İletİŞİm bİlİmİauzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/kok/iletisimbilimiau212.pdf ·...
TRANSCRIPT
İLETİŞİM BİLİMİ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM LİSANS PROGRAMI
Editör: PROF. DR. S. ECE KARADOĞAN DORUK
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM LİSANS PROGRAMI
İLETİŞİM BİLİMİ
Editör: Prof. Dr. S. Ece Karadoğan Doruk
I
ÖNSÖZ
İletişim Bilimi dersi, iletişimi genel bir perspektifle ele alan “iletişime giriş”
niteliğindedir. . İletişim konularına ilgi duyan, iletişim konusunda bilgileri tazelemek isteyen
ya da uygulamada çoğu zaman kullandığı insan ilişkilerinde başarılı veya başarısız olmasına
neden olan davranış ve öğretileri gözden geçirmektedir.
Günümüzde hemen hemen herkes iletişimin gerek özel yaşamda gerekse iş yaşamında
ne denli önemli olduğunu kabul etmektedir. İletişim bilimi dersi tarihi insanlık kadar eski olan
iletişimi bu konuda yapılan bilimsel çalışmalara da değinerek irdelemektedir. Öncelikle
toplumsallaşma sürecinde birey ve iletişimin etkileşim alanları sunulmaktadır.
İletişim ve iletişim olgularının bugüne dek yaşadığı serüven ana çizgileriyle
betimlenerek iletişime ilişkin daha kapsamlı, derinlikli çalışmaların, araştırmaların ön hazırlığı
yapılmaktatır. Günümüzde iletişim alanında pek çok kuam ve yaklaşım bulunmaktadır,
iletişimin öneminin giderek arttığı bir dünyada, iletişim araştırma ve kuramlarını öğrenmek
iletişim konusunu ve sorununu anlamanın ön koşuludur. İletişim Bilimi dersinde iletişim
alanında yapılan tüm dünya da kabul görmüş temel süreç ve modellerle sınırlıdır. İletişime
ilişkin pek çok araştırma ve kurama yer verilememiştir.
İletişim Bilimi dersi, açık öğretim fakültesi öğrencilerinin iletişime ilişkin konularda
donanımlı olmasını sağlayacak, öğrencilerin farkındalık seviyelerini yükselterek iletişim
alanında yapılacak ileri çalışmalar için bir temel oluşturacaktır.
Prof. Dr. S.Ece Karadoğan Doruk
İstanbul, 2017
II
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................................................ I
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................................... II
YAZAR NOTU ........................................................................................................................ VI
1. İLETİŞİME İLİŞKİN KAVRAMLAR .................................................................................. 1
1.1. İletişim Nedir? ................................................................................................................ 7
1.2. İletişim Süreci ve İletişim Sürecinin Öğeleri ............................................................... 10
1.2.1. Süreç Kavramı ........................................................................................................ 11
1.2.2. İletişim Sürecinin Öğeleri ....................................................................................... 11
2. İLETİŞİM TÜRLERİ ........................................................................................................... 23
2.1. Sözlü/Sözel İletişim ...................................................................................................... 29
2.2. Sözsüz İletişim .............................................................................................................. 30
2.2.1. Göz Teması ............................................................................................................. 33
2.2.2. Yüz İfadesi .............................................................................................................. 34
2.2.3. Jestler ...................................................................................................................... 34
2.2.4. Duruş ....................................................................................................................... 37
2.2.5. Tavır ve Davranışlar ............................................................................................... 38
2.2.6. Yakınlık ................................................................................................................... 39
2.2.7. Giyim ve Bakım ...................................................................................................... 39
2.2.8. Ses ........................................................................................................................... 39
2.2.9. Sözcük Olmayan Sesler .......................................................................................... 40
2.3. Yazınsal İletişim ........................................................................................................... 40
2.4. Görsel İletişim .............................................................................................................. 41
3. İLETİŞİMİN BAĞLAMINA GÖRE BİÇİMLERİ .............................................................. 48
3.1. Kendimizle (içsel) İletişim ........................................................................................... 54
3.2. Kişilerarası İletişim....................................................................................................... 55
3.3. Gruplararası İletişim ..................................................................................................... 58
3.4. Kamusal İletişim ........................................................................................................... 59
3.5. Örgüt içi iletişim ........................................................................................................... 59
3.6. Kültürlerarası İletişim (Kartari, 1999: 19-26) .............................................................. 60
4. TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİNDE KİŞİLERARASI İLETİŞİM .................................. 69
4.1. Bir Gereksinim Olgusu Sosyal Etkileşim ya da İletişimin Kişilerarasılığı .................. 75
4.2. İletişimi Kişilerarası Kılan Başat Özellikleri ................................................................ 76
4.3. Yakın İlişkilerde Kişilerarası İletişim........................................................................... 78
4.4. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri .......................................................................... 79
4.5. Kişilerarası İletişim ve Güven ...................................................................................... 80
4.6. Kişilerarası İletişimde ya da Sosyal Etkileşimde Temel Olgular ................................. 83
III
4.6.1. Birebir İletişim ........................................................................................................ 83
4.6.2. Yalın Bir Dil Kullanmak ......................................................................................... 83
4.6.3. Alıcıya Karşı Duyarlı Olmak .................................................................................. 83
4.6.4. Gereği Kadar Tekrar Yapmak ................................................................................. 83
4.6.5. Sembolik Anlamların Farkına Varmak ................................................................... 83
4.6.6. Engellerin Giderilmesi / Geri Bilgi Aktarılması ..................................................... 84
5. SOSYAL İLİŞKİLERDE VE ÇALIŞMA HAYATINDA KİŞİLİĞİN ÖNEMİ ................. 89
5.1. Kişilik Kavramı ............................................................................................................ 95
5.2. Kişilik ve Çalışma Hayatı Arasındaki İlişki ................................................................. 97
5.3. Kişilikle Yapılan İş Arasındaki Uyumun Faydaları ..................................................... 98
5.4. Kişilik ve İş Seçimi Arasındaki İlişki ........................................................................... 99
5.5. Örgütsel Davranış Ve Kişilik Özellikleri ................................................................... 101
6. İLETİŞİM MODELLERİ 1 ................................................................................................ 109
6.1. Ana Akım Yaklaşımlarınca Geliştirilen Temel Kuramlar:......................................... 115
6.1.1. Shannon ve Weaver Modeli ve Enformasyon Kuramı ......................................... 115
6.2. Osgood ve Schramm Dairesel Modelleri................................................................... 120
6.2.1.Osgood Modeli ....................................................................................................... 120
6.2.2. Schramm’ın Kitle İletişim Modeli ........................................................................ 121
6.3. Lasswell Modeli ......................................................................................................... 122
6.4. Gerbner Modeli........................................................................................................... 122
6.5. İletişimle İlgili İlk Alan Araştırmaları ve İki Aşamalı Akış Modeli .......................... 123
7.İLETİŞİM MODELLERİ 2 ................................................................................................ 132
7.1. Deneye Dayalı Olarak Geliştirilen Sosyo-Psikolojik Kuramlar ................................. 139
7.1.1. Festinger'in Bilişsel Uyum Kuramı ....................................................................... 139
7.1.2. ABX Denge Modeli .............................................................................................. 140
7.1.3. Westley-MacLean'm Aracılanmış İletişim Modeli ............................................... 141
7.1.4. İletşime Sosyolojik Yaklaşım: Riley-Riley Modeli .............................................. 143
8. KİTLE İLETİŞİMİ ............................................................................................................. 155
8.1. Kitle Kavramı ............................................................................................................. 162
8.2. Kitlelerin Özellikleri ................................................................................................... 163
8.3. Kitle İletişimi Kavramı ............................................................................................... 165
8.4. Kitle İletişiminde İletişim Süreci ................................................................................ 169
8.4.1. Kitle İletişiminde Kaynak ..................................................................................... 170
8.4.2. Kitle İletişiminde İleti ........................................................................................... 170
8.4.3. Kitle İletişiminde Kanal ........................................................................................ 171
8.4.4. Kitle İletişiminde Geri Besleme (Feedback) ......................................................... 171
8.5. Kitle İletişimine Doğru… ........................................................................................... 172
IV
8.6. Kitle İletişimi Yaklaşımları ........................................................................................ 172
8.6.1. Otoriter Yaklaşım .................................................................................................. 173
8.6.2. Liberal Yaklaşım ................................................................................................... 173
8.6.3. Komünist Yaklaşım .............................................................................................. 173
8.6.4. Toplumsal Sorumluluk Yaklaşımı ........................................................................ 173
9.KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE İŞLEVLERİ .............................................................. 179
9.1. Kitle İletişim Araçları ................................................................................................. 187
9.1.1. Basılı Kitle İletişim Araçları ................................................................................. 188
9.1.2. Görsel İşitsel Kitle İletişim Araçları ..................................................................... 191
9.1.3. Elektronik Kitle İletişim Araçları ......................................................................... 196
9.2. Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri .............................................................................. 198
9.2.1. Haber ve Enformasyon Verme İşlevi .................................................................... 199
9.2.2. Denetim ve Eleştiri İşlevi ...................................................................................... 199
9.2.3. Eğlence İşlevi ........................................................................................................ 200
9.2.4. Kamuoyu ve Gündem Oluşturma İşlevi ............................................................... 201
10. İLETİŞİM VE EKONOMİ POLİTİK .............................................................................. 206
10.1. Ekonomi Politik Nedir? ............................................................................................ 212
10.2. İletişimin Ekonomi Politiği ...................................................................................... 212
10.2.1. Schiller: Kültür Emperyalizmi ve Global Ekonomi ............................................ 214
10.2.2. Smythe: İzleyici Metası ...................................................................................... 215
10.2.3. Chomsky ve Herman: Propaganda Modeli ......................................................... 216
10.2.4. Golding ve Murdock ........................................................................................... 217
10.2.5. Garnham .............................................................................................................. 218
11. MEDYA OKURYAZARLIĞI ......................................................................................... 224
11.1. Medya Okuryazarlığı Nedir? .................................................................................... 231
11.2. Medya Okuryazarlığı’nın Önemi .............................................................................. 234
11.3. Medya Okuryazarlığı Ne Değildir? .......................................................................... 237
11.4. Medya Okuryazarlığının Kapsamı ............................................................................ 239
11.5. Medya Okuryazarlığı Beceri Alanları ...................................................................... 240
11.6. Medya Okuryazarlığı Dersi Neden Gereklidir? ........................................................ 242
12. İLETİŞİM DİL VE İDEOLOJİ ................................................................................... 253
12.1. İletişim Nedir? .......................................................................................................... 260
12.1.1. İletişim kavramı .................................................................................................. 260
12.1.2. İletişimin Temel Amacı ve Önemi ...................................................................... 262
12.1.3. Kişilerarası İletişimin Amaçları .......................................................................... 263
12.1.4. İletişimin Toplumsallığı ve Anlamların Paylaşımı ............................................. 265
12.1.5. Aşamalı Bir Süreç Olarak İletişim ...................................................................... 266
V
12.1.6. İletişim Sınıflandırmaları .................................................................................... 266
12.1.7. Sözsüz İletişim (Hareketin Abecesi) ................................................................... 268
12.2. Dil-Düşünce İlişkisi .................................................................................................. 271
12.3. Dil, Söylem ve İdeoloji İlişkisi ................................................................................. 273
13. İLETİŞİM VE ETİK ........................................................................................................ 283
13.1. İletişim Etiği ............................................................................................................. 294
13.2. Basında Etik Kavramı ............................................................................................... 295
13.2.1. Basında Meslek Etiğinin Önemi ......................................................................... 295
13.2.2. Basın Özgürlüğü ve Basında Özdenetim Kuruluşları ......................................... 296
13.2.3. Türkiye’deki Özdenetim Uygulamaları .............................................................. 301
13.2.4. Türkiye’de Mesleki Kuruluşlar ........................................................................... 305
13.3. Halkla İlişkilerde Etik Tartışmaları .......................................................................... 308
13.3.1. Halkla İlişkiler Mesleğinin Etik Kodları ............................................................. 310
13.3.2. Halkla İlişkilerde Etiksel Karar Verme Modelleri .............................................. 313
13.4. Lobicilik Faaliyetlerinde Etik Kurallar ..................................................................... 317
13.4.1. Lobicilikte Yasal Düzenlemeler ......................................................................... 319
13.5. Reklamcılık ve Etik .................................................................................................. 323
13.5.1. Reklam Uygulamalarında Etik Sorunlar ............................................................. 324
13.5.2. Reklam Etiği ve Mevzuat .................................................................................... 326
13.6. Sanal Uzayda Etik Kodları ....................................................................................... 326
13.6.1. Bilgisayar Etiği ................................................................................................... 327
13.6.2. E-Posta Etiği ....................................................................................................... 328
13.6.3. İnternet Erişim Kuralları ..................................................................................... 328
13.6.4. Web Etiği ............................................................................................................ 328
13.6.5. Bilişim Mesleği Ahlak İlkeleri ............................................................................ 328
14. İLETİŞİM DİSİPLİNLERİ .............................................................................................. 339
14.1. İletişim Sosyolojisi ................................................................................................... 345
14.2. İletişim Psikolojisi .................................................................................................... 346
14.3. Siyasal İletişim ......................................................................................................... 348
14.4. Örgütsel İletişim ....................................................................................................... 350
KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 358
VI
YAZAR NOTU
İletişim Bilimi dersi öğrencilerin iletişime ilişkin pek çok farklı alanda çalışmalarını
sağlayacak temel bilgilendirmeyi yapacaktır. İletişimin pek çok farklı disiplinden beslendiği
üzerinde durularak sosyolojiye, psikolojiye, siyasete iletişim bakış açısıyla bakılabileceği
aktarılacaktır. Öğrencilerin doğru bildiği yanlışlar örnekler üzerinden irdelenecektir.
1
1. İLETİŞİME İLİŞKİN KAVRAMLAR
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
2
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
1. İLETİŞİME İLİŞKİN KAVRAMLAR
1.1. İletişim Nedir?
1.2. İletişim Süreci ve İletişim Sürecinin Öğeleri
1.2.1. İletişim Süreci
1.2.2. İletişim Sürecinin Öğeleri
1.2.2.1. Kaynak
1.2.2.2. İleti (Mesaj)
1.2.2.3. Kanal
1.2.2.4. Araç
1.2.2.5. Hedef/Alıcı
1.2.2.6. Geribesleme-Dönüt (Feedback)
1.2.2.7. Gürültü
3
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. İletişimi nasıl tanımlarız?
2. İletişim süreci dediğimizde neyi kastederiz?
3. İletişim sürecinin öğeleri nelerdir?
4
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
İletişime İlişkin Kavramlar İletişimin tanımı ve iletişim
sürecinin öğeleri
İletişimin birkaç farklı
tanımı yapılarak iletişim
sürecine dâhil olan öğeler
tek tek açımlanacak
5
Anahtar Kavramlar
İletişim, İletişim Süreci, İletişimin Öğeleri
6
Giriş
Bu ders kapsamında iletişim nedir? sorusundan yola çıkarak genel anlamda iletişimin
tanımı yapılacaktır. Temel iletişim varsayımları nelerdir irdelenecektir. Temel iletişim
sürecinin bileşenleri kaynak, mesaj, kanal, araç, alıcı, geri besleme ve gürültü ile iletişimin
genel yapısı incelenecektir. İletişime ilişkin genel tanımlar üzerinde durulacaktır.
7
1.1. İletişim Nedir?
İletişim; tarih boyunca gerek insanlar arasında gerekse diğer canlılar arasında konu
olmuştur ve olmaya devam etmektedir. İnsanlar nasıl iletişim kurar, doğru etkin inandırıcı
güven verici bağ nasıl sağlanır sorusu sürekli sorulan soru olmuştur. Canlılarında kendi
aralarında bir tür iletişim kurdukları, ses, koku gibi araçlarla bağlantı kurdukları ve her birinin
kendi cinsi ile özellik taşıyan iletişim araçlarına sahip oldukları gözlenmiştir.
İletişim, karşılıklı mesaj alışverişine dayanır. Ancak karşılıklı, iki yönlü iletişim,
çözülmesi gereken herhangi bir konu için gerekli bilginin değiş tokuş edilmesiyle dinamik bir
süreç haline gelebilir. İletişim karşılıklı eylemleşme yanında aynı zamanda dinamik bir
etkileşim sürecidir. Kurulan iletişim, bilgi, düşünce ve duyguların değiş-tokuş edilmesidir. Bu
aynı zamanda sistemli hale gelmiş düzenlerdir. İletişim genel olarak insanlar arasındaki
düşünce ve duygu alışverişi olarak ele alınmaktadır.
İletişim gündelik yaşamımızda bize nesneleri, insanları tanımlar, işbölümü içinde
değişik toplumsal roller yüklenmiş insanlara bu rolleri yerine getirirken, bu rol dağılımından
oluşan toplumun o tarih dönemindeki hayat tarzını öğretir, olumlatır, yeniden üretimi için
gereken değerlendirme biçimlerini aşılar. Toplumsal sistemin sürmesini, kendini yeniden
üretmesini sağlar (Oskay, 2007: 2).
İletişimi başlatan kişi, kurum ve kuruluşun temel yaklaşımı "anlatmak" ve "anlaşılmak";
hedef kişi, kurum ve kuruluş için iletişime katılmanın amacı ise "anlamak" tır. Ortak simgeler
sistemine sahip olmayanlar aralarında kuracakları iletişim ancak etkisiz anlamsız diyalog
olabilir.
İletişim sürecinin sağlıklı işleyebilmesinin temel koşulu, iletişime katılan tarafların aynı
simgeler sistemine sahip olmalarıdır. Ortak simgeler sisteminden kasıt karşılıklı iletişimde
bulunmaya çalışan iki insanın birikmiş denemeleri olarak sayılması gereğidir. Bu durum sözlü
ya da sözsüz bütün simgeler için geçerlidir.
İletişim kavramı çok değişik şekillerde tanımlanmaktadır. Tanımlardaki bu zenginlik,
gerek iletişim alanında; gerekse diğer bilim dalları, meslekler arasındaki yaklaşım tarzlarının
çeşitliliğinden kaynaklanır. Çünkü iletişim; tüm insanları, toplulukları yakından
ilgilendirmektedir.Sözcük, ortaklaşa yapılan eylemleri nitelerken, insanların her türlü üretici ve
yaratıcı faaliyetinden doğan bilginin geliştirilmesi ve toplumsallaşmasını sağlayan bir etkinliği
ifade etmektedir.
Bireylerin birbirine nesneler, olaylar, olgularla ilgili değişmeleri haber verme, bunlara
ilişkin bilgilerini birbirlerine aktarması, yaşamın doğal gerçeğidir. Toplu yaşamın gerektirdiği bu
doğal tutum, yargı, düşünce, duygu bildirişimleri, gerçekleştirilen iletişimdir. Bireyler benzer
yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, benzer duygular taşıyıp bunları birbirine ifade eden
insanların oluşturduğu toplulukta vardırlar. Toplum dışı yaşayan bireyin bildirişimi söz konusu
değildir.
8
Toplum; yaşadıkları ortam içindeki olaylar ve olgularla ilgili değişmeleri, bir arada
yaşamaktan doğan benzer duygular ve toplumsal tecrübeleri birbirlerine ifade eden insanlarca
oluşur. İşte toplumu oluşturan bireylerin duygu, düşünce, yargı ve tutumlarının karşılıklı
bildirişimi iletişim olarak ortaya çıkar.
İletişimin temel amaç ya da işlevi herhangi bir konuda veya alanda bağ kurmaktır. Bu bağ;
mesaj alış-verişiyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, iletişim mesaj alış-verişi olarak da ifade
edilebilir. Fakat tek bir tanıma bağlı kalınmamalıdır. Tanım örnekleri iletişim kavramının
kullanılabileceği anlamların çeşitliliği de göstermektedir.
İletişimin etkinliğinin ölçütü, bir iletişim sürecinde karşımızdakine ya da hedef kitleye
yönelttiğimiz bildirinin karşılığında, amaçladığımız sonucun alınıp alınmamasıdır. Bu etkinin
sağlanabilmesinin:
1. İletinin alıcının dikkatini çekecek biçimde kodlanması ve açık olması
2. İletiyi kodlayan simgeler konusunda alıcı ve vericinin ortak bilgisinin bulunması
3. İletinin alıcının gereksinmesine yanıt verecek nitelikte olması
4. Alıcının temel değerlerinin, tutumlarının tanınması
gibi bazı koşulları vardır.
Karşımızdaki insanla iyi ilişkiler içinde olduğumuz oranda onu etkileme, eğitme ve
birlikte çalışma konusunda daha başarılı olma şansına sahip oluruz. Bu durumda, iletişimin
taraflarından olan alıcılar zamanlarının çoğunu kendilerini korumak ve karşısındakini atlatmak
için kullanmazken; kaynak durumundaki ögenin de rolden role geçmesine, sert davranmasına
ve insan üstü kişiliklere bürünmesine gerek kalmaz. İdeal bir öğretici rol yapmayı bırakıp
olduğu gibi davranan, daha erişilebilir olandır. Okul ortamında öğretmen-öğrenci arasında etkin
iletişimin kurulması bu iki kişi arasında özel bir ilişkinin, güvene dayalı sağlam bir bağın
kurulmasına bağlıdır. Bu ilişki içinde her iki taraf birbirlerinin bireyselliğine, gereksinmelerine
saygı gösterir; birbirlerinin yaratıcılığına ve gelişmesine fırsat tanır.
Değişik tanımlamalarını verdiğimiz iletişim kavramının içine hemen her bağ girer.
Karşılıklı konuşan iki kişinin yaptığı bildirişim, herhangi bir insanın o an ki duygu ve
düşünceleri, kitap okuyan çocuk, ilkçağ insanlarının mağara duvarlarına çizdiği resimler, mektup,
telefon, fax, televizyonla yapılan mesaj alış-verişlerine kadar pek çok durum iletişim olgusunun
içinde yer alır.
Ele alınan temel iletişim varsayımları Amerikalı bilim adamları Paul Watzlawick, Janet
H.Beavin ve Don D. Jackson (1967) tarafından ileri sürülmüştür.
Bu beş temel varsayım şunlardır:
- İletişim kuramamak olanaksızdır,
- İletişimin ilişki ve içerik düzeyleri vardır,
9
- Mesaj alışverişindeki dizisel yapının kendi başına bir anlamı vardır,
- Mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iki tiptir,
- İletişim kuran kişiler ya eşit ya da eşit olmayan ilişkiler içindedir.
İletişim Kuramamak İmkânsızdır: Görüldüğü gibi iletişim halinde olmak kaçınılmaz
olarak gerçekleşen bir etkinliktir. Gerek sözlü gerekse sözsüz hiç bir davranışta bulunmasak da
bir mesaj göndermiş oluyoruz. Bu durum iletişim kuramamanın olanaksız olduğunu
göstermektedir. İletişimde bulunurken kaynakla hedef arasındaki ilişkinin derecesi mesajın
içeriğini belirlemektedir. Aynı anlamda gelen farklı biçimde oluşturulmuş iletişim sözcükleri
ya da beden hareketleri ilişkinin derecesine göre değişmektedir. Günlük yaşamda bunun pek
çok örneğini görmekteyiz. Arkadaşımızla, amirimizle konuştuğumuz gibi konuşmayız. Aynı
içerikteki bir talebimizi arkadaşımıza emir kipinde söyleyebiliriz ama amirimizden dilek kipinde
rica ederiz. İlişki düzeyi, mesajların yorumlanma biçimini belirlediği için daha üst düzeydedir.
Bilim adamları bu üst düzeydeki iletişime "meta-iletişim'" adını vermektedirler.
İletişimin İlişki ve İçerik Düzeyleri Vardır: Önerilen ikinci temel varsayım, iletişimin
iki düzeyi olduğunu vurgular. İkinci temel varsayım şudur: Her iletişim faaliyetinin bir içerik
bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi içerik düzeyine anlam veren çerçeveyi
oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.
İlişki içinde bulunan kişiler, iletişim yoluyla, durumlarını sürekli olarak karşılıklı
tanımlarla; bu tanımlamada hemfikir oldukları sürece, iletişimde aksaklık olmaz. Kişilerin
birbirlerini tanımlamalarında farklılık baş göstermediği anda, iletişimde aksaklıklar başlar.
İlişkiler, genellikle konuşma konusu yapılmaz, çünkü iletişimde bulunan kişiler çoğu
kere kurdukları ilişki türünün bilinçli olarak farkında değildirler ve bir aksaklık çıkmadığı
sürece de, bu böyle devam eder gider. Kişilerin ilişki içinde birbirlerini tanımlamaları
farklılaştığı zaman, yani ilişkide aksaklık olduğu zaman, ilişki konuşma konusu olur.
İlişki düzeyi, gönderilen mesajların nasıl yorumlanacağını belirlediğinden, daha üst
düzeydedir ve teknik olarak "meta-iletişim düzeyi" olarak bilinir. "Meta" eski Yunanca "onunla
birlikte, ona dair ve onun üstünde" anlamlarına geldiğinden, bilim adamları üst düzeydeki
iletişime "meta-iletişim" adını verir.
Mesaj Alışverişindeki Dizisel Yapı, Anlam Oluşturur: Üçüncü temel varsayım, ilişki
türünün, mesajların oluşturduğu sıralamaya göre değişebileceğini ifade eder. İletişim, sürekli
bir mesaj alışverişidir. Konuşan mesaj gönderir; dinleyen bu mesaja tepkide bulunur; bu tepkiye
bir cevap verilir, bu cevabın karşılığı alınır ve etkileşim böylece sürer gider. Bu etkileşim dizisi
içinde, bir mesajın nerede yer aldığı, yani hangi mesajdan önce ve hangi mesajdan sonra geldiği,
o mesajın anlamını etkiler. Bu yapı her iletişim faaliyetinde vardır ve bireylerin birbirlerini
tanımlamaları bu yapıyla ilişkilidir.
İletişimle ilgili üçüncü temel varsayım, bir cümleyle şöyle ifade edilebilir. Mesaj
dizisini yapılaştırma biçimleri, iletişim ilişkilerini belirleyen önemli faktörlerden biridir.
10
Mesajlar iki tiptir: ileri sürülen dördüncü temel varsayım, düşünsel ve duygusal
mesajları birbirinden ayırt eder. Söz, ister yazılı olsun ister konuşulsun, karmaşık bir gramer
yapısına göre oluşturulur ve mantıksal analizlere izin verir. Yüz ifadesi gibi sözsüz mesajlar,
gramer kurallarına göre oluşturulmaz ve mantıksal analizleri yoktur, içerik iletişiminde, sözlü
mesajlar; ilişkiyle İlgili tutum ve tercihlerin anlatımında ise, sözsüz, mesajlar en etkili olurlar.
Bilim sözlü mesajlar üzerine kurulur. Her bilimin kendine özgü terminolojisi vardır. Bu
terminoloji bilinmeden, söz konusu bilgi iletişimi ve bilgi üretimi gerçekleşemez. Bu nedenle
dil, insan uygarlığının altında yatan bu güçlü araç, insan ilişkileri söz konusu olunca, oldukça
sığ ve etkisizdir. Bir bakış, dokunma, vücudun pozisyonu, duygulan daha etkili ve dolaysız
ifade eder. Omuza konan bir el, dostluk ve arkadaşlık üzerine yazılmış bir söylevden daha
etkilidir.
Eşit ve Eşit Olmayan İlişkiler: Beşinci temel varsayım, ilişkinin türüyle ilgilidir. Eşit
ve eşit olmayan iki tür ilişki vardır. Kişiler birbirlerini denk görürlerse, eşit ilişki içinde
iletişimlerini sürdürürler. Bu tür iletişim içinde olanlar karşılıklı olarak eşit ilişkiler kurma
eğilimindedirler. Kişi kendi niteliklerini karşısındakine de yükler ve onunla aynı düzeyde
iletişim kurmaya gayret eder. Eşit olmayan ilişki içinde olanlar kendilerini karşılarındakinden
farklı ve üstün bir konumda düşünürler. Kişi karşısındakinin konuşmaya değer saymaz ve bir
üstünlük anlayışı ile İletişimi sürdürmeye çalışır. Sözlü iletişim yanında sözsüz iletişimde
insanlar arasındaki bildirişim bağıdır.
Dil, yani kişinin söyledikleri, önemli bir bilgi kaynağıdır. Ancak duyguları ve
heyecanları çıkarsamak için yüz ifadelerine başvurulur. Yüz ifadeleri sözsüz iletişim adı verilen
alana girer. Sözsüz iletişim dili kullanmaksızın bilgi aktarma yollarını kapsar.
Kelimeler ve cümleler dışında konuşma esnasındaki değişikler büyük anlamlar taşır.
Sesin perdesi, yüksekliği, çekimi de bilgi aktarır. Sözcükler olmasızın konuşmanın bu sözsüz
yönlerine bakılarak bilgi sağlanabilir. Sözsüz dil değişkenliklerinin ya da farklılıklarının bir
sonucu olarak, sözcüklerin kendileri anlam ve vurgu değişikliklerine uğrarlar. Bir oyunda rol
alan ya da bir oyunu seyreden herkes, bir satırı okumanın kolay olduğunu, fakat tam anlamıyla
aktarabilmek için, doğru sözsüz d i l nitelikleri ile, onu yalnızca gerçek bir aktörün
söyleyebileceğini bilir.
1.2. İletişim Süreci ve İletişim Sürecinin Öğeleri
Zamanımızdan iki bin üç yüz yıl kadar önce büyük düşünür Aristotoles (M.Ö. 384-322)
“Konuşma Sanatı’ndan” (Rhetoric) söz ederken, iletişimin olmazsa olmaz üç temel ögesini , 1)
konuşmacı, 2) konuşma, 3) dinleyiciler olarak belirlemiş ve çağdaş yaklaşımlara ipucu vermişti
(Zıllıoğlu, 2007:89). İletişim olgusunun bir süreç olduğu pek çok kaynakta belirtilir. Öyleyse
öncelikle süreç kavramını açıklayalım.
11
1.2.1. Süreç Kavramı
Bir olayın düzenli olarak ve birbirini izleyen değişmelerle gelişmesi, başka bir olaya
dönüşmesini süreç olarak tanımlayabiliriz. Süreç hem sürekliliği, hem de değişim ve gelişmeyi
içeren bir kavramdır. Tüm iletişim edim ve eylemleri çeşitli öğelerin bir arada bulunmasıyla
işleyebilen bir süreçtir (Çamdereli, 2008: 26). İletişim de bir süreçtir ve insanın ve bireyin
kültürel çevresi (hem doğal, hem toplumsal çevresi) ile ilişkilerine göre değişip gelişir ve buna
karşılık insanı geliştirir. Birey açısından iletişim, bireyin bilgi edinmesini ve buna göre tutum
ve davranışıyla tepki geliştirmesini sağlayan bir süreçtir. Öğrendiklerimizle tutum ve
davranışlarımız değişir. Aynı şekilde iletişime girdiğimiz kişilerde bizimle girdikleri
iletişimden etkilenirler. Bu dönüşüm bireysel düzeyde devam eder. Sağlıklı bir iletişim
sürecinde, mesajı verenin davranışı, mesajı alanın davranışından bağımsız düşünülemez.
Mesajı veren ve alan arasında bir etkileşim söz konusudur.
İletişim sürecinin toplumsal ve kültürel boyutunda ise toplumsal değer ve yargıların o
toplumun üyeleri arasında paylaşılması için iletişime gereksinim vardır. Bizden önce yaşanan
toplumsal olayları iletişim yoluyla öğrenir, bizden sonraki nesillere deneyimlerimizi yine
iletişim yoluyla aktarırız. Böylelikle süreç kavramının sürekli değişme, gelişme, dönüşme
niteliği sosyokültürel düzeyde gerçekleşmiş olur.
1.2.2. İletişim Sürecinin Öğeleri
Sürekli değişen ve gelişen bir olgu olan iletişim, dilbilim, gösterge bilim, sosyal
psikoloji, felsefe, toplumbilim, antropoloji gibi birçok bilim dalında iletişim değişik açılardan
incelenebilir. Ancak genelde iletişim kuramı, iletişim sürecinin bu süreçte yer alan iletişi
öğelerine ayrılabileceği, bu öğelerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin incelenerek, işleyiş
düzeninin kavranabileceği öncülüne dayanır. En temel düzeyde iletişim sürecini oluşturan
öğeler kaynak, ileti, kanal, araç, alıcı/hedef olarak sıralanabilir (Zıllıoğlu,2007: 92).
İki ya da çok yönlü –her anlamıyla dilsel- ileti alışverişini gerekli ve öncelikli kılan
iletişim süreci kabaca kimin, kime hangi kanal ve kodlar kullanarak neyi aktardığı ve neyi,
neleri etkilediği, nelerden etkilendiği gibi sorulara verilecek yanıtlar çerçevesinde işler.
İletişimsel işlev ve modeller de bu kavramsal sürecin tanımlanması doğrultusunda biçimlenir
ve üç temel öğeye eklemlenen başka öğelerce geliştirilir. (Çamdereli, 2008: 26)
Şekil 1: İletişim süreci
12
1.2.2.1. Kaynak
Bir iletişim sürecinde sürecin başlamasına yol açan bir kişi, bir grup ya da bir örgüt
olmalıdır. Kaynak kimi zaman tek bir kişidir, kimi zaman bir gazette, bir ajans, radyo ya da
televizyon istasyonudur. Kaynak, algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde
ürettiği anlamlı iletileri simgeler aracılığı ile gönderen kişi ya da kişilerdir. Özetle, kaynak
konuşan, yazan, çizen ya da yüz ve beden hareketlerinde bulunan bir birey ya da gazete, radyo
televizyon, bir resmi kuruluş vb. örgütler olabilir (Zıllıoğlu,2007: 93).Örneğin seçmenlerine
seslenen bir politikacı, bir köşe yazarı kaynak konumundadır.
Her şey ve herkesin iletişim sürecini başlatabileceği ve duygu, düşünce, kanı, inanç,
bilgi, deneyim vb’ni aktarma ya da paylaşma eğilimi göstereceği öngörülebileceğinden kaynak
bir iletişimde mutla yer alacak demektir. Bu durumda kaynak için belirleyici ve tamamlayıcı
ölçüt, bir iletiyi aktarma niyet ve eyleminin açığa çıkarılması ya da güncellenmesidir. Kaynak,
iletinin çıkış ve varoluş sürecine başlatıcı kimliğiyle katılır.
Bütün iletişim süreci kaynak ve göndericinin niyeti üzerine kurulur. Kaynak ya da
gönderici aynı zamanda iletişim sürecinin öznesi durumundadır. Ama bu demek değildir ki,
gönderici her zaman ve koşulda iletişim sürecinin belirleyicisidir. Bazen süreç göndericinin
istediği biçimde ve yönde işlemeyebilir, iletişimin diğer öğeleri daha baskın olabilir. (Güngör,
2011: 26)
Kaynağın güvenilirliği diğer etkenlere oranla, en fazla tutum üzerinde etkili olmaktadır.
İnsanlar güvenilir kaynaklardan aldıkları mesajları destekleyici kanıtlara pek de önem
vermeyerek, kabullenme eğilimindedirler. Kişiler iletişim yoluyla sadece bilgilerini değil,
düşünce ve tutumlarını da birbirlerine ulaştırırlar (Tayfun, 2007:12)
1.2.2.2. İleti (Mesaj)
Kaynak ile alıcı arasında aktarılan bir mesaj (ileti) olması gerekir. İletişim olgusunun
varlığı bu iletinin aktarılmasıdır. İleti kaynak ile hedef arasında sürekli dönüşen, değişen,
başkalaşan ve yeniden biçimlenen çağrışım gücü yüksek bir bildiri ya da bir bildiri demetidir.
Duygu ve düşüncelerini karşısındaki kişi ya da kişilere aktarmak isteyen kaynak bunu
yaparken çeşitli iletişim becerilerini kullanır. Bir şeyi aktarmayı, iletmeyi isteyen kaynağın
ürettiği sözel, görsel, görsel-işitsel fizik(somut) ürüne ise ileti denir. İleti içerik ve yapıdan
oluşan iki önemli öğeden oluşur. İçerik anlamla, yapı simgeler, göstergeler ve kodlarla ilgilidir.
İletinin üretilişinde, verilişinde ve tüketiminde öncelikle anlamlı olması beklenir
(Zıllıoğlu,2007: 94). Simgeler göstergeler ve kodlar kültürel yapıyla yakından ilişkilidir ve
iletişim kurarken çeşitli kolaylıklar sağlarlar. Bu kavramlara bakalım.
Anlam, İnsanlar tarafından yaratılan, öğrenilen, unutulan, değişen bir olgudur. Anlamın
hem toplumsal yaşantılarla ilgili kültürel bir boyutu, hem bireysel yaşantılarla ilgili öznel bir
boyutu vardır. Toplumsal uzlaşım ve birikime dayanan kültürel boyut öznel boyutu belirlediği
13
gibi, bireysel yaşantılar da zaman içinde kültürel boyutta oluşan anlamları etkiler ve değiştirir.
Anlamın, düz anlam ve yan anlam olmak üzere iki boyutu vardır.
Düz anlam, herhangi bir simge ile temsil ettiği şey arasında, genellikle toplumca
üzerinde uzlaşılmış bir ilişkidir. Örneğin “ada” dendiğinde toplumu oluşturan bireylerin tamamı
“etrafı suyla çevrili bir kara parçası” anlamında uzlaşırlar.
Yan anlam, herhangi bir simge/gösterge ile temsil ettiği şey ve kişi/grup/kültür
arasındaki ilişkidir. Yan anlam kişilerin, grupların toplumsal/kültürel yaşantılarıyla ilgilidir.
Bir balıkçı kültürünün üyeleri için deniz, denizle ilişisi olmayan kültürlerinkinden çok değişik
yan anlamlar taşır (Zıllıoğlu,2007: 96).
Yan anlam ve düz anlam arasındaki farklılık fotoğrafçılıkta belirgindir. Düz anlam,
fotoğraf makinesinin doğrultulduğu nesnenin film üzerinde mekanik bir yeniden üretimidir.
Yan anlam ise bu sürecin insani boyutudur. Çerçeve içine neyin dahil edileceğinin, odağın
ışığın, kamera açısının, filmin kalitesinin ve benzerlerinin seçimidir. Düz anlam neyin
fotoğraflandığıdır; yan anlam ise nasıl fotoğraflandığıdır (Fiske, 2003:116).
İletinin yapısı simgeler, göstergeler ve kodlarla ilgilidir demiştik. Şimdi bu kavramları
açıklamaya çalışalım.
Gösterge, kendisinden başka bir şeye gönderme yapan, duyularımızla
kavrayabileceğimiz bir şeydir. Varlığı kullanıcıların onu kabul etmelerine bağlıdır. Örneğin,
açık artırmayı yöneten müzayedeciye bir gösterge olarak kulak mememi çekmemi ele alalım.
Gösterge burada, fiyatı artırdığıma gönderme yapar ve hem benim tarafımdan hem de
müzayedeci tarafından bu anlamda Kabul edilir. Anlam benim tarafımdan müzadeciye aktarılır:
artık iletişim gerçekleştirilmiştir (Fiske, 2003: 63). Gösterge kavramından ve buna bağlı olarak
gösterge biliminden söz ettiğimizde akla belli kuramcılar gelmektedir. C.S. Pierce, Ferdinand
Saussure, Roland Barthes bu kuramcılar arasında yer alırlar.
Pierce, göstergeleri üç bölüme ayırır: görüntüsel gösterge, belirtisel gösterge ve simge.
Görüntüsel gösterge nesnesiyle benzerlik taşır. Bu benzeyiş görsel göstergelerde çoğu kez çok
daha açıktır: Teyzemin fotoğrafı, harita, kadın ve erkek tuvaletlerini simgeleyen yaygın görsel
göstergeler birer görüntüsel göstergedirler. Ancak görüntüsel gösterge sözsel de olabilir: Doğal
seslerin taklit edilmesi (onomatopoeia) görüntüsel gösterge dili oluşturma girişimidir.
Tennyson, "yaşlı kara-ağaçlardaki arıların vızıldaması" dizesinde sözcüklerin sesini arıların
sesine benzetir. Bu, görüntüsel göstergedir. Beethoven'in "Pastoral" Senfonisi, doğal seslerin
müzikteki görüntüsel göstergelerini içerir. Bazı parfümlerin cinsel uyarıya yol açan hayvansal
kokuların yapay görüntüsel göstergeleri olduğunu düşünebiliriz. Peirce'ın gösterge-nesne-
yorumlayıcı modeli, öğeleri arasındaki ilişkinin soyut yapısını somut bir biçimde yeniden üret-
meye kalkıştığı için bir görüntüsel göstergedir.
Bir belirtisel göstergeyi açıklamak da aynı şekilde basittir. Belirtisel gösterge nesnesiyle
doğrudan varoluşsal bağlantısı olan bir göstergedir. Duman ateşin bir belirtisel göstergesi;
hapşırma soğuk algınlığının bir belirtisel göstergesidir. Eğer sizinle buluşmak istersem, beni
14
tanımanız için size bıyıklı olduğumu ve yakama bir sarı gül takacağımı söyleyebilirim; sonuçta
bıyığım ve sarı gül benim belirtisel göstergelerimdir.
Bir simge, nesnesiyle bağlantısı uzlaşma, anlaşma ya da kural sonucu olan bir
göstergedir. Sözcükler genelde simgedirler. Kızıl haç işareti bir simgedir. Rakamlar simgedirler
-2- şeklinin bir çift nesneye göndermede bulunması için hiçbir neden yoktur: bunun böyle
olmasını sağlayan, kültürümüzdeki uzlaşımlar ya da kurallardır. Roma rakamı II ise açıkça
görüntüsel bir göstergedir Saussure simgeyi nedensiz gösterge olarak adlandırmayı uygun
bulmuştur.
Bu kategoriler ayrı ve farklı değildirler. Bir gösterge çeşitli türlerden oluşmuş olabilir.
Örneğin şekildeki trafik işaretini ele alalım. Kırmızı üçgen bir simgedir -Karayolu kurallarına
göre "uyarı"yı ifade eder. Ortadaki haç bir görüntüsel gösterge ve simge karışımıdır: biçimi
kısmen nesnesinin şekli tarafından belirlendiği için görüntüsel göstergedir, ancak aynı zamanda
simgeseldir de, çünkü onu bir 'kilise' ya da 'hastane' olarak değil de bir 'kavşak' olarak
anlamamız için kuralları bilmemiz gerekir. Bu gösterge, gerçek yaşamdaki bir kavşağa
yaklaştığımıza işaret ettiği için aynı zamanda bir belirtisel göstergedir de. Bir Karayolu kuralları
kitapçığında ya da elinizdeki bu kitapta basılı olduğunda artık belirtisel gösterge değildir, çünkü
nesnesiyle fiziksel ya da uzamsal bağlantısını yitirmiştir (Fiske, 2003:71-72).
Göstergeler ve simgeler ortak uzlaşımızın önemli birer parçası olmasına rağmen tek
başlarına her zaman çok anlamlı olmayabilirler. Bu noktada kod kavramı devreye girmektedir.
Kod, bir kültür ya da altkültürün üyelerinin paylaştığı bir anlam sistemidir. Hem
göstergelerden (kendileri dışında birşeyi niteleyen fiziksel sinyaller) hem de bu göstergelerin
hangi bağlamlarda ve nasıl kullanılacaklarını ve daha karmaşık iletiler oluşturmak için nasıl
biraraya getirilebileceklerini belirleyen kurallar ya da uzlaşımlardan (geleneklerden) oluşur.
Kodlar içlerinde paradigmasal ve dizimsel boyutlar barındırırlar. Birbirinden farklı
nesneler, kavramlar topluma, kültüre göre sınıflandırılır. Bunları paradigma olarak
adlandırmaktayız. Örneğin alfabe bir paradigmadır. % simgesi ya da 9 rakamı bu paradigma
içinde yer almaz. Sınıflandırmamızı Türk alfabesi olarak daralttığımızda paradigmanın sınırları
biraz daha netleşir. Bu paradigmada % simgesi ve 9 rakamının yanı sıra W, X, Q harfleri de
bulunmamaktadır. Paradigmamızdan seçimler yaparak bir dizim oluştururuz. Türkçedeki bir
sözcük alfabemizin harflerinden oluşan bir dizimdir. Cümle sözcüklerin diziminden oluşur.
Paradigma ve dizim kavramlarını başka bir örnek üzerinde ele alalım. Giysi dediğimiz zaman
aslında bir paradigmadan söz ederiz. Bu paradigmanın içine toplumsal olarak üzerinde
uzlaştığımız çeşitli parçalar girer; etek, ceket, pantaloon, ayakkabı vb. Ama yaşadığımız
toplumsal kültürel yapı içinde sazdan yapılma bir etek bu paradigmanın içinde yer almaz.
Sözünü ettiğimiz parçalardan zevkimize gore bir dizim oluştururuz (Zıllıoğlu, 2007:7).
1.2.2.3. Kanal
Kaynaktan hedefe ya da tam tersi hedeften kaynağa işaret haline dönüşmüş iletinin
gitmesine imkan sağlayan yola kanal adı verilir (Gökçe, 2006: 28). İletiyi aktaran fiziksel ortam
olarak tanımlanabilecek olan kanala örnek olarak yüzyüze iletişimde atmosfer, radyo dalgaları,
15
telsizde havadaki iyonlar, telefon görüşmesinde elektrik akımından değişimleri taşıyan kablo,
ses telleri, ses dalgaları örnek olarak verilebilir.
İletişim süreci içerisinde kanal, kaynağın kodladığı iletinin fiziksel iletimiyle ilgili olan
öğedir.
Kaynağın kodladığı ileti hedef alıcı ya da alıcılara bir yol, bir araç, bir oluk aracılığıyla
ya da en yaygın deyişiyle, bir kanaldan akar, aktarılır. Kanal, iletiyi hedefe ulaştıran araç işlevi
görür ve telefon, televizyon, radyo, gazete, kitap, dergi gibi kitle iletişim araçları kaynaktan
hedefe giden iletiye aracı olabileceği gibi, söz, yazı, resim, fotoğraf gibi her türlü iletişim aracı
da iletiyi ileten bir kanal olma işlevini üstlenebilir (Çamdereli, 2008: 30).
1.2.2.4. Araç
İletişim araçları, iletileri kanal boyunca aktarılabilir işaretlere dönüştüren fizik ya da
teknik araçlardır. Örneğin konuşma sırasında ses telleri kanal, ortaya çıkan iletilebilir ses ve
sözler de araçtır. Bunun dışında yüz vücut, telefon, kitap, resim, televizyon, radyo, gazette,
dergi ve benzerleri de birer araçtır. Burada önemli olan içinde bulunduğumuz ortama uygun
iletişim kanal ve aracını seçmektir.
Araç ve kanal çoğu zaman bir birleri yerine kullanılır, çoğu zaman da karıştırılır. Araç
ve kanal arasında her zaman kesin sınırlar koymak elbellte mümkün değildir. Kanal ve araç
arasındaki belki de en önemli farklılık iletiyi taşımak ve iletiyi oluşturmak açısından kendini
gösterir. Örneğin telefon iletiyi taşır. Telefonun her iki ucundaki kişilerin konuşmalarını
birbirlerine ulaştırmada taşıma işlevi gören bir araçtır telefon. Oysa telefon aracılığıyla
taşınması gerçekleşen söz, iletişimin aracıdır. Telefon kanal, söz araç görevini üstlenmiştir.
(Güngör, 2011 :28)
1.2.2.5. Hedef/Alıcı
Hedef alıcı kaynaktan gelen iletileri belli biyolojik ve psiko sosyal süreçlerden alıp
yorumlayan ve bunlara sözlü sözsüz tepkide bulunan kişi ya da gruplardır. Hedef ve alıcı
genellikle aynı anlamda kullanılan kavramlardır. Ancak hedef ile alıcı arasında bazı farklılıklar
bulunmaktadır. Hedef, kaynağın kodladığı iletiyi ulaştırmayı arzu ettiği kişi ya da gruptur.
Ancak her zaman hedefe ulaşmak mümkün olmayabilir. Bazen de kodlanan ileti hedeflenen
kişiye değil, bir başkasına ulaşabilir. O kişi ise yalnızca alıcıdır. Önemli olan hedefin aynı
zamanda alıcı olmasıdır (Zıllıoğlu, 2007:8).
Göndericinin hedefi konumundaki alıcı iletişim sürecinin görünüşteki nesnesi olarak da
tanımlanabilir. Aslında bütün bu iletişim süreci alıcının ya da hedef konumundaki kişi veya
kesim üzerinde belli bir etki oluşturmaktır. Dolayısıyla da iletişimin nesnesi konumundaki alıcı
da öznesi konumundaki göndericiyle eşit öneme sahiptir. Alıcının özellikleri, ortamsal
koşulları, talepleri, beklentileri ve en önemlisi de gereksinimleri iletişim sürecinin beklenen
sonucu vermesi açısından önemlidir (Güngör, 2011:26). Göndericinin mesajı alacak olan kişi
16
ya da kişiler hakkında bilgi sahibi olması mesajı kodlarken ona yardımcı olacaktır. Alıcısını
hedefini tanıyan kaynağın istediği etkiyi yaratma gücü daha yüksek olacaktır.
1.2.2.6. Geribesleme-Dönüt (Feedback)
Geri beslemede iletişimin temel oluşturucu öğelerinden birisidir. Alıcının/hedefin almış
olduğu iletiyi algılaması sonucunda geliştirdiği tepkiyi göndericiye bir biçimde iletmesi
edimine geribesleme diyoruz. Bu özelliğin bulunmaması durumunda, iletişimin tek yönlü
olarak aktarılmasından söz edilebilir. İletişim olgusunun varlığı geribeslem öğesinin bulunması
ile tam olarak oluşur. (Aziz, 2008: 7) Aksi takdirde istenilen etkinin yaratılıp yaratılamadığı
tam olarak ölçülemez.
Geri besleme, iletişimin tek yanlı değil, iki yanlı bir işleyiş biçiminde gerçekleşmesinin
sağlanmasında da belirleyici bir öğedir. İletişim sürecinde verilen sözel yanıt bir geribildirim
olabileceği gibi kaynağın yapılmasını istediği bir işe hedef tarafından itaat edilmesi de bir geri
bildirimdir. Yüzyüze iletişimde geri bildirim anında gerçekleşir o nedenle en etkili olan iletişim
türüdür. Kitle iletişimde de anında olmasa da geri bildirim söz konusu olmasına rağmen birebir
her bir alıcıdan dönüt almak mümkün değildir.
1.2.2.7. Gürültü
İletişim sürecini aksatan anlaşmazlık ya da tereddüt içeren bir anlamlandırmaya sebep
olan gürültü, kaynağın tercihleri dışında gelişen ve iletiye iletiye istenmeyen şeylerin
eklenlenmesi anlamına gelir. Örneğin, telefon ahizesindeki hışırtı, radyodaki parazit,
televizyondaki karlanma ya da hızla geçen otomobilin çıkardığı ses, iletişim sırasında
beklenmedik bir gök gürültüsü gibi kanalda sesin, yazının ya da görüntünün yitimine yol açan
dolayısıyla iletinin amaçlandığı biçimde algılanmasını aksatan gürültü öğesi, iletişim sürecinin
de sağlıklı biçimde yürütülmesine engel olur (Çamdereli, 2008:31).
Başlıca 3 tür gürültü vardır (Mutlu, 1994: 83):
1- Fiziksel Gürültü: Sinyal ya da mesajın fiziksel iletimine müdahale eden bu
gürültü türüne, yoldan geçen arabanın fren sesleri, havalandırma ya da bilgisayar çalışırken
çıkardığı ses, güneş gözlükeri örnek verilebilir.
2- Psikolojik Gürültü: Bu psikolojik bir müdahale biçimi olup, göndericiler ile
alıcılarda bilginin alım ve işlenme süreçlerinde bozulmalara yol açan tarafgirlik ve önyargıları
içerir.
3- Anlamsal gürültü: Bunlar göndericinin amaçladığı anlamları alıcının
kavrayamaması nedeniyle ortaya çıkan müdahale biçimleridir. Anlamsal gürültü en aşırı
biçimiyle farklı dilleri konuşan insanlar arasında devreye girer.
17
Kaynağın, gürültü faktörünü kesinlikle göz ardı etmemesi gerekmektedir. İstenilen
etkiyi yaratmak ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir.
18
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu ders kapsamın iletişimin tanımı yapılarak, canlılarında kendi aralarında bir tür
iletişim kurdukları, ses, koku gibi araçlarla bağlantı kurdukları ve her birinin kendi cinsi ile
özellik taşıyan iletişim araçlarına sahip oldukları gözlenmiştir. İletişim kurmamanın imkansız
olduğu, iletişimin ilişki ve içerik düzeyleri olduğu, mesaj alışverişinde dizisel yapının kendi
başına bir anlamı olduğu, mesajların sözlü ve sözsüz olmak üzere iki şeklinin olduğu, iletişim
kuran kişiler arasında eşit ya da eşit olmayan ilişkiler yaşandığı üzerinde durulmuştur. İletişim
sürecinde yer alan öğeler; kaynak, mesaj, alıcı, geribesleme ve gürültü kavramları
tanımlanmıştır.
19
Bölüm Soruları
1- İletişim, karşılıklı …………………. alışverişine dayanır.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Duygu
b) Düşünce
c) Tutum
d) Mesaj
e) Söz
2- İletişim sürecinin sağlıklı işleyebilmesinin temel koşulu nedir?
a) İletişime katılan tarafların aynı simgeler sistemine sahip olmalarıdır.
b) İletişimin güriltüsüz bir ortamda gerçekleşmesidir.
c) İletişimin kısa süreli olmasıdır.
d) İletişimde duygulara ağırlık verilmesidir.
e) İleişimin kesintisiz olmasıdır.
3- ……………..; yaşadıkları ortam içindeki olaylar ve olgularla ilgili değişmeleri,
bir arada yaşamaktan doğan benzer duygular ve toplumsal tecrübeleri birbirlerine ifade eden
insanlarca oluşur.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Kültür
b) İletişim
c) Toplum
d) Mesaj
e) İmaj
20
4- Her iletişim faaliyetinin bir ………….. bir de …………….olmak üzere iki
düzeyi vardır.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) basit - karmaşık
b) kişisel - toplumsal
c) içerik – ilişki
d) dizgisel – düzlemsel
e) düz – çarpraz
5- İçerik iletişiminde, …………… mesajlar; ilişkiyle ilgili tutum ve tercihlerin
anlatımında ise, ……………. mesajlar en etkili olurlar.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) kişisel - toplumsal
b) basit - karmaşık
c) içerik – ilişki
d) dizgisel – düzlemsel
e) sözlü - sözsüz
6- Bir olayın düzenli olarak ve birbirini izleyen değişmelerle gelişmesi, başka bir
olaya dönüşmesini nasıl tanımlanır?
a) İletişim
b) Düşünce
c) Tavır
d) Süreç
e) Mesaj
21
7- Algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde ürettiği anlamlı iletileri
simgeler aracılığı ile gönderen kişi ya da kişilere ne denir?
a) Sunucu
b) Kaynak
c) Araç
d) Hedef
e) İleti
8- Bir şeyi aktarmayı, iletmeyi isteyen kaynağın ürettiği sözel, görsel, görsel-işitsel
fizik(somut) ürüne ne denir?
a) İletişim
b) İkna
c) Geri bildirim
d) Kanal
e) İleti
9- …………….., insanlar tarafından yaratılan, öğrenilen, unutulan, değişen bir
olgudur. Hem toplumsal yaşantılarla ilgili kültürel bir boyutu, hem bireysel yaşantılarla ilgili
öznel bir boyutu vardır. Toplumsal uzlaşım ve birikime dayanan kültürel boyut öznel boyutu
belirlediği gibi, bireysel yaşantılar da zaman içinde kültürel boyutta oluşan anlamları etkiler
ve değiştirir.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) İletişim
b) Mesaj
c) Anlam
d) Kanal
e) Kültür
22
10- Teyzemin fotoğrafı, harita, kadın ve erkek tuvaletlerini simgeleyen yaygın
görsel göstergeler ne tür bir göstergedir?
a) Görüntüsel gösterge
b) Belirtisel gösterge
c) Simge
d) Sözlü gösterge
e) Sözsüz gösterge
Cevaplar: 1d, 2a, 3c, 4c, 5e, 6d, 7b, 8e, 9c, 10a
23
2. İLETİŞİM TÜRLERİ
BÖLÜM YAZARI
PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
24
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
2. İLETİŞİM TÜRLERİ
2.1. Sözlü/Sözel İletişim
2.2. Sözsüz İletişim
2.2.1. Göz Teması
2.2.2. Yüz İfadesi
2.2.3. Jestler
2.2.4. Duruş
2.2.5. Tavır ve Davranışlar
2.2.6. Yakınlık
2.2.7. Giyim ve Bakım
2.2.8. Ses
2.2.9. Sözcük Olmayan Sesler
2.3. Yazınsal İletişim
2.4. Görsel İletişim
25
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. İletişim türleri dediğimizde ne anlıyoruz?
2. Ses tonumuz iletişimde ne kadar etkili?
3. Söz olmadan da iletişim söz konusu mudur?
26
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
İletişim Türleri İletiim türleri hakkında
ayrıntılı bilgi sahibi olmak
İletişim türlerinin hangisini
daha etkili kullanableceği ve
bunu geliştirebileceği
27
Anahtar Kavramlar
İletişim türleri, Sözlü iletişim, sözsüz iletişim, yazınsal iletişim, görsel iletişim
28
Giriş
İletişim türleri başlığı altında dört farklı iletişim türü üzerinde durulacaktır. Sözlü
iletişim, sözsüz iletişim, yazılı iletişim ve görsel iletişim. İletişim genel olarak sözlü ve sözsüz
iletişim şeklinde bir sınıflandırmaya tabi tutulsa da yazılı ve özellikle görsel iletişim de üzerinde
durulması gereken konulardır. Sözsüz iletişim veya beden dili en çok ilgi gören konular
arasındadır. Bedenimizle isteyerek veya istemeyerek hangi mesajları gönderdiğimiz bunlara
ilişkin bilgilerimiz arttıkça kontrol edilebilecektir. Görsel iletişim ise günümüzde
üniversitelerde görsel tasarım bölümlerinin açılmasına neden olacak kadar önemli bir yer teşkil
etmektedir.
29
2. İLETİŞİM TÜRLERİ
2.1. Sözlü/Sözel İletişim
Sözlü iletişim duygu ve düşüncelerin sözlerle aktarıldığı en eski ve en etkili iletişim
türüdür. Sözler, iletişimde bulunan tarafların birbirlerini anlayacakları dil ile yapılır. Dil ise
sembollerle aktarılır. Sembollerin, söylenmek istenilen şeyleri temsil etmesi gerekir. Sözleri
anlatan sembollerin dilin ortak semboller; verici ile alıcının kullandıkları dilin ortak bir dil
olması gerekir. (Aziz, 2008: 11)
Sembol şeyleri, süreçleri, fikirleri, olayları temsil ve ifade etmek için kullanılarak
iletişimi olanaklı hale getirir. Sembollerin önemli özelliklerinden biri çoğunlukla rastlantısal
olmalarıdır. Nesnelerle adlandırmalar arasında herhangi bir mantıksal ilişkilendirme yoktur
genelde. Masa’ya masa denilmiştir ve Türkçe konuşan herkes de masa sözcüğünü paylaşmıştır.
Ancak dil de insan ve toplum gibi dinamik bir yapıdadır. İnsan ve toplum yaşamındaki
hareketlilik onun dilini de etkiler. Bu da dil sisteminin yalnızca rastlantısal
sembolleştirmelerden oluşan bir yapı olmadığını ortaya koymaktadır. (Güngör, 2011: 50)
Sözlü iletişimler “dil ve dil-ötesi” olmak üzere 2 alt sınıfa ayrılmaktadır. İnsanların
karşılıklı konuşmaları “dille iletişim” kabul edilir. Dille iletişimde kişiler, ürettikleri bilgileri
birbirlerine ileterek anlamlandırırlar. Dil-ötesi iletişim, sesin niteliği ile ilgilidir; sesin tonu ve
sesin hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar vb özellikler, dil-ötesi iletişim
sayılır. Dille iletişimde kişilerin “ne söyledikleri”, dil ötesi iletişimde ise, “nasıl söyledikleri”
önemlidir. Karşımızdakinin sözlerinin kapsamı kadar-hatta daha da fazla- ses tonundaki canlılık
da bizi ilgilendirir. Yani semantik öğeler kadar dil-ötesi öğeler de iletişimde etkilidir.
İsteyerek, farkında olarak yaptığımız konuşmalara “niyet edilmiş dil davranışı” adı
verilir. Konuşurken dilimizin sürçmesi ise, niyet edilmemiş dil davranışlarına bir örnektir. Bazı
kelimelerin üzerine basa basa konuşmalarımız ya da karşımızdakini korkutmak için
bağırmamız, niyet edilmiş dil-ötesi davranışlarıdır. Konuşurken farkında olmadan ses tonumuz
açılıp, yükseliyorsa, ya da sesimiz titriyorsa, bu durumda niyet edilmiş dil-ötesi davranışlar söz
konusudur.
İletişimimizin en temel kodunu oluşturan(konuşma) dilinin doğası ve kaynağı antik
yunan felsefesinden beri yoğun tartışmaların odağını oluşturmuştur. Günümüzde
benimsenebilecek görüş dilin bir simge sistemi kod olduğu görüşüdür. Dil toplumsal ve kültürel
bir etkinliktir. Bu nedenle bir dilin yapısı ve sözcük dağarcığı kültürel sistemle yakından
ilişkilidir. Buna bağlı olarak da bireylerin algılama biçimlerini etkiler. Bir dil anlamlandırma
haritası dile getirilmek istenen anlamlar için seçenekler sunduğu gibi bu anlamları biçimlendirir
ve sınıflandırır. Dil kuralları ve dildeki deneyimlerin sözcüklerin kullanılış sıklığı iletişimde
artık bilgiyi sağlar. Böylece ortak dil yaşantılarına sahip olanlar için iletişimde öngörüyü
olanaklı kılar. Dillerin kökeninin ortak olup olmadığı kesin olarak bilinmemekle birlikte
günümüzde konuşulan diller değişik dil aileleri içinde sınıflandırılırlar. Dil anlatım aracı olduğu
kültürlerin mekandaki ve zamandaki farklılaşmasına farklı olarak değişir. Ulusal diller
uluslaşma ve sanayileşme süreçlerine koşut olarak ve yönetimin merkezleşmesinin sonucu
30
olarak bir lehçenin diğerlerine egemen olmasıyla ortaya çıkmışlardır. Ekonomik siyasal açıdan
güçlü olan bir ya da birkaç ülkenin dilin uluslararasında ortak bir anlaşma dili olması bir yana
bırakılacak olursa tüm uluslara ve kültürlere ortak evrensel dilin kullanımı-bazı öneri ve
çabalara karşın-olanaklı görülmemektedir (Zıllıoğlu, 1993: 145).
2.2. Sözsüz İletişim
Şekillere ve değerlere çeşitli anlamlar yüklenmiştir. Bunlar alıcı tarafından çözülür.
Randevu vermek, bekletmek, söz vermek birer anlam içermektedir. Sözgelimi, randevuyu alan
kişi görüşmeye erken giderken veren kişi bekletebilir, çünkü randevu veren kişi daha güçlü bir
konumdadır. Sözsüz iletişimde sözlerin yerini şekiller almıştır. Kişiye özel şeyler önemlidir.
Sözgelimi, geniş odalar, büyük masalar yetki göstergesidir.
İlk karşılaşılan kişide en fazla etkileşim yaratan unsur beden dilidir. İlk izlenim denilen
şey aslında beden dilinin sinyallerinin değerlendirilmesinden başka bir şey değildir. İlk
karşılaşılan bir kişinin giyim tarzı, hareketleri, nasıl baktığı, sesi, vb. hepsi birlikte ilk izlenimi
oluşturan bir bütündür. Beden dili, bedenin duruşu, yüz ifadesi ve ses tonu gibi ölçütlerle ifade
edilir. Örneğin, karşıdaki kişinin konuşurken yüzüğüyle oynaması ya da sesinin titremesi ya da
sürekli saatine bakması tek tek söze dökülmese de birer mesaj içermektedir.
Alıcı tarafından çözümlenecek beden dili doğru algılanabildiğinde alıcıya yarar
sağlayabilecek bu iletişim şeklinin en önemli özelliği, istem dışı ortaya çıkması ve doğal
olmasıdır. Olay beynin, dışarıda olan değişimlere anında beden kanalıyla tepki vermesidir.
Sözle anlatılan mesaj iki kişi arasındaki toplam iletişimin %35’ini içerir, geri kalan oran ise
tamamen sözsüz iletişimdir. Gerçekte verilen mesaj beden dili ile verilen mesaj olmalıdır.
Çünkü gerçek olan bu istek dışı ortaya çıkan mesajlardır. Örneğin, soru sorulduğunda yanıt
vermeye hazırlanırken yanağını kaşıyan bir kişi büyük bir olasılıkla yanıltıcı bir bilgi vermeye
hazırlanıyor mesajını vermektedir. Beden dili ile verilen mesajların kültürden kültüre değiştiği
bilinen bir gerçektir. Ancak, insana özgü çoğu duygunun da beden dili ile ifade edildiği
araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır. Küçük gözbebekleri yoğunlaşma, büyük gözbebekleri uyum
sağlama, kısık gözler şiddet, göz teması ilgi, açık ağız şaşkınlık, çarpıtılmış ağız kuşku,
gülümseme mutluluk demek gibi.
Bedenin yaptığı her hareket sessiz bir konuşmadır. Bacak bacak üstüne atılması, kaşın
çatılması, kolların kavuşturulması vb. İletişim süreci içinde alıcının vericiye düşüncelerini
istemeden ve en katıksız açıklama yollarıdır. Kültür farklarına göre beden dili farklılık
göstereceğinden özellikle uluslararası alanda etkinlik gösteren şirket yetkilileri, görüşme
yapacakları ülkeyi, kültürünü ve insanını iyi tanımalı ve ona göre beden dilini kullanmalıdırlar.
İnsan yüzü çok ilginçtir, her mimiğin ve her jestin bir anlamı, bir mesajı vardır. Vücut
hareketleri ile insan yüzünün hareketleri birleşince çok ilginç sonuçlar ortaya çıkar.
Kinesics’in bir insana özel olarak öğretilemeyeceğinden söz edilir. Ancak Dr.
Birdwhistell bunun mümkün olabileceğini, bireyler arasındaki iletişimin yönlendirilebileceğini
vurgular. Yani jestlerin ve mimiklerin belli kategorilere göre sınıflandırılması ve bu
31
sınıflandırmaların her birinden de bir anlam çıkarmanın mümkün olabileceğini ifade eder
(Birdwhistel, 1971: 46).
Dr. Birdwhistell’e göre beden dilinde en önemli şey hareketin tek başına bir şey ifade
etmediğidir, ancak hareketin, beden dili mesajını bulunulan ortamın durumuna bağlı olarak
değerlendirmek ve anlam vermek gerekir. Dr.Birdwisthell, beden hareketlerinin bir ortamda
herhangi bir anlama gelmeyebileceğini ifade ederken, diğer bir ortamda aynı hareketin birçok
anlama gelebileceğini belirtmiştir. Bir başka deyişle hareketleri ortama göre değerlendirmenin
gerekliliğini vurgulamıştır.
Northwest Üniversitesi Antropoloji profesörlerinden Dr. Edward Hall ise yaptığı
bilimsel çalışmalarda (Hall, 1969: 87) Proxemics adlı bir bilim dalı yaratmış ve bu bilim dalını
şöyle tanımlamıştır: Alan ya da bölge kullanımı ile ilgili bütün kuram ve kılgıları kapsar.
Dr.Hall’in gözlemlerine göre kişinin yer kullanımı diğerleriyle olan ilişkileri
doğrultusunda (yakın veya uzak) yönelebilmekte. Herkes kendine ait bir alanda hiçbir baskı
olmaksızın özgür olarak hareket etmek istemektedir. Dr.Hall bu istekleri (kişiye ait) Proxemics
Bilimi bağlamında gruplandırmıştır. Dört ayrı alanda kişilerin en çok hareket ettiği bölgeler ve
ortalama mesafe aralıkları ise şöyledir: Samimi Mesafe (0 ile 50 cm. arası); Bireysel Mesafe
(50 ile 100 cm. arası); Sosyal Mesafe (1 ile 2 m. arası); Genel Mesafe (2 m. ve sonrası).
Beden dili ile ilgili çözümlemelerde aslında üzerinde özellikle durulması gereken iki
asal öğe bulunmaktadır. Bunlar; Anlama ve Anlatma’dır. Aslında bu iki öğe tüm dilsel
çalışmalarda çözümleme öğeleri olarak kullanılmaktadırlar. Kısaca hem sözel ve hem de sözsüz
diller için geçerlilikleri söz konusudur.
Ortalama insanın bir gün içerisinde ortalama konuşması 10-11 dakika, 1 tümce 2,5
saniye, sözlü öğe % 35' ten az, sözsüz öğe ise % 65'ten fazladır. Sözlü iletişimde bilgi aktarımı
yapılırken sözsüz iletişimde aktarılan tavır ve tutumlardır. Söz konusu bu aktarımlar
insanoğlunda cinslere göre farklılıklar gösterir. Sözgelimi, kadın küçük ayrıntıları yakalar ve
çözer. Bir başka görevi de annelik rolüdür ve çocuğuyla sözcük kullanmadan iletişim kurabilir.
Bunu sesle, bedenle ve göğsüne bastırarak yapar.
İletişimde sadece sözler önemli değildir. Çoğu zaman sözlerin ötesindeki, jestler,
mimikler, bedenin duruşu, kişisel, alan, kullanılan mobilyalar, giyim tarzı, bedenin kokusu,
cildin özellikleri, tıraklar, ses tonu, dokunma sözlerin ötesinde çok şey ifade eder. Ancak,
kalıplaşmış, hareketlere saplanıp, bu şu anlama geliyor, diye kesin yargılar doğru değildir.
Aşağıda sözsüz iletişime ilişkin bazı genel söylemlere değinilmiştir.
Sözsüz iletişim etkilidir. Özellikle, duyguları sözsüz iletişimde dolaysız ve etkili bir
biçimde ifade etme olanağı vardır. Sözsüz iletişimde, isteseniz de, istemeseniz de,
duygularınızı kontrol etme ya da saklamak pek mümkün olamamaktadır.
32
Sözsüz iletişim duyguları belirtir. Düşünceler sözlü iletişimle, duygular sözsüz
iletişimle iletilir. Dolayısıyla, sözsüz iletişim, insanın duygularına ilişkin gerçekçi ipuçları
verir.
Sözsüz iletişim belirsizdir. Sözsüz iletişimde belirsizlik derecesi yüksektir. Çok
hareketli geçen bir günden sonra çocuğunuzun sessizliği ne anlam taşır?
• Çocuğunuz yorulmuş olabilir.
• Çocuğunuz bir yaramazlık yapmış olabilir.
• Evde yalnız kalacağı için üzülmüş olabilir.
• Fiziksel bir rahatsızlığı olabilir.
Sözsüz mesajın daha iyi anlaşılabilmesi için sözlü mesaja başvurulur. Örneğin, soru
sorulabilir, etkin dinleme için ortam hazırlanabilir.
Sözlü olsun sözsüz olsun göstergeler olmadan iletişim kurmak olası değildir. Genel
anlamda iki tür göstergelerden yararlanılır. Bunlar; doğuştancı, irsi ( Genetik ) göstergeler ile
sonradan öğrenilen, kültürel (ekinsel) göstergelerdir. Örneğin, gülümseme ve suratı ekşitme
gibi kimi yüz hareketleri doğuştancı göstergelerdendirler. Dünyanın neresine giderseniz gidin
bu türden duygular aynı yüz hareketleri ile verilirler.
Sosyal kinezi (vücut dilini inceleyen bilim) ya da beden iletişimi büyük oranda
öğrenilen bir şeydir. El kol hareketleri, özel bir eğitim olmak-sızın bir nesilden diğerine geçer.
Bir erkek çocuk, çiftçi olan babası gibi çarpık yürümeyi, bir kız çocuğu ise annesi gibi gülmeyi
ve ağzını kapamayı öğrenir. Birçok el kol hareketi belli bir yaşıt grubuna özgüdür, bazıları ise
belirli bir bölgeye ya da kültüre aittir. Bazı hareketler ise evrenseldir.
Sözsüz dil de aynı sözlü dil gibi kültürden kültüre farklılıklar taşır. Kültürel göstergelere
kimi örnekler vermek gerekirse; halka işareti Amerika Birleşik Devletleri’nde okey; Fransa’da
sıfır; Japonya’da para, Akdeniz Ülkelerinde ise eşcinsel anlamlarına gelmektedir. Görüldüğü
üzere aralarında herhangi bir anlamsal yakınlık kurmak mümkün değildir.
Sözlü iletişime kıyasla, sözsüz dilde kültürler arası farklılıklar daha azdır, ancak yine de
bu farklılıklar kayda değer oranda karışıklıklar yaratacak kadar çoktur. Örneğin, bizim
kültürümüzde, otorite sahibi bir kişinin sorusunu yanıtlarken onunla göz temasını sürekli
korumak içtenliğin işaretidir. Oysa bir Porto Rikolu’ya göre göz temasını korumak bazı
durumlarda saygısızlık belirtisi olabilir. Bu nedenle saygılı bir Porto Rikolu bir Amerikalı
tarafından güvenilmez olarak değerlendirilebilir.
Bir kültürün içinde de çok fazla bireysel farklılıklar olabilir. Örneğin, siz ani ve
beklenmedik hareketlerden rahatsız olurken, partneriniz kaşların çatılmasından, kolların
birleştirilmesinden ve dikkatli bir şekilde dimdik ayakta durulmasından rahatsızlığını dile
33
getirebilir. Birbirinizin duygu ve düşüncelerinizi benzersiz ifade etme biçimlerinize uyum
göstermeniz iletişimi güçlendirir.
Beden hareketleri iletişimde bazı amaçlara hizmet eder. Düşünceleri göstermenin ve
duyguları iletmenin yanı sıra beden hareketlerinin örnekleyici ve düzenleyici işlevleri olabilir.
Örnekleyiciler, sözlü iletişime eşlik eden ve onu örnekleyen hareketlerdir. Kasaba "Şunu
istiyorum" dersiniz ve kemikli bifteği işaret edersiniz. "Evet" demek için başınızı aşağı ve
yukarı sallarsınız, hayır demek içinse başınızı iki yana sallarsınız. Hakkında konuştuğunuz bir
şeyin havada resmini çizmek için ellerinizi kullanırsınız. Sözel olarak anlattığınız hareketi taklit
edersiniz ya da belli bir sözcük ya da cümlenin altını çizecek şekilde hareket edersiniz.
Düzenleyiciler, başka bir kişinin konuşmasını kontrol eden ya da denetleyen sözsüz
işaretlerdir. Dinlerken başınızı sallarsınız ve bu da konuşmacıya onu anladığınızı ve konuşmaya
devam etmesini istediğinizi gösterir. Konuşmacıya, konuşmayı bırakmasını istediğinizi
göstermek için arkanıza yaslanır ya da uzaklara bakarsınız. Kuşku duyduğunuzda kaşlarınızı
kaldırırsınız ki bu da konuşmacının bir şeyi savunması gerektiğini gösterir. Duyarlı konuşmacı
konuşmasını dinleyicinin düzenleyicilerine göre değiştirir.
Sözsüz iletişim genellikle dokuz farklı alanda ele alınıp irdelenmektedir. Söz konusu
alanlar göz teması, yüz ifadesi, jestler, duruş, tavır ve davranışlar, yakınlık, giyim ve bakım, ses
ve sözcük olmayan seslerdir. Bu alanlar aşağıda sırasıyla ele alınacaktır.
2.2.1. Göz Teması
Görüşülen kişi ile göz teması kurulması güven ifadesidir ve anlatılan şeyin daha iyi
anlaşılmasını sağlar. Konuşulan kişiye doğrudan bakmak, içten ve dolaysız bir yaklaşım olarak
algılanacaktır. Kişilerarası ilişkilerde kaçamak bakışlar olumlu izlenim bırakmaz. Bizim
kültürümüzde karşıdaki kişiyi etkilemek ve daha iyi anlamak için göz teması sağlanmalıdır.
Göz teması insan yaşantısında gerçekten önemli bir yer tutmaktadır. Göz teması kurmak kültür
farklılıklarına göre de değişmektedir.
Gözün kendisi başlı başına bir mesaj kaynağıdır. Bir kişi gözünüzün içine bakıyorsa
sizinle ilgileniyor anlamı taşır. Dilimizde gözünün içine bakma deyim olarak yerleşmiştir. Bu
deyim, sevginin ilginin ifadesi olarak kullanılır. Birinin, sizden gözlerini kaçırması sizinle
ilişkiye girmek istemediğinin göstergesidir. Şöyle ki, kısık bakmak, gözleri açmak, gözün
parlak ya da mat olması da bakışı etkiler. Dilimizde gözünün feri kaçmış diye bir deyim vardır.
Ayrıca, gözlerini dikmiş bakıyor, dendiğinde bu gözlerin dikilmesinden, karşıdaki kişinin
rahatsız edildiği anlamı çıkar.Göz teması, iki kişi arasında iletişimi geliştirmenin ve sözsüz
iletişim kurmanın en etkili yoludur. İnsanlar her yerde ve her zaman sözlü ve sözsüz iletişimde
bulunurlar. Vücut, ses ve sözcükler etkili ve önemli bir iletişim aracıdır. Sözsüz iletişimin en
etkili ve dürüst aracı gözlerdir. Konuşmanın anlamını en çok etkileyen organ, gözlerdir.
Karizmanın kaynağı da gözlerdir. Gözlerin kullanılışları itibariyle farklı anlamları vardır. Uzun
süreli dik bakışlar hakimiyet kurma, etkileme ve cinsel isteği, gülen göz iyi niyeti temsil eder.
Gözleri sık sık kaçırma ise karşınızdaki kişiyi kendinden üstün görme veya kişi ya da konuya
ilgisizliğini gösterir.
34
2.2.2. Yüz İfadesi
İletişim süreci içinde konuşulan konu ile yüzün aldığı ifadeler birbiri ile tam bir uyum
içinde olmalıdır. Ciddi bir konu konuşulurken gülümseyen bir yüz görmek karşıdaki kişinin
güvenini sarsacaktır. Aynı şekilde yüz mimikleri de denetim altında tutulmalıdır.
Mimikler, bir başka söylemle yüz hareketleri de kişiye ilişkin ipuçları verebilir. Bir
kişinin gözlerini açarak konuşması ya da konuşamaması onun korktuğunu işaret edebileceği
gibi kızgın olduğu anlamına da gelebilir. Bazı kişiler kaşlarını kaldırarak konuşurlar,
bazılarıysa, tek kaşını kaldırır.
Yüz, bedenin en anlamlı yeridir. Yüz ifadelerini gözlemlerken, kaşların kalkık mı, inik
mi olduğunu, alnın kırışık mı, düz mü olduğunu, çenenin sabit mi, gevşek mi olduğunu görmek
isteyeceksiniz. Derinin ne kadar kızarık ya da soluk olduğu da önemli bilgiler sağlayabilir.
Türk, Japon ve Amerikalı üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada beş
farklı ağız, üç farklı göz ve dört farklı kaş tipi ile 60 değişik yüz ifadesi oluşturulmuş ve bunlar
standartlaştırıldığında her kültürün kendine özgü belirleyici özelliklerinin yarattığı farklılıklara
rağmen benzerliklerin daha ağır bastığı görülmüştür.
Deney olarak, "günlük hayatınızda insanlarla iletişimlerinizde değişik yüz ifadeleri
kullanmaya çalışın. Örneğin, normalde hiç zaman ayırmayacağınız insanlara doğrudan
doğruya bakarak gülümseyin. En iyi arkadaşınızla konuşurken boşluğa dalgın dalgın bakın.
Ciddi bir yüzle eğlenceli bir hikâye anlatın. Aynı hikâyeyi bu kez canlı yüz ifadeleri ile anlatın.
Çok ciddi bir iletiyi geniş bir gülümsemeyle verin. Aynı iletiyi bu kez ciddi bir yüz ifadesiyle
verin. Her durumda, nasıl hissettiğinizi ve diğer kişilerden nasıl tepkiler aldığınızı not edin.
Tutarlı olduğunuz ve tutarsız olduğunuz zamanlar arasında ne gibi farklar görüyorsunuz?
2.2.3. Jestler
Bir insanın kullandığı el kol hareketleri yani jestler ve yüz hareketleri yani mimikler
sözsüz iletişimde çok anlam taşımaktadır. Nazik olmayan bir biçimde elleri kullanmak, o
kişinin küfürbaz olduğuna işaret edebilir. Diğer yandan bir beyefendinin, yol vermek üzere elini
ileriye uzatıp, buyurun demesi, o beyefendinin nezaketinin göstergesidir.
Aktarılan mesajlar uygun jestlerle aktarılabiliyorsa mesajın anlaşılabilirliği artar.
Fiziksel jestlere özellikle dikkat edilmelidir. Kalem, gözlük sapı ısırma, kravatla oynama gibi
alışkanlıklar iletişim süreci içinde karşı taraf üzerinde olumsuz izlenim yaratır.
Düşünceleri, duyguları iletmede bilindiği üzere el ve kol hareketleri büyük önem
taşımaktadır. Bu hareketler ya söylemek istediklerimizi süsler ya da güçlendirirler, veya da
izleyiciden/dinleyiciden beklenilen, istenilen tepkilere ve eylemlere yol açabilirler. Beden
duruşundaki değişimlerle birlikte bu hareketlerin yeni bir düşüncenin, yeni yaklaşımın,
tutumların sergilenmesi için kullanıldığı söylenebilir.
35
Sözünü etmekte olduğumuz devinimler yalnız el ile kol devinimlerini içermez, baş, yüz
gibi bedenin tek tek ya da bütün öğelerini ilgilendirirler. Kimileyin eller git işareti yaparken,
gözler tersini söyleyebilir.
Devinimleri soğuk / sıcak diye iki grupta incelemek olasıdır. Soğuk devinimlere örnek
olarak şunları gösterebiliriz: durgunluk, ellerin kalçada tutulması, göz temasında
bulunulmaması, göz temasından kaçınılması, gülümsenmemesi ve gülünmesi.
Aynı zamanda aşağıdaki gibi sinirlilik, gerginlik belirten devinimler de soğuk
devinimlerdendir: parmaklarla tempo tutulması, nesnelerle, takılarla oynanması, sık sık saate
bakılması, dudakların yalanması, kolların sıvazlanması/kaşınması ve kulak memelerin
çekilmesi, vb.
Sıcak olarak nitelendirilebilecek devinimlere ise şu örnekler gösterilebilir: Dinlerken ya
da konuşurken karşıdakilere doğru yaklaşılması / eğilinmesi, gülümsenerek konuşulması ve
dinleyicinin omuzuna, koluna dokunarak konuşulması vb.
El hareketlerimize gelince avuçlar yukarı açık ise açıklık, uyum sağlama, benimseme,
katılma; avuçlar aşağı açık ise erk, otorite, güç anlamları çağrışır.
El sıkmada da iki anlam gözlemleyebiliriz. Egemenlik, otorite; boyun eğme. Eğer avuç
yukarı durumda ise boyun eğme; avuç aşağı durumda ise egemenlik anlamlarını taşır. Eldivenle
el sıkma hareketi kadınlar için sorun olmayabilir, ancak erkekler mutlaka eldivenlerini
çıkararak el sıkmalıdırlar. Eli düz uzatarak sıkma güven yaratır. İki eli birden uzatma, bir elle
ile selamlaşırken öbür elle sıktığınız ele dokunma, sıcak bir el sıkıştır. Ancak yeni tanışılan
biriyle bu şekilde el sıkışmak güvenilir biri olmadığınıza işaret eder. Bu tür el sıkışma, ancak
uzun süreli arkadaşlıklarda, dostluklarda yaşanabilir.
Elleri birbirine hızla sürtmek heyecan, coşku belirtebilir. Elleri ovuşturmak çıkar
düşüncesini doğurabilir. Cepteki paralarla oynamak, bozuk paranın değer taşıdığı durumlarda
para/akça konusunun düşünüldüğünü belirtir.
Sürekli devinim içerisinde bulunmak, oturulan yerde sürekli duruş değiştirmek, akla bir
şeyin saklanıldığı, ya da sıkıntılı içinde bulunulduğu, düşünceliliği belirtir. Yine hiç hareketsiz
gözlerle bakmak düşünceli bir durumda bulunulduğunun işaretidir.
Ellerin birbirine kavranması, kenetlenmesi olumsuz nitelik taşır genellikle. Eller
yükseldikçe bu olumsuzluğun düzeyi yükselir. Sözlü sınavlarda genellikle bu hareket yapılır.
Çatı biçiminde birleşen eller konuya egemenlik; aşağıya doğru (çatı biçiminde) izleme,
dinleme dinleyiciye-izleyiciye egemenlik belirtir. Elleri arkada birleştirmek anglo-sakson
kültürlerde erk, güç üstünlük belirtir. Yine başparmak devinimi üstünlük işaretidir. Elimizle
ağzımızı kapatmak yalan ya da özgüven yokluğunu belirtir. İzleyici-dinleyici eliyle ağzını
kapadığında konuşanın yalan söylediğini düşünmektedir. Buruna dokunmak, burun sıvazlamak,
yalan söylemenin belirtisidir ya da bağlama göre düşünmenin belirtisi olarak anlaşılır. El ile
36
kafayı tutmak, parmakları masaya vurmak, ayak sallamak ise ilgisizliğin ve can sıkıntısının
dışavurumu olmaktadır.
Bir ya da iki kolu göğüste kavuşturma, daha çok karşıdan gelen iletileri tehditkar
algılamaktan kaynaklanır. Bir başka anlamda da istemediğimiz durumları bedenimizle
dışlıyoruz demektir.
Genel olarak savunma durumudur, bundan ötürü de olumsuz bir tavır niteliğini taşır.
Toplantı, kuyruk, kafeterya, asansör vb. yerlerde kol kavuşturmak güvensiz hissedilen yerlerde
bulunulma duygusunun ifadesidir.
Yapılan bir araştırmada saldırıcı tonda konuşma karşısında dinleyicilerin %90’nının
kollarını kavuşturduğu saptanmıştır. Kolların açılmasını sağlamak için bir şey gösterip
bakmasını sağlamak gerekir. Ya da konuşma sırasını karşımızdakine vermek, siz bu konuda ne
düşünüyorsunuz diye sormak gerekir. Kollar kavuşmuş, yumruklar sıkılmış, dişler kenetlenmiş,
kızarmış yüz tam anlamıyla ya saldırgan ya da savunma durumunun göstergeleridirler.
Kolların kavuşması kol kavramayla gerçekleşmiş ise bu durumda eller hareketi daha
güçlü kılmak için kolları kavrar (kimileyin sımsıkı, kan dolaşımı durur, parmaklar bembeyaz
kesilir). Doktor / diş hekimlerinin bekleme odalarında, ilk kez uçağa binenlerde bu türden
davranışlara rastlanır. Mahkeme salonlarında ise davalı kol kavramayla kollarını
kavuştururken, davacı ellerini yumruk halinde sıkarak kollarını kavuşturur genellikle.
Yüksek statüde bulunan kimseler ise tedirginlikleri anlaşılmasın diye kollarını
kavuşturabilmektedirler. Her iki başparmağın yukarıda tutulması üzerine kolların
kavuşturulması durumu da özgüven artması olarak yorumlanır.
Kısmi kol kavuşturma engellerini de örneklendirmek gerekirse;
Korkuyu ya da savunmayı gizlemek için bir kolu öteki elle tutma yoluna gidilir.
Bu duruş topluluğa, topluma yabancılık, güven azlığı anlamlarını içerebilir. Bu durumda ele
kan gelir, eller şişer, rahatsız bir durumdur.
Topluluk karşısında konuşma yaparken, ödül almak için beklerken kollar
kavuşturulur.
Bir de kol kavuşturmanın tam olarak gerçekleşmediği ya da gizlendiği durumlar
vardır. Politikacılar, sunucular tedirginliği, heyecanı yenmek, saklamak için bu şekilde
davranırlar. Bu gibi durumlarda kol saati, bilezik, çanta, gömlek kolu, ceket kolu, kol düğmeleri
ile oynanır. Bardak tutulur, içgüdüsel olarak neredeyse iki elle bardak tutulur.
Kendilerine yabancı kişiler arasında bulunulduğunda, bu insanlarla mesafeli durulur,
uzak durmaya çalışılır, kollar, bacaklar kavuşturulur, düğmeler iliklenir. Kolların kavuşmamış,
avuçların açık, ceket düğmelerinin iliklenmemiş olduğu durumlarda rahat bir konumdan söz
edilebilir. Bu duruş açık dostça bir duruştur. İnsanlar birbirlerini tanıdıkça, dostluklar
ilerledikçe kolların/bacakların konumu kapalı durumdan açık duruma geçer.
37
2.2.4. Duruş
İnsanlar arası ilişkilerde duruş ve tavırlar da son derece önemlidir. Sözgelimi, masa
kenarına dayanmak, sandalyeye yarı oturmak, konuşurken çay, kahve, sigara içmek hoş
karşılanan tavırlar değildir. Uygulamada sıkça rastlanan uygunsuz tavırlardan biri de, sırada
birileri beklerken iki elemanın kendi aralarında uzun uzun konuşup, gülüşmeleridir. Bekleyen
bir kişi bu tür tavırları bir şey söylemese de hoş karşılamaz ve saygısızlık olarak nitelendirir
(Akbank, 1987: 30).
Beden dilinin en önemli öğesidir. Oturma / Ayakta durma ilk temel izlenimdir.
Oturmanız ve ayakta durma biçiminiz sizinle ilgili çok şey söyler. Güven, yaklaşabilirlik,
davranış, tutum, tavır alma biçimi, etkileme iyi bir duruş ile sağlanır. Duruşla gönderilen
iletilerle ilgili yansımalardan belli başlıları aşağıda ki gibi sıralanabilir:
Düz, dik ( sırtı dik ) genellikle kendine güvenin işaretidir.
Sırt eğik, sürekli aşağı bakış kendine güvensizlik ve aşağılık duygusu gösterir.
Konuşurken karşıdakine doğru eğilen kişi konuyla ilgilenmektedir ve karşıdaki
kişinin de ilgisini çekmiştir.
Konuşurken arkaya / geriye çekilen kişi konuyla ya da karşıdakiyle
ilgilenmemektedir.
Rahat ve gergin olmayan bir duruş olumlu bir tavır ve olumlu bir durum sergiler.
İki kol göğüste çaprazlama birleştiğinde genellikle kişi savunmada, kendini
korumadadır. Durumu olumsuz görmektedir.
Karşılıklı konuşmada çapraz kollar bozuşma ve reddetme belirtisidir.
Bir elle diğer kolu dirseğinden tutma (göğüs üzerinden geçirerek) kendine güven
yokluğu ya da yabancılık hissetmeyi belirtir. Kadınlarda bu engel (kişisel bir nesneyle, örneğin
çanta ile) bir nesneye sıkı sıkıya sarılarak gerçekleşir.
Otururken ayak ayak üstüne atmak ve kollarını kavuşturmak konuşmanın dışında
kalmak anlamına gelir. Genellikle kadınlar karşıdakinden hoşlanmadığın da bunu yapar.
Savunmalı ya da kapalı bir duruş, ayakların ve kolların çapraz duruşuyla ifade
edilebilir.
Ayaklar yan yana, yansız bir duruşu ifade eder.
Ayak bileklerinin kilitlenmesi, kapalı bir duruş, olumsuz duygu ve tavır anlamını
taşır.
38
Otoriter bir görünüm, bir duruş, bedenin daha geniş, daha iri görülmesiyle olur:
Omuzlar geride, eller kalçada, karşıdakiyle yüz yüze...
Elleri arkada tutup, konuşana göre merkezden biraz uzak durmak kişinin uysal
(itaatkar), boyun eğici durumunu gösterir.
Bedeni, bacakları düz tutup, başı konuşandan yana çevirmek ya da tutmak ilginin
azalmasını gösterir.
Kolların ve bacakların kavuşturulmaması açık bir duruştur.
Başı ve bedeni bir yana eğmek anlaşma ve onaylama demektir.
Çapraz kol ve bacak onaylamama demektir.
Gevşek / Rahat otururken de ayakta iken de güven ve yaklaşılabilir duruşu
gösterir. Kadınlar otururken hafifçe öne doğru otururlarsa daha güven vericidir.
Karşıdaki kişiyi etkilemek için bedenin duruşu gerçekten son derece önemlidir. Bedenin
dik olması karşıdaki kişiyi ezik ya da ürkek bir görünüme büründürebilir. Bu şekilde duruş
konuya hâkim olunduğunu gösterir.
Bedenin duruşu karşı tarafı ikna etmek için kullanılan en önemli yöntemlerden birisidir.
İkna edilmek istenilen kişi ile aynı seviyede ya da ondan yüksekte olmaya özen gösterilmelidir.
Bir toplantıda kürsüden konuşmanın dinleyiciler üzerindeki etkisi bu duruma örnek
gösterilebilir.
2.2.5. Tavır ve Davranışlar
Sözlük anlamında tavır dışarıdan alınan etkiye karşı gösterilen tepkidir. Tavırların
denetim altına alınması beynin denetimi ile olur. Hiç kimse doğuştan sinirli ya da duygusal
değildir.
Tavırlar konusunda da beyni inandırmak önemlidir. Beyin inanıp kabullendikten sonra
inanç tavırlara kendiliğinden yansıyacaktır. Bir kişi üzerinde ilk izlenim çok önemlidir. Halkla
çok sıkı ilişkiler içinde bulunan bir kuruluşta çalışan elemanlar üstüne başına, davranışına,
giyim ve kuşamına özen göstermeli ve dikkatli olmalıdır.
Bir örgütü temsil eden kişinin örgüte gelen herkese sıcak, sempatik, insancıl ve güler
yüzlü yaklaşması, halkla ilişkiler açısından son derece önemlidir. İlk karşılaşmalarda firmayı
temsil eden kişi genel müdür, işçi, bekçi veznedar, danışma memuru, satıcı olabilir. Önemli
olan statü farklılığı yaratmaksızın herkesin bir halkla ilişkiler neferi gibi örgüt adına temas
kurulan kişilere yardımcı olmak, bilgilendirmek, yol göstermekten kaçınılmamalıdır. Bu tür
davranış karşı tarafta, sevgi, beğeni ve güven yaratır.
39
2.2.6. Yakınlık
Konuşma sırasında iletişim kurulan kişi ile sağlanan fiziksel ve manevi yakınlık çok
önemlidir. Tüm insanların kendi etraflarında oluşturdukları sınırları vardır. Ve bu sınırlardan
izinsiz olarak girilmesi dikkati dağıtır. Müşteri ile ilişkilerde de onu rahatsız etmeyecek
mesafede ve tavırda konuşmak, iletilmek istenilen mesajın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Kültür farklılıkları bu mesafeyi daraltıp genişletebilir.
İletişim sürecinde karşı tarafa baskı yapmak amacıyla da bu mesafe daraltılabilir.
Özellikle sorgulamalarda sorgulama yapanla, yapılan arasındaki mesafe ilk aşamada çok
fazladır. Ancak konuşma ilerledikçe sorgulamayı yapan kişi sandalyesini sorgulaması yapılan
kişiye doğru çekerek aralarındaki mesafeyi daraltır. Bu durumdaki bir kişi söyleyeceklerini
denetleyemez ve böylelikle de yalan söyleyebilme şansı zayıflar.
2.2.7. Giyim ve Bakım
Karşı tarafta olumlu izlenim bırakmak için giyim, kuşam ve bakıma da özen
gösterilmelidir. Düzensiz, dağınık ve temiz olmayan bir giyim, kuşam olumsuz etki yaratır.
Özellikle müşteri ile birebir temasta olan kişilerin bu konuya dikkat etmeleri gerekmektedir.
Aynı şekilde fazla abartıdan da elbette kaçınmak gerekir.
Spor giyinmenin, abiye giyinmenin, kadınların hep pantolon giymesi, mini giyinmenin,
elbiselerde seçilen renklerin de sözsüz olarak verdiği mesajlar vardır. Çok cafcaflı giyinen
birine ilişkin izleniminiz, sade giyinen birine ilişkin izleniminizden farklı olur. Bir askeri
üniformada, onu giyenin rütbesinin ne olduğu da anlaşılmaktadır.
Öğrencilerin giydiği formalar, onların hangi okula gittiğinin sözlü olmayan bir
göstergesidir. Giyiniş biçimi, karşılaştığımız insanların tutucu mu, daha esnek mi, olduğuna
ilişkin bize ipucu verir. İş aramaya gidildiğinde, seçilen giysiler farklıdır.
2.2.8. Ses
Ses tonu etkili bir iletişimde önemli etkenlerden biridir. Konuşurken ses tonu çok iyi
ayarlanmalı, güven verici ve tok olmalıdır. Fısıltı gibi monoton konuşma karşıdakini ikna
edemediği gibi olumsuz bir izlenim de yaratır.
İstikrarlı bir ses tonu, iyi ayarlanmış konuşma biçimi ikna edici olacaktır. Konuşma
sırasında vurgulanması gereken noktaların ses tonundan yararlanılarak altı çizilmeli, kendine
güven ses tonunda hissedilmelidir.
Söyleyiş biçimi, ses tonu, sessiz kalma da bireyin kişiliğine ilişkin ipuçları verir.
Karadeniz şivesiyle konuşan birini, Kayseri şivesiyle konuşan diğerinden ayırt edebilirsiniz.
Bazı insanların sesleri sivrisinek vızıltısı gibidir. Diğerleri de coşkulu, çok gür sesle konuşur.
Bu iki grup arasında kişilik özelliği ve algılanış açısından fark vardır.
40
İnsanların kullandıkları sözcükler de onlara ilişkin ipuçları verir. Örneğin; biri nazikçe
hanımefendi, nereye gidiyorsunuz? diyebilir. Öbürü de, ne diyon? diye cevap verebilir. Bu
örnek de olduğu gibi, her iki kişinin kullandıkları sözcükler, onların toplumun hangi
kesiminden gelebileceğinin göstergesidir.
2.2.9. Sözcük Olmayan Sesler
Sözlüklerde yer almalarına rağmen, konuşma içinde bir anlam ifade etmeyen, ancak
konuşmanın akışı içinde kullanılan bazı sesler vardır. Bunlar sık kullanılırsa profesyonelliği
bozar. İletişim sırasında konuşanın ya da dinleyenin eğitim düzeyi hakkında karşı tarafa bilgi
verir. Sözgelimi, “hı, ya.” vb. gibi telefon konuşmaları sırasında özellikle kullanılan seslerin
telefon görüşmelerindeki amacı konuşmanın dinlendiğini karşı tarafa hissettirmektir. Ancak,
yüzyüze iletişimde bu türden seslerin kullanılması konuşmanın akıcılığını bozar, dinleyiciyi
konudan uzaklaştırdığı için de asıl mesajın algılanmasını zorlaştırır.
Sözsüz iletişim duyguları belirtir. Düşünceler sözlü iletişimle, duygular sözsüz
iletişimle iletilir. Dolayısıyla, sözsüz iletişim, insanın duygularına ilişkin gerçekçi ipuçları
verir. İlk karşılaşılan kişide en fazla etkileşim yaratan unsur beden dilidir. İlk izlenim denilen
şey aslında beden dilinin sinyallerinin değerlendirilmesinden başka bir şey değildir. İlk
karşılaşılan bir kişinin giyim tarzı, hareketleri, nasıl baktığı, sesi, vb. hepsi birlikte ilk izlenimi
oluşturan bir bütündür. Beden dili, bedenin duruşu, yüz ifadesi ve ses tonu gibi ölçütlerle ifade
edilir. Alıcı tarafından çözümlenecek beden dili doğru algılanabildiğinde alıcıya yarar
sağlayabilecek bu iletişim şeklinin en önemli özelliği, istem dışı ortaya çıkması ve doğal
olmasıdır.Sözsüz iletişimde, göz teması, yüz ifadesi, jestler, mimikler, duruş, tavır ve
davranışlar, yakınlık, giyim ve bakım, ses ve sözcük olmayan çok önemlidir.
2.3. Yazınsal İletişim
Yazılı iletişim iletinin/ mesajın yazılı olarak yine sembollerle aktarılmasıdır. İletişim
olabilmesi için okuma, yazma ve yazılanı anlayabilme becerisinin olması gerekir. Bu tür
iletişim mektup, kart, davetiye, telgraf, faks, kısa mesaj, e-posta gibi kişilerarası olabileceği
gibi; iş yaşamının gerektirdiği kurum içi yazılı iletişim biçimleri de olabilir. Bu tür iletişim
çalışma yaşamında ve devlet kurumlarında, kurumsallaşmış özel iş yaşamında ve sivil toplum
örgütlerinde yaygın olarak kullanılır. (Aziz, 2008: 13)
Yüz yüze iletişimdeki yakın temas yazınsal iletişimde ister istemez resmi biçime
dönüşmekle birlikte, sesin ulaştırılamadığı uzaklıklarla iletişim kurmada yazınsal iletişim hiç
kuşkusuz daha kullanımsal, daha anlaşılır, daha kolay, daha zahmetsiz, daha kalıcı, daha
hatırlanabilir bir öte iletişim kodu olarak sözün önüne çıkmaktadır. (Çamdereli, 2008: 74)
Genel olarak yazınsal iletişimi tanımlamak yerine kullanıcısına sunduğu yararlar ve
sakıncalar sözel iletişim ile karşılaştırlınca daha kolay anlaşılabilir (Sillars’dan aktaran
Çamdereli, 2008, 74-75):
41
-Yazı için önceden metni üretecek ve gözden geçirilecek yeterince zaman
bulunduğundan sözel iletişimdeki gibi anlık hatalar yapmak mümkün değildir ya da sözel
iletişime kıyasla hata oranı oldukça düşüktür.
-Yazınsal iletişim, uzun süreli iş ilişkileri gibi çeşitli sözel ortamlarda konuşma ya da
sözleşmelerin yazı ile kayıt altına alınması tarafları bağlayıcı olduğundan ve gerektiğinde,
birini diğerine karşı koruyucu nitelik taşıdığından tanık belge üretme yeteneğine sahiptir.
-Yazınsal iletişim yolunu yeğleyen konuşmacılar, önceden hazırladıkları metinleri
okudukları toplantılarda sözel iletişime göre süre kullanımını daha çabuk ve dengeli olarak
gerçekleştirebilirler. Bazı katılımcıların gereğinden fazla ya da az konuşması gibi karışıklıkları
telafi ederek zamanın verimli kullanılmasını sağlar.
- Sözel iletişim bağlamında gerçekleştirilen kişisel bir ziyaret, sonrasında yazınsal
iletişim ile desteklendiğinde hem sözel iletişimin, hem de yazınsal iletişimin resmiyetindeki
(zarif) etkiden yararlanılmış olur.
-Kişilik çatışmalarının işe karıştığı, özellikle kişilerin temsil ettikleri kuruluşların
ilkeleri uğruna kişisel uzlaşmaya varmama inatlarına sözel iletişim ortamına oranla yazınsal
iletişimde daha az rastlanır.
- Sözel iletişimde kolaylıkla telafi edilebilecek yanlış anlamalar, yazınsal iletişim
süreçlerinin taşıdığı en büyük riskler grubunda düşünülmelidir. Telafisi mümkün olmayan
yanlış anlamalardan sakınmak ya da böyle bir durumun söz konusu olma ihtimali varsa yazınsal
iletişim kanalından uzak durmak kuşkusuz tercih edilmelidir.
2.4. Görsel İletişim
Görsel iletişim iletişimin tüm boyutlarında yoğun ve etkin kullanım alanı
oluşturmaktadır. Söz ve yazı iletişimde önemli bir yer teşkil etmesine rağmen insanoğlu her
zaman gözünün de gördüğüne daha çok odaklanmıştır. İnsan iletişiminde gözün çok önemli bir
yeri vardır. Fiziksel anlamda gözü taklit edebilecek fotoğraf makinesi, kamera, televizyon,
bilgisayar derken görsel iletişim alanında müthiş bir teknolojik gelişme süreci izlenerek sesin
yanına görüntünün de konduğu multimedya sistemlerine kadar ulaşıldı. Kişilerarası iletişimin
en basit düzeyinden, kitle iletişimine, uluslararası iletişimden küresel iletişime görsellik her
alanda etkin duruma geldi.
Marshall McLuhan’ın dediği gibi dünya evrensel bir köye dönüştü, bu ise büyük ölçüde
görsel iletişimle oldu. Önce gazeteler görsel zenginliklerini arttırdılar, ardından televizyonun
insan yaşamında önemli bir yer teşkil etmesi insan ufkunun sınırlarını genişletti.
Görsel iletişim araçları ise, beden dili, giyim kuşam, mekan, sanat ve medya’dır.
Beden dili; İnsanoğlu çeşitli durumlar karşısında verdikleri tepkilerini öncelikle beden
dili ifade ederler. Kaşların çatılması, ellerin titremesi vb. Tüm bu bedensel hareketlerler, tepki
42
veriş ve davranış biçimleri zamanla ve topluluk yaşamı içerisinde sistemli hale getirilerek
iletişimin bir kesitinde sistemli bir örgütlenme sağlanmış olur.
Giyim kuşam; en önemli iletişim araçlarından birisidir. Kullanılan aksesuarlar, seçilen
renkler her biri bir anlam içerir. Kaynağın yaratmak istediği etkiyi güçlendirir veya zayıflatır.
Sokakta belli bir takımın forması ile dolaşan o takımın taraftarı olduklarını söylemeye gerek
yoktur.
Mekân; Bulunduğumuz mekânlara göre davranışlarımızı düzenliyorsak mekânında
görsel olarak bize söyledikleri var demektir. Sinemada, tiyatroda sessiz olmamız vb.
Sanat; İnsanlar haz gereksinimlerini tatmin etmek üzere estetik beğenilerini harekete
geçirir ve sanatsal üretim yaparlar. Her bir sanatsal üretim aynı zamanda çevreyle ve başka
insanlarla iletişim kurmanın bir yoludur.
Medya; Görsel iletişimin en önemli araçlarından biri de görsel öğeleri kullanan
medyadır. Fotoğrafla başlayan görsel medya serüveni gazete, dergi, sinema, televizyon ve
bilgisayarın sanal görsel ortamı biçiminde süregelmiştir. Kitle iletişim araçları yoğun olarak
görsel iletişimi kullanmayı tercih etmektedir.
43
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
İletişim türleri bize genel anlamda kullanmış olduğumuz iletişim araçları hakkında bilgi
vermektedir. Daha çok hangi tür iletişimi kullanıyoruz, beden dilimizi mi? Yoksa görsel
iletişim öğelerine mi ağırlık veriyoruz? Her biri iletişimin vaz geçilmez bir parçasıdır.
Bedenimizle ne tür mesajlar gönderiyoruz? Jestlerimiz, mimiklerimiz, davranışlarımız
göndermek istediğimiz mesajla uyumlu olduğu takdirde istediğimiz etkiyi yaratmak mümkün
olmaktadır. Yazılı iletişimde hata yapıldığında telafisi, sözlü iletişime oranla daha zor
olmaktadır. Görsel iletişim ise tüm iletişim türlerini kapsar niteliktedir ve daha çok kitle iletişim
araçlarında yoğun olarak kullanılmaktadır.
