kızılbaş - kizilbas.biz kizilbas 31.pdf · İlhan arsel bacaklarını kestiler! ip atıp...

64
kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! Ekim 2013 - Sayı 31 kızılbaş - mankurtlaşan veya celladına aşık aleviler dr. hüseyin demirtaş - Gülo’dan bu güne Ermenilere ne oldu? Aram Ararat - ԱՐՄԻՆ Թ. ՎԵԳՆԵՐԻ ԽԶՄԱԼՅԱՆԱԿԱՆ ՄԵԿՆԱԲԱՆՄԸ ՑՆՑՄ Է ԳԵՐՄԱՆԻԱՅԻ ԲԱԶՄԱԶԳ ՀԱՆԴԻՍԱՏԵՍԻՆ - Reform Paketi Prof. Dr. Taner Akçam - ‘’Ben Kürd Milliyetçisi Değilim!’’ Dr. İsmail Beşikçi - KÜRT TARİH YAZIMINDA İNKARCI Hovsep Hayreni - Kan Akıtma Yoluyla İbadetin Din’deki Yeri: Kurban İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir!

Upload: tranmien

Post on 08-Feb-2018

306 views

Category:

Documents


12 download

TRANSCRIPT

Page 1: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!

Ek im 2013 - Sayı 31kızılbaş

- mankurtlaşan veya celladına aşık aleviler dr. hüseyin demirtaş

- Gülo’dan bu güne Ermenilere ne oldu? Aram Ararat

- ԱՐՄԻՆ Թ. ՎԵԳՆԵՐԻ ԽԶՄԱԼՅԱՆԱԿԱՆ ՄԵԿՆԱԲԱՆՈՒՄԸ

ՑՆՑՈՒՄ Է ԳԵՐՄԱՆԻԱՅԻ ԲԱԶՄԱԶԳ ՀԱՆԴԻՍԱՏԵՍԻՆ

- Reform Paketi Prof. Dr. Taner Akçam

- ‘’Ben Kürd Milliyetçisi Değilim!’’ Dr. İsmail Beşikçi

- KÜRT TARİH YAZIMINDA İNKARCI Hovsep Hayreni

- Kan Akıtma Yoluyla İbadetin Din’deki Yeri: Kurban İlhan Arsel

bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular

sonra da boğazını kestiler

işkencedir! - cinayettir!

Page 2: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 2 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

gönüllü katkı formuadı soyadı :..................................................................................................adres :...........................................................................................................e-mail & tel :...............................................................................................ali ülger konto: Akbank hesap numarası: 5890 0441 8440 6536

6 sayı 75.00 tl - 12 sayı 150.00 tl.

dünya ve avrupa için:

adı soyadı :..................................................................................................adres :...........................................................................................................e-mail & tel :...............................................................................................ali ülger konto: sparkasse duisburg 0300 23 23 29 bankleitzahl 350 500 00 IBAN: DE05 3505 0000 0300 2323 29

kızılbaşyayınlayan / veröffentlicht

generaldirektor freizugeben.sakine polat

genelyayın yönetmeni: ali ülger

tr. hukuk danışmanları:av. nadide metin erdoğan

av. erdal doğanav. hıdır özcan

av. birliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan

ankara temsilcisi: hatice çeviktel: 0506 818 66 55

[email protected]

kayseti temsilciliğia. rıza ülger

[email protected]

berlin temsilcisi: ali koç[email protected]

tel: 0177 457 79 78

stuttgart temsilcisi: ali [email protected]

tel: 0176 78 56 12 71

adres: bergheimer str 51d - 47228 duisburg almanyatel: +49 (0) 177 502 88 53

http://[email protected]

kızılbaş’ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğu sahiplerine

aittir. kızılbaş’ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz.

yayın tarihi: 15 ekim 2013 sayı: 31

Page 3: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 3 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

içindekiler:Sayfa 04 - Cangözü ile görmek ................................................. Ali ÜlgerSayfa 06 - mankurtlaşan veya celladına aşık aleviler ...dr. hüseyin demirtaşSayfa 08 - YOL`dan DüŞen Mezar Kazıcıları.. ............. Adnan CangüdeSayfa 09 - Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla .... E. YILDIRIMSayfa 10 - Bir Kavram Bin KIRIM Yanilsamalar -9 DEMOKRASi: ........................................................................ A. Haydar KanlıSayfa 11 - Gülo’dan bu güne Ermenilere ne oldu? .................... Aram AraratSayfa 13 - ezilen halklar ve melek-i tavus’un başına gelenler ................................................................... Müslim KorkmazSayfa 14 - Pomakların var olduğunu önce Pomaklara anlatmalıyız… ............................................................................. A. Murat YılmamSayfa 15 - Süryanilerin ilk okulu açılıyorSayfa 15 - BASINA VE KAMUOYUNASayfa 16 - ԱՐՄԻՆ Թ. ՎԵԳՆԵՐԻ ԽԶՄԱԼՅԱՆԱԿԱՆ ՄԵԿՆԱԲԱՆՈՒՄԸ ՑՆՑՈՒՄ Է ԳԵՐՄԱՆԻԱՅԻ ԲԱԶՄԱԶԳ ՀԱՆԴԻՍԱՏԵՍԻՆSayfa 18 - Reform Paketi .................................... Prof. Dr. Taner AkçamSayfa 19 - GERİ DÖNÜP BAKTIĞIMDA ............................. Mahmut AlınakSayfa 20 - “Nice paketler gördüm boştular!” ................. Fikret BaşkayaSayfa 22 - Binboğada Kızılbaş olmak ............................................... Ali Ülger Sayfa 23 - ‘’Ben Kürd Milliyetçisi Değilim!’’ ............. Dr. İsmail BeşikçiSayfa 24 - CAMİİ - CEMEVİ PROJESİ, DEVLETİN KENDİ ALEVİ- SİNİ YARATMA OYUNUDUR- ................... Mustafa KarabudakSayfa 28 - KİMDİR BU HEMŞİNLİLER .............................. Evrim KepenekSayfa 30 - KIRLANGIÇLARIN YUVASI YIKILMASIN ... Sultan KılıçSayfa 32 - 1915 VE ÖNCESİ: KÜRT TARİHYAZIMINDA İNKARCI EĞİLİMLER ÜZERİNE – 2. Bölüm ................... Hovsep HayreniSayfa 39 - KARADENİZ, KARADENİZ OLALI BÖYLE BİR KARANLIK YAŞAMAMIŞTIR ............... Tamer ÇİLİNGİRSayfa 40 - Japon gazetecilerden ilanlı uyarıSayfa 41 - “Hoşana’nın Son Sözü”Sayfa 42 - KURTİYEK Jİ DÎROKA ÊZDÎTİYÊ Û HİNEK GEHDARİYÊN Lİ SER CÎH-WARÊN ÊZDİYÊN KU Lİ BAKURÊ KURDİSTANÊ DİMAN ............................................. Kemal TolanSayfa 50 - Habusi/İkizdemir köyü (Elazığ Merkez’e bağlı köy)Sayfa 51 - Rum soykırımı .............................................................. Serdar KayaSayfa 52 - Kan Akıtma Yoluyla İbadetin Din’deki Yeri: Kurban. ............................................................................... İlhan ArselSayfa 61 - BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜĞE Mİ, YOK EDİCİLİĞE Mİ? ......................................................................................... Ahmet ÖnalSayfa 63 - SARESUR ................................................................ Sait ÇiyaSayfa 64 - Seçme şiirler

İlahi Heq!Sen mi yarattın beni?

Sordun mu bana yaratmadan önce,Gelip gördük imar ettiğin alemi,

Kanrevan içinde…

Hiç te sevmedim,Hiç fark ettin mi sen?

Mülkünde ki mahlukatını,Bir uçtan bir uca…

Kuşların, atların, itlerinAnadilinden konuşup anlaşıyorlar,

En çok ta bu hoşuma gitti…

Be hey ulu üretici!Peki şu insan mahlukatına,

Niye bölücülük yaptın?Her adımda başka dil başka din,

İnsan mahlukatların anlaşamıyorlar…Peki sen ulu üretici,

Sen hepsini anlıyor musun?Başına bela etmişsin,

Ayıkla ayıklaya bilirsen,Midyat’ta ki pirincin taşını…

Ha bir de kara kaplı defterin varmış,Kim yazar kim okur onu?

Anlaşılan başın belalı senin…Mülkünün bir ucundan diğer ucuna,

Güllerin hep aynı kokar da,Şol insan mahlukatın niye bin bir

türdendir?Yoksa onların ustası sen değil misin?

Bana sormadan beni üretmişsin,Bana sormadan beni çalacakmışsın,

Bu dünyanda seninle barışık olmadım,Öbür tarafını da istemem…Gün gelip devran dönende,

Ben de çeker giderim,Kızılbaşlı turnalar ile,

Senin mülkünde…

-kızılbaş eli-

kızılbaş dergisi ankara temsilciliği selanik cad. no: 23 / 20 kat 5

kızılay / ankaratel: 0 506 818 66 55

[email protected]

Page 4: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 4 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Cangözü

ile

görmek

Ali Ülger

Siyaset kazanı kaynatılıyor, hü-kümet paket hazırladı. Beklen-tisi ve güveni olanlar da sabır-sız ve bol ümitleriyle hükümet paketini beklediler. Devletin aracı olan hükümet, devletin ihtiyacına uygum bir paket açıkladı. Aklı salim olanlar devlet paketinin boş olduğunu biliyorlardı. Ne yazık ki devlete güvenen ve beklentisi olanlar hayali sükuta uğradılar. Başta beyaz Kürtler, Beyaz Aleviler ve diğer toplumsal kesimler bekledikleri piyango çıkmadı!..

Bu paketten çıkmayan beklen-tilerini, devletin gelecek paket-lerine havale ettiler CC. Allah muratlarını vere derim. “Sorun ve problemleri üreten yöneten-ler ile hiç bir problem demok-ratik olarak çözülemez” Dev-letin üretmiş olduğu toplumsal sorunların devlet eliyle çözüle-ceğine umut bağlayan beyazla-rın, devletin hükümdarlığının dışına çıkmaları özgürleşmesi asla mümkün olamaz. Ermeni soykırımı demokratik siyaset ile çözülmeden, Kürt milli me-selesi çözülemez. Kızılbaş-Ale-vi meselesi çözülemez. Azınlı-ğa düşürülmüş toplumsal

kesimlerin demokratik talepleri çözülemez. Din vicdan hürriye-ti sağlanamaz!..

Toplumu oluşturan en küçük kesimden en büyük kesime ka-dar herkes kendi yakın tarihiyle açık yüzleşmeyi yapmadan; Or-tak toplumsal meselelerimizin çözümünde olduğu gibi özgün sorunlarımızın çözümünde de sağlıklı demokratik adımların atılması geliştirilmesi kanım-ca mümkün değildir. Her bir kesim kendi sorunlarına sahip çıkarak temsil etmek istedikleri kesimden yetki alarak siyaset alanına çıkmalıdır. Bizim de içinde bulunduğumuz Kızılbaş-Alevi kesiminin açık temsilcisi ne yazık ki yoktur. Kızılbaş-Alevilerin siyasal yoğunluğu ittihatçı-ırkçı faşizan CHP ağırlıklı bir tercihi vardır.

Diğer yandan da beyaz Kürt hareketine Kürt milli duygula-rının altında küçük bir tercih vardır. Devletin irili ufaklı sağlı sollu yasal ve yasa dışı teşkilatlarında da Kızılbaş-Alevi evlatları vardır... Tüm bu teşkilatların ortak bir siyasette ayniyetlikleri vardır. Kızılbaş-

Alevilerin kendi adlarına ken-dilerini temsil etme istemlerine kendi öz siyasal açık örgütlen-melerine karşı olmalarıdır. Peki bu ortaklığın, bu benzerliğin aslı nedir? Bunun iyi anlaşılıp açık eleştirilmesi gerekiyor. Tüm bu devlet ve beyaz örgüt-lenmelerin Kızılbaş-Alevileri kapı kulu maraba olarak kul-landılar. Kızılbaş-Alevilerin kendi öz siyasal örgütlenmeleri elbette işlerine gelmez. Özgün sorunlarımızın ve ortak top-lumsal sorunlarımızın çözüm-lerine yönelik kendimizi yetkin kılıp kendi adımıza ve kendi-miz için siyaset yürütmeden hiç bir sorunumuzun çözüle-meyeceğine 600 yıllık Osmanlı tarihi, 90 yıllık TC. tarihi buna açık kanıt degil mi ?

* * *

Devletin Cami-Cemevi-Aşevi projesini Gülen Cemaati ile Cumhuriyetçi Eğitim Merkezi İzzettin Hoca Efendi aracılığıy-la yeniden gündeme sürdüğü Türkleştirme ile devlet ümmeti Müslüman yapma siyasetidir. Bu devlet siyasetine açık destek sunanlar oldu. Karşı çıkan-lar da oldu. Destek sunanları anlarız. Karşı çıkanlardan bir kısmının yaptığı siyaseti anla-mak insani normlar dahilinde mümkün mü?

Burada bir öyküyü kısaca ak-tarmak isterim. Pir Sultan Ab-dal Kültür Derneği Cemevi!.. yıllar önce yasal kuruluşunu gerçekleştirir. Kendine küçük bir lokal tutar. Lokalin karşı-sında sahipsiz bir arsanın boş olduğunu öğrenirler. Bağlı ol-dukları belediyeye başvururlar

Page 5: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 5 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

yeni çıktı PANELİN tamamı video kayıtı yapıldı. 2 dvd den oluşan paneli isteyen herkeze posta ile gönderilir. posta ücreti dahil 15,00 tl. avrupa ve diyer ülkeler 15,00 €

boş arsayı kendilerine verilme-sini isterler. Birçok görüşme ile boş arsayı belediye söz verir ve arsayı kendilerine verirler. 850 bin TL. karşılığında.. Gel olur git olur bu arsaya inşaat başlat-mak için seçimler öncesi CHP ile görüşmeler yapılır. CHP’den inşaatın yapılması için para istenir. Sözler alınır sözler veri-lir. Dönemin seçimleri yaklaşır. CHP gelir ve temel atar. Direk-leri diker giderler. Seçimlerde CHP desteklenir. Seçimler biter. CHP’den ne gelen olur ne de soran olur. Dernek yönetici-leri CHP’ye gidip gelmekte yol-ları eskitirler. Hiç bir faaliyet yapmaz CHP! Dernek yönetici-leri önce Alevi mütahit ararlar inşaatı yaptırmak için. Hiçbir Alevi mütahit işi almaz. Der-nek yöneticileri başka mütahit-lere de gider gelirler hep elleri boş dönerler. Bu durumu Gülen cemaati duyar ve derneğe gelir tanışıp öneri yaparlar. İnşaa-tı yapabileceklerini söylerler. Dernek yönetimi tartar düşünür ve inşaatın mütahitliğini Fetul-lah cemaatine vermeyi uygun görürler. Hukuki olarak sözleş-me sefasına gelince arsa tapusu gündeme gelir. Arsanın henüz

tapusu alınmamıştır tez elden yöneticiler belediyeye giderler tapularını isterler. Belediye ar-sanın fiyatının 2,5 milyon oldu-ğunu söylerler. Yöneticiler kara kara düşünerek lokale gelirler. Cemaat firmasıyla durumu görüşürler. Cemaat yeniden bir öneri yapar ve 2,5 milyonu biz ödeyelim siz bize aylık olarak geri ödersiniz derler. Cemaat belediyeye 2,5 milyonu öder tapu alınır sözleşme şartna-me imzalanır ve inşaatı yapıp bitirirler.

Şimdi bu derneğin bu cemevi-nini genel merkez başkanlığını yapan sayın Kemal Bülbül’ün siyaseti Sayın Kemal Kılıçta-roğlu siyasetinden daha ilkel ve daha zararlı degil mi? Kılıçta-roğlu devletin siyasetini açık işletiyor. İsteyen katılır destek-ler istemeyenler de uzak durur. Peki Sayın Kemal Bülbül’ün ve şubesinin siyasetinin CHP si-yasetinden ne eksiği var? Hatta fazlası bile var!... Kemal Bülbül ve işbirlikçi tarikatı kalkmış Fetullah hoca efendi ile İzzettin hoca efendinin devlet siyasetine karşı olduklarını bağırıp çağırı-yorlar aybe loo........

Arif olan anlar CC. Allah biz kafir Kızılbaşları CHP ve be-yaz(!) Kemal Bülbül siyasetle-rinden korusun. * * *

Seçimler yaklaşırken Alevi-Bektaşi dernek vakıf yazar-çizer zavatımız işbaşındalar. CHP’den nasıl vekil ve bele-diye başkanı oluruz siyaseti işletiyorlar. Gün yaklaştıkça aktörleri birer birer göreceğiz. Diğer yandan da beyaz Kürt partisinde Tırk-Kürt kardeşliği ve İslam birliği siyasetinde de aktörler göreceğiz!...

* * *

Yenilenmemizin yeniden yapı-lanmamızın önünde duran en büyük engel bu kirletilmiş ma-raba ruhlu düşkünlerim. Safla-şıp paklanmak bu güruhla açık hesaplaşmak ile mümkündür. Gelin canlar bir olalım sloganı günümüzde sahtekarlığın ta kendisidir. Günümüzün çağı-rısı saf olalım başı dik olalım işbirlikçi kınalı kekliklerimiz ile ayrı duralım olmalıdır.

Can Cana Saygılarım ile

Page 6: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 6 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

mankurtlaşan veya celladına aşık aleviler

Mankurtlaşma ve mankurt bugün için Türkiye’de ki bazı Alevi kişi ve gurub-ların da davranış biçimi haline gelmiş-tir. Alevilerden bir bölümü artık başı-na yaş deve derisi geçirilen mankurtlar gibi, her gün geçmişine sövmekte, onu inkar etmekte ve mensup olduğu top-luluğa karşı akla hayale gelmez ihanet ve kumpaslar içine girebilmektedir.

Aleviler, Türkiye’de sözde birinci sınıf vatandaştır, eşit ve özgürdürler ama onlara bugüne kadar yapılan muame-le bir mankurta yapılanlardan sadece nitelik olarak farklıdır. Mankurtun başına yaş deve derisi geçirilip gü-neşin altına elleri bağlı bırakılmıştır. Buna karşılık Alevilerin başına deve derisi ğeçirilmez ama onu kendi ken-dine düşman etmek için hiçbir fiziki ve psikolojik işkecenin yapılmasından çekinilmez.

Hafızadaki “Kınalı Keklik”

Şöyle ki, hizmet almadığı halde, Ale-vilerin ödedigi vergi ile Diyanet İşle-ri Bakanlığı’nın imam - hatip, müftü, vaiz, müezzin gibi on binlerce perso-neli finanse edilir. Alevi Çocuğuna, yabancısı oldugu bir mezhebin din dersi okullarda zorunlu olarak oku-tulur. Alevinin ceminde, darında şiir-lerini okuduğu, nefeslerini söylediği Şah ismail tarih derslerinde düşman olarak belletilir.

Devlet televizyonunda yapılan İnanç Dünyası proğramında, bu ülkede Ale-viler hiç yaşamıyormuş gibi davranılır ve yok sayılırlar. Yine Ramazan gelir; sokakta, çarşıda, pazarda oruç terörü estirilir. Oruç tutmayan Alevilere her fırsatta gözdağı verilmekle kalmaz, bazı seneler bir iki Alevi bu teröre kurban gider.

Örneğin Malatya, Bolu ve Van’ daki üniversitelerde olduğu gibi, oruç tut-madığı için Alevi öğrenciler döve döve öldürülür.

İşkence psikolojik olanla sınırlı kal-maz. Hasbelkader bir devlet kurumun-da memur olan bir Alevi, ağzıyla kuş-ta tutsa ondan daha vasat yeteneklere sahip Sünni Kökenlililer hep yükselir-ken, o sittin sene memur olarak, tabii onuda kalabilirse öylece emekliye ay-rılır. Durum özel sektörde de bundan pek farklı değildir. Aynı şekilde Sünni esnafın yoğun olduğu yerde dükkan açan bir Alevinin de palazlanmasına izin verilmez. Bu kişinin derhal Alevi olduğu ortalığa yayılarak müşterileri-nin ondan kaçması sağlanır. Hele bir de bir Alevi kasap dükkanı açmışsa, işte ozaman “ yandı gülüm keten hel-va!” Alevi kasap bir gram et satama-dan kısa sürede kepenk indirir.

Bazılarını saymadığımız tüm bu iş-kencelere dayanamayarak zamanla pes eden, bilincini kaybeden ve geçmişini unutan Alevilere biz “Mankurtlaştı-rılan Aleviler”diyoruz. Aslında Alevi toplumu mankurta ve mankurtlaşma-ya yabancı değildir.

Alevilikte, toplumuna yabancılaşan-ları ve ona karşı ihanet içine giren-leri açıklamak için “Kınalı Keklik”

deyimi kullanılır. Kınalı keklikler de avcı tarafından yakalandığında, hem-cinslerinin avlanmasında güzel sesiyle kullanılırlar. Diğer kekliklerin yoğun olduğu bölğeye getirilen kınalı kek-lik. güzel güzel öterek hemcinslerinin sese kulak vererek yanına gelmesini ve yakalanmasını sağlar. Alevinin kol-lektif hafızasında, kınalı kekliklerin sayısı çokçadır. Sivas’ta Alevi toplu-munun içinden çıktığı halde Osmanlı tarafında yüksek makama getirilince Alevilerin yedi büyük ozanlarından biri olan Pir Sultan

Abdal’ı astıran Hızır Paşa, kınalı kek-liklerin atası sayılır.

Demokrat Parti Sonrası

Bilindiği üzere Cumhuriyet öncesi Aleviler kırsal kesimlerde toplu halde ve Sünni toplumunda yalıtılmış olarak yaşadıklarından, aralarından çok az mankurtlaşanlar çıkıyordu. Aleviler 1950’ lilerden sonra kabuklarını kı-rarak şehirlere göçünce, Alevi insa-nı üzerindeki daha önceki toplumsal kontrol kalkıp Sünni toplum ve devlet-le doğrudan temasa geçilmeye başla-yınca iş değişti.

Köyünde, kasabasında oturup duran bir Alevinin kimseye pek zararı yoktu. Ama Alevilerde şehirde göçüp mevcut pastadan pay isteyince, Türkiye’de he-men her şeye sahip olan Sünni kitle tedirgin oldu.

Bu nedenle Alevilerin mümkünse tekrar geldikleri yerlere geri gönde-rilmesi, bu olmadığı takdirde ise man-kurtlaştırılarak etkisizleştirilmeleri gündeme geldi.

Tüm karşı mekanizmalar derhal fali-

dr. hüseyin demirtaş

Page 7: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 7 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

yete sokuldu. Bu hummalı çalışmanın meyveleri kısa zamanda alınmaya ve Aleviler içinde mankurt rolünü oyna-mak isteyenlerin oranı da hızla artma-ya başladı.

Günümüzde, Aleviler arasında man-kurtlaşma çeşitli şekillerde yaşanıyor, kimi Alevi tamamen mankurtlaşıp geçmişini unutarak içinden geldiği topluma topyekün savaş açarken; ba-zıları da hala toplumun içinde hatta önder Pozisyonlarında oldukları halde Alevi karşıtlarının menfaatlerine hiz-met ederler. Bunların içinde anlı şanlı dedeler ve Alevi derneklerinin baş-kanları bile vardır.

Üçüncü kesimdeki bunlar Alevi top-lumu içinde en büyük grubu oluştu-rur, geleneğe zaman içinde yabancı-laştıkları, Sünni probağandanın aşırı etkisinde kaldıkları, devletçileştikleri ve büyük ölçüde Alevi-Bektaşiye has duyarlılıklarını da yitirdiklerinden her şekilde kullanılmaya ve manipüle edilmeye hazır eğitimsiz halk yığınla-rından oluşur.

Etrafına dikkatli bakan herkes Ale-viler arasında her türden mankurta tesadüf etmekle güçlük çekmez. Zira Aleviler Türkiye’de en az yüzde 10 oranında bir kitleyi oluşturduğundan, üzerlerinden binbir çeşit oyun oynan-makta, itaatkar ve sürü bir topluluk olarak kalmaları, haklarını aramaları-nın engellemesi için sayısız dolap çev-rilmektedir.

Nitekim Alevilere karşı hazırlanan, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde uzun süredir uygulamaya sokulan plan-lar meyvelerini Batı ve Orta Anado-lu Alevileri arasında bol bol veriyor. Buna en güzel örnek Kütahya Alevile-ri gösterilebilir. Bu ildeki Aleviler ara-sında artık devletin gönderdiği imam köyüne kasabasına bir hizmet olarak algılayanlara rastlandığı gibi, Sivas’ta yakılan kardeşlerine sevinenleri, Gazi Mahallesi’nde öldürülenlerin yanında değil de polis ve devletin yanında saf tutanları görmek çok zor değil.

MHP’li Aleviler

Asıl tehlikeli olan ise bu bölge Alevi-leri arasında yaşanan milliyetçileşme veya bir çeşit faşisleşme eğilimi. Gerçi milliyetcilik sadece Batı Anadolu Ale-vileri ile sınırlı değil. Zira Amasya’da MHP’li bir Alevi yine Alevilerin oy-larıyla belediye başkanı seçilebildi. Ama asıl vahim olanı, Batı Anadolu Alevilerinin Doğu Alevileri ile arası-na ağır ağır duvarları gittikçe kalınla-şan bir sınır çekmeye başlaması....

Bunu batıdaki kentlerden hangisi-ne gidilse görebilmek mümkün. Zira bazı Aleviler Tunçeli, Sivas, Maraş, Malatya, Erzincan Alevilerini kendin-den saymamakta, onların önemli bir bölümünü Kürt olması nedeniyle dış-lamakta ve artık kendi kimlik tanımı içinde onlara yer vermemektedir. Ben, batı kentlerinde ve Almanya’da Do-ğulu Alevilerin ve bunların İstambul ve Ankara gibi metropollerde yaşa-yanlarının, “Onlar bizden değil. Na-maz kılmıyor, oruç tutmuyorlar. İçki içiyorlar ve gusül aptesti almıyorla. PKK, DHKP-C gibi bölücü (!) örgüt-leri destekliyorlar. Sadece nefes söyle-mekle, Alevi olunmaz” denilerek aşa-ğılandıklarını bazı Alevilerin ağzında defalarca duydum. Burada Aleviligin temel felsefi direklerinden biri olan “72 millete aynı gözle bakmak” ilkesi-nin unutulduğu açıkça anlaşılıyor.

Hitler’in Yahudi Ayırımı

Ayrıca batılı Aleviler arasında dik-katimi Çeken bir diğer nokta da, aşı-rı devletçi olmaları ve devlet deyin-ce akan suların durması... Müzmin bir devlet fetişimi ve tapıcılığı var. Genelde devletle hükümeti karıştırı-yorlar ve devletten ne gelirse kubul etmeye hazır görünüyorlar. Devlet ne yaparsa iyidir gibi bir anlayış ge-liştirmişler. Sanki devlet ve hükümet Cumhuriyet’in ilk yıllarında gibi Sün-nilere ve Alevilere eşit mesafedeymiş gibi. Bu korkudan mı yoksa sevgiden mi kaynaklanıyor tam tespit edebilmiş değilim. Belki yıllar içinde dozu git-

tikçe artan asimilasyon politikalarının bir sonucudur bu.

Böylesine yanlış bir devlet algılama-sı nedeniyle devletin Alevilere karşı yanlış ve çarpık uygulamalarını dile ğetirenler de , öne sürdüğü fikirler üzerinde hiç düşünülmeksizin hemen bölücü ve devlet düşmanı olarak dam-galanıyor. Sanırım bu da Batı Anado-luda en büyük Problemlerden birisi.Halbuki farklı kökenlerine ve bölge bölge değişen uygulamalarına karşın Aleviler ğenelde bir bütün . Hemde öyle bir bütün ki, Aleviler kendi ara-larında ne kadar bölünürse bölünsün bir Alevi ister Kürt ister Türk kökenli olsun, Sünnilerin çoğunluğu ve Ale-vilere karşı olan güç odakları tarafın-dan bir vücut olarak görülüyor, Yani bir Aleviye kızan veya onun hakkın-da kötü söz söylemek isteyen bir kişi, Aleviler arasında ayrım yapmıyor. He-def aldımı hepsini alıyor.

Aynı 1980 öncesi Maraş, Çorum ve Malatya’da; daha yakın zamanda Si-vas ve İstambul Gazi Mahallesi’nde yaşananlar gibi. Burada Alevilere can kırımı uygulayanlar, kurşun sıkarken hiç Türk ,Kürt; doğulu batılı diye ayır-madı.

Ölenlerin içinde belki Sünnilerle iyi ilişki içinde olan hatta camiye giden ve Ramazan’da Oruç tutanlar vardı. Ama sıra Alevileri öldürmeye geldiğinde bunların hiç biri sonucu değiştirme-diği gibi, kimse aralarındaki farkları dikkate bile almadı. Hitler döneminde Almanya’da da böyle olmuştu. Bir çok Yahudi yüzyıllarca önce Hıristiyan ol-duğu ve Almanlaştığı halde , kökenleri didik didik edilmiş ve yahudi oldukla-rı anlaşılınca yakılmak üzere toplama kamplarına gönderilmekten kurtula-mamıştı.

Bu da gösteriyor ki Alevi kimliğini terk ederek egemen Sünni çevrelere ve devlete yaranabilmek mümkün değil. Çünkü Batı Anadoluda’da bir çok Ale-vi köyünde olduğu gibi Sünni köyler-de bile bulunmayan görkemde Camiler

Page 8: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 8 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

yapmakla, şu anda büyük oranda Sün-ni anlayışın eğemen olduğu bir devlete ve önyargıların esaretinden henüz tam olarak kurtulamamış Sünni kitleye yaranmak mümkün görünmüyor. Bir Alevi olarak Sünnilerden daha çok na-maz kılmak, oruç tukmak, kraldan çok kralcı kesilmek ve yaranmak için ken-di ğeçmişine beş vakit küfretmek akıl karı olamaz. Zira mevcut Sünni ege-men toplum ve devlet; kendilerine ne kadar yaklaşırsa yaklışsınlar Alevileri kabullenmeye, icine almaya ve hiçbir şeyi paylaşmaya yanaşmıyor. Tarihi önyargılar, mevcut güç ve menfaat ilişkileri buna engel. Bu nedenle Ale-vilere, birlik ve bütünlüğü aralarında-ki tüm ekonomik, bölgesel, toplumsal ve kültürel farklılıklara rağmen koru-mak dışında başka bir yol kalmıyor. Zaten Aleviye karşı yapılan her plan, onun birlik ve bütünlüğü parçalamak ve ufak lokmalara ayırarak yutmaları-nı daha da kolaylaştırmayı hedefliyor.Tam bu nedenlerden dolayı kimliksiz-leştirme, kitle olarak anlamını yitirme ve yutulmaya karşı Alevilerin önünde birlik ve bütünlük içinde olmak, bir ve iri olmak dışında seçenek kalmıyor.

Gönüllü Mankurtlaşanlar

Eğer bu yol tutulmaz ve Aleviler sudan sebeplerle amip gibi sürekli bölünür-lerse, egemen güçlerin zafer şarkıları söylemeye başlamasının zamanı gelip çatmıştır. demektir. Bu gerçekliğinde de Türkiye’deki Alevilerin kelle sayı-sının 15 veya 25 milyon olması hiç bir şeyi değiştirmeyecek, sayıların artık bir anlam ve önemi kalmayaçak. Çükü Çoban tek, sürü binlerce ama orada sürünün degil çobanın sözü geçiyor!

Sonsöz: Gönüllü mankurtlaşanlar ne kendilerini ne de ait oldukları toplulu-ğu kurtara bilirler.................................

Dr. Hüseyin Demirtaş’ın bu yazı, Kızılbaş Dergisi’in birinci Sayısında da yayınlanmıştır

Ocak 2011 sayı 01 Ankara

YOL dan DüŞen Mezar Kazıcıları..Adnan Cangüder

Kimsenin beklemediği ama içten içe bilinen ve görünen asimilenin sinsi ayak sesleri içimizde yürüyor. Kim derdiki asimile kendini bu kadar sert ve haince dayatacak ve içimizdeki Hınzır paşalar bu kadar çabuk ortaya çı-kacak. Ebu Sufyanın oğulları boş durmuyor Ibni Mülcem oluyor Şimr oluyor ve ne Hasanımız kalıyor nede Hüseyinimiz. Zehirli eller ve kanlı kılıçlar canlarımızı alıyor alıyor.Daha düne kadar en çok ben inanırım, en büyük Alevi benim diyenler üç beş kuruşa tav olup satılmışlar, renkli sandalye ve koltuklara gömülmüş, gömüldükleri koltuklarda çürümüşler. 70-80 yıllık yaşamlarında nice kat-liam, nice ölüm ve nice ihanetleri yaşayan insanlar şimdi ayni ihaneti ve katliamları hiç acımadan vahşice ve hayasızca kendi toplumuna ve halkına yapıyor.Eyyyy para sen nelere kadirsin ne cennetler alır ne hurilerı satarsın. Hiçmi satın alamayacağın insanlar yok? Ankaranın her metrekaresinde bir Alevinin, İlericinin ve Devrimcinin kanı yerde iken nasıl olurda gider kanlı elleri tutar ve önünde eğilerek öpersin, bilmezmisin yeni doğmuş bebelerin ahı var o ellerde.Fettullah Gülen ve İzzettin Doğan bu gün var yarın yok; Muaviye torunla-rına kardeş olmak sanamı düştü, hiç mi düşünmedin İmam Hüseyini, Hal-lacı Mansuru, Seyit Nesimiyi, Sivası, Gaziyi, Maraşı ve Dersimde kesilen Pirlerini,Mürşitlerini..Anadolu Alevi Kızılbaş inancımızı, Yol‘umuzu ve Erkan‘imizi yok etmek için binbir hile ve yalan dolan ile her türlü laneti düşünen, ölümümüze bayram yapan ve şeker dağıtan, mezarımızı kazanların tarafında olmak ve eline kürek alıp üstümüze mezar toprağını atmak sanamı kaldı devşirilmiş Tur.Boşuna bunca yıl demediler Pirler siyasete karışmasın, Pirler politika yap-masın sadece inanç işlerine baksınlar diye, hangi Pir ve Mürşit siyaset yap-mıyorsa ve bunun mücadelesini vermiyorsa geleceği yer asimile mezarının kör çukurudur bu böyle biline vede yazıla.Ebu Sufyanın, Yezidin torunları her türlü siyaseti yapacak ama benim Pi-rim yapmayacak yok böyle bir şey, kabul etmiyoruz, zaman Pir‘ lerimizin Mürşitler‘ imizin siyaset meydanına çıkma PİR SULTAN ABDAL’ın sözünü yerine getirme zamanıdır ve hatta geç dahi kalınmıştır.

Hızır Paşa bizi berdar etmeden,Açılın kapılar Şah'a gidelim,Siyaset günleri gelip çatmadan,Açılın kapılar Şah'a gidelim.

Avrupanın yüz karası, ihanetin içimizdeki zehirli hançeri, boynumuza ası-lan urgan, Sivasın kor ateşi ve sırtımıza giren yağlı kurşun sensin artık. An-karada camii gölgesinde neyi alıp neyi satacaksın? Yol ve Erkan düşkünü? Bu Devlet; adına lanet Osmanlının torunlarının devletidir, bilmezmisin? Adına lanet Osmanlıda oyun çoktur bilirsin, bilirsinde katillerle düşer kal-karsın ve şimdide aynı oyunu sen bize oynarsın.Avrupalı Aleviler derhal gerekeni yerine getirmeli ve içimizde öyle yada böyle uzaktan yada yakından Fettullah Gülen ve Izzettin Doğan ile beraber çalışan, iş yapan ve çalışmalar yürüten bütün ama bütün herkesi teşhir edip acilen kendilerinden uzaklaştırmalıdır. Mezar kazıcılarını kendi kazdıkları mezarlarına gömelim.

Page 9: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 9 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Korkaklar

Zafer Anıtı

Dikemez,

Hele Sen Asla..Erdal YILDIRIM

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savu-nucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı ba-şına büyük bir hayalciliktir.

Alevi toplumu içinde yüzlerce yıldan bu yana egemenlerden, zalimlerden yana olmuş, Pir Sultan Abdal'ın itle-rinin oturmadığı haram sofrasına otu-rupHızır Paşalığa soyunan, ihanetçiliği, Reyberliği seçen, Aleviliği islamiye-te, müslümanlığa yamamaya çalışan, bunun için de her türlü entrikayı de-neyen, isimlerinin başında "profesör", "dede" gibi çeşitli ünvanları olan; muhtemelen demokratik - yasal hak-lar değilse bile, hiç değilse Diyanette bir daire başkanlığı, belki bir müdür-lük, veya daha önce olduğu gibi örtülü ödenekten bir miktar para, ya da bazı 'dede' kılıklılara maaş vs gibi çeşitli rant beklentileri olanlar vardı. Fakat onlar bile hayalleriyle baş başa kaldı-lar. Yardım, hizmet ve işbirlikçilikle-rinin karşılığını alamadıkları bir hayal kırıklığı yaşadılar.

Alevilerin, Alevi toplumunun yıllardır beklentileri belliydi. Bu hükümetten de, Başbakan'dan da, paketten de bir beklentileri yoktu. Sözde Alevi açı-lımları öncesinde ve sırasında Alevi-lerin "eşit yurttaşlık" temelinde talep ettikleri, ortaklaştırdıkları ve mad-deler halinde sundukları çözümlerin görülmezden gelinmesi, Alevilerin ve Aleviliğin yok sayılması, asimilas-

yonun giderek güçlendirilmesi, kendi Alevisini yaratma çabasındaki ikti-darın ve bazı Fethullah yandaşlarının "Cami - Cemevi" projesi böyle bir bek-lenti içinde olmamak için fazlasıyla yeterliydi..

Zira bu iktidardakilerin zihniyetini bi-len, karakterlerini ve neye - kime hiz-met ettiklerini iyi tahlil eden, Aleviliği Hz. Ali'yi sevmeye indirgeyen, takiy-yecilikte sınır tanımayan Başbakanı iyi tanıyan Aleviler de, Alevi örgütleri de bu paketin "boş" hatta "bomboş" olacağını biliyorlardı. Ve görüldü ki, pakette inançlarla ilgili çıka çıka yıl-lardır fiilen ortada olmayan başörtüsü ve türban yasağının kamu kuruluşla-rında serbestliği kararı çıktı.

Alevilikle ilgili tek ifade, Cemevleri-nin ibadet yeri sayılması, Zorunlu Din Derslerinin kaldırılması, Madımak'ın Utanç Müzesi olması gibi temel istem ve sorunlar ortada dururken, Alevi-lerin Serçeşme kabul ettiği dergâha dahi ücret karşılığı girerken, Nevşehir Üniversitesi isminin 'Hacı Bektaş Üni-versitesi' olarak değiştirilecek olması Alevilerle alay etmekten başka bir şey değildir.

Bir yandan Mısır'daki Esma'ya dünya televizyonları önünde gözyaşı dökme resitalleri sunan, Suriye'de El Kaide, El Nusra gibi selefi, insan düşmanı katiller sürüsüne eğitim, lojistik ve as-keri destek sağlayan, bu grupları ülke içinde eğitip, örgütleyen, bu gruplara her türlü yardımda bulunup Suriye'ye gönderen, Suriye'de taraf olup iç sa-vaşı körükleyen; diğer yandan ge-çim amaçlı kaçakçılık yapan 34 Kürt çocuğuna savaş uçaklarıyla saldırıp

katledilmeleri emrini veren Erdoğan ve AKP iktidarından "Kürt sorunu", "Ana Dilde Eğitim", "Barış" gibi çö-zümler beklemek büyük bir hayalci-likten başka bir şey olamazdı .Bu gerçekliğin kısmen farkına varan Kürt Hareketi ve kimi Kürt politikacı-lar da sadece belli beklentiler içindey-diler. O 'özel' beklenti dışında paket-ten hiçbir beklentilerinin olmadığını beyan da etmişlerdi. Zaten binlerce seçilmiş Kürt siyasetçiyi zindanlara tıkayan ve hergün yaptığı konuşmalar-la, verdiği emirlerle içerideki siyaset-çilerin tahliye edilmesini engelleyen, barışa düşman Erdoğan'ın Kürt sorunu için herhangi bir çözümü olmazdı.

En temel ve can alıcı sorunlardan bi-risi olan "Ana dilde eğitim" de paket-te yer almadı. Ama "özel okullarda "farklı dil ve lehçelerde eğitim" yapı-labileceği, yıllardır fiili olarak ortadan kalkmış olan "x, q, w" harflerini kul-lanmanın suç olmayacağı "klavyelere özgürlük" şeklinde mizahi bir formü-lasyon ile açıklandı. Tek olumlu, ama yüzeyseldeğişikliksabahları okullarda okunan öğrenci andının" kaldırılmasıdır.

Başbakan uzun tekrarlarla sürdürdüğü konuşmasında kendi psikolojisini öne-çıkaran, ruh halini yansıtan bir ifade kullandı. Bu ifade son derece doğru bir tespiti içeriyordu. Aylarca "bugün, yarın, öbür gün, gelecek hafta açık-lanacak, çok önemli ve tüm toplumu memnun edecek demokratikleşme ka-rarları olacak" denilerek gizemli bir hale dönüştürülen bu pakette bir kez bile "ALEVİ" ve "KÜRT" sözcüğü kullanılmamıştı.

Bu tam bir korkaklığın dışa yansıma-sından başka bir şey değildi. Ben bura-da Başbakana soruyorum. Bu ülkenin en temel ve en önemli iki sorunu olan Alevi ve Kürt sorunlarını teğet geçen, bu sözcükleri kullanmaktan özenle kaçınan bir kişiden daha büyük korkak olabilir mi?

Yanıtı da biz verelim..

Evet, Sayın Başbakan: "Korkaklar hiç-bir zaman zafer anıtı dikemezler, hele sen asla."

01 Ekim 20013

Page 10: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 10 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Bir Kavram Bin KIRIMYanilsamalar -9 DEMOKRASi: "Halkın kendi kendini yönet-me biçimidir" dense de tarihin derinlik lerinden günümüze tüm yasanmislik-larda tam tersi görülegelmiştir. Atina Demokrasisi(!) ilk ve temel demokrasi sayıldığından didiklemeye oradan baş-layalım. Atina Demokrasisinde soylu er-kekler oy verme, seçme ve seçilme hakkına sahiplerdi. Kadınlar ve köleler vatandaş sayılmazlardı. Damasip oglu Demokritos çağının en akıllı insani olduğu halde, yine de çağının; özgür insanlar için ol-duğuna, kölelerin köle olarak kalmaları gerektigine inaniyor ve şöyle diyordu "Kendi ellerinden ve ayaklarından fay-dalandığın gibi kölelerden faydalan" Demokritos eşitlikten yanay-dı, ama egemenligin "toplumun en üst tabakalarına", Yunan şehirlerinde zen-ginlerle iktidar sahiplerine karşı ayak-lanan "tayfalara" geçmesine karşıyd.O´na göre, yalnız atomlar aleminde de-gil, devlette de baş yer güclülerin olma-lıydı. Bütün zengin köleciler böyle düşünüyorlardı. Ve elbette ki Damasip oglu Demokritos da. İnsanlık tarihinde belkide en çok bu kavram üzerinde durulmuş, en çok bu kavram tartışılmış, en çok bu kavramın içi boşaltılmıştır. Eştirdikle-ri en dizginsiz zulüm tufanlarında bile egemenler hep bu kavramın ardına sak-lanmışlardır . "Köleler kardeşlerimizdir "slo-ganıyla çıkış yapan Hıristiyanlık, köle-leri arkasına alarak Roma´yı yıkmış. Ve fakat köleleik sistemini ve köleciligi kaldırmamıştır. Elde ettigi güç oranında sal-dırganlaşarak tüm dünyayı esir alma-ya, esarete boyun egmeyenleri kılıçtan geçirmeye devam etmiştir. Tarihte Cadı Avı diye bilinen ve yaklaşik yediyüzyıl süren vahşet de gene Hıristiyanlığın eseridir. Yüzbinle-rin diri diri yakıldığı bu kesit belkide tarihin en kara, en yüzkızartıcı sayfası-dır.

Savunularının temeli olan kul-luktaki eşitlik bile eşitlik degildi. Ruh-ban sınıfının ayrıcalıklı tasarruf hakkı hayatin her alanında göze batıyordu. Keza; İslam da eşitlik ve kar-deşlik sloganlarıyla çıkmıştı tarih sah-nesine. Ne ki; daha ilk adımda Mu-hammed Bedevi göçerlere yerlerini göstermişti. "Gücü yeten (karınlarını doyurmaya) dört ve hatta daha fazla karı alabilir, gücü yetmeyen oruc tut-sun" derdi İslam devletinin savaşlardan edindigi ganimetlerin beşte dördünü çeşitli payelerle kendine alan Muham-med, beşte birini de savaşta yer alan askerlerine pay ederdi. Aman ne ala de-mokrasi ... Örnegin Sosyal Demokrasi miyadını ikinci enternasyonalde dol-durdugu halde hala dillerde pelesenk olmaktan kurtulamamıştır. Alman sos-yal demokratı Karl Kautzki, ikinci en-ternasyonalde "önce Almanya Rusya´ya karşı savaşı kazansın sonra geregine bakarız" der ve sosyal demokrasinin sisteme yedeklenmesinin sosyalemper-yalist teorisinin temellerini atar. Burjuva demokrasisi ne ka-dar genel, eşit ve gizli oy sistemleriyle, parti çoğulluğuyla, parti içi demokrasi-siyle yürütülürse yürütülsün, sermaye ilişkilerine dayalı bir sınıf egemenliği-biçimidir ve bununla yogrulur, temsili-lik oluşturan mekanizmalar içerisinde de burjuva ilişkiler örgütlenir ve ye-niden üretilir. Çok partililik ve parla-mento burjuva sınıf egemenligine daha geniş bir temel kazandırdığı gibi, tem-sililik özelligi, emekçi sınıfların siyasal yaşama dogrudan katılmalarını, ka-rarlarını kendilerinin almalarını önler. Bu nedenledir ki burjuva demokrasisi azınlığın çoğunluk üzerindeki baskı aracından başka bir şey degildir. Demokrasi en çok da ulusdev-letler süreci ile dillendirilmiştir. Bir avuc azınlığın burjuva egemenligi ol-maktan öteye gidemeyen ulus devletler kavramın içini boşaltarak amaclarına

arac edinegelmişlerdir. Paris Komünü ile başlayan sü-rec daha başından kesintiye ugratılmış, sermayenin kanlı diktatörlügüne dö-nüştürülmüştür. 1878 Berlin Kongresi ile başla-yan süreci 1913 ve sonrasında soykırım ve talanlarla sürdüren Türk´lerin dilin-de pelesenk olan demokrasi ise aslının zıttı bir işlev üstlenmiştir. Kemal; süre-ci devraldığı 1919 Pontus Rum kırımiy-la ise koyulur ve sırasıyla Koçgiri, Zilan, Dersim kırımlarıyla sürdürür. Adına Cumhuriyet dedigi sistemi bir darbe yoluyla ele geçiren ve Osmanlı-nın kesintisiz devamı niteliginde kalan Kemal; bir parlamento konuşması sı-rasında rakiplerini dize getirmek icin "beyler; mütefiklerin, Ermeni ve Rum mal varlıklarının akibetini ögrenmele-rini istemezsiniz sanırım, beni destek-lemek zorundasınız" diyerek Cumhu-riyetin ne kadar cumhuriyet olduğunu itiraf eder bir anlamda.

Sonuc yerine; İnsan, insanlaşma sürecinde zigzaglar çizerek yürüyegelmiş, kimi zaman yüzyıllarlık derin uykulara dal-mıştır. Yeniden uyandığında gecikmeli de olsa yaralarını hızla sarmaya, gelişi-mine hız katmaya çalışmıştır. Dönem-sel geri bakışlar (geçmişe özenmeler) onu daha mükemmele erme yolundan görece alıkoysa da genel olarak bir akar su gibi büyük ve görkemli insanlık der-yasına dogru akışını tümüyle engelle-yememiştir. Demokrasinin olmazsa olma-zı; insanlığın insanlaşması, Din, Dil, Irk, Cins, Renk ve Sınıf ayrımı gözet-meksizin tüm insanlığı eşit ve özgür koşullarda buluşturacak bir düzendir. Binyıllarlık bu yoldaki ilerleyişte önü-ne çıkacak tüm engelleri aşmasının biricik aracı insan olma bilincini ken-dinde, ailesinde, toplumda geliştirmek ve yaşatmak ödeviyle yükümlüdür in-sanlık. Köle sahibi bir demokrat ol-mayacağı gibi, karısını veya çocuğunu döven bir aydın müsveddesi de hiç bir zaman gerçek bir aydın olamaz. Gerek aile içi, gerekse örgüt, parti, devlet içi demokrasilerde de sef-faflık kaçınılmaz bir zorunluluktur. Çoğunluga karşı azınlığın, azınlık içinde bireyin haklarını tanımayan, ko-rumayan hiç bir toplum ve toplulukta demokrasiden söz edilemez .

