kitap aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · haftanın...

16
Aydınlık BU SAYIDA 23 KİTAP TANITILIYOR 17 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 25 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 881 Bir direniş öyküsü “Adressiz bir ‘gözlem- ci’nin ‘üçgence’ konuşma kılavuzu...” Kötü Çocuk, Marquis de Sade! Başka bir insan mümkün! Klosterman’ın çelişkili dünyası Ernst Bloch’tan bir başyapıt “Umut İlkesi”yle Sınırları Aşmak “Umut İlkesi”yle Sınırları Aşmak “Umut İlkesi”yle Sınırları Aşmak

Upload: others

Post on 28-Dec-2019

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

AydınlıkBU SAYIDA

23KİTAP

TANITILIYOR

17 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 25

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 881

Bir direniş öyküsü

“Adressiz bir ‘gözlem-ci’nin ‘üçgence’

konuşma kılavuzu...”

Kötü Çocuk, Marquisde Sade!

Başka bir insanmümkün!

Klosterman’ınçelişkili dünyası

Ernst Bloch’tan bir başyapıt

“Umut İlkesi”yleSınırları Aşmak“Umut İlkesi”yleSınırları Aşmak“Umut İlkesi”yleSınırları Aşmak

Page 2: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan
Page 3: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

Ataol Behramo�lu bundan bir süre önce Cumhuriyet gazete-

sinde yay�mlanan Pazar yaz�lar�nda Alman dü�ünür Ernst Bloch’un

“Militan �yimserlik” kavram�n� i�lemi�ti. Sonras�nda gazetemizin

ba�yazar� Do�u Perinçek Behramo�lu’nun yaz�lar�na at�fta bulu-

nalarak Ernst Bloch’un önemine dikkat çekmi�ti.

Ernst Bloch’un ba�yap�t� “Umut �lkesi”nin 2. cildi Türkçeye ka-

zand�r�ld�. Bu hafta için bundan iyi bir kapak dosyas� olamazd�. Aka-

demik çal��malar�n� “ütopyac�lar” üzerine sürdüren Sad�k Usta Ay-

d�nl�k Kitap okurlar� için yazd�... Ernst Bloch'un yap�t�n� kapsam-

l� bir biçimde i�leyen kapak dosyam�z� ilgiyle okuyaca��n�z� umut

ediyoruz. Umut ediyoruz çünkü umut etti�imiz sürece var�z!

Haftaya görü�mek dile�iyle...

İyimserlik

SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

17 A�USTOS 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu

Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç

Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı

İÇİNDEKİLER

Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4

s. 5

Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6

Başka bir insan mümkün! s. 7

Umut ilkesiyle sınırları aşmak s. 8/9

Klosterman’ın çelişkili dünyası s. 10

Yeni Çıkanlar s. 11

s. 12

Sahaf: Devrimci yatağı Makedonya s. 13

Alıntı Test-Bulmaca s. 14

“Son Adım”, Ayhan GeçginAyhan Geçgin’in “Son Adım” adlı romanı, kök-lerinden bağını koparmış, ona bile isteye yaban-cılaşmış ama İstanbul gibi bir metropole de kök sa-lamamış bireyin romanı. Varoluşçu edebiyatınönemli bir örneği sayılan “Son Adım”, bireyin yal-nızlığının bir yansıması gibi duran büyükşehir at-mosferini tasvir etme gücüyle, bireye gerçekçi vecesur yaklaşımı ve zengin anlatımıyla Türk ede-biyatında son yıllarda okuduğum en etkileyici ro-man.

“Sinek Isırıklarının Müellifi”, Barış BıçakçıBarış Bıçakçı “Sinek Isırıklarının Müellifi” roma-nında, yazmak için mühendislik işinden ayrılmış Ce-mil’in ve karısı Nazlı’nın Ankara’da toplu konut-larda geçen gündelik yaşamını anlatırken, insanıçok temel konular üzerinde düşünmeye sevk edi-yor: Ölüm, edebiyatın ölümsüzlüğü, aşk ya da aş-kın imkânsızlığı, yaşlanmak… Bıçakçı gücünükısa ama derinlikli cümlelerinden, özgün üslu-bundan alıyor.

“Kesik Hava”, Murat YalçınMurat Yalçın, Kitap-lık dergisinin editörü olarakedebiyat camiasının tam ortasında yer almasına rağ-men, reklamını yapmayan, pek fazla görünmeyi sev-meyen, bu yönü yazma biçiminde ortaya çıkan biryazar. Yalçın, son öykü kitabı “Kesik Hava”da, de-neysel özelikler taşıyan diğer öykü kitaplarında

farklı olarak, temizlikçileriyle, hırsızıyla, Tatar mey-hanecisiyle, toplumun farklı katmanlarında yer alanbireyin dünyasına giriyor. Elbette zengin dilini veironisini koruyarak.

“Körlük” ve “Kabil”, Jose Saramago İki yıl önce hayatını kaybeden Portekizli yazar JoseSaramago pek çok romanında yaşama dair temelbir soru sorup o sorunun peşine düşen bir yazar.“Körlük” romanında, körlüğün bulaşıcı olması vetek bir kişi dışında herkesin kör olması halinde top-lumun neye dönüşeceğini kurgularken dünyayı mu-azzam bir kaosa dönüştürüyor. “Kabil” romanın-da ise, mitolojide Kabil’in kardeşi Habil’i öldür-mesiyle onun Tanrı tarafından sürgün edilmesineyeni bir bakış getiriyor. Saramago, Kabil’in sürgünyaşamını bir başkaldırı hikâyesine çevirirken, onuTevrat’taki diğer mitolojik kahramanlarla buluş-turup Tanrı kavramını ve günahı sorguluyor.

“Öğlen Kadını”, Julia FranckAlman genç kuşak kadın yazarlarından JuliaFranck “Öğlen Kadını” adlı romanında, Nazi re-jimi sırasında kimlik değiştirerek hayatta kalabi-len Yahudi kökenli Hele’nin hikâyesinden yola çı-karak hafızası silinmiş, savaş yorgunu kadınlarıninsanı dehşete düşüren duygusuzluğuna odakla-nıyor. Öğlen Kadını tarihi bir roman gibi okunsada kadın bedeni üzerinde kurulan iktidarı anlat-ması ve kutsal annelik kavramını tersyüz etmesiylede son derece çağdaş bir roman.

ÖneriYorum

MENEKŞE TOPRAK

1)

2)

3)

4)

5)

“SBF 68’in Unutulmaz Dekanı”ndan anılar-dersler

Adressiz bir “gözlemci”nin “üçgence”konuşma kılavuzu...

Page 4: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

HAFTANIN PORTRES�

Macit Gökberk, Türkçe felsefe terim-

lerinin kurulması, kavramların sınıflan-

dırılması konusunda önemli uğraş ver-

miş bir felsefecidir.

1908 doğumlu Gökberk, İstanbul

Erkek Lisesi’nden mezun olduktan son-

ra 1932’de İstanbul Üniversitesi Edebi-

yat Fakültesi Felsefe Bölümünü “Pla-

ton’un Theaitetos Diyaloğu” üzerine

yaptığı çalışmayla bitirdi. Aynı yıl bu bö-

lüme asistan oldu ve Hans Reichen-

bach’ın “Logik” adı altında verdiği ders-

leri Türkçe’ye aktardı.

1935 yılında doktora çalışmaları için

Berlin Üniversitesi’ne gitti. 1940 yılında

Prof. Eduard Spranger’in yanında “He-

gel ve Auguste Comte’da Toplum Kav-

ramı” adlı teziyle doktorasını verdikten

sonra Türkiye’ye döndü ve İstanbul

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe

Bölümü’ndeki görevine devam etti. Aynı

bölümde önce doçent (1941), daha son-

ra da profesör (1949) oldu. 1978 yılında

emekliye ayrıldı.

Gökberk’in çalışmaları felsefe tari-

hi ile dil ve bilgi sorunu olmak üzere iki

konuda yoğunlaşır. Felsefe tarihi ile ilgili

çalışmalarını topladığı “Felsefe Tarihi”

adlı yapıtı Türk felsefe literatürünün en

çok başvurulan temel yapıtlarından sayılır.

Özellikle de Kant ve Hegel’e uzanan

çalışmalarında Hegel’in devlet felsefe-

si, Kant ve Herder’in tarih anlayışları

başlıca odağı oluşturur. Gökberk, Her-

der’le Kant’ın tarih sorununa getirdik-

leri çözümü “Kant ile Herder’in Tarih

Anlayışları” adlı yapıtında, Hegel’le il-

gili çalışmalarını da “Felsefe Arşivi”

dergisinde yer alan “Hegel’in Devlet Fel-

sefesi” ve “Hegel Felsefesi-Yaşayan

Yönleriyle” adlı yazılarında sergiledi.

Gökberk’in felsefe çalışmalarında dil

çalışmaları büyük önem taşır. Gökberk

dil ile ilgili düşüncelerini “Değişen

Dünya, Değişen Dil” adlı yapıtında

topladı. Bu arada felsefe dilinin sade-

leşmesi, Türkçe felsefe terimlerinin ku-

rulması ve kavram karmaşasının gide-

rilmesi yönünde büyük çaba sarfeden

Macit Gökberk, 1954-1960 ve 1969-

1976 yılları arasında Türk Dil Kurumu

Başkanlığı yaptı.

Macit Gökberk 15 Ağustos 1993

günü İstanbul’da öldü.

Başlıca yapıtları; Kant ile Herder’in

Tarih Anlayışları(1948), Felsefe Tari-

hi(1961), Felsefenin Evrimi(1979), De-

ğişen Dünya-Değişen Dil (1997).

Macit Gökberk(1908 – 1993)

Gökberk’in çal��malar� felsefe tarihi ile dil vebilgi sorunu olmak üzere iki konuda yo�unla��r.

Felsefe tarihi ile ilgili çal��malar�n� toplad��� “FelsefeTarihi” adl� yap�t� Türk felsefe literatürünün en çok

ba�vurulan temel yap�tlar�ndan say�l�r

Kuzey �talya’dan daha azgeli�mi� olan güneydekii�çilerin kapitalist sürece

nas�l dahil olduklar�n� çarp�c�bir �ekilde gözler önüneseriyor Nanni Balestirini.

Güneydeki köylülerintopraks�zla�t�r�lmas�n�,

�ehirlere göç etmek zorundab�rak�l���n�, ve kuzeyin

ihtiyac� olan i�gücü halinegetirili�ini roman�n anakarakterinin a�z�ndan

anlat�yor

Bir direnişöyküsü

17 A�USTOS 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

İTALYAN YAZAR NANNİ BALESTRİNİ’NİN KALEMİNDEN

CEREN ADALETSEVER

Otonom Yayıncılık’tan çıkan “Her şeyi İs-

tiyoruz” uluslararası başkaldırı dönemi

olarak nitelendirebileceğimiz 1968 yılında

İtalyanın en büyük fabrikası olan Fiat’da çı-

kan isyanı konu ediyor. Yazarı, Nanni Ba-

lestrini, Potero Operaio (işçilerin gücü)

grubunun kurucu üyelerinden biri. Dola-

yısıyla bu kitap bu akımın, İtalyan işçici ge-

leneğinin, politik bir çıktısı olarak görüle-

bilir. Nitekim kitapta kapitalist işin reddi sa-

vunuluyor ve ücretlerin üretime bağlı de-

ğil, işçilerin maddi ihtiyaçlarına yönelik be-

lirlenmesi gerektiğini belirtiliyor.

Kuzey İtalya’dan daha az gelişmiş olan

güneydeki işçilerin kapitalist sürece nasıl da-

hil olduklarını çarpıcı bir şekilde gözler önü-

ne seriyor Nanni Balestirini. Güneydeki

köylülerin topraksızlaştırılmasını, şehirle-

re göç etmek zorunda bırakılışını, ve kuzeyin

ihtiyacı olan işgücü haline getirilişini ro-

manın ana karakterinin ağzından anlatıyor.

H�Ç FARKETMEZC�L�KTENÖRGÜTLÜLÜ�ERomanın ana karakteri, ileride ustabaşı ol-

sun diye gönderildiği meslek lisesinin ar-

dından bir fabrikaya işe girer ve burada ru-

tin iş hayatını sevmediğini anlar. Dolayısıyla

alıştığımızdan farklı olarak burada işi ve ça-

lışmayı sevmeyen bir karakter işliyor yazar.

İşi sevmediğini anlayan kahramanımız,

hiçbir yerde uzun süreli çalışamaz, günü-

birlik işlerle hayatını idame ettirmeye ça-

lışır. En sonunda kuzeyin en büyük fabri-

kası olan Fiat’da çalışmaya karar verir. Ve

fakat orada da artan iş temposunun altın-

da işçilerin ezildiğini görür. Kahramanımızın

fabrika önündeki öğrencilerle ahbap ol-

masıyla birlikte, önceden kendini “hiçfar-

ketmezci” olarak tanımlarken, artık bir

örgütlenmeye gerek olduğunu düşünür.

İsyana giden süreçte örgütlenme ilk olarak

kendini iş yavaşlatma olarak gösterir ve

daha sonra örgütlenme diğer departman-

lara sıçradıkça üretim durma noktasına ka-

dar gelir. Sendikaların ve diğer aracıların iş-

çilerin taleplerini patronlara iletmek yeri-

ne patronların taleplerini işçilere dayattı-

ğını gören işçiler; bu mücadeleyi kendi güç-

leriyle kazanmak için örgütlenirler. Ve iş-

çilerin asıl güçlünün kendileri olduğunu gör-

meleriyle birlikte artık patronlardan iste-

dikleri daha fazla ücret değil, her şeydir.

“Her şeyi İstiyoruz” büyük makineler

arasında makineleşen insanın kapitalist

sistem içinde bir numara olarak tanımlan-

dığını gözler önüne seriyor ve sayıların

önem kazandığı bu sistemde, işçilerin tari-

he emsal olacak eylemini bize tüm detay-

larıyla vererek tarihe tanıklık etmemizi

sağlıyor. Bu anlamda yazarın dilinin akıcı-

lığı, dinamizmi ve romantizmi kendimizi ro-

manın içinde buluvermemizi sağlıyor. Ni-

tekim kapitalizmin özünün değil sadece yü-

zünün değiştiği bugünlerde de romanın için-

de kendinizi bulmanız çok zor değil. Ör-

gütlenmeye büyük ihtiyaç duyduğumuz bir

dönemde; “Her şeyi İstiyoruz” örgütlen-

menin getirilerini gözler önüne seren, em-

sal almamız ve mutlaka okumamız gereken

bir kitap.

(Her Şeyi İstiyoruz, Nanni Balestrini,Otonom Yayıncılık, Çev: Deniz Erenuluğ

Bovo/ Ufuk Soyer, 184 s.)

Page 5: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

5Aydınlık KİTAP

Adressiz bir“gözlemci”nin “üçgence”

konuşma kılavuzu...ŞENOL Ç[email protected]

Deneme ustası, edebiyatımızın özgün kalemi

Salâh Birsel’in Ağustos – Ekim 1957 tarihleri

arasında Cihangir’de kaleme aldığı “Dört Kö-

şeli Üçgen” Sel Yayıncılık etiketiyle yeniden raf-

larda…

Birsel, bu tek romanında bir gözlemcinin

serüvenlerini trajikomik hikayelerle anlatırken,

bir yandan toplum eleştirisini en sert hatta acı-

masız bir şekilde yapıyor, bir yandan da mizahın

en karasını kendine has üslubuyla satırlara yan-

sıtmaktan geri durmuyor.

