kant'ın yaşamı ve Öğretisi -...

43
Türkçesi Doğan Özlem Ernst Cassirer Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi

Upload: dinhcong

Post on 21-Jan-2019

223 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Türkçesi

Doğan Özlem

Ernst CassirerKant’ın Yaşamı

ve Öğretisi

Ernst Cassirer

1874’te Breslau’da doğdu. 1892’den 1899’a kadar Berlin, Heidelberg, Münih ve Marburg üniversitelerinde hukuk, germanistik, edebiyat tarihi, matematik ve felsefe eğitimi gördü. Doktorasını Marburg’da Yeni Kantçı Marburg Okulu’nun iki önemli temsilcisi Hermann Cohen ve Paul Natorp’un yanında, Descartes’ın matematik ve doğa bilimi anlayışı üzerine yaptı. 1906’da bilgi kuramının yeni-çağdaki gelişimini tarihsel açıdan derinliğine işleyen iki ciltlik ilk büyük yapıtı olan Felsefe ve Bilimde Bilgi Sorunu’nu yayımladı. 1919’da yeni kurulan Hamburg Üniversitesi’nde ordinaryüs profesör olarak çalışmaya başladı. 1920’de on dört yıldan beri üzerinde çalışmakta olduğu üç ciltlik Bilgi Sorunu’nu yayımladı. Bunu 1923, 1925 ve 1929’da ayrı ciltler halinde yayımlanan, yine üç ciltlik Sembolik Form-lar Felsefesi izledi. 1933’te Nazilerin yönetimindeki Almanya’yı terk eden Yahudi asıllı filozof, 1936’ya kadar Oxford, 1936-1941 yılları arasında da Göteborg üniver-sitelerinde çalıştı. Yale Üniversitesi’nin çağrısı üzerine 1941’den 1944’e kadar bu üniversitede konuk profesör olarak çalışmalarını sürdürdü. Felsefe tarihinin tanı-dığı en verimli filozoflardan biri olan Cassirer, 1945’te öldüğünde geride irili ufaklı yüzü aşkın eser bırakmıştır. Türkçede yayımlanmış öbür eserleri: İnsan Üstüne Bir Deneme, Devlet Efsanesi, Sembolik Formlar Felsefesi I-II-II, Rölativite Teorisi Üzerine Felsefi İnceleme, Sembol Kavramının Doğası, Kültür Bilimlerinin Mantığı Üzerine ve Rousseau, Kant, Goethe.

Doğan Özlem

1944’te İzmir’de doğdu. İzmir Atatürk Lisesi’nde başladığı lise öğrenimini ta-mamlayamadan kunduracı kalfası ve tezgâhtar olarak çalışmak zo runda kaldı. 1965’te Sivas’a er olarak askere gitti. Liseyi askerliği sırasında dışarı dan sınav-lara girerek bitirdi. Yine askerliği sırasında üniversite giriş sınavını kazan dı. 1967’deki terhisinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde yükseköğrenimine başladı ve bu bölümden 1971’de mezun oldu. 1971-1974 arasında Almanya’da bulundu ve çeşitli işlerde çalıştı. Mezun ol-duğu bölüm de 1974’te başlayıp daha sonra Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji (1990) adıyla ya yımlanan doktora tezini 1979’da tamamladı. Yükseköğrenimi ve doktora çalışma sı sırasında (1967-1979) Almanya’da ve Türkiye’de işçi, büro memuru, sendikacı, muhasebeci ve yönetici olarak çalıştı. 1980’de, otuz altı yaşındayken, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde asistan olarak göreve başladı. 1988’de do çent, 1993’te profesör oldu. 2001’de kendi isteğiyle emekliye ayrıldıktan sonra, ay nı yıl içinde, Muğla Üniversitesi Fen Ede-biyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde yeniden akademik hayata döndü ve uzun süre bölüm başkanlığı yaptı. 2003’te adına armağan kitap yayımlandı. 2004’te TÜBA – Türkiye Bilimler Akademisi Hizmet Ödülü’nü aldı. 2007-2014 arasında Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde çalıştı. Halen emeklidir.

No tos Ki tap 157 Kuram 030

Temel Metinler 006©No tos Ki tap Ya y› ne vi, 2017

Kants Leben und LehreVerlag Bruno Cassirer, Berlin, 1922

(Çeviride kullanılan basım: 9. baskı, 1987)

Notos Kitap’ta Bi rin ci Ba s›m Kasım 2017

ISBN 978-605-2389-21-8

Ser ti fi ka 16343

EditörCemil Mutlu

Notos Kitap Yayıncılık Eğitim Danışmanlık ve Sanal Hizmetler Ticaret Limited Şirketi

Ömer Avni Mahallesi, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya Sokak, No: 11/6 Gümüşsuyu, Beyoğlu İstanbul

0212 243 49 07www.notoskitap.com

facebook.com/NotosKitaptwitter.com/NotosKitap

Bas k› ve CiltPasifik Ofset Ltd.Şti.

Cihangir Mahallesi, Güvercin Caddesi No: 3/1Baha İş Merkezi, A Blok Avcılar ‹s tan bul

0212 412 17 77Sertifika 12027

Ernst CassirerKant’ın Yaşamı

ve Öğretisi

Temel Metinler

TürkçesiDoğan Özlem

‹çindekiler

1722

31

6565

87112

134165

194

291

310

365

483

İlk Baskıya ÖnsözGiriş

Birinci BölümGençlik ve Öğrenim Yılları

İkinci BölümMagister Yılları ve Kant Öğretisinin Başlangıçları 1. Doğabilimsel Evren Betimi: Kozmoloji

ve Kozmofizik2. Metafiziksel Yöntem Problemi3. Dogmatik Metafiziğin Eleştirisi: Bir Bilicinin

Düşleri4. Duyulur ve Düşünülür Dünya Ayrımı5. Eleştirel Temel Problemin Keşfi

Üçüncü BölümSalt Aklın Eleştirisi’nin Kuruluşu ve Temel Problemleri

Dördüncü BölümEleştirel Felsefenin İlk Etkileri, Prolegomena, Herder’in Düşünceler’i ve Tarih Felsefesinin Temellendirilmesi

Beşinci BölümEleştirel Etiğin Kuruluşu

Altıncı BölümYargıgücünün Eleştirisi

Yedinci BölümSon Yazılar ve Mücadeleler, Salt Aklın Sınırları İçinde Din, Prusya Yönetimiyle Çatışma

Kant’ın Yaşam KronolojisiKaynaklarDizin

555563569

‹çindekiler(Çevirenin Eklediği Alt Başlıklarla)

131415

1722

31314049

5762

6565

73808787

97

112

112122134165

Çevirenin Üçüncü Baskıya ÖnsözüÇevirenin İkinci Baskıya ÖnsözüÇevirenin Birinci Baskıya Önsözü

İlk Baskıya ÖnsözGiriş Birinci BölümGençlik ve Öğrenim YıllarıÇocukluk ve Okul ÇağıÜniversite Yıllarıİlk Yapıt: Canlı Kuvvetlerin Doğru Ölçülmesi

Üstüne DüşüncelerÜniversite Sonrası: Karanlık YıllarPrusyalı Kant

İkinci BölümMagister Yılları ve Kant Öğretisinin Başlangıçları1. Doğabilimsel Evren Betimi: Kozmoloji

ve KozmofizikEvrensel Doğa Tarihi ve Gökler KuramıAydınlanmacı Kant

2. Metafiziksel Yöntem ProblemiTanrının Varlığının Gösterilmesinde

Mümkün Olan Tek KanıtAhlak ve Teoloji İlkelerinin Apaçıklığı

Üstüne Araştırma3. Dogmatik Metafiziğin Eleştirisi: Bir Bilicinin

DüşleriBir Bilicinin DüşleriKant’ta Rousseau ve Hume Etkisi

4. Duyulur ve Düşünülür Dünya Ayrımı5. Eleştirel Temel Problemin Keşfi

Üçüncü BölümSalt Aklın Eleştirisi’nin Kuruluşu ve Temel ProblemleriKitabın Anlatım FormuGeleneksel Metafizik ve Akıl Eleştirisi

“Transendental” ve “Sübjektif” Terimlerin Yeni Anlamı

Sentetik A PrioriKategoriler Öğretisi

Kategorilerin SınıflandırılmasıKategori ve Yargı AyrımıNicelik Kategorisi - Görü AksiyomlarıNitelik Kategorisi - Algının BeklentileriBağıntı Kategorisi - Deneyin AnalojileriKiplik Kategorisi - Empirik Düşünmenin

PostulatlarıAkıl İdeleri

Ben (Ruh)Evren (Kozmos)Tanrı

Dördüncü BölümEleştirel Felsefenin İlk Etkileri, Prolegomena, Herder’in Düşünceler’i ve Tarih Felsefesinin TemellendirilmesiProlegomena ve Doğa Bilimlerinin Metafiziksel

İlk İlkeleriTarih Felsefesi: Dünya Yurttaşlığı Amacına

Yönelik Genel Bir Tarih DüşüncesiHerder’in Tarih Felsefesinin Eleştirisi

Beşinci Bölüm Eleştirel Etiğin KuruluşuYükümlülük KavramıOlan ve Olması Gereken AyrımıKeyfilik ve İstençOtonomi ve ÖdevEtik Yargı Formu

194

194200208

217235235236241243248256

262262272278

291

291

297

305

310310314319325342

Postulatlar Öğretisi (Tanrı ve Ölümsüzlük)

Altıncı Bölüm Yargıgücünün Eleştirisi 1. Yargıgücünün Eleştirisi Üstüne İki Yorum2. Yargıgücü Problemi Üstüne Bir Tarihsel Betim3. Estetik Yargı Formu

Ereklilik KavramıDoğanın Tekniği DüşüncesiHoşlanma Duygusu ve Estetik Yargı

4. Estetik Yargının NiteliğiGüzel Yargısıİlgiden Bağımsız HoşlanmaEreksiz Ereklilik (Amaçsız Amaçlılık)Estetik Yargının Genel İletilebilirliğiDehaYüce

5. Teleoloji EleştirisiDoğal Teleoloji Problemi (Organizm)Teleolojik Yargı Formu: Ereklilik ve

Nedensellik

Yedinci BölümSon Yazılar ve Mücadeleler: Salt Aklın Sınırları İçinde Din ve Prusya Yönetimiyle ÇatışmaAlçakgönüllü FilozofPolemik Yazıları ve Diğer YazılarDin Eleştirisi: Salt Aklın Sınırları İçinde DinPrusya Yönetimiyle ÇatışmaHukuk Öğretisinin Metafiziksel İlk İlkeleriFakülteler ÇatışmasıAntropolojiSon Yıllar

Kant’ın Yaşam KronolojisiKaynaklarDizin

354

365365371386386396407413413419421431434441450450458

483

483489502519527531538540

555563569

13

ÇEVİRENİN ÜÇÜNCÜ BASKIYA ÖNSÖZÜ

Kitabın ikinci baskısında dipnotları kitabın arkasında yer almıştı. İzleme güçlüğü doğuran bu durum, bu baskıda dip-notlarının sayfa altlarına alınmasıyla giderildi. Ayrıca kitap bütünüyle yeniden gözden geçirildi; önceki baskılardaki bazı yazım hataları düzeltildi; geçen süre içinde kabul edilen bazı yeni yazım kurallarına uygun değişiklikler yapıldı; anlatımda ve terminolojide birkaç yerde iyileştirmelere gidildi.

