komünist 340

20
Metin Çulhaoğlu, konuya teorik ve güncel siyasi boyutlarıyla yaklaşıyor. AKP İÇERİDEN ÇATLAR MI? SAYFA 10 KOMÜNİST KOMÜNİST “Birinci Cumhuriyet’in yıkılması ve kinci Cumhuriyet’in kurulmasının, maddi, nesnel bir olgu olduğu açıklık kazanmaktadır. Ancak bu açıklık, sosyalizmin bu durumun sonuçlarını değerlendirebilmesi, yeni rejimin biricik alternatifi olma imkanını realize edebilmesi halinde bir anlam taşıyacaktır.” İKİNCİ CUMHURİYET Kavramı biz mi uydurduk, yoksa birincisinin tasfiye olduğu ve yerine ikincisinin geçtiği gerçekliğin ta kendisi mi? Aydemir Güler yazdı. EŞİTLİK ve ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN YAYINIDIR 6 OCAK 2012 SAYI 340 FİYATI: 3 TL SAYFA 4 SAYFA 12 TKP, Aralık başında Barış ve Demokrasi Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleriyle Meclis gruplarına bir mektup yolladı. Mektupta Türkiye’de hukuk alanındaki gelişmelere dikkat çekiliyor, siyaset alanının daraltıldığına işaret ediliyor ve bu gelişmelere parçalı yaklaşılmaması çağrısı yapılıyordu. TÜRK-İŞ GENEL KuRuLu’NuN ARDINDAN “şçiden çok sermayeye ve onun temsilcisi hükümetlere yakın duran Türk- ş’in pozisyonunun değişmesi, ancak ve ancak ülkemizde sendikal alanın temel referanslarını değiştirecek bir yeni siyasal süreç ile mümkündür.” Alevilik okumaları... Bir kez daha yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanan Alevilikle ilgili hangi kitaplar öne çıkıyor? SAYFA 14 SAYFA 6-7 TKP NE DEMEK İSTEDİ? BDP ve CHP’ye mektup

Upload: tkpnin-sesi

Post on 25-Mar-2016

226 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Komünist, 1 Ocak 2012

TRANSCRIPT

Page 1: Komünist 340

Metin Çulhaoğlu, konuya teorik ve güncel siyasi boyutlarıyla yaklaşıyor.

AKP İÇERİDEN ÇATLAR MI?SAYFA 10KOMÜNİSTKOMÜNİST

“Birinci Cumhuriyet’in yıkılması ve Ikinci Cumhuriyet’in kurulmasının, maddi, nesnel bir olgu olduğu açıklık kazanmaktadır. Ancak bu açıklık, sosyalizmin bu durumun sonuçlarını değerlendirebilmesi, yeni rejimin biricik alternatifi olma imkanını realize edebilmesi halinde bir anlam taşıyacaktır.”

İKİNCİ CUMHURİYET Kavramı biz mi uydurduk, yoksa birincisinin tasfiye olduğu ve yerine ikincisinin geçtiği gerçekliğin ta kendisi mi? Aydemir Güler yazdı.

EŞİTLİK ve ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN YAYINIDIR 6 OCAK 2012 SAYI 340 FİYATI: 3 TL

SAYFA 4

SAYFA 12

TKP, Aralık başında Barış ve Demokrasi Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleriyle Meclis gruplarına bir mektup yolladı. Mektupta Türkiye’de hukuk alanındaki gelişmelere dikkat çekiliyor, siyaset alanının daraltıldığına işaret ediliyor ve bu gelişmelere parçalı yaklaşılmaması çağrısı yapılıyordu.

TÜRK-İŞ GENEL KuRuLu’NuN ARDINDAN“Işçiden çok sermayeye ve onun temsilcisi hükümetlere yakın duran Türk- Iş’in pozisyonunun değişmesi, ancak ve ancak ülkemizde sendikal alanın temel referanslarını değiştirecek bir yeni siyasal süreç ile mümkündür.”

Alevilik okumaları...Bir kez daha yoğun bir biçimde tartışılmaya başlanan Alevilikle ilgili hangi kitaplar öne çıkıyor?

SAYFA 14SAYFA 6-7

TKP NE DEMEK İSTEDİ?

BDP ve CHP’ye mektup

Page 2: Komünist 340

PANO 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST2

Sahibi: Mehmet Yavuzkan Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Hetem AyazAdres: Osmanağa Mah. Serasker Cad. No: 104/6 Kadıköy Istanbul Tel: 0216 346 95 92 Baskı: Kayhan Matbaacılık Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244 Zeytinburnu KOMÜNİST

HAFTALIK TÜRKÇE DERGI - 2011YEREL SÜRELI YAYIN

www.tkp.org.tr e-posta: [email protected]

KOMÜNİST HAFTALIK OLuNCA...

GELENEK YENİ SAYISIYLA OKuRLA BuLuŞTu

SOSYALİSTLERİN MECLİSİ 28 OCAK’TA TOPLANIYOR

Dört sayı aylık yayınlandıktan sonra haftalık çıkartılması kararlaş-tırılan Komünist her hafta cuma günleri okurla buluşacak. TKP’nin parti örgütleri tarafından dağıtılacak gazete aynı zamanda birçok kitapçı ve bayide bulunacak. Bunun yanı sıra, parti örgütleri hafta-nın bütün günleri meydan satışlarıyla Komünist’i yeni okurlarlarla buluşturmayı hedefliyorlar. Komünist okurlar tarafından olumlu eleştiri alan aylık Komünist’in birçok özelliğini korurken, daha dina-mik bir yayın haline gelecek. Umuyoruz, haftalık Komünist, beklenti ve ihtiyaçları karşılar, beğeni daha fazla okur anlamına gelir.

Uzun bir aradan sonra Gelenek, internet ortamın-da yeniden okur karşısında. Geçtiğimiz yıl Ocak ve Mart aylarında yayınlanan iki sayının ardından Marksist-Leninist Araştırmalar Merkezi’nin yeniden yapılandırılma çalışmaları nedeniyle hazırlanması-na ara verilen Gelenek bundan böyle yine MLAM tarafından ve aylık olarak yayınlanacak. Yılda iki kez Gelenek’te yayınlanan yazılardan oluşan seçkinin basılması planlanıyor. Gelenek’in bu ay çıkan 114. sayısında Birinci Cumhuriyet’in çözülüşü üzerine Aşkın Süzük, Can Soyer, Funda Hulagü, Gülay Din-çel, Kemal Okuyan ve Neslişah Başaran’ın yazıları yer alıyor. Dergide aynı zamanda TKP’nin Dünya Komünist ve İşçi Partileri toplantısında dağıttığı ve Arap dünyasında yaşanan gelişmelere ilişkin değer-lendirmeleri içeren broşür de okunabilir. Gelenek’e [email protected] adresinden ulaşılabilir.

29 OCAK İÇİN DAvETİYELER HAZIR29 Ocak’ta Ankara’da Arena Spor Salonu’nda gerçekleşecek “Sosyalizm Kazanacak” etkinliğinin davetiyeleri dağıtılmaya başlandı. Saat 16’da başlayacak olan etkinliğe partili ve parti dostu sanatçıların yanı sıra, Yunanistan, Portekiz, Suriye komünist partilerinden yöneticiler katılacak. TKP adına da önümüzdeki döneme ilişkin önemli açıklamaların yapılacağı etkinliğe büyük katılım bekleniyor.

TKP’nin çağrısıyla kurulan Sosyalistlerin Meclisi, üçüncü toplantısını 28 Ocak Cumartesi günü yapıyor. Yüzü aşkın aydının yer aldığı Sosyalistlerin Meclisi toplantısında gündemdeki siyasal başlıkların yanı sıra, Meclis’in faaliyetlerini ve üretimini daha geniş kesimlere ulaştırmak için hangi araçların geliştirilebileceği tartışılacak.

TKP’li Öğrenciler: www.tkpliogrenciler.orgMarksist Leninist Araştırmalar Merkezi: mlam.tkp.org.trsoL Haber Portalı: www.sol.org.trNâzım Hikmet Kültür Merkezi: www.nazimhikmetkulturmerkezi.orgÜniversite Konseyleri Derneği: www.universitekonseyleri.orgJose Marti Küba Dostluk Derneği: www.kubadostluk.orgBarış Derneği: www.barisdernegi.orgYazılama Yayınevi: www.yazilama.com

Facebook, Twitter ve Youtube resmi sayfalarımıza www.tkp.org.tr adresindeki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

Page 3: Komünist 340

TKP’NİN SESİ6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 3SESİMİZ DAHA GÜR ÇIKIYORTürkiye Komünist Partisi’nin 2 Ocak’tan itibaren her ak-şam saat 4’te yayınladığı TKP’nin Sesi, akla gelebilecek bütün araçlarla Türkiye’nin dört bir yanına ulaşıyor. Eşit-liğin ve özgürlüğün sesi, duvar gazetelerinde, panolarda, bildirilerde, internet ortamında yankılanıyor.Her gün daha fazla insana Parti’nin sesini ulaştırmak için çaba göstermek neden bu kadar önemli?Hız ve doğallık giderek daha fazla önem kazandığı için!Ne yazık ki kapitalizm hafızasız, çok tüketen, sindirme-yen bir toplum yaratmaya çalışıyor. Düşüncenin, ilkele-rin, yaratıcılığın değersizleştirildiği, insanların haber ve veri bombardımanıyla hareketsizleştirildiği bir dünyada, bir yandan ilkeli, kalıcı ve tutarlı bir siyaset tarzında inat ederken, diğer yandan gelişmelere çabuk yanıt veren, güncel tartışmalarda meydanı sermaye aktörlerine bırakmayan, tersine onların alanını daraltan ve doğal-gerçek müdahalelerde bulunmamız gerekiyor.TKP’nin Sesi’nde, bütün partinin ritmini artıran, polemi-ğe yol açan, anında değerlendirilen bir araç olarak ısrar edersek, partinin seslenme olanaklarını gözle görülür biçimde artıran bir yayına sahip olacağız.Komünist, bir önceki haftanın TKP’nin Sesi dizisinden bazılarına yer verirken, ele alınan konularla ilgili yeni gelişmeleri, onların farklı boyutlarını ve partinin sözü-nün yarattığı etkiyi burada kısa ve özlü bir biçime ama KOMÜNISTÇE ele alacak.TKP’nin Sesi’nin günlük olarak yayınlanmaya başlandığı ilk üç sayısına göz attığımızda, 2012’de zorlu mücade-lelerin geçeceği üç önemli alanla karşılaşıyoruz. Bunlar-dan ilki, yaşam koşullarının emekçi kitleler için daha da zorlaşacak olmasıdır. Zamlar, ücretler üzerinde giderek artmakta olan baskı, nüfusun geniş bir bölmesini kuşat-maktadır. Hükümetin en büyük becerisi, hayat pahalılığı, işsizlik gibi açık sorunları yalanla perdeleyebilmesi, bunun mümkün olmadığı durumlarda sorumluluğu kendi üzerinden atmasıdır. Bu nedenle siyasi iktidar yakın markaja alınmalı, her adımı anında deşifre edilmelidir.Sosyal güvenlik ve sağlık alanındaki politikaların sonuç-ları için de aynı şey geçerlidir. Sağlık reformu, AKP’ye iktidar yolunu açan etmenlerden biridir. Şimdi aynı reform, ortaya çıkan olumsuz sonuçlarıyla hükümetin zayıf karnına dönüşmektedir.Hakan Şükür ise, bugünkü egemen zihniyetin rol model-lerindendir. Çok sayıda insanın eleştirdiği, hatta dalga geçtiği bu türden isimlerin yine çok sayıda kişi tarafın-dan benimsenmesi, hatta idol haline getirilmesine baka-rak geri adım atmak yerine, bu kişilerin ipliğinin pazara çıkarılması büyük önem taşımaktadır. “Neden bunlarla uğraşıyoruz” yanlış sorudur çünkü onlar iktidardadır!

KOMÜNİSTÇE...

TKP’nin Sesi TKP’nin Sesi, Türkiye Komünist Partisi’nin günlük açıklamasıdır.www.tkp.org.tr adresinde her gün saat 16.00’da güncellenmektedir.

2 OCAK 2012

2012’ye soygunla girdikÖnce vatandaşları “ucuz” diye doğalgaz kullanmaya teşvik ettiler. Yetmedi, birçok yerde doğalgaza geçişe zorladılar. Hizmet gelen kentlerde çok sayıda konutta hem ekonomik hem temiz diye doğalgaza geçildi. İnsanlar kandırıldıktan sonra olan oldu, doğalgaz en pahalı enerji haline geliverdi.AKP hükümeti de atılan bu kazıktan pek memnun ki, yeni yılın ilk zammını doğalgaza yapıverdi. Zam tablosu doğalgaz faturalarında kalmayacak elbette. Elektrik, su ve ulaşım için şimdiden yüksek zamlar için alıştırma sözleri çıkmaya başladı. Gün gelir, o faturalar vatandaşı soyanların hırsızlığının kanıtı olarak kullanılır.

TKP’nin Sesi TKP’nin Sesi, Türkiye Komünist Partisi’nin günlük açıklamasıdır.www.tkp.org.tr adresinde her gün saat 16.00’da güncellenmektedir.

3 OCAK 2012

Bir soygun daha!İddiaya göre 1 Ocak’ta herkes sosyal güvenlik kapsamına alındı. İki gün içinde bu gelişmenin arkasından halka tehdit çıktı: Sisteme kayıt yaptırmayana en yüksek gelir diliminden prim cezası, yani 212 TL kesilecek! Bu kadar da değil. Sadece geliri asgari ücretin üçte birinin altında olanların primi devlet tarafından üstleniliyor, yani bundan bir lira fazla geliri olan milyonlarca yoksula yeni vergi salınıyor.Asgari ücretin altında gelir utancını meşrulaştıran, yoksullardan zorla vergi alan AKP hükümetine çağrımız açık: Halkın tamamına güvence getirmek istiyorsanız, önce sağlığı alınıp satılır bir mal olmaktan çıkarın, halkın parasıyla özel hastaneleri ve ilaç tekellerini zengin etmeyin!

TKP’nin Sesi TKP’nin Sesi, Türkiye Komünist Partisi’nin günlük açıklamasıdır.www.tkp.org.tr adresinde her gün saat 16.00’da güncellenmektedir.

4 OCAK 2012

Meclis’te boş duruyordu, şimdi boş boş konuşacakHakan Şükür, AKP’den aday olduğu genel seçimlerden önce TV spor yorumculuğunu bırakmıştı. Şimdi, milletvekili olduktan sonra, Başbakan’ın izniyle yine ekranlara döndü. Eskiden yeşil sahalara dönülürdü. Belli ki, paranın yeşili sahanın yeşilinden daha cazip geldi.Meclis kürsüsünden halkın sorunlarını dile getiremeyen birini, “spor yorumlarıyla” halkın karşısına çıkarmak tam da AKP’ye yakışır bir tercihtir. AKP’nin milletvekilleri konu mankeni gibi Meclis’te oturmaya devam edip, oylamalarda hep birlikte el kaldırırken, bu işten sıkılan Hakan Şükür televizyonda anlamsız laflar edecek, karşılığında çuvalla para alacaktır.

Page 4: Komünist 340

İkinci Cumhuriyet’e geçiş: Öznel bir saptama mı?

Kapanmakta olan 2011 yılının “flaş analizi”, bana sorarsanız, Birinci Cumhuriyet’in yıkılışı ve İkinci Cumhuriyet’in kuruluşudur. Komünistlerin geliştirdikleri kavram ve analizlerin “tutması” artık bir rast-lantı sayılmamalı. Benzer bir durum birkaç yıl önce Yeni-Osmanlı termino-lojisi ile de yaşanmıştı. Önceleri bu kavramların etrafından dolanıp işaret edilen gerçekliği, birbirlerinden virgülle ayrılabilecek bir dizi unsurdan biri olarak önemsizleştirmeyi deneyenler, sonradan konuya sıradan, olağan bir gerçek olarak yaklaşabiliyorlar. Bu arada kuşkusuz aşağı yukarı eşzamanlı olarak ve komünistlerden ha-bersiz biçimde benzer bir analiz yapmak da mümkündür. Lakin, eğer varsa, komünistlerden habersiz kalma durumu bir başka kusur sayılma-lıdır. Aslında sorun belirli terimleri kimin daha önce keşfettiği değil. Zira tartışma durum saptamasından ibaret kalmaz. Türkiye’de bir rejim deği-şikliğinin yaşandığını artık kabul edenlerin yakın veya uzak geleceğe nasıl bir anlam yükledikleri, hangi olası beklentilerin altını çizdikleri ve ne yapa-caklarıdır, asıl önemli olan. Böyle olmasaydı, şu veya bu saptamayı veya gözlemi erken veya ilk yap-mış olmaktan bir övünç vesilesi çıkartmamız tam bir zırvalık olmaz mıydı? Düşünün, memleket yangın yerine dönüyor ve birileri kalkıp sevinçle “ben yanacağını söylemiştim” diyerek ortalıkta geziniyor! Komünistlerin böyle bir rolü olamaz. Komünistleri, yalnızca öngörü ve saptamaları değil, bun-lardan bir sonraki merhale için yaptıkları öngörüler ve hepsinden daha ağırlıklı olarak kendi davranışlarına ilişkin çıkarsamalar ayırt etmelidir başkalarından.Birinci ile İkinci Cumhuriyet arasındaki farkın en önemli boyutu, komünist hareketin strateji güncellemelerinde ve somut açılımlarında ortaya kona-bilir.Saptamamızın giderek genel kabul görmesi iyi bir şey kuşkusuz. Ancak genel kabul gören saptamanın, ortaklaşanları aynı sonuçlara taşıması mümkün olmadığı ölçüde saptamanın kendisi değersizleşecektir. Demek ki, tartışma sürmelidir.

