mücahit hun mÜcahİt Özden hun¼cahit.pdf · ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla...

29
Mücahit Hun 92 MÜCAHİT ÖZDEN HUN Mühendislik formasyonuyla yoğrulmuş birisiyim. Edebiyata ve yazı sanatına, mesleğimin izin verdiği kadarıyla yakın olmuş, ilgi duymuştum. Bu yüzden bir kitap yazma projesi önüme çıkınca, içimi bir korku almamıştı değil hani: Acaba bu işin altından kalkabilecek miydim? (20 yıl Türkçe’yi konuşma, yazma ve okumadan uzak kalışım tabii çabası) Yazı tekniğini geliştirmek için özel dersler almaya ne zamanım ne de isteğim vardı. Bu işe kendi elimle bir yerden başlamalıydım. Tanınmış bir Fransız yazar, “Hatırlamak için en kolayı fakat yazı diline dökülünce en zoru bir insanın kendi hayat hikayesidir” der. Bu sözü kendime rehber edinip, çocukluk yıllarımdan kesitleri kaleme aldım. Aşağıda okuyacağınız yazının tamamı, “Iğdır Sevdası”nı yazmaya başlamadan önce kaleme alınmıştır. Eğer bu yazı denemesi olmasaydı kitap yazma girişimim hayata geçmeyebilirdi. Bu yüzden aşağıdaki yazı serisini kendi kendime vefa borcum nedeniyle yayınlamaya karar verdim. Umarım ilginizi çeker. BABAM VE USTAM Baba, kim? Herkesin gönlündeki baba tanımı farklıdır; herkes için aynı duygu ve sevgiyi uyandırmaz. Benim için babam kimdi? Böyle düşündüğüm zaman babamı bana anlatan olayların ne kadar sınırlı olduğu gerçeğiyle sarsılıyorum. Bunun birçok nedeni var: Babam ev ortamında, erişilmesi zor bir insan gibi hareket eder, ken- disini ev halkından ve özellikle çocuklardan uzak tutardı. Evdeki kararlara müdahale etmezdi. Onun gerçek ve özlediği dünya, evin dışındaydı. Ev onun için hareketli bir günün sonunda, yorgun zihnini ve bedenini dinlendirebilece- ği bir mekan, yarının planlarını sakin sakin gözden geçirebileceği bir zaman dilimiydi. Biz çocuklara hiç zamanı yoktu. Evdeki bu sosyal kopukluk yetmezmiş gibi on beş yaşımda lise öğre- nimim için Türkiye’nin diğer ucuna İstanbul’a gittim. Babamla çok daha sey- rek görüşüyor ve zamanla onun fiziki ve sosyal varlığından uzaklaşıyordum. Baba fikri ve düşüncesi yüreğimde ve beynimde ütopik bir şekil alıyordu.

Upload: others

Post on 26-Oct-2019

18 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

92

MÜCAHİT ÖZDEN HUN

Mühendislik formasyonuyla yoğrulmuş birisiyim. Edebiyata ve yazı sanatına, mesleğimin izin verdiği kadarıyla yakın olmuş, ilgi duymuştum. Bu yüzden bir kitap yazma projesi önüme çıkınca, içimi bir korku almamıştı değil hani: Acaba bu işin altından kalkabilecek miydim? (20 yıl Türkçe’yi konuşma, yazma ve okumadan uzak kalışım tabii çabası)

Yazı tekniğini geliştirmek için özel dersler almaya ne zamanım ne de isteğim vardı. Bu işe kendi elimle bir yerden başlamalıydım. Tanınmış bir Fransız yazar, “Hatırlamak için en kolayı fakat yazı diline dökülünce en zoru bir insanın kendi hayat hikayesidir” der. Bu sözü kendime rehber edinip, çocukluk yıllarımdan kesitleri kaleme aldım.

Aşağıda okuyacağınız yazının tamamı, “Iğdır Sevdası”nı yazmaya başlamadan önce kaleme alınmıştır. Eğer bu yazı denemesi olmasaydı kitap yazma girişimim hayata geçmeyebilirdi. Bu yüzden aşağıdaki yazı serisini kendi kendime vefa borcum nedeniyle yayınlamaya karar verdim. Umarım ilginizi çeker.

BABAM VE USTAM

Baba, kim?Herkesin gönlündeki baba tanımı farklıdır; herkes için aynı duygu ve

sevgiyi uyandırmaz. Benim için babam kimdi? Böyle düşündüğüm zaman babamı bana anlatan olayların ne kadar

sınırlı olduğu gerçeğiyle sarsılıyorum. Bunun birçok nedeni var: Babam ev ortamında, erişilmesi zor bir insan gibi hareket eder, ken-

disini ev halkından ve özellikle çocuklardan uzak tutardı. Evdeki kararlara müdahale etmezdi. Onun gerçek ve özlediği dünya, evin dışındaydı. Ev onun için hareketli bir günün sonunda, yorgun zihnini ve bedenini dinlendirebilece-ği bir mekan, yarının planlarını sakin sakin gözden geçirebileceği bir zaman dilimiydi. Biz çocuklara hiç zamanı yoktu.

Evdeki bu sosyal kopukluk yetmezmiş gibi on beş yaşımda lise öğre-nimim için Türkiye’nin diğer ucuna İstanbul’a gittim. Babamla çok daha sey-rek görüşüyor ve zamanla onun fiziki ve sosyal varlığından uzaklaşıyordum. Baba fikri ve düşüncesi yüreğimde ve beynimde ütopik bir şekil alıyordu.

Page 2: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

93

Artık O benim için mistik bir kavramdı. Başka ve uzak bir gezegenin bize gönderdiği bir misyoner gibiydi.

Babamla ilgili bu muamma vefatına kadar devam etti. Onunla hiçbir zaman senli benli olamadım. O’nun düşlerini, kaygılarını, sevgi ve duygu-larını paylaşamadım. O’nun ani ölümüyle baba ve oğul arasında hep yarına ertelenen gerçek buluşma hayali de yarıda kalmıştı. Kırk yıllık bir zaman sürecinde babamı ne kadar kendi duyularımla tanıdım diye kendi kendimi sorguladığımda bir film şeridinin kareleri gibi birbirinden ayrı ve kopuk olaylar yığını ile karşılaşıyorum. Bu her bir kare onun bir özelliğini ve karakterini ön plana çıkarıyor. Birbirinden kopuk her film şeridinde, bana ve düşlerime yön veren bir büyük ustanın izlerini yakalı-yorum.

Kendimi ve kimliğimi borçlu olduğum babamı bana anlatan bu film karelerinden birkaçını sizlerle paylaşmak istedim

Baba EviIğdır’ın eski yerleşim yeri İğdırmava’ya uzanan yol, çatal gibi ikiye

ayrılır. Tam o noktada, etrafı iki metre yüksekliğinde killi topraktan bir duvar-la çevrili bahçe içinde Bağır Aras’ın iki katlı evi vardır. Bu evin arka bahçeye bakan odalarından birinde dünyaya gelmişim. Babam o yıllar grafiği hızla yükselen bir politikacıymış.

Bağır Aras’ın evi bü-yük bir bahçe içinde toprak briketten, iki katlı uzun bir dikdörtgen bine şeklinde inşa edilmişti. Bu binanın arka ve ön bahçesindeki ahşap ve hep yeşile boyalı merdivenler dört ayrı bölüme açılırdı. Babam arka bahçeye açılan, “daire-”lerden birisini kiralamış; bu arada kendi evini yaptırtmak için de kolları sıvamıştı.

Babam, çocukluğu-nun geçtiği Baharlı Mahallesine tutkunmuş. Bir yandan ağabeyi Hamit’e ve onunu oturduğu baba evine yakın olmak, diğer yandan dallanmış budaklanmış akrabalarının orta yerinde kendini güven içinde hissetmek arzusuyla Baharlı Mahallesinde 2-3 dönümlük bir arazi satın almış; 1960 yılının ilkbaharında arazinin yola yakın ucunda, annemin yıllarca övünç payı çıkartarak tekrarla-dığı “altınlarımı bozdurup de yaptırdığım ” dediği evin inşaatını başlatmıştı.

Doğduğum Ev1952-59 yılları arasında Mecit Hun, Bağır Aras’ın

yukarda görülen evinde kirada oturur.

Page 3: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

94

Yapı malzemesi olarak tamamen taşların kullanıldığı, ön cephesinin Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır.

Evin ön cephesi küçük bir balkona açılır. İçeri girildiğinde uzun bir hol ve buraya açılan sağlı sollu kapılar eve tam bir simetri havası verir. Sağdaki tek kapı “Misafir Odası” dediğimiz geniş ve uzunca salona tam ortasından girer.

Sol tarafta iki kapı vardır. Birincisi, “Ba-bamın Odası” dediğimiz “kutsal” mekana; ikinci-si, biz çocukların ve ev ahalisinin, babaannemize atfen “Fatma Nenemin Odası” diye adlandırdığı-mız ve bütün günlük aktivitenin yer aldığı diğer bir odaya açılırdı.

Bu oda gündüzleri oturma odası, mutfak; akşamları yatak odası; haf-tanın belirli günleri de banyo odası olarak ailenin tüm yükünü taşırdı.

Bu emektar oda on yıl boyunca çocukluk yıllarımın bütün hayallerini ve enerjisini kucaklamış, sıcak aile yuvası özleminin doğduğu yer olmuştu.

Belleğimdeki İlk Baba.Hangi yıl hangi mevsim bilmiyorum. 2-4 yaşları arasında olmalıyım.

Evin içinde bir odada mı yoksa bahçede bir yerde mi?... Çok kalabalık var.. Babam ve tanımadığım insanlar yere bağdaş kurmuş şark zevkine uygun ar-kalarını uzun minderlere dayamış zevkle bir ‘köse oyunu’ izliyorlar..

