kÜrsllŞm v gÜÜn gÖlgsİnkİ “mokrasİ - …flsfdergisi.com/sayi23/123-138.pdf · flsf...
TRANSCRIPT
FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2017 Bahar, sayı: 23, s.123-138 ISSN 1306-9535, www.flsfdergisi.com
KÜRESELLEŞME VE GÜCÜN GÖLGESİNDEKİ “DEMOKRASİ”
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN*
ÖZET Tarihsel gelişmelere göre halkın kendi kendini yönetmesini esas alan demokrasi
kavramına, toplumların gelişme düzeylerine bağlı olarak farklı anlamlar atfedilmiştir. Modernizmin siyasal dönüşümünü ifade eden demokrasi kavramı hukukun üstünlüğü, yasal eşitlik, özgürlük gibi unsurları barındırır. Ancak demokrasi söylemi özgürlük, eşitlik ve adaletin ne olduğu ya da ne olabileceğini gösterdiği kadar, maalesef baskı ve tahakkümü, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri gizler hale gelmiş, insan hakları siyasal bir silah olarak kullanılmaya başlanmıştır. Modernizmin ve dolayısıyla demokrasinin temellerini oluşturan Reform ve Rönesans hareketleriyle birlikte genel ahlak, toplumsal ve siyasal alanın dışına itilmiştir. Modernizm, her şeyi seküler boyutlara indirgemiş, apriori düzeydeki ilkeleri dikkate almamıştır. Yeryüzüne egemen olmak için gökyüzünden yüz çevirmiş ve bütün bunları da sadece sözde tek amaç olarak kabul edilen insanın özgür, eşit ve mutlu olması için yapmıştır. Ahlak ve siyasetin birbirinden ayrıldığı modern dönemlerden bu yana ahlak, kapitalizmin de etkisiyle araç haline getirilmiştir. Ahlaki olan günümüz dünyasında ve toplumun etkili çevreleri içinde temsiliyet imkânı bulamamaktadır. Dolayısıyla genel ahlak bağlayıcı gücünü yitirmiş, toplumu meydana getiren bireylerin kendilerini her bakımdan kuşatacak olan üst normlara yaslanma imkânı da ellerinden alınmıştır. Bundan dolayı hak ve özgürlük alanında evrensellik değil çıkar ilişkisi ön planda yer almıştır. Çünkü giderek artan oranda uluslararası ilişkilere ve dış politikalara, iktisadi çıkarlar yön vermeye başlamıştır. Büyük sermaye sahipleri hem ulusal hem de uluslararası alanda hükümetlere baskı yaparak ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmişlerdir. Dahası özgürlük, adalet, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar, küresel-uluslararası güçlerin emperyal amaçlarının meşruluk kılıfı haline gelmiştir.
Anahtar Sözcükler: Demokrasi, Modernizm, Ahlak, Küreselleşme, İnsan Hakları, Küresel-Uluslararası Güç.
(Globalization and the “Democracy” in the Shadow of Power)
ABSTRACT Considering the historical developments, democracy as a form of governing people by
people may have different meanings depending on the development level of societies. The concept of democracy which expresses a political transformation of modernism contains such elements as the rule of law, legal equality, and freedom. However, as discourse of democracy proves freedom, equality and justice, it may also be used as a tool to hide oppression, domination, inequality and injustice and unfortunately human rights have been used as a political weapon. The Reformation and the Renaissance which paved the way for modernism and hence democracy placed the general morality outside the social and political spheres. Modernism has reduced all down to secularism, and taken no heed of a priori principles. It has also disregarded whatever has been considered celestial for the sole purpose of establishing a global dominion over the earth, something which it has done for the quasi-single aim of increasing human freedom, equality and happiness. Today the whole world of the moral life are experiencing expatriated state with capitalism’s effect, the moral of the community the opportunity to representation in the environment can not be effective, public morality is losing its binding force. Thus, an individuals can not find the opportunity to lean on.top norms which will surround him in all respects. Therefore, in the area of rights and freedoms, interests have been at the forefront instead of universality. Because economic interests have become increasingly active on international relations and foreign policy. The capital owners both nationally and internationally shaped states in accordance with its own interests by putting pressure on governments. Furthermore, notions such as freedom, justice, democracy and human rights have become tools of justification for global-international forces to cover their imperial aims.
Keywords: Democracy, Modernism, Morality Globalisation, Human Rights, Global-International Force.
* Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü öğretim üyesi
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
124
Giriş
15. yy sonrası Avrupa’da yaşanan Reform ve Rönesans hareketleriyle
birlikte seküler bir toplum modeli ortaya çıkmıştır. Bilginin kendi başına bir
amaç olmaktan çıkıp güç ile özdeşleştirilerek araç konumuna yerleşmesi
sonucu yaşanan epistemolojik değişimler ile birlikte artık deney ve akıl
temel alınmıştır. Bununla birlikte kâr temelli, özel mülkiyete ve serbest
piyasa ekonomisine dayanan ekonomik model ortaya çıkmıştr. Siyasal
alandaki değişim ise halkın kendi kendisini yönetmesi olarak ifade edilen
demokrasiyle yaşanmıştır.
Esas anlamda siyasi anlamda gelenekten kopuş 1789 Fransız
Devrimiyle olmuştur. İktidarın kaynağı, artık halktan gelir, Tanrı’dan değil.
İktidar akılla temellendirilir. Fakat özgürlük, kardeşlik, adalet gibi ideallerin
öne sürüldüğü modern dönemde faşist, otoriter, totaliter eğilimler de ortaya
çıkmıştır. Bunların dışında Hollanda ve İngiltere kökenli liberalizm ve
demokrasi eğilimi baş göstermiş ve asıl dönüşümü bunlar sağlamıştır. H.
Grotius’la beraber doğal hukuk öğretisi ve bireyin ön plana çıkması söz
konusudur. Tanrı’nın bile değiştiremeyeceği doğal haklar vardır. Bu doğal
hukukun korunması için de devlete ihtiyaç vardır1. Siyasal olanla toplumsal
olanı birbirinden ayırmak artık çok zordur. Bu ikisi Fransız Devrimi’nden bu
yana ekonomiyle birbirine bağlanmıştır. Siyaset, din ve kilise çemberinden
Rönesans’la birlikte kurtularak, N. Machiavelli aracılığıyla ön plana
geçmiştir. Siyaset, artık toplumsal ve tarihsel gerçeklikle ilişkisi olmayan
strateji ve göstergeler oyununa dönüşmüştür2.
Hukukun üstünlüğü, yasal eşitlik, özgürlük, demokrasinin en önemli
unsurlarıdır. Demokrasi, diktatörlerin yönetime geçmesini engellemeye
yardımcı olur, daha fazla kişisel özgürlük alanı sağlar, insanların kendi
seçtikleri kişiler aracılığıyla yapılan kanunlar çerçevesinde yaşayabilmeleri
fırsatını tanır, daha çok eşitlik vaadeder vs. dense de bu idealler çoğunlukla
teoride kalmıştır. Pratikte demokrasi her zaman ideallerden daha azını
gerçekleştirebilmiştir3.
