jargon#9
DESCRIPTION
Jargon isimli fanzin şey'inin 9. sayısının online sürümüdür.TRANSCRIPT
![Page 1: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/1.jpg)
ahmet keskinkılıç
ahmet kürşat görgeç
ali lidar
alper gencer
aslan kocaman
baha öztop
bal yeşil
ecmel sarıkaya
efe elmastaş
hasan ay
ismail altuntaş
meltem dağcı
payidar zaraman
sabit emre zengin
said büyükarslan
sergen yücel
tuğçe kayra güneş
tuncay kızılaslan
yusuf kuranel
mermi alan var mı?
sayı 9 | katkı: 3 lira
![Page 2: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/2.jpg)
başlarken
Selam, n’aber?
Devletten bir delikli lira teşvik almadan yola devam eden ve bugüne kadar
ücretsiz dağıtılan fanzin Jargon 9. sayısına kimi zaman koşar adım kimi zaman
emekleyerek varmış bulunmakta. Yanımızda olanlara teşekkür, olmayanlara da
teşekkür ederiz.
Tam burada mevcut gündemden mütevellit sosyal medyada başlatılan ve haklı
sorulan #kimbuyazarlar sorusunu yinelemek ve ısrarla cevap almak istediğimizi
belirtiriz. Bir tür örtülü ödenekle kim olduğu açıklanmayan yazarlara teşvik
ödemesi yapılıyor. Hangi seçici kurulun, hangi parametreler kullanarak seçim
yaptığı da açıklanmıyor. Sadece spekülasyonlar dolaşıyor ancak bütün bu giz-
kapağın içinde nedeni hakkında da yine bir açıklama yok. Haliyle soruyu
genişleterek tekrarlıyoruz: #kimkardeşimbuyazarlarneayaksınızsiz
Fanzin çıkarmak, hazırlamak, dağıtmak, bu iş için memur olmak, mesai
harcamak gerçekten zevkli. Ancak bir o kadar da yorucu ve entelektüel
anlamda karşılık göremediğinizde de hayal kırıcı olabiliyor. Ancak Jargon
olarak bütün olumsuzlukları bir şekilde aşmaya çalışarak geçiştiriyoruz, belli
salvo yöntemlerimiz var. Bakalım, “sezon” açılıyor, gelen günler neler gösterir.
Son olarak; bitki yetiştirin.
Hadi hayırlı traşlar.
Ahmet.
Jargon Fanzin yayınları – 8
Fanzin – 8
Kapak Tasarımı: Ahmet Keskinkılıç | Çizim: Ecmel Sarıkaya
İmtiyaz Sahibi, Editör: Ahmet Keskinkılıç & Tuncay Kızılaslan
Redaksiyon: Tuncay Kızılaslan
Baskı: Merdivenaltı Basın Yayın. Siz basın yayın. Evet evet, siz, gidin fotokopicide basın. Jargon Fanzin Yayıncılık Ticaret ve
Sanayi 2014 Sertifika no: Bir numaramız yok.
Bütün yayın hakları acayip bir yerde. Sakladığımız yeri bulursak saklayacağız bambaşka yerlere. Kaynak gösterilerek
tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dahil yayıncının yazılı izni olmaksızın her türlü çoğaltılıp dağıtılabilir. Hiç sıkıntı değil. İsim
kullanmazsanız vebalimiz boynunuza!
Ankara | 2014 Jargon Fanzin
http://www.facebook.com/JargonDergi
http://www.twitter.com/JargonDergi
http://jargondergi.tumblr.com
KÜ
NY
E
![Page 3: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/3.jpg)
1
Hastalıklı
Hassasiyet
Asitlenince ağzımda biriken kir,
masumiyetimi kibarca delirtir
bendeki asgari asabiyet,
senin teninde melek kışkırtan kenevir
ruhumdaki düğmelerden tut sevgilim
tut ruhumdaki düğmelerden
beni hayata iliştir.
İsterim ki güzel kadınlara otomobil çarpmasın
damarımda devinen pasiflora kazanı
beni sana alıştırsın.
Yüzüne devrilmiş gül bahçesinde koşayım
gel ağzımdaki kanda pıhtılaş
ki kafamdaki kırık metronom
göğsüne yakışan ayetler yazdırsın.
Ah çatlamış nevroz beni sana iliklesin
yaza damgasını bir noter vursun diyelim
hassasiyetlerimi ırgala, benimle çarpık kentleş
tut kolumdan karaya oturalım
ve denizden ibaret olduğumuz böylece bilinsin
sevgilim, varsa üstümüze cuk oturan,
çok yakıştı bir deli gömleği
bunu kimse değil tarih giydirsin.
Ahmet Keskinkılıç
![Page 4: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/4.jpg)
2
Çocukluğumuzun O Kayıp Dünyasından İzdüşümler
Bundan, yani bu lanet
olası günlerden, bu
saçma sapan
zamandan tam olarak
on yedi milyar yıl önce,
yani bin dokuz yüz
seksen üç yılında
başladı her şey.
Anavatan Partisi’nin
kurulmasıyla veya
Özal’la uzaktan
yakından, kıyıdan
beriden hiçbir alakası
yoktu bunun. Tam
olarak beş yaşındaydım
o zaman. Olan bitenleri,
o sihirli yeşili, o dağın en
kaf halini, görüp
anlayabildiğim, dahası
yorumlayabildiğim, daha
da dahası
biçimlendirebildiğim yıldı
o yıl. Babam ahirete
göçe zorlanalı iki yıl
olmuşken, Sovyetler
soğuk savaşın hala
diğer kutbunu
oluşturabilmeye
muktedirken ve Yozgat
resmen olağanüstü bir
şehirken, Dedefakıllı
köyü düpedüz bir
firdevs cennetiyken,
bu az oldu, evet Dedefakıllı köyü sekiz cennetin
birden cevheriyken, ben Cüneyt Arkın’ın tam
olarak kendisiydim. Şuna Battal Gazi dersek daha
isabetli olur sanırım. Köyümüzün dört kilometre
yakınındaki Peyik kasabası ise, California
eyaletinin San Francisco şehrinin ta kendisiydi.
Dedefakıllı köyü sadece Türkiye’yi içine alan bir
dünya değildi. Ayrıca Amerika’nın uzak batısını,
İrlanda'yı, Amazon Ormanları’nı, Avrupa kıtasının
bir kısmını da içine alan büyük, Allah kahretsin
çok büyük bir dünyaydı Dedefakıllı. Bunu bizzat
biliyordum ben. Bu ispatlı, belgeli, mühür gibi bir
gerçekti. Bu gerçeği göremeyenler, bombok bir
hayal dünyasının içinde çürüyüp gidiyorlardı.
O zamanlar Dedefakıllı gezegeninde gayri safi
milli hasıla nedirdi, ne değildirdi bilmiyorum fakat,
bizim büyük malikanemiz, sanırım dünyadaki
birkaç büyük malikaneden biriydi. Yetmiş
metrekare olduğuna ve tuvaletinin de dışında
olmasına aldanmamak lazım tabi ki. Zenginlik
denilen göreceli şey, bizim malikânemizin
dolaylarında ancak sefil bir dilenci konumundaydı.
Kahretsin lan, kahretsin ki tam o larak böyleydi.
Gezegenimizde Karapınar Gölü ve Gümbürdeyen
Göl isminde iki büyük okyanus vardı. Bu
okyanuslarda henüz keşfedilmeyen birçok canlı
türü mevcuttu. Daha ne olsun işte mevcuttu yani.
Yazılarımızda, bayırlarımızda otlatılan bütün
koyunlar, Georghe Zamfir'in eksantrik kavalı
eşliğinde yayılırlardı. Üstümüzdeki göğün mavisi
çok baba bir maviydi; kışını, güzünü bilirdi,
istikrarlı bir maviydi.
İsmail Altuntaş
![Page 5: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/5.jpg)
3
...
Ve Allah... Evimizin
horantasıydı o yıllarda.