“Köse oyunu” üç veya daha çok erkek tarafından oynanır. Erkek-lerden birisi koca (köse) diğerleri de kadın kılığına girmiş sözde karılarıdır. Birlikte ağızlarından garip sesler çıkararak dans ederlerken köse birden bire boylu boyunca yere uzanır ve ‘öldüm’ der. Karıları onu yerde çekiştirirler ‘Bana ne veriyorsun ay koca?’ diye sorarak miras hakkı isterler. Çaresiz kalan köse malını mülkünü ‘Sana eşeğimi, sana evimi, sana paramı’ diyerekten pay-laştırır. Kadınlar hisselerinden hoşnut kalmazlar; oracıkta kavgaya tutuşurlar. O sırada köse canlanır, ayağa kalkar ve kendi yokluğunda mal mülk peşine düşmüş karılarını azarlar. Kendisi için içten gözyaşları döken küçük karısı dışındakileri boşar.

Kösenin bağırarak şiddetli bir şekilde kendisini yere atması ve sözde karılarının ellerini başlarına götürüp bağırarak ağıt tutması beni çok korkutmuş olacak ki yavaşça babama sokuldum. Yardım ister gibi ona ve diğerlerine baktım. Babam benim korkumu azaltmak için sağ elini başımın üzerine yavaşça yerleştirdi, sıcaklığını hala hissettiğim parmaklarını alnımda gezdirdi. Babamın bu sihirli elleri tüm hayatım boyunca sadece iki kez beni

Page 4: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

95

teselli etmek için saçlarıma ve alnıma konacaktı. Bu ilkiydi. Babamı ilk böyle hatırlıyorum.

“Kutsal” BabaBabamız bizim için tam anlamıyla kutsal ve erişilmez bir insandı.

Aynı evde birlikte oturuyorduk fakat O meditasyona oturan bir Budist bilge gibi odasına kapanır, kitaplarını ve gazetelerini okur, bazen de daktilosunun başına geçer ciddi yüz ifadesiyle bir şeyler yazardı. İki temel ihtiyaç onu bu kutsal sığınağından çıkmaya zorlardı:Ya karnı acıkmıştır; bu durumda ağır adımlarla ev halkının oturduğu odanın kapısına dayanır, içerdekilere geldiğini belli etmek için kesik kesik fakat güçlü şekilde öksürürdü.

Ev halkı hemen kendine çekidüzen verir, korku ve saygı dolu bir eda ile ayağa kalkarak açılan kapıdaki yabancı bilgeyi karşılardı. Sanki O, başka bir gezegenden gelmiş gibi bizlere şaşkın ve tedirgin bir göz atar yavaşça şaş-kınlığından sıyrılarak bizleri rahatsız etmekten yarı üzgün konuşurdu. Söyle-nen söz kısa ve emirvari olurdu: “Naciye, karnım aç bir şeyler getirsen!” Böy-le anlarda annemin yüzünü mutluluk duygusu sarar, bu koca bilgenin sonunda onun yardımına ihtiyaç duymasından anlaşılmaz bir övgü payı çıkartırdı.

Ya da babamın tuvalete gitme ihtiyacı doğmuştur. O yıllarda bir ka-saba görünümündeki Iğdır’da bütün ahali tuvalet ihtiyaçlarını bahçe içinde uygun bir köşede inşa ettirilen tek odalı bir yapının içinde alaturka usule uygun olarak giderirdi. Azerilerin “Aftafa”, Kürtlerin “Misin” dediği bazen tenekeden bazen de ağır metal karışımından yapılan bir ibrikle bahçeye çıkılır aheste bir yürüyüşle tuvalete gidilirdi. Babam böyle anlarda ev ahalisinden kime ilk rastlarsa, “Hele şu ibriği hazırla!” der ve ön bahçeye açılan balkona çıkarak orada ibriğin kendisine sunulmasını beklerdi.

Babam uzun boylu ve iri yapılıydı. Saçları kısa, dalgalı ve hep arkaya taralıydı. Saç modeli ve yüz hatları nedense bana hep sinema oyuncusu Kenan Pars’ı andırırdı.

Tanrının bahşettiği bu kusursuz fiziki özellikler ona “yakışıklı bir erkek” tanımını fazlasıyla hak kazandırabilirdi fakat onun asıl çekiciliği ne selvi boyunda ne de kusursuz yüz hatlarındaydı: O her şeyden önce son dere-ce karizmatik ve bilge görünümlüydü. Çinliler, Buda’nın kulakları gibi büyük ve uç memesi sarkık olanların “bilge ruhlu” olduğuna inanırlar. Belki de ba-bamın bilgeliğinin bir sırrı da orada saklıydı: İnce uzun lotus yaprakları gibi yüzünün iki yanını boydan boya kaplayan kulakları ona alışılmışın dışında bir bilgelik ruhu veriyordu. Davranışları soyluluk emareti taşırdı. Yemek yemesi, içmesi ve konuşması adabı muaşeret kurallarını zorlayacak denli öz bilinçli ve kontrollüydü.

Yarı-göçer bir Kürt aşiretinden böylesine ince ruhlu ve soylu davra-

Page 5: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

96

nışlı bir centilmenin çıkmasına hep şaşırmışımdır. Babamın karizmasının asıl sırrı onun konuşma yeteneğinde saklıydı.

Ana dili Kürtçe’yi ve Türkçe’yi kusursuz ve güzel konuşurdu. Babam sosyal ilişkiler kurmak ve onu korumak bakımından hem çok

istekli hem de çok yetenekliydi. Zengin fıkra dağarcığı, etnik ve siyasi anek-dotlarıyla herhangi bir insanı kendi karizma girdabına iter ve oraya düşen bir daha da oradan çıkamazdı.

Babam giyim kuşamına son derece itina gösterirdi. Gençlik resimle-rinde bunu açıklıkla görmek mümkün. Zamanın en moda elbiselerini giyin-miş, en iyi terzilerden diktirdiği takım elbiseleri gardırobunu süslemiş. Bu alışkanlığından bütün ömrü boyunca vazgeçmedi.

Sabahları tıraşını olduktan sonra annemin bir gece öncesinden özenle ütülediği takım elbisesini bir İtalyan centilmeni gibi cakayla kendisine yakış-tırır, dışarı öyle çıkardı. Iğdır’ın diz boyu tozlu ve çamurlu yollarında inanıl-maz çeviklik ve dikkatle yürür, gün boyu temiz kalmasını ustalıkla becerirdi.

İlk Okuma ZevkiBenim ilk okuma zevkim ne alfabeyle ne de okul kitapları ile olmuş-

tur. Babamın her akşam eve tomar tomar getirdiği gazeteler, dergiler ve ki-taplar bu görevi kendiliğinden üstelenmişti. Ünlü gazeteci Zekeriya Sertel ve bir grup arkadaşı 1932 yılında 10-15 ciltlik Hayat Ansiklopedisini yayımlarlar. Cumhuriyet döneminin belki de ilk ciddi ansiklopedi çalışmasıdır.

Babam daha gazetecilik yıllarında bu ansiklopediden 1934 İstanbul basımlı bir seriyi kitap koleksiyonuna dahil etmişti. Çıkan bir yangında bu ko-leksiyon büyük zarar görmüştü ama buna rağmen ciltlerin çoğu kullanılabilir haldeydi. Siyah sert kartondan cilt kapaklarının kenarlarında yangının bıraktı-ğı sarı iz lekeleri ansiklopediyi olduğundan çok daha eski gösteriyordu.

Babam bu seriyi kitaplığın en üstüne koyduğu için biz çocukların me-rak alanından uzaktaydılar. Zaten kalın ve ağır ciltler dışardan bakıldığında pek istek ve merak uyandıracak türden değildi. 10-11 yaşıma kadar bu ciltleri sadece yaşını başını almış, meslek sahibi kimselerin okuduğuna inanırdım. Bu inancım bir gün tamamen değişmişti.

İlkokul 4. sınıfta Tarih dersi için ev ödev verilmişti. Her öğrenci bir konuyla ilgili bir tanıtıcı yazı hazırlayacak, sınıfta okuyacaktı. Benim payıma da Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Meydan savaşı düşmüştü. Savaş kaç yılında olmuş, kimler arasında, nerede vb..

Gerekli bilgiler okuduğumuz Sosyal Bilgiler ders kitabında yoktu. Zaten öğretmenin amacı da bizi dış kaynaklar kullanmaya özendirmekti.

O yıllar ne bir halk kitaplığı ne de okul kitaplığı vardı. Böyle bir araş-

Page 6: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

97

tırmayı nasıl yapacaktım? Çaresizdim. Durumu anneme anlattım ve babamın yardımını istedim.

Biz çocuklar babamızdan çekinir ve utanırdık. Annem de bunu bilir, isteklerimizi kendi gücü yettiğince babama iletirdi. Babamın odasına gider, eğer babam okumakla ve yazmakla meşgul ise bir kenarda oturup bekler, ilk fırsatta durumu özetlerdi.

Babam çocuklarının okul çalışmalarına müdahale etmeyi sevmez-di. Ne veli olarak okula gider ne de ev ödevlerine yardımcı olurdu. Bunun tamamen çocuğun kendi öz sorunu olarak algılanmasını isterdi. Erzurum lisesini pekiyi dereceyle bitirmiş, hayatının iki üç yılını Iğdır Ortaokulunda Matematik ve Fen bilgisi öğretmeni olarak geçirmiş bir babanın çocuklarının eğitimine böyle uzak durmasını uzun yıllar anlayamamıştım, ta ki yaşam onu haklı çıkarıncaya kadar...

Annem gözlerinde sevinç pırıltıları odayı girdi ve bana dönerek, “ Haydi gel! Baban ev ödevinde yardım edecek!” dedi.