Demokrasinin ve modernizmin ideallerinin daha çok teoride
kalmasının en önemli sebeplerinden biri ekonomiktir. Günümüzde sermaye
ve ona bağlı olan uluslararası kuruluşlar, küresel alanda etkilerini giderek
1 Neşet Toku, İlm-i Umran-İbni Haldun'da Toplum Bilimsel Düşünce. Ankara: Akçağ,
2002. s. 32-36. 2 Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu. Çev. Oğuz
Adanır. İstanbul: Ayrıntı, 1991. s. 16. 3 Robert A. Dahl, Demokrasi Üstüne. Çev. Betül Kadıoğlu. Ankara: Phoenix Yayınevi,
2001. s. 62-63.
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
125
artırmaktadır. Bu süreçte, ulus devletlerin karar alma yetisi ve
mekanizmaları zayıflatılmaktadır. Böylece ulus devlet sınırları içerisinde
yaşayan halkların isteklerinin dışında kararlar, bu halkların aleyhlerine olsa
bile alınmakta ve uygulanmaktadır. Sadece bir devletin kendi içerisinde
değil, devletlerarası ilişkilerde de insan hakları ihlalleri yapılmaktadır4.
Dolayısıyla demokrasi özgürlük, eşitlik ve adaletin ne olduğu ya da ne
olabileceğini gösterdiği kadar, maalesef baskı ve tahakkümü, eşitsizliği ve
adaletsizliği gizler hale gelmiş, küresel-uluslararası güçler tarafından insan
hakları siyasal bir silah olarak kullanılmaya başlanmıştır5. ‘Bana
benzemeyen insan tipi’, ‘öteki’ tüm ortamıyla ortadan kaldırılmaya
çalışılmaktadır. İşte doğanın ve insanın katledilmesine de temelde bu
düşünce sebep olmaktadır6.
Modern dönemlerde gelişen teknolojinin de etkisiyle fikirlerin basılı
ve görsel medya yoluyla iletilmesi hızlanmış ve kolaylaşmıştır. Buna bağlı
olarak savaş ve savunma metotları da yeniden şekillenmiştir. Amerika’nın
keşfinin ardından artan metal (para) miktarı, mülkün değerinin
farklılaşmasına yol açmıştır. Böylece Amerika’da servet edinme isteği,
tarihte eşi görülmemiş bir halde tezahür ederek, baskı ve şiddetini
arttırmıştır7. Böylece genel ahlak toplumsal ve siyasal alanın dışına itilmiş,
demokrasi kavramı söylemden öteye geçemeyip, baskı ve şiddetin kılıfı
haline gelmiştir.
Bu bağlamda demokrasi sözcüğünün ‘otoriter görüş’ten çıktığını
söyleyen Alain Badiou’ya göre demokrat olmamak her nedense
yasaklanmıştır. Çünkü demokrat olmayan ayıplanmış, aşağılanmış,
dışlanmıştır. Böylece, bütün insanlığın demokrasiyi benimsediği kabul
edilmiş ve demokratik olmayan tüm özellikler hastalıklı sayılmıştır8. Bu
dayatmayla birlikte gelenek ortadan kaldırılmaya çalışılmış, tek ideal model
demokrasi olarak gösterilmiştir. Demokrasi adeta yazılı görsel basın ile
kutsanmış, insanlığın tek çıkış yolunun demokrasi olduğu zihinlere
belletilmiştir. Her gün öldürülen insanlar istatistiki bir sayıya indirgenmiş
4Küreselleşmenin Demokrasinin Yaygınlaşma ve Derinleşme Sürecine Etkisi. Gökhan
Tuncel, Malatya: yazarı bilinmiyor, 2012. Uluslararası Turgut Özal Sempozyumu II. s.
499. 5 Bülent Falakaoğlu, Ekonominin İki Modeli: Demokrasi ve Kapitalizm. Evrensel.
İstanbul: Bülten Basın Yayın Reklamcılık Tic. Ltd. Şti., 22 04 2014. 6 Ş. Teoman Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet. 5. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013. s.
144. 7 A. Alatlı, Batı'ya Yön Veren Metinler IV. Alfa Yayınları, İstanbul, 2014. s. 1373-1374. 8 Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme. Alain Badiou, 2005. 43,
İstanbul: 2005, Cogito. Çev. Bülent Doğan.
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
126
yine yazılı görsel medya ile olağanlaştırılmıştır. Günümüzde küresel-
uluslararası güçlerin ‘demokratikleştirme’ adı altında hammaddesi zengin
fakat kendisi fakir olan ülkelere müdahalesi de gücün kılıfı haline gelen
demokrasinin adeta ifşasıdır. Çünkü demokrasi götürülen her yer harabeye
ve kan gölüne dönerken kitle iletişim araçları ile yapılan algı operasyonları
insanlık tarihinde eşi görüşmemiş bir durumun vahametini ortaya
koymaktadır. Yani gösterilen ile oluşturulan algı ile gerçek perdelenmiştir.
Algı gerçeğin yerini almıştır. İnsanlık, insanlık adına aldatılmıştır. Tanrı ile
insanları kandırmanın yerini demokrasi ile kandırma almıştır.
Gerçek olan küresel-uluslararası şirketlerin daha fazla kâr elde etme
hırsıdır. Bu amaçla küresel ekonominin en önemli aktörlerinden biri olan
uluslararası şirketler, birçok ülkede faaliyet göstermektedir. Bu şirketler
sadece basit birer örgütlenme değil, gücün toplandığı tüzel kişiliklerdir9.
Giderek sayıları artan uluslararası şirketler, sahip oldukları büyük sermaye
sayesinde birçok devletin gelirlerinden daha büyük olan maddi varlıkları ile
uluslararası siyasete yön veren birer aktör konumuna yükselmişlerdir.
Hatta bu şirketlerin Birleşmiş Milletler’de alınan kararları yakından takip
etmesi ve lobicilik yapması normal karşılanır hale gelmiştir. Dahası bazı çok
uluslu şirketlerin BM üyesi olduğu da dünya kamuoyunca pek bilinmez.