Birsel’in “gözlemci”si öyle sıradan bir

“gözlemci” değil, gece uyurken bile gözlemcilik

görevini elden bırakmayan “uluslararası bir

gözlemci”. Tütün Yaprakevi’nin deposunda ça-

lışan sıradan bir bekçi de değil o. Ha bu ara-

da sakın “röntgenci” falan da sanmayın, o na-

muslu bir gözlemci. Neden mi, çünkü rönt-

genciler hastadır, gözlemci ise bir filozoftur, bir

bilge, bir ahlâkçı, bir öğretmendir.

Günün yirmi dört saati yetmeyince önce

kırk sekiz, sonra yetmiş iki, en sonunda da dok-

san altı saat gözlem yapmağa baş-

layan bir “düşünce okuyucusu”dur.

Hem bu okumayı hayata ge-

çirme yolunda ilk iş olarak insan-

ların karınlarını dinlemeye koyul-

maya başlamış bir okuyucu.

“Bir pencere arkasında, bir

dürbün, bir duvar, bir sokak kena-

rından derlediğim ilk gözlemler

bana insanların çokluk karınların-

dan konuştuklarını öğretti. İnsanlar

karınlarından konuşmakla hem dü-

şüncelerini mantıklarının baskısı

altında tutmak gibi bir rahatsızlıktan kendi-

lerinin sıyırmış oluyorlar, hem de dünyanın

mantıkla yönetilebileceği üzerinde direnen fel-

sefe bezirgânlarına kesin sonuçlu bir protes-

to çekmiş bulunuyorlardı.”

Sonra evleri en çok da kadınları dinler.

Gerçeği arama peşinde yazları, izin günleri-

ni plajlarda geçirmeye başlar. Gözlemlerinin

belli bir zenginliğe erişmesinde plajların öne-

mi ihmale gelmez.

Bir yandan da gözlemlerini insanlarla

paylaşır ama nafile. Çünkü, “gerçek, ancak

kendini görmek isteyene yüzünü gösterebilir.”

Günler günleri ya da daha doğru bir ifa-

deyle gözlemler gözlemleri kovaladıkça, bil-

gisinin derinleştiğini, tembellik içgüdüsünün

ortadan silindiğini, dünya ve insanlar üzerin-

de kesin ve açık bir görüşe vardığını duyar, kah-

ramanımız.

KRAL’I ÇIPLAK GÖRMEY�KAFAYA TAKMI� Kapalı kapılar ardında yaşananlar, renk

renk, boy boy maskeler, iki yüzlülükler,

gerçeğin peşindeki gözlemcinin düştüğü

trajikomik durumlar.

İnsanları her alanda, hatta tuvalette bile,

gözlerken yakalandığında sapık ya da deli gö-

züyle bakılan bekçinin gördükleri ise gizlenen

ama yaşanan gerçeklerden başkası değil.

Ama o “kral çıplak” demek için Kral’ı çıplak

görmeye kafasını takmış “kaçık” birisi.

Girdiği bu yolda ilerledikçe ve hızı arttıkça

esenliğinin uçup gittiğine, içinin karardığına,

yürük teknelerinin sığlıklarda lengerendaz yani

demir atmış olduğunu anlamaya başlıyor.

Hele hele gözlemlerden bir sonuç çıkar-

mak, ellerle ayaklarla gözlem derlemek kadar

“boynuz yaldızlamak” istememenin de kişi-

oğluna darlık verdiğini bir kez daha öğreniyor.

Sonra seyahatinde yeni durağı “kahveha-

ne” oluyor. Gerekçesi: “Bir gözlemcinin işini

en kolay, en doyumlu yürütebileceği bir yer de

ondan. Dünyanın en büyük kararlarını veril-

diği, politika tartışılan yer…”

Gözlemin bir hastalık aşamasına geldiği-

ni düşünmeye başladığında, on-

dan kurtulmak için babadan kalma

şimendifer marka altın saatini,

“mesleğinin yüzündeki örtüyü bü-

yük yüz görümlülükleri karşılığın-

da açan doktorlar”dan birine ken-

dini baktırabilecek kadar paraya

kavuşmak için satar. Ama aldığı ce-

vap: “Bir şeyiniz yok!”

Doktor’un “mantık denizinin

gemilerini tanı” uyarısını aldığın-

da “Bu sizin lafını ettiğiniz gemi-

ler, sakın mantık denizinin mid-

yeleri olmasın? Bana öyle geliyor ki bunlar dü-

pedüz incisi çıkarılmış midye kabuğu” yanıtı-

nı verir.

H�C�V SANATININ BA�ARILIÖRNEKLER�NDENDeneme ve günlük denildiğinde ilk akla ge-

len isimlerden birisi olan Salâh Birsel dene-

melerini okurken yüzümüzde beliren tebes-

sümünü çoğu zaman “Dört Köşeli Üçgen”de

de bulacak ve bu tebessümler çoğu zaman da

yerini ağız dolusu kahkahalara bırakacak.

Çünkü Birsel, bu eserinde hiciv sanatının en

başarılı örneklerinden birini sunuyor.

“Gözlem yapıyorum demek mutluyum” ,

“gözlem yapıyorum demek varım” diye yola

çıkan kahramanımızın sonunu merak eden-

lere ise şunu demekle yetiniyoruz:

Mekânın birey algısı bakımından kırılarak

yeniden yorumlanışı, belleğin ritimlerine kar-

şı çıkış, ahlak totaliterliğine tepki olarak ko-

yulan bir karşılık mesafede “değil”lerin dün-

yasına hiç çekinmeden girin. Gözlemden

başka sığınağı olmayan, adressiz bir “göz-

lemci”nin “üçgence” konuşma kılavuzuna

bir göz atın ve kendinize bir sorun: “Herkes

gözlemci olsa, dünyada birçok işler karışılık-

tan sahiden kurtulur mu?”

(Dört Köşeli Üçgen, Salâh Birsel,Sel Yayıncılık, 128 s.)

Page 6: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

DAĞHAN DÖ[email protected]

“…Rahip Gaudemar, günah çıkarma hücresiönünde oluşan uzun kuyruğu gördüğünde, ken-disini yorgunluk olarak hissettiren büyük birümitsizliğe düşüyor. Kendisine anlatılanlar hepaynı değil mi? Dünyanın ağırlığı. Bazen kalkıpgitmek istiyor. Günah çıkarma hücresininönüne, dükkan sahiplerinin yaptığı gibi, üze-rinde ‘Kapalı’ yazan bir tabela asmak istiyor.”( Markiz, s.120 )

Derin bir çaresizliğin içine yuvarlanır, hatta

kimi zaman insan oluşumuza lanet ederiz. Bilhassa

sevdiğimiz insanların kötücül davranışları bizi deh-

şete düşürür, isyana sürükler. Kendimizin değil

ama etrafımızdaki insanların kötülükleri, daya-

nılmazdır. Ne yarattığı mucizeler, ne de kurdu-

ğu muazzam düzen, Tanrı’ya hayranlık duyul-

masının yegane sebebinin bu olduğunu düşünü-

rüm. Sayısız insanın günahlarını ve zihnindeki ah-

laksız tasarıları görüyor ve işitiyor olmasına kar-

şın; insandan umudunu kesmemesi…

Tanrı’nın nüfuz ettiği, kendi sabrının engin su-

larında yıkadığı biriydi Renee-Pelagie de

Montreuil… Namı-diğer; Markiz…

Marki de Sade’la evlendirildiğinde he-

nüz yirmi birindeydi. Özellikle annesi bu

evliliğe fazlasıyla taraftar olmuştu. Ne de

olsa, bu soylu ailenin kanına bir de

Marki kanı karışacaktı. Marki’nin aile-

sinin kötü şöhreti, kendi çapkınlıklarının

hudutsuzluğu katlanılabilir cinstendi.

Hangi soylu beyin metresi yoktu ki! Müs-

takbel Markiz de, Sade’ı görür görmez

yörüngesine girmişti. Bakışlarında, dokunuşunda

bir başkalık vardı. Adını koyamadığı ancak da-

marlarına kadar hissettiği bir şey… O tarifsiz his,

Markinin dudağında ıslanan kelimelerle şekille-

niyor, somut bir hal alıyordu:

“…Ama bir anda onun kelimelerindeki ima-

yı işittim. Annemle babamın, yaşlı Kont’un ve hat-

ta duvarın dibinde bekleyen uşakların bile duymuş

olabileceği şekilde açık seçik şöyle konuşmuştu:

Şimdiye kadar sana yasaklamış oldukları bütün o

uygunsuz şeyleri, artık birlikte yapacağız.”

Markiz o günlerde, sevgi dolu bir yuvanın ılık

düşleri içindeyken; yaklaşmakta olduğu büyük acı-

lardan habersizdi. Marki’nin ödünsüzlüğü, dile-

diği zaman evi terk edip; zehirli soluğunu başka

kadınların yanında alışı, bazı dönüşlerinde göm-

leğine sindiğini gördüğü kan lekeleri ve nihaye-

tinde işkence ettiği kadınların açtığı sayısız

dava… Bunlara rağmen, Tanrısal bir kudret ve

sabırla, umudunu hiç yitirmedi Markiz. Etrafın-

daki kimse, Sade’ı Markiz’in gözleriyle görmü-

yordu. Onun ruhunun hasta olduğunu görmüş-

tü, ona yetmek istiyordu; oysa o ıslah olmaz bir

bozguncuydu, büyük bir bozguncu! Tedaviye

cevap vermiyordu.

“…Evet, itiraf ediyorum, diye yazıyor birkaç

sene sonra karısına, ben bir sefahat düşkünüyüm.

İnsanın bu alanda hayal edebileceği herşeyi ha-

yal ettim, ama hayal ettiğim herşeyi hiçbir zaman

yapmadım ve asla yapmayacağım da. Ben bir se-

fahat düşkünüyüm, ama katil ve suçlu değilim.”

Markiz, aldatıldığı onlarca belki de yüzlerce ka-

dına rağmen; Marki’yi hiç yalnız bırakmayacak-

tır. Mahkum olduğu yıllar içerisinde dahi, tenine

dokunabildiği tek kadın olacaktır Sade’ın…

“…Ben daha ilk andan beri onu sevmeye karar-

lıydım. Ve o buna son derece açıktı. Çünkü her

kötü oğlan, kendisini bağışlayacak ve buna rağmen

sevecek bir kadına ihtiyaç duyar. Onun için bu ben-

dim. Her zaman ben oldum. Yegane!” ( s. 343 )

“Marquis de Sade! Sadizmin kurucusu olduğu

kabul edilen felsefeci, edebiyatçı ve bozguncu! Ru-

hundaki öfkeyi, bedeninin emrine vermiş bir ye-

minli…” Tabuları yıkan, bendinden taşan bir sel,

bir korkusuz! Düşler prensi, hayatı boyunca iki-

yüzlü olmamış, riyaya bulaşmamış bir günahkar!

Tek korkusu, can sıkıntısı; buna tahammülü

yok… Yorulmak bilmeyen bir savaşçı!

FRANSIZ �HT�LAL�’N�N TAR�HSELDEKORUBöylesine bir fenomen, Sibylle Knauss’un kale-

miyle daha da keskinleşiyor. Can Yayınları’ndan

çıkan, “Markiz”; Marcuse de Sade’ın evliliğini ve

eşi üzerinden hayatını anlatan biyogrofik roman

niteliğinde bir eser… 355 sayfa olması-

na rağmen, okuyucunun elinde kar gibi

eriyecek bir kitap! Alman yazar Knauss,

roman boyunca iki farklı anlatım tekni-

ğiyle karşımıza çıkıyor. Zaman zaman

“Tanrı anlatıcı” denilen üçüncü tekil şa-

hıs ağzıyla, kimi zamansa Markiz’in di-

liyle… Bu dalgalı anlatım, romana akı-

cılık katıyor, Markiz’in yerine geçtiği pa-

sajlar; okuyucuyu hikayenin anaforuna

dahil ediyor.

Roman, her ne kadar politik vurguları birin-

ci plana almamış olsa da; Fransız İhtilali’nin ön-

cesi ve sonrasında geçmesi bakımından, tarihsel bir

dekor içeriyor. Marki’nin devrim öncesindeki ko-

numu ve sonrasında şartların onu sürüklediği yer

ilgi çekici! Bir başka ufuk açıcı detay ise romanın,

dönemin kadına bakış açısını yansıtması…

Sade, üzerine onlarca makale yazılmış, psiko-

lojik incelemeler yapılmış; felsefe ve edebiyatta yer

bulmuş bir –izm’in temsilcisi… 2000 yılında Türk-

çeye “Düşlerin Efendisi” olarak çevrilen, Philip

Kaufman yönetmenliğinde bir film de çekilmiş. Or-

jinal adı: “Quills…” Ülkemizde de Sade’ın felse-

fi boyutu üzerine kafa yormuş ve bunun toplum-

sal izdüşümlerini yorumlamış edebiyatçılarımız

mevcut:

“… Bu kafa elbette, bütün yöneticilere, yöne-

tilenler üzerinde – işkencenin her türlüsü de dahil

olmak üzere – sınırsız haklar sağlıyor; alaturka des-

potluk rejimleriyle, ilk dünya savaşından sonra Ba-

tı’ya egemen olan, totaliter baskı rejimlerinin (fa-

şizm ya da stalinizm) hiç de uzağında değiliz artık.

Kim ne derse desin, Sadizmin siyasal düzeydeki gö-

rüntüsü, tartışmasız Faşizmdir!” (Attila İlhan,

Hangi Seks, İş Bankası Kültür Yayınları, s. 243) Saygıdeğer okuyucu, bir değil birden fazla kez

okunması gereken bu kitap için; tükenmez ka-leminizi boş kağıt üzerinde deneyiniz. Zira altı çi-zilecek çok satır olacaktır!

(Sibylle Knauss, Markiz, Can Yayınları,Çeviri: İlknur İgan, 355s.)

“Markiz”; Marcuse de Sade’�n evlili�ini ve e�i üzerindenhayat�n� anlatan biyogrofik roman niteli�inde bir eser…

Kötü çocuk,Marquis de Sade!

MURAT HATUNOĞ[email protected]

İlginç yaşayan insanlarız biz Türkler, her işi-

miz elden ayrı. Yaşamlarımızın ilginçliği-

ni tamamlarcasına, ölümlerimiz de elden

ayrı.

Yıllar evvel, bir randevu evinde gizli ka-

meraya takılan bir adamın görüntüleri

çıkmıştı televizyona. “Ben aids’liyim.” di-

yen fahişeye, “Ben de Türk’üm. Bana bir

şey olmaz” diye yanıt vermişti adam. Ona

bir şey oldu mu bilmem, ama başlarına “bir

şey” gelen çok örnek var.

Gerçek olmadığını umut ettiğim ör-

neklerden bazıları şunlar: Erzurum’da bir

berber, bir müşterisinin boynunu -rahat-

latmak için- hızla sağa sola çevirir; boynu

kırılan müşteri oracıkta can verir... Rize’de

elektrik direğine yaslanıp ayakkabısına

kaçan taşı çıkarmaya çalışan bir kişiyi,

onun elektrik akımına kapıldığını sanan bir

yardımsever kurtarmak ister, bunun için ka-

fasına kalasla vurur, adamcağızı öldürür,

bize vur deyince öldürmek deyimini dü-

şündürür... TEM otoyolunda alkollü hâl-

de seyreden beş kişi, radyoda oynak bir şar-

kı -tahminimce İç Anadolu’dan bir oyun ha-

vası- çalmaya başlayınca araçtan iner, yol-

da göbek atmaya başlar ve bunlardan üçü,

farklı araçların çarpmasıyla hayata veda

eder, bu dünyadan güle oynaya göçer...

Evet, aslında, gülerek ölünse bile, ölüme gü-

lünmez. Düşünülür, öncesi ve sonrasıyla.

Eksik kalanları ve fazlasıyla. Ve ölüden ko-

pulur. Ateşle, toprakla ya da suyla...