Bu babamın bana bütün öğrenimim hayatım boyunca ilk ve son yar-dımı olacaktı. Elimde defter ve kitaplarım “kutsal” odanın kapısını açtım, korku ve saygı dolu ayakta dikili kaldım. Babam okuduğu kitabından başını kaldırdı. Sıkıntılı anlarında yaptığı gibi sağ elini kulağının arkasına atıp orada birkaç saniye tuttu, bana dönerek, “Ne ödevi?” diye sordu. Bildiklerimi ağ-zımda geveleyerek zorlukla anlatabildim. Ayağa kalktı biraz güç harcayarak üst raflardaki siyah ciltli ansiklopedilerden birine uzandı. Çekip çıkardı. Kimi sayfaları kopmuş ve sararmış olan koca kitabın sayfalarını ince uzun parmak-larıyla karıştırdı. Bir sayfada durdu. “İşte oğlum! Bak hepsi burada yazılı” dedi. Tekrar kitabının başına dönüp beni tamamen unuttu. Ansiklopediyi zor-lukla taşıyarak odadan çıktım.

Uzaktan soğuk ve kasvetli görünen ansiklopedinin renkli resimleri ve sararmış sayfaları beni gizemli bir yolculuğa götürmüştü. O günden sonra ciltleri elimden hiç düşürmedim. Babam bana “balık vermemişti fakat balık tutmasını öğretmişti”

Bozkurt DersiIğdır Ortaokulu son sınıfında öğrenciydim. Sınıf arkadaşlarımın çoğu

Azeri’ydi. Azerbaycan ülkesi ve Turan ülküsü üzerine konuşmalar ve tartış-malar olur, milliyetçi marşlar okunurdu. Birkaç dakikalık teneffüs aralığında siyah tahtaya bozkurt resmi bile çizilirdi.

En iyi arkadaşlarım Azeri’ydi. Onların bozkurta olan tutkusu beni de etkilemişti. Resim defterimin bir köşesine bir bozkurt resmi çizmiş ve bir gü-zelce de renklendirmiştim.

Page 7: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

98

Babam sabahları erkenden uyanır; tıraş olmak ve yüzünü yıkamak için çocukların yer yataklarında yattığı odaya gelir, bir köşede koca bir odun kütük üzerindeki mazot varilinden devşirme su tankından yıkanırdı. Okul ki-taplarımız ve defterlerimiz ortalıkta dağınık dururdu.

O gün her nedense resim defterim açık kalmış ihtişamlı bozkurt resmi gözler önüne serilmişti. Uyanıktım. Bir ara babamın hiçte alışık olmadığım bir dikkat ve ilgiyle bozkurt resmini seyre daldığını fark ettim. Birden derin bir suçluluk duygusu ile sarsıldım. Çok mahrem bir sırrımı ele vermiş gibi korkuya boğuldum. CHP ve sol çizgi için yıllarca sıkıntılı bir mücadele ver-miş ve bu nedenle aşırı sağın boy hedefi durumuna gelmiş bir lider kendi öz oğlunun bu pervasızlığı-na sessiz kalmayacak diye düşün-düm. Ama O hiçbir şey söylemedi. Küçük bir yüz aynasına bakaraktan tıraş makinesini köpüğe boğulmuş yüzünde gezdirdi. Sakin bir şekil-de odadan çıkıp gitti. Ben bu soru-nun artık kapandığına inanmıştım. Yanılıyordum.

Bu olayı izleyen bir bayram günüydü. Ramazan veya Kurban bayra-mı. Bayramın birinci ve ikinci günleri geliş gidişler çok olur. İnsanlar telaş ve heyecan karışımı bir ruh haliyle birbirlerinin bayramını kutlar, yıllardır birbir-lerinden uzak kalmışçasına derin hal hatır sohbetlerine dalarlardı. Bu temaşa üçüncü günden itibaren azalırdı.

Bayramın son günlerinde uzak dağ köylerinden akrabalar gruplar halinde gelir heyecanı dinmiş misafir odamızı doldururlardı. Babam, kan ba-ğıyla bağlı olduğu bu insanların hemen ayrılıp gitmesini istemezdi. Onca yolu çoğu zaman yürüyerek veya at sırtında gelmiş bu akrabalarla tatlı sohbetlere dalardı. Aşiret içi sorunlardan politikaya kadar her şey konuşulurdu. Böyle günlerde benim görevim misafirlere önce kolonya ve şeker, daha sonra çay ve baklava ikram etmekti.

Bir gün konuşma dönüp dolaşıp politikaya gelmişti. Iğdır’da yeni oluşan siyasi dengelere ilişkin bir konuyla ilgili olarak yaşlı amcalardan biri (Bekir Yalçın) babama dönerek, “Niçin kurda tapıyorlar?” dedi.

Babamın yüz ifadesinden soruyu ciddiye aldığını anlamıştım. Bana dönerek, “Oğlum, Tarih kitabını getir!” dedi. İlk anda benim Tarih kitabımla bu soru arasında nasıl bir bağlantı var diye ikirciklendim. Getirdiğim Tarih kitabını eline aldı ve sanki sayfasını ezbere biliyormuş gibi bulduğu sayfayı sorunun sahibi amcaya göstermek için ayağa kalktı. Okur yazarı olmayan

Soldan Sağa: Taşlıca köyü muhtarı Reşit Güven, Mücahit Hun ve Hamit Yalçın

Page 8: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

99

yaşlı amca açılan sayfadaki bir resme dikkatle bakarken babam konuşarak koltuğuna geri geldi. “Kurtlar, bir çok eski uygarlığın kuruluşuna ilham ver-mişlerdir. Elindeki resim Roma şehrinin ve dolayısıyla Büyük Roma İmpara-torluğunun kurucusu iki kardeşin anneleri tarafından terk edilmesinden sonra nasıl bir dişi kurt tarafından beslendiğini gösteren temsili bir resimdir. Aynı şekilde Turancılar da Türk ırkının bir dişi kurt tarafından yol gösterilerek kur-tarıldığına inanıyorlar.”

Bu cümleler babamın karakterini tam olarak ele veriyordu. Babam insanların etnik ve siyasi kimliklerine son derece saygılı idi.

Dağ köylerinde dünyada olup bitenden habersiz yaşayan bir insana dahi doğ-ru bilgiyi vermek için bu denli titiz davranabiliyordu. Çünkü o ruhunun ger-çek derinliklerinde sınırsız bir tolerans ve hoşgörü ile doluydu. Onu korkutan cahil, bağnaz ve şımarık siyasal şiddetti.

Yayla Günlerimiz Baba tarafından yarı göçer

bir aileden geliyorum. Hayvancılık göçerlerin her şeyidir. Çok eski zamanlardan beri bölgedeki Kürt aşiretleri yazın sıcağından hay-vanlarını korumak için yaylalara göçerler.

40-50 sığırımız vardı. Kışı Iğdır’daki geniş bahçemizin uzak köşelerindeki ahırlarda geçiren inekler, yaklaşan sıcaklarla, Mayıs ayında yaylaya doğru yola çıkarlardı. Bu günler, babaannem ve annem neler yapılması gerektiğini beraber tartışır, gün boyu süren hummalı bir çalışmanın içine atılırlardı.

Önce siyah kıl çadır depolandığı yerden çıkarılır, çimenler üzerine se-rilirdi. Çok eskimiş bölmeler yenileri ile değiştirilir, küçük delikler onarılırdı. “Sıng” denilen çadırı ayakta tutan uzun direkler sayılır, çadırın etrafını bir duvar gibi kapatan çitler yeni örgülerle sağlamlaştırılırdı. Bu hazırlık tamam-lanır tamamlanmaz bir traktör ya da kamyon kapıya dayanır beş ay sürecek göçebe bir yaşam için neler gerekli ise yüklenilirdi.

“Bilir misiniz? Top mermisi niçin uzaklaşır”Hayat ansiklopedisinin sayfaları arasında yıllarım geçti. Açmadığım,

dokunmadığım sayfa kalmamıştı. İlgimi en çok resimler çekiyordu. Bir de her kırk elli sayfada tek bir sayfa olarak düzenlenmiş “Bilir misiniz?” deki sorulardı. Bu sayfada akla gelebilecek her soruya kısa bir cevap vardı.

Page 9: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

100

Bu sorulardan hatırlayabildiklerim: “Papağan konuştuğunu anlar mı?”, “İkisi de ot yedikleri halde niçin koyunların yünü, atların kılı vardır?”, “Balıkların niçin göz kapakları yoktur? vb. Her soruyu dikkatle okur kısa bir metin olarak eklenmiş cevabı mantık ölçülerime vururdum.

Bu sayfalarından birinde şu soruyla karşılaşmıştım:”Top mermisi niçin uzaklaşır?” Alttaki kısa cevapta çok basit olarak bir topun nasıl işe-diği anlatılıyordu. Mekanizmayı tam olarak kavramıştım. Bu düşünceyi uygulamaya karar verdim.

O yıllarda elektriğe ilgim çok fazlaydı. Her gün yeni bir şey icat etmekten mutluluk duyuyordum. Evdeki gömme dolaplar açıldığı za-man ışık veriyor, bahçe kapısı özel bir mekanizma ile açılıp kapanıyor bahçedeki tuvalet geceleri bile aydınlanıyordu!.

Bu ünüm yakın aile çevresinde yaygın olduğu için bana bozuk radyo ve el fenerleri getiriliyor tamiri isteniyordu.

