Üç aylık düşünce ve kuram dergisi, sayı: 9 · paylaşımını gerçekleştirecek esaslara...

183
Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi, sayı: 9

Upload: others

Post on 27-Jun-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi, sayı: 9

Demokratik Modernite Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi Yaygın Süreli Yayın / Sayı: 9Mart-Nisan-Mayıs 2014ISSN: 2147- 1703Roza Yayınları Adına Sahibi Burcu Özkaya

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Şah Güneş

Yayın KuruluEşber Yağmurdereli, Nasrullah Kuran, Cengiz Çiçek, Mahmut Şakar

Dergiye gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmaması yayın kurulununkararına bağlıdır. [email protected]

Grafik Tasarım Sinan Balık

Basım Yeri: Gün Matbaacılık Reklam Film Bas Yay. San. Tic. Ltd. ŞtiBeşyol Mahallesi Akasya Sok. No:23/A Küçükçekmece – İstanbul Tel: 0212 580 63 81

Abonelik KoşullarıYıllık Abonelik Bedeli: 40 TLYurtdışı Abonelik Bedeli: 55 Euro Türkiye İş Bankası Galatasaray ŞubesiBurcu ÖzkayaHesap No: 10220918635IBAN: TR 56 0006 4000 0011 0220 9186 35

Roza YayınlarıHüseyin Ağa Mah. Tarlabaşı Bulvarı No:61/7 Beyoğlu-İstanbulTel: 0212 256 57 69www.demokratikmodernite.com

İÇİNDEKİLER

Özgürlük ZamanıEditörden (5)

Bir Bütün Parçaları Olarak Komün ve MeclislerAbdullah Öcalan (6)

Yerel Yönetimler Deneyimi ve Yeniden Yapılanma Şiyar Amed (18)

Demokratik Özerk Kürdistan Demokratik TürkiyeAkif Ali (26)

Özgür Kent YönetimiHalil Dağ (41)

Demokratik ÖzerklikCengiz Baysoy (51)

Xwebûn Yolunda Komün ve MeclislerZeynel Günaydın (58)

Özgür Kent Yönetimleri ve Özgür Yurttaş(lık)Şahap Elbasan (63)

Katılımcı Ekonomi Hakkında Bireysel YorumlarMichael Albert (70)

Kürdistan’da Toplum ve Birey Olarak Sömürgecilikten KopuşHaydar Ergül (73)

Kürtlerin Yerel Yönetim DeneyiYurdusev Özsökmenler (89)

Toplumun Kendini Kadın Zekâsıyla Yönetmesi Olarak EşbaşkanlıkAysun Genç (100)

Ütopyadan Gerçeğe: Rojava’da Özyönetim (röportaj)Aldar Xelil (105) Röportaj

Latin Amerika Yerli Özerkliği: “Yurttaşlık Heteretopyası”Çetin Gürer (110)

Özerklik Felsefesi ve Demokratik ÖzerklikOsman Kılavuz (114)

Komünal Topluluklar Ekonomisiyle Demokratik UluslaşmayaElif Kaya (124)

Ekokentler ve ÖzyönetimYurdagül Emek (131)

Devlet-altı Birimlerin İnşa Süreci: Bölgeselleşme ve FederalleşmeNecat Ayaz (135)

Özgür Yaşam, Kendilik Bilinciyle İnşa Edilen Demokratik Komünal Yaşamdır!Nasrullah Kuran (150)

Düş İle Gerçek ArasındaŞenel Karataş (155)

Kurucu Kimlik ve Toplumsal Doğa Ruşen Öner (158)

Toplumsal Varoluşu Koruyup Geliştirme Mücadelesi Asuman Ozan (162)

Ekolojik Yaşam, Doğa-İnsan İlişki ve EtkileşimleriTanay Sıdkı Uyar (171)

Toplumsal Olan Gençlik, Demokrasiyi SavunurZerdeşt Baran (175)

Devlete Muhtaç Olmaktan Çıkmak Aslı Doğan (179)

Beş bin yıllık devletçi sistemin en çok irdelendiği,tartışıldığı bir zamanda yaşamaktayız. Devletçi düzen,özü itibariyle gasp ve sömürüye dayanan onu gerçek-leştirmek için de her türlü hile, kurnazlık ve saptırmayıesas alarak ahlaki ve politik toplumu bütün tarihsel bi-rikimlerinden koparan bir yapıyı ifade etmektedir.Devletçi uygarlık temel yöntem olarak yabancılaş-tırma tarzında baskılamayı esas alarak ve devlet denenceberut yapıyı militarize ederek şiddeti hem askeri an-lamda hem de sosyo-psikolojik bağlamda zirveye ta-şımıştır.

Günümüzde kapitalizm, aşırı kâr hırsı ve yönetmegüdülerini en üst boyuta taşıyarak adeta toplum vebirey gerçekliğini tüketme noktasına taşımaktadır. Sa-dece tüketilen insan hakikati değildir. Aynı zamandagezegenimiz de bütün canlılarıyla birlikte bitirilmekistenmektedir. Gidişat adeta yok oluşa doğrudur. Fi-nans-kapital, üretim yapmadan tüketiciliği her sahadakışkırtarak bireycilik adı altında oburlaştırılan insantipolojilerini üretmektedir. Tüketicilik temelinde bi-reycileştirilen insan ise kendi gerçekliğine yabancıla-şıyor. Toplumsal değerlere ve doğaya saldıracakaşamaya doğru ilerliyor. O anlamda devlet sorunçözen değil, tam tersi devasa sorunlar üreten, insanlığıve en genel anlamda doğada bulunan tüm canlılarıtehdit eden sonuçlar yaratıyor. İnsanlık tüm zaman-ların en tehlikeli dönemini günümüzde yaşamaktadır.O yüzdendir ki devletten kurtulmak, insanlık için yenive tehlikesiz yaşam alanlarını oluşturabilmek için tar-tışmalar ve arayışlar yoğunlaşarak devam etmektedir.

Ortadoğu ise bütün zamanların en kaotik kriz dö-nemi içinden geçiyor. Çatışmalar ve savaş, gündelikhayatın bir parçasına dönüşmüş, çözümsüzlük çeşitlisapmalar şeklinde bir boğazlaşmaya dönüşmüştür.Her gün insanlar vahşice boğazlanmaktadır. O haldeçözüm nedir? Çözüm var mıdır, yoksa devletli siste-min yaşadığı tarihin en derin bunalımının yansımasıolan bu durumdan çıkış yakalanabilir mi?

Dergimizin bu dosyasında yürütülen tartışmalarakatkı sağlamak amacıyla paradigmasal bir yaklaşımıaçıyoruz. Paradigmada çözüm vardır. Sanıldığı gibidevlet sistemi sorun çözmemekte, aksine insanlığın

yaşadığı bunalımların, krizlerin tam merkezinde dev-let bulunmaktadır. Çözüm ise toplumsal tarihin de-rinliklerinde aranmalıdır.

Devlet denen olgunun insanlık tarihinde yer aldığızaman yüzde iki kadardır. Geriye kalan bütün zaman-larda toplum ve birey ahlaki ve politik temelde yaşa-mını idame ettirmiştir. Devletten kurtuluşun çözümreferansları da insanlık tarihinin yüzde doksan seki-zinde bulunmaktadır. İnsanlığın kökü oradadır. Hercanlı kendi kökleri üzerinde yükselir. Devletçi uygarlıkinsanlığı toplumsal köklerinden koparmayı yani in-sansızlaştırmayı esas aldığından, çözüm öze dönüşleve kökle buluşmayla mümkün olabilecektir. O da ah-laki ve politik toplumdur ve katılımcılık esaslarındaradikal demokrasidir. Ahlaki-politik toplumlar en de-mokratik toplumlardır. Zaman, kendi işini kendigörme, devletten beklemeden ahlaki ve politik top-lumu inşa etme zamanı olmaktadır. İnsanlık o aşa-maya gelmiştir. Devlet çok denenmiştir ve çözümolmadığı görülmüştür. Dolayısıyla devlete rağmen vedevletleşmeyi reddeden özerk ve yerinden yönetimler,toplumsal kimlikleri kendilerini tanımladıkları gibikabul eden, her yurttaşın doğrudan karar süreçlerindeyer aldığı ve onun pratik örgütlenmesini üretimini vepaylaşımını gerçekleştirecek esaslara göre yapılandı-rılmasıdır. Buna “Demokratik Özerklik ve YerindenYönetim” diyoruz. Yine ahlaki ve politik toplumlarınbaşat gücü kadındır. Demokratik Özerklik, kadınınher aşamada karar süreçleri dahil olmak üzere etkinve aktif katıldığı o temelde pratikleştiği bir sistemdir.Eşbaşkanlık sistemiyle inşa edilecek toplumsal yapınınkadın zekâsı ve duygusuyla buluşarak bir hakikate dö-nüşmesini ifade etmektedir. Özyönetim sistemi, top-lulukların ekonomik birimlerinin örgütlendirildiği, özsavunmasını geliştirdiği boyutlara da sahiptir.

Devletin otoritesini göstermek için toplum ve bi-reye doğrulttuğu katılaşmış karanlık parmağına, ipiniatarak salıncağını kuran küçük kızın coşkuyla devletiti’ye alarak salınması gibi, toplumsal hayatı yenidencoşkuyla kurma, devletten hiçbir şey beklemeden ken-dini bilerek ve kendi yaparak coşkulu bir yaşam kur-mak mümkündür. Ve bu özgürleşmedir.

Özgürlük Zamanı

5

Editör

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Abdullah Öcalan

Büyük ütopyalar olmadan büyük yaşam pratiklerigerçekleştirilemez. Ortadoğu kültürü, insanlığa cennetve cehennem ütopyasını armağan etmiş, ilk yazılı destanolan Gılgameş Destanı’yla binlerce yıl öncesinden beriölümsüzlük otunu hep aramış bir kültürdür. Anlıyorumki, özgür kadınla gerçekleşebilecek yaşamı iktidar has-talığıyla kaybetmiş olan Gılgameş nesli, hep peşinde ol-duğu bu yaşamı sadece ölümsüzlük biçiminde değil,gerçek yaşam süreci içinde de bulamayacaktır. Bir şeyancak kaybedildiği yerde bulunabilir. İnsan türündebüyük yaşam volkanı Toros-Zagros eteklerinde, Dicle-Fırat vadilerinde patladı. Büyüleyici yaşam buradadoğdu; Kürdistan’da Jin û Jiyan (kadın ve yaşam) olarakgerçekleşti. Bin yıllar içinde yaşam bu sefer hiyerarşi vedevlet iktidarlarında Jin û Jiyan somutunda aynı me-kânlarda kaybedildi.

Bütün destanların Gılgameş Destanı’nın kopyalarıoldukları kanıtlanmıştır. Cennet ve cehennemler hepbu yaşanmış ve kaybedilmiş yaşamlarla ilgilidir. İktidarhastalığı gerçekten yaşamı öldürür. Bunu çok iyi bilerek,Demokratik Ortadoğu Çağı’nın projesi, aynı zamandayaşamın iktidar hastalığıyla kaybedildiği yerde, iktidarolmayan özgür kadın yaşamının ekolojik ve ekonomiktoplumlu olarak keşfedildiği, bulunduğu gerçekliğinprojesidir. Her proje aynı zamanda gelecek ütopyasıdır.Demokratik toplum ve Demokratik Modernite gelece-

ğin gerçekleşmiş –farklılıklar içinde eşitlik ve özgürlük-ütopyasıdır.

Büyük özgür yaşam ütopyası olanlar için, arandı-ğında bölgede örneği çok olan bir yaşam tarzı şartı var-dır. O da şudur: Toplumsallığın mümkün kıldığıhakikat için yaşayacaksın. Hakikati buldukça yaşaya-caksın. Hakikati yaydıkça ahlâkî ve politik toplumu ku-racaksın. Bunun için karşına çıkan iç ve dış engellerledoğru mücadele edeceksin. Ortadoğu’da Bilgelik Aka-demisi hep böyle söyler. Bu söylemle özgürleşen yaşamiradesi hep böyle yapar!

Kürdistan’ın jeokültürü ve jeopolitikası (Araplar,Türkler ve Farsların ortasında yer alması, tüm kültürle-rin kesişme noktası olması) bu tür bir siyasal bütünlüğüâdeta zorunlu kılmaktadır. Kapitalist modernite döne-minde Britanya’nın Hindistan ve Ortadoğu üzerindeyürüttüğü hegemonik politikaları açısından Kürdistansürekli çözümsüz bir ülke konumunda tutularak bölge-sel denetim aracı kılınmak istenmiştir. Böylelikle Arap,Türk ve Fars iktidar otoritelerinin denetim altına alın-masında çok elverişli bir kontrol aracına indirgenmiştir.Günümüzde ABD ile birlikte Kuzey Irak denilen GüneyKürdistan’ın küçük bir parçası üzerinde gecikmiş birulus-devletçik inşa edilerek (Ermenistan, Yunanistangibi) aynı rol sürdürülmek istenmektedir.

Tarih Kürdistan ve Kürt sorununu âdeta ikinci birYahudi sorununa dönüştürmüştür. En azından bugünböylesi bir süreci yaşamaktadır. Şüphesiz bunda bölge-deki kapitalist modernitenin eşitsiz ulus-devlet yaratmapolitikası belirleyici rol oynamaktadır. Arap, Türk veFars ulus-devletçiliği Kürdistan’ın silinmesini ve Kürt-lerin kurban edilmesini dayatmaktadır. Böylesi üçlü birimha kıskacına minimal bir Kürt ulus-devletçiliğiylekarşılık verilemez. Verilse bile halen yoğunca yaşandığıgibi hep katliam ve soykırımlarla sonuçlanır. Bu tarihselparadokstan çıkarılması gereken tarihsel ders, ulus-dev-

Bir Bütün Parçaları OlarakKomün ve Meclisler

6

Toplumsallığın mümkün kıldığı hakikat için yaşayacaksın. Hakikati

buldukça yaşayacaksın. Hakikati yaydıkça ahlâkî ve politik toplumu

kuracaksın

7

let olmayan demokratik siyasi oluşumlarla, ekolojik veekonomik komünlerle başta komşu uluslar olmak üzeretüm bölge halklarını demokratik modernite çözümüneortak etmektir.

Tarihe kulak kabartıldığında Dicle-Fırat vadilerinde,Verimli Hilal’de on beş bin yıllık neolitik çağın, beş binyıllık merkezî uygarlığın ve son iki yüz yıllık modernitekültürünün çağrıştırdığı şey hep bütünlüklü siyasal olu-şumlardır. Sümer, Akad, Babil, Guti, Asur, Hurri, Mi-tanni, Urartu, Hitit, Med, Pers, Helen, Sasani, Bizans,Emevi, Abbasi, Selçuklu, Moğol, Osmanlı adlarındakimerkezî siyasi otoritelerle karşıtları olarak her zamanvar olan, aynı veya farklı adlarla oluşan demokratik oto-riteler hep bütünlüklü siyasi oluşumlardır. Zaten neoli-tik çağın anaerkil otoritesi ayrılık bilmez, köleliktanımaz, eşit, doğal ahlâkî ve politik oluşumların ha-sıydı. Son iki yüz yılın Avrupa merkezli parçalı ve çatış-malı ulus-devlet provokasyonları bu uzun tarihsel süreçiçinde küçük bir ayrıntıdır. Tarihin tekrar ana mecra-sında jeokültürel ve jeopolitik gerçeğine göre akması,demokratik uygarlık mirası üzerinde geliştirilecek de-mokratik moderniteyle mümkündür.

Zengin tarihsel mirasın yığdığı sorunlarla güncelkriz, çatışma, katliam ve soykırımlara karşı somutlaştı-rılması gereken çözümün ilk ortaklaşa adımı, Dicle-Fırat Demokratik Konfederasyonu düşüncesi veyaprojesi olabilir. Böylesi bir düşünce Arap, Türk, Kürt veFars çoğul uluslarıyla azınlık ulus ve kültürleri arasın-daki çatışmalı, asimilasyonist süreci tersine çevirip da-yanışmacı, komünal demokratik siyasi oluşumlarlabarışa, ulus-devlet ötesi ortaklıklara yol açabilir. Dicle-Fırat Demokratik Konfederasyonu projesi bu tarihinmecrası doğrultusunda atılacak en anlamlı ilk adım ola-caktır. Hiç kuşku duymuyorum ki, bu proje üzerindeadım adım ve çok yönlü yükseltilecek ekolojik, ekono-mik ve demokratik toplum komünleri tarihine ve kül-türüne yaraşır Demokratik Ortadoğu Çağı’nın altındeğerinde başlangıcını oluşturacaklardır. DemokratikOrtadoğu Çağı hem eski tarihin uyanışı, hem de yenitarihin özgür yaşamının haykırışı ve sevinci olacaktır.

Ortadoğu gerçekliğine bu ana proje kapsamında ba-kıldığında, ikinci dereceden bazı projelerden bahsetmekmümkün olacaktır. Tıpkı neolitik ve uygarlık çağındahep oluşageldiği gibi, Verimli Hilal’in Mısır ve KuzeyAfrika’ya uzanan batı ucunda, Mısır veya Libya merkezli(Nil Vadisi merkezli) Kuzey Afrika Demokratik Kon-federasyonu Projesi geliştirilebilir. Verimli Hilal’in doğuucunda Pencab merkezli Doğu İran, Afganistan, Pakis-tan (Bu ulus-devlet adları tarihsel jeokültür ve jeopoli-tiğe uygun değildir) Demokratik KonfederasyonuProjesi daha da aciliyet kazanmaktadır. Ortadoğu De-mokratik Modernitesinde düşünülmesi gereken doğuucundaki ikinci bir anlamlı proje, bugünkü Özbekistan

merkezli Seyhun ve Ceyhun Vadilerinde geliştirilecekOrta Asya Demokratik Konfederasyonu olacaktır.Güney Arabistan’da halen çok güçlü ve canlı yaşanankabile ve mezhep cemaatleri nedeniyle geliştirilmesi ge-reken Güney Arabistan Demokratik Konfederasyonudiğer anlamlı bir proje olarak düşünülebilir.

Tüm bu projelerden çıkarılacak büyük bir OrtadoğuDemokratik Modernite Projesi bir ütopya olarak düşü-nülebilir. Şüphesiz bu proje ABD hegemonyasının çizdiğiBOP’tan (Büyük Ortadoğu Projesi) daha gerçekçidir. Birprojenin gerçekliğini belirleyen, tarihsel arka planı ve kül-türel temelidir. Neolitik ve uygarlık çağının ana akış isti-kametine bakıldığında, böylesi bir tarih ve ortak kültüreltemelin oluştuğu teslim edilecektir. Ortadoğu kültüründeAB türünde birlikler bir ütopya, proje olmanın berisindekriz ve çatışmaların, parçalanmışlıkların ve yabancılaş-manın arayışa zorladığı her alanda adım adım inşa edil-mesi gereken evrensel-tikel yaşam gerçekleridir.

Ortadoğu’da Kent, Orta Sınıf ve Köy-Tarım Toplumunda Çöküş Sorunları ve Çözümü Kapitalist modernitenin asıl tahribatı kentin çöküşü,

orta sınıfın kanserolojik büyümesi ve tarım-köy toplu-munun tasfiyesinde kendini gösterir. 19. yüzyılla birliktehızlanan endüstriyel devrimin kent adına kentin yıkı-mına yol açan nüfus patlamasını orta sınıfın anormalşişkinleşmesiyle bütünleştirmesi, binlerce yıllık tarım-köy toplumunun çözülmesiyle iç içe yürüdü. Tarım-köytoplumu esas olarak sınırlı bir kent nüfusuna, çevreyeölümcül tehdit oluşturmayan bir yapıya müsait koşullarasahiptir. Tüm ilk ve ortaçağ kentleri tarım toplumuyladengeli ve işlevselliği olan kentlerdi. Binlerce yıllık kent-köy dengesi fazla bozulmadan ve çevreyi tahrip etmedenvarlığını sürdürebildi. Ortaya çıkan sorunlar kenti vetarım toplumunu tehdit edecek boyutlara varmadı. En-düstriyalizm öncesi kentin tarihi toplumsallaşmadabüyük bir role sahipti. Uruk sitesinden (M.Ö. 3500) Ve-nedik kent (1000-1800) yönetimine kadar görkemli birgeçmişe sahip olan birçok kent toplumuna tanık olun-muştur. Kentlerin bilim, sanat, felsefe ve endüstrinin ge-lişmesindeki rolleri tartışılamaz. Kent devleti bile tamdevlet sayılmaz; yarı demokrasi demektir.

Tarih bir anlamda kent etrafında oluşan uygarlık öy-küsü olarak anlatılmıştır. Endüstriyalizm öncesi kent ya-şamı köy-tarım yaşamıyla denge içinde olmayı hepgözetmiştir. Aralarında çelişki oluşsa da, toplumsal bü-tünlüğü tehlikeye düşürecek boyutta keskinleşmemiştir.Bu çelişki hiçbir zaman tarım-köy toplumunu çökerte-cek boyutlara varmamıştır. Karşılıklı bağımlılık ve bir-birini besleme esas olmuştur. Endüstriyalizmin bünyesel,azami kâr amaçlı patlaması bu dengeyi bozmakla kal-madı; son iki yüzyılda yol açtığı anormal büyümeyle

8

kent adına gerçekten kentsizliği ve anlamı olmayan birkentliliği de peydahladı. Tarım-köy toplumunu yık-makla sözde ‘kent-sanayi toplumu’ adı altında bir kan-serolojik vakaya yol açtı. Orta sınıf patlaması denilen buolguda hiçbir işlevsellik yoktur. Sadece sayılar vardır.

Orta sınıf işsizliği diye acayip bir kavram ortaya çı-karıldı. Bu sınıfsal ucubeyi meşrulaştırmak için, bazıideologlar onu demokratik toplumun sağlam maddi te-meli diye bir reçete olarak sunmaya çalıştılar. Milyonlukbir yana, on milyonluk kentler ve o denli büyümüşsözde orta sınıflar oluştu. ‘Sözde’ dememin sebebimaddi olgu olmaması değildir; kendine özgü bir varlığıve anlamının bulunmamasıdır. Orta sınıf adlı olgudatemsil edilen gerçeklik, toplumun alt ve üst sınıf olarakayrışmasının bütünleştirilmesidir. Alt ve üst sınıfların‘efendi-köle’ diyalektiği özellikle Hegel felsefesinde mü-kemmel bir biçimde çözümlenmiş ve anlamı ortaya se-rilmiştir. Fakat aynı Hegel’in ulus-devlet olarak ortasınıfı özgürlüğün gerçekleşimi olarak sunması, büyükfelsefesinin en çürük sonucudur.

Endüstriyalizm öncesi kent devletinin alternatifiveya devamı imparatorluk sistemleriydi. Esas olaraktarım-köy toplumuna dayanan imparatorluklar, sağla-dıkları güvenlik karşılığında kendilerini toplumsal faz-lalıkların (artı-ürün ve değerler) sahibi saymışlardır.Sanayi devrimiyle birlikte süreklilik kazanan sermayebirikiminin önünde gerek kent devleti, gerek impara-torluk sistemi bir engel olarak dikilmiştir. Ulus-devletözünde sermayenin önündeki bu çağdışı kalmış devletgeleneğini aşma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Ulus-devlet kapitalist sermaye birikiminin önündeki bu en-geller ve tehditleri aştıkça hâkim devlet biçimi halinegelebilmiştir. Dolayısıyla kapitalizm, endüstriyalizm veulus-devletçilik kentsiz kentleşme, orta sınıf ve bürok-rasinin patlamasıyla tarım-köy toplumunun tasfiyesi içiçe geçen olgulardır. Milyonluk değil, yüz binlik kentlerve o denli büyümüş orta sınıf olgusallığı sadece kapita-list modernitenin en büyük hastalığı, krizi ve kaotik so-nucu olarak kalmaz; gezegeni ve çevreyi de yaşanmazkılar. Postmodernite çok utangaç bir tarzda sınırlı daolsa bu gerçekliğin farkına varmakla aşama sağlamıştır.Modernitenin ağır etkisini taşımaktadır; fakat yine demahşerin üç atlısını işaret etmekle olumlu bir rol oyna-

maktadır. Modernitenin merkezinde böylesi bir olgusallık ka-

zanan kent ve orta sınıfın Ortadoğu’daki yansımalarıdaha da çürütücüdür. Bunlar anlamı olmayan olgular-dır. Kent ve orta sınıfı sadece kendini işsiz bırakmıyor;köy-tarım toplumunu da hızla çözerek olumsuzluğunukanıtlıyor. Batı’daki endüstriyalizm ve bürokratizmi sağ-lamaktan çok uzak olan Ortadoğu kentleri ve orta sınıfı,kendi olgusallıklarında tüm toplumu lümpen, deklaseolmuş, avare bir konuma itmektedir. Bu sınıfın tarihselgerçekliğinden kopmuş ve kapitalist hegemonyacılığınacenteliğine indirgenmiş konumu, toplumsal hakikatinen zayıflamış halini doğurmaktadır. Hakikatini gelişti-rememe olgusallığı daha da olumsuzlaştırmaktadır. NeAvrupa uygarlığını tam benimseyebiliyor, ne de eskimerkezî uygarlığını canlandırabiliyor. Çöküş ve çürümebu arada kalmış olgusallığı betimliyor. Petrol gibi kon-jonktürel bir kaynak üzerinde günü kurtaran Ortadoğukent ve orta sınıfının çok ağırlıklı bir bölümünün ko-numu daha da vahimdir. Petrol sonrası çöküş herhaldeçok daha yıkıcı ve acılı olacaktır.

Bölge toplumuna asıl anlamını veren, yaklaşık on beşbin yıllık tarım-köy toplumsal yaşamıdır. Yaklaşık beşbin yıllık merkezî bir uygarlığa da olanak sunan bu top-lumsal yaşamın tasfiyesi sanıldığından çok daha yıkıcısonuçlar doğuracaktır. Şimdiki gecikmiş kapitalist mo-dernite unsurlarıyla kısa süreli bir idare etme imkânı olsada, her geçen gün kentin ve orta sınıfın taşınmaz yükolma durumu gerginlik, çatışma ve savaşları sürekli bes-leyecektir. Güncel olarak yaşanan bu süreç gün geçtikçetemposunu ve yoğunluğunu arttırarak devam edecektir.

Dolayısıyla kentsiz kentleşme, orta sınıf kanserleş-mesi ve tarım-köy toplumunun yıkılışı sadece en ağırtoplumsal sorunlar olarak belirmezler; toplumun sür-dürülemezlik sınırına dayanmasını da ifade ederler. De-mokratik modernite unsurları bu sorunların varlığı vesürdürülemezliği karşısında sadece sorun çözücü olarakrol oynamazlar; tıkanan ve kaotik durumda kalan top-lumun çıkış yapmasını da sağlarlar. Öncelikle ekono-mik-ekolojik topluma sahip çıkarak, kapitalizm veendüstriyalizmin çökerttiği tarım-köy toplumunu ko-münal temelde yeniden inşaya yönelirler. Ekolojik tarımtoplumun gıda güvenliğini sağlayarak sorunların enönemli bir boyutunu çözer. Buna ‘İkinci Tarım-KöyDevrimi’ demek uygun düşebilir. Gerçekten 21. yüzyıllabirlikte ikinci bir tarım-köy devrimine ihtiyaç vardır. Budevrim sadece kenti kurtarmaz, toplumu da orta sınıfkanserleşmesinden korur. Kent ve orta sınıf üzerine inşaedilmiş ulus-devlet faşizmi bu temel üzerinde zayıfla-dıkça, demokratik toplumun gelişme şansı artar. İkincibir tarım-köy devrimi olmadan toplumun sürdürüle-bilmesi gerçekten çok zordur. Bu devrim teknolojiye dehak ettiği yeri vererek endüstriyalizmin tahribatından

Devlet eliyle ulusçuluk ne kadar yerelin,bölgeselin ve bireyin demokratikleşme-sinin inkârıysa, demokratik ulusçulukda tersine o denli yerelin, bölgeselin ve

bireyin demokratikleşmesidir

koruyabilecektir. Kentler yeniden ve daha gelişmiş tek-nik koşullar üzerinde eski görkemli yaşantılarına kavu-şabilirler. Sadece aşırı büyümüş nüfustan kurtulmaklakalmazlar; bunun yanı sıra anlamlı bir işlevsellik kazan-mış tarım-köy toplumuyla dengeyi yeniden tutturabi-lirler. Demokratik modernitenin yeniden yapılanmışkent ve köyü, demokratik toplumun iki dengeli ve sağ-lam ayağı, beyni olacaklardır. Zenginlik ve çeşitlilik ola-rak birbirlerini tamamlayarak, ulus-devletin homojentoplum faşizmini aşmada asıl zemini oluşturacaklardır.

Ortadoğu’nun hem şansı hem de kaderi yenidenikinci bir tarım-köy devrimini gerçekleştirmesine bağ-lıdır. Kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık tahribat-ları krizden de öte vahşet boyutlarındadır. Moderniteher üç ayağı üzerinden sadece hükmedip sömürmüyor,toplumsallığı da yıkıyor. Bu yıkımı aynı moderniteyledurdurmak olanaksızdır. Ateşin ateşle söndürüleme-mesi gibi. Demokratik modernitenin bir ikinci tarım veköy devrimi olarak gelişim sağlaması kaçınılmazdır.Daha şimdiden su-enerji-toprak savaşları önlenemezboyutlara tırmanmaktadır. Sümer toplumu su-toprakkolektivizmi üzerinden gelişebildi; insanlık tarihini baş-latabildi. Mısır ve Harappa toplumu da öyledir. Bu-günkü İsrail bile gücünün önemli bir kısmını modernteknolojik temel üzerine kurulu Kibbutz adlı komün-lerden almaktadır.

Dicle-Fırat başta olmak üzere su-enerji-toprak hav-zalarında geliştirilecek ekolojik ve ekonomik toplum bi-rimleri ikinci devrimin temeli olacaklardır. Bu temeldebirbirleriyle dengeli ve tamamlayıcı olarak geliştirilecekköy-kent yapılanmaları demokratik modernitenin yenimimari yapısını oluşturacaklardır. Ekonomik, ekolojikve demokratik toplum birimleri bu yeni mimari üze-rinden geliştikçe, endüstriyalizm ve ulus-devletçiliğinkent uygarlığı demokratik özerk yapılar olarak yenidenyükselecektir. Buna karşılık köyler yeni teknik koşullarlauyum içinde eko-köyler olarak ikinci devrimini yaşa-yacaklardır. Ortadoğu kültüründe ikinci tarım-köy vekent devrimi bu sefer devletli-sınıflı uygarlığın aşılma-sında ve demokratik uygarlık çağına geçişte tarihsel ro-lünü oynayacaktır. Ucu açık, esnek kimlik anlayışıylademokratik uluslar konfederasyonunda her türlü kül-türel kimlik barış içinde eşit, özgür ve demokratik top-lumun birer üyesi olarak yaşayacaktır. Kapitalistmodernitenin bireycilik kültürünün öldürttüğü birey,demokratik modernitenin ahlâkî ve politik bireyi olarakyeniden canlanacak ve özgürce yaşayacaktır.

Yerel ve Bölgesel Sorunlarve Demokratik Ulus Çözümü Tarihin hiçbir döneminde ulus-devlet kadar yerelin

ve bölgelerin kültürüne yıkım getiren başka bir devletrejimi yaşanmamıştır. Ulus-devlet sadece kent devleti

ve demokrasiyle imparatorluk sisteminin aleyhinde, on-ların zıddı olarak gelişmemiştir. Belki de bu iki olgudandaha fazla yerel ve bölgesel olan tüm kimliksel özellikleriyasaklayarak, yıkarak, özümseyerek tarihsel-toplumdansilmeye çalışmıştır. Hâlbuki en merkezî imparatorluklarbile her zaman yerelin ve bölgeselin hukukuna dikkatetmişlerdir. Yerel ve bölgesel olanın zenginlik olduğunubilerek, toplumların bundan mahrum edilmemesineözen göstermişlerdir. Kaldı ki yönetimlerin en merkezîolanları bile, kendi otoritelerini reddetmedikçe, yerel vebölgesel yönetimlerin en geniş özerk yönetimler olma-larına karşı olmamışlardır. Uygarlık tarihi kapitalist mo-dernite dönemine kadar bir anlamda yerel ve bölgeselkimliklerin esas alındığı tarihtir. Her imparatorluk veuygarlık, sahip olduğu yerel ve bölgesel alanların gü-cüyle belirlenmiştir.

Tarih bu kimliklerin toplamı olduğu halde, ulus-dev-letin bunları inkâra kalkıp kendini homojen, tek otoriteolarak inşa etmeye çalışması elbette hizmet ettiği sö-mürü sistemiyle bağlantılıdır. Azami kâr ve sermayeninsürekli birikim eğilimi, yerelin ve bölgeselin kimliğinine kadar tasfiye ederse o kadar güvenceye kavuşacağı-nın bilincindedir. Homojen ulus-devlet yerel ve bölgeselgücü kırmak ve kültürünü tasfiye etmekle ulusu güç-lendirdiği ve ulusal kültürün birliğini sağladığı ideasın-dadır. Gerçekleşen ise, bir avuç oligarkın güç ve sömürütekelidir. Hukuk ve kültür birliği bu güç ve sömürü te-kelinin meşruiyet aracı olarak işlev gördüğü halde, dev-letin ve ulusun temel nitelikleri arasında sayılır. Dahada vahim olanı, demokrasi için böylesi bir homojenliğinideal koşul olduğuna ilişkin ideadır. Köleliğin genel ko-şulu olarak buna anlam vermek mümkündür. Eğer de-mokrasi yerel ve bölgesel olanın özgür ifadesi ve kendiniyönetmesi değilse, başka türlü nasıl tanımlanabilir? Açıkki, homojen ulus koşulları esas alınarak demokrasi inşaedilemez. Birey, yerel ve bölgesel olan kendini ifade et-medikçe, kültürel çıkarlarını savunmadıkça demokrasigerçekleşemez. Devlet eliyle ulusçuluk ne kadar yerelin,bölgeselin ve bireyin demokratikleşmesinin inkârıysa,demokratik ulusçuluk da tersine o denli yerelin, bölge-selin ve bireyin demokratikleşmesidir.

Ortadoğu kültüründe yerel ve bölgesel olan, tarihinher döneminde kendi kimliğini ve hukukunu güçlü sa-vunmuştur. Tüm uygarlık sistemlerinde yerel ve bölge-sel kimliklere saygılı olunmuş ve hukuklarına yerverilmiştir. Tasfiye etme ve yok sayma en despotik yö-netimlerde bile sonuna kadar yürütülen bir siyaset ol-mamıştır. Bu yönlü uygulamalar bireysel ve aileseltasfiye düzeyini fazla aşmamıştır. Yerel ve bölgesel olanısistematik biçimde tasfiye etmekle ulus-devletin faşistniteliğinin bir kez daha kendini kanıtladığını görüyoruz.Bölgenin son iki yüz yıllık tarihinde ulus-devlet güçlen-dikçe yerel ve bölgesel olanın tasfiyesinin iç içe gelişmesi9

10

bu gerçeği gösterir. Sadece Irak ulus-devlet oluşumu uğ-runa yürütülen savaşlar ve karşı savaşlar sistemin acı-masızlığını ve yok ediciliğini göstermek için yeterli birkanıttır. Hâlbuki yerelin ve bölgelerin kendilerini de-mokratik biçimde ifade etmeleri sağlansaydı, belki deİsviçre’yi aşmış bir maddi ve manevi kültürel zenginliksağlanırdı. Irak’ın halen yaşadığı savaş, kapitalist mo-dernitenin çözümsüzlüğü, tahribatları ve yok ediciliklerikonusunda son derece öğreticidir.

Demokratik modernite unsurları en çok yerel ve böl-gesel olanın önem kazandığı bir sistematikliği esas alır.Ahlâkî ve politik toplum unsuru, yerel yaşanan bir ol-gudur. Ekonomik toplum unsuru, ağırlıklı olarak yerelve bölgeseldir. Ulusallık ve uluslararasılık içindeki ko-numu olsa bile, kendini güçlendirme temelindedir.Ekolojik toplum zaten her zaman ve her yerde yerelalanda anlam bulan ve uygulanan bir unsurdur. Demo-kratik toplum yerel birimler üzerinde gerçekleşen un-surların başında gelmektedir. Yerel ve bölgeseldenkopuk birey unsuru, kimlik bakımından zayıf olduğuoranda hakikatten de yoksundur. Tersine, ne kadar böl-gesel ve yerel kültür temsiline sahipse, hakikat değeri odenli yüksektir. Demokratik ulus ancak yerel, bölgeselve bireysel olanın kimliğinin özgürce ifadesini gerçek-leştirmesiyle oluşur.

Farklı, çoğul kültürel kimliklere sahip uluslar demo-kratik olmak kadar, zengin ve barışçıl olmaya daha yat-kındır. Ortadoğu toplumunda yerel ve bölgesel olanademokratik ifade şansı tanınırsa, açık ki sorunlarınınbüyük kısmı daha kolayca aşılacaktır. Tarihsel gelenekde bu gerçeği hep vurguladığı halde, ulus-devlet afetitarihe kulak tıkar. Kendi homojenik at gözlükleriyle ta-rihe baktıkça büyük zenginliği tek renk olarak görürveya gördürür ki, bunun sonucu toplumsal gerçekliğininkârı ve faşizmdir.

Yerel ve bölgesel kültür unsurlarının yoğun ve iç içeyaşandığı Ortadoğu toplumunun bu gerçekliğine de-mokratik modernite kuram ve uygulama olarak kalıcıçözüm sunar. Gerçekliklerini ifade özgürlükleriyle ha-kikate dönüştürdükçe, birey ve toplum olarak barışiçinde özgür ve eşit yaşam şansına daha çok kavuşurlar.

Ortadoğu’da Kadın, Hanedanlık,Aile, Nüfus Sorunu ve Kadın Devrimi Tarihin şafak vaktinde görkemli toplumsal kimliğiyle

ana tanrıça rolünü kendine yakıştıran kadın, ne yazık kigünümüz Ortadoğu’sunda en değersiz meta konumunaindirgenmiştir. Başlı başına trajik bir öyküsü olması ge-reken bu tarihi fazla açma imkânından yoksunuz. Amasonuçlarını eleştirebiliriz. İnsan eliyle sağlanmış kadınetrafındaki sis bulutlarını dağıtarak gerçeğini keşfetmekivedi toplumsal görevlerin başında gelmektedir.

Ortadoğu toplumsal kültüründe güçlü yaşandığı çe-

şitli kanıtlarla desteklenen anaerkil düzenden sonra ger-çekleştirilen ataerkil düzen (M.Ö. 5000’li yıllardan beriyükselişe geçtiği gözlemlenmektedir), ilk toplumsalbaskı ve istismarın denendiği sistemi ifade eder. Çocuk-ların ve malların egemenliğinin erkeğe, babalık kuru-muna geçtiği köklü kadın karşıtı bir devrimdir. Tutucu,baskıcı ve istismarcı düzene yol açmasından ötürü dahaçok bir karşıdevrimdir. Çok çocuk sahibi olmak ilk maldüzeni olsa gerek. Çocuklar ne kadar çoğalırsa güç vemal, mülkiyet sahibi olmak o denli artar. Ataerkillik vehanedanlık ile mülkiyet arasındaki ilişki açıktır. Hane-danlık klandan daha büyük, bilincine varılmış, mülki-yeti tanımış ilk geniş aile kurumudur. Ataerkilliğin ilkbiçimidir. Kadının çocuklar ve mallar üzerindeki sahip-liğinin gerilemesi, düşüşüyle el ele gider. Ana tanrıçakültürü yerini erkek tanrı-krallar kültürüne bırakır.Sümer kültüründe bu gelişmeler çarpıcı gözlemlenmek-tedir. Evlilik, aile kurumu uygarlık tarihi boyunca ha-nedanlık modelinin etkisi altında gelişir. Erkek ile kadınarasındaki güç dengesine dayalı evlilik daha sınırlı ya-şanır. Hanedanlık bir erkek egemen ideoloji ve iktidartekeli olarak kabul gördüğünden veya kabul ettirildi-ğinden, baskın çıkan evlilikler baba otoritesini tanımakzorundadır. Kısacası doğal değil inşa edilmiş, otoriterve istismarcı mikro düzenlerdir.

Kapitalist modernite bu düzeni daha da geliştirmiştir.Hukuk alanında kadın lehine yapılan düzenlemeler fiilieşitliği sağlamaktan uzaktır. Evliliği uygarlığın damgasıaltında geliştirilmiş erkek egemenliğinin, toplumsal cin-siyetçiliğin meşrulaştırıldığı bir kurum olarak tanımla-mak mümkündür. Hiyerarşi, iktidar ve devlet tekelininen yaygın ve toplumun hücresi niteliğindeki birimineyansımış halidir. Özüyle görünüşü, meşrulaştırılmasıarasında örtük bir çelişki vardır. Kadın şahsında toplu-mun genel köleliğini en iyi kamufle eden kurum niteli-ğindedir. Kadının karılaştırılmasıyla (düşürülme,alçaltılma, erkeğin uzantısı haline getirilme) başlayansüreç esas alınarak, toplum da adım adım karılaştırılır.Erkek köleliği kadının karılaştırılmasından sonra veonunla hep iç içe yürütülmüştür. Kadında uygulanan vesonuç alınan kölelik, karılık daha sonra erkeklere ve ezi-len sınıflara benimsetilecektir. Uygarlıkla gelişen busüreç kapitalist modernite ile zirve yapar. Faşizm toplu-mun karılaştırılma sürecinde özel bir anlama sahiptir.Teslim alınmış toplumu ifade eder. Modernite iğdiş edil-miş, savunma yeteneğini yitirmiş, herkesin birbirininkarısı ve kocası kılındığı genel karı toplumunu ifade eder.Süreklileşen sermaye birikimi başka türlü topluma fırsattanımayacak kadar saldırganlığı, barbarlığı gerektirir.Köleliğin ve tecavüzün namus adı altında hem meşru-laştırıldığı hem de derinliğine uygulandığı alandır.

Toplumsal cinsiyetçilik kadın-erkek ilişkilerindekiiktidarla sınırlı bir kavram değildir. Toplumun her dü-

zeyine yayılmış bir iktidarcılığı ifade eder. Moderniteyleazamileşmiş devlet iktidarını gösterir. Hiçbir nesnekadın kadar tahrik ettirme ve iktidara konu arz etmedurumunda değildir. Kadın nesneleştirilmiş bir varlıkolarak iktidarı azami kılma özelliklerine sahiptir. Süreklitahrik ettirme ve iktidarı çoğaltma konumunda tutulur.Kadının iktidarla ilişkisini bu kapsam üzerinde çözüm-lemek, hakikatini açığa çıkartmak açısından önemlidir.Her erkek iktidar hırsını kadında gerçekleştirme zihni-yetine fazlasıyla sahiptir. Aynı zihniyet kadın cinsininbirbirleri ve çocuklar üzerindeki iktidar hırsı olarakdaha da çoğalır ve uygulanır. Bu sefer kadın kadınınkurdu olur. Zincirleme reaksiyon denilen olay budur.Kadının kapitalist sömürü sistemindeki rolü çok dahaaçık ve elverişli durumdadır. Sistem için ücretsiz çocukdoğurma ve büyütmekle yetinmez, en az ücretle her işekoşturulur. İşsizler ordusunun baskı ve ücret sisteminisürekli düşürme pozisyonunda tutulur. Ne acıdır ki, enkahırlı emeğin sahibi olduğu halde, Marksistler de dahil,hiçbir öğreti kadının haklarından ve emeğinden bah-setme gereği duymaz. Bunun için gerekli çözümlemeve politik tutumu geliştirmez. Erkek egemenliğinin top-lumsal cinsiyetçiliğinin yaygınlığını kanıtlayan bir gös-terge de kadın emeğiyle ilgilidir.

Demografya, nüfus sorunu dünyayı ve toplumu sınıfsorunundan giderek daha fazla tehdit etmektedir. Nüfusçoğalması cinsiyetçi toplum ve kapitalist moderniteyleyakından bağlantılıdır. Günün yirmi dört saatinde din-meyen cinsel iştah, hanedanlık ve aile kültürü ile kapi-talizmin, ulus-devletin kâr ve güç için artan nüfuspolitikası çığ gibi nüfus patlamasını beraberinde getirir.Tekniğin ve tıbbın katkıları buna eklendiğinde ortayaçıkan gerçeklik, toplumun ve çevrenin sürdürülebilirliğiaçısından en büyük tehlike konumunu ifade eder. De-mografik kaos bu gerçeklikle bağlantılıdır. Gezegenimizve çevre çoktan mevcut hacmi (6,5 milyarlık nüfus ar-tarak devam ederse) kaldıramaz sınıra dayanmıştır. Sis-temin iflasını bu yönüyle de değerlendirmek önemlidir.

Çok iyi bilmek gerekir ki, çok çocuk doğurma araç-sallığı olarak kadın, korkunç ve dayanılması güç bir yükaltına sokulmuştur. Sorun çocuk sahibi olmanın çokötesinde oldukça ağırlaştırılmış bir angarya sistemindenkaynaklanmaktadır. Ayrıca çocuk doğurmanın biyolo-jik değil, sistemsel ve kültürel bir olgu olduğunu iyi bil-mek gerekir. Her çocuk mevcut kültür açısından birdeğil, defalarca kadının ölümü demektir. Çok azla yeti-nen, tüm sağlık tedbirleri alınmış, her şeyden önce zih-nen hazırlanmış bir çocuk doğurma kültürü gereklidir.Sonsuzluk ve güç fikrini çocuk üzerinden değil, mutlakbilgiye ve güzelliğe, ahlâkî ve politik toplumun gelişi-mine dayandırmak, çocuk yetiştirilmesini bu öncelik-lerle bütünlük içinde çözümlemek daha anlamlı ve iyiolacaktır. Özcesi çocuk yetiştirilmesini ekonomik ve

ekolojik toplumun ihtiyaçları ve özgürlük felsefesi te-melinde çözümlemek ve çözmek gerekir.

Sistem reformla düzelme şansını çoktan yitirmiştir.Gerekli olan tüm toplumsal alanlarda yürütülecek bir‘kadın devrimi’dir. Nasıl ki kadın köleliği en derin köle-likse, kadın devrimi de en derin özgürlük ve eşitlik dev-rimi olmak durumundadır. Kadın devrimi hemkuramda hem de eylemde en köklü çıkışları gerektirir.Öncelikle cinsiyetçi ideolojiye karşı ardıcıl, sürekli birsavaş gereklidir. Kadın devrimi günün yirmi dört saa-tinde yürürlükteki tecavüzcü zihniyete karşı ahlâkî vepolitik olarak da savaşın derinleştirilmesini gerektirir.İktidar ve sömürü amaçlı çocuk doğurma olgusununmahkûm edilmesini, reddini gerektirir. Çocuk do-ğurma iradesini tamamen özgürleşmiş kadına bırak-mayı gerektirir. Hanedanlık ve aile ideolojisinde devrimgerektirir. Herhalde en önemlisi de kadınla mevcutyaşam felsefesinin, daha doğrusu felsefesizliğinin aşıl-masını gerektirir.

Şüphesiz kadınla yaşamın eşit ve özgürce paylaşımı,toplumsal hakikatin mutlaka doğru seyreden karşılıklıbilgeliğini gerektirir. Gerçek aşk ancak karşılıklı olaraktoplumsal hakikatin güç dengesinde yaşanabilir. Köle-liğe, tecavüze ve iktidara bulanmış kişiliklerde aşk aslagerçekleşmez. Yoğun ve sürekli yaşanan başarısız dene-yimler ve aile iflasları bu gerçeği doğrulamaktadır. Enaz erkek kadar kadının da toplumsal güce ve bilgeliğesahip olması durumunda sevginin ve güzelliğin, ikti-darsız, barış içinde eşitçe ve özgürce üretilerek ve pay-laştırılarak yaşanması sağlanabilir. Günümüz, 21. yüzyılkadın devrimine öncelik vermeyi şart kılıyor. “Ya yaşamya barbarlık” sloganı bu devrimi dayatıyor.

Köklü bir kadın devrimi, dolayısıyla erkeğin zihniyetve yaşam değişikliği yaşanmadan yaşamın kurtuluşuolanaksızdır. Çünkü yaşamın başat kendisi olan kadınkurtulmadan, yaşam hep bir serap olarak yaşanacaktır.Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlan-madıkça, mutluluk da boş bir hayal olacaktır. Kadın veözgür yaşam için toplumsal gerçekler sınırsızdır. Orta-doğu toplumu ve kadını yaşadığı uygarlık ve fethine uğ-radığı moderniteyle düşürüleceği kadar düşürülmüş,kendisi olmaktan çıkarılmış, nesne konumuna getiril-miştir. Toplumsal sorunun kadın üzerinde çözümlen-11

Demokratik toplum kadın zihninive özgür iradesini gerektiren

toplumdur. Demokratik modernite açıkçası kadın

devrimi ve uygarlığı çağıdır

mesi ve çözümüne aynı olgu üzerinden gidilmesi doğrubir yöntemdir. Sorunların anasına ancak çözümlerinanası olan kadın devrimi dayatılarak hakikate doğruadımlarla varılabilir.

Demokratik modernite çözümü kadın sorunu vedevrimi konusunda idealli ve eylemlidir. Demokratikmodernite ulusları kadınsız projelenip uygulanacak pro-jeler değildir. Tersine, her adımında kadınla bilgeliğin veeylemliliğin paylaşılmasıyla gerçekleştirilecek devrim-lerdir. Ekonomik toplumun inşası kadın öncülüğündegerçekleştiği gibi, yeniden inşası da kadının komünal gü-cünü gerektirir. Ekonomi kadının öz toplumsal mesle-ğidir, eylemidir. Ekoloji ancak kadın duyarlılığıylatoplumla buluşturulacak bir bilimdir. Kadın kimlik ola-rak çevreseldir. Demokratik toplum kadın zihnini veözgür iradesini gerektiren toplumdur. Demokratik mo-dernite açıkçası kadın devrimi ve uygarlığı çağıdır.

Komünü Olmayanın, Komünsel Yaşamayanın Bireyselliği de GerçekleşemezDemokratik ulusal yaşamı boyutlandırırken bir yan-

lışa düşmemek için peşinen bir uyarıda bulunmak ge-rekir. O da demokratik ulusun veya başka tür bir ulusyaşamının daima zihinsel ve kurumsal bütünlük taşı-dığına ilişkindir. Genelde toplumlar, özelde demokratikulusal toplumlar çözümlemelerde kolaylık olsun diyeçeşitli alanlara ve boyutlara ayrılır. Fakat bu ayrımlarınher biri kendi başına, bütünlükten kopuk şekilde varolmaz. Toplumları, özellikle çağımızdaki demokratikulusları canlı bir organizmaya benzetirsek, tüm alanlarve boyutları itibariyle birbirlerine bağlı bir canlı orga-nizma bütünlüğü içinde yaşarlar. Dolayısıyla boyutlarınher biri tek tek ele alınsa da, bir bütünün parçaları ol-duğu daima göz önünde tutulmalıdır.

Demokratik ulus birey-yurttaşı özgür olduğu kadarkomünal olmak durumundadır. Kapitalist bireyciliğintopluma karşı kışkırtılmış sahte özgür bireyi özünde enderinleştirilmiş köleliği yaşar. Fakat liberal ideoloji öylebir imaj oluşturur ki, birey sanki toplumda sonsuz öz-gürlüklere sahiptir. Gerçekte ise, tarihin hiçbir döne-minde gerçekleştirilemeyen azami kâr eğiliminigerçekleştirip hegemonik sisteme dönüştüren ücretliemek kölesi birey, köleliğin en geliştirilmiş biçimini tem-sil eder. Bu tür birey ulus-devletçiliğin acımasız eğitimve yaşam pratiğinde üretilir. Yaşaması paranın egemen-liğine bağlandığı için, ücret sistemi bir köpeğin boynunatakılan tasma gibi kendisini bağlayıp istenilen yöne çev-rilmesini sağlar. Çünkü yaşamak için başka çaresi yok-tur. Kaçsa yani işsizliği tercih etse, bu da bir nevi ayaktacan çekişmek demektir. Ayrıca kapitalist bireycilik top-lumu inkâr temelinde şekillenmiştir. Her türlü tarihseltoplum kültürünü ve geleneğini yadsıdığı oranda ken-

dini gerçekleştireceğini sanır. Liberal ideolojinin enbüyük çarpıtması budur. Başlıca sloganı “Toplum yok-tur, birey vardır” biçiminde dile getirilir. Kapitalizm esasolarak toplumu tüketme temeline dayalı hastalıklı birsistemdir.

Buna karşılık demokratik ulusun bireyi kendi özgür-lüğünü toplumun komünalitesinde, yani daha işlevselküçük topluluklar halindeki yaşamında bulur. Özgür vedemokratik komün veya topluluk, demokratik ulus bi-reyinin gerçekleştiği temel okuldur. Komünü olmayanın,komünsel yaşamayanın bireyselliği de gerçekleşemez.Komünler son derece çeşitlidir ve toplumsal yaşamın heralanında geçerlidir. Farklılıklarına uygun olarak, bireybirden çok komünde, toplulukta yaşamını gerçekleşti-rebilir. Önemli olan bireyin yeteneklerine, emeğine vefarklılıklarına uygun olarak komünal topluluk içinde ya-şamayı bilmesidir. Birey komüne veya bağlı olduğu top-lumsal birimlere karşı sorumluluğunu ahlaki olmanıntemel ilkesi sayar. Ahlâk topluluğa, komünal yaşamasaygı ve bağlılık demektir. Komün veya topluluk da bi-reylerine sonuna kadar sahip çıkarak onları korur ve ya-şatır. Zaten insan toplumunun temel kuruluş ilkesi buahlaki sorumluluk ilkesidir. Komünün veya toplulukla-rın demokratik karakteri kolektif özgürlüğü, diğer birdeyişle politik komün veya topluluğu gerçekleştirir. De-mokratik olmayan komün veya topluluk politik olamaz.Politik olmayan topluluk veya komün ise özgür olamaz.Komünün demokratikliği, politikliği ve özgürlüğü ara-sında sıkı bir özdeşlik vardır.

Demokratik Ulus Olmanın İlk Koşulu KomünlerdirO halde demokratik ulusun ilk temel boyutu, esas al-

dığı birey ve komünü bağlamında böyle tanımlanmakdurumundadır. Demokratik ulus olmanın ilk koşulu bi-reyin özgür olması ve bu özgürlüğünü bağlı olduğukomün veya toplulukla birlikte demokratik politika te-melinde gerçekleştirmesidir. Demokratik ulusun birey-yurttaşı ulus-devletle aynı siyasi çatı altında yaşadığındatanımı biraz daha genişler. Bu durumda ‘anayasal vatan-daşlık’ çerçevesinde kendi demokratik ulusunun olduğukadar ulus-devletin de birey-yurttaşıdır. Burada önemkazanan husus demokratik ulus statüsünün tanınması,yani demokratik özerkliğin ulusal anayasada bir hukukistatü olarak belirlenmesidir. Demokratik ulusal statü ikiyönlüdür: Birincisi, kendi içinde demokratik özerklikstatüsü, yasası veya anayasasının gerçekleştirilmesiniifade eder. İkincisi, özerklik statüsünün ulusal anayasalstatünün bir alt bölümü olarak düzenlenmesidir. BirçokAB ülkesinin, hatta dünya ülkelerinin anayasasında buyönlerde statü düzenlemeleri mevcuttur.

KCK’nin tek taraflı, özgür birey-yurttaş ve komünbirlikteliğine dayalı demokratik ulus inşası esas olmakla12

birlikte, egemen ulus-devletlerle demokratik özerklikstatüsünü kabul eden ulusal demokratik anayasal statüaltında çözüme gitmesi de mümkündür. KCK yapılan-ması her iki özgür birey-yurttaş ve topluluk yaşamına,bu yaşamın yasal ve anayasal statüye bağlanmasına açıkbir yapılanmadır.

KCK üyeliğini demokratik ulusun özgür birey-yurt-taşı olarak tanımlamak da mümkündür. Fakat bu üye-liği, yurttaşlığı ulus-devlet yurttaşlığıyla karıştırmamakgerekir. Ulus-devlet yurttaşlığı kapitalizmin modern kö-lelik statüsünü belirler. Kapitalist bireycilik ulus-devlettanrısına mutlak kulluğu, demokratik ulus yurttaşlığıise gerçek anlamıyla özgür birey haline gelişi ifade eder.Kürtlerin kendi demokratik ulus yurttaşlığı KCK sta-tüsü altında gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla KCK üyeli-ğine demokratik ulus yurttaşlığı kimliğini atfetmekdaha uygun bir tanımlama olacaktır. Kürtlerin kendidemokratik uluslarının yurttaşı olmaları hem vazgeçil-mez hakları hem de görevleridir. Kendi ulusunun yurt-taşı olamamak büyük bir yabancılaşmayı ifade eder vehiç bir gerekçe ile savunulamaz. Burada karşımıza çıkansorun, egemen ulus-devlet yurttaşlığının ne olacağınailişkindir. Aslında her iki tür yurttaşlığı iç içe temsiletmek mümkündür. Eğer Kürt sorunu ilgili ülkede de-mokratik anayasal vatandaşlık statüsü altında bir çö-züme kavuşturulursa, iki yurttaşlığı da birlikte taşımaktoplumsal gerçekliğe daha uygundur. Hatta eğer TürkiyeAB üyesi olsaydı, üçlü yurttaşlık tarifi de mümkünolurdu. Nasıl İspanya’da Katalonya-İspanya-AB yurttaş-lığı üçlü bir anlama sahipse, Kürdistan-Türkiye-AByurttaşlığı da aynı anlama sahip olurdu ve mümkündü.KCK döneminde ilgili her ulus-devlette her Kürt bireyikendini iki yurttaşlık çerçevesinde tanımlamaya özengöstermeli, özen göstermekten çok iki yurttaş kimliğinigerçekleştirmelidir. KCK kendi demokratik ulus birey-lerine özgü ikili veya uzlaşmayla bu gerçekleştirilemezsetekli yurttaş kimliğini gerçekleştirmelidir. Bunun içinegemen ulus-devletlerin baskıcı durumlarını gözönünde bulundurarak, her bireyine uygun ebatta veamblemli yazılı yurttaş kimliğini kazandırma göreviniyerine getirmelidir.

Her KCK üyesi-yurttaşı, kapitalizmin bireycilikle birhiç durumuna indirgediği bireyini aşmak ve komünüyesi olarak yaşamak durumundadır. Komünal yaşamıolmayanın bireyselliğinin de mümkün olmayacağınıtemel ahlaki bir ilke olarak bilmek ve benimsemek du-rumundayız. Komün veya topluluk üyesi olmanın aynızamanda demokratik bir yönü olduğunu daimi olarakgöz önünde bulundurmak gerekir. Komün veya toplu-luk ancak demokratik işleyişle politik, dolayısıyla özgürolabilir. Böylece her komünün veya topluluğun aynı za-manda ahlaki ve politik bir toplum birimi olduğu kav-ranmış olur. KCK’nin her komünü ve topluluğu aynı

zamanda ahlaki ve politik bir birim konumundadır.Birey-yurttaşları da ahlaki ve politik birey-yurttaşlardır.Komün veya topluluklardan söz ederken, toplumun heralanında işlevsel olan insan gruplarını kastediyoruz. Ör-neğin komün şartlarını taşıyan bir köy bir komün veyatopluluk olduğu gibi, bu tanımı mahalle ve kent düze-yine kadar taşırabiliriz. Bir kooperatif, fabrika, vakıf,dernek ve sivil örgütlenme de komün olabilir. Aynı za-manda demokratik olmaları gerektiği için bunlara de-mokratik komünal düzen de diyebiliriz. Komünüyaşamın tüm alanlarına, eğitsel, kültürel, sanatsal ve bi-limsel alanlara taşımak mümkün olduğu gibi, sosyal vepolitik yaşamı da hem komünleştirmek hem de demo-kratikleştirmek mümkündür. Özgür birey-yurttaşancak bu demokratik komünal yaşam içinde gerçekle-şebilir. Genelde demokratik ulus birey-yurttaşlığı,özelde ve daha somutlaşmış biçimi olarak KCK birey-yurttaşlığı sorumlu, ahlaki ve politik yaşamın bir gere-ğidir. Bu gereklilik aynı zamanda temel hak vegörevimiz olarak da anlaşılmalıdır. Ulus-devletler butemel hak ve görevlerimizi kabul ettiklerinde, Kürtlerde o devletlerin temel yurttaşlık hak ve görevlerini kabuledebilirler.