44
Bölüm Soruları
1- ………………… şeyleri, süreçleri, fikirleri, olayları temsil ve ifade etmek için
kullanılarak iletişimi olanaklı hale getirir.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Süreç
b) Sembol
c) Dil
d) Anlam
e) Mesaj
2- Beden dilini ve mekan kullanımını çalışma konusu yapan disiplinler hangi
seçenekte doğru verilmiştir?
a) Prosemik – Kinezik
b) Hedonizm – Kinezik
c) Prosemik – Homeostasis
d) Psikoloji – Sosyoloji
e) İletişim - Coğrafya
3- Aşağıda yüz ifadesi ile ilgili aktarılan bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) İletişim süreci içinde konuşulan konu ile yüzün aldığı ifadeler birbiri ile tam bir
uyum içinde olmalıdır.
b) Aynı şekilde yüz mimikleri de denetim altında tutulmalıdır.
c) Bir kişinin gözlerini açarak konuşması ya da konuşamaması onun korktuğunu
işaret edebileceği gibi kızgın olduğu anlamına da gelebilir.
d) Derinin ne kadar kızarık ya da soluk olduğu da önemli bilgiler sağlayabilir.
e) Yüz ifadeleri kültürlere göre çok farklı anlamlara gelebilmektedir.
45
4- Aşağıda jestlerle ilgili aktarılan bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Bir insanın kullandığı el kol hareketleri yani jestler ve yüz hareketleri yani
mimikler sözsüz iletişimde çok anlam taşımaktadır.
b) Aktarılan mesajlar uygun jestlerle aktarılabiliyorsa mesajın anlaşılabilirliği artar.
c) Kalem, gözlük sapı ısırma, kravatla oynama gibi alışkanlıklar iletişim süreci
içinde karşı taraf üzerinde olumsuz izlenim yaratır.
d) El sıkmada da iki anlam gözlemleyebiliriz. Egemenlik, otorite; boyun eğme.
e) Fiziksel jestler kişinin doğru anlaşılmasını engeller.
5- Aşağıda duruşla ilgili aktarılan bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Düz, dik ( sırtı dik ) genellikle kendine güvenin işaretidir.
b) Sırt eğik, sürekli aşağı bakış kendine güvensizlik ve aşağılık duygusu gösterir.
c) Rahat ve gergin olmayan bir duruş olumlu bir tavır ve olumlu bir durum sergiler.
d) Konuşurken karşıdakine doğru eğilen kişi konuya ilgisini kaybetmiştir ve
karşıdaki kişinin de ilgisini çekmez.
e) Konuşurken arkaya / geriye çekilen kişi konuyla ya da karşıdakiyle
ilgilenmemektedir.
6- Aşağıda giyim kuşamla ilgili aktarılan bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Karşı tarafta olumlu izlenim bırakmak için giyim, kuşam ve bakıma da özen
gösterilmelidir
b) Düzensiz, dağınık ve temiz olmayan bir giyim, kuşam olumsuz etki yaratır.
c) Öğrencilerin giydiği formalar, onların hangi okula gittiğinin sözlü olmayan bir
göstergesidir.
d) Abartılı kıyafaetler olumlu izlenim bırakır.
e) Duruma, zamana, yapılan işe uygun giyim tercih edilmelidir.
46
7- Aşağıda ses ile ilgili aktarılan bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Konuşma sırasında vurgulanması gereken noktaların ses tonundan yararlanılarak
altı çizilmeli, kendine güven ses tonunda hissedilmelidir.
b) Fısıltı gibi monoton konuşma karşıdakini ikna edemediği gibi olumsuz bir
izlenim de yaratır.
c) Söyleyiş biçimi, ses tonu, sessiz kalma da bireyin kişiliğine ilişkin ipuçları verir.
d) İnsanların kullandıkları sözcükler de onlara ilişkin ipuçları verir.
e) Konuşurken kullanılan şiveler, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlar.
8- Aşağıdakilerden hangisi yazınsal iletişimin yararlarından değildir?
a) Yazı için önceden metni üretecek ve gözden geçirilecek yeterince zaman
bulunduğundan sözel iletişimdeki gibi anlık hatalar yapmak mümkün değildir ya da sözel
iletişime kıyasla hata oranı oldukça düşüktür.
b) Yazınsal iletişim, uzun süreli iş ilişkileri gibi çeşitli sözel ortamlarda konuşma
ya da sözleşmelerin yazı ile kayıt altına alınması tarafları bağlayıcı olduğundan ve
gerektiğinde, birini diğerine karşı koruyucu nitelik taşıdığından tanık belge üretme
yeteneğine sahiptir.
c) Yazınsal iletişim yolunu yeğleyen konuşmacılar, önceden hazırladıkları
metinleri okudukları toplantılarda sözel iletişime göre süre kullanımını daha çabuk ve dengeli
olarak gerçekleştirebilirler.
d) Sözel iletişim bağlamında gerçekleştirilen kişisel bir ziyaret, sonrasında yazınsal
iletişim ile desteklendiğinde hem sözel iletişimin, hem de yazınsal iletişimin resmiyetindeki
(zarif) etkiden yararlanılmış olur.
e) Yazınsal iletişimde yanlış anlaşılmaları telefi etmek, sözel iletişime göre daha
kolaydır.
9- Aşağıdakilerden hangisi görsel iletişim araçlarından değildir?
a) Beden dili
b) Giyim kuşam
c) Radyo dalgaları
d) Mekan
e) Medya
47
10- Çalışma yaşamında ve devlet kurumlarında, kurumsallaşmış özel iş yaşamında
ve sivil toplum örgütlerinde yaygın olarak kullanılan iletişim türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) Sözlü iletişim
b) Sözsüz iletişim
c) Yazınsal iletişim
d) Görsel iletişim
e) Kültürel iletişim
Cevaplar: 1b, 2a, 3e, 4e, 5d, 6d, 7e, 8e, 9c, 10c
48
3. İLETİŞİMİN BAĞLAMINA GÖRE BİÇİMLERİ
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
49
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
3. İLETİŞİMİN BAĞLAMINA GÖRE BİÇİMLERİ
3.1. Kendimizle (İçsel) iletişim,
3.2. Kişilerarası iletişim,
3.3. Gruplararası iletişim
3.4. Kamusal iletişim,
3.5. Örgütiçi iletişim,
3.6. Kültürlerarası iletişim,
3.7. Kitle iletişimi
50
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1- İçsel iletişim söz konusumudur?
2- Bağlamına göre iletişim türleri nelerdir?
3- Kişilerarası iletişimle gruplar arası iletişim arasında ne farklar vardır?
51
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
Bağlamına göre iletişim
türleri
Bağlam açısından iletişimin
türleri
İletişimi bağlam açısından
sınıflandırabilmek,
tanımlayabilmek
52
Anahtar Kavramlar
İçsel iletişim, kişilerarası letişim, grup iletişimi, kamusal iletişim, örgütsel iletişim,
kültürlerarası iletişim, kitle iletişimi
53
Giriş
Bu ders kapsamında iletişim konusu daha ayrıntılı incelenecektir. İletişim çeşitli alt başlıklar
çerçevesinde incelenebilen bir konudur. Bu derste iletişim bağlamına göre 7 alt başlığa
indirgenerek incelenecektir. İletişim türleri; kendi kendimizle iletişim, kişilerarası iletişim,
gruplararası iletişim, kamusal iletişim, örgütiçi iletişim, kültürlerarası iletişim ve kitle iletişimidir.
Bu alt başlıklardan ayrıntılı olarak söz edilecektir.
54
3.1. Kendimizle (içsel) İletişim
Kişinin kendisiyle iletişim halinde olmasına içsel iletişim diyoruz. Bir insanın
düşünmesini, duygulanmasını, kişisel ihtiyaçlarının farkına varmasını iç gözlem yapmasını
rüya görerek kendi içinden mesaj almasını ya da kendine sorular sorarak bunlara yanıtlar
üretmesini kendimizle iletişim sayabiliriz. Karşı karşıya gelen iki insan arasında gerçekleşen
iletişimin benzeri tek bir insanın içinde de gerçekleşmektedir. İnsanlar kendi içlerinde bir takım
mesajlar üreterek ve bunları yorumlayarak kişi içi iletişimde bulunurlar. Kendini
tanımlayabilen, konumlandırabilen kişi dış dünya ile iletişim kurmakta, bunu hangi biçimde ve
oranda gerçekleştireceğine karar vermekte zorlanmaz.
Düşüncelerini bir başkasına aktarmadan önce kişinin kendi kendisiyle konuşması içsel
diyalogdur (Aziz, 2008:15). İnsan biyolojik, psikolojik ve bilişsel bir varlık olarak kendi
içerisinde bütünsel bir sistemik yapıya sahiptir. İnsanın birey olarak sahip olduğu bu sistemik
yapı, bu mekanizanın makro düzeydeki yansıması ise toplumdur. Mikro yapının, parçası
olduğu, içerisinde yer aldığı makro yapı ile ilişkilenmesi, iletişim kurabilmesi için öncelikle
kendi iç işleyişini düzenlemesi gerekir. Kendi içerisinde bilişsel, duygusal, ruhsal açılardan
hazırlık aşamasını tamamladıktan sonra ancak dışarıyla iletişime geçebilir (Güngör, 2011: 132)
Kişinin bütün davranışları, aslında içsel iletişiminin dışa yansımasıdır. Kişinin
kendisiyle iletişimi iç sisteminin ve yapısının da bir gereğidir. Hayatın her anında ve her
mekânda gerçekleşen bu iletişim türü, bir başka bireye de ihtiyaç duymaz. Düşünür, zihninde
kendisiyle ve başkasıyla konuşur, tartışır, sevinir; kendi kendine karar verir, karar değiştirir;
plan yapar, hayaller kurar, kendisiyle başkaları arasında karşılaştırmalar yapar. Tüm bunları
çok kısa bir zaman dilimi içerisinde yapabilir.
İnsanın kendini sorgulaması doğasıyla ilgilidir. İnsanın kendisiyle iletişim kurma
ihtiyacı varoluşsaldır. "Ben kimim? Nerden geldim? Nereye gidiyorum?" sorularının cevabını
aramaktadır. Hayatının anlamı ve yaşadığı sürece mutluluğu bu üç sorunun cevabında
yatmaktadır. Kendisi ve başkalarıyla barışıklık ancak, sağlıklı iç iletişimle olur. Bu bağlamda,
bir insanın düşünmesini, duygulanmasını, kişisel ihtiyaçlarının farkına varmasını, iç gözlem
yapmasını, rüya görerek kendi içinden mesaj almasını ya da kendine sorular sorarak bunlara
cevaplar üretmesini bir iç iletişim olarak görebiliriz. Ve böylece iki insan arasında gerçekleşen
iletişim benzeri, tek bir insan içinde de gerçekleşebilmektedir.
İç iletişimden amaç, insanın kendisini tanıması ve kendisiyle barışık olmasıdır. Bireyin
kendisiyle barışıklığı, aynı zamanda çevre ve evrenin barışık olması ile sonuçlanır. İç iletişimle
yakaladığı iletişim düzeyi bireyler arasındaki iletişimin de temelini oluşturur.
Bir diğer iletişim türü olan kişilerarası iletişimin gerçekleşebilmesi için öncelikle içsel
iletişimin gerçekleşmesi gerekir. Zira kişilerarası iletişimde bireyin konumu ne olursa olsun
hem bilgi üretirken hem de aldığı bilgiyi yorumlarken birey içsel iletişimde bulunur. Bu
durumda kişiler arası iletişimin içsel iletişim sonucunda gerçekleştiği sonucuna varılabilir.
55
Kendi kendisiyle yüzleşemeyen, kendisiyle ilgili otokontrol sağlamayan insanların
diğer kimselerle sağlıklı iletişim kurabilmeleri de mümkün görülmemektedir.
İçsel iletişimde diğer iletişim türleri gibi planlı ve amaçlıdır. İçsel iletişimin işlevleri
arasında;
-Dış çevreyle iletişim planlanması (Bir bütünün parçası olduğunu idrak etmesi ve o
bütünde kendini konumlandırma çabası)
-Dış çevreyle iletişimin değerlendirilmesi (Bir anlamda durum değerlendirmesi
yapmak)
-Kişinin kendi kendisiyle kalma gereksinimi (Kendi yalnızlığının sesine kulak vermek,
düşünceleri gözden geçirmek)
-Uyumsuzluk durumlarının giderilmesi (Uyumsuzluk, tutarsızlık ve çelişkilerden
kurtulma isteği ile düşüncelerin gözden geçirilmesi)
3.2. Kişilerarası İletişim
Kişilerarası iletişim tam bir iletişim olgusu ve sürecinin yer aldığı, insanlar arasında
yapılan iletişimdir. Bunun için bir verici, bir alıcı olmak üzere en az iki kişi gereklidir (Aziz,
2008:15). Genel bir tanımlamayla kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişime
kişilerarası iletişim denir. İki kişi arasında yüz yüze gerçekleşen iletişim. Kişiler arası iletişim
genellikle kendiliğinden ve teklifsizdir. İletişimi gerçekleştirenler birbirlerinde sürekli geri
bildirim alırlar. Roller görece esnektir. Çünkü taraflar nöbetleşe gönderici ve alıcı olarak
iletişimde bulunurlar. Bu iletişimin gerçekleşmesi sırasında bireyler genellikle aynı fiziksel
ortam içerisinde bulunurlar (Mutlu,1994:127). Burada bireyler arasında sürekli bir geribildirim
gerçekleşmektedir. Geribildirimin olmadığı takdirde iletişim gerçekleşmez, iletim gerçekleşir.
İletişim çift taraflı iletim ise tek taraflıdır.
Kişilerarası iletişimin diğer bir tanımına göre de başkalarını tartıp, varılan yargıya göre
davranma sanatıdır. Başka bir tanıma göre de kişiler arası iletişim, kaynağını ve hedefini
insanların oluşturduğu iletişimdir. Karşılıklı iletişimde bulunan kişiler, bilgi-sembol üreterek,
bunları birbirlerine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Bazı araştırmalara göre ise
her türlü iletişimi kişiler arası iletişim saymamak lazımdır.
Yapılan bir araştırmaya göre bir iletişimin kişiler arası iletişim sayılabilmesi için 3 şart
aranır:
1. Yüz yüze olması
2. Katılımcılar arasında bir mesaj alışverişinin olması
3. Söz konusu iletişim sözlü veya sözsüz nitelikte olmasıdır.
56
Çok sayıda tanımın buluştuğu nokta kişiler arası iletişimin psikolojik nitelikli bir bilgi
alışverişi olduğudur. Bu arada bir noktayı belirtmekte yarar var; sadece sosyal roller arasında
kurulan ilişkiler kişiler arası iletişim değildir. Kişiler arası iletişimin olması için mutlaka o
sosyal rolün dışına çıkılmalıdır. Örneğin hoca ile öğrenci arasındaki iletişim sadece derse
yönelikse bu kişiler arası iletişim değildir. Ne zaman ki dersin dışına çıkılıp kişisel konulara
girilince o zaman kişiler arası iletişim gerçekleşmiş oluyor. Yine bir tanıma göre de kişiler arası
iletişim (Usluata, 1991: 52) kişileri başkalarından ayıran özellikler, kişisel tutumlar, düşünceler,
beğeniler belirlenecek biçimde bir bilgi alışverişi yapıldığında gerçekleşmektedir.
Kişiler arası iletişimin en karmaşık aracı olan konuşma; bilgi aktarma, başkalarının
davranışlarını yönlendirmeyle, buyruklarla, kimi kez şakayla, kimi kez saldırgan kırıcı sözlerle
karşıdakini etkilemek için kullanılır. Kişiler arası iletişim kendini iki şekilde gösterir. Sözlü ve
sözsüz. Sözlü iletişimde konuşma en önemli yeri tutarken sözsüz iletişimde ise yüz anlamları,
göz hareketleri, bedenin duruşu, giyinmeyi , sesin özelliklerini içeren bu iletişim beden dili
olarak bilinir.(Usluata, 1991:54) Kişinin bedensel duruşu kişinin içinde bulunduğu duygusal
durumu açıklayabilir. Örneğin, kızgınlık, ilgisizlik, utanma, kararsızlık vb. (Usluata, 1991: 55)
Bu iletişimin başarılı olması için cinsiyet, yaş, eğitim gibi sosyo-ekonomikdüzey, statü
ile ilgili özellikler yanında bilgi tutum ve davranışlar, deneyimler, değerler gibi özelliklerde
kişilerarası iletişimi etkileyen özelliklerdir (Aziz, 2008:15)
Yüz yüze iletişimin yararcıl niteliklerinin yanında sürekli iletişim halindeki bireylerin
kimi zaman hedef yönelttikleri iletilerin alımlanması konusunda sıkıntı yaşadıklarına da tanık
olunur. Alınan geri bildirimlerde kodlanmış iletilerin amaçlanan sonuçları içermemesi
kişilerarası iletişim çatışmalarına kapı aralar. Kaynak ile hedef arasındaki eğitim, sosyal statü,
cinsiyet, ideoloji, yaşam biçimi, kültürel aidiyet gibi çeşitli değişkenler çoğu kez hedeflenen
amaçlarla bağdaşmayan bir iletişim akılı ortaya çıkarır (Çamdereli, 2008:90)
Etkin bir iletişim becerisi geliştirmeyi olanaksızlaştıran ya da mevcut bir iletişim
etkinliğinin duraksamasına, ardından kopmasına neden olan, kısaca iletişim akışını etkileyen
çatışma olgusunun temel nedenleri şöyle sıralanabilir (Dökmen, 2005: 82-133).
-Biliş (cognition): Duyu organlarından organizmaya ulaşan uyarıcıların algılanması,
anlamlandırılması, saklanması, hatırlanması ve kullanılması süreci; kısacası bu olguların
gerçekleşmesindeki zihinsel faaliyetlerin tümüdür. Var olmak neredeyse bilişsel süreçleri
kullanmakla eş anlamlıdır. Gördüklerimiz, işittiklerimiz, zihnimizde bunlara verdiğimiz
anlamlar, unuttuklarımız, hatırladıklarımız, kendimize ve çevremize karşı geliştirdiğimiz kalıp
düşünceler, genellemeler, diğer insanlarla kurulacak olan iletişimleri büyük ölçüde etkiler.
Güçlü bellek sayesinde fıkra bilmek ve bunu gereğince ve gerektiği ölçüde anlatabilmek ya da
seyrek görülen bir kişiye adıyla hitap etmek becerisi –muhatabına vereceği memnuniyetten
ötürü- iletişim kanallarını çoğu kez kolaylıkla açabilen bilişsel bir etkinliktir.
-Algı: Kişilerarası iletişimde çok karmaşık algısal durumları yaşar, değişik algılamalar
tanıklık ederiz. Örneğin kendi davranışlarımızı algılarız, karşımızdaki kişinin davranışlarını
algılarız. Karşımızdaki kişinin bizi nasıl algıladığını algılamaya çalışırız. Aynı şeyler
57
karşımızdaki kişi içinde geçerlidir. Böyle bir çabada doğal olarak çok karmaşık bir algı trafiği
söz konusu olacaktır. Bu yüzden de çok çeşitli kazaların, yanlış algılamaların ortaya çıkması ve
bunlarında çatışmalara yol açması kaçınılmazdır.
-Duygu: Kişilerarası iletişimde duygular çeşitli iletişim çatışmalarına neden olabilecek
etmenler arasında yer alır. Çoğu kez beden dilinin dışa vurduğu ama kimi zamanda ses
tonundan algılanan (sevinç, üzüntü, coşku, öfke gibi) duyguya ilişkin davranışlar, niyet
edilmemiş ve istenç dışı olarak yapılan davranışlardır.
-Bilinçdışı: Bilişsel süreçte olduğu gibi, küçük yaşlardan itibaren bilinçdışında
depolanan kimi istekler, çatışmalar, daha sonraki kavgaların, dil sürçmelerinin yanlış
anlamaların, küskünlüklerin nedeni haline gelebilir ve kuşkusuz iletişimi etkiler. Bir hastaneye
hasta olarak girildiğinde çekilecek sıkıntılar ya da resmi dairede yaşanabilecek olası güçlükler
bilinçdışında depolanan yaşanmışlıklar ve potansiyel bir iletişim çatışması için hazırda
beklerler.
-Gereksinimler: İnsanlar, susuzluklarını gidermek için, su aramak, karınlarını doyurmak
için yiyecek aramak, para ve statü elde etmek için iş aramak, yakınlık kurmak için dost aramak,
çeşitli tehlikelerden korunmak için güvenli ortam aramak gibi bazı güdülere sahiptirler ve
güdüler, organizmayı davranışta bulunmaya iter, gereksinimleri gidermeye yöneltirler.
Gereksinimlerin giderilmesinin herhangi bir biçimde engellenmesi iletişim çatışmalarına neden
olur.
-İletişim Becerisi: Kimi kusurlu iletişim davranışlarından kaynaklanan iletişim
çatışmalarının önüne, iletişim kurma becerisi kazandırılmakla – yalın bir örnek olarak; yanlış
anlaşılmalara yol açtığı görülen telaffuz bozukluklarının giderilmesiyle bile- geçilebilir.
- Kişisel Faktörler: Kişilerarası iletişimde cinsiyet, yaş, fiziksel görünüm, tutumlar gibi
kişisel faktörler de iletişim biçimini belirleyicidir. Bir hastane koridorunda beyaz önlüğüyle
ilerleyen bir doktora hitap ederken, “hemşerim” ya da “hanım abla” gibi ifadelerden kaçınarak
“doktor bey”, “doktor hanım” demek kişilerarası iletişimde kişisel faktörlere dikkat edildiğini
gösterir. Kişisel faktörleri önemsememek olası tepkileri üretmek ya da iletişim çatışmasına
neden olarak adımları atmak demektir.
-Kültürel Faktörler: İnsanlar içinde yaşadıkları, mensubu oldukları kültürün ve
kullandıkları dilin niteliğinden kaynaklanan bir takım çatışmalar yaşayabilirler. Bir yörede
kullanılan bir sözcüğün bir başka yörede değişik anlamlara gelmesi ya da bir yörede normal
karşılanan bir davranışın bir başka yörede hoş karşılanmaması buna örnektir.
-Roller: İnsanların öğretmen, hemşire, kasap, berber gibi çeşitli meslek rolleri yanında
anne olmak, baba olmak ya da bir evin küçüğü ya da büyüğü olmak, kiracısı olmak gibi ek
roller üstlenirler. Üstlendikleri rollerin niteliği ya da üstleniş biçimleri yüzünden kimi zaman
iletişim çatışmaları yaşayabilirler.
-Sosyal ve Fiziksel Çevre: İnsanlar değişik sosyal ve fiziksel çevrelerde olayları değişik
algılayabilir, değişik davranış gösterebilir, değişik tepkiler verebilirler. Evde yaramaz olan bir
58
çocuğun okulda uslu durma tutumu geliştirmesi, sosyal ve fiziksel çevre ile kişilerarası iletişim
ve çatışma arasında doğrudan bir ilişki kurabileceğini göstermektedir.
-İletinin Niteliği: İnsanlar kendilerine ulaşan bir iletinin kapsamına karşı olduklarında,
sırf bu yüzden ileti gönderenle çatışmaya girebilirler. Bir kişi çok iyi bilinen bir bilgiyi farklı
bir iletiyle –İstanbul’u Kanuni Sultan Süleyman 1449’da fethetmiştir, gibi bir iletiyle-
aktarmaya çalışırsa çatışma başlayabilir.
Tüm bu iletişimsel çatışma olgularıyla birlikte kişilerarası iletişimde temel ölçüt,
iletişime katılan bireylerin kendi adlarına ve kendi istedikleri biçimde iletişim kurmaları üzerine
kurulur (Çamdereli, 2008: 93)
3.3. Gruplararası İletişim
İletişimin kişilerarası biçiminin bir adım ilerisi kabul edilecek grup iletişimi, araçlı ve
araçsız olsun üç ya da daha fazla kişinin katıldığı seçilebilir ve ayırt edilebilir nitelikteki çoğul
iletişim türüdür (Çamdereli, 2008:94). Grup iletişimi küçük gruplar, takımlarla yapılan iletişim
şeklidir. Gerçekte kişilerarası iletişime girer, farkı kişilerarası iletişimde bulunan tarafların
sayıca az olması, grup iletişiminde ise sayısal fazlalığın olmasıdır (Aziz, 2008: 15) Grup
iletişim sürecini tartışmadan önce grup kavramının ne anlama geldiğini açıklamak yararlı
olacaktır. Grup, ortak amaç ve hedefi olan insanların hedeflerine ulaşmak için birbirleriyle
etkileşimli, birbirlerinin farkında olan ve kendilerini bir grup olarak gören insan topluluğudur.
Bizi bulunduğumuz ortamda etkileyen kişilerle bir grup oluştururuz. Bu, formel ya da informel,
küçük ya da büyük, birincil ya da ikincil veya referans grubu olabilir.
Grup iletişimi küçük gruplar, takımlarla yapılan iletişim türüdür. Bir kişi bir grupla
iletişim kurar. Mesajı veren tek olmakla birlikte, alıcı taraf sayıca fazla olabilir. Kimi zaman
verici tarafta grup olabilir. Bu tür iletişime en güzel örnek; eğitim kurumlarında sınıf içinde
yapılan eğitimdeki iletişim türüdür.
Grup iletişimi grup içi ve gruplar arası iletişim olarak kendini gösterir. Grup içi ve
gruplar arası iletişim genellikle ırk, cinsiyet, yaş, siyasal tercih gibi özelliklere göre ayırt
edilerek incelenir. Eğer iletişim ilişkisi bir kişinin bir gruba konuşması biçimindeyse, iletişim
yapısal özelliğine göre, bu tür konferans, konuşma, ders, tanıtım, reklam, vaaz olabilir. Eğer
gruplar arası ilişkileri kültür ölçeğine göre yaparsak, kültürler arası iletişim konusu önümüze
gelir. Grup iletişimi aynı zamanda belli amaçlar için örgütlenmiş grubu da içerir. Örgütlü grup
iletişimi örgütlerin yapısına göre değişir. Bunlar da siyasal, ekonomik ve kültürel amaçlı örgütlü
gruplar olabilir.
Grup iletişiminin sınırı, kişilerarası iletişimin bittiği yerde başlar. Grupiçi ve
gruplararası iletişim bu yüzden kişilerarası iletişime oldukça benzer. Ancak burada iletişim,
“bir grup olarak hareket etme özelliği kazanmış kişiler” arasında gerçekleşmektedir. Grubun
ortak özellikleri artık grup iletişimini büyük ölçüde belirlemektedir. Grup iletişim de
kişilerarası iletişimde olduğu gibi, aynı mekanı paylaşma ve yüz yüze gerçekleşme özelliklerini
taşır. Grup iletişimi de bazı durumlarda aracılanmış iletişim olarak gerçekleşebilir. Tele-
59
konferans teknikleriyle gerçekleştirilen iletişim, grupiçi ve gruplararası iletişimin aracılanmış
haline iyi bir örnektir. Grup iletişiminde “ikna”, genellikle “hakimiyet” sonucuna yöneliktir.
Dolayısıyla grup içi mücadele, iletişim dolayımıyla gerçekleşir. Grup iletişiminin hem resmi
(formal) hem de resmi olmayan (informal) şekilde gerçekleşebileceğini söylemeliyiz. Resmi
iletişim, kişilerin gruptaki konumlarına uygun olarak gerçekleştirdikleri iletişimdir. Resmi
olmayan iletişim ise, grup içi konumların ötesinde gerçekleşen iletişimdir. Örneğin dedikodu,
bu tür bir iletişimdir. Grup dinamiklerini harekete geçiren ve grubu bir arada tutan en önemli
süreç iletişimdir.
Halkla ilişkiler açısından hem kişilerarası hem de grup iletişimi büyük önem taşır.
Kampanyalar, özellikle küçük gruplara yönelmek durumunda olan kampanyalar açısından
kişilerarası iletişim ve grup iletişimi önemle üzerinde durulması gereken süreçlerdir. Özellikle
siyasal iletişim kampanyalarında kişilerarası iletişim ve grup iletişimi konuları önem
kazanmaktadır. Benzer şekilde bazı tanıtım ve reklam kampanyaları da, müşterilerle kişilerarası
ve grup düzeylerinde iletişim süreçleri geliştirmek durumundadır.
3.4. Kamusal İletişim
Kamusal iletişim, geniş halk topluluklarında yer alan iletişim türüdür. Özellikle kamuya
mesajı olan kişiler tarafından kullanılan bir iletişimdir. Bu tür iletişim, daha çok geniş halk
kitlelerine mesaj verme gereksinimi duyan kişiler (siyasal aktörler, sanatçılar, öğretim üyeleri,
iş adamları vb.) tarafından yapılır. Alıcı tarafın sayısal çokluğu nedeni ile çoğunlukla bir
iletişim aracı kullanılır. Yüz yüze olsa bile, geniş mekanlarda, daha geniş kitlelere mesaj verme
amaçlandığından arada mikrofon gibi verilen sözlü mesajı geniş kitlelere aktarabilecek
sistemlerin olması gerekir. Burada aynı mekanda olunmaması durumunda ise diğer iletişim
araçları da kullanılabilir (Aziz, 2008: 15-16).
3.5. Örgüt içi iletişim
Örgütü (organizasyonu) şöyle tanımlayabiliriz: Örgüt, iş ve işlev bölümü yaparak, bir
otorite hiyerarşisi içinde, ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş insanların
faaliyetlerin koordinasyonudur.
Örgütü belirli bir amacın gerçekleşmesi için kişilerin faaliyetlerinin bir bölümünün
işbölümü içerisinde koordine edildiği ve çevresiyle etkileşim içerisinde bulunduğu yapı olarak
tanımlamak mümkündür.
Çevreleriyle etkileşim halinde bulunan örgütlerde hiyerarşik bir düzen söz konusudur.
Bu sebeple örgütlerde kişiler önceden tanımlanmış bir takım rollere girerek bu rollerin gereğini
yerine getirmeye çalışmaktadır. Örgütteki kişiler üst ve astlar arasındaki ilişkilerinin nasıl
olacağı örgüt şemalarında belirtilmiştir. Bu sayede kimin kimden emir alacağı ve kime emir
vereceği önceden belirlenmiştir.
60
Örgüt üyelerinin bir takım işlere kendi rolleri içinde algılayıp algılamamaları ya da
sahip oldukları rolleri kendilerine uygun bulup bulmadıkları da yine örgüt içi iletişimlerinde
belirleyici olabilir.
Bir örgüt iletişim sistemi olmadan yaşayamaz günümüzde iletişimin önemi, örgütlerin
büyümelerine ve yönetimin gittikçe karmaşık bir görünüm kazanmasına, uzmanlaşmanın
artmasına, yerinden yönetim ilkesinin uygulanmasına, teknolojik gelişmelere, örgütlerin
toplumsal sorunlara eğilmelerine ve örgütlerde uyuşmazlıkların insancıl ilişkiler yöntemleriyle
çözümlenmesine son zamanlarda verilen öneme paralel olarak artmıştır. Buna göre, örgütün
etkili olabilmesi ve etkililiğini sürdürebilmesi için iletişim sistemini etkin çalıştırması
zorunludur.
İşletmeler birer sosyal sistem niteliğini taşırlar. İşletmelerde çalışmak ya da onları
yönetmek isteyen herkes işletmelerin çalışması hakkında fikir sahibi olmalıdır. İşletmeler
teknoloji ve insanları başka bir deyişle bilim ve insanlığı birleştirirler. Teknoloji başlı başına
karmaşık bir konudur; teknoloji ve insanın bir araya gelmesiyle anlaşılması olanaksız son
derece karmaşık bir sosyal sistem olarak çıkar. İşletmeler ne kadar karmaşık olursa olsun
toplumun onları anlaması ve onları iyi kullanması zorunludur. Çünkü teknolojinin sağladığı
olanaklardan yararlanmak için gereklidirler.
İşletmelerde yer alan insan davranışlarını önceden tahmin etmek oldukça güçtür. Bunun
nedeni insan davranışlarının köklü gereksinmelerinden ve belirsiz değer sistemlerinden
kaynaklanmasıdır. Bununla beraber yönetim ve diğer disiplinlerin katkıları ile insan
davranışlarının anlaşılması ve tahmin edilmesi olasılığı artmıştır.
İnsanlar işletmenin iç sosyal sistemini oluşturur. Birey ve grupları, küçük ve büyük
grupları kapsar. Biçimsel ve biçimsel olmayan gruplar olabilir. Gruplar dinamiktir. Oluşur,
değişir ve çözülürler. İşletmede çalışan insanlar yaşayan, düşünen ve duyan varlıklardır.
İşletmeler kişilerin amaçlarına ulaşmasını sağlarlar. İnsanlar hizmet etmek için değil işletmeler
insanlara hizmet etmek için kurulurlar.
İşletmelerin yapısı insanların rol ilişkilerini belirler insanların değişik türde işler
yapabilmeleri için işin bölünmesi gerektiğinden değişik rol ilişkileri söz konusudur. Bir büroda
herkes muhasebeci ya da bir üniversitede her kes profesör olamaz. Yöneticilerle çalışanlar ve
isçiler vardır. İşin etkin bir biçimde uyumlaştırabilmesi için bu insanların yapısal bir biçimde
ilişkide olmaları gerekir.
3.6. Kültürlerarası İletişim (Kartari, 1999: 19-26)
Kültürlerarası iletişim farklı toplulukların, kültürlerin arasında yapılan iletişim türüdür
(Mutlu, 1994:151). Bu tür iletişimin kendine özgü özellikleri, koşulları vardır. Bu tür iletişimde
alıcı ve verici taraf aynı kültürün insanları değil, farklı yaşam biçimlerine sahip, farklı
kültürlerin insanlarıdır. Dolayısıyla, her iki taraf arasında kullanılan ortak dilden, bu dilin
sembollerine kadar temelde anlam farklılığı vardır. Kullanılan temel söz varlığı aynı olsa bile,
o sözcüklerin taşıdığı anlamlar farklıdır.
61
Kartari’ye göre (Kartari, 1999: 19-26), "Kültür", günlük konuşma dilinde çok kullanılan
bir sözcük olsa da, hangi anlama geldiği her zaman açık değildir. Günlük dile geçmiş benzerleri
gibi "kültür" terimi de, hangi bağlamda, kimin tarafından kullanıldığına bağlı olan çokanlamlı
bir terimdir. Kültürün anlamı, onunla ilgilenen bilim dalına göre de değişebilir. Söz gelişi,
Hall'a göre, "kültür iletişim, iletişim de kültürdür"'. Ancak Birdwhsitell bu görüşe tamamen
katılmadığını bildirerek kültür ve iletişimin, kalıplaşmış karşılıklı bağlantının tanımlanmasıyla
ilgili yöntemin iki farklı yönünü gösteren kavramlar olduğunu belirtmektedir. Birdvvhistell'e
göre, kültür yapıyı ifade ederken, iletişim süreç üzerinde yoğunlaşmıştır. Görüldüğü gibi,
kültürlerarası iletişim alanında da üzerinde herkesin fikir birliği ettiği, yaygın olarak kullanılan
bir kültür tanımı yoktur. Bunun sonucunda, bilimde kültürden söz ederken, her çalışmada
"kültür" terimi ile neyin kastedildiği açık olarak belirtilmeli, diğer bir deyişle, temelinde
"kültür" kavramı bulunan bütün bilimsel çalışmalarda kültür yeniden tanımlanmalıdır. Kültürel
antropolojide kültür genellikle, hem insan davranışları, hem de onun yarattığı maddi ve maddi
olmayan ürünleriyle görünür hale gelen fikir, inanç, düşünme ve değer yönelimleri sistemi
olarak anlaşılır. Bununla birlikte kültür başka anlamlarda da kullanılır ve böylece kavram olarak
bir grubun yaşam tarzı yerine, yaşam tarzı ile diğerlerinden ayrılan grubu ifade eder. Örneğin,
Brislin'e göre, "bir kültür, ortak inançları, deneyimleri ve değer yargılan ile belirlenebilen, bu
ortak deneyimleri ile birbirine bağlanmış ve ortak tarihi geçmişe sahip grup" olarak
anlaşılabilir. Bu tanıma göre, Türk, Alman, İngiliz ya da Rus halklarının kendilerine özgü
kültürleri olduğundan söz edilmiyor, ancak bu ulusların adlan aynı zamanda onların kültürlerini
ifade ediyor demektir. Günlük konuşma dilinde de kültür sözcüğü sık sık bu anlamda
kullanılmaktadır.
Kültürlerarası iletişim alanında çalışanın kültürü "sembol, anlam ve normların tarihsel
aktarım sistemi" olarak tanımlanmasının, bu karmaşık konunun daha kolay anlaşılmasına
yardım edeceğine inanmaktayım" . "Kültür sistemi", sözlü mesajlar ve iletişim için temel
oluşturan sözsüz işaretlerle, bunların yorumu ve onlara atfedilen anlamlar gibi yapı taşlarından
oluşur. Çünkü kültür yalnız konuşulan dil ve kullanılan semboller değil, bu sembollerin sürekli
olarak yorumlanmasını da içeren bir kavramdır.
İletişim en genel tanımıyla anlam aktarımı olarak tanımlanır ve diğer insanların
algılayabildikleri ve yorumlayarak anlam çıkarabildikleri, istemli ya da istem dışı, bütün
davranışları içerir. Bu nedenle hiç kimse iletişimde bulunmuyorum diyemez. İletişim karmaşık,
çok yönlü ve dinamik bir anlam aktarımı süreci olarak da anlaşılmaktadır. Kültür ve iletişim
birbirinden ayrılamaz iki kavramdır. İletişim ve kültürün "anlamların sembolik değiş tokuşu"
olarak birbiriyle yakın ilişki içinde oldukları genel olarak kabul görmektedir. Kültürlerarası
iletişim genellikle farklı kültürlere mensup bireyler ya da gruplar arasında gerçekleşen iletişim
faaliyetleri olarak tanımlanır. Mikro düzeyde "yabancı"lar arasındaki yüz-yüze iletişim bu
disiplinin inceleme alanına girerken, kültürlerarası iletişim makro düzeyde etnik gruplar,
uluslar ve ülkeler arasındaki iletişim faaliyetleri inceler. Kültürlerarası iletişimin yeterliği,
gönderilen mesajın, alıcının algılayabileceği ve kaynağın niyetine uygun şekilde
yorumlayabileceği şekilde kodlanmasına, alıcının da algıladığı mesajın farklı bir kod sisteminin
ürünü olduğunun farkında olmasına bağlıdır. "İletişimsel yeterlik, sadece dil düz gesini bilmeyi
62
değil, kime ne deneceğini ve verili bir durumda bunun uygun şekilde nasıl söyleneceğini
bilmeyi de gerektirir".
Kültürlerarası iletişim akademik bir disiplin olarak, teorik bilgilerin sosyal pratikler
yoluyla uygulanması üzerinde yoğunlaştığı için, bir yandan iletişim bilimlerinin bir yandan da
kültür bilimleri olarak adlandırdığım Sosyal ve kültürel antropoloji, etnoloji ve halkbilimin ilgi
alanına girmektedir. Günümüzde farklı kültürlerden insanlar günlük yaşamlarında birbirleriyle
karşılıklı etkileşime girmektedir. Birçok ulusal devletin sınırlan içinde farklı kültürel ve etnik
kökende insanlar bir arada yaşamaktadır. Ekonomik, siyasal kültürel ve etnik kökende insanlar
bir arada yaşamaktadır. Ekonomik ve siyasal nedenlere dayalı göçler, kitle turizmi ve
ekonomik-siyasal birliklerin yaygınlaşması da farklı kültürlerden insanların birbirleriyle
karşılaşmaları olasılığını arttırmış ve bu karşılaşmaların sosyal sonuçları çağdaş toplumun
problemleri olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Hem kültürel hem de iletişim yönü bulunan bu
sorunların çözümünde temelde kültür bilimlerinin teorik birikiminden yararlanılmaktadır.
3.7. Kitle (kitlesel) İletişimi
Haberin, bilginin, düşüncelerin ya da genel anlamıyla kültürün insan topluluklarına
çeşitli araç ve tekniklerle dağıtılmasıdır. Burada belirli bir kaynaktan hedef kitleye mesajların
tek yönlü olarak gönderilmesi söz konusudur. Bu iletişimde alıcının kimliği ve mesajı algılayıp
algılamadığı ya da nasıl algıladığını öğrenmekte güçlükler vardır. Alıcının mesaj algılama ve
anlamlandırma biçimi ile mesajı aldığı ortamın durumu kitle iletişim sürecini etkilemektedir.
Bir kitlesel araçla, söz gelişi televizyon, gazeteler, duvar panoları veya sinemalarla
dolayımlanan iletişim türüdür kitle iletişimi (Mutlu, 1994:129). Bir takım
bilgilerin/sembollerin, bir takım hedefler tarafından üretilmesi geniş insan topluluklarına
iletilmesi ve bu insanlar tarafından yorumlanması sürecine "kitle iletişimi" adı verilir. Kitle
iletişiminde kaynak ile hedef arasındaki kanallara ise "kitle iletişim araçları" denir. Kitlesel
iletişim, iletişimin kitlesel iletişim araçlarıyla yapılan türüdür. Bu sayısal çokluk kullanılan
iletişim kanallarına göre değişir. Ancak, milyonlara varan rakamlarla ifade edilir. Burada verici
taraf bilinen bir kurum/kuruluş ya da kurumsallaşmış bir kişilik olmasına karşılık alıcı, hedef
kitle anonimdir, türdeş değildir. İletişim teknolojilerindeki gelişmelere bağlı olarak bu
araçlarda da büyük değişiklikler olmuştur.
Kitle iletişimi çeşitli türdeki mesajların büyük ve dağınık bir kitleye bu amaç için
geliştirilmiş araçlar kullanılarak iletilir. Çoğunlukla tek taraflı işleyen ilişkilere dayanan birinin
verici diğer tarafın alıcı olduğu kitle iletişiminde gönderici ile alıcı arasında yüz yüze bir ilişki
kurulması olanaksızdır. Uzmanlaşma ve kurumsallaşmanın söz konusu olduğu bu iletişim türü
de gönderici mesajını mekanik araçlar yardımıyla kısa zamanda hızlı ve sürekli bir biçimde
alıcıya iletmektedir.
Gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet yaygın olarak kullanılan kitle iletişim
araçlarıdır.Bu araçlar düşünce ve haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere duyurmak için belli
aralıklarla ya da sürekli olarak yayın yaparlar. İletişim teknolojisindeki yeni gelişmeler (uydu
63
yayınları, kablolu yayınlar ve şifreli yayınlar ile bilgisayar teknolojisi) kitle iletiflimini daha
yaygın ve daha karmaşık hâle getirmiştir.
Kitle İletişim Araçlarının İşlevlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Bilgilendirme, haber verme,
2. Etkileme, kamuoyu oluşturma,
3. Kişileri yaşadıkları toplumun bir parçası hâline getirme (toplumsallaştırma),
4. Kültürün nesilden nesile geçişine ve gelişmesine katkı sağlama,
5. Eğitme,
6. Eğlendirme, hoşça vakit geçirtme,
7. Dış dünyayı görmemizi sağlama,
8. Eşya ve hizmetlerin tanıtılmasına, satılmasına yardımcı olma.
Kitle iletişim araçları; birey, grup ya da örgüt, sosyal kurum, toplum ve kültür düzeyinde
etkili olurlar. Bireyin de bilgi, duygu, görüfl, tutum ve davranışlarını etkiler. Bu etki bireyin
değerleri ile örtüştüğü sürece daha fazla olur. Toplumsallaşma (sosyalleşme) sürecinde de
bireylere yardımcı olurlar. Özetle kitle iletişim araçları; bilgi, görüş ve düşüncelerin
paylaşılmasını sağlayan; sosyal örgütlenmeyi güçlendiren; kamuoyu oluşturan; insanların
anlama, anlatma, öğrenme ve eğitim gibi çeşitli ihtiyaçlarını karşılayan; insan ilişkilerini
değiştirip geliştiren; yeni davranışı ve tutum kalıplarını, görüş ve düşünce akımlarını
yaygınlaştıran en etkili iletişim araçlarıdır.
Kitle iletişiminin başlıca özellikleri şunlardır: (Mutlu, 1994: 130)
-Kitle iletişiminin izler kitlesi görece geniştir.
-İzler kitle çeşitli toplumsal kümelerden gelen ve değişik ve çeşitli niteliklere sahip
insanlardan oluşan ayrı türden bir topluluktur.
-İzler kitle kimliksiz bir topluluktur, yani izler kitle üyesi ve iletişimci genellikle
birbirlerini kişisel olarak tanımazlar.
-Kitle iletişimi kamusaldır yani içeriği herkese açıktır.
-Kitle iletişim araçları kaynaktan uzaktan bulunan, birbirlerinden ayrı olarak
konumlanmış çok sayıda insanla aynı anda iletişim kurabilir.
-Kitle iletişimi karmaşık biçimsel kurumları gerektirir.
64
-İletişimciyle izler kitle arasındaki ilişki izler kitlenin kişisel tanışıklığı olmayan
profesyonel iletişimci rolündeki kişiler arasında kurulur.
-İletişim geri döndürülemezcesine tek yönlüdür ve izler kitlenin anında yanıt verme
olasılığını fiilen dışlamaktadır böylelikle iletişim sisteminde gönderici ile alıcı arasında keskin
bir kutuplaşma söz konusudur.
-Kitle iletişim araçlarının ürünleri hem fiziksel anlamda hem de bireye maliyeti oldukça
az olması nedeniyle parasal anlamda halkın çoğu için kolayca elde edilebilirdir.
65
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bağlamına göre 7 iletişim türü vardır. İlk olarak, insanlar kendi içlerinde bir takım
mesajlar üreterek ve bunları yorumlayarak kişi içi iletişimde bulunurlar. İkincisi, genel bir
tanımlamayla kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimdir, iki kişi arasında yüz
yüze gerçekleşen kişilerarası iletişimdir. Üçüncüsü, küçük gruplar, takımlarla yapılan grup
iletişimdir. Dördüncüsü, geniş halk topluluklarında yer alan kamusal iletişimdir. Beşincisi,
belirli bir amacın gerçekleşmesi için kişilerin faaliyetlerinin bir bölümünün işbölümü içerisinde
koordine edildiği ve çevresiyle etkileşim içerisinde bulunduğu yapı olarak tanımlanan örgütler
içerisindeki iletişimdir. Altıncısı, farklı toplulukların, kültürlerin arasında yapılan kültürlerarası
iletişimdir. Sonuncusu ise, kitlesel iletişimdir, iletişimin kitlesel iletişim araçlarıyla yapılan
türüdür. Bu ders kapsamında bu iletişim türlerinden ayrıntılı olarak söz edilmiştir.
66
Bölüm Soruları
1- Bir insanın düşünmesini, duygulanmasını, kişisel ihtiyaçlarının farkına
varmasını iç gözlem yapmasını rüya görerek kendi içinden mesaj almasını ya da kendine
sorular sorarak bunlara yanıtlar üretmesi nasıl bir iletişim olarak tanımlanır?
a) Kendimizle iletişim
b) Kişilerarası iletişim
c) Gruplararası iletişim
d) Kamusal iletişim
e) Kültürlerarsı iletişim
2- Aşağıdakilerden hangisi kendimizle iletişim şekillerinden değildir?
a) Düşünme
b) Karar verme
c) Plan yapma
d) Kendisini diğer kişilerle karşılaştırma
e) Yüz yüze iletişm kurma
3- Aşağıdakilerden hangisi içsel iletişimin işlevleri arasında yer almaz?
a) Dış çevreyle iletişimin değerlendirilmesi
b) Dış çevreyle iletişim planlanması
c) Kişinin kendi kendisiyle kalma gereksinimi
d) Uyumsuzluk durumlarının giderilmesi
e) Kişilerarası çatışmaların çözümlenmesi
4- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimin özelliklerinden değildir?
a) Kişilerarası iletişim tam bir iletişim olgusu ve sürecinin yer aldığı, insanlar
arasında yapılan iletişimdir.
b) Kişiler arası iletişim genellikle kendiliğinden ve teklifsizdir.
c) Roller görece esnektir. Çünkü taraflar nöbetleşe gönderici ve alıcı olarak
iletişimde bulunurlar.
67
d) Geribildirimde bulunmak zaman alır.
e) Bu iletişimin gerçekleşmesi sırasında bireyler genellikle aynı fiziksel ortam
içerisinde bulunurlar
5- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimde etkili olan özelliklerden değildir?
a) Örgüt iletişimine dahil olmak
b) Sosyo-ekonomik düzey
c) Bilgi, tutum ve davranışlar
d) Deneyimler
e) Değerler
6- Aşağıdakilerden hangisi etkin bir iletişim becerisi geliştirmeyi olanaksızlaştıran
ya da mevcut bir iletişim etkinliğinin duraksamasına, ardından kopmasına neden olan, kısaca
iletişim akışını etkileyen çatışma olgusunun temel nedenlerden değildir?
a) Algı
b) Motivasyon
c) Biliş
d) Duygu
e) Bilinçdışı
7- Grup iletişiminin sınırı,…………………………………. başlar.
a) kişilerarası iletişimin bittiği yerde
b) örgüt iletişiminin bittiği yerde
c) kamusal iletişimin bittiği yerde
d) kültürlerarası iletişimin bittiği yerde
e) içsel iletişimin bittiği yerde
8- Aşağıdakilerden hangisi kamusal iletişimin özelliklerinden değildir?
a) Kamusal iletişim, geniş halk topluluklarında yer alan iletişim türüdür.
b) Özellikle kamuya mesajı olan kişiler tarafından kullanılan bir iletişimdir.
68
c) Alıcı tarafın sayısal çokluğu nedeni ile çoğunlukla bir iletişim aracı kullanılır.
d) Yüz yüze olsa bile, geniş mekanlarda, daha geniş kitlelere mesaj verme
amaçlandığından arada mikrofon gibi verilen sözlü mesajı geniş kitlelere aktarabilecek
sistemlerin olması gerekir.
e) Geribildirimde anındalık sözkonusu olduğu için oldukça etkilidir.
9- Etkin bir iletişim becerisi geliştirmeyi olanaksızlaştıran ya da mevcut bir iletişim
etkinliğinin duraksamasına, ardından kopmasına neden olan, kısaca iletişim akışını etkileyen
çatışma olgusunun temel nedenlerden biri aşağıdakilerden hangisi değildir?
a) Sosyal fiziksel çevre
b) İlişkinin niteliği
c) Roller
d) İletişim Becerisi
e) Empati yeteneği
10- Özellikle ikna çalışmalarında en etkili iletişim türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) İçsel İletişim
b) Kişilerarası iletişim
c) Gruplararası iletişimi
d) Örgütsel iletişim
e) Kültürlerarası iletişim
Cevaplar: 1a, 2e, 3e, 4d, 5a, 6b, 7a, 8e, 9e, 10c
69
4. TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİNDE KİŞİLERARASI İLETİŞİM
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
70
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
4. TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİNDE KİŞİLERARASI İLETİŞİM
4.1.Bir Gereksinim Olgusu Sosyal Etkileşim ve İletişimin Kişilerarasılığı
4.2.İletişimi Kişilerarası Kılan Başat Özellikleri
4.3.Yakın İlişkilerde Kişilerarası İletişim
4.4.Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri
4.5.Kişilerarası İletişim ve Güven
4.6.Kişilerarası İletişimde ve Sosyal Etkileşimde Temel Olgular
71
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. Toplumsallaşma sürecinde kişilerarası iletişimin nasıl bir önemi vardır?
2. Kişilerarası iletişimde algı nasıl bir yere sahiptir?
3. Güven ilişkilerde vazgeçilebilecek bir olgu mudur?
72
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
Toplumsallaşma sürecinde
kişilerarası iletişim
Kişilerarası iletişimin diğer
tüm iletişim türlerinin temeli
olduğunun kavranması
Toplumallaşmayla birlikte
birey diğer bireylerle
kurmuş oldukları iletişimle
kendilerini varederler.
73
Anahtar Kavramlar
Kişilerarası İletişim, Güven, Algı
74
Giriş
Bu ders kapsamında insanın toplumsal kuruluşu dediğimiz toplumsallaşma sürecinde
bir gereksinin olgusu sosyal etkileşim ya da iletişimin kişilerarasılığı üzerinde durulacaktır.
İletişimi kişilerarası kılan başat özelliklerin neler olduğu bu dersin konuları arasında yer
almaktadır. Kişilerarası algının iletişimdeki önemi ve kişilerarası iletişimin olmazsa olmazı
güven konusu üzerinde durulacaktır.
75
4.1. Bir Gereksinim Olgusu Sosyal Etkileşim ya da İletişimin
Kişilerarasılığı
Tek tek varlıklar kendi kendilerine yetmez. Evrende hiçbir varlık kendi kendisiyle
sınırlı, gücü kendi içinde, diğer varlıklardan yalıtılmış değildir. Bir bütün içindedir (İnam, 2003:
14). Bu bütün içinde de iletişim kurmak zorundadır. Her iletişim durumu, kaynakla hedefin
karşılıklı bağımlılığı demektir (Zıllıoğlu, 2007: 288).
Dünyaya gelişimizle birlikte bir öğrenme süreci içine gireriz ve ihtiyaçlarımızın
karşılanması için keşfe çıkarız. Önce temel olan beslenme ve doyma ihtiyacının karşılanması
için anne memesi keşfedilir. Bu dönemde her ne kadar kendimizi ve dünyayı bir bütün olarak
algılasak da, ilk kişilerarası etkileşim başlamıştır. İhtiyaçların karşılanması için kendi dışındaki
bir varlıkla; anne ya da bir başka "bakıcı" ile etkileşime girilir. Çocukta reflekslerle başlayan
bu iletişim kurma becerisi uygun davranışların öğrenilmesiyle gelişmeye devam eder.
İlk bebeklik döneminde yeme eylemi ve bu eylemden zevk alma, çocuğun yaşamındaki
en önemli ihtiyaçtır. Kişilerarası iletişim ise bu ihtiyacın karşılanması doğrultusunda bir araç
olma önemi taşır. Ancak daha sonraki dönemlerde, kişilerarası iletişimin kendisi bir ihtiyaç
olmaya ve kendi başına bir anlam kazanmaya başlar. Çocuk, ilk gelişim dönemindeki ben
merkezci ve edilgen konumundan yavaş yavaş çıkar. Artık dünyadaki her şeyin, onun
ihtiyaçlarını karşılamak için programlanmadığını anlamaya başlayacaktır. Bu süreç içinde
çocuk bazı hayal kırıklıkları yaşamak durumundadır.
Gelişimimiz boyunca, sürekli olarak çevremizdeki diğer kişileri gözlemleriz.
Nasıl olduklarını, bizi nasıl gördüklerini ve bize nasıl davrandıklarını inceleriz. Bu keşifler
sırasındaki kişilerarası etkileşim aynı zamanda bir kişiler arası öğrenmedir. Yaşamımızı devam
ettirmek ve içinde yaşadığımız dünyaya uyum sağlamak için uygun davranış biçimlerini
öğrenmeye çalışırız. Erken yaşlarda bu davranışlar anne-baba yardımı ile, daha sonra da
arkadaşlar, öğretmenler ve diğer önemli kişilerin etkisiyle öğrenilir, geliştirilir. Toplum
tarafından genel olarak onaylanmış davranış normları davranışlarımızın şekillenmesinde büyük
önem taşır. Kendi algılarımızı diğer kişilerin algılarıyla karşılaştırırken, bunların bizim için
önemi olan kişiler tarafından onaylanması ihtiyacını duyarız. Bazı gelişim kuramlarına göre,
sosyal etkileşim, gelişimimizde ve kimlik oluşumunda en önemli etkendir. Etkileşim sırasında
kendimiz hakkında çok şey öğreniriz.
Diğer kişilerin bize nasıl davrandıkları, onların bizi algılayış biçimi hakkında çok
önemli ipuçlarıdır. Başkalarının bizi algılayış biçimi bizim kendimizle ilgili düşüncelerimize
şekil vererek kendimiz için oluşturduğumuz benlik algısını etkiler. Benlik algımız ve kendimize
verdiğimiz değer de karşılıklı olarak birbirini etkiler. Eğer kişilerle nasıl bir iletişim ve etkileşim
içinde olduğumuz kendimiz için oluşturduğumuz imajı etkiliyorsa, kendimize verdiğimiz
değeri de kaçınılmaz olarak etkiler. Kişilerarası iletişim kişiye benlik algısını, kendine verdiği
değeri, kendine olan saygısını ve güvenini ölçme fırsatı verdiği için kişinin yaşamının çok
önemli ihtiyaçlarından biri olma özelliğini taşımaktadır.
76
Eğer başkalarının bizi nasıl algıladığını bilmek bu kadar önemli ise, o zaman bunu
öğrenmenin en sağlıklı yolunu bulmamız gerekmektedir. Bu da kişilerden dolaysız geribildirim
almaktır. Hangi davranışlarımızın insanlarda hangi etkiyi bıraktığını onlara sorarak hem onların
bizim için oluşturdukları algıyı netleştirebilme hem de kendimizde değiştirmek istediğimiz bazı
yönlerin farkına varma olanağı bulabiliriz. Başkalarından kendimizle ilgili alacağımız
geribildirimler bizim benlik algımızı ve benlik saygımızı etkileyeceği için bu geribildirimleri
aldığımız kişilerin, dürüstlüğüne ve açıklığına güvendiğimiz insanlar olması önemlidir.
Geribildirim bize aynadaki yansımamızı gösterir. Bir bakıma diğer kişiler bize bir ayna tutarlar.
Aynaya hangi tarafınızı gösterirseniz, o tarafınızın yansımasını alırsınız. Bu nedenle
insanlardan aldığımız geribildirim de onlara gösterdiğimiz yönümüzle ilgilidir. Kendimizi
olduğumuzdan farklı gösterirsek, bu onlarda çarpık algıların oluşmasına yol açar. Oysa gerçek
benliğimizi gösterdiğimizde gerçeğin yansımalarını görme şansımız olur.
İnsanların diğerleri hakkında daha çok bilgi edinmek suretiyle onlar hakkındaki
belirsizliklerini azaltma gereksinimleri vardır. Elde edilen bilgi, diğerlerinin herhangi bir
durumdaki davranışını tahmin edebilmek amacıyla kullanılır. Belirsizlik azaltma özellikle ilişki
kurmada önemlidir. Belirsizlik azaldığı takdirde güvenme ya da güvenmeme derecesi de
değişmektedir. Kişiler birbirleri hakkında belirsizlikleri azaltırken, birbirleri hakkında temel bir
bilgi inşa ederler. Elbette her belirsizliğin ortadan kalkmasıyla ortak bir anlayışa varma, ortak
bir şekilde amaçları gerçekleştirme, paylaşma, ilişkiyi destekleme ortaya çıkmaz. Çatışmalar,
anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar da ortaya çıkabilir. Kişi karşısındaki kişiyle ilgili belirsizliklerini
giderdikçe, onu daha yakından tanımaya başladıkça, o kişi hakkında yargılarda bulunmaya
başlayabilir. Hangi konularda güvenilir olduğunu, hangilerinde güvenilir olmadığını, yalan
söyleyip söylemediğini ayırt edebilir (Erdoğan, 2002:191).
Kişilerarası iletişim birçok farklı gereksinimin giderilmeye çalışıldığı bir yaşam
boyutudur. Bu gereksinimleri biyolojik, duygusal, düşünsel, sosyal gibi birbirinden kesin
çizgilerle ayırmaya çalışmak yanında şöyle de kısa ve anlamlı bir özet yapmak mümkündür:
Varoluşumuzun tadını çıkarmak için başkalarının varlığını hissetmeye gereksinimiz vardır.
Doğru ve açık iletişim, karşı tarafın açısının anlaşılmasına ve güvenin kurulmasına,
tarafların tercihlerine, değerlerine, sorunlarına, yaklaşımlarına yönelik bilgi değişimine yol açar
ki, bu durum öncelikle bilgiye dayalı güveni geliştirir (Erdem, 2003 :175). İletişim ancak
doğruluk ve açıklık ile doğru kurulur ve gelişir. Açık bir iletişimde bilgiler ve düşünceler
serbestçe paylaşılabilmektedir. Çünkü bir güven ortamının olduğu toplumlarda kişiler
fikirlerini açıkça ifade etmekten kaçınmazlar. Güven ve açık iletişim düzeyi arasında olumlu
yönde bir ilişki vardır.
4.2. İletişimi Kişilerarası Kılan Başat Özellikleri
İki insan bir araya geldiği ve birbirlerini fark ettikleri anda kişilerarası iletişim
kaçınılmaz olur. Bu kişilerarası iletişimin en temel ilkesidir. Bir karşılaşma sürecinde, kişiler
birbirlerinin varlığının farkında iseler, bütün davranışlar bir mesaj değeri içerir ve iletişim
yaşanır. Sözcükler de iletişim potansiyeli içerir, sessizlik de. Harekette de bunu görebilirsiniz,
hareketsizlikte de. Konuşma olmaması ya da diğer kişiyi/kişileri görmezlikten gelmek iletişim
77
olmadığı anlamına gelmez. Hatta, birbirimizin farkında olduğumuz sürece iletişim kurmamak
söz konusu değildir. Konuşmayı reddetmek de bir iletişim mesajıdır ve önemli bir mesajdır.
İnsanlar arasındaki iletişim ister konuşma şeklinde doğrudan olsun, isterse belirli
kanallarla dolaylı yollardan gerçekleşsin, çok farklı sözlü ve yazılı sembollerin kullanılmasıyla
meydana gelir. İnsan topluluklarının, hayvan türlerine göre en önemli üstünlüklerinden biri de
iç güdülerini ve genlerini tayin ettiği özelliklerin dışında çok sayıda iletişim şekillerini sonradan
öğrenme imkanına sahip olmasıdır (Eroğlu, 2000 : 209).
Kişilerarası iletişimde sözcükler kadar, ses tonu, beden duruşu, mimikler ve jestler de
önemlidir. İletişimin sözel olmayan unsurları, sözcüklerin vermediği ya da vermek istemediği
mesajları verebilir. Sözel iletişim sırasında verilen mesajın sözcüklerle sınırlı içeriğinin
ötesinde verilen diğer mesajlara da süreç diyoruz. Süreç, söze dökülmeyen alt mesajın nasıl bir
mesaj olduğunu gösterir.
Kişilerarası iletişimde hem içerik hem de süreç vardır. Kişilerarası iletişimde birbirimize
verdiğimiz mesajlar yalnızca sözcüklerin anlamıyla sınırlı kalmayıp, sözel olmayan diğer
iletişim yollarıyla zenginleştirilir. Herhangi bir şeyi söylemek için seçilen zaman, kullanılan
ifade, ses tonu, mimikler gibi sözel olmayan ifade araçları, verilen mesajın, mesajı alan kişi
tarafından belli biçimlerde algılanmasına ve yorumlanmasına yol açar. Bunlar, mesajın içeriği
hakkında verilen bilgilerdir. Öyleyse iletişimde süreç en az içerik kadar, hatta bazen daha da
önemlidir. İletişim sırasında karşımızdaki kişi, ne söylediğimize olduğu kadar, onu nasıl
söylediğimize de bir tepki verir. Çünkü süreç, söylenenlerin neden söylendiğine ilişkin ipuçları
verir. İnsanların da daha duyarlı oldukları boyut budur. Bu nedenle söylediklerimizi nasıl
söylediğimize ve karşımızdaki kişinin bu mesajı nasıl algıladığını gösteren ipuçlarına dikkat
etmek sağlıklı iletişimin önemli ayrıntılarındandır. Eğer iletişimde süreç ve içerik farklı
mesajlar veriyorsa ya da süreç net değilse, bu durumda iletişimde tıkanıklıklar, yanlış
anlaşılmalar ya da belirsizlikler ortaya çıkar.
İletişim süreci içinde bir mesajın ardından hangi mesajın geldiği etkileşimden çıkarılan
anlamı etkiler. İki kişi bir araya geldiğinde iletişim kaçınılmaz olduğuna ve doğrusal değil de
dairesel bir süreçte gerçekleştiğine göre kişilerarası ilişkilerimizde biraraya gelip, birbirimizin
farkına vardığımız anda, karşılıklı davranışlar zinciri başlar. Davranış, akıl, duygu ve beden
işbirliğinin bir ürünüdür. Davranışlar tümüyle kişisel seçimlerdir. Bazen sağlıklı, bazen de
sağlıksız olabilirler. Ancak burada vurgulanmak istenen, mesajların niteliği ve içeriği değil, bir
mesajın mutlaka bir diğerini getireceği ve davranışların bir sırayı izlediği gerçeğidir.
Karşımızdakinin hangi sözünün ardından neyi söylediğimiz ya da onun hangi davranışının
ardından neyi yaptığımız üzerinde durulması gereken konulardan biridir.
“İletişim süreci konuşulan ya da yazılan semboller şeklinde kodlanmış bulunan bilgi,
fikir ve duygunun dil aracılığıyla ifade edilmesi olduğu kadar vücudun konumu ve görünümü,
giyilen kıyafetlerin etkisi ile bazı vücut hareketleri tarzında sözsüz bir anlatım biçimi olarak da
gerçekleşir.” (Eroğlu, 2000: 209) Sözel olmayan iletişim yollarının kişilerarası ilişkilerdeki
önemi büyüktür. Sözel olmayan iletişim duruş, bakış, mimikler, jestler, ses tonu gibi ifade
biçimlerini içerir. İletişimde sözel olmayan ipuçları en az sözcükler kadar, hatta zaman zaman
78
daha da etkili olabilmektedir. Bunlar bazen doğrudan mesaj vermek için kullanılır. Örneğin,
birine öfkeli olduğunuzu onun gözünün içine dik dik bakarak belli etmeye çalışabilirsiniz.
Bazen de sözel bir mesajı yorumlayabilmek için ona eşlik eden sözel olmayan ifade yollarına
dikkat edilir. Örneğin, "seninle konuşmak istediğim şeyler var" gibi bir cümlenin ardında nasıl
bir mesaj olduğunu, bunu söyleyen kişinin kullandığı sözel olmayan ifade yollarını (bakışı, ses
tonu, mimikleri, duruşu, seçilen zaman) değerlendirerek yorumlamaya çalışırsınız. Bu ifade,
öfkeli bir tartışmanın başlangıcını da gösterebilir, romantik bir konuşmanın ön hazırlığı da
olabilir, o kişinin kendi özel sorunlarını sizinle paylaşmak istediği anlamına da gelebilir.
Kişilerarası ilişki ve iletişimler sonucu güven ve yakınlık kurulup bu karakterde bir
gelişme sağlanacağı gibi, kandırılma ve hayal kırıklıkları da ortaya çıkabilir, ilişki kötüye
gidebilir ve hatta son bulabilir. İnsanlar amaçları, çıkarları doğrultusunda iletişimlerini ilişkiye
son verme biçiminde düzenleyebilirler. Ya da düzeltme ve tamir etme için ilişki ve iletişim
biçimleri gözden geçirilerek yeniden girişimde bulunabilirler (Erdoğan, 2000: 182). Kişilerarası
ilişkiler gönüllülük üzerine kurulan ilişkilerdir. Bu ilişkinin kendisine zarar verdiğini düşünen
taraflar kendi istekleri doğrultusunda ilişkiye son verebilirler.
4.3. Yakın İlişkilerde Kişilerarası İletişim
Kişilerarası güvenin ve yakınlaşmanın oluşmasında en önemli etkenlerden biri de
karşılıklı duygu alışverişine girebilmektir. Duygu alışverişi yalnızca sevgi, hoşlanma gibi
olumlu duyguların paylaşılması değil, aynı zamanda öfke, endişe, kırgınlık gibi olumsuz
duyguların da paylaşılabilmesi anlamına gelir.
Yakın ilişkide olduğu kişiler tarafından anlaşılma arzusuyla, anlatmak istediklerini,
dinleyicinin yeteneklerine ve altta yatan inançlarına uyduruyor, örneğin karşısındaki kişinin
anlayabileceği bir dil kullanıyorsa iletişimsel bir duyarlılık gösteriyor demektir (LaFolilette,
1999, 153).
Bazı kişiler için olumlu duyguların dile getirilmesi daha güç iken, bazıları da olumsuz
duygularını açmakta güçlük çeker. Eğer kişi, bu güçlüklerden herhangi birini ya da her ikisini
birden yaşıyorsa, bunun üstesinden gelmek için kendi kendine çaba gösterebilir ya da bu konuda
yardım isteyebilir. Çünkü, duyguların dolaysız ve dürüstçe ifade edilebilmesi, yakın ilişki
kurmaya yardım eden en önemli becerilerden bir tanesidir. Yakın bir ilişkide kızgınlık
duyguları kadar, hoşlanma ve beğeni duygularının da dile getirilmesi, duygu dengesinin
korunmasını sağlar. Zaten bir ilişkiyi "yakın ilişki" olarak tanımlayabilmek için bu gereklidir.
Yakın ilişki birçoklarının düşündüğü gibi yalnızca olumlu duyguların çok yoğun yaşandığı
ilişki değil, kişilerin kendileri olabildikleri ve kendilerini açıkça ifade etme özgürlüğü
bulabildikleri ilişki biçimidir.
Samimi dostluk alışverişleri yalnızca kişisel bilgileri açığa vurmakla kalmamalı, aynı
zamanda mahremde olmalıdır. Mahremiyet samimiyeti sırf açıklıktan ayırmaya yardımcı olur
(LaFolilette, 1999: 183). Yakın kişisel ilişkiler güven duygusunun çok yoğun yaşandığı
ilişkilerdir ve bu ilişkilerde yaşanan güvensizlikler ilişkinin geleceği ile çok yakından ilgilidir.
79
Mahremiyete çok özen gösterilen bu ilişkilerde, samimiyetin suistimal edilmesi tekrar aynı
samimiyetin kurulmasını, aynı güvenin oluşmasını büyük oranda engellemektedir.
4.4. Kişilerarası Algının İletişimdeki Yeri
İletişim kurmanın ilk adımı karşımızdaki kişi için bir izlenim oluşturmaktır. Bu izlenim,
o kişiye olan davranış ve tepkilerimizi yönlendirir ve onunla olan iletişimimizin
niteliğini/niceliğini etkiler. İlk izlenimlerin oluşmasında, daha önceden zihnimizde şekillenmiş
olan şemalar önemli bir rol oynar. Şema; nesneler, kişiler, olaylar, roller hakkındaki inanç ve
duygularımızın kategoriler halinde biriktirilerek organize edilmiş zihinsel örüntüleridir. Zihin,
sınıflamalar yoluyla çalıştığı için aldığımız her bilgiyi bir kategoriye yerleştirme ihtiyacı
duyarız.
İlk izlenimlerin olumlu ya da olumsuz yönde değişebileceğini göz önünde bulundurmak
ve bunları gerçekçi değerlendirmelerle yeniden test etmek bize, kişilerarası ilişkilerde daha
dikkatli seçim yapma, daha az hayal kırıklığına uğrama, daha esnek olma şansı tanıyacak,
böylelikle de sağlıklı ve etkili iletişimlere zemin hazırlayacaktır.
Kişiliğin gelişmesi ve olgunlaşması, insanlararası iletişimin sağlıklı bir biçimde kurulup
sürdürülmesine bağlıdır. İletişimde algı nesnesi ile algılanan nesne arasına giren kişilikten
etkilenen algı çevresi vardır. Kişinin dürtülerini, duygularını, coşkularını, deneylerini,
tasarımlarını, inançlarını, amaçlarını, beklentilerini içeren, ancak iletişim ve etkileşimle
dengelenip düzenlenerek bir grup olgusu sağlanabilir. Bu grup olgusu da iletişim ve etkileşim
yoluyla algı çevresini değiştirme gücü olan en önemli etkendir (Köknal, 1997: 138).
Kişilerarası algı iletişimin temelini oluşturur. Algıların gerçeği yansıtması için
şemaların gücünün farkında olmak ve bunların doğruluklarını sık sık test etmek gerekir. Eğer
kişilerarası iletişimde özenli değerlendirmeler yaparsak, yeni bilgileri eski bilgi kategorilerine
eklemekle yetinmek yerine, kişilerin kendilerine özgü gerçeklerini yakalama şansımız olur.
Kalıplaşmış ve kaynağına göre iletiyi değerlendirme eğilimi, belli bir noktaya takılıp
kalmaya, çok çeşitlilik gösteren uyarıcıların yalnızca belli bir noktasından olaylara bakılmasına
neden olabilir. Bu durum hale etkisiyle açıklanmaktadır. Tek bir özelliğe bakarak bütün diğer
özelliklerin de aynen onun gibi düşünülerek algılanması hale etkisidir. Güven duyulan bir kişi
konuşurken ya da hiç tanınmıyor olmasına karşın, inançlara ve değerlere uygun tarzda konuşan
kişinin bütün söylediklerinin iyi ve doğru şeyler olarak algılanması, bunun tam tersi durumla
karşı karşıya kalındığında ise, konuşmaları duymamazlıktan gelme ya da önemli bir şey
söylemediğini düşünme eğilimi hale etkisini ifade etmektedir.
Çocuk erken gelişim dönemlerinde ben merkezci bir bakış açısı içindedir. Kendisi
dışındaki insanların da dünyayı kendisi gibi algıladığını ve anladığını düşünür. Bu nedenle de
çevresindekilerden onun kendine özgü dilini anlamalarını bekler. Her ne kadar biz bunu
çocukluk döneminin bir özelliği olarak değerlendirsek de bu eğilimin bir kısmı yetişkinliğe de
taşınmakta ve kişilerarası iletişim sorunlarına zemin hazırlamaktadır.
80
Konuşma, kişilerarası iletişimde belli anlamlar yüklenmiş sembollerden oluşan, dil
dediğimiz bir sistemin kullanılmasıdır. İletişimde, mesaj alışverişinin sürdüğü bir süreç olarak
tanımlanmıştı. İnsanlara özgü sözel iletişimde yapılan da anlam alışverişidir. Aynı dili konuşan
insanlar karşılıklı bir fikir birliği içinde belli anlamların yüklendiği çeşitli semboller ve sesler
kullanırlar.
Aslında mükemmel bir sözel iletişim biçimi yoktur, çünkü dilin kendisi bir genellemeler
sistemidir ve yetersiz bir iletişim aracıdır. Bu nedenle kişi, yaşama ilişkin varsayımlar
oluştururken, dilin genelleme tuzaklarına düşerek yanılgıya uğrayabilir. Buna koşut olarak,
konuşulanı anlama da ancak çeşitli olasılık düzeylerinde gerçekleşebilen ve hiç bir zaman
tamamlanamayan bir süreçtir. Sonuç olarak, dilin yetersizlik özelliği kolaylıkla kişilerin
birbirlerini yanlış anlamalarına yol açabilir. Kişiye düşen ise, hiçbir şeyin tam ve mükemmel
olmadığı dünyada, varolanı kendi adına daha iyi kullanmak, başka kullanıcıların ve kullanım
farklarının olduğunu da unutmamaktır.
Dinlemek, mesaj alışverişinde çok büyük önem taşıyan bir süreçtir. Çünkü zamanımızın
büyük bir bölümünü mesaj vermekten çok almakla geçiririz. Alınan mesajı sonuna kadar
dinlemeden değerlendirmeye ve sonuca varmaya çalıştığımızda da iletişim sorunlarıyla karşı
karşıya kalırız. Bazen de dinlediğimizi sanır ya da dinliyor gibi görünürüz. Ancak bu sürenin
büyük bir bölümünü zihnimizde uyanan çağrışımlara ve karşımızdaki kişiye/kişilere
söyleyeceğimiz şeylerin hazırlığına ayırırız. Aslında düşünme hızı konuşma hızından çok daha
fazladır. Bu nedenle, bir konuşma sırasındaki sözcük aralarında ve duraklamalarda
düşüncelerimiz küçük gezintilere çıkabilir. Gezintiler kısa olduğu sürece konuyu yakalama
şansı vardır. İletişimde sorun yaratan, uzun ya da dönüşü olmayan gezintilerdir. Anlamanın
ancak çeşitli olasılık düzeylerinde olabileceğini vurgulamıştık. Bu olasılığı arttıran
basamaklardan ilki dinlemektir. Dinleme sırasında karşımızdaki kişinin kişiliğine ip uçları
yakalamaya çalışırız. Bu ip uçları eğer bizim değer yargılarımızla uyumlu ise dinleme işlevine
devam ederiz, yok değil ise dinler gözükürüz ama bu iletişim başarıya ulaşmaz.
4.5. Kişilerarası İletişim ve Güven
Kişilerarası iletişim, bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerin bir kişiden diğerine geçme
sürecidir. Bu sürecin oluşabilmesi ve devam edebilmesi için bir ilişkinin kurulmasına
gereksinim duyulur. İletişim bir etkileşim olayıdır çünkü, insanları birbirine bağlar ve onların
sosyal bir ortam içinde uyum içerisinde yaşamını devam ettirmesini sağlar. İletişim, kişilerin
amaçsız ve hedefsiz etkileşimleri olmaktan çok bir etki oluşturma ya da davranış nedeni olmaya
yarayan bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerin aktarılması sürecidir. “Kişilerarası iletişimin doğal
olarak birinci koşulu bireyin kendisiyle iletişim kapasitesinin, becerisinin olmasıdır.” (Erdoğan,
2000: 185) Kişilerarası iletişimde kişi hem kendisiyle hem de karşısındaki kişiyle iletişime
geçer.
Etkileyici iletişim çalışmalarında esas olarak, iletişimin dinleyende meydana getirdiği
tutum değişimi incelenir. Bu incelemeler sonucunda da iletişimin üç farklı amacı ya da sonucu
olduğu görülmüştür: Dinleyicide yeni bir tutum geliştirmek; Dinleyicide varolan tutumun
81
şiddetini arttırmak; Dinleyicinin varolan tutumunu değiştirmek (olumlu tutumu olumsuz ya da
olumsuz tutumu olumlu yapmak).
Bir konu hakkında hiçbir görüşü olmayan kişiyi belli bir konu hakkında bilgilendirmek
ve o konu hakkında olumlu düşünceler beslemesini sağlamak zor değildir. Konu ilginç olabilir
ya da ilk kez duyduğu, izlediği ya da karşılaştığı bir durum söz konusu olabilir. Böyle bir
durumda kişinin psikolojik durumu da uygun ise kişinin bu konuya direnç göstermesinin belli
bir nedeni yoktur. Varolan bir tutumun şiddetini arttırmak daha güçtür, kişinin çaba göstermesi
için geçerli bir neden olması gerekmektedir. Ama varolan tutumu değiştirmek hepsinden çok
daha güçtür. Varolan tutumunu değiştirmek istemeyecektir, direnecektir. Bunun nedeni ise
kendisiyle ve çevresiyle tutarlı olmak isteğidir. İletişim sürecine giren kişi kendi görüşlerinden
farklı bir iletişimle karşı karşıya kalacaktır, kendisine aktarılanlarla kendi görüşü arasındaki
fark bir tutarsızlık ve çelişki yaratacaktır. Farklı görüşler arasındaki tutarsızlık kişiyi rahatsız
edecek ve kişi ya bu tutarsızlıktan kurtulmaya çalışacak ya da kendini iletişime kapatacaktır.
Kişilerarası iletişimin oluşumunda önemli olan unsurlar; toplumsal pozisyon, toplumsal
kimlikler, toplumsal algılama ve kullanılan kodlardır. Tüm bu unsurların olumlu bir kişilerarası
iletişim sağlaması için güven oluşumuna uygun bir biçimde gelişmesi gerekmektedir. İletişim
sosyal bir beceridir ve bunun elemanları, hedef belirleme, algılama, ifade ve hedefe ulaşmada
gereksinim duyulan güçtür (Erdoğan, 2000, 180). Kendi kendimize yeterli olamamak,
toplumsal düzenin iş birliği ve iş bölümüne dayalı olarak işlemesini gerektirir ve kaçınılmaz
biçimde güven bu düzenin temeli durumundadır. Toplumsal düzende bireyler, başkalarının
kalıcı bir ahlaksal düzen içinde eylemlerini ve rollerini tam anlamıyla gerçekleştirdiklerini
varsayarak onlara güvenirler. Birbirini tanımayan bireyler arasında yaşanan ve iyi işleyen bir
toplum düzeni için gerekli olan güven ilişkisidir (Erdem, 2003: 186). Güven, iki kişi arasında
yaşanan etkileşimde bir tarafın diğerinin kişisel olarak yarar göreceğine ya da en azından zarara
uğramayacağına yönelik olumlu beklenti içinde olması anlamına gelmektedir.
Güven, kişilerarası iletişimin niteliğini ve boyutlarını düşünülenden çok daha fazla
etkilemektedir. İnsanoğlu sahip olduğu pek çok değeri ancak kaybettiği zaman anlayabilir,
güven de bu değerlerden birisidir. Güven iletişimin özellikle de kişilerarası iletişimin ve
ilişkinin olmazsa olmaz koşullarından birisidir. İlişkiler ve iletişim ne zaman ki zarar görür, yok
olur o zaman güvenin varlığından ya da yokluğundan söz edilmeye başlanır.
Kişilerarası iletişim bağlamında, sosyo-ekonomik ve kültürel konumlar bunun yanı sıra
bilgi, güzellik, kibarlık, güzel konuşma gibi kişisel donanımlar karşındaki insanı etkileme,
yönlendirme, ikna etme işlevinde belirleyici olur (Bıçakçı, 1998: 23).
İnsan yaşamını gözden geçirdiğimizde, kişilerarası ilişkilerin hem sıkıntılarda, hem de
mutluluklarda çok büyük bir yer kapladığını görüyoruz. Sanata, edebiyata konu olan ve günlük
hayatımızı da önemli ölçüde etkileyen sevgi, aşk, öfke, zafer duygusu, kayıp acısı, utanma,
intikam duygusu gibi duygular, diğer kişilerle olan ilişkilerimiz sonucunda uyanan duygulardır.
Aslında insan yaşamının kendisi kişilerarası ilişkiler üzerine kurulmuştur.
82
Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu olarak da tanımlanan
güven bir inanç duygusudur ve en az iki kişinin varlığını zorunlu kılar. Güven karşılıklılığı da
içermektedir (Karaman, 2003: 208). Güven kişisel ilişkiler açısından esastır. Fakat yalnızca
birebir ilişkilerde değil. Bir anlamda güven hayat açısından esastır. İnsanlar için önemli olan ne
varsa bunun gelişip zenginleştiği atmosferi güven oluşturur (LaFollette, 1999:159). Yaşam
içinde kişiyi en fazla etkileyen olaylara baktığımızda da karşımıza, kişilerarası ilişkilerin belli
biçimler almasıyla gelişen olaylar çıkmaktadır: Evlilik, doğum, iş hayatının başlaması ya da
bitmesi, boşanma, kavga, cinayet, savaş vb.. Diğer insanlar duygu, düşünce ve hayallere sık sık
konuk edilir. Kişilerarası ilişkilerin egemenliğini sürdürdüğü bir dünyada da elbette sorunların
birçoğunun kaynaklandığı ya da yuvalandığı yerlerdir ilişkiler.
İlişki, iletişimle birlikte gelişen ve şekil bulan bir kavramdır. Kişilerarası ilişkiler ise
kişilerarası iletişimin olası sonucudur. Kişilerarası ilişkiler sosyal çevreden soyutlanarak
incelenemezler. İkili ilişkilerin hem sosyal hem de fiziksel çevreden etkilendiği ve bu çevreleri
etkilediği yadsınamaz bir gerçektir. Hinde’nin tanımlamasına göre, ilişkiler değişik boyutlarda
farklılık gösterebilir. Bu boyutlar etkileşimin içeriği, çeşitliliği, niteliği, farklı etkileşimlerin
göreceli sıklık ve örüntülerinden doğan nitelikleri, ilişkideki kişilerin davranışlarının
karşılıklılığı, tamamlayıcılığı, benzerliği, eşitliği, yakınlığı, iletişimi, kişilerin kendilerini ve
ilişkide bulundukları kişileri nasıl algıladıkları ve bu algıların ideal kişi ve ideal ilişki
kavramlarına olan benzerliği, kişilerin ilişkinin devam ve gelişmesine bağlılıkları olarak
belirlenmiştir (Hortaçsu, 1997: 14).
İletişim doğrusal (tek yönlü) değil, dairesel bir süreçtir. Kişilerarası iletişimde verilen
herhangi bir mesaj, bu mesajı alan kişi tarafından belli bir biçimde algılanır ve bu algı
sonucunda ortaya olumlu ya da olumsuz bir tepki çıkar. Buna kişilerarası geribildirim denir.
Geribildirim olumlu da olsa olumsuz da olsa, mesajı gönderen kişinin, mesajın nasıl
algılandığını ve bu algının duygu, düşünce ve davranış düzeylerinde ne gibi etkiler yaptığını
görmesi açısından önemlidir. Eğer bir iletişim durumu söz konusu ise, burada mesajı verenin
davranışı, mesajı alanın davranışından bağımsız olamaz. Bütün iletişim durumlarında veren ve
alan arasında bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşim sırasında kaynağın güvenilir olmaması
iletinin kabul görmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Kaynağa güvenmeyen kişi geri
bildirimi de beklenilen doğrultuda gerçekleştirmeyecektir.
Bireylerarası güven üç koşula dayanır: Öncelikle güvenen ile güvenilen arasında
karşılıklı bağlılık aranır. İkincil olarak, aktörler güvenle ilişki durumunu tanımak, diğer bir
deyişle duruma yönelik kuralın ne olduğunu bilmek zorundadır. Son olarak da güven talep
edilemez, sunulabilir ve kabul edilebilir. Luhmann’a göre güven, sosyal dünyanın
karmaşıklığını azaltan etkili bir iletişim mesajıdır; o olmadan sosyal yaşam olanaksızdır; nerede
güven varsa orada deneyimler ve eylemler için fırsatlar doğar; nerede sosyal sistemin
karmaşıklığında bir artış olsa güvenin karmaşıklığı azaltması nedeniyle orada sistemin
yapısıyla uyumlaşabilecek olasılıkların sayısında artış olur (Erdem, 2003: 54-55). Kişilerarası
karmaşık ve çok yönlü ilişkilerde tek bir güven yapısı yoktur. Rasyonel ve duygusal kökleri
nedeniyle farklılaşan, bu nedenle de ilişkinin niteliği ve sonuçlarını değiştirebilen iki temel yapı
söz konusudur: Bilişsel ve duygusal temelli güven (Erdem,2003: 163). Karşı tarafa yönelik
83
bilgiye sahip olmak, güvenmek için neden arayışına dayanır, bu da bilişsel temelli güvenin
yapısını oluşturur. Kişiler güvenlerini belli nedenlere dayandırmak isterler, bu nedenle
seçimleri rasyonel bir nedene dayanır. Bilişsel güven uzman kişilerin belli işleri yapabileceğine
dair duyulan güvende kendini ifade etmektedir. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Bireylerin
paylaştığı kültürel ortam, duygusal tepkiler ve kişilerarası sosyal ilişkilerin görüntüsü güvenin
sadece düşünülerek değil, hissedilerek yaşandığını da göstermektedir. Kişilerarası ilişkilerde
karşı tarafa yönelik duygusal bağlılık, onun iyiliğini isteme ve ilgi gösterme duygusal güvenin
ana yapısını oluşturmaktadır.
4.6. Kişilerarası İletişimde ya da Sosyal Etkileşimde Temel Olgular
4.6.1. Birebir İletişim
Birebir iletişimde, yani yüz yüze iletişimde geri bilgi aktarmak çok daha kolaydır.
Çünkü iletişim kendiliğinden başlamıştır, bu yüzden birebir iletişimin engellerin giderilmesinde
büyük etkisi vardır.
4.6.2. Yalın Bir Dil Kullanmak
Yukarıdaki maddede söz edildiği üzere, geri bilgi aktarımı çok daha kolay olan yüz yüze
iletişimde sözcükler seçilirken çok dikkat edilmeli, olabildiğince çok yalın tümceler kurularak
hem zamandan kazanç sağlarken hem de alıcının aklı gereksiz sözcüklerle karıştırılmamalıdır.
Bu yüzden alıcıların düzeyine uygun ve anlaşılır sözcükler seçilerek konuşulmalı, teknik
terminoloji kullanılmamalıdır.
4.6.3. Alıcıya Karşı Duyarlı Olmak
İletişim içindeki kişiler arasındaki değer yargıları, gereksinimler, beklentiler ve tutumlar
birbirinden farklıdır. Bu farklılıkları ortaya çıkarmak için alıcıya karşı duyarlı ve anlayışlı
olmak iletişimi kolaylaştıracaktır. Etkin dinleme bütün insanların geliştirmesi gereken bir
dinleme becerisidir. Sağlıklı insan ilişkilerinin temeli, çok basit gibi gözüken, ancak çok ihmal
edilen etkin dinlemenin doğru olarak uygulanmasıdır (Baltaş ve Baltaş, 1992: 29)
4.6.4. Gereği Kadar Tekrar Yapmak
İletişimde ulaştırılmak istenilen bilginin hedefine ulaştığına tam inanılana kadar gerekli
teknikler denenerek yinelemeler yapılmalı, ancak fazla yinelemenin alıcının dikkatinin
dağılmasına neden olup, konudan uzaklaşmaların başlayabileceği unutulmamalıdır.
4.6.5. Sembolik Anlamların Farkına Varmak
Sözcükler, değişik gruplardan insanlar tarafından farklı ortamlarda kullanıldığında
başka anlamlara gelebilir. Bu farklara karşı duyarlı olunmalıdır. Sözcükler özenle seçilmelidir.
Bir elektronik alet tamiratı ile uğraşan kişinin kullanacağı hizmet sözcükleri ile bir şöförün
kullandığı hizmet sözcükleri birbirinden farklı anlamlar taşıyabilirler.
84
4.6.6. Engellerin Giderilmesi / Geri Bilgi Aktarılması
Engellerin giderilmesinde geri bilgi aktarılması, bilginin alıcıya ulaşıp ulaşmadığının
tespiti açısından büyük önem kazanmıştır. İstenilen bilgileri alıcıya vermek zor ise ya da alıcı
anlamakta zorlanıyor ise alıcı soru sormaya yönlendirilerek geri bilgi akışının eksiksiz
sağlanmasına çalışılmalıdır. Çünkü geri bildirim kalitesi iletişimin hem sürekliliğini hem de
yönünü belirler. Karşılıklı soru yanıtlarla başlatılan iletişim sürecinde eksikliklerin
tamamlanması daha kolay olacaktır. Bütün iletişimlerde verici kişinin en çok ilgilendiği konu
geri bildirimdir. Geri bildirim mesajların kullanılmasına olanak sağlar (Usluata, 1991)
85
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bazı gelişim kuramlarına göre, sosyal etkileşim, gelişimimizde ve kimlik oluşumunda
en önemli etkendir. Etkileşim sırasında kendimiz hakkında çok şey öğreniriz. Çevremizdeki
kişilerle ilgili bilgi edinirken kedimizi de tanıma fırsatı buluruz. İletişim bir etkileşim olayıdır
çünkü, insanları birbirine bağlar ve onların sosyal bir ortam içinde uyum içerisinde yaşamını
devam ettirmesini sağlar. İletişim, kişilerin amaçsız ve hedefsiz etkileşimleri olmaktan çok bir
etki oluşturma ya da davranış nedeni olmaya yarayan bilgi, fikir, duygu ve düşüncelerin
aktarılması sürecidir.
Etkileşimde güven, kişilerarası iletişimin niteliğini ve boyutlarını düşünülenden çok
daha fazla etkilemektedir. İnsanoğlu sahip olduğu pek çok değeri ancak kaybettiği zaman
anlayabilir, güven de bu değerlerden birisidir. Güven iletişimin özellikle de kişilerarası
iletişimin ve ilişkinin olmazsa olmaz koşullarından birisidir. İlişkiler ve iletişim ne zaman ki
zarar görür, yok olur o zaman güvenin varlığından ya da yokluğundan söz edilmeye başlanır.
Kişilerarası iletişimde veya sosyal etkileşimde temel olguları ise, birebir iletişim, yalın
bir dil kullanmak, alıcıya karşı duyarlı olmak, gereği kadar tekrar yapmak, sembolik anlamların
farkına varmak ve geri bilgi aktarılması şeklinde özetleye biliriz.
86
Bölüm Soruları
1- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişim boyutunun gidermeye çalıştığı
gereksinimlerden biri değildir?
a)Biyolojik gereksinim
b)Duygusal gereksinim
c)Düşünsel gereksinim
d)Sosyal gereksinim
e)Otonomi gereksinimi
2- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimde yer almayan bir unsurdur?
a)Sözcükler
b) Ses tonu
c) Sempati
d)Beden duruşu
e)Mimikler ve jestler
3- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimin oluşumunda önemli olan unsurlardan
değildir?
a)Toplumsal pozisyon
b)Toplumsal kimlikler
c)Toplumsal algılama
d)Toplumsal hedef
e)Kullanılan kodlar
4- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimde ya da sosyal etkileşimdeki temel
olgulardan biri değildir?
a) Yalın bir dil kullanmak
b) Alıcıya karşı duyarlı olmak
c) Sembolik anlamların farkına varmak
87
d )Kitle iletişim araçlarından yeterince faydalanmak
e) Engellerin giderilmesi
5- Aşağıdakilerden hangisi iletişim ortamı yaratmak için gerekli olan koşullarından
biri değildir?
a)Destekleyici olmak
b)Eleştirel olmak
c)Açık fikirli olmak
d)Önyargılı olmak
e)Kendini anlatmak
6-Aşağıdakilerden hangisi kendini anlatmayla bağıntı içinde olan değişkenlerden birini
içermez?
a)Sevgi
b)Karşılıklı kendini anlatmak
c)Kararlılığın geliştirilmesi
d)Güven
e)Akıl sağlığı
7-Aşağıdakilerden hangisi kişinin kendisini karşısındakine anlatma becerisinin içinde
yer almaz?
a) Kırılabileceğinizi karşınızdaki kişiye gösterme
b) İletişim konusunun yüzeysel olarak ele alınmaması
c) Diğer insanların size kendilerini anlatmaları
d) Paylaşılan şeyleri gizli tutmak
e)Paylaşımcı olmamak
8- Aşağıdakilerden hangisi kararlı davranışların bireye sağladığı avantajlar içinde yer
almaz?
a)Yaratıcılık sağlar
b)Eleştirel olma yetisi sağlar
88
c)İlişkileri güçlendirir
d)Kendinizi güçlü hissetmenizi sağlar
e)Enerji verir
9- Aşağıdakilerden hangisi savunmacı tutumun sergilendiği davranışlara örnek değildir?
a)İçe kapanma
b)Başka şeylerle ilgilenme
c)İğneleyici ses tonu
d)Küsme
e)Bulunduğu yeri terk etme
10- Aşağıdakilerden hangisi insanın benlik bilincini koruma gereksiniminden
kaynaklanır ve psikolojik savunma mekanizmalarıyla yakından ilgilidir?
a)Saldırgan davranış
b)Sosyal benlik
c)Karalı iletişim
d)Savunucu iletişim
e)Kişilerarası iletişim
Cevaplar: 1e, 2c, 3d, 4d, 5d, 6c, 7e, 8b, 9c, 10d
89
5. SOSYAL İLİŞKİLERDE VE ÇALIŞMA HAYATINDA
KİŞİLİĞİN ÖNEMİ
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
90
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
5. SOSYAL İLİŞKİLERDE ve ÇALIŞMA HAYATINDA KİŞİLİĞİN ÖNEMİ
5.1. Kişilik kavramı
5.2. Kişilik ve Çalışma Hayatı Arasındaki İlişki
5.3. Kişilik ile Yapılan İş Arasındaki Uyumun Faydaları
5.4. Kişilik ve İş Seçimi Arasındaki İlişki
5.5. Örgütsel Davranış ve Kişilik Özellikleri
91
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Kişiliğin bileşenleri nelerdir?
2) Kişilik ile yapılan işin arasındaki uyumun nasıl faydaları vardır?
3) Örgütsel davranış ve kişilik özellikleri nelerdir?
92
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
Sosyal Davranış Açısından
Kişiliğin Önemi
Kendi kişiliğini ve yapmayı
düşündüğü işleri karşılaştırır
Kişiliğine uygun bir iş
seçiminin iş başarısına olan
olumlu etkisini farkeder
93
Anahtar Kavramlar
Kişilik, Çalışma Hayatı, İş Seçimi
94
Giriş
Sosyal ilişkiler ve çalışma hayatında bireyin nasıl bir iletişim kurduğu bireyin kişilik
özellikleri bağlamında gelişir. İş yaşamının insan ve kişiliği üzerinde etkili olduğu gerçeği;
gerek kuramsal çalışmalarla, gerekse konuyla doğrudan bağlantılı olmayan bazı ikili ilişkileri
inceleyerek ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Gerçekten de çalışma yaşamı boyunca edinilen
deneyimler, bireyin değer, tutum ve davranışlarında belirleyici bir rol oynayabilmekte,
kişiliğini etkileyebilmekte, diğer yandan bireyin kişiliği, örgütsel davranışı
şekillendirebilmektedir.
95
5. SOSYAL İLİŞKİLER VE İŞ YAŞAMINDA KİŞİLİĞİN ÖNEMİ
5.1. Kişilik Kavramı
İnsanları birbirinden ayıran veya onları diğerlerinden farklı kılan en önemli faktör
kişiliktir. İnsan, anlaşılması kolay bir canlı değildir. İnsandan insana, hatta toplumdan topluma
bir takım düşünce, davranış ve yaklaşım farklarının doğması önlenememektedir. Demek ki
insan, “bireysel” bir yaratıktır. Ona bu bireyselliğini kazandıran özellikler “kişilik”dediğimiz,
onun kendisi ve çevresiyle, başkalarına benzemeyen kendine özgün biçimde geliştirdiği
ilişkilerin yapısıdır. Bir diğer ifade ile kişilik, bireyin belirgin, değişmeyen ve tutarlı olan
özelliklerinin tümünü ifade eder.
Kişilik; dinamik, her zaman hareket halinde olan bir yapı olmakla birlikte, oldukça
sürekli ve kararlı bir nitelik taşır. Özelliklerinin sürekli ve kararlı olması nedeniyle bireye özgü
nitelikler belirlenebilmekte, ölçülebilmekte ve bireyler için sakin, atak, uyumlu gibi
değerlendirmeler yapılabilmektedir.
Öte yandan bir kimsenin kişiliği süreklilik gösterir. Normal bir insanın kişiliği zamanla
pek değişmez. İnsan, çeşitli durumlarda kişilik yapısına uygun davranır. Sakin biri, işinde,
sokakta, herhangi bir olay karşısında son derece sakindir. Çocukluğunda, yetişkinlikte,
olgunlukta hep sakin davranışlarıyla dikkat çeker. Kimi insan hayalcidir, gerçeklerden kaçar.
Kimisi ise gerçekçi olup, içinde bulunduğu durumu tüm olumlu ve olumsuz özellikleriyle
kabullenir. Bazıları içe dönük olup, sakin, sessiz, fazla konuşmayan, kendileriyle ilgilenen,
fazla arkadaşı olmayan, çevreleriyle pek ilişki kurmayan, ürkek kimselerdir. Bazıları ise dışa
dönük olup, hareketli, sosyal, konuşkan, girişken, rahatlarına düşkün, arkadaş canlısı, yeri
geldiğinde saldırgan, korkusuz insanlardır. Bütün bunlar insanların birbirinden farklı olmasının
göstergeleridir.
Kişiliğin temel alt yapısı, bireye ilişkin kalıtımsal ve çevresel etmenlerden oluşur.
Kalıtım ve çevre etkileşiminin bir ürünü olarak bireyin kişiliği gelişim süreci içinde zamanla
kazanılan bir özellik gösterir.
Kişilik, bir insanın duyuş, düşünüş, davranış biçimlerini etkileyen etmenlerin kendine
özgü görüntüsüdür. Devamlı olarak içten ve dıştan gelen uyarıcıların etkisi altında olan kişilik,
bireyin biyolojik ve psikolojik, kalıtsal ve edinilmiş bütün yeteneklerini, güdülerini,
duygularını, isteklerini, alışkanlıklarını ve bütün davranışlarını içine alır. Kısaca, kişiliğin
oluşmasında insanın doğuştan gelen (kalıtımsal) özellikleri ve içinde yer aldığı çevrenin etkisini
bir arada görmek mümkündür. Buradan, çevrenin etkisini dikkate alarak, kişiliğin sadece bireye
özgü özellikleri değil, belirli ölçüde içinde yaşanılan insan topluluğunun, belirli ölçüde de tüm
insanlarda ortak bazı özellikleri yansıttığı sonucu çıkartılabilir.(M.Yaşar Tınar,1999,s.93)
Kişilik, bireyin benliği ve sosyal dış dünyası arasındaki karşılıklı ilişkisi sonucu oluşur.
Kişilik, kişiye verilen görevle de ilgili olduğuna göre, kişiye bu sosyal rolü ile kazandırılan bazı
objektif unsurlar onun bilincini etkilemekten geri kalmayacaktır. Genetik özellikler ve çevresel
etkenler insanın kişiliğini şekillendirdiği için, her insanın kişiliği bir diğerinden farklıdır.
96
Kişiliğinde farklılık gösterdiği ölçüde de yeteneği farklılaşmaktadır. Kimi insan, zekâsı
ölçüsünde teknik yeteneğe sahip olabilir. Bir başkası kişilik yapısı özelliği olarak başka
insanlarla iyi iletişim kurma yeteneğine sahip olabilir. Kişilik, bir kişinin tüm özelliklerini
yansıtan ve doğumdan ölene kadar devam eden bir süreçtir. Kişiliğin bir süreç içinde oluştuğu
ve bu süreçte eğitim, deneyim ve öğrenmenin önemli bir rol oynadığı görülür.
Bazı davranışlar, kişiliğin yerleşmiş şekli olarak görülmesine karşılık insan, yeni
istekler, duygular, düşünce ve davranışlar sergileyerek kişiliğinde bazı değişmeler meydana
getirebilir. Örneğin insanlarla diyalog kurmakta zorlanan, fazla konuşmayan birinin, üstlendiği
görevi insanlarla diyalogu gerektiriyorsa, bu şahıs diğer insanlarla bir arada olmak zorunda
kaldığından zaman içinde girişken bir özelliğe sahip olabilecektir. Bu nedenle de insanın kişilik
özelliklerinin bir boyutunun zaman içinde değişebileceği söylenebilir. Ancak yine de bireyin
kişiliği, zamandan zamana aynı kalan özellikleridir.
Belirli bir grup içinde yer alan bireylerin kişisel özelliklerinden söz edildiğinde
bazılarının sevimli, bazılarının ise sosyal, bazılarının bireyci, bazılarının başarılı, bazılarının
cimri olduğu söylenir ve bu yönleri ile kişilerin genel değerlendirmesi yapılır. Bir kişiden söz
edilirken bireyin dürüstlüğünden, çekingenliğinden, kavgacılığından, tutuculuğu veya benzeri
özelliklerinden bahsedilir. Bireyin bu özelliklerinden bahsedildiğinde de özel bir durumundan
söz edilmeyip, belirli bir zaman dilimi içinde devamlılık arzeden davranışlarından söz edilmiş
olunur. Bu özelliklerin her biri de kişilik özelliklerinin bir sonucu veya bir bölümü olarak
düşünülür. Böylece kişilik dendiğinde “belirli bir durumda veya belirli olaylar karşısında
kişinin takındığı tavrın davranışsal yönü ve devamlılık gösteren özellikleri” akla gelir. Bireyin
takındığı tavrı dendiğinde ise kişinin belirli bir grup içinde diğerlerini nasıl etkilediği, kendisini
nasıl gördüğü ve başkalarına karşı davrandığı, kendisini değerlendirilebilir özellikleri
anlaşılmaktadır.
İnsanda bazı özellikler vardır ki, kimisinde bunlar birbirine benzer, kimilerinde ise
sadece bireye aittir. Psikolojik olarak kişilik söz konusu olduğunda, bir insanın belirli özellikleri
anlatılmak istenir. Fakat davranışsal açıdan esas alınan kişilik, belirli bir kişinin zihinsel,
bedensel ve ruhsal özelliklerinde görülen farklılıklardır. Buna göre kişilik farklılığından söz
etmek, temelde insanların taşıdığı özelliklerin farklılıklarından söz etmektir. Bu nedenle
yeryüzündeki hiçbir insan zihinsel, bedensel, ruhsal, fiziksel bakımdan birbirinin aynı değildir.
İnsan, kişiliğini ve bireyselliğini, çevresine yani topluma uyma süreci içinde kazanan,
belli ilişki tiplerine bağlı olarak yapılaştıran bir varlıktır. İşte, insanın bu toplumsallık içinde
kendi bireysel yerini bulma çabası, süreci ve başarısı, onun kişiliğinin
belirleyicisidir.(B.Tolan,G.İsen,V.Batmaz,1991,s.109)
Birey doğal yetenekleri ile içine girdiği topluma uyumunu sağlarken kişiliği de
biçimlenecektir. Kişiliğin gelişiminde zeka düzeyi ve öğrenme yeteneği gibi özelliklerin önemli
bir temel olduğu bilinmektedir.
Yalnız kendi kişiliğimiz hakkında değil, başkalarınınkiler hakkında da bir şeyler
bilmiyorsak, toplumsal yaşantımızın özü olan insanlar arası ilişkiler labirentinde hangi
97
kapılardan geçeceğimize, hangi köprülerden uzak duracağımıza karar vermemiz de
güçleşecektir.(B.Tolan ve diğerleri,S.108)
Bu nedenle sadece kendi kişilik özelliklerimiz değil, bir arada olduğumuz diğer
insanların kişilik özelliklerini bilmek yararlı olacaktır.Bazı kuramcılar kişiliğin belirli gelişim
dönemleri sonucunda oluştuğundan bahseder. Sigmund Freud, Eric Erikson ve Jean Piaget gibi
kuramcılar kişiliğin bir gelişim sonucu ortaya çıktığını belirtmektedirler. Bazı kuramcılar ise
Treyt ve Tip üzerinde dururlar. Kişilik yapısı üzerinde yapılan çalışmalarda bireyin temel
özelliklerini belirten ve devamlılık gösteren bazı karakteristikler üzerinde durulmuştur. Örneğin
utangaçlık, saldırganlık, uysallık, tembellik, isteklilik, güvenilirlik ve sakinlik gibi. Bu
karakteristikler bir çok durumda aynı şekilde devamlılık gösterdiği taktirde bunlara Treyt adı
verilmektedir. Bunlar bireyin davranışlarını açıklamada kullanılan ve devamlılık gösteren
özellikleridir. Treyt üzerinde duran en önemli isimler arasında Allport ve Odbert
bulunmaktadır. Ancak kişilik treytleri her şeyi açıklamada yeterli değildir. Zira bireyin çevresi
ile olan ilişkileri göz ardı edilebilir.
Belirli bir genetik yapı ile dünyaya gelen birey, sosyal çevresi ile karşılıklı etkileşimden
oluşan “sosyalleşme” veya "toplumsallaşma” süreci içerisinde, kendisine toplum içinde rol
üstlenmeyi olanaklı kılacak bazı yetenekler, beceriler, güdüler, tutum ve görüşler, sosyal değer
ve normlar oluşturmaktadır. Böylece kişiliği gelişir ve şekillenir. Sosyalleşme süreci genellikle
iki önemli yerde gerçekleşir. İlki aile, ikinci yer ise öğrenim kurumlarıdır. Ailede bireyin
kişiliğinin temelleri oluşur, öğrenim kurumlarında ise ana çizgileri belirlenmiş kişiliğin
ayrıntıları belirlenip, bireye bilgi ve yetenekler kazandırılır. Bir diğer üçüncü sosyalleşme yeri
ise, bireyin çalıştığı iş yeridir. Mesleki sosyalleşme ile kişi bir yandan okul yaşamından
devraldığı kişiliğinin ayrıntılarını belirlemeyi sürdürmekte, diğer yandan uzun süreli etkiler
sonucu, kişilik özelliklerinde değişikliklere yol açabilmektedir.(M.Yaşar Tınar,a.g.e,s.97)
5.2. Kişilik ve Çalışma Hayatı Arasındaki İlişki
Her şeyden önce çalışmak, sadece bir gelir elde etmenin ötesinde, statü oluşturmak,
kimlik duygusu geliştirmek ve saygınlık öğesi olarak insan yaşamı içinde önemli bir yere
sahiptir. Çalışan insanlar, yaşamlarının büyük bir bölümünü işyerlerinde geçirmektedirler.