Bir gün Hamit amcamın hanımı, Fatma yenge, halk arasında “İran fe-neri” olarak bilinen gerçekten de İran’dan kaçak olarak getirilen beş pilli uzun bir el fenerini tamir için bana bırakmıştı. Epey uğraşmış fakat bir türlü fenerin kontak mekanizmasını seri çalışacak şekilde düzenleyememiştim. Oldukça uzun el fenerini bir köşeye atmış, dikkatimi başka uğraşılara çevirmiştim. Kendi topumu yapmaya karar verdiğim gün birdenbire bu el fenerini hatırla-mış onun uzun kolunu bir top gibi kullanabileceğime karar vermiştim.

Barut almak zor olmadı. Büyük torbalar içinde kiloyla satılıyordu. Peki, mermi olarak ne kullanacaktım? Bahçemiz de ki bostan henüz olgun-laşmamış irili ufaklı yeşil domateslerle doluydu. El fenerini ansiklopedinin tarifine uygun biçimde içine taş konmuş böylece patlamanın tepki gücünü dengeleyecek bir sandığın üzerine yerleştirdim ve iple sıkıca bağladım. Önce barutu sonrada sert, yeşil domatesi baruta yakın oturttum. Bir bez parçasını uzunca kesip barutla temasını kaybettirmeden birkaç metre gerisin geriye uzattım. Yaktığım kibrit, fitili hemen ateşledi, ortalığı yanık bir bez kokusu doldurdu.

Ben heyecanla ateşin barutla temas anını bekliyordum. Birdenbire bir av tüfeğinin patlamasından çok daha kuvveti bir sesle irkildim. Korku ve se-vinci aynı anda hissettim. Küçük domates fırlamış elli metre ilerideki ahırın beyaz kireçli duvarında patlamıştı. Sanki topu dünyada ilk ben icat etmişim

Soldan Sağa: Mehmet Hun, Ahmet Melek, Mücahit Hun, Süheyla Aksoy (Hun), Mehmet

Emin Melek, Rabun Aksoy (oturan)

Page 10: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

101

gibi gururlu edayla barut kokusuna boğulmuş halde zafer falsoları gönder-meye devam ettim.

Bütün bunlar olurken babam odasında yazı yazmakla meşgul imiş. Garip patlama sesleriyle irkilip arka bahçeye açılan balkona çıkmış, havadaki barut kokusuna bir anlam verememişti.

Patlamanın geldiği yana doru hareketlenince göz göze geldik.Yakayı ele vermiştim. Küçük kardeşim Leyla hemen ileri atıldı babama yaptıklarımı tek nefeste anlattı. Babamın ciddi yüzüne birdenbire tatlı bir gülümseme otur-du. “Dikkat et oğlum! Barut tehlikeli olur!” demekle yetindi.

Korku?Iğdır’ı Doğubeyazıt’a bağlayan yolun 20 inci kilometresine yakın bir

yerde birkaç yüz dönümlük bir arazimiz var. 60’lı yıllarda açılan ve Iğdır’ı çepeçevre saran kocaman bir kanal bu araziyi tam ortasından ikiye bölerdi.

Bu araziler tarıma elverişli olmadığı için ya mera olarak kullanılır, ya da barajdan (kanaldan) bir motopomp yardımıyla aktarılan Aras nehrinin lilli sularıyla çayır ekimi yapılırdı.

Balyalanmış ve preslenmiş ot, Kars’tan Trabzon’a kadar alıcı bulurdu. Ailemizin geçim kaynağının bir kısmı da böylece sağlanırdı.

Temmuz ve Ağustos ayının dayanılmaz sıcağında İtalyan Lombardi marka çayır biçer makinelerini, adam boyu yükselmiş çayırların içine sokar, benzin kokusunun ve kulakları sağır eden gürültünün eşliğinde ev ekonomi-sine katkıda bulunurduk.

Böyle bir yaz günü çayırın orta yerindeki kuyudan su çeken moto-pomp arızalanmıştı. Babam beraberinde yeteneğine ve makineler konusunda-ki bilgisine herkesin saygı duyduğu Yusuf Beko adlı amcayı getirmişti.

Yusuf Usta çok derin olmayan geniş ağızlı kuyunun içine girdi. Bir yandan motopompun etrafına göz atıyor, bir yandan da babamla tatlı bir soh-beti devam ettiriyordu. Konuşma nasıl bir yön aldıysa, babam, “Hayatta üç şeyden korkmuşumdur” dedi.

Hep uzağında ve bir yabancı olarak büyüdüğüm babamın nelerden korktuğu beni ilgilendirmişti. Konuşmasına pür dikkat kesildim.

“Gençlik yıllarımda atla Alıköçek – bir dağ köyü- mezrasında ge-ziniyordum. Birden atımın huysuzlandığını ve terlediğini fark ettim. Atımı korkutan nedir, diye etrafıma bakınırken tam önümde beyaz bir yılanın ka-fasını kaldırıp beni izlediğini gördüm. Atın yönünü değiştirip gerisin geriye sürmek istedim. Yılan uçar gibi yer değiştirdi ve yine yolumu kesti. Yılanın her çeşidini görmüştüm ama böyle yarı uçanını ve saldırganıyla ilk defa kar-şılaşıyordum.

Bu kez ben de at gibi anlamsız bir korkuya kapıldım. Cesaretimi

Page 11: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

102

toplayıp atın yönünü tekrar değiştirdim ve ata hızlı bir tekme savurdum. Kor-kunun verdiği gerginlikle at dörtnala fırladı. Bu cehennemden kurtulmak için ikimiz de sabırsızlanıyorduk.

Birkaç dakika tam hız yol aldık. Ben artık tehlikeden uzaklaştığımı-za inandığım bir anda savrulan bir değnek gibi bir cismin omzumu sıyırarak geçtiğini fark ettim. Bu uçan beyaz yılandı! Atın yönünü bu kez hiç tereddüt etmeden yokuş aşağı çevirdim. Epey bir koşturmacıdan sonra ben ve atım kan ter içinde kalmıştık.

O günden sonra yılanların her türünden korkar oldum. Bana korku veren diğer iki şey tabanca ve trafık kazasıdır.”

Okunan KitaplarBabam kitap okumayı çok severdi. Bunca yıl sonra babamı hayalimde

elinde bir kitap bir yandan önündeki masadan çok sevdiği tulum peyniri ile annemin ev tandırında pişirdiği lezzetli keteleri iç içe koyup yerken, diğer yandan kitabının sayfalarını özenle çeviren bir insan olarak hatırlıyorum. Böyle durumlarda dikkatinin bozulmasını istemez, yalnız bırakılmayı arzu-lardı. Annem bile küçük bir konuşma koparabilmek için çeşitli bahanelerle masanın etrafında dolaşır, kısa sorularla şehir havadislerini sorar, babamın ilgisiz kaldığını anlayınca da sessizce uzaktaki bir sandalyeye oturup, babamı seyre dalardı.

Oda kapısının her açılışında, iri ve parlak gözlerini birkaç saniye kadar merakla gözlüğünün üzerinden bakarak kapıya çevirir, gelen ve gideni sayıyormuş gibi bir havayla ciddi bir yüz ifadesine bürünürdü. Sonra elindeki kitabın sayfalarına döner başka bir dünyaya yolculuk ediyormuş gibi etraftan uzaklaşırdı.

Babam en çok biyografi ve otobiyografi kitaplarına meraklıydı. Özel-likle yüzyıla damgasını vuran Stalin, Hitler, Roosvelt, Gandhi, Churchil gibi devlet adamlarıyla ilgili yazılmış her türden kitabı alır, zevkle okurdu. Şevket Süreyya Aydemir’in Atatürk, İnönü, Enver Paşa ve Menderes’le ilgili biyog-rafi kitapları; Hasan İzzetin Dinamo’nun Kutsal Barış, Kutsal İsyan serisi; Samet Ağaoğlu, Kazım Karabekir Paşa ve Dr. Rıza Nur’un anı kitapları baş köşeye otururdu.

Roman konusunda son derece seçiciydi. 19. yüzyılın büyük devleri Balzak, Dickens , Dostoyevski onu açmaz; daha çok Soljenitsin, Şolohov, Pasternak, Kazanackis gibi politik-sosyal içerikli kitaplara yönelirdi. Babamın kitaplarının raflarda sakin bir yaşamlarının oldukları söy-lenemezdi.

1970 Askeri darbesini izleyen günlerdi Evi aranacaklar telâşına kapılanlardan birisi de babamdı. Aceleyle kitapları karıştırıyor, tehlikeli (!)

Page 12: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

103

bulduklarını ağzını açık tuttuğum un torbalarına fırlatıyordu. “Bunu da, onu da...” diye kendi kendine mırıldanmasını bugün bile duyar gibi oluyorum.

Torbalar bahçeye çıkarılıyor, orada açılmış derin bir çukura atılıyordu. Nemden çürümesinler diye de naylon örtülerle her taraftan kapatılıyorlardı.

Kitap mezarlığı aile sırrı olarak saklanırdı. Birkaç yıl sonra birdenbire hatırlanıp da açıldığında sararmış ve yap-

rakları lime lime olmuş kitaplar kocaman bir sundurmanın altındaki bahçe ocağının yanında üst üste yığılacak, ocağı tutuşturmak için çıra gibi yavaş yavaş harcanacaktı.

KürsüdeBabamı seçim kürsüsünde sadece bir kez gördüm. 1969 yılı seçimleri olmalıydı. İlk okulda öğrenciydim. Şehir merke-

zine yakın ara bir sokakta telefon direklerine asılı hoparlörün birinden hiçte yabancısı olmadığım bir sesle irkilmiştim. Ritmik olarak yükselip azalan, tezahürat nedeniyle arada bir susan ses babamın sesiydi. Oldukça heyecan-lanmış, hızlı adımlarla şehir merkezine yönelmiştim.