9000 şirket ve 4000’den fazla kâr amacı gütmeyen organizasyon BM’ye
üyedir10. Bunların oy hakkı yoktur fakat lobi yaparak karar alıcıları
manipüle etmeyi en doğal hakları olarak görürler. Bu nedenle ülkelerin
aldıkları kararların arkasında çoğunlukla bu şirketlerin olduğu
görülmektedir. Dolayısıyla hem ulusal hem de uluslararası alanda
hükümetlere baskı yaparak ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda
şekillendirmişlerdir. Bundan dolayı hak ve özgürlük alanında evrensellik
değil, çıkar ilişkisi ön plana geçmiştir. ABD başta olmak üzere ekonomisi
güçlü olan ülkeler demokrasi ve insan hakları söyleminin arkasına sığınarak
hammadde ihtiyaçlarını karşılamak için kaynakları bol olan ülkelere
birtakım müdahalelerde bulunmaktadırlar. Bu müdahalelerde de maalesef
demokratik olmayan, insanlığa ve ahlaka aykırı uygulamalar görülmektedir.
Bunun arka planı incelendiğinde ise, baş aktörlerin uluslararası şirketler,
9 Colin Crouch, Post Demokrasi. Çev. Emre Yıldırım, Londra: Polity Press, 2004, s. 37. 10BM. 2017. UN Global Compact Our Participants. UN. [Çevrimiçi] 06 03 2017. [Alıntı
Tarihi: 06 03 2017.] https://www.unglobalcompact.org/what-is-
gc/participants/search?utf8=%E2%9C%93&search%5Bkeywords%5D=&search%5
Bper_page%5D=50&search%5Bsort_field%5D=&search%5Bsort_direction%5D=asc.
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
127
yani hükümetleri, devletleri ele geçiren küresel-uluslararası güçler olduğu
görülmektedir.
Bu güçler için esas olan bireylerin ya da toplumların menfaatleri değil
kendi menfaatleridir. Küreselleşmenin özü rekabetin, işletmeler ile birlikte
bir bütün olarak ulusal ekonomileri de kapsamasıdır. Ulus-devletler, küresel
rekabet ortamında, bir rekabet aracı işlevi haline gelmiştir. Eskisine kıyasla,
sermaye ile devlet arasındaki ilişki birçok yönden yoğunluk kazanmıştır. Bu
durum ise gelişmiş kapitalist ülkeleri, her zamankinden daha az değil, daha
yoğun ve acımasız bir şekilde çatışmanın ve sınıf mücadelesinin ana merkezi
yapmaktadır11. Küreselleşmenin temelinde, çatışmaları tahrik ve teşvik
ederek ve bunları daima canlı tutarak sömürme hedefi vardır12. Bu durumda
Küreselleşme, Batı’nın Doğu’ya hatta tüm dünyaya iktisadi, siyasi ve kültürel
olarak yayılmasıdır da diyebiliriz. İnsan hakları, demokrasi gibi konular
bahane edilerek emperyalizm adına başka ülkelerin içişlerine müdahale
edilmektedir.
Küreselleşme, tarihsel süreçte siyasal, sosyal ve kültürel alanı
derinden etkilemiştir. Fakat bu süreçte asıl belirleyici aktörün ekonomi
olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden demokrasinin erdemleri çoğu zaman
iktisadi olana, yani kapitale, feda edilmektedir. Küresel-uluslararası güçler,
ekonomik çıkarları doğrultusunda, insan hakları ihlalleri yapan ülkelere
karşı, çok farklı kararlar alabilmekte ve çok farklı yaptırımlar
uygulayabilmektedirler. Kitlesel ve küresel medya araçları ile dünya
kamuoyu çok kolay bir şekilde manipüle edilmektedir. Böylece sermayenin
kurmuş olduğu sistemin dışına çıkılamamakta, sermayenin istek ve talepleri
doğrultusunda hareket edilmektedir. Küreselleşme, ulusal ve uluslararası
kuruluşların üstünde belirleyici bir kamuoyu oluşturarak kurumları,
kuruluşları ve halkları etkisizleştirip demokrasinin derinleşmesini
engellemektedir13.
Bu amaç doğrultusunda faaliyet gösteren sermayenin elindeki medya,
bireyleri diziler, filmler, yarışma programları vs. aracılığıyla oyalamakta,
ülkenin ya da dünyanın gerçek problemlerinden uzaklaştırarak eleştirme,
tepki gösterme ve kamuoyunun adaletsizlikleri, haksızlıkları düzeltme
gücünü dolaylı olarak elinden almaktadır. Emperyalist ülkelerin
politikalarının bir sonucu olarak, diğer ülkelerde kendilerine muhalif
11 Ellen Meiksins, Wood, Küresel Kapitalizmde Emek, Sermaye ve Ulus-Devlet. Çev.
Ahmet Erhanlı, Ürün Dergisi. İstanbul: yazarı bilinmiyor, Monthly Review dergisi, cilt
49, sayı 3, Temmuz-Ağustos 1997. 12 Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Ankara: Akçağ Yayınları, 2014, s. 345. 13Küreselleşmenin Demokrasinin Yaygınlaşma ve Derinleşme Sürecine Etkisi, 2012 s.
500-501
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
128
olanlar, ‘demokrasi’ kılıfı altında bastırılıp ya da bertaraf edilerek
sömürülmeye devam edilmektedir. Günümüzde maalesef insan hakları,
demokrasi gibi kavramların söylemden öteye gidemediği, sermayenin gücü
doğrultusunda menfaate göre farklı anlamlar yüklenerek içinin
boşaltıldığını görmekteyiz. ‘Öteki’nin dışlandığı, yok sayıldığı ya da yok
edildiği olaylara şahit olmaktayız. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük
gibi ifadeler evrensellikten uzak uygulamalarla karşımıza çıkmaktadır.
Dolayısıyla içi boşaltılan bu kavramlar emperyalist ülkelerin amaçlarını
meşrulaştırma araçlarına dönüşmüştür.
Demokrasi ve Modernizm
Sanayi devrimi için gerekli ortamı hazırlayan kitlesel üretim, sanayi
devrimiyle birlikte hızlanarak devam etmiştir. Bu hız kitlesel üretim için
gerekli olan hammadde ve pazar arayışı ile birlikte, iktisadi olarak dünyada
daha önce eşi görülmemiş bir büyümeye sebep olmuştur. Ekonomide
yaşanan bu gelişme sonucu sosyal, siyasal, kültürel ve iktisadi alanlarla
birlikte hemen hemen her alanda büyük dönüşümler ve değişimler
yaşanmıştır14. Deneyi ve aklı temel alan pozitivist bilim anlayışı, laiklik
temelli kültür anlayışı, sanayileşmeyle gelen endüstriyel devrim ve
demokratik siyaset anlayışı modern hayatı oluşturmuştur.
