jargon#9

36
ahmet keskinkılıç ahmet kürşat görgeç ali lidar alper gencer aslan kocaman baha öztop bal yeşil ecmel sarıkaya efe elmastaş hasan ay ismail altuntaş meltem dağcı payidar zaraman sabit emre zengin said büyükarslan sergen yücel tuğçe kayra güneş tuncay kızılaslan yusuf kuranel mermi alan var mı? sayı 9 | katkı: 3 lira

Upload: jargon-fanzin

Post on 06-Apr-2016

222 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Jargon isimli fanzin şey'inin 9. sayısının online sürümüdür.

TRANSCRIPT

Page 1: Jargon#9

ahmet keskinkılıç

ahmet kürşat görgeç

ali lidar

alper gencer

aslan kocaman

baha öztop

bal yeşil

ecmel sarıkaya

efe elmastaş

hasan ay

ismail altuntaş

meltem dağcı

payidar zaraman

sabit emre zengin

said büyükarslan

sergen yücel

tuğçe kayra güneş

tuncay kızılaslan

yusuf kuranel

mermi alan var mı?

sayı 9 | katkı: 3 lira

Page 2: Jargon#9

başlarken

Selam, n’aber?

Devletten bir delikli lira teşvik almadan yola devam eden ve bugüne kadar

ücretsiz dağıtılan fanzin Jargon 9. sayısına kimi zaman koşar adım kimi zaman

emekleyerek varmış bulunmakta. Yanımızda olanlara teşekkür, olmayanlara da

teşekkür ederiz.

Tam burada mevcut gündemden mütevellit sosyal medyada başlatılan ve haklı

sorulan #kimbuyazarlar sorusunu yinelemek ve ısrarla cevap almak istediğimizi

belirtiriz. Bir tür örtülü ödenekle kim olduğu açıklanmayan yazarlara teşvik

ödemesi yapılıyor. Hangi seçici kurulun, hangi parametreler kullanarak seçim

yaptığı da açıklanmıyor. Sadece spekülasyonlar dolaşıyor ancak bütün bu giz-

kapağın içinde nedeni hakkında da yine bir açıklama yok. Haliyle soruyu

genişleterek tekrarlıyoruz: #kimkardeşimbuyazarlarneayaksınızsiz

Fanzin çıkarmak, hazırlamak, dağıtmak, bu iş için memur olmak, mesai

harcamak gerçekten zevkli. Ancak bir o kadar da yorucu ve entelektüel

anlamda karşılık göremediğinizde de hayal kırıcı olabiliyor. Ancak Jargon

olarak bütün olumsuzlukları bir şekilde aşmaya çalışarak geçiştiriyoruz, belli

salvo yöntemlerimiz var. Bakalım, “sezon” açılıyor, gelen günler neler gösterir.

Son olarak; bitki yetiştirin.

Hadi hayırlı traşlar.

Ahmet.

Jargon Fanzin yayınları – 8

Fanzin – 8

Kapak Tasarımı: Ahmet Keskinkılıç | Çizim: Ecmel Sarıkaya

İmtiyaz Sahibi, Editör: Ahmet Keskinkılıç & Tuncay Kızılaslan

Redaksiyon: Tuncay Kızılaslan

Baskı: Merdivenaltı Basın Yayın. Siz basın yayın. Evet evet, siz, gidin fotokopicide basın. Jargon Fanzin Yayıncılık Ticaret ve

Sanayi 2014 Sertifika no: Bir numaramız yok.

Bütün yayın hakları acayip bir yerde. Sakladığımız yeri bulursak saklayacağız bambaşka yerlere. Kaynak gösterilerek

tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dahil yayıncının yazılı izni olmaksızın her türlü çoğaltılıp dağıtılabilir. Hiç sıkıntı değil. İsim

kullanmazsanız vebalimiz boynunuza!

Ankara | 2014 Jargon Fanzin

http://www.facebook.com/JargonDergi

http://www.twitter.com/JargonDergi

http://jargondergi.tumblr.com

NY

E

Page 3: Jargon#9

1

Hastalıklı

Hassasiyet

Asitlenince ağzımda biriken kir,

masumiyetimi kibarca delirtir

bendeki asgari asabiyet,

senin teninde melek kışkırtan kenevir

ruhumdaki düğmelerden tut sevgilim

tut ruhumdaki düğmelerden

beni hayata iliştir.

İsterim ki güzel kadınlara otomobil çarpmasın

damarımda devinen pasiflora kazanı

beni sana alıştırsın.

Yüzüne devrilmiş gül bahçesinde koşayım

gel ağzımdaki kanda pıhtılaş

ki kafamdaki kırık metronom

göğsüne yakışan ayetler yazdırsın.

Ah çatlamış nevroz beni sana iliklesin

yaza damgasını bir noter vursun diyelim

hassasiyetlerimi ırgala, benimle çarpık kentleş

tut kolumdan karaya oturalım

ve denizden ibaret olduğumuz böylece bilinsin

sevgilim, varsa üstümüze cuk oturan,

çok yakıştı bir deli gömleği

bunu kimse değil tarih giydirsin.

Ahmet Keskinkılıç

Page 4: Jargon#9

2

Çocukluğumuzun O Kayıp Dünyasından İzdüşümler

Bundan, yani bu lanet

olası günlerden, bu

saçma sapan

zamandan tam olarak

on yedi milyar yıl önce,

yani bin dokuz yüz

seksen üç yılında

başladı her şey.

Anavatan Partisi’nin

kurulmasıyla veya

Özal’la uzaktan

yakından, kıyıdan

beriden hiçbir alakası

yoktu bunun. Tam

olarak beş yaşındaydım

o zaman. Olan bitenleri,

o sihirli yeşili, o dağın en

kaf halini, görüp

anlayabildiğim, dahası

yorumlayabildiğim, daha

da dahası

biçimlendirebildiğim yıldı

o yıl. Babam ahirete

göçe zorlanalı iki yıl

olmuşken, Sovyetler

soğuk savaşın hala

diğer kutbunu

oluşturabilmeye

muktedirken ve Yozgat

resmen olağanüstü bir

şehirken, Dedefakıllı

köyü düpedüz bir

firdevs cennetiyken,

bu az oldu, evet Dedefakıllı köyü sekiz cennetin

birden cevheriyken, ben Cüneyt Arkın’ın tam

olarak kendisiydim. Şuna Battal Gazi dersek daha

isabetli olur sanırım. Köyümüzün dört kilometre

yakınındaki Peyik kasabası ise, California

eyaletinin San Francisco şehrinin ta kendisiydi.

Dedefakıllı köyü sadece Türkiye’yi içine alan bir

dünya değildi. Ayrıca Amerika’nın uzak batısını,

İrlanda'yı, Amazon Ormanları’nı, Avrupa kıtasının

bir kısmını da içine alan büyük, Allah kahretsin

çok büyük bir dünyaydı Dedefakıllı. Bunu bizzat

biliyordum ben. Bu ispatlı, belgeli, mühür gibi bir

gerçekti. Bu gerçeği göremeyenler, bombok bir

hayal dünyasının içinde çürüyüp gidiyorlardı.

O zamanlar Dedefakıllı gezegeninde gayri safi

milli hasıla nedirdi, ne değildirdi bilmiyorum fakat,

bizim büyük malikanemiz, sanırım dünyadaki

birkaç büyük malikaneden biriydi. Yetmiş

metrekare olduğuna ve tuvaletinin de dışında

olmasına aldanmamak lazım tabi ki. Zenginlik

denilen göreceli şey, bizim malikânemizin

dolaylarında ancak sefil bir dilenci konumundaydı.

Kahretsin lan, kahretsin ki tam o larak böyleydi.

Gezegenimizde Karapınar Gölü ve Gümbürdeyen

Göl isminde iki büyük okyanus vardı. Bu

okyanuslarda henüz keşfedilmeyen birçok canlı

türü mevcuttu. Daha ne olsun işte mevcuttu yani.