İğdırmava’ya giden yolun başında, Söğütlü kahvelerinin çevrelediği alanda büyük bir kalabalık vardı. Kürsüye yaklaştım. Babam sol eliyle mik-rofonu tutuyor, boşta kalan sağ kolunu hararetle sallıyordu. Konuşması sona erince, “bravo!” sesleri eşliğinde kürsüden inip coşturduğu kalabalığın arası-na dalıp kayboldu.

Ağlarken1974 yılının Ağustos ayında Iğdır trajik bir haberle sarsıldı. Çok sevi-

len Abdülbaki Barbaros bir trafik kazasında ölmüştü. Iğdır böylesine şok bir haberin ağırlığı altında suskundu. Ahali başsağlığı için ölü evine akın ediyor-du. Ben de mahalleden arkadaşlarımla birlikte taziye yerine gitmiştim. Gün boyu kalabalığın arasında dolaşarak bu zamansız ölüm için üzülmüştük.

Akşama doğru eve döndüğümde her yer ıpıssızdı. Böyle anlarda baba-mın kitaplarına heveslenir, sessizce odaya girer, rafları karıştırırdım.

Kapıyı açıp içeri adımladığımda babamı iki eli şakaklarında hüngür hüngür ağlarken buldum. Benim varlığımı fark etmeyecek kadar kaybettiği arkadaşının üzüntüsüne boğulmuştu. Sessizce kapıyı kapatıp uzaklaştım.

TiyatrodaYatılı lise günlerimde babam birkaç kez beni okulda ziyarete gelmişti. Lise ikinci sınıfın ilk sömestrindeydim. Sonbahar yaklaşıyordu. İstan-

bul sisli ve yağmurlu günlerini yaşıyordu. Boğazın Ortaköy yakasında, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinin en göz-

Page 13: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

104

de binalarından birine kurulu Kabataş Lisesi, ciddi ve vakur bir eda ile yeni öğrenim dönemine devam ediyordu. İkinci katta, boğaz manzaralı, tavanı ve kapıları yüksek, iç dizaynı oldukça şatafatlı sınıfın kapısı Edebiyat dersinin orta yerinde açıldı. Babacan tavırlı nöbetçi hocamız içeri girdi. Gözlerini benden ayırmadan, ayakta elinde kitap dolaşan Edebiyat hocamıza bir şeyler fısıldadı.

“Mücahit ziyaretçin var!” cümlesini duyduğumda yüreğimin hopla-dığını ve garip bir gurur duygusuyla dolduğumu hatırlıyorum. Bu benim gibi “daimi yatılı” bir öğrenciye verilebilecek en büyük ödüldü.

Okuldaki öğrencilerin yarısı “gündüzlü”, yani ders bitiminde okuldan ayrılıp geceyi kendi ailesinin sıcaklığında geçirenler; diğer yarısı da “yatılı”, yani geceyi boğaza nazır geniş yatak odalarını dolduran iki katlı ranzalarda boğazın hırçın dalgalarını, vapurların ve yük gemilerinin acı böğürtülerini, bazen de bilinmeyen bir yerden yükselen hıçkırık seslerini dinleyerek geçi-renler.

Bu “yatılı” öğrencilerin önemli bir kısmı, “evci yatılı” yani hafta sonlarını aile içinde geçirenler oluştururdu. Benim de dahil olduğum “daimi yatılılar” demirbaş eşya gibi okulun bir parçasıydık. Cumartesi ve Pazar gün-leri dört beş saatlik “şehir izni” dışında okul kampusunu terk etmemize izin verilmezdi. Sınıftan çıkar çıkmaz gözüme Ağrı dağının beyaz zirvesi gibi, baba-mın kır saçları, ilişmişti. Uzatılan eli özlem ve saygıyla öperken o da alnıma dudaklarını değdirdi.

O günü birlikte deli dolu geçirmiştik. Aksaray’da, vitrininde kızarmış piliçlerin döndüğü bir lokantada öğle yemeğini yemiş; Piyerloti’de salep iç-miş; Çağaloğlu’nda hemşehrimiz avukat Medet Serhat’ı ziyarete gitmiştik. Bol balıklı bir akşam yemeğinden sonra da Altan Erbulak Tiyatrosunda günü tamamlamıştık.

Korku mu?Şehir merkezini Baharlı mahallesine bağlayan yol; Asri Hamamın

önünden geçer, içinde sık kavak ağaçlarının olduğu, halk arasında “Meşe Kerem’in Kalemeliği” diye bilinen, geceleri insanı ürpertiye boğan sessiz ve karanlık geniş bahçenin yanından geçerek evimize doğru uzanırdı. Ta eskiden bu bahçe uğursuzluğa alamet sayılmış, sayısız hırsızlık ve cinayet olayına mekan olmuştu.

Yanı başında, yıkık bir duvarla yoldan ayrılmış “Mal meydanı” var-dı. Sabahları canlı hayvan borsasının kurulduğu, öğleden sonraları mahalle çocuklarına futbol sahası olan bu alanın bir ucu mezbahaya dayanırdı. Rus-lardan kalma kocaman ve harabe bir binaya yerleşmiş mezbaha binasından

Page 14: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

105

etrafa kan ve leş kokusu yayılırdı. Akşamları, ağır kokuyla soluyan karanlık sokakta tek başına yürümek korkuya meydan okumak anlamında gelirdi..

Sıradan bir insanın karanlık bastırdıktan sonra yüreğinin atışlarını dinleyerek geçeceği bu yolu, babam, siyasi cinayetlerin yoğunlaştığı ve ken-disinin bir numaralı hedef olduğu zamanlar bile tek başına, koltuk altında gazeteleri, sanki bir şehrin geniş ve aydınlık sokaklarında yürüyormuş gibi adımlardı. Mahkeme tutanaklarına geçmiş nice itiraflar, “elimizde silah Meşe Kerem’in kalemeliğinde ya da Asri Hamamın arkasında Mecit Hun’un gelme-sini bekledik” diye başlardı. O buna rağmen korkusuzdu. Azrail’le anlaşma yapmış ve ne zaman öleceğini bilen insan gibiydi.

Zifiri karanlık ortalığı doldurmuştu. Babamın dayısı oğlu, politikanın yükselen yıldızı Ali Yiğit, erkenden evimize gelmiş, hep birlikte babamı bek-ler olmuştuk. O gün yine önemli siyasi olaylar olmuş, günlük yaşamın huzuru bozulmuştu. Böyle anlarda evde tedirginlik artar; annem, sinirli ve düşünceli bir halde “şimdi gelir” diye söylenerek pencereden yolu gözlerdi.

Az sonra kapının tokmağı vurulup, açılan kapıdan babam içeri girin-ce, hepimiz rahatlamıştık. Kendisini dört gözle bekleyen ev halkının şaşkın bakışları arasında terliklerini giyinip odasına girdi. Ali Yiğit’le oturup, anne-min gün boyu özenle hazırladığı yemekleri atıştırmaya koyuldular.

O anda hatırlamıyorum, annem mi yoksa Ali Yiğit mi babama sitem etti:

“Keşke bir taksiye binip de öyle gelseydiniz, yollar pek güvenilir değil” dedi. Babam sofraya uzanmış eğik başını doğrultmadan, gülümsedi, “Ölüm korkusu ile yaşamak bir insanın kendisine verebileceği en büyük ce-zadır. Böyle bir cezayı kendime vermeyi men ediyorum” dedi.

Bu söz bir cevaptan öte, bir yaşam anlayışını ele veriyordu.

Gece Yarısı Misafiri60’lı yılların ortalarına doğru Iğdır’ı çevreleyen dağlar kendilerine

“kaçakcı” ya da “eşkıya” denilen kanun kaçakları ile doluydu. Cafero, Toyut ve Ferzende bunların en ünlüleri idi. Kimi adam öldürmek gibi önemli bir suçtan, kimi kız kaçırma gibi olağan bir olayın bir aile dramına dönüşmesi yüzünden elinde mavzer dağların kuytularına çekilirlerdi.

Sakin hayatlarında yoksul bir yaşam süren bu “gönüllü kahramanlar”, aşiret içi veya aşiretler arası bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalarda istedik-leri gibi taraf olurlar; yalnızlık dolu yaşamlarını renklendiren saygı ve para, böylece yanlarından eksik olmazdı. Bununla beraber, arada bir, dağlardaki vahşi rant yaşamına kendisini alıştıramayan veya gittikçe yaşlanan eşkıyalar adalete teslim olup yeni bir yaşama başlamak isterlerdi. Ya yaklaşan bir af

Page 15: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

106

ümidi, ya da sıcak mahpus damlarını dağlara tercih duygusu onları saklan-dıkları yerlerden gün ışığına iterdi. Teslim olmadan önce belki cezalarını hafifletici bir unsur vardır diye, kendilerine yakın gördükleri insanlara fikir danışırlardı.Bunlardan biri de babamdı.

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Garip seslere uyanmış, yatak odamızın loş bir köşesinde elinde mavzer pos bıyıklı bir amcayı oturur gör-müştüm. Kemerine asılı paketler ve vücudunu dört yandan kuşatan fişeklikler mermiyle doluydu. Sakin edayla bağdaş kurmuş, elindeki mavzeri sağ dizine dayamış, annemin ikram ettiği çayı yudumluyordu. Tedirgin bir sesle annem “Mecit birazdan gelecek, siz rahatınıza bakın”dedi. Anlaşılan misafir az önce gelmişti.

Babam pijamasının üstüne uzun bir yelek giyinmiş, mahmurlu yüz ifadesiyle içeri girdi. Kısa bir selamlaşmadan sonra anlamakta zorluk çekti-ğim Kürtçe’yle konuşmalarını devam ettirdiler.