Çalışma hayatına atılan bir insan ilk olarak kendi kişilik yapısıyla örgüt içinde yerini alır. Kendi
kişilik yapısıyla yapacağı iş ve içinde yer aldığı örgüt uyum içinde olduğu takdirde bireyin iş
yaşamındaki başarısı yükselir. Aksi halde işin sonucunda bireyin beklentisi yerine
getirilememiş olur. Kişi, iş yaşamında üstleneceği rolü benimseyerek sosyalleşme sürecinde
çalışma hayatına hazırlıklı olduğu takdirde, örgüt amaçları ile bireysel amaçları arasında
bütünlük sağlamak kolay olacaktır. Zira bu süreçte bireye kazandırılan yeni yetenekler, bilgi ve
beceriler sadece bireyin çalışma hayatında değil, özel yaşamda da kullanabileceği ve
davranışlarını şekillendirebileceği hususlardır. Bu doğrultuda bireyin kişiliğinin gelişimine de
katkıda bulunur.
Kısaca iş çevresi, bireyin kişilik üzerindeki etkilerini artırmaktadır. Örneğin kariyer elde
etmek isteyen bir kişi, işinde ona bu kariyer imkânını sağlayacak fırsatları arayarak ve
değerlendirerek geçirir. Kariyer amacına ulaşabileceği imkânlar işyeri tarafından tanınırsa bu
98
onun işindeki başarısını arttırır. Bu çerçeve içinde işletmenin, çalışanların kişisel eğilimlerine,
arzu ve ihtiyaçlarına cevap veren motivasyon etmeni olarak kişiliğin oluşmasına etkide
bulunduğu kadar, iş alışkanlıkları yaratarak, hiyerarşik kurallar koyarak kişilik üzerinde ve
davranışlarda da büyük ölçüde katkıda bulunduğu görülmektedir.
Kişiliğin, bireyin çalıştığı işi ve çevresini algılamasında ve değerlendirmesinde önemli
bir etkisi vardır. Karşılaştırmalı psikoloji bu konu üzerinde durmaktadır. Bireyin davranışları,
onun içinde yaşadığı ortam ve çevresindeki bireyler arasındaki sürekli etkileşim sonucu
oluşması nedeniyle bireyin kişiliği iş çevresinden etkilendiği gibi aynı zamanda da birey kişiliği
ile iş çevresini etkiler. örneğin uyumsuz kişiliğe sahip bir birey, örgüt ortamını ve çalışma
barışını olumsuz etkiler.
Aile ve iş çevresi dışında kişinin arzuları, eğilimleri, biyolojik ihtiyaçları, hatta geldiği
ırklar veya coğrafi bölgeler yanında dış dünyanın alışkanlıkları, ekonomik düzeyi, hukuksal ve
ahlaksal kurallar, yasa ve ilkeler de kişilik üzerinde etkide bulunur.
5.3. Kişilikle Yapılan İş Arasındaki Uyumun Faydaları
Bireyin kişiliği ile iş yaşamı arasında uyum olduğu taktirde söz konusu olabilecek
sonuçları bazı başlıklar altında toplamak mümkündür.(İ.Erdoğan,1994,ss.266-276) Bunlar;
• Bireyin içinde yer aldığı örgüt üyeleri ile bütünleşmesi, örgüte bağlılığını arttıracak ve
kişinin davranışları ile örgüt üyelerinin davranışları benzer amaçlı olmaya başlayacaktır.
Böylece işletmenin amaçları doğrultusunda etkinlik sağlanacak, bireyin zihinsel ve bedensel
özelliklerinden en iyi şekilde yararlanma olanağı elde edilmiş olacaktır.
• Bireyin içinde yer aldığı sosyal yapı ile kişiliği arasında bir bağ kurulacak olursa birey,
grup normlarına uymada güçlük çekmeyecek ve davranışları ile grup üyeleriyle ilişkileri
arasında yönetsel etkinliği artıracak bir ilişki kurulacaktır.
• Grup normlarının bireylerin davranışlarını belirleme açısından önemli etkisi olduğu
bilinmektedir. Beklenen kurallara uyma, bireyin kişiliğine göre değişebilir. Grup üyeleri
tarafından dışlanmak istemeyen bir kişi grubun baskısına uygun davranacak, ilişkilerini uyumlu
bir biçimde yürütecektir. Aksi halde kişilik faktörü ortaya çıkacaktır. Konu Freud’un kişilik
yaklaşımı açısından değerlendirildiğinde grup normlarının kişi tarafından benimsenmesinde
süperegonun önemli etkisi olacaktır.
• Kişinin beklentisi ile örgütün amaçları arasında istenen bağın kurulması örgütün
devamlılığı açısından da son derece önemlidir. Bu da büyük ölçüde çalışanların kişiliğine
bağlıdır.
• İşyerindeki tüm grup üyeleri ile kurulacak olan olumlu etkileşim, örgüt iklimini
oluşturacak böylece örgüt üyeleri arasında sıkı bir bağ oluşacaktır.
99
• Bireyler, bulundukları sosyal yapı içinde kişiliklerine uygun başka bireyler bulurlarsa
ve bu bireylerle olan ilişkileri örgütün belirlediği kalıplar içerisinde yürürse, örgütsel etkinlik
sağlanmış olacaktır.
• Bireyin kişiliği liderlik davranışının ortaya çıkmasında da son derece önemlidir.
Gerçekten de bir liderin ortaya çıkışı, bulunduğu grubun özelliğine bağlı olduğu kadar, liderin
kendisine ve kendisine bağlı olan bireylerin kişilik özelliklerine de bağlıdır.
• Liderin kişilik özellikleri, bazen gruplarına da yansımaktadır. Özellikle hırslı, yıkıcı
veya kırıcı tutumları grup üyelerince benimsenirse, grubun olumsuz etkileri ortaya çıkacaktır.
• Örgüt içinde informel grupların oluşumu ve gelişimi, bu grupları oluşturan kişilerin
kişiliklerinin uyuşmasına bağlıdır. Her şeyden önce bu grupların karşılıklı etkileşimi olumlu
ilişkiye bağlıdır. Bireylerin grup ilişkilerinden beklentileri, gruba karşı tutumları, değer
yargıları, bir diğer ifade ile bireyin benlik duygusu ile grup amaçları birbirine benzer ise
etkileşim gücü o ölçüde fazla olacaktır. Aksi halde birey grubun dışında kalmayı tercih
edecektir.
• Örgüt içindeki bireylerin bazıları zaman içinde işten ayrılırlarsa, bu ayrılışın temel
faktörü kişisel tatmin olacak ve tatminsizliğin kaynağı da kişinin bekleyişleri ile örgütün işleyişi
arasındaki uyumsuzluk olacaktır. Kişilik yapısı ile örgütün değerler sistemi arasında benzerlik
varsa “ait olma” ihtiyacını birey işyerine bağlılığını göstererek karşılayacaktır.
• Örgüt üyeleri arasında kurulacak haberleşme ağının sağlıklı oluşması da bireylerin
kişiliğine bağlıdır. Haberleşme kanallarının açık olması, verilen mesajın sağlıklı yorumlanması
örgütsel etkinliği arttıracaktır. Çalışanlar arasındaki haberleşme eksikliği ve düşmanlığın artışı,
esas itibariyle haberleşme zincirindeki bireyin kişiliği ile yakından ilgilidir. Benzer uyarıcılar
karşısında bireylerin farklı tepkiler göstermesi kişilik faktörüyle ilgili olduğuna göre, benzer
mesajlar karşısında da farklı tepkiler beklenebilir. İyi bir haberleşme mesajı gönderen bireyin,
mesajı alan bireyle kişilik faktörlerinin örtüşmesine bağlıdır. Aksi halde yanlış anlaşılabilecek
sözlü veya sözsüz mesajlar çatışmayı artıracak, örgütsel verimlilik azalacaktır.
5.4. Kişilik ve İş Seçimi Arasındaki İlişki
Kişilik, iş yerinde kişiye verilen görevle de ilgili olduğuna göre, kişiye bu sosyal rolü
ile kazandırılan unsurlar, onun bilincini etkiler. Her insanda kişiliğinin gereği olarak hırsların,
arzuların ve ihtiyaçlarının şiddeti farklıdır. Kimisi fazla sorumluluk almaktan korkarlar, hırslı
değillerdir. Belli bir mevkiye terfi etmeleri kendileri için yeterli olacaktır. Kimisi ise terfi ile
tatmin olmaz, devamlı yükselmek, sorumluluk almak, ödüllendirilmek ve en iyi sosyo-
ekonomik çıkarlar elde etmek için çalışır. Bütün bu davranışlar insanın kişiliği ile ilgilidir.
Nitekim yönetim tarafından bireyin kişilik yapısına uygun işlerin bu kişilere yaptırılması, işin
kısa sürede yerine getirilmesine ve iş başarısına etkide bulunacaktır. Örneğin insanlarla
çalışmaktan hoşlanan ve kişilik yapıları dışa dönük, diğer bir ifade ile sosyal olan insanların,
halkla ilişkiler ve personel departmanlarında görev yapmaları, verimliliklerini arttıracaktır. İçe
dönük kişilerin muhasebe bölümünde veya bilgisayar başında çalışmaları da bu kişilerden elde
100
edilecek başarıyı olumlu yönde etkileyecektir. Çünkü çeşitli işler, insanlardan değişik
davranışlar istemektedir. Bu davranışlara uygun kişilik yapısındaki insanların bu işleri
üstlenmesi başarı şanslarını arttıracaktır. Aksi halde kişiliğine uygun bir işi üstlenmeyen
birisinin, iş yerinde huzursuz olacağı, hatta bunalıma girebileceği söylenebilir. Nitekim kişinin
yaptığı iş ile kişiliği arasında ilişki olduğunu belirten Holland’ın teorisi bu konudaki önemli bir
göstergedir.
Holland’a göre yapılan iş ile kişilik arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Bireysel
olarak geleceğin planlanmasındaki ilk adım, kişinin ilgileri, değerleri, tutumları ve becerileri
hakkında öğrendikleridir. Doğal olarak insanlar ilgilendikleri işlere yönelmek isterler. Meslek
veya iş seçiminde en yaygın kullanılan yaklaşım Jonh Holland’ın mesleki tercih modelidir.
Holland’a göre; bireyin değerleri, ihtiyaçları ve motivasyonunu içeren kişiliği, iş seçiminde
önemli bir etmendir.(G.Dessler,1988,s.530)
John Holland’ın meslek tercih teorisi üç temel özellik
içermektedir.(S.Robbins,1994,ss.25-27)
• İnsanlar farklı mesleki tercihlerde bulunmaktadırlar.
• Kişilikleriyle uygun işlerde çalışanlar, uygun olmayan işlerde çalışanlara göre daha
başarılı ve daha mutludurlar.
• İnsanlar arasında doğuştan gelen kişilik farklılıkları mesleki ilgilerini belirlemektedir.
Holland, her insanın kişilik yapılarının farklı olması doğrultusunda, ilgi, istek, amaç,
tutum ve yeteneklerindeki farklılık ölçüsünde iş seçimlerini yapmaları gerektiğini
belirtmektedir. (S.Osipow, 1973, ss.41-49) Holland altı temel kişilik tipi ve mesleki eğilimden
söz etmekte ve her kişilik türünün hangi mesleğe veya işe eğilimli olduğunu göstermektedir.
(D.Cenzo,S.Robbins,1996,s.276) Hollanda’a göre kişilik ve yaptığı iş uyumlu olduğunda iş
tatmini yüksek, iş gören devir hızı düşüktür.(S.Robbins,1994,s.27) Bu nedenle birey kendini
değerlendirme süreci içinde ilgilerini, değerlerini, yeteneğini, bir diğer ifadeyle kişiliğini
tanıdığı nispette,seçeceği mesleğe veya yapacağı işe yönelik kararını da sağlıklı vermiş
olacaktır.
Holland’a göre altıgen şekildeki iki alan birbirine ne kadar yakın ise o kadar birbirine
uygundur. Bitişik kategoriler tamamen benzeşmekte, zıt taraflar, köşeler ise birbiriyle hiç
benzeşmemektedir. Örneğin Gerçekçi ile Araştırmacı, Teşebbüsçü ile Sosyal eğilimler birbirine
benzemekte, ancak Teşebbüsçü ile Araştırmacı, Sanatçı ile Geleneksel eğilimler birbiriyle hiç
benzeşmemektedir.(D.Brown, L.Brooks, 1990, s.46)
Holland’a göre kişilik özelliklerine uygun işlere yönelen bireylerin başarısı
yükselecektir. Örneğin gerçekçi kişilik yapısındaki bir birey, çiftçilik veya ormancılık yapabilir.
Geleneksel kişilik tipinde olanlar, finans, muhasebe, yönetim işlerine daha yatkındır.
Holland’ın modeli üzerinde yapılan araştırmalar, kişilik yöneliminin meslek veya iş seçiminin
yalnız en iyi belirleyicisi olmayıp, aynı zamanda kişilik türü ile iş arasında iyi bir uyumun
bulunması durumunda kariyerlerini değiştirme olasılığının çok düşük olduğunu da
101
doğrulamıştır. Örneğin girişimci kişilik tipinin hem yönetsel işlere girme hem de bu görevde
uzun süre kalma olasılığı yüksektir.(H.Can ve diğerleri, 1995, s.116)
5.5. Örgütsel Davranış Ve Kişilik Özellikleri
Örgütsel davranış bilimcileri davranışları etkileyen bazı temel kişilik özellikleri
üzerinde durmaktadırlar. Bunlar kendilik kontrolü, başarıya yönelim, otoriter kişilik,
makyavenalizm, kendine güven, kendini yansıtma ve risk alma eğilimidir.
(E.Özkalp,Ç.Kırel,1998,s.77) Her birinin iş hayatında önemli rolleri bulunmaktadır.
Kendilik kontrolü (Locus of control): Kendilik kontrolü, bireyin herhangi bir
davranışının ortaya çıkmasında veya sonuçlarında kendisinin belirli bir katkısının olduğuna
inanması şeklinde tanımlanır. (S.Robbins,1996,s.95) Örneğin çok çalışırsa ödüllendirilip
yükseltileceğine, çalışmazsa işten atılacağına inanması gibi. Bu insanlar içsel acıdan kendini
kontrol edebilen insanlardır. İşyerlerinde yöneticilerinden kendileri hakkında olumlu veya
olumsuz sözler duymak isterler. Daha başarıya yönelimlidirler, başarısızları karşısında
kendilerini suçlarlar. Sağlıklı yaşam alışkanlıklarına sahiptirler. Az hastalanmaları nedeniyle
de işe devamsızlık oranı düşüktür. İşe ve işyerine daha sadakatlidirler, bu nedenle iş değiştirme
sıklıkları da azdır. Bu insanlar zor olan işleri başarma konusunda ustadırlar. Bağımsız hareket
etme ve karar almayı gerektiren işler bu tip insanlara daha uygundur. Örneğin yönetsel ve
profesyonel işler gibi. Bazılarında ise dışsal kendilik kontrolü bulunmaktadır. Bunlar her işi
kendi dışındaki faktörlere bağlarlar. Örneğin işte yükselememelerinin nedenini kendilerinden
değil şans ve kaderin etkisiyle açıklarlar. Bu insanlar daha katı, yönlendirici bir yönetim
modelini tercih ederler. Bu kişiler işlerinden fazla tatmin olmayan, devamsızlık oranı yüksek,
işe yabancılaşmış kişilerdir. Tatminsizliklerinin nedeni olarak örgütü suçlarlar. Emirlere daha
çabuk uyarlar, rutin işlerde daha başarılıdırlar, ancak yönetim ve çalışma şartları ile ilgili olarak
sürekli şikayet ederler.
Başarıya Yönelim: Başarma ihtiyacı tüm insanlarda mevcuttur. Bu ihtiyacı yüksek olan
kişiler işlerini daha iyi yapma durumundadırlar. Bunlar, başarılarını engelleyen her şeyi ortadan
kaldırmak ve bunu da kendi çabalarıyla yapmak isterler. Başarı ve başarısızlarını kendilerinde
görürler, bu nedenle orta güçlükteki işleri yapmayı tercih ederler. Ne çok kolay ne de çok zor
işlere yönelirler, ancak başarabilecekleri işler kendileri için uygundur. Özellikle bu tip insanlar
pazarlama, satış, montaj hattı yöneticiliği veya büro yöneticiliğinde daha başarılıdırlar. Başarı
ihtiyacı yüksek olanlar rekabetçi, geri bildirimi yüksek, sorumluluğu olan işlere verilirlerse bu
tür kişilik yapısı iş performansını da olumlu yönde etkileyecektir.
Otoriter Kişilik (Authoritarian Personality): Otoriter kişiliğe sahip olan insanlar, örgüt
içinde çalışan insanlar arasında statü ve güç farklılığının olması gerektiğine inanırlar. Bu tip
kişiler katı kuralları olan, insanları yargılayan ve herkese tepeden bakan, altındakileri ezen,
güvenilir olmayan, gücünü otoritesinden alan bireylerdir. Çalışanların iş kurallarına aşırı
uyumlu davranmalarını gerektiren hiyerarşik bir yapıya sahip örgütlerde otoriter kişilik tipi
başarılı olabilir.
102
Makyavellenizm (Machiavellianizm): Bu özelliğe sahip bireyler, diğer insanlarla
arasına mesafe koyar ve sonuçlarına göre hareket ederler. Başkalarını kullanmasını severler,
içinde bulundukları duruma göre hareket ederler. Pazarlık durumunda son derece başarıdırlar.
Kendini Yansıtma (Self-Monitoring): Birey, başkalarının davranışlarını gözleyerek
onlara benzer davranış gösterir. Kendini yansıtma gücü yüksek olan kişiler, davranışlarını
çevresine göre düzenleyebilirler. Bu insanların uyum gücü yüksektir, başkalarının
davranışlarına yakın ilgi gösterirler. Farklı konumlarda farklı şekilde davranabildikleri için
yöneticilik görevini başarıyla yürütebilirler.
Kendine Güven (Self-Esteem): Kendine güveni olan kişiler başkalarını memnun etmek
isteyen, başarı için yeteneklerinin varlığına inanan, yaptıkları işten tatmin olan insanlardır. Risk
almayı severler. Güveni düşük olanlar ise etrafına karşı şüpheci, başkalarına bağımlı olan tatmin
düzeyi son derece düşük insanlardır.(S.Robbins,1996,s.97) Risk Alma (Risk Taking): Riske
girme eğilimi yüksek olan kişiler bazı mesleklerde son derece başarılı olabilirler. Örneğin
yöneticilik, borsacılık mesleği bu kişilere uygun olup bazı avantajlar sağlayabilir. Ani kararlar
verilmesi gereken bazı durumlarda yöneticilere ve işletmeye önemli faydalar sağlanabilir.
Sonuç olarak, çalışma yaşamı ile kişilik arasında bir etkileşimin olduğu konuları, çeşitli
araştırmalarla ortaya çıkarılmıştır. Özellikle çalışma yaşamı, kişiliğin oluşması ve gelişmesi
için önemli bir sosyalleşme alanıdır. Ayrıca çalışma ortamı,(iş arkadaşları, yönetimin yaklaşımı
vb.) bireyin kişiliğini etkilemekte aynı zamanda da örgüt, bireyin kişiliğinden etkilenmektedir.
İnsanlar, çalışma yaşamlarındaki ortamın, iş gereklerinin, rollerinin gerektirdiği kişilik
yapılarını benimseme durumundadırlar. Kısaca iş ve kişilik arasında karşılıklı bir etkileşim söz
konusudur.
Bireyin sahip olduğu iş, onun kimliğinin bir parçasıdır ve adı, cinsiyeti ve uyruğu ile
birlikte kimliğini belirtmede önemli rol oynar. Kimlikle meslek arasındaki sıkı bağ,
“doktorum”, “öğretim üyesiyim”, “avukatım” gibi anlatımlarla daha belirgindir. Meslek
rollerine girmek, işten alınan doyumu da belirtir. Çalışma hayatındaki başarı arttıkça bireysel
kimlik ve iş kimliği gelişmeye devam eder. Özellikle kişiliklerine uygun meslekleri seçen veya
işe yönelen insanların kendilerini gerçekleştirme çabaları da sonuçsuz kalmayacaktır.
Çalışmak, hem yaşamın sürdürülmesi hem de kişiliğin gelişmesi için vazgeçilmez bir
gereksinimdir. İnsan çalışıp yarattıkça, kendine güveni artar. Yaptıklarıyla saygınlık
kazandıkça kendini gerçekleştirme olanağı bulur. Üretim sürecine etkin biçimde katılan insan,
içinde yaşadığı toplumun bir parçası olduğunu, kendisine gereksinme duyulduğunu hisseder.
Toplumla bütünleşen kişi, birlik ve beraberlik duygusunu daha iyi anlar.
Olgun ve dengeli kişiliğe sahip olan insanlar, azimli ve sebatkâr oldukları için iş
doyumunu sağlamışlardır ve mutludurlar. Problemleri gerçekçi gözle değerlendirerek toplumun
isteklerine göre çözmeye çalışırlar. Böyle insanlar yaşamaktan, çalışmaktan kıvanç duyarlar.
Geleceğe umutla bakarlar, kompleksli değillerdir, yardım severdirler, iş birliği ve dayanışmaya
açıktırlar. Örneğin, iş yerinde parasal sıkıntı çeken arkadaşlarına borç para vererek üzüntü ve
sevinçlerini paylaşarak, meslekî ve sosyal açıdan onu destekleyerek yardımcı olmaya çalışırlar.
Bu nedenle bir iş yerinde çalışanların kişisel özellikleri, iş yerinin verimliliğini ve işleyişini
103
önemli ölçüde etkilediği için olgun ve dengeli kişiliğe sahip olanların, bir işletmenin üretim ve
verimliliğini arttıracağı gerçektir.
Öte yandan kişilik özellikleri yaptıkları işe uygun olmayan insanların kendi kişiliklerine
ve çevrelerine saygıları azalır, kendilerini toplumdan soyutlanmış hissederek yalnızlık ve
yabancılaşma duygusunu kapılırlar, kaygı ve gerilimler başlar, davranış ve uyum bozuklukları
artar. Sonuçta iş yerinde çatışma ve huzursuzluk oluşur. Böylece kişisel verim düştüğü için
örgütsel verimlilikte de düşme gözlenir.
Bazı insanlar yaptıkları iş ile kişilik yapıları arasında uyum olsa bile kişilik yapıları
itibariyle geçimsiz olan insanlardır. Kimi insanların ise özel durumlarına ve kişiliklerine bağlı
sorunları vardır. Bu tür insanların anlaşılması ve bunlarla ilişkilerin yürütülmesi zordur.
Topluma uymayan kişiler, herhangi bir gruba ve özellikle her türde otoriteye uymada güçlükleri
olan kişilerdir. Bu kişiler, devamlı saldırgan ve tartışmacı halleriyle her türlü iyi niyetli
davranışa karşılık vermedeki yetersizlikleriyle, kişisel mutsuzluklarıyla ve bulundukları her
grupta kaçınılmaz şekilde yarattıkları sorunlarla tanınırlar. Tek zevkleri kendilerini haksızlığa
uğramış durumuna sokmalarıdır. Bu insanlar psikolojik açıdan incelenirlerse, genellikle
otoriteye başkaldırdıkları ve arkadaşlarıyla, ya da arkadaşları olmadığından tanıdıklarıyla
geçinmede güçlükleri olduğu görülür. Bu kişiler şüpheci ve alaycıdırlar ve her türlü iyi
davranışa karşı gösterdikleri hırçın tepkiler, herkesin kendilerinden uzaklaşmasına yol açar.
Bazıları sadece kendilerini düşünür, başka insanların duygu ve düşüncelerine önem vermezler,
bencil davranırlar, huysuz ve kıskançtırlar.
Her topluluk da olduğu gibi iş yerlerinde de anlaşılması ve geçinilmesi zor olan bu tür
insanların yer alması mümkündür. Bir iş yerinde bu tür insanların bulunması huzursuzluk
yaratır. Huzursuzluk sonucu çalışanların verimlerinin de düşmesine sebep olurlar. Örgütsel
davranış açısından işletmede çalışanların tümü olumsuz etkileneceği için çatışmalar artar. Bu
nedenle çalışma hayatı, örgüt üyelerinin kişiliğinden etkilenmekte, aynı zamanda da bu çevre
bireylerin kişiliğini etkilemekte ve örgütsel davranışı şekillendirmektedir. Sonuçta çalışma
hayatının kalitesi bütün bu oluşumlardan etkilenmektedir. Bu nedenle, personel seçim ve
yerleştirme sürecinde işletmelerin eleman seçiminde kişilik değerlendirmeleri yaparak uygun
olan elemanları işe seçmeleri ve uygun işlere yönlendirmeleri önem kazanmaktadır.
104
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bireyin sahip olduğu iş, onun kimliğinin bir parçasıdır ve adı, cinsiyeti ve uyruğu ile
birlikte kimliğini belirtmede önemli rol oynar. Kimlikle meslek arasındaki sıkı bağ,
“doktorum”, “öğretim üyesiyim”, “avukatım” gibi anlatımlarla daha belirgindir. Meslek
rollerine girmek, işten alınan doyumu da belirtir. Çalışma hayatındaki başarı arttıkça bireysel
kimlik ve iş kimliği gelişmeye devam eder. Özellikle kişiliklerine uygun meslekleri seçen veya
işe yönelen insanların kendilerini gerçekleştirme çabaları da sonuçsuz kalmayacaktır.
Çalışmak, hem yaşamın sürdürülmesi hem de kişiliğin gelişmesi için vazgeçilmez bir
gereksinimdir. İnsan çalışıp yarattıkça, kendine güveni artar. Yaptıklarıyla saygınlık
kazandıkça kendini gerçekleştirme olanağı bulur. Üretim sürecine etkin biçimde katılan insan,
içinde yaşadığı toplumun bir parçası olduğunu, kendisine gereksinme duyulduğunu hisseder.
Toplumla bütünleşen kişi, birlik ve beraberlik duygusunu daha iyi anlar.
105
Bölüm Soruları
1- Aşağıda kişilikle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) İnsan, çeşitli durumlarda kişilik yapısına uygun davranır.
b) Kişiliğin temel alt yapısı, bireye ilişkin kalıtımsal ve çevresel etmenlerden
oluşur.
c) Kişilik, bir insanın duyuş, düşünüş, davranış biçimlerini etkileyen etmenlerin
kendine özgü görüntüsüdür.
d) Kişilik, bireyin benliği ve sosyal dış dünyası arasındaki karşılıklı ilişkisi sonucu
oluşur.
e) Genetik özellikler ve çevresel etkenler insanın kişiliğini şekillendirdiği için, her
insanın kişiliği diğerine benzerlik gösterir.
2- Aşağıda kişilikle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Kişilik, bir kişinin tüm özelliklerini yansıtan ve doğumdan ölene kadar devam
eden bir süreçtir.
b) Kişiliğin gelişiminde zeka düzeyi ve öğrenme yeteneği gibi özelliklerin önemli
olmadığı görülmektedir.
c) Kişiliğin bir süreç içinde oluştuğu ve bu süreçte eğitim, deneyim ve öğrenmenin
önemli bir rol oynadığı görülür.
d) Kişilik denildiğinde “belirli bir durumda veya belirli olaylar karşısında kişinin
takındığı tavrın davranışsal yönü ve devamlılık gösteren özellikleri” akla gelir.
e) İnsan, kişiliğini ve bireyselliğini, çevresine yani topluma uyma süreci içinde
kazanan, belli ilişki tiplerine bağlı olarak yapılaştıran bir varlıktır.
3- Aşağıda kişilikle ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Kişilik yapısı üzerinde yapılan çalışmalarda bireyin temel özelliklerini belirten
ve devamlılık gösteren bazı karakteristikler üzerinde durulmuştur.
b) Ailede bireyin kişiliğinin temelleri oluşur, öğrenim kurumlarında ise ana
çizgileri belirlenmiş kişiliğin ayrıntıları belirlenip, bireye bilgi ve yetenekler kazandırılır.
c) Bir sosyalleşme yerlerinden biri de bireyin çalıştığı iş yeridir ve kişiliğin
üzerinde etkisi vardır.
d) Çocukluk döneminde gelişen kişilik zaman içerisinde değişikliğe uğramaz.
106
e) Mesleki sosyalleşme ile kişi bir yandan okul yaşamından devraldığı kişiliğinin
ayrıntılarını belirlemeyi sürdürmekte, diğer yandan uzun süreli etkiler sonucu, kişilik
özelliklerinde değişikliklere yol açabilmektedir.
4- Aşağıdakilerden hangisi bireyin kişiliği ile iş yaşamı arasında uyumun faydaları
arasında yer almaz?
a) Bireyin içinde yer aldığı örgüt üyeleri ile bütünleşmesi, örgüte bağlılığını
arttıracak ve kişinin davranışları ile örgüt üyelerinin davranışları benzer amaçlı olmaya
başlayacaktır.
b) Bireyin içinde yer aldığı sosyal yapı ile kişiliği arasında bir bağ kurulacak olursa
birey, grup normlarına uymada güçlük çekmeyecek ve davranışları ile grup üyeleriyle
ilişkileri arasında yönetsel etkinliği artıracak bir ilişki kurulacaktır.
c) Kişilik yapısı ile örgütün değerler sistemi arasında benzerlik yoksa “ait olma”
ihtiyacını birey işyerine bağlılığını göstererek karşılayacaktır.
d) Kişinin beklentisi ile örgütün amaçları arasında istenen bağın kurulması örgütün
devamlılığı açısından da son derece önemlidir. Bu da büyük ölçüde çalışanların kişiliğine
bağlıdır.
e) Bireyler, bulundukları sosyal yapı içinde kişiliklerine uygun başka bireyler
bulurlarsa ve bu bireylerle olan ilişkileri örgütün belirlediği kalıplar içerisinde yürürse,
örgütsel etkinlik sağlanmış olacaktır.
5) Bireyin herhangi bir davranışının ortaya çıkmasında veya sonuçlarında kendisinin
belirli bir katkısının olduğuna inanması, çok çalışırsa ödüllendirilip yükseltileceğine,
çalışmazsa işten atılacağına inanması gibi kişilik özellikleri aşağıdaki seçeneklerden hangisini
tanımlar?
a) Kendilik kontrolü
b) Makyavenalizm
c) Otoriter kişilik
d) Kendini yansıtma
e) Kendine güven
6) Başarılarını engelleyen her şeyi ortadan kaldırmak ve bunu da kendi çabalarıyla
yapmak isterler. Başarı ve başarısızlarını kendilerinde görürler, bu nedenle orta güçlükteki işleri
yapmayı tercih ederler. Bu kişilik özellikleri aşağıdaki seçeneklerden hangisini tanımlar?
a) Kendilik kontrolü
107
b) Makyavenalizm
c) Otoriter kişilik
d) Başarıya yönelim
e) Kendine güven
7) Katı kuralları olan, insanları yargılayan ve herkese tepeden bakan, altındakileri ezen,
güvenilir olmayan, çalışanların iş kurallarına aşırı uyumlu davranmalarını gerektiren hiyerarşik
bir yapıya sahip örgütlerde başarılı olan kişilik özellikleri aşağıdaki seçeneklerden hangisini
tanımlar?
a) Kendilik kontrolü
b) Makyavenalizm
c) Otoriter kişilik
d) Başarıya yönelim
e) Kendine güven
8) Diğer insanlarla arasına mesafe koyan ve sonuçlarına göre hareket eden, başkalarını
kullanmasını seven, içinde bulundukları duruma göre hareket eden, pazarlık durumunda son
derece başarılı olan kişilik özellikleri aşağıdaki seçeneklerden hangisini tanımlar?
a) Başarıya yönelim
b) Kendilik kontrolü
c) Kendine güven
d) Makyavenalizm
e) Otoriter kişilik
9) Birey, başkalarının davranışlarını gözleyerek onlara benzer davranış gösterir.,
Davranışlarını çevresine göre düzenleyebilirler, bu insanların uyum gücü yüksektir,
başkalarının davranışlarına yakın ilgi gösterirler. Farklı konumlarda farklı şekilde
davranabildikleri için yöneticilik görevini başarıyla yürütebilirler. Bu kişilik özellikleri
aşağıdaki seçeneklerden hangisini tanımlar?
a) Kendilik kontrolü
b) Makyavenalizm
c) Otoriter kişilik
108
d) Kendini yansıtma
e) Kendine güven
10) Aşağıdakilerden hangisi kişilik özellikleri yaptıkları işe uygun olmayan insanların
karşılaşabilecekleri durumlardan değildir?
a) kendi kişiliklerine ve çevrelerine saygıları azalır,
b) kendilerini toplumdan soyutlanmış hissederek yalnızlık ve yabancılaşma duygusunu
kapılırlar,
c) kaygı ve gerilimler başlar,
d) davranış ve uyum bozuklukları artar,
e) kişisel verimleri artar, aidiyet duygusu gelişir,
Cevaplar: 1e, 2b, 3d, 4c, 5a, 6d, 7c, 8d, 9d, 10e
109
6. İLETİŞİM MODELLERİ 1
Bölüm Yazarı
Prof. Dr. Seda Mengü
110
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
İletişim süreci mümkün olan tüm iletiler arasından birini seçen kaynak ile başlar. Söz
konusu ileti, konuşulan ya da yazılan sözcükler, notalar, müziğin kendisi, resimler,
matematiksel işaretler, sembolik mantık, vücut hareketleri, yüz anlatımları ya da mümkün olan
diğer biçimlerde olabilir. İletici, kanalda iletmeye uygun bir sinyal üretmek için iletiyi işler.
İleti yalnızca kaynakla iletici arasında ve alıcıyla hedef arasında varolur. Bir sinyal yalnızca
iletici ve alıcı arasında yol alır. Tüm bu iletişim sürecini anlamamıza yardımcı olan çeşitli
modeller geliştirilmiştir. Bu bölümde bu modellerin neler olduğu üzerinde durulacaktır.
111
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Ana akım yaklaşımlarca geliştirilen temel kuramlar nelerdir?
2) Shanon ve Weaver’in enformasyon kuramı nedir?
3) Osgood ve Schramm modelleri nelerdir?
4) Lasswell ve Gerbner’in modellerinin özellikleri nelerdir?
5) İki aşamalı akış kuramı nedir?
112
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya
geliştirileceği
İletişim sürecinin
öğeleri, niteliği ve
önemi
İletişim sürecinin öğeleri,
niteliği ve neden önemli
olduğu öğrenilecektir.
Kitle iletişim araçları ve modelleri
konusundaki temel düzeydeki
kitaplar incelenerek kavramın içeriği
ve amaçları pekiştirilebilir.
Shanon ve Weaver’in
matematiksel modeli.
Shannon-Weaver, daha
sonra geliştirilecek bir çok
modele kaynaklık eden beş
öğeli bir model ortaya
koyar. İnsan bilimlerinde
yaygın biçimde
kullanılacak ve iletişim
durumundaki tüm insan
edim ve eylemlerini
kapsayacak nitelikteki bu
model öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Osgood ve Schramm
dairesl modeli.
Osgood ve Schramm
dairesl modeli ve bu
modelin sonraki modellere
etkisi öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Lasswell modeli. Lasswell modeli
öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Gerbner modeli. Gerbner modeli
öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
113
Anahtar Kavramlar
Eleştirel yaklaşımlar: Ele aldıkları konuları ya da toplumu dönüştürebilecekleri
düşüncesi ile hareket eder.
Ana akım ya da egemen yaklaşımlardır: Ana akım yaklaşımda ise, ele alınan
konu ya da toplumun kendi ait bir doğası ve kuralları bulunur. Dolayısıyla bu konular
araştırmacıdan etkilenmez. Buna göre araştırmayı gerçekleştiren kişi toplumun dışında ya da
toplumun üstündedir. Müdahale edemez.
Girdi: Fiziksel enerjinin bir şekli ya da duyumsal itkilere (sensory impulses)
çevrilecek şekilde kodlanmış bir "uyarı” dır.
114
Giriş
İletişim çalışmalarının en önemli özelliği bu alanda yapılan çalışmaların eklektik bir
görünümde olması ve çalışma yapanların bilgibilimsel, yöntemsel ve kavramsal düzeyde ortak
bir yol belirleyememesidir. Kejanlıoğlu’na göre, İletişim çalışmalarında egemen yaklaşım
liberal çoğulcu toplum kuramına, bu yaklaşımın getirdiği liberal demokrasinin bireyci kapitalist
kültür kuramına denk düşer. İletişim çalışmaları denildiğinde, kitle iletişim araçları ile
gerçekleştirilen kitle iletişimi ve bu iletişimi gerçekleştiren kurumlar, bu kurumların
organizasyonel yapıları, iletişim araçlarının içerikleri ve bu içeriklerin izleyiciler üzerindeki
etkilerini ortaya çıkarmaya çalışan araştırmalar akla gelmektedir.
Bu alanda yapılan çalışmalar kapsamında iki paradigma hakimdir. 1. Eleştirel
yaklaşımlar
1. Eleştirel olmayan, ana akım ya da egemen yaklaşımlardır. Eleştirel yaklaşımlar
ele aldıkları konuları ya da toplumu dönüştürebilecekleri düşüncesi ile hareket eder. Ana akım
yaklaşımda ise, ele alınan konu ya da toplumun kendi ait bir doğası ve kuralları bulunur.
Dolayısıyla bu konular araştırmacıdan etkilenmez. Buna göre araştırmayı gerçekleştiren kişi
toplumun dışında ya da toplumun üstündedir. Müdahale edemez.
İletişim alanındaki çalışmalar 1920’lerde ve 3’larda Amerika’da başlamıştır. Bu
çalışmalar doğrudan iletrişim alanı ile ilgili değil, diğer bilim dallarının farklı nedenlerele
yapmış oldukları iletişimi konu alan araştırmalardır. İlk dönem çalışmalarının siyaset bilimi
alanında yapıldığı görülmektedir. Bu dönemde daha çok radyo ve basın aracılığıyla propaganda
yapılması ve bu durumun kamuoyunun oluşumuna etkileri irdelenmekteydi. Bu bağlamda
medyanın insanları nasıl ikna edebileceği sorusuyla psikoloji ve sosyal psikoloji alanlarında
çalışmalar yapılmıştır. Chicago okulu ise, toplumsal yaşamı bir etkileşim sistemi olarak görür.
Toplumsal yaşamdaki kollektif faaliyetler, kültür aracılığıyla dille nesilden nesile aktarılan
simgesel ve ahlaki bir dünyada gerçekleşir. Buna göre toplumsal ilişkiler iletişim aracılığıyla
yürür. Toplumsal çatışmaları iletişim aracılığıyla toplumsal uyuma ve asimilasyona
dönüştürmeyi amaçlamışlardır. Bu çalışmalar davranış psikolojisinden hareketle ele
alındığından iletişim çalışmalarında davranışçı yaklaşımın özellikle iletişim araçlarının izleyici
üzerindeki etkisinin ortaya çıkarılmasında ampirik yollara başvurulmasına neden olmuştur.
Egemen yaklaşımın bu bakış açısı nedeniyle toplumsal, ekonomik ve siyasal durumlar
toplumsal çözümleme ve incelemenin dışında tutulmuştur (Yaylagül, 2014: 26). Bu bağlamda
bu bölümde Ana akım yaklaşımlarınca geliştirilen temel kuramlar ele alınacaktır.
115
6.1. Ana Akım Yaklaşımlarınca Geliştirilen Temel Kuramlar:
Bu çalışmaların gelişimi toplumbilimlerinin işlevselci yaklaşımına dayanır. Bu
çalışmalar 1930’lu ve 40’lı yıllarda ticari amaçlı medya araştırmalarına uygulanmıştır. Bu
yaklaşım medyanın amacını, mesajları ya da etkileri bütün toplumsal süreçlerden soyutlar.
Toplumsal ideolojik, siyasi, kültürel ve ekonomik sistemle ilişkisini kurmaz. Bu tip
araştırmalarda temel amaç, toplumsal kontrol, ikna ve davranış değişikliklerine ilişkin veriler
toplamaktır. Bu tip araştırmaların eğilimi niceliksel, ampirik, davranış bilimlerinin
yöntemlerini kullanmaktır.
Güçlü Etki Hakkındaki ilk Kuramlar
Medyanın izleyiciler üzerindeki etkileri konusunda ilk çalışmaları yapan ‘kamuoyu’ adlı
eseri ile Walter Lipmandır. Lipman’a göre, insanların dış dünya ile uğraşmak için kullandıkları
kanıların parçalı, çarpıtılmış, önkabullere ve önyargılara dayandığını ve bunların insanları
yanlışa yönelttiklerini ifade etmiştir. İnsanların zihinlerini biçimlendiren bu düşünceler kitle
iletişim araçları ile dışarıdan alınan mesajlarla şekillenmektedir. Daha sonra harold Lasswell
propaganda konulu çalışmalar yapmıştır. Onun çalışmalarına dayanılarak ‘gümüş kurşun ‘ ve
‘hipodermik iğne’ gibi kuramlar geliştirilmiştir. Burada iletişim diğerini etkilemek için bir araç
olarak görülmektedir. İletişimci bu anlamda etkileyici kişidir. Araştırmanın temel sorusu: Kim,
kime hangi kanalı kullanarak hangi etki ile ne diyor? Sorularıdır. Bu sorulara göre, sistem
analizi, içerik analizi, medya analizi, izleyici analizi, etki analizi konuları ele alınmıştır. Kitle
iletişim araçlarının çok büyük bir etkiye sahip olduklarına ilişkin orataya çıkan hipodermik iğne
modelidir. Lazarsfeld, Berelson 1940’larda insanların oy verme davranışlarının üstünde
yaptıkları çalışmada hipodermik iğne modelini destekleyecek bir kanıt bulamamışlardır. Onlar
medyanın oy verme davranışı üzerindeki etkisini ‘iki aşamalı akışa’ bağlamışlardır. Buna göre,
kamuoyu önderleri enformasyonu medyadan alıp kendi düşünce süzgeçlerinden geçirdikten
sonra, oy verecek olan grubun diğer üyelerine aktarmaktadırlar (ibid, ss.50,51).
Sanayi devrimiyle ortaya çıkan kitleler, atomize, birbirlerinden tyalıtılmış,
yabancılaşmış ve kuralsızlaşmış varlıklar olarak yıkıcı bir güç olarak görülüyorlardı. Kitle
iletişim araçlarının böyle bireyler üzerinde doğrudan büyük etkileri olduğu düşünülüyordu. Bu
düşünceye göre göre kitle insanı propagandaya direnecek eleştirel bir akıldan ve bilgden
yoksundu. İktidar seçkinleri bu insanları yönlendiriyorlardı. Bu düşünce ile geliştirilen ilk
kuram hipodermik iğne, sihirli mermi, uyarıcı tepki ya da propaganda modeli olarak da biline
modeldir. Bu model doğrusal bir nedensellik anlayışına dayanır. Buna göre, göndericinin
gönderdiği mesaj alıcı konumundaki bireylerin davranışını etkiler. Bu da bir şırınga ya da
mermi etkisi ile gerçekleşir.
6.1.1. Shannon ve Weaver Modeli ve Enformasyon Kuramı
Claude E. Shannon ve çalışma arkadaşı Waren Weaver’in matematiksel iletişim kuramı
tek yönlü yalın bir çizgisel süreci yansıtır ve bilgi iletiminin gerçekleştiği her duruma
uygulanabilir niteliktedir. Bell telefon araştırma laboratuarlarında geliştirilen ve iletişim
alanında yapılan bilimsel çalışmaların temelinde yer alan Shannon-Weaver modeli, teknik,
116
anlamsal ve etkililik başlıklarından oluşan üç düzeyli sorunlara şu sorulardan hareketle çözüm
arar: ‘iletişim simgeleri ne kadar kusursuz olarak gönderilebilir?; gönderilen simgeler istenen
anlamı ne kadar doğru olarak ifade eder?; alınan anlam, hedefin davranışını istenen yönde ne
kadar etkileyebilir?’ (Erdoğan & Alemdar, 1990: 63).
İletişim sürecini bu sorular çerçevesinde sorgulayan ve irdeleyen Shannon-Weaver,
daha sonra geliştirilecek bir çok modele kaynaklık eden beş öğeli bir model ortaya koyar. İnsan
bilimlerinde yaygın biçimde kullanılacak ve iletişim durumundaki tüm insan edim ve
eylemlerini kapsayacak nitelikteki bu model, ayrıca, iletişim sürecine beşinci öğe olarak
eklemlediği ‘gürültü’ öğesini açımlarken, ‘artıkbilgi’ (redundancy) ile ‘bilgi yitimi’ (entropy)
terimlerini de kullanacaktır.
Matematiksel iletişim modelinde kaynak, karar alıcı olarak görülmektedir; yani, hangi
iletinin gönderileceğine kaynak karar verir ya da olası iletiler dizgesi içinden birini seçer.
Seçilen bu ileti aktarıcı tarafından, kanal aracılığıyla alıcıya gönderilen bir sinyale dönüştürülür.
Bir telefon için, kanal kablodur, sinyal kablo içindeki elektrik akımıdır, aktarıcı ve alıcı telefon
ahizeleridir. Bir söyleşide konuşanın ağzı aktarıcıdır örneğin; sinyal havadaki kanal aracılığı ile
(havasız bir boşlukta biriyle konuşulmaz) aktarılan ses dalgalarıdır ve dinleyenin kulağı da
öyleyse alıcıdır (Fiske, 1996: 23). Bu durumda, iletinin gönderildiği hedef görece olarak
değişkenlik arz eder ve daha çok iletiyi alan her şeydir; doğrudan iletiye muhatap olan ya da
maruz kalmış kişi ya da şeydir.
Shannon-Weaver sinyalin bir gürültüden etkilenerek engellenmesi ya da gürültülü bir
kanalda bilginin kesilmesi olgusunu artıkbilgi ve bilgi yitimi kavramlarıyla açıklar. Artıkbilgi,
teknik, anlamsal ya da etkililik ile ilgili gürültü etmenleri yüzünden aksayan iletişimi yeniden
harekete geçirmek için önceden üretilmiş iletinin yeniden yapılandırılması ya da yeniden
olduğu gibi yinelenmesi, yani iletideki bilginin fazladan kullanılmasıdır; bilgi yitimi ise iletişim
sürecini aksatacak denli bilgin bulunmayışından, kaybından kaynaklanan aksaklık biçiminde
ifade edilebilir. Birine merhaba demek tastamam bir fazlalıktır; ama iletişim kanallarının açık
tutulması bakımından son derece önemlidir. Telefondaki hışırtının iletişim kanalını
bulandırarak iletinin bilinme ve algılanma oranını düşürmesi, bilgi yitimine uğramış bir
bildirinin ortaya çıkması anlamına gelir. Bu durum kestirimden yoksun ya da anlamlandırılma
gücünü yitirmiş bir ileti ortaya çıkardığından kaynak tarafından hemen giderilme, kestirilebilir
hale getirebilme uğraşına girişilir. Bu da iletinin yinelenmesi ya da değişik biçimde yeniden
söylenmesi demek olur ki, bu durumda yine bir artık bilgi üretilmiş demektir. Öyleyse iletişimin
aksamaması, bir başka deyişle sağlıklı, etkin ve etkili bir iletişim, iletişim kanalında bir gürültü
olmaması ile mümkündür. Kanalda gürültü olmaması ise bu iki olgunun; artık bilgi ile bilgi
yitimi arasında bir denge olması, dengenin sağlanmış olması anlamına gelir.
Bell firmasının Telefon Laboratuarında çalışan Shanon ve çalışma arkadaşı Waren
Weaver tarafından 1949 yılında geliştirilen bu model ana akım pozitivist kitle iletişim
anlayışının temelini oluşturur. Bu yaklaşım iletişimi tek yönlü ve doğrusal bir süreç olarak
kabul eder. Model iletişim sürecinin işleyişinde disfonksiyonel olan gürültü kaynağı faktörünü
iletişim sürecine sokmuştur. Shanon ve Weaver'in modelin "Matematiksel İletişim Modeli" de
denilmektedir. (Yaylagül, 2014: 55).
117
Süreçte rol alan ilk unsur iletişim kurmak için iletilmek üzere mesaj ya da mesajlar
zinciri üreten bilgi kaynağıdır. Bir sonraki aşamada mesaj verici tarafından sinyaller haline
getirilir. Bu sinyallerin alıcıya giden kanalın özelliklerine uygun hale getirilmesi gerekir.
(McQuail ve Windahl, 1993: 19) Bu modelde bilgi kaynağı, iletilme olasılığı bulunan iletiler
dizisinden bir ileti seçer. İleti yazılı ya da sözlü sözcükler, müzik, resim ya da başka herhangi
bir şey içerebilir. İletici iletiyi kanala uygun bir sinyale dönüştürür. Kanal, sinyali ileticiden
alıcıya ileten araçtır. Karşılıklı konuşmada, iletişim kaynağı beyindir. İletici, sinyalleri
(konuşmaları) üreten ses düzeneği, kanal ise havadır. Alıcı, ileticinin tersi iş görür ve sinyalden
iletiyi yeniden yapılandırır. Hedef iletinin gönderildiği kişi ya da şeydir.
Diğer temel katkılar, Shannon ve Weaver'in “belirsizlik” (entropy) ve “belirlilik”
(redundancy) kavramları ve gürültülü bir kanal içinde etkili iletişimi sağlamak için bu iki
kavram arasındaki gerekli olan dengedir. Kanalda gürültü arttıkça, belirliliğe (iletinin bilinme
derecesinin yüksek oluşu) duyulan gereksinim büyür. Bu durum da iletinin göreli belirsizliğini
azaltır. (Söz gelişi, gürültülü bir kanal içinde ileti gönderen telsiz telgrafçı, iletinin alındığından
emin olmak için iletinin önemli bölümlerini yineler) Kanaldaki gürültünün üstesinden gelmek
için "belirliliği" kullanmak, verilen süre de iletilebilecek bilgi miktarını azaltır (Severin ve
Tankard, 1994: 64) Modelde iletişim terimi "bir zihnin diğer bir usu etkiliyebileceği tüm
işlemleri kapsayan çok geniş bir anlamda" kullanılır (Weaver, 1949’dan aktaran , Severin ve
Tankard, 1994: 66). İletişimin amacı, hedefin davranışını etkileme çabasıdır. Buradaki davranış
geniş bir anlam içermektedir.
İletişim süreci mümkün olan tüm iletiler arasından birini seçen kaynak ile başlar. Söz
konusu ileti, konuşulan ya da yazılan sözcükler, notalar, müziğin kendisi, resimler,
matematiksel işaretler, sembolik mantık, vücut hareketleri, yüz anlatımları ya da mümkün olan
diğer biçimlerde olabilir. İletici, kanalda iletmeye uygun bir sinyal üretmek için iletiyi işler.
İleti yalnızca kaynakla iletici arasında ve alıcıyla hedef arasında varolur. Bir sinyal yalnızca
iletici ve alıcı arasında yol alır.
Telefonu kullandığımızda, kanal telefon telidir. Sinyal telin içinden geçen elektrik
akımıdır. İletici (ahize) konuşulan sözcüklerin ses basıncını elektrik akımına çevirir. Konuşma
olayında, kaynak, beyin; iletici insanın ses mekanizması ya da ses sistemi; kanal, hava; sinyal
ise bir insanın kulağına giden basınçtır. İletici iletiyi kodlama işlevini görür. İleti alındığında
alıcı (bu olayda kulak) iletiyi açmak yani havadan gelen ses dalgalarını beyin için (hedef)
sinirsel itkilere çevirmek zorundadır.
Sinyal hiç şüphesiz, ele aldığımız iletişim sistemine bağlı olarak farklı biçimlerde
olabilir. Konuşmada sinyalin, havada (kanal) ilerleyen ses basıncı olduğunu gördük. Radyo ve
Televizyonda sinyal elektromanyetik dalgalardır. Gazete, dergi ve kitapta ise sinyal, sayfa
(kanal) üstündeki basılı kelime ya da görsel malzemelerdir. Kanal, sinyali ileticiden alıcıya
iletmek için kullanılan araçtır. Bilgi kuramına göre kanal kapasitesi bir kanalın iletebileceği
sembollerin sayısı değil, aksine bir kanalın iletebileceği bilgi ya da bir kanalın bir bilgi
kaynağınca üretilen şeyi iletebilme yeteneğidir (Weaver, 1949’dan aktaran, Severin ve
Tankard, 1994: 67 ) İletici, iletiyi kanalda iletmek için kodlar kodlamaz, alıcı sinyalle gelen
iletiyi yeniden yapılandırmak zorundadır. Alıcının yaptığı işlem, ileticinin gördüğü işlemin
118
tersidir. Yani alıcı iletilen sinyali yeniden iletiye dönüştürür ve bu iletiyi hedefe gönderir.
Yayıncılıkta alıcı radyo ya da tele vizyonun kendisidir. Konuşma durumunda alıcı kulak yada
sinir sisteminde kulakla ilgili bölümdür. Basılı malzemede de alıcı göz ya da gözün sinir
sistemiyle ilişik bölümüdür.
Hedef iletinin gönderildiği kişi ya da şeydir. Kitle iletişiminde hedef; okuyucu, dinleyici
ya da izleyicilerden biri, yani hedef kitlenin (audience) bir üyesidir. Hedef bir nesne de olabilir.
Termostat bir ısıtma ya da soğutma sistemiyle iletişim içindedir. Bir sübop ayar düğmesi
motorla ya da bir motora benzin ikmaliyle iletişim kurar. Bilgisayarlar birbirleriyle iletişim
kurmak için planlanabilirler (Severin ve Tankard, 1994: 67-68).
Shannon ve Weaver, iletişim araştırmalarında üç sorun düzeyinden söz
etmektedirler. Bunlar: (Erdoğan ve Alemdar, 2005: 63, 64).
A Düzeyi (teknik sorunlar) İletişim simgeleri ne kadar kusursuz biçimde
aktarabilmektedirler?
B Düzeyi (anlamsal sorunlar) Aktarılan simgeler istenen anlamları ne kadar kesinlikte
iletebilmektedirler?
C Düzeyi (etkililik sorunları) Alınan anlamlar, davranışı, arzu edilen yönde ne
ölçüde etkileyebilmektedirler?
A düzeyindeki teknik sorunlar anlaşılması en kolay olanlardır ve model aslında bu
sorunları çözmek üzere geliştirilmiştir.
Anlamsal sorunların da belirlenmesi kolaydır, ancak çözümü daha zordur ve alanı,
sözcüklerin anlamlarından bir Amerikan haber görüntüsünün bir Rus için ne ifade ettiğine kadar
uzanır. Shannon ve Weaver, anlamın iletide içerildiğini düşünürler: dolayısıyla, kodlama
sürecinin geliştirilmesi, anlamsal doğruluğu artıracaktır. Ancak burada, modelin tanımlamadığı
kültürel etmenler de söz konusudur: anlam ileti içinde olduğu kadar kültür içindedir (Fiske,
1990:22-23).
Shannon ve Weaver iletişim sistemiyle ilgili önemli soruları şöyle sıralarlar: (ibid.
63, 64).
a) Bilgi miktarı nasıl ölçülür?
b) İletişim kanalının kapasitesi nasıl ölçülür?
c) Etkili bir kodlama sürecinin özellikleri nedir? Etkili bir kodlamada kanal ne düzeyde
bilgi taşır?
ç) Gürültünün genel nitelikleri nelerdir? Hedefin aldığı iletinin doğruluğunu gürültü
nasıl etkiler? Gürültünün etkileri nasıl en aza indirilir ve ne ölçüde kaldırılabilir?
119
d)Gönderilen sinyallerin soyut (harfler, noktalar, çizgiler, aralıklar sırası), sürekli olması
(konuşma, müzik) sorunu nasıl etkiler?
Shannon ve Weaver araştırmalarında bu soruları düzey A'da yanıtlamaya çalışmışlardır.
Bilgi: Bu kuramda bilgi kavramı "anlam" ile karıştırılmamalıdır. Biri çok "önemli" öteki
tamamen "önemsiz" iki ileti bilgi bakımından tamamen, eşdeğerde olabilir. Shannon bunu,
iletişimin anlamsal yanının mühendislik yanı ile İlgisi olmadığını söyleyerek açıklar. Bilgi
kavramı, "anlam" kavramındakinin aksine, tek tek İletilere değil, bütüne uygulanır. Bilgi olası
iletiler arasında seçme özgürlüğüdür. İletilerin sayısı arttıkça seçim özgürlüğünde "olasılık"
önemli bir rol oynamaya başlar (Erdoğan ve Alemdar, 2005:64). Bilgi kuramı terimleriyle
açıklarsak, bilgi fen bilimlerindeki belirsizlikle çok fazla benzeşir. Fen bilimlerinde belirsizlik,
rastlantısallığın derecesinin ölçüm aracıdır. Belirsizlik bir durumun düzensizliği ya da kesin
olmamasıdır. Bilgi kuramında ise belirsizlik bir kişinin bir iletiyi yapılandırırken sahip olduğu
seçme özgürlüğünün miktarıyla ilişkilidir (Severin ve Tankard, 1994: 64).
İletişim sürecinde her olasılık bir önce seçilene bağlıdır ve her seçimden sonra
bilinilirlik olasılığı çoğalır. Örneğin konuşmamızda kullandığımız herhangi bir tümceyi alalım.
İlk sözcükten sonra gelen sözcüğün bilinmesinde olasılık ilk sözcükten daha fazladır, bunu
izleyen üçüncü sözcüğün nesne mi, özne mi, sıfat mı, yüklem mi olacağını bilme olasılığı daha
da artar ve belli bir noktaya geldiğimizde sonraki sözcüğün ne olduğunu ya da özelliğini biliriz.
Özellikle herhangi bir sözcüğü oluşturan harflerin sonuna gelmeden belli durumlarda bu
sözcüğün ne olduğunu hemen biliriz. Bu geleceğini bildiğimiz sözcüklerin ya da harflerin
olmasına iletişimde belirlilik (redundancy), bunun aksine de belirsizlik (entropy) denir.
Kuramsal olarak iletişim belirlilik olmadan yapılabilir, fakat uygulamada bu çok az ya
da hiç olmayan bir durumdur. Shannon ve Weaver belirliliğin kod açımında kusursuzluğa,
yanlışları bulmaya yardım ettiğini ve gürültülü bir kanaldaki yetersizliği gidermeye katkıda
bulunduğunu belirtmişlerdir. Buna en basit ömek gürültülü telefon hattında sözlerimizi
yinelememizdir (Erdoğan ve Alemdar, 2005:65).
Gürültü, sinyale enformasyon kaynağının isteği dışında eklenen herhangi bir şeydir.
Gürültü birçok şekilde gerçekleşebilir. Akla en çabuk gelen örnek radyo cızırtısıdır. Bilgi
kuramına göre, gürültü, telefon, radyo, televizyon, ya da sinemadaki ses bozulmaları, bir
televizyon görüntüsündeki gölgelenme ya da biçimsel bozulmalar, bir fotoğrafın lekeli baskısı
ya da bir telgrafın iletimindeki hatalar olabilir. Gürültü, bir spikerin, bilgi kaynağının isteği
dışında sinyale eklediği tavırlar olarak da karşımıza çıkabilir. Gürültü belirsizliği arttırır.
Çelişkili ve teknik bir olgu olarak görünmesine rağmen gürültü aynı zamanda bilgiyi de arttırır.
Hedefte bulunan insanlar da (okuyucu, izleyici, dinleyici) malzemeleri kendi
gereksinimlerine göre seçmek ya da yorumlamak yoluyla eleyicilik yapabilirler. İnsan iletişim
sistemleri Shannon'un yapısal sisteminin aksine işlevsel sistemlerdir. Bu sistemler öğrenme
yeteneğine sahiptirler. İnsanın merkezi sinir sistemi öğrenme yeteneğine sahip olduğundan
işlevsel bir sistemdir dediğimizde, onun şu andaki durumunun kendi geçmiş işlemlerine bağlı
olduğunu demek istiyoruzdur. İletişim sistemleri karşılıklı olabilir (corresponding systems) ya
120
da karşılıklı olmayabilirler (noncorresponding systems). Karşılığı olan iletişim sistemleri
benzeşik durumlarda meydana gelirler. Telgraf ileticisi ya da manyeto birbirine benzeyen nokta
ve çizgi dizilerini kabul eder ve yineler (iletimde meydana gelen herhangi bir gürültü çıkarılır).
Karşılığı olmayan iletişim sistemleri benzeşik durumlarda meydana gelmezler. Sözgelişi,
telgraf operatörünün verdiği bilgi iletilen iletiyle benzeşmez. İletilen ileti tel üzerindeki akımla
da benzeş değildir. Telsiz telgraf olayında da hava kanalıyla iletilen iyonların iletilen iletiyle
benzeşikliği yoktur (Severin ve Tankard, 1994: 70-73).
Bu kuram bireyler arasındaki ilişkiyi ve iletişimi enformasyon göndermeye indirger. Bu
anlayışa göre ise iletişim hala sadece mesaj alış verişi olarak algılanır. Bu anlayış bu kurama
yönelik geliştirilen bir eleştiridir. Alıcı burada sadece mesajı alan pasif bir konumda değil,
mesajın anlamını yeniden üretebiliyor. Ancak yine de Erdoğan ve Alemdar’a göre modelde
kurulan dünyada tepkiye yer yok. Model yine de kitle iletişimi tek yönlü olduğu için litle
iletişimine uygundur. Bu kuramı insamn iletişimine uyguladığımızda seviye A’daki sorunu
çözdüğümüzde mesajı en iyi biçimde şekillendirip gönderdiğimizde ve bu mesaj alındığında
diğer seviyelerdeki sorunların da ortadan kalkacağı düşünülebilir. Bu durum şöyle bir hatalı
düşünceye neden olmuştur. Mesaj güzel hazırlanırsa istenen etkiyi yaratır düşüncesi hatalı bir
düşüncedir. Enformasyon ve anlam karıştırılmamalıdır. Anlamın kendilerini ilgilendirmediğini
belirtmiştir. Mesaj sadece sözlerin ya da görüntülerin olduğu somut olanı anlatmaz. Gönderen
kişi mesaja kendi amacını da koyar. Ancak burada aynı zamanda alıcının da kendi amacı vardır
ve hatta bunlar ortak bir tarihte de buluşabilirler.
Görüldüğü gibi Shannon-Weaver Modeli ağırlıklı olarak iletiyi aktaran kişinin alıcılara
etkili biçimde ulaşmasını amaçlayan ve özellikle iletişim araçlarında bunu engelleyen sorunları
belirleyen bir modeldir ve bu nedenle eleştirilere uğramıştır. Ancak iletiyi ölçümlemede
getirdiği temel kavramlarla iletişim kuramları arasında önemli bir yeri vardır (İlal, 2007:12).Bu
kuram iletişimin amacını sadece göndericinin amacı ile sınırlamaktadır.
6.2. Osgood ve Schramm Dairesel Modelleri
6.2.1.Osgood Modeli
Dairesel model, C.E. Osgood tarafından yaratılmış ve Schramm tarafından sunulmuştur.
(1954) Bu model iletişim sürecine katılan ana aktörlerin davranışları üzerinde durmaktadır.
Osgood bir bireyin hem gönderme hem alma işlevlerini ele alır ve sembollerin "anlamlarını"
hesaba katar. Shannon ve Weaver Modeli ayrı kaynakları, hedefleri, ileticileri ve alıcıları ima
eder. Bu mekanik sistemler için genellikle doğru olmasına rağmen, insan iletişim sistemleri için
doğru değildir. Schramm ve Osgood modelinde verici ve alıcıdan söz edilmemekte ancak her
iki tarafta da aynı işlevler gerçekleşir. Bir birey birtakım geribildirim mekanizmaları
aracılığıyla kodladığı iletileri yeniden açarak hem kaynak hem hedef, hem iletici hem de alıcı
olarak işlev yüklenebilir. Bu modelde "girdi" fiziksel enerjinin bir şekli ya da duyumsal itkilere
(sensory impulses) çevrilecek şekilde kodlanmış bir "uyarı"dır.
Osgood ve Schramm iletişime katılan tarafları kodlama, yorumlama ve kod açma
işlevlerini yerine getiren eşit taraflar olarak görür. Verici gönderme işlevini şifreleme olarak
121
gerçekleştirirken alıcı da kod açma ve şifre çözme işlevini yerine getirir. Schramm ve
Osgood’un yorumlama işlevi Shannon ve Weaver’in modelinde kaynak ve hedef tarafından
gerçekleştirilmektedir. Osgood'a göre, bir "konuşma çevresinde" bulunan her insan Shannon ve
Weaver'in Modeli'ndeki gibi iletişimde bulunan komple bir sistemdir. Osgood Shannon
Modelini, iletiler göndermek ve almak için "iletişim birimi" adını verdiği sistem içerisinde
yeniden düzenlemiştir.
Osgood iletişimin sosyal doğasını vurgular ve şöyle der:
Yeterli bir sistem en azından iki iletişim birimini içermek zorundadır: Kaynak birimi
(konuşmacı) ve hedef birimi (dinleyici). Böyle herhangi bir iki birim arasını tek bir sistem
şeklinde bağlayan şeye ileti adını veriyoruz. Bu çalışmanın amaçları içinde iletiyi, bir kaynağın
toplam çıktısının (tepkiler) parçaları olarak tanımlayacağız. Bu parçalar aynı zamanda bir hedef
biriminin toplam girdisinin (uyan) bir bölümü olabilir.
6.2.2. Schramm’ın Kitle İletişim Modeli
Schramm, Shannon ve Osgood'un yapmış olduğu gibi teknik ve teknik olmayan iletişim
arasında keskin bir ayrım yapmaz. Shramm, çoğu fikirlerinde Osgood'dan esinlendiğini kabul
eder. Shramm (1954) ilk modellerinde basit bir insan iletişimi modelinden yola çıkarak iletişim
kurmaya çalışan iki insanın birikimli deneyimlerini hesaba katan daha karmaşık bir model
geliştirmiştir. Shramm daha sonra, insan iletişimini iki insan arasındaki karşılıklı etkileşim
olarak gören bir modele ulaşmıştır. İlk model ile Shannon'un modeli arasında dikkati çeken bir
benzerlik vardır. İkinci modelde Shramm, kaynak ve hedef deneyim alanlarında neyi
paylaşıyorlarsa, gerçekte yalnızca onun iletilebileceği düşüncesini ortaya atmıştır. Çünkü
sadece sinyallerin bu bölümü hem kaynak hem de hedef tarafından ortak olarak yakalanabilir.
Bu modelde kodlama, yorumlama ve kod açma olarak üç unsur bulunmaktadır.
Okuyucu, dinleyici ve izleyiciler kitleyi oluşturur. Her bir birey mesajı alıp kod açmakta,
yorumlamakta ve yeniden kodlamaktadır. Eğer bir birey bir gruba bağlıysa mesajları
yorumlayarak bir karara varırlar. Schramm’a göre, çok kalabalık hedef kitleler bu üç işlevi de
yerine getirmektedirler. Kitle iletişim örgütü hedef kitleyi oluşturan kitleleri yapılan okuyucu
ve izleyici araştırmaları ile sınıflandırmaktadırlar. Buna göre hedef kitlenin ortalama özellikleri
tespit edilerek mesajın içerik ve biçimi hakkında karar verilmektedir. Hedef kitlenin ihtiyaç ve
beklentilerine uygun mesajlar gönderilerek daha etkin hale gelinebilir. Kaynakla hedef kitle
aynı mesajı paylaşmadıkları için geri besleme her zaman gerçekleşmez. Bu yüzden Schramm
modelinde geri besleme örtülü olarak yer almaktadır. Bir daha aynı gazeteyi almama ya da bir
kanalı seyretmeyi bırakma bu anlamda geri beslemeni olumsuz bir örneğidir. Bu model
bağlamında dile getirilen, kodlama yorumlama ve kod açma işlevi eşik bekçileri aracılığıyla
gerçekleşip hedef kitleye ulaşıp ulaşmayacağına karar verilmektedir.
Osgood ve Schramm iletişime katılan tarafları, kodlama yorumlama ve kod açma
fonksiyonlarını- işlemlerini yerine getiren eşit taraflar olarak görürler. Kabaca şifreleme
fonksiyonu vericinin yaptığı iş olan gönderme fonksiyonuna, kodlama, kod açma, şifre çözme
fonksiyonu da alıcının yaptığı iş olan alma fonksiyonuna benzemektedir (McQuail ve Windahl,
122
1993: 22) Bu modele göre, bireyler birbirleriyle iletişim halindedirler yatılımış değildirler.
Sosyal ilişkiler aracılığıyla mesaja tepki gösterirler. Bu modelde kitle iletişimini toplumun
tamamlayıcı bir parçası olarak görme durumu vardır.
6.3. Lasswell Modeli
Harold Lasswell 1948 yılında yazdığı makalesinde “ Bir iletişim eylemini tanımlamanın
en uygun yolu şu soruları cevaplamaktır” demiştir. Kim, Ne diyor, Hangi kanalı kullanıyor,
Kime, Ne gibi etki oluşturuyor? Lasswell’in modelindeki unsurlarla ilgili araştırma alanları her
bir soruya denk gelecek şekilde; Kim- Kontrol çalışmaları, Ne diyor- içerik analizi, Hangi
kanal-medya analizi, kime - izleyici analizi, Ne gibi etkilerle. Ayrıca bu modelde mesajın hangi
şartlarla gönderildiği ve gönderenin bir şey söylerken ne gibi bir amaçla söylediği de dikkate
alınmalıdır (McQuail ve Windahl, 1993: 16, 17)
Bu modelde niyet hedefi etkilemektir. Dolayısıyla iletişim ikna süreci olarak görülür.
Mesajlar her zaman bu modele göre etki oluşturur. Özellikle siyasal propaganda sürecini
çözümlemek için bu model uygundur. Lasswell’e göre, iletişim sürecinin en önemli unsuru
etkidir. O’na göre iletişim ileti aktarımıdır. O yüzden propagandayı kitlelerin katılımını
sağlayacak tek araç olarak görmüştür. Etki gözlemlenebilen ve ölçümlenebilen bir değişkendir.
İletişim sürecindeki kaynak, kod, kanal, mesaj, hedef kitle ve geri besleme unsurları etkiyi
oluşturan unsurlardır. Bunlarda herhangi bir değişiklik etkinin de değişmesine yol açacaktır
(Işık, 2005: 35). Bu model etki üzerine odaklanmakta, geri beslemeye yer vermemektedir.
6.4. Gerbner Modeli
George Gerbner, bir sosyolog olarak, her iletişim durumuna uygulanabilecek geniş ve
genişletilebilir bir genel model tasarlar. İlk bakışta diğerlerine göre yeterince karmaşık gibi
görünen model, iletişim durumlarına göre dönüştürülebilir dinamik ve etkileşimli bir düzenek
sunar. Bu modelde birbiriyle ilintili iki önerme ortaya konur (Lazar, 2001: 97): İlk önermede,
gerçeklik ile ileti birbirine ilintilenmektedir. Böylece göstergelere ilişkin bilgi edinmemiz
mümkün olmaktadır; ikinci olarak iletişim iki boyutuyla ele alınmaktadır. Bunlardan birisi
izlenim ve algılama, diğeri ise denetim boyutu ya da iletişimdir.
İletişim sürecini algı ve algılama boyutu ile başlatan Gerbner, Lasswell’i andıran
formülünü şöyle tasarımlar (McQuail, Windahl, 1993: 26):
1. bir kişi
2. bir olayı algılayıp
3. tepkide bulunduğunda
4. belli bir ortamda
5. bazı araçlar kanalıyla
123
6. kullanılabilir bir malzeme hazırlar
7. bunun bir biçimi
8. ve bağlamı vardır
9. içeriği aktararak içerik iletir
10. ve bazı sonuçlara yol açar
Gerbner modelini inceleyecek olursak;
a) Olayın bir trafik kazası olduğunu farzedelim.
b) Litle iletişim aracı olayı çeşitli araçlarla haber alır, algılar,
c) Ardından medya olayı değerlendirerek kodlar ve haber haline getirir ve hedef
kitleye aktarır.
d) Hedef kitle mesajı alır, kodu açar, mesajı deşifre eder.
Bu model, insan iletişimi sürecinin seçici, değişken, öznel ve bilinemez olduğunu
söyler. Bu model aynı zamanda insan- makine iletişimini tanımlamada da kullanılabilir. Tüm
ayrıntısına karşın, Gerbner'in modeli hala Shannon ve Weaver modelinin imgelemsel bir
uzantısıdır. İletişimi ileti aktarımı olarak tanımlar ve her ne kadar sürecin ötesine, O'nun dışına,
de bakıyorsa ve dolayısıyla anlam sorusunu gündeme getiriyorsa da, anlamın nasıl
oluşturulduğu sorusuna doğaldan eğilmez (Fiske, 1990:45-49)
6.5. İletişimle İlgili İlk Alan Araştırmaları ve İki Aşamalı Akış Modeli
B. Berelson ve Paul Lazarsfeld, Columbia Üniversitesi adına Bureau of Applied Social
Research programı çerçevesinde, özellikle 1940 ve 1948 arasındaki başkanlık seçimlerinde
kitle iletişim araçlarının çok güçlü olmadıklarını bulmuşlardır. Özellikle 1940 seçimleri
öncesinde yapılan araştırmalar, medyadaki seçim kampanyalarının insanların oy verme
davranışı üzerinde birebir etkisi olmadığı bunun yerine araya kanaat önderleri gibi bir değiş-
kenin girdiği ve iletişim sürecinin iki aşamalı bir akış sonucunda gerçekleştiğini ortaya
çıkarmıştır. Berelson ve Lazersfeld, medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konusunda aracı
olarak kişilerarası iletişimin rolünün ne olduğunu incelemişlerdir (Rogers ve Chaffe, 1983’den
aktaran, Yaylagül, 2014: 58). Katz ve Lazarsfeld tarafından geliştirilen iki aşamalı akış
modelinde ilk alıcılar konumundaki kamuoyu önderleri, basit bir doğrudan nedensellik
içerisinde yeniden gönderici haline gelirler.
İki aşamalı akış modeline göre enformasyon ve etki iki basamak sürecinden geçerek
oluşur, buna göre kanaat önderinden grubun üyesine geçer. Kanaat önderi içinde bulunduğu
grubun bakış açısına göre iletişimi biçimlendirerek ve saygı duyulan bir önder, dolayısıyla
güvenilir kaynak olarak, etkide bulunur. Kamuoyu önderleri kitle iletişim araçlarından gelen
bilgileri yorumlayarak iletileri yeniden kurgularlar. Kanaat önderleri geleneksel güç sahipleri
124
ile bir tutulmamalıdır. Bu önderler her mesleki grup ve her sosyo-ekonomik düzeyde
bulunabilirler. Kanaat önderleri kitle iletişim araçlarını önder olmayanlardan daha çok
kullanırlar; konumları ile ilgili iletişim içeriğini seyreder, okur ve dinlerler. Siyasi önder ise
siyasi konuları; eğitici önder ise eğitici konuları; ekonomik hayatla İlgili bir önder ise,
ekonomik konuyu izler ve iletir. Popüler düşünce kanaat önderliğini yüksek statüyle
eleştirmiştir ve etki sürecine özellikle yüksek statüden veya yüksek prestij düzeyinden aşağı
doğru hareket eden dikey bir süreç olarak düşünmüştür. Alan araştırması bulgularına göre,
kanaat önderleri her statü düzeyinde vardır ve her düzeydeki kimseler arasında bulunabilir
(Berelson ve Katz,1955’den aktaran, Erdoğan ve Alemdar, 2005:75). İki aşamalı akış ve
kamuoyu önderi yaklaşımı genellikle medya etkisini tutum ve davranışlardaki kısa dönemli
etkiler olarak görür ve değerlendirir.
125
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu bölümde iletişim çalışmalarına ilişkin tarihsel bir gelişim süreci ele alınmıştır. Ana
akım yaklaşımları çerçevesinde Shanon ve Weaver, Osgood ve Schramm’ın dairesel modeli,
Lasswell ve Gerbner’in modelleri incelenniştir. Shanon ve Weaver’in enformasyon modeli ve
diğer modeller arasındaki farklılıklar ortaya konmuştur. Ayrıca iki aşamalı akış kuramı da ele
alınmıştır. Bu modellerin özellikleri, kullanıldıkları alanlar ve hangi süreçlerde ortaya çıktığı
incelenmiştir.
126
Uygulamalar
Kanaat önderi içinde bulunduğu grubun bakış açısına göre iletişimi biçimlendirerek ve
saygı duyulan bir önder, dolayısıyla güvenilir kaynak olarak, etkide bulunur. Kamuoyu
önderleri kitle iletişim araçlarından gelen bilgileri yorumlayarak iletileri yeniden kurgularlar.
Kanaat önderleri geleneksel güç sahipleri ile bir tutulmamalıdır. Bu önderler her mesleki grup
ve her sosyo-ekonomik düzeyde bulunabilirler. Kanaat önderleri kitle iletişim araçlarını önder
olmayanlardan daha çok kullanırlar; konumları ile ilgili iletişim içeriğini seyreder, okur ve
dinlerler.
127
Uygulama Soruları
1.Shanon ve Weaver’in modeli ile Osgood ve Schramm’ın modelleri arasında nasıl bir
fark vardır?
2. Lasswell modelinin özellikleri nelerdir ve hangi soruları sorar?
128
Bölüm Soruları
1. Teknik, anlamsal ve etkililik başlıklarından oluşan üç düzeyli sorunlara;
• ‘iletişim simgeleri ne kadar kusursuz olarak gönderilebilir?;
• gönderilen simgeler istenen anlamı ne kadar doğru olarak ifade eder?;
• alınan anlam, hedefin davranışını istenen yönde ne kadar etkileyebilir?’
sorularından hareketle çözüm arayan model aşağıdakilerden hangisidir?
a) Lasswell Modeli
b) Lazarsfeld ve Berelson Modeli
c) Shannon-Weaver modeli,
d) Gerbner Modeli
e) Osgood ve Schramm Dairesel Modelleri
2. Aşağıdakilerden hangisi, Berelson ve Lazarsfeld’in Columbia Üniversitesi adına
Bureau of Applied Social Research programı çerçevesinde, özellikle 1940 ve 1948 arasındaki
yapmış oldukları araştırmaların sonuçlarından bir değildir?
a) Başkanlık seçimlerinde kitle iletişim araçlarının çok güçlü etkileri
bulunmamaktadır.
b) Toplumsal yaşamdaki kollektif faaliyetler, kültür aracılığıyla dille nesilden nesile
aktarılan simgesel ve ahlaki bir dünyada gerçekleşir.
c) Medyadaki seçim kampanyalarının kişilerin oy verme davranışı üzerinde birebir
etkisi yoktur.
d) İletişim sürecine kanaat önderleri gibi bir değişken girmekte ve bu süreç iki
aşamalı bir akış sonucunda gerçekleşmektedir.
e) Kişilerarası iletişim, medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konusunda aracı rolü
oynamaktadır.
3. _________________iletişime katılan tarafları kodlama, yorumlama ve kod açma
işlevlerini yerine getiren eşit taraflar olarak görür. Verici gönderme işlevini şifreleme olarak
gerçekleştirirken, alıcı da kod açma ve şifre çözme işlevini yerine getirir.
a) Osgood ve Schramm
b) Lazarsfeld ve Katz
129
c) Gerbner
d) Frankfurt Okulu
e) Chicago Okulu
4. Shannon ve Weaver, iletişim araştırmalarında üç sorun düzeyinden söz etmektedirler:
A Düzeyi (teknik sorunlar): İletişim simgeleri ne kadar kusursuz biçimde
aktarabilmektedirler?
B Düzeyi _____________________________________________________________
C Düzeyi (etkililik sorunları): Alınan anlamlar, davranışı, arzu edilen yönde ne ölçüde
etkileyebilmektedirler?
Boşluğu doğru şekilde tamamlayacak ifadeyi bulunuz
a) (kültürel sorunlar): Toplumsal çatışmalar iletişim aracılığıyla nasıl toplumsal
uyuma ve asimilasyona dönüştürülebilir?
b) (matematiksel sorunlar): matematiksel iletişim kuramı bilgi iletiminin
gerçekleştiği her duruma uygulanabilir nitelikte midir?
c) (bilgisel sorunlar): sinyalin bir gürültüden etkilenerek engellenmesi ya da
gürültülü bir kanalda bilginin kesilmesi olgusu nasıl açıklanabilir?
d) (iletişimsel sorunlar) kişilerarası iletişim, insan-makine iletişimini tanımlamakta
da kullanılabilir mi?
e) (anlamsal sorunlar): Aktarılan simgeler istenen anlamları ne kadar kesinlikte
iletebilmektedirler?
5. Aşağıdakilerden hangisi Shannon ve Weaver’ın iletişim sistemiyle ilgili olarak ortaya
koydukları önemli sorulardan bir değildir?
a) Bilgi miktarı nasıl ölçülür?
b) İletişim kanalının kapasitesi nasıl ölçülür?
c) Sanayi devrimiyle ortaya çıkan kitleler, atomize, birbirlerinden yalıtılmış,
yabancılaşmış ve kuralsızlaşmış varlıklar olarak mı görülmelidir?
d) Gürültünün genel nitelikleri nelerdir? Hedefin aldığı iletinin doğruluğunu gürültü
nasıl etkiler? Gürültünün etkileri nasıl en aza indirilir ve ne ölçüde kaldırılabilir?
e) Gönderilen sinyallerin soyut (harfler, noktalar, çizgiler, aralıklar sırası), sürekli
olması (konuşma, müzik) sorunu nasıl etkiler?
130
6.______________, “Bir iletişim eylemini tanımlamanın en uygun yolu şu soruları
cevaplamaktır” demiştir; “Kim, Ne diyor, Hangi kanalı kullanıyor, Kime, Ne gibi etki
oluşturuyor?”
a) Leon Festinger
b) Westley ve Mclean
c) Harold Lasswell
d) Riley ve Riley
e) Newcomb
7._____________, insan iletişimi sürecinin seçici, değişken, öznel ve bilinemez
olduğunu vurgular. Aynı zamanda insan-makine iletişimini tanımlamada da kullanılabilir.
İletişimi ileti aktarımı olarak tanımlar ve her ne kadar sürecin ötesine bakıyorsa ve dolayısıyla
anlam sorusunu gündeme getiriyorsa da, anlamın nasıl oluşturulduğu sorusuna doğaldan
eğilmez.
a) Festinger’in Bilişsel Çelişki Modeli
b) Gerbner modeli
c) Newcomb’un ABX Denge Modeli
d) Westley ve Mclean’in Aracılanmış İletişim Modeli
e) Riley ve Riley’lerin Sosyolojik Modeli
8. Aşağıdakilerden hangisi iletişim alanında yapılan çalışmalarda hakim olan
paradigmalardan bir durumundaki ana akım ya da egemen yaklaşımların özelliklerinden bir
değildir?
a) Ele alınan konu ya da toplumun kendi ait bir doğası ve kuralları bulunur.
b) Ele alınan bu konular araştırmacıdan etkilenmez.
c) Araştırmayı gerçekleştiren kişi toplumun dışında ya da toplumun üstündedir.
d) Araştırmayı gerçekleştiren kişi, yapılan araştırma sürecine müdahale edemez.
e) Ele alınan konu ya da toplumun dönüştürebileceği düşüncesi ile hareket eder.
131
9.______________, toplumsal yaşamı bir etkileşim sistemi olarak görür. Toplumsal
yaşamdaki kollektif faaliyetler, kültür aracılığıyla dille nesilden nesile aktarılan simgesel ve
ahlaki bir dünyada gerçekleşir. Buna göre toplumsal ilişkiler iletişim aracılığıyla yürür.
Toplumsal çatışmaları iletişim aracılığıyla toplumsal uyuma ve asimilasyona dönüştürmeyi
amaçlamışlardır.
a) Frankfurt Okulu
b) Chicago Okulu
c) Milet Okulu
d) Berlin Okulu
e) Deneyci Okul
10.____________, teknik, anlamsal ya da etkililik ile ilgili gürültü etmenleri yüzünden
aksayan iletişimi yeniden harekete geçirmek için önceden üretilmiş iletinin yeniden
yapılandırılması ya da yeniden olduğu gibi yinelenmesi, yani iletideki bilginin fazladan
kullanılmasıdır; ___________ise iletişim sürecini aksatacak denli bilgi bulunmayışından,
kaybından kaynaklanan aksaklıktır.
a) Anomi / entropi
b) Niceliksel yaklaşım / ampirik yaklaşım
c) Artıkbilgi / bilgi yitimi
d) Hipodermik iğne modeli / sihirli mermi kuramı
e) Belirsizlik (entropy) / belirlilik (redundancy)
Cevaplar: 1 c, 2 b, 3 a, 4 e, 5 c, 6 c, 7 b, 8 e, 9 b, 10 c
132
7.İLETİŞİM MODELLERİ 2
Bölüm Yazarı: Prof. Dr. Seda Mengü
133
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
1950'lerde davranışçı okul iletişimde yaygın deneysel/ampirik araştırmalarla sınanan
çeşitli modeller ortaya koydular. Araştırmalar hem bu modellerin hem de bu modellere bağımlı
olarak gelen hipotezlerin laboratuar deneyleriyle ilgilidir. Bu modeller Festinger'in bilişsel
uyumsuzluk ve bilişsel karmaşıklık yaklaşımına dayanır. Bu yaklaşım da psikolojik denge
(homeostasis) kuramından, o da mikrobiyolojiden çıkartılmıştır. Denge kuramının özel
biçimleri olan bu modellere göre, dengesizlik veya uyumsuzlukla veya "çatışmayla" karşılaşan
sistem (insan), örneğin kaçış, reddetme, seçimli kavrama, unutma ve hatırlama gibi çeşitli
mekanizmalar kullanarak dengeyi sürdürür. Bu bölümde sosyal psikplojik deneylere ve
sosyolojiye dayanan iletişim modelleri üzerinde durulacaktır.
134
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. Sosyal psikolojiye ve sosyolojiye dayanan araştırmaların yapılması ile kamu ve
özel sektörde ne gibi gelişmeler gözlendi?
2. Festinger’in bilişsel çelişki modeli nedir?
3. ABX Modeli nedir?
4. Westley ve Mclean’in aracılanmış iletişim modeli nedir?
5. Riley ve Riley’nin modeli nedir?
135
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği
veya geliştirileceği
Sosyal psikolojik
araştırmalara dayanan
iletişim modelleri.
Denge kuramının özel
biçimleri olan bu modellere
göre, dengesizlik veya
uyumsuzlukla veya
"çatışmayla" karşılaşan
sistem (insan), örneğin kaçış,
reddetme, seçimli kavrama,
unutma ve hatırlama gibi
çeşitli mekanizmalar
kullanarak dengeyi sürdürür.
Bu denge kuramları
öğrenilecektir.
Kitle iletişim araçları ve modelleri
konusundaki temel düzeydeki
kitaplar incelenerek kavramın
içeriği ve amaçları pekiştirilebilir.
Sosyolojiye dayanan
iletişim modelleri.
İletişimde bulunan insanın,
toplumsal yapının bir parçası
olduğu görüşü ağırlık
kazanmaya başladı. John W.
Riley ve Mathilda White
Riley (1959) kitle iletişimine,
toplumdaki diğer toplumsal
sistemler gibi bakarak, daha
sosyolojik bir bakış açısı
getirdiler. Bu modellerin
katkısı öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Festinger’in bilişsel
çelişki modeli
Festinger’in modelinin
iletişim bilimine katkısı
öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Newcomb’un ABX
modeli
Newcomb’un ABX
modelinin iletişim bilimine
katkısı öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür bilgiler
araştırılabilir.
Riley ve Riley modeli. Riley ve Riley modelinin
iletişim bilimine katkısı
öğrenilecektir.
Bu modele ilişkin literatür
bilgiler araştırılabilir.
136
Anahtar Kavramlar
Eleştirel yaklaşımlar: Ele aldıkları konuları ya da toplumu dönüştürebilecekleri
düşüncesi ile hareket eder.
Ana akım ya da egemen yaklaşımlardır: Ana akım yaklaşımda ise, ele alınan
konu ya da toplumun kendi ait bir doğası ve kuralları bulunur. Dolayısıyla bu konular
araştırmacıdan etkilenmez. Buna göre araştırmayı gerçekleştiren kişi toplumun dışında ya da
toplumun üstündedir. Müdahale edemez.
Girdi: Fiziksel enerjinin bir şekli ya da duyumsal itkilere (sensory impulses)
çevrilecek şekilde kodlanmış bir "uyarı” dır.
137
Giriş
1950 yılında International Communication Association cemiyetini kuruldu. Pozitivist-
deneyci okul, Lasswell'in formülünü, Schramm ve Weaver'in modelini, davranışçı okulun
dengeye dayanan sosyal-psikolojik modellerin kurduğu temeller üzerinde geri-beslemeyi
katarak kısa zamanda egemen olacak anayolunu ortaya koydular. John Riley ve Leonard Cottrel
1950'nin başında Uyaran-Tepki kuramının geçerliliğini tarafından eleştirerek iletişimin
psikolojik savaşta kullanımını anlamak için uyaran-tepki kuramı yerine uluslararası bir modelin
yaratılmasının gerekli olduğunu ortaya koydular. Bununla birlikte 1944'de Paul Lazarsfeld
grubu "People's Choice" (Halkın Tercihi) araştırmasında etkinin doğrudan olmadığını ifade
etmişlerdi. Berelson 1949'da etkinin belli koşullarda belli kişiler üzerinde belli etkiler ürettiğini
söylemişti. Aynı şekilde Lazarsfeld ve Katz'ın (1955) 1945'deki verilerle yaptığı incelemede
kitle iletişiminde "iki aşamalı akım" olduğu ve etkinin fikir liderlerinden geçerek belirlendiği
ortaya çıkmıştı. Tüm bunlar eşliğinde psikologlar laboratuar araştırmalarıyla Lasswelin
propaganda ve soğuk savaş geleneğine bağlı hareket ettiler (Erdoğan, 2005: 77).
Bireylerin tutum ve davranışlarını inceleyen laboratuar ve alan araştırmalarının artması
ile birlikte özel sektörün ve devletin iletişim araştırmalarına ve iletişim teknolojilerine
yatırımları arttı. Ayrıca kitle üretim endüstrileri ve reklamcılık endüstrisinin etkinliğine, siyasal
politikaların ve kamu yönetiminin gelişmesine; uluslararasında Soğuk Savaşı desteklemeye
yardım için, örneğin, Yale grubu laboratuar araştırmalarına devam etti. Bununla birlikte kısa
dalga radyo yayınlarıyla 1950'lerde uluslararası radyo savaşı başladı. Radyo ile Soğuk Savaş
propagandası uluslararası iletişim kavramını ortaya çıkardı. Okullarda uluslararası iletişim
dersleri verilmeye başlandı. Schramm, Lazarsfeld ve Klapper önderliğinde radyo propagandası
ve uluslararası izleyici ve etki araştırmaları başlatıldı (ibid. s.78). 1950'nin sonunda, uluslararası
iletişime kültürel ilişki ve kültürel temas eklendi.
Erdoğan ve Alemdar’a göre, 1950'lerde davranışçı okul iletişimde yaygın
deneysel/ampirik araştırmalarla sınanan çeşitli modeller ortaya koydular. Araştırmalar hem bu
modellerin hem de bu modellere bağımlı olarak gelen hipotezlerin laboratuar deneyleriyle
ilgilidir. Bu modeller Festinger'in bilişsel uyumsuzluk ve bilişsel karmaşıklık yaklaşımına
dayanır. Bu yaklaşım da psikolojik denge (homeostasis) kuramından, o da mikrobiyolojiden
çıkartılmıştır. Denge kuramının özel biçimleri olan bu modellere göre, dengesizlik veya
uyumsuzlukla veya "çatışmayla" karşılaşan sistem (insan), örneğin kaçış, reddetme, seçimli
kavrama, unutma ve hatırlama gibi çeşitli mekanizmalar kullanarak dengeyi sürdürür. Denge
yaklaşımlarıyla uyum içinde olan Skinner'in "davranışçılık", G. Homans'ın "takas
davranışçılığı" ve P. Blau'nun "takas yapısalcılığı" yaklaşımları iletişim kuram ve
araştırmalarında da egemen olmuştur. Bu yaklaşımların temeli A. Smith, D. Ricardo, J. S. Mili
ve J. Bentham'ın "faydacılık" görüşünde bulunabilir: Kişiler özgür ve rekabetçi pazarda,
başkalarıyla olan alışveriş veya karşılıklı etkinliklerinde maddi çıkarlarını artırma peşinde
koşarlar. Skinner'in davranışçılık yaklaşımında, klasik kapitalist iktisatçıların faydacılık
görüşünde kullandıkları kavramlar insanın davranışlarını açıklamada kullanılan kavramlarla
değiştirilmiştir: Fayda - Ödül; Mal oluş - Eziyet/ceza olmuştur. Davranışçılıkla makro
138
sosyolojik açıklamadan sosyal-sosyolojik açıklamanın egemen olduğu mikro-sosyolojik
açıklamaya geçilmiştir. Bu yaklaşımlar şu temel varsayımlara sahiptir:
Kişiler en az "ceza" ve en çok "ödül" veren davranışları yayarlar.
Geçmişte "ödül" elde edilen "uyarıcıya" tekrar rastladığında geçmişteki
davranışın aynısını gösterirler. Yani, Kişiler geçmişte ödül alan davranışları tekrar ederler.
Davranışların tekrarı "ödül" devam ettikçe sürer.
Aynı veya benzer durumlarda, geçmişte "ödü!" ile sonuçlanan bir davranışa
verilen ödül birden bire azalırsa, kişi kızgınlık ve merak gibi tepkiler gösterir.
Çok ödül veren bir davranışın ödülü azalırsa, kişi öteki ödüller için alternatif
davranışlara yönelir (Erdoğan & Alemdar, 2005: 79-80).
Davranış psikolojik gereksinmelerle yönlenir. Yani davranışın ardında psikolojik
gereksinimler yatar. Bütün bu kuramlar insan organizmasının dinamik dengede olduğu
görüşüne dayanır. Bu kuramların en önde gelenleri Newcomb'ın iletişim faaliyetlerinin
simetriği (ABX) (1953), Heider'in denge (1958), Osgood ve Tannenbaum'un uyum (1955) ve
Festinger'in bilişsel tutarlılık ve çelişki (1957) yaklaşımlarıdır.
139
7.1. Deneye Dayalı Olarak Geliştirilen Sosyo-Psikolojik Kuramlar
7.1.1. Festinger'in Bilişsel Uyum Kuramı
Bilişsel uyumsuzluk içinde soruşturulacak öğeler (1) bir birleriyle ilişkisiz, (2)
birbirleriyle tutarlı (Festinger'in deyimi ile uyumlu) ya da (3) birbirleri ile tutarsız (Festinger'in
deyimi ile uyumsuz) olabilirler. İlişki biçimleri, tutarlılık ya da tutarsızlık ile mantıki olarak
ilişkili olmak zorunda değildir (Severin ve Tankard, 1994:243).
Festinger’e gore eğer kişinin sahip olduğu bir inanç, bilgi ya da tutum yine o kişinin
sahip olduğu bir başka inanç, bilgi ya da tutumun tersini gerektirirse, bu iki inanç, bilgi ya da
tutum arasında bilişsel çelişki vardır. Kişinin tutumu ile davranışının birbiriyle tutarlı olması
gerekir yoksa meydana gelebilecek çelişki kişiyi rahatsız edecektir (Yüksel, 1994: 64).
Bu kurama göre eğer bir insan psikolojik olarak (mantıksal olması gerekli değildir) ayrı
iki bilişe sahipse bu ayrılık (uyumsuzluk/çelişki) rahatsızlık vericidir ve kişi bu uyumsuzluğu
azaltmaya çalışır. Çelişki, bilişlerin birini yada ikisini de değiştirerek ya da yeni bir biliş
edinilerek çözümlenebilir.
1950'ler boyunca bir dizi tutarlılık ile ilgili çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu
çalışmaların hipotezinde insanların inançlarının ve yargılarının birbiriyle tutarlı olduğu anlayışı
hakimdir. Profesör Leon Festinger' in bilişsel uyum kuramı bunlar arasında en çok bilinen
kuramdır. Bu kurama göre insanların sahip oldukları tutumlar, inançlar ve değerler, kendi
arasında tutarlı ve uyumludur. Bunlar arasında bir uyumsuzluk ve tutarsızlık meydana
geldiğinde insanlar, çatışmaları azaltarak dünya görüşlerini kendi içinde tutarlı hale getirmeye
çalışırlar, insanlar medyadan ya da herhangi bir enformasyon kaynağından kendi tutum ve
düşünceleriyle tutarlı olmayan mesajlar aldığında yapacakları birkaç şey vardır. Bu durumda
ya kendi düşünceleriyle tutarlı olan mesajları alırlar, ya da kendilerininkiyle çelişen iletileri
reddederler; ya uyumsuzluk konusunun önemini azaltırlar ya da kendisininkiyle uyumsuz olan
iletiyi kabul edip kendi tutum ve davranışını aldığı bu mesajla uyumlu hale getirirler. Buna göre
hedef kitle, medyadan gelen mesajları algılamada seçici davranırlar (Yaylagül, 2006: 50,51).
Algı seçiciliği kuramında iki alan, "secici maruz kalma" (se-lective exposure) ve "seçici
hatırlama" (selective retention) birbirine benzer. Bazı insanlar bilerek bazı televizyon
kanallarını izler, bazı dergileri ve gazeteleri okurlar. Bazı insanlar kendi düşüncelerine karşı
olan ve onların düşünceleri ile uyuşmayan televizyon kanallarını izlemez, gazeteleri ve dergileri
okumazlar. Bunlardan bilerek kaçınırlar. Bu davranış seçici maruz kalma davranışıdır. Seçici
hatırlamaya göre ise insanlar medyadan edindikleri enformasyon ve düşüncelerden kendi
istediklerini hatırlarlar, istemediklerini hatırlamazlar (Agee, Ault ve Emery, 1985’den akt.
Yaylagül, 2006: 51).
Newcomb, Heider, Festinger, Osgood, vb aydınların, "bilişsel tutarlılık ve çelişki"
görüşüne dayanan tercihli algılama, dikkat, yaklaşma, kaçınma, izleme, hatırlama
varsayımlarına göre, kişiler: (Erdoğan & Alemdar, 2005: 83)
140
İnanç ve tutumlarını korumak için aldıkları iletileri sansür ederler.
İnanç, tutum ve faaliyetlerini destekleyen iletiler ararlar; öyle olmayanlardan
kaçınırlar.
Dikkatler tercihlidir.
Bellekte tutma ve hatırlama da tercihli olarak yapılır.
Algıda (kavramada, bilişte) uyum arayışı, özellikle inançlar ve etkinlikler
saldırıya uğradığında ya da bu inançlara ve etkinliklere karşı kişinin güveni az olduğu zaman
daha çok ortaya çıkar.
Festinger'e göre, uyumsuzluğu deneyimleyen kişi çelişki üreten herhangi bir
enformasyondan kaçınır. Kaçınma varsayımı araştırma sonuçlarıyla pek destek bulmamasına
rağmen reddedilmemiştir. Değerlere ve tutumlara uygun enformasyon arama varsayımı daha
çok destek bulmuştur. Freedman ve Sears'e göre (1965), Festinger kaçınma ve uyumluyu izleme
arasında açık bir ayırım yapmamıştır. Bu ayırımın yapılması gerekir, çünkü "kaçınma" hipotezi
çelişki üreten; uyum hipotezi de uyumsuzluk azaltan enformasyonla ilgilidir. Dinamik denge
modelinde bu ikili, hipotezin iki yanını oluşturur. Festinger'de "uyumsuzluk/çelişki" tercih
yapılıncaya kadar ortaya çıkmaz; dolayısıyla, Festinger seçim hakkında önceden bir tahmin
yapmaz. Fakat etkinliklerin doğru olması isteği kişinin belli bir seçenek hakkında karar
vermesini etkiler. Eğer konuya herhangi bir bağlılığı yoksa ve hangi seçeneğin en iyi
olduğundan emin değilse, seçeneklerin lehinde olan enformasyon emin olmayı artırır (ibid.,
s.83) Algıyla ilgili uyum ve uyumsuzluk konusu tutum değişimi yerine tutum istikrarını,
enformasyon alma yerine enformasyon aramayı, gönderici yerine alıcıyı, çevreyi denetim
yerine algı sisteminin istikrarını ön plana çıkarmıştır. Bu görüş aynı zamanda aktif izleyici ve
kullanımlar doyumlar yaklaşımının odak noktasıdır.
7.1.2. ABX Denge Modeli
ABX Modeli psikolog olan Theodor Newcomb tarafından geliştirilmiştir. Kişiler arası
iletişim süreci bağlamında kurulan iletişimsel ilişkilerde iletişimde bulunan insanların sahip
oldukları inanç, tutum ve davranışlar önemli bir yere sahiptir. Böylece bireyler, hem kendi içsel
iletişimlerinde hem de diğer insanlarla olan iletişimlerinde bir denge ararlar. A ve B,
birbirleriyle iletişimde bulunan iki kişiyi sembolize eder. X ise bu kişilerin iletişim etkinliğinin
içeriğini, konusunu oluşturan bir başka kişi, olay, ya da olgudur. Eğer A ve B, X'e karşı farklı
bir bakış açısı ya da düşünce ya da tutuma nahipse A ve B arasındaki iletişim ilişkisinde bir
dengesizlik durumu ortaya çıkar. Böylece bu iki kişiden birisi diğerine ya da X'e karşı olan
tutum ve düşüncelerini değiştirebilir.
Böylece, iletişimde bulunan iki kişi aralarında bir anlaşmaya ulaşana kadar bir gerilim
yaşanacaktır (Yaylagül, 2006: 51, 52).
141
X
B
Şekil-1: Newcomb'un ABX Denge Modeli (ibid., s. 52)
Bu modele göre, iletişimde bulunan insanların birbirlerine ve çevrelerindeki üçüncü
kişi, nesne ve olaylara karşı ortak yönelimlerinde iletişim faaliyetleri işlevseldir. Çünkü iletişim
denge ve yönelimi destekleyen, güçlendiren bir süreçtir. İletişim sayesinde A, B ve X birimleri
arasındaki bilgi akışı ile denge korunur ve sürdürülür. Bu model, bireylerin sahip oldukları
tutum, düşünce ve davranışları destekleyecek bilgilere ve iletişim ilişkilerine olumlu
yaklaşacakları düşüncesi olduğundan algıda seçicilik ve bilişsel uyum kuramında olduğu gibi
iletişim faaliyetleri ile sahip oldukları dengeyi korudukları veya korumaya çalıştıkları görüşü
savunulur.
Bu modele göre iletişim, her türlü mikro ve makro sistem için zorunlu bir gereksinimdir.
Makro anlamda toplumsal uyum veya fikir birliği (consensus) sorununu da açıklamada
kullanılır. Böylece, mikro- psikolojik alan kullanılarak, makro-siyasal sosyolojik açıklamaya
gidilir. Mikroda olduğu gibi bu makro açıklama da, araştırma soru, sorun ve çözümlerde konu
olarak "kişiyi" ele alır. Araştırmanın sonucunda, politika önerilerinde, çözüm olarak tekrar
"kişiye" dönülür, eğer bir sorun varsa, düzeltilmesi gereken "kişidir" ve kişinin eğitilmesine,
tedavisine, bilinçlendirilmesine ve iyileştirilmesine yönelik politikalar öngörülür. Bu
bölümdeki bütün yaklaşımlar bu temel karakteri taşır (Erdoğan & Alemdar, 2005: 86).
7.1.3.Westley-MacLean'm Aracılanmış İletişim Modeli
Newcomb tarafından kişiler-arası iletişim sürecini anlamak ve açıklamak için
geliştirilen ABX Denge Modeli, Westley ve Maclean tarafından kitle iletişim sürecine
uygulanmıştır. Buna göre, A iletişim kaynağını oluşturan bir kitle iletişim kurumudur. Bu
kurum toplumda meydana gelen olay, olgu, eylem veya kişiler hakkındaki görüşlerden birisini
seçerek B birimine ileti olarak gönderir. Ayrıca B, X'i doğrudan kendisi de görebilir (XB) ve A
(kaynağa karşı) bir reaksiyon gösterebilir.
Aynı modelin ikinci bir versiyonunda C ile sembolize edilen kitle iletişimcisinin kanal
rolünü oynadığı bir durumdur. Buna göre, A ve B arasında X'e ilişkin mesajların aktarılmasında
C bir faktör olarak araya girer ve nelerin aktarılacağını belirler. Burada A bir kaynak, B bir
izleyici ve C ise mesajı B'ye aktaran bir aracıdır. Bu durumda iletişim Şekil 4' de verildiği gibi
gerçekleşir (Yaylagül, 2006: 52, 53).
142
ŞekiI-2: Westley Maclean Modelinin Kitle İletişimine Uyarlanmış Versiyonu (ibid., s.
