nebevÎ yÖntem eğitim, yapılanma, hareket¶ntem-eğitim-yap... · eğitim imanî bir eğitim...

722

Upload: others

Post on 29-May-2020

22 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • NEBEVÎ YÖNTEMEğitim, Yapılanma, Hareket

  • Kİ�TABİN ADİNEBEVÎ YÖNTEM

    YAZARAbdusselâm YASİN

    MÜ� TERCİ�MM. Beşir ERYARSOY

    KAPAK & SAYFA DÜ� ZENİ�Harun HARRANİ

    MATBAAStep Ajans Matbaacılık

    Göztepe Mahallesi Bosna Caddesi No.11 Bağcılar/İ�stanbul Telefon: 0212 446 88 46

    [email protected] Sertifika No: 12266

    Kasım - 2012

    Yayıncılık Sertifika No: 16173

    Çatalçeşme Sok. Ü� retmen Han No: 18 Cağaloğlu - İ�STANBÜLTelefon/Faks: 0212 512 45 43 - 512 51 66 - 512 90 40

    Web: www.bekakitap.com - Eposta: [email protected]

  • Abdusselâm YASIN

    NEBEVÎ YÖNTEMEğitim, Yapılanma, Hareket

    MÜTERCIM: M. Beşir ERYARSOY

    Tercümeye esas alınan baskı: eş-Şeriketu’l-Arabiyyetu’l-Ifrikiyye, Beyrut, 1994, 3. Baskı.

  • Abdusselâm Yasin: Fas Adalet ve İhsan Cemaati lideri. 1928’de Merakeş’te doğdu. İdrisîler’e mensup Ayet Behiy adıyla bilinen ailedendir. Babası Muhammed bin Selâm’dır.

    Küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetti. Mağrib Millî Hareketi’nin komu-tanlarından ve aynı zamanda edebiyat, dil, tarih ve diğer alanlarda birçok eserin müellifi olan Muhammed el-Muhtar es-Sûsî’den dersler aldı. 12 ya-şında Kayrevan Üniversitesi’ne bağlı İbn Yusuf Koleji’ne girdi. Dört yılın sonunda bu okulu birincilikle bitirdi ve ardından Rabat Öğretmen Okulu’na girdi. Fransızca’nın yanında İngilizce ve Rusça öğrendi. Mezun olduktan sonra el-Cedid şehrinde öğretmenliğe başladı. Birkaç sene içinde Rabat’ta-ki Kral V. Muhammed Üniversitesi’ne bağlı İslâmî Araştırmalar Yüksek Okulu’nun derslerini vererek diplomasını aldı. Arapça ve Tercüme Doktoru olarak Merakeş’e taşındı. Üç senelik eğitim hayatından sonra Bakanlıkta ilköğretim müfettişi oldu. Sonrasında Eğitim Bakanlığı’nda çeşitli kademe-lerde eğitimci ve idareci olarak birçok görevde bulundu.

    1965’te Kadîrî dergâhında Şeyh Abbas ve ardından oğlu Hamza’nın altı yıl sohbetinde bulundu. Dergâh ile aralarında oluşan bazı ihtilaflar se-bebiyle buradan uzaklaştı (1972).

    1974’te Fas Kralı II. Hasan’a gönderdiği, onu İslâm’a ve kurallarına dönmeye çağıran ikaz ve nasihatlerini ihtiva eden mektubu dolayısıyla yargılanmaksızın tutuklanıp 3.5 yıl kalacağı hapse atıldı. Hapisten çıktıktan sonra davet faaliyetlerini cami dersleriyle sürdürdü. Bu derslerin de yasak-lanmasıyla telif çalışmalarına yöneldi. Kral II. Hasan’ı eleştirdiği bir yazısı sebebiyle 2 yıl hapse girdi (1983). Hapisten çıktıktan sonra 1989 yılı sonu-na kadar evinde mecburi ikamete tabi tutuldu. Bu süre daha sonra on yıla çıkarıldı. 19 Mayıs 2000 günü ilk kez sokağa çıktı. İlim, davet ve eğitimle dolu faaliyetleri günümüzde de devam etmektedir.

    Eserlerinden bazıları: Davet ve Devlet Arasında İslâm (1972), Yarınki İslâm (1973), Batılılaştırılmış Seçkinlerle Diyalog (1980), Nebevî Yöntem: Eğitim, Yapılanma, Hareket (1982), Metot Konusunda Mukaddime (1989), İslâm ve Laik Milliyetçilik (1989), Fıkıh ve Tarihe Bakışlar (1990), Vahyin Hâkimiyeti ve Hevânın Baskısı Arasında Müslüman Aklın Çilesi (1994), Zi-kir Risalesi (1995), Şûrâ ve Demokrasi (1996), el-İhsan, 2 cilt (1998-1999), Adalet: İslâmcılar ve Yönetim (2000), İslâm ve Modernizm (2000), Sünne-tullah (2005), Ümmetin Önderliği (2009).

    Arapça 42 telifinin yanında Fransızca 4 eser yazmıştır. Eserlerinden bazıları İngilizce ve Almanca’ya çevrilmiştir.

  • ÜÇÜNCÜ BASKIYI SUNARKEN

    Allah’ın salât ve selamı efendimiz Hz. Muhammed’e, onun âline, ashabına, kardeşlerine ve taraftarlarına olsun.

    Kardeşlerim, mü’minler!

    Allah’tan korkarak ahiretin tasasını yüklenenler! Rabbimi-zin rahmetini umarak O’nun huzuruna kavuşmanın endişesini taşıyanlar! Şevkle, itaatle, salih amelle ve cihad ile yaklaşarak bunu gerçekleştirmeye çalışanlar! Allah’ın yardımına güvene-rek, metanetle, her türlü darbeye meydan okurcasına taham-mül ederek. Düşmanla ve zorluklarla karşılaşılmasına sabırla direnip sınanmanın yokuşlarını tırmanmaya çalışarak aştıkla-rı yolda ilerleyenler! -Allah dilediğine yardım edendir ve O, Azîz’dir, Hakîmdir- (şuuruyla bunu yapanlar).

    Ey ahiret endişesi ve Allah’ın huzuruna çıkma sorum-luluğu ile birlikte ümmetimizin akıbetinin ne olacağı tasasını taşıyanlar! Yolun çeşitli merhalelerinde sizleri dağınıklıktan neyin kurtaracağını düşünenler! Allah yolunda sizi bir araya getirecek olan o yolun üzerinde birleşmek isteyenler! Sabır-la, birbirinize sabrı tavsiye etmekle, dirençle ve sürekli cihad-la, Allah’ın sözünden caymayacağına inanarak, bildiğiniz Allah’ın vaadine doğru yürüyenler!

    Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketleri üzerinize olsun.

  • Nebevî Yöntem6

    Allah, itaatiyle sizi aziz kılsın. Lütuf ve ihsanıyla kendi-sine dost yapsın. Yardım ve desteğiyle sizi güçlendirsin. On seneden beri Nebevî Yöntem’in bölümlerini yazarken, bunlar umut tepesinin üzerinden yükselen bir kimsenin beklentileri, umutları idi. Her şeyin sahibi ve bağışı sonsuz Allah’ın, ortaya çıkmakta olan bir çalışmayla mutluluk kapılarını açacağı ya-rına göz diken birisinin umutlarıydı bunlar. Bu bakışlar yolun yanlarına, kıyısına, bucağına, işaretlerine uzanan bakışlardı. O gün yola koyulan öncünün, “eğitim, düzen ve hareket”in genel esasları ile alakalı hak edilen ve yerine getirilmesi gere-ken hususlara dair bir dereceye kadar basireti var idiyse de savunan, mücadele eden, gizlilik ve incelikleri bilen bir bece-risi yoktu.

    Bundan dolayı eğitim, yapılanma ve hareket mühen-disliği için bir planın bulunması kaçınılmazdı. Amelden önce gelen bir anlayış, ilimden önce gelen bir ilim, düşünceden önce gelen bir düşünce ve ictihattan önce gelen bir ictihat bulunmalıydı. Aynı zamanda Yüce Allah’a tevekkül ederek yola çıkışın işaret levhalarının ve ufuklarının da belirlenmesi kaçınılmazdı. Siyasetin alacakaranlığında Yüce Allah’ın lütuf-larına mazhar olmanın müjdelerinin yaklaştığının hissedildiği zamanlarda ve Allah’ın yolundan alıkoyan münkerlere karşı çıkarken, Allah’ın vaat ettiğine doğru yürüyüşte bunlar bu-lunmalıydı. Bu sebeple vakıayı sevk ve idareye kalkışmadan önce vakıanın gereklerine nasıl karşı konulacağının anlaşıl-ması, münkerin kalelerine hücum etmeden önce marufun ne olduğunun bilinmesi, dikenli ve zorlu arazi üzerinde hareketin köklerini derinleştirmek için gayret gösterilmesi ve bu kökleri derinleştirmenin de Allah’ın Kitabı’nın hidayetinden ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinin nurundan kaynaklanması gerekirdi.

    Şimdilerde ise Yüce Allah’ın yardımı ve tevfikiyle “Adalet ve İhsan Cemaati” mücadele meydanının tam ortasındadır.

  • 7Üçüncü Baskıyı Sunarken

    Artık kendilerini koruluğun sahibi kabul edenlerin eziyetlerine maruz kalan bir hedef olmuştur. Çünkü şu yeni doğan hare-ketin henüz bu doğuş aşamasında iken dahi yavrularının hırıl-tısından dolayı bağıran aslanların seslenişini andıran feryatları duyulmaktadır. Onun kararlılığının parıltısı neredeyse etrafı alevlendirecek güce gelmiştir. Daha çok anlamak ve daha çok ilimden kana kana içmek isteyip de içtihat havuzlarına gelen kimse ise kendi kendisine şu soruyu sormaktadır: Onlarca sene öncesinden çizilen bu çizgilerin hâlâ yararlanılacak bir takım meziyetleri bulunmakta mıdır ki, yeniden basılması ve tekrar gündeme getirilmesi gereksin?

    Sözünü ettiğimiz on yıl içerisinde büyük olaylar meydana geldi. Komünist, Sosyalist blok yıkıldı. Hâlbuki daha önce bu bloğun yönteme dair tezleri adeta kapışılıyordu. İdeolojinin dine yaptıklarına örnek gösterdiğimiz Arnavutluk’un, en kötü pay sahiplerinden biri olduğu ortaya çıktı. Yugoslavya’nın dağılması, bugünlerin üzerini örttüğü, ileri derecedeki acı ve ızdırabı ortaya çıkardı. Orada Müslümanlar kesilmekte, Müs-lüman kadınların derileri yüzülmektedir. Sözünü ettiğimiz on yılda Basra Körfezi’nde iki Müslüman toplumun yıkımı ile so-nuçlanan iki savaş meydana geldi. İslâm düşmanlarının da İslâmî hareket mensupları üzerindeki baskıları gittikçe ağırlaş-tı. Çünkü onlar, cezalandırmak, onları kökten imha etmek ve onlara terör estirmekte gerçekten uzmanlaşmış bulunuyorlar. Öldürmek kastıyla, bir süvari kafilesi gibi, işkence yapan atlılar gibi üzerlerine gittiler. Tunus’ta dinin kaynaklarını kuruttular, Cezayir’de demokratik yürüyüşün önünü kestiler. Halkın yü-züne karşı halkı küçümsüyor, onun tercihlerini akılsızca bu-luyorlar. Mısır’da ve Mısır’dan başka yerlerde, mü’minlerin ellerini bağlama ve boyunlarına zincir vurma amacını gerçek-leştiren yasalar çıkardılar.

  • Nebevî Yöntem8

    Bu son on yılda Dar-ı İslâm’ın bazı bölgelerinde İslâmî hareketler öyle bir ortaya çıktı ki -daha doğrusu Yüce Al-lah onları öyle ortaya çıkardı ki- onlar, bütün siyasal güçler arasında birinci dereceye yükseldiler. Düşmanıyla, dostuyla bütün insanlar Sudan’da, Ürdün’de, Cezayir’de, Tunus’ta birinci güç olduklarını öğrendiler. Ancak Mısır’da da başka yerde de böyle olduklarını bilemediler. Hâlbuki İslâm, İran’da, Pakistan’da ve Afganistan’da da -Yüce Allah’ın iradesiyle- sah-nenin hâkimidir.

    İslâmî Hareket, Allah’ın yardımıyla yükseliştedir. O, Allah’ın yardımına mazhardır, Allah’ın azametine sığınmıştır. Düşmanlarının bu harekete çektirdiği eziyetler, ancak onun köklerinin daha da derinlere inmesine sebep oluyor. Onların aşağılık araç ve yöntemlerinin ona verdikleri eziyet ise olduk-ça azdır. Hilekârların tuzakları, -Allah’ın lütfuyla- onun halk kitleleri arasında daha çok yayılmasına sebep teşkil etmekte-dir. Yüce Allah’ın izniyle de vaat edilen temkin (güç ve iktidar olup) pek yakında gelecektir.

