karpuz kabuğu
DESCRIPTION
Ankara Üniversitesi iletişim Fakültesi Sinema Atölyesi Dergisi Tasarım: Mustafa ErdenTRANSCRIPT
Karpuz Kabugu• Ankara Üniversitesi • İletişim Fakültesi • Uygulama Bülteni • Yıl: 1 • Sayı:1 • Mart 2010
Karpuz Umudun Adı:
sayfa:3
Kabuğundan Gemiler Yapmak
sayfa:8-9
Sinemada açılan yeni bir pencere: İki Dil Bir Bavul
sayfa:10-11
“Boş kalsın kâğıtta bir yerim varsaBoşluğuna kıyacağım ne kaldı kâğıttan başka?”
sayfa:13
!f’in ardından: Yeni Perspektif
,İlef Sinema Toplulugu
2 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
• Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi adına sahibi: Dekan Prof. Dr. Eser Köker • Genel Yayın Yönetmeni: Arş. Gör. Pınar Yıldız •Şef Editör: Metin Yağan •Yazı İşleri Editörü: Mustafa Erden •Fotoğraf Editörü: Elif Özler•Yazı İşleri: Selen Atar, Sinem Kömürcü, Ender Baykuş, Aynur Tekin, Özlem Arslan•Yazışma Adresi: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Cebeci Yerleşkesi 06590 Ankara • Tel 3197714/296 • Faks 3622717 •[email protected] •Basım Tarihi: 29 Mart 2010 •Yerel Süreli Yayın
Editörden...
Hayal gücünün gerçeğe en fazla yansıtılmış halidir sinema. Sizi mevcut hayatınızdan alıp rüyalar
ile buluşturan, hayal dünyalarına götüren, bir çok kez detayları ile bize ders veren ve her izleme sonrası kafamızda “acaba” cümleleri oluşturan bir tutkudur. Rüyalara benzer sinemalar, tıpkı rüyalarımız gibi zaman kavramını ortadan kaldırır. Bazen bir ömür, bazen bir anı, bazen bir gün, bazen ise sadece bir andır o kısacık süreye sığan. Belki de sadece bu gerçekdışılıktır bizi ona iten, belki de sadece uyanıkken rüya görebilmek. Gördüğünüz gibi sinema aslında bir tür sihirbazlıktır ve insan gözü ile algılama hisselerinin yapısı kullanılarak bize bir anı gerçekmiş gibi yaşatır. Biz de beyazperdenin o büyülü dünyasını öğrencilere gösterebilmek amacıyla İlef Sinema Topluluğu olarak her zaman ilef’te bir çok filmi öğrencilerle buluşturuyoruz. Sinema topluluğu bulunmayan fakültemizde bu eksiği giderecek, sinemayla ilgili tüm öğrencilerin
film gösterimi, söyleşiler düzenlemek gibi çalışmalar yapabileceği bir sinema topluluğu kurduk. Ayrıca gösterimini yaptığımız bir çok filmin yönetmenini ilef’e davet ederek öğrencilerin katılımıyla söyleşi düzenliyoruz. Daha yeni kurulan bir topluluk İlef Sinema Topluluğu, çıkardığımız bu bültende bizim ilk dönemlik bültenimiz oluyor. Bültenimizin bu ilk sayısında “İki Dil Bir Bavul” filminin yönetmenlerinden Orhan Eskiköy ile sinema ve film üzerine yaptığımız güzel söyleşiyi okuyabileceksiniz. Bunun yanında bültende Ankara’da atık kağıt toplayarak yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanları anlatan Hakkari’den Ankara’ya Kâğıtçılar belgeselinin yönetmeni Alper Şen’le yaptığımız söyleşinin ayrıntılarını bulabilirsiniz.Bunun yanı sıra Sonbahar, Gitmek: Benim Marlon ve Brandom, Uzak İhtimal, Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak gibi filmlerle ilgili dosyalar yer almakta.İlk sayıyı çıkardığımızdan dolayı İlef Sinema Topluluğu olarak çok büyük
bir heyecanla çalıştık. Bütün eksikliklere rağmen topluluktaki arkadaşlarla birlikte canla başla çalıştık. Amacımız Cebeci Kampüsü’ndeki öğrencileri bir çok filmle buluşturmak ve sinemanın o hayal dünyasına götürmek. Bunun yanında filmlerin yönetmenleriyle sinema üzerine söyleşi yapmak. Bültenimizde sinemaya filmleriyle katkı sunan yönetmenlerin çektikleri filmler ve sinemaya dair ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu topluluğumuzun kuruluşundan itibaren desteğini bizden hiç esirgemeyen Prof.Dr.Ruken Öztürk ve Arş.Gör.Pınar Yıldız’a İlef Sinema Topluluğu olarak teşekkürlerimizi iletmek isteriz. Ayrıca bültende emeği geçen bütün İlef Sinema Topluluğu çalışanlarına teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Görünüm Gazetesi’nin görsel yayın yönetmeni Mustafa Erden’e bültenimizin tasarımına katkılarından dolayı kendisine teşekkür ederiz. Önümüzdeki sayıda buluşmak üzere sinema dolu bir dönem geçirmeniz dileğiyle…
Deyimin anlamının çok dışına çıktığı bir film: Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak sayfa 3
Sinemada açılan yeni bir pencere: İki Dil Bir Bavul (söyleşi Kasım 2010) sayfa 8 -9
“Boş kalsın kâğıtta bir yerim varsaBoşluğuna kıyacağım ne kaldı kâğıttan başka?” sayfa 10-11
Gitmek: Benim Marlon ve Brandom (söyleşi Aralık 2010) sayfa 5
Bu Sayıda...
“Ben okula gitmek istiyorum” sayfa 7
“Her daim düşler peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına” sayfa 4
Çay, tespih ve bir ihtimal:Uzak İhtimal (söyleşi Mart 2010) sayfa 6
Pippa’ya Mektubum (söyleşi Mart 2010)sayfa 14
Karpuz Kabuguİlef Sinema Toplulugu
,
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 3
Oyuncular İsmail Hakkı Taslak (Recep)Kadir Kaymaz (Mehmet) Gülayşe Erkoç (Nezihe)Boncuk Yılmaz (Nihal) Hasbiye Günay (Güler) Mustafa Çoban (Karpuzcu Kemal) Fizuli Caferov (Deli Ömer) Ahmet Uluçay (Berber)
Filmin KünyesiYönetmen: Ahmet UluçaySenaryo: Ahmet UluçayGenel Yapım Sorumlusu: Ezel AkayGörüntü Yönetmeni: İlker BerkeMüzik: Ender Akay, Alper Tunga Demirel Kurgu: Mustafa Preşeva, Senad PreşevaYapımcı: Serdar Tahiroğlu, Diloy Gülün Yapım: 2003, (İFR) TürkiyeSüre: 116 dk.
1954 yılında Kütahya‘nın Tavşanlı İlçesi’ne
bağlı Tepecik Köyü’nde doğdu. Sinema ile
1960’ların ortalarında köyün ilkokuluna
seyyar bir sinemacının gelmesiyle tanıştı.
12-14 yaşlarında arkadaşı İsmail Mut-
lu ile uzun uğraşlar ve deneyler sonunda
tahtadan bir sinema makinesi yaparak ge-
lişen sinema tutkusu, terk edilmiş eski bir
ahırda köylülere kasabadaki sinemanın
çöplüğünde bulunmuş eski püskü filmler-
le gösterimler yaparak devam etti. Otobi-
yografik eseri 'karpuz kabuğundan gemiler
yapmak' filmi de bu sinema tutkusunun
hikâyesidir.
1994 yılında bir “Almancı”dan aldığı eski
püskü betamax video kamera ile ilk filmi
olan “Optik Düşler”i çekti. Filmin kurgu-
sunu ve seslendirmesini de köyünde yap-
Ahmet Uluçay herkesin tam da aksine olma-
yanı olur kılmanın yollarını hayatı boyunca
aramış ve bunu kendi köyünde başardıktan
sonra sinemada da gerçekleştirmiştir.
Bu proje, Uluçay’ın, çok sevilen ilk kısa
filmi ‘Optik Düşler’in uzun metraj olarak
tasarlanmış şeklidir. Olaylar, 1960’lı yıllar-
da, küçük bir Anadolu kasabası ve köyünde
geçmektedir. Recep ve Mehmet yazları, köy-
lerinin yakınındaki Tavşanlı kasabasında
çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur.