İşte Türkler, hayatları kadar ölümleri

de ilginç olan Türkler, ölülerinden kopuş-

larında da hayli ilginçlikler sergilerler.

Şimdilerde, göze çok garip gelen bir şey yok,

ama tarihte yürüdükçe beliriyor ilginçlik-

ler. Gömülmüşler mesela, ama atlarıyla, ok-

larıyla, mızraklarıyla, tütünleriyle; kadın-

lar ise, en güzel elbiseleriyle, kulak temiz-

leme kaşıklarıyla, dikiş iğneleriyle. Me-

zarlara tahıl taneleri serpmişler, içki dök-

müşler. Bazen yakmışlar ölülerini, bunu

âdeta bir şeref nişanı bellemişler. Ve daha

nice ilginç işe girişmişler. Bunların bir kıs-

mını tarih kitaplarından okumuşuzdur,

ama bilmediğimiz kısmı çok ama çok bü-

yükmüş meğer. Bunların nicelerini anlatı-

yor, Pinhan Yayıncılık’ın, inceleme rafla-

rına kattığı “Türkler ve Ölüm” adlı eser. O

kadar ki, 640 sayfalık bu etli kitap her bir

satırında ayrı bir ilginçliği gösteriyor, hem

de arka planı da hesaba katarak. Yani, aca-

ba neden atlarıyla gömülmüş bu Türkler,

gibi sorular soracak olursanız, fevkalade do-

yurucu yanıtlar almanız mümkün bu ki-

tapta. Ve muhtemelen sorularınıza alaca-

ğınız yanıtlar, dolgun bir felsefe, dinler ta-

rihi, sosyoloji harmanından pişmiş, ilgi

çekici ve yeni sorular sordurucu yanıtlar ola-

caktır. Okuma sırasında, sıkılganlığınızın

merakınızla ters orantılı olarak azalacağı-

nı, bu azlığa anlatıdaki tarihsel roman

aromasının katkıda bulunacağını da belir-

teyim.

Yazar Edward Tryjarski, bu çalışmasını

aslında 1991 yılında, Leh dilinde yayımla-

mış. Ancak -acıdır ki- kitabın Türkçeye çev-

rilmesi 2011 yılına sarkmış. O yüzden, bu

yirmi yılda değişen teknoloji ve onun su-

nacağı bilgilerden mahrum kalınmış. Tabii,

bu durum kitabın güçlü bir birikimin ese-

ri olduğu ve alanında yapılmış en önemli

çalışmalardan biri olduğu gerçeğini orta-

dan kaldırmamış. Hâlihazırda, dünyanın en

saygın Türkolog ve doğubilimcilerinden ka-

bul edilen ve Türk Dil Kurumu şeref üye-

si olan yazar da bu durumdan samimi bir

şekilde bahsetmiş. Ve şunu eklemiş: “Bu ki-

tapla ilgili eğer bir sorun varsa, o da, tarih

denen sahnenin pek çok evresinde boy gös-

termiş Türk halklarını ve Türk halklarıyla

birlikte insan varoluşunun temel sorunla-

rını tartışan kişinin Türk değil de, yaban-

cı, dışarlıklı olmasıdır.

“Hiç kuşkusuz Türk okurları, kitapta-

ki bilgi ve tartışmaları sadece kuru bir bil-

gi olarak almayacaklardır; kendi ulusal ka-

rakterlerinin unsurlarını, kendi dilleri ve iç-

sel duygulanımlarıyla harmanlayarak daha

doğru bir şekilde yorumlayacaktır.

“Bu kitabın amacı, Türk okuyucular

için yeni tartışma formları ortaya çıkar-

maktır; bu formların nasıl oluşacağını za-

man gösterecektir.”

Umarız, yazarın dediği olur, bu saye-

de ölümü, dünün, bedenin ve günün ölü-

münü öğrenen Türkler, yaşamlarına ölü-

mü sindirecek değerler biçer. İşte o zaman

belki, batıdaki “Türk gibi sigara içmek” de-

yiminin anlamsızlığı, ambulanslarda yazan

“Sigara İçilmez, Oksijen Makinesi” yazı-

sının gereksizliğini bütünler. Hem ger-

çekten hem mecazen.

Türkler ve Ölüm, Edward Tryjarski,Pinhan Yayıncılık, Çev. Hafize Er, 640 s.

Sıradaki bölüm:ÖlümAc�d�r ki kitab�n Türkçeye

çevrilmesi 2011 y�l�nasarkm��. O yüzden,

de�i�en teknoloji ve onunsunaca�� bilgilerden

mahrum kal�nm��. Tabii, budurum kitab�n güçlü bir

birikimin eseri oldu�ugerçe�ini ortadan

kald�rmam��.

Page 7: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

Başka bir insan mümkün!

CENK ÖZDAĞ[email protected]

EN TEMEL YANILSAMAİnsanın doğayla ve insanla giriştiği mücadeledehayal gücümüzü zorlayan yaratımlar ve ke-şiflerle karşı karşıyayız. Biogenetikten nano-teknolojiye, sosyal psikolojiden reklamcılığa,insanın “özü”ne ilişkin çalışmalar yapan amaaynı zamanda da bu “öz”ü değiştirmeye çalı-şan uğraşlar bin yıllardır Batı merkezli düşüncebiçiminin, belki de en temel, yanılsamasını güç-lendiriyor. Bu en temel yanılsama MarshallSahlins’in “Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması”adlı eserinde etraflıca ele alınıyor. EmineAyhan ve Zeynep Demirsü tarafından Türk-çeleştirilen kitap, 2012’nin Mayıs ayındaBGST Yayınları tarafından yayımlandı.

SOPANIN TEMELLEND�R�LMES�Bu yanılsamayı betimleyen Sahlins’e sözü bı-rakalım: “Batılı” diye adlandırdığımız insanlar2000 yılı aşkın bir zamandır kendi içsel varlık-larının hayaletinin daimi tasallutu altındadır-lar: Öyle açgözlü ve kavgacı bir insan doğası ha-yaletidir ki bu, bir yolu bulunup hükmedildi-ği takdirde, toplumu anarşiye sürüklemesikaçınılmazdır” (s. 9) Modern dünyabu “kaçınılmaz” duruma karşı iki al-ternatif sunmaktadır. Yazar bu al-ternatiflerin her ikisinin bu yanılsa-maya dayandığını ve bu yanılsama-yı beslediğini belirtiyor. Sahlins’in de-yişiyle bu iki alternatif, “hiyerarşi veyaeşitlik; monarşik otorite veya cum-huriyetçi güçler dengesidir” (s. 9). Di-ğer bir deyişle bastırılması yahutkontrol edilmesi gereken bir canavarolan insan doğasına karşılık ya Hobbes’un “Le-viathan”ı gibi başka bir canavar (devlet) ya dacanavarı canavar olmaya zorlayan arzularını veözçıkarlarını diğer canavarların arzuları ve öz-çıkarlarıyla dengeleyecek bir “pat” durumu ge-reklidir. Bunlardan birincisi, Atina’da, Ortaçağmonarşisinde ve daha başka monarşi yanlısı eği-limlerin güçlü olduğu dönemlerde ağırlık ka-zanırken, ikincisi, özellikle, merkezi yapılarınkurulamadığı ya da burjuvazinin yükselişegeçtiği Amerikan ve Fransız devrimleriylebaşlayan süreçte güçler dengesi yaklaşımıyladevlet kuramında kendini gösterdi.

FARKLI SOPALARA AYNI TEMELİnsanın arzularının ve özçıkarlarının peşindengiden bencil bir doğası olması karşısında ortayaçıkan çözümler belliydi: Ya bu doğayı bastıracakya da insanları birbiriyle çatıştıran daha akıl biryönetimin egemenliği. Her şekilde iktidarınkendini meşrulaştırmasının bir aracı haline ge-len bu kötücül insan doğası kavrayışı kendi içe-risinde farklılık taşıyan bir dizi görüşe temeloluşturuyordu. Batı ortaçağının egemenlik ku-ramına göre yetki Tanrı’dan, yani herkese eşituzaklıkta olan ve doğal olarak kötücül bir eği-limi olmadığı gibi kötücül eğilimleri bastıranemirlere sahip bir aşkın varlıktan, alınmaktaydı.Bu kurama karşı o günün devrimcileri yetkiyihalka ya da millete dayandırdıkları bir başkakuram geliştirdiler: milli egemenlik kuramı. Bukuram özçıkarların toplamına karşılık genel ira-deyi, Tanrı’nın atadığı kralın egemenliğine kar-şı milli egemenliği, tebaaya karşı milleti orta-ya çıkarıyor ve savunuyordu. Ancak değişme-yen bir mantık da bu değişimin altında akıp gi-diyordu: insanın kötülüğünü aşabilmek için yaonları birbirine karşı çekinmeye itecek bir ser-bestlik ya da doğalarını içlerinden çıkartama-

yacakları bir baskı rejimi. Bu ikilemin ardında,insanın değişmez ve kötücül bir doğası oldu-ğu düşüncesi bulunuyordu.

Her şekilde, mevcut yönetimleri meşru-laştırırken (Grotius ve Hobbes söz konusu ol-duğunda) ya da gelecek yönetime kuramsal birzemin hazırlarken (“Kurucu Babalar” ya daRousseau söz konusu olduğunda) “doğal du-rum” faraziyesi temel oluşturuyordu. Hobbes’agöre bir kaos ve anarşi ortamı olan doğal du-rumun bu karakterinin nedeni insanın özçı-karlarının peşinden gitmesiydi. Hobbes’unki-nin aksine aydınlık bir doğal durum betimle-mesi yapan Rousseau’ya göre ise mülkiyeti te-mel alan uygarlığın bir sonucu olarak bencil-lik, zorbalık gibi kötücüllüklerin yanı sıra bi-lim, sanat ve felsefesi olanaklı olmuştur. Ro-usseau, adeta gelecekte kurmayı arzuladığı iyidüzen için bir potansiyel göstermeye çalışı-yordu: insanın doğal durumunda iyi olması veinsanlararası ilişkilerin eşitlik temelinde olmasıgelecek için bir potansiyel oluşturuyordu.

KÜLTÜREL�N B�YOLOJ��E ÖNCEL���Bu ortak düşünce “zorunlu olarak hayvani eği-limlerimizin kölesi olduğumuz düşüncesi – kay-nağını gene kültürden alan – bir yanılsamadır”

(s. 10). Kendi eğitiminin bir sonucuolduğunu unutan Batılı, bu yanılsa-manın sonucu olarak bütün dünya-yı kendisi gibi gördü: “Tarihten vekültürel çeşitlilikten bihaber olanbu evrimsel bencillik tutkunları, çiz-dikleri sözde insan doğası resmindekiklasik burjuva özneyi ayırt etmektenacizdir” (s. 10). Bu acizliğin teme-linde, 18. ve 19. Yüzyıl Avrupa –Amerika burjuvazisinin tüm dünya-yı kendi imgesinde yeniden kurgu-

lama fantezisi yatıyordu. Bu fantezinin altın-daysa tüm dünyayı yönetme hırsı. Yazar bu-rada, salt Batılı kültürü eleştirmekle kalmıyor,Doğu’nun da insanı ele alışında insanı kötü-cül gösterdiği örnekler olduğunu belirtiyor. İn-celemesinin esasını Batı’nın oluşturmasının ne-deni, Batı’da bu konuda bir tek sesliliğinuzun yıllar hâkim olması ve Batı’nın yaptırımgücünün etkisini tüm dünya halkları üzerindehissettirmesidir.

Batılıyı esir alan bu yanılsamaya rağmen,aykırı bir ses olan Marx’ı da anmadan edemiyoryazar: “Marx için de “insanın özü” evrenin dı-şında başka bir yerde falan değil, toplumsal iliş-kiler içinde ve bu ilişkiler biçiminde var olur.İnsanlar kendilerini ancak toplumsal koşullariçinde birleştirirler”(s. 130). O nedenle yaza-ra göre de Marx’a benzer bir biçimde, Hob-bes’un, Locke’un, Grotius ve Rousseau’nun an-dığı doğal durum (kitabın çevirmenleri bura-da “doğa durumu” ifadesini yeğlemişler) “bu-radadır. Zira kültür, insan doğasıdır” (s. 130).Dolayısıyla “insan doğası, her daim var olanbir varlıktan ziyade, bir oluştur” (s.127). İnsanıntoplumsal ilişkilerinin, özetle bundan da faz-lası olan kültürün, insanın doğasını, hattabelirli bir ölçüde biyolojisini şekillendirdiğinibelirten yazar, “buradaki can alıcı nokta, in-sanların yaklaşık üç milyon yıldır kültürelayıklanma uyarınca biyolojik bir evrim geçir-miş olmasıdır. Bizlerin bedeni ve ruhu kültü-rel bir varoluş için biçimlendirildi” (s. 125) de-mektedir. Yazarın görüşünün özetini kendi ifa-deleriyle verelim: “kültür doğayı önceler…Kültür insan doğasıdır” (s. 125). İnsanlığın top-lumsal kısıtlılıkları aştığı ve yeni insanı yarat-tığı bir gelecek için iyi okumalar. (Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması MarshalSahlıns BGST Yayınları, Çev. Emine Ayhan,

Zeynep Demirsü, 133 s.)

“Burada can al�c� nokta, insanlar�n yakla��k üç milyon y�ld�r kültürelay�klanma uyar�nca biyolojik bir evrim geçirmi� olmas�d�r. Bizlerin bedenive ruhu kültürel bir varolu� için biçimlendirildi… Kültür insan do�as�d�r.”

17 A�USTOS 2012 CUMA 7Aydınlık KİTAP

ARAKABLO

TÜRKİYE’NİN RUHUNU ARAYAN AYDIN: KEMAL TAHİR / 3

Hece yazarlarınınKemal Tahir’de

bozulan yerlilik kanonuSEYYİT NEZİ[email protected]

“Hece” yazarlarının her birisi yazıya “yer-

lilik” arayışıyla giriyor; Türk toplumunun

evrim yasalarını Kemal Tahir’in doğru an-

lama çabasını yerli olma gereksinimine da-

yandırıyor. İyi de onun hiç böyle bir niye-

ti olmuş muydu?

Kemal Tahir’in İnönü’yle çakışan kök-

lü devlet geleneği fikrini anlamamakta ıs-

rarlı davranan Hececiler, onun Batı’laşma

karşıtlığının kaynağında Osmanlıcı oluşu-

nu buluyorlar. Oysa Osmanlı’ya geri dö-

nüşün olanaksızlığının baştan beri farkın-

dadır Kemal Tahir: Ne dış talanı, ne de onun

artıdeğeri olarak kerim devleti geri getirmek

olanaklıdır.

Her ne kadar Doğu ve Batı’yı farklı, bir-

biriyle kesişmesi olanaksız uygarlıklar olarak

görüyorsa da, asıl vurgusunun bilinçsiz ve yan-

lış modernleşme çabalarına yöneldiği açık-

tır. O, Türk modernleşmesine değil, Batıcı,

emperyalizme bütünleşik yönelim ve giri-

şimlere karşıdır: Gerçekte, ona

göre, batılaşma eşit modernleşme

değildir. Nitekim Vefa Taşde-

len, Türk Marksistlerini ondan al-

dığı şu cümleyle eleştirirken, as-

lında onun bu vurgusunu öne çı-

kartır (Hece, S: 23 / 181, s. 20):

“Benim öfkemi kabartan, bizim

Marksistlerimizin Batı’da neyin

niçin yapıldığını bilmeden mem-

leketimizde de aynı şeylerin ya-

pılmasını istemeye kalkışmalarıdır.”