2004 Kant’ın ölümünün 200. yılıydı. Bu vesileyle 2004 dünya felsefe çevrelerinde Kant yılı olarak değerlendirildi ve çok sayıda etkinliğe sahne oldu. Bu etkinlikler içinde en önemli ve kapsamlı olanlarından biri, Muğla Üniversitesi Fel-sefe Bölümü ile Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin birlikte düzen-ledikleri “Uluslararası Kant Sempozyumu”ydu (3 ve 5-7 Ekim 2005). Çevirinin üçüncü baskısı 2004 yılında yayımlanamadı. Okurun bu yeni baskıyı ve ayrıca bu yıl içinde yayımlanacak olan iki ciltlik sempozyum bildirileri kitabı ile Cogito dergi-sinin Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant adlı özel sayısını, Kant yılı kapsamında değerlendirmesi dileğimdir.

Akyaka, GökovaMayıs 2005

14

ÇEVİRENİN İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZÜ

İlk baskıda dipnotları sayfa altlarında verilmişti. Bu baskı-da teknik nedenlerle dipnotları kitabın sonunda yer almıştır.

İlk baskı bir üniversite yayınıydı; bu nedenle akademik çevre dışındaki okuyucuya pek az ulaşabildi. Bu baskıyla çe-viri çok daha geniş bir okur topluluğuna ulaşabilecektir.

Karşıyaka, İzmirOcak 1996

15

ÇEVİRENİN BİRİNCİ BASKIYA ÖNSÖZÜ

Kant’ın yapıtlarından ve Kant felsefesi üstüne yazılmış ki-taplardan yapılan çevirilerde son yıllarda önemli bir artış ol-duğu görülmektedir. Ancak, Kant’ın üç temel “Eleştiri”sinden ikisinin Salt Aklın Eleştirisi ve Yargıgücünün Eleştirisi tam çevi-rileri ne yazık ki henüz ortada olmadığı gibi,1 Kant felsefesi-nin tümü üstüne yazılmış tanıtıcı nitelikte kitap sayısı da hâlâ ikiye geçmemektedir.2 Bu nedenle Türkçe Kant yazını bakı-mından hâlâ yeterli bir durumda bulunmadığımız kesindir. Bu durum, Kant’ın felsefe tarihinde “Kant öncesi felsefe” ve “Kant sonrası felsefe” ayrımını yaptıracak kadar önemli bir fi-lozof olduğu anımsandığında, genellikle Türk felsefe yaşamı,

1 Her iki temel yapıttan bazı bölümlerin çevirileri Nejat Bozkurt tara-fından yapılmış ve Seçilmiş Yazılar’da yer almıştır: Remzi, 1984 [yeni basım: Say, 2005; Sentez, 2015]. Aynı kitapta Kant’tan yapılan çeviriler ve Türkçede Kant üstüne yapılan yayınlarla ilgili bilgi de bulunmakta-dır. (Çevirenin 3. baskı notu: Bu süre içerisinde Salt Aklın Eleştirisi ve Yargıgücünün Eleştirisi Aziz Yardımlı’nın çevirileriyle yayımlanmıştır: [Arı Usun Eleştirisi, Idea, 1993; Yargı Yetisinin Eleştirisi, Idea, 2006]) 2 Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, çev. Takiyettin Mengüşoğ-lu, Remzi, 1986 [yeni basım: Doğu Batı, 2007]. Lucien Goldmann, Kant Felsefesine Giriş, çev. Afşar Timuçin, Metis, 1983.

16

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

özellikle de üniversitelerin lisans ve lisansüstü düzeyde felsefe öğretimi veren bölüm ve birimleri açısından hâlâ büyük bir boşluğun bulunduğunu göstermektedir.

İşte bu çeviri, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felse-fe Bölümü’nde lisans ve lisansüstü düzeyde vermekte oldu-ğum sistematik felsefe derslerinde Kant felsefesi üstüne geniş kapsamlı bir tanıtıcı metne duyduğum ihtiyacın ürünü olarak felsefe okurlarına sunulmaktadır. Yüzyılımızın önde gelen fi-lozoflarından ve Yeni Kantçı akımın başlıca temsilcilerinden Ernst Cassirer’in çevirisini sunduğum bu kitabı tam anlamıy-la klasikleşmiş bir kitaptır ve ilk baskısının üzerinden yarım yüzyılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, bugün de Kant felsefesi üstüne yazılmış en nitelikli ve kapsamlı kitaplar arasında baş sıralarda yer almaya devam etmektedir.3 Kitabın Kant felsefesi üstüne bugüne kadar Türkçede yayımlanmış en geniş kapsamlı çalışma olmasının, özellikle henüz çevirileri bulunmayan Salt Aklın Eleştirisi4 ve Yargıgücünün Eleştirisi’ne birer kitap hacminde iki büyük bölümün ayrılmış bulunması-nın bu konudaki büyük boşluğun doldurulmasına önemli bir katkı sağlayacağına inanıyorum.

Karşıyaka, İzmirMart 1988

3 Ernst Cassirer’in yaşamı ve felsefesi üstüne tanıtıcı bir yazı olarak bkz. Doğan Özlem, Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi, Notos, 2012, ss. 185-201. Ayrıca bkz. E. Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Remzi, 1980; E. Cassirer, Devlet Efsanesi, Remzi, 1984 [yeni basım: Say, 2005] (her iki kitap da Necla Arat tarafından çevrilmiştir); E. Cassirer, “Kültür Felsefe-sinde Doğalcı ve İnsancı Temellendirme”, çev. Doğan Özlem (Çevirenin Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi (Notos, 2015) adlı kitabında yer al-maktadır, a.g.e., ss. 222-258). Necla Arat, Ernst Cassirer ve S.K. Langer’da Sembolik Form Olarak Sanat, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1977.4 Bkz. yukarıda birinci dipnot.

17

İLK BASKIYA ÖNSÖZ

Burada yayınladığım bu kitabın amacı, Kant’ın yapıtlarının toplu basımının son cildini oluşturmak üzere bu toplu basıma aydınlatıcı ve bütünleyici bir kitap olarak hizmet etmektir.1 Bu niteliğiyle kitap Kant’ı ve onun öğretisini herhangi bir biçimde “tamamen” bilip anladığına inanan okuyuculara değil, Kant’ın yapıtlarını henüz okuyup öğrenme aşamasında olan okuyucu-lara yöneliktir. Kitap bu okuyucuları Kant’ın eleştirel sistemi-nin tam kapsamından çok bu sistemin merkez noktasına, yine bunun gibi ayrıntılara inen özel sorunlardan çok Kantçı dü-şüncedeki birlik üstüne serbest ve kuşbakışı bir görüş elde et-meye götürecek bir yol göstermek istemektedir. Bu bakımdan kitap daha en baştan Kant’ın öğretisinin her yönüyle sunduğu özel sorunlara dalmamaya, öte yandan enerjik bir yoğunlaş-ma içinde ancak sistemin temel çizgilerini ve Kantçı düşünce yapısının en önemli ve belirgin ana doğrultularını göstermeye çabalamıştır. Son onyıllarda ortaya çıkan “Kant filolojisi”nin yöneldiği ayrıntılara inen çalışmaların değeri kuşkusuz gözardı

1 Cassirer’in yayıncılığını üstlendiği Kant’ın tüm yapıtlarının basımı 1922’de tamamlandı (Immanuel Kants Werke, Verlag Bruno Cassirer, Ber-lin, 1922). Bu kitapta sayfa altı notlarında parantez içinde gösterilen cilt ve sayfa numaraları, Kant’ın yapıtlarından yapılan alıntıların bu toplu basımdaki yerlerini göstermektedir. (ç.n.)

18

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

edilemez ve bu çalışmalarla tarihsel ve sistematik bakımdan elde edilmiş olan kazanımlar, açıktır ki bu kitapta da dikkate alınmak zorundadır. Yine de bana öyle geliyor ki, ayrıntılara dalan bu araştırma yönü Kant felsefesinin birlik ve bütünlüğü üstüne hep canlı tutulması gereken bir toplu kavrayışı, çoğu kez istemeden de olsa, fazlaca engellemektedir. Biz her şey-den önce Kant’taki “çelişkiler”in keşfine dalmış görünen ve en sonunda onun tüm eleştirel sistemini neredeyse bir tür çeliş-kiler topluluğu kılmaya çalışan girişimlere karşı, yine de Kant ve öğretisi üstüne bir toplu bakış edinmeliyiz ve edinebiliriz, daha önce Schiller ve Wilhelm von Humboldt’un yapmış ol-dukları gibi. Bu bakımdan bu inceleme baştan sona çeşitli özel sorunlara ve hiç de gözardı edilemeyecek olan bulanıklıklara dalmak yerine, Kant sistemini oluşturan temel düşüncelerde-ki sadelik ve birliğe, Kant’ın düşüncesindeki yüksek basitlik ve genelliğe yönelmeye gayret etmektedir. Kuşkusuz böyle bir amaca, kitabın planıyla ilgili teknik sınırlamalar dolayısıyla, ancak Kant’ın düşünsel çalışmalarının tam bir seriminden, bu çalışmaları okurun önüne tek tek getirmekten vazgeçmekle ulaşılabilir. Öyle ki sistematik bölüm için olduğu kadar bi-yografik bölüm için de aynı sınırlamalara başvurmak zorun-da kaldım. Hatta biyografik bölümde, ilk Kant biyografların-ca kaleme alınmış ve o zamandan beri Kant’ın yaşamı üstüne yazılmış olan tüm yazılarda yer alan pek kişisel özellikleri ve anekdotlar halinde aktarılagelen ayrıntıları bilerek gözardı et-tim. Yalnızca Kant’ın yaşamının büyük ve belirgin çizgilerini ve bu yaşamın insan ve filozof olarak Kant’ın gelişim süreci bakımından birlikli bir “anlam” halinde bu süreçte hep belir-li kıldığı şeyi göstermeyi denedim. Bunu yapmakla hiç kuş-kusuz Kant’ın kişiliği hakkında elimizdeki mevcut bilgilerin önemlerini yitirmeyeceği açıktır. Yine de Kant’ın özgül ve gerçek kişiliği ancak düşünce tarzının ve karakterinin temel

19

İLK BASKIYA ÖNSÖZ

çizgileri içinde araştırılabilir; çünkü onun gerçek felsefi yara-tıcılığındaki özgünlük bu çizgilerle bağıntılıdır. Bu özgünlük onun kişiliğinin veya sürdürdüğü yaşam şeklinin herhangi bir özelliğinden veya olağanüstülüğünden değil, daha çok öğreti-sinde olduğu kadar bu yaşam şeklinde de hep aynı şekilde or-taya çıkan genel’e yönelme ve eğilmeden kaynaklanır. Ben her iki öğenin (onun yaşamı ve öğretisinin) birbirlerini nasıl çok yönlü olarak koşullayıp tamamladıklarını, bu iki öğenin na-sıl aynı kaynaktan çıktıklarını ve en sonunda nasıl birlikli bir kapsam içinde birbirlerine geçtiklerini ve böylece yine bu iki öğenin, Kant’ın kişilik ve yapıtının, iki metalin ergitilip bira-raya döküldüklerinde oluşturdukları alaşım gibi, nasıl tek bir döküm eylemi içinde bir potada bütünleştiklerini gösterme-yi denedim. İşte bu nedenle Kant’ın yaşamına ait dış çizgiler burada ancak Kant’ın kişiliğinin özgül-ayırdedici özelliklerine ilişkinliği oranında serimlenecekir; yani Kant’ın temel düşün-celerinin nelik (mahiyet) ve gelişimini aydınlatma ve belirtme doğrultusunda.

