neredeyse otuzunda, ateşli ve başarılı · bir penguen, doğru düzgün yapabilmek için...

14
7 BöLüM 1 neredeyse otuzunda, ateşli ve başarılı Dokuz yaşımdayken annemi görevden aldım. Kırmızı bir keçeli kalemle “Kovuldun” yazdım öylece. Aynı za- manda gülen bir papatya ve bir kurbağa da çizmiştim ya- nına. Pekâlâ, aslında çiçek kurbağayı kovuyordu ve yazı da çiçeğin tepesindeki bir konuşma balonunun içindeydi. Ama dikkatli baktığınızda kurbağanın boynunda annemin en gözde kolyesini görebilirdiniz. Bu eser, benim en alaycı başyapıtımdı. Ne hazindir ki yine de annemin ilgisini çekmeyi başara- mamıştım. O da diğerleriyle birlikte mutfak çekmecesine tıkıştırılmıştı. Çekmecede, bir fotoğrafa bakarak çizdiğim bir penguen, doğru düzgün yapabilmek için günlerce uğ- raştığım bir kedi, haa resim öğretmenimin üstüne “Ha- rika olmuş! Çok yetenekli bir çocuk!” yazdığı kelebek res-

Upload: others

Post on 11-Jun-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

7

Bölüm 1

neredeyse otuzunda,ateşli ve başarılı

Dokuz yaşımdayken annemi görevden aldım. Kırmızı bir keçeli kalemle “Kovuldun” yazdım öylece. Aynı za-manda gülen bir papatya ve bir kurbağa da çizmiştim ya-nına.

Pekâlâ, aslında çiçek kurbağayı kovuyordu ve yazı da çiçeğin tepesindeki bir konuşma balonunun içindeydi. Ama dikkatli baktığınızda kurbağanın boynunda annemin en gözde kolyesini görebilirdiniz. Bu eser, benim en alaycı başyapıtımdı.

Ne hazindir ki yine de annemin ilgisini çekmeyi başara-mamıştım. O da diğerleriyle birlikte mutfak çekmecesine tıkıştırılmıştı. Çekmecede, bir fotoğrafa bakarak çizdiğim bir penguen, doğru düzgün yapabilmek için günlerce uğ-raştığım bir kedi, hatta resim öğretmenimin üstüne “Ha-rika olmuş! Çok yetenekli bir çocuk!” yazdığı kelebek res-

VICTORIA VAN TIEM

8

mim de vardı.

Gerçi bugün annemin dikkatini çekeceğimden hiç şüp-hem yok. Sol yüzük parmağımı çevreleyen ışıltılı pırlan-ta yüzük sayesinde onun ilgisini toplayacağıma eminim. Bradley tam evlenilecek tipte bir adam. Sarışın, kaslı ve kibar bir erkek; üstelik benimle evlenmek istiyor. Yakında Bayan Kensington Connors olacağım. Sırf bunu düşünün-ce bile midemde kelebekler uçuşuyor.

O zaman neden bu kadar gerginim? Bradley beni hayran hayran yüzüğüme bakarken yakaladığında güven veren bir şekilde gülümseyerek elimi tuttu ve ön kapıyı açtı. Aile-min yanında ne kadar endişeli olduğumu, sonunda onlara yüzüğü göstereceğim ve düğünü planlamaya başlayacağı-mız için ne kadar heyecanlandığımı biliyordu.

Mutfağa girdiğimizde annemle Ren yemek pişiriyorlar-dı. Tatlı hamur işlerinin iç bayıltıcı kokusu anında burnu-ma doldu. İçimde duyduğum o tanıdık sızıyı görmezden gelmeye çalıştım. Sanki o kendine güvenen yirmi dokuz yaşındaki kadın gitmiş, yerine ebeveynlerinin onayını al-mak için çırpınan on üç yaşındaki kız gelmişti yine.