Yazılarımızda, bayırlarımızda otlatılan bütün

koyunlar, Georghe Zamfir'in eksantrik kavalı

eşliğinde yayılırlardı. Üstümüzdeki göğün mavisi

çok baba bir maviydi; kışını, güzünü bilirdi,

istikrarlı bir maviydi.

İsmail Altuntaş

Page 5: Jargon#9

3

...

Ve Allah... Evimizin

horantasıydı o yıllarda.

Sanki evimizde bizimle

ikamet eden ama hiç

görünmeyen,

saklambaç

oynadığımızda bizimle

sevinen, soframıza

bizimle oturan,

çökeleğimizin lezzeti,

yufkamızın bereketi

olan bir öz dost gibiydi.

Biz büyüdükçe bize

küsen, büyümemizi

sanki hiç istemeyen bir

dost…

Ve aşk... Hatice’ye

âşıktım. Âşık olmak

nedir hiçbir fikrim yoktu,

nasıl âşık olunur, insan

âşık olduğunu nasıl

anlar bilmiyordum belki

ama bildiğim bir şey

vardı, seviyordum

Hatice’yi. Çocukça bir

hoşlantıdan daha farklı

bir şeydi o. Temizdi bir kere, aşkı hak eden bir

duyguydu adı her neyse. Mesela Hatice’nin güneş

sarısı saçları vardı, güneşi görünce kapanan,

yağmurda olağanüstülüğünü ele veren saçları.

Televizyonda ne kadar güzel kadın varsa, onların

gözlerinden aparılmış kolaj bir kahverengisi

vardı gözlerinin. Gülşen Bubikoğlu’dan Hale

Soygazi’ye, Filiz Akın’dan Mine Mutlu’ya kadar

gözüme ilişen ne kadar Yeşilçam yosması varsa,

o elli beş ekran siyah beyaz philipsimizin

ortasından ortasından hepsi birden

“Hatice”leşiyorlardı gözümün yamaçlarında.

Dünya, körkütük sarhoş bir biçimde dönüyordu

aşk hallerinde. Aşk, çok Allahcıl bir yaraydı ve

farkına üç beş milyar yıl sonra varabilmiştik.

Gezegenimizin aslında küçük bir köyden ibaret,

masallarınsa birer hayalperest uydurması

olduğunu ve ait edildiğimiz asıl gezegenin “Earth”

adındaki bir zalım gezegen olduğunu öğrendik.

Bunu öğrendiğimizde Allah evimizi çoktan terk

etmişti. Bunu bildik ve adına yaşamak dedikleri bu

yükü, sırf gelenek olduğu için taşımakta kaldık.

Daha kaç milyar yıl yaşarız bilemeyiz ama cenneti

koklamış bulunduk bir kere, tatmış bulunduk, kutlu

olsun ölüm, ölmekle uzaktan yakından bir tanışlığı

olmayan ölüm.

Page 6: Jargon#9

4

K O R K U

Hem korkuyorduk da, göz göze

geldiğimiz birkaç saniyeden

anladığım kadarıyla. “Benim

sorularıma cevap verir de sıra

ona gelirse?” korkusu vardı

üstümüzde muhtemelen. Ya da

sadece bende vardı, onu dahil

etmeden. Zaten hiç

anlayamamışımdır gözlerini, ya

onlar yalan söyler ya da ben

gerçeklerden kaçıp yalanlara

sığınırım. Onun için sadece bende

vardı herhalde bu korku, yıllar

öncesinden miras kalmıştı hem de.

Rakamların yerini harflerin aldığı

bir matematik dersinde ilk kez

“anlamadım” dedim, ömrümde ilk

kez anlamak istediğim halde

anlamadığımı birisi anlasın istedim,

anlamadı. “Nesi var bunun

anlaşılmayacak, gel tahtaya” dedi,

gittim. Orda da anlamadım;

oturmak ya da ayakta olmak

değildi bunun nedeni, ben harflerle

matematiği bağdaştıramamıştım,

anlamamıştım. O günden sonra

vazgeçtim anlamadıklarımı

sormaktan. Nasılsa “o” anlardı, ona

inanır, aldanırdım. Anlamadığım

anlaşılmasındı, aldanmaya

razıydım.

“Şehre mega hafıza uzmanı gelmiş,

konferanslar verecekmiş, duydun

mu?” dedi, evet gerçekten söyledi

bunu. Onca sorunun, geçen onca

zamanın muhasebesi bitmişti,

mega hafıza uzmanından

konuşalım istiyordu.

“Biz çocukken çıkardı ya

televizyona, hani seyircilerle

oyunlar oynar hafızasının ne

kadar güçlü olduğunu gösterirdi.”

Aferin ona. Bu nerden çıktı

demedim, ben de sarıldım bu

gereksiz konunun gittikçe

zayıflayan kollarına suskunluğun

Ali Lidar

BİRBİRİMİZE

SORACAĞIMIZ O

KADAR ÇOK SORU,

KONUŞMAMIZ

GEREKEN O KADAR

ÇOK KONU VARDI Kİ BİZ

ÇAREYİ SUSMAKTA

BULMUŞTUK.

Page 7: Jargon#9

5

kuyusunda daha da derinlere

düşmemek için:

“Hayret,” dedim, "benim ufalıp

küçülmesini hatta yok olmaya yüz

tutmasını istediğim şeyin, hafızanın

ve hatırlamanın, gelişmesi

genişlemesi için insanlar uzman

oluyor, uzmanları dinliyor.”

Anladı, üstelemedi. Ama anlamasın

isterdim, sorsun, ben de “ne var

bunda anlaşılmayacak” deyip

hazırlıksız yakalayayım isterdim,

belki de rahatlardım. Olmadı,

sormadı, sormadım.

“Ben balık hafızalı olmak istiyorum”

dedim saniyeler sonra. İçimde

kanatılmayı bekleyip tatlı tatlı

kaşınan bir yara vardı, açılsın

istiyordum. “Her gördüğüm yeri ilk

kez gördüğümü sanıp sonra

alışmış olmak, her şeyi önce

öğrenip sonra unutmak,

akvaryumumu her turumda yeni

evimmiş sayıp sağa sola giderek

güzelliğine iç geçirmek, süs olsun

diye konulan köprünün altından

üstünden geçmek ve bunların

hepsini yaparken hepsini aynı

anda unutmak, beni izleyerek

huzur bulanların huzurumu

kaçıranlar olduğunu hemen

unutmak...”

Yine olmamıştı, tuzağa düşmemiş,

“Neden?” diye sormamıştı.

Ben de soramam korkarım sıranın

bana gelmesinden. Cevaplarından

korktuğum sorular var, ne olurdu

tuzağa düşseydi?

Bir ben miyim acemi kalan?

Page 8: Jargon#9

6

Cezayir Radyosu

yine sadık battal’a

ben sadece kendi kaderimin peşinden koşturuyorum

senin başka dünyalara kader bağlamışlığın var

köprülene köprülene köprülerden geçiyoruz

savaşlardan kan var bayraklar solduruyor renkleri

sarmalların kollarını kırıyorken genetik

ruh bulaştırıyoruz birbirimize dna değil!

sevgilim çaktırma durumlar kritik

bence biz bundan sonrasına yürüyerek saldıralım

insan olan her şeye alışır ve bütün övgüler allah’a allah deyince sen önce merhamet anla!

misal ben zeytine hiçbir zaman hayır demedim ve çaya ve tütüne ant olsun

allah hepimizi kendine ısmarladı ha!

elinde silah varken muhabbete geleni göremezsin kışkır kışkır kışkırtırlar bu dünyada adamı güneşi koy demlensin saate bakmayalım

Alper Gencer

Page 9: Jargon#9

7

uyumasak doğrudan rüyaya çıkıyor zaten hayat kuşları uçarken görsen kuşları uçarken görmenin cenneti

fakat illa ateş yakacaksan odunu da yanında götürmen lüzum ediyor

mevsimler yalan soğuk sahici üşümek hakikat olsun sana

bu kadar tropik durma güneş seni kıskanacak bahçeleri derenlerin ellerinden öpmüştük

sana gül, sana yine gül, sana bir gül, bir gül daha... mağaraların insan içlerine kapandığı bir yerde

çanlar camileri yıkmış, ezanlar kiliseleri mağaralar benim içimi açıyor sevgilim

gönlün olduğu yerde bırakalım klişeleri

çapa toprağı darbelerle seviyor göğün ardında uzay önünde de biz

her yanımız inşaat şehirleri tozur tozur tozuyorlar diyeceğimi unutuyorum matkap geliyor aklıma

sonra delinen deliklerden dönüp giren vidalar...

ortadoğu al rengine bulandı sen nasılsın sevgilim? öldürmeden olmuyor diye buyurdu hain

çocukların su içtiği yerleri bombalıyorlar aramızda kör olanlar var ama gözleri hala görüyorlar

kantar topuza iki tokat salladı şirazenin ta ağzını kırdılar

dünya hala dönüyorsa sevgilim müsait bir yerde seninle inebilir miyim?