Komünal Ekonominin Örgütlendirilmesi;Demokratik komün ekonomisi kapitalizmin azami

kâr eğiliminin işçi ve işsiz köleler haline getirdiği toplu-mun yeniden insanca yaşamını mümkün kılmanınçözüm yoludur. Tarih boyunca ekonomi her zamankomün ile gerçekleştirilen bir olgudur. Komünsüz eko-nomi düşünülemez. Ekonomi kelimesinin kök anlamıbile ‘aile komünü yasası’ demektir. Yani bir komün ola-rak ailenin geçimlik işleridir. Toplumun varoluş tarzıhepten komün biçimindedir. Tarih bireyle başlayan birekonomiye tanıklık etmez. Özel ekonomi tarihin ve top-lumun tanımadığı, en az ulus-devlet kadar kapitalizminürettiği bir canavardır. Özel ekonomi tarih boyunca hep‘hırsızlıkla’ eş tutulmuş ve marjinal bırakılmıştır. Kapi-talist modernitenin yükselişe geçişiyle birlikte yeni birkategori olarak piyasaya çıkmıştır. Bir nevi sürekli yeraltında kalmış bir farenin kedileşerek piyasalara dalma-sına benzer. Tarihte özel ekonomi veya sermaye peşindeolanlar hep hırsız olarak yargılandıklarından kendilerinigörünmez kılmışlardı. Yükselen kapitalist hegemon-yayla birlikte piyasa üzerinde egemenlik kuran bu kedi-fareler insan toplumu için gerçekten felaket oldular.

Tarihçi Braudel’in çok yerinde bir tespitiyle, ekonomiolmayan kapitalizm piyasa üzerinde kâr amacıyla ege-menlik kuran tekelciliktir. İster özel kişilerin ister dev-letin tekelleri olsun, ekonomi üzerinde tahakkümkuranlar, insanların yaşamsal ihtiyaçlarını temin etmekiçin belki de başvurdukları ilk örgütlenme olan komünü13

yıktıkları oranda hırsızlıklarını gerçekleştirdiklerinin bi-lincindeydiler. Özel veya devlet tekelciliği, komünal eko-nomi üzerinde soygunculuk demektir. Kapitalistmodernitenin kendini bin bir kılıkla maskeleyerek ger-çekleştirdiği bu soygunculuk, komünün ve dolayısıylatoplumun temelinin çökertilmesi demektir. Tüm eko-nomik krizler ve hastalıklar toplumun temeli olankomün ekonomisinin çözdürülmesi ve yıkılmasıylabaşlar. Kapitalizmin tarihi komün ekonomisini yıkımtarihidir. Sonuç, tarihin en büyük toplumsal felaketle-rinin yaşanmasıdır. Ekonomideki çözülüş ve yıkım tümtoplumsal alanın, ahlâkın ve siyasetin çözülüşü ve yıkı-lışının gerçek nedenidir. Ekonomik çözülüş toplumsalçözülüşün kendisidir. Bu durumda geriye işsiz, ahlâksızve politikasız toplum artıkları kalır. Kapitalizmin özelve devlet tekelciliği budur.

Tüm dünyada son dört yüz yılda, özellikle günümüzfinans kapital çağında yaşanan ve zirve yapan yapısal bu-nalımın bir yılda dört yüz milyon işsiz doğurması bu ne-denledir. Ortadoğu toplumundaki çözülüş daha daçarpıcıdır. Komünal yaşamın son elli yıldaki çözülüşütoplumun topyekûn işsizleşmesine yol açmıştır. Orta-doğu toplumu tarihin hiçbir döneminde bu denli çözül-medi. Kaldı ki, Ortadoğu toplumu komünal ekonomiyihem ilk gerçekleştiren, hem de kapitalist hegemonik aşa-maya kadar dünya çapında öncülük eden toplumdur.Günümüzde yaşadığı bunalım üç yüz bin yılı aşkın birsüreden beri aklıyla inşa ettiği komün yaşamının kay-bıyla eşanlamlıdır. Topyekûn bir felaketi yaşaması bu ta-rihsel nedenledir. Yaşanan bunalımın sonuçları tarihteyaşanan hiçbir barbarlık felaketiyle karşılaştırılamaz.Çünkü barbar saldırılarında bile komünal yaşam hepesastı. Kimse ona dokunmayı aklına bile getirmezdi. Ka-pitalist barbarlık ilk defa en iblis mantığıyla komünü çöz-meyi akıl etti ve başardı. Sonuç, son dört yüz yılınsavaşları, sömürge talanları, toplumun klasik köleciliktenbeter modern ücret köleliğine tabi tutulması ve daha daacımasız olanı işsizleştirilmesidir; ahlaki ve politik bü-tünlüğünü yitirmesidir; çevreyi tahrip etmesi ve biyolojikdünyanın dengesini yıkmasıdır; yerin altını boşaltması,üstünü kirletmesidir; iklim felaketleridir.

Açık ki, demokratik modernitenin komünal ekono-misi dışında herhangi bir yolla kapitalist moderniteninliberal ve devletçi ekonomik tahakkümünün sonuçlarıolan bu yıkımlarla baş etmek oldukça zordur. Komünekonomisini yeni bir icat veya doktrin olarak düşünme-mek gerekir. Komün ekonomisi yeni bir plan veya projede değildir. İnsan toplumunun onsuz yaşayamayacağıbir varoluş tarzı olarak düşünmek veya hakikat olarakkavramak gerekir. Eğer toplum ayakta durmak ve var-lığını sürdürmek istiyorsa, komün ekonomisini esasalmak zorundadır. Zorundadır demek belki katı bir ya-sallığı içermektedir. Ama ekonomisiz yaşanamayaca-

ğına ve bu ekonomi de komünsüz gerçekleşemeyece-ğine göre, buradaki zorunda olmak fiili yerindedir. Sa-dece Ortadoğu’da değil, tüm dünyada toplumsal yaşamısürdürmek istiyorsak, komün ekonomisini başat kılmakzorundayız. Başat diyorum, zira özel kapitalizmi ve dev-let kapitalizmini bıçakla keser gibi bir tarafa atamayız.Eskiden olduğu gibi onu marjinal kılarak yaşatırken,komünü de başat kılmak durumundayız.

Ortadoğu’da Komünal Kökenler GüçlüdürOrtadoğu toplumu Avrupa ve dünyanın diğer böl-

gelerinde olduğu kadar kapitalizmle barışık değildir.Onu özümsemiş olmaktan uzaktır. Dolayısıyla komünalkökenleri güçlüdür. Çağın bilim ve teknolojisiyle des-teklenmiş demokratik modernitenin komünal ekono-mik unsuru sadece kapitalizmin çürütücü, çözücü veyıkıcı etkileriyle baş etmekle kalmaz; tüm toplumsalalanların yeniden inşasına güçlü bir temel sağlar. Fakatkapitalizm son yüzyılda insan bireylerini o denli aylak,işsiz ve anti-toplumsal yapmıştır ki, onları yeniden ko-münal ekonomik düzene kazandırmak gerçek bir sosyaldevrim ister. Liberal bireycilik kanser kadar tehlikeli birhastalıktır. Onu ancak özenle tedavi ettikçe komünal ya-şama katabiliriz. Bunda zihniyet ve ahlaki eğitim büyükrol oynar. Fakat komünal ekonomiye giderken, bunundemokratik siyasetsiz inşa edilemeyeceğini bütün öne-miyle kavramalı ve gereğini yerine getirmeliyiz. Ayrıcaahlaki boyut ihmale gelmez. Kısacası, komün ekono-misini yeniden inşa etmek sıkı bir ideolojik, politik veahlaki eğitim ister.

Komün ekonomisi derken, onu salt birkaç alanla ilgiliolarak değil, tarımdan sanayiye, hizmetlerden bilime vezanaatların her alanına ilişkin olarak düşünmeliyiz.Komün ekonomisi köyde olduğu kadar kentte de gelişti-rilmesi gereken bir sistemdir. Hatta kapitalist moderni-tenin yok ettiği köylü-tarım ekonomisiyle kanserleştirdiğikent ekonomisinin alternatifi olarak geliştirilmesi gerekenköy-kent ekonomisi, esas olarak ancak komün ekonomisietrafında inşa edilebilir. Çağdaş komün ekonomisi ağır-lıklı olarak bir köy-kent ekonomisidir. Köy-kent ekono-misini yanlış kavramamak gerekir. Bu ne köyünşehirleştirilmesi ne de kentten köye dönüşüm demektir.14

Özellikle yenilenmiş komünzihniyeti ve örgütlenmesi te-melinde tarıma ve köye dönüş

en değerli DEVRİMCİ FAALİYETTİR

Köy-kent ekonomisi komünal toplumun çağdaş ünitesiolarak kavranmak durumundadır. Tarihte hâkim eğilimelbette köy-kent karakterindedir. Köy ve kentin çarpık ay-rışması kapitalist moderniteyle bağlantılıdır. Tarih bo-yunca başta Fırat, Dicle, Nil, İndus ve Pencab olmaküzere, nehir kıyılarında gerçekleştirilen ekonomilerinhepsi komünaldir. Zaten uygarlığı mümkün kılan da bukomünal ekonomilerdir. Kapitalizmin azami kâr eğili-miyle inşa ettiği barajlar politikası sadece bu nehirlerebağlı olarak kurulan köy ekonomilerini yıkmakla kal-madı; en verimli arazileri, bitki örtüsünü, hayvan türlerini,arkeolojik dünyanın en güzel eserlerini de yuttu. Toplum-sal imhalar kadar ekolojik ve arkeolojik imhaları da ger-çekleştirdi. Tüm bu yıkımların üstesinden ancakdemokratik siyaset bağlantılı komün ekonomisi gelebilir.

Komün ekonomisine devrimci ideoloji ve politikalartarafından çok az değinilmiştir. Özellikle reel sosyaliz-min devlet kapitalizmini sosyalizmle özdeşleştirmesibüyük felaketlere yol açmış, sosyalizmi yozlaştırmakkadar komünal ekonomiyi de gerçek işlevinden yoksunbırakmıştır. Kolektivizm adına kapitalizme en büyükdesteği devlet kapitalizmiyle sağlamıştır. Komün eko-nomisinin özel ekonomi kadar devlet eliyle ekonomiyi,daha doğrusu ekonomik tahakkümü de reddetmesi ge-rekir. Özellikle devlet tekelciliğini komün kolektivizmi-nin yozlaşması olarak değerlendirip her koşuldamücadele etmesi gerekir. Ayrıca şu hususları da iyi bil-mek gerekir: Kapitalizm de günümüze doğru kendiniaile şirketlerinden oluşan ve profesyonel CEO’larla yö-netilen bir nevi kapitalist komünlere dönüştürme süre-cindedir. Bu süreci her alanda yaşatmaya çalışmaktadır.Bunu liberal kapitalizmin önemli bir tuzağı olarak gör-mek gerekir. Kendini holding sistemi olarak komüntarzı kalıplara uyduran kapitalizm, en çok da bu biçi-miyle komünal ekonominin ve toplumun düşmanıdır.Kapitalizm her ne kadar görünürde eski toplumsal bi-çimlenişleri aştığını iddia etse de, kendini bir kabile top-lumu gibi örgütlemekten de geri kalmaz. Bir nevimodern kabilecilik ve klancılık yapar. Çünkü toplumesas olarak klan ve kabilenin, yani komünal toplum bi-rimlerinin oluşturduğu temel üzerinde yükselir. Fakatkapitalist modernite kendini özünde temel toplumsalbiçimlenişlerin inkârı üzerinde kurgulayıp gerçekleştirir.Gerçekleştirirken de eski kalıpları kendine uyarlamak-tan geri kalmaz.

Ulus-devletçilik kapitalist tekellere göre şekillendi-ğinden, komün ekonomisini tanımak istemez. Dahadoğrusu, o da tekelcilik gibi üzerinde egemenlik kur-mak ister. Ulus-devletçilik Ortadoğu komünal yaşamınıdağıtarak homojen toplumu gerçekleştirme ideasında-dır. Komünal yaşamı, cemaat toplumunu kendi önündeengel olarak görür. Ulus-devletçiliğin ideal toplumu tümtarihsel komün ve cemaat kimliğini yitirmiş, kimliksiz,

kişiliksiz, karınca türü çalışan köle insan yığınıdır. As-lında toplum bu yığınlaşma temelinde bitirilmiştir. Ni-etzsche ve Foucault gibi filozoflar “Toplum veya insanmodernite tarafından öldürüldü” derken bu gerçeği an-latmak isterler. Kişilikli, kimlikli ve komünlü toplumunçökertilmesiyle kişiliksiz ve kimliksiz bireylerden oluşanyığın toplumu kapitalist moderniteye özgüdür ve ulus-devletçiliğin yurttaş tipini oluşturur.

Demokratik modernitenin temelinde yer alan ve ta-rihsel nitelik taşıyan tüm gelenekler değerlidir. Bunlarınen başında gelen dayanışma komün ekonomileri temelbirim rolünü oynar. Komün ekonomisi demokratikulusun da temel birimidir. Nasıl ki ekonomik tahakkümtekelleri ulus-devletin temel ekonomik sömürü birim-leriyse, komün ekonomik birimleri de demokratik ulu-sun temel ekonomik yaşam birimleridir. Demokratikulus ve demokratik modernite komün ekonomisi üze-rinde yükselir. Komün ekonomisinin içeriğini fazlaaçma gereği duymuyoruz. Bir aile komününden tutalımbir demokratik ulusa kadar, ihtiyaca göre nicelik olarakbüyük ve nitelik olarak sayısız birim inşa edilebilir. İdealtarım ve fabrika komünleri en başta gelenleridir. Ayrıcaçok amaçlı kooperatif, ulaşım, sağlık ve eğitim komün-leri de önde gelen komün tipleridir. Mühim olan önce-den komünleri belirlemek değil, ihtiyaca ve işlevine görekomünal birimlerin her çeşidini uygun sayıda ve nite-likte inşa etmek, komünsüz hiçbir birey bırakmamaktır.Demokratik ulus tüm üyelerini komünlerde örgütleyenve görevlendiren ulustur. Bu sistemde komünsüz bireymümkün olmadığı gibi, olduğunda da hastalanmış veyozlaşmaya yatmış demektir. Demokratik ulus bireyle-rinin, özellikle onun inşacı kadrolarının temel görevi,tüm bireyleri mutlaka bir veya birkaç komünün aktifçalışanı yapmaktır.

Komünsüz Çıkış Olmaz! Günümüz Ortadoğu toplumları yaşadıkları ağır bu-

nalımdan ancak başta ekonomik komünler olmak üzereher alanda komünleşmeyi gerçekleştirdikleri orandaçıkış yapabilirler. Komünsüz çıkış olamaz. Tarihsel vekültürel gelenekler ancak komünal yaşamla güncellikteyer tutup varlıklarını devam ettirebilirler. Gelenek taklitedilemez ama geleneğe dayanmadan da yaşanamaz.Ancak gelenek geleneğin inkârına ve taklidine dayan-mayan güncel yaratıcı değerlerle beslendiğinde tarih-sel-toplumsal yaşam hakiki anlamına kavuşur. Bundaekonomik komünal gelenek başrolü oynar. Ekonomikkomünler tüm ülkeler için gereklidir. İşsizliği ve top-lumsal çözülüşü önlemenin yolu komünal çalışma dö-nemine geçiştir. Özellikle yenilenmiş komün zihniyetive örgütlenmesi temelinde tarıma ve köye dönüş en de-ğerli DEVRİMCİ FAALİYETTİR. Gerçek devrimcilik,tarihsel varoluşumuzu gerçekleştiren komünal yaşamı,15

başta ekonomik alan olmak üzere tüm toplumsal alan-larda gerçekleştirmektir. Nasıl ki demokratik federalizmve demokratik özerklik demokratik ulusun politikyaşam örgütlenmesi ve kurumlaşması ise, komünalekonomik birlikler federasyonu da ekonomik yaşamınörgütlenmesi ve kurumsallaşmasıdır.

Komünal Ekonomik Birlikler Federasyonu yerel, ulu-sal ve bölgesel çapta Ortadoğu Demokratik Uluslar Bir-liği’nin ekonomik temelini ifade eder. Hegemonik güççekirdeği İsrail’in Kibbutz adlı ekonomik birimlerininkomünal ekonomiye oldukça benzeyen birimler olması,komünal ekonominin üstünlüğünü kanıtlar. İsrail’inulus-devlet hegemonyacılığı aşılmak isteniyorsa, ekono-mik alanda komünal ekonomiye geçişin dışında başkayol yoktur. Ayrıca dünya kapitalist hegemonyasından veonun her türlü tekelci sömürüsünden kurtuluşun yoluda eşitliğin, özgürlüğün ve demokrasinin maddi temeliolan yeni komünal ekonomiyi gerçekleştirmekten geçer.

Kürdistan’da halen zorbela da olsa ayakta durmayaçalışan komünal ekonomik gelenekler, ulus-devletintoplumu çökertmesiyle oluşan işsiz yığınlar, düşük ücretköleliğinden ve ırgatçılıktan ötürü yaşamın anlamını veonurunu yitirenler için yenilenmiş komünal ekonomikyaşam tek kurtuluş yoludur. Tarihin ve toplumun ko-münle oluştuğu topraklar günümüzde kapitalist mo-derniteye, onun ulus-devletçiliğine, endüstriyalisttalanına ve azami kâr peşindeki yıkım faaliyetlerinekarşı ancak demokratik modernitenin ve demokratikulusun komünal ekonomisi ve ekolojik endüstrisiyle enbüyük devrimlerini gerçekleştirebilir. Böylece eşit, özgürve demokratik bir toplumda barış içinde, güvenlikli,onurlu ve güzel yaşanacak alanlar haline gelebilir.

Demokratik modernitenin üçüncü başta gelen çözümunsuru, kapitalist endüstriyalizme karşı ekolojik endüs-tridir. Endüstriyalizm kapitalizmin azami kârı gerçekleş-tirmek için tekniği sınırsız kullanımı biçimindetanımlanabilir. Azami kâr eğilimi nasıl devleti azami ik-tidar aracı olarak ulus-devlet biçiminde yeniden örgütle-diyse, teknik donanımı da azami kâr amaçlı kullanmayıifade eden endüstriyalizm biçiminde örgütledi. Endüs-triyalizmin asıl tehlikesi, canlı ve duygulu bir dünyası olantoplumu mekanik aletler mezarlığına çevirmesi, toplumurobotlaştırmasıdır. Endüstriyalizme sınır konulmadan

hiçbir toplum sağlıklı duygular dünyası halinde yaşamınısürdüremez. Toplumun makineleştirilmesi belli bir eşik-ten sonra toplumun yıkımına dönüşür. Kapitalizminbelki de savaştan daha tehlikeli olan yönü endüstriyalizmiazamileştirme eğiliminde olmasıdır. Daha şimdidendünya doğal çevresinden kopuk kentlerin ve sanal alet-lerin tutsağı haline gelmiş bulunmaktadır. Kentlerin kan-ser tarzı büyümesini mümkün kılan endüstriyalizmdir.Kentler canlı gezegenimizi yutan canavarlara dönüşmüş-lerdir. Milyonluk, on milyonluk kentlerin hiçbir sosyalanlamı olmadığı ve bu tür kentlerin varlığı hiçbir ihtiyaç-tan kaynaklanmadığı halde halen kanser tarzı büyümelerihastalıktan başka anlam taşımaz.

Buna bağlı olarak sadece yol açtıkları kazalarla ula-şım araçlarının ortaya çıkardığı ölüm olayları savaş bi-lançolarını çoktan aşmıştır. Yol açtıkları gürültü, havakirliliği ve insan fiziğini dumura uğratmaları itibariyleulaşımda kolaylık sağlayan araçlar olmaktan çoktan çık-mışlardır. Endüstriyalizmin diğer başta gelen alanların-dan biri olarak sanal, görsel ve yazınsal iletişim araçları,hakikatle bağlarını kopardıkları insanlığı sanal bir dün-yanın bağımlısı yapmışlardır. Toplumla hakikat teme-linde bağlarını yitiren birey yığınları toplumun atomizeolmasını ifade eder. Çözülmüş ve toplum olmaktan çık-mış yığınlar ve savaş araçları endüstrisi insanlığı tümçevresiyle yutacak boyutları çoktan aşmıştır. Ancak çev-resiyle var olabilen bir canlı olarak insan, diğer çok sa-yıda çevresel canlıyla birlikte -Bitkiler ve ormanlar dabuna dahildir- endüstriyalizm tarafından ekolojik an-lamda da yutulmaktadır. Şüphesiz bütün dünya içinyıkım araçlarına dönüşen endüstriyalizm tekniklerineve onu mümkün kılan kapitalist moderniteye karşı de-mokratik modernitenin endüstriye yaklaşımı tamamenekolojiktir. Ekolojik olmayan endüstri en az kapitalizmve ulus-devlet kadar toplumu yıkım aracıdır. Demokra-tik modernitenin demokratik ulus ve komünal eko-nomi unsurları pratikleşmek için elbette teknikten veendüstriden yoksun kalamazlar. Tersine, bu moderniteve unsurları bilimin ve teknolojinin gelişimini ve en-düstride kullanılmasını gerekli kılar. Endüstrinin top-lum açısından asıl anlamı da burada ortaya çıkar.Endüstri bütünlük halinde toplumun varlığına, onunahlaki ve politik yetkinliğine, demokratik ve ekonomikgelişimine katkıda bulunduğu oranda değerlidir. Şüp-hesiz katkı eşiğini belirlemek, ahlaki ve politik yöneti-min başta gelen görevidir.

Ortadoğu toplumları kapitalizmin endüstriyalizmitarafından henüz metropol ülkelerde olduğu kadar biryıkımı yaşamıyorlarsa da, merkezî uygarlık sistemininbinlerce yıllık çevreyi tahrip etme özellikleri ve ondanönceki neolitik toplumun yol açtığı bazı olumsuzluklarnedeniyle bu yönde uzun süreli bir yıkıma maruz kal-mışlardır. Beş bin yılı aşan süre merkezî uygarlığa beşik-16

Özlemlerin ve umutların sınırı olmadığıgibi, gerçekleştirilmesi için bireyin ken-disinden başka önünde ciddi bir engel

de yoktur. Yeter ki biraz toplumsalnamus, biraz da aşk ve akıl olsun!

17

lik etmesi yıkımın ileri boyutlarda gerçekleşmesine yolaçmıştır. Ormansızlaşma çoktan ve çok ileri boyutlardagerçekleşmiştir. Bir dönem bitkilerin ve hayvanların cen-neti olan bölge şimdi cehennemine dönüşmektedir.Bölge ekolojik yaşama en çok ihtiyaç duyulan bir ko-numdadır. Tümüyle ekolojik bir endüstri bölgeyi yeni-den eski verimliliğine kavuşturabilir.

Toplumsal sorunların şöyle bir özelliği vardır: Neredesorunlar ağırlaşmışsa, orada çözüm yolları da o kadarolgunlaşmış demektir. Çözümsüz sorun düşünülemez.Sorunların geliştiği mekân ve zaman koşulları çözümkoşullarını da beraberinde taşır. Dünya genelinde ol-duğu gibi Ortadoğu’da da ekolojik çözüm ilkesi, en az si-yasi devrimler kadar çözümleyici önem taşıyan birkonuma erişmiş bulunmaktadır. İsrail bu konuda da ba-şarılı örnekler sunmaktadır. Bilim ve teknolojideki üs-tünlüğünü ekolojik endüstride kullanarak, çöllerde bilecennetimsi yaşam çevresini mümkün kılmaktadır. Tümbölge ülkelerinde komün ekonomisiyle birlikte kullanı-lacak ekolojik endüstriler, toplumun en çok ihtiyaç duy-duğu özgür, eşit, demokratik ve sürdürülebilir inşasınıyeniden mümkün kılacaktır. Endüstriyalizm yerine eko-lojik kalkınma gerçek ve öncelikli ihtiyaçtır. Gelişmiş Av-rupa ülkeleri ekolojik olmayan endüstrilerini ekolojikendüstriyle ikame ederken, onların otomobil, tekstil veturizm tedarikçisi olmak toplumsal sorunları ancak ağır-laştırabilir. Kapitalizm bu yolla da insanlığı yıkım unsur-larını küreselleştirmektedir. Demokratik moderniteninteknik altyapısı ekolojik olmak durumundadır. Endüs-triyalizme ve endüstri inkârcılığına kaçmadan geliştiri-lecek bir komünal ekolojik ekonomi, demokratikmodernitenin ve demokratik ulusal yaşamın bütünleyicive sağlam gerçekleştirici gücü olacaktır.

Kapitalizmin, ulus-devletçiliğin ve endüstriyalizminen az geliştiği bir ülke olarak Kürdistan, bu konumunuekolojik ve komünal ekonomik inşa için en iyi şekilde de-ğerlendirebilecek durumdadır. Bu yöndeki geri konu-munu avantaja dönüştürebilir. Tüm insan yığınlarını,işsizlerini ekolojik ve komünal ekonomide örgütleyerek,eskinin cennet ülkesini demokratik uygarlık yolunda de-mokratik ulus olarak yeniden inşa edebilir. Bunun içinyeter ki özgür ülkede ve demokratik toplumda yaşama-nın onuru ve aşkı olsun!

Ben Olsaydım… Duyulan derin tarihsel ve toplumsal ihtiyaç nede-

niyle şimdiye kadar Kürtler için kolektif ve özgür birkimlik, demokratik ulus kimliği için çalıştım. Bir an içinbile olsa bireysel yaşamaya fırsat bulamadım. Bundansonra fırsatım doğar mı, bilemiyorum. Ama görüyo-rum ki, halkımızdan ve dostlarımızdan milyonlarcainsan sanki yapılacak bir iş yokmuş gibi avare avare do-laşıyor. Bu yaşam tarzı bende büyük öfke yaratır. Buna

en aşağılık ve sorumsuz yaşam tarzı da demeyeceğim,yaşamın inkârı diyeceğim. Bu anti-yaşam her birey vetoplulukta mutlaka aşılmalıdır.

Gerilla yaşamında da bu tür avareliklerin yoğuncayaşandığını ve bu durumun bende büyük öfke yarattı-ğını hep belirtmiştim. Silahlı militan eğer sınırsız özgüryaşam yaratıcısıysa, bu yaşamın aşk derecesinde tutku-lusuysa, bir karış yerde-dağ parçasında destanlar yazacakdenli bilgili, akıllı ve idealliyse dağa çıkış yapmalıdır. Sı-radan dağ yürüyüşçüleri ve turistler kadar bile bir heye-can ve iradeden yoksun kişilerin dağların, ormanlarınve çöllerin gerillası olamayacağı açıktır. Bu avare işsiz in-sanlar nasıl böyle yaşama kıyarlar diyordum hep. Ken-dini işsiz avare durumuna düşüren insan her kimse enbüyük namussuzluğu yapmış, onursuzluğa ve alçaklığadüşmüştür derdim. Şunu da söylemiştim: İşsiz karıncave arı var mıdır? Karıncalar ve arılar işsiz oldular mıhemen ölürler. Onlar bile işsizliği onursuzluk sayarakbuna ölümleriyle yanıt verirler. Demokratik ulusun in-şası koşullarında her insanımız için, yedi yaşındaki ço-cuğundan yetmiş yedi yaşındaki yaşlısına, kadınındanerkeğine kadar, eğitim seviyesi ne olursa olsun herkesiçin bir iş mümkündür. Herkes için hem de ibadet eder-cesine uğraşacağı, kendini hem koruyarak, hem besle-yerek, hem de çoğaltarak yerine getirebileceği ve onunlaözgürleşebileceği bir veya birçok iş vardır. Yeter ki de-mokratik ulus bilincinden ve iradesinden azıcık da olsanasibini almış olsun!

Mesela ben olsaydım, kendi köyüme, Cudi Dağına,Cilo Dağı eteklerine, Van Gölü çevresine, Ağrı, Munzurve Bingöl dağlarına, Fırat, Dicle ve Zap kıyılarına, Urfa,Muş ve Iğdır ovalarına kadar yolum nereye düşerse düş-sün, her yerde sanki korkunç tufandan çıkan Nuh’un ge-misinden inmiş gibi davranır, İbrahim’in Nemrutlardan,Musa’nın Firavunlardan, İsa’nın Roma İmparatorlarından,Muhammed’in cehaletten kaçması misali kapitalist mo-derniteden kaçar, Zerdüşt’ün ziraat tutkusuna ve hayvandostluğuna (ilk vejetaryen) dayanır, bu tarihsel kişilikler-den ve toplum gerçeklerinden ilham alarak İŞLERİMEkoyulurdum. İşlerimin sayısı düşünülemeyecek kadar çokolurdu. Hemen köy komüncülüğünden işe başlayabilir-dim. İdeale yakın bir köy veya köyler komünü oluşturmakne kadar coşkulu, özgürleştirici ve sağlıklı bir iş olurdu! Birmahalle veya kent komünü, konseyi oluşturmak ve çalış-tırmak ne kadar yaratıcı ve özgürleştirici olurdu! Kenttebir akademi, bir kooperatif, bir fabrika komünü oluştur-mak nelere yol açmazdı ki! Halkın genel demokrasi kon-grelerini, meclislerini oluşturmak, bu kurumlarda sözsöylemek, iş yürütmek ne kadar kıvanç ve onur vericiolurdu! Görülüyor ki, özlemlerin ve umutların sınırı ol-madığı gibi, gerçekleştirilmesi için bireyin kendisindenbaşka önünde ciddi bir engel de yoktur. Yeter ki biraz top-lumsal namus, biraz da aşk ve akıl olsun!

İçindekiler İçin Tıklayınız

Yeni Başlangıçlara Açık Bir AlanTürkiye’de yerel yönetim denilince genellikle ilk akla

gelen alanın belediyeler olması doğaldır. Fakat tek ba-şına, yalıtık halde belediyeler halkın öz yönetimini oluş-turamaz. Bununla birlikte nasıl bir belediyeciliksorusuna da sadece yaşanan pratikten hareketle cevapverilemez. Nasıl bir belediyecilik yapılacağı, hangi araç-lar ve yöntemlerle politika oluşturulacağı ve karar sü-reçlerinin nasıl işleyeceği gibi konulara teknik ve taktikcevaplar vermek ortaya hiçbir fark çıkarmaz. Esasenhangi paradigmayla yaklaşıldığı belirleyici olmaktadır.

Dünya genelinde yerel yönetim anlayışları en geneldüzeyde, ulus-devlet sınırları içinde veya dışında olmaküzere iki temel kategoriye ayrılır. Ulus-devlet sınırlarıiçindeki yerel yönetim anlayışları merkeze katı bağlı ola-nından özerk olanına dek birçok çeşitlilik gösterir. Ulus-devlet dışındaki yerel yönetim anlayışlarında daekolojist, feminist, Marksist, anarşist birçok farklı yak-laşım vardır. Her birinin tarihsel, toplumsal, politik,ekonomik yaklaşımlarında ve terminolojilerinde fark-lılıklar olduğu gibi her birinin kendi içinde de farklıekolleri bulunmaktadır. Bu denli farklılıklar söz konu-suyken “kendi modelini oluşturmak” bir hayli iddialıbir söylem durumundadır. İddia düzeyini Kürt HalkÖnderi Abdullah Öcalan’ın demokratik ulus perspektifikarşılamaktadır:

“Ulusu pazar etrafında örgütlenen bir birlik ve top-lumsal form olarak görmek yanılgıdır. Bu tanımlamaburjuvazinin kendini ve ulus devleti meşrulaştırmasıdır.Ne yazık ki sosyalistler de bu tezi esas almışlardır. Hâl-buki etnisite tarihin en özgür ve canlı birimleridir.

Eğer uluslaşma etnisitenin, halkların, bireylerin bir-birleriyle sıkı ilişki ve ortak çıkarlar etrafında örgütlen-mesiyse, toplumun konfederal biçimde genişliğine vederinliğine tümüyle örgütlenmesi o toplumu demokra-tik ulus haline getirir. Uluslaşma bu biçimiyle daha kap-samlı ve yoğun hale gelmiş olur. Demokrasiyi, eşitliği,adalet ve imkânlarını paylaşan demokratik ulus halinegelinir.” Sorun, bu perspektife dayalı yerel yönetim an-layışı ve modelinin ortaya çıkarılmasıdır.

Demokratik ulus, toplumun ve bireyin devlete değilkendi öz örgütlenmelerine bağlanmasını esas almakta-dır. Buna göre toplumun ortaklaşmacı bir yaşam anla-yışıyla, demokratik bir zihniyetle ve kendi ihtiyaçlarıtemelinde en yerelden başlamak üzere binlerce örgütselbirime ve konfedere birliklere kavuşturulması gerekir.

Yaşanan deneyim için ilk öne çıkan gözlem, yerel yö-netim kapsamında belediyelerin konfedere mantıkla elealınmadığı ve devlet sınırlarında kaldığıdır. Toplumsalörgütlenmenin temelini oluşturan komün ve meclislerya aynı önemde ele alınmamış ya da belediyelerle bağlarıdoğru temelde kurulmamıştır. Bu nedenle devletçi zih-niyet ve uygulamalar kendisini yaşatarak gerçek anlamdabir öz yönetim gücü haline gelinmesini önlemiştir.

Bu aşamadan sonra, salt teorik tespitler yapmak veyaeleştirmek sorumluluk anlayışıyla bağdaşmadığı gibigelinen aşamada keşmekeş halini alan sorunların aşıl-masına da hizmet etmez. Pratiğin dar sorunları etra-fında dolanmak yerine düşünsel, kurumsal vekavramsal çerçevede bir tartışma yürütmek yerel yöne-timlerde yeni bir başlangıç için zemin oluşturabilir.

Yerel yönetimler demokrasiye yatkınlıkları nedeniyle

y Şiyar Amed

Yerel Yönetimler Deneyimi ve Yeniden Yapılanma

18

Öz yönetim olgusu toplumcu paradigmayla, köyden kente tüm

yaşam alanlarında ve toplumun tümkesimlerinde karşılık bulacak kadar

yaygın örgütlenmeyi gerektirir

merkezi idare gibi değişim karşısında katı bir tutuculuksergilemezler. Bu nedenle yeni başlangıçlara açık biralandır. Yerel kapanmacılık tarzında bir bozulmaya uğ-ramamış her yerel yönetim canlıdır, hareketlidir ve sü-rekli olarak demokratik dönüşüm kabiliyetindedir.

Yapısal olarak sunduğu avantajlara rağmen tam de-mokratikleşmenin sağlanamadığı yerel yönetimler tek-rarı yaşama ve devletçi sisteme entegre olma riskiylekarşı karşıyadır. Oysa yerel yönetimler yapısal olarakdevletin girmekte en çok zorlanacağı, devlet dışındatemel örgütlenmenin inşa edilebileceği radikal demok-rasi alanlardır. Devlete benzetilmeye başlanmışsa bu-rada yerel yönetim sorgulamasının kapsamlı elealınması gerekir. Bu nedenle mevcut durum tespiti vedeğerlendirmesiyle birlikte köklü bir değişimi gündem-leştirecek yeniden yapılanma zaruri hale gelmiştir.

Özyönetim Sistemi Olarak Yerel Yönetimler Öz yönetimin mantığı devlete muhtaç olmadan her

türlü ihtiyacını karşılama temelinde doğrudan halkınkendi yönetim gücünü tesis etmesine dayanır. Ulus-devlet sisteminde buna yer yoktur. Demokrasi güçleri-nin mücadelelerini sistem içine çekmeye dönük olarakküreselleşmeyle paralel, postmodernizmin ürünü ola-rak ortaya çıkan devleti minimize etme ve yereli güç-lendirme temelindeki desantralizasyon hareketi deözyönetim sistemini karşılamaz. Aksine küresel sömü-rünün en yerele dek yayılmasının etkin bir aracı olarakkullanılır. Demokrasi güçlerinin bundan yararlanmasımümkündür. Fakat bu yeni bir toplumsal sistem değil-dir. Dolayısıyla sadece bunu esas alarak yerel yönetimlersorununun çözüleceğini iddia etmek küresel sermayesistemine eklemlenmeyle sonuçlanacak bir yola girmekdemektir.

Alternatif olarak demokratik uluslaşma ve onunyerel yönetim sistemi, tamamen devlet alanı dışındahalkın kendini yönetmesine dayanır. Öz yönetim ol-gusu toplumcu paradigmayla, köyden kente tüm yaşamalanlarında ve toplumun tüm kesimlerinde karşılık bu-lacak kadar yaygın örgütlenmeyi gerektirir. Bu örgüt-lenmelerin başında halk meclisleri ve komünlergelmektedir. Bu perspektif temelinde geliştirilmesi ge-reken deneyime bakıldığında, küresel kapitalizm veonun ulus-devletçi sistemine alternatif olma iddiasınıkarşılayamamıştır. Bunun zihniyet sorunlarından ör-gütsel sisteme kadar birçok sebebi bulunmaktadır.

Halk meclislerinin örgütlendirilmesinde yaşanantemel sorun, demokratik özerkliğin belirleyici prensi-binden hareketle özetlenecek olursa: “Asıl karar yetkisiköy, mahalle, şehir meclis ve delegelerinindir, dolayısıylahalkın ve tabanındır.” Bu temel prensip çok açık olduğuhalde pratikte halkın karar gücü olmasını sağlayacak

mekanizmalar oluşturulmadığı gibi benmerkezci öncüanlayışı aşılmamıştır. Kurulan halk meclisleri ise dernekdüzeyine indirgenmiş; milyonlarca halkın kendi yere-linde örgütlenmesine dayanan özgür yurttaş anlayışın-dan çok devletle toplum arasında bir ara kademe olanve sistemi köklüce aşma sorunu bulunmayan sivil top-lumculuğa tekabül etmiştir. Hiçbir sivil toplum kuruluşu,halkın ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm oluştu-rabilecek kapasitede olamaz; halkın öz örgütlenmelerinedayalı kendi çözüm kabiliyeti ise demokratik ulusu oluş-turan tüm unsurların bütünselliğiyle sağlanabilir.

Demokratik ulusun tüm boyutlarının bütünlüklü elealınması ve birlikte inşası gerçekleştirilmeden sadece yö-netsel boyutta bir inşa gerçekleştirilemez. Pratikte yaşa-nan temel sorun inşayı salt yönetim eksenli ele almakolmuş; bununla da temsili demokrasi anlayışının ötesinegeçilememiştir. Yani devletçi-iktidarcı zihniyet aşılmadantoplum yönetilmek istenmiştir. Bu nedenle toplumun si-yasal, sosyal ve ekonomik örgütlülüğü için gösterilmeyençaba iktidar alanları için yoğunca gösterilmiştir.

Toplumsal alan boş bırakılınca doğal olarak siyasiparti ve parlamenter sistem öne çıkmıştır. Özellikle yereliktidar alanı olarak görülen belediyeler etrafında gelişentartışmalar, yaşanan pratikler, bu alanın düzeltilmedenve diğer alanlarla bağı kurulmadan ilerlemenin sağla-namayacağını açığa çıkarmıştır. Ulus-devlet sistemineendekslenmiş bir yerel yönetim anlayışı ile toplumsalinşanın gerçekleştirilemeyeceği teorik ve pratik olarakyeterince kanıtlanmıştır

İktidar alanlarına meyil göstermek demek kapitaliz-min peşinden koşmak demektir. Kapitalizmin azamikâr amacıyla oluşturduğu en tehlikeli mekanizma olanulus-devlet sisteminde iktidar alanları, evde kadın veçocuklardan başlayıp iş yerlerinde, okullarda, hastane-lerde, hapishanelerde, film setlerinde, gazetelerde, TVkanallarında, kışlalarda imal edilir; küreselleşme olgu-suyla birlikte paradoks gibi görünse de topluma tanınanyerel haklarla aslında egemenlik içselleştirilecek tarzdatüm topluma yayılır. Bu aşamada iktidar parçalanıp kü-çültülerek, her bireyde ve toplulukta içselleşecek halegetirilir. Neo liberalizm, demokratik ve yatay toplumgörüntüsü altında hükümranlığı görünmez kılıp tahak-küm ve hiyerarşilerin normalleşmesini sağlar. Sistemin19

Yerel yönetimler bir saygınlık ve iktidaralanından ziyade zihniyet sorunlarının,

mülkiyet ilişkilerinin, cinsler arasıilişkilerin, etik, politik ve ekonomiksorunların çözümleneceği alanlardır

tüm toplumu kendine bağlamasındaki sır, Sümer devletsisteminden günümüze uygulanan zihniyet çalışmasın-dadır. Sosyalizmin öncülerini etkisine alacak kadar dü-şünce dünyasını şaşırtıcı labirentlerle inşa eden busistem, varlığını olgucu-pozitivist akla borçludur.

Çağın en kurumuş zihniyetini temsil eden poziti-vizm aşılmadıkça demokratik uluslaşma anlaşılamaz.Yaşanan pratik, demokratik uluslaşmanın anlaşılmadı-ğını göstermiştir. Göstergelerden biri parlamenter sis-teme biçilen önem, diğeri de yerel yönetimlere yaklaşımolmuştur.

Parlamenter Sisteme YaklaşımParlamenter sistem bugün tüm dünyada kapitalist

moderniteyi beslemektedir. Diğer yandan günümüzdünyasında ekolojik toplum anlayışında prensip olarakmerkezin parlamento seçimlerine katılmanın ret edilipedilmeyeceği temel bir tartışma konusudur. Dünya ge-nelinde birçok sistem karşıtı hareket genel seçimlere ka-tılmayı ret ederken yerel seçimleri mücadelesininodağına almaktadır. Sistem içinden sisteme karşı mü-cadele eden sistem karşıtı hareketlerin parlamentarizmiesas alması, yaygın olarak kapitalizme yenik düşmesianlamında değerlendirilmektedir.

Parlamenter sistemden yararlanmak ise ancak hal-kın demokratik komünal örgütlenmesine dayanmaklamümkündür. Türkiye koşullarında demokrasi güçleri-nin parlamentoda kürsü veya gurup sahibi olmasıbüyük bir halk mücadelesiyle gerçekleşmiştir. Fakat öteyandan parlamento zemini tüm demokratik halk gü-cünün eritilerek radikalliğin söndürülmek istendiği birentegrasyon alanıdır. Siyasal sonuçları itibariyle çeşitlikazanımlar sağlasa da toplumsal açıdan derin çelişkilerekaynaklık etme potansiyelindedir.

Siyaseten dışlandığı kadar dışlanan fakat mücadelesonucunda bir kazanım olarak meclis zeminini kullanırduruma gelen demokrasi güçleri, bu kez bir tuzağa çe-kilmek istenmiştir. Parlamento tek meşru siyaset zeminiolarak sunulup gerçek halk örgütlenmeleri sürekli kri-minalize edilerek halkın temsilcileri şahsında toplumaentegrasyon dayatılmıştır. Yani sorun sistemseldir vetoplumsal alternatifin oluşturulmasıyla ilgilidir. Bu ko-nuda gerekli zihniyet ve yapısallık inşa edilemediğindensiyasi parti ve parlamenterlik popüler hale gelmiştir.

Yerel Yönetimler Halk Okulu ve Çözüm AdresidirDemokratik toplum anlayışında popüler bir alan ta-

nımlanacaksa bu da ancak komün ve halk meclislerinedayalı yerel yönetimler olabilir. Yerel yönetimler bir say-gınlık ve iktidar alanından ziyade zihniyet sorunlarının,mülkiyet ilişkilerinin, cinsler arası ilişkilerin, etik, politikve ekonomik sorunların çözümleneceği alanlardır. Bu

yönüyle yerel yönetimler soykırım rejiminin yok etmekistediği toplumsal bilincin, etiğin, estetiğin ve öz yöne-timin çözüm adresi durumundadır. Bundan daha kap-samlı bir halk eğitim okulu düşünülemez.

Fakat yerel yönetimler pratiğine bakıldığında ken-dini belediyeler şahsında gösteren siyaset, parlamentersistemin yerel uzantısı olmayı aşamamıştır. Tüm halkçıve özgürlükçü söylemlere rağmen temsili demokrasianlayışı bu alanda hâkim olmuştur. Belediyelerde yol-suzluğun, hırsızlığın olmaması bir fark oluşturabilirfakat bunun köklü bir fark olmadığı hatta bu dar görüş-lülük nedeniyle belediyelerin siyasi-ekonomik rantalanları gibi düşünülmesinin önlenemediği görülmeli-dir. Devlet ve küresel sistem tarafından adeta açlıkla ter-biye edilmek istenen milyonlarca halkın belediyelereyönlendirilmesi de sistemin bir oyunudur. Bu sayede,çözüm gücü olamayan belediyeler şahsında tüm tepki-ler demokrasi güçlerine yönlendirilmektedir.

Öte yandan devletin tüm engellemelerine rağmenseçimlerde sağlanan başarıyla yerel yönetimler 2009 yı-lındaki siyasi soykırım operasyonlarının ilk hedefi ol-muştur. Onlarca belediye ve il genel meclisi başkanı,yüzlerce mahalle, kent ve belediye meclis üyesi tutuk-lanmıştır. Ardından tüm sahada boşalan yerleri paraleldevlet güçleri kendi kadrolarıyla doldurmak veya bunuyapamadığı yerlerde de yönlendirmek istemiştir. Sis-temle iç içe mücadelenin böylesi dezavantajları olsa daesasen alternatif sistemin kurulamaması, bağrında hertürlü sızmaya açıklık bıraktığı gibi bundan daha tehlikelisonuçları da doğurmuştur. Burada sorgulanması gere-ken devletin ve devlet içindeki paralel yapıların saldırısıdeğil esasen içyapıdaki yetmezliklerdir; çünkü diğerininamacı bellidir, yıkmak, bozmak, çökertmek ister. Bunettir. Önemli olan demokrasi güçlerinin kendini nekadar sağlam inşa ettiğidir. Buradan bakınca yerel yö-netimlerin demokratik uluslaşma perspektifiyle, demo-kratik özerklik ve konfederalizm ilkeleriyle ele alınarakradikal bir eleştiri sürecine tabi tutulması kaçınılmazdır.

Genelde demokrasi sorunları, özelde de yerel yöne-timler yüzeysel yaklaşımlarla, idari tedbirlerle veya res-torasyonla çözüm oluşturulamayacak kadar kapsamlısorunlara ve derin bir niteliğe sahiptir. Yaşanan pratiğindevletçi zihniyetin ve sistemin iz düşümü olduğu ve20

Demokrasi sistemi en örgütlü toplum siste-midir. Devletli sistem karşısında kendiliğin-den bir demokrasi olgusundan bahsedilemez.Toplum ancak örgütlü olduğunda demokrasi

kendisini bir sistem olarak var edebilir

bunun da tam sonuç almayı engellediği kabul edilmedenköklü çözümler üretilemez. Bunun anlamı verilen emek-lerin ve mücadeleci duruşun inkâr edilmesi değildir. İn-kârcılık nihilizmi, inançsızlığı ve tümden savrulmayıdoğurur. Değişim-dönüşüm veya yeniden yapılanma il-keli olmak zorundadır. Ne inkâr ne de savunmacı birkonum, değişim için bir doğrultu yaratmaz. Yeniden ya-pılanmada, devlet sistemi dışında örgütlenme ve demo-kratik olma ilkesi esas doğrultuyu tayin edecektir.

Yeniden Yapılanma İçin Bir ÇerçeveLiberalizm, demokrasi kavramının içini boşaltarak

seçme-seçilme, katılımcılık ve hoşgörü derekesine dü-şürmüştür. Yerel yönetim anlayışı ise, devletin küçültül-mesi, yetki ve kaynakların daha fazla yerele aktarılmasınınötesine geçmez. Yaşanan deneyimler de bunun böyle ol-duğunu göstermiştir. O nedenle yerel yönetimlerin kendialanını, anlayışını, kavramlarını ve örgütlenme modeliniyeniden tanımlaması şarttır.

Halkın kendi kendini yönetmesinin sistemi olan de-mokrasinin hayat bulması için halkın örgütlü olmasıgerekir. Örgütsüz olan bir kitle gücünün demokrasi an-layışı, kendisine hizmet sunulmasını talep etmenin öte-sine geçmez. Bu hizmet kurumunun devlet veya halktemsilcisi olması da fark etmez. Sonuçta beklentili vebağımlı halde kalır. Toplumun doğal hali bu değildir.Toplum özünde ahlaki-politik bir olgudur; bu niteliklerigeriletildiği veya baskılandığı içindir ki toplumun ah-laki-politik özelliklerini yeniden kazanması devlet dı-şında örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Özgürlükçü yerel yönetimler anlayışı, toplumundoğrudan kendi yönetsel, sosyal ve ekonomik sisteminikurmasını savunur. Devletin bir kısım yetkileri ve kay-nakları yerele aktarması ve katılımcı demokrasi çerçe-vesinde karar süreçlerine halkın katılımını sağlamak,alternatif sistem anlamına gelmez. Bu uygulamalarınküresel kapitalizm eliyle yeterince teşvik edildiği ve busınırlarda dolaşmanın yeniden yapılanma açısından biryenilik oluşturmayacağı önemle belirtilmelidir. Zihni-yet, mülkiyet, tahakküm, cins ilişki ve sorunlarını elealmak, farklılığı yaratmak açısından kilit önemdedir.Diğer her şey sistem içidir; adaletsizliğe, yıkımlara sebepolan sistemi sorgulamayan, sadece yumuşatılmasını is-

teyen yaklaşımlardır.Belediyeler açısından devlet sınırlarında kalmak, ve-

rili belediyecilik geleneğini sürdürmek en temel sorundurumundadır. Bu anlayış, belediyelerin komünaltarzda örgütlenmesini sorun yapmamış, gündemine al-mamıştır. Merkeziyetçi devlet yasallığı ve sınırlarınahapsolan pratik, iktidarcı zihniyetten kaynaklanmakta-dır. Bu zihniyet, devleti ne denli eleştirirse eleştirsin, sı-nırları devlet dışına taşmaz; devlete en çok karşıdurduğu durumda bile hiçbir alternatif örgütlenmeyesahip olmadığı için kapitalist şirketlere hizmet etmektenkurtulmaz. Çünkü mevcut yasalarla halka götürülecekhizmetler ihalelere bağlanmış; ihalelerin de ancak kapi-talist şirketlerce alınabilmesine olanak tanınmıştır.Mülklerin alım-satımından, imar uygulamasına, mi-mari yapıdan personel politikasına her şey kapitalizminhizmetindedir. Demokratik gibi görünen mekanizma-lar bile sistemin basit göz boyama oyunlarından başkabir şey değildir. Ulus-devlet anlayışıyla yerel yönetim-lerin demokratikleşmesi imkânsızdır.

Bunun için yerel yönetimlerde demokratikleşme dev-letten beklenemez. Demokratikleşme halkın örgütlen-mesi ve yerel yönetimlerde tek karar, yetki, inisiyatif sahibihaline gelmesiyle mümkündür. Köy, mahalle ve kent aha-lisinin devletin çizdiği yasal sınırlarda kendi sisteminioluşturması düşünülemez. Demokrasi ve devlet doğalarıgereği her zaman bir birlerini sınırlarlar. Devasa bir ör-gütlenme ağı olan devlet gücü karşısında örgütlü olma-yan bir toplum savunmasız kalmaya mahkûmdur.Demokrasi sistemi en örgütlü toplum sistemidir. Devletlisistem karşısında kendiliğinden bir demokrasi olgusun-dan bahsedilemez. Toplum ancak örgütlü olduğunda de-mokrasi kendisini bir sistem olarak var edebilir.

Toplumsal örgütlenmede izlenecek yöntem demokra-tik olma düzeyini belirler. Üstten alta doğru bir örgüt-lenme toplum içinde hiyerarşi doğurduğu gibi varacağıson durak devlet olacaktır. Tabana ve en yerele dayalı ör-gütlenme ise demokrasiye geçit verme özelliğindedir.Bunun için binlerce komün ve meclis kurulması ve tü-münün de bir birleriyle bağlantısını sağlanması esas olan-dır. Bu özellikler de ancak konfederal örgütlenmedebulunabilir.

Konfederal örgütlenme bir devlet örgütlenmesi değil-dir. Bu yönüyle federalizmden ayrılır. Federalizm yerelindevlet şeklinde örgütlenmesini ve küçük devletlerin mer-kezi devlet karşısındaki hukukunu tarif eder. Verimli, ya-ratıcılığa açık, esnek ve demokratik ulusla bağını kurmayeteneğinde olan bir örgütlenme tarzı konfedere sistemdebulunabilir. Demokratik ulusla bağını kuramayan bir ye-relin kendini savunma gücü olamayacağı gibi kapalı-daryerelcilik anlayışıyla yozlaşma, çürüme, bozulma potan-siyeli de yüksek derecededir. Demokratik ulus ise yereliesas aldığından demokratik niteliktedir. Burada karşıla-21

Erkek egemenliğinin ve endüstriyalizmin elindecan vermiştir mimari. Doğa ve toplumla birliktemimari de katledilmiştir. Kent katile dönüşmüş,köyü, doğayı ve toplumu öldürmüştür; onunla

mücadele edecek bir mimari kalmamıştır

şılan sorun, genel ile yerelin bağlarının kurulamaması veayrıca yerel halk meclisleriyle konfedere meclisleriningörev ve rol tanımlarının karıştırılmasıdır.

Üstte kurulan kongre ya da koordinasyon türü ör-gütlenmelerin belirleyici olan yanı yerellerle olan bağı-dır. Bu tür demokratik kurumların yerel delegelere sahipolması yerelle bağını kurduğu anlamına gelmez. Yereliniradesi üste ne kadar yansıyor ve yerelleri kim örgütlü-yor? Aralarındaki ilişki neyle, nasıl sağlanıyor? Bölgemeclislerinin yaygın olarak örgütlenmesinin önündekiengellerle bu tür çatıların arasındaki bağ nedir? Toplumsiyasete hangi vasıtalarla katılıyor? Genel halk meclisiolan Kongre türü demokratik kurumların sadece dip-lomatik bir misyonla kendisini sınırlandırmasının ön-celikli sebebi, yerel halk meclisleriyle bağının bir tanımakavuşturulmamış olmasıdır. Aynı örnek mahalle, ka-saba, kent meclislerinin bir birleriyle ve belediyelerleilişki tanımsızlığında ve muğlâklığında mevcuttur. Do-layısıyla yeniden yapılanmanın temel konularından birikonfedere örgütlenme sistemini yeniden tanımlamakve toplumsal örgütlenmeyi konfedere sisteme çekmekolmalıdır.

Belediyelerin Halk Komünlerine DönüştürülmesiKavram ve anlayış karmaşasına son verecek tek ge-

çerli yöntem, toplumun varoluş tarzı olan komünalitedebulunabilir. Komünal tarzda örgütlenmeyen hiçbir yerelyönetim sistemi tam demokratik olamaz. “Halk için de-mokrasi, birey için özgür yurttaşlık” prensibi komün ru-hunun özüdür. Yerel yönetimlerin başında gelenbelediyelerin tarihine bakıldığında özünde birer komünhareketi olarak geliştikleri görülecektir. Türkiye koşulla-rında belediyelerin birer halk komünü halinde yenidenörgütlenmesi ancak devlet yasalarını engel yapmadanmeşruluk kaidesiyle hareket etmekle mümkündür. Bu-rada bahsettiğimiz komün elbette klan-kabile dönemi-nin veya ortaçağın komünü değil; ortaklaşmacı, moralgüç ve ruh anlamında kökenlerini oradan alsa da çağı-mız koşullarında alabildiğine çeşitlenmiş, binlerce fark-lılığı olan toplumsallığa, ulaşılan bilgi ve teknolojidüzeyine uygun komünlerden bahsediyoruz.

Bir belediyenin komün olarak dönüştürülmesi ön-celikle zihniyet çalışmasını gerektirir. Bununla birliktemodel düzeyinde siyasi, idari, ekonomik ve sosyal ted-birler geliştirilmelidir. Tartışmaya ön ayak olması içinbazı önermeler yapılacak olursa:

a-Siyasi ve İdari Düzeyde:1-Belediye yönetiminin sadece yasal seçilmiş meclis

üyelerinden ve başkan ve yardımcılarından oluşma-ması; yasallığı değil meşruiyeti olan, halk meclisle-rinden seçilmiş delegelerin belediye meclisinin

doğal üyeleri kapsamında değerlendirilmesi,2-Bürokratik ve egemenlikçi yapılanmayı önleyecek şe-

kilde dikey hiyerarşi yerine karşılıklı demokratikbağlılık, sorumluluk ve verimliliği esas alan yatay-eşitlikçi ilişkilerin ikame edilmesi,

3-Belediyelerin yerleşim alanına, coğrafya ve nüfusunagöre alt kademelere bölünmesi; bir veya birkaç ma-halleye bir belediye düşecek şekilde yeni belediye-lerin oluşturulması,

4-Tüm belediye birimlerinin yerel düzeyde kurulacakbelediye (komün) birliklerine üye olması, bu te-melde olanak ve hizmetlerin eşitlenmesi,

5-Belediyelerin halk meclislerinin denetiminde olması;belediye meclisinde alınan kararların halk meclisi-nin onayından geçmesi, halk meclislerinde beledi-yeye dair alınan kararların ise belediye meclisindeonaylanması ve uygulamaya geçirilmesi,

6-Kadın ve gençlik meclisleri başta olmak üzere kültü-rel, etnik, dinsel, mezhepsel tüm farklı toplumsal ke-simlerin kendilerini ilgilendiren her plan ve projedebelirleyici olmaları,

7-İl genel meclislerinin aynı anlayışla örgütlenmesi, köybirlikleri ve köy-kent birliklerinin kurulması

b-Ekonomik-Sosyal Düzeyde:1-Kapitalist ilişki ağlarını önleyecek komünal yaşam ve

mülkiyet anlayışının geliştirilmesi; yapısal olarakkurum ve kurallarının tanımlanması,

2-Özel mülkiyet, rekabet, dış kaynak, yönetişim, kentplanlaması, kaliteli yaşam, personel yönetimi, insankaynakları, halkla ilişkiler gibi kaynağını kapitalizm-den alan kavramların eleştirel süzgeçten geçirilerekdemokratik-komünal kavram ve anlayışların geliş-tirilmesi,

3-Belediye mülklerinin (Arazi, bina, araç, atölye, parkvb.) toplumun ortak yararına sunulması, özel şirketve şahıslara satış, kiralama gibi uygulamalara sonverilmesi,

4-Parçalı arazilerin birleştirilerek verimli kılınması vetoplum hizmetine sunulması,

5-Belirli hizmetlerin komün ve meclislere devredilmesi,şirket ve taşeron uygulamasına son verilmesi, bele-diyeye kaynak olarak dönecek fon oranı belirlenerekhalk kooperatiflerinin önünün açılması,

6-Maaş politikası yerine “yeteneğine ve ihtiyacına göre”prensibinin esas alınması; ya da maaş düzeylerinegöre belirlenecek oranlarla adil dağılım fonlarınınoluşturulması,

7-Sağlık, temizlik, kültür, eğitim, konut, yol, gıda, tekstil,tarım, hayvancılık, enerji, komünikasyon, sanayigibi temel alanlarda politikaların ilgili STÖ’lerininonayıyla belirlenmesi ve ortak projelere dönüştürü-lerek toplum yararına sunulmasının kesin kurala22

23

bağlanması ve ekonomik boyutunun halk meclis-lerine devredilmesi,

8-Her halk meclisi için bir veya birkaç iş ve beceri eği-tim hizmetinin verilmesi,

9-Belediye (komün) iç eğitiminin yıllık müfredatlar ha-linde zorunlu yapılması,

Günümüzdeki yasalara ve yaygın algıya göre beledi-yelerden beklenen görev yol, su, temizlik, ulaşım, çevredüzenlemesi vb. kapsamında halka hizmet etmesidir.Belediyeye bu tarzda bir rol biçildikten sonra halkın özyönetim organı olarak yerel yönetim vasfını peşinenkaybeder. Bu anlayış devletin bir takım işleri merkezdenyürütmek yerine yerelde yürütmesi anlamına gelmek-tedir. Bunun için gerekli yetkiyi ve kaynakları sunmak-tan da geri durmaz. Klasik belediyecilik anlayışının biryönü bu şekilde devletin yetki ve kaynaklarını bölüşmekise bir yönü de temsili veya katılımcılıkla sınırlı demok-rasi anlayışıdır. Sonuçta klasik belediyecilik devlete veesas olarak da kapitalist şirketlere hizmet eder. Bu anla-yışta halkın gücünü kullanmak ve demokrasi görüntüsüaltında şirketlerin hizmetine sunmak vardır; halkınkendisinin karar gücü olması ve yeni bir toplumsalyaşam anlayışına hizmet yoktur.