Eşkıya amca, elindeki mavzerin sert görünümüne uymayan mahcup yüz ifadesiyle boynunu eğiyor, babama saygıyla, “Siz nasıl isterseniz, Mecit Beg” diyordu. Bazen de “Allah için öyledir!, Allah için öyledir!,” diyerek onaylıyordu.

Bir ara her ikisi de kısa bir süre için sustular. Birden eşkıya amca-nın, kesik hıçkırıklarla sarsıldığını, sakalına düşen gözyaşlarını eskimiş bir mendille sildiğini gördüm. Babam, “Çocuk olma! Her şey düzelecek!” deyip teselli etti. Yıllardır yalnızlığı yaşayan eşkıya amca, evinin sıcaklığına ve çocuklarına hasret, yorgun düşmüştü. Artık direnemiyor, teslim olmak isti-yordu. Eşkıya amca, elinden hiç düşürmediği mavzeri ile açılan kapıdan ge-cenin karanlığına karıştı. Annemin, “Mecit yardım et!” sözlerini babam,”Elbette, yarın avukat arkadaşlarla konuşup duruma hal çaresi bulacağız “ diye tamamladı.

Babamın AilesiDedem Ahmed Şemo, babam evlenmeden önce vefat etmişti. Geride

bıraktığı iki hanımı Zeynep ve Fatma ninelerimiz aile yaşantımızın ayrılmaz birer parçası olmuştular.

Zeynep ninem, bir kız çocuğu doğurmuş, fakat aşiret yaşamının nere-deyse zorunlu kıldığı ve dedemin çok arzuladığı oğlan çocuğu veremeyince de, kendi eliyle dedemi genç bir kızla, Fatma nenemizle evlendirmişti. Bu evlilikten, iki oğlan, altı kız dünyaya gelmişti.

Zeynep ninemi, dört beş yaşındaki bir çocuğun hafıza gücüyle hayal meyal hatırlıyorum. Meşe ağacından yapılı, kırmızıya çalan ince bastonunun

Page 16: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

107

üzerine abanarak yürürdü. Odaya girişinde bastonunu kapının yanındaki du-vara dayar, yer yastığına kurulurdu.

Çok sakin, sevecen ve neşeli bir kadındı. Oturduğu yerden kalkmak için ya biz çocuklara elini uzatırdı, ya da duvara dayalı bastonunu bizden is-terdi. Bu görevi severek yapardım.

Bir gün evimizin önüne gelen kocaman bir kamyonun üzerine bindi-rip götürdüler. Bu onu son görüşümdü.

Anlattıklarına göre Zeyno ninemin yüreği bir çocuğunki gibi safmış! İnsanlar arasında ayrım yapmaz, kıskançlık, kin gibi duygulardan uzak sade bir kadınmış. Onun saflığına ilişkin bazı hikayeler anlatılır, gülerek yad edi-lirdi. Bunlardan birisi bunca yıl hala hafızamın bir köşesinde ilk anlatıldığı gibi saklı kalmış:

1900’lü yılların başında, Adetli köyü Rus yönetimi altında iken, bir sonbahar günü yöredeki aşiretler arasında yaralama olayları olur. Rus jandar-malar ev ev arama yapıp silah toplarlar.

Dedem elindeki mavzeri kaptırmaya niyetli değildir. Soba borusunun içine saklar. Şüphe çekmemek için de tezek sobası yakılır, içine ıslak tezekler konur. Soba alevsiz bir dumanla yanar; çıkan dumanlar, içinde mavzerin saklı olduğu borudan geçerek bacada tüter.

Jandarmalar evi köşe bucak ararlar, bir şey bulamayınca gitmeye hazırlanırlar. Zeyno nenem ileri atılır, “İsterseniz boruların içine bile bakabi-lirsiniz!” demiş.

Dedemin benzi solmuş, yüreği sıkışmış. Bereket, ateşle barutu bir arada hayal edemeyen jandarmalar, bu sözleri gülerek karşılamışlar. Çıkıp gitmişler.

Fatma ninemiz “bısk” denilen kılları uzun küçük bir yer halısının üzerine kurulur, elinden düşürmediği Bahar veya Yenice sigarasını hızlı hızlı içerdi. Gittikçe yaşlanan bedeni hareketlerini sınırlandırır; zorlukla abdest alır, namazını kıldıktan sonra mavi gözleri ışıl ışıl ev halkını seyre dalardı.

Kuvvetli hafızası vardı. Annemle sohbet ederken, “Sütün ateşini sön-dürdün mü, çobanlara yemek verdin mi?” diyerek birşeyleri hatırlatırdı. İnek sağma, yoğurt mayalama, peynir ve tereyağı imalatı, tandırda ekmek pişirme, çamaşır yıkama, elbiseleri ütüleme, yemek pişirme gibi olağanüstü bir iş so-rumluluğu altında bunalan annem için bu hatırlatmalar çok önemliydi.

Babaannem Türkçe konuşamazdı. Basit cümleleri anlar, fakat Kürtçe ce-vaplardı. Arada bir çocuklar etrafını sarar, “Benim ismim Fatma” cümlesini Türkçe olarak söylemesini isterdik. Önce kesinlikle reddeder, ısrarlara dayanamayıp, hepi-mizi güldüreceğini bildiği garip bir ses tonuyla, Türkçe konuşmaya çalışırdı.

Page 17: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

108

Hamit AmcamHamit amcam, müstesna bir karakterdi. Edebiyattan tarihe, felsefeden

dine, karikatürden nüktedanlığa bütün konularda söz sahibiydi. Çizdiği kari-katürler inanılmaz derecede gerçekçi olur, hedef alınan kimseyi bir daha ilhak olmayacak şekilde halkın gözünde alaşağı ederdi. Hamit Hun’un kalemine düşmektense, bir kurşuna hedef olmak daha hayırlı idi.

Amcam her büyük şair gibi sofra düşkünüydü. Yemekler onu neşe-lendirir, kıpırdayan iştahı parmaklarını hareketlendirir ve açılışı beklemeden sabırsızca yemeklerden atıştırırdı.

Yemek faslı hızla geçer, çay bardaklarının sıcak rengi ve yayılan ince buhar, sihirli bir şekilde ruhunu okşar, bu kez de ruhunun açlığına esir dü-şerdi. İçine çağlayan gibi dolan duygular patlar, izin falan dinlemeden, Ömer Hayyam’dan Yahya Kemal’e dünya şiir antolojisinden mısraları kendine özgü gür sesiyle okurdu.

Eğer Osmanlıca bilmeyen veya şiirin taşıdığı mecazi anlamı yakala-yamayan olursa, duraklar, kısa bir açıklama yapardı.

En çok da nüktedanlığı ve hazır cevaplığıyla aranırdı. Konuştuğunda etraf pür dikkat kesilirdi. Anlatılan her fıkra söylenen her söz hafızalara kazı-nır, bir kasırga gibi meclisleri dolaşırdı. Kendi öz yaratısının ve hayal gücü-nün eseri olan fıkralar çoğunlukla doğaçlama ortaya çıkar, aktüel bir soruna yada konuya referans olurdu.

Hastalık ZamanıBabam nadiren hastalanırdı. Hafif ve orta halli grip durumlarında

bile, rutin yaşamını aksatmaz, erkenden kalkar, kendisini bekleyen sosyal ve siyasal yaşamın canlılığına ve cazibesine koşardı. Ancak bazen salgın hastalı-ğın herkesi yokladığı soğuk günlerde şiddetli gribe yakalanır, boylu boyunca yatağa düşerdi.

Annem telaşla odadaki odun sobasını yakar, maviye boyalı kocaman çinko çaydanlığımızı üzerine yerleştirir, kapağını da yarım aralardı. Kayna-yan su buharlaşıp odayı doldurur, içerisi hamamdan farksız olurdu. Bu sıcağa ve üzerine örtülen yün yorganlara rağmen babam, hala soğuktan titrermiş gibi uzanırdı.

Tedavinin ilk adımına annem karar verirdi. Ciddi ifadeyle “Babanız hasta!” der, bütün ev halkını tedavi için ayaklandırırdı. Herkes böyle bir günde görevinin ne olduğunu iyi bilirdi. Elimde paslı teneke, kalorisi yüksek koyun tezeklerini sobanın yanı başına taşır, üst üste yığardım. Sonra da bir sandalyeye oturup, ateşin sönmemesi için elimde maşa sobayı karıştırıp du-rurdum.

Page 18: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

109

Birisi, “küp” denilen seramikten koca bir kupayı elinde tutar, dikkatle ayakta beklerdi. Annem doktor kararlığıyla babamın sırtını açar, yemek taba-ğı büyüklüğünde parmak kalınlığında hazırlanmış hamuru omza yerleştirir, içi tuz dolu ucu gazyağına banmış bez fitili hamurun ortasına yerleştirip ateş-lerdi.

Fitilden, kesif ve gazyağı kokulu siyah bir duman yükselirdi. Alevin yükselmesiyle kupayı ters çevirip, fitili kapatır; tüm ağırlığıyla kupaya abanır, beş on saniye öylece tutardı. Alev oksijeni tüketir, hava boşluğu küpü sıkıca deriye bağlardı. Böyle anda ağrının dayanılmaz olduğunu bilirdim. Babam,-”Yeter Naciye!” derdi ama annem, “Olur, olur!”diyerek zaman kazanmaya çalışırdı. Küpün ne kadar uzun süre kalsa, o kadar etkili olacağına inanırdı. Böylece beş altı siyah yada koyu kahverengi leke babamın sırtını süslerdi.

Limonlu çaydan sonra , babam, tam anlamıyla baygın, derin uykuya dalardı. Eğer ateşi hala yüksek ve sayıklıyorsa, ayak ucuna toplanır, sırayla, nasırı olmayan iyi bakımlı ayaklarına masaj yapardık.