    Temkin; pek yüce, gücü her şeye yeten Allah’ın vermiş olduğu bir sözdür. İlahî takdir bu akdin altını imzalamıştır. Bu akdin doğruluğuna da Yüce Allah’ın “Allah içinizden iman edip salih amel işleyenlere şunu vaat etti: Onlardan öncekileri halife yaptığı gibi -hamd olsun ki- kendile-rini de muhakkak yeryüzünde halife kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini onlar için iktidar yapa-cak, önceki korkularını güvene çevirecektir. Çünkü onlar, bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmaz-lar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır”1 buyruğu tanıklık etmektedir.

    1 Nûr 24/55

  • 9Üçüncü Baskıyı Sunarken

    Yüce Allah’ın afaklar ve nefislerde açıkça ortaya çıkardık-ları ve dopdolu geçen bu on senede meydana getirdiği olaylar hiç şüphesiz azameti pek yüce olan Yaratıcımız’ın yaptıkların-dandır: “Allah her şeyi sapasağlam yapandır, yaratma-sına bak!”2 Müslümanların karşı karşıya kaldıkları musibet-ler ile İslâmî Hareketin karşılaştığı zorluk ve sıkıntılara bakıp bundan dolayı bir an kederlenecek olursak, hiç şüphesiz gücü her şeye yeten kudret elinin mühürlediği ve ilk şahidin tanıklık ettiği şekliyle Allah’ın vaadi üzerinde de düşünmeye dönme-miz ve ona yönelmemiz gerekir. Fakat bu ahdin şartı ve bu ak-din kaynağı, yüceler yücesi ve her şeye kadir olana, “Hiçbir şeye ortak koşmaksızın ibadet etmektir.”3

    Nebevî Yöntem, biz onun ilk şekliyle şu baskısını yapmak-ta olduğumuz şu zamana kadar, Allah’ın sınaması çerçevesin-de Allah’a ibadet keyfiyetinin nasıl olması gerektiğine dair bir anlayış, bir öğrenim ve bir içtihat eylemi olageldi. Hâlâ daha Allah’ın askerlerini eğitmenin, düzenlemenin, Allah’ın askerle-riyle birlikte yokuşları aşmak için ilerlemenin şartları hakkında bir anlayış, bir öğreniş ve bir içtihattır. Hâlâ daha bu özelliğini sürdürmektedir. İşte bu durum ise, baskısının yeniden yapıl-masını elverişli hâle getirmektedir.

    “Yokuşu Aşmak,” tamamıyla cihad meselesiyle ilgili, ol-dukça odak bir Kur’ânî kavramdır. Allah’a giden yolda yoku-şu aşmak ise yalnızca kişinin özlemle dolu bir irade ve yolu açan bir kararlılık ile Allah’a doğru yürümesi, Allah yolunda cihad eden cemaatin de Allah’ın vaadine doğru, etrafı dol-durulup taşan bâtıl ve mecburi münker diyarını aşarak sabır-la, cihadla ve sadakatle yol alması demektir. Allah yolunda bir kalkışla onun yol alışını belirler. Kalkış ise yokuşu aşmak

    2 Neml 16/88.3 Bk. Nûr 24/55.

  • Nebevî Yöntem10

    kavramına eklenebilecek ikinci bir kavramdır. Bu ise ilerleyiş denkleminde kişisel unsur cihetini güçlendirmek için olup dış etken hesabına, haddi aşan ve hareketin seyrini bozan bir iler-leyiş olmamalıdır.

    ABD’nin gücü, Yahudilerin silahlanması, her iki din men-subunun bizim aleyhimize ittifak etmesi, uluslararası istihbarat örgütlerinin bizi kontrol altında tutmak istemesi, iç ve dış düş-manların bize tuzaklar kurması, Allah’ın alışılmış yardımının ve O’nun hükme bağlanmış akdinin tarafımızdan görülmesine engel teşkil etmemelidir.

    Belirleyici etken bizim hazırlığımızdır. Pek büyük Allah’tan mağfiret dileyerek düzeltiyorum, gücü her şeye yeten, mutlak fail şanı yüce Allah’tır. O, dilediğine yardım eder. O’nun yar-dımı ve desteği ise Allah’ın askerlerinin üzerine, hazırlıklarını yaptıkları, güçleriyle donandıkları, niyetlerini arındırdıkları ve Yüce Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibadet ettikleri za-man iner. Bununla birlikte iç ve dış düşman güçlerde müşah-haslaşan “yokuş”u kevnî sünnetler basamağında hesaba ka-tan, araç-gereç ve sayıları itibariyle gördükleri düşman gücü-nü abartmayan, bununla birlikte benzeri sebeplerle ona karşı koymak için güçleri çerçevesinde herhangi bir yola başvur-mayı küçümsemeyen bir tutum takınırlar. Sonra da kurtuluş Allah’tan gelir, yardım O’ndandır, zafer O’ndandır. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Muhammed, Allah’ın rasûlüdür.

    Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketleri üzerimize olsun.

    25 Cemaziyelevvel 1413

    Abdusselam YASIN

  • BIRINCI BASKININ ÖNSÖZÜ

    İslâm düşmanları ve bizimle aynı soydan gelen insan-lar, İslâmcıların kültürel mücadele alanında, etkin düşünce meydanlarından çekilmesini ve gelişmekten uzak, program-lanmış düşünceler toplumuna dönüşmesini çok arzu etmiş-lerdir. Çünkü böyle bir fikrî gerileme, İslâmî Hareketin, düş-manlarımızın dalmasını istediği gizli hareketliliğin kıyılarında, köşelerinde kalıp devam etmesini sağlayacaktır. Hâlbuki her bir mü’minin, imanî eğitimin ölçülerini ve kalpteki imanı ye-nileyip tazelemenin yollarını bilmeye büyük ihtiyacı vardır. Böylelikle ruhlardaki cihadî dinamik uyansın, mü’min akıl da cihadı düzenleyen ilim nuru ile aydınlansın. İman ve cihad neslinin eğitiminden sonra bizim, Allah’ın askerlerinin birlikler hâlinde düzenlenip organize olmasına, bu düzeninin de bir-biriyle kenetlenmesi ve güçlenmesi ile cihadî irade düzeyine yükselmesine ve İslâm’a saldıracak güçler karşısında Müslü-manların pek büyük görevlere hazırlanma seviyesine gelmele-rine ihtiyacımız vardır. Böylelikle bu düşman güçlere karşı ileri derecede kendi kendisini düzenlemiş olacaktır.

    Düşmanlar haberdar olur korkusuyla eğitim ve örgüt-lenme üsluplarımızı gizleyerek onların bizim için arzu ettikleri kendi kabuğumuza çekilip geri kalmayı mı kabul edeceğiz? Çünkü gizlenip saklanmanın alacakaranlığında düşünce za-yıflar ve hareketin cılızlaşması hâlinde de çalışmalar yolundan sapar. Acaba bizler, kendi yapılanmalarındaki her bir üyenin görevini tam manasıyla bilmesi için planlayan, düşünen ve

  • Nebevî Yöntem12

    en geniş alana yayılan İslâm’a karşı savaşan çeşitli düşünce mensuplarından, olup bitenlere ve olaylara karşı daha az zeki ve daha az cesaret gösteren kimseler mi olmak istiyoruz? İşte bizler, İslâmî eğitim ve yapılanma bilgisi alanındaki katkı ve katılımımızı yayıp yaygınlaştırıyoruz. Zira bizler, bize dayatılan

    “kenarda durma” işini kabul etmemizin, bütün komploların boğamayacakları bir şekilde İslâmî çalışmayı boğduğunu ke-sinlikle biliyoruz. Allah ise bu komplocuların etrafını çepeçev-re kuşatandır.

    Sunmakta olduğumuz eğitim ve örgütlenme planının uy-gulanması ancak şu iki durumdan birisinde mümkündür.

    1. Yöneticilerin, bizzat kendilerinin açıkça ilan ettikleri genel hürriyetleri tanımak şeklindeki ilkeleri ile mutabık olan ve diğer siyasal hareket ve partiler yanında İslâmî hareketin de kendisini açıklamış olduğu şekilde varlığını kabul etmeleri. Müslümanların başındaki yönetimlerden istenen asgari şey ise Müslüman halkın, herhangi bir hükümetin ya da yönetimin vesayeti altında olmaksızın inandığı İslâm’ı uygulama hakkını itiraf etmeleridir.

    2. Yöneticilerin/yönetimlerin, Müslümanları baskı altın-da tutmakla hata ettiklerini idrak ederek İslâmî hareketi des-teklemek için iyi niyet sahibi olmaları gerekir. Böylelikle de Allah’la ve Müslüman halkla barış içinde yaşayıp bunu da Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeye yeniden dönmeyi açıkça ortaya koydukları ve halk tarafından oylanarak kabul edilmiş bir anayasa ile belgelendirmeleri gerekir. Bundan önce ise, mü’minlere, siyasal ve İslâmî bir yapının kurulabilmesi için eksiksiz bir hürriyet ve tam bir destek verdikleri geçici bir dö-nemi oluşturmalıdırlar. Bu geçici dönemde de İslâmî seçimler yapılmalı, İslâmî anayasa hazırlanmalı ve İslâmî bir hükümet kurulmalıdır.

  • Birinci Baskının Önsözü 13

    Biz susmamalıyız. Düşmanların da susmamızı, bizi net olmamakla ve düşünce geriliğiyle itham etmek için bir fırsat olarak değerlendirmelerine ve bizi diledikleri şekilde terör ve komploculukla itham etmelerine fırsat vermemeliyiz. Aynı şe-kilde, sorumlu olduğumuz açık sözleri söylemenin yükümlü-lüklerinden ve bedelini ödemekten de korkmamalıyız. Çünkü Müslümanların zelil olmalarının tek sebebi, bu sözü gereği gibi söylemeyişleridir.

    Şer güçlerinin mü’minler üzerinde komplolar hazırladığı bir dönemde İslâmî yapılanma hakkında yazı yazmanın, giz-li örgütlenme yolunu seçecek kadar akılsızca olmayacağı da açıkça ortadadır. Bu dönemde kişi özgürce söylediği sözler sebebiyle rahatsız edilecek ve işkencelere maruz kalacak olur-sa, hiç şüphesiz plan ve program olduğu gibi kalacak, baş-kaları mü’minleri örgütleyip eğitecektir. Birinci ve ikinci saf belki gidecektir. Fakat kâfirler hoş görmese dahi ilahî yardım ve zafer mü’minlere vaat edilmiştir. Bizler güneşin ışıkları al-tında (açıkça) hakkımızı istiyoruz. İzzet Allah’ın, Rasûl’ün ve mü’minlerindir fakat münafıklar bilmezler.

    Kardeşlerimiz arasından, İslâm davasının gündemde ol-maması dolayısıyla rahatsız olup güvenli bir İslâmî hareketin ortaya çıkmasını arzu eden, kendisinin de İslâm’ın geleceğini inşa etmek için hazır olduğunu ve bunu arzuladığını hisseden kimseler bizi anlayacak, bizi destekleyecek ve çalışma yön-temi kuralımızı enine boyuna inceleyip düşünecektir. Çünkü hareketin kalkış noktası yani yürüyüşü, hedefleri ve aşaması ile ilgili açık bir kural olmaksızın bina inşa edilemez.

    İslâm için bir endişe taşımayan, cihad etmek için bir azim ve kararlılığı bulunmayan kimselere de söyleyecek bir sözü-müz yoktur.

    1 Şaban 1401

  • ÇEŞITLI MUKADDIMELER

  • NÜBÜVVET YÖNTEMI

    Yüce Allah, Rasûlü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyuruyor: “Biz sana Kitab’ı hak ile kendinden önce indirilen kitapları doğrulayıcı ve onlara karşı bir şahit olarak indirdik. O hâlde arala-rında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen hakkı bırakıp onların heveslerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol (minhac) tayin ettik.”4 İbn Ab-bas dedi ki: Âyette geçen “şir’a (şeriat)” Kur’ân’ın getirdikleri,

    “minhac” ise sünnetin getirdikleridir.

    Yüce Allah, Kitab’ı hak ile ve apaçık Arap dili ile bildirmiş-tir. Şer’ (şeriat) ve minhac (yöntem) kelimeleri Arapça’da “yol” anlamındadır. Müslümanların ellerinde ve kalplerinde, dinle-dikleri ve okudukları fakat eylem olarak hayatlarına yansıtma-dıkları Allah’ın âyetleri bulunmaktadır. Ellerinde Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünneti bulunmakta, onu se-verek okumakta, beğenmekte ve ona özlem duymaktadırlar. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisinin ve ashabının izlediği ve kendilerini terbiye bakımından imanın ve ihsanın zirvelerine taşıyan örgütlenme yolunu ve devlet ba-kımından da yeryüzünde halife konumuna yükselten cihadî yolu izlememektedirler.