Geleneksel bir toplum yapısında gelenek, siyasetin, ahlakın, hukukun,
kısacası her şeyin kaynağıdır. Geleneksel düşüncede ideal model
geçmiştedir ve dolayısıyla kutsal öğreti ön plandadır. Modern yaşamın en
belirgin özelliği ise, kendisini herhangi bir kutsal öğretiye
dayandırmamasıdır. Modernizm, Avrupa’da Aydınlanma ile başlayıp daha
sonra bütün dünyayı etkisi altına alan, toplumsal değişimi ifade eden ve
ilerleme anlamına gelen Batı’ya özgü yaşam tarzıdır. Dahası rasyonalizm,
sekülarizm vs. ile yeni bir toplumsal yapı oluşur15. Gelenekten kopuşu ifade
eden modernizm bilim, felsefe, din, ekonomi, siyaset gibi unsurlarda
yaşanan büyük farklılaşmadır. Kitle iletişim araçlarındaki yaygınlaşma ile
birlikte yeni bir kültürel bakış meydana gelmiştir16. Rönesans ve
Reformasyon hareketleri sonucu seküler ve kapitalist bir toplum modeli
ortaya çıkmıştır. Bu düşüncenin temelinde kilisenin yanılabileceği fikri
yatar. Artık hayata yönelik doğruları kilise değil, bireyler belirler. Kısacası
14 Küreselleşmenin Demokrasinin Yaygınlaşma ve Derinleşme Sürecine Etkisi, 2012
s. 491) 15 Toku, 2002 s. 18-22 16 Shmuel Noah Eisenstadt, Modernleşme-Başkaldırı ve Değişim, Çev. Ufuk Coşkun.
Ankara: Doğu Batı, 2007. s. 17.
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
129
endüstri devrimi ekonomik, Fransız devrimi de daha çok politik değişimi
tetiklemiştir17.
Paul Feyerabend, modern dönemde bilime yersiz bir yüksek statü
verildiği kanaatindedir. Nasıl Hristiyanlık, önceki toplumlar üzerinde baskın
bir nüfuza sahipse, aynı şekilde modern bilim de toplumlar üzerinde bir
ideoloji ya da din gibi bir nüfuza sahiptir18. Modern bilim kendi metotları
dışında elde edilen bilgiyi doğru olarak kabul etmez. Bir bakıma doğru bilgi
kendi tekelindedir. Ayrıca antik dönemde bilgi, başlı başına bir ‘amaç’ iken,
modern dönemde F. Bacon ile birlikte ‘bilgi güç’tür görüşü hâkimiyet
kazanmıştır. Bu doğrultudaki modern bilim ise ekonomik üstünlüğü elinde
bulunduran ülkelerin emperyalist politikalarının hizmetine girmiştir.
Tarihte bazen tek bazen de birden fazla hegemon güç olmuştur. Modern
dünyanın ilk hegemon gücü İngiltere’dir. Sanayi devrimini gerçekleştiren
İngiltere kimi zaman bu hegemon gücü Fransa ile kimi zaman Almanya ile
paylaşmıştır. İkinci dünya savaşından sonra ise SSCB ve ABD öne çıkmışsa
da Soğuk Savaş sonrasında ABD en büyük hegemon güç haline gelmiştir.
Ayrıca modern düşüncede politikayla fikir arasında radikal bir ayrım söz
konusudur. Bu ayrım aracılığıyla J. J. Rousseau, siyasetin modern doktrinini,
bir fikir konsensüsünün diğer bir fikir konsensüsünden gücü devralması
olarak değil, militan bir süreç olarak öngörür. Bu öngörünün temelinde,
insanların hakikatlerinin ısrarla var olmayı sürdürdüğü genel bir süreç
olarak siyasetin, bir ulusun toplumsal ya da ideolojik unsurlarının bilgiyle
donanmış bir biçimde idrak edilmesine gönderme yapamayacağının
farkında olmak yatar19. J. Habermas’a göre zaten, ideoloji yanlış bilinçtir.
Yani ideolojik bir bilinç biçimi, kökeni ya da ortaya çıkışı hakkında yanlış
inanç gerektirir. Dahası ona göre, bir bilinç biçimini ideolojik yapan şey
insanların eğer özgür ve tümüyle bilgilendirilmiş olsalardı, meşru olarak
kabul etmeyecekleri şeyi meşru olarak kabul etmelerine neden olmasıdır. 20
Modernizmin neden olduğu değişimlerden biri de siyasi değişimdir
ve demokrasi ile ifade edilir. ‘Demokrasi’ genel olarak halkın kendi kendini
yönetmesi, egemenliğin millete yani halka ait olmasıdır. Bu bağlamda
demokrasi halkın iktidarı elinde tutmasına vurgu yapan bir kavramdır.
Abraham Lincoln 1864 yılında yaptığı bir konuşmada, demokrasiyi ‘halkın,
17 Toku, 2002 s. 32 18 Alan Chalmers, Bilim Dedikleri, Çev. Hüsamettin Arslan. Ankara: Vadi Yayınları,
1997. s. 247. 19 Alain Badiou, 2007. Being And Event. [Çev.] Oliver Feltham. London and New York: Continuum, 2007. s. 349. 20 Raymond Geuss, Eleştirel Teori, Çev. Ferda Keskin. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2002. s. 105-106.
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
130
halk tarafından, halk için yönetimi’ olarak ifade etmiştir21. Spinoza, devlet
egemenliği ile bireysel özgürlüğün birbiriyle çelişmediği yönetim biçimi
olarak görür demokrasiyi. Bu yüzden ona göre demokrasi insan doğasına en
uygun yönetim biçimidir. Yurttaşlar sözleşmeyle ne akıllarını özgür bir
şekilde kullanma hakkını, ne de özgür karar alma hakkını devrederler.
Devlete devrettikleri şey, sadece özgür eylem hakkıdır22. Bu durum
Badiou’ya göre açık bir şekilde ve zorunlu olarak demokratik bir
etkinliktir23. Ancak şu var ki, siyasetin amacı insanın mutluluğu değildir.
Savaşlar, işkenceler, yoksulluk, şiddet gibi olumsuzlukları bertaraf etmeyi
amaç edinir, ancak mutluluk yaratmaz24.
Modernizm, her şeyi seküler boyutlara indirgemiş, apriori düzeydeki
ilkeleri dikkate almamıştır. Yeryüzüne egemen olmak için gökyüzünden yüz
çevirmiş ve bütün bunları da sadece sözde tek amaç olarak kabul edilen
insanın özgür, eşit ve mutlu olması için yapmıştır. Ancak yeryüzü
egemenliğinin finansal destekçisi olan kapitalist ekonomik düzen,
farklılıkları yok etmiş, merkezi, otoriter ve totaliter devlet inşa ederek eşitlik
ve özgürlükleri de yok saymıştır. Modernizm, tüm bu değişimler sonucu
oluşturduğu üst kültürü (modern Batı kültürü) bütün dünyaya dayatmıştır.
Ulus devlette, bu üst kültürün ve kapitalist düzenin koruyucusu olmuştur25.