“Selam,” dedim gergin bir gülümsemeyle. Bradley an-nemi yanağından öpüp Ren’e el salladı. Oturma odasına yönelmeden önce bana hızlıca göz kırptı. Babam ve erkek kardeşim Grayson, oturma odasında sağlık hizmetlerini tartışıyorlardı. Öyle yüksek sesle konuşuyorlardı ki söyle-dikleri bazı şeyleri duyabiliyordum.

Annem hamur kabını bir kenara bırakıp ellerini önlü-ğüne sildi. “Oo, kimler gelmiş! Hiç göremiyoruz artık seni, öyle değil mi Ren?” Sanki burada büyümüş birinden değil

9

de bir misafirden bahsediyor gibi. Sarılmak için uzandı.

“Selam anne.” Annem bana şöyle bir sarılıp bıraktı. Her zamanki dar Jackie O elbiselerinden birini giydiğini fark ettim. Önünde de şık, fırfırlı bir önlük vardı. Ren ise… vay be, neredeyse aynı şeyleri giymiş. Anne kız ikiz gibi görü-nüyorlardı. Azıcık imrendim onları böyle görünce. Git ken-di annenle takıl! diye bağırmak geldi içimden. Ama Ren’in genç bir kızken annesini kaybettiğini biliyorum. O yüzden bu durumu anlamam gerekiyor.

“Selam Kensington, iyi görünüyorsun,” dedi Ren hafif-çe gülümseyerek. Bana sarılmak yerine alabilmek için para biriktirdiğim yepyeni Coach marka çantamı süzdü. “Bir-çok yerde gördüm bunlardan. Herkeste var artık. Burber-ry’nin yeni askılı çantasına göz diktim ben de.”

Gülümseyip onun yüce saltanatının farkında olduğu-mu belirtircesine kafamı salladım.

“Hadi bakalım. Göster şu yüzüğü,” dedi annem elimi işaret ederek.

Göğsüm gururla kabardı; ufukta Kenzi’nin Takımı için bir puan var. Evet, maalesef bunların kaydını tutuyorum. Bugüne kadar da hiç öne geçemedim. Puan tablosu şöyle:

Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş beş.

Annem ve Babamın Takımı: Sayısını bile hatırlamıyo-rum.

Grayson’ın Takımı: Tam olarak kırk beş. Gerçi Brad-ley’yle birlikte olduğumdan beri eskisi kadar eleştirel ol-madığı için ona biraz torpil yapabilirim.

Kenzi’nin Takımı: Dört. Üstelik bu sayıya bugün de dâ-hil.

VICTORIA VAN TIEM

10

Yirmi dokuz yıllık koca yaşamımın dördüncü puanı gelmek üzere.

Okulda hep mezunlar kurulunda yer almış ama hiç kra-liçe olmamıştım. Sınıfımda ilk ona girerek mezun olmuş-tum ama Grayson gibi bölüm birincisi değildim. Meşhur bir reklam ajansında kreatif direktörüm ama sonuçta ba-bam, Grayson ve Ren gibi doktor olmadım ve reklamcılık da tıp kadar ciddi bir branş değil.

İlk gerçek galibiyetimi, Bradley’yi onlarla tanıştırmak üzere eve getirdiğimde kazanmıştım. Ona resmen tapıyor-lar. Aslına bakılırsa Bradley, Kennedy özentisi aileme ben-den çok daha fazla uyum sağlıyor. İkinci başarım, Brad-ley’yle ilişkimin bir yılını doldurmasıydı. Üçüncü puan da geçen hafta nişanlandığımızda gelmişti. İşte şimdi de bu mega pırlantalı yüzük sayesinde dördüncü puanı kapaca-ğımdan hiç şüphem yok.

Elimi onlara doğru uzatınca yüzüğüm, mutfak pencere-sinden içeri süzülen ışıkta göz alıcı bir biçimde parıldadı.

Ren yakından bakmak için elimi kendine çekti. “Ah Kensington, bu mükemmel bir şey. Bradley ne harika bir erkek.”