SİYASET 6 OCAK 2012 SAYI 3404 KOMÜNİST

Türkiye kapitalizminin bütünü yaşadığımız yıkımın ortağı. Daha

doğrusu İkinci Cumhuriyet’in yalnızca kendisini önceleyen tarihsel evrenin

yadsınması olduğunu düşünmek eksik kalır. İkinci Cumhuriyet, yoluna eskisi gibi devam etmesi mümkün olmayan

eski rejimin feda edilerek düzenin kurtarılmasıdır.

Sadaka kültürü, cemaat dayanışması, zekat... Kitlelerin gelir düzeyini aşağı

indirmeye yeminli, irili ufaklı bütün bir kapitalistler kuşağı bundan büyük

nimeti nerden bulacaktı?

Page 5: Komünist 340

Birinci Cumhuriyet nasıl bitti?Elbette seçimle değil. 12 Haziran olsa olsa sürecin temsili bir uğrağı sayıla-bilir. AKP’nin iktidara seçimle geldiği ve rejimi bir başka seçimle değiştir-diği fikri, aynı anda bizi mutlak bir çıkışsızlığa, yanı sıra popülizme ve parlamentarizme ya da tam tersi yan-lışlara götürür; ama doğruda konum-lanmamıza el vermez.Ne kast ediyorum?AKP 1990’lı yılların krizine birinci müdahale olarak gündeme gelen 28 Şubat’ın kendisinin krizin parçası haline gelmesi üzerine geliştirilmiş bütünlüklü bir çözümdü. Bu formü-lün hayata geçirilmesini kolaylaştıran faktörler arasında dönemin asker par-tisinin ve laiklik yorumunun halktan kopukluğu, 1999 depremi, 2001 krizi gibi bir dizi öğe sayabiliriz. Ancak ne kolaylaştırıcılar ne de 2002 seçimle-rinin kendisi yeterli açıklamayı bize vermez. Emperyalizm, büyük sermaye ve dinci gericiliğin özgün birleşimi olmaksızın AKP iktidara yürüyemez-di. Bu rüzgarlarla yelkeni dolmayan bir hareket seçim kazansa da, iktidar olamazdı.Sürecin bu karakteri 2011’de de kar-şımızdaydı. Haziran seçimlerini yüzde elliyle kazandığı için rejimi değiştiren bir hükümetten söz etmiyoruz. Gerici-liğin üç büyük dinamiğinin birleşimini temsil ettiği için köklü dönüşümler gerçekleştiren ve bu sayede, bunların yansısı olarak seçim kazanan bir parti var ortada.Yoksa; süreci durdurmak veya tersine çevirmek için bizim de bir o kadar gözümüzü oylara dikmemiz, bunun devamında hayal görmemiz veya halka küsmemiz, parlamentarizme gömülmemiz veya siyasal mücadeleyi inkar etmemiz falan gerekebilirdi. Birinci Cumhuriyet bir seçimle bit-miş değildir. Seçim bir göstergedir. Alternatifimiz sadece seçim sonuç-larında özetlenen tablonun değil, emperyalizm-büyük sermaye-dinci gericilik üçlüsünün reddi olarak geliş-tirilmelidir. Bu nokta önemli. Zira AKP’ye alter-natif olsun diye bu üçlüden bir veya ikisine yatırım yapmayı düşünenler tükenmiş değil. Yani sorun tipik bir Birinci Cumhuriyetçi olarak İlhan Selçuk’ta değildi ve onun bu dün-yadan ayrılmasıyla değişmedi. Bir ekol var ve bu ekolün tezine göre, (1) AKP İslamcılığı nedeniyle batıcılıktan sapmaya mahkumdur ve bu nedenle arkasındaki desteklerden en önemlisi yitirecektir; ve/veya (2) AKP kendisine organik olarak bağımlı birtakım ranti-yeleri kayırdığı için büyük sermayenin daha geleneksel ve kurumsal kesimle-rinin desteğini yitirecektir. Bir üçüncü varyant ise AKP’nin İslamcılığının “hakiki” olmadığını, İslamın yoksul ve mazlumlardan yana olduğunu vaaz ederek, Müslüman tabanın eninde sonunda başka alternatifler çıkartaca-ğını düşünüyor.“Evet rejim değişti gerçekten de...” diye başlayan bir söylemin bu yu-kardaki üç patikadan birine girmesi

mümkündür ve uğraşıp didinen birileri bu rotaya bir iç tutarlılık, bol ampirik ve istatistik veri desteği, siya-sal iddia vb kazandırabilir de... Bizim kastımız başkadır. Bizim kastı-mız sosyalizmdir.

Kapitalizm içi alternatif gerçekçi mi?Başka seçenekleri arayan ve savu-nanlar kendilerine kanıt bulabilirler. Kendilerince... Genel olarak Birinci Cumhuriyet’e dönüşün olanaklı oldu-ğu yolunda bir umut veya perspektif var gerçekten de. Bu tür durumlar marksizm içi, sos-yalist hareket içi yol ayrımlarına da vesile olurdu eskiden. Sosyalizmi önceleyen demokratik, ulusal, ileri, bağımsızlıkçı, tekeller dışı vb bir başka aşama mı hedeflenecek, yoksa sosya-lizm mi? Birinci Cumhuriyet’e dönüşü yukardaki gibi başka güçlere gözü-nü dikerek kurgulayanlar böyle mi yapmış oluyorlar sizce? Bunlar klasik aşamacılar mı yoksa?Böyle bir değerlendirme fazla ek-sik olacaktır. Türkiye’de demokratik devrim ile sosyalist devrimin iki ayrı strateji, ittifaklar politikası ve siyasal program olarak karşı karşıya geldiği dönemlerde, taraflar birbirlerini “ger-çekçilik” kriterine de vuruyorlarsa da, tartışmanın o denli canlı yapılabiliyor olması bir durumun kanıtıydı aslında: Herbir yol uygulanabilirliğe ya da denenebilirliğe sahipti.İsteyen ilerici subay arayabiliyor ve “kendince” buluyordu da. Buna kızan ileri işçilere dönüyor ve yine buluyordu. Elbette zamanında kimi MDD’cilerin uydurduğu gibi Erbakan’ın partisinden milli burjuva-zi çıkmazdı, ama çok sonraları bile kimileri ulusal(cı) sanayicilere dernek kurdurtabilecekti. Bu uygulanabilirlik veya denenebilirlik defteri Birinci Cumhuriyet’le birlikte kapanmıştır.Dünya krizinin emperyalistler ara-sı çelişkileri kaşıması kaçınılmaz. Emperyalizmin AKP’yi terk etmesi olası şu veya bu kanadının İkinci Cumhuriyet’in temellerini havaya uçurmaya kalkması ise mümkün değildir. Krizin Türkiye burjuvazisini birbirine de düşürmesi olasıdır; geleneksel büyük sermayenin kurallı çalışmadan yana olduğu, yoksulluğun yanında emekçilere yutturmak için dinden daha iyi bir ilaç bulabilmesi ise im-kansızdır. Bin küsur yıllık Türk İslamının bir emekçi halk dinamizmine yataklık etmesi ise en azından şimdilik basba-yağı bir fantezidir!Rejim değişikliği komünistlerin çerçe-vesinde bu anlamları içerir. Kapitalizm içi alternatif arayışlarının gerçekçilik testinden çakmaları bir yana, artık ciddiye alınmaları olanaksız hale gel-miş bulunuyor. İkinci Cumhuriyet’ten geriye dönüş, eskinin sınıfsal daya-nakları çürüdüğü ve imha edildiği için imkansız. Bunların restorasyonunu dileyen galiba bir tek Aydınlık gaze-tesi kalmış bulunuyor; gücü yetecek

kimse ise ortalıkta görünmüyor. Aşa-macılık ve demokrasicilik Türkiye’de 2011’le birlikte saçmalığa indirgendi. Bu yolda ısrar edenlerin, en fazla, iyi emperyalistlerle kötü emperyalistle-rin, iyi kapitalistlerle kötü kapitalist-lerin ve iyi gericilerle kötü gericilerin oyununda meze olmaları beklenir. Oyunun parçası değillerse tabii...Ne demek istediğimizi anlamaya çalışanlar, “İkinci Cumhuriyetin Halk Partisi”ne bağlanan umutlara bakma-lıdır mesela.

Suç ortaklığıTürkiye kapitalizminin bütünü yaşa-dığımız yıkımın ortağı. Daha doğrusu İkinci Cumhuriyetin yalnızca kendisini önceleyen tarihsel evrenin yadsınması olduğunu düşünmek eksik kalır. İkinci Cumhuriyet, yoluna eskisi gibi devam etmesi mümkün olmayan eski rejimin feda edilerek düzenin kurtarılmasıdır. Sadaka kültürü, cemaat dayanışması, zekat... Kitlelerin gelir düzeyini aşağı indirmeye yeminli, irili ufaklı bütün bir kapitalistler kuşağı bundan büyük nimeti nerden bulacaktı? Sosyal dev-letin kökünün kazındığı bir toplumda barutun alev almasını önlemek için dinselleşmeden daha iyi söndürü-cüyü Tüsiad icat edebilir miydi? Eski merkez sağ mı, yoksa merkez sol mu, yoksa askerler mi, AKP’nin baskıcı uygulamalarını üstlenmeye cesa-ret edecekti? Bu yazı yazıldığında gerçekleşen ikinci 33 kurşun faciası için tetiğe bunların dışında basmaya muktedir öznesi var mıydı düzenin? AKP öncesinde burjuva siyasetinin böylesi bir totalitarizmi, somut olarak sultansı liderliği üretemediği deneyle sabittir. İşsizi, yoksulu kovan, köylüye küfredip gençleri hapse tıkan, sanat-çıları, yazarları terörist ilan eden bir performansa düzenin ihtiyacı vardır ve bu işi daha iyi yapacak bir özne icat edilene kadar Erdoğan “düzen partisi”nin lideridir.Konuyu bu örnekler düzeyinden çıkartıp komünist hareketimizin otur-muş bir tezini hatırlayalım. Türkiye’de burjuva ilericiliği işgalciye karşı savaş-mış ama anti-emperyalist olamamış, yurttaşlık tanımı yaparken halkı hare-ketsiz kılmaya çalışmış, laiklik der-ken bunun aydınlanmacı bir kitlesel devinime dönüşmemesi için önlem almış, hatta kapitalizmi kurarken eski düzenin egemenleriyle eklemlen-meyi gözetmiş bir kaypaklıktır. Böyle kurulan Birinci Cumhuriyet varlığını özel bir konjonktüre, önce Sovyet sosyalizmi-Batı emperyalizmi denge-sine borçlanmış, Soğuk Savaş’ın ileri karakolu olması sayesinde kalkınmış, saçak altında yaşamıştı. 1990’lar bu faktörlerin tamamının kriziydi. AKP’nin İkinci Cumhuriyet’i düzenin bir fraksiyonunun hamlesinden öte Türkiye kapitalizminin krizine çözüm-dür. Birinci Cumhuriyet’e dönüş bu açıdan da olanaksızdır.

Sosyalizm nasıl gerçekçi olur?Rejimi geriye döndürecek gemiler yandıysa sosyalizm kaçınılmaz mıdır? Akıl yürütmeyi buraya bağlayan bir

söylemin ikna gücü zayıf bir ajitasyon olarak kalacağını kabul etmeliyiz. Kapitalizm barbarlığı gerçekçi bir seçenek haline getirmiş bir sistem!Ve aslında ülkede yaşanan kriz, doğ-rudan sosyalist hareketin krizi olmasa da, her yanı etkisi altına almıştır. Özetle; Türkiye komünist ve devrimci hareketleri onlarca yıl kendilerini so-mut olarak Birinci Cumhuriyet’in al-ternatifi olarak konumlandırmışlardı. 2011 sola kendisini dönüştürme ve İkinci Cumhuriyet’in alternatifi olarak kimliğini yenileme çağrısıdır.Örneğin solun gerici rejime doğru “giden” bir ülkede bütün olası direnç odaklarıyla temasa geçme ve geniş bir direniş cephesini deneme seçe-neğinin devri tamamlanmıştır. Sol ke-malistlerle, Kürt sosyalistleriyle anti-emperyalist ve aydınlanmacı bir ortak paydada buluşmak denenmiştir. Bu strateji rejim değişikliğinin bir felaket olarak işaretlerinin biriktiği dönemde ortaya atılmış ve felaket önleneme-miştir. Bu tablodan birinci derecede sorumlu olanlar bugün taltif değil hapsedilmiş durumdalar. Sosyalizm ise birinci dereceden sorumlu değil, hep uyarıcı olarak katıldı bu sürece. Siyasal etkisi sınırlı kalmıştır, ancak bu resim sosyalizme yeni bir kuruluşun enerjisini ve meşruiyetini de hediye etmektedir.Sosyalizm artık başkalarını (da) halk-çılığa ve aydınlanmacılığa çağıran değil halkçılığı işçi sınıfı merkezli, aydınlanmacılığı ikirciksiz bir sosyalist karakterde inşa etmek durumundadır.Bu kuruculuk yepyeni icatlara dayan-mayacak, geçmişin güçlü izlerini taşı-yacak. Bu kuruculuk bir teorik üretimi gerektirdiğinden daha fazla örgütlü bir gücü temsil etmek, toplumsal köklerle buluşmak zorunda.Örgütlü bir güçten, toplumsal kök-lerden yoksun bir sosyalizmin, Birinci Cumhuriyet’e dönüş kapalı diye ken-diliğinden, otomatik olarak alternatif haline geleceği düşüncesi saçma olur. Örgütlülüğünü arttırmayan, kök ata-mayan bir sosyalizm, “daha demokra-siyi kazanamamışken nerden çıktı bu sosyalizm” türünden “teorik”, “yurt-severler, demokratlar bile içerdeyken siz nasıl iktidar olabilirsiniz ki” türün-den “pratik” itirazlar karşısında boynu büyük kalmaya mahkumdur. Sonuç: Birinci Cumhuriyet’in yıkılması ve İkinci Cumhuriyet’in kurulmasının, maddi, nesnel bir olgu olduğu açıklık kazanmaktadır. Ancak bu açıklık, sosyalizmin bu durumun sonuçları-nı değerlendirebilmesi, yeni rejimin biricik alternatifi olma imkanını realize edebilmesi halinde bir anlam taşıya-caktır. Komünistlere ait, bu anlamda öznel görünen bir tez olarak doğan söz konusu saptamanın, genele ya-yılması ve bu anlamda nesnelleşmesi gerek. Şimdi sıra bir başka öznelliğin devreye güçlü biçimde sokulmasında. İkinci Cumhuriyetin alternatifi olarak sosyalizmi yeniden örgütlemekte. Sos-yalizm, biz onu örgütlersek alternatif olacaktır, nesnellik uygun diye değil.

Aydemir GÜLER

KOMÜNİST SİYASET6 OCAK 2012 SAYI 340 5

Page 6: Komünist 340

SİYASET 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST6

TKP ne demek istedi?