A. Haydar Kanlı

Page 11: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 11 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Gülo’dan bu güne Ermenilere ne oldu?Aram Ararat

Payizi bir yağmur yağıyordu, kapkara giyitler içinde bir genç kız yürüyordu, yağmur mu yağıyor genç kız mı ağlı-yor beli değil. Kızın sağ üst kaşı ya-rılmış durmadan kanıyordu, kaşında damlayan kan, göz yaşlarıyla karışıyor al yanağına dökülüyordu. Göz altıları morarmıştı, alt dudağı patlamış, duda-ğıyla birlikte çenesi durmadan titri-yordu. Giyitleri üstünde parçalanmış lime lime olmuştu. Koyu laciverte ça-lan iri gözlerinde hüzün ve kederden başka hiç bir eser kalmamıştı. Başak sarısı saçları tiftiklenmiş, dağınık bir halde yüzüne dökülmüş ve önünü zor görebiliyordu. Kızcağız tanınmaz bir halde, per perişan kendini ayaklarının üstünde zar zor durabiliyordu...

İri yarı iki adam kızın koluna girmiş, kah yerde sürükleyerek kah sırtları-na alarak cebren, gün ortasında Bili-can Dağına doğru götürüyorlardı. Hiç bir insan oğlu bu adamlara müdahale etme cesareti bulmuyordu kendinde...

Az sonra yağmur kara dönüşecekti. İşte şimdi kar yağıyordu. Ağır ağır, lapa lapa ve usulca. Karla birlikte elem yağıyordu, hüzün yağıyordu, ke-der yağıyordu. Binlerce, milyonlarca kar tanesi ardı ardına ve peş peşe gök-yüzünde süzülerek, kadife yumuşaklı-ğında, hafifçe yeryüzüne konuyordu. Ne tuhaf, kar genç kızı üşütmüyordu; tam tersine kızı ısıtıyordu. Kar onu sa-rıp sarmalıyor, ta uzak diyarlara çok sevdiği anneannesinin yanına götü-rüyordu. Anneannesi, aklına düşünce hemen eğildi, sağ ayak bileğinde, an-neannesinden ona hatıra kalma halhala dokundu. Halhal her zamanki gibi ye-rinde duruyordu. Bin bir umutla başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı… Derken

bakışları Bilican Dağının doruklarına takıldı. Doruklar dumanlıydı, doruk-lar karanlıktı, doruklar ürkütücüydü ve doruklar…

Bu doruklar, bu dağlar asi ve soyluy-du: Hep fukaradan yana tavır almış-lardı tarih boyunca. Şaha, padişaha, krallara bilcümle zulümkârlara karşı isyan eden asileri, Öz evlatları gibi saklamış ve korumuşlardı. Başı dara düşenlere kucak açardı, vermezdi on-ları kimselere. Sonra komitacıların ve firarilerin anayurduydu.

Gelin görün ki şimdi bir zavallı Erme-ni kızını koruyamıyordu...

Genç kız Ermeni papazın kardeşi Kaspart’ın kızı Gülo’ydu. Gülo (Güli-zer) ince narin ve çok güzel bir kızdı. İri gözleri koyu laciverte çalıyor, kir-pikleri uzun ve kıvrım kıvrımdı, altın sarısı saçları topuğuna değerdi. Zaman zaman saçlarını iki örgü haline geti-rip beline bırakıyorudu. Yanakları al aldı, en ufak bir tebesümle şirin gam-zeleri çukurlaşıyordu. Biçimli burnun hemen altında tatlı ağzındaki dişleri apaktı. Sokağa, çarşı pazara çıktığın da hiç bir insanoğlu bu kızın güzelli-ğinın karşısında kayıtsız kalamazdı. O denli alımlı ve o denli güzel bir kızdı. Bu destani güzelliğin ardında derin bir hüzün ve derin bir keder vardı...

Vakit tenhaydı, sağır ve dilsizdi. Zü-lüm pusudaydı, devran zalimlerin devranıydı, herkes güçlüden yana ta-raftı. Kimsenin umurunda değildi hak hukuk adalet...

Son bir kaç aydan beri Jön Türkler, ve Hamidiye çeteleri Ermenilerin avına

çıkmışlardı. Nerede bir Ermeni görse-ler hemen serdest edip ya öldürüyorlar, ya da sürgüne tabi tutuyorlardı. Erme-nilerden arda kalan mal ve mülklerine el koyup kendilerine savaş ganimeti sayarlardı. Bu çetelerin en acımasızı ve en belalısı Heci Musa’nın çetesiydi.

Heci Musa Serhat ülkesine Ermenile-re, yaptığı katliamlarla nam salmıştı. Aslında sadece Ermeniler değil bütün bölge halkı Heci Musa’nın elinde he-lak olmuştu.

Heci Musa perxingin(şomine) yanında usulca oturdu, önündeki tütün taba-ğında kalın bir sigara sardı, muhtar çakmağını şalvarın cebinden çıkardı, sigarasına götürdü, bir çaktı tutuşma-dı, bir daha çaktı çakmak yalım tut-tu, sonra sigarasını yaktı. Ağız dolusu bir nefes aldıktan sonra cepkenin sağ cebinden köstek saatini çıkartı, uzun uzun saatine baka kaldı. Az sonra kapı aralandı bir yanaşma içeri girdi, duyulur duyulmaz bir sesle "muştumu isterim ağam muştumu Gülo’yu ge-tirdiler" dedi. Yanaşmanın sesi Heci Musa’yı derin hayallerden çekip aldı. Yüzüne hınzır bir gülümseme oturdu, takma dişleri keyifle apaklandı, tatlı tatlı sakallarını kaşıdı. "Tandırlığa, hemen tandırlığa götürün" diye bağır-dı. Gülo’yu tandırlığa götürdüler.

Bir koyun kestiler, koyunu yüzdüler ve Gülo’yu anadan üryan soydular. Gülo’yu koyun postuna soktular. Sa-baha kadar Gülo koyun postunun için-de kaldı...

Her akşam gün geceye kavuştuktan sonra Heci Musa Gülo’nun odasına ge-çiyordu. Kendisiyle evlenmesi için sa-baha kadar ona yalvarıyor, Gülo’nun ayaklarına kapanıyor, Gülo’dan medet umuyordu. Sadece Gülo onu kabul et-sin diye akla hayale gelmeyen vaatler-de bulunuyordu. Fakat bir türlü Gülo onu kabul etmiyordu. Gülo onu kabul etmedikçe saldırganlaşıyordu.

Gülo’ya saldırıyor, ağzını burnunu kan içinde bırakana kadar onu dövü-yordu. Bazen hızını alamıyor Gülo’yu en ağır işkencelerden geçiriyor, kan revan içinde bıraktığı kızın ayaklarına kapanıp, it gibi ağlıyordu.

Nihayet Gülo’nun onu kabul etmeye-ceğini anlayınca kızın ırzına geçip,

Page 12: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 12 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

onun saçlarını usturaya vurup ve tır-naklarını tek tek kerpetenle söküyor.

Kızcağız bu anıyı şöyle ağıtlaştırmıştı.

Wayé wayé wayé wayéBerf dibare tevî bayéHeci musa min nekuje ez gune metu Kurmanci ez Fıle me

Tu seré min bidî ber guzana Goşté min bidî ber kerpitana Ez seré xwe nadim li ser balgîya Mislimana Wayé wayé wayé wayé.

Gülo’nun bu destanlaşan ağıdı ilkin Serhat ülkesinin, Kürt dengbêjleri, o muazzam bitmez tükenmez, kadim bir çeşme gibi oluk oluk çağlaya, mühte-şem billur sesleriyle biçimlendirdiler. Sonra Ermeni ustalar ve zanatkarları, çekiç vurdukları her taşı ve oydukları her kayayı Gülo’nun hüzünlü yüzünü ve acılarını tasvir ettiler.

Sonbaharın uzun ve mehtaplı gecele-rinde bereketi bir ırmak gibi akan baş döndürücü acem şairlerin, mısraların-da vücut buldu bu ağıt. Bu ağıtımsı destan kurdistan’da boy verdi oradan Acemistan’a, Uruz’a kadar yayıldı. Çöl Arabistan’da arap hikayecilerine hikaye oldu.

Her ana kızına beddua okurken "akı-betin Ermeni kızı Gülo’nun akıbeti ol-sun " diyorlardı.

Gülo acıydı, Gülo kederdi, Gülo bin yılların hüznüydü. Çaresizliğin en ça-resiziydi, hem kadındı hem de (gavur-du) gayrimüslimdi.

Koca bir dramdı gülo..

Bin sekiz yüzlerin son çeyreğinde baş-layan ve bin dokuz yüzlerin ilk çeyre-ğine kadar devam eden Ermeni, soykı-rımının kısacık bir hikayesiydi Gülo. Bu kadim topraklar, bu nehirler, bu kayalar, bu dağlar ve taşlar ne acılara ne katliamlara ne trajedilere tanık ol-muşlar. Ne dramatik hikayeler yaşamış Anatolya’da ve Mezopotamya’da. Bir zamanlar Kilikya’da, Kapadokya’da, Çukurova’da, Toroslarda, Amanoslar-da, Serhat’ta, Amed’te ve ülkenin dört bir tarafında yaşayan milyonlarca Er-menilere ne oldu hiç merak etiniz mi?.

Page 13: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 13 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

ezilen halklar ve melek-i tavus’un başına gelenlerMüslim Korkmaz

(Ben din söylemlerinin siyasette refa-rans alinmasini sevmem. Dini duygu-larim da o oranda pek güclü degildir. Ama insanoglunun terimler ve lakap-lardan hareket ederek varliklarin de-gerlerini nasil ters yüz ettiklerini be-lirtmek bakimindan bu yaziyi yazma geregi duydum)

1-Melek-i Tavus, bir melek midir? - Evet. (Adem peygamber ve Ademo-gullari tarafindan §eytan lakabi takila-rak kötülüklerin basi olarak gösterildi)

2- Adem bir melek midir?- Evet. (Ademogullari tarafindan ce-nette kalmasi uygun görüldü ve Ade-mogullarinin atasi ilan edildi)

3- Alevi-Kizilbas Kürdler, Soradan zorla Müslümanlastirilan tüm Kürdler, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler ve nice halklar, Mezopotomya'nin kadim halk-larindan midir? Bu halklar en köklü, esitlikci, insani ve demokratik inanca dayanan cok eski bir inanc kaynagin-dan geliyorlar mi?- Evet! (Bu halklar, Arap ve Türk Islam alemi tarafindan kuyruklu yaratiklar, katli vacip gavurlar ve terorist olarak tanitildilar. Bu halklarin bir kismina zorla Islamligi dayatip eski inanclarin-dan kopardilar.) ***4- Türkler, Orta Asya'yi cöle cevir-dikten sonra, göcebe olarak gelip, Anadolu'yu Mezopotamya'yi, Kuzey Afrika'yi ve Balkan ülkelerini istila ettiler mi? -Evet! (Tüm Dünya bunlari Barbar Türkler olarak tanidi…)

Bu kötülüklere ragmen, yukardaki tesbitleri tarihsel, bilimsel ve sosyolo-jik olarak ele alacak olursak, Melek-i Tavus'un herhangi bir kötülügünü bi-limsel olarak tesbit eden olmus mudur? Herhangi bir delil sunabiliyor muyuz? Hayir...(Havva'ya elma yedirttigi söy-lenir. Öyle bile olsa burda bir zor ve baski söz konusu degildir).

Oysa Adem ve Ademogullarinin yalan-dan tutun, diktatörlük, soykirim, hir-sizlik, sömürü ve tecavüze kadar varan kabarik bir suc dosyasi mevcuttur.

Alevilere yapilan asagilayici iftiralar, Kürdlerin Kuyruklu, terorist oldugu söylemleri, ayaklari yere degmeyen, bilimsel hicbir degeri olmayan büyük bir yalan degil midir? - Evet!...

Oysa, Orta Asya göcmenleri ve Balkan Devsirmeleri olan bu Cakma Türkler, soykirima ugrattiklari Ermeni, Sürya-ni, Pontus, Kürd-Alevi vs… halklarin katilleridir. Barbarlik ve Soykirimci yaftalari, na-letli bir madalya olarak tescil edilmis ve boyunlarinda hala asili durmakta-dir.

Bu barbarlar gibi , Araplarin da, cihat yoluyla katlettikleri nice Alevi Kizil-bas –Kürt katliamlari mevcuttur.Ki-

lic yoluyla, zorla müslümanlastirma-nin failleri oldugu ortadadir. Melek-I Tavus’un hile ve tertip sonucu kötülük-lerin kaynagi oldugu yalanini ARAP-LAR yaydi, Türkler savundu…

GELELIM ESAS MESELEYE:

Melek-i Tavus , Icerisinde cesitli gaz-lar bulunduran bir ates topundan olus-mustur. Bu ates topundaki hidrojen ve oksijen gazlarinin birlesiminden, su meydana gelir.

Yine bu ates topunda sicaklik vardir. Sicakligin tersi olan sogukluk da oldu-guna göre , cevresinde olusan atmos-ferde hava da vardir.

Bu ates topunun dis kisminin soguyup sönmesi sonucu toprak olusur.Toprak-tan olusan tüm canlilar, evrim gecire-rek bu günkü hallerine ulastilar. Demek ki , su, hava ve topragin kay-nagi atestir.Melek-I Tavus da atesin kendisidir.

Eski inanc ve dinlerde, günese ve ate-se tapmanin nedeni budur. Özellikle Aleviler ve bazi inanc gruplari, bu gün hala atesi kutsal olarak görürler.

Simdi gelelim yapilan haksizligin kay-nagina:a-Melek-i Tavus atestir, Adem ise ate-sin küllerinden olusan topraktir. Adem topraktan olusmustur.Adem'i, kendisi-ni olusturan atesten üstünlügünü, yani Adem’I, Melek-I Tavus’a üstünlügünü kim uydurdu?

Cevap : Ademogullari uydurdu.

b-Türklerin büyük kardes, Kürdlerin ise Türklerin hizmetli kücük kardesi oldugu yalanini kimler uydurdu? Bu kardesligin bilimsel ve biyolojik bir verisi de yoktur. Bunu savunanlar bü-yük bir yalan söylemiyorlar mi?

Adem'in Melek-i Tavus'a üstünlügü ya-lanini uyduran Ademogullari, bu yalan aliskanliklarini, ezilen halklar üzerin-de de uygularken eskiden oldugu gibi , simdi de uyduruk lakaplar ve terimler üzerinden yapiyorlar.

Sonuc olarak Kürdler ve Türkler kar-destir diyenler, Kürd Halki'na karsi büyük bir yalan söylüyorlar, suc isli-yorlar. - 24 Mart 2013

Page 14: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 14 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Pomakların var olduğunu önce Pomaklara anlatmalıyız… A. Murat Yılmam

Uzun yıllar boyunca Pomak olduğunu bilmeden yaşamayı anlatmak ne kadar mümkün? Ne olduğunu tam olarak bi-lemeden yaşamanın verdiği ağırlığın, zihinde ve bedende yarattığı travma-yı nasıl tarif edebilirim? Başkalarının dilinden Pomak olduğunu öğrenince düşülen şaşkınlığa benzer şaşkınlık yaşamış mıdır dostlarım?

Başkalarının bildiği Pomak olduğum gerçeğini ben neden bilemedim uzun yıllar. Kendi öz babasının,” biz Pomak değiliz Kuman Kıpçak Türküyüz” de-yip konuyu kestirip atmasının manası-nı uzunca yıllar çözememenin yarattığı karmaşayı nasıl kelimelere dökerim?.

Özellikle Pomak olmayanlara ve özel-likle asimilasyon denilen şeytani uy-gulamaya maruz kalmamış olanlara nasıl anlatabilirim?

Pomak olmayanlara, Pomak olamama-yı ve sonrasında Pomak olupta ne ol-duğunu anlatmanın zorlukları ile yağlı güreşe tutuşmak mı gerekirdi?

Pomak olduğunun bilincine vardıktan sonra, asimile olmuş Pomaklara, Po-mak olduklarını anlatmak ise en çe-tin yağlı güreş müsabakaları gibi. Er meydanına inip. Pomak olmadıklarına inandırılmış Pomaklar ile tek tek. ba-

zen hepsi ile aynı anda güreş tutmalı-sınız. En zoru ise hiç mola verme şan-sınız yok. Bir güreşin ardından, hemen yağlanıp diğerine başlamak zorundası-nız. Bu arada güreşmekten fırsat bulup Pomak olmayanlara da Pomaklar var-dır diye haykıracaksınız. O haykırma-larınızdan bıkacaklar ve sizden vebali gibi kaçacaklar. Bir de bununla yüzleş-mek zorundasınız onca güreş yorgun-luğa rağmen.

Bütün anlatma mücadelesini koskoca-man bir Pomak halkının ölüm sessizli-ğinin içinde gerçekleştireceksiniz.Sessizliğin içinde sadece sizin sesiniz duyulacak kulaklarınızda. Kendi se-sinden başka ses duymayan bir hücre mahkumu gibi. Yapayanlız ve kimli-ğinin bilinmeyenleri ile boğulmuş bir ruh ve beden içinde.

Elimiz mahkum tabiri caizse, Pomak olduğumuzu ve Pomakların kim oldu-ğunu durmadan anlatmak zorundayız.

Hatta durakta otabus bekleyenlere bile anlatmalıyız. Hastahane de sıra beklerken. sizinle karşılıklı, yan yana oturanlara dahi anlatmak zorundayız. O kadar bilinmiyor ki Pomaklar, çok ama çok olmamıza rağmen. Avrupanın göbeğinde yaşıyoruz ama Pomaklar hakkında ciddi bir fikir sahibi olan bir Avrupalıya hemen hemen hiç rastlama-dım. Pomaklar hakkında en bilenin bil-gi düzeyi, “sanırım bir şeyler duymuş-tum” seviyesinden daha fazla değil. Ne acı dolu bir hal Pomaklar için.

Varsınız, ama aynı zaman da yoksu-nuz. Aynı zamanda başkaları tarafından başka bir şey olarak tarif edilmişsiniz. Kökensel olarak ait olmadığınız başka bir şey.

Pomakların var olduğunu önce Pomak-

lara anlatmalıyız.

Her ne kadar zor ve hileler ile dolu bir yağlı güreş olacak olsa da yılmadan anlatmalıyız. Anlatmak yetmiyor. En önelişi ise yazılı bir anlatımımız da olmalı.Tarihimizi ve tüm değerleri-mizi yazılı hale getirmeliyiz. Ayrıca, Pomaklığımıza ait her şeyi görsel kayıt altına da almalıyız.

Pomaklar olarak bu konuda epeyce yol kat ettik. Pomak Enstitüsünü kurduk. Pomaknews agency üzerinden kültürel ve tarihsel değerlerimizi kayıt altına almaya başladık. Sosyal medya da kur-duğumuz gruplar ile Pomaklara ulaşıp, onların sahip olduğu bilgileri kayıt al-tına almaya başladık. Pomak alfabesi-ni var ettik. Pomak Hora Derneğimizi kurduk. Pomakça konuşulmasının yay-gınlaşması için çabalıyoruz.

Bir Pomak dünyası oluşmaya başladı ama yetmiyor.

Daha çok ama daha çok değerimizi acilen kayıt altına almak zorundayız. Yaşlılarımız bu dünyadan göç etme-den önce, bildiklerini ses ya da görün-tülü kayıt cihazlarına anlattırmalıyız. Artık her telefon, hem ses kaydı, hem de görüntü kaydı yapıyor. Teknik so-run da yok artık. Üşenmeyin ve kay-dedin her değerimizi. Pesnalarımızı, Pomakça tekerlemelerimizi, çocuk oyunlarımızı,yemeklerimizi,el işleri-mizi, halk oyunlarımızı. Çok hızlı yok oluyor ve asimile oluyor değerlerimiz.

Elimizi çabuk tutmalıyız.

Yaptığımız kayıtları Pomakların ken-di kurumları olan Pomaknews, Pomak Enstitüsü, Pomak Hora Derneği ve di-ğer sosyal guruplarımızda paylaşmalı-yız. Bu paylaşımlarımız arşivlenecek ve kayıt altına alınıp derlenecek.

Bütün dünyanın Pomaklar hakkın-da daha çok bilgi sahibi olmasını, bu paylaşımlarımız ile gerçekleştireceğiz. Sesimiz de var, aklımız da var.Yetişmiş insanlarımız da var. Pomak olmanın ve değerlerinin ne kadar güzel olduğunun bilincinde olan mücadele arkadaşları-mız da var. Bütün malzemeler hazır. Sadece kaçamak yapmaya kaldı iş. Haydi gelin hep beraber dünyanın en güzel Pomak kaçamağını yapalım.Kaynak:http://pomaknews.com/?p=9132

Page 15: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 15 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Presseerklärung der Stiftung des Klosters Mor Gabriel

BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün Sayın Başbakanımız tara-fından bizzat açıklanan “Demokra-tikleşme Paketi” kapsamında Mor Gabriel Manastırı arazilerinin Ma-nastır Vakfına iade edileceği ifade edilmiştir.

2008 yılında bu yana devam eden hukuk süreci ve bu süreç kapsamın-da açılan birçok dava söz konusu olmuştur. Bu zorlu süreç içerisinde hem Süryani halkı, hem de gerek Türkiye’den ve gerekse de ulusla-rarası toplumdan çok sayıda sivil toplum kuruluşu, platform, aktivist ve aydın insan bizlerden desteğini esirgememiştir. Aradan geçen zor-lu 5 yıl içerisinde hukuk sürecinin yanı sıra; Mor Gabriel Manastırı Vakfı’nın sorununun idari yollardan da çözüme kavuşturulması istenil-miştir.

Gelinen noktada bu taleplere kulak verildiği ve Mor Gabriel Manastırı Vakıfının mallarının nihayet kendi-sine iade edileceği sonucuna ulaşıl-mıştır.Vakfımız nezdinde bu mutlu günü yaratan sonuçtan ötürü her şeyden önce Sayın Başbakanımıza teşek-kür ve şükranlarımızı sunuyoruz. Ayrıca bu süreçte emeği geçen ve bizi destekleyen herkese, sorunu-muzun çözümünde katkısı olan her kesime, sorunumuza ilgi gösteren tüm medya kuruluşu ve basın men-suplarına teşekkürlerimizi takdim ediyor, açıklanan bu demokratikleş-me paketinin yakın zamanda hayata geçirilmesini ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyoruz.

Saygılarımızla.

Midyat Süryani Deyrulumur Mor Gabriel Manastırı Vakfı

http://www.morgabriel.org/haber138.html

Süryanilerin ilk okulu açılıyor 'Asli unsur' sayıldıkları için 1928'den bu yana okul açamayan Süryaniler, kazan-dıkları davanın ardından 'Cumhuriyet'in ilk Süryani okulu'nu kurmaya hazırlanı-yor.

Süryanilerin ilk okulu açılıyor Mardin merkezde bulunan Süryani Kırklar Ki-lisesi nde 1928 yılına kadar idadi okulu vardı. Lozan la birlikte Süryani okulları kapatıldı.

Haber: AYÇA ÖRER - [email protected] / Arşivi

Süryanilerin anadilde eğitim için aç-tıkları davanın sonuçlanması ve eğitim hakkının kabul edilmesiyle beraber ok-ul açma çalışmaları başladı. ‘Demokratikleşme Paketi’ anadilde eğitimin önünü açarken, Süryanilerin okul mücadelesi geçen yıl başlamış ve mahkemeye taşınmıştı. Süryanilerin ya-şadığı süreci Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin’den dinledik: “Lozan’ın ardından yapılan yorum hata-sıyla azınlık sayılmadık. Lozan Antlaş-ması ‘gayrimüslim ekaliyetler’ der. Biz de bu ekaliyetlere giriyoruz. Lozan’da ‘Azınlıklar okul kurabilir, eğitim yapa-bilir’ diye yazar. Ancak yönetmelikler-de bu hak Ermeni, Rum ve Musevilere tanınıyor, Süryaniler dışarıda bırakılı-yordu.”İlk kez 6 Haziran 2012’de Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verilen bir dilekçeyle Milli Eğitim müfredatına ek olarak ay-rıca Süryanice öğretecek bir anaokulu isteyen cemaate “Süryani topluluğuna mensup vatandaşlarımız, Lozan Barış Antlaşması’nda azınlıklar arasında sa-yılmayıp asli unsur olarak kabul edil-diğinden” gerekçeli bir ret yanıtı veril-mişti. Bu cevabın üzerine Azınlık Özel Öğretim Kurumları’na itiraz ettiklerini ve süreci beklerken zaman kaybı ya-şamamak için mahkemeye de başvur-duklarını anlatan Susin, mahkemenin verdiği lehte kararla yolun açıldığını vurguluyor: “İlk toplantıda mahkeme lehimize ka-rar verdi. Bunun peşinden de çok güzel bir şey olur. Kamu kurumları normalde kaybettikleri davaları temyiz ederler. Ama bu konu temyize gitmedi. Şu anda okul önünde bir engel kalmadı.”Yeşilköy’de olabilirSusin, okulu cemaatin yoğun olduğu

Bakırköy-Yeşilköy civarında açmayı dü-şündüklerini söylüyor: “Bizim ilk defa açacağımız ilkokul o civardaki okulların kalitesinde olmalı. Dört başı mamur bir okul açmak istiyo-ruz. Çeşitli okullarda çalışan eğitmenle-rimizi çağırdık. Yönetim kurulumuzdan ekip oluşturduk. Eğitim konusunda uz-man cemaat üyelerimizle toplanacaklar. Azınlık okullarından bilgiler alınacak. Hedefimiz 2014-2015 öğretim yılına ye-tişmek.”

Mardin heyecanlı: Hocalar hazır

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı ‘Demokratikleşme Paketi’n-de anadilde eğitime imkân verilmesi, özellikle Süryanilerin yoğun olduğu Mardin’de sevinçle karşılandı. Okul açılması için Mardin İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne başvuran Süryaniler ta-leplerinin kabul edilmesini bekliyor.Midyat Süryani Cemaati ve Kiliseleri Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Anto Nuay, hazırlıklarını şöyle anlattı:“Bizim için çok iyi olacak. Yalnız öğ-retmenlerin kilise ve manastırlarımızda eğitim görmüş olmaları lazım. Başka okullardan olursa bunun masrafını kal-dıramayız. Devlet bize yardım ederse çok daha memnun oluruz. Bizim eğitil-miş hocalarımız, okumuş eğitmenleri-miz var, onların bu derslere girmesini istiyoruz.”Midyat Süryani Kiliseleri Papazı İshak Ergün de 1928 yılından bu yana okul açamadıklarını hatırlattı: “Süryanice tarihi, binlerce yıldır kullanılan, bilin-mesi gereken bir dildir. Cemaat olarak burada kendi imkânlarımız dahilinde kiliselerde, manastırlarda dualarımızı ve ayinlerimizi Süryanice çocuklarımı-za öğretiyoruz.” Mardin Artuklu Üniversitesi (MAÜ) Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü Süryani Dili ve Kültürü Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait Top-rak ise 12 öğrenci ile yüksek lisansa baş-ladıklarını belirterek, “Birçok Süryani derneğinin bizimle görüşmeleri oldu. Öğrencilerimizden 5’i Süryaniceyi çok iyi biliyor. Diğer öğrencilerimiz de baş-langıç düzeyinde Süryaniceyi verebile-cek durumda. Süryanice ders kitabının hazırlanması konusunda bir ekip kuru-larak böyle bir çalışmanın yapılabilece-ğini kendilerine söyledim. Bu çok uzun bir zaman almaz” dedi.(radikal gazetesi)

Page 16: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 16 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

ԱՐՄԻՆ Թ. ՎԵԳՆԵՐԻ ԽԶՄԱԼՅԱՆԱԿԱՆ ՄԵԿՆԱԲԱՆՈՒՄԸ ՑՆՑՈՒՄ Է ԳԵՐՄԱՆԻԱՅԻ ԲԱԶՄԱԶԳ ՀԱՆԴԻՍԱՏԵՍԻՆ

Հայոց ցեղասպանության 100-ամյակին ընդառաջ և Հայաստանի ու Արցախի Հանրապետությունների քաղաքական արդի զարգացումների համատեքստում

<<ՀԱՄԱՅՆՔ>> 01.10.2013

Սեպտեմբերի 25-ին Գերմանիայի Բոխում քաղաքում ցուցադրվեց Սարդարապատ շարժման և Նախախորհրդարանի հիմնադիր անդամ, ռեժիսոր Տիգրան Խզմալյանի «Արմին Թ. Վեգներ: Ցեղասպանության լուսանկարիչըե փաստագրական ֆիլմը: Ֆիլմի ներկայացման ու Արմին Թ. Վեգները, Կայսերական Գերմանիան և Հայոց ցեղասպանությունը թեման գերմանացի և այլազգի մտավորականների հետ Բոխում համալսարանական քաղաքում քննարկելու համար անվանի ռեժիսորին Բոխում էին հրավիրել <<Քվերենբուրգ գրադարանի ընկերներ>> (Համալսարանական կենտրոնի գրադարան) կազմակերպությունը, <<Արմին Թ. Վեգներ ընկերությունը>> և Գերմանիայի <<Հայ Ակադեմիականների Միություն-1860>> գիտամշակութային միությունը: Ֆիլմի ցուցադրման համար իր դահլիճը սիրով տրամադրել էր Բոխումի պատմության կենտրոնական արխիվը: Խզմալյանի այս ֆիլմը արդեն թարգմանվել է բազում լեզուներով: Այն 2012 թ. Եվրոպայի Հայկական Համագումարի կողմից (պատասխանատու Ժիրայր Քաջավյան) թարգմանվեց նաև գերմաներենի և ցուցադրվեց Քյոլնում և Մայնի Ֆրանկֆուրտում: Այնպես որ ֆիլմն արդեն մեծ արձագանք էր գտել Գերմանիայում, որի վառ ապացույցն էր Բոխումի լեցուն դահլիճը: Բոխում կատարած հայ մտավորականի այցին և քաղաքային արխիվի փաստագրական ֆիլմերի դահլիճում ֆիլմի ցուցադրմանն ու քննարկմանը լայնորեն արձագանքեցին քաղաքային ու մարզային թերթերը (Westdeutsche Allgemeine Zeitung, WAZ 19.09.2013, 25.09.2013; Ruhr Nachrichten 24.09.2013 և այլն), ինչպես նաև Բոխումի ռադիոն (Ra-dio Bochum -98.5, 25.09.2013) և համացանցային բազմաթիվ լրատվամիջոցներ: Ցուցադրմանն ու դրան հաջորդող քննարկմանը ներկա էին Բոխումի և Հյուսիս-Հռենոսյան Վեստֆալիայի զանազան քաղաքներից ժամանած հայ, գերմանացի, լեհ, ռուս, պարսիկ, ասորի, պաղեստինցի արաբ, քուրդ, լազ, դերսիմցի և հրեա մտավորականներ, ինչպես նաև հյուրեր Հայաստանից և Բելգիայից: Երեկոյի բացումը կատարեց Արմին Թ. Վեգներ ընկերության նախագահ Ուլրիխ Քլանը:

Ֆիլմն ավելին քան հուզիչ է: Այն պատմում է գերմանացի զինվորական բուժաշխատող, լիրիկ, գրող-հրապարակախոս և լուսանկարիչ Արմին

Թ. Վեգների մասին: Հայոց Ցեղասպանության ականատեսն ու հայ ժողովրդի իրավունքների պաշտպանը չնայած Օսմանյան կայսրության արգելքներին, վտանգելով իր կյանքը, լուսանկարում է հայ ժողովրդի դաժան ոչնչացման տեսարանները և ինչպես ինքն է գրում, <<ուզում է իր լուսանկարներով գոնե ինչ որ չափով օգտակար լինել հայ ազգին>>:

Ֆիլմը պատմում է, թե ինչն էր առաջին համաշխարհային պատերազմի իրական պատճառը: 20-րդ դարի սկիզբը բնորոշվում է գիտության թռիչքներով և տեխնիկական նոր նվաճումներով: Այս ամենը պահանջում էր նոր վառելիքի աղբյուրներ: Օսմանյան նավթը Գերմանիա ներմուծելու համար Գերմանիային հարկավոր էր Բեռլին-Բաղդադ երկաթուղին, որն էլ կառուցելու համար հարկավոր էին հարյուր հազարավոր բանվորներ, գերադասելի էին հայերը: Այն Օսմանյան կայսրության ամենաաշխատունակ և գյուղատնտեսապես զարգացած ազգն էր: Գերմանիան ծրագրում է ճամբարների կառուցում բանվորների և նրանց ընտանիքների համար: Օսմանյան կայսրությունն ընդունում է Գերմանիայի այս առաջարկն իհարկե այլ նպատակներով: Մեծ Բրիտանիան մտահոգվելով գերմանա-թուրքական համատեղ գործունեությունից դադարեցնում է թուրքերի նկատմամբ իր ջերմ քաղաքականությունն ու սկսում է աջակցել Սերբիայի, Հունաստանի և Բուլղարիայի ազատագրմանը: Օսմանյան կայսրությունը իր ողջ չարությունը թափում է երկրի քրիստոնեական փոքրամասնությունների՝ առաջին հերթին հայերի վրա: Թուրքերն օգտագործում են առաջին համաշխարհային պատերազմը, ինչպես նաև Գերմանիայի կողմից մշակված

Page 17: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 17 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

հայերի տեղահանման պլանները, բայց ոչ թէ Գերմանիայի մեծ երազանքը կատարելու, այլ հայերի զանգվածային կոտորածը կազմակերպելու համար: Հայերի տեղահանումները վերածվում են դաժան ցեղասպանության: Ցեղասպանություն, որը մինչ այսօր Թուրքիայի, ԱՄՆ-ի և այլոց կողմից դեռ չի ճանաչվել:

Ֆիլմը ցուցադրում է Արմին Թ. Վեգների լուսանկարները, որոնք այս ցեղասպանության անհերքելի փաստարկներն են: Ֆիլմում ընթերցվում են նաև գերմանացի գործչի հայտնի բաց նամակն ամերիկյան նախագահին, թեմային առնչվող նրա գրական աշխատանքները... Ռեժիսորի գնահատմամբ Արմին Թ. Վեգների գործունեությունն անգնահատելի է հայ ժողովրդի համար:

«Արմին Թ. Վեգները փրկեց Գերմանիայի և ողջ աշխարհի պատիվը: Ես ստեղծել եմ այս ֆիլմը ոչ թե հայերի այլ Գերմանիայի և ողջ աշխարհի համար: Արմին Թ. Վեգները, Ֆրանց Վերֆելը, Յոհաննես Լեփսիուսը փրկեցին իրենց սերունդըե- ասում է Տիգրան Խզմալյանը ֆիլմի ցուցադրումից հետո: Ֆիլմում հնչում է Արամ Խաչատրյանի հանրահայտ երաժշտությունը: Այս առումով ռեժիսորն ասում է- «Արամ Խաչատրյանի երաժշտությունը պատասխանն է հայերի, որ հայերը վերապրեցին:ե

Ֆիլմից հետո հյուրերը վայելեցին Կոմիտասի «Կռունկըե Հայաստանի Հանրապետությունից ժամանած ջութակահարուհի և երգչուհի Անի Պիվազյանի փայլուն կատարմամբ:

-Սա այն տխուր մեղեդին էր, որը հայոց ցեղասպանության զոհերն ու վերապրողները հաճախ երգում էին,- դահլիճին մեկնաբանում է Խզմալյանը:

Ֆիլմը իրոք ցնցեց հյուրերին: Շատերը չէին կարողանում զսպել արցունքները: Ազդվելով ֆիլմում ներկայացվող սահմռկեցուցիչ տեսարաններից, գերմանահայ ներկաներից ոչ ոք ֆիլմից հետո չկարողացավ ստանձնել թարգմանչի գործը: Հյուրերը ստիպված էին ռեժիսորի հետ քննարկումներները վարել անգլերենով :

«Ես չեմ ընդունում գերմանական մեղք հասկացությունը,-ասում է ռեժիտորը, սա մեծ հոգեբանական խնդիր է: Սա բարոյական խնդիր է: Դա շատ ցավագին է ընդունվում գերմանացիների կողմից, որովհետև նրանք գիտակցում են իրենց դերը: Ես նախընտրում եմ խոսել ոչ թե գերմանական մեղքի մասին, այլ այն մարդկանց, ովքեր փրկեցին Գերմանիայի պատիվըե:

Տիգրան Խզմալյանը խոսեց նաև Ադրբեջանի

կողմից իրականացված բարբարոտության մասին: «Գենոցիդը կրկնվեց այն պարզ պատճառով, որ մենք հայ ենք: Մինչ այդ ես չէի հասկանում, թէ ինչ է հայ լինելը: Հասկացա, որ ես էլ կարող էի սպանվելե: Այն հարցին, թե կգա արդյոք այդ օրը, երբ աշխարհի հեռուստատեսությունը կցուցադրի Վեգների մասին ֆիլմը, ռեժիսորը պատասխանեց` «Այդ օրը եկել է: Կառավարությունը կորցրել է մենաշնորհը տեղեկատվության վրա: Մենք անցնում ենք հեռուստատեսային դարից համացանցային դար: Նայում են այն, ինչ ուզում են և այնտեղ, որտեղ ուզում են: Ֆիլմն ապրում է իր սեփական կյանքով:ե

Տխուր երեկոն ավարտվեց լավատեսական նոտայով. Անի Պիվազյանը գերմաներենով կատարեց Շտրաուսի «Mein Herr Marquisե-ը: Այս շնորհակալական կատարումը նվիրվեց Վեգների հիշատակին:

Սեպտեմբերի 27-ին Տ. Խզմալյանի երկու այլ ֆիլմեր <<Արարատ-73>> և <<Շախմատը կամ արքայի մահը>> ցուցադրվեցին Համբուրուրգում, որոնց ցուցադրումը համատեղ կազմակերպել էին <<Կիլիկիա>> Հայ երիտասարդական միությունն ու Համբուրգի Հայ համայնքը: Ֆիլմերի դիտումից հետո հանդիսատեսները սկայպի կապով մտերմիկ զրույց ունեցան այս օրերին Փարիզում գտնվող կինոռեժիսորի հետ:

Այժմ Տիգրան Խզմալյանը պատրաստում է իր հաջորդ «Թագուհիներ հայոցե ֆիլմը, որը կներկայացնի հայ կանանց կերպարները պատմության մեջ: Այս առիթով նա պատմաբան Ազատ Օրդուխանյանի ուղեկցությամբ այցելեց Քյոլնի Սուրբ Պանթալիոն եկեղեցում ննջող, ազգությամբ հայ, 10-րդ դարի Գերմանայի թագուհի Թեոֆանուի գերեզմանը, ով իր իմաստուն քաղաքականությամբ մեծ դեր է խաղացել Գերմանիայի և առհասարակ Եվրոպայի պատմության մեջ:

Այն հարցին, թե որն է իր նկարահանած ֆիլմերից իր համար ամենահարազատը, նա պատասխանեց,- «Այն ինչ հիմա եմ անում: Կանայք ցանկացած ազգի մեջ վերնախավ են: Բայց, քանի որ մենք յուրահատուկ ազգ ենք, մեր կանայք եզակի երևույթ ենե:

Ֆիլմը պատրաստ կլինի արդեն 2013-ի վերջին: Հավանական է Տիգրան Խզմալյանի այցը Գերմանիա 2014 թվականին, այս անգամ, բնականաբար, հայ կնոջը մեծարող իր նոր ֆիլմով:

Զինա Գյուրջյան-Վայլլանտ

Բախում, Գերմանիա http://www.haynews.am

Page 18: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 18 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Reform Paketi

Açıklanan paket üzerine tartışma yap-manın çok sıkıcı bir tarafı var. Sonuç-ta, söylenecekleri aşağı yukarı tahmin edebileceğimiz bir tartışma. MHP ve CHP gibi “eskisi gibi kalsın” diyen sınırlı bir kesim dışında, büyük ço-ğunluk açısından sorun, yarısı dolu su bardağının nasıl tanımlanacağı ile ilgili.

Hükümete yakın çevreler için paket büyük bir sevinç kaynağı ve “sessiz bir devrim”; uzak duranlar için, kıs-mi bir hayalkırıklığı. Hatta “göz bo-yama operasyonu” olarak gören, bu-run kıvırıp, dudak bükenler de var.

Bir de paketin içeriğinden bağımsız, ilan edildiği koşullar nedeniyle kısmi bir tedirginlik yarattığından söz ede-biliriz. Hükümetin özellikle Gezi Par-kı politikaları ve daha sonra gündeme gelen polis şiddeti, insanları sütten ağzı yanmış olma tedirginliğine itti. Bu nedenle, yoğurdu üflemeye çağrı yapıp, büyük bir kuşku ile, “hele bir uygulamaya bakalım”, diyenlerimiz de az değil.

Bana göre de paket biraz “geç kalmış” bazı düzenlemeler; ve bazıları Cengiz Aktar’ın güzel tanımıyla “demokra-tikleşmekten ziyade eziyetten kur-tulma” tedbirleri.

Özellikle Alevilere yönelik hiçbir düzenlemenin olmaması ve yerel yö-netimler konusunun es geçilmesi, hükümetin gerçek sıkıntılarının ne-rede yattığını göstermesi bakımından önemli.

Pakette iki ayrı gölge daha görmek mümkün. Birincisi, hükümetin alttan gelen bir dalganın farkında olarak ve belki de buna tepki olarak reformları ilan etmek zorunda kalmış olması... Yani istenerek atılmış bir adımdan çok, kerhen kabul edilmek zorunda kalınmışlık sözkonusu gibi.

İkinci gölge ise yaklaşan seçimler. Açıklanan tedbirlerin Sünni-Türk ço-

ğunluğun kabul etmekte zorlanma-yacağı hususlardan oluşturulduğunu tahmin etmek zor değil. Bu nedenle de seçimlerden önce Sünni-Türkle-rin “hassasiyetleri” dikkate alınarak başka bir reform paketinin açıklan-mayacağını da söylemek mümkün.

Bu da hükümetin reform yapmak ile oy kaybetmek arasında tersten bir irtibat kurduğu anlamına geliyor. Bu bir kanaate değil de bir bilgiye dayanı-yorsa, ortada kendi başına kaygı verici bir durum var demektir.

Ve fakat tüm bu kuşkulara rağmen reform paketine derin anlam yükle-mek de mümkün. Kendi adıma, andın kaldırılması, türban özgürlüğü gibi sembolik değişimlere böyle bir anlam yüklemek isterim. Toplumsal değişi-min en derin ve en önemli gösterge-leri bunlar.

Bana göre paket, geleceğe yönelik büyük değişim hamlesi olmaktan çok bir nevi mıntıka temizliği gibi. Sanki

bundan sonra yapılması gereken re-formlar için bir altyapı hazırlıyor. Yani geriye dönüşü olmayan, yeni bir yo-lun başlangıcında gibiyiz.

Buraya kadar aktardığım fikirlerin tümü, şu veya bu şekilde dile getirildi.

Pek yapılmayan ise pakete tarihî bir perspektif içinde bakmak.

Kendisinden epey etkilendiğim Alman sosyolog Norbert Elias toplumların değişimlerinin anlaşılması için onları en az yüzer yıllık evrelerde ele ala-bilecek modellerin gerekli olduğunu söyler.

Burada böyle bir model kurma şansım yok ama ilan edilen reform paketine böylesine uzun bir perspektif içinden bakmam mümkün.

Acaba son düzenlemelere, Osmanlı-Türk tarihinin reformlarla macera-sı açısından bakarsak ne tür sonuç-lar elde ederiz?

İlk söyleyebileceğim, ortada makûs bir talihin sözkonusu olduğu. Osmanlı-Türk toplumu 18. yüzyılın sonlarından itibaren kendisini reform edemediği için çöktü. 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat bilinenleri ama bir de 1895 Ekim, 1914 Şubat Ermeni ve 1913 Arap reformları gibi bazı reformlar var ki, özellikle bu son üç reform bu-günü anlamak için çok önemli.

Galiba reform paketinin anlamı, Türkün reformlarla ilgili makûs ta-lihini değiştirip değiştiremeyeceğin-de yatıyor. Buna yakından bakmak isterim. Kaynak: [email protected]

Prof. Dr. Taner Akçam

Page 19: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 19 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

F i k r e t B a ş k a y a

“Nice paketler gördüm boştular!” AKP iktidarı on yıldır “demokrasi pa-ketleri” üretiyor. Üretim fazlasının bir kısmını da Libya’ya, Suriye’ye ve baş-ka ülkelere ihraç ediyor. Elbette ihti-yaç fazlasının ihraç edilmesi, demok-rasisinin “küreselleşmesinin” de bir gereğidir. Fakat son bir kaç aydan beri demokrasi ihracı hayli zorlaşmış görü-nüyor. Son paket daha ilan edilmeden “tartışma” konusu oldu ama pakette ne olduğu bilinmediği için, bazı tahmin-ler yapıldı sadece. İşte “bu pakette şu var mı, bu var mı?” gibi. Aslında reji-min ve AKP’nin niteliği, yönetim zih-niyeti ve üslubu veri iken, pakette bir şeyin olmayacağı kesindi: Demokrasi. Bir de paketin kapalı kapılar ardında hazırlanmasına itiraz edildi. Oysa pa-ket nazar değmesin diye gizlenmemiş-ti. Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nda hazırlanmıştı yani polisin eseriydi. Öyle olunca da “güvenlik gerekçesiy-le” gizli tutulmasında şaşılacak bir şey yoktu. Tabii paket polis tarafından değil de anlı şanlı hukuk profesörleri, “konunun uzmanları” tarafından ha-zırlansaydı da bir şey değişmezdi. En gerici yasaların ve anayasaların daima bilimi kendinden menkul hukuk oto-riteleri tarafından yapılması kuraldır. 1982 tarihli cunta anayasası da ülke-nin “seçkin“ hukuk hocaları tarafın-dan kaleme alınmamış mıydı? Siz, bu adamları, kadınları neden profesör yapıyorlar sanıyorsunuz. Yalanı ve yanlışı sıradan birine söyletseniz pek inandırıcı olmaz ama isminin önünde çok sayıda unvan bulunan zevata söy-letirseniz inandırıcılığı artar. Artık o aşamadan sonra “bilimseldir” çünkü...

Böyle bir zamanda böyle bir paketin, başlıca üç amaçla ilân edildiğini söy-lemek mümkün: Kürtleri oyalamak;

gelecek dönemdeki seçimleri ka-zanmayı garantilemek ve Gezi Parkı Direnişi sonrasında dış dünyada bo-zulan Türkiye imajını tamir etmek. Aslında Gezi Parkı Direnişi gerçek durumu dosta düşmana gösterdiği için bir “düzeltme” işlevi gördü. Zira dışarıda AKP’nin nasıl da demokrasi ve özgürlük aşkıyla yanıp-tutuştuğu, İslam’la demokrasiyi ve laikliği na-sıl “bağdaştırdığı”, velhasıl “ılımlı İslam’ın” başarılı bir örneğini ürettiği yaygın bir tevâtür halini almıştı. Ar-tık Türkiye Müslüman dünya için bir model olabilirdi... Bu amaçla yalan endüstrisi de etkin bir şekilde devre-ye sokulmuştu. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” denmiştir. Aslında AKP’nin başlıca iki amacı vardı: Ranta el koy-mak, bu amaçla bütçeyi ve hazineyi yağmalamak ki, bu alanda “müthiş bir performans” ortaya koydukları kesin ve toplumu ve rejimi adım adım İs-lami bir temel üzerinde yeniden inşa etmek. Bu amaçla da sınırlı laik işle-yişi etkisizleştirmek ve demokrasinin sınırlı temelini aşındırmak, Müslüman Kardeşler Örgütü [İhvan-ı Müslimin] modelinde bir Türkiye yaratmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yeni kon-jonktürde yeni temeller üzerinde ihya etmek... Tabii gönüllerinde yatan nihai hedef Hilafeti ihya etmektir... Aslında AKP’nin bu tür hezeyanları, “aç tavu-ğun rüyasında kendini darı ambarında görmesi” kadar abesti. Abes olduğu, önce Arap dünyasındaki kalkışmalar ve ardından da Gezi Parkı Direnişiyle tescillendi. Aslında pre-modern sap-lantılara ve hezeyanlara sahip bir siya-si kadronun her şeyle ilgileri olabilirdi ama demokrasi ve özgürlüklerle asla...Eğer durum böyleyse nasıl oluyor da insanlar bu iktidardan demokrasi bek-

leme aymazlığına saplanıyor? Bu tür yanılgılar demokrasinin ne olduğu-nun, ne olması gerektiğinin bilinme-mesiyle ilgili. İnsanlar siyasi partiler var, seçimler yapılıyor diye Türkiye’de demokrasi olduğunu sanıyor. Oysa tam tersi doğrudur. Verili durumda seçimler demokrasinin gerçekleşmesi-nin değil, engellenmesinin araçlarıdır. Bu sayede oligarşik yönetim ayakta kalabiliyor, sömürü, yağma ve talanın sürüp gitmesi mümkün hale geliyor, velhasıl rejim “meşruiyet” kazanıyor. Oysa demokrasinin bilinen bir tanımı var: Demokrasi halkın özyönetimi de-mek, halkın kendi kendini yönettiği, siyasal sürecin öznesi olduğu durum demek. Bizde ve dünyanın başka yer-lerinde siyasi partilerin ve seçimlerin varlığı demokrasinin gerçekleşme-si olarak kabul ediliyor. Bu vesileyle daha önce defaten yazdığımı bir daha hatırlatmak iyi bir fikir olabilir. Zira siyasi partiler, seçimler ve seçimler sonucundu oluşan hükümetler demek olan “temsilî demokrasi” bidayette gerçek demokrasinin önünü kesmek üzere peydahlanmıştı. Böylesi bir ma-nipülasyon sayesinde oligarşinin ikti-darı güvence altına alınmış, devamlı-lığı sağlanmıştı. O gün bu gündür de “garp cephesinde yeni bir şey yok”. Bir şey daha: içinde bulunduğumuz neoliberal gericilik çağında, temsili demokrasi artık külliyen bir sirk oyu-nuna dönüşmüş durumda. Siyasi par-tiler şirketleşmiş bulunuyor. Elbette devletlerin bile şirketleştiği bir dün-yada bu durum şaşırtıcı değildir. Bu yüzden paketin açıklanmasının tam bir satış şovuna dönüştürülmesi de şa-şırtıcı değildi...