Öte yandan belediyelerin tek başına tüm toplumsalsorunları çözemeyeceği hesaba katılarak bu rolü beledi-yelerle birlikte halk meclislerinin, komünlerin ve siviltoplum örgütlenmelerinin birlikte üstlenmesi sağlan-malı, yeniden yapılanmada her kurumun kendi özgünrolü ve ortak görevi ele alınmalıdır. Yeniden yapılanmayayön verecek olan asıl güç halkın kendisi olmalıdır.

Yeniden yapılanma ve demokratik-komünal yerelyönetimler için yürütülecek tartışmalar için halk mecl-isleri esas tartışma alanları olmalıdır. Tartışmalar bellibir olgunluğa ulaşınca yerel konferanslar ve genel kon-feransla son kararlaşmaya gidilebilir. Buralardan çıkacakmetinler toplumsal sözleşme metinleri olarak düşünü-lebilir. Her kentin bir “kent sözleşmesi” ve tüm yerel yö-netimlerin de ortak bir yerel yönetimler sözleşmesiolabilir.

Demokratik Özerklikteki YeriYeniden yapılanma bir süreç işidir. Fakat temel pa-

radigmasal dönüşüm için kararlılık ve irade kadar bi-linçli bir mücadele gerekir. Tarihsel, sosyolojik, düşünselalt yapısını oluşturmadan pratikte oluşturulmak istenher yanıt kısa sürede sistem araçlarıyla kuşatılıp tıkan-mayla yüz yüze kalacaktır. Sistem araçlarının kolaycauzanamayacağı alanlar oluşturmak büyük bir özgürlükkavgasına girmeyi gerektirir.

Sistem karşısında alternatif sistem kurulmaya çalışı-lırken karşıtının bilgi, zihniyet ve kurumsal yapısıyla ha-reket edilemez. Bunun iki yönlü sakıncası vardır:Birincisi karşıtına benzeşmedir, ikincisi ise dogmatik,

tutucu ve kalıpçı hale gelmedir. Yapısallıklar ve bunlararasındaki ilişkilerle sistem kurulur fakat bir kez kurulansistem artık sınırlar belirlemeye, alışkanlıklar oluştur-maya başlar ve sistem kurmanın kendisi bir tuzağa dö-nüşür. Dolayısıyla her şeyi yapısallıklara ve sistemebağlamak kesin çözümü doğurmayacağı gibi tutuculaş-maya ve egemenlik ilişkilerini yeniden üretmeye de yolaçabilir. Özgür, akışkan bir zihniyetle ve anlam, anlayış,morale dayanan maneviyatın gücüyle demokrasi ve öz-gürlük ideali karşılığını bulabilir. Bu konuda yerel yö-netimlere rolünü oynatmak ilerletici olabilir.

Yerel yönetimler toplumun maddiyatçılıkla esir alı-nan aklını özgür kılma ve maneviyatı yüceltme alanlarıolarak yeniden yapılanmaya ne ütopik yaklaşılmalı nede ideallerden kopuk, olgucu yaklaşılmalıdır. Yerel yö-netimler toplumun yüz yüze tartışarak karar vermealanları olduğu için, ahlaki-politik toplumun yenideninşasında ve demokratik özerklikteki yeri başta gelmek-tedir. Çünkü demokratik özerkliğin felsefesi devlet kar-şısında toplumu özne olarak görmekte ve yereli esasalmaktadır. Bu anlamda demokratik yerel yönetimlerdemokratik özerkliğin temeli ve vazgeçilmezidir.

Türkiye somutunda demokratik özerkliği sadecedevletin siyasi-idari yapısında değişiklik yapmaya bağ-lamak yerine kendi yerel sistemini kurmak toplumunözgürlüğü için en köklü ve kalıcı güvenceyi oluşturmakanlamına gelir.

Kadın Kentleri, Köyleri, Mahalleleri: Özgür Yaşam Alanları Yeniden yapılanmanın ilk işaret fişeği eşbaşkanlık

sistemi olmuştur. Erkek egemen kültür ve baskısınakarşı kadının siyasal iradesini esas alan bir sistem olarakeşbaşkanlık, demokratik-komünal anlayışın bir gereğiolarak gündemleşmiştir. Kapitalist mantıkta yeri olaniktidar ve yetki paylaşımı eşbaşkanlık sisteminde top-lumsal-kollektif koordinasyona dönüşür. Yönetimdekadın-erkek eşitliğini sağlamak yanında kolektif yöne-tim anlayışının da bu şekilde bir kültüre dönüşmesi he-deflenmiştir.

Özgür kadın kültürü en fazla demokratik yerel yö-netimlerde vücut bulabilir. Küresel kapitalizm aynı za-manda erkek egemen zihniyetin de küreselleşmesidemektir. Buna karşı kadın mücadelesi de küresel dü-zeyde gelişim göstermek zorundadır. Bunun için dünyaçapında sistem karşıtı hareketlerle bağını kurması, sa-dece kadın kuruluşlarıyla sınırlı kalmaması, iki cinsi dedemokratikleştirme temelinde içine alarak hareket et-mesi; yerel yönetimler boyutuyla da uluslararası yapı-lanmalarda etkin düzeyde temsilini sağlaması gerekir.

Küresel mücadele yerelden başlar. Radikal demokrasiyerelin kendisini evrenselleştirmesi, yani yerelde sağla-nacak başarıyla evrenselin bağının kurulması demektir.

24

Kapitalizmin küreselleşmesiyle aslında en yerel alanlarınbile sömürüye açılması sağlanmıştır. Dolayısıyla kapita-lizme -erkek egemenliğine- karşı mücadele hem küre-seldir hem yereldir; demokratik ulus ile yerelinbağlantısı, kadının yerel ve küresel mücadelesi için deaynı şekilde geçerlidir. Yerelde başarı sağladığı ölçüdeküresel düzeyde başarının önünü açabilecektir. Evrenselkadın mücadelesiyle bağını kurabildiği ölçüde de yereldebaşarısını koruma ve sürdürme imkânı oluşacaktır.

Yerelde başarı sağlamak öncelikle bir yerleşim ala-nını hedeflemek demektir. Yerleşim alanı hem yerel yö-netimler için hem de kadın mücadelesi için kilitkavramlardan biridir. Bunun anlamı kadın mücadele-sini bir yerle sınırlandırmak değildir, fakat bir yer tanımıyapılmadan da mücadele genel kalacak, hatta toplumsalbağlamından uzaklaşacaktır.

Özcesi şiddete, tecavüz kültürüne, ötekileştirmeyekarşı örgütlü bir toplum için öncelikle yerelin örgütlen-dirilmesi ve buna uygun yaşam alanlarının oluşturulmasıgerekir.

Tarihte ilk yerleşim birimi olan köylerin kuruluşunadamgasını vuran kadındır. Kadın etrafında gelişen evdüzeni yerleşim alanında da kendisini göstermiş, birbi-rinin içinden geçilebilen toplu evler düzeniyle köy yer-leşimi binlerce yıllık yaşam kültürü olan komünaliteyeuygun düzenlenmiştir. Toplumsal kültüre uygun biryaşam alanı kurulmuştur. Bu ev düzenine karşı erkekşaman komploya-darbeye dayalı ideolojik-politik birhamle geliştirirken köy düzeninin toplu evlerini retetmiş; şifacılık, büyücülük, yoğunlaşma bahanesiyleköyden ayrı kulübesinin inşasını gerçekleştirmiştir. Bukulübe kadına ve topluma karşı ilk komplo üssüdür.Artan nüfus, üretim ve toplumsal ihtiyaçlar temelindegelişen kent kuruluşlarına yine kadının ürettiği toplum-sal değerler damgasını vurmuştur.

Fakat erkek egemen akla dayanan sınıflaşma olgu-suna bağlı olarak üst tabaka kentte egemenliğini kur-duğunda kentin kadın aleyhine gelişim gösterdiğibilinmektedir. Kapitalizmin ulus-devlet ve endüstriya-lizm hamlesiyle azami karın sağlandığı alanlar olarakkentleşme ve kentlileşme neredeyse insan için olmazsaolmaz kabilinde fetişleştirilmiştir. Bu aşamadan sonrakent kadın için yaşamı anlamlı ve estetik kılan tüm de-

ğerlerin ve doğanın yıkımı pahasına devasa boyutlardagelişmeye başlamıştır.

İnsan ve yaşadığı mesken arasındaki bağ sosyoloji-den felsefeye, psikolojiden tıpa kadar çeşitli disiplinlerinaraştırma sahasına girmiştir. İnsanlar yaşadıkları coğ-rafyaya benzerler. Dağ, çöl, nehir, deniz insanları içingenelleme yapılabilecek kadar farklı karakteristik özel-likler tarif edilmiştir. İklime göre tarifler sıcak, soğuk,ılıman, kurak ya da yağışlı bölgelere göre yapılmıştır.“Kulübede yaşayan insanla sarayda yaşayanın aynı şe-kilde düşünemeyeceği” sınıf tahlilleri ve felsefik tartış-maların konusu olmuştur. Köy, kent, metropolyaşamının insan ve toplum üzerindeki etkileri geçmiş-ten güncele süregelen bir tartışmadır. Ev içindeki eşya-ların düzeni bile hiç farkında olmadan esaret düzeninedönüşebiliyor. İç mimari tartışmaları devreye giriyor.

Öz-biçim, işlevsellik-biçimsellik ya da tarihsellik-sa-natsallık tartışmaları karmaşıklaşan kent yaşamındamimarinin çoktan aştığı sorular olmuş; mimari anlayışıkonfora endekslenen endüstri ve kar amacına bağlı halegetirilmiştir. Mimaride hakim anlayış artık ne geçmişeözenen nostaljik ya da sanatsal kaygılar, ne ekolojik kay-gılar, ne fikirler ne de hayallerdir. Varsa yoksa tüketimiözendiren konfor ve ondan nemalanmaktır.

Tarihte yaşanan bazı örnekler bugünün tüm metro-pollerinin toplamından daha önemli estetik değerlersunmuşlardır. Zenubya’nın kenti böyle bir anlam taşı-mıştır. Palmira’yı o kadar güzel inşa etmişti ki Romalı-larca yakılıp yıkılınca, kraliçe Zenubya, kendi elleriyleyarattığı “Palmira gibi bir güzellik olmadıktan sonra ya-şamanın anlamı kalmamıştır” diyerek Roma yollarındacanına kıymıştır. Zenubya’dan sonra mimari ölmüştür.

Ortaçağın şatoları zigguratlarla gökdelen plazalararasında bir ara kademedir. Görkemli camilere karşılıkgörkemli kiliseler yapılmıştır. Görkemli saraylar gör-kemli tiyatro-balo-konser salonlarıyla tamamlanmıştır.Görkemli parlamento binalarına karşılık görkemli as-keri karargâhlar inşa edilmiştir. Egemenlik yarışlarındakentsel dönüşüm projeleriyle bugün mimari gerçektenöldürülmüştür. Heybetli devasa binalar-salonlar karşı-sında minicik kalan insanlar! Binalar yüceltilmiş insan-lar böcekleştirilmek istenmiştir! Erkek egemenliğininve endüstriyalizmin elinde can vermiştir mimari. Doğave toplumla birlikte mimari de katledilmiştir. Kent katiledönüşmüş, köyü, doğayı ve toplumu öldürmüştür;onunla mücadele edecek bir mimari kalmamıştır.

Milyonlarca nüfusun yığıldığı kentlerde bitirilmiştiryaşam. Ne doğanın ne de toplumun nefes alabilecek halikalmamıştır. Kent planlamacısı bunun kaynağına inerseişini kaybedecektir. Bu nedenle kentin sorunları kapita-lizmde ve egemenlik sisteminde aranmaz; egemenliğinyıkılıp toplumsal inşanın gerçekleştirilmesi önerilmez.Gözler toplumsal yaşamın değil kentin nasıl güzelleşti-

Kapitalizmde kent bir sömürü alanı olduğu gibi top-lumsal açıdan kendi farkını ve bireyselliğini vurgula-mak için ötekinin imal edildiği yerdir. Kadın kentleridenildiğinde ötekilerin olduğu bir sistem değil, fark-

lılıkların özgürlüğüne dayalı birlik akla gelir

rileceğine çevrilerek kenti katile dönüştüren sisteminsorgulanması önlenir. İmardan nemalanan, ölmüş birmimariyle işi kurtarmaya çalışan anlayış kapitalizminsularında yüzmek dışında bir iş yapmamış olur.

Ekolojik bir toplumsal yaşam anlayışı ekolojik birmimari anlayışı, ekolojik olmayan kent yaşamında uy-gulama alanı bulamaz. Fakat ekolojik mimariye dayan-mayan bir kent yapılaşması da toplumsal dönüşümünüstünü betonlarla örter. Mimari örneği kent yaşamındasadece bir örnektir; mimari örneğindeki amaç, sorun-ları toplumsal düzeyde ele almanın gerekliliğidir.

Özcesi kent yapılaşması toplumsal kültürle uyumluhale getirilmelidir. Bunun için öncelikle kentlerin dahaküçük ölçekli birimlere ayrılarak belediyeleştirilmelerigerekir. Kadın kentleri, “kentsel dönüşüm” gibi toplumkırım sistemlerine tavırla, toplumsal dönüşümü esas al-makla kurulabilir. Toplumsal dönüşümde en küçük yer-leşim birimleri başlangıç noktasını teşkil etmektedir.İktidar alanını genişletmek isteyen egemenler merkezi-leşmeyi ve her yerel birimin bu merkezin bir uzantısıolmasını savunur. Bundan dolayı kadın belediyeciliğiiktidar ve tahakküm mekanizmalarını parçalamayı, hertoplumsal birimin kendi yerelinde iradeleşmesini, sözve karar sahibi olmasını savunur.

Demokratik belediyeciliğin ölçütü ve koşulu kadınözgürlüğünde sağlanan düzeydir. Ayrıca kadın kimli-ğinin kendine has karakteristik özellikleri vardır; daya-

nışmacı, paylaşımcı, barışçı, eşitlikçi, adil, etik ve estetikyönleriyle özgür yaşam kültürünün temel taşıyıcı gücü-dür. Bu temelde bir yerleşim ve yaşam alanı tarifi yapıl-dığında ezen-ezilen ilişkisinden, ötekileştirmeden,baskıdan, sömürüden, ranttan, şiddetten, yıkıcılıktanbahsedilemez. Kapitalizmde kent bir sömürü alanı ol-duğu gibi toplumsal açıdan kendi farkını ve bireyselli-ğini vurgulamak için ötekinin imal edildiği yerdir.Kadın kentleri denildiğinde ötekilerin olduğu bir sistemdeğil, farklılıkların özgürlüğüne dayalı birlik akla gelir.

Kadının toplumsal kültürdeki yerini en iyi tanımla-yan kavram demokratik ulustur. Demokratik ulus birkadın kimliğidir. Bu kimlikte demokrasi, ekoloji ve eko-nomi bir birinden ayrılmaz üç temel bileşendir.

Kadın kentleri anlayışı, yerel yönetimlerde yenidenyapılanmanın temel modeli, motivasyon, moral ve ivmegücü olarak yaklaşmak kadar tarihin şafak vaktindetüm insanlığa ışık olmuş fakat egemenlik saldırılarıylayitirilmiş tüm temel toplumsal değerlerin canlanmasıve yeniden kazanılması şeklinde bakılabilir. Bu anlamdakadın kentleri iddiası tarihsel temele dayandığı gibibüyük bir mücadeleyle inşa edilebilecek toplumsal fikirolmaktadır.

Yeniden yapılanma tartışmalarını böylesi bir ideal,coşku ve mücadele ruhuyla ele almak; bilinç ve anlamderinliğiyle birlikte yapısallıklarını inşa etmek gerçek birözgürlük çalışması olacaktır.

25

1-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (A. Öcalan)2-Ekolojik Bir Topluma Doğru (M. Boockhin)

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Akif Ali

Demokratik Özerk KürdistanDemokratik Türkiye

26

Demokratik özerk Kürdistan, demokratik Türkiyedeğerlendirmesini yaparken demokratik özerklik vedemokratik Türkiye olgularının başındaki demokrasikavramının tarihsel ve güncel anlamının değerlendi-rilmesi gerekiyor. Çünkü demokrasinin geçmişteki vegünümüzdeki anlamını doğru ortaya koymadan de-mokratik özerklik de, demokratik Türkiye de doğruanlaşılamaz.

Demokrasi, bilindiği gibi Yunancada halk anlamınagelen demos ve idare-yönetim anlamına gelen kratoskelimelerinden oluşan bir kavram ya da terimdir. Kuş-kusuz demokrasinin tarihini Yunanistan’la başlatmakyanlıştır. Ama kavram olarak ilk kez Perikles’in Atina-lılara yaptığı bir konuşmada kullanılmıştır. Bu konuş-masında Perikles, demokrasiyi şöyle anlatmıştır;"Bizde devlet, bir azınlığın değil, çoğunluğun yararınagöre idare edildiği için, bu idare şekli demokrasi adınıalmıştır. Özel farklılıklara gelince; eşitlik kanunlar ta-rafından herkese temin edilmiştir. Fakat umumi hayatakatılmaya gelince, kendi değerine göre her fert saygıgörür ve ait olduğu sınıf, şahsî değerinden daha azönemlidir. Nihayet hiç kimse, fakirlik ve sosyal duru-mun karanlığıyla engellenmez; eğer siteye hizmet ede-bilirse…" Burada görüldüğü gibi demokrasi sanki birdevlet biçimi olarak ele alınmış ve sınıflara bölünmüşbir toplumda çoğunluğun iradesinin temsili gibi de-

ğerlendirilmiştir. Bu çoğunluk içinde doğal olarak daköleler yoktur. Çünkü onlar vatandaş değildir. Sadecekonuşan hayvandır.

Biz elbette Periklesin bu yorumunu ve Liberalizmindemokrasiyi bugün buna uygun ele alışını kabul etmi-yoruz. Diğer yandan bu tanıma uygun olarak uygula-nan demokrasinin ilk merkezleri de Atina ve bazı şehirdevletlerinde olmuştur. Bu site devletleri yurttaş olaraktabir edilen halkın bütün erkekleri, şehrin yönetiminekatılmıştır. Dikkat edilirse burada sadece köleler değilkadınlar da yer almamaktadır.

Dolayısıyla halkın yönetimi diye ele aldığımız vetoplumun hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın yönetimedoğrudan katılımı olarak tarif ettiğimiz demokrasi ileeski Grek demokrasisi arasında ciddi farklılıklar vardır.Bu nedenle de toplumsal doğanın temel ilişki ve yaşambiçimi olan demokrasi Greklerle başlatılamaz. Zatenböyle başlatıldığı andan itibaren de demokrasi kavramıçarpıtılmaya müsait olur, doğru anlaşılmayan bir de-rekeye düşer. Kuşkusuz bu gelişmenin en önemli ya-nını toplumun yönetime katılımını ifade etmektedir.Yunan site devletlerinde bu şekilde tanımlanarak or-taya çıkan demokrasi farklı sitelerde ya da aynı sitelerdefarklı zamanlarda farklı biçimlerde uygulanmıştır.Hem doğrudan demokrasi yöntemleri vardır, hem detemsili yöntemler vardır. Farklı rolleri olan meclisleryanında aynı zamanda gerektiğinde bazı kararlarındoğrudan halkın görüşüne başvurularak alındığı biryönetim biçimi söz konusudur.

Demokrasi, buradaki köleleri ve kadınları dışındatutarsak, Atina vatandaşı olanların yönetimde aktif yeralmasını ifade ediyor. İyi bir yurttaş yönetim erkine,karar süreçlerine aktif katılmasıyla tanımlanıyor. Bu,önemli bir yaklaşımdır. Yurttaşların silik olmadığı, aktifolduğu, kendilerinin de yönetimde doğrudan rol al-dıklarını düşündükleri bir sistemdir bu. En azından

İnsanlık devleti tanımadan önce her yerde doğaldemokrasiyle yönetiliyordu. İktidarın, devletin,sömürünün olmadığı toplum düzeni doğal bir

demokrasiydi. Hatta ilkel haliyle gerçek anlamdademokrasi o dönemde vardı

önemli deneyler, dersler çıkarılabilecek bir modeldir.Burada belirli aşiretler vardır. Bu aşiretlerin bulunduk-ları coğrafyada önemli güçleri vardır, kendi özyöne-timleri vardır. Hatta Atina’daki demokrasinin enönemli kurumlarından olan beş yüzler meclisi bütünaşiretlerin gönderdikleri temsilcilerden oluşmaktadır.Böylelikle belirli alanlarda yoğunlaşmış aşiretlerin ira-desinin dışlandığı, iradesinin dikkate alınmadığı bir ka-rarlaşma söz konusu değildir. Bu yönüyle aşiretlerözerkliklerini yaşamaktadırlar, kendi bulunduklarıalanlardaki kararlaşmaları kendilerine aittir. Onlarında Atina’ya beş yüzler meclisine gönderdikleri temsil-ciler dışında kendi aşiret meclisleri de bulunmaktadır.

Kuşkusuz demokrasiyi Atina’yla başlatmak tarihisaptırma olur. İnsanlık devleti tanımadan önce heryerde doğal demokrasiyle yönetiliyordu. İktidarın, dev-letin, sömürünün olmadığı toplum düzeni doğal bir de-mokrasiydi. Hatta ilkel haliyle gerçek anlamdademokrasi o dönemde vardı. Böyle değerlendirmek ge-rekiyor. Kuşkusuz toplum bu kadar karmaşıklaşma-mıştı, nüfus bu kadar artmamıştı, bu kadar deney, bilgi,birikim, bilim, kültür gelişimi yoktu. Bu bakımdan tabiiki bu doğal demokrasinin özüne bağlı kalınarak doğrubir şekilde uygulanırsa bugünkü demokrasi daha geliş-miş, daha derin, daha kapsamlı olacaktır; olur da.

Devletleşmeden ve iktidarlaşmadan önceki hiyerar-şik dönemde de hiyerarşi eğer toplumun yararına birbiçimde değerlendiriliyorsa o da doğal bir demokrasi-dir. Hiyerarşinin devlet ve iktidarlaşmaya yakın olma-yan önemli bir dönemi iktidarın ve sömürününolmadığı, hiyerarşinin sadece toplumsal yarar biçi-minde şekillendiği dönemde de doğal demokrasidensöz etmeliyiz. Tabii ki doğal demokrasilerde toplumlarkendi kendini yönetiyor. O toplumlarda sömürü yok-tur, baskıyı tanımayan toplumlardır. Aşiret topluluklarıkendi içlerinde belli bir demokrasi uyguluyorlar. As-lında o dönemde belirli aşiretler arasında olan savaşlarbile yaşamlarını devam ettirmeyle ilgili bir durumdur.Yoksa birinin diğerini egemenlik altına alma ya daonun kültürünü ve inancını yok etme gibi bir yaklaşımkesinlikle söz konusu değildir. Bu dönemin savaşlarıbir emperyalist, sömürgeci, hegemonik yaklaşımdankaynaklanmayan savaşlardır

Tarihte devlet ve iktidar dışı kalma toplumlardaesastır. İktidarın gerçek anlamda toplumsal dokularanüfuz etmesi tarihin eski dönemlerinde coğrafyanın azbir kesimini kapsamaktadır. Zaten insanlık kapita-lizmle tanışmadan önce çoğunlukla kırsal kesimlerdeyaşamaktadır. Özellikle de kapitalist moderniteninhakim olmasına kadar toplulukların kendi iç demok-rasileri fazlasıyla vardır. Prenslerin, beylerin toplumüzerinde bir hegemonyası olsa da, toplulukların kendiiçinde belli bir doğal demokratik yaşam vardır. İmpa-

ratorluklar ne kadar geniş topraklar üzerinde hâkimiyetkursalar bile toplulukların her şeyine müdahale eden,nüfuz eden bir devlet ve iktidar yapısı yoktur. İmpara-torluklar genelde bulundukları alandaki topraklarınkendi kendilerini yönetmelerine, kendi işlerini kendiyapmalarına karışmazlardı. Kapitalizme kadar bu kuralgeçerlidir. Köleci dönemde, feodal dönemde vergileriverdikleri zaman imparatorlukların belirlediği kural-lara belirli düzeyde uydukları takdirde her güç kendibölgesinde özerk yaşamaktadır, otonom yaşamaktadır.Kendi iç yönetimlerini kendileri düzenlemektedir. Aşi-retler ve topluluklar kendi içinde demokratik yöntemdiyeceğimiz yöntemlerle kendi yaşamlarını sürdür-mektedirler.

Devlet olmayan topluluklar demokrasiye daha ya-kındır. Devletleşenler, iktidarlaşanlar daha fazla hege-monik oluyor, merkeziyetçi oluyor, hiyerarşik oluyor,tam hâkim olmaya çalışıyor. Ama devlet dışı topluluk-ların imparatorluk karşısında belirli bir özerklikleri ol-duğu gibi, kendi içlerinde de belirli bir demokratikyaşam sürdürüyorlar. Bu topluluklar aslında güçlerinide buradan alıyorlar. Tarih içindeki aşiret toplulukları,ya da imparatorluklar içinde belirli özerk yaşayan etniktopluluklar, dinsel topluluklar gücünü belirli düzeydedemokratik olma karakterlerinden alıyorlar. Topluluk-lar ancak öyle ayakta tutuluyor. Topluluklar ya zorla yada demokrasiyle ayakta tutulur. Zorla ayakta tutmadaha çok sömürücülere, baskıcılara, egemenlere hastır.Ama toplumlar genel olarak kendi varlığını sürdür-mede demokratik yöntemi, usulü kullanır. Tarihsel top-lum araştırıldığında bu gerçeklik görülür. Prensliklerinve beyliklerin olduğu alanlarda da bu kurumların oto-riteleri olsa da toplulukların kendi içinde doğal bir de-mokratik yaşama sahip olduklarını söylemek gerçekliğiifade etmek olur.

Kapitalizme kadar devlet dışı kılmış toplumlardagenel olarak demokratik kültür, demokratik öğeler var-dır. Rönesans ve Reform önemli oranda kırsal manas-tırlar, kırsal toplulukların demokratik karakterininegemenlikçi zihniyetlere, kralların istediği gibi karar al-malarına karşı çıkan demokratik toplumcu eğilimleredayanmaktadır. Diğer yandan da şehirlerde üniversitelerve sanata yakın çevrelerde demokratik eğilimler oluş-makta, bu da toplumu mayalamaktadır. Rönesans öncesikapitalizm yoktur; toplum hala feodal denen düzen için-dedir. Doğal toplumun, doğal demokrasinin etkileriyleşehirdeki egemenler dışındaki toplulukların, farklılıkla-rın mevcut krallıklara, otokrasiye karşı tepkileri Röne-sans’ı doğurmaktadır. Bu yönüyle Rönesans’taki düşünceesas olarak toplumcu ve demokratiktir. Toplumcu ve de-mokratik karakteriyle kralları sınırlamak istemektedir.Eğilim bu yönlüdür.

Rönesans’ın ortaya çıkmasından sonra Avrupa’da27

halk hareketleri gelişmiştir. Bunlar da demokratik halkhareketleridir. Bazılarının tanımladığı gibi burjuva dev-rimler değildir. Burjuva demokratik devrimler olarakda tanımlamak gerçeği yansıtmaz. Bu devrimlerinamacı kapitalizm değildir, daha özgürlükçü ve daha de-mokratik bir düzen öngörmüşlerdir. Ama bilim teknik-ten aldığı gücü sömürünün olduğu bir yeni düzenikurmaya yönelen yeni sınıf, şehirli burjuva sınıfı toplu-mun örgütsüzlüğünden yararlanarak ve toplumu yö-netmede belirli bir tecrübesi olan aristokrasiyle de belirlidüzeyde uzlaşarak halk devrimlerini kapitalizmin gide-rek hâkim olduğu bir sisteme dönüştürmüştür. Bunlarhalk devrimidir. Burjuva devrimleri denilmesini son-radan ortaya çıkan durum çerçevesinde tanımlanmışbir kavram olarak değerlendirmek daha doğrudur. Ka-pitalizm hâkim olunca o zaman bu devrimler kapita-lizme yol açtığına göre burjuva devrimlerdir, biçimindebir değerlendirmede bulunulmuştur. Ama dediğimizgibi esasında halkın daha demokratik, daha toplumcu,özgür yaşamak istediği halk hareketleridir. Burjuvazi ör-gütlü olduğu için bundan yararlanmıştır. Böyle değer-lendirmek daha doğru olabilir.

Kuşkusuz bu devrimlerin demokratik karakteri yeniyetişen sınıf burjuvaziyi ilk dönemlerde toplumun gü-cünü dikkate almaya götürmüştür. Özellikle de eskiegemenleri saf dışı edip kendilerinin egemen olmasısürecinde toplumun gücünden yararlanmak için belirlidemokratik yaklaşıma girmek zorunda kalmıştır.

Batı’daki demokrasi tarihi açısından 1215’tekiMagna Carta (Büyük Belge) örnek verilir. Yani krallabelirli feodal beyler ve prensler arasında yapılan bir söz-leşmeyi ifade eder. Magna Carta belgesinin oluştuğusüreçte burjuvazi yeni yeni gelişmektedir. Bu açıdanbelgenin oluşmasında etkileri sınırlı kalmıştır. Yinekrallarla prensler ve yeni yetişen burjuvazi arasındabaşka yerlerde de benzer sözleşmeler olmuştur. Fransızdevriminden önce yükselen yeni sınıf burjuvazinin veyerel otoritelerin de içinde olduğu bir meclis vardır. Be-lirli dönemlerde toplanan, karar alan Etats generauxdenen meclisin kral tarafından keyfi olarak toplama-ması sonucu 1789’da Fransa’da krala karşı isyan gerçek-leşir. Burada da bir halk devrimi söz konusudur. Esasolarak halkın yoksul kesimleri, yani baldırı çıplaklar

hâkimdir. Devrimde Jirondenler, Jakobenler ve mon-tagnarlar (dağlılar) vardır. İlk başta etkili olanlar mon-tagnarlardır. Jakobenlerin bir kısmı da bunlardanetkilenmiştir. Mahallenin, sokağın, kırın gücü etkilidir.İlk dönemlerde Jakobenler sokağın ve tabanın sesi olanDağlıları dikkate almak zorunda kalmışlardır. Hatta Ji-rondenler bile dağlıları dikkate almak zorundadır.Çünkü taban, devrimi gerçekleştiren esas güç bunlarınetkisindedir. Dolayısıyla Fransız devrimi de özünde birhalk devrimidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi daha sonraburjuvalar hâkim olduğu için bu devrimlere burjuvadevrimi, burjuva demokratik devrimi denilmiştir.Bugün doğru değerlendirildiğinde, daha iyi analiz edil-diğinde bunların da esas olarak halk devrimleri tanım-lamasına girdiği gerçeği rahatlıkla görülebilir.

İlk devrimler sırasında meclisler güçlüdür. Zatenhalk esas olarak iktidarın birilerinin elinde merkezileş-mesine karşı ayağa kalkmıştır. Bu nedenle devrimleryürütmeleri zayıf tutmaya özen göstermişlerdir. Bunurahatlıkla söylemek gerekir. Devletin de bazı kurallarıolan bir yargısı olsa da, bu yargı esas olarak iktidarı ko-ruyan bir yargıdır. Ama her yerde toplumların kenditoplumsal adalet sistemi de vardır. Tamamen devlet te-kelinde bir yargı sistemi yoktur. Devletin yargı kurum-ları belirli merkezlerde ya da belirli konularda vardır.Kapitalizmin ulus-devlet zihniyet ve yapılanmasınakadar yaşamın tüm alanlarına girmiş bir devlet yargı-sından, bu yönlü devlet otoritesinden söz etmek müm-kün değildir.

İlk başlardaki bu devrimlerde meclisler güçlüdür,çok merkeziyetçi bir yaklaşım hâkim değildir. Halkdevrimlerinin oluştuğu dönemlerde yerel topluluklarınözerklikleri belirli düzeyde korunmaktadır. Zaten İn-giltere’de toprak sahibi ve yerel otorite olan prensler,feodal denen bu kesimler de devrimin içinde yer al-mışlardır. Bunlar tabii ki yerel otoritelerini korumayıhedeflemişlerdir. Avrupa’da da krallıklar devrilirkenhalkın, çeşitli toplumsal güçlerin temsilini bulduğumeclisler gelişip güçlenirken, diğer taraftan da tabanda,yerelde, çevrede toplulukların kendi kendini yönettiği,tümden merkezileşmemiş bir siyasal ve sosyal yapı sözkonusudur.

Kapitalizm ve kapitalizm için en iyi sömürü çerçe-vesi olan ulus-devlet gerçeğinin gelişmesiyle birliktemeclislerin rolü adım adım sınırlanmıştır. Ulus-devletbütün topluluklara hâkim olmak ister. Ulus-devlet bur-juvazinin devlet anlayışıdır. O günkü ulusal burjuvazidenen burjuvazi bir nevi belirli toprak alanlarını ken-disinin sömürü alanı yapmak ister. Bir fabrikada nasılsömürüyorsa, belirli sınırlar içinde insanları sömür-mek, sistemin içine almak için bir ulus-devlete ihtiyacıvardır. Ulus-devletin kendini tüm kurumlarıyla oluş-turmasıyla birlikte merkeziyetçi-tekçi sistem hâkim28

Eğer demokrasi toplumun kendi kendini yönetmesiyse, yönetime aktif katılmasıysa Avrupa’daki demokrasinin böyle olduğunu

söylemek mümkün değildir

olur; bu giderek meclislerin yetkilerinin sınırlanması,yürütmenin gücünün artması anlamına gelir. Tabii kikapitalizmin feodal sistem gibi, daha önceki sistemlergibi sadece belirli bir vergi alan, otoritesinin kabul edil-mesini istemekle yetinen bir ekonomik, sosyal, siyasalsisteme sahip olmadığı ve tüm alanlara hâkim olma ih-tiyacı duyduğu için yerel özerkliklere de tahammülüyoktur. Bu devlet anlayışı yargı sistemini de bütünüylekontrol altına almak ister. Kapitalist modernitenin, ka-pitalizmin doğası bunu gerektirir.

Ulus-devlet zihniyeti yasama, yürütme, yargı ayrılığıdenen, ama esas olarak yürütme giderek hem yasamayıkontrol eder, yasamanın üzerinde yer aldığı bir noktayagelir hem de yargıyı yönlendiren bir şekillenme kazanır.Kuşkusuz meclisler de kapitalist modernitenin meşrui-yetini korumak açısından korunur. Dört ya da beş yıldagenel ve eşit oya dayalı seçilen parlamenterlerden olu-şan bir sistem kurulur. Dört-beş yılda bir seçim olur,meclis seçilir, onun içinden bir hükümet çıkar. Bu hü-kümetler esas olarak yürürlükteki yasa ve anayasalarçerçevesinde –bu anayasa ve yasaları da mecliste ço-ğunluğu olan parti ya da ittifak oluşturan gruplaryapar- sistemi istediği biçimde şekillendirirler. Demok-rasi denilince de dört yılda bir seçim, çoğunluğunhâkim olması olarak anlaşılır.

Kapitalist sistem sömürünün gereği olarak ülkeninen ücra köşelerine hâkim olacak biçimde merkeziyetçibir zihniyetle tüm köylere kadar otoriter bir rejim kurar.Bu süreç aynı zamanda burjuvazinin kendini güçlen-dirdiği, sistemi kendi sömürüsü ve iktidarına uygun birsistem haline getirdiği bir süreçtir. Buradaki demokraside aslında bir üst toplum demokrasisidir. Nasıl kiAtina’daki demokrasi, köleler ve tabii ki kadınlar dışın-daki yurttaşların kendileri için gerçekleştirdikleri birdemokrasisiyse, Avrupa’da gelişen demokrasi de -bütüntoplum genel ve eşit oy kullansa da- burjuvazinin ya daburjuvaziyle ittifak halinde olan güçlerin, yani üst top-lumun iktidarını, sömürüsünü güvenceye alan bir ka-rakterdedir.

Eğer demokrasi toplumun kendi kendini yönetme-siyse, yönetime aktif katılmasıysa Avrupa’daki demok-rasinin böyle olduğunu söylemek mümkün değildir.Kuşkusuz bir ailenin, hanedanın, kralın babadan oğulageçen yönetim sistemiyle kıyaslandığında buna göre birgelişme olarak görülebilir. En azından biçimsel olarakböyledir. Ancak burjuvazi elindeki imkânlarla yönlen-dirme yaparak, kendini örgütleyerek, onun araç ve yön-temlerini kullanarak mecliste hâkimiyetini koruduğugibi yürütmeyi de eline alıp kendi sömürü düzenini kur-muştur. Bu, gerçek bir demokrasi değildir. Burjuvazininkendi iktidarının sürekliliğini sağlayan bir sistemdir. De-mokrasi, halkın yönetime katılımıysa, halkını büyük ço-ğunluğu bu sistemin dışındadır. Bu sistemden sadece

azınlık olan burjuvazi ve ittifak içinde olan güçler yarar-lanmaktadır. Bu bakımdan onlar etkindir. Onların etkinolduğu sisteme halkın yönetimi denebilir mi? Halkın yö-netimi demek, toplumun çoğunluğunun çıkarına bir yö-netimdir. Burada toplumun çoğunluğunun çıkarına biryönetim yoktur. Bir üst toplumun çıkarına yönetim var-dır. Dört yılda bir seçim oluyor, halk gidip oy veriyor vebuna demokrasi deniyor. Bu sisteme bir örtü, aldatmasistemi demek daha doğrudur.

Zaten merkezileşme demokrasi demek değildir. De-mokrasi, merkezin sadece koordinasyon rolünü oyna-dığı yönetim düzenidir. Bu sistem II. Dünya Savaşındaiflas etmiştir. II. Dünya Savaşı, dünya tarihinin en acılıdönemidir. Parlamenter demokrasi denen temsili sis-tem bunu engelleyememiştir. Kürt Halk Önderi Ab-dullah Öcalan sürekli kapitalizmle birlikte her türlükötülüklerin ve çirkinliklerin en üst düzeye çıktığınısöylemektedir. Bunlar da milyonlarca insanın öldüğüsavaşlardır, çevre felaketleridir, kültürel yozlaşmadır, iş-sizliktir, şehirlerin yaşanamaz hale gelmesidir. Bu so-nuçların halk yönetimi altında gerçekleşmesi mümkünmüdür? Bunun halkın çıkarına karar veren, halkımutlu yaşatan bir düzen olduğu söylenebilir mi? Diğeretkenler bir kenara bırakılsa bile II. Dünya Savaşınınen fazla da kendilerine demokrasi diyen Avrupa’da ya-şanması, bu savaşta insanlık tarihindeki, insanlık dışı,vahşi uygulamaların olması ve en ağır sonuçların çık-ması bile bu sistemin ne kadar çürümüş, kötü bir sis-tem olduğunu gösterir. Kapitalizmin bu gerçeğinerağmen geçmiş dönemleri geri, kendisini ileri gösterir.Kapitalizmin kendisini ileri göstermesi bir illüzyondan,bir ideolojik hakimiyetten başka bir şey değildir.

II. Dünya Savaşı ve sonuçlarının Avrupa’da aydınlarüzerinde yarattığı travma sonucunda, bir sorgulamaortaya çıkmıştır. Yaşadıkları sistemin gerçek demokrasiolmadığını anlamışlardır. Sadece dört yılda bir oy ver-meye dayanan sistem yerine baskı grupları denen çeşitliörgütlenmelerle bu dört yıl arasında da siyaset üzerindebaskı kuran bir yeni siyasal sistem oluşturulmaya ihti-yaç duymuşlardır. Buna da çoğulcu, katılımcı demok-rasi denmiştir. Eskinin felaket getiren demokrasianlayışını iyileştirme, zararlarını aza indirme amaçlıböyle bir yaklaşım ve uygulama geliştirilmeye çalışıl-mıştır. Ama bunun da sorunları çözemediği giderekanlaşılmıştır.

Bu açıdan demokrasi kavramının gerçek anlamıylatartışılmasıyla ve mevcudun da yetersiz olmasıyla birliktegiderek yerel yönetimlerin güçlendirilmesi biçiminde bireğilim ortaya çıkmıştır. Merkeziyetçi sistemin zararlarıgömülmüştür. Bu açıdan Avrupa’da yerel yönetimlergüçlendirilmiştir. Yerel yönetimler şartı denen bir şartkabul edilmiştir. Bunun tüm Avrupa ülkelerinde uygu-lanması esas alınmıştır. Bugün sadece Avrupa’da değil,29

dünyanın birçok yerinde demokratik anlayışın gereğiyerinden yönetimler gelişmektedir. Hatta yerel yönetim-ler demokrasinin ve demokratik kültürün beşiği olarakele alınmaktadır. Bu, giderek dünyada genel bir eğilimhaline gelmektedir. Kuşkusuz gerçek anlamda bir de-mokrasi ve radikal demokrasiyi ifade etmemektedir.Ancak demokrasinin yerelden gelişmesi gerektiği biçi-mindeki bir eğilimin sonucu olduğundan gerçek demo-kratik zihniyetin gelişmesi açısından bir düşünce vepratik gelişimi olarakg örmek mümkündür.

Öte yandan farklı etnik ve dinsel toplulukların gi-derek kendi kendini yönettiği, özerk oldukları, ya davar olan özerkliklerini daha da geliştirdikleri bir eğilimortaya çıkmıştır. Bu eğilim ulus-devlet anlayışının vemerkeziyetçi yönetimin toplumun ihtiyacı ve beklen-tilerine cevap vermemesi sonucu geliştirilmiştir.Bunun da demokratik bir zihniyet ve uygulamalarıngelişmesinde önemli olduğu açıktır.

Artık demokrasinin gelinen aşamada dört-beş yıldabir oy verilerek bir parlamentonun seçilmesi olmadığıdaha fazla ortaya çıkmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasıgelişen sistemi iyileştirmeyi hedefleyen çeşitli sivil top-lum örgütlerinin taleplerini ortaya koyması, siyasetüzerinde bu yönlü etkide bulunması da gerçek bir halkyönetimini karşılayamadığı görülmüştür. Bu nedenledemokrasinin toplumun tabandan örgütlenmesi, ye-relde kendi kendini yönetmesi olarak anlaşılması eği-limi gelişmiştir. Bu, Avrupa’yı da etkilemiş ve bu yönlübazı değişimlere gitme zorunda bırakmıştır. Yetersizde olsa, egemen sınıfların siyaset üzerindeki belirleyi-ciliği hala devam etse de; giderek kısmen kavramıngerçek içeriğine biraz daha uygun hale geldiği görül-mektedir. Toplumun tabandan örgütlenerek kendisiyleilgili kararları kendisinin verme gücünü göstermesiylebirlikte yerel yönetimlerin güçlendiği bir yönetim an-layışı gelişmektedir. Kuşkusuz Avrupa’da devlet tüm-den aşılamadığı için merkezden karar verme veyönetme anlayışı önemli oranda sürmektedir. Çünküdevletçi zihniyet ve yönetim gerçeği devam ediyor.Ulus-devlet zihniyeti belli düzeyde aşılsa da tümdenbırakılmış değildir. Bu bakımdan Avrupa’da yerelleringüçlendirilmesi de gerçek demokrasiye karşılık gelme-mektedir.

Avrupa’da devlet bırakılmasa da, devletten söz edilsede yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, farklılıkların öz-günlüğünün kendini yönetmesi belli düzeyde kabulgörmektedir. Çünkü dünyada demokrasi eğiliminindaha da gelişerek kendisini pratikleştirme çabasınınartması temelinde farklılıkların özgünlüğü ve özerkli-ğinin kabul edilmesi de artık demokrasinin bir gereğiolarak görülmektedir. Bu yönüyle demokrasi anlayışıda değişmektedir. Hatta bugün gerçek demokratlaraçısından toplumun tabandan örgütlenmesi, güç ol-ması, köyün, kasabanın, şehrin kendisiyle ilgili karar-ları kendisi vermesi, yine bu çerçevede bu zihniyetingereği olarak farklı etnik ve dinsel topluluklar varsa on-ların kendi kendilerini yönetmesi ve kendi kültürelözerkliklerini yaşaması demokrasinin gereği olarak gö-rülmektedir. Demokrasi toplumun güç olmasıysa, ozaman merkezin değil, tabanın güç olmasını sağlayanyaklaşım, yol ve yöntemler, örgütlenme tarzı yeni,halkçı, toplumcu demokrasiyi ifade etmenin gereğidir.

Kuşkusuz burjuvazi Avrupa’da ve başka yerlerde ka-pitalizmin ihtiyacı gereği bireysel haklar temelinde bi-reyi esas alarak bir demokratik anlayış geliştirmeyeçalışıyor. Bu, onun iktidarcı sömürücü düzeninin birgereğidir. Bireyciliği geliştirmesi hem tüketim toplumuaçısından, hem de toplumu daha iyi yönetmek için ge-reklidir. Çünkü toplumun örgütlü olduğu, kendini güçkıldığı, tabandan kendi kendini güçlü biçimde yönet-tiği bir yerde egemenlerin hem sömürü hem de hege-monya kurma imkânı daralır. Bu açıdan egemenler,burjuvazi doğrudan demokrasi dediğimiz toplumunörgütlenmesine dayanan demokratik toplumun ye-relde kendi kendine karar verdiği demokratik top-lumcu demokrasi anlayışına sıcak bakmamaktadır.

Demokratik özerklik, demokratik Türkiye kavramla-rını da mevcut toplumsal demokrasi, gerçek demokrasi,halkın örgütlülüğüne bağlı olarak kendisiyle ilgili karar-larda söz sahibi olduğu bir demokrasi anlayışı çerçevesindedeğerlendirmek gerekmektedir. Bu açıdan Sayın Öcalan’ındemokratik özerklik ve demokratik Türkiye konusundakiperspektifleri gerçekten çözümleyicidir, çarpıcıdır. ZatenKürtler de esas olarak Abdullah Öcalan’ın felsefi, ideolojik,teorik, siyasal yaklaşımları çerçevesinde demokratik özerk-lik ve demokratik Türkiye demektedirler. Kürt ÖzgürlükHareketi'nin ifade ettiği Demokratik Türkiye'yi, Kürt so-rununun çözümünü nasıl ele aldıklarına bakarak anlamakmümkündür. Zaten Kürt sorununun çözümü gerçekleş-meden demokratik Türkiye'nin gerçekleşmesi ve Türki-ye'de diğer toplulukların, etnik ve dinsel topluluklarınsorunlarının da gerçek anlamda demokratik temelde çö-zülmesi mümkün değildir. Bu açıdan da Kürt Halk Ön-deri, Kürt sorunu Türkiye'nin demokratikleşmesinin kilitsorunudur, değerlendirmesinde bulunurken, demokratiközerkliği de Türkiye'nin demokratikleşmesinin temeli ola-

30

Özgür birey demokratik özerk toplumuntemeli ya da kopmaz bir parçasıdır.

Bu nedenle demokratik toplum olmadanözgür birey, özgür birey olmadandemokratik toplum geçekleşemez

rak görmektedir. Sayın Öcalan, demokratik özerkliği değerlendirir-

ken iki biçimde ele almaktadır. Birincisi, Türkiye ile ya-pılacak bir siyasal çözüm çerçevesinde gerçekleşecekdemokratik özerkliktir. Bu dar anlamda demokratiközerklik olarak tanımlanmaktadır. Yani Türkiye ile si-yasal anlamda bir uzlaşmayı ifade etmektedir. Türki-ye'deki anayasa ve yasaların Kürdistan'da Kürttoplumunun kendi kendini yönetmesini kabul etme-sini ifade etmektedir. Bu, siyasal özerklik ya da dar an-lamda demokratik özerkliğe denk düşmektedir. Bir deSayın Öcalan’ın belirttiği geniş anlamda demokratiközerklik tanımı vardır. Buna göre devletle yapılan biruzlaşma olan dar anlamda özerklik yerine -kuşkusuzbir devlet içinde kalındığında bunun siyasal, hukukiçerçevesinin olması gerekmektedir- gerçek anlamdademokratik özerkliği daha derin, daha kapsamlı bir ifa-deye kavuşturmuştur. Geniş anlamda özerklik demeside bunu ifade etmektedir. Bu da demokratik toplumunörgütlü gücüne dayalı demokratik özerkliktir. Demok-rasi halkın kendi kendini yönetimiyse, öz yönetimiyse,toplumun tabandan örgütlenip kendisiyle ilgili karar-larda söz ve karar sahibi olmasıysa demokratik özerklikörgütlü toplum gerçeği demektir. Örgütlü toplum de-mokratik özerk toplumdur. Örgütlü toplum, güçlene-rek kendi işlerini kendisi yapan ve kendi kendiniyöneten toplumdur. Bu da zaten doğal olarak devlettenözerk olmayı ifade etmektedir. Örgütlü toplum, esa-sında demokratik özerkliği yaşayan toplumdur. İlkbaşta böyle bir perspektife, böyle bir ufka, böyle biryaklaşıma sahip olmak gerekiyor.

Demokratik özerkliği bu çerçevede ele aldığımızdaşöyle anlaşılmalıdır: Kürt toplumu tabandan başlayarakher yerde örgütlenecektir. Köyde örgütlenecektir, so-kakta örgütlenecektir, mahallede ve şehirde örgütlene-cektir. Bu örgütlenme çok boyutlu olacaktır. Kadınörgütlenmeleri, gençlik örgütlenmeleri, emek örgüt-lenmeleri, çevre örgütlenmeleri, sağlık ve eğitim ku-rumları için örgütlenmeler olacaktır. Çeşitli konulardaduyarlı olan sivil toplum örgütleri olacaktır. Bütün top-lumsal kesimler de farklı sorunları olan kesimler dekendilerini örgütlü hale getireceklerdir. Bir kişi sadecebir yerde örgütlenecek diye bir kural da yoktur. Bir kişi

birçok örgütlenme içinde yer alabilir. Hem çevrecidir,çevre örgütlenmesi içinde yer alabilir, hem kadın ör-gütlenmesi içinde yer alır, hem gençlik örgütlenmesiiçinde yer alır. Hem emekçidir, köylüdür, köy örgütlen-mesi içinde yer alır, hem de çevre örgütlenmesinde yeralır. Emekçidir, emek örgütlenmeleri içinde yer alır,ama aynı zamanda bir inanç örgütlenmesi içinde deyer alabilir. Bunun yanında ekonomik alanda komün-ler kurulur, komün ve kooperatif örgütlenmesi içindeyer alır. Herhangi bir topluluk ekonomisi içinde yer alır.Toplumun birçok konuda bilinçlenmesini ifade edenakademilerde yer alır. Bu akademiler tarımla, çevreyle,sağlıkla, basınla, kültürle ya da başka alanla ilgili olabi-lir. Toplumsal örgütlemenin, demokratik örgütlenme-nin nasıl olacağı, demokrasinin nasıl derinleşeceğiniortaya koyan demokratik siyaset akademileri olabilir.Bu yönlü toplumun örgütlenmesine öncülük edecek,toplumun bilinçlenmesini sağlayacak akademiler deher yerde yaygın kurulur. Bunlar da örgütlü toplumolma gereğidir. Yani hem ekonomik alanda, hem dü-şünce alanında, hem sosyal alanda, hem kültürelalanda, hem inançsal alanda toplum örgütlenecektir.

Tüm bu örgütlenmeler tabandan başlatılarak gerçek-leşecektir. İlçe ve il örgütlenmeleri tabanın söz ve kararsahibi olmasını dışlamayacak biçimde şekillenecektir.Tabanın ve alt örgütlenmelerin söz ve karar gücü koru-narak üste doğru bir örgütlenme modeli olacaktır. Mer-keziyetçi bir karaktere sahip olmayacaktır. Buörgütlenmelerin daha özgün, daha demokratik olmasıaçısından da örgütlenmeler tabanın söz ve karar sahibiolduğu demokratik konfederal modelde geliştirilecektir.Her mahalle, her kasaba, her ilçe ve her şehirde örgüt-lenmeler demokratik konfederal esaslara göre yapıla-caktır. Hem özgün (gençlik, kadın, çevre ve diğer) hemde genel (mahalle, kasaba, şehir) örgütlenmeler kendiaralarında demokratik konfederal bir kurumlaşmayagidecektir. Kuşkusuz Kürdistan genelinde de bir demo-kratik sistem geliştirilmek durumundadır. Bunun içinKürdistan beş altı bölge ya da eyalet biçiminde örgütle-nir. Kuşkusuz bu eyalet kurumlaşmaları da demokratikkonfederal temelde olur. Botan ayrı bir örgütlenme ola-bilir, Serhat ayrı bir örgütlenme olabilir, Amed ve çevresiayrı bir örgütlenme olabilir, Dersim ve çevresi ayrı birörgütlenme, Urfa ve Mardin çevresi de ayrı bir örgüt-lenme olur. Çünkü bölgelerin de kendine göre özgün-lükleri vardır. Kültürel özgünlükleri vardır, inançözgünlükleri vardır, ekonomik ve sosyal bütünlük açı-sından farklı özgünlükleri vardır. Bunlar da eyalet ya dabaşka bir adla örgütlenirler. Ama bu eyalet örgütlenme-lerinin hepsi de kendi demokratik konfederal sistemle-rini tabandan örgütlenen demokratik kurumlaradayandırır. Yani örgütlü ve demokratik topluma daya-nan örgütlenmeler ilk önce köyde, kasabada, şehirde ör-31

Özcesi, dünyada kendi kendini yönetmegücüne ulaşmış en önemli topluluklar-dan biri Kürtlerdir. Kürtler kadar uzun

süreli demokrasi ve özgürlük mücadelesiveren bir halk yoktur

gütlenecektir. Tabandan seçimle gelen köy komünleriolacaktır, kasaba meclisleri olacaktır, şehir meclisleri ola-caktır. Bunların temsilcileri ve belirli periyotlarla genelve eşit oyla seçilen halk temsilcileriyle bir eyalet meclisive yönetim oluşturulur.

Bu meclisler ve yönetimler yerellerin söz ve kararınıortadan kaldırmayan demokratik konfederal ilkelerebağlı çalışacaktır. Kuşkusuz bu eyaletler de demokratikkonfederal temelde merkeziyetçi olmayan bir biçimdeKürdistan geneli açısından üst meclisi ve üst yönetimorganlarını oluşturacaktır. Bunlar demokrasi ilkelerine,demokratik konfederal yönetim ilkelerine, yerelinkendi kendini yönetmesi ilkelerine dayalı olacaktır. İştebu Kürdistan geneli açısından örgütlü toplumun kendikendini yönetmesini ifade eden demokratik özerklikolmaktadır. Kürdistan'ı yöneten bu özerklik modeli demerkeziyetçi olmayacaktır. Ama Kürdistan genelindebir koordinasyonu, dayanışmayı, ortak yapılması gere-ken işleri birbirlerini güçlendiren biçimde, yani ta-mamlayan ve paylaşan bir biçimde bir demokratiközerklik yönetimi olarak gerçekleştirecektir.

Böyle bir demokratik özerklik sisteminde bütün top-lum örgütlü oluyor. Zaten bütün toplumun örgütlen-mesi demokratik özerkliğin temeli ve pratikleşmesianlamına gelmektedir. Bütün Kürt toplumu örgütlü de-mokratik toplum gerçeğine ulaşarak köyünde, kasaba-sında, şehrinde kendi kendisini yönetiyor. Hemekonomik, hem sosyal, hem kültürel ihtiyaçlarını kendiörgütlenmesiyle, kendi yerel yönetim gücüyle gerçek-leştiriyor. Bu kadar örgütlü topluma demokratik toplumdiyoruz. Toplumun demokratikliği onun örgütlenmedüzeyiyle ölçülüyor. Ya da örgütlü toplum söz ve kararınkendinde olduğu toplum, kendisiyle ilgili sorunlarıçözen toplum demokratik toplum, politik toplum olu-yor. Kürt Halk Önderi buna aynı zamanda ahlaki-poli-tik toplum dedi. Ahlak bir yönüyle bu demokratiktoplumun kural ve kaidelerinin içeriğini oluştururken,politik toplum ise bunun yol ve yöntemlerini ya da ah-laki toplumun yeni değerlerinin nasıl şekilleneceğininbelirleneceği sistemi ifade etmektedir. Abdullah Öcalan,Özgürlüğün Sosyolojisi kitabında toplum için ahlak vepolitikanın işlevini şöyle tanımlamıştır: “Ahlakın temelrolü, toplumun varlığını sürdürme ve ayakta kalma ku-rallarına sahip olması ve bunları uygulama gücüdür. Var-lık kurallarını ve uygulama gücünü yitiren toplumhayvan topluluğuna dönüşmüş demektir ki, bu halde is-tenildiği kadar kullanılıp sömürülebilir. Politikanın rolüise, özünde toplum için gerekli ahlaki kuralları sağlamakve bununla birlikte temel maddi ve zihni ihtiyaçları gi-dermenin yol ve yöntemlerini sürekli tartışarak kararlaş-tırmaktır. Toplumsal politika bu gerekçeler temelindesürekli tartışma ve karar gücünü geliştirerek toplumuzinde ve açık görüşlü kılar; kendisini yönetebilme ve işle-

rini çözme yeteneğine kavuşturduğu toplumun en temelvarlık alanını oluşturur. Politikasız toplum, başı koparıl-mış tavuk gibi, daha can vermeden sağa sola savrulantoplumdur. Bir toplumu işlevsiz ve güçsüz bırakmanın enetkili yolu, kendi öz varlığı, temel maddi ve manevi ihti-yaçları için zorunlu tartışma ve karar organı olan poli-tika’dan yoksun (siyasetsiz, İslami deyimle şeriatsız)bırakmaktır. Hiçbir yol bu denli sakıncalı olamaz.

Demokrasi, toplumun kendi kendini yönetmesi vebu çerçevede farklılıklarının özgünlüğünün özerkliği-nin gerçekleşmesi anlamına da gelmektedir. Ancakböylesi demokratik zihniyete dayalı örgütlenmelerledemokratik toplum ortaya çıkabilir. Bu demokratiktoplum, tabandan örgütlenip köyde bir sistem, kasa-bada bir sistem, şehirde bir sistem, eyalette bir demo-kratik yönetim sistemi olabiliyorsa; yine ülke genelindedemokratik konfederal bir model temelinde bir sistemkurabiliyorsa ve bütün işlerini kendini yürütebilecekdüzeye kavuşturuyorsa, burada toplum kendi kendiniyönettiği için mevcut devlet içinde ya da mevcut sistemiçinde bir özerkliği var demektir. Ya da demokratik top-luma dayalı demokratik kurumlaşma hangi sistemiçinde olursa olsun bu demokratik özerk bir yaşam de-mektir. Bu açıdan demokratik özerkliği, demokratiktoplumun yaşam biçimi olarak ya da demokrasinin ol-duğu yerdeki toplumun yönetime katılma biçimi ola-rak görmek gerekiyor.