    4 Mâide 5/48.

  • Nebevî Yöntem18

    Müslümanların bugün Nebevî yöntemi keşfetmeye ihti-yaçları vardır. Böylelikle ahiret yurdunda Allah nezdinde bi-reysel akıbetlerini ilgilendiren ihsanın nihai mertebesine ulaş-mak için iman ve cihad yolunu izleyebilsinler. Ayrıca yöntemi izledikleri ve şartları tamamladıkları zaman da kendilerine vaat edilmiş ve ulaşmaları teşvik edilen yeryüzünde halifelik makamına getirilme hedefine de ulaşacaklardır.

    Şüphesiz ki böylece, kulun kendisiyle Rabbinin huzu-runda, O’nun yolunda canını ve malını feda ederek zillet ve itaatkârlık ile yükseldiği, ümmetin de tökezlediği yerden ve yeryüzünde düşmanlarının kendilerini köleleştirmelerinden, kendi kendilerini küçük görmelerinden, uygarlık, ekonomi ve askerî alandaki geriliklerinden silkinip ayağa kalktığı ve Yüce Allah’ın Mâide suresinin söz konusu âyetinde Kur’ân-ı Kerîm’in her türlü düşünceye egemen olma hedefinin, Allah’ın emrinin her türlü emre, egemenliğinin de bütün egemenliklere galip gelme olacağını söyleyerek hitap ettiği kimselere mirasçı olma şerefine ulaşacakları noktaya yükselirler.

    Peki, Müslümanların yolu/yöntemi nedir? Hareketsiz mescitlerde kendi kabuğundaki ibadetlerin ümmetin genel hayatından ayrı ve uzak kalmaması için ve Yüce Allah’a yö-nelimi aynı zamanda cihadın kendisi olması için -ki cihad, yeryüzünde Allah’ın sözünün en yüksek olması için yapıl-malıdır- Kitap ve sünnetin öngördüğü basamaklarda yükseliş yolları nelerdir?

    İşte Allah’ın Kitabı önümüzde, Rasûlü’nün sünneti de ki-taplarda ve kalplerimizde canlı bir hâlde bulunmaktadır. Hak-kın tamamı da her ikisinde bulunmaktadır. Peki, bunu iman ile canlandıracak Kur’ân-ı Kerîm’de kendisine “Ey iman edenler” diye hitap edilen ümmeti ayağa kaldırarak bu hi-taba karşılık verecek şekilde amelî bir program hâlinde Kitabı ve sünneti hayata aktarmak için nasıl çalışmalıyız? Ümmet,

  • Çeşitli Mukaddimeler 19

    bu “Ey iman edenler” hitabından sonra gelen ve âyetlerde yer alan, bizden tağutun önünde yenilip geri çekilmeyi değil de Allah’a itaati ve Rasûlü’ne uymayı isteyen ve Allah’a itaat edip Rasûlü’ne uymamız hâlinde de bize yeryüzünün önder-leri olacağımızı vaat eden ilahî emirleri nasıl uygulayacaktır?

    Bize yabancı bir anlamın tercümesi olan “yöntemsellik” terimi; fikrî bir sonucu, bilimsel bir analizi ya da beşer ha-yatındaki uygulamayı ortaya çıkarmak için belirli bir yöndeki düşünceleri ve pratik yolları düzenlemeyi ifade eder. Bizler bunun yerine Kur’ânî ve Nebevî olan “minhac” kelimesini ter-cih etmekteyiz. Bizler bununla, “minhac/yöntem”in Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetindeki hak ile Müslümanların yaşantısı arasındaki bilimsel köprüyü kastetmekle kalmıyo-ruz. Aksine Allah’ın Kitabı’ndaki emirlere kesinlikle ve sımsı-kı sarılma anlamını ve bireysel, toplumsal, özel, genel, nefsî, ahlâkî, ibadî, sosyal, siyasal ekonomik, rabbanî çerçevesi ile bütün yaşayışımızda Allah Rasûlü’nün sünnetine tabi olma-nın ihtiva ettiği anlamları tek bir kelimeyle ifade etmek istiyo-ruz. Bu ise bizim, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ve onun hidayete erdirilmiş Raşit halifelerinin sancağı altındaki şerefli maziye gözünü dikerek, rüyalar âleminde yaşayacak bir cemaat eğitip örgütlememiz anlamına gelmez. Aksine bu, Nebevî eğitim ve cihad tarzına uygun olan ve uzun asırlardır devam eden zorba ve baskıcı yönetim dönemlerinden sonra nübüvvet yoluna uygun halifeliği yeniden geri getirmek hede-fiyle, yeryüzünde Allah’ın ve Rasûlü’nün halifeliğine elverişli bir nesil hazırlamak ve onun ardından gelecek nesiller yetiştir-mek anlamındadır.

    Bizler “minhac” lafzının, Rasûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’in bize, geleceğimize dair verdiği vaat ve müjdesin-de “nübüvvet” kelimesiyle birlikte kullanıldığını görüyoruz. O hâlde bu “nübüvvet” minhacıdır (yoludur). İşte bu da Nebevî

  • Nebevî Yöntem20

    minhacdır (yöntemdir). Bu yöntem, Yüce Allah’ın açık yön-temine ve apaydınlık örnek olan Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem’in yöntemine uygun olarak gerçekleştirmek yolunda her birimizin bütün güç ve imkânlarını harcaması hâlinde Allah’ın bizden razı olmasını sağlayacak olan İslâm halifeliğini gerçekleştirmek maksadı ile ortaya konulacak her bir hazırlı-ğın ve ileri atılımın söz konusu olduğu bir cihadî eğitim ve ör-gütlenme yoludur. Bu, Ahmed bin Hanbel’in sahih bir senetle

    “Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem’den” rivayet ettiği o yüce Rasûl’ün yolu/yöntemidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Nübüvvet, Allah’ın dilediği kadar aranızda ka-lacaktır. Sonra Allah, onu kaldırmayı dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet minhacı ( yolu/yöntemi) üzere bir halifelik olacaktır. Bu da Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak sonra Allah, onu kaldırmak is-terse kaldıracaktır. Sonra ısırıcı bir mülk (hükümdar-lık/krallık) olacaktır. Bu da Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak sonra Allah, kaldırmak isteyince onu da kaldıracaktır. Sonra zorba bir hükümdarlık olacaktır. Bu da Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak sonra kaldırmak isteyecek olursa onu da kaldıracaktır. Son-ra da nübüvvet minhacı (yöntemi) üzere halifelik ola-caktır” buyurmuş, ardından susmuştur.5

    Yönetimin miras alınması suretiyle zorla biat alan üm-metin başındaki ısırıcı hükümdarlığın dönemi geçip gitti. Bu-gün Müslümanlar “baskıcı zorba,” çağdaş dille “diktatörlük” dönemindedirler. Elbetteki bu, ısırıcı hükümdarlıktan daha korkunçtur. Çünkü zorbalık, bir zamanlar ısırıcı hükümdarla-rın yaptığı gibi her ne kadar dinî sloganlar ile (bazı hâllerde) kendisini göstermekte ise de esasında yönetim, medya ve

    5 Ahmed bin Hanbel, IV, 273.

  • Çeşitli Mukaddimeler 21

    öğretim aygıtlarıyla yönetim yasalarında İslâm ile alakalı ne varsa uzaklaştırılmış, bu anlamlar boşaltılmıştır. Şüphesiz ki yenik düşmüş bu ümmet, inkârcı ya da İslâmî sloganlar al-tında kendisini gizleyen zorbalık boyunduruğundan kendisini kurtaracak ve bu ümmete genel olarak Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan mustaz’af mü’minlerin halifelik makamına getirileceğini belirtilen âyetlerde vaat edilen halifelik devletini kuracak bir nesli eğitip örgütleyecek kimselere muhtaçtır. Bu halifelik aynı zamanda bu Nebevî hadiste tarihi seyri içerisinde de açıkça ifade edilmiştir. Bu parlak vaadin yer aldığı bu hadisi biz kesin bir ümit, yol gösterici bir ışık, tarihî ve gaybî bir nida olarak gözümüzün önüne bir hedef olarak dikmiş bulunmaktayız. Ar-tık ümmet, bunu işitmekte ve bu nidaya kulak vererek Allah’ın kullarına yardımını göndermesini istemektedir. Zira bu ilahî yardımın müjdeleri ile üzerimizdeki kitlenin koyu karanlığını ve etrafı sarmış cahiliyenin karanlıklarını aydınlatacak olan müjdeleri de görünmektedir.

  • TATLI HAYALLERDEN CIHADA DOĞRU

    Bu ümmet, iç kargaşaların ve sömürücü haçlı saldırıla-rının baskıları altında uzunca bir dönem yaşadı. Bugün ise uluslararası siyonist komplosu kâbusu altında yaşamaktadır. Artık tatlı hayaller içerisinde yüzerek teselli bulmanın faydası kalmadı. Zaten bu caiz de değildir. Acı sözlerin ve harekete geçirmeyen şikâyet sözlerinin de faydası kalmamıştır.

    Ümmetin güçleri darmadağınıktır. İslâm’ın sesini sus-turma, Müslümanların cihadını saptırma ve hareketlerini kuşatma kararlılığında olan düşman ise örgütlenmiş, savaşa hazırlanmış ve aramızdaki fitnenin önderleri ile dayanışma içerisine girmiş durumdadır. Bu sebeple bizi bekleyen cihad çizgisini açıklığa kavuşturmaya, imanî bir eğitime ve ümmette bulunan imanî iradeyi örgütlemeye ihtiyacımız vardır. Bizler, mü’min önderlere, ayrıca eğitici bir bilgiye ve örgütleyici bir hikmete muhtacız. Böylelikle çabalarımız düşmanların hare-keti karşısında geçici patlamalar hâlindeki tepkiler kargaşası içerisinde kaybolup gitmesin.

    Hiç şüphesiz bu ümmet, hayırlı bir ümmettir. Bu ümmette baskı altında tutulan cahilî yönetime karşı bir öfke vardır. Al-lah bu ümmetin arasından kalbi Allah sevgisi ile dopdolu bir nesil çıkardı. Bu ümmette hayret verici güçler vardır. Ümmet-teki bu öfkenin, oldukça derin birtakım silkinişlerle istikamet almaması için doğru bir şekilde yönlendirilmeye ihtiyacı var-dır. Kalbi Allah sevgisiyle dolu o Rabbanî neslin de güçlenme-si ve mahsullerini olgun bir şekilde vermesi için korunmaya ve

  • Çeşitli Mukaddimeler 23

    eğitime ihtiyacı vardır. İşte bütün bu güçlerin, bâtılı yıkacak ve hak devleti kurup inşa edecek güçlü bir örgütlenmeye ihtiyacı vardır.

    Hiç şüphesiz düşmanlarımız, akide, düşünce, ahlâk ve mertlik bakımından beşerî çer çöpten ibarettir. Fakat onlar bağlı bulundukları bir düşünce çizgisi ve menfaatlere dayalı örgütlenmeyle ya da baskıcı bir ideolojinin ortaya çıkardığı sahip oldukları disiplin çizgisiyle bize hükmetmekte, egemen olmaktadırlar. Böylelikle onlar, ümmetin maddî ve manevî değerlerini bozan, ifsat eden ve bunlara ağır darbeler indiren baskıcı bir otorite sayesinde ayakta kalabilmektedirler. Bizler ise kendimizle ilgili hiçbir şeye sahip değiliz. Adeta sel üzerin-deki köpüklere döndük. Bu ise “vehn”dir. Vehn ise ölümden korkmak ve dünya hayatını sevmektir. Bu da imanî bir terbi-yenin bulunmadığı bir dönemde nefislerimizi istila etti. Diğer taraftan, Allah yolunda ortasında çarpışmamız istenen o birbi-rine kenetlenmiş saf çözülmüş, görüş farklılıklarının doğurdu-ğu ayrılık, kalplerdeki nefretleşme ve herkesin kendi görüşünü, her liderin de kendi liderliğini beğenmesi gibi sebeplerle bu saf darmadağın olmuştur.

    Bu ümmet, hayırlı bir ümmettir. Fakat o, hükümet yöne-ticilerinin ve partilerin İslâm hakkında şüphe uyandırıcı hü-cumlar yapmalarının ve bunlardan azgın propagandalarını sürdürenlerin saptırmalarının ve kışkırtmalarının kurbanı ol-muştur. Hadiste belirtildiği gibi cehennem kapılarında dikilmiş bulunan bu zorba ve saptırıcı propangandacılar ile hesaplaş-mak için mutlaka ümmetin önündeki yolu aydınlatacak açık bir davete ihtiyacımız vardır. Mutlaka halkın ortasında duran, onu dimdik ayakta tutan, onun her bir tarafına girip çıkan, ona şahitlik eden, aralarında hazır bulunan ve mü’minlerden oluşan, birbirine sapasağlam tutunmuş bir saf düzenlemek ve eğitmek zorundayız. Müslüman halk da hedefe doğru ilerleyen

  • Nebevî Yöntem24

    bu adımların arkasından gidecek, onlara uyacak ve destek ve-recektir. Ümmet, hak yolundaki sağlam duruşundan ve cihad yolundaki ısrarlı yürüyüşünden hareketle Allah’la, Rasûlü’yle ve diniyle aziz olmanın anlamlarının ilhamını, şehadete kadar Allah yolunda fedakârlıklarda bulunmanın, eğriliği bulunma-yan dosdoğru bir şeriat üzerinde yol almanın ve beklenmedik musibetlerin sürprizleri ile sarsılmayan bir yöntem (minhac) üzere ilerlemenin anlamlarını idrak edecektir.