Başbakan demokrasiye gönderme ya-parken, ısrarla Adnan Menderes’in ve Turgut Özal’ın mirasçısı ve sürdürü-cüsü olduğunu hatırlatıyor. Bu tür bir manipülasyonla da kendini ve partisi-ni demokratik gelenek içinde göster-mek istiyor. Adnan Menderes, Aydın ovasının en büyük toprak ağalarından biriydi. 30 bin dönümlük Çakırbey-li Çiftliği’nin sahibiydi. 1930 yılın-da kısa, Serbest Cumhuriyet Fırkası [SCF] denemesinin başarısızlıkla so-nuçlanmasının ardından yurt gezisine

Page 20: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 20 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

çıkıp halkın nabzını bizzat tutmak is-teyen Mustafa Kemal, Aydın’a uğradı-ğında, Adnan Menderes’le de tanışmış ve onu mebus yapmaya karar vermişti. O tarihten sonra Adnan Menderes 30 yıl boyunca mebus olarak yola devam edecekti. Bu otuz yılın son on yılında da başbakandı. 1945 yılında Meclis gündemine gelen “Çiftçiyi topraklan-dırma kanunu tasarısına” karşı çıktı, üç arkadaşıyla birlikte ünlü “Dört-lü Takrir”i verdiler. Partiden ihraç edildiler ve Demokrat Parti’yi [DP] kurdular. 1950 seçimlerinde DP oyla-rın %52’sini aldığı halde meclisteki sandalyelerin 415’ine veya %83’üne sahipti. Ana muhalefet partisi CHP oyların %39. 45’ini almasına rağmen sadece 69 milletvekili çıkarabilmişti... Oyların %4,76’sını alan bağımsızlar da sadece 2 milletvekili, Millet Par-tisi de oyların % 3.11’ini aldığı halde sadece 1 milletvekili çıkarabilmişti... Aslında bu durum bu gün de az çok geçerli. Bu dünyada toprak ağalarının demokrasi aşkıyla yanıp tutuştuğu pek görülmüş bir şey değildir. Menderes iktidara gelir gelmez baskıcı yöntem-lere başvurmaya başladı ve giderek baskının dozunu artırdı, tam bir tek adam rejimi kurdu. 1957’den sonra durum daha vahim bir hal aldı. Artık Türkiye’de tipik bir dikta rejimi geçer-liydi. İstediği her yasayı çıkarabilecek Meclis çoğunluğuna sahipti. Anayasa-yı istediği gibi by-pass edebiliyordu. Basın ve üniversite üzerinde akıl al-maz bir baskı kurmuştu. Bardağı ta-şıran son damla herhalde ünlü “ Tah-kikat Komisyonu’ydu”. Yasanın ilk maddesi şöyleydi: “TBMM Tahkikat Komisyonu Ceza Muhakemeleri Usu-lü Kanunu, Askeri Muhakeme Usulü Kanunu, Basın Kanunu ve diğer ka-nunlarda Cumhuriyet savcısına, sor-gu hâkimine, sulh hâkimine ve askeri adli amirlere tanınmış tüm hak ve yet-kilerine sahiptir” deniyordu. Velhasıl katıksız bir dikta rejimiydi söz konusu olan. Elbette Adnan Menderes’in asıl-ması yanlıştı ama bu onu demokrasi kahramanı yapmazdı.

Turgut Özal’a gelince, Turgut Özal Dünya Bankası’nın ve IMF’nin ada-mıydı ve ünlü “24 Ocak Kararlarının”

mimarıydı. Amerikancı askeri cunta yönetiminin başbakan yardımcısıydı. Cuntanın işlediği cinayetlerden, idam-lardan, işkencelerden, sürgünlerden, velhasıl tüm insanlık suçlarından, an-ti-demokratik uygulamalardan sorum-ludur. ABD desteğiyle ANAP’ı kurdu ve ilk seçimlerde başbakan oldu. Daha sonra da “sivil cumhurbaşkanı” sayı-lıp yere göğe konmayacaktı... 12 Eylül devlet terör rejiminin mimarlarından biri olan Turgut Özal’ın demokrasi-nin “timsâli“ sayılması, Türkiye’ye özgü bir garâbettir... Başbakan Tayyip Erdoğan’ın demokrasinin timsâli, de-mokrasi ve özgürlük kahramanı say-dığı iki şahsiyet işte böyleydi. Aslında Adnan Menderes bireysel yaşam tarzı itibariyle de “muhafazakâr” olduğu-nu söyleyen bir partinin pek de örnek alabileceği bir şahsiyet değildi. Eğer durum böyleyse demokrasi kavramıy-la uzaktan-yakından ilgisi olmayan bu iki şahsiyet nasıl olup da demokrasi-nin timsâli sayılabiliyorlar? Bu sonu-nun cevabını her halde Türkiye’deki siyasi kültürün ‘azgelişmişliğiyle”, tarih bilgisi ve bilinci zaafıyla açıkla-mak gerekecektir...

O halde demokrasi sorununa nasıl yaklaşmalı?

Demokrasinin vazgeçilmezi olan hak ve özgürlerin nasıl kazanıldığı, ka-zanılıp-kazanılmadığı, bu bakımdan kritik bir öneme sahiptir. Bir hak ve özgürlük eğer ona ihtiyacı olan insan-ların, kitlelerin doğrudan iradesinin eseriyse, o haklar ve özgürlükler, ar-tık bir özgürleşme, kurtuluş, velhasıl bir emansipasyon unsurudurlar. Bu da demektir ki, özgürleştirici hak ve özgürlükler kazanılmış haklar ve öz-gürlüklerdir. Bir de verilen veya izinli diyebileceğimiz haklar ve özgürlükler söz konusudur ki, bu durumda hak-lar ve özgürlükler egemenler cephesi, mülk sahibi sınıflar veya yönetici po-litik sınıf tarafından, onlar istedikleri zaman, istedikleri kadar ve istedikleri şekilde “bahşedilirler”. Doğası gereği, verilen-izinli hakların bir özgürleşme, bir emansipasyon unsuru sayılmaları mümkün değildir. İşte bizdeki ve baş-ka yerlerdeki demokrasi zaafı geçerli

“demokrasi pratiğinin” verilen-izinli haklar ve özgürlüklere dayanmasın-dan kaynaklanıyor. Elbette kazanılan ve verilen-izinli haklar özgürlükler ayrımı her zaman bu kadar net olma-yabilir. Kitle eylemi ve zorlaması be-lirli oranlarda egemenler cephesini taviz vermeye zorlasa da bu söyledi-ğim durumda fazla değişiklik yapmaz. Kitleler eğer kendi kaderlerini kendi-leri tayin etmek üzere sahneye çıkıyor ve kararlı bir dayatmayla bir takım haklar ve özgürlükler elde ediyorlarsa, orada özgürleştirici, kurtuluşun yolu-nu açan ve realize eden [emansipatris] bir durum söz konusu demektir.

Bu bakımdan Türkiye’deki reel de-mokrasi pratiğinin gerçek demokra-siyle bir ilgisi yoktu. Tüm kritik ta-rihsel anlarda ve kavşaklarda kitleler sürecin dışında kaldılar. Dolayısıyla verilen-izinli hakların ve özgürlükle-rin içi boştu. Bizdeki demokrasi pra-tiği, mülk sahibi egemen sınıfların, bundan sonra nasıl yöneteceğiz soru-suyla ilgiliydi. Mesela Cumhuriyetin kuruluşunda halk kitlelerinin bir dahli olmamıştı, mesela ilk İş Kanunu’nun çıkmasında işçilerin iradesi sürece da-hil olmamıştı. Seçme ve seçilme hakkı kitlelerin bir kazanımı değildi. Zama-nı geldiğinde ve gerekli görüldüğünde demokrasi ve özgürlük düşmanı cephe tarafından ihsan edilmişti. Dolayısıy-la verilmiş-izinli haklar kategorisine dahildi. Kadınlar seçme ve seçilme hakkı için elbette mücadele ettiler ama bu o hakkın verilmiş-izinli hak oldu-ğu gerçeğini değiştirmezdi. Aynı şey çok partili sisteme geçiş için de söz konusuydu. Bu durum temsili demok-raside mündemiç zaafla birleştiğinde, bizdeki demokrasi pratiği de tam bir aldatma, oyalama operasyonu niteliği kazandı. İçi boş, iğdiş haklar ve özgür-lükler söz konusu olunca, reel olarak ve son tahlilde bir polis devleti ve/veya örtülü asker-polis diktatörlüğü olan, demokrasiymiş gibi sunulabildi. Verilmiş-izinli haklar temelinde yol alan süreç insanlarda yurttaş bilinci-nin gelişmesini de engelledi. Topluma misafir-mülteci- sığıntı bilincinin or-talaması tuhaf bir “bilinç”, anlayış ve davranış kalıbı hakim oldu. İşte bu tür

Page 21: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 21 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

bilinç de egemenler cephesinin işini kolaylaştırdı, manipülasyon yapmala-rını kolaylaştırdı.

Bir önemli husus da demokrasinin sos-yal eşitliği varsaymasıdır. Zira sosyal eşitlik olmadan demokrasi mümkün değildir. Şimdilerde demokratik deni-len ve başkalarına da örnek gösterilen rejimler aslında oligarşik rejimler-dir ve oligarşinin iktidar olduğu yer-de demokrasiden söz etmek abestir... Başka türlü söylersek, kapitalizm de-mokrasiyle bağdaşmaz. Onun son dö-nemdeki versiyon olan neoliberalizm ise demokrasinin açıkça inkârıdır. Kapitalizm demokrasiyle bağdaşmaz zira her ileri aşamada toplumsal eşit-sizlikleri derinleştirmeye, azdırmaya mahkûmdur. Toplumsal eşitsizliklerin sürekli derinleştiği, bir ortamda hâlâ demokrasiden söz edilebilir mi? Do-layısıyla kapitalizmi sorun etmeyenin ağzına demokrasi yakışmaz. Geçerli olan bir “oy sandığı demokrasisidir” ve gerçek demokrasiyle uzaktan-ya-kından bir ilgisi yoktur.

İnsanlar kitap yazdığı için hapiste, öğ-renciler bir hak ve özgürlük talebinde bulunduğu için hapiste, on binlerce oy alarak milletvekili seçilen millet-vekilleri hapiste, gazeteciler hapiste, avukatlar, yazarlar hapiste.Artık basın özgürlüğünün esamisi bile okunmu-yor. Öyle bir terörle mücadele kanunu yürürlükte ki, istendiğinde o kanuna dayanarak herkesi kodese tıkmak ga-yet mümkün. İşte %10 seçim barajı 31 yıldır yerli yerinde duruyor. Seçim ve siyasi partiler kanunları 12 Eylül’den beri yürürlükte ve her iktidar kendi ihtiyacına göre değiştirmeye devam ediyor. YÖK tam bir karabasan gibi akademinin tepesine çöreklenmeye devam ediyor. Ve Tayyip Erdoğan pa-ketinde bunlara dair tek kelime yok ve ona “demokrasi paketi” diyorlar.

Uzun lâfın kısası artık tartışma zemi-nini değiştirme zamanı gelmiş olmalı-dır. Aksi halde içi boş daha nice yeni paketleri bekleme aymazlığından kur-tulmak mümkün olmayacak.Kaynak:http://www.ozguruniversite.org

Binboğada Kızılbaş olmakAli Ülger

Kartal olmaktır, derler yaşlılar.Şöyleki Kartal dağların dorukla-rında Yaşar ve kimseye minnet etmez. Binboğadaki Kızılbaş-larda öyle yapmışlar saz çalıp deyişler söyleyip geleneklerini sürdürmüşler, nesilden nesile aktarmışlar. Kardeş sofrasına oturmuşlar Ermeni tecritinde Ermenilere sahip çıkıp kendi aralarında barındırmışlar, devlete vermemişler okadarki birbirine bağlanmışlarki mezarları yan yana, kardeşleşmenin güzel bir örneği, Binboğadaki Kızılbaşlar her türlü gericiliğe karşı bir tu-tum içinde olmuştur. Dünden bu güne çok bedeller vermişler. Yaşlı bir amcanın dediği gibi “biz ne çok öldürüldük” diyor. Ve

ekliyor “biz yaşamak için geldik buralara, yaşamak için 20-30 gün yürüyerek kaçakçılığa Suriye gidip geldik. Sınırda kurşunlan-dık yaralandık, öldürüldük bile. yaşamak için bir lokma ekmek için ölümüzü sınırda bıraktık.” İnsan karnını doyurmak için çalı-şır, geçimini sağlamak için bizse yaşamak için çalıştık. Sistem bize karşı biz kendine düşman olarak gördü ve katliam yaptı sürgünler yaptı atalarımız bundan dağları yurt eyledi, sırtını dağları yasla-dı. Bu bizim tek değil ötekilerin genel kaderi, ama artık birşeyler değişmeli, ötekilerin sesi yük-selmeli birlik olunmalı yeniden bir dünya yaratılmalı, ve insana, doğaya ve insanca olan herşeyde dair yeni bir dünya kurulmalı. Bize dayatılan kokuşmuş bir düzendir kendi kendini bitiren bir sistemdir tektir, “bu bitmeli" diyor yaşlı amca. Ve Binboğada-ki Kızılbaşlar çok ağır bedeller ödemişler ve halende ödüyorlar bunun bitmesi için umutla direnç-le sisteme minnet etmiyorlar "hep bir ağızdan güneş doğduğu süre-ce bizim umudumuz bitmeyecek" diyorlar.

Page 22: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 22 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

''Ben Kürd Milliyetçisi Değilim!''Dr. İsmail Beşikçi Televizyonlarda cereyan eden tartış-malarda, basın mensupları, asker kö-kenli ve çeşitli sivil toplum örgütlerin-de çalışan tartışmacılar yanında bazen bir iki Kürd de görülüyor. Konuşmala-rın, tartışmaların bir yerinde milliyet-çilik gündeme geliyor. Panele katılan Türkler, “Milliyetçiliğe karşıyım, mil-liyetçiliğin iyisi olmaz. Her türlü mil-liyetçilik kötüdür” şeklinde bir görüş ortaya atıyor. Panele katılan Kürdler de, genel olarak, “ben Kürdüm ama Kürd milliyetçisi değilim, milliyetçili-ğe karşıyım” diyor. “Bölücü” olmadı-ğını vurgulamaya çalışıyor.

Bu düşüncenin, bu tutumun biraz irde-lenmesi gerektiği kanısındayım. Türk milliyetçiliğine karşı olmak anlaşılır bir durumdur. Çünkü Türk milliyet-çiliği çoğu zaman ırkçılığı içermek-tedir. Örneğin, Kemalist ideolojiyi içselleştirenler Kürtlere hiçbir hak-hukuk tanımak taraflısı değildirler. Kemalistler, Kürtlere, Türk olmaktan, Türklüğü benimsemekten başka bir hak tanımayı düşünmemektedirler. Bu ideolojiye sahip olanlar, Kürdleri, dil-leriyle, kültürleriyle, tarihleriyle orta-dan kaldırabilmek için, Kürtlere, köle muamelesini sürdürebilmesi için, her yolun mubah olduğunu düşünmekte-dirler. Bu milliyetçiliğin ana politikası asimilasyondur. Asimilasyon için de, devletin, okul, din, basın gibi ideolo-jik baskı araçları, karakol, mahkeme, hapishane gibi zorlayıcı baskı araçları, etkin bir şekilde kullanılıyor. Asimile olmamakta direnenlere karşı yerin-den etme, etnik temizlik de, yaygın ve yoğun olarak gündeme getiriliyor, kullanılıyor. Bütün bunların yetmedi-ği zaman, fiili imha da var. Böyle bir milliyetçiliğe, ırkçılığa, elbette karşı durmak, böyle bir anlayışla mücade-le etmek gerekir. Kürd milliyetçiliği derken, kastedilen, düşünülen nedir acaba? Acaba, Türkleri, Arapları, Farsları asimile etmek isteyen, bunun

için planlar, projeler geliştirmiş, ge-rekli mekanizmalarını, ideolojik baskı araçlarını zorlayıcı baskı araçlarını kurmuş bir Kürd yapısı mı var?

“Ben Kürdüm ama Kürd milliyetçisi değilim” diyen kişi, nasıl düşünüyor, nasıl hissediyor? Bu kişi kafasında milliyetçi bir Kürd tahayyül ediyor. Bu kişinin, diyelim A kişinin tahayyül ettiği Kürd, diyelim B kişi, neler dü-şünüyor, nasıl bir tutum sergiliyor da, A kişi ona milliyetçi diyor, kendisinin, onun yani B kişinin düşüncelerine ve tutumlarına karşı olduğunu söylüyor. Bu konuyu irdelemek için Kürt top-lumunun ve Kürdistan’ın koşullarına bakmak gerekir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dö-nemin emperyal devletleri Büyük Bri-tanya, Fransa ve onların Ortadoğu’da işbirliği yaptığı Arap, Fars ve Türk yö-netimleri tarafından, bölünmüş, par-çalanmış be paylaşılmış bir coğrafya, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir halk. Ortadoğu’da, 40 milyonu aşkın nüfusu olan, ama, küçücük bir siyasal statüsü olamayan bir halk. Bir-leşmiş Miletler, Avrupa Konseyi, Av-rupa Birliği, İslam Konferansı, NATO gibi, uluslar arası örgütlerde, hak, hu-kuk, özgürlük denildiği zaman hiç adı geçmeyen, “terör”, “uluslar arası te-rör”, “mafya” denildiği zaman adı ilk planda anılan bir halk…

Türkiye’de, 20 milyondan fazla bir nü-fus, temel hakları, insan olduğu için sahip olduğu hakları, Kürd toplumu ol-maktan doğan hakları gasbedilmiş bir halk. Anadili adı yasaklanmış, doğdu-ğu, büyüdüğü yörelerin isimleri değiş-tirilmiş, Kürdçe olanlar yasaklanmış bir halk… Dili kültürü inkar edilen, çocuğuna Kürdçe isimler veremeyen, Q, W, X, Ê harfleriyle hala sorunları olan bir halk… Anadili Kürtçeyle eği-tim alamayan bir halk… Asimilasyon

politikaları ve bu politikalar çerçeve-sinde yerinden edilen, etnik temizliğe tabi tutulan bir halk… Köylerin ya-kılmasını, yıkılmasını, temel geçim kaynaklarının tahribini, milyonlarca insanın yerini yurdunu terke zorlan-masını… bu politikalar çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Kürdlere yapılan bu baskılar elbette ırkçı baskılardır. Asimilasyon politi-kalar, ırkçı politikalardır. Kürd milli-yetçilinin gelişiminde bu baskı poli-tikalarının, uygulamaların çok büyük rolü vardır. Baskı, inkar, imha, asimi-lasyon politikaları pek çok Kürd’ün milli bilince ulaşmasını sağlamıştır. Bu durum karşısında bütün Kürdlerin, düşüncesi, tutumu, eylemi, kanımca birbirine benzerdir. Gasbedilmiş Kürd haklarını, Kürdlerin doğal haklarını kazanmak için mücadele etmek. Bu da milliyetçiliktir, milli bilince ulaşmış bütün Kürtlerde görülen bir durum-dur. Kaldı ki Kürd sorunu, bundan önce insani bir sorundur, bir vicdan sorunudur. Kürdlerde, “Ne mutlu Kür-düm diyene”, “Bir Kürt dünyaya be-deldir” diyene rastlanmaz. Kürdlerde, “Türkleri asimile edelim, Türk dilini, Türk kültürünü ortadan kaldıralım” diyene rastlanmaz. Kürdlerde, “Kürd, öğün, çalı, güven” diyen birine, “Yük-sel Kürd, yüksekliğin senin için hudu-du yoktur” diyen birine rastlanmaz. Kürdlerde, “Türkleri etnik temizli-ğe tabi tutalım, Türkleri yerlerinden yurtlarından sürelim” diyene rastlan-maz. Kürdlerde, “Kürdler üstün bir ırktır, başka halkları bu arada Türkleri de yönetme hakkına sahiptir” diyene rastlanmaz.

Bütün bunların ötesinde, Kürdle-rin, Kürd aydınlarının baskı, zulüm altındaki halkı, Kürdçeyi baskıdan kurtarmaya çalışmasının, bunun için çaba sarfetmesinin kimseye, Türkle-re, Araplara, Farslara bir zararı yok ki… Halbuki, Türklerin, Arapların, Farsların, Kürtleri, Kürdçeyi yok et-mek, asimile etmek için uyguladıkları politikaların, Kürdlere de aynı zaman bu halklara da çok büyük zararı var. Mehmet Bayrak, Şark Islahat Planı’nın Kürtlere vurulmuş bir kelepçe oldu-ğunu vurguluyor. Bu şüphesiz öyle-dir. Ama bu kelepçe sadece Kürtlere vurulmuyor, aynı zamanda, Türklere, Türkiye’ye de vurulmuş bir kelepçe oluyor…

Page 23: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 23 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Türkiye’nin, inkarcı, imhacı, ırkçı ve asimilasyoncu politikalarının Kürd-lerde milli bilincin uyanmasında bü-yük rol oynadığını ifade etmiştik. Bu durum karşısında, “Kürdüm ama Kürt milliyetçisi değilim” diyen A kişi de, Kürd milliyetçisi olarak tasavvur edi-len B kişi de, aşağı yukarı benzer ta-lepleri dile getirir. Bu taleplerin dile getirilmesi de çok doğaldır. Bu da milliyetçiliktir. Kürtlerde yaşanması gereken de budur. Kaldı ki bunlar mil-liyetçilikten önce insani bir durum-dur, vicdani bir durumdur. O zaman, “Ben Kürdüm ama Kürt milliyetçisi değilim” sözü ne anlama geliyor? Bu klişe bir sözdür. Bilgi yüklü bir dü-şünceyi ifade etmek için kullanılan bir söz değildir. Tutum sergilemek için kullanılan bir sözdür, slogandır. Bunu söyleyen kişi, devletten ve Türk aydın-larından onay almak isteyen, bu onaya ihtiyaç duyan bir kişidir. Devletten ve Türk aydınlarından onay almak ihtiya-cını duyması çoğu Kürd aydınlarının önemli bir özelliğidir.

Devletten gelebilecek bir baskıdan, kuşku duymak, korkmak gerekir. Çün-kü resmi görüşe aykırı görüşler, resmi görüşe eleştiriler sürdüğünüz zaman, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilirsiniz. Bu kuşku, bu korku, anlaşılabilir bir durumdur. Ama Kürd aydınlarının çoğu, Türk aydınlarından da korkuyor. Hatta Türk aydınlarından, devletten korktuğun-dan daha çok korkuyor. Bu, normal bir durum değildir. Kürd aydınları, Türk aydınları tarafından, milliyetçi-lik yapmakla suçlanmaktan korkuyor. Aslında milliyetçi olan, hatta ırkçı tavırlar sergileyen Türk aydınlarıdır, Türk aydınlarının önemli bir kısmıdır. Çünkü, inkarcı, imhacı, asimilasyon-cu düşünce ve eylemle, Kemalizmle bağını koparamamıştır. “Kürdüm ama Kürd milliyetçisi değilim” diyen Kürd aydınını, Türk aydınının kötü bir kop-yası gibidir.

Dersim Jenosidi, devletin inkâra gü-cünün yetmediği kadar açık olan bir icraatıdır. Bunun en bariz kanıtı bir bölgeye özgü çıkardıkları ve “Tunce-li Kanunu” diye tanımladıkları bel-gelerdir. Zira buraya özgü çıkarılan kanun, diğer katliamların “Jenosid olmadığı” anlamına gelmez. Kürdistan’da, diğer tüm direniş alan-larını dağıttıktan sonra, kendilerinin tanımladıkları “Dersim çıbanı söküp atmak” için kanunlar hazırladılar. Özel vali ve müfettişlik tayin ettiler. Kara ve hava harekâtı planladılar. Mecburi iskân, kız çocuklarını zor-la ailelerinden alarak hizmetçi yap-tılar yada zorla evlendirdiler. Türk yetiştirme yurtlarına yerleştirerek kendilerini, kültürlerini yaşamaları-na engel oldular. Kendilerine yaban-cılaştırmak ve Türklüğe özendirmek için program hazırlayıp uyguladılar Dersim’in 130 bin olan nüfusu 50 bine düşürüldü. Bu nüfusun 50-60 bini toplu katledildi, telef edildi. 20 -30 bin insan sürgüne gönderildi. Tüm bu plan ve yaşananlara rağmen, olgunun, zamanında bilimin kavram-ları ile tartışılmaması düşündürücü-dür. İsmail Beşikci’nin bu incelemeyi, 1977 yılında hazırlamış olması, ilk kez “Dersim jenosidi” kavramı ile tanımlaması dikkate değerdir.“Jenosit/soykırım” kavramının 1990’lardan sonra, Kürd ve Türk çevrelerinde tartışmaya geç dönem-de başlaması, tüm sorunları ele al-mada geciktiğimizi ve devletin resmi ideolojisinin bu boşluğu ve gecikmiş-liği çok muazzam lehine kullanarak

bilgi kirliliği ve yanılsamalar yarattı-ğı, mağdurları bile kendi “portresi” haline getirip, politikasına araç etti-ğini gözlemlemekteyiz. “Tunceli Kanunu (1935)” ve uygula-ması, Türk sömürgeciliğinin boyutla-rını, cüretini, Kürd ulusuna meydan okumasını göstermesi bakımından da son derece önemli bir olgudur. Öte yandan, “Tunceli Kanunu” ve uygu-lamalarının, insanlar tarafında na-sıl algılandığının ve kavranıldığının araştırılması da önemlidir. Bu konu-daki inceleme, Türk üniversitesinin, Türk profesörlerinin, Türk yazarları-nın, kısaca Türk düşüncesinin bilim-sizliğini, olgulardan kopukluğunu, bilimsel düşünce sürecine darbeler vurmada ne kadar ileri gittiğini, ışık-sızlığını, resmi ideoloji karşısındaki dalkavukluğunu göstermesi bakımın-dan ayrıca önemlidir. Araştırmada, kanunla ilgili meclis görüşmeleri, kanunun gerekçesi ve-rildikten sonra, bu olguya ilişkin ola-rak, Türk üniversitesinin, profesörle-rinin, düşünürlerinin ve yazarlarının, Türk solunun görüşleri, olguyu nasıl algıladıkları ve kavradıkları ele alı-nıp eleştirilmiştir. Bu arada, göç ile gelen(alaktonlar), yerel(otokton) halkları yok etmeye koyulduğu ‘Jenosid Havzası’ olan Ya-kın Doğu coğrafyası, Kürdistan'daki, özel olarak da Dersim'deki jenosid uygulamaları, çeşitli kaynaklardan yararlanılarak sergilemeye çalışıl-mıştır. Kritik edilmesi dileğiyle!İsmail Beşikci’ye saygı, okura dost-lukla...

Page 24: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 24 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

-CAMİİ - CEMEVİ PROJESİ, DEVLETİN KENDİ ALEVİSİNİ YARATMA OYUNUDUR-

Mustafa Karabudak

Bugünkü camii-cemevi projesi Osman-lıdan günümüze süre gelen bir asimilas-yon politikasıdır. Kardeşliğe ve topluma hizmet eden bir proje değildir. Alevileri camiye götürmek camiye alıştırma pro-jesidir.Osmanlıda oyun çok derler, bu da o oyunlardan biridir. Yoksa Alevilere düşman bir zihniyet yüzyıllardır Alevi-leri katleden, Pirsultan’ı asan, onbinler-ce Aleviyi katledip kuyulara dolduran, yakın tarihimizde bile Alevileri yakan-Alevi inancıyla dalga geçen cemevimi-ze cümbüş evi diyenler bu gün neden cemevi yapmak için proje üretirler? Bunların diğer taraftan yol arkadaşı olan kendini sözde aleviyim diyenlerde bu güne kadar tüm yaşanan olumsuzluk-lara ses çıkarmayan Alevilik adına hiç bir şey yapmayan insanlık katledilirken tek cümle bile etmemişlerdir. Daha dün Alevilerin evleri işaretlendiğinde sessiz kalanlar, Bu gün niçin böyle bir göreve soyunduklarını sormak lazım. İşte asıl sorgulanması gereken zihniyet budur. Çünkü biz geçmişten günümüze devle-tin tavrını biliyoruz. “Astılar, kestiler, toplu katlettiler ve yaktılar ” bitireme-diler! Şimdi yozlaştırma politikalarını uyguluyorlar. Tarihe baktığımızda da böyle olmuştur. Alevileri bir türlü or-tadan kaldıramayan Osmanlı sonunda asimilasyon politikasına başvurmuştur.Sultan II. Mahmut 1826’da O döneme kadar bitiremedikleri Alevileri sonun-da asimile etme yoluna gitmişlerdir. Hacı Bektaş postnişi Hamdullah çele-biyi yargılayıp Amasya ya sürdükten sonra Hacı Bektaş Dergâhı’na postni-şin olarak Nakşibendi Şeyhleri atamış. Türbenin yanındaki o camii, onların döneminde yapmıştır. Alevilerin gele-neğinde olmayan bir şeydir bu. 500 yıl sonra dergâhımıza cami yaptırılması bizi asimile etmek amaçlıdır. Yani, Ser-çeşme’mizin tam içine, ortasına zorla yapılmış bir camidir o. Şimdide yapı-lanlar aynısıdır yüzyıllardır boyun eğ-memiş bir halkı kirli oyunlarıyla kendi-ne benzetmek.Dünden bugüne dostumuzuda düşmanı-mızıda bilmek zorundayız. Kim ne de-miş, bunlar kimlermiş.Projenin mimarı İzzettin Dogan Tarih boyunca babasından bu düzene yadi-gardır. Derin devletin besleyip büyütüp kullandığı kişiliktir. Hepimiz biliyoruz künyesini uzun uzun anlatmaya gerek yok Diğer isimler ilk defa duyduğumu şahıs-

lardır sözde projenin finansmanı ve ay-rıca alevler adına söz hakkı olan kurum ve kurum yöneticileri. İŞADAMLARI: HÜSEYIN SARU-HAN, BAYRAM TARCAN, ŞABAN BAŞDURAK, HÜSEYIN YÖRÜK, Hüseyin Saruhan: “Amacımız top-lumsal kardeşliğe sağlam bir tuğla koymak.” ifadelerini kullanıyor. Saru-han, “Cami-cemevi projesi çok cesur bir adım. Bunun günümüzün önemli âlimlerinden biri olan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tavsiye ve işareti ile ya-pılması da çok önemli.” dedi. Bayram Tarcan: “Bu projenin finans-manını Sünni kardeşlerimizle el ele ve-rerek üstlendik. Proje, aslında ne kadar çok ortak yanımız olduğunu iki kesime de gösterecek.” diyor.Şaban Başdurak: “Yıllardır bu toplumda çıkarılmak istenen kavgayı engellemeye yönelik en somut adım. Proje kardeşli-ğimizin çimentosu olacak.” Hüseyin Yörük: cami ve cemevinin aynı kampüste olmasının Türk halkı-nın engin hoşgörüsünü de yansıttığını aktardı. Yörük, “Biz istiyoruz ki Sünni kardeşlerimizle beraber önyargıların ve kavganın olmadığı bir toplum düzeni tesis edelim. Bu proje bizi birbirimize yaklaştıracak en önemli adımlardan bi-ridir.” dedi.İşadamı Adnan Polat: bu projeden ba-ğımsız hareket eden İçinde cami ve cemevi bulunan bir külliyeyi İzmir’e kazandırmak için izmirde çalışmalar yürütüyor.İzmir’de Büyükşehir Belediye Başka-nı Aziz Kocaoğlu’yla görüşen Polat, Kocaoğlu’ndan içinde cami ve ceme-vi bulunan bir büyük ibadet ve kültür kompleksi yapmak için 10 dönümlük yer istedi. Başkan Kocaoğlu da konuya ılımlı yaklaşarak, Polat’a “Sayın Baş-kan, yer bulunur, konuyu Valimiz Mus-tafa Cahit Kıraç’a iletelim seve seve yardımcı oluruz” dedi.

Konuyla ilgili soruyu cevaplandıran Vali Kıraç ise, “Adnan Polat’ın projesi güzel bir düşünce. Yer bulmak için des-tek veririz, projeyi destekleriz” dedi. Adnan Polat ise, düşündüğü projenin mimarisinin Osmanlı mimarisine uy-gun olacağını belirtti ve İzmir’e böyle bir eseri kazandırmak istediğini dile getirdi.Polat sözlerine şöyle devam etti: “Sayın Başkanım, içinde Kuran kursları veri-len, cemevi derslikleri olan özel bir ya-pıt yapmak istiyorum. Özellikle İzmir’e yatırımlarımız çok olduğu için bu eseri de bu bölgeye yapmayı arzu ediyorum. Böyle büyük bir tesisin projesi de özel olmalı. Bunun için ünlü bir mimara Os-manlı mimarisine uygun çok özel bir proje hazırlattım. Yer tahsisi yapıldığı anda hemen inşaata başlayacağız” dedi.Tüccarlar bunu söylerken devletin Ale-vileride boş durmayıp, görevlerini yeri-ne getirme yarışına girdiler.‘Baba Mansur’ soyundan gelen Alevi kanat önderlerinden Seyit Derviş Tur: Cami-Cemevi Kültür Merkezi Alevi-Sünni kardeşliğini pekiştiren bir pro-jedir. Protesto için sokağa çıkan canla-rımız eski siyasetçilerdir. Çoğu şimdi derneklerimizin, federasyonlarımızın, vakıf larımızın başına geçtiler. Bunlar, Alevilerin bugüne kadar gelen hükü-metlerle olsun bugünkü hükümetle ol-sun barışık olmasını istemezler.‘Türkmen Alevi Bektaşi Derneği Genel Başkanı Özdemir Özdemir: “Fethullah Hoca’nın uzattığı samimi, dost eli, düş-man eli değil. Protestolarla geri çevril-memeli. İzzetin Hoca, samimi bir insan olduğu için Alevi kardeşlerimiz için uy-gun görüp, uygulamak istemiş. Aydos Dernekler Federasyonu Başka-nı Nurikan Akdemir: İnsanların ortak paydalarını bir arada yaşayabildiği, aynı yerde insanların birbirine, kimli-ğine saygı gösterdiği bu projeye destek veriyoruz. Sünni kesimde de Alevilik üzerine bazı algılar vardı. Onları da yıkmış olacak. Onlar da Aleviliğin iba-det şeklini, İslam’ın bir yorum farkıyla ibadet yaptığını görecekler. Hacı Bektaşi Veli Kültür Eğitim Sağ-lık ve Araştırma Vakfı Başkanı Kemal Kaya: Cemevlerinin statü kazanması konusunda bir adım bu. Arkadaşların neye itiraz ettiğini anlayabilsem... Bel-ki sermayesine itiraz ediyorlardır ama susamışsınız, suya ihtiyacınız var, suya birisi kova sallamış, içmemezlik yapar mısınız?

Page 25: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 25 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Alevi dedesi Celal Abbas Bektaşoğlu: Senelerdir zıtlaşıldı, ne geçti elimize, hangi tarafın eline ne geçti? Protestocu-lar marjinal gruplar. Suyu bulandırmak istiyorlar.Yandaş medyada her zaman ki görevi-ni üstlenip. Sanki alevi Sünni çatışması varmış gibi bir tablo çizerek yapılacak olan bu asimilasyon oyununu kardeşlik projesi olarak vermeye çalışıp katkı su-nan iş adamı ve Aleviler adına açıklama yapan sözde alevi kanaat önderlerini konuşturdu. Hep bir ağızdan, Devleti aklar bir şekilde sanki halklar arası sa-vaş varmış gibi “Toplumsal barışa tuğla koyuyoruz.” Diyorlar.Süreç böyle işlerken CHP’de boş dur-mamış her zamanki tarihi misyonunu yerine getirmiştir. Devletin asimilas-yon politikasına karşı direnen halkın yanında olmayıp, düzene yedeklenmiş-tir. Alevilerin oyuyla o koltukta oturan CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğ-lu:“Cami-cemevi projesini nasıl değer-lendirirsiniz” sorusuna “Dini siyasette kullanmak, dine yapılacak en büyük kötülüktür. Allah ile kulun arasına kim-senin girmediği öngörülen dinde araya birilerinin girip dine yön vermelerini doğru bulmuyoruz. Herkesin inancına saygılıyız. Çatışarak çatışma kültürüyle doğruları bulamayız” diyerek garip ve anlaşılmaz bir iki cümleyle geçiştirmiş-tir. Kendisinin temel atma törenine da-vet edildiğini ama parti adına Sinan Aygün’ün katıldığını belirtmiştir.Alevilerin bir bölümü tarafından tep-kiyle karşılanan Cami-Cemevi Kültür Merkezi projesine CHP’li milletvekil-leride destekler açıklamalar yapmıştır.. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak: Herkesin projeye sahip çıkması gerektiğini belirterek, “Toplumun her kesimi bu temele birer tuğla koymalı-dır. Proje, tüm topluma mal olmalıdır.” dedi.CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt: Projeyi çok olumlu bulduğunu söyleyip. Öğüt, “Keşke bu projenin örnekleri her yerde olsa. Bunun bir barış ve kardeşlik projesi olduğunu iyi anlatmak lazım.” diye konuştu.Temel atma törenine katılan CHP Anka-ra Milletvekili Sinan Aygün ise projeyle “Cemevi ibadethane mi?” tartışmasının son bulduğunu, cemevinin ibadetha-ne olarak tescillendiğini söyledi. Ay-gün, törene CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde katıl-dığını da belirtti. Bu projenin İzmir ayağınında olduğunu biliyoruz. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’da katkılarını sunmak için kollarını sıvamıştır. Ken-

disini ziyarete gelen Adnan Polat’a her türlü destek sunacakları sözünü vermiş-ti yer bulunur, konuyu Valimiz Mustafa Cahit Kıraç’a iletelim seve seve yardım-cı oluruz” demiştir. Konuyla ilgili soruyu cevaplandıran Vali Kıraç ise, “Adnan Polat’ın projesi güzel bir düşünce. Yer bulmak için des-tek veririz, projeyi destekleriz”.açıkla-masını yapmıştır.İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nde AKP ve CHP’lilerin oyları ile geçen Çiğli’de bulunan 2009’dan beri faa-liyette olduğunu Evka-2 Cemevinin Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun onayından geçmesiye Cem Vakfı’na verilmesi devredileceği basına yansımıştır. Bu Kaygılardan do-layı“Devletin Alevisi Olmayacağız” Şia-rıyla Hükümetin Cami-Cemevi-Aşevi projesi kapsamında Çiğli Evka-2’deki Cemevi’nin Cem Vakfı’na bağışlan-masına karşı çıkan aleviler Konak Meydanı’nda buluşarak cemevinin Ale-vi Bektaşi Federasyonu Çiğli Bileşenle-ri ve Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Çiğli Şubesi’ne verilmesini istedi. İzmir’deki Aleviler Çiğli’de yapılması planlanan Cami-Cemevi projesine kar-şı çıktı. Ankara Tuzluçayır’da temelleri atılan ve büyük tepkiler çeken projenin bir asimilasyon projesi olduğunu ifade eden Aleviler, yaptıkları basın açıkla-ması ile yapılması planlanan projeye tepki gösterdiler. Çiğli ilçesi Kasaplar Meydanı’nda bir araya gelen Alevi Bek-taşi Federasyonu ve Hacı Bektaşi Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın Çiğli Şubesi üyeleri yaptıkları açıklamada devletin Alevisi olmayacaklarının, inançların si-yasi ranta dönüştürülmesine engel ola-caklarını söylediler.Günümüz Hızır Paşaları ve Ali babala-rının bu oyununu Mamak halkı Bozmuş anında ref leks göstererek karşı çıkmış, Tuzluçayır mücadeleci geleneğini bir kez daha göstermiştir. Projenin bir aldatmaca olduğunu ale-viler bu gibi ayak oyununa gelmemsi gerektiğini belirten olumlu tepkiler her yerde yükselmiş. Kişisel ve kurumsal anlamda yapılan açıklamalarla devletin kirli yüzü teşhir edilmiştir.-“Devlet eliyle, cemaatler eliyle Alevi-lere bir kefen biçme politikasıdır”Okmeydanı’nda bulunan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Okmeydanı Cem Evi’nde basın toplantısı düzenle-yen Alevi Kültür Dernekleri Genel Baş-kanı Doğan Demir, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vak-fı Okmeydanı Cem Evi Başkanı Zeynel Şahin ile yönetim kurulu üyesi Vedat Kara ve Alevi Kültür Dernekleri Genel

Sekreter Yardımcısı Timuçin Gültekin ‘Cami Cemevi Aşevi Projesi’ne tepki gösterdi. Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Doğan Demir, “Cem Vakfı’nın Onursal Başkanı İzzettin Doğan’ın, Fethullah Gülen ile daha önce birlikte organize ettiği Ankara’da birincisi ya-pılmak istenen cami ve cemevi projesi-nin ortak yapılma projesiyle ilgili basın açıklaması yapıyoruz. Bu pazar günü Ankara’da 5 dönümlük bir kapalı alanda bir tarafında cami, bir tarafında cemevi arasına da cemevi projesinin temel da-yanağının aslında bir kardeşlik projesi olmadığını, buradan çıkan sonuç tama-men Alevileri asimile etmek olduğunu, Türkiye’de yaşayan 20 milyon Alevi bu-nun farkında. Alevilerin ibadet yerleri olarak cemevlerinin kabul edilmediği sürece cami ve cemevi projesini bir ara-da yapmanın çok doğru olmadığını he-pimiz çok iyi biliyoruz” dedi.***-Hübyar Sultan Alevi Kültür Derneği (HSAKD) Genel Başkanı Ali Kena-noğlu: cem evlerini caminin eklentisi yapma yönündeki tüm yaklaşımları ve projeleri reddettiklerini belirtti.-Hacı Bektaş Postnişini Ulusoy: Amaç Alevilerin Asimilasyonu Eşitlik olma-dan kardeşliğin olmayacağını, girişimi-nin iyi niyetli olmadığını, bir asimilas-yon projesi olduğunu belirten Ulusoy, iki inanç mabedinin yan yana olması kardeşliği sağlamada yetersiz kalacağı-nın altını çizdi.-Hacı Bektaşi Veli Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez: Alevi geleneğinde cami yoktur. Hacıbektaş Dergâhı’nda vardır fakat o da Osmanlı tarafından zorla ya-pılmıştır. Proje asimilasyon programı-dır.-ABF (Alevi ve Bektaşi Federasyonu)İzmir Bölge Sorumlusu Mustafa Aslan: “Alevi toplumu üzerinde yüzyıllardan bu yana süre gelen asimilasyon ve yok etme politikaları bugün hala devam et-mektedir. Bu çirkin ve kabul görmez politika, şimdilerde de barış ve kardeş-lik söylemleriyle uygulanmaya çalışılan cami+cemevi+aşevi projeleriyle ken-dini göstermiştir. Bu ülkede İzzettin Doğan’ın ve Fettullah Gülen’in barıştan ve kardeşlikten söz edecek erdeme sa-hip kişiler değildirler” ifadelerini kul-landı.***TÜRKİYE, AVRUPA, KUZEY AME-RİKA VE AVUSTRALYA’DAKİ ALE-Vİ ÖRGÜTLERİNDEN TÜRKİYE VE DÜNYA KAMUOYUNA ORTAK AÇIKLAMA AKP hükümetinin “demokrasi paketi” adı altında hazırlamakta olduğu yeni yasal düzenlemeler arasında Alevi top-lumunu yakından ilgilendiren maddeler