Türkiye Komünist Partisi’nin BDP ve CHP yönetimlerine aralık başında yolladığı mek-tubun dar anlamıyla bu iki partiye yazılmadığı, mektubun içeriğinden kolayca anlaşıl-maktadır. Yazılanlar, Türkiye’de siyaset alanının bütününü ilgilendirdiği gibi, kendini bir biçimde “sol”da tanımlayan herkese yönelikti. Mektubun söz konusu iki partiye özellikle ulaştırılması, kamuoyunda bu partilere yüklenen anlamla ilişkiliydi. Kaldı ki CHP’nin Er-genekon ve benzer doğrultu-daki davalara, BDP’nin ise KCK davasına dönük duyarlılığı bir sır değildi.TKP, düşündüğünü siyasal ne-zaket sınırları içinde açıkça dile getirmeye çalışan, gizli hesaplar içine girmeyen bir devrimci parti olarak, Türkiye’de bugün siyaset alanını daraltan “hukuk terörü”ne karşı kendi konum-lanışını hem açık bir biçimde ortaya koymak, hem de bu

teröre karşı genel bir yaklaşımın sergilenebilmesi için üzerine düşeni yapmak arzusundadır.BDP ve CHP’ye mektup iletilme-si bu çerçevede değerlendiril-melidir.Mektubun içeriği ise, bir süre-dir TKP’nin yayınlarında, soL Haber Portalı’nda yazan TKP’li yazarların makalelerinde işlen-diği için, partiyi yakından izle-yenleri şaşırtmadı. Birçok parti dostu, TKP’nin mektubunun tarihsel bir değer taşıdığını vurgulayarak, bu doğrultudaki girişimlere devam edilmesi gerektiğini belirtti.Bir bölümü mektupta da yer verildiği gibi, TKP şu gerçek-lerden hareket ediyordu:1. Türkiye’de şu anda yürümekte olan siyasi davaların hiçbirinin hukuki meşruluğu kalmamıştır.2. Yine bu davaların hiçbiri siya-seten olumlanabilecek içeriğe sahip değildir.3. Yürütülen opersyonlar yalnız-ca kimi siyasi aktörleri etkisiz-

leştirmeye dönük değildir aynı zamanda siyaset alanını genel olarak daraltmayı hedeflemek-tedir.4. Siyasi iktidarın elini hukuk alanında güçlendiren, her bir siyasi davanın AKP dışında bir başka destekçisinin olmasıdır. Ergenekon operasyonu, onun doğal destekçisi olan İslamcı ve liberal kesimler dışında “sol”dan da hararetli bir destek almış-tır. BDP’nin de bu operasyonu olumladığı açıktır. Mektupta dile getirildiği gibi, özel olarak Kürt siyasetçileri hedefleyen KCK davası ise Ergenekon operasyo-nuna çekince koyan, hatta itiraz eden CHP’li çevrelerce des-teklenmiştir. Pek az CHP’li bu davadaki hukuksuzluğa işaret etmiştir.5. Operasyon ve davalara ilişkin değerlendirmeler, TKP açısından, bu operasyonlara konu olan kesimlere dönük bir uzaklık ya da yakınlık tarifinin çok ötesindedir. TKP’nin başka

siyasi kesimlere dönük yakla-şımını kurmaca iddianameler üzerinde yapmaya gereksinimi yoktur. Burada söz konusu olan, AKP’nin “iki tarafa” vuruyormuş izlenimi vererek kendini akla-ması, her defasında yanında destekçiler bulması ve ülkede siyasetin alanını bütünüyle da-raltmak istemesidir.6. Siyasi davaların AKP dışından bulduğu destek, hukuksuzlu-ğu meşrulaştırmıştır. Öyle ki, yıllarca işkenceye, sahte de-lillere, kurmaca mahkemelere karşı mücadele eden sol, arada bazı kontrgerilla mensupları da hüküm giyecek diye hukuk dışı uygulamaları açıkça onaylar hale gelmiştir. Böyle olmasaydı, bugün bazı tartışmalı yöntem ve araçlar hukukta bu kadar kolay yer edinemezdi.Peki Türkiye Komünist Partisi, mektubun bir karşılığı olacağın-dan umutlu mudur?Bu soruya “mektubun daha şimdiden bir karşılığı olmuştur” diye yanıt verilebilir. Mektu-bu ciddiyetle değerlendiren, tartışan, sonuç çıkaranlar vardır. Kısa sürede bir tutum değişikliği mümkün gözükmese de daha fazla kişinin bugün Türkiye’de yaşanan gelişmeleri sağlıklı bir biçimde değerlendirmesi, ona göre konumlanmasına yardımcı olunacağı umulmaktadır.

TKP, aralık başında Barış ve Demokrasi Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleriyle Meclis gruplarına bir mektup yolladı. Mektupta Türkiye’de

hukuk alanındaki gelişmelere dikkat çekiliyor, siyaset alanının daraltıldığına işaret ediliyor ve bu gelişmelere parçalı yaklaşılmaması çağrısı yapılıyordu.

Page 7: Komünist 340

SİYASET6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 7

BDP ve CHP merkez yönetim ve TBMM gruplarına,

Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi, 25 Kasım günü yapmış olduğu toplantıda, Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri

değerlendirmiştir. Siyasi iktidarın hukuk anlayışı ve sürmekte olan siyasi soruşturma ve davalar da MK toplantısının

gündemlerinden biri olmuştur.

Toplantıda birbirlerinden çok farklı hedef ve programlara sahip olan iki siyasi partinin yönetim ve milletvekillerine bu

gündemle ilgili olarak bir mektup yollanması, kamuoyunun da kısa süre içinde konuyla ilgili olarak bilgilendirilmesi

kararlaştırılmıştır.

Mektubun Barış ve Demokrasi Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yönetim ve milletvekillerine iletilmesi, yazılanların

içeriğinden kolayca anlaşılacağı gibi, TKP’nin başka siyasi partilere ilişkin değerlendirmelerini gözden geçirmek

istemesinin ya da BDP ile CHP arasındaki ilişkilere dönük dışarıdan bir niyet beyanının ürünü değildir. BDP ile CHP

tamamen ayrı program ve hedeflerle hareket etmektedir; TKP’nin de bu partilerden farklılıkları açıktır.

Partimiz, Türkiye’de siyasetin alanının hızla daraltılmasına dikkat çekmek istemektedir. Açık konuşacak olursak,

hükümetin bu doğrultudaki adımlarını kolaylaştıranın her iki partinin tutumları olduğunu düşünmekteyiz.

Ülkemiz baskı ve zorbalıkla yeni karşılaşmıyor. Bununla birlikte, partimizin başından beri dile getirdiği gibi son yıllardaki

soruşturmalar ve yaygın tutuklamalar, alışılagelen uygulamaların ötesinde, çok kapsamlı bir yeniden tasarımın parçası

olarak devreye sokulmuştur. Konu, insan hakları ve demokrasi kavramlarının içine sığmayacak denli çok boyutludur.

İşte bu noktada siyasi iktidarın en büyük güvencesi, en genel hatlarıyla kamuoyunda Kemalistler ve Kürt siyasetçiler

olarak tanımlanan iki odak arasındaki mesafe ve güvensizlikten yararlanarak, hukuksal açıdan son derece tartışmalı

operasyonlara meşruiyet sağlayabilmesi olmuştur.

Somut konuşacak olursak, Ergenekon ve türevi operasyonlar Kürt siyasetçilerin, KCK operasyonları ise Kemalistlerin

hoşgörüsüne yaslanmış, hatta desteğini almıştır.

Hukuksuzluğun, düzmece kanıtların, adalet duygusunu ve etik değerleri yerle bir eden kampanyaların her örnekte bir

başka kesimi memnun etmesi son derece düşündürücüdür. Bu seçici yaklaşım öyle bir hal almıştır ki, hepsi gazeteci ve

yazarlardan oluşan odatv davası sanıkları ile dayanışma bile parçalanmıştır.

Oysa bugünkü hukuk anlayışı ile masumiyet ve suçu birbirinden ayırmak olanaksızdır. Tıpkı 12 Eylül ile hesaplaşmanın

olanaksızlığı gibi...

Türkiye’de siyaset alanı Kemalistler ve Kürt siyasetçilerinden ibaret değildir elbette. Ancak siyasi iktidarın uygulamaları,

bu iki kesimden birinin zımni onayını aldığı sürece, Türkiye’de siyasetin alanı hızla daralmaya devam edecektir.

Bu iki kesimin CHP ve BDP tarafından temsil edilip edilmediğini tartışmak istemiyoruz.

Önemli olan partilerinizin toplumsal algıdaki yeridir.

Türkiye Komünist Partisi ülkede siyasal alanı daraltıcı müdahalelere karşı hukuki ve siyasi alanda bazı girişimlerde

bulunacaktır. Bu mektup, BDP ve CHP’nin “öteki” tarafa dönük müdahaleleri desteklemeye ya da göz yummaya devam

etmesinin Türkiye’de ve bölgede yürütülmekte olan kapsamlı düzenlemeye destek anlamına geldiğini hatırlatmak için

yazılmıstır.

Saygılarımızla,

Türkiye Komünist Partisi

Merkez Komite

Page 8: Komünist 340

Dünya komünist hareketi daha çok tartışmaya başladı

Uluslararası görev: Devrimci damarı güçlendirmek

Dünya Komünist ve İşçi Partileri toplantılarının 13.’sü geçtiği-miz ay Yunanistan Komünist Partisi’nin ev sahipliğinde Atina’da gerçekleşti. 9-11 Aralık tarihlerindeki toplantıya 59 ül-keden 78 partiyi temsilen 100’ü aşkın delege katıldı. Toplantının açış konuşmasını yapan Yuna-nistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleka Papariga’nın “kapitalizmin krizine soaylist devrimle yanıt verilmeli” ekse-nindeki konuşması özellikle dik-kat çekerken, yaygın işçi direniş-lerine önderlik eden ve ülkedeki başat siyasi güçlerden biri haline gelen YKP’nin tüm katılımcılar tarafından somut olarak göz-lenen “devrimci ağırlığı” bu konuşmanın hiç de ayakları yere basmayan bir içerikte olmadığını gösteriyordu.Komünist ve işçi partilerinin toplantısına TKP adına yazılı bir katkı sunan Kemal Okuyan, konuşma hakkını, bu katkının dı-şına çıkarak kullanırken, bölge-deki gelişmelere ilişkin TKP’nin analizlerine temel olan önemli saptamaları diğer delegelerle paylaştı. TKP konuyla ilgili bir broşürü de (broşür Gelenek’in Ocak 2011 sayısında yayınlandı) toplantı sırasında dağıttı.Toplantı sırasında imzaya açılan dayanışma önergelerinden Ve-

nezuela ile dayanışma, Yunanis-tan işçi sınıfı ile dayanışma, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile dayanışma, Pravda’nın ya-yınlanışının 100. yılı dolayısıyla yapılan açıklama, emperyalist konspirasyona karşı Suriye halkı ile dayanışma, ablukanın kaldı-rılması ve 5 Kübalı kahramanın serbest bırakılması için çağrı, Türkiye’deki devrimci tutsakların serbest bırakılması için çağrı, İran’a bir askeri müdahale-ye karşı açıklama, Kazakistan işçileri ile dayanışma, Rusya işçi sınıfı ile dayanışma, Kosova’daki emperyalist politikalara karşı açıklama, Pakistan’a dönük ABD

bombardımanın durdurulma-sı için çağrı metinleri Türkiye Komünist Partisi tarafından im-zalanırken, TKP Kore lideri Kim İl Sung’un doğum günüyle ilgili metni, AKEL’in hazırladığı Kıbrıs metni ve Latin Amerika’daki gelişmelerle ilgili metni bir dizi ideolojik ve siyasal çekince nedeniyle desteklemedi.Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’nda daha öncekinden daha canlı tartışmaların olduğu ve görüş ayrılıklarının daha az gizlendiği dikkati çekti. Bilindiği gibi toplantılara Belçika Emek Partisi, İspanya Halklarının Ko-münist Partisi, Litvanya Sosyalist

Partisi, Luksemburg Komünist Partisi, Macaristan Komünist İşçi Partisi, Meksika Komünist-lerinin Partisi, Rusya Komünist İşçi Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Ukrayna Komünistleri-nin Birliği, Venezuela Komünist Partisi, Yunanistan Komünist Partisi tarafından oluşturulan Uluslararası Komünist Dergi üyesi partilerin yanı sıra Avru-pa Komünizmi eğiliminde olan İspanya Komünist Partisi, Fransa Komünist Partisi, İtalyan Komü-nist Refundasyon gibi partiler ve Obama’yı açık bir biçimde destekleyen ABD Komünist Partisi de katılıyor.

Gelecek sosyalizmdir” başlığını taşıyan sonuç bildirgesinde, yaşanmakta olan krizin milyonlarca emekçi açısından giderek daha büyük bir açıklıkla sistemin bir krizi oldu-ğunun anlaşıldığı ifade edildi. “Sistemdeki kusurlar değil, sistemin kendisinin kusurlu olması düzenli ve periyodik krizlere neden olmaktadır” diyen bildirge, kapitalizmin “daha iyi yönetilmesinin” ya da “piyasaların daha fazla düzenlenmesinin” çözüm olama-yacağının, krizin kapitalist sistemin tarihsel sınırlarına dayandığını gösterdiğinin ve sa-dece kapitalizmin devrimlerle yıkılmasının gerçek bir çözüm olduğunun altını çizdi.Kapitalizmin özel şirketlerin borçlarını kamu borçlarına dönüştürdüğünü belirten bildirgede, “kapitalizmin, üretici güçleri ve kaynakları kitlesel ölçekte tahrip etmek, kitlesel işten çıkarmalar gerçekleştirmek, fabrikaları kapatmak, işçi haklarına ve sen-dikal haklara, ücretlere, emekli maaşlarına,

sosyal güvenliğe karşı kapsamlı bir saldırı başlatarak halkın gelirlerini azaltmak, işsizlik ve yoksulluğu muazzam ölçüde artırmak dışında krize verebileceği bir yanıt yoktur” denildi.

Emperyalist savaş tehdidi büyüyor Krizin şiddeti arttıkça ve kriz küresel ölçekte eşzamanlı bir yayılım gösterdikçe emperya-list güçler arasındaki çelişkilerin de keskin-leştiğini vurgulayan bildirge, emperyalist savaş tehlikesinin de arttığına işaret etti.Bu çerçevede siyasi sistemlerin giderek daha fazla gericileştiğine ve antikomünist saldırıların arttığına işaret eden sonuç bildir-gesi, “Egemen sınıflar halkların hoşnutsuz-luklarını, siyasi sistemlerdeki değişimlerle, emperyalizm yanlısı bir dizi sivil toplum örgütü ve benzerlerini kullanarak, hoşnutsuz-lukları siyasi olmayan, hatta gerici nitelikler barındıran hareketlere dönüştürerek teslim

almaya çalışıyor” diye devam etti.Tunus ve Mısır’daki durum incelenmeli Bü-tün çelişkilerine rağmen Tunus ve Mısır’da yaşananların daha fazla incelenmesi ve bu ülkelerdeki durumun komünistler tarafın-dan değerlendirilmesinin gerektiğini ifade eden bildirge, Libya, Suriye ve Iran’a karşı emperyalist saldırganlığı şiddetle kınadı. Gelişmelerin komünist ve işçi partilerinin güçlenmesi gerekliliğini daha da fazla gösterdiğini vurgulayan bildirge, komünist partilerin öncülüğü olmaksızın işçi sınıfı ve halkların kafa karışıklığına, asimilasyona ve tekelleri, mali sermayeyi ve emperyalizmi temsil eden siyasi güçlerin manipülasyonu-na direnemeyeceği belirtildi.Bildirgede ayrıca günümüzde koşulların geniş bir sermaye karşıtı ve antiemperyalist ittifaklar oluşturmak için uygun olduğu, bu ittifakların emperyalizmin çok boyutlu saldırısına karşı iktidar talebiyle, radikal,

devrimci değişimler için mücadele edebile-ceği vurgulandı. Bu doğrultuda komünist ve işçi partileri arasındaki işbirliğinin güçlendi-rilmesinin zorunluluğuna işaret eden bildirge, özellikle gençlik örgütlerinin uluslararası iş-birliğini artırmanın antiemperyalist mücadele açısından öneminin altını çizdi.Gelecek sosyalizmindir Savaşlara, işsizliğe, açlığa, cehalete, milyonlarca insanın içinde yaşadığı belirsizliğe ve çevrenin tahrip edilmesine son verecek koşulların yalnızca sosyalizmle yaratılabileceğini, işçilerin güncel gereksinimlerini yalnızca sosyalizmin karşılayabileceğini ifade eden bildirge, şu şekilde son buldu:“Işçiler, köylüler, kentli ve köylü emekçi-ler, kadınlar, gençler; hepinizi kapitalist barbarlığa son vermek için mücadeleye çağırıyoruz. Umut vardır, bizim için bir gelecek vardır. Gelecek sosyalizmindir. Sosyalizm gelecektir!”