Demokrasi kendi kendini yönetme biçimi olarak bi-reyin katılımında bir kişilik-kimlik sahibi olmasını ge-rektirir. Özgür birey demokratik özerk toplumuntemeli ya da kopmaz bir parçasıdır. Bu nedenle demo-kratik toplum olmadan özgür birey, özgür birey olma-dan demokratik toplum geçekleşemez. Bu açıdantoplumun kendini demokratik olarak örgütlediği biryerde yerellerin ya da farklı kimliklerin mutlaka özerk-liği vardır. Tersi durumda demokrasi sadece bir dema-goji olur.

Kürdistan toplumu, Kürt insanı bu geniş anlamdademokratik özerkliği kırk yıllık büyük demokrasi veÖzgürlük Mücadelesine dayandırmaktadır. Kürdis-tan'daki siyasal mücadele, Özgürlük Mücadelesi sadeceKürt’ün bir ulusal kurtuluş mücadelesi değildir. Ya daklasik 19 ve 20. yüzyıldaki ulusal kurtuluş mücadelesideğildir. Bir toplumsal olgu olan ulusun özgürlüğüancak toplumsal özgürlükle, demokrasiyle gerçek öz-gürlüğüne kavuşacağı yeni bir özgürlük anlayışı, yenibir ulusal özgürlük anlayışı ortaya çıkmıştır. Demokra-tik zihniyetin gelişimi, yani iktidarcı devletçi zihniyet-ten kopuş yeni bir ulusal özgürlük anlayışı ortayaçıkarmıştır. Her ulusa bir devlet anlayışının doğru ol-madığı, esas olarak ulusun özgür ve demokratik yaşa-mının önemli olduğu bir ulusal demokratik çözümmodelinin de mümkün olduğu ortaya konulmuştur.32

33

Kürt halkının özgürlük mücadelesi bu modelin pratik-leşmesi açısından çok önemli bir düzey kazanmıştır.Devlet olmadan da toplumun demokratik karakter ka-zanarak demokratik toplum gerçeğiyle kendini heralanda örgütleyerek özyönetim ile özgür ve demokratikyaşamını sağlaması mümkündür. Kürt Halk Önderi buçözüm modeline demokratik özerklik demektedir.

20.yüzyıldaki ulusal özgürlük anlayışı esas olarak dafarklı etnik topluluğun, farklı bir ulusal topluluğuniçinde egemenlerin bir iktidar tekeli ve devlet olarakkendilerini hâkim kılma mücadelesi olarak ortaya çık-mıştır. Gerçek bir ulusal özgürlükten çok, ezilen ulusiçindeki bir kesimin egemenliğini sağlayan ulus-devletyaratmayı ifade etmektedir. Kuşkusuz bir kimlik, kültüryok edilmek istenirken bu kimlik içindeki egemenlerin,farklı kimliğin kendini var etmesi adına, kültürel de-ğerleri adına bir mücadele bayrağı açması da belirli birdemokratik karakter taşır. Ama böyle bir ulusal müca-dele ulusun tümüyle özgür ve demokratik yaşamınısağlar mı denirse, kuşkusuz olumlu cevap verilemez.20. yüzyılda ezilen ulus içindeki yoksulların ya daküçük burjuva önderliklerin yürüttüğü ulusal kurtuluşmücadelesi de gelişmiş, birçoğu da ulus-devlet halinegelmişlerdir. Ancak bunların tümünün sonradan top-lumun özgürlüğünü sağlamayan otoriter ulus-devlethaline geldikleri görülmüştür.

Kürt halkı demokratik özerkliğe kırk yıllık müca-delesiyle ulaşma imkânına kavuşmuştur. Kürdistan'dabüyük bir toplumsal devrim gerçekleşmiştir. Zihniyetdevrimi, ulusal devrim, demokratik devrim, sosyaldevrim, kültür devrimi gerçekleşmiştir. Tarihin hiçbirdevriminde gerçekleşmeyecek düzeyde derinlikli vekapsamlı bir demokratik özgürlükçü devrimin gerçek-leştiği kesindir. Bugün Kürt toplumundaki değişim vedemokratik ve özgür yaşamdaki gelişme gerçeği dün-yadaki topluluklar içinde en önde bulunmaktadır. Kuş-kusuz önemli düzeyde demokratik kültüre sahip farklıtopluluklar vardır. İskandinavya ülkelerinde demokra-tik kültürün varlığından söz edilir. Ancak orada da ege-menler hâkimdir. Egemenlerin hâkim olduğu birsiyasal sistem vardır. Kimse toplumsal tabanın hâkimi-yetinden söz edemez. Ama yine de demokratik toplu-mun o toplumun egemenleriyle yaptığı uzlaşma daha

kapsamlıdır, daha demokratik yaşama imkân veren ka-raktere sahiptir.

Kürdistan'da demokratik zihniyet çok boyutlu dev-rimlerle daha da gelişerek derinleşmiştir. Toplumumu-zun eğitim düzeyinin yükseltilerek bu demokrasianlayışının bütün topluma derinliğine benimsetilme-sine ihtiyaç vardır. Bu konuda yetersizlikler bulunmak-tadır. Ama yaşanan devrimler çok büyüktür. Dünyadadiğer devrimlerle karşılaştırıldığında Kürdistan'dakidemokratik kültür devrimi büyüktür, ulusal devrimbüyüktür, sosyal devrim büyüktür. Bu açıdan Kürt top-lumu bu devrimlerle demokratik toplum karakterineönemli düzeyde ulaşmıştır. Demokratik topluma dayalıdemokratik siyasal kültür ve demokratik siyaset anla-yışı ve pratiğinde gelişme yaşanmıştır. Özellikle KuzeyKürdistan'da bu fazlasıyla gelişmiştir. Kuşkusuz Türkdevletinin bu devrimler sonucu ortaya çıkan örgütlüdemokratik topluma yönelik yoğun baskısı vardır. De-mokratik toplum üzerinde terör estirmektedir. Siyasisoykırım operasyonları bunu ifade etmektedir. Dün-yada bu düzeyde bir siyasi soykırım operasyonu olma-mıştır. Bu düzeyde siyasetçi ya da siyasal bilinci olaninsanlar tutuklanmamıştır. Bu tektir. Kimse dünyanınbaşka yerinde bu kadar yaygın bir siyasi tutuklama ol-duğunu söyleyemez. Bu siyasi soykırım operasyonla-rıyla tasfiyesi hedeflenen demokratik toplumdur, Kürttoplumunun demokratikleşme gerçeğidir. Türk devleti,“siz kendi kendinizi yönetme anlayışında olamazsınız,kendi kendinizi yönetmezseniz, kendi işlerinizi kendi-niz çözemezsiniz. Böyle bir demokrasi anlayışını kabuletmeyiz” diyerek demokratik siyasetçilere, demokratiksiyasal bilinci olanlara saldırmıştır.

Kürtler örgütlü demokratik topluma dayanarak de-mokratik özerkliğini yaşamak, onu kurmak istemek-tedir. KCK sistemi aslında demokratik topluma dayalıdemokratik ulus gerçeğini ifade etmektedir. Demokra-tik toplumsal örgütlenmelerin demokratik konfederaltemelde demokratik sisteme kavuşturulması KCK ol-maktadır. Zaten KCK’nin anlamı topluluklar toplulu-ğudur. Bu aynı zamanda demokratik ulusun bedenekavuşması anlamına da gelmektedir. KCK, aynı za-manda toplumun kendi kendini yönetmesi anlamınageldiğinden demokratik özerkliği de ifade etmektedir.

Demokratik özerklik, demokratik ulusun bedenekavuşmasıdır. Kürt Halk Önderi demokratik özerklikiçin: “ Demokratik özerkliği geniş ve dar anlamda ta-nımlamak mümkündür. Geniş anlamda demokratiközerklik demokratik ulusu ifade eder. Demokratik ulusundaha geniş yelpazeye ayrılmış boyutları vardır. Kültürel,ekonomik, sosyal, hukuki, diplomatik ve diğer boyutla-rıyla genişçe tanımlanabilir. Dar anlamda demokratiközerklik siyasi boyutu ifade eder, diğer bir deyişle demo-kratik otorite veya yönetim anlamına gelir. Demokratik

Türkiye kadınları Kürt kadın devriminden çok et-kilenmektedir. Özellikle de hep kendini ileri gös-teren, Kürt’ü de geri gösteren Türkiye gerçeğindeKürt’ün, Kürt kadınının bu düzeyde devrimci ka-raktere ulaşması Türkiye için sarsıcı olmaktadır

34

ulus olmanın demokratik özerklik boyutu egemen ulus-devletlerle çok daha problemlidir. Egemen ulus-devletlergenel olarak demokratik özerkliği yadsırlar. Zorunlu ol-madıkça hak olarak tanımak istemezler. Kürtler açısın-dan ulus-devletlerle uzlaşmanın temelinde demokratiközerkliğin kabulü yatar. Demokratik özerklik, hâkim et-nisiteli ulus-devletlerle ortak bir siyasi çatı altında yaşa-manın asgari koşuludur. Bunun altında bir tercihsorunun çözümü değil, çözümsüzlüğün derinleşmesi veçatışmanın artmasıdır. Özellikle son dönemde geliştirilenve İngiliz kapitalizminin işçi sınıfını ve sömürgelerinidaha kolay yönetmek için geliştirdiği ‘liberal bireysel vekültürel haklar’ projesi, TC’de de AKP eliyle uygulanmakistenmektedir. Ortadoğu kültürüne yabancı olan buproje sadece çatışmayı büyütmeye hizmet eder. Demo-kratik özerklik, ulus-devlet lehine olabilecek en elverişliçözüm projesidir. Bunun altındaki her düşünce ve dene-yim, büyüyen çatışma ortamına ve savaşa hizmettir.” de-mektedir.

Sayın Öcalan demokratik özerkliği 8 boyutta pra-tikleşme olarak tanımladı. Bunun için de Türk dev-letine 8 komisyon üzerinden tartışma ve bir projeyebağlama önerisi yaptı. Bu komisyonlar:

1- Demokratik siyaset ve hukuksal çerçeve komisyonu, 2- Sosyo-ekonomik komisyonu, 3- Kadın özgürlüğü komisyonu, 4- Sivil toplum komisyonu, 5- Ekoloji komisyonu, 6- Misak-ı Milli komisyonu, 7- Güvenlik komisyonu, 8- Hakikatleri araştırma ve inceleme komisyonu. Bu sekiz boyut çerçevesinde demokratik Türkiye

içinde Kürt toplumunun kendi kendini yöneteceği birdemokratik özerklik hedeflenmektedir.

Kürt toplumu bugün tamamen demokrasinin ge-reğini yapmaktadır. Devlete dayanmadan, devlettenbeklemeden kendi işlerini kendisi yapmaya çalışmak-tadır. Günümüz dünyasında demokrasi her şeydenönce düşünce ve örgütlenme özgürlüğüdür. Dolayısıylademokratikleşmenin olduğu yerde toplumun kendikendisini örgütlemesi önünde engel olamaz. Avru-pa’daki eleştirdiğimiz ve eksik gördüğümüz üst toplumdemokrasisi de artık hukuki olarak bu yönlü örgütlen-melere engel değildir. Eğer toplum kendini örgütlü-yorsa, bir işi “ben kendi örgütlenmelerimle yapacağım”diyorsa buna hiç kimse engel olamaz. Sadece ve sadecebaşka bireylerin, toplulukların zararına olmadığı tak-dirde bireyler ve toplumlar kendilerini örgütleyip kendiişlerini kendileri yapabilirler. Örneğin, toplumsal adaletsistemi! Toplum çeşitli yöntemlerle kendi adalet siste-mini örgütleyip ortaya çıkan sorunları çözecek bir sis-temi kendisi kurabilir. Şimdi Batı’da bile bu yönlü

kurumlar var. Türkiye bile geleneksel topluma, kültüre,ahlaka dayanan kurumlarla toplumsal sorunları çöze-cek adımlar atmıştır. Demokratik toplum da Mahke-meye gitmeden kendi sorunlarını çözebilir. Bu,toplumun en doğal hakkıdır. Toplum illa da mahke-meye gidecek diye bir kural yoktur. Birçok sorunu de-mokratik toplum gerçeği içinde oluşturduğu toplumsaladalet sistemiyle çözebilir. Kuşkusuz bir devlet için-deyse o zaman bazı sorunlar konusunda devletle uzla-şılan bazı genel ilkelere uymak durumunda kalır.Örneğin bir insan öldürüldüğünde genel ilkeler çerçe-vesinde bir yargılamada bulunulur. Eğer devletle biruzlaşma içine girilirse, genel devlet hukuk sistemiyleçelişmeyen bir çözüm modeli bulunulabilir. Kuşkusuzdemokrasiye duyarlı bir devlet için bunları söylüyoruz.Yoksa bu tüm durumlarda da kendi çözümünü kendisibulabilir. Kendi yasaları çerçevesinde böyle bir öldürmesuçu işleyene evrensel kurallar çerçevesinde bir karar,bir cezalandırmaya gidebilir. Ama bunu yaparken de-mokratik toplum gereği farklı yol ve yöntemler dene-yebilir. Esas olarak cezalandırmayı hedefleyen değil de,yaptığı eylemin nedenlerini araştırıp onu giderme esa-sına dayanan bir cezalandırma sistemi kurabilir. Bukarmaşık bir konudur, daha da tartışılabilir, derinleş-tirilebilir.

Toplum ekonomik alanda kendi sistemini örgütle-yebilir. Gençlik sorunları, kadın sorunları, kültür so-runları, eğitim ve sağlık sorunları, doğa sorunları gibibirçok toplum sorununda kendi yaşamını nasıl örgüt-leyeceği, kendi koyduğu kurallar çerçevesinde gerçek-leştirebilir. Bunlar devletle karşı karşıya gelmedenyapılabilir. Anadilde eğitimi kendisi yapar. Çocuk ilk-okuldan üniversiteye kadar anadiliyle eğitim yapar, buyönlü okullar sistemini kurabilir. Mevcut Türkiye'dekiokul sisteminden daha gelişkin bir toplumsal eğitimsistemi, bir bilimsel eğitim sistemini kurabilir. Kürt top-lumunun bu kendi kendini yönetme biçimine demo-kratik özerklik diyoruz. Bunu da Kürtler rahatlıklagerçekleştirebilir. Eğer devlet gerçekten de demokrasiyeduyarlıysa Kürt toplumunun örgütlü demokratik top-lum gerçeğiyle kendi işlerini kendisinin yönetmesineengel olmaz.

Özcesi, dünyada kendi kendini yönetme gücüneulaşmış en önemli topluluklardan biri Kürtlerdir. Kürtlerkadar uzun süreli demokrasi ve Özgürlük Mücadelesiveren bir halk yoktur. Öcalan mevcut ideolojik-felsefigörüşleri ise tamamen bilimsel ve demokratiktir. Evren-sel ilkeleri içerdiği gibi, mevcut dünyada benimsenen ev-rensel ilkelerden çok öte bir evrenselliği kapsayan birdemokrasi ve özgürlük anlayışına sahiptir. Bu açıdan ör-gütlü demokratik topluma dayalı demokratik özerkliğiKürdistan’da rahatlıkla kurabilir. Kürt Halk Önderi dev-lete dayanmadan kendi özerk sistemini kurmaktan söz

ederken esas olarak bunları ifade etmektedir. Böyle birsistemde kimseye zorla dayatılan bir şey yoktur. İktidarve devletçi sistemlerde olduğu gibi bir zor sistemi kesin-likle yoktur. Toplumun çıkarlarının da demokratik te-melde şekillenmesi vardır. Toplumun kesinlikle kendikendine karar vermesiyle şekillenen demokratik özgür-lükçü bir yaşam modelidir. Demokratik toplum bulun-duğu her yerde kendi iradesine göre kararlar alıpkuralları değiştirebilir. Nasıl yaşayacağına kendisi kararverebilir.

Demokratik özerklik bir devlet ya da iktidar olma de-ğildir. Geçen yıllarda Demokratik Toplum Kongresininbu yönlü yaptığı bir konferanstan sonra yanlış yaklaşım-lar ve değerlendirmelere gidilmiştir. PKK kendisine biriktidar alanı, hegemonya kurmak istiyor diyenler oldu.Bu Kürt halkının kendi kendini yönetmesini kabul et-meyenlerin bir saptırmasıdır. Kuşkusuz Kürtler kendikendini yönetmek istiyorlar. Ulus-devlet hegemonyası-nın etkisinin üzerlerinden kalkmasını istiyorlar. Bu açı-dan merkeziyetçi, ulus-devletçi anlayışa karşı kendihaklarını savunuyorlar. Demokrasi içinde ve demokra-sinin gereği kendi kendini yönetme iradesini ortaya ko-yuyorlar. Kuşkusuz bu, Türkiye'nin inkarcı, hegemonik,kültürel soykırımcı zihniyeti ortamında çok köklü birdeğişikliği ifade edecektir. Ancak PKK'nin devlet ve ik-tidar arayışı değildir. Toplumun kendi kendini yönetme-sinden başka bir anlam ifade etmemektedir.

PKK devlete de iktidara da uzak durmaktadır. Dev-letin ve iktidarın demokrasi ve özgürlük karşıtı oldu-ğunu söylemektedir. Kuşkusuz devletlerle bir uzlaşmaiçinde yaşayabilir. Sayın Öcalan, Türkiye devletiyle de,İran devletiyle de, Suriye ve Irak devletleriyle de böylebir uzlaşma içinde yaşanabilir demiştir. Ama bu uzlaş-manın demokratik ilkelere dayanması gerekiyor. De-mokratik bir uzlaşma, toplumun her alanda kendisiniörgütlemesine, demokratik toplum olmasına, demo-kratik toplum temelinde kendi kendini yönetmesineengel olmayan bir uzlaşmayı ifade edecektir. Kürt HalkÖnderi bu uzlaşmanın aynı zamanda Kürt devletçiğiylede olabileceğini vurgulamıştır. Güney Kürdistan dev-letçiği içinde onun yanında demokratik toplum belirlibir demokratik uzlaşma içinde yaşayabilir, biçimindedeğerlendirmelerde bulunmuştur.

Demokratik özerkliği bir iktidar paylaşımı ya da birdevlet kurma olarak görmemek gerekiyor. Ama devle-tin ya da iktidarın toplumların elinden aldığı haklarıniadesi olarak değerlendirmek doğrudur. Devletler veiktidarlar toplumların öz yönetimi, kendi işlerini ken-dileri yapma, kendi işleri hakkında kendileri kararverme hakkını gasp etmişlerdir, ellerinden zorla almış-lardır. Bu açıdan Kürtler bir devlet kurma ya da iktidarpaylaşmayı değil, ellerinden alınan kendi kendini yö-netme hakkını istemektedirler. Onun için Öcalan,

“Devlet de iktidar da onların olsun, ama demokratiktoplumun kendi kendini yönetme hakkının tanınmasıgerekiyor; eğer demokrasiden söz edilecekse demok-rasi böyle bir tanımı ifade etmektedir” demektedir. Öz-cesi demokratik özerklik demokratik toplum,demokratik toplum da demokratik özerklik demektir.Böyle bir perspektifle bakıldığında demokratik özerklikgerçeği doğru anlaşılacaktır.

Kuşkusuz Kürt ve Kürdistan söz konusu olduğundademokratik özerklik kendi kültürüyle, kendi kimliği vediliyle kendi işlerini yürütme demektir. Kürtler bütünişlerini Kürtçeyle yapacaktır. İşlerini yaparken Kürt kül-türünün özgünlüğü ve karakteri demokratik toplumunişlerine rengini verecektir. Bu da demokrasinin gereği-dir. Demokrasi hem yerelden toplumun kendi kendi-sini yönetmesini esas almaktır hem de her dilin, herkültürün, her kimliğin yaşamasını kabul etmektir.Bunu kabul etmeyenler artık dünyada demokrat ve de-mokratik olarak görülmemektedir. Bu ilke demokra-sinin temel boyutlarından biri haline gelmiştir. Buaçıdan Kürtler demokratik özerk yaşam derken bir de-mokrasinin gerektirdiği hakları istemektedirler. Dahadoğrusu Kürtler, kendi dili, kimliği ve kültürüyle ken-dilerini demokratik zihniyetle örgütleyerek demokratiktoplum haline gelip kendi kendilerini yöneteceklerdir.Bu, farklılığı ve özgünlüğü olan bir toplumun en doğalhakkıdır. Hiç kimse buna itiraz edemez, karşı çıkamaz.Karşı çıktığı zaman haksız olur, bu haksızlığa karşı di-renmek de meşrudur.

Onun için Kürtler demokratik özerklikten söz eder-ken “biz kendi kendimizi yöneteceğiz, bu bizim meşruhakkımızdır” diyorlar. Kurumlaştırdıkları özerk yöne-timlerine müdahale edildiğinde bunu savunmayı dameşru evrensel hak olarak görüyorlar. Böyle doğal, de-mokratik, evrensel bir hakkı yani saldırıya karşı meşrusavunmayı kabul etmemek gayri meşrudur, evrenselhukuku tanımamaktır. Saldırılar karşısında bu meşrudireniş hakkı günümüzdeki demokrasi anlayışı ve ev-rensel hukuk ilkeleriyle uyumludur. Kuşkusuz Kürtle-rin kendilerini demokratik kurumlaşmaya kavuşturupdemokratik özerk yaşama geçildiğinde, demokratikzihniyete kavuşmamış ve Kürtleri bir toplum olarakkabul etmeyen mevcut devletle bir gerilim ortaya çıka-caktır. Mevcut Türkiye gerçeğinin ulus-devletçi mer-keziyetçi hegemonik anlayışı –ki bu anlayış kültürelsoykırımcıdır- Kürtlerin demokrasi gereği demokratiktopluma dayalı özyönetimini kabul etmeyecektir. Herdemokratik özerklikten söz edildiğinde hemen şovenisttepkiler ortaya çıkmakta ya da bazı güçler tarafındanbu tür tepkiler örgütlendirilmektedir. Zaten ulus-dev-letçi zihniyet iktidarcı-devletçi olduğu için, daha daötesi kültürel soykırımcı olduğu için Kürtlerin kendikimliğiyle, kültürüyle kendi kendini yönetme istemini35

36

düşmanca görmektedir, ona saldırmaktadır. NitekimKCK operasyonları denen operasyonlar Kürt’ün kendikendini yönetme iradesinin ortaya çıkmasına yönelikbir saldırı olarak gerçekleşmiştir. Yoksa zindanlara atı-lan binlerce demokratik siyasetçiyi cezalandırmak içinanayasa ve yasalara dayalı tek bir gerekçe bulunamaz.Türkiye'nin bugünkü yasaları içinde bile suçlanabile-cek hiçbir eylemleri yoktur.

Gerçekleşen siyasal soykırım operasyonlarıyla esasolarak Kürtlerde gelişen demokratik zihniyete saldırıl-mıştır, demokratik toplum gücüne ulaşmalarına sal-dırılmıştır. Bu temelde kendi kendini yönetmeiradesine hem de daha böyle bir yönetim ortaya çık-madan Kürtlerde gelişen zihniyet ve demokratik top-lum tehlikeli görülerek saldırılmıştır. Nitekim yeniortaya çıkan ses kayıtlarında görüldüğü gibi polis vesavcılar “Biz doğru yaptık, tutuklamasaydık kendi ken-dilerini yöneten bir toplum gerçeği ortaya çıkacaktı”demektedirler. Açıkça Kürtlerin özyönetimlerini vekendi kendini yönetme gerçeğini engellemek için bin-lerce insanı zindanlara atmışlardır. Tek başına budurum bile gösteriyor ki, Kürtler gerçekleştirdiklerizihniyet devrimi temelinde demokratik toplum inşasıiçin her yerde kendilerini örgütlediğinde karşısında zorve şiddeti buluyor. Çünkü demokratik toplum demektoplumun güç olması ve kendi kendini yönetmesi de-mektir. Bu nedenle siyasi soykırım operasyonlarıylaKürtlerin büyük devrimlerle gerçekleştirdiği demokra-tik toplum gerçeği dağıtılıp ezilmek istenmiştir. De-mokratik toplum iradeli toplumdur, demokratiktoplum bireyi özgürdür. Özcesi, özgür birey ve iradelitoplum gerçeği ezilmek istenmiştir. Bunun da demok-rasiye karşı yapılan en büyük düşmanlık olduğu açıktır.

Kürt’ün demokratik toplum gerçeği, eşittir toplu-mun kendi kendini yönetme gerçeğidir, özyönetimgerçeğidir. Bu da iradeli toplum ve özgür birey gerçeğiolarak Kürdistan'da büyük bir demokratikleşme ham-lesini ifade etmektedir. Bu sadece Kürdistan toplumu-nun demokratikleşmesini, demokratik değişiminisağlamayacak; aynı zamanda Türkiye devletini, Suriyedevletini doğrudan etkileyecek ve onları demokratik-leşmeye zorlayacaktır. Demokratik zihniyetin gelişmesive demokratik zihniyet temelinde devletin demokra-siye duyarlı, demokratik toplumu kabul eden, farklı-lıkların özgünlüğünün özerkliğini kabul eden birkaraktere kavuşmasını beraberinde getirecektir. Çünküböyle bir toplumla barış içinde yaşamak demokrasiiçinde farklılıkları tanıyarak yaşamaktır. Demokratiközerkliğin bu biçimi Türkiye'nin demokratikleşme-sinde daha etkin rol oynayacaktır. Dar anlamda demo-kratik özerklik de Türkiye'nin demokratikleşmesindebir rol oynayabilir, ama bu sınırlı bir rol olabilir. Amademokratik topluma dayalı geniş anlamda toplumun

kendisini her alanda örgütleyerek kendi kendisini yö-netme gerçeği Türkiye'ye demokratikleşme konusundadaha büyük adımlar attıracaktır. Türkiye'deki demo-kratik devrimi derinleştirecek ve kapsamlılaştıracaktır.Bu açıdan Kürdistan'da demokratik devrime dayalı de-mokratik özerklik sistemi bir yönüyle de Türkiye'dedemokratik devrimi geliştirme ve gerçekleştirme mo-delidir, sistemidir. Nitekim bugün Kürtler, Kürt Öz-gürlük Hareketi, PKK Önderi Kürdistan'da gelişen budemokratik devrimi, demokratik toplum gerçeğini,buna dayalı demokratik özerklik yapılanmasını vebunun Kürdistan'da yarattığı demokratik toplum ger-çeğini ve bu değerleri Türkiye'ye taşırmaya çalışmak-tadır. Kürdistan'daki demokratik toplumun Türkiye'dedemokrasinin derinleşmesi ve kapsamlılaşması içintemel olacak bir değer haline getirecek bir sisteme ka-vuşturulması bunu ifade etmektedir.

Demokratik özerklik ulus-devletçi zihniyete karşıolan, ama derinleşmiş demokrasiye duyarlı bir toplummodeli olmaktadır. Demokratik devrimler sınırlana-mazlar, dört duvar da örülse aşarlar. O bakımdan Kür-distan'daki demokratik devrim, demokratik toplumgerçeği Kürdistan'a dalga dalga yayılacak bir karakteresahiptir. Nitekim etkisi gelişmektedir. Bu devrimin de-mokratikleşmede derinleşmesi ve özgürlükçü hale gel-mesinde kadın devriminin rolü de çok önemlidir.Kürdistan'da bir kadın devrimi de yaşanmaktadır.Kürdistan'daki demokratik özerkliğe rengini bu kadındevrimi vermektedir. Bu kadın devrimi demokratiktoplum gerçeğini, demokratik ve özgürlükçü zihniyetiderinleştirmektedir. Bu açıdan kadın özgürlüğü geliş-tikçe toplum gerçeği daha demokratik hale gelmekte,özgürlük bilinci daha da derinleşmektedir. Bu çokönemli bir etkidir. Daha doğrusu her türlü gericiliğiçözecek demokratik devrimin en temel boyutudur. Buaçıdan kadın devrimi demokratik devrimin, demokra-tik toplumun kapsamının derinleşmesi ve boyutlarınınzenginleşmesi olarak ifade edilmelidir. Kadın devrimiKürt devriminin en görünür hali olarak ortaya çıkmış-tır. Bu da Türkiye toplumunu derinden etkilemektedir.Türkiye'de bugün kadına yönelik politikalarda farklıbir yaklaşım varsa, bütün partiler de bu konuda birşeyler yapma ihtiyacı duyuyorsa bunda Kürdistan'dagelişen demokratik kadın devriminin ve kadın özgür-lük çizgisinin etkisi belirleyicidir.

Türkiye kadınları Kürt kadın devriminden çok et-kilenmektedir. Özellikle de hep kendini ileri gösteren,Kürt’ü de geri gösteren Türkiye gerçeğinde Kürt’ün,Kürt kadınının bu düzeyde devrimci karaktere ulaş-ması Türkiye için sarsıcı olmaktadır. Böyle bir karşı-laştırma Türk egemenleri için, Türk egemen zihniyetiiçin bir travmadır. Bu nedenle egemen sistem, Kürdis-tan'da yaşanan kadın devriminin boyutunu gösterme-

mede ısrarlıdırlar. Bu etkiden olacak ki, Türkiye'dekiaydınlar, yazarlar, basın kadın devrimine gereken de-ğeri vermemektedir. Zaman zaman Kürt kadınının gel-diği düzey önemlidir, gelişme vardır denilmekte, amabu gerçeklik hala Türkiye toplumuna anlatılmamakta-dır. Hatta Türkiye'deki akademisyenler, profesörler vebirçok çevre bu kadın devriminin görülmemesi ve Tür-kiye'ye yansımaması için özel bir çaba sarf etmektedir-ler. Ama bunu engelleyememektedirler. Bu açıdankadın özgürlüğüne, kadın devrimine dayalı bir demo-kratik özerklik kuşkusuz Türkiye'nin demokratikleş-mesinde daha büyük ve temel bir rol oynayacaktır.

Demokratik Türkiye gerçeği Kürdistan'da gelişendevrimden etkilenmektedir. Kürdistan'da gelişecekgeniş anlamda demokratik özerklik, Kürdistan'ın öz-gürleşmesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesindeönemli rol oynayacaktır. Ancak Türkiye'nin demokra-tik birikimini sadece bununla da sınırlı görmek doğrudeğildir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beribir demokratikleşme, bir Özgürlük Mücadelesi vardır.Özgürlük Mücadelesi demokrasiyi, demokrasi Özgür-lük Mücadelesini gerektirir. Demokrasiyle özgürlükleriç içedir. Bunları birbirinden koparmak mümkün de-ğildir. Demokrasi olmadan özgürlük olamaz. Özgür-lüğün olmadığı bir sisteme de demokrasi denilemez.Bu açıdan Türkiye'de eksikliğiyle, yetersizliğiyle cum-huriyetten bu yana özellikle de sosyalistlerin, tüm soldemokratların içinde bulunduğu bir demokrasi ve Öz-gürlük Mücadelesi verilmiştir. Kuşkusuz Türkiye tari-hinde demokrasi ve özgürlük mücadelesinde Kürtlerinmücadelesi çok önemli yer tutmaktadır. Ama Türkiyegeneliyle ilgili bir değerlendirme yapılırken Türkiyehalkının da, emekçilerinin de, gençliğinin de, köylüsü-nün de önemli bir demokrasi mücadelesi verdiğini gör-mek gerekir.

Türkiye'deki demokrasi mücadelesini küçümseme-mek gerekir. Türkiye'de önemli bir demokrasi ve Öz-gürlük Mücadelesi verilmiştir. Türk devleti özellikleKürtler yararlanmasın diye bu demokrasi ve özgürlükMücadelesine büyük bir düşmanlık beslemiştir, bastır-maya çalışmıştır. Bunu yaparken özellikle de demokrasive özgürlük derken Kürt’ün bunun dışında tutulmasıiçin bir ideolojik çalışma yürütmüştür. Bu devlet Kürt-lerin demokrasiyle, özgürlükle, solla, sosyalizmle ilişkisiolmasın; Kürtsüz demokrasi, Kürtsüz özgürlük, Kürt-süz sol, Kürtsüz sosyalizm anlayışı olsun diye özel birgayret göstermiştir. Nerede Kürtlere yakın bir eğilimortaya çıkmışsa onu kesinlikle sabote etmeye, provokeve manipüle etmeye çalışmıştır. Son zamanlardaHDP’ye yönelik saldırılar bu gerçeğin ifadesidir. Eğerileride bu devletin kozmik odaları açılırsa, bu devletinderinliklerinde yapılan tartışmalar gün yüzüne çıkarsaTürkiye'deki bütün yapılanmanın, bütün sistemin Kürt

karşıtlığı üzerine kurulu bir özel savaş sistemi olduğudaha iyi görülecektir.

Türkiye'de eğitim de, ekonomi de, spor da her türlüpolitika da Kürtleri inkâr etme ve soykırıma uğratmaüzerine kuruludur. Bu açıdan Türkiye'deki solu da, de-mokrasi ve özgürlükçü güçlerini de zehirlemeye çalış-mışlardır. Kürtsüz bir demokrasi, Kürtsüz bir özgürlük,Kürtsüz bir aydınlanma yaratmaya çalışmışlardır. Buda Türkiye'deki özgürlük ve demokrasi mücadelesiniolumsuz etkilemiştir. Ama bütün bu yönlendirmelere,manipüle etmelere, ideolojik olarak etkileme çalışma-larına rağmen Türkiye'de gerçekten büyük bir demok-rasi ve Özgürlük Mücadelesi verilmiştir, verilmektedir.Dolayısıyla küçümsenmemelidir.

Türkiye'de on binlerce insan özgürlük ve demokrasimücadelesinde zindanlarda yatmıştır, binlercesi şehitdüşmüştür. Türkiye'de yürütülen özgürlük, demokrasive sosyalizm mücadelesinde büyük acılar çekilmiştir.Bu yönüyle Türkiye'de güçlü bir demokrasi ve özgür-leşme mücadelesi tarihi vardır. Güçlü bir sosyalist vesol damar vardır. Türkiye'nin demokratikleşmesindebu damar çok çok önemlidir. O nedenle Kürt ÖzgürlükHareketi hep bu damarla buluşmaya çalışmaktadır. Budamarla birlikte Türkiye'nin demokratikleşmesini is-temektedir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin demokratiközerklik çizgisi bunu daha da gerekli hale getirmiştir.Devlet ve iktidar peşinde koşmadığından Türkiye'nindemokratikleşmesiyle demokratik özerklik arasındadoğrudan bir bağ vardır. Demokratik özerklik demo-kratik Türkiye'yi gerçekleştirecek, Türkiye'deki demo-kratik gelişme demokratik özerkliğin gelişmesini vegerçekleşmesini sağlayacaktır. Bu yönüyle bu diyalektikilişkiyi Kürt Özgürlük Hareketi önemsemekte ve buaçıdan da Türkiye'nin demokratikleşmesi için de ro-lünü oynamaktadır. Türkiye'nin demokratikleşmesin-den ‘bize ne’ dememektedir. Mevcut sınırları parçalar,kendi devletimizi kurarız biçiminde bir yaklaşım içindedeğildir. Türkiye'nin demokratikleşmesini sadece kendihaklarını ve hukukunu kazanması açısından bir uygunzemin olarak görmemektedir. Türkiye'nin demokra-tikleşmesini daha kapsamlı bir stratejik yaklaşımla elealmaktadır. Türkiye'nin demokratikleşmesini ve demo-kratik özerkliği iç içe bir durum olarak, bir bütününparçaları olarak değerlendirmektedir.

Kürt sorununun çözümünü yaşamsal, varlık-yokluknedeni olarak görmektedir. Çünkü Kürtler üzerinde birinkâr, imha ve kültürel soykırım sistemi kurulmuştur.Kürt Özgürlük Hareketi bunun ortadan kaldırılmasınıöncelikli ele almaktadır. Ancak soykırım sistemininTürkiye'nin demokratikleşmesiyle ortadan kalkacağınıda iyi bilmektedir. Bu nedenle demokratik TürkiyeKürt sorununu çözmüş Türkiye’dir. Zaten Kürt soru-nunu çözmeyen bir Türkiye'ye demokratik denemez.37

Bu açıdan Kürt sorununda demokratik çözüm istemek,bu konuda hassas olmak, bazılarının dediği gibi Tür-kiye geneli açısından siyaset üretmemek ve dar yakla-şım içine düşmek değildir. Aksine Türkiye'nin en temelsorununu gündeme getirmektir. Kürt sorununu önem-semeyen her yaklaşım ve yasal-illegal örgütün, Türkiyeiçin siyaset üretme ve sorunları çözme kapasitesi yok-tur. PKK ve Kürt Özgürlük Hareketi Kürt sorununuTürkiye'nin gündemine koyarak Türkiye'nin demokra-tikleşmesi ve özgürlüğü açısından tarihsel bir görev ye-rine getirmektedir.

Tabii ki Türkiye'nin temel diğer sorunlarının da gö-rülmesi ve çözüm yaklaşımının ortaya konulması ge-rekir. Başta Alevilerin sorunu var, diğer etnik ve dinseltoplulukların sorunu var, kadın sorunu var, emekçilerinsorunu var, çevre sorunları var. Bunlar da Türkiye'nindemokratikleşmesinin temel sorunlarıdır. Demokra-tikleşme bir bütündür, parçalı olamaz. Kürt sorunu çö-zülecek, diğer sorunlar çözülmeyecek! Alevi sorunuçözülecek diğerleri çözülmeyecek! Böyle yaklaşılamaz.Kürt sorununun çözülmesini isteyen Alevi sorunları-nın da çözülmesini istemek zorundadır. Alevi sorun-larının çözülmesini isteyen Kürt sorununun çözümünede sahiplenmek durumundadır. Demokrasi isteyenkadın sorununu; farklı etnik ve dinsel toplulukların de-mokratik ve özgür yaşamlarına sahiplenmek duru-mundadır.

Demokratikleşme derken şu gerçeği de vurgulamakgerekiyor: Demokrasi birilerine hak vermek değildir.Demokrasi, hakların tanınması ve söz konusu toplu-lukların demokratik hakların kullanmasını ifade et-mektedir. Kürtler söz konusu olduğunda haklarınıtanımak esastır. Demokrasi, Kürtlere ve Alevilere birşey vermek değildir. Kürtler kendi kendilerini örgütle-meli ve kendi kendini yönetmelidir. Aleviler kendileriniörgütlemeli, kendi sorunlarını kendileri çözebilmeli veibadetlerini istedikleri gibi yapmalıdır. Tabii ki demok-rasiye duyarlı bir ülkede hükümetler başta olmak üzeretüm siyasi güçler Türkiye genelindeki sorumluluklarınıyerine getireceklerdir. Bu da demokratik anayasa ilke-leri içinde olacaktır. Alevilerin sorunlarının çözümün-den söz ediyorsak Aleviler kendilerini örgütleyecek,kendi kendini yönetecek, kendi kendine karar alacak

ve bu temelde sorunlarını çözeceklerdir. Yoksa onlarahak verilmeyecektir. Demokrasi, esas olarak topluluk-ların örgütlenmesini, demokratik bir toplum haline ge-lerek kendi kendini yönetmesini ifade etmektedir.Dolayısıyla Türkiye'nin demokratikleşmesi derken debirilerine bir şeyler verilecek değildir. Demokrasi,bütün toplulukların kendi kendisini yönetmesini tanı-mak, bireyin özgürleşmesinin önündeki engelleri kal-dırmaktır. Bunlar birbirini tamamlayacak demokratikilkelerdir.

Özcesi, demokratik Türkiye, Türkiye'de emekçiler,sol ve sosyalistler tarafından onlarca yıldır yürütülen de-mokrasi ve Özgürlük Mücadelesine dayandığı gibi,Kürtlerin ve farklı etnik ve dinsel toplulukların özgürlükve demokrasi mücadelesine de dayanacaktır. Kadınlarınve çevrecilerin özgürlük mücadelesine dayanacaktır.İnançlar üzerindeki baskılara karşı direnen toplulukla-rın verdiği mücadeleye dayanacaktır. Türkiye tüm budemokratikleşme kaynaklarından beslenerek demokra-tikleşecektir. Ama bütün bunların somut hale gelmesiise, özellikle Türkiye gibi farklı etnik ve dinsel topluluk-ların bulunduğu bir ülkede, bir coğrafyada farklı etnikve dinsel toplulukların farklılıklarından, özgünlüklerin-den kaynaklanan –demokratik- özerkliklerinin kabuledilmesiyle sağlanacaktır.

Demokratik Türkiye, herhangi bir topluluğun, her-hangi bir siyasal gücün hegemonya olmayacağı bir ülkeolmak anlamına gelmektedir. Türkiye'de 1920’lerde he-gemonik bir anlayış ortaya çıktı. İttihatçı denen bir an-layış her şeye egemen oldu. İktidarlar, hükümetlerdeğişti, ama bu zihniyetin hegemonyası değişmedi. Buhegemonya 1980 darbesiyle yeni bir biçime kavuşturul-maya çalışıldı. Bu yeni biçimin içine İslamiyet de soku-larak sol ve Kürtler üzerinde yeni bir hegemonyakurulmaya çalışıldı. 2000’den sonra AKP iktidarında buyeni hegemonik sistem kurma çabası daha somut halegeldi. AKP ile Fetullahçılar birlikte Türkiye'de yeni birhegemonya kurmak istediler. Aslında 12 Eylül iktidarİslam’ını, devletçi İslam’ı, yani devletin parçası olacak vebu devletin arkasındaki NATO’ya hizmet edecek İslam’ıiçine alarak yeni bir Türkiye oluşturmak istiyordu. KürtÖzgürlük Hareketi'nin mücadelesi yükselince bu yönlüdeğişim sekteye uğradı. Ancak 1998 ve 99’da Kürt Öz-gürlük Hareketi'nin tek yanlı ateşkesiyle savaş durunca2000’lerden sonra bu yeni hegemonya şekillendirilme-sine devam edildi. Çünkü eski hegemonik zihniyet veyarattığı sistem Türkiye'nin iç ve dış ihtiyaçlarına cevapvermiyordu. AKP ve Fetullahçıların ABD ve Avrupa’yıda arkasına alarak eski hegemon güçlere karşı mücade-lesi bir demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi değil, yenibir hegemonya kurma mücadelesiydi. Eski hegemon-yanın yerine egemen sınıfların yeni bir hegemon devletyapılanması yaratma çabasıydı. 38

Alevi sorunlarının çözülmesini isteyen Kürt so-rununun çözümüne de sahiplenmek durumunda-

dır. Demokrasi isteyen kadın sorununu; farklıetnik ve dinsel toplulukların demokratik ve

özgür yaşamlarına sahiplenmek durumundadır

39

Ancak bu hegemonya mücadelesi çatladı. Fetullah-çılarla AKP kendi aralarında çatışmaya başladı. Bu, as-lında Fetullahçılarla AKP'nin birbiriyle çatışmasındanöte bir olaydır. Bugün bunların çatışmasına dayalı ola-rak gelişen devlet krizi, kurmak istenilen hegemonya-nın başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi güçleritarafından kabul edilmemesi sonucu ortaya çıkmıştır.Yeni hegemonyayı Kürt toplumu da, Türkiye toplumuda kabul etmedi. Kürtler özellikle son 30-40 yıldırüzerlerindeki hegemonyayı ortadan kaldırmak için di-rendiler. Türkiye’nin geneli açısından da Gezi Direnişiyeni hegemonyanın kabul edilmemesini ifade etmek-tedir. Gezi Direnişini en iyi anlamlandıracak olan daher türden egemenliğin reddi olmaktadır. Bu nedenleGezi Direnişini başka bir hegemonyanın aracı yapmakisteyenler Gezi Direnişinden ve Türkiye gerçeğindenbir şey anlayamayanlardır. Gezi’yi kendine göre kul-lanmak isteyenlerdir. Gezi’de esas ifadesini bulan ger-çeklik AKP hükümetinin yarattığı yeni hegemonyanınkabul edilmemesidir. Bu, aynı zamanda Türkiye top-lumunun artık hiçbir hegemonik zihniyeti ve sistemikabul etmediğinin ifadesidir. Bu açıdan demokratikTürkiye, hegemonya peşinde koşulmayan bir Türkiyeolacaktır. Zaten herhangi bir siyasal gücün, partinin,siyasal eğilimin, akımın hegemonya peşinde koşma-dığı bir ülke demokratik olabilir.

Demokratik bir ülkede AKP de, Cemaatler de, her-hangi bir parti de siyasal ve sosyal yaşamda yer alabilir.Demokratik kurallar içinde yönetime talip olabilir.Ama hegemonya peşinde koşarlar ve “Türkiye'yi bizşekillendireceğiz” derlerse bu kabul edilmez. Demo-kratik sistemin parçası olmayı kabul ettikleri ve demo-kratik oldukları düzeyde de Türkiye siyasetinin birparçası olabilirler. Böyle olursa her siyasi güç demo-kratik Türkiye'nin siyasetinde etkili olabilecekleri gibidemokratikleşmenin bir parçası ve zenginliği halinegelerek Türkiye'nin demokratikleşmesinde rol oyna-yabilirler. Ama hegemonya peşinde koşarlarsa bu de-mokrasi olmaz, yeni bir hegemonik sistem kurmakolur. Bu da demokrasi ve özgürlüğe karşıtlık demektir.İşte bugün ortaya çıkan çatlak, demokrasi güçlerininyeni hegemonyaya izin vermemesidir. Özcesi devletçihegemonik sistemin krizi yaşanmaktadır. Bu krizdenyeni ittifaklarla yeni hegemonyalar mı, yoksa demo-kratikleşme mi çıkacaktır? Bunu demokrasi güçleriylehegemonya peşinde koşan taraflar arasındaki müca-dele belirleyecektir.

Demokratik Türkiye'de Kürtler üzerinde de, Alevi-ler üzerinde de hegemonya olmayacaktır. Kürtler üze-rinde Türklük hegemonyası, farklı etnik ve dinseltopluluklar üzerinde ulus-devlet anlayışının hegemon-yası, farklı inançlar üzerinde Sünniliğin hegemonyası,kadınlar üzerinde erkek egemen hegemonyası, doğa

üzerinde kapitalist endüstriyalizm hegemonyası olma-yacaktır. Hegemonyanın peşinde koşulmadığı birdüzen demokratik düzendir, demokratik Türkiye’dir.Bu açıdan demokratik Türkiye olacaksa o zaman Kürt-ler, Aleviler üzerindeki hegemonyadan da vazgeçile-cektir, farklı etnik ve dinsel topluluklar üzerindekihegemonyadan ve her türlü “mahalle baskısı” kurmak-tan vazgeçilecektir. Doğa üzerinde “istediğim gibi ta-sarruf yaparım” biçimindeki pozitivist kapitalistmodernist zihniyet ve uygulamalardan vazgeçilecektir.

“Egemenlik hakkım” deyip bütün toplumlar üze-rinde hegemonya kurmayacak biçimde devlet varlığınısürdürebilir. Devletle demokrasi zaten bir gerilimiifade eder. Bu gerilim her zaman olabilir. Bugündenyarına hemen devlet ortadan kalkmayabilir, devletsönmeyebilir. Devletsiz tam demokrasiye geçiş zamanalabilir. Dolayısıyla devletle demokrasi arasında herzaman bir gerilim olabilir. Zaten günümüz koşulla-rında demokrasi, devletle toplum arasında bir gerili-min olduğu sistemdir. Saf demokrasi olmadığıdurumlarda yaşanan budur. Saf demokrasi, ancak dev-letin ve iktidarın tümden ortadan kalktığı yerde olur.Günümüzde saf demokrasiyi bugünden yarına yarat-mak mümkün olmayabilir, ama demokrasiyi geliştir-mek, demokratik toplumu yaratmak, devletleridemokrasiye duyarlı hale getirmek mümkündür. Oaçıdan demokratik Türkiye derken böyle bir Türki-ye'den söz ediyoruz. Kuşkusuz bir kaostan söz etmi-yoruz. Devletle demokrasi arasında her zaman birgerilimin olduğu bir düzen kaotik değildir. Aksine şid-detli çatışmaları önleyen bir barış diyalektiğidir. Dola-yısıyla barışı da devletle demokrasi güçleri arasındakimücadelenin demokratik kurallar içinde yürütülmesibiçiminde ifade edebiliriz. Demokrasi koşullarındatoplum daha avantajlı hale geldiğinden böyle bir mü-cadele zemini ve koşulu tabii ki demokrasi güçlerinintercihi olmak durumundadır. Çünkü merkezi ve he-gemonik karakterin zayıfladığı, tabana dayalı demo-kratik gelişmenin yaşandığı yerlerde egemenler dezayıf duruma düşerler.

Eğer hegemonya peşinde koşmazsa AKP de bir de-mokratik toplum gücü olabilir, Fetullahçılar da olabilir.Hatta İslami duyarlılığı olan güçlü bir demokratik eği-lim haline de gelebilirler. Bu yanlış da olmaz. Ortadoğuİslami kültürün hakim olduğu bir coğrafyadır. O ne-denle bu coğrafyada eğer demokratik bir karakter ta-şınırsa, farklı etnik ve dinsel topluluklara gerçek birdemokratik yaklaşım içinde olunursa, İslami duyarlı-lığı olan kültürel İslam’a hassas partiler siyaset üzerindeetkili olabilirler. Yönetim olurlar, ama bir hegemonyapeşinde koşmadan bütün toplumsal kesimlerin üze-rinde uzlaştığı bir toplumsal sözleşme içinde yönetimgerçeğini pratikleştirirler. Özcesi demokratik karakte-

40

riyle yönetim olabilirler. Ama hala Türkiye'de biri gi-diyor, diğeri geliyor, “ben egemen olacağım” diyor. Tür-kiye'deki kriz budur. Dünyadaki kriz de böyledir.Ortadoğu'da nasıl ki devletçi sistemin krizi varsa, klasikdevlet anlayışı toplumları bir türlü kontrol edemiyorsa,bu da kaos yaratıyorsa, Türkiye'de de hegemonik sis-temin yarattığı bir kriz ve kaos vardır. Artık Ortado-ğu'da da Türkiye'de de barış ve istikrarın olması içinhegemonya peşinde koşmayan siyasi bir anlayışın yer-leşmesi gerekir. Bu açıdan hegemonya peşinde koşma-yan demokrasi güçlerinin Türkiye ve Ortadoğu'dagelişme ve siyaset üzerinde etkili olma şansları her za-mankinden fazla artmış bulunmaktadır. Hegemonyapeşinde koşmayan bütün farklılıkların özgürlüğünü veözerkliğini kabul eden siyasal eğilimler gelişebilir, Or-tadoğu ve Türkiye böyle bir zihniyet ve yapılanmayakavuşursa istikrar ve barışa da kavuşur.

İşte hegemonya peşinde koşulmayan demokratikTürkiye aynı zamanda demokratik özerkliğin olduğuözerk Kürdistan gerçeğini de ifade eder. Çeşitli kesimlertarafından dillendirildiği gibi bu kesinlikle bir bölün-meyi değil, bütünleşmeyi ifade eder. Kürt Halk ÖnderiAbdullah Öcalan, bunu çözümlemelerinde kapsamlıcaortaya koymuştur. Özellikle Anadolu ve Mezopotamyacoğrafyasının siyasi olarak hep bir bütünlük içinde ol-duğunu vurgulamaktadır. Anadolu ve Mezopotam-ya’nın siyasal diyalektiği birlikte var olmayı gereklikılmıştır. Bu açıdan bugünkü Türkiye gerçeği sürdü-rülmek isteniyorsa o zaman demokratik Türkiye içindeKürdistan da demokratik özerk yönetime sahip ola-caktır. Tarih içinde hep böyle olmuştur. Tarih içindekibu siyasal diyalektik birinin diğerini yok sayması ve ez-mesi biçiminde olmamıştır. Tarihte Kürtler hep belirlibir otonomiyi yaşamışlardır. Birlik öyle gerçekleşmiştir.Bugün de demokratik Türkiye içinde demokratiközgür Kürdistan gerçeği birlikte yaşam diyalektiğininpratikleşmesi olacaktır. Birlikte yaşamın formülübudur. Geçmişe, geleneğe ve tarihe bağlılık esas olarakbunu gerektirmektedir. Bunun dışındaki her türlü yak-laşım birliği değil, kesinlikle parçalanmayı, çatışmayıve kavgayı getirir.

1919 Sivas kongresinde kabul dilen Misak-ı Milliesas olarak Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanının sı-nırlarını çizmektedir. Zaten Güney ve Rojava Misak-ıMilli sınırları dışında tutulduğunda buna en fazla tepkigösterenler Kürt milletvekilleri olmuştur. Rojava veGüney Kürdistan Misak-ı Milli dışında tutulduğundabunu Kürdistan’ın parçalanması, hatta Kürtlere verilensözün tutulmaması olarak görmüşlerdir. Bugün Kürt-lerin ağır sorunlar yaşamasının başında Kürtlerin buparçalanmışlığı gelmektedir. Hatta Türkiye'nin yaşadığıağır sorunların nedeni de 1919 yılında ortak kararlaş-tırılan Misak-ı Milli’nin bir tarafa bırakılmasıdır. Türk

devleti Misak-ı Milli’den vazgeçme karşılığında ulus-devlet içinde Kürtleri yok etme hakkını almıştır. Hal-buki Misak-ı Milli Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanıolacak, Kürtler de bu ortak vatanda kendi kimliği vekültürüyle özerk yaşayacaklardı. Zaten Misak-ı Mil-li’nin kabul edildiği yıllarda Kürtlerin özerkliği bulun-maktaydı. Osmanlı döneminden kalma kendi kendiniyönetme gerçeği hala geçerliydi. Aslında bugün Kürt-lerin talep ettiği demokratik özerklik Misak-ı Milli’ninpratikleştirilmesidir. Kürtlerin sınırlar sorun yapılma-dan diğer parçalardaki Kürtlerle ilişkilenme isteği vebuna engel olunmaması da Misak-ı Milli’nin güncel-lenmesi talebidir. Misak-ı Milli de dar anlamda Kürt-lerin Türkiye içinde özerklik yaşamasını içermektedir.

Dar anlamda kültürel özerklik Türkiye ile bir siyasalsözleşme ve bir siyasal ilişkiyi içerir. Bunun da olmasıgerekir. Ama Kürtler demokratik Türkiye'nin gerçekanlamda oluşması açısından geniş anlamda özerkliğide önemli görmektedir. Kürtler bugün geniş anlamdaözerkliği yaşamak istemektedirler. Kürt Özgürlük Ha-reketi’nin yaklaşımı herhangi bir yerdeki bir federas-yon, konfederasyon gibi bir iktidar paylaşmak değildir.Aksine tam demokrasiyi, doğrudan demokrasiyi yaşa-mak istemektedir. O nedenle de tabandan-yerelden ör-gütlenmeye dayalı demokrasi içindeki bir demokratiközerklikten söz edilmektedir. Buradaki demokratiközerklikteki ısrar demokrasideki ısrarıdır. KuşkusuzTürkiye ile Kürt sorununun çözümü açısından dar an-lamda bir özerklik olabilir, o da asgari bir ilişkilenmebiçimidir. Ama Kürtler bu dar anlamda özerklik ger-çekleşirken Türkiye'nin demokrasiye duyarlı olması,Kürtlerin kendi kendini örgütleyerek geniş anlamdademokratik özerkliğe dayalı olarak kendi kendisini yö-netmesine engel olunmaması gerekir. Buna engel olan-lar, yani demokratik karakterde olmayanlar zaten daranlamda özerkliği de kabul etmezler. Bunu kabul et-meyenler de hala Kürtleri kültürel soykırıma uğrat-maktan vazgeçmemişler demektir. Ancak Kürtlerikültürel soykırıma uğratmaktan vazgeçen bir Türkiye,demokratik zihniyete kavuşmuş bir Türkiye’dir. Demo-kratik zihniyete kavuşmuş bir Türkiye de hem Türkiyegenelinde hem de Kürdistan'da demokratik ilke ve öl-çüleri kabul edecek Türkiye'dir. Böyle bir Türkiye'de dedemokratikleşme derinleşir ve sadece Türkiye sınırlarıiçinde halkların ve toplulukların ihtiyaçlarına cevapvermez, Ortadoğu halkları açısından da örnek teşkileden bir demokratik etki ve çekicilik oluşur.

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Halil Dağ

Özgür Kent Yönetimi

41

Hem demokratik özerkliğin kurumsallaştırılmasıaçısından hem de toplumsal psikoloji ve politik sonuç-ları açısından önemli sonuçları olacak yerel seçim sü-recine yaklaştığımız bugünlerde özgür kent, özgürkent yönetimi konusu her zamankinden daha fazlaönem kazanmıştır. Bu süreç demokratik özerkliğin veonun bir parçası olarak yerellerde özyönetimin aktifve istikrarlı biçimde hayata geçirileceği, kurumsallaş-tırılacağı bir sürecin startı anlamına gelmektedir. Ta-biri caizse “tartışma”, “deneme-yanılma” dönemininsonuna gelinmiştir artık. Bu çerçeveden bakıldığında

özgür kent yönetimlerinin hayati öneme haiz olduğugörülecektir. Önümüzdeki dönemin karakterini veana hedefini ifade eden “demokratik kurtuluş ve özgüryaşam” söylemi sadece konjonktürel bir slogan değilönümüzdeki yılları şekillendirecek bir projenin baş-langıcıdır. Kurtuluş ve özgür yaşam arasındaki ilişki-nin pratik politikada toplumsal yaşam alanlarında birkarşılığı olmak durumundadır. Son sekiz-on yıldır sözkonusu projenin fikirsel ve kurumsal altyapısını oluş-turma ve güçlendirme, bunu çeşitli uygulamalarla de-neyime dönüştürme süreci olarak ele aldığımızda, yenidönemde var olan eksikliklerin aşılarak kararlı ve is-tikrarlı bir uygulamaya geçişin temel bir gündem vegörev olacağı açıktır. Özgür kent yönetimi bu görevinbel kemiğini oluşturmaktadır.

Özgür kent yönetimi kavramı ve ona yüklenenkavram temel olarak tarihsel bir problemin varlığın-dan dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu tarihsel problemtekil olarak kentin, daha genel sebeplerden bağımsızolarak özgür düzeyde yaşadığı sorunları da içermeklebirlikte esas olarak tarihsel anlamda iktidara devletçiuygarlıkla ve onun yarattığı sonuçlarla ilgilidir. Dola-yısıyla kavramı tartışırken bundan sadece kent plan-lamacılığını, iradeciliğini ve bunlarla ilgili ihtiyaç vepratikleri anlamamak gerekiyor. Şüphesiz bunları dakapsar ama daha genel bir duruma tekabül etmektedir.Özyönetim ihtiyacı tarihsel olarak devletçi uygarlığınyol açtığı yönetilemezlik krizinden dolayı ortaya şıksada ona yüklenen anlamın çeşitlilik arz ettiğini belirt-mek gerekiyor. Kent yönetimi çoğunlukla onu elindebulunduran otoritelerin ya da siyasal-ideolojik anla-yışın yaklaşımına göre değişiklik gösterir. Bugün genelolarak ele aldığımızda daha çok liberalizmin “gelişme,ilerleme, organize etme, pazar ağını yaratma” projek-siyonuna uygun bir nitelik taşıdığını belirtmek gere-kiyor. Otoritenin konjonktürel duruma bağlı olarakbu yönetim biçiminin esnek mi yoksa katı mı olaca-ğına karar verilir. Ancak her halükarda söz konusuolan özgür kent yönetimi değil, modernist planlama-cılıkla tepeden belirlenmiş politikaların uygulanma-sıdır. Görüntüdeki kimi temsil mekanizmalarının(seçimler vb.) rolü bu anlayışa göre anlam kazanır. Bugerçeklik özgür kent yönetimini toplumsal demokrasive devrimin öncelikli görevlerinden biri haline getir-mektedir. Çünkü kentler kapitalist moderniteningüçlü kaleleri gibi görünmekle birlikte sistemin krizi-nin en fazla mevzilendiği alanlardır. Bu potansiyelintoplumsal devrim açısından nasıl değerlendirileceği,araç ve yöntemlerin doğru belirlenip doğru kullanıl-masıyla bağlantılıdır. Gerçekten de kapitalist sistemindizayn ettiği modern kent olgusu iddia edildiği gibi

Önümüzdeki dönemin karakterini ve anahedefini ifade eden “demokratik kurtuluş

ve özgür yaşam” söylemi sadece konjonktürelbir slogan değil önümüzdeki yılları

şekillendirecek bir projenin başlangıcıdır

42

gelişmenin, ilerlemenin, zenginliğin, rahat yaşamınmekânları olarak değerlendirilebilir mi? Böyleyse eğer,o zaman bu gelişme, ilerleme, zenginlik ne pahasınagerçekleşmekte ya da varlığını neyin yok edilmesi üze-rinden kurgulamamaktadır. Bu soruların cevabı kapi-talizmin kente biçtiği rol ve modern kent kavramınındayandığı ideolojik arka planı doğru sorgulamakla or-taya çıkarılabilir.