Kemal Tahir, Batı toplumlarının evrim

diyalektiğiyle Doğu’nunkinin birbirini tut-

madığı, Osmanlı toplumunun Doğu’yu en

zengin ve çok çeşitli yapısal özellikleriyle yan-

sıtması yönünden önem taşıdığı düşünce-

sindedir. Yanlış Batılaşmayı ortaya çıkaran

bir başka saptamasını Kenan Çağan anım-

satıyor (s. 63): “Osmanlılarda başlayıp Cum-

hutiyet’te süren Batılılaşma atılımı, bünye-

deki millî uyanış ve davranışın yokluğu se-

bebiyle temelsiz başlayıp temelsiz sürmüştür.”

KEMAL TAH�R YEN�OSMANLICI MI?Tam bu noktada Hececiler, Kemalist ideo-lojinin çürütüldüğü vargısıyla asıl niyetleriniaçığa vururlar: Acaba günümüzün “YeniOsmanlıcılık” yönelişi için Kemal Tahir’dekimi ilmekler bulmak mümkün müdür?Peki ama bu niye gerekli olsun ki: İslâmi Os-manlıcılık marangozları, Mehmet Âkif,Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç,Nuri Pakdil’le masayı ayakları üstüne otur-tamıyorlar mı da, Ali Galip Yener, ÖmerTürkeş’in yedeğinde, “Kemal Tahir’in ba-şını çektiği Yeni Osmanlıcılık” için “imkân”arayışına giriyor (s. 196-198)?

İşin özü şu ki, AKP’nin politik alanda

emek ve cumhuriyet karşıtı eğilimlerle

kurduğu ve sonuç aldığı anda bozuverdiği

ittifakların benzerine kültürel alanda da ih-

tiyaç var! Kemal Tahir, bir uçta Batı kar-

şıtlığına ve Osmanlıcılığa, öbür uçta Mark-

sizme uzayan düşünce tarzıyla solun ve sa-

ğın arakesitindeki bir yazar olarak hem şi-

rin hem de mücessem ve cezbedicidir. Kul-

lanılmaya müsait olan elbette kullanılır! An-

cak bu heves, Marx’ın çok iyi betimlediği

gibi, “bencil hesabın buzlu suları”ndan

çıktığı anda çözülüp dağılıyor.

OSMANLI VE MARKS�ZMHece yazarlarının her birisi, “küresel ku-

şatılmışlık ve zorbalığa sahici cevaplar üre-

tebilmek” adına (Ali Emre, s. 96), yazıya

“yerlilik” arayışıyla giriyor; Türk toplu-

munun evrim yasalarını Kemal Tahir’in

doğru anlama çabasını yerli olma gereksi-

nimine dayandırıyor. İyi de onun hiç böy-

le bir niyeti olmuş muydu?

Kemal Tahir’in Marksizm’e bir yöntem

olarak başvurusunun gerisinde yerli kav-

ramlar yer alsa bile, Doğu sorunu üstüne asıl

itki ve yönelimi bizzat Marx ve Engels’in be-

lirlemeleri sağlar. Engels, “Gerçekten de bü-

yük toprak mülkiyetinin olmayı-

şı, Doğu’nun siyasal tarihinin ol-

duğu gibi, din tarihinin de anah-

tarıdır” sözüyle, din ve siyaset

örtüşmesine evrensel düzeyden

yaklaşım getirir.

Nitekim Kemal Tahir, Os-

manlı’dan sosyalizme uzanan bir

yapılanma tasarımının uygulama

olanağını ararken ilginç bir nok-

taya gelir: “Ortanın solu içine

yerli doktrini bulup koyana kadar bütün gay-

retler devletin çökmemesi, bilhassa büyük bir

sahtecilik olan, hükümetle yer değişmeme-

sine çalışmak olmalıdır.” Peki bu sahtecili-

ğin bizzat içinde olanlar, ABD’nin doğrudan

denetiminde ve halktan gizli yapılan işleri

devlete, talandan pay ve sadaka dağıtmayı hü-

kümete mal etmekte değiller midir? Kemal

Tahir bu takiyyeyi daha 40 yıl önceden

görmüştür.

Kemal Tahir, İslâmi Osmanlıcılığın

yerlilik adına ucuz teorik yakıştırmalarla ye-

değine alabileceği çapsız yazarlardan de-

ğildir, böyle bir girişime niyet edenleri piş-

man eder; Necip Tosun’un teslim ettiği gibi

(s. 46), onu salt renklilik ya da çokseslilik adı-

na kendine katma girişimini ve kanonu (ve

de oyunu) bozar: “...kalıplara, kanona baş-

kaldıran bir sanatçı, düşünür kimliği sergi-

lemiştir”. Dahası, Hece yazarlarının kendi

aralarında Kemal Tahir üstüne kanon oluş-

turma çabaları da boşta kalır.Kemal Tahir’in asıl meselesi neydi?

Haftaya konuyu tarihsel ve güncel kesiş-meler bağlamında tartışmak gerekecek:Batı karşısında Doğu’nun ön siperlerini sa-vunmak bugün de olanaklı mı? (AydınlıkKİTAP, bayram dolayısıyla birkaç sayı 16sayfaya düşünce, Ahmet Kayıran ve öbür ar-kadaşların eleştirilerini değerlendirmeyiileriki sayılara ertelemek zorunda kaldığı-mı belirtmek isterim)

Page 8: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA8 KAPAK

SADIK [email protected]

Ünlü Alman düşünürü Ernst Bloch’un toplam

3 cilt olan başyapıtı Umut İlkesi’nin 2. cildi geç-

tiğimiz günlerde İlitişim Yayınları tarafından

ve Tanıl Bora’nın çevirisiyle yayımlandı.

Bloch’un bu kadar gecikmiş olarak Türkçeye

kazandırılmış olması, ülkemiz adına bir talih-

sizliktir. Çünkü Bloch, hem felsefeye, hem gün-

cel siyasete hem de ütopya kavramına yaptı-

ğı özgün katkıları dolayısıyla Türkiyeli okurun

dikkatle incelemesi gereken önemli bir filo-

zoftur. Düşünceleri derindir, dili ise ağır. Her

ne kadar çevirmen bazı kavramları isabetli seç-

memiş olsa da ki bunların başında “arzu

manzarası” kavramı gelir, gene de o zorlu bir

işi başarmıştır.

Bu üç ciltlik eser Bloch’un geçmiş yüzyı-

lın başlarından itibaren ilmek ilmek dokudu-

ğu ütopya ve umut kavramlarına dair felsefi

yazılarını içermektedir. Sonradan Bloch bu ça-

lışmasıyla felsefeye yeni bir ufuk kazandırdı-

ğını ileri sürecektir, ancak eser, alışılmışın dı-

şında bir sistematiğe sahiptir; daha doğrusu

eserdeki yazılar bir sistematikten yoksundur.

Eser hem bu biçimiyle, hem geçmiş yüzyılın

20’li ve 30’lı yıllarına ilişkin kültürel ve top-

lumsal eleştirileriyle hem de üslubuyla Nitzsc-

he’yi hatırlatır. Nitzsche 19. yüzyılın sonla-

rından itibaren Batı’nın derinleşen toplumsal

krizine, saldırgan ve karamsar bir üslupla, ama

bir o kadar da etkili kültür eleştiriler yönelt-

mekteydi. Onun düşünceleri ve üs-

lubu, yükselen kapitalizmin

saldırgan üslubunu yansıtıyor-

du. Bloch’unki ise ezilenlerin ih-

tiyacına uygundu: Çünkü o,

umut ve iyimserlik dağıtmak-

taydı. Ama o iyimserliği veya kör

bir umutla yaymaz, maddi zemi-

ni sağlam olan bir umut ve iyim-

serlikle yapardı.

Onun öğretisi sadece umut

etmeyi öğretmez, aynı zamanda et-

kin olmak, aktifleşmek ve militan

tutum almak için de enerji sun-

maktaydı. Nitekim o, eserinin önsözünde gö-

rüşlerinin böyle anlaşılması için özellikle vur-

gu yapar.

TEK BOYUTLULU�A TUTUM Bloch’a göre felsefe, Kant ve Hegel’le önem-

li bir birikim yaratmıştı, ancak esas atılım, 19.

yüzyılda Marks’la birlikte yapılmıştı. Ne var

ki Marksist felsefe 20. yüzyılın başlarından iti-

baren donuklaşmış, tekdüzeleşmiş, tek bo-

yutluluğa doğru meyletmiş ve böylece kitle-

leri kucaklama yeteneklerini de sınırlamıştı.

Ekonomik, siyasi ve toplumsal krizin derin-

leşmesiyle şaşkınlığa uğrayan kitlelerse umut-

suzluğa kapılarak gerici ideolojilerin peşine

takılmaktaydı. Bloch’a göre bu süreç sadece

bugünü öngörmeyen, aynı zamanda gelece-

ğe de uzanan, insanlara umut ve iyimserlik aşı-

layan, henüz gerçekleşmemiş olmakla birlik-

te, potansiyel olarak var olmakta olanı yara-

tan yeni bir felsefeyle tersine çevrilebilirdi. O

ortaya attığı umut ilkesiyle bu felsefeyi ya-

ratmaya adaydı.

HAREKET VE UMUT �LKES�Bloch felsefi tezlerini, yeni bir anlam kazan-

dırdığı madde kavramına dayandırır. Ona

göre madde denen kavram, sonuçta soyut ve

kişiliksiz bir kavramdır. O, süreç içinde, yani ha-

reketle ve dönüşümle birlikte varlık olur ve ki-

şilik kazanır. Hareket olmadan madde olmaz,

madde olmadan de hareket çıkmaz. Hareket

bir bakıma maddenin gerçekleşmesinden baş-

ka bir şey değildir.

Bloch’a göre maddenin gerçek çehresi

onun mevcut halinde değil, fakat henüz ger-

çekleşmemiş olan, ancak gerçekleşmeyi içeren

kırılgan halinde, buna sınırında da demek

mümkündür, ortaya çıkar. Bu durum aynı za-

manda insana kendini yeniden var etme ola-

naklarını da sunmaktadır. Bir bakıma madde,

olabilme potansiyelidir. Her maddi varlık,

ancak kendi hareketi içinde, ama öylesine ve

sadece an’ı içeren haliyle değil, aynı zamanda

geleceği de içeren haliyle kavranabilir. Hare-

ket Bloch’a göre sıradan bir devinim değil, fa-

kat maddenin bir konumdan bir başka konu-

ma bilinçli geçişidir. İnsan bilinci ise bu hare-

ketin daha bir bilinçle yapılmasını, yani umu-

dun gerçekleşmesini düzenleyen bir rol oynar.

Bloch’un bahsettiği umut, tabii ki

kör bir inanç değildir; fakat özne-

yi harekete geçiren, onun enerjisi-

ni ateşleyen, ihtiyaçtan kaynak-

lanması nedeniyle de özlemlere ve

arzulara dair tasarımları somut-

layan bir kıvılcımdır.

UMUT �LKES�NDENDEVR�MC� B�L�NCEHer maddi varlığın oluşumu

bir tesadüftür, ancak o aynı za-

manda bilinçli ve zorunlu bir ha-

reketin ve devinimin eseridir de.

Dolayısıyla varlıkların kavranması, ancak

onun geleceği de içeren hareketinin kavran-

masıyla mümkündür. Nasıl ki Hegel tinin fe-

nomenolojisini inceleyerek felsefeyi devrim-

cileştirmişse, Bloch da maddenin geleceği içe-

ren hareketinin kavranmasını sağlayarak

devrimcileştirmektedir.

“Umut İlkesi”nin antropolojik zemini

Bloch’a göre hareketi etkin kılan tin değil, fa-

kat maddenin özünde bulunan arzu ve ihti-

yaçtır. İnsanın temel özelliklerinden biriyse

onun ihtiyaçlarını gidermeye meyilli olmasıdır.

Bunu da arzu demetiyle, rüya ve fanteziyle ve

en çok da özlemle dile getirir ve hatta bunun

yerine getirilmesi için canını ortaya da koyar.

Bloch insanoğlunun henüz sahip olunmayan

istek ve arzularına yönelik çabasını onun en

önemli antropolojik özelliği sayar.

İnsanoğlunun karşı karşıya kaldığı ilk şey

yoksunluktur, ihtiyaçtır. O mutlu olması için ih-

tiyaç duyduğu şeye sahip değildir. Bu gerçek-

leşmediği sürece de mutlu olamayacaktır. Te-

melinde ihtiyaç bulunan arzu, bilinç sıçrama-

sıyla mevcudu parçalayan bir umut ilkesine dö-

nüşmektedir. İnsanoğlu henüz gerçekleşmemiş

olan arzusunu, umutla gerçekleştirir; bir ba-

kıma o kişiliğine, ona bu kişiliği kazandıracak

olan umut tarlasından geçerek kavuşur. Bloch’a

göre “umut ilerici bilincin tayin edici bir un-

surudur”; insanoğlu bu bilinçle nesneyi dön-

üştürür ve böylece verili düzeni devrimcileşti-

rerek ortadan kaldırır.

FELSEFEDE YEN�AÇILIM �DD�ASIMarks Feuerbach Üzerine yaz-

dığı Tezlerinin 11. sinde “bütün

filozofların dünyayı açıkladığını,

ancak önemli olanın dünyayı

değiştirmek olduğunu” vurgula-

mıştı. Marks insan pratiğinin

önemine vurgu yapmıştı, ancak

buna ilişkin ayrıntılı analizlere gi-

rişmemişti. Bloch ise Umut İlke-

si ile Marks’ın 11. Tezini derinleş-

tirdiğini ileri sürmektedir.

Aslında bilimsel sosyalizmi derinleştirme

ve insanoğlunun derin yabancılaşmasını orta-

dan kaldırma arzusu, sosyalist saflarda 20. yüz-

yılın başından itibaren yoğunluk kazanmak-

taydı. Kitlelerin bilinciyle, ideolojisiyle (din ve

mitoloji), psikolojisiyle, örgütlenme ve hareket

tarzıyla ilgili bir dizi yeni eserin yayımlanma-

sı 20. yüzyılın başına denk gelir. Aslında felsefi

bir eser olan “Ne Yapmalı?”yı Lenin 1903’te

yazar; Bloch sosyalist saflardaki nobranlığı ve

tek boyutluluğu aşmak için kitle örgütlenme-

sinin ve pratiğinin ince bir analizi olan ütop-

ya, umut ve gelecek kavramına yönelir. O umut

felsefesiyle, ya da bir başka ifadeyle antropo-

lojik felsefesiyle Marksizm’e yeniden gündüz

düşlerini ve fantezisini verdiğini ileri sürer.

Gramsci 20’li yıllardan itibaren mitoloji,

ideoloji ve hegemonya üzerine önemli notlar

tutarak, kapitalizmin krizine devrimci bir ya-

nıt arar. Mao, 1930’ların ortalarından itibaren

“çelişme ve pratik üzerine” başlıklı felsefi ya-

zılarıyla ÇKP saflarındaki metafizik bakış açı-

sını aşmayı dener. Freud bu tutumu bir başka

açıdan, psikanaliz alanından yaparak, gösterir.

Hemen hemen aynı yıllarda Kıvcımlı’nın da

Türkiye’de Türk sosyalistlerinin pek alışık ol-

madığı yaratıcı açılımlara ve kavramlara yö-

nelmesi bir tesadüf olmasa gerekir.

30’lu yılların sosyalistleri ki bun-

lar ister Avrupa’da, ister Türki-

ye’de isterse de Çin’de olsun, yük-

selen gerici dalgayı aşmak için yeni

bir arayış içine girmektedirler.

Hepsinin amacı kitleleri kazana-

cak, umutlandıracak ve onlara

doğru yolu gösterecek teorik açı-

lımlar sunmaktır. Bloch bu kuşak

içinde en öne çıkmış olanların ba-

şında gelir.