SONuÇ BİLDİRGESİ

DÜNYADA KOMÜNİSTLER 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST8

Page 9: Komünist 340

Türkiye Komünist Partisi adına Kemal Okuyan’ın toplantıya sunduğu yazılı katkı

DEvRİM ‘DEvRİM’E KARŞI!Değerli yoldaşlar,Toplantımıza ev sahipliği yapan sevgili Yunanistan Komünist Partisi yöneticileri, Yunan işçi sınıfının öncü militanları;Dünya Komünist ve İşçi Partilerinin bu yılki toplantısı geçtiğimiz yılda-kilerden oldukça farklı koşullarda gerçekleşiyor. Bugün yaşananların hemen hiçbiri dünyaya Marksist-Leninist bir perspektifle bakanlar için, gelişmeleri sosyalist ideolo-jinin prizmasından geçirenler için şaşırtıcı olamaz. Bununla birlikte, geçtiğimiz yıldan bu yana, tarihin akışının ciddi bir biçimde hızlan-dığını; krizlerin gerek ekonomik, gerek siyasal, gerekse ideolojik an-lamda derinleştiğini; karşı-devrimci müdahalelerin şiddetini artırdığını, bununla birlikte devrimci olanak-ların da kendini hissettirdiğini; emperyalist odaklar arasındaki rekabetin idare edilebilir olmaktan çıkmaya başladığını ve bu odaklar arasında giderek sertleşen bir mü-cadeleye dönüştüğünü; bölgesel çatışmalardan daha geniş ölçekli bir savaşa geçiş tehdidinin güçlen-diğini söyleyebiliriz.Yaşananlar emekçi halklar, genel olarak insanlık için kuşkusuz teh-likelidir. Ancak, yaşananlar bizzat emperyalist-kapitalist sistemin kendisidir ve zaten sosyalist dev-rim, tam da bu gerçeklik zemininde gerçekleşecektir. Er ya da geç.Krizin bedelinin işçi sınıfına ödetil-mesinden korkalım, savaş baronla-rın barbar pratiklerinden korkalım, yeni bir emperyalist savaşın insan-lığa yaşatacağı yıkımdan korka-lım, faşizmin yeni biçimler altında komünistlere, devrimcilere, ilerici yığınlara karşı yeni bir sindirme, hatta imha pratiğine yönelmesin-den korkalım. Lakin korku bir çö-züm değildir, bütün bu olasılıkları bertaraf etmek için kararlı, ilkeli ve cesur politikalar geliştirelim.Ve asıl başka şeylerden korkalım. İhanetten korkalım, aptal yerine konmaktan korkalım, sınıf düşman-larımızın ekmeğine yardım etmek-ten korkalım.Artık komünist ailemizi tarihsel hatalara göz yumma, bu hatalarla birlikte yaşama alışkanlığından kurtaralım.Hatırlayacaksınız, 1990’ların başın-da Avrupa sosyalist ülkelerin yıkılışı ile sarsılırken, “sol” güçlerin bir bölümü, karşı-devrimi olumlamış, hatta ona devrimci bir karakter yakıştırmıştı. Bu yaklaşım komünist

hareketin de içine sızmış, deyim yerindeyse bir akıl tutulması yaşan-mıştı.Benzer sıkıntıları Yugoslavya’ya dö-nük saldırılar sırasında da yaşadık. Irak’a emperyalist müdahale sıra-sında kendisini “terörle mücadele” konseptinin büyüsüne kaptırmış partiler söz konusuydu.Avrupa Birliği’nin birkaç başat emperyalist ülkenin saldırı, sömürü ve rekabet aracı olduğunu ısrarla kabul etmeyenlerin de varlığını biliyoruz. NATO’yla mücadeleyi erteleyenlerin de…Son yıllarda özellikle Ortadoğu coğrafyasında olanlara ilişkin son derece yanlış kavrayışların, yanlış tutumların sonuçlarının daha hafif olduğunu düşünemeyiz.Emperyalizm Arap Baharı zokasını ilerici kampa yutturmayı becer-miştir.

Değerli yoldaşlar,Türkiye Komünist Partisi, 2002’de işbaşı yaptığından beri Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin çok özel bir misyona sahi olduğunu ileri sürdü, bu partinin Türkiye ve bölgede ABD tarafından dayatılan kapsamlı bir operasyonun yürütücü güçlerinden biri olduğu söyledi.Ne yazık ki Türkiye’nin “sol” güçle-rinin çok büyük bir bölümü AKP’nin Türkiye’de kontrgerillayı tasfiye edeceğini ve demokratikleşme anlamında ilerleme kaydedeceği-ni ileri sürdüler. Onlara göre Kürt sorunu da çözülüyordu ve TKP’nin siyasi iktidara karşı tavrı milli-yetçilikti. Burjuvazinin ağzından komünistleri suçlayan sahte sol-cuların da yardımıyla işçi sınıfına karşı girişilen gerici, Amerikancı saldırı topluma sivilleşme diye yutturuldu. AKP’nin gerçek amacı konusunda yurt dışındaki dostlarımızın da birçok örnekte yanıldığını gördük ve bunu sürekli anlatmaya çalış-tık. AKP’nin ABD ekseninden kop-tuğunu, Arap halklarının yanında olduğunu, Latin Amerika’nın ilerici iktidarlarına yanaştığını ileri sürenlere, bu partinin bir truva atı olduğunu ısrarla söyledik. Pati-mizin Venezuela Devlet Başkanı Chavez’e yazmış olduğu açık mektup bu çabalarımıza sadece bir örnektir.Bundan çok değil 2.5 yıl önce partimizin İstanbul’da yapılan ve çok sayıda kardeş partinin temsilcisinin katıldığı kongrede

Türkiye’nin “Yeni Osmanlı”ya dö-nüşmekte olduğunu ilan ettiği-mizde birçok dostumuz bu konuyu abarttığımızı söylüyordu.Oysa bugün Arap Baharı adı verilen büyük emperyalist saldırının öncülü farklı araçlarla Türkiye’de gerçekleş-tiriliyordu ve TKP enternasyonalist, yurtsever ve devrimci bir parti olarak Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika’da üstleneceği Amerikancı rolü engellemeye, bu konuda ka-muyoyunu uyarmaya çalışmaktaydı.Türkiye Komünist Partisi bu operas-yonun Türkiye ayağını durdurmak-ta başarısız oldu, yaz aylarındaki seçimlerde çok düşük bir oy aldı. Emekçi sınıfların çok zayıf olduğu bir anda, çok büyük ekonomik ve siyasal kaynaklarla yürütülen uluslararası bir operasyonu durdu-ramadık diye umutsuzluğa kapıla-cak değiliz. Onurumuzu koruduk, sürece başından beri karşı koyan tek güç olduk ve bu nedenle şimdi artık İkinci Cumhuriyet dediğimiz gerici rejim koşullarında işçi sınıfını ve gençliği hızla sosyalizm bayrağı altına toplamak için enerji dolu bir çalışma yürütüyoruz.

Değerli yoldaşlar,Burada partimiz, TKP’yi övmek için konuşmuyorum. Daha fazla hata yapamayacağımızı, bazı hatalarla birlikte duramayacağımızı anlatma-ya çalışıyorum.Sözünü ettiğim süreç bir süredir Arap ülkelerine taşındı. TKP, Arap emekçilerinin haklı tepki ve müca-

delelerini desteklemekle birlikte, başından beri uluslararası serma-yenin kanlı bir planı hayata geçir-mekte olduğunu açıkça ilan etti ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerin hiçbir biçimde devrim-ci olmadığı konusunda kamuoyunu ve dostlarını uyardı. Ne yazık ki, bu süreçte de bilerek ya da bilmeyerek emperyalist operasyonlara destek olanlar çıktı sol içinden. Benim ülkemde devrimci olduğunu ileri süren bir parti sözde Arap devrim-lerini kendi içinde karşılaştırıyor ve Libya’daki hareketin “silahlı mücadele” pratiğine bakarak daha devrimci olduğunu bile ileri sürebi-liyordu.Bunlar ölümcül yanılgılardır ve ne yazık ki örnekleri yalnızca Türkiye’de görülmemiştir.Bunlar sosyalizm perspektifin-den uzaklaşmanın, liberalizmden kopamamanın, ideolojik titizliğe gereken önemi vermemenin ürünü olabileceği gibi, tarihsel olarak ko-münist geleneğin dışında tercihle-rin ürünü de olabilir.Dünyanın birçok ülkesinde, işte burada, Yunanistan’da sarsılmaz KKE’nin öncülüğünde yükselen sınıf hareketi örneğinde olduğu gibi, ezilenlerin kıpırdanmaya ve boyun eğmeyeceğinin kanıtlarının ortaya çıkmaya başladığı bir dönemde emperyalist projelere, gerici burju-va hükümetlere, dinci ideolojilere karşı tutarlı tavır alan bir komünist geleneğe ihtiyacımız var.Yaşasın sosyalizm!

DÜNYADA KOMÜNİSTLER6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 9

Page 10: Komünist 340

SİYASET 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST10

AKP ve ‘iktidar bloğu’: Çözülecek gibi mi?

Kapitalist bir toplumda siyasal iktidar, hemen her durumda bir iktidar bloğu olarak şekillenir. Başka bir deyişle, seçimle veya başka yollardan iktidar olan si-yasal güç, bu iktidarı, kendisinin şu ya da bu ölçüde dışında, ama önemli ortaklıklarda buluştuğu başka odaklarla birlikte kullanır. Bu durum, salt öznel bir siyasal tercih olmanın ötesinde, serma-ye sınıfının toplumsal egemenli-ğini sürdürmesi bunu gerektirdi-ği için zorunludur. İktidar bloğunda söz konu-su olan, başat siyasal gücün iktidarını başka odaklarla tam anlamıyla paylaşması değildir. Blokta yer alan odakların kimi alanlarda başat siyasal güce göre belirli avantajları veya üs-tünlükleri olsa bile, bu odakların hareket alanının sınırları, başat siyasal güç tarafından çizilir. Ba-şat siyasal güç “eşitler arasında birinci” değildir. Belirleyici olan, blokta yer alan odakların etki alanlarını belirleyen odur; çünkü herhangi bir iktidar bloğunda, bloğu oluşturan diğer odakların başat siyasal güce duydukları ihtiyaç, bu gücün diğer odaklara duyduğu ihtiyaca ağır basar. Adını daha açık koymak gerekir-se, sermayenin belirli kesimleri (yerleşik-geleneksel olanlarla yeni palazlanan ve “çok şey isteyenler” dahil) ve bunların örgütleri; devlet mekanizması içinde zamanla yerleşiklik ka-zanmış güç odakları; geleneksel devlet bürokrasisi; devlet ve geleneksel siyasal yapılanmalar dışında kalan, ancak toplumun geniş kesimlerini etkileyebilen ideolojik (din çıkışlı olanlar dahil) merkezler, başat siyasal güçle birlikte iktidar bloğunu oluştu-ran kesimlerdir.

İktidar bloğu: GenellemelerBugün Türkiye’de AKP iktidarını bir tür iktidar bloğu” olarak ta-nımlamakta sakınca yoktur. An-cak, Türkiye’ye ve AKP iktidarına daha yakından bakmadan önce, genel olarak her iktidar bloğu için geçerli kimi genellemelere

gitmek mümkündür. Birincisi: Geri plandaki ideolojik-siyasal ortaklıklar ne olursa olsun, herhangi bir iktidar blo-ğunu bir arada tutan etmenlerin başında, kapitalist büyümenin nimetlerinin (kaynak tahsisi, kâr, rant, ihale vb.) nasıl paylaştırıldı-ğı gelir. Bu durumda, örneğin ekonomideki bir daralma, bölü-şülecek pastanın da küçülmesi anlamına gelir ve sonuçta iktidar bloğunun bileşenlerinin hem kendi aralarındaki rekabet hem de başat siyasal güç üzerindeki baskıları artar. İkincisi: İktidar bloğu içinde yer alan bir odak, başat siyasal gücün kendisine biçtiği rolle yetinmeyip daha ötesini talep edebilir; başat siyasal güçten “rol çalmaya”, siyasal talep ve iddia-larını sivriltmeye yönelebilir. Üçüncüsü: Mevcut iktidar bloğu-nun karşısında yer alan toplum-sal muhalefetin gücü, bu bloğun sürdürülebilirliği üzerinde etkili olur. Ancak, bu etkinin tek yönlü olması zorunlu değildir; top-lumsal muhalefetin güçlenmesi mevcut iktidar bloğunu çözücü bir etki yaratabileceği gibi, tersi-ne bloğun daha da pekişmesine, kendini yeniden tahkim etmesi-ne de yol açabilir. Yukarıdaki genellemelerin gü-nümüz Türkiyesi ve AKP iktidarı (iktidar bloğu) açısından test edilmesi gerekmektedir. Ancak, özel olarak bugün Türkiye’de var olan iktidar bloğunun, yukarı-daki genellemeler dışında kalan, kritik birtakım özellikleri vardır ve bu özelliklere bakmadan salt yukarıdaki genellemelerle sınırlı kalan bir “test etme” işlemi kısır kalacak, tablonun bütününün görülmesini engelleyecektir.

AKP’nin blok içindeki yeri ve gücü Yukarıda iktidar bloğunun kimi kritik özelliklerinden söz edildi. Nedir bu özellikler? Birincisi: Türkiye’de, başat siya-sal gücün AKP olduğu iktidar bloğu, düzenin sürekliliğini ve kalıcılığını, geleneksel çizgilerde

devam etmekte değil topyekûn bir dönüşümde aramaktadır. Daha açığı, bu iktidar bloğu Türkiye kapitalizminin gelenek-sel siyasal, ideolojik, idari ve kültürel dayanaklarını başka bir zeminde yeniden kurma misyo-nunu üstlenmiştir. Böyle de olsa, dönüştürme misyonunda uçlara ve aşırı radikal müdahalelere gi-dilmesi, bir noktadan sonra ser-maye sınıfının kendisinin kırmızı çizgileriyle karşılaşabilecektir. İkincisi: Türkiye söz konusu olduğunda, herhangi bir iktidar bloğu değil, emperyalizmin de tercihlerde bulunduğu, hat-ta varlığı ve geleceğinde kimi özel uğraklarda belirleyici bile olabildiği bir blok gündemde-dir. İktidar bloğu, her durumda ve tüm bileşenleriyle, bu “dış” güç odağının kırmızı çizgilerini gözetmek durumundadır. Üçüncüsü: Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana “yedek güç” olarak el altında tutulan, desteğine başvu-rulan, ancak merkezi iktidar blo-ğunda pek yer verilmeyen güç odakları (cemaatler ve tarikatlar) ilk kez AKP’nin iktidar bloğun-da bir bileşen olarak önemli bir yer tutmuşlardır. Bloğa geç dahil olma, her zaman, iddia ve taleplerin daha sivrilmesi, deyim yerindeyse daha “vahşileşmesi” anlamına gelir. Dördüncüsü: Türkiye’deki iktidar bloğunda, başat siyasal güç (AKP) dahil, bloğu oluşturan ke-simler kendi içlerinde monolitik bir yapı sergilememektedir. Daha radikali de ılımlısı da, kayıtsız şartsız ABD yanlısı da ABD’ye biraz daha mesafeli duranı da, ülkedeki geleneksel-yerleşik büyük sermaye kesimlerini silme yanlıları da bu kesimlerle belirli müştereklerde uzlaşma isteyen-ler de, kimi göreli ağırlıklara kar-şın iktidar bloğunun tek tek her bileşeninde görülebilmektedir. Bu dağılım, “çatlama”, “çözülme” vb olasılıklarını sınırlandıran bir etmendir. Dikkatli bir okur, mevcut iktidar bloğu söz konusu olduğunda

buraya kadar söylenenlerin bir yanıyla bu bloğun “sağlamlığına” ya da “sürdürülebilirliğine”, diğer yanıyla da iç dalaşma ve ayrışma olasılıklarına işaret ettiğini çıkar-mış olmalıdır.

Ağır basan olasılık Ne var ki, eğer burada siyasal bir analiz yapılıyorsa, bu iki olasılıktan hangisinin daha ağır bastığını en azından bugünkü veriler ışığında ortaya koymak gerekecektir. Ağır basan, kendi içindeki eğilim farklılıklarına karşın iktidar blo-ğunun başat siyasal gücü olarak AKP’nin, hem bileşenleri bir ara-da tutucu, hem de bunlara bas-kın konumunu sürdüreceğidir. AKP’nin bu gücünün, sağlığı son zamanlarda tartışılan Erdoğan’a ne kadar bağlı olduğu, burada girilmesi gerekmeyen ayrı bir tartışma konusudur.AKP’nin, başında bulunduğu ikti-dar bloğunu bir arada tutucu si-yasal pratiklerinden biri, bloğun diğer bileşenlerinden gelen kimi uç ve radikal talepler karşısında bunları hem okşayıcı, hem de sınır çizici manevralar yapabil-mesidir. AKP, yüzde 50 seçmen desteğine karşın, bu ülkedeki kimi dengelerle fazlaca oynama-nın riskli yanlarını hesaba kat-makta, “topyekûn dönüşüm” için bu dengeleri de bozmanın fazla gerekli olmadığını düşünmek-tedir. Daha açık bir deyişle AKP, dönüştürdüğü “nesnenin” kendi işine de yarayacağını düşündüğü kimi öğelerini muhafaza etmekte sakınca görmemektedir. Bununla birlikte, bloğundan gelen kimi radikal ve sivri talepleri zaman zaman karşılamakta, çizdiği sınırların ötesine geçildiğinde ise “durun bakalım, o kadar da değil” diyebilmektedir. Bu manevraların özellikle netlik kazandığı başlık, Birinci Cumhu-riyetle hesaplaşmadır. AKP, bu hesaplaşmanın bir “rövanşizm” halini almasını sakıncalı bulmak-ta, zaman zaman sınır getirme gereği duymaktadır. Örneğin, Mehmet Metiner ve Mehmet Baransu gibilerine yeri geldiğinde “sus” denilebilmesi, Şamil Tayyar gibilerinin ise fazla ciddiye alınmaması örneklerinde olduğu gibi… Bloğun diğer bileşenleri de, zaman zaman kendilerini okşa-yacak girişimlerde bulunulması kaydıyla böyle dengelere fittir ve

AKP dış politikasının daha “anti-ABD”, daha “anti-İsrail” olabilecekken bu yönelimin cemaat tarafından engellendiğini düşünmenin herhangi bir nesnel zemini yoktur. Mesele, bir tarafın (cemaat)

“sen ne yaptığının farkında mısın?” kaygılarıyla diğer tarafın (AKP) “merak etme, biliyorum ve senin gözettiğin yerin onayını da aldım” şeklindeki muhabbetinden ibarettir.