Bu kitabın elyazması (manuskript) daha 1916 yılı başında basıma hazırdı. Ne var ki savaş dolayısıyla baskıya geçilemedi. Savaş dolayısıyla meydana gelen gecikme, kitabın bitiminden iki yıl sonra basılmasıyla ancak şimdi giderilmiş oluyor. Baskıdaki bu gecikmeden büyük bir esef duydum. Çünkü kitabı daha en başından beri en sıcak ve yararlı biçimde desteklemiş olan insana artık asla sunamayacağım. Hermann Cohen 4 Nisan 1918’de öldü. Onun yapıtlarının Kant’ın öğretisinin Almanya’da yeniden canlanması ve daha da ileriye götürülmesi konusundaki önemini bir başka yerde belirtmeyi denemiştim,2 burada bu konuya yeniden dönmek

2 “Hermann Cohen ve Kant Felsefesinin Yenilenmesi”, Kant-Studien, Cohen’in 70. Doğum Günü Özel Sayısı, sayı: XVII (1912), s. 253.

20

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

istemiyorum. Ama burada, yirmi yıldan daha fazla bir süredir Cohen’in Kant hakkındaki kitaplarından edindiğim kişisel kazanımları içten bir şükranla anmalıyım. Biliyorum ki Kant’ın öğretisinin tam derinliğine ve tam pekinliğine öncelikle bu kitaplarla yönelmek gerekir. Gerçi o zamandan beri Kant felsefesinin problemlerine bu toplu basımda üstlendiğim özel görev ve başka nedenler dolayısıyla defalarca yeniden eğildim ve benim bu problemleri kavrayış tarzım Cohen’inkinden çoğu yerde değişik olmuştur. Ama burada bile Cohen’den aldığım metodolojik temel düşünceler ve Cohen’in Kant sistemini yorumlayışı, verimli, üretken ve ilerletici bir yorum olarak benim Kant’ı kavrayışımın yine de ana dayanaklarıdır. Cohen’in temel düşüncesi, felsefenin daima bir “transendental yöntem’le çalışması gerektiğiydi ve hatta bu bilimsel felsefenin içerik kavramıydı. İşte bu anlamda Kant’ın öğretisi, devrini tamamlayıp tarihe malolmuş bir bütün olarak değil, felsefenin sürekli ödevlerinin serimlendiği bir öğreti olarak kavranmalıdır. Öyle ki ona göre Kant’ın öğretisi sadece tarihsel bir gizilgüç (Potenz) değil, doğrudan etkili bir yaşam gücü taşır. Gerçekten de Cohen bu öğretiyi böyle kavramış ve böyle öğretmiştir. Kant felsefesi ile Alman düşünce yaşamının ana problemleri arasındaki bağıntıyı da bu açıdan kurmuştur. Bu bağıntıya pek çok yazısında değinmişti. Ama bunu tam ve kapsamlı bir şekilde ortaya koymak yerine getirilmesi gereken bir görevdi ve zaten Kant’ın yapıtlarının bu toplu basımı için bu görevi üstlenmiş de bulunuyordu. “Kant’ın Alman Kültürü İçin Önemi” başlığını alabilecek böyle bir yazıyı, temel çizgileri ve kuruluşuyla, ölümünden birkaç gün önce bana açtıysa da, kağıda dökmesi mümkün olmadı. Cohen’in çalışma arkadaşlarıyla birlikte bu diziyi yayımlamaya devam etmesi artık mümkün değilse de, bu toplu basım her zaman onun adıyla birlikte anılacaktır. Çünkü bu dizinin yayına

21

İLK BASKIYA ÖNSÖZ

hazırlanması sırasında çalışma arkadaşlarının her zaman dost ve öğretmen olarak yanında yer almakla kalmamış, onun düşünce tarzı aynı zamanda dizinin yayınında çalışanlar arasında ideal birliği oluşturmuş, belirleyici ve yönlendirici olmaya devam etmiştir.

Ernst Cassirer Schierke i. Harz

14 Ağustos 1918

22

GİRİŞ

Goethe bir defasında Kant’a atıfta bulunarak, yaşam için bir anlamı olması isteniyorsa, her türlü felsefenin yürekten be-nimsenmiş ve yaşama geçirilmiş olmasının zorunlu olduğun-dan söz etmişti: “İster Stoacı, ister Platoncu, ister Epikürcü olsun, bunların her biri kendi tarzları içinde evrenle işlerini tamamlamak zorundaydılar. Hatta bu, hangi okuldan olursa olsun, filozofun terk edemeyeceği bir yaşam görevidir. Filo-zoflar bize kendi yaşama biçimlerinden çıkmayan hiçbir şey sunamazlar. Örneğin Kant’ın sert ölçülülüğü doğuştan eğilim-lerine uygun bir felsefeyi gerektirmiştir. Yaşamını okuyunuz, özellikle toplumsal ilişkileriyle açık bir karşıtlık oluşturan, yo-ğun bir şekilde yönünü belirleyen ve bu yaşamı evrenle den-geye getiren stoizmini hemen göreceksiniz. Her birey kendi eğilimleri doğrultusunda birey olarak vazgeçemeyeceği ilkeler edinme hakkına sahiptir. İşte tüm felsefenin kökenini başka bir yerde değil tam burada aramak gerekir. Ancak gerçek bir kahraman ortaya çıktığında bir sistem evrenle işini tamamla-mayı başarır. Çünkü insan doğası hakkında öğrenmiş olduğu-muz şey, insanın çoğu yerde bir çelişkiler varlığı olduğudur. İnsan doğuştan geleni bilir, ona hâkim olmaya çalışır ve hatta Kant’ın yaptığı gibi, taşıdığı çelişkilerin mutlu bir şekilde üs-tesinden gelmesi hiç de ender değildir. Her şeyden önce bizzat kendimizle uzlaşmış olmalıyız; çünkü biz, dıştan bizi zorla-

23

GİRİŞ

yan, ortadan da kaldırılamayan, ama en azından bir ölçüde ve bir dereceye kadar dengelenmeleri mümkün olan uyumsuz-luklar varlığıyız.”1

Bu sözlerde, Kant’ın yaşamı üstüne bir bilimsel araştırma ve serimlemenin güdeceği ana amaçlardan biri en parlak ifade-sini bulmaktadır. Burada amaç bir insanın başından geçenleri, onun yaşamındaki olayları anlatmak değildir; Kant’ın yaşa-mını araştırma ve betimleme gibi bir görevin önünde şu özel güçlük yatmaktadır: Öğreti biçimine uyan “yaşam biçimi”ni keşfetmek ve ortaya koyabilmek. Öğreti biçimine uyan böyle bir yaşam biçimiyse ancak her türlü özel ve bireysel sınırla-maları aşan bir anlatımla ele alınabilir. Çünkü kendi köken ve gelişimleri içinde izlenmek isteniyorsa, Kant felsefesinin problemleri onun özel kişilik çevresi içine sokulamaz. Çünkü bu kişiliğe yön veren şeyler özel ve bireysel nitelikler değil, bağımsız denebilecek bir nesnel mantıktır. Bu yüzden bu ki-şilikte öznel-kişisel türden tüm sınırlamalardan sıyrılmış, bu kişiliği nesnel bir öğeymişçesine temellendiren ideal bir içe-rik vardır. Hatta öyle ki, Kant’ta “öğreti biçimi” (Lehreform) ve “yaşam biçimi” (Lebensform) arasındaki ilişki, yaşam biçimi-nin doğruca öğreti biçimi için taşıyıcı (Substrat) olduğu edilgin bir kap olarak asla kavranamaz. Kant’ın kişiliğinde, Goethe’nin hiç kuşkusuz doğru saptamış olduğu gibi, yaşamını boyun-duruğu altına sokacağı hiçbir “doğru”ya yer yoktur. Tam ter-sine Kant’ın kişiliğinde “düşünce” ve “yaşama” arasında özel bir ilişki vardır. Düşünce yaşamdan elde edilir ve aynı anda yaşamı biçimler. Burada, bu iki öğeden her birinin öbürünü sürekli etkilemekte olduğu çok özel bir etkileşim ilişkisi hü-küm sürer ve her bir öğe aynı zamanda hem belirleyen hem

1 Goethe’nin J.D. Falk’la Konuşmaları. Goethe, Konuşmalar, F.V. Bieder-man’ın hazırladığı yeni baskısı, cilt IV, s. 468.

24

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

belirlenen olarak görünür. Kant’ın tüm felsefe tarihinde eşine rastlanmayan, birey olarak onun düşünür kimliğini oluşturan özelliğin ne olduğu ve bu özelliğin ne ifade ettiği ancak bu çift yüzlü ilişki içinde açığa çıkar. Yaşam ve öğretisinin birbirine nasıl bağlandığı ve bunların nasıl bir birlik oluşturduğu ancak bu çift yüzlü ilişkiye dayanılarak daha açık ve saf biçimde or-taya konabilir. Bu özellik onun yaşamına ve düşüncesine yö-nelebilmek için kendisinden hareket edilmesi gereken merkez noktadır. Bu yüzden böyle bir büyük düşünürün yaşamını be-timlemek konusunda asli görev hep şu olmalıdır: Düşünürün kişiliğiyle yapıtının nasıl daima iç içe geçtiğini, kişiliğin yapıt içinde nasıl eriyip gittiğini, hemen bununla birlikte aynı kişi-liğin yapıttaki düşünsel yapının nasıl taşıyıcısı olduğunu ve dolayısıyla yapıtın açıklık ve anlaşılabilirliğinin kişiliğe nasıl bağlı bulunduğunu izlemek.