Ren’in asıl kastettiğiyse Bradley’nin benim için fazla ha-rika olduğuydu. Tam da bu anda böyle kaliteli bir parçayı satın alabilecek maddi güce ve böyle rafine bir zevke sa-hip olduğu için Bradley’yle gurur duydum. Yüzüğün be-nim zevkime hitap etmiyor olması sorun değil. Tiffany’den alınmış, kocaman ve bütün puanları toplayacak kapasitede bir yüzük sonuçta.

Ren irkilerek geri çekildi. “Ah, bir manikür yaptırman

11

gerek yalnız. Böyle güzel bir yüzüğü bakımsız kütiküller-le gölgeleme bence. En azından Bradley bu kadarını hak ediyor.”

Ding. Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş altı.

Çantasından bir kartvizit çıkartıp bana uzattı. “Al baka-lım. Cindy’den randevu al. Müthiştir.”

“Evet, kızlar gününde gitmiştik. Baksana.” Annem pembe ojeli tırnaklarını uzatıp bana gösterdi. Ren’in tır-nakları da aynı uçuk pembe renkli ojeyle boyalıydı.

Kızlar günü yapmışlar. Hem de bensiz.

Onlara hayranlıkla bakıp gülümsedim. “Harika görü-nüyorlar. Kesin arayacağım. Ee, ne düşünüyorsun anne? Bradley güzel bir seçim yapmış, öyle değil mi?” Puanımı garantilemek için umutla sordum. Ne zavallıca, değil mi?

“Ah, evet tatlım. Harika bir seçim yapmış.” Annem gü-lümseyerek Ren’e dolaptan yaban mersinlerini vermesi için işaret edip tekrar hamuruna döndü.

“Yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordum kendimi biraz dışlanmış hissederek. “Sofrayı kurabilirim ya da ta-bakları hazırlayabilirim.”

“Gerek yok. Biz hallediyoruz, değil mi anneciğim?” Ren burnunu büzüştürerek anneme güldü.

Bir anlığına orada öylece dikilip yüzüğümle oynadım. Shaw ailesi Pazar günü kahvaltısının ilk raundu resmen bitti. Ama öğle yemeğinde düğün planlarını konuşacağı-mızdan eminim. Elbette konuşacağız. Bunun da çekmeceye tıkıştırılmasına izin vermeyeceğim.

Neden manikür yaptırmadım ki sanki?

VICTORIA VAN TIEM

12

Merdivenlere yönelip eski odama çıktım. Artık annemin anı albümü stüdyosu hâline gelen odadan bana ait bütün eşyalar çıkarılmıştı. Kocaman, kare şeklindeki proje masa-sı Pottery Barn’dakilere benziyor; fakat bu sanki vitamin hapı alıp da büyümüş gibi, her yanı milyonlarca çekmece ve küçük rafla dolu; her bir çekmecenin üstünde de farklı çıkartma harfler ve süsler bulunuyor. Odada bana ait olan tek şey, dolabın üst rafındaki Kensington yazılı, fermuarlı kumaş kutu.

İç çekerek telefonumu çıkarıp Facebook uygulamasına tıkladım. İnsanların ne yaptığını görmek için sürekli tele-fonuma bakarım. Sonra da bunları, kendi yaptığım ya da yapmadığım şeylerle kıyaslarım. Bu da bana aslında ne yapmam gerektiğini düşündürür. İşin gerçeği… sonunda aynı şeyleri yapmaya devam edip dururum. Bunu yaparak vaktimi boşa harcamış olurum, o kadar.

Ailelerimize nişanlandığımızı sadece telefonda haber vermiştik ve bunu resmî olarak duyurmak için de bugünü bekliyordum. Ah, çok heyecanlıyım.

İki arkadaşlık teklifi var. İkona tıklayıp ilk teklifi kabul ettim. Spordan tanıdığım bir kız bu. Sonra bir anda donup kaldım. Yok artık. Telefonu iyice yaklaştırıp minicik fotoğ-rafa baktım. Kalbim sıkıştı. Olamaz. Aman Tanrım. Olmuş bile.