Page 26: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 26 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

bulunduğuna dair Türkiye basınında haberler çıkmaktadır. Basında “İkin-ci Alevi Açılımı” olarak lanse edilen, fakat hazırlanmalarında Alevi örgüt-lerinin hiç bir dahli olmayan bu dü-zenlemeler basından öğrenebildiğimiz kadarıyla “inanç ve kültür merkezi” olarak cemevlerine yasal statü verilme-si ve Alevi dedelerine maaş bağlanması gibi maddeler içermektedir. Türkiye’de ve Türkiye dışında yaşayan Alevi toplu-munun meşru temsilcileri olarak bizler, toplumumuzun ortak taleplerinin çok uzağında kalan, hatta taleplerimizle çe-lişen bu düzenlemelerin nihai hedef ola-rak Aleviliği Sünni/müteşerri İslam’da anlaşıldığı şekliyle “tarikat,” cemev-lerini yine Sünni/müteşerri İslam’daki manasıyla “tekke,” dedeleri de “devlet memuru” mertebesine indirgemeyi he-deflediğine inanıyoruz. Bir takım şahıs ve cemaatlerin, AKP hükümetinin bu asimilasyoncu vizyonuna paralel gün-deme getirdiği “cami-cemevi komplek-si” türü kurguların toplumumuz için hiçbir anlam ve hüküm taşımadığının, bu tür oldu bittilerin Alevilere tepeden bakan, Alevilere rağmen Aleviliği ta-nımlamaya çalışan kaba ve dayatmacı bir zihniyetin ürünleri ve kabul edile-mez olduğunu bu basın bildirisi ile ilan ediyoruz.Alevilik, kendine has öğretileri, ku-rumları ve ritüelleri olan özgün ve ka-dim bir inanç sistemidir. Tarihsel olarak tasavvufî akımlarla yakın ilişkisi olsa da Sünni/müteşerri İslam’da anlaşıldığı şekliyle klasik bir tarikat değildir. Ale-viler, ritüelleri arasında ibadet-ayin ay-rımı yapmazlar ve tüm dini ritüellerini cemevlerinde ifa ederler. Bu nedenledir ki Alevilik klasik anlamda bir tarikat olmadığı gibi, cemevleri de yaygın kul-lanılan manada “tekke” değildir. Ce-mevleri Alevilerin “ibadethanesidir” ve her inanç grubu gibi Alevilerin de iba-det mekanlarını devlet ve mahalle bas-kısından uzak, özgürce tanzim etme ve kullanma hakkı vardır.Alevilik’teki dedelik kurumu da yine Sünni/müteşerri İslam’ın ulemalık ku-rumundan farklı olarak talip ile bağlı olduğu ocak arasında varolan manevi irtibat temelinde işler. Alevi inancına göre dedenin vereceği hizmet, dedenin veya devletin değil, tümüyle talibin inisiyatifine bağlıdır; yani bir dede an-cak taliplerinin talebi ve daveti üzerine inanç önderliği görevini yerine getire-bilir. Bu önemli inançsal farklılık göz önüne alındığında ve üzerine Alevilerin hakim dini ve siyasi güç odaklarıyla yaşadığı çatışmalı tarih eklendiğinde, dedelerin cami imamları gibi devlet ta-rafından maaşa bağlanması önerisinin ne kadar uygunsuz, Alevi öğretisine ve

tarihine nasıl külliyen aykırı olduğu ko-laylıkla görülecektir.Uzun bir tarihsel süreç ve organik ge-lişme sonucu ortaya çıkmış Alevi öğre-ti ve kurumlarına dışarıdan müdahele etmeye, bunları toplum mühendisliği yöntemleriyle deforme etmeye veya de-ğiştirmeye çalışmak hiçbir kişi veya grubun haddi ve gücü dahilinde değil-dir. Her inanç sistemi gibi Alevilik de sadece ve yalnızca bu inanca ve kültüre mensup insanların kollektif olarak şe-killendirdiği ve şekillendirebileceği bir alandır. Başta devlet olmak üzere, Alevi olmayan tüm kurum ve kişilerin bu özel inanç alanına saygı duymaları ve bu ala-nın dışında kalmaya özen göstermeleri gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizi-yoruz.Şu bilinmelidir ki Alevilerin politik platformdaki tek meşru temsilcileri, bu toplumun kendi içinden çıkmış örgütle-ridir. Kürt sorununun çözüm sürecinde ve sözde yeniden başlatılan Alevilik açılımı bağlamında, hükümetin, diğer bazı siyasi aktörlerin ve kimi analistle-rin bu gerçeği görmezden gelerek Ale-vilere adeta haklarında keyfi tasarrufta bulunulabilecek pasif objeler muamele-si yapması asla kabul edilemez. Örgütlü bir toplum olarak Alevilerin vazgeçil-mez hedefi demokratik-laik bir sistem-de eşit vatandaşlar olarak yaşamaktır. Bu hedefimize ulaşmamızı sağlayacak, olmazsa olmaz taleplerimiz daha önce farklı mecralarda da defalarca dile geti-rildiği gibi şunlardır:1) Cemevlerimiz derhal “ibadethane” olarak yasal statü kazanmalıdır. Ce-mevlerinin “ibadethane” dışında, tekke veya inanç merkezi gibi başka bir ka-tegori altında tanınması ve ona uygun muamele görmesi kabul edilemez.2) Alevi köylerine ve mahallelerine zor-la cami yapımından vazgeçilmelidir. Bu bağlamda, çeşitli kamu hizmetlerini cami yapımı şartına bağlamak suretiyle bazı Alevi köylerinde yaratılan yapay cami taleplerinin demokrasi ve ahlakla çelişen “zorlamalar” olduğu bilinmeli-dir. Bu tip dolaylı baskılara derhal son verilmelidir.3) Sünni/müteşerri İslam’ın normatif li-ği fikri üzerine kurulu ve Sünni ilahiya-tı eğitimi almış kişilerce verilen zorun-lu ve seçmeli ek din dersleri Alevilerin din ve vicdan özgürlüğünü açıkça ihlal etmektedir. Bu dersler derhal kaldırıl-malıdır. Devlet din eğitiminden elini tümüyle çekmeli, bu işlev aileler ve si-vil toplum örgütleri tarafından yerine getirilmelidir.4) Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırıl-malıdır. Tarafsız devlet ilkesine uygun olarak her inanç grubu kendi içinde örgütlenip, kendi kaynaklarıyla ve ken-

di tercihlerine göre inanç hizmetlerini tanzim etmeli ve yürütmelidir.5) Nüfus cüzdanlarından din hanesi kaldırılmalıdır. İnsanların inançlarına göre bu veya başka yöntemlerle fişlen-mesi engellenmeli, kamu hizmetlerinin eşit vatandaşlık temelinde sunulması sağlanmalıdır.6) Devlet tüm açık ve gizli asimilasyon-cu politika ve uygulamalarına derhal son vermelidir.7) Aleviliğe ve Alevilere yönelik aşağı-layıcı ifadeler, hakaret, tehdit ve saldırı-lar, nefret suçları kapsamına alınıp ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Ders kitapları, sözlükler, ansiklopedi-ler ve Milli Eğitim Bakanlığı’nca öne-rilen yardımcı kitaplardaki Aleviliği ve Alevileri aşağılayan tanım ve ifadeler düzeltilmeli veya çıkarılmalı, ikisinin de mümkün olmadığı durumlarda bu yayınların kullanımına son verilmeli-dir.9) Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi katliamlarından dolayı devlet Alevi top-lumundan resmen özür dilemeli ve bu Alevi katliamları ile ilgili olarak meclis araştırma komisyonları kurulmalıdır.10) Mahallelere, caddelere, sokaklara ve diğer kamu projelerine “Yavuz Sul-tan Selim” gibi Alevileri rencide edici isimler verilmesinden vazgeçilmelidir. Mevcut bu tür isimler değiştirilmelidir.11) Madımak, utanç müzesi olmalıdır.12) Başta Hacı Bektaş Veli Dergâhı ol-mak üzere devlet tarafından el konulan tüm Alevi-Bektaşi vakıf ları Alevi-Bek-taşi toplumuna iade edilmelidir.Bu haklı taleplerimizin tümü karşıla-nana kadar mücadelemizin artan bir kararlılık ve örgütlülükle devam edece-ğinden hiç kimsenin en ufak şüphesi ol-maması gerektiğini, vazgeçilmez hede-fimiz olan eşit yurttaşlığa er ya da geç ulaşacağımıza dair inancımızın tam ve sarsılmaz olduğunu Türkiye ve dünya kamuoyuna saygıyla duyururuz.Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu ve Bileşenleri Avrupa Alevi Birlik-leri Konfederasyonu ve Bileşenleri ( Almanya, Fransa, İsviçre, Avusturya, Hollanda, Belçika, İsveç, İngiltere, Da-nimarka, Romanya, Norveç, İtalya Ale-vi Birlikleri Federasyonları)Avustralya Alevi Bektaşi Federasyonu Amerika Pir Sultan Abdal Kültür Der-neği Kanada Alevi Kültür Merkezi.***BASINA ve KAMUOYUNAAlevi Kurumlarının çağrısı üzerine ya-pılan mürşit, pir, dede, ana toplantısı SONUÇ BİLDİRGESİ) Mürşitler, pir-ler, dedeler, analar olarak Alevi Kurum-larının Çağrısı üzerine “Yol Cümleden Uludur” diyerek Ankara’da toplandık. Tarih boyunca, devletler ve iktidarlar,

Page 27: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 27 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Aleviliği asimile etmek ve Alevileri yok etmek için türlü oyun, hile, haksız-lık, baskı, zulüm ve katliamlara başvur-muştur. Alevi Toplumu bunların acısını çekmiş ama bunlara karşı durmasını da direnmesini de bilmiştir. Lakin, kimi zamanlarda Alevilerin içinden çıkan iktidarlarla/Devletle işbirliği yapan ve ne yaptığını bilmeyen kişi ve kurumlar Aleviliğin asimile edilmesine hizmet etmiştir. “Cami, Cemevi İç, İçe Pro-jesi” asimilasyon yoluyla toplumları, inançları kirletmek, onlara saygısızlık yapmak, nasıl inanmaları gerektiğini toplum mühendisliği yoluyla yeniden inşa etmektir. Cem Vakfı’nın üstlendiği misyon, bu hükümetin sahte açılımlar-la, çalıştaylarla başta Aleviler olmak üzere toplumun her kesimini hızla tek tipleştirme çalışmasıdır. Her iki inanç açısından da bu projenin bir meşruiye-ti ve hakkaniyeti yoktur. Arsasından, imar projesine, temelinden, harcına ka-dar yöntemi korsan zihniyeti gayrı meş-rudur!Alevi Sorunu, büyük bir siyasi sorundur, yapay tartışmalarla, anti demokratik yöntemlerle çözülemez. AKP Hükümeti sorunun çözümü için samimi bir yakla-şım içinde değildir. Alevi Toplumunun sorunlarını anayasal ve yasal düzlemde çözmek yerine, kendine göre bir Alevi-lik tanımı yaparak Aleviliği bitirmek istiyor. AKP Hükümetinin “Demokrasi paketi” Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacını karşılayacak kadar gerçekçi ve açık değildir. Hükümetin demokrasi paketinden bizim için hak ve özgürlük-ler, adalet ve toplumsal barış çıkmaz, ancak bizim için yine demokrasi mü-cadelesi çıkar. Hükümetin “Barış ve kardeşlik” projesi olarak öne sürdüğü proje toplumumuz üzerinde bir politik deneme amacı taşıyor. Bu tür çalışmalar Türkiye toplumunun, Türkiye’deki et-nik ve inançsal kimliklerin demokratik ihtiyaçlarını karşılamak yerine toplumu çatışmaya sürükleyecektir. AKP Hükü-meti toplumumuzun haklı beklentile-rini karşılamak yerine etnik, inançsal ve kültürel asimilasyon çalışması yapı-yor. Alevilerin anayasadan beklentileri açıktır. AKP Hükümetinin bu talepleri karşılamaktan kaçındığı ve demokratik çözüm bulmak istemediği ortadadır. Bu nedenle uluslar arası sözleşmelerden ve inancımızın, yolumuzun meşruiye-tinden, hakkaniyetinden kaynaklanan demokrasi ve eşit yurttaşlık mücadele-mize devam edeceğiz. Alevi Toplumunu Laik, Demokratik Türkiye için eşit ve özgür koşullarda bir arada yaşama uğruna demokrasi müca-delesine ve yolumuza sahip çıkmaya ça-ğırıyoruz. Mürşit, pir, dede ve ana ola-rak bir araya geldiğimiz bu toplantıda

ifade edilen düşünceler ışığında AKP Hükümeti ve devletin geleneksel aklı tarafından karanlığa itilmeye çalışıldı-ğımızı görüyoruz. Alevi toplumunu ve örgütlü Alevi kurumlarını hak almanın meşru demokratik anlayışı ile birliği-ni, beraberliğini güçlendirmeye çağırı-yoruz. Yol Cümleden uludur. Yol için birlik tarihi sorumluluktur. Yolumuzu var eden ve bu güne getiren ulularımız, velilerimiz, aşıklarımız, sadıklarımız, ermişlerimiz, dervişlerimiz bize hakkı, adaleti, eşitliği, özgürlüğü ve toplumsal birliği miras bıraktılar. Bu miras ışı-ğında Türkiye’nin ötekileştirilmiş tüm kesimleri, etnik ve inançsal kimlikleri ile bir arada yaşamak ve birbirlerimizin haklarına saygılı olmak inancımızın te-melini oluşturur. Çağdaş dünyanın ve günümüz Türkiye’sinin vazgeçilmez ihtiyacı hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı Laiklik ve demokrasinin yaşam bulduğu, toplumsal barış ve eşit yurttaşlık koşullarının sağlandığı de-mokrasidir.(22 Eylül 2013)Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini (Veliyettin Hürrem Ulusoy)Alevi Bektaşi Federasyonu (34 Dernek)Alevi Kültür Dernekleri (106 Şube)Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri (75 Şube)Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyo-nu (Ve Bağlı 12 Federasyon, 250 AKM)Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (43 Şube)İngiltere Alevi Kültür DerneğiAvustralya Alevi Kültür DerneğiŞahkulu Sultan VakfıGarip Dede Dergahı (Celal Fırat Dede)Hubyar Sultan Alevi kültür DerneğiSultan Gazi Pir Sultan Abdal CemeviPir Sultan Abdal 2 Temmuz Vakfı***Bir Tepkide “Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nden” geldi‘Cami-Cemevi inşaatını mühürleyin’Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Mamak Belediyesi’nden Cami- Cemevi inşaa-tının mühürlemesini istedi. Proje için ruhsatın Gençlik Merkezi olarak alın-dığını belirten Şube Sekreteri Tezcan Karakuş Candan, “Minareyi çalmışlar ancak kılıfı yanlış uydurmuşlar. Acilen inşaat mühürlenmeli” dedi.Mamak Belediyesi’ne gönderilen yazı-da, Tuzluçayır-Kartaltepe’de yapımına başlanan Cami-Cemevi projesinin, be-lediye tarafından verilen ruhsatın kul-lanma amacına uygun olmadığı ifade edildi. Yazıda, projenin gerçekleşeceği 2 parsele ilişkin düzenlenen Mamak Be-lediyesi tarafından 06 Eylül 2013 tarih ve 549 sayılı yapı ruhsatının kullanma amacının “kültürel tesis alanı” olduğu-na dikkat çekildi.

12 Temmuz 2013 tarihli Ankara Büyük-şehir Belediye Meclisince onaylanan nazım imar planında da anılan parselin kullanımının “kültürel tesis alanı”nda kaldığı tespit edildiği, yapı ruhsatının ise Gençlik Merkezi olarak verildiği belirtilen yazıda, buna karşın inşaatına başlanılan yapının cami-cemevi oldu-ğu kaydedildi. Yazıda, “Cami-cemevi yapısının kültürel tesis alanında yer almaması gerektiği açıktır. Bu nedenle Belediyenizce inşaatın mühürlenmesini ve Kurumumuza bilgi verilmesini talep ederiz” denildi.‘MİNARENİN KILIFI YANLIŞ’Mimarlar Odası Ankara Şube Sek-reter Üyesi Tezcan Karakuş Candan, Mamak Belediyesi’nin inşaatı mühür-lemesi gerektiğini belirterek, şunları söyledi:“Ruhsat gençlik merkezi olarak verilmiş, ama herkes biliyor ki orada halkın da istemediği bir Cami ve ce-mevi yapılıyor. Acilen inşaatın mü-hürlenmesi gerekiyor. Ruhsat geçersiz. Minareyi çalmışlar ancak kılıfı yanlış uydurmuşlar. Toplumun hassas olduğu inançlar konusunda, halkın katılımı ol-malı. İnançlar teknik bir inşaat sorunu olarak görülemez. Belediye, ruhsata uy-gun olmayan her inşaatı mühürlemekle görevlidir. Ruhsat cami ve cemevi inşa-atı için uygun değildir. Belediyeye yazı yazdık. Yerinde de tespit gerçekleştire-ceğiz.” ***Sadece Alevilerin değil toplumda-ki duyarlı halkın, Emek örgütlerinin, Devrimcilerin, tepkisi Devletin kirli oyununu bozacaktır. Tepkiler ayakta ve sokakta devlet şunu bilmelidir ki. İste-diği kadar şiddet uygulasın bu proje ha-yata geçmeyecektir.Amacınızı biliyoruz. Ankara’da baş-ka bir yerde arsamı bulamadınız Tuzluçayır’ı seçtiniz. Güya bir taşla iki kuş vuracaktınız. Birincisi Yıllardır Tuzluçayır üzerinde oynadığınız oyunlara bir yenisini kat-mak, “halkı yozlaştırmaya çalışmak”İkincisi de : Tuzluçayır halkının nabzını ölçmekti. Sanırım cevabınızı aldınız. Camii cemevi temel atma vesilesiyle. Devrimci ruhun devrimci geleneğin Tuzluçayır halkında olduğunu bir kez daha görmüş oldunuz.Bundan sonrada eylemlikler ve tepkiler giderek artacaktır. Bir kişi dahi kalsa Mamak halkı bu ucube eserinize izsin vermeyecektir. Güya Alevilerin iyiliği-ni düşünüp yapmaya çalıştığınız binanı-zın inşaatına “bir tuğla koymayıp”, “taş atacaktır.”Mamak halkı soruyor: 3 tane Toma, 1 tane Akrep ve en az 100 tane çevik kuv-vet polisinizle ne zamana kadar bekle-yeceksiniz…..? 04.10.2013

Page 28: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 28 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

“Hamşen (Hemşin) Yer İsimleri” ki-tabının yazarı Erivan Üniversitesi pro-fesörlerinden Lusine Sahakyan araştır-malarından hareketle Hemşin’i anlattı.

Evrim Kepenek / Bianet

“Şu Lazlar’ın termuni Hemşinli ye-mez oni, Hemşinli’nin her zaman bal dolidur kovani” türkü böyle başlıyor ama bilmiyoruz, gerçekten öyle mi?

Hemşinliler kimdir? Nerelerde yaşar-lar? Ne yer ne içerler?

“Karadeniz’in en gizemli halkların-dan biri Hemşinlilerdir” demek çok mu iddialı olur?

Hiç sanmıyorum.

Çünkü Hemşinlileri anlatan tarihleri-ne ışık tutan araştırmalar ne yazık ki çok fazla değil.

Kuşkusuz, kendisini Hemşinli olarak tanımlayanların üzerinde düşünmesi gereken mevzulardan biri de bu. Hatta bölgede kültür ve halk bilim araştırma-ları yapanların da görevlerinden biri dersem ukalalık mı yapmış olurum? UNESCO’nun kaybolmaya yüz tutmuş diller arasında gösterdiği Hemşince, kayıt altına alınmayı, sonraki kuşak-lara aktarılmayı hak edecek derecede güzel ve değerli, tüm diller gibi.

Peki tüm Hemşinliler Hemşince ko-nuşuyor mu?

Hemşinliler, kendilerini Ermeni ola-rak mı Türk olarak mı tanımlıyor? Yoksa, kendilerini sadece Hemşinli olarak mı tanımlıyorlar?

İşte bu soruların yanıtlarını aramak için Ermenistan’dan Türkiye’ye gelen bir halk bilim araştırmacıyla tanıştıra-cağım sizi: Erivan Üniversitesi profe-sörlerinden Lusine Sahakyan.

2010, 2011 ve 2012 yıllarının yaz ay-larının tamamını bölgede geçiren Sa-hakyan, Hemşince duaları, ezgileri kaydetti. Eski yer isimlerinin kök yapı-

larını inceledi. Araştırmalarının sonu-cunu, “Hamşen (Hemşin) Yer İsimleri” isimli kitapla okuyucuları ile paylaştı.Hemsin Sahakyan gözlemlerini de, “Geçmiş ve Günümüzde Önemli bir Kavşak: Hemşin” ismiyle belgese-le aktardı. Belgesel, 2 Aralık 2012′de Hollywood’da “PREMIERE at 15th Annual Arpa International Film Festi-valinde “Hakikati görmek ve onu söy-leyebilme cesareti olduğu” referansı ile Armin T. Wegner ismiyle İnsansever-lik baş ödülünü kazandı. Sahakyan’la Hemşin üzerine yapmış olduğu araştır-malar üzerine konuştuk.

Hemşinlilerle ilgili kısa bir tarihsel bilgi aktarır mısınız?

Bildiğimiz gibi XVIII. asırda Hamşen Ermeni nüfusunun İslamlaştırılması sonrasında Hemşinlilerin bir bölümü asıl Hamşen’i (günümüzde Rize’nin Çamlıhemşin, Hemşin ve Çayeli il-çelerinin bir bölümünü kapsıyor) terk ederek Hopa ve Borçka ilçelerine (Artvin’e) yerleşmişler, diğer kısmı ge-leneksel bölgelerde kalmış. Hıristiyan-lığını koruyan kesim ise Karadeniz’in güney-doğusuna dağılmış, devamında da yani XVIII. asrın sonunda ve XIX. asrın başında kuzey-doğu sahilleri (Rusya) ve Doğu Ermenistan’a göç-müşler.

Peki, Hemşinlilerle ilgili araştırma yaparken kimlerle görüştünüz? Ne-relere gittiniz?

Aralarında aydınlar ve köylülerin de

bulunduğu çok sayıda Hemşinliyle görüştüm. Artvin’in Hopa İlçesi, Ke-malpaşa (Makriyal) beldesinde ve Ar-dahan İli’ndeki Bilbilan Yaylası’nda diyalektoloji alanında saha çalışması yapma olanağı da buldum. Buralarda, yaşlı Hemşinlilerden (Hamşentsi) Er-menicenin Hamşen lehçesinde söylen-miş, asırların derinliklerinden gelen, yöreye özgü ezgiler, öykü ve masallar kaydettim.

İlk gözlemleriniz neler?

Söz konusu ilçelerdeki Hem şin lilerin bir bölümü, çevrelerinde konuşma dili olarak Ermenice’nin Hamşen lehçesi-nin korunuyor olmasından etkilenerek, Ermeni kökenli oldukları gerçeğini kabulleniyor. Bu kabullenişin kay-nağında, Hopa ve Borçka ilçelerinde Hemşinliler arasında Marksist ve ateist fikirlerin yaygın olması, Türk İslam et-kisine karşı yerel kültürünü savunma işlevi de gördüğünü düşünüyorum.

“Hafızadan silemediler”

Peki, kendilerini Türk veya sadece Hemşinli olarak tanımlayanlar yok mu?

Kendilerini Türk olarak kabul eden, kökenleri hakkında kendi aralarında konuşmaktan ısrarla kaçınan ve en makul ihtimalle kendilerini Homşetsi (Hemşinli)diye adlandıranlar mevcut. Ardaşen’in Oce köyüne, Rize’nin Çam-lıhemşin ve Çayeli ilçelerine de gittim. Hemşinlilerin etnografik, demografik

KİMDİR BU HEMŞİNLİLER

Page 29: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 29 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

ve folklorik malzemelerini, kendi di-linde günümüze kadar muhafaza edil-miş çok sayıda Ermenice kelimeleri, yer isimlerini, hatta duaları kaydettim. Ardeşen’in Oce köyünde ve Rize’nin Çamlıhemşin İlçesine bağlı Makrevis, Kuşiva, Tap (yeni Çat), Yeğnovit (Ele-vit) köylerinde, Gito (Kito) ve Cerovit/Crhovit (Ambarlı) yaylasında ve Çayeli ilçesine bağlı Senoz vadisinde bulunan Cutinç köyünde saha çalışmalarında bulundum. Rize’de yaşayan ve geçmiş-te zorla İslamlaştırılıp Türkleştirilen Hemşinlilerin genç kuşakları, ataları-nın ana dili Ermenice ve Ermenice’nin Hamşen lehçesini unutmuşlar hatta Ermeni kimliğini kaybetmişler. An-cak, yaşadıkları yerleşim birimleri için hâlâ büyüklerinden kalan Ermenice eski yer isimleri ile mikro yer adlarını, bitkilerin, ağaçların isimleri ve günlük yaşama ilişkin kelimeleri kullanmayı sürdürüyorlar. Bunlar, dilbilim tarihi, diyalektoloji açısından çok değerli ve önemli dil belgeleridir.

Bildiğim kadarıyla sadece Hopalılar anadilleri olan Hemşinceyi konuşa-biliyor…

Hopalı Hemşinliler’den farklı olarak, ana dilini unutarak Türkçeyi benim-seyen Rizeli Hemşinliler için durum tamamen farklı. Çünkü burada Türk-leşmenin izleri çok daha derin. Ara-larında Ermeni kökenlerini inkâr et-meyenler bulunmakla birlikte, artık kendilerini tamamen Türk sayanlar da var. Türk boylarından gelmiş olduğu fikri de bu bölgede bir hayli yaygın. Marksist ideolojiye yatkın olanlara az da olsa burada da rastladık. Ancak kendilerini Türk değil, sadece Hemşin-li sayanların mevcudiyetini de unut-mamak gerekir.

“Hamşen (Hemşin) Yer İsimleri” isimli kitabınıza gelecek olursak.

Kitap üzerinde bir yıldan fazla çalış-tım. Üç dilde, Ermenice, Türkçe ve Rusça olarak yayınlandı. Kitabımda etimoloji incelemeler saha çalışmaları esnasında kaydettiğim Hamşen mikro yer isimlerinin bir kısmını sunuyorum. Umarım yakın zamanda Hamsen’e iliş-kin daha büyük araştırmamı bitirip saha çalışmaları sırasında topladığım

tüm bilgilerle yayınlarım. İlk defa ola-rak bu kitapta bilim dünyasına sunulan yüz kadar mikro yer ismi, yukarıda belirtilen bölgelerde kaydedildi. Keli-me deformasyondan dolayı ilk bakışta yabancı, hatta anlamsız olduğu düşü-nülen yer adları da mevcut, bunlar as-lında ses ayrılıklarına rağmen, yerel şive veya farklı söyleyiş şekilleri ile örtülü Ermenice kelimelerdir. Kelime-anlamsal incelenmesi sonucunda bu yer isimlerinin Ermenice kökenli ol-dukları, içlerinde arkaik ve daha yakın dönem Ermenice kökler bulundurduk-ları, Ermenicenin Hamşen lehçesine özgü telaffuz şekillerini korudukları ve Türkçedeki ses uyumunun belirli etkisi altında kaldıkları tespit edildi. Ermeni dil biliminin en büyük uzman-larından Hraçya Acaryan Hemşinlile-rin kullandığı dili, Ermeni lehçelerinin batı grubuna mensup Hamşen lehçesi-nin özgün şivelerinden sayıyor. Hraçya Acaryan, Hemşinlilerin konuştukları dili tarif ederken “içinde Grabar, yani Eski Ermenicede kullanılmış olan ve hiçbir lehçede rastlanmayan çok nadir kelimeler barındırdığını”vurgular.

Ermenice kelimeler neden değişime maruz kaldı?

Bölgeye sonradan yerleşen Türk boyla-rı da yeni yer adlarını ya beraberlerin-de getirmiş ya da mevcut olan bu adla-rı kendi dil özelliklerine göre yeniden düzenlemişler. İleriki asırlarda ise Os-manlı İmparatorluğu ve Türkiye Cum-huriyeti iktidarları, Rize Kazası’na bağlı köylerin adlarını, bazı istisnalar hariç, bütünüyle değiştirmiş. 15 Ara-lık 1913’de Vilayet Umûmî Meclisince hazırlanan Rize kazası ve nahiyeleriyle ilgili eski ve değiştirilmiş adların liste-si Türkiye Başbakanlık Arşivi’nde bu-lunuyor. Bu arada, Hamşen nahiyesinin adı da değiştirilmiş. 5 Ocak 1916’da ise Enver Paşa’nın ülkede Ermeni, Rum, Bulgar ve diğer gayri-müslimlere ait yer isimlerinin değiştirilmesine ilişkin emri üzerine 3 Temmuz 1916, Trabzon Valiliği, Samsun’dan Artvin’e uzanan bölgedeki köylerin eski ve yeni adla-rını içeren 23 sayfalık bir liste hazırla-mış. Hamşen Ermenileri etnolojisinin en değerli uzmanlarından, Trabzon’un Küşana Köyü doğumlu ünlü etnograf-folklorcu B. Torlakyan, zamanında

konuyla ilgili olarak “Hamşen yöresin-de ve ardından da Pontus’ta Hamşen Ermenilerinin kurmuş veya ikamet etmiş oldukları tüm bölgeye yayılan dağınık yerleşim birimlerinin adları Türk hükümetlerince ya tamamen de-ğiştirilmiş, ya da öylesine tahrif edil-miş ki, buralarda Ermenilikten en ufak bir iz dâhi kalmamıştır” diye yazmış. Bununla beraber, yapmış olduğumuz kayıtlardan anlaşıldığı üzere yönetim-ler, bütün gayretlerine rağmen, asırla-rın derinliğinden gelen yer isimlerini, özellikle de mikro yer adlarını Çam-lıhemşin, Hemşin ve Ardaşen ilçeleri sakinlerinin hafızasından bütünüyle silmeyi başaramamışlar.

ALTIN ARAYICILARI MANASTI-RA ZARAR VERDİ

Çamlıhemşin’e bağlı Gito (Kito) yay-lasında Hemşinli yaşlı bir ninenin ağ-zından eski bir dua kaydettim. Dua-nın kelimeleri yerel lehçe etkisiyle ve bence gizli kodlar gibiydi, ancak duayı okurken nine çok belirgin bir şeklide “tsavı dani, surbı dani” (“ağrını alsın, İlya götürsün”) sözlerini dedi. Ben çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Erme-nilerle meskûn olan Yeğnovit / Elevit (Yaylaköy) köyüne gittik. Günümüz-de yazlık sayfiye (yayla) merkezine dönüşmüş durumdadır. Ermeni kay-naklarındaki bilgilere göre Yeğnovit, XV.-XVI. yüzyıllara kadar ruhanî kültür ve Ermeni yazım merkezlerin-den biri olarak ünlüydü. Khaçik hor/ Khaçekar manastırın yıkıntıları, Ele-vit Köyü’nden öteye, Cagat (yani Ça-kat-alın) Dağı istikametinde bulunan yüksek bir tepe üzerinde bulunmakta-dır. Yerleşim yerinden 45 dakika yürü-yerek tepeyi tırmandık ve acı manza-rayı gördük. Manastırın sadece temeli kalmıştı. Sağa sola dağılmış kesilmiş taşlar ve otların örtmüş olduğu çeşme yalağı veya Hemşinlilerin diliyle av-zon (Erm. avazan/havuz). Yer yer ka-zılmış çukurlar da bulunuyordu. Yerel halkın anlattığına göre değişik yerler-den gelenler altın aramak maksadıyla manastır ve çevresine zarar vermişler. Temellerinden kalanın ölçütlerinden, Khaçik Hor manastırının hayli büyük bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.Kaynak: http://bianet.org/biamag/egitim/150379-kimdir-bu-hemsinliler

Page 30: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 30 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Hrant Dink’i izliyorum, Bülent Arın-lı’nın video kaydından. Tuzla’da bir kampı geziyor adım adım. İstanbul ya-kınlarındaki, yetim Ermeni çocukların barındırıldığı Tuzla kampını; Kamp Armen’i adımlıyor Hrant Dink. Ço-cukluğunu geziyor, sabırsızlıkla, öz-lemle, kırılmışlıkla, haklılığın kazan-dırdığı dimdik öfkeyle. Çocukluğunu geziyor, şu yapıları yedi yaşındaki ço-cuklar olarak yükselttik, mimarların eseri değil, çocukların eseri. Çocukla-rın emekleri, yetişkinlerin emeğinden daha değerlidir, diyor. Havuzun başı-na geliyor, o çocukluk günlerine gidi-yor hüzünlü gözleri. Acıları damıttığı mahzun güzel gözleri sulara dalıyor. En çok da bu havuzun çevresinde mut-lu zamanlarımız yaşanırdı, diyor.

Köy Enstitüleri de benzer yapıda ve işlevdeydiler. Çocuklar tarafından ya-pılıyordu binalar. Bahçesi çocuklar tarafından ağaçlandırılıyor, tarlaları çocuklar tarafından işleniyordu. Ço-cuklar, Köy Enstitüleri’nde hem okuyor hem de tam bir çiftçi gibi uygulamalı olarak üretiyorlardı. Buradaki çocuk-ların tümü, öksüz ya da yetim değildi. Ermeni de değildiler; ama düzeni sor-gulayan, düşünce üreten öğretmenler olarak Anadolu’ya gideceklerdi. Bu da, sömürüsünü yürütmek isteyen düzenin yetkililerinin işine gelmiyordu.

Aynı güç, Köy Enstitüleri’ni, tekerine taş koyduğu için kapatan güç, Tuzla’da-ki yetim Ermeni çocukların barındırıl-dığı Kamp Armen’i kapatıyor. İslami cemaatlerden birinin yetimhanesi ol-saydı, maddi ve manevi tüm destekle-rini verirlerdi. İşin en katlanılmaz, en kabullenilmez yanı da bedel ödenmek-sizin, mülkün gasp edilmesidir. Erme-ni Vakfı, o mülkü, parayla satın almış, tapulamış. Siz tutuyorsunuz, ben bu mülkü Ermeni Vakfı’ndan alıyorum, ilk sahibine veriyorum, diyorsunuz. Para ödeseniz dahi, mülk sahibinin rızası olmaksızın yapamazsınız. Kal-dı ki parası ödenerek, tapusu alınmış vakıf arazisini, bedelini ödemeksizin vakfın elinden alarak, ilk sahibini şa-şırtıyorsunuz. Sattığı mülkün, yeniden bedelsiz olarak kendisine hediye edil-mesine şaşırmasın da ne yapsın, mül-

kün ilk sahibi. Hrant Dink’in deyişiyle: “Gökten bir arsa düştü eski sahibinin kucağına.”

Tuzla’daki öksüz yetim Ermeni çocuk-ların barınağı olacak Kamp Armen, 1960’tan sonra Ermeni Vakfı’nca satın alınır. Yetişkinlerin yanı sıra daha çok çocukların küçücük elleriyle yapılır, binalar ve bahçeler. Gedikpaşa’dan Tuzla’ya gönderilen otuz yetim Ermeni çocuk, ilk işçileridir Kamp Armen’in. Kurucusu ve müdürü Hrant Küçük-güzelyan, 12 Eylül diktasının pos-talından, süngüsünden nasibini alır, sekiz buçuk ay hapsedilir. Hrant Kü-çükgüzelyan, hapisten çıkınca, canı-nı Marsilya’ya atar. Türkiye’sinden, Kamp Armen’de yetiştirdiği yetim ço-cuklarından uzakta, Marsilya’da ölür.

16 Ocak 1983’te Ermeni yetim çocuk-ların “kırlangıçların” yuvaları, hiçbir bedel ödemeksizin ellerinden alınarak ilk sahibine, babalarının hayrına he-diye edilir. Gerekçeye bakar mısınız, Kamp Armen’de Ermeni militan ye-tiştiriliyormuş. Tüm militanlar, Hrant Dink gibi insansever ve yurtseverse, can kurban böyle militana. Ama asıl sorun da burada ya, Hrant Dink gibi yurdunu, insanını seven, sömürenle-ri sorgulayan, düzenlerini sürdürmek isteyenlerin tekerine taş koyanların; adam gibi adamların yetişmesi. Asıl sorun bu, Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi.1954 doğumlu Hrant Dink, 1963’te

Tuzla’daki Ermeni çocukların barındı-ğı Kamp Armen’e gelir. 16 Ocak 1983 diktanın, yetim çocuklara sahip çıkıl-dığı, devleti masraftan kurtardığı için minnet duyması gerekirken yaptığına bakar mısınız? Parayla alınmış tapulu bir araziye el koyarak, başkasına he-diye etmek. Pes! Yo, bu hafif kalır, ne diyelim? Ne diyorduk, Hrant Dink, bu yetimhaneden hiç kopamaz, çocuk kol-larıyla, çocuk yüreğiyle yapımında ça-lıştığı yetimhanesinden uzaklaşamaz. Kendinden çok başkalarını düşünen, öteki çocukları hep koruyup kollayan kişiliği o zamandan fark ettirir Hrant’ı.

2003 yılında Bülent Arınlı’nın çek-tiği “Kırlangıcın Yuvası” adlı belge-selde Hrant Dink, gasp edilen Kamp Armen’i içi titreyerek dolaşırken şun-ları söylüyor: “Mesela çocukların yap-tığı resimler çok değerlidir. Tuzla’daki Kamp Armen’de çocuklar, bir eser, bir cennet yaratmışlar. Mimari değeri yok, mimarlar yapmadı. Çocuklar yaptı.” Bunları söylerken Hrant’ın dudakları titriyor, o mahzun gözleri tüm dünyaya isyan ediyor. Azınlıklara karşı açılan bu acımasız savaşa isyanını şöyle sür-dürüyor: “O yaratılan kuruluşun, bir devamlılığı olmuş olsaydı, bir işe yara-saydı, yine bu kadar gam yemeyecek-tim. Sonuçta, insanlık bir devamlılık-tır. Bir insanın yarattığından, başka bir insan yararlanabilir. Hani yine öksüz yetim çocuklar veya yaşlılar yararla-nabilseydi. Yok, bu da yok, öyle harabe olarak bıraktılar.” Bu da kasıtlı inadı gayet net bir şekilde açıklıyor. Biz, kırlangıçların yuvasını dağıtırız, mı diyorlar? Ayağınızı denk alın kırlan-gıçlar, bir daha bu ülkede yuva muva yapmaya kalkışmayın, yoksa dağıtırız, mı demeye getiriyorlar?

Hrant Dink anlatmayı sürdürüyor:“ 12 Eylül darbesinin ardından, Ermeni vakıf mülkiyeti olduğu gerekçesiyle çocukların elinden alınıyor Kamp Ar-men. Benim elimden aldılar, bunu yap-tılar. Ben ölmedim, bu toplum ölmedi!” Ölmedi de neden hiç sesi çıkmıyor, uğ-runa canını verdiğin bu sevgili halkı-nın Hrant? Özgürlüğe ve barışa tutkun derecesinde sevdiğin Türkiye halkının üzerine ölü toprağı mı attılar? Yoksa

KIRLANGIÇLARIN YUVASI YIKILMASIN

Sultan Kılıç

Page 31: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 31 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Türkiye halkının ses tellerini mi aldı-lar Hrant?

Anadolu halkının güzel inanışlarından biri, güvercinlere zarar verenlerin iflah olmayacağıdır. Halkın, bir diğer güzel inanışı da kırlangıç yuvasını bozanın, iflah olmayacağıdır. Allah korkusu olan, gerçek inançlı kişiler, güvercin ve kırlangıçlara asla zarar veremezler. Zarar verenlerin başlarına büyük fela-ketler geleceğine inanırlar.

Hrant Dink, barıştan yana Türkiye sevdalısı bir beyaz güvercindi, vurdu-lar. Bahar dalını kırdılar. Tuzla’daki yetim Ermeni çocukların, “kırlangıç-ların” yuvası Kamp Armen’i dağıttı-lar. Orada öyle harabe, yıkık dökük bekliyor “kırlangıçların yuvası.” Bu haksızlıkları, bu zulmü, bu kıyımları yapanlar kul katında da Allah katında da lanetlenmeyecekler mi? Bunlardan hesap sorulmayacak mı?

Hrant, bu belgeselde yine konuşuyor: “Benim elimden alıyorlar, bunu yap-tılar. Biz onu parayla satın almışken, bize bir kuruş para da iade etmediler. Ben ölmedim, bu toplum ölmedi. Ha-yatta verdiğim bir mücadele varsa, o da bu kampı geri almak. Ve kampı ye-niden bir cennet mekâna çevirmektir.”

Tamam, düzenin koruduğu, kolladığı, sırtını sıvazlayıp aferin dediği tetik-çileri anladık da. Hrant’ın güvendiği toplum nerede? Hrant’ın baş koyduğu Armen Kampı’nı geri alma mücadele-sine neden sahip çıkılmıyor? Hrant’ı, tetikçiler öldürdü; şimdi bir de o çok sevdiği, güvendiği Türkiye halkı mı öl-dürecek? Mahzun bakışlı, barış güver-cini Hrant’ın kırlangıçlarının yuvasını kurtarmak için parmağınız kıpırda-mayacak mı? Kırlangıçların yuvasını dağıtanlar iflah olmazmış, duymuşsu-nuzdur. Güvercinlere kıyanlar da.

Bunları yazarken Garabet Orunöz’ün çektiği bir video kaydını izliyorum. Kamp Armen’de büyümüş ve hayata atılmış yetişkinler, hep birlikte o gün-leri anıyorlar. Hrant Dink, her zamanki acıyı bal eyleyen coşkusuyla, çocuklu-ğunu anlatıyor. Kamp kurucusu Hrant Küçükgüzelyan’ın, çocuklara uygula-dığı tuvalet eğitimini anlatıyor. Öyle-

sine mutlu görünüyor ki Hrant Dink, o anda Kamp Armen’de, çocukluğunu yaşıyor, coşkuyla anlatıyor.

Garabet Orunöz’den, elektronik pos-tayla bir mektup alıyorum. Malatyalı Garabet Orunöz de dört yaşındayken annesini kaybeden ve Tuzla’daki Er-meni çocukların barındığı Armen Kampı’nda barınan çocuklardan biri-dir. Hrant Dink, Garabet Orunöz’den beş altı yaş büyüktür ve ona ağabeylik etmektedir. Garabet Orunöz’ün, elekt-ronik postayla bana gönderdiği harika mektubunu aynen aktarıyorum: Kır-langıcın yuvası darmadağındır. Hani yuvası yıkılan kırlangıcın da öfkelen-diği olur ya!!! Çıkar, çıkabildiği kadar yükseklere, koyverir kendini yere; ça-kılırcasına, hızla. İşte o pikeler, kırlan-gıcın isyanıdır.

Sonra bir kenara sessizce çekilir kır-langıç. Altı ay olan ömrünün kalanı-nı değerlendirir. Soyunun devamını sağlayacak yeni yavrularını, bu zalim dünyaya getireceği yuvasını inşa eder.

Bu ülkede kırlangıç değil de güvercin olsam, diyesim geliyor. En azından, kırlangıçtan daha uzundur ömrü, gü-vercinin. Tabi şehir canavarları, kır-langıçların yuvasını yıktığı gibi, gü-vercinleri de vuruyor ya.

Artık, güvercinlerin başı, üç yüz alt-mış derece dönüyor. İnsan kılığına girmiş canavarların olabileceğini de düşünüyor güvercinler. Bana dokun-mazlar, demiyor artık hiçbir güvercin. Garabet Orunöz

Anadolu halkının güzel inanışlarından biri, güvercinlere kıymamak; bir diğe-ri de kırlangıçların yuvasını bozma-maktır. Barış güvercini Hrant Dink’e kurşun atan, o bahar dalını yerle bir eden hoyrat ellerin sahipleri, Anadolu insanı değil miydi? Öyleyse inançsız mıydılar?

Kırlangıçların, öksüz yetim kırlangıç-ların yuvasını bozan, Anadolu insa-nının seçtiği yönetim değil miydi? 12 Eylül diktasını, Anadolu halkı seçme-mişti, tamam. Ya sonraki yönetimler, hâlâ mı diktanın postalı ve süngünün korkusuyla siniyoruz? Hrant Dink’in haklı bir isteği vardı. Hayattaki tek mücadelesinin, Kamp Armen’i, ger-çek sahipleri olan, öksüz yetim Ermeni çocuklarına geri kazandırmak olduğu-nu söylerdi. Daha ben ölmedim, dedi öldürdüler. Daha bu toplum ölmedi, dedi. Bu toplum ölmediyse?

Hiç değilse, kıyılmaması gerekirken kıyılan güvercinin ruhu, huzur bulsun. Kırlangıcın, yüzyılların hüznünü da-mıtmış o mahzun güzel gözleri, artık hüzünlü bakmasın. Kırlangıçların yu-vası kurtarılmadıkça, Hrant’ın, o in-sanın içini acıtan bakışları, hep gözle-rinizin önünde olacak. O bakışlar sizi hep sorgulayacak.

Hrant; sakin, inançlı, yürekli, kararlı sürdürüyor konuşmasını: “Dünkü hak-sızlık, dünde kalsın; bugün haksızlık yapmayalım, demeyi kabul edemem. Biz, dün de vardık; bugün de yaşıyo-ruz. Dünkü haksızlık dünde kaldıyı, kabul edemem. Bizim farkımıza var-maları gerekiyor. Bu devletin, bu top-lumun, bizi desteklemesi lâzım. İnsan onurunu yüceltecek bir amaç için, bu-rayı mutlaka alacağız.”

Dünkü haksızlık, dünde kalmamalı. Dünkü haksızlığı yapanlardan hesap sorularak, hak geri alınmalı. İnsanım, onurluyum, diyen herkesin de kırlan-gıcın yuvasını kurtararak, kırlangıca vermek için, çaba göstermesi gereki-yor. İnsanlık onuruna sahip çıkacak, insanlık onurunu kurtaracak onurlu insanlar aranıyor. Çok geç olmadan, hem de hemen şimdi.

[email protected]

Page 32: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 32 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

1915 VE ÖNCESİ: KÜRT TARİHYAZIMINDA İNKARCI

EĞİLİMLER ÜZERİNE – 2. Bölüm Nuri Dersimi'nin Ermeni Meselesine hükümranların gözlüğüyle bakışı ve tepe takla ettiği 1915 tablosu

“Ermenilere soykırım yapılmadı, asıl onlar soykırım yaptı” diyen Türkler bu konuda yalnız değil; Halaçoğlu'nun Kürt versiyonu olarak anılmayı hak eden isimler var. Girişte belirttiğim gibi bunların öncülerinden biri, Kürt ulusal hareketinin pek itibar ettiği eski figürlerden Nuri Dersimi'dir. O Türk ordu ve istihbaratı ile Kürt hareketle-ri arasında ikili oynadığı [1] yıllardan sonra Dersim soykırımına girişilirken kaçıp gittiği Suriye'de Ermenilerin 1915 hatırasına yazdıkları kitaplarla tanışır. Türk devletinin insanlık suç-larını ortaya koyan bu tanıklıklarda Kürtlerin de rollerine değiniliyor ol-ması kendisini kızdırır. Buna karşı etkili bir savunma ihtiyacıyla “Hatı-ratım” isimli kitabının içine “Erme-ni Meselesi” başlıklı özel bir bölüm katar. Orada bir dizi hayali vahşet tablosu çizdikten sonra, kaynağının, aslında bildiğimiz dezinformasyon oyunları ile Türk genelkurmay daire-leri olduğunu da açık eden şöyle bir bilanço verir:

“Gerek bizzat gördüğüm ve gerekse bazı Kürt subayları aracılığıyla temin ettiğim, gerekse bazı Türk harbiye-siyle ilgili dairelerdeki dosyalardan öğrendiğim ve aldığım bilgi üzerine ve özellikle Cemal Paşa'nın anıların-da açıklanan yazı ve istatistiklerden, savaşın başlangıcı olan 1914 yılından 1919 yılı sonuna kadar Kürdistan'da yapılan zararın büyük çoğunluğu Kürtlerden olmak üzere 1,5 milyon in-san mağdur olmuştur. Bu zararın çoğu Ermeniler tarafından bilfiil işlenmiş olan cinayetlerden ve katliamlardan ileri geldiği kesin olarak anlaşılmış-tı”!.. [2]

Yazarın eski dilde olan kitabı gü-nümüz Türkçesine çevrilirken bazı kelimelerin karşılıkları pek isabet-li verilmemiş. Yukardaki “zarar” ve “mağdur” sözcükleri orijinal metinde

“zayiat” ve “zayi” olarak geçiyor, ki bunlarla kastedilen can kayıplarıdır. Sonraki sayfalarda daha açık iddia etmek üzere; “Erzurum, Van, Bitlis ve diğer doğu illerinin Ruslar tara-fından istilası sırasında (...) Ermeni-ler tarafından bu bölgede sakin olan Kürtlerden öldürülen ve miktarı 1,5 milyonu aşan katliam”dan dem vurur [3]. Bunlardan bizim anladığımız, Er-meni halkının 1,5 milyon kurbanlarını aynı rakamlı karşı suçlamayla eşitle-me gayretkeşliğidir. Şunu da unut-mayalım; Ermeni halkının verdiği o kadar kurban doğudan batıya bütün Osmanlı vilayetlerinde devlet gücüyle topyekün hedeflenmesinin sonucudur. Kürtler ise yalnızca doğunun çatış-malı yerlerinde sayıları birkaç bini geçmeyen Ermeni gönüllü grupları tarafından öyle muazzam ölçüde kat-ledilmiş varsayılıyor. Acaba o yıllarda bahsini ettiği üç vilayetin toplam Kürt nüfusu ne kadardı? Cephelere giden ve dönmeyenleri de düşünün. Bu hesapla savaştan sonra bölgedeki Kürt varlığı nasıl açıklanabilir? Üstelik yazar, Er-meni tehcirinin o katliamlara karşılık yapıldığını ve ölen Ermenilerin daha önemsiz sayıda (600 bin) olduğunu savunuyor. Bu noktaya tekrar dönmek üzere, Ermeni sorununun daha önceki süreçlerine dair yazdıklarını görelim:

“Hatıratım” kitabının “Ermeni Me-selesi” bölümünde Dersimi, öncelik-le doğu vilayetlerindeki Ermenilerin Kürt derebeyleri tarafından mağdur edilmelerine dair şikayetleri sorgulu-

yor. Öyle bir olgunun varlığını örtülü şekilde inkar ederek, gerek Ermeniler, gerekse yabancılar tarafından dile ge-tirilmesini “Kürtlere karşı cephe oluş-turma” maksadına yoruyor. Ayrıca “19. asır başlarında II Sultan Mahmut Han, Ermeniler hesabına doğuda Kür-distan derebeylerine şiddetli darbeler vurmuş ve Ermenileri memnun etmek istemişti” diyerek, Osmanlı devletinin kendi çıkarları gereğince yaptığı as-keri seferleri bile Ermeni istekleriyle açıklamaya çalışıyor. Bu konuya daha önce değinmiştim. Dönemin Ermeni Patrikliği'nin itaatsiz Kürt beylerine karşı Osmanlı saldırganlığını destek-lemiş olduğu acı bir gerçektir. Do-ğudaki Ermeni halkının eski beylik düzeninden çektiği bütün sıkıntılara rağmen, devletin kanlı operasyonla-rına arka çıkılması tasvip edilemez bir tutumdur. Fakat devletin yüzbin-lik ordu gücüyle Ermeniler hesabına hareket ettiğini varsaymak bütünüyle akla ziyan bir yorum. Yazar devamın-da “İşte bu gibi nedenlerle Kürtler de Ermenilere karşı savunma durumunu almaya mecbur kalmış ve korunma tedbirleri düşünmeye başlamışlardı. İşte o andan itibaren Kürtlerle Erme-niler arasındaki dostluk ve sevgi bağ-ları sarsılmaya yüz tutmuştu.” diyor. Kürtler için “korunma tedbirleri” diye bahsettiği şey, eski beyliklerin yitiril-mesinden sonra devletin göz yumduğu zorbalıklarla yeni feodal tahakküm çabaları ve özellikle Abdülhamit za-manında Ermeni ulusal taleplerine karşı devletle ittifak tazeleyerek kıyıcı roller oynama durumudur. Bunu biraz aşağıda “Kürtlerin cehaletleri yüzün-den aldanarak, Ermenilere karşı ancak kendini savunma kabilinden saldırma-ları” şeklinde mazur göstermeye çalı-şıyor. Daha sonra bu tanımıyla çelişe-cek şekilde “kanlı sultanlara hizmet eden asalak aşiret liderleri”nden söz ediyor, fakat bu defa da onları Kürt milletinden ayrı tutmaya özen gösteri-yor. [4] Nihayet olaylardan sözetmeye başladığında bu türden bir somut ör-nek zikretmiyor ve aslında kanlı sul-tanlara hizmet edenleri de “Ermeni

Hovsep Hayreni

Page 33: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 33 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

saldırganlığına karşı meşru savunma” konumunda değerlendirdiği anlaşılı-yor. Aşağıda bunun örneklerini gör-mek mümkün.