  • “RABBINIZDEN BIR MAĞFIRETE VE CENNETE KOŞUN”

    Müslüman toplumları, halkları harekete geçmeye çağı-ranlar, cahiliyenin sağından solundan çeşitli renkler, parti su-retinde şekiller, devrimci karşı çıkışlar ve birtakım hükümetler ve yönetimlerdir. Bunlar, liberalizm ve sosyalizm propaganda-larıyla hak davete karşı çıkmakta, ulusalcılık, ilericilik ve mil-liyetçilik nağmelerini terennüm etmekte, cahiliyenin iki kana-dından birinden kurtulmak ve gelişmek için genel bir seferber-liğe çağırmaktadırlar. Hâlbuki çağırdıkları bu özgürlük, ancak bir kanadın baskısından kurtulup diğer kanadın sancağı altına girmekle gerçekleşebilmektedir. Buna karşılık Müslümanlar arasında yeniden Allah’a dönüş çağrısı yankılanmaktadır. Ümmetin vicdanının derinliklerinden, davetçilerin dilleriyle bu çağrılar yapılmakta, İslâmî çağrı da zorba yönetimlerin ve ırkçı siyasal partilerin yükselttikleri İslâm ile ticaret yarışında bir açık artırma hâlini almaktadır.

    Uzun bir zamandan beri İslâm, insanların zihninde netlik kazanmamıştır. İslâm, bireysel takva sınırları içerisine sıkışmış, mescidin içerisine hapsolmuş, dışarı çıkmayıp fıkıh kitapları ve onlardaki görüş ayrılıkları arasında kalmış ve Müslüman-ların vakıasından uzak, nefsî ve ruhî hayatın uzağında sıkış-mış olduğu andan itibaren bu netliğini kaybetmiş durumdadır. Şimdi ise İslâmî anlayış ilerlemiş ve Allah’ın ümmetin yapı-sını yeniden kurmak üzere hak yolun davetçisi erlere ihsan ettiği lütfu sayesinde derinlik kazanmış bulunmaktadır. Salih

  • Nebevî Yöntem26

    selefimizin kalplerinde capcanlı olan iman artık Müslümanla-rın toplumunda ve dünyada etkin bir rol alarak netlik kazan-maya başlamıştır. Onun artık çağdaş fitnenin alternatifi hâline geldiği de görülmektedir. Bu çağdaş fitnenin başında ise zorba yönetimler bulunmaktadır. İşte bu şartlarda İslâm’ın -eskiden olduğu gibi- yeniden evrensel ve muzaffer bir hareket hâlini alması mümkündür.

    Yükseklere ve uzaklara bakmalıyız. İslâm hareketini plan-lamak ve cihad alanlarında bu harekete önderlik yapmak için kalkış noktamızı tashih etmemiz gerekmektedir ki, olayların yüzeyselliğinde dağılıp kaybolmayalım. Artık ümmetimizin hâlihazırdaki eksiklerine ve uygarlık alanındaki geçici yenil-gimize rağmen ümmetimizin birtakım hedeflere göz dikmesi gerekmektedir. Ayakta tutan unsurlar ve araçlar arasında bir karşılaştırma yapılacak olursa, bizi yeryüzündeki diğer halk-lardan ayıran husus, ancak bizim dünyada Allah’ın mesajının taşıyıcıları olmamızdır. Kur’ân azığımız ve silahımızdır, Yüce Allah velimizdir/dostumuzdur, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem örneğimizdir, önderimizdir.

    İslâm halifeliğini nübüvvet yöntemine uygun olarak kur-mak için çalışmaktan ibaret olan önümüzdeki tarihsel göre-vimizin düzeyine ulaşabilmek amacıyla insana, her insana, mutlu bireyin ve heybetli ümmetin başarılı ve canlı örneğini göstermek durumundayız. Biz Müslümanlar, fitne kültürünün ve uygarlık alanındaki geriliğin ağırlığı altında kan kaybediyo-ruz. Bunun için cahiliyenin gerçekleştirdiği sanayi alanındaki başarıların benzerini gerçekleştirmek amacıyla bu cahiliyenin arkasından kovalayışımıza kendi özel niteliklerimizi ve şeriatı-mızı ekleyecek olursak, bunun yeterli olacağını sanmaktayız. Fakat bu durumda biz bununla insana herhangi bir mesaj sunmuş olmayacağız. Çünkü bütün insanlığın belirli bir asa-leti ve uygarlık alanındaki ilerilikten bir payı bulunmaktadır

  • Çeşitli Mukaddimeler 27

    ve insanlık bunlarla bedbahttır. İnsanlar, bu hâlden ötekine varlığın ve hayatın anlamı arkasından koşarak kaçmaktadırlar.

    Bizim kendimize ve insana mesajımız; her bir kulun, Yüce Allah’ı gaye edinmesi, O’nun rızasını arayıp O’nun mağfiretine ve cennetine yarışırcasına koşması, iman ve ihsan basamak-larında O’nu tanımak için ilerlemesi, O’na ulaşması ve O’nun kerim vechine bakmasıdır. İradenin hareket noktası, bu koşu-nun nağmeli ezgisi ve umudumuzun yönü budur. İşte İslâm’ın Allah’a giden yolda bir çağrı olmasının, O’na teslimiyete davet eden bir çağrı olmasının anlamı budur. Biz O’na kavuşmayı seviyor, O’nun emrine itaat ediyor, O’nun egemenliğini ka-bul ediyor, O’nun kelimesini yükseltmek için cihad ediyor ve O’nun yolunda şehadeti istiyoruz. Biz bununla ancak Allah’ın ümmet için öngördüğü kaderin bir parçası olabiliriz.

    O hâlde ihsanın gayesi; İslâm’ın kelimesi, İslâm’ın tezi ve İslâm’ın her kişiye yönelik meyvesidir. Ümmetin toplumsal hedefleri olarak cahiliyeden kurtulmak, ekonomik alanda ba-şarı elde etmek ve yeryüzünde üstünlük kurmak ise, insanın bu sözü işitip bu tezi kabul etmesi ve bu meyveleri devşirmesi için zorunlu şartlardır. Yüce Allah’ın, mağfiretine, cennetine, rızasına ve vech-i kerimine bakmak üzere teklif ettiği bu ya-rış, bizim bu maddî uygarlığıyla bedbahtlaşmış dünyaya olan mesajımızdır. Bu bedbaht dünya, cahiliyenin atom terörünün tehdidi altındadır ve cahiliyenin önderliği ve tuzakları sebe-biyle Allah’ı tanımayan hâliyle şaşkın bir vaziyettedir. İçinde bulunduğu problemler, yok oluşa doğru yol alan Batı uygarlı-ğının da çöküşünün habercisidir.

    Kurulması umulan İslâm uygarlığının özünü teşkil eden İslâmî hilafet, aslında sanayisi, sosyal, siyasal ve yaşamsal alanlardaki başarıları bakımından bu maddî uygarlığın alter-natifidir. Hatta her insana ulaşan, ona ısrarla kendisini ifade

  • Nebevî Yöntem28

    eden, kendi himayesi altında şerefli bir yaşantı ile kendisini sevdiren ve onu kendisinin cömert himayesi altında barınma-ya davet eden uygarlığın ruhu ve halifelik görevinin kendisi olan Allah’a davet olmasa, aynı maddî uygarlığın yeni bir şek-li olarak ortaya çıkar. Biz Müslümanlara yeryüzünü imar ede-lim diye halifelik vaat edilmiştir. Fakat yeryüzünü imar etmek bizatihi gözetilen bir maksat değildir; yeryüzünü imar etmek, kulun, Rabbini tanıması ve ölümden sonra O’nun huzuruna kavuşmaya hazırlanması için bir şarttır. İşte biz bununla karşı konulamaz bir gücüz.

    Çoğunlukla Müslüman düşünürlerin yazdıklarını okursu-nuz da sayfaları ve bölümleri arkada bırakıp geçtiğiniz hâlde Allah’ın zikrinden, Allah sevgisinden, Allah’a kulluktan, cen-netten, cehennemden, ahiretten ve ebedilik hayatından söz edildiğine rastlamayabilirsiniz. Bunun sebebi ise, cahilî dü-şünce üslubu ile cahilî düşünce alanlarında bütün bunlara yer olmamasıdır. Bundan dolayı bazılarımız, alışılagelmiş tarihsel maddeci boyutların içerisine sıkışarak, o ebedî imanî alanla ilgili herhangi bir söz söylemiyor. Bundan dolayı da bu say-falarda ısrarla Yüce Allah’ın zikrinden söz edeceğiz. Çünkü eğiticinin ruhunda Allah’ın rızasını istemek ve O’nun mağfire-tine, cennetine, rızasına ve kerim zatına şehit oluncaya kadar yarışmak için hazırlığın dinamizmi gerçek manada yerleşme-yecek olursa, eğitim kesinlikle İslâmî bir eğitim olamaz. Ve eğer Allah sevgisi ve Allah yolunda cihad uğrunda yarışmak mü’minler topluluğu içerisinde düzenleyici rol oynamayacak olursa, hiçbir düzenleme ve örgütlenme İslâmî olamaz.

    Biz Müslümanlar bugün yeryüzünde 800 milyon veya 1 milyar insanız.6 Fakat bunlar, çaresiz ve su üstündeki köpüğü

    6 2012yılıitibariyledünyadakiMüslümanlarınsayısı1,5milyarınüzerindedir.(YayıneviNotu)

  • Çeşitli Mukaddimeler 29

    andıran durumunu değiştirecek gücü bulunmayan rakamlar-dan ibarettir. Bu su köpüğü özelliği ise bize ölümden kork-mamız dolayısıyla gelip yapışmıştır. Yeryüzünde Allah’ın ve Rasûlü’nün halifeliğini ise, ancak iman ehlinden her bir müca-hidin Allah yolunda ölmenin amacı hâline gelmesinden sonra ve Allah’ın sağlamlaştırılmasını sevdiği birbirine sağlamca ke-netlenmiş düzenli bir saf arasında ölümüne cihad etmek için ayağa kalkacağımız zaman hak ederiz. Yüce Allah da yolunda savaşan, uğrunda malını ve canını feda eden kimselere yar-dım eder. İşte böyle mücahid bir mü’min ancak bir eğitimin mahsülü olarak ortaya çıkar. Böyle bir saf ise, ancak onu dü-zene sokan yöntemin Nebevî olması ve bu saf erlerinin amaç ve gayelerinin Rabbanî olması hâlinde düzenli bir saf olabilir.

  • ISLÂMÎ AYAKLANMA (KIYAM)

    Bizler, ayaklanma (kavme) kelimesini tarihimizden alıyo-ruz. Çünkü bizim âlimlerimiz, zalimlere karşı dikilen Allah’ın erlerine “ayaklananlar: kâimûn” adını veriyorlardı. Tarihimiz-de Ehl-i Beyt’ten İmam Hüseyin bin Ali, Zeyd, Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye, Yahya ve İbrahim gibi kimselerin kıyam ettiğini biliyoruz. Bizler kavme (kıyam/ayaklanma) kelimesini, sevra (devrim/inkılab) kelimesini kullanmaya ihtiyacımız ol-madığı için kullanıyoruz. Çünkü “sevra” kelimesinde şiddet anlamı da vardır. Biz ise sadece güç istemekteyiz. Güç ise, uy-gulama kudretini şer’î alanlarda yerli yerince göstermek ve ortaya koymak demektir. Hâlbuki şiddet; güç, heva ve öfke ölçekleriyle yerini bulur. Diğer taraftan sevra (devrim), cahilî toplumsal hareketleri nitelemek için kullanılmıştır. Biz ise kulla-nacağımız tabirlerde başkalarından ayrıcalıklı olmak istiyoruz. Böylelikle bizim cihadımız tıpkı Nebevî cihad gibi olsun, gayri muslimleri taklit etmekle kirlenmesin. Üstelik biz bu terimi, bizi fitnenin yapısından ve düzeninden, cahiliyenin atmosferinden ve alanlarından, İslâm’ın himayesinde güvenlik ve güç nok-tasına ve Allah ve Rasûlü ile aziz olma konumuna taşımasını arzu ettigimiz köklü anlamıyla anlamakta ve ifade etmekteyiz. Bunun içinde bozuk olan ne varsa, onu herhangi bir zulüm ve haksızlığa sapmaksızın Allah’ın şeriatına uygun bir şekilde yıkmak bir zorunluluktur. Fakat bu, cahiliyenin devrimlerinde alışılagelmiş şiddet ve terörde görüldüğü gibi insana kör bir şiddet uygulayarak yapılmayacaktır.