Sanki evimizde bizimle
ikamet eden ama hiç
görünmeyen,
saklambaç
oynadığımızda bizimle
sevinen, soframıza
bizimle oturan,
çökeleğimizin lezzeti,
yufkamızın bereketi
olan bir öz dost gibiydi.
Biz büyüdükçe bize
küsen, büyümemizi
sanki hiç istemeyen bir
dost…
Ve aşk... Hatice’ye
âşıktım. Âşık olmak
nedir hiçbir fikrim yoktu,
nasıl âşık olunur, insan
âşık olduğunu nasıl
anlar bilmiyordum belki
ama bildiğim bir şey
vardı, seviyordum
Hatice’yi. Çocukça bir
hoşlantıdan daha farklı
bir şeydi o. Temizdi bir kere, aşkı hak eden bir
duyguydu adı her neyse. Mesela Hatice’nin güneş
sarısı saçları vardı, güneşi görünce kapanan,
yağmurda olağanüstülüğünü ele veren saçları.
Televizyonda ne kadar güzel kadın varsa, onların
gözlerinden aparılmış kolaj bir kahverengisi
vardı gözlerinin. Gülşen Bubikoğlu’dan Hale
Soygazi’ye, Filiz Akın’dan Mine Mutlu’ya kadar
gözüme ilişen ne kadar Yeşilçam yosması varsa,
o elli beş ekran siyah beyaz philipsimizin
ortasından ortasından hepsi birden
“Hatice”leşiyorlardı gözümün yamaçlarında.
Dünya, körkütük sarhoş bir biçimde dönüyordu
aşk hallerinde. Aşk, çok Allahcıl bir yaraydı ve
farkına üç beş milyar yıl sonra varabilmiştik.
Gezegenimizin aslında küçük bir köyden ibaret,
masallarınsa birer hayalperest uydurması
olduğunu ve ait edildiğimiz asıl gezegenin “Earth”
adındaki bir zalım gezegen olduğunu öğrendik.
Bunu öğrendiğimizde Allah evimizi çoktan terk
etmişti. Bunu bildik ve adına yaşamak dedikleri bu
yükü, sırf gelenek olduğu için taşımakta kaldık.
Daha kaç milyar yıl yaşarız bilemeyiz ama cenneti
koklamış bulunduk bir kere, tatmış bulunduk, kutlu
olsun ölüm, ölmekle uzaktan yakından bir tanışlığı
olmayan ölüm.
![Page 6: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/6.jpg)
4
K O R K U
Hem korkuyorduk da, göz göze
geldiğimiz birkaç saniyeden
anladığım kadarıyla. “Benim
sorularıma cevap verir de sıra
ona gelirse?” korkusu vardı
üstümüzde muhtemelen. Ya da
sadece bende vardı, onu dahil
etmeden. Zaten hiç
anlayamamışımdır gözlerini, ya
onlar yalan söyler ya da ben
gerçeklerden kaçıp yalanlara
sığınırım. Onun için sadece bende
vardı herhalde bu korku, yıllar
öncesinden miras kalmıştı hem de.
Rakamların yerini harflerin aldığı
bir matematik dersinde ilk kez
“anlamadım” dedim, ömrümde ilk
kez anlamak istediğim halde
anlamadığımı birisi anlasın istedim,
anlamadı. “Nesi var bunun
anlaşılmayacak, gel tahtaya” dedi,
gittim. Orda da anlamadım;
oturmak ya da ayakta olmak
değildi bunun nedeni, ben harflerle
matematiği bağdaştıramamıştım,
anlamamıştım. O günden sonra
vazgeçtim anlamadıklarımı
sormaktan. Nasılsa “o” anlardı, ona
inanır, aldanırdım. Anlamadığım
anlaşılmasındı, aldanmaya
razıydım.
“Şehre mega hafıza uzmanı gelmiş,
konferanslar verecekmiş, duydun
mu?” dedi, evet gerçekten söyledi
bunu. Onca sorunun, geçen onca
zamanın muhasebesi bitmişti,
mega hafıza uzmanından
konuşalım istiyordu.
“Biz çocukken çıkardı ya
televizyona, hani seyircilerle
oyunlar oynar hafızasının ne
kadar güçlü olduğunu gösterirdi.”
Aferin ona. Bu nerden çıktı
demedim, ben de sarıldım bu
gereksiz konunun gittikçe
zayıflayan kollarına suskunluğun
Ali Lidar
BİRBİRİMİZE
SORACAĞIMIZ O
KADAR ÇOK SORU,
KONUŞMAMIZ
GEREKEN O KADAR
ÇOK KONU VARDI Kİ BİZ
ÇAREYİ SUSMAKTA
BULMUŞTUK.
![Page 7: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/7.jpg)
5
kuyusunda daha da derinlere
düşmemek için:
“Hayret,” dedim, "benim ufalıp
küçülmesini hatta yok olmaya yüz
tutmasını istediğim şeyin, hafızanın
ve hatırlamanın, gelişmesi
genişlemesi için insanlar uzman
oluyor, uzmanları dinliyor.”
Anladı, üstelemedi. Ama anlamasın
isterdim, sorsun, ben de “ne var
bunda anlaşılmayacak” deyip
hazırlıksız yakalayayım isterdim,
belki de rahatlardım. Olmadı,
sormadı, sormadım.
“Ben balık hafızalı olmak istiyorum”
dedim saniyeler sonra. İçimde
kanatılmayı bekleyip tatlı tatlı
kaşınan bir yara vardı, açılsın
istiyordum. “Her gördüğüm yeri ilk
kez gördüğümü sanıp sonra
alışmış olmak, her şeyi önce
öğrenip sonra unutmak,
akvaryumumu her turumda yeni
evimmiş sayıp sağa sola giderek
güzelliğine iç geçirmek, süs olsun
diye konulan köprünün altından
üstünden geçmek ve bunların
hepsini yaparken hepsini aynı
anda unutmak, beni izleyerek
huzur bulanların huzurumu
kaçıranlar olduğunu hemen
unutmak...”
Yine olmamıştı, tuzağa düşmemiş,
“Neden?” diye sormamıştı.
Ben de soramam korkarım sıranın
bana gelmesinden. Cevaplarından
korktuğum sorular var, ne olurdu
tuzağa düşseydi?
Bir ben miyim acemi kalan?
![Page 8: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/8.jpg)
6
Cezayir Radyosu
yine sadık battal’a
ben sadece kendi kaderimin peşinden koşturuyorum
senin başka dünyalara kader bağlamışlığın var
köprülene köprülene köprülerden geçiyoruz
savaşlardan kan var bayraklar solduruyor renkleri
sarmalların kollarını kırıyorken genetik
ruh bulaştırıyoruz birbirimize dna değil!
sevgilim çaktırma durumlar kritik
bence biz bundan sonrasına yürüyerek saldıralım
insan olan her şeye alışır ve bütün övgüler allah’a allah deyince sen önce merhamet anla!
misal ben zeytine hiçbir zaman hayır demedim ve çaya ve tütüne ant olsun
allah hepimizi kendine ısmarladı ha!
elinde silah varken muhabbete geleni göremezsin kışkır kışkır kışkırtırlar bu dünyada adamı güneşi koy demlensin saate bakmayalım
Alper Gencer
![Page 9: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/9.jpg)
7
uyumasak doğrudan rüyaya çıkıyor zaten hayat kuşları uçarken görsen kuşları uçarken görmenin cenneti
fakat illa ateş yakacaksan odunu da yanında götürmen lüzum ediyor
mevsimler yalan soğuk sahici üşümek hakikat olsun sana
bu kadar tropik durma güneş seni kıskanacak bahçeleri derenlerin ellerinden öpmüştük
sana gül, sana yine gül, sana bir gül, bir gül daha... mağaraların insan içlerine kapandığı bir yerde
çanlar camileri yıkmış, ezanlar kiliseleri mağaralar benim içimi açıyor sevgilim
gönlün olduğu yerde bırakalım klişeleri
çapa toprağı darbelerle seviyor göğün ardında uzay önünde de biz
her yanımız inşaat şehirleri tozur tozur tozuyorlar diyeceğimi unutuyorum matkap geliyor aklıma
sonra delinen deliklerden dönüp giren vidalar...
ortadoğu al rengine bulandı sen nasılsın sevgilim? öldürmeden olmuyor diye buyurdu hain
çocukların su içtiği yerleri bombalıyorlar aramızda kör olanlar var ama gözleri hala görüyorlar
kantar topuza iki tokat salladı şirazenin ta ağzını kırdılar
dünya hala dönüyorsa sevgilim müsait bir yerde seninle inebilir miyim?
