLİ YOL'u çevrenizde tanıtınız Bütün tanıdıklarınıza haber veriniz. Bilmeyen ve okumayan kalma-> ıncaya kadar bnna devam edeceğiz. Bulunduğunuz yerdeki bayie hatırınız geçiyorsa MİLLÎ YOL'u daha ge niş ve göz alıcı şekilde asmasını sağlayınız. Bayiimiz olayan yerlerde milliyetçi dükkân sahiplerinin bayilik etmek üzere bize başvurmasını sağlayınız.
• MİLLÎ YOL'un daha bol yazı ile
çıkabilmesi için sayfasının 24 sayfaya ve fiyatının 1 liraya çıkması çev. renizde nasıl karşılanır? Bunu soruşturup kendi düşüncenizi de ekleyip bildirin.
*
MİLLÎ YOL'un herhangi bir .sa-yısındakilerden (yazı, fıkra, karikatür v. s.) en fazla beğendiğiniz beş tanesini beğenme sırasına göre alt alta dizerek (yazıların yalnız başlığını yazmak yeter) bize bildiriniz. Sebeb söylemeye lüzum yok Buna göre ileride hangi çeşitlere daha faz la yer vereceğimizi tayin edeceğiz.
• ilânlarınızı MİLLÎ YOL'a veriniz.
Tanıdığınız ilân veren fabrika ve sair müessese sahiplerini ilânlarını FflİL-Lİ YOL'a vermesi için teşvik ediniz. MİLLİ Y'OL Anadoiuda en fazla satılan haftalık haber dergisidir İlân tarifemiz ikinci sayfadadır.
BÜYÜK TÜRKELİ AYLIK FIKIR DERGİSİ
Ord. Prof. A. Zeki Velidî Togan, Ord. Prof. Z. Fahri Fındıkoğlu, ATSIZ, Nejdet Sançar, M. Zeki So-
fuoğlu, Serçinlioğlu V. B. gibi tanınmış imzalarla ikinci
sayısı çıktı. Fiatı: 100 Kr.
866. Sok. Nu. 6 Üzümcü Işhanı İ Z M İ R
MİLLÎ YOL E0
Gençlik Sayfası MÜSTEHCEN NEŞRİYAT Bilhassa şu son günlerde açık sa
çık neşriyat yapan gazete ve mecmualar aldı yürüdü.
Bilmiyorum, ilgililerin bundan haberi yok mu acaba?...
Bu şahıslar yalnız kendi menfaatlerini düşünerek ticaret gayesiyle bu neşriyatı yapmaktadırlar.
Bunların kalbinde birazıcık millet sevgisi yok mu acaba?...
Bu şahıslar mecmualarının tirajı artmakta olduğu için -onunla iftihar etmektedirler.
Fakat Türk gençliğini tahrip ettiklerini, zehirlediklerini biraz olsun anlama kabiliyetinden mahrum mu-d- lar?
Mahrum olmasalar herhalde bunu yapmazlar.
Muhterem okuyucu. Bunu biz bayii olduğumuz için satmaktayız. 0-nun için bunu da en çok ortaokul ve lise talebelerinin aldığına şahidim.
Gelen bir genç: «Şuradan bir «PERİ» ver!» diyor ve verdiğimizde Peri mecmuasının yanında duran Millî Yol. Toprak dergilerini göstererek, onları bedava dahi verseniz, karşımızdaki çocuk denecek kadar körpe gençten aldığımız cevabı biliyor musunuz:
— Yaramaz! . Ve Peri mecmuasını göstererek
neşeli neşeli dükkânın önünden ayrılmaktadır.
İşte biz ondan • bir kazanç temin etmemize rağmen, bir Türk ve Müslüman olarak vicdanen üzüntü duymaktayız.
Siz ne dersiniz sayın Bakanım?
SEDAT ÇALIŞKAN
MİLLÎ TERBİYE Millet sevgisi çalışmakla belli olur.