  • Çeşitli Mukaddimeler 31

    Çünkü bizim imanî terbiyemiz ve cihadî örgütlenmemiz, sömürgecilikten özgürlüğe kavuşma savaşlarından ve bu sa-vaşlardan sonra görülen devrimlerden daha üstün ve daha geniş alana yayılan ve kökü itibariyle daha derin olan bir kı-yam için güçlerimizi kontrol etmeli ve yönlendirmelidir. Çün-kü çaresiz bırakılmış ve yenik düşürülmüş halklarımızı en sağ-daki cahilî bir düzenden en sol uçtaki bir diğer düzene taşıyan bu devrimler, daha sonra tekrar yeni bir sıtmaya yakalanarak bizi fırtınaya tutulmuşcasına yeniden aramızdaki başka dikta-törlerin eline teslim etmiştir.

    Eğitimimizin ve örgütlenmemizin, cahilî herhangî bir te-mele dayanmayan, kendisine ait İslâmî gücünü hazırlaması gerekmektedir. Böylelikle toplumlarımızdaki fesadın etkilerine ve göğüslerimize çöreklenmiş ifsadın askerlerine direnebilsin. Biz de ayaklarımız üzerinde duralım, fikrî ve fiilî sömürgecilik ile sınırlarımızın ötesinden gelen kötü niyetli ve bozucu kuşat-malara karşı kendimizi koruyabilecek gücü elde etmiş olalım. İslâm topraklarında cahiliyenin faaliyetleri ve kendi etimizden, kanımızdan cahiliyenin faydaları ve düşüncelerinin koruyu-cuları bulunmaktadır. Onlara karşı cihad, onların kullandıkla-rı araçların benzeri araçlarla ve onların hazırladıkları, ortaya çıkardıkları ve çeşitli yerlerine bizim bilmediğimiz patlamaya hazır mayınlar döşedikleri bir zemin üzerinde olmaz. İslâmî kıyam ancak, şehadet arzusu ile yetiştirip eğiteceğimiz sonra da kendilerini örgütleyip halk arasına girmelerini sağlayaca-ğımız Allah’ın erleri tarafından gerçekleştirilebilir. Bu yetiştir-diğimiz erler halk ile aynı duyguları paylaşacak, onlara öğre-tecek, müjdeler verecek, onları teşvik edecek ve sonunda kör bir devrim olması için değil de İslâmî bir kıyam olması için önderlik etmemiz gereken o önüne çıkan her şeyi alıp götüren İslâmî büyük dalga ortaya çıkmış olacaktır.

  • Nebevî Yöntem32

    İslâmî kıyamda Allah’ın erlerinden her bir mücahidin, saf-taki görevinin ne olduğunu bilmesi ve erlerin tamamının göre-vinin ve hareket hattının açıkça tasavvur edilmesi gibi bu gö-revini açıkça tasavvur etmesi de gerekir. Devrimleri oluşturan-lar eğitim adına örgütlenmede baskıcı disiplinin dile getirdiği ideolojik kültürden başka bir şey bilmeseler de şüphesiz kı-yamı ortaya çıkarmak, Allah’ın erlerinden, Allah’a iman edip Allah’ın rızasına yakışırcasına koşmakla birlikte iman ve Allah yolunda fedakârlık dinamiği olan içteki bir dinamikle anlayış ve uygulayışta da bir katılımın bulunmasını gerektirmektedir. Çünkü saf düzeninin itaati ancak dışarıdan tamamlayıcı bir unsur olarak gelir.

    Yüce Allah, bize, ifsat edicilerin emirlerine itaat etmeme-mizi emretmiştir. O, Salih aleyhisselâm’ın kavmine yaptığı şu hitabı bize aktarmaktadır: “Yeryüzünde bozgunculuk ya-pıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın!”7

    Bu emir kıyamet gününe kadar bizim hakkımızda da ge-çerlidir. Önüne çıkanı alıp götüren o muhteşem dalga oluşacak olursa, mü’minler kapsamlı itaatsizlik, genel grev ve sokağa inmekle fesadı durdurabileceklerdir. Ta ki Allah, yeryüzünde fesat çıkartıp ıslah etmeyen ve haddi aşan kimselere yaptıkla-rının karşılığını versin. Üstelik bu kıyam, dalga dalga gelişen olayların ortasında ve İslâm’a giden bu parlak yolun dışında bir başka yol da izleyebilir. Mü’minler, ortaya çıkacak tarihî fırsatları reddetmeden ve haddi aşan günahkârların saflarında ortaya çıkacak gedikleri ve boşlukları değerlendirmeyi ihmal etmeden uzun süre direnişi sürdürmek esası üzerine eğitilme-lidir. Müslüman saf aynı zamanda o belirli hedefine yönelik

    7 Şuarâ26/151-152.

  • Çeşitli Mukaddimeler 33

    o yürüyüşü gözlem altında tutar. Bu durum ise, boşluklara sızmakta bir hikmet bulunduğu sürece yanlarda görülen boş-luklardan yönetime nüfuz etmekten onu alıkoymaz. Diğer ta-raftan, insanların ifsat edilmesi, harekete karşı türlü tuzaklar kurulması ve hareketi doğru çizgisinden saptırmak suretiyle İslâmî dalganın kuşatılması tehlikesi de bulunmaktadır. Fakat eğitim “ihsan” temeline dayandığı ve askerler ve erlerin ön-derleri Rabbanî oldukları sürece bu hareketi kuşatma oyunu her zaman için açığa çıkmaya ve sonunda yenilgiye uğrama-ya mahkûm olur.

    Bir taraftan sağlam duruş, bir taraftan esneklik, bir ta-raftan sabit/değişmez çizgi, bir taraftan da hikmetli hareket… Bizim yerel ve uluslararası siyasal savaşın kurallarını bilme-miz bir zorunluluktur. O her şeyi önüne katıp götüren dalga oluşmadığı sürece cihad eden örgütlenmenin, mutlaka fikrî bir ufkunun ve siyaset arenasında ayaklarını basacak yerlerin bulunması ve düşmanların sıkıştırmalarına, hile ve tuzakla-rına karşı hazırlıklı olması gereklidir. Göğsünü kurşunlara ve tanklara hedef yapacak ve düşmanın önüne çıkacak böyle mü’min ve mücahid şahsiyetlerin eğitiminin de kapsamlı bir hazırlık sürecinde gerçekleşmesi bir zorunluluktur. Göğsünü kurşunlara ve tanklara siper edecek böyle bir mücahid, bu-nunla birlikte gizli ve açık hücum ederek, taktik gereği geri çe-kilerek ve Allah’ın izniyle zafer gerçekleşinceye kadar bir gün lehimize bir gün aleyhimize dönse dahi İslâm davası ile safın arasında ve komutanın arkasında adım adım ilerlemekte pay sahibi olmak için ilmî ve amelî her türlü yol ve imkân ile de donanmak zorundadır.

  • BIRINCI BÖLÜM

    ALLAH’A GIDEN YOLDA YOKUŞU AŞMAK

  • YOKUŞLAR

    Yüce Allah, “Biz insanı and olsun ki bir zorluk için-de yarattık”8 buyurmaktadır. Yine yüce Rabbimiz, bu insanı rahata eğilimi ve yeryüzüne mıhlanıp kalması sebebiyle kına-makta ve onu cihada teşvik etmek üzere şöyle buyurmaktadır:

    “Fakat o, sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bi-lir misin? Köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi ya da aç-açık bir yoksulu doyurmak-tır. Sonra iman edenlerden, birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve birbirlerine acımayı öğütleyenlerden ol-maktır. İşte bunlar sağdakilerdir (ashâbu’l-meymene). Âyetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir (ashâbu’l-meş’eme). Cezaları, kapıları üzerlerine sım-sıkı kapatılmış bir ateştir.”9

    Allah’a çağrı, insanı, böyle bir zorluk içerisinde bulunan bir insan olması özelliğiyle itham etmektedir. Onu, Allah’ı bil-memek ve Allah yolunda cihad etmeyip oturmaktan vazgeçip harekete geçmeye teşvik etmekte ve o sarp yokuşu aşmak için yüreklendirmektedir. Çünkü onu aştığı takdirde mayasında bulunan cimriliğin engellerini de aşmış olacak ve artık sabır ve merhameti birbirine tavsiye eden ve ashâbu’l-meymene’den (kitapları sağ taraflarından verileceklerden) olmaları amacıyla

    8 Beled 90/4.9 Beled90/11-20.

  • Nebevî Yöntem38

    Allah nezdinde mutluluk ve bahtiyarlık için seçilmiş bulunan mü’minler cemaatine katılmaya ehil bir kişi hâline gelecektir.

    İslâmî terbiye insandaki en derin ritmî noktayı muhatap alır. Bu da Allah’tan uzak kaldığı takdirde hissettiği boşluk ve anlamsızlık şuurudur. Sonra onu birbirlerine sabrı ve merha-meti tavsiye eden mü’minlerle birlikte en yüksek amaca talip olma noktasına yükseltir. En yüksek amaç ise Allah’ın rızası ve ashâbu’l-meymene ile birlikte dosdoğru durmaktır. Bunun için de sadece siyasî bir bağlılık/duruş değil, İslâmî, imanî ve ihsanî bir duruş, bağlılık söz konusudur. Bunun ise fikren bir eğitimden başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Mü’minlerle birlikte olmaya gelince; bu ise cemaatin bünyesi içerisinde hem duy-gusal hem de dinamik bir kaynaşmayı gerektirmektedir. Bu kaynaşma ise dünya hayatının sona ermesiyle bitmez, aksine ebedî hayata kadar uzayıp gider. Çünkü insanın Müslüman olup Müslüman topluluğa katılmasından sonraki uhrevî aki-beti, cemaat olarak yapılan cihadın akibetiyle irtibatlıdır. Yüce Allah’ın yardımıyla kendisi arasında engel bulunan, yokuşları malı ve canıyla aşıp geçen bir kimse ashâbu’l-meymene’den olur ve cihad edenlerin mükâfatını almayı hak eder.

    Yenileme fıkhı ile eğitim ve örgütlenme alanında Nebevî yöntemin karşısında duran soru şudur: Kalplerde imanı, akıl-larda cihad ilmini, insanlar arasında hareket etme dirayetini ve Allah yolunda safla ve safın düzeniyle birlikte şehadete talip olma eğitimini nasıl gerçekleştireceğiz? Kitap ve sünnet, oku-nan ve bilinen bir şeriattır. Şeriatın hükümleri ise Müslümanlar tarafından yerine getirilen birtakım ibadetler dışında askıya alınmış durumdadır. Diğer taraftan içinde bulunduğumuz bu mekânın ve bu zamanın içtihadının semeresi olan yöntem ise, terbiyenin genel esaslarını ve cihadın genel mahiyetini ele al-mayı gerektirmektedir. Bunun kapsamı içerisinde ise erkeğin, kadının ve ümmetin canlandırılması ve onların tamamını bu

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 39

    yükselen yokuş üzerindeki yolda Nebevî yönteme göre ha-reket ettirmek de yer almaktadır. Söz konusu bu yokuş/yol, ümmeti İslâm halifeliğine ve her mü’min erkek ve kadını da ashabu’l-meymene arasında Allah’ın rızasına götürür.

    Allah’ın Kitabı ve Peygamberi’nin sünneti, sabit/değişmez bir şeriattır. Bizler ise yeryüzüne gelmiş, kendimizi, imanı zayıf olan ve aramızdaki fitnenin ve bize karşı yapılan savaşların ağırlığını taşımakla karşı karşıya bulmuş bir ümmetiz ve bu ümmetin nesilleriyiz. Bu yeni nesiller, Kitap ve sünnet bilgisini yığıp biriktirmekle yetinecek olurlarsa, Allah’ın risaletini taşı-yan ve yeryüzünde Allah’ın dinini zafere götürmeye çalışan bir ümmete asla dönüşemezler. Yeni ortaya çıkanın köklü bir hâl alabilmesi için izlenmesi gereken zorunlu yöntem; insanı, bireysel ve toplumsal zorluklarından hareketle cemaatle bir-likte yokuşun zirvesine kadar yükselten ve oradan dünya ve ahirette Allah’ın rızasına nail olacağı noktaya kadar taşımak üzere eğiten yöntemin kendisidir. Bu eğitici yöntemle, çaba ve gayretler daha da yükseklere taşınır ve cihad düzeyinde olma-sı için onlar gerektiği gibi mücadele düzenine sokulur. Bunlar ise Nebevî yöntemin görevi ve umulan meyvesidir.