Mantık AdamıBabamın bir insana verdiği değer, onun ne parasına, ne mevkisine ne

de akrabalık ilişkisine dayanırdı. Aradığı tek koşul, tek kelimeyle “mantık” idi. Mantık ölçülerine uymayan her söz, her davranış onun kaşlarını çatar, “Yahu, biraz mantıklı olun! Mantıksız mantıksız konuşmayın” demesine ne-den olurdu. Fayton Sefası

Babamın en severek bindiği taşıt aracı faytondu. Bunu yüzündeki mutluluktan anlamak mümkündü. Koltuğa özenle kurulur, iki dirseğini ba-caklarına dayar, ellerini birbirine kavuştururdu. Öne eğik kafası, at nalının ritmine uygun sallanırdı.

O bu şekilde kendisini, gözlerinin önünden yavaşça akıp giden man-zaraya kaptırır, evleri ve insanları sağlı, sollu izlerdi. Arada bir sigara paketine uzanır, bir elinde tüten sigarası, diğerinde çakmağı ya da kehribar tespihi, tatlı düşüncelere dalardı. Parke taşlar üzerinde patlayan nal sesleri ve çalan klak-son ruhunu okşar, onu dinlendirirdi.

Bu yalnızlığı çok sürmezdi. Bir zevki başkalarıyla paylaşmak isterdi. Sürücüye “Hele bir yavaşla!” der, bir tanıdığı içeri davet ederdi.

Çocukluk yıllarımda, yaygın binek aracı faytondu. Acil durumlarda

rağbet edilen birkaç taksiyi saymasak, faytonlar köşe başlarını tutardı. Yazın, atları güneşinin yakıcı sıcağından korumak için, faytoncular, ana caddenin iki yanına, kocaman karaağaçların gölgesine dizilirlerdi. Bu da yetersiz kalın-

Page 19: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

110

ca, şehir merkezini geçip Iğdırmava’ya uzanan dereye yakın park ederlerdi. Bunun için de en uygun yer, eski polis karakolunun önü ya da köprünün iki yanıydı.

Fayton, taksi gibi müşte-risini hazır beklemezdi. Nihayet atta bir canlıydı, “deh” denilmeden önce biraz ilgi isterdi. Ya karnı acıkmıştır; bu durumda, koşumları gevşetilir, kafasına içinde saman ve arpa, yem torbası geçirilirdi.

Açılıp kapanabilen körük-leri, usta nakkaşların elinden çık-mış rengarenk desenleriyle fayton-lar, atların gururlu tırıs adımlarıyla sokakları dolaşır dururlardı. Biz çocukların en büyük eğlencelerin-den birisi, sürücüye ilgimizi belli etmeden, iyi aile terbiyesi görmüş çocuk havasında yol kenarında yü-rürdük. Sürücü gözden kaybolunca faytonun arkasından koştururduk.

Eğer, dikenli telden bir kapatma yoksa, arka tekerleri bağlayan uzun kollar üzerine oturur, bedava bir yolculuk yapardık. Çoğu zaman bu zevkimiz uzun sürmez, çocuklar, “Emmi arkada adam var!” diye bağırarak ihbar ederdi. Yüzümüzde şaklayan kamçıya aldırmadan tutunmaya çalışır, dayanamayınca da vazgeçip kendimizi tozlu yola bırakıverirdik. Bir gün körükleri kapalı bir fayton mahallemize doğru yol alıyordu. Bir grup kafadar, sürücüyü tongaya düşürüp arkaya tünemiştik.

Fayton, dört beş çocuğun ağrılığıyla arkaya meyl etmişti. Durumu ça-kan tecrübeli sürücü seri halde kuvvetli kamçıları iki yandan şaklattı. Hepimiz şapır şupur yolun ortasına dökülmüştük.

Yerden, toz toprağın içinden doğrulup sürücüye küfrediyor, faytonun siyah renkli körüğüne taş yağdırıyorduk. Fayton hızlanınca, biz de hızlandık. Yavaşlayınca biz de yavaşladık. Sürücüye iyi bir ders vermeye kararlıydık.

Fayton evimizin önünde durdu, içinden babam çıktı. Babam tedirgin-gözlerle kızgın gençlere bakınca göz göze geldik. O an nasıl da utanmıştım Tanrım! Gazetecilik

Gömme dolaplarda ya da ambarın karanlık köşelerinde hep garip me-

Marianne ve Mücahit (Hawaii 1993)

Page 20: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

111

kanik aletler üst üste yığılı olurdu. Merakla izbe köşeleri karıştırır, aletleri in-celerdim. 50’li yıllarda satın alınan traktör ve ot biçme makinesinin paslanmış parçaları; kulübe ait buzdolabı, meyve sıkma makineleri, anlam veremediğim daha nice aletler sanki ailemizin ekonomik tarihini gizliyordu.

Bu aletlerin en gizemlisi gömme dolabın en üstünde, naylon örtüye sarılı teksir makinesiydi. Kimsenin etrafta olmadığı zamanlar, “yasak bölme” ye kaçamak yapar, örtüyü sıyırır, merakla incelerdim ama hayal gücüme rağ-men ne olduğunu anlayamazdım. Bu merakım bir gün babam elinde ispirto şişeleriyle gelinceye kadar devam etti.

Babam odasına geçip masanın üzerindeki kitapları, sigara tablasını bir kenara koydu. Teksir makinesini indirip temizledi. İspirtoyu hazneye boşaltıp ince plastik bir hortumu makineye bağladı. Daktiloda yazılmış kağıdı silindi-re sarıp, bir tomar kağıdı diğer uca yerleştirdi. Kolu dönderince, makinenin içinden geçen kağıtlar üzerlerinde mavimsi yazılarla çıkmaya başladı.

Ayrıntılara o kadar dikkat etmiştim ki, ne zaman fırsat bulsam teksir makinesini çalıştırır, kendimce bir gazete çıkarırdım. Mahalle dedikodusunu yazar, direğe asardım.

İnönü SevgisiBabamda nerede ve nasıl başladığını bilmediğim İnönü sevgisi vardı.

Daktilo kağıdı büyüklüğünde çerçeveli İnönü portresi odamızın duvarından eksik olmazdı. Resim, sol alt köşede İnönü’nün dolmakalemden çıkmış bir imza taşırdı.

Politikanın değişen rüzgarlarıyla bu resmin yanına arada bir başka liderlerin portreleri de eklenir veya inerdi ama İnönü gözden düşmezdi.

Futbol

Dayımızın Iğdır’a gelişi sevinç ve heyecana neden olurdu. Dört kız kardeşi, sayısız yeğeni, anne babası, kısacası tüm ailesi, onun yolunu merakla beklerdik.

İstanbul’daki yaşamıyla ilgili haberler aile konuşmalarını renklen-dirirdi. Onun ardından öylesine sevgi ve özlemle konuşulurdu ki gelmeden haftalar önce, nerede ve hangi yatakta yatacağına, hangi gün hangi kardeşin evinde misafir edileceğine özenle karar verilirdi.

O yıl dayımız gittikçe kalabalıklaşan yeğen ordusuna hediye olarak kocaman bir top getirmişti. Meşin top, koyu Beşiktaşlı dayımın sevdiği siyah beyaz renkteydi.

Benim gibi 6-7 yaş grubundakilerin topa dokunmasına izin verilmez-di. Büyükler sokak aralarında oynar biz de seyrederdik.

Bir gün top kamyon tekeri altında patladı. Dikişler açıldı, iç lastik

Page 21: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

112

boydan boya yarıldı. Mahalle gençleri yasa boğulmuştu. Tamiri mümkün olmayan top bahçenin bir köşesine atıldı. İşte benim futbola ilgim bu deri yığınını sahiplenmemle başlamıştı.

Yırtık parçaları tomar yığını halinde bağlıyor, yaşıtlarımla sağa sola tekmeliyorduk.

Futbola ilgimiz artınca baba cebinden aşırdığım parayla plastik top aldık. Futbol birdenbire hayallerimi ve enerjimi en çok severek verdiğimiz bir oyun olmuştu.

Bu tutku sorunsuz değildi. Komşular bağ, bahçe ve hayvancılıkla uğraşırdı. Toprakların ekimi, sulanması, hasat bozumu, hayvan bakımı, ahır temizliği, günlük alışveriş gibi sonsuz angarya çocukların üzerindeydi. Hal-buki biz çocuklar futbolu her şeye tercih ediyorduk. Okulu zaten unutmuştuk. Böyle olunca ev ortamında kavga ve ceza kaçınılmazdı. Ben de kaçamadım:

Yine bir gü akşam karanlığına uzayan maç sona ermiş; aç, yorgun eve dönmüştüm. Kapıyı açıp içeri girdiğimde annem kartal hışmıyla üzerime çök-tü. Güçlü ve nasırlı ellerini boğazıma yapıştırdı. Kalbimin şıp diye duracağını zannetmiştim. Benzim solmuş, annemin elinde iki kat yere yığılmıştım. Bir fırsatını bulup pencereden atladım, ahırlara sığındım. O günden sonra futbol tutkuma bir çeki düzen vermek zorunda kalmıştım. Ve ismim kendimden önce doğar...

Herkesin isminin bir hikayesi vardır. Benimkinin de öyle... Türk Dil Kurumu ‘Mücahit’ kelimesini şöyle açıklar: “Bir ülkü uğruna mücadele eden kimse”Evet doğrudur bir ‘ülkü’ uğruna mücadele edip durdum o da ismimi

doğru telaffuz ettirme çaba ve gayreti oldu! Fransa’da ‘Mişel’, Amerika’da ‘Mayk’, Rusya’da ‘Mikail’, Almanya’da ‘Muca’ vs. takma adlarını kullana-rak ‘Mücahit’ ismini rafa kaldırmak zorunda bırakıldım.