Bu Shane.

Shane Bennett.

Dört yılımı birlikte geçirdikten sonra kalbimi param-parça eden Shane Bennett. Şimdi de arkadaş mı olmak is-tiyor benimle?

13

Ciddi olamaz.

Bir duygu seli doldu içime. Ama ağlayamadım. Onun için yeterince gözyaşı dökmüştüm. Günlerce, belki de aylarca ağlamıştım. Şu an hissettiğim şey, ne zaman onu hatırlatacak bir şeyle karşılaşsam yüzeye çıkan bir acının artçı sarsıntısı sadece. Onun küçük yankıları…

Shane, lisedeyken büyükannesi ve büyükbabasıyla birlikte yaşamak için İngiltere’den Midwest’e taşınmış ve üniversiteyi orada okumuştu. Biz de onunla okuldayken tanışmıştık. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama öylesi-ne konuşmaya başlamış ve sonra da hiç susmadan sohbet edip durmuştuk. Sürekli birlikteydik. Shane çok havalı bi-riydi; saçları hep dağınık olurdu. O saçlara bayılıyordum.

O benim ilk gerçek aşkımdı. İlk kalp kırıklığımdı… O benim bütün ilklerimdi.

Dolaptaki Kensington kutusuna baktım. Aslında Ken-sington ve Shane olarak etiketlenmeliydi o kutu. Birbirimi-ze verdiğimiz kartların ve küçük hatıralarımızın hepsi o kutunun içinde, sıkı sıkı kilitlenmiş. Dolaba gidip parmak uçlarımda yükseldim ve kutuyu sıkıca tutup çektim. Gör-mek için can attığım bir fotoğraf var. Eskiden başucumda bir çerçevenin içinde dururdu bu fotoğraf; Shane’i o fotoğ-raftaki hâliyle hatırlıyorum.

Kutuyu proje masasının üstüne koyup fermuarını, hap-solmuş hatıraların bir kısmının kaçmasından korkarcasına yavaşça açtım.

Kutunun içindekileri kurcalamaya başladım. Kartlar üst üste konup bir iple bağlanmış. Bir havlu bileklik öylece duruyor. Onu burnuma götürüp kokusunu içime çektim.

VICTORIA VAN TIEM

14

Shane’in kokusu çoktan gitmiş ama geceleri yatarken bunu taktığımı gayet net hatırlıyorum. Bilekliği yerine koyup fo-toğrafları karıştırdım.

Fotoğrafı bulunca dudaklarım gerildi. Shane duvara yaslanmış, yakasını kaldırmış, defteri elinde sallanıyor. Her gece iyi geceler dilediğim, her sabah beni günaydın diyerek uyandıran, çok uzun zamandır özlediğim yüz, bu işte.

Eski fotoğraflarla Facebook profilindeki resmini karşı-laştırdım. Aynı koyu renk, dalgalı saçlar. Aynı bal rengi gözler. Aynı Shane.

Biraz daha büyümüş. Ama bu kesinlikle o.

Derin bir iç çektim. Neden duyduklarımın yalan oldu-ğunu söylememişti ki bana? Ona inanabilirdim. Her şeyin aynı kalmasını istemiştim. Onu istemiştim. Ama o, üzgün olduğundan başka bir şey söylememişti. Ve bunun, açıkla-yabileceği bir şey olmadığını eklemişti çünkü…

“Kenzi?” Seslenen Greta teyzemdi.

“Buradayım,” dedim fotoğrafı kutunun içine atıp kapa-ğını kapatırken. Hızla fermuarı çekip tekrar rafın üstüne attım kutuyu.

“Seni burada bulacağımı tahmin etmiştim. Yemek için seni bekliyoruz.”

Teyzem koyu renk bir kot ve bol, beyaz bir tunik giy-mişti. Gözlerinin mavisini ve yeni boyattığı kızıl saçlarını belirginleştiren turkuaz bir kolye takıyordu.