Page 10: Jargon#9

8

İlk Denemede

Duvardan Dönen

Matkaba Ağıt

Şurada boy gösteren ayna da öyle

Yamultarak tutuyor geçmişin günlüğünü Dönsem sırtımda pas tutacak yağmur

Girsem kumuna tersten saplanacak sır.

Okuldan atılan çocukların geliştirdiği tezlerle

Olmadık yerlere gönderiyorum heykellerin traşlarını

Büyük bir gürültüyle doyurup açlığın karnını Neredeyse kırmızı bir şeyler içiyorum.

Her karışık şey gibi rastgele oluyor tüm bunlar Yıldızsız oteller ağlıyor vestiyer yokluğuna

Duvara inanmış çiviye asıyorum ya aklımı

Alnımda kuruluyor yeniden matbaa.

Kütüphanelerdeki suskunluk da bundan, dur gülme

Bir adam kalkar yüzmeyi unutmayı seçer Karaya vurur cesareti ağaç bahçede kalır

Nasıl da durduk yere bir elma, dur düşme!

Tik tak saat sesiydi göz kapağım açtım ve kapadım

Eşyanın hükmettiği anlam da öyle, dur

Paslı bir anlatımdır bu; bıçak ve kın Küvet dolu, su ikna, kürek şaşkın.

Baha Öztop

Page 11: Jargon#9

9

KUANTUMUN ADABINDANDIR

önüme eğilmiş sokak lambaları

ve kuraklıktan çatlak bir patikada

sadece bir baykuş var

ve bir de çok mutlu bir quokka

hissim yediydi, boyutum dört,

gök çekimine maruz kalmışım

yere düşemedim hiç, oysa çakılmak isterik

hiç yakından izletmedi annem televizyonu

geniş zamanlar da dahil

inceldiği yerden körmek istedim

körmek istedim zira gördüklerim bana yetti

nedir asıl sebep? dedim,

nedir, ne değildir

buralardayız da fakat nedendir dedim

kimse istediğim cevabı vermedi

kimse cevap vermedi

kimse cevap

eh, her kimse!

sadece bir baykuş dedi

ve bir de çok güldü bir quokka

oysa çatlak göğsüm çok acımışken ve

canım çekilirken baykuş çok sessizdi

ve meğer bir quokka hep gülermiş , geniş zamanlar dahil

hepsini içerisinde barındıran bu çerçevede

ve bütün fizik alimlerinin ortak noktada buluştuğu mekana

yağdırdığım atom bombalarının kudretiyle ;

dünya başlı başına kareydi ve zihnim geoid

bir yerden düşünmeye başladım hep aynı yöne doğru

bir gün başladığım yere döneceğim hesap ettim

henüz tanıdık yerler yok,

dedim etrafa dağıldıkça herkes ve her şey yabancı

ama başladığım yer olmalı burası çünkü

herkes ve her şey yabancı !

önüme eğilmiş sokak lambaları , doğru

ve kuraklıktan çatlak bir patikada , vardı

biraz gözyaşı tüm çatlaklar için demişti baykuş, evet demişti

çok gülmüştü bir quokka, içten gülmüştü

işte bu sanırım; biraz körmek geniş zamanlarda.

Tuncay Kızılaslan

Page 12: Jargon#9

10

Mutlu İnek

bu bir pink floyd albüm kapağı değildir sıcak para endişesi hiç değildir değildir piyasa korkusu

bir deplasman fobisi asla değildir hadi sana merhaba

bankalardan ve barbarlardan sanayi reformlarından ve modern iktisattan bütün bu çürümüş bakışlardan bağrına sığınıyorum

ne iyi olsa gerek bu ölek desen hayli hayli ölünür seninle sana merhaba

durdum ve düşündüm aklıma bir sonbaharı iğfal etmek geldi sonra

kalçaları güneş görmemiş bir sonbaharı geldi ve gitti kahve yaptım, ot içtim sonra

yediğim dondurmaya aşık oldum sen aklıma geldikçe yağmur yağdı yağdıkça kendimi bıraktım, yağdıkça namaza başladım

düşüncemdeki karışıklıklara denk düştün bu iyi oldu bu çok iyi oldu birlikte çıldırabiliriz yemin ediyorum bunu yapabiliriz

merhaba çok düşündümdü de

düşüncemi yüzünde eritirken misal dudağında allah işi bir işçilikle mühim sebepler üzerine bina ederken teninin tinselliğini

çok kırmızı yıllar yaşadım, eskidendi, bir alakası da yok bununla ve yüzünde bir ifade var bunu taa buradan gördüm bütün melek ümmeti filan da görmüşlerdir kör değiller ya

evet floransa ve bu şartlar altında biçimli bir opera dinlemek

üstüne parasız okunan bir mevlit bunu yazalım evet, bu bir ve gözlerin ki bütün bir dünyayı birleştirir

evet yaşasın diyarbekir

Payidar Zaraman

Page 13: Jargon#9

11

dumanlanalım, soykası çıksın dumanlanalım şerefi olan her şeyin şerefine dumanlanalım

okyanusya’ya kıyısı olan bir kalbimiz var madem

madem günde üç buçuk saat uykumuz dumanlanalım rezil olasıya

böyle daha bir güzel duruyor hayat

böyle daha bir bohem, daha bir otantik, daha bir her neyse saçları güzel olanın

ve gül ………

bu kısmı sen doldur ve çayımı da

ruhuna dokunmalı, girmeli dolaylarına

yanaşmalı ne pahasına olursa olsun en cılız tanımıyla yani

kafamdaki kırıklara ölesiye uygunsun

hadi sana merhaba

şunu da çok düşündümdü

tutsam o el değmemiş ellerinden tutsam ve gezmelere çıkarsam seni

ilhami çiçek ütopyasının o saf kırlarına

bayırlarına o deli yeşil kafalarımız afyonlu olsa

allah’ı ıspatlayacak kadar afyonlu

ne şık dururdu ömrümüzün üstünde sana merhaba

şunu da sen düşün serüvenlerimiz böyle yasyavan, yapyavan bir intikaldeyken

çılgın olmalıyız değil mi zıvanadan çıkmış bir çıldırganlık, yaşasın o

yarım sürahilik bir şey var içersen

cigaralık da var daha sonrası için şekilli bir daha sonrası için

ve işte yaşıyorsun bu dünyanın bir hangi bir yerinde

kahrolsun konstantiniyye işte meyime bir afacan mezedir bu

işte nefesim bir işe yarıyor böylece

gökyüzü rahatlıkla mavi işte işte gecenin üç buçuğu bizden memnun görünüyor

işe bak sen

çok tatlı bir şarkıyı bana yeniden hatırlatmaktasın yeniden hatırlatmaktasın muhtemel bir meksika’yı

hadi sana merhaba

Page 14: Jargon#9

12

RADYO

Her gece radyo dinlemeden

uyuyamam. Radyo dediysem

telefondan dinlenilen ve yaveri

kulaklıkla birlikte… Geceleri

kendimi firari gibi hissediyorum

bunu yaparak. Her istasyonda bir

dünya... O kulaklık bir gün olmasa

ne yaparım onu hiç bilmiyorum.