Recep bir karpuz satıcısının Mehmet ise bir
berberin yanında çıraklık yapmaktadır. Her
ikisi de sinemaya delicesine tutkundur. Bu
tutkunun bir sonucu olarak geceleri köyde-
ki evlerinin terk edilmiş ahırında bir yandan
derme-çatma bir film projeksiyon makinesi
yapmaya çalışırken, diğer yandan da hayat-
larını tümden değiştirecek olan rejisörlük
hayalleri kurmaktadırlar.
Onların bu konudaki uğraşlarını köyün de-
lisi Ömer dışında kimse ciddiye almaz. Ne
kasabadaki fotoğrafçı ne aileleri ne de ka-
sabadaki sinema salonunun sahibi. Hatta
Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak
Deyimin anlamının çok dışına çıktığı bir film:
Ender Baykuş Recep'in annesi bu durumu abartıp çocukla-
rın zar zor bulduğu filmleri her bulduğunda
yakmaktadır. Fakir köylü çocuklarıdır onlar
ve zamanlarını sinemaya harcamak yerine
daha faydalı uğraşlar için harcamalıdırlar.
En azından karınlarını doyuracak bir iş yap-
malıdırlar. Recep bir gün kasabada oturan
ve ineklerine yedirmek için ham karpuzları
toplamaya gelen Nezihe adlı, iki kız çocuğu
olan dul bir kadınla tanışır. O günden sonra
sık sık çay içmek veya kahvaltı etmek için
Nezihe’nin evine giden Recep yaşça ondan
büyük olan Nezihe'nin büyük kızı Nihal'e
ilgi duymaya başlar. Nihal ise bu yabancı
köylü çocuğun eve girip çıkmasından bile
rahatsız olmakta, ona elinden geldiğince
ters davranmaktadır. Küçük kardeşi Güler
ise ablasının aksine Recep'e ilgi duymak-
ta, ancak o da bu ilgisine karşılık bulama-
maktadır. Recep zamanla ilgisini çocuksu
bir saplantıya dönüştürse de sinema her
zaman onun için ön planda kalmıştır. Anla-
tımda ki samimiyeti ve izleyici verdiği duy-
gusal enerjiyle birçok sinemaseveri etkile-
yen film, şimdiden unutulmazlar arasına
girmeyi başarmıştır.
tı. Bu filmin sinema çevrelerince çok ilgi
görmesi üzerine diğer filmlerini çekti.
Yakın arkadaşı İsmail daha sonra sinema-
dan iyice koptu ve tavukçuluğa devam etti.
Ahmet Uluçay onun için 'eğer sinemaya
devam etseydi, Türkiye’nin en iyi görüntü
yönetmenlerinden biri olacaktı' demişti.
Onun yoktan var etme özelliği aslında
tamda filmlerini çekerken kendini gös-
terdi. Neredeyse her film çekiminde, diğer
taraftan başka işlerle uğraştı; hamallık,
kamyon şoförlüğü, tavukçuluk vb. Sena-
ristliğini ve yönetmenliğini yaptığı film-
lerin tümü, ulusal ve uluslararası festi-
vallerde gösterildi, birçok ödüller aldı. Bir
dönem sürekli olmasa da Radikal Gazete-
si ve Antrakt Sinema dergilerine sinema
yazıları yazdı. Daha sonra beyin tümörü
tedavisi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi has-
tanesinde hayatını kaybetti(2009)
Ahmet Uluçay Kimdir?
4 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
“Her daim düşler peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına”
Türkçe, Hemşince ve Gürcüce dillerinin kullanıldığı filmde, cezaevi ve ölüm orucu gerçeğine insancıl bir açıdan yaklaşılıyor. Yönetmenliğini Özcan Alper’in, yapımcılığını Kuzey Film’in üstlendiği ‘Sonbahar’ adlı filmin çekimleri 6 haftada tamamlandı. Hopa, Çamlıhemşin ve Kemalpaşa'da çekilen filmde, genç bir üniversite öğrencisi(22 yaşında) olarak girdiği cezaevinde ölüm orucuna giren ve 10 yıl sonra özgürlüğüne kavuşan Yusuf’un çocukluk ve ilk gençlik yıllarının izini sürerek geçirdiği son iki ayının öyküsü anlatılıyor.
kar. Onun sizden tek farkı belki de hapis-
hane yerine bu ufak yerde hayatını geçir-
miş olmasıdır. Onunla birlikte az da olsa
neleri yitirdiğinizi görürsünüz.
Bu ufak yerde zamanı geçirmek için bir-
şeyler ararsınız. Bir zamanlar en sevdi-
ğiniz çalgı olan tulumu bulursunuz ama
onun da sizden farkı yoktur. En azından
onu kurtarmak istersiniz. Nasıl olsa ya-
pabilecek fazla bir şey yoktur ve ona hayat
vermek için uğraşırsınız.
Bir gün meyhaneye gidersiniz. Karşını-
za Gürcü bir kadın çıkar. Onun da bir hi-
kayesi vardır ve sığınacak bir liman arar.
Ona aşık olursunuz o da size. Yalnızlık
duygunuz bir anda değişir. Yaşam isteği-
niz artar. Bu ikilinin de hayali farklıdır
artık. Karşınızdaki kadın içinde bulundu-
ğunu bataktan kaçıp kurtulmak ister, siz
ise içinizdekileri bir türlü dökemezsiniz.
Sonbaharın sonu yaklaşır ve en sevdiği-
niz tuluma hayat verirsiniz fakat o gün
kendi hayatınız sona erer.
Sonbahar filminin yönetmeni ve senaristi
Özcan Alper’in ilk filmi. Oyuncular Onur
Saylak ve Megi Aboulzade onların da ilk
filmi. Çok kısa sayılabilecek bir zamanda
çekilen bir film sonbahar ve yine çok ağır
bir dram işliyor.
Üniversite zamanında hapse giren ve
gençliğinin tamamını hapiste geçiren ve
sağlık sorunları nedeni ile tahliye edilen
bir kişi. Sağlık sorunu öyle basit birşey de-
ğil. Tüm gençliğinizi hapishanede geçiri-
yorsunuz ve çıkarken yolun sonuna geldi-
ğiniz söyleniyor. Yaşanmayan bir gençlik
ve yaşanamayan bir hayatı tamamlamak
için memleketinize gidiyorsunuz.
Memleketinize gittiğinizde sizin za-
manınızdan kimselerin kalmadığını gö-
rüyorsunuz. Babanızı kaybetmişsiniz,
anneniz en az sizin kadar hasta. Hapisten
çıkmış birinin isteyeceği hayatı yaşama
hissi içinizde yok çünkü buna zamanınız
yok. Daha sonra karşınıza eski bir dost çı-
Özlem Arslan
Filminin aldığı ödüller15. Altın Koza Film Festivali• En İyi Film Ödülü: ‘Sonbahar’ • Jüri Özel Ödülü: ‘Sonbahar’ filminin yönetmeni Özcan Alper, görüntü yönetmeni Feza Çaldıran ve sanat yönetmeni Canan Çayır’a gitti. • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü: ‘Sonbahar’ filmindeki rolüyle Megi Kobaladze’ye verildi. 3.Uluslararası Altın Kaz Film Festivali• Gümüş Kaz(İkincilik Ödülü) • SİYAD En İyi Film Ödülü 21. Premiers Plans d’Angers, Avrupa İlk Filmer Festivali• En iyi müzik ödülü 20. Ankara Uluslararası Film Festivali’nde (2009)• En İyi Yönetmen Ödülü Özcan Alper • En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü Feza Çaldıran, • En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü Megi Kobaladze, • En İyi Kurgu Ödülü Thomas Balkenhol
Yönetmen: Özcan AlperYapımcı: F.Serkan AcarSenaryo: Özcan AlperOyuncular: Onur Saylak, Megi KobaladzeSerkan Keskin, Raife YenigülGörüntü yönetmeni: Feza ÇaldıranYapım yılı, ülkesi: 2007, TürkiyeSüre:95 dakikaDil: Türkçe, Hemşince, Gürcüce
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 5
Gitmek: Benim Marlon ve Brandom
Sinem Kömürcü
Söyleşi gerçekleştirdiğimiz Hüseyin Kara-
bey ile ilk olarak Gitmek: Benim Marlon ve
Brandom(Hüseyin Karabey , 2007) filmini
izledik ve ardından film üzerine konuştuk.
İlk sorulardan biri filmin adı üzerineydi.
Neden Gitmek: Benim Marlon ve Brandom?