Yaptığı değerlendirmelerde sık sık Er-meni partilerinin Kürtlere karşı kin-darlığından söz eden Dersimi, buna bir örnek olarak “Ermeni Taşnaklar'dan yazar Rafi, Kürtler aleyhinde kitap yayınlamıştır. Hand, Gayzer, Cela-lettin vb. gibi Ermeni basını Kürtler aleyhinde zehirler saçmaktadır” diyor [5]. Raffi'nin ölüm tarihi 1888. Taşnak partisi bundan iki yıl sonra kurulmuş. Yazarın düşüncelerinin partiyi kuran-lara ve sonrakilere etki yapması bir yana, kendisinin Taşnaklı olması im-kansız. Cümlenin kuruluşundan (bu belki günümüz Türkçesine çevirenin hatasıdır) Ermeni basın organları gibi okunan isimler ise Raffi'nin eserlerin-den bazılarıdır. Onlarda “Kürtler aley-hinde zehirler” saçıldığını söylemek de ancak içeriğinden bihaber önyargılı duyumlara dayalı konuşmakla müm-kündür. Kürtlerle en çok ilgili olan Celalettin isimli kısa romanını alalım mesela: Orada 1877-78 Osmanlı-Rus savaşının başlarındaki gerçek olaylar-dan bir kesit sunuluyor. Savaşın başın-da Osmanlı Şeyhülislamı “gâvurlara karşı Cihad” ilan etmiş, Van Gölü'nün doğusunda Kürtlerin lideri Şeyh Ce-lalettin de bu çağrıya uyarak kendi güçleriyle Bayazıd'a doğru dalga dal-ga akınlar yapmış; yolları üzerinde bulunan Ağbak'ın 24 Ermeni köyünü 15 gün boyunca talan etmiş, sakinle-rini kılıçtan geçirip bir kısmını da esir almışlar. Kurtulanlar ise kaçıp İran tarafına sığınmış. İşte onlardan alınan bilgiler temelinde yazılan bir roman. Eğer orada Şeyh Celalettin, Ali Xan ve oğulları gibi İslami fanatizmle katliam ve işkenceler yapan kötü kahramanlar Kürt ise, onlara baskın verip yaralıları kurtaran romanın iyi kahramanı Mısto da Ezidi inancından bir Kürt'tür. Sal-dırı dalgası Parteğimeos Vank'a (ma-nastır) ve yanındaki köye ulaşırken manastır rahibi Yeğiazar Vartabed'i uyarıp korunmaları için yardımcı olan Omar (Ömer) Ağa da Kürt'tür. [6] Öte yandan Raffi'nin eserlerinde çıkarcı, sömürücü, devlete yaltaklanan Er-meni tiplerin eleştirisi de eksik değil. Kürtlerin toplum olarak geri yönleri-ne, soygun-talan gibi yaygın alışkan-lıklarına ilişkin “yabani”, “haydut karakterli” gibi hoş olmayan bazı ge-

nellemeleri dışında, yaptığı kınama-ların adresleri bellidir. Ama zaten asıl rahatsızlık nedeni o somut rollerin or-taya konması oluyor. Bu açıdan bakıl-dığında Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin insanlık suçlarını konu eden bir anla-tım için “Türkler aleyhinde zehirler saçıyor” demek ile yukarıda söylene-nin bir farkı yok. Dersimi daha ilerde 1915'in tanıklığını yapan kitaplara da çatarak aynı suçlamayı yapıyor. İsmini ve yazarını belirtmediği 1959 tarihli bir kitap için şöyle yazmış: “Diyarbe-kirli Cemilpaşazade Mustafa Bey'in milis kumandanlığı sıfatiyle Erme-nilere yaptığı zulümden söz edilerek, Kürtlerin Ermenilere karşı sözde reva gördükleri katliamdan gerçek dışı bir tarzda zehirler saçılmakta” [7]. Oysa Diyarbekir'de yapılan katliamlar çok açıktır. Bahsi geçen milis kumandanı dahil bir çok şahsiyetin oynadığı rolü 1919 tarihli Tomas Mıgırdiçyan'ın ra-poru dışında Naci Kutlay gibi Kürt ay-dınları da ortaya koymaktadır.

Aynı yerde Nuri Dersimi, Ermeni hal-kının ulusal-demokratik mücadelesini ve reform taleplerini de suçlayıcı bir dille konu ediyor. Daha 1862 Zeytun isyanından başlayarak bütün Ermeni halk hareketlerini Rusların teşvikiyle açıklıyor. Esas hedefinin de Kürtler olduğunu ileri sürüyor. “1877-1878 Rus ve Türk savaşı esnasında gerek Rusya'da, gerekse doğu illerinde bu-lunan Ermeniler, Kürtlere çok büyük saldırıda bulunmuşlardır” diyor. Bu hiç inandırıcı bir iddia değil. Osman-lı bölümündeki Ermeniler içinden Rus ordusunu kurtarıcı olarak gören ve destek çıkanlar olmuşsa da, bun-ların özel olarak Kürtleri hedefleme niyeti ve büyük saldırı yapacak güç-leri olmamıştır herhalde. Devamında “Bulgarlar bağımsızlıklarını kazan-dıktan sonra artık Ermeniler tam bir bağımsızlık için İstanbul Patrikhane-si vasıtasıyla açıktan açığa çalışmaya başlamışlardı. Hatta Bulgar bağım-sızlığından sonra Ermeniler hakkın-da bir özel maddeyi de Ayastefanos Anlaşması'na ilave etmeyi Ruslar ara-cılığıyla sağlamışlardı. Bu madde Berlin Anlaşması'ndan ithal olunmuş-tu” diyor. Bu da abartılı ve yanlış bir yansıtmadır. Gerçekte Ermenilerin Ayastefanos Anlaşmasına konmasını istedikleri şey, doğu vilayetlerinde-ki Ermeni halkının güvenlik sorunu başta olmak üzere mağduriyet koşul-

larını giderici reformlar ve Müslüman halklarla eşit olarak yerel yönetimler-de temsil edilmelerini sağlayacak bir özerklikti. Nuri Dersimi bu konularda o kadar üstünkörü kalem oynatmış ki, Ayastefanos ile Berlin anlaşmalarının sıralamasını da birbirine karıştırmış. Birincisi olan Ayastefanos'ta Osmanlı devletinin muhatabı yalnızca Rusya olup, reform uygulama alanında onun bir süre asker bulundurarak garantör-lük yapması sözkonusuydu. Bu önlem Osmanlı yönetimini gecikmeden re-form adımlarını atmaya mecbur edebi-lirdi. Fakat İngiltere ve Avusturya'nın Balkanlar üzerindeki çıkarları hesabı-na itiraz ettikleri o anlaşma Rusya'nın oluruyla geçersiz sayılıp aynı yıl Berlin Kongresi'nde altı büyük dev-letin (İngiltere, Rusya, Avusturya, Almanya, Fransa, İtalya) taraf olduğu yeni bir anlaşma imzalanınca durum değişti. Rusya başka tavizler yanın-da Erzurum, Bayezid ve Alaşgerd'de-ki askeri güçlerini hemen çekecek, aşağı yukarı aynı muhtevada kaleme alınan Ermenilere ilişkin reformların uygulanmasını ise artık hiç bir yap-tırım şartı olmadan altı büyük devlet ortaklaşa denetleyecekti. Böylece gö-rünüşte Ermenilere “hamilik” yapan devletler bayağı çoğalmış oluyor, fakat gerçekte sorun uluslararası diplomasi-nin basit bir oyun kartı haline geliyor ve Osmanlı devleti sözde yükümlü ol-duğu reformları istediği kadar savsak-lama şansına kavuşuyordu. Yani so-nuçta ortaya çıkan durum hiç de öyle Dersimi'nin yansıttığı gibi, Ermenilere bağımsızlık yolunu açacak türden de-ğil, tam tersiydi. Ama kendisi, o gev-şek reform sözleşmesinin Ermeni hal-kı tarafından zorlanmasını dahi haksız bularak Abdülhamit'in ayak diremesi-ni olumluyor: “Ermenilerin kendile-rinden sayıca çok fazla olan Kürtleri yönetimleri altına alacak şekilde bir Ermenistan'ın kurulması konusunda ısrar etmeleri üzerine, Rusya'nın zor-lamasıyla Avrupa devletleri tarafından 1880'de Babıali'ye Ermeni reformu konusunda bir nota verilmiş, fakat Ab-dülhamit Avrupa devletlerini sustur-mayı başarmıştı” diyor.

Ona göre 1894-96 arası 300 bine va-ran Ermeni kırımları da sözkonusu değildir. Veya sonunda Ermeniler katledilmişse kendi tahrik etmeleri sonucu olmuş sayılır. Bunu “Ermeni ihtilalcileri Van, Muş, Kıği dağlarında

Page 34: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 34 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

fedailer oluşturarak, karşılıklı sevgi ile bir arada yaşamakta olan iki un-suru birbirlerinin kanına susamışça-sına birbirleri aleyhine davranmaya kışkırtmış, Kürdistan'ı kana boyamış-lardı (...) Fakat Ermenilerin azınlıkta bulunmalarından dolayı Kürtler galip gelmişlerdi” diye savunur [8]. Böyle bir savunmayı o kırımların örgütleyi-cisi olan Abdülhamit bile yapamamış-tır zamanında. Ermenilerin Kürtler gibi yaygın silahlı güçlere ve bir kaç yer dışında savaşçı geleneğe de sahip olmadıklarını hatırlatmak gerekir. Öyle zayıf bir konumdayken Kürtlere ve devlete savaş açar gibi saldırmış ol-malarına inanmak mümkün mü? Gerçi buna da “Ermeni milliyetçileri, Batılı devletlerin dikkatini çekip müdahale-sini sağlamak için mahsus kışkırtıcı hareketler yaparak kendi halklarının kıyımına sebep olmuşlardır” şeklinde kılıf uydurmaya çalışanlar var. Ama olgulara bakılınca mızrak çuvala sığ-mıyor.

Nuri Dersimi, 1908 Meşrutiyet ila-nından sonraki Ermeni hareketini ve demokratik taleplerini de aynı şekilde suçlamaya devam ediyor. Doğuda Er-menilerle Kürtler arasındaki arazi me-selelerinin incelenmesi için İttihat ve Terakki'nin göstermelik bir komisyon kurmuş olmasını dahi tepkiyle kar-şılıyor. “Sonuç olarak bu politikalar terk edildi, ancak meşrutiyet idaresin-den bir hayli hak elde eden Ermeniler, sürekli ve hatta açıkça çalışmalarına devam etmekten asla vazgeçmiyorlar-dı” diye ekliyor. Oysa meşrutiyetin ilk başta yarattığı iyimserliğe rağmen elde edilen önemli hiç bir kazanım olma-mıştı. Mücadelenin devamını “aşırı-lık” gibi gösteren yukardaki sözler dö-nemin Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın tutumunu andırıyor. Aynı mantıkla bugün de Kürtlere “Bir çok hak ta-nındı, daha ne istiyorsunuz?” denil-diğini hatırlatmakta yarar var. Hepsi bu değil. Dersimi, o yılların Türk ba-sınından izlediği biçimiyle adım adım Ermenileri suçlamaya devam ediyor. Adana'daki 1909 Ermeni katliamı için “Anlatıldığına göre olay Adana Erme-ni Patriği Mosyö Muşakın'ın emriyle Ermeniler tarafından başlatılmıştı” diyor. Burada ismini anmadan refe-rans verdiği kaynak, olayın sorumlu-luğunu Ermenilere yıkma çabasındaki Cemal Paşa'nın yazdıklarıdır. Sonra Abdülhamit'ten beri yüzüstü kalan

reform taleplerinin yeniden yükseltil-mesini Ruslarla anlaşmalı gizli bağım-sızlık planlarının sahneye konulması şeklinde yorumlayarak şöyle devam ediyor: “Nihayet 22 Mayıs 1913'te Rusya Dışişleri Bakanlığı, Ermeni reformu için Türkiye'den şiddetli is-teklerde bulunmuştu. Bundan cesaret alan Ermeniler aynı tarihte İstanbul'da çok büyük milliyetçi gösteriler düzen-lediler ve Ermeni alfabesinin bilmem kaçıncı yıl dönümünü kutladılar.” [9]

Bu yaklaşımla Dersimi bir bakıma Ta-lat Paşa'yı bile geride bırakmıştır. Zira milliyetçiliğin paravanı gibi gösterdi-ği kutlamalar, Ermeni kültür tarihinin büyük dönüm noktalarıyla ilgili olup, devlet adamlarının da katıldığı yasal bir zeminde gerçekleşmiştir. Ne oldu-ğunu anlamak için Pars Tuğlacı'nın o yıla ait basın derlemelerinden şu habe-ri okumak yeterli: “Ermeni harflerinin icadının 1500. ve Ermeni matbaacılı-ğının 400. yıldönümü [10] dolayısiyle Dersaadet-Kumkapı Surp Asdvad-zadzin (Meryem Ana) Kilisesi'nde, Gedikpaşa'da, Pera'daki Petits Champs Tiyatrosu'nda, Taksim Bahçesi'nde (Jardin), Kadıköy'de düzenlenen ve 20 bine yakın kişinin izlediği parlak kutlama törenlerinde önemli devlet adamları ve görevlileri, yalnız hazır bulunmakla kalmayıp, Ermeni alfabe-si anısına halka açık yerlerde düşünce ve duygularını sözle dile getirerek tö-renlere katıldılar. (24-26 Ekim 1913)” [11]. Haberin devamında törenlere ka-tılan devlet erkânından isimler sayılı-yor, ki bunlar arasında Dahiliye Nazırı Talat Bey'in kendisi de var. O bile kut-lamaları “milliyetçilik”le suçlamaya ve önlemeye çalışmamış, ama kırk yıl sonra olayı hatırlayan Dersimi tam bir siyasi gösteri gibi ve bayağı çekemez-lik içinde yansıtıyor.

Bundan sonra tekrar Ermenilerin talep ettiği reformlara değinen yazar, bunla-rı “Kürdistan'da haksız üstünlük” ça-bası olarak tanıtır. 1914'te hükümetin aşağı yukarı aynı muhtevasıyla kabul etmek zorunda kaldığı 1895 tarihli memorandumun maddelerini aktar-dıktan sonra; “İşte bu projeye göre Kürt bölgeleri tamamiyle Ermenilerin idaresi altına giriyordu. Kürt milleti de Ermenilere esir olacaktı” diye yan-sıtır [12]. Ermenilerle Kürtlerin içiçe yaşadıkları yerlerde her ikisinin de yararlanacağı dengeli bir özerklik ye-

rine Kürt beylerinin fiili imtiyazları-nı sürdürecekleri eski sistemden yana konuşur.

Oysa o ümmetçi sistem içinde Kürt-lerin ulusal-kültürel haklarına dair birşey yoktu. “Esaret” diye tanımladı-ğı reform planı ise eğitimin milli dil-lerde yürütülmesini, dolayısıyla Kürt okullarının da açılmasını öngörüyor-du. Reform kapsamına giren altı şark vilayetinde Türkçenin yanısıra Erme-nice ve Kürtçenin de resmi dil olarak işlev kazanması, devlet daireleri ve mahkemelerde kullanılması mümkün olacaktı. Yerel idare meclislerinin baş-langıç olarak eşit sayıda Müslüman ve Hristiyan üyelerden oluşması öngörü-lüyordu. Zamanla nüfus sayımlarının gösterdiği reel oranlar dikkate alına-caktı. Polis ve jandarma kuvvetleri ile mahkeme heyetleri de eşit ağırlıklı oluşturulacaktı. Vali, mutasarrıf ve kaymakamların seçiminde ayrım ya-pılmayacak, bu yetkililer hangi dinden olursa yardımcıları diğer dinden ola-caktı. Reform kapsamındaki altı vila-yet (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Harput, Sivas) bir büyük eyalete çevri-lecek, bunun başına ise yerli Hristiyan yada Avrupalı bir genel vali getirile-cekti. Sonradan Trabzon da ilave edi-lerek yedi vilayetten iki eyalet düzen-lenip başlarına birer Avrupalı genel müfettiş tayini benimsenmişti.

Bu formülün yeterince adil olmadığı söylenebilir. Eşit sayılar yerine nü-fus oranları ölçüsünde temsil, ayrıca dinsel olmaktan çok ulusal aidiyetlere göre bileşim veya dinsel açıdan hete-rodoks (Kızılbaş, Ezidi vb) cemaatleri de dikkate alan bir yaklaşım gibi pek çok noktadan tartışma yürütülebilir ve yürütülmesi de gerekirdi. Fakat belirtmekte yarar var ki, bu reform-ları gündeme getiren esas olgu yada en yakıcı sorun, o zamana kadar yüz-de yüz Müslümanlardan oluşan yerel idare koşullarında Hristiyan halkla-rın çok mağdur olmasıydı. Özellikle Ermeni köylüsünün Müslüman ağalar ve beyler elinde çektiği sıkıntı, maruz kaldığı zorbalık ve haksızlıklar reform taleplerini en baştan bir güvenlik ih-tiyacı olarak gündeme getirmişti. Ab-dülhamit döneminde bu talepler sav-saklandığı gibi, kırımlar ve göçe sevk edici koşullarla Ermeni nüfus daha da azaltılmış, ayrıca idari sınırlar Müs-lüman ağırlığını pekiştirecek yönde

Page 35: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 35 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

tekrar tekrar değişime uğratılmış-tı. Bütün bunlar dikkate alındığında Hristiyanlar lehine pozitif ayrımcılık yapmayı gerektiren bir durum olduğu inkar edilemez. Özerk bölgenin başına Avrupalı Hristiyan bir genel vali/mü-fettiş getirilmesi de bu aşırı güvensiz ortam nedeniyle düşünülmüş bir for-mül olmalıdır.

Bu formülleri şekillendiren Ermeni ulusal öncüleri değildir. Reform talebi Ermeni halkından gelmesine rağmen onun kapsam ve biçimini belirleyen komisyonlarda Ermeni temsilci bile bulunmamıştır. Daha en baştan Berlin Anlaşması'nda yer verilen ifadelerle sorunun “Ermenileri Kürt ve Çerkez-lerden korumak” şeklinde konulması büyük bir talihsizlik olmuştur. Bunu tercih eden Osmanlı ve Batılı müza-kereciler Ermeni halkının şikayetle-rini önemser gibi gözükürken, aslın-da devletin sorumluluğunu gizlemiş ve sözkonusu toplulukları daha fazla Ermenilere karşı körüklemiş oluyor-lardı. Nitekim onu izleyen yıllarda Abdülhamit Kürtleri “bakın Ermeni-ler size karşı tedbir istiyor” diye kış-kırtacak ve geliştirdiği tepkileri de reform yapmamak için kullanacaktı. Ermeni-Kürt ilişkilerini inceleyen bü-tün önemli Ermeni araştırmacılar bu yaklaşımı Avrupalıların ortak olduğu bir oyun olarak eleştirir. [13]

Sorunun o şekilde konmasına Erme-ni kurumlarının itirazı olmamışsa bu da bir zaaf ve oyuna gelme sayılır. 1860'lardan itibaren doğu vilayetlerin-den İstanbul'daki Patriklik ve Ermeni Milli Meclisi'ne gelen sayısız şikayet içinde Kürt ve Çerkes grupların fiili saldırıları önemli bir yer tutmasına rağmen, bunlar devletin düzeninden kaynaklı ve onun gözyumması ile de-vam eden şeyler olduğuna göre; gü-venlik sorununun tek tek fail gruplara işaret edilmeden, “millet-i hakime” (Müslüman kesim) karşısında deza-vantajlı Hristiyan unsurların korunma ihtiyacı olarak formüle edilmesi doğ-ru olurdu. Böyle bir yaklaşım “kanun önünde eşitlik” getirdiği söylenen Tanzimat ve İslahat düzenlemelerinin kağıt üzerinde kalmasına da ciddi bir itiraz teşkil ederdi. Yerel yönetimlerde hemen hiç yeri olmayan Hristiyanla-rın adil ölçülerde temsil edilmelerini istemek bu durumda daha net anlaşılır ve ihtilaflı gruplara karşı tersinden ha-

kimiyet kurma gibi yanlış yorumlara pek imkan vermezdi. Buna ilaveten reformların somut bir tasarıya dönüş-türülmesinde çeşitli kimlikleri kendi önerileriyle katılmaya teşvik etmek gerekirdi. Doğu vilayetlerinde Erme-ni nüfusuyla aşağı yukarı eşit (kimi yerde daha fazla, kimi yerde daha az, fakat genellikle ilk iki sırayı payla-şır durumda) ağırlığı olan Kürtlerin, oluşturulacak bir özerklik içinde ken-dilerini görmeleri çok önemliydi. Bu-nun olmadığı durumda, reform projesi her ne kadar “Ermenistan” adında bir özerklik önermese de, işin rengini öyle göstermek ve Kürtleri o projeye karşı çevirmek kolaydı.

İşte Nuri Dersimi'nin sonradan duru-mu değerlendirirken bile yaptığı şey, o dönem reformları önlemek için Kürtler arasında pompalanan havayı gerçekli-ğin yerine geçirmek oluyor. Böylece o “Kürt bölgeleri tamamiyle Ermenile-rin idaresi altına giriyordu” derken, iki türlü yanıltmaya başvurmuştur. Birin-cisi o bölgelerin aynı zamanda Erme-ni bölgeleri oluşunu yadsıma; ikincisi projenin öngördüğü dengeli Müslü-man-Hristiyan temsiliyetini dikkatten kaçırma durumudur. Önceki yüzyıllar zarfında Kürt beyliklerinin daha yo-ğun Ermeni nüfus üzerindeki tahak-kümünü sorun etmezken, onun tersine bir tahakküm getirmeyen yeni projeyi “Kürtler için esaret” diye nitelemesi gerçekten çok ilginç. Öngörülen muh-tevasıyla sağlanacak özerkliğin, hiç değilse getireceği demokratik haklar bakımından yalnız Ermeniler için de-ğil, Kürtler için de önceki durumdan daha iyi olacağı; feodal beylerinin sahip olduğu avantajları bir parça kı-sıtlamaya karşılık halkının ulusal-kül-türel haklardan yararlanarak gelişme-sine imkan sağlayacağı açıktı. Özerk bölgede Türkçenin yanında resmi dil statüsü hem Ermenice, hem de Kürtçe için yenilik olacaktı. Anadilde eğitime gelince, bu Ermenice için zaten onyıl-lardan beri mevcut ve iyi kötü her böl-gede sayıları artan okulları ile işlerlik halindeyken, asıl o güne kadar mevcut olmayan Kürtçe eğitim için yepye-ni bir başlangıç anlamına geliyordu. Üzerinden yüz yıl geçti; o günkü re-form planının havaya uçurulmasından sonra Kürtler öyle bir başlangıç şan-sına bir daha hiç erişemedi ve halen de (son 30 yıllık silahlı mücadelenin ardından “barış ve çözüm süreci” diye

umutlandırıldığı aylardan sonra bile) anadilde eğitim için zar ağlatılıyor. 1895 ve 1914'ün sabote edilmiş reform projelerinde açıkça yeri olan Kürtçe eğitim hakkı, 2013'ün şu kasvetli gün-lerinde hükümetin hokus-pokus aça-cağı “demokratikleşme paketi”nden yine çıkmayacak gözüküyor.

Aslında bu paradoksu bütün olumsuz yargılarına rağmen Nuri Dersimi'nin kendisi de görmüştür. Öyle ki, “Kürt milleti Ermenilere esir olacaktı” de-dikten hemen sonraki paragrafında şu fikri yürütmekten kendini alamıyor: “Şayet sözkonusu bu proje uygulan-saydı, Kürtler hakkında bir taraftan da hayırlı olurdu kanaatindeyim. Çünkü bu projenin 16. faslının 1.2.3. bent-lerinde zikr edildiği üzere öncelikle eğitim milli dil üzerinde yürütüleceği için, başlangıçta bu maddeye istina-den Kürt okulları kurulacak ve büyük önem taşıyan Kürt kültürü günden güne gelişecek ve felaketimizin büyük nedeni olan cehalet bir derecede orta-dan kalkacaktı”. Hatta özerk bölgenin Rus nüfuzuna girme ihtimali için de öyle kötü konuşmazken, şu cümlesiy-le asıl karşıtlık noktasını göstermiş oluyor: “Diğer taraftan Kürdistan'da azınlıkta bulunan Ermenilere karşı da doğal olarak kültür konusunda ilerle-mekte olan Kürt milleti, ilmi, edebi ve coğrafi noktalara dayanarak öz vatan-larını korumayı, savunmayı başara-caktı” [14]

İşte bütün mesele!.. Yazar demokratik anlamda her iki halk için yararlı ola-cak hakları birlikte daha da genişletme ve ortak vatanlarında özgürce beraber yaşama koşullarını geliştirme anlayışı yerine, inkarcı ve hasmane sözleriyle asıl kendi üstünlük arayışını ortaya koyuyor. “Kürdistan'da azınlıkta bulu-nan Ermeniler” vurgusu “Ermenilerin haksız üstünlük kurmak istedikleri” fikrini vermek içindir. “Kürdistan mı, Ermenistan mı?” tartışmasında iki ta-rafın da kendine yontucu davranmış olduğunu söyleyebiliriz. Ama eğer salt o günkü demografik dengelere değil, tarihsel gerçeklik ve yakın dö-nemlerin zora dayalı değişim boyutla-rına da bakarsak, Ermenilerin o alanı Batı Ermenistan saymaları, Kürtlerin Kuzey Kürdistan saymalarından daha geçerli dayanaklara sahipti. Osmanlı hakimiyetinin başlarında Ermeni nü-fusun mutlak çoğunluğa sahip oldu-

Page 36: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 36 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

ğu sancaklar, kazalar hiç az değildi. Doğu bölgelerine ait 16. yüzyıl tahrir defterlerinin dökümü yapıldıkça bu durum net olarak görülüyor. Bölgede devletin İslam unsurunu kayıran poli-tikaları, Kürt beyliklerinin sahip oldu-ğu avantajlar ve bir dizi mağdur edici olaylar sonucu Ermeni halkı zorunlu göç etme, din değiştirme ve kimlik yi-timiyle azalırken, Kürt nüfusu güney-den kuzeye doğru daha fazla yayılma ve onların yerini doldurma durumun-da olmuştur. Göçebe aşiretlerin tarım alanlarını gaspederek yerleşik Ermeni köylülerini yerinden etmeleri de eksik olmamıştır. Bu erken değişimler bir yana, en son reform meselesi gündeme geldikten sonra ilgili alanda Ermeni halkını eritmek için yapılanlar ve so-nuçları da büyüktür. İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin verileriyle 1882'de Osmanlı Ermenilerinin toplam nüfu-su 2.660.000 olup, bunun 1.630.000'i Vilayet-i Sitte (altı doğu vilayeti) içinde yaşıyordu. Aynı Patrikhane'nin 1912 yılı sayımında ise bu altı vilaye-tin Ermeni nüfusu 1.018.000'e düşmüş, yani 30 yılda 612.000 azalma olmuştu. Bu durum özellikle 1894-96 kırımla-rı, din değiştirmeler ve sonraki yıllar boyu kalanları göçe zorlayıcı aleyhte uygulamaların ürünüydü. [15]

“Ermenilerin azınlık olduğu”ndan bahsedilirken dikkatten kaçırılan şu durumu da belirtmek gerekir. Ümmete dayalı Osmanlı sisteminde bütün Müs-lümanlar tek bir millet gibi ele alını-yor ve nüfus sayımlarında blok olarak Müslüman kategorisi her yerde çoğun-luk oluşturuyordu. Hristiyan halklar ise hem etnik, hem de mezhepsel aidi-yetlerine göre ayrı ayrı tasnif edilerek sayıldıkları için en ağırlıklı oldukları vilayetlerde bile “azınlık” görünmeye mahkum oluyorlardı. İşte Ermeni hal-kının tarihsel anavatanı olan bölgede o güne kadar eritilmiş haliyle bile azım-sanmayacak olan yoğunluğu, öyle bir istatistik sistemine ek olarak rakamlar üzerinde oynama yoluyla da resmi-yette kuşa çevrilmekteydi. “Azınlık” sayılan Ermeniler karşısında “çoğun-luk” görünen Müslümanları Kürt, Türk, Çerkez, Arap ve diğer etnik gruplarıyla ayrı ayrı saysalar, hiç biri kendi başına salt çoğunluk olmayaca-ğı için, yalnızca göreceli çokluk-azlık durumlarından sözetmek mümkün olabilecekti. Dolayısıyla o karmaşık yapıya uygun bir düzenleme gerekir-

di. Ermenistan ve Kürdistan coğraf-yalarının artık fazlasıyla iç içe geçmiş olduğunu gözeten ortak bir özerklik ve ardından da federatif bağımsızlık amacı güdülebilirdi. N. Dersimi söz-konusu süreç için böyle makul fikirler yürütmezken, Batı Ermenistan'ı yutup hazmedecek bir Kürdistan tasavvuru yapmıştır. Kürt halkının eğitim yo-luyla gelişmesini bile bu perspektifle önemsediği anlaşılıyor.

Nihayet reform hikayesini büsbütün sona erdiren savaş dönemine gelince, yazarın kanıtlamaya çalıştığı şey, bu defa reform projesi yerine artık doğru-dan Rus ordusuna dayalı olarak, yine “Ermenilerin Kürtleri tasfiye etme girişimleri” oluyor. Konunun başında kısaca değindiğimiz bu süreçle ilgili çizdiği tabloya daha yakından baka-lım:

“1914 yılında Dünya Savaşı başlamış-tı. Ben doğu cephesinde Erzincan'da görevliydim. Olup bitenlerle yakın-dan ilgilenmeyi kendime görev say-mıştım. Kürtler'in Ermeniler'e karşı gösterdiği iyilik dolu hizmetlerine karşı Ermeniler'in Kürtler'e karşı reva gördükleri zulümden sözedelim” diye bir giriş yaptıktan sonra kendi gözlem alanının çok uzağındaki Bitlis taraf-larından “Ermeni mezalimi” tasvir-lerini -bizzat görmüş veya yakından duymuş gibi- sayıp döküyor. Sonra nispeten yakın bulunduğu yörelere ge-lerek şöyle sürdürüyor: “1915'te Ruslar Pasinler'i işgal edince Muş, Gumgum (Varto), Gêxi (Kiğı), Palu bölgelerin-deki Ermeniler, açık olarak isyan et-tiler ve çeteler halinde Kürt köylerine saldırmaya başladılar.” [16]

Bu iddia kesinlikle gerçek dışıdır. Ermenilerin anılan yerlerde hiç bir isyan hareketi olmamıştır. Kıği ve Palu çevrelerinde yaşanan gelişmele-ri bu bölgelere ait Ermenice kaynak-lardan ayrıntılı şekilde incelemiş biri olarak biliyorum ki, bir tek Kıği'nin Xups köyü dışında tehcire karşı dire-niş gösteren bile olamamıştır. Muş'ta, Varto'da yine isyan yoktur. Bölgede bulunan Taşnak liderleri pasif bir bek-leyiş içinde kalır. Ancak Muş şehri askeri ablukaya alınıp tutuklama ve katliamlar başlatılınca bazı mahalle-lerde silahlı direniş gösterilir. Bunlar da ima edildiği gibi 1915'in ilk ayla-rında değil, Mayıs ve Haziran ayların-

da yaşanmıştır. Muş ovasının Ermeni köyleri çoğunlukla ateşe verilmek suretiyle sakinleri katledilir. Ruslar burayı ele geçirdiklerinde bir tek Er-meni bulamazlar. Ama o sıralar Türk ordusunun bir subayı olarak soykırım mekanizmasının içinde bulunan Bay-tar Nuri, sonra da Türk özel harp ci-hazının yalanlarıyla haşır neşir olarak hazırladığı inkarcı tarih tezinin Kürt versiyonunu şöyle sürdürüyor: “Sa-vaş devam ettiği sürece Ermeni silahlı güçleri Kürtlere, Kürt köylerine, kadın ve kızlarına merhametsizce saldırarak yüzbinlerce Kürd'ün kanının dökül-mesine neden oldular. Bu savaş esna-sında Ermeniler'in Kürdistan bölgesin-de işledikleri suçlar haddini aşmış ve bir çok Kürt ocağı sönmüş ve bu vahşi zulümlerden evlatlarını kaybeden an-neler, kocalarını ölmüş gören gelinler karalar giyinmişlerdi. Babaları Er-meniler tarafından öldürülen binlerce öksüz Kürt yavrusu harabe damların duvarları önünde aç ve çıplak dilenmiş ve açlıktan ölmüşlerdi. Bu zulüm 1917 yılı 18 Aralık tarihinde Erzincan'da Rus ordusuyla Osmanlı ordusu arasın-daki anlaşma imzalanıncaya kadar bü-tün şiddetiyle devam etti...” [17]

Nasıl oluyor da 1915 yaz aylarından sonra Ermeni nefesinin bile kalmadığı yerlerde Kürtlere karşı aralıksız “Er-meni vahşeti” sürüyor? Bunun gerçeğe ve mantığa aykırılığını bizim söyleme-mize gerek yok, kendisinin “Kürdistan Tarihinde Dersim” isimli diğer kita-bında o yıllara dair yazdıkları daha farklıdır ve kendi kendini tekzip eder. Gerçi Ermeni halkının imhasını orada da pek konu etmemiş, ama hiç değilse katliam ve tehcirden kaçan Ermenile-rin Dersim'e sığınmalarını, sonra Er-zincan'daki Rus ve Ermeni güçleriyle Dersimli Kürtlerin ittifak arayışlarını anlatırken gerçeğe yakın bir tablo çiz-miştir. Ermeni gönüllü birlikleri ora-da hiç de “Kürtlere saldıran caniler” değil, hatta Dersim açısından kendi ifadesiyle “kardeş” güçlerdir. Rusla-rın çekilmesi ardından Erzincan'daki Ermeni güçlerinin Kürt köylerine sal-dırma hikayesi bile o kitapta çok şa-ibeli, esasen Dersim'i kendi tarafına çekmek isteyen Türk tarafının yaydı-ğı bir tehlike söylentisi olarak geçer. Seyit Rıza'nın bu şekilde dolduruşa getirilip Erzincan ve Erzurum'a kadar Türk kumandanı Deli Halit eşliğinde sefere sürüklenmesini de hayıflanacak

Page 37: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 37 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

bir durum olarak ve “derin acı” duydu-ğunu belirterek anlatır.[18]

Evet, orada “keşke dost ve kardeş Er-menilerle Dersim Kürtleri anlaşabilse ve ortak düşmanları olan Türk devle-tinden bağımsızlıklarını kazanabil-selerdi” havası hakim.“Hatıratım” ki-tabındaki özel bölümde ise tam tersi. Öyle ki burada uydurduğu yalanlara Seyit Rıza'yı da ortak ederek, onun Erzincan'dan bir vahşet tablosunu “hüngür hüngür ağlayarak anlattığı”nı söylüyor. Devamla Kars yönünde çe-kilmeye devam eden Ermenilerin daha ne vahşetler yaptıklarına dair, hiç bir yer ve şahıs ismi, hiç bir kaynak be-lirtmeden tüyler ürpertici sahneler döktürüyor ve yine “yüzbinlerce Kür-dü yaktıklarını” öne sürüyor. “1918 yı-lının son aylarında Kürdistan'da deh-şetli bir açlık baş göstermişti. Bu da Ermeniler'in yaptıkları zulümlerden ileri geliyordu. Ermeni zulmü Kürdis-tanı her türlü tarımcılık faaliyetinden yoksun bırakmış, memleketi harabeye çevirmişti. İşte bu nedenle 1919 yılı-nın ilk baharında güçten düşen birçok Kürt açlıktan öldü” diyerek, 1915'te Ermeni çiftçi ve zanaatçısının yok edilmesinden beri yaşanan genel eko-nomik çöküntünün vebalini yine tam tersi iddialarla Ermenilere yüklüyor. [19]

Ermenilere yapılanı bir yerde güç bela ifade edebilen yazar, basite aldığı bu olguda ise Kürtlerin bir sorumluluğu bulunmadığına vurgu yapıyor: “Savaş sırasında Türkiye Hükümeti 1915'de bir kanun yayınladı ve bu kanuna göre Ermenilerin Mezopotamya'ya göçettirilerek savaşın sonuna kadar orada iskan edileceklerini bildirdi. Sonuç olarak bu kanun, Ermenile-rin katliamını öngören gizli emirler-le uygulamaya kondu. Adana-Halep üzerinden Mezopotamya'ya gönderil-melerine karar verilen Ermeniler, yol-larda Türk teşkilatı tarafından imha edildiler.” diye özetliyor. Yollarda imha işinin özellikle Kürtlere havale edilmiş olduğunu gözardı etmek için tehcir güzergâhlarının yalnız Kilik-ya tarafındaki küçük bir bölümünü sözkonusu edip, Batı Ermenistan ve Kürdistan içinden geçen çok sayıdaki ana arterlerini ve daha kanlı olan bö-lümlerini dikkatten kaçırıyor. Neden yalnızca Türk teşkilatı dediğine açık-lık getirmek ister gibi“Çünkü” diyor

“İttihat ve Terakki Cemiyeti mülkiye memuruna bu konuda gerekli talimatı vererek haricen de Ermeni katliamını Kürtlere yükleyecek yüzbin türlü hile ve yalanlara başvurmaktan da geri durmamıştı.” [20]

Hemen sonra Ermeni sürgünlerini de, kırımlarını da dengelemek, hatta kat be kat onlara fark atmak üzere şöyle hayali mukayeseler yapıyor: “Rus isti-lası esnasında Ermeni zulüm ve cina-yetlerinden kurtulmak için Diyarbekir üzerinden Halep ve Adana yoluyla Konya'ya ve Erzurum-Erzincan'dan Sivas'a sığınmış olan zavallı Kürt göçmenlerinin gösterdikleri manzara, Ermeni göçünden daha az kötü değil-di. Fakat dünya kamuoyu bu konuda Kürtler için hiçbir şey yazmadı. Tersi-ne Kürtler'in aleyhinde raporlar veril-di. Kürtlerin felaket ve sefaletini edebi bir dille tasvir etme gereğini Alman ve Amerikan misyonerleri vicdanlarında hissetmediler. Doğu Anadolu illerin-den 1,5 milyon Ermeni göç ettirildi-ğini ve bunlardan 600.000 Ermeninin yollarda katliama maruz kaldığını ya-zan Avrupa barbarları Erzurum, Van, Bitlis ve diğer doğu illerinin Ruslar tarafından istilası sırasında yukarda belirtildiği üzere Ermeniler tarafından bu bölgede sakin olan Kürtlerden öl-dürülen ve miktarı 1,5 milyonu aşan katliamdan bir nebze olsun söz etme-diler” diyor.

İşi bir de böyle serzenişe dökünce daha inandırıcı olacağını sanmıştır. Fakat gerçekten de bir tuhaflık yok mu bu işte? Ermenilerin iki buçuk katı kat-ledilmiş varsayılan Kürtler için neden hiç bir yerli yabancı gözlemci birşey yazıp çizmemiş? Peki ya kendileri? Onlar da eğitim düzeyinin düşüklü-ğünden dolayı yazamamış denebilir mi? Böyle denilip geçilemeyeceğini, zira o gün değilse bir kuşak sonra yeti-şenlerin pekala yazabilecek olduğunu yazarın kendisi de aklından geçirmiş olmalı ki; daha geçerli (!) bir başka ge-rekçe gösteriyor: “Şimdiye kadar Kürt aydınları tarafından Ermeni zulmü hakkında bir kitap yada broşür yayın-lanmadı ve yazılmak istenmedi. Çün-kü özellikle Ermenilerden zulüm gör-düklerinden şikayet etmek, ağlamak ve sızlanmak için yazılar yazmak, ya-yınlar yapmak onların yaradılışlarına aykırı bir davranış olur. Böyle bir şeyi kendilerini aşağılayacağını düşüne-

rek, tenezül etmemişlerdir”!..

Bu da son derece enteresan. Böylece sözkonusu boşluğu bir “yüce gönül-lülük” nişanesi olarak gösterip Er-menilerin yazılı hafızalarını ise “düş-künlük” anlamında yeriyor. Halbuki Kürtlerin “yaradılışına aykırı” dediği şeyi, kendisi uyduruk ve mesnetsiz biçimlerde olsun pekâlâ yapabilmiş-tir. Ermeni tanıklıkları için “kendini acındırma” veya “kin-nefret dökme” dediği durumda kendi yaptığının na-sıl birşey olduğunu hiç sorguladığı da olmamıştır. Buna rağmen şu tip uya-rılarla “kardeşlik ve birlik” isteğinden dem vurması ise kitabın en samimi-yetsiz yönünü oluşturuyor:

“Ermeni aydınları bugüne kadar Erzu-rum'un, Bitlis'in. Van'ın, Diyarbekir'-in, Elaziz'in, Dersim'in Ermenistan olabileceği hayalinden vaçgeçtiklerini ispat ettikleri takdirde vatandaşları ve ırkdaşları olan Kürtlerle dostça bir ha-yat geçirmeye başlamış olurlar kanaa-tindeyim. Aksi takdirde arada bulunan bu nefretin devamı her iki unsurun ge-lecekte felaketine yol açacaktır. Üzücü durumların ortaya çıkmasını önlemek için öncelikle Kürtler aleyhine yazıl-mış olan gerek eski ve gerekse yeni ki-tap ve yayınların Ermeni aydınları ta-rafından yakılmak suretiyle tamamen ortadan kaldırılması ve bizzat Türkler tarafından her iki kardeş unsurun ara-sına saçılmış olan bu uğursuz ayrılık tohumundan ötürü bir unutkanlık per-desi çekilmesi gerekmektedir... Dile-ğimiz her iki kardeş ve mağdur unsur arasında gerçek ve samimi bir ittifak kurularak, geçmişin tamamen unutul-masına çalışmak; her iki milletin yeni nesillerinin ruhuna birlik ve kardeşlik hissini perçinlemekten ibarettir” [21]

Kürt siyasi çevrelerinde halen oldukça itibar edilen bu tarihsel figür ile İtti-hatçı Türk geleneğinin zihniyet para-metrelerindeki çakışmalar kolayca farkedilebilir. Soykırımdaki kollektif sorumluluk paylarıyla yüzleşmeyi asla istemeyenler Ermeni halkının ka-yıtlı belleğine ateş püskürüyor, inkara sığınıyor, karşı suçlama için yalanlar üretiyor ve en sonu çıkış yolu olarak da “karşılıklı topyekün unutma”yı da-yatıyorlar. Bugün de böyle tehditvari yaklaşımlarla kardeşlik-dostluk lafı edenler var. Eğer ki öyle daha iyi kar-deş olunuyorsa, kendilerine karşı ya-

Page 38: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 38 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

pılan onca inkarcılık ve haksızlıkları sineye çekerek Kürtler de Türklerle “bin yıllık kardeşlik”lerini pek güzel yeniden yaşayabilir, tadını çıkarabilir-ler demektir. Ama görüldüğü gibi öyle olmuyor. Vicdani olmayan yaklaşım-lar sonuçta kulağa hoş gelen temenni-lerle de bitse gönülleri kazanamıyor.Dersimi son sözlerinde samimi ol-saydı, adını andığı yörelerde Ermeni halkının binlerce yıllık mirasına say-gılı bir üslupla konuşur, artık oralarda Ermeni varlığının kalmamış olması-na dair üzüntü belirtir, oraların tek-rar Ermenistan olabileceği hayalinin zaten gerçekleşmeyeceğini bilerek o hayalden “vazgeçtiklerini ispatlama” gibi inadına duyguları örseleyici ül-timatomlar vermez, tersine soykırım öncesi karışık nüfuslarıyla Ermeniler ve Kürtlerin ortak vatanı olan o yöre-lerde bir gün yeniden beraber yaşama arzusunu dile getirirdi. Yine “Kürtler aleyhine yazılmış” dediği kitap ve ya-yınların bizzat Ermeni aydınları eliyle yakılmasını (!) istemek yerine, “ger-çekten haksızlığa varan veya genel-leştirici olan ithamların özeleştirisini yapsınlar” gibi nispeten aklı başında çağrılar yapmaya çalışırdı. Ama zaten öyle birşeye yüzünün tutması için ön-ceki sayfalar boyunca Ermeniler aley-hine kendi yaptığı muazzam iftiraları yapmamış olması ve az-çok vicdani bir muhasebe yürütmesi gerekirdi. İşte o taktirde bahsedeceği kardeşlik ve birlik duygularının samimi olarak al-gılanma ve karşılık bulma şansı olabi-lirdi. 20/09/2013[1] Nuri Dersimi'nin yaşam öyküsü, içinde bulunduğu kurum ve çevreler, 1. Dünya savaşındaki asker konumu ve İttihatçılarla yakınlığı, sonra bir yanda Türk ordu ve istihbaratı, diğer yanda Koçgiri ve Dersim Kızılbaş Kürtleri ile eşzamanlı ilişkileri, tutuk-luluk, mahkümiyet, serbest bırakılma ve iki defa Ermenilerden boşalmış manastır çiftliklerinin kendisine hediye edilmesi, 1926 Dersim-Koçan direnişini kanla bastıran harekatın içinde binbaşı olarak bulunup aynı zamanda direnişçilere yardımcı olma hikayesi, 1937-38 Dersim soykırımı arifesinde Suriye'ye çıkış, “Dersim Generali Seyid Rıza” adına sahte bildiri yayınlama gibi dikkat çekici durumları ve çok yerde kendi kendini ele veren çelişkili anlatımları dikkate alındığında, ikili oynamış bir kişilik olduğuna kanaat getirmemek mümkün

değil. Onun yazdığı iki kitap içindeki çelişkileri, kaçamak, şüpheli ve açık verici yönleri irdeleyen Sait Çiya, yazılı ve sözlü başka kaynaklarla karşılaştırmalı olarak büyük ölçü-de deşifre etmiş; “Baytar Nuri'nin Örtülü İtirafları” başlıklı yazısında ayrıntılarıyla ortaya koymuştur. (Bkz: Kızılbaş Dergisi, Ağustos 2011, sayı 5, sayfa 20-27)[2] M. Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Basım-Yayın-1997, s. 47[3] M. Nuri Dersimi, age, s. 65[4] M. Nuri Dersimi, age, s. 38-40[5] M. Nuri Dersimi, age, s. 41[6] Raffi, “Yergeri Liyagadar Joğo-vadzo, Çorrort Hador, Vibagner” (Toplu Eserleri, Dördüncü Cilt, Kısa Romanlar), Yerevan, 1984[7] M. Nuri Dersimi, age, s. 67[8] M. Nuri Dersimi, age, s. 48[9] M. Nuri Dersimi, age, s. 50-51[10] Ermeni alfabesinin icadı miladi takvimle 405, Ermeni matbaacılığının ilk eseri de 1512 yılına aittir. Birinin 1500'ncü, diğerinin 400'ncü yıldö-nümlerinin 1913'te birlikte kutlanması muhtemelen hazırlık çalışmalarının

zaman alması sonucudur.[11] Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca Batı Ermenileri, Cilt 3, 1891-1922, Pars Yayınları, 2004, s. 601[12] M. Nuri Dersimi, age, s. 57[13] Vahan Bayburtyan, Kırderı, Haygagan Hartsı yev Hay Kırdagan Haraperutyunnerı Badmagan Luysi Nerko (Tarihin Işığında Kürtler, Er-meni Sorunu ve Ermeni-Kürt İlişkile-ri), Yerevan-2008, s. 123-125 [14] M. Nuri Dersimi, age, s. 58[15] Hamo K. Vartanyan, “Arevmıda-hayeri Azadakrutyan Hartsı yev Hay Hasaragagan-Kağakagan Hosank-nerı XIX Tari Verçin Karortum” (19. Yüzyıl Son Çeyreğinde Batı Ermeni-lerinin Kurtuluş Sorunu ve Ermeni Sosyal-Siyasal Akımları), Yerevan, 1967, s. 202[16] M. Nuri Dersimi, age, s. 43-44[17] M. Nuri Dersimi, age, s. 43-44[18] M. Nuri Dersimi, Kürdistan Ta-rihinde Dersim, Zel yayınları, 1994, s.80-84[19] M. Nuri Dersimi, Hatıratım, s.46[20] M. Nuri Dersimi, age, s. 64[21] M. Nuri Dersimi, age, 65-66

tel: 0212-243 13 63 [email protected] ewropa: [email protected]

Page 39: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 39 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

1906′da başlayan 1919′da ise soykırı-ma dönüşen Pontos Rumlarına yöne-lik katliamlar, Hitler’e esin kaynağı olacak örneklerle doludur. Öyle ki İstanbul’dan Rize’ye kadar ki kıyı şe-ridinde ve bu kıyı şeridinin iç kesim-lerinde neredeyse Pontos Rumlarının kanıyla sulanmamış tek bir köy yoktur.