GÜNDÜZ DÜ�LER�Bloch “Umut İlkesi”ni “gündüz

düşleri” kavramına dayandırmaktadır. Her

canlı gece düşü görmektedir, ancak insanoğ-

lunun ayırt edici özelliği onun gündüz düşle-

ri görmesidir. “Gündüz düşleri” kavramı, as-

lında kökleri 18. yüzyıla kadar giden felsefi bir

kavramdır. Rousseau ve John Locke gibi fi-

lozoflar, insan düşünün ve fantezisinin önemini

anlamışlar ve bu yöntemi felsefi ve edebi eser-

lerinde kullanmışlardı. İnsanoğlu bir bakıma

“gündüz düşleri” ve fantezileriyle hem özlem

ve ihtiyaçlarını dile getirmekte hem de mev-

cut düzeni eleştirmektedir. Bu yöntemin Türk

yazarlarca da kullanıldığına 19. yüzyıldan iti-

baren daha yoğun bir şekilde yazılan siyasi rü-

yalarla şahit oluyoruz. Doktor Abdullah

Bloch’un ö�retisi sadece umut etmeyi ö�retmez, ayn� zamanda etkin olmak, aktifle�mek ve militan tutum almak için de enerji sunmaktayd�. Nitekim O, eserinin önsözünde görü�lerinin

böyle anla��lmas� için özellikle vurgu yapar

ERNST BLOCH’UN BAŞYAPITI “UMUT ÜLKESİ’NİN İKİNCİ CİLDİ TÜRKÇEYE KAZANDIRILDI

Umut ilkesiyle sınırları aşmak

Aydınlık KİTAP

Ernst Bloch

Page 9: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA 9KAPAK Aydınlık KİTAP

Cevdet ve İsmail Hakkı da neredeyse ke-

limesi kelimesine gündüz düşlerini, 1912

yılında yayımladıkları “Pek uyanık bir

uyku” başlıklı ütopyalarında dile getir-

mişlerdi. Sonradan bu kavram tıpta ve

özellikle de psikanalizde sık sık kullanı-

lır olmuştu. Bloch’a göre gece rüyası bi-

linçaltına aitti, gündüz düşleri ise bilin-

çli arzunun bir aracıydı.

İnsan darda kaldığında, hem özel

hem kamusal anlamda gündüz düşleriyle

dolar. Beklentiler umutla yeşerir ve ya-

şanır. “Kimisi çöküşün önüne geçmek

için umut eder, kimi ise geceyi yırtan ay-

dınlığı.”

UMUDUN D�YALEKT���Bloch varlığı diyalektik süreci içinde in-

celemekteydi. Ona göre henüz olmayan

şey, bir hiçlik değildi, fakat henüz varlık-

taki yokluktu. Yokluk ise ortadan kaldı-

rılarak varlık haline gelebilirdi. Yokluk,

salt var olmayan değildi, fakat içinde var-

lığı, daha doğrusu var olmaya aday ola-

nı barındıran bir olasılıktı. Bloch henüz

var olmayan, ama doğmakta olanı, bir ba-

kıma umut ilkesiyle “deliğinden çıkar-

maktaydı.” Bu da etkin bir pratikle, ge-

leceğe uzanan hamlelerle, “yarın”ın vic-

danını taşıyan, gerçekten yana taraf tu-

tan, umudun bilgisine sahip” olan tara-

fından gerçekleştirilecekti.

Bloch’a göre insanoğlu geleceğe dö-

nük yaşar, geçmiş sonradan gelir; bugün

hemen hemen hiç yaşanmaz, çünkü o,

geçmişle gelecek arasında erimektedir.

Hayat an’lardan değil, fakat diyalektiğin

belirlediği süreçlerden oluşur. Gelecek-

se hem korku hem de umut içerir.

UMUT VE ÜTOPYABloch tarihte, ütopya kavramını popü-

lerleştiren ve onu felsefenin vazgeçilmez

bir kavramı haline getiren ender düşü-

nürlerden biridir. Engels 1880 yılında yaz-

dığı “Ütopik sosyalizmden bilimsel sos-

yalizme” başlıklı ünlü kitapçığıyla, sos-

yalist saflarda tehlikeli bir hale gelen üto-

pist yaklaşımları eleştirmişti. O günün üto-

pik sosyalist düşünürleri, toplumların

neden ve nasıl dönüştüklerini kavraya-

mıyor ve bu nedenle toplumsal dönü-

şümlerin ya aklın zaferiyle ya da halktan

kopuk küçük kuvvetlerin olağanüstü ey-

lemiyle gerçekleşeceğini sanıyorlardı.

Ayrıca bu düşünürler, toplumsal yapı ile

ekonomik gelişmenin birbiriyle olan kop-

maz ilişkisini göremiyor ve buradan ha-

reketle geleceğe dair olur olmaz fantas-

tik tasarılar üretiyorlardı. Sosyalist saf-

lardaki bu eğilimi eleştirmekle birlikte En-

gels eserinde, ütopyaların ve özellikle de

ütopyacı düşünürlerin tarihte oynadıkları

olumlu role dikkat çekmişti.

Engels’in ütopik sosyalistleri eleş-

tirmesi nedeniyle sosyalist saflarda özel-

likle de 20. yüzyılın başlarından sonra

ütopya kavramına mesafeli durulmak-

taydı. Bloch bu mesafeyi ortadan kal-

dırmakla kalmamış ve hatta ütopya kav-

ramının akademik dünyaya girmesini

sağlayan öncü bir rol de oynamıştı.

Bloch’a göre ütopya, “özne ile nesne ara-

sındaki mesafenin ortadan kalktığı ve her

ikisinin de bir potada eridiği an’dı.” As-

lında ortadan kaldırılan özne ile nesne-

nin ayrılığı değil, fakat aralarındaki tek

yanlı hakimiyet ilişkisidir.

Bütün hayatı boyunca ütopya kavra-

mı üzerinde yoğunlaşan Bloch, tarihten bu

yana ortaya çıkan ve mevcut verili düze-

nin temellerini sarsan bütün kitle eylem-

lerini ve özellikle de ortaçağın karanlığı-

nı yırtan Alman köylü isyanlarının ütop-

yacı bir karakter taşıdıklarını belirtiyordu.

Thomas Müntzer üzerine yazdığı incele-

mesinde Bloch, köylü devriminin dini

söylemelerinden dolayı küçümseneme-

yeceğini ve ayrıca köylü isyanlarının dini

bir kisve altında yürütülmesinin onların bir

zaafı değil, fakat olumlu taraflarının ol-

duğunu vurguluyordu, çünkü bu sayede

öncü devrimciler, hem milyonlarca köylüyü

devrimcileştirmişler hem de onları hakim

sınıfların denetiminden kurtarmışlardı.

Mevcut olanı aşma çabası gösteren

her hareketin, topluma sunduğu yeni top-

lum tasarısıyla ütopya diyarına ayak bas-

tığını belirten Bloch, bu görüşleriyle son-

raki yıllarda ortay çıkacak olan ütopya

teorisyenlerini de kuvvetle etkilemişti.

Hatta o, dinlerin bağrındaki ütopyacılı-

ğı “keşfederek”, sadece Paul Tillich,

Martin Buber gibi ünlü dini-sosyalist

düşünürleri etkilemekle kalmadı, aynı za-

manda 1970’li yıllarda Güney Amerika’da

boy verecek olan özgürlük teolojisinin de

temellerini atmıştı.

ÜTOPYANIN DÜ�ÜNCEDEK�KÖKEN�Bloch’a göre insanoğlu mevcut sorunla-

rına yoğunlaşırken, düşünsel anlamda bir

artı-değer üretir. Bu insanoğlunun gele-

ceğe dair tasarılarından başka bir şey de-

ğildir. Kitle hareketlerinin aşırılıkları

olarak görülen devrimci eylemler ve ta-

sarıların kökeni işte bu düşünsel artı-de-

ğerlerdir. Marks ve Engels de yazışma-

larında devrimler dönemindeki mevcut

durumu kat be kat aşan kitle pratikleri-

nin nedenleri üzerine kafa yormuşlardı.

Bloch bunun kaynağını insan düşünce-

sinin ütopik yanında görür. Ütopyanın di-

yalektik karakteri, onun kendisini her tür-

den aşma pratiğinden uzak tutmasına ve

sürekli, henüz gerçekleşmemiş olanın,

ama olasılıklar dahilinde olanın mekanını

gasp etmesine neden olur.

Bugün bizim, içinde bulunduğumuz

toplumsal şartlar göz önüne alındığında

gerçeklerden kaçışın bir ifadesi olmayan

ütopyaya daha fazla ihtiyaç

duyduğumuz çok açık. Ütop-

ya sadece fantazya dünyası

değildir, aynı zamanda sı-

nırları zorlamak, düşünceyi

kanatlandırmak, yaratıcılık-

ları teşvik etmek ve yeni im-

kan ve yöntemler keşfet-

mektir. Tabii ki en önemlisi

de kitlelerin uğruna savaşa-

cakları yeni dünyaları umut

etmelerini sağlamaktır.

Ernst Bloch herkese na-

sip olmayan uzun ve çal-

kantılı bir yaşam sürdü. Ka-

pitalizmin 19. yüzyıldaki en

azgın gelişme dönemlerin-

den tutun da onun çürüme-

ye yüz tuttuğu 50’li ve 60’lı

yıllara kadarki bütün bu sü-

rece bizzat tanıklı yapmıştı.

Kapitalizme ve onun çürü-

yen yüzü olan emperyalizme

karşı etkin bir mücadele yü-

rüttü. Birinci Dünya Savaşı patlak verince

askere gitmeyerek, ona tutum aldı; Hit-

ler yükselirken onun yarattığı tehlikeye

dikkat çekti; 2. Dünya Savaşı’na karşı dün-

ya çapında yürütülen aktif mücadeleye et-

kin bir şekilde katıldı, sonradan ABD’nin

Vietnam savaşına karşı çıkanların da

başında bulundu. Ama o aynı zamanda

sosyalist yaşamın ve sosyalist düşüncenin

tekdüzeleşmesine, tek boyutlu hale ge-

tirilmesine ve özellikle de sosyalist dü-

şünceden fantezi ve düş gücünü dışlayan

ve aykırı düşünceyi yasaklayan tutumla-

ra karşı şiddetle karşı çıkmıştı.

Bloch, Hitler’in iktidara gelmesiyle

başarısızlığa uğrayan SPD ve KPD’yi en

çok düş gücünden ve yaratıcılıktan uzak

bulmaktan dolayı eleştirmekteydi. Aynı

eleştirilerini bir kez de Doğu Alman

Cumhuriyeti’nde yapacaktı. Ama yaptı-

ğı eleştirileri her defasında onun vatanı-

nı kaybetmesine neden olacaktı. O, Umut

İlkesi’nin önsözüne boşuna Lenin’in düş

gücüne, resmi söylemin dışına çıkan ve ya-

ratıcı düşüncelere önem veren sözlerini

almamıştır.

Bloch’un düşünceleri ki bunlar kıs-

men spekülatif yanlar taşırlar, çok önem-

lidir ve herkes tarafından bilinmelidirler,

ama onun hayatı da bilinmelidir, çünkü

onun hayatı herkes için derin dersler içe-

rir. Ama sanırız en önemli dersse şudur:

Saflarındaki entelektüel ve aydın biriki-

miyle kavga eden, onların aykırı fikir ve

düşüncelerine tahammül edemeyen,

farklılıkların giderilmesini zaman sürecine

bırakmayan ve onları, sonuçta herkesin

devrimci ve ahlaklı kalmak için ihtiyaç

duydukları toplumsal kavgadan dışla-

yan partiler, akımlar, devletler ve iktidarlar

bu tutumlarıyla en çok kendi varlık ze-

minlerini tahrip etmektedirler.

“Umut İlkesi”nin Türk okuruna ka-

zandırılması önemli bir başarıdır. Ancak

bunun açığa vurduğu bir zaafta mey-

dandadır. Devrimci kesimlerin felsefeye

ve özellikle de devrimci teoriye büyük ih-

tiyaçları vardır. Felsefe ve teoriye yeni açı-

lımlar getiren ürünlere ilgisiz davranmak,

bunları görmemek ya da keşfetmemek

büyük bir gaflettir. Ne yazık ki bu türden

önemli eserlerin büyük bir kısmı neo-li-

beral sol çevreler tarafından yayımlan-

maktadır. Bu da bizim acımazdan bir baş-

ka önemli derstir.

Ya�am� ve eserleri1885 yılında Almanya’nın bir işçi kenti olan Ludwigshafen’deorta halli bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ErnstSimon Bloch, yaşamının ilk yıllarında işçi sınıfı davasıyla ta-nışma olanağına kavuştu. Liseden sonra Münih Üniversite-si’nde felsefe, müzik, fizik ve Alman dili ve edebiyatı oku-yan Bloch, bu sayede herkese nasip olmayan bir birikim deedinmişti. O öğrenimini gördüğü disiplinler sayesinde hemdoğa bilimlerinde hem de sosyal bilimlerde derinleşme ola-nağı bulmuştu. Doktora tezinin konusu ise “Bilgi Teorisi”dirki bu sayede hem özne-nesne ilişkisinde derinleşmiş hem depratiğin ve umudun toplumsal dönüşümdeki devrimci rolü-nü keşfederek, antropolojik felsefesinin teorik zemininiinşa etmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nda sosyalizmle tanışan Bloch aynızamanda bir barışseverdir ve askere alınmamak için İsviçre’yegöç etmişti. Orada araştırmalarını derinleştiren Bloch, aynızamanda Avrupa’nın ünlü aydınlarıyla da tanışma olanağı bul-muştu. Sigmund Freud, Georg Lukacs ve Max Weber gibi ay-dınlarla dostluklar kurmuştu. 1918 yılında, sonradan Umutİlkesi’nin temel tezlerini oluşturacak olan Ütopya’nın Tini baş-lıklı çalışması yayımlanınca kitap, hızla birkaç baskı yapmışve genç bilim adamına ün ve şöhret kazandırmıştı.

Ardından Bloch, Weimar Cumhuriyeti döneminde Al-manya’ya geri dönmüş; Almanya Komünist Partisi’ne üye ol-muş ve ilk yazılarını gazeteci olarak kaleme almıştı. Bu dö-nemde Theodor Adorno, Walter Benjamin, Bertolt Brecht,Otto Klemperer gibi dönemin ünlü aydınlarıyla kader ar-kadaşlıkları kurmuştu. 1924 yılında, Hitler henüz tehlikeli de-ğilken, onun Almanya ve dünya açısından yarattığı tehlike-ye dikkat çeken “Hitler’in Şiddeti” başlıklı önemli yazısını ka-leme almıştı.

Hitler’in yükselişini inceleyen Bloch, komünist saflarda tar-tışma yaratacak olan “tarih ve vatan” yazılarını kaleme almıştı.Bu yazılarda Bloch, komünistlerin de “führer” kavramını, dinive ulusal sembolleri ve hatta mitolojik simgelerden biri olan“3. Reich” kavramını kullanmaları gerektiğini belirtmişti. EkimDevrimi’ni daha başından itibaren destekleyen Bloch, hem teo-ride Leninist bir tutum almış hem de siyaseten 30’lu yıllarınzorlu döneminde Stalin’e arka çıkmıştı.

Savaştan önce Avrupa’nın birçok ülkesinde yaşamak zo-runda kalan Bloch, artık daha fazla Avrupa’da barınamayınca1939 yılında ABD’ye göç etmişti. 1948 yılına kadar Ameri-kan üniversitelerinde ders veren Bloch, bu arada önceki ya-zılarını geniştirerek bunları kitaplaştırmıştı. Umut İlkesi baş-lıklı başyapıtı da bu kapsamda 3 cilt olarak yayımlanmıştı.