Kentçilik;“Uygarlığınız hastalığınızdır!” (P.Gauguin)Gauguin’in modern uygarlığa dönük isyanını anla-

tan bu sözü, özü itibariyle kentizm olarak kavramlaş-tırılan anlayışın yarattığı yıkımla ilgilidir aslında.Modernist akıl “rasyonal yaşam ve toplum” sloganıylakendisini vücuda kavuştururken muhtemelen bu slo-ganın sahipleri de “rasyonal yaşam ve toplum” inancı-nın muhteşem bir gelecek ve cennet vadettiğineinanıyorlardı. Ancak öyle olmadı. Çünkü bu sloganıortaya atanların dayandığı sistemsel süreç iddia edildiğiya da tasarladığı gibi geleceğin muhteşem olmasınıdeğil yıkım ve felaketle külliyatı olmasını garanti edi-yorlardı. Zira azami kâr hırsıyla “ilerlemecilik” sloga-nına sarılan kapitalizmin tersini gerçekleştirmesi onuntabiatına aykırıydı. Kentizm tam da bu paradigmanınsonucu olarak ortaya çıkan bir anlayış oldu.

Kürt Halk Önder Abdullah Öcalan tarafından dilegetirilen kentizm kavramı, içerdiği anlam ve tarihselolarak yol açtığı olumsuz sonuçları sebebiyle üzerindetartışılmasını hak eden bir kavramdır. Kentleşmenin as-lında bir ideoloji halini aldığını anlatır. Bir ideoloji sa-dece kapitalizm ile sınırlı değil, iktidarcı devletçiuygarlığın doğuşundan bugüne gelen ve giderek kar-maşık bir hal almış bir ideolojidir. Kapitalizmin bu ideo-lojiye sağladığı katkı, onu daha sofistike hale getirmesive neredeyse insanca yaşamanın tek ölçüsünün bu ol-duğuna geniş yığınları inandırmayı başarmasıdır. Ger-çekten de modern kent bir ideolojidir. Ritüelleri birmerkezden planlanmış, sembolleri olan bir ideolojidir.Nasıl bir toplum, nasıl bir yaşam, nasıl yönetim, nasılbir mimari sorularının yanıtı bu ideolojiye göre oluştu-rulmaktadır. A. Öcalan kentizm terimini esas olarakkentin toplumsal kanserleşmenin temel dokusu halinegelmesi; bir sınıflaşma olgusu ve devletleşme karargahıkonumu taşıması, özellikle sanayi devrimi sonrasındaortaya çıkan modern kent kavramının, kentleri yaşamalanı olarak değil kâr ihtiyacının merkezleri olarak elealınmasından kaynaklı sorunları ve yine toplumun di-zayn edildiği merkezler olarak kullanılmasının yol açtığıproblemlere dikkat çekmek amacıyla kullanılmaktadır.Büyüyen kentlerin sosyal ve ekolojik açıdan yarattığıbunalımlar, köy ve tarımın onu var edenlerle birlikte

yok edilmesi vb. gibi sorunları da bunun içinde görmekgerekiyor.

Oluşum dönemlerinde kentler toplumsal açıdan or-taya çıkan ihtiyaçları karşılıyordu. Kentler ilk kurulduk-larında devletçi uygarlığın merkezleri olarak gelişmegöstermişlerdir. Daha da önemlisi köy ve tarım toplum-larının bir uzantısı gibidir. Kentin devletli uygarlığın mer-kezi olarak işlev kazanmasıyla birlikte büyük toplumsalsorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönüşüm kentolgusunun problemli bir olguya dönüşmesinde dönümnoktasıdır. Devletleşmenin, sömürünün, iktidarlaşmanınkarargahları halini almalarıyla birlikte başlangıçtaki rolve özelliklerini yitirmişlerdir. Geldiğimiz noktada kent,onu kendi otoritelerinin ihtişamlı merkezleri haline ge-tirenler açısından bile kriz üreten bir olgu haline gelmiştir.Bu kaçınılmaz bir sonuçtu çünkü iktidar ve devlet temellikent büyüdükçe hegemonik merkezler artmış ve çevreortaya çıkmıştır. Sömürülen, dışlanan iktidar ve devletinadaletsizliklerinden muzdarip olan tüm toplumsal ke-simler bu çevreyi oluşturmaktadırlar. Kentizm kutsanıpyaygınlaştıkça kent nüfusunu oluşturan geniş yığınlar karve iktidar sisteminin basit nesneleri haline getirilmişlerdir.Ötekileştirme ve karar süreçlerinin dışında tutma temelbir politika olarak uygulanmıştır.

Özgür kent yönetimi konusunu ele alırken bununhangi tarihsel ve toplumsal ihtiyacın ürünü olduğunuanlamak için kentin tarihsel oluşum öyküsünden çokkapitalizmle birlikte ortaya çıkan kent pratiğinin ne ol-duğuna ve ne tür sonuçlar yarattığına bakmak güncel-lik açıdan daha çözümleyici olabilir. Çünkü kapitalizm,kent temelli bütün tarihsel bunalımların kümülatif bi-rikimini ifade etmekle birlikte özellikle sanayi devrimisonrası ortaya çıkan modern kent pratiği ve bunun yolaçtığı sonuçlar tarih boyunca kentlerin yaşadığı ya dayol açtığı bütün toplumsal sorunların toplamındanyüzlerce kat daha fazla sorun ortaya çıkartmıştır. Ta-rihte ilk kez (ilk kez diyoruz çünkü en ihtişamlı kentlerSümer, Babil ve Roma İmparatorluğu dönemlerindekurulmuş olmasına rağmen bunlarının hiçbirisininnüfusu birkaç yüz bini aşmaz) milyonluk kentler or-taya çıkmıştır. Bu kent sistemleri toplumu yönetmenoktasında çok detaylı planlamalarla dizayn edilmiş-lerdir. Bu açıdan modern kentleri geniş bir mekân

Kentin devletli uygarlığınmerkezi olarak işlev

kazanmasıyla birlikte büyüktoplumsal sorunlar ortaya

çıkmaya başlamıştır

43

içinde geniş bir nüfusa dayatılan temerküzler olarakadlandırmak abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.Adeta toplama kampları oluşturulmuştur. Ancak butoplama kamplarının bir farkı vardır, o da oluşturulanekonomik, sosyal ve hukuksal düzenlemeler sayesindegeniş yığınlar bu kamplara yönelik “doğal” gibi görü-nen bir bağımlılığa sürüklenmişlerdir. Bilindiği üzeretemerküzler sadece fiziksel yok etme alanları değildi-ler. Bu özellikleri de olmakla esas olarak bir ideoloji-nin; faşizmin toplumdaki farklılıklara vahşicedayatılması ve faşizmin ekonomik büyümesi için işgücünün zor yoluyla oluşturulup yönetildiği mekân-lardır. Modern kent pratiği, adına ister liberal devletdensin isterse de başka bir şey temel olarak aynı man-tık düzeneğinin kadife eldivenle yürürlüğe konmasınıifade etmektedir. Gaz odaları ve toplu öldürme ayinleriolmasa da (aslında bunlardan da zaman zaman geridurulmadığını biliyoruz) amaçlanan şey aynıdır. Ken-tizm bu zihniyetin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktave en çokta modern kent tapınmacılığıyla vücuda ka-vuşmaktadır.

Kentizm, kentler için bir kriz ideolojisidir. Bugünkent krizinden yoğunca söz ediliyor olmasının bir se-bebi de bu kriz ideolojisidir. Bununla ilişkili diğer krizise devlet ve iktidarların kent pratiğinin toplumsalalanda yol açtığı derin problemlerdir. Bu anlamıylakentin krizini iki yönlü ele almak mümkündür. Birin-cisi, kentlerin sosyal, ekonomik, kültürel, ekolojik açı-dan sahip oldukları anti demokratik anlayışın yolaçtığı demokrasi krizi ve bununla ilintili yönetilemez-lik krizidir. Özgür kent yönetimi ile ilgili tartışmanınözünde esasen yaşanan bu krize çözüm bulma arayışıoluşturmaktadır. Kentin bu iki krizini tüm boyutla-rıyla çözümlemek hem kentizm’in aşılmasını hem dealternatif arayışının neyi hedeflemesi gerektiğini net-leştirecektir.

Modernist Planlamacılık ve Kent Krizi Modern kent paradigmasının ortaya çıkmasıyla bir-

likte kentlerin artan biçimde kriz yaşayan ve kriz üretenmekânlara dönüştüğünü görüyoruz. Modern kentplanlamacılığı kenti sadece ekonomik bir getiri alanı

ve sistemin ekonomik olarak kendisini yeniden ürettiğibir alan olarak ele almanın da ötesinde bir muhtevayasahiptir. Liberalizm, toplumsal yaşamı söz konusu pa-radigma yörüngesinde oluşturmaya yöneldiğinde yu-karıda ifade ettiğimiz birinci krizi tetikleyen bir sonuçyarattı. Bu noktada özellikte neo-liberal politikalarınkapsamlı biçimde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu-nunla birlikte söz konusu planlamacılık anlayışının sor-gulanması da hayati önem taşımaktadır.

Modernist akla göre toplumun belli mekânlar içe-risinde deyim yerindeyse bir saat gibi işleyen-en azın-dan öyle tasarlanan-standart kurallar ve kurumlarlayönetilmesi, organize edilmesi, kapitalizmin öncelik-lerine hizmet eder hale getirilmesi bir amaçtır. Rasyo-nel örgütlenme de denilen bu süreç toplumun herbakımdan inşa edilmesini öngörür ve bu “ulvi” amaçiçin her yol mubah sayılır. Evet, modern kentler sanayidevrimi sonrası kapitalizmin amaçsal ihtiyaçlarınıntemini ve bu sürecin organize edilmesi için oluşturulama bu amaçsal açgözlülüğün yol açtığı yığılma za-manla çok vahim yıkımlara yol açtı. Kültürel açıdantektipleştirme, ekonomik açıdan vahşi bir sömürü,sosyal açıdan bunalımlı, ekolojik açından ise yıkımtablosu ortaya çıktı. Kentler tabiri caizse makine kent-ler ya da J.C.Scott’un deyimiyle “fabrika kentlere” dön-üştürüldü. Bu dönüşüm sürecinin arkasındaki akıldenetleyici ve geometrik bir akıldı. Ve sanayi devrimi-nin teknolojik açıdan yarattığı gelişmeler ve buradanedinilen deneyimlere dayanarak kentleri kurgulamayadayanan bir akıldı. İlk kez Descartes tarafından dilegetiren ve görüşlerini paylaşan ardılı mühendislercede benimsenen “kenti tek bir rasyonel planın yansımasıolarak oluşturma” anlayışı aslında modern kent kurgu-lamasının özünü oluşturmaktadır. Rasyonel planlamadenilen şey sadece kentin mimari olarak düzenlenişi de-ğildir. Onu da kapsayan daha genel bir duruma tekabületmektedir. Mimariye uygun olarak toplumunda söz ko-nusu rasyonel planlama ekseninde yeniden kurgulan-ması planıdır bu! “düzen, intizam, dakiklik, hukuk vepaternalizm”(1) bu rasyonel planlamacılığın asıl hedefi-dir. J.C.Scott “Devlet Gibi Görmek” adlı eserinde kentinrasyonel olarak planlamasını, “bilimsel şehir, planlamacıiçin kentin tasarımı ve inşası için ne ifade ediyorsa giri-şimci mühendis de fabrikanın tasarımı ve inşası için aynışeyi ifade eder. Tıpkı kenti ve fabrikayı bir tek beyninplanlaması gibi, kenti faaliyeti de fabrikanın ofisinden vekentin merkezinden bir tek beyin tarafından yönetilir.Hiyerarşi bununla kalmaz. Kent tüm toplumun bey-nidir. Büyükşehir her şeye komuta eder, barışa, savaş-maya, çalışmaya! Söz konusu olan giyim, felsefe,teknoloji ya da zevk meselesi olsun, büyükşehir taşrayahükmeder ve onu kolonileştirir; etki ve komuta hattıancak ve ancak merkezden periferiye doğrudur”(2)

Zaten kentlerin (özellikle modern kentlerin) mimarisine bile

bakıldığında söz konusu otoriter-düzenleyici aklın somut

yansımasını görebiliriz

biçiminde yorumlayarak yukarıdaki duruma gönder-mede bulunur. Sadece buradan hareket edildiğinde bilemodern kentin hangi saiklerle kurgulandığını anlaya-biliriz. Bu akıl, tarihte garnizon kentler yaratan aklındaha gelişmiş ve yeni koşullara uyarlanmış biçimidir.Her ikisinde de kent, iktidarın komuta merkezine göretasarlanmaktadır. Zaten kentlerin (özellikle modernkentlerin) mimarisine bile bakıldığın da söz konusuotoriter-düzenleyici aklın somut yansımasını görebili-riz. Devleti ve iktidarı temsil eden kurumlar, zenginler,üst tabakalar, bürokratlar kent içinde her zaman hak-kim ve ayrıcalıklı alanlarda mevzilendirmektedirler.Otoritenin gücü bu şekilde bedensel bir temsile kavuş-turularak hissettirilir. Daha da önemlisi kentin mer-kez-çevre ilişkisi yaratması ve çevrenin, merkezinsömürgesi haline getirilmesi söz konusudur. Örneğintarın-köy toplumu bu merkezin dıştaladığı en önemlitoplumsal ve ekonomik yapıdır. Hakeza kentin anamerkezinden çevreye uzanıldığında da aynı sömürüve eşitsizlik düzeni söz konusudur. Her kentin varoşuonun çevresini oluşturmaktadır.

Gerçekten de modern kentler; sözü edilen rasyonelplanlama ekseninde oluşturulan kentler çağımızın zig-guratları gibidirler. Yukarıda sözünü ettiğimiz konum-lanma biçiminden bunu rahatlıkla görebiliriz.Katmanlar vardır. Merkezde her zaman iktidar-devletvarken bir alt katta zengin ve ayrıcalıklı tabakalar, onunbir kat ilerisinde güvenlik bürokrasisi ve hukuksal ku-rumlar halkayı oluşturur ve merkezden çevreyi kontrolaltında tutan bir mekanizma olarak yer alır. Bu üç anakatmanın dışında orta sınıflar vardır. Zigguratın en altkatına yaklaştıkça, yani çevreye doğru ise yoksul halkyığınları, varoluşlar, ötekileştirilmiş gruplar yerleşmiştir.Çevrenin de çevresi haline getirenler ise tarım-köy top-luluklarıdır.

Modern kent planlamacıları kenti bir makina gibidizayn ettiklerinden, makinayı kontrol eden beyin(devlet-iktidar) tüm parçalar (yoksul, ötekileştirilmişolanlar) üzerinde her koşulda belirleyici bir güç olarakkabul edilir. Diğerlerinin varlığı ancak beynin komut-larına itirazsız itaat ettikleri oranda anlamlı kabul edilir.Bu durum derin bir demokrasi krizine yol açar. Çünküsöz konusu kent tüm liberal safsatalara rağmen olsa de-mokrasinin işlediği bir kent ya da mekân değildir. Busebeple görüntüdeki seçim sistemi, yerel yönetimler,meclisler demokrasinin doğrudan işlemesini sağlayanmekanizmalar değildirler. Daha makinanın beyni üze-rinde oluşabilecek basıncın azaltılması, toplumsal tep-kilerin sağaltılmasını sağlamaya dönük bir rol oynarlar.Herşey merkezden çevreye doğru yayılır. Yerel yöne-timler, belediyeler tüm ideallerin aksine asıl merkezinçevresi olmaktan başka bir role sahip değildirler. Hattaçoğunlukla yönetenlerin karakterine ve dayandıkları

yasal, ideolojik arka plana bağlı olarak bizzat iktidarıbüyüten birer organ rolünü oynarlar. Hiç uzağa git-meye gerek yok, Türkiye’deki atanmışların seçilmişlerinüstünde tutan sisteme bakmak yeterlidir.

Yukarıda merkez ve çevre ilişkisi bağlamında izahetmeye çalıştığımız kriz hali temel olarak kent ve de-mokrasi ilişkisinin ortadan kaldırılmasını ifade eder.Bu tablo kentin, kentin asıl sahibi olan halk tarafındanyönetilemediği bir durum oluşturur. En liberal geçinendevletlerde bile bu durum değişmez. Demokrasi krizibu sistemlerin özünü oluşturur. Bu koşullarda özgürkent yönetimi öncelikle devletin kent üzerindeki mer-keziyetçi ve sömürücü politikalarına karşı durularaksağlanabilir. Tabi burada kullanılacak araçların ve yön-temlerin doğru belirlenmesi hayati önemdedir. Özgürkent yönetimleri her halükarda sistemle yan yana ola-caklarından araç ve yöntemler önem taşır. Mikro dü-zeyde başlayarak kenti özgürlük ve demokrasininuygulanmasıdır. Radikal demokrasi dediğimiz şeydetam olarak bununla ilgilidir. Sadece yerel seçimleri ka-zanmak politik açıdan bir analm ifade etse de tek ba-şına yetmemektedir.

Modern kent anlayışı yada kentizm doğayı kendi çı-karına uyacak şekilde ıslah etmenin insan oğlunun ka-deri olduğu inancına dayanan rasyonel aklın bir ürünüolarak ortaya çıktığından uygarlık tarihinin en büyükekolojik yıkımına yol açmıştır. Tabiri caizse sadist birbilimcilik ve planlamacı ideolojiyle karşı karşıyayız.Herşeyin kara tahvil edildiği kapitalist ilerlemecilik an-layışı modern kentleri kurgularken bunun yarattığı yı-kımı görünmez kılmaya çalışarak söz konusukurgulamanın insanlığı ileriye taşıdığı, yaşamını kolay-laştırdığı demagojisine sarılmıştır. Günümüzde yaşananbüyük ekolojik yıkımın altında yatan anlayış işte bu an-layıştır. Modernite kendini kurumlaştırırken iki temelalanda dönüşümü planladı. Bunlardan birincisi, sosyalalışkanlıklarıyla bizzat insanın doğasının yeniden bi-çimlendirmesi, diğeri de doğanın kapitalist sisteminamaçlarına uygun olarak değiştirilmesiydi. Bu iki ko-nuda sınırsız bir açgözlülükle hareket edildi kent plan-lamacılığı modernist anlayışa uygun olarak tepedenbelirlenip otoriter ve devletçi politikalarla da destekle-nerek toplumsal yaşamın karmaşık ve kendi doğasındailerleyen özellikleri budandı ve kontrol altına alındı. İn-sanlığın hafızası bir çırpıda yok sayılarak açgözlü bir bü-yüme arzusuyla doğa talan edildi. Sadece doğada değil,onu da aşan bir yıkım söz konusudur. Sosyal yaşam,kültür, toplumsal ilişkiler bakımından da büyük bir çö-zülüş ve yabancılaşma yaratıldı.

Patriyarkal devlet anlayışı bu alanlarda en yalın ha-liyle yansımıştır. Her zaman “baba”nın uygun gördüğütarzda kentin ekolojik, kültürel, sosyal, ekonomik ya-şamı belirlenmiştir. Her tarafa gökdelenlerin dikilmesi,

44

45

kentin AVM çöplüğüne dönüştürülmesi nerenin yeşilnerenin beton olacağını “baba”nın zevkine göre düzen-lenmesi ve onun etrafındaki rantçı, çapulcu yapıya göreorganize edilmesi doğal bir durum haline gelmiştir.

Krizin en yoğun yaşandığı alanlardan birisi de sos-yal alandır. Ciddi bir değer bunalımı ortaya çıkmıştır.Toplum, dizayn edilmiş bu kentin karmaşık ortamınahapsedilerek modernist öğretilerin ve değer yargıları-nın da yönlendirilmesiyle hücrelerine kadar parçalan-mış, toplumsal hafıza, insani ilişkiler, paylaşım kültürüneredeyse ortadan kaldırılmıştır. Toplumsal ve bireyseldavranış biçimleri otoritenin belirlediği normlar çer-çevesinde oluşturulmaktadır. Bu normculuk öğle bo-yutlara vardırılmıştır ki buna gelmeyen birey ve gruplarkent için tehdit olarak kabul edilmektedir. Artan nüfus,göç, yoksulluk, eşitsizlikler sosyal bunalımı tetikleyenunsurlar olmaktadır. Bunalım alanlarını daha somutele almaktadır.

Kimlik Bunalımı;Kapitalist modernite ve onun tasarımı olan modern

kent ortamının birey ve toplum açısından yarattığı baş-lıca bunalımlardan bir tanesi kimlik bunalımıdır. Ai-diyet duygusunun kırılmaya uğraması, bireycilik vebunun sonucu olarak ortaya çıkan kültürel yabancı-laşma, toplumdan uzaklaşma, değersizlik duygusu,statü endişesi ve daha da sıralanabilecek pek çok trav-matik durum ortaya çıkmaktadır.

Aynı şey etnik, homojenleştirmeye çalıştıkça top-lumdaki bu çoğulluk baskı altına alınır ve bunun so-nucunda kriz hali ortaya çıkar. Homojenleştirme süreciaslında parçalama amaçlıdır. Çünkü homojenleştirmetek bir kimlik yaratmaya çalışırken farklılıkların ken-dilerini kendini ifade edememekten kaynaklı sorunla-rını büyütür. Bu bilinçli bir tercihtir devlet açısından,çünkü homojenleştirmenin yerin farklılıkların demo-kratik birliği alırsa bunun kimlik bilincini, toplum bi-lincini geliştireceğinin farkındadır. Bunun gelişmesininkendi varlığını tehdit edeceğini bildiğinden kentlerintarihsel, toplumsal, etnik kimliğini ve hafızasını tahripeder, geleneklerini tok ederek kendi tasavvurlarınauygun yeni gelenekler, davranış biçimleri oluşturur. Tü-ketim kültürünü hakim kılarak toplumsal değerleri du-mura uğratır. Kenti oluşturan toplumsal özneninkentin yönetilmesi sürecinde aktif bir pozisyon elde et-mesine izin vermez.

Yönetim ve Demokrasi Krizi;Verili kent olgusu bu iki alandaki krizin en fazla ya-

şandığı bir yerdir. Devletin yerel düzeydeki otoriteninmekânlarıdırlar. Devlet doğası gereği bir iktidar aracıolmasından dolayı düzenleyici, standartlaştırıcı bir rolesahiptir, bu rolünü pekiştirmeye çalışır. Kentlerde

özerk, özgür yönetimlerin oluşmasını kendisi için teh-dit olarak görür. Bu yüzden gücü merkezde toplamayaçalışır. Güç merkezde topladıkça da kriz ortaya çıkar.Bu krizi bloke etmek için devletin hukuk ve güvenlikmekanizmaları devrede tutulur. Toplumsal demokrasitalepleri, kentin asıl sahibi olan kent halkının kentle il-gili talepleri dikkate alınmaz. Çünkü otoritenin herkesadına zaten en doğru kararı verdiğine inanılır. Devletdışı örgütler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, kadınörgütleri, çevreci hareketler, kültür sanat grupları sü-rekli baskı altında tutularak büyümeleri engellenmeyeçalışılır. Belediyelerin yetkileri sınırlandırılarak özerkve yerel demokrasinin işlediği kurumlar olmasınınönüne geçilir.

Yönetim ve demokrasi krizini pek çok açıdan yo-rumlamak mümkündür. Devletin söz konusu meka-nizmaları ve otoriter düzenlemeleri sonucunda kentioluşturan toplumsal güçlerin kamusal yaşama, demo-kratik işleyiş süreçlerine katılım olanağı ortadan kaldı-rılmıştır. Aynı durum verili siyasi partiler açısından dageçerlidir. Siyasal partiler oligarşik bir klik oluşturan li-derlere kayıtsız şartsız bağlı kitleler oluşturma dışındaneredeyse herhangi bir işleve sahip değildirler. Siyasalpartiler daha çok rant, zenginleşme, iktidarın nimetle-rinden faydalanma aracı olarak görülmektedirler. Top-lumun demokrasi sorunu, özgürlükler, kentlerin özgüryönetimi, ekoloji, eşitlik hiçbir koşulda temel bir amaçolarak görülmezler. Bu kavramlar daha çok sistem par-tilerinin programlarındaki tumturaklı söylemlerdir.Aynı şekilde politika kent düzleminde de yukarıdakiamaçlarla bağlantılı olarak grupsal çıkarların gerçek-leştirilmesi için kullanılan bir araç olmaktan öte biranlam taşımaz. Belediyeler açısından da aynı şey ge-çerlidir. Yerel demokrasinin önemli bir mevzisi olanbelediyeler siyasal partilerin partizan çıkarlara öncelikverdiği, rantın ve yolsuzlukların meclisleri haline geti-rildiği mevzilere dönüştürülmüştür. Halkın yerel yö-netimlerle ilgili olarak oy kullanma dışında hiçbirfonksiyonu bırakılmamıştır. Havanın, derenin, deniz-lerin, ırmakların, ormanların kirletildiği, tarihi doku-ların kentsel dönüşüm adı altında ahlaksızca talanedildiği; kentlerin birer beton mezarlığına çevrildiği,kent halkının demokratik katılım mekanizmalarına,denetim sürecine, doğrudan yönetime katılamadığı biryerel yönetim anlayışı hakim kılınmıştır.

Ekonomik Bunalım;Devlet ve iktidar güçleri açısından ekonomik buna-

lım daha çok spekülatif ekonominin dalgalanmaların-dan kaynaklı problemler olarak ele alınır. Oysa kentölçeğinde (ki genelde de böyledir) ekonomik bulanımdediğimiz şey daha farklı bir duruma tekabül etmek-tedir. Kapitalist sistem kentleşmeyi baştan itibaren ser-

46

maye birikiminin temel bir dinamiği olarak kurguladı.Bunun yol açtığı tekelleşme, sömürü, eşitsizlikler, kay-nakların bu amaçlar doğrultusunda talan edilmesi,ekonomik yaşamın hiçbir aşamasında toplumun sözve karar sahibi olmadığı bir düzenin oluşturulması,tarım ve köyün yok edilmesi, spekülatif ekonominintek değer haline gelmesi, işsizlik, yoksulluğun tavanyapması ve daha da sıralanabilecek pek çok sorun bu-nalımın asıl nedenidir. Kentler tüm bu sorunların enfazla yaşandığı alanlardırlar.

Özgür Kent İnşası Özgür kent yönetimiyle ilgili tartışma yürütürken

tasavvur edilen modelin hangi parametrelerle gelişti-rileceği önem taşır. Sistemin içinde, onun yanı başındainşa edilecek bir modelden söz ediyoruz çünkü. De-mokratik özerklik projesi açısından “nasıl bir kent?”sorusu temel bir sorudur. Modern kent mi yoksa de-mokrasi açısından model kent mi yaratılacak? Bu, ha-yati önemde bir konudur. Çünkü şu ana kadar ki yerelyönetim pratiklerinde birincisine doğru kayan uygu-lamalar ortaya çıkmıştır. Modern kent olgusunu ne-denli problemli olduğu ve kentizm’i ifade ettiğiortadadır. Dolayısıyla özgürlük ve demokrasi mücade-lesi yürütenler açısından modern kent tasavvuru ve

pratiğinin köklü biçimde sorgulanıp reddedilmesi ge-rekmektedir. Bir kentin görkemi ve güzelliği onun nekadar fazla sayıda gökdelene, AVM’ye, lüks yapılara vebunlara yol açan kurumsal ve maddi olanaklara sahipolduğuyla değil, kentin, demokratik ve özgür yaşamınmerkezi olup olamamasıyla ölçülmelidir. Şüphesiz alt-yapı, ulaşım, mimari, ekonomik gelişmişlik, sağlık, ba-rınma, kültürel ve sanatsal zenginlik ve bunlarısağlayacak kurum ve olanakların halkın ihtiyaçlarınıkarşılayacak düzeyde güçlendirilmesi ve yaşamı kolay-laştıracak niteliklere sahip kılınması önemlidir. Ancaktek başına bunlar da yeterli değildir. Toplumsal yaşamtemel demokratik, kültürel, sosyal dinamikler ve olu-şumlarla güçlendirilmedikçe bir kentin çok modernbir fiziki yapıya sahip olması yetmemektedir. Çok iyibiliniyor ki, çok ihtişamlı ve güzel görünen kentlerinkabuğu kaldırıldığında o kabuğun altında yoksulluk,eşitsizlik, sosyal problemler ortaya saçılmaktadır.

Modern kent planlamacılığı anlayışı hiçbir zamankentin içinde yaşayanların özerkliklerine, öznelliğinesaygı göstermedi, onun tepeden belirledi, “yönetme’’,“dizayn etme’’ perspektifiyle hareket etti. Tek biçimlilik,simetrizasyon, renksizlik bu anlayışın özünü oluşturu-yordu. Bu açıdan özgür kent ve onun yönetimi ile ilgilitüm arayışların kendisini bu anlayışa ve onun yaratım-larına karşın konumlandırması gerekmektedir. Bugün“modern kentlere’’ değil demokrasi ve özgürlük açısın-dan “model kentlere’’ ihtiyaç vardır. Bunu için bazıtemel şartlara ve bu şartların uygulanmasına ihtiyaçvardır. Bu şartların kabaca şöyle sıralamak mümkün:

1- Doğru bir kent bilincinin oluşturulması gerekmek-tedir. Kent bilincinden kasıt, devletin iyi yurttaşlığıölçüsü olarak ortaya koyduğu otoriter kurallara ria-yet etme bilincini bir benzerini oluşturmak değildir.Kent bilinci, kenti oluşturan halkın kentin tarihsel,toplumsal, kültürel önemini idrak etmesi ve kentinasıl sahibinin kendisi olduğunun farkındalığınaulaşmasıdır. Bununla birlikte adaletsizliğe, anti de-mokratik uygulamalara karşı refleks sahibi olma-sıdır. Kentin kendisine ait olduğunu ve onla ilgiliyapılacak her şeyin kendi yaşamı üzerinde doğru-dan etkide bulunacağını bilinciyle örgütlenmesidir.Ekolojiye, farklı kimlik ve inançlara, toplumsal da-yanışmaya, cinsiyet özgürlüğüne, demokrasiye du-yarlılıktır. Devletin ve iktidarın otoritesi olmadanda kendi öz yönetimini gerçekleştirebileceğini, top-lumsal yaşamını sürdürebileceğinin bilincinde ol-maktır. Bunu için her zeminde eğitsel ve örgütselçalışmaların yoğunlaştırılması gerekir.

2- Kentte, demokratik kurumlaşmaların ve mekaniz-maların doğrudan katılımı sağlayacak tarzda oluş-turulması ve yaygınlaştırılması gerekir. Sadecekurumları oluşturmakta yetmez, bunların içinin dedoldurulmasını sağlayacak yaygın ve kararlı bir ör-gütlenme ağının geliştirilmesi zaruridir. Ev ev, ma-halle mahalle, semt semt, köy köy örgütlemeningeliştirilmesi hiçbir yerin örgütsüz bırakılmamasıve tüm bu örgütlemenin çeşitli mekanizmalar va-sıtasıyla kentin yönetiminde belirleyici irade halinegetirilmesi şarttır. Bu örgütlenme ve mekanizma-ların yasal bir temele ve meşruiyete sahip olmasıgerekmez. De facto bir süreçtir bu. Burada ilke“meşru olan yasal olmayabilir’’ ilkesidir.

3- Kentteki farklı kimlik ve inançların doğrudan ken-tin yönetimine katıldığı ve kendilerini özerk olarakher yönüyle (dil, kültür, ibadet vb.) ifade edebildik-leri kurumlaşmaların ve mekanizmaların yaratıl-ması özgür kent yaratma sürecinde belirleyici biradımdır.

4- Kapitalist modernitenin kentleri sadece ekonomi-

Modernite kendini kurumlaştırırken iki temel alandadönüşümü planladı. Bunlardan birincisi, sosyal alış-kanlıklarıyla bizzat insanın doğasının yeniden biçim-

lendirmesi, diğeri de doğanın kapitalist sisteminamaçlarına uygun olarak değiştirilmesiydi

47

nin merkezi olarak gören anlayışına karşı kentlerinkültürün, felsefenin, edebiyatın, sanatın, sosyal ak-tivitelerin, demokratik siyasetin, entelektüel faali-yetlerin merkezi haline getirilmesi gerekmektedir.Tarihte sadece felsefeyle, sanatla, bilimle anılan yı-ğınca kent vardır. Günümüzde kentler bu özellik-lerini neredeyse yitirmiş durumdadırlar. Bir kentindüşünsel yoğunluğu, zenginliği bir toplumun vehatta insanlığın düşünsel zenginliğine, gelişiminekatkı sağlar. Bunu devletin eğitim merkezlerinin vegüdümündeki oluşumların dışına taşırmak, ma-hallelere, köylere kadar yaymak, atölyeler, akade-miler, eğitim ve performans evleri yaratmak, bilgiyi,sanatı, kültürü, felsefeyi, edebiyatı topluma yaymakkentin özgürleşmesine giden yolu açacaktır. Bunoktada başarının ölçüsü şudur; eğer o kentte ya-şayan toplum veya bireyler kentlerini AVM’leriyle,gökdelenleriyle, lüksleriyle değil de “bu kent benim,burada söz sahibiyim, burada yaşamaktan mutlu-yum’’ diyerek edebiyatla, sanatıyla, kültürel orta-mıyla, demokrasiyle, paylaşımcılığıyla övünüyorsaorada başarı var demektir.

5- Kent planlamacılığında ekolojinin, tarihsel doku-nun, sosyal kültürel ihtiyaçların, cinsiyet kültürü-nün esas alınması, kent ve tarım-köy topluluklarıarasındaki ilişkinin güçlendirilmesi, kentsel dönü-şümde yerinde dönüşüm esas alınarak modernkent oluşturma algısıyla değil, yaşanabilirlik me-kânların toplumsal ve insansal ihtiyaçlara uygun-luğunun gözetilmesi diğer önemli bir konudur.Planlamalarda otoriter merkez-çevre ilişkisininoluşmasına yol açacak; kenti merkez ilçe ve köyleri,varoşları çevre ve tali olan durumuna düşüren uy-gulamalara düşülmemesi, her zaman öncelliğin vehizmetin dezavantajlı olan toplumsal gruplara ta-nınması elzemdir. Çünkü kent düzeni sadece mer-kezinde yaşayanları değil, etrafında yaşayanları dailgilendirir. Bunula birlikte diğer kentlerle eşgüdüm, paylaşım önemlidir. Aksi durumda ola-nakları görece gelişkin olan ile daha az olanağasahip kentler, ilçeler arasında büyük uçurumlar,eşitsizlikler ortaya çıkar. Kent planlamalarına gidi-lirken, yerel düzeyde bu eş güdüm ve dengenin gö-

zetilmesi önemlidir. Planlamalar merkezi kararlarladeğil halkın doğrudan katılımı ve ortak iradeyle ge-liştirilmelidir.

Bununla birlikte yukarıda da vurgulamaya çalıştığımızgibi özgür kent planlamacılığında ve pratiğinde herzaman gözetilmesi ve öncelikle ele alınması gere-kenler dezavantajlı kesimler olmak durumundadır.Çünkü verili durumda kentler iktidar gücünü veolanaklarını elinde bulunduran veya o güce ya-manmış ayrıcalıklı kesimlerin her zaman avantajlıpozisyonda olduğu ve kenti kendi öncelliklerinegöre düzenledikleri bir özellik taşımaktadır. Bunuaşmak için söz konusu eşitsizliği giderecek bir yak-laşım gerekmektedir. Yapılacak işler birilerininavantajına diğerlerinin dezavantajına olamamalıdır.Rasyonel planlamacılık toplumu gözetmeden, dik-kate almadan dizayn etmeyi içerir. Özgür kentplanlamacılığı ise doğrudan kent halkının katılı-mını sağlayarak planlamalara gider. Burada kentinkarmaşık yapısını gözeterek hassas yaklaşmak ge-rekmektedir. “Kent toplumsal bir organizma olaraksürekli değişen ve sürprizlerle dolu canlı bir yapıdır.Karşılıklı bağlantıları o kadar karmaşık ve o kadarbelirsiz bir biçimde anlaşılır ki planlama her zamanonun canlı dokusunu bilmeden kesme, bu suretlehayati toplumsal süreçlere zarar verme ve bunlarıöldürme riski taşır.”(3) Bu riski bertaraf etmeninyolu o canlı dokuyu gözetmek, hayati toplumsal sü-reçleri göz ardı etmemek ve karmaşıklığa uygun,gerçekçi planlamalar yapmaktan geçmektedir.

6-Yine cinsiyet özgürlükçülüğü ekseninde kentsel me-kânların ve yaşamın inşa edilmesi, düzenlemelerinbu durum gözetilerek yapılması gerekmektedir.Unutmamak gerekiyor ki tarih boyunca ortayaçıkan kentlerin tümü eril aklın cisimleşmiş halidir.Bu yanıyla kentler erkektir aslında. Oradaki gör-kemden tutalım otoriter düzenlemelere ve mima-riye kadar hemen her şey eril aklın tasarımlarıdırve patriarkal düzenin tezahürüdür. Erkeğin otoriteve güç simgeleri en çok kent yapılarında kendinigösterir her mekânın ve fiziki yapının bu anlamdabir mesaj içerdiğini belirtmek mümkün. Mekân vehiyerarşi arasındaki dolaysız ilişki bu eril aklın yan-sımasıdır. Bu açıdan mekânların da bir ideoloji ol-duğunu belirtmek abartılı bir değerlendirmeolmayacaktır. Yaşam erkeğe ve onun ihtiyaçlarınagöre düzenlenmiştir. Bu açıdan özgür kent yöne-timi temelde “kadın aklı” ve “kadın gücüne” da-yanmalıdır. Mekânların düzenlenmesindentutalım, kadının her aşamada aktif bir özne olma-sına kadar tüm uygulamalar bu tarihsel gerçek gö-zetilerek yapılmalıdır. Sadece kadın sığınma evleri,kadın parkları yaratmak önemli ama palyatif çö-

Bir kentin düşünsel yoğunluğu, zenginliği bir

toplumun ve hatta insanlığın düşünsel zenginliğine, gelişimine

katkı sağlar

48

zümlerdir. Eve kapatılmış kadına “arada bir bal-kona, avluya çıkabilirsin” demeye benzer bir yak-laşımdır. Daha temel değişimler bu anlamda şarttırve özgür kentler yaratmanın olmazsa olmaz bir ku-ralıdır. En son hayata geçirilen eşbaşkanlık sistemitamda bu noktada devrimsel bir nitelik taşımakta-dır. Hakeza BDP’nin beyannamesinde deklere et-tiği, “toplumsal cinsiyet etki değerlendirme raporu”uygulaması da benzer bir öneme sahiptir. Bu yön-temle kentin toplumsal yaşamı, planlaması süre-cinde yapılan uygulamaların cinsiyet özgürlüğünügeliştirip geliştirmediği daha güçlü ve aktif olarakdenetlenip müdahalede bulunma imkanı yaratıl-mış olacaktır.

7- Kapitalist modernitenin ve onun tasarımı olan mo-dern kent pratiğinin ekonomik açıdan yarattığıkrizi görmüştük. Neo-liberal politikalara uygunolarak ve işlevlendirilen kentler bu sistemin enbüyük sömürü mekânlarından biri olduğundanbasitten karmaşığa doğru alternatif bir ekonomiksistem oluşturmak gerekir. Basitten karmaşığa birsistemin örgütlendirilmesi başarıyı getirecek biryöntemdir. Çünkü sistemin ekonomik olarak güçlüolduğu ve kontrol mekanizmalarını elinde bulun-durduğu bir gerçektir. Bu vesileyle komünal eko-nominin adım adım örülmesi en doğru yöntemdir.Unutulmamalıdır ki en güçlü sistemler bile küçükadımlarla ve insan eliyle yaratılmıştır. Komünalekonomi sistemin en güçlü olduğu mekânlarda bilegerçekleştirilebilir. Bu ekonomik sistemin özneleriçoğunluğu oluşturan yoksullar, köy-tarım toplu-lukları, kadın ve gençliktir. Bunun aynı zamandaekonominin demokratikleşmesi süreci olduğunubelirtmek gerekiyor. Kooperatifler, komünler eko-nominin demokratikleşmesinde önemli role sahip-tirler. Bu konuda modelin nasıl olacağı, nasıl dahaverimli işleyebileceği yine tarihsel-toplumsal açı-dan bunun ne anlama geldiğiyle ilgili yığınca örnekve çözümleme yapılmıştır. Bunların kararlılıkla veistikrarlı bir biçimde uygulanması gerekmektedir.Problemlerin ağırlıklı olarak burada ortaya çıktı-ğını görebiliriz. Bu konuda kimi yetersiz yaklaşım-larda yok değil.

Komünal ekonomiyi, kooperatifleşmeyi mevcut sis-temin olanaklarına, etki gücüne hukuksal düzenleme-lerine bakarak ütopya gibi gören ve ekonomiyidemokratikleşmeyi kararlılıkla uygulama yerine “birazondan biraz bundan” yaklaşımıyla neo-liberal ekono-minin dümen suyuna giden ve ortayı bulmaya çalışanbakış açıları söz konusu olabiliyor. Bu yaklaşımlarındaha baştan yenilgiyi kabul etmek olduğu açık. Evet,kapitalist sistem, devlet pek çok açıdan güçlü gibi gö-rünebilir ama yarattığı eşitsizliklerle aynı zamanda

kendi düşmanlarını da çoğaltmıştır. Buradan bakıldı-ğında gerçekten de kentler, sahip oldukları bu büyükhoşnutsuzlar cephesi nedeniyle kapitalist moderniteninasil topuğudurlar. Önemli olan bu topuğu hangi araçve yöntemlerle vuracağını bilmektir. Burada da yasalolan değil meşru olanın fiili uygulaması geçerlidir.

Özyönetim ya da Kentin Özerk YönetimiÖzyönetim esasen devletin iktidarın yönetemezlik

krizinden dolayı merkezin dışında kalan çevreninkalan çevrenin kendi kendini demokratik mekanizma-lar yoluyla yönetmesidir. Bu durum kent açısından dageçerlidir. Zaten özgür kent yönetimi dediğimiz şeykentlerde özyönetim oluşturulmasından başka bir şeydeğildir. Tarih boyunca merkezi uygarlıkların yönetimanlayışlarına karşı toplumsal güçlerin özgürlük ve öz-yönetim hedefi ekseninde mücadele yürüttüklerini gö-rüyoruz. Bu kimi zaman dinsel, kimi zaman etnik, kimizaman ekonomik ve idari sebeplerle dayansa da kesin-tisiz süren bir mücadele olmuştur. Çoğunlukla merkeziuygarlıkların dışında bu tarz yönetim pratikleri geliş-miştir. Bu mücadele kapitalist moderniteyle birliktedaha fazla keskinlik kazanmıştır. Kapitalizmin iktidarcı,tekelci, ulus-devletçi politika ve kurumlaşmaları heralanda derin bir demokrasi krizine yol açmaktadır. Öz-yönetim problemi çözülmediği sürece de bu krizindevam edeceği ortadadır. İktidarcı, ulus devletçi yapılar,adına ne denirse denilsin doğrudan demokrasiye karşıduran yapılardır. Doğrudan demokrasiyi varlık gerek-çelerini ortadan kaldıracak bir süreç olarak görürüler.Demokrasinin sınırı, iktidarın, sermayenin, ulus devletotoritesinin sınırında bitmektedir. Bu gerçekliğe karşıözyönetim, toplumun kendi varoluşuna anlam biçme,onu gerçekleştirme ve özne haline gelmesinin biricikyoludur. Bununla birlikte özyönetim ahlaki-politik top-lumun somutluk kazanması anlamını taşır. Özgür kentyönetimi bu açıdan toplumun yerelde politik bir öznehaline gelmesini ifade eder. Politikanın ahlak ve özgür-leşmeyle olan dolaysız bağı ancak kendisini katılımmekanizmalarıyla somutlaştırıldığında uygulama gü-cüne kavuşur. Kenti oluşturan tüm toplumsal kesimlerkendileri ve kentleriyle ilgili karar gücü olmaya başla-dıklarında ve bunun pratik süreciyle bütünleştiklerindeözgürleşme yolunda büyük ilerleme kaydedilebilir.

Özyönetim ile ilgili farklı bakış açılarının bulundu-ğunu belirtmek gerekiyor. Genelde iki yaklaşım ön planaçıkmaktadır. Bunlardan biri öz yönetimi daha çok ulusdevletin yükünü hafifletme ve neo-liberal politikalarındaha etkin uygulanmasını sağlamayı amaçlayan işlevselözyönetim anlayışıdır. Ki bugün Avrupa’da ve bazı dev-letlerde uygulanmaktadır. İkinci yaklaşım ise öz yöne-timi ulus devletin yükünü azaltmak için değil, onun

toplumsal özgürlük ve doğrudan demokrasiyle ilgilitemel bir ihtiyaç olarak gördüğünden savunur. M. Bo-ockhin birinci yaklaşıma eleştirel yaklaşır ve öz yönetimkavramına bu şekilde bir anlam yüklemenin ekonomiknedenlere dayandığını, bu tutumun endüstriyalizmlebağlantılı olduğunu söyleyerek özyönetim bu şekildeteknik bir meseleye indirgediğini anlatır. Gerçekten debu yaklaşımın liberalizmin çeşitli ekonomik ve idari ku-rumların sistemi daha etkin kılacak şekilde işlevselleti-rilmesiyle ilişkisi vardır. “Bana bağımlı olduğun vepolitikalarıma engel olmadığın sürece teknik olarak bazıaktiviteleri gerçekleştirebilirsin” denmektedir.

İkinci yaklaşım da gücün doğrudan halka dağıtıl-

masına dayanan özgürlükçü-demokratik öz yönetimanlayışı geçerlidir. Demokratik Konfederalizm, Demo-kratik Özerklik, özgür kent yönetimleri esasen bu sü-recin birbiriyle ilişkili parçalarıdırlar. Kent bu anlamdaözyönetimin, gücün halka dağıtıldığı ana merkezlerdenbiri olarak ele alınmaktadır. Ulus devletten ve onun “iş-levsel” özyönetimin anlayışından farklı olarak bir pro-jeksiyona sahiptir. Ulus devlet merkezileştirir, özyönetim ise merkezin gücünü kırmayı, onu daraltmayı,demokrasiye duyarlı hale getirmeyi amaçlar. Bookc-hin’in sözünü ettiği şey de budur. Yani yerel yönetim-lerin (belediye, halk meclisleri, kent konseyleri,kooperatifler vb.) güçlü biçimde yapılandırılması bumekanizmalar vasıtasıyla gücün halka yaydırılması,doğrudan demokrasinin uygulanmasıyla tahakkümü,merkeziyetçi ulus devlet ve iktidar anlayışının bertarafedilmesi…

Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus beledi-yelerin, meclislerin, komünlerin, kent konseylerinin içi-nin doldurulmasıdır. Sadece bunları oluşturmakyetmemektedir. Dikkat edilirse gönümüzdeki meclis kav-ramı oldukça yozlaştırılmış ve anlamından uzaklaştırıl-mıştır. Demokrasinin, demokratik siyasetin, halkındoğrudan katılımın sağlandığı kurum olma işlevini ner-deyse kaybetmiştir. Hem genel hem yerel meclisler ikti-darcı devletçi siyasetin arenasına dönüştürülmüştür.Tepeden politika oluşturma, anti demokratik yaklaşımlarverili meclislerin özünü oluşturuyor. Bu açıdan özgürkent yönetiminin olmazsa olmazı olan bu kurumlarınçok etkin ve özüne uygun olarak yapılandırılması, işletil-

mesi hayati önemdedir. Bu noktada devletin demokrasiyeduyarlı hale getirilmesi sağlanır ve öz yönetime, demo-kratik özerkliğe yasal-anayasal bir meşruiyet sağlanırsaelbette ki bu olanaktan yararlanılır ve bunun mücadeleside her koşulda verilmelidir ancak söz konusu oluşumlaricazet zorunluluğuyla oluşan kurumlar değildirler. Devletdoğası gereği demokrasiye duyarlı bir olgu değildir. Buanlamda “yasal engeller var” deyip demokrasinin doğru-dan hayata geçirilmesini sağlayacak mekanizmalarınoluşturulması ertelenemez. Fiili olarak hayata geçirilir.Zaten demokrasi ve özgürlük mücadelesi de bunu gerek-tirir. Devletten beklemek doğru olmaz. Meşruluk ve ih-tiyaç uygulamak için yeterli bir sebeptir. Bugün itibariylebir olanaksızlıktan da söz edilemez. Yıllara dayanan yerelyönetim deneyimi, oluşturulan kent konseyleri, meclislermevcuttur ancak içi yeterince doldurulamadığından çoketkili olamamışlardır. Bu aşamada önemli olan bunlarıdaha yaygınlaştırmak ve etkin kılmaktır.

Özgür kent yönetimi kenti oluşturan bileşimin kar-maşık yapısından dolayı hassasiyetle yaklaşılması ge-reken bir süreçtir. Kullanılan aracalar ve yöntemler,daraltan değil büyüten, genişleten, yaygınlaştırılan,kapsayıcı olan ve farklı kesimlere ulaşmayı, onları dâhiletmeyi hedefleyen bir nitelikte olmak zorundadır.Kentlerin kapitalist modernitenin, devletin zayıf karnıolduğu doğruysa -ki bu potansiyeli güçlüdür- o zamanhoşnutsuzluklar cephesini dâhil edecek etkili mekaniz-malara ve örgütsel aksiyona ulaşmak gerekir. Şematik,dogmatik, dar grupçu, tepeden inmeci yöntemler öz-yönetimi sakatlar. Kentteki her bireyin hatta her canlı-nın uygulamalarından doğrudan etkileneceğininbilinciyle hareket etmek ve kentin içinde yaşayan her-kese ait olduğu duygusunu, aidiyet bilincini güçlendi-recek bir yaklaşımın sergilenmesi gerekir. “Çoğunlukbizde o zaman biz belirleriz” tutumu hangi etiketle ya-pılırsa yapılsın devletçi, iktidarcı bir tutum olur ve sav-rulacağı yer “modern kent” anlayışıdır.” Her yerdeörgütlülük, her kararda demokratik katılım ve sözhakkı” temel bir slogan hakkı durumundadır. Tersiyaklaşımlar modernitenin rasyonel toplum ve kent ya-ratma anlayışına götürür ki bunu da nasıl başarısız ol-duğu, toplumsal ve kentsel dokuyu nasıl tahrip ettiği,tarihsel ve demokratik hafızayı nasıl yok ettiği bilin-mektedir.

Son olarak üzerinde önemle durulması gereken birhususun da özyönetim bağlamında oluşan kurumlardatemsiliyet görevini üstelenen kadroların niteliği oldu-ğunu belirtmek gerekiyor. Toplumsal devrim ve radikaldemokrasi ancak onu içselleştirilmiş, onun gerektirdiğientelektüel, teknik ve ahlaki donanıma sahip kararlı öz-nelerle sağlanabilir. Bugüne kadar ki yerel yönetim pra-tikleri açısından ele alındığı da genel olmamakla birliktebu vasıflardan uzak ve temsiliyet krizi yaşayan kadrola-49

Ulus devlet merkezileştirir, öz yönetim ise merkezin gücünü

kırmayı, onu daraltmayı, demokrasiye duyarlı hale

getirmeyi amaçlar

rın mevzilendirilmesinden kaynaklı yığınca problemyaşanmıştır. Ya aileci, aşiretçi, grupçu yaklaşımlar ya daözgür kent ve yönetim pratiğini içselleştirmeyen, dahaçok liberal-modernist anlayışla olguyu ele alan tutumlarön plana çıkmıştır. Söz gelimi kentin demokrasisi top-lumsal-sosyal sorunların giderilmesi, halkın doğrudankatılını sağlayacak emek ve çabadan yoksunluk; var olankurumsal ve toplumsal altyapıdan tüketme, bürokra-tizm, elitizim, seçimden seçime halka giden klasik siya-setçilik bu sorunlardan sadece birkaç tanesidir. Yinedaha çok orta sınıfa yakın duran, oraya dayanan, dev-letten bekleyen, olmayınca da şikayet edip yerine getir-mekle yükümlü olduğu görevleri yerine getirmemeningerekçesi yapan; hepsinden önemlisi demokratik özerk-liğin, özyönetimin, ekoloji ve cinsiyet özgürlüğünün neolduğu, bunların pratik politikada ve toplumsal alandakarşılığının nasıl oluşturulacağı hakkında kafa netliğine,teorik ve pratik kapasiteye sahip olmayan ve sırf bu ne-denle yapılması gerekenleri kendi yönetim tarzında sek-teye uğratan, işlemez kılan, yanlış bireylerin veanlayışların kurumlar içinde mevzilenmesine yol açan

tutum ve anlayışları da eklemek gerekiyor.Tasarlanan toplumsal projenin gerçekleşebileceğine

inanmak ve pratikleşme sürecinde karşılaşması olasıproblemlere hazırlıklı olmak, tüm engellere rağmen ka-rarlılıkla uygulamaya yönelmek başarının olmazsaolmaz koşuludur. Bir toplumsal projeye içten inanç du-yulmadığında kerhen yapma ya da verili sistemi taklitederek onun uygulamalarını söz konusu toplumsalprojeyle montajlayarak bulanıklaştırma, özünden bo-şaltma kaçınılmaz hale gelir. Özgür kent yönetimi buaçıdan ona inanç duyan, kendi için varoluş sebebi sayankadrolarla gerçekleştirilebilir. Şüphesiz çok değerli ça-balara da sergilenmiştir, tüm yetersizliklere rağmenTürkiye geneli açısından değerlendirildiğinde örnekyerel yönetim pratikleri de sergilenmiştir ancak yenidönemin öncelikleri ve hedefleri gözetildiğinde bunudaha iyi bir noktaya taşımak gerekiyor. Rojava gibi im-kânsızlıktan imkân yaratan bir örnek ortadayken dahafazla olanağın ve birikimin olduğu bir zeminde çokdaha devrimsel nitelikte işler başarmak imkân dâhilin-dedir.

50

1-J.C.Scott(Devlet Gibi Görmek)2-J.C.Scott(Devlet Gibi Görmek)

3-Jane Jacobs (aktaran: J.C.Scott: Devlet Gibi Görmek)

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

51

Kavram. Kavram üzerine düşünmek..! Kavram, ya-şamın akışında “fark”lanmayı, “farklılaşma”yı ve“başka”laştırmadan “başkalaşım” yakalamaktır. Kav-ram, tekillik ve farktır; tekilliklerin zenginliğinde oluşankurucu elbirliğidir. Kavram aşkınlık, temsil ve evren-sellik değil; içkinlik, olay ve ifadedir. Kavram yaşamıanlama ve anlamlandırmadır, kurulan ve kurucu olan-dır ve bir öznellik pratiğidir.

Bir öznelliğin kurucu, yaşamın akışında bir hayat,bir gelecek olup olmadığına bakmak istiyorsanız bu öz-nelliğin ürettiği kavram zenginliğine bakınız. Kavramüretmek varlığın zenginliği, canlılığı ve devrimciliğidir.Politik bir öznelliğin kavram üretimi durmuş ise o öz-nellik devrimciliğini yitiriyor demektir.

Sol kavram üretemiyor. Modernist solun kavramüretimi durmuş ve donmuştur. Modernist solun kul-landığı kavram seti 1789 ve 1917’de kalmış, hatta kal-makla da kalmamış, 1917 kavram setine tek bir kavramekleme üretkenliğini gösteremediği için solun varlıkdüzlemini de dondurmuş görünüyor. Bu bağlamdaModernist sol kendini yenileme, reforme etme, ken-dinde devrim yapma zenginliğini ve esnekliğini yitir-miş, yaşamın akışını kesen bir muhafazakârlığadönüşmüştür.

İçinden geçtiğimiz süreçte sol ve sağ olarak tam birmuhafazakârlık düzlemi içindeyiz. Böylesi bir muha-

fazakârlık düzleminde kavram üretimi risktir çünkükavram üretimi devrimcidir ve genel zekâda devrimdir.Böylesi bir ortamda dirençler her yerden gelir. Söylem-ler iktidarı ve ezberler mahkemelerini çalıştırmaya baş-lar; yargıçlar sorgular, yargılar ve cezalandırır. Bundandolayı kavram, her zaman cesur fakat yalnızdır.

“Demokratik özerklik” kavramı cesur ve yalnızdır.Demokratik özerklik, Kürt özgürlük hareketinin dina-mizminin bir ürünü, devrimci politik pratiğinin birüretimi ve aynı zamanda muhafazakâr politik düzle-min toplumsallığında bugünden gelecek olan bir öz-nellik üretimidir. Demokratik özerklik kavramı,coğrafyamızın modernist solunun genel zekâsını aşankurucu bir virtüelliktir. Gezi ile birlikte sol ve devrimciöznellik, bu virtüelliğin akışında edimleşecek ve birolay olarak oluşacaktır.

Demokratik Özerklik Kavramı Dünyalıdır1960’larla birlikte dünya çapında bir tıkanıklığın ve

krizin varlığı fark edildi. Post yapısalcılık bu krize birmüdahaledir. Bu kriz ne bir örgütlenme ne de bir mü-cadele biçimi kriziydi. Bu kriz, 1789 Fransız Devri-mi’nin ve buna bağlı olarak modernizmin uygarlıkkriziydi. Biraz daha ilerlersek emperyalizm, moderniz-min ulus devlet egemenlik biçiminin ürünüdür ve I. veII. Dünya Savaşı modernizmin uygarlık krizinin bir so-nucudur; ne yazık ki emperyalizm eleştirisi moder-nizm eleştirisi içinden düşünülemedi. Türkiye solununkrizi budur. Sol, modernizmin içinden bir emperya-lizm eleştirisiyle emperyalizm ve ulus devlet diyalekti-ğine gömüldü ve kilitlendi. Bu bağlamda Sovyetlerinyıkılışı, modernizm içinden düşünülen bir sosyalizminçözülüşü ve çöküşüdür.

Uygarlık bir düzlemdir. Bütün kavramlar ve top-lumsal tarihsel dinamikler, içinde yaşadıkları uygarlığın

y Cengiz Baysoy* Otonom Yayıncılık Editörü

Demokratik Özerklik

Demokratik özerklik, Kürt özgürlük hareketi-nin dinamizminin bir ürünü, devrimci politikpratiğinin bir üretimi ve aynı zamanda muha-fazakâr politik düzlemin toplumsallığında bu-

günden gelecek olan bir öznellik üretimidir

düzlemi içinden kurulur, işler ve çalışırlar. 1960’larakadar sol ve devrimler modernizmin uygarlığı içindenkurulmuşlardır. 1917 Ekim Devrimi modernizmin kri-zine modernizmin içinden müdahaledir. Modernizmdüzleminin krize girmesiyle birlikte bu düzleminbütün kavramları ve dinamikleri de krizi girmiştir.1960’lardan bu yana sol kriz içindedir ve bir kimlik bu-nalımı içinden geçmektedir. Modernizm bitti; kapita-lizm modernizmin kalelerini terk etti. Yeni biregemenliğin kuruluşu içindeyiz. Kapitalizm artık post-moderndir; gerçek tahakkümden bio-politik tahak-küme geçmiş, bu tahakküm içinde işlemekte veçalışmaktadır. Fakat sol, kapitalizmin terk ettiği mo-dernizmin içinden çıkamamaktadır. Modernizmin vepost-modernizmin eleştirisi üzerinden yeni bir sol ku-ruluş kaçınılmazdır.