Yönetmen, filmi yurtdışına gönderdiğinde
sadece Gitmek yani ‘’Go’’ olarak çevrilme-
sini ya da çevirmenler tarafından farklı bir
isim verilmesini istemediğini, bu yüzden
Benim Marlon ve Brandom’u eklediğini be-
lirtti. Bunun peşi sıra film üzerine sorular
çoğalmaya başladı.
Bugüne dek birçok kısa belgesel film yap-
mış olan yönetmene bir başka soru ise filmi
izleyenlerin bildiği, izleyecek olanların ise
zaten fark edeceği önemli bir noktadan gel-
di. Bu nokta film boyunca Hama Ali Irak’ta
olduğu için daha çok Ayça’nın duygularına
yer verilmesiydi, bu seçim bazı izleyenlerde
Hama Ali’nin Ayça’yı sonuna dek oyaladığı
ya da ilişkiye Ayça’ya oranla daha rahat bak-
tığı yönünde izlenimler yaratmış. Hüseyin
Karabey ise bu soruyu gerçekçi bir yönet-
men olma özelliğinden yola çıkarak yanıt-
ladı. Hama Ali bir savaşta ve onun; savaşın
getirdiği iletişim araçlarına ulaşamama, sık
sık görüşememe gibi problemleri var. Bu
Ayça’yı daha az sevdiği anlamına gelmiyor.
Vurgulanan savaşın insanların hayatlarına
olan olumsuz etkileri ve bu karşımızda du-
ran apaçık bir gerçek… Ana karakterlerin
gerçekteki isimlerini değiştirmemesi de,
hikâyenin gerçek bir hikâye olması, oyun-
cuların apaçık kendilerini oynamalarını
istemeleri. Ayça’nın filmde okuduğu mek-
tupların, şiirlerin yine gerçeğinin aynısı
olması yönetmenin gerçekçi olma seçimi-
nin açık göstergelerini oluşturuyor. Zaten
bugüne dek çektiği kısa filmlerde de, ilk
uzun filminde de tercihini hep gerçek olan
hikâyelerden yana kullanıyor.
Ayrıca bu ilk uzun filminde kullandığı
hikâyede izleyenleri derinden etkiliyor. Bu
hikâyeye nasıl rastladığı merak edildiğin-
deyse yanıt Ayça’nın aşkı, gerçek, kanlı, can-
lı aşkı… Ayça’yla Hüseyin Karabey ise tiyat-
rolar bağlantısıyla tanışıyorlar. Karabey’in
bugüne kadar birçok tiyatroda çalışmış ol-
ması tanışmalarını kolaylaştıran bir etken
aynı zamanda. Sırf bir oyuncuyu oynatmak
için film yapmayan Hüseyin Karabey kendi-
sini derinden etkilemediği hikâye için film
yapamayacağını da belirtiyor.
Ayça’dan söz açılmışken yönetmenin
sinemada kadın temsili hakkındaki
görüşlerini almasak olmazdı.
Özellikle kendisinin küçüklüğünden beri
eşitliği iyi bildiğini bunu öğrenmesindeki
en büyük payın annesine ait olduğunu söy-
lüyor. Gitmek filmini çekmesinin nedenle-
rini bir de bu açıdan irdeliyor. Ayça’nın ve
Karabey’in anlatmak istedikleri aynı, bu
yüzden onun anlatmak istediklerini tam
anlamıyla karşılıyor Ayça’nın hikâyesi. Bu
genç kadının prototipi büyükşehir için fark-
lı; Kürtler toplumda, Ayça ise büyükşehirde
ötekileştiriliyor; ancak tüm yaşadıklarına
rağmen Ayça son derece güçlü bir kadın ola-
rak karşımızda duruyor.
Laf lafı açarken Kürt olan Hüseyin Karabey’le
Kürt Sineması üzerine de konuştuk.
Kürt sinemasını başarılı bulan Hüseyin
Karabey özellikle Bahman Gobadi’yi en
başarılı Kürt yönetmen olarak tanımlıyor.
Kürt sinemasında hiçbir şekilde pragma-
tizme yer verilmediğini bu yüzden de onu
gözünde başarı yakaladığını belirtiyor. İran
rejiminin sinemaya olumsuz bakış açısı
yüzünden film yapılamadığını; ancak bir-
çok yönetmenin rejimle işbirliği yapıp film
çekmeye devam ettiğini, yine onların ülkede
istenmediğini bu yüzden Kürt yönetmen-
lerin Türkiye’de kaldıklarını söylüyor. Kürt
sorununu anlatan, politik açıdan çok daha
net olan yönetmenleri daha çok destekledi-
ğini de söyleşide öğrendik. Son olarak ge-
lecekteki projelerini sorduğumuz Hüseyin
Karabey’in ilk projesi 7 yaşında bir çocuk ile
70 yaşında bir ninenin hikâyesini çekmek
olacakmış. Tüm bu sorularla ve toplumsal
duyarlılığı son derece geniş mi geniş olan
Hüseyin Karabey ‘in samimi cevaplarıyla
renk kattığı söyleşimiz bu soruyla hiç iste-
mesek de noktalandı. Kendisine ve destek
veren herkese sonsuz teşekkürler!
İlef Mahmut Tali Öngören Sinema Salonu’nda 10 Aralık 2009 tarihinde İlef Sinema Topluluğu etkinliği aracılığıyla yönetmen Hüseyin Karabey’le buluştuk. Katılan arkadaşlarımız tarafından adeta soru yağmuruna tutulan Hüseyin Karabey ‘in cevaplarına ve genel hatlarıyla söyleşiye şöyle bir değinelim.
Karabey, ilk uzun metrajlı filmini İlefliler ile paylaştı
Fotoğraf: Elif Özler
Fotoğraf: Elif Özler
6 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
Çay, tespih ve bir ihtimal:Uzak İhtimal
‘’Eşsiz bir yaratıcılıkla karşı karşıyayız. Bu, sadeliğin zaferi… Nefes ve nefes, anbean merakımızı canlı tutan, her karesinde tutarlılığını koruyan olağandışı bir film.’’
38. Uluslararası Rotterdam Film Festivali Jürisi
Musa, tayininin çıkması üzerine artık
İstanbul’a yerleşen bir müezzindir. Galata’da
bir camide göreve başlamış ve caminin mü-
ezzin lojmanı olan bir daireye taşınmıştır.
Yandaki dairede ise yaşlı rahibe Anna ve
onun bakımyla ilgilenen rahibe adayı Clara
yaşamaktadır. Musa ve Clara, birbirleriyle
karşılaştıklarında nelerin olacağından ha-
bersiz, sade yaşamlarını sürdürmeye devam
etmektedirler; ancak görünürde çok farklı
(aslında aynı) bu iki insanın karşılaşması
çok ilginç, bir o kadar da sıcak bir duygunun
ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Ne Clara’nın
ne de Musa’nın kendilerine bile söyleyeme-
dikleri bu aşk duygusu, filmin her anını kap-
lamaya başlayacaktır yavaş yavaş. Musa’nın
bir gün Clara’nın görev yaptığı kiliseye git-
mesiyle tanıştığı sahaf Yakup Demir ise hem
Clara’nın hem de Musa’nın hayatlarında
yeni bir hikaye doğuracaktır. Aynı zamanda
bu üç insanın hayatlarının kesişiminden
yeni sürpriz de ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Uzak İhtimal, aristokrat asıllı Yakup Bey,
İtalyan asıllı Clara ve müezzin Musa’nın ha-
yatlarını ve bu hayatların kesişiminin sıcak
atmosferini yansıtan izlenilesi bir filmdir.
Yönetmenliğini Mahmut Fazıl Coşkun’un
yaptığı başrollerini Nadir Sarıbacak ve Gör-
kem Yeltan’ın paylaştığı Hokus Fokus yapım
şirketinden çıkan Uzak İhtimal tüm sadeliği
ve son derece etkileyici atmosferiyle büyük
beğeni toplamış bir filmdir.
Sinem Kömürcü
Filminin aldığı ödüller-38. Rotterdam Film FestivaliEn İyi Film Ödülü-28. İstanbul Film FestivaliEn İyi Senaryo Ödülü-28. İstanbul Film FestivaliEn İyi Film Ödülü-28. İstanbul Film FestivaliEn İyi Erkek Oyuncu Ödülü-11. Adana Film FestivaliEn İyi Kadın Oyuncu Ödülü-7. Torriest Film FestivaliJüri Özel Ödülü-Crossing Europe Film FestivaliEn İyi Film Ödülü
Kilisede doğmuş genç bir kız olan Clara ile İstanbul’da komşusu olan müezzin Musa’nın ilginç hikayesi. Ulusal ve Uluslararası arenada bir çok ödül alan “Uzak İhtimal” yönetmen Mahmut Fazıl Çoşkun’un ekibiyle yaptığı ilk film.