Page 11: Komünist 340

SİYASET6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 11salt rövanşizm adına köprüleri atma niyetinde değildir. İktidar bloğunun başat gücü olarak AKP, benzer manevraları, bloğun sürdürülebilirliği açısından yaşamsal önem taşıyan bir başka alanda, başta ABD olmak üzere emperyalist güç odaklarıyla olan ilişkilerde de kullan-maktadır. Burada da “denge”, “İslam alemini” ve içerdeki kimi radikal-dinci unsurları okşayacak çıkışlarla, ünlü ce-maatin kayıtsız şartsız ABD yanlılığı ve bu bağlamda zaman zaman ortaya çı-kan “kaygıları” arasında gözetilmekte-dir. Ancak, burada, AKP dış politikası-nın daha “anti-ABD”, daha “anti-İsrail” olabilecekken bu yönelimin cemaat tarafından engellendiğini düşünmenin herhangi bir nesnel zemini yoktur. Mesele, bir tarafın (cemaat) “sen ne yaptığının farkında mısın?” kaygıla-rıyla diğer tarafın (AKP) “merak etme, biliyorum ve senin gözettiğin yerin onayını da aldım” şeklindeki muhab-betinden ibarettir. AKP’nin ABD yörüngesi dışında işlere kalkışmayacağı kesin olduğu gibi, ABD’nin de görünür gelecek için AKP’ye alternatif düşünmesini veya AKP’yi cemaat aracılığıyla “yola getirmeye” kalkmasını gerektirecek herhangi bir durum yoktur.Önemli bir başka konuya, Kürt sorunu karşısında “daha şahince” veya “daha uzlaşmacı” politikalara gelince; her iki politika hattının da AKP dahil blok içindeki her kesimde yandaşları olduğu söylenebilir. Yer yer ortaya çıkabilen kimi vurgu farklılıklarına kar-şın, Kürt sorunu, iktidar bloğu içinde ciddi çözülmelere yol açabilecek bir dinamik olmaktan uzaktır. Bunun ne-deni de, kuşkusuz sorunun “önemsiz bulunması” değil, bloğun tüm bile-şenlerinin bugünkü saldırı ve sindirme

çizgisinde mutabık olmalarıdır. Yukarıdaki üç nokta, bir, Türkiye’ye verilecek yeni çehre, iki, ABD emper-yalizmi ile ilişkiler ve üç, Kürt sorunu bağlamında iktidar bloğunu çözüp ayrıştıracak dinamiklerin gündemde olmadığına işaret etmektedir.

“Çözücü dinamikler”: neler olabilir?Buraya kadar söylenenler, iktidar blo-ğu içinde çekişmelerin olduğu, ancak bu çekişmelerin bloğu dağıtıcı saflaş-malara evrilmediği şeklinde yorum-lanmalıdır. Bir kez daha vurgularsak, Birinci Cumhuriyet’le hesaplaşma, ABD ile ilişkiler ve Kürt sorunu bağla-mındaki çekişmeler, bugün bloğu da-ğıtacak boyutlara ulaşmamıştır. Bu üç alandaki çekişmelerin kendi dinamik-leriyle bloğu çözüp dağıtıcı noktalara gelebileceğini beklemek de gerçekçi olmayacaktır. Ancak, başka alanlarda boyutlanan çekişmelerin, dönüp bu üç alana da yansıması ve buralarda daha net ayrışmaları gündeme getirmesi teorik olarak mümkündür. Çekişmelerin boyutlanmasına yol aça-bilecek alanlar olarak şöyle bir sıralama yapmak mümkün görünmektedir: • İktidar bloğundaki kimi güçlerin, siyasal iddialarını daha da sivriltmeleri, devletin çeşitli birimlerinde ve meka-nizmalarında kurdukları hâkimiyetin bloğun başat siyasal gücünü rahatsız edecek boyutlara ulaşması mümkündür.

• Ekonomik daralmanın ve patlak verecek bir krizin faturasının tümüyle emekçi sınıflara ödetilmesi nesnel olarak mümkün değildir. Pasta küçü-lürken, kimin daha çok bedel ödeye-ceğine, sermayenin hangi kesimlerinin daha az kollanacağına ilişkin çekişme-ler iktidar bloğunda ciddi huzursuz-luklara neden olabilir. • Türkiye’de toplumsal muhalefetin güçlenmesi, büyük olasılıkla, iktidar bloğunu pekiştirici değil çözücü etki-ler yaratacaktır. Toplumsal muhalefetin mevcut herhangi bir iktidar bloğunu çözücü değil pekiştirici etkileri, farklı konjonktürler, örneğin düzen dışı ciddi bir alternatifin ortaya çıktığı durumlar için düşünülmelidir. Yukarıdaki sıralamada, ikinci ve üçüncü maddeler, ilki daha yakın olmak üzere birtakım olasılıklara işaret etmektedir. Birinci madde ise, bir “olasılık” değil, henüz “kırılma noktası-na” gelmemiş olsa bile bir vakıa, fiilen ortada olan bir durumdur. Siyasette yerleşik bir kuraldır: Herhan-gi bir iktidar bloğundaki başat siyasal güç, kurduğu mutabakat, buluşulan müşterekler ve sağladığı yarar ne olursa olsun, devlet mekanizması söz konusu olduğunda bloğun diğer bileşenlerine belirli bir mesafe koymak zorundadır. Rant, ihaleler, ekono-mik kaynaklar ve ekonomik daralma dönemlerinde ödenecek bedel, siyasal iktidar için “paylaşıma” ve “paylaştır-

maya” daha açık başlıklardır. Ancak, aynı şey, devlet mekanizması söz konusu olduğunda çok daha az ge-çerlilik taşır. İktidar bloğunun bileşimi ne olursa olsun, başat siyasal güç bu alanda tekel olmak, en azından kont-rolü her zaman elinde tutmak ister. Sermayenin hiçbir iktidarı, devletin temel aygıtları ve mekanizmaları söz konusu olduğunda “burjuva meşrui-yetini” büsbütün gözden çıkaramaz. Elbette hukuka bağlılığından değil, düzenin bekası açısından getirebilece-ği risklerin farkında olduğundan. Bu açıdan bakıldığında, mevcut iktidar bloğunda bugün için belirli dengeler-de tutulabilen, ancak yeni çekişmelere gebe ilişkilerden söz edilebilir. Ayrıca, bu yazıda ele alınmayan “şöyle veya böyle Erdoğan sonrası” senaryoların düğümlendiği başlıca alanlardan biri de budur. Çekişme sürecektir. Ancak, bir nokta açıktır: Emperyalist odaklar ve hemen her kesimiyle sermaye sınıfı için başka bir alternatif hiç gün-demde değilse, ayrıca “cemaat” diye anılan güç odakları da AKP dışında bir iktidar alternatifi aramıyorsa ve ancak bu iktidar sayesinde gücünü ve etkisin artırabiliyorsa, çekişmede eli güçlü olan taraf iktidar bloğunun başat siyasal aktörü, yani R.T. Erdo-ğanlı AKP’dir.

Çekişme sürecektir. Ancak, bir nokta açıktır: Emperyalist odaklar ve hemen her kesimiyle sermaye sınıfı için başka bir alternatif hiç gündemde değilse, ayrıca “cemaat” diye anılan güç odakları da AKP dışında bir iktidar alternatifi aramıyorsa ve ancak bu iktidar sayesinde gücünü ve etkisin artırabiliyorsa, çekişmede eli

güçlü olan taraf iktidar bloğunun başat siyasal aktörü, yani R.T. Erdoğanlı AKP’dir.

Metin ÇULHAOĞLU

Page 12: Komünist 340

Bir genel kurulun ardından Türk-İş

Türkiye’nin en büyük işçi konfe-derasyonu Türk-İş’in 8-11 Aralık 2011 tarihinde 21. Genel Kurulu gerçekleştirildi.Genel Kurul’da herhangi bir sürpriz yaşanmadı, hükümete yakınlığıyla bilinen Tes-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu yeni-den başkan seçildi. Yeni oluşan yönetim yine AKP belirlenimli sendikacılardan oluşuyor.Ancak Genel Kurulu öncekiler-den ayıran bir öz elliği, Türk-İş’i ve liste yarışını medyaya taşır-ken, bir dizi tartışmayı da taze-ledi. Türk-İş’te 10 sendikadan oluşan muhalifler, Genel Kurulda bir söylem birliği içerisinde Türk-

İş’in AKP güdümlü pasif yöneti-mini etkili bir şekilde eleştirdiler. Çalışmalarına aylar öncesinde başlayan ve kendilerine Sendi-kal Güç Birliği Platformu (SGBP) adını veren muhaliflerin Genel Kurul öncesine uzanan çalışma-ları, Türk-İş Genel Kurulu’nun daha canlı geçmesini sağlarken, kamuoyu ve medyanın dikkati de SGBP’nin genel başkan adayı Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile Mustafa Kumlu ara-sındaki yarışa çekilebilmişti.Muhaliflerin yer yer anti-kapitalist vurgular taşıyan deklarasyonları, başkan adayları Öztaşkın’ın kimliği, genel sekre-

ter adayı Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin’in kürsüden sos-yalist olduğunun altını çizmesi gibi noktalar, belki de 1990’ların başından bu yana ölü toprağı serpilmiş sendikal harekette yeni bir canlanma algısı yaratmayı başardı. Emek hareketini yakın-dan takip edenlere umut verdi. Toplumsal muhalefetin dar ve ideolojik çıkışlara hapsedilmek istendiği bir dönemde, en büyük sendikal konfederasyonda yaşa-nan Genel Kurul süreci ile birlikte yeni bir “DİSK kopuşu” olasılığı dahi telaffuz edilir oldu.Bununla birlikte Türk-İş Genel Kurulu’nda sonucu değiştirme-

yen bu gelişmeler, sendikal ha-rekette herhangi bir çıkışın ya da yeni bir iddianın bu alanın içsel dinamikleri ile hareket edildiği ve bu koşullar veri alındığı tak-dirde sonuç alıcı olamayacağını bir kez daha ortaya koydu.

Türk-İş’in “yeni” muhalefetiTürk-İş’te 21. Genel Kurul’un atmosferini belirleyen muhalifler, konfederasyonun tarihi boyun-ca muhalif çizgiyi benimseyen sendikalardan oluşuyor. Bu nedenle “yeni” sıfatı, muhalefeti oluşturan sendikalar için değil, bu sendikaların muhalefet yap-ma ve kongreye hazırlık sürecini

Çalışmalarına aylar öncesinde başlayan ve kendilerine Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) adını veren muhaliflerin Genel Kurul öncesine uzanan çalışmaları, Türk-İş Genel Kurulu’nun daha canlı geçmesini sağlarken, kamuoyu ve medyanın dikkati de SGBP’nin genel başkan adayı Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile Mustafa Kumlu ara-sındaki yarışa çekilebilmişti.

12 EMEK 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST

Page 13: Komünist 340

örme biçimini tanımlıyor.1980 sonrası Türk-İş’te ilk kez aylara ve hatta yıllara yayılan bir sendikal muhalefet çalışması örüldü. TEKEL Direnişi sırasında ve özellikle hemen sonrasında hızlanan Türk-İş içerisinde-ki bu çalışma, 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumu öncesinde konfederasyon içinde bir “Hayır” cephesinin kurulmasını sağlamıştı. Bilindiği gibi geleneksel çizgisinden sapmayan Türk-İş, referandumda bağlı sendikaları bağlayıcı bir tavır geliştir-memiş ve sessiz kalmayı tercih etmişti. O dönem Türk-İş içerisinde 11 sendika ise “Hayır” tavrı etrafında birleşen toplumsal muhalefetin içerisinde yer almıştı. Aynı sendikalar, ilerleyen ay-larda gerek bu sendikaların sürdürdü-ğü gerek de diğer konfederasyonlara bağlı işçi direniş ve eylemlerine kitle-sel destek vermeyi sürdürmüşlerdi. Ni-hayet 1 Temmuz 2011’de yani Türk-İş Genel Kurulu’ndan yaklaşık 4 ay önce, “demokratik, mücadeleci ve güçlü bir sendikal hareket” oluşturmak için yola çıktıklarını bir basın açıklamasıy-la deklare ettiler. Deklarasyona imza atan sendikalar, Tek Gıda-İş, Belediye-İş, Petrol-İş, Basın-İş, Deri-İş, Kristalİş, TÜMTİS, Tez Koop-İş, Hava-İş ve Tür-kiye Gazeteciler Sendikası’ndan (TGS) oluşuyordu. 10 sendikanın Genel Başkanları, Türk-İş Genel Kurulu öncesi Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yaptıkları toplan-tılarla SGBP’yi tabana anlatmaya ve güç toplamaya çalıştı. Gerçekleştirilen toplantıların başarısı ve kitleselliği ise yine hakim sendikal anlayışın dışına çıkılarak bölgelerde mücadele içerisin-deki işçilerle buluşulmasına bağlıydı. Bu açıdan gerçekleştirilen bazı toplan-tıların başarılı, bazılarının ise başarısız olduğu tespit edilebilir. Yine aynı top-lantılardan çıkan bir sonuç, SGBP’nin Türk-İş’e bağlı sendikaların tabanında gelişen daha mücadeleci ve eleştirel bir basınca dayanmadığı gerçeğiydi. SGBP’yi oluşturan sendikaların mevcut yönetimlerinin iradesiyle ortaya çıkan hareket, kendi tabanına SGBP’yi bu toplantılarla anlatmaya başlamıştı. Bu durumun bir kanıtı olabilecek bir diğer gelişme ise daha önce sayıları 11 olan muhalif sendikaların sayısı-nın, Harb-İş’in merkez yönetimi daha sağ yönelimli bir ekip ile değişince SGBP’nin oluşumundan çekilmesi nedeniyle 10’a düşmüş olmasıydı.Türk-İş Genel Kurulu’na giderken, sendikal alandaki benzer oluşumların yıllarca yediği “Kongre belirlenimli olma” damgasını yememek için SGBP bileşenlerinin her fırsatta uzun soluklu bir oluşum peşinde olduklarını vur-gulaması dikkat çekiciydi. Öte yandan kendisine Türk-İş 21. Genel Kurulu için de bir misyon biçen SGBP bileşe-ni sendika başkanları Genel Kurul’da kürsü konuşmalarında emeğe saldırı başlıklarında Türk-İş yönetiminin pasif tutum almasını, AKP hükümeti-ni ve “yandaş sendikacılığı” kıyasıya eleştirdiler. Genel Kurulun medyada haber olmasını sağlayan nedenlerden birisi de, Başbakan Yardımcısı Bekir

Bozdağ’a SGBP bileşeni sendikaların delegelerinin gösterdiği tepki oldu.Genel Kurulun son günü yapılan seçimlerde, 362 delegenin geçerli 350 oyunun 223’ünü Mustafa Kumlu, 127’sini ise Mustafa Öztaşkın aldı. Öztaşkın’ın aldığı oy, SGBP listesinin aldığı en yüksek oldu. 100’e yakın kendi oyu bulunan SGBP bileşeni sendikaların, karşı listeden aldığı oylar sonucu değiştirmekten oldukça uzaktı. Bugün Türkiye’de herhangi bir sendi-kada yaşanacak seçim sürecinin temel dinamiğini açık bir şekilde ortaya ko-yan tespit ise Mustafa Kumlu tarafın-dan kongre konuşmasında yapılmıştı: “Salondakilerin yüzde 95’i profesyonel yöneticilerden oluşuyor. Biz birbiri-mizi biliyoruz. Kimin ne yaptığını da biliyoruz.”Sendikalarda seçimler genel kurul kürsülerinde hiçbir zaman kazanıl-mamıştı. SGBP Genel Kurul’da, bugün düzenin tüm değerlerinin taşıyıcısı AKP’den yani güçlüden yana olmayı gerektiren Türk-İş’in uzlaşmacı gelene-ğinin soğuk duvarına çarptı.