“Saçların güzel olmuş,” deyip gülümsedim ve telefonu-mu hızla tuş kilidine aldım.

Greta teyze omuzlarına inen saçlarını geriye atıp, “An-

15

nen hiç beğenmedi. Çok dikkat çekiyormuş,” dedi.

Bir kaşımı kaldırdım. “Amaç da bu değil mi zaten?”

Teyzem şen bir kahkaha attı. “O da yanında hediyesi.”

Annemi sinir ettiği için mi, yoksa dikkat çektiği için mi öyle dediğini anlamamıştım. Muhtemelen her ikisini de kastetmişti. Greta teyzem ailenin kara koyunudur, en sıra dışı karakteridir. Çünkü kimsenin ne düşündüğünü umur-samaz. Benim bir çentik altımdadır bu yüzden; Shaw ailesi hiyerarşisinde ben, ‘Hiçbir şeyi düzgün yapamıyor ama en azından deniyor’ kademesindeyim.

Teyzem elime uzanıp hayranlıkla yüzüğü inceledi ve ardından ıslık çalıp, “Vay canına. Bir servet değerinde ol-malı bu. Renson ne dedi?”

Ren ve Grayson süper çifti için uydurduğum takma adı bilen tek kişi Greta teyzem. Kahkahamı güçlükle bastıra-rak kıs kıs güldüm.

Teyzem gülümsedi. “Emin ol, Ren’i bir dahaki görüşün-de yüzüğüne eklettiği pırlantaları fark edeceksin.” Elimi bırakıp kapıyı işaret etti. “Hadi gidip şu partiyi başlata-lım.”

Merdivenleri inerken tekrar telefonumu çıkardım. Bun-ca zaman sonra Shane’in neden benimle iletişime geçtiğini hâlâ anlayamıyorum. Bir dakika, bir dakika. Arkadaşlık tek-lifi gitmiş.

Nerede bu?

Midem düğümlendi. Uygulamaya dokunup profil say-famı açtım. “Kenzi Shaw, Shane Bennett ve diğer kişiyle artık arkadaş.” Nasıl yani?

Greta teyzemin yeni çıtır sevgilisinin adı Finley. Hoş

VICTORIA VAN TIEM

16

birine benziyor ama onu tanımak için uğraşmayacağım çünkü bir sonraki kahvaltıda muhtemelen buralarda ol-mayacak. Ren’le fazla ilgileniyor; Ren de kibar bir biçim-de Finley’in ardı arkası kesilmeyen sorularını duymazdan gelmeye çalışıyor.

“Ren, Chicago’lu Fin,” dedi Greta teyze ‘Kes artık şunu’ dercesine sert bir bakış fırlatarak.

“Hastanede işler nasıl, Grayson? Torakoskopi için 3D videoyu kullanabildin mi?” diye sordu babam yumurtası-na acı sos eklerken.

Boş bardağını havada tutan Grayson duraksadı. “Geçen hafta denedim biraz. Epey etkili bir alet. Buna yatırım ya-palım diye teklif verdim kurula.”

Babam, “Güzel, güzel,” diyerek Ren’e sosisli kreplerden uzattı.

“Pediatride her şey yolunda mı?” diye sordu Ren’e, ser-vis tabağını geri alırken.

“Ah, çocuklarla birlikte çalışırken her zaman ilginç bir şeyler çıkıyor,” dedi Ren gülümseyerek.

Babam onaylayarak kafasını sallayıp birkaç lokma aldı kahvaltısından ve Finley’e dönüp, “Ee, Finley, sen neler ya-pıyorsun?” diye sordu.

Bradley tabağına iki tane daha sosis alırken ona krep uzatan annemi durdurdu.

“Bradley karbonhidratlı şeyler yemiyor anne,” diye ha-tırlattım ona.

Finley dimdik oturup boğazını temizledi. “Şey, ben sa-tıştayım. Şu an için telefon satışı. Zaten hep satış alanında çalıştım.”