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 7
İran sineması dünyaya tanıtan en önemli
isimlerden Muhsin Mahmalbaf’ın, on sekiz
yaşındaki kızı Hana tarafından yönetilen
Utanç/Le Cahier, yönetmenin ilk uzun met-
rajlı filmi. İran’da Mahmalbaf ailesi tarafın-
dan kurulan sinema okulunda sinema eğiti-
mi alan Hana Mahmalbaf, ilk filmini on dört
yaşında çekmiş. Film, Afgan Dağları’nda
yaşayan, küçük Baktay’ın okula gitmek için
verdiği savaşı anlatıyor. Kız çocuklarının
okula gitmesine pek alışık olmayan bu coğ-
rafyada, Baktay direniyor, çabalıyor çocuk
“Ben okula gitmek istiyorum”
Aynur Tekin
Muhsin Mahmalbaf’ın on sekiz yaşındaki kızı Hana’nın Bamyan’da çekilen, ilk uzun metrajlı filmi olan Utanç, amatör oyuncular ile çalışılmış ve “yeni gerçekci” bir üsluba sahip.
Filmin Künyesi
Orjinal Adı : Buda as Sharm Foru Rikht – Buddha Collapsed Out of ShaneYönetmen : Hana MakhmalbafOyuncular : Abbas Alijome, Abdolali Hoseinali, Nikbakht NoruzSenaryo : Marzieh MakhmalbafGörüntü Yönetmeni : Ostad AliMüzik : Tolibhon ShakhidiKurgu : Mastaneh MohajerTür : DramSüre : 81 dk.Yapım : 2007 - İranGösterim tarihi : 20 Haziran 2008
yüreğiyle okula gidebilmek için. Komşuları
Abbas da, ona yardım ediyor. Ancak Baktay’ı
bu yolda maddi manevi engeller bekliyor.
Kâh yoksulluktan alınamayan defterler kâh
savaş oyunlarıyla Baktay’ ı ve başka kızları
alıkoyan oğlan çocukları…
Bamyan’ da çekilen film, “yeni gerçekçi”
bir üsluba sahip. Amatör oyuncularla çalı-
şılmış. Gayet naif ve dingin bir yapıda, öte
yandan olabildiğince sert. Küçük bir kız ço-
cuğunun gözünden kadın olmak, var olmak
gibi sorunsallarla karşı karşıyayız. Çocuk-
luğun muzipliğine, masumluğuna, kadın
olmanın, yoksul olmanın ve var olmanın
çetrefili ekleniyor. Bu da filmi aynı anda hem
duru hem de sarsıcı kılıyor.
Abbas Alijome, Abdolali Hoseinali ile
Nikbakht Noruz’un oynadığı Utanç 83 da-
kika ve 2008 yapımı. Yönetmenin genç
yaşında ustalıkla yaptığı film, dünya çapın-
da yankı uyandırmış ve pek çok ödül almış-
tır. Utanç, San Sebastian Film Festivali’nde
“Jüri Özel Ödülü”nü, Roma’da ise UNICEF
‘Özel Mansiyonu’nu almaya hak kazanır-
ken; Yunanistan İçişleri Bakanlığı Genel
Sekreterliği’nin Cinsiyet Eşitliği ödülüne de
değer bulundu. Aynı zamanda pek çok festi-
valde de gösterildi.
8 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
Ankara Üniversitesi İletişim Fakül-
tesi mezunları Özgür Doğan ve Orhan
Eskiköy’ün yönettiği ilk uzun metrajlı
filmi olan İki Dil Bir Bavul 23 Ekim de
vizyona girdi. Filmin yönetmenlerinden
Orhan Eskiköy ile film ve sinema üzerine
konuştuk.
Türk sinemasının son yıllardaki çıkışını nasıl görüyorsunuz?Türk Sineması’nın yükselişi iki boyutta
ilerliyor. Sanat filmlerine yurt dışında ilgi
gösterilirken, ülke seyircisi tarafından
üvey evlat muamelesi görmesi üzüntü ve-
rici. Arada bir denge olmasını gönül ister-
di. Yurt dışında ilgi görmek biraz da İran
ya da Kore sinemalarını gördüğü ilgiyle
kıyaslanabilir. Ülkemiz Dünya’da özel-
likle Avrupa’da bir merak konusu şu yıl-
larda. Digital teknolojilerin film yapmayı
ucuzlaştırması ve Kültür Bakanlığı’nın
fon sağlamaya başlaması ilk filmlerini
çeken yönetmenlerin işini kolaylaştırdı.
Ancak burada en önemli şey devamlılık ve
sinema endüstrisinin oluşması. Bunu da
önümüzdeki yıllarda görebileceğiz. Ancak
seyirci bu filmleri izlemezse genç yönet-
menler sinemadan uzaklaşmak zorunda
kalabilir.
Ticari tarafta ise film denemeyecek şeyler
çıkıyor ortaya. Bunları milyonlarca insan
izliyor. Sinemanın sadece bir eğlence aracı
olarak gözükmesi bunun en önemli sebe-
bi. Bir de kitap okumayan bir toplumdan
sanat sinemasına ilgi göstermesi beklene-
mez sanırım.
Eğitim ve kültür devletin kalkınma plan-
ları arasına girmedikçe sinemamızdan
süreklilik beklemek safdillik olur inan-
cındayım.
Filminizden sonra başlayan kurmaca-belgesel tartışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz. Günümüzde belgesel ve kurmacanın içice geçtiği yeni bir anlatı tarzı mı gelişmekte?Bu tartışmadan biz kendimize önemli
dersler çıkardık. Önce ülkemizde belge-
sel sinemadan çok az insanı haberi var.
Belgesel deyince insanların aklına gelen
şeyle bizim yaptığımız film arasında bü-
yük bir fark var. Bir de belgeselin gücü-
nün farkında değiliz. Genç sinemacılar
bütçesiz koşullarda kötü kurmaca filmler
yapacaklarına bütçesiz iyi belgesel filmler
yapabilirler.
Belgesel ile kurmacanın gerçeklikle kuru-
lan ilişkinin derecesine göre birbirinden
ayrılabileceğini düşünüyorum. N.Bilge
Ceylan Üç Maymun filmine kadar belge-
sel ile çok yakından bir ilişkisi olduğunu
iddia edersem stilistik sinematografisi
nedeniyle önce gülümseriz. Ama kullan-
dığı karakterlerin birçoğunun oyuncu
olmadığını hepimiz biliriz. Kendi evinde
kendi ailesiyle film çekmesi onun gerçek-
likle çok yakın bir ilişki kurduğunu göste-
riyor bence. Yılmaz Güney ise filmlerinde
gerçek hikayelerden besleniyor. Ama O da
oyuncular kullanıyor çoğunlukla.
Biz de İki Dil Bir Bavul’da gerçekliği ne-
redeyse hiç bozmadan kullandık. Bu iki
tarzın iç içe geçtiği filmler yeni değil. Son
yıllarda daha çok karşımıza çıkıyor. Film-
leri iyi filmler ve kötü filmler olarak kate-
gorize etmek daha iyi olur.
Öğrencilik yıllarınızda çektiğiniz kısa film çalışmaları sizin bu ilk uzun metrajlı filminize katkı sağladı mı?Sinema eğitimi almamış birisi olarak çek-
tiğim altı kısa belgeselden çok şey öğren-
dim. Hedefim hep farklı bir şey denemekti.
İki Dil Bir Bavul’un üslubunu yakalamak-
ta o filmlerin etkisi var. Önce röportajlar
çekmeyi ve onlarla bir film yapmayı öğren-
dim. Sonra okuyarak ve yazarak ve tabii
film seyrederek sinema yapmayı öğren-
meye başladım. Hala öğrenme süreci de-
vam ediyor. Çünkü bir sonraki filmde yeni
bir şey keşfedeceğimi sanıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında ki Film Festivalerinde karşılaştığınız ilgiden memnun musunuz?Yurt dışındaki ilgi beni çok mutlu etti di-
Sinemada açılan yeni bir pencere: İki Dil Bir Bavul
Metin Yağan
Yıllardır dile getirdiğimiz, bin bir dereden su getirerek anlatmaya ve paylaşmaya çalıştıklarımızı Özgür Doğan ve Orhan Eskiköy 81 dakikalık bir belgesel drama örneğiyle unutulmayacak şekilde anlatmaya çalışmış. Birçok ödül alan İki Dil Bir Bavul Üniversiteden yeni mezun olmuş ve Türkiye’nin doğusunda bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını ve okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen öğrencilerle yaşadıklarını anlatıyor.