Bazen şarjım az kaldığında o

tedirgin hali yaşamaktan

korkuyorum. “Dikkat! Pil seviyeniz

düşüyor.’’ Bence senin seviyen

düşüyor. İkide bir şarkının

ortasında goonggg diye

çıkıyorsun. Gecemi bölüyorsun.

Ben biraz sonra uyuya kalabilirim

burada. Üzerimi örtecek biri de

yok. Hep söylemişimdir. Yalnızlık

geceleri anlaşılan bir olaydır. Ve

hiç mesaj yok.

Direk çöpe mi döksem yoksa

lavaboya mı sallasam diye

düşündüm. Çöp bana uzak geldi.

Lavabo da tıkanırsa tıkansın

umrumda değil. Çaydanlığın

kıçına vurdum birkaç defa. Kalan

çaylar da gitsin diye suyla

çalkaladım. Çaydanlıkta tek kişilik

çay demlemek kadar hüzün

verici bir şey olamaz. Kahvaltıda

yumurta olmazsa

olmazlarımdandır. Ama bu bazı

günler değişebiliyor. Bazen bir

tost, yumurtanın saltanatını yerle

bir edebiliyor. Kahvaltı yaparken

acele etmemek lazım… Çünkü

günün en güzel saatidir. Gün

aydın ve sen ayıksındır. En büyük

zevklerimden biri de kahvaltıdan

sonra içilen keyif çayıdır.

Dünyanın en huzur verici

anlarından biridir. Hani şu

hayatta toplasan mutlu olduğum

anları, bu andan daha az çıkardı.

Televizyonu zaplayarak izlerim.

Sabit Emre Zengin

Sabah olmuş bile. Alarm

çalmadan uyandım. Çayın

suyunu koymak için mutfağa

gittim. Demlikte dünden kalan

çay varmış. Bunu dökmeyi

unuttuğum günlerden

birindeyiz yine.

Page 15: Jargon#9

13

Saatlerce bir kanalda durup

takılmam. Aklımda hep ya başka

kanalda daha iyi bir şey varsa

kuşkusu olur. Bu bende zamanla

hastalık daha sonra bir vaka

haline geldi. Dışarısı da çok

soğuk... Şu hava durumunda

günlerdir bahsedilen yağmayan

kar yağsa da etraf beyaz olsa.

Biraz masumlaşsın ortalık. Şu

inşaatlar karla kaplı kalsa hep.

Ağaçların üzerinde oluşan

karların görüntüsü her zaman

karşımıza çıksa… Dürüst kardan

adamlar olsa her mevsim. Ben

çayımı içerken bunlar geçiyor

aklımdan. Televizyonu kapattım.

Masayı toplamam gerekecek.

Kahvaltının en nazlı kısmı…

Bulaşıkları nasıl olsa akşam

yıkarım.

Biraz müzik dinledim ve onu

anımsıyorum. Onu hatırlamaya

çalışıyorum. Daha iki saat önce

görmüş olmama rağmen

gülüşünü arıyorum.

Uyuyamıyorum. Ne de güzel

gülüyordu…

“Anlamış mıdır acaba?”

“Neyi?”

“Benim de onun gülüşüne

güldüğümü.”

“Belki.”

Radyo açık uyuyakalmışım yine.

Bu programa da alıştım. İnsanlar

her gününü anlatıyorlar. Gecenin

bu saatinde kim tost yapıyor,

anlamış değilim. En iyisi sabah

kahvaltıda bir tost yapayım

canım çekti. Goonggg! “Pil

seviyeniz yüzde beş.”

Son kez telefona baktım. Ve hala

mesaj yok. Alarmı kurmadım.

“Dikkat!

Pil

seviyeniz

düşüyor.’’

Page 16: Jargon#9

14

Hanzala İle

Benim

Aramdaki

Farklar

Ama babamın ne kadar zamandır

çalıştığını biliyorum; kendimi bildim bileli. 1+1+buçuk bir

gecekondumuz vardı. İyelik ekini

böyle kullandığıma bakmayın,

kağıt üzerinde bizim olmadı hiç o kutu, kiradaydık. Ama o eve hep

bizimmiş gibi davrandık. Kirasını

hiç aksatmadık, çünkü babam hep çalıştı, çok çalıştı. Bir

yerindeki sıvanın döküldüğünü

görmeyiversin annemle babam, aynı günün akşamı hemen

kaparlardı orayı.

Kapımızın açıldığı yer dört metre

yüksekliğinde koca bir duvara bakıyordu, o duvarın tepesinde

bir bahçe ve o bahçenin

gerisinde de bir başka gecekondu vardı.

Televizyonlarda “ağlama duvarı”

diye bir şey söylüyorlardı pek anlamazdım, ben o duvarı hep

bizim oradaki duvar olarak

düşündüm. Öyleydi, çünkü yukarıdaki evden ve

bahçesinden gelen tüm toz

toprak bizim evin önüne inerdi,

hiç unutmam; bir gün annem orada üç kere çamaşır yıkamıştı.

İlk yıkama bitince rahatlamıştı.

Birkaç dakika sonra yukarıdan inen pislikle aynı çamaşırları

tekrar yıkamak zorunda kaldığı

için sinirlenmişti. Ve üçüncü sefer, yine aynı durumla

karşılaştığında bu sefer, belki de

içinden hayata lanet ederek, için için ağlamıştı. Dünya üzerinde

ağlama duvarı diye tabir edilen

bir yer varsa, bizim duvar da en

Tuncay Kızılaslan

KENDİMİ BİLDİM

BİLELİ ÇALIŞTI

BABAM. KENDİMİ NE

ZAMAN BİLMEYE

BAŞLADIĞIMI

HATIRLAMAM.

Page 17: Jargon#9

15

azından Türkiye şubesiydi.

Evimize belki lüks muz giremedi, pahalı ayakkabılar edinemedik,

hiç oyuncakçı dükkanından

oyuncak seçemedim, çikolata da işte bayramdan bayrama girdi

ama oturduğun ev sıcak

olduktan sonra geriye pek bir şeyin önemi kalmıyordu. Bunu

çocuk yaşta öğrenmem hem çok

güzel hem de bir o kadar dehşet vericiydi. Çocukluktan büyüklüğe

o büyük adımı çok kolay attım

sanırım.

Ev sahibi parayı her daim rahat

bir şekilde hesabında gördüğü için eve pek uğramazdı. Seneden

seneye gelirdi ve her gelişinde

canımızı sıkardı. Çünkü her gelişi kiraya zam demekti. Kendimi

bildiğim zamanlardan itibaren, ev

sahibi gelince elime bir taş alırdım ve beklerdim. Annem her

seferinde elimdeki taşı görür,

hem ağlar hem de beni döverdi.

Ben, bizi rahatsız eden o adamın kafasını yarmak isterdim hep,

annemse o adamı korurdu.

Nedenini çok sonra anladım. Muhtaç olduğumuz ev sahibinin

evi, adamın damarlarındaki leş

kanda mevcuttu. Zamanla bunları kafaya takmamaya

başladım. Babam, gözümde bir

süper kahramandı, ama öyle çizgi filmlerde gördüklerim gibi

değil; her şeye göğüs germeye

çalışırken oradan buradan

darbeler alıp sendeleyebiliyordu.

Yine de sürekli deniyordu ve bugüne kadar kaybetse de hep

kazandı. Dünya böyle dönüyordu,

kaybetsek de kazanıyorduk elbet. Ve dediğim gibi, hayat bir

yerden sonra kafaya takmamak

gerektiğini öğretiyordu. Ya da insanoğlu bu şekilde

programlanmıştı, ilk başlarda

zihnini düşünerek delik deşik ediyor, bir süre sonra artık delik

deşik edilecek zemin kalmadığı

için de yaşadığı aynı türden şeyleri es geçiyordu.