    Allah yolunda şehadet alanına durup dinlenmeden, ke-sintisiz ve sabit çizgi üzerinde yürümek; eğitmek ve Allah’ın askeri olarak düzene sokmak istediğimiz kimselerden talep-lerimizi ihtiva eder. Terbiye (eğitim) yolun başıdır. Ne zaman Allah’tan gelen bir hidayet üzere sapasağlam bir şekilde eğitim gerçekleştirilebilirse, o zaman cihad da mümkün olur. Eğitim-de bir boşluk bırakacak olursak Allah’tan yardım beklememiz de doğru olmaz. Çünkü Müslümanlar arasında hareketlilik ve dinamizmi, terbiyelerinin önünde olan kimseler de vardır. Bu sebeple de niyet hâlindeki İslâmî faaliyet ve çalışma, fiilen hızlı bir şekilde siyasal bir parti çalışmasına dönüşüverir.

  • Nebevî Yöntem40

    Gerçek şu ki, bu yolda atılan adımlar, Allah yolunda ölüme doğru atılan adımlardır. Her mü’minin bireysel çabası niyeti itibariyle kişiyi her türlü yokuşun üzerine çıkartamıyor/yükseltemiyor ise, o zaman bu adımlar, heva yolunda ölüme doğru atılan adımlardır. Toplumsal güç eğer fertlerin, Allah’ın rızasını hedef almayan gayelerindeki bir boşluk sebebiyle or-tada ise o zaman da başarısızlıktan başka bir şey görünmez.

    Bununla birlikte eğitimde tedricilik bir zorunluluktur. Bü-tün insanların, ilk ya da onuncu karşılaşmadan itibaren cihad yolculuğu için yapılan çağrıya kulak vermeleri veya bu çağ-rıyı kabul etmeleri ihtimali yoktur. Bu sebeple bizler, onları, imanî yiğitlikleri olgunlaşıp mallarının tamamını, zamanları-nın tümünü ve bütün çaba ve gayretlerini, bunlarla birlikte de canlarını Allah’a feda edecekleri noktaya gelinceye kadar, mallarının, zaman ve gayretlerinin arta kalanını vermeye ça-ğırmakla yetiniyoruz.

    Mü’minin, dünyanın mü’minlerin rahat etmesi için yara-tılmadığını, meşakkatli bir cihad ve aşılması söz konusu olan yokuştan ibaret olduğunu anlayacağı bir zaman mutlaka ge-lir. Mücahid kimse ise, bugünkü direnişi ve sabrı dünkünden daha üstün olan ve merhum Hasan el-Bennâ’nın da söyle-diği gibi “en üstün ve en değerli kararlılıkla” uykuya dalan kimsedir. Erkek-kadın bütün mü’minlerin birinci amacı Yüce Allah’ın rızasına ulaşmak olmalıdır. Allah’ın rızasını elde etme-ye ise en çok cihad edenler layıktır. Bundan dolayı iman ve ihsan eğitimini, nefsin cihadını hak üzere kalmaya alıştırmak için, ilmî ve amelî cihad ile gerektiği gibi irtibatlandırmalıdır. Yönteme uygun örgütlenmenin günlük yatay ve tarihsel hare-ketini de Allah’a giden yoldaki yokuşu aşmaya teşvik eden o arzu ve istek üzerinde temellendirmesi gerekir.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 41

    Mü’minin ve cihad için ortada olan cemaatin önünde pek çok yokuş/engel vardır. Bunların her birini psikolojik boyu-tu, nefsî eğitim boyutu ve toplumsal boyutları bulunan üç şık hâlinde özetlemek mümkündür:

    1. Sürü Zihniyeti: Bu, kendisine bir şeyler yapılmasını bekleyen, kendisi hiçbir şey yapmayan, başkasının kendisi için işleri çekip çevirmesini gözleyen ve kendisi hiçbir şeyi çe-kip çevirecek güce sahip olmayan büyük kitlenin zihniyetini ifade eder. Böyleleri hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözü gerçeği ifade eder: “Kim gaza etmeden ve içinden gaza etme kararını vermeden ölürse münafık-lık şubelerinden biri üzerine ölür.”10

    2. Kendisini üstün gören ya da faydalanmayı esas alan bencillik: Böyle bir bencillik, kişiyi yokuşu aşmaktan alıkoyar, ona engel olur. Çünkü içinde bulundukları hâl ve bu hâlden fazlasını istemek, onların her şeylerini doldurmuş, adeta onla-rı istila etmiştir. Bunlar, hem kendilerine hem de başkalarına zulmeden kimselerdir.

    3. Şeriatın ölçüleri ile marufu maruf olarak bilmemize ya da şeriatın yerdiği veya fitne kabul ettiği münkere karşı çıkma-mıza engel olan egemen şartlara uyma akımına kendini teslim etmiş ve toplumları önüne katıp giden gelenekler…

    İşte zorunlu olarak değiştirilmesi gereken üç alan bunlar-dır. Bu değişiklikleri davetçiler, ümmet arasında aldıkları eği-timle ve fikrî, nefsî ve amelî atmosfer içerisindeki örgütlenme-leriyle gerçekleştireceklerdir.

    10 Buhârî,et-Târîhu’l-Kebîr,VI,191;Müslim,İmâre158;EbuDavud,Cihâd18;Nesâî,Cihâd2;AhmedbinHanbel,II,374;EbuAvâne,Müsned, IV, 292; Hâkim, Müstedrek, II, 88.

  • Nebevî Yöntem42

    Yöneticilerin karşı çıkmaları, davetçilere yaptıkları baskı ve zulümler ve Müslümanların İslâm’ı bilmemeleri böyle bir değişikliği gerçekleştirmenin önündeki engellerdendir. Aynı şekilde ruhlarımızı, topraklarımızı, siyasal ve günlük hayatımı-zı mallarıyla, düşünceleriyle ve sanayisiyle, bize karşı hile ve tuzaklarıyla kuşatmış olan maddi uygarlık da buna engeldir.

    Vakıadaki fitneyi değiştirmek isteyen kimse, erkekleri ve kadınları eğitip şu aşağılık vakıayı kuvvetle, hikmetle tutabile-cek safı yetiştirebilmek için vakıayı hesaba katmak zorundadır. İman nurundan sonra Allah’ı ve dinini bilmenin aydınlığına ve Allah’ın kâinattaki kanunlarını bilmeye ihtiyacı bulunan akılların varlığı bir yokuştur (engeldir). Cahiliyenin zayıf ruh-ları kamaştıran ve böylelikle onların başkalarının arkasından giderek onlara zilletle boyun eğecek şekilde Allah’a imandan yüz çevirmelerine sebep olan teknolojik ilerilik bir yokuştur.

    Bizim, insanlara Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve raşit halifeleriyle birlikte İslâm sancağı altında cihad eden ilk mü’minleri hatırlatmamız hiçbir zaman mümkün/yeterli değil-dir. Çünkü onlar, kendi çağlarının düzeyine uygun bir şekilde ellerinden geldiği kadar güç hazırlamışlardır. Bizler de ima-nımızı güçlendirmekle birlikte, aynı zamanda dünyanın gele-cekteki düzeyine uygun bir şekilde ilahî yasaları bilme gücünü hazırlamak zorundayız.

    Bizlerin uygarlık alanında ve aklî bakımdan geri kalmış-lığımız da bir yokuştur. Allah’ın erlerinden ise, fitneye maruz bırakılmış ve cahilî saldırganlığın engeline takılmış toplumları-mız içerisindeki sınıfsal zulmü ortadan kaldırmaları istenmiştir. Bizler, kendi ülkelerimizde yönetimden uzak tutulan ve başı-mızdaki dikta yönetimlerin dışarıdaki güçlülerle yaptıkları an-laşma ve ittifaklarla kendilerine karşı savaşılan kimseleriz. İşte bu da bir yokuştur.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 43

    Allah’ın erlerinden iman temeli üzerinde ümmeti yeniden inşa etmeleri istenmiştir. Bu hususta Allah’a güvenmeleri için bu yapıyı başkalarının inşa etmeye kalkmasını beklemeleri uygun değildir.

    İşte böyle bir yerde tevekkülü yanlış anlayıp yorumlayan kimseler, “Bu muazzam görevi yapabilecek güç bizde ne ara-sın?” derler. İşte bu da bir yokuştur. Tevekkülü doğru anla-yan kimseler ise “Allah bizimle beraber olduktan sonra azlığı-mızdan dolayı asla yenilgiyle karşılaşmayız. Bizler, takatimiz çerçevesindeki bütün sebepleri yerine getirecek olursak asla bozguna uğramayız ve Yüce Allah’ın izniyle bu yokuşun ta tepesine kadar yükseleceğiz” derler.

  • ALLAH’IN ERLERININ GÖREVLERI

    Yokuşu aşmak için tırmanmaya geçmek, mü’min bireyin, Allah’a itaat yolu üzerinde dosdoğru yürümesi, yeryüzünde Allah’ın dinini uygulamak ve birbirlerine hakkı ve sabrı tav-siye edip birbirlerine merhamet eden mü’minlerle birlikte ci-had etmek için kendi nefsiyle cihad etmesi demektir. Gerektiği gibi yapılanmış Allah’ın erleri açısından yokuşu aşmak için tırmanmak ise, hem terbiyevî hem örgütsel hem meydanda hem malî hem vuruşmalı hem de siyasî bir cihaddır. Bu ci-had da nübüvvet yöntemine uygun İslâm hilafet devleti kuru-luncaya kadar sürer. Nefisle cihad ve düşmanlara karşı cihad, insanlarla karşı karşıya gelmeyi, onların hile ve tuzaklarına karşı koymayı, onlara karşı mücadele vermeyi, hile, tuzak ve mücadele alanından kaçmak değil de durumun gerektirdiği şekilde onlara karşı durmayı gerektirdiği için Allah’ın erlerinin de attıkları her adımda istikametlerini tashih etmelerine ihti-yaçları vardır. Böylelikle yaptıkları hareketler kendilerini helâk olacakları yerlere götürmez. Bu sebeple her bir eğitim-öğre-tim, her bir hareket, her bir plan ve o planın gerçekleştirilmesi, ancak Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerine uygun ve o emirleri yerine getirmek maksadına yönelik olması ile mümkündür. Uygunluk ve emri yerine getirmek ise, Kitap ve sünnetten ya-pılan ve bunların çerçevesinde cihadî bir iradeyle ilim sahibi kimsenin aklının içtihadı ile tespit ettiği şekilde olur.

    Allah’ın erlerinin görevleri yokuşun en aşağı noktasın-dan başlar. Bu ise bizim geri bırakılmış ve yenik düşürülmüş

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 45

    bir ümmet olarak vakıamızı teşkil eder. Allah’a karşı olan gö-revleri de aşılması istenen yokuşun tepesine/zirvesine ulaş-makla sona erer. Bu ise mirası alan bu ümmetin, Allah’ın ve Rasûlü’nün halifelik makamına gelmesiyle olur. Hikmete uygun olduğu takdirde ise bu, iç içe ve zamanların birbirine karışmasına fırsat vermeyecek bir sıraya uygun olarak orta-ya çıkar.

    1. Belirli Bir Alandaki Müslüman Topluluğu Bir Araya Getirmek ve Bu Topluluğun Fertlerini Eğitip Örgütlemek

    Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, birçok hadisinde ümmete, Müslüman cemaate bağlı olmayı emretmiştir. Bun-lardan birisi Ebu Davud’un Ebu Zer’den rivayet ettiği şu ha-distir: “Kim cemaatten bir karış dahi ayrılacak olsa, İslâm boyunduruğunu boynundan çıkarmış olur.”11

    Yine bu hadislerden biri de Tirmizî’nin Hz. Ömer’den rivayet ettiği şu hadistir: “Cemaatle birlikte olmaya ba-kın, ayrılıktan, tefrikadan uzak durun... Kim cenne-tin en geniş yerine yerleştirilmek isterse cemaatten ayrılmasın.”12

    Hz. Ali’nin şehadeti ile ilk cemaat düğümünün çözülme-sinden bu yana ümmet ayrılığa düşmüş ve birden çok cemaat oluşmuştur. Bu farklı cemaatler ise ya ısırıcı ve zorba yöneti-cilerin safında durmuş ya da onlara karşı olmuştur. Şimdiler-de ise ümmet, su üzerindeki köpükleri andıran birtakım dev-letçikler hâlinde, birbirlerinden bağımsız, darmadağın bir vaziyettedir. Mü’minlerden ise Müslüman cemaati ortaya

    11 EbuDavud,Sünne30.12 Tirmizî,Fiten7.

  • Nebevî Yöntem46

    çıkarmaya çalışmaları istenmektedir. Fakat binanın yukarıdan inşa edilmesi imkânsızdır. Mü’minler, İslâm topraklarının çeşit-li yerlerine dağılmış ve çeşitli gruplara bölünmüş vaziyettedir. Bu hâliyle de “Uluslararası İslâmî Hareket”in bağlarını ko-parmayı şiddetle arzu eden yöneticilerin yönetimi altındadır. Bunlar ise yabancı güçlerle ilişkiye girme iddiasıyla bölgeler arasındaki her türlü örgütsel bağlantının köklerini kopartma konusunda hızlı hareket etmektedirler. Bunun böyle olduğu-nu dikkate almakla birlikte birden çok bölgede yayılmış bulu-nan İslâmî örgütlenmelerin çokluğunu ve bu örgütlenmelerin bir kısmı arasındaki anlaşmazlıkların varlığını da göz önünde bulunduracak olursak, bölgesel/mahalli örgütlerin birbirleriyle kaynaştırılıp birleştirilme imkânı uzak görünmektedir. Çünkü çeşitli bölgelerdeki gruplar arasında birtakım bağlantıların yanı sıra, kopukluklar ve farklılıklar bulunmaktadır. O hâlde örgütlenmek için en uygun olan, tarihsel fitnelerin şekillendir-diği ve ulus devletçiklerin egemen olduğu bölgeler içerisinde gerçekleşmesidir. Biri diğeri arkasından yapılandıktan sonra özgürlüğüne kavuşan İslâm devletleri, uluslararası bir yapı içerisinde bölgesel örgütlenmeleri birleştirmek suretiyle yeni-den Müslüman birliğini ortaya çıkarmak için bir araya gelirler.