Mücadele içinden yeni bir düzlem kuruluyor; de-mokratik özerklik bu düzlemin kurucu kavramların-dan biridir. Demokratik özerklik yeni düzleminoluşumu içinden solun krizine Mezopotamya’dançıkan bir devrimci müdahaledir.

Rönesans ön modernitedir ve aşkınlık düzlemindeniçkinlik düzlemine bir geçiş ve bir kuruluştur. Röne-sans, bizim belirlemediğimiz fakat bizi belirleyen“ahlak”ın evrensel iyilik ve kötülüklerinin belirlediği aş-kınlıktan çıkıştır. Rönesans, “Bizim öznelliğimiz dı-şında aşkın evrensel bir iyilik ve kötülük yoktur,”çığlığını attı. “Akıl”ı bedenin tanrıya en yakın yetene-ğinden ve beden üzerinde kurduğu hiyerarşiden çı-kardı. Aklı, bedenin insana en yakın yeteneği emeğeiçkinleştirdi. Rönesans ikili modernliğin içkinlik düz-lemidir.

Aşkın modernite içkin modernitenin kap(at)ılmasıve tahakküm altına alınmasıdır. Aşkın modernite, aklınözne üzerinden, beden ve hayat üzerinde yeniden ta-hakkümünün ve hiyerarşisinin kurulmasıdır. Aşkınmodernite, metafiziğin içinden metafiziğe müdahale-dir. Modernite dinsel metafiziği bilimselleştirerek se-külerleştirmektir. Descartes metafiziğin merkezine“Ben”i, Kant “Özne”yi, Hegel ise “Devlet”i koydu. İç-kinlik düzleminin felsefi olarak kap(at)ılması, egemen-lik teorisi ile paralel devam etti. Bodin, Locke, Hobbesve Rousseau, doğal hak egemenliğini sözleşme ile “Bir”edevretti. Siyasal alan ve toplumsal alan ikiliği günü-müze kadar bizi yönetti. Aşkın modernizmin felsefesive egemenlik teorisi çöktü. Oysa içkinlik mücadeleiçinde devam ediyor. Demokratik özerklik Röne-sans’tan gelen içkinlik düzleminin günümüzde devameden mücadelesidir.

Solda modernizm eleştirisi geleneği yoktur. Sol, bur-juva egemenlik teorisinin içinden çıkamamıştır ve krizibudur. Bir modernizm ve postmodernizm eleştirisiolarak demokratik özerklik, burjuva egemenlik teori-

sinden devrimci bir çıkıştır.Modernizm, emeğin dünyalılığının ve dünyalı olma

kudretinin ulus devlet altında siyasal mülkiyet altınaalınmasıdır. Dünyalı olan emek ulus devlet altında bur-juvazinin ulusal gücüne dönüşmüştür. Ulus devletinkuruluşu, yalnızca feodaliteye karşı verilen bir müca-delenin zaferi sonucunda kurulan bir egemenlik biçimideğildir. Burjuvazi iki cepheye karşı savaştı: feodaliteve işçi sınıfı. Ulus devlet feodaliteye karşı savaşımındeğil işçi sınıfına karşı savaşımın ürünüdür. Ulus dev-let, işçi sınıfının 1848 Devrimi’ne karşı kurulan burjuvaegemenlik biçimidir ve bir karşı devrimdir. 1848 Dev-rimi, ulus devlet ile yenildi. Ulus devlet emeğin siyasalve ekonomik sınırlar içinde çitlenmesi, emeğin ücretliemek altında sınıflaştırılması ve siyasi mülk altına alın-ması ve uluslaştırılmasıdır. Sol hiçbir zaman bunu gö-remedi.

1960 sonrası başta 1968 Devrimi olmak üzere bütünteorik ve pratik arayışlar modernizmin krizine bir mü-dahale ve ulus devlet eleştirisiyle Rönesans’tan gelen1848 Devrimi’yle devam eden içkinlik düzleminin ye-niden keşfidir.

1960’larla birlikte Devrim kavramı devrimciliğiniyitirdi. Devrim kavramı yeniden devrimciliğine kavuş-turulmalıdır. Hayallerimiz devam ediyor. Devrim kav-ramını devrimcileştirmek, yaşanılan uygarlık krizinemüdahale etmek ve bugünden geleceğin politik gra-merini kuracak söylemsel kopuşları yakalamak ve üret-mekle mümkündür.

Modernitenin “ulus devlet” altında uluslaştırdığı“birey”, “vatandaş”, “halk”, “mülkiyet”, “cumhuriyet”, “top-lumsal sözleşme”, “hukuksal eşitlik”, “temsil”, “özne”, “de-mokrasi”, “parti”, “sendika” ve “parlamentarizm” gibi tümkavramları artık kriz içindedir. Modernizmin dili keke-lemektedir. Bu kavramları uluslaştırmaktan kurtarmakve ulussuzlaştırmak 21. yüzyılın devrimciliğidir.

“Demokratik özerklik” devrim kavramını devrim-cileştiren söylemsel bir kopuştur ve modernizmin uy-garlık krizine Mezopotamya’dan çıkan bir devrimcimüdahaledir. Ne 1789 devriminin ne de Ekim Devri-mi’nin grameriyle anlaşılabilecek bir dille konuşmak-tadır. “Demokratik özerklik”, herkesin anlamaktazorlanacağı, fakat 21. yüzyılın düzlemini belirleyecekpolitik bir devrimci anadildir.

Kürt özgürlük hareketi dünyanın yerlisidir. Demo-kratik özerklik dünyanın yerlilerinin ana dilidir. 1848sonrası kurucu söylem, “Dünyayı Uluslaştırın”, “De-mokrasiyi Uluslaştırın” söylemiydi. 21. yüzyılın kurucusöylemi ise “ Dünyayı Ulussuzlaştırın”, “ DemokrasiyiUlussuzlaştırın” söylemidir. Demokratik Özerklik “De-mokrasiyi Ulussuzlaştırma”nın politik pratiğidir. De-mokratik özerklik yalnızca Kürt özgürlük hareketininyerel bir ihtiyacı değil, Türkiye’nin ve günümüz Orta-52

doğu’sunun en acil kurucu politik söylemidir. Demo-kratik özerklik dünyalıdır ve Mezopotamya’dan dün-yaya sunulmuş bir enternasyonalizmdir.

Modernist sol, post-modernist kapitalizme karşı I.Cumhuriyet’in ulus devletine sahip çıkarak direndiğinisanmaktadır. Oysa Kürt özgürlük hareketine karşı I.Cumhuriyet’in ulus devletini korumak ve kollamak sos-yal şovenizmdir. Kürt özgürlük hareketi ulusal bir öz-gürlük hareketi olarak “Demokrasiyi Ulussuzlaştırın”çağrısıyla devrimci bir cesaret gösterirken, modernistsol ulus devlete sahip çıkarak şovenizmin içinden çıka-mamaktadır. Demokratik özerklik bırakın ulus devletidüşünmeyi, demokrasiyi de devletsiz düşünebilmeninpratiği ve politikliğidir.

Demokratik Özerklik Komünalist DemokrasidirTahakküm ve özgürlük… Tahakkümün olumlama

pratiği ve ontolojisi diyalektiktir. Özgürlüğün olumlamapratiği ve ontolojisi ise diyalektik değildir. Özgürlük, ta-hakkümün diyalektiği karşısında antagonist bir kurucugüçtür. Diyalektikte “Ben” kavramının olumlanmasıancak “Ben olmayanın” üretilmesi ile mümkündür.“Ben” başkalaşarak ve kendini olumsuzlayarak varlıkhaline gelir. Diyalektik, ikilik üretmek ve bu ikiliğin hi-yerarşisi içinde çelişki ve çatışma ile varlığını devindir-mektir. Diyalektik içinde politik olan olumsuzlamadır.Sermaye, emeği ücretli-emek altında sınıflaştırıp ken-disini olumsuzlayarak olumlar. Ücretli-emek, sermaye-nin başkalaşmış biçimidir. Bu bağlamda emekmücadelesini ücretli-emek ile sermaye arasındaki mü-cadeleye indirgemek ve diğer mücadele biçimleri üze-rinde hiyerarşi kurarak onları yedeklemekreformizmdir; ücretli-emeğin mücadelesi sermayeyi,sermayenin mücadelesi ücretli-emeği üretir. Asıl sorun,emeği, sınıflaştırılmış ücretli-emek biçiminden çıkar-maktır. Diyalektik, bir sınıf üretme ilişkisidir. Emek mü-cadelesi, toplumsal, siyasal, kültürel ve ulusal düzlemdebütün sınıflaştırma pratiklerine karşı sınıfsızlaşmayı po-litik pratik olarak düşünmektir. Modernist sol, özgürlükkavramını diyalektiğin içine gömmüştür. Bu bakış, ko-münizmi, diyalektiğin içine gömülen ekonomist bir de-terminizmin ereği olarak düşünür. Bu bir krizdir veSovyetler bu krizin içinden çözülüp çökmüştür.

1960 sonrası arayışlar, politik olanı yalnızca bir ta-hakküm ilişkisi olarak görmenin dışında bir özgürleşmepratiği olarak yeniden düşünmektir. Politik olanı, olum-suzlamanın diyalektiğinden çıkartıp olumlamanın düz-leminde yeniden kurmaktır. 21. yüzyıl devrimciliğiantagonizma teorisini diyalektiğin reformizmi dışına çı-karmak ve antagonizmayı olumsuzlamanın dışındaolumlamanın politik pratiği içinden düşünmektir.

Direniş yoksunluğun içinde çıkmaz. Direniş zengin-

liğin bir ifadesidir. Emeğin zenginliği, sermayenin zen-ginliği değildir. Sermaye için zenginlik para ve metadır.Emeğin zenginliği ise para ve metada emekten çalınandeğerdir. Emeğin zenginliği elbirliği, kolektivizm ve birarzu üretimi olan komünalist demokrasidir. Zenginliği,kendi emeğimizi değerli kılmayı, elbirliğimizi ve kolektifpratiğimizi tahakkümün diyalektiğinden çıkarmak vekendimizi komünalist demokraside olumlamak, yenidüzlemin devrimciliğidir. Demokratik özerklik tahak-kümün diyalektiğinden çıkmanın ve kendimizi değerlikılmanın demokrasisidir. Demokratik özerklik, diya-lektiğin krizi içinde hak talep ederek gücümüzü fark et-mekten çıkıp, kendi emeğimizi olumlayarak, hakkıdoğrudan kullanarak kudretimizin ve zenginliğimizinfarkındalığı üzerinden tahakkümü krize sokmaktır. De-mokratik özerklik komünalist demokrasidir ve bir arzumakinesidir. Komünizm, bugünün politik pratiğineiçkin oluştur ve komünalist demokrasi komünizmin ak-tüelliğidir. Demokratik özerklik demokrasinin politikpratiğine içkin komünizmi yeniden düşünmektir.

Politik Olan ÜzerindenKomünizmi Yeniden Düşünmekİktidar kavramı üzerine düşünmek aynı zamanda

egemenlik kavramı üzerine düşünmektir. “İktidar” ve“egemenlik teorisi” kavramlarından bir adım geri gider-sek, “politik olan” nedir sorusuyla karşılaşırız. Genel ola-rak sol düşünce politik olanı bir tahakküm ilişkisi olarakokur ve bir üst yapı sorunu olarak görür. Bu düşünceyegöre demokrasi kavramı bir devlet biçimi olarak üst yapıkavramıdır. Böylece “politik olan,” sınıf, iktidar ve ege-menlik kavramlarına indirgenerek sınırlanır. Sınıflar or-tadan kaldırıldığında politik olan da ortadan kalkacaktır.Bu bakış açısı alt yapı ve üst yapı ayrımından kaynaklan-maktadır. Oysa demokrasi bir üst yapı sorunu değil altyapı sorunu olarak düşünülmelidir. Demokrasi soru-nunu bir üst yapı sorunu olarak gören bu bakış açısı, de-mokrasi kavramını burjuva egemenlik teorisi içindendüşünür ve demokrasiyi burjuva demokrasisi ile sınırlar.Böylece bu yaklaşım sınıflaşmaya karşı sınıfsızlaşmayıve komünizmi politik olanın içinden bir demokrasi pra-tiği olarak okuyamaz. Bu sınırlama içinde politik olan,sınıfsal ilişkiler ve devlettir. Sol düşüncenin kadim krizi,politik olanı bu sınırlama içine hapsetmesinden kaynak-lanmaktadır. Bu bakış açısı sınıfların ortadan kaldırıldığıbir toplumsallık olarak komünizmi bugünün politikolanı dışına çıkartır ve politik olanın içinden düşünül-mesini engeller.

Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kuramsal biriki-minde “komünizm” kavramını politik olanın üzerindendüşünmenin ya da komünizme içkin politik olan nedirsorusu üzerinden düşünmenin pek yeri yoktur. Bu du-rumun en önemli nedeni komünist bir toplumu etik-53

54

politik bir oluş ve toplum olarak düşünememektir.Diyalektiğin içine gömülmüş bir erek olarak komü-

nizm, emeğin iktisadi kurtuluşuna bağlıdır. Politik olan,emeğin iktisadi kurtuluşu için yalnızca bir olanaktır.Komünizm ancak, emeğin bir geçim aracı olmaktançıktığı, toplumsal zenginliğin gürül gürül aktığı, herke-sin gereksinmesine ve ihtiyacına göre yaşadığı ekono-mik bir cennette mümkündür. Demokrasi ve politikolan üst yapı sorunu iken, komünizm bir alt yapı sorunuolarak toplumsal zenginlik ve ekonomik bir birikim so-runudur. Bu durumda sınıfsız bir toplum olan komü-nizme gidiş ancak iktidarın olumlanmasının diyalektiğiiçinden düşünülebilir. Komünizm, devletli bir sosyaliz-min diyalektiği içinden bir erek olarak kurulacaktır.Sosyalist devlet, emeğin verimliliğine dayalı toplumsalbirikimin disiplin altına alınmasının ihtiyacı olarak var-dır. Bu düzlemde kapitalizmde sınıflar mücadelesi ta-rihi, komünizmde üretici güçlerin geliştirilmesinintarihi olarak okunacaktır. Böylece devrim kavramı dev-let ve iktidar kavramı üzerinden düşünülebilir. Emekbir geçim aracı olmaya devam ettiği sürece burjuvasızburjuva hukuku devam edecektir. Devlet ve politik olan,üretici güçlerin gelişmesine ve emeğin iktisadi kurtulu-şuna göre sönümlenecektir. Bundan dolayı sol, burjuvaekonomi politiğinin içinde kalmış ve burjuva egemenlikteorisinden çıkamamıştır. Oysa komünizm ekonomikbir erek değil sınıfsızlaşmaya içkin komünalist demok-rasiye, kolektivizme ve ortak olana içkin etik-politik birtoplumsal ilişkidir. Komünalizm, demokrasiye içkin ko-münizmin etik-politiğidir ve devrim kavramını iktidarolmadan ve devletsiz düşünebilmektir. Marx’ın Almanİdeolojisi kitabındaki “Komünizm bize göre ne yaratıl-ması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurul-mak zorunda olacağı bir ideadır. Biz bugünkü durumason verecek gerçek harekete komünizm diyoruz,” (ı) ifa-desi üzerine düşünmek gerekiyor. Komünizm, ne yara-tılması gereken bir erek, ne de bir “idea”dır. Komünizmbugüne içkin anti-kapitalizmin etik-politiğinde komü-nalist bir politik oluştur. Demokratik özerklik, politikpratik içinden ve bugünden demokrasiyi bir komüna-lizm olarak devletsiz düşünebilmektir.

Sol, proletarya diktatörlüğü kavramını devlet kavra-mıyla özdeşleştirmiştir. Bu durum önemli bir politik tı-kanmaya neden olmaktadır. Proletarya diktatörlüğükavramı devlet kavramına değil, devrim ve komün kav-ramına yakındır. Bu krizi gören Engels’in çok önemlibir düzeltme yapmasına karşın, ne yazık ki Marksistlerbu değerlendirmeyi dikkate almamışlardır. Engels,1875’te Bebel’e yazmış olduğu mektupta “Biz devlet söz-

cüğünün yerine, her yerde topluluk (gemeinwesen) gibi,Fransızca komünün karşılığı olan mükemmel eski birAlmanca sözcüğün kullanılmasını önermekteyiz,”(2)

diye yazar. Ne yazık ki Marksistlerimiz bu uyarıyı dik-kate almayarak, proletarya diktatörlüğünü komün vedevrim ilişkisi ile değil, devlet kavramıyla ilişkili kur-maya devam etmişlerdir. Bu bir krizdir! Bu krizden çık-mak komünizmi “devlet”in diyalektiği içinde değilkomün, komünalizm ve devrim kavramlarının içkinli-ğinde politik bir oluş olarak düşünmekle mümkün gö-rünmektedir. Demokratik özerklik, ruhumuzda devletikişilikleştiren burjuva egemenlik teorisinin içinden çık-mak ve özgürlüğü etik bir kişiliğe dönüştürmektir.

Komünizmin Politiği: Sınıflaşmaya Karşı SınıfsızlaşmaEgemenlik teorisinde politik olan, sınıfsal hük-

metme ilişkisidir. Önemli olan iktidarın hangi sınıfınelinde olduğudur. Kötü olan burjuvazinin sınıfsal dev-leti, iyi olansa proletaryanın sınıfsal devletidir. Devlet veiktidar kavramları ise nötrdür. Oysa Marx, 18. Bru-maire’de “Bütün siyasal devrimler, bu makineyi kıra-cakları yerde, yetkinleştirmekten başka bir şeyyapmadılar. Ardı ardına iktidar uğruna savaşan partilerbu muazzam devlet yapısını ele geçirmeyi, kazananınen birinci ganimeti saydılar,”(3) demiştir. Bu bağlamdaemeğin iktidar kavramıyla politik ontoloji ilkesi iktidarıyetkinleştirmek değil, devlet makinesini kırmaktır.

İktidar kavramı her zaman bir “şey”, bir “nesne” ola-rak düşünülmüştür. Oysa “iktidar” kavramı “nesne”değil tam tersi kurucu bir toplumsal ilişki ve bir sınıflaş-tırma üretimidir; iktidar canlı bir organizmadır ve tektaraflı çalışmaz; sınıfların çelişkili çatışmasının ürettiğiilişkisel bir toplumsal güçtür. Bu bağlamda toplumsalbir ilişki olarak iktidar diyalektiktir ve yukardan üretil-diği gibi aşağıdan da üretilen toplumsal bir fabrikadır.

Dolayısıyla politik olanı iktidar diyalektiğinin için-den kurmak, doğal olarak politik olanı, yani “iktidar”ıele geçirmek, iktidar olmak, iktidarı korumak ve sür-dürmek olarak düşünülecektir. Bu ilişkisellik içersinde,işçi sınıfı iktidarı ele geçirdiğinde emek, ücretli-emekaltında sınıf olarak kendisini üretmeye devam edecektir.Oysa devrim, komün ve komünist demokrasi, sınıflaş-maya karşı sınıfsızlaşmanın politik pratiğidir.

Emeğin bir sınıf üretme ilişkisi olan iktidar üretimin-den çıkartılması politiktir ve emeğin olumlanmasındapolitik olan, emeği ücretli emek biçimi altında sınıflaş-tırmaktan çıkarmaktır. Politik olarak emeğin sınıflaş-maktan çıkması, bir sınıf üretme ilişkisi olarak

1-Marx, K. ve Engels, F., Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 2004, s. 62.2- Marx, K. ve Engels, F., Seçme Yapıtlar III, Sol Yayınları, 1979, s. 42.3-Marx, K. ve Engels, F., Seçme Yapıtlar I, Sol Yayınları, 1976, s. 575.

55

aşkınlıktan ve “iktidar” kavramından çıkmak anlamınagelir. Emeğin olumlanmasında politik olan, bir sınıfüretme ilişkisi olarak aşkınlığın ve “iktidar”ın parçalan-ması, yıkılması ve “iktidar” olmayan etik-politik birdüzlemin toplumsal olarak kurulmasıdır. Sermayeninpolitik olanı ile emeğin politik olanı arasındaki fark an-tagonisttir. Antagonizma, sınıflaştırmaya karşı sınıfsız-laşmadır. Kapitalizm politik toplum, komünizm iseetik-politik toplumdur. Temsilin, öznenin ve iktidarındevrimcileştirilmesinden, demokratikleştirilmesindenhayatın devrimcileştirilmesi ve demokratikleştirilme-sine geçiştir. Özgürlük ve komünizm ütopik bir cennetdeğil, sürekli bir etik-politik oluştur. Bu durum yarın-ların sorunu değil bugüne içkin politik bir pratiktir. Sı-nıfsızlaşmayı politik olanın içinden düşünmeközgürlüğün politik ontolojisidir.

Marx için sınıf kavramının tarihsel önemi, sınıfınyoksulluğundan ve yoksunluğundan değil, tersine eme-ğin sınıf olarak kendini reddetme gücüne sahip tek sınıfolmasından kaynaklanır. Sınıfın kendi çıkarını toplumçıkarı olarak örgütlemesi, sınıflaştırmaya dayalı bütüntoplumsal ilişkilerin ortadan kaldırmasına içkindir. Sö-mürgecilik, ilhak, asimilasyon, şovenizm ve patriyarkalbir sınıflaştırma ilişkisidir ve demokratik özerklik yal-nızca fabrikada kurulan sınıflaştırmaya karşı değil, top-lumsal ilişkilerin bütün boyutlarında üretilensınıflaştırma ilişkilerine karşı kurucu bir itirazdır.

Politik Olanı Özgürlük Pratiği Olarak Yeniden DüşünmekGenel olarak düşünürler için Antik Yunan bir nos-

taljidir. Bu nostaljinin altında yatan, felsefenin önemidir.Felsefe neden Antik Yunan coğrafyasından doğdu? Yay-gın kanı felsefenin mitolojiye karşı aklın ve bilimin biritirazı sonucu oluştuğu üzerinedir. Mitsel, imgesel dü-şünmeden soyut, kavramsal düşünmeye geçiş AntikYunan coğrafyasında oluşmuştur. Koca koca kitaplardailk bilim insanı olarak Thales gösterilir. Oysa Thales,tanrılar her yerdedir diyen bir düşünürdür. İnsan bi-çimli çok tanrılı düşünceden tek tanrılı düşünmeye ge-çişi kuran soyut kavramsal düşünüştür. Teolojikavramını ilk kullanan Platon’dur. Tek tanrı soyutlama-sını kuran Platon ve Aristoteles’tir. Metafizik, aynı za-manda dinsel felsefenin de düzlemidir.

Antik Yunan’da felsefenin, dinsel düzlemin dışındaolduğunu ifade etmek doğru değildir. Antik Yunan fel-sefesi “aklın” beden üzerine hiyerarşisini kurdu. Hegel’de“kavram” sözcüğü tanrının kendisidir. Aşkınlık “akıl”ıntahakkümüdür. “Akıl” mefhumu modernizmin bir kav-ramı değildir. Akıl, Batı düşünme geleneğinin kadimmefhumudur ve modernizm Batı düşünme geleneğininiçinden bir arayıştır. Bundan dolayı, modernizm “akıl”ınhiyerarşisini “özne” üzerinden sekülerleştirmektir.

Bu durumda sorumuzu yeniden sormalıyız: “Felsefeneden Antik Yunan coğrafyasından çıktı?” Yanıtımızıfelsefe ve din ilişkisi üzerinden değil, felsefe ve politikolan üzerine düşünerek aramamızın doğru olacağınıdüşünüyorum.

Aristo’nun pratik etkinlik alanını üç başlık altındadüşündüğünü söylemek yanlış olmayacaktır: Ahlak,politika ve teknoloji. Ve yine Aristo, etkin pratiği erdemve özgürlük üzerinden şöyle tanımlar: Amacı etkinli-ğine içkin pratik. Ahlak ve politika “amacı etkinliğineiçkin pratik” alanıdır. Teknoloji alanı ise tartışmalıdır;alet, amacı etkinliğine içkin olmayan pratiktir. Köleler,insan olmayan konuşan aletlerdir ve amacı dışarıdangelir. Bu bağlamda Aristo’ya göre yaşam, özgürlük alanıve zorunluluk alanı olarak ikiye ayrılır. Ahlak ve politikolan, amacı etkinliğine içkin pratik özgürlük alanı,amacı dışarıdan gelen köle alanı ise zorunluluk alanıdır.Boş zamanı ve kültürü yaratan bu özgür olmayan zo-runluluk alanıdır. Politik olan özgürlük alanı, politik ol-mayan ise zorunluluk alanıdır.

Antik Yunan site devletleri olan “polis”, özgür ve eşityurttaşlardan oluşan özgür, erdemli toplumdur. AntikYunan’da politik olan, eşit yurttaşlar ile kurulu özgür birtoplum olan politik toplum üzerine düşünmektir. İnsanpolitik varlıktır ifadesinin kökü buralardan gelir. AntikYunan’da felsefenin doğuşu eşit yurttaşlar ilişkisine da-yalı özgür bir toplum üzerine düşünülmesinden kay-naklanmıştır.

Antik site cumhuriyetlerinin dağılması ve coğraf-yaya Roma İmparatorluğu’nun hâkim olmasıyla birlikteyurttaş ilişkisi ortadan kalkmış, yerine tebaa ilişkisi geç-miştir. Bundan sonra politik olan, zorunluluk alanı için-den bir tahakküm ilişkisi olarak okunacaktır. Bu kırılmaile birlikte politik olan, bir özgürlük pratiği olarak değilbir tahakküm, sömürü ve iktidar sorunu olarak ele alı-nacaktır. Demokratik özerklik, politik olanı özgürlükalanı olarak coğrafyamızda yeniden düşünmektir.

Türkler “Devlet”, Kürtler “Toplum” Üzerine DüşünürDoğu Roma..! Yedi tepeli şehir, İstanbul! Osmanlı

üçüncü Roma’dır, farkında bile değiliz. Üçüncü dünya-cılık gözlükleriyle Osmanlı’yı yarı sömürge mazlum birimparatorluk olarak okumak kaba ve yanlış bir okuma-dır. Tarihin başlangıcı olan yazı ve “icat edenin Allahbelasını versin!” dediğimiz para, bu coğrafyada, Mezo-potamya’da bulunmuştur. Firavun’un ülkesi Mısır bu-radadır. Üç semavi din Tevrat, İncil, Kuran bucoğrafyada vahiy edildi. Üç dinin hac yeri burada. Hz.İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve yüz-lerce peygamber bu coğrafyada doğdu, yaşadı. Bilinenive bilinmeyeniyle kabirleri bu coğrafyadadır. AntikYunan site devletleri kültürünün ve felsefe tarihinin

56

oluştuğu topraklar İyonya, yani bizim Ege kıyılarımız-dır. Ege kıyılarımız İyonya site devletleri ile doludur. Bukadar zengin bir mirasın üzerinde oturmakta ve yaşa-maktayız. Bu mirası üstlenmek, kaldırmak ve taşımakkolay bir iş değil. Bu coğrafya bir “ulus”a veya “ulus dev-let”lere ait olamayacak kadar insanlığa ait bir mirastır.Bu miras toplum üzerinden değil devlet üzerinden dü-şünülerek yönetilmiştir. Demokratik özerklik, bu coğ-rafyanın insanlık mirasını üstlenen bir demokrasidir.

Üçüncü Roma Osmanlı’nın kamusal alanı yurttaştemelli değildir. Yurttaş kavramı üzerinden politik olanıdüşünmek hayal bile edilemez. Osmanlı’da politik olantamamen tahakküm ilişkisi üzerine kurulmuştur. Os-manlı siyasal düşünme kültüründe kamusal alanın da-yandığı dinamik yurttaş değil “kul”dur ve kamusal alandevşirme bürokrasi üzerine kurulu Enderun’dur. Os-manlıda toplum; tebaa ve ümmet demektir. Bizim siya-sal kültürümüzde kapı kulu ve Enderun’dan gelmedevşirme geleneği, Osmanlı’da politik olanın köküdürve bundan dolayı politik olan bürokrasidir. Talep etmekdeğil “arz” etmek bu coğrafyanın politik kültürüdür. Sa-dakat altında kullaştırma, Türkleştirme, Müslümanlaş-tırma ve asimilasyon kamusal alanın siyasal kültürüdür.Yurttaş kavramında politik olarak üretilen eşitlik ve öz-gürlük iken, sadakate dayalı kullukta politik olarak üre-tilen bürokrasidir. Bu kültür ruhumuza işlemiş olarakgünümüzde devam etmektedir. Demokratik özerklik,bu kültürün kırılması, tebaa ve ümmete karşı yurttaşlık,“arz”a karşı “talep” demektir.

Her toplumsal-siyasal coğrafya, siyasal tarihindekendine özgü demokrasi dinamikleri taşır. Roma İm-paratorluğu’nda patricilere karşı plebler bir demokrasidinamiğidir. 18. ve 19. yüzyıl demokrasi dinamiği iseproletarya ve proletaryayı siyasal alanda güç yapan 8 sa-atlik iş günü ve genel oy hakkı talebi bağlamında vatan-daşlık hakkıdır. Anadolu coğrafyamızın en önemlidemokrasi dinamiklerinden biri ise çok kültürlülüktür.Bu çok kültürlülük özgürleşmeden, bu çok kültürlülü-ğün eşit ve özgür yurttaşlığı kabul görmeden bu coğ-rafyaya demokrasi memokrasi gelmez. “İç dinamiklerlegelişen bir kapitalizmin olmamasından ve emperyaliz-min varlığından dolayı uluslaşmamızı, demokrasimizigerçekleştiremedik, demokrasimizi geliştiremedik” söy-

lemi kaba bir oryantalist sol söylemdir. Tam tersine, bucoğrafyada uluslaşma ve demokrasi çok kültürlülüğedayanmadığı için demokrasi gelişememektedir. 1923,çok kültürlük temelinde bir uluslaşma değil, bu coğraf-yayı Türkleştirme stratejisine dayanan şoven bir ulus-laşmadır. I. Cumhuriyet, başından itibaren bucoğrafyanın demokrasi dinamiklerine karşı anti-demo-kratik ve şovendir. Modernist sol, oryantalist ezberler-den kurtulup bu gerçeği görmek zorundadır.Demokratik özerklik 1923 şovenizmine karşı demok-rasi ve özgürlüktür.

Türkler “devlet”, Kürtler “toplum” üzerine düşünmegeleneğinden gelmiştir. Kürtler için “devlet” bir özgür-lük değil, tahakküm, asimilasyon ve şovenizmdir. Bubağlamda Kürtler için demokrasi “devlet” kavramınakarşı “toplum” kavramı üzerine düşünmektir. Kürt si-yasal hareketi yalnızca Kürt halkının değil, bu coğraf-yanın demokrasi ve özgürlük kudretidir. Demokratiközerklik söyleminin ulus devlet ve siyasal demokrasieleştirisi, bu coğrafyanın tarihsel vicdanı ve içkin gücü-dür. Sınıf üretme ilişkisini reddeden toplumsal demok-rasi üzerinden kamusal alanı politik olarak tartışmazamanı gelmiştir. Sınıflaşmanın reddi üzerinden yenibir yurttaşlık tanımı, demokratik özerkliğin politik ze-minidir.

Komünalist demokrasi için toplumsal olan, elbirliğive ortak olandır. Sermaye içinse toplumsal olan, özel vemülktür. Bu bağlamda toplumsal olanın özel mülkleş-tirilmesi kamusal alanı üst yapı ve siyasal demokrasiylesınırlar. Toplumsal olanın ortak olanlaştırılması, birbaşka deyişle elbirliği ile toplumsallaşması, politik olanıtoplumsal demokrasiyle sınırsızlaştırır. Siyasal demok-rasi politik olanı darlaştırır ve aşkınlaştırır. Siyasal de-mokraside ücretli emek üretim sürecinde ve fabrikadaeşit ve özgür bir birey olmadığından ücretli emekçi fab-rika demokrasisin bir yurttaşı ve benzer şekilde üniver-sitelerde müşteri olan öğrenci, ticarileşmiş üniversiteA.Ş.’lerin üniversite demokrasisinde bir “yurttaş” değil-dir. Siyasal demokraside hukuksal olarak yurttaş olanücretli emekçi, fabrikada ücretli köledir. Siyasal demok-raside kamusal alanın üyesi yurttaş, sınıf üretme ilişki-sinin yeniden üretiminin güvencesidir. Oysa toplumsaldemokrasinin üyesi yurttaş, ücretli emeğin reddi ve top-lumsal bireydir. Toplumsal yaşamın her alanında söz,yetki ve karar hakkına sahiptir. Bu bağlamda sınıfsalbakmak, sınıflaştırmaya karşı sınıfsızlaşmayı ve siyasaldemokrasiye karşı toplumsal demokrasinin elbirliğinedayanan ortak olanı etik-politik bir toplumsal ilişki ola-rak kurmaktır. Siyasal demokraside yurttaş, toplumsaldemokraside çokluktur. Bundan dolayı sınıfsallık, üc-retli-emeğe dayalı burjuva yurttaş tanımını, ücretli-emeğin reddi üzerinden yıkmak ve toplumsaldemokrasinin komünalizmine dayalı yeni bir çokluk’un

Türkler “devlet”, Kürtler “toplum” üzerine düşünmegeleneğinden gelmiştir. Kürtler için “devlet” bir öz-

gürlük değil, tahakküm, asimilasyon ve şovenizmdir.Bu bağlamda Kürtler için demokrasi “devlet” kavra-mına karşı “toplum” kavramı üzerine düşünmektir

egemenlik teorisini kurmaktır. Bu bağlamda ulus dev-let, siyasal demokrasi ve temsili demokrasi kavramla-rının eleştirisi üzerinden doğrudan demokrasiyi,çokluk’un demokrasisini komünalist demokrasi ve de-mokratik özerklik olarak savunmak 21. yüzyılın dev-rimciliğidir.

Kürt özgürlük hareketi egemenliğini kullanma hak-kını dolayımdan, talepten ve temsilden çıkarmıştır. De-mokratik özerklik, hak ve güç diyalektiği içinde haktalep ederek güç hegemonyası siyaseti yerine, gücünüdoğrudan hak olarak kullanma siyasetini koyma düz-lemidir. Demokratik özerkliğin komünalist demokra-sisinde temsili özneler değil, doğrudan toplumsalözneler konuşmaktadır. Demokratik özerklik halkadına konuşan değil, halkı konuşturan etik-politik birparadigmadır ve politik paradigma olarak “iktidar” ve“devlet”e ihtiyaç duymamaktadır. Dolayısıyla Kürt si-

yasal hareketi temsiliyet ve devlet üzerinden siyasal ba-ğımsızlık, siyasal demokrasi ve siyasal özgürlük hattıdeğil, toplumsal bağımsızlık, toplumsal demokrasi,toplumsal özgürlük üzerinden bir politik hat izlemek-tedir. Demokratik özerklik, çokluğun farkları özgür-leştiren politik gücüdür.

Modernist sol açısından politik mücadelenin an-lamı, sistemin yaratacağı krizi beklemek ve kriz anındamüdahil olmaktır. Bu paradigma bitmiştir. Asıl olandevrimci hareketin kendini olumlarken sistemi krizesokmasıdır. Demokratik özerklik siyaseti, krizi bekle-yen değil sistemi sürekli krize sokan ve politik müca-dele alanını kendisi belirleyen devrim siyasetidir.Mücadele sonucu bedeller ile elde edilen 100 Beledi-ye’ye sahibiz. Dünyayı yerinden oynatabiliriz! Başka birdünyanın umudu olabiliriz. Demokratik özerklik başkabir dünyanın umududur!

57

İçindekiler İçin Tıklayınız

58

Demokratik-komünal değerleri temsil etme, bunubedenleştirme iddiasında olup da hiyerarşik devletçisistemin içinde eriyen, hatta yer yer onun değirmeninesu taşıyan o kadar çok örnek var ki! Acaba öncülleri-mizin ve çağdaşlarımızın çok yoğunca yaşadığı bu tra-jik duruma düşmemek için almamız gereken tedbirne? En az bizim kadar özgürlük ve eşitlik değerlerinebağlı olan ve bunlar için mücadele eden pek çok top-lumsal gücün yaşadıklarını nasıl yaşamayacağız? Özcebelirtirsek, sistem içileşmekten nasıl kurtulacağız?

Çok yoğun arayışlar sonucunda şu tespit yapıldı:Toplum da tüm varlıklar gibi farklılıkların birliğiydi.Yine tüm oluşlar gibi toplum da ruh-beden, enerji-madde, anlam-yapı ikiliğinden oluşuyordu. Yani oluşhem ruhtu hem de beden. Toplumun ruhu da birbirinitamamlama, birlikte yaşam ve komünallikti. Bununadı günümüzde demokratik ulus idi, yani toplumunruhunu demokratik ulus kavramıyla tanımlıyorduk.Bu demokratik ulus ortak zihniyeti paylaşanların bir-likteliği anlamına geliyordu. Zihni bir oluşumdu. Bunagöre esas olan ne sınıf, ne cins, ne etnisite, ne din, nede coğrafyaydı. Esas olan toplumun doğasına göre ol-maktı. Eş deyişle komünal zihniyetin paylaşımı idi.Özgürlük arayışının götürdüğü nokta ruhsallığı böylekuruyordu.

Şimdi sıra bu ruha uygun bir bedenleşmenin inşa-

sına gelmişti. Çünkü ruhun şeyleşmesi, cisimleşmesigerekiyordu. Yani ruh bedenine, enerji maddesine,anlam da yapısına kavuşmalıydı. Aksi halde hiçliktenkurtuluş mümkün olmayacaktı. Bu bedenleşme yo-lunda pek çok benzerimizde yaşandığı gibi doku uyuş-mazlığı yaşanmamalıydı. Yani beden ruha, maddeenerjiye, yapı da anlama uygun olmalıydı. Aksi haldeortaya bir ucube de çıkabilirdi. Nitekim özü demokra-tik olan pek çok ruh kendisiyle uyumlu bir bedene ka-vuşamadığından devlet gibi bir ucubeye varmıştı,devletleşmişti. Sonuç ise hüsran olmuştu. O nedenle-dir ki Kürt Halk Önderi hep ‘özgürlük amacı kadararaçlarının da temiz olması gerekir’ demiştir. Yani ruhile beden birbirine uygun olmalıdır.

Şu kavranmıştı: egemenlerin yol ve yöntemleriyletoplumun amaçlarına ulaşmak mümkün değildi. Butarih boyunca olmamıştı, güncelde de mümkün olmu-yordu. Toplumsallığı, komünalliği, birbirini tamamla-mayı, paylaşmayı, geliştirmeyi, özü bencillik, eşitsizlikolan iktidarcı ve devletçi yöntemlerle inşa edemiyorduinsanlık. Pek çok deneme ne yazık ki kötü sonuçlanmış,egemenlere benzeşme, ruhsal yozlaşma gerçekleşmişti.Onların ruhu öze uygun bir bedenleşmeyi oluştura-mamıştı. Aynı amaçları gerçekleştirmeyi isteyen bizler,öncüllerimizden gerekli dersleri çıkararak, kendimizeruhumuza en uygun beden hangisi diye sormuştuk.Bulduğumuz cevap alışılagelmişin dışındaydı, şaşırtı-cıydı ve bu yanıt bizi devlet dışılığa davet ediyordu. Yo-lumuzu değiştirmemiz gerektiği kaçınılmaz halegeliyordu. Artık biz devlete götüren yolda ilerleyemez-dik, ilerlememeliydik, onun tersi yolda gitmeliydik.Mademki toplum ve egemenler birbirinden farklıydı,o halde onların organizasyonları da farklı olmalıydı.Tarih boyunca egemenlerin kendi özlerine uygun ge-liştirdikleri organizasyon devlet idi, peki toplumunözüne uygun organizasyonu ne olmalıydı?

y Zeynel Günaydın

Xwebûn* Yolunda Komün ve Meclisler

Özü demokratik olan pek çok ruh kendisiyle uyumlubir bedene kavuşamadığından devlet gibi bir ucubeyevarmıştı, devletleşmişti. Sonuç ise hüsran olmuştu. Onedenledir ki Kürt Halk Önderi hep ‘özgürlük amacıkadar araçlarının da temiz olması gerekir’ demiştir

59

Madem ki devlet ontolojik olarak herkesin değildi,sadece birilerinindi, halk (toplum) tümden devletleş-miyordu, o halde toplumun özüne uygun örgütlülükne olmalıydı? Bu nedenle eski ama günümüz için yeniyolda ilerlemeye karar verdik ve ilerledik. İşte bu yoldemokratik konfederalizm yoluydu. Demokratik ulusolan ruhumuz demokratik konfederalizm olan bede-nini belirlemişti. Bu sadece Kürtler için değil tüm top-lumlar için bir model anlamına geliyordu ve ontolojikolarak zaten devlet dışı olan toplumun devlet dışı or-ganizasyonu oluyordu. Artık toplumsal örgütlenmeyedair arayışlar sonuçlanmış ve toplumsal doğaya uygun,onunla doku uyuşmazlığı yaşamayacak bir bedenleş-meye ulaşılmıştı.

Beden Olarak Komün-Meclis İnsan ve toplum doğasının sistemi olan demokratik

konfederalizm, bu doğanın kendisini gerçekleştirme-sine olanak sunan olmak durumundadır. İnsan varo-luşsal olarak politiktir. Bu canlılık, aktiflik, toplumungüzelleşmesi için katılım anlamına gelir. Devletçi sis-temde bunun olanağını bulamayan insan, demokratikkonfederal sistemde söz söyleyeceği, karar alacağı, ka-tılım sergileyeceği mekanizmalarla buluşturulmak du-rumundadır. Bu, Önderliğimizin deyimiyle örgütsüztek bir kişiyi bırakmamak anlamına gelir. Bunun içinyapılması gereken kurumlaşmaların sayısını arttır-maktır. İnsanların olduğu yerde onların ortaklaşacak-ları, paylaşacakları kurumları da olmalıdır. İştetoplumsal doğanın organizasyonu olan demokratikkonfederalizm en küçük kurumlaşmalar olan komün-den tutalım en üst organ olan halk meclisine kadar birmeclisler sistemidir. Devletler böyle değildir. Devlet-lerde en fazla birkaç meclis vardır ve meclisi birkaçyılda bir seçilen temsilciler oluşturur. Bu çerçevedehem niceliksel hem de niteliksel olarak devletçi sistem-deki meclislerle, demokratik konfederal sistemdekikomün ve meclisler farklıdır.

Demokratik konfederal örgütlenmede doğrudandemokrasinin temel birimi komündür. Toplum açısın-dan en küçük yerleşim alanı olarak köy ve sokak örgüt-lenmesi komün olduğundan doğrudan demokrasinindolayısıyla da demokratik konfederalizmin en küçükbirimi oluyor. Burada kastedilen komün aynı zamandabir meclistir. Yani en küçük meclisimize komün de-mekteyiz. Herkesin kendisini ifade edebileceği bir me-kanizmanın, örgütlenmenin olmasını komünlerkurarak karşılamış oluyoruz. Köylerde ve şehirlerde desokakta komünler kurarak insanların meclissiz kalma-ması sağlanmış oluyor böylelikle.

Komün demokratik ulusun örgütlenmesi olduğun-dan bu zihniyete bağlı tüm insanların katılımıyla olu-şur. Burada delege usulü katılım yoktur, doğrudan

herkesin üye olduğu bir meclisten bahsediyoruz.Komün, oluşturulduğu yerleşim yeri hakkında alın-ması gereken tüm kararları kendisi alabilecek bir ko-numdadır. Burada söz konusu yerleşim yerindekiyaşam hakkında söz söylemek, tartışmak ve kararlaralmak komünün tüm üyelerinin bizzat işidir. Bu ne-denledir ki doğrudan demokrasinin yapıldığı kurum-dur. Böylelikle komün köyün ve sokağın en üst organıolmuş oluyor.

Komün toplantılarını seçilmiş eşbaşkanlar ve yar-dımcılarından oluşan komün başkanlık divanı örgüt-ler. Gerekli hallerde komünü toplamak, gereklitartışmaları yaparak, alınması gereken kararların alın-masını sağlamakla görevlidir. Toplumsal adaleti sağ-lamakla görevli adalet divanlarının oluşumu da yinekomün bünyesinde oluşturulması gereken temel birkurumdur. Bu kurum bir mahkeme değildir, yaşanansorunları toplumsal adalet çerçevesinde ve en uygunyol-yöntemlerin kullanılması suretiyle çözmekle yü-kümlüdür.

Komünün yerleşim yeri hakkında aldığı kararlarıuygulamak ve pratikleşmesini koordine etmekle yü-kümlü olan bir yönetim oluşturulur. Komün yönetimüyeleri komünün üzerinde değildir, komünün me-murlarıdır, çalışanlarıdır. Öyle sınırsız ve kendine görebir inisiyatif kullanma hakları yoktur. Komünün tar-tışmaları, çizdiği çerçeve ve aldığı kararlar, komün yö-netiminin içinde hareket etmek durumunda olduğusınırlar oluyor. Bu konuda herhangi bir keyfiyettenbahsedilemez. Böylesi bir durumda yapılacak olankomün yönetiminin komün tarafından direkt görev-den alınmasıdır. Bu anlamda otorite toplumun kendi-sidir, yani komündür. Komün yönetimi komüne yanitopluma karşı sorumlu olduğundan faaliyetleri hak-kında düzenli olarak komünü bilgilendirmek, onarapor sunmak durumundadır.

Genel komüne bağlı olarak ihtiyaç kadar özgün ko-münlere de gidilebilir. Kadının, gençliğin, çiftçinin, ço-banın özgün komünleşmeleri de olabilir. Yine kültür,ekonomi, öz savunma, eğitim gibi toplumsal yaşamınher alanına dair alt komünler de kurulabilir. Bunlargenel komünü güçlendiren, yaşamı daha da kolaylaş-tıran ve özüne uygun gerçekleşmesini sağlayan ku-rumlaşmalar olur.

Demokratik konfederal sistemde hiçbir meclis vekomün tek başına değildir. Örneğin ‘Bir köy veyasokak komünü kendi kararlarını alsın, yaşamını ör-gütlesin ama diğer komün ve meclislerle de hiçbir ala-kası olmasın.’ diyemeyiz: Çünkü yaşam öyle değildir.Oluş birbirine bağlıdır, salt bağımsız olan herhangi birşey yoktur. Örneğin bir köyü ilçeden, bir ilçeyi bölge-den, bölgeyi ülkeden, ülkeyi çevre ülkelerden, onu dadünyadan ayrı ele alamazsın. Her şey birbirine son de-

60

rece bağlı halde ve her yönüyle etki etmektedir. Sorun-lar ortak olduğu gibi, çözüm yolları da ortak olmak du-rumundadır. Deyim yerindeyse her şey birbirinedolanık olduğundan bu sınırsız sayıdaki meclisi birbi-rine dolanık kılmak bir gerekliliktir. Bu, toplumun birbütün olduğu şeklindeki algının, toplumsal kurtuluşunancak birlikte olabileceği görüşünün götürdüğü kaçı-nılmaz sonuçtur. O nedenle de köy ve sokak komün-lerini hem birbirleriyle hem de diğer büyük yerleşimyerlerindeki meclislerle bağlamak, dahası oraları daaynı köy ve sokak gibi örgütlü kılmak gereklidir. Ancakbu genel bağlantılılığın dışında her köy veya sokak ko-münü, bulunduğu yerin tüm sorunlarını çözmek, ya-şamını daha da güzelleştirmek için var gücüyle çalışır.Komün şeklinde meclisin devleti sistemin meclisindenfarkı da zaten budur. Bu tip meclisleşmede herkes ak-tiftir, herkes yaşamın öznesidir. Başkasından beklemeyoktur. Nasıl bir yaşamı kurmak istediğini kendisi ka-rarlaştırmaktadır, yaşamını bizzat kurarak, politikinsan tanımına uygun davranarak, özgürleşmektedir.Politikanın özgürleştiriciliği bu tarz örgütlenme ve ka-tılımda kendini açığa vurur, gösterir.

Özgür Toplum Meclisleri Mahalle, kasaba ve şehir meclislerine özgür toplum

meclisleri demekteyiz. Doğrudan demokrasiyi esas al-dığımızdan ve meclissiz tek kişinin bile kalmamasıamaçlandığından köy ve sokağın dışındaki daha kala-balık yerleşim yerlerindeki meclisleşmeler oluyor bun-lar. Yerleşim yerlerinin kalabalık oluşu doğrudandemokrasiden vazgeçerek temsili demokrasiye geçme-mizi gerektirmez. Burada da en önemli husus yinedoğrudan demokrasiyi inşa etmek oluyor.

Önceki bölümde köy ve sokak örgütlenmelerine de-ğinmiş ve bu örgütlenmelerle bu yerleşim yerindekiherkesin en az bir komüne dâhil olduğunu belirtmiştik.Tüm köylerin komününün olması demek herkesindoğrudan demokrasinin aktif bireyi haline gelmesi de-mektir. Aynı şeyi kasaba ve şehirlerde sokaklara uygu-ladığımızda kasaba ve şehirlerde de herkes en az birkomüne üye olmuş, dolayısıyla da doğrudan demok-rasiyle kendisini yönetmiş olur. Dolayısıyla bir kasa-bayı, mahalleyi veya şehri örgütlerken elimizde zaten

tüm köyleri ve sokakları komünlerine kavuşmuş haldeörgütlü bir toplum bulunuyor demektir. Bu en küçükkomünlerin üstünde oluşturulacak ikinci tür meclis isekasaba, mahalle ve şehir meclisleri oluyor.

Bir mahalle meclisi, mahalleye bağlı tüm sokaklarınkomün temsilcileri ve mahallede varsa sivil toplum ör-gütü, onun temsilcilerinden oluşur. Bu mahalle meclisimahalle hakkında her türden karar alma inisiyatifindedir.

Bir kasaba meclisi, kendisine bağlı köylerin komüntemsilcilerinden, kasabada yaşayan halkın öz yönetimkurumları olan komün-meclis temsilcilerinden ve ka-sabadaki sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşur.Aynı perspektif temelinde bu meclis de kasabanın özyönetim kurumu olmuş oluyor.

Bir şehir meclisi de kendisine bağlı kasaba komünle-rinin temsilcilerinden, mahalle komünlerinin temsilci-lerinden, şehirdeki sivil toplum örgütü temsilcilerindenve mevcut devletli koşullarda demokrat olan yerel yöne-ticiden oluşur. Bu meclis de söz konusu kent hakkındaher türden kararı alma, sorunları çözme inisiyatifindeolup, kentin kendi kendisini yönetmesini sağlar.

Tıpkı köy ve sokak komünlerinde olduğu gibi özgürtoplum meclislerinde de alınan kararları uygulamaklagörevli bir yürütme kurulu, toplumsal adaleti sağla-makla yükümlü bir adalet divanı oluşturulur. Tüm bukurumlaşmalar meclise karşı sorumludur.

Özgür toplum meclisinin görevlendirdiği yürütmekurulları sistemin ilgili organlarının genelgelerini pra-tikleştirir, çalışmaları hakkında da eyalet-bölge yürüt-melerine düzenli bilgilendirmelerde bulunur. Eğeryerleşim yerinin yerel yöneticisi bu sistemin içinde yeralabilecek demokrat biriyse misyonundan dolayı bukişi de yürütme kurulunda yer alır.

Eyalet-Bölge Meclisleri Bir bölge veya eyaletteki tüm kentlerin belirtilen

çerçevede oluşturduğu özgür toplum meclislerinin ar-dından onların bir üst meclisi olarak eyalet-bölge mecl-isleri gelir. Burada da önemli olan herkesin komün vemeclisler temelinde örgütlü kılınmasıdır. Meclislerinisimlerinin ve yerleşim yeri bölümlemelerinin bu şe-kilde belirlenmesi bir zorunluluk olmayıp, her yöreninözgünlüklerine göre farklılıklar gösterebilir. Ancak be-lirttiğimiz gibi önemli ve taviz verilmeyecek olan her-kesin aktif kılınmasını sağlamaktır.

Söz konusu eyalet-bölgede meclis eyalette yaşayanhalkın bizzat belirlediği delegelerden, sivil toplum ör-gütü temsilcilerinden ve eyalete bağlı kentlerin özgürtoplum meclisi temsilcilerinden oluşur. Oluşan mecliseyaletin tüm sorunlarını çözme, alınması gereken ka-rarları alma ve bunları uygulamakla yükümlüdür. Eya-let meclisi de halk meclisinin aldığı kararlarla uyumlubir şekilde hareket eder, kararlarını bu çerçevede alır.

Bir fabrikada, bir akademide, bir birlikte, birailede; kültürel, ekonomik, siyasi, sosyal çalış-malarda komünal demokratik yaşamın inşası,her şeyin bu temelde yürütülmesi, komün vemeclisleri tamamlayacak asıl unsur olacaktır

Bu meclislerin aldığı kararları uygulamakla yü-kümlü eyalet-bölge yönetimi oluşturulur. Bu yönetimmeclise karşı sorumlu olduğu gibi bir üst meclis olanhalk meclisi yürütmesine karşı da sorumludur. Hericra organı önündeki işleri daha iyi yapabilmek, karar-ları etkili bir şekilde yaşamsallaştırabilmek için ihtiyaçduyduğu kadar işlevsel kurumlaşmaya gidebilir. Ben-zer şekilde yine adalet divanlarının oluşumu da yerinegetirilmesi gereken bir görev olmaktadır.

Halk MeclisiBir halkın en üst temsil organı halk meclisidir. Halk

meclisi köy-sokak komünlerinden başlamak üzeretüm yerleşim yerlerindeki meclislerin örgütlülüklerinedayanarak bir halk için alınması gereken kararlarınalındığı en üst organdır. Yeter sayıda seçilmiş temsil-ciden oluşur. Meclisler sisteminde sürekli çalışır ve top-lantı halinde olan köy ve sokak komünleri olduğundanüst meclislerin toplanma periyotları da farklılaşır. Halkmeclisi daha çok yıllık toplanır, yine ara dönem top-lantıları yaparak halk adına yıllık yapılması gerekenleribelirler, kararlar alır. Yaşamın her alanına dair gereklikararların alınmasını sağlamak için komisyonlar ha-linde çalışmalar yürütür.

Burada ‘halk’ kavramıyla kastedilen etnik bir unsurdeğildir. Buradaki ‘halk’ tabirini ‘toplum’ şeklinde oku-mak gerekir. Halk meclisinin örgütlü olduğu yerleşimyerinde etnisitesine, dinine bakılmaksızın bu meclis-leşmeyi kabul eden tartışan, karar alan herkestir. Özel-likle farklı etnik, dini ve kültürel unsurların kendi özyönetimlerini oluşturmaları, kendileri olmaları önem-lidir. Bir yandan kendi öz yönetimlerini oluştururlar,diğer yandan birlikte yaşadıkları farklılıklarla ortaklaş-mak için halk meclisinde yeterli düzeyde kendilerinitemsil ederler. Bu farklılıklar misafir, dayanışmacı, ko-runması kollanması gerekenler değildir, bizzat toplu-mun kendisidirler. Toplum ve halk algımız demokratikulus olduğundan, bu da ‘tek’e dayanmadığından herkesdemokratik ulusun örgütlenmesinden aynı düzeydesorumludur.

Halk meclisinin çalışmaları seçilmiş eşbaşkanlar veyardımcılarından oluşan başkanlık divanı tarafındanyürütülür. Halk meclisinin toplantı halinde olmadığıdönemlerde komisyonlarla birlikte halk meclisini tem-sil eder. Halkı temsilen siyasi, diplomatik faaliyetlerdebulunur.

Halk meclisi toplumsal adalet çalışmalarını ahlaki-politik toplum anlayışına uygun olarak örgütleyip yü-rütmekle görevli yüksek adalet divanını seçer.

Halk meclisi icra görevlerini yürütmesi için yetersayıda üyeden oluşan demokratik ekolojik toplum yü-rütmesini seçer. İhtiyaç ölçüsünde komiteleşmelere veörgütlenmelere gider.

Buraya kadar belirttiğimiz hususlar, toplumun po-litika yapmasını nasıl mümkün kılabiliriz hususuna ve-rilen cevaplar oluyor. Yani toplum nasıl kendi kendiniyönetecek, öz yönetimini hangi mekanizmalarla ger-çekleştirecek? Bir yerleşim yerindeki tüm insanlarınkendilerini nasıl yöneteceklerine komün ve meclislecevap verirken, aynı şeyi yaşamın her alanında yapmakda gerekir. Yani yaşamın her alanı ve her zamanı aktif-lik, katılım, politik olma gerçeğine uygun olmalıdır. Birfabrikada, bir akademide, bir birlikte, bir ailede; kültürel,ekonomik, siyasi, sosyal çalışmalarda komünal demo-kratik yaşamın inşası, her şeyin bu temelde yürütül-mesi, komün ve meclisleri tamamlayacak asıl unsurolacaktır. Komünaliteye, toplumsallaşmaya, aktif bir ka-tılıma, demokratik bir yaşama dayanmayan, sadecekarar alma süreçlerinde herkesin katılımını sağlayan birsistemin toplumun doğasına uygun olması mümkündeğildir. O nedenle oluşturulan onca komün ve mecli-sin gerçekten de işlevine uygun olabilmesi için yaşamınkendisinin kom/komün halinde olması gerekir. Bu bağ-lamda komün ve meclislerin inşa çalışmalarında sadeceyerleşim yerindeki insanların bir araya getirilmesi yet-mez, insanları yaşamda bir araya getirmek gerekir.Yaşam ortaklaşa, özüne ve doğasına uygun yaşanmalı.Bu da toplumsallık, birliktelik, birbirini tamamlamaoluyor.

Dikkat EdilmesiGereken Kimi Hususlar • Toplumun örgütlü kılınması, öz yönetim gücühaline gelmesi için oluşturulan bu sistemde mec-lisleşmenin işlevsel olabilmesi için meclisin ko-münlere, köy-sokak meclisi anlamında komün dedahil olmak üzere yaşamın her alanında kurulacakolan komünlere dayanması gerekir. Komünlere da-yanmayan meclislerin öngörülen işlevde olmasımümkün değildir. Köy ve sokak komünlerinin detamamlayıcı, demokrasiyi yaşamın detaylarına ya-yıcı alt komünlere dayanması gerekir. Aksi haldekarar alma süreçlerinde demokratik, ama yaşamdademokrasiyi kurumsallaştıramamış, özümseyeme-miş bir gerçeklik ortaya çıkar.• Meclisler değişik dönemlerde çalışmalarımızdayer alan insanların bir araya getirilmesiyle oluştu-rulacak bir yapı değildir. Yani salt geçmişin komite,komisyon üyelerinden oluşan bir meclisleşme ola-maz. Örgütsüz insan bırakmama perspektifi esas-tır. Toplumun özü olan politik olma gerçeğini açığaçıkarmaktır. Herkesin katılımını gerektirir. • Meclis ve komün, danışma organı veya birilerininbizzat yöneteceği bir kurum değildir. Bu meclislerbir yerleşim yerinin tüm üyelerinin bizzat katıldığı,tartışmalarını birlikte yaptıkları, alınması gereken

61

62

kararları birlikte aldıkları ve alınan kararları uygu-lamakla görevli yönetimi belirlediği bir bedendir. • Komün ve meclisler yaşamı devletin dışında ör-gütlemeyi öngören bir sistemi esas aldığından ya-şamın sadece siyasi alanına dair değil öz savunma,ekonomi, eğitim, kültür-sanat, sağlık, spor, dil, dip-lomasi … gibi yaşamın bütünlüğünü oluşturanalanlarda da örgütlendirilmek durumundadır.• Komün ve meclisler içinde bulunduğumuz dev-letli çağda sadece devlete karşı toplumun siyasi çı-karlarını savunmak, toplumun iradesini değişikeylemselliklerle göstermek amaçlı değildir. Özel-likle devletin görünür baskısını yaşayan, kendiolma yolunda hakları önemli ölçüde elinden alın-mış toplumların eylemsellik yönü elbette ki çokönemlidir ve devlete toplumun özerkliğini kabulettirinceye kadar bu eylemsellik sürmelidir. Yanısıra halkın her türden edimini demokratik eylemyani demosu (halkı) güçlendiren eylemler olarakgördüğümüzden meclisleşme, komünleşme teme-linde atılacak her inşa çalışması beraberinde dev-lete karşı toplumun özerkliğini getirecektir. Devletekarşı toplumsallığı geliştirmenin yolu yine devletdışı örgütlenmeyi geliştirmekle olur. Devletin ya-şamda işlevsizleştirilmesi ancak toplumun kendi-sini yönetir ve kendine yeter hale gelmesiylemümkündür.