Zihnimin iyice yerine oturduğu dönemlerde televizyondaki

haberlerle tanışmaya başladım.

Babam çok severdi akşam haberlerini, hala sever. Ben ilk

başlarda çok sıkılırdım, bir bok

anlamazdım. Belli belirsiz cinayetler, aynı masada oturan

takım elbiseli adamların birbirine

kitap fırlatmaları, siyah yoğun

adına petrol dedikleri değişik yoğun bir şey için şehirlerin

bombalanması falan... Zamanla

onları anlayıp üzülmeye başladım. Çok üzüldüm. Hala

üzülürüm. Ama artık kafamın içi

bu tür haberlerle iyice delik deşik olmaya başladı. Sanırım, dedim

ya, ya delik deşik edilecek

zeminim kalmadı, ya da artık son tüneller açılıyor kafamda. Bunun

kadar leş başka bir zihin huyu

var mı bilmiyorum... Vardır illa ki

Page 18: Jargon#9

16

de şu an düşünmek bile

istemiyorum birbirine benzeyen iğrençlikleri.

Bizim evimize gelen ev sahibi ile insanları evlerinden barklarından

eden Orta Doğu'daki devlet

terörünün ne farkı var? Eline taşı alan ben ile Hanzala'nın ne farkı

var? Annem çok ağladı

çamaşırların başında ama en azından içinde ağlayabileceği

dört duvarı vardı. Babam

ağlamazdı, yani gözyaşlarını göremedim hiç ama çenesini

sıktığına çokça şahit oldum.

Babalar böyle ağlarmış. O zamanları hatırladıkça ve

yazmayı denedikçe süzülüyor

hala gözlerimden damlalar. Yine de yaşadık bir şekilde,

yaşıyoruz… Dört duvarından

üçünü kaybeden ailelerin ne suçu var? Üstelik oradan kaçıp da,

bizim eskiden oturduğumuz o

gecekonduya yerleşen

göçmenlere ikinci sınıf muamelesi yapmamızın insanlıktaki yeri

nedir? “Siz, devlete inanan bütün

reziller!” diye haykırasım var, yazar kasayı başbakanlık

merdivenlerine fırlatan adamın

yaptığı gibi. Benim yazar kasam haykırışım olsun, benim krizim

insanoğlu! “Cehennemde karşıma

çıktığınızda...” diye devam etmek isterken keserler sesimi orası

ayrı konu.

Cehenneme ne kadar çok bilet

var... Sonsuz tane bilet var ve sonsuz tane günah... Bizim evin

sahibi hacıydı, Allah bilir tabi de,

ta o zaman sezonluk biletini almıştı benim sinirden akıttığım

gözyaşlarımla. Öldürülen her

çocuk ile de bir bilet alınıyor. Hem öldürenler alıyor, hem

sessiz kalan tüm insanlık. Biz, bu

yazıyı okuyan dostlarım, büyük çoğunluğuz ve büyük buhranı

delik deşik zihnimizle pek

hissetmiyoruz. Ama kıyamet kopuyor ve biletleri hızla

tüketmeye devam ediyoruz. En

son, bir kadının, düzeltiyorum; hamile bir kadının,

bombardımanda öldükten sonra

karnındaki bebeğinin kurtarılışına şahit oldum. Mucizevi bir

durumdu, üzerinden çok zaman

geçmesine rağmen kurtulmuştu bebek.

Geçen gün o haberin devamını araştırdım, o bebek de dayanamamış... İyi ki dayanamamış dedim içimden, bunca zulmü görüp ne yapacaktı? Ama işte o ölünce benim gözümde insanlık da öldü. Çok önce ölmüştü insanlık, tekrardan öldü. Tekrardan ölecek...

Page 19: Jargon#9

17

durumlar/bir

1. Sevdiğim şair, hakikatli adam, Fransız kalamayan daimi uzun Parliament

içicisi ağabeyim Payidar Zaraman bir şiirinde şöyle diyordu:

“yaşamak için en ideal mezarlıksın Benazir

en olağanüstü hâl”

Şüphesiz ki bu dizelerde (görebilene) pek çok anlam vardır. Elbette şiir, şairin

değil okuyanındır. Okuyanın anladığını anlatır. Bu dizeye ne zaman çarpsam,

yüzümü Adana Akkapı Asri Mezarlığı’nda yıkarım ki kendime geleyim. Eskilerin

âdeti, hâlâ süregelen gereksiz alışkanlıktan nasibini alan babam da zamanında

bana dedemin ismini vermiş. Dedem de fiziken zamana direnemeyip rahmetli

olmuş. Şimdi o mezarlıkta benim adımın soyadımın olduğu bir mezar taşı var.

Gayet ilgi çekici ve kışkırtıcı görünüyor. Her bayram muhakkak uğrarım. Bu

“kadim” isim değiş tokuşu, soy sürdürücü geleneğe maruz kaldıysanız benim

gibi; önce, 40’lık bir ampule yakın mesafeden uzunca bakın, sonra dönüp

dedenizin mezar taşına bakın. Eğer hâlâ bir değişiklik yoksa siktir edin. Tabii

dedeniz öldüyse yapın bunu.

2. Oy pusulasına Ece Ayhan’ın “Galata Kantosu” isimli şiirinden bir alıntı yazıp

attım sandığa. Sayman arkadaş şiirden anlıyorsa beni seçer, şiirden

anlamıyorsa zaten sizin olsun. (Burada Kelebeğin Rüyası’na selam çaktım.)

3. Ece Ayhan demişken –evet Ece Ayhan denince hep akla başka bir anekdot

gelir- bir Dinar Bandosu mevzusu vardır Ayhan’ın. Öküz gibi dergilerde

yazarken bulmuştur bunu. Şöyle ki; Dinar Bandosu, Ege yöresinde derleme ve

devşirme bandolarına deniyormuş. Ayhan da bunu edebiyat dünyasına

uyarlamış. Çoğu yazar ve şairden oluşan bu bando takımının üyelerine

belirlediği enstrümanlar yakıştırmış. Epey de ilgi çekmiş zamanında. Örnek

vermek gerekirse –ki gerekir:

Ahmet Keskinkılıç

Page 20: Jargon#9

18

Memet Fuat: Maestro

Ece Ayhan: İngiliz Kornosu

Cemal Süreya: Trampet

Lale Müldür: Harp

Küçük İskender: Pikkolo (küçük flüt)

İsmet Özel: Ney

gibi isimlerle uzuyor liste. Diğer bando üyeleri için “Aynalı Denemeler”e ya da

arşivleri karıştırıp Öküz dergisine filan bakabilirsiniz.

Şimdi değil ama ilerde bu bandoyu ben de kuracağım, güncelleyerek. Kısmet

tabii bu işler, oraya ne yazıldıysa o.

4. Çiçek ve/ya bitki yetiştirmek; nefes almak, rahatlamak, yük atmak, stresten

arınmak, derde tersine depar atmak için ideal bir yolmuş. 2014 yazından ben

bunu öğrendim.

5. Ben ilkokula giderken, 28 Şubat’a aylar kala, Onno Tunç ve Ella Fiztgerald

henüz “selam” demiş hakkın rahmetine, bahar günlerindeyiz zannediyorum.

Okula gidip geldiğim yol üzerinde bir sıvasız duvar, duvarın üstünde bir yazı:

“Devrim şehitleri ölümsüzdür.” Çocuk aklı, okumayı yeni sökmüşüm, kâğıttan

başka bir materyalde yazı görmeye alışkın değilim, ilgimi çekmişti epey. Her gün

okula giderken bakıyordum o yazıya. Sonra bir gün yazı tahrip edildi.