Nitekim Doğu Alman Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla bir-likte 1948 yılında Leipzig’e gelmiş ve üniversitede profesörolarak felsefe dersleri vermeye başlamıştı. 1955 yılındaDoğu Almanya’nın en yüksek devlet nişanıyla onurlandırı-lan Bloch, Bilimler Akademisi’nin da saygın bir üyesi olmuştu.Ne var ki 1953 yılından itibaren aykırı görüşleri nedeniyle şim-şekleri üzerine çekmişti. En son 1956 yılında Macaris-tan’daki işçi ayaklanmalarının bastırılması üzerine eleştirelgörüşlerini açıktan ifade eden yazılar kaleme almıştı. Verdiğidersler büyük ilgi görüyor, görüşleri birçok aydın ve sanatçıüzerinde etkili oluyordu; o, Doğu Alman sosyalist muhale-fetinin filozofu olarak tanınıyordu. Bunun üzerine parti ka-rarıyla önce dersleri iptal edilir, ardından da zorunlu olarakemekliliğe sevk edilir. Ancak o, görüşlerini açıklamaktan çe-kinmedi.

1961 yılında Batı Avrupa’ya yaptığı bir seyahat sırasın-da Berlin duvarının inşa edilmesini öğrenince, bunu protestoetmiş ve sonra da Doğu Almanya’ya dönmekten vazgeçmişti.Tanınmış olması nedeniyle Tübingen Üniversitesi ona ka-pılarını açmıştı. Almanya’nın birçok kentinde konferanslarveren Bloch, 1968 gençlik hareketine yönelik eleştirileri ol-makla birlikte onun üzerinde etkili olan yaşlı aydınların dabaşında gelmektedir. Öğrenci lideri Rudi Dutschke ile yakınbir dostluk kurmuş ve onu felsefesinin devamcısı olarak görm-üştü. Ancak Dutschke, gerici basının da kışkırtmasıyla 1971yılında bir silahlı saldırı sonucu öldürülecektir.

1977 yılında Almanya, son yüzyılın gördüğü en seçkin ay-dınlarından birini kaybetmişti. Cenazesi binlerce öğrencinineşliğinde mezara taşınmıştı.

Bazı önemli eserleri:-Ütopyanın Tini (1918)-Devrimin Teologu olarak Thomas Müntzer (1921)-Özgürlük ve Düzen (1947)-İzler (1930)-Bu Çağın Mirası (1935)-Ibn-i Sina ve Aristotelisçi Sol (1949)-Umut İlkesi I-III (1954-59)-Doğal Hukuk ve İnsan Onuru (1961)-Hıristiyanlıktaki Ateizm (1968)-Materyalizm Sorunu, Tarihi ve Özü (1972)

Page 10: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA10 Aydınlık KİTAP BABİL BALİĞİ

M. SALİH [email protected]

“Yalnızca budalalar kendileriyle gündeüç kez çelişmekte başarısız olurlar.”

Friedrich Nietzsche

İthaki Yayınları, Sevinç Kayır’ın tercü-

mesiyle, İngilizce aslı 2011 yılında ya-

yımlanan Chuck Klosterman’ın “Görünür

Adam” (The Visible Man) kitabını ya-

yımladı. Aslı yayımlandığından bu yana he-

nüz bir yılı doldurmamış olması okurlar

için oldukça iyi bir haber, çünkü kitapta

günümüzün gerçeklikleri ve popüler kül-

türü çokça yer alıyor. Bu kısma sonra dö-

neceğiz. İkisi roman, üçü makalelerinden

derleme, üç de kurgu dışı, toplamda sekiz

kitabı bulunan Klosterman’ın Türk oku-

ru ile ilk buluşması olduğundan, ilk önce

yazar hakkında biraz bilgi edinelim.

S�STEM, S�STEM�N �Ç�NDESADECE S�STEMAT�K ELE�T�R�L�R40 yaşında ve Amerika doğumlu olan ya-

zarı esasında kitapları dışında “New York

Times,” “Believer,” “Washing Post,” “Gu-

ardian,” “Esquire” ve “GQ” gibi gazete ve

dergilerdeki sütunlarından, makalelerin-

den tanıyoruz. Genel olarak Amerikan

Pop Kültürü ve Rock müziği üzerine

eleştiri ve hiciv ağırlıklı yazılar kaleme alan

yazarın, asıl ünü de kullandığı eğlenceli,

mizahi ve sivri dilinden kaynaklanıyor.

Herhangi bir şekilde çok da dikkat çeki-

ci bulmadığım için, internet üzerinden za-

man zaman denk geldiğim makalelerin-

de sıklıkla alaya aldığı Amerikan Pop Kül-

türü öğelerine yönelik eleştirilerinin de

günlük, herkesin zaten akıl edebileceği,

çarpıcılığı çok fazla bulunmayan tespit-

lerine dayandırıyor olması benim için

son derece itici bir faktör iken, tespitlerin

üstünü kapadığı şakaların seçimlerini ise

bir o kadar zekice ve ilgi uyandırıcı bul-

muştum. Şakalarını ve güldürme yetene-

ğini kullanırken temel aldığı pop kültür

eleştirisini ise popüler kültürün boca

edildiği yayınların içerisinde, ilginç olmaya

çalışırken sadece popüler dilin olumla-

masına yarayan şekilde kaleme alması ise

kocaman bir “soru işareti.” Yazarın po-

püler kültüre karşı çok da inandırıcı ol-

mayan bu duruşu, insanın aklına “rekla-

mın iyisi kötüsü olmaz” klişesiyle birlik-

te Oscar Wilde’ın “hakkınızda konuşul-

masından daha kötü olan tek şey hakkı-

nızda hiç konuşulmamasıdır” sözünü çağ-

rıştırıyor. “Görünür Adam”ı okumaya

başlamadan önce, daha önce öylesine

denk geldiğim yirmi kadar yazısıyla bir ya-

zara karşı önyargı oluşturmamak için e-

kitap olarak edindiğim ve okuduğum

“Eating The Dinasour”, “Sex, Drugs and

Cocoa Puffs” ve “Chuck Klosterman on

Rock” derleme kitapla-

rından sonra ne yazık ki

yazara karşı edindiğim

yargı daha da perçin-

lenmiş oldu. Neden mi?

Eleştirel haklılığının is-

patında sıklıkla mani-

pülasyona sığınması, ha-

vada kalan cümleleri

(sözgelimi bir şeyin tak-

lit veya yapay olduğu

eleştirisini getirirken bu kanıya nereden

vardığını nedenleriyle sıralamak sorum-

lu ve inandırıcı bir yazarın temel görevi-

dir.) nedeniyle, çok doğru olsa da herke-

sin zaten ya daha önceden akıl edebildi-

ği ya da okuyunca onaylayacağı heyecan

uyandırmayan tespitlerini itici kılmamak

adına mizahı sadece bir

örtü olarak kullanması,

betimlemelerinde sık-

lıkla (kendisi de eleştir-

diği halde) günümüzün

Twitter yazarları ya da

Facebook klavye kah-

ramanları gibi “falanca

falanca bilmem ne gibi-

dir filanca olursa hebe-

le höbölö olur” seviye-

sinde kaldığı için, po-

püler kültürde eleştiri-

lebilecek onlarca şey

varken, yazar sanki onay

peşinde koşuyormuşça-

sına okurlar tarafından

en fazla “haklılık” pa-

yesi iade edilecek ko-

nulara değindiği için…

Y�NE DEPopüler kültüre yönelik

eleştirilerindeyse ge-

nellikle Amerikan kül-

türü odak alındığından,

Amerikan kültürü ile

uzaktan yakında alakası olmayan insanlara

herhangi bir şekilde (Facebook vb. eleş-

tirilerinde olduğu gibi artık evrensel bir

gerçek kabul edilebilecek öğelerin dışın-

da elbette) hitap edemeyecektir. Özgün-

lük anlamında İngiliz mizahının yanına

hiçbir şekilde yaklaşamadığı gibi, mo-

dern dünyanın derinlemesine eleştirisin-

de de çok daha iyi isimler bulmak müm-

kün. Araya bir de lokalizasyon sorunu gi-

rince açıkçası Türk okuru için Klosterman

adının ne önemi olabileceğinden pek de

emin değilim. Zira maksat eğlenceli, yor-

mayan, güldüren popüler kültür eleştiri-

si okumaksa, hem bizimle de daha fazla

bağdaşacak şekilde yerli köşe yazarları-

mızı, blogger’larımızı, hatta Zaytung gibi

mizaha yönelik internet sitelerini takip et-

mek çok daha doyurucu. Bütün bunlara

rağmen, yazarın müzik üzerine yazılarını

daha yere basan, araştırılmış, düşünülmüş,

özenli ve nispeten de daha eğlendirici ve

mizahi buldum. Rock ve Metal müzik üze-

rine yazıları oldukça eğlenceli ve bu mü-

zik türleriyle ilgileni-

yorsanız oldukça doyu-

rucu.

NEFRET VE SEVG�Yazarın kurgu dışı, ma-

kalelerinden oluşan ki-

taplarından sonra “Gö-

rünür Adam”a başlar-

ken, kurgusal bir ro-

manda neler yapabile-

ceğini merak ediyor, belki de ortaya ilginç

bir uygulamanın çıkabileceği umudunu

taşıyordum. Başlangıçta haksız da çık-

madım. “Görünmezlik” gibi bir bilim kur-

gu öğesi, teknolojiyi çalarak kendi üs-

tünde kullanan ve tam anlamıyla bir

“pislik” olan (anti-kahraman figürlere

olan ilgim nedeniyle oldukça ilgi çekici

gelmişti ve tamamen katıldığım, incele-

diğim okuyucu yorumlarına göre kitabı

bitirebilmelerini sağlayan tek şey ka-

rakterle aralarındaki sevgi ve nefret iliş-

kisi) adı redakte edilerek “Y_” haline in-

dirgenen, sırf zevk olsun diye insanların

günlük yaşamlarını gözetleyen ve her yar-

dım girişiminde başarısız olan bir ka-

rakteri, bu karakterin psikoloğu ve psi-

koloğunun yayıncıyla olan, bitmemiş bir

kitap üstüne etkileşimi. Form olarak da

modern kurgu bir romandan beklenebi-

leceği üzere, öyküyü anlatıcı koltuğundaki

psikolog ve e-posta yazışmaları, telefon

kayıtları ve seans kayıtlarından oluşan bir

roman yapısı. Kazanabilecek bir formül

ortaya çıkmış görünüyor. Sayfa üstüne

sayfa çeviriyorsunuz ve kitap bir çırpıda

bitiyor ama (!) arkasında hiçbir iz bı-

rakmadan ve hiçbir önem teşkil etmeden.

Nedenlerini sıralarsak: Öncelikle bu ki-

tabın neden roman olarak kurgulandığını

aklım almıyor. Sanırım yazar makale

derlemeleri yayınlamaktan bıktı ve böy-

le bir denemeye ihtiyaç duydu. Aklına ge-

len ilk ilginç kurgu fikrine de sımsıkı sa-

rıldı. Ancak genellikle makale yazmaya

alışkın kişilerin düştüğü tuzağa o da

düşmüş görünüyor. Kurgu oluşturma ve

yazmak, makale yazmaya benzemez.

Aklınıza her geleni, herhangi bir sıra ve

oturtulmuş bir kurgu, yaratılmış, düşü-

nülmüş karakterler olmaksızın her şeyi

de hiçe sayarak yazamazsınız. Kurgunuzla

durmadan çelişemezsiniz. Sırf birkaç il-

ginç tespiti inatla paylaşacağım diyerek

düşüncelerinizin tamamını kurgunuzda

kusmaya kalkamazsınız. İşte yazar tam da

bunları yapıyor. Romanın ana anlatıcısı

olan terapist Victoria, roman boyunca bir

karakter değil, Klosterman’ın anlatma-

yı istediği konulara göre zorunlu hareket

eden bir kuklayı andırıyor. Hatta “In Tre-

atment” dizisi için “yapay” terimini kul-

lanırken, kendi oluşturduğu psikoterapi

seanslarında da hiçbir şeyin ötesine ge-

çebildiği yok. Terapi seansları şeklinde

kurgu oluşturmak ise açıkçası, sırf “Y_”

üzerinden Klosterman’ın pek alışık ol-

duğumuz tespit ve makalelerini kusma

aracından öteye gitmiyor. Hatta okurken

öyle bir noktaya geliyorsunuz ki ana

kurgunun ve hikayenin nereye gideceği,

psikoterapist Victoria’nın ne düşündüğü

veya ne yapacağı zerre umrunuzda ol-

muyor, “Y_”nin başka gözlem ve sözle-

rini okumak için sayfaları çevirip duru-

yorsunuz. Sizi hayrete düşürecek, “vay ca-

nına nasıl akıl edemedim ki?” şeklinde

bir tespitle hiç karşılaşmayacağınız gibi,

aynı konuda farklı cümlelerde birden faz-

la eleştiriyi görünce de mideniz artık ağ-

zınıza geliyor.

Yerimiz bitiyor o yüzden yazıyı bağ-

lamalıyım… Sonuç olarak eğer Amerikan

popüler kültürü hakkında yüzeysel de olsa

bilginiz varsa, boş vaktinizde bu sıcakta sizi

hiç yormayacak bir kitap arayışındaysanız,

tespitleri ne kadar basit olursa olsun po-

püler kültüre ve yaşama yönelik hemen

onaylayacağınız birkaç şakaya gülmek is-

tiyorsanız ve fazla bir beklentiniz yoksa bu

kitap size göre diyebilirim. Aksi durum-

da, bu hafta okuyacağınız kitabı başka ad-

reste aramanızda fayda var.

(Görünür Adam, Chuck Klosterman,İthaki Yayınlar, Çev: Sevinç Kayır, 252 s.)

Klosterman’ın çelişkili dünyası

ChuckKlosterman

Page 11: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA 11Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Ta� ve Ten

“Mekândan Taşan Edebiyat”ta 19. yüz-

yılın ikinci yarısından “günümüze kadar

olan zaman aralığında İstanbul’daki

edebiyat, mahfilleri ortaya, çıkarılmış ve

buradaki edebî faaliyetler çeşitli açılar-

dan incelenmiştir. İstanbul’un sanat ve

edebiyatın merkezindeki yerini belge-

leriyle ve ilmî bir titizlikle ortaya çıkaran

bu eser, “edebî hafızanın mayalandığı”

yerleri göstermesi bakımından da zevk-

li okumalar sunmaktadır. Mahfillerde-

ki hemen her türlü konuşma, sohbet,

eleştiri, tenkit, sanat ve edebiyat için ha-

yati öneme sahiptir. Bu tür faaliyetler-

le çok sık karşılaşmamızın-mümkün ol-

duğu, sanat ve edebiyat tartışma, tenkit

veya tekliflerin yapılabildiği, bu tür et-

kinlikler sayesinde toplantı yeri ve oda-

ğının sürekli canlı kalabildiği bir yer ve

aynı zamanda yaşayan edebiyatın, kül-

türün, sanatın “atardamarı”dır.