Türk-İş’in uzlaşmacı geleneği Son Genel Kurul’da ortaya çıkan sonuç, 1952 yılında kurulan Türk-İş’in uzlaşmacı geleneğinin kadrolarının büyük kısmını belirlediği ve Soğuk Savaş yıllarında yükselen Amerikan Sendikacılığı hattının Türkiye’de açık adresi olduğunu bir kez daha göster-di. Türkiye’de ilk kurulan ve en başta

bu nedenle en güçlü konfederasyon olan Türk-İş’in bu pozisyonu, aynı zamanda ülkemizde sendikal hareke-tinin referans noktalarını da yıllarca belirledi.Türk-İş’in uzlaşmacı geleneğinin hem kendi içine hem de sendikal alanda dışına doğru belirleyici olması, farklı tarihsel dönemlerde Türk-İş’in mis-yonlarının o döneme göre yeniden uyarlanmasını gerektirdi. Sermaye birikim süreçlerinin dönüşümü ve düzen siyasetinin hakim ideolojisinde-ki rötuşlar, Türk-İş’in bu konumunu hiç değiştirmedi. Aksine, Türk-İş her yeni döneme yeniden uyarlandı.Türkiye kapitalizminin dönüşümün-de kritik bir rol üstlenen AKP’nin aynı süreçte kendisine yakın Hak-İş’i büyütmekle uğraşırken bir yandan sendikal alanın “amiral gemisi” Türk-İş’i de doğrudan belirlemeye çalış-ması, emekçilerin dönüşümü sekteye uğratabilecek olası tepkilerini kontrol etmeye dönük çabasının en önemli

kısmını oluşturdu. Aynı nedenle, 12 Eylül Darbesi’nden sonra kapatılma-yan, darbe hükümetine bakan veren, 1990’ların ilk yarısında başını kaldıran işçi hareketini bir sendikal bürok-rasi operasyonu ile sönümlendiren Türk-İş’in, AKP’li yıllarda “Yeni Türkiye” kurulurken “arka bahçe” haline gelme-si/getirilmesi hiç zor olmadı. Türk-İş’in AKP döneminde oynadığı role ilişkin belki de hafızalardaki en net görüntü, konfederasyon yönetiminin TEKEL Direnişi’ni etkisizleştirmek için göster-diği performanstı.

Türk-İş’ten kopuş mümkün mü?Türk-İş’in bu tarihsel geleneği ve pozisyonu, SGBP’nin Genel Kurul’da somutlanan çıkışının neden bu kadar heyecan yarattığını da açıklamaya yetiyor. Sınıfa ihanet ile örülmüş bu sendikal geleneğin bağrından çı-kan muhalefetin yarattığı heyecanın kalıcılığı ise SGBP’nin kongre sonrası nasıl devam edeceği ile yakından ilgili. SGBP’den kongre sonrası yapılan bir yazılı açıklama dışında, bu konuda ka-rarlı ve güçlü bir işaret verilmiş değil.Ancak bir nokta oldukça net: Türk-İş’ten 1967’de DİSK’in kurulmasına yol açan kopuşun bir benzerinin tarihsel, siyasal ve öznel nedenlerle mümkün olmadığı... Türk-İş’ten olası bir kopu-şun Genel Kurul öncesi ve sonrasında sık sık tartışılır hale gelmesi, Türk-İş muhalefetinin yarattığı heyecan ile daha gerici ve piyasacı hale gelen Türkiye’de özellikle emek cephesinde artan umut arayışının çakışmasının bir sonucu oldu.

Öncelikle altını çizmek gerekiyor, SGBP bileşenlerinin Türk-İş’ten ay-rılmak, DİSK’e katılmak ya da yeni bir konfederasyon kurmak gibi bir perspektifleri bulunmuyor. Türk-İş’in mevcut yönetimi açısından ise muha-lifleri “dışarı itmek” kalan son meşru-iyet kırıntılarının da yitirilmesi anla-mına geleceğinden kesinlikle tercih edilmeyecektir.Öte yandan, DİSK’in kuruluşun-da 1961’de yola çıkan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) oynadığı rol, Türkiye’de sendikal alanda ortaya çıkan ileri ve

daha mücadeleci sendikal pratiğin doğmasını sağlayacak koşullara ilişkin yeterince ipucu veriyor. Türk-İş’ten ko-parak DİSK’i kuran sendikacıların biri hariç tümünün TİP’li olması ve TİP’in o dönem sosyalizmin toplumsal deste-ğini artıran etkinliği, sınıf siyasetinin sendikal alanda sınıf sendikacılığının önünü açan yegane anahtara işaret ediyordu.İşçiden çok sermayeye ve onun tem-silcisi hükümetlere yakın duran Türk-İş’in pozisyonunun değişmesi, ancakve ancak ülkemizde sendikal alanın temel referanslarını değiştirecek bir yeni siyasal süreç ile mümkündür.Emekçilerin yalıtık ve parçalı tepkileri-ni birleştirebilecek yeni bir sol rüzgar esmeden ve sosyalizm mücadelesigüç kazanmadan, ülkemizde sendikal alanda yeni bir “DİSK kopuşu” bekle-mek ise ham hayalcilikten öteyegitmeyecektir.

Türk-İş’ten koparak DİSK’i kuran sendikacıların biri hariç tümünün TİP’li olması ve TİP’in o dönem sosyalizmin toplumsal desteğini artıran etkinliği, sınıf siyasetinin sendikal alanda sınıf sendikacılığının önünü açan yegane anahtara işaret ediyordu.

Aşkın SÜZÜK

EMEK6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 13

Page 14: Komünist 340

14 MARKSİZM 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST

Çok tartışılan bir alanda neler okunmalı diye sıkça sorulan soruya bir nebze olsun yanıt diye kaleme alındı:

Alevilik hakkında ne okumalı?Alevilik hakkında ne okumalıyız sorusu sıkça sorulan bir soru. Çok tartışılan ve bugün hâlâ tarihsel temellerine oturtulamayan bir başlıkta bu soruyla karşılaşılması doğal. Aynı zamanda farklı siyasal yönelimleri içinde barındıran, daha doğru bir deyişle her yerden çe-kiştirilen Alevilik hakkında doğru dürüst kaynaklardan bilgi edinmek gerçekten de daha önemli hale geliyor. Alevilik, bugün güncel bir sorun olarak popülerliğini koruyor. E-posta gruplarından internet sitelerine kadar, dergilerden örgütlere kadar bu alan-da herkes bir şeyler söylemekte. Hem “Alevilik nedir, ne değildir” ekseninde bir dizi soru özellikle genç Alevi kuşa-ğında fazlasıyla ilgi çekiyor. İşte böyle bir ortamda Türkçüsünden İslamcısına, liberalinden “Alevi dincisine” kadar her kesim yeni yeni kitap çıkartıyor. Her bir kitap birbirine taban tabana zıt şeyler söyleyebiliyor. Bugün “Alevi İslamı” tanımı ile Cem Vakfı yayınları ve AKP destekçisi kesim-lerin liberal tezleri ortalıkta uçuşuyor. Liberaller, Cumhuriyet’in Alevi düşmanı olduğunu göstermek için, Cem Vakfı ise Aleviliği İslamı’ın bir kolu haline getirmek için yazıyor. Her iki kesim de, Alevileri yeni rejime uydurmanın, bağla-manın altyapısını oluşturmaya çalışıyor. Bilim, tarihsel gerçekler ya da tarihi ge-lişim göz ardı ediliyor ya da kendi bakış açılarına göre yeniden şekillendiriliyor. Alevilere dönük ilgi sadece bu kesimler-de değil. Aynı zamanda Cumhuriyetin kuruluş yıllarında “öz Türk” arayışının bir sonucu ve uzun süre “Orta Asya” bağlantısının Türkiye’de karşılığı olarak görülen Aleviler üzerine zamanında da onlarca kitap yazılmıştı. Bugünden bakıldığında “fazla zorlama” olan bu ulusalcı yayınlar, bugün, dinci gericiliğin İran ve sonrasında Türkiye’de siyaseten geldiği yer nedeniyle, “Anadolu Alevili-ği” kavramını kullanmakta, yine Aleviliği kendi siyasal çıkarları doğrultusunda değerlendirmektedir. Burada da bilim ve tarih ters yüz edilebilmekte, siyasi ihtiyaçlara göre şekillendirilebilmektedir.Marksist alanda ise Aleviliğe dönük teorik ilgi ve araştırma ne yazık ki çok fazla değil. Kürt sorununa, genel olarak ulusal soruna dönük “yazın birikimi” söz konusu din ve dinin toplumsal-siyasal etkileri olunca aynı ölçüde bir üretime denk gelmediğini söyleyebiliriz. Bu yüz-den Alevilik hakkında okurken, bilimsel sosyalist eserler yerine farklı ideolojik bakış ve tercihlerle kaleme alınmış eserlerle karşı karşıya olduğumuzu bilerek okumalıyız. O yüzden de burada konuyla doğrudan bağlantılı olarak önereceklerim ille de marksist kitaplar olmayacak!Alevilik hakkında okurken önce sosya-list düşüncenin temellerine dönük bir

vurguyla işe başlamak gerek. Alevilik hakkında ne okumalıyım diyen herkese “önce Komünist Manifesto”yu oku-malıyız diye öneriyorum. Sonra Engels tarafından kaleme alınmış Köylüler Sava-şı kitabını salık vermek gerekir. Çünkü tarihi ve toplumsal gelişmeleri sınıf yapısı ve sınıf mücadelesinden bağımsız ele alamıyoruz, alamayız. Dinin, dini top-lumsal yapıların aynı zamanda tarihin bir döneminde sınıfsal bir ayrışmaya karşılık geldiğini bilmeden, dini tercihlerin aynı zamanda sınıfların ideolojik ve çoğu za-man siyasal bir “parti”ye karşılık geldiği-ni anlamadan dönemi değerlendirmek, konuyu anlamak mümkün olmuyor. Örneğin Osmanlı’nın bir yönetim biçimi olarak Sünniliği (Abbasiliği) tercih et-mesi, Aleviliğin ise büyük ölçüde yoksul köylülüğe denk düşmesi gibi… Tarihe sınıf tanımı ve sınıflar müca-delesini merkeze koyarak baktıktan sonra okunacak önemli bazı eserler var. Bunlardan ilki Rıza Yörükoğlu’nun kitabı olabilir. “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır, Tarihte ve Günümüzde Alevilik” (Rıza Yörükoğlu, Alev Yayınları) eseri hem tarihsel bir bakışı, hem Marksist yöntemlerle dine bakışı ortaya koyması açısından yararlı bir kitap. Kitabın siyasal sonuçları ayrı tartışma konusu… Ancak marksist kavram ve yöntemlerle Alevilik hakkında kaleme alınan bu eser derli toplu bir bakış açısı elde etmek için okunması gereken kitapların başında gelmektedir. Yine soldan bir kitap olarak Faik Bulut’un “Ali’siz Alevilik, İslam’da Özgürlük Arayışı” ( Faik Bulut, Berfin Yayınları) kitabı önemli bir kaynak. Özel olarak İslam tarihi ve 4 halife dönemine ayrıntılı bakışı dolayısıyla okunmasında fayda olan bu kitap, Alevilik düşünce-sini tek başına Anadolu’ya değil bütün Ortadoğu halklarına uzanan bir çerçe-vede ele almasından dolayı okunmalı, değerlendirilmelidir. Kitap, belki bugün Alevi kesimler üzerine ezbere bilinen önemli kavramları ve olguları yerle bir edebilecek tarihsel bilgileri içermektedir. Ali dönemini ve sonrası Kerbela sürecini anlamak için okunması gereken kaynak-lardan biri olarak salık verilmelidir. Aynı zamanda Kürt tarihi bağlantıları açısın-dan da ilgi çekici…Alevilik hakkında bilimsel eserlerden söz ederken İrene Melikov’un kitapları ve araştırmalarına mutlaka özel bir yer vermeliyiz. Zaman içinde haklı bazı eleştiriler alan bu makaleler her şeye karşın sağlıklı bir tarihsel bakışı yansıt-maktadır. İrene Melikov’un önereceğim eserleri arasında şunlar var: “Uyur İdik Uyardılar, Alevilik-Bektaşilik Araştırmala-rı”, “Hacı Bektaş, Efsaneden Gerçeğe” ve “Kırklar’ın Cemi’nde”.Bir başka yazar da Türkiye’den. Soldan bir yazar değil. Tam tersine aslında…

Ancak Türkiye’de tarihçi titizliği ile ve dönemin kaynaklarından yararlanarak kaleme aldığı eserler, her ne kadar, tam ve açık olarak “lafı söyleyemese” de önemli bilgiler vermektedir. Yani Alevilik hakkında kalıplaşmış düşünce ve yargılar taşıyan egemen düşünce sistematiğinden tam olarak kurtula-madan yazmaya çalışan, o yüzden de zaman zaman yazarken zorlanan tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın eserlerine bakıl-malıdır. Komünist ismi olan bir gazetede “ilahiyat kökenli” bir tarihçinin kitaplarını önermemize şaşırmamalı. Tam tersine yazdığı eserler aslında Aleviliğin tarihsel tutamak noktalarına değdiği için önem-li. “Babailer İsyanı, Aleviliğin Tarihsel Altyapısı” kitabı 1239 yılında baş göster-miş Babalar ayaklanmasını anlamak için çok önemli bir eser. “Osmanlı Sufiliğine Bakışlar”( İletişim Yayınları) ve “Türkler, Türkiye ve İslam” (İletişim Yayınları) kitapları yine okunmasında yarar olan kitaplar. Zaman zaman Alevilik hakkında okur-ken Anadolu tarihinin, Türklerin tarihinin sadece Alevilerden ibaret olduğu hissi-ne kapılınabilir. Aslında bir nevi “dar bir bakış açısı”na karşılık gelen bu kitaplar yerine, Ocak’ın kitapları daha geniş bir bakış açısı sunabiliyor. Türkler ve İslam konularını incelerken, hem devlet İslam’ı hem de halk İslam’ı kavramlarını getirerek resmi Diyanet dışı bir söylemi de bulabiliyor, aynı zamanda Türklerin Alevilik yanı sıra Sünni anlamda da “halk İslam’ı” yaşadığını görebiliyorsunuz. Bu önemlidir. Çünkü sosyalistler mücade-lelerini etnik bir temele indirgemeden yürütmeli, bu açıdan bugün Türk, Kürt değişik etnik kimlikten ve Alevi, Sünni değişik dini (mezhep) kimlikten emek-çilerin mücadelesini birleştirebilmelidir. Ne Sünniler bir bütün olarak egemen, ne de mücadele yürüten bütün emekçi-

ler Aleviler’den ibaret…Alevilik hakkında okunmasında yarar gördüğüm iki eserden daha bahset-mek gerekiyor. Birincisi Yusuf Ziya Bahadınlı’nın “Alevilik ve İslam Fana-tizmi” (İnsancıl Yayınları) kitabı. Diğeri de Nejat Birdoğan’ın “Alevi Kaynakları” (Kaynak Yayınları, 2 cilt) kitabı. Her iki kitapta Alevi toplumsallığının kaynak-larına, edebiyatına ve Alevi tarihi içinde çokça geçen isim, olgu, olay ve deyişler konusunda önemli bilgiler sunmakta-dır. Aleviliğin dini-teolojik görüşlerine kaynaklık eden deyişleri ve menkıbeleri anlamak açısından okunması yararlı olacaktır. Dikkat ederseniz önerdiğimiz kitaplar daha çok Alevilik tarihine dönük ve Alevilik nedir sorusun yanıt oluşturabi-lecek kitaplar. Ancak kısa da olsa Alevilik ve siyaset konularına girebilecek iki kitaba daha değinmek gerekiyor. Alevi toplumsallığının tarihsel olarak hangi siyasal taraflaşma içinde olduğu, siyasal mücadelelerini ve Cumhuriyet döne-minde Alevi toplumsallığının siyasal çıkış denemelerini bilmek açısından iki kitabı da burada dillendirmeden geçe-meyeceğim. Biri Kelime Ata’nın kaleme aldığı “Alevilerin İlk Siyasal Denemesi, Türkiye Birlik Partisi” (Kelime Yayınevi) kitabı diğer de Necdet Saraç’ın yazdığı “Alevilerin Siyasal Tarihi” (Cem Yayınevi) kitapları. Her iki kitapta siyasal müca-deleler çerçevesinde Alevi toplumsallı-ğının tercihleri, taraflaşması ve konumu hakkında bilgiler vermektedir. Bugün Alevilerin siyasal tercihlerini anlamak için bakılmasında fayda olan kitaplar. Her ne kadar Alevilere yüklenen siyasal özne rolü, sınıfsal tarihsel karşılığından ve mücadeleden kopartılıp etnik temel-de tanımlansa da...

Kurtuluş KILÇER

Page 15: Komünist 340

SİYASET6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 15Umuda açılan bir yolculuk:

Sosyalistlerin Meclisi2011 Genel Seçimleri Türkiye’de umudu biçen bir etki yaptı. AKP gibi her türlü gericiliği, zorbalığı ve hileyi bünyesinde toplamış bir parti-nin tüm oyların yarısını topla-masına mı üzülürsünüz, yoksa TKP’nin birlikte mücadeleyi örmeye yönelik yaptığı çağrıya yüzünü dönmek yerine burju-vazinin hazırladığı kanala kuzu kuzu akan emekçi kitlelerine mi? Seçimlerden bir umutla çıkan BDP ise bunun ne kadar temelsiz olduğunu kısa bir süre sonra keşfetti.TKP hızla bu tabloya müda-hale etmeye başladı. Hemen yaz sıcağında topladığı 10. Kongre’de çok önemli bir siyasi rapor kabul edildi. Rapor kısaca, Birinci Cumhuriyet’ten İkinciye geçişin yarattığı sarsıntının ve olanakların sonlandığını, artık komü-nistlerin gözünü sosyalist bir cumhuriyetin kuruluşuna çevirmesi gerektiğini söylü-yordu. İşe nereden başlan-

malıydı? Kurucu unsur olarak Türkiye işçi sınıfına yönelik İşçi Okulları’nın örgütlenilmesine girişildi, öncüsü olan Parti’nin güçlendirilmesine yönelik adımlar atıldı. Ya Birinci’den İkinci Cumhuriyet’e geçişin çıkardığı toz bulutu ve gürül-tünün içinden sosyalist düşün-cenin sivrilip yükseltilmesi işi... Sosyalistlerin Meclisi; sosyalist düşüncenin önünün açılması, alanda yaşanan kirliliğe karşı sosyalist siyasetin önünü te-mizleyecek bir üretkenlik için tarif edildi.Birinci Cumhuriyet, besleyerek büyüttüğü tüm gerici ve sağcı yanlarına rağmen özellikle 1960’lı yıllardan itibaren bir sol aydınlanmayı da içinde barın-dırmıştı. İkinciye çok sayıda sosyalist aydını devretti. Bun-ların bir kısmı çoktan dönekli-ğin dayanılmaz cazibesine ka-pılmış, hatta bir kısmı liberaller olarak İkinci Cumhuriyet’in kurulmasına muazzam bir ideolojik destek vermişlerdi.