Yeniçağ felsefesinin doruklarında bu bağlamı klasik tarz-da gözler önüne seren bir kitap bulunur. Descartes’ın Yöntem Üzerine Konuşma adlı kitabı temel bir yöntem geliştirmek ister. Bu yöntem tüm özel bilimlerin ilk ve genel “temeller”ini or-taya çıkarabilmeli ve kanıtlayabilmelidir. Ama böyle objektif “temeller”e bir iç zorunlulukla nasıl ulaşılabilir ki? Descartes’ın izlediği yol şuydu: İlk ve temelli kuşkudan başlayıp sarsılmaz kesinliğe kadar gitmek. Ona göre bu sarsılmaz kesinliğe “ev-rensel matematik” düşüncesiyle ve kendi metafiziğinin temel ve ana önermeleriyle erişilebilirdi. Araştırmanın yöneldiği he-def apaçık önerme ve doğrulardan yola çıkan kesin bir dedük-siyondu. Ne var ki işte tam da bu noktada modern felsefi kişi-lik tipi de, farkında olunsun olunmasın, kazanılmış ve açıkça kendini göstermiş oluyordu. Kartezyen düşüncenin temel sis-tematiğini oluşturan şey “objektif” ve “sübjektif” alanların yeni bir şekilde birliğe getirilmeleriydi ve bu birlik bambaşka bir açıdan ve değişik bir kavrayışla ele alınmalıydı. Descartes’ın

25

GİRİŞ

ikinci ana yapıtı Metafizik Üzerine Düşünceler adlı kitap da bu çok özel stil karakterini gösterir. Oysa biz bu stil karakterini sanki tek tek öğelerine, yerel renklerine kadar açıkça gördü-ğümüz belli bir somut durumdan çıkmış gibi görürüz. Ben, “cogito” felsefenin genel ilkesi olarak sanki böyle elde edilmiş-tir. Ne var ki bu objektif arkaplandan aynı zamanda yeni bir yaşam tarzının görünümü ortaya çıkar. Descartes’ın bilinçli bir indirgemeyle geleneklerden ve her türlü toplumsal bağ ve uzlaşımlardan Hollandalı karakterine uygun olarak sıyrıl-masını sağlayan tam da bu yeni yaşama biçimidir. Gerçi bu yapıtlarda başvurulan ifade biçimi eski örneklere, özellikle de Augustinus’un Soliloquia’sına (İç Konuşmalar) ve Petrarca’nın “insanın kendi kendisini felsefi yoldan tanıma” biçimine daya-nır. Ama yapıtların içeriği yeni ve özgündür. Çünkü kendini tanıma edimi burada artık ahlaksal veya dinsel bir motiften etkilenmez. Tam tersine burada çıkış noktası sadece düşünce-nin kendi saf ve parçalanmamış enerjisidir. Öyle ki düşünce-nin kendisi, kendi objektif yapısı içinde, kavram ve doğruluk-ların koşulu olur ve düşünce bu haliyle sistematik bir çıkarım bağlamı olarak konumlanır. Ama böyle olunca, aynı anda tüm yargı ve çıkarım etkinliğinin niteliği de gözlerimizin önünde canlanıverir. İşte yine aynı anda ve tam bu noktada sistemin biçimi ile kişisel “yaşama biçimi” kendilerini birlikte açığa vu-rur. Artık bu bağlamda sistemin mi yaşama biçimine, yaşama biçiminin mi sisteme dayanak sağladığı sorulmaz. Çünkü ar-tık ideal ile reel, evren tasarımı ile yaşama biçimi aynı parça-lanmaz tinsel gelişim sürecinin öğeleri olmuştur.

Kant’ın yaşamı ve öğretisi incelenirken buna yakın bir hareket noktası saptanmak istendiğinde, hemen hemen aynı çok özel bir güçlük önünde buluruz kendimizi. Çünkü sahip olduğumuz biyografik veriler, bu yaşam üstüne toplu bir kav-rayış edinme konusunda asgari ölçüde bile asla yeterli değil-

26

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

dir. On sekizinci yüzyılın başlıca özelliği, Descartes’tan sonra ikinci kez, insanın kendi kendisini gözlemlemesi ve kendi hakkında bilgi edinmesi konusundaki şiddetli arzudur. Bu arzu değişik kaynaklardan, hep yeni şeylerle beslenir: Psiko-lojik deney, “deneysel ruh bilgisi”ne giden yol, pietist kaynaklı dinsel yönelişler ve kaynağını Rousseau’da bulan yeni duygu kültü bir potada birleşir. Kant tüm bu eğilimlerle içten ilişki içindedir. Çocukluk eğitimi pietizmin damgasını taşıdığı gibi, gençlik döneminde ve olgunluğa geçiş sırasında metafiziğe yeni bir temel bulmak üzere psikolojik çözümlemelere yöne-lir; üstelik Rousseau onun için ahlaksal evrenin Newton’udur, bu evrenin gizli kalmış yasalarını ve öğelerini keşfeden kişidir. Ama tüm bunlara rağmen Kant hakkında özgül ve kişisel gös-tergelere bakarak sahip olduğumuz bilgiler, hem kapsam hem de içerik bakımından oldukça az ve yetersizdir. Hatta özel anı-larını kaydettiği günlüğünden bile hemen hemen hiçbir şey çıkarılamaz; belki bu konuda okuduğu kitapların sayfa kenar-larına iliştirdiği notlar ve görüşler dikkate alınabilir. Dostlar arası mektuplaşmalarda duygusal iç dökmelerin bol bol yer aldığı bir çağda, bu gibi tüm modalar karşısında soğuk bir kuşkuculuk içindedir. Mektupları bilimsel ve felsefi araştır-malarında işlediği düşüncelerin bütünlenmesi ve geliştirilme-sinden başka hemen hiçbir şey içermez. Gerçi mektuplar bu halleriyle sisteminin ve bu sistemin gelişiminin izlenmesi ve bilinmesi bakımından olağanüstü bir öneme sahiptir. Ama bu mektuplarda kişisel bir sese ve kişisel bir ilgiye ancak arada sırada ve sanki istenmeden yer verilmiş gibidir. Bu temel eği-lim, Kant’ta yaşlandıkça daha da belirgin bir hale gelir. Onun ilk eseri Canlı Kuvvetlerin Doğru Ölçülmesi Üstüne Düşünceler (1746) bir dizi kişisel gözlemle başlar; bu gözlemlerle sanki öncelikle kendi kişisel tutumunu serimlemeyi dener gibidir ve sanki bu kişisel tutumundan hareketle konu hakkında bir yar-

27

GİRİŞ

gıya varmak ister görünür. Bu yazıda saf ve soyut matematik ve mekaniğe ait bir konuda bilimsel bir araştırma yapan biri konuşmaz; hatta daha çok, genç düşünür ve yazar böyle bir soyut konunun gerektirdiği kişilik-dışı nesnel anlatımın dar sınırlarını aşıp konu hakkında kendi öznel yaşamına bağlı bir tutumla ve kendi duygularıyla bir betimleme yapmaya çalışır. Hatta öyle ki, bu duygusal tonu olgunluk döneminin yazı-larında bile buluruz. Bir Bilicinin Düşleri’nde (Träumen eines Geistersehers) ana konu olarak alınan metafizik eleştirisinde, Kant’ın içine yerleşmiş kişisel özgürleşme duygusu her satırda izlenebilir. Ama eleştirel sistemin temellendirilmesi aşamasın-da Kant’ın stili içten bir değişime uğrar. Bacon’dan aldığı “De nobis ipsis silemus”2 sözü, Salt Aklın Eleştirisi’nin başına bir şiar (Motto) olarak koyduğu bu söz artık giderek stiline güçlü bir şekilde hâkim olmaya başlar. Kant görevinin büyüklüğünü daha belirgin ve daha açık olarak kavradığı oranda, yazıların-da kişiliğinden gelen her şey gitgide daha az yer almaya başlar. Yapıtlarının sistematik olarak araştırılması ve serimlenmesi bakımından olduğu kadar, Kant’ın biyografisi bakımından da önem taşıyan kaynaklar bu noktada kurumuş görünür.

Yine de bu güçlük tek başına bir engel oluşturmaz ve oluşturmamalıdır. Çünkü Kant’ın yaşamı felsefi biyografisini ortaya koyma görevi bakımından hiç de belirleyici bir anla-ma sahip değildir. Kant’ın yapıtları kişiliği hakkında bize pek bir şey bildirmez. Ama bu yapıtların yazarının iç dünyası ve yaşamı hakkında sahip olduğumuz en geniş bilgiler bile, ki-şiliğini yapıtlarına bakarak tanımak yoluyla elde edeceğimiz bilgilerin yerini tutamaz. Öyleyse bizim burada Kant hakkın-daki bilgimizi özellikle sınırlayan şeyler olarak gördüğümüz bu noktalar aslında hiç de yoksunluk olarak görülmemeli-

2 (Lat.) Kendimizden söz etmiyoruz. (ç.n.)

28

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

dir. Tam tersine, her ne kadar paradoksal görünse de, kişiliği hakkında bilgimizi sınırlayan şeyler olarak gördüğümüz bu noktalar Kant’a bakış özgürlüğümüzü ve ufkumuzu daraltan şeylerdir de. Kant’ın kişiliğinin yeterince kavranması bu ko-nuda bilinenlerin azlığı nedeniyle değil, hakkında bize aktarı-lan verilerin ve haberlerin çokluğuyla zorlaşmaktadır. Yaşamı hakkındaki tüm bilgileri kendilerinden aldığımız ilk Kant bi-yografları, Kant’ın gündelik yaşamına ait küçük ayrıntıları bir araya getirip bu yaşamı dış görünümüyle derli toplu ve sadık biçimde aktarmaktan başka bir amaç izlememişlerdir. Onlar insanların Kant’ı ancak tüm davranış özellikleriyle, bölük pör-çük eğilim ve alışkanlıklarıyla, gündelik yaşamın pek ciddiye alınamayacak ayrıntıları ve yönelişleri içindeki haliyle tanıya-bileceklerine inanmışlardır. Giyim kuşamdan yeme içmeye kadar, Kant’ı bu tutumla tanıtmışlardır. Onların Kant’ın gün-delik yaşamı üstüne bildirdiklerine baktığımızda, elinde saat, dakikaları ve saniyeleri hesaplayarak hareket eden bir adamı tanıyabiliriz; bu adamın ev düzenini ve evini çekip çevirme yöntemlerini, en ince ayrıntısına kadar öğrenebiliriz, hatta bedensel ve ahlaksal perhizinin dayandığı tüm nedenleri tek tek bilebiliriz. Gerçekten de Kant’ın portresi bu biyografilerde nasıl gösterilmişse, geleneğe ve toplumun belleğine öyle geç-miştir. Kant’ı bu biyografilerde aktarılan binlerce anekdottan hiç olmazsa birkaçıyla, ona atfedilen özellik ve tuhaflıkların bir bölümüyle anımsamamak mümkün müdür? Öbür yandan Kant’ın kişi ve düşünür olarak bir portresini çizmeye çabala-yan birisi buna ancak onun öğretisini bilmekle ulaşabilir. Ama bu insan bu noktada hemen bir çelişkiye düşmek zorundadır. Çünkü bir insanın gündelik yaşamındaki sıradan ayrıntılar ve tuhaflıklar dikkate alınarak böyle bir insanın açık bir şekilde kendi yolunda saf genele, objektif ve zorunlu olana duyduğu eğilimle öğretisini nasıl geliştirdiği kavranabilir mi? Burada