![Page 10: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/10.jpg)
8
İlk Denemede
Duvardan Dönen
Matkaba Ağıt
Şurada boy gösteren ayna da öyle
Yamultarak tutuyor geçmişin günlüğünü Dönsem sırtımda pas tutacak yağmur
Girsem kumuna tersten saplanacak sır.
Okuldan atılan çocukların geliştirdiği tezlerle
Olmadık yerlere gönderiyorum heykellerin traşlarını
Büyük bir gürültüyle doyurup açlığın karnını Neredeyse kırmızı bir şeyler içiyorum.
Her karışık şey gibi rastgele oluyor tüm bunlar Yıldızsız oteller ağlıyor vestiyer yokluğuna
Duvara inanmış çiviye asıyorum ya aklımı
Alnımda kuruluyor yeniden matbaa.
Kütüphanelerdeki suskunluk da bundan, dur gülme
Bir adam kalkar yüzmeyi unutmayı seçer Karaya vurur cesareti ağaç bahçede kalır
Nasıl da durduk yere bir elma, dur düşme!
Tik tak saat sesiydi göz kapağım açtım ve kapadım
Eşyanın hükmettiği anlam da öyle, dur
Paslı bir anlatımdır bu; bıçak ve kın Küvet dolu, su ikna, kürek şaşkın.
Baha Öztop
![Page 11: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/11.jpg)
9
KUANTUMUN ADABINDANDIR
önüme eğilmiş sokak lambaları
ve kuraklıktan çatlak bir patikada
sadece bir baykuş var
ve bir de çok mutlu bir quokka
hissim yediydi, boyutum dört,
gök çekimine maruz kalmışım
yere düşemedim hiç, oysa çakılmak isterik
hiç yakından izletmedi annem televizyonu
geniş zamanlar da dahil
inceldiği yerden körmek istedim
körmek istedim zira gördüklerim bana yetti
nedir asıl sebep? dedim,
nedir, ne değildir
buralardayız da fakat nedendir dedim
kimse istediğim cevabı vermedi
kimse cevap vermedi
kimse cevap
eh, her kimse!
sadece bir baykuş dedi
ve bir de çok güldü bir quokka
oysa çatlak göğsüm çok acımışken ve
canım çekilirken baykuş çok sessizdi
ve meğer bir quokka hep gülermiş , geniş zamanlar dahil
hepsini içerisinde barındıran bu çerçevede
ve bütün fizik alimlerinin ortak noktada buluştuğu mekana
yağdırdığım atom bombalarının kudretiyle ;
dünya başlı başına kareydi ve zihnim geoid
bir yerden düşünmeye başladım hep aynı yöne doğru
bir gün başladığım yere döneceğim hesap ettim
henüz tanıdık yerler yok,
dedim etrafa dağıldıkça herkes ve her şey yabancı
ama başladığım yer olmalı burası çünkü
herkes ve her şey yabancı !
önüme eğilmiş sokak lambaları , doğru
ve kuraklıktan çatlak bir patikada , vardı
biraz gözyaşı tüm çatlaklar için demişti baykuş, evet demişti
çok gülmüştü bir quokka, içten gülmüştü
işte bu sanırım; biraz körmek geniş zamanlarda.
Tuncay Kızılaslan
![Page 12: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/12.jpg)
10
Mutlu İnek
bu bir pink floyd albüm kapağı değildir sıcak para endişesi hiç değildir değildir piyasa korkusu
bir deplasman fobisi asla değildir hadi sana merhaba
bankalardan ve barbarlardan sanayi reformlarından ve modern iktisattan bütün bu çürümüş bakışlardan bağrına sığınıyorum
ne iyi olsa gerek bu ölek desen hayli hayli ölünür seninle sana merhaba
durdum ve düşündüm aklıma bir sonbaharı iğfal etmek geldi sonra
kalçaları güneş görmemiş bir sonbaharı geldi ve gitti kahve yaptım, ot içtim sonra
yediğim dondurmaya aşık oldum sen aklıma geldikçe yağmur yağdı yağdıkça kendimi bıraktım, yağdıkça namaza başladım
düşüncemdeki karışıklıklara denk düştün bu iyi oldu bu çok iyi oldu birlikte çıldırabiliriz yemin ediyorum bunu yapabiliriz
merhaba çok düşündümdü de
düşüncemi yüzünde eritirken misal dudağında allah işi bir işçilikle mühim sebepler üzerine bina ederken teninin tinselliğini
çok kırmızı yıllar yaşadım, eskidendi, bir alakası da yok bununla ve yüzünde bir ifade var bunu taa buradan gördüm bütün melek ümmeti filan da görmüşlerdir kör değiller ya
evet floransa ve bu şartlar altında biçimli bir opera dinlemek
üstüne parasız okunan bir mevlit bunu yazalım evet, bu bir ve gözlerin ki bütün bir dünyayı birleştirir
evet yaşasın diyarbekir
Payidar Zaraman
![Page 13: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/13.jpg)
11
dumanlanalım, soykası çıksın dumanlanalım şerefi olan her şeyin şerefine dumanlanalım
okyanusya’ya kıyısı olan bir kalbimiz var madem
madem günde üç buçuk saat uykumuz dumanlanalım rezil olasıya
böyle daha bir güzel duruyor hayat
böyle daha bir bohem, daha bir otantik, daha bir her neyse saçları güzel olanın
ve gül ………
bu kısmı sen doldur ve çayımı da
ruhuna dokunmalı, girmeli dolaylarına
yanaşmalı ne pahasına olursa olsun en cılız tanımıyla yani
kafamdaki kırıklara ölesiye uygunsun
hadi sana merhaba
şunu da çok düşündümdü
tutsam o el değmemiş ellerinden tutsam ve gezmelere çıkarsam seni
ilhami çiçek ütopyasının o saf kırlarına
bayırlarına o deli yeşil kafalarımız afyonlu olsa
allah’ı ıspatlayacak kadar afyonlu
ne şık dururdu ömrümüzün üstünde sana merhaba
şunu da sen düşün serüvenlerimiz böyle yasyavan, yapyavan bir intikaldeyken
çılgın olmalıyız değil mi zıvanadan çıkmış bir çıldırganlık, yaşasın o
yarım sürahilik bir şey var içersen
cigaralık da var daha sonrası için şekilli bir daha sonrası için
ve işte yaşıyorsun bu dünyanın bir hangi bir yerinde
kahrolsun konstantiniyye işte meyime bir afacan mezedir bu
işte nefesim bir işe yarıyor böylece
gökyüzü rahatlıkla mavi işte işte gecenin üç buçuğu bizden memnun görünüyor
işe bak sen
çok tatlı bir şarkıyı bana yeniden hatırlatmaktasın yeniden hatırlatmaktasın muhtemel bir meksika’yı
hadi sana merhaba
![Page 14: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/14.jpg)
12
RADYO
Her gece radyo dinlemeden
uyuyamam. Radyo dediysem
telefondan dinlenilen ve yaveri
kulaklıkla birlikte… Geceleri
kendimi firari gibi hissediyorum
bunu yaparak. Her istasyonda bir
dünya... O kulaklık bir gün olmasa
ne yaparım onu hiç bilmiyorum.