Ortak İlkeler • Komün ve meclisler demokratik ulusun bedeniolduğundan demokratik ve komünal değerlerebağlı olan herkese açıktır. Özsel bakımdan (kaste-dilen toplumsallığı ve düzeyi farklılaşsa da demo-kratik komünal değerleri esas almadır) aynı, fakatbiçimi farklı ideolojilerden tutalım, kültürel, etnikfarklılıklara açıktır. Kurumlaşmada yerleşim yeri-nin bu özellikleri gözetilir. Etnik veya dinsel biroluşum olmayıp, demokratik ulusun çapı oranında

herkesindir. • İdeolojik hegemonyaya dayanmadığından her-kese açıktır. Toplumsal doğaya bağlı olmak kay-dıyla herkes kendini burada ifade edebilir,etmelidir.• Meclis üyeleri yasama faaliyeti dışında demokra-tik toplum örgütlenme çalışmalarında yer alır.• Meclis eyalet-bölge, eyalet-bölge özgür toplummeclisleri, özgür toplum meclisleri köy ve sokakkomünleri hakkında karar aldıklarında söz konusuyerel meclisin görüş ve önerilerini dikkate alarakkarar alır.• ‘Alt’ meclislerin aldığı kararlar ‘üst’ meclislerin ka-rarlarıyla çelişmemelidir. Buradaki ‘üst-alt’ du-rumu hiyerarşik bir kategori olmayıp, temsil edilençerçeveyi ve sınırı belirtmek için kullanılmıştır. Birköyün dolayısıyla köy komününün sorumlulukalanı ve çözmesi gereken sorunlarla ile bir şehirveya eyalet meclisinin sorumluluk alanı ve çözmesigereken sorunları farklıdır. Bu kapsamda daha ka-labalık yerleşim yerlerinin meclisleri için ‘üst’, dahaküçük yerleşim yerlerindeki meclisler için de ‘alt’tabiri kullanılmıştır. Amaç karşısında mücadeleyürüttüğümüz merkezi uygarlık sisteminin birhastalığı ve doğurucusu olan hiyerarşiye kendi sis-temimiz içinde yer vermek değildir.• Bütün meclisler ve komünler öz yeterlilik ve kar-şılıklı bağımlılık temelinde çalışır. Halk meclisi,eyalet-bölge meclisleriyle, eyalet-bölge meclisleriözgür toplum meclisleriyle, özgür toplum meclis-leri köy ve sokak komünleriyle düzenli bir ilişkiiçinde olurlar. Tüm üst meclisler bir alt meclisinaynı işle uğraşan kurumuyla ilişki içinde olur, bir-birini tamamlamayı, örgütlenmeyi sağlar. Bu temelde oluşturulacak komün ve meclisler de-

mokratik uluslaşmanın bedenleşmesini sağlayarakxwebûn olmanın temel örgüsünü oluşturacaktır. *Xwebûn: Kendi olmak

İçindekiler İçin Tıklayınız

63

“…Etkin politik bir organın, toplumsal kaygılar ta-şıyan bir yurttaşlığın ortadan kaybolması, bizzat ken-tin ölümüdür.”(Murray Boockhin)

Toplumsallık kır-köy yerleşimlerinde doğdu, uygar-lıksa kentte… Kentler başlangıçtan bugüne bazen kentdevletinin özerkliğine sahip oldular, bazen gücün ve gör-kemin anıtı olarak yükseldiler bazen de kendileriyle bir-likte koca imparatorlukların hazin sonunu sembolizeettiler. Günümüzde ise gökdelenlerde göğü yarıyorlar;diplerindeyse çürümenin kokusu yayılıyor dört bir ta-rafa. Kent sakini olarak var olan yurttaş ise kentte bul-duğu özünü yine orada kaybederek, bugün kentdiplerinde hala kendini aramakta… Neden özgür kentyönetimleri ve özgür yurttaşlık sorusu, tam da bu çü-rüme ve kaybolma düğümünün içinde saklıdır. Bu yüz-den konu, kentlerin doğuşu, dönüşümü ve kenditoplumsallığını yaratıp bozması üzerinden ele alınabilir.

İnsan toplumsallaştıkça kendi özünü bulur, değeriniyaratır ve kendi anlam gücüne kavuşur. Göçebe toplu-luklar dahil her toplumsallık coğrafi mekânla bir bağkurar. Tarım ve köy devrimiyle bu bağ pekişir, kimliğin,yani aidiyetin bir bileşeni olur. Topluluklar, bu mekânüzerinden kutsallık atfettikleri değerlerle kendi aidiyet-lerini oluştururlar. İlk toplumsal birimler kan bağı vesoy üzerinden gerçekleşir. Bu birimler binlerce yıl,

ağırlıklı olarak da kadın eksenli eşitlikçi topluluklar ola-rak varlığını sürdürürler.

Kentlerle birlikte toplumsallık her açıdan dönüşümeuğrar. Kentlerin doğuşuna G.Childe “Kentsel Devrim”der. Toplumsallık, kentlerle birlikte daha büyük bir coğ-rafi mekân edinir. Kan-soy bağlarını zayıflatıp farklı birtoplumsallığı mümkün kılar. Kan bağının benzerliğiyerine farklılaşmış toplumsal birimleri ve ‘bireyleri’koyar. Çoğullaşmanın, farklılaşmanın imkanını sunarkentler. Artan nüfus ve farklılaşan toplum örgüsü ana-litik zekayı koşullar. Kentler böylece soyut düşünce gü-cünün gelişim yuvaları olurlar. Öte yandan insanlar,burada daha güvenli olduklarını hissederler. Maddi an-lamda da, üretimde artış, teknikte gelişim, iş bölü-münde çeşitlilik gelişir. Zanaatın çeşitli dalları ortayaçıkarak, kır-kent arası ticareti geliştirirler. İşte bu yeniyerleşimlerde farklılığın birlikteliğinde bir toplum do-kusu ortaya çıkar ve bir aidiyete dönüşür. Tapınaklarda bu kimliğin hem manevi hem de düşünsel anlamgücü olarak vücut bulurlar.

Ne var ki, toplumsal dokusu böyle olan kentlerinbir de öteki yüzü vardır; resmi uygarlıkla özdeşleşeniktidarcı yüzü… Kent-sınıf-devlet üzerinden yükselirresmi uygarlık. Tıpkı çiçekleri göz alıcı ve zehirli olanzakkum ağacı gibi uygarlık da, ne yazık ki göz kamaş-tırıp cezbederek, zehirlemiştir bağrındakileri. Kentitopyekün olumsuzlamak ne kadar sorunluysa, onunuygarlığın ana rahmi olduğunu göz ardı etmek de odenli sorunludur. Kaldı ki bu ilişki etimolojik olarak datespitli ve tescillidir. Civitas, Latince kent demektir. İn-gilizce bu kök üzerinden ilişkiyi şu kavramlarla ortayakoyar; city (kent), civic (yurttaşlıkla ilgili), civil (sivil),civilization (uygarlık) gibi… Arapçada da medeniyet,kent, kentli yaşam demektir. Kent-uygarlık bağı öylesıkı dokunur ki, zamanla kendi içine kapanır kabuk

y Şahap Elbasan

Özgür Kent Yönetimleri ve Özgür Yurttaş(lık)

Kent-sınıf-devlet üzerinden yükselir resmiuygarlık. Tıpkı çiçekleri göz alıcı ve zehirli

olan zakkum ağacı gibi uygarlık da, neyazık ki göz kamaştırıp cezbederek,

zehirlemiştir bağrındakileri

64

bağlar, çevresinden kopar ve iktidarla bağlantılı tümötekileştirici kavramların imalatçısı olur. Kentler uy-garlık merkezi haline dönüştükçe, kır-köy kabalığın,cahilliğin sıfatlarıyla anılmaya başlanır. Tarihin bu te-kerleğini de, maalesef esasta kentler çevirir. Ama bu,kentleri yadsımaya yol açmaz. Tarihsel olarak belli başlıdönüşümlerini anlamamızı ve bugün nasıl bir kent is-tiyoruz sorularına cevap aramamızı koşullar. Ki o dabizi kent yönetimlerine ve sakinlerine götürür.

Ayin Merkezi (Tapınak) KentM. Boockhin kentleri tarihsel olarak şöyle sınıflan-

dırır: Ayin merkezi (tapınak) kent, yönetim merkezi(Saray kent), yurttaş kardeşliği (polis), lonca kenti (or-taçağ komünü)… Görüldüğü gibi, ulus-devlet döne-mine dair bir kent sınıflaması yapmıyor. Elbettemegapolis gibi tanımlamalar var. Ama bunun toplum-sal bir bağlamı olmadığı için, Bookchin, haklı olarakgünümüz için “kentsiz kentleşme” kavramını kullanı-yor ki kentin ölümüdür.

Urfa-Göbeklitepe’de görüldüğü gibi tapınak kültürüçok eskilere dayanır. Ama ayin merkezi kentlerin ilkmodeli, uygarlığın da beşiği olan Sümer kentleridir.Kentler tapınak etrafında şekillenirler. O zamanki in-sanların doğayı, toplumu algılama ve açıklama biçimikutsallıklar üzerineydi. Tapınak bu kutsallığında top-rağında boy verir. Rahipler bu kutsiyeti toplumdan atıp,tapınağa, kendilerini de tapınağın orta ve üst katına ko-yarlar. Kat kat yapılan zigguratların (tapınak) en alt ka-tında emekçiler, orta katında rahipler, üst katındabaşrahip bulunur. Bu hiyerarşik tapınak kentin mer-kezi, rahiplerde yönetim gücü olur. Mısır’daki piramit-ler de bunun başka uyarlamasıdır. Ziggurattakihiyerarşi, büründüğü kutsiyetle kentteki sınıflaşmayımeşru kılar. Tapınak merkezli inşa edilen kent, böylecedevletin de proto- modeli olur. Rahip-kral, rahip-devletgerçeği buradan doğar.

Olasılıkla ilk kent-devlet olan Uruk(Sümer), aslındaneolitik değerlerle uygarlık çıkışı arasında bir geçişinve düşüşünde adıdır. Uruk, Tanrıça İnanna’nın kentidir.İnsanların birikim değerleri olan ME’lerin (yasalar dadenilebilir) sahibidir. Erilliğin simgesi Tanrı Enki, kur-nazlık ve hileyle bu değerleri İnanna’dan çalar. Bu aynızamanda kentin bağrında ataerkilliğin doğumudur. Budoğum, nice yeni doğumların başlangıcıdır.

Saray KentTapınak-Rahip-Krallık sürece kolonileşme ve kar-

maşıklaşan sorunlarla bağlantılı gücünü yitirmese deöncülüğünü yitirir. Ur hanedanlıklarında görüldüğügibi artık hanedanlık sürece başlar. Güçlenen bir aileetrafında varlık bulan hanedanlık ataerkilliği kurum-laştırır. Askeri ve politik güç olarak saray, tapınakları

aşan bir güç merkezi olur. Tapınağın öncü rolünü Saray,Rahip-Kralın yerini Tanrı-Kral almaya başlar. Kentlertoplumun görünür varlığıyla değil, tapınak ve sarayla-rın ihtişamıyla tanınırlar.

Kent-devletleri ilkin tapınak etrafında şekillense de,tapınak aynı zamanda toplumun maneviyatı ve kimli-ğidir. İlk çağda neredeyse her kentin bir tapınağı, tanrısıve tanrıçası vardır: Uruk-İnanna, Nippur-Enlil, Atina-Athena gibi… Orta çağda da kent-tapınak ilişkisi sürer:Mekke-Kabe gibi… Yine manastırlar etrafında yükse-len-canlanan kentler de öyledir.

Tapınakların ikili karakterleri vardır. Toplumsal yanıkimliktir, devletçi yanı iktidardır. Hanedanlık süreciözellikle Akadlı Sargon’la imparatorluğa dönüşünce ta-pınakların toplumsal karakterleri darbe alır. “Agade’ninlanetlenmesi” bedduasının özü budur. Sargon’un ardıl-ları Nippur’u yağmalayıp, tapınağa zarar verdiklerinde,aynı şeyin Akad’ın başkenti Agade’nin de başına gel-mesi için Agade lanetlenir.

İmparatorluk öncesi kent krallıklarında mutlak yö-netimi anlayışı yoktu. Mesela Uruk’ta Gılgamış gücünsahibiyken bile, savaş ve barış gibi temel konularda et-kili olan danışma meclisleri vardı. Senato niteliğindeolan ihtiyarlar meclisiyle, eli silah tutan yurttaşlardanoluşan bir meclis söz konusuydu. Görülüyor ki bu gibikurumlar aracılığıyla, sınırlı da olsa belli bir kesim yurt-taş olarak yönetime etkide bulunuyordu. Ancak, kent-ler arası savaş, hanedanlık ve nihayet imparatorluğageçiş bu kurumları zayıflatır, işlevsizleştirir. Akad, Babil,Asur, Pers ve sonraları Roma, bu gerçekliğin ifadesi-dirler. İmparatorluklar kentlerle değil, çoğu kez birkentte özdeşleşirler. Babil, Pers (başkent Persopolis),Roma bariz örneklerdir. Bu başkentler, merkez-çevreilişkisinde çevreyi kendine tabi kılarak yükselir, görkemve lüksüyle öne çıkarlar. Saray, bu görkemin sembolüolarak Tanrı-Krallarda temsilini bulur. Saray ne kadargörkemli, güç ne kadar krallık merkezli olursa, toplumda o oranda köleleşir, görünmez olur. Mesela Hammu-rabi’yle özdeşleşen Babil’in başkenti Babil, günümüzünmetropol kenti gibidir. Herkesi kendine çekecek denlibilimin, kültürün yuvasıdır. Öte yandan Babil kenti 72milletten insanın Babil kulesinde buluşup, konuştuğuama, birbirini anlamadığı bir kent adıdır. Yani bir an-lamda bir kimlik yitiminin de şehridir. İhtişam toplu-mun gücüne değil, Tanrı-Krallığın gücüne delalettir.Asur’da farklı değil hatta daha sorunludur. Asur kentietrafında doğar, Ninova’yla Nemrutlaşır, toplumun cel-ladı olur. İmparatorluklar bir anlamda üzerinde yük-seldikleri toplum ve çevrenin hem midesi hem debeyni olurlar. Yani zenginlik başkentlere akar. Yönetimgücü de yine bu merkezlerdedir. Perslerde öyledir. Amaşu farkla ki bir eyalet mirası bırakırlar. Özetle, impara-torluklarla özdeşleşen kentlere rağmen -Saray Kent- ,

kent kimliği zayıflar, toplum ve bireyler yönetim gü-cünden uzaklaşırlar.

Yurttaş Kardeşliği: Polis ve RomaŞüphesiz kentlere dair anlatılacak her konuda Grek-

Atina önemli bir duraktır. Batılıların ele aldığı gibi herşeyin temeli orada değil ama, göz ardı edilemeyecekdenli önemli bir duraktır. Bookchin’in yurttaş kardeş-liği dediği polis, Atina merkezli Grekleri işaret eder.Fakat öncesi var. Mezopotamya’nın birikimleri Ana-dolu üzerinden Ege’nin batı kıyılarına taşınır. Bu kıyı-larda kent yerleşimleri M.Ö. 700’lerde hızla çoğalır.Bilim, felsefe buralarda yoğrulur. Ancak Perslerin im-paratorluk hakimiyeti uygarlığın burada gelişip, serpil-mesini engeller. O nedenle, bu kıyılardaki birikim hızlaGrek adalarına kayar ve asıl hasadını Atina’da verir.Atina bir kent üzerinden bir uygarlık hamlesi olarakgüçlü bir kent-devleti haline gelir. İmparatorluktanuzaktır. Ege’nin İonya uygarlığında gelişen doğa felse-fesi, Grek toprağında toplum felsefesine dönüşür. Dü-şünsel-felsefi tartışmalar, ağırlıklı olarak kentdevletlerinden beslenir ve yine polisi besler. Aristo, Pla-ton gibi filozofların siyaset felsefesi, site devletinin so-runlarına çözüm arayışlarıdır. Platon, çözümüfilozofların yönettiği elit bir modelde görür. Aristo isedemokrasi ile oligarşinin karışımı olan bir cumhuriyetibenimser. Köleliğin meşru olduğu, yurttaşlığın herkesikapsamadığı bir çağdı. Atina da zamanın bu ruhundanbeslendi. Yine de Atina kurumsal düzeyde insanlığa birdemokrasi (demos+krates: halkın yönetimi) kültürümirası bıraktı. Bunu da site-kent üzerinden gerçekleş-tirdi. Grekler kentin bağımsızlığı konusunda hassastı-lar. Ayrıca kent onlar için toplumsal ve politik yaşamalanıydı. Aristo da polisi “…yaşam amaçlarına uygunsayıda insan mekân olabileceği ve bir bakışta tamamı-nın görüleceği” bir yer olarak tanımlar. Greklerdeki site,tapınak ve sarayla değil, Agora’daki (meydan) toplum-sal canlılıkla varlık kazanır. Agora, toplumsallığın, yurt-taşlığın ve politik tartışmaların merkezi olur. Atina’dayönetim organları, yurttaş sayılanların tümüne açıktı.Ne var ki, kadınlar, köleler, yabancılar yurttaş değildi.Bu da o demokrasinin çıkması ve çelişkisi olarak kaldı.Yurttaş olanlarsa seçimlerle iş başına gelir, yöneticiolurdu. Yönetim birimlerinin uzmanlığına izin veril-mezdi. Sorunlar Agora’da pazarda tartışılır Ecclesia de-nilen meclislerde karara bağlanırdı. İkili meclis vardı.Soyluların yer aldığı ihtiyarlar meclisi ile yurttaşlarınyer aldığı halk meclisi… Sparta’da ilki etkindi; Atina’daise Solon reformlarıyla birlikte ikincisi etkin oldu. Atinademokrasisi Perikles’le kendi zirvesine ulaşır. Böylecesınırlı sayıda yurttaşın doğrudan demokrasiyi uygula-dıkları bir kent olur. Kent yurttaş bağı sıkı dokunur.Büyük bir kentte doğmuş olmakla övünen bir adama

Aristo: “Önemli olan büyük kentte doğmuş olmakdeğil, büyük kente yaraşır olmaktır” diyerek bu bağı or-taya koyar. Ancak zamanın ruhu imparatorluklardanyanaydı. Atina’nın demokrasi ve felsefi çıkışına Spar-ta’nın askeri gücüne rağmen kent-devleti geleneği im-paratorluklar karşısında uzun süre dayanamaz. 300Spartalı hikayesi özünde kent-devletinde kalma ısrarı-dır. Perslerin yıkamadığı bu gelenek İskender’le gücünüyitirir. Greklerden beslenen İskender, bu kültürü im-paratorluğa dönüştürür. Sayısız kentinde kurucu gücüolur. Ancak kent yönetimleri ve yurttaşlık konusundadiğer imparatorlukların akıbetini yaşar.

Greklerin düşünsel gücüyle İskender’in imparator-luk hamlesini birleştiren varis Roma imparatorluğudur.Bu imparatorluk Atina’nın demokrasi binasına cum-huriyet çatısını yerleştirir. Roma tarihi bir anlamdadışta merkezle çevre, içte soylularla imparatorlar ara-sındaki çekişme ve çatışmaların tarihidir. Yönetimi be-lirleyen kurumsal yapıyı yaratan bu gerçekliktir.Cumhuriyet imparatorlara karşı soyluların sığınağıdır.Hukuk ve siyasetin gelişkenliği bununla ilintilidir. Yurt-taşlık hatta dünya vatandaşlığı kavramı, bu döneminhem felsefi hem de kurumsal özelliğidir. Cumhuriyetzamanla gücünü kaybeder, imparatorluğa dönüşür. Yö-netim gücü Patrisyenler (kalıtsal olan seçkinler) veplebyenlerdi (küçük köy temsilcileri). Ancak Pleblerinciddi bir etkisi yoktu. Asıl yönetim organları olan se-nato konsürlük Patrisyenlerin elindeydi. Kölelik ise, ençıplak vahşi haliyle Roma’da yaşandı, kurumsallaştı.Günümüz Avrupa’sı -kusurlu ve elit niteliğine rağmen-, övündüğü birçok kurumu, işte bu Roma’dan aldı:cumhuriyet, hukuk, vatandaşlık gibi…

Lonca Kenti-Ortaçağ Komünü KentlerTarihin uygarlığa yön veren seyrine bağlı kalırsak

ulus-devlete giden kent duraklarını yine Avrupa üze-rinden almak bir gereklilik oluyor. Ortaçağ Avru-pa’sında Roma’dan sonra kentler gücünü kaybetti. Uzunsüre sonra ticaret ve zanaatla alakalı şato, kilise, manas-tırlar etrafında şehirler yeniden kuruldu, canlandı. Tüc-car ve zanaatçıların yerel otoritelerden (senyör, lord,kont, baron gibi…) belli oranda kurtulduğu bir süreçti(1000’li yıllar). Şehrin sakinleri olarak özgür yurttaştı-lar. “Şehrin havası sizi özgür kılar.” Alman atasözü busürece atıf gibidir. Krallarda senyörlere karşı kenttenyana tavır aldılar. Şehirler yine de yerel güçlere, manas-tır ve kiliselere bağımlıydılar. Ancak, yerel güçlerin lükstüketime duydukları ihtiyaç ve kiliselerin şatafat içindetoplumla zayıflayan bağları rüzgarı kentlerden yana es-tirdi. Kırsaldan kente akış hızlandı. Tüccar-zanaat ön-cülüğünde kentler büyüyüp, güçlenince Lonca-kentdenilen yapı vücut bulur. Ekonomik temelli olmaları,Lonca içinde hem sınırlara hem de haklara sahip ol-65

66

maları bu kentlerin komün kentleri diye adlandırılma-larına da yol açar. Gittikçe laikleşip, özerk kentlere dö-nüşürler. Kent bilinci yeniden canlanır, kurumlaşmayadönüşür. Yerel meclislerini, kurumlarını, öz savunmagücünü ve kendi vergi sistemini oluştururlar. Floransa,Venedik, Cenova gibi İtalyan kentleri ve hatta Amster-dam bu sürecin başat kentleridirler. Rönesans bu İtal-yan kentlerinde doğar ve bu süreci besler. Dinlerinkulluk, imparatorlukların soyut kimlik arayışlarınakarşı kent toplumu, bilinci, komünü yeniden canlanır.Yerel ve dinsel otoriterlerden kurtulur, özerklik olana-ğını yaratır. Bir anlamda Atina dönemi gibi bir kentlilikruhu doğar. Günümüz Avrupa’sının yerel özerklik ya-pılara gitmesi çeşitli koşulların sonucu olduğu gibi, or-taçağ kent özerkliği gibi bir kaynağa da dayanıyor.

Ulus-Devlet Fabrika-Kent/1848 Devrimleri ve Paris KomünüHer ne kadar Lonca kentler Atina’yı çağrıştırsa da

ciddi ayrımlar söz konusudur. Mesela Atina’da Agorave onun etkin yurttaşı kente ruhunu verirken, İtalyankent-devletlerinde Pazar ve ticaret kentlerin yaşamkaynağıdır. Başaktör ticaret ve tüccarlardır. Yönetim detüccar aileleri elindedir: Floransa’da mediciler ailesigibi… Evet, ticaret kentleri özerkleştirdi ama, kendi içmekanizmasını da yarattı. Ticaretin tekele, orta sınıfınburjuvaziye dönüşümü bu zeminden beslenir ama bu-rada değil.

İtalyan kentleri özerklik üzerine kuruldular. Birikensermayenin tekele dönüşmesi için ulusal pazara ihtiyaçvardı. Bu kentler buna kapalıydılar. Kendi aralarındarekabet halindeydiler. Ayrıca Habsburg hanedanlığınınetkin olduğu imparatorluklarca (Fransa, ispanya gibi)kuşatılmışlık içindeydiler. Ancak, bu birikimden bes-lenen Amsterdam, imparatorlukların etkisinden göreceuzaktı. Ayrıca, Kalvinist Protestancılığın etkisindeydi.Birde deniz kenti olarak, öncesinde bulunan keşif yol-larından yararlanma koşuluna sahipti. Zaten 16.yy’agelindiğinde Avrupa’da iki dinamik vardı: ilki, binlerceyıl süren imparatorluk geleneğiydi, ötekisi ise, Röne-sans’la başak veren ama kırılgan olan kent-devletçik-leriydi, işte Amsterdam, biri geçmişe, diğeri geleceğebakan bu iki gücün bıraktığı boşluktan doğar, gelişir,güçlenir. İmparatorlukların hegemonik karakterini,kent-devletçiklerinin ise sermaye birikimini alır vekendi Leviathan’ını yaratır. Hollanda’nın ulus-devletolarak doğuşu böyle gerçekleşir. Ada ülkesi olmanınavantajına sahip Londra-İngiltere’de benzeri bir yolizler. Fark şudur: Amsterdam ticaret, para, finans üzerisermaye birikimiyle, Londra ise sermayeyi sanayileşti-rerek ulus-devleti yaratıp Leviathana dönüştürür. Ulus-devleti yaratan Amsterdam ve Londra, kent

kimliklerini kaybetmenin bedelini başşehir olarak alır-lar. Hollanda ve İngiltere ulus-devletin öncüleri olsalarda, onun yıkıcılığını dizginsiz bırakmadılar kendi top-raklarında. Batı demokrasisi ve hukukuyla sınırladılar.Ama ulus-devleti ihraç ettikleri tüm ülkelerde onu diz-ginsiz bıraktılar.

Ulus-devlete kadar ticaret dizginsiz bırakılmadı. Pa-zarlar ise, o güne değin malların buluştuğu, değiştiği,hatta toplumsal kültürlerin karşılaştığı ekonomik vetoplumsal yaşam alanıydılar. Ancak ulus- devletle bir-likte ticaret-pazar-kâr üçlüsü ve mekanizması her şeyinçarkı haline geldi. Sermaye birikti, kent sınırlarını aştı.Tekelleşerek ulus-devlete dayalı iktidarını yarattı. Mer-keziyetçilik, tekelciliğin siyasal iktidardaki karşılığı ola-rak gelişti. Kentlerin özerk ve toplumsal dokusu budönüşüm içinde kaybolmaya başladı.

Sanayileşmeyle kentin dokusu her yönüyle değişir,bozulmaya uğrar. Fabrika, eski tapınakların yerini alanyeni bir tapınç kültü olur. Ama her türlü anlam ve ai-diyetten yoksun olarak… Yoksul kitleler için fabrikaekonomik yaşam kaynağı haline gelir. Fabrikayla, top-lum, işçi ve işsiz olarak ayrışıp ekonomiye indirgenir.Tek aidiyet olarak sınıf bilinci gelişir. Marksizm, bu ze-minin sonucudur. Sanayileşmenin tapıncı olan fabrikasadece kenti değil, çevresini de yıkıma uğratır. Kır-köyinsanının önemli bir kesimini kente çeker. Kentler,köyle bağının koparan ama kent kimliğiyle ilgisi olma-yan yığınlarla dolar. Tarım sekteye uğrar, bugüne kadarbelli düzeyde korunan köy-kent ilişkisi darbe alır. Yanısıra, endüstriyalizm biçiminde tamamen kâr hırsınaodaklanan bu süreç, ekolojinin temellerini de dinamit-ler. Murray Bookchin in “kentsiz kentleşme” dediğişeyin temelleri böylece atılır. Bu, özerkliği ve yurttaşlarıolan kentlerden, aidiyeti kaybolan ve yığınlara dönüşenkent enkazıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanbunu, “kentlerin kanser tarzı büyümesini mümkünkılan endüstriyalizmdir. Kentler gezegenimizi yutancanavarlara dönüşmüşlerdir” diye belirtir. Özetle ulus-devlet ekonomide tekelcilik, siyasette merkeziyetçilik,sosyal dokuda ise yığınlaştıran bir homojenlik üzerineinşa edildi. Toplumsal mühendislik imalathaneleriyle(fabrika, okul, kışla, vs.) toplumun tüm dokularına mü-dahale edildi. Ulus-devlet tüm gıdasını tekelle ‘tek’inbirleşiminden alır, varlığı bunlara borçludur. O yüzdenfarklılığı, özerk olanı, kimliği, kişiliği, ortadan kaldır-mayı varlık koşulu sayar.

Her ne kadar ulus-devlet ve endüstriyalizm şahakalkıp dizginsiz yol almak istediyse de, hızını sekteyeuğratan mücadelelerle karşı karşıya kaldı.1848 devrim-leri bunun ifadesidir. Orta kesimin öncülüğünde baş-layan mücadele, hızla ezilen emekçi kesimin bütününeyayılır, devrimci, halkçı bir karakter kazanır. Ama gerekulus-devletin her şeyi, herkesi ezme pahasına iktidara

67

sarılması gerekse de orta sınıfın tutarsız ve iktidarcı tu-tumu, bu mücadeleleri başarısızlığa uğrattı. Yine deemekçiler açısından bir mücadele ve hak talep etmekültürü yarattı. Ki, Paris komünü bu kültürden doğar.2-3 aylık gibi kısa süreli bir ömre sahip olsa da sonrakiemekçi Marksist hareketlerin referansı olacak bir mirasbıraktı. Daha da önemlisi, kentlerin komüne dayalıözerk yönetimi için bir model sunarak ulus¬-devletintek model olamayacağını gösterdi. Kentin kendini yö-netme girişimidir. Genel oy hakkı gibi o günün koşul-larında radikal olan birçok hakkın mücadelesini verdi.Ne var ki, o da zamanın ruhundan müzdaripti. Müca-dele’de etkin rol oynayan kadınlara yönetimde yer ve-rilmedi. Egemenlerin tüm bu mücadelelere karşıçözümü, hızla militarizme ve milliyetçiliğe sarılmaoldu. Dünya savaşları bu sürecin sonucudur.

Öte yandan kaynağını aydınlanmadan alan bir başkaseçenekte sürekli diri tutulur. J.J. Rousseau’nın “toplumsözleşmesi’’yle bireyler eşit ve özgür olarak tanımlanır.Yurttaşlık bilincinin düşünsel dayanağı oluşturulur.Fransız devrimiyle “yurttaşlık bildirgesi’’ yayımlanır.Tüm bunlar devlet odaklı batı demokrasisine hukukibir zemin sunar. Anayasal vatandaşlık buradan doğarve liberalizmin esneyen karakteri olarak ulus-devlet vemilliyetçilikle iç içe gelişir. Tabii liberalizmi hukuk dev-leti ve anayasal vatandaşlık noktasına getiren önemli biretkende, yukarı da belirtilen mücadele geleneğidir. Ki,bu mücadele geleneği, 20. yy.’ın ikinci yarısında batı de-mokrasisini bir başka boyuta taşır.

Kentlerin ÖlümüTarih boyunca yerel, kentsel, bölgesel kimlik ve yöne-

timler her zaman varola geldi. Çünkü kültür ve kimlikgenelde yerelde asıl özüne kavuşur. Ulus-devlete kadaretkinliğini koruyan imparatorluklar, genelde yerel-böl-gesel kimliklere pek karışmadılar, kendilerine bağlı ol-malarını yeterli gördüler. Yereli, kenti öldüren ulus-devlethomojenliğidir oysa toplumun doğasında farklılık ve ço-ğulluluk vardır. Bu yüzden ulus-devletin tekçiliğiyle top-lumsal doğanın çoğulluğu hep çatışma halinde oldu. Buçatışma ikinci dünya savaşından sonra krize dönüştü. Li-beralizm, anayasal vatandaşlık konusunda esneyen ka-rakterini burada da göstermek durumunda kaldı. Yerel,bölgesel özerk yönetim modelleri böyle bir ihtiyaç ve zo-runluluktan doğdu. Çünkü anayasal vatandaşlık hala batıdemokrasisinin temeli olsa da toplumsal değişimleri vemücadeleleri karşılamaktan uzaktır. Anayasal vatandaşlıktoplumsal aidiyetler yerine bireye odaklanır. Batının sü-rekli toplumu parçalayıp bireye indirgemesi bu gerçek-likten kaynaklıdır. Ancak, anayasal vatandaşlık tek başınatoplumsal sorunları çözemediğinden, ispanya, İtalya, İn-giltere, Almanya, hatta merkezi yanı önde olan Fransagibi ülkelerde bile yerel, bölgesel özerk yapılar (batı tipi)

mevcut sorunları, A. Öcalan’ın deyimiyle kanserleşenkent sorunlarını çözmeye yetmiyor. Kentler bugün cançekişiyor. Fabrikanın dokuduğu endüstriyalizm, bugünteknoloji ve bilgiyle kol kola girerek, kentleri toplumsal-lıktan yığına, oradan gösteri dünyasına dönüştürdü. İn-sanları kendine çektiği gibi mutsuz da kılıyor. İnsanlarıkalabalıkla buluşturuyor ama, kalabalığın içinde de yal-nızlaştırıyor. Eskiden kentler yeni toplumsal bağların do-kusuyken, bugün tüm toplumsal bağların tek tekkemirilir, kesilir. Artık aidiyetin, kimliğin yitirildiği yer-lerdir. Toplumsallık çözüldükçe yalnızlaşılır, yalnızlığabattıkça da yabancılaşma gelişir. Ve tüm bu sürece neyazık ki birey olma algısıyla bakılır. Oysa birey olmanıntemelinde benliğini gerçekleştirme vardır. Yani kendiözüne sahip çıkmayı gerektirir. Buy da kendini gerçek-leştirmenin olanaklarına ve kararlarına sahip olmaklasağlanır. Eskilerin “ Kendi kurallarını koy” dediği şeybudur. Yani politik insan denilen şeyin ta kendisidir.Bugün hangi insan kendisi ve yaşadığı kenti üzerinde sözsahibidir? Kentler insanla dolmuştur, ama insan kenttekaybolmuştur. Kentin yığını olmakla zaten kentin nes-nesine dönüşmüştür. Kentteki sıfatı alt tabakalar için işçi,işsiz, avare, varoş insanıdır; orta kesim için memur, es-naftır. İktidarın kaymağından yararlananlar için büro-kratlardır. Ama geniş halk kesimi için kent yurttaşlığınıngerçek karşılığı vergi mükellefliğidir. Yani yurttaşın kentüzerinde hakları yoktur ama yükümlülükleri vardır. El-bette tüm ülkeler için aynı şey söz konusu değildir. Amaasayiş adına, yönetim adına kentlerin güvenlik güçlerineve bürokrasiye boğdurulması, hakların varlığı değil, yü-kümlülüklerin sayısız halini gösterir. İşte bu kadar yal-nızlaşan, yabancılaşan ve yükümlülüklere boğdurulanyurttaş için liberalizm elbette kendi gösteri dünyasını su-nuyor. Sanal dünya! Ve tabii bir de çılgınlık düzeyine ge-tirilen tüketim arzusu… Çözülen sosyal bağlar sanalaleme ikame edilir. Böylece teknolojinin yaratıcısı insanonun kurbanı olur. Tv, internet, telefon üzeri sanal alemeçekilen ve gömülen insan böylece yalnızlığını giderdiğinisanır. Oysa daha da yalnızlaşır, içindeki boşlukla birlikteöte yandan ayağının altı başının üstü beton yığınlarınadönüşüp onu nefessiz bırakırken sanal alemin tüm ya-şamı dolduran niteliği bunu da görünmez kılar. Çünkügerçek ve canlı yaşam çoktan sanal alemin içinde kaybol-muştur. O yüzden insanlar toplumun doğanın, tahripolan niteliğine değil, sanal alemin dizilerine, filmlerinededikodularına ve magazine odaklanırlar.

Görüldüğü gibi sanal dünya yalnızlığa karşı kendigörselliğini sunar. Yaşamın canlılığına karşı da kendiniikame eder ki, toplumsal, ekolojik tüm sorunlar görün-mez olsun. Bununla da sınırlı kalmaz, egemenlerin di-zayn ettiği bu alem aidiyetlerin boşluğuna kadar dakendi çözümünü bulur. Moda, marka, kadın üzeris, birtüketim kültürü geliştirir. Bireyi tüketicilere dönüştü-

rerek modaya markaya bağımlı kılar. Spordan sanatakadar her alanda modeller, referanslar yaratır. Kimliğibunlara bağımlılık üzerinden yeniden kurar. Kadın,Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle me-taların kraliçesi olarak tüm alanların reklam ve tüketimmetası olur. Özetle öze dair kimliklerin yerini biçimeve gösteriye dair aidiyetler alır. Futbol fanatikliği,marka bağımlılığı moda, model sunumu, film ve sessanatçılarına tapınç bu gerçekliğin ifadesidir. Aidiyetleröze değil, göze göre şekillenir. İşte kentlerdeki ahlakiçöküntü, toplumsallıktan kopan bu gerçeklikle ilgilidir.Her şeyin metalaştığı bir yerde zaten ahlak söz konusuolamaz. Özetle devlet Leviathan iken bugün artık herkent Leviathan’a dönüşmüş durumdadır.

Ölü Kentten Özerk Özgür Kenteİşte özgür kent yönetimleri ve özgür yurttaşlık, ulus-

devlet modelinin lağım çukuruna dönüşmüş kentle-rini dönüştürme ve yeniden inşa etme arayışı vemodelidir. Bu da öncelikle bir yönetim sorunudur.Çünkü kentlerin köy, kırla bağını koparan doğanın en-kazı yapan toplumsal bağları çözen, bireyleri yığınlaradönüştüren, kâr hırsı için kadın başta olmak üzere in-sanları metalaştıran bizzat ulus-devlet iktidarlarıdır. Bucanlı enkazı canlı bir yaşama dönüştürecek olan dadoğru bir yönetim modelidir. İktidar toplum adına dü-şünüp ona hükmetme gücüdür. Yönetim ise kendiadına düşünüp kendi kararlarını alma iradesidir. İkti-dar toplum inkarıdır, yönetimse toplumsal olanı vareder. Bu da politikayla gerçekleşir. Zaten politikaGrekçe kent yönetimi demektir. O zaman politika ken-tin kendini toplumsal düzeyde gerçekleştirme eylemioluyor ki bu da katılımı gerektirir. O da demokrasidir.Ahlak zaten toplumsal bağın vazgeçilmez unsurudur.Bu da demektir ki özgür kent yönetimleri esasta dörtkavram üzerinde şekillenir. Yönetim, politika, demok-rasi ve ahlak. Tabi tüm bunlar insan eliyle gerçekleşe-ceğinden asıl özne etkin ve özgür yurttaştır.

İktidarlar daima merkezleşme eğilimindedirler.Temsilidirler. Yönetim ve politika ise bizzat aktif katı-lımı gerektirdiğinden yerelle ve doğrudan demokra-siyle ilişkilidir. Ulus-devletler tekçi homojen vemerkeziyetçi olarak tarihteki tüm kent devletlerine veyarı konfederal nitelikteki imparatorluklara rahmetokuturlar. Farklılığa dair ne varsa yok ettiler ya da tah-rip ettiler. Oysa toplumun doğası çoğulluk ve farklılık-tır. Özgürlük de, kendi “özünü” gerçekleştirme eylemiolarak bu çoğulluğa ve farklılığa yaşam imkanı yarat-maktır. Dolayısıyla yeni model ulus-devlete dair nevarsa, onun reddiyle ve alternatifiyle inşa edilebilir. İk-tidara karşı yönetim ve politika, merkeziyetçiliğe karşıyerellik, tekçiliğe karşı çoğunluk, bireyciliğe karşı top-lumsallık, sanallığa karşı canlı yaşam, kent-kır karşıtlığı

yerine ilişki ve bütünlük gibi temel hususlar yeni mo-delin özünü oluşturur. Böyle bir model de, geneldenözele doğru bir perspektife sahip olup, onu yerelde ta-banda inşa etmekle hayat bulur.

Resmi uygarlık kent-sınıf-devlet üzerinden şekillendi.Demokratik uygarlık ise, kentleri iktidar kıskacından, köykarşıtlığından, endüstriyalizmin kimyevi ve toplumsalartıklarından (bireycilik, ahlaki çöküntü, vs.) arındırmaperspektifine sahiptir. Resmi uygarlığın son formu ulus-devlete karşı demokratik uygarlık, kendi alternatifini de-mokratik ulusla gerçekleştirir. Demokratik ulus veyaulusların siyasal yönetim biçimi, yeni çatısı da demokra-tik konfederalizmdir. Ki o da devlet dışı bir yönetim an-layışını gerektirir. Yerellik ve farklılık da ancak böyle biryönetimde yaşam bulabilir. Bu da kendisini yerele özerk-lik olarak uyarlar. Özerklik, konfederalizmin bedenleş-mesi, yani kurumlaşmasıdır. Özerklik, kentlerin özgürolmasının temelidir. Her kent kendi içinde özerk birbirim olarak konfederal çatıyla da demokratik ulusun birbileşeni olur. Aynı şey kentin içinde de geçerlidir. Eğitim-den sağlığa, spora, sanata, kadına, gençliğe kadar tümyaşam alanları özerk yapılara dönüştürülür, hatta mahallemahalle özerk kurumlar oluşturulur. Ama hepsi kentkimliğine bağlanır, kentli olur. Bugün devleşen ekosu,dokusu bozulan kentler, yığılmış nüfustan ibarettir. Mer-kezin valisi, kentin Tanrı’sı gibidir. Yığınlar adına, adetakentin tek söz sahibidir. Tüm etkili kurumlar valilerin de-netimindedir. Hepsi de iktidar olgusunun kurumlarıdır.Bürokrasiden güvenliğe kadar… Belediyelerin vali kar-şısındaki etkisi çok azdır, Kürtler söz konusu olduğundaise devre dışıdır. Bu yüzden kentin ve tüm yaşam alanla-rının özerk yapıların hücre birimi ve yaşam kaynağıdırlar.Boockhin’in Martin Buber’e atfen “hücre-doku” dediğişey, toplumun birimler bazında örgütlenmesidir. Kikomün bunu ifade ediyor. Boockhin’in eko-topluluklarıbu komünlerde yaşam bulur. Kooperatifler de aynı işlevesahiptir. Bu kurumlar ekonomiye indirgenmeyecek dü-zeyde hayatidirler. Kadından ekolojiye, ekonomiye…yani her alana dair toplumsallığın yeniden inşa hücrele-ridirler. O nedenle A. Öcalan, komünsüz tek bir kişi kal-mamalı diyor. Hiçliğe, yalnızlığa, bencilliğe batmışatomize bireyin kendini yeniden bulacağı, öz bilincini,dolayısıyla özgürlüğünü gerçekleştireceği yer bu komün-lerdir. Öz bilincin öz yönetimi de bu komünler üzerindenmahalle türü yerel meclislerden kent meclislerine kadaryaygınlaştırılacak kurumlarla sağlanır. Konseyler, senato,vs. bunun yürütücü gücü olurlar. Doğrudan demokrasidoğrudan katılımı gerektirdiği için, bu kurumlar bu işleviyerine getirir. Tabi tüm bunları da, öz bilince ve iradeyesahip yurttaşlar gerçekleştirebilir. Demokrasi kendi ken-dini yönetme biçimiyse, kent insanının da kendisini vekentini yönetecek düzeyde olması gerekir. Kentler bu bi-lincin de edinildiği ve kurumsallaştığı yerlerdir. Nasıl ki

68

69

iktidarlar “bilgi güçtür” deyip üniversiteleri, zihni bula-nıklığın ve pozitivizmin yuvaları yaptılarsa, bunun alter-natifini oluşturmak da o denli hayatidir. Siyasetakademileri tam da bunun için gereklidir. Başka türlüulus-devletin binlerce zihin kalıbı ve tabusundan kurtul-mak olanaksız görünüyor. Özgür bilinç olmadan özgürkent inşa edilemez.

Biliniyor, batı demokrasisi, özünde temsilidir. Bireyiyurttaş yapar ama, aktif özneler haline getirmez. O ne-denle temsili demokrasi seçime indirgenir. Apolitik in-sanlar yaratılır. Özerkliğin katılıma imkan sunduğudoğrudan demokraside ise politik yurttaşlar yetişir.Özerklikte özgür kentlerin güç kaynağı da, kullanımıda tabanda gerçekleşir. Politik yurttaş bu gücün doğrukullanımının teminatıdır. Komün ve meclislerle sürekliyaşamın içinde olacağından kent sorunlarına karşı so-rumlu ve karar sahibidir. İktidar bürokrasi üretir, ko-münse toplumsallık… Dolayısıyla kentlerdekiyığınsallık, komün üzerin toplumsal aidiyete, sosyalilişkiye ve dayanışmaya dönüşür. Aslında Gezi olayla-rının doğal mücadele ortamı, bunun canlı örneğinisundu. O kısa sürede elbette bir model yaratılamazdıama, neye ihtiyaç duyulduğunun ipuçlarını verdi. Enbaşta, kentin dokusu üzerinde kent sakinlerinin sözhakkı olmadığını gösterdi. Ama politik bir duruş ser-gilendiğinde -politik duruştaki sorunlara rağmen-bunun hızla toplumsal bir ilişki ve dayanışmayı, fark-lılığın birlikteliğini sağladığını da gösterdi. Kentlerinözerkliğinin, yurttaşlarınsa politik olmasının ne kadarönemli olduğunun canlı bir örneği ve tanığıydı. O ne-denle yerellik ve özerklikte ısrar, özgür kent yönetim-lerinin temelidir. Ulus-devlet yakın zamanda hemenyok olup gitmeyeceğine göre, birey olarak kendini bul-manın, politik olmanın ve kentini yönetmenin daya-nağı ve ortamı özerkliktir. Bizlerin Türkiye’de,Rojava’nın Suriye’de özerklik arayışı ve inşası bu ger-çeklikten kaynaklıdır. Kimliğimizle kendimizi yönetmeimkanına ancak özerklikte kavuşabiliriz. Rojava,bugün bunun tüm kurumlarını inşa etme sürecini ya-şıyor. Kentleri odağına alan kantonlarda özerkliğini ilanedip sözleşmesini yarattı. Öz savunmasıyla, farklılıkla-rın bir aradalığıyla, yerel meclisler-konseyler aracılı-ğıyla doğrudan demokrasisiyle, kadına tanıdığıeşbaşkanlık ve temsil gücüyle, özgün kadın kurumlaş-malarıyla, savaşa, kıtlığa rağmen ekonomik yaratımla-rıyla kendi modelimizin aynasıdır, yaşam bulan halidir.

İçinde bulunduğumuz Türkiye koşullarında özgürkent yönetimlerinin geleceği de, özerliğin mücadelesive inşasıyla mümkündür. Ki o da devletin kurumları-nın bittiği anda değil, o kurumların varlığına rağmeninşa edilecek bir süreçtir. İktidarın temsili olan Valilikve kurumlarına karşı, halkı temsil edecek belediyelerinyaygınlığını ve etkinliğini sağlamak çok önemlidir.

Ancak, toplumun asıl örgütlenme hücreleri komünler-dir. Kent yönetimi komün tabanından başlar, meclis,konsey ve belediyelere kadar yaygınlaştırılır. Devletkurumlarını gereksiz kılacak şey, yaşamın her alanınadair örgütlendirilecek komünler ve onun aktif bireyle-ridir. Devlet kurumları kenti pazara, ekonomiyi tekele,çevreyi kar hırsıyla betona ve yıkıma, yönetimi hiye-rarşiye ve valiye, toplumsal dokuyu ahlaki çöküntüye,kadını metaya, insanları apolitikliğe, kenti kır-köy kar-şıtlığına dönüştürmeye devam edecektir. Kısaca, bir Kı-zılderili Şefi’nin dediği gibi: “Beyaz adam annesi olantoprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işle-necek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun buihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyipbitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anla-mayız. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Bir çiçeğintaç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir ke-lebeğin kanat çırpışları duyulmaz.” Kızılderililerin‘Beyaz adamı’ bizim için iktidardır. Ki o da kentleri be-tona ve yığına dönüştürmüştür.

A. Öcalan, “Toplumun oluşum tarzı veya doğası de-mokratik komünal, kadın eksenli ve ekolojiktir.” diyor.Özgür kent yönetimleri bu perspektiften kentleri inşaederler. Kentleri pazar olmaktan çıkarıp, toplumsalyaşam alanına dönüştürürler. Tekeli sınırlar, hatta en-gelleyerek kendi kendine yeten bir ekonomiyi, üretimihedeflerler. Betonlaşmaya karşı ekolojiyi, bireyciliğe veapolitikliğe karşı komün ve meclisleri, sınıflaşmayakarşı hukuki eşitliği ve mesleki iş bölümlerini, yozlaş-maya ve bürokrasiye karşı ahlakı ve örgütlülüğü, mer-kezileşmeye karşı yerinden yönetimi, erilliğe ve her türmetalaşmaya karşı kadının özgürlüğünü ve öncülü-ğünü esas alırlar. Kadın eski kentlerde düşürüldü, kö-leleştirildi, ulus-devlette ise metalaştırıldı. O zamanözgür kent yönetimleri, en büyük farkını kadın özgür-lüğü ve öncülüğüyle gösterebilir.

A. Öcalan’ın deyimiyle: “Kente evet, sınıf-devlet-ser-maye tekelleşmesine hayır!” diyen bir kent modelineihtiyaç vardır. Özgür kent yönetimleri tam da bununiçin vardır: Kentsiz kentleşmenin ölü toprağını atıp,toplumun canlı dokusunu ortaya çıkarmak ve kendiniyönetmek için…

1- Savunmalar, Abdullah Öcalan2-Ekolojik Bir Topluma Doğru, Murray Boockhin

3-Halkların Tarihi, Chris Harman

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

İnsanların yeni sosyal sistemlerin öznesi olmaların-daki esas neden, kurulan bu sistemin insanların hayat-larındaki olumlu etkisidir. Örneğin, ekonomiyitartışırken aslından insanların birbirleriyle kurduklarıbir tür ilişkiden bahsediyoruz. Bu ilişkide insanlarınkendi hayatlarının üzerinde ne kadar söz sahibi oldu-ğundan, insanların üstlendiği temel görevlerden ve in-sanların ürettiği sosyal-ürünlerin ne kadar faydalıolduğundan bahsediyoruz.

Yani, temelde ekonomik ilişkilerden bahsettiği-mizde, günlük ilişkilerden, maddi refahtan, sosyal iliş-kilerden bahsediyoruz. Bir ekonominin çok genişölçekli kavramlarını düşündükten sonra biraz dahaayrıntılı somut durumlarla ilgilenmeliyiz. Bu somutayrıntılı durumlardan insanların ne öğreneceğine bak-malıyız.

Katılımcı ekonomiyi kısaca özetleyelimİlk olarak, temel ilkeler ne olmalı? Bu temel ilkele-

rin insanların, bireylerin sosyal ilişkilerindeki karşılığınedir? En son olarak, biz bütün bu ilişkiler ve ilkelerçerçevesinde en fazla ne olabiliriz?

Kısaca Katılımcı EkonomiKatılımcı Ekonomi’nin bir kaç tanımlayıcı kurumu

vardır. Temel olarak, katılımcı ekonomide üretim araç-larının ve işyerlerinin özel mülkiyeti yerine bunlarınkolektif mülkiyeti esas alınır. Mülk sahipleri, şirket yö-neticileri ve menajerler yerine halkın ekonomi üze-rinde kolektif kontrolünden bahsediyoruz. İktidar,mülkiyet ve kâr yerine, herkesin çalışma zamanına,yoğunluğuna ve zahmetine göre kazanması çokönemlidir. Bu da çok yönlü-eşit iş kompleksleriylemümkündür. Bu komplekslerde herkes göreli olarak

bir ölçüye kadar yetkilendirilir ve diğerleri bir ölçüyekadar yetkisizleştirilir. Çok yetkili olan varsa yetkisi za-manla azaltılır, yetkisizlere ise sorumluluk verilir. Yaniburada kapitalist sistemdeki gibi %20’lik bir yöneticikemsin diğer kesim üzerinde kontrol sahibi olmasıgibi bir durum söz konusu değildir. Ve katılımcı eko-nomide katılımcı planlama vardır. Üretimin girdilerinive çıktıları müzakere etmek için üretim ve tüketimmeclisleri arasında yapılan planlamadır bu. Yani bildi-ğimiz serbest piyasa pazarındaki gibi tekelleşme veyareel sosyalist örneklerdeki gibi merkezi aygıtın mutlakekonomi planlaması yoktur. Yukarıda bahsettiğimizgenel çerçeve birkaç başlık altında düzenlenebilir.

İşyerleri üretim yapanların ve üretim yapanlarınürünlerini tüketenlerin ortak kontrolündedir.

1. Karar verme mekanizması işçileri ve tüketicilerikapsar. Fakat bu karar verme kimin daha fazla top-lumsal olarak etkilendiğiyle ilgilidir. Yani kim dahafazla ekonomi sürecinden etkileniyorsa, o daha fazlakarar almada etkilidir. Öz-yönetim her Zaman bireyin“tek” kullanımlık oyuna bağlı olan “çoğunluk demok-rasisi” ne tabii değildir. Bunun yerine karar alma ve de-mokrasi yerine ve zamanına, daha doğrusuşartlara/koşullara göre şekillenir. Karar almada enetkin olanlar genelde bu kararın sonucundan en fazlaetkilenendir.

2. Üretilen toplumsal ürün, çalışacak durumda ol-mayan insanlara da eşit olarak dağıtılır. Yani eşit payla-şım, sağlık sigortası ve kamu hizmetlerindenfaydalanır. Bu yolla, çalışma gücü olan ve aktif olarakçalışan her insan yaptığı çalışmanın yoğunluğuna, sü-resine ve zahmetine göre üretilen sosyal üründen eşitolarak faydalanır. Dolayısıyla katılımcı ekonomide,daha yetenekli olduğumuz için ya da daha farklı özel-liklere sahip olduğumuz için, ya da daha fazla özel

y Michael Albert

Katılımcı Ekonomi HakkındaBireysel Yorumlar

70

71

mülkiyete sahip olduğumuz için daha fazla kazanma-yız, fakat daha fazla, ürettiğimiz ürünler tüketicilerehitap ettiği müddetçe sıkı ve kötü koşullarda çalıştığı-mız için daha fazla kazanırız. Bu tarz hakkaniyetli yak-laşım eşitlikçi olarak addedilir ve özgün bilgelik içerenkatılımın ve kaliteli sonuçların önünü açar.

3. İşyerlerinde insanlar kendi yetenekleriyleuyumlu olan işlerde bir dizi görev alırlar böylece hemekonomiye daha fazla katılım sağlamak hem de kendi-leri üzerinde daha fazla söz sahibi olmaları mümkünolur. Burada her bireyin eşit ölçüde sorumluluk almasıiçin, dengeli bir ekonomiye sahip olmamız için yetkisiolmayan insanlar çalışma yaşamında daha fazla güç-lendirilir ve güçlü insanların güçleri azaltılır. Buna den-geli iş kompleksi demek mümkündür. Yani buradaçalışanlar arasında denge gözetilerek, üretimin dahasağlam temeller üzerinde ilerlemesi sağlanır. Buradabütün çalışanların yetenekleri ölçüsünde iş yaşamınamaksimum katılımı gözetilir, yani tepede duran birkaçyetenekli insanın diğer çalışanları yeteneksizleştirerekezmesi söz konusu olamaz. Kapitalist iş bölümününkuralları burada geçerli değildir.

4. Böyle iş komplekslerinin var olmasının sebebiesasında kapitalist sınıf ilişkilerinin üzerinde hükümsürdüğü iş bölümünü değiştirip, dönüştürmektir. Katı-lımcı ekonomi mülk sahiplerini de koordinatör sınıfıda benzer şekilde tahayyül eder. Bunlardan birincisiklasik kapitaliste denk gelir, diğer ise bizim 20.yy’dagördüğümüz koordinatörlerin işçi sınıfının üzerine ol-duğu klasik reel sosyalizmdir. Katılımcı ekonomi ger-çekten uygulandığında bu iki türlü sınıf farkı kaybolur.

5. Bütün ekonomilerde farklı iş yerleri/sektörlerifarklı ürünler üretir. Bazı insanlar da, tüketici olarakfarklı farklı ürünler ve hizmetler alır, diğer grup tüketi-ciler de daha farklı ürünler talep edebilir. Bölüştürmebir ekonominin bir şeyin ne kadar üretileceği ve ne ka-darının nerede tüketileceğini araştırır. Benzer bölüş-türme yöntemleri aşina olduğumuz gibi kapitalistmarket ve merkezi planlamalı ekonomiler tarafındanda öne sürüldü. Fakat bunlar son derece hatalıydı. Ka-tılımcı ekonomi ise üreticilerin ve tüketicilerin kendimeclislerde müzakere ederek daha katılımcı bir şekildeekonomiye ve bölüşüme yön vermelerini ister. Ayrıca,

hizmete hakkaniyet, eşitlikçi iş kompleksleri ve yete-nekler doğrultusunda öz yönetim güçleri ile garanti al-tına alınır. Katılımcı ekonominin özü tüketim veüretim meclislerinde birlikte karar almadan geçer, in-sanlar kendi aktivitelerini kendileri belirlerler. Öz-eleş-tiri yaparlar ve bütüncül bir planlama yapıldıktansonra iş pratiğe gelir.

Temel Toplumsal YansımalarYukarıda saydığımız katılımcı ekonominin temel

kural ve ilkelerinin çok ciddi toplumsal etkisi vardır.Daha farklı platformlarda bu toplumsal etki sık sık tar-tışıldı ama biz gene de basit olarak üstünden geçelim.

1. Katılımcı Ekonomide eşitlik vardır çünkü herkestoplumsal üründen bir pay alır. Bir kişi ancak ve ancakdaha fazla emek harcarsa, daha yoğun çalışırsa dahafazla kazanma şansına sahip olur. Bu toplum için çalış-manın bir tür mükâfatlandırılmasıdır.

2. Katılımcı Ekonomide öz-yönetim vardır. –çünkü üretim ve tüketimden etkilenen bütün insanlarortak karar alırlar. Burada yukarıdan aşağıya doğrugiden bir politika yoktur, dışlama yoktur. Yani herkesüretim sürecinden etkilendiği ölçüde karar almada yeralır.

3.Katılımcı ekonomide dayanışma vardır. Çünküinsanlar başkalarının zararından kar etmezler, aynı şe-kilde başkalarının kazancından zarar etmezler. Böyleceişçiler ve tüketiciler kolektif olarak bir bütün oluştur-maya çalışırlar. Bir kesim diğer kemsin zararına iş ya-pamaz. Benim refahım senin refahınla birbirlerinesıkıca bağlanmışlardır. Sen refah içerisinde değilsen,ben de değilim.

Herkes üretim sürecinde kendi istediği tarzda yete-neklerini kullanır. Bazılarının yetenekleri kullanıp yük-sek maaş aldığı, diğerlerinin ise sevmediği işlerdeçalışıp düşük maaş aldığı sistem artık kabul edilemez-dir.