29

GİRİŞ

acaba gerçekten de eleştirel sistem ile Kant’ın özel “yaşam biçi-mi” arasında giderilmez bir karşıtlık mı söz konusudur? Yoksa bu karşıtlık, biyografik incelememizde bir başka hareket nok-tasından ve yeni bir yönden yola çıktığımızda hemen ortadan kalkar mı? İşte Kant’ın biyografisi için çözülmesi gereken so-run budur. Kant biyografisine düşen görev, her şeyden önce Kant’ın kişiliği ve gündelik yaşamı üstüne sahip olduğumuz notlar ve haberler kaosunu düzene sokmak ve aydınlatmakla yerine getirilmiş olacaktır, bu yüzden bu dağınık ve bireysel not ve haberler topluluğunun Kant’ın öğretisiyle koşutluk içinde birlikli bir düşünce altında yeniden toparlanması ge-rekir. İlk Kant biyograflarının çizdiği portreler, her ne kadar naif ve sadık olsa da, bu amaca şimdiye kadar erişemedi. Kuşkusuz onların herhangi bir bir yöntem bilinci yoktu. Ama onların inceleme tarzı “merkez dışı” kaldı.3 Kant’ın kişiliğinin merkezcil çizgilerini, yaşamının merkez noktasını değil, bu kişilik ve yaşamın ikincil ve çevresel çizgilerini betimlemekle yetindiler. Bugün Kant’ın kişiliği üstüne bildiğimiz veya bildi-ğimize inandığımız şeyler içinde pek çoğu öyle yadırgatıcı ve paradoksal görünüyor ki, bu yüzden şunu hep sormak zorun-dayız: Bu özel durum doğrudan doğruya Kant’ın yaşamından mı geliyor, yoksa bu yaşam üstüne sübjektif incelemelerden mi kaynaklanıyor? Başka bir deyişle, burada Kant’ın kendi “eksantrik” görünümünün sorumlu olduğu bir yorum ve yar-gılama karşısında mı, yoksa büyük bölümüyle Kant’ı böyle görüp göstermek isteyen biyografların “eksantrik” yorum ve

3 Cassirer burada merkez dışı (exzentrisch) sözcüğünün çifte anlamından yararlanır. Sözcüğün esas anlamı merkez dışılık, öze değil de ayrıntıya ilişkinlik, çevresel olana aitlik bildirir. Ama sözcüğün Türkçeye de “ek-santrik” şeklinde ifade edilen bir ikinci anlamı da vardır ve bu anlamıyla sözcük çizgi dışı, ilginç, pek rastlanmayan, tuhaf anlamlarına gelir. (ç.n.)

30

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

yargılamaları karşısında mı olduğumuz hep sorulmalıdır.Ama bu belirsizlik Kant’ın yaşamını ele alan incelemelerin

bu yaşamın dış ve çevresel özelliklerinden hareket etmiş ol-malarına da bağlanamaz yalnızca. Çünkü Kant’ın yaşamında merkezcil ve içsel özellikler ile çevresel ve dışsal özellikler ara-sında nihai bir karşılaştırmaya elvermeyen bir dualizm vardır. Bu dualizm yalnızca görünüşte değildir, bu yaşamın altında yatan koşullardan köklenir. Büyük insanlar arasında yaşama ve yaratma eşit ölçüde ve mutlu bir şekilde bağdaşmıştır. Oysa Kant’ın yaşamında yaşama ve yaratma dengeli dağıtılmamış-tır. Kant bükülmez bir istenç (irade) sertliği ve gücüyle tüm yaşamını biçimlemiş, bu yaşamı tek idenin belirleyiciliği altı-na sokmuştur. Ne var ki felsefesinin kuruluşunda en yüksek ölçüde olumlu-yaratıcı yön olarak kendini gösteren bu istenç aynı oranda kişisel yaşamını sınırlamıştır. Her türlü sübjektif duygu, her türlü bedensel güdü ve eğilim onda yalnızca ve daima “akıl”ın ve objektif görev (ödev) buyruğunun egemen-liği altına sokulması gereken şeyler (materyaller) olmuştur. Kant’ın yaşamı bu savaşım içinde doğal düzen ve harmonisini yitirmiş görülebilir. Öte yandan bu yaşam ancak bu savaşım içinde kendine has kahramanca karakterini kazanmıştır. İşte bu kendi kendini içten içe kurma süreci ancak Kant’ın yaşam öyküsü ile öğretisinin sistematik gelişiminin bir birlik olarak kavranması halinde görülebilir. Bu yüzden Kant’ın yaşamı ve öğretisi parçalardan, yaşam ve öğretisinden ayrı ayrı hareket-le değil, Kant’ın varoluş bütünlüğünden hareketle kavranabi-lir. Onun yaşamının ve yapıtının temelinde ilksel ve kökensel olarak böyle bir bütünlük vardır. Bu bütünlüğün temellerinin nasıl atıldığı, daha sonra saf bir düşünce ve yaşam enerjisi içinde kendisini nasıl gösterdiği Kant’ın gelişim öyküsünün ana içeriğini oluşturacaktır.

31

BİRİNCİ BÖLÜM GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

I.

[Çocukluk ve Okul Çağı]

Kant’ın çocukluk dönemini ve okul çağını burada ancak birkaç satırla anlatacağız.

Immanuel Kant 22 Nisan 1724’de eyerler ve koşum ta-kımları yapan bir saraç ustasının, Johann Georg Kant’ın dör-düncü çocuğu olarak, bir Alman zanaatkâr evinin yoksulca ortamında doğdu. Ailesinin kökeni hakkında yine Kant’ın oldukça yaşlı döneminde yazdığı bir mektuptan bilgi edini-yoruz. Mektuba göre, İskoç asıllı olan büyükbabası en son Tilsit’te yaşamıştır ve ailesi on yedinci yüzyıl sonları ile on sekizinci yüzyıl başlarında İskoçya’dan büyük gruplar halinde göç eden ve kısmen İsveç’e, kısmen de Doğu Prusya’ya yerle-şen ailelerden biri olmalıdır.1 Ne var ki sıkı bir araştırma bu verilerin en azından Kant’ın bildirdiği şekliyle gerçeğe pek az uyduğunu gösterir. Araştırmalar Kant’ın büyükbabasının ba-basının, Heydekrug yöresindeki Werden’de mal mülk sahibi

1 Piskopos Lindblom’a 13 Ekim 1797 tarihli mektubu.

32

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

biri olarak yaşamış olduğunu meydana çıkarmıştır.2 İlk Kant biyograflarından Borowski’nin bildirdiğine göreyse, Kant’ın aile adı köken olarak “Cant”tan gelmektedir ve Kant’ın ken-disi de adını uzun süre bu şekilde yazmıştır. Ama bu da ger-çeğe pek uygun düşmüyor. Köken bakımından geriye doğru izlendiğinde, bu adı karşımızda hep “Kant” veya “Kandt” şe-killerinde görüyoruz. Hatta Kant’ın eski bir aile geleneğinden çıkarsadığı ve onu İskoç kökenli olduğu sonucuna götüren bu gibi verilerin tümüyle temelsiz olması da mümkündür. En azından bu hususların şimdiye kadar herhangi bir şekilde ve yeterli bir kesinlikle kanıtlanamadığını belirtmekle yetinebi-liriz. Kant’ın anne ve babası hakkında bilinenler de öylesine azdır ki, hatta bunlar ancak oğlun kendi sınırlı çocukluk anı-ları içinde anne ve babası hakkında anlattıklarından ibarettir. Öyle görünüyor ki, çocuk üzerinde babadan çok annenin et-kisi olmuştur. Kant daha on dört yaşındayken yitirdiği annesi Anna Regina Reuter’den en yaşlı döneminde bile hâlâ içten bir sevgi ve rikkatle söz ederdi. O ilk manevi etkilenimlerini annesinden aldığının bilincindeydi ve bu etkilenimler onun tüm yaşam anlayışı ve yaşam tarzı üzerinde belirleyici olmuş-tur. “Annemi asla unutmayacağım,” der Jachmann’a, “çünkü benim içimde iyiliğin ilk tohumunu o ekip yeşertmiş, kalbimi doğanın etkilerine o açmıştır; benim kavrayışımı o uyandırıp geliştirmiştir ve onun öğrettiklerinin yaşamımda daima olum-lu bir etkisi olmuştur.”3

2 Bkz. J. Sembritzki, Altpreussische Monatschrift XXXVI, s. 469 ve XXXVII, s. 139. Ayrıca: E. Arnoldt, Toplu Yazılar, yay. O. Schöndörfer, cilt III, s. 105 ve devamı. Arnoldt, Kant’ın gençliği ve öğretim üyeliğinin ilk beş yılı üzerine geniş bilgi vermektedir.3 R.B. Jachmann, Bir Dostuna Yazdığı Mektuplarıyla Immanuel Kant, Kö-nigsberg, 1804, 8. mektup, s. 99.

33

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

Öyle görünüyor ki, anne oğlunun düşünme yeteneği-nin çok erkenden farkına varmış ve akıl danışmanı, teoloji profesörü ve vaiz Franz Albert Schultz’un önerisine uyarak oğlunu onun görev yaptığı okula kaydettirmiştir. Schultz ile birlikte Kant’ın yaşamına tüm gençlik eğitiminde çok önem-li bir yer tutan bir insan girmiş oluyordu. Schultz dinsel tu-tumu bakımından Kant’ın ailesi gibi pietizme bağlıydı. Ama Schultz aynı zamanda kendisine çok değer verdiği anlaşılan Wolff’un eski bir öğrencisi olarak, çağdaş Alman felsefesi ve dolayısıyla dünyevi eğitimle de ciddi ciddi ilgileniyordu. 1732 yılı kışında Kant sekiz yaşında bir çocuk olarak, Col-legium Fridericianum’a (Frederik Koleji) başladı ve onun bu yıllardaki eğitimini Schultz üstlendi. Bu okulun ona verebil-dikleri hiç kuşkusuz sıradan bilgiler olmuştur ve pek sınırlı kalmıştır. O sıralarda özellikle Prusya’da eski Latince okulları ve kolej tipi okullar yaygındı. Derslerin başlıca amacı Latince bilgisi vermek ve Latince konuşturmaktı. Hatta 1690 yılında Pomeranya’da 1535 yılından kalma eski bir kilise yönetmeliği yeniden hatırlanarak yürürlüğe konmuştu ki, bu eski yönet-meliğe göre okullarda Almanca konuşmak tamamen yasaktı. “Praeceptores (öğretmenler) discipulis (öğrenciler) ile Almanca değil, her durumda Latince konuşmak zorundaydı. Almanca yüzeysel bir dil sayılıyor ve çocuklar Almanca konuşmaktan suç işlemişçesine korkuyordu.”4 Kant’ın devam ettiği sıralarda Fridericianum’un hali ve iç bünyesi, okulun eğitimde izledi-ği özel teolojik yön gözardı edilirse, pek çok bakımdan yedi yaşındaki Winckelmann’in yetiştiği Stendal’daki Latince oku-lunu anımsatır. Burada da orada olduğu gibi derslerin ağırlı-ğını gramer ve filolojiye dayalı dersler oluşturuyordu. Gerçi

4 Karl Biedermann, Almanya’nın 18. Yüzyıldaki Tinsel, Ahlaksal ve Ruhsal Durumu, 2. baskı, Leipzig, 1880, cilt II, Kısım II, s. 480.