17

“Güzel, güzel,” dedi babam. “Bradley de şehir merke-zindeki Safia Reklam Ajansı’nda satış müdürü. Indianapo-lis’teki en büyük ajanstır. Benim de bütün reklam işlerimi o yürütür.” Babamın burada, Village’da medikal bir güzellik merkezi var. Burada botokstan dudak silikonuna, estetik ameliyat danışmanlığına kadar her şeyi bir arada bulabilir-siniz. Annemle babamın Bradley’nin pozisyonunu neden bu kadar yücelttiklerini anlayamıyorum. Bense kreatif di-rektörlük yaptığım için havai biri sayılıyorum. Oysa ikimiz de aynı ajansta çalışıyoruz ve her ikimizin de bir unvanı var.

Bradley kafasını sallayıp bir noktaya dikkat çekmek is-tercesine çatalını havaya kaldırdı. “Bu bana, Channel Six için hesapladığım bazı istatistikleri hatırlattı.”

Bradley’nin, özel okula giden iki üç çocuğu olan her altı ev kadınından birinin televizyon izlediği hakkındaki ko-nuşmasının bitmesini bekledim. Zoraki bir gülümsemeyle kafamı sallayarak dinledim. Aslında heyecandan yerimde duramıyor, düğün planlarımızı konuşmak için sabırsızla-nıyordum.

Greta teyze bana göz kırpıp Bradley’nin bitmek bil-meyen gevezeliğini böldü. “Kensington, tarih belirlediniz mi?”

Bütün bakışlar bana döndü. Gözlerimin içi parlıyor. Hazırım. İşte o an geldi. Heyecandan bayılmak üzereyim.

Bradley elimi tutup sıcacık bir gülümsemeyle bana bak-tı. “Henüz kesin bir tarih belirlemedik ama belki bahara yaparız. Ne dersin, Kenz?”

“Olabilir,” dedim bu düşünceyle mutlu olarak. “Bahar

VICTORIA VAN TIEM

18

gerçekten de çok hoş olur.”

“Ah, kendimi tutamayacağım artık! Bilin bakalım ba-harda kim katılacak aramıza?” Ren bu soruyu aşırı neşeli bir ses tonuyla yumurtladı. “Bir bebek! Ben hamileyim!”

Annem, “Ah! Aman Tanrım!” diye ciyaklayıp masanın etrafından koşarak yanlarına gitti. Kollarını Ren ve Gray-son’a dolayarak onları sıkıca kucakladı. “Hamileymiş! Bü-yükanne olacağım demek!”

Herkes bağrışıp el çırptı. Sanki Vegas’taki bir kumar makinesinde yan yana gelmiş birbirinin aynısı şekiller gibi.

Ding. Ding. Ding. Ding. Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş yedi. Hayır, hayır, üç yüz. Hatta beş yüz! Artık sayamıyo-rum bile. Ren lanet olasıca büyük ikramiyeyi kazandı!

Babam, artık kendisine büyükbaba diyen birinin ola-cağını söyleyip duruyor. Grayson, Ren artık yirmi dokuz yaşında olduğu için çocuk yapmayı daha fazla erteleyeme-yeceklerinden bahsediyor. Yani neticede kız otuzuna da-yanmış. Finley bile tebrik için babamın elini sıktı. Annem bana, düğün için kaybedecek vaktim olmadığını, Brad-ley’yle elimizi çabuk tutmamız gerektiğini söyledi.

Greta teyzem bana ‘Biliyorum tatlım’ bakışı attı. Önem-li olmadığını göstermek için zoraki bir tebessümle karşılık verdim. Yani, elbette ki mutluyum onlar adına.

Bir bebek geliyor demek.

Bu gerçekten de büyük ikramiye.

Ben daha otuz olmadım, o yüzden zamanım var.