54)
Burada X, toplumsal yapı içerisinde bir kişi, nesne ya da olayı temsil eder. A ise X
olayını topluma aktaracak kişi ya da kurumlan temsil eder. C, medya kurumunda çalışan ve A
tarafından topluma verilmek istenen mesajlar arasından seçme yapan ve seçtiklerini aktaran
bir tür eşik bekçisidir. B ise izleyici konumundadır ve çeşitli konulardaki yönelimleri için
kendisine aktarılan bilgilere ihtiyacı vardır. X', C tarafından seçilen mesajdır. Bu mesaj medya
kurumu tarafından 'X' olarak yeniden biçimlendirilir ve izleyiciye ulaşacak esas mesaj haline
gelir. FBA izleyici olan B tarafından esas kaynak olan A'ya gönderilen geri beslemedir
(feedback). Bu geri besleme davranışlarla ortaya çıkar. Eğer A'nın amacı B'nin bir ürünü
alması, bir partiye veya adaya oy vermesi veya bir görüş ve düşünceyi desteklemesi ise FBA
burada izleyicinin bu konudaki davranışı olmaktadır. FBC ise izleyicinin iletişim kurumuna
gönderdiği geri beslemedir. Bu da doğrudan telefon etme, mektup, e-mail yazma ya da izleyici
araştmrıalan ile ortaya konur. Bu geri besleme C'nin daha sonraki seçimleri için bir yol
gösterici olma işlevini yeriııe getirir. FCA ise iletişim kurumundan, mesajın asıl kaynağı olan
A'ya yönelik iletişim girişimidir. Bu A'nın mesajını seçme, kabul etme ya da reddetme ve
izleyiciye göndermeme şeklinde olabilir. X3C ise A olmaksızın kitle iletişim kurumunun
çalışanlarının X hakkında kendilerinin doğrudan edindikleri bilgidir (ibid., s. 55)
143
Şekil 3. Westley-MacLean modelinin Kitle iletişimindeki biçimi (Erdoğan &
Alemdar, 2005: 87)
Kitle iletişiminde, "A" haber toplayan gazeteci olabilir; "C" radyo gibi herhangi bir
kitle iletişim örgütü ve bu örgütteki enformasyon işleme sürecidir. X'ler iletişimin konusu
olabilecek A, B ve C'nin yakın veya uzak çevresindeki şeyler; f'ler verilen karşılıklardır; B ise
izleyicidir. Kitle iletişiminde birçok C'ter birçok A ve X'lerden seçtiklerini B'lere iletirler. Aynı
zamanda C'ler A'lara karşılık geri besleme yapar. Modele A açısından bakarsak kendimizi,
örneğin gazeteci olarak toplumda önemli bir görev yapan, herhangi bir nedenle iletişim aracını
kullanan veya kullanmasına izin verilen kişi veya örgüt olarak görürüz.Modele C açısından
bakarsak, C'nin kasıtlı ya da kasıtsız olarak "aracı" rolü oynadığını görürüz. Kasıtlı aracılıkta,
C bir "savunucunun", örneğin parti konuşmacısının, derneğinin, iletişimini aktarır. Kasıtsız
aracı rolünde planlanmamış dünya olaylarını izleyicilere sunar. Modele göre hem kasıtlı, hem
de kasıtsız görevinde C seçme yapar. Bu seçme hem sayısız olaylar ve konular (X'ler), hem de
A'ların ilettikleri arasından yapılır (ibid., s.87)
7.1.4. İletşime Sosyolojik Yaklaşım: Riley-Riley Modeli
İlk iletişim modelleri; iletişimin toplumsal bir boşlukta yer alıp çevresel etkenlerden
etkilenmediği gibi izlenim yarattılar. Ancak zamanla, iletişimde bulunan insanın, toplumsal
yapının bir parçası olduğu görüşü ağırlık kazanmaya başladı. John W. Riley ve Mathilda White
Riley (1959) kitle iletişimine, toplumdaki diğer toplumsal sistemler gibi bakarak, daha
sosyolojik bir bakış açısı getirdiler (McQuail ve Windahl, 1996:52). Riley'lere göre, gönderici
iletisini aynı sistem içindeki öteki kişilerin ve grupların etkinlikleri ve umduklarına uygun bir
şekilde gönderirler (ibid., s.91).
Riley ve Riley, iletişim sürecine etki eden faktör olarak toplumsal grupların önemine
dikkat çekmişlerdir. Toplumsal gruplardan birincil ve ikincil gruplar iletişim sürecinde etkin ve
önemli bir yere sahiptir. Birincil gruplar aile, akrabalar ve arkadaş grupları gibi yüz yüze ve
samimi bir şekilde ilişkide bulunulan insanlardır, ikincil gruplar ise insanların daha çok resmi
ve hukuki ilişkilerde bulundukları örgütsel kurum ve kuruluşlardır. Toplumsal gruplar,
insanların sahip oldukları değer ve düşünce yargıları; ile normları, gelenek, görenek ve düşünce
sistemlerini biçimlendirirler (Yaylagül, 2008: 56). Burada bireyin grup üyesi olma gibi bir
gereksinimi yoktur.
144
İletişim sürecinde, gönderen ve alıcı olarak birey birincil gruplar tarafından etkilenir.
Birincil gruplar, toplumsal yaşamda boşlukta, izole bir şekilde bulunmazlar. Örnek verecek
olursak, bir öğrenci okulda genellikle sınıf içinde bir küçük grup (birincil grup) içinde ve aynı
zamanda okul (geniş toplumsal yapı) gibi daha geniş bir grubun içinde yer alır. Birincil gruplar
birbirlerinin tutumlarını ve davranışlarını etkilerken aynı zamanda kısmen de geniş toplumsal
yapıdan etkilenirler (McQuail ve Windahl, 1996:52). Burada öncelikle mesajı alan kişi Birincil
ve İkincil grupların parçası olarak belli bir toplumsal yapı içerisinde yer alır. Bu gruplar alıcının
iletileri alımlamasını, anlamasını ve anlamlandırmasını ve bu süreç sonucunda bu iletiye karşı
nasıl bir reaksiyonda bulunacağını biçimlendirir. Ancak birincil ve ikincil gruplar ve toplumsal
yapı, sadece alıcı konumunda olanları etkilemez. Hem gönderici hem de alıcı konumunda
bulunanlar birincil ve ikincil grupların ve geniş toplumsal yapının içinde yer alarak iletişim
faaliyetinde bulunurlar.
John W. Riley ve Mathilda White Riley (1959), 1950'li yılların sonunda iletişim
faaliyetlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için toplumsal grupların önemine dikkat çekmişlerdir.
Bu modelin en önemli özelliği iletişimi psikolojik ve kişisel bir süreç olarak değil toplumsal ve
kurumsal bir faaliyet olarak ele almalarıdır. Önceki yaklaşımlar, kitle iletişiminde kaynak
konumunda olan kişi ve kurumları izleyiciyi etkileme amacında olan son derece güçlü varlıklar
olarak düşünülmekteydiler. Bunların daha önceden bilinçli olarak tasarlayıp hazırladıkları
iletileri bir kanaldan izleyiciye gönderdiği ve onun tutum, düşünce ve davranışlarını etkilediği
fikri vardı. Bu bakış açılarına göre, izleyiciler kitle içindeki atomize olmuş bireylerdiler. Buna
göre psikoloji dışı faktörler pek dikkate alınmamıştır. JRiley ve Riley, iletişim sürecine etki
eden faktör olarak toplumsal grupların önemine dikkat çekmişlerdir. Toplumsal gruplardan
birincil ve ikincil gruplar iletişim sürecinde etkin ve önemli bir yere sahiptir. Birincil gruplar
aile, akrabalar ve arkadaş grupları gibi yüz yüze ve samimi bir şekilde ilişkide bulunulan
insanlardır, ikincil gruplar ise insanların daha çok resmi ve hukuki ilişkilerde bulundukları
örgütsel kurum ve kuruluşlardır. Bu bağlamda toplumsal gruplar, insanların sahip olduklan
değer ve düşünce yargıları ile normları, gelenek, görenek ve düşünce sistemlerini
biçimlendirirler (Yaylagül, 2006: 55, 56).
145
Şekil 4. Rileylerin Modelinde Alıcı ve Birincil ve İkincil Grup İlişkileri (ibid., s.
57)
Burada öncelikle mesajı alan kişi Birincil ve İkincil grupların parçası olarak belli bir
toplumsal yapı içerisinde yer alır. Bu gruplar alıcının iletileri alımlanmasını aktarılmasını ve
anlamlandırmasını ve bu süreç sonucunda bu iletiye karşı nasıl bir reaksiyonda bulunacağını
biçimlendirir.
146
Şekil-5: Riley'lerin Modelinde Gönderici, Alıcı ve Birincil ve İkincil Grup İlişkileri
(ibid., s. 58)
Ancak birincil ve ikinci gruplar ve toplumsal yapı, sadece alıcı konumunda olanlan
etkilemez. Gönderici de Şekil 6'da görüldüğü üzere hem gönderici hem de alıcı konumunda
bulunanlar birincil ve ikincil grupların ve geniş toplumsal yapının içinde yer alarak iletişim
faaliyetinde bulunurlar.
147
ŞekiI-6: Riley'Ierin Sisteminde İletişim Sistemi ve Toplumsal Yapı İlişkisi (ibid., s.
59)
Burada çok yönlü, geniş ve toplumsal bir faaliyetler bütününe dikkat çekilmektedir.
Toplumsal yapı, hem iletişimde bulunan gönderici ve alıcıyı hem de onların içinde yer aldıklan
birincil ve ikincil grupları kapsar. Kitle iletişim süreci ile toplumsal yapı karşılıklı etkileşim
içerisindedir. Medya hem bu toplumsal yapının bir parçası olarak ondan etkilenir hem de bu
toplumsal yapıyı etkiler. Model, kitle iletişimi kavramı ile var olan sosyolojik teoriler arasında-
ki bağlantı kurmaya yardımcı olmakta; önceden tam olarak açıklanmamış araştırma
sonuçlarının sosyolojik tahlillerine imkân vermektedir. Kitle iletişiminin bir sosyal süreç gibi
görülmesi fikrini ileri sürmesi ve bu sürecin içinde geçtiği toplumda etkileşim içinde olduğunu
savunması, modelin önem taşıyan özellikleridir.İletişimin etkilerinin önemi konusuna, değişik
bir açıdan bakmamızı sağlaması açısından da model önem taşımaktadır. Mendeisohn (1963),
Riley'- lerden, "Kitle iletişiminde yeni yaklaşımların" iki mucidi olarak bahseder. Onlar kitle
iletişim araçlarının birey veya gruplar üzerinde etki oluştururken psikolojik faktörlerin aracılık
rolü olduğuna dikkat çekerler" (McQuail & Windahl, 1993).
148
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu bölümde iletişim çalışmalarına ilişkin tarihsel bir gelişim süreci ele alınmıştır.
Festinger’in bilişsel çelişki modeli, Newcomb’un ABX modeli, Westley ve Mclean’in
aracılanmış iletişim modeli ve Riley’lerin sosyolojik modeli üzerinde durulmuştur. Bu
modellerin iletişim bilimine katkıları ele alınmıştır.
149
Uygulamalar
Rileylerin modelinde alıcı ve Birincil ve İkincil Grup İlişkilerini anlatan şemayı çizip
yorumlayınız.
150
Uygulama Soruları
1.Festinger’in bilişsel çelişki modeli ile Newcomb’un ABX modeli arasında nasıl bir
fark vardır?
2. Riley ve Riley modeli neden önemlidir, iletişime nasıl bir katkısı vardır?
151
Bölüm Soruları
1. Davranışçılıkla makro sosyolojik açıklamadan sosyal-sosyolojik açıklamanın
egemen olduğu mikro-sosyolojik açıklamaya geçilmiştir. Aşağıdakilerden hangisi bu
yaklaşımların dayandığı temel varsayımlardan bir değildir?
a) Kişiler en az "ceza" ve en çok "ödül" veren davranışları yayarlar.
b) Geçmişte "ödül" elde edilen "uyarıcıya" tekrar rastladığında geçmişteki
davranışın aynısını gösterirler - Kişiler geçmişte ödül alan davranışları tekrar ederler.
c) Araştırmayı gerçekleştiren kişi toplumun dışında ya da toplumun üstündedir.
Müdahale edemez.
d) Aynı veya benzer durumlarda, geçmişte "ödü!" ile sonuçlanan bir davranışa
verilen ödül birden bire azalırsa, kişi kızgınlık ve merak gibi tepkiler gösterir.
e) Çok ödül veren bir davranışın ödülü azalırsa, kişi öteki ödüller için alternatif
davranışlara yönelir.
2. Bazı İnsanların bilerek belirli televizyon kanallarını izlemesi, bazı dergileri ve
gazeteleri okuması, kendi düşüncelerine karşı olan ve onların düşünceleri ile uyuşmayan
televizyon kanallarını izlememesi, gazeteleri ve dergileri okumaması, bunlardan bilerek
kaçınması ____________________.
a. seçici hatırlama davranışıdır
b. organizasyonel yapıya uyum sağlama davranışıdır
c. eleştirel bir akıl ve bilgiden yoksunluk göstergesidir
d. seçici maruz kalma davranışıdır.
e. tek yönlü ve yalın bir iletişim davranışıdır.
3. Aşağıdakilerden hangisi Newcomb, Heider, Festinger, Osgood, vb bilim
insanlarının, "bilişsel tutarlılık ve çelişki" görüşüne dayanan tercihli algılama, dikkat, yaklaşma,
kaçınma, izleme, hatırlama varsayımlarına göre, kişilerin gösterecekleri davranış biçimlerinden
bir değildir?
a. İnanç ve tutumlarını korumak için aldıkları iletileri sansür ederler.
b. İnanç, tutum ve faaliyetlerini destekleyen iletiler ararlar; öyle olmayanlardan
kaçınırlar.
152
c. Algıda (kavramada, bilişte) uyum arayışı, özellikle inançlar ve etkinlikler
saldırıya uğradığında ya da bu inançlara ve etkinliklere karşı kişinin güveni az olduğu zaman
daha çok ortaya çıkar.
d. Bellekte tutma ve hatırlama da tercihli olarak yapılır.
e. Belirsizlik, bir kişinin bir iletiyi yapılandırırken sahip olduğu seçme özgürlüğünün
miktarıyla ilişkili değildir
4. Riley ve Riley Modeline göre “ikincil gruplar;” ___________________
a) bilgi kaynağının isteği dışında kişilerin sinyale eklediği tavırların oluşturduğu
bütündür.
b) aile, akrabalar ve arkadaş grupları gibi yüz yüze ve samimi bir şekilde ilişkide
bulunulan insanlardır.
c) kişilerin daha çok resmi ve hukuki ilişkilerde bulundukları örgütsel kurum ve
kuruluşlardır.
d) kitle iletişim araçlarını önder olmayanlardan daha çok kullanan; konumları ile
ilgili iletişim içeriğini seyreden, okuyan ve dinleyen kişilerin oluşturduğu gruplardır.
e) medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konusunda kişilerarası iletişimin rolünün
aracı olarak ne olduğunu belirlemeyi amaçlayan gruplardır.
5. Westley Maclean Modelinin kitle iletişimine uyarlanmış şekline göre şemada “C”
ile gösterilen öğe aşağıdakilerden hangisidir?
a) haber toplayan gazetecidir
b) herhangi bir kitle iletişim örgütü ve bu örgütteki enformasyon işleme sürecidir
c) toplumsal yapı içerisinde bir kişi, nesne ya da olaydır
d) esas kaynağa gön¬derilen geri beslemedir
e) izleyicinin herhangi bir iletişim kurumuna gönderdiği geri beslemedir
6. Aşağıdakilerden hangisi, Leon Festinger ‘in Bilişsel Uyumsuzluk (Çelişki)
Modeline göre kişilerin medyadan ya da herhangi bir enformasyon kaynağından kendi tutum
ve düşünceleriyle tutarlı olmayan mesajlar aldıklarında gösterecekleri davranışlardan biri
değildir?
a) İçinde bulundukları grubun bakış açısına göre kitle iletişim araçlarından gelen
bilgileri yorumlayarak iletileri yeniden kurgularlar.
b) Kendi düşünceleriyle tutarlı olan mesajları alırlar
153
c) Kendilerininkiyle çelişen iletileri reddederler
d) Uyumsuzluk konusunun önemini azaltırlar
e) Kendilerinkiyle uyumsuz olan iletiyi kabul edip kendi tutum ve davranışını aldığı
bu mesajla uyumlu hale getirirler
7. Paul Lazarsfeld grubunun 1944 yılında gerçekleştirmiş olduğu "People's Choice"
(Halkın Tercihi) adlı araştırmanın iletişim çalışmaları açısından önemi nedir?
a) Güçlü etkiler dönemine geri dönüş süreci başlamıştır
b) Kitle iletişim araçlarının etkisinin doğrudan olmadığı ifade edilmiştir.
c) İletişim araçlarının kitleler üzerinde güçlü etkileri olduğu belirlenmiştir
d) Kitle iletişim aracılığıyla toplumsal uyum ve asimilasyon gerçekleştirilebilir
e) Bireylerin zihinleri laboratuvar koşullarında beklenilen tepkiyi alacak şekilde
yönlendirilebilir.
8. Aşağıdakilerden hangisi ABX Denge Modelinin özelliklerinden biri değildir?
a) İletişim sayesinde A, B ve X birimleri arasındaki bilgi akışı ile denge korunur ve
sürdürülür.
b) Bireyler sahip oldukları tutum, düşünce ve davranışları destekleyecek bilgilere ve
iletişim ilişkilerine olum¬lu yaklaşırlar
c) Algıda seçicilik ve bilişsel uyum kuramında olduğu gibi iletişim faaliyetleri ile
sa¬hip oldukları dengeyi korudukları veya korumaya çalıştıkları görüşü savunulur.
d) İletişim denge ve yönelimi destekleyen, güçlendiren bir sü¬reçtir.
e) İletişim simgeleri ne kadar kusursuz olarak gönderilebileceği sorusuna cevap
aranır
9. Riley ve Riley Modeli’nin iletişim çalışmaları açısından önemi nedir?
a) İletişimi toplumsal ve kurumsal bir faaliyet olarak değil, psikolojik ve kişi¬sel bir
süreç olarak ele almışlardır.
b) İzleyici¬ler kitle içindeki atomize olmuş bireylerdiler ve iletişim sürecinde
psikoloji dışı faktörlerin dikkate alınmaması gerekir.
c) Kitle iletişiminde kaynak konumunda olan kişi ve kurumlar izleyiciyi etkileme
amacında olan son derece güçlü varlıklar olarak düşünülmüşlerdir.
154
d) İletişim faaliyetlerinin tam olarak an¬laşılabilmesi için toplumsal grupların
önemine dikkat çekmiş¬lerdir.
e) Kaynak durumundaki kişi ya da kurumların bilinçli olarak tasarlayıp hazırladıkları
iletileri bir ka¬naldan izleyiciye gönderdiği ve onların tutum, düşünce ve dav-ranışlarını
doğrudan etkilediği fikri ortaya çıkmıştır.
10. ___________________ Modeli’ne göre; iletişim, her türlü mikro ve makro sistem
için zorunlu bir gereksinimdir. Makro anlamda toplumsal uyum veya fikir birliği (consensus)
sorununu da açıklamada kullanılır. Böylece, mikro-psikolojik alan kullanılarak, makro-siyasal
sosyolojik açıklamaya gidilir. Mikroda olduğu gibi bu makro açıklama da, araştırma soru, sorun
ve çözümlerde konu olarak "kişiyi" ele alır. Araştırmanın sonucunda, politika önerilerinde,
çözüm olarak tekrar "kişiye" dönülür, eğer bir sorun varsa, düzeltilmesi gereken "kişidir" ve
kişinin eğitilmesine, tedavisine, bilinçlendirilmesine ve iyileştirilmesine yönelik politikalar
öngörülür.
a) Shannon ve Weaver
b) Matematiksel İletişim
c) Osgood ve Schramm Dairesel
d) Newcomb'un ABX Denge
e) Lasswell
Cevaplar: 1 c, 2 d, 3 e, 4 c, 5 b, 6 a, 7 b, 8 e, 9 d, 10 d.
155
8. KİTLE İLETİŞİMİ
Bölüm Yazarı: Prof. Dr. Şebnem ÇAĞLAR
156
8. KİTLE İLETİŞİMİ
8.1.Kitle Kavramı
8.2.Kitlelerin Özellikleri
8.3.Kitle İletişimi Kavramı
8.4.Kitle İletişiminde İletişim Süreci
8.4.1.Kaynak
8.4.2.İleti
8.4.3.Kanal
8.4.4.Geri Besleme
8.5.Kitle İletişime Doğru
8.6.Kitle İletişimi Yaklaşımları
8.6.1.Otoriter
8.6.2.Liberal
8.6.3.Komünist
8.6.4.Toplumsal Sorumluluk
157
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölümde, kitle kavramı irdelenerek, iletişim bağlamında “kitle” üzerinde
durulacaktır. Kitle iletişimini daha iyi kavrayabilmek için kişilerarası iletişimle karşılaştırılarak
değerlendirilecektir. Kitle iletişimi bütün unsurlarıyla irdelenecek, tarihsel gelişim içinde, kitle
iletişimin işlevleriyle ilgili yaklaşımlar ele alınacaktır.
158
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Kitle kavramı nasıl açıklanmaktadır?
2) İletişimsel bağlamda kitle, neyi ifade etmektedir?
3) Kitle iletişimi ne anlama gelmektedir?
4) Kitle iletişimi neden önem arz etmektedir?
5) Kişilerarası iletişim ve kitle iletişimi farklılıkları nelerdir?
159
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya
geliştirileceği
Kitle iletişimi Kitle kavramının iletişimsel
bağlamda çerçevesi
çizilerek, kitle iletişiminin
önemi öğrenilecektir.
Kitle ve kitle iletişimi alanındaki kitaplar
incelenerek, kavrama hakimiyetin
bilinciyle karşılaşılan kavramlar
değerlendirilecektir.
160
Anahtar Kavramlar
Kitle: Kalabalık, yığın anlamındaki kitle kelimesi, basit ve sıradan anlamıyla
ırkları, meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun,
rastgele bireyler topluluğunu ifade etmektedir.
Kitle İletişimi: İletişimin geniş, heterojen ve bilinmeyen izleyiciye doğru
yöneltilen şeklidir. Genişliğin ölçüsü iletişimcinin/göndericinin izleyicilerle yüzyüze bir
şekilde ilişki kurma olanaksızlığıdır. Heterojen olması kesinlikle saptanmış belirli bir grup, elit
gibi kamuya açık olmayanın ötesinde olmasıdır. Bilinmeyenin anlamı göndericiye izleyicilerin
genellikle yabancı, bilinmeyen kişiler olmasıdır
161
Giriş
Kitle kavramı, kitle iletişiminin çıkış noktasıdır. Bu bağlamda; kitle, aralarında bir bağ,
dayanışma ve organizasyon bulunmayan, birbirinden farklılaştırılmış büyük sosyal küme ya da
toplulukları ifade etmekte, kalabalık ile yakın anlamda kullanılmaktadır.
Kitle iletişimi ise; hızlı, kamusal ve geçici olarak tanımlanabilir: Hızlıdır, çünkü ileti
izleyicilere kısa sürede ya da aynı zamanda yetişmesi için hazırlanmıştır. Kamusaldır, çünkü
ileti halkın izlemesine açıktır. Geçicidir, çünkü genellikle o an, alındığı an, tüketilmesi
amaçlanmıştır, devamlı kayıtlara geçmesi için değil. Bunun istisnası film, radyo v video
kütüphaneleridir.
Kitle iletişimi denilince de herkesin aklına kitle iletişim araçlarıyla aracılanan iletişim
gelir. Böyle düşünülmesi de çok yanlış değildir. Çünkü zaten kitle iletişim kavramının
gelişmesi, hatta iletişim kavramının geliştirilmesinin temelinde de kitle iletişim araçları vardır.
Kitlesel düzeyde (ulus, uluslararası, küresel vs) iletişim çok geniş insan topluluklarıyla ilişkili
olduğu için kitle iletişim araçlarıyla aracılanması doğaldır. Yaygın olan da budur.
162
8.1. Kitle Kavramı
Kitle iletişimini anlamak için öncelikle “kitle” kavramına değinmek gerekmektedir.
Kalabalık, yığın anlamındaki kitle kelimesi, basit ve sıradan anlamıyla ırkları,
meslekleri, cinsiyetleri ve kendilerini bir araya toplayan tesadüf her ne olursa olsun, rastgele
bireyler topluluğunu ifade etmektedir. Psikolojik açıdan bakıldığında ise kitle tabiri, büsbütün
başka bir anlamda kullanılmaktadır. Psikolojik açıdan kitle, bazı özel durumlarda bir araya
gelen, onu ortaya çıkaran bireylerin ayrı ayrı karakterlerinden çok farklı bir organizmayı
tanımlamaktadır. Burada, bilinçli kişilik ortadan silinmekte, bir araya gelmiş kişilerin düşünce
ve duyguları tek tarafa yönelmektedir. Bu durumda da geçici fakat kollektif bir bilinç
oluşmaktadır. (Le Bon, 2005: 15)
Kitle toplumunun modern görünümü 1830’larda demokrasinin sırrını arayarak ABD’yi
dolaşan Fransız aristokrat Alexis De Tocqueville ile başlamaktadır. Tocqueville, Amerika’daki
insanların fikirlerinin ve değerlerinin benzerliğinden çok etkilenmiş ve böylesi bir toplumun,
kendisinin ‘çoğunluğun tiranlığı’ olarak adlandırdığı, kitle ya da sürü zihniyetinin kurbanı
olabileceği doğrultusunda bir tahminde bulunmuştur. Tocqueville’in klasik kitle toplumu
açıklaması, daha sonraki tüm toplum tarihi boyunca yankılanmıştır: “ Sayılması olanaksız insan
kalabalığı olan, hepsi eşit ve birbirine benzer olan bu insanlar sürekli, yaşamlarını besledikleri
küçük ve önemsiz zevkler elde etmeye çalışmaktadırlar. Her biri -ayrı yaşayarak- geri kalan
herkesin kaderine yabancıdır. İnsanlığın bütünü onlar için, çocukları ve özel arkadaşlarından
ibarettir. Geri kalan yurttaşlara gelince, onlara yakın olmakla birlikte onları görmemekte,
hissetmemektedirler.”(Marshall, 2003: 411)
Bir başka tanıma göre ise kitle; aralarında bir bağ, dayanışma ve organizasyon
bulunmayan, birbirinden farklılaştırılmış büyük sosyal küme ya da toplulukları ifade etmekte,
kalabalık ile yakın anlamda kullanılmaktadır.(Bilgin, 2003: 87)
Kitle Kavramı’nın tarihçesi Antik Yunan’a Eflatun’un demokrasiye yönelttiği
eleştirilere kadar götürülebilir. Ancak, bu çağrışımların ötesinde, kitle kavramının böylesine
yaygınlık kazanması, sosyal bilimlerde kullanılan pek çok kavram gibi 1789 Fransız
İhtilali’nden sonradır. Bu yüzden, varlığını Fransız İhtilali’ne borçlu olan pek çok kavram gibi
bu kavramın da herkes tarafından benimsenen açık bir tanımı yoktur. Kavram, kullanan kişinin
kendine biçtiği yere göre bir anlam kazanmaktadır. Politikacı için kitle, seçim döneminde
desteğine ihtiyaç duyduğu kişiler demektir. Müzisyen için icra ettiği sanatın dinleyicileri;
gazeteci için gazetesinin tüketicileridir.
Kitle kavramının içeriğindeki bu bulanıklığın ve ideolojik yükün bir başka nedeni de
1789’dan sonra, ihtilal öncesinin zorunlu kıldığı ittifakların bozulup bozulup yeniden
kurulması; bu karmaşa içinde ortaya çıkan toplumsal sınıfların ve çıkar gruplarının
sınırlarındaki belirsizliktir. Daha sonra ortaya çıkan bilimsel, teknolojik, demografik, siyasal ve
toplumsal dönüşümler de, dikine ve enine toplumsal hareketliliği alabildiğine artırarak bu
belirsizliğin üstüne tuz biber ekmişlerdir. Öte yandan, 19. Yüzyıl liberalizminin de, kitle
163
kavramına kendi programı doğrultusunda farklı anlamlar yüklediğini görüyoruz. Mesela, J.S.
Mill için kitle, akla yönelik bir tehdittir. Ve artık “fertler, kalabalık içinde kaybolmuşlardır”
Denis McQuail’in belirttiği gibi bu terim çok kullanılmakla birlikte tek başına
açıklanması, bir çok yan anlamı yüzünden neredeyse olanaksız bir sözcüktür. Bu terimin
toplumsal düşüncede hem çok olumsuz hem de olumlu anlamları bulunmaktadır. Olumsuz
anlamları “kuru kalabalık” şeklinde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Terim bu bağlamda
çoğunlukla kültür, zeka ve hatta ussallık yoksunluğu anlamına gelmektedir. Olumlu anlamıyla
ise, özellikle sosyalist gelenek içinde, kitle terimi ortaklaşa amaçlar için bir araya gelerek
örgütlenmiş sıradan işçi sınıfının dayanışmasını ve gücünü dile getirmektedir. (Mutlu, 1994:
129)
8.2. Kitlelerin Özellikleri
Genel olarak biraraya gelmiş insan toplulukları olarak açıklanabilecek olan kitleler belli
özellikleri bünyelerinde barındırmaktadırlar. Tür ve amaçları ne olursa olsun ortak bir takım
özelliklere sahiptirler.
Bireysel özelliklerin ortak özellikler haline gelmesi durumu, kalabalıkların, yüksek zeka
isteyen işleri neden beceremediklerini göstermektedir. Kitleler üst zekayı değil, orta seviyeyi
gerektiren kararları uygulamaktadırlar.
Kitle içinde bulunan birey, sadece sayıca çokluğun verdiği güven ile tek başınayken
bastırdığı içgüdülerine kendisini terk ederek sorumluluk duygusundan uzaklaşmaktadır.
Bilinçli kişilik kaybolmakta, bilinçaltı ile hareket eden kişiliğin hakimiyeti ön plana
çıkmaktadır. Kitle içinde bulunan birey, ayrıntılı düşünmekten acizdir.
Kitleler, zeka açısından bireylerden aşağı olmakla birlikte duygusal açıdan çok daha
etkindirler. O yüzden onları etkilemek için düşüncelerden ziyade duygularına hitap etmek daha
etkili olmaktadır.
Kitleler muhakeme yeteneğinden yoksundurlar. Tahriklere kolay kapılmaktadırlar.
Bireyler, tahrikleri akıl yoluyla savuşturabilirken, kitleler bu yetenekten yoksundurlar. Ayrıntılı
düşünmekten uzak duran topluluklar olarak kitlelerin bu özelliği devrim, ayaklanma, isyan gibi
olaylarda kolaylıkla gözlemlenebilmektedir.
İstedikleri şeyleri çılgınca bir biçimde elde etmeyi arzulayan kitleler, bu isteklerini uzun
süre devam ettirmemektedirler. Devamlı düşünceye yeteneksiz oldukları gibi, devamlı olarak
iradeye de yeteneksizdirler. Kitlenin heyecanı hızla yükselen ve çabuk sönen bir yapıya sahiptir.
Kitleler halinde bulunan bireylerde imkansızlık olgusu da kaybolmaktadır.
Kitlelerde sosyal etki düzeyi oldukça yüksektir. Bu açıdan, kitleler içerisinde düşünceler
etki yolu ile yayılmaktadır. Bu konuda, ‘nehirde boğulan iki kız’ ile ilgili olay örnek teşkil
etmektedir. Fransa’da bir nehirde boğulan küçük iki kız çocuğunun kimliklerinin belirlenmesi
aşamasında bir araya gelen bir çok kişiye gösterilmiştir. Gösterilen her kişi aynı cevabı
vermiştir. Gösterilenler arasında kızların yakın akrabaları olduğunu iddia edenler dahi
164
bulunmaktadır. Sonradan, kızların belirtilen kişilerle ilgisi olmadığı ortaya çıkmıştır. Tanıkların
görüşleri sosyal etki ile ortaya çıkmıştır.
Kitleler için baskı ve sertlik her zaman kalıcı izler bırakmaktadır. Kitleler, güce ve
sertliğe karşı ilgi duymalarına karşın aksi durumda bulunan, zayıflığın bir şekli olarak
algıladıkları iyiliğe karşı da pek az ilgilidirler.
Kitlelerin düşüncelerinin yönlendirilmesinde mensubu bulundukları ırkın geleneksel ve
davranışsal durumu, fikirlerin yayılacağı zaman dilimi ve eğitim seviyesi büyük önem
taşımaktadır. Mensup olunan topluma ait özellikler açısından bakılacak olursa her toplumun
belli norm ve değerleri olduğu görülecektir. Bu norm ve değerler toplumların hangi konularda
hassas olacağını da biçimlendirmektedir. Bu açıdan bireylerin harekete geçmesi biraz da hassas
oldukları noktaların konu ile ilgili olmasına bağlıdır. Zaman dilimi ise her dönemin sahip
olduğu farklı özelliklere işaret etmektedir. Belli bir dönemde bir konu dikkate alınmazken başka
bir dönemde kitleleri harekete geçirebilmektedir. İktidar karşıtı eylemler 1980’lerde çok etkili
olabilirken, iktidar yapısı benzer olmasına karşın bugünlerde etki edememektedir. Eğitim
seviyesi de kitlelerin harekete geçmesi açısından önem arz etmektedir. Seviyenin yüksek
olduğu yerlerde yönlendirme yapmak biraz daha zor olabilmektedir.
Kitleler üzerinde en az etkili olan konulardan biri akıldır. Kitleler yargılardan
etkilenmektedir ancak akıldan çok, duygulara ve heyecanlara hitap etmeyi başarabilenler
kitleleri istedikleri yöne çekebilmektedirler.
Kitleler gerçeklerle yönetilen yapılar değildirler. Hoşlarına gitmeyen gerçekler
karşısında kendilerini çeken gerçekdışılıkların bulunması halinde bunlara yönelmeyi tercih
edebilmektedirler. Onları hayallere çekmeyi başaranlar onlara daha kolay hakim olabilirken
hayallerini ellerinden almaya çalışanlar kitlelerin zulmüne uğrayabilirler. Bu açıdan
bakıldığında kalabalıkların önderleri belli niteliklere sahip olmak ve belli biçimlerde
davranmak durumundadır.
Canlı varlıkların birkaçı bir araya gelir gelmez bunlar ister hayvan, isterse insan
kalabalığı olsun, içgüdüsel olarak bir liderin egemenliği altına girmektedirler. İnsan
topluluklarında liderler büyük bir rol oynamaktadır. Herhangi bir sebeple lider ortadan kalkar,
yerine bir başkası da geçmezse kitle dağılmaya başlamaktadır. Kitlelerin ruhuna egemen olan
duygu özgürlük değil bağlılık gereksinimidir. Bu açıdan lidere bilişsel olarak bağlanma eğilimi
yüksektir. Lider, başlangıçta, sonradan aracısı olacağı düşünce tarafından sihirlenmiş olan
kişidir. Düşüncesi onu o derece sarsmaktadır ki onun dışında her şey silinmekte, batıl veya
hurafe olarak görünmektedir.
Kitleler, güçlü iradeye sahip olan bireyleri daima dinleme ve lider haline getirme
eğilimindedirler. Kitle halinde bulunan bireyler bütün iradelerini kaybettiklerinden iradeye
sahip olan kişiye yönelmektedirler. Büyük liderlerin rolü, kitleleri yönlendirerek onlarda inanç
meydana getirmektir.
165
Liderler, kitleleri yönetmek için en etkili araç olarak akıldan uzak, ispat gerektirmeyen
ve duygulara hitap eden iddialar kullanmaktadırlar. İddianın etkisini artırmanın yolu ise sürekli
tekrardan geçmektedir.(Tura, 2012: 2)
8.3. Kitle İletişimi Kavramı
İletişimin geniş, heterojen ve bilinmeyen izleyiciye doğru yöneltilen şeklidir. Genişliğin
ölçüsü iletişimcinin/göndericinin izleyicilerle yüzyüze bir şekilde ilişki kurma olanaksızlığıdır.
Heterojen olması kesinlikle saptanmış belirli bir grup, elit gibi kamuya açık olmayanın ötesinde
olmasıdır. Bilinmeyenin anlamı göndericiye izleyicilerin genellikle yabancı, bilinmeyen kişiler
olmasıdır (Wright, 1959: 14).
Kitle iletişimi hızlı, kamusal ve geçici olarak tanımlanabilir: Kamusaldır, çünkü ileti
halkın izlemesine açıktır. Hızlıdır, çünkü ileti izleyicilere kısa sürede ya da aynı zamanda
yetişmesi için hazırlanmıştır. Geçicidir, çünkü genellikle o an, alındığı an, tüketilmesi
amaçlanmıştır, devamlı kayıtlara geçmesi için değil. Bunun istisnası film, radyo v video
kütüphaneleridir (Wright, 1959: 15).
Kitle iletişimi “kitle medyası” denilen (özellikle basın, radyo ve tv gibi) araçlarla
aracılanmış iletişim biçimidir. Kitle iletişiminin başlangıcı olarak bazıları Gutenberg İncili’nin
basıldığı 1456 yılını ve bazıları ise basılı dökümanların Gutenberg’in icadıyla gelişen basın
tarafından 1540’larda çoğaltılarak basılmasını benimserler (Schramm, 1982:12). Özellikle
kapitalist egemenliğin başlamasıyla birlikte, kitle iletişimi araçlarının geliştirilmesine paralel
olarak, siyasal ve ekonomik Pazar için bilginin ve enformasyonun ve haber denen merkezi
dedikodu ve ideolojik yönetim yoluyla kitleler için bilgisizliğin ve cehaletin üretimi hızla
geliştirildi.
Günümüzde kitle iletişim kavramı, Türkiye’de medya diye adlandırılan ve özellikle
televizyon, radyo, basın, sinema ve son zamanlarda interneti içeren araçlar içine hapsedilerek
anlamlandırılır. Bu oldukça kısıtlı ve yanlış yönlendirici bir tanımlamadır. Kitle iletişimi
yirminci yüzyılda geliştirilen bu araçlara indirgenemeyeceği gibi, sadece yirminci yüzyıla veya
Gutenberg’e ait değildir. Kitle iletişimi, eğer yönetimsel iletişime niceliksel katılma çokluğunu
ölçü olarak alırsak, en eski imparatorluklardan beri vardır. O zamandan beri kitle iletişimi
kesinlikle kitleler arasında kitlelerin belirlediği gündeme göre kitleler tarafından veya medyayı
kullanarak kitleler için yürütülen iletişim türü veya tarzı değildir, olmamıştır ve olamaz. Kitle
iletişimi, kitlelerin siyasal, ekonomik ve kültürel yönetimiyle ilişkili bilinç ve davranış yönetimi
iletişimidir. Bu nedenle, kapitalist toplum öncesinde de kitle iletişimi vardı. Kitle iletişimi,
örneğin, Eski çağlarda savaş, ayin, merasim, eğlence ve krallar için piramitler ve abideler
yapma gibi imparatorlukların yönetimsel gereksinimleri için kitlelerin harekete geçirilmesi ve
kullanılması biçimlerinde olmuştur. Bu tür kitle iletişimi üzerinde tekel kurmasından geçerek
sağlanmıştır. Teolojinin feodal lordlarla ve ardından milli devletlerle ortaklaşa egemenlik
kurduğu orta çağlarda, kitle iletişimi özellikle Avrupa’da Roma kilisesi tarafından kurulan
örgüt ağıyla gerçekleştirilen ve kölelik düzenini meşrulaştıran bilinç yönetimi biçimindeydi.
Lordların ve kralların meşrulaştırılmış yasal baskı ve kılıç gücünden geçerek “koruduğu”
kitlelerin yönetimi bunun tamamlayıcı boyutuydu.
166
Kapitalizmin egemenliği ele geçirmesiyle birlikte kitlelerin yönetimi için gerekli
araçların kullanılması da kapitalist sermayenin kendisinin eline geçti. Gerçi kapitalizm din ile
devlet işlerini ayırdı; fakat bilin. Yönetiminde her devirde olduğu gibi, örgütlü teolojik yapıyı
kullandır ve ruh sömürüsünü hurafeleri destekleyerek yaygınlaştırdı. Bu arada, kitlelere ulaşma
araçlarına telgrafı, sinemayı, radyoyu, televizyonu ekledi ve 2000 yılına gelindiğinde örgütlü
yer ve zaman üzerinden geçerek insanlar üzerinde kontrolü artırmaya internet de katıldı.
(Erdoğan, 2002: 287)
İletişim bağlamında kitle terimi, sinema ve radyo gibi araçların izlerkitlesinin, belli
özelliklerini dile getirecek şekilde kullanılmaktadır. Bu anlamda, bu izlerkitle çok dağınık bir
topluluktur. Bir öz-kimlikten, öz-bilinçten yoksundur ve bir takım amaçları gerçekleştirmek
için örgütlü bir şekilde bir araya gelip eylemde bulunma yetisine sahip değildir. Değişen sınırlar
içinde değişen bir bileşimle karakterize olur. Ayrı türdendir, tüm toplumsal katmanlardan ve
demografik kümelerden gelen büyük sayılarda kişilerden oluşur; ama özgül bir ilgi nesnesini,
kendisini güdüp yönetmek isteyenlerin algısına göre seçme davranışında ise türdeştir (Mutlu,
1994:129).
İnsan tarihi aynı zamanda iletişim tarihidir, çünkü iletişim fiziksel ve sosyal varlığını
sürdürmek isteyen kendisi ve dışıyla üretim ilişkisinde bulunan insanla başlar. İletişim ilişkinin
doğasına ve kullanılan araçlara göre çeşitli biçimler alır. Bu biçimlerden biri de kitle iletişimi
olarak isimlendirilen yönetimsel iletişimdir. Bu iletişimle eski imparatorluklardan beri sözden,
yazıdan ve görüntüden geçerek kitlelerin bilinçlerinin biçimlendirilmesine ve insanların
yönetilmesine önemli katkılarda bulunulmaktadır. Günümüzde kitle iletişimi modern teknolojik
araçlarla aracılanmış tek yönlü akışı olan yönetimsel iletişim türü içinde yer alır. Yönetimsel
iletişim insanların örgütlü yapılarda veya kişilerarası örgütsüz ilişkiler sırasında yürüttüğü
amaçlı girişimi anlatır. Aslında her iletişim yönetimseldir. Fakat kitle iletişimi tek yönlü bir
karaktere sahiptir.
Kitle iletişimi, buraya kadar anlatılan iletişim süreç ve ilkelerinin uzağında değildir.
Kişilerarası ya da grup ilişkilerini belirleyen iletişim edim ve etkinlikleri kitle iletişim içinde
söz konusudur. İletişimin geniş yelpazesini aralarken, kişilerarası iletişim ve kitle iletişimini
birbirinden çok ayrı ve bağımsız şeylermiş gibi ele almanın doğru olmayacağı anlaşılmalıdır
(Oskay, 2000:336).
İletişimin kitlesel boyutu herşeyden önce iletişimin topluma özgü toplumsal bir olgu
olarak ele alınması açısından önem taşımaktadır. İletişim kavramının anlamsal içeriğini
oluşturan topluma özgülük, ortaklaşa paylaşılan biçimdeki anlamına tam olarak karşılık gelen
boyut olması açısından önemlidir. Buna göre kitle iletişimi, kitlesel düzeyde, bütün bir topluma
ilişkin olarak gerçekleşen iletişimdir (Güngör, 2011:199).
İletişim edim ve işlemlerinin gerçekleştiği uzam, zaman, kişi ve araçlar, kitle iletişimini
de bağlar ve doğal olarak kişilerarası ya da toplumsal iletişim gibi, kitle iletişimini de iletişimsel
bir eylem olarak tanımlanmaya iter. Ancak kitle iletişiminde karşılıklı eylemler daha çok
kamusal eylemler niteliğindedir. Yüzyüze gerçekleşen kişilerarası ilişkiler ile kitlesel
167
düzeydeki kitle iletişimi arasındaki ayrım en yalın biçimiyle şöyle betimlenebilir (Gökçe, 2006:
125):
Kişilerarası İletişim Kitle İletişimi
-Özeldir - Kamusaldır ve herkese açıktır
-Yüzyüzedir/araçsızdır -Teknik araçlar aracılığıyla gerçekleşir / araçlıdır
-Mekan ve zaman bir ve aynıdır - Mekan ve zaman farklıdır / uzaktır
-Geribildirim gelişkindir - Geri bildirim sınırlıdır
-Kaynak bireydir - Kaynak organizasyondur / örgüttür
- Kendine özgüdür / Kişiseldir - Kamu hizmeti niteliğindedir
- Hedefe yöneliktir -Dağınık dinleyiciye, izleyici kitlesine yönelik
- Taraflar aynı haklara sahiptir - Kaynak otoriterdir
Kitle iletişimini anlama çabasına karşılık gelen bu karşılaştırmadan, toplumsal
iletişimden kitle iletişimine uzanan süreçte iletişim eyleminin farklılaştığını anlamak güç
değildir. Yüzyüze iletişimdeki kimi avantajlar kitle iletişiminde söz konusu değildir; anında
geribildirim vb.
Kitle iletişiminin başlıca özellikleri şunlardır:
Kitle iletişimin izlerkitlesi görece geniştir.
İzlerkitle çeşitli toplumsal kümelerden gelen ve değişik ve çeşitli niteliklere sahip
insanlardan oluşan ayrı türden bir topluluktur.
İzlerkitle kimliksiz bir topluluktur, yani izlerkitle üyesi ve iletişimci genellikle
birbirlerini kişisel olarak tanımazlar.
Kitle iletişimi kamusaldır yani içeriği herkese açıktır.
Kitle iletişim araçları kaynaktan uzakta bulunan, birbirlerinden de ayrı olarak
konumlanmış çok sayıda insanla aynı anda iletişim kurabilir.
Kitle iletişimi karmaşık biçimsel kurumları gerektirir.
İletişimciyle izlerkitle arasındaki ilişki izlerkitlenin kişisel tanışıklığı olmayan,
profesyonel iletişimci rolündeki kişiler aracılığıyla kurulur.
168
İletişim geri döndürülemezcesine tek yönlüdür ve izlerkitlenin anında yanıt verme
olasılığını fiilen dışlamaktadır, böylelikle iletişim sisteminde göndericiyle alıcı arasında keskin
bir kutuplaşma söz konusudur.
Kitle iletişim araçlarının ürünleri hem fiziksel anlamda, hem de bireye maliyetinin
oldukça az olması nedeniyle parasal anlamda halkın çoğunluğu için kolayca elde edilebilirdir
(Mutlu, 1994:130).
Kitle iletişimi denilince de herkesin aklına kitle iletişim araçlarıyla aracılanan iletişim
gelir. Böyle düşünülmesi de çok yanlış değildir. Çünkü zaten kitle iletişim kavramının
gelişmesi, hatta iletişim kavramının geliştirilmesinin temelinde de kitle iletişim araçları vardır.
Kitlesel düzeyde (ulus, uluslararası, küresel vs) iletişim çok geniş insan topluluklarıyla ilişkili
olduğu için kitle iletişim araçlarıyla aracılanması doğaldır. Yaygın olan da budur. Gazete,
radyo, televizyon, sinema, internet bu anlamda önemli kitle iletişim araçlarıdırlar. Kitlesel
iletişimin önemli bir boyutunu aracılı iletişim oluştursa bile yüzyüze ya da aracısız kitlesel
iletişim örneklerine de sıkça rastlarız. Sözgelimi seçim meydanlarında yüzbinlerce insana
seslenen bir siyasi lider kitlesel iletişim yapmıyor da ne yapıyor? Kalabalık insan topluluğu ve
konuşmacı aynı mekanda bulunuyor. Konuşmacı, meydanı dolduran binlerce, yüzbinlerce
insana kürsüden sesleniyor ve aynı anda da dinleyici konumdaki kitleden konuşmasının
tepkisini alıyor. Hem kitlesel ama hem de yüzyüze bir iletişimsel ilişki gerçekleşmiş oluyor
böylece. Bu arada konuşmacının sesi, hatta görüntüsü miting alanındaki herkese ulaşabilsin
diye alanın çeşitli yerlerine yerleştirilen dev ekranlardan da konuşmacıyı izleme olanağı
yaratılıyor. Bu durumda aynı anda, aynı kişiler tarafından, aynı hedef kitleyle hem yüz yüze
hem de aracılı iletişim kurulmuş olmakta. Ama öte yandan aynı kişi konuşmasını bir televizyon
kanalından yapıyorsa, bu kez aracılı bir kitle iletişim gerçekleşmiş olur. (Güngör, 2011: 70)
Teknolojiyle aracılanmış iletişim kullanılan aracın yapılandırılmış özelliklerine göre
şekillenir ve adlandırılır. Örneğin telefonla yapılan iletişim teknolojiyle aracılanmış zamanda
aynı fakat yerde farklı olan kişilerarası iletişimdir. Benzer şekilde kitap karmaşık bir
teknolojinin ürünüdür ve yazarla okuyanı kâğıt üzerine kayıt yoluyla farklı zaman ve farklı
yerlerde yazılandan geçerek birleştirir. Gazete, dergi, radyo ve televizyon trilyonlarca lirayı
gerektiren araçlardır ve bu sermaye gücüne sahip olanlar tarafından örgütlenen bir ticari şirketin
veya kurumun birçok insanla sembolsel ürünlerden geçerek ilişki kurması için kullanılır. İki
kişinin telefonu kullanarak gerçekleştirdiği iletişimle yürütülen ilişki ile bir örgütün radyo veya
televizyon gibi araçları kullanarak gerçekleştirdiği aynı değildir. Cep telefonuyla konuşan iki
kişi, aralarında kurulmuş tarihsel ve duygusal bağlamla şekillenmiş bir "şimdi bağlamı" içinde
etkileşimdedir. Radyo ve televizyondan geçerek, bir örgütsel yapı (şirket veya devlet kurumu)
hazırladığı ürünle potansiyel olarak varolan kitlelerle ilişki kurmaktadır. Kitlelere yönelik bu
iletişim kitle iletişimi olarak adlandırılır. Dikkat edilirse, kille iletişimi kitle denilen insanlara
yönelik bir faaliyettir. Kitle iletişimi kitlelerin ürünün doğasını biçimlendirmediği ve
biçimlendiremediği bir iletişim türüdür. (Erdoğan ve Alemdar, 2005:11-14).
Kısaca kitle iletişimi kavramında yer alan kitle sözcüğü ile kitle iletişim araçlarının
içeriklerine yönelen bütün insanlar ifade edilmektedir. Bu nedenle de Maletzke kitle sözcüğü
yerine disperses publikum (dağınık seyirci/dinleyici kitlesi) deyiminin kullanılmasını daha
169
uygun olacağını vurgulamaktadır (Maletzke, 1963’den aktaran Gökçe, 2006:122). Disperses
publikum deyimi, kitle iletişim araçlarının içeriğine yönelen birey ve küçük grupları ifade
etmekte olup, süreklilik arz eden bir sosyal yapıt anlamını taşımamaktadır. Bunlar, duruma göre
her zaman bir grup insanın aynı içeriğe yönelmeleri ile oluşmaktadır. Bu dağınık
seyirci/dinleyici kitlesini oluşturan üyelerin birbirleri ile genelde doğrudan ve karşılıklı
ilişkileri yoktur. Zira her seyirci/dinleyici grupları birbirlerinden mekân olarak ayrılmış olup,
karşılıklı anonimdirler ve kendileri gibi daha birçok insanın aynı iletiyi/ mesajı algıladığını
bilmektedirler. Burada dağınık seyirci/ dinleyici kitlesinin üyeleri heterojenlerdirler yani çok
değişik toplumsal yapıya ait olan; amaçları, tutumları, yasama ve düşünce tarzları yönünden
birbirlerinden farklı olan insanları kapsamaktadır.
Sonuç olarak kitleye dahil üyeler (insanlar) türdeştirler; düzenli bir yapıya sahip
olmayıp, örgütlenmemişlerdir. Bu dağınık seyirci/dinleyici kitlesinde rol farklılaşması söz
konusu olmadığı gibi, belirli örf ve adet, davranış kuralları ve kurumları da yoktur (Maletzke,
1963’den aktaran, Gökçe, 2006:122-123).
8.4. Kitle İletişiminde İletişim Süreci
Temel iletişim sürecini hatırlayacak olursak; mesajı kurgulayan Kaynak, iletilen Mesaj,
iletiyi alan ve çözümleyen Alıcı, iletiyi gönderen yol Kanal ve Geribesleme. Sözkonusu olan
iletişimin türü, kitle iletişimi olduğunda, süreci oluşturan unsurların niteliği farklılık
göstermektedir.
170
8.4.1. Kitle İletişiminde Kaynak
İletişimin kaynağı başlangıç noktasıdır. İletişim sürecinde kaynak, merkezi önemdeki
unsurdur, sürecin öznesidir. Kitle iletişim araçları hedef kitlesiyle iletişim kurduğunda bir süreç
başlatılır.
Kanalı, kitle iletişim araçları olan kitle iletişiminde, kaynak; tek kişi değil, bir
organizasyon (gazete, dergi, televizyon kanalı, sinema vb.) veya profesyonel iletişimcilerdir
(gazeteci, yapımcı, çeşitli kademelerde çalışan profesyonel ileti üreticileri vb.). Medya
organizasyonları kitle iletişimin oluşturucuları ve kurgulayıcılarıdır.
Medya organizasyonu da kod açımcısı, yorumlayıcı ve kodlayıcı olarak üç iş birden
yapar. Örneğin,bir gazeteye çeşitli kaynaklardan, haber ajanslarından ve muhabirlerden, kodları
açımlamak üzere pek çok haber gelir. Bunlar üzerinde değerlendirme yapılır. Haberler tek tek
incelenir ve gerekirse yeniden düzenlenir. Bir hikâye meydana getirecek şekilde yeniden
yazılır, basılır. Medya organizasyonunun içinde yer alan tüm elemanların uyum içinde
gerçekleştirdikleri kod açma, yorum yapma, kodlama işlemi ile ortaya çıkan ürünün (haber,
yazı vb.) belli bir yayın politikasıyla biçimlenir.
Bir medya organizasyonuna bir gün içinde çok fazla enformasyon gelir. Medya
örgütlerinin kuruluşu binlerce kodlamayı bir anda yapabilecek ve bunları aynı anda
gönderebilecek şekilde planlanmıştır.
Kitle iletişim araçlarıyla iletişim üretmek için uzman bir kadro ve geniş bir iş bölümü
gerektirir. Muhabirler, redaktörler, program yapımcıları, köşe yazarları ise kurumsallaşmış
kişilerdir. Buna göre kitle iletişimi denildiğinde kamu veya özel çıkarlara göre biçimlendirilmiş
örgütlenme biçimleri akla gelir. Kitle iletişim araçlarının örgütlenmesi özel teşebbüs şeklinde
veya devletin yönetiminde olabilir.
Devletçi yönetim biçimlerinde kitle iletişim araçlarının yönetimi devletin elindedir.
Kamu yayıncılığı sistemi adı verilen bu sistemde, kitle iletişim araçları kamu hizmeti verme
amacıyla kurulmuş kamu kurumlarıdır. Bu sistemde, devlet güçleri medya içeriğini denetleme
şansına sahiptir. Bu yayıncılık sisteminde medyanın kâr elde etme isteği ikinci plandadır.
Medyanın asıl görevi toplumsal sorumluluk içinde yayın yapmaktır. Eğlendirirken eğitmek,
eğitirken eğlendirmek asıl amaçtır. (Megep, 2007: 5-6)
8.4.2. Kitle İletişiminde İleti
İleti, iletişimsel işleyişin ürünüdür. İleti, kaynaktan alıcıya gönderilen görüş ve
düşüncelerin kaynak tarafından kodlanmış biçimidir. İletişimsel süreçten hedeflenen sonucun
alınabilmesi için iletinin açık ve net olarak kurgulanması gerekir.
Kitle iletişim sürecinde ileti medya kuruluşunun hedef aldığı tüketici profiline göre
hazırlanır. Çünkü ileti tasarlanırken temel amaç hedef üzerinde etkili olmaktır. İleti,
kullanılacak kanalın yayın politikası ile hedef kitlede yaratılmak istenen tutum değişikliğine
göre belirlenir. İletinin kodlanmasında, kullanılan simgelerin hedef kitle tarafından bilinen
171
simgeler olmasına dikkat edilmelidir. Yani her iki tarafın yaşam deneyimlerinin ortak ürünleri
olması gerekir. İletinin temel biçimini oluşturan sözel ve sözsüz kodlar iletişim sürecinde sesli
veya sessiz kanallar aracılığıyla gönderilir.
İletiler, standartlaşmış ve çoğalmış bir çalışma ürünü, değiş tokuş değeri olan bir maldır.
Kitle iletişim araçlarının programlarının içeriği yaratıcılarının simgesel anlamlarını yansıtır.
Programlar yapılıp iletildiğinde artık ayrı birer nesnedir; yapımcının veya izleyicinin karşısına
çıkan gerçeklerdir.
İletiler ne söyledikleri ve nasıl söyledikleriyle önem kazanır. İletilerin temel amacı
hedef kitlenin inançları, düşünceleri ve tutumları üzerinde etkili olmaktır. Anlamlar kişilere
birtakım işaretle verilir. Gazetenin başlığı veya atılan manşet gündemin ne olduğu konusunda
konusunda hedef kitleye mesaj verir. Yani, bugün bu konu ana gündem maddeniz olmalıdır der.
Televizyon eğlence programında “yıldız kişinin” sahneye çıkarken kameranın odaklanması,
alkışlar, sahne süsleri ile karmaşık iletiler gönderilir. İzleyici de, aldığı bu iletiler sonucunda
programın izlenmeye değer olduğu düşüncesine kapılır.
8.4.3. Kitle İletişiminde Kanal
Kaynak ve hedef birimler arasında yer alan ve işaret haline dönüşmüş iletinin
gitmesini sağlayan yola, geçide “kanal” adı verilir. Gönderici ve alıcı arasında ileti
akışını sağlama yolu ya da biçimidir. İletileri taşıyan bu kanallar fiziksel (ses,hava vb.), teknik
(telefon, telgraf vb.) veya sosyal (televizyon, okul vb.) araç olabilir.
Kişilerarası iletişimde kanal; telefon, telgraf, mektup, e-mail olabilirken; kitle
iletişiminde radyo, televizyon, gazete, internet kanal olarak görev yapar. Burada seçilen kanalın
özelliği çok önemlidir. Özellikle iletinin kurgulanışı, seçilen kanalın teknik yapısına uygun
olmalıdır. Örneğin, televizyona uygun iletilerde, görsellik önem taşır. Radyoya uygun iletilerde
ise ses efektleri ön plana çıkar.
8.4.4. Kitle İletişiminde Geri Besleme (Feedback)
Kitle iletişiminde dönüş süreci geri besleme (feedback) olarak adlandırılır. Geri
besleme, alıcının kendisine gönderilen iletiyi algılaması sonucunda verdiği tepkiyi, göndericiye
bir şekilde iletmesidir.
Kitle iletişim sürecinde en önemli sorunlardan biri feedback olanağının zayıflığıdır.
Kişilerarası iletişimde geri besleme, anındadır. Yüzyüze iletişimde gönderilen iletinin
karşımızdakinde yarattığı etkiyi anında gözlemleme ve yanlış anlaşılması durumunda iletimizi
anında gözden geçirme olanağımız vardır.
Geribeslemenin alınmasında asıl güçlük ve karmaşa kitle iletişim araçlarıyla aracılanan
iletişimde ortaya çıkar. Kitle iletişim araçlarıyla gerçekleşen iletişimde kimlerin neyi izlediği,
hangi iletileri alıp, hangilerini almadıkları oluşan etkinin ne olduğu özellikle kitle iletişim
kurumlarını işleten ve yönlendirenler açısından büyük önem taşımaktadır. Aslında iletişimin
172
bilimsel bir disiplin olarak biçimlenmesinde de bu yöndeki sorulara yanıt arama çabalarının
etkili olduğunun altını çizmekte yarar var. (Güngör, 2011: 29)
Kitle iletişiminde radyonun düğmesini çeviren bir dinleyici, ya da gazetenin belli bir
yerini okuyan bir okuyucu iletişim zincirinde en son halkadır. Okuyucunun veya dinleyicinin
yazı veya program hakkındaki düşüncelerini o anda öğrenmek mümkün değildir. Yankı geç
geldiği için hedef kitlenin tepkisini izleyip ona göre yeni bir iletişim politikası izlemekte
gecikebiliriz. “Feed-back” sonunda gelir. Ama okuyucu sayısı azalmaya başladığında gazetenin
yayın politikasının beğenilmediğini anlayabiliriz. Ancak bu geç kalmış bir “feedback”tir.
Ancak, canlı yayınlanan televizyon programları için sosyal medyadan anında feedback
almak sözkonusudur. Programın işleyişine yön vermek açısından avantaj kabul edilebilir.
8.5. Kitle İletişimine Doğru…
İnsanlar uzun yıllar yüz yüze iletişim kanallarını kullanmışlardır. Günümüzde de en
önemli iletişim tarzı yüz yüze iletişimdir. İnsanlar gündelik hayatlarını bu iletişim tarzına bağlı
olarak sürdürürler. Bunun yanında tarihsel süreç içerisinde geliştirilen çeşitli teknolojik
araçlarla yüz yüze iletişimin yanı sıra teknolojiyle aracılanmış iletişim tarzlarını da
geliştirmişlerdir. Bunlar, yazılan bir mektuptan çekilen bir telgraf ya da faksa, dinlenilen bir
radyo programından izlenilen bir televizyon programına ya da sinema filminden gönderilen bir
e-mail mesajına kadar değişir; Teknoloji kendi başına bağımsız bir değişken olarak alınamaz.
Ancak zaman ve mekanın örgütlenmesini sağlayan üretim tarzı ile ilişkilendirildiğinde anlam
kazanır (Yaylagül, 2008: 12-15).
Kitle iletişim araçları belirli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünleridir. Bunların
üretilmesi, kullanılması ve zaman içerisinde geliştirilmesi üretim araçlarını kontrol eden
egemen grupların çıkarları ve beklentileri ile ilgilidir. Çünkü bu araçlar toplumu oluşturan
herkesin yararına değildir ve onlar için kullanılmaz. Kitle iletişim araçları da mülkiyet
ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Bunların kullanılması belli yasal düzenlemelere tabidir.
Bunların mülkiyet biçimleri üretilen medya içeriğinin üretilme tarzını ve ürünün doğasını
şartlandırır. Bu üretim sürecinin kendine özgü belli mesleki rutin pratikleri ve egemen bir
ideolojisi vardır. Kitle iletişiminin gelişmesi bilimsel alandaki başka gelişmelerin oluşturduğu
bir temel üzerine kurulmuştur, örneğin fotoğraf olmasaydı sinema olamazdı ya da elektrik
enerjisi üretilmemiş olsaydı ya da basım teknikleri geliştirilmemiş olsaydı bugünkü kitle
iletişim sistemleri de olmazdı (Yaylagül, 2008: 12-15).
8.6. Kitle İletişimi Yaklaşımları
Tarihsel gelişim içerisinde ülkelerin kitle iletişiminin işlevleriyle ilgili yaklaşımları
farklı olmuştur. Bugün ilgili yazında şu dört farklı yaklaşımın varlığı kabul edilir ve uygulanır:
(Aziz, 2008: 53-55):
- Otoriter Yaklaşım
- Liberal Yaklaşım
173
- Komünist Yaklaşım
- Toplumsal Sorumluluk Yaklaşımı
8.6.1. Otoriter Yaklaşım
Kitle iletişim araçlarının ilki olarak Kabul edilen yazılı basının (gazete, dergi)
işlevleriyle ilgili olarak ortaya atılan görüşler, yaklaşımlar o günün koşullarına göre
biçimlenmiştir. 16. ve 17. yüzyıl Avrupa’sı devlet yapısı siyasi yapı bağlamında kiliseler ile
krallık ya da imparatorlukların egemen olduğu; her ikisinin de kendi yönetimlerini en katı
biçimde uygulamaya çalıştığı bir dönemdir. Böyle bir ortamda var olan tek kitlesel iletişim aracı
yazılı kitle iletişim araçlarının işlevleri ile ilgili yaklaşım, bu araçların krallıklar ile kiliselerin
yönetimlerini pekiştirici bir işlev yüklendiği “otoriter yaklaşım” olmuştur. Bu yaklaşımın
uygulanmasında, zaman zaman krallıklar ve kiliseler ile kitle iletişim araçlarını ellerinde
bulunduranlar arasında savaşımlarda olmuştur.
8.6.2. Liberal Yaklaşım
18. Yüzyıl devlet yapılarında meydana gelen değişiklikler kitle iletişim araçları ile ilgili
yaklaşımlara da farklı bir görüş getirmiştir. Amerika’da sömürge yönetimine başkaldırma ile
başlayan ve Philadelphia Haklar Beyannamesi’nin kabulü ve Fransız İhtilali ile gelen
özgürlükçü ortamın etkisi ile “Liberal Yaklaşım” görüşü benimsenmiştir. Bu yaklaşım
öncelikle liberal ekonomiyi benimsemiş olan ABD ve onu izleyen diğer Amerika ülkelerinde
uygulanmıştır. Bu yaklaşımda kitle iletişim araçlarının görevi ‘aydınlatma’ dır. Bu bakımdan
basın özgürdür, yönetenlerin emrinde olmaz. Her türlü mesajı özgürce topluma sunmalıdır.
8.6.3. Komünist Yaklaşım
20. Yüzyılda farklı ideolojilerin biçimlendirdiği ekonomik ve siyasal yapının gündeme
getirdiği komünist rejimlerin ortaya çıkması ve giderek yaygınlaşması ile kitle iletişim
araçlarının işlevleri ile ilgili “komünist yaklaşım” ortaya çıkmıştır. BU yaklaşım temelde
otoriter yaklaşım ile benzerlik göstermektedir. Ondan ayrılan tarafı, kitle iletişim araçlarının
asıl işlevi, Komünist Rejimin toplumda yagınlaşmasını, pekiştirilmesini sağlamaktır ve bunun
içinde yönetimleri hükümetlerin, komünist partilerin elinde olmalıdır. Bu tür yaklaşımda ve
uygulanmasında doğal olarak haber, eğitim ve propaganda ile ilgili mesajlar ağırlıktadır.
8.6.4. Toplumsal Sorumluluk Yaklaşımı
20. yüzyılın ikinci yarısına doğru, özellikle elektronik kitle iletişim araçlarının
toplumları etkilemedeki gücü karşısında geliştirilen dördüncü bir yaklaşım “toplumsal
sorumluluk yaklaşımı”dır. Gerek otoriter yaklaşımın, gerekse liberal yaklaşımın olumsuz
taraflarını gideren bu yeni yaklaşım, yetki ve sorumluluğu yasalar çerçevesinde kitle iletişim
araçlarını ellerinde bulunduranlara vermektedir. Verilen mesajlar toplum yararına, onun
düzeyini yükseltici nitelikte olmalıdır.
174
Yukarıda belirtilen yaklaşımlar tarihsel gelişimi içerisinde farklı yerlerde, farklı
derecelerde uygulanmıştır. Günümüzde ise, bu yaklaşımlardan otoriter yaklaşım sistemi,
Avrupa’da dünyanın pek çok yerinde krallıklar ve imparatorlukların yıkılması, kilisenin
yetkisinin sınırlandırılması nedeni ile azalmıştır. Ancak yine de krallıklarda ve din ile yönetilen
ülkelerde örneğin, Suudi Arabistan’da, Cumhuriyet yönetiminde görünmesinde karşın İran,
Libya gibi devletlerde bu yaklaşımın geçerli olduğu söylenebilir. Komünist yaklaşım ise uzun
yıllar 1991’e kadar Sovyetler Birliği ve komünist rejimi uygulayan Doğu Bloğu ülkelerinde
kitle iletişim araçları bu sistemle yönetilirken şimdi bu tür yönetim biçimi çok gevşemiş hatta
özel kesimin elinde “medya” olmaya başlamıştır. Yine Fidel Castro’nun Küba’sında ve Kuzey
Kore’de bu sisteme değişik biçimleriyle rastlanabilir. Liberal Yaklaşımı, tam anlamıyla
uygulayan ülke yok gibidir. Çünkü tüm ülkelerde kitle iletişimi ile ilgili yasal düzenlemeler
getirilmiştir. Burada, şimdilik internetin çalışma koşulları dikkate alınarak bir “liberal
yaklaşım”dan söz edilebilir; çünkü internet ortamında ulusal ve uluslararası etkili bir yasal
düzenleme olmadığından düşünceyi açıklamada ve almada tm liberal bir sistemin uygulandığı
görünümü söz konusudur. Günümüzde demokratik yönetim biçimleri ile yönetilen ülkelerde
kitle iletişim araçlarının yönetim biçimleri ile ilgili benimsenen yaklaşımın “toplumsal
sorumluluk yaklaşımı” olduğu söylenebilir. Kitle iletişim araçları, touma verdiği her türlü
hizmette, öncelikle toplumun yararını düşünerek; kitleleri olumsuz olarak etkileyecek
mesajların verilmesinde hukuksal düzenlemeleri ve ayrıca o ülkedeki yerleşik gelenek ve
görenekleri dikkate almaları gerekmektedir. Genel olarak yaygın medya için geçerli olan bu
yaklaşımlar haber ajansları içinde geçerlidir (Aziz, 2008: 55).
175
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Genel olarak biraraya gelmiş insan toplulukları olarak açıklanabilecek olan kitleler belli
özellikleri bünyelerinde barındırmaktadırlar. Kitle, aralarında bir bağ, dayanışma ve
organizasyon bulunmayan, birbirinden farklılaştırılmış büyük sosyal küme ya da toplulukları
ifade etmekte, kalabalık ile yakın anlamda kullanılmaktadır.
Kitle iletişimi ise; hızlı, kamusal ve geçici olarak tanımlanabilir: Kamusaldır, çünkü ileti
halkın izlemesine açıktır. Hızlıdır, çünkü ileti izleyicilere kısa sürede ya da aynı zamanda
yetişmesi için hazırlanmıştır. Geçicidir, çünkü genellikle o an, alındığı an, tüketilmesi
amaçlanmıştır, devamlı kayıtlara geçmesi için değil. Bunun istisnası film, radyo v video
kütüphaneleridir.
Kitle iletişimi “kitle medyası” denilen (özellikle basın, radyo ve tv gibi) araçlarla
aracılanmış iletişim biçimidir. Günümüzde kitle iletişim kavramı, Türkiye’de medya diye
adlandırılan ve özellikle televizyon, radyo, basın, sinema ve son zamanlarda interneti içeren
araçlar içine hapsedilerek anlamlandırılır. Bu oldukça kısıtlı ve yanlış yönlendirici bir
tanımlamadır. Kitle iletişimi yirminci yüzyılda geliştirilen bu araçlara indirgenemeyeceği gibi,
sadece yirminci yüzyıla veya Gutenberg’e ait değildir. Kitle iletişimi, eğer yönetimsel iletişime
niceliksel katılma çokluğunu ölçü olarak alırsak, en eski imparatorluklardan beri vardır. O
zamandan beri kitle iletişimi kesinlikle kitleler arasında kitlelerin belirlediği gündeme göre
kitleler tarafından veya medyayı kullanarak kitleler için yürütülen iletişim türü veya tarzı
değildir, olmamıştır ve olamaz. Kitle iletişimi, kitlelerin siyasal, ekonomik ve kültürel
yönetimiyle ilişkili bilinç ve davranış yönetimi iletişimidir. Bu nedenle, kapitalist toplum
öncesinde de kitle iletişimi vardı. Kitle iletişimi, örneğin, Eski çağlarda savaş, ayin, merasim,
eğlence ve krallar için piramitler ve abideler yapma gibi imparatorlukların yönetimsel
gereksinimleri için kitlelerin harekete geçirilmesi ve kullanılması biçimlerinde olmuştur. Bu tür
kitle iletişimi üzerinde tekel kurmasından geçerek sağlanmıştır. Teolojinin feodal lordlarla ve
ardından milli devletlerle ortaklaşa egemenlik kurduğu orta çağlarda, kitle iletişimi özellikle
Avrupa’da Roma kilisesi tarafından kurulan örgüt ağıyla gerçekleştirilen ve kölelik düzenini
meşrulaştıran bilinç yönetimi biçimindeydi. Lordların ve kralların meşrulaştırılmış yasal baskı
ve kılıç gücünden geçerek “koruduğu” kitlelerin yönetimi bunun tamamlayıcı boyutuydu.
176
Bölüm Soruları
1- Aşağıda yapılmış olan kişilerarası iletişim ve kitle iletişimi karşılaştırmalarından
hangisi doğru değildir?
a) Kişilerarası iletişimde kaynak bireydir; kitle iletişiminde kaynak,
organizasyondur
b) Kişilerarası iletişim kamusaldır; kitle iletişimi özeldir
c) Kişilerarası iletişimde taraflar eşit haklara sahiptir; kitle iletişiminde kaynak,
otoritedir
d) Kişilerarası iletişim kendine özgüdür, kişiseldir; kitle iletişimi kamu hizmeti
niteliğindedir
e) Kişilerarası iletişim hedefe yöneliktir; kitle iletişimi, dağınık dinleyiciye, izleyici
kitlesine yöneliktir
2- Haberin, bilginin, düşüncelerin ya da genel anlamıyla kültürün insan
topluluklarına çeşitli araç ve tekniklerle dağıtıldığı iletişim türü hangisidir?
a) Kültürlerarası iletişim
b) Grup iletişimi
c) Örgüt iletişimi
d) Kitle iletişimi
e) Kişilerarası iletişim
3- Aşağıdaki ifadelerden hangisi kitle iletişimi için söylenemez?
a) Kitle iletişimin izlerkitlesi görece geniştir.
b) İzlerkitle çeşitli toplumsal kümelerden gelen ve değişik ve çeşitli niteliklere sahip
insanlardan oluşan ayrı türden bir topluluktur.
c) İzlerkitle kimliksiz bir topluluktur, yani izlerkitle üyesi ve iletişimci genellikle
birbirlerini kişisel olarak tanımazlar.
d) Kitle iletişimi kamusaldır yani içeriği herkese açıktır.
e) Kitle iletişimi karmaşık biçimsel olmayan kurumları gerektirir.
177
4- Aşağıdakilerden hangisi kitle iletişimini ifade etmez?
a) Hızlıdır
b) Kamusaldır
c) Geçicidir
d) Heterojendir
e) Kişiseldir
5- Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişim için söylenemez?
a) Geri bildirimi sınırlıdır
b) Kaynak bireydir
c) Özeldir
d) Taraflar aynı haklara sahiptir
e) Mekan ve zaman aynıdır
6- Kitle iletişim sürecinde kaynak aşağıdakilerden hangisi olamaz?
a) Gazete organizasyonu
b) Dergi organizasyonu
c) Televizyon kanalı
d) Editör
e) Sinema filmi
7- Geri besleme (feed back) ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Geri besleme, alıcının kendisine gönderilen iletiyi algılaması sonucunda verdiği
tepkiyi, göndericiye iletmesidir
b) Kitle iletişim sürecinde en önemli sorunlardan biri geri besleme olanağının
zayıflığıdır
c) Kitle iletişiminde geri besleme anındadır
d) Geri beslemenin alınmasında asıl güçlük ve karmaşa kitle iletişim araçlarıyla
aracılanan iletişimde ortaya çıkar
178
e) Geri besleme, iletişim sürecinin temel unsurlarındandır
8- Aşağıdakilerden hangisi, kitle iletişiminin işlevleriyle ilgili yaklaşımlardan biri
değildir?
a) Oto-kontrolcü yaklaşım
b) Liberal yaklaşım
c) Komünist yaklaşım
d) Toplumsal sorumluluk yaklaşımı
e) Otoriter yaklaşım
9- Amerika’da sömürge yönetimine başkaldırma ile başlayan ve Philadelphia Haklar
Beyannamesi’nin kabulü ve Fransız İhtilali ile gelen özgürlükçü ortamın etkisi ile
“………..Yaklaşım” görüşü benimsenmiştir..
Yukarıdaki boşluğu tamamlayan en uygun yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a)Komünist
b)Liberal
c) Toplumsal
d)Otoriter
e)Pozitivist
10- Kitle iletişim aracının krallıklar ve kiliselerin yönetimlerini pekiştirici bir işlev
yüklendiği yaklaşım aşağıdakilerden hangisidir?
a)Komünist
b)Liberal
c) Toplumsal
d)Otoriter
e)Pozitivist
Cevaplar: 1) b, 2) d, 3) e, 4) e, 5) a , 6) d, 7) c , 8) a, 9) b, 10) d
179
9.KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE İŞLEVLERİ
Bölüm Yazarı: Prof. Dr. Şebnem ÇAĞLAR
180
KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE İŞLEVLERİ
9.1.Kitle İletişim Araçları
9.1.1.Basılı Kitle İletişim Araçları
9.1.2.Görsel İşitsel Kitle İletişim Araçları
9.1.3.Elektronik Kitle İletişim Araçları
9.2. Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri
9.2.1. Haber ve enformasyon verme işlevi
9.2.2. Denetim ve eleştiri işlevi
9.2.3. Eğlence İşlevi
9.2.4. Kamuoyu ve gündem oluşturma işlevi
181
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölümde, kitle iletişim araçları derken neyi kastediyoruz? Bu araçlar nelerdir ve
toplumsal yaşamda önemi ve etkisi nedir? sorularının yanıtlarını bulacağız.
182
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Kitle iletişim araçları nelerdir?
2) Kitle iletişim araçlarını kaç kategoriye ayırabiliriz?
3) Basılı kitle iletişim araçlarının önemi nedir?
4) Görsel kitle iletişim araçları nelerdir?
5) Elektronik kitle iletişim araçlarının önemi nedir?
183
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya
geliştirileceği
Kitle iletişim araçları ve
işlevleri
Kitle iletişim araçlarının
neler olduğu; bu araçların
işlevleri ve hayatımızdaki
rollerini öğreneceğiz.
Kitle iletişim araçları konusunda edinilen
bilgiler doğrultusunda, günlük hayatımızın
bir parçası haline gelmiş olan bu araçları,
farkındalıkla kullanarak
184
Anahtar Kavramlar
Kitle İletişim Araçları: Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema gibi kitlelere
ulaşan ve iletişimi sağlayan araçlara kitle iletişim araçları denilmektedir. Kitle iletişim
araçlarının amacı düşünce, fikir ve haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere ulaştırabilmektir.
Kitle Gazeteleri: Geniş kitlelere seslenmeyi amaçlayan bu bakımdan da her türlü
sosyo ekonomik düzeyde bulunan bireylere seslenen, onların ilgisini çekecek zaman zaman
ciddi sosyal ve siyasal haberlere ve bunları yorumlayan köşe yazarlarına yer veren gazetelerdir.
Bunlara ülke çapında haberlere yer verdikleri için ulusal gazetelerde denilmektedir.
Fikir Gazeteleri: Magazin türü gazeteciliğin tersi bir yaklaşımla, içinde ciddi
haberlerin yer aldığı, araştırıcı gazeteciliğin önemli olduğu, güçlü kalemi olan köşe yazarlarının
bulunduğu ve toplumun siyasal ve sosyal alanda olup bitenlerden haberdar edildiği gazete
türüdür.
Tematik Gazeteler: Radyo ve televizyona kaptırılan okuyucunun yeniden
kazanılması amacı ile, belli konularda derinleşen, onların vermediği haber, köşe yazısı, yorum
gibi, çeşitli basılı yayın türlerinin yer aldığı gazetelerdir. Genel olarak bir konu etrafında
yoğunlaşır. Tematik gazetelerin pek çoğu günlük yerine haftalık da çıkabilmektedir.
185
Giriş
Kitle iletişim araçları, genel bir tanımla "kitlesel bir boyutta ileti dağıtabilen araçlar"
olarak tanımlanabilir. Kitle iletişim araçları; haber ve bilgi verme amacı başta olmak üzere,
eğitmek ve eğlendirmek gibi amaçlar taşıyan, belirli bir okuyucu kitlesine, belirli aralıklarla ya
da sürekli olarak ulaşan araçlardır.
Kitle iletişimini üreten ve kitle iletişim üretimini sürdürülebilir hale getiren şu an için
bildiğimiz kitle iletişim araçları, yalnızca elektrik ve elektronik teknolojisiyle sınırlı değildi
kuşkusuz. Kasabanın meydanına asılan, yazılı bir duyuru kitleye dönük olma açısından ya da
kitlesel yönlendiriciliğinden dolayı kitle eletişim aracı kapsamına alınırsa, ilkel araçlarla da
kitle iletişiminin mümkün olabileceğini anlamak kolaylaşır. Bu bakış açısıyla kitle iletişiminin,
yazının bulunmasından başlayarak aşamalı biçimde, biri diğerini (sesin iletimi görüntü
iletimini, ses kaydı görüntü kaydını, radyo televizyonu, bilgisayar internet…) ilham eden, yeni
olanın öncekinin üzerine bina edildiği ilksel mekanik tekniklerden, dijital teknolojiye doğru
gelişimini sürdürdüğü yine kolaylıkla söylenebilir
186
Özet
Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema gibi kitlelere ulaşan ve iletişimi sağlayan
araçlara kitle iletişim araçları denilmektedir. Kitle iletişim araçlarının amacı düşünce, fikir ve
haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere ulaştırabilmektir. Teknolojik gelişimin tabii sonucu
olarak gelişen ve elektronikleşen iletişim araçları, iletişime sürat ve kolaylık sağlamakla
kalmamış; aynı zamanda iletişimi, kitle iletişimine çevirmiştir. Günümüzde İnternet (e-posta
vd.), telgraf, telefon, faks gibi haberleşme araçları; gazete, radyo, televizyon gibi kitle iletişim
araçları; uydular, bilgisayarlar (İnternet) birer iletişim aracı olarak iletişimin ayrılmaz parçaları
durumuna gelmiştir. Bu elektronik iletişim araçları, günümüzde, kurduğu haberleşme ağıyla
kültürü de yaygınlaştırmış; McLuhan’ın deyişiyle küresel bir köye dönüştürmüştür.
187
9.1. Kitle İletişim Araçları
İnsanların hem yakın, hem de uzak çevrelerinde olup bitenler hakkında bilgi almalarını
sağlamak için uzmanlaşmış bazı araçlar geliştirilmiştir. Bu araçlara genel olarak kitle iletişim
araçları adı verilmektedir.
Kitle iletişim araçları, genel bir tanımla "kitlesel bir boyutta ileti dağıtabilen araçlar"
olarak tanımlanabilir. Kitle iletişim araçları; haber ve bilgi verme amacı başta olmak üzere,
eğitmek ve eğlendirmek gibi amaçlar taşıyan, belirli bir okuyucu kitlesine, belirli aralıklarla ya
da sürekli olarak ulaşan araçlardır.
Kitle iletişim araçlarının yaygınlık kazanmasıyla, yüzyıllardır süregelen iletişimin
sınırlı olan kapsam ve etkileri genişlemiştir. Geleneksel iletişimi kitle iletişiminden ayıran iki
özellik bulunmaktadır (Tokgöz, 2003: 100):
1-Kitle iletişim araçları zamandan tasarruf ederek, kapsanılan yerleri genişleterek
enformasyonu taşınabilir ve saklanabilir hale getirmiştir. Bu durum, kitle iletişim araçlarını,
geleneksel iletişim yöntemleri yanında toplumsal etki yönünden daha güçlü kılmıştır.
2-Kitle iletişim araçları, çalışabilmek bakımından bir örgütlenişe gereksinme
duymaktadır. Daha başka deyişle, kitle iletişim araçları diğer toplumsal kurumlar ve örgütler
gibi bazı özelliklere ve yükümlülüklere sahiptir.
Gazete, dergi, radyo, televizyon, sinema gibi kitlelere ulaşan ve iletişimi sağlayan
araçlara kitle iletişim araçları denilmektedir. Kitle iletişim araçlarının amacı düşünce, fikir ve
haberleri çok kısa zamanda geniş kitlelere ulaştırabilmektir. Teknolojik gelişimin tabii sonucu
olarak gelişen ve elektronikleşen iletişim araçları, iletişime sürat ve kolaylık sağlamakla
kalmamış; aynı zamanda iletişimi, kitle iletişimine çevirmiştir. Günümüzde İnternet (e-posta
vd.), telgraf, telefon, faks gibi haberleşme araçları; gazete, radyo, televizyon gibi kitle iletişim
araçları; uydular, bilgisayarlar (İnternet) birer iletişim aracı olarak iletişimin ayrılmaz parçaları
durumuna gelmiştir. Bu elektronik iletişim araçları, günümüzde, kurduğu haberleşme ağıyla
kültürü de yaygınlaştırmış; McLuhan’ın deyişiyle küresel bir köye dönüştürmüştür.
Kitle iletişim araçları her türlü iletişime olanak sağlamak üzere kurulmuş olan sosyal
yapıları ve bu yapılar için gerekli araçları ifade eder. Kitle iletişim araçları, kültürel, ekonomik,
eğitim, siyasi, eğlence, haber, gündem gibi birçok kamusal görevi yerine getirerek toplumda bir
güç unsuru olmuştur. Bazı batı ülkeleri kitle iletişim araçlarını dördüncü güç olarak kabul
etmektedir. En az yasama, yürütme, yargı gibi halkı ilgilendiren ve kamuoyu oluşturabilen bir
güç unsuru niteliğindedir.
Kitle iletişimini üreten ve kitle iletişim üretimini sürdürülebilir hale getiren şu an için
bildiğimiz kitle iletişim araçları, yalnızca elektrik ve elektronik teknolojisiyle sınırlı değildi
kuşkusuz. Kasabanın meydanına asılan, yazılı bir duyuru kitleye dönük olma açısından ya da
kitlesel yönlendiriciliğinden dolayı kitle eletişim aracı kapsamına alınırsa, ilkel araçlarla da
kitle iletişiminin mümkün olabileceğini anlamak kolaylaşır. Bu bakış açısıyla kitle iletişiminin,
yazının bulunmasından başlayarak aşamalı biçimde, biri diğerini (sesin iletimi görüntü
188
iletimini, ses kaydı görüntü kaydını, radyo televizyonu, bilgisayar internet…) ilham eden, yeni
olanın öncekinin üzerine bina edildiği ilksel mekanik tekniklerden, dijital teknolojiye doğru
gelişimini sürdürdüğü yine kolaylıkla söylenebilir (Çamdereli, 2008:108-109).
9.1.1. Basılı Kitle İletişim Araçları
Yazının icadı kitle iletişimi yolundaki en önemli keşiflerden birisidir. Bilginin kağıt
altına alınarak zaman engelinin, kil tablet, paçavra vb. taşınabilir materyaller üzerine yazılarak
da mekan engelinin açılması yazı sayesinde mümkün olabilmiştir… XV. yüz yıl, özellikle de
batı dünyasında iletişimin kitlesel nitelik taşıması yönünde önemli gelişmelerin yaşanmasına
tanıklık eder. Kitle iletişiminin muhteşem üçlüsü yazı, kağıt ve matbaa, bu yüz yılda bir daha
hiç ayrılmamak üzere birleşirler… Batı’da matbaanın kullanıma girmesiyle birlikte önce kitap
ardından da gazete basımı başlar. Modern gazeteleri andırır yayınların çıkması XVII. Yüz yılı
bulmuştur. Basın ve yayın boyutunda sürecin yavaş işlemesine karşın önce kitap ardından da
süreli yayın basımı Batı dünyasındaki köklü değişim sürecinin ilk işareti olmuştur. Düşünceler
beyinlerden çıkarak ortalığa yayılmaya başlamıştır. Matbaa ile birlikte bir yandan kitle
iletişiminin temelleri atılırken, diğer yandan insanlar büyük bir kitle olduklarının, dolayısıyla
da güçlerinin farkına varmaya başlamıştır (Güngör, 2011: 204-205). Bilgiyi elinde bulunduran
yapı çözülmeye başlamıştır.
Matbaanın kullanımı, basılı materyallerin daha hızlı ve daha çok sayıda basımı halka
dağıtımıyla birlikte herşeyden önce sistemli bilgi üzerindeki temel yapıda çatlaklar oluşmaya
başlamıştır. Bu çatlakların belli bir büyüklüğe ulaşması ve genel sistemi etkilemesi ise aşama
aşama gerçekleşmiştir. Önce Rönesans ve Reform, ardından Fransız Devrimi ve diğer
gelişmeler yaşanmıştır (Güngör, 2011: 205).
Kitle iletişimi geçmişten bugüne kadar var olmuş ve sürekli gelişerek ilerlemiştir. İlk
kitle iletişim aracı Roma ve Mısır'da kullanılan gazete olmuştur. Gazetenin doğuşunda, hiç
kuşkusuz insanoğlunun haber alma gereksinimi ve isteğinin büyük etkisi ve katkısı
bulunmaktadır. Belki de insanoğlu kendine göre haber ararken, etrafına “ne haber?” diye
sorması, insanın içinde yaşadığı ortam bakımından ilgi ve merakının göstergesidir (Tokgöz,
2005: 98).
Kitle iletişim araçları arasında yüzyılları aşan deneyim ve birikimiyle gazeteler kitle
medyasının öncüsü olarak kabul edilir. Gazetenin iletisi okur-yazarlıkla sınırlıdır. Gazetelerin
çağdaş biçimi, 1700′lerde basılıp dağıtılan broşürler ve el ilanlarından türemiştir. Gazetelerin
günlük hale gelmesi ise on dokuzuncu yüzyılda gerçekleşmiştir. Gazetelerin çıkmasının
gecikmesinin en önemli nedeni, bu işlere yatırım yapılmasını gerektirmesidir. Gazeteler güncel
olaylar, eğlence ve tüketim malları ile ilgili haberler gibi çok farklı bilgileri bir paket halinde
milyonlarca kişiye ulaştıran, ucuz ve yararlı birer kitle iletişim aracıdır. Gazeteler 1900′ün
başlarından sonraki 50 yıl boyunca en önemli kitle iletişim aracı olma özelliklerini korumuş;
ancak, radyo ve televizyondan sonra elektronik ortamların da dayatmasıyla tarz ve içeriklerini
gözden geçirmek durumunda kalan gazeteler gazeteciliğin geleneksel sınırlarını ötelemiş, bu
yeni mecraların yüklediği yeni anlam ve işlevlerine sarılmış, dolayısıyla ciddi bir yapısal
değişim ve dönüşüm yaşamışlardır.
189
Basılı kitle iletişim araçlarında da iletişimi kuran kişi; kitabın yazarı, gazetelerin
muhabirleri, yayın yönetmeni, köşe yazarlarıdır. İletişimin kurulmak istendiği kişiler ise bu
basılı malzemeyi okuyanlardır. İletilmek istenenler ise haber, bilgi, düşünce, görüş, duygu,
tepki vb. olabilir. Amaçlanan şey ise toplumu bilgilendirme, kamuoyu oluşturma, davranış
değişikliği amacıyla insanları güdülendirme, düşünce ve duyguları paylaşma, toplumun kültür
gereksinmesini karşılama gibi çok farklı ve çeşitli olabilir. Basılı kitle iletişim araçları ile
yapılacak olan kitle iletişiminin olumsuz yönü ise, okuryazar olmayanların bu iletişimden
yararlanamamasıdır.
Gazetelerin ve gazeteciliğin temelinde ve doğasında bulunan haber verme işlevi, XIX.
yüzyılın ortalarından itibaren, seçkinci gazetecilik anlayışından halka dönük gazetecilik
anlayışına doğru kaydı. Kitle gazetesine geçiş ise gazeteyi doruk noktasına ulaştırdı. Ardından
gelen, ‘insanların ilgisini çekme’ üzerine kurulu anlayış, ilginçlik, önemlilik, anlamlılık ve
sansasyon gibi kavramları da yanına katarak XXI. yüzyıldaki anlayış değişikliğinin habercisi
oldu (Tokgöz, 1994:28).
Günümüzde hemen hemen her ülkede farklı sayı, tür ve içerik ve tiraj da gazete
yayınlanmaktadır. Ülkelerin gelişmişlik durumu, okur-yazar durumu ve nüfusu bu durumu
belirleyen önemli etmenlerdir.
Gazeteler farklı ölçütlere göre gruplandırılmaktadır. Özellikle ticari amaçlı olup
olmadığı ölçütü dikkate alınarak ikili bir gruplandırma yapılabilir (Aziz, 2008: 58).
Ticari amaçlı (uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel) gazeteler.
Ticari olmayan, belli kurumsal amaçlı gazeteler (devlet, hükümet, yerel yönetim,
eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri gibi kurum ve kuruluşlara ait gazeteler.
Gazetelerin diğer gruplandırılması ise gazetelerin seslendiği kitleye ve gazetelerin
içeriğine, kapsadığı konulara göre yapılan gruplandırmadır. Bu gruplandırmalar yüzyıllara göre
farklı olmuştur. 20. yüzyılda gazeteler şöyle gruplandırılıyordu (Tokgöz, 2006: 59-74):
Kitle Gazeteleri: Geniş kitlelere seslenmeyi amaçlayan bu bakımdan da her türlü sosyo
ekonomik düzeyde bulunan bireylere seslenen, onların ilgisini çekecek zaman zaman ciddi
sosyal ve siyasal haberlere ve bunları yorumlayan köşe yazarlarına yer veren gazetelerdir.
Bunlara ülke çapında haberlere yer verdikleri için ulusal gazetelerde denilmektedir.
Magazin Gazeteleri: Bol resimli büyük puntolarla, içinde sosyete haberlerinden, hayat
pahalılığına, çeşitli adliye haberlerine kadar çoğunlukla ciddi içerikli haberlerden yoksun
sansasyonel haberciliğin yapıldığı tabloid türü gazetelerdir.
Fikir Gazeteleri: Magazin türü gazeteciliğin tersi bir yaklaşımla, içinde ciddi haberlerin
yer aldığı, araştırıcı gazeteciliğin önemli olduğu, güçlü kalemi olan köşe yazarlarının
bulunduğu ve toplumun siyasal ve sosyal alanda olup bitenlerden haberdar edildiği gazete
türüdür.
190
Tematik Gazeteler: Radyo ve televizyona kaptırılan okuyucunun yeniden kazanılması
amacı ile, belli konularda derinleşen, onların vermediği haber, köşe yazısı, yorum gibi, çeşitli
basılı yayın türlerinin yer aldığı gazetelerdir. Genel olarak bir konu etrafında yoğunlaşır.
Tematik gazetelerin pek çoğu günlük yerine haftalık da çıkabilmektedir.
21. yüzyıllın gazeteciliğinde ise internetin yoğun olarak kullanılmaya başlaması ile
birlikte “internet gazeteciliğinden” söz edilmektedir. Bu gazetecilik türü, teknoloji olarak
matbaaya gereksinim duymadan, internet teknolojisinden yararlanılarak, elektronik ortamda
yine yazılı ve fotoğraflı olarak haberlerin verilmesidir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısı gazete ve dergi gibi süreli yayınlardan oluşan basının da
kitlesel ve ticari bir niteliğe bürünmeye başladığı bir dönemdir.
Dergiler, gazeteler gibi düzenli aralıklar dışında yayımlanan en fazla 12, 6, 4, 3, 2,
standart olarak aylık veya 15 günde bir basılan yaygın bir okuma aracıdır. Birçok gazeteden bir
şekilde nitelikli kâğıtlara basılmakta olan dergilerde, çeşitli konulara ilişkin haber, makale,
eleştiri, inceleme ve araştırmanın yanı sıra, birçok renkli fotoğraf, resim ve karikatür de yer
almaktadır. Dergilere "süreli yayın" da denilmektedir.
Bilinen en eski dergi yayını Hamburg’da yayımlanan, yayımcısı teolog ve şair olan
Johann Rist “Erbauliche Monaths-Unterredungen” - Örnek Aylık Düşünceler (1663-1668)'dir.
Bu yayını çok geçmeden öteki Avrupa ülkelerinden çıkan benzer yayınlar izledi. Vekayi-I
Tıbbiye, Osmanlı basınının ilk Türk dergisidir, 1849 yılında çıkan dergi mesleki dergidir.
Dergi, özel kesim tarafından ticari amaçla çıkarıldığı gibi, pek çok kurum ve kuruluş
tarafından mesleksel amaçlarla da çıkarılabilmektedir. Bu bakımdan dergiler yayımlanma
amaçlarına bağlı olarak çeşitli gruplar altında toplanabilir (Aziz, 2008:59):
Sosyal ve siyasal içerikli dergiler, sanat dergileri, ekonomi degileri, sağlık
dergileri, spor dergileri, kadın dergileri, gençlik ve çocuk dergileri gibi genel ya da belli
okuyucu gruplarına seslenen dergiler.
Kamu kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, tarafından yayınlanan
dergiler (Örn:TRT, RTÜK vb)
Büyük iş gruplarının da (eğitim kurumları, bankalar, ulaşım sektörleri vb.) ve
diğer büyük holdingler gibi çoğunluğu kendi çalışma alanlarını anlatan, halkla ilişkilerini
sağlayan dergiler vardır.
Eğitim kurumlarının –başta üniversiteler olmak üzere- yayımladıkları bilimsel
çalışmaların yer aldığı bilimler dergiler sözkonusudur.
Günümüzde basılı yayınların olmadığı bir toplum düşünülememektedir. Önce kurşun
harf dökülerek uzun süre kullanılan tipo baskı, yerini önce off-set baskıya, daha sonra dijital
baskıya bırakmıştır. İlk yıllar siyah beyaz olarak basılan yazı, fotoğraf ve diğer görsel malzeme,
teknolojik gelişmelerle zamanla renkli baskıya dönüşmüş, baskıda kullanılan kağıt ise farklı
191
kalitede üretilerek, basılı yayınlarda kullanılmıştır. Matbaa teknolojisinin ilk makineleri ise
günümüzün basın müzelerinde yerini almaktadır (Aziz, 2008: 60).
Kitap gazete ve dergilerden daha kalıcı bir iletişim aracı, yazı kültürünün birikimini
büyük oranda taşıyan bir iletişim mirasıdır. İnsanlığın iletişim mirasını derleyen ve bu mirası
ayrıntısıyla aktarmayı üstlenen kitabın deneyim tarihi de gazetelerle kıyaslanmayacak denli
eskilere matbaa öncesi döneme dek gider (Çamdereli, 2008:112). Kitap, bir kenarından
birleştirilerek dışına kapak takılmış yani ciltlenmiş, (kâğıt, parşömen vb. malzemeden
üretilmiş) üzeri baskılı sayfaların toplamıdır. Gutenberg’den önce el yazması olarak üretilen
kitaplara milattan önce 1900’lerde rastlanmaktadır. Papirus kitap birbirine art arda yapıştırılmış
20 kadar yapraktan oluşuyordu. Bir tomar 6 ila 20 metre arası değişiyordu. Gutenberg 1446’da
42 satırlık “Gutenberg İncilini” basıncaya kadar kitap üretiminin tamamı elle yazılarak
yapılmaktaydı. Eski çağlarda yazarın yayın hakkı yoktu. Kitapları için para almazlardır.
Yayıncı para, yazar ise şöhret kazanıyordu.
Türkiye’de kitap basımı padişahlığın kontrolü altında yabancılar tarafından başlatıldı
(1494). Osmanlılar zamanında el yazması süslü kitaplar ve hattatlık Osmanlı üst sınıfının
ilgisiyle çok sınırlı bir sanat faaliyeti olarak kaldı. Avrupa’da olduğu gibi teolojik kökenli
kitaplar (özellikle Kur’an) temel ilgi alanıydı. Buna sonradan askeri ve bilim kitapları
eklenmiştir (Erdoğan, 2002: 302-303).
UNESCO tarafından kitabın tanımı “En az 49 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan
yayın” şeklinde yapılır. Ne var ki Kanada, Finlandiya ve Norveç’te UNESCO’nun tanımındaki
sayfa sayısı benimsenirken, diğer bazı ülkelerde bu rakam farklılık gösterir. Mesela, Belçika’da
40, Lübnan ve Güney Afrika’da 50, Danimarka’da 60, İtalya ve İrlanda’da ise 100 sayfalık
yayınlar ‘kitap’ olarak kabul edilir. Hatta Birleşik Krallık’ta kitap, maddi değerle nitelenir ve
fiyatı en az 6 peni olan her yayın kitap olarak kabul edilir. Ancak, ülkemizde, henüz kaç sayfalık
yayının kitap sayılacağı tartışmalıdır.
9.1.2. Görsel İşitsel Kitle İletişim Araçları
Uzun yıllar iktidarını sürdüren gazete iletişim teknolojisindeki gelişme sayesinde yerini
radyoya bırakmak zorunda kalmıştır. Kitle iletişiminin diğer bir önemli boyutu sesin ve ses
dalgalarının kullanımı üzerinde gelişmiştir. Radyo, işitsel kitle iletişim aracıdır.
Elektriğin bulunması görsel-işitsel elektronik kitle iletişim teknolojisinin gelişmesinde
ilk önemli adımdır. Bunu telefon ve radyo izlemiştir. Kişisel haberleşme aracı olan telefonun
ardından gelen radyo ile kitle haberleşmesine geçiş sağlandı. Ses ile yapılan iletişime
görüntünün de eklenmesiyle sağlanan teknolojik gelişme, 20. yüzyılın sonuna doğru bütün
dünyayı sardı.
Radyo 1895 yılında icat edilmiştir. Gelişimini iki buluşa borçlu: Bu buluşlardan biri
telefon diğeri ise telgraftır. 1860′ta İskoç fizikçi James Clerk Maxwell, radyo dalgalarının
varlığını keşfetmiştir. İtalyan mucit Guglielmo Marconi, 1895′te ilk kez bilinçli olarak radyo
192
dalgaları gönderip almayı başarmıştır. Ancak bugün modern radyonun mucidi, bir takım yasal
düzenlemeler sonucu Nikola Tesla sayılmaktadır.
Radyo, II.Dünya Savaşı’nda Hitler tarafından propaganda aracı olarak kullanılmıştır.
Radyo aracılığıyla Alman halkına Nazi ideolojisi sürekli dikte ettirilip, savaş halinde olan bir
halkın hem morali yüksek tutulurken; düşman tarafında manevi direnci bu, propaganda
yayınlarıyla kırılmaya çalışılmıştır. Nazi Almanya’sında Hitler, propaganda amaçlı kullanmak
için Volksempfanger adı verilen sadece kendi kanallarını alan alıcılar ürettirmiş ve çok düşük
maliyetle satışı yapılmıştır. Amaç, bu aracın halk tarafından çok yaygın biçimde
kullanılmasıydı. 1939 yılında kayıtlı radyo alıcısı sayısı 9,5 milyonu buldu. Böylelikle halkın
büyük bir bölümünü dinleyici kitlesine kazandırıldı. Almanlar, işgal ettikleri yerlerde ilk önce
radyo vericilerini çalışır hale getirdiler. Böylece, o bölgeyi sadece askeri olarak değil, ideolojik
olarak da ele geçirmiş oluyorlardı. Hitler’in II.Dünya savaşında propaganda amacıyla radyoyu
kullanması, radyonun kitleleri etkileme, yönlendirme ve ikna gücü açısından önemi bir örnektir.
Teknik anlamda işitsel bir iletişim aracı olan radyonun en temel özelliği ise hızlılığıdır.
Örneğin gazetelerin beslendiği haber kaynaklarından beslenir ama daha hızlı iletir. Bugün çok
küçük boyutlarıyla zahmetsizce taşınabilen radyolar bilgiyi bir haber ajansı gibi gün boyuna
yararak verebilir, televizyon ile kıyaslandığında oldukça düşük maliyetle programlar üreterek
diğer kitle iletişim araçlarının ulaşamadığı yerlere ve kitlelere uzanabilir (Çamdereli,
2008:115).
Radyo, en yaygın olarak kullanılan kitle iletişim araçlarından birisidir. Bugün dünyada
her iki kişiden birinin radyo sahibi olduğu tahmin edilmektedir. Radyonun pek çok avantajından
söz edilebilir: Radyo yayınları kişileri bilgilendirir; ama aynı zamanda da eğlendirir, başka işler
yaparken de radyo dinlenebilir, radyo dinlemek işlerinize engel olmaz, radyo bir yerden başka
bir yere rahatça taşınabilir, çalışması için elektrik gerekmez, okuma yazma bilmeyenler de
radyo dinleyebilir.
Radyoda yapılan kitle iletişiminde, iletilen şey bir haber, basit bir bilgi, dikkat çekmesi
gereken bir mesaj, çeşidi uzmanların görüşleri, panel, yuvarlak masa veya grup tartışmalarının
sonuçları, magazin haberleri olabilir. Ayrıca radyo oyunları ve sözlü müzik parçalan ile de
kitlelere bazı kavram ve görüşler iletilebilir. Radyo de yapılan kitle iletişiminde olumsuz yön,
yayın istasyonlarının olmaması veya yetersiz kalması durumunda iletişimin yapılamaması ve
kişilerin radyonun sürekli açık olmasının verdiği alışkanlıkla ne söylendiğine dikkat
etmemeleridir.
Türkiye’de ilk yayınına İstanbul Radyosu adıyla, 6 Mayıs 1927'de, Sirkeci'deki Büyük
Postane binasının bodrum katında başladı. Henüz kimsede radyo alıcısı bulunmadığından,
Postane binasının kapısının üzerine yerleştirilen hoparlör yardımıyla her akşam yayın
yapılmaya başlandı. Amaç, halkın radyo yayınlarını dinleyip tanıması, kendi çevrelerine
anlatarak radyo kavramının yayılmasını sağlamaktı.
İlk yayınlar akşam saatleri yapılmakta ve 5 saatle sınırlıydı. Radyo yayıncılığı; fiilen
1990'a, anayasal olarak 1993'e kadar devlet eliyle yürütüldü.
193
1961 Anayasası'nın tanıdığı imkânla, 1 Mayıs 1964 tarihinde "Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu" kuruldu ve diğer radyo yayınları gibi İstanbul Radyosu da TRT şemsiyesi altına girdi.
1993 yılındaki anayasa değişikliği ve 1994 yılında çıkarılan kanunla devlet tekeli kalktı ve özel
yayıncılık devreye girdi.
Kitle iletişiminin sesle görüntüyü birleştiren en gözde aracı ise kuşkusuz televizyondur.
Televizyon hem görsel, hem de işitsel kitle iletişim aracıdır.Yüzyılımızın özellikle ikinci
yarısına imzasını atan televizyon, yüksek izlenirlik oranlarıyla etkisi tartışılmaz bir kitle iletişim
aracıdır. Televizyonun yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte sadece sinema ve radyolar, değil
gazete ve dergilerde büyük yaralar almıştır.
1940’ların başında geliştirilen, 1950’lerin başlarında ise Amerika’dan başlamak üzere,
kullanıma giren televizyon kısa sürede kitlelerin vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Gündelik
hayatın akışı televizyon izleme edimine göre yeniden biçimlenmiş, giderek iş dışında kalan boş
zamanların çoğu televizyon karşısında geçirilmeye başlamıştır. Televizyon zaman içerisinde
tüm dünyadaki kültürel aktarımın önemli bir aracı konumuna gelmiştir (Güngör, 2011:207)
Televizyonun yaygın olarak kullanılmasıyla birlikte dünyanın çok farklı yerlerindeki
insanlar, toplumlar, kültürler arasında tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yoğun bir
etkileşim yaşanmaya başlamıştır. Bu etkileşim teknolojik gücü elinde bulunduran güçlerden az
gelişmiş ülkelere doğru olmakla birlikte yine de en azından birbiri hakkında bilgi edinme
anlamında önemli bir dönüm noktasıdır. Marshall McLuhan ve Harrold Adam Innis gibi
düşünürler özellikle kitle iletişim araçlarındaki bu hızlı değişimi olumlu biçimde
değerlendirmektedirler. Özellikle McLuhan dünyanın evrensel bir köye dönüştüğü teziyle
oldukça ilgi görmüştür.
Televizyonun hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olacağı, aslında evimize girdiği ilk
günden belliydi. Evimizin en güzel yerini O’na ayırdık ve yeri hep başköşe oldu. Üstüne el
emeği göz nuru danteller örtüp, ailece en güzel zamanları O’nun önünde geçirdik. Ülkemizden
ve dünyadan haberdar olabilmek için bir düğmesine basmamız yeterliydi.
Latince kökenli bir kelime olan televizyon, sabit ya da hareketli cisimlerin, kalıcı
olmayan görüntülerinin uzağa iletimi, anlamına gelmektedir.
Televizyonun bir düşün ürünü olduğunu söyleyen Hicketheier ise, “Yeryüzünde, gözün
ulaşabildiğinden daha uzağını görebilmek, insanlığın en eski düşlerinden biridir. İçinde biraz
daha uzağın görülebildiği ayna, birçok masalda yer alır; yeni çağların birçok öyküsü de, insanın
bakışını uzatabilme istemini konu edinirler. Dürbün ve teleskop bu özlemin ürünleridirler,
ancak bu araçlarla bakış, uzaya yönelmiyorsa, ufuk çizgisinin ardında, dünyanın yuvarlaklığı
yüzünden, “donanımlı görüş”ten kaçtığı yerde bir sınır bulur. Televizyon da bu düşün bir
ürünüdür.” (Hicketheier, 1996: 177) demiştir.
Televizyonla ilgili en önemli saptama, izlenmesidir; bu nedenle “televizyon” adı
verilmektedir. İnsanların izledikleri/izlemekten hoşlandıkları şey de hareketli resimlerdir.