Anadolu’nun onurlu, namuslu bilimin-sanları, araştırmacılar nerdeyse üzeri-nen bir asır geçmiş olan bu soykırıma dair artık seslerini çıkarmalıdırlar. Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti res-mi tarihçileri dışındaki tüm kaynaklar özellikle 1919 ile 1923 yılları arasında Karadeniz’de 300 ile 350 bin Pontos Rum’unun katledildiğini; bir soykırımı yapıldığını söylemektedir.

tehcir Soruyoruz;

1919 yılına kadar

Amasya’da bulunan 603 kiliseye, 518 Pontos Rum okuluna ne olmuştur?

Niksar’da bulunan 135 kiliseye, 106 Pontos Rum okuluna ne olmuştur?

Trabzon’da bulunan 127 kiliseye, 106 Pontos Rum okuluna ne olmuştur?

Tokat’ta bulunan 182 kiliseye, 152 Pontos Rum okuluna ne olmuştur?

Maçka’da bulunan 53 kiliseye, 45 Pon-tos Rum okuluna ne olmuştur?

Şebinkarahisar’da bulunan 74 kiliseye, 55 Pontos Rum okuluna ne olmuştur?

Sinop’tan Bafra’ya, Samsun’dan Gire-sun’a kadarki bölgedeki yüzlerce kili-seye ve Pontos Rum okullarına ne ol-muştur?

Bu rakamları biz uydurmadık, Türki-ye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlı olarak varlığını devam ettiren Patrikhanenin kayıtlarında var bu sayılar. Devletin

resmi belgeleridir. Sadece bu veriler takip edilerek yapılacak bilimsel araş-tırmalarla resmi tarihin yalanları de-şifre edilebilecekken, bu tür bilimsel çalışmalara izin verilmemekte, devle-tin arşivleri araştırmacılara yasakla-narak, yalan hikayelerle bu yaşananlar yaşanmamış gibi gösterilmeye devam edilmektedir. Bu tür araştırmalara gi-rişenler tehdit edilmekte, Pontos Rum Soykırımı’na ilişkin söz edenler, ”Yu-nan ajanlığı” ile, ”emperyalistlerin maşası” olmakla, ”vatan hainliği” ile suçlanmaktadır.

Ülkemizde ilk kez Türkçeye çeviri-len Dido Sotiriyu’nun ”Benden Selam Anadolu’ya” adlı romanı hakkında çe-virmen Atilla Tokatlı hakkında 1970 yılında ”Türklüğe hakaret ettiği” id-diasıyla dava açılmıştır mesela. Atilla Tokatlı romanda Türklüğe hakaret ol-madığı, aksine Türk ordusuna övgü-ler olduğunu belirtince, askeri savcı ”Git işine” der, ”Türk ordusunu öv-mek palikaryaya mı kalmış” Bu olayı Atilla Tolatlı’dan bir anı olarak Remzi İnanç yazmış, Yaba dergisinin Tem-muz-Ağustos sayısındaki ”Edebiyat ve Milliyetçilik” başlıklı yazısında. (palikarya modern Elence’de delikanlı anlamında kullanırken, Türkiye ege-men sınıfları bu sözcüğü küçümseme, aşağılama amaçlı, serseri, başıboş an-lamında kullanmaktadır)

Rum’a, Yahudi’ye, Ermeni’ye, Sürya-ni’ye sövmek resmi ideolojinin, şove-nizmin Anadolu’da vazgeçilmez bir üslubudur.

14 Aralık 2008 tarihli Hürriyet gaze-tesi, Yunanistan’da öğrencilerin pro-

testo gösterilerinde gençlerin Nazım Hikmet’in dizelerinden pankart yap-tıklarını bildiren haberi ”Palikarya dünyaya Nazım Hikmet’le seslendi” başlığıyla verir.

Vartan1950′li yıllarda Kıbrıs meselesi her alevlendiğinde kalabalıkları soka-ğa salıp ”Kahpe Yunan, Alçak Palikar-ya”, ”Kıbrıs Türktür, Türk Kalacak, Kahrolsun Komünistler” diye bağır-tırlardı. Pek çok kentte sık sık devlet mitingleri yapıp, ilk ve orta öğrenim çocularını uygun adımla o mitingle-re götürürlerdi. Ama Türkiye burjuva medyası Yunanistan halkına hala aynı şekilde hakaret ediyor.

Eh karşıdan da size ”Barbar Türk” ya-nıtının gelmesinden daha normal ne olabilir acaba?

Hala birilerine ”Rum dölü” diyerek ha-karet ediliyor.

Karadeniz’de Rumca konuşan insanlar-la yapılan kimi sohbetlerde, ”siz Rum musunuz?” sorularına muhatap olan-lar, hakarete uğramış gibi savunmaya geçip, Türk olduklarını, Müslüman ol-duklarını ispat etmeye çalışıyor…

Ermeni, Rum, Süryani olmanın, bu-günlerde Kürt olmanın da aşağılık bir durum olduğunu sanan insanlar yetiş-tirdiniz. Oysa hiç kimse milliyetini seçemezdi.

Ve yalan bir tarih yazarak, gerçekle-re ulaşılmasını engellemek istediniz. Çünkü gerçeklerle, doğrularla yol ala-mayacaktınız. Tüm iletişim kaynak-larından yararlanarak yaklaşık yüz yıldır bu yalanlarınızı kitlelere anlatı-yorsunuz…

Kaynak:

h t t p : / / d e v r i m c i k a r a d e n i z .com/2013/09/26/karadeniz-karadeniz-olali-boyle-bir-karanlik-yasamamistir/

KARADENİZ, KARADENİZ OLALI BÖYLE BİR KARANLIK YAŞAMAMIŞTIR

Tamer ÇİLİNGİR

Page 40: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 40 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Japon gazetecilerden ilanlı uyarıTürkiye'nin üçüncü Nükleer Santralın inşaatı için görüştüğü Japonya'dan ga-zete ilanı ile uyarı geldi.

"Bir gün nükleer enerji sizi de evi-nizden sonsuza dek uzak bırakabilir." Türk gazetelerine ilan veren Japonlar, "Büyük risk nedeniyle ülkemizin nük-leer teknoloji ihraç etmesini de istemi-yoruz" diyor.

Nükleer santral sahibi ülkeler arasına katılmak isteyen Türkiye'ye Japonlar-dan uyarı geldi. "Mahallenizden, uzak kalmak, zehirlenmek istemiyorsanız, nükleere karşı çıkın".

İLANI JAPON FOTOMUHABİRLE-Rİ VE GAZETECİLERİ VERDİ

DenemeBugün Hürriyet'e verilen bir ilan dikkat çekti. İlanı veren Days Ja-pan, Japonya'da fotomuhabiri ve ga-zetecilerden oluşan bir dernek. Yarım sayfalık ilan Nükleer'in zararlarından bahsediyor. Fukuşima'da yaşanan nük-leer felakete dikkat çekiyor.

"Fukişima'ya komşu kasaba ve köy-lerde yaşayan çocukların yarısının açık havada oyanmasının zararlı olduğu"nun altını çizen ilan, Nükleer

Santralda her gün 400 ton radyo aktif su biriktiğini söylüyor.

NÜKLEER SİZİ DE MAHALLENİZ-DEN UZAK BIRAKABİLİR

İlanda 150 bin kişinin evini terkederek geçici barınaklarda yaşadığını vurgu-layan Japonlar, Türk halkına şu soruyu soruyor: "Bir gün nükleer enerji sizi de mahallenizden sonsuza dek uzak bıra-kabileceğinin farkında mısınız?"

NÜKLEER TEKNOLOJİSİ İHRAÇ

ETMEK İSTEMİYORUZ

Türkiye'nin üçüncü nükleer santralının inşaası için görüştüğü Japon Teknolo-jisi ile ilgili bir uyarı var. İlanın baş-lığı "Japon halkı, yaratabileceği olağa-nüstü tehlikeler nedeniyle Japonya'nın nükleer teknoloji ihraç etmesine karşı." Japon halkı Fukuşuma Nükleer fela-ketinden bu yana her cuma Tokya'da Ulusal Parlamento'nun karşısına gidip nükleer karşıtı gösteri düzenliyor.

(Sansürsüzhaber)

Page 41: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 41 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Gazeteci Ahmet Abakay’ın yeni ki-tabı “Hoşana’nın Son Sözü” piyasaya çıktı. Büyülüdağ yayınları tarafından sunulan kitabın önsözünde özetle şu görüşlere yer veriliyor: “Bu kitap, An-nem Hoşana’nın 82 yıl boyunca içinde sakladığı sırrı ile ilgili. Bebekliğin-den beri Alevi kültürü ile yetişmiş bir insan, bir kadın, Ermeni kökenli olduğunu, 82 yıl boyunca ailesinden, çocuklarından, torunlarından, yaşadı-ğı çevreden saklayabilir mi? Bir köy, 82 yıl ve devamında bugün, susar mı? Hoşana bu sırrı 82 yıl içinde sakladı. Nasıl olduysa o gün en küçük oğluna, bana, bu gerçeği geniş şekilde anlattı.Ertesi gün bir kaza sonucu bilincini kaybetti ve ardından öldü. Hoşana’nın bu sırrını, yaşamından bazı kesitleri bu kâğıda dökerken, kendi çocukluğu-ma, gençlik yıllarıma uzanma gereği duydum. Bu anıları yazarken, insanı ,” hangi sosyal ve siyasal koşullar sağcı ya da solcu yapar”a da yanıt aradım. Yaklaşık 50 yılın benim yaşamıma yansıyan politik anılarının bazı önem-li kesitlerini bu kitapta sergiledim. Bu anılar aynı zamanda Türkiye’nin siyasal yaşamının da yansımalarıydı. Bu kitabın yazarı Erzincan Lisesinde Hüseyin Cevahir’in yakın arkadaşı oldu. Üniversite’de Abdullah Öcalan, karısı Kesire, halen PKK üst yöne-ticisi ve kurucularından Ali Haydar Kaytan’ın , Haki Karer’in yakın arka-daşı oldu. Yine Derin Devletin simge-si Mehmet Ağar ile Mülkiye’den okul arkadaşlığı oldu. Aradan geçen bunca yıl sonra farklı siyasal görüşlerde ve hareketlerde olsak bile, üniversite ar-kadaşlarımın kimi derin devlette, kimi dağda, Kandil’de, İmralı’da, kimi öl-dürüldü. Ancak bu kitabın yazarının gerçek politik arkadaşları, yoldaşları Behice Boran, Nihat Sargın, Sadun Aren, Aziz Nesin gibi insanlar oldu. Bu kitapta, Hoşana’dan yola çıkıla-rak, söz konusu dönemlere ve kişilere ilişkin anılara minik kesitler halin-de yer verildi.” KİTAPTAN İLGİNÇ KONULAR “Hoşana’nın Son Sözü” kitabında, 12 eylül darbesinden 6 gün sonra, 18 eylül 1980 tarihli bir mek-tup yer alıyor. O dönemde Aydınlık gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan Oral Çalışlar’ın MGK başkanı Kenan Evren’e gönderdiği mektup’ta,”En bü-yük devrimci Atatürk’ün devrimci mi-rasını en ön safta savundukları,istiklal marşımıza yapılan saygısızlıklara kar-şı kararlı tutum sergiledikleri”, ayrı-

ca” MGK’nın ilan ettiği amaçlarının gerçekleşmesi için hayatını dahi seve seve feda etmeye hazır oldukları” vur-gulanıyor.Oral Çalışlar,"12 Eylül'ün Kemalisti" olarak anılıyor. 3 sayfalık bu mektubun tam metni kitapta yer alıyor. Kitapta,yazarın Erzincan’da Orta okul öğrencisi iken ilk (plato-nik) aşkı, 12 yaşındaki Seher’in nasıl öldürüldüğüne de yer veriliyor Erzin-can Lisesinden arkadaşı olan Hüse-yin Cevahir ile ilk toplumsal eylem-lerinin anlatıldığı kitapta, Abakay’ın 1975’ te yeniden kurulan TİP üyeliği süreci, Aziz Nesin’in öncülük etti-ği Aydınlar Dilekçesinde yaşananlar ve evinde yapılan açlık grevi de an-latılıyor. Hoşana’nın Son Sözü’nde, yazarın üniversiteden yakın arkadaş-

lıkları olan PKK kurucularından ve halen Kandil’de üst yönetici olan Ali Haydar Kaytan ile devrimci hareketin simge isimlerinden, öldürülen Haki Karer’in SBF bahçesinde 40 yıl once Abakay ile birlikte çekilmiş fotoğraf-ları da bulunuyor. Yazarın gazeteciliğe nasıl başladığı, Bülent Ecevit, Ünsal Oskay,Fatoş Güney, Mümtaz Soysal , A.Taner Kışlalı,Türkan Saylan, TBKP liderleri Haydar Kutlu ve Nihat Sargın ile ilgili anıları da kitapta yer alıyor. 12 eylül 1980 darbesinin ardından, bu darbeye ve uygulanan baskılara karşı Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde düzen-lenen protesto amaçlı konferanslara konuşmacı olarak katılan yazarın bu toplantılara ilişkin ilginç notları da ki-tapta anlatılıyor.

Page 42: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 42 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

KURTİYEK Jİ DÎROKA ÊZDÎTİYÊ Û HİNEK AGEHDARİYÊN Lİ SER CÎH-WARÊN ÊZDİYÊN KU Lİ BAKURÊ KURDİSTANÊ DİMAN...................................Kemal Tolan

Li goriya dîtina min, gava meriv dîroka xwe ya kevn baş nas neke, meriv nikare dîrokeke nû jî rast baş biafirîne. Her çiqas hinek dîrokzane û lêkolînvanvên di dinya yê de pir bi navûdengin, di nav lêkolînên xwe yên li ser mirovatî, mîtologî(qewl, duha, beyt, sed û hed), ziman, civak, çande, xak, stêrk, efsane, destan, çîrok û akademînasînê de li ser afirandina dinya yê rawestiya bin jî, tu kesî nikarîbuye-nikare vê kuraya ku di nav baweriya ilmê(zargotina) Êzdîtiyê de hatiye gotin û vêga hêjî tê gotin, „di kaînat û dinya yê de Xwedê yek heye. Gava Milyaketan li ber heyiya Xwedê, kaînat û dinya ji bona berjiwendiyên giyanderan xemilandine, ewan hingê pêwîstî bi alîkariya tu beṣer anjî pêxemberan tûnebû ye. Xwedê û Milyaket vêga hêjî ne hewceyî alîkariya tu qazid anjî hêza giyanberên ku wan bi xwe ew afirandine. Xwedê û Milyaktan baṣî û nebaṣiya jiyana giyanberan(ne ya mirovan tenê) ji kiryarên wan ra hîṣtine “ ṣîrove bikin. Lewma ez jî dibêjim, xêr û ṣerên mirovan di dilê mirovan de ye. Gava kî ji bo Xwedê be, Xwedê jî ji bo wî/wê ye !. EZDAHÎTÎ maka hemû mîtologiyên xwezayî û pirtûkên pîroz e!„*1.

Bêguman, mîna ku di nav zargotina Êzdahîtiyê de hêjî tê gotin, „haveynê dinya ji aliyê XWEDA ve hetiye meyandin û heta niha dû tûfan li ser kaînat-dinya yê çê bûne.“ Wisa gelek ji dîrokzane û lêkolînvanên hêja jî, di nav lêkolînên xwe yên pir watedar de didine xwanê ku; “ şarîstaniya mirovatiyê ya berî û piṣtî tûfanê li serê çiyayên Kurdistanê dest pêkiriye. Erdnîgariya Kurdistanê dergûṣa afirandina gelek tiṣtên çandinî û mîtologiyên xwezayî ye….*2“. Lewma ez jî li goriya zanîna xwe dibêjim -ezdiyati-haveyne-mirovatiya-mezopotamiya ye *3.

Ji xwe di dîroka hatî guhastin de jî tê xwanê kirin ku, dagirkerên welatê me, carnan jî bê hemdî xwe mecbûr bûne ku, di nav hinek dokûment û lêkolînên xwe de, mîna ku di zargotina bav-kalên me de hatî gotin bibêjin, tevaya çiyayên li ser axa Mezopotamiya yê hene, “heta 2000 sal berî zayînê ciyê wergehên Hîtît, Gutiu(miroven cengawer), Gutyu, Gardu, Kardu, Kurdu, Halti(*4 bi xwe jî di rûpelê 45 de dibêje: -ev Êzdî bûne-, Haldi û hwd. Wekî dinê jî,“ di hinek dokumentên li ser dîroka Med, Fariziyan û lêkolînênvanan li ser dîwarên hinek şikeft-zinarên li derdora Wanê dîtine de didine xwanêkirin ku, tevaya serê çiyayên Kurdistanê ciyê kevneşopiya Mîtologiya Haldî(Xalti)ya ye.

Çewa tê zanîn, min jî di lêkolîna xwe ya bi navê Em Kurd tev mina sęvęn ji darekę ne *5 de mîna gelek ilimdar, dîroknas, nîvîskar, rewşenbîr û rojnamevanên navdar zelal daye xwanêkirin ku gotina miletê Xaltî anjî „Kaldî“, „Xaldî“, „Xalidî“, „Haldî“, „Halidî“, „Alarodî“, „Khaldî-Xaldi“, „Xalid“ û whd., ji wexta dewleta Hurriyan tê.

Weke ku di nav hinek rûpelên dîroka derbasbuyî û zargotina me de tê xwanê kirin, gava mîtîngehker hatine Kurdistan bi şûrê zorê dagir kirine pêve, êdî ewan bi alîkariya hinek olperest- begên Kurdên paşwerû û şêwirdarên Ewrûpayiyan, tovê bêtifaqî û neyartiyê jî berdane nava civaka Kurdî ya herî qedîm.

Lê, XWEDA ṣada ye ku, piraniya bav-kalên me ÊZDIYAN di her wextî û di her cîhê ku lê jiyane de, li himberî zilm û xezeba mîr, beg, axa û artêṣên dagirkeran li ber xwe dan e, ew teslîmî wan kevneperest, olperestên fanatîk, bêbext, nijadberestên xwînxwar û hovane nebûne. Lewma divê em ŞARİSTANİYA KU ÊZDİYAN Lİ SER ERDNÎGARİYA KURDİSTANÊ DESTPÊKİRYE NASBİKİN Û BİPARÊZİN! (û*6)

Hinga dagirkeran Kurdîstan bi peymana Qesra Şêrîn (di sala 1639de) cara yekemîn perçekirine, hingê jî bav-kalên me Êzdiyan gelekî li dijî vê perçekirina Kurdistanê derketine. Lê, bav-kalên me Êzdiyan, êdî ji ber talankirin, şer û êrîṣên dagirkerên Kurdistanê nikaribûne azadiya xwe biparêzin. Ew mecbûr bûne di nav welatê xwe de, mîna me yî vêga cîh û warên xwe timî li goriya rewṣa desthilatdarî, aborî, astengî, sar û germiya xweza(hewa)ya herêma ku lê jiyan dikirin bi guhêzin.

Min di nivisînên xwe yên ku hatine belakirin de jî gelek caran gotiye „ Piraniya çîrok, mesele, ayet, lêkolîn, berhem û

Page 43: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 43 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

hemû dîroka ku alim, zane, nivîskar, partî û rêxistinên dagirkerên Kurdistanê li ser dîroka netewa Kurd û bi taybetî jî yên li ser Êzdiyatiyê nivîsandine anjî gotine qet bi kêr nayên. Agehdarî û zanîna me kurdan li ser dîroka kurdayetiyê û rewşa cıvakan êzdiyan pir lewazin *7. Ez li virê dîsa lavan ji ilimdar, alîm û dîrokzanên me Kurdan dikim û dibêjim, îro ji her rojê pêwîstir tê xwastin ku hûn jî bi yekîtî, ilmî, zanistî û bêtirs ji me welatperwerên Kurd ra bibêjin, ka maka bawerî û dîroka me Kurdan ji Ezdahîtî, “Gutî”, “Sumerî”, “Arî”, “Oryantalîstên Îranî”, “Hînt-Awrûpî”, “Kardu-Karukî”, “Urartî”, “Medî” anjî ji “Ereban” li kurê û kengî destpêkiriye?

Li goriya agehdarî û zanînên ku min ji nav zargotina me Êzdiyan û ji nav hinek çavkaniyan berhevkirine, hinga ku Êzdîxan ji Êzdiyan dagirtî bû û sînor ne ketibûne nava Kurdistanê, hingê Êzdî di nava Mezopotamiyayê û bi taybetî jî di nava Kurdîstanê de bi serhevûdin ve, bi hêsanî çûne û hatine. Lêkolîn didine xwanê ku, pêşiyên me “Kurdên Resen” çande û netewiya xwe di nav mîrgehên mîna: “Mîrgeha Şengalê(mirê wê Şerfedîn bû.), Mîrgeha Helebê(mîrê wê Şêx Mend bû), Mîrgeha Soran( mirê wê Şêx Mhmedê Batinî bû), Mîrgeha Herîrê( mirê wê mîr Hesin Meman bû), Mîrgeha Tewrêzê(mirê wê Şêşimis bû) , Mîrgeha Diyarbekir( mirê wê Şêxubekir bû.), Mîrgeha Badînan yan Amêdiyê( mirê wê Amadîn bû.)*8:a- rûpel 21 û b- rûpel :4)" de parastine.

Tiştê ku ez dizanim, êdî tu kes ji me hew dikare bi tam temamî bibêje, ka bav-kalên “Kurdên Resen”ji xeynî serê çiyayên Mezopotamiya, Asya û welatên Ewrupa yê pê ve, bi kûdera dinayê ve heribî ne. Li goriya zanîna min, Êzdî vêga hêjî li nava herêma baṣur-rojavayê Kurdistanê (li Sûriyê dora 25.000 kes), başûrê Kurdistanê(li bakurê Îraqê dora 700-900 hezar kes), rojavayê Kurdistanê (Îranê ?), di nav gelek welatên Sovyeta berê de (li Ermenistanê- dora 40 hezar, Azerbaycanê dora 20 hezar, Gurcistanê dora 20 hezar, Rûsiya dora 30 hezar, Ûkranîa û hwd.) û li bakurê Kurdistanê (li Tirkiyê dora 500 kes ), li Ewrûpa(Almaniya dora 30-40 hezar, Şivêdê 4000 kes, Belçika, Holanda, Denemark û hwd.) de dijîn.

Li goriya ku min hinek agehdarî ji nav zargotina me Êzdiyan û ji ber hinek lêkolînan tomarkirine, Êzdiyên ku li bakurê Kurdistanê diman, heta sedsala 19 an jî li nav van mîreghan de mabûn(*9) : „ Mîrgeha Xaltiyan û Bota (Sêrtê)1. Mîrgeha deşta Diyarbekrê2. Mîrgeha Riha- Urfa yê3. Mîrgeha Cizîrê û Mêrdînê 4. Mîrgeha Hekkariyan û Serhedê (Qars)5. Mîrgeha Mereş, Nizîp, Meletê û Kilîsê

HERÊMÊN MÎRGEHA XALTÎ Û BOTİYAN

Eşîrên Êzdiyên Xaltî û Botî ya li derûdora wilayeta Sêrtê û Batmanê diman.

a - Êzdiyên ku li derûdora Mîrgeha Xaltiyan, ji wan re dibêjin Xaltî (Tenê Êzdiyên li vê heremê dijiyan re dibêjin Xaltî. Eşîrên wekî olên, Musilman û.hwd. nabêjin "em Xaltî ne.") b - Êzdiyên li derûdora Bota, ji wan re dibêjin Botî anjî Basî.

EŞÎRÊN Dİ NAV MÎRGEHA ÊZDİYÊN XALTİYAN DE DİMAN EV BÛN

1.Xendeqî, 2.Qizilî, 3.Neqîbî, 4.Angosî, 5.Bisiyan, 6.Bletinî, 7.Emeran, 8.Mamereş, 9. Basa, û whd.

1.XENDEQÎ

Warên Êzdiyên Xendeqî

Ji çiyayê Bûzêrî ya û ji ber ava Heskîfê (Hesenkêfê) heta pira Batmanê û ji ber ava çemê Delan ji milê rastê heta Kêl û Midêwrê (Ridwanê). Heta dema petrol li çiyayê Reman derneketibû û heta navên Kurdî di sala 1934'a de ne hatibûne guhastin, Kurd û Êzdiya ji van war û çiyayên di nav herêma Heskîf û Batmanê re digotine "Çiyayê Xendeqiyan."

Hinek ji Bavikên Xendeqiyan yên hêjî hene ev in:

Himeydî, Axikî, Reşî, Geverî, Veysikî, Îdikî, Qadoxkî, Kaşaxî û whd.

Navên hinek gundên ku Êzdiyên Xendeqî lê diman ev in:

Baherziq, Dêrikê, Memika Pêşîm, SîxuraBarisil, Feqîran (Pîrê Zeynîka), Mezirka, ŞahsimBasorkê, Gêdûk (Kaşaxî), Mirdêsî, Şêhê

Page 44: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 44 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Bazbût, Girê Reş, Mizareşê, ŞêkestekêBazîwan, Keverzo(Êz.Fil.), Qulibdor, ŞimzêBêdalê, Korik (Êz.Fil.), Sîlexer, Zercil (Êz. Fil.)Çinêriyan, Malê Biniyê, Sinê(Bakuftê), Zêwa Mîran (Ziyaretbû û Feqîr tê de bûn)

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, min lewma navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

Em dizanin, niha jî di destên Ezîdiyan de Tapo (qoçan) yên gelek gundan hene û herkes jî dizane ev êrdan erdên kê bûne. Lê ji ber ku hemû navên wan di kûtukan de hatine guhastin, êdî Êzîdi hew karin di rêya qanunan de dawa milk û talanên xwe bikin.

2.QİZİLANÎ

Warên Êzdiyên Qizilî

Ji ber Ziyerata Şêxevindan û Awîskê (ku li ber Çemê Delan e) li ser milê çepê heta diçe Bilwerîs (Çêlikê Eliyê Remo û Ridwanê) û heta diçe Çiyayê Xerzan (Gurdilan û Bîrika Kurêdiyê) .

Hinek navên bavikên Qiziliyan ku hêjî hene ev in:

Amerkî, Metînî, Takorî, Şemsikan û Bavbina û whd.

Navên hinek gundên ku Êzdiyên Qizilî lê diman ev in: Aşik,,,,,,,,,,,,,,,0, Girê Çelo,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,0,,,,,Ridwan,,0,,,,,,,,,,,,,,,, XindûkaBêleka ,,,,,,,,,,,,,,,, Hemdûna,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,0,,,, Sulan,,0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ZengavBêtam Kanî ,,,,,,,,,Sorkê (Pîr.Hesmanan),,,0,,,,,,,,,0 Terno ,,0,,,,,,,,,,,,,,,,,, Zêwika ŞêxanBîrka Kurêdiya,,, Kelemaran,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,0,, Şêx Osel,,0,,,,,,,,,,,,,,, ZoravaCim Sarîbê,,,,,,,,0, Kuşana ,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,0,,,,,,Şêx Ûnis,,0,,,,,,,,,,,,,,, ZuxêrCimzeq,,,,,,,,,,,,,,,0,Marîpê,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,0 Şêxevinda Xe.,,,0,,,, Qinask Feqîrê OrmaxalDarosel,,,,,,,,,,,,,0, Mêrga Êlî,, ,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,0,,,,,,, Wahzdê,,,0,,,,,,,,,,,,,,, Dêra Hemzo (Metînî)Dûsadek,,,,,,,,,,,0, Milêha (Gund.Kîr.Şêx Mîrza),,, Xanikê,,0,,,,,,,,,,,,,,,,, Şikevtê Emer (Metînî)Ênxala,,,,,,,,,,,,,,,,, Qumaro,,,,,,,,0,,,,,,,,0, ,,,,,,,,,,,,,,, Xindok,,0,,,,,,,,,,,,,,,,, Duşa (Metînî)

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, min navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

3.NEQÎBÎ (REŞKOTÎ)

Warên Êzdiyên Neqîbî Ji çiyayê Qozlix- Gaza Kursî- hetanî ber Sîlvanê (Tepa Berava û Pira Mala Badê) û Bekir-Şêx Doda.

Hinek ji bavikên Neqîbiyan yên hêjî hene ev in:

Şedikî, Şewrikî, Mehemedkiyê Rêza Gundî, Mehemdekiyê Dermankî, Pîvazî, Kavarî, Dirbêsî, Denî(Di zargotinên me de jî tê xuyanê ku Denî eşîreke kevn û bela ne. Gelo çi girêdan di navbera vê eşîrê, ya heremên deşta Herrana Sûruc û Nizîpê, deşta Wêranşehirê, deşta Qiziltepe û Dêrika Çiyayê Mazî, deşta Amedê û yên li Xaltiyanê de hene?), Berekî (Herêma eşîra mala Çelikê û mala Zirçî Axa lê diman re tê gotin) û whd..

Hinek ji navên gundên ku Êzdiyên Neqîbî lê diman ev in:

Alavê,,0,,,,,,,,,,,Enapê,,0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,0 Gaza Kursî 0,,,,,,,,,,,,,,,, Şêxevinda (Ziyaretbû)Apka,,0,,,,,,,,,,,,Germik,,0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Kela Şêxevindan 0,,,,,, Tapoyê (Tapî)Awîska Êlî,,0,,,Gozel Derê(Güzeldere),,, Kelhok 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, TexerîAwîska Omo,,,Gundikê Golo,,0,,,,,,,,,,,, ,, Kurtikê 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ZivingêBîmêr,,0,,,,,,,,,,,Hecir,,0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ,Liçkê 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Baximiz ( Berekî-Çelkê)Bolindê,,0,,,,,,,,Helwîk0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Malegir 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Baximiz ( Berekî-Çelkê)Cerdeka,,0,,,,,,,Herfasê0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Mêrîna 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Cinesker ( Berekî-Feqîr)Darabiyê,,0,,,,, Hêshêsê0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Mîlka 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Dumbêşkê ( Berekî)

Page 45: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 45 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Dela,,0,,,,,,,,,,,,, Hethetkê0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Newalê 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Êynkerm ( Berekî-Feqîr)Dêra Qêre,,0,,, Hiznemîr0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qorix 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Êzika Jor ( Berekî)Dirbêsa,,0,,,,,,, Kaçka0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qubîn 0,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Êzika Xwar ( Berekî)Eco,,0,,,,,,,,,,,,,, Kara Xwê

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, min lewma navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

4.ANQOSÎ

Warên Êzdiyên Anqosî Li rêya Awîskê-Qurtelanê heta Sêrtê û Geliyê Bitlîsê. Paytextê Anqosiya Koçika Gûmêrdî bûye.Hinek ji bavikên Anqosiyan yên hêjî hene ev in: Batranî, Reşî, Canikî, Dena, Stûrkan û whd.Navên hinek gundên ku Êzdiyên Anqosî lê diman ev in:

Li gorî zargotinan, berê 67 gundên Anqosiyan hebûn.Başûra 0,,,,,,,, Daqotê (Gundê Şêx Mîrza ye ) 0,,,,,,,,, Kezerê0,,,,,,,,, BerhurikÊnapê0,,,,,,,,,,, Sewdîq (Denî)0,,,,,,,,, 0,,,,,,,,, 0,,,,,,,,,,,, Betran0,,,,,,,,, GumerdêSorik0,,,,,,,,,,,,, Bey Satûn0,,,,,,,,, 0,,,,,,,,, 0,,,,,,,,, 0,,,,,,, Kelhok 0,,,,,,, XişênaCanika0,,,,,,,,,, Zozanê Şêrînê

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, lewma min navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

5.BİSİYAN, 6.BLETİNÎ, 7.EMERAN, 8.MAMEREŞ

Nivîskarê Ereb S.Balucî, di sala 19000 de çûye li nav heremên Êzdiyên bakurê Kurdîstanê geriya ye û li ser rewşa Êzdiyan nivîsiye. Wê demê de li ser van eşîrên Êzdiyên Xaltiya gotine: "Ev eşîran Bisiyan, Bletinî, Mamereşa (civata Mamereşa) li Aqçeqelê bû (2:320)", "Emeran a berê Êzîdi bûne, lê ew vêga li herêma me de heliyane û nemane (3)"

9.BOTA (BASA)

Warên Êzdiyên li Basa Êzdiyên Basî, li der û dora Sêrt û Eruh (Dêhe) bûn. Dîsa: "Gundên Êzdiyên Basî, dikevine nava wêlayeta Sêrtê li herêma Qeza Dihê (Erûhê) û çiyayên Keverê heta ava Mîrgeha Botanê. Pêşiyên Basa ji Xalta (ji Neqîba) hatine Bota û dema fermalû dibin dîsa hinek ji Basan xwe li Xaltan girtine.(4:32-38)"Hinek ji navên eşîrên Êzdiyên li Bota ev in: Şedikî, Basî, Hewêrkî, Dinbilî (Tarîxa vê eşîra Êzdiya ye kevn û sereke diçe digîje wextekî dûr, "di destpêkê de mîr eşîretên Dinbilî girêdayî dînê batinî yê Êzîditî bûne (2:325) û ya rast ev e ku eşîreta Dinbilî û Mehmûdî gelek kevin de ji Cezîrê derketine (2:158)." û whd.Hinek ji navên gundên ku Êzdiyên Basî lê diman ev in: Berî fermanê Basiyan (14.5.1916), gelek gundên Êzdiyên Basî hebûne û Di wexta fermanê sala 14.5.1916 de, 350 heta 400 evdên Êzdiyên basa hatine kuştin.Basa Êzdiyan, Basa Siloyê Ferho, Butara û whd.

MÎRGEHA ÊZDİYÊN Lİ DEŞTA DİYARBEKİRÊ

Warên Êzdiyên li derûdora AmedêÊzîdî li herêma bajarên Farqînê, Bismilê û Çinarê diman.Hinek ji navên eşîrên Êzdiyan ku li derûdora Amedê diman ev in:Xendeqî, Qizîlî, Neqîbî, Suhanî, Baravî, Dawudî û whd. Navên hinek gundên Êzdiyên ku li derûdora Amedê diman ev in:

Asinc,,,,,,,,,,, DikênîMele,,,,, ,,,,,,,,,,,,Eliyê Xwarî,,,,, ,,,,,,,,,,,, Qozel ŞêxBaşko,,,,,,,,,,, Diş,,,,, ,,,,,,,,,,,, ,,,,, ,,,,,,,Melkîş,,,,,,,,,,,,, ,,,,,,,,,,,,,Sarê HisseyinBaxçeçik,,,,,x Girhebeş,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,Merkotatê ,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,, SAlmanBosbar,,,,,,,,, Heyderqul,,,,, ,,,,,,,,,,,,,Mezirê,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, SeydekêCaferkê,,,,,,,, Kaci Xaskê,,,,, ,,,,,,,,,,,Misilmanî,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,, SînanêCelebdar,,,,,, Kanîsipî,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,, Mîr Qûliya,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,, Têlabûş

Page 46: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 46 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Çemê Reşa,,, Kelemo,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,, Mîrza Bega,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,, Şêx Çopanê Çetelê,,,,,,,,,,, Kifrê,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Perîşanê,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Tilhebeşê Cilibdar,,,,,,,,, Koçik,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qarqartik,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,, TirbesipîDareqol,,,,,,,,,Meforatê ,,,,, ,,,,,,,,,,,,, Qerepal,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, TawisîDawidiyê,,,,,,Melcabir,,,,,,, ,,,,,,,,,,,,, Qipik,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, QencoxasDêrik,,,,,,,,,,,,, Mele Eliyê Jorîn,,,,,,,,, Qizilê,,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Mîr Êliya

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, lewma min navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

MÎRGEHA ÊZDİYÊN Lİ DERÛDORA RUHA (URFA)YÊ

Warên Êzdiyên li wîlayeta Ruha yêLi herêma Bozova (heliyane), Nizîpê (heliyane), Suruc (heliyane), Sêwerekê (heliyane) û li Wêranşehîrê (mane).Navên hinek eşîrên Êzdiyan ku li herêma wîlayeta Ruha yê diman ev in:Şerqiyan (Merwanî, Bilikî, Hadiyan, Qopanî, Torinî(turunan), Suanî, Şengalî, Gergerî û whd.), Mastekî, Dawudî, Dena an jî Denî, Xaltî û whd. “Navên gundên Êzdiyan ku li derûdora Surucê yek jê Mes Hacerk e û yên li derûdora Bîrecikê jî Gundê Zak û Qostan e. (17:272)” Navên hinek gundên Êzdiyan ku li derûdora Wêranşehîrê diman ev in:

Axmastê,,,,,,,, Girê Sirt,,,,,,,,,,,, Krinko,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ,,,, ,,,,,,,, Qizu açik Axmazut,,,,,,,,, Hilhêlî,,,,,,,,,,,,,, Nakt,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ,,,, ,,,,,,,,,,,, SuhaniyaBaluc,,,,,,,,,,,,,, Hecî Zêdê,,,,,,,, Minminîk,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ,,,, ,,,, TiltirîqBaşko,,,,,,,,,,,,, Îşxênê piçûk,,,, Mozana,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Xerbê Ariyê Birc,,,,,,,,,,,,,,,,, Îşxênê Mezin,,,, Mozikê Êzedîn,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,,, XerîbêBicanik,,,,,,,,,,, Kerma çem,,,,,,,, Mozikê sûrûciyan,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,, XirbekoyuÇarçana,,,,,,,,,, Kerma Zoro,,,,,, Oxlakçî (Gundê Dewrêşê Êvdî),,,, Xirbê BelekFesteqê,,,,,,,,,,, Kevirbelê,,,,,,,,,, Qorî ,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,, YabanGedê Kato,,,,,,, Kindor,,,,,,,,,,,,,, Qozberî,,,, ,,,, ,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ,,,, ,,,,,,,,, ZewranGedê Naso,,,, , Kimdor,,,,,,,,,,,,,, Qesra Hisseynî Qenco.

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, lewma min navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye.

MÎRGEHA ÊZDİYÊN Lİ HERÊMA CİZÎRÊ Û MÊRDÎNÊ Li ser rewşa eşîrên Êzdiyên li herêma Cizîrê (Bota) gelek nivîskar û lêkolînvanan jî weke zargotinê me gotine: "Gelek ji eşîrên li derûdora Cezîrê (Bota) diman, heta sala 639z ku hêja Îslamî qebul nekiribû ne, ew tev Êzîdi bûne. Li bajarê Cezîrê û derûdora wê, gelek keleyên sipehî û navçeyên balkêş hene. Di Nehiya Gurgilê de, li derûdora Çiyayê Cûdî de heft eşîrên mezin hebûne, sisê ji wan eşîran: Niwidkawun, Şoreş û Hîwdil eşîrên Êzdiyan bûn. Di Çavk.2 rûp:156 - 184 an de, navên gelek eşîrên Êzdiyan dinê jî hene. Gelek ji van eşîran heliyane û nemane. (2:156- 158) "

ÊZDİYÊN Lİ ÇÊLKİYA

"Bingeha Êzdiyên Çêlka digîji Mîrekên Cizîra Bota. Li ser fikra ku "hemû beglerê Cizîrê bi xwe jî, Êzîdi bûne(2:156)".

Çêlkanî ji du heremên Êzdiyan re tê gotin:

1. Êzdiyên Qûlika (Çolî- anjî Êzdiyên Qelaçê Dasika)2. Êzdiyên Torê (çiya).

1.ÊZDİYÊN Lİ QÛLİKA (ÇOLÎ)

Berê ew li derûdora Cizîrê, Silopî û heta van demên dawî jî li derûdora Nûsaybînê diman.

Warên Êzdiyên li Qulika Gava mirov li ser sînorê Tirk û Suriyê; ji gundê Hacîlo derkeve here Şamaxê, ji vir here Geliyê Pîra (Mezrê), ji vir here Rebena Bagilş (Kîwexê), ji vir here Bahminê, ji vir here Ewşê hete Badîbê, ji vir jî here Bîrgurya û Bagokê, here Qesra Belek û cardin vegere were Hacîlo. Ev hereman warên Êzdiyên Qulika bûn.

Page 47: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 47 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Eşîrên Êzdiyên Qûlikan ku hina hene ev in:

Şêxê Berhokê, Bahcolî, Kelikan (Behminmî, Êvşî, Mihokî, Kîwexî), Dasikan (Berê li bîstûşeş gundan hebûn û pîrê wan ji binemala Pîr Eli ye), Hewêrî (eşîreke Kurdi ye, ne tenê Êzîdi her wisa Xaçparêz û Musilman jî hene), Seydokî û whd.

Navên hinek gundên Êzdiyên ku li herêma Çoliyan diman evin:

Ahcîlo,,,,,,,,,,,,,,,,Geliyê Kelê ,,,,,,,,,,,,,,,Mitwana Jor ,,,,,,,,,ŞahrataBamil,,,,,,,,,,,,,,,,,, Geliyê Pîra,,,,,,,,,,,,,,,,,Mitwana Xwar,,,,,ŞekrînBaqurdan,,,,,,,,,,, Geliyê Sora,,,,,,,,,,,,,,,Pelaşû,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ŞemqîBazar,,,,,,,,,,,,,,,,,, Hebnat,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Pûlme,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Şûşaniya (Ewta) jorînBerhok,,,,,,,,,,,,,,,,Kemîna,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qesira Belek ,,,,,,,,,Şûşaniya (Ewta) xarînBêzdana,,,,,,,,,,,,, Kengelok,,,,,,,,,,,,,,,,, Qubika,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Tilê (Ziwing)Birguriya,,,,,,,,,,, Kirşê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qulika,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Xanika ŞêxanDîrpû,,,,,,,,,,,,,,,,,,Kunar,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Sêlwan,,,,,,,,,,,,,,,,,,XastûEfsê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Mezrê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Sêwilîtik,,,,,,,,,,,,,,,,Xirbê CinatêÊlîn,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Mezrêya Rebena,,,,,, Spîwaniya Gelî,,,,,Xirbê RemêEvşê (Avşîn),,,, Mişawil,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Tellê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,XirbikFisqîn,,,,,,,,,,,,,,,, Temeling,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Zirîqa

“ Piştî ku Êzdiyên ji eşîra Dasikan, demeke dirêj li dijî Osmaniyan şerkirin, mecbûr bun dev ji gundên xwe berdin û vêga kurdên musilman di gundên wan de dimînin. Navên hinek gundên Êzdiyên Dasikî ku li derûdora Îdil(cezîrê), Nuseybîn û Midyatê bun ev in:1.Çemerlo, 2.Kengerlo, 3.Hacilo, 4.Kemine, 5.Serwan, 6.Xerbê Qandikê, 7.Kêrwan, 8.Mezra Sehîda, 9.Bêzdan, 10.Geliyê Pîra, 11.Geliyê Kelihê, 12.Şuşaniya jêr, 13.Şuşaniya jor, 14.Bazar, 15.Kunar, 16.Zirîq, 17.Balkurdan, 18.Kasir-beler, 19.Mitwêna jêr, 20.Mitwêna jor, 21.Fisqîn, 22.Qolika, 23.Xirbê Cinata, 24.Xirbêh Ramê. (19:48)”Ji ewqas gundan, îro çend kesên Êzîdi tenê di gundê Mezrê de mane.

2.ÊZDİYÊN Lİ TORÊ

Êzdiyên vê heremê li derûdora Mêrdînê, li Midyadê û Kercewsê diman.Warên Êzdiyên li TorêÊzdiyên li Torê, heta van salên dawiyê di navbera van gundan de dijiyan: Gava ku mirov ji gundê Bacinê derkeve ber bi rojhilat ve biçe gundê Quzrê, Xêrbê Pêbinêrê, Bizê, Badibê, Kîwexê û ji vir jî cardinê were Bacinê. Hinek navên eşîrên Êzdiyan ku li Torê diman û niha jî hene ev in:Botoka, Heloka (Eynoka), Misurka (Musurka-Musuka-Musana), Nasirkî, Bahcolî, Mala Teyêr, Dekşorî, Zeynikî (Zey-na), Şeroka, Çomerka (wêga kesên Êzîdi ne mane), Şivqetî, Simoka, Salîhkan, Hewêrkî, Botî û whd.

Hinek navên gundên Êzdiyan ku li Torê diman evin:

Bacin,,,,,,,,, Kefnas,,,,,,,,, Taqa ,,,,,,,,, ,,,,,,,,,,,,, SifelîBaqîk,,,,,,,,, Kîwex,,,,,,,,,,,, Xeraba ,,,,,,,,, ,,,,,,,,, BadibBizê,,,,,,,,,,,, Koçan,,,,,,,,,,, Xirbê Bênêrê,,,,,,,,, BizênkaCefan,,,,,,,,, Mizîzexê,,,,,,,, Xirbê Hûrîka,,,,,,,,, BizêziyêCixsan,,,,,,,,Nemîrdan,,,,,,, Xirbê Reş,,,,,,,,,,,,,, QûbanêDêrwan,,,,,, Qûbika,,,,,,,,,,, Xirbê Xelo,,,,,,,,,,,, HevindekaKasiya,,,,,,, Qudbê,,,,,,,,,,,,, Yucan,,,,,,,,,,,,,,,,,, Gozikê

Ji bo ev navên gundên Êzdiyan yên bi Kurdî, ji vir û weha de jî bêne kufşkirin û wenda nebin, min navên gundan yên bi Tirkî ne nivîsandiye. MÎRGEHA ÊZDİYÊN Lİ HERÊMA HEKKARÎ Û SERHEDÊ Warên Êzdiyên li Serhedê Li nav û derûdorê bajarê Wan, Tendûrek, Alazix, Qers, Îxdir, Muş, Bedlîsê, Bazîdê, Sarikamiş, Karakose, Axrî, Varto, Ardehan, Patnos û.w.d.Lêkolînvan jî dibêjin: "Piraniya kurdên Soviyetê ji Tirkiyê; Beyazîd, Bitlîs, Mûş, Diyarbekir, Êrzûrûm, Qers, Îxdîr, Mardîn, Wanê û gundên dorberê wan hatine. (5:34-35)"“Hejmara eşîrên Yezîdiyên li derûdora Beyazitê 1800 malên.(18:209)”. Navên hinek eşîrên Êzdiyan ku li Serhedê diman ev in: Çavkanî didine xuyanê: "Dîroknivîsekî Kurd bi nav û deng Melle Mehmûdê Bayazêdî, di sedsala 19'êde, di derheqa Êzdiyan de weha dinivîse: "Jimara teyta Êzdiyan gelekî pir e;

Page 48: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 48 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

a) Eşîrên wanî li wîlayeta Beyezîdê ev in: Husenî, Şasakî(Kaşaxî), Çux Reşî, Kele Sorî û Desinî. b) Li wîlayetên Wanê û Mehmudî ev êlên Êzdiyan dijîn: Barvî, Reşî, Şendakî, Başamî, Şanda Sorî, Kurtakî, Darkazinî, Botekî û Hurî.c) Li Muş û Bedlîsê ev tayifên Êzdiyan dijîn: Çakoyî, Avokî, Akusînî û Bellî. (6:20)"

Li gorî zargotên me, eşîrên Êzdiyan yên ji mîrgeha Çolemêrgê heribîne nav Êrmenîstan û Gurcîstanê û hêjî hene ev in:

"Eşîran Hesenan, Ev di salên 1820 -1830 de ji Eyntaba Serhedê fermalû bûne çûne nava Ermenîstanê; Gundê Şamrane. Îro hêja jî nêzîkî 300-350 malî lê dijîn. (6:16)"Sîpikî: "Dema Justin Parkins tî di sala 1837 de ji Urmiyê diçe here Erzuromê, ew hingê li başûrê çiyayê Agriyê û li tevayiya derûdora çemê Firatê rastî eşîra Êzdiyên Sîpikî dibe.(9:141)""Eşîran Sîpikan, ev heta sala 1914'e jî li Întabê (Eyntabê) gundên weke: Xanik, Esmer, Melle Şemdîn, Tutek, Bedboriya û çend hebên dinê gundê Êzdiyan bûn. Dûre Sîpikî ji vir jî femaludibin têne Qersê. (6:7 û 6. tevayî."