    Birtakım Müslüman gruplar açıkça ya da işaret yoluyla “Müslüman cemaat”in kendileri olduğunu ileri sürmekte ve kendilerinin dışında kalanları bid’atçi olmakla ve itaat birliğini dağıtmakla itham etmektedirler.

    Bu sebeple bizim her şeyden önce taassupla bağlılık dü-zeyinin üstünde insanlar eğitmemiz lazımdır. Bunların dışın-dakiler kesinlikle bir cemaat ortaya çıkartamazlar. Davetçiler hiçbir zaman yalnız başına sayısal çoğunluğun -örgütlenme görünüşü itibariyle ne kadar sağlam olursa olsun- “Müslüman cemaat”i oluşturacağı şeklinde yanlış bir kanaate kapılma-malıdırlar. Bu sebeple heva ile birlikte değil de hakla beraber

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 47

    olacak insanları eğitmek bir zorunluluktur. Hak olan ise, Müs-lümanların güçlerini dağıtıp parçalamak değil onları bir araya getirmek için çalışmaktır. Bâtıl olan heva ise insanları köleleş-tirerek onları fikir ve hareketleri itibariyle hak ve doğru ile de-ğil, şahsiyetlerle bağlı kılmamızdır. İmam Ali, İbnu’l-Kevva’ya şunları söylemiştir: “Allah’a yemin ederim ki, cemaat dediğim şey, az dahi olsalar hak ehli ile birlikte olmaktır. Tefrika ve ay-rılık ise çok dahi olsalar bâtıl ehliyle birlikte olmaktır.”

    Muaz bin Cebel de “Cemaat, tek başına da olsan, hakka uygun olandır” demiştir.

    2. Bölgesel Islâm Devletinin Kuruluşu

    Allah’ın erleri, hem eğitim ve örgütlenme esnasında hem de sonrasında kesinlikle siyasal alana dalmalıdırlar. Her tür-lü güç hazırlığını yapmalı ve kendi bölgelerinde yönetime ulaşmak için bütün çaba ve gayretlerini yönlendirmelidirler. Mü’minler İslâm’ın semadan gelen bir mucize ile dünyada za-fere kavuşmasının başlamasını beklemesinler. İlk hedefleri yö-netime yükselmek için zeminde gerektiği gibi yürümek olma-lıdır. Yüce Allah’ın izniyle ileride bunu genişçe açıklayacağız.

    3. Islâm Vatanının Çeşitli Bölgelerinin Bir Araya Getirilmesi

    Mücahid Müslümalar fitnenin çıkardığı sınırları aşan tek bir ümmettirler. Çünkü Allah Teâlâ, şu buyruğuyla onları gö-reve çağırmış, onlar da bu görevin gereğini yerine getirmek için ileri çıkmışlardır: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emre-den ve kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”13

    13 Âl-iİmrân3/104.

  • Nebevî Yöntem48

    Bunlar ise Yüce Allah’ın, hakkında “İnsanlar için çı-kartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz”14 buyurduğu genel ümmet arasında cihad eden bir ümmettirler (toplulukturlar).

    Buna göre, çeşitli bölgelerin özgürleştirilmesinden önce dünya çapındaki cemaatler arasında her bir bölgede, dışarı-daki ihtilafların duyarlılıklarını körüklemeyecek şekilde bir or-ganizasyonun bulunması bir zorunluluktur. Bu sebeple düşün-cenin, içtihadın, eğitim ve örgütlenme yönteminin ve yönetim düzeninin bölgelerin özgürlüğüne kavuşacağı güne gerektiği gibi hazırlanması gerekir. Böylelikle mü’minler bir araya gelir ve mümkün olan şekilde birbirleriyle kaynaşmak için basa-mak basamak ilerlerler. Hatta sorumlulukların paylaşımının özellikleri ve merkezî yönetimlerin zararlarının önlenmesi için bu birlikteliğin, çağımızda “federal birliktelik” adı verilen tür-den olması uygun görülür.

    Nübüvvetin Mirasçısı Halifelik

    İşte o vakit dünyadaki mü’minlerin, İslâmî davet ve dev-let ricalinden oluşan ulu’l-emr’in bir araya gelmesi ile bir ha-life tayin etmeleri ve başlarına Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in halifeliğini yapacak kimseyi seçmeleri gerekecektir. Halifelik nizamına geçmeden önce -ki o, daha önce zikretti-ğimiz Ahmed bin Hanbel’in tahric ettiği hadiste vaat edilen ve şeriate uygun olan nizamdır- özgürlüğüne kavuşan her bir bölgede o bölgenin imamı tayin edilir. Yüce Allah’ın izniyle İslâm devlet düzeni hakkında buna dair geniş açıklamalarda bulunacağız.

    İşte o zaman, yeryüzüne mirasçı olacağı ve halifelik makamına getirileceği vaat edilen ümmet, Yüce Allah’ın şu

    14 Âl-iİmrân3/110.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 49

    buyruğundaki vaadini gerçekleştirmek üzere bütün âleme Allah’ın mesajını tebliğ etme imkânını bulacaktır: “O, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasûlü’nü hidayetle ve hak dinle gönderendir.”15 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de sahih hadislerde nübüvvet yolu üzere halifeliğin gelecekte gerçekleşeceği müjdesini vermiştir. İbn Hibbân’ın Sahîh’inde ve başkalarının rivayet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Şüphesiz bu iş, gece ve gün-düzün ulaştığı her yere ulaşacaktır. İster kıldan ister kerpiçten olsun, Allah’ın bu dini sokmadığı hiçbir ev kalmayacaktır. Bunu ya güçlü birisinin gücüyle ya da güçsüz birisinin zilletiyle gerçekleştirecektir. Kendi-siyle Allah’ın İslâm’ı aziz edeceği bir güçle ve kendi-siyle Allah’ın küfrü zelil edeceği bir güçsüzlükle…”16

    Ahmed bin Hanbel, Dârimî ve başkalarının rivayet ettikle-ri sahih bir hadise göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,

    “Konstantiniyye’nin Roma’dan önce fethedileceğini”17 haber vermiştir. Konstantiniyye fethedildi. İkincisi de kesinlikle fet-hedilecektir. Ve gelecek İslâm’ındır.

    Bunlar, özetle Allah’ın erlerinin temel görevleridir. Allah’ın erlerinin, yönetime doğru giderken izlenecek her bir aşamada da yapılanmanın her bir aşamasında da eğitim, örgütlenme ve devlet bakımından gelecekteki görevlerinin ne olduğunu iyice anlamaya ve onun için kendilerini hazırlamaya ve ya-rınlarındaki hareketlerini tökezletmeyecek şekilde bu günle-rinden itibaren harekete koyulmaya ihtiyaçları vardır. Çünkü birbirinden ayrılıp dağılmış, istila edilmiş, ekonomik, bilimsel,

    15 Tevbe9/33.16 İbnHibbân,Sahîh, XV, 91, 93; Hâkim, Müstedrek, IV, 477. 17 AhmedbinHanbel,II,176;Dârimî,Mukaddime43;İbnEbiŞeybe,Musan-

    nef, IV, 219; Hâkim, Müstedrek, IV, 468, 553, 598.

  • Nebevî Yöntem50

    askerî ve uygarlık yönlerinden geri bırakılmış halkların sorum-luluğu ile karşı karşıyayız. Yeni türden bir nesli gerektiren dağ-lar gibi problemler vardır. Bu problemler, bilgi ve beceriyle ve güçlü bir İslâmî davet ve devlet kafilesini Nebevî yöntemle o istenen ileri hedefe güvenilir bir surette ulaştırabilecek iman ile kaynaşmış organik bir cemaatin varlığını gerektirmektedir. Allah’ın erlerinin görevleri, düzenli birlikler ister, disiplin ister, yolculuğun önündeki engellerin ve yokuşun açık bir şekilde anlaşılmasını ister. Allah’ın ve Rasûlü’nün emrini iyice anla-mayı ister. Dünyayı, kâinatın yasalarını, İslâm düşmanlarını ya da onunla barış yapmaya hazır olup dünyada çarpışan güçleri bilmeyi ister. İslâm davasına sahip olanların karşı karşıya bu-lundukları görevler, hevanın ve insanların tağutundan kurtu-lup özgürleşmiş, Allah’a kul olan yiğitler ister. Bunlar, Allah’ın ve insanların önünde sorumluluk taşıyan mü’minin eğitimini almış olmalı, ümmetinin inşasına samimiyetle ve ihlâsla kat-kıda bulunmalı ve Allah’ın vech-i kerimine bakmak için de o yokuşun (akabenin) zirvesine ulaşmayı ümit etmelidirler.

    Müslüman cemaatinin mücahid üyesi, iman ve ihsan dü-zeyine ulaşırsa artık o yapının bir taşı demektir. Gerek yaşa-dığı bölgede gerek dünyada İslâmî kalkışın başarısı onun eği-timinin türüne bağlıdır. Ayağa kalkmanın ise mü’minin iman gücünden sonra birtakım şartları vardır. Bu şartlar Allah’ın şeriatına uygun örgütlenmenin sağlam oluşunda özetlenir. Mü’minler arasında sevgi, şura, samimiyetle öğüt vermek ve itaatte, cemaatin de iç ve dış şartlar ile etkileşim kudretinde özetlenir. Bu, ilim, araç-gereç, planlama ve esneklik gerektiren bir güç ve kudrettir.

  • ALLAH’IN ERLERI GÖREVLERINI NASIL IFA EDERLER?

    Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem davet ve cihadını ge-reği gibi yerine getirdi. O, hem vahiyle hem Allah’ın yardımıy-la hem de Allah’ın, kalplerini birbirine kaynaştırdığı mü’minler ile destekleniyordu. Onun sireti ve cihadı eğri büğrü değildi. Aksine, kendisinden önceki Allah’ın diğer rasûllerinin yaptığı gibi o da küfrün başını hedefleyerek ona meydan okudu. Son-ra kendisi ve ashabı sabretti. Şartlarına uygun hareket ettiler. Sonunda Allah onlara hicret etmeleri için izin verdi. Hicretten sonra ise Allah’ın yardım ve zaferi gerçekleşinceye kadar karşı duruş ve sabırla direniş söz konusu oldu.

    Cihadî harekette Nebevî yöntem önümüzde duruyor. Biz bunu o tertemiz sirette okuyabiliyoruz. Temel çizgide ona uy-makla, hareketin cüz’î meselelerinde ise, hareketin Allah’ın hükümlerine ve Rasûlü’nün sünnetine uygun düşmesi için içtihat etmekle yükümlüyüz.

    Mekke’de oluşan, günahtan korunmuş, ilahî destek gö-ren ve ilahî yardıma mazhar olanın eğittiği organik bir yapı... İşte bu, daha sonra kendilerine “muhacirler” adı verilen bir cemaattir. Bu cemaat harekete geçti, sadakatini ispatladı. Bu cemaatin üyeleri Allah yolunda savaştılar ve bu savaşlarını sürdürdüler. Dinlediler, itaat ettiler ve iş hususunda istişare yaptılar. Sonra Medine’den, Allah’ın dininin yardımcıları olan ensar geldi. Onlar biat ettiler, muhacileri barındırdılar, Allah’ın dinine yardımcı oldular. Kur’ân’ın muhatabı olan mü’minler,

  • Nebevî Yöntem52

    muhacirleriyle ensarıyla bir komuta altında ve savaşlarının gerektirdiği hazırlığı yaparak aşama aşama cihad ettiler ve bu cihadları küfrün tağutları yıkılıncaya kadar devam etti.

    Vahyi taptaze hâliyle karşılayan mü’minler, Allah’a güven-mek ve Allah’ı bilmek bakımından müşriklerden üstündüler. Bu sebeple onlardan yirmi kişi kendilerinden olmayan ikiyüz kişiyi yenebiliyordu. Onlar, Nebevî eğitimin ortaya çıkardı-ğı, işkenceler ve zorluklarla Allah’ın arındırıp tertemiz yaptığı yiğitlerdi. Allah’ın yanında bulunanın daha hayırlı olduğuna kesin olarak inandıkları için Allah’ın mağfiretine, rızasına ve cennetine yarışırcasına koşmaları beşerî korkaklığın bütün et-kenlerini mağlup etti.