Görsel ilginin gerekliliklerini karşılamak, yani gösterinin değerlerini karşılamak amacıyla,
194
bilginin içeriğinin geri plana atılması zorunluluğu bu aracın doğasından gelmektedir. (Postman,
1994: 104) Televizyonda görüntü birinci unsur, metin ikinci unsurdur.
McLuhan’a göre; teknoloji insanı daha uzağa eriştirmeyi amaçlar. İnsanın uzağa erişme
niyeti de teknolojinin yardımıyla gerçekleşir. İletişim teknolojileri zamansal olarak aradaki
mesafeyi azaltmaya ve insanın bu ulaşma isteğini yerine getirmeye çalışır. Kaynağın ve alıcının
farklı mekanlarda oluşu teknolojiyi gerektirir. İşte televizyonda bu erişme isteğine onun
teknolojisiyle cevap verir. Televizyon izleyicisine anında ve doğrudan ulaşarak, zaman ve
mekan sınırlılıklarını ortadan kaldırır. (Erdoğan vd., 1990: 159) Körfez Savaşı’nı evimizde an
be an televizyon sayesinde izledik. Televizyon aracılığıyla aynı mekandaydık.
Neil Postman da televizyonu farklı ve önemli kılan unsurun görüntü olduğunu,
“Televizyon eğer bir şeyin devamıysa, 15. yüzyıldaki matbaanın değil, 19. yüzyıl ortasındaki
telgraf ve fotoğrafın başlattığı geleneğin devamıdır.” şeklinde vurgulamıştır. (Postman, 1994:
96)
Televizyon görüntüsünün fotoğraftan farkı sadece ‘olanı’ değil, ‘şimdi olanı’
vermesidir. Anındalık, canlılık, vasıtasızlık televizyonu fotoğraftan farklı kılan
özelliklerdir.(Gripsrud, 2002: 19) Her ikisinde belirli bir kadraj söz konusudur. Ancak aktarılış
zamanı farklıdır.
Televizyon, tüm dünyada, toplumun bütün katmanlarını –sosyo-ekonomik düzeyi ne
olursa olsun- bir araya getiren, ortak bir platformdur. Modern toplumlarda televizyon, serbest
zaman etkinliklerini de, neredeyse bütünüyle, tekeline almış ve bu değerli zaman dilimi üzerine
damgasını vurmuştur.
İnsanlar televizyonu yalnız başına seyrederken, televizyon izleyiciye dış dünyayla ve
izleyen diğer kişilerle bağlantı hissi verir. İnsanlar televizyonu izleyerek dış dünyada neler
olduğunu gözlemleme imkanı bulurlar. Ve insanın yalnızlığını giderir.
Televizyon olayların gerçekliğini açıklar ve doğrular. Televizyonda gösterilmeyen
protestolar, skandallar, felaketler insanlara olmuş gibi gelmez.
Raymond Williams televizyonun dış dünyayı değiştirdiğini söyleyerek, şu şekilde
açıklamıştır; “Televizyonun eğlence ve haberleşme yolu olarak gücü o kadar büyüktür ki,
kendinden önceki tüm eğlence ve haberleşme yollarını değiştirmiştir; televizyonun sosyal bir
iletişim aracı olarak gücü o kadar büyüktür ki, geleneksel kurumlarımızın ve sosyal ilişki
biçimlerimizin birçoğunu değiştirmiştir; televizyonun elektronik bir iletişim aracı olarak
doğasındaki özellikleri bizim gerçeklikle ilgili temel algılamamızı ve bu nedenle de birbirimizle
ve dünya ile olan ilişkilerimizi değiştirmiştir; bir eğlence ve haberleşme yolu olarak gelişen
televizyon, yalnızca diğer eğlence ve haberleşme yollarına, onların geçerlilik ve önemlerini
azaltarak etki etmekle kalmadı, bazı temel aile yapılarına, kültürel ve sosyal yaşama da etki
ederek öngörülmeyen sonuçlar doğurdu.” (Williams, 2003: 10-11)
Televizyonla ilgili olarak ilk teknik buluş İrlandalı bir telgrafçı olan Andrew May
tarafından 1873 yılında yapılmıştır. May, ışık dalgalarının elektrik akımına çevrilebildiği
195
selenyum adlı kimyasal maddenin elektriğe karşı dirençli olduğunu ve bu direncin güneş
ışınında daha da azaldığını buldu. May’in bu buluşundan on yıl kadar sonra Rus bilim adamı
Paul Nipkow bir resmi taşıyabilen döner bir disk aracını bulmuştur. Bir diskin içine dikkatlice
yerleştirilmiş resim örneklerini küçük bir delikten geçirilen elektrik ışınları dönerken tarayan
ve taranan resmin başka yerde görüntü olarak tekrar elde edilmesine olanak sağlayan bu araç
(Tekinalp, 1990: 4), görüntüyü başka yere aktaran ilk araç olması bakımından önemli bir
buluştur. Nipkow’un daha sonra mekanik tarama olarak adlandırılacak olan bu buluşu,
1920’lerden sonra bilginlerce uygulama alanına konuldu. 1923 yılında Amerikalı Jenkins,
1925’de ise İngiliz Lugie Baird, Nipkow’un döner diskini kullanarak ilk deneme yayınını
yaptılar. Ancak, elde edilen sonuçlar belli belirsiz kaba çizgilerden ileri gitmiyordu. (Aziz,
1989: 10-11)
1930 yılının Mart ayında Lugie Baird, o zamanın başbakanı Ramsay MacDonald’ın
isteği üzerine kendisine televizyon kurdu. MacDonald televizyon için Baird’e:
“Odama öyle bir şey koydun ki, bu alet bana hiçbir zaman bu dünyanın ne kadar acayip
ve bilinmez olduğunu unutturmayacak” dedi. (Wheen, 1985: 22)
Televizyonun geçirdiği bu aşamalardan sonra, ilk düzenli televizyon yayını 2 Kasım
1936 yılında İngiltere’de başladı. Londra’da Alexandra Palace’de kurulan televizyon
stüdyosundan yapılan bu ilk yayın büyük yankı uyandırmasına karşın alıcıların azlığı nedeniyle
geniş kitleler tarafından izlenemedi. Bu yayınlar 1939 yılına, II. Dünya Savaşı’na kadar sürdü.
Savaş nedeniyle yayınlara ara verildi. 1945 yılında yayınlar yeniden başladı. (Aziz, 1989: 12)
Dünyada ilk kamu hizmeti veren televizyon olan BBC tarafından gerçekleştirilen ilk televizyon
yayını 405 satırlı bir sistemle gerçekleşmiştir. (BBC, 1958: 36) BBC TV haberleri ise 2 Ocak
1950’de ilk kez yayınlanmıştır. (Tracey, 1995:120) Televizyon yayını İngiltere’de 1936’da,
Almanya’da 1935’te, Amerika’da 1939’da başlamıştır. Franklin Roosevelt televizyonda
görünen ilk Amerika başkanıdır. (MacGregor, 1997: 116-117)
Televizyon İngiltere’de doğmuş olsa da ABD’de geliştirilmiştir. Renkli televizyon
yayını ilk olarak 1951 yılında sınırlı bir biçimde ABD’de başlamıştır. Renkli televizyon
yayınlarının net olarak alınması 1950’lerden sonra olmuştur. İngiltere ve Sovyetler Birliği’nde
ise 1967’de başlamıştır.(Tamer, 1983: 25)
Geleneksel haber yayıncılığının öncülerinden olan Edward R. Murrow, 15 Ekim 1958
yılında Chicago Radyo ve Televizyon Haber Müdürleri toplantısında televizyon için: “Bu alet,
öğretebilir, eğitebilir ve hatta insanların içinde gizli kalmış duyguları harekete geçirebilir.
Bunları yapmadığı takdirde kabloyla bağlantısı olan ve ışıldayan bir kutudan ileriye gidemez.”
dedi.(Huffman, 2001: 211)
Televizyon küresel bir iletişim aracıdır. Yayınlanan haberlerle dünyayı
yönlendirmektedir ve belgesellerle dünyanın bir ucunda bulunan insanların belki de hiçbir
zaman göremeyecekleri, doğal çevre, kültürel varlıklar, tarihi ve turistik yerler evlerin içine
kadar girebilmektedir. Dünyanın her hangi bir yerindeki olaylardan anında haberdar olmayı
sağlamaktadır.
196
Yayınlanan programlarla insanların kültürleri tanımasına yardımcı olmaktadır.
İnsanların kültürlenme sürecinde önemli bir yeri vardır ve evrensel kültür değerlerinin
oluşmasında etkilidir. Bununla birlikte kültürel yozlaşmada önemli faktörlerden birisi olarak da
görülmektedir.
Yayınlanan programlarla televizyon bir eğitim aracıdır. Toplum değerlerinin
oluşmasında ve kültürün aktarılmasında etkilidir, toplumda olması gerekenlerle olmaması
gerekenlere eleştirel bir yaklaşımla baktığında eğitici bir nitelik kazanmaktadır. Özellikle küçük
yaştaki çocukların televizyonun karşısında fazla kalması nedeniyle, bu çocukların genel
karakterini televizyonun oluşturduğunu söyleyen çalışmalar vardır. Şiddeti görünür kıldığından
yaygınlaşmasında da önemli bir etkendir.
9.1.3. Elektronik Kitle İletişim Araçları
Telgrafla başlayan, film, telefon, radyo ve televizyonun iletişim dünyasına katılmasıyla
birlikte devam eden süreç, iletişimi dönüştürmüş, iletişim eş zamanlı niteliğe kavuşurken,
sınırlar ortadan kalkmıştır.
Günümüze yaklaştığımızda, özellikle 1990 yıllarda bilgisayar teknolojilerindeki
olağanüstü gelişmeler ve bu gelişmelerin kullanım anlamında bireylere kadar ulaşması kitle
iletişimine çok farklı bir bakış açısı getirmiştir. İlk olarak askeri amaçlarla kullanıma giren
bilgisayar özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren dünyada yaygın bir kullanım alanı
bulmuştur. İnternetin devreye girmesi, televizyonun ardında yeni bir iletişimsel devrimin
gerçekleşmesi demektir. Bilgisayarın getirdiği iletişimsel olanaklar, televizyonu da içine alacak
biçimde televizyonun ötesine geçer (Güngör, 2011:208).
İnternetin dünya üzerinde herhangi bir yerden her an kullanılabilmesi, gerek
tüketicilerin gerekse işletmelerin ticarî amaçla İnternet ortamına gelmesine neden olmuştur.
İnternetin son 10 yıllık dönemdeki adaptasyonu o kadar hızlı olmuştur ki, fiziki ortamda yer
alan hemen her şey İnternet ortamına taşınmıştır. İnsanlar için tanışma, sohbet etme, alışveriş
yapma, müzik dinleme, film seyretme veya satın alma, bilgi arama v.b. çok çeşitli amaçlar için
dünya'nın her yerinde birçok ülkede çok sayıda işletme ve tüketici İnternet ortamında boy
göstermektedir.
İnternet deyince, milyonlarca bilgisayar kullanıcısının adeta tek bir bilgisayara
bağlanarak o bilgisayarın içinde birlikte var olması ya da bütün bilgisayarların tek bir
bilgisayarmışcasına paylaşılması akla gelir. Bu algılama biçimi, ‘genel ağ’ ya da ‘birbirine bağlı
bilgisayar ağları’ olan tüm bilgisayarları birbirine bağlayan internetin diğer hiçbir kitle iletişim
aracının üstesinden gelemeyeceği bir derleyicilik, toparlayıcılık işlevini üzerine aldığını
gösterir. Ne radyonun gazeteyi dillendirmesi, ne televizyonun sesine kendi retoriğine uygun
olarak yer vermesi, ne derginin televizyon karelerinden anlık görüntüler sunması ne de kitabın
gazeteden kesitler sunarken radyoyu yansıtamaması gibi birçok değişken düşünülünce
internetin büyüsü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Her bir kitle iletişim aracının toplu biçimde
ve aynı anda yer alabildiği tek kitle iletişim aracı internet ve internetin, olanaklarından
yararlandığı çoklu ortamdır (Çamdereli, 2008:122-123).
197
İnternet, bütün konuşmaların yazıldığı sessiz bir dünyadır. Bu dünyada varlık, beden ve
mekandan arınmış ve yalnızca kelimelere dönüşmüş bir biçimde vücut bulmaktadır. Bu
anlamda internet hayal edilmiş ve hayali bir mekan olarak tanımlanabilir. (Gürhani, 2004).
Teknolojik açıdan İnternet, temel olarak bağımsız çok sayıda iletişim şebekelerinin
birbirine bağlanması ile elde edilen çok büyük bir iletişim ağıdır. İnternet uluslararası, gevşek
olarak organize olmuş otonom, birbirine bağlı iletişim ağlarının gönüllü katılımlarla ve İnternet
standartları tarafından tanımlanmış protokol ve sürece açık gönüllü bağlantılarla ev sahibinden
ev sahibine iletişim tarafından desteklenen bir sistemdir. İnternet kendine özgü yazılı olmayan
kuralları ile insanların bilgi alışverişi yapabildiği en büyük topluluktur ve pek çok yararlı
bilginin bir tuşa basmak kadar yakın olduğu bir kütüphanedir. İnternet, üretilen bilgiyi saklama,
paylaşma ve ona kolayca ulaşma imkanını sağlayan bir bilgi teknolojisidir (Aziz, 2008: 71).
Amerika’da radyonun 60 milyon insana ulaşması 30 yıl alırken; televizyonun bu
yayılma seviyesine ulaşması 15 yıl almıştır. İnternet ise, dünya çapında bilgisayar ağının
gelişmesini izleyen ilk üç yıl içerisinde bunu başarmıştır (Castells, 2000: 382).
Yeni medya, bilgisayar teknolojilerinin gelişmesiyle ortaya çıkan, kitle iletişim
araçlarına anında ve interaktiflik özelliği sunan, kullanıcıları zaman ve mekan sınırı olamadan
farklı iletişim süreçlerini yürütmelerini sağlayan, modern iletişim araç ortamların tümüdür.
Sosyal medya günümüzde en önemli iletişim araçlarından birisi olma yolunda hızla
ilerleyen internetin başat uygulamaları arasında yer almaktadır. İnternetin kullanım grafiğinin
yükselmesiyle sosyal medya kullanımının artması birbiriyle doğru orantılıdır.
Web 2.0 ile birlikte yeni bir teknoloji devri başlamıştır. Bu teknolojik gelişme sosyal
paylaşım ağlarının gelişmesine öncülük etmiş ve sosyal medya kavramının ortaya çıkmasını
sağlamıştır (Çağlar, 2017: 35).
İnternetin yeni ve ikinci nesil hizmetlerini içeren teknolojiler topluluğu olarak ifade
edebileceğimiz Web 2.0, “kullanıcılarına çevrim içi işbirliği ve içerik paylaşım imkanlarını en
üst seviyeye taşımıştır.” Dolayısıyla Web 2.0’la birlikte internet, karşılıklı paylaşımın da
artmasıyla, bireylerin sosyal hayatlarının benzerini online ortamda da yaşayacağı biçimde
değişiklik göstermiştir. Bu nedenle “Web 2.0 teknolojisi üzerine kurulu olarak etkileşim ve
içerik paylaşımını sağlayan online uygulamalar ve platformlar sosyal medya olarak
tanımlanmaktadır.” (Tosun, 2010: 33).
Tim O’Reilly’nin 2005 yılında tanımladığı Web 2.0 çağı, kullanıcı tarafından
oluşturulmuş içeriğin (User Generated Content-UGC) başlamasına neden olmuştur. Sosyal
ağlarda durum güncellemesi bildirirken veya çektiğiniz fotoğrafları ağlara yüklerken düzenli
olarak UGC oluşturmaktayız. Örneğin televizyonun en çok izlendiği saatlerde reytingi yüksek
bir diziyi izlerken aynı zamanda bloglar veya Facebook sayfaları aracılığıyla dizi ile ilgili
yapılan olumsuz eleştirileri izleyici güncellemelerinden takip edebilirsiniz. Ayrıca, diğer
izleyicilerin dizi hakkında ne düşündüklerini ve ne paylaştıklarını görmek için Twitter
etiketlerini kullanabilirsiniz (Kalsın, 2016: 353). Web 2.0 ile birlikte kullanıcılar artık içeriğe
198
müdahale edebilme yetisine sahip olmuşlardır. Bu özellik öncelikle toplumda yer edinmekte
zorluk yaşayan gençler için ayrı bir önem kazanmıştır. Web 1.0 sadece bir kütüphane iken, Web
2.0’la birlikte her bir kullanıcı bu kütüphanede ayrı bir kürsü olmuştur (Dağıtmaç, 2015: 26).
Web 2.0’ın hayatımıza girmesiyle birlikte internetin var olan gücü ve etkisi artmaya
başlamıştır. Etkileşim başta olmak üzere birçok farklı özelliği barındıran internet, eğlence,
ticaret ve eğitim gibi çok çeşitli sektörlerde kullanılır olmuştur. Bu sektörlerden biri de
yayıncılık ve sonrasında gelişen internet haberciliğidir.
İnsanlara duygu, düşünce ve eserlerini paylaşma imkanı veren sosyal ağlar (Facebook,
Twitter vb.) kişinin toplumsal konular üzerinden yorum yapabilme ve tepkilerini dile getirme
olanağı da sağlamaktadır.
Bu yeni sanal ortamlarla bir yandan yeni bir iletişim biçimi gelişirken, diğer yandan da
insanlar için sanal da olsa yeni sosyal alanlar açılmıştır (Güngör, 2011:312). Gündelik yaşamda
kişilerin katıldıkları protesto gibi sosyal eylemlerin benzerleri sanal ortamlarda yaşanır
olmaktadır.
Eğitim alanında yenilikler yapılması zorunlu hale geldi. Çünkü Web 2.0’ın çocuklarını
eğitebilmek için yeni yöntemler oluşturulması ve bu yöntemlerin yeni şeyler öğretmesi
gereksinimi doğdu. Sosyal medya ile okullar duvarlar arasında kalmaktan kurtuldu. Eğitimde
Web 2.0'ın kullanıldığı yeni teknikler kullanılmaya başlandı.
Sosyal Medya kullanımında içerik ekleyen her birey eşit olduğundan demokrasi fikrinin
insanların kafasına yerleşebilmesi için uygun ortam yaratılmış oldu. Bu sayede insanlar özgürce
fikirlerini aktarabilme imkanı buldu ve bilginin akışı sağlandı. Bu durum az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler için kontrolü sağlamak açısından büyük harcamaların yapılmasını
kaçınılmaz kıldı.
Kullanıcının yarattığı içerik, sosyal medyada yayınlanan her içeriğin eninde sonunda
halka mal olmasına ve çıkarlar için kullanılabilir hale gelmesine yol açtı. Bunun farkında
olmayan insanlar özel hayatlarını sosyal medyada yayınlamaya devam ettikçe “özel hayatın
röntgenlenmesi” sıradan ve kabul edilebilir bir hal aldı. İletişimin bu yeni hali “kimliksiz
kişilikler”i oluşturdu.
9.2. Kitle İletişim Araçlarının İşlevleri
Kitle iletişimi Türkçede kitle haberleşmesi şeklinde ifade edilir. Kitleler ise toplumun
bütününü veya bir bölümünü kapsayan ve etkileyen bir güç unsurudur. Kitle iletişim araçları
iletişimden ve kitlelerden ayrı tutulamaz.
Kitle iletişim araçlarının işlevleri çeşitli şekilde kategorize edilebilmekle beraber, biz
sözkonusu işlevleri 4 başlıkta topladık:
-Haber ve enformasyon verme işlevi,
199
-Denetim ve eleştiri işlevi,
-Eğitme ve eğlendirme işlevi,
-Kamuoyu ve gündem oluşturma işlevi,
9.2.1. Haber ve Enformasyon Verme İşlevi
Kitle iletişim araçları dediğimizde ilk akla gelen haberdir. Haber, dünyada meydana
gelen olaylar, kişiler ya da olgular hakkındaki en son, en yeni enformasyondur. Ve haberin,
insanlara ulaşmasını sağlayan kanal da kitle iletişim araçlarıdır.
Bir ülkede halkın olup bitenleri doğrudan kendisinin gözlemlemesi imkansızdır. Bu
sebeple, demokratik bir sistemde bu görev basına verilmiştir. Halkın gelişmeleri öğrenebilmesi
ve tepkilerini dile getirebilmesi için kitle iletişim araçları aracı işlevi görür (Işık, 2017: 75).
Kitle iletişim araçları yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası arenada cereyan eden olay
ve olgularla ilgili olarak topluma haber ve enformasyon sunarlar. En önemli haber ve
enformasyon kaynaklarından olan basın organlarının öne çıkardıkları olaylarla gündemi
belirleme yani, insanların o gün ne konuşacaklarını tayin etme gücü bulunmaktadır. Bu
bağlamda kitle iletişim araçlarının gücü, iyi niyetli kullanım açısından önem arz etmektedir.
Kitle iletişim araçları aracılığıyla verilen “bilgi” değil, “enformasyon”dur. Diğer bir deyişle
dolayımlamaya uğramış bilgidir.
9.2.2. Denetim ve Eleştiri İşlevi
Kitle iletişim araçları, demokratik ülkelerde yasama, yürütme ve yargının ardından
“dördüncü güç” olarak nitelendirilmektedir. Bunun sebebi, kitle iletişim araçlarının bir denetim
ve eleştiri mekanizması olarak işlev görmesidir. Bu işlev, halk adına yapılan denetim ve eleştiri
işlevidir.
Liberal öğretide dördüncü kuvvet olarak yasama-yürütme ve yargıyla birlikte
konumlandırılan medya, kamunun güvencesi olarak tanımlanmıştır (Cengiz Temizkan, 2013:
171).
Bu işlev kitle iletişim araçlarına yasama, yargı ve yürütme güçlerinin yanı sıra, bir
dördüncü güç olma olanağı kazandırmıştır. Kitle iletişim araçları, onların eleştirisinin
yapılmasını da sağlayan bir araçtır. Burada eleştiri sözcüğü, kitle iletişim araçlarının söz sahibi
kimseleri eleştirenlere söz hakkı tanımasının yanı sıra, eğer söz sahibi kimseler araştırmaları
sayesinde veya elde ettikleri enformasyonlarla daha önceden bilinen görüşlerinin aksine başka
bir görüş kazanmışlarsa, kendilerinin de bunu açıkça belirtmesi hususunu ifade etmektedir.
Kitle iletişim araçları, eleştiriye konu olan kişi, kurum ve eylemlerinin yanı sıra, yapılan
eleştirileri de denetleme olanağı sağlar (Gökçe, 2006: 125-130).
Demokratik toplumlarda kitle iletişim araçlarına halkın temsilcisi olma görevi verilmiş,
bu da kitle iletişim araçlarına bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Seçim yoluyla yasama,
200
yürütme ve yargı ile ilgili yasal düzenlemeleri yapacak kişileri belirli bir süre için işbaşına
getiren toplum, bunların nasıl çalıştıklarını, görevlerini yerine getirip getirmediklerini, varsa
aksaklık ve eksikliklerin neler olduğunu izleyememektedir. Bu esnada devreye giren kitle
iletişim araçları, toplum adına tüm bu görevleri üstlenmekte, adeta toplumun ağzı, gözü ve
kulağı olmaktadır. Dolayısıyla, kitle iletişim araçları eleştiri yoluyla yanlış ve eksiklikleri
göstermektedir (Işık, 2016:49).
Bu işlevi yerine getirirken, kitle iletişim araçları halkın sözcüsü olduğunu unutmamalı;
hiçbir güç odağına boyun eğmemeli, makam gözetmemeli; her kesime eşit yer vermeli; taraf
tutmadan herkesin yanlışlarını halka göstermeli ve takipçisi olmalı.
9.2.3. Eğlence İşlevi
Kitle iletişim araçlarının diğer işlevi de eğitme ve eğlendirmedir. Birtakım olgular
arasında bağlantılar kurarak topluma ekonomik, siyasal, bilimsel ya da sanatsal enformasyon
sunan kitle iletişim araçları, bazen uzlaşmacı bazen de eleştirel bir tavır takınarak toplumda bir
takım olgu ya da değerlerin yerleşmesine yardımcı olmaktadır. En temel işlevi haber ve bilgi
sunmak olan kitle iletişim araçları bireyleri bilgilendirirken toplumsallaşma sürecine ve
dolayısıyla da eğitimine katkı sağlamaktadır (Tokgöz, 1994:45).
Kitle iletişim araçlarının toplumsal işlevleri çerçevesinde önemli bir diğer işlevi de,
eğlence işlevidir. Geleneksel toplum yapısından gelişmiş toplumlara geçişle birlikte, birbiriyle
ilgili ve birbirinden haberdar, dolayısıyla birlikte organik bir bütün oluşturan cemaat işlevini
yitirerek yerini bireyin ön planda tutulduğu cemiyete bırakmıştır. Günümüzde birey yalnızdır,
dünyaları ve ilişkileri parçalanmıştır, bireyin dostu, artık kitle iletişim araçlarıdır. Toplumsal
ilişkiler, kitle iletişim araçları tarafından yönlendirilip şekillendirilmektedir. Toplumsal
yaşantıda (İşte, evde, kulüpte vs.) karşılaşılan günlük sıkıntı ve sorunları aşma ve gidermede,
boş zamanları değerlendirmede ve günlük yaşamın gerçeklerinden kaçmada, duygusal
boşalmada ve cinsel canlandırmada kitle iletişim araçlarından yararlanılmaktadır. Böylece kitle
iletişim araçları hem dinlenmeyi hem de psikolojik dengeyi sağlamaya yardımcı olmaktadır
(McOuail, 1994: 79).
Kitle iletişim araçları, kitleleri eğlendirir ve hoşça vakit geçirmelerini sağlarlar. Bilgi
çağının sonucu olarak insanlara sayısız kanaldan gelen bilgi bir süre sonra düşünce
yoğunluğuna yol açmakta ve insanlar günlük yaşamın yorucu temposundan uzaklaşıp biraz da
eğlenmek ihtiyacı hissetmektedirler. Büyük yerleşim yerlerinde eğlenmek, hem zamana hem
de maddî güce dayanan bir etkinliktir. Kitle iletişim araçları insanların bu ihtiyaçlarını
yayınladıkları eğlence programları ile karşılamaya çalışmaktadırlar. Eğlence yerlerinde maddi
güçlerini aşan miktarda ücret ödeyerek görebileceği pek çok sanatçıyı radyoda dinleme şansını
yakalayabilmektedir.
Özel girişimin elinde olan yayın örgütlerinde eğlence programlarına ayrılan zaman daha
fazla olmaktadır. Özel girişimin elinde olan medya kuruluşlarının en önemli gelir kaynağı
reklamlardır. Reklam alabilmenin yolu da reyting almak olduğuna göre bunu sağlamanın yolu
da çoğunlukla ünlü oyuncu ve sanatçıların yer aldığı eğlence programları hazırlamaktır.
201
Kitle iletişim araçlarının yüklendikleri eğlence işlevleri konusunda, yoğun eleştiri
yağmuruna tutuldukları da bir gerçektir. Bu eleştirilerin kitle iletişim araçlarının öncelikle,
uyutma, pasifleştirme, taklitçi yapma ve estetikleştirme gibi noktalarda odaklaştığı
görülmektedir.
9.2.4. Kamuoyu ve Gündem Oluşturma İşlevi
Kitle iletişim araçlarının diğer bir işlevi de kamuoyu oluşturma işlevidir. Kamuoyunu
ilgilendiren konularda halkın en önemli enformasyon kaynağı kitle iletişim araçlarıdır. Kitle
iletişim araçlarının kamuoyunu oluşturmak ve yansıtmak gibi iki önemli işlevi vardır. Kitle
iletişim araçları verdikleri haberler, yaptıkları yorumlarla sadece düşünce ve kanaatlerin
açıklanmasına yardımcı olmakla kalmazlar, aynı zamanda kişi ve toplumları inandırma ve
seferber etme görevlerini de üstlenirler. Kitle iletişim araçları; gündemi tayin ederek, tartışma
ortamı yaratarak, bilgi akışını sağlayarak meşru olanla olmayanın sınırını çizerek toplumun
talep ve beklentileri konusunda fikir vererek sağlıklı bir kamuoyu oluşumunda büyük rol
oynarlar (Mutlu, 2003: 26).
Gündemi belirlemek ve kamuoyunu da toplumun en önemli sorunlarının hangileri
olduğuna dair ikna etmek, ülke kaynaklarının o sorunların çözümü yönünde harcanması için
ortak bir kanaatin ve kabulün oluşması anlamına gelir.
Siyaset bilimciler kamuoyunu karar alma süreci açısından ele alır. Çünkü hükümet
politikası yani siyasi iktidarı elinde bulunduran grup ile yönetilenler veya halk arasında bir
etkileşim vardır. Kamuoyu bu etkileşim sürecinde oluşur; hükümetler alacakları kararlarda
halkın kanaatlerini ve isteklerini önemsemek ve bu doğrultuda politika geliştirmek zorundadır.
Dolayısıyla kamuoyu tüm niteliklerinin ötesinde siyasal bir anlam taşımaktadır. Bu bağlamda
Key'in kamuoyu tanımı şöyledir: "Hükümet dışı özel çevrelerden hükümete doğru yönelen ve
hükümetçe göz önünde bulundurulması doğru olan kanaatlerdir" (Bektaş, 2000’den aktaran
Cangöz, 2007: 213).
Ayrıca, şunu da belirtmek gerekir ki, medya içeriklerinde bir konunun önemli olduğuna
işaret ediliyorsa, kamuoyunda da o konunun önemli olduğuna dair kanaat uyanmaktadır. Yani
gündem belirlenmektedir. Bu kanaatin oluşması ise, kamuoyunun beklentilerini karşılamakla
yükümlü siyasilerin de o konuya ilgi duymalarına neden olmaktadır. Çünkü kamuoyunun
beklentileri dışındaki konularla ilgilenen siyasiler, “halktan kopuk” ya da “gündemden uzak”
icraatlar içerisindeki yöneticiler olarak algılanabilmektedir.
Gündemi belirlemek ve kamuoyunu da toplumun en önemli sorunlarının hangileri
olduğuna dair ikna etmek, ülke kaynaklarının o sorunların çözümü yönünde harcanması için
ortak bir kanaatin oluşması anlamına gelir (Yüksel, 2010: 204).
202
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Kitle iletişimi geçmişten bugüne kadar var olmuş ve sürekli gelişerek ilerlemiştir. İlk
kitle iletişim aracı Roma ve Mısır'da kullanılan gazete olmuştur. Gazetenin doğuşunda, hiç
kuşkusuz insanoğlunun haber alma gereksinimi ve isteğinin büyük etkisi ve katkısı
bulunmaktadır. Belki de insanoğlu kendine göre haber ararken, etrafına “ne haber?” diye
sorması, insanın içinde yaşadığı ortam bakımından ilgi ve merakının göstergesidir.
Kitle iletişim araçları her türlü iletişime olanak sağlamak üzere kurulmuş olan sosyal
yapıları ve bu yapılar için gerekli araçları ifade eder. Kitle iletişim araçları, kültürel, ekonomik,
eğitim, siyasi, eğlence, haber, gündem gibi birçok kamusal görevi yerine getirerek toplumda bir
güç unsuru olmuştur. Bazı batı ülkeleri kitle iletişim araçlarını dördüncü güç olarak kabul
etmektedir. En az yasama, yürütme, yargı gibi halkı ilgilendiren ve kamuoyu oluşturabilen bir
güç unsuru niteliğindedir.
Kitle iletişimini üreten ve kitle iletişim üretimini sürdürülebilir hale getiren şu an için
bildiğimiz kitle iletişim araçları, yalnızca elektrik ve elektronik teknolojisiyle sınırlı değildi
kuşkusuz. Kasabanın meydanına asılan, yazılı bir duyuru kitleye dönük olma açısından ya da
kitlesel yönlendiriciliğinden dolayı kitle eletişim aracı kapsamına alınırsa, ilkel araçlarla da
kitle iletişiminin mümkün olabileceğini anlamak kolaylaşır. Bu bakış açısıyla kitle iletişiminin,
yazının bulunmasından başlayarak aşamalı biçimde, biri diğerini (sesin iletimi görüntü
iletimini, ses kaydı görüntü kaydını, radyo televizyonu, bilgisayar internet…) ilham eden, yeni
olanın öncekinin üzerine bina edildiği ilksel mekanik tekniklerden, dijital teknolojiye doğru
gelişimini sürdürdüğü yine kolaylıkla söylenebilir
203
Bölüm Soruları
1-UNESCO tarafından yapılan kitabın tanımı aşağıdakilerden hangisidir?
A) “En az 70 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan yayın”
B) “En az 49 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan yayın”
C) “En az 65 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan yayın”
D) “En az 155 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan yayın”
E) “En az 400 sayfayı içeren ve dönüşümü olmayan yayın”
2- Radyo hangi tarihte icat edilmiştir?
A) 1890
B) 1990
C) 1899
D) 1875
E) 1895
3- Türkiye’de ilk radyo yayını ne zaman yapılmıştır?
A) Ankara Radyosu, 1936
B) İstanbul Radyosu adıyla, 6 Mayıs 1927'de, Sirkeci'deki Büyük Postane binasının
bodrum katında başladı.
C) Ankara Radyosu, 1970
D) Ankara Radyosu, 1985
E) İstanbul Radyosu, 1990
4- "Türkiye Radyo Televizyon Kurumu" ne zaman kuruldu?
A)1955
B) 1980
C)1990
D)1965
204
E)1930
5- Aşağıdakilerden hangisi 20. Yüzyılda gruplandırılan gazete türlerinden biri
değildir?
A)Kitle gazeteleri
B)Magazin gazeteleri
C)Fikir gazeteleri
D)Tematik gazeteler
E)Kişiye özel gazeteler
6- Aşağıdakilerden hangisi kitle iletişim araçlarının işlevlerinden değildir?
A) Haber Verme İşlevi
B) Eğlence İşlevi,
C) Denetim İşlevi
D) Ekonomik İşlevler,
E) Gündem Oluşturma İşlevi
7- Aşağıdakilerden hangisi kitle iletişim araçlarının işlevlerinden değildir?
A) Gönderici ile alıcı arasında yüz yüze bir ilişki kurma
B) Etkileme, kamuoyu oluşturma
C) Kitleleri yaşadıkları toplumun bir parçası hâline getirme (toplumsallaştırma)
D) Kültürün nesilden nesile geçişine ve gelişmesine katkı sağlama
E) Eğitme
8- II. Dünya Savaşı yıllarında propaganda amaçlı olarak en çok kullanılan iletişim
aracı aşağıdakilerden hangisidir?
A)Televizyon
B) Radyo
C)Gazete
D)Cep telefonu
205
E)İnternet
9- “ Radyo ve televizyona kaptırılan okuyucunun yeniden kazanılması amacı ile, belli
konularda derinleşen, onların vermediği haber, köşe yazısı, yorum gibi, çeşitli basılı yayın
türlerinin yer aldığı gazetelerdir. Genel olarak bir konu etrafında yoğunlaşır”.
Yukarıdaki tanım aşağıdaki seçeneklerden hangisine aittir?
A)Tematik
B)Magazin
C)Spor
D)Fikir
E)Kitle
10- “Küresel köy” kavramı kime aittir?
A)Gutenberg
B)Innis
C)McLuhan
D)Williams
E)Baird
Cevaplar
1-b, 2-e, 3-b, 4-d, 5-e, 6-d, 7-a, 8-b, 9-a, 10-c
206
10. İLETİŞİM VE EKONOMİ POLİTİK
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
207
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
10. İLETİŞİM VE EKONOMİ POLİTİK
10.1.Ekonomi Politik Nedir?
10.2.İletişim Ekonomi Politiği
10.2.1. Schiller: Kültür Emperyalizmi ve Global Ekonomi
10.2.2. Smythe: İzleyici Metası
10.2.3. Chomsky ve Herman Propoganda Modeli
10.2.4. Golding ve Murdock
10.2.5. Garnham
208
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Ekonomi politiği nasıl tanımlarız?
2) İletişimin ekonomi politiği nedir?
3) Ekonomi politiğe yönelik çalışma yapan araştırmacıların yaklaşımları nelerdir?
209
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya
geliştirileceği
İletişim ve Ekonomi Politiği İletişimin ekonomi politiğini
kavrayarak, kapitalist
toplumdaki ilişkileri
anlamlandırmak
İletişimin ekonomi politiği
hakkında tartışma yapılarak
üretim ilişkilerinin toplumsal
ve iletişimsel anlamda nasıl
dönüşüm sağladığı ortaya
koyularak
210
Anahtar Kavramlar
Ekonomi Politik, İletişimin Ekonomi Politiği, Kültür
211
Giriş
Bu ders kapsamında iletişimin ekonomi politiği tartışılacaktır. Üretim ilişkilerinin
iletişimi, dolayısıyla da toplumu nasıl şekillendirdiği ortaya koyularak ideolojinin nasıl
sürdürüldüğü açıklanmıştır. Konuya zemin hazırlamak için de konu ile ilgili önde gelen
araştırmacılar incelenmiştir.
212
10. İLETİŞİM VE EKONOMİ POLİTİK
10.1. Ekonomi Politik Nedir?
Toplumsal üretim ilişkilerinin, insanların ekonomik ilişkilerinin bilimi olarak
tanımlanabilecek ekonomi politik, insan toplumunun çeşitli gelişme aşamalarında metaların
üretimi, değişimi, dağılımı ve tüketimine egemen olan ekonomik kanunları saptar (Zagalov
vd.’den aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 122).
Ekonomi politik, ticari kapitalizmin gelişimi döneminde ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım,
öncelikle merkantilizm olarak bilinen kapitalizmin ticari döneminde, gittikçe egemen hale
gelen kapitalist toplumsal düzeni açıklamak için kullanılmıştır (Yaylagül’den aktaran; Dağtaş
& Yıldız, 2015, s. 122). Bu dönemde Adam Smith’in gelişen kapitalist sisteme ahlaki bir temel
ve açıklama kazandırma çabasındaki ekonomi politik yaklaşımı öne çıkmıştır (Dağtaş & Yıldız,
2015, s. 122).
Adam Smith’in ekonomi politik yaklaşımı, liberal ekonomi politik yaklaşım olarak da
tanımlanmaktadır. Bu yaklaşım, ekonomik liberalizmi meşrulaştırmakta ve ekonomiye
dışarıdan yapılan her türlü müdahaleye karşı çıkmaktadır. Adam Smith’in ardından David
Ricardo, Robert Malthus ve John Stuart Mill gibi iktisatçılar, liberal ekonomi politik yaklaşıma
katkı sağlamışlardır. Bütün bu düşünürlerin ortak yanı, ekonomik yaşama eğer dışarıdan
herhangi bir müdahale olmazsa pazar mekanizması sayesinde ülkenin her türlü doğal
kaynağından faydalanılacağını ve çalışmak isteyen herkese iş sağlanacağını, toplumda
işbölümünün gelişeceğini, sermaye birikimi sonucunda toplumun zenginleşeceği düşüncesi
olmuştur (Yaylagül’den aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, ss. 122–3).
Liberal ekonomi politik yaklaşıma en önemli eleştiriler ise, Karl Marx tarafından
yöneltilmiştir. Marx, liberal ekonomi politiği tarihsel ve materyalist olmamakla eleştirmiştir.
Bu bağlamda, Marksist bir çerçeveye dayanan eleştirel ekonomi politik yaklaşım, öncelikle
tarihsel ve materyalist olmakla liberal ekonomi politikten ayrılmaktadır. Marx’ın tarih ve
toplum anlayışına göre, insanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihinden ibarettir. Friedrich Engels,
eleştirel ekonomi politiğin aslında, kapitalist sömürünün bilimi olduğu vurgulamıştır. Marx
için, ekonomi politik bilimi, aslında kapitalist toplumda egemen olan sömürü ilişkilerinin
incelenmesidir (Yaylagül’den aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 123). Eleştirel ekonomi politik
yaklaşım, üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini bir bütünlük içerisinde geniş ekonomik ve
sosyal süreçle ilişkilendirerek anlama, açıklama ve bunu insancıl değerler ölçüsünde yeniden
yapılandırma üzerine odaklanmaktadır (Bulut’tan aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 123).
10.2. İletişimin Ekonomi Politiği
Siyasal ekonomi, en geniş anlamıyla, sistemin nasıl çalıştığı ve belirleyici sonuçlarını
inceler. Belli tarihsel üretim biçimine eğilir ve farklı üretim örgütlenmelerinin farklı
dağıtım/bölüşüm kalıbı üreteceği üzerinde durur. insanların temelde sosyal olduğu varsayımı
yerine, kişilerin benliği, özlüğü, kişiliği birbiriyle ilişkileri içinde oluştuğu ve geliştiği
temelinden hareket eder. Siyasal ekonomiye göre, insanların içinde var olduğu sosyal ilişkiler
213
yapısı, insanların anlamlar veya sembolik biçimler alışverişiyle sürdürülür. Siyasal ekonomide
medya incelemelerinin alanı genel toplumsal üretim, devir ve kendine ayırma (artık değerin
gaspı) süreçlerinden hareket ederek medyayı kapsar. Bu yaklaşımlar kitle iletişim sorunsalını
üretim biçimini, üretim ilişkilerini, sınıf, sınıf oluşumu ve sınıf bilincini merkeze taşıyarak işe
başlarlar. Bu bağlamda kitle iletişim olgusunu, sistemini, çalışmasını ve sonuçlarını incelerler.
Kitle iletişiminin üretimi, üretim ilişkileri ve koşulları üzerinde dururlar. Bu sırada kitle
iletişiminin örgüt yapısı, sahiplik, tekelleşme, pazar kontrolü, kitle iletişimi örgütlerinde iş
koşulları, çalışma politikaları ve pratikleri, toplu sözleşme gibi konulara eğilirler. Bu tür
araştırmaları yapanlara örnek olarak Smythe, Schiller, Murdock, Parenti, Schudson, Chomski,
Garnham, Mosco ve Wasco verilebilir. Bu gelenek uluslararası alanda kitle iletişim
teknolojilerinin, teknolojik yapıların transferi ve kültürel ürünlerin akışı, ürünlerin ideolojik
içerikleri ve bilinç yönetimi, profesyonel ideolojiler ve medya pratikleri üzerinde durur; Kendi
sömürgeci değerlerini, etik anlayışını, özlüce pazar yapısını destekleyen bilinç biçimini yayan
kültürel egemenliğin, kültürel emperyalizmin olduğunu açıklar. Uluslararası bağlamda bu
yaklaşımı kullananlara örnek olarak Boyd-Barret, Schiller, Hamelink, Nordenstreng, Varis ve
Mattelart verilebilir (Erdoğan & Alemdar, 2005, s. 270).
Amerikan sosyolojisinin yapısal işlevselci kuramının ve pozitivist-ampirik araştırma
geleneğinin egemenliğinde gelişen iletişim sosyolojisinin ciddi eleştirileri 1970 başlarında
çıkmıştır. Bu eleştiriler hem kuramsal hem de araştırma yöntemlerini ve yönelimlerini
irdelediler. Murdock ve Golding’e göre (aktaran; Erdoğan, 2013, s. 14) kitle iletişiminin
sosyolojik incelemesi kendi kendine yeten profesyonel uzmanlaşma ve çok disiplinli bir
yaklaşımda bir öge olarak değil, sosyolojik çözümlemenin kalbini işgal eden genel kültürel ve
toplumsal incelemenin bir parçası olarak görülmelidir. Bunun anlamı, ileri kapitalist ülkelerde
kitle iletişimi sosyolojisi sınıfsal katmanlaşmanın doğası ve kalıcılığı üzerinde süren
tartışmanın parçası olmalıdır. Fakat ne kitle iletişimi sosyologları ne de sosyal
stratifikasyon/tabakalaşma sosyologları bu yönde bir girişimde bulunmuştur. Hem kitle iletişim
araştırmalarında sınıfsal katmanlaşma soruları çoğunlukla ele alınmaz hem de sınıf ve
meşrulaştırma incelemelerinin çoğu kitle iletişiminin rolünü somut bir şekilde incelemez.
Halbuki Kapitalist toplumlarda medya, içinde bulunduğu ekonomik ve politik yapının
hem ürünüdür hem de ekonomik ve politik işlevleri olan endüstriyel bir kurumdur. Bu
bağlamda, medya sadece bilgi üretme aracı değil; aynı zamanda, kapitalizmin mantığı ve
kurallarına göre işleyen ticari birer işletmedir (Bulut’dan aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s.
124). Dolayısıyla, kitle iletişiminin kendisinin ve ürettiği ürünün incelenmesi bakımından da
meta ve metalaşma kavramları önem kazanmaktadır. Hem medya kurumlarının hem de medya
dolayımı ile gerçekleşen üretimin, genel düzeyde kapitalist bir yapının gerektirdiği türde
örgütlendiğini ileri sürmek yanlış olmaz. Bu çerçevede, medya dolayımıyla gerçekleştirilen
üretimin aynı zamanda, endüstriyel bir üretim olduğu da söylenebilir (Çakmur’dan aktaran;
Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 124).
Eleştirel ekonomi politiği diğerlerinden ayıran şey, onun belirli mikro bağlamların genel
ekonomik dinamiklerce ve onların dayandığı daha geniş yapılarca nasıl şekilendirildiğini
göstermek üzere, konumlanmış eylemin her zaman ötesine gitmektedir. (Golding ve
214
Murdock’tan aktaran, Çoban, 2014, s. 41). Bu bağlamda, ekonomi politik yaklaşım, kapitalist
üretim yapısı içinde kültürel üretim ve tüketimin nasıl giderek meta üretim süreçlerine
benzediğini ve kültürel pratiklerin onlara eşlik eden üretim süreçleri ve ilişkileri analiz
edilmeksizin anlaşılamıyacaklarını açıklamaya çalışır. Bu bakış açısı, kültürel çalışmalar
cephesinde ‘indirgemecilik’ ve ‘ekonomizm’ eleştirileriyle karşılanmaktadır. Ekonomi politik
yaklaşımın medyaya ilişkin çalışmalarına getirilen eleştiri ise medya karşısında “izleyici,
alımlayıcı ya da kodaçıcının güçsüzlüğünü kabul ederek ideolojik sürecin kodlayıcı yanını
vurguladığı” (Sholle’den aktaran; Çelenk, 1997), dolayısıyla izleyiciyi anlam üretiminde
edilgen varsaydığı ve güdülüp yönlendirmeye açık bir izleyici tarifi yaptığı yönündedir. Onlara
göre, ekonomi politikçilerin önerdikleri toplumsal mücadele, ‘yanlış bilinç’ nosyonu etrafında
ayrıcalıklı bir konuma oturtulan entelektüellere, ‘bilinç götürme’ misyonu yüklemekte ve
“ideolojiyi, güdüp yönlendirme olarak kavrayan bir modele sadık kalmayı sürdürmektedir”
(Sholle’den aktaran; Çelenk, 1997).
Eleştirel ekonomi politik iletişim çalışmaları, tarihsel maddecilik üzerine temellenir.
Ekonomik erk ile kültürel biçimler arasında dolaysız ve dolayımlanan bağlantıları araştırır. Bu
anlamda kitle iletişim araçlarının mülkiyeti, kontrolü medya sektörünün diğer sektörlerle ve
devletle olan ilişkisi, tekelleşme, medya içeriğinin farklılaşması, metalaşma, ticarileşme,
reklam ve kar güdüsünün içeriğe etkisi gibi konuların sorgulanması önemli konular olarak
saptanmıştır (Poyraz, 2013, s. 62).
Vincent Mosco (1996) ekonomi politik yaklaşımın 1990’lı yıllardan itibaren dört temel
ilgi alanı belirlediğini söylemektedir. Bunlar küreselleşme, deregülasyon, birleşme ve
sayısallaşma olarak sıralanabilir. Sayısallaşma bilgisayar ve internet ağlarının kitle iletişim
sürecinin bütün aşamalarının en önemli unsuru olarak ortaya çıkmasıdır. Deregülasyon ise
özellikle radyo-televizyon yayıncılığı alanında temel olarak yasal düzenleme ya da yeniden
düzenlemeyi ifade etmek için kullanılmaktadır. İletişim alanı bağlamında küreselleşme ise
uluslararası holdinglerin bütün dünyadaki her tür iletişim içeriğinin üretimini, dağıtımını ve
tüketimini kontrol etmesi olarak açıklanabilir (Poyraz, 2013, s. 62).
10.2.1. Schiller: Kültür Emperyalizmi ve Global Ekonomi
Batının diğer teknolojik ürünleriyle birlikte kitle iletişim araçları, yapıları ve ürünlerinin
(iletişim sistemlerinin) az gelişmiş ülkelere sunulmasını, "kültürel alışveriş" gibi çerçeveler
dışında ve uluslararası ekonomik ve siyasal bağlam içinde sistemli olarak ilk ele alan Mass
Communications and American Empire (1969) yapıtıyla Herbert Schiller olmuştur (Erdoğan &
Alemdar, 2005, s. 396).
Herbert Schiller bağımlılık kuramından hareketle iletişimin uluslararası boyutunu
inceler. Schiller’e göre medya ekonomik işlevlerinin yanı sıra ideolojik işlevler de
üstlenmektedir. İnsanlara manipülasyon yoluyla paketlenmiş bilinç sunarak zihinleri
yönlendirmektedir. Amerikan emperyalizminin uluslararasılaşması için iletişime nasıl bir işlev
yüklendiği ya da bu imparatorluğun varlığını sürdürmesinde iletişim olanaklarının nasıl
kullanıldığını deşifre etmeyi kendisine amaç edinmiştir. Herbert Schiller (1996), bu argümanını
güncelleştirerek savunmaya devam etmiştir. Amerikan ekonomisi dünya genelinde eski güçlü
215
konumunu sürdürmese de, dünya kültürü üzerindeki hegemonyasını hala korumaktadır. Bir
yandan medyanın ürettiği kültürlerin küresel piyasayla bütünleşmesi, öte yandan kamusal
kültür üretiminin deregülasyonu bütün dünyada Amerikanlaşmayı desteklemeye devam
etmektedir (Poyraz, 2013, s. 63).
Schiller, Amerikan kültürel incelemelerinin statükoya hizmet ettiğini belirtir. Onun
yerine, Amerikan politika plancılarının Amerikan imparatorluğunun genişlemesi ve
yayılmasına hizmet etmek için uluslararası iletişim sistemlerinin gelişmesini teşvik ettiklerini
belirtir. Schiller 1969'daki yapıtından sonra ölünceye kadar otuz yıl boyunca incelemeleriyle,
medyadaki konuşmalarıyla ve uluslararası alandaki faaliyetleriyle kültür emperyalizmi tezini
ve ardından letişimin siyasal ekonomisi tezlerinin gelişmesi ve kullanılmasına önderlik etti.
Schiller siyasal, ekonomik ve askeri yapılar, uluslararası şirketler, kitle iletişimini hem üretim
biçimi ve ilişkileri hem de kültürel ve ideolojik bağlamlarda ele alıp inceledi. Amerika'yı devlet
(pentagon ve Washington) ile özel teşebbüsün el ele sömürdükleri ve bunun Amerikan
ordusunun güvencesi ve desteği altındaki uluslararası şirketler yoluyla bütün dünyaya
uzatılmasını araştırdı. Bu araştırmalarında Batının az gelişmiş ülkelerle olan ilişkisini, iletişim
bağlamında "kültürel emperyalizm" olarak niteledi. Schiller'in kültürel emperyalizm anlayışı
bağımlılık kuramının ötesine giderek, sorunu sadece emperyalist güçlerin pervasız ve tek taraflı
baskıcı ve yayılmacı girişlerine indirgememiştir. Schiller'e göre (1 976:9) kültürel emperyalizm
şu süreçlerin toplamı olarak tanımlanabilir: (a) toplumun modern dünya sistemine getirilmesi
süreci; (b) ülkelerin egemen tabakalarının cazibeyle, zorla ve bazen rüşvetle, kendi ülkelerinin
sosyal kurumlarını egemen sisteme uygun bir şekilde biçimlendirmesi ve hatta (c) sistemin
egemen merkezinin değerleri ve yapılarının teşvik etmesi (Erdoğan & Alemdar, 2005, s. 397).
10.2.2. Smythe: İzleyici Metası
Dallas Smythe izleyicilerin programlar üzerinden nasıl reklamcılara pazarlandığını
araştırmıştır. Smythe (1977), kapitalizmin reklam sayesinde pazarı kontrol ettiğini ve talebi
istediği gibi yönlendirdiğini belirtmektedir. Reklamlar, yaşam biçimleri, sembolik değerler ve
zevkleri birleştirerek aslında toplumda anlam sistemi yaratırlar. Bu anlamda izleyici Smythe’e
göre reklam verenlere pazarlanan bir emtiaya dönüştürülmüştür. İzleyiciler gelirlerine,
yaşlarına, cinsiyetlerine, etnik ve sınıfsal özelliklerine göre reklamcılara pazarlanmaktadır. Bu
anlamda Marksistlerin kendilerine sormaları gereken soru, iletişim endüstrilerinin nasıl bir
ekonomik işlev üstlendiğidir (Poyraz, 2013, s. 63).
Smythe’nin kullandığı “bir meta olarak izleyici” kavramsallaştırmasından sonra
alevlenen “Batı Marksizmi’ndeki kör nokta” tartışması, eleştirel ekonomi politik yaklaşım
çerçevesinde izleyici emeği kavramını iletişim literatüründe önemli bir konuma getirmiştir. Bu
tartışmada Smythe, Batı Marksizmi’nin, kitle iletişimini materyalist bir yaklaşımdan çok
idealist bir yaklaşımla ele aldığını ve bu nedenle de, izleyicilerin tekelci kapitalizme dayalı ve
reklamla beslenen kitle iletişim sisteminde bir meta olarak işlev görmelerini
kavrayamadıklarını ileri sürmüştür (Atabek’ten aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 126).
Smythe (aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 126), kitle iletişim sistemleri hakkında,
bunların kapitalist üretim ilişkilerini yeniden üretmedeki rolünü anlama girişimleri için; tarihsel
216
materyalistlerin sorması gereken ilk sorunun, bunların sermaye için hangi ekonomik fonksiyona
hizmet ettikleri sorusu olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca, Smythe, Marksist literatürün, “kültür
endüstrileri”nin işlevlerinin materyalist çözümlemesinde dikkat çekici bir şekilde eksik
olduğunu iddia etmiştir .
Bu yüzden, Marksizm’in kapitalizm eleştirisinin kökeninde; kapitalizm tarafından
üretilen metanın nesnel bir tanımlaması anlamına gelen, nesnel bir gerçekliğin araştırılması
gerekliliği vardır. “Reklamcı destekli iletişimin kitlesel olarak üretilmiş meta biçimi nedir?”
sorusu temel bir başlangıç noktasıdır. Smythe, burjuva idealist bakış açısına göre; iletişim
metasının iletiler, enformasyon, imajlar, anlam, eğlence ve manipülasyon olduğunu
söylemektedir. Bütün bu kavramlar, öznel zihinsel varlıklardır ve hepsi de yüzeysel
görünüşlerle uğraşır (Smythe’den aktaran; Dağtaş & Yıldız, 2015, s. 126).
10.2.3. Chomsky ve Herman: Propaganda Modeli
Ekonomi politik yaklaşımın en iyi bilinen iki düşünürü: Edward Herman ve Noam
Chomsky'dir. Diğer eleştirel yaklaşırncılar gibi, Herman ve Chomsky de medyanın egemen
seçkinlere hizmet ettiğini, bu anlamda devlet ve özel mülkiyet medyasının farklı bulunmadığını
savunurlar. Herman ve Chomsky, propaganda modeli adını verdikleri yaklaşımlarında
medyanın beş haber süzgeci olduğunu ileri sürerler. Bunlar, 1. Başat medya firmalarının
büyüklüğü, mülkiyet yoğunlaşması, medya sahibinin zenginliği ve kar yönelimi; 2. Medyanın
ana gelir kaynağı olarak reklam; 3. Medyanın hükümet ve sermaye ile bu kaynaklardan ve
iktidar birimlerince desteklenen ve onaylanan uzmanlar tarafindan sağlanan bilgilere aşırı
derecede bağımlılığı; 4. Medyayı yola getirmenin bir aracı olarak olumsuz eleştiri; 5. Ulusal bir
din ve kontrol mekanizması olarak komünizm düşmanlığıdır (Shoemaker ve Reese’den aktaran;
Çoban, 2014, s. 42).
Araçsalcı yaklaşım içinde çalışan Herman ve Chomsky ise özellikle haber medyasının
ekonomi politiği üzerine yoğunlaşmıştır. Araçsalcılar kapitalistlerin kamusal enformasyon
akışının kendi çıkarlarıyla uyumlu olması için pazardaki ekonomik güçleri nasıl kullandıkları
üzerine yoğunlaşırlar. Herman ve Chomsky’nin (1988) propaganda modeline göre Amerikan
medyası sürekli propaganda yaparak egemen değerleri insanlara benimsetmektedir. Çünkü
kapitalist sistemin varlığını sürdürebilmesi ancak medyanın rıza üretimi ile mümkün
olmaktadır. Bu sistemde halkın neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verilmekte
ve düzenli propaganda kampanyalarıyla kamuoyu yönetilmektedir (Poyraz, 2013, s. 63).
Herman ve Chomsky’e göre, diğer işlevlerinin yanı sıra, medya kendisini denetleyen ve
finanse eden güçlü toplumsal grupların çıkarlarına hizmet eder ve onların lehine propaganda
yapar. Bu çıkarların temsilcilerinin öne çıkarmak istedikleri önemli gündemleri ve ilkeleri
vardır ve medya politikasının şekillendirilmesi ve dayatılması açısından oldukça elverişli bir
konuma sahiptirler. Normal olarak bu, kaba müdahaleyle değil, uygun çizgide düşünen
personelin seçilmesi, editörlerin ve çalışan gazetecilerin kurum politikasıyla uyumlu öncelikleri
ve haber değeri kriterlerini içselleştirmeleri sayesinde başarılır (Chomsky & Herman, 2012, s.
15).
217
Chomsky ve Herman’a göre yapısal faktörler şu gibi şeylerden oluşur: mülkiyet ve
denetim, diğer belli başlı finansman sağlayan kaynaklara (en başta reklam veren kuruluşlara)
bağımlılık, medya ile haberleri yapanlar ve haberleri tanımlama ve ne anlama geldiklerini
açıklama gücüne sahip olanlar arasındaki karşılıklı çıkarlar ve ilişkiler. Propaganda modelinin
içine kattığı başka ve yakından ilişkili faktörler de vardır; örneğin medyanın haberleri ele alma
tarzından şikayetçi olma (yani "tepki üretimi"), haberlerle ilgili resmi görüşü teyit edecek
"uzmanlar" temin etme, medya personeli ve seçkinler tarafından doğru kabul edilen, ama çoğu
kez halkın karşı çıktığı temel ilkeleri ve ideolojileri belirleme yeteneği. Chomsky ve Herman’a
göre, medyaya sahip olan ve reklam verenler olarak fon sağlayan, haberleri birinci derecede
belirleyen, "tepki üreten” ve uygun çizgide düşünen personeli temin eden aynı belirleyici güç
odakları, temel ilkelerin ve egemen ideolojilerin tespit edilmesinde de anahtar bir rol oynarlar
(Chomsky & Herman, 2012, s. 15).
Propaganda modeli, ana-akım medyanın davranışı ve performansındaki kapsamlı
başarıyı, onun şirket karakteriyle ve hakim ekonomik sistemin ekonomi politiğiyle bütünleşmiş
olmasıyla açıklar. Bu nedenle, ağırlıklı olarak medya girişimlerinin kapsam bakımından
büyümesi, medyanın tedrici olarak merkezileşmesi ve belirli ellerde yoğunlaşması, çok çeşitli
medya türlerini (film stüdyoları, TV şebekeleri, kablolu kanallar, dergiler ve yayınevleri)
denetleyen medya gruplarının büyümesi ve küreselleşme sürecinde medyanın sınır ötesine
yayılması üzerinde durur. Aynı zamanda, aile denetiminin yerini tedrici olarak daha geniş bir
patron takımına hizmet eden ve daha sıkı bir şekilde piyasa disiplinine tabi olan profesyonel
yöneticilerin aldığını da vurgular (Chomsky & Herman, 2012, ss. 16–7).
10.2.4. Golding ve Murdock
Büyük Britanya kökenli ve eleştirel ekonomi politik yaklaşımını benimseyerek iletişim
alanını inceleyen P. Golding ve G. Murdock kapitalist toplumlarda iç içe geçen ve karmaşık bir
yapı oluşturan ekonomik ve siyasi ilişkilerin nasıl medya içeriğinin üretiminde belirleyici
olduğunu araştırmışlardır (Poyraz, 2013, ss. 63–4). Golding ve Murdock’a göre, araçsalcılar
sistemdeki stratejik müdahaleler üzerine yoğunlaştıkları için sistemdeki çelişkileri gözden
kaçırmaktadırlar. Golding ve Murdock araçsalcı ve yapısalcı katılığın üstesinden toplumsal
değişim ve hayatın akışına vurgu yaparak gelirler. Yapıları eylem yoluyla sürekli üretilen,
değiştirilebilen esnek ve dinamik oluşumlar olarak görmek, aynı zamanda eylemin de yapısal
olarak oluşturulduğunu unutmamak gerekir (Poyraz, 2013, ss. 63–4).
Kapitalist üretim ilişkileri ve iletişim alanı konusunda Murdock ve Golding (aktaran;
Çoban, 2014, s. 41) şöyle diyor: "Bize göre kitle iletişim araçları, ilkin ve en başta günümüz
kapitalist ekonomik düzeninde emtialar üreten ve dağıtan endüstriyel ticari kuruluşlardır. Sonuç
olarak bizce ideoloji üretimi, medya üretiminin genel ekonomik dinamiklerinden onların
belirleyiciliklerinden ayrılamaz ya da onlar dikkate alınmadan yeterince anlaşılamaz. Bu
ekonomik dinamikler farklı medya sektörlerinde, çeşitli düzeylerde ve onların içindeki çeşitli
bölümlerde farklı yoğunluk derecelerinde işlerler. En genel düzeyde ekonomik kaynakların
dağılımı, mevcut medyanın alanını belirlemede kesin bir rol oynar."
218
Golding ve Murdock iletişimin ekonomi politiğinin ilgilerini ve önceliklerini göstermek
için üç çözümleme alanı belirlemektedirler: 1) kültürel malların üretiminin incelenmesi; 2)
medya ürünlerinin üretimi ve tüketimi arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmak üzere metinlerin
ekonomi politiğinin analizi; 3) maddi ve kültürel eşitsizlik arasındaki ilişkiyi göstermek için
kültürel tüketimin ekonomi politiğinin analizi (Poyraz, 2013, s. 64). Bu anlamda yaşam içindeki
hiçbir olguyu ekonomik bağlamdan soyutlayarak ele alamayız. Çünkü üretim ilişkileri hayatın
her alanında bireyleri ve toplumsal yaşamı etkilemekte ve tüm üretim süreçlerini -maddi ya da
kültürel- elinde tutmaktadır. Bu anlamda kapitalist sistem doğası gereği içerisinde bulunduğu
tüm ilişkileri kendine göre şekillendirmektedir (Çoban, 2014, ss. 41–2).
10.2.5. Garnham
Ekonomi politikçiler, kapitalist bir toplumsal formasyon içinde, kültürel pratiklerin ve
onların politik etkililiklerinin, hem maddi ve hem de sembolik kültürel pratikler için
kaynakların; yapısal olarak belirlenmiş biçimlerde, metalaşmış kültürel üretim, dağıtım ve
tüketiminin dolaşım ve kuruluşları aracılığıyla, nasıl hazır bulundurulduğuna odaklanan bir ilgi
olmaksızın anlaşılmasının güç olduğunu inanırlar. Soap operaları (pembe dizi), onları üreten ve
dağıtan ve izlenmeleri için izleyici yaratan yayın kuruluşlarını incelemeksizin, bir kültürel
pratik olarak tanımak nasıl mümkün olabilir? Alışveriş ve reklamcılığı incelemek, bırakın
özgürleştirici potansiyellerini kutlamayı, bu pratikleri mümkün kılan üretim, rekabet ve
pazarlama süreçlerini incelemeksizin nasıl mümkün olabilir? Bu konjonktürde, kültüre ve onun
politik potansiyeline ilişkin herhangi bir çalışmada; global kültürel pazarın gelişimini, böyle bir
pazarı mümkün kılan koşullar olarak teknolojik ve düzenleyici süreçleri ve sermaye akışını göz
ardı etmek nasıl mümkün olabilir? (Garnham, 1997)
Siyasetin ve mücadelenin doğasındaki değişimin, siyasetin toplumsal iletişim
kurumlarıyla (örneğin gazeteler ve televizyon kanalları) olan ilişkisindeki ekonomik temelli
değişimlerle ve toplumsal grupların ve kültürel tüketicilerin ekonomik temelli
fragmantasyonuyla sıkı sıkıya bağlı olduğu yolları nasıl gözardı edebiliriz? (Garnham, 1997)
Garnham'a göre kitle kültürü kapitalist sistemin mevcut yapısı ile biçimlenir ve aktarılır.
Medya ideolojik biçiminin altında maddi amaçlar da bulundurur. Yani medyanın sunduğu
ideoloji belirli bir güç çevresinin maddi kazancıyla ilintilidir. Bu noktada bahsedilmesi gereken
medya sahiplerinin neden belirli insanlar olduğu ve medyayı ellerinde tutmak için neden bu
kadar çaba harcadıklarıdır. Yine aynı şekilde değişen siyasal yönetimlere göre medya
sahiplerinin değişmesi veya döneme göre yapılan yayınların içeriklerindeki değişim de ilginçtir.
Dolayısıyla medya her zaman güç ilişkileri ile bağlantılıdır ve söz konusu güç ilişkileri medya
aktarım biçimlerinin temelini oluşturur.
219
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu ders kapsamında ekonomi politik bağlamında iletişimin yeri tartışılmıştır. Üretim
ilişkilerinin belirlediği çerçevede hayatın nasıl yapılandığı konusundan hareketle kapitalist
sistemin içeriğinden bahsederek güç ve ekonomik ilişkilerin belirleyiciliği ortaya koyulmuştur.
Konuyu aydınlatmak anlamında da önde gelen araştırmacılardan yararlanılmıştır.
220
Bölüm Soruları
1- …………………………………….., üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini bir
bütünlük içerisinde geniş ekonomik ve sosyal süreçle ilişkilendirerek anlama, açıklama ve bunu
insancıl değerler ölçüsünde yeniden yapılandırma üzerine odaklanmaktadır.
Yukarıdaki paragrafta boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Eleştirel ekonomi politik yaklaşım
b) Ekonomi politik yaklaşım
c) Libereal politik yaklaşım
d) Materyalits yaklaşım
e) Tarihsel yaklaşım
2- Aşağıdaki sçenekleren hangisine göre, kitle iletişiminin sosyolojik incelemesi
kendi kendine yeten profesyonel uzmanlaşma ve çok disiplinli bir yaklaşımda bir öge olarak
değil, sosyolojik çözümlemenin kalbini işgal eden genel kültürel ve toplumsal incelemenin bir
parçası olarak görülmelidir. Bunun anlamı, ileri kapitalist ülkelerde kitle iletişimi sosyolojisi
sınıfsal katmanlaşmanın doğası ve kalıcılığı üzerinde süren tartışmanın parçası olmalıdır.
a) Schiller
b) Murdock ve Golding
c) Smyth
d) Garnham
e) Karl Marx
3- Aşağıdakilerden hangisi eleştirel ekonomi politik çalışma konuları arasında yer
almaz?
a) Ekonomik erk ile kültürel biçimler arasında dolaysız ve dolayımlanan bağlantılar
b) Kitle iletişim araçlarının mülkiyeti, kontrolü
c) Medya sektörünün diğer sektörlerle ve devletle olan ilişkisi
d) Medya içeriğinin farklılaşması, metalaşma, ticarileşme
e) Medya okuryazarlığının gündeme getirilmesi
221
4- Aşağıdakilerden hangisi Vincent Mosco’nun ekonomi politik yaklaşımında
belirlenen ilgi alanlarından değildir?
a) Küreselleşme
b) Deregülasyon
c) Birleşme
d) Sayısallaşma
e) Kapitalizm
5- Bağımlılık kuramından hareketle iletişimin uluslararası boyutunu inceler. Ona
göre medya ekonomik işlevlerinin yanı sıra ideolojik işlevler de üstlenmektedir. İnsanlara
manipülasyon yoluyla paketlenmiş bilinç sunarak zihinleri yönlendirmektedir. Amerikan
emperyalizminin uluslararasılaşması için iletişime nasıl bir işlev yüklendiği ya da bu
imparatorluğun varlığını sürdürmesinde iletişim olanaklarının nasıl kullanıldığını deşifre
etmeyi kendisine amaç edinmiştir.
Yukarıda yer alan düşünceler seçeneklerde yer alan hangi kişiye aittir?
a) Smyth
b) Schiller
c) Murdock
d) Golding
e) Garnham
6- İzleyicilerin programlar üzerinden nasıl reklamcılara pazarlandığını araştırmıştır.
Kapitalizmin reklam sayesinde pazarı kontrol ettiğini ve talebi istediği gibi yönlendirdiğini
belirtmektedir. Reklamların, yaşam biçimleri, sembolik değerler ve zevkleri birleştirerek
aslında toplumda anlam sistemi yaratığını bu anlamda izleyicinin reklam verenlere pazarlanan
bir emtiaya dönüştürüldüğünü söyler.
Yukarıda yer alan düşünceler seçeneklerde yer alan hangi kişiye aittir?
a) Smyth
b) Schiller
c) Golding
d) Garnham
222
e) Murdock
7- Aşağıdaki seçeneklerden hangisi Herman ve Chomsky, propaganda modeli adını
verdikleri yaklaşımlarında medyanın beş haber süzgecinden biri değilidr?
a) Başat medya firmalarının büyüklüğü, mülkiyet yoğunlaşması, medya sahibinin
zenginliği ve kar yönelimi
b) Medyanın ana gelir kaynağı olarak reklam
c) Medyanın hükümet ve sermaye ile bu kaynaklardan ve iktidar birimlerince
desteklenen ve onaylanan uzmanlar tarafindan sağlanan bilgilere aşırı derecede bağımlılığı
d) Medyayı yola getirmenin bir aracı olarak olumsuz eleştiri
e) Kontrol mekanizması olarak kominizmin desleklenmesi
8- Herman ve Chomsky’nin (1988) ……………………………… göre Amerikan
medyası sürekli propaganda yaparak egemen değerleri insanlara benimsetmektedir. Çünkü
kapitalist sistemin varlığını sürdürebilmesi ancak medyanın rıza üretimi ile mümkün
olmaktadır. Bu sistemde halkın neyi göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verilmekte
ve düzenli propaganda kampanyalarıyla kamuoyu yönetilmektedir.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Propaganda modeline
b) Etki-tepki modeline
c) Materyalist modeline
d) Çift yönlü akış modeline
e) Ekonomi politik modeline
9- Propaganda modeli aşağıdaki seçeneklerde yer alan hangi konu üzerinde durmaz?
a) medya girişimlerinin kapsam bakımından büyümesi,
b) medyanın tedrici olarak merkezileşmesi
c) medyanın belirli ellerde yoğunlaşması
d) küreselleşme sürecinde medyanın sınır ötesine yayılması
e) medyada program içeriğinin çeşitlenmesi
223
10- ……………………….göre kitle kültürü kapitalist sistemin mevcut yapısı ile
biçimlenir ve aktarılır. Medya ideolojik biçiminin altında maddi amaçlar da bulundurur. Yani
medyanın sunduğu ideoloji belirli bir güç çevresinin maddi kazancıyla ilintilidir. Bu noktada
bahsedilmesi gereken medya sahiplerinin neden belirli insanlar olduğu ve medyayı ellerinde
tutmak için neden bu kadar çaba harcadıklarıdır.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygundur?
a) Smyth
b) Schiller
c) Murdock
d) Golding
e) Garnham
Cevaplar: 1a, 2b, 3e, 4e, 5b, 6a, 7e, 8a, 9e, 10e
224
11. MEDYA OKURYAZARLIĞI
Bölüm Yazarı: Prof.Dr. Nilüfer SEZER
Medya Okuryazarlığı dersinin eğitim ve öğretimin her aşamasında zorunlu ders
olarak okutulması ve Pedagojik Formasyon eğitimi almış İletişim Fakültesi
mezunlarımızın bu derse doğrudan branş öğretmeni olarak atanmaları dileğiyle…
225
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
1. Medya Okuryazarlığı Nedir?
2. Medya Okuryazarlığı’nın Önemi
3. Medya Okuryazarlığı Ne Değildir?
4. Medya Okuryazarlığının Kapsamı
5. Medya Okuryazarlığı Beceri Alanları
6. Medya Okuryazarlığı Dersi Neden Gereklidir?
226
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. Okuryazar, Medya, Medya Okuryazarı kavramlarını tanımlayınız.
2. 21.Yüzyılda Medya Okuryazarı olmanın önemini tartışınız.
3. Yeni Medya Okuryazarlığı nedir? Açıklayınız.
4. Yüksek düzey bir Medya Okuryazarı olabilmek için sahip olunması gereken
becerileri belirleyiniz.
5. Türkiye’de Medya Okuryazarlığı eğitiminin önemini irdeleyiniz.
227
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği ya da
geliştirileceği
Medya Okuryazarlığı Nedir? Medya Okuryazarlığı
kavramını tanımlar.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
Medya Okuryazarlığı’nın
Önemi
Medya Okuryazarlığı’nın
önemini kavrar.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
Medya Okuryazarlığı Ne
Değildir?
Medya Okuryazarlığı’nın ne
olmadığına ilişkin bilgi
edinir.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
Medya Okuryazarlığı’nın
Kapsamı
Medya Okuryazarlığı’nın
kapsamına ilişkin bilgi
edinir.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
Medya Okuryazarlığı’nın
Beceri Alanları
Medya Okuryazarlığı’nın
Beceri Alanlarını tanır.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
Medya Okuryazarlığı Dersi
Neden Gereklidir?
Medya Okuryazarlığı eğitimi
ve Medya Okuryazarlığı
dersinin gerekliliklerini bilir.
Literatür tarama ve Gözlem
yoluyla
228
Anahtar Kavramlar
Okuryazarlık: Simgeleri şifreleyebilmek ve şifresini çözmek, mesajları analiz ve
sentezleyebilmek.
Medya: Yığınlarla iletişimi sağlayan radyo, televizyon, gazete ve dergiler gibi basın
yayın organlarının tümünü kapsayan ortak ad, kitle iletişim araçları, basın yayın.
Medya Eğitimi: Medyanın çalıştığı “uygulamalı” deneyimleri ve medya ürünlerini
kapsayan bir çalışma.
Medya Okuryazarlığı: Yazılı ve yazılı olmayan büyük çeşitlilik gösteren farklı
formatlardaki (televizyon, video, sinema, reklamlar, internet vs.) iletilere erişim, onları
çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği.
Yeni Medya Okuryazarlığı/Dijital Okuryazarlık: Anlama, bilgisayarlar yoluyla
sunulan geniş ölçekteki çoklu-formattaki enformasyonu kullanabilme yetisi.
Medya Okuryazarlığı Eğitimi:Medya okuryazarlığı ile ilişkili yetenekleri öğretmeye
adanmış eğitsel bir alan.
229
Giriş
Medya, hiç kuşkusuz, birçoğumuzun yaşamında önemli ve vazgeçilmez bir yere
sahiptir. İnsanlar artık, televizyon, radyo, gazete, dergi, internet, akıllı cep telefonları gibi
araçlardan birine dokunmaksızın bir gün geçiremez olmuştur. Hatta böyle bir gün
geçirdiklerinde hemen içinde bir boşluk hisseder, dünyadan koptuklarını bile düşünmeye
başlayabilirler.
Şahin’in de vurguladığı gibi (2011), işte böyle bir dünyada Medya Okuryazarlığı,
insanlar için hava ve su gibi en temel gereksinimlerden biri haline gelmiştir. Bu gereksinimi
doyurabilmek için okullarda Medya Okuryazarlığı seçmeli bir ders olarak yer alırken, diğer
derslerin içinde de Medya Okuryazarlığı’na temas eden konu ve etkinlikler yer almaktadır.
Öğretmenlerin bu alanda donanımlı ve yetkin olmalarını gerekli kılmaktadır.
Öncelikle, Medya Okuryazarlığı’nın "gerçek" anlamıyla düşünülmesi gerekmektedir.
Çünkü birçok insan, "okuryazar" olmayı basılı belgelerde yazılı olan ifadelerdeki yüzeysel
anlamı okuyabilme olarak algılamaktadır. Bu sınırlı ve eski bakış açısı, iletişim araçlarının
çeşitlenmesiyle birlikte yetersiz kalmış; dolayısıyla okuryazarlık kavramı günden güne
genişlemeye başlamıştır. Bu genişlemeyle; işlevsel okuryazarlık, bilgi okuryazarlığı,
teknoloji okuryazarlığı, kültürel okuryazarlık, dijital okuryazarlık gibi farklı okuryazarlık
alanları ortaya çıkmıştır. Ayrıca, gazeteler, televizyon programları ve filmleri güçlü kılan
görsel boyut göz önünde bulundurularak "görsel okuryazarlık" kavramı da geliştirilmiş;
böylece okuryazarlık alanı biraz daha genişlemiştir.
Gerçekten de son zamanlarda bilgisayarlar, öğrenciler başta olmak üzere birçok
insanın yaşamında bilgiye erişim amaçlı olmak üzere sıklıkla kullanılmaktadır. Bilgisayarın
yaşamımızdaki yerini göz önüne alan birçok yazar, bilgisayar okuryazarlığını da bu alanın
içine katmıştır. Ancak yine unutulmamalıdır ki, iletileri okumak okuryazar olmak için gerekli
olan en temel adımlardan birisi olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Çünkü bize
gönderilen "sözcükleri" çözümleyip okurken aslında, bu sözcüklerin arkasında yatan
"dünyayı" da okuyabilmek ve buna kendi yanıtımızı "yazabilmek" gerekmektedir.
Kısacası hepimiz medyayla iç içe yaşıyoruz ve medyasız bir yaşam artık olanaksız
görünüyor, O zaman, bir medya tüketicisi olarak, birçoğumuz medya okuryazarı ve
dolayısıyla tüketicisi olmak durumundayız. Bize sunulan sözcükleri/imgeleri yüzeysel
anlamda okumak tek başına yeterli midir? Sözcüklerin arkasındaki dünyada neler olduğunu
merak etmemiz gerekmez mi? Medya iletilerini okurken kimi sorular sormaya mecburuz;
çünkü bunu yapmadığımız zaman sadece bize verilen "yüzeysel" anlamla yetinmek zorunda
kalır, "derin" anlamı yakalayamayız.
O zaman manipülasyona ve sömürüye götüren yola adım adım yönlendirilmiş oluruz
. Manipülasyon kıskacına girmemek için, dezanformasyonlara kanmamak için, “gerçeği”,
“doğruyu” görebilmek için yaşımız ne olursa olsun medya okuryazarı, yeni medya okuryazarı
olmak
230
durumundayız...
231
11.1. Medya Okuryazarlığı Nedir?
İçinde yaşadığımız çağ “Bilgi Çağı”dır hiç kuşkusuz. Bilginin tanımı, niteliği, bilgiye
ulaşma yolları ve önemi büyük oranda değişmiştir. Artık bilgi basılı kitaplardan,
öğretmenlerden ya da bilge kişilerden öğrenilen doğrular olmaktan çıkmıştır. Bilgi, medya ve
teknoloji sayesinde herkesin ulaşabileceği ve kendi doğrusunu bulabileceği bir hal almıştır.
Bilginin bu değişim süreci ve bilgiye ulaşma yollarının çeşitlenmesiyle bireyin doğru bilgiyi
bulma ve yorumlama yetisini kazanması daha önemli bir niteliğe bürünmüştür.
Bu doğrultuda, aşağıdaki Tablo 1, 19. ve 20. Yüzyılda öğrenimle içinde bulunduğumuz
21. Yüzyılda öğrenim arasındaki farkları ortaya koymaktadır.
Tablo 1: 21. Yüzyılda Okuryazarlık (Thoman ve Jols, 2005: 13)
Görüldüğü gibi medya araçları eğitim sistemine doğrudan dahil edilerek, eğitim
sürecinde etkileyici hatta belirleyici bir rol oynamaktadır. Öğretmen bilgi veren rolünün dışında
öğrenciye rehberlik eden ve yol gösteren bir konumda bulunmaktadır. Derslerin amacı
öğrenciye bilgiyi aktarmaktan çok onlara sorun çözmeyi öğreterek bilgiye ulaşma yollarını
kendisinin belirleyebileceği bir eğitim vermektir. Artık, dersliklerin ne de sadece ders
kitaplarının tek başına yeterli olmadığı görülmektedir. 19. Yüzyılda okuryazarlık ne anlama
geliyorsa günümüzde de Medya Okuryazarlığı o demektir. Diğer bir deyişle günlük yaşamın
önemli bir parçası haline gelen medya, eğitim sürecine dahil olmakta, bireyin sosyalleşmesine
etkisi günden güne artmaktadır.
232
İngiltere`nin medya düzenleme kurulu olan ve Medya Okuryazarlığı alanında önemli
çalışmaları bulunan Ofcom (Office of Communication) ise Medya Okuryazarlığını genel olarak
medya erişimi, medya ve medya içeriklerine farklı bakış açılarını eleştirel değerlendirme ve
çeşitli içeriklerde iletişim yaratma yetenekleri olarak tanımlamaktadır.
Genel olarak Medya Okuryazarlığının gerekliliğine inananlar , Medya Okuryazarlığının
yazılı dünyayı okuyabilme becerisi için gerekli olduğu görüşüne sahiptirler. Buna karşın,
Medya Okuryazarlığının hala karşı karşıya olduğu temel sorun, kavramın eğitim sistemi içinde
net olarak konumlandırılamamasıdır.
Medya Okuryazarlığı konusunda yapılan araştırmalarda Medya Okuryazarlığı
kavramının başka kavramlarla da ifade edildiği görülmektedir. Medya Okuryazarlığı, medya
eğitimi, medya pedagojisi gibi bazı kavramlarla anılmakla birlikte genel eğilim Medya
Okuryazarlığı olarak adlandırılması yönündedir. Bu nedenle Medya Okuryazarlığı ve Medya
Eğitimi aynı anlamda kullanılmaktadır. Ayrıca Medya Okuryazarlığı kavramı Avrupa
genelinde kullanılan; “information literacy” (enformasyon/bilgi okuryazarlığı), “digital
literacy” (dijital/sayısal okuryazarlık), “computer literacy” (bilgisayar okuryazarlığı),
“electronic literacy” (elektronik okuryazarlık), “electronic information literacy” (elektronik
enformasyon/bilgi okuryazarlığı) gibi kavramları da kapsamaktadır.
Bu bağlamda, Medya Okuryazarlığı kavramını daha iyi anlayabilmek için türevlerini de
tanımak gereklidir;
Medya, tüm elektronik ya da dijital anlamları, baskı ya da artistik görsel efektler
kullanılan mesajları iletir; Okuryazarlık, simgeleri şifreleyebilmek ve şifresini çözmek,
mesajları analiz ve sentezleyebilmektir; Medya Okuryazarlığı, medya aracılığıyla aktarılan
simgeleri kodlayabilme ve kod çözebilme, analiz ve sentez yapabilme ve dolaylı mesaj
üretebilmektir. Medya eğitimi, medyanın çalıştığı “uygulamalı” deneyimleri ve medya
ürünlerini kapsayan bir çalışmadır; Medya Okuryazarlığı Eğitimi ise, medya okuryazarlığı ile
ilişkili yetenekleri öğretmeye adanmış eğitsel bir alandır.
Ancak, okur-yazar olmak sadece basılı simgeleri algılamak ve bu simgeleri belirli
normlar çerçevesinde kâğıda dökebilmek değil; bir bağlam, kültür ya da toplum içerisindeki
değer yargılarını anlayıp uygulayabilmektir. Bu bağlamda Medya Okuryazarlığı, yazılı ve
yazılı olmayan farklı formatlardaki (televizyon, video, sinema, reklamlar, internet vs.) iletilere
erişim, onları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Center
for Media Literacy'nin (Medya Okuryazarlığı Merkezi) kurucusu ve Başkanı Elizabeth Thoman
Medya Okuryazarlığı kavramını, öğrencilerin yalnızca gördükleri medya ürününü okumalarını
değil, aynı zamanda onu yaratma sürecinde de etkin rol almalarını gerektiren bir hareket olarak
yorumlamaktadır.
Ana hatlarıyla Medya okuryazarlığı, medya metinlerine karşı bireyleri bilgiendirmek
amacını taşır. Bireyleri, medya metinlerinin olası zararlı etkilerine karşı daha dirençli olmalarını
sağlar.
233
Medya okuryazarlığı, bireyleri bilinçlendirerek medya kuruluşlarını daha dikkatli
olmaya davet eden bir eğitim programıdır. Bir eğitim programı olduğu için de öncelikle gençleri
ve çocukları medyanın olası zararlı etkilerinden korumayı hedefler. Bu program bireylere
eleştirel çözümleme olanağı sunar. Gerçek dünya ile medya aracılığıyla kurgulanmış dünya
arasındaki farka ışık tutar. Medyanın görünmeyen/gösterilmeyen yüzü hakkında toplumu bilgi
sahibi kılar. Bu şeffaflık ve açıklık medya-toplum ilişkisinin daha sağlıklı bir zeminde
işlemesine olanak sağlar. Aynı zamanda demokrasinin ve demokrasinin en önemli
kurumlarından biri olan medyanın da daha etkin bir biçimde işlemesine yardım eder.
Medya okuryazarlığı, medya kuruluşlarındaki kurum içi özdenetim olanaklarını arttırır;
mesleki olumsuzlukları teşhir ederek, iyiyle kötünün, doğruyla yanlışın ayrılmasına olanak
tanır.
Kısacası medya okuryazarlığı, toplumu denetler. Bu amaçla tüm dikkatini sosyal
yaşama yöneltmiş medyaya karşı, toplumun da onu denetlemesi ve dikkatini medyanın işleyiş
mekanizmasına yöneltmesini sağlar.
Medya Okuryazarlığı kavramının özellikle vatandaşlık eğitimindeki önemi yadsınamaz.
Bu doğrultuda Medya Okuryazarlığında öncelikli olarak hedeflenen, bireyleri medya
kullanırken de demokratik haklarının farkına varan yurttaşlar olarak geliştirmek, toplumsal
sorunlara duyarsız kalmamaları konusunda uyarmak ve medya karşısında onları daha donanımlı
kılmaktır.
Medya Okuryazarlığı kavramı sadece okur olarak adlandırabilen anlama, yorumlama,
eleştirme boyutunu değil aynı zamanda yazarlık olarak adlandırılabilen medya mesajları üretme
boyutunu da kapsamaktadır. Potter’e göre ise Medya Okuryazarlığı kavramı, medyaya maruz
kalma ve karşılaşılan mesajların anlamının yorumlanmasıdır (Potter, 2005: 23-24’den Akt.
Alagözlü, 2013:5)
Bu bilgiler ışığında Medya Okuryazarlığı kavramının bazı kavramlarla birlikte anıldığı
ya da iç içe olduğu görülmektedir. Aşağıdaki Tabloda verilen Medya Okuryazarlığı İlişki
Tablosu’nda bu kavramların neler olduğu ve birbirleriyle olan ilişkileri yer almaktadır.
234
Tablo 2: Medya Okuryazarlığı İlişki Tablosu (Mentor, 2008a’den Aktaran Apak,
2008:17).
Tablo 2’de Medya Okuryazarlığının hem aktif vatandaşlık eğitimi hem de eleştirel ve
yaratıcı becerileri geliştirme süreci arasındaki ilişki anlatılmaktadır. Bu tabloda Medya
Okuryazarlığı eğitimi ile ilgili en çok dikkati çeken ise, bu eğitimin sadece formal eğitim ile
değil informal eğitim yoluyla da sağlanması gerektiği, aile eğitiminin de bu açıdan önemli
olduğudur. Diğer bir deyişle Medya Okuryazarlığı eğitimi yaşam boyu süren bir eğitimdir.
Yine tablodan da anlaşıldığı gibi bireylere medya eğitimi sağlamak, eleştirel düşünme
becerisinin sağlanmasıyla kişinin kendine ait görüşleri özgürce seçebilmesi ve bu doğrultuda
sorun çözme becerisi kazanması açısından önemlidir. Ayrıca, okuryazarlık dendiğinde
anlaşılması gereken hem geleneksel (yazılı kaynaklar) hem görsel-işitsel (televizyon, radyo vs.)
hem de dijital medya okuryazarlığıdır.
Bu bağlamda, Medya okuryazarı; medyada yeniden kurgulanan iletileri ayırt edebilen
ve algılayabilen, onunla ilgili yorumlarda bulunabilmek için ayrı bir beceri, altyapı bilgisi ve
eğitsel organizasyon gerektiren bir eğitim sürecinin sonucu olarak medya yetkini, sıfatını hak
eden kişiyi betimleyen bir terim olarak algılanabilir (Taşkıran, 2007: 7).
11.2. Medya Okuryazarlığı’nın Önemi
Medya okuryazarlığının amacı günlük yaşantımızda farklı biçimlerde karşılaştığımız
medya mesajlarına karşı farkındalığı arttırmak ve medyanın inançlarını ve algılarını, popüler
235
kültürü biçimlendirişini ve kişisel seçimleri üzerindeki etkisini nasıl süzgeçten geçirdiğini fark
etmelerine yardımcı olmaktır. Onları bilginin üreticisi ve sağduyulu tüketicisi yapmak için
eleştirel düşünme ve yaratıcı sorun çözme becerileriyle donatmalıdır. Bu anlamda Medya
Okuryazarlığı eğitimi, dünyadaki her ülkede ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı açısından,
her vatandaşın sahip olduğu temel haklarının bir parçasıdır ve demokrasiyi kurmak ve
desteklemek için çok gereklidir. Bu doğrultuda iletişim uzmanları, kitle iletişim araçlarından
etkin bir biçimde yararlanabilme, bilinçli kullanım biçimleri geliştirebilme ve özellikle
televizyonun sorun yaratabilecek olası olumsuz etkilerinden korunabilmek için, ilk yaşlardan
itibaren bir eğitim sürecinin başlamasının önemini vurgulamaktadırlar. Ailede başlayacak olan
“Medya Okuryazarlığı süreci” okul eğitimiyle beraber mesajlara eleştirel gözle bakmayı, seçici
olmayı, kendi mesajını oluşturabilme becerisini ve alışkanlığını geliştirecektir. Dolayısıyla
bireyler araçları doğru kullanma biçimlerini günlük yaşama aktarmayı öğrenecektir.
Len Masterman ise Medya Okuryazarlığının önemini şöyle sıralamıştır (Akt.Thoman ve
Jols, 2005: 14-15):
1. Medyanın merkezi demokratik süreçlere etkisi küresel medya kültüründe
demokrasinin, yurttaşlardan beklediği iki yetenek vardır. Bunlar; eleştirel düşünebilen ve
kendini bilen bireyler olmalarıdır. Medya okuryazarlığı, gelecek zamanda yurttaşların siyasal
anlamda karar verebilen ve oy kullanan, halkın araştırma ve anlama yetisini geliştirecektir.
2. Medyanın toplumun doyum ve tüketim hızına etkisi bilgisayar oyunları, televizyon,
pop müzik, radyo, gazete, dergi, reklam panolarını göz önünde bulundurduğumuzda, bir gün
içinde çok fazla mesaja maruz kaldığımız söylenebilir. Medya Okuryazarlığı bu mesaj ve
simgelerin doğru olarak yorumlanmasını sağlar.
3. Medyanın tercihlerimizin, inançlarımızın ve davranışlarımızın biçimlenmesindeki
etkisi: Medya deneyimleri, tartışmasız olarak anlama ve yorumlama yeteneklerimizi geliştiren
önemli yollardan biridir. İnanç ve davranışlara bağımlılıklarımızı azaltan Medya Okuryazarlığı
eğitimi önemli bir yere sahiptir.
4. Bireysel iletişim ve bilginin öneminin artması: Çoklu ortam dünyasında gelişen
mesajlar, okullardaki öğrenmenin önüne geçmektedir.
5. Yaşam boyu öğrenme gereksinimleri ve toplumdaki bilginin önemi: Ülkenin üretim
çekirdeğini bilgi servisi ve bilgi işletim sistemi oluşturur. Buna karşı gelişen küresel medya
endüstrisi farklı bakış açılarını bağımsız olarak yansıtır. Medya eğitimi öğretmen ve
öğrencilerin bilgiye nasıl ulaşacaklarını gösteren ve farklı bakış açılarını yansıtan yönüyle de
çok büyük öneme sahiptir.
Görüldüğü gibi Masterman, Medya Okuryazarlığı eğitiminin önemini ortaya koyarken,
medyanın hem doğrudan hem de dolaylı etkilerini ayrıntılandırmaktadır. Tablo 3’te beş alanla
ilişkilendirilen Medya Okuryazarlığının amacı ve öncelikleri yer almaktadır.
236
Tablo 3: Medya Okuryazarlığının Organizasyonu (Mentor, 2008d’den Aktaran Apak,
2008:32).
Tablo 3’ten de anlaşıldığı gibi Medya Okuryazarlığının bir politikası olması ve
teknolojik yeniliklerin etkin olarak kullanılması gerekliliğinin yanı sıra, eğitimde araştırmaların
desteklenmesi, yaşam boyu eğitimin sağlanması ve öğretmen eğitimine öncelik verilmesi
sıklıkla vurgulanmaktadır. Özellikle “Eğitim” alanında, öğrenenden önce öğretmen
eğitiminden söz etmesi medya eğitimi öğretmenliğine de dikkat çekmektedir.
Dünyada her ne kadar bir Medya Okuryazarlığı hareketi oluşsa da, farklı Avrupa
ülkelerinde uygulanan Medya Okuryazarlığı eğitimi genelde eğitsel sistemdeki geleneklere
bağlıdır.
Avrupa ülkelerinde iki tür medya eğitimi yaklaşımı vardır. Bunlardan; Aristokratik
yaklaşıma göre; medya ve popüler kültüre karşı olumsuz bir tutum söz konusudur. Eğitsel
sistemin kurallarına ve geleneksel değerlerine dayanan 'alt' kültüre karşı 'yüksek' kültürü
savunmaktadır. Diğer yaklaşım olan demokratik yaklaşımda ise, çocukların kendi başlarına
medyayı kullanmaları, tercihleri ve bundan aldıkları zevk ön plandadır. Bu yaklaşım da popülist
bir biçime dönüşme olasılığını artırma riski taşımaktadır.
Kısaca özetlemek gerekirse; Medya Okuryazarı olmak:
Medyayı akıllı ve etkili bir biçimde kullanmaktır.
237
Medya endüstrilerinin siyasi görüşü, gelişmesi, ekonomik tabanı ve idari yapısı
konusunda bilgi sahibi olmaktır.
Farklı kaynaklardan gelen bilginin doğruluğunu değerlendirmektir.
Medyanın bireylerin ve toplumun inanç, tavır, davranışlar ve değerler üzerin-
deki etkisinin bilincinde olmaktır.
Demokratik bir biçimde değişik medya kanalları yoluyla etkili iletişim kur-
maktır (Özad, 2011: 89).
Medya Okuryazarlığı eğitimi, bireylere eleştirel düşünme, sorgulama, karar verebilme,
doğru seçimler yapabilme gibi beceriler kazandırması, aktif vatandaşlık bilinci yaratması ve
bireyin sosyal yaşamı içerisinde kendini ifade edebilmesi açısından oldukça büyük bir öneme
sahiptir. Bu gerekliliği yaratan kaygılar ise, popüler kültürün beraberinde getirdiği olumsuz
etkilerden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Medya Okuryazarlığı konusunda hem bireylerin hem
de eğitmenlerin, popüler kültürü “doğru” yer ve zamanda kullanma bilincini kazanması
gerekmektedir.
11.3. Medya Okuryazarlığı Ne Değildir?
W.James Potter’a göre, iki dünyada yaşıyoruz: Gerçek dünya ve Medya dünyası.
Medya okuryazarlığı ise, medya dünyasından uzak durmak değil, yeni mesaj formatları ve
yeni teknolojilerle sınırları belirsiz hale gelmiş ve birbiri arasına girmiş bu iki dünyayı
ayırabilmektir (http://www.iletisimvediplomasi.com/medya-okuryazarligi-prof-dr-zakir-
avsar/25.08.2017)
Medya Okuryazarlığının tanımı ve sınırları belli olsa da, kavram bazen alana yabancı
olan kişilerce yanlış algılanmakta ya da yorumlanmaktadır. Sorunlu yorumlar, Medya
Okuryazarlığına ait olmayan nitelikleri de, alan içine çekerek yanlış uygulamalara yol
açabilecek niteliktedir. Bu gerekçeyle Medya Okuryazarlığının ne olmadığını da ifade etmeye
gereksinim duyulmuştur.
Medya Okuryazarlığı eleştirel bir bakış açısıyla medyayı ve medya iletilerini
sorgulamayı içerse de, "medyaya saldırmak ya da bütün suçu medyaya atmak" değildir.
Çünkü, Eleştirel Medya Okuryazarlığı, tüm sözcüklerin, anlam üretimlerinin, anlatıların
ve temsillerin ardyöresine bakabilme bilinci ve toplumsal dönüşüm yetisidir (Binark ve Gencel
Bek, 2007: 11).
Medya iletisi üretmek, Medya Okuryazarlığının önemli bir bileşeni olmakla
birlikte tek başına Medya Okuryazarlığı değildir.
Televizyon, video ya da diğer medya materyallerini kullanarak öğretim yapmak,
Medya Okuryazarlığı değildir. Medyanın üretimi, tüketimi ya da çalışma prensipleri hakkında
da eleştirel bilinç sahibi olmak gerekir.
238
Medya Okuryazarlığı politik/ideolojik/önyargılı temsillere bakarak bir yanlış ya
da kötü arama çabası değildir. Bu yanlış ya da kötü durumları bize "normal" gösteren
mekanizmaları (hegemonya) deşifre etmeyi de hedefler.
Medya iletilerine tek bir bakış açısıyla bakmak Medya Okuryazarlığı değildir.
Çünkü Medya Okuryazarlığı medyayı çoklu bir bakış açısıyla incelemeyi hedefler.
Medya Okuryazarlığı, "televizyondan uzak kalmak" değil; televizyon ve diğer
medyanın iletilerini eleştirel bir yolla okumaktır.
Medya Okuryazarlığı, medya ile ilgili bilgilerin öğrencilere sınav amaçlı
aktarılması ve öğrencilerin bu bilgileri sınav için ezberlemesi de değildir. Medya yaşamın
içindedir. Medya Okuryazarlığının, öğrencinin yaşamına bakan ve onun yaşamıyla
bütünleşen bir yönü olmalıdır.
Medya Okuryazarlığı, "öğrencileri medyanın zararlarından korumak" değildir.
Önemli olan öğrencilerin kendi "bağışıklık sistemlerini" güçlendirmelerine yardımcı
olmaktır. Onların bilinçli bir tüketici ve aynı zamanda iletişim kanallarını kullanabilen bir
üretici olmaları esastır.
Kısaca;
• Medya Okuryazarlığı medyaya “saldırmak” demek değildir, ancak Medya
Okuryazarlığı çok sık olarak medya eleştirilerine yer verir.
• Medya Okuryazarlığı medya ile ilgili etkinlikler ve projeler üretmeyi içermesine karşın
Medya Okuryazarlığı sadece medya üretmek demek değildir.
• Sadece videolar, CD-ROM’lar veya medya içerikli materyalleri sınıfa getirmek Medya
Okuryazarlığı değildir.
• Medya okuryazarı olan bir kişinin aynı zamanda medya ve medya mesajlarının
yapısını ve kültürümüz üzerindeki etkilerini keşfetmesi gerekmektedir.
• Medya Okuryazarlığı basitçe politik gündemi, önyargıları ve yanlış açıklamaları takip
etmek değildir. Aynı zamanda bu olayları “normalmiş” gibi gösteren sistemin sorgulanması
demektir.
• Medya da verilen mesajlara sadece bir kişinin bakış açısından ya da deneyimlerinden
bakmak Medya Okuryazarlığı değildir. Çünkü medya farklı görüş açıları kullanılarak
incelenmelidir.
• Medya Okuryazarlığı “Sakın seyretme!” demek değildir. Medya Okuryazarlığı
“Dikkatlice seyret, eleştirel düşün!” demektir. (Thoman ve Jols, 2008: 34)
239
11.4. Medya Okuryazarlığının Kapsamı
Medya okuryazarlığı birbiriyle bağıntılı ve ardışık olarak erişim, çözümleme, değerlendirme ve
üretmeyi kapsamaktadır.
Erişim: Bilgiyi bulmak, bilgiye erişmektir. Medya içeriğini kullanmaktır. Medyaya
erişmek için belirli bir teknoloji kullanmak gerekmektedir. Bu kavram dijital bölünmüşlük
kavramı ile ilişkilidir. Bilgiye bilgi teknolojileri üzerinden erişenler ile erişemeyenler
arasındaki ayrımı ifade eder. Bu durumda öncelikle bilgiye erişecek bir araca gereksinim vardır.
Bunlar: Televizyon, radyo, gazete ve internet bağlantısı olan bir bilgisayar gibi araçlardır.
Bunlardan biri varsa, araç üzerinden erişilebilecek bilgiye erişip onu kullanmak, etkili bir
şekilde içerik araştırmak ve depolamak erişim kavramı içinde yer almaktadır. Kütüphane
kullanımı, bilgiyi sınırlandırma yollarını kullanma, video oynatıcıyı ileriye/geriye sardırabilme,
video cihazlarını istenen saatte otomatik kayıt için kurma, veri tabanlanını tanıma, internetin
yapısını bilme, internette yer alan video ya da müzik kütüphanelerini kullanma, internetten
video indirme, farklı arama motorlarını tanıma, arama motorlarına ait komutlar ya da ileri düzey
arama seçeneklerini kullanabilme, kitaplarda konu dizinini kullanma gibi.
Çözümleme: Medya metinlerini okumak, seyretmek, bağlamı anlamak, eleştirmek, yapı
çözümü yapmaktır. Bazen ‘inceleme’ yerine ‘tanıma’ da kullanılmaktadır. Çeşitli medya
formlarından gelen medya metinlerinin karakteristik özelliklerini tanıyarak, içerik, biçem ve
form olarak nasıl inşa edildiğini inceleyip, eleştirel bir perspektifle bakabilmektir. Medya
okuryazarlığı becerisi kazanabilmek için medya metinlerini incelemeyi öğrenmek ve eğitim
sonrasında da yaşam boyu medya tüketiminde bu inceleme yöntemlerini kullanmaktır.
Çözümlemede; gerçek-kurgu, neden-sonuç gibi zıtlıkları ve ayırt edici özellikleri belirleme
ve karşılaştırmalar yapılır. Bir mesajın arka planının ve amacının bilinmesi ve ona göre
tüketilmesi için; Bu metin ne için hazırlanmış? Bundan kim kazançlı çıkar? Bu medya mesajı
bana hangi görüşü veya ürünü satmaya çalışıyor? gibi bir dizi soruyla onun anlaşılması ve
tanınması sağlanır. Medya mesajlarının nasıl bir araya getirildiği ve mesajlardan
çıkartılabilecek farklı yorumlar ayrıntılarıyla incelenir.
Bu bağlamda, etkili medya analizi süreci aşağıdaki anahtar kavramlara dayanır (Scheibe
ve Rogow, 2008’den Akt.İnal, 2009: 37):
1. Tüm medya mesajları “inşa edilmiştir”.
2. Her iletişim aracının farklı nitelikleri,güçlü yönleri vardır ve inşa “dili” kendine
özgüdür.
3. Medya mesajları iliştirilmiş (embedded) değerleri ve bakış açılarını içerir.
4. İnsanlar medya mesajlarından kendi anlamlarını inşa etmek için bireysel beceri,
inanç ve deneyimlerini kullanırlar.
5. Medya ve medya mesajları inanç, tutum, değer, davranış ve demokratik süreci
etkileyebilir.
240
Değerlendirme: İncelenen medya mesajının en azından düşünsel düzeyde
değerlendirilmesi gerekmektedir. Elde edilen verilerin değerlendirilmesi ve önyargı
geliştirmeksizin, bir medya organının bir konudaki yaklaşımını tanıyıp, izleyen mesajlara
hazırlıklı olmak sağlanır. Örneğin, karakterlerin öyküye uygunluğunu saptama, kahramanların
ahlaki açıdan uygun davranıp davranmadıklarını belirleme, en iyi oyuncunun kim olduğunu
belirleme, haberin doğruluğunu saptama, reklamın sunduğu bilgilerin objektifliğini saptama,
ürünün reklamda söylenenleri yapıp yapmadığını belirleme, magazin programlarının gençler
üzerindeki etkisini ifade etme gibi.
Üretme: Profesyonel medyada üretilen profesyonel medya mesajlarına alternatif
olarak, öğrencilerin teknolojiyi kullanarak kendi medya mesajlarını üretmesi ve
yayınlamasıdır. Burada üretimden kastedilen; mesajın nerede, ne zaman, nasıl ve neden
hazırlandığına bakarak kurum üzerinden incelenmesidir. Kullanımla da mesajın kimin için
üretildiği, müşteri/tüketici olarak sınıflandırılmış insanlara göre nasıl şekillendirildiği
araştırılmaktadır. Bu bağlamda, resim çekme, ışık ayarlarını yapabilme, farklı resim çekim
modlarını uygun ortamda kullanma, web tasarımı becerisi, işitsel oluşturma yollarını
kullanma, işitsellerde ses tonu ve hız gibi unsurları kullanabilme, video kameraları kullanabilme,
kamera açısını etkin kullanma, kamera önünde konuşabilme, oyunculuk becerileri, çekilenleri
kurgulama, yazı bindirme gibi.
Bu bağlamda, Medya okuryazarlığı, medyanın mesajlarına karşı daha bilinçli olmayı
sağlar. Televizyon programları, filmler, görseller, metinler, sesler ve internet siteleri; bunların
hepsi medya mesajı taşır. Televizyondaki reklamdan, CD’deki müziğin sözüne, gazete
yazısından bir tişörtün üzerindeki slogana kadar türlü biçimde akan medya mesajları
karşısında bireylerin farkında ve uyanık olmasını sağlamak medya okuryazarlığının
amaçlarının başında gelir (Pekman, 2011: 40).
11.5. Medya Okuryazarlığı Beceri Alanları
Medyanın gönderdiği iletiler, aslında tüketici bireyler için bir "hammadde" olarak
nitelendirilebilir. Tıpkı bir heykeltıraşın önündeki taş ya da çamuru işlediği gibi, medya
tüketicisinin de kendisine sunulan ham medya iletisini işleyerek kullanması gerekir, Medya
iletisi aslında işlenerek üretilmiştir ancak okuyucunun üretilen bu yapıyı parçalara ayırarak
derin anlamları, duygusal unsurları, teşvik edilen değerleri ve estetik nitelikleri görmesi
gerekir. Bu nedenle medya metinleri, okur penceresinden bakınca, bir hammadde olarak
görülebilir. Tüketici ya da izleyici, bu ham malzemeyi işlerken bazı kavramsal
aygıtlara/enstrümanlara gereksinim duyar. Aslında bu kavramsal enstrümanlar, kişinin medya
iletilerini çözümlerken kullanacağı bilgi ve becerileridir. Potter, söz konusu beceri alanlarını
241
(1) bilişsel alan, (2) duygusal alan, (3) değerler alanı ve (4) estetik alan olarak ifade etmiştir.