Bazen şarjım az kaldığında o
tedirgin hali yaşamaktan
korkuyorum. “Dikkat! Pil seviyeniz
düşüyor.’’ Bence senin seviyen
düşüyor. İkide bir şarkının
ortasında goonggg diye
çıkıyorsun. Gecemi bölüyorsun.
Ben biraz sonra uyuya kalabilirim
burada. Üzerimi örtecek biri de
yok. Hep söylemişimdir. Yalnızlık
geceleri anlaşılan bir olaydır. Ve
hiç mesaj yok.
Direk çöpe mi döksem yoksa
lavaboya mı sallasam diye
düşündüm. Çöp bana uzak geldi.
Lavabo da tıkanırsa tıkansın
umrumda değil. Çaydanlığın
kıçına vurdum birkaç defa. Kalan
çaylar da gitsin diye suyla
çalkaladım. Çaydanlıkta tek kişilik
çay demlemek kadar hüzün
verici bir şey olamaz. Kahvaltıda
yumurta olmazsa
olmazlarımdandır. Ama bu bazı
günler değişebiliyor. Bazen bir
tost, yumurtanın saltanatını yerle
bir edebiliyor. Kahvaltı yaparken
acele etmemek lazım… Çünkü
günün en güzel saatidir. Gün
aydın ve sen ayıksındır. En büyük
zevklerimden biri de kahvaltıdan
sonra içilen keyif çayıdır.
Dünyanın en huzur verici
anlarından biridir. Hani şu
hayatta toplasan mutlu olduğum
anları, bu andan daha az çıkardı.
Televizyonu zaplayarak izlerim.
Sabit Emre Zengin
Sabah olmuş bile. Alarm
çalmadan uyandım. Çayın
suyunu koymak için mutfağa
gittim. Demlikte dünden kalan
çay varmış. Bunu dökmeyi
unuttuğum günlerden
birindeyiz yine.
![Page 15: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/15.jpg)
13
Saatlerce bir kanalda durup
takılmam. Aklımda hep ya başka
kanalda daha iyi bir şey varsa
kuşkusu olur. Bu bende zamanla
hastalık daha sonra bir vaka
haline geldi. Dışarısı da çok
soğuk... Şu hava durumunda
günlerdir bahsedilen yağmayan
kar yağsa da etraf beyaz olsa.
Biraz masumlaşsın ortalık. Şu
inşaatlar karla kaplı kalsa hep.
Ağaçların üzerinde oluşan
karların görüntüsü her zaman
karşımıza çıksa… Dürüst kardan
adamlar olsa her mevsim. Ben
çayımı içerken bunlar geçiyor
aklımdan. Televizyonu kapattım.
Masayı toplamam gerekecek.
Kahvaltının en nazlı kısmı…
Bulaşıkları nasıl olsa akşam
yıkarım.
Biraz müzik dinledim ve onu
anımsıyorum. Onu hatırlamaya
çalışıyorum. Daha iki saat önce
görmüş olmama rağmen
gülüşünü arıyorum.
Uyuyamıyorum. Ne de güzel
gülüyordu…
“Anlamış mıdır acaba?”
“Neyi?”
“Benim de onun gülüşüne
güldüğümü.”
“Belki.”
Radyo açık uyuyakalmışım yine.
Bu programa da alıştım. İnsanlar
her gününü anlatıyorlar. Gecenin
bu saatinde kim tost yapıyor,
anlamış değilim. En iyisi sabah
kahvaltıda bir tost yapayım
canım çekti. Goonggg! “Pil
seviyeniz yüzde beş.”
Son kez telefona baktım. Ve hala
mesaj yok. Alarmı kurmadım.
“Dikkat!
Pil
seviyeniz
düşüyor.’’
![Page 16: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/16.jpg)
14
Hanzala İle
Benim
Aramdaki
Farklar
Ama babamın ne kadar zamandır
çalıştığını biliyorum; kendimi bildim bileli. 1+1+buçuk bir
gecekondumuz vardı. İyelik ekini
böyle kullandığıma bakmayın,
kağıt üzerinde bizim olmadı hiç o kutu, kiradaydık. Ama o eve hep
bizimmiş gibi davrandık. Kirasını
hiç aksatmadık, çünkü babam hep çalıştı, çok çalıştı. Bir
yerindeki sıvanın döküldüğünü
görmeyiversin annemle babam, aynı günün akşamı hemen
kaparlardı orayı.
Kapımızın açıldığı yer dört metre
yüksekliğinde koca bir duvara bakıyordu, o duvarın tepesinde
bir bahçe ve o bahçenin
gerisinde de bir başka gecekondu vardı.
Televizyonlarda “ağlama duvarı”
diye bir şey söylüyorlardı pek anlamazdım, ben o duvarı hep
bizim oradaki duvar olarak
düşündüm. Öyleydi, çünkü yukarıdaki evden ve
bahçesinden gelen tüm toz
toprak bizim evin önüne inerdi,
hiç unutmam; bir gün annem orada üç kere çamaşır yıkamıştı.
İlk yıkama bitince rahatlamıştı.
Birkaç dakika sonra yukarıdan inen pislikle aynı çamaşırları
tekrar yıkamak zorunda kaldığı
için sinirlenmişti. Ve üçüncü sefer, yine aynı durumla
karşılaştığında bu sefer, belki de
içinden hayata lanet ederek, için için ağlamıştı. Dünya üzerinde
ağlama duvarı diye tabir edilen
bir yer varsa, bizim duvar da en
Tuncay Kızılaslan
KENDİMİ BİLDİM
BİLELİ ÇALIŞTI
BABAM. KENDİMİ NE
ZAMAN BİLMEYE
BAŞLADIĞIMI
HATIRLAMAM.
![Page 17: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/17.jpg)
15
azından Türkiye şubesiydi.
Evimize belki lüks muz giremedi, pahalı ayakkabılar edinemedik,
hiç oyuncakçı dükkanından
oyuncak seçemedim, çikolata da işte bayramdan bayrama girdi
ama oturduğun ev sıcak
olduktan sonra geriye pek bir şeyin önemi kalmıyordu. Bunu
çocuk yaşta öğrenmem hem çok
güzel hem de bir o kadar dehşet vericiydi. Çocukluktan büyüklüğe
o büyük adımı çok kolay attım
sanırım.
Ev sahibi parayı her daim rahat
bir şekilde hesabında gördüğü için eve pek uğramazdı. Seneden
seneye gelirdi ve her gelişinde
canımızı sıkardı. Çünkü her gelişi kiraya zam demekti. Kendimi
bildiğim zamanlardan itibaren, ev
sahibi gelince elime bir taş alırdım ve beklerdim. Annem her
seferinde elimdeki taşı görür,
hem ağlar hem de beni döverdi.
Ben, bizi rahatsız eden o adamın kafasını yarmak isterdim hep,
annemse o adamı korurdu.
Nedenini çok sonra anladım. Muhtaç olduğumuz ev sahibinin
evi, adamın damarlarındaki leş
kanda mevcuttu. Zamanla bunları kafaya takmamaya
başladım. Babam, gözümde bir
süper kahramandı, ama öyle çizgi filmlerde gördüklerim gibi
değil; her şeye göğüs germeye
çalışırken oradan buradan
darbeler alıp sendeleyebiliyordu.
Yine de sürekli deniyordu ve bugüne kadar kaybetse de hep
kazandı. Dünya böyle dönüyordu,
kaybetsek de kazanıyorduk elbet. Ve dediğim gibi, hayat bir
yerden sonra kafaya takmamak
gerektiğini öğretiyordu. Ya da insanoğlu bu şekilde
programlanmıştı, ilk başlarda
zihnini düşünerek delik deşik ediyor, bir süre sonra artık delik
deşik edilecek zemin kalmadığı
için de yaşadığı aynı türden şeyleri es geçiyordu.
Zihnimin iyice yerine oturduğu dönemlerde televizyondaki
haberlerle tanışmaya başladım.