Diğer toplumlar da bu tek ideal modele uyabilmek için kendi geleneklerinde
var olan kurumları tamamen ortadan kaldırarak batılı devletleri taklit etme
yolunu benimsemişlerdir. Bu durum ise kendi toplumlarında ister istemez
bir yabancılaşma yaratmıştır.
Böylece modernizm fikri, iki yüzyıldan fazladır demokratik devrim
denen şeyin çalkantılı kaderine bağlı olarak var olmuştur. Bu yüzden
demokrasi kavramının da yavaş bir gerileme sürecinden zarar görmüş
olabileceğini beklemek mantıklıdır; en azından modernizmin bütün
karmaşık yönleriyle zamanımızı değerlendirecek kavramsal kaynaklarını
sonunda tüketmiş olduğuna inanan düşünürler için, bu böyledir26. Sonuç
olarak son üç yüzyıl incelendiğinde insanın düşünce ve akli gücüne paralel
olarak, bilim ve teknoloji son derece hızlı gelişmiştir. Fakat maalesef bilgelik
21 Demokrasi Türleri ve Müzakereci Demokrasi Kavramı, Hasan Tunç, 2008. 1-2, 2008, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XII, s. 1113-1132. 22 Armağan Öztürk, Res Publica İdeali Üzerine Tarihsel ve Kavramsal Bir Soruşturma. Res Publica. Ankara: Doğu Batı, 2013, s. 27. 23 Alain Badiou, Felsefe ile Politika Arasındaki Gizemli İlişki. Çev. Murat Erşen. İstanbul: MonoKL, 2011. s. 37. 24 Fikret Başkaya, Yeni Paradigmayı Oluşturmak, Ankara: Maki, 2011. s. 364 25 Toku, 2002 s. 39-40 26 Bruno Bosteels, Badiou and Politics, Durham and London: Duke University Press,
2011. s. 251
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
131
aynı hızla gelişememiştir27. Nitekim aklı ve insanı merkeze alan modernite,
dörtyüz sene süren ve insana hayatı dar eden kan ve gözyaşıyla dolu
hakikatten uzak bir yolculuğa dönüşmüştür. Sadece Avrupa’da 1914-1918
ve 1938-1945 yılları arasında ikiyüz milyonun üzerinde insan ölmüştür28.
Günümüzde hala daha fazla kâr ve çıkar çatışmasının yaşattığı savaşların
devam etmesi ne demokrasinin ne de modernizmin ideallerini
gerçekleştiremediğinin göstergesidir. Dahası özgürlük, adalet, demokrasi,
insan hakları gibi kavramlar, küresel-uluslararası güçlerin emperyal
amaçlarının meşruluk kılıfı haline gelmiştir.
Küresel-Uluslararası Güçler
Sanayileşmeyle birlikte enerji ihtiyacı arttıkça kendi kaynakları
yetersiz kalan ülkeler dış ülkelerin kaynaklarına ihtiyaç duymuşlardır. Daha
az maliyet daha çok kâr amacı güden bir ekonomik politika ön plana çıkınca
topyekûn savaş tehlikesi de bir spekülasyon olmaktan çıkıp uygulama
alanına girmiştir. Ayrıca teknik ilerlemeler insanoğluna psikolojik usullerle
yönetilen savaşı (psikolojik savaş) 20. yy’ın bir buluşu olarak ortaya
çıkarmıştır29. T. Hobbes’un da dediği gibi artık ‘insan, insanın kurdu’dur.
Stalin’in askeri danışmanı olan Sovyet mareşali Şapoşkinov: “Savaş nasıl
politikanın yalnız araçların değişmesiyle bir devamı ise, barış da yine yalnız
araçların değişmesiyle savaşın bir devamıdır”30 diyerek güç mücadelesinde
ne ebedi dostlukların ne de ebedi düşmanlıkların olmadığını ortaya
koymuştur.
Ekonomik güç, askeri ve siyasi gücün önüne geçerek uluslararası
politikaya yön vermektedir. Öyle ki artık ülkeler, ekonomik olarak
fethedilmektedir. Yani yapılan anlaşmalar, satılan ürünler bir ülkenin
diğerine teslimiyetine kadar varabilmektedir. Birçok ülke dış borçlanma
nedeniyle çok sıkıntılı durumlara düşürülerek ulusal ülke çıkarlarına ters
düşen anlaşmalara imza atmak zorunda bırakılmıştır. Bu durumda bağımsız
politika izlemek imkânsız hale gelmiştir. Dolayısıyla ekonomisi gelişmiş olan
ülkeler, ekonomisi zayıf olan ülkeleri egemenliği altına alarak onlara, kendi
istedikleri siyasi kararları aldırabilmişlerdir. Bunu başaramadığı takdirde
ise ya muhalif güçleri destekleyerek ülke içinde karışıklık çıkarıp darbe
yaparak ya da çeşitli örgütler kurup bunları finanse ederek, terör yaratıp
27 Alatlı, 2014, s. 1374 28 Ekrem Tahir, Bâbîl'deki Türkiye. İstanbul: Yağmur Yayınevi, 2007. s. 187-188 29 Maurice Merget, Psikolojik Savaş, Çev. Samih Tiryakioğlu. İstanbul: Varlık
Yayınevi, 1972. s. 7. 30 Merget, 1972 s. 174
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
132
amaçlarına bu şekilde ulaşmışlardır. Dahası bu ülkeler emperyalist
devletlerin güç mücadelesine dönüşmektedir. Çünkü çıkar ilişkisi güç
mücadelesini de gerekli kılmaktadır
Küresel imparatorluk kurma amacına yönelik olarak, ülkeleri
trilyonlarca dolar borçlandıran yüksek ücretli profesyoneller vardır. Bunlar
küresel sermayenin hedeflediği şirketleri, hükümetleri, bankaları köle
haline getirmek için uluslararası finans kuruluşlarını kullanan elit bir
gruptur. Ülkelerin altyapı hizmetleri için borç temin eden, bu teknokratlar,
iyilik yapar gibi gözükür. Sermayenin kuralları belirlediği bu sistemde
borçlanan ülkeler içinde kurallar vardır. Bu kurallardan ilki bütün bu
projelerin Amerikan inşaat ve mühendislik firmaları tarafından
gerçekleştirilmesidir. Ne de olsa para alan emirde alır. Eğer kurallar ülkeleri
vazgeçirir ise devreye NSA ve CIA elamanları girer. Eğer ajanlarda başarılı
olamaz ise Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, söz konusu ülkelere savaş
açılır31.