Çalışan bir kişi medeniyetin zirvesine çıkmak ister. Halbuki bizim gençler bunu anlıyamamışlardır. evet acı bir hakikattir ki anlıyamamşılar, çünkü bîzim gençler medeniyeti ve ileriliği seksüel hayatta zannediyorlar. Nitekim en büyük darbeyi geçenlerde vurdular.
Ne oluyor bize beyler! Kendimize gelelim, neredeyse milliyetimizi kaybedeceğiz. Şöyle bir sokakları gezip gençlerle haşır neşir olalım. Her gencin (!) ağzında bir şarkı (!). Bu ne rezalet, adam neredeyse Türkçe-den hoşlanmıyor. Ne oldu bu gençlere? Suç kimde?
MİLLÎ YOL 03
Bütün suç bizi yetiştirenlerde. Bize eğitim programı hazırlayanlarda. Elhasıl Millî Eğitim Bakanlığında. Bu hâdiseler karşısında Bakanlığın seyirci kalışını biz milliyetçi gençler hayretle müşahede ediyoruz.
Allah sonumuzu hayırlı getirsin.
HALİL AYDIN Mot. San; Ens.
TEHLİKELER Millî iradenin efendilerine ve ken
dilerine verdiği sön cevapta aradıklarını bulamadıklarından kuduran hayallerindeki neticeyi elde edememekten mütevellit sinir buhranlarıy-la ne yapacaklarını şaşıran, şahsî menfaatlerinin tehlikeye gireceği zannıyla millî iradeye küfür ve isyanda devam eden millî menfaatlerimiz için çalışıyor görünüp, millî felâketimizi hazırlayan politika ve Babı âdî cambazlarına inanmayınız.
Milletimize, milliyetimize durmadan hücum eden, iflâs etmiş sapık ideolojiîeriyle memleketimizin selâmeti için yön gösterme deliliğinde bulunan, hakikatte men leketiınizin manevî temellerinin yıkımı için uğraşan yön'süz, milliyetsiz, edepsiz ve
ruhsuz haydutlarla samimi, devamlı ve, tam bir imanla mücadele etmekten korkmayınız.
Sırf kazanç gayesi ile son zamanlarda dehşet verici bir şekilde çoğalıp, tecrübesiz genç dimağlar üzerinde korkunç bir tahribat yapmakta olan müstehcen yayınlan okumayınız, okutmayınız. Yaptıkları neşriyatla ahlâk ve mukaddesatınıza el uzatan hayasızların kollarını kırıp lanetleyiniz.
Komünist ve Siyonistlerin devamlı, sinsi ve yıkıcı faaliyetleri karşısında Türk'ü ve Türklüğü bütün varlığınızla korumaktan asla yılmayınız.
Bütün bu tehlikeleri kökünden söküp dışarı fırlatmak için Türklüğün, İslâmlığın, nıüsbet ilmin, hakkın ve kendi vicdanınla birlikte bütün millî kuvvetlerin aydınlattığı birliğin, beraberliğin yolu Millî Yoldan yürümeyi öğreniniz, öğretiniz ve bu mukaddes yoldan ayrılmayınız.
ATASOY MÜFTÛOGLU
Avhk ÛLKÛ Dergisi
TOPRAK .Mayıs sayısında Kadirli Olayı'nın
fie yüzünü vesikalarla açıklıyor. Bütün bayilerde bulunur.
Fiatı: 50 Kr. P. K. 30 Beyazıt — istanbul
(Millî 30)
Büronuza çelik eşya mı alacaksınız ARC METAL ÇELİK EŞYA
MAMULLERİ : ÇELÎK MASALAR • Dosya dolap lan * Kütüphaneler * Çelik sandalyeler -k Çelik koltuklar *• Çelik para kasaları... v.s. ni tercih ediniz.
Üstün kalite emsallerinden daima ucuzdur. Sipariş üzerine bilûmum madenî eşyalar imalâtı. AHC METAL ÇELÎK - EŞ¥A
FABRİKASI SATIŞ YERİ: TOYHAN
(MEHMET ALİ TOY) Galata, Bankalar, Yanıkkapı So.
Güni Hanı. Nu. 14. Tel: 44 68 31/16 İSTANBUL
(Millî 28)