34

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

matematik ve mantık da öğretim programında yer alıyordu, ama bu dersler çok yetersiz bir biçimde veriliyor, hele doğa bi-limleri, tarih ve coğrafya tamamen ihmal ediliyordu.5 Kant’ın daha sonra felsefi uğraşının ilk döneminde ilgisini çeken ko-nuların tam da ihmal edilen bu derslerin konuları oldukları anımsandığında, Fridericianum’da katıldığı derslerin onun derin entelektüel yönelimi bakımından ne kadar az şey ifade ettiği ölçülebilir. Kant’ın sadece birinci sınıftaki Latince öğret-meni filolog Haydenreich hakkında dostça anıları vardır. Çün-kü Kant onda, klasik yazarların incelenmesinde dilbilgisel ve biçimsel olmakla kalmayıp aynı zamanda metinlerin içeriğine de yönelen bir yöntemin uygulayıcısını bulmuştu. Bu yön-tem kavramların açıklığı ve “doğruluk”unu meydana çıkarma peşindedir. Buna karşılık Kant öbür öğretmenleri hakkında, onlardan “felsefe veya mathesis (bilim) öğreniminde içindeki kıvılcımı aleve dönüştürebilecek hiçbir şey almadığını” söyler açıkça. Öyle ki sahip olduğu özgün istidatlar bu ortamda ta-mamen karanlıkta kalmış oluyordu. Kant’ın bazı gençlik arka-daşları, bu kısıtlı ortamda bile onun gelecekte büyük bir insan olacağına inanmıştır, hatta kimileri onda geleceğin büyük fi-lozofunu da görmüştür. Bu okuldan daha sonraki entelektüel gelişimi bakımından gerçekten kazanmış olduğu şey, aslında çok ileri yaşlarına kadar koruduğu Latin klasikleri üzerine sağlam bir bilgi ve bu klasiklere duyduğu saygıyla sınırlıdır. O sıralarda Grek düşüncesiyle de ancak Yeni Ahit eliyle öğren-dikleri aracılığıyla rastgele bir ilişki kurmuş görünüyor.

Çoğu büyük insanın ilk çocukluk ve gençlik anılarında bu anıları baştan aşağı ışığa boğan kendine özgü bir parıltı vardır; yaşamlarının genellikle en zor dönemi olan gençliklerindeki tüm katı koşullara ve dış zorluklara rağmen bu parıltı onları

5 Justi, Winckelmann’ın Okul Çağı, I, s. 23 ve devamı.

35

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

aydınlatır. Özellikle de büyük sanatçıların gençlik anılarında vardır bu büyü. Oysa Kant için gençlik geri dönüp bakıldığın-da böyle bir fantezi ışığı altında görünen bir dönem değildir. Kant’ta gençlik dönemi hiç de bir anımsama idealitesi altın-da betimlenmez, tam tersine Kant olgun zihninin yargısıyla kendi gençliğini entelektüel bakımdan olgunlaşmamışlık ve ahlaksal bakımdan özgürleşmemişlik dönemi olarak görür. Hatta sonraları Rousseau’nun kuramsal temel düşüncelerin-den etkilendiği zamanlarda bile, Rousseau’da çok canlı olan çocukluk ve gençlik duygusunu o kendisinde asla uyandırıp yeniden yeşertmek istememiştir. Rink’in bizzat onun sözlerine dayanarak aktardığına göre, Kant için çocukluk çağını özleyen bir kişi yetişkin bir adam olsa da çocuk kalmış olmalıdır.6 Hele Hippel’in anlattığı üzere, tüm duygusal dışavurumlarında son derece kontrollü bir adam olan Kant’ın “gençlik köleliği” de-diği gençliğini ne zaman düşünse dehşete kapılıp tedirgin ol-duğunu söylemesi, bu durumu daha da belirgenleştirip anla-şılır kılar.7 Bu “gençlik köleliği” deyiminde, Kant’ın sonraları yaşamından asla tamamen silemediği gençlik izlenimlerinin bir ifadesi görülür. Ama bu acı deyimle vurgulanan şey bir insanı saran dış baskılar, zorluklar ve yoksunluklar da değil-dir; çünkü Kant zaten tüm yaşamı boyunca bunlara metanetle katlanmıştır ve daha sonraları başkaları onun ne zor koşullar altında yaşamını sürdürmüş olduğunu kendisine hatırlattık-larında, o bunları şaşkınlıkla karşılamıştır. Çünkü bir hazlar toplamı olarak değerlendirilirse, onun için yaşamın değeri “sı-fırın altına iner.”8 Kant felsefesinin hiç de ayrıntıdaki bir teore-mi değildir bu, onun dünya görüşünün ve yaşama üslûbunun

6 Rink, Immanuel Kant’ın Yaşamından Görüntüler, Königsberg, 1805, s. 22.7 Hippel’in Biyografisi, Gotha, 1801, s. 78.8 Kant, Yargıgücünün Eleştirisi, §83 (V, s. 514).

36

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

temel şiarıdır. En başından beri bu yaşamın hedefi “mutluluk” olmamıştır, bu yaşam daima düşüncede özerklik ve istençte bağımsızlığa yönelik olmuştur. İşte bu noktada, Kant’ın genç-liğini ancak belli bir manevi disiplin altına sokulmuş haliyle değerlendirmek zorunlu olur. Ama bu disiplinin belirli kural ve görevlerin usulünce yerine getirilmesi gibi sıradan bir an-lamı yoktur; bu disiplin tüm insanlarda, onların düşünce ve inançlarında, duygu ve isteklerinde yer alması istenen bir di-siplindir. Bu disiplin pitetist anlamda ancak sürekli bir “yürek sınaması” ile kazanılır. Kendisinden feragat edilemeyecek ve sıkı bir kontrolle bastırılamayacak hiçbir doğal güdü ve eğilim yoktur. Kant’la aynı sıralarda Fridericianum’da okumuş olan ve sonradan Leiden Üniversitesi’nde ünlü bir filolog olarak görev yapan David Ruhnken, otuz yıl sonra bile onda “bir fa-natiğin aşırı düzenlikçi ve iç karartıcı disiplini” olduğunu, bu disiplinin onun yaşamında daha okul sıralarında oluştuğunu belirtir.9 Zaten daha okulun kaskatı dua ve ibadet uygulama-ları, ıslah ve terbiye saatleri, vaazlar ve ilmihalleriyle dolu öğ-retim planına şöyle bir bakmak bu yargıyı doğrulamaya yeter. Bu öğretim Kant’ın sadece ahlaksal kişiliğinin değil, aynı za-manda entelektüel kişiliğinin de şekillenmesinde etkili olmuş-tur, çünkü kuramsal derslerde bile, konular daima dinsel ve teolojik sorunlarla ilişki içinde işleniyordu.

Bu öğretime hâkim olan düşüncenin daha somut ve net bir resmini çıkarmak istiyorsak, Fridericianum’daki öğretim etkinliğine dair elimizdeki çok sınırlı bilgileri, pietist düşün-cenin Almanya’da ortaya çıkış ve gelişmesi hakkında bilinen çeşitli karakteristik özelliklerle bütünlememiz gerekir. Burada tekil farklılıklar aslında önemsizdir. Çünkü pietizmin kaderi hep şu olmuştur: Pietizm esas olarak kişisel-içsel saf dinsel ya-

9 Ruhnken’in Kant’a 10 Mart 1771 tarihli mektubu (IX, s. 94).

37

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

şama yönelmek istemişse de, daha sonraki gelişiminde baştan aşağı tam anlamıyla genel şablonlara dönüşüp katılaşmıştır. Pietizmden dönenlerin anlattıkları, kendilerine gitgide küçük sapmalarla hep yeniden tekrarlanan durağan bir şemanın ka-bul ettirilmeye çalışıldığıdır. Bu şemaya sürekli uymak dinsel kurtuluşa erişmenin koşulu kılınmıştır. Gazeteci Susanne von Klettenberg pietizmde saf ve derin dinsel yönelişin ortadan kalktığını, işin “formel bir nefsi köreltme savaşımı”na dönüş-türüldüğünü belirtir.10 Pietizmin çıkışındaki saf dinsel anlama karşılık, artık giderek bilinçli ve iddialı bir dinsel-psikolojik teknik ortaya çıkmıştır. Başka bir kaynağa başvurmaya gerek kalmadan bu dönemde kaleme alınmış tüm biyografilere şöyle bir bakmak bu yargıyı doğrular. Bu şekliyle pietizmin etkisin-de kalan sadece o dönemin teolojik eğitimi değildir, örneğin Semler kendi yaşam öyküsünde bu eğitimi canlı ve etkili bir dille anlatır; hatta Albrecht von Haller gibi o zamanki Alman eğitiminin tüm kapsam ve çerçevesinden sorumlu olan tem-silcileri bile yaşamları boyunca böyle bir teknikle bir iç kur-tuluşu boş yere arayıp durmuştur. Oysa Kant’ın eleştirel dü-şüncesinde bu konuda çok erkenden tam bir ayrımın yapılmış olduğu görülüyor. Onun çocukluk ve ilk gençliğinde, daha sonraları sisteminin karakteristik bir temel öğesini oluşturan özellik kendini gösterir: Dinin ahlaksal anlamı ile dogmalara ve ritüellere yansıyan her türlü dış görünüş biçimini birbirin-den kesin olarak ayırmak. Bu ayrım hiç de öyle soyut kav-ramsal bir düşünce içinde yapılmaz, tam tersine bu ayrımın temelinde bir duygu yatar. Bu duygu, onun baba evinde ve Fridericianum’daki öğrenimi sırasında karşılaştığı iki dinsellik

10 Pietizm tarihi hakkında genel bilgi için bkz. Ritschl, Pietizm Tarihi, 2 cilt. Julian Schmidt, Leibniz’den Lessing’in Ölümüne Kadar Alman Manevi Yaşamının Tarihi. K. Biedermann, XVIII. Yüzyılda Almanya, cilt II, Kısım 1.