Ekolojiye mutlak saygı gösterilmek zorundayız.Çünkü işçilerin ve tüketicilerin en temel ilişkisi doğaile olan ilişkidir. Doğaya karşı yapılan her sorumsuzlu-ğun bedelini yine katılımcı ekonominin özneleri öder-ler.

İnsanların temel ihtiyaçlarının ötesinde birikimyapma ve bu birikim için doğaya hükmetmeye çalış-mak son derece sıkıntılıdır.

Bazı Kişisel YorumlarŞu an dünyada katılımcı ekonomiye sahip olan hiç-

bir yer yoktur. Aslında bazı lokal yerlerden, fabrikalar-dan, çalışma yerlerinden bahsetmek mümkün. Genelolarak bunların katılımcı ekonomi ilkelerine uydukla-rını söyleyebiliriz. Fakat başka bir taraftan, bölgesel ve

Katılımcı ekonominin özü tüketim ve üretimmeclislerinde birlikte karar almadan geçer,insanlar kendi aktivitelerini kendileri belir-lerler. Öz-eleştiri yaparlar ve bütüncül birplanlama yapıldıktan sonra iş pratiğe gelir

büyük ölçekte uygulanan bir katılımcı ekonomi henüzmevcut değildir. Bunun sonucu olarak, şu anda maale-sef pratik bir çabadan feyz almak mümkün değil. Maa-lesef katılımcı ekonomiyi örnekleyebileceğimiz birzemin ortada yoktur. Fakat buna rağmen KatılımcıEkonomiyi anlamlandırmak çok zor değil. Aşağıda, enazından gelecek için kuramın nasıl gerçekleşeceğinedair öngörülerde bulunabiliriz.

Örneğin, biz diyoruz ki Katılımcı Ekonomide her-kesin sorumluluk aldığı bir ekonomik yaşam olacaktır.Bu durum, insanların kendileriyle ve diğerleriyle olanilişkilerini kökünden değiştirecektir. Bunu görmek zordeğildir. Mesela, okullarda kişisel zenginlik için çalışa-mazsınız. Daha ortaklaşa olana yönelik bir eğitim var-dır. Ya da okullarda yoksullaşmak için de eğitimverilmez. Ayrıca böyle bir sistemde, geçmişe oranla,kendi yeteneklerimizi daha fazla keşfedeceğiniz vebunları daha iyi kullanacağız. Diyelim ki, benim birbilgisayara ya da bir bisiklete ihtiyacım var. Bunlaraulaşmak için ne kadar çalışacağıma ben kendim kararveririm. Ve bu ölçüde karar mekanizmalarına katılı-rım. Fakat şu anda böyle bir durum yoktur. Şu andaçoğu insan işsiz kalmamak için çalışmaktadır.

Benzer olarak, katılımcı ekonomide öz-yönetim ol-duğundan, katılımcı ekonomiye katılan insanların hiçkonuşmadığı, ya da çok az konuştuğu bir toplum ta-hayyül etmiyoruz. Tam tersine, her insan belirtmek is-tediği her şeyi, katkı yapmak istediği her şeyi söylemehakkına sahiptir ve söylemelidir. Şu anda karşılaştığı-mız asosyal ekonomik süreçleri, katılımcı ekonomidegörmemiz mümkün değildir. Çünkü katılımcı ekono-mide asosyal olmak saçmadır. Farklı görüşlerin çarpış-ması, esasında katılımcı ekonomiyi güçlendirdiği gibi,kendimize ve kendi gücümüze olan güvenimizi de gerigetirecektir. Bu yolla, otoriter refleksler -her ne kadaryok edilmesi zor olsa da- katılımcı ekonomide kendi-sine yer bulamaz. Tam tersine insanlar birbirlerinin gü-cüne güç katarak toplumsallaşırlar ve otoriter tehlikeortadan kalkar.

Dayanışma ise karışık bir kavramdır. Fakat daya-nışma kavramındaki en temel mantık başkalarının ha-yatlarıyla ilgili olmaktır. Kendinden başka, diğerlerinede yardım etmektir. Karşılıklı radikal sınıfların olduğutoplumlarda, marketteki alıcılar ve satıcılar asla dayanı-şamazlar. Çünkü bu tarz Pazar mekanizmaları birininçıkarına ve diğerinin zararına işler. Fakat katılımcı eko-nomi gibi bir sistemde süreç tam tersinden işler. Bir sı-nıfı başka bir sınıfın karşısına geçirmek yerine,toplumdaki bütün kesimlerin çıkarı ortaklaşacaktır.Katılımcı ekonomideki iş kompleksleri ne kadar kali-fiye hale gelirse, ben ve benim gibi diğer çalışanlar vetüketiciler daha iyi duruma gelir. Yani, ben faydalanı-

yorsam herkes faydalanır. Hiyerarşik olarak bölünmüş bütün toplumlarda

sosyal roller belirlidir ve bu yolla bazı kesimler aşağıla-nır, bazı kesimler güçlendirilir. Nesilden nesile bu fark-lılık ve adaletsizlik devam eder. Fakat katılımcıekonomide buna karşıt bir çözüm geçerlidir. Çünküorada, eşitlikçi çalışma komplekslerinde yeteneğiminolduğu alanda çalışırım, kimse beni zorlamaz. Buradatek dikkat etmemiz gereken şey hangi konuya yetene-ğimizin olduğudur. Ev yaşamı, okul ve diğer alanlarartık kapitalist ekonomide gördüğümüz gibi değildir.Böylece katılımcı ekonomide insanların çıkarı da kapi-talist ekonomideki gibi olmayacaktır. Ayrıca, kadınla-rın üzerindeki cinsel baskının azaltılması, kadınlarınyeteneklerinin serpilmesinde çok daha faydalı olacak-tır. Cinsel işbölümünün ve kapitalist anlamda işbölü-münün kaldırılması, nüfusun yüzde seksenlik birkısmının yaşamını kökünden değiştirecektir. Aynı za-manda, tekeller vasıtasıyla dünyayı yöneten yüzde20’lik kısım ise yine kendi istekleri ölçüsünde katılımcıekonominin faili olabilirler.

Genel olarak şunu söyleyebiliriz ki, katılımcı ekono-mide kendini ekonomisini kendisi örgütleyen sınıfsızbir toplum arzusu vardır. Bu ekonomide dengeli işkompleksleri ve toplumsal ürünlerin adil bir dağıtımıiçin yapılan hakkaniyetli dağıtım temeldir. Bu demek-tir ki, katılımcı ekonomi şimdi içinde yaşadığımız sis-temden çok farklı olacak. Yani eğitimimiz, kendimizegüvenimiz ve seçtiğimiz hayatlar bambaşka olacak. Zi-hinlerimiz ve değerlerimizin farklılığında aynı havuzaalınterimizi akıtacağız. Katılımcı ekonominin katılım-cıları olacağız.

Tabi bu dönüşümün bütün safhalarını şimdiden bi-lemeyiz. Fakat şurası kesindir ki, insanlar özgürdür,insan katılım gösterir ve katkı yapar. İnsan sempatiduyar, paylaşır, karşılıklı yardımlaşır. Katılımcı Ekono-mi’de insanın gündelik yaşamından, genel iş yaşamınakadar her şey değişir ve herkes bu dönüşümü kendipenceresinden yaşar. Önemli olanda zaten ilk olarakböyle bir değişimin gerçekleşmesidir.

Çeviri: Nuhat Muğurtay

72

İçindekiler İçin Tıklayınız

Kürdistan ve Kürt toplumu yeni bir aşamaya gel-miştir. İnkârı büyük oranda aşmış, imha çemberin-den çıkmaya başlamıştır. Artık direnme ve varlığınıkanıtlama aşaması geride kalmamakla birlikte inşayıgerçekleştirmek daha fazla öne çıkmakta, kendisi içinhalk olma, kurumsal yapılarıyla var olma mücadelesi-nin her geçen gün daha fazla öne çıktığı bir aşama ya-şanmaktadır. Gerek dünya gerek de Ortadoğu’da,“Önce Kürdistanı kurtar, sonra inşayı gerçekleştir” re-toriğinin aşıldığı, direnişle inşanın iç içe geçtiği bir za-manda bulunulmaktadır. Zamanımız ulus-devlet

paradigmasının çürüdüğü, sorunları çözmeden deöte çözümsüzlüğü derinleştiren, engelleyen bir hal al-dığı açıktır. Dolayısıyla özgürlük paradigmasının de-mokratik ulus ekseninde ortaya koyduğu çözümseçeneğinin tüm toplumsal sorunları çözme yetene-ğinde olması, mücadele perspektifindeki direniş veinşanın eş zamanlı geliştirilmesi için uygun bir seçe-nek oluşturuyor. İnşa, birden gerçekleşmeyen, za-mana dayalı yerelden örgütlenerek genele ulaşmayıesas alan yönelime sahip bir olgudur. Bu bağlamiçinde bakıldığında Demokratik Özerkliği inşa süreci-nin geliştirildiği bu koşullarda inşayı zorlaştıran, onunişlevselliğini sınırlayan, kendisi olamama halinin sö-mürgecilikle ilişki ve çelişki bağlamlarının açımlaması

için, sömürgeciliğin Kürt toplumu-bireyi üzerinde ya-rattığı öldürücü hamlelerin anlaşılması, bağımlı top-lum ve birey gerçeğinin ise tanımlanmasıgerekmektedir. Sömürgecilik, esas anlamda salt eko-nomik bir yönelim ve artık-ürün sömürüsüne dayalıbir yaklaşım değildir. Kürdistan’ı diğer klasik sömür-gelerden ayıran temel unsur, Kürdistan’ın dört parçalıstatüsüzlüğü içinde stratejik ulusal yayılma hedefininolması ve Kürt toplumunu tümden kendi gerçekliğineyabancılaştıran, özümseme yoluyla Türkleştirme,Araplaştırma ve Farslaştırma amacının güdülüyor ol-masıdır.

Kürdistan’da Kürt halkı dışında yaşayan ve yerleşikbulunan halk topluluklarıyla birlikte demokratikulusu demokratik Özerklik bağlamında kurumlaş-tırma ve buna paralel kurumsal inşaların geliştirilebil-mesi için, yeni bir zihniyete ve yaklaşıma ihtiyaçbulunmaktadır. Paradigmanın oturduğu eksen, anti-kapitalist, anti-devletçi ve kadın özgürlükçü demokra-tik modernitenin yaşam normlarını esas alan bir inşaolacaktır. Hal böyle olunca bu yaşamı gerçekleştirecekolan insanın (ister kadın ister erkek olsun) genelde beşbin yıllık devlet düzeni, özelde binlerce yıllık bir geç-mişi olan Kürdistan’ın işgal, istila ve sömürgeci uygula-malarının kendisindeki yansımalarını güçlüceçözümlemesi gerekir. Çünkü sömürge uygulamaları,Kürdistan’daki tüm toplumları ciddi anlamda yabancı-laşmaya doğru erozyona uğratmış, başkalaşıma uğrat-mış, sömürgecilik dışsal bir olgudan öte içselkarakterler kazanmış, birey ve toplumdaki davranışkalıpları çeşitli yabancı güçlerin davranış kalıplarıyla içiçe geçen bir hal almıştır. Böyle bir durumda seyredeninsandan gerçekliğini kendi özüne uygun, kendinibilme bağlamları içinde demokratik bir inşa gerçekleş-tirme ve bu kurumlaşmalar temelinde onun iradi gücü

y Haydar Ergül

Kürdistan’da Toplum ve BireyOlarak Sömürgecilikten Kopuş

73

Kürdistan’ı diğer klasik sömürgelerden ayıran temel unsur,Kürdistan’ın dört parçalı statüsüzlüğü içinde stratejik ulusalyayılma hedefinin olması ve Kürt toplumunu tümden kendi

gerçekliğine yabancılaştıran, özümseme yoluyla Türkleştirme,Araplaştırma ve Farslaştırma amacının güdülüyor olmasıdır

olarak özneleşmesini beklemek, gerçekçi olmayacaktır.O kurumlar, olsa olsa yabancı güçlerin kazandırdığıkültürel kodların vücut bulacağı ve yönelim ekseniniağırlıkla yabancının, yani sömürgecinin belirlediğikodlardan alarak gelişeceğinden, paradigmanın haki-kat boyutlarıyla gerçekleşme olasılığını oldukça zayıfla-tacaktır. O kurumlarla -daha çok da Kürdistan’dakitoplumların eliyle yabancılaşmanın pratikleşmesi anla-mında- fazla öteye gidilemeyecektir. Kurumda yer ala-nın insan olarak yerli, ancak yaşam ve pratikleşmesiyabancı olan gerçekliğiyle karşı karşıya kalınacağından,gerçek bir özgürleşme ve kadının özgürlüğünü güven-ceye alan bir sonuç ortaya çok fazla çıkamayacaktır. Budurumun aşılabilmesi için, bağımlı toplum ve bireyinkendi olma hakikatinin tarihsel geçmiş içinde nasılerozyona uğratıldığının ve bağımlılaşmanın tarihsel vetoplumsal özelliklerinin doğrudan açığa çıkarılması,anlaşılır kılınması, ona karşı öfke ve tepkinin tetiklen-mesi, kendi hakikati ve kökleri üzerinde zamanımızauygun yeniden bir inşanın oluşturulması ve nihayetona tarihsel bir doğrultu kazandırılması gerekmekte-dir. Yazımız bu tarihsel gerçekliği ele alan bir analiz ge-liştirmeyi hedeflemektedir.

Tarihsel PerspektifToplumsallaşma tarihin ürünüdür. Hemen her

topluluk çeşitli tarihsel süreçlerden geçerek günümüzeulaşmıştır. Yani toplumsallaşma, ani sıçramalar ya daani inşalar sonucu gerçekleşmemiştir. Her toplumuntarihsel serüveninde zaman zaman sert sıçramalarveya dönüşümler görülse de, onlar göreceli değişimiifade edebilirler. Esasta köklü sonuçlar üretemezler.Gerçi toplumsal hayatın oluşumunda o ani dönüşüm-lerin hiç payının olmadığını söylemek gerçeği tamifade etmez, katkısı vardır ancak o katkı genel uzun ta-rihsel süreç dikkate alındığında etki düzeyinin sınırlı-lığı da anlaşılabilir. Tarih bir birikimler meselesidirözünde. O yüzden tarihin başlangıcıyla yaşadığımızan birbirinden koparılamaz. O organik bileşimleroluşturmaktadır. Tarih günümüzde, günümüz ise ta-rihte gizlidir. Yani an tarihtir, tarih de andır. Dolayı-sıyla günümüzü anlamak, anlamlandırabilmek içintarihe bakmak, tarihi de anlamak için günümüzü işle-mek tarihe yaklaşımın en doğru yöntemi olmaktadır.Perspektifi bu olması gereken tarihi yaklaşım toplum-sallaşma başlangıcı kadar eskidir, toplumlar bugün ya-şadıklarıyla da yenidirler. Yeni ve eski, toplumsalhakikatte birbirinden ayrılamazlar, dolayısıyla her top-lum toplumsallaşma anına uzadığı oranda eskidir, ka-dimdir ve günceli günümüz kadar da yenidir.Birey-toplum ilişkisinde birey ait olduğu toplumuntoplumsal özelliklerine göre karakter kazandığından,

toplumu kadar eskidir. Yani bireyin sosyolojik yaşı,toplumun yaşının başlangıcına kadar uzanmaktadır.Bu bağlam içerisinde her bireyin toplumsal karakteri,kişilik özellikleri milyonlarca yıl eskidir; yani yaşlıdır.Fakat aynı zamanda da toplumu gibi yenidir ve anı ya-şamaktadır. Yani birey hem çok yaşlıdır hem de çokgençtir.

Toplumsallaşmanın başlangıcında, insanlarıngruplar halinde yaşadığı, toprağa dayalı olmaktan zi-yade, doğal ihtiyaçlarını karşılamak için göçebe biryaşam sürdürdükleri göz önünde bulunduruldu-ğunda, doğa koşullarının zorlukları, başka canlılar ta-rafından avlanma riskleri ve barınma gibi zorunluihtiyaçlar, toplulukta dayanışmayı, birlik olunduğundasorunları çözme yeteneklerinin gelişkinliğini kavra-malarına yol açmıştır. Yaşadığı şartlar içinde gerekcoğrafyayı tanıma, gerekse atmosfer özelliklerini vesemadaki gök cisimlerinin hareketlerini zamanla an-lama ve kavraması da bitki ve hayvan evcilleştirilme-sine yol açmıştır. Bitki ve hayvan evcilleştirilmesiyaşamı daha kolaylaştırdığı için, topluluk insanlarınıbasit örgütlenmelere götürmüş, giderek coğrafyayadayalı yaşamın alt yapısını oluşturmaya başlamıştır.Özellikle bitki evcilleştirilmesi ve toprağa dayalı yerle-şim, yerleşik hayata geçişi olgunlaştırmıştır. Toprağayerleşme, onu yurt edinmenin de başlangıcı olmakta-dır. Artık yurtlaşma, kavimleşme ve halklaşma yurdadayalı gelişme gösterecektir. Her ne kadar tarihin baş-langıcı olarak veri alınıyor olsa da, aslında tarihsel-leşme serüveni; ilk düşünme, tasarlayarak eylemegeçme ve bu esaslar temelinde grubun veya insan kü-mesinin dayanışma ve paylaşma bilincinin oluşu-muna kadar insanlaşma tarihine kadar uzatılabilir.Yani tarihselleşmenin tohumları o halde ağır ağır veoldukça kahırlı ve zorlu süreçler içerisinde atılmış olu-yor. O bilgi birikimleri ve tecrübelerin yoğunluğu,peyderpey insan kümesine ve bireylerine -rüşeym ha-linde de olsa- kişilik kazandırmaya başlıyor ve yerleşikhayatın gerçekleşmesinin şartlarını hazırlamış oluyor.Toplum, bu seyir içinde ve ayrıntılardan başlayarakinşa oluyor. Bu inşa öncelikle esaslar ve o esaslar dâhi-linde gerçekleşen bir inşa olmuyor. O tamamen de-neme-yanılma, el yordamıyla gerçekleşmektedir. Buzamanda kadının toplumsal hayatın düzenlenişindebaşat rol oynaması, doğal önderlik yapma yetenekle-rini kazanması, onun doğa karşısındaki büyük güç-süzlüğünün -erkeğe nazaran- hareket kabiliyetinin vekas gücünün yetersizliği gibi etmenlerle sabite yakınbir duruşa sahip olması, kendi ve çocuklarının bes-lenme ve bakım ihtiyaçları onu erkenden doğayı tanı-maya götürmüştür. Erkek hareketli olduğundangözlem yapma ve öğrenme durumu, kadına nazaran74

75

yetersiz kalmasına yol açarken, kadın yerleşikliğe hepyakın durduğundan, gözleme dayalı öğrenme ve pra-tikleşme pozisyonunda kalmıştır. O da erkenden ka-dının hayvan ve bitki evcilleştirmeye yöneliminisağlamış, kendi ve çocuğunun beslenme, barınma so-runlarını çözebilme gücünü açığa çıkarmıştır. Bu za-manda, kadın en zayıf durumdayken zayıflığındangüç üretmiş, kendi ekseni etrafında toplumsal hayatıbaşlatmış ve esas güce ve yaratıcılığa dönüşmüştür.Kadın hemen her tür icadın doğurtanıdır. Kadın do-ğurganlığı sadece çocuk doğurmayla sınırlı değil, hertür duygusal ve teknik bilginin yaratımında doğurtan-dır ve başlatıcıdır. O yönüyle kadın, bütün zamanlarınen büyük devrimsel nitelikleri çok olan hem toplum-sal hem de doğal teknolojinin yaratımcısı, icatçısıdır.Bu özellik, kadının toplumsal hayatı yaratmasında enküçük ayrıntılardan başlayarak ve kahırlı bir çabanınsonucu olarak toplumu şekillendirmiştir. Tabandan,ayrıntılardan genele giden yolu döşemiştir. Onundoğal önderliği böyle gelişmiş, böylece toplumun kökoluşumunu gerçekleştirmiştir. O yüzdendir ki, kadınayrıntıcıdır, küçük ayrıntılardan başlar ve geliştirir (er-kekse genellemecidir, yani toptancıdır). Günümüzdekadın, ayrıntılar üzerinde fazlaca yoğunlaşmakta, ay-rıntıları birleştirerek bütünü geliştirmektedir ve bu ey-lemini gerçekleştirirken ruhunu ve duygusunuesirgemeden tümünü katarak üretmektedir. O yüzdenkadının sabrı büyüktür.

Toplum, daha sonraki gelişimini bu temeller üze-rinde gerçekleştirecektir. Toplumun özüyse devlet ön-cesi oluşan toplumsal hakikattir. Dolayısıyla topluma,toplumsal duyguya, onun heyecanına ve mükemmel-liğine damgasını vuran kadındır ve günümüzde dedevlet hoyratlığı toplumla ne kadar oynamış olursaolsun, onun özü kadın duygusudur ve toplum sontahlilde kadıncadır.

Toprağa yerleşim, aynı zamanda yurtlaşma vehalklaşma hareketinin göreceli olarak statikleştiği dö-nemin de açılmasıdır. Toplum ve toprak ilişkisi, birbi-rini etkileyerek adeta bir ağaç tohumunun toprağadüştükten sonra büyümesi gibi büyüyen, açılıp saçı-lan, çeşitli tatlarda ve besin değeri yüksek meyva ver-mesi gibidir. Aslında toprağa yerleşim, insanlığınmeyveye duruşudur. Yurt kavramı, on binlerce yıllıkkadının doğal öncülüğünde, insanlığın yoğun biremek ve kahırlı bir bedel karşılığı ve büyük fedakarlık-larla gerçekleştirdiği çok tarihsel bir durumdur. İnsan-lık yurdu üzerinde toplumsal maneviyatınşekillenmesi öz ve biçim kazanmasını sağlarken,yurda tutunarak onun üzerinde birikimlerini çoğalta-rak büyümesini sürdürmüş, yer küre üzerinde varlı-ğını devam ettirmesinin temel esaslarını oluşturmuş

oluyor. O yüzdendir ki bir toplum ve birey, kendi vata-nında gerçek toplum ve bireydir. O toprakla iç içe geç-miş, ondan beslenerek duygusunu, kültürünü bilgi vebecerisini büyütebilmiştir. Topraktan kopuş ise kö-künden kopuş, köksüzleşme, bitkilerin toprağın de-rinliklerine saldığı ince kılcal dallarıyla beslendiği,susuzluğunu giderdiği, o dallardan kopuş olacağın-dan; kuruyan bir bitki gibi, duygusuyla, kültürüyle vebilgisiyle kurumaya başlayacaktır. Yok olacaktır yani.O yüzdendir ki, Kürdistan’da Kürtsüzlüğü geliştir-mek, özellikle de 20. yy.’la birlikte yabancı ulus-devletpotasında eritmenin gerçekleşebilmesi için uygulanankırımlar ve ekonomik yaptırımların hemen tümü,Kürdistanı Kürt nüfusundan arındırma yoluyla Türk-leştirme, Farslaştırma ve Araplaştırma stratejisi olarakele alınmış, uygulanmış ve on milyonlarca Kürt ülke-sinden göçertilerek kurutulmuştur. Kültürel, duygusalve yaşamsal asimilasyona uğratılarak yabancı köklerüzerinde yeşertilmeye çalışılmıştır. Ancak bu durum,bunu yapanları da çürütüp çelimsiz bırakmıştır. As-lında kendi ulusunu büyütmeyi tasarlayanlara, insan-lığın işleyebileceği en büyük soy tüketme hareketi birşey kazandırmadığı gibi, aksine onları güçsüzleştirmişve zayıf bırakmıştır. ‘Köleleştireyim’ derken, kendileride başkalarının kölesi olmaktan kurtulamamışlardır.Özgürlüklerini de kaybetmişlerdir. Endişeli, korkak,her an işledikleri suçların açığa çıkabileceği korku-suyla, şiddet toplumuna dönüşmüş, kültürel alan dadahil olmak üzere, militarize olmanın ötesine gideme-mişlerdir. İnsanlığa aykırı eylemlerini meşrulaştırmakiçin her tür demagojik, çarpıtıcı, deforme edici düşün-ceyi üretmek, üzerinde yoğunlaşmak durumunda kal-mışlardır. Bu anlamda Kürtlerin özgürlüğününgerçekleşmesi en çok da Kürtleri kendi potasında erit-meyi amaç edinenleri korkularından arındıracağı için,onlar da özgürleşeceklerdir. Korku en büyük anti-öz-gürlüktür. Korkuyu yenmek bu anlamda özgürleş-mektir.

Tarihin başlangıcı, daha doğrusu yerleşik hayatageçiş, yerküre üzerinde en uygun coğrafi ve iklim ko-şullarında gerçekleşmiştir. O, “Altın Hilal” diye tanım-lanan coğrafyada, dağ ve derin ovalıklarda vücutbulmuştur. Mezopotamya’nın bu coğrafyanın oda-ğında yer aldığı bilinmektedir. Bura halkları tarihin enkadim halklarıdırlar. İnsanlaşma serüveninin dalgalarbiçiminde, yer küre üzerine buradan yayılma gerçek-liği oldukça açıktır. Tarihte bu coğrafyanın çok sıkişgal ve istilaya uğraması, coğrafyanın zenginliği veburada yerleşikliğin eski oluşuyla bağlantılıdır. İnsan-lığın yarattığı maddi ve manevi değerlerin büyüklüğü,dış saldırıların nedenlerinin başında gelmektedir. Do-layısıyla yerleşik halkların yaratımları ve yayılması,

76

büyük emek harcanmasına ve ağır bedellerin öden-mesine neden olmuştur.

Hal böyle olunca, tarihin oluşum diyalektiği, insa-nın var oluşu, zihin dünyası, irdeleme deneme-ya-nılma ikilemlerinin oluşumları, bura halklarının biryaratımı ve esasta dışa doğru yayılımını ifade etmek-tedir. İnsanlık tarihini anlamak, anlamlandırmakkadim toprakları ve üzerinde yaşayan halkların anla-şılmasıyla doğrudan ilişkilidir. O ilişkinin anlaşılması,insanlığın anlaşılmasını düşünce ve duygu dünyası-nın, hissiyatının anlaşılmasını ve doğruya yakın ta-nımlanmasını kolaylaştıracaktır.

Devlet tarihçiliği, toplum ve bireyin hakikat arayı-cılığında tarihin başlangıcından başlayarak yanlış me-todlar uygulamaktadır. Tarihin başlangıcını Sümerdevletçi düzeniyle ele almak, esas sapmaya neden ol-makta ve doğru sonuçlara ulaşmayı adeta imkânsızkılmaktadır. Devlet tarihçiliği, bunu yaparak insanlı-ğın oluşum serüvenini, devlet öncesi dönemini yoksayarak, onu sıfırlayarak hatta “barbarlık çağı” diye ta-nımlayarak insanlığa olan yönelimlerine en büyükdarbeyi vurmuş oluyor ve böylece sistemli savaş za-manı da başlatılmış oluyor. O, devlet öncesi dönemiyok sayarak, o yüz binlerce yıllık insanlığın soylu birmücadeleyle insanlık tarihinin en büyük kahramanlıkzamanı olan dönemi yok sayarak, küçümseyerek,insan hakikatini ve toplumsallaşmanın yaratıcılığınıyok ederek, inkârcılığı başlatmış oluyor. Devletçi ey-lemi meşru, toplumsal eylemi gayri meşru ilan etmişoluyor ve insanlık tarihinin en büyük gaspçı- sömü-rücü çağını da açmış oluyor. Tarihin devindirici gü-cünü ya bireylerin yaratıcılığına ya da sınıflarçatışmasına indirgeyen tarih anlayışının şekillenişi,toplumların ya büyük şahları–kralları varsayar olabi-leceği, ya da sınıflar mücadelesiyle yaşamaya hak ka-zanacakları, aksi halde yaşama haklarını yitirenbeceriksizler olarak yok edilmeye mahkum edilecek-leri düşüncesi bir dogma gibi zihinleri şekillenmeyegötürmüştür. Bu anlayış ve yaklaşım ise toplumsallaş-maya değil devletleşmeye, özgürlüğe değil köleleş-meye götürür. Kendini, tehlikeli devlet ipine ve onuninsafına bırakan bir dönemin de önü açılmış oluyor.

Bu aynı zamanda otantik toplumun ya da kurucutoplum ile onu gasp eden tarihin henüz çözülemeyentemel, antagonist çelişkisini oluşturur. Artık tarih,devlet öncesi toplum ile devlet arasında süren ve halaçözümünü bulmamış, yığınla sömürü, gasp, sayısıtespit edilemeyecek kadar savaşların ve yıkımlarınönünü de açmış oluyor. Toplumlar özgürlük arayışınısürdürürken ve bunun için çeşitli mücadeleler gelişti-rirken, devlet denen ceberrut yapı, toplumsal özgür-lük mücadelelerini saptırma, yıkıma uğrataraksömürüye açmanın mücadelesini vermiştir, vermeyedevam etmektedir. Bu antagonist çelişki çözülmeden,ne toplum gerçeğini bulup rahatlayacak, ne de devlete“rahat” verecektir. Çünkü toplumsal özgürlük sevdasıinsanlığın en kadim sevdasıdır, yok edilemez ve so-nuçta da başaracaktır. Belki de tarihin en gerçek mut-lak hakikati de o oluyor. Diğer bir ifadeyle devletinbozmaya çalıştığı gerçek toplum ve bireyin kendinibulma ve kendine ait olma sevdasıdır.

Devlet tarihçiliği devleti meşrulaştırmayı esas aldı-ğından, tarihsel gelişmeyi kılık değiştirerek “devletingelişimi” olarak ele almaktadır. O açıdan ilerlemecitarih anlayışına sahiptir. Toplumu ve toplumsal hayatıkendi iç dinamikleriyle ve birikimler sonucu evrim-leşmeye değil de; devletin yönettiği, onu geliştirdiği vegüçlendirdiği varsayımına dayandırmaktadır. Kabuldevlettir. Ona tartışmasız doğru kabul edilen temelhakikat olarak bakıldığında; o, kutsanmış ve toplumüzerinde oturtulmuş her tür gelişmeyi sağlayan olguolarak görülmektedir. Hal böyle olunca, toplumu hiç-leştiren yani nesneleştiren, dönüştürücü olarak devletkabul edildiğinde; her sonraki devlet yapısı, bir önce-kinden daha uygar ve ilerletici olarak zihinlerde yeredinecektir. Bu bağlam içerisinde devlet, topluma ya-bancılaşmayı içermekte, “tüm gelişmelerin yaratıcısıdevlet” görüldüğünden, değerleri elinde toplayandevleti ele geçirmek her şeyi ele geçirme anlamına ge-leceği için, bütün kavgalar devleti gasp etmeye dö-nüktür. Aslında şöyle bir döngü oluşmuştur; devletdeğer gaspçısıdır, gaspçılık kültürünün üreticisidir vebu gaspçı kültür, “gasp edeni de gasp ederler” kısırdöngüsünü yaratmaktadır. Devletin sürekli kriz vebunalımlar üretmesi, devlet içerisinde yeni devletçik-lerin oluşumu, bu kısır döngünün sonucu olmaktadır.Dolayısıyla devlet sorun çözen değil, sorun üreten ko-numdadır.

Devletçi tarih anlayışı indirgemecidir. Kendi mo-delini bir kalıp şeklinde her gasp ettiği toplumsal ger-çekliğe olduğu gibi uygulamayı esas almaktadır. Halböyle olunca, toplumsal dokuya uymayan bu yabancımadde, toplum tarafında reddedilir ancak, gücüelinde yoğunlaştıran devlet, şiddeti esas alarak çeşitli

Tarih günümüzde, günümüz ise tarihte gizlidir. Yanian tarihtir, tarih de andır. Dolayısıyla günümüzü an-lamak, anlamlandırabilmek için tarihe bakmak, ta-

rihi de anlamak için günümüzü işlemek tariheyaklaşımın en doğru yöntemi olmaktadır

77

hile ve entrikalarla toplumu egemenlik altına alıp sö-mürüsüne açmaya çalışır.

Aslında devletin yarattığı fazla bir şey söz konusudeğildir. Özünde devlet öncesi kadim toplumların ya-ratımı olan toplumsal değerlerin gaspına dayalı, o de-ğerleri devleti kutsayan biçimde yeniden yenidenyorumlayarak kendisini meşru kılmaya çalışır. Devletolmanın diyalektiğidir bu. Devlet ve onun tarihçiliğini,sosyal bilimciliğini yapanların özünde ciddi katkılarısöz konusu değildir. Özünde onlar, gaspa dayalı değer-ler üzerinde gerçekleşen bir güç yoğunlaşmasıdırlar.Devlet hakimiyeti altında -başta üniversiteler olmaküzere-oluşturdukları çeşitli eğitim kurumlarında geliş-tirilen bilgiler ve öğretme yöntemleri, çarpıtılan neoli-tik değerlerin yorumuna dayandırıldığı için, doğru birbilimsel faaliyetten de söz etmek mümkün değildir.Söz konusu eğitim kurumları, devletin basit birer pro-pagandisti olmanın ötesine fazla gidemezler. İçlerindegerçek bilimsel arayışı olanlar da bu zırhı delebilecekdüzeyde bilgi yoğunluğuna, hem nitelik, hem de nice-lik olarak ulaşmakta yetersiz kalmaktadırlar.

Kürdistan’da Yabancı EgemenlikKürtler eldeki tarihsel verilerin de gösterdiği gibi,

Mezopotamya’nın en kadim halklarından biridir. Kür-distan’ın tarihsel ve toplumsal özelliklerini açığa çıkar-mak ve onların anlaşılabilmesi için üzerindeyaşadıkları coğrafi özellikleri ve iklim koşullarını de-ğerlendirmek gerekiyor. Çünkü toplumsallaşma, sözkonusu olguların varlığıyla anlam bulur. Kürdistancoğrafyası en başta bir geçiş coğrafyasıdır. İnsanlığınüzerinde yaşadığı dünya topraklarının neredeysebeşte üçünden daha fazlasının yer aldığı Asya, Avrupave Afrika kara parçalarının merkezinde yer alan birsahadır Kürdistan. Tarihin başlangıcından itibarenhemen tüm insanlığın göç hareketleri Kürdistan coğ-rafyasında kesişir, orada dağılır. Göçler bir girdap gi-bidir, iç içe geçen, buluşan, zaman zaman çatışan vekuzey, güney, doğu ve batı eksenlerinde seyredeninsan topluluğunun yönelimi olduğu görülmektedir.Kürt toplumsal yapısının şekillenmesi bir yönüylehatta çok stratejik boyutlarıyla üzerinde yerleşik ha-yata geçtiği ve insan akışkanlığını dalgalar halinde sü-rekli vurduğu, dalgalar gibi dövdüğü zorlukoşullardan birini oluşturmaktadır. Tarihin her döne-minde de, bu göç hareketleri kimi değişiklikler, amaçve hedeflerdeki farklılaşmalar oluşsa da, şiddetini artı-rarak sürdürmektedirler. Kürdistan, Kürtlerin hem enbüyük zenginliği, hem de en büyük düşmanlığınınfonksiyonlarını oynayan kadim bir coğrafyadır. Varolmanın ve yaşam bulmanın zenginliklerini ve aynızamanda da yok olmanın tehlikelerini de yoğunca ya-

şadığı bir coğrafyadır. Kürtlerin kaderi, geleceği veölümü bu coğrafyaya sıkı sıkıya bağımlıdır. Günü-müzde sözü edilen büyük kara parçaları Asya, Avrupave Afrika üzerinde altı milyara yakın insan yaşamak-tadır. Bir de buna deniz aşırı karaları da eklediği-mizde, bu sahaya yönelimlerin şiddeti kendiliğindenanlaşılmış olacaktır.

Kürdistan coğrafyası sadece bir geçişin, dolayısıylanüfusun yoğunlaşıp dağılım yaşadığı bir coğrafyasıdeğildir. Coğrafi özellikleri yüksek dağlar, derin vadi-ler ve büyük deştlerden (ovalardan) oluşurken, ılımaniklim koşullarıyla zengin bir hayvan ve bitki çeşitliliğibulunmaktadır. Dolayısıyla yerleşime en eski zaman-larda açılan, yerleşik hayata en erken girilen coğrafyaoluyor. Bu durum Kürt toplumsal hayatının ve kültü-rel yaşamının da değişik toplulukların dil ve kültürle-riyle ilişki kurmasına ve onlardan etkilenerekşekillenmesine götürmüştür. Bununla birlikte, çelişkive çatışmaların da yoğunlaşmasına, toplumsal olarakderin paradoksların ortaya çıkmasına neden olmuş-tur. Yine coğrafi zenginlik ve o temelde üretken ve ve-rimli hale gelen insan emeğinin yarattığı değerlerinbüyüklüğü, yabancı güçlerin iştahlarını hep tahriketmiş ve özellikle devletçi aşamayla birlikte Kürdis-tan’a dönük yoğun bir istila ve işgal sürecini de başlat-mıştır. Neredeyse güç kazanan işgal ve istilacı hergücün işgal ve ilhak ettiği ülke oluyor Kürdistan.Hatta ilk devlet olarak kabul edilen Sümer devletinininşası ve varlık göstermesi, büyük oranda Kürdistan’dagerçekleştirdiği maddi ve manevi değer gaspına daya-nır. Bu onun yoğunlaşmış ifadesi oluyor. Tarihi des-tanlar bu koşulları mitolojik bir dille çok iyianlatmaktadırlar. İlk devletçi ideoloji olan Sümer kö-leci devletinin ideolojik, düşünsel ve kültürel yoğun-laşması, Kürdistan coğrafyasında çok yoğun birdüzeyde yaşanan düşünsel, kültürel ve diğer tümmanevi değerlerin gasp edilmesi ve onu devletçi dü-şünce tarzı biçiminde yorumlamasından başka bir şeydeğildir. Nitekim günümüzdeki tüm düşünsel faali-yetlerin kaynağının da, o döneme kadar uzandığıbasit analizlerle bile rahatlıkla anlaşılabilir. Dinlerdentutalım felsefik yorumlara kadar hemen tüm düşünceakımlarının dayandığı kök, neolitik düşünce ve kültürolmaktadır.

Sümer devletinin oluşum ve gelişiminde Mezopo-tamya’nın maddi değer gaspının da büyük bir rol oy-nadığı gerçektir. Bir yandan insanın köleleştirilmesi,köle emeğinin sömürü amaçlı değerlendirilmesi sağ-lanmış, diğer yandan mal ve hizmet gaspına dayananbir sömürü çarkı oluşturulmuştur. Sümerler, bu olu-şum üzerinde güç yoğunlaşmasını gerçekleştirir. Şid-det unsurlarını örgütler ve halk topluluklarını

sömürüye açarak, devlet oluşumunun önünü açar.Devletçi süreç böyle başladığı için Sümer devletininilk sömürgeci devlet olarak tanımlanması da yanlış ol-mayacaktır. Sömürgecilik sanıldığının aksine kapitalistdönemde değil, devletleşmeyle birlikte başlatılan birdönemdir. Sonraki devletçi süreçler, sömürgeciliğinderinleştirilmesi, yaygınlaştırılması ve çeşitlendirilme-sinden başka fazlaca bir anlam taşımamaktadır.

Tarihte ilk sömürgeleştirilen, dolayısıyla ilk köleleş-tirilen kadın oluyor. Devletçi düzen bir yönüyle de, Ka-dınca olan toplumsal hayata, erkek bir karakterkazandırılarak sistemleştirilen devlete dönüştürme hi-kayesidir. İlerleyen süreçlerde erkek daha çok “sistem-leşmiş erkeğe” dönüşmeye başlar. Kadın hücrelerinekadar sömürgeleştirilir. Kadının sömürgeleştirilmesi veonun ruh-duygu dünyasına müdahale, özünde top-luma müdahaledir. Toplumu temel değerlerinden ko-parma, sürüleştirilerek devletin paryaları halinegetirme durumudur. Dolayısıyla sömürgecilik devlettarihi kadar eskidir. Kapitalizmde hemen her şey çokdaha fazla çığırından çıkarılmış; insan olmanın top-lumsal karakteri, birey olma adı altında iğdiş edilerekve insanın kök değerlerinden kopartılarak toplum dışı-laştırılmasına ve insanlığı tüketen bir aşamaya doğruyol alınmaktadır. Dolayısıyla devletleşmenin soy kü-tüğü, sonra oluşan devletin bir öncekinden köklü ko-puşu değil, biçim değiştirmiş hali oluyor.

Devleti en çok tahrik eden Kürdistan coğrafyası vetoplulukları olmaktadır. Çünkü tarihte sömürgeleşti-rilmenin en uzun ve kesintisizlik arz eden mekân olu-yor Kürdistan. Kürt toplumsal gerçekliği bu olgularaltında bir yandan toplumsal özelliklerini koruma,onlardan vazgeçmeme direnişini sürdürürken, diğeryandan işgal ve istilalar altında çözülmeleri yaşayan,dökülen ve yabancı egemenlikler içinde eriyerek, on-ların uzantıları haline gelen işbirlikçi ve sosyal ajan ta-bakaların oluşmasının da zeminini sunmaktadır.Kürdistan’ın direneni çoktur. Ancak bir o kadar işbir-likçisi ve ihanetçisi de vardır. Direnişçisi ilham kayna-ğını köklerinden, onun kültüründen alırken,işbirlikçisiyse ilhamını işgalciden almaktadır. Ona da-yanarak ve kaderini onunla birleştirerek varlık göste-

rir. İhanet ve direnişin en derin yaşandığı coğrafyaoluyor Kürdistan. Dolayısıyla neolitiğin çok kapsamlıve derinlikli yaşandığı bir coğrafyadır Mezopotamya.

Kürdistan işgal-istila coğrafyasıdır. Sümer’le başla-yan istila günümüze kadar devam edip gelmektedir.Sayısız istila hareketi vardır. Doğuda, Batıda, Kuzeyde,Güneyde gelişen hemen her güç Kürdistan’ı işgale yö-nelmiştir. Asur istilaları Fars, Büyük İskender, Romaköleci imparatorluğunun istilaları, Arap, Moğol, Türkişgalleri belli başlı olanlarıdır. Örneğin köleci Roma-nın sömürgecilik hareketi 600 yıl kadar sürmüştür.Adeta Kürt toplumunu nefessiz bırakmış ve boğmuş-tur. Nitekim Roma egemenliğinin uyguladığı baskı,şiddet ve katliamlar toplum bilincinde öylesine yeretmiş ki, hala halk arasında yabancı güçlere “Romi” veaskerlerine de “ Eskerê Romê ” denilir. Bu da sömür-geciliğin derinleşmiş halini göstermektedir. Arap isti-lalarının Kürdistan’da nispeten rahat gelişmesi, Romasömürgeciliğinden kurtulma umudu, Arap yayılmacı-lığını kolaylaştırmıştır. Başlangıçta Arap yayılmacılığı-nın ilerlemesi kolay olmuş; ancak bir işgal harekâtınadönüşmesi ve sömürgeciliği derinleştirmesiyle, top-lumda gelişen tepkiler ve isyanlar daha sonra katliam-lara yol açmıştır. Roma işbirlikçisi kesimler, hızla Arapişbirlikçiliğine dönüşecektir. Dolayısıyla Arap ege-menliğinin gerçekleşmesi kolaylaşmış oluyor. Bu ege-menlik İslamlaştırma ve Araplaştırma, özellikle dilbazında Arap dili kapsamında geliştiğinden, Kürt top-lumsal yaşamında bölünme, parçalanma, yabancı dü-şünce ve ideolojiler altında gerçekleşme süreci debaşlamış oluyor. Toplumun bir kesimi İslamlaşırken,diğer kesimler kendi geleneksel ideolojisiyle diren-meyi esas alır. Ancak toplumsal yapının özellikleri veiçinde bulunulan şartlardan ötürü çıkış yaptırabilecekideolojik bir yenilenme gerçekleştirilemez ve parça-lanma derinleşerek güçsüzleşen toplumsal bir duru-mun oluşmasına yol açar. Yabancı ideolojiler ve yaşambiçimleri toplumsal bünyeye sirayet edecek, bu te-melde yabancı kurumlaşmalar geliştirilecek ve adımadım Kürt toplumunun kendi gerçekliğinden uzak-laşma ve köklerinden kopuşunun başlaması, esas ola-rak Arap egemenliği altında ortaya çıkacaktır.Kürdistan tarihinde önceden yabancı egemenlik al-tında yabancılaşma koşulları oluşuyor olsa da, Arapegemenliği döneminde pratikte gerçekleşen birdurum oluyor. Toplum kendisi olma, kendisine aitolma durumundan, başkasına ait olma, hatta başkası-nın askeri olma aşamasına ulaşıyor. Buna Kürt tari-hinde baş aşağıya gidiş de diyebiliriz. Bu olgu sonrakisüreçlerde derinleşerek gelişimini sürdürecektir. Zi-hindeki toplumsal parçalanma, en genel anlamda İs-lamcılık, Alevilik ve Êzîdîlik biçiminde bölünmenin

78

Devlet değer gaspçısıdır, gaspçılık kültürünün üreticisi-dir ve bu gaspçı kültür, “gasp edeni de gasp ederler” kısırdöngüsünü yaratmaktadır. Devletin sürekli kriz ve buna-lımlar üretmesi, devlet içerisinde yeni devletçiklerin olu-

şumu, bu kısır döngünün sonucu olmaktadır

başladığı görülmektedir. İslamcılık, Kürt egemen taba-kaları eliyle Araplarda olduğu gibi benimsenirken, bukesimler Arap egemenlerinin Kürdistan’daki uzantılarıhaline gelecektir. Arap gibi düşünen, onun gibi yaşa-yan, Arap baskı sistemini Kürt toplumuna hissettiren,uygulayan konuma geleceklerdir. Bu durum, Kürtegemen tabakalarda yabancıya öykünme, onu yü-celtme, kendisini hor görme, Kürt toplumsal değerle-rini küçümseme zihniyeti oluşması anlamına dagelmektedir. Tarihin ilerleyen süreçlerinde İslam dü-şüncesindeki farklılaşmalar, olduğu gibi Kürdistan’a dayansıtılarak, bir de bu alanda parçalanmalar ortaya çı-kacaktır. İslam’ın dört mezhebi, sonraki süreçlerde detarikatlar biçimindeki parçalılık olduğu gibi Kürdis-tan’a yansıyacak, günümüzde had safhaya ulaşacak vetoplum içi karşıtlıklara dönüşecektir.

Alevilik, kaynağını neolitik düşünce ve toplumdanalan değerler ve onun kültürel yaşamına dayalı bir yo-rumla çıkış yapmak ister. Ancak yine içinde bulunu-lan şartlardan ötürü, yeterli bir yetkinliğeulaştırılamayıp, kurumsal önderlik geliştirilemediğin-den ötürü, katliamlar altında yerelliği aşamayacaktır.Ancak hal böyle olsa da; neolitik değerler, onun zihinve düşünce dünyasını günümüze kadar taşıyan tarih-sel bir direniştir. Direnişi ortaya koyacaktır. Günü-müzde Alevilikte de bozulmalar ortaya çıkıyor, bazıkatmanlar kent ortamında bir ayrışmaya uğruyor, olu-şan egemen tabaka devletleşiyor

Êzidîlik, İslam düşün ve yaşamına karşı milliinançlarını ve yaşam biçimlerini Ortodoksça savun-maktadır. O yüzden gerek Arap egemenliği altında,gerekse sonraki dönemlerde en yoğun katliamlaramuhatap olacaklardır. Gerek fiziksel imha, gerek dindeğiştirme gerekse göçertmeler yoluyla Kürdistan’dasayıları neredeyse tükenmiş durumdadır. Asıl nüfusyoğunlukları diasporada bulunmaktadır. En çok daözgürleşen Kürdistan’da Êzidîlerin iskan edilmesi,Kürt toplumunun kökleriyle buluşmasında, yani özedönüşü gerçekleştirmesinde en büyük katkıyı suna-caktır

Osmanlı egemenlik dönemi, Kürdistan’da İslamlaş-manın geliştirildiği zemin üzerinde yükseldi. Kürdis-tan’ı egemenlik altına almaya çalışan Doğu’da İranimparatorluğu, Batı’da ise Osmanlı İmparatorluğu’nunilişkisi egemenlik kurma mücadelesi şeklinde gelişir.Hal böyle olunca, her iki gücün de Kürt ileri gelenle-rine çeşitli haklar tanıyarak, yanına çekme çabaların-dan ötürü, Kürdistan savaş alanına dönüşse de,sömürgecilik derinliğine işleme olanağı bulamaz.Gerçi 9.yüzyılda Arap egemenliğinin zayıflaması, Kür-distan’ı egemenlik altına alabilecek başka bir gücün ol-maması, Kürdistan’da nispi bir rahatlamanın yaşandığı

ve kendi iç dinamikleriyle toplumsal yapının gelişmeolanağı bulduğu dönemdir. Bu dönem Kürt dil, kültürve sosyal yapısında ve kısmen de kurumsallaşmadagelişmeler ortaya çıkaracaktır. Ancak bu durum, öz-gürlüğe götürecek doğrultuda düşünsel ve ideolojikgelişmeye yol açacak düzeyde olgunluk gösteremez.Kürdistan’ın Osmanlı ve İran imparatorlukları ara-sında hakimiyet kurma savaşında ise giderek parça-lanmaya giden süreç sonucunda 1639 yılındaKürdistan ikiye bölünecektir. Hem Osmanlı, hem deİran imparatorlukları birbirilerini dengelemek içinegemenlikleri altına aldıkları Kürdistan parçasında çe-şitli otonom yapıların varlığını kabul ederken budurum, iki hasım gücün savaşmasını fiilen ortadankaldırır. Kürtler de sınırlı bir özgürlük alanında yaşa-maya olanak bulurlar. Osmanlı imparatorluğu Kürtlereliyle doğu sınırını güvenceye aldığından, yönünü Ba-tı’ya çevirecek ve Orta Avrupa’ya kadar ilerleyebilecek-tir. Ancak 19. Yüzyılla birlikte durum yenidenKürtlerin aleyhine değişime uğrayacaktır. Batı Av-rupa’da gelişen kapitalizm Osmanlının ilerlemesiniönce durdururken, ardında da çöküp dağılmasınınkoşullarını hazırladı. Batı’da kaybetmeye başlayan Os-manlı, yine Batı’da gelişen ulus-devlet ideolojisi ve ku-rumlaşmalarının da etkisiyle merkezileşmeye başlar.Osmanlının merkezileşmeye yönelmesinin nedeniBatı ilerlemesinden dolayı gasp ettiği değerlerin tü-kenmesi, (hem maddi hem de insan kaynakları açısın-dan), onları yeniden ele geçirmek ve varlığını idameettirebilmek için, merkezileşerek doğuya yönelme zo-runluluğu hissetmesindendir. Doğu’ya bu yönelimKürdistan’ın adeta yeniden işgal ve istila edilmesi anla-mına gelmektedir. 19. yüzyılın başından sonlarınakadar Kürdistan Osmanlı saldırısı altına girer ve bunakarşın Otonom statülerini kaybetmeyle karşı karşıyagelen Kürt egemenlerinin karşıt isyanlarına yol açar.Büyük kıyımlar yaşanır. Bunun sonucunda, Kürdistanhalkı adeta çökertilme aşamasına gelip dayanacaktır.

Bu süreç, aynı zamanda Osmanlı imparatorluğu-nun da dağılmaya başladığı süreçtir. Her ne kadar Os-manlı çeşitli manevralar yapıyor olsa da, özellikle deideolojik ve kurumsal anlamda çeşitli arayışlara girilsede, onların hemen tümü paliyatif özellikler arz ettikle-rinden ötürü ayakta kalması zor bir yapıdır. Daha çokda İngiliz, Fransız, Alman ve Çarlık Rusya’sının çıkar-ları gereği kurdukları denge ortamında yüz yıl kadarimparatorluğun dağılmasını geciktirmiştir. I. Paylaşımsavaşında iktidar yönetimini elinde tutan İttihat-Te-rakkiciler, Turan hayaliyle Alman yayılmacılığıyla itti-faka girerler ve savaşa dahil olurlar. I. Dünya savaşınınbaşını Almanya’nın çektiği kamp yenilir ve imparator-luk dağılır. Savaş öncesi imparatorluğu egemenlik al-79

tında tuttuğu topraklarda İngiliz ve Fransız eksenliçıkar pazarlıkları sonucu, çizilen haritalar üzerindeonlarca devlet kurulur. Bu devletler esasta batı kapita-list modelini esas alan ulus-devletçikler şeklinde yapı-landırılmaya çalışılacaktır. Özündeyse böl, farklıbirimlere ayır, onları birbiriyle çatıştır ve yönet mantı-ğının ürünü olarak yapılandırılırlar.

Dörde Parçalanan Kürdistan’da DurumI. Dünya savaşından sonra gerçekleştirilen Lozan

Antlaşması’yla, Osmanlı egemenliği altındaki Kürdis-tan üçe bölünür, iki parça yeni kurdurulan Irak ve Su-riye’ye bırakılır. En büyük parça da yeni kurulan T.C.egemenliğine terk edilir. Bu terk ediliş klasik anlamdasömürgeleştirmenin de ötesinde Araplaştırma, Fars-laştırma ve Türkleştirme yönüyle, Kürdistan gerçeğiniret ve inkâr eden bir düzenin kurulmasının önünüaçmış oluyor. Böylece Kürdistan’a dört parçalı bir sta-tüsüzlük kazandırılıyor ve her parçanın üzerinde Kürttoplumsal yapısına tamamen yabancı ve özümset-meyi esas alan dört devlete terkedilmiş oluyor. Kür-distan 20. Yüzyılın başından itibaren varlığına köklükastedilen ve tarihten tümden silinmesi amaçlananbir zamana da girmiş oluyor.

Lozan antlaşması sonucu Kürdistan Bakûr(Kuzey), Başûr (Güney), Rojhilat (Doğu) ve Rojava(Batı) şeklinde dört parçaya bölünmüş ve bu parça-lanma Kürt halkının en küçük temsili olmadan ger-çekleştirilmiş oluyor. Kürdistan ismi başta olmaküzere, onu temsil eden her simge ve isimlendirmeyasak kapsamına alınacaktır. Zira Kürdistan diye birülke ve Kürtler diye bir halk yoktur, yok sayılmıştır.Dönem bölgede ulus- devletlerin inşa dönemidir.Burjuva ideolojisi olan ulus milliyetçiliğiyle şablonşeklinde bölgede inşa gerçekleştirmek amaç edinil-miştir. İnşa yukarıdan ve devletlerin belirlediği esaslardâhilinde zorla gerçekleştirilecektir. Karşı çıkışlar iseaskeri operasyonlarla yok edilecektir. Kürtlere düşenise halk ya da ulus olarak görülmeyip Türk, Arap veFars uzantıları olarak yaşamayı kabul etme ve bu yeniulus projeleri içinde erimedir. Bu strateji dahilindeKürdistan’a “klasik sömürge” tanımlamasında bulun-mak, eksik ve yetersiz kalacaktır. Çünkü klasik sö-mürgelerin geri de olsa bir statüleri söz konusudur.Kürtler inkâr edilip yok sayıldıklarından, her hangibir statüden bahsetmek mümkün değildir.

Ekonomik YapıSömürgeleştirmenin temel dürtüsü ekonomiktir.

Sömürge, zenginlikleri gasp etmek için gerçekleştiri-len istilalar ve onların kalıcılaşmış halidir. Askeri iş-

galden amaç sömürünün gerçekleşebilmesi için en-gellerin ortadan kaldırılmasına dönüktür. Daha faz-lası değildir. Bu hedef hâsıl olduktan sonra, yer altı veyer üstü zenginlikleri ile insan emeğinin sömürülmesigerçekleşiyor. Kürdistan’da da gerçekleşen sömürgeci-likte bu ekonomik dürtü vardır. Hem de daha fazlavardır. Fakat burada ekonomik sömürüden önce he-deflenen, ekonominin yapılandırılmasındaki öncelik,Kürdistan’ı Kürtsüzleştirmeyi gaye edinme ve ekono-mik zor altında Kürdistan’ın dışında daha çok daiçinde eritilmek istenen yabancı kültürel yoğunluğundaha yüksek olduğu yerlere göçü sağlamaktır. Çünküoralara göçertilen Kürtleri dil ve kültür olarak eritmekve egemen dil ve kültürü içine çekip, Türkleşme, Fars-laşma ve Araplaşmanın daha kolay gerçekleştirilece-ğine inanılmaktadır. Kürdistan’da ekonomikörgütlenmenin sömürü amacından çok daha fazlaböyle bir hedefi bulunmaktadır. O yüzdendir ki, Kür-distan’da kapitalist de olsa üretim birimlerinin kurul-ması ve gelişmesi fiilen engellenmiştir. Tarımdakullanılacak üretim aletleri, traktör, biçer-döver gibiaraçların tarım işletmeciliğinde kullanılması, köylü-lükte büyük bir iş gücünü açığa çıkaracaktır. İşsizkalan köylü, yönünü önce Kürdistan’daki şehirlere,fakat orada istihdam olanağı bulamayınca İstanbul,İzmir gibi Türk kültürünün baskın olduğu kentlereçevirmek zorunda kalıyor. Orada da hangi işi bulursaçalışmak zorunda kalacağından, zamanla yerleşik ya-şama geçiş yapacak ve ulusal değerlerinden arınarakTürkleşecektir.

Biz, daha çok Kuzey Kürdistan’ı esas alarak analizi-mizi geliştirmeye çalışacağız. Yine Kürt halkına dönüken kapsamlı asimilasyon Kuzey’de uygulama zeminibulduğundan, bu parça ele alınmaya çalışılacak, diğerparçalarda ise durum aşağı yukarı benzeri süreçleriçerdiğinden onlara fazlaca değinilmeyecektir.

Sömürgeci ekonomi, üreterek toplumsal refahı ar-tıran değil, yoksullaştıran, işsiz bırakan ve metropol-lere göçe zorlayan bir işleve sahiptir. YineKürdistan’daki yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakla-rını sömürebilmek için kısmi müteahhitlik alanların-daki serbest müteşebbislik dışında, diğer tümalanlarda devlet işletmeciliği geliştirilmiş ve zengin-likleri Türkiye metropollerine taşıma ve artı ürünedönüştürme rolü oynattırılmıştır. Dolayısıyla Kürdis-tan’da bir burjuvalaşma ve işçileşmeye de fırsat tanın-mamıştır. Nitekim hem gasp edilen zenginliklerinTürkiye’ye taşınması, hem de göçertmeyi daha rahatgerçekleştirebilmek için yol gibi alt yapı unsurları, nü-fusu Türk metropollerine bağlayacak şekilde tasarlan-mıştır. Yani Kürdistan’daki yerleşim birimlerinibirbirine bağlayan yol şebekesi bundan on veya on80

81

beş yıl öncesinde görülemezdi. Örneğin araçlaKars’tan Diyarbakır’a gitmek için yol bulunamazdı.Kars’tan aracına bineceksin, Sivas’ı geçtikten sonraKayseri yoluna sapıp oradan ancak Diyarbakır’a gide-ceksin. Kürdistan’daki bütün yollar Ankara’dan geçerve İstanbul’ a açılır ilkesine dayalı geliştirilmiştir.

Yollar bir toplumu birbirine bağlayan kılcal damar-lar gibidirler. Bir toplumun yerleşim birimlerine ko-laylıkla ulaşmada dil, kültür, düşünce akışını dagerçekleştirmenin kanallarıdırlar. Fakat Kürdistan’dahemen her şey Türkleştirmeye dönük tasarlandığıiçin, Kürt yerleşim birimleri arasındaki her türlü ilişki-lenme, iletişim kurma kanalları ve o bağları koparmakiçin hemen her tür önlem alınmaya çalışılmıştır. İlişki

kurmada yollar önemlidir. Son yıllarda böyle bir yolyapımı gerçekleştirilmiştir. Ancak bu yapılan yollarıntümü de askeri amaçlıdır. Kürdistan’da yürüyen sa-vaşla ilgilidir yol yapımları. Hal böyle olunca