Dünya geneline baktığımızda gazetelerin, dergilerin ve yayınevlerinin
büyük çoğunluğunun mülkiyeti ve idaresi bu tür küresel şirketlerin
elindedir. Örneğin “dünyanın en küçük devleti olan Vatikan’ın bile doğrudan
ya da dolaylı olarak sahibi olduğu veya yönlendirdiği günlük, haftalık ve aylık
200’den fazla gazete ve dergi, 154 radyo istasyonu veya emisyonu, 49 TV
kanalı veya kablolu yayını bulunmaktadır”32. Gelirleri bu medya araçlarından
aldığı reklamlardan ibaret değildir. Bu reklamlar her ne kadar büyük
meblağlar tutsa da bir de kilise vergileri, bağışlar, aidatlar, hisse – borsa
gelirleri ve bankacılık – faiz gelirleri ile toplamda 500 milyar Euro olduğu
tahmin edilmektedir33.
Görüldüğü gibi medya çeşitli kurumların, yani güç sahiplerinin
elindedir. Dolayısıyla medya şirketokrasinin yani şirket-banka-hükümet
ortaklığının bir parçasıdır34. Şirket-banka-hükümet ortaklığına karşı gelen
kimi liderler ise suikastlara kurban gitmektedirler. IMF gibi kurumlardan
borç alan ülkeler, büyük bir döngünün içinde yer alan borç batağına
saplanırlar. Böylece bu ülkelerin liderleri; ABD’nin siyasal, sosyal, iktisadi ve
askeri ihtiyaçları için istenilen zamanda ABD tarafından kullanılırlar. Bunun
31 Sait Yılmaz, Ekonomik İstihbarat, Ulusal Kanal. [Çevrimiçi] 17 01 2014.
http://www.ulusalkanal.com.tr/ekonomik-istihbarat-makale,1992.html. 32 Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri. 15. Baskı. İstanbul : Alfa Basım
Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti., 2015. s. 21. 33 Fortune. Bu papa bir iş adamı, Fortune Turkey. [Çevrimiçi] 08 09 2014. [Alıntı
Tarihi: 07 03 2017.] http://www.fortuneturkey.com/bu-papa-bir-is-adami--1016. 34 John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, Çev. Murat Kayı. Ankara: A.P.R.I.L
Yayıncılık, 2010. s. 377-378.
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
133
karşılığında bulunduğu ülkelerin alt yapısını iyileştirerek siyasi durumlarını
güçlendirirler. Bu arada, Amerikan mühendisleri ve müteahhitleri, bu
ülkelerden alınan ihalelerle ciddi biçimde zenginleşirler35. Bunun
sonucunda da bölgedeki insanlar çok ağır şartlarda köle gibi çalıştırılırlar.
Eski sömürge sistemi farklı bir kılıfta devam eder.
Küreselleşmenin boy gösterdiği bu çağda savaşlar, küresel bir
istihbarat ağına bağlı olarak gayri resmi bir şekilde taşeron örgütlere ihale
edilerek yapılmaktadır. Yoğun propaganda ile yürütülen bu faaliyetler
tahmini bir hayli zor olan, kimliksiz, devletsiz, sebepsiz, ahlak dışı, mülksüz
ve ulusallaşan küresel terör niteliğindedir. Dünyanın büyük bölümü, askeri
olarak tehdit edilmezken, iktisadi bunalım, bulaşıcı hastalık, siyasal ve
toplumsal baskılar, etnik ve dini ayrılıklar, çevre kirliliği, terörizm ve
organize küresel suçlar ile tehdit edilmektedir36. Bu politikanın temelinde
kendi ulusal çıkarlarını maksimize etmeye çalışan devletlerarasındaki güç
mücadelesi yatmaktadır. Hegemonya, hedef aldığı toplumlara uygulamak
için sosyal ve politik sistemler üretmektedir. Tarih boyunca, klasik güç
politikası ‘böl ve yönet’ olagelmiştir37. Sınırsız kazanma hırsının yarattığı
savaşlar sonucu yüzbinlerce insan mülteci olarak açlık ve yoksullukla
mücadele etmektedir. Ancak açlık ve yoksulluk sadece bu bölgelerde değil,
dünyanın her yerinde hatta gelişmiş ülkelerde de büyük bir sorun haline
gelmiştir. Çünkü daha çok kazanma hırsı ‘öteki’ne yaşam hakkı
tanımamaktadır38. Bunun için insanlığın aşırı tüketimden kaçınması
diğerkâmlık anlayışıyla donanması şarttır. Başka bir deyişle hedonist kültür
yerine insana değer veren bir kültürün egemenliğine ihtiyaç vardır.
Görüldüğü gibi demokrasi, insan hakları bir söylem olmaktan öteye
geçememektedir. Küreselleşme, insan hakları ihlallerini görmezden gelerek,
devletlerin siyasi ve iktisadi istikrasızlıklarını artırmaktadır. İktisadi
amaçların belirleyiciliği, yerel birimlerin anlam yaratma ve yaratılmış
anlamları tartışma kabiliyetlerini yitirmelerine neden olmuştur39. Dünya
ticareti çok büyük oranda Amerikan doları üzerinden yürümektedir. Öyle ki
35 Perkins, 2010 s. 11. 36 Sait Yılmaz, 21. Yüzyılda Neler Olacak? İstanbul Aydın Üniversitesi. [Çevrimiçi]
2014. [Alıntı Tarihi: 21 08 2014.]
http://usam.aydin.edu.tr/analiz/21Y%C3%BCzy%C4%B1ldaNelerOlacak.pdf. 37 Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi. Yılmaz, Sait. 2008. 1,
İstanbul: Beykent Üniversitesi, 2008, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, s. 32. 38 Raymond Fisman ve Edward Miguel, Ekonomi Haydutları: Yolsuzluk, Şiddet ve
Ulusların Yolsuzluğu, Çev. Tuncel Öncel. Ankara: Efil Yayınevi, 2011. s. 9. 39 Küreselleşmenin Demokrasinin Yaygınlaşma ve Derinleşme Sürecine Etkisi, 2012
s. 501
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
134
New York borsası maliye dünyasının basın ölçeri durumunda olup, bir
hıçkırığı tuttu mu tabiri caizse yeryüzü sarsılır40. Ahlak ise, kapitalizmin
etkisiyle araçsal hale getirilmiştir. Ahlaki olan günümüz dünyasında ve
toplumun etkili çevreleri içinde temsiliyet imkânı bulamamaktadır.
Dolayısıyla genel ahlak bağlayıcı gücünü yitirmiş, toplumu meydana getiren
bireylerin kendilerini her bakımdan kuşatacak olan üst normlara yaslanma
imkânı da ellerinden alınmıştır41.