Babam çok severdi akşam haberlerini, hala sever. Ben ilk
başlarda çok sıkılırdım, bir bok
anlamazdım. Belli belirsiz cinayetler, aynı masada oturan
takım elbiseli adamların birbirine
kitap fırlatmaları, siyah yoğun
adına petrol dedikleri değişik yoğun bir şey için şehirlerin
bombalanması falan... Zamanla
onları anlayıp üzülmeye başladım. Çok üzüldüm. Hala
üzülürüm. Ama artık kafamın içi
bu tür haberlerle iyice delik deşik olmaya başladı. Sanırım, dedim
ya, ya delik deşik edilecek
zeminim kalmadı, ya da artık son tüneller açılıyor kafamda. Bunun
kadar leş başka bir zihin huyu
var mı bilmiyorum... Vardır illa ki
![Page 18: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/18.jpg)
16
de şu an düşünmek bile
istemiyorum birbirine benzeyen iğrençlikleri.
Bizim evimize gelen ev sahibi ile insanları evlerinden barklarından
eden Orta Doğu'daki devlet
terörünün ne farkı var? Eline taşı alan ben ile Hanzala'nın ne farkı
var? Annem çok ağladı
çamaşırların başında ama en azından içinde ağlayabileceği
dört duvarı vardı. Babam
ağlamazdı, yani gözyaşlarını göremedim hiç ama çenesini
sıktığına çokça şahit oldum.
Babalar böyle ağlarmış. O zamanları hatırladıkça ve
yazmayı denedikçe süzülüyor
hala gözlerimden damlalar. Yine de yaşadık bir şekilde,
yaşıyoruz… Dört duvarından
üçünü kaybeden ailelerin ne suçu var? Üstelik oradan kaçıp da,
bizim eskiden oturduğumuz o
gecekonduya yerleşen
göçmenlere ikinci sınıf muamelesi yapmamızın insanlıktaki yeri
nedir? “Siz, devlete inanan bütün
reziller!” diye haykırasım var, yazar kasayı başbakanlık
merdivenlerine fırlatan adamın
yaptığı gibi. Benim yazar kasam haykırışım olsun, benim krizim
insanoğlu! “Cehennemde karşıma
çıktığınızda...” diye devam etmek isterken keserler sesimi orası
ayrı konu.
Cehenneme ne kadar çok bilet
var... Sonsuz tane bilet var ve sonsuz tane günah... Bizim evin
sahibi hacıydı, Allah bilir tabi de,
ta o zaman sezonluk biletini almıştı benim sinirden akıttığım
gözyaşlarımla. Öldürülen her
çocuk ile de bir bilet alınıyor. Hem öldürenler alıyor, hem
sessiz kalan tüm insanlık. Biz, bu
yazıyı okuyan dostlarım, büyük çoğunluğuz ve büyük buhranı
delik deşik zihnimizle pek
hissetmiyoruz. Ama kıyamet kopuyor ve biletleri hızla
tüketmeye devam ediyoruz. En
son, bir kadının, düzeltiyorum; hamile bir kadının,
bombardımanda öldükten sonra
karnındaki bebeğinin kurtarılışına şahit oldum. Mucizevi bir
durumdu, üzerinden çok zaman
geçmesine rağmen kurtulmuştu bebek.
Geçen gün o haberin devamını araştırdım, o bebek de dayanamamış... İyi ki dayanamamış dedim içimden, bunca zulmü görüp ne yapacaktı? Ama işte o ölünce benim gözümde insanlık da öldü. Çok önce ölmüştü insanlık, tekrardan öldü. Tekrardan ölecek...
![Page 19: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/19.jpg)
17
durumlar/bir
1. Sevdiğim şair, hakikatli adam, Fransız kalamayan daimi uzun Parliament
içicisi ağabeyim Payidar Zaraman bir şiirinde şöyle diyordu:
“yaşamak için en ideal mezarlıksın Benazir
en olağanüstü hâl”
Şüphesiz ki bu dizelerde (görebilene) pek çok anlam vardır. Elbette şiir, şairin
değil okuyanındır. Okuyanın anladığını anlatır. Bu dizeye ne zaman çarpsam,
yüzümü Adana Akkapı Asri Mezarlığı’nda yıkarım ki kendime geleyim. Eskilerin
âdeti, hâlâ süregelen gereksiz alışkanlıktan nasibini alan babam da zamanında
bana dedemin ismini vermiş. Dedem de fiziken zamana direnemeyip rahmetli
olmuş. Şimdi o mezarlıkta benim adımın soyadımın olduğu bir mezar taşı var.
Gayet ilgi çekici ve kışkırtıcı görünüyor. Her bayram muhakkak uğrarım. Bu
“kadim” isim değiş tokuşu, soy sürdürücü geleneğe maruz kaldıysanız benim
gibi; önce, 40’lık bir ampule yakın mesafeden uzunca bakın, sonra dönüp
dedenizin mezar taşına bakın. Eğer hâlâ bir değişiklik yoksa siktir edin. Tabii
dedeniz öldüyse yapın bunu.
2. Oy pusulasına Ece Ayhan’ın “Galata Kantosu” isimli şiirinden bir alıntı yazıp
attım sandığa. Sayman arkadaş şiirden anlıyorsa beni seçer, şiirden
anlamıyorsa zaten sizin olsun. (Burada Kelebeğin Rüyası’na selam çaktım.)
3. Ece Ayhan demişken –evet Ece Ayhan denince hep akla başka bir anekdot
gelir- bir Dinar Bandosu mevzusu vardır Ayhan’ın. Öküz gibi dergilerde
yazarken bulmuştur bunu. Şöyle ki; Dinar Bandosu, Ege yöresinde derleme ve
devşirme bandolarına deniyormuş. Ayhan da bunu edebiyat dünyasına
uyarlamış. Çoğu yazar ve şairden oluşan bu bando takımının üyelerine
belirlediği enstrümanlar yakıştırmış. Epey de ilgi çekmiş zamanında. Örnek
vermek gerekirse –ki gerekir:
Ahmet Keskinkılıç
![Page 20: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/20.jpg)
18
Memet Fuat: Maestro
Ece Ayhan: İngiliz Kornosu
Cemal Süreya: Trampet
Lale Müldür: Harp
Küçük İskender: Pikkolo (küçük flüt)
İsmet Özel: Ney
gibi isimlerle uzuyor liste. Diğer bando üyeleri için “Aynalı Denemeler”e ya da
arşivleri karıştırıp Öküz dergisine filan bakabilirsiniz.
Şimdi değil ama ilerde bu bandoyu ben de kuracağım, güncelleyerek. Kısmet
tabii bu işler, oraya ne yazıldıysa o.
4. Çiçek ve/ya bitki yetiştirmek; nefes almak, rahatlamak, yük atmak, stresten
arınmak, derde tersine depar atmak için ideal bir yolmuş. 2014 yazından ben
bunu öğrendim.
5. Ben ilkokula giderken, 28 Şubat’a aylar kala, Onno Tunç ve Ella Fiztgerald
henüz “selam” demiş hakkın rahmetine, bahar günlerindeyiz zannediyorum.
Okula gidip geldiğim yol üzerinde bir sıvasız duvar, duvarın üstünde bir yazı:
“Devrim şehitleri ölümsüzdür.” Çocuk aklı, okumayı yeni sökmüşüm, kâğıttan
başka bir materyalde yazı görmeye alışkın değilim, ilgimi çekmişti epey. Her gün
okula giderken bakıyordum o yazıya. Sonra bir gün yazı tahrip edildi.
Değiştirildi. “Devrim” kısmı silinmiş “şehitler”deki “şe” hecesi ve –i eki
itibarsızlaştırılmış ve başka bir slogan oluşmuştu. Sonra o yazı da değiştirildi
üzerinde oynanarak. Ölümsüzdür kanısı “ölüm” emrine dönüştürüldü ekler
silinerek: “Hitler’e ölüm.” Ben böyle her gün okula giderken merakla yazıya
bakardım ne hâle gelecek diye. Bu âşık atışması nasıl şekillenecek, nereye
varacak merak içindeydim. Türetme zekâsı tıkandı ki üstü tamamen boyandı o
yazının.