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 9
yemem. Filmin hikayesinin evrensel olu-
şunu farketmemi sağladı. Avrupa’da da
benzer hikayelerin olduğunu görmek ke-
yifliydi. Ama ülkemizdeki ilgi mutluluk
verici oldu. Biz bu filmi bu ülke için yaptık
sonuçta. Bu ülkeyi anlayan ve anlatan bir
film olarak hayal ettik. Bu hayali gerçek-
leştirmek asıl mutluluk.
İlef öğrencilerine ileride sinemada başarılı olbilmeleri için ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz?Şimdiye kadar kime ne öneride bulun-
duysam onlar kendi bildiklerini yaptılar.
Doğrusu da bu. Ama okumak-yazmak-
film seyretmek-ülkesini-insanını ve ya-
şadığı dünyayı anlama merakının önemli
anahtar kelimeler olduğunu düşünüyo-
rum. Bir de illa ki yönetmen olmak fik-
rinden uzaklaşmalı genç nesil. Yukarıda
saydığım anahtar kelimelerin başına
kendini ve yeteneklerini keşfetmiş olmayı
eklemeliyiz.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Türk sinemasına yaptığı yardımları nasıl ve yeterli buluyor musunuz? Türkiye’de sinemaya kaynak ayıran başka
bir kurum yok. Kültür politikaları genel
olarak modern bir toplum olma gayretin-
deki bir ülke için geri düzeyde. Bakanlığın
desteği yetersiz ya da yeterli diyemem.
Ama sistemsiz bir değerlendirme süreci-
nin olduğunu düşünüyorum. Örneğin İki
Dil Bir Bavul o zamanki ismiyle Okul Yo-
lunda bir önceki kuruldan desteklebilir
kararı almıştı ve bir sonraki kurulda ye-
niden görüşülsün denmişti. Sonra kurul
değişti ve yeni kurul projeyi yapım aşa-
masında desteklemedi. Dağıtım sırasında
destekledi.
Bu filminizin çekim süresi boyunca her-hengi bir sıkıntıyla karşılaştınız mı?Bütçe sorunu dışında bir sıkıntı yaşamadık.
Yeni film projeleriniz var mı? Yeni proje finansman aşamasında. Ba-
kanlıktan çıkacak cevaba göre çekim tak-
vimi netlik kazanacak.
Filmin bu kadar ilgi toplayacağını tah-min etmiş miydiniz?Yok bu kadarını öngörmedik yani bizim
derdimiz şuydu: olabildiğince azda olsa
birkaç sinemada gösterelim, yapabiliyor-
sak hani biraz tartışmak bu filmin etrafın-
da ama bu kadar büyüğünü öngörmedik.
Bildiğiniz bir meseleyi anlatmak onun derinine inmenizi de sağlıyor değil mi?Bizim bu hayata dair dertlerimiz var, anla-
tılmasını istediğimiz meselemiz var. Özel-
likle de bu topraklarda yaşayanlarla ilgili
olarak. Yakın bildiğimiz öyküleri anlatıyo-
ruz, elbette daha derinine iniyoruz mese-
lenin, o duyguyu daha iyi veriyoruz. Bizim
asıl meselemiz zaten dert ettiğimiz konu-
larda filmler yapmak. Sadece kendi çevre-
mizi anlatacağız diye de bir şey söz konusu
değil. Günün birinde hiç bilmediğimiz bir
konuyu da anlatabiliriz.
Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar.
“
”
Sinemada açılan yeni bir pencere: İki Dil Bir Bavul
Filminin aldığı ödüller
• 46. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde bu yıl ilk kez verilen En İyi İlk Film Ödülü • Uluslararası Ortadoğu Filmleri Festivali’nde En İyi Ortadoğu Belgeseli Ödülü • Adana 16. Altın Koza Film Festivali Büyük Jüri Yılmaz •Güney Ödülü ve SİYAD En İyi Film Ödülü • Saraybosna Film Festivali - EDN Talent Ödülü• 5.Zagrep Dolittle Stamp - En iyi Film• Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘1. İlk Yönetmen Uluslararası Film Festivali’ en iyi müzik ödülü
10 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
“Boş kalsın kâğıtta bir yerim varsaBoşluğuna kıyacağım ne kaldı kâğıttan başka?”
Hakkâri’den Ankara’ya Kâğıtçılar belge-
selinde Hakkâri’nin Ördekli Köyü’nden
göç etmek zorunda kalan yüzlerce kişi,
Ankara’da atıklardan kağıt toplayarak
yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Fakat
bu o kadar da kolay değil. Çünkü belediye
kendilerine kâğıt toplamalarını yasaklı-
yor. Bunun ardından başkent sokakların-
da belediyeciler ve kâğıt işçileri arasında
amansız bir mücadele başlıyor. 2001 yı-
lında Alper Şen’de bu olaylara kayıtsız
kalamayarak başlıyor yaşananları kayda
almaya.
Hakkâri’den Ankara’ya Kâğıtçılar on
iki yaşındaki çocuktan tutun da altmı-
şına merdiven dayamış yaşlılara kadar
köylerinden sürülüp tüm yasaklamalara
rağmen ailelerini geçindirmeye çalışan
insanların hayat mücadelesini çarpıcı
bir şekilde gözler önüne seriyor. Belge-
selin ikinci kısmında ise 2004 yılında
işçilerin kendilerine mekân tuttukları
Türközü’ndeki barakaların, seçim ön-
cesi yıkmayacaklarına dair söz veren
belediyelerce yerle bir edilişi anlatılıyor.
Daha köylerinin yok edilmesinin acısını
unutamadan bu seferde barakalarının
yıkılmasını kimi isyan ederek kimi ise
bir köşede gözlerinden yaşlar süzülerek
seyrediyor.
Belgesel, işçilerin yaşadıkları sorun-
ları dile getirmenin yanında Türkiye’nin
iki önemli sorununa da atıfta bulunmuş.
Bunlardan ilki zorunlu göçtür. Şen, zo-
runlu göçün getirdiği ayrımcılığı ve sı-
kıntıları, yerinden edilenlere söz vererek
anlatmış. Belgeselde dikkat çeken bir di-
ğer sorun ise ‘’Kürt meselesi’’dir. Köyleri
boşaltıldığı için göç etmek zorunda kalan
işçiler çaresizce; ama onurlu bir şekilde
Selen Atar hayata tutunmaya çalıştıkları başkentte
Kürt olmalarından dolayı bir yandan da
toplum tarafından hor görülüp ’’ötekileş-
tiriliyor.’’
Belgeselin özellikle en can alıcı noktası
ise kameranın yaş ortalamaları hemen
hemen on iki olan bir grup kâğıt işçisinin
eline verilip, kendi iç dünyalarına şahit
olduğumuz sahnedir herhalde. O ana
kadar onların birer çocuk olduklarını
düşünmüyor; hayalleri, umutları olabile-
ceğini göz ardı ediyoruz. Yine bu sahnede
çocukların ekonomi, eğitim, sağlık ve po-
litika gibi konular hakkında bilgisiz ol-
madıkları; hatta şehirde bu kaynaklara
rahat ulaşan erişkinlerin bilmediği hak
ihlâli ve güç ilişkileri tecrübesine sahip
olduklarını rahatça gözlemliyoruz.
Hakkari'den Ankara'ya Kâğıtçılar adlı
belgesel film, "Ayrımcılığa Karşı Dersler"
ile İlef Sinema Topluluğu'nun ortak et-
kinliğiyle 27 Ekim’de İletişim Fakültesi
M.T.Ö Sinema Salonun’da gösterildi ve
ardından yönetmeni Alper Şen ile film
üzerine konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyalım. Sinema üzerine
eğitim aldınız mı? Bugüne kadar
sinemayla ilgili yaptığınız çalışmalar
nelerdir?
1977 Ankara doğumluyum. ODTÜ Siya-
set Bilimi Bölümünü 2000'de bitirdim. O
zamandan beri aralıklarla da olsa Ankara
Üniversitesi İletişim Fakültesinde Radyo
TV Sinema Mastar’ı yapmaktayım.