Mekândan Ta�anEdebiyat

bir ırmak kıyısında doğdum

ben

bu yüzden

bir ırmak romandır

bu özgeçmişsel

hem el yazması

elle tutulan

elde var ikinci cilt

sapını gülle donattığım kalem

başkaldırıyor

kurşun olarak dağlardan geliyor

ırmak

Ba�kald�ranKur�unkalem

“Bu vakalar, bir polisiye yazarı tarafın-

dan uydurulmadı. Söz konusu olan, mü-

zik tarihinde gerçekten yaşanmış hikâ-

yelerdir. Soruşturma yargıcı da, müfettiş

de sizsiniz, sevgili okur. Bize düşense siz-

lere olguları sunmak. Gelin, bu esra-

rengiz vakaları ve cinayetleri elbirliğiy-

le çözmeye çalışalım.” Alman yazar

Ernst Wilhelm Heine, “müzikseverler

için cinayet hikâyeleri” sunuyor okura,

tarihe mal olmuş müzik dehalarıyla il-

gili. Hayal gücünün ürünü değil bunlar,

gerçek olaylar... Heine, polisiye yazar-

lığında bir devrim yapıyor: sürükleyici

hikâyeler uydurmak yerine, inanılmaz

gerçekleri açığa vuruyor. Mozart,

Haydn, Paganini, Çaykovski, Hector

Berlioz ve modern dansın ilahesi Isa-

dora Duncan gibi ünlülerle ilgili sırla-

rın üzerindeki perdeyi aralıyor.

Mozart’� Kim Öldürdü?Haydn’�n Kafas�n� Kim Kesti?

Godfrey Goodwin, bu kitapta İslam

sanatının ve mimarlığının bilimsel te-

mellerini, Anadolu’yu karış karış tara-

yarak kaydettiği yüksek kaliteli fotoğ-

raflarla âdeta belgeliyor. Kubbe detay-

ları, kubbenin üzerine oturtulduğu fil

ayakları, sıcak suyun bir hamamda mer-

merlerin altından ustaca dolaştırılması,

güneş sıcaklığının ve aydınlığının opti-

mal seviyede kullanılması mimarinin bu-

gün de temel sorunları değil mi! Yaza-

rın Osmanlı tarihine aşina olduğu zaten

bilinir... Mimarinin temel endişeleri,

hatta bazen can sıkıcı bir şekilde kendini

tekrar eden formlarının dışında, insanı

büyük bir zevk ve merakla içine alan mi-

mari süsleme sanatları ve temel mimarlık

üretiminin bir parçası ve devamı olan ah-

şap işçiliği, kalem işleri, varak yaldız, do-

ğal ve yapay aydınlatma, akustik gibi ince

mimari işlerde de eğitici bilgiler veriyor.

Osmanl� Mimarl���Tarihi

İbranice edebiyatın klasiklerinden

kabul edilen “Evlilik Hayatı” geçen

yüzyıl başı Viyanası’nda Yahudi bir ya-

zar ile onu aşağılamaktan, sömür-

mekten, hiçe saymaktan zevk alan

aristokrat karısı arasındaki sadoma-

zohist ilişki ekseninde kötülüğün do-

ğasını sorguluyor. Yazar kimliğini

oturtmakla meşgul roman kahrama-

nı Gurdweill, onu durmadan başka er-

keklerle aldatan karısı Thea’dan ay-

rılmayı göze alamayarak hem onu ger-

çekten seven arkadaşı Lotte’nin hem

de kendisinin felaketini hazırlıyor.

Gurdweill’ın mutsuzluğu, yalnızlığı,

çektiği vicdan azabı iki Dünya Sava-

şı arasında Viyana şehrinin kasvetli

mekânları ve mekanikleşen insanla-

rıyla birleşince, neden sonuç ilişkile-

rinin koptuğu Kafkaesk bir dünyaya

sürüklüyor okuru: Sanki bir kehanet!

Evlilik Hayat�

“Acı Türkücü”nün garip bir yazgısı

vardır. 12 Mart darbesi boyunca, şairin

başından kalkmayan dumanlı karanlık,

12 Eylül faşizminin azgın günlerinde de

dağılmaz; hatta daha da koyulaşarak ya-

yılır. “Acı Türkücü,” 1981 Aralık ayın-

da eksikleriyle yayınlanır. Kitap büyük

bir beğeniyle karşılanır ve kısa sürede tü-

kenirse de eksik çıkan ilk kitabın sevin-

ci de hep yarım kalır. Şiire iddialı bir gi-

riş yapan Hüseyin Haydar, A. Kadir’in

deyişiyle, “Duyarlı ve yumuşak. Acılı,

ama kötümser değildir.” Otuz yılı aşkın

bir aradan sonra okuyucuya sunulan yeni

baskı, bu eksikleri az da olsa gidermiş-

tir. Türkiye’nin karanlık bir dönemine

ayna tutan “Acı Türkücü”nün, onca hoy-

ratlık, kuruluk içinde yüreğinizin telle-

rine yumuşacık, sıcacık dokunduğuna şa-

şacak, bunca yıl nasıl taze kaldığına ta-

nık olacaksınız.

Ac� Türkücü

Askeri darbe sonrasında cinnete tutulmuş

ülke.. Tüyler ürpertici bir cinayet... Ci-

nayetin izini süren Ömer ile katil oldu-

ğu söylenen Edip arasında girdaba dö-

nüşen ilişki... Anlatının yeni olanakları-

nı kullanan bir tür cinnet ve cinayet tu-

tanağı...

“23 yıl sonra gerçek bir 12 Eylül roma-

nı. İbrahim Yıldırım’ın bir başka başarısı

da, cinnetin/ cinayetin olağan sayıldığı bir

ülke atmosferini, karabasanını aynı ge-

rilimle götürebilmesidir. (...) Yavaş yavaş,

sindire sindire okuyun, değer bu çaba-

nıza.” -Doğan Hızlan-

“Yıldırım, hem bir şiddet dönemini yar-

gılıyor, hem de bizlerin o şiddeti yaşa-

yanlara duygudaşlık etmemizi sağlayarak

‘aklın canavarlar üreten uykusu’na kar-

şı bir tür terapi oluşturuyor. Barındırdı-

ğı cinayet hikâyesiyle, özellikle kurgusu

baş döndürücü.” -A. Ömer Türkeş-

B�çk�n ve Orta Halli

David Vogel, Yap� Kredi Yay�nlar�,Çev: �ahika Tokel, 456 s.

�nci Aral,K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 258 s.

Gençlik yıllarında sevdiği erkeği çok

acı bir biçimde kaybeden Ulya’nın ha-

yatında büyük bir yara açılmış, derin

bir boşluk doğmuştur. Genç kadın,

daha sonra ruhsal yalnızlığını sanat-

la doldurmuş; yıllarını, dostluğunu

yeğlediği, değerli bulduğu bir erkek-

le durgunluk ve huzur içinde geçir-

miştir. Bir heykel sergisi açmak üze-

re Hamburg’a giden Ulya, Sina’yı

gördüğünde kendini taze bir duygu-

nun, güçlü bir dönüşümün eşiğinde

hissedecek, aşktan ne kadar uzak

kalmış olduğunu fark ederek sarsıla-

caktır. “Taş ve Ten,” yarım kalmış bir

aşkın yıllar sonra benzer konumda bir

erkekle yeniden yaşanma hayalinin

dört günlük etkileyici hikâyesi. Sina ile

Ulya’nın kalplerini birbirlerine açar-

ken kaybetmeye ve imkânsız aşklara

yaktıkları bir ağıt...

Ferhan �ensoy, OrtaoyuncularYay�nlar�, 540 s.

�brahim Y�ld�r�m,Do�an Kitap, 596 s.

Turgay Anar, Kap� Yay�nlar�, 670 s. Ernst Wilhelm Heine, CanYay�nlar�, Çev: Melike Öztürk, 88 s.

Godfrey Goodwin, Kabalc�Yay�nevi, Çev: Müfit Günay, 730 s.

Hüseyin Haydar,Kaynak Yay�nlar�, 88 s.

Page 12: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

17 A�USTOS 2012 CUMA12 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

“SBF 68’in unutulmazdekanı”ndan anılar-dersler CÜNEYT AKALIN

Ekim 2009’da aramızdan ayrılan seçkin hukukçu,

Prof. İlhan Unat anısına hazırlanan “İlhan Unat’a

Armağan” kitabı piyasaya çıktı.

Mülkiyeliler Birliği “İlhan Unat’a Armağan”

ile bir döneme damga vuran hocasını anarak hem

manevi borcu yerine getirdi hem de “Armağan-

lar Dizisi”ne (10. Kitap) bir halka daha ekleyerek,

geleneğini sürdürdü.

Armağan hem İlhan Unat Hoca’nın anısına mes-

lekdaşlarınca kaleme alınmış bilimsel makalelerden

hem de hoca ile ilgili anılardan oluşuyor.

68’L� YILLAR, SBF VE SBF’N�NDEKANI Sınıf arkadaşımız Prof. İlber Ortaylı’nın “Türkiye

o güne kadar görmediği, denemediği bir siyasi ge-

rilim ortamından geçiyordu” diye tanımladığı yıl-

ları, ben de ilerici-devrimci gençliğin Ankara’daki

önde gelen üssü konumundaki SBF’de yaşadım.

Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir gibi Dev-Genç ön-

derleri fakültenin öğrencileriydi, sınıf arkadaşları-

mızdı. Deniz Gezmiş yolu Ankara’ya düştüğünde

Cebeci’deki yurda uğramadan etmezdi. Fakülte sol-

cu öğrencilerin merkezi olarak biliniyordu. 68

olayları SBF’de dolu dolu yaşandı.

Boykot - işgal vb. eylemlerle savlarını kitlelere

taşımaya çalışan gençlerle, onlara diş bileyen geri-

ciler arasındaki mücadelede Prof. İlhan Unat hem

gençlere hem de bir kurum olarak üniversiteye sa-

hip çıkmak gibi ikili görevi yerine getirdi.

“DEMOKRAT DEKAN”“Armağan”ın başlarında Unat’ın öğrencilerinden

gazeteci Oral Çalışlar’ın Radikal’de 24 Haziran 2009

tarihinde yayımlanan yazısı yer alıyor: Çalışlar

Prof. Unat’ın “demokrat kişiliği”ni öve öve bitire-

miyor. Yaygın bir yanlış anlamayı ifade ettiği için bu

hususu biraz açmak ihtiyacı hissediyorum. Çalışlar’ın

anlatısı İlhan Unat gerçeğini kısmen anlatıyor.

Prof. Unat 68 olayları sırasında bir dekan ola-

rak öğrencilerle teması hep korudu, gerektiği yer-

de, zamanda onlara kanat gerdi. Sorunları sonuna

kadar öğrenci temsilcisi Hüseyin Cevahir’le (1971’de

İstanbul Maltepe’de çatışmada öldürüldü) diyalog

içinde çözmeye çalıştı. Buraya kadar doğru.

MADALYONUN B�R DE ÖTEK�YÜZÜ VAR“İlhan Unat’a Armağan” kitabının yayın kurulu İl-

han Hoca’nın 4 Aralık 1968 günü (Mülkiye’nin ku-

ruluş günü) fakülte dekanı sıfatıyla törende yap-

mış olduğu konuşmayı yayımlayarak tabloyu ta-

mamlamış. O tarihi konuşmanın bizi bu yazıda il-

gilendiren bölümleri şöyle:

“Dünyanın çeşitli memleketleri arasında Tür-

kiyemiz de geniş çapta öğrenci hareketlerine

sahne olmuştur. […]

Sorumlu eğitimciler olarak metodlarını ve uy-

gulama şekillerini tasvib etmesek de gençliğin uya-

rısının üniversitelerimizi silkelediği ve […] üni-

versite reformunu tezelden gerçekleme safhasına

getirmiş olduğu bir gerçektir. Bu gelişmeyi sevin-

çle karşılıyorum. Bu yolda Ankara Üniversitesi se-

natosunun kararı gereğince fakültemizde de ku-

rulmuş olan profesör, doçent, asistan ve öğrenci-

lerin eşit sayıda temsil edildiği Fakülte Karma Ku-

rulu’nun faydalı hiz-

metler göreceğine gü-

venim tamdır[...]

Şükranla kaydetmek isterim ki fakültemiz-

de Kasım ayı başında yapılan boykot hareketinin

bu açıdan zararlı bir etkisi olmamış, fakülte ida-

resi, hoca ve öğrenci ilişkileri boykot sırasında da

saygı, sevgi ve güven havasından uzaklaşmamıştır.”

Prof. İlhan Unat büyük çalkantıyı yerli yerine

oturtuyor. Ama orada bırakmıyor, devam ediyor.

“Atatürk’ün Mülkiyelide görmek istediği nite-

liklerin kazanılması, onun verdiği ödevlerin layıkıy-

la yerine getirilmesi her şeyden önce fakülte sırala-

rında geçirdiğimiz şu sayılı yılları iyi kullanmamıza,

bilgi dağarcığımızı zenginleştirip çalışma metodla-

rını kavramamıza bağlıdır. Türkiye Cumhuriye-

ti’nin Atatürk Devrimi’nin bekçisi aydın gençler ola-

rak elbette memleket davaları üzerinde kanun sı-

nırları içinde eyleminizi yürüteceksiniz ancak […] üni-

versite öğrencisi hüviyetini kaybetmemenin milleti-

mize, ailenize ve nefsinize karşı temel ödeviniz ol-

duğunu da asla unutmayacaksınız.”

İşte böyle. Oral Çalışlar, Cengiz Çandar gibi-

ler su bardağının dolu yarısını görmemekte ısrar

etseler de, gerçekler getirip kendini dayatıyor.

�LHAN UNAT DERS�İlhan Unat “SBF 68’in unutulmaz dekanı”dır. Onu

unutulmaz yapan “demokrat kimliği” ile “Cum-

huriyetçi kimliği”ni içiçe geçirmesidir. Demokrat

kimlik” Cumhuriyet’in büyük serüveninden ko-

partılamaz.

Fakülte dekanı iki kanadı ile uçabildiği ölçü-

de yüce görevini yerine getirir:

• Öğretim faaliyetinde öğrencileri benimse-

mek, onlara kanat germek,

• Cumhuriyet’in bekçiliğini yapmak

Cumhuriyet eğitimine değerli katkılar yapmış

seçkin bir aileden gelen, yaşamı boyunca bu ge-

leneği sürdüren Dışişleri Bakanlığı eski hukuk da-

nışmanı, Prof. İlhan Unat’ı sevgiyle, saygıyla, öz-

lemle anıyoruz. Anısını yaşatacağız.

“ARMA�AN”IN �Ç�NDEK�LERYayın kurulunun “Makalelerin mümkün oldu-

ğunca uluslararası hukuku ilgilendiren konular-

da kaleme alınması arzu edilmiştir” açıklaması ile

yaptığı seçkinin çerçevesi açıklanmış. Arma-

ğan’da Prof. Unat’ın dostlarının, yakınlarının

anılarının yanı sıra Nermin Abadan-Unat’ın

“Yurttaşlık Kavramının Evrimi-Küreselleşme

Sürecinde Ulusötesi Yurttaşlık”, Cüneyt Akalın’ın

“Soğuk Savaşta ABD’li liderlerin Türkiye’nin Stra-

tejik Planlarına Müdahaleleri”, Roma Aybay’ın

“AHİM’in Yapısı İçinde Oluşturulan ‘Karar’ların

Sınıflandırılması”, Tuncer Bulutay’ın “İktisat,

İnsan Sermayesi, Eğitimin Önemi, Ruşen Keleş’in

“Yerel Yönetimler ve İnsan Hakları”, Fazıl Sağ-

lam’ın “Anayasa Şikayeti Üzerine Düşünceler”,

Esra Dardağan Kibar’ın “Türk Vatandaşlık Hu-

kuku’nda ‘Seçme Hakkı’ vb. makalelerinin öne çık-

tığı on yedi makale yer alıyor.

Meraklısına not: AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi

ile Mülkiyeliler Birliği’nin işbirliği ile Temmuz

2012’de sınırlı sayıda basılan eserden edinmek iste-

yenler Mülkiyeliler Birliği Vakfı Konur Sokak ,An-

kara (tel: 312-417 80 98) adresine başvurabilirler.