Geçen gün aynı yoldan geçiyordum. O duvar yıkılmış. TOKİ yapılmış
oraya. Burada sosyal mesaj yok. Zaman geçiyor.
![Page 21: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/21.jpg)
19
BİR ZİYANI TAMAMLAMIŞ OLMAKLA MESUDUM
bir ziyanı tamamlamış olmakla mesudum,
mavileşmiş yanaklarından öpüyordum Marmara,
ve yüreğimi gökyüzüne iliştirdim,
yağmur misal olsun yağsın insanlığa,
kanla doyar, kana bulanır,
sahilim kızıl, buharlaşır suratım, durağım toprak
sonsuzluğum yeşil, beni bırak.
Anca varabildim,
hayallerimi kumbaraya atıp kilit vurabilirdim,
yenilmişliğimden mi kestiremiyorum,
ölülerim ile konuşamıyorum.
Şiir duvara yansıması açlığın,
ışığın düşerdi gözlerimden,
daha önce girilmemiş bir mahzeni keşfederken,
erken güneş görmemin hüznü, hedefim şaşkın,
ağırlığınca yumruğu patlayıverdi yüzümde kırıklığın.
Sanki bocalıyormuş gibi yaşamak,
işte tüm becerebildiğimiz bu iken,
kazara doğmuş bir gerçeği takip edemem dediğimde,
kaç silah doğrulur bana, kaç hedef şaşırtılır,
kaç günah işlenir, haysiyetinden anlardım,
yalnızlığında kal Allah’ım.
Sabahı çekemezken ellerimle,
uyumak yalan, aşk yetişilememiş otobüs,
varlık elveda, savrulan küllerin evveliyatı bedenim,
en çok nerede ölmek istersin sorusunun cevabı;
şu an değildir.
Hasan Ay
![Page 22: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/22.jpg)
20
B U H A R
Bu gece son defa belli belirsiz uçar
Gece kelebekleri
Ihlamurdan bir derenin üzerine.
Son defa çalar kokusunu burnuna o yersiz çırpınışlar.
Bu defa son kez
film kıvamında koşuşturur yelkovan
Ve akrep.
Son notalarını haykırır şarkılar
Yıldızsız geceyüzüne.
Kazınmak ve
Kıyılamamak için.
Belki de son defalığına bile içlenmez
Şu köşedeki hanımeli
Bakıp bakıp haline.
Bu ıhlamurdan derede
Belli belirsiz iç çekişler duyulur belki.
Bir rıhtımın üzerinde
Bir son vapurda
Hiç kimsenin.
Belki dikkat etmez bile gökte bir
Tanrı
Olan bitenlere bu gece yeryüzünde.
Ama yine de
Olur olmaz
Gerinir iki kanat ve salınır
Işıksız yıldızlar arasından.
Ihlamurdan derede boğmaya kendini.
Bal Yeşil
![Page 23: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/23.jpg)
21
Geçiyorduk
gölgeleri aşan bir geceyle
büyüyor yalnızlığım.
-ağlak bir adam değilim aslında.
kim öyle duymuşsa ağlamıştır, benden önce. veyahut birlikte.
tanrım çünkü gözyaşlarını; ağıtlar birbirini söyler-
iyice tanıyorum,
ömrümün azlığını. bir de peşinden soluklanan
ölümün suskunluğunu...
korku bir yerlerde, hep böyle bir halde.
nefes almak... -sağır ağızlar içinde-
evet, sana geldim şimdi. satırları birlikte okumaya başlayan
dudaklarına,
yüzüne ve gülüşüne...
geçiyorduk bir kalabalıkta
ve öyle tanışmıştık; yabancılığı keşfetmeyi.
tanırsın diye ümit ediyorum biraz da,
ben, hasretli yalnızlığın!
gözlerine selam ederim...
Aslan Kocaman
![Page 24: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/24.jpg)
22
SUÇLU GÖZ
Zamanın dörtte birinden bir an.
Yazı bana “yaz” emrini verdi.
Yaz!
Yalanım varsa kalem çarpsın.
Masam ile bütünleştiğim
dakikalardayım. Kalemim boylu
boyunca masamda uzanıyor
şimdi. Yontulmaya bıraktım
yeniden. Günlüğüme “suçlu göz”
yazımı yazdım. İlkokul yıllarımdan
kalan çalışma masama bıraktım.
Kaç yıllık emektarım diyorum.
Kalemi yontan marangoz Seyfi
Amca düşüyor aklıma. Yaşıyor
mudur acaba diye iç sesimle
konuşuyorum.
Anılar hafızaları tazeler. Diri
tutar. Diri masam gözümün
önündeydi. Haftalar sonrası
ölmüş Seyfi Amca tozlu talaşların
içinde. Bihaberim. Suçlu gözüm.
Göremedim elinde kerestelerle
uğraşır iken. Ertesi günüm;
günlerden hiç.
Masamın üzerindeki bütün
eşyalar ayaklandı gözümün
önünde. Sarı kapaklı günlüğüm,
üst üste konulmuş romanlarım,
kalemlik kutum, kâğıt şeridi
değişmeyi bekleyen daktilom, iki
günlük çay bardağım… Ve bir
süre de bir şeye dokunmadım
masamda. Yas tutuldu ağaçların,
uçurtma yapılan tahta parçaların
ve Seyfi amcanın adına.
Anlar, izler… Bazen anılar bizi
suçlu göz ile izler.
Saatler ilerlerken, gözlerim
odanın bembeyaz kireç gibi
duvarlarında gezindi. Bir resim
çizecektim gözlerimle. Suçlu göz.
Duvar, beyaz halini sürdürmeye
Meltem Dağcı
![Page 25: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/25.jpg)
23
devam etti yine de ikindi güneşi
gözüme çarparken.
Merhaba.
Merhaba.
Yüreğim merhaba yeniden.
Nasılsın deli çocuk. Selamlaştık
yüreğimle. Bunu genelde pek
yapmam. Hal hatır faslından
sonra gözlerimi yeniden masama
iliştirdim. Kızacaktım kendime.
Ardından matematiksel
hesaplamalar girecekti işin içine.
Bu kaçıncı kez diye. Bilmiyordum.
Geç kaldığım gözler. Zamanlar.
Beni mahallemize suçlu ilan etti
marangoz Seyfi Amca. Hem de
kendi odamın duvarında.
Bir şeyler karıncalandı beynimde.
Ayaklarım yerden kesildi. Kesik
bir ayakla ne yapabilirim ki. Bir
bilmeceye dönüştü vücudum.
Tutunamadığım zamanlar…
Seyfi Amca’nın hayali karşımda
bana gülümsüyor. Ama yetmiyor.
Ben ise; beyaz badanalı
hayatların çetelesini tutmaya
başlayalı beri bütün suçu
gözlerime atıyorum. Duvara bir
suçlu göz çiziyorum.
![Page 26: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/26.jpg)
24
ELA GÖZLER
Saatlerden zaman çalınıyor sanki. Bir kara bulut mavi ve beyaz
renkleriyle dalgalanıyor doğunun ortasında. Binlerce yıllık geçmişine ağladı ve ağlattı bizleri derken şimdi kan damlıyor ellerinden.
Gün geçtikçe şartları çocuklar aleyhine gelişen bir savaşı yaratan bu
eller her şeye rağmen direnen, toprağını sahiplenen boğazları kavrıyor ve son nefesler çıkasıya sıkıyor. Dünya tarihinin en modern soykırımını
yaşamış bir halkın torunları yeniçağda son teknoloji silâhlarıyla eski bir
soyu kırıyor.