Sinema üzerine aldığım eğitim ODTÜ
Gisam'da aldığım dersler, 2000-2003 ara-
sında 25+ Kısa Film ve İstanbul da Film
Kolektifi Atölyesinde katıldığım atöl-
yelerden ibaret. Bu süre zarfında çeşitli
kısa film ve belgesel çalışmalarına katıl-
dım. Özellikle toplumsal yaşama dair öy-
külerin ya da anlatıların olduğu belgesel
çalışmalarına ilgi duydum. Halen de bu
alanda çalışmaya devam ediyorum.
Hakkâri’den Ankara'ya Kâğıtçılar
belgeseli fikri nasıl doğdu? Sizi bu
konuya iten sebepler nelerdir?
Bu belgesel fikri 2001'de 25+ Kısa Film
Atölyesi'nde ortaya çıktı. Kızılay'da her
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 11
“Boş kalsın kâğıtta bir yerim varsaBoşluğuna kıyacağım ne kaldı kâğıttan başka?”
Haydar Ergülen
gün gördüğümüz kâğıt toplayıcıların
yaşamlarına duyulan merak bizi böyle
bir çalışmayı yürütmeye itti. Ancak za-
manla kâğıt toplayıcıların yaşamlarına
tanık olduğumuzda zorunlu göçün ve
Kürt sorununun en görünür sonuçların-
dan birisi ile karşılaştığımızı fark ettik.
Bu nedenle çekimler aşamasında öykü-
müzün yapısı da anlatım tarzımız da
değişti. Öncelikli amacımız daha çok ya-
şananları kaydetmek ve bir görsel bellek
oluşturmaktı. Ancak zamanla çekimler
belgesel içeriğini oluşturacak bir şekle
bürününce bu çekimleri değerlendirme-
miz gerektiğini düşündük ve sonunda
Hakkâri’den Ankara'ya Kağıtçılar belge-
selini tamamladık.
Belgesel Ramazan'ın anısına diye baş-
lıyor. Ramazan kim? Niçin Ramazan'ın
anısına?
Ramazan kâğıt toplayıcılarından biri ve
belgeselimizdeki karakterlerden idi. Biz
çekimleri tamamladıktan bir yıl sonra
vefat etti. Bu nedenle filmi Ramazan'ın
anısına adamayı uygun bulduk.
Belgesel çekmenin zorlukları nelerdir?
Hakkâri’den Ankara’ya Kâğıtçılar belge-
seli bürokratik engellere takıldı mı?
Yaşadığımız zorluk öncelikle o dönem-
lerde belgesel yapımına dair fazla bir
şey bilmememizden kaynaklanıyordu.
Bunun yanında belgeseli kendi olanak-
larımız ile çekmeye çalıştık. Kamera-
mız yoktu. Bu nedenle çekimler boyunca
çevremizdeki herkesten kamera istedik.
Kameralarımız çoğunlukla görüntü ve
ses kalitesi düşük kameralardı. Ancak
zamanla bu görsel dilin bu belgeselin
anlatım dili açısından uygun olduğunu
düşündük.
Belgeselin bürokratik engelle karşılaş-
tığını söylemem zor. Çünkü bürokratik
bir sorunla karşılaşmadık. Elimizdeki
kameralar genellikle amatör kameralar
olduğu için de fazla ciddiye alınmıyor-
duk resmi yetkililer tarafından. Zabıta-
lar tarafından pek sevilmiyorduk, bazen
çekim yapmamıza engel oluyorlardı.
Yakında gerçekleştirmeyi planladığınız
bir proje var mı? Varsa bu proje yine bel-
İş utanç verici. Ama bizim için değil, bu ülke için!“
” gesel üzerine mi olacak?
Kâğıtçıların öyküsünü anlatmaya devam
etmek için Oktay İnce ile "Çöp İçin Dövüş"
isimli bir belgesel çalışması yürütüyo-
ruz. Bu proje ile 2008'de Greenhouse Bel-
gesel Geliştirme Programı’na katıldık.
Şu an belgeselin çekim aşamasındayız.
Seneye tamamlamayı umuyoruz.
Uluslararası pazarda Türkiye'de yapılan
belgeseller sizce nasıl bir potansiyele sahip?
Türkiye'de belgeseller öykü ve konu iti-
barı ile çok zengin olsa da maddi, teknik
ve estetik yetersizlikler Türkiye'de belge-
sel yapımının uluslararası pazara açıl-
masındaki sıkıntı olarak göze çarpıyor.
Bununla birlikte belgeselin Türkiye'de
fazla bir izleyici kitlesine sahip olmama-
sı, çoğunlukla kalıplaşmış anlatımların
belgesel diline hakim olması ve sinema
sektörünün belgesel yapımını dışlaması
Türkiye'de belgesellerin uluslararası ölçe-
ğe ulaşmasındaki engeller. Buna rağmen
son yıllarda Türkiye'de yapılan bazı belge-
sel çalışmalarının yarattığı kamuoyu ve
sağladığı başarı bizi umutlandırıyor.
12 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
Bir varmış bir varmış, her evin, her bahçe-
nin, her insanın birbirinin aynısı olduğu
isimsiz bir kent varmış. Bu kentte farklı
olan hiçbir şey yokmuş. İnsanlar bu tek-
düzeliğe alışmış görünseler de farklı olana
“aç”larmış. Bir gün ansızın farklı biri çıka-
gelmiş, herkes heyecanlanmış, sevinmiş,
meraklanmış ve büyük ilgi göstermiş.
Ama bu çok uzun sürmemiş. Neden mi?
Nedeni bilinmez ama toplum her zaman
“farklı” olanı dışlarmış.
Tim Burton’ın eşsiz hayal gücünün ortaya
çıkardığı, Johnny Depp’in kusursuz oyuncu-
luğunu, Winona Ryder’ın narinliğini, Dian-
ne West’in mimiklerini ve tabiki unutulmaz
oyuncu Vincent Price’ın muhteşem sesini
bir arada sunan (1990) yapımı masal tadın-
da bir film Edward Scissorhands.
Bu film içine kapanık, yalnız bir çocukluk
geçiren Tim Burton’ın “Vincent” filmiyle
anlatmaya başladığı hayat hikâyesinin de-
vamı gibidir. Bir yandan kendini anlatırken
bir yandan da farklı olanın ötekileştirildiği
bir toplum eleştirisi yapar. Mucidinin ani
ölümü üzerine tamamlanamayan Edward,
önceleri(bir robotken) sebzeleri kesmeye
yarayan uzun, keskin metal parçalarından
oluşan elleriyle yalnız başına yaşamını de-
vam ettirirken kendisini aniden yabancısı
olduğu bir dünyada bulur. Edward da bu
dünyadakilerin yabancı olduğu biridir. Bir
anda herkesin ilgi odağı haline gelir, artık
yalnız olduğu tek bir an bile yoktur, insan-
ları tanımaya başlar. Ancak kısa sürede
elde ettiği popülerlik yine kısa sürede etki-
sini yitirir. İnsanlar aslında farklılığa açık
olmadıklarını anlarlar. Amerikan banliyö
yaşamının doğurduğu, evlerin aralarında
adeta bir sınır görevi gören duvarlar ve bu
duvarların insanların yalnızlaşmasına, sa-
dece çıkarlar ve dedikodular vesilesiyle iliş-
ki kurmalarına neden olduğu tekdüze, sı-
radan, birbirinin aynısı yaşamlar alışılmış
olunandır ve başka türlüsüne tahammül
edilememektedir. Mucidinin ölümüyle Ed-
ward tamamlanamamış olmasına rağmen
toplum içinde fazlalık olarak görülür ve
haksız suçlamaların, iftiraların, yanlış an-
lamaların ardı arkası kesilmez. Tek çareyi
Bir başka öteki: Edward Scissorhands
ait olamadığı bu dünyadan kaçmakta bulur,
sevdiği kadını bırakmak pahasına bile olsa.
Tim Burton, Amerikan banliyö yaşamı-
nın doğurduğu tekdüzeleşen yaşamların
ve farklı olanın ötekileştirildiği bir toplu-
mun eleştirisini yapmıştır. Filmin çok faz-
la mesaj içermesi, ders verme işini göze ba-
tarcasına yapması da filmin eleştirilen bir
yönüdür. Ancak fantastik bir film olması
nedeniyle barındırdığı uç tipler ve öğelerin
izleyiciyi yormayacak şekilde sunulması
Tim Burton’ı Tim Burton olarak sevmemi-
zin nedenlerinden biridir aslında.