(Prof. Dr. İlhan Unat’a Armağan, Kolektif,Mülkiyeliler Birliği Yayını, 2012/1, Ankara 2012)

Şaşkın ŞövalyeSir Gadabout

Sir Gadabout, Camelot’un bilinen en kötü ve�a�k�n �övalyesi. Adeta yürüyen, z�rhl� bir felaket...

İREM HALIÇ[email protected]

Ortaçağ’da şövalyeler cesaretin ve

kahramanlığın sembolüyken, İngil-

tere’nin puslu ve uzak bir köşesinde,

efsane Kral Arthur’un hüküm sür-

düğü, “Altın Şehir” olarak da bilinen

Camelot’ta, dünyanın en şaşkın ve ye-

teneksiz şövalyesi yaşıyormuş. Bu şö-

valyenin adı Sir Gadabout’muş.

Sir Gadabout Martin Beardsley’in

yarattığı bir karakter, aynı zamanda ki-

tabının da orijinal adı. Türkçe’ye

“Şaşkın Şövalye” olarak çevrilmiş.

Diğer bütün şövalyeler savaş meyda-

nında yeteneklerini ispatlarken, Sir

Gadabout yeteneksizliğini ispatlamış

bir şövalye. Yine de Kral Arthur ta-

rafından şövalyelerin toplandığı Yu-

varlak Masa’ya oturmasına izin veril-

miş. Peki, yeteneksiz bir savaşçının şö-

valye olmasına ve şövalye olarak kal-

masına neden izin verilir?

Gadabout yeteneksizliğine rağ-

men sadakati, cömertliği, ülkesine ve

kralına olan sevgisiyle, kutsal saydığı

değerleri ölümü pahasına koruyabi-

lecek bir savaşçı. Sakar olmasa deli ce-

saretiyle belki meydanların en başa-

rılı savaşçısı olacak, ama zırhı kulla-

nılmamaktan paslanmış, mızrağı bü-

külmüş, kılıcı beş yerinden kırılmış, atı

da yaşlı ve çarpık bacaklı olduğu için

bugüne dek hiçbir turnuvadan galip

ayrıldığı görülmemiş. Ancak canından

çok sevdiği, sonsuz sadakatle bağlı ol-

duğu kraliçe kaçırılınca Sir Gadabo-

ut kaplan kesilecek. Yine Kral Arthur

bu zorlu yolculukta başına bir iş gel-

mesin diye onu Sidney Smith adında

bir kediye emanet etmeyi uygun bu-

lacak. Çünkü ona göre Sir Gadabout,

Camelot’un bilinen en kötü ve şaşkın

şövalyesi. Adeta yürüyen, zırhlı bir fe-

laket...

Gadabout bazı yönleriyle Don

Kişot’a benziyor. Ayrıca kraliçeyi

kurtarmak için çıktığı yolculukta mu-

hafızlar ve büyücülerle çocuk okur-

ların ilgisini çekecek enteresan ve ya-

ratıcı oyunlar oynaması gerekiyor.

Ömrünü bir köprüyü korumaya ada-

mış fakat bunu neden yaptığını bil-

meyen bir muhafızı köprüden geç-

meye ikna etmek ya da kötü bir bü-

yücünün “terslik” büyüsüne maruz ka-

lıp, cümleleri zıt anlamlarıyla anlayan

bir kraldan, kraliçenin kaçırılmasıyla

ilgili bilgi almaya çalışmak gibi. Bu eğ-

lenceli kitabın ilgi görmesinin ardın-

dan Martyn Beardsley, iki kitap daha

yazarak Sir Gadabout’un maceralarını

seri haline getirmiş. Bu serinin ikin-

ci kitabı olan “Şaşkın Şövalye Kötü-

ye Gidiyor”da, eşsiz kılıç Excalibur ça-

lınınca Sir Gadabout, yardımcısı Her-

bert ve atı Pegasus’u yanına alarak

kötü kalpli Sir Kokuşmuş Radyard’ı

aramaya koyuluyor. Muhteşem kılıcı

ait olduğu yere geri getirebilmek için

her şeyi göze almaları gerekiyor. Se-

rinin son kitabı “Şaşkın Şövalye ve

Hayalet”te ise, Sir Kıllı Henry’nin ha-

yaletini gören Şaşkın Şövalye korku-

dan kaçacak delik arar. Ama çok

geçmeden sardalye hırsızlığı ile anı-

lan Sir Kıllı Henry'nin adını temize çı-

karmak için başka bir korkunç misa-

firin peşine düşecektir...

Eğlenceli okumalar diliyoruz.

(Şaşkın Şövalye, MartynBeardsley, Final Yayınları,

Çev: Handan Sağlanmak, 88 s.)

Page 13: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

Osmanlı İmparatorluğu son elli yılında yoğun

bir şekilde çete savaşlarıyla uğraştı. Batıda

Balkanlar, doğuda da Yemen! Osmanlı’yı iç-

ten çürüttü. Atatürk’ün deyimiyle sadece Ye-

men'de 1,5 milyon Mehmetçik hayatını kay-

betti. Balkanların rakamı hakkında pek bil-

gi verilmez ancak orada da Anadolu’nun yi-

ğit evlatları dağda bayırda hayatını ortaya ko-

yarak verilen görevi en iyi şekilde yaptı.

Çoğu da gençliğini orada bıraktı. Bunların

çoğu da Ege illerinden gitme yiğitlerdi. Özel-

likle Efe kültürü olduğu için Ege illerinin ço-

cukları savaşçıydı. Çete savaşını da bildikle-

ri için onlar gönderilirdi. Onlar için bugün bir

anıt bile dikemedik. O dönem Balkanlar’da

görev yapmayan subay neredeyse yok gibiy-

di. Yapanlar da hayatın gerçeğini görüyor ve

sonra İnkılâpçı oluyordu. Olayların merke-

zi de Makedonya’ydı. Çünkü Balkanların en

stratejik yeri olan Makedonya’da herkesin

gözü vardı. Yunanlılar ve Bulgarlar kıyasıya

çekişmeye girmişti. Halklar mozayiği olan Ma-

kedonya’da patlayan bombalar, kardeşliği bi-

raz daha öldürüyor; İmparatorluğu da sona

yaklaştırıyordu.

SELÂN�KL� YÜZBA�I'NINYA�ADIKLARIElimizdeki “Makedonya Tarihçe-i Devri İn-

kılâp” isimli kitap 1908 yılında basılmış.

Şemseddin Bey yazmış. Şemseddin Bey, Pi-

yade Yüzbaşı olarak bölgede görev yapmış.

Selânikli... Eser İstanbul’da Artin Asaduryan

Matbaası’nda basılmış. Haliyle Osmanlıca...

Bugünün diline çevrilse araştırmacılar için

önemli bir kaynak olur. Kitabın içeriğinde şun-

lar var: Balkan isyanının nedeni, Yunanis-

tan’ın teşkili, İlk Kanunu Esasi ilanı, Rus mu-

harebesinin neticesi, Bulgar komitesinin su-

reti teşkili, usulü idarenin cereyanı, sebebi is-

yan, Bulgar komitesi askerlerinin mevad-ı mü-

himmesi, birinci ihtilal devresi, Selanik vu-

kuatı, ikinci ihtilal devri, Rus ve Avusturya’nın

notası, ıslahat, jandarmanın sureti teşkili, dev-

leti âliye, Sırbistan, Karadağ, Yunanistan

hükümetinin teşkilatı, Rumların müdafaası,

Bulgarların müdafaası, Sırplar ve Türkler hak-

kında bir iki söz, Makedonya tarihi kısmı si-

yasi, 24 Temmuz 1908’deki hareket, Os-

manlı ittihadının sureti teşkili.

DEVR�M�N HEYECANLI GÜNLER�135 sayfalık kitapta bölgedeki nüfus yapısı,

oranları ve askeri rakamlar hakkında da bil-

gi veriliyor. Kitabın önemli bir bölümü de

İkinci Meşruti İnkılâbı hakkında verdiği bil-

giler. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu,

devrim girişimi, Niyazi ve Enver Beylerin dağa

çıkması, Padişah’a verilen tarihi mektubun su-

reti yeralıyor. (Not: Kitabın internetteki sa-

haf bilgisinde yayım tarihi 1906 olarak belir-

tilmiş. Doğrusu 1908 olacak)

Devrimci yatağı MakedonyaERCAN DOLAPÇI

17 A�USTOS 2012 CUMA 13Aydınlık KİTAPSAHAF

“MAKEDONYA TARİHÇE-İ DEVRİ İNKILÂP”

Page 14: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(c) 3-(d)

SOLDAN SA�A1. “Halide ... ...” Resimdeki yazar - K�r ko�usu2. Antalya’n�n bir ilçesi - Bol ve güçlü olarak ç�kan veya f��k�ran

- “... King Cole” (Amerikal� caz piyanocusu ve �ark�c�) -Kay�nbirader

3. S�k gözlü bir bal�k a�� türü - Kayak - Ya�� küçük oldu�u haldesözleri ve davran��lar� büyükmü� gibi olan çocuk

4. Yasalara, kurallara uyma, boyun e�me - Ses tellerinden sesç�kmamas� - Kuzu sesi

5. Eski bir �ran veya Afgan hükümdar� unvan� - Benzer -Disprosyum’un simgesi - Ba�lang�çta yer alan

6. Geni�lik - And Da�lar�’ndaki yüksek otlaklara verilen ad -�li�kin

7. Yank�, aksi seda - Bir resmi suland�r�lm�� renklerle boyama yada gölgeleme biçimi

8. S�n�r ni�an� - Büyük erkek karde� - Bir kan grubu

9. ��lemelerde kullan�lan, gümü� görünümünde parlak s�rma yada metal tel iplik - Voltamper (k�sa) - Güvercinle yollananmektup

10. Üçgenlerle ilgili baz� teoremleriyle tan�nan Yunanl�gökbilimci, filozof ve matematikçi - Tamam olmayan, noksan

11. Bir haber ajans� - Osmiyum’un simgesi - Üst üste halkalarolu�turacak biçimde istiflenmi� halat - Sümerler'de su tanr�s�

12. Ayakkab� kal�b�n�n çap� - Kum, çak�l, çimento ve su gibimaddelerin kar���m�yla elde edilen yap� malzemesi -Jamaika’n�n plakas�

13. Saç� olmayan - K�laptan ipekle i�lenmi�, kal�n ve iri desenlibir tür kuma� - Arnavutluk’un plakas� - Ticaret e�yas�

14. Tümör - Bir yüzölçümü birimi - Bir tap�nak ya da kutsalalan�n yaln�z din adamlar�n�n girmesine izin verilen bölümü

15. Resimdeki yazar�n bir eseri - Yunanca’da bir harf

YUKARIDAN A�A�IYA1. �nsan ya da hayvan vücudunu derisiz, yaln�zca kas yap�s�

görülür biçimde betimleyen sanat yap�t� - Bir zanaat� kendiba��na yapabilecek kadar ö�renmi� olan - �çki mahzeni

2. Rusça’da “evet” - Yard�m paras� - Bir i�in istekliler aras�ndanen elveri�li teklifi yapan kimseye verilmesi

3. Yemek yeme iste�i - Arap edebiyat�nda bir �iir türü - “Peki”anlam�nda bir sözcük

4. Rey - Gözenek, küçük delik - Bir tür yumu�ak peynir -Rutenyum’un simgesi

5. Betonun hammaddelerinden olan kum ve çak�l - Zerdü�tdininin kutsal kitab�

6. Tavlada “iki” say�s� - Diki�te kullan�lan pamuk ipli�i - Favori -Eski Türklerde “totem”e verilen ad

7. Kar� ile kocadan her biri - Baryum’un simgesi - “... Güler”(foto�rafç�)

8. Ayakta duran, var olan - Kimononun üstüne tak�lan, biçimi veboyutu cinsiyete, ya�a, mevkiye ve bölgeye göre de�i�en, birdü�ümle birle�tirilen geni� ipek ku�ak

9. Ha�in, kaba - Bir bulunma hali eki - Bir haber ajans�10. Radyum’un simgesi - Ate� - M�s�r’�n ünlü kentlerinden biri -

Osmanl� devletinde taht yeri, saltanat makam� anlam�ndakullan�lan bir sözcük

11. Bir ba��rsak asala��, �erit - Devlet �statistik Enstitüsü (k�sa) -Dikkati çeken veya çekebilecek nitelikte olan her türlü olgu,hadise

12. �lgi eki - Ak�m, �s�, ses, vb.’ni geçiren, ileten madde - Bircetvel türü

13. Akci�er - Verme, ödeme - Kaba baston - Molibden’in simgesi14. Bir say� - Mililitre (k�sa) - Olan, olmu� - Avrupa resim sanat�nda

günlük ya�am�, ev ya�am�n�, festivalleri ya da içki sahnelerinbetimleyen yap�tlara verilen ad

15. Resimdeki yazar�n bir eseri

Bulmacan�n do�ru yan�tlar�n�10 gün içinde fax veya mektup yoluyla

gönderen okurlar�m�za �BRAH�M ��M�EK’in resimdeki kitab�n� arma�an edece�iz

FAX: 0212 252 51 22

O gün kendini kazıkta değil de hayatta bulmanın sevinciiçinde, herkesin önünde oynamaya başlamasından berisakinleşememişti... Aklına Abid Ağa gelince de (neşe-sini kaçıran biricik gölge buydu) hazin bir düşünceye da-lıyordu. Ama biraz sonra kendinde yeni bir güçhissediyor, parmaklarını şaklatıyor, bel kırıyor, oynuyor,her an yeni yeni hareketlerle kazığa geçirilmediğini ka-nıtlamak istiyordu. Dansının temposuna uyarak nefesnefese söyleniyordu. “Bakın!... Bakın... Böyle de yapabi-lirim... Şöyle de yapabilirim.”

1 Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, Lekh,bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulutların üs-tündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselipkardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri birsüre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşuboşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmayaçalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuş-kuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüy-lerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve kaniçinde kalan zavallı kuş havada duramaz, düşerdi.

Bir diğer rivayete göre, ormandaki ağaçlar arasında birkızın hayaleti dolaşıyormuş. Bu kız bir Hailsham öğ-rencisiymiş ve bir gün dışarıda ne olduğunu görmekiçin çitin üstünden atlamış. Bu bizim zamanımızdançok önce olmuş, gözetmenler o zamanlarda çok dahakatı, hatta zalimmişler, kız geri dönmek istediğinde izinvermemişler. Sonunda ormana gitmiş, başına ordabişey gelmiş ve kız ölmüş. Ama hayaleti hep ormandadolaşıyor, Hailsham’a bakıp içeri girmesine izin veril-mesini bekliyormuş.

3

a) Alexandra Cavelius, Leyla

b) Zlata Filipovic, Zlata’nın Günlüğü

c) Reyes Monforte, Saklı Gül

d) Ivo Andriç, Drina Köprüsü

e) Joe Sacco, Güvenli Bölge Gorazde

a) Jerzy Kosinski,Bir Yerde

b) Jerzy Kosinski, Adımlar

c) Jerzy Kosinski, Boşluk

d) Jerzy Kosinski, Çelik Bilye

e) Jerzy Kosinski, Boyalı Kuş

a) Mario Giordano, Deney

b) Kazuo Ishiguro, Beni Asla Bırakma

c) Thomas Hardy, Orman Kızı

d) Michael Ondaatje, Anil’in Hayaleti

e) Lorenzo Carcaterra, Suskunlar

2

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

17 A�USTOS 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Page 15: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan
Page 16: KITAP Aydınlıkaydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2012/sayi25.pdf · Haftanın Portresi: Macit Gökberk s. 4 s. 5 Kötü Çocuk, Marquis de Sade! s. 6 Başka bir insan