Bu kan, devletler açısından bakınca ne kadar bilindik bir çıkar
senaryosunun gerekçeli kararı olsa da insanların vicdanlarında yaralar açan koyu, yakıcı bir asit gibi. Bir İsrail askerinin annesini düşünün
mesela. Kalın duvarlar çekerek ayırdıkları bir ülkenin bağrına basarken
botları hangi neden oğlunu haklı çıkartabilir ya da kısacık ömürlere
Efe Elmastaş
![Page 27: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/27.jpg)
25
sığdırılan onca savaş ve evcilleştirilmemiş hırsların kölesi politikacıların
sabahtan akşama aklayamadıkları nedenlerle süren bu harbin ne gibi bir kutsal amacı olabilir ki? Dini kitaplardan sağma yalanlarla, vaat
edilen toprak nidalarıyla dünyanın gözü önünde işlenen bu toplu
cinayetin tek amacıdır siyaset ve para. Bir Arap kızının ekmeğine, zevcesine göz diken bu muhilli namusların doymaz gözleri nereye
baksa orayı kurutmakta.
Şu satırlar yazılırken bile bir bomba bir ocağın keder ateşini yakmakta
ve devam eden bu kavga birbirinin eşiti taraflar olmamasına rağmen
öldüresiye vicdanları kırbaçlamaktadır. Şayet uyuyabiliyorsa sorulmalıdır, bu savaşın nedeni olan insanların parçalanan cesetler ve
yanmış bedenler arasında geçen rüyalarında bir Arap çocuğunun ela
gözlerine bakmışlığı var mıdır? Sayılmayacak çoklukta olmuşken ölüler ve bütün dünyanın gözleri önünde “hak” saçmalıklarıyla saçılıyorsa
böylesi bir vahşet, sorarım size ey halklar bu susuş hayra mı alamet?
Kibrin, eriyen bir mum misali aşındırdığı bu yüzler midir feryat figan vatanlara huzuru getirecek? Bir yalancı barışa bile hasret annelerin
umurunda mıdır acaba Gazze'nin verimli topraklar ya da Gantz için
önemli midir hangi taraftan olursa olsun bugün kaç babanın evladının tabutu başında yaşarken öldüğü? İstatistiksel verilerden ibaret olan bu
sayılar küçük hayatların büyük dramları.
“Altı gün” savaşlarının üzerine daha nice altı günler gören Filistin, hava
saldırılarına, çatışmalara, en son model bombalara direnirken
kaldırımlarda yürüyen ayak sesleri yavaş yavaş kesildi. Ölen ler
mezarlara, kaçanlar mülteci listelerinin en baş sıralarına taşıdılar
şehirlerinin ismini. Gittikleri yerlerde savaşı anlattılar ama hiçbir büyük
devlet bu zulmü görmedi. Kalanlar ise yaşamın kıyısındaki bir cambazın
parmaklarının arasındaki teli sımsıkı kavraması gibi tutundular hayata.
Anne karnından çıkan her çocuk bir memleket neferidir şimdi. Etleri de
kemikleri gibi bir özgürlük teminatının temsili. Kimi zaman umutla, kimi
zaman yaşlarla baksa da ela gözleri yataklarında sıradan bir ölüm
gördükleri en güzel düşleri...
![Page 28: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/28.jpg)
26
Gece Çiçekleri
Çıplak kaldırımda yalın ayak koşuyor bir çocuk.
Ay geceye aşık gibi parıldarken bir kadın kusuyor bodrum katın zeminine.
bir çocuk temiz çarşaflı yatağında.
bir adam ağlıyor pencere kenarında.
Gece yükselirken güne,
gün küsüyor başka bir şehrin sokaklarına, insanlarına. Çıplak ayaklarımız, sırtımızdaki kazaklarımızla
öyle çaresiziz ki güne..
Öyle aşığız ki geceye
sessiz fikirlerimiz, boş midelerimizle.
Hırçkırarak ağlayacağım geceyi bekliyorum günlerce.
Barikatın ötesine geçip,
yatacağım taşları eksilmiş zemine.
Yıldızları sayacağım gecelerce,
Öyle bir yatacağım ki
gün doğmayacak artık geceye.
Ay yalnız ayaklı çocuğa aşık olacak
güneş yaktıklarından utanacak ve gururlu bir general gibi
faşist bir diktatör gibi intihar edecek günün ertesinden geceye.
Tek kapalı kapı kalmayacak bu kentte.
Ağlayan adam bile bodrum katındaki kadının tenine kavuştuğunda,
çocuk koşmaya başladığında ve ben ağladığımda
hiç açmadığı kadar güzel açacak tüm gece çiçekleri.
Tuğçe Kayra Güneş
![Page 29: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/29.jpg)
27
V Ü C U T
benim gördüğümden farklı bir kıyamet var vücudunda
her şeyi olduğu gibi bırakan dudakların git gide boklaştı geçmişin dövmeleriyle
sarılan cesetler
yanan şehirde kıvrılan yüzleri sargılı canavarlar çarmıha gerilmiş iblisler
aldatmalı öpüşenler
yapraklar dökülürken iskelete sarılan bir ölü çocuk
mısralaşmış kuzgunlar hepsi ama hepsi ruhunun vücuduna vurduğu
yaraların çocukları
kararmış damarların korkak battaniyesi
dizi kanayan öfkenin deliklerinden fışkıran korkun annenin ayaklarına
akarken hissizleştiğin yataklarda umutlarını bıraktığını gördüm/kanayan bilekleri neden sevsin zaten tanrılar/ derin
vücudundan en büyük günahlar kadar bıkmışlık savrulurken göbek
bağıyla boğulmuş bugünlerin son beyazını çekiyorsun her gece/beyazla kırmızının buluştuğu ilk sevgilindeki anılara dönmenin
anlamsızlaştığı bir sürü siyah tonu/
çığlıklarını duyacak mürekkebin kalmadığı zaman
dizeler kadar anlamsız
şiirler kadar anlamlı bir an bulursun belki geçmiş karanlıklarında
babanı unut
anneni de senin çöküşünü bekleyen tüm melekleri de
kapat şu cohen bokunu da dinle
‘insanın tanrısı başarısız oldu kömürleşen kuşlar harabelerden kaçıyor ve akan kanlar olarak geri
dönüyor’
Yusuf Kuranel
![Page 30: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/30.jpg)
28
sevişirken ellerini kaçırman kadar korkak gözlerinin yazdığı senaryolarda/birikimsiz ve tüylü karmaşaların gizemi var/iki
orospudan aldık bu evi temizlemesi bana ölmesi sana aitti/o orospular
kadar mutlu ve pis yaşayamadık onlar kadar eskiyemedik onlar kadar yırtıklarımızı dikemedik/siyasete de bir o kadar yabancı kaldı
gazetelerimiz/en son ‘Işidleri kapatın çocuklar uyuyor’/siyaseti değil
çocuklara oy verdin bir kere bin kere öldü/
soğuk kalbini sıcak tenime yaklaştır
ya kalbin ısınsın ya tenim soğusun
ya da bu yatağı atarız çöpe
baban kuzenini sikmişti değil mi kuzenin de seni
sen de benim etime kaldın
kaşıklarımı bitirdin yavaş yavaş cehennem tasvirlerini ilk seviştiğimizde fark ettim
yanık etinin kokusunu okuduğunda
poe, charles, hell, lovecraft, scott saklamak istediklerimizi hep yazıyorlar
sessizliğin dalgaları vücudunu titretirken sigaranın yanması tek güven
veren his sana onu da biliyorum/cehennemi süpürmek hoşuna gidebilir
aslında/düşen karlar kadar ölü cehennemin soğuk yollarının
banklarında kalan hayaller/sessizce ama yaşamamış insanların ellerine düştü her saatte/gene/ gerçekten kıyamette tanrıya mı sığınacaksın
son kez sevişmek yerine/ ben onu değil o beni inkar ediyor/ sordum/
battaniyelerinin arasında kalan umutlarını sordum/bisikletten düştüğün günü sordum/cevap hep aynı/bisikletten düşmeden kanayamazsın
benim gördüğümden farklı bir kıyamet var vücudunda biliyorum
görüyorum.