Nişan yüzüğüme bakarken, kalın kırmızı keçeli kalemle yazılmış yeni bir ‘kovuldun’ yazısı hayal ediyorum. Bu se-ferki yengem için. Üstelik onunkinde çiçek veya kurbağa

19

falan da olmayacak.

Onun zaten bir bebeği var.

Düğün hakkında doğru düzgün konuşamadık bile.

***

Çantamı mutfak tezgâhına atıp paltomu çıkardım ve şarap almak için buzdolabına yöneldim. Uzun bir gün ol-muştu. Heyecanlı ve mutlu olacağım yerde tükenmiş his-sediyordum kendimi. Shaw aile kahvaltısını, Shane’in bir anda ortaya çıkmasını ve Ren’in büyük haberini düşün-mek başımı döndürdü.

Dolapta, açılıp soğutulmuş bir şişe beyaz şarap var; ken-dime bir bardak doldurdum. Bradley daha kaliteli olanları tercih eder ama sevdiğimi bildiği daha ucuz tatlı şarapları da evime stoklamayı ihmal etmez. Bir yudum alıp tezgâ-ha yaslandım; meyvemsi aromanın boğazımdaki düğümü çözmesini umarak yudumlamaya devam ettim içkiyi.

Şu bebek gerçekten de önemli bir haber. Ailenin ilk to-runu olacak sonuçta. Annemin, ilk şoku atlattıktan sonra, benimle düğün hakkında konuşmak ve tüm detaylarla il-gilenmek isteyeceğinden eminim. Tabii ki yardım edecek bana. Ben onun tek kızıyım; üstelik yapacak bir sürü de iş var: Gelinlik seçilecek, düğün için mekân bulunacak… Daha tarih bile almadık.

En azından annem yüzüğü beğendi.

Elimi kaldırıp hayran hayran yüzüğe baktım. Nasıl beğenmesin ki? Işıl ışıl bir yüzük; hem de gereken bütün özelliklere sahip. Kesimi, rengi, berraklığı ve karat ağırlığı

VICTORIA VAN TIEM

20

muazzam. Burada muazzam olmayan tek bir şey varsa o da benim zevkim. Çünkü ben bu yüzüğü beğenmedim.

Yani beğendim beğenmesine ama kendim almış olsam bu yüzüğü seçmezdim. Yüzük biraz geleneksel bir tarza sahip ve gerçekten çok büyük. Hatta bence biraz fazla bü-yük. Bradley buna değdiğimi söylemişti. Bunu hatırlayın-ca yüzüme bir gülümseme yayıldı.

Zaten yüzüğün bir önemi yok; yüzük güzel ve ben de mutluyum. Evlenip bir aile kurmaya bir adım daha yaklaş-tım. Bradley, koca bir futbol takımı kurmaya yetecek kadar çok çocuk istiyor. Bana bir tane bile yeter. Belki iki olabilir.

En azından bir kızım olsun isterim.

Bale derslerini ve dans resitallerini düşünürken gözüm dalıyor. Sınıf annesi olup kostümlere yardım edebilirim. Bir defasında, bir elbisemin jüponundan bebeğime bir tütü yapmıştım. Annemin çok kızdığını hatırlıyorum çünkü o elbise çok havalı bir tasarımcının mıymış neymiş. Kızımın saçlarının gür olup olmayacağını merak ediyorum. Brad-ley kel, benim saçlarımsa oldukça ince telli. Annem, toka kaymasın diye sıkıca bağlamak zorunda kalırdı saçlarımı.

Ren’in muhtemelen bir kızı olur.

Olsun. Ondan sonra sırada ben varım. Hem daha vak-tim de var.

Şarabımı bitirir bitirmez bardağımı tekrar doldurdum. Shaw ailesinin her kahvaltısından sonra böyle olur; aile-min beklentilerini karşılayıp karşılayamadığımı düşüne-rek kendime işkence ederim. Bugünün farklı olacağını ne-den düşündüm, hiç bilmiyorum.

Kendimi iyi hissedebilmek için şarabımdan büyük bir