"Eşîran Bazifiya, li Wanê li gundên:Şemsedîn, Qerkend, Dêcad, Unî û Êynzafê bûne. Eşîran Reşa li Beyazîdê, li Qeza Mahmudî hingê 2500 nefer bûne.(7)" Ev eşîran Şêxên Şêxûbekiriya ne.Qilka, Zuxirî,Torînî, Mendikî, Hewêrî, Şemsika, Dasinî, Cibran, Şerqî (Şêxên Şêxûbekirî), Mendorî, Reşî, Çaxreşî, Musêsanî, Rojkî, Xaniyan, Anqosî, Mahmûdiko, Mantacî, Memreşî, Gerdenzerî, Pîvazî, Belî, Beravî, Suhanî, Qoçî, Lokî, Selmîkî, Pirpirkî, Remoşî, Dawudî, Budî, Bikî, Mastekî û whd.

Siltanên dewleta Osmanî, çiqas xwastine derheqa Êzdiyan de malûmeta nedin, lê dîsa jî mecbûr bûne. Dema ku wan lêkolîn û dokument li ser dîrok û çanda bajarê Wanê nivîsandine, mecbur bûne bahsa Êzdiyan bikin û wan kiryarên xwe veşêrin. Lewma jî ew timî "weke gurê xwe bixe eyarê pez" xwe dixine gelek şiklan û îro jî di çapemeniya xwe de bahsa netew, ol, cîh û warên me Êzdiyan dikin û weha dibêjin:

" Di dema berî sala 1591'ê de 18 eşîrên mezin li Wanê û derdora wanê hebûn, lê belê îro ne mumkun e ku meriv rastî navên wan hemuyan bê.hinek çavkaniyan eşîrên li derdora wanê weha birêzkirine:Mahmudiyan: Êzdiyê li derdora Hoşabê, Dumbliyên Bohtî, Êzdiyên li deşta Sekmenê, Mam Reşan, li Hoşabê, Bazuki, li Ercîşê,Bradost, Tirgeverê,Rujikî, li her deverî,Eşîra Şîkan: Reşi, Baravî, Mendekî, Bele, Kurtî, (Ev Tev Êzîdi ne), Şikak, Dakurî, Şevlî, Ademî, Şemsikî, Mukrî, Livî, Sî Çarikî.Eşîra Ertuşî (Hertoşî): Weke Gevdan, Giravî, Zirkî, Eşîra Dunblî (Zaza): Çarik, Hormik, Lolan-Haltî, Hatî,Eşîra Haydaran, Spikî(Hatî), Cîbranî, Haseniyan (Halidî) (Çavk:8)"

Li gorî lêkolînên nivîskarê ereb ;" Ibn Fadlallah , Êzdiyên ji eşîra Mahmudiyan li herêma bajarê Wanê, li derûdora kela Xoşabê û di nava çiyayên rojhilata Gola Urmiyê diman.(9:87)"

Navên hinek gundên Êzdiyan ku li derûdora Mîrgehan Hekkarî diman ev in:

Çavkanî dibêjin: "Li Muşê qezeyek hebû, navê wê Kasur. Di vê Qezayê da sî û heşt gundê Êzdiya hebûn, gundê: Sîpanokê, Bîrkan, Melekan, Bagçe, Pizong, Sûsbêrd, Mizgeft, Qiştan, Pîrmelek, Neynûk, Arî, Çuxur û w.d. (10:279) "

Dîsa birêne li Çavkanî: 11:

“Navê Qezê,,,,,, Navê Nehiyê,,,,,, Navê GundDîadînê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, TûtekêSurmeliyê,,,,,,,, Îdirê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Qerequê (130 Malbuye),,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Soybilaxê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,ZorêQersê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Qizigulê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,Sûsizê û Digorê (Ev gundên Pîrên Ormexalan bune)Wanê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Ûtê, " Hemzoyê Bedo dibêje: Li der û dora Wanê nêzîkî donzde ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,gundên Êzdiyên ku bi eşîran Cangir Axa, ku ji sala 1914 heta 1918 li dijî,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,leşkerê Romê şerkiriye, girêdayî bûn, hebûn." Bêrgîrê,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Pîşîk

Page 49: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 49 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

MÎRGEHA ÊZDİYÊN Lİ DERÛDORA MEREŞ Û MELETÊ

Warên Êzdiyên li derûdora Mereşê û Meletê "Berê Êzîdi di devera Kilîs, Heleb, Antakiya, Hims, Hema û Serêkanî uhwd. de hebûn û ev ji warên kevnarên Êzdiyan e. (12:21)"Rewşa Êzdiyên li derûdora Mereşê û Meletê “ Fermanrewayên mezin ên Al-i Eyyûb, di destpêka sala 1005ê koçî(1597ê z) de, eleqeyek zêde didine Şêx Mend (ê Êzîdî k.t.) û wî dikine mîrêmîran ên hemû kurdên li Şam û Helebê. Nav û dengê Şêx Mend li nahiya Quseyrê ya nêzîkî wilayeta Antakya yê roj bi roj belav dibe. Bi vî awayî ji her milî ve kurdan berê xwe dan balê; ji bilî vê , kurdên li aliyê Cum(afrînê k.t) û Kilîsê rûdiniştin jî hatin û ketin bin siya parêzgeriya wî. …..(2:250)”

“ Navên gundên Êzdiyan ku li derûdora Kilîsê ev in: Mehrevi, Burc-ul Qaz, Baskal, Kevkeb, Qatmî, Qastal, Arşuqikar, Abu Kaab, Kifrmazin, Kifr Yezîd. (17: 272)Li gorî ku dîroknas dibêjin, hinga Tirk ji Asiya navîn hatine, ewan hingê bi darê zorê gelek deverên ku Êzîdî bi serexwe tê de dijiyan xistine bin desthilatdariya xwe. "Tirkan di sala 1071 de herêma Meletê jî xistine bin bandora xwe(9:43)". Xuya ye ku hêja hingê gelek eşîrên kevneciyên vê herêmê ji cîhên xwe heribîne û bi deverên dinê ve çûne.

Li ser rewşa Êzdiyên li derûdora Mereşê û Meletê de gelek kesan nêrînên xwe ji hinek ciyan an jî ji hinek kitêban kom-kirine û nivîsandine. Ya rast ew e ku dîrok hêja jî eşkere ne hatiye vekirin. Ez dikarim li ser rewşa îro bibêjim ku Êzîdi li vê heremê ne mane. Lê, Êzîdi hêja li derûdora Şamê û Serêkaniyê hene.

"Kilîs: Beglerên Kilîsê ji Hekkarî û Amadiyê hatine. Quweta (Hukmê) van Began li derûdorên Kilîsê û Antiok (Antak-ya) hebû. Evan Êzdiyên li Kuzer, Hamma û Maraşê jî xistibûne bin îdara xwe . (7:31)"Ew Êzdiyên, ku koçeberî welatên Qafqasiyan û ciyên dinê bûne, tenê yê Qafqasiyan karibûn Êzdiyatî û çanda xwe bi zahmetê giran biparezin. Hemû Êzdiyên ku di nava sînorên Cumhuriyeta Tirkan de mabûn; Êzdiyên Xaltiyan, Amedê, Hekkarî-Serhedê, Bo-tan (Basa), Çêlka (Tur-Abidin), Meletê û Ruhayê-Wêranşehîrê ev bi piranî hatine qirkirin, helandin û reviyane, hatine Ewrûpayê. Di waqas herêman de, îro çend malên Êzdiyan bi tenê li devera Xaltiyan û li herêma Wêranşehrê de mane. Belê eger mirov îro wan tevan bîne li ser hev, weke gundekî piçûk jî tûnene.

Em ji bîra nekin hemu netew û dewletên ku Kurdistan dagirkirine, naxwazin tucara meriv di Her weha ji ber wan nehe-qiyan e, tu kes nikare di derheqê hêjmara Êzdiyan de agahdariyeke rast bide. Tiştên hatî û tê gotin, tenê gumanên evdan e. Çendeyek berî vêga dewleta Tirk li gorî hilbijartinên xwe yên fermî hêjmara Êzdiyên li bakurê Kurdîstanê mabûn weha diyar dikir: "Ji sala 1985 heta 2000 an, hêjmara neferên Êzdiyan ku di nava sînorên Tirkiyê de mayî weha ye: Di sala 1985 de 22632 nefer, Di sala 2000 de 423 nefer (13: 6)"Vêca ez hêvîdar im ku hinek ji dîroknas û lêkolînerên dîrokê, karibin ji van agahdariyên min li jorê bahs kiriye fêdebikin û evê bibine alîkariyek ji wan re, ku karibin hê zaniyarên zêde li ser wan babetan kombikin û lêkolînên xwe eşkere bikin. Dîsa ezê gelekî dilxweş bim gava ku ewê ji vaqas bûyerên bûyî, wekî çawa V.O.Klyûçewskî gotiye:"Em gereke demên derbazbûyî fêr bibin, ne ji bo wê ku ew îdî derbaz bûne, lê herwaha bona wê, ku ew dema derbazbûyî nikaribûye paşmayînên xwe bide paqijkirinê.(14)" bikin. Ez ji tekoşîna netewa rizgariya Kurdîstanê ya îro hêvîdar im ku, ewê ji vir û weha de, zêde ji mafên Êzdiyan re xwedî derkevin. (*9)“

Kemal Tolan, Xemxwar û Berhevkarê Kevneşopên Êzdiyatiyê

* Çavkanî:

1- http://pukmedia.co/kurdi/gotar/157-derbar%C3%AA-ezdah%C3%AEt%C3%AE-y%C3%AA-de-l%C3%AAkon%C3%AEna-kemal-tolan2- Andrew Colins, Meleklerin küllerinden3- http://www.pen-kurd.org/kurdi/kemal-tolan/ezdiyati-haveyne-mirovatiya-mezopotamiya.html4- Süleyman Sabri Paşa, Van Tarihi ve Kürt Türkleri Hakkinda Incelemer, 1928,5- http://yeziden.de/44.0.html?&tx_ttnews[pointer]=106&tx_ttnews[tt_news]=208&tx_ttnews[backPid]=22&cHash=dbca0e3ee85d1a38b631b1c79e651f0a6- http://www.gelawej.net/pdf/Saristaniya-ku-Ezdiyan-destpekirye-biparezin-2--Kemal-Tolan.pdf7- http://www.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=115128- A- Pîr Xidir Suleyman, Êzdiyatî, 1996 Dihok. Rûp:21 û B- http://www.ezidinasi.com/books/mahfil/1.pdf rûpel :49-Ev babeta û tevaya çavkaniyên babet di pirtûka Kemal Tolan, Hebûn û tûnebuna Êzdiyan tev romanên zindîn e. Mij-dar 2000. Weşanên Mala Êzdiyan ya li Oldenburgê- Almaniya de hatine weşandin.

Page 50: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 50 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Bir Zamanlar Anadolu'da Ermeniler Vardı Hala Var [Anatolian Armenians]

Habusi/İkizdemir köyü (Elazığ Merkez'e bağlı köy)

Harput Soykırımı kitabının yazarı Nazaret Piranyan Birinci Dünya Sa-vaşında Erzincan, Erzurum Sarıkamış cephesinde savaşmış olan Malkhas Kassabian'ın anlatımları çerçevesinde Habusi köyündeki kıyımları da yaz-mıştı .

15 Haziran 1915 tarihinde İçme Müdü-rü Fehmi Efendi komşu Türk köylerin-den topladığı bir düzine kana susamış jandarma getirdi ve Habusi köyünü ku-şattığını ilan etti.

Ertesi günü diğer Türkler köyün içeri-sine biriktiler.Tellal köylülere " Eşya-larınızı toplayın ve eşeklere yükleyin. Yarın öğlen her aile sürgün için hazır olmalıdır , itaatsizlik edenler acıma-sızca cezalandırılacaktır. "

Türk taşıyıcılar eşekleri olmayanlar için eşek getirdiler

Ertesi günü Habusi köyünün tüm aile-leri Zadur Ağadut'un direktifi altında, Najaryan yeşilliğinde toplandılar . Ev-lerini terk etmeyi reddedenler dövül-dü. Ermeni anneler bacılar , bebekleri ile korumasız kaldı .Bazıları tehcirden kurtulmak için Türkler ile evlenmeyi seçti .Bu ailelerin kapılarına onlarin İslamiyeti kabul ettikleri ve bu nedenle

kapılarına kendileri'nin güvende ka-lacaklarını belirten bir işaret konuldu .Kimileri tehcirin uzun sürmeyeceği düşüncesiyle sürgün edilmeyi kabul etti, kimileri ısrarla direndi .Deveboy-nu dağlarına doğru üç gün üç gece iş-kenceler altında yürüdüler .Yaşlı kadın ve erkekler vahşice öldürüldü .

Üç gün sonra Müdür ve Serçanoğlu iki canavar kadınları işkencelerle geri getirdiler ve hükümetin onları affetti-ğini söylediler daha sonra anlaşılacağı üzere onları hasadın toplanmasında ve Osmanlı askerlerinin gıda ihtiyacını gidermek için çalıştıracaklardı.

Habusili kadınlar korkunç işkenceler altında erkekler gibi çalıştılar ve zü-lüm altındaki kardeşlerine yardımcı oldular .

Bir gün kadınlar yukarı Kezel'de buğ-day hasadını toplarlarken Garabet Mağakyan'ın tarlalarda saklandığını fark ettiler ona ekmek ve su getirdiler saklandığı yeri değiştirmesi için telkin-de bulundular .Zor olan nereye gidece-ğini bilmiyordu .Genefig'ten gelen bir grup Kürt sahipsiz kalmış Ermeni tar-lalarını hasat için ararken Garabed'in gizlendiği yeri bulmuşlardı, Garabed bir saat boyunca beş Kürt'e karşı mü-

cadele etmiş sonunda bitap düşmüştü.

Malkhas Kassabyan ve Garabed Ak-makciyan (ayrıca Manugyan olarak da bilinir) aynı alanlarnda saklanıyorlar, ama yakalanmamak için sürekli yer değiştiriyorlardı

Habusi

Habusi/İkizdemir köyü Elazığ il mer-kezinin 30 km doğusunda Mastar da-ğına yakın bir köydür.Birinci Dünya Savaşı'ndan önce 400 haneden oluşan köyde 3.000 Ermeni yaşıyordu .Köy-de Surp Astvadzadzin Meryem Ana isminde 1 Kilise ,1 Protestan Kili-sesi ile dört okul vardı. Habusi köy halkı tarım ve çiftçilik ile geçim-lerini sağlıyorlardı.1890'lı yıllarda Habusi'den Amerika'ya Ermeni göçü başlamış ,Ermeniler daha çok Massac-husetts eyaletindeki Merrimack Valley alanında değirmenlerde ve çiftliklerde çalışıyorlardı.

1915 Ermeni Soykırımında köy sakin-lerinin büyük çoğunluğu öldürülmüş, hayatta kalmayı başaranlar farklı ülke-lere göç etmişlerdi.

Habusi Keban baraj gölü altında kaldı.

Kaynak:

A VILLAGE REMEMBERED * THE ARMENIANS OF HABOUSI

Page 51: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 51 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Serdar Kaya

Rum soykırımı

Osmanlı’da Hıristiyan nüfusa yöne-lik ilk ciddi boyutlu katliamlar, 1894 ila 1896 yılları arasında II. Abdülha-mid tarafından gerçekleştirilir. Amaç, Doğu Anadolu’daki Ermeni ve Süryani nüfusu budamaktır. Pek çok kaynak, Hamidiye Alayları aracılığıyla gerçek-leştirilen bu katliamlardaki ölü sayısı-nı 100.000’in üzerinde verir. Ancak, İttihatçıların 1913 sonrasında yaptıkla-rı, bu katliamları dahi gölgede bırakır. Yıllara yayılan bir Hıristiyan Soykırı-mının ilk mağdurları Rumlar olur.

Herşey, 1914 ilkbaharında, (yani I. Dünya Savaşı başlamadan önce) Batı Anadolu’daki Rumların göçe zorlan-malarıyla başlar. 1914 yazında yetişkin Rum erkekler (muafiyet bedelini öde-dikleri halde) askere alınır ve amele ta-burlarında çok ağır işlerde çalıştırılır-lar. Bu kimselerin çoğu ölür. Erkekler askerdeyken savunmasız kalan Trakya ve Ege bölgesindeki Rum köyleri, (İt-tihatçı hükümetin yönlendirdiği) çe-telerin şiddetli saldırısı altında kalır. Gasplar, cinayetler, tecavüzler bitmek bilmez. Bunları gerçekleştiren çete-lerin önemli bir kısmı Rumelilidir ve halbuki kısa bir süre önce Balkanlarda kendileri benzeri çirkinliklere maruz kalmışlardır.

Yaşananlara Avrupa’dan büyük tepki gelir. Ancak Birinci Dünya Savaşı baş-ladıktan sonra, benzeri uygulamalar bu sefer doğrudan devlet eliyle (ve hat-ta müttefik Almanların da desteğiyle) gerçekleştirilir. Sonu gelmeyen vahşet, tecavüz ve yağma olayları neticesinde yüzbinlerce Rum ölür, yüzbinlerce di-ğerleri de Anadolu içlerine tehcir edi-lir. Tehcirin bir adı da kansız kıtaldir. Bu ölüm yürüyüşlerinde çok sayıda Rum, açlık, hastalık ve soğuktan ölür.

Bazı ekonomik hesaplar da yapılmıyor değildir. Konunun bu yönüyle Celal Bayar ilgilenir ve yok edilen Rumların mallarının Müslüman nüfusa aktarıl-ması işini yönetir.

Soykırımın Karadeniz ayağı ise, 1916

kışında başlar. Son dalga ise, Yunan-ların 1919’da İzmir’e çıkmalarından sonra gelir. Neticede, İzmir’e çıkan da, Giresun’da köyünde oturan da aynı millettendir. Biriyle savaşırken diğeri-ni sağ bırakmak olmaz... Soykırımdan sonra

1914 ila 1922 arasındaki sekiz yıllık dönemde takriben 750 bin civarında Rum ölür. Sürgün edilenlerin sayısı ise, hem Türk hem de dünya kaynakla-rında 400 ila 500 bin civarında verilir. Bu şekilde, Batı Anadolu, Trakya ve Karadeniz bölgeleri Rumlardan büyük ölçüde “temizlenmiş” olur.

İttihatçı liderler, bu insanlık suçla-rından yerel yöneticilerin sorumlu olduklarını iddia ederler. Bir diğer İt-tihatçı klasiği ise, operasyon sona er-diğinde, mensupları katledilen kimliğe ait eserlerin (Türk olmayanlar sanki Anadolu’da hiç bulunmamışlar gibi yapmak için) tahrip edilmesidir. Noktaları birleştirmek

Aslında bütün bunları biliyoruz. Me-sela, Topal Osman’ın Karadeniz böl-gesinde mağaralara insanları doldurup yakan gözü dönmüş bir canavar olduğu (Ali Şükrü Bey cinayetinin başka yer-lere uzanmaması kaygısıyla da olsa) Kemalist kaynaklarda dahi açıkça be-lirtilir.

Peki, hiç sormak gelmez mi aklımıza: Topal Osman ve çetesinin mağaralarda yaktığı insanlar tam olarak kimlerdir? Onlardan böyle şeyler yapmalarını kim istemiştir? Bu kimseler, nasıl olup da bir şehirden diğerine ellerini kollarını sallaya sallaya gidip katliamlar yapa-bilmekte ve bir noktadan sonra birden B.M.M. Başkanı’nın muhafız kıtasına dahil olabilmektedirler?

Aslında böyle tuhaf şeyleri tekil bazda biliyoruz. Ama bu bilgileri anlamlan-dırmamıza imkân tanıyacak bir çerçe-veye sahip olmadığımız için noktaları birleştiremiyoruz. Bu nedenle de, her-şeyi iyi ve kötülerin savaşına indirge-yen bir milli masala inanmaktan başka çaremiz kalmıyor.

Bugün itibariyle bizler için herşey, kötü düşmanın bir gün İzmir’e çıkması ve ardından iyi Türklerin bir Kurtuluş

Savaşı vererek vatanı kurtarmasından ibaret. Kurtuluş Savaşı’nın (aynı za-manda Sakarya Savaşı gazileri olan) Topal Osman çetesi gibi yüzlercesi-nin gerek cephedeki gerekse “cephe arkası”ndaki faaliyetleriyle verildiğini düşünmek ise, pek bize göre değil. Sa-vaş sonrasında “Türkçe konuş(turul)an Müslümanlar” ve “Müslüman edilenler”den “Orta Asya’dan gelmiş bir Türk milleti” çıkarıldığını düşün-mek de öyle.

Hâlbuki sorulacak ne çok soru var... Düşman neden başka bir yere değil de İzmir’e çıktı? Neden Batı Anadolu’yu işgal etti? Bize karşı neden bu kadar kin doluydu? Düşman dediğimiz in-sanların ne kadarı evini barkını geri almaya çalışan Osmanlı Rum köylü-leriydi? Buna hakları var mıydı? Biz yedi düvele ve onların emperyalist emellerine karşı savaşmamış mıydık? Peki, düşmanı “denize döktükten” sonra İzmir’de neden günlerce söndü-rülmeyen bir yangın başladı? Kimlerin evi barkı yanıyordu?

Emperyalist kime denir? Sözlükler bu konuda ne der?

[email protected]

Pêrî YayıneviWeşanên PêriNiyazi Armutlu

tel & fax: 0216 347 26 44mobil: 0530 490 58 52

e-mail: [email protected]

Page 52: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 52 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

Kurban adayarak, kan akıtarak Tanrı’-yı hoşnut kılmak, ona yaklaşmak, eski çağlardan beri süregelen bir ibadet şeklidir ki, bugün artık çağdaş uygar-lığa ters düşen bir gelenek olarak gö-rülür. Böyle olduğu içindir ki, “aydın” din adamı rolünü üstlenmiş görünen bazı mollalarımız, her konuda olduğu gibi, kurban geleneği konusunda da İslam şeriatını “şirin” gösterme yolu-nu ararlar ve bu amaçla birtakım laf cambazlıklarına başvururlar. Kurban kesimine karşı değillerdir, ama kurba-nın ibadet amacına yönelik olmadığını anlatmak için her türlü kurnazlığa ha-zırdırlar.

Bu nedenle, koyunları boğazlayarak, yani kan akıtarak, kurban sunmanın, Allah’ı “kan” ve “et” ile ilişkili kılmak olduğunu, oysa böyle bir geleneğin Kur’an’a ters düştüğünü öne sürerler. Daha başka bir deyimle, bu tür bir iba-detin, uygar toplumlar tarafından artık “ilkel” bir gelenek olarak görüldüğünü anladıkları içindir ki, Kur’an’daki ve-rilere göre kurban kesmenin “ibadet” değil, “sosyal bir yardım türü” oldu-ğunu söylerler. Güya Kur’an, kurban kesimini kan akıtılsın diye değil, sade-ce yoksula yardım sağlansın diye ön-görmüştür; güya kurban ameliyesinde “ibadet” olan konu sadece yoksula yardımdır. Ve işte bu noktadan hare-ketle bizim mollalarımız, “eğer yoksu-lun korunması, ona et vermek yerine başka bir şey vermekle daha iyi sağla-nacaksa, o şeyi kurbana tercih etmek gerekir” derler.

Oysa mollalarımızın bütün bu söyle-dikleri gerçek dışı olup, sırf Şeriatı “insani” kılıkta gösterme gayretkeşli-ğine dayalı şeylerdir. Çünkü, Kur’an, kurban kesimi ameliyesini, Tanrı’yı yüceltemeye yönelik bir ibadet olarak gören ayetlerle doludur. Ne Kur’an’da ne de Kur’an olmayarak konmuş kural-larda, kurban kesiminin sadece yok-sulları doyurmak ve korumak ama-cıyla gerekli görüldüğüne dair bir şey yoktur; ya da yoksula para veya mal şeklindeki yardımın, Tanrı’ya kurban sunmaktan daha hayırlı bir iş sayılabileceğine dair hüküm yok-tur. Kuşkusuz ki, yoksulu yedirmek ve içirmek, yoksula yardım etmek ha-yırlı bir iştir, ama Kur’an, bu tür bir yardım şeklini, ne kurban kesiminden daha hayırlı bir iş olarak görmüştür ne de kan akıtarak ibadeti önlemek için. Nitekim, din bilgini sayılan yorum-culara göre “kurban kesmek, zekat ve sadakai fitr vermekten daha fazla bir fedakarlık ifade eden bir ibadettir”(2).

Bütün bunlar bir yana, Kur’an’da, kur-bandaki amacın her ne şekilde olursa olsun kan akıtmayı önlemek olduğu-na dair bir işaret de yoktur. Çünkü, bir kere kurban, eski çağlardan beri “Tanrı ‘yı hoşnut kılmak ve yüceltmek amacıyla” uygulanmış olan bir gele-nektir ki, genellikle kan akıtılması-nı koşul bilir ve Kur’an bu geleneği bu amaçla benimsemiştir. O kadar ki, Muhammed’in söylemesine göre, “Bu

cemaatin (Müslüman cemaatinin) mü-meyyiz vasfı, kurbanın kendi öz kanı olmasıdır (kurban olarak, din şehitle-rinin katımı sunması)”? Öte yandan Kur’an’da, biraz ileride göreceğimiz gibi, kan akıtma şeklindeki kurban ke-simi ameliyesinin, başlı başına “iba-det” niteliği taşığını belirleyen birçok ayet vardır.(3) Fakat, bunları ince-lemeden önce, “kurban” anlayışının dayanağı olan kaynağın Kur’an’daki yerini inceleyelim.

1) Kurban Geleneği’nin Kur’an’a Alınışında Rol Oynayan Dinsel Et-kenler

Kurban geleneğinin Kur’an’da alı-nışında rol oynayan dinsel olayların incelemesi bize şunu gösterecektir ki, Kur’an’a göre kurban kesimindeki amaç, esas itibariyle yoksula yardım değil, Tanrı’ya bağlılığın, kan akıtımı yoluyla saptanmasıdır. Adem’in oğul-larının acıklı hikayesi bunun böyle ol-duğunun ilk kanıtlarındandır.

A) Adem ‘in Oğullarının Hikayesi anlatılmıştır ki, Tanrı’nın, kurban ke-siminden başka bir şekilde kendisine sunulan kurbandan pek hoşnut olma-dığını, kurban ameliyesini yoksullara yardım şeklinde anlamadığını ortaya koyar. Gerçekten de ayette şöyle yazı-lıdır:

“Ey Muhammed! Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat, ikisi birer kurban sunmuşlar. Birinin kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen (kur-

Kan Akıtma Yoluyla İbadetin Din'deki Yeri: Kurban

İlhan Arsel

Page 53: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 53 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

ban sahibi),‘Andolsun seni öldüre-ceğim!’ deyince, kardeşi, ‘Allah an-cak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.” (Maide Suresi, ayet 27).

Ayette açıklık yok, fakat anlatılmak istenen şey. Adem’in oğullarından birinin koyun keserek, diğerinin de toprak ürünlerinden (buğday) vererek Tanrı’ya kurban sundukları, Tanrı’nın koyun şeklindeki kurbanı kabul edip diğerini reddettiğidir. Kur’anı’daki bu hikayeyi Muhammed Tevrat’tan al-mıştır. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında anlatılan şekliyle hikaye kısaca şöy-ledir:

Adem’in iki oğlu olmuştur ki, ad-ları “Habil” ve “Kabil'dir. Bu iki kardeşten biri olan Habil, koyun sürüsü güden bir çobandır. Diğer kardeş Kabil ise çiftçidir. Beraberce yaşayıp giderlerken bir gün Habil, gütmekte olduğu sürünün ilk doğan-larından bir koyunu kesip Tanrı’ya kurban olarak sunar. Çifçilikle uğ-raşan Kabil ise, Tanrı’ya kurban olarak toprak ürünlerinden (buğ-day) sunar. Tanrı, Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban ola-rak kabul eder, fakat Kabil’inkini kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat, Tekvin, Bap 4, 19).

Aslı Tevrat’ta bulunan bu hikayenin, hadislerde ve Kur’an yorumlarında anlatılan şekli aşağı yukarı böyle. Dikkat edileceği gibi Tanrı’yı hoşnut kılan şey, toprak ürünü olan “buğ-day” şeklindeki kurban değil, kan akıtılarak sunulmuş olan “koyun” şeklindeki kurbandır. Belli ki, Tanrı kendi adına kan akıtılmasından hoş-lanmıştır. Ve bu işi yoksullara yardım olsun düşüncesiyle değil, Habil’in “takdimesi”nden hoşlandığı için yap-mıştır; Habil’in takdimesi ise. biraz önce gördüğümüz gibi, kanı akıtılan koyundur. Eğer Tanrı kan akıtılma-sından hoşlanmamış olsa, kurbandan amacın yoksula yardım olduğunu dü-şünmüş olsa, bunu açıkça bildirirdi. Oysa böyle yapmamıştır. Belli ki in-

sanların kendisine olan bağlılıklarını “Tanrı adına” kan akıtılmasına göre değerlendirmek istemiştir! Bundan dolayıdır ki, din adına cihata çıkılma-sını, kafirlere karşı savaşılmasını, kı-lıçla vuruşulmasını (kendi adına kan akıtılmasını) “kutsal” bir şey olarak görmüştür. Yine bundan dolayıdır ki, bu savaşlarda ölenleri “şehit” olarak en büyük mükafatlara layık bilmiştir.

B) İbrahim (“Peygamber”) ile Oğlu İshak’ın Hikayesi

Kurban geleneğinin, “kan akıtma yo-luyla ibadet” demek olduğunun kanıtı sadece Adem’in iki oğluyla ilgili yu-karıdaki hikaye değildir. Tevrat’tan aktarma olarak Kur’an’da, yer alan bir başka hikaye vardır ki, İbra-him “Peygamber”in, ibadet yoluyla Tanrı’ya bağlılığını ispat amacıyla kendi öz oğlu İshak’ı kurban etmek istemesiyle ilgilidir. Güya Tanrı, İbrahim’in imanını denemek için on-dan büyük bir fedakarlığı göze alıp oğ-lunu kurban etmesini istemiş ve onun bunu yapmaya hazır olduğunu görünce iman sahibi olduğunu anlamış, bunun üzerine ona bir koyun gönderip, İshak yerine koyunu kesmesini emretmiştir. İbrahim de öyle yapmıştır; yani kendi oğlunu boğazlayacak yerde, koyunu boğazlayarak Tanrı’ya karşı ibadetini tamamlamıştır. Koyunu boğazlaması ve kan akıtması, Tanrı’ya ibadet için kendi öz oğlunu feda etmeye hazır olduğunun sembolik bir ifadesidir. Söylemeye gerek yoktur ki, bu olayda “sosyal bir yardım” amacı diye bir şey yoktur.

Sırf Tanrı’ya bağlılığın kan akıtımı yoluyla kanıtlanması vardır. Tevrat’ta-ki bu hikayeyi Muhammed, ufak bir iki değişiklikle Kur’an’a yerleştirmiş-tir; yaptığı değişiklik, özellikle, hi-kayede geçen İshak adı yerine İsmail adını koymak olmuştur. Bilindiği gibi İsmail, İbrahim’in diğer bir oğludur. Cariyesi Hacer’den olmuştur. İshak ise İbrahim’in, kendi eşi olan SaRa-dan doğma oğludur. Muhammed, ken-di kavmi olan Arapları, İbrahim’in ve İsmail’in soyundan bildiği içindir ki, böyle bir değişiklik yapmayı uygun

bulmuştur. Fakat, hemen ekleyelim ki, Kur’an’a koyduğu ayetlerin içeriğini anlayabilmek için, İbrahim ile oğlu-nun Tevrat’ta anlatılan hikayesine göz atmak gerekir.

Tevrat’ın “Tekvin” kitabında yer alan hikayenin özeti şöyledir: Tanrı, İbrahim’i denemek ister ve ona şöy-le der: “Ey İbrahim! Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleyeceğim dağların biri tilerinde onu yakılan kurban olarak takdim et” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13).

Bu emir üzerine İbrahim, uşakların-dan ikisini ve oğlu İshak’ı alır, eşeği-ne palan vurup Allah’ın söylemiş ol-duğu yere gitmek üzere yola koyulur. Üç günlük bir gidişten sonra İbrahim, gözlerini kaldırıp, Tanrı’nın belli et-tiği yeri uzaktan görür. Uşaklarına, “Siz burada eşekle beraber kalın, ben çocukla beraber oraya gideceğim; secde edip yanınıza döneriz” der. Ve sonra bir miktar odunu İshak’ın sırtına yükler. Eline bir bıçak alarak o belli edilen yere doğru yol alır. Yolda İshak babasına sorar: “Ey baba! İşte ateş ve odun, fakat yakılan kurban için kuzu nerede?” İbrahim, “Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi te-darik eder” der. Nihayet, Tanrı’nın belli etmiş olduğu yere varırlar, ora-da İbrahim bir mezbah yapıp odunları dizer ve İshak’ı bağlayarak odunla-rın üzerine yatırır. Sonra eline bıçağı alır ve tam oğlunun boynunu kesmek üzereyken Tanrı’nın meleği göklerden seslenir: “Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma; çünkü, şimdi bil-dim ki, sen Allah’tan korkuyorsun ve kendi biricik oğlunu benden esir-gemedin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 412). Bu seslenme üzerine İbrahim gözlerini kaldırıp baktığında görür ki, çalılıklar içinde bir koyun (koç) boynuzlarından tutulmuş durmak-tadır. Hemen gidip oradan koyunu alır ve oğlunun yerine koyunu “ya-kılan kurban” olarak takdim eder (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13).

Az geçmeden Tanrı’nın meleği ikinci kez göklerden İbrahim’e seslenir ve

Page 54: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 54 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

şöyle der:

“Mademki her şeyi yaptın ve biricik oğlunu esirgemedin, seni ziyadesiy-le mübarek kılacağım ve senin zür-riyetini... deniz kenarındaki kum gibi çoğaltacağım, senin zürriyetin düşmanlarının kapısında hakim olacaktır... çünkü sözümü dinledin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22)

Şimdi bu hikayenin Kur’an’da yer alan şeklini görelim: Tevrat’ta anlatılan hi-kayeyi Muhammed, Saffat Suresi’ne şu şekilde sokmuştur:

İbrahim, kendi kavmini putlara tap-maktan alıkoyamayınca, “Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum. O beni doğru yola eriş-tirir” der (Saffat Suresi, ayet 99). Sonra Tanrı’ya yalvarıda bulunarak kendisine “irilerden” bir çocuk ver-mesini ister (Saffat Suresi, ayet 100) ve Tanrı da ona “yumuşak huylu bir oğlan” verir (Saffat Suresi, ayet 101). Fakat, İbrahim, Tanrı’ya olan bağlılığını kanıtlamak için, oğlunu (İsmail’i) ona kurban etmek ister. Ve bir gün çocuğunu alıp yola çıkar. Yolda giderlerken oğluna şöyle der: “Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uy-kudayken seni boğazladığımı görü-yorum, bir düşün, ne dersin?” Yani anlatmak ister ki. Tanrı kendisini denemek istemiş ve oğlunu kurban etmesini emretmiştir. Bu beklen-medik soruya oğlu (İsmail) şöyle cevap verir: “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu görecek-sin” (Saffat Suresi, ayet 102). Bunun üzerine İbrahim, boğazlamak için oğ-lunu alnı üzerine yatırır. Fakat, tam bu sırada Tanrı seslenerek, İbrahim’i denemek için böyle yapmasını emret-tiğini, iyi davrananları ödüllendirdi-ğini bildirir ve fidye olarak kendisine büyük bir kurbanlık verir. Kur’an’da şöyle yazılıdır:

“Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca, biz, ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davranan-ları böylece mükafatlandırız’ diye

seslendik. Doğrusu bu apaçık bir denemeydi. Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik” (Saffat Sure-si, ayet 103,197).

Görüldüğü gibi bu ayetlere göre Tanrı, İbrahim’in teslimiyetini denemek isti-yor ve bu amaçla ona oğlunu kurban etmesini emrediyor. İbrahim’in bunu yapmaya hazır olduğunu görünce, onun tam bir “iman” sahibi olduğunu anlıyor ve oğlunun yerine kesilmek için ona “fidye” olarak bir koyun gön-deriyor. İbrahim de kendi öz çocuğunu boğazlayacak yerde koyunun boğazını kesiyor! Dikkat edileceği gibi bura-da söz konusu olan kurban kesimi-nin, yoksullara yardım gibi sosyal bir amaçla ilgisi yok.

Tanrı “fidye” olarak İbrahim’e koyun verirken, kesilecek olan bu koyunun etiyle yoksulları doyursun diye ver-miş değildir. Sadece oğlunu kesecek yerde, bir hayvanı kessin diye vermiş-tir. Eğer kan akıtılmasını istemiyor ve bundan hoşlanmıyor idiyse, neden İbrahim’e, kesip kan akıtması için ko-yun verir. “Fidye” denen şeyin başka şekli yok mudur? Evet, neden dolayı Tanrı İbrahim’e, kurban olarak ille de bir canlı bir hayvan, bir koyun ver-miştir? Esasen İbrahim, kendi oğlunu kesmeye hazır olduğunu ortaya koya-rak zaten Tanrı’ya olan teslimiyetini (iman sahibi olduğunu) kanıtlamış değil miydi? Ve Tanrı bundan dolayı, “Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın” diyerek onun sınavdan başarıyla çık-mış olduğunu bildirmiş değil miydi? Bu durumda “fidye”nin anlamı ne? Yani neden dolayı Tanrı İbrahim’e, “fidye” olarak koyun verir ve ille de kan akıtılmasını ister? “Fidye”denen şey “kurtulmalık’”demek değil mi-dir? Örneğin, “ibadet sırasında islenen suçtan, günahtan kurtulmak için veri-len şey değil midir?”(4)

İbrahim’in işlediği bir günah yoktur ki, fidye yoluyla kurtulsun! Aksine, kavmini ve hatta babasını putperest-tirler diye terk etmiş, iman sahibi ol-duğunu bildirmiş, üstelik kendi oğ-lunu kesmeye hazır olduğunu ispat etmekle Tanrı’ya teslimiyetini ortaya

koymuştur. Ve nitekim bundan dola-yıdır ki, Tanrı ona, biraz önce belirt-tiğimiz gibi, “...Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın, işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırız” diye seslen-miştir. Şu durumda İbrahim’in günah-kar bir durumu yoktur; olmadığına göre neden dolayı Tanrı ona, günahtan kurtulmak üzere “fidye” olarak koyun vermiştir?

Kur’an yorumcularına göre, güya İb-rahim, eğer bir oğlu olacak olursa onu Allah yolunda Tanrı’ya kurban ede-ceğine dair kendi kendine söz vermiş (yani oğlunu Tanrı’ya adamış), fakat sonra bu sözünü unutmuştur. Ve işte “rüya” bunu ona hatırlatmıştır. Her ne kadar çocuğunu boğazlamaya kalkış-makla Tanrı’ya olan teslimiyetini ka-nıtlamışsa da, kendi kendine verdiği sözü yerine getirmemiş durumdadır. Yani bir bakıma günah işlemiş durum-dadır. Ve işte Tanrı ona, bu günahtan kurtulmak üzere fidye olarak koyun vermiş, o da koyunu boğazlamıştır. Bundan dolayıdır ki imamı azam’ın, “Çocuğunu kurban etmeyi nezrede-ne (adayana) bir koyun kesmek vacip olur” dediği söylenir.(5)

Bütün bu yukarıda söylediklerimizden anlaşılıyor ki, Kur’an’a göre Tanrı, kullarını denemek için “kan akıtma” ölçeğine başvurma yolunu seçmiş-tir. Kan akıtılmasından hoşlanamasa, İbrahim’e koyun yerine cansız bir şeyi “fidye” olarak sunmasını emrederdi. Hatta biraz önce dediğimiz gibi, as-lında böyle bir şey istemesine de ge-rek yoktu. Çünkü, İbrahim’i denemiş ve onun mutlak şekilde boyun eğen bir kul olduğunu öğrenmişti. O halde artık ondan, başkaca bir şey bekleme-si gerekmezdi. Öte yandan İbrahim’e kesilmek üzere koyun verirken, bunu, yoksullara yardım olsun diye vermiş değildir.Sırf “fidye” olarak vermiştir. “Fidye” deyimi ise, “kurtulma karşılı-ğında verilen bir şey” anlamına gelir. Oysa ortada, İbrahim’in kurtulmak ihtiyacında olduğu bir günah yok-tur. Bütün bunlar bir yana, Tanrı’nın İbrahim’i denemek için bu yollara baş-vurması da pek anlaşılır gibi değil! Çünkü, eğer Tanrı, her gizli şeyi bilen

Page 55: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 55 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

bir “yaratan” ise, kullarının yaptıkla-rından ve yapacaklarından haberli ise, o halde İbrahim’i denemek niye? Nasıl olsa onun ne şekilde hareket edeceğini zaten biliyor değil miydi?

Öte yandan eğer Tanrı kan akıtma amacına dayalı kurbandan hoşlanmasa ve kurban denen şeyi sadece yoksulun korunması amacına bağlamış olsay-dı bunu açıkça belli etmez miydi? Şu durumda bizim mollalarımızın kalkıp da, “Yoksulun korunması başka bir şey vermekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih edin” demelerin-de anlam olur mu? Bunu söylemekle Kur’an’ ters düşmüş olmuyorlar mı? Ve Tanrı’yı, hani sanki amacını açık-layamamış da, onların bu şekildeki açıklamalarına muhtaçmış gibi bir du-ruma düşürmüş olmuyorlar mı?

Bu vesileyle ekleyelim ki, aradan 1400 geçmesine ve bu 1400 yıl boyunca in-sanlık anlayışında nice gelişmeler gö-rülmesine rağmen, İslam ülkelerinde hala, İbrahim’in yukarıdaki davranı-şına özlem duyup, oğullarının boğa-zını kesmek isteyenler vardır. Bunun utanç verici bir örneğine, bundan 30 ,40 yıl kadar önce Türkiye’de rastlan-mıştır. Askerden kaçmak isteyen bir kişi, eğer bu mükellefiyetten şu ya da bu şekilde kurtulacak olursa, Mızrap adındaki oğlunu kurban etmeye ka-rar vermiş, gerçekten de askerlikten kurtulur kurtulmaz oğlunun boğazını ekmek bıçağıyla kesmiştir. Olay orta-ya çıktığında savcılık işe el atmış ve dava sonucunda bu kişi layık olduğu cezaya mahkûm olmuştur. Ne esef vericidir ki, o zamanın yargıtayı, söz konusu cinayetin “dinsel inançlar” et-kisiyle işlenmiş olduğunu, dolayısıyla bu inançların “cezayı hafifletici sebep” (“esbabı muhaffefe”) olması gerektiği-ni bildirerek mahkeme kararını boz-muştur. Olay adalet tarihimizde “Mız-rap Çocuk” olayı olarak yer almıştır.

2) Tanrı’ya İbadet Türü Olarak Kurbanla İlgili Ayetlerden Diğer Bazı Örnekler

Yukarıda gördüklerimizden başka, Kur’an’da, kurban kesiminin “ibadet”

türü olduğunu kanıtlayan hükümler vardır ki, hepsinde amaç Tanrı’ya tes-limiyetin, Tanrı’ya bağlılığın ifadesi olarak yer alır. Hani sanki Tanrı, kendi yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlaya-bilmek için hayvan boğazlatarak kan akıttırma yollarını seçmişe benzer. Bazı örnekler şöyle:

1- Hac Suresi’ndeki Hükümlere Göre Kurban Kesimi Ameliyesi, Tanrı’yı Yüceltmek İçin İbadet An-lamını Taşıyor; Bu Nedenle Kurban Keserken Tanrı’nın Adının Anılma-sı Gerekiyor (Hac Suresi, Ayet 36)

Hac Suresi’nin 35, 36. ve 37. ayetlerin-den anlamaktayız ki, kurban kesimin-deki asıl amaç, Tanrı’yı yüceltmek ve ona şükürler etmektir; bu bakımdan kurban ameliyesi Tanrı’ya ibadettir. Her ne kadar Kur’an, kesilen hayvan-ların yiyecek işini görmesini, isteyen ve istemeyene verilmesini emretmekle beraber, hayvan ve kurban kesimin-deki asıl amacın, yoksulu doyurmak değil, Tanrı’yı yüceltmek olduğunu bildirmekte. Çünkü, güya Tanrı, in-sanlara doğru yolu göstermiştir ve işte bu iyiliğinin karşılığı olarak insanlar-dan kendisine şükretmelerini, kendisi-ni yüceltmelerini beklemektedir.Bunu yapabilmeleri için de, hayvanları (de-veleri, sığırları) insanların buyruğuna vermiştir ki, bu hayvanları kessinler de ibadetlerini yerine getirebilsinler!

Ve kullarından kurban kesmeleri-ni isterken, Tanrı, bu hayvanların ne etlerinin ne de kanlarının kendisine ulaşmayacağını söyler; daha başka bir deyimle kurban kesiminin kendisi için maddi bir çıkar sağlamadığını, sadece kendisini yüceltici bir ibadet olduğunu anlatmak ister. Yani kurban kesimin-de Tanrı’nın güttüğü amaç kendisinin ibadet yoluyla yüceltilmesini, kendi-sine şükredilmesini sağlamaktır. Bu-nun böyle olduğunun iyice anlaşılması için, kurban keserken, hayvanın ön ayaklarının bağlanması ve Tanrı’nın adının anılması gerekir (Hac Suresi, ayet 35,36). Daha başka bir deyimle kurban kesimi ameliyesi Tanrı’ya ya-pılan ibadetin ta kendisidir. Bu konu, Hac Suresi’nde şöyle belirtiliyor:

“İşte kurbanlık gövdeli hayvanları, deve ve sığırları, Allah’ın size olan nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayakları bağlı hal-de keserken üzerlerine Allah’ın adı-nı anın. Kesilince onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şük-redersiniz diye onları böylece .sizin buyruğunuza verdik. Bu hayvan-ların ne etleri ne de kanlan Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin ona yaptığınız ibadet-tir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böy-lece sizin buyruğunuza vermiştir...” (Hac Suresi, ayet 36,37)

Görülüyor ki, kurban kesimindeki amaç, yoksulu doyurmak değil; asıl amaç Tanrı’yı yüceltmek, Tanrı’ya şükretmek. Daha başka bir deyimle, Tanrı, sırf kendisini yüceltilsinler, kendisine şükretsinler diye kullarına kurbanlık hayvanları, develeri, sığır-ları vermiştir. Ve verirken de istemiştir ki, bu hayvanlar, ayaklan bağlı olarak ve “Tanrı” adı anılarak boğazlansın, kanlan akıtılsın; yani kurban kesimi işi, Tanrı’ya ibadetin bir ifadesi olsun.

2-Tanrı, Vermiş Olduğu Nimet Kar-şılığı Olarak, Kendisi için Namaz Kılınmasını ve Kurban Kesilmesini Emrediyor (Kevser Suresi, Ayet 12)

Biraz önce gördük ki, Kur’an’da Hac Suresi’nde, kurban kesimi ameliyesi, Tanrıyı yüceltmek, Tanrı’ya şükret-mek amacına yönelik bir ibadet ola-rak belirtilmiştir. Aynı şey Kevser Suresi’nde de tekrarlanmakta. Fakat orada Tanrı’nın Muhammed’e hitabı olarak şöyle yer almaktadır:

“(Ey Muhammed.’) Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk (namaz kıl)et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet 1)

3- Görüldüğü gibi, ayete göre Tan-rı, Muhammed’e hitap etmektedir; ona “Kevser”i verdiğini bildirmek-te ve verdiği bu nimet karşılığında Muhammed’den, kendisine namaz

Page 56: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 56 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

kılmasını ve kurban kesmesini iste-mektedir.

Burada geçen “Kevser” sözcüğü, esas itibariyle “çokluk” anlamındadır ve yorumcular bunu “çok büyük nimet” olarak ya da “cennetteki bir havuz” ya da “cerınetin bütün ırmaklarının kaynağı olan bir nehir” şeklinde ta-nımlarlar. Şimdi sorulacaktır: Neden acaba Tanrı, Muhammed’e böylesine büyük bir nimet (“Kevser”) vermiş-tir, verdiği bu nimet karşılığında on-dan namaz kılmasını ve kurban kes-mesini istemektedir? Sorunun İslam kaynaklarına göre karşılığı şöyledir: Muhammed’in, Mekke’deyken ilk ka-rısı Hatice’den dört kızı ve iki (bazı rivayete göre dört) oğlu olmuş, fakat oğlan çocukların hepsi de küçücük yaşlarda ölmüşlerdir.