![Page 31: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/31.jpg)
29
YAŞ HARBİ
Lütfet yolları kırmızı menekşelerle dolu Yaş harbidir bu Kırmızı kandır, yollara serilmiş bir düğümdür su Orman cümbüşünde gönlü çelik bir mağrur Kükrer aslan kafesinde kulaklar sağır olur Kırmızı güller Kırmızı menekşeler Siyah harp ve savaşçılarına hizmet eder Namert olsun haklı yoldan kanla saptıranlar Ormandaki çiçeklerin kırmızı olup göz aldığına bakma Kandır o güller Karanfiller menekşeler Sokağıma buyur gel Su arıyoruz çağdan evvel Beyaz menekşeler Gözlerim su arıyor Yaş harbidir bu.
Sergen Yücel
![Page 32: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/32.jpg)
30
Da Dahil
Neden hemfikir olduğum tüm
hamak yükü ofis pijamalarımı bir
kıyısında saklardım hayatın bilmem. Beni kır çiçeklerinin beli
bükülmez güzelliğiyle karşılayan
bir neşter kanamasıydı. Beni
detone olan yağmurların karşı konulmaz sıcaklığı korkuturdu en
çok. Bilirdim yetim kalmış uçlarını
somun ekmeklerinin. Bana hiçbir yararı da olmadı bunun. Ben hep
bir ağacın oluşum ehli yanından
baktım hayata. -Ben hayata yan bakmakla meşhurum- ama o
bana hep çatık kaş; şu, buna hep
şefkatle baktı. Burada gözlerin de kadraja dahil.
İstifleyip durdu karşı komşum, verdiğim tüm güler yüzlü
selamlarımı. “Ölüm, evlat, tek
gerçektir ve insan buradan
yalnızca kendisine güzel gülen
insanların selamlarını götürür. Ha,
bir de ahlarını. Yemekten sonra ölmüş isen midendeki gazda
gelebilir bak.” derdi. Gülümserdi.
Görürdüm dişlerinde zamanın
apse yapmış kaşıntılarını. Bir hayatın hastane anonsu içeren
tüm ilaç prospektüslerinden
geçtim de ucu boka sarmış hatalarımdan vazgeçemedim bir
tek. Burada savurduğum tüm
küfürler de yazıya dahil.
Hasenat hayra alamet olmadan
nasıl kuruturum kavun yapraklarımı? Mihenk
duvarlarıyla çevirdi dört yanımı.
Nereye yönelsem bir ağlama duvarına tosladım. Her yanım
haham sakalından çıkma
sığırtmaç şarkılarına gebe.
Ahmet Kürşad Görgeç
![Page 33: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/33.jpg)
31
Dengemi devrin ileri gelenlerine
bırakalı yıllar oldu. Numune atlar şahlanıp beni semanın
kanatlarına bıraktığından beridir
çıkmadım saklandığım yerden. Burada çocukluğum da
saklambaca dahil.
Zaten ancak isyana kalkışan bir
Ugandalı hüznü omzuma
dokunmaya cesaret edebilirdi. Olan, olmaya sebepti. Ben, hiçbir
gökte aramadığım kadar senin
sığındığın dualarda budum onu. Uhud nerede suistimal edildi
bilmeye yettim. Nedendir oksidi
en çıkmazında tuttum vücudumun? Talihimi rahme
düşüreli iki elma koparan
dalından, Adem misaline örnek miydi? Hekimi derdime hakem
tayin eden kader, hıyanet
ehlinden bana ne sektirdi? Burada tüm sorular da cevaba
dahil.
Adı kaosa en sistemli nutku verirdi her gece. İki yerinde üç
dikiş izi birikmiş sokak kedimizin
dilinden anlamaya gayret ettim dünyayı. Nalbur dokunduran tüm
sabah sislerini, ecrin izzetine
ikram eder, gönlümce bir ölüm düşlerdim. Şeyh çığlığı
sürdüğümden beridir ağzımın
duasız köşelerine, kötü sözleri ırak ettim dudaklarımdan.
Dualarıma kurşun döktüm. Ben
hayatın en güzel papatya
demetini, başını okşadığım bir
yetim kızın kulağının arkasına geçiştirdiği saçlarında
görüyorum. Onun, iklim
değiştirmeye muktedir gülüşüne bağlarım zamanı. Burada tüm
akrepler de yelkovana dahil.
Hangi gerekçe bir boşluğa aitse
onu dolduran ancak bir sarkaç
sesi olur. Beni de senin gibi otobüs duraklarının en samimi
köşesinde bekleten bir şiirdir.
Tebdil edilmiş ne kadar şehir varsa, kısa bırakılmış cümlelere
iki kelamı eksik edenlerin
yüzünden. Humuslu avuçların duaları kadar içten oldum sana.
Utancımı, susuz dudaklardaki
acziyetin kaç harf ötesine bıraktığımı lakin hiç bilemedim.
Gücüm yetmedi alaimisemayı
toprak kokusuyla harç etmeye. Bundandır bir kuşun kanadına
baktığımdaki unutkanlıklarım.
Ama yine de sen iste, bir ölünün
günlüğü olurum sana. Burada EvelynMcHale de tüm
karizmalara dahil.
Beni kır çiçeklerinin
beli bükülmez
güzelliğiyle
karşılayan bir neşter
kanamasıydı.
![Page 34: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/34.jpg)
R E P L İ K A
- Kalkın lan kalkın! Ahmet kalk! Kalk kalk kalk kalk kalk!!! Uyanın uyanın! +Tuncay?! Kardeşim noluyo yaa? - Ahmet, Jargon yayın hayatına devam edecek… + Vallaha mı? Ne güzel oğlum işte, gözümüz aydın. - Lan bi dur, öyle değil. Jargon basılı yayın hayatına de-vam e-de-cek!.. * Yine mi Tuncay ya? + Geçen günkü matbaacının istediği para muhabbeti yüzünden mi oldu la? - La ne ilgisi var? Said, bana bir soru sor… Sor oğlum aklına gelen ilk soruyu sor bana. * Ne soriym ya? - SOR!!! * İki kere iki?!! - JARGON!!! Ahmet sen sor. Sor lan! + Ya Tuncay ya… - Sor oğlum sor! En sevdiğim rengi sor bana hadi… + En sevdiğin renk ne Tuncay? - JARGON!!! Mısır’ın başkenti nere? JARGON!!! Ankara’nın birincil geçim kaynağı ne? JARGON!!! Elektriği kim buldu? JARGON!!! Aya ilk kez JARGON ayak bastı!!! Her sorunun cevabı; JARGON!!! Her sorunun kendisi JARGON!!! HER SORUNUN İÇİNDE HER CÜMLENİN İÇİNDE JARGON VAR! HER CÜMLENİN SONUNDA JARGON KOYULUR! BİR SONRAKİ CÜMLEYE BÜYÜK JARGON’LA BAŞLANIR! KARŞIDAN KARŞIYA GEÇERKEN İLK ÖNCE JARGON’A SONRA TEKRAR JARGON’A BAKILIR BİR DAHA JARGON’A BAKILIR ONDAN SONRA GEÇİLİR! DÜNYA JARGON’UN ETRAFINDA 365 GÜN 6 SAATTE DÖNER! BİR YIL 12 JARGON EDER!!! ENERJİ; KÜTLEYLE JARGON’UN HIZININ KARESİNİN ÇARPIMIDIR!!! BU FANZİN BASILI OLARAK YAYIN HAYATINA DEVAM E-DE-CEK!!!
![Page 35: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/35.jpg)
“İdealimizi birdenbire
gerçekleştiremeyecek olmamız pek
de umrumuzda değil.” Kropotkin
![Page 36: Jargon#9](https://reader035.vdocuments.pub/reader035/viewer/2022062400/568ca7d71a28ab186d96eacd/html5/thumbnails/36.jpg)