Tüm sahtekarlıklarına rağmen hala sol adına konuşuyor ol-maları bu toz dumanın içinden sosyalist düşüncenin ayırt edilmesini zorunlu kılıyordu. Ulusalcı aydınların bir kısmı Birinci Cumhuriyet hayalleri kura dursunlar, bir kısmı için sosyalizmin bir seçenek haline gelmesi tahmin edilebilirdi. Kürt siyasetinin sosyalist sol-dan daha fazla desteğe ihtiyacı vardı ama hala demokrasi ve özgürlükler etrafında dolaşan aydınları sosyalist siyasette fikir olarak uzaktılar. Türki-ye solunun çeşitli kesimleri Marksizm’in ayırt edici özelliği, siyasi iktidar fikrine olan me-safeleri nedeniyle yerel yöne-timler güzellemesi ve iktidarsız bir özgürlük yanılsaması içinde toz bulutuna katılıyorlardı. İşte bu koşullar altında Parti, sos-yalist akademisyenlere, yazar-lara, sanatçılara, hukukçulara, sendikacılara, gazetecilere, birlikte tartışılacak, birlikte üretilecek, Türkiye’nin sosyalist

geleceğine ilişkin bir sorum-lulukla yaklaşılacak Marksist bir platformda bir araya gelme teklifini götürdü.Umutsuzluğun, siyasi depres-yonun ve sahte solun yaydığı külün altında yaşayan aydınlar bu çağrıya üstlerini silkerek ve doğrularak yanıt verdiler. Bondarçuk’un Meksika Alevler içinde filminin son sahnesin-deki ölen tüm devrimcilerin teker teker dirilmesi gibi umut dolu bir yanıt ürettiler. İlk olarak Türkiye sosyal bi-liminde iki anıt olarak kabul edilen Korkut Boratav ve Bilsay Kuruç birlikte üretme çağrısına olumlu yanıt verdi. Sonra Türkiye’nin farklı yerle-rinden çok sayıda akademis-yen, sanatçı, gazeteci, yazar, sendikacı çağrıya katılarak bir araya gelmeye başladılar. Şu

anda yüzden fazla aydın Sos-yalistlerin Meclisi’ne katılmış durumda. Sosyalistlerin Mec-lisi, Parti’nin içine ve dışına umut aşılamakla kalmadı, aynı zamanda Parti’nin taşların yerinden oynadığı, kartların yeniden karıldığı böyle bir dönemde sosyalist seçeneğin güçleneceği ve örgütlenme kanallarının açık olduğuna ilişkin tezlerini de sınadı ve kuvvetlendirdi.

Sosyalistlerin Meclisi yoluna nasıl devam edecek?Şimdiye kadar iki toplantıda buluşan ve Türkiye’nin ulus-lararası ilişkilerinden Van depremine, AKP hukukundan Türkiye’nin Suriye’ye müda-halesine kadar bir çok konuyu ele alarak tartışan Meclis’in toplantılarının çok verimli ol-duğu ve katılımcıları geliştiren tartışmalar yapıldığını herkes kabul ediyor. Ancak Sosya-listlerin Meclisi’nin bundan fazlasını yapması, topluma seslenen, ulaşan kanallar yaratması gerekiyor. İnternet ortamında sitesinin kurulmuş olması ve toplantılara sunulan tebliğlerin, toplantılardan son-ra yayınlanan sonuç bildirileri-nin buradan erişilebilir olması yararlı olacak. Öte yandan Sosyalistlerin Meclisi dışa açık bir sempozyum hazırlığı yapıyor ve sempozyum notla-rını basmayı planlıyor. Bunun dışında TMMB’nin kanun hükmünde kararnamelerle çalıştırılmaması, çalışsa bile AKP rejimini meşrulaştırmak-tan başka bir işe yaramadığı-nın fark edilmesi Türkiye’nin her yerinde farklı başlıklarda meclislerin oluşmasına yol açtı. Sosyalistlerin Meclisi’nin bu tip yerel yapılarla ilişkiye geçmesi, onlara ürünlerini taşıması ve sosyalizmi üreten karşılıklı bir etki yaratması için elden gele-nin yapılması gerekiyor. Parti örgütlerinin bu tip meclisleri yerel aydınları davet ederek kurmaları veya kurulanlarla Sosyalistlerin Meclisi arasında ilişki sağlaması yeni yılda bir görev olarak kabul edilmeli.Sosyalistlerin Meclisi yeni yılda büyüyerek, üreterek ve sosya-lizm mücadelesinde doğruyu yanlıştan ayırarak akıl ve umut yaymaya devam edecek.

Şimdiye kadar iki toplantıda buluşan ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinden van depremine, AKP hukukundan Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine kadar bir

çok konuyu ele alarak tartışan Meclis’in toplantılarının çok verimli olduğu ve katılımcıları geliştiren tartışmalar yapıldığını herkes kabul ediyor.

Page 16: Komünist 340

YAŞAM VE ÖĞRENCİLER 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST16

Van gençliğin üzerine yıkıldı

Van’da yaşanan deprem felaketlerinin üzerinden iki aya yakın bir zaman geçti. Van’daki felaket tablosu sıcak-lığını korumakla beraber ülke gündemindeki yerini kaybe-diyor. Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’li bakanların, bölgede yaşamın normale döndüğü yönündeki ısrarlı açıklamaları-na rağmen; halkın kalacak yer, soğuktan korunma, sağlık ve temizlik gibi yaşamsal ihtiyaç-ları ise hala yeterli düzeyde karşılanmış değil. Depre-min hemen sonrası öncelikli müdahale konusunda sınıfta kalan ve bu durumu da “açık yüreklilikle” ifade etmekten kaçınmayan AKP hükümeti, devam eden süreçte ise ta-mamıyla sahneden çekilerek, yardım ve desteğin devletten değil sivil toplum örgütlerin-den ve bölgenin “zengin” iş adamlarından beklenmesi ge-

rektiğini söyledi. Devletin “üs-tüne düşen görevi” de Van’a gönderilecek olan yardım-lardan KDV ve ÖTV vergileri alacağını belirterek göster-miş oldu. Aslında tüm bunlar Van halkını nelerin beklediği konusunda bizlere önemli ipuçları veriyor. Bu ipuçların-dan yola çıkarsak önemli bir soru akla gelecektir: Neden devlet Van’ın tasfiyesine “göz yumuyor”?Soruya cevap vermeden önce Van’daki yıkımı daha net gör-memizi sağlayacak birkaç veri-yi not etmek faydalı olacaktır. 23 Ekim ve 9 Kasım tarihlerin-de gerçekleşen 700 bin kişinin etkilendiği iki büyük deprem sonucu;8 bin hane oturulamaz hale geldi. 50 bin civarında kişi evsiz kaldı. Sağlıksız ve yetersiz ba-rınma koşulları nedeniyle gayri resmi verilere göre 300 bin kişi

göç etti. Göç edenlerin yüzde 80’ini ise öğrenci ve gençler oluşturmakta. Bölgede ihtiyaç duyulan çadır sayısı yaklaşık olarak 100 bin iken, bölgede kayıtlı yaklaşık olarak 70 bin ça-dır bulunuyor. Çadırların büyük çoğunluğunun kış koşullarına elverişli olmadığını belirtmeye sanıyoruz gerek yok.

Eğitimde deprem enkazı!Merceğimizi eğitim alanına çevirdiğimizde ise çok daha vahim bir görüntü ile karşılaşı-yoruz; deprem sonucu 75 öğ-retmen hayatını kaybetti. 155 okulun depremden etkilendiği ve hasar gördüğü, 14 oku-lun kullanılamaz hale geldiği tespit edildi. Bununla beraber yapılan hasar tespitlerinin “doğruluğu” ise 5 Aralık tari-hinde tesadüfen fark edilen hasarlı bir okulun uzmanlarca boşaltılmasından anlaşılacağı

üzere gerçekleri yansıtmaktan uzak.Durumun normale döndüğü gerekçesiyle bir süredir ücret-siz ilaç dağıtımı sonlandırılmış durumda. Aralık başından beri eğitim öğretim hasarlı binalar ve elverişsiz koşullar altında devam ederken birçok öğret-men yaşamını ikame ettirebil-mek konusunda zorluk çeki-yor. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in “ücretli öğretmenleri mağdur etmeyeceğiz” sözüne rağmen yüzün üzerinde ücretli öğretmenin sözleşmesi fes-hedildi. Yanı sıra depremden bu yana çalışamadıkları için bine yakın öğretmen de maaş alamıyor. Ücretler dışında barınma sıkıntısı da öğret-menlerin önemli sorunların-dan bir tanesi. İlgili sıkıntıların dile getirildiği il ve İlçe milli eğitim müdürlükleri, meseleye yönelik herhangi bir uygula-mayı “henüz” hayata geçir-medi. Öğretmen ve öğrenci-lerden gelen çeşitli talepleri büyük ölçüde depremin sebep olduğu “psikolojik travmaya” bağlayan Milli Eğitim Bakan-lığı ise bölgeye rehber öğret-men gönderiyor. Yaşanan ağır problemlerle başa çıkamayan birçok öğretmenin kenti ve öğrencilerini terk ettiğini de belirtmek gerekiyor. Tüm bun-lar ışığında deprem sonrası duruma dair; enkaz altında yalnızca binaların değil bir bütün olarak halkın ve büyük ölçüde gençliğin kaldığını söyleyebiliriz.AKP Van’ı neden gözden çıkardı? Yazının girişinde sorduğumuz soruya dönecek olursak; cevap vermek için önce biraz Van’ı tanımakta ve depremin öncesine gitmekte fayda var. Kürt coğrafyasının Diyarbakır, Urfa ve Antep’ten sonraki en büyük dördüncü ili

van’da göçe zorlanan ailelerin çocuklarının bir kısmı da batıya, İstanbul’a geliyor. Depremin yaşandığı ilk günlerde medyada, sosyal paylaşım sitelerinde ortaya çıkan yobaz ve şoven histeriden yola çıkarak, vanlı gençlerin İstanbul’da veya diğer batı illerinde pek hoş karşılanmayacağını öngörmek zor değil. van’dan Kartal’daki Hacı Hatice Bayraktar Lisesi’ne yerleştirilen liselilere yönelik olarak bir grup öğrencinin, okulun duvarına “van’dan gelen teröristler defolun!” yazması gençlerin karşılaştığı muameleye sadece bir örnek.

Page 17: Komünist 340

YAŞAM VE ÖĞRENCİLER6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 17olan Van, çevre illere nazaran daha modern ve kentleşmiş bir profil çiziyor. Son verilere göre; (deprem öncesi) işsizliğin yüzde 17,2 oranın-da olduğu kent, Türkiye’de işsizlik oranının en yüksek olduğu üçüncü il. Doğal olarak yoksulluğun ve yoksunluğun gözle görülür biçimde var olduğu şehirde emek gündemli mücadeleler de dönemsel olarak varlık gösteriyor.Van, geçmişi ve barındırdığı di-namikler açısından da önemli. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ağrı isyanlarının bir sonucu olarak kurulan Ağrı Cumhuriyeti’nin (Komara Agiriyé) bastırılmasıy-la beraber başlayan Zilan-Erciş Ayaklanması’nın gerçekleştiği bölgede, dönemin Kürt isyanla-rında genel olarak gözlemlenen İslamcı tonlardan ziyade milliyetçi ve bağımsızlıkçı yönelimler daha ağır basmıştı. 50’li yıllardan son-ra CHP ve DP (AP) arasında gidip gelen kentin siyasi profili 90’lı yıllarda Kürt siyasi hareketinin ülke genelinde yarattığı dinamizmle beraber BDP ve öncüllerine yönel-mişti. Recep Tayyip Erdoğan’ın son gelişinde ısrarla dönüştüreceğini ve geliştireceğini vurgulamasına rağ-men seçim sonuçları AKP’ye istedi-ği başarıyı getirmemişti. Tarihsel olarak Kürt dinamizminin güçlü bir ağırlığa sahip olduğu bölgede işleri istediği gibi yoluna koyamayan AKP’ye herhalde en büyük darbeyi gençlik vurmuştur.

Van’da gelecek gençlerle... Geçtiğimiz yılın en önemli gün-demlerinden YGS skandalı ve son-rasında pek çok ilde gerçekleşen irili ufaklı protesto gösterilerinden Van’da gerçekleştirilene baktığımız-da, İstanbul’u aratmayan bir tab-loyla karşılaşıyoruz. Üç bini aşkın liseli, öğretmen ve velinin bir araya geldiği eylem, niceliğinin yanın-da niteliği ile de önemli bir şeyi

gösterdi. Birçok örnekte gözlem-lediğimiz YGS’deki şifre skandalına yönelik “mağdur” tepkisinden farklı olarak, Van’daki süreç net bir siyasi çerçevenin içerisinde politik bir çıkışın dışavurumuydu. “ÖSYM’de ‘SIZINTI’ var!” pankartıyla doğrudan cemaat ve AKP karşısında konum-lanan ve geniş bir liseli kitlesiyle hareketlenen eylemlilik, AKP’nin uzun bir süredir Kürt coğrafyasına yönelik hamlelerini boşa çıkartır ni-telikteydi. Aynı zamanda eylemdeki net cemaat karşıtı tavır, özellikle Kürt coğrafyası düşünüldüğünde ayrı bir değer taşıdı.Bütünlüklü olarak Van’daki tabloya bakıldığında, AKP açısından ken-tin tasfiyesine seyirci kalmak ya da daha doğru ifade ile tasfiyeye “altyapı destekleriyle” zemin hazır-lamak, depremi “fırsata” çevirmek anlamına geliyor. Ayrıca belirtmek gerekir ki kentteki tasfiye kaçınıl-maz bir son değil, hükümetin seç-miş olduğu bir tercihin sonucudur. Depremin sebep olduğu vahamet verici tabloya hükümetin ilk ağız-dan söylediği “yeterli imkanımız yok” sözleri bir yana, Suriye’den gelen siyasi mültecilerin ağırlanma-sıyla karşılaştırıldığında, devletin istediğinde barınmayla ilgili krizleri ne kadar rahat aşabildiğini görü-yoruz. Söz konusu olan; Suriye’den Hatay’a gelen muhaliflere yönelik, ilk etapta toplam 20 milyon 750 bin TL’lik ödenekle, Van’daki ilkel-lik ile karşılaştırılamayacak derece modern ve kış koşullarına uygun hazırlanan bir çadırkent. Soğukla-

rın başlamasıyla konteynır-kente dönüştürülecek ve Kilis’e taşınacak olan çadırkentin şimdilik 8 bine yakın mülteciyi ve “Özgür Suriye Ordusu” militanlarını ağırladığı biliniyor. Van’daki durumla “mülteci kampı” arasındaki fark düşünüldü-ğünde, sorumuzun cevabı ortaya çıkıyor: AKP bölgedeki misyonları ve çıkarları doğrultusunda Van’ı tasfiye etmektedir.Unutulmamalı ki, siyasi hesapların yanında “deprem destekli kentsel dönüşüm”le elde edilecek muaz-zam rant da söz konusu. Tasfiye edilen bir kent ve herhangi bir planlamadan yoksun şekilde göç ettirilen aileler... Birçok gencin ailesinden ayrılarak çevre illerdeki yurtlara yerleştirildiğini de biliyo-ruz. Tabi bu bilgiye devletin resmi verilerinden ulaşamıyoruz. Gönde-rilen gençlerin bir kısmı da batıya, İstanbul’a geliyor. Depremin yaşan-dığı ilk günlerde medyada, sosyal paylaşım sitelerinde ortaya çıkan yobaz ve şoven histeriden yolan çıkarak gelen gençlerin İstanbul’da veya diğer batı illerinde pek hoş karşılanmayacağını öngörmek zor değil. Van’dan Kartal’daki Hacı Hatice Bayraktar Lisesi’ne yerleş-tirilen liselilere yönelik olarak bir

grup öğrencinin, okulun duvarına “Van’dan gelen teröristler defolun!” yazması göçle gelen gençlerin karşılaştığı muameleye sadece bir örnek. Tabi tüm bu karanlık tablonun yanında aydınlık örnekler de var. Sarıyer’de Behçet Kemal Çağlar Lisesi’ne yerleştirilen kırka yakın kız öğrenciyle organize bir şekilde dayanışma gösteren solcu liseli-ler aydınlığı temsil ediyor. Eksikli de olsa ilk etapta temel ihtiyaç malzemelerinin temin edilmesinin ardından şimdi de okuma ve ders kitabı yardımı toplanıyor. Yıkılan bir kentin, “enkaz” altında bırakılan gençliğine devletin yapamadığı(!) yardımı, gösteremediği(!) dayanış-mayı gençler hayata geçiriyor...