İsmimin telaffuz zorluğu yetmezmiş gibi anlam olarak politik bir dünya görüşüne referans yapar. Eğer Türkiye’de isem ‘Mücahit Erbakan’ gibi sloganlardan dolayı bana yakıştırılan siyasi kimlik ‘radikal İslamcılık’ tır. Düşünün daha hiçbir şey konuşmadan size bir siyasi kimlik verilmiştir bile!

Kısacası “Mücahit” ismiyle hiçbir zaman barışık olamadım.

1997 yılının Ocak ayında babam rahatsızlanmıştı. Bu nedenle Anka-ra’ya gelmiş, babamla beraber olmuştum. Bir fırsatını bulup sormuştum:

“Mücahit ismini niçin verdiniz?” “Oğlum sana bu ismi İnönü verdi”, diye cevaplamıştı.

Bende ayrıntısını sormamış, bu bilgiyle yetinmiştim.

Page 22: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

113

Kitap çalışmasına hazırlık yapmak için Iğdır’a gitmiştim. Akrabam Şevket Aktaş amcamla sohbet ederken, bana sormuştu:

“Mücahit ismini size kim verdi, biliyor musunuz?” .“Evet, İnönü”, dedim. “Peki bunun hikayesin de biliyor musun?” diye sorunca yüreğimin

hopladığını hissetmiştim. Mele Şevket hikayeyi anlattı: “Yıl 1957 veya 58 olmalıydı. Mecit Bey, partili arkadaşlarıyla CHP genel merkezine İnönü’yü ziyarete gider. Konuşmanın bir yerinde İnönü, Me-cit Beye döner, fakat sürç-i lisan edip,

“Nasılsınız Mecit Bey?” yerine “Nasılsınız Mücahit Bey?” der. Etraf-takiler Paşayı düzeltir. Mecit Bey, İnönü’yü çok sevdiğinden orada, “Efen-dim bir oğlum daha olursa adını Mücahit koyacağım” diye söz verir.

Adnan Şur ve Alettin Bayat İki çocukluk arkadaşım yüreğimde ayrı bir değere sahiptirler: Adnan Şur ve Alettin Bayat. Adnan Şur; Iğdır’ın renkli tellâlı, köşe başlarının davetsiz misafiri, her gönlü hoş eden tok sedalı Mehmet Şur amcamın en büyük oğlu idi. Dostluğumuz futbolla başlamıştı. Ona kalecilik sanatının inceliklerini ben öğretmiştim. Ayaklar yerden kesik panter gibi havada uçmayı, rakip sant-rforun ayağına ölümüne atlayışı, penaltı hilesini ve daha nicesini.... O çırak olup ustayı geçti. Uzun güçlü parmakları, güçlü fiziğiyle geçilmez bir kaleci olup çıkmıştı. Sonraki yıllar Iğdır Spor Kulübü, “milli maçlar” için kalesini birçok kez Adnan’a teslim etmişti. Adnan’ın yüreği sanatla yoğrulmuştu. Ablası Nuran’ın karakalem ça-lışmasına ilgi duymuş, bu alandaki yeteneğini kanıtlamıştı. Müze duvarlarını süsleyecek güzellik ve estetikle portre çalışması yapar, sanatını bizimle pay-laşırdı. İlgiden mahzun Adnan, boş durmaz, kendisi gibi karakalem çalışması yapan arkadaşlarını yarışmaya davet ederdi. Resimlerin gösterileceği yarışma mahali olarak çoğu kez “mal mey-danı” tayin edilirdi. Aralarında benim gibi masum birkaç mahalle çocuğunun seçici kurulu oluşturduğu yarışma heyecanla başlardı. Özenle katlanmış kar-tonlar açılır, dev portreler gözlere takdim edilirdi. Adnan, hep kazanan taraf olurdu.

Yıllar geçmiş, gençlik çağına ermiştik. Liseyi İstanbul’da yatılı oku-yunca Iğdır’dan uzak kalmıştım. Ancak yaz tatillerinde gidebildiğim Iğdır’da, fırsat buldukça Adnan’la kol kola girer, “Barakalar” diye tabir edilen, deprem evlerinin kümeleştiği Baharlı mahallesinin bir ucuna doğru yol alır, kalabalık bir aileyi kucaklayan mütevazı evlerinde bir odaya kapanırdık. Anneleri Sebi-

Page 23: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

114

le ve Mahizer teyzelerimin ve kardeşlerinin meraklı gözleri hep üzerimizde, ceplerimizden çıkardığımız kitaplarda Mao Zedung’un, Karl Marx’ın zorluk-la anlaşılan cümlelerini okur, değişmeyen dünyayı hülyalarımızda birkaç kez yeniden kurar, mutlu ve özgünve dolu, proleter (!) bir inançla tozlu yolları tekrar arşınlardık.

Bir diğer dost da Alettin Bayat idi. Alattin’le kan kardeşiydim. Evle-rimiz birbirine komşuydu. Alettin; Alıkızıl köyünün velinimeti, dostluğu ve dürüstlüğüyle mahallelinin kalbinde yer etmiş Kelba İbrahim amcamın ikinci oğlu idi. Bahçede, tarlada beraber olur, her türden oyuna gönül kaptırırdık. Kış aylarında at kuyruğundan ördüğümüz tuzaklara (tele) düşürdüğümüz gü-vercinleri yakalar, kafeslerde birkaç gün misafir eder, yorulunca gökyüzüne salıverirdik. Dostluğumuza vefa gös-teren bazı güvercinler geri gelir, açık kafesten içeri girerlerdi.

Yaz aylarında, meyve bahçe-lerinde hırsızlığa hayır demezdik. Ot yığınları arasında yığdığımız şeftali ve elmaları dostça paylaşır, bir sır gibi herkesten saklardık.

Nevruz bayramında her renk-ten yumurtayı dövüştürür, en kırılmaz yumurtayı hayranlıkla elden ele dolaş-tırır, övgüyle cebimizde taşırdık.

Bazen de bilye oyununa dalardık. İçleri çeşit çeşit renkle dolu mikalar toprak yolda zıplar dururdu. “Zekke” yi iyi seçemedin mi vay haline!

Sonbaharda; dökülen kavak ağaçlarının sararmış kuru yapraklarını çuvallara doldurur, ocak başına taşırdık.

Evet çocukluk, böyle başladı ve doyamadan bitip gitti... Geride acaba ne kaldı diye düşünmek bile ürkütüyor insanı... Mazide kalmış masum bir arkadaşlığın sıcaklığını düşünmek tek tesellimiz herhalde.

RESİMLER... RESİMLER... RESİMLER...Gazete arşivlerini tararken birçok eski ve nostaljik resimle karşı kar-

şıya geldim. Çoğunun kalitesi, geçen yıllar ve sararmış sayfalar nedeniyle solmuş, rengini kaybetmişti. Ancak bu belirsiz ve muğlak yüz ifadelerinin gerisinde sıcak ve canlı karakterler bizlere gülümser gibiydirler. Fotokopiden yüklediğim resimler bir kalite daha da düştü. Buna rağmen bir dönemin Iğ-dır’ına damgasını vurmuş bu önemli şahsiyetler önemlerinden birşey kaybet-meden sisli bir geçmişten bize bakar gibi, etkileyici ve güzeldiler.

Not: Resimler Ayhavar, Pamukova ve Ekinci gazetelerinden alınmıştır.

Arka sıra solda sağa: AzizeAlagöz, Ahmet Hun, Hasan Alagöz, Aliye Alagöz, Süheyla Hun; Oturanlar soldan sağa: Meral Alagöz, Ümit Alagöz, Pakize Alagöz ve Abdullah

Alagöz

Page 24: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

115

Özel İdare MemuruCemal Toksöz

Doğan Araslı Iğdır Ortaokulu Md. Yrd.Gavsi Gözalan

Ziya Ayrım Ziya Ayrım Hasan Karalar

Behram Öcal(Kars CHP Milletvekili 1957)

Fazıl Baykal Fazıl Baykal

Page 25: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

116

Fazıl Şıktaş Osman Yeltekin Kemal Güven

Dr. Abbas Çöllü Hidayet Yalçın Rahim Akyüz

Cihangir Turan Enver Güneş Veli Orkun

Page 26: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

117

Enver Sever Talat Tufan Kerem Zengi

Mecit Hun Osman Ataman Nağdali Parlar

Hasan TezelAbdürrezak Güneş Sadık Tezel

Page 27: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

118

Eşref Kaya Ahmet Armağan ve Hasan Tezel

Mecit Hun

Eşref Başaran Mecit Hun Ahmet Armağan

Feyzullah ZengiBahri Çavuş (Yiğit) Cezmi Öztekin

Page 28: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Iğdır Sevdası

119

Turgut Sungar’ın kaleminden (DİL gazetesi)(Koltuğunun altında DİL gazetesiyle yürüyen Ekber Yücel canlandırılmış)

Turgut Sungar’ın kaleminden (DİL gazetesi)(Soldaki Ali Ural’ı, sağdaki kaymakamı temsil ediyor)

Mir Ali UralKurban Akar ve Mecit Hun

Sadık Tezel

Musa Doğan

Page 29: Mücahit Hun MÜCAHİT ÖZDEN HUN¼cahit.pdf · Ermeni taş evlerini hatırlatan bir dizaynla süslendiği düz damlı bu ev 1961 yılında tamamlanır. Evin ön cephesi küçük

Mücahit Hun

120

Ayhavar Gazetesi (17 Ocak 1954)Soldan Sağa: Nefes Usta, İsmail Çınar, Musa Doğan, Feyzullah İnan,

Eşref Kaya, Mir Ali Ural

Mecit Hun gazete okurken (Arka planda kahveci Semet)

Bir grup IğdırlıAyakta sol başta Mecit Hun