Değiştirildi. “Devrim” kısmı silinmiş “şehitler”deki “şe” hecesi ve –i eki

itibarsızlaştırılmış ve başka bir slogan oluşmuştu. Sonra o yazı da değiştirildi

üzerinde oynanarak. Ölümsüzdür kanısı “ölüm” emrine dönüştürüldü ekler

silinerek: “Hitler’e ölüm.” Ben böyle her gün okula giderken merakla yazıya

bakardım ne hâle gelecek diye. Bu âşık atışması nasıl şekillenecek, nereye

varacak merak içindeydim. Türetme zekâsı tıkandı ki üstü tamamen boyandı o

yazının.

Geçen gün aynı yoldan geçiyordum. O duvar yıkılmış. TOKİ yapılmış

oraya. Burada sosyal mesaj yok. Zaman geçiyor.

Page 21: Jargon#9

19

BİR ZİYANI TAMAMLAMIŞ OLMAKLA MESUDUM

bir ziyanı tamamlamış olmakla mesudum,

mavileşmiş yanaklarından öpüyordum Marmara,

ve yüreğimi gökyüzüne iliştirdim,

yağmur misal olsun yağsın insanlığa,

kanla doyar, kana bulanır,

sahilim kızıl, buharlaşır suratım, durağım toprak

sonsuzluğum yeşil, beni bırak.

Anca varabildim,

hayallerimi kumbaraya atıp kilit vurabilirdim,

yenilmişliğimden mi kestiremiyorum,

ölülerim ile konuşamıyorum.

Şiir duvara yansıması açlığın,

ışığın düşerdi gözlerimden,

daha önce girilmemiş bir mahzeni keşfederken,

erken güneş görmemin hüznü, hedefim şaşkın,

ağırlığınca yumruğu patlayıverdi yüzümde kırıklığın.

Sanki bocalıyormuş gibi yaşamak,

işte tüm becerebildiğimiz bu iken,

kazara doğmuş bir gerçeği takip edemem dediğimde,

kaç silah doğrulur bana, kaç hedef şaşırtılır,

kaç günah işlenir, haysiyetinden anlardım,

yalnızlığında kal Allah’ım.

Sabahı çekemezken ellerimle,

uyumak yalan, aşk yetişilememiş otobüs,

varlık elveda, savrulan küllerin evveliyatı bedenim,

en çok nerede ölmek istersin sorusunun cevabı;

şu an değildir.

Hasan Ay

Page 22: Jargon#9

20

B U H A R

Bu gece son defa belli belirsiz uçar

Gece kelebekleri

Ihlamurdan bir derenin üzerine.

Son defa çalar kokusunu burnuna o yersiz çırpınışlar.

Bu defa son kez

film kıvamında koşuşturur yelkovan

Ve akrep.

Son notalarını haykırır şarkılar

Yıldızsız geceyüzüne.

Kazınmak ve

Kıyılamamak için.

Belki de son defalığına bile içlenmez

Şu köşedeki hanımeli

Bakıp bakıp haline.

Bu ıhlamurdan derede

Belli belirsiz iç çekişler duyulur belki.

Bir rıhtımın üzerinde

Bir son vapurda

Hiç kimsenin.

Belki dikkat etmez bile gökte bir

Tanrı

Olan bitenlere bu gece yeryüzünde.

Ama yine de

Olur olmaz

Gerinir iki kanat ve salınır

Işıksız yıldızlar arasından.

Ihlamurdan derede boğmaya kendini.

Bal Yeşil

Page 23: Jargon#9

21

Geçiyorduk

gölgeleri aşan bir geceyle

büyüyor yalnızlığım.

-ağlak bir adam değilim aslında.

kim öyle duymuşsa ağlamıştır, benden önce. veyahut birlikte.

tanrım çünkü gözyaşlarını; ağıtlar birbirini söyler-

iyice tanıyorum,

ömrümün azlığını. bir de peşinden soluklanan

ölümün suskunluğunu...

korku bir yerlerde, hep böyle bir halde.

nefes almak... -sağır ağızlar içinde-

evet, sana geldim şimdi. satırları birlikte okumaya başlayan

dudaklarına,

yüzüne ve gülüşüne...

geçiyorduk bir kalabalıkta

ve öyle tanışmıştık; yabancılığı keşfetmeyi.

tanırsın diye ümit ediyorum biraz da,

ben, hasretli yalnızlığın!

gözlerine selam ederim...

Aslan Kocaman

Page 24: Jargon#9

22

SUÇLU GÖZ

Zamanın dörtte birinden bir an.

Yazı bana “yaz” emrini verdi.

Yaz!

Yalanım varsa kalem çarpsın.

Masam ile bütünleştiğim

dakikalardayım. Kalemim boylu

boyunca masamda uzanıyor

şimdi. Yontulmaya bıraktım

yeniden. Günlüğüme “suçlu göz”

yazımı yazdım. İlkokul yıllarımdan

kalan çalışma masama bıraktım.

Kaç yıllık emektarım diyorum.

Kalemi yontan marangoz Seyfi

Amca düşüyor aklıma. Yaşıyor

mudur acaba diye iç sesimle

konuşuyorum.

Anılar hafızaları tazeler. Diri

tutar. Diri masam gözümün

önündeydi. Haftalar sonrası

ölmüş Seyfi Amca tozlu talaşların

içinde. Bihaberim. Suçlu gözüm.

Göremedim elinde kerestelerle

uğraşır iken. Ertesi günüm;

günlerden hiç.

Masamın üzerindeki bütün

eşyalar ayaklandı gözümün

önünde. Sarı kapaklı günlüğüm,

üst üste konulmuş romanlarım,

kalemlik kutum, kâğıt şeridi

değişmeyi bekleyen daktilom, iki

günlük çay bardağım… Ve bir

süre de bir şeye dokunmadım

masamda. Yas tutuldu ağaçların,

uçurtma yapılan tahta parçaların

ve Seyfi amcanın adına.

Anlar, izler… Bazen anılar bizi

suçlu göz ile izler.

Saatler ilerlerken, gözlerim

odanın bembeyaz kireç gibi

duvarlarında gezindi. Bir resim

çizecektim gözlerimle. Suçlu göz.

Duvar, beyaz halini sürdürmeye

Meltem Dağcı

Page 25: Jargon#9

23

devam etti yine de ikindi güneşi

gözüme çarparken.

Merhaba.

Merhaba.

Yüreğim merhaba yeniden.

Nasılsın deli çocuk. Selamlaştık

yüreğimle. Bunu genelde pek

yapmam. Hal hatır faslından

sonra gözlerimi yeniden masama

iliştirdim. Kızacaktım kendime.

Ardından matematiksel

hesaplamalar girecekti işin içine.

Bu kaçıncı kez diye. Bilmiyordum.

Geç kaldığım gözler. Zamanlar.

Beni mahallemize suçlu ilan etti

marangoz Seyfi Amca. Hem de

kendi odamın duvarında.

Bir şeyler karıncalandı beynimde.

Ayaklarım yerden kesildi. Kesik

bir ayakla ne yapabilirim ki. Bir

bilmeceye dönüştü vücudum.

Tutunamadığım zamanlar…

Seyfi Amca’nın hayali karşımda

bana gülümsüyor. Ama yetmiyor.

Ben ise; beyaz badanalı

hayatların çetelesini tutmaya

başlayalı beri bütün suçu

gözlerime atıyorum. Duvara bir

suçlu göz çiziyorum.

Page 26: Jargon#9

24

ELA GÖZLER

Saatlerden zaman çalınıyor sanki. Bir kara bulut mavi ve beyaz

renkleriyle dalgalanıyor doğunun ortasında. Binlerce yıllık geçmişine ağladı ve ağlattı bizleri derken şimdi kan damlıyor ellerinden.

Gün geçtikçe şartları çocuklar aleyhine gelişen bir savaşı yaratan bu

eller her şeye rağmen direnen, toprağını sahiplenen boğazları kavrıyor ve son nefesler çıkasıya sıkıyor. Dünya tarihinin en modern soykırımını

yaşamış bir halkın torunları yeniçağda son teknoloji silâhlarıyla eski bir

soyu kırıyor.