ÇIKTI

Page 18: Komünist 340

BİLİM 6 OCAK 2012 SAYI 340 KOMÜNİST18Evrim Sempozyumu’nun ardından

Evrim Teorisi neden bir toplumsallaşma kanalı haline geldi?

1859’da İngiltere’de Türlerin Kökeni yayınlandığında bir günde baskısı tükenmiş, büyük bir top-lumsal sarsıntıya neden olmuştu. Canlıların birbirinden bağımsız ve tek tek tasarlanarak yaratıldıkları görüşünü materyalist bir omur-gayla alaşağı eden Evrim Kuramı insanların ufkunun açılmasında olağanüstü bir etki yaratmıştı. Bilim insanları arasında ise onlarca yıl süren tartışmalardan sonra Evrim kuramı dinamik bir şekilde geliştirilen ve biyolojik hareketi onsuz açıklayamayacağımız bir temele dönüştü. Ancak toplumsal etkisi gericiliğin yükseldiği her dönemde tekrar hissedildi. Sosya-listlerin günümüzün aydınlanma mücadelesinde bilimle gericilik arsındaki bu didişmeye kayıtsız kalması mümkün değil. Marx, Türlerin Kökeni yazılırken Darwin’e mekan olarak çok yakınlarda ça-lışmalarını yürütüyor, Kapital’i ta-mamlamaya uğraşıyordu. Kapital 1867’de basıldığında bir örneğini Darwin’e gönderdiği söylenir.

Neredeyse 150 yıl sonra tekrar yollar kesişiyor...Birkaç hafta önce Üniversite Konseyleri Derneği tarafından düzenlenen 3. Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumu için Boğaziçi Üniversite’sinde iki gün için topla-nıldığında herkes bilimsel olanın yanında toplumsal bir olayla karşı-laştığımızın farkındaydı. Üç binden fazla insan kayıt yaptırmış, 1200

civarında kişi sempozyuma

katılmış, salonları

yerlere oturacak kadar doldur-muştu. Kıdemli bilim insanlarının katılımının dışında çoğunluğu çok farklı disiplinlerde okuyan üniversite öğrencileriydi. İstanbul dışından katılım organize edil-miş, öğrenciler üniversitelerinden sağladıkları otobüslerle gelmiş-lerdi. Niceliğin yanı sıra nitelik de dikkati çekiyordu. Bilimi öğrenme-ye can atan, son derece dikkatli ve konuşmalara çok hızlı refleks üreten bir kitle sempozyumu izliyordu. İlki 2006 yılında düzenlenen Evrim Bilim ve Eğitim Sempozyumları, üçüncüsüyle iki yıllık bir periyoda oturmuş oldu. İlkinden itibaren izleyici sayısının katlanmasının dışında sunu yapan bilim insan-larının niteliğinde ve çalışmaların çeşitliliğinde de artış oldu. Ayrıca öğretmenler için düzenlenen Ev-rim Öğrenimi Çalıştay’ı gibi kritik başlıklar eklendi.

Neden Evrim Sempozyumları başarılı oldu?Her şeyden önce sempozyum-ların bir irade ve örgütlülük gerektirdiğini söyleyelim. Bu işle uğraşan ve düzenleme kurulun-da yer alan arkadaşlarımız geçen 5 yıl içinde önemli ölçüde bir istikrar gösterdiler. Üstelik yapar-ken öğrendiler, bir birikim sağla-

dılar, alanı tanıdılar ve Evrim Kuramı etrafında bilimsel bir

toplantı düzenleme konusunda yetkinleştiler. Buradan kararlılık ve sabırlı çalışma konusunda çıkarmamız gereken dersler var.Öte yandan yine hepimiz bili-yoruz ki, en yetkin kadrolar bile nesnelliği olmayan bir alanda çok fazla üretken olamazlar. Son 5 yıl, diğer yandan, AKP’nin iktidarını perçinlediği, başka bir deyiş ile İkinci Cumhuriyet’in kuruluşunu gerçekleştirdiği çaplı bir operasyona sahne oldu. Birinci Cumhuriyet’te eklektik de olsa bilimin bir yeri vardı. Şimdiyse ilköğretim ve lise müfredatından neredeyse Evrim Kuramının çıkartıldığını, adeta kuramdan bahsetmenin suç haline geldiğini görüyoruz. Velilerin şikayeti üzerine derste evrimden bahseden öğretmen-lere soruşturma açıldığını unut-madık. Yapılan anketler Evrim Kuramının ortaöğrenim boyunca öğrenilmesinin imkansız hale geldiğini gösteriyor. Üniversite-lerde ise eğer bazı büyük üniver-sitelerin biyoloji veya antropoloji bölümlerini kazanmamışsanız, üniversite de resmi müfredata dayanarak biyolojik evrimi öğ-renme şansı olduğunu söyle-yemeyiz. Çok tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. Fiziksel, kimyasal hareketle toplumsal hareket arasındaki ara halkanın bilimsel olarak kavranması engellenmiş

hatta yasaklanmış gibi bir deli saçmasıyla karşı

karşıyayız. Böyle bir durumda genç-

ler bilimi öğ-

ren-mek,

kavramak ve üzerine

tartışmak için Evrim, Bilim ve Eğitim

Sempozyumu’na geli-yorlar. Sempozyumun

gerçek ve nesnel bir ihtiyacı karşıladığı görülüyor.

Bu toplumsal kanal nasıl siyasallaşır?Yasaklanmış olan her şey genç-lerin ilgisini çeker, hatta öğren-mek için kışkırtır, Engizisyonun olduğu tarihsel dilimlerde yasak olana ulaşma aydın olmanın te-mel şartı haline gelir. Bu nedenle bu konu toplumsallaşma eğilimi-nin yanı sıra giderek siyasallaş-maya uygun bir zemin sunuyor.Toplumsallaşma kanalına ise çok sayıda genç akıyor. Bunların bir kısmı burjuva pozitivizmiyle dünyayı algılayan bilim sevda-lıları. Bir diğer kısmı apolitik bir ateizm savunucusu. Bir öbek ise toplumu da Darwin’le açıkla-maya çalışıyor ve Evrim Kuramı üzerinden gericiliğin bir türüne yelken açıyor. Bir kısmının ise henüz kemikleşmiş bir dünya görüşü bile yok, merak ediyorlar sadece. Merakın ve bilimi öğrenmenin ötesine geçen bir siyasallaşma nasıl sağlanabilir? Bunun en iyi yolu “Neden AKP evrim öğre-nimine karşı?” diye sormaktan geçiyor. Yanıt ancak tarihsel-ci yöntemle verilebilir. Artık incelemekte olduğunuz alan biyolojinin değil, topluma ait ku-ramlar alanıdır. İsterseniz bunu, kapitalist üretim ilişkilerinin artık üretici güçleri geliştiremediği bir mutlak gericilik dönemi ile açık-layın, isterseniz burjuvazinin ve emperyalizmin Türkiye’deki baş aktörü olan AKP’nin sermayenin krizini aşmak için neden insan aklına savaş açtığını anlatın. Toplumsal kanal toplumsal ala-nın irdelenmesiyle ve aydınlığa kavuşmasıyla siyasallaşacaktır.Önümüzdeki dönemin Sempoz-yumların niteliği artarak devam ederken, çalıştayların yaygınlaş-tığı ve imkan bulunan her yerde yapıldığı, verilerin belgelendiği ve yaygınlaştırıldığı bir müca-deleye sahne olması beklenir. Öyleyse kolları sıvayalım, ne duruyoruz.

Erhan NALÇACI

İlki 2006 yılında düzenlenen Evrim Bilim ve Eğitim Sempozyumları, üçüncüsüyle iki yıllık bir periyoda oturmuş oldu. İlkinden itibaren izleyici sayısının katlanmasının dışında sunu yapan bilim insanlarının niteliğinde ve çalışmaların çeşitliliğinde de artış oldu.

Page 19: Komünist 340

YARATIM6 OCAK 2012 SAYI 340KOMÜNİST 19

Reenkarnasyon Kulubü: Hem felsefe, hem tarih, hem ahlak...

Bu karmaşaya iyi direnmiş roman!Roman mı değil mi tartışması, çağımız romanesk bir çağ olma-dığından zaten büyük ölçüde anlamsızlaşmış durumda. Kah si-yasetin, kah tarih yazımının alanına girmesi, kendi başına bir kusursa, onca kişinin dedikodudan ibaret hacimli bir eserden “parti tarihi”ni öğrenmeye kalkması, bir de üstüne “okuduğum en iyi romandı” deme-si ne anlama geliyor? Hem Kaan Arslanoğlu’nun Reenkarnasyon Kulübü, hiç değilse Kemal Tahir ya da Attila İlhan kadar zorlamıyor roman kalıplarını...Mesele şu ki, Arslanoğlu, romanını bile bile zora sokuyor!Kaan’ı tanımayan, TKP’yle teması olmayan biri bu romanı anlar mı, okurken keyif alır mı pek kesti-remiyorum. Güçlü olasılık, farklı okumalarla karşılaşılacağıdır. Ancak kitabın yazarı da kapsayarak özel-likle “bizim” için yazıldığı açık. Romanın zora sokulmasından söz etmemin bir nedeni de zaten “bizim” varlığımız. Roman sürekli yer değiştiren hesaplaş-ma katmanlarından oluşuyor. Arslanoğlu’nun toplumla hesap-laşması, Arslanoğlu’nun partiyle hesaplaşması, Arslanoğlu’nun kendiyle hesaplaşması, partinin toplumla hesaplaşması, insanla insanın hesaplaşması...Böyle olunca, okur çaresizce bölünüyor, bir yandan hesaplaşma yığınını aralayıp romana ulaşırken öte yandan yazarın cazip davetini geri çevirmeyerek hesaplaşma kulübünden içeri sokuluyor.Açık söylemek gerekirse ben bu iki okumadan da keyif aldım. Roman “eksik”, “işlenmemiş” hissi veriyor vermesine ama alabildiğine “eko-nomik” dile rağmen, bu kadar çağ-rışımı bol ve insan zihnine yapışıp kalan “kahramanlar”la uzun süredir karşılaşmadığımı itiraf etmek durumundayım. Yazarı tanımanın ayrıcalığı değil bu, ulaştığı bazı sonuçlara hiç katılmasam da onun ele aldığı malzemeyi sonuna kadar kullanabilme yeteneğinden kay-naklanıyor. Zorlu hesaplaşmalarsa, her zaman ilgi çekicidir zaten!Gelelim romanın en önemli sıkın-tısına... Arslanoğlu uzun sayıl-mayacak kitabına bu kadar yük bindirdikten sonra bir de bıktırıcı bir “ahlaki değerler kataloğu” sokuşturuvermiş. Siyaset, felsefe

filan demiyorum, düpedüz ahlak; Kaan’ın hayatla kıl-tüy ilişkisi...Üçüncü bir okumaya insanın hali kalmadığından, kaçınılmaz olarak roman kahramanlarıyla birlikte “rahibe okulu”na yazılıyorsunuz ve orada nasıl oturup nasıl kalka-cağınızı belliyorsunuz: “Taş devri diyetini küçümseyip, midenizi abur cuburla doldurmakta ısrar eder-seniz ben de sizi romanımda bile rahat bırakmam”. Valla bırakmaz!Roman zora sokulduğu gibi daha da ciddi bir sorun peydahlanmış oluyor: Kaan Arslanoğlu’nun ahlaki manifestosu romanın yönüyle, harekete geçirdiği duyguyla çeli-şiyor. İnsanın kötücül özelliklerden arınmasını tarih ötesi bir gele-ceğe bıraktıktan sonra romanını tam da o insana umut bağlama zorunluluğuyla işleyip sonlandıran Arslanoğlu’nun koyduğu normlar-la geleni geçeni, bu arada okuru tokatlayıp durmasını garipseyen herhalde tek ben değilim.Tam da reenkarnasyon kurgusu, son derece etkili biçimde, devrim cephesiyle gericilik cephesinde insanının aynı koşulların ürünü olduğunu beynimize kazımışken, herkesin eline ceza puanı tutuştur-maya kalkmaya ne gerek vardı?Bana göre, romanının etin-den, sütünden, kemi-ğinden, derisinden, her şeyinden yararlanmayı kafasına koyup, onu ger-çekten zora sokmasına karşın, ortada bir şey kalı-yorsa o da Arslanoğlu’nun bunca gaddarlığa rağ-men “insandan umut çıkarması”dır ve bence bu çok değerlidir. Çünkü bu, kitaba giydirilen ahlaktan çıkmaz, tarih çeşitlemelerin-den hiç çıkmaz, siyaset ge-çişlerinden azıcık çıkar; asıl marifet çok tartıştığımız ve kuşku duyduğumuz “roman” kısmındadır. Bu nedenle Kaan Arslanoğlu’nun romanını her şeye rağmen başarılı bulduğu-mu söylemek istiyorum.

Böyle partili olur mu?Geliyoruz romandaki TKP’lilere, özellikle Ferdi’ye... Arslanoğlu’nun siyasi yazıların-

daki “parti fotoğrafı”nın fazlasıyla öznel olduğunu kendisine de söylemiştim. Ayrıca parti, parti po-litikaları bu şekilde tartışılmamalı, bundan sonuç beklemek olacak iş değil. Bir yerden sonra niyet farklı da olsa, özensiz bir tablo çıkıyor ortaya. Bunu yapan bir tek Kaan Arslanoğlu değil elbette, bir aydın türü belirginleşiyor sanki...Peki Reenkarnasyon Kulübü için de aynı eleştiriyi yapmalı mıyız?Bana göre hayır!Ferdi son derece iyi işlenmiş bir tip. Evet TKP’de böyle üyeler var ve Mesut Odman’ın vurguladığı gibi olmalı; olacak da... Komünistlerin iç dünyalarındaki gelgitler, müca-deleye bağlanma noktalarındaki karmaşa, yaşamlarındaki karadelik-ler... Romana giriyorsa, komünistler, bunlarsız olmaz. Kaan’ın araya sokuşturduğu “parti eleştirileri” de-ğil burada tartıştığımız. Bugünün Türkiyesi’nde sosyalizm mücadele-sine koşan insanın derinliklerinde vermek durumunda kaldığı müca-deleyle istenen temas sağlanıyor mu, onu sorguluyoruz. “Ulan serseri, dedim içimden, yine sulattın gözlerimi. İşte bu budur! Ellili yıllardan kalmış gibisiniz,

Soğuk Savaş Dönemi’nden fırlamış gibi; ama sizsiz bir insanlık zaten bitmiş demektir. İnsanın çocuksu, ergen yanısınız, saf yanı. Puştlukla-rınız da çocuksu. Belki de o yüzden başarısızsınız. Yetişkin puştluklarını öğrenmeniz gerek. Yoksa hiç mi öğ-renmeseniz? Öyle veya böyle, sizsiz bir ülkeye hiç katlanılmaz.”Burada komünistlerin folklorik bir ögeye indirgendiği iddiasını asla kabul etmem. Arslanoğlu’nun kendi kahramanı tarafından dostça tokatlandığı andır bu ve yazar için ne kadar gerçekse, ülke için de o kadar gerçektir.Dedim ya, roman zaten onca ters manyele direnerek umut üretmek-te, finalde ise beklendiği üzere kumaşı sağlam “sağcı arkadaşı” parti kortejine katarak “işleyeceğin malzeme bu, başkasını arama” demektedir.Belki de yazar kendini ikna etmeye çalışıyordur.Bilemem. Tek bildiğim, Kaan’ın “ak-lına sağlık, kalemine kuvvet”, hak ettiğidir.

Bana göre, romanının etinden, sütünden, kemiğinden, derisinden, her şeyinden yararlanmayı kafasına koyup, onu gerçekten zora sokmasına karşın, ortada bir şey kalıyorsa o da Arslanoğlu’nun bunca gaddarlığa

rağmen “insandan umut çıkarması”dır ve bence bu çok değerlidir.

Kemal OKUYAN

Page 20: Komünist 340

ARA

LIK

2011

- VA

N -

“Oyu

ncak

larım

ı Van

daki

Kar

deşl

erim

le

Payl

aşıy

orum

” ka

mpa

nyas

ı kap

sam

ında

Van

’a g

önde

rilen

kita

p ve

oyu

ncak

lar y

erin

e ul

aştı.

Yen

i yıla

Van

lı ka

rdeş

lerim

izle

oyun

oy

nayı

p ku

kla

tiyat

rosu

sey

rede

rek

gird

ik...