Oysa demokrasinin en etkin biçimde korunması ancak hak ve
özgürlüklerin kuvvetli biçimde korunması ile mümkündür. Bunun yolu da
insan haklarının hukukî ve anayasal teminat altına alınmasından
geçmektedir. Eğer küresel ve anti-demokratik güçlerin amaçları, iktidara
gelerek halkların haklarını gasp etmek ise; o halde yapılması gereken
iktidarı, hakları teminat altına alan bir hukuk sistemi ve anayasal çerçeveyle
sınırlandırmak bunu önlemenin en etkin ve en pratik yoludur. Hak ve
özgürlükleri kaybetmeyi engellemenin yolu, hukukun üstünlüğünden
geçmektedir. Bu hukuk, hakkı temel alan bir hukuk olmalıdır. Asla
çoğunluğu, azınlığa sömürten bir hukuk sistemi olmamalıdır. Bunun için
insan haklarını, koşulsuz şartsız her birey için anayasal teminat altına alan
bir hukuk sistemi şarttır. Ayrıca siyasî katılımı teşvik etmekte çok önemlidir.
Siyasî haklar dar bir zümreye mahsus imtiyazlar olarak kalmamalıdır.
İnsanlar din, ırk, cinsiyet, yaş, ideoloji, yaşam tarzı, siyasi görüş ve düşünce
vb. yüzünden sınıflandırılmamalı ve ayrım yapılmamalıdır42. Sorun insanı
insan gibi görmemek ve öyle davranmamaktır. Bütün dünya, Batı’nın
yarattığı tek-örnek kültürden sıyrılıp her tür farklılığı saygıyla
karşılamalıdır.
Sonuç
Badiou’ya göre çağdaş demokrasilerin dünyaya dayatmaya çalıştıkları
şey, hayvani bir hümanizmdir. Dolayısıyla günümüzde insandan
bahsederken, acı çeken, şiddete uğrayan, aç kalan, soykırım gören tarzında
kelimeler kullanılmasının nedeni, insanın bedeninin hayvani verisi
olmasıdır. İnsan burada sadece merhamete layık olarak vardır. İnsan acınası
40 Duralı, 2013 s. 174 41 Yeni Kapitalizmin Karanlık Yüzü: İnsanilik ve Ahlakilik Söylemlerinin Sahiciliği
Üzerine. İlhan, Süleyman. 2007. 2007, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, s.
304. 42 Demokrasiyi Koruma Kılavuzu. Yayla, Atilla. 2001. 22, Ankara: Liberte Yayınları,
2001, Liberal Düşünce Dergisi, s. 72.
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
135
bir hayvandır43. Yani insanı insan yapan değerlerden uzaklaşılmıştır.
Dolayısıyla modernizmin aklı ön plana taşıması yetmemektedir. Çünkü
insan sadece akıl sahibi bir varlık değildir. İnsanı insan yapan en önemli
yönü merhamet duygusudur. Ahlakın toplumsal ve siyasal alandan
dışlanması sonucunda insanlar sanki duygu yönünü yitiren bir metaya
dönüşmüştür. Sadece kendini ve çıkarını düşünen bireylerin evrensel
değerleri, hak ve özgürlükleri hiçe sayması çok şaşırtıcı değildir.
Küresel güçlerin etnik ve kültürel ayırama dayanarak toplumları
bölme amaçları ve çabaları ön plandadır. Küreselleşen dünyada ulus
devletleri ayrıştırmak, öte yandan ulus devletlerin vatandaşlarının bağlarını
bu devletlerden kopararak küresel vatandaş olmaya zorlayıp, ulus devletleri
özerk yönetimlere bölmek küresel güçlerin temel amaçlarından birisidir.
Nitekim eski ABD Ankara Büyükelçisi Robert Strawsz Hupe “Amerika’nın
misyonu milli devletleri gömmek, halkları daha küçük birimlere bölerek
yaşatmaktır” der44. Modernizm sonrası dünyanın gidişatı da bu olmuştur.
Geleneğin bütün kurumları birer birer yok edilmiştir. Nitekim Ortadoğu ve
Afrika’da neredeyse her ırka ya da mezhebe ayrı birer devlet oluşturma
çabaları yoğun biçimde devam etmektedir.
Batı’ya özgü yaşam tarzı olan modernizm, ideal bir düzen olarak
bütün dünyaya dayatılmıştır. Farklılıklara saygı, özgürlük, eşitlik,
demokrasi, insan hakları gibi değerleri kendilerine ait gördükleri için, diğer
dünya ülkelerine bu değerleri götürmek onların görevidir. Fakat sorun şu ki,
modern toplumlarda insanlar ne kadar özgür, eşit ya da mutludur?
Demokrasi vadettiklerini gerçekleştirebilmiş midir? Bu sorunun cevabı
maalesef olumsuzdur. Günümüzde sefalet ve şiddet içinde olan büyük
çoğunluk şefkat, adalet ve gerçek demokrasi için çabalamaya başladığı
zaman bu vahşi düzen değişebilir. Problemi kabul etmek ve çözüm için adım
atmak kurtuluşun başlangıcıdır.
Dünya genelinde, halkların bu küresel sömürü düzeninden
kurtulması, fikri, iktisadi ve siyasi olarak küresel merkezlere bağlı olmayan
hükümetlerin alacağı güçlü, iradeli ve etkin kararlar ile mümkün olacağı
fikri hâkimdir. Dolayısıyla hükümetlerin kendilerini kandırmak yerine
gerçeklerle yüzleşmesi gerekmektedir. Böylece kesin ve açıkça ilan edilmiş
ilkeler çerçevesinde hareket ederek, küresel sömürü düzenine boyun
eğmeyerek, bu düzenin veya düzensizliğin yıkılmasını sağlayabilirler45.
43 Alain Badiou, Yüzyıl, Çev. Işık Ergüden, İstanbul: Sel, 2013. s. 187. 44 Demokrasi Türleri ve Müzakereci Demokrasi Kavramı, 2008 s. 1131. 45 Alatlı, 2014, s. 1377
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
136
Evrensellik fikri, bireylerde bir kimlik sorunu da yaratmamalıdır.
‘İnsan kimliği’ dili, dini, ırkı ne olursa olsun her bireyi kapsar. İnsanlık, bir
bütün olarak görülürse, ‘biz-onlar’ ayırımı da önemini kaybeder. Bu, üreten
paylaşan toplumları doğurabilir. Hatta bugün alternatifsiz sanılan ya da öyle
gösterilen Batı Medeniyetine alternatif de sunabilir. Çoğulculuk fikri
içselleştirilmelidir. Bugün artık tek bir ırkın olduğu ülkelerden bahsetmek
pek mümkün değildir. Özellikle büyük ülkeler söz konusu olduğunda
çeşitlilik daha da artmaktadır. Herkes için demokrasi, özgürlük, eşitlik,
adalet sağlanmalıdır. İnsanlığın oluşturduğu miras belki de hiç bu kadar
tehdit altında olmamıştır. Öyle ki bu miras yok olmakla yüz yüzedir. Her
zamankinden daha çok gerçek bir dayanışma ve sağduyuyla birlikte hareket
etmek zorunluluğu vardır. Ülkelerin bütünlüğüne bağımsızlığına saygı
duyulmalı, emperyalist amaçların gizli ya da açık müdahaleciliğinden
vazgeçilmelidir. Her şeyin ötesinde bunun başarılması dünyanın daha
yaşanabilir bir yer haline gelmesini sağlayabilir.