Bu kan, devletler açısından bakınca ne kadar bilindik bir çıkar

senaryosunun gerekçeli kararı olsa da insanların vicdanlarında yaralar açan koyu, yakıcı bir asit gibi. Bir İsrail askerinin annesini düşünün

mesela. Kalın duvarlar çekerek ayırdıkları bir ülkenin bağrına basarken

botları hangi neden oğlunu haklı çıkartabilir ya da kısacık ömürlere

Efe Elmastaş

Page 27: Jargon#9

25

sığdırılan onca savaş ve evcilleştirilmemiş hırsların kölesi politikacıların

sabahtan akşama aklayamadıkları nedenlerle süren bu harbin ne gibi bir kutsal amacı olabilir ki? Dini kitaplardan sağma yalanlarla, vaat

edilen toprak nidalarıyla dünyanın gözü önünde işlenen bu toplu

cinayetin tek amacıdır siyaset ve para. Bir Arap kızının ekmeğine, zevcesine göz diken bu muhilli namusların doymaz gözleri nereye

baksa orayı kurutmakta.

Şu satırlar yazılırken bile bir bomba bir ocağın keder ateşini yakmakta

ve devam eden bu kavga birbirinin eşiti taraflar olmamasına rağmen

öldüresiye vicdanları kırbaçlamaktadır. Şayet uyuyabiliyorsa sorulmalıdır, bu savaşın nedeni olan insanların parçalanan cesetler ve

yanmış bedenler arasında geçen rüyalarında bir Arap çocuğunun ela

gözlerine bakmışlığı var mıdır? Sayılmayacak çoklukta olmuşken ölüler ve bütün dünyanın gözleri önünde “hak” saçmalıklarıyla saçılıyorsa

böylesi bir vahşet, sorarım size ey halklar bu susuş hayra mı alamet?

Kibrin, eriyen bir mum misali aşındırdığı bu yüzler midir feryat figan vatanlara huzuru getirecek? Bir yalancı barışa bile hasret annelerin

umurunda mıdır acaba Gazze'nin verimli topraklar ya da Gantz için

önemli midir hangi taraftan olursa olsun bugün kaç babanın evladının tabutu başında yaşarken öldüğü? İstatistiksel verilerden ibaret olan bu

sayılar küçük hayatların büyük dramları.

“Altı gün” savaşlarının üzerine daha nice altı günler gören Filistin, hava

saldırılarına, çatışmalara, en son model bombalara direnirken

kaldırımlarda yürüyen ayak sesleri yavaş yavaş kesildi. Ölen ler

mezarlara, kaçanlar mülteci listelerinin en baş sıralarına taşıdılar

şehirlerinin ismini. Gittikleri yerlerde savaşı anlattılar ama hiçbir büyük

devlet bu zulmü görmedi. Kalanlar ise yaşamın kıyısındaki bir cambazın

parmaklarının arasındaki teli sımsıkı kavraması gibi tutundular hayata.

Anne karnından çıkan her çocuk bir memleket neferidir şimdi. Etleri de

kemikleri gibi bir özgürlük teminatının temsili. Kimi zaman umutla, kimi

zaman yaşlarla baksa da ela gözleri yataklarında sıradan bir ölüm

gördükleri en güzel düşleri...

Page 28: Jargon#9

26

Gece Çiçekleri

Çıplak kaldırımda yalın ayak koşuyor bir çocuk.

Ay geceye aşık gibi parıldarken bir kadın kusuyor bodrum katın zeminine.

bir çocuk temiz çarşaflı yatağında.

bir adam ağlıyor pencere kenarında.

Gece yükselirken güne,

gün küsüyor başka bir şehrin sokaklarına, insanlarına. Çıplak ayaklarımız, sırtımızdaki kazaklarımızla

öyle çaresiziz ki güne..

Öyle aşığız ki geceye

sessiz fikirlerimiz, boş midelerimizle.

Hırçkırarak ağlayacağım geceyi bekliyorum günlerce.

Barikatın ötesine geçip,

yatacağım taşları eksilmiş zemine.

Yıldızları sayacağım gecelerce,

Öyle bir yatacağım ki

gün doğmayacak artık geceye.

Ay yalnız ayaklı çocuğa aşık olacak

güneş yaktıklarından utanacak ve gururlu bir general gibi

faşist bir diktatör gibi intihar edecek günün ertesinden geceye.

Tek kapalı kapı kalmayacak bu kentte.

Ağlayan adam bile bodrum katındaki kadının tenine kavuştuğunda,

çocuk koşmaya başladığında ve ben ağladığımda

hiç açmadığı kadar güzel açacak tüm gece çiçekleri.

Tuğçe Kayra Güneş

Page 29: Jargon#9

27

V Ü C U T

benim gördüğümden farklı bir kıyamet var vücudunda

her şeyi olduğu gibi bırakan dudakların git gide boklaştı geçmişin dövmeleriyle

sarılan cesetler

yanan şehirde kıvrılan yüzleri sargılı canavarlar çarmıha gerilmiş iblisler

aldatmalı öpüşenler

yapraklar dökülürken iskelete sarılan bir ölü çocuk

mısralaşmış kuzgunlar hepsi ama hepsi ruhunun vücuduna vurduğu

yaraların çocukları

kararmış damarların korkak battaniyesi

dizi kanayan öfkenin deliklerinden fışkıran korkun annenin ayaklarına

akarken hissizleştiğin yataklarda umutlarını bıraktığını gördüm/kanayan bilekleri neden sevsin zaten tanrılar/ derin

vücudundan en büyük günahlar kadar bıkmışlık savrulurken göbek

bağıyla boğulmuş bugünlerin son beyazını çekiyorsun her gece/beyazla kırmızının buluştuğu ilk sevgilindeki anılara dönmenin

anlamsızlaştığı bir sürü siyah tonu/

çığlıklarını duyacak mürekkebin kalmadığı zaman

dizeler kadar anlamsız

şiirler kadar anlamlı bir an bulursun belki geçmiş karanlıklarında

babanı unut

anneni de senin çöküşünü bekleyen tüm melekleri de

kapat şu cohen bokunu da dinle

‘insanın tanrısı başarısız oldu kömürleşen kuşlar harabelerden kaçıyor ve akan kanlar olarak geri

dönüyor’

Yusuf Kuranel

Page 30: Jargon#9

28

sevişirken ellerini kaçırman kadar korkak gözlerinin yazdığı senaryolarda/birikimsiz ve tüylü karmaşaların gizemi var/iki

orospudan aldık bu evi temizlemesi bana ölmesi sana aitti/o orospular

kadar mutlu ve pis yaşayamadık onlar kadar eskiyemedik onlar kadar yırtıklarımızı dikemedik/siyasete de bir o kadar yabancı kaldı

gazetelerimiz/en son ‘Işidleri kapatın çocuklar uyuyor’/siyaseti değil

çocuklara oy verdin bir kere bin kere öldü/

soğuk kalbini sıcak tenime yaklaştır

ya kalbin ısınsın ya tenim soğusun

ya da bu yatağı atarız çöpe

baban kuzenini sikmişti değil mi kuzenin de seni

sen de benim etime kaldın

kaşıklarımı bitirdin yavaş yavaş cehennem tasvirlerini ilk seviştiğimizde fark ettim

yanık etinin kokusunu okuduğunda

poe, charles, hell, lovecraft, scott saklamak istediklerimizi hep yazıyorlar

sessizliğin dalgaları vücudunu titretirken sigaranın yanması tek güven

veren his sana onu da biliyorum/cehennemi süpürmek hoşuna gidebilir

aslında/düşen karlar kadar ölü cehennemin soğuk yollarının

banklarında kalan hayaller/sessizce ama yaşamamış insanların ellerine düştü her saatte/gene/ gerçekten kıyamette tanrıya mı sığınacaksın

son kez sevişmek yerine/ ben onu değil o beni inkar ediyor/ sordum/

battaniyelerinin arasında kalan umutlarını sordum/bisikletten düştüğün günü sordum/cevap hep aynı/bisikletten düşmeden kanayamazsın

benim gördüğümden farklı bir kıyamet var vücudunda biliyorum

görüyorum.