Beceri alanlarında güçlü olan insanların, kuşkusuz medya iletileri üstünde daha büyük
bir kontrol gücü vardır. Medya okuryazarlık beceri düzeyi düşük olan insanlar ise verilen bir
iletinin derin anlamını yakalamadan yüzeysel anlama takılır; çoğu zaman bu yüzeysel anlamı
olduğu biçimiyle kabul ederler ve böylece bu kişilerin medya iletileri üzerinde bir kontrolü
olamaz; tam tersine medya iletilerinin bu kişiler üzerinde bir etkisi ve kontrolü vardır.
Açıkçası iyi bir medya okuryazarı olmanın bizlere sunduğu bir dizi seçenekler vardır. Bu
seçenekler bizim inançlarımızı ve davranışlarımızı kontrol etmemizi, dünyaya açılmamızı ve
güçlenmemizi sağlar, Eğer medya iletilerini okurken var olan becerilerimizdeki sınırlılık,
seçeneklerimizi daraltıyorsa; kendimizi dünyaya kapalı, soru sorma becerilerinden yoksun,
dayatma konular ve değerlerle yaşayacağımız bir medya dünyasının içinde buluruz...
Bilişsel alan becerileri, medya ile etkileşirken gerekli olan zihînsel beceri ve işlemleri
ifade eder. Duygusal Alan Bilişsel alan düşünce ve akıl yürütmeyi gerektirirken, duygusal
alan farklı duyguların yaşanma boyutudur. Duygusal alan, medya ile etkileşirken yaşanan
korku, heyecan, sevinç, üzüntü, panik, mutluluk, kaygı gibi duygularla ilgilidir. Estetik Alan
medya iletilerini sanatsal ve estetik bir bakış açısıyla okuyabilmeyi, bu açıdan güçlü ve zayıf
yönlerini görebilme yetisini ifade eden alandır.Değerler Alanı ise iletinin temelinde yatan
değerleri okuyabilme becerisi, bu alanla ilgilidir. Medyada sunulan iletilerde, açık ve örtük
biçimlerde sunulan değerler vardır. Çoğu zaman örtük biçimde sunulan bu değerleri
görebilmek için eleştirel ve bütüncül bir bakış açısına gereksinim duyulur, çünkü medyada
yer verilen değerler kendi açısından farklı bir dünya sunmaktadır. Medyada sunulan değerleri
okuyabilmek için, üst düzey ahlaki gelişim düzeyine ve medya okuryazarlık becerilerine
sahip olmak gerekir. Bu boyutta zayıf olan kişilere, sunulan değerler bulanık bir sudaki balık
gibidir, görünmezler. Ama kişi örtük olarak sunulan değerleri farkında olmadan alır. Bu
boyutta kişiler kendilerini geliştirdikçe, açık olarak sunulan değerleri görmeye başlarlar. Daha
ileriki düzeylerde ise kişi, iletinin derinlerinde yatan ve örtük yollarla sunulan değerleri
yakalamakla kalmaz; bunlara karşı kişisel bir duruş da sergilemeye başlar.
Sonuç olarak, Medya okuru bir insan; medyanın günlük konuları haberleştirirken
belirli konuları önplana çıkarma ölçütlerini bilir, medya mesajlarının anlamlarını kavrar ve
etkili bir şekilde yorumlama yapar, medya endüstrisine etki eden yasal, finansal konular ve
sahiplik yapısının bilincindedir, medya ile günlük ilişkileri doğrultusunda medyanın yaşam
tarzına, tutum ve değerlerine yapabileceği etkinin farkındadır, bireysel karar alımlarında
MEDYA OKURYAZARLIĞI
BECERİ ALANLARI
BİLİŞSEL ALAN
ESTETİK ALAN
DEĞERLER ALANI
DUYGUSAL ALAN
242
medyanın rolünün bilincindedir. Genel olarak medyayı okumak bilinçli medya tüketicisi
olarak, arkaplan bilgisi itibarıyla medya mesajlarına hazırlıklı olmak ve medyayı doğru
kullanmaktır. Medya okuryazarlığı eğitiminin de temel amacı medyayı okuma becerisi
kazandırmaktır.
Medya okuryazarlığında üretim aşamasını oluşturan ‘medyayı yazmak’ ise şu
kazanımları sağlar (Thoman ve Jols, 2008:40): Görsel, işitsel ve diğer iletişim araçlarının
çoklu kavrayışını içerir, öğrenmede aktif katılımı gerektirir, Öğrenmeden keyif almayı sağlar
ve motivasyonu arttırır, Alternatif temsiller için ortam yaratır, Başkalarıyla etkileşim ve
sınıfın ötesinde iletişim için çıkış noktası oluşturur, Özgüveni ve kendini ifade etme becerisini
pekiştirir, Teorik kavramların ‘gerçek dünyada’ uygulanması için ortam sunar.
11.6. Medya Okuryazarlığı Dersi Neden Gereklidir?
Medya Okuryazarlığı eğitimi, medyayı kendi yararı için kullanmayı öğrenmekle birlikte
medyanın zararlı etkilerinden de korunma becerileri geliştirmeyi amaçlar (Bilici, 2014, v).
Medya Okuryazarlığı Dersi Öğretim Programı oluşturmacı yaklaşımla hazırlanmıştır.
Bu yaklaşıma göre öğrenciler, uzak ya da yakın geçmişte, çevresinde gözlediği ve bilgiye
dönüştürdüğü veriler ya da eğitim kurumunda edindiği bilgilerle bu derste elde edeceği verileri
ve edineceği bilgileri birbiri ile ilişkilendirecektir. Böylelikle öğretmenin de rehberliğinde
kişiler yepyeni bazı beceri ve değerlere ulaşacaktır.
Medya Okuryazarlığı Dersinin amacı, medya karşısında etkiye en açık, en hassas grubu
oluşturan çocukların, kitle iletişim araçlarının yapısını, işleyişini öğrenmelerini, kurgulanmış
medya içeriğini bilinçli bir biçimde değerlendirmelerini ve eleştirel olarak izlemelerini
sağlamaktır.
Özetle, dersin amacı, öğrencilerin, medya ile ilgili doğru soruları sorup doğru yanıtları
bulabilmelerine yardım etmektir. Diğer bir anlatımla Medya Okuryazarlığı Dersi, medyayı
doğru okuyan, yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin sorunlarını bilen medya iletilerini akıl
süzgecinden geçirebilen bireyler yetiştirmeyi amaçlamaktadır.
Programda, genel amaç ve kazanımların yanı sıra bazı temel beceri ve değerlerin
verilmesi, öğrencilerin kazanımlar yoluyla bu beceri ve değerleri elde etmeleri hedeflenmiştir.
Programın genel amaçları şunlardır:
• Medyayı doğru okuyarak yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin sorunlarını bilen,
medyada gördüklerini aklın süzgecinden geçirecek bilinç kazanır.
• Gazete, radyo, televizyon, video, sinema, reklamlar, internet gibi ortamlardaki iletilere
ulaşarak bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği elde eder.
• Yazılı, görsel, işitsel medyaya yönelik eleştirel bakış açısı kazanır.
243
• İletilerin oluşturulmasına ve çözümlenmesine dönük olarak, yanıt bulmaktan soru
sorma sürecine doğru bir değişimi gündeme getirir.
• Bilinçli bir medya okuryazarı olur.
• Toplumsal yaşama daha etkin ve yapıcı bir biçimde katılır.
• Kamu ve özel yayıncılığın daha olumlu noktalara taşınması noktasında duyarlılık
oluşturulmasına katkı sağlar.
Program çerçevesinde çeşitli değer ve kazanımların öğrencilere aktarılması
amaçlanmakta ve bu amaçla çeşitli etkinliklerle ders zenginleştirilmektedir. Ders kapsamında
öğrencilere;
özel yaşamın gizliliğine saygı,
estetik duyarlılık,
dürüstlük,
sorumluluk,
etik kurallara bağlılık,
farklılıklara saygı duyma,
kültürel mirası yaşatmaya duyarlılık,
aile kurumuna önem verme,
bilimsellik,
dayanışma,
duyarlılık
gibi değerler kazandırılmaya çalışılmaktadır. Etkinlikler, öğrenci merkezli ve öğrenme
sürecinde öğrencinin etkin bir rol üstlenmesini sağlayacak biçimde düzenlenmiştir.
Örneğin, öğrencinin yalnızca kitap okuyarak ya da öğretmeni dinleyerek bilgi edinmesi
ya da beceri geliştirmesi yerine; sınıfta arkadaşlarıyla tartışarak, görüşlerini açıklayarak,
sorgulayarak, başka arkadaşlarına aktararak öğrenme sürecine etkin olarak katılması
amaçlanmıştır. Öğrencilerin birbirleriyle ve öğretmenlerle karşılıklı iletişime ve etkileşime
girmelerini, birbirlerine açık uçlu ve anlamlı sorular sormalarını, araştırma yapmalarını
sağlayıcı etkinliklere de yer verilmiştir.
244
Medya Okuryazarlığı Dersinin amacı yalnızca medyanın olumsuz etkilerinin bilişsel
olarak giderilmesi için beceri ve yetenek kazandırılması değildir; amaç giderek daha güçlü bir
biçimde medya tarafından belirlenen yaşam alanının korunmasıdır.
Jols ve Thoman’a göre, Medya Okuryazarlığı Eğitiminin 10 Yararı aşağıdaki gibidir
(2008:59):
1. Düşüncelerini sorumlu bir biçimde üretebilmek ve bilgiyi yönetebilmek için küresel medya
kültürünün güçlü araçlarını kullanan kişiler yetiştirerek, öğrencilerin akıllı bir medya
tüketicisi olma gereksinimini karşılar.
2. Dünya medyasını sınıfa getirip bunu “gerçek yaşamdaki” öğrenmeyle ilişkilendirerek
ve öğrencilerin medya kültürünü öğrenmesi için zengin bir ortam oluşturmada kullanarak
öğrencilerin merakını uyandırır.
3. Öğrenci ve öğretmenlere eleştirel düşünme için benzer bir yaklaşım ortamı
sağlar ve bu özümsendiği anda yaşamları için ikinci doğal bir ortam oluşturulmuş olur.
4. Bütün disiplinlere uygulanan genel bir sözcük hazinesi yaratarak, bütün konu
alanlarını içine alan bir ortam oluşmasına olanak sağlar.
5. Resmi programa uygunluk sağlarken, aynı zamanda öğrencilerin hoşlandığı yeni ve
güncel medya içeriğini kullanır.
6. Öğrencilerin geniş (ve gittikçe büyüyen) yazılı ve elektronik medya formunda —
hatta uluslararası alanda — iletişim kurma ve düşüncelerini açıklama yetenek ve yeterliliklerini
artırır.
7. Medya Okuryazarlığının “araştırma süreci” öğretim biçiminde değişim sağlar ve
öğretmenleri öğrencilerle birlikte öğrenme konusunda özgür bırakır — böylece öğretmen
“sahnedeki aktör” olmak yerine “kenarda duran bir rehber” konumuna gelir.
8. Öğrenciler içerik bilgisi yerine yöntem yeteneğine odaklanarak herhangi bir medya
aracında yer alan herhangi bir mesajı analiz edebilme ve medya tarafından ele geçirilmiş bir
dünyada yaşamlarını daha güçlü bir biçimde sürdürebilme yeteneğine sahip olurlar.
9. Uygulama için yinelenerek kullanılan modelleme yöntemiyle, Örneğin MOM’un
(Medya Okuryazarlığı Merkezi) Medya Okuryazarlığı Kiti Beş Anahtar Sorusu ile Medya
Okuryazarlığı “geçici bir heves” olmaktan uzak duracak, tam tersine zaman içerisinde kalıcı bir
hale dönüşecektir. Çünkü öğrenciler kendileri için geçerli bir ana yapısı olan, onlarla birlikte
okuldan okula, öğretmenden öğretmene ve sınıftan sınıfa geçebilecek bir alan oluşturacaklardır.
Zaman içerisindeki yinelemeler ve takviyelerle, öğrenciler yaşamlarını sürdürebilecekleri
küresel medya kültürüyle anlaşmalarını sağlayacak bir kontrol listesi oluşturabileceklerdir.
10. Çeşitli araçlar ve yöntemlerle, saygı duyulan bir konuşma yeteneğine sahip olma
konusunda teşvik eder ki, bu da toplumsal tartışmalara katılmak ve katkıda bulunmak için
245
gerekli olan karşılıklı anlayış ve vatandaşlık bilincini yerleştirecek ve böylece sadece birey
olarak öğrenciler değil aynı zamanda toplum da bundan yarar sağlayacaktır.
246
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Alvin Toffler’e göre, 21.yüzyılda okuryazar olmayan kişiler, okuma-yazmayı
bilmeyenler değil; öğrenmeyi bilmeyen, öğrendiklerini unutup yeniden öğrenmeyi
beceremeyen kişiler olacaktır.
Günümüzde, formal eğitim sisteminin dışında okul örgütü ile rakip olabilecek birçok
kurum vardır. Bu kurumların başında da medya gelmektedir. Bu nedenle, okul kurumu şimdiye
kadarki medyayı soyutlamış durumundan vaz geçmek zorundadır. Okulun kendini yeni
teknolojiye ve bilgi toplumuna uyarlaması gerekmektedir. Çocukların medya ile olan ilişkileri
tartışılmalı ve bunların pedagojik olarak desteklenmesi yönüne doğru gidilmelidir. Tüm bu
bilgiler ışığında, toplumsal olayları en çok etkileyen unsurlardan biri olan kitle iletişim
araçları/medya, değişen koşullar ölçüsünde eğitim programlarına eklenmelidir.
Medya okuryazarlığı konusundaki ilk sistematik tanımlamayı Finli araştırmacı Sirkka
Minkkinen 1978 yılında yapmıştır. Minkkinen”e göre Medya Okuryazarlığı, bilişsel, etik,
felsefi ve estetik konulardaki becerileri geliştirmeyi hedeflemektedir (İnceoğlu, 2016: 19).
Medyayı okuma, bir metni okumadan öte; anlama, sınıflandırma, ilişkilendirme,
değerlendirme, çözümleme, yorumlama gibi bir dizi eylemi içermektedir. Medyayı
okuyabilen bir öğrenci eleştirel okuma yapmaktadır. Medya Okuryazarlığında ‘okuma’ ile
kastedilen; medya mesajlarının yüzeysel anlamı ile birlikte derin anlamı, görünen amacı ile
birlikte arka plandaki (varsa) diğer amaçları (örneğin ticari çıkarları gerçekleştirmek)
görebilmek, kurgulanmış olan ile gerçek olanı görüp ayırt edebilmek gibi bir dizi çalışmayı
içerir.
Medya Okuryazarlığı sadece medyayı iyi okuma işi değil, iyi ile kötüyü ayırt edebilme
ve yazınsal stratejileri, olasılıkları ve bağlamı çözümleyebilmektir. Medyayı okumak;
kitleleri kontrol eden enformasyonu kontrol etmektir.
Medya okuru bir birey, medyanın kuralları ve adetlerini analiz edebilir, medyanın
kalıplaşmış yargılar, değerler ve ideolojisini eleştirel bir gözle okuyabilir.
Medya okuru birey; medyada temsil edilen toplumsal sınıf, toplumsal cinsiyet, yaş,
ırk.., gibi farklılıkları aktif olarak mesajlarda sorgulayabilir.
Medyanın illüzyon dünyasından sıyrılıp, kültürel değerler ve kişisel inanış sistemleri
ile illüzyonları ayırt etmeye ‘illüzyondan arınmak’ olarak Türkçeleştirilebilecek ‘disillusion’
kavramını üreten Galician’a göre, illüzyondan arınmak medya analizi ya da eleştirisi
kavramlarının yerine kullanılabilecek bir kavramdır. Medya illüzyonlarını inceleyip
değerlendirmek, herhangi bir formel eğitim almaksızın, kendi kendine yapılacak bir iş
değildir.
Düzenli bir Medya Okuryazarlığı eğitimi sonucunda medyayı okuma becerisi, bireyin
sosyal, kültürel ve mesleki yaşamında birçok kazanımlar sağlayacak, aynı zamanda bir kişisel
gelişim aracı olacaktır.
247
Sonuç olarak, Dünya’daki ve Türkiye’deki gelişmeler doğrultusunda bireylere Medya
Okuryazarlığı becerilerinin kazandırılmasıyla sağlanacak toplumsal yenilikler; bilgi
kaynaklarının ve medyanın özelliklerini tanıma, okuryazarlıklar ve Medya Okuryazarlığı
hakkında bilgilenme, yeni çalışma alanları oluşturma, varlığını kanıtlama, interneti etkin
kullanma, vatandaşlık bilincini geliştirme, ifade ve basın özgürlüğünü yerleştirme, arşiv,
kütüphane, müze, internet ve benzeri gibi bilgi ortamlarıyla sağlıklı iletişim kurma, medya
etiğini anlama, haber raporlamayı, görselin gücünü ve müziğin etkisini algılama, cinsiyet
eşitliğine ve kadın sorunlarına dikkat çekme, medya dillerini keşfetme, bilgi kirliliğinden
korunma, geleneksel medyadan yeni medyaya başarıyla geçiş sağlama, reklamların
yaratıcılığını kullanma, sağlık konusunda bilinçlenme, uluslararası iletişim akışını
gerçekleştirme ve medyada çalışma koşularının iyiliştirilmesine katkıda bulunma olarak
değerlendirilebilir (Önal, 2016: 267-282)
Taşkıran’ın da belirttiği gibi, ülkemizdeki Medya Okuryazarlığı eğitimine yönelik
çalışmalar çok yeni olmakla birlikte Avrupa ülklerinin elimizdeki bu uygulamalarından
esinlenilmeli, erken dönemde kamunun bu alanın sorunlarını her yönden sahiplenerek, özel
sektöre de medya üreticileri ve yapımcılarıyla, okullarla ve malzeme üretcileriyle işbirliğine
gitmeleri teşvik edilmelidir (2012: 420)
248
Uygulamalar
www.medyaokuryazarligi.gov.tr internet adresine giriniz.
249
Uygulama Soruları
Sayfadaki Medya Okuryazarlığı logosunu inceleyiniz.
Logoyla ilgili bilgileri okuyunuz ve değerlendiriniz.
Siz nasıl bir logo önerirdiniz? Açıklayınız.
250
Bölüm Soruları
1) “……………………………………………..” eğitimi, medya okuryazarı konumuna
erişebilmek için insanların izledikleri, anladıkları ve okuduklarıyla ilgili sorular sormaya teşvik
eden, soruşturma temelli bir eğitim modelidir.” tanımına uygun düşen kavram aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Medya Eğitimi
b) Medya Öğrenimi
c) Medya Okuryazarlığı
d) Medya Pedagojisi
e) Medya Dünyası
2) Aşağıdaki Medya Okuryazarlığına ilişkin temel ilkelerden hangisi yanlış ifade
edilmiştir?
a) Medya Okuryazarlığı Bir Kategori Değildir
b) Medya Okuryazarlığı Becerilerimizi Sürekli Geliştirmeliyiz
c) Medya Okuryazarlığı Tek Boyutludur
d) Temel Amaç Kişiye Kontrol Gücü Kazandırmaktır
e) Medya Okuryazarlığında Temel Amaç, Doğruluğu ve Objektifliği Tartışılmaz
Bilgilerin Arayışına Girmek Değildir.
3) Medya Okuryazarlığının kapsamında aşağıdaki kavramlardan hangisi yer almaz?
a) Erişim
b) Çözümleme
c) Değerlendirme
d) Türetme
e) Üretme
4) Aşağıdaki Beceri Alanlarından hangisi yanlış ifade edilmiştir?
a) Bilişsel Alan
b) Davranışsal Alan
251
c) Estetik Alan
d) Değerler Alanı
e) Duygusal Alan
5) Aşağıdaki Medya Okuryazarlığının ne olmadığına ilişkin ifadelerden hangisi
yanlıştır?
a) Medya okuryazarlığı eleştirel bir bakış açısıyla medyayı ve medya iletilerini
sorgulamayı içerse de, "medyaya saldırmak ya da bütün suçu medyaya atmak" değildir.
b) Medya iletisi üretmek, Medya Okuryazarlığının önemli bir bileşeni olmakla
birlikte tek başına Medya Okuryazarlığı değildir.
c) Televizyon, video ya da diğer medya materyallerini kullanarak öğretim yapmak,
Medya Okuryazarlığı değildir.
d) Medya Okuryazarlığı, "televizyondan uzak kalmak" değil; televizyon ve diğer
medyanın iletilerini eleştirel bir yolla okumaktır.
e) Medya okuryazarlığı politik/ideolojik/önyargılı temsillere bakarak bir yanlış ya
da kötü arama çabasıdır.
6) Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?
a) Tüm medya kurgulardan ibarettir.
b) Medya gerçekliği kurar, gerçeklik kurgular.
c) İzleyici medyada bağlamı tartışır
d) Medyanın ticari içermeleri vardır.
e) Medya ideolojik ve değersel mesajlar içerir.
7) Etkili medya analizi süreci aşağıdaki anahtar kavramlardan hangisinden söz
edilemez?
a)Tüm medya mesajları kurgudur.
b)Dil inşasında her bir medyanın farklı karakteristiği, güçlü yanları ve eşsiz bir dili
vardır.
c)Medya mesajları belirli amaçlar için üretilmiştir.
d)Medya ve medya mesajları; inanışları, tutumları, davranışları, değerleri ve demokratik
süreci etkilemez.
252
e) Tüm araçlar ve mesajlar gömülü değerler ve bakış açıları barındırır.
8) Medya Okuryazarlığı eğitimiyle kişilere kazandırılmak istenen temel beceriler
arasındaki aşağıdakilerden hangisi yanlış ifade edilmiştir?
a) Medya kapsamındaki bilgi kaynaklarını ve kanallarını özellikleriyle tanıma.
b) Medya üretiminin temelinde yatan düşüncelerin ve değerlerin nasıl analiz edileceğini
öğrenme.
c) Medyanın isimler, tarihler, tanımlar ve ortamlarla ifade edilebilen kurgusal olaylara
dayalı bilgiyi ne denli kapsadığını inceleme.
d) Medya kapsamında aşk, nefret, mutluluk ve kızgınlık gibi duyguların nasıl
aktarılması gerektiğini anlatma.
e) Materyal üretim aşamalarını öğrenerek, düşünceleri gerektiğinde medya ortamlarında
ifade etme.
Cevaplar: 1-c; 2-c; 3-d;4-b; 5-e; 6-c; 7-d; 8-c
253
12. İLETİŞİM DİL VE İDEOLOJİ
Bölüm Yazarı: PROF. DR. EMİNE YAVAŞGEL
254
12. İLETİŞİM DİL VE İDEOLOJİ
12. 1. İletişim Nedir?
12.1.1. İletişim kavramı
12.1.2. İletişimin Temel Amacı ve Önemi
12.1.3. Kişilerarası İletişimin Amaçları
12.1.3.1. Kişisel Buluş
12.1.3.2. Dış Dünyayı Keşfetmek
12.1.3.3. Anlamlı İlişkiler Geliştirmek
12.1.3.4. Tutum ve Davranışları Değiştirmek
12.1.4. İletişimin Toplumsallığı ve Anlamların Paylaşımı
12.1.5. Aşamalı Bir Süreç Olarak İletişim
12.1.6. İletişim Sınıflandırmaları
12.1.7. Sözsüz İletişim (Hareketin Abecesi)
12.1.7.1. Hareketin Abecesi
12.2. Dil-Düşünce İlişkisi
12.3. Dil, Söylem ve İdeoloji İlişkisi
255
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu bölüm iletişim olgusu üzerinde geçiş kavramsal açılımı içermektedir. Söz konusu
kavramsal çerçevesinden hareketle de dil, düşünce ve ideoloji bağlantısı üzerinde durulmuştur.
Açılımın temel sistematiği aşağıdaki gibidir:
İletişimin Kavramsal Açılımı,
Dil ve Düşünce İlişkisi,
Dil, Söylem ve İdeoloji Bağlantısı.
256
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) İletişimin temel amacı ve öneminden söz ediniz.
2) Kişilerarası iletişimin amaçlarını açıklayınız.
3) İletişimi niteliklerine göre ne şekilde sınıflandırmak mümkündür?
4) Sözsüz iletişimi açıklayan disiplinler hangileridir, açıklayınız.
5) Dil-düşünce arasındaki ilişkiyi irdeleyiniz.
6) İletişim, dil, söylem ve ideoloji bağlantısını çözümleyiniz.
257
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım
Kazanımın nasıl elde edileceği veya
geliştirileceği
İletişim kavramının
açıklanması, dil ve
kültür bağlantısının
açılımı
Toplumsal ilişkilerde
iletişimin rolü ve önemi
bağlamında alt yapı
kazanılacak
İletişim Bilimleri literature
çerçevesinde iletişim olgusu ile ilgili
tüm açılımlardan elde edilecek
analitik değerlendirmelerle ilgili
kazanımın edinilmesi ve pekitirilmesi
sağlanacaktır.
Dil ve düşünce
arasındaki ilişkinin
analizi
İletişim Felsefesinin bu
konuyla ilgili
tartışmalarından hareketle
bir senteze ulaşılacak
İletişim Felsefesinde yer edinmiş
önemli düşünrlerin görüşlerinden ve
yapıtlarından yararlanılacaktır.
Dil, Söylem ve İdeoloji
bağlantısı üzerine
analitik inceleme
Birbirinden ayrı
düşünülemeyecek
kavramlar olarak dil,
söylem ve ideoloji ilişkisi
çözümlenecek, dilin
kullanım biçimi olarak
söylemin ideolojilerin dile
getirilmesinde oynadığı rol
edinilecek
İletişim, dil ve ideoloji arasındaki
bağlantının çözümlenmesinde
İletişim Felsefesi ve Sosyolojisi ile
Dilbilim literatünden yararlanılarak,
konunun edinimini sağlayacak,
pekiştirilmesini güçlendirecek bir
senteze ulaşılacaktır.
258
Anahtar Kavramlar
İletişim;
İletişim, gönderici ve alıcı konumundaki iki insan ya da insan grubu arasında
gerçekleşen duygu, düşünce, davranış ve bilgi alışverişidir. Kişi, sosyal çevrede sağlıklı ve
mutlu bir yaşam sürmek için çevresindekilere iletişime geçer. Ayrıca ruhsal - bedensel
ihtiyaçları gidermek için iletişim oldukça gereklidir. Toplumsal kanun ve kuralları sağlıklı
işletebilmek için iletişim şarttır. Bu da gösteriyor ki iletişim, bir insanı yakın ve uzak çevresine
bağlayan halkadır.
Dil;
Dil, en basit tanımıyla bir bildirim aracıdır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde kullanılan
jestler, mimikler, el, kol, yüz ve vücut hareketleri de toplumdan topluma az çok değişen anlatım
ayrılıklarına rağmen, basit bildirim araçlarıdır.
Dil, insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle ya da
işaretlerle yaptıkları anlaşma ya da lisandır. Düşünce ve duyguları bildirmeye yarayan herhangi
bir anlatım aracıdır. Kısaca, insanın iletişim yeteneğidir.
Söylem;
Konuşan ya da yazan kişinin kullanılan, bir başlangıcı ve sonu bulunan, kendi içerisinde
bir tutarlılık ilkesine gore örgütlenmiş dildir. Söylemlerde kullanılan sözcüklerin anlamları
“neyi açıkladıkları”na ve “nerede açıklandıkları”na göre değişir. Bir diyalog süreci olarak
söylemin değişebilirliğinde, aynı kelime birbirleriyle zıtlaşan iki içeriği gösterebilir. Bir
fabrikanın çalışan kesiminin söylemiyle yöneticilerin söylemi, hastanedeki hastaların
söylemiyle doktorların söylemi çelişebilir. Fakat ne çalışan kesimin söylemi ne de yönetimin
söylemi, ne hastaların ne de doktorların söylemi hastanenin söylemini belirleyemez. Bu bütün
kurumsal yapılarda: üniversitede, okulda, hapishanede, ailede vs böyledir. Tekcil birimlerde
söyleme ilişkin dil pratiği, tek başına varolamaz ve tek başına ortaya çıkamaz. Söylemin ya da
söylemlerin bir diğeriyle ilişkisi veya diğer söylemlerce karşılıklı yeniden üretilmesi söz
konusudur. Bu türden ilişkiler, söylemin hem diyaloğa dayalı inşasına hem de söylemin kendi
kendisini inşasına katkıda bulunur.
259
Giriş
Sözcük olarak dilimizdeki kullanımı yeni, kavram olarak eski olan “iletişim” değişik
etkileşimleri, anlamları karşılamak için kullanılır. İleti alışverişi anlamında iletişim tüm canlılar
dünyasında gözlenir; ancak, yalnız insanlar arasında göstergeler aracılığıyla duygu, düşünce,
bilgi biriktirilip aktarılabilir. İletişim, insan yaşamının tüm etkinlikleriyle ilgilidir, bu nedenle
her zaman her yerde vardır. Toplumsaldır ve anlamların paylaşımıdır; temel amacı insanın
çevresi üzerinde etkili olma isteğidir ve değişik katmanlarda gerçekleşen bir etkinliktir.
Bütün canlı organizmaların yaşamsal gereklerini karşılayabilmek, işlevlerini yerine
getirebilmek için yararlandıkları iletişim dizgeleri (sistemleri) vardır. Hayvan türlerinde
gözlenen iletişim dizgeleri de çeşitli duyguları dile getirebilecek kadar yetkindir. Ancak bu
dizgelerin temeli içgüdüseldir, öğrenilmez; kalıtımsaldır, değişmez. İnsan iletişiminin temeli
konuşmadır. İnsan gösterge yaratabildiği için duygusal dilden önerme diline geçebilmiştir.
Böylece yalnız duygularını değil, bilgi ve yaşantılarını, yargılarıyla birlikte aktarabilmekte,
kısaca öğrenip, öğretebilmektedir. Ad koyma, değişkenlik ve genelleme (soyutlama)
göstergesel dil ve düşüncenin temel özellikleridir. İnsanın düşüncesinin ve bilincinin gelişmesi
ile dil becerisine sahip olması ve dili kullanmada yetkinleşmesi arasında doğrudan bir ilişki
vardır.
İnsanı insan yapan kültür, “dil” ile gelişir. Kültür kuşaktan kuşağa aktarılan bir birikim
olduğuna ve birey de kültürünü dil aracılığıyla öğrendiğine göre dil ile kültür arasında bir
etkileşim vardır. İletişimin gelişmesi düşüncenin gelişmesine, ikisinin birlikte gelişmesi ise
bilgi birikimini çoğaltıp hızlandırarak kültürün evrimine yol açar. İletişim olgusu sonuç
itibariyle kültürel bir olgudur. İç iletişimi yok saymamakla birlikte, bu olgudan söz edildiğinde,
öncelikli olarak insan insana iletişim akla gelir. Kuşkusuz burada üzerinde durmamız gereken
konu, başkalarının duygu ve düşüncelerini olduğu gibi anlayabilme duyarlılığı kazanmanın
iletişimde etkinliği sağlama açısından ne denli önemli olduğudur. Bu bağlamda dil ve ideoloji
bağlantısı üzerinde de durulacaktır.
260
12.1. İletişim Nedir?
"İlkin dili düzeltirim" demiş Konfiçyüs, "dil düzgün olmayınca, söylenen söylenmek
istenen değildir; söylenen söylenmek istenen olmayınca, yapılması gereken yapılmadan kalır;
yapılması gereken yapılmadan kalınca, törelerle sanatlar geriler; törelerle sanatlar gerileyince
de adalet yoldan çıkar; adalet yoldan çıkınca da halk çaresizlik içinde kalır.”
Konfiçyüs
12.1.1. İletişim kavramı
Yaşamak başlı başına iletişim ağını, iletişim etkinliklerini içeren bir olaydır. Var
olduğumuz anda çevreyle sürekli iletişim, etkileşim içine gireriz. Bilmeden çevremizi
etkilemeye, değiştirmeye, yine bilinçsizce etkilenmeye, çevremize uyarlanmaya başlarız. Bu
iki yönlü alışveriş ömür boyu sürer gider. Kişiliğimizi iletişim alışkanlıklarımızla, iletişim
çabalarımızla ortaya koyarız. Bildiklerimiz, duyduklarımız, yapabileceklerimiz iletişim
tavrımızla belirlenir. Kişilerarası ilişkilerin aracı da iletişimdir: Anlamak, öğrenmek, anlatmak,
başkalarına ulaşmak için iletişimi kullanırız. Birey iletişim sistemini; almak ya da göndermek,
bilgi biriktirmek, elindeki bilgiler üzerinde işlem yaparak hemen algılanmayan yeni sonuçlar
çıkarmak ve geçmişteki olayları yeniden kurgulamak, gelecekteki olayları öncelemek,
bedendeki fizyolojik süreçleri başlatmak ve değiştirmek, başkalarını ve dış olayları etkilemek
ve yönetmek için kullanır.
İletişim bireyin uzmanlaşmasını, başkalarından değişik, ayrı olmasını ve olgunlaşmasını
sağlar. Olgunlaşma süreci sırasında korunma, güvencesinin sağlanması için (daha sonra da
eğitilmesi için) çocuk başkalarına bağımlıyken iletişim sayesinde karşılılık, bağımlılık
olgusunun içinde bulacaktır kendisini. Erişkinliğe girerken kendi gibileri arasında bilgiyi
aramaya başlar ve yavaş yavaş özerkliğini kazanır. Bunu da iletişime borçludur. Kendimizle,
bir başkasıyla ya da başkalarıyla sürekli iletişim içinde olmanın dışında dinleyici, okuyucu ya
da izleyici olarak da iletişim ağının kapsamındayız.
Günümüzde artık milyonlarla iletişimi paylaşma, başka bir deyişle kitle iletişimi söz
konusudur. İnsanlık tarihiyle başlayan iletişim konuşma, yazma, basım ve elektronik kitle
iletişimi araçlarıyla en son etkinliğine ulaşmış, uydular aracılığında yeni hizmetler sunmaya
başlamıştır. Elektronik iletişim ağları içinde ses çözümlemelerinin yapıldığı bir dönemde
yaşıyoruz, bilgi bankalarıyla, evlerimize giren bilgisayarlarla iletişim kuruyoruz. Ancak yine
de iletişimi başarısız kılan fiziksel engellerin hızla ortadan kalkmasına karşın, ruhsal engellerin
süregittiğinden söz edilebilir. Gerçekten de bugün ilerleyen teknoloji, iletişimi önleyen ya da
güçleştiren fiziksel engelleri büyük bir hızla ortadan kaldırıyor, olanaksız sanılanları, düşleri
gerçekleştiriyorken; en yalın anlamdaki iletişimi, kişinin kişiyle iletişimini engelleyen
güçlüklerin yenilmesinde benzer başarıyı gösterememekte ne yazık ki.
Etkili iletişimin amacını “iletmek istediğimizi karışımızdakine amaçladığımız
biçimde iletebilmek, isteneni elde etmek ve beklenen tepkiyi uyandırmak” diye ele
aldığımızda, yaşam boyu sürdürdüğümüz iletişimimizde başarı düzeyimiz pek de yüksek
261
sayılamaz. Çoğu kez umarsızlık içinde, “Ne istediğimi anlatamadım; düşündüğümü
iletemedim ya da yanlış anlaşıldım” diyerek yakınırız. İletişim kurmanın güçlüğünü,
iletişim sürecini de açıklayan şu sözler çok güzel anlatmaktadır: “Söylediğini sandığını
anladığına inanıyorum; ancak duyduğunun benim demek istediğimin olmadığını
kavradığından kuşkuluyum”. Gerçekten de kendimizi karşımızdakine ya da karşımızdakilere
ne tam anlamıyla açıklayabiliyor, ne de tam anlamıyla anlaşılabiliyoruz. Kısacası etkili bir
iletişim içinde değiliz. Çok güçlü bir araç ya da bir yol olan iletişimi gereğince kullanamıyoruz.
İletişim çabalarımız da böylece yarı yarıya başarısızlığa uğruyor, engellerle karşılaşıyor.
İletişimde karşılaşılan engeller bir anlamda kişilerin duygusal özelliklerinden,
yetersizliklerinden bir anlamda da iletişim sürecinin yeterince bilinmemesinden
kaynaklanmaktadır.
İletişim sürecinin anlaşılması, başkalarını anlamakta kullanılabilecek bir yoldur.
Bilerek dinleyip ya da izleyip değerlendirmek, iletişim engelini kaldırabilecek önemli bir
etkendir. Çağdaş bilim ile teknoloji iletişimi, kişinin kişiyle karşılıklı iletişimini bile, bilimsel
bir dal yapmıştır. İletişim bir bilim dalı olarak önemsenir, bilinçli uygulanırsa, iletişimdeki
engeller biraz olsun ortadan kaldırılabilir; giderek de amaca, hedefe ulaşma, isteneni elde etme
becerisi kazanılabilir. İletişim becerisi başkalarını anlamada da kullanılabilir: Başkalarının
duygu ve düşüncelerini onlarla özdeşleşerek görme duyarlılığını kazanmak, kuşkusuz iletişim
etkinliğini sağlama açısından çok önemlidir.
Değişik kültürlerden gelen kişiler için iletişim kurma daha da güçleşir. Bireylere belirli
bir topluluğu algılama ve davranış biçimlerini, kültürel özdeşliği kazandıran kültür, iletişim
biçimlerinin bir toplamıdır. Toplumlar ile kültürler gerçekte iletişim aracılığında var olmuş
ve gelişebilmişlerdir; paylaşılan deneyimlerle, “alışkanlıklar dizisi” ile belirli bir konuma
oturmuşlardır. Paylaşılmayan deneyimler ya da alışkanlıklar ise özdeşleşmeyi sağlayamayacağı
için değişik kültür ya da topluluktan kişilerle etkili bir iletişime girme olasılığı da azalır. Kaldı
ki, bugün dünyadaki değişim hızı ve karmaşıklığı kişileri kendi toplumlarına ya da kültürlerine
bile “yabancı” kılabilecek ölçüttedir. Toplumlar artık kabileden sanayi toplumuna, kimileri de
sanayi sonrası topluma dönüşmüştür. Şimdilerde ise dünyadaki topluluklar bilgiyle ilişkilerine
göre değerlendirilmekte, “bilgi yoksulu, bilgi varsılı” topluluklar olarak ayrılmaktadır. Artık
bilgi üretiliyor, bilgi tüketiliyor, bilgi isteniyor; giderek daha çok üretilen bilgi de büyük
kitlelere, tüm dünyaya kitle iletişimi araçlarıyla sunuluyor.
Uluslararası büyük kurumların “paketlediği” ve teknolojinin yaydığı iletiler kitleleri
yönlendirebiliyor. Ancak, küremizi saran yeni iletişim ağlarının daha önceleri görülmemiş
boyutta ve seçenekte kültür ürünleri ve bilgi sunmaları kimi bilim adamlarını kaygılandırmakta.
Bilim adamları sanayi şirketlerinin, devletlerin yanı sıra bireyleri de tek tek etkileyen iletişim
ağlarına karşı “ileti tüketicilerinin" korunması gerekliliğini vurgulamaktalar. Oysa, kullanıma
göre güçlü bir yapıcı ya da yıkıcı bir araç olabilen iletişimi anlamak daha iyi iletişim kurmayı,
etkili bir kaynak ve bilinçli bir alıcı olmayı, tüm toplumsal olayları, değişimleri daha yetkin bir
biçimde değerlendirmeyi sağlayabilir.
262
12.1.2. İletişimin Temel Amacı ve Önemi
İletişim tüm insanların yaşamında vazgeçilmez bir unsurdur. Çünkü insanlar doğdukları
andan itibaren çevrelerindeki kişilerle sürekli olarak bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde iletişim
kurmaktadır. Kişiler konuşarak, susarak, bakarak, oturuş ve duruş biçimi ile diğer kişilere çeşitli
anlamlar aktarmaktadır. İnsanın toplumsal bir varlık özelliğine sahip olması, yaşamını devam
ettirebilmesi için diğer kişilerle iletişim kurmasını bir anlamda zorunlu kılmaktadır. İlk çağlarda
diğer kişilerle sesler, çığlıklar, hareketler, resimler vb. biçimlerde iletişim kurmaya çalışması,
günümüzde ise iletişim teknolojileri aracılığıyla bir tuşla, bir “tık”la dünyanın öbür ucundaki
kişilere ulaşarak iletişim kurması insan için iletişimin önemini ve gerekliliğini ortaya
koymaktadır.
“Herkes yeryüzünü bir sahne, kendisini de oyuncu olarak benimsemiştir. Herkes rolünü
oynamakta, karakterinin gerektirdiği replikleri konuşmakta, yapmacık da olsa birbirlerine
vermeleri gereken mesajları verip almaktadır. Dünya sahnesindeki oyun bir iletişim oyunudur.
Hiç kimsenin bu oyuna katılmama, oyundan kaçma hakkı ve ayrıcalığı yoktur. İnsan olan
herkes bu oyuna katılmak, rolünü oynamak, iletişim kurmak zorundadır.”(Gürüz vd. 2011:1)
İnsanın iletişim kurma özelliği ile günlük yaşamının her aşamasındadır. Her ortamda
diğer kişileri etkiler, onlardan etkilenir ve bu özelliğiyle biyolojik bir varlık olmaktan çıkarak,
toplumsal bir varlık olarak kendini gerçekleştirir. Bu anlamda toplum içinde yaşayan insan
kendisini daha iyi tanıyarak, çevresindeki kişilerle uyumlu ilişkiler gerçekleştirebilme ve
etkileşim kurabilme gereksinimi duyar. R. Williams “İnsanlar, başkalarıyla bir arada
olabilmek, onları anlayabilmek, kendilerini anlatabilmek ve etkileyebilmek diğer bir ifade ile
toplumsallaşabilmek amacıyla iletişim kurmaktadır” biçiminde insan için iletişimin amacını
ifade etmektedir. Bu bağlamda etkileşimin olduğu her yerde iletişim ve iletişimin olduğu her
yerde etkileşimin olduğunu söylemek mümkündür. Amerika’da gerçekleştirilen bir araştırmaya
göre, bir kişi günlük yaşamının % 70’ini konuşarak, dinleyerek, izleyerek ve yazarak yani
iletişimde bulunarak geçirmektedir. Bu araştırma sonucuna bağlı olarak da insanın duygu ve
düşüncelerini diğerlerine aktaramadığı sürece hayatta kalmasının oldukça güç olacağı ifade
edilebilir. Diğer bir ifade ile bir isteğini, bir düşüncesini, acısını/sevincini bir başka insana
aktarmak isteyen insanın iletişimde bulunma gereksinimi olduğu açıklanmaktadır.(Gürüz vd.
2011:2-3)
“İnsanın biyolojik bir varlık olmaktan çıkarak, yaşadığı toplumun bir üyesi olması,
başka deyişle toplumsallaşması, duygu, düşünce ve inançlarını çeşitli sembollerle iletmesi,
kendisi ve çevresiyle iletişimini gerektirmektedir.”(Oskay, 1982: 310) İletişimin olmadığı
toplumlarda ya da ortamlarda yaşamın dayanılmayacak derecede zorlaşacağını söylemek yanlış
olmayacaktır. İletişim yalnızca toplumsallaşmarun bir parçası değildir, kişinin farklı amaçlarını
da gerçekleştirmesini sağlamaktadır. Bir anlamda insanın varlığını sürdürmesi sürecinde
gelişmelere ve değişimlere bağlı olarak farklı amaçlarla iletişim kurması gerekmektedir.
263
12.1.3. Kişilerarası İletişimin Amaçları
12.1.3.1. Kişisel Buluş
İletişim sürecinin en önemli özelliği kişinin kendi hakkında daha fazla bilgi edinmesidir.
Kişinin kendini tanıma sürecinde kendini keşfetmesine kişisel buluş adı verilmektedir. İletişim,
kişinin kendi duyguları, düşünceleri, davranışları hakkında konuşma fırsatı sunmaktadır. Aynı
zamanda diğer kişiler iletişim sürecinde kendileri ile ilgili bilgileri aktarırken kişi kendisini
değerlendirmektedir. Kendi düşüncelerinin ve duygularının diğer kişilerinkinden farklı
yanlarını, benzerliklerini ortaya koyabilmektedir. Buna bağlı olarak kendisinden hoşlanmakta,
değişiklik yapmaya karar vermektedir, iletişim sürecinde kişi kendi korkularını, isteklerini
tanımakla birlikte, güçlü ve zayıf özelliklerini öğrenme fırsatına sahip olarak kendisi ile ilgili
bir imaj oluşturabilmektedir.
12.1.3.2. Dış Dünyayı Keşfetmek
İletişim süreci kişinin kendini daha iyi anlaması ve tanımasına fırsat sunduğu gibi kendi
çevresindeki dış dünyayı, dış dünyada yer alan nesneleri, olayları ve diğer insanları da tanımayı
ve onlara karşı bir anlayış geliştirmeyi sağlamaktadır. Örneğin, eğlence, spor, ekonomik
gelişmeler, sağlık, yeni ürün ve hizmetler vb. konularda hem kişilerarası iletişim yolu ile hem
de medya aracılığı ile bilgi edinmek, bu konulardaki gelişmeleri takip etmek mümkün
olmaktadır.
12.1.3.3. Anlamlı İlişkiler Geliştirmek
İletişim sürecinde bulunulan diğer kişilerle anlamlı ilişkiler geliştirmek mümkün
olabilmektedir. Diğer kişilerle iletişim kurmak hoşlanmak, aşık olmak, sevmek, destek olmak
gibi duyguların gelişmesine yol açmaktadır. Örneğin ebeveyn ile çocuk, okulda arkadaşlar
arasında, kardeşler arasında yakın ilişkilerin gelişmesi ve kurulan iletişimin anlamlı hale
gelmesi bu iletişimden zevk almayı beraberinde getirmektedir.
12.1.3.4. Tutum ve Davranışları Değiştirmek
İletişim sürecinde kişiler diğer kişileri doğrudan ya da dolaylı bir şekilde etkilemek için
oldukça çok fırsat elde etmektedir. Kişilerin duygu ve düşünceleri etkilenerek davranışlarında
değişimler gözlenebilir. Kişiler “benim düşüncem” şeklindeki ifadelerden “bizim düşüncemiz”
ya da “biz bundan hoşlanıyoruz” biçiminde değişimler yaşayabilmektedir. Çeşitli amaçlarla
başlayan her iletişim eyleminin sonucunda çeşitli etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu etkileri bilişsel,
duygusal ve psikomotor etkiler olarak ifade etmek mümkündür:
Bilişsel Etkiler
İletişim sürecinin sonunda entelektüel ve beyinle ilgili sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Bilgi edinilmesi ya da yeni bir bilgi kazanılması, bilgilere bilgi eklenmesi (bir şeyin nasıl
kullanılacağının öğrenilmesi, nasıl analiz edileceğinin öğrenilmesi, nasıl sentez yapılacağının
264
bilinmesi, nasıl değerlendirilebileceğinin öğrenilmesi) durumlarında bilişsel etkiler ortaya
çıkmaktadır.
Duygusal Etkiler
Duygusal etkiler, iletişim sürecinin sonunda katılımcıların duygusal, tutumsal ve
psikolojik olarak etkilenmesini ifade etmektedir. Örneğin, aşık olma, etkilenme, nefret etme,
düşmanlık duyma vb. durumlarda hissedilen duygular, bir duygusal etki göstergesidir. Bununla
birlikte, psikolojik etkilenme sonucunda tutumlarda, değerlerde ve inançlarda meydana gelen
değişimler de duygusal etkiler ile oluşmaktadır.
Psikomotor Etkiler
Psikomotor etki, iletişim süreci sonunda katılımcıların motor becerilerinde,
davranışlarında ve hareketlerinde meydana gelen etkilerdir. Psikomotor etkiler, piyano çalma,
resim yapma, kitap okuma, beden dilini çok iyi kullanma gibi motor becerilerde etkiler
meydana getirebilir. Bununla birlikte, sosyal davranış becerilerinin gelişmesinde (sosyal
ortamlarda nasıl davranılacağmı bilmek, nasıl ve ne hakkında konuşulması gerektiğini
öğrenmek gibi) etkiler yaratabilir. Aynı zamanda genel davranış adı verilen alış veriş yaparken
bilinçli olmak, televizyondaki reklamlardan edinilen bilgiler doğrultusunda seçim yapmak gibi
etkiler de meydana getirebilir. Bir iletişim sürecinde kaynağın niyet ettiği, istediği, hedeflediği
amaç doğrultusunda oluşturduğu mesajın alıcı tarafından aynı şekilde alınması ve planlanması,
beklenilen doğrultuda bir karşılık verilmesi etkili bir iletişimin açığa çıkmasını sağlamaktadır.
Bir mesajın etkili bir şekilde hedefe iletilmesinde aşağıdaki faktörler etkili olmaktadır:
Anlayış
Niyet edilen uyaranın içeriğinin doğru bir şekilde alınması ya da kabul edilmesidir.
İletişimde bulunan taraflar arasında anlayışın güçlenmesini sağlamak için açıklamada
bulunmak, özetleme yapmak, yazılı olarak iletmek vb. yöntemlerin kullanılması gerekmektedir.
Örneğin, örgütsel iletişimde, yöneticinin ilettiği bilgilerin çalışanlara doğru bir şekilde
iletilmesi ve istenilen ya da beklenilen anlayışın gelişmesi “bilgi boşluğunun” ortaya
çıkmamasına bağlıdır. Bu nedenle çalışanlara sözlü bildirilerin yanı sıra, yazılı metinler,
kitapçıkların da verilmesi gerekli olabilir.
Memnuniyet
Memnuniyet, iletişimin sonucunda ahcının tepkisinin olumlu olmasını ifade etmektedir.
Genellikle günlük iletişim durumlarında kişilerin temel iletişim mesajından daha çok, temel
mesajı bildirmeden önceki etkileşimleri önemlidir. Örneğin “merhaba nasılsınız?”, “hava ne
güzel” gibi iletişimi başlatan, iletişim kurulacak kişi ile pozitif ilişkiler geliştirilmesini
sağlamaktadır.
265
Tutumları Etkileme
İletişim sürecinin sonunda alıcının kaynağın aktardığı mesajların etkisi ile var olan ve
süregelen tutumlarında farklılaşmaların meydana gelmesi beklenmektedir. Örneğin, küçük grup
iletişiminde kişilerin birbirleri ile bir giyim firması ile ilgili fikirlerini paylaşması sonucunda
tutumlarda değişikliklerin olması, iletişimin sosyal etkiler yarattığını göstermektedir.
İlişkilerin Gelişmesi
İletişimin doğru zamanda, doğru kelimeler, doğru bir iletişim tarzı ile gerçekleştirilmesi
sonucunda kişiler arasında psikolojik olarak pozitif duygular hissedilmekte, güven duygusu
gelişmekte, böylece iletişimde etkililik sağlanmaktadır.
Bütün insanların her iletişim eyleminde bilgilenmek, bilgilendirmek, eğitmek, ikna
etmek, yönetmek, eğlenmek-eğlendirmek, vb. bir dizi nedeni ve amacı vardır. Bu amaçların
bir kısmı, karşılığını/ödülünü hemen elde etmek istediğimiz amaçlardır; bir kısmı uzun vadeli
beklentilere dayanır. Beklentilerin zamansal boyutu ne olursa olsun, bireylere göre amaçları
çok çeşitli olan iletişimin temel bir amacından söz edilebilir mi? Berlo’ya göre “amaçlı olarak
etkilemek, değiştirmek için iletişim kurarız”. Böylece, birey için iletişimin temel amacı,
kendisi ile çevre arasında başlangıçta kendisi yönünden olumsuz olan ilişkiyi
etkileyebilmek, yönlendirebilmek; eş deyişle, dış güçlerin hedefi olmak yerine, kendisini
güçlü kılabilmeyi sağlayabilmektir. Bu bağlamda iletişim, insanın çevresi ve kendi yaşamı
üzerinde etkin ve belirleyici olabilme çabasını yansıtır. Bireyin bu çabasının ardında
başkalarından hemen ya da sonraki bir zamanda kendi isteklerine uygun yanıtlar, tepkiler
alabilme beklentisi yatar. Bu beklentimizin bilincinde olup olmamamız ya da geçmişte
kurduğumuz iletişimlerdeki temel amacımızı anımsayıp anımsamamız önemli değildir. Yine
yöre özelinde yürütülecek projeler kapsamında; halktan beklenen "olumlu" tepkiler için, proje
yürütücülerinin kararlı, sabırlı, dirençli bir iletişim çabasının sürdürücüleri olmaları gerekir.
Hemen anlaşılmayı beklemek, ilgi ve katılımın, benimsemenin hemen sağlanabileceğini
düşünmek gerçekçi değildir. Bizim anlatmak istediklerimizin, karşımızdakilerin
"anlayabildikleri" ile sınırlı olduğunu, ve bu "anlayışın" genişlemesine, kökleşmesine bağlı
olarak gelişeceğini görmeliyiz. Kısaca, iletişimin kişi açısından amacı ne olursa olsun,
temeldeki amacı; çevre üzerinde etkin olmak, başkalarında düşünce, tutum ve davranış
oluşumuna ve değişikliklerine yol açmaktır.
12.1.4. İletişimin Toplumsallığı ve Anlamların Paylaşımı
İletişim toplumsal yaşamı anlamlı kılar, bu nedenle toplumsal yaşamın temelidir.
İletişim olmadan insan toplumu oluşamaz. Buna bağlı olarak tüm insan topluluklarını
birbirleriyle ilişkili iletişim ağları gibi düşünebiliriz. İnsan etkinliklerinin hepsi iletişimle
sürdürülür ve değiştirilir. İletişim toplum yaşamı içinde kurulan insan ilişkilerinde paylaşılan
ve geliştirilen anlamların aktarılmasını ve korunmasını sağlar. Yaşadığımız dünya her yönden
görsel, işitsel, dokunsal vb. değişik uyarıları aldığımız karmaşık bir dünyadır.
266
Bu açıdan değerlendirildiğinde düzensiz bir çevre içinde bulunduğumuz söylenebilir.
Biz bu çevreyi belli bir düzen içinde görüyorsak, onu yaşayacak denli iyi ve güzel ya da
bıktıracak kadar kötü ve sıkıcı olarak değerlendiriyorsak, bunu algıladığımız uyarıları anlamlı
iletilere dönüştürdüğümüz, daha doğrusu belli uyarıları anlamlı iletiler olarak algılamaya
koşullandığımız için yapabiliyoruz. Bu etkinliğimizde belirleyici etken toplumsal ve bireysel
yaşantılarımız oluyor. Bu nedenle, toplumsal çevremiz değiştikçe, deneyimlerimiz çoğaldıkça
ve yeni biçimler aldıkça çevremiz de daha fazla ve daha başka anlamlar kazanır. Bu bağlamda,
iletişim, insanın kendisini yönlendirmek ve değişen gereksinimlerini karşılamak için, çevreden
gelen uyarıları eleyerek, düzenleyerek etkin bir anlamlandırma ve bunu paylaşma çabasıdır.
12.1.5. Aşamalı Bir Süreç Olarak İletişim
Yukarıda değinildiği üzere sürekli bize uyarılar gönderen bir iletişim ağı içinde
yaşıyoruz. Bunlardan seçip algıladıklarımız düşünce, tutum ve davranışlarımıza kaynak
oluşturuyor. Ancak tüm iletişim biçimlerimiz özdeş değildir; bir kitap okuma ile sınıfta ders
dinleme, bir arkadaşla sohbet etme değişik iletişim türleridir.
İletişim etkinliğinin değişik katmanlarından söz etmek etkinliğin işleyişini kavrama
açısından önemlidir. İletişim;
1/ Kişinin içinden, kendi kendine,
2/ Başkalarıyla sözcüklerle/göstergelerle gerçekleşen,
3/ Her iki durumda da sözel ya da göstergesel iletilerin aktarımı yanında bireylerde içten
yol açtığı tüm psikolojik tepkilerle belirlenen katmanları vardır.
Böylece, iletişim, iletilerin içeriği ile birlikte içimizde oluşan bir dizi görünmeyen ve
işitilmeyen tepkiyi de kapsar. Kızgınlık, kırgınlık, yakınlık duyma durumu ya da kişiyi olumlu,
olumsuz değerlendirme bu türden tepkilere örnek verilebilir.
12.1.6. İletişim Sınıflandırmaları
İletişim değişik kişiler için değişik anlamlar çağrıştıran esnek bir kavram olduğundan
anlaşmaya varmakta güçlük çekilmekte, kavram karmaşası ortaya çıkmaktadır. Genel anlamda
iletişim, mektup alma ve gönderme, telefonlaşma vb. türde haberleşme, posta hizmetleri, ulaşım
ya da elektrik devresi, elektronik bağlantıdır.
Bugün iletişim teknolojidir, sanattır ya da gazeteciliktir; bir bilim dalının adı ya da
sıradan bir etkinliktir; amaçlı ya da doğal bir süreçtir; kitle iletişimi ya da kişilerarası ilişkidir.
Bir benzeri bulunamayacak türlülükte anlamlar yüklü iletişim sözcüğünün kapsamına iletişim
araçları da, iletişim kurma etkinliği de, odada söylenen bir söz de, uydu aracılığında gönderilen
bir ileti de girmektedir. Medya ya da başka bir deyişle gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon
gibi kitle iletişim araçları; bilgisayar, telefon, uydu gibi iletişim teknolojileri; konferans, konser,
tartışma gibi kişilerarası ya da gruplar arası iletişim; işaret, bakış, gözyaşı, gülümseme,
267
mimikler, giyinme alışkanlıkları gibi sözsüz iletişim; dahası da sessizlik bile iletişim
sözcüğünün anlamı içindedir.
İletişim nitelikleri bakımından birçok etkene göre aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:
Bir toplumsal ilişkiler sistemi olarak;
. Kişilerarası iletişim
. Grup iletişimi
. Örgüt iletişimi
. Toplumsal iletişim
Grup ilişkilerinin yapısına göre;
. Biçimsel olmayan/yatay iletişim
. Biçimsel/dikey iletişim
Kullanılan kanallara ve araçlara göre;
. Görsel iletişim
. İşitsel iletişim
. Görsel-işitsel iletişim
. Dokunmayla iletişim
. Uziletişim/Telekomünikasyon
. Kitle iletişimi ya da
. Doğal araçlarla iletişim
. Yapay araçlarla iletişim
Kullanılan kodlara göre;
. Sözlü iletişim
. Yazılı iletişim
. Sözsüz iletişim
Zaman ve uzam boyutlarında;
. Yüz yüze iletişim
268
. Uzaktan iletişim
olarak sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmada söz konusu olan iletişim türlerine öbür
bölümlerde yeri geldikçe değinilecektir.
12.1.7. Sözsüz İletişim (Hareketin Abecesi)
12.1.7.1. Hareketin Abecesi
İnsan yüzü çok ilginçtir, her mimiğin her jestin bir anlamı, bir mesajı vardır. Vücut
hareketleri ile insan yüzünün hareketleri birleşince çok ilginç sonuçlar ortaya çıkar.
Kinesics’in bir insana özel olarak öğretilemeyeceğinden söz edilir. Ancak Antropolog
Ray Birdwhistell bunun mümkün olabileceğini, bireyler arasındaki iletişimin
yönlendirilebileceğinden söz eder. Yani jestlerin ve mimiklerin belli kategorilere göre
sınıflandırılması ve Kinesics biliminin yardımıyla insanoğlunun her hareketinden bir anlam
çıkarmanın mümkün olabileceğinden söz eder.
Dr. Birdwhistell’e göre beden dilinde en önemli şey hareketin tek başına birşey ifade
etmediğidir, ancak hareketin, beden dili mesajını bulunulan ortamın durumuna bağlı olarak
değerlendirmek ve anlam vermek gerekir. Dr.Birdwisthell, beden hareketlerinin bir ortamda
herhangi bir anlama gelmeyebileceğini ifade ederken, diğer bir ortamada aynı hareketin birçok
anlama gelebileceğini belirtmiştir. Bir başka deyişle hareketleri ortama göre değerlendirmenin
gerekliliğini vurgulamıştır.
Northwest Üniversitesi Antropoloji profesörlerinden Dr. Edward Hall ise yaptığı
bilimsel çalışmalarda Proxemics adlı bir bilim dalı yaratmış ve bu bilim dalını şöyle
tanımlamıştır: Alan veya bölge kullanımı ile ilgili bütün teori ve gözlemleri kapsayan bilim
dalıdır.
Dr. Hall’ın gözlemlerine göre kişinin yer kullanımı diğerleriyle olan ilişkileri
doğrultusunda (yakın veya uzak) yönelebilmekte. Herkes kendine ait bir alanda hiçbir baskı
olmaksızın özgür olarak hareket etmek istemektedir. Dr.Hall bu istekleri (kişiye ait) Proxemics
Bilimi bağlamında gruplandırmıştır.
Dört ayrı alanda kişilerin en çok hareket ettiği bölgeler şunlardır:
1/ Samimi Mesafe
2/ Bireysel Mesafe
3/ Sosyal Mesafe
4/ Genel (Public) Mesafe
Beden dili ile ilgili çözümlemelerde aslında üzerinde özellikle durulması gereken iki
asal öge bulunmaktadır. Bunlar;
269
Anlama ve Anlatma’dır.
Aslında bu iki öge tüm dilsel çalışmalarda çözümleme ögeleri olarak
kullanılmaktadırlar. Kısaca hem sözel ( Sözlü ) ve hem de sözsüz diller için geçerlilikleri söz
konusudur.
İletişim biçimleri üzerine çalışmaların çok eskilere dayandığı bilinmektedir. Ancak,
daha çok kişilerarası ilişkileri geliştirmek amacıyla bu türden çalışmalar 1960'lı yıllardan bu
yana gerçekleştirilmektedir. Bu konuda araştırma yapan ve başyapıt niteliğinde yayınlarda
bulunan yazarlardan başlıcaları şunlardır:
Fast Julius ( 1970) - Body Language (Beden Dili), New York : M.Evans and
Company
Darwin ,C. - The Expression of Emotion in Man and Animals (İnsanlarda ve
Hayvanlarda Duyguların İfade Edilişi), Appleton-Century-Crofts , New York, 1872
Albert Mehrabian - Silent Messages, Wadsworth, Belmont,California 1871.
Birdwhistel, R.L., Kinesics and Context , Allen Lane, Londra, 1971
Albert Mehrabian’a göre, iletişimde;
% 55 Görünüm, Duruş,
% 38 Sesçil Düzen,
% 7 Dil, Sözcükler değer taşımaktadır.
Ortalama insanın bir gün içerisinde ortalama konuşması 10-11 dakika, 1 tümce 2,5
saniye, sözlü öge % 35'ten az, sözsüz öge ise % 65'ten fazladır. Sözlü iletişimde bilgi aktarımı
yapılır. Sözsüz iletişimde ise tavır, tutum aktarımı yapılır. Söz konusu bu aktarımlar
insanoğlunda cinslere göre farklılıklar gösterir. Kadın küçük ayrıntıları yakalar ve çözer. Bir
başka görevi de Ana veya Anne rolüdür. Çocukla sözcük kullanmadan iletişim kurar. Bunu
sesle, bedenle ve göğsüne bastırarak yapar. Sözlü olsun sözsüz olsun göstergeler aracılığıyla
iletişim kurarız. Genel anlamda iki tür göstergelerden yararlanırız.
A) Doğuştancı, Irsi ( Genetik ) Göstergeler,
B) Sonradan öğrenilen ekinsel (kültürel ) Göstergeler.
Örneğin, gülümseme ve suratı ekşitme gibi kimi yüz hareketleri doğuştancı
göstergelerdendirler. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu türden duygular aynı yüz
hareketleri ile verilirler.
270
Temel Davranışlar;
1) Mutluluk, gülümseme - yüz hatlarının gevşemesi,
2) Mutsuzluk -yüz hatlarının gerginleşmesi,
3) Kafa sallama -olumlama ve olumsuzlama.
Gülümseme olumlu veya olumsuzdur. Omuz silkmenin anlamı ise bilmiyor ve
reddetmedir. Sözsüz dil de aynı sözlü dil gibi kültürden kültüre farklılıklar gösterebilir.
Kültürel Göstergelere kimi örnekler vermek gerekirse;
HALKA İŞARETİ :
Amerika Birleşik Devletleri’nde okey
Fransa’da sıfır
Japonya’da para
Akdeniz Ülkelerinde eşcinsel
BAŞPARMAK KALDIRMA İŞARETİ :
İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda’da otostop,
İtalya ve Fransa’da ise sayma, tamam demek.
Beden dilini altı ayrı alanda incelemek gerekmektedir. Bu alanlar şunlardır:
1. Beden Duruşu / Duruş
2. Yüz İfadeleri veya Belirtileri / Anlatımı / Göz Teması
3. El , Kol , Baş devinimleri
4. Alan
5. Ses
6. Giysi Dili
271
12.2. Dil-Düşünce İlişkisi1
Dil insanın yaratılış hikayesiyle birlikte kendi varlığını kabul ettirmiş bir olgudur.
Yaratılış üzerine yapılan değerlendirmeler dinler, mitolojiler ve pozitivist bilim temelinde
farklılık gösterirken dilin kökeni ve konuşmanın ilk safhaları da tartışmalara konu olmuştur. İlk
tartışmalar felsefi alandadır. Dilin kökeninin varlığın kökeni kadar eski olduğu ifade edilir.
İnsanların ilk kez konuşmayı nasıl becerdikleri dil bilimcileri meşgul eden konular
arasındadır. Hatta bu meşguliyet, insanın yaratılışından önce sözün var olduğu fikrini ifade eden
din temelli yorumlara kadar gitmektedir. İlkel toplumlarda temeli atılan konuşma becerisi
nesneleri isimlendirirken doğa kaynaklı davranmıştır. Bu durum soyut düşünceden somut
etkileşime geçişi de sağlayan “konuşma”nın ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlamıştır.
Buradan hareketle ilkel topluluklar kendilerini temsil edebilecek bir isim ararken çoğunlukla
yedikleri bir hayvanı, bitkiyi ya da çevrelerinin doğal bir özelliğini kullanmışlardır.
Bu ve buna benzer pek çok adlandırma örneği göstermiştir ki insanoğlu isimlendirme
eylemini yaparken toplumsal süreçlerden ve yaşanmışlıklardan etkilenmişlerdir. Dilin kökeni
ile ilgili öne sürülen savları çoğaltmak mümkündür. Ancak bu durum dilin bilimsel temelden
uzaklaşması sorunu ile karşı karşıya kalınmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda dili bir bilim
dalı içerisinde ele almak ve bilimsel yollarla varlığını ifade etmek için öncelikle sınırlarını
belirlemek gerekir.
Dilin sınırlarını belirlemeye çalışan ve kökeninden ziyade, dilin işlevi ve özelliklerini
bilimsel olarak ele alan ilk isim Ferdinand de Saussure olmuştur. Dilin kökeni üzerine
insanoğlunun “ilk”, “başlangıç”, merakı devam ederken 20. Yüzyılda Ferdinand de Saussure,
dilin kökeninin çok önemli olmadığını, önemli olanın dilin eskilerin miras bıraktığı bir ürün
olduğunun kabul edilmesi gerektiği ve dilin bu şekilde alınıp değerlendirilmesinin önem arz
ettiğini ifade eder.
Böylelikle kendisi dilbilimi üzerinde çalışmalar yaparken dilin kökeni meselesinden
uzak durmuştur. Dil bir iletişim aracı olarak dilbilimciler için önemini korurken dilin, düşünce
ile olan bağlantısı da benzer şekilde bilim insanları tarafından incelenmeye değer görülmüştür.
Dil-düşünce ilişkisi insanların kendilerini dille ifade etmeye başladıktan sonra ortaya çıkan bir
birlikteliğin ürünüdür. Düşünce dilden habersiz, dil de düşünceden bağımsız olamaz. Bunlar
birbirine öncüllenmesi hep tartışmalı olmuş iki kavramdır. Düşüncenin dilin ortaya çıkış sebebi
olduğu ya da dilin düşünceye temel olduğu şeklinde farklı görüşler hep var olmuştur.
Ancak bu ilişki sebep sonuç ilişkisinden farklı bir ilişkidir. Gerçek olan dil-düşünce
ilişkisinin ayrılmaz bir bütün olduğudur. Bu bütün anlamın ve iletişimin kendisidir. Siyaset,
din, ideoloji, edebiyat, şiir… Bunların tamamı dil-düşünce birlikteliğinin ürünleridir. Bir diğer
ifadeyle düşünce dili dil de düşünceyi etkilemektedir. Örneğin düşünce ve dil üzerine yapılan
1 Bu bölümde Mayıs 2017’de The Academic Elegance’da yayımlanan G. Bayraktar Durgun ve H. Yaman’ın
“İdeoloji, Dil ve Sembol Bağlamında Medya ve Siyaset” makalesinden yararlanılmıştır.
272
bir çalışmada, insana ait bir süreç olarak nitelenen düşünce “sessiz bir konuşma” olarak ifade
edilmiş ve düşünce bir davranış olarak ele alınmıştır.
Sessiz konuşmanın yani düşüncenin, karşılıklılık ilişkisi içerisinde anlam kazanması
için dil gereklidir. Descartes “düşünüyorum o halde varım” derken bu ifade dil ve düşünce
birlikteliği içerisinde eksik kalmaktadır. Bunun yanına konuşuyorum öyleyse varımı da
eklemek aynı karşılıklılık ilişkisi içerisinde doğru olacaktır. Aksi takdirde sadece düşünmek
iletişimin gerçekleşmesi noktasında tek başına varlık sebebi yaratmayacak bir eylemdir. Bir
yerde soyuttan somuta geçişin anahtarı bu noktada konuşma eylemi ile olur. Ancak dil ve
düşünce birlikteliği sadece soyutu somuta dönüştürme eylemi değildir. Dil bazen bizzat soyutu
oluşturan unsur olarak da rol üstlenmektedir. Kelimeler hem karşıdaki ile iletişimi ve anlaşmayı
sağlamakta hem de karşıdakini düşünceye sevk eden araçlar olmaktadır. Etkileyici bir söz ya
da bir şiir dinleyicileri düşünmeye sevk ederken bu durum duygunun kelimeler tarafından
yerinden edilmesi, harekete geçirilmesidir. Örneğin istiklal marşı okunurken kitleleri harekete
geçiren güç, kelimelerin, dilin ve bunlarla beraber ortaya çıkan duygunun birlikte yarattığı
güçtür. Kitleleri savaş meydanlarında harekete geçiren etken dilin duygu birlikteliği ile yarattığı
etkidir. Mevlana’yı Mevlana yapan, duygu ve düşünce yüklü dildir.
Dil insan için vardır, insan dışında hiçbir canlı dilin düşünce ile olan birlikteliğini
sağlayamaz. En azından insanın algılayabildiği sınırlar içerisinde bu böyledir. Dil ve düşünce
birlikteliği her alanda insanlar üzerinden farkındalık yaratmaktadır. Duyguların anlatımında,
aşk ve sevgi sözcüklerinde, siyasette; her alanda bahis konusu olan ifadeler düşünce düzeyinde
belirirken, dil ile hitap neticesinde hayat bulmaktadır. Ancak şunu ifade etmek gerekir ki hitap
birbirine bağlantılı düşüncelerin belirmesinin de nedeni olabilir.
Bu noktada Wilhelm Von Humbolt ‘dil düşünceyi yaratır, dil yapıcıdır, aynı zamanda
dil bilinmeyeni keşfeden bir araçtır’ der. Humbolt’a göre öncül olan dildir, ona göre şairlerin,
siyasetçilerin yaptığı gibi düşüncenin, ideolojinin kitlelere geçirilmesinde dil öncüldür.
Düşünce ne kadar yoğun ve etkili bir düzeyde kitlelere geçirilebilirse şair o kadar şair, siyasetçi
de o kadar siyasetçi olur. Dil ve düşünce arasındaki ilişki üzerine çalışanlar arasında Vygotsky,
Piaget, Sapir, Whorf, Ferdinand de Saussure gibi isimler öne çıkar. Bu düşünürler özellikle dil-
biliş arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı hedeflemiştir.
Piaget’ye göre “dil ve düşünme önceleri birbirinden ayrı bir gelişme göstermiş,
böylelikle düşünce dili etkilemiştir.” Fakat gelişen süreçlerle birlikte etkinlik aynı düzeyde
karşılıklı bir hale gelmiştir. Piaget’e benzer bir şekilde aradaki ilişkiyi ortaya koyan
Vygotsky’de bu konuda “düşünme içsel bir konuşmadır, belirli yanları birbirinden bağımsız
ise de daha sonraları bunlar kesişmektedir” demektedir. Vygotsky’e göre dilin esas amacı
iletişimin sağlanmasıdır.
Sapir ve Whorf birlikte geliştirdikleri ve Sapir-Whorf hipotezi olarak adlandırılan
yaklaşımlarında dilin ve sözcüklerin insanın dünyayı algılamasında bir etkiye sahip olduklarını
söylemektedirler. Sapir-Whorf yaklaşımı olarak bilinen bu hipotez, zamanın ve mekanın iki
farklı dilde aynı olmadığı fikrini ortaya çıkarır ki, bu da Sapir-Whorf varsayımı olarak kabul
273
görmüş olan “Dilsel Görecelik Denencesi” (ya da dilbilimsel görelilik hipotezi) kavramına
denk gelmektedir.
Saussure’e göre ise dil ve düşünce birbirinden ayırt edilemez. Sausser dilin ortaya
çıkmasından önce hiçbir şeyin belirgin olmadığını ifade etmektedir. Bu bağlamda şunu
söylemek yanlış olmayacaktır. Kavramların dil sayesinde hayat bulmaması neticesinde düşünce
boş bir yığın kümesinden, bir heyuladan başka bir şey değildir. Dile bilimsel olarak yaklaşan
Saussure, dilin değerini ve işlevini ortaya çıkarmak için sistematik olarak yaklaşmak gerektiğini
ifade ederken düşüncenin dilin aracı olduğunu belirtmektedir. İnsanlar kendileri için önem arz
eden şeyleri kendi dillerinde yarattıkları farklı ifadeler ile daha önemli hale getirmektedir.
Kelimelerle birlikte kültürel ve toplumsal değerlere ve ideolojilere bağlı olarak ele alınan
söylem ise düşüncenin aktarımına pozitif bir katkı sunmaktadır.
Dilin düşünce ile birlikte var oluşu, birbirlerine öncüllenmesinin zorluğu, dilin
düşünceyi, düşüncenin de dili etkileyen yapısı iki olgunun değişik algıları oluşturabilmek adına
kullanıldığı gerçeğine temel teşkil etmektedir. Bu alanlardan biri siyasettir ve siyasetin en
yoğun olarak sergilendiği ve halka hitap ettiği en önemli mecra ise medyadır. Propaganda
dilinin kullanımı, ikna, rızanın oluşturulması, siyaset içerisinde sergilenen farklı dil-düşünce
ilişkileridir. Bu uygulamalar dilin ve düşüncenin birlikteliği temelinde ele alınan ve amaç olarak
kitleleri etkilemeyi başarabilmek arzusunun güdüldüğü uygulamalardır. Siyasetin yoğun olarak
sergilendiği ve siyasilerin halka hitap ettiği önemli alanların başında gelen medya, siyasilerin
vazgeçemediği bir sahnedir.
Medya sahnesi aynı zamanda bir siyasi mücadele alanıdır. Kullanılan siyaset dili ile
kitlelerin düşüncelerini değiştirebilmek, kitleleri belirli düşüncelere kanalize edebilmek bu
mücadelenin kazanımı olacaktır. Kullanılan dil içerisinde tercih edilen deyişler, şiirler, farklı
tonlamalar tamamen dil- düşünce birlikteliğini harekete geçirebilmek adınadır.
12.3. Dil, Söylem ve İdeoloji İlişkisi
Dil, söylem ve ideoloji birbirinden ayrı düşünülmeyen kavramlardır. Söylem
ideolojilerin dile getirilmesinde, aktarılmasında rol oynamaktadır. Yani ideolojilerin yeniden
üretilmesinde ve günlük hayatta ifade edilmelerinde etkindirler.
Söylem, dilin kullanım biçimidir. Dil ve söylem ilişkisi buradan kaynaklanmaktadır.
Ancak söylem, sadece dil ile sınırlandırılamamaktadır. Çünkü söylem karşılıklı iletişimin
tamamını içerir. Dil ise düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araç olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ancak bunun yanı sıra dil ideolojik bir olgudur. Yani dil ideolojik bir araçtır.
Toplumda yer alan bireylerin, hakim grupların çıkarlarını destekler şekilde düşünmesine neden
olacak biçimde kullanılmaktadır.
Dil, sistematik bir bütün, yapı olması bakımından yapısalcılık ile ilgilenen düşünürlerin
ilgi odağı olmuştur ve olmaktadır da. Dil, yapısal bir olgudur, ancak bireyler onu kendi
tercihlerine göre farklı şekillerde kullanabilmektedirler. Yani dil kullanıldığı yapı içerisinde
anlam kazanmaktadır. İdeoloji ve dil arasındaki ilişki de bu noktada daha çok görünür
274
kılınmaktadır. Dil, kullanıldığı durumların bütünü içinde anlam kazandığına göre, ideoloji de
bir olgu, olay ya da durum içinde, o durumun koşullarında oluşacaktır. Bu açıdan bakıldığında
ideolojinin de yapısal bir olgu olduğunu savunmak yerinde olacaktır.
Gerçekliğin üretilmesini sağlayan dildir. İdeoloji ise gerçekliği kodlama sistemidir. Bu
yüzden genel anlamda ideoloji, belli bir sınıfa ya da gruba ait olan bir olgu değildir. Ancak
grupların toplumsal olguları ve koşulları içinde ayrı ayrı gerçeklikler üreten bir olgudur. Bu
sebeple ideoloji de yapısal bir olgudur.
İdeoloji maddidir. Söylem de maddi olan toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin,
pratiklerin, özne ve nesnelerin yeniden üretilmesine katkıda bulunmaktadır. Dil, gerçekliğin
ortaya çıkmasına yarayan bir olgudur. Hakim ideoloji, medyayı kullanarak söylemler üretmeye
yaramaktadır. Aynı zamanda söylemler de ideolojinin üretilmesini sağlamaktadırlar.
Peki söylemin vücut bulmasına neden olan başlıca unsurlar nelerdir? İmgeler, söz
dizimi, tonlama, konular, tutarlılık, (ön)varsayımlar, metaforlar (eğretileme) ve
uslamlama, ilk olarak akla gelen unsurlardır. Konuyu daha da açacak olursak, sözcük ve
tümcelerin tonlama vurgusu, sayfa düzeni, genişliği ve yazı karakteri, renk, fotoğraflar veya
film gibi görsel yapılar, söyleme can veren noktalardır. Bu noktalar, özellikle medyada oldukça
kullanılmaktadır. Haberlerin aktarımı, ideoloji doğrultusunda hangi hususların üzerinde
durulacağı, hangisinin es geçileceği ya da daha küçük bir ölçekle hedef kitleye sunulacağı, bu
noktalardan yararlanılarak oluşturulur. Alıcının haberde en çok dikkat etmesi ya da göz ardı
etmesi istenilen hususlar, söylem yardımıyla belirgin ya da görünmez kılınmaktadır. Yani
ideolojileri alma, öğrenme ve şekillendirme aracıdır söylem. Söylemi oluşturma yolu da dilden
geçmektedir. Dil ideolojinin maddi bir biçimidir ve ideoloji tarafından kuşatılmıştır.
Bireyin ideolojilerle tanışması, yani fikirler elde etmesi, aileden başlamaktadır. Daha
sonraki aşamalarda da toplumsal grubumuzdaki diğer kişilerle ilişki içine girerek, kitaplardan,
gazetelerden okuyarak, reklamlardan, filmlerden, haberlerden vs. izleyerek elde etmekteyiz.
Toplumsallaşma süreci içinde, toplumsal birlikteliklerle, iletişimlerle ve etkilerle ideolojiler
yani fikirler bireylere aktarılmaktadır. Yani bir bakıma ideolojiler, fikirler öğrenilmektedir. İşte
tam da bu yüzden bilişsel bir olgudur ideoloji. İdeoloji aslında inançlar bütünüdür. Ancak
buradan ortak inançların belirli bir toplum ya da kültürde ideolojik olduğu sonucuna
varılmamalıdır. Bir düşüncenin ideoloji olabilmesi için mücadeleci bir durumun söz konusu
olması gerekmektedir. Yani karşıt görüş, muhalefet bir taraf, çıkar çatışması gibi durumların
mevcut olması gerekmektedir. Bu yüzden de ortak alan inançları salt olarak ideolojik değildir.
Bu açıdan bakıldığında, ideoloji yapısal bir olgudur. Söylem ve ideolojinin bağlantılı kavramlar
olduğunu daha önce anlatmıştık. Söylem de yapılar tarafından biçimlendirilmektedir. Aynı
zamanda söylem de yapıların yeniden üretilmesine ve dönüştürülmesine katkı sağlamaktadır.
Bu yapılar doğrudan doğruya söylemsel/ideolojik bir doğaya sahiptir. Sözcüklerin düzeni,
kodlar ve sözcükler ve söz-alma teamülleri gibi bunların öğeleri, ancak bunlar dolayımlanmış
bir biçim içermektedirler.
İdeolojinin toplumsal işlevinin, bir grubun ve grupların birbirileri arasındaki toplumsal
pratiklerini denetleme ve eşgüdümünü sağlama olduğunu daha önceleri belirtmiştik. Söylem de
275
tam bu noktada devreye girmektedir. Söylem bahsedilen toplumsal pratiklerin en önemlisidir.
Çünkü toplumsal pratikleri doğrudan açıklayabilen ve ideolojileri aktarabilen bir olgudur. Bu
yüzden söylem kuramı ideolojileri anlamak için çok önemlidir. Aynı zamanda da söylem
kuramını anlayabilmek için de ideolojileri ve toplumsal dönüşümleri anlamak gerekmektedir.
Kısacası ideoloji ve söylem arasındaki ilişki çift yönlü bir ilişkidir.
Söylem deyince akla gelen isimlerden birisi de Foucault’dur. Foucault söylem üzerine
düşünürken Marksizm ve ideoloji kavramlarından yararlanmıştır. Foucault’un çalışmalarında
da söylem ve ideoloji bir ilişki içerisindedir. Ancak ona göre ideoloji ve söylem arasında farklar
bulunmaktadır. Foucault, bilgi üzerine konuşurken aslında söylem hakkında da görüşlerini bize
aktarmış olmaktadır. Ona göre bilgi toplumsal, kuramsal ve söylemsel baskının bir bileşkesi
tarafından belirlenmektedir.
Foucault’un çalışmaları “iktidar” meselesi üzerine şekillenmektedir. Foucault Marksist
teorinin savunduğu, iktidarın ekonomi-politik ilişkilerin bir uzantısı olduğu ve devlet iktidarının
yegane iktidar olduğu fikrinden ayrılmaktadır. Ekonomik ilişkiler ona göre birincil sırada
değildir. Ona göre toplumsal yaşamda tek bir iktidar kaynağı bulunmamaktadır. İktidar ilişkileri
toplumun değişik alanlarında değişik biçimlerde bulunmaktadır. Bu noktada Foucault, iktidarı
devletin sınırlarının ötesine taşımış bulunmaktadır. Ona göre iktidar mekanizması dikey olarak
işlememektedir, iktidar toplum içinde dolaşmaktadır. İktidar ilişkileri
derecelendirilebilmektedir.
Söylemler güç ilişkileri alanında işleyen taktik öğeler ya da bloklardır; aynı strateji
içerisinde farklı hatta çelişik söylemler varolabilir; bunlar (söylemler) bir stratejiden, karşıt bir
diğer stratejiye biçimini değiştirmeden geçebilir.
İktidar baskıcıdır. Baskıcı olan iktidar aynı zamanda, baskısının sonucu olarak üretici
bir özelliğe sahip olmaktadır. Örneğin cinselliğin denetim altına alınma çabası, yeni cinsel
zevklerin, pratiklerin oluşmasına neden olmuştur. Bu durum da yeni cinsellik söylemlerinin
üretilmesine olanak sağlamaktadır.
Bu durumu, medyada şiddet konusu üzerine uyarlamaya çalışacak olursak; cinayetin,
şiddetin “kötü” olduğu, insan psikolojisini olumsuz etkilediği, toplumsallığın içinde yaşamanın
bir koşulu olarak şiddetin kontrol altına alınması gerektiği tezahürleri dile getirilirken, şiddet
başka bir alanda başka söylemler altında yeniden üretilmektedir. Medyada gösterilen şiddet
içerikli programlar, haberler vs. halkın şiddete karşı olan yaklaşımını, psikolojik durumunu
etkilemekte ve bu durum toplumsallığın içinde şiddet kültürünün yeniden üretilmesine neden
olmaktadır.
İktidarın baskıcılığı iktidar ile özne arasında uzlaşımı sağlamaya yarayacak kadardır.
İktidar baskısı, rıza mekanizması ile ilişki içerisindedir. İnsanlar, otokontrol mekanizması ile
denetim altına alınmaktadırlar. Toplum içinde insanlara nelerin yapılıp yapılmaması gerektiği
öğretilmektedir. Neyin “yanlış” olduğunu bilen insanlar, kendi özdenetimlerini ortaya koyarak
bir eylemi gerçekleştirmemektedirler. Ve dahası, bu eylemi kendi rızalarıyla
276
gerçekleştirmediklerini düşünmektedirler. İşte iktidar, ideoloji, oto-kontrol ve rıza
mekanizması ilişkisi bu şekilde karşımıza çıkmaktadır.
“Bireyler olarak zihinlerimiz eylemlerimizi kontrol etmektedir. Eğer karşımızdakinin
zihni, bilgisi ve kanaatleri etkilenebilirse onun eylemleri de etki ve kontrol altına alınabilir.
Ayrıca bireylerin zihinleri metin veya bireyler tarafından etkilenebiliyorsa, o zaman söylemin
dolaylı olarak da olsa insanların eylemlerini kontrol ettiğini belirtebiliriz. Bu nedenle ikna ve
manipülasyon günümüzün önemli konularından biri haline gelmiştir. Bu noktada eleştirel
söylem çözümlemesi, bu tür bir gücün nasıl istismar edilerek hakimiyet kurulduğu üzerinde
durmakta ve söylemler üzerinde kontrol kurularak, bireylerin inançlarını ve eylemlerinin
egemen çıkar grupları lehine nasıl çevrildiği konusuna odaklanmaktadır.” (Devran, 2010, 29)
Örneğin medya vasıtasıyla çeşitli sembollere, imgelere, söylemlere maruz kalmaktayız.
İlk bakışta hangi medya programını ne kadar takip ettiğimiz bizim tercihimizle, rızamızla
alakalıymış gibi gözükse de, biz bize sunulan seçenekler arasından tercih yapmak
durumundayız. Bu nokta da bizim rızamızı aşan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hiçbir
medya kanalını tercih etmediğimizi iddia etmek büyük bir yanılgı olacaktır. Çünkü medya tek
boyutlu bir olgu değildir. Günümüzde hayatın, toplumsal yaşamın her alanında medya kanalları
yerini almıştır. Sokaklardaki afişlerden, evimizdeki radyodan ya da televizyondan, alışveriş
yaptığımız markete kadar birçok alanda, birçok vasıtayla insanlara anlam aktarımı
yapılmaktadır. Çünkü günümüzde artık iktidar toplumsal hayatın her yerindedir. Ve ideolojik
söylemler tüketim nesnelerinde, nesneleştirilmiş olgularda, pratiklerde yer almaktadırlar. Bu
açıdan bakıldığında “tüketim toplumu” çalışmamızın seyri açısından büyük önem arz
etmektedir.
Sonuç olarak, ideolojiler dil ile inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın
devamlılığını sağlamaktadırlar. Bu yüzden, hegemonya ideoloji kavramıyla birlikte
değerlendirilmesi gereken bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. (Devran, 2010)
277
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bu bölümde ideoloji kuramları çerçevesinde özcü bir ideoloji kavrayışından kaçınarak
ideolojinin materyal çerçevesinin oluşturulmasında dil, göstergebilim ve söylemin getirdiği
olanaklar ve sorunlu yanları konu edilmektedir. Bu konu edilmenin amacı ise:
1. Dil ve ideoloji bağıntısını kurmak,
2. Dil/ anlam çerçeveli ideoloji kavramlaştırması ile siyaset arasındaki ilişkiyi
kavramaktır.
İdeolojinin özcü bir kavrayışla ele alınmaktan kaçınılarak maddi bir olgu olarak
değerlendirilmesi, ideoloji kuramlarının dil, anlam ve söylemle ilişkili kavrayışlar
geliştirmelerini gerektirmiştir. İdeoloji ve dil arasındaki bağıntı, dilin toplumsal mübadeleyi
sağlayan bir anlama edimi ve düşüncelerin bir yansıması olarak görüldüğü modern
kavrayışlarda, gerçeğin "yansıtılması" problemi çevresinden kurulmuştur.
İdeoloji, gerçekliği şifreleyen bir sistem olarak da değerlendirilmektedir. Gerçekliğin
toplumsal inşasındaki kurucu rolü ile de tasarlandığında ideoloji, anlamın ve simgelerin
karşılıklı etkileşimi (interplay) içinde konumlanmaktadır. Veron’un belirttiğince “bir ideoloji,
iletileri ortaya çıkaran anlamsal kurallar sistemi olarak tanımlanabilir.” İdeolojiyi bu şekilde
ele almak, onun, belirli başat grupların hegemonya koşullarını üretebilme ve yeniden
üretebilmeyi nasıl gerçekleştirdiğini açıklayan pejoratif kullanımından uzaklaşmak olarak
değerlendirmektedir.
278
Uygulamalar
Türkiye’nin önemli siyasi liderlerinden Süleyman Demirel’in Başbakanlığı
sırasında yaptığı, konuşmalarında sıklıkla kullandığı bir yöntem olarak halka moral verme ve
onurlandırma içerikli Meclis konuşmalarından bir örnek kesit:
“Milletin demokrasiye layık olmadığını iddia etmek gülünçtür, abestir. Milletin hür
iradesi genel oyla tecelli etmektedir. Son 20 senede yapılan 6 genel seçimde Türk milleti,
asırlardır demokrasiyi başarıyla yürütmüş milletlerin dahi hayranlığını cezbedecek bir
olgunluk göstermemiş midir? Bir takım çevrelerce zaman zaman hor görülen halk,
demokrasinin arızalanmasında ne kusur işlemiştir?”
Milletvekili ve senatör arkadaşlarım Anadolu’yu baştanbaşa köy köy gezmelidir. Türk
halkının, Türk köylüsünün ıstırap ve dertlerini bilmekle beraber bizzat görerek etraflı tespit
etmek mümkün olur. Bütün ıstıraplarına rağmen görülecektir ki Türk milleti bu ıstıraplar
altında ezikliğe ve bedbinliğe uğramamıştır. Millete hürmet etmeyeni millet kendisine mutlaka
hürmet ettirecektir.”
Kaynak.
Hasan KARABAKKAL,
Siyasal Liderlik ve Süleyman Demirel Örneği Analiz ve Değerlendirme Çalışması,
http://tusside.tubitak.gov.tr/sites/images/hk_-
siyasal_liderlik_ve_suleyman_demirel_ornegi-tr.pdf/17.07.2017
279
Uygulama Soruları
1. Süleyman Demirel’in Meclis konuşmasındaki söyleminde öne çıkan temaları
belirtiniz.
2. Demokrasinin halkın tecellisi olduğunu Süleyman Demirel hangi seçim yöntemi
ile dile getiriyor, açıklayınız.
280
Bölüm Soruları
1. “İletmek istediğimizi karışımızdakine amaçladığımız biçimde iletebilmek,
isteneni elde etmek ve beklenen tepkiyi uyandırmak” hangi tür iletişime girer?
a. Savunmacı İletişim
b. Etkili İletişim
c. Empatik İletişim
d. Sözel İletişim
e. Sosyal İletişim
2. “İnsanın biyolojik bir varlık olmaktan çıkarak, yaşadığı toplumun bir üyesi
olması, başka deyişle toplumsallaşması, duygu, düşünce ve inançlarını çeşitli sembollerle
iletmesi, kendisi ve çevresiyle iletişimini gerektirmektedir.”
Yukarıdaki görüş aşağıdaki düşürlerden hangisine aittir?
a. Ü. Oskay
b. Ü. Dökmen
c. Ç. Kağıtçıbaşı
d. D. Cüceloğlu
e. M. Zıllıoğlu
3. Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimin amaçları arasında yer almaz?
a. Kişisel Buluş
b. Dış Dünyayı Keşfetmek
c. Anlamlı İlişkiler Geliştirmek
d. Kamuoyunu Bilgilendirmek
e. Tutum ve Davranışları Değiştirmek
4. Kullanılan kanallara ve araçlara göre yapılan iletişim sınıflandırmasında
aşağıdakilerden hangisi yer almaz?
a. Görsel iletişim
b. Kitle iletişimi
281
c. Uziletişim
d. Yapay Araçlarla İletişim
e. Yazılı İletişim
5. Sözsüz iletişimin alt inceleme alanı olan Proxemics disiplini hangi bilim insanı
tarafından geliştirilmiştir?
a. Edward Hall
b. Max Weber
c. Harold Lasswell
d. Marshall McLuhan
e. Ray Birdwhistell
6. Ortalama bir insanın bir gün içerisinde ortalama konuşması kaç dakika
almaktadır?
a. 30-31 dakika
b. 25-26 dakika
c. 20-21 dakika
d. 15-16 dakika
e. 10-11 dakika
7. Proxemics Bilimi bağlamında kişilerin en çok hareket ettiği dört mesafeden söz
edilmektedir. Aşağıdakilerden hangisi bu mesafeler arasında yer almaz?
a. Sosyal Mesafe
b. Genel Mesafe
c. Kitlesel Mesafe
d. Bireysel Mesafe
e. Samimi Mesafe
282
8. “Sessiz konuşmanın yani düşüncenin, karşılıklılık ilişkisi içerisinde anlam
kazanması için dil gereklidir. ……………………. ‘düşünüyorum o halde varım derken’ bu ifade
dil ve düşünce birlikteliği içerisinde eksik kalmaktadır.”
Yukarıdaki paragrafta boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangi isim gelmelidir?
a. Spinoza
b. Descartes
c. Kant
d. Marx
e. Sartes
9. “Dil ve düşünme önceleri birbirinden ayrı bir gelişme göstermiş, böylelikle
düşünce dili etkilemiştir.”
Yukarıdaki görüş aşağıdaki bilim insanlarından hangisine aittir?
a. E. Sapir
b. J. Piaget
c. F. de Saussure
d. W. von Humbolt
e. L. S. Vygotsky
10. Dilin sınırlarını belirlemeye çalışan ve kökeninden ziyade, dilin işlevi ve
özelliklerini bilimsel olarak ele alan ilk isim aşağıdakilerden hangisidir?
a. W. von Humbolt
b. J. Piaget
c. L. S. Vygotsky
d. E. Sapir
e. F. de Saussure
Yanıtlar.
1) b, 2) a, 3) d, 4) e, 5) a, 6) e, 7) c, 8) b, 9) b, 10) e
283
13. İLETİŞİM VE ETİK
Bölüm Yazarı: PROF. DR. EMİNE YAVAŞGEL
284
13. İLETİŞİM VE ETİK
13.1. İletişim Etiği
13.2. Basında Etik Kavramı
13.2.1. Basında Meslek Etiğinin Önemi
13.2.2. Basın Özgürlüğü ve Basında Özdenetim Kuruluşları
13.2.2.1.Basın Özgürlüğü
13.2.2.2. Basında Özdenetim Kuruluşları
13.2.2.3. Gönüllü Kuruluşlar
13.2.2.4. Kanunla Kurulan Kuruluşlar
13.2.2.5. Ombudsman (Kamu Denetçisi- Vatandaş Koruyucusu)
13.2.3. Türkiye’deki Özdenetim Uygulamaları
13.2.4. Türkiye’de Mesleki Kuruluşlar
13.2.4.1. Cemiyetler
13.2.4.2. Sendikalar
13.2.4.3. Dernekler
13.2.4.4. Diğer Örgütlenmeler
13.2.4.5. Gazetecilikte Uluslararası Örgütlenmeler
13.2.5. Televizyon Haberciliğinde Etik
13.3. Halkla İlişkilerde Etik Tartışmaları
13.3.1. Halkla İlişkiler Mesleğinin Etik Kodları
13.3.2. Halkla İlişkilerde Etiksel Karar Verme Modelleri
13.3.2.1. Avukatlık Modeli
13.3.2.2. Sorumlu Savunma Modeli
13.3.2.3. Aydınlanmış Bencillik Modeli
13.3.2.4. İki Yönlü İletişim Modeli
285
13.3.2.5. Toplumsal Sorumluluk Modeli
13.4. Lobicilik Faaliyetlerinde Etik Kurallar
13.4.1. Lobicilikte Yasal Düzenlemeler
13.5. Reklamcılık ve Etik
13.5.1. Reklam Uygulamalarında Etik Sorunlar
13.5.2. Reklam Etiği ve Mevzuat
13.6. Sanal Uzayda Etik Kodları
13.6.1. Bilgisayar Etiği
13.6.2. E-Posta Etiği
13.6.3. İnternet Erişim Kuralları
13.6.4. Web Etiği
13.6.5. Bilişim Mesleği Ahlak İlkeleri
286
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Etik kavramı ile ahlak kavramı arasındaki farkları açıklayabilecek,
Genel anlamda iletişimde özel anlamda gazetecilik, halkla ilişkiler, lobicilik ve
reklamda etik kuralların tarihsel gelişimi hakkında bilgilenilecek,
Halkla ilişkilerde etiksek karar verme modellerini öğrenecek,
Lobicilik faaliyetlerinde geçerli olan etik kuralları ve düzenlemeleri
sorgulayabilecek
altyapıya, bilgi ve donanıma sahip olunacaktır.
287
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1) Etik teriminin kavramsal açılımını yapınız.
2) Gazetecilikte meslek etiğinden söz ediniz.
3) Halkla ilişkilerde etiksel uygulamaları açıklayınız.
4) Lobicilikte etiksel düzenlemeleri tartışınız.
5) Reklam ve etik arasındaki ilişkiyi irdeleyiniz.
288
Bu Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya
geliştirileceği
Etik ve iletişim etiğinin
kavramsal açılımı;
gazeteciliğin, halkla
ilişkilerin, lobiciliğin
ve reklamın etik
ilkeleri
Etik ve iletişim etiğinin
neyi ifade ettiği ve
gazetecilikte, halkla
ilişkilerde, lobicilikte ve
reklamda temel etik
ilklerinin neler olduğu
öğrenilecektir.
Gazeteceilik, halkla ilişkiler, lobicilik
ve reklam alanlarında etik ile ilgili
temel yapıtlar incelenerek iletişim
etiğinin içeriği ve amaçları
edindirilecek ve konuyla ilgili
bilgilerin ilgili literatür aracılığıyla
içselleştirilmesine çalışılacaktır.
289
Anahtar Kavramlar
Etik;
Etik kavramının öncelikle sözlük anlamını vermek gerekirse, kavramı töre bilimi ya da
ahlak bilimi olarak tanımlamak olasıdır. Aslında etik ahlakla ilgilidir, ahlakın temellerini
irdeler. Bir başka ifadeyle, bir ahlak felsefesidir. Ve bu anlamda da inceleme alanı, insanın
davranış ve eylemlerinin temelleridir.
Meslek Etiği:
Belirli bir meslekte, özellikle doğrudan doğruya insanla ilgili bir meslekte, uyulması
gereken davranış kurallarıdır. Bu kurallara dünyanın neresinde olunursa olunsun, bu mesleği
yapan herkesin uyması istenir
İletişim Etiği;
İletişimle ilgili mesleklerde çalışanların meslek etiğini anlatmaktadır. Bu çerçevede,
haber ajanslarında, gazetelerde, radyo ve televizyon kuruluşlarında ya da internet ortamında
habercilik işiyle uğraşanların yanında, söz konusu medyaların haber dışındaki içeriklerini
oluşturanların ve kendileri medya olmasalar da ürünleri medyada yer alan reklamcıların ve
halkla ilişkiler uzmanlarının meslek etiğini de kapsamaktadır.
Ayrıca;
İkna
Gazetecilik
Halkla İlişkiler
Reklam
Lobicilik
Faydacılık Felsefesi
Teleoloji
Deontoloji
Etik Düzenlemeler
Atina Yasası
Roma Bildirisi
Helsinki Bildirgesi
290
Giriş
Küresel gelişmelerin stratejik iletişim yönetimini daha gerekli hale getirdiği açıktır.
Ekonomi-politik işbirlikleri artık sosyal ve kültürel bağlantıları da gerekli görmektedir. Bu
nedenle, 21. Yüzyıl yeni dünya düzeninde gerek ulusal gerekse de uluslararası ilişkilerde
‘iletişim yönetimi’ çok daha önemli konuma gelmiştir. 1990’lı yılların başında Sovyetler
Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünya sisteminin çokkutuplu biçime dönüştüğü
görülmektedir. Gerçekten de bugün ülkeler salt sert (hard power) güçleri ile aktörel güç olma
olanağını yitirmiş durumdadırlar. Özellikle yeni medya ile birlikte ulaşılan yüksek iletişim
teknolojisi, ince güç (soft power) olarak adlandırılan sosyo-kültürel bağlantıları gerek ulusal
gerekse de uluslararası ilişkilerde çok daha etkili hale getirmiştir.
Bu perspektifte, ülkelerin ekonomik ve siyasal değerlerinin yanında kendi sosyal ve
kültürel değerlerini de çok daha iyi tanımak ve tanıtmakla ilgili sorumlulukları artmıştır. Bu
durum, bu yüzyılda iletişim faaliyetlerini çok daha önemli bir boyuta taşımaktadır. Dolayısıyla,
dünyada söz sahibi olmak isteyen ülkeler stratejik iletişim yönetiminde etkili olmak
durumundadırlar.
Bilindiği üzere, günümüzün açık toplum yapısı ikili ilişkilerde etiksel çerçeveyi ön
plana çekmiştir. Bu ünitede de temel olarak, bu gelişim düzeyini yakalayabilmek adına
gazetecilikte, halkla ilişkilerde, lobicilikte ve reklamda etik anlayış ve düzenlemelerle ilgili
bilgi tabanlı bir alt yapı aktarımı amaçlanmıştır.
291
13. İLETİŞİM VE ETİK
ETİK OLGUSUNUN KAVRAMSAL AÇILIMI
Etik kavramının öncelikle sözlük anlamını vermek gerekirse, kavramı töre bilimi ya da
ahlak bilimi olarak tanımlamak olasıdır. Aslında etik ahlakla ilgilidir, ahlakın temellerini
irdeler. Bir başka ifadeyle, bir ahlak felsefesidir. Ve bu anlamda da inceleme alanı, insanın
davranış ve eylemlerinin temelleridir.
Etik sözcüğünün kökeninde Yunanca’daki ethos sözcüğü vardır.(1) Ve sözcük iki farklı
anlamsal içeriğe sahiptir. “Yunanca’da εθος olarak yazılan ilk kullanımı alışkanlık, töre,
görenek anlamlarını taşır. Eylemlerini geçerli töreye uygun olarak eğitim yoluyla düzenlemeye
alışkın kişi, genel kabul gören “ahlak yasası” normlarını izlediği sürece etiğe göre
davranmaktadır. Ama dar anlamda ve asıl anlamıyla ηθος olarak yazılan etiğe göre eylemde
bulunan ve davranan kişi, aktarılan eylem kurallarını ve değer ölçülerini sorgulamadan
uygulamayıp; aksine, kavrayarak ve üzerinde düşünerek talep edilen iyiyi gerçekleştirmek için
onları alışkanlığa dönüştüren kişidir.”(Uzun, 2007:11)
Bugün etik, ağırlıklı olarak iş hayatı içerisindeki davranış biçimleri üzerinde çalışan bir
disiplin olarak görülmektedir. Ahlak ise, daha çok sosyal hayatla ilgilidir.(2) Sosyal hayat
içerisindeki ilişkileri düzenleyen bir yapıyı taşımaktadır. Bu nedenle, etik ilkelerle ilgilidir, belli
bir duruma ilişkin değerleri ifade eder. Ahlak ise davranışlarla ilgilidir, dolayısıyla ilkeleri
hayata geçirme tarzı olarak görülür.
Bir anlamda etik, neyin yapılması gerektiğini ifade eder. Etik ile hangi eylemin iyi
olduğu anlaşılmaktadır. Bu da ahlak fenomeni üzerine ayrıntılı düşünmeyi gerektirir,
dolayısıyla etik için ahlak felsefesi ifadesi de kullanılabilir.
Belli başlı normları ya da kuralları, aşağıda belirtileceği üzere ‘normatif etik’ belirler.
Eylemlerimizde iyi davranışlarda bulunabilmeyi sağlayacak kurallar da “uygulamalı (pratik)
etik” tarafından ortaya konulur.
Genel anlamda, insanlığın kabul ettiği, evrensel nitelikte etik değerleri sıralamak
gerekirse de öncelikle dürüst ve güvenilir olma, adaletli olma, insanlara saygı gösterme,
sorumluluk sahibi olma, empati kurabilme, paylaşımcı ve dayanışmacı olma, eşitlikçi anlayışa
sahip olma vb. sayılmalıdır.
Etik varoluşu ‘iyi’ kavramı çerçevesinde tasarımlayan, pratik varoluşun ‘iyi’ etrafında
düzenlenmesi ile ilgilenen felsefi bir boyuttur.(Badiou, 2004:17) Bu nedenle etiğin insan
merkezli olduğu söylenebilir. Bir başka ifadeyle, insanlararası ilişkilerin düzenlenmesi üzerine
akıl yürütmedir. Bu düzenleme sonuçta insanlararası ilişkilerde yönlendirici nitelik taşır.
Sözgelimi bugün eko-sistemdeki bozulmaların nedeni sorgulandığında, insanların etik
davranışlarına bağlı olarak ortaya çıktığından söz edilebilmektedir. Dolayısıyla etik disiplini(3)
sayesinde, bu tür durumlarda dahi sonuçta yine sorunun kaynağının insana dayandığı
anlaşılmaktadır.(Uzun, 2007:12)
292
Bu çerçeveden hareketle etiğin asıl amacı, insanın bir otoritenin etkisi altında kalmadan
ahlaki kararları kendi inisiyatifiyle almasıdır. Kendinden daha yetkin konumda bulunan kişilere
karar hakkını teslim etmeden hareket etmesi, etik davranışın çıkış noktasını
oluşturmaktadır.(Pieper, 1999:21)
Bu noktada, literatürde ‘betimleyici’ ve ‘normatif’ olarak geçen iki etik yöntemden söz
etmek gerekir. Betimleyici etik, sosyal davranışları, toplumda yaygın kabul gören değerler
açısından incelemektedir. Bu nedenle de, betimleyici yöntem toplumdaki herkes için aynı
derecede bağlayıcı nitelik taşıyan ahlak yasalarından hareket eder.
Normatif yöntem ise tanımlayıcı olup daha çok iletişimle ilgili sorunlara yöneliktir.