38

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

formunu birbiriyle karşılaştırma ve bunları birbirinden ayır-ma süreci içinde onda iyice yerleşik hale gelir. Kant’ın pietizm hakkında daha sonraları verdiği yargılar, sadece yüzeysel bir şekilde yan yana konduğunda ilk bakışta şaşırtıcı denecek ka-dar ikircikli ve çelişkilidir. Ama bizzat pietist temel düşünce-de ve pietist yaşam üslubunda birbirinden tamamen değişik tarzlar bulunduğu göz önünde tutulduğunda, bu yargılar der-hal kendi içinde tutarlı bir anlam kazanır. Kant baba evinde yerleşik bulduğu birinci dinsellik formunu, daha sonraları ahlaksal görüşlerini içten etkileyen bir öğe olarak değerlendir-miştir. Bir keresinde Rink’e şöyle demiştir: “O zamanın dinsel tasarımları, erdem ve dindarlık kavramları biraz olsun yeterli bir açıklığa sahip değildi, ama bunlar ne oranda bulanıksa, o oranda da gerçek şeylermiş gibi görülüyordu. Pietizm adı-na istediğini söyleyebilirdin! Pietizm insanlara bir ağırbaşlılık kazandırıyordu, insanlar saygı uyandırıcı bir görünüme bürü-nüyorlardı. Öyle ya, onlar insanın sahip olabileceği en yüksek şeye, iç huzura, neşeye, hiçbir tutkunun rahatsız edemeyeceği iç barışa sahipti. Hiçbir yoksulluk, hiçbir kötü olay onları ka-dere küsmeye sürüklemezdi; öfke ve düşmanlığı kışkırtacak hiçbir uyuşmazlığa yer yoktu. Tek sözle, dışarıdan şöyle bir bakan, elinde olmaksızın bu görünümden etkilenirdi. Oysa şimdi anımsıyorum da, bu kişiler koşum kayışı ve eyer alışve-rişi sırasında tartışırken birbirlerine saygıyı nasıl da hemen bir yana bırakıverirlerdi; bu tartışmalarda babam da mutlaka ön plandaydı. Ama ev içi konuşmalarda bu uyuşmazlıklar dikka-te alınmaz, anne ve babam uyuşmazlığa düşülen kişiden yine hoşgörü ve sevgiyle sözederlerdi... O zamanlar çocuk olma-ma rağmen bunları düşünmekten kendimi asla alamazdım.”11

11 Rink, a.g.e., s. 13. Kant, Kraus’a da buna benzer şeyler anlatmıştır. Bkz. Reicke, Kantiana, Königsberg, 1860, s. 5.

39

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

Kant’ın dindarlığın kurallaşmasına ve mekanikleşmesine duy-duğu nefret öylesine derindir ki, bu nefret hiç kuşkusuz önün-de bir prototip olarak duran pietizm için de geçerlidir. Kant –Albrecht von Haller’e benzer bir şekilde– kişinin kendi ruhsal yaşamından kaynaklanan çözümlemeleri bir yana atar, çünkü buradan ancak “dağınık bir kafanın aniden buluşturuverdiği ‘yüksek’ açımlayıcı fikirler”e sıçranır ve “ruhsal yaşam bu fikir-lerin boyunduruğundaki bir aydınlatmacılığa (Illuminatism) ve terörizme maruz bırakılmış olur.”12 Oysa daha sonraki yılların-da dinsel yaşama sokulmuş olan tüm dış göstergeleri ikiyüzlü-lük ve yobazlık sayarak bir yana atar. Yazılarında olduğu kadar sohbetlerinde de ibadetin değersizliğini vurgular ve bunu öy-lesine sık tekrarlar ki, gençlik yıllarını boyunduruk altına al-mış olan “fanatik disiplin”e duyduğu gizli galeyan kendini hep hissettirir.13 İşte, Kant felsefesinin temel bir öğreti öğesini ilk

12 Kant, Antropoloji, s. 4.13 Hiç kuşku yok ki, Kant’ın din hakkındaki görüşleri çocukluk dene-yimlerinden oldukça etkilenmiştir. Dostu Motherby’nin oğlunu eğitme-sini kendisinden rica ettiği Dessau filantroplarının (insanseverlerinin) lideri Wolke’ye şöyle yazar: “Din bakımından filantropların anlayışı, ba-banın [Motherby] düşünce tarzıyla tamamen mutabıktır. Öyle ki, onun da istediği şudur: İnsan Tanrı’ya doğal yoldan ulaşmaya çalışmalıdır, ol-gunlaştıkça ve kavrayışı geliştikçe buna derece derece yaklaşabilir, ama buna asla dualar ve ibadetle erişemez. Hatta tersine insan şu hususu görüp anladıktan sonra bu yola daha çok yaklaşır: Bunların [dua ve iba-detlerin] tümü ancak etkili bir Tanrı korkusunu canlı tutmak ve Tanrı buyrukları olarak gösterilen görevlerin yerine getirilmesinde bir özen ve alışkanlık sağlamak bakımından birer araç olma değerine sahiptir. Ama din bu durumda Tanrının gözüne girerek bir kurtuluş umma ve ona hoş görünme tarzından başka bir şey olmaz. İnsanların Tanrı’nın en hoşuna gidecek tarzı kendi çok değişik inançlarına göre saptayabilecek-lerini ummaları da boş bir umuttur, bu boş umut ister dinsel koyutlara

40

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

kez burada görürüz: Ahlaksal dinsellik ile “Tanrının gözüne girme”ye dayalı kayırılmacı dinsellik arasına konulan karşıt-lık. Bu karşıtlık filozofumuzun yaşamında pek erken ve derin bir deneyim içinde ortaya çıkmıştır. Schiller, Goethe’ye yazdı-ğı bir mektupta, Kant’ın Antropoloji’sine bakıldığında Kant’ın “saydam ve neşeli ruhu”nun kanatlarının “yaşam kiri”nden tamamen arınamadığını, gençliğinin acı izlenimlerinin silin-mez bir biçimde antropolojisine de sinmiş olduğunu belirtir. Schiller’in bu yargısı doğru bir sezgiyi dile getirir. Ne var ki bu bağlamda ancak olumsuz bir öğeyi saptamakla yetinir. Olum-lu yaklaşıldığında, Kant’ın yaşamış olduğu bu duygusal uyum-suzluk aynı zamanda hem ilk hem de belirleyici karakter ve istenç talimine işaret eder. Bu uyumsuzluğu kendi inanç ve yaşam görüşünden hareketle gidermek isterken aynı zamanda hem kişiliğini oluşturacak hem de gelecekteki gelişimini belir-leyecek temel bir çizgiyi saptama peşindeydi.

[Üniversite Yılları]

Kant’ın üniversitedeki ilk yılları da –kendisinden edindi-ğimiz bilgilere göre bir yargıya varmak gerekirse– derslerde öğrendiklerinden çok bu istenç kuruluşu bakımından önem taşımaktadır. Zaten bu dönemde Prusya’da orta öğretim ile

(Satzung) dayansın, ister bunlardan bağımsız olsun, aslında ahlak duy-gusunu kökünden sarsar ve bu duyguyu bir girdabın içine atar, öyle ki insan kendi ahlaksal yaşamını Tanrı’nın kayırmasını gözeten bir araçtan başka bir şey olarak görmez ve böylece Tanrı’ya doğal yoldan ulaşmak konusundaki ilk ve katıksız ciddi istek gitgide ortadan kalkar ve gerek-tiğinde hazır olmayı sağlayan güvenli bir kaçışa dönüşür” (Wolke’ye 28 Mart 1776 tarihli mektubu) (XI, s. 149).

41

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

yüksek öğretim etkinlikleri birbirlerinden özünden ayrılmış haldeydi. Üstelik Büyük Frederik yönetiminde, 1778 yılında Königsberg Üniversitesi profesörlerine resmi bir buyruk gön-derilmiş, akademik derslerin özerk şekilde yürütülmesi tama-men yasaklanmış ve her ders için sınırları iyice belirlenmiş bir ders kitabının okutulması istenmişti. Hiç kuşkusuz en kötü bi-limsel çalışma özeti bile böyle bir ders kitabından daha iyidir. Profesörler yazılarını bu buyruğa uyarlama çabası içine girdi, öte yandan derste tutturdukları notların okunmasını da şart koştular. Bu buyruklarla öğretim düzeni her dal için en ince ayrıntısına kadar belirlenmişti ve bu düzenin özel değeri, ders verenlerin “kısmen dersleri izleyenlerin şu veya bu konuyu nasıl kavradıklarını sınamaya, kısmen de öğrencilerin gayret ve dikkatlerini canlı tutmaya, böylece etkin ve çalışkan olanla-rı tanımaya” yöneltmek ve amacına uygun sınavlar yapılması-nı sağlamaktan ibaretti.14 Bu yüzden akademik öğretimde hem öğrencinin hem de öğretim üyesinin serbestçe hareket edebi-leceği alan iyice daraltılmıştı. Kişiliğinin temel bir özelliğine uygun olarak dış düzenlemelerin gereğini yerine getirmeye ve bu düzenlemelere fazla karşı çıkmamaya eğilimli olan Kant bile bu sert sınırlamalara –hiç kuşkusuz ölçülü adımlarla– bi-linçli bir şekilde karşı çıkmış görünüyor. Yine öyle görünüyor ki, zaten bu sınırlamaları daha en baştan kendince gidermeyi hep becermiştir. Daha on yedi yaşında bir üniversite öğren-cisiyken bile onda çok erken filizlenmiş olan düşünce ve ey-lem bağımsızlığı tüm belirtileriyle karşımızdadır. Daha sonra doçent olarak üniversitede çalışırken kendisine buyrulmuş ders şablonunu da pekâlâ kendisine göre genişletebilmiştir. Söz konusu resmi düzenleme, Kant’ın verdiği fiziksel coğraf-ya dersi konusunda henüz hiçbir ders kitabı olmadığından