Page 31: Jargon#9

29

YAŞ HARBİ

Lütfet yolları kırmızı menekşelerle dolu Yaş harbidir bu Kırmızı kandır, yollara serilmiş bir düğümdür su Orman cümbüşünde gönlü çelik bir mağrur Kükrer aslan kafesinde kulaklar sağır olur Kırmızı güller Kırmızı menekşeler Siyah harp ve savaşçılarına hizmet eder Namert olsun haklı yoldan kanla saptıranlar Ormandaki çiçeklerin kırmızı olup göz aldığına bakma Kandır o güller Karanfiller menekşeler Sokağıma buyur gel Su arıyoruz çağdan evvel Beyaz menekşeler Gözlerim su arıyor Yaş harbidir bu.

Sergen Yücel

Page 32: Jargon#9

30

Da Dahil

Neden hemfikir olduğum tüm

hamak yükü ofis pijamalarımı bir

kıyısında saklardım hayatın bilmem. Beni kır çiçeklerinin beli

bükülmez güzelliğiyle karşılayan

bir neşter kanamasıydı. Beni

detone olan yağmurların karşı konulmaz sıcaklığı korkuturdu en

çok. Bilirdim yetim kalmış uçlarını

somun ekmeklerinin. Bana hiçbir yararı da olmadı bunun. Ben hep

bir ağacın oluşum ehli yanından

baktım hayata. -Ben hayata yan bakmakla meşhurum- ama o

bana hep çatık kaş; şu, buna hep

şefkatle baktı. Burada gözlerin de kadraja dahil.

İstifleyip durdu karşı komşum, verdiğim tüm güler yüzlü

selamlarımı. “Ölüm, evlat, tek

gerçektir ve insan buradan

yalnızca kendisine güzel gülen

insanların selamlarını götürür. Ha,

bir de ahlarını. Yemekten sonra ölmüş isen midendeki gazda

gelebilir bak.” derdi. Gülümserdi.

Görürdüm dişlerinde zamanın

apse yapmış kaşıntılarını. Bir hayatın hastane anonsu içeren

tüm ilaç prospektüslerinden

geçtim de ucu boka sarmış hatalarımdan vazgeçemedim bir

tek. Burada savurduğum tüm

küfürler de yazıya dahil.

Hasenat hayra alamet olmadan

nasıl kuruturum kavun yapraklarımı? Mihenk

duvarlarıyla çevirdi dört yanımı.

Nereye yönelsem bir ağlama duvarına tosladım. Her yanım

haham sakalından çıkma

sığırtmaç şarkılarına gebe.

Ahmet Kürşad Görgeç

Page 33: Jargon#9

31

Dengemi devrin ileri gelenlerine

bırakalı yıllar oldu. Numune atlar şahlanıp beni semanın

kanatlarına bıraktığından beridir

çıkmadım saklandığım yerden. Burada çocukluğum da

saklambaca dahil.

Zaten ancak isyana kalkışan bir

Ugandalı hüznü omzuma

dokunmaya cesaret edebilirdi. Olan, olmaya sebepti. Ben, hiçbir

gökte aramadığım kadar senin

sığındığın dualarda budum onu. Uhud nerede suistimal edildi

bilmeye yettim. Nedendir oksidi

en çıkmazında tuttum vücudumun? Talihimi rahme

düşüreli iki elma koparan

dalından, Adem misaline örnek miydi? Hekimi derdime hakem

tayin eden kader, hıyanet

ehlinden bana ne sektirdi? Burada tüm sorular da cevaba

dahil.

Adı kaosa en sistemli nutku verirdi her gece. İki yerinde üç

dikiş izi birikmiş sokak kedimizin

dilinden anlamaya gayret ettim dünyayı. Nalbur dokunduran tüm

sabah sislerini, ecrin izzetine

ikram eder, gönlümce bir ölüm düşlerdim. Şeyh çığlığı

sürdüğümden beridir ağzımın

duasız köşelerine, kötü sözleri ırak ettim dudaklarımdan.

Dualarıma kurşun döktüm. Ben

hayatın en güzel papatya

demetini, başını okşadığım bir

yetim kızın kulağının arkasına geçiştirdiği saçlarında

görüyorum. Onun, iklim

değiştirmeye muktedir gülüşüne bağlarım zamanı. Burada tüm

akrepler de yelkovana dahil.

Hangi gerekçe bir boşluğa aitse

onu dolduran ancak bir sarkaç

sesi olur. Beni de senin gibi otobüs duraklarının en samimi

köşesinde bekleten bir şiirdir.

Tebdil edilmiş ne kadar şehir varsa, kısa bırakılmış cümlelere

iki kelamı eksik edenlerin

yüzünden. Humuslu avuçların duaları kadar içten oldum sana.

Utancımı, susuz dudaklardaki

acziyetin kaç harf ötesine bıraktığımı lakin hiç bilemedim.

Gücüm yetmedi alaimisemayı

toprak kokusuyla harç etmeye. Bundandır bir kuşun kanadına

baktığımdaki unutkanlıklarım.

Ama yine de sen iste, bir ölünün

günlüğü olurum sana. Burada EvelynMcHale de tüm

karizmalara dahil.

Beni kır çiçeklerinin

beli bükülmez

güzelliğiyle

karşılayan bir neşter

kanamasıydı.

Page 34: Jargon#9

R E P L İ K A

- Kalkın lan kalkın! Ahmet kalk! Kalk kalk kalk kalk kalk!!! Uyanın uyanın! +Tuncay?! Kardeşim noluyo yaa? - Ahmet, Jargon yayın hayatına devam edecek… + Vallaha mı? Ne güzel oğlum işte, gözümüz aydın. - Lan bi dur, öyle değil. Jargon basılı yayın hayatına de-vam e-de-cek!.. * Yine mi Tuncay ya? + Geçen günkü matbaacının istediği para muhabbeti yüzünden mi oldu la? - La ne ilgisi var? Said, bana bir soru sor… Sor oğlum aklına gelen ilk soruyu sor bana. * Ne soriym ya? - SOR!!! * İki kere iki?!! - JARGON!!! Ahmet sen sor. Sor lan! + Ya Tuncay ya… - Sor oğlum sor! En sevdiğim rengi sor bana hadi… + En sevdiğin renk ne Tuncay? - JARGON!!! Mısır’ın başkenti nere? JARGON!!! Ankara’nın birincil geçim kaynağı ne? JARGON!!! Elektriği kim buldu? JARGON!!! Aya ilk kez JARGON ayak bastı!!! Her sorunun cevabı; JARGON!!! Her sorunun kendisi JARGON!!! HER SORUNUN İÇİNDE HER CÜMLENİN İÇİNDE JARGON VAR! HER CÜMLENİN SONUNDA JARGON KOYULUR! BİR SONRAKİ CÜMLEYE BÜYÜK JARGON’LA BAŞLANIR! KARŞIDAN KARŞIYA GEÇERKEN İLK ÖNCE JARGON’A SONRA TEKRAR JARGON’A BAKILIR BİR DAHA JARGON’A BAKILIR ONDAN SONRA GEÇİLİR! DÜNYA JARGON’UN ETRAFINDA 365 GÜN 6 SAATTE DÖNER! BİR YIL 12 JARGON EDER!!! ENERJİ; KÜTLEYLE JARGON’UN HIZININ KARESİNİN ÇARPIMIDIR!!! BU FANZİN BASILI OLARAK YAYIN HAYATINA DEVAM E-DE-CEK!!!

Page 35: Jargon#9

“İdealimizi birdenbire

gerçekleştiremeyecek olmamız pek

de umrumuzda değil.” Kropotkin

Page 36: Jargon#9