Betimlemeden çok ahlak çerçevesinde davranışları değerlendirme ölçütleri geliştirmeye
yönelir. Alanda iki normatif etik model en yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bunlardan biri
teleolojik (erekbilimsel), diğeri de deontolojik (ödevbilimsel) yöntemdir.(Uzun, 2007:14)
Teleoloji sonuçların incelenmesi bağlamında kullanılmaktadır. Yunanca ‘teleo’ (sonuç)
ve ‘logos’ (inceleme) sözcüklerinden türetilmiştir. Sosyal hayat içerisinde insan davranışını iyi
ya da kötü sonuçları açısından ele almaktadır. Burada amaç eylemin yararlılığını tespit etmektir.
Toplum içerisinde eylemin yaratacağı hoşnutluk etik davranış açısından belirleyici kabul
edilmektedir. Bu perspektifte etiksel yaklaşım sergileyen en tanınmış filozof John Stuart
Mill’dir.(4) 18. Yüzyıl düşünürlerinden Jeremy Bentham’dan etkilenerek ‘yararcı etik
anlayışı’nı geliştiren Mill’e göre doğru ya da yanlışı belirleyen şey sonuçlardır amaçlar
değildir. Dolayısıyla, doğru ya da yanlış olarak ifade edilecek şeyin etik değer taşıması için
toplumda yaratacağı fayda zemini esas alınır. Bu bağlamda, toplum için faydalı olan etiktir. Bu
nedenle etik açısından değer taşıyan bir eylemin toplumda yarattığı etki ya da sonuçtur.
Deontolojik etik yaklaşımı ise teleolojik yaklaşımın aksine amaçlardan hareket etmeyi
uygun görür. Bu nedenle eylemin etik değerinin sadece sonuçlar üzerinden çıkamayacağını
savunur. Bu yaklaşımın felsefesine göre, ortaya çıkan eylemin etik değeri salt sonuçları
üzerinden okunmamalıdır. Eylemin etik değerinin ‘dürüstlük, adalet, kişilere ve mülkiyete
saygı’ vb. ilkelere dönük bir altyapıya göre saptanmasını vurgular. Dolayısıyla, deontolojik
etik, ödev mantığı üzerinden hareket eder, eylemin sonucunda ortaya çıkan durumdan çok
başlangıç nedenleri ile ilgilenir.
Deontolojik yaklaşımda en önde gelen düşünür Immanuel Kant (1724-1804)’dır.2
Kant, ahlaklılığın en yüksek düzeyi olarak “iyi isteme” (guter wille) kavramından söz eder.
Düşünüre göre, “İyi isteme, etkilerinden ve başardıklarından değil, konan herhangi bir amaca
ulaşmaya uygunluğundan da değil, yalnızca isteme olarak, yani kendi başına iyidir.”(2002:9)
Ödevden dolayı ya da sorumluluk duygusu içinde iyilik yapma ahlaki ölçünün en yüksek değeri
olarak tanımlanır. Dolayısıyla, eylemin etiksel değerinin kişisel çıkarın ötesinde bulunduğu
2 İ. Kant, felsefede bilgi kuramını ortaya atmıştır. Alman felsefesinin kendinden sonraki dönemleri etkileyen
önemli bir düşünürdür. Hatta Alman felsefesinin kurucu isimleri arasında sayılmaktadır. Kant her zaman ‘bilgi’
üzerinden hareket etmiştir. Bu nedenle, bugüne kadar elde edilen bilginin yapı ve sınırları Kant’ın yapıtlarında en
fazla durduğu konuları oluşturmuştur.
293
belirtilir. Bu nedenle insanlararası ilişkilerde insanın yüksek ahlaki değerlerden duyduğu
sorumluluğun ön plana alınması gerekliliği savunulur.
Normatif etiğin bu iki yaklaşımını karşılaştırmalı değerlendirmek gerekirse, teleolojik
yaklaşım eylemde bulunmadan önce sonuçlarının dikkate alınmasını gerektirdiği için olumlu
bir insani yöne sahiptir. Ancak, sonuçlar itibariyle iyiyi ya da yararlıyı, dolayısıyla da mutluluğu
hesaplamaya hizmet edecek kriterler olmadığı için de zorlayıcı nitelik taşmaktadır. Deontolojik
yaklaşım ise insanın araçsallaştırmasını eleştirir. Ancak burada da, daha önceki yaşantılardan
elde edilen ilkelerin aynı şekilde, hiçbir değişime uğramadan takip edilmesi zorunluluğu
sorunlu tarafı oluşturmaktadır. Sonuçta, her eylemin kendi doğası, kendi bağlamı vardır. İşte
bu yapı göz önüne alınmadan, salt genel ahlaki ilkelerle davranışı etiksek açıdan ele almanın
bazen sorunları çözmek yerine daha da büyüttüğü görülmektedir.
Dolayısıyla, bugün alanda, eylemlerin etiksel boyutunu değerlendirirken ‘durum
temelli’ hareket edilmesi gerektiği konusunda bir tartışma yürütülmektedir. Kalkış noktası da
aynı kurallar dizisinin her eylem için geçerliliğinin sorunlu olabileceğidir. Her karar vermede
aynı genel kurallar işlevsel olamayabilir. Bu durumda, eylemin geçtiği bağlamın özel
altyapısının dikkate alınmasının en etik çerçeve yaratacağı düşünülmektedir. Bu nedenle,
durumsal etik teleoloji ile deontoloji arasında bir yerde durur. Ne koşulsuz kurallara uyumu
savunur, ne de etiği salt sonuçlara göre yorumlar. O nedenle, eylemin geçtiği bağlamı, durumsal
koşulları dikkate almanın en yüksek iyiyi sağlayabileceğini savunmaktadır.(Jensen, 1997:190)
Herhangi bir ahlaksal ilkenin tüm insani durumlar için geçerli olup olamayacağı
tartışması durumsallık boyutunu öne çıkarmaya hizmet etmiştir. Gerçekten de her durum ve
koşulda istisnasız geçerli olabilecek bir kural ya da kurallar dizisinden söz etmek çok güçtür.
Sosyal olaylar ve durumlar çok yönlüdür. Dolayısıyla böylesi ortamlarda insan davranışlarını
belirli kalıplarla yorumlamak sorun yaratabilmektedir. Sözgelimi, kutsal metinlerin ilk
buyruklarından “Öldürmemelisin”in bile, savunmadan kaynaklı bir eylemde geçerliliği
sorgulanabilmektedir. Öyle anlar, durumlar olur ki, oradaki insani eylemin yönerge ve
yönetmeliklerde yazan kurallardan farklı boyutu olabilir. Dolayısıyla, etiksel anlamda iyi olan
nedir arayışında ya da sorgulamasında önceden yazılmış kurallardan daha çok eylemin niyetini
dikkate alarak hareket etmek daha doğru sonuca götürebilecektir. Bu anlamda, etik davranışı
belirleyen ‘niyet’tir.(Leisinger, 2000:96) Bu nedenle, durum etiğinin önemi olay
incelemelerinin açıklanması söz konusu olduğunda ortaya çıkar.
Etik kavramına yönelik tartışmaların felsefi boyutu oldukça eski tarihlere
dayanmaktadır. Ancak iş ahlakı boyutuyla etik tartışmalara yeni başlandığı söylenebilir.
Aslında yine de antik Yunanda da zanaatkarın işini doğru şekilde nasıl yapması gerektiği
konusunda kimi yargıların oluşturulmuş olduğundan söz edilebilinir. Aynı zamanda bizim
kültürümüzde de, özellikle Osmanlı Döneminde ortaya çıkan ‘Ahilik’in temel görevi iş yapma
ahlakına ilişkin kurallar geliştirmek olmuştur. Bir başka perspektiften, Batı dünyasında da
kapitalizmin gelişmesi protestan etiğine bağlanmıştır. Özellikle Max Weber’e göre,(5)
protestan etiği çalışma ortamlarının etiğe dayalı gelişiminde başat rol oynamıştır.(Uzun,
2007:16) Dolayısıyla bu açılım, tarihsel perspektifte ‘doğru nedir’ arayışının yanında, ‘doğru
294
iş nasıl yapılır’ sorgulamasının da yapıldığını göstermektedir. Ancak yine de, meslek etiğinin
sistematik bir şekilde günümüz çalışma hayatında ele alınmaya başlandığı söylenebilir.
Benzer bir yaklaşımla, İoanna Kuçuradi(6) de meslek etiği tartışmalarının özellikle son
yirmi yılda tartışılmaya başlandığını vurgulamaktadır. Bu durumu hızlandıran gelişmenin ise
felsefedeki meta-etik tartışmaları olduğunu da belirtmektedir. Bir anlamda küresel ekonomiye
bağlı olarak bu gelişmeye kültürler arasılığını da aşan, kültürler ötesi ortak normlar ya da ilkeler
geliştirme çabaları olduğu da görülmektedir.(Kuçuradi 2000:22)
Bugün gelinen noktada ise, her mesleğin kendi etik kodlamasını yaptığından söz edilir
olmaya başlanmıştır. Farklı meslek gruplarının yaşadığı oldukça farklı mesleki sorunların bu
duruma yol açmakta olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle, artık birbirinden oldukça farklı
sektörlerin farklı etiksek yaklaşımlar geliştirmekte olduğu izlenmektedir. Buna karşın, çeşitli
etik kodlara yol açan bu gelişmenin en büyük handikapının ise etik bilgilerin kökeninde yer
alması gereken ortak yapılanmayı gözden kaçırmakta olduğu üzerinde de durulmaktadır. (Tepe
2000:123)
Eflatun (Platon) daha M.Ö. 300’lerde bir işin doğruluğunu görmek için sadece ustalığa
ya da uzmanlığa bakılamayacağını, aynı zamanda işi iyi bir sonuç yaratması adına yapmanın,
bir başka ifadeyle ‘iyi niyet’le yapılmasının büyük önem taşıdığını vurgulamıştır. Genel
anlamda, meslek etiğinin(7) mesleği icra ederken söz konusu olan ‘iyi’ye yöneldiği
bilinmektedir. Dolayısıyla, işin salt teknik kurallar silsilesi şeklinde tanımlanmasının dışına
çıkılmıştır. Ve iş artık, insanlar üzerindeki etkisi düşünülerek, ahlaki kurallar çerçevesinde icra
edilen etkinlik durumu olarak tanımlanmaktadır.(Uzun, 2007:17)
13.1. İletişim Etiği
İletişim etiği, iletişimle ilgili mesleklerde çalışanların meslek etiğini anlatmaktadır. Bu
çerçevede, haber ajanslarında, gazetelerde, radyo ve televizyon kuruluşlarında ya da internet
ortamında habercilik işiyle uğraşanların yanında, söz konusu medyaların haber dışındaki
içeriklerini oluşturanların ve kendileri medya olmasalar da ürünleri medyada yer alan
reklamcıların ve halkla ilişkiler uzmanlarının meslek etiğini de kapsamaktadır.(Uzun, 2007; 17)
Uzun’un da vurguladığı gibi, iletişim etiği sadece medya kuruluşlarının meslek etiğini
değil, aynı zamanda ürünleri bu medyada yer alan meslek gruplarının da etiklerini
kapsamaktadır. Reklam ajansları, yapım şirketleri gibi kuruluşlar ürünlerini kitlelere ulaştırmak
için bu medya araçlarını iletişim kanalı olarak kullanırlar ve bu yolla doğrudan topluma hitap
ederler. Bu sebeple onların da iletişim etiği kapsamında sorumlulukları bulunmaktadır. İletişim
etiğinin bu kapsayıcı yapısı, iletişimin zaman içerisinde ilerleyen teknolojiye bağlı olarak her
geçen gün daha da gelişen erişim yeteneği ve dolayısıyla toplum üzerindeki yoğun etkisi
nedeniyle, ortaya çıkan yeni iletişim kanallarını da içine alarak genişlemeye devam etmektedir.
Bu bağlamda Uzun, 1970’lerde kitle iletişim araçlarının büyümesi ve çeşitlenmesiyle iletişim
etiği konusundaki araştırmaların da hız kazandığını ifade ederek, bu çerçevede medya
sorumluluğu, medya performansı ve kamusal yarar sorunlarının, iletişim etiğinin merkezi
haline geldiğini belirtmektedir (2007).
295
Medya etiği başta gazeteciler, iletişim profesyonelleri, reklam müdürleri olmak üzere
medya çalışanlarının profesyonel etik kurallarını içerir. İşleri ve niyetleri ne kadar farklı ve
çeşitli olursa olsun, gazeteciler, radyo ve televizyon yapımcıları, reklam müdürleri ve iletişim
uzmanlarının en azından bir ortak noktası vardır. Bu kişiler her gün medya yoluyla geniş bir
topluluğa iletilerini yayarlar. Ancak medya ile ilgili ahlaki sorunlar yalnızca medya
çalışanlarına özgü değildir, aynı zamanda demokratik bir toplumdaki bütün vatandaşları
ilgilendirir. Etik sorunlar da yalnızca kaynağın perspektifinden ortaya çıkmazlar, aynı zamanda
alıcının yani medya tüketicisinin perspektifi de söz konusudur. Bu açıklama ışığında, reklam
ürünlerinin yer aldığı medya ve onun dinamiklerinin, reklam için de geçerli olacağı sonucuna
varılmaktadır.(Uzun, 2007)
13.2. Basında Etik Kavramı3
13.2.1. Basında Meslek Etiğinin Önemi
Dünyada ve ülkemizde siyasi otorite, basına bazı olanak ve ayrıcalıklar tanıdığı gibi ağır
ya da hafif cezai yaptırımlar da koyabilmektedir. Basın mensupları, bu olanak ve ayrıcalıkların
kalkmasını önlemek, cezai yaptırımların kalkmasını, en azından hafifletilmesini sağlamak,
okuyucuyu bazı yanlış haberlerden koruyabilmek, kendi aralarına karışan bazı kötü niyetli ve
dürüst olmayan gazetecileri disiplin altına almak amacıyla bir özdenetim mekanizması
düşünmüşlerdir. Gazeteciler, özdenetim sistemlerini kurarak, devletin basına karışmasını
önlemeyi, meslek ahlakını korumayı ve basına saygınlık kazandırmayı amaçlamışlardır.
Bu kurumların oluşmasında temel kaynak, 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından
kabul edilen "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" olmuştur. Bu beyannamelerde kişi
haklarına saygı, kamu düzeninin korunması esas alınmıştır. Daha sonraları UNESCO tarafından
basın ahlak ilkeleri yönünde yeni kurallar ortaya konmuştur. Avrupa'da, tüm kıtayı kapsayacak
biçimde, bir gazetecilik "etik"i oluşturulması çabasının üç önemli taşı, 1954 Bordeaux
Bildirgesi, 1971 Münih Bildirgesi ve 1993'te Avrupa Konseyi'nde hazırlanan aynı yöndeki
metindir.
Dünyada ilk Basın Ahlak Yasası, I. Pan Amerikan Basın Konferansı’nda kabul
edilmiştir. Gerek bu konferansta kabul edilen, gerekse UNESCO tarafından ortaya konan ilkeler
birbiriyle benzerlik taşır. Bu kurallardan bazıları; dürüstlük, objektiflik, haberlerin doğruluğunu
araştırmak, olayları kışkırtmamak, olayları gizlememek, düşünce özgürlüğünü savunmak, savaş
çığırtkanlığı yapmamak, uydurma ve abartılmış haber yayınlamamak, kişinin özel hayatına
saygı göstermek, özel yararlar sağlamamak gibi kurallardır. Kısaca aşağıdaki gibi basının
hakları olduğu gibi sorumlulukları ve uyması gereken bazı ahlaki kuralları da vardır.
Özgürlük ve Sorumluluk
3 Ünitenin ‘Basında Etik Kavramı’ bölümnde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Aralık 2013’de hazırlanan
‘Basında Meslek Etiği’ uzmanlık tezinden yararlanılmıştır.
296
Kamu Yararı
Basının Tarafsızlığı
Basının Kişilik Hakları ve Özel Yaşama Saygısı
Basının Dürüstlüğü
13.2.2. Basın Özgürlüğü ve Basında Özdenetim Kuruluşları
13.2.2.1.Basın Özgürlüğü
Demokratik sistem içerisinde medyanın görevini en iyi şekilde yapabilmesi için tek
teminatı basın özgürlüğüdür. Son yıllarda bu kavramın yerine iletişim özgürlüğü kavramı da
kullanılmaktadır. Basın özgürlüğü kavramı yazılı basını kapsadığı gibi görüntülü ve sözel
basını da kapsamaktadır.
Basın özgürlüğü düşünce açıklama özgürlüğü kapsamında düşünülmektedir. Düşünce
özgürlüğü bir düşüncenin açıklanması ve bu düşüncenin etrafında toplanmanın sağlanması
hakkını kapsar. Kişinin düşünme yetenek ve imkanlarının sınırlandırılması ve engellenmesi söz
konusu değildir.
Düşüncelerini açıklama özgürlüğü üç öğeden oluşur.
1. Bir açıklama bulunması,
Düşünceyi hukuk alanı içine sokan, onun açıklanmasıdır. Bir düşünce açıklanmamışsa,
bireylerin kafaları içinde saklanmışsa, bu düşünce psikoloji ya da ahlak biliminin konusu
olabilir; ama hukuk biliminin konusu dışındadır.
2. Açıklamanın düşünce niteliğinde olması,
Yapılan açıklamaların düşünce niteliğinde olabilmesi için, yapılan tüm bilgi ve düşünce
açıklamalarının, anlaşılabilir bir şekilde ve anlaşılabilir bir dille yapılması gerekir.
3. Düşünce açıklamasının temel hakları güvence altına alınmış kişiler
tarafından yapılması.
Burada sorun vatandaşlık kavramında ortaya çıkmaktadır. Düşünceyi açıklayan kişilerin
vatandaş oldukları, yabancıların tarihsel gelişim sürecinde bu haktan yararlanamadıkları
gözlemlenmektedir. Ancak bu yaygın uygulamanın sakınca doğuran bir yanılgı olduğunu
eklemek gerekir.
Düşünceleri açıklama özgürlüğünün bir yanı da haber alma özgürlüğüdür. Soruna bu
açıdan bakınca bir yabancının düşünce açıklamalarının ortadan kaldırılması, bir vatandaşın
297
haber alma özgürlüğünün ortadan kaldırılması demektir. Bunun için düşünce açıklama
özgürlüğünün herkes için geçerli bir özgürlük olduğunu kabul etmek gerekir.
Basın, gerek düşüncenin oluşturulması ve gerekse düşüncenin açıklanması aşamaları
yönünden bir araç niteliğindedir. Basın özgürlüğü ise basının haber, düşünce ve fikirleri serbest
olarak toplayıp, yorumlayıp, eleştirip yayımlayabilmek; yani bunları geniş kitlelere yazılı, sözlü
veya görüntülü bir şekilde ulaştırabilmek haklarını kapsar. Bu özgürlük kişinin serbestçe ve
hiçbir engele uğramadan bilgi edinebilmesi, haber alabilmesi ve bu konuda bütün haberleşme
araçlarını kullanabilmesini gerektirir.
Basın özgürlüğü ve bu özgürlüğü kazanma mücadelesi Batı’da demokrasi ve insan
hakları mücadelesi ile başlamıştır. Yüzyıllar boyunca iktidarlar basını etkisiz hale getirmek ya
da kendi güdümünde kullanmak için çalışmışlardır. Basın ise kendi özgürlüğü için mücadele
vermiştir. Bir ülkede basın alanında çoğulcu ve özgürlükçü bir düzenlemenin söz konusu
olabilmesi için basın kuruluş ve çalışmalarını düzenleyen sistem aşağıdaki ilkelerden
vazgeçemez:
Basın kuruluşlarının herhangi bir ön izin alma koşuluna bağlı olmaksızın
kurulabilmesi mümkün olmalıdır.
Basın alanını meslek olarak seçmek için herhangi bir koşul bulunmamalıdır.
Basın kuruluşunun kendi isteği dışında yayın yapması sonucunu doğurabilecek
hiçbir zorlama ve baskı olmamalıdır.
Düşünce açıklama eleştiri gibi yayın faaliyetlerin yayın sonrası kovuşturması
konusu olmamalıdır.
Medya kuruluşlarının ilettikleri haber ve yorumlarının herhangi bir ön denetim
uygulanmadan serbestçe dolaşımı sağlanmalıdır.
Serbest dolaşımın sağlanmasının koşulları ise şunlardır:
Olaya serbestçe ulaşma ve haberi ya da bilgiyi elde etme özgürlüğü,
Haberi alma, habere ulaşma özgürlüğü,
Olayı aktarma özgürlüğü.
Özgürlükçü demokratik bir sistemde devletin kitle iletişim araçlarıyla ilgisi yalnızca
basının özgürce çalışabilmesi için gerekli yasal şartları ve ortamı sağlamasıyla belirlenir.
Gerekirse ekonomik destek de sağlanabilir. Ancak yayınların içeriği konusunda yönlendirmede
bulunamaz. Böylelikle halkın siyasal yaşama ve kontrol gücüne etkin bir şekilde katılma imkânı
artar.
298
Basın özgürlüğünün sınırı, kişi özgürlüğünün sınırıdır. Basın özgürlüğü, kişi
özgürlüğünün sınırlarına tecavüz edemez. Çoğu ülkenin anayasalarında iletişim özgürlüğüne
yer verilmiş olmakla birlikte "ancak" ile başlayan bir takım kısıtlamalar da eklenmiştir.
Özgür basın, ifade özgürlüğünün merkezinde yer alır. Bu hak, kamu makamlarının izni
olmaksızın ve ulusal sınırlara bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde
etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü içerir. Bu özgürlükler kullanılırken ödev ve sorumluluk
içinde hareket edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü ya da kamu güvenliği,
genel sağlık ve ahlakın korunması, şeref ve hakların korunması amacıyla hukukun ön gördüğü
yasak ve yaptırımlara tabi tutulabilir.
ABD Anayasası’nın birinci maddesi "Kongre ifade özgürlüğünü ya da basın
özgürlüğünü kısıtlama altına alacak hiçbir yazı çıkaramaz" demektedir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 10. maddesi de “Herkes ifade hakkına sahiptir”şeklindedir.
Düşünce ve görüşlerin özgürce açıklanmasını, siyasal iktidar da içinde olmak üzere her
kurumun ve kuruluşun özgürce eleştirilmesini, halkın haber almasını, öğrenmesini, olaylar ve
sorunlar üzerinde düşünmesini sağlayacak en önemli araç hiç kuşkusuz basındır. Sansür bütün
bunları hedef almaktadır. Klasik anlayış, sansürü "İktidarda bulunanların korunmasını zorunlu
gördükleri toplumsal, ahlaki düzeni baltalayan ya da baltalayacağına inandıkları düşünce,
kanı ve eğilimlerin ortaya çıkışını sınırlama politikası" diye tanımlamıştır.
Bugün ise geniş anlamıyla sansür "özgürlüklerin kullanılmasının denetimi" olarak
görülmekte ve düşünce suçu yasağı ile ilişkilendirilmektedir. Bir ülkede anayasayla ya da
yasalarla düşünceye sınır getirilmişse, orada dolaylı sansürün yürürlükte olduğu sonucuna
varılabilir. Burada ceza korkusu dolaylı sansür olarak görülmektedir. Bu durum "Cezai Sansür"
olarak da ifade edilmektedir. Basının özgürce çalışmasını engelleyecek her şey örtülü sansür ya
da gizli sansür sayılır. Asıl sansür (önleyici sansür), basındaki haber, yazı vb. ürünlerin
basından önce denetlenmesidir. Prof. Faruk Erem'in deyişiyle "Sansür yasayla koyulacağına
göre, yasal ama hukuka aykırıdır." Basın özgürlüğü ve basın çalışanlarının özgürlüğü bir
bütündür. Bu özgürlükler, toplumsal özgürlüklerden ayrı tutulamaz. Toplumsal yapı her alanda
olduğu gibi bu alanda da kaçınılmaz olarak kendini gösterecektir. Özgürlüğün ve demokrasinin
temel taşlarından biri olan basını ne kadar korur, çalışma koşullarını ve özgürlüğünü ne kadar
yüksekte tutarsak, toplumun özgürlüğü de o ölçüde yüksek olacaktır.
13.2.2.2. Basında Özdenetim Kuruluşları
Basın özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri, medyanın içinde yer alarak,
bu mesleğe tanınan hak ve ayrıcalıkları kendi çıkarları için kullanabilecek olan basın
mensuplarıdır. Basının içinde yer alabilecek bu türdeki, her toplum ve meslekte olabilecek kötü
niyetli kişileri denetleyebilecek, ayrıca basının devlete karşı özgürlüğünü savunabilecek,
toplum önünde basının saygınlığını koruyabilecek bir kuruma ihtiyacı vardır.
Bu da basın ahlak yasalarının hazırlanması ve özdenetim kurumlarının oluşturulmasıyla
mümkün olabilir. Bu nedenle hemen her ülkede, milletlerarası alan dahil olmak üzere
299
gazeteciler arasında ahlak yasalarının belirlenebilmesi maksadıyla girişimler gerçekleştirilmiş,
projeler hazırlanmış hatta Birleşmiş Milletlerin bir alt komisyonu “Milletlerarası Basın Ahlak
Yasası”nı belirlemeye çalışmıştır.
Medya, devlet yönetimini elinde bulunduranlara karşı toplumun sesi olma ve toplumu
bilgilendirme görevini yüklenmiştir. Bu görevini yerine getirirken de devletin ve iktidarı elinde
bulunduranların yasal baskılarına uğramaktadır ve kamuoyundaki saygınlığını korumak için
kendi içinde mesleki birtakım norm ve kurumlar oluşturmuştur. Medyanın özdenetimi
dediğimizde anlaşılan, bu kurum ve kurallardır. Yani basının, yasal yaptırımlardan kendini
korumak için birtakım mesleki ve ahlaki kurallar çerçevesinde kendi kendisini denetlemesidir.
Çeşitli ülkelerde uygulanan özdenetim sistemlerine bakarak bu kuruluşların
fonksiyonlarını şu şekilde özetleyebiliriz:
Basın özgürlüğünü korumak, basın özgürlüğünü tehdit eden tehlikelere karşı
mücadele etmek, devletin basınla ilgili yapacağı düzenlemeleri takip etmek ve gerekirse bu
konuda müdahalelerde bulunmak,
Basın özgürlüğünün medya kuruluşları ve mensuplarınca istismar edilmesine
karşı mücadele etmek ve bu konuda ahlak ilkeleri oluşturarak, bunlara uyulmasını sağlamak,
Medyayı; hükümet, parlamento ve kamuoyu önünde bir bütün olarak temsil etmek
ve bunların karşısında medyanın saygınlığını ve güvenilirliğini korumak.
13.2.2.3. Gönüllü Kuruluşlar
Gönüllü kuruluşlar, kanuni bir yaptırım ve zorlama olmadan, basın mensupları ve
gazetecilerin bir araya gelerek kendi aralarında kurdukları ve bu kuruluşu oluşturan kişilerin
verdiği yetkileri kullanabilen özdenetim kuruluşlarıdır. Basın şeref divanları ve basın
konseyleri bu tip kuruluşlardandır.
İlk kez 1916 yılında İsveç’te uygulanmaya başlayan bu sistemin en başarılı ilk örneğini,
1953’te kurulan İngiliz Basın Konseyi vermiştir. 1956’da Federal Almanya’da, 1961’de
Avusturya’da, 1962’de İsrail’de 1964’de Güney Kore’de, 1965’de Hindistan’da, 1968’de
Gana’da, 1960 ve 1986’da Türkiye’de basın konseyleri kurulmuştur.
Basının özdenetimi dediğimizde anlaşılan, gönüllü kuruluşlar olmaktadır. Çünkü bu
kuruluşlar, kanunla kurulmadıkları için mümkün olduğunca siyasî iktidarların baskısından ve
zorlamalarından uzaktır. Gönüllü kuruluşların başarılı olabilmelerinin en önemli şartı, basın
tarafından kabul edilmiş olması, saygınlık kazanabilmesi ve kamuoyunun desteğini
alabilmesidir.
13.2.2.4. Kanunla Kurulan Kuruluşlar
Gönüllü kuruluşların başarılı olamadığı koşullarda ise kanunla kurulan kuruluşlar
gündeme gelir. Kanunla kurulan ve kanunun kendisine verdiği yaptırımları uygulayan
300
özdenetim kuruluşları, esas itibariyle kamu tüzel kişiliğine haiz barolar, tabip odaları, mühendis
odaları gibi meslek kuruluşlarının bir benzeridir. Anayasada yeri belirlenmiş ve kanunlarla
belirli prosedüre ve seçim yöntemlerine göre kurulan bu kuruluşlar, denetimleri bakımından da
yargıya bağlıdır.
Bu kuruluşlara örnek olarak Faşist İtalya ve Nazi Almanya’sındaki basın odaları
gösterilebilir. Buralarda kanunla kurulan özdenetim kuruluşları kanalıyla, basın hürriyeti ve
basın mesleğine serbest giriş tamamen ortadan kaldırılmıştı. Kanunla kurulan kuruluşların
yaptırım güçleri ve etkinlikleri çok daha fazladır. Bu kuruluşlara üye olanlar, alınan kararlara
uymak zorundadır. Özellikle, basın ahlak kurallarının pek ciddiye alınmadığı, basın
özgürlüğünün çok fazla istismar edildiği ve basın mensuplarının bunu önleme yolunda bir
girişimde bulunmadıkları ülkelerde, bu kuruluşların etkili olabilme şansı daha fazladır. Fakat
basın, diğer mesleklere benzemediği ve demokratik sistem içindeki kamu görevini gereği
şekilde yerine getirebilmesi için siyasi iktidarların baskısından uzak kalması gerektiğinden,
kanuna dayanarak kurulan kuruluşların çeşitli sakıncaları da bulunmaktadır.
13.2.2.5. Ombudsman (Kamu Denetçisi- Vatandaş Koruyucusu)
Basının özdenetimi modellerinden biri de ombudsmandır. Ombudsman modeli,
İsveç’teki özdenetim uygulamalarından esinlenerek geliştirilmiştir. Ombudsman “vatandaş
koruyucusu” anlamına gelen, İsveççe kökenli bir sözcüktür. Bir basın organı bünyesinde,
soruşturma yapmak, karar vermek, açıklamalarda bulunmak ve bazen de hataları düzeltmekle
görevli kişidir. Ombudsmanlar, basın kurumu içinde bağımsız bir özellik taşır. Ombudsman
kurumunda tarafsızlık çok önemlidir. Bir ombudsmanı olan ilk basın organı Louisville
Courrier-Journal’dir. (ABD - 1967)
Ombudsman, esas itibarıyla, hukuk devletini en ideal düzeyde geliştiren ülkelerde,
hukuk teminatının üzerinde vatandaşa bir teminat sağlamak amacıyla geliştirilmiştir.
Ombudsmanın zorlayıcı yetkileri yoktur. Yönetimin haksızlığını araştırır. Bazı yetkileri
olmasına rağmen haksızlığın düzeltilmesi konusunda zorlayıcı bir yetkisi yoktur. İdareyi
zorlayamaz. Ancak, ombudsmanın, özellikle gelişmiş ülkelerde öyle bir yetkisi vardır ki idare
kendini esas itibarıyla ombudsmanın kararına uymaya mecbur hissetmektedir.
Ombudsmanın bu gücü, kitle iletişim organlarıyla çok sıkı ilişkisinden kaynaklanır.
Ombudsman, idarenin bir haksızlığını tespit ettiği zaman, bunu idareye bildirir. Eğer, bu
haksızlık düzeltilmeyecek olursa, meseleyi anında basın yayın organlarına iletmek ve kamuoyu
oluşturmak suretiyle idareyi zorlamak imkanlarına sahiptir. Bunun dışında zorlayıcı bir yetkisi
yoktur. Ancak, bu sistemin uygulandığı ülkeler, hukuk sistemleri açısından son derece gelişmiş
ve ileri ülkeler olduğu için bu yollara başvurmadan idare ombudsmanın kararlarını uygular.
Kamunun, basın konseyleri ve ombudsmanlara gösterdiği ilgi, gelen çok sayıda şikayet
ile anlaşılır. Bunların sayısı, mahkemelere yapılan şikayetlerden fazladır. Örneğin, Kanada’da
altı basın konseyi, yılda yaklaşık 200 şikayet almaktadır. Bu, basına karşı açılan adli davaların
çok üstünde bir sayıdır.
301
13.2.3. Türkiye’deki Özdenetim Uygulamaları
Türkiye’de, basının özdenetimi konusu gündeme geldiği zaman genellikle 1960’da
kabul edilen Basın Ahlak Yasası ve Basın Şeref Divanı uygulaması başlangıç olarak kabul
edilir. Bugünkü anladığımız anlamda özdenetimin başlangıç tarihi budur. Fakat bu tarihten önce
de Türk basınında birtakım örgütlenmeler gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemden
beri basının örgütlenme çalışmaları sürmektedir. Günümüzdeki gelişmelerin daha iyi
anlaşılabilmesi için tarihsel süreç içerisinde bu örgütlenme ve çalışmalardan bahsedilmesi
gerekir.
Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye
Basın tarihimizde, gazetecilerin kendi aralarında kurdukları (11 Temmuz 1908) ilk
meslek kuruluşu Cemiyet-i Matbuat-ı Osmaniye’dir. Cemiyetin nizamnamesinde, basın
ahlakını ilgilendiren ve -bugünkü anlamda olmasa bile- basının özdenetimini sağlamaya
yönelik hükümler vardır.
Osmanlı Matbuat Cemiyeti
Osmanlı Matbuat Cemiyeti, günümüzdeki Gazeteciler Cemiyeti de dahil olmak üzere
ülkemizde kurulan birçok basın meslek kuruluşunun çekirdeğini oluşturmaktadır. İlk kurulan
basın derneğindeki başarısızlığa rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nın ortalarında yeni bir basın
derneği kuruluşuna ihtiyaç hissedilmişti. Savaş döneminde İstanbul’da müttefik devletlerin
gazetecileri bulunmakta ve Türkiye’deki meslektaşlarıyla görüşmektedirler. Müttefik
devletlerdeki basın dernekleri de Osmanlı Basını ile temasa geçmek isteğindedir. Fakat bu
konuda başvurulacak hiçbir merci bulamadıkları için girişimleri sonuçsuz kalmaktadır. Bu
arada, Alman Basın Derneği’nin Türkiye’deki günlük yayın yapan bazı basın kuruluşlarının
başyazarlarını Almanya’ya davet etmek istemesine karşın yetkili bir makam bulamamış olması,
bir dernek kurma girişimlerini hızlandırmıştır.
Böylece, 25 Haziran 1917’de, Sabah matbaası geçici merkez seçilerek, Mahmut Sadık
Bey’in başkanlığında kurulan bir idare heyetince Osmanlı Matbuat Cemiyeti kurulmuştur. İlk
kongresi, 15 Şubat 1918’de yapılmış ve yönetim kurulu seçilmiştir. Cemiyetin bu dönemdeki
en belirgin etkinliği, Almanya’dan Türk gazeteleri için getirilen kağıtların dağıtımına aracılık
etmek ve 1919 yılında, ülkenin basın mensupları ve aydınlarını bir araya getirmek üzere bir
Matbuat Kulübü kurulması olmuştur.
1935’te cemiyetin adı, Atatürk’ün isteği ile Basın Kurumu olmuştur. O yıl toplanan
kongre açılırken, gazeteciler o zamanın moda davranışıyla “İstanbul Matbuat Cemiyeti” adına
Atatürk’e bir bağlılık telgrafı çekmişler, Atatürk de kendilerine “Basın Kurumu’na” diye
başlayan bir telgrafla karşılık verince, derneğin adı derhal “Basın Kurumu” olmuştur.
Cemiyet, 1938 yılında Basın Birliği Kanunu gereğince dağıtılmış ve Hakkı Tarık Us’un
başkanlığında “İstanbul Basın Birliği” kurulmuştur. Kanunla kurulan ve devlet güdümünde
olan bu birlik, İkinci Dünya Savaşı yıllarında gazetecilerin mesleki tek örgütü olmuştur.
302
Türk Basın Birliği
Basın tarihimizde, kanunla kurulan ilk ve son basın meslek kuruluşu olan Basın Birliği,
tek parti döneminde kurulan ve uygulamaları da tek parti dönemi doğrultusunda olduğu için
üzerinde çok fazla durulmamıştır. Basın Birliği, kanunla ve milli şeflik devrinde kurulan bir
örgüt olması dolayısıyla, daha baştan şanssız bir girişim olmuştur. Daha sonraları da basının
özdenetimi konularında yapılan tartışmalarda özdenetim kuruluşlarına Basın Birliği hep “kötü
emsal” olarak gösterilmiştir.
Basın Birliğinin kurulmasındaki temel amaç kısaca, basını devlet tarafından denetim
altına almaktı. Türk Basın Birliği, Kuruluş Kanunu’nun kendisine verdiği ve basın mensupları
açısından hayati önem taşıyan yetki ve yaptırımları, savaş yılları boyunca siyasi nedenlerle
uygulamaya geçirmemiştir. Örneğin, Basın Birliği Yüksek Haysiyet Divanı, iktidarın iç veya
dış politikasını eleştirmesinden ötürü herhangi bir gazeteciye birlikten çıkarma, yani meslekten
atma cezası vermemiştir. İktidarın, Türk Basın Birliği aracılığıyla sahip olduğu yetki ve
yaptırımları kullanmamış olmasının nedeni, bu uygulamalara gerek kalmamış olmasıdır.
Dünyada ve Türkiye’de meydana gelen değişiklikler ve gelişmeler sonucunda, Türk
Basın Birliği, 30 Mayıs 1946’da TBMM’de kabul edilen ve 18 Haziran 1946’da yürürlüğe giren
bir kanunla kaldırılmıştır.
Basın Şeref Divanı
Basın Ahlak Yasası ve bu yasayı yürütmekle görevli Basın Şeref Divanı statüsünün
tasarıları, 18 Temmuz 1960’ta İstanbul’da toplanan İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir
gazetecilerinin temsilcilerine sunulmuş, iki gün süren müzakereler sonunda tasarılar kesin
şeklini almıştır. 24 Temmuz günü, sansürün kaldırılışının 52’nci ve ilk Türk gazetesinin
yayımlanışının 100’üncü yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende Basın Ahlak Yasası’na
uymayı kabul eden gazete, dergi ve ajans yöneticileri ile mesleki kurumlarının başkanları
taahhütnameyi imzalamıştır.
Basın Şeref Divanı’nın, basının özdenetimiyle ilgili çok fazla bir yaptırım gücü
bulunmamaktaydı. Yaptırım gücü, şikayet edilen yayın organına, “tembih”, “tavsiye”, “ihtar”,
“kınama”, “tekzip talebinde bulunma” gibi, manevi yaptırımlardı. Divan, uzlaştırma yoluna
gidebileceği gibi, meslek mensuplarını ihraç yetkisine de sahipti. İlk başlarda başarılı bir
uygulamaya tanık olunmuştur. Fakat bu durum, uzun sürmemiş ve Türkiye’de, basının
özdenetiminin, Basın Şeref Divanı ile başlayan ilk denemesi kısa zamanda başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Bu başarısızlığın, siyasi ve toplumsal pek çok nedeni olmasına rağmen, en
önemli nedeni, ahlaki yaptırımların etkisiz kalmasıdır.
Basın Konseyi
Basın Konseyi, Mayıs 1986’da “Basının Sorunları” üzerine konuşmak için toplanan 28
gazetecinin bir araya gelmesiyle başlayan çalışmaların ürünüdür. Bir buçuk yıl devam eden
“Çalışma Grubu”nun çabaları sonucunda 6 Şubat 1988 günü, Konsey fiilen kuruldu. Prof. Faruk
Erem Basın Konseyi’nin başkanlığına seçildi.
303
Basın Konseyi şu iki organdan oluşmaktadır:
1. Basın Konseyi Üyeler Kurulu (BKÜK)
2. Basın Konseyi Yüksek Kurulu(BKYK)
Basın Konseyi Yüksek Kurulu’nun görevleri şunlardır:
İletişim (basın) özgürlüğünün genişlemesine ve gerçekleşmesine çalışmak ve
basının saygınlığını korumak,
Basın mesleğinin, ahlaka aykırı özel çıkarlara alet edildiğine ilişkin olarak yazılı,
sözlü, görüntülü basına topluca yöneltilen iddiaları başvuru beklemeden araştırmak,
Halkın gerçekleri öğrenme hakkına ve iletişim özgürlüğüne yönelik tehditleri
izlemek, değerlendirmek ve gereğinde Üyeler Kurulu’nu toplantıya çağırmak,
Yayın öncesinde ve yayına ilişkin meslek uygulamaları hakkındaki şikayetleri
karara bağlamak,
Katılma belgesinin yöneticiler tarafından kabul edildiği bir basın organında
çalışanlardan; basın mesleğini ahlaka aykırı özel çıkarlara alet edenlerin, basının saygınlığını
zedeleyici nitelikteki yayınlarda ısrarı alışkanlık haline getirenlerin, Basın Konseyi ile
ilişkilerini kesmek,
Üye basın kuruluşlarına, Basın Konseyi Genel Sekreteri’yle yakın ilişki içinde
çalışmak üzere, kurulu oldukları yörede, Basın Konseyi’ni temsil yetkisi vermek ve bunların
görev alanlarını belirlemek,
Basınla ilgili araştırmalar yapmak ve yayımlamak,
Basın Konseyi Sözleşmesi’nin verdiği ve Yüksek Kurul’un oy birliğiyle uygun
gördüğü diğer görevleri yerine getirmek.
Yazılı, sözlü ya da görüntülü basında, yani gazete, dergi, radyo, televizyon ya da haber
ajanslarında Basın Meslek İlkelerini ihlal eden bir yayından dolayı, yayına muhatap ve mağdur
durumda olan herkes, Basın Konseyi’ne başvurma hakkına sahiptir.
Basın Konseyi’ne üye olan basın kuruluşlarının uymak zorunda oldukları ve
uyacaklarına dair taahhütte bulundukları ‘Basın Meslek İlkeleri’ düzenlenmiştir. Söz konusu
ilkeler aşağıdaki gibi maddeleştirilmiştir:
1. Yayınlarda hiç kimse, ırkı, cinsiyeti, sosyal düzeyi ve dinî inançları nedeniyle
kınanamaz, aşağılanamaz.
2. Düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlak anlayışını, din
duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici yayın yapılamaz.
304
3. Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet
edilemez.
4. Kişileri ve kuruluşları, eleştiri sınırlarının ötesinde küçük düşüren, aşağılayan ya
da iftira niteliği taşıyan ifadelere yer verilemez.
5. Kişilerin özel yaşamı, kamu çıkarlarının gerektirdiği durumlar dışında, yayın
konusu olamaz.
6. Soruşturulması gazetecilik imkanları içinde bulunan haberler, soruşturulmaksızın
ya da doğruluğuna emin olunmaksızın yayınlanamaz.
7. Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde
gerektirmedikçe yayınlanamaz.
8. Bir basın organının dağıtım süreci tamamlanmadan o basın organının özel
çabalarla gerçekleştirdiği ürün, bir başka basın organı tarafından kendi ürünüymüş gibi
kamuoyuna sunulamaz. Ajanslardan alınan özel ürünlerin kaynağının belirtilmesine özen
gösterilir.
9. Suçlu olduğu yargı kararıyla belirlenmedikçe hiç kimse “suçlu” ilan edilemez.
10. Yasaların suç saydığı eylemler, gerçek olduğuna inandırıcı makul nedenler
bulunmadıkça kimseye atfedilemez.
11. Gazeteci, kaynaklarının gizliliğini korur. Kaynağın, kamuoyunu kişisel, siyasal,
ekonomik vb. nedenlerle yanıltmayı amaçladığı haller bunun dışındadır.
12. Gazeteci görevini, taşıdığı sıfatın saygınlığına gölge düşürebilecek yöntem ve
tutumlarla yapmaktan sakınır.
13. Şiddet ve zorbalığı özendirici yayın yapmaktan kaçınılır.
14. İlan ve reklam niteliğindeki yayınların bu nitelikleri, tereddüde yer bırakmayacak
şekilde belirtilir.
15. Yayın tarihi için konan zaman kaydına saygı gösterilir.
16. Basın organları, yanlış yayınlardan kaynaklanan cevap ve tekzip haklarına saygı
duyarlar.
305
13.2.4. Türkiye’de Mesleki Kuruluşlar
13.2.4.1. Cemiyetler
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
Cemiyetin temel amacı, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi yazılı, işitsel, görsel ve
elektronik iletişim ve internet alanlarını kapsayan gazetecilik mesleğini; mesleğin
geleneklerini, ahlak ilkelerini korumak; “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk
Bildirgesi”nin herkes tarafından benimsenmesini, geliştirilmesini korunmasını, toplumda
yaygınlaşmasını sağlamak, herkesin bilgi edinme, halkın doğru haber alma ve gerçekleri
öğrenme hakkını, iletişim, düşünce açıklama, eleştiri ve yorum hakkı ile ifade ve basın
özgürlüğünü savunmak; gazetecileri meslekleri içinde maddi ve manevi yönleriyle geliştirmek,
ilerletmek, korumak ve yüceltmektir.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Türkiye’de basın üzerindeki sansürün ilk kez kaldırıldığı
gün olan 24 Temmuz 1908 tarihinin yıldönümlerini, basın özgürlüğü yolunda bir mücadele
aşaması günü olarak anar. Cemiyet tarafından her yıl 24 Temmuz’da Sedat Simavi Gazetecilik
Başarı Ödülleri, Basın Özgürlüğü Ödülü ile Burhan Felek Basın Hizmet Ödülleri verilmektedir.
Yönetim Kurulu gerekli gördüğünde Yerel Medya Başarı Ödülü ve özel ödüller
verebilmektedir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin birçok ilde temsilcilikleri bulunmaktadır.
13.2.4.2. Sendikalar
Sendikalar gazeteciliği meslek edinenlerin, çıkarlarını ve sosyal haklarını korumak ve
geliştirmek için oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.
Türkiye Gazeteciler Sendikası
Ülkemizde kurulan ilk sendikalar arasında yer alan Türkiye Gazeteciler Sendikası,
gazetecileri sendikal bir kuruluş çatısı altında toplamayı amaçlayan 20 gazeteci tarafından 10
Temmuz 1952'de İstanbul Gazeteciler Sendikası adı ile kurulmuştur. Diğer illerde de,
bulundukları ilin adını alarak kurulan sendikalar, bir süre sonra Türkiye Gazeteciler Sendikaları
Federasyonu adı altında birleşmişlerdir.
İstanbul Gazeteciler Sendikası, 1957 yılında Türk-İş'e üye olmuştur. Sendikalar
yasasında, milli sendika kurulması olanağını sağlayan değişikliğin yapılmasından sonra,
İstanbul Gazeteciler Sendikası'nın 30 Eylül 1963 günü toplanan olağan genel kurulunda
sendikanın adı Türkiye Gazeteciler Sendikası olarak değiştirilmiştir.
Diğer Sendikalar
Fikir ve kol işçilerinin kurmuş oldukları sendikalara karşı Gazete Sahipleri Sendikası
oluşturulmuştur. Ayrıca kısa adı Basın- İş olan Türkiye Basın İşçileri Sendikası ile Yazarlar
Sendikası da faaliyetlerini sürdürmektedir.
306
13.2.4.3. Dernekler
Çağdaş Gazeteciler Derneği
Derneğin kısaltılmış adı ÇGD’dir. Genel merkezi Ankara'dadır. Amacı demokrasinin en
temel kurumu olan, bütün öteki özgürlüklere kaynaklık eden düşünceyi ifade ve basın
özgürlüğünün Türkiye'de tam olarak gerçekleşmesi, haber alma hakkının hiçbir baskı ve
sınırlama olmaksızın kullanılabilmesi, gazetecilerin mesleki hak ve çıkarlarının korunup
geliştirilmesi ve bu yönde sendikal örgütlenmenin güçlendirilmesi için çalışmak; üyelerinin
kültürel gelişmesine, ekonomik ve sosyal refah düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunmaktır.
Diğer Gazetecilik Dernekleri
Gazetecilikte uzmanlaşmanın giderek yerleşmesi yeni örgütlenmeleri de beraberinde
getirmiştir. Türkiye Spor Yazarları Derneği, Parlamento Muhabirleri Derneği, Yargı
Muhabirleri Derneği, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Foto Muhabirleri Derneği,
Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık Muhabirleri Derneği, Belediye Muhabirleri Derneği vb.
sayılabilir.
13.2.4.4. Diğer Örgütlenmeler
Gazeteciler Federasyonu
Ankara ve İzmir Gazeteciler Cemiyetinin öncülüğünde, çeşitli basın kuruluşlarının
katılımıyla oluşturulmuştur. Federasyona ilk aşamada 31 Gazeteci Cemiyete üye olmuştur.
Türk Basın Birliği
Genel merkezi İstanbul’dadır. Afyon, Bilecik, Çanakkale, Gaziantep, Eskişehir,
Kırklareli, Kocaeli, Kütahya, Siirt, Kırıkkale ve Kastamonu’da şubeleri vardır.
Anadolu Basın Birliği
Genel merkezi Ankara’dadır. Amasya, Edirne, Gaziantep, Kastamonu ve Ordu’da
temsilcilikleri; Sivas, Elazığ, Tokat ve Şanlıurfa’ da şubeleri bulunmaktadır.
Anadolu Gazete, Radyo ve TV Yayıncıları Birliği
Merkezi Ankara’da olan birlik 1995 yılında kurulmuştur.
13.2.4.5. Gazetecilikte Uluslararası Örgütlenmeler
Gazeteciliğin meslekleşmesi ve giderek yaygınlaşması, yerel, bölgesel, ulusal düzeyde
olduğu gibi uluslararası örgütlenmelere de gereksinim duyulmuştur.
307
Uluslararası Gazetecilik Federasyonu (FIJ- İFJ)
1926 yılında kurulan federasyon 1. ve 2. Dünya Savaşları nedeniyle işlevini tam olarak
yerine getiremese de 1951 yılında Fransız Gazeteciler Sendikasının girişimi ile yeniden
faaliyetlerine başlamıştır. Merkezi Brüksel'dedir. Dünyadaki basın sendikalarının bir araya
gelerek oluşturduğu Uluslararası Gazeteciler Federasyonu, gazetecilerin karşılaştığı zorluklara
karşı uluslararası dayanışmayı sağlamayı amaçlıyor. Beş kıtada 60 ülkede yaklaşık 250 bin
gazetecinin ortak sesi olan federasyon gazetecilerin güvenli bir ortamda çalışması için
çalışmalar yapmaktadır.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün merkezi Paris’tedir. Mesleki uğraşlarında
tehdit edilen gazetecilerin özgürlüğü için çalışan bağımsız bir dernek olan Sınır Tanımayan
Gazeteciler Örgütü, basın konusunda kamuoyunun dikkatini çekmek için kampanyalar,
uluslararası toplantılar düzenlemekte ve gazetecilere yapılan saldırılar konusunda aylık ve yıllık
raporlar hazırlamaktadır.
13.2.5. Televizyon Haberciliğinde Etik
Medyadaki etik kodlara bakıldığında, bunların büyük bir bölümünün yazılı basın için
oluşturulduğu görülür. Bunun bir nedeni, televizyonun tarihsel gelişim süreci içinde basından
daha sonra ortaya çıkmış olmasıdır. Bir diğer nedeni ise pek çok ülkede televizyon
yayıncılığının devletlerin sıkı yasal düzenlemeleri çerçevesinde gelişmiş olması, dolayısıyla
etik karar verme alanına çok az yer kalmasıdır. Gerçekte, televizyon haberciliğinde etik konusu,
yazılı basındaki etik sorunlardan ayrı değerlendirilemez.
Ancak, televizyon haberciliğinde hareketli görüntü ögesinin de bulunması kendine özgü
etik sorunlara yol açmış, teknolojinin gelişmesiyle de bu sorunlar büyümüştür. Televizyonun
haber sunuşunun etik kuralları, ilk olarak radyonun başlangıç dönemlerinde geliştirilmiş,
bunlar, daha sonra televizyonu da içerecek biçimde uyarlanmıştır. Türkiye’de özel televizyon
kanallarının yayına başlamaları ve yaygınlık kazanmalarının ardından, etik konusu, ancak
reyting rekabetinde bir başka kanala üstünlük sağlamak için gündeme gelmekte, rakip kanal
suçlayıcı ifadelerle eleştirilmekte, fakat geniş boyutlu ve gerçekçi bir biçimde ele
alınmamaktadır. Bununla birlikte, etik kuralları, medyada sık sık ihlal ediliyor görünmesine
karşın yine de medya kuruluşları için önemlidir. Çünkü bu kurallar, bir medya kuruluşunun
hem diğer kuruluşlar arasındaki hem de okuyucu/izleyici kitle içindeki saygınlık ve
güvenilirliğinin bir koşuludur.
Televizyon yayıncılığındaki en çok tartışılan etik sorunlardan biri trajik haberlere ilişkin
olanlardır. Doğal afetler, trafik ve iş kazaları, yangınlar, savaşlar, toplumsal çatışmalar gibi
olaylarda yayınlanan görüntüler etik bir sorun yaratmaktadır. Bu tür olaylar, haber değeri
taşırlar ve haber yapılırlar; ancak haberde şiddetin, kanlar içindeki insanların, cesetlerin,
ağlayan, acı çeken yüzlerin gösterilmesi trajedinin sömürülmesi anlamına gelir. Bu nedenle,
308
trajik olaylar haber yapılırken görüntüler dikkatle kullanılmalı, şiddet içeren görüntülerin
defalarca gösterilmesinden kaçınılmalı, görüntüden çok olay üzerinde yoğunlaşılmalıdır.
13.3. Halkla İlişkilerde Etik Tartışmaları
Halkla ilişkiler mesleğinde ahlaki amaç toplumsal uyum olarak ifade edilir.(Seib ve
Fitzpatrick, 1995:1) Halkla ilişkilerde etiksel açılım müşterilere en fazla yararı sağlamak
üzerine kuruludur. Müşteriye hizmet bir anlamda tüm topluma hizmet olarak görülmekte, bu
iki olgu arasındaki korelasyon ‘koşut’ olarak kabul edilmektedir. Bu şekilde öngörülen denge
durumunun da, halkla ilişkilerde iki ayrı felsefi yaklaşımı belirginleştirdiği ifade edilmektedir.
Meslekteki ilk felsefi yaklaşıma göre, halkla ilişkiler uygulayıcısı savunduğu ilke ya da
ilkeler uğruna çaba sarfeden olarak görülmektedir. İkinci felsefi yaklaşıma bakıldığında ise,
halkla ilişkiler uygulayıcısının belli bir hedef uğruna kiralanan bir mecra olarak kabul edildiği
anlaşılmaktadır. Liberal anlayışının öngördüğü ideal çerçeveye göre, halkla ilişkiler
uygulayıcısı sadece müşterisine değil, aynı zamanda topluma da hizmet eden konumda
olmalıdır. Öyle ki, bugün hedeflenen de esasında yukarıda belirtilen söz konusu iki felsefi
yaklaşımın bileşkesinin sağlayacağı dengeye ulaşmaktır. Ancak, ne yazık ki günümüz rekabet
odaklı çalışma ortamlarında bu dengeyi bozan çok sayıda farklı olguya da rastlanmakta olduğu
belirtilebilir. Bu nedenle, müşteriye hizmet etmekle topluma hizmet etmek arasında denge
oluşturabilmek mesleki anlamda halkla ilişkilerin ağırlıkla durduğu konuların başında
gelmesine rağmen, daha çok finansla ilgili sorunlar ile bu sorunların türettiği diğer kurum
içi/kurum dışı konulardan ötürü bu dengenin her zaman kotarılamadığı bir realitedir.(Uzun,
2007:186)
Aslında, şu da var ki, kamuda halkla ilişkiler uygulayıcılarına ilişkin gelişmiş tam bir
güven duygusundan söz etmek güçtür. Elbette bunun temel nedenini mesleğin temsil
mekanizması üzerinden gelişmesinde aramak gerekmektedir. Halkla ilişkiler belli amaçlarla
kamuoyunu etkileme adına iletişim stratejileri geliştirip uygulayan tarafta yer almaktadır.
Dolayısıyla, söz konusu amacın hedef kitlesinden önce müşterisinin hedeflerini ön planda
dikkate almak durumundadır. İşte bu perspektif halkla ilişkiler mesleğini en tartışmalı boyuta
taşımaktadır. Bu bağlamda, meslek olarak halkla ilişkileri hedef tahtasına dönüştüren kalitesi
tartışma yaratacak ürünlerin ya da metaların tanıtım faaliyetlerini yürütmek gösterilmektedir.
Özellikle yanıltıcı enformasyonel fonksiyonun mesleğin etiksel değer kaybına yol açtığı konusu
üzerinde ısrarla durulmaktadır.
“(…) Düşük kaliteli ya da yasal olmayan biçimlerde kullanılabilecek ürünlerin
tanıtımını yapmak, kamuoyuna iletilen mesajlarda ayrımcı bir dil kullanmak, seçilmiş
siyasetçilerin kararlarını ekonomik destekle etkilemek, Amerikan şirketlerinin üçüncü dünya
ülkelerinde ABD’de kullanımı uygun olmayan ürünlerin kampanyasını yapması, çevre üzerinde
yıkıcı etkileri olan ürünlerin tanıtımının ve promosyonunun yapılması gibi uygulamalar
nedeniyle halkla ilişkiler giderek bir güvenilirlik kaybına uğramaktadır. Güvenilirlik kaybından
kaynaklanan bu olumsuz bakış açısı, halkın etik standartlar konusundaki algılarıyla ilgilidir.”
(Uzun, 2007:186-7)
309
Kaldıkları ikilemler etiksel açıdan halkla ilişkiler uygulamacılarının sıklıkla karşı
karşıya geldikleri bir durumdur.(8) İkilemleri yaratan en başat düşünce elbette şirket yararıdır.
Çalışılan şirketin ürününün piyasa değerini yükseltmek amacıyla yapılan tüm uygulamaların,
her durum ve koşulda aynı olumlu oranda içinde bulunulan topluma da yansıyacağı
düşünülemez. Dolayısıyla, Seib ve Fitzpatrick gibi alan araştırmacılarına göre, temsil edilen
kurumlara yönelik güven kaybı toplumda halkla ilişkiler uygulamacılarına da aynı şekilde
yansımaktadır. Bunun için uygulamada güvenilirliği yüksek kurumların temsiliyetini
üstlenmeye dikkat etmek en etik yaklaşımlardan kabul edilmektedir.
Temsil edilen kurumsal yapıların karar ve eylemlerden halkla ilişkiler
uygulamacılarının da sorumlu tutulması elbette adil bir yaklaşım değildir. Ancak, halkla
ilişkiler mesleğinin iletişim yönetimi fonksiyonu temsil edilenlerin yönetim kadrosunu etkileme
potansiyeli ortaya koymakta ve yukarıda sözü edilen karar ve eylemlerden tamamen sorumsuz
tutulmasının önünü kapamaktadır. İşin aslında eşgüdümlü bir çalışma tarzı içerisinde
etkinliklerini yürütmek durumunda olan halkla ilişkiler için bu olasılık asla tamamen devre dışı
bırakılamaz. O nedenle, meslek olarak halkla ilişkilerin ‘sorumluluk etiği’ geliştirmesi,
öncelikle bu etiği içselleştirmesi, ardından da gerekenleri hayata geçirebilecek performasını
kurumsal düzlemde sergileyebilmesi mesleğe olan güvenin kamuoyunda güçlenmesine büyük
fırsat yaratacaktır.
Bu nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcıları kendi kurumsal yapıları için öngördükleri
etiksel standartları, temsil etme görevi üstlendikleri kurumlara da aynı şekilde sağlamanın
çabası içerisinde bulunmalıdır. Hiç şüphe yok ki, bu çabanın güvenilirliğini inşa edecek en
sağlam zemini oluşturmaya hizmet edeceği açıktır.
Halkla ilişkilerde ‘güvenilirlik’ meşruiyeti sağlayan temel olgudur. Güven boyutu
kamuoyunu ekileme oranını vermektedir. Mesleğin geleceğini etkileyen oldukça önemli bir
olgudur. Bu nedenle halkla ilişkiler uygulayıcılarının davranışlarının etik boyutu güvenin inşası
açısından son derece önem taşır. Güvenin bu bağlamdaki önemi düşünüldüğünde, halkla
ilişkiler uygulamacılarının mesleki etik eğitimine yönelmelerinde büyük fayda görülmektedir.
Bu altyapının ‘mesleki etik eğitimi’ seminerleri ile geliştirilmesi mesleğin sektörel gelişimine
büyük katkı sağlayacağı tartışmasız kesinlik taşır.
Dolayısıyla, halkla ilişkiler uygulayıcılarının mesleki etik eğitimine tabi tutulmalarının
mesleğin kamuoyu nezdindeki itibarını artıracak önemli bir girişim olacağının altını çizmekte
yarar vardır. Mesleki uygulamalarda güvenilirliği en yüksek seviyeye yükseltebilmek gerçekten
de halkla ilişkilerin varlık sebebine inanılmaz bir güç katacaktır. Bu nedenle, muhakkak bu
durumlar mesleğin kamudaki konumunu düşünüldüğünden çok daha hızlı yükseltebilecektir.
Yeter ki, mesleki etik standartlara ulaşılsın ve tüm paydaşlar adına yürütülebilsin. Bilindiği
üzere, işletmeler açısından kısa vadede olmasa bile orta ve uzun vadede etik davranış karlı bir
davranıştır. Öncelikle, girişimcinin karar vericiliğini artırmaya, daha sonra çalışanlara
motivasyon kaynağı yaratmaya ve ayrıca da genel anlamda toplumsal uzlaşıyı sağlamaya
hizmet etmektedir.
310
13.3.1. Halkla İlişkiler Mesleğinin Etik Kodları
Halkla ilişkiler alanında meslek örgütleri etik kodlar geliştirmek için gereken çabayı
sarfetmişlerdir. Ancak tarihsel olarak çok eskilere gitmek kolay değildir. Bu alanda etik
davranışlara ilişkin kodlamanın 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra artarak devam ettiği
görülmektedir. Amerika Halkla İlişkiler Derneği (Public Relations Society of America - PRSA)
bu çalışmaların öncülüğünü üstlenmiştir. Dernek tarafından yazılan etik kodlar ilk 1950 yılında
kamuoyuna sunulmuştur. Söz konusu kodların oluşturulmasına dönemin büyük kuruluşlarının
destek verdiği bilinmektedir. Daha sonra da, periyodik olarak belli sürelerle gözden
geçirilmiştir. Herhangi bir değişim ya da gelişime ilişkin olarak yenilenme söz konusu
olduğunda da revize edilmiştir.
Halkla ilişkiler mesleğinin düzenleyici kuralları ise Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği
(IPRA) tarafından yapılandırılmıştır. Bu amaçla, 1961 yılında Venedik’te toplanan dernek
üyeleri kendileri ile ilgili oldukça bağlayıcı kararlara varabilmişlerdir. Bu detaylı, etkili ve
yönlendirimli kararların içeriği ana hatlarıyla şu şekilde organize edilmiştir:(Uzun, 2007:189)
Profesyonel bütünlüğü sağlayan kurallar,
Müşteriye yönelik kurallar,
Halka ve basına yönelik davranış kuralları,
Meslektaşlara yönelik kurallar.
‘Profesyonel bütünlüğü sağlayan kurallar’a göre, derneğe üyelik oldukça önemli
sorumlulukları da beraberinde getirmiştir. Öncelikle derneğe üye olan halkla ilişkiler
uzmanlarının tanınılırlığı büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla, sektörde olumlu izlenim
yaratmak derneğe üyeliğin vermiş olduğu bir sorumluluk olmaktadır.
‘Müşteriye yönelik kurallar’da da, yine halkla ilişkiler uzmanına yönelik önemli
sorumluluklar yapılandırılmıştır. Uzmanlarının görev anlayışlarında belirleyici olacak belli
başlı davranış kodları oluşturulmuştur. Halkla ilişkiler çalışmaları yürütürken uzmanların
müşteri portföyüne dahil olan her müşteriye aynı şekilde hizmet vermesine, görev icrasında
aynı derecede değeri aktarmasına, müşterilerine karşı adil ve eşit olmasına vurgu yapılmıştır.
Ayrıca, müşterilerine ait bilgileri, eski müşterileri dahi olsa, kamuoyuyla paylaşmaması
gerektiği önemle belirtilmiştir. Tüm bunların yanında, uzmanların çalışma esnasında
müşterilerinden komisyon ya da değerli hediyeler almaması gerektiği de müşteriye yönelik
kuralların içeriğine eklenmiştir.
IPRA’nın üçüncü skalada üzerinde durduğu kurallar ‘Halka ve basına yönelik davranış
kuralları’ çerçevesinde karara bağlanmıştır. Uzmanların halkla ilişkiler çalışmalarında
kamuoyuna karşı da sorumlu olduğu üzerinde durulmuştur. Bu anlamda, kamuoyunun
çıkarlarına aykırı çalışmalar yürütülmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Çalışmalarda
kamuoyunun zararına olabilecek uygulamalar içerisinde bulunulmaması önemle belirtilmiştir.
Ayrıca, uzmanların basınla ilişkilerinde de etik davranmaları, farklı basın kuruluşlarını karşı
311
karşıya getirecek şekilde basınla ilişkiler geliştirmemeleri gerektiği karara bağlanmıştır.
Bunların yanında, basının yanlış yönlendirilmemesi, çarpıtılmış bilgiler aktararak enformasyon
kirliliğine sebebiyet verilmemesi de yine bu skalada üzerinde durulan önemli kurallardandır.
Son olarak da, uzmanların kendi halka ilişkiler çalışmalarında derneği menfaatleri
doğrultusunda kullanmamaları da vurgulanmış bulunulmaktadır.
Son skalada dernek ‘Meslektaşlara yönelik kurallar’ı düzenlemiştir. Burada da, dernek
üyeleri arasında bir iletişim standartı getirilmeye çalışılmıştır. Bir üyenin başka bir üye ile ilgili
olumsuz davranışlar içerinde bulunmaması gerektiği üzerinde durulmuştur. Üyelerin
birbirlerinin kişiliklerini, mesleki kimliklerini zedeleyecek davranışlarda bulunmamaları
gerektiği önemle vurgulanmıştır. Eğer herhangi bir üyenin çalışma hayatı içerisinde etik dışı
davranışları söz konusu olmakta ise, bu durumun doğrudan IPRA’ya bildirilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bunların dışında da, bir üyenin başka bir üyenin işine talip olmasının etik dışı
olduğu belirtilerek, bu konudaki hassasiyet de karara bağlanmıştır.
Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA)(9) 12 Mayıs 1965 tarihinde Atina’da
gerçekleştirdiği Genel Kurul Toplantısında da Atina Yasası’nı çıkarmıştır. Bu yasa Uluslararası
Etik Yasası olarak da tanınmış ve İPRA üyelerinin Birleşmiş Milletler Yasası’nda bulunan
ilkeleri kabul etmelerini sağlamıştır.
IPRA üyeleri bu şekilde çalışmalarda dürüstlükten ayrılmayacaklarını taahhüt altına
almışlardır. Müşteri sadakatini ön plana çıkarmışlardır. Çalışılan şirketlerin ve öngörülen hedef
kitlenin ortak menfaatlerini gözetmeye, koşullar ne olursa olsun paydaşları koruma ve
kollamaya dönük hareket etmeye söz vermişlerdir. Ayrıca, bu yasal düzenleme üyelerin İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi’nin insan onurunu korumaya yönelik temel ilke ve kurallarına
uyacaklarının teminatı olmuştur. Böylelikle IPRA, üyelerinin çalışmalarında doğru olmayan,
gerçek dışı bilgiler yaymasının önüne geçmeye çalışmıştır. Bir başka ifadeyle, insan onuruna,
kurumsal kimliğe zarar verecek girişimlerin içinde bulunulmasına karşı tedbirler
geliştirilmiştir. Ve ayrıca, insanın serbest iradesini kullanmasını engelleyecek her türlü
motivasyon yöntem ve tekniklerine kullanma yasağı getirilmiştir.
Halkla İlişkiler Enstitüsü (IPR) de uluslararası etik kurallar çerçevesinde kabul gören
mesleki kurallar ortaya koymuştur. Ahlak Kuralları olarak adlandırılan bu kuralları 9 Nisan
1986 tarihinde yeninden düzenleyerek yayımlamıştır. Söz konusu kurallar şu temel etik
değerleri kapsamaktadır;
. Halkla ilişkilerci tüm paydaşlara yönelik dürüst olmalıdır,
. Halkla ilişkilerci mesleki en yüksek standartları kullanmalıdır,
. Basını yanlış bilgilendirmemelidir,
. Şirket gizliliğine saygı duymalıdır,
. Çalışma hayatında asla rüşvetle iş yapmamalıdır.
312
Burada belirtilmesi gereken bir başka etik kod Uluslararası Halkla İlişkiler
Danışmanları Derneği Komitesi’nce (ICO) kabul edilen Roma Bildirisi’dir. 1991 yılı Ekim
ayında Uluslararası Meslek Bildirisi olarak ilan edilmiştir. Bildiri, dernek üyesi şirketleri
mesleki standartları yükseltmekle sorumlu tutmaktadır. Bunun yanında üyeye tüm paydaşlarına
karşı da sorumluluk yüklemektedir. Başta halkla ilişkiler mesleğine karşı sorumlu görmektedir,
ayrıca bildiriye göre üye diğer mesleklere ve tedarikçilerine karşı da sorumluluğu
addetmektedir. Bunlarla birlikte medya ve mensuplarına yönelik de bir sorumluluk
getirmektedir. Aslında, genel olarak ifade etmek gerekirse Roma Bildirisi halkla ilişkiler
uygulayıcılarını tüm kamuya karşı sorumlu tutmaktadır.
Roma Bildirisi’ne göre, üye şirketler çalışanlarının yol açabileceği meslek ahlakı
ilkelerine uymayan davranışlardan da sorumludurlar. Ve hatta çalışanların ihlali olduğunda
meslek ahlakı ve ilkelerine şirketin kendisinin uymamış olduğu kabul edilecektir. Bu nedenle,
Uluslararası Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği’ne üye olan şirket yönetimleri, bu tür
durumlara müsaade etmemek için, meslek ahlak ve ilkelerine aykırı davranan çalışanlarına
gerekli disiplin işlemlerini uygulamaktan kaçınmamalıdır. Dolayısıyla, derneğe üye olan
şirketlerin kamu çıkarını gözetmeyi ihmal etmeden çalışmalarını yürütmek zorunluluğunu
unutmamaları gerekmektedir.
Bildirinin maddeleri arasında mesleki sırlara da yer ayrılmaktadır. Mesleki faaliyet
sırasında öğrenilecek müşteri şirket sırlarına saygı duyulmasına öncelik getirilmiştir. Bununla
birlikte gerçeği değiştirmenin, mesleki başarıyı rüşvet yoluyla elde etmenin de meslek ahlak ve
ilkelerine aykırılığı vurgulanmıştır.
Bunların dışında, yine Bildiri maddelerinin en önemlileri arasında sayılması gereken bir
başka madde de müşteri şirketlerinin halkla ilişkiler şirketlerine meslek ahlakı ve ilkelerine
aykırı olabilecek taleplerde bulunmalarına izin verilmemesi hakkındadır. Bu tür durumlar
halkla ilişkiler şirketlerinin nesnelliğini zedeleyebilmektedir.
Halkla ilişkiler mesleğinde ‘kalite’yi daha öne çıkararak, meslekte kalitenin sağlanması
ve geliştirilmesi amacıyla 1997 yılında kapsamlı bir kongre düzenlenmiştir. Bu meslekte geniş
tabanlı bilgiye ne ölçüde gereksinim duyulduğu vurgulanmış, ortak akademik çalışmalarla,
bilimsel araştırmalarla mesleğin güçlendirilmesi gerektiği ortaya konmuştur. Helsinki’de
Dünya Halkla İlişkiler Kongresi olarak tanınan bu kongreyi Uluslararası Halkla İlişkiler
Derneği (IPRA), Halkla İlişkiler Avrupa Konfederasyonu (CERP) ve Halkla İlişkiler
Danışmanlar Derneği Uluslararası Komitesi (ICO) birlikte düzenlemişlerdir. Halkla ilişkiler
mesleğinde etik ilkelere ağırlık verilen kongrede etkinlik denetimine de vurgu yapılmıştır.
Bunların dışında, Helsinki Bildirgesi uyarınca Uluslararası Halkla İlişkiler Kalite
Enstitüsü (IQPR) de kurulmuştur. Enstitünün temel amacı, halkla ilişkiler mesleğinde kaliteyi
daha da artırabilmek için, kalite alanında ortak çalışmalar yürütmek olarak belirlenmiştir.
313
13.3.2. Halkla İlişkilerde Etiksel Karar Verme Modelleri
Halkla ilişkilerciler çalışmaları sırasında sık sık etiksel karar verme durumlarıyla karşı
karşıya gelmektedirler. Bu tür durumlar söz konusu olduğunda hızlı ve uygun kararlar vermeleri
gerektiği için alanın yukarıda geliştirilen çeşitli etik kodlarına başvururlar. Bu bağlamda,
meslekte etiksel karar verme sürecini açıklamaya dair kimi modeller geliştirilmiştir. En sıklıkla
izlenen modeller; (Uzun, 2007:202-7)
. Avukatlık modeli;
. Sorumlu savunma modeli;
. Aydınlanmış bencillik modeli;
. İki yönlü iletişim modeli ve
. Toplumsal sorumluluk modelidir.
13.3.2.1. Avukatlık Modeli
Model Barney ve Black tarafından geliştirilmiştir. Halkla ilişkiler mesleğinde söylemin
rolüne, ikna edici iletişime vurgu yapmak için planlanmıştır. Yazarlara göre halkla ilişkiler
uygulamasında gazetecilik mesleğinin özellikleri yanında avukatlığın da etkili olduğu
görülmektedir. Kamuoyu ya da hedef kitle ile iletişimde gazeteciler gibi nesnel olabilmeyi
başarmak gerekir. Aynı zamanda halkla ilişkiler mesleğinin tanıtma rolü ikna edici iletişimi
gerekli kılmaktadır. Bu bir anlamda hukukçunun davasını savunurken kullandığı ikna edici
iletişimdir. Dolayısıyla halkla ilişkiler uygulamacılarının da tıpkı bir avukat gibi savundukları
konuyu argümanlara dayalı olarak anlatabilmeleri daha ikna edici olmaktadır. Bu nedenle,
Barney ve Black’e göre halkla ilişkiler uygulayıcılarının rolü bir hukukçunun rolüne
benzemektedir.(Barney ve Black, 1994:233)
Gerek halkla ilişkilerciler gerekse de avukatlar toplumsal düzende ‘savunma rolü’nü
üstlenmişlerdir. Bu rollerini sergilerken de müşterilerinin kazanımlarını ön planda tutarlar.
Özellikle müşterilerinin lehinde olacak bilgileri yeri ve zamanına en uygun olacak şekilde
kullanırlar. Bunu uygularken elbette toplumsal düzen içinde konuyla ilgili diğer iletileri de
dikkate almaları gerekmektedir.
Bu şekilde çalışma etiği halkla ilişkilercileri ‘seçici hakikat’ düzlemine çeker. Nesnel
hakikat’tan hareket etme zorunluluğunu ortadan kaldırmış olur. Burada ikna etiği
biçimlendirmektedir. Dolayısıyla, bu halkla ilişkiler etik modelinde toplumdaki farklı
yaklaşımları dikkate alma sorumluluğu yüksek değildir, hatta bu nedenle kamu yararı düşüncesi
bile geri planda kalabilmektedir.(Barney ve Black, 1994:233-48)
Halkla ilişkiler uygulayıcısının kararlarında müşterilerinin görüşlerini daha ön plana
alması gerekmektedir. Model müşteri görüşüne göre hareket etmeyi öngörmektedir. Bu
çerçevede, çalışmayla ilgili mesajların yerini bulması, dengelenmesi dış çevrenin kendisi
314
tarafından yerine getirilir düşüncesinden hareket edilmektedir. Bu modelde esas olan, farklı
bakış açılarının temsiliyet gücüdür. Önemli olan her mesajın aktarımının sağlanabilmesidir.
Doğru ancak bu farklı temsiliyetler içinden çıkacaktır. Kendi menfaatlerine göre hareket eden
açılımların rekabet gücü doğruyu kamuoyuna gösterecektir. Bir başka açıdan da, toplumsal
düzende aktarılan tüm enformasyon kamuoyu tarafından dikkate alınmakta, üzerinde mantıksal
tartışmalar yapıldıktan sonra gerekli değerlendirilmesi sağlanmaktadır.(Uzun, 2007:203)
Modelin öngördüğü bu yaklaşım biçimi, halkla ilişkiler uygulayıcısının müşteri odaklı
stratejik hizmet anlayışı geliştirmesine olanak sağlar. Tıpkı mahkeme savunmalarında karşıt
argümanların amaçlı kullanılması gibi, halkla ilişkilerciler de kendi temsil ettikleri müşteri
beklentisine göre hareket edebilirler. Bu şekilde ortaya çıkacak alternatif görüşler toplumsal
düzende belli bir bakış açısının doğru kabul edilmesinde rol oynamış, dolayısıyla dengeyi
sağlayacak işlevselliği ortaya koymuş olurlar. Muhalif bakış açıları genelde ortaya çıkar ve
toplumsal düzende bu şekilde denge unsuru oluşur, ancak eğer muhalif yapı kendiliğinden
oluşmazsa, o zaman kamuoyuna karşıt argüman sağlama yükümlülüğü medyanın üzerindedir.
Ancak, halkla ilişkilerciler ile avukatların çalıştıkları ortamların birbirine benzemediği
ileri sürülerek bu modele eleştirel de yaklaşılmaktadır. Adaleti temsil etmek üzere kurulan
‘hukuk mahkemesi’nde çalışan avukatlar ile ‘kamuoyu jürisi’ önünde çalışan halkla
ilişkilercilerin ortamlarının eşit tutulamayacağı ifade edilerek model eleştirilmektedir.
Kamuoyunda bir mesajı dengeleyecek karşıt argümanların varlığının her zaman garanti
edilemeyeceği belirtilmektedir. Bu nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcılarının faaliyetlerinde salt
müşteri odaklı değil mutlaka kamu yararını da gözetmelerinin önemi üzerinde durulmaktadır.
13.3.2.2. Sorumlu Savunma Modeli
Sorumlu savunma modeli Fitzpatrick ve Gauthier tarafından ortaya atılmıştır. Bu model
‘mesleki sorumluluk modeli’ olarak da tanınmaktadır. Fitzpatrick ve Gauthier’ye göre etik
ilkelere göre hareket edildiğinde ahlaki olana da ulaşılır. Bu şekilde iyi bir davranış modeli de
ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, erdemli olan eylemler gerekli ahlaki altyapıyı da beraberinde
getirmiş olacaklardır. Modele göre, bu durum da doğru eylem alışkanlığı yaratacak bir
mekanizmanın işleyişini sağlayacaktır.
Fitzpatrick ve Gauthier, bu çerçeveden hareket ederek söz konusu modellerini
geliştirmişlerdir. Amaç da müşteri örgütlerine olduğu kadar kamusal yararı da gözetecek
şekilde ikili yükümlülüklere dayanan yeni bir model ortaya koyabilmektir.
Bu model mesleki sorumluluğun etik davranışın garantisi olduğunu savunmaktadır. Bu
nedenle, halkla ilişkiler uygulayıcılarının mesleki sorumluluk anlayışı içerisinde çalışmaları
gerektiği vurgulanmaktadır. Halkla ilişkilerin müşteri örgütlerini savunma rolleri toplumsal
açıdan bir çatışma konusuna dönüşebilme olasılığı taşıdığı için, bu tür durumlarda etik ilkelere
göre hareket etmek büyük önem taşıyacaktır. Dolayısıyla, modele göre, toplumsal hizmet
açısından en iyi davranış sorumluluk anlayışına göre hareket etmektir. Amerikan Halkla
İlişkiler Derneği’nin etik ilkelerine uygun görülen bu modele göre sorumluluk her zaman ilk
sırada müşteri örgütlerine yönelik duyulmalıdır.
315
Fitzpatrick ve Gauthier modellerinde halkla ilişkiler uygulayıcılarını mesleki
profesyonellik içerisinde tanımlayarak, bu profesyonel tutum içinde ‘sorumlu savunma’nın
‘zarardan kaçınma, insanlara saygı ve adil dağıtım’ olmak üzere üç ayrı temel unsura
dayandığını ifade etmektedirler.(Fitzpatrick ve Gauthier, 2001:207)
Mesleki sorumluluk modelinin diğer modellerle kıyaslandığında ayırıcı noktası, müşteri
örgütlerine sorumluluk ilkesini başat rol olarak tanımlamakla birlikte, halkla ilişkileri hem ilgili
müşteri örgütünün savunucusu rolünde hem de söz konusu örgütün kamusal vicdanı rolünde
görüyor olmasıdır. Dolayısıyla, halkla ilişkiler uygulayıcısı aslında müşteri örgütünün kamusal
vicdanı rolünü de üstlenerek ikili bir rol yürütmektedir. Mesleki sorumluluk müşteri örgütünün
faaliyetlerinden etkilenme olasılığı olan diğer kamusal ortamlara karşı da sorumluluk
üstlenilmesini gerekli kılmaktadır.(Uzun, 2007:205)
13.3.2.3. Aydınlanmış Bencillik Modeli
Mesleki sorumluluk modeline benzer nitelikler taşıyan bu model Baker tarafından
geliştirilmiştir. Baker 2002 yılında geliştirdiği bu modelde, etik davranış ile kazanç potansiyeli
arasında doğru korelasyon olduğunu savunmaktadır. Etik davranışın pazar payını artırıcı rolüne
vurgu yapılmaktadır. Rekabete dayalı pazarda üstünlük elde edebilmenin yolunun etik biçimde
davranmaktan geçtiği üzerinde durulmaktadır. Müşteri örgütlerinin etik biçimde hareket
etmelerinin pazar payını uzun vadede daha da artıracağı düşüncesinden hareket edilmektedir.
Aydınlanmış bencillik modeli etik açıdan doğru olanın finansal gücü de artıracağı
görüşünü savunmaktadır. Bu model müşteri örgütlerinin yararını önceler. Müşteri örgütlerinin
kazanımının kamusal kazanıma da yol açtığı düşüncesindedir. Klasik fayda kuramcılarına göre,
bir eylemin tüm kamulara katkıları ayrı ayrı ele alınıp hesaplanır iken, aydınlamış bencillik
modelinde odak noktası müşteri örgütünün faydası olmaktadır. Burada önemli olan durum,
müşteri odaklı faydanın etik temele dayandırılıyor olmasıdır. Dolayısıyla bu şekildeki
odaklanmanın çevre unsurlara da aynı şekilde katkılı olacağı öngörülmektedir.(Uzun,
2007:205)
Aydınlatılmış bencillik modeline getirilen eleştiriler ‘bencillik’ kavramına yönelik
olmuştur. Bu kavramın halkla ilişkiler etik davranışın içerisinde merkezi bir rol
oynayamayacağı üzerinden eleştiriler getirilmiştir. Etik, ilgili tüm kamular için doğruyu
yapmakla tanımlandığı için modelin bencillik boyutunun çelişki yarattığı ifade edilmektedir.
Oysa modele göre, halkla ilişkilerde zor kararlarda bu yaklaşım doğru bir rehberlik yapacaktır.
13.3.2.4. İki Yönlü İletişim Modeli
İki yönlü iletişim modeli James Grunig’in geliştirdiği bir modeldir. İki yönlü iletişimin
etik davranışın en iyi yolu olduğu savunulmaktadır. Bu modelde halkla ilişkiler bir tartışma
forumu olarak kabul edilmektedir. Tüm paydaşların birarada konuyu inceleyip görüş bildirdiği,
tüm olabilecek farklı düşünceler üzerinden gidilerek de ‘ortak en iyi’nin bulunabileceği
belirtilmektedir. Grunig, etik karara varılabilesi için işbirliği içinde hareket edilmesi gerektiğini
uygun görmektedir. Tüm muhataplar ile biraraya gelerek, tartışma ortamı içerisinde konunun
316
her boyutunun açık bir şekilde görüşülmesinin en etik davranış olduğu savunulmaktadır. Bu
modeldeki anahtar kavram diyalog’tur. Etik davranışta en yüksek değere ulaşılabilmesi için
karşılıklı kurulan diyalog içerisinde hareket etmenin taşıdığı önem vurgulanmaktadır.
Halkla ilişkiler uygulayıcıları bu modele göre müşteri örgütlerin yönetim kadrolarını
yönlendirme işlevinde görülmektedir. Dolayısıyla, halkla ilişkiler müşteri örgütleri ile örgütün
ilgili kamuları arasında bir köprü rolü oynamaktadır. Bu rol aracılığıyla da, iki yapı arasında
uzlaşının daha rahatlıkla sağlanabildiği vurgulanmaktadır. Bir anlamda bu model, kazanan-
kazanan yaklaşımı’dır. Ve toplumsal sorumluluk ilkesine dayandığı için bu yaklaşımın en etik
temel sağladığı ifade edilmektedir.(Fitzpatrick ve Gauthier, 2000:200)
İki yönlü iletişim modelinde müşteri odaklı savunuculuk tek yönlü düşünülmez. Halkla
ilişkiler uygulayıcıları savunuculuk rolleri ile toplumsal vicdan rollerini dengelemekle sorumlu
tutulurlar. Dolayısıyla bu şekilde ancak iletişim modeli kapsamında en etik yapıya
ulaşılabileceği öngörülür. Ancak model bu etik yapıyı sağlayabilmesi konusunda eleştirilere
maruz kalmıştır. Halkla ilişkiler uygulayıcılarının, müşteri örgütlerini çevre kamuların yararına
ne oranda yönlendirmesi gerektiği konusunun açıkça belirtilmediği üzerinden eleştiriler
getirilmektedir. Gerçekçilikten uzak, oldukça ideal bir yaklaşım olduğu, bu nedenle de
uygulanabilirliğinin sorunlu olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle, iki yönlü simetrik halkla
ilişkilerin ütopik nitelik taşıdığı vurgulanmaktadır.(Uzun, 2007:207)
13.3.2.5. Toplumsal Sorumluluk Modeli
Siebert, Peterson ve Schramm’ın geliştirdiği toplumsal sorumluluk modeli, 1956
yılından bu yana bu alanda değerlendirilmektedir. Amaç halkla ilişkiler uygulamalarında ortak
yarara daha fazla hizmet sağlayacak bir altyapı oluşturabilmektir. Genel kamu yararını dikkate
alarak çalışmaların işlerlik kazanmasına yönelik geliştirilen bir modeldir.
Bu modelle ilişkili tutulabilecek bir başka model de ‘komünitaryenizm modeli’dir.
Benjamin Barber, Mary Ann Glendon, Harry Boyte vb. kuramcılar tarafından ortaya atılmış bir
modeldir. Bu etik yaklaşımda topluma karşı yükümlülükler daha ön plana alınmıştır. Model
bireysel etik yaklaşımına karşıt görüştedir. Bu bağlamda, toplumsal sorumluluk modelinin
içeriğinin daha genişletilmiş hali denilebilir. Komünitaryenizm modeli ortak değerlerle hareket
ederek halkı güçlendirme, daha adil, daha demokrat bir toplum düzenine ulaşma hedefleri ile
toplumsal sorumluluk modelinin bir üst evresi olarak görülebilir.
Halkla ilişkiler disiplininde toplumsal sorumluluğu örneklendirecek bir diğer model de
‘karşılıklı değerlere karşı taraf tutma modeli’dir. Pearson tarafından 1989 yılında
geliştirilmiş kuramsal bir modeldir. Halkla ilişkiler çalışanının kurumuna karşı sadakat
duygusunu önemsemekle birlikte, çalışana bir uygulayıcı olarak tüm gelişmeleri müşteri
örgütleriyle paylaşma yükümlülüğü getirmektedir. Çatışacak fikirler söz konusu olacak olsa
dahi modelin uygulanması gerektiği savunulmaktadır. Böylelikle halkla ilişkiler ajansı ile
müşteri örgütleri arasında ‘karşılıklılık ilkesi’ bağlamında bir dengenin sağlanabileceği, bunun
da sorumluluğa dayalı stratejik bir iletişim süreci yaratacağı ifade edilmektedir.
317
13.4. Lobicilik Faaliyetlerinde Etik Kurallar
Lobicilik ikna edici iletişime dayanan bir meslek dalıdır. İknanın nasıl işlediğinin
anlaşılması lobicilik açısından oldukça önemlidir.(11) Meslek dalı olarak lobicilikte stratejik
halkla ilişkilerin faal kullanıldığı görülür. Halkla ilişkiler odaklı bir çalışma alanı olduğu için
temelinde ikna edici iletişimi de görmek mümkün olmaktadır. Lobici ikna süreci içerisinde
sonuç almaya odaklı hareket etmek durumundadır.
İkna çoğunlukla olumsuz çağrışımlar yapan propagandayla karıştırılmaktadır. Oysa
propaganda da tek yönlü bir iletişim süreci işletilmektedir. Amaç, belli bir periyodla
enformasyonu hedef kitlelere aktarıp bilinçle birlikte bilinçaltını da etkilemeye çalışarak var
olanı pekiştirmek ya da gerekli davranış değişikliklerine ulaşabilmektir. Lobicilik ise öncelikle
yöneldiği siyasal aktörlerle doğrudan iletişime geçmeyi hedefler. Karşılıklı ilgili konu ya da
konuları müzakere ederek sonuca ulaşmaya çalışılır. En sağlam argümanlarla konuyla ilgili
haklılık siyasal aktörlere aktarılarak, böylelikle Parlamentoda alınacak ilgili kararın lehte
olmasına çaba sarfedilir. Dolayısıyla propagandada ağırlıklı olarak gördüğümüz manipülasyon,
lobicilikte tercih edilmemesi gereken bir tekniktir. Lobici hedef kamulara müşteri örgütlerinin
davalarındaki haklılıklarını çok daha uzun erimli ikna edici iletişim teknikleriyle aktarmakla
yükümlüdür. Bu nedenle, lobicinin çalışmanın her aşamasında ikna edici iletişimi kullanması
mesleki rolün daha da güçlenmesine, bir fikrin ya da bir davranışın niçin benimsenmesi
gerektiğinin daha açık anlaşılmasına hizmet edecektir.
Bu anlamda, teknik olarak ikna sanatına dayandırdığımız lobicilikte retorik gücün
önemi vurgulanmalıdır. Retorik kavramının ilk geçtiği yapıt Platon’un ‘Gorgias’ diyaloğudur.
Tarihi binlerce yıl öncesine dayanan ikna sanatının uslamlama temellerini sağlayan ise
Aristoteles’dir. Aristoteles, bir fikrin savunulması ya da yanlışlanması için iknada üç tür
kanıtsal mekanizmadan söz etmiştir. İlk olarak kaynağın güvenilirliğini sağlayan, Aristoteles
tarafından ‘Ethos’ olarak tanımlanan kanıttan söz etmek gerekir. Ethos, fiziksel çekicilik ile
birlikte kaynağın inanılırlığını sağlayan yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir durumu, hitabet
gücü, uzmanlığı, karizması, liderlik yeteneği vb. özellikleri kapsamaktadır. İkinci kanıt
duygusal çekicilik olarak tanımlanan ‘Pathos’dur. Bu kanıtı iknacının taşıdığı sağduyu,
bilgelik, dürüstlük, cömertlik, cesaret, hoşgörü vb. erdemlerin yarattığı duygu durumları
yaratmaktadır. Son sırada belirtilmesi gereken kanıtlama türü ise mantıksal çekicilik olarak
adlandırılan ‘Logos’tur. Hedef kitlenin konuyu bilişsel anlamda nasıl değerlendireceğini
öngörerek ifadeleri dinleyicilerin uslamlamasını dikkate alarak oluşturmak anlamına
gelmektedir.
Tarihsel arka planı antik dönemlere kadar uzanan ikna edici iletişim süreci bugün insan
topluluklarını, grupları, aktörleri etkilemede aynı işlevselliğini korumaktadır. Dolayısıyla,
Aristoteles’in ikna sanatı olarak gördüğü retoriği açımlarken ortaya koyduğu kanıtsal yapılar
bugün için de geçerliliğini korumaktadır.(12) Yukarıda üzerinde durulan bu kanıtlar lobicilik
faaliyetleri açısından da tartışmasız başat rolü oynamaktadır.
İkna edici iletişimi sağlayan en önemli ögelerden biri mesajın içeriğinin doğru
enformasyon taşıyor olmasıdır. Savları abartarak, çarpıtarak farklı bir yöne kaydırmayı
318
amaçlayan söylemler uzun vadede büyük sorunlara yol açar. Propagandadan farklı olarak
iknada doğruluğu kesin olan bilgiler paylaşılmalıdır. Bu anlamda ikna referansları bilinen,
kanıtlanmış enformasyona dayandırılmalıdır. İknanın etiksel boyutunda dürüstlük, doğruluk,
adil olma en temel ilkeler olarak belirginlik kazanmıştır. Dolayısıyla lobicilikte de ikna etme
çabası baskı ve zorlamanın dışında retoriksel düzlemde görülmelidir.
Bu bağlamda, lobicinin başarılı olabilmesinde kendine has özelliklerinin yanı sıra,
fikirlerini açıklıkla ortaya koyabilmesi, savunduğu davayı etkili aktarabilmesi, herhangi bir
kuşkuya yer vermeyecek şekilde hareket etmesi, bu şekilde güvenilir bir imaj yaratması
gerekmektedir. Sonuçta, uzman bilgisine dayanan lobicilikte daha başarılı sonuçlar elde
edilmektedir.
Savunulan konunun doğruluğu ya da yanlışlığı çok önemli değildir. Asıl amaç
karşısındakini etkilemek, onu kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirebilmektir. Diğer
propaganda faaliyetlerinde olduğu gibi lobicilikte de temel mekanizma, mevcut olan ya da
olmayan herhangi açık bir delil ya da mantıki bir zemin sunmaksızın diğer kişileri belli bir
inanışı kabullenmeleri için çalışmaktır.(Brown, 1992:31)
Yukarıda da değinildiği gibi, lobicilerin uzmanlık bilgisi önemli bir avantaj sağlar.
Uzmanlık bilgisine dayanan yetenekleri lobicilerin karmaşık nitelikteki, çok faktörlü siyasal
içerikli konuları daha analitik değerlendirmelerini sağlayıp, karar vericiler üzerinde daha etkili
olmalarına olanak tanımaktadır. Lobici belli bir konuyu aktarırken kalıplaşmış imajları
kullanmalı, herkesin kabul edebileceği bir kalıpta konusunu savunmalıdır. Bu amaçla lobiciler
ilgili komitelere kısa, anlaşılabilir belgeler, notlar, analizler hazırlarlar. Onların kolay kolay
elde edemeyeceği istatistiki bilgiler toplarlar. Kendi fikirlerini, tasarılarını onlara
benimsetebilmek için konuya aydınlık getirirler. Konuyu, sorunu bu şekilde tanımlamak,
açıklamak lobiciliğin esaslarını oluşturmaktadır.(Wolpe, 1990:17)
Lobici kabul ettirmek istediği ya da savunduğu düşüncelerinde yığınlarla uğraşmak
yerine hedefine ulaşmayı kolaylaştıracak olanları seçmelidir. Seçilen bu ifadeleri karşı tarafın
kabul etmesini kolaylaştırmak için tekrar tekrar anlatmalıdır. Zamanla sık sık tekrarlanan
konular tamamen gerçek dışı olsalar da karşı tarafça kabul edilebilir. Lobici tezinde yalnız kendi
istediği yönü karşı tarafa göstermelidir. Muhatabı ile tartışmaya girmekten ziyade onu kendi
istediği yöne doğru sürüklemek daha etkili olacaktır.(Umerova, 2006:59)
Bayramoğlu’na göre, lobicinin sahip olması gereken özelliklerden hareketle aşağıdaki
gibi bir lobici imajı oluşturmak olası gözüküyor:(Bayramoğlu, 1985:10)
“Lobiciler halkla ilişkiler uzmanıdırlar; kamuoyunu etkilemek için basın bültenleri,
gazetelere mektuplar, konuşmalar, radyo programları, ilanlar hazırlarlar. Özellikle karşı oy
kullanan yasama organındaki vekillere/üyelere aydınlatıcı, ikna edici nitelikte mektuplar
yollarlar. Lobici yetiştiren bir okul yoktur. Lobici ayrıntılı çalışır, konusunun araştırmasını
yapar. Amacına götüren teknik araç ve bileşimleri seçer. Politika bir diğer ortak paydadır.
Lobicilerinin eğitim ve mesleklerinde benzerlik vardır. Çoğunluğu hukuk öğrenimi yapmıştır.
Çoğu bir zaman devlet yönetiminin çeşitli bölümlerinde görev almış kişilerdir.”
319
Wolpe, lobicilik faaliyetlerini ele alırken bu oyunun belirli kuralları olduğunu belirterek
lobicinin başarısızlığını bu temel kuralları ihlal etmesine bağlıyor. Lobici her zaman doğruyu
söylemeli ve kullandığı dil ile, sözlerle ve ifadelerle doğruyu söylediğini teyit etmelidir.
Lobicilikte kullanılan dil çok önemlidir. Lobicinin ilgili üyeler nezdinde çalıştığı alanda güven
kazanabilmesi, dürüst bir kişi olarak görülebilmesi önemlidir. Lobicinin o alanda çok geniş
bilgiye sahip olması gerekir. Yalnızca gerçek bilgilerin sunulması önemli değildir. Politik
durumların anlaşılması için tam bir açıklamanın yapılarak, anlaşılmayan nokta
bulundurulmaması da önemlidir. Hedefe ulaşabilmek için lobicinin elde mevcut imkan ve
kaynakları çok iyi analiz etmesi ve bu çerçevede bir strateji izlemesi gereklidir. Lobicilik
faaliyetinde nasıl dinleneceğini bilmek, duyduklarını tam olarak anlamak konunun anlaşılması
açısından önemlidir.(Wolpe, 1990:18)
İlk etapla lobiciler ile üyeler ya da karşısındaki bireyler ile aralarında bir güven
kurulmalı ve muhafaza edilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bütün lobiciler üyelerle
kişisel bir temas kurarak onlarla yakınlaşmak ve önemli konular hakkında onlarla konuşmak
için çalışırlar. Oylamaya katılacak olan Kongre üyelerinin ilk temas ettikleri kişiler kendi
kurmaylarıdır. Zaten bir üyenin bütün konularda derin bilgilere sahip olması da beklenemez.
Bu nedenle ilk başvuracağı kişi danışmanıdır. Dolayısıyla bir lobicinin danışmanlarla da
ilişkilerini iyi kurması gerekmektedir.(Çoşar, 1996:54)
Lobici oyuncuları, grupları ve heyetleri iyi tanımalıdır. Etkili bir lobicilik için kişisel
temasın yapılabilmesinde politikacıların kim olduğu, nelerin onları motive ettiği, nelerden
etkilendikleri bilinmelidir. (Dinçer, 1995:63) Aynı şekilde ilgili komitelerin faaliyetlerinin içine
girilmesi, onlarla ilişkilerde hayati önem arz eder.
Lobiciliğin uluslararası boyutu sayesinde dış kamularda da ülke adına lobi
yürütülmektedir. Bugünün global dünyasında uluslararası lobiciliğin gerekliliğinin arttığı
açıktır. Ülkelerarası dış politikadaki artan öneminden dolayı lobicilik çalışmalarının halkla
ilişkiler niteliği de daha görünür hale gelmektedir. Doğrudan karar vericilere ulaşabilmenin
yanında, ülkenin çeşitli kamularını etkileyerek karar vericileri dolaylı şekilde de
yönlendirebilmeleri olası olduğu için lobicilikte tanıtımın kapsamı genişletilmiştir.
Devlet politikasının gerekçelerini bilerek lobicinin faaliyetlerini bu doğrultuda
yürütmesi ve argümanlarına dayanaklar araması gerekmektedir. Lobici kendi fikirlerini
savunmaya ve onlara dayanaklar bulmaya hazır olmalıdır. İlgili üyeleri etkileyerek onlara kendi
çıkarları doğrultusunda karar aldırabilmenin en etkili yollarından biri lobicinin danışman rolüne
soyunmasıdır. Bu sayede lobici her istediği fikri üyelere aktarma fırsatını kolayca yakalamış
olur. Lobicinin süreci anlaması, sistemin nasıl işlediğini özümsemesi ona önemli bir avantaj
kazandıracaktır. Son olarak lobicinin karşısındakini etkilemek açısından nezaket kurallarına
dikkat etmesi gereklidir.(Wolpe, 1990:passim)
13.4.1. Lobicilikte Yasal Düzenlemeler
Dünya genelinde Amerika Birleşik Devletleri lobicilik mesleğinin icrasında en fazla
deneyime sahip ülkedir. ABD’de lobiciliğin bir meslek dalı olarak yasal düzenlemeleri
320
mevcuttur, bu konuda da ABD ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu anlamda, yasal düzlemde
ticari sicil kaydı bulunan çok sayıda lobi şirketine sahiptir.
Jean Meynaud Politikada Baskı Grupları adlı yapıtında lobilerin kullandığı yöntemleri
baskı teknikleri olarak ele alıp, beş ayrı skalada kategorize etmeyi tercih etmiştir. Meynaud’ya
göre lobi şirketlerinin kullandıkları baskı yöntemleri şu şekildedir:(1975:65)
. İnandırmaya çalışır,
. Tehdit eder,
. Parayı kullanır,
. Hükümetin icraatlarını baltalar ve
. Doğrudan eylemler yapar.
Meynaud’nun ortaya koyduğu, inandırmaya çalışmanın dışındaki diğer baskı
yöntemleri son derece sorunludur. Ki bu çalışmada da lobilerin yasal düzlemdeki yöntemi
olarak tek ikna çalışmaları üzerinde durulmuştur. Diğer yöntemler yasal düzlemin dışında
olduğu için dikkate alınmamıştır. Lobicilik ilk ve kapsamlı yasal düzenlemelerine sahip ülke
olarak ABD’de de olduğu gibi diğer dünya ülkelerinde de meşruiyetini sağlayacak yasal
zeminden hareket etmekle yükümlüdür.
Tablo 13.1. ‘Foreing Influence Explorer’ web sitesine göre, 2013 yılında ABD
yönetimini etkilemek amacıyla dünya devletlerinin yaptığı lobi harcamaları
321
Lobiciliğin meslek dalı olarak henüz tüm dünyada yasal düzenlemeye tabi tutulmuş
olduğunu söylemek güçtür. Yukarıda da belirtildiği gibi ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri
meslek dalı olarak gerekli yasal düzenlemelere gitmiştir. ABD, ‘Yabancı Temsilciler Yasası’
ile ‘Federal Lobi Yasası’ olmak üzere bu alanda iki önemli yasal düzenleme gerçekleştirmiştir.
ABD’de lobicilik devlet sisteminin bir parçasıdır. Kongre ve yürütme üzerinde
yürütülen faaliyetleri kapsar. Başlangıçta kullanılan ‘Lobi Ajanı’ ifadesi ise değişime uğramış,
XIX. Yüzyıldan itibaren de ‘Lobici’ye dönüşmüştür. Lobicilik faaliyetleri bu yüzyıldan itibaren
gelişmeye başlamış, ancak ilk zamanlarda rüşvet alıp vermeler, çıkar çatışmaları,
anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır.(Yılmaz, 1993:36)
ABD’de ilk olarak 1938 tarihinde ‘Yabancı Temsilciler Yasası’ yürürlüğe girmiştir. Bu
yasal düzenlemeyi ABD’de II. Dünya Savaşı öncesi artış gösteren Nazi propagandasının
hızlandırmış olduğu ifade edilmektedir. Yasa özellikle ABD’de yabancı ülkeler adına lobi
faaliyetleri yürütmekte olan lobileri kayıt altına almayı sağlamıştır. Ayrıca, yabancı devleler
için çalışan söz konusu lobi şirketlerinin faaliyet tür ve sayılarının da listelenmesini karara
bağlamıştır. Bunların yanında, lobi şirketlerinin yürüttükleri tüm faaliyetler için yaptıkları
finansal harcamaları da kayıt altına almayı gerekli görmüştür.
‘Federal Lobi Yasası’ ise ABD’de 1946 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu yasa çıkana
kadar ABD’de lobi faaliyetleri daha çok kontrolsüz olarak devam etmiştir. 1946 tarihli bu yasa
(Federal Regulation of Lobbying Act-FRLA) bütün lobicilerin ABD Kongresi’nin iki
meclisinde de –Senato ve Temsilciler Meclisi’nde– kaydedilmelerini ve lobicilik faaliyetlerinde
yaptıkları harcamaların da her üç ayda bir kayıt altına alınmasını öngörmüştür.(Yıldırım,
1994:34)
Bu yasa çıkar gruplarının Kongre’ye karşı olan faaliyetlerini kapsamıştır. Kayıt altına
alma sayesinde lobicilerle Kongre’nin ilişkilerini ortaya koymak ve kamuoyunu bilgilendirmek
hedeflenmiştir. Bu yasanın çıkarılmasından sonra lobicilikle ilgili olarak reformların devam
ettiğini, buna paralel olarak Washington’daki grupların faaliyetlerinin de arttığını görmek
olasıdır. Yüksek Mahkeme (The Supreme Court) 1954 yılında aldığı bir kararla lobiciliği
Kongre üyeleriyle doğrudan haberleşme, ilişki kurma ya da federal yasamanın etkilenmesi
olarak tanımlamıştır.(Umerova, 2006:52)
Lobicilik faaliyetleriyle ilgili olarak yapılmak istenen reformların gerisinde itici güç
olarak vatandaş haklarının korunması için çalışan kamu çıkarı grubu (Common Cause)
görülmektedir.(Farland, 1984:110-137) 1975 yılı içerisinde bir kısım Temsilciler Meclisi
üyesinin önerileriyle lobiciye yeni bir tanım getirilmiştir. Buna göre, bir yılda 500 dolardan
fazla para harcayan ya da bunu lobicilere ödeyen ya da Kongre üyeleri ya da yürütmeyle ayda
sekiz defadan fazla ilişkiye giren ‘lobici’ olarak tanımlanmıştır.(Yıldırım, 1994:35)
Bu gelişmeler, 1975 yılında ‘Yabancı Ajanların Tescil Yasası (Foreign Agents
Registration Act - FARA)’nın çıkmasına yol açmıştır. Bu tarih itibariyle, ABD’de yabancı
ülkeler için faaliyet gösteren lobi şirketlerinin Adalet Bakanlığı’na kayıtlı olmaları
sağlanmıştır. Aynı zamanda, faaliyetleri için harcama değerlerinin de kayıt altına alınması ile
322
ilgili yasal zorunluluk getirilmiştir. Aslında bu yasa ile hedeflenen, lobi faaliyetlerini
denetlemekten daha çok, kimlerin yabancı ülkeler için lobi faaliyeti yürüttüklerini
saptamaktır.(Bayramoğlu, 1985:11)
1976’nın Eylül ayında ise Common Cause tarafından desteklenen ‘Lobi Faaliyetlerini
Açıklama Yasası’ (Lobbying Disclosure Act of 1976) Temsilciler Meclisi’nde büyük çoğunlukla
kabul edilmiştir. Ancak, Senato’da engellemelerle karşılaşmış, diğer bir ifadeyle lobi
faaliyetleri yüzünden engellenmiştir. Ancak bu yasa tasarısı daha sonra yeni bir madde
eklenerek kabul edilmiştir. Bu maddeye göre, eğer lobici bir yıl içerisinde Kongre üyeleriyle
on ikiden az ilişki kurarsa kayıtlanma zorunluluğu olmayacaktır. Ancak burada ilişkinin anlamı
açık değildi. Çünkü bu ilişki bir telefon görüşmesi olabileceği gibi, Kongre üyeleriyle bir
toplantıya katılmak da olabilirdi. Sonuç olarak kanun, lobicilik faaliyetlerinde 1250 dolardan
fazla harcayan ve çalıştırdığı personelinin zamanının %20’sinden fazlasını lobicilikte harcayan
organizasyonların ‘lobici’ olarak kayıtlanmalarını öngörmüştür. Bu kayıtlar lobicinin yapmış
olduğu faaliyetleri ve Kongre üyelerine verdiği hediyeleri de kapsar niteliktedir.(Fındık,
2002:27) Bu yasa ile lobicilerin kayıtlanması, bu grupların faaliyetlerini açığa vurmaya
yarayacağı gibi Kongre üyeleri üzerinde çeşitli yollarla baskı yapılmasını da engellemek
amaçlanmıştır.