J.F. Lyotard’ın da dediği gibi “Ondokuz ve yirminci yüzyıllar bize
tahammül edebildiğimizden daha fazla terör getirdi… Gelin bütünlüğe karşı
bir savaş başlatalım, gelin sunulamayana tanıklık edelim, farklılıkları etkin
kılıp, adın onurunu kurtaralım”46.
46 J. F. Lyotard, Postmodern Durum, Çev. Ahmet Çiğdem. Ankara: Vadi Yayınları,
1997. s.159
Nurhayat ÇALIŞKAN AKÇETİN
137
KAYNAKÇA Alatlı, Alev, Batı'ya Yön Veren Metinler IV. İstanbul : Alfa Yayınları, 2014.
Altındal, Aytunç, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri. 15. Baskı. İstanbul : Alfa
Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti., 2015.
Badiou, Alain, Being And Event, çev. Oliver Feltham, London and New York :
Continuum, 2007.
—Felsefe ile Politika Arasındaki Gizemli İlişki, çev. Murat Erşen. İstanbul :
MonoKL, 2011.
—Yüzyıl. [çev.] Işık Ergüden. İstanbul : Sel, 2013.
Başkaya, Fikret, Yeni Paradigmayı Oluşturmak. Ankara : Maki, 2011.
Baudrillard, Jean, Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu, çev.
Oğuz Adanır, İstanbul : Ayrıntı, 1991.
BM. 2017. UN Global Compact Our Participants. UN. [Çevrimiçi] 06 03 2017.
[Alıntı Tarihi: 06 03 2017.] https://www.unglobalcompact.org/what-
is-
gc/participants/search?utf8=%E2%9C%93&search%5Bkeywords%
5D=&search%5Bper_page%5D=50&search%5Bsort_field%5D=&sear
ch%5Bsort_direction%5D=asc.
Bosteels, Bruno, Badiou and Politics, Durham and London : Duke University
Press, 2011.
Chalmers, Alan, Bilim Dedikleri, çev. Hüsamettin Arslan, Ankara : Vadi
Yayınları, 1997.
Crouch, Colin, Post Demokrasi, çev. Emre YILDIRIM, Londra : Polity Press,
2004.
Dahl, Robert A., Demokrasi Üstüne, çev. Betül Kadıoğlu, Ankara : Phoenix
Yayınevi, 2001.
Badiou, Alain, Demokrasi Kavramı Üzerine Hayli Spekülatif Bir İrdeleme, Sayı:
43, İstanbul : yazarı bilinmiyor, 2005, Cogito. Çev: Bülent DOĞAN.
Tunç, Hasan, Demokrasi Türleri ve Müzakereci Demokrasi Kavramı, 1-2,
2008, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XII, s. 1113-
1132.
Yayla, Atilla, Demokrasiyi Koruma Kılavuzu, 22, Ankara : Liberte Yayınları,
2001, Liberal Düşünce Dergisi, s. 67-73.
Duralı, Ş. Teoman, Çağdaş Küresel Medeniyet. 5. İstanbul : Dergâh Yayınları,
2013.
Eisenstadt, Shmuel Noah, Modernleşme-Başkaldırı ve Değişim, çev. Ufuk
Coşkun, Ankara : Doğu Batı, 2007.
Falakaoğlu, Bülent, Ekonominin İki Modeli: Demokrasi ve Kapitalizm,
Evrensel, İstanbul : Bülten Basın Yayın Reklamcılık Tic. Ltd. Şti., 22 04
2014.
Küreselleşme ve Gücün Gölgesindeki “Demokrasi”
138
Fisman, Raymond ve Miguel, Edward, Ekonomi Haydutları: Yolsuzluk, Şiddet
ve Ulusların Yolsuzluğu, çev. Tuncel ÖNCEL, Ankara : Efil Yayınevi,
2011.
Fortune, Bu papa bir iş adamı. Fortune Turkey. [Çevrimiçi] 08 09 2014.
[Alıntı Tarihi: 07 03 2017.] http://www.fortuneturkey.com/bu-papa-
bir-is-adami--1016.
Geuss, Raymond, Eleştirel Teori, çev. Ferda Keskin, İstanbul : Ayrıntı
Yayınları, 2002.
Tuncel, Gökhan, Küreselleşmenin Demokrasinin Yaygınlaşma ve Derinleşme
Sürecine Etkisi, Malatya : yazarı bilinmiyor, 2012. Uluslararası Turgut
Özal Sempozyumu II. s. 488-504.
Lyotard, J. F., Postmodern Durum, çev. Ahmet Çiğdem, Ankara : Vadi
Yayınları, 1997.
Merget, Maurice, Psikolojik Savaş, çev. Samih TİRYAKİOĞLU. İstanbul : Varlık
Yayınevi, 1972.
Öztürk, Armağan, Res Publica İdeali Üzerine Tarihsel ve Kavramsal Bir
Soruşturma. Res Publica. Ankara : Doğu Batı, 2013, s. 7-39.
Öztürk, Mustafa, Tarih Felsefesi. Ankara : Akçağ Yayınları, 2014.
Perkins, John, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, çev. Murat KAYI, Ankara :
A.P.R.I.L Yayıncılık, 2010.
Tahir, Ekrem, Bâbîl'deki Türkiye. İstanbul : Yağmur Yayınevi, 2007.
Toku, Neşet, İlm-i Umran-İbni Haldun'da Toplum Bilimsel Düşünce. Ankara :
Akçağ, 2002.
Yılmaz, Sait, Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi, İstanbul :
Beykent Üniversitesi, 2008, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, s.
27-65.
Wood, Ellen Meiksins, Küresel Kapitalizmde Emek, Sermaye ve Ulus-Devlet,
çev. Ahmet Erhanlı, Ürün Dergisi. İstanbul : yazarı bilinmiyor, Monthly
Review dergisi, cilt 49, sayı 3, Temmuz-Ağustos 1997.
İlhan, Süleyman, Yeni Kapitalizmin Karanlık Yüzü: İnsanilik ve Ahlakilik
Söylemlerinin Sahiciliği Üzerine, 2007, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, s. 283-306.
Yılmaz, Sait, 21. Yüzyılda Neler Olacak? İstanbul Aydın Üniversitesi.
[Çevrimiçi] 2014. [Alıntı Tarihi: 21 08 2014.]
http://usam.aydin.edu.tr/analiz/21Y%C3%BCzy%C4%B1ldaNelerOl
acak.pdf.
—Ekonomik İstihbarat, Ulusal Kanal. [Çevrimiçi] 17 01 2014.
http://www.ulusalkanal.com.tr/ekonomik-istihbarat-
makale,1992.html.