İlef Sinema Topluluğu Film Gösterimle-
ri 2009: “Engelliler Haftası” kapsamında
Edward Scissorhands’i göstermemizin ne-
deni, günümüzde yeterince önem verilme-
yen bir soruna (sorun haline getirilmesine)
“aslında”larıyla birlikte farklı bir bakış
açısından bakmak istememizden kaynak-
lanmıştır. “Aslında dışladıklarımız top-
lum içinde önemli bir role sahip olabilirler
” şeklindeki basit ama önemli bir önermeyi
tekrar hatırlatmaktır amacımız. Filmde
hiç kar yağmayan kentimize Edward’ın
buzdan heykeller yapması sonucu kar yağ-
maya başlar ve bundan sonra da hep ya-
ğar. Doğaya ve dolayısıyla da o insanlığa
faydası olan karın yağmasına neden olan
kahramanın dışlanması, dolaylı olarak
günümüzde de yaşanan birçok soruna(-
laştırmaya) dikkat çeker.
Ciddi bir sorunu basit ama etkileyici bir
şekilde sunan, Danny Elfman’ın muhte-
şem müzikleriyle etkiyi daha da arttıran,
izlenmesi gereken bir film.
Elif Özler
Filmin Künyesi
Yönetmen: Tim Burton Senaryo: Tim Burton, Caroline Thompson Tür: Dram, Fantastik, Romantik, Suç Oyuncular: Johnny Depp, Winona Ryder, Alan Arkin, Dianne Wiest, Kathy Baker, Vincent PriceYapımcı: Tim Burton, Caroline Thompson, Denise Di Novi, Richard Hashimoto Görüntü Yönetmeni: Arthur Edeson, Stefan CzapskyMüzik: Danny Elfman Süre: 105 dk
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 13
in ardından... Selen Atar
Yenilikçi ve cesur sinemanın adresi 9. !f İstanbul AFM Uluslararası Bağım-sız Filmler Festivali İstanbul'un ardın-dan 25-28 Şubat'ta Ankara'ya da uğ-radı. Böylelikle festival uluslararası platformdan,sinemaya değişik kapılar açabilecek gençler ile sinemanın kilomet-re taşları sayılabilecek yönetmenleri biz izleyicilerle buluşturarak kışın son gün-lerini rengarenk ve zengin bir programla geçirmemizi sağladı.
!f bu yıl uluslarası ve ödüllü yarışma-sı 'Keş!f 'in üçüncü yılına girdi. Yarışma kapsamında bir araya gelen uluslararası jüri dört saat süren tartışmaların ardın-dan 'En İlham Veren Yönetmen' ödülü-nü Uruguay'dan Koca Adam/Gigante filminin yönetmeni Adrian Biniez ile Ta-rımsal Ütopya/Agraria Utopia filmiyle Tayland'lı Uruphong Raksasad arasında paylaştırdı.
!f'in bu yılki en dikkat çeken bölümü ise kuşkusuz 'Erkeklik Halleri'dir. Bu yeni bölüme ilham veren şey ise, dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği açısından en ilerici kanunlara sahip İsveç'te son on yıl içerisinde kadınlara yönelik işlenen cin-siyetçi suçların yüzde 58 oranında artmış olmasıdır. Bu tatsız istatistik üzerine fes-tival ekibi de ''erkek denilen bu ırk ney-den yapılır?'' sorusuna tezahür eden film-leri bir araya getirmiş ve böylelikle ortaya
kimi zaman üzücü kimi zaman eğlenceli cevaplar ortaya çıkmış. 'Erkeklik Halleri' bölümünde öne çıkan filmler arasında İsveçli yönetmen Jesper Ganslandt'ın er-kek şiddetine dair uç bir hikaye anlattığı fakat şiddetin gösterilmediği Maymun/Apan yer alıyor.
Bu yıl İletişim Fakültesi olarak bizim de ev sahipliği yaptığımız 'Türkiye'den Kısalar' bölümü ise 25 Şubat'ta Mahmut Tali Öngören Sinema Salonu'nda dört tematik seçki ile izleyicilerle buluştu.Bu bölümde Türkiyeli kısacıların son bir yıl içerisindeki eğilimleri, yetkinlik-leri ve getirdikleri yeni önermeler yer alıyor.‘Türkiye’den Kısalar’ programı, kı-saları yarıştırmaktan öte, bunların izleyi-ciler ile buluşması, kısacıların birbirleri ve sektörden diğer insanlar ile tanışması ve yeni üretimlere kapı açılması için bir ortam hazırlıyor.
‘Biz burada iyiyiz’ seçkisi, bizi insanla-rın kendileri için kurdukları küçük dün-yalarda gezdiriyor. Nevi şahsına mün-hasır çözümlerini bulan, cennetlerini kuran, kendileriyle ve dolayısıyla dünyay-la barışık bu insanların hayata bakışları, hayatta kalabilmenin, dünyada yaşayan insan sayısı kadar çok şekli olabileceğini hatırlatıyor.
‘Dumanlı ev’ ise kayıtsız kalmanın hiç de kolay olmadığı acıya odaklanmış-tır. Birilerinin evin penceresini açması
’
gerekiyor ama kimsenin yerinden kalka-cak gücü kalmamış gibi. Ayrıca bu seç-kide İlef üçüncü sınıf öğrencisi Murat Uğurlu'nun Göl/The Lake adlı filmi de yer almıştır.
‘İtiş kakış’, ne içeride kalmayı, ne de birisinin pencereyi açmasını bekleme-meyi seçenlerin hikayelerini anlatıyor. Onlar itiş kakışın içindedirler, hatta itiş kakışın özneleri onlardır.Bu bölümde yer alan Zeynep Devrim Gürsel'in Neyse Ha-lim Çıksın Falim adlı filmi İstanbul'da iz-leyici ödülü almıştır. Bu film Türkiye'nin AB’ye katılım sürecinde 50. yılını doldu-rurken kahve falı tadında, küçük, orta şe-kerli bir ikramdır.
‘Bir ihtimal daha var, o da gitmek mi dersin’ seçkisi ise gidenlerin, göç edenle-rin veya etmeye zorlananların hikayeleri-ni bizlere anlattı.
14 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
Pippa’ya MektubumDünyanın herhangi bir yerinde, hiçbir güvenlik tedbiri almadan iletişim kurmak, koşulsuz güvenmek mümkün mü?
Bingöl Elmas
Pippa’ya Mektubum bir yol filmi. Dün-ya barışı için beyaz gelinlik giyip Milano’dan otostopla yola çıkan Pippa Bacca’nın yolculuğu, Türkiye’de, Geb-ze Ballıkayalar’da uğradığı saldırıy-la çok üzücü bir şekilde sonlanmıştı. Türkiye’nin siyasi liderleri, basını ve aydınları olayı kınarken, birçok insan da Türkiye’de binlerce kadının her gün tekrar tekrar maruz kaldığı şiddet olay-larına bu olaydaki kadar güçlü tepki verilmediği için öfkeliydi. Film, Bingöl Elmas’ın yine otostopla, ama bu sefer siyah bir gelinlikle, “Barış Gelini”nin ya-rım kalan yolculuğuna devam etmesini anlatıyor. Kameralı yolculuk, Pippa’nın son otostop yaptığı yerden başlayıp Suri-ye sınırında son buluyor. Türkiye yolla-
Bingöl Elmas, 1976’da Erzurum’da doğdu. Eğitimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakülte-si Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde tamamladı. Haber bültenlerinde muhabirlik ve
yönetmenlik deneyiminin ardından, 2001–2008 yılları arasında Türkiye Belgesel Sinemacılar Birliği’nde çalıştı. Yönetmen, yapımcı ve senarist olarak çeşitli belgeseller çekti. Ağustos Karın-cası (2005) adlı belgesel filmi Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde birincilik ödülü kazandı.
Filmin KünyesiYönetmen : Bingöl Elmas
Senaryo : Bingöl Elmas Görüntü Yönetmeni : Koray Kesik
Kurgu : Mustafa Temiztaş Oyuncular : Bingöl Elmas
Yapımcı : Patrice Barrat Müzik : Mustafa Biber
Metin Yağan“ ”rında maço kültürün ve şiddetin temsil
biçimlerinin ve de temsilcilerinin izini süren Bingöl, erkeklere ait alanlarda, otobanlarda, ve kamyonlarda kadın ola-rak gezinip hiçbir tacize, tecavüze uğra-madan var olabilmek, aynı zamanda da kamyon şoförleriyle Pippa’dan, tacizden, “erkeklikten” bahsetmek istemiş. Or-taya çıkan film, beklenebileceği üzere karanlık bir film değil; Bingöl Elmas film boyunca kızgın değil, asık surat-lı değil, amacı birilerini azarlamak ya da birilerine ders vermek de değil. Her zaman samimi ve hatta zaman zaman esprili bir bakışla, hem olanları anla-maya çalışıyor, hem de olabilecekleri hayal ederek umuda selam gönderiyor. Türkiye’deki ilk gösterimi, !f İstanbul 9. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde yapıldı.