    İşte mü’minlerin bu eğitime benzer eğitimden geçmiş, bu kaynaşma ve örgütlenmeye benzeyen birlikleri bulunacak olursa, Allah’ın erlerinin, Allah’ın ve Rasûlü’nün vaat ettik-lerine güvenerek yola koyulmaları mümkün olur. Organik, canlı ve örgütlü bir yapı bulunmadan herhangi bir çalışmayı düşünmeye imkân yoktur. O hâlde mü’minlerin birbirlerine şöyle demeleri bir görevdir: “Biz ellerimiz vasıtasıyla Allah’ın kaderinin inmesini Allah’tan dileriz. Haydi, elele verelim, bir-birimizi sevelim, Allah’ın dinine yardım etmek üzere birbiri-mizle sözleşelim.”

    Düzenli yürüyüşün apaçık bir yolu, açıklanmış bir hedefi, zorunlu bir netliği ve bilinen bir bedeli vardır.

    Apaçık Yol

    Bizler, zorba dikta yöneticilerini tevbe etmeye ve Ömer bin Abdulaziz’in yolunu takip etmeye çağırdığımız zaman kendimize de onlara da yalan söylemiyoruz. Bizler, onlara açıkça meydan okuyor ve bizim de onların da kelimelerin ne anlama geldiğini herkesin bileceği siyasi bir şemsiye ediniyoruz.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 53

    Bundan sonra da şunları söylüyoruz: “Mü’minlere düşen gö-rev, Yüce Allah’a olan güvenlerini daha da derinleştirmeleri, pek çok nesil eğitmeleri ve kendi bölgelerinde sapasağlam ve halk arasında yaygın bir saf düzenlemeleridir.”

    Bu çağ, halka (davasını) öğretecek, onu ayağa kaldıracak, iman doğrultusunda onu teşvik edecek, gücümüzün doruk noktasına ulaşacağımız ve düşmanlarımızın da nihai mağ-lubiyete varacakları bir güne onları hazırlayacaktır. O vakit Allah’ın hizbi ve onun arkasından Müslüman halk, diktacı ve zorba düzenleri sarsacaktır. Bu yolun yokuşlarının ortaya çı-karttığı zorluklar bu yolu izlememize engel değildir, acelecilik de bu yolun uzunluğuna sabredip katlanmamızı engelleme-yecektir. Uzun süreli bu hazırlanma da oldukça faal hareket etmekten bizi alıkoymayacaktır.

    Şu ana kadar bu uzun, oldukça zor ve engebeli yolu izle-meden herhangi bir İslâmî hareket yönetime ulaşmakta başarı gösterememiştir. İran örneği karşımızdadır. Böyle bir yolu iz-lemenin de (daha sonra sözünü edeceğimiz şekilde) bir bedeli vardır. Esenliğin, Hakka karşı dilsiz olup susmak şeklindeki tu-tumuna; gizliliğin, önemsenmeye değmeyen bakışına gelince; böyle bir duruşun Allah’ın rasûllerinin sünnetiyle hiçbir ilgisi yoktur. Nuh aleyhisselâm, kavmine “Haydi, işinizi sağlam tutun. Ortaklarınızı da toplayıp bir araya getirin. Son-ra işiniz size hiçbir tasa vermesin. Sonra da mühlet vermeksizin bana hükmünüzü uygulayın”18 demişti. Lut aleyhisselâm, kavmine, “Artık hepiniz bana tuzak kurun. Artık bana da mühlet vermeyin”19 diye seslenmişti. Şu-ayb aleyhisselâm da “Ey kavmim! Elinizden geleni ya-pın. Muhakkak ben de yapacağım. Yakında kendisini

    18 Yunus10/71.19 Hûd 11/55.

  • Nebevî Yöntem54

    rüsvay edecek azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, gerçekten ben de sizinle beraber gözetleyiciyim”20 demişti. Allah’ın diğer nebileri de bunun benzerini söylemişlerdi. Muhammed sallal-lahu aleyhi ve sellem de “Ey kavmim! Bütün gücünüzle yapacağınızı yapın, ben de yapacağım. Bu yurdun so-nunun kimin olacağını yakında bileceksiniz”21 demişti. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’nin Batha vadisine indi, Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığını açıkça ilan etti ve tağutun beyinsizliğini ifade etti. Ona işkence ve eziyet yapıldı. Yüce Allah da “And olsun senden önceki peygamberler de yalanlanmışlardı. Fakat yalanlanmalarına rağmen sabrettiler. Onlara da eziyet edildi, nihayet onlara da yardımımız yetişti”22 âyeti ile onu teselli etti. Elinizden gele-ni yapın. Gücünüz, araçlarınız neye yetiyorsa onu yapın. Bu, yokuşu aşmak üzere kendi kendisine karar vermiş, Allah’a gü-venen, canını ve malını Allah’a satan bir kimsenin söyleyeceği bir sözdür.

    Tağutun meydan okuması, bazen ancak sıkıntılarıyla kar-şı karşıya kalanların değerlendirebileceği şartlarda oldukça azgın bir hâl alabilir. Fakat mü’minler, Hakkı açıkça söyle-melerine engel olacak ve oturmalarına sebep teşkil edecek birtakım gerekçeler üretmekten Allah’tan korksunlar. Ya da eğer “Ben ve biz gidecek olursak, şu yetişmekte olan Müslü-man gençliği kim eğitecek, kim örgütleyecek?” gibi bir kana-ate sahip olmaktan çekinsinler. Önemli olan, bizim olumsuz duruşlarımızın ve hatalarımızın getireceği sorumluluklardan safımızı uzak tutabilmektir. Gerçekten heder olmamamız ve

    20 Hûd 11/93.21 En’am6/135.22 En’âm6/34.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 55

    düşmanlarımızın hayatımız karşılığında pek büyük bir bedel ödemeleri, ayrıca bizim şehadetimizin büyük bir yankı uyan-dırıp bizden sonrakilere güzel bir örnek bırakması oldukça önemlidir. Düşmanlarımızın, hayatımızın ve ölümümüzün oyuncak edilmemeleri önemlidir. Hiç şüphesiz var eden ve yetiştiren Allah’tır, koruyup gözetecek olan da O’dur. Dostları arasından dilediklerini İslâm hizmetine gönderecek olan da O’dur. Bizler merhum Afgânî’nin dedigi gibi “Sözünü söyle ve yürü” demiyoruz, çünkü artık bu zaman buna uygun de-ğildir. Bunun yerine getirdiği bir görev de yoktur. Zira Müs-lümanlar bizden önceki iman edenlerin feryatlarıyla uyanmış bulunuyorlar. Biz diyoruz ki: Davetçilerin görevi eğitmek, örgütlemek ve ileriye doğru yürüyüşü sağlamaktır. Fakat ol-dukça parlak ve göz kamaştırıcı duruşlarla bedel ödemek ve eğitmek de bir zorunluluktur. Belki de merhum mücahid Sey-yid Kutub gibi birisinin Allah yolundaki şehadeti, Müslüman-ların meselesinin zafere doğru ilerlemesinde, Yüce Allah’ın ona lütfetmiş olduğu bu şehadetle sonuçlanan duruş nimeti sayesinde büyük bir pay sahibi olmuştur. Kendisinin -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- “Bizim işlerimiz, hayatın ancak kanla-rımızla canlanabileceği kanlardır” anlamında bir sözü vardır.

    Net Siyasal Çizgi

    İslâm topraklarında, özellikle komünist ve laik siyasal par-tilerin saflarında kendi düzenini egemen kılıp dayatmaktaki kararlılığını ilan etmekte ve laik sosyalist devlet kurmayı he-defleyen siyasal çizgisini yaymakta bir tereddüt gösterdiklerini görmüyorum. Peki, biz Müslüman olduğumuz hâlde, bu ülke-ler ve halklar da Müslüman oldukları hâlde çaba ve gayretle-rimiz itibariyle onlardan geri kalabilir, anlayışımız itibariyle de onlardan kıt ve kısır olabilir miyiz?

  • Nebevî Yöntem56

    Şüphesiz diktatör düzenler onlarla yardımlaşmakta ve onlarla birlikte düşmanlıklarını ve savaşlarını bize karşı yo-ğunlaştırıp odaklaştırmaktadırlar. Fakat bunun kaynağı, bu partilerin çağın diliyle siyasal oyunları, stratejik kuralları ve taktikleri bilmekle birlikte bizim bunları bilmeyi arzu etmeyişi-miz olabilir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise bize, na-sıl davranacağımızı öğretmiştir. Çünkü o sevgili Rasûl, çağının bütün araçlarını kullanmıştır. Evet, müşrik bir kişinin hima-yesine girmekten, Yahudilerle birlikte yaşamaktan, Kureyş’le barış antlaşması yapmaktan, kabilelerle antlaşmalar yoluyla bağlantı kurmaktan, savaşta kendi çağında bilinenlere uygun savaş taktikleri uygulamaktan ve akıllı kimselerin ortaya attık-ları görüşlerle hareket edip zamanının savaş hile ve taktiklerini uygulamaya varıncaya kadar çağının bilinen bütün araçlarını kullanmıştır.

    Şer’î siyaset, bizim imamlarımızın ıstılahında, kamu işle-ri hakkında ve yönetim idare ve yargı alanlarında şeriat ile çatışmayan uygulamalar demektir. Tasarruflarının mahiyetini araştırarak yapan mü’minin karşı karşıya kaldığı ilk soru da şudur: Zalim yöneticilere karşı kıyam etmek caiz midir?

    Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Ve sizden olan emir sahiplerine de.”23 Biz burada “sizden olan” ifadesi üzerinde durmak istiyoruz. Afganistan’daki inkâr bizden mi-dir? Mısır’da mü’minlerin kanlarını dökenler bizden midir? Bütün Müslüman diyarlarında Müslümanların kanını kimler döküyor? Tertemiz, Allah’a ibadet eden mü’min kadınlara, beşeriyet tarihinde benzerini kimsenin uygulamadığı işkence-ler yapan kişiler bizden olabilir mi? Münkeri emreden, marufu

    23 Nisâ4/59.

  • Allah’a Giden Yolda Yokuşu Aşmak 57

    yasaklayan bizden midir? Bu şekildeki soruları daha da uzat-mak mümkündür.

    Ahmed bin Hanbel, İbn Mâce ve Taberânî, sahih bir isnad-la İbn Mesud’un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle buyurdu: “Sünneti söndü-ren, bid’atleri uygulayan, namazları asıl vakitlerinden sonraya geciktiren birtakım kimseler sizin işlerinizin başına yönetici olacaktır.” Ben “Ey Allah’ın Rasûlü! Bun-lara yetişecek olursam nasıl yapayım” dedim. Allah Rasûlü,

    “Ey Ümmü Abd’ın oğlu! Bana nasıl yapacağını mı soru-yorsun? Allah’a isyan eden kimseye itaat yoktur” bu-yurdu.24

    Namazı kasten vaktinden sonraya bırakan kişinin kâfir olacağı konusunda ashabın ittifak etmiş olduğunu Hâfız Münzirî nakletmiştir, Tirmizî ve Hâkim de bunu riyavet etmiş-lerdir. Bu, avam insanlar hakkında böyleyken ya yöneticinin durumu hakkında ne dersiniz?

    Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, Nesâî, Tirmizî, İbn Mâce, İbn Hibbân ve Hâkim’in tahric ettikleri sahih bir hadise göre, Büreyde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, “Bizlerle onlar arasındaki fark namazdır; onu terk eden kâfir olur” buyurduğunu rivayet etmiştir.25

    Kasti olarak namazı vaktinden sonraya geciktiren bir kim-se kâfir olur. Onu geciktiren, onu terk etmiş olur; onu terk eden ise bizden değil onlardan oluverir. Bizden değil de on-lardan olan kimsenin ise bizim üzerimizde itaat hakkı yoktur.

    24 Ahmed binHanbel, I, 399; İbnMâce, Cihâd 40; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, X, 173.

    25 AhmedbinHanbel,V,346;EbuDavud,Sünne15;Tirmizî,Îmân9;Nesâî,Salât8;İbnMâce,İkâmetu’s-Salât77;İbnHibbân,Sahîh, IV, 305; Hâkim, Müstedrek, I, 48.

  • Nebevî Yöntem58

    “Ve ey Ümmü Abd’ın oğlu, bana, ne yapacağını soruyorsun, öyle mi?”

    Buhârî, Müslim ve Nesâî, Ubâde bin es-Sâmit’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Bizler zorluk ve kolaylık hâlinde, hoşumuza giden ve gitmeyen hususlarda, bize başkalarının tercih edilmesine rağmen dinleyip itaat etmek ve ehli olan emir sahipleriyle de çekişmemek üzere Rasûlullah sa