Her ne kadar Muhammed Tanrı’ya, oğlan çocuk vermesi için yalvar ya-kar olmuşsa da, bir türlü oğlan çocuk edinememiştir. Medine’ye geçtikten sonra Marya adındaki cariyesinden bir oğlu olmuş ve ona İbrahim adını koy-muş, fakat az geçmeden İbrahim de hastalanarak ölmüştür. Kendi neslini sürdürecek bir oğlan edinemediği için olağanüstü üzülürken, bir de çevresin-deki kişilerin kendisi hakkında “eb-ter” (nesli kesik) diye konuştuklarını görünce yukarıdaki ayetleri Kur’an’a koymuştur. Yani anlatmak istemiştir ki, Tanrı, oğlan çocuk yerine kendisi-ne, büyük bir nimet olmak üzere “Kev-ser” vaat etmiştir. Bunun karşılığında da, kendisinden namaz kılmasını ve kurban kesmesini istemiştir. Çünkü, “namaz”, kalp, dil ve bedenle yapı-lan şükrün kendisi olarak önemli bir ibadet türüdür. Her ne kadar namaz, “ibadetin başı” ya da “bütün ibadetle-rin ruhu” ve. “dinin temeli” sayılırsa da, sadece namaz yollu ibadet yeterli değildir.

Tanrı’yı hoşnut etmek için namaz kıl-maktan başka kurban keserek de iba-det edilmelidir; kurban kesmek, biraz önce değindiğimiz gibi yorumculara göre, zekat ve sadaka vermekten daha fazla fedakarlık ifade eden bir iba-dettir. Bu “fedakarlık” sadece mali

bakımdan değil, sembolik anlamda kan akıtma bakımından da söz konu-sudur. Şu nedenle ki, vaktiyle İbrahim “Peygamber”, Tanrı’ya bağlılığını ka-nıtlamak için en büyük bir fedakar-lık olarak kendi öz oğlunun boğazla-yıp, kanını akıtmaya hazır olduğunu Tanrı’ya anlatmıştı. Onun böylesine büyük bir fedakarlıkta bulunacağı-nı anladığı içindir ki, Tanrı ona ko-yun göndermiş ve oğlu yerine koyun keserek bu işi görmesini bildirmişti. Bundan dolayıdır ki, kurban kesimi, büyük bir fedakarlığın ifadesi olmak üzere, en büyük bir ibadet türü sayılır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur’an’a göre Tanrı, kendisine “tefek-kür” anlamına gelen ve sırf yüceltilsin diye kendisi için kurban kesilmesini emrediyor. Daha başka bir deyimle, yoksullara yardım amacıyla değil, asıl kendisine ibadet edilerek mirınettarlık gösterilsin diye kurban kestiriyor.

4- Tanrı, Ateşin Yiyeceği Bir Kur-ban Getirmedikçe Hiçbir Peygam-bere İnanılmamasını Emretmiş (Ali İmran Suresi, Ayet 183)

“Kurban” öğesinin “peygamberliğin” bir işareti olduğuna ve “ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe” hiçbir peygambere inanmamak gerek-tiğine dair Kur’an’da, şöyle bir ayet vardır:

“... ‘Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir pey-gambere inanmamak üzere Allah bize ahit verdi’ diyenlere, sen. Ey Muhammed de ki, ‘Benden önceki peygamberler size belgeler ve dedi-ğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?’...” (Ali İmran Suresi, ayet 18.) Bu ayeti Muhammed, Medine’de-

ki Yahudilerin kendisini “peygam-ber” olarak kabul etmemek amacıyla, “Doğrusu ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inan-mamak üzere Allah bize ahit verdi...” şeklindeki iddialarını çürütmek için koymuştur. İslam kaynaklarına göre hikaye şöyle: Medine’deki Yahudi-lerin önemli kişilerinden bazıları ki aralarında Ka’b İbni Eşref, Malik İbn Sayf, Vehb İbn Yahuza, Zeyd İbn Manuh, Finhas İbn Azura, Huyey İbn Ahtab gibi kişiler bulunmaktaydıgelip Muhammed’e şöyle derler:

“Sen, (Tanrı’nın) seni bize bir Resul olarak gönderdiğini ve sana bir kitap (indirdiğini) iddia ediyorsun. Halbuki Allah bize, Allah tarafından gönderil-diğini iddia eden bir Resul bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe ken-disine iman etmemekliğimize dair ahit vermiş, yani böyle (emreylemişti). Do-layısıyla, sen böyle bir mucizeyi gös-terirsen seni tasdik ederiz.”

Yani anlatmak isterler ki, gökyüzün-den inen bir ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe, Muhammed’i “peygamber” olarak kabul etmeye-ceklerdir. Onların bu sözleri üzerine Muhammed, istenilen mucizeyi gös-teremeyeceğini bildiği için, Tanrı’nın yukarıdaki ayeti indirdiğini ve bunun-la şunu anlatmak istediğini söyler:

“Muhammed' den önce size, o söy-lediğiniz kurban ve nar mucizesiyie peygamberler geldi. Bunlar arasında Zekeriyya, Yahya ve diğer İsrail pey-gamberleri vardı. Fakat, siz onları öldürdünüz. Eğer siz, sözünüzün de-laleti veçhiyle, ‘Bu kurban mucizesi gösterilirse iman edeceğiz’ demekte sadık ve ciddiyseniz, o peygamberle-ri niçin katlettiniz. Yani sizin ecda-dınız onları katlettikleri gibi siz de bugün hala onların düşündüğü gibi düşünüyorsunuz. Onların işledikleri bu cinayetleri hala onaylıyorsunuz. O peygamberlere iman etmiyor ve o ci-nayetlerden tevbekar olmuyorsunuz. Oysa Muhammed’e iman etmek için, bütün bu peygamberlere iman etmek şarttır. Siz onları tasdik etmeden ve o günahları tevbe etmeden Muhammed’i

Page 57: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 57 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

onaylamış olamazsınız. Ve mademki onlar kurban mucizesini de göster-dikleri halde hala iman etmiyorsunuz, o halde muhakkaktır ki, bugün talep ettiğiniz bu mucizeye yine iman et-meyeceksiniz. Dolayısıyla, ahit dava-nız iftira olduğu gibi, bu talebiniz de yalandandır. Bu iftirayı onaylayacak nitelikte bir mucize olamaz... “

Dikkat edileceği gibi Muhammed’in söylemesine göre “kurban mucizesi”, daha önce İsrailoğullan’na gönderil-miş olan peygamberlerin “peygamber-lik” belirtisi olduğu halde, Yahudiler bu peygamberler ki Muhammed’e göre hepsi de “Müslüman” olarak gönderil-mişlerdir inanmamışlardır, hatta on-ları öldürmüşlerdir. Şu durumda eğer kendisi de “kurban” mucizesi göster-miş olsa Yahudiler ona inanmayacak-lardır.

5- Allah’a Karşı “Hac ve Umre” Şeklindeki ibadetin, Kurban Kes-mek Şeklinde Yerine Getirilmesi

(Bakara Suresi, Ayet J96) Kur’an’ın bildirmesine göre, Mekke’deki Kabe, “insanlar için ilk kurulan” ve insanla-ra “doğru yolu gösteren ev”dir, orada Müslümanların ilki olan İbrahim’in makamı vardır ve Kabe’yi “hac” bi-çiminde ziyaret Tanrı’nın insanlar üzerindeki hakkıdır (Ali İmran Sure-si, ayet 95 97). Ve bu hakkını Tanrı. İbrahim’e yaptığı şu çağrıyla belli et-miş, şöyle demiştir:

“(Ey İbrahim!)... insanları hacca çağır! Yürüyerek ve arık devele-re binmiş alarak gelirler sana ki, o develer, her bir uzak yoldan kopup gelirler. Kendi yararlarına olanları görsünler. Tanrı’nın kendilerine rı-zık olarak verdiği hayvanların be-lirli günlerdeki kurban edilmeleri sırasında Tanrı ‘nın adını ansınlar. Yiyin bunlardan. Ve güç durumdaki yoksulu da doyurun... “ (Hac Suresi, ayet 26, 29).

Yani Tanrı, Müslüman kullarını Ka-be’deki evine çağırıyor ki, gelsinler de, orada, Tanrı’nın kendileri için yap-tığı iyilikleri anlayıp kendisine şük-

retsinler, kurban kessinler diye. Öyle anlaşılıyor ki Tanrı’nın hakkı, sadece insanlara birtakım nimetler sağlama-sından değil, bir de İbrahim’e, oğlunu kurban edip onun kanını akıtacak yer-de, koyunun kanını akıtma olasılığını sağlamasından doğmuştur. Hani san-ki Tanrı, “Ey insanlar! Ben sizi, bana şükretmeniz için kendi çocuklarınızı kesme zorunluluğundan kurtarıp, hay-van kesme olasılığına kavuşturdum. Bu nedenle sizin üzerinizde bu bakım-dan da hakkım var. Benim adıma kur-ban kesin” der gibidir.

Bu itibarla Kabe’ye hediye edilen kurbanlar, Tanrı’ya şükür anlamında ibadet etmektir (Elmalılı Hamdi Ya-zır, age, c., s.714). Bundan dolayıdır ki, kurbana “hürmet” gerekir (Maide Suresi, ayet 12). Kuşkusuz ki, kesilen kurbanın eti yenecektir. Fakat, kur-ban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’ya şükranda bulunmaktır ki, ibadetin ta kendisidir. Öte yandan hac görevini ya da “küçük hac” denen umreyi (om-reyi) yapmaktan alıkonan kimselerin Kabe’ye kurban hediye etmeleri gere-kir. Yine bunun gibi hastalık vd... gibi nedenlerle hac ziyaretini yerine geti-remeyenler, fidye olarak kurban keser-ler, oruç tutarlar ya da sadaka verirler. Bakara Suresi’nde şöyle yazılıdır:

“Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Alıkonursanız, ko-layınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban, yerine ulaşıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin, içinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak da oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir...” (Bakara Suresi, ayet 196).

Görüldüğü gibi burada kurban kesimi, hac ve umre şeklindeki ibadetin yerine getirilmiş olmasını sağlıyor; yani yok-sula yardım, yoksulu doyurmak için öngörülmüş değil; sadece Tanrı’ya ibadetin şekillerinden biri olarak be-lirtiliyor. Bunun dışında “oruç tut-mak” ya da “sadaka vermek” var ki, bu sonuncusu yoksula yardım öğesini de kapsar nitelikte. Ancak, asıl önemli olan şey kurban kesmektir, yani Tan-

rı için kan akıtmaktır. Fakat, herkesin mali durumu buna yeterli olmadığı için, kurban kesemeyenlere diğer ko-laylıklar sağlanmıştır ki, bu. yoldan Tanrı’ya şükranlıklarını belli etsinler diye.

6- Kabe’ye Kurban Hediye Etmek Yoluyla Tanrı’ya İbadet Usulü (Mai-de Suresi, Ayet 2, 95)

Kurban kesiminin, sosyal yardım-laşmanın bir türü olmasından çok, esas itibariyle kan akıtmak şeklinde Tanrı’ya ibadet olduğunun diğer bir kanıtı, Kabe’ye kurban hediye etmekle ilgili hükümlerdir ki, bunlar arasında Maide Suresi’nin 2. ve 95. ayetleri bu-lunur. Gerçekten de Maide Suresi’nde “kutsal” olarak nitelendirilen bazı şey-ler vardır ki, bunlara “hürmet” edilme-si emredilmiştir. Örneğin, “Tanrı’dan bol nimet ve rıza” dileyerek Beyti Haram’a gelenlere “hürmet” edilmesi gerekir. Fakat, bir de Kabe’ye hediye edilen “kurbanlığa” da “hürmet” gös-terilmesi emredilmiştir: hatta sadece kurbanlığa değil, kurbanlık belirtisi olmak üzere herhangi bir şeyden takı-lan gerdanlıklara da “hürmet”gerekir. Ayet şöyle diyor:

"Ey inananlar!... (Kabe'ye) hediye edilen kurbanlığa, gerdanlıklar ta-kılan hayvanlara, Rablerinden bol nimet ve rıza talep ederek Beyti Haram'a gelenlere sakın hürmetsiz-lik etmeyin.." (Maide Suresi, ayet 2).

Daha başka bir deyimle Kabe'ye he-diye edilen kurbanlık, ibadet aracı olarak "hürmet" edilmeye layık bulun-muş olmaktadır.

Yine Maide Suresi'nde kurban kesi-minin, bazı günahlardan (örneğin, ih-ramlıyken avı öldürmek gibi günahlar-dan) kurtulmak için iş gören bir ibadet yolu olduğunu gösteren bir ayet vardır:

"Ey inananlar! ihramlıyken avı öl-dürmeyin. Sizden bile bile onu öldü-rene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme ya da

Page 58: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 58 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

düşkünlere yemek yedirmek şek-linde keffarei veya yaptığının ağır-lığım tatmak üzere bunlara denk oruç tutmak vardır..." (Maide Sure-si, ayet 95).

Görülüyor ki, ihramlıyken "avı öldü-renler" (eğer bu işi bile bile yapmışlar-sa) günah işlemiş oluyorlar. Günahtan kurtulabilmek için ya düşkünlere ye-mek yerdirmeleri ya oruç tutmaları ya da Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı öde-meleri gerekir. Dikkat edileceği gibi, burada kurban kesimi, yoksulu doyur-mak için öngörülmüş değildir. Çünkü, ayet, yoksulu doyurma işini, günahtan kurtulmanın bir başka yolu olarak belirtmiştir. Ayette geçen "kurban ödeme" deyimi, Tanrı'ya "takdimede" bulunarak günahtan kurtulmayı ön-görmektedir ki, bu da ibadetten başka bir şey değildir.

7- Tanrı, Kendi Yüceliğini ve Güç-lülüğünü Kanıtlamak Amacıyla Musa'nın Kavmine İnek Boğazlatı-yor; Boğazlattığı İneğin Kemiğiyle Ölü Diriltiyor (Bakara Suresi, Ayet 67,73)

Bakara Suresi'nde Musa ve kavmiyle ilgili bir hikaye var ki, Tanrı'nın sığır boğazlatarak ölüleri diriltebilir oldu-ğunu anlatır. Hikayenin özeti şöyledir: Musa bir gün kendi kavminin insan-larına, "Allah muhakkak bir sığır bo-ğazlamanızı buyuruyor" der (Bakara Suresi, ayet 67). Onlar, "Bizi alaya mı alıyorsun?" diyerek önce itiraz ederler. Çünkü, akıllarından Tanrı'nın kendilerinden inek kurban etmelerini isteyebileceği ihtimalini geçiremez-ler.7 Bununla beraber az sonra fikir değiştirirler ve ne cins bir sığır bo-ğazlamaları gerektiğini sorarlar: "(Ey Musa) Rabbine bizim adımıza yal-var da onun (sığırın) mahiyetini bize bildirsin" (Bakara Suresi, ayet 68). Musa'nın sorusu üzerine Tanrı, kesi-lecek sığırın "ne kart, ne körpe, ikisi ortası yaşta, kusursuz, alacalı ve tar-lada fazla kullanılmamış" olmasını is-ter. Tanrı'nın istediğine uygun bir sığır bulunup boğazlanır. Bunun üzerine Tanrı, Musa'nın kavmine hitaben "Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbiri-

nize atmıştınız: oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır" der ve "Sığırın bir parçasıyla ona (ölüye) vurun" diye ekler. Dediği gibi yaparlar ve sığırın bir parçasıyla ölüye vurur-lar; ölü dirilir. Tanrı onlara şöyle der:

"İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayet-lerini gösterir" (Bakara Suresi, ayet 69 ,73).

Kur'an, öldürülen kişinin kim olduğu-nu ve neden Tanrı'nın boğazlattığı bir ineğin parçasının vurulmasıyla ölüyü dirilttiğini açıklamıyor. İslam kaynak-larına göre rivayet şöyledir: Musa'nın kavminden çok zengin bir adam var-mış; bu adamın bir oğlu ve birçok yeğeni bulunuyormuş. Bu yeğenler zengin amcalarının mirasına konmak için onun oğlunu gizlice öldürmüşler, sonra cenazesini kapıya koyup bağı-rıp çağırmaya ve cinayeti onun bunun üzerine atmaya kalkışmışlarmış. Katil bulunamadığı için toplumda fitne çık-mış. Ve işte katili meydana çıkarmak amacıyla Tanrı, Musa'nın kavmine sığır boğazlamalarını ve sonra sığırın bir parçasıyla ölünün üzerine vurma-larını emretmiş imiş.8 Pek güzel, ama bütün bu işler için ineği boğazlatıp kan akıtmak niye? Eğer Tanrı, yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlamak için ölüle-ri diriltebilir olduğunu ortaya koymak istiyor idiyse, mutlaka sığır boğazlatıp onun kemiğiyle ölüye vurdurtması mı gerekirdi? Bu işi sığırı boğazlatmadan ve ölüyü oracıkta canlı duruma getir-mek yoluyla yapamaz mıydı?Her ne olursa olsun, yukarıdaki ko-

nular şu gerçeği ortaya koymaktadır ki, “kurban kesimi”, esas itibariyle yoksula yardım amacına dayalı bir gelenek değildir; bu gelenek, esas itibariyle Tanrı adına girişilebilecek fedakarlıkları ortaya koymak üzere Tanrı adına kan akıtmak, böylece Tanrı’yı hoşnut edip günahlardan kurtulmak gibi bir amaca dayalıdır. Kur’an’daki yeri de bu anlamdadır.

Dipnotlar:

1 Mahiyat fakültelerinden birinde öğ-retim üyeliği yapan bir kişinin, “Kur-ban ‘Kesmek’ ‘ibadet mi?” başlıklı yazısı için bkz. Hürriyet gazetesi, 2 Nisan 1999. 2 Bu alıntı için bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.8. s.6197.3 Turan Dursun, Kur’an Ansiklope-disi, “Kurban” maddesi. Kaynak Ya-yınlan, birinci basım. Ekim J994. c.7, s.307. 4 Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedi-si. “Fidye” maddesi. Kaynak Yayınlan, bilinci basını. Temmuz 1994. c.5, s.l 19 vd.5 Yorumcuların bu konudaki açık-lamaları için bkz. Elmalılı H. Yazır, Hak Dini. Kur’an Dili. Bedir Yayıne-vi, 1993. c.5. s.4063. 6 Elmalılı H. Yazır. age, c.2, s. 1243.Elmalılı H.Yazır, age, c.l.s.381.Elmalılı H. Yazır, age. c.l, s.386 vd; ayrıca bkz.İlhan Arsel, Şeriat'tan Kıssa'lar, Kaynak Yayınları, birinci basım. Temmuz 1996.

Kaynak: http://www.cafrande.org/?p=22687

izmir dikili çandarl arasında deniz köyde BİMEYKO sitesinde deniz manzaralı

304 ada blok 53 de 11. numaralı arsa satılıktır. 378 metrekar %20 - 2,5 kat inşaat

müsadeli tüm altyapısı bitmiş durumda. mustakil tapulu fiyatı 50.000 tl.

http://www.bimeyko.info/[email protected]

tel: 00 49 177 502 88 53

Page 59: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 59 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

HERKESİN SAKLADIĞI SIR: GAYRİMÜSLİM KIZILBAŞ DERSİM! ‘37-‘38 ÖNCESİ “GER-

ÇEK DERSİM”İ GÖRMÜŞ BİR ERMENİ - BİR TÜRK İKİ FARKLI GÖRÜŞ “TEK GERÇEK”

Dersim denildiğinde akla ilk Alevilik gelir. Anadolu Alevisi yani Kızılbaş-ların İslam zulmüne karşı kalesi ol-muştur Dersim. Osmanlı'nın defalarca saldırdğı ama zaptedemediği Dersim, artık Osmanlı zulmünün ve İslam şe-riatının bittiğini sandığı bir zamanda bu seferde T.C. devleti tarafından hile ve yalanlarla soykırıma uğramıştır. Dersim halkı çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden topluca sistematik olarak kat-ledilmiş, Yavuz döneminden sonra en büyük Alevi katliamını yaşamıştır. Dersim halkı ve Alevi önderleri katle-dilmeseydi bugün Alevilik bambaşka bir şekilde anılacaktı. Alevilik başlıba-şına bir din kabul edilecek, İslam'dan bağımsız olduğu apaçık meydanda olacak ve bu sözde laik aslında Türk-İslam cumhuriyeti olan T.C. devleti için kendi ideolojisinin ürünü tarih yazımlarını da yerle bir edecek, hat-ta ülke genelinde sayısı en az 25 mil-

yon olan Alevilerin siyasi tecihlerini bambaşka yönlere götürüp bugün çok farklı bir Türkiye izlemize sebep ola-caktı muhtemelen. 1937-38 öncesinde herkesin bildiği Alevizm dini gerçeği Dersim'i gezme ve yakından inceleme imkanı bulmuş, izlenimlerini de yazı-ya dökmüş buna karşılık birbirine zıt iki dünya görüşünden, iki farklı inanç-tan (hrıstiyan ve müslüman) ve halktan iki insanın farklı dönemlerde (en az 40 yıllık bir ara ile) aktarılmış görüşleri-ni size aktaracağız. Dersim konusunda ikisinin de kesin olarak hemfikir ol-duğu tek nokta Dersimlilerin Alevilik olarak bilinen inançlarının İslam dışı kendine özgü bir din olduğudur.

Ermeni Antranik; Dersim'e ilki 1888, ikincisi ise 1895 yılında olmak üzere iki seyahat yapmıştır. Burada Der-sim'in inancı hakkındaki fikirlerinin sadece özetine değineceğiz daha de-

taylı bilgi için Aras Yayınları'ndan çı-kan "Dersim Seyahatname - Antranik" adlı kitaba bakabilirsiniz.

Dersimlilerin inancı için şöyle diyor-du Antranik: "Dersimlilerin kendine özgü, hiçbir kitaba bağlı kalmadan sözlü olarak aktardıklerı bir dinleri vardır. Ama bu dine ne ad verilir bile-miyoruz. Ne Hristiyan, ne Müslüman ne de Musevi. Hepsinin karışımı; eski ve yeni tüm dinlerin karışımı. Seyitler ve dedelerin din adamı olarak evleri ayrım gözetmeden dolaşıp ziyaret et-mek, ahlak ve dini öğütlerle telkinde bulunmak gibi bir görevleri vardır. Ziyaretleri teselli amaçlı olan seyitler ve dedeler ise, Hristiyan din adamı için İncil ne ise onlar için de ayrılmaz bir yoldaş olan sazlarını alır, evin baş tarafına geçer ve çeşitli geleneksel türküler, ağıtlar, büyük ölçüde de des-tanlar çalıp söylemeye başlarlar. Eğer bütün bunlar toplanmış olsaydı bel-ki Homeros'un destanları gibi önemli şeyler ortaya çıkardı; çünkü söyledik-leri şarkılar genellikle kendi tarihleri üzerinedir ve hemen tümüyle destan-lardan ibarettir. Halk arasında barışı sağlamak dedenin görevidir. Dersimlilerin ruhun tekrar dünyaya geri geldiğine dair sarsılmaz bir inanç-ları vardır. Dersimliler aynı zamanda güneşe, aya, çeşitli parlak yıldızlara (gezegenler), şafağa, günbatımına, ha-vanın çeşitli durumlarına her birine bi-rer anlam yükleyerek huşuyla taparlar. Aynı şekilde ateşe, suya, toprağa, taşa, oduna, bitkiye, ağaca vs. de inanır, ta-pınırlar."

Hasan Reşit Tankut ise devletin birçok kademedelerinde (Muş, Maraş, Hatay ve Mardin milletvekillikleri dahil) ve Türk Dil Kurumu'nda önemli görevler üstlenmiş, fikirlerinden de anlaşılaca-ğı üzere Türk-İslam resmi ideolojisini fanatikçe savunan biridir. 1930'lu yıl-ların başında Dersim'i gezmiş, Der-sim halkının konuştuğu dilden, kültür ve inancına, yaşam şekli ve fiziksel özelliklerine kadar geniş bir araştır-ma yapmış bunları da raporlar halinde devlete sunmuştur. 1937-38 yıllarında yapılan Dersim harekatının arkasında yatan asıl gerçek olan Dersim halkının toplu imhası ve kalanların inançsal, kültürel ve ana dil yönünden tamamen

Page 60: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 60 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

asimilasyonu planında Tankut'un ak-tardığı raporların önemli bir yeri var-dır. Burada kısaca aktaracağımız fikir-lerin detaylarına ulaşmak için Kalan Yayınları'ndan çıkmış "Zazalar Üze-rine Sosyolojik Tetkitler" isimli kitaba başvurabilirsiniz.

Tankut, Dersimlinin inanç felsefesi-ni şöyle özetliyor: "İfadesi muğlak, mütaleası müşkil bu kainatın içinde ben yani insan, hakikat, ayan zahir ve cali olarak bulunuyorum. Binaenaleyh her şeyin üstünde ben varım. Hürme-te, ibadete, ancak ben layıkım. Ve hiç şüphe yok ki Hak münhasıran benim varlığımdır. Buradan itibaren insana tapmak başlıyor. Bilinmeyen noktalara bağlı akıl ipleri baltalanmıştır. Şeriat ve Allah kanunları yoktur. Bir hazret var ki adı dün de insandı bugün de in-san. Bugünkü Zazalar'ın hemen hepsi mahiyeti bundan ibaret bir din taşı-maktadır."

Dersimlilerin dininin İslam'dan ba-ğımsız ayrı bir din olduğunu üstüne basa basa belirtiyor:"Bingöl'den hatta Pasinler'den başla-yarak Sivas içlerine kadar uzanan Za-zalık tamamiyle Alevi'dir. Dersimliler bunlardandır. Görünürde Türkiye'de yalnz Müslümanlık var sayılır. Hal-buki işin içyüzü hiç de öyle değildir. Aleviliği İslam'ın bir mezhebi veyahut bir tarikatı sayanlar, tamamıyle aldan-mışlardır. Rabbülalemin olan İlahi Re-sulullah olan Muhammed'i, kelamullah olan Kur'anı ve hadisleri bulunmasına rağmen Alevilik Müslümanlık değil-dir. Onu Şii'likle karıştırmak da hata olur."

Anadolu'nun farklı yörelerindeki Alevi ve Kızılbaşlardan da bahseden Tan-kut sözlerine aynen şöyle devam eder: "Karşılarındaki Müslümanın kendileri gibi Türk olması ehemmiyete alınmaz. O ne olursa olsun, değil mi ki Müs-lümandır, kendilerinden değildir. Ve Müslümanlık karşısında cephe tutma-ları hem dinlerinin emri hem menfaat-larının icabıdır. Böyle bir hal belirince Dersimli Alevi ile Komanlı Kızılbaş, Adanalı Nuseyri, Ege mıntıkasında-ki Tahtacı, Hafik'teki Hopyarlı derhal birleşebilir. Çünkü düşman birdir ve Müslümanlıktır."

Almanya’da yaşayan duyarlı dostların kendi aralarında yaptıkları bu değerli dayanışmadan 713,00 € 1925,00 tl. toplayıp savaş ma-duru 2 aileye dosteli uzattılar.

Kızılbaş Dergisi GYY. Ali Ülger ile yardımı direk madurlara ulaştırdılar 12 kişiden oluşan 2. aileye elden sunulan bu yardım karınca kaderince sıkıntılarını hafifleteceği için sevindiler.

Yardım sunanlara tek tek şükarnların sunup selamlarını gönderdiler.

Ulaşım ve teslim süresince bize

Suriye iç savaşından İstanbulda Pir Sultan Abdal Dderneği - Cemevine sığınan Aslan Muhammet ile İsmail Ahmer Derimiz Yazarlarından

Erdal Yıldırım ile

zaman ayırıp işleri kolaylaştıran arkadaşımız Erdal Yıldırım ile Dernek Başkanı Fethi beye de teşekür ediyoruz.

1. Louis Akan 50 €2. Serdar Bakir 100 €3. Mustafa Sahin 25 €4. Mediha Toprak 20 €5. Demirel ailesi 60 € 6. Ali Agirgöl 50 €7. Serkan Ersöz 50 €8. Gülsün Erten 50 €9. Gül Ugur 100 €10.Özlem Erol 20 €11.Meryem Tunc 50 €12.Cüneyt Korhan 20 €13.Serpil ve Levent Mete 100 €14.Duygu Eligüzel: 30 €

hor baktık mi karıncaya

kırdık mi kanadını serçenin

vurduk mu karacanın yavrulusunu

ya nasıl kıyarız insana..

(HASAN HÜSEYiN KORKMAZGiL)

Page 61: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 61 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜĞE Mİ, YOK EDİCİLİĞE Mİ?

Ahmet ÖNAL

Bir halk düşünün ki, kendi tarihi topra-ğında “yok” sayılsın!

Bir halk düşünün ki, diğer tüm otokton halklar ile birlikte “varlığı Türk varlığı-na armağan” edilsin!

Bir halk düşünün ki, kendini, kendi ül-kesinin ismi ile anmaktan alıkonulsun!

Bir halk düşünün ki, kendi ulusunun ve aidiyetinin ismini zikir etmekten korkar olsun!

Bir halk düşünün ki, kendi kimliğiyle kendisini andığında, aşağılanma, ha-pishane, işkence ve sürülme ile terbiye edilmiş olsun!

Bir halk düşünün ki, kendisi beş par-çaya bölünsün, beş parçadakiler birbir-lerinden ayrı, bu durumu görüp karşı çıkana da; “bölücü”, “ayrılıkçı”, “terö-rist”, “eşkıya”, “çapulcu”, “hain” vs. ile itham edilsin ve bu itham edilmelere se-siz kalsın!

Bir halk düşünün ki, kendini idare et-meyi arzuladığında; “bu bir isyandır” denilerek sürgünlere ve katliamlara ta-bii tutulsun!

Bir halk düşünün ki, kendi dilini kul-landığında; “Türkçen bozulur!” denile-rek kullanılmaktan men edilsin.

Bir halk düşünün ki, yatılı bölge okul-larına alınan bebelerine yıllarca kışla eğitimi verilerek dillerinde sigara sön-dürülerek, iğne batırılarak, kırbaçla-narak dillerini kullanmayı kendilerine yasaklansın ve tabu kılınsın!

Bir halk düşünün ki, “Türklüğe adapte olsunlar diye, 250.000 insanı Türk ulus devletine kurban eden kendisi ecnebi olmasına rağmen, “ata”, “kurtarıcı” bel-lensin ve kendisini toplumu kurban ede-cek kadar korkuyla kutsatılmaya kalkıl-sın ve buna karşılık buldurtsun!

Bir halk düşünün ki, dini, inancı kendi ülkesel, ulusal inkârında malzeme edil-miş olsun ve “sen alevi isen Türksün” “Türk değilsen yoksun! Yok olursun!” “Müslümanlık Türklüktür” denilsin.

Bir halk düşünün ki, dini inançlarından sebat etmesin diye, Halife Arap, Hali-

fe Osmanlı ve Modern Cumhuriyeti ve laiklik lafzı ile tekçi bir din, tekçi bir zihniyet, faşizan bir güruh ile yaşamı kendisine “cehennem” kılınsın!

Bir halk düşünün ki, şaha, padişaha, pa-şaya tapar duruma getirilerek kendine küfür edene, zulüm edene, zorla sevgi, zorla saygı ve zorla terbiye edilmek su-retiyle adlarına kurban edilecek köleler durumuna getirilsin, sokulsun!

Bir halk düşünün ki, en basit sorunu ba-hane edilerek, iç kavgalar çıkartılarak, birbirlerine kışkırtılarak, özgüvenle-ri yitirilerek kendinden aciz edilsin ve zihnen de sömürgeleştirilerek özgürlü-ğü istemez olsun!

Bir halk düşünün ki, dede hatta babaları Türkçe bilmiyorken, çocukları, torunla-rı onların dilini konuşmasın, nefret et-sin ve “gereksiz dil” olarak “seviyesiz, medeni olmayan dil” ile itham edilsin!

Bir halk düşünün ki, 200 yıl özgürlüğü uğruna mücadele etmiş olmasına rağ-men, ne istediğinden istikrarsızlığa dü-şürülsün.

Bir halk düşünün ki, dünyada ilk savaş uçakları, ilk gazlı bombalar kendile-rinden denenmiş olsun, ancak bu halk kendisine karşı oluşan dünya nizam-namesinden habersiz, tarih bilincinden yoksun, kendisine yabancı, kendini gör-mez, kendisi için eşitliği istemez, iste-nilmez duruma sokulsun!

Bir halk düşünün ki, emperyalistler ta-rafından parçalanıp bölüştürülsün, bunu kabul etmeyip kesintisiz ikiyüz yıllık bir özgürlük mücadelesi geleneğinden kopmamış olsun, ama soykırımcı-sö-

mürgeci rejimden kopmamışlar tarafın-dan da çok ucuzundan “emperyalizmin işbirlikçisi Kürtler” olarak suçlansın, ama yine de onları “dost” müttefik gör-müş olsun!

Bir halk düşünün ki, en dinamik unsur-ları başkasının politik çıkarlarına mal-zeme edilsin!

Bir halk düşünün ki, varlığı elinden alınmış, dilenci, onursuz ve siyasette başkasının kölesi konumuna sokulup piyasada pespaye edilsin ve bağımsız-lığını savunanlara burun büksün, ağız eğmiş olsun!.

Bir halk düşünün ki; gerek ekonomik ve gerekse askeri ve siyasi kıskaca alına-rak yerinden-yurdundan edilip metro-pollere doğru itilmiş ve şu anda gele-cekleri olan çocuklarından dil, gelenek, görenekleri ile ulusal varlıklarından ko-parılmış, adeta çocukları ulusal tarih-lerine karşı yaşamsal olarak köprüleri atmış, Türk egemen sistemi tarafından Türklük kıskacında öğütülürken, kendi-leri tepkisiz ve karın doyurmanın müca-delesinde oyalatılıyor duruma düşürül-müş olsun.

Bir halk düşünün ki, iş-ekmek bulma vaadiyle, onursuzca kimlikleri ellerin-den alınmış duruma sokulsun!

Çok kültürlü, çok aidiyetli, çok dinli bir halk düşünün ki, kimlik ya da kimliği-nin birini (Rayê Heq -Hak yolu- inan-cındakileri Kürdlüğe, Müslümanlığı Kürdlüğe karşı)ulusal kimliğine karşı kullanılıp, birini savunayım derken, di-ğerinden koparılıp dost olmayan proje-lerinde kullanır olsun!

Bir halk düşünün ki, diyalektleri, şivele-ri, ağız farkları ve çok kültürlülüğü zen-ginliğine vesile olan ayrılıkları bahane ederek, “böl yönet” fesatlığına araç edilmek istenmekte ve bundan aleyhine sonuçlar çıkarılabiliniyor olsun!

Bütün bu olumsuz gidişata karşı, canını dişine katarcasına durmak isteyenler de yok değil!

Geçmişi bir tarafa koyarsak, son 30-40 yılık direnişinde 60.000 insanını kay-betti.Kürd toplumu, Köylülükten; Kentli köy-

Page 62: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 62 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

lüler mutuna sokuldu.

Köylüler göçertildi, kaynaklarından beslenmekten alıkonuldu. Savaş mağ-duru Kürtler; çetecilerin, kapkaççıların, kirli ilişkilerin içine çekildiler ve bunun üzerinden aidiyetlerine, kimliklerine bu minvalden de saldırmanın zeminini oluşturmuş oldular.

Kürd aydınları da bu duruma karşı du-rurken kırıldılar.

3.700 Kürd aydını insan göz göre göre Kürdler terbiye edilsin, Kürdlük savu-nulmasın diye ölümlere gönderildi. Ve-dat Aydın, Mühsin Melik, Hasan Deniz, M. Sabri Kızılkan ve diğerleri…

200 yıllık özgürlük mücadelesi bu ru-hun üzerinde şekillendi. Bunu daralt-manın, içeriğinden boşaltmanın anlamı olmamalı!

Bu gidişatta korkaklaşanlar, korkarak karşı çıkanlar oldu.

Kimileri malzeme edildi, Osmanlının oyunlarında bir “peçete mendil-dest-mal” gibi kullanılır oldu!

Kendini inkar ederek; “var olmak” iste-yenler de oldu!

“Ben Kürdüm, ama Kürdçü değilim” di-yenler oldu.

“Ben Kürdüm ancak bağımsız devlet is-temem!” diyenler oldu!

“Ben Türk Kürdüyüm et ve tırnak gibi-yim” diyenler oldu.

“Kürt ve Türk siyam ikizidir, ayrılarak yaşayamazlar!” diyenler oldu.

“Ben Kürdüm ama Türkiyeliyim, Kür-distancı değilim! ” diyenler oldu.

“Ben devlet istemem, sadece Avrupa müktesebatındaki yerel yönetim hakkı istiyorum!” diyenler oldu.

“Ben Kürdüm, sadece barış istiyorum!” diyenler oldu.

“Ben devlet istemem, sadece dilimi isti-yorum!” diyenler oldu,

“Devlet zülüm aracıdır, ben devlet de-ğil, demokrasi istiyorum!” diyenler oldu.

“Ben bölücü değilim, konfederasyon, federasyon istiyorum, ancak benim iste-diğim federasyon bağımsızlığa, ayrılık-

çılığa, bölücülüğe yol vermez, gitmez-gitmemeli!” diyenler oldu.

“Globalizm çağıdır, devlet tarih olmuş-tur, devlet zihniyeti gericiliktir. Ben sadece kimliğimi istiyorum!” diyenler oldu.

“Dünya’da 206 devlet var. Dünya mut-suz. Ben bu devletli mutsuzluğa dahil olamam!” diyenler oldu.

Görmezler ki, devleti olmayan halklar, kendini yönetmeyen halklar, yok ol-makla yüzyüze kalıyor, zülüm ve esaret altında inliyor!

Özgürlüğün aracı olan devlet ile soykı-rımın aracı olan devletleşmeleri birbiri-ne karıştıracak kadar aymazlaşan Kürt-ler de yok değil!

Dünyada 40 bin, 70 bin, 100 bin ya da bir milyonun altındaki nüfusları ile on-larca devletleşen halklar varken, 45-50 milyon nüfusları ve geniş verimli ülke-leriyle Kürdlerin kendilerini yönetecek “Devletleri olmasın!” demek de “de-mokrasi” oluyormuş! Peh!!!

Kürdler, şartları oluşmuşken, bağım-sızlığa yönelemeyip, sömürgecilerin “demokrasicilik paketleri” ile oyala-narak ve onları reddedip, aynı kulvar-da boğuşmayı da mücadele sanıyorlar. Gemini sömürgecilerin eline vererek yol almak akıl işi değildir, burada vefa olmadığı gibi, özgürlük de yoktur ve huzur da çıkmaz!

Artık görülsün ki; bizi yeniden doğrul-tacak, tedavi edecek, özgürlüğümüze taşıyacak, sömürgeciliği tamamen tas-fiye edecek, üzerimizdeki ölü toprağını kaldıracak, özgüvenimizi sağlayacak, dünya milletleri ile eşit kılacak, iç kav-galarımız yerine gerçek sevgimizi ve saygımızı yeniden yeşertecek, aklımı-zı kendimiz için kullandırtacak, dün-ya ile barış içerisinde yaşamımızı inşa etmemizin aracı olacak, tüm inkar ve imha, yanı yüzyıllara dayalı soykırım politikasını tasfiye edecek, insanımızı sömürgeciliğin dayattığı açlıktan, sür-günden, sefaletten, kölelikten, dilenci-likten, sevgisizlikten çıkartacak, onurlu ve şahsiyetli kılacak bağımsızlık ruhu-dur ve bağımsızlıktır.

Tüm geçmiş geleneklerden gelen ba-ğımsızlıkçıların eksikleri yanlışları vardı, ama tamamı bağımsızlık aşkına tutkundu, esası özgürlük, ulusal kurtu-luş demekti. Bu ruh bugün de ölmemiş-tir, yeni bir formatla dirilmenin/dirilt-menin zamanıdır.

Artık köylü küskünlüğünde inatlaşma-nın zamanı değildir, Kürdistan’da Kürt barışını sağlamanın, diğer halklarla hak taleplerini dinleyerek helalleşmenin ve huzur içinde istikrarlı yaşamı inşa et-menin zamanıdır.

Artık Türkiye için demokrasi değil, Kürdistan için demokrasiyi sağlamanın zamanıdır.

Artık Türkiye için Anayasalar düzen-lemek Kürdün işi değil, Kürdistan için anayasa yapmanın zamanıdır.

Artık Türkiye Meclisine gidip tepişmek zamanı değil, Kürdistan meclisinde hiz-met vermenin zamanıdır.

Artık Türkiye’nin işgal ettiği toprakla-rı bütünlük içinde Ankara’ya bağlamak için değil, her halkın kendisinin birliği-ni sağlayacağı programları inşa etme-nin zamanıdır.

Artık birbirimize karşı egemen olmak için değil, birlik içerisinde sömürgeci egemenliği kırmanın ve özgürleşmenin zamanıdır.

Artık birbirimizle değil, soykırımı ber-taraf edip, sömürgeci-işgalci zincirleri-mizden kurtularak, dünya ile insanlığın gelişmesi için rekabet etmenin zamanı-dır.

Artık, sömürgecinin telkinleri ve siya-seti ile değil, kendi olgularımızla, doğ-rularımızla, özgür geleceğimizi aklı-mızla, insani değerlerimizle düşünerek yol almanın zamanıdır.

Ubeydullah Nehri Geleneği, Hoybun Geleneği, Azadi Geleneği, Alîşêr, Dr. Şıvan, Faik Bucak, Yad Çewligij, Maz-lum Doğan, Necmettin Büyükkaya, Hü-seyin Şen, Necla Baksi, Mehmet Hayri Durmuş, Hüseyin Morsümbül, Zekiye Alkan, Vedat Aydın, Mahsun Korkmaz vs. binlerce şehidin özleminde buluşul-manın zamanıdır.

Onların direnişindeki ruhta; yeniden var olmanın zamanıdır.

Onların dirilişindeki; özgürlük özlemi-ni dillendirmenin zamanıdır.

Onların dirilişinde; Türkiyelileşmek için değil, Kürdistanileşmek vardı. Bu tarih bilincini kırdırtmamanın zamanı-dır.

Onların temel ve ortak şiarları çok doğ-ru olarak ‘Bağımsız Birleşik ve Demok-ratik Kürdistan’ idi. Bu doğrultuyu inat-

Page 63: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 63 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

la sürdürmenin zamanıdır.

Bu şiara sırt dönüp gidenler, onlara göre yurtsever değildi ve bunu hatırlatmanın zamanıdır.

Kürdistanlılar; onların yurtsever, in-sansever, özgürlüksever duyumları ile direnişlerini duymazlıktan, bilmezlik-ten gelenlere karşı onların haykırışları-nı dillendirmenin, hatırlatmanın zama-nıdır.

Şimdi sokaklarda “Şehid Namırın” diye bağırılıyor!

Bu şahadete erişenlerin bağırdıkları-nı görmezden gelerek, onları anmanın mümkün olmadığını bilmenin zamanı-dır.

Bu zamanı kaçırdığınızda bir daha ya-kalamanız güçleşecektir.

Bu zamanı kaçırdığınızda dejenere olur, değerlerinizi kaybeder, bedellerinizi al-mamış, hedeflerinize varmamış olacak-sınız!

Geldiğimiz aşamada gelip geçen ikili kervanın yol ayırımındayız!

Kürd Ulusunun ve Kürdistan’ın Bağım-sızlık ve özgürlük mücadelesi kervanı-na mı?

Soykırımcı ve Sömürgeci yok edicilere tabi olan kervana mı katılacaksınız!?

Ya insani duruş ya da zulmün karşısın-da sesiz kalmak!?

Tercih sizin!!!

Dem ev deme, devir ev devr e, zeman ev zeman e, roj ev roj e!.

An serxwebûn, an neman!

SARESUR

Sait Çiya

Bextê mao, sare u çımunê ma serCor ra adır vora hardê dewreṣi serCem guret, sema ṣime, nêṣime cae

Mırodê mao, rew ra kotime rae

Munzur berzo, Murad xoriyoDerd u dezê maê rezê kotê têzerre

İqrar do, sond werdo, nêcerenime raRawa mawa, kam ke cereno ra va racero

Munzur berbeno, Fırat hêrsınoGoni rıṣiye, coka sarê ma suroVêsnai, ma re nıka adıro suro

Dore mao, kam se vano va vazo

Asmeno kheweo ma seroHardo dewreso, comerdo

Nono germiyo xonçaê ma seroEmegê mao, kam ke yeno va bêro...........................................................

Çemê Çewres Çımei

Sait Çiya

Kounê to de roṣt u sewla tijiHardê to de gul u vılıkê rengıniDormê to de hazar u ju candei

Çewres çımei de, çewres dermani

Çırrena, sewdau cena xo zerre sonaVêrena ra sona, qomê xo re can dana

Verdina de, phelê to huyınê, kılamu vanaÇewres çımei de, çewres tham u vengi

Dısmeni re saredezo, ma re anoroÇewres namê xo esto, ju ki MunzuroZonenê, thılsımê weṣia ma to de ro

Çewres çımei de, çewres perṣ u cuabi

Dormê ma de dêṣi nay ro, zonê ma gıredayiTo ver de bendi nanê ro, perr u paê to bırnayiFermanê merdene vetê, gavarê to xeneknayi

Çewres çımei de, çewres khul u dırbeti

Ma xatırê wayırê xo sane, meherediyeDem u dewran vêreno ra, waxtê herediṣ niyoRıçiki ke mebe pelgi nêroyınê, bıngê ma juyo

Çewres çımei de, çewres rae u rêçi

Mevınde, bendu bırızne, xo ser ra soSo, derdê ma dina homete pêhesno

Xızır ra nêgaro, qom pay rao, kes metersoÇewres çımei de, çewres mom u çılei

Page 64: kızılbaş - kizilbas.biz Kizilbas 31.pdf · İlhan Arsel bacaklarını kestiler! ip atıp boğdular sonra da boğazını kestiler işkencedir! - cinayettir! kızılbaş - sayfa

kızılbaş - sayfa 64 - sayı 31 - Ekim 2013 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53

“Was koka xo ser vezino Teyri zoné xo ser vaneno kamke aslé xo inkar keno tozıke erzeno raa xo sono”

Her ot kökü üzerinde biter Her kuş kendi diliyle öter

Her kim ki aslını gizlerİzini kaybeder öyle gider

Bir bakarsın gözlerine vurulmuşum bir akşam güneşi

son dansını ederken gözlerinin ışıltısında.

Vurulmuşum gözlerıne senin içinde olmadığın

bir kavgada bir sokak ortasında.

Kaskatı sen kesilmişimdir. Bir bakarsın

seni sevmişim yıkılıp düştügümde, yıkıp bütün tabularımı,

otoritelerin kırmızı çizgilerine ve senin ansızın çekip gitmelerine inat.

Ellerinden uçurup bütün beyaz güvercinleri, bir bakarsın bir sabah, ülkeme barıs gelmiştir

kahvaltı soframda taze ekmek kokusu gibi, bir bakarsın sevgilim yüregimde bir sevda

yeniden sevmişimdir senin ansızin çekıp gitmelerine inat..

-cana can-

Bülbül, Havalanmış Yüksekten Uçar

Bülbül havalanmış yüksekten uçar; Has bahça içinde gülüm var, deyi.

Seni seven yiğit serinden geçer, Güzeller içinde yarim var, deyi.

Ben seni severim, sen de sev beni. Mevla m bir karada koymaz insanı.

Elbet, bir gün olur, ararsın beni; Şurda bir divane yarim var, deyi.

Ben, seni severim can ile candan; Mevlam ayırmasın sevdiğim benden,

Canım esirgemem vallahi senden, Götür sat pazara, kölem var, deyi.

Karac oğlan söyler: kaşı karadan, Hiçab perdesini kaldır aradan,

Seni, beni bir Mevla dır yaradan, Büyüklenme, hey kız, güzelim deyi.

-Karacaoğlan-

ey! şems-i tebrizi biçareyim ergahında, heyhat.bir sevda narına düştüm harab-halim bedbaht.

çaki-sinemi deldi o yarin çeşmi-siyahı,buhran buhran,yürek pare yürek nar..

ey! ciziri sığınmışım kalmine kelamınabir şox u şeng eyle, şad olsun enkaz yüreğim.

o derman-i cananın, başak başak zülüfleri,dökülsün boncuk boncuk fersiz bakışlarıma.

ey! cani canan bir arz-ı endam eyleaşkına meşk olayımya gel ol cananım

ya da gel al canımı...-aram ararat-