Bingöl Elmas Kimdir?
Karpuz Kabuğu | Mart 2010 15
Sekans sinema topluluğu, Sekans Sinema
Yazıları Seçkisi adını taşıyan kitabıyla
bir sinema kitapları serisinin ilk yapıtı-
nı çıkardı. Kitap çeşitli başlıklar altında
ilgi çekici yazılara yer veriyor. Kuram bö-
lümünde Fotoğraf ve Sinema Etkileşimi,
kısa film bölümünde Osman Sembene anı-
sına bir Borom Sarret filminin ve belgesel
bölümünde bir Mikhail Kalatozov klasiği
olan Salt for Svanetia filminin çözüm-
lemeleri yer almakta. Dosya bölümünde
sinema mimari ilişkisinin incelendiği ki-
tapta, eleştiri başlığı altında da Sonbahar,
Pontypool, Üç Maymun ve Reconstruction
filmleri üzerine farklı bakış açıları sunan
yazılar bulunuyor. Kitapta alanın önemli
isimlerinden biri olan Amerikalı sinema
yazarı James Monaco ile yapılan bir söyle-
şi de yer almakta.
Nisan ayında çıkacak olan yeni kitabın
dosya konusu Sinema ve Felsefe olarak be-
lirlendi. Hem dosya için hem de diğer baş-
lıklar için yazı göndermek isteyen yazar-
lar [email protected] adresinden iletişime
geçebilirler.
SEKANS: Sinema Yazıları SeçkisiMetin Yağan
YAYIN KURULU
Yayın YönetmeniGökhan Erkılıç
Yayın KoordinatörüEce ÖzdemirCem Kayalıgilİlker Mutlu
Web Adresiwww.sekans.org
Web TasarımSerhan Mersin
TasarımNagihan Konukcu
21. Ankara Uluslararası Film Festivali Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenlenen Ankara Uluslararası Film Festivali, 11 - 21 Mart 2010 tarihleri arasında 21. kez sinemaseverlerle buluştu.
Festival kapsamında düzenlenen Ulusal
Uzun Film Yarışması'nda, Türk sineması-
na nitelikli ürünler kazandıran sinemacı-
lara çeşitli dallarda toplam 16 ödül verildi.
Ticari gösterim şansı olmayan filmlerin de
meraklısıyla buluşması sağlandı. Festi-
val bu yıl, Aziz Nesin Emek Ödülü'nü Filiz
Akın'a; Kitle İletişim Ödülü'nü Gece Gün-
düz Programı'na; Sanat Çınarı Ünvanı'nı
ise Gülten Akın'a sunuldu. Festival kap-
samında düzenlenen ‘’Ulusal Kısa Film
Yarışması’’ için Bülent Özkam, Cumhur
Canbazoğlu ve Prof. Dr. Oğuz Onaran’dan
oluşan ön eleme seçiciler kurulu, başvuran
filmler arasından 10 kurmaca, 10 canlan-
dırma ve 8 deneysel olmak üzere toplam 28
filmin yarışmaya katılmasına karar verdi.
Festivalde Yarışan Filmler
Festivalin "Ulusal Uzun", "Kısa" ve "Belgesel
Film Yarışma" bölümlerine başvuran filmle-
rin ön eleme sonuçlarına göre yarışan filmler.
-11'e 10 Kala (Pelin Esmer)
-Acı (Cemal Şan)
-Başka Dilde Aşk (İlksen Başarır)
-Büyük Oyun (Atıl İnaç)
-İki Dil Bir Bavul (Orhan Eskiköy)
-Kako Si? (Özlem Akovalıgil)
-Kara Köpekler Havlarken (Mehmet Bahadır
Er, Maryna Gorbach)
-Köprüdekiler (Aslı Özge)
-Min Dit (Miraz Bezar)
-Orada (Hakkı Kurtuluş)
-Çıngıraklı Top (Mahir Egemen Ertürk)
-Deli Deli Olma (Murat Saraçoğlu)
16 Karpuz Kabuğu | Mart 2010
6–13 Mayıs 2010 tarihleri arasında 13. kez
sinemaseverlerle buluşacak olan Uçan Sü-
pürge Uluslararası Kadın Filmleri Festi-
vali, “kötülük” temalı Kısa Film Yarışması
düzenliyor. Yarışmaya son başvuru tarihi
9 Nisan 2010.
Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Film-
leri Festivali 13. senesine özgü bir temayla
yola çıkıyor: “KÖTÜLÜK”. Festival bu tema
kapsamında bir de Kısa Film Yarışması
düzenliyor. Kısa filmin gelişmesine katkı-
da bulunmanın yanı sıra, toplumsal cinsi-
yet rollerinin sorgulanmasına ve filmlerde
kadın bakış açısının geliştirilmesine ola-
nak sağlamak amacıyla yapılacak yarış-
ma, Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla
gerçekleşecek.
Bu hikayede gerçekten kötü olan kim?Festival 2010 yılında; şiddeti, yoksullu-
ğu, savaşları, göçleri, ekonomik krizleri,
emek sömürüsünü ve dünya yüküyle sıkın-
tıyı eteğinde taşımaya zorlanan kadınlara
atfedilen ‘kötülüğü’ sorgulayacak.
Kötülüğün bazen öznesi, bazen de nes-
nesi olarak tarif edilen kadınlar… Büyücü,
Uçan Süpürge ‘Kötülük’e karşı Ankara’da yarışıyor.13. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali 6 - 13 Mayıs 2010 tarihleri arasında düzenleyeceği “kötülük” temalı kısa film festivali ile Çankaya’da sinemaseverlerle buluşuyor.
cadı, iffetsiz, muhteris, lezbiyen, dediko-
ducu, fahişe, azınlık, küfürbaz, edepsiz,
rahat, özgür, küstah, söz dinlemeyen,
kahkaha atan, eviyle ve çocuğuyla ilgilen-
meyen, yuva yıkan, hak arayan, kadınları
örgütleyen, kötü yola düşen ve düşüren…
Lilith, Havva, Delilah, Medea, Leydi Mac-
beth, Salome, Marie Antoinette, Jean D’arc,
Justine, Hürrem Sultan, Carmen, Mata
Hari…
Sinema da kadınlara atfedilen bu rolle-
rin yansıtıcısı olmayı seçti. Yalnızca Holl-
ywood ve Yeşilçam değil, her ülkenin sine-
masında kadının kimliği aynıydı: Femme
fatale, yani vamp, yani ölümcül kadın, yani
kötü kadın… Üvey anneler, kaynanalar,
metresler, hırslı iş kadınları, sigara ve içki
içen kadınlar, sarışın kadınlar, sınıf atla-
mak için kadınlığını kullanan kadınlar,
azgın kadınlar, doyumsuz kadınlar, ağına
düşürdüğü erkeklerin kanını emen kadın-
lar, yuva yıkanlar, fındıkkıranlar… Phyllis
Dietri chson, Gilda, Şangaylı Kadın, Mavi Me-
lek, Matty Walker, Catherine Tramell…
Bir kez daha düşünelim: Bu hikayelerde gerçekten kötü olan kim?Toplam ödül 5 bin TL...
13. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın
Filmleri Festivali, kadın ile kötülük ara-
sında kurulan bu ve daha nice ilişkiyi sor-
gulamak ve tartışmak için sizi kısa film
yapmaya davet ediyor.
10 dakikayı aşmayan “kötülük” temalı
filmler Burcu Aykar Şirin, Gülden Treske
ve Seçil Büker’den oluşan seçici kurul tara-
fından değerlendirilecek ve kazananlar 6
Mayıs’ta, Festival’in açılış töreninde açık-
lanacak.
Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla ya-
pılacak yarışmada “Birinci Film"e 2.500
TL, “İkinci Film”e 1.500 TL ve "Üçüncü
Film"e de 1.000 TL para ödülü verilecek.
Metin Yağan
Film Gösterimi: SONBAHAR Söyleşi: Yönetmen Özcan Alper
İlef Sinema Topluluğu Nisan ve Mayıs etkinlikleri...
Zeki Demirkubuz Filmleri Haftası Söyleşi: Yönetmen Zeki Demirkubuz
Yılmaz Güney Filmleri Haftası