14 H. Arnoldt, Königsberg Üniversitesi Tarihi, Königsberg, 1776.

42

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

Sayın Profesör Kant’ın bu dersi vermesine imkân tanımıyor-du, oysa Kant’ın doçentlik tezi fiziksel coğrafya üzerineydi. O zamanki üniversite yasası için “Bana bir fakülte seç!” sloganı geçerliydi ve yasa aslında 25 Ekim 1735 tarihinde I. Friedrich Wilhelm yönetimi sırasında getirilen sert uygulamaların ye-niden düzenlenmiş bir şekliydi. Oysa “Bu uygulama, akade-mik öğrenim yapmak için gelen ama henüz daha teolojiyi mi, hukuku mu, tıbbı mı seçeceklerini bile bilemeyen, hatta bu öğrenim dallarından haberdar olup olmadıkları bile belirsiz genç insanlara hiç de yardımcı olamazdı. Orta ve yüksek öğ-retim birbirlerinden tamamen ayrılmış olduğundan, yapmak istedikleri öğrenimin ne olduğu hakkında hiçbir bilgilerinin olmaması doğaldı. Ayrıca tek başına felsefe veya felsefe dal-larından birine kaydolmak da yeterli değildi. Çünkü herkes aynı zamanda öbür fakültelerden birine de kaydolmak ve bu fakültenin bazı derslerini de almak zorundaydı.15 Friedrich Wilhelm’in üniversiteye, devletin herhangi bir yerinde ihtiyaç duyulan ve kendilerinden yararlanılması gereken geleceğin memurlarını yetiştiren bir okul gözüyle baktığı açıktır. Oysa Kant –bu konuda tüm bildiklerimizin gösterdiği gibi– daha en baştan her türlü dış zorlama ve baskıya karşı kendi yolunda –kuşkusuz ölçülü adımlarla– yürümeye devam etmiştir. Kant 24 Eylül 1740’ta Königsberg Üniversitesi’ne kaydolduğun-da çok zor ve sıkıntılı yaşam koşullarının baskısı altındaydı. “Yoksul” ve “yalnız”dı, maddi ve manevi hiçbir desteği yok-tu. Königsberg’deki bir kilisenin kayıt defterine göre, anne-sini üç yıl önce toprağa vermişti. Aynı defterdeki bir başka kayda göre, 24 Mart 1746’da babasnın cenaze töreninde bu-lunmuştu. Ama tüm bunlara rağmen Kant dâhice bir sebat ve kararlılıkla daha o zaman sadece ekmek parası için öğrenim

15 Emil Arnoldt, Kant’ın Gençliği, s. 115.

43

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

yapma düşüncesini bir yana bırakmış görünüyor. Gelenek-sel olarak yerleşmiş belirsiz bilgilere göre, Kant üniversiteye teoloji öğrencisi olarak kaydedilmiştir. Ama Emil Arnoldt’un bu konuyu kapsamlı ve temelli bir şekilde araştırmasından bu yana, Kant’ın teoloji fakültesine hiçbir zaman bir yakınlık duymadığı ve teolojiyi meslek edinmekten hep kaçındığı bi-liniyor. Kant’ın öğrenime teolojiyle başlamak istediği şeklinde Borowski’nin verdiği bilgiyi, Kant’ın kendisi, Borowski’nin bi-yografik notlarını gözden geçirirken karalamıştır. Bu konuda en karakteristik haber, Kant’ın samimi bir gençlik arkadaşının, savaş ve ulusal emlâk danışmanı Heilsberg’in verdiği haberdir ki, buna göre Kant asla “istekli bir teoloji öğrencisi” olmamıştı. O teoloji derslerine devam etmişse, bunu sadece öbür arka-daşlarını da bu arada etkilemiş olması gereken şu düşünceyle yapmıştır: İnsan tüm bilgi alanları hakkında bir şeyler öğren-meye çalışmalı. Teoloji dahi “insan bu alanda ekmeğini aramı-yor olsa bile” öğrenilmesi gereken alanların dışında sayılamaz-dı. Heilsberg, Kant ve bir başka gençlik arkadaşı Wlömer’le birlikte Kant’ın Fridericianum’daki ilk hocası Franz Albert Schultz’un bir dersine katıldıklarını, derste gösterdikleri ilgi ve kavrayıştan dolayı dersin sonunda Schultz’un kendilerine teşekkür ettiğini, kişisel ilgi ve eğilimlerini öğrenmek istedi-ğini bildirir. Bunun üzerine Kant “hekim olmak istediğini”,16 Wlömer ise hukukçu olacağını söyler. Bunun üzerine Schultz bu durumda neden teoloji derslerine katıldıklarını öğrenmek ister. Kant soruyu, kısaca “Meraktan,” diye yanıtlar. Bu yanıt-ta kendine özgü naif bir güç ve anlam vardır. Hatta bu yanıt

16 Arnoldt’a göre, Kant’ın bu yanıtında “muziplik kokan bir şaka”dan daha fazla bir şey olmalıdır. Çünkü o zamanlarda üniversitede “doğa bilimi”ne dayalı tek fakülte tıp fakültesiydi ve Kant gerçekten de bu ya-nıtta doğa bilimine ilgisini dile getirmiş olabilir.

44

KANT’IN YAŞAMI VE ÖĞRETISI

mevcut üniversite öğretim düzeninin hedefleriyle tatmin ol-mayan bir kişinin kendi yönünü seçmek gibi bir bilinç içinde olduğunu gösterir. Daha sonra Jachmann’ın Kant biyografisin-de bildirdikleri, Kant’ın üniversitede izlenen “öğretim planı”nı öğrendikten sonra bu durumu nasıl isteksizce kabullendiğini gösteriyor. Kant’ın bu dönemde senli benli olduğu tek dos-tu ve arkadaşı Königsbergli doktor Trummer “öğretim pla-nı” konusunda edindiği bilgileri Kant’a bildirmekten kaçınır. Yine de Kant’ın üniversitede esas olarak “humaniora” (insan bilimleri) öğretimi yaptığı ve hiçbir “pozitif” bilime yönelme-diği kesin olmalı.17 Kant biyografının (Arnoldt’un) ve bizzat Kant’ın arkadaşlarının Kant’ın teoloji öğrenimini isteyerek mi yoksa istemeyerek mi kabul ettiği konusunda içine düştükleri tereddüt bilinçsiz bir ironi taşımaktadır. İroni şu karşıtlıktan kaynaklanmaktadır: Sıradan insanların pek belli maddi amaç-ları ile dâhinin içten içe duyduğu ve sezdiği, yaşamında pe-şinden gittiği amaçsız amaçlılık arasındaki karşıtlık.18 Kant’ın, zamanının geleneksel olarak benimsenen ders ve dallarından yüz çevirip “humaniora”ya (insan bilimleri) yönelmesi, yaşam öyküsünden hareket ettiğimizde özgür, “human” (insani) bir kişiliğin ilk göstergelerinden birisidir ki, bu kişilik daha sonra onun felsefesinin Almanya’da geçerlik ve yaygınlık kazanma-sında pek büyük bir etki yapmıştır. Onun kişiliğinde yeni bir “humanite” (insanlık) ideali filizlenmeye başlamıştır ki, burada

17 Jachmann, a.g.e., mektup no. 2, s. 10.18 Kant terminolojisinin önemli terimlerinden olan “amaçsız amaçlılık” (gayesiz gayelilik, Zweckmaessigkeit ohne Zweck) kavramını, elinizdeki kitabın Yargıgücünün Eleştirisi’ni ele alan Altıncı Bölüm’ünde “ereksiz ereklilik” olarak çevirmeyi uygun buldum. Çünkü Yargıgücünün Eleştirisi genel olarak bir teleoloji eleştirisidir ve büyük ölçüde “erek” kavramının çözümlemesini içerir. (ç.n.)

45

GENÇLİK VE ÖĞRENİM YILLARI

en bireysel olan ile en genel olan, saf kişisel olan ile ideal olan doğrudan doğruya iç içe geçer. Genç Herder de, Kant gibi, çocukluk ve okul yıllarının manevi baskı ve zorlamalarından kendisini kurtarmış bir halde ilk kez “insan eğitimi”ni yeni bir şekilde ele alma gereğini savunurken, Kant’ın da derslerinde Herder’in görüşleriyle uyum içinde “insan eğitimi” sorununu işlediği ve giderek bu konunun çalışmalarının zeminini ve yö-nünü belirlediği görülür.

Kant’ın bu öğrenim yıllarından edindiği kazanım teorik bilgi ve kavrayıştan çok, zaten çok öncelerden edinmeye baş-ladığı manevi-ahlaksal bir disiplin olmuştur. Bu yılları hak-kında bildiğimiz her şey gösteriyor ki, bu yıllarda her gün sarsılmaz bir sabırla en küçüğüne kadar üstesinden gelmek zorunda kaldığı güçlükler, onun derin katlanma gücünü asla sarsamamıştır. Bu güçlükler olsa olsa daha baştan beri içine yerleşmiş olan “stoizm”ini daha da pekiştirmiştir. Ama hiç kuşkusuz bu stoizm dış koşul ve zorlamalarla istemeden itil-diği bir şey de olmamıştır; tam tersine bu stoizm onun kişi-liğinin temel bir yöneliminden çıktığından, hatta yaşamının bu dönemi naif bir tazelik ve gamsızlık içindedir. O zamanki arkadaşlarının, özellikle de Wald’ın Kant’ı anma konuşma-sı için veri olarak yararlandığı seksenlik Heilsberg’in anıları-na bakıldığında, bu stoik yönelim her yerde açıkça kendini göstermektedir. Bu anılarda Kant ile aynı evi paylaştığı öbür öğrenci arkadaşları arasında nasıl çok yanlı kişisel ve düşünsel bir ortaklık kurulduğu, Kant’ın öğütlerle ve derslerine yardım ederek öbürlerini nasıl desteklediği, buna karşılık küçük ihti-yaçları için onlardan nasıl yardım aldığı açıkça görülür (hat-ta bu yüzden dıştan bakıldığında burada belli türde bir tica-ri ilişkiden bile sözedilebilir).19 Bu çevrede sağlam ve dostça

19 Heilsberg’in anılarını Wald’e dayanarak nakleden: Reicke, Kantiana, s. 48.

Ernst CassirerKant’ın Yaşamı ve Öğretisi

Yirminci yüzyılın önde gelen filozoflarından ve Yeni Kantçı akımın başlıca temsilcilerinden Ernst Cassirer’in felsefi bir monografi niteliğindeki Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi tam anlamıyla klasikleşmiş bir yapıt. İlk baskısının üstünden yüz yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, bugün de Kant felsefesi üstüne yazılmış en nitelikli ve kapsamlı kitaplar arasında baş sıralarda yer alıyor.

Cassirer, Kant’ın on ciltlik toplu eserlerini (1912-1923) “aydınlatıcı ve bütünleyici” bir kitap olarak tasarladığı bu çalışmada, Kant’ın eserlerini sistematik ve kronolojik biçimde konumlandırıyor. Filozofun yaşamının ve düşüncesinin birbirini belirlediği bir “yaşam biçimi” ve “öğreti biçimi” içinde biyografik ayrıntılarda kaybolmadan felsefi bir Kant portresi çiziyor.

“Kant’ta ‘öğreti biçimi’ (Lehreform) ve ‘yaşam biçi-mi’ (Lebensform) arasındaki ilişki, yaşam biçiminin doğruca öğreti biçimi için taşıyıcı olduğu edilgin bir kap olarak asla kavranamaz. Kant’ın kişiliğinde, Goethe’nin kuşkusuz doğru saptamış olduğu gibi, yaşamını boyunduruğu altına sokacağı hiçbir ‘doğru’ya yer yoktur. Tam tersine Kant’ın kişiliğinde ‘düşünce’ ve ‘yaşam’ arasında özel bir ilişki vardır. Düşünce yaşamdan elde edilir ve aynı anda yaşamı biçimler.”

– Ernst Cassirer

ISBN 978-605-2389-21-840 TLwww.notoskitap.com

T E M E L M E T İ N L E RK U R A MISBN-13: 978-6052389218

9 7 8 6 0 5 2 3 8 9 2 1 8