1978 yılı Nisan ayının sonlarında ise Temsilciler Meclisi’nden lobi faaliyetlerinin
açıklanmasına dair çok sert maddeler içeren yeni bir yasa geçmiştir. Yasa temel olarak lobi
örgütlerine yeni yükümlülükler getirmiştir. Eğer herhangi bir örgüt lobi faaliyetleri için 2500
dolardan fazla para harcarsa ve personelini bir konu üzerinde iki haftadan fazla çalıştırırsa
kayıtlanması gerekmektedir. Bu madde, hangi lobici tarafından hangi konu üzerinde ne kadar
para harcandı anlamına gelmektedir. Yasa lobi gruplarına 3000 dolar üzerinde yaptıkları
katkıları açıklama zorunluluğu getirmiştir. Başka bir değişiklik olarak da, lobicilerden halk
tabanında yaptıkları çalışmaların açıklanması istenmiştir. Ayrıca bu gruplardan Kongre
üyeleriyle telefon konuşmaları ve mektuplarla yapılan, aslında kendi düşünceleri gibi gözüken
ama organize bir lobi grubu tarafından yürütülen çalışmaların açıklanması da istenmiştir.
(Yılmaz, 1993:36)
Amerika Birleşik Devletleri’nde politik alanda bugün de lobicilik faaliyetleri oldukça
aktif bir şekilde yürütülmektedir. Öyle ki, Washington lobileri kendi alanlarında uzmanlaşmış,
teknik ve tam baskı grupları olarak nitelendirilebilir. Ve ABD’de politika oluşturmada çok etkili
olduklarını da belirtmek gerekir. Hatta ülkede lobi çalışmalarının çoğunluğunu yabancı ülke
temsilcilerinin faaliyetleri sağlamaktadır. Bu ülkedeki yabancı ülke temsilcileri, yabancı
gruplar, firmalar, örgütler kendileri lobicilik faaliyetleri yaptıkları gibi, Amerikalı lobici ve lobi
firmalarının da desteklerini sağlayarak çıkarlarını gerçekleştirmeye
çalışmaktadırlar.(Umenova, 2006:50-57)
Türkiye’ye gelince ise, lobicilik hala yasal bir düzenlemeye tabi değildir. Cumhuriyetin
başlangıcından bugüne kadar Türkiye’nin yürüttüğü aktif bir lobi çalışmasından da söz etmek
güçtür. Bu nedenle, dünyada koordineli, etkili bir Türk lobisine rastlanıldığını söyleyebilmek
kolay değildir. Ancak, Prof. Dr. Tayyar Arı Türk lobisi ile ilgili bir sınıflandırma yaparak bu
alanda belli bir tipoloji yaratmaya çalışmıştır. İlk olarak yabancı temsilci lobilerden söz etmiştir.
323
Bu grup Türkiye adına hem kültürel hem de siyasal amaçlı lobi faaliyetleri yürütmektedir. İkinci
gruba Türk-Amerikan derneklerini yerleştirmiştir. Bu grup ta ilki gibi gerek kültürel gerekse de
siyasal amaçlı faaliyet gösterebilmektedir. Üçüncü ve son sırada saydığı ise Türk-Amerikan iş
dünyasıdır. Arı’ya göre bu grup ta ticari –tecimsel – amaçlı lobi yapmaktadır. Türkiye adına
yürütülen bu faaliyetler için ağırlıklı olarak ABD’deki uzman lobi şirketleri tercih
edilmektedir.(Arı, 2009:21)
13.5. Reklamcılık ve Etik4
Her reklam, içeriğindeki ürünü satmaya çalışmanın yanında toplumsal mesajlar da
vermektedir. Reklamcıların birincil amacı, üretici bir firmanın ürününü sattırarak firmaya para
kazandırmak olduğundan, bu amaca hizmet eden her yöntemi uygulama yoluna gidebilirler.
Ancak bu tür bir bakış açısıyla hazırlanan etkileyici uygulamalar zaman zaman yasalarla
ve/veya toplumsal değerlerle çelişir. Bu noktada devrede olan etik, reklamların bu gibi
uygulamaları kullanarak toplum üzerinde oluşturması muhtemel olumsuz etkilerini sorgular.
Bu sorgulamalar mesleki açıdan kendi kendini düzenlemenin yanında yasal yaptırımlar
da içermektedir. Yasal yaptırımlarla sağlanan zorunlu düzenlemeler dışında kalan hareket
alanlarında doğru olanın aranması, bulunması ve buna uygun hareket edilebilmesi adına ihtiyaç
duyulan temel bilinç; bireylerin özgür iradeye dayanan kendi kendini düzenleme kodlarını
benimsemeleridir. Bu kodları benimsemeyen, sadece üreticinin maddi amaçlarını
gerçekleştirme noktasına odaklanmış bir bakış açısıyla üretilen etik dışı reklam uygulamaları,
tüketici haklarına ters düşecektir.
Bu durum; asıl facianın yanlış ya da çarpıtılmış bilgiler yayan ve medyayı propaganda
amaçları için kullanarak tüketiciyi aldatan yalancılar yüzünden, bireylerin kendi kendilerine
rasyonel seçim yapabilme özgürlüklerini kaybetmesi olarak ifade edilmektedir.
Sözü edilen bu etik kodların etkinliği bir diğer tartışma konusuna yol açar. Bu tartışmada
öne sürülen karşıt fikirlere örnek olarak Gordon ve Reuss’un görüşleri verilebilir. Gordon, etik
kodların kitle iletişiminde medyanın kendisi ve toplum için değerli olduğu üzerinde dururken,
Reuss, bu kodların toplum ve medya üzerinde hiçbir gücünün bulunmadığını ve önem
taşımadığını ifade etmektedir. Bu farklı görüşlerin yasal yaptırımlarla ilgili değerlendirmeleri
de farklılık göstermektedir. Etik kodlarla kendi kendini düzenlemenin uygulama sahasında
etkin olmadığını, reklam uygulamalarındaki etik hata ve ikilemlerin önüne geçebilme
noktasında yetersiz olduğunu düşünen görüşe göre yasal yaptırımlar gerekli ve faydalıdır.
Ancak diğer bir görüşe göre etik davranışın sistematik olarak uygulanabilmesi ancak kendi
kendini düzenleme bilinciyle mümkün olabilir. Hatta reklam uygulamalarını üretici odaklı
bakış açısıyla değerlendiren farklı görüşler yasal yaptırımları kısıtlayıcı ve haksız bulur.
4 ‘Reklam ve Etik’ Bölümünde Başkent Üniversitesi SBE Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda Meltem
Akşin tarafından Aralık 2011’de hazırlanan ‘Bir İletişim Biçimi Olarak Reklamın Etik Açıdan Değerlendirilmesi’
içerikli tezden yararlanılmıştır.
324
Dolayısıyla etik tartışmalarının genel olarak toplumsal faydalar gözetilerek yapıldığı ve buna
karşılık görüş birliği sağlanamadığını ifade etmek mümkündür.
İletişim konusunda kendini düzenlemeye en uygun olduğu iddia edilen iki alan, basılı
medya ve reklamcılık sektörleridir. Reklamcılık sektöründe en iyi uygulama, reklamcılık
endüstrisi tarafından benimsenen gönüllü kendini düzenleme kodlarını içeren ve detaylara
girmeyen, genel bir yasal çerçeve ile olur. Tütün ürünleri ve alkollü içkiler gibi özel alanlarda
da ayrıca belirlenmiş yasal uygulamalara gerek duyulur. En uygun durum, yasa ve kendini
düzenlemenin birbirini tamamlamasıyla ortaya çıkar.
Reklama karşıt olan görüş, reklamı hem ekonomik hem de sosyal açıdan olumsuz bir
güç olarak görmektedir. Bu görüşü savunanlar reklamın, ihtiyaç duyulmayan ürünlere karşı
talebin uyandırılması için toplumun daha az eğitimli kitlelerini istismar ettiğine inanmakta,
daha yüksek tüketici fiyatları ve kültürel değerlerdeki yozlaşmanın artışına neden olduğunu öne
sürmektedirler. Bununla birlikte reklama ilişkin iddialar ve savunmalar değerlendirilirken,
reklamın yapılması ya da yapılmamasından çok reklamın nasıl olduğuna ilişkin araştırmalar
önem kazanmaktadır.
Dolayısıyla reklam etiğinde öncelikle dikkat edilmesi gereken temel konular arasında
tüketiciye aktarılan mesajların içeriği ve kurgulanışı yer almaktadır (Karpat Aktuğlu, Işıl, 2006:
9). Reklamlara yöneltilen önemli eleştirilerden biri de, onun toplumların estetik ya da kültürel
düzeyini bastırdığı, azalttığı şeklindedir. Reklamların, her ne kadar kimi toplum kesimlerince
öyle algılansalar bile, birer estetik ya da sanatsal ürün olmadıkları açıktır. Ancak kimi
durumlarda, çeşitli amaçlarla yazar, çizer, tasarımcı, fotoğrafçı ve benzeri birçok sanat dalı ve
sanatçı tarafından üretilen sanat ürünü niteliğindeki yapıtlarla milyonlarca insanın karşısına
çıktığı da bir gerçektir.
Çeşitli sanatsal eserlerden, resimlerden, çizimlerden, fotoğraflardan, müzik ve
sahnelenen yapıtlardan duyulan tatmin düzeyi görecelidir. Kimileri için son derece başarılı
sanatsal yapıtlar olarak kabul edilen ürünlerin, diğerleri için sanatsal bir ürün bile sayılmaması
olağan, bir o kadar da yaygın bir durumdur. Reklamların işlevi, insanların ikna edilmesi
amacıyla bilgi aktarmaktır. Hiç kuşku yok ki, kimilerini ikna etmeye kalkışmak, başkalarının
da aynı konuda savunmaya geçmelerine yol açacaktır. Benzer biçimde reklamlarca desteklenen
kitle iletişim araçları da bilgilendirmenin ve eğlencenin en yapay olanına yer vermekle
eleştirilmektedir. Bu yapılırken aslında “iyi olan” yerine “popüler olanın”; “manevi ve kültürel
olan” yerine “maddi” olanın özendirildiği öne sürülmektedir. Bu arada bu tür eleştirilerden en
yoğun biçimde nasibini alan medya ise televizyon olmaktadır.
13.5.1. Reklam Uygulamalarında Etik Sorunlar
Etik tartışmalarda temel konu, eylemleri ahlaki bakımdan değerli ya da değersiz kılan
unsurların anlaşılması, iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın ne olduğunun belirlenmesi ile ilgilidir.
Bu kapsamda Aktuğlu, reklam sektörü açısından etiğin, reklam sürecinde yer alan ve reklamı
oluşturan tüm unsurların birlikte ele alındığı bir bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğinin
üzerinde durur ve reklamda ortaya çıkan etik sorunları iki kategoride değerlendirir. Aynı
325
zamanda bu çalışmanın da konusu dahilinde incelenen örneklerden biri olan Becel reklamlarını
da örnek göstererek bu etik sorunları şöyle açıklar: (Aktuğ, 2006: 9)
“Reklamda etik sorunları, etik ikilemler ve etik hatalar olmak üzere iki genel kategoride
incelemek mümkündür. Etik ikilem reklamı eleştiren ve destekleyenlerin sürekli olarak
tartıştıkları ve henüz fikir birliğine varamadıkları bir alanı oluşturmaktadır. Buna ilişkin en
klasik örnek tütün firmalarına, ürünleri için reklam izninin verilip verilmemesi gösterilebilir.
Bu firmalara izin verilmesi durumunda insan sağlığına zarar veren davranış desteklenirken, izin
verilmemesi durumunda ise firmanın yasal bir ürünü satma ve ifade özgürlüğü ihlal edilmiş
olacaktır. Genel görüşe göre etik ikilemler genellikle iki ya da daha fazla grubun hakları
arasındaki çatışma olarak ifade edilmektedir. Etik hata ise, etik ilkeleri benimseyen bireylerin
etik dışı kararlar alması durumunda ortaya çıkar. Ancak bu durum etik ikilemle
karıştırılmamalıdır. Çünkü etik hatada mesajın iletiminde kasıtlı olarak yanlış bilgi aktarımı
bulunmaktadır. Herhangi bir işletmenin rakiplerinde varolan bir ürünün özelliğini sadece
kendine özgü bir özellik olarak göstermesi ya da “Becel” marka margarinlerin reklamlarında
kolesterolsüz ifadesini hatalı kullanması bu konuya açıklık getirecek örnekler olarak
gösterilebilir.”
Bu açıdan bakıldığında, bir reklam etik açıdan değerlendirilirken yapısal ve anlamsal
tüm unsurlar ile bunların kitle üzerindeki etkilerinin bir bütün olarak ele alınması
gerekmektedir. Sadece yapısal unsurlar ve üst metinler ele alındığında yapılan değerlendirme
eksik kalacaktır ve gerek alt metinler gerekse görsel çağrışımlarla tüketici zihninde oluşacak
algılama hesaba katılmamış olacaktır. Böyle bir değerlendirme ile bir reklamın mevzuata uygun
olup olamayacağı saptansa bile geniş anlamda etik olup olmadığı yönünde net bir yargıya
varılması pek mümkün olmayacaktır.
Bu noktada akla gelen bir diğer etik tartışma ise mevzuata uygunluk ve etiğe uygunluk
arasındaki ilişkidir. Bir reklamın mevzuata uygun olması etiğe de uygun olduğu anlamına gelir
mi? Etik olarak değerlendiren bir reklam mevzuata ters düşebilir mi? yönündeki sorgulamalar,
bu alanda akla gelen önemli tartışma konularındandır. Aynı sorgulama sadece reklamda değil
genel anlamda etik davranış için de yapılır. Bir davranışın yasalara uygun olması, aynı zamanda
etiğe de uygun olduğunun bir göstergesi olmayabilir.
Yasalara uygun olmayan bir davranış tamamen etik dışı olarak nitelendirilemeyebilir.
Etik kavramı anlatılırken değinildiği gibi, bu etik davranışın hangi kriterlere göre
değerlendirildiğiyle de ilgilidir. Örneğin, bir davranışı sonuçlarına göre değil başlangıçtaki
niyete göre değerlendiren bakış açısı, pekala sonuçları yasalarla ters düşmüş bir olayı da aslında
etik bir davranış olarak niteleyebilir. Yine etik kavramı kapsamında üzerinde durulan bir diğer
konu ise, yazılı kurallara dönüştürülen bir etik anlayışının bireyi kişisel sorumluluktan
uzaklaştırdığı yönündeki görüştür. Bu bağlamda, gönüllü kendini düzenleme kurallarının önemi
bir kez daha ortaya çıkar.
326
13.5.2. Reklam Etiği ve Mevzuat
Reklamda etik konusu, hem teoride, hem de mevcut pratik uygulamalarda tartışmalı ve
kapsamlı bir konudur. Tüketimin kültürleştirilmesi sürecinde reklamların toplumsal yapının
dönüşümü üzerinde manipülatif etkileri bulunmaktadır. Reklamın iletişim yöntemleri içindeki
yeri ve yaşamın içine girebilme gücü düşünüldüğünde, topluma kodlanan mesajlarda iyi ve kötü
ayrımının yapılması önem kazanır.
Reklam alanında etik söz konusu olduğunda ise bu değerlendirmeyi yapabilmek için
öncelikle mevzuat incelenmeli, bu yazılı kurallar bütününün gönüllü kendini düzeltme kodlarını
içerip içermediğine ve reklamda etiği denetlerken reklam çalışmalarını ne derece sınırladığına
bakılmalıdır. Ülkemizde reklamda etik sorunların çözümlenebilmesi için Uluslararası Ticaret
Odası (International Chamber of Commerce, ICC) Uluslararası Reklam Uygulama Esasları’nın
dahil olduğu bir Reklam Mevzuatı bulunmaktadır.
Halen geçerli olan ve reklamdaki gerek etik gerekse mesleki düzenlemelere ışık tutan
bu mevzuat aşağıdaki kanun, yönetmelik, tebliğ ve prosedürleri kapsamaktadır:(Aktuğ, 2006:
8)
Reklam Özdenetim Kurulu’nun benimsediği Reklam Uygulama Esasları ile
birlikte Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun,
Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun,
Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik,
Medya Ölçümü Araştırma Sonuçlarının Ticari Reklam ve İlanlarda
Kullanılmasına Dair Tebliğ,
Ticaret ve Sanayi Odaları Hakkındaki Kanun,
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumuna Ait Kanun,
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu gibi çeşitli kurum ve kuruluşlarla bunların
çalışma alanlarını belirleyen kanun, yönetmelik ve prosedürler
13.6. Sanal Uzayda Etik Kodları5
Sanal uzaydaki etkinlikler için bilgisayar ve internet kullanımından bilişim alanındaki
uygulamalara kadar çok çeşitli etik kodlar geliştirilmiştir. Etik meselelerde genel bir anlaşma
5 ‘Sanal Uzayda Etik Kodları’ Bölümünde Ruhdan Uzun’un İletişim Etiği / Sorunlar ve Sorumluluklar (Gazi
Üniversitesi
İletişim Fak. Yay., 1. Baskı, Ankara, 2007, ss.257-261) yapıtından yararlanılmıştır.
327
vardır. Etik konular ya teknik araçlar tarafından ya da kendini düzenleme ve kısmen yasalar
tarafından içerilmektedir. Mahremiyet; bilgisayar suçu, entelektüel mülkiyet hakkı, telif hakkı,
marka, patent; özgür konuşma, enformasyon ve iletişim hakkı; nefret beyanına, ırkçılığa ve
mezhepçiliğe karşı savaş; pornografik, illegal, güvenilmez ya da zararlı materyal gibi konular
üzerinde yoğunlaşılmaktadır.
Bu meselelerin çözülme biçiminde, en azından yaklaşımlarda açıklık kazanan etik
seçimler vardır. Sözcük etiketlendirmelerini ve etiketlerin imzalanmasının ölçütünü kim
koyacaktır? Filtreleme ölçütünü kim oluşturacaktır? Teknik araçlarla ilgili olarak ortaya atılan
bu tür sorular, toplumsal ve etik seçimlerle ilgilidir. Dolayısıyla toplumsal diyalog, kültürel
diyalog, toplumsal sorumluluk gibi kavramların küreselleşme çağında insani ağlar yaratacak
eylemlerin ön planında yer alması gerekmektedir.
Sanal uzay etiği, bilgisayar yazılımlarından bilgisayarın kullanım biçimlerine, e-posta
iletişiminden web sayfalarının uyulmasında dikkat edilecek kurallara değin çok çeşitli etik
kodları içinde barındırmaktadır.
13.6.1. Bilgisayar Etiği
Bilgisayarların gelişmesi ve internetin yaygınlaşmasıyla yeni bir etikten söz edilmeye
başlanmıştır. Net ahlakı kısaca Netiquette adı verilen kurallar geliştirilerek, bilgisayarların ve
internetin kullanımında dikkat edilmesi uyulması gereken davranış kodları belirlenmeye
çalışılmaktadır. Computer Ethics Institute’ye (Bilgisayar Etik Enstitüsü) dayanılarak hazırlanan
aşağıdaki on emir netiquette’in temelini oluşturur niteliktedir:
Bilgisayarı başka insanlara zarar vermek için kullanmayın.
Başka insanların dosyalarına burnunuzu sokmayın.
Bilgisayarı yalan bilgiyi yaymak için kullanmayın.
Başka insanların bilgisayar kaynaklarını izin almadan kullanmayın.
Yazdığınız programın sosyal hayata etkilerini dikkate alın.
Başka insanların bilgisayar çalışmalarına karışmayın.
Bilgisayarı hırsızlık yapmak için kullanmayın.
Bedelini ödemediğiniz yazılımı kopyalamayın ya da kullanmayın.
Başka insanların entelektüel bilgilerini kendinize mal etmeyin.
Bilgisayarı saygı duyulacak, hakkında bahsedilecek şeyler için kullanın.
328
13.6.2. E-Posta Etiği
İnternet konusundaki bir diğer etik alan ise elektronik postalardır. Bu konuda üzerinde
durulan etik sorunlar ise zincir iletilere yanıt vererek zincirin uzamasına neden olmak, e-posta
almayı beklemeyen kişilere ticari amaçla e-posta göndermek, gönderilen bir e-postayı
sahibinden izin almadan genele açık ortamlara [örneğin tartışma grupları] göndermek, e-
postada kullanılan her türlü alıntı için telif hakkı kurallarına saygılı olarak ilgili referansları
belirtmek, mesajlaşma listesinden çıkma talebinde bulunan bir kişiyi listeden çıkartmayı ihmal
etmemek gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktadır.
13.6.3. İnternet Erişim Kuralları
İnternet iletişim kuralları; başkalarına karşı saygı, biçimsel özen ve içerikle ilgili özen
konularında yoğunlaşmaktadır. Kimliğini saklayabileceğini umarak gerçek yaşamda
benimsenmeyen davranışları sergilememek; saygılı olmak; duygusal yönden rahatsız edici
iletilerin yayılmasına olanak vermemek; geçerli bir gerekçe olmadan kimliğini gizlememek;
gereksiz yere büyük harfler ile yazışmaktan, sık sık özel simgeler kullanmaktan, esprili ya da
alaycı anlatımlardan kaçınmak; gönderilen eklerin virus taşımamasına özen göstermek;
başkalarının veri kaynaklarını, düşüncelerini ve yazılımlarını sahiplenmemek; kişilik haklarına
ve özel yaşama saygı göstermek gibi kurallara uyulması istenmektedir. Ayrıca, internet
ortamının sağladığı olanakları her türlü sahtekarlık, yolsuzluk, dolandırıcılık ya da hırsızlık gibi
kötü amaçla kullanmamak da gerekmektedir.
13.6.4. Web Etiği
Web etiği konusunda dikkat edilmesi gereken noktalar ise, web sitelerinde doğrudan
büyük resim dosyalarını sergilememek, başkasının sitesine link verilecekse nezaket açısından
ilgili kişiye bilgi vermek, web sayfalarının sadece metinden oluşan versiyonlarını da
sergilemek, eklenen görsel ya da ses malzemelerinin yanına dosya büyüklüğünü yazmak, e-
posta adresi ve son güncelleme tarihini not etmek çerçevesinde ele alınmaktadır. Ayrıca,
başkalarının entelektüel haklarına zarar verici materyali içeren web sitelerini ziyaret etmemek,
güvenilmeyen web sitelerinden alış veriş yapmamak, çocuklara zararlı ya da pornografik
materyal içeren web sitelerini ziyaret etmemek de uyulması gereken kurallar arasında yer
almaktadır.
13.6.5. Bilişim Mesleği Ahlak İlkeleri
Bilişim Mesleği Ahlak İlkeleri Belgesi, 1998 yılında kurulan Etik Çalışma Grubu
tarafından geliştirilmiş, daha sonra Türkiye Bilişim Vakfı Yürütme ve Yönetim Kurullarının
onayı ile kamuoyuna duyurulmuştur. İlkeler, her bilişimcinin mesleğinin gereklerini yerine
getirirken, ‘toplumun ve bireylerin güvenliğini, sağlığını ve esenliğini gözetmesi’, ‘adil, dürüst
ve güvenilir olup, tüm insanlara karşı hiçbir ayrım gözetmeksizin eşit davranması’ ve
‘insanların özel yaşamına, saygınlığına ve iyelik haklarına saygı göstermesi’ üzerine
kurulmuştur.
329
Bu ilkelere göre, bilişimci, mesleğiyle ilgili her türlü davranış, çalışma ve ilişkilerinde
en yüksek ahlaki değerler doğrultusunda hareket etmeli ve sorumluluk üstlenmelidir. Özel
bilgilerin gizliliğine özen göstermek, dürüst olmayan işlere bulaştığından kuşku duyduğu kişi
ve kurumlarla işbirliği yapmamak, komisyon, pay, prim tekliflerini ve maddi yardımları geri
çevirmek gibi kurallara uymalıdır. Ahlak ilkelerine göre, bilişimcinin, teknik yeterliliğini
geliştirmek, mesleki eleştirilere açık olmak, hatalarını kabul etmek gibi bireysel
yükümlülüklerinin yanında toplumsal yükümlülükleri de vardır. Buna göre bilişimci,
“toplumun esenliği, sağlığı ve güvenliğine uygun kararlar almadaki sorumluluğunu kabul eder
ve toplumu ve çevreyi tehlikeye sokacak etkenleri gizlemez, duyulmasına çalışır.” Ahlak
ilkelerinde, bilişimcinin ürün ve hizmetle ilgili yükümlülükleri, meslektaşları ve iş
arkadaşlarıyla ilgili yükümlülükleri, yöneticilikle ilgili yükümlülükleri ile işveren ve
müşterilerle ilgili yükümlülükleri de ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
330
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
Bugün etik, ağırlıklı olarak iş hayatı içerisindeki davranış biçimleri üzerinde çalışan bir
disiplin olarak görülmektedir. Ahlak ise, daha çok sosyal hayatla ilgilidir. Sosyal hayat
içerisindeki ilişkileri düzenleyen bir yapıyı taşımaktadır. Bu nedenle, etik ilkelerle ilgilidir, belli
bir duruma ilişkin değerleri ifade eder. Ahlak ise davranışlarla ilgilidir, dolayısıyla ilkeleri
hayata geçirme tarzı olarak görülür. Bir anlamda etik, neyin yapılması gerektiğini ifade eder.
Etik ile hangi eylemin iyi olduğu anlaşılmaktadır. Bu da ahlak fenomeni üzerine ayrıntılı
düşünmeyi gerektirir, dolayısıyla etik için ahlak felsefesi ifadesi de kullanılabilir.
Bu bölümde dünyada ilk Basın Ahlak Yasası’nın, I. Pan Amerikan Basın
Konferansı’nda kabul edildiği, gerek bu konferansta kabul edilen, gerekse UNESCO tarafından
ortaya konan ilkelerin birbiriyle benzerlik taşıdığı üzerinde durulmuştur. Bu kurallardan
bazıları; dürüstlük, objektiflik, haberlerin doğruluğunu araştırmak, olayları kışkırtmamak,
olayları gizlememek, düşünce özgürlüğünü savunmak, savaş çığırtkanlığı yapmamak, uydurma
ve abartılmış haber yayınlamamak, kişinin özel hayatına saygı göstermek, özel yararlar
sağlamamak gibi kurallardır. Basının hakları olmakla birlikte özgürlük ve sorumluluk,
dürüstlük, kamu yararı, tarafsızlık, kişilik hakları ve özel yaşama saygı vb. uyması gereken bazı
ahlaki kuralları da vardır. Bu bölümde bu etik perspektif basın özgürlüğü ve basında özdenetim
kuruluşları üzerinde yapılan incelemelerle edindirilmiştir.
Halkla ilişkiler alanında ise meslek örgütlerinin etik kodlar geliştirmek için gereken
çabayı sarfettikleri üzerinde durulmuştur. Ancak tarihsel olarak çok eskilere gitmek kolay
değildir. Bu alanda etik davranışlara ilişkin kodlamanın 20. Yüzyılın ikinci yarısından sonra
artarak devam ettiği görülmektedir. Amerika Halkla İlişkiler Derneği (Public Relations Society
of America - PRSA) bu çalışmaların öncülüğünü üstlenmiştir. Dernek tarafından yazılan etik
kodlar ilk 1950 yılında kamuoyuna sunulmuştur. Söz konusu kodların oluşturulmasına dönemin
büyük kuruluşlarının destek verdiği bilinmektedir. Daha sonra da, periyodik olarak belli
sürelerle gözden geçirilmiştir. Herhangi bir değişim ya da gelişime ilişkin olarak yenilenme söz
konusu olduğunda da revize edilmiştir.
Bölümün sonunda hem teoride hem de uygulamalarda kapsamlı bir konu olan reklam
etiği ve mevzuatı ile ilgili bilgi aktarımı sağlanmıştır. Som olarak da bilişim alanında etik
kodlarla ilgili açıklamalarda bulunulmuştur.
331
Uygulamalar
Amerika'da Lobiciliğin Etik Sınırları Tartışılıyor
Amerika’da Temsilciler Meclisi ve Senato, kanunların çıkarılması ve yasal
düzenlemelerin yapılmasından sorumlu. Bu noktada da lobicilik devreye giriyor. Lobiciler,
Kongre’den çıkacak yasaları ve yürütme aşamasında alınacak kararları etkilemeye çalışıyor.
Lobiciliği düzenleyen kurallar var. Kongre üyeleri ve yönetimi bağlayan etik kurallar
da bunun bir parçası. Georgetown üniversitesinden Profesör Mark Rom, sınırları belirleyen
kuralları şöyle açıklıyor.
Rom, “Bu sınırlar ve kurallar sürekli sınavdan geçiyor. Bir şeyin yapılması için para
verilmesi yasadışı. Birşeylerin yapılması için birileriyle konuşmaksa yasadışı değil. Siyasetin
içine para girdiğinde sınırları belirlemek zorlaşıyor. Bu da tartışmalara zemin hazırlıyor” diyor.
Medya ve halk lobiciliğin uygulanış biçimine şüpheyle bakıyor. Lobiciliği yakından
izleyenlerden biri de Washington’da yayınlanan Politico gazetesi yazarlarından Ken Vogel.
Vogel, “Lobicilikle ilgili ve lobicilerin uyması gereken sıkı kurallar var. Lobicilerin ne
kadar para harcadıklarını açıklamaları gerekiyor. Örneğin reklamlar ya da kampanyalara ne
kadar para yatırdıklarını gizlemeleri mümkün değil. Faaliyetleri hem medya, hem
Washington’daki izleme grupları tarafından yakından takip ediliyor. Herhangi bir şekilde
kusurlu oldukları görülürse lobicilerin üstündeki baskı hemen artıyor. Lobicilerle ilişkileri olan
kamu görevlileri için de bunun ortaya çıkması tehlikeli bir konu” diye konuşuyor.
Bu o kadar tehlikeli ki bazı Kongre üyelerini hapse bile gönderebiliyor.
Californialı Kongre üyesi Randy Cunningham, rüşvet almak ve başka suçlardan 8 yılı
aşkın hapis cezasına çarptırıldı. Cunningham’ın savunma sanayiyle iş yapan birinden aralarında
bir yatın da bulunduğu rüşvetler aldığı ortaya çıkmıştı.
Bir başka Kongre üyesi, Ohiolu Bob Ney, lobici Jack Abramoff’la bağlantılı yolsuzluk
suçundan 30 ayı aşkın hapis cezası aldı. Abramoff’un Kongre üyesini İskoçya’da bir golf
gezisine götürdüğü ve kampanyasına yardım yaptığı ortaya çıkmıştı.
Bir etik konu da karar verme mekanizmasındaki isimlerin lobiciliğe geçmesi ya da
bunun tam tersi olması. Siyasi çevrelerde “Döner kapı” olarak adlandırılan bu olay, eski
milletvekilleri ve hükümet yetkililerinin yasalar üzerinde etkili olmasını sağlayabiliyor.
Washington Post’un bir araştırmasına göre doğalgaz ve petrol sektöründeki her 4
lobiciden birisi eskiden hükümette, yönetici olarak çalışıyordu.
Lobici Nicholas Allard, hükümet yetkilileri ve lobicilerin koltuk değiştirmesinin
etkilerini şöyle açıklıyor.
332
Allard ,”Şu soruyu sormamız lazım: Bir yetkili hükümetteki görevinden ayrıldığında
yeni yapacağı işte çıkar çatışması oluyor mu ve hükümetteki görevinin özelliklerinden fayda
sağlayacak mı? Tam tersi olduğunda, yani bir lobici hükümete geçtiğinde de şunu sormak
lazım: Kararın motivasyonu ne? Amaç kar elde etmek mi? Şirketimizin patronu eski Senatör
John Breaux, lobiciliğe geçtiğinde eleştirilere karşılık olarak: ‘Hayatım boyunca hükümette yer
aldım. Şimdi oto tamircisi olacak değilim ya’ demişti” şeklinde konuşuyor.
Başkan Obama, bu yılki Birliğin Durumu konuşmasında, “Lobicileri kanun yapıcıların
koltuklarından kaldırdık, federal kurul ve komisyonlardan da çıkardık,” demişti. Ancak buna
rağmen bazı lobiciler hala başkanın özel emriyle yönetimde görev yapıyor.
333
Uygulama Soruları
1. Lobiciliğin meslek olarak icra edildiği ABD’de lobicilik alanında mevcut yasal
düzenlemelere karşın yaşanmakta olan etik sorunlar nelerdir, açıklayınız.
2. Lobicilik faaliyetlerinde yaşanmakta olan etik sorunlara yönelik olarak ABD
Hükümetinin almaya çalıştığı tedbirler yeterli midir, sizce başka ne gibi tedbirler alınabilir?
334
Bölüm Soruları
1. Normatif etik modellerden teleolojik yaklaşımın 19. Yüzyıldaki en önemli
savunucusu aşağıdakilerden hangisidir?
a. John Stuart Mill
b. Jeremy Bentham
c. Jean-Jacques Rousseau
d. Max Weber
e. Jean Bodin
2. ÜNLÜ Alman düşünürü İmmanuel Kant (1724-1804) hangi etik yaklaşımın en
tanınan temsilcisidir?
a. Betimleyici Yaklaşım
b. Teleolojik Yaklaşım
c. Epistemolojik Yaklaşım
d. Deontolojik Yaklaşım
e. Gneseolojik Yaklaşım
3. Aşağıdakilerden hangisi basının sorumlulukları arasında yer almaz?
a. Taraflı olmak
b. Kamu yararı gözetmek
c. Kişisel çıkar düşünmemek
d. Kişilik haklarına saygılı olmak
e. Şiddet ve zorbalığı özendirici yayından kaçınılır
4. Aşağıdakilerden hangisi uluslararası gazetecilik örgütlenmelerinden biridir?
a. Çağdaş Gazeteciler Derneği
b. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
c. Sınır Tanımayan Gazeteciler
d. Hür Basın Birliği
335
e. Basın Birliği
5. Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA)’nin mesleğin etik kurallarını düzenleyip
ilan ettiği tarih aşağıdakilerden hangisidir?
a. 1950
b. 1961
c. 1973
d. 1975
e. 1976
6. Atina Yasası olarak da bilinen Uluslararası Etik Yasası hangi meslek kuruluşu
tarafından yapılmıştır?
a. Amerika Halkla İlişkiler Derneği (PRSA)
b. Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA)
c. Halkla İlişkiler Enstitüsü (IPR)
d. Uluslararası Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği (ICO)
e. Uluslararası Halkla İlişkiler Kalite Enstitüsü
7. Ekim 1991’de kabul edilen Roma Bildirisi’ni düzenleyen kuruluş aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA)
b. Uluslararası Halkla İlişkiler Kalite Enstitüsü
c. Halkla İlişkiler Enstitüsü (IPR)
d. Amerika Halkla İlişkiler Derneği (PRSA)
e. Uluslararası Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği (ICO)
8. Halkla İlişkilerde ‘Avukatlık Modeli’ olarak bilinen etiksel karar verme modelini
geliştirenler aşağıdakilerden hangisidir?
a. Bentham ve Mill
b. Fitzpatrick ve Gautier
c. Barney ve Black
336
d. Seib ve Fitzpatrick
e. Holt ve Lieber
9. Lobilerin baskı yöntemlerini “İnandırmaya çalışır, tehdit eder, parayı kullanır,
hükümetin icraatlerini baltalar ve doğrudan eylem yapar” şeklinde beş ayrı başlık altında
inceleyen düşünür aşağıdakilerden hangisidir?
a. Jean Meynaud
b. Jeremy Bentham
c. John Stuart Mill
d. Max Weber
e. Jean Jacques Rousseau
10. Devlet sisteminin bir parçası olarak faaliyet gösteren lobicilik ile ilgili ABD’de
çıkan ilk yasa hangisidir?
a. Federal Lobi Yasası
b. Yabancı Temsilciler Yasası
c. Yabancı Ajanların Tescil Yasası
d. Lobi Faaliyetlerini Açıklama Yasası
e. Common Cause Yasası
11. Etik Çalışma Grubu tarafından geliştirilen, daha sonra Türkiye Bilişim Vakfı
Yürütme ve Yönetim Kurullarının onayı ile kamuoyuna duyurulan Bilişim Mesleği Ahlak
İlkeleri Belgesi hangi yıl ilan edilmiştir?
a. 1990
b. 1994
c. 1998
d. 2001
e. 2005
Cevaplar: 1) a, 2) d, 3) a, 4) c, 5) b, 6) b, 7) e, 8) c, 9) a, 10) b, 11) c
337
Dipnotlar
1. Etik kavramının açılımı için Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik, (Ankara: Bilgesu
Yayını, 2009) adlı yapıtından yararlanabilirsiniz. Düşünür bu yapıtında “insan için iyi”nin ne
olduğunu soruşturuyor. Bu sorgulamada etik siyasal bir boyut taşımaktadır.
2. Ahlak Arapça ‘hulk’ sözcüğünün çoğulu olarak kullanılmaktadır. Hulk ise; huy,
adet, alışkanlık, yaradılış, insanın ruhsal-zihinsel-manevi halleri anlamlarına gelmektedir.
İngilizce’de ahlak ‘moral, morality’ sözcükleri ile ifade edilir. Köken olarak ‘adet, alışkanlık,
karakter’ anlamlarını veren ‘mos (çoğulu mores)’ sözcüğüne dayanmaktadır.
3. Etik, ahlak felsefesi olarak ta betimlenmektedir. Toplumsal ilişkilerdeki normları,
değerleri, doğru yanlış ya da iyi-kötü gibi ahlaki perspektifle inceleyen bir felsefe disiplinidir.
4. John Stuart Mill (1806-1873), Özgürlük Üzerine adlı yapıtıyla tanınır. İlk baskısı
1859 yılında yapılan, faydacı bakış açısı taşıyan bu yapıtta, mutluluk bireyin yaşamındaki temel
hedefini ya da çıkarını ifade etmektedir.
5. Ünlü Alman düşünürü Max Weber antipozitivist bir sosyologtur, aynı zamanda
ekonomi politik uzmanıdır. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nda Batı dünyasının
kapitalist gelişiminde rol oynayan koşulları incelemiştir.
6. Ünlü Türk düşünürü Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu’nun başkanlığını
yürütmektedir. Önemli yapıtlarından Etik 1999 yılında Türkiye Felsefe Kurumu tarafından
yayımlanmıştır. Etik ile ilgili felsefi okumalar için İoanna Kuçuradi’nin, Türkiye Felsefe
Kurumu tarafından 1999 yılında basılan Etik adlı yapıtından yararlanabilirsiniz. Günümüzde
neredeyse meslek sayısı kadar çoğalan meslek etiği tartışmaları için de Harun Tepe tarafından
hazırlanan Etik ve Meslek Etikleri (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2000) adlı yapıt ufuk
açıcıdır.
7. Etik kavramının açılımında Ruhdan Uzun’un, İletişim Etiği / Sorunlar ve
Sorumluluklar (Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları, 2007, ss.11-22), adlı yapıtından
yararlanılmıştır.
8. Halkla ilişkilerde etik, “sosyal sorumluluk, kriz yönetimi ve sorunların
yönetiminin ardındaki dürtü ve aralarındaki ilişki, örgütün bekası için mücadele ve kamu çıkarı
için duyulan endişe arasında yer alan temel gerilimi meydana çıkarmak için
tartışılmaktadır.”(J.L’Etang, Halkla İlişkilerde Kurumsal Sorumluluk, 2002)
9. IPRA’ya göre halkla ilişkiler, örgütler arası işbirliğini, anlayışı ve ilişkilerde
sürekliliği sağlayacak yakınlığı gerçekleştirmeyi hedefleyen faaliyetler bütünüdür. Halkla
ilişkiler mesleğinin etiksel kodlarıyla ilgili daha detaylı bilgilere, IPRA’nın www.ipra.org
adresinden ulaşabilirsiniz.
10. Kurumsal halkla ilişkilerde en büyük iletişim hatalarından biri krizi yok saymadır.
Kriz dönemlerini olağan süreçler gibi düşünmek, krizi var saymamak daha sonra onarılması
338
çok daha güç olacak itibar kayıplarına yol açmaktadır. Krizin doğrudan kurumların o güne
kadar inşa ettikleri saygınlığı, güvenilirliği ortadan kaldırmaya gücü olduğu için, bu
dönemlerde kurumların ilgili kamularıyla son derece doğru ve açık iletişim politikalarıyla
irtibat kurmaya çalışmaları, söz konusu krizin atlatılmasında en gerekli koşulu oluşturmaktadır.
11. Lobicilik, siyasal aktörleri etkileyerek savunulan bir fikrin, bir tutumun, bir
davranışın ya da bir davanın lehinde yasama süreçlerinin işlemesine çaba sarfeden bir iletişim
disiplinidir. Yasal olarak bir değişime odaklanıldığı için hukuksal alt yapı da gerektirmektedir.
12. İkna konusunda daha ayrıntılı bilgilenim için Aristoteles’in Retorik
(İstanbul:YKY/Cogito, 2006, 232ss) adlı yapıtını inceleyebilirsiniz.
13. Halkla İlişkilerde etik tartışmalar, etiksel karar verme modelleri, etiğin
uygulanması, kriz dönemlerinde etik ve lobicilik faaliyetlerinde etik kurallar kısımları ele
alınırken Ruhdan Uzun’un, İletişim Etiği / Sorunlar ve Sorumluluklar (Ankara: Gazi
Üniversitesi Yayınları, 2007, ss.189-222), adlı yapıtındaki konuyla ilgili değerlendirmeler
izlenmiştir.
339
14. İLETİŞİM DİSİPLİNLERİ
BÖLÜM YAZARI: PROF.DR. ECE KARADOĞAN DORUK
340
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
14. İLETİŞİM DİSİPLİNLERİ
14.1. İletişim Sosyolojisi
14.2. İletişim Psikolojisi
14.3. Siyasal İletişim
14.4. Örgütsel İletişim
341
Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular
1. İletişimin en fazla ilişki içinde olduğu diğer bilim dalları nelerdir?
2. İletişim sosyolojisinin çalışma alanı nedir?
3. Örgütsel iletişim nenildiğimde ne anlıyorsunuz?
342
Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri
Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde
edileceği veya geliştirileceği
İletişim Disiplinleri İletişimin interdisipliner bir
alan olduğu öğrenilecek
İnterdisipliner bir alan
iletişimin en fazla etkileşim
içerisinde olduğu bilim
dallarının neler olduğu
irdelenerek
343
Anahtar Kavramlar
İletişim Sosyolojisi, İletişim Psikolojisi, Siyasal İletişim, Örgütsel İletişim
344
Giriş
Bu ders kapsamaında iletişimin iletişimin inter disipliner bir alan olduğundan hareketle
daha spesifik iletişim çalışmalarına değinilmektedir. Psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimi ve bir
anlamda halkla ilişkiler alanlarındaki iletişim çalışmalarına kısaca yer verilmektedir. Aslında
iletişim psikolojisi, iletişim sosyolojisi, siyasal iletişim ve örgütsel iletişimin her biri ayrı bir
ders olarak iletişim fakültelerinde okutulacak kadar kapsamlıdır.
345
14.1. İletişim Sosyolojisi
İletişim, amaçların belirlenmesinde, amaçlara ulaşmada kullanılacak araçların
seçilmesinde, amaca ulaştıracak planların hazırlanmasında, planların uygulanması için gerekli
kaynakların tahsisinde, plan doğrultusunda belirlenmiş faaliyetlerin gerçekleştirilmesinde,
gerçekleşen faaliyetlerin etkileri ile faaliyete maruz kalanların tepkilerinin ölçülmesinde ve
istenilen amaca ulaşılıp ulaşılmadığının denetlenmesinde kullanılan yöntemlerin
tanımlanmasıyla sosyolojik bir anlam kazanmaktadır. İletişim sosyolojisi, gerçek anlamını,
benimsenen politikalar ile politikalar doğrultusunda tasarlanmış planlar çerçevesinde değil,
günlük yaşamın sürdürülmesindeki faaliyetler ile bu faaliyetlerin uygulanması,
sonuçlandırılması ve sonuçlara yönelik tepkiler geliştirilmesi kapsamında kazanmaktadır
(Tellan, 2014).
İletişim Sosyolojisi, iletişim alanında yapılan sosyoloji çalışmalarını kapsamaktadır.
Her ne kadar iletişim disiplininin tamamlayıcı bir parçası gibi görünse de iletişimin sosyolojiye
değil de daha çok sosyolojinin iletişime duyduğu ilgiyi yansıtmaktadır. İletişimin gelişim
seyrinde bilimsel temeller atılırken sosyolojinin birikimi ile sosyologların iletişime duydukları
ilgi sosyolojinin iletişim boyutundaki çabasını betimler. Bugün iletişimin şemsiyesi altında
kendine özgü ve özerk bir alan olarak ele alınabilen iletişim sosyolojisi çeşitli toplumsal olgu
ve olaylarla birlikte daha çok kitle iletişim araçlarının tezahürlerini mercek altına alır
(Çamdereli, 2008: 138-140).
İletişim sosyolojisi, iletişimin sosyolojik açıdan incelenmesidir. Bu bağlamda iletişimin
toplumsal anlamı, topluma etkileri, toplum-iletişim ilişkisi, toplumsal iletişimin tarihsel süreç
içindeki gelişimi gibi konular iletişim sosyolojisinin inceleme alanları içerisinde yer alır.
Günümüzde, özellikle de Batı üniversitelerinde, iletişim sosyolojisi genellikle medya ya
da kitle iletişim sosyolojisiyle neredeyse eş anlamlı kullanılır. Bunun nedeni, iletişimin
teknikler bütünü şeklinde tanımlanan anlamına daha fazla temayül gösterilmesidir. İletişimin
telgrafın icadından itibaren dolayımlı hale gelmesi nedeniyle iletişimin tanımında tekniğe daha
fazla gönderme yapılmıştır. Böylece, insanın diğer insanlarla ve doğayla doğrudan deneyiminin
kopmasına aracılık yapan sinema, telgraf, telefon, radyo, televizyon ve internet gibi teknolojiler
iletişimle eşitlenmiş ve bu alanın sosyolojisi yapılmaya başlanmıştır. İletişim sosyolojisi,
insanbilimsel tanım yerine daha çok kitle iletişim sosyolojisi olarak anlaşılmıştır. Oysa iletişim,
temelde insani bir etkinliktir. Teknoloji de olsa o teknolojiyi üreten ve kullanan da nihayetinde
insandır. İnsani bir etkinlik olan iletişimi, kitle iletişimi içine indirgemek, sınırlamak ve iletişim
sosyolojisini sadece medya/kitle iletişim sosyojisi olarak algılamak çok sağlıklı bir yaklaşım
değildir.
İletişim olgusu bir toplum içinde kişiler arasında ya da kişilerin oluşturduğu çeşitli
toplum birimleri içerisinde oluşur. Birey ve onun içinde yer aldığı toplumda iletişim olgu ve
sürecinin nasıl kullanıldığı, hangi tür mesajların kimleri, nerede, nasıl, ne zaman etkilediği ile
ilgili hususların irdelenmesi iletişim sosyolojisinin konusunu oluşturur. Kısacası iletişim
sosyolojisi, birey ve toplum ilişkisini iletişim bağlamında ele alan, irdeleyen alandır. Kavram
olarak 1960’lı yıllardan sonra, özellikle kitle iletişim araçlarının toplumda yoğun olarak
346
kulanılması ile ortaya çıkmıştır. Konunun bilimsel olarak ele alınması, konu ile ilgili kuramsal
ve özellikle amprik, alana ve deneye dayalı araştırmaların yapılmasını gerektirmiştir (Aziz,
2008: 99).
Kitle iletişim araçlarının sosyolojik işlev ve etkileri söz konusu olduğunda sorumluluk
yüklenen kitle iletişim sosyolojisidir. Kitle iletişim araçları belirleyiciliği olmak koşuluyla
siyasal iletinin egemen olduğu bir konuya odaklanma durumunda siyasal iletişim sosyolojisi
devreye girer. Öyleyse iletinin türü, biçimi ve kullanım bağlamı iletişimsel çalışma alanlarını
belirleyici ve betimleyicidir. İletinin yelpazesinin çok geniş olması ve çeşitli araç ve
kanallardan geçmesi iletişim için siyaset biliminden ekonomiye, yönetim biliminden hukuğa
dek, yayılabilen son derece geniş bir çalışma alanı ortaya çıkarır. İleti siyasal ise siyasal
iletişimin, yöntembilimsel ise yönetsel iletişim ya da yönetişimin, kitlesel ise kitle iletişiminin
konusu olduğundan iletişim sosyolojisi de iletişimsel etkileşim süreçleri sonucunda ortaya
çıkan toplumsallaşma süreçlerini inceleyen gelişkin bir alandır. İletişim sosyolojisi, aynı
zamanda, diğerlerini bir kenara bırakarak sosyolojinin ve iletişimin bütün alt alanlarına nüfus
edecek bilimsel çabaları temsil eder, toparlayıcı ve buluşturucu kimliğiyle, iletişim bilimleriyle
sosyoloji alanını bir araya getiren önemli bir kavşak niteliğindedir (Çamdereli, 2008: 138-139).
Genel anlamda sosyolojinin çalışma alanı içinde yer kalan hemen hemen her konu aynı
zaman da iletişiminde konusudur. Sosyolojinin alanıına doğrudan karşılık gelen çeşitli
toplumsal ilişkiler, toplumun tarihsel, kültürel, siyasal oluş değişmeleri iletişim çalışmaları
yapan kişilerinde çalışma konuları arasındadır. Örneğin, iletişim sosyolojisi, kültürel
emparyalizmin ortaya çıkış, gelişme ve dönüşümünü toplumsal değerler üzerinden sorgularken
iletişim bilimi bu süreçte ortaya çıkan ve iletişimi sağlayan araçlara odaklanır ve daha çok kitle
iletişim araçlarının ortaya çıkardığı söylem ya da yönlendirmeyianlamaya çalışır. İletişim ve
sosyoloji birlikte daha geniş bir çalışma alanı sunar.
14.2. İletişim Psikolojisi
Psikoloji biliminin bir şubesi olarak daha fazla sosyal (toplumsal) davranış biçimleri
üzerinde inceleme yapan fert-toplum ve insanlar arası etkileşimini inceleyen daha somut bir
ifade ile başka insanları nasıl algıladığımızı bizim onlara onların bize karşı nasıl tepki
gösterdiklerini sosyal durum ve ortamlarda bulunmaktan bizim ve başkalarının nasıl
etkilendiğini inceleyen bir bilim dalıdır. Kısacası İletişim Psikolojisi; ferdin sosyal çevresi ile
kültürel ortamı arasındaki korelasyonu inceleyen bir bilim dalıdır.
Kişinin davranışlarının hislerinin düşüncelerinin başkalarının davranış ve(ya)
özelliklerinden etkilenme şekillerini ve onlar tarafından belirlenme şekillerini inceleyen
modern bir psikoloji dalıdır. İletişim disiplinler arası bir çalışma alanıdır ve en çok temas
halinde olduğu bilim dallarının başında psikoloji gelir. İletişim psikolojisi, kişilerarsı ve grupsal
iletişimdeki psikolojik yapı ve oluşumları inceleten ya da iletişim süreçlerini psikoloji
bağlamında irdeleyen bir alandır.
Bireylerin insanlar arası ve sosyal çevreyle olan münasebetlerini sosyal tecrübe ve
davranışlarını grup üyeliğinin nitelikleri veya bir toplum içinde bulunmanın bireyin tutum ve
347
davranışları ile inançları üzerindeki etkilerini araştıran psikolojik içerikli ve sosyal nitelikli bir
bilim dalıdır. Kişilerarası iletişim, ikna stratejileri, kitle psikolojisi çalışma alanlarından
bazılarıdır.
İletişim psikolojisi bir insanın davranışı duyguları ve düşüncelerinin diğer insanların
davranış veya özelliklerinden nasıl etkilendiğini belirlemeye çalışır. Hem fertlerin toplum
içindeki davranışlarını (kişilere yönelik Sosyal Psikoloji) hem de insanların sosyal gruplara
katılmaları sonucu ortaya çıkan davranışları (topluma yönelik) inceler.
İletişim Psikoloji sosyal olgulardan yola çıkarak insana ve topluma yönelir insanın
içinde yaşadığı toplumun veya sosyal grubun özelliklerini ortaya çıkarır. Örn: Belli sosyal
gruplardaki ön yargılı davranışları inceleyen İletişim Psikolojisi önce o grupların iktisadî
imkânları toplumda gördüğü itibar gibi sosyal özelliklerinden hareket eder ve sosyal şartların
ortaya attığı engellenmeleri ortaya koyar. Ardından ferde yönelir ve bu engellenmelerin fertte
meydana getirdiği duyguları araştırır. Böylece psikolojinin diğer uzmanlık dallarından farklı
olarak fertte oluşan duygular ve bunların yön değiştirmesinin incelenmesinin ötesinde yine
topluma yönelir.
Psikologlar ve sosyal psikologlar, II. Dünya savaşından bu yana iletişimin gerçekleşme
biçimlerine yeterince ilgi gösterdiler. Davranışçılar, iletişimi, iletişim kaynaklarıyla bireyler ya
da gruplar arasındaki uyaran-tepki ilişkisi bağlamında görmek eğilimindeydiler. Freud’un
psikanaliz çalışmaları ile grup psikolojisi analizini destekleyenler, iletişimdeki etkileşimleri
hayatın ilk yıllarında deneyimlenmiş aile grup dinamiklerinin yansıması olarak kabul ettiler.
1950’li yılların ortalarında psikolojideki ilgi büyük oranda iletişimle işlenen davranış
değişikliklerine, bir başka deyişle çeşitli ileti tiplerinin ikna edici yönüne kaydı. Psikologlar
ikna edilebilirlik olarak adlandırılan genel kişilik faktörünün, insanlarda büyük oranda
belirlenip belirlenemeyeceğini bulmaya çalıştılar. Farklı niteliklerdeki bireylerin gerçekten
değişken biçimlerde ikna edilebilir oldukları ve zamanla kişilik faktörlerinin de bu niteliklerle
bağlantılı olduğu ortaya çıktı (Çamdereli, 2008:136)
Kişiliği analiz etmeye çalışan psikoloji kuramları, kişiyi davranışa yönlendiren ihtiyaç
kuramları ve kişinin geleceğe yönelik değer ve beklentilerinin davranışlarını etkilediğini
savunan zihinsel kuramlar pek çok iletişim çalışmasına da kaynaklık etmektedir.
Bazı psikologlar ise, yalnızca iletişimin davranışları değiştirmedeki yollarını değil aynı
zamanda değişime karşı direncin sebeplerini de açıklamak için, iletişimin alıcılarını; “seçici
algı”, seçici ilgi”, “seçici hatırlama” kavramlarını araştırdılar. Ayrıca, söylentilerin iletişim
dinamikleri, korku iletilerinin etkileri, prestij değeri olan kaynakların inanılabilirlik derecesi,
iletişimin bireysel algılamalar üzerindeki grup uzlaşma baskısı gibi konularla da ilgilendiler
(Çamdereli, 2008: 136-137).
Psikolojinin önemli kavramlarından biri olan homeostatis kavramıdır. Aslında biyolojik
anlamda kullanılan homeostasis, tüm vücut fonksiyonlarının, normal seviyelerde, dengeli
olmasıdır ve vücutta gerçekleşen değişikliklere karşı var olan dengenin korunmaya
çalışılmasıdır. Örneğin, yediğimiz besinler sonucu bol miktarda glikoz alırız, alınan bu fazla
348
glikoz kandaki şeker miktarını arttırmaktadır, yani kandaki şeker dengesi bozulur. Vücudumuz
derhal homeostasiyi sağlamak için, insülin salgılayarak fazla olan şekeri hücrelerde depolar, bu
durum sonucunda da kan şeker miktarı normale döner yani denge sağlanır. Toplumsal yaşamda
bireyin diğer insanlarla ilişkilerinde ve kendini konumlandırma çalışmalarında sürekli bu
dengeyi gözettiği belirtilir. Bu denge arayışı geçmişteki davranışlarının ve gelecekteki
davranışlarının muhtemel nedenlerinden biri olabilmektedir. Davranışlara, tutumlara,
düşüncelere haklı gerekçeler bulma, çelişkilerden kaçınma hep bu denge arayışının sonucudur.
Bilişsel uyumsuzluk kuramları ve denge kuramları yine davranışı çözümlemeye çalışan
kuramlardır.
Bir kişinin gerçeği algılamasındaki bu değişim iletişim psikologlarının temel
konusudur. Çünkü bireyin bilişsel yapısıyla iletişimin uyumu ya da uyumsuzluğu, bireyin
sadece davranışını değil aynı zamanda algısını da etkiler. İletişimin psikolojik analizi için
başlıca ölçüt ne ileti ne de araçtır, asıl ölçüt iletiyi alan kişinin beklentisidir.
14.3. Siyasal İletişim
Toplumsal olaylar ve toplumsal gerçekler genel olarak çok yönlü ve karmaşık bir nitelik
taşırlar. Bu nitelikleri dolayısıyla da tek yönlü yorum kalıplarına kolaylıkla sığdırılamazlar.
Siyaset ve asal konusu iktidar olgusu da böyledir. Max Weber’in tanımına göre, iktidar,
“toplumsal ilişkiler çerçevesi içinde bir iradenin, ona karşı gelinmesi halinde dahi
yürütülebilmesi olanağı”dır (Weber, 1962:117). İnsanlar arasında düşünce ve çıkar ayrılıkları
doğaları gereği hep varolmuştur ve varolacaktır. Bu ayrıcalıkların doğurduğu bir çatışma da
kendileriyle birlikte varolmaya devam edecektir. Böyle bir süreç içerisinde de siyaset ile olan
birlikteliğimizin sona erme şansı bulunmamaktadır. Herşeyden önce siyaset, zaman ve mekan
bakımından evrensellik ve süreklilik niteliklerine sahiptir. Siyasetin özü, toplumdaki değerlerin
dağıtımı ile ilgili bir görüş ve çıkar çatışması, bir iktidar mücadelesidir. Siyaset, yalnızca bir
çatışma değil, aynı zamanda bir uzlaşmadır (Kapani, 1992: 19-21).
İletişime gelince, iletiler açık açık siyasal bir içerik taşıdıkları zaman hiç şüphesiz
iletişim siyasal olacak ve iletiler anlatımın ve işlevin esas olarak siyasal olduğu iletişim
ağlarının bir parçası iken ancak siyasal iletişimden söz edilebilecektir. Daha toplumbilimsel
yaklaşımlı bir söyleyişle, iletişimsiz sosyal bir birleşme-bütünleşme olası değildir. Toplumsal
kurallarda tutum ve davranışların uygunluk derecesine göre oluşmuş bu bütünleşmenin
merkezcil görünüşü her zaman bu kuralların tanımladığı toplumsal düzende daha fazla ya da
daha az canlı bir katılım ile ilişki içerisinde bulunınaktadır. Bundan dolayıdır ki bütünleşmede
öncelik kuralcı olanındır. Kuralcı bütünleşme terimi Landecker tarafından kullanılmıştır.
Bu bütünleşmeyi sağlayan kuralların toplumdaki aktörler tarafından görünülürlüğü
iletişimin çevresini çizdiği "anlamların veriş-alışı" ile kendini gerçekleştirebilir. Konuyu
açarsak, iletişimin belli bir düzeyi kuralcı bütünleşmenin oluşması için kaçınılmazdır. Nedeni
de, kuralcı bütünleşmenin yayıldığı temeller üzerinde bir iletişim bütünleşmesinin yatmasıdır.
Durkheim, bu konunun bilincine vararak, hizmet alış-verişince oluşmuş iletişimin özel bir
görünümü üzerinde durmuştur. Ve iş bölümü uyumlu bir biçimde gelişirse, bir başka deyişle,
349
hizmet çeşitleri arasında gerçek bir bağımlılık varsa eğer, organik bir dayanışma durumu elde
edilebilir demiştir.
Siyasal sistemin güçlü ya da zayıf bütünleşimi siyasal enformasyon yaymakla yükümlü
İletişim ağlarına bağlıdır. Ya da bireysel düzeyden kalkarak, yansımalar diye
adlandırabileceğimiz siyasal sistemin biri zayıf diğeri güçlü bütünleşmesi olan siyasal katılım
ve siyasal çözülüm bu iletişim ağlarına bağlı olarak görülüyorlar demek de olasıdır. Katılım-
çözülme terimleri üzerinde biraz durmak gerekirse, katılım davranışlar bütünü ve de belli bir
tutum göstergesidir. Belli bir ilgi düzeyi, büyük siyasal sorunlar üzerinde durabilme düzeyine
dayanır.
Siyasal ekin diyebileceğimiz daha fazla ya da daha az uyumlu bir bütüne bağlı tutumları
içerisinde taşır. Çözülmeye gelince, siyasal toplumbilim diline uygun olarak davranış ve
tutumlara toplumun siyasal çehresine yabancılaşma olarak tanımlanabilir. Şu halde iletişime
siyasal evrenin ve işleyişinin asal görünümüdür diyebileceğiz. Ve çekinmeden ekleyebileceğiz,
toplumun tüm sosyal kurumları kendilerini ancak kitle iletişim araçlarıyla ortaya koyabilirler,
bunun kesinlikle başka genel-geçer yolu yoktur.
Siyasal İletişim, siyasal süreçlerle iletişim süreçleri arasındaki ilişkileri ele alan
araştırmalardan oluşan, disiplinlerarası akademik bir alandır. İletişimin siyasal konular
hakkındaki kamusal bilgiyi, inançları ve eylemi etkileyecek şekilde stratejik kullanımları,
siyasal iletişim alanının gelişmesindeki temel soruyu oluşturmuştur (Mutlu, 1994:199).
Herhangi bir toplumda, siyasal normların, değerlerin, inançların ve tutumların kısacası
siyasal kültürün edinilme ve içselleştirme süreci bir anlamda siyasal iletişimin çalışma konuları
arasında yer almaktadır.
Siyasal sistemlerde yöneten ve yönetilen ilişkileri düzleminde seçmen davranışları,
siyasal tercihleri, konuya ya da ideolojiye göre oy verme tutumları gibi siyasal karar alma
süreçlerini, üretilen siyasal söylemin ve dilin retoriği ile siyasal kampanyalarla gündem
oluşturma gibi iletişimsel süreçleri irdeleyen siyasal iletişim, iletişimin siyasal olgu, düzenek
ve etkiler bağlamında gerçekleştirilmesi ve incelenmesidir (Çamdereli, 2008:132-133).
Bir yanda siyasetin bir yanda da iletişimin olanaklarıyla geniş oylumlu alanlarını
buluşturan siyasal iletişim, tüm tanımlama güçlüğüne karşın yine de, belli ideolojik amaçlarını,
toplumda belli gruplara, kitlelere, ülkelere ya da bloklara kabul ettirmek ve gerektiğinde eyleme
dönüştürmek, uygulamaya koymak üzere siyasal aktörler tarafından çeşitli iletişim tür ve
tekniklerinin kullanılması ile yapılan iletişim olarak tanımlanabilir (Aziz, 2003: 3).
Siyasal iletişim siyaset bilimi, sosyoloji, antropoloji, sosyal psikoloji, halkla ilşkiler,
tarih, dil, retorik gibi diğe disiplinlerle özellikle de propaganda ile yakından ilgilidir.
Propaganda da kullanılan yöntem ve araçlar siyasal iletişimde de kullanılır, ancak söylemde
farklılıklar vardır. Örneğin siyasal iletişimde seçim zamanları kullanılan seçim
kampanyalarının yöntem ve tekniği ile propaganda olgu ve süreci karşılaştırılırsa, her ikisininde
amaç ve söylem farklılığı yanında benzer yanları olduğuda görülür. Her ikisinde de zaman
350
sınırlıdır ve verilen iletilerin amacı kitlelerde tutum ve davranış değişikliğinin yaratılarak,
kampanya sonunda beklenen sonucun alınmasıdır. Siyasal iletişimin, özellikle otoriter yönetim
biçimlerinde, zaman zaman siyasal propagandaya dönüşmesi söz konududur (Aziz, 2003:14-
15)
Siyasal iletişimde araçlı ya da araçsız olarak kullanılan geleneksel iletişim araçlarının
iletileri, bugün yerini daha çok televizyon ve internet gibi elektronik kitle iletişimaraçlarınca
üretilen metinlere bırakınca, toplam iletişimsiz bir siyaset yürütmenin mümkün olmadığı
kesinlikle anlaşılmıştır. Siyasal olgu ve ikna süreçlerinin iletişimsiz işlerlik kazanması mümkün
olmasığından, iletişimin siyaset ve her düzeydeki siyaset edimi için vazgeçilmez bir kanal
olduğunu kolayca söylemek mümkündür.
14.4. Örgütsel İletişim
Örgütler insanların gereksinimleri karşısında ortaya çıkan yapılardır. Yeryüzündeki ilk
örgütler, insanların birtakım gereksinimlerini karşılamak amacıyla verdiği uğraşlar sırasında,
bu ihtiyacını başka birinin ya da birilerinin yardımı olmaksızın karşılayamacağını anlamasıyla
ortaya çıkmıştır.
Böylece insanlar, sosyal hayatın başlangıcından itibaren bilgi, kabiliyet, güç ve
zamanlarının kendi istek ve gereksinimlerini karşılamada yetersiz olduğunu anlamış ve her
zaman işbirliği yapma ihtiyacı duymuştur. Bu nedenle de, ortak amaçlarını gerçekleştirmek için
belirli yapı, kural ve süreçlerle bağımlı olarak bir araya gelmişlerdir.
İnsanların her türlü gereksinimlerini karşılamalarında bireysel çabalarına göre, örgütsel
çabaların daha etkili olması nedeniyle, örgütlerin sayısı ve türleri de insan ihtiyaçlarına paralel
olarak artmış ve önemli boyutlarına ulaşmıştır. Devletten aileye, kar amaçlı işletmelerden
vakıflara, üretim sektöründen hizmet sektörüne değin küçük ya da büyük kar amaçlı ya da kar
amaçsız bir takım örgütler oluşmuştur.
Sürekli değişim ve gelişim gösteren toplumsal yapı içinde bilginin teknolojik
yeniliklerle hızla akışı, insanların ait olduğu örgütlere daha bağımlı hale getirmektedir.
Değişsen toplumsal yapı içinde örgütlerde süreç içerisinde değişim ve gelişim göstermişler
insanların ihtiyaçlarına yanıt verecek nitelik kazanmaktadırlar. Bu nedenlerle örgüt toplumla
bir denge sağlamalıdır. Bu yapı örgütte açık bir sistem ve karşılıklı etkileşim sağlamaktadır.
Örgütler de biyolojik ya da mekanik sistemler gibi bir çok parçadan oluşmuş birer
toplumsal sistemlerdir ve bunlar diğer açık sistemler gibi çevreden girdi alıp onu işleyen ve
çevreye çıktı veren birere açık sistemdir. Bu özelliği ile örgütler toplumla karşılıklı etkileşimi
yerine getiren bir fonksiyona da sahiptirler.
Örgüt: özünde bir grup insanın belli amaçlar doğrultusunda tasarlanmış işbirliğine
dayanan birlikteliği ile oluşan toplumsal bir sistemdir. İnsanları bir araya getirecek ve
birbirleriyle etkileşim içinde bulunmalarını sağlayacak temel unsur “ortak amaç”lardır. İnsanlar
belirli hedeflere ulaşmada “biçimsel yapı” içinde bir araya geldiklerinde örgütü yaratmış
olurlar.
351
Örgüt, iş ve işlev bölümü yapılarak, bir otorite ve sorumluluk hiyerarşisi içinde ortak ve
açık bir amacın gerçekleştirilebilmesi için bir grup insanın faaliyetlerinin akılcı kurallara göre
eşgüdümlenmesidir. Örgütler, belirli bir amacı yerine getirmek için, bilinçli olarak
oluşturulmuş ve bir düzen çerçevesinde işleyen toplumsal birimlerdir.
Örgütler, gerek bireysel gerekse grupsal olarak, örgüt içindeki, inanç, tutum ve
davranışları, örgütün amaçlarıyla uyumlaştırmak için iletişimden yararlanmak zorundadırlar.
Bu nedenle, örgütler çok yönlü ve çevresel ilişkilere yönelik sürekli, bilimsel ve sistematik bir
iletişim sistemi kurmalıdırlar. Örgütsel başarı ancak, sistemli bir “örgütsel iletişim” sayesinde
elde edilebilir.
Örgütsel iletişim, örgütün iç ve dış çevresi arasındaki ileti alış verişidir. Örgütün iç ve
dış çevresi ile yapmış olduğu formel iletişimdir.İletişim sayesinde kurulacak örgütsel uyum,
etkinlik ve etkileşim, hem örgütsel etkinliği arttırır, hem de üretim veya hizmet unsurları
arasında güçlü bir bağ oluşturur.
Örgütler, yalnız üretime yönelik örgüt içi işbirliği ve ortak görüş sağlama çabasının
dışında “dış dünya” ile ilişki kurma çevreden aldıkları bilgiyi örgüte içindeki bilgi işlem
merkezlerine aktarıp bir strateji oluşturarak belirsiz, rekabetçi ve dinamik çevre şartlarına uyum
gösterebilme çabasının da içerisindedirler. Gerek örgüt içerisindeki uyum, ortak görüş ve
koordinasyon sağlamaya, gerekse de örgüt dışı adaptasyon ve bilgi giriş çıkışına yönelik bu
eylemlerdeki başarı, örgütlerde etkin bir iletişim oluşturmakta saklıdır.
Bu nedenle örgütlerde iletişimin önemi her geçen gün artmaktadır. Teknolojinin
gelişmesi ile hızla gelişen iletişim akışı, örgütlerin büyümesi ve karmaşık hale gelmeleri,
alanlarına göre uzmanlaşması örgütlerde iletişimin öneminin artmasının etkenleridir.
Örgüt amaçlarının belirlenmesinde ve bu amaçlara ulaşılabilmesi için,örgütte bir
iletişim sisteminin kurulmasına gereksinim vardır. İletişim sisteminin statik durumdan dinamik
duruma gelişini ise,iletişim araçları sağlar. Örgüt içinde etkili iletişimin meydana gelmesinde
kullanılan yöntem ve araçların önemi büyüktür.
Örgüt olgusunu yaratan ve örgütün bir sistem olarak işleyişinde, örgütteki tüm öğeleri
birbirine bağlayarak bütünlüğünü sağlayan iletişim sürecidir. Bu süreç, örgüt içinde çeşitli
nedenlerle bağlı olarak tam anlamıyla işlemediğinde bireyi ve dolayısıyla örgütleri olumsuz
yönde etkileyebilecektir.
Ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelen bireyler, gruplar, topluluklar ve
örgütler için iletişim hayati bir öneme sahiptir. Örgütteki bireyler ve gruplar arasında olması
gereken uygun etkileşimi sağlayan öğe ise örgütsel iletişimdir Örgütsel iletişim olmadan
herhangi bir örgütsel eylemin ya da yönetim sürecinin başarılması imkânsızdır . İletişimin
yeterli olduğu bir örgütte, örgütün amaçlarının doğru olarak anlaşılmış ve kavranılmış olması,
örgüt üyelerinin bu ortak amaçların gerçekleştirilmesi doğrultusunda işbirliği içinde eşgüdümlü
olarak davranma eğilimi içinde olmaları beklenilmektedir.
352
Toplumsal yaşamda var olmamız ve üretebilmek, bunu davranışlara dönüştürebilmek,
ancak iletişim süreciyle gerçekleşir. Bu iletişim sürecinin en karmaşık olanı ise ; “örgütsel
iletişim”dir. Çünkü diğer iletişim süreçleri örgütsel iletişim süreci kapsamında gerçekleşir. Bir
örgütün başarısı,çalışanlarının örgüt amaçlarının ve hedeflerinin bilincinde olmalarına bağlıdır.
Örgütsel iletişim bireyler arasında koordinasyonu sağladığı gibi,aynı zamanda çalışanların
bireysel amaçları ile örgütün amaçlarının paralellik göstermesi yönünde mesajlar içerir.
353
Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti
İletişim Biliminin tek başına var olabilmesi mümkün değildir. Diğer bilim dallarından
beslenmek zorundadır, sosyal bilimlerdeki tüm alanlarda olduğu gibi. İletişimine en yakın
alanlar ise, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi ve örgüt ilşkileridir. Bu alanların her biri iletişim
için özel çalışma alanları oluşturmaktadır.
354
Bölüm Soruları
1- …………….., belirli bir amacı yerine getirmek için, bilinçli olarak oluşturulmuş
ve bir düzen çerçevesinde işleyen toplumsal birimlerdir.
Yukarıda boş bırakılan yere aşağıdaki seçeneklerden hangisi uygndur?
a) Toplum
b) Aile
c) Örgüt
d) İletişim
e) Sosyoloji
2- Siyasal iletişim aşağıdaki alanlardan hangisi ile yakından ilgili değildir?
a) Sosyoloji
b) Antropoloji
c) Sosyal psikoloji
d) Tarih
e) Sağlık
3- Aşağıdakilerden hangisi siyasal iletişimin ilgi alanlarından değildir?
a) Her hangi bir toplumda, siyasal normların, değerlerin, inançların ve tutumların
kısacası siyasal kültürün edinilme ve içselleştirme süreci
b) Siyasal sistemlerde yöneten ve yönetilen ilişkileri düzleminde seçmen
davranışları
c) Siyasal tercihler, konuya ya da ideolojiye göre oy verme tutumları gibi siyasal
karar alma süreçleri
d) Üretilen siyasal söylemin ve dilin retoriği ile siyasal kampanyalarla gündem
oluşturma gibi iletişimsel süreçleri
e) Örgüt olarak siyasal partilerin çalışma düzeneklerinin incelenmesi
355
4- Siyaset, yalnızca bir çatışma değil, aynı zamanda bir ………………. .
Yukarıdaki cümleyi tamamlayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir?
a) Barıştır
b) Uzlaşmadır
c) Çözümdür
d) Savaşımdır
e) Mcadeledir
5- Bireyin fizyolojik, psikolojik tüm vücut fonksiyonlarında denge arayışını ifade
eden kavram aşağıdakilerden hangisidir?
a) Tepki
b) İletişim
c) Psikoloji
d) Homeastasis
e) Ethos
6- Aşağıdakilerden hangisi iletişim psikolojisinin çalışma alanlarından değildir?
a) Bir insanın davranışı duyguları ve düşüncelerinin diğer insanların davranış veya
özelliklerinden nasıl etkilendiğini belirlemeye çalışır.
b) Hem fertlerin toplum içindeki davranışlarını hem de insanların sosyal gruplara
katılmaları sonucu ortaya çıkan davranışları inceler.
c) Çeşitli toplumsal ilişkiler, toplumun tarihsel, kültürel, siyasal oluş değişmeleri
iletişim çalışmaları
d) Sosyal olgulardan yola çıkarak insana ve topluma yönelir insanın içinde yaşadığı
toplumun veya sosyal grubun özelliklerini ortaya çıkarır.
e) Fertte oluşan duygular ve bunların yön değiştirmesinin incelenmesinin ötesinde
yine topluma yönelir.
356
7- Kişinin davranışlarının hislerinin düşüncelerinin başkalarının davranış ve(ya)
özelliklerinden etkilenme şekillerini ve onlar tarafından belirlenme şekillerini inceleyen
modern bir çalışma alanıdır.
Yukarıda tanımlanan iletişim çalışma alanı aşağıdakilerden hangisidir?
a) İletişim Sosyolojisi
b) İletişim Psikolojisi
c) Siyasal İletişim
d) Örgütsel İletişim
e) İletişim Bilim
8- …………………………………., gerçek anlamını, benimsenen politikalar ile
politikalar doğrultusunda tasarlanmış planlar çerçevesinde değil, günlük yaşamın
sürdürülmesindeki faaliyetler ile bu faaliyetlerin uygulanması, sonuçlandırılması ve sonuçlara
yönelik tepkiler geliştirilmesi kapsamında kazanmaktadır.
Yukarıda boş bırakılan yeri tamamlayan seçenek aşağıdakilerden hangisidir?
a) İletişim Sosyolojisi
b) İletişim Psikolojisi
c) Siyasal İletişim
d) Örgütsel İletişim
e) İletişim Bilim
9- Aşağıdakilerden hangisi iletişim sosyolojisinin ilgi duyduğu çalışma alanlarından
değildir?
a) İletişimin topluma etkileri
b) İletişimin toplumsal anlamı
c) Toplumsal iletişimin tarihsel süreç içindeki gelişimi
d) Toplum-iletişim ilişkisi
e) Örgüt içindeki bireyin siyasal tercihleri
357
10- Aşağıdaki seçeneklerden hangis iiletişim psikolojisinin çalışma alanlarndan
değildir?
a) Siyasal tercihlere etki eden propaganda çalışmaları
b) Bireylerin insanlar arası ve sosyal çevreyle olan münasebetleri
c) Sosyal tecrübe ve davranışlar ile grup üyeliğinin nitelikleri
d) Toplum içinde bulunmanın bireyin tutum ve davranışları veya ile inançları
üzerindeki etkilerini
e) Kişilerarası iletişim süreci
Cevaplar: 1c, 2e, 3e, 4b, 5d, 6c, 7b, 8a, 9e, 10a
358
KAYNAKÇA
Alkan, T. (1989), Siyasal Bilinç ve Toplumsal Değişim, Ankara, Gündoğan Yayınları.
Arkonaç, S. (1993)Grup İlişkileri, İstanbul, Alfa Yayınları.
Atabek, N, ve Dağdaş E. (1998) Kamuoyu ve İletişim, Eskişehir, Anadolu Ünivesitesi
Yayınları.
Aydın, N. (2009) Etkili İletişim Stratejileri, İstanbul, Kumsaati Yayınları.
Aziz, A, (2008) İletişime Giriş, İstanbul, Aksu Yayınları.
Aziz, A. (2003), Siyasal İletişim, Ankara: Nobel Yayınları.
Baltaş, Z. ve Baltaş, A. (1992), Bedenin Dili, İstanbul, Remzi Kitabevi.
Başaran İ.E. (1997) Yönetimde İnsan İlişkileri ve Yönetsel Davranış, Ankara, Gül
Yayınevi.
Bektaş, A. (1996), Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Ankara, Bağlam Yayınları.
Bıçakçı, İ. (1998) İletişim ve Halkla İlişkiler, Ankara, 1998, MediaCat Yayınları.
Bırdwhıstel, R. L. (1971) Kınesıcs and Context, Londra, Allen Lane.
Cangöz, İ. (2007), Kitle İletişimi, İletişim Bilgisi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
Comery, D., (1993), 'The Centrality of Economics', Journal of Communications, 43(3),
ı 92-198'den aktaran Ertan Oktay (1994), 'Medya Ekonomisi ya da İletişiminEkonomi Politik
İktisadı', A.Ü. İletişim Fak. Dergisi
Cüceloğlu, D. (1992) Yeniden İnsan İnsana. İstanbul, Remzi Kitabevi.
Çamdereli, M, (2008) İletişime Giriş, İstanbul, Dem Yayınları.
Çebi, M. S. (2002), Günümüzde Siyasetin Medyada İnşası Ve Sunumu Üzerine Bazı
Dikkatler, İletişim Dergisi, Gazi Üniversitesi.
Darwın ,C. (1872) The Expressıon of Emotion ın Man and Animals (Insanlarda ve
Hayvanlarda Duyguların İfade Edilişi), New York, Appleton-Century-Crofts.
Davis, K. (1998) İşletmede İnsan Davranışı, Çev: K.Turan, Ankara, Bilim ve Sanat
Basımevi.
Demiray, U. (1994) İletişim Ötesi İletişim, Eskişehir, Turkuaz Yayınları.
359
Dökmen Ü. (2005) İletişim Çatışmaları ve Empati, İstanbul, Sistem Yayıncılık.
Earle, T. C. (2003) “Social Trust and Confidence”,
http://www.trustnetgovernance.com/, 10.07.2003
Erdem F, ve Özen J, (2003) “Niklas Luhmann’ın Tanıdıklık, Emin Olma ve Güven
Ayrımı”, Sosyal Bilimlerde Güven, Ankara, Vadi yayınları.
Erdem, F. (2003) “Örgütsel Yaşamda Güven”, Sosyal Yaşamda Güven, Ankara, Vadi
Yayınları
Erdoğan İ. (2002) İletişimi Anlamak, Ankara, Erk Yayınları.
Erdoğan, İ, ve Alemdar, K. (2005), Öteki Kuram, Ankara, Erk Yayınları.
Erdoğan, İ. (2000), Kapitalizm Kalkınma Postmodernizm ve İletişim, Ankara, Erk
Yayınları.
Fidan, M. (2000), Siyasette Güvenirlik İmajı, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları.
Gezgin, S. (2002), “Medyanın Toplumsal İşlevi ve Kamuoyu Oluşumu”, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi.
Eroğlu, F. (2000) Davranış Bilimleri, İstanbul, Beta Yayınları.
Fast, J. (1970) Body Language, New York, M.Evans and Company Inc.
Fiske, J. (1990), İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev. Süleyman İrvan, Ankara, Bilim ve
Sanat Yayınları.
Freeman J.L, Sears D., Carlsmith J.M, (1998) Sosyal Psikoloji, Çev., Ali Dönmez,
Ankara, İmge Kitapevi.
Geçtan, E, (1984) İnsan Olmak / Varoluşun Bireysel ve Toplumsal Anlamı, İstanbul,
Adam Yayınları.
Gökçe, O. (2006), İletişim Bilimi İnsan İlişkilerinin Anatomisi, Ankara, Siyasal
Kitabevi.
Gökırmak, M. “Küresel Kriz ve Politikada Güven”, Sosyal Bilimlerde Güven, Ed.,
Ferda Erdem, Ankara, Vadi Yayınları.
Güngör, N, (2011) İletişime Giriş, Ankara, Siyasal Kitapevi.
Hall, E. (1969) The Hidden Dimension, New York, Doubleday Dell Publishing.
Hartley P, (1993) Interpersonel Communication, New York, Routledge.
Hummet M L., Wiemann J, Nussbaum J, (1994) Interpersonal Communication In Older
Adulthood, London, Sage Publication.
360
Işık, M. (2000), İletişimden Kitle İletişimine, Ankara, Mikro Yayınları.
Işık, M. (2002), Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Ankara, Eğitim Kitabevi Yayınları.
İlal, E. (2007), İletişim, Yığınsal İletişim Araçları ve Toplum, İstanbul, Der Yayınları
İnam, A. (2003) “Her şeyin Başı Güven”, Sosyal Bilimlerde Güven, Ed. Ferda Erdem,
Ankara, Vadi Yayınları.
İsen G. ve Batmaz V. (1998) Ben ve Toplum, Ankara, Om Yayınevi.
Kağıtçıbaşı Ç, (1999) Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul, Evrim Yayınevi Yayınları.
Kalender, A. (2000), Siyasal İletişim,Konya, Çizgi Yayınları.
Kapani, M, (1992) Politika Bilimine Giriş, Ankara, Bilgi Yayınarı.
Karadoğan Doruk, E. (2009) Sosyal Sermaye, İstanbul, Derin Yayınları.
Karaman, T. (2003) “Grup Psikoterapisi Bağlamında Güvenin Gelişimi”, Sosyal
Bilimlerde Güven, Ankara, Vadi Yayınları
Karaman, T. (2003), “Grup Psikoterapisi Bağlamında Güvenin Gelişimi”, Sosyal
Bilimlerde Güven, Ed.Ferda Erdem, Ankara, Vadi Yayınları.
Kartari A. (1999) Kültürlerarası İletişim ve Bir Araştırma Projesi, Çukurova
Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, Folklor/Edebiyat, 1999 sy.19-26.
Köknal, Ö. (1997) İnsanı Anlamak, İstanbul, Altın Kitaplar Yayınevi.
Köknal, Ö. (1998) Korkular, Takıntılar Saplantılar, İstanbul, Altın Kitaplar.
Kuran, T. (2001) Yalanla Yaşamak/Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları, Çev.,
Alp Tümertekin, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
LaFolilette, H. (1999) Kişisel İlişkiler, Çev: Ferma Lekesizalın, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları
Landis, J., Kesserling, N. ve Davis K. İletişim Becerileri, Çev. Özgür Gelbal, Ankara,
HYB Yayıncılık.
Maletzke, G. (1963), Psychologie der Massenkommunikation, Hamburg.
McQuail, D. ve Windahl, S. (1993), İletişim Modelleri, Çev. Mehmet Küçükkurt,
Ankara, İmaj Yayınları.
Mehrabıan, A.(1871) Silent Messages, California,Wadsworth, Belmont.
Mutlu, E. (1994) İletişim Sözlüğü, Ankara, 1994, Ark Yayınevi.
361
Mutlu, M. (2003) Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu, Ankara, Okumuş Adam Yayınları.
Müller, P. (1970), Die Soziale Gruppe im Prozess der Massenkommunikation, Stuttgart.
Noelle-Neumann E, (1998) Kamuoyu, Suskunluk Sarmalının Keşfi, Çev: Murat Özkök,
Ankara, Dost Kitabevi.
Oktay, M. (1996) Davranış Bilimlerine Giriş, İstanbul, Der Yayınları.
Oskay, Ü. (1992) İletişimin ABC'si, İstanbul 1992, Simavi Yayınları.
Özcan, M. T. (1998) İlkel Toplumlarda Toplumsal Kontrol, İstanbul, Özne Yayınları.,,
Özodaşık, M. (2009) Kişilerarası İletişim Sürecinde Algı-İkna ve Empatik İlişkiler,
Konya, Tablet Yayınları.
Sabuncuoğlu Z. (1998) Örgütsel Yönetim, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları.
Sakallı, N. (2001) Sosyal Etkiler, İstanbul, İmge Kitabevi.
Şerif M,ve Şerif C, (1996) Sosyal Psikolojiye Giriş I – II, Çev., Mustafa Atakay, Aysun
Yavuz, İstanbul, Sosyal Yayınları.
Tekinalp Ş, Uzun R, (2006), İletişim Araştırma ve Kuramları, İstanbul, Beta Yayınları.
Tellan, D. (2014), İletişim Disilininin Sınırlarını Tartışmak,
http://deryatellan.blogcu.com/iletisim-tarihi-felsefesi-ve-sosyolojisi/4613791 Erişim Tarihi:
26.08.2014
Tokgöz, O. (2006), Temel Gazetecilik, Ankara, İmge Yayınları.
Usluata, A. (1991) İletişim, İstanbul, İletişim Yayınları
Varol, R. (2008) İletişim Becerileri, Ankara, NÜVE Yayınları.
Voltan Acar, N. (2010) İnsan İlişkileri, Ankara, Nobel Yayınları.
Weaver, W. (1949), Recent contributions to the mathematical theory of communication.
In C. E. Shannon and W. Weaver, The Mathematical Theory of Communication, Urbana:
University of Illinois Press.
Weber, M. (1962) Basic Concepts in Sociology, London, Peter Owen.
Werner J. Severin, Wr. James W. Tankard, (1994), İletişim Kuramları: Kökenleri,
Yöntemleri ve İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev. Ali Atıf Bir, Serdar Sever, Eskişehir,
Anadolu Üniversitesi Yayınları.
362
Yaylagül, L. (2008), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Ankara,
Dipnot Yayınları
Yumlu, K. (1994), Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları, İzmir.
Yüksel, E. (2001) Medyanın Gündem Belirleme Gücü, Konya, Çizgi Kitabevi.
Zıllıoğlu M. (1993) İletişim Nedir?, İstanbul, Cem Yayınevi.
Erdoğan, İ. & Alemdar, K. (2005), Öteki Kuram, Erk Yay., Ankara.
Işık, M. (2005). Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Eğitim Kitabevi.
İlal, E. (2007), İletişim, Yığınsal İletişim Araçları ve Toplum, Der Yay., İstanbul.
John Fiske, (1990), İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev. Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat
Yay., Ankara.
McQuail, D. & Windahl, S. (1993), İletişim Modelleri, Çev. Mehmet Küçükkurt, İmaj
Yay., Ankara.
Severin, W. J. & Tankard, J. W. (1994), İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve
İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev. Ali Atıf Bir, Serdar Sever, Anadolu Üniversitesi
Yayınları, Eskişehir.
Weaver, W. (1949), Recent contributions to the mathematical theory of communication.
In C. E. Shannon and W. Weaver, The Mathematical Theory of Communication, pp.95-117.
Urbana: University of Illinois Press.
Yaylagül, L. (2008), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Dipnot
Yay., Ankara.
Yaylagül, L. (2014), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Dipnot
Yay., Ankara.
Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev., Kamuran Şipal, İstanbul, Say Yay., 1997
Alim Kaya, Kişilerarası İletişim ve Etkili İletişim, Ankara, Pegem Akademi Yay., 2011
Ayseli Usluata, İletişim, İstanbul, İletişim Yay., 1994
Ayşen Temel Eğinli, Demet Gürüz, Kişilerararası İletişim (Bilgiler/Etkiler/Engeller),
Ankara, Nobel Yay., 2011
Bozkurt Güvenç, İnsan Ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi Yay., 1986
Can Baysal Ve Erdal Tekarslan, Davranış Bilimleri, İstanbul, Avcıol Basım-
363
Çiğdem Kağitçibaşi, Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul, Evrim Yayınevi Yay., 10.Basım,
1999
Doğan Cüceloğlu, İnsan İnsana, Remzi Kitabevi Yay., İstanbul, 1994
…………………., İnsan ve Davranışı, İstanbul, Remzi Kitabevi Yay., 1999
…………………., İyi Düşün Doğru Karar Ver, İstanbul, Sistem Yay., 1994
Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İstanbul, İnkılâp Yay., 14.Baskı, 2002(1994)
Feyzullah Eroğlu, Davranış Bilimleri, İstanbul, Beta Yay., 2000
Galip İsen ve Veysel Batmaz, Ben Ve Toplum, İstanbul, Om Yay., 2002(1985)
Gonca Bayraktar Durgun Ve Haluk Yaman, “İdeoloji, Dil Ve Sembol Bağlamında
Medya Ve Siyaset”, The Academic Elegance, Mayıs 2017
Haluk A. Yüksel, İkna Edici İletişim, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Yay., 1994
Hasan Tutar, M. Kemal Yılmaz, İletişim (Genel Ve Örgütsel Boyutuyla), Ankara, Seçkin
Yay., 2013
Hayati Tüfekçioğlu, İletişim Sosyolojisine Başlangıç, İstanbul, Der Yay., 1997
John Adair, Etkili İletişim, İstanbul, Babıali Kültür Yay., 2003
John Berger, Görme Biçimleri, (Çev. Y. Salman), İstanbul, Metis Yay., 1993
John Fiske, İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev., Süleyman İrvan, Ankara, Ark Yay., 1996
Michel Foucault, Özne ve İkitidar, Ayrıntı Yayınları, 2016
Muzaffer Şerif, Sosyal Kuralların Psikolojisi, Çev., İsmail Sandikçioğlu, İstanbul, Alan
Yay., 1985
Nermi Uygur, Dilin Gücü, İstanbul, Ara Yay., 1989
Noam Chomsky, Dil ve Zihin, Ankara, Ayraç Yay., 2001
Nuran Hortaçsu, İnsan İlişkileri, Ankara, İmge Kitabevi Yay., 1997
Nuray Sakalli, Sosyal Etkiler, Ankara, İmge Kitabevi Yay., 2001
Peter Hartley, Kişilerarası İletişim, Ankara, İmge Yay., 2010
Recep Tayfun, Etkili İletişim Ve Beden Dili, Ankara, Nobel Yay., 2007
Saffet Murat Tura, Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, İstanbul, Ayrıntı Yay., 1996(1989)
364
Serdar Kaypakoğlu, Kişilerarası İletişim (Cinsiyet Farklılıkları Güç Ve Çatışmalar),
İstanbul, Derin Yay., 2008
Sibel Arkonaç, Psikoloji / Zihin Süreçleri Bilimi, İstanbul, Alfa Yay., 1993
Uğur Demiray, Etkili İletişim, Ankara, Pegem Akademi Kitabevi, 2008
Ünsal Oskay, 19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, İstanbul,
Der Yayınları, 1982
Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati (Sanatta Ve Günlük Yaşamada),
İstanbul, Remzi Kitabevi Yay., 2012
………………., Varolmak, Gelişmek ve Uzlaşmak, İstanbul, Sistem Yay., 2002
Yusuf Devran, Haber, Söylem ve İdeoloji, İstanbul, Başlık Kitaplar Yay., 2010
Aktuğ Karpat, I. (2006). “Tüketicinin Bilgilendirilmesi Sürecinde Reklam Etiği”,
Küresel İletişim Dergisi, ss.2- 9
Arı T. (2009). Amerika’da Siyasal Yapı, Lobiler ve Dış Politika, MKM Yayınları, 4.
Baskı, Bursa
Aristoteles. (2006). Retorik, YKY: Cogito, İstanbul
Badiou, A. (2004). Etik, Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Çev., Tuncay
Birkan, Metis Yayınları, İstanbul
Barney, R.D., Black J. (1994). “Ethics and Professional Persuasive Communications”,
Public Relations Review, 20 (3),
1994:233-248 FAL
Bayramoğlu, N. (1985). Amerika Birleşik Devletleri’nde Lobi Faaliyetleri, Dış
Politika Enstitüsü, Ankara
Brown, J.A.C. (1992). Siyasal Propaganda, Çev. Yusuf Yazar, Ağaç Yayıncılık,
İstanbul
Bülbül, R. (2000). Genel Gazetecilik Bilgileri, İletişim Yayınları, Ankara
Çoşar, S. (1996). Baskı Grupları ve Etkileme Yöntemleri, Yayımlanmamıs YL Tezi,
İ.Ü. SBE, İstanbul
Dinçer, F. (1995). Toplum ve Etik, Ankara Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Dinçer, M. K. (1999). Lobicilik. Alfa Yayınları, İstanbul
365
Ferda, F. (2002). Lobicilik, ABD ve AB Uygulamaları, Yayımlanmamış YL Tezi,
Marmara Üniversitesi SBE İletişim ABD,
İstanbul
Fındık, F. (2002). Lobicilik, ABD ve AB Uygulamaları, Yayımlanmamıs YL Tezi,
Marmara Üniversitesi SBE İletişim
ABD, İstanbul
Fitzpatrick, K., Gauthier C. (2001). “Toward a Professional Responsibility Theory of
Public Relations Ethics”, Journal of
Mass Media Ethics, Lawrence Erlbaum Associates, USA
Girgin, A. (2000). Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik’i, İnkılâp Kitabevi
Yayınları, İstanbul
Jensen, J. V. (1997). Ethical Issues in the Communication Process, Lawrence
Erlbaum Associates Publishers, New Jersey
İçel, K. (2003). Kitle Haberleşme Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul
Kant, İ. (2002). Ethica / Etik Üzerine Dersler, Kabalcı Yayınları, İstanbul
Kazancı, M. (2002). Kamuda ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler, 4. Basım, Turhan
Kitabevi, Ankara
Kuçuradi, İ. (1999). Etik, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara
………….. (2000). “Felsefi Etik ve Meslek Etikleri”, Etik ve Meslek Etikleri, Yay.
Haz., Harun Tepe, Türkiye Felsefe
Kurumu, Ankara
Leisinger, K. M. (2000). “İşletme Etiği, Çokuluslu Şirketler ve Gelişmekte Olan
Ülkeler”, Etik ve Meslek Etikleri, Yay.
Haz., Harun Tepe, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara
Meynaud, J. (1975). Politikada Baskı Grupları, Çev., Semih Tiryakioğlu, Varlık
Yayınları, Ankara
Pieper, A. (1999). Etiğe Giriş, Çev., Veysel Atayman-Gönül Sezer, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul
Tokgöz, O. (2005). Temel Gazetecilik, İmge Kitabevi, İstanbul
366
Topuz, H. (2003). Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul
Jensen, J. V. (1997). Ethical Issues in the Communication Process, Lawrence
Erlbaum Associates Publishers, New Jersey
Özgen, M. İ. (1988). Basın Ahlak Kuralları, Kardeşler Basımevi, İstanbul
Umerova, Z. (2006). Yahudi Lobisinin ABD İçindeki Konumu ve Ortadoğu
Politikasının Rolü, Yayımlanmamış YL
Tezi, Ankara Ünv. SBE Uluslararası İlişkiler ABD, Ankara
Uzun, R. (2007). İletişim Etiği / Sorunlar ve Sorumluluklar, Gazi Üniversitesi
Yayınları, Ankara
Seib, P., Fritzpatrick K. (1995). Public Relations Ethics, Harcourt Brace College
Publishers, USA
Tepe, H. (2000). “Basın Etiği ya da Basının Etik Sorunları Üzerine”, Etik ve Meslek
Etikleri, Türkiye Felsefe Kurumu,
Ankara
VOA/Amerika’nın Sesi, “Amerika’da Lobiciliğin Etik Sınırları Tartışılıyor”,
http://www.amerikaninsesi.com/ 23.11.2015
Erdoğan, İ. & Alemdar, K. (2005), Öteki Kuram, Erk Yay., Ankara.
Fiske, J.(1990), İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev. Süleyman İrvan, Bilim ve Sanat Yay.,
Ankara.
İlal, E. (2007), İletişim, Yığınsal İletişim Araçları ve Toplum, Der Yay., İstanbul.
McQuail D. & Windahl, S. (1993), İletişim Modelleri, Çev. Mehmet Küçükkurt, İmaj
Yay., Ankara.
Severin, W. J. & Tankard, J. W. (1994), İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve
İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev. Ali Atıf Bir, Serdar Sever, Anadolu Üniversitesi
Yayınları, Eskişehir.
Weaver, W. (1949), Recent contributions to the mathematical theory of communication.
In C. E. Shannon and W. Weaver, The Mathematical Theory of Communication, pp.95-117.
Urbana: University of Illinois Press.
Yaylagül, L. (2008), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Dipnot
Yay., Ankara.
367
Yaylagül, L. (2006). Kitle iletişim kuramları, Dipnot yayınları, Ankara
Yaylagül, L. (2014), Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar, Dipnot
Yay., Ankara.
Yüksel, A. H. (1994), İkna Edici İletişim, Anadolu Üniversitesi Yay., Eskişehir.
Wolpe, B. C. (1990). Lobbying Congress, Congressional Quarterly Inc., Washington
Yıldırım, T. (1994). Amerika Birlesik Devletlerinde Lobicilik ve Silah Ambargosu
Üzerinde Yunan Lobisinin Etkileri,
Yayımlanmamıs YL Tezi, İ.Ü. SBE İktisat ABD, İstanbul
Yılmaz, S. (1993). Amerika Birleşik Devletleri’nde Lobicilik ve Lobiler,
Yayımlanmamıs YL Tezi, İ.Ü. SBE Siyaset
Bilimi ABD, İstanbul
www.basinkonseyi.org.tr
www.tgc.org.tr
www.gazetecilersendikasi.org.tr
-Aziz Aysel, Elektronik Yayıncılıkta Temel Bilgiler, TRT Basım ve Yayın Müdürlüğü
Yayınları, Ankara, 1989.
-Alkan, Türker: Siyasal Bilinç ve Toplumsal Değişim, Gündoğan Yayınları, 1989.
-Bektaş, Arsev: Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, Bağlam Yayınları, 1996.
-Castells, M. (2000). The Rise of Network Society. UK: Blackwell Publishers.
-Cengiz Temizkan, Ayşe: “Gazeteciliğin Kahramanlık Alanı: Araştırmacı Gazetecilik”,
Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Uzmanlık Alanları, Editör: Şebnem Çağlar, Literatürk
Yayınları, Konya, 2013.
-Çağlar, Şebnem: Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğe Sosyal Medya Etkisi, Literatürk
Yayınları, Konya, 2017.
-Çağlar, Şebnem&Porghamrezaeieh Savash, Şövalyelik Mesleği Gazeteciliğin Keskin
Kılıcı Haber, Literatürk Yayınları, Konya, 2012.
-Çebi, Murat Sadullah: Günümüzde Siyasetin Medyada İnşası Ve Sunumu Üzerine Bazı
Dikkatler, İletişim Dergisi, Gazi Üniversitesi, 2002-Yaz.
-Dağıtmaç, M. (2015). Sosyal Medya Bizi Neden Kullanır. İstanbul: Okur Akademi.
368
-Erdoğan, İrfan: Kapitalizm Kalkınma Postmodernizm ve İletişim, Ankara, Erk
Yayınları, , 2000.
-Fidan, Mehmet: Siyasette Güvenirlik İmajı, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yayınları, 2000.
-Gökçe Orhan, 2006, İletişim Bilimi İnsan İlişkilerinin Anatomisi, Siyasal Kitabevi,
Ankara.
-Gürhani, N. (2004). “Online Toplumun Doğuşu”. http://sinemafanatik.com
-Hickethier Knut, “Televizyon: Katılım ile Medya Tüketimi Arasında” Bisiklet,
Otomobil, Televizyon: Gündelik Eşyaların Kültür Tarihi, Haz: Wolfgang Ruppert, Çev:
Mustafa Düzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1996.
-Huffman Suzanne, “The 21st Century” Broadcast News Handbook, McGraw Hill
Higher Education, New York, 2001.
-Işık, Metin: İletişimden Kitle İletişimine, Mikro Yayınları, 2000.
-Işık, Metin: Kitle İletişim Teorilerine Giriş, Eğitim Kitabevi Yayınları, 2002.
-Işık, Metin: Sizinle İletişebilir miyiz?, Eğitim Kitabevi, Konya, 2016.
-Işık, Metin, İletişim Bilimine Giriş, Eğitim Yayınevi, Konya, 2017.
Kalender, Ahmet: Siyasal İletişim, Çizgi Yayınları, 2000.
-Macgregor Brent, Live, Direct and Biased? Making Television News In The Satellite
Age, Arnold, London, 1997.
-Milburn, A. Michael: Kamuoyu ve Siyaset, İmge Yayınları, 1998.
-Mutlu, Mustafa, Savaşlarda Kamuoyu Oluşumu, Okumuş Adam Yayınları, 2003.
-Postman Neil, Televizyon: Öldüren Eğlence-Gösteri Çağında Kamusal Söylem, Çev:
Osman Akınhay, Yay.Haz.Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994.
-Serdar, Sertaç: “Değişimi Mümkün Kılan Bir Süreç:Yeniden Toplumsallaşma”,
Uludağ Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü.
-Tamer Emel Ceylan, Dünü ve Bugünüyle Televizyon, Varlık Yayınları, İstanbul, 1983.
-Tekinalp Şermin, Elektronik Kitle İletim ve Değişim, Beta Yayınları, İstanbul, 1990.
-Tokgöz, Oya, Temel Gazetecilik, İmge Yayınevi, Ankara, 1994.
-Tosun, N.B. (2010). İletişim Temelli Marka Yönetimi, İstanbul: Beta Yayınları.
369
-Wheen Francis, Television, Century Publishing, London, 1985.
-Williams Raymond, Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim, Çev: Ahmet Ulvi
Türkbağ, Dost Kitabevi, Ankara, 2003.
-Yumlu, Konca: Kitle İletişim Kuram ve Araştırmaları, İzmir, 1994.
-Yüksel, Erkan: Medyanın Gündem Belirleme Gücü, Çizgi Kitabevi, 2001
-Yüksel, Erkan: Medya ve Habercilik, Çizgi Kitabevi, Konya, 2010.
-Comery, D., (1993), 'The Centrality of Economics', Journal of Communications, 43(3),
ı 92-198'den aktaran Ertan Oktay (1994), 'Medya Ekonomisi ya da İletişiminEkonomi Politik
İktisadı', İletişim (A.Ü. İletişim Fak. Dergisi), ı-2, ı-6
Aziz, A. (2008), İletişime Giriş, Aksu Kitabevi, Ankara.
Bilgin, N. (2003), Sosyal Psikoloji Sözlüğü, Bağlam Yayınevi, İstanbul
Cangöz, İ.(2007), “Kitle İletişimi”, İletişim Bilgisi, Anadolu Üniversitesi Yay.,
Eskişehir.
Erdoğan, İ. (2002). İletişimi Anlamak, Erk Yayınları, Ankara.
Erdoğan, İ.&Alemdar, K. (2005), Öteki Kuram, Erk Yayınları, Ankara.
Gökçe, O. (2006), İletişim Bilimi İnsan İlişkilerinin Anatomisi, Siyasal Kitabevi,
Ankara.
Güngör, N. (2011). İletişime Giriş, Siyasal Kitabevi, Ankara.
Le Bon, G. (2005), Kitleler Psikolojisi, Çev.:Yunus Ender, İstanbul, Hayat Yayınları.
Marshall, G.(2003), Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü, Bilim
ve Sanat Yayınları.
Maletzke, G.(1963), Psychologie der Massenkommunikation, Hamburg.
MEGEP (Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi),
(2007)Gazetecilik Kitle İletişim Araçları, Ankara.
Mutlu, E. (1994), İletişim Sözlüğü, Ark Yay., Ankara.
Tura, B. (2012), Kitle Kavramı, baris-calismalar.blogspot.com.tr/2012/06/kitle-
kavram.html. Erişim: 06.08.2017.
370
Wright, C.R. (1959), Mass Communication: A Sociological Perspective, NY: Random
House’dan Aktaran, Erdoğan, İrfan& Alemdar, Korkmaz (1990), İletişim ve Toplum, Bilgi
Yayınevi, Ankara.
Yaylagül, L. (2008), Kitle İletişim Kuramları, Dipnot Yay., Ankara.
Çelenk, S. (1997). “Kültürel Çalışmalar”la “Ekonomi Politik”çiler Tartışıyor. Teori ve
Politika, 8.
Chomsky, N., & Herman, E. S. (2012). Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi
Politiği. İstanbul: bgst Yayınları.
Çoban, S. (2014). “İktidar”ın “Medya”sı. Içinde E. Arsan & S. Çoban (Ed.), Medya ve
İktidar: Hegemonya, Statüko, Direniş (ss. 27–52). İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Dağtaş, E., & Yıldız, M. E. (2015). Türkiye’de “İzleyicinin Metalaşması”: Televizyon
Dizilerinin Sosyal Reyting Ölçümlerinin Eleştirel Ekonomi Politik Çözümlemesi. Global
Media Journal TR Edition, 5(10), 120–142.
Erdoğan, İ. (2013). Medya Sosyolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.
Erdoğan, İ., & Alemdar, K. (2005). Öteki Kuram: Kitle İletişim Kuram ve
Araştırmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirmesi. Ankara: Erk Yayınları.
Garnham, N. (1997). Ekonomi Politik ve Kültürel Çalışmalar Birleşme mi Boşanma mı?
Teori ve Politika, 8.
Poyraz, B. (2013). Kitle İletişim Kuramları. Içinde İletişim Sosyolojisi (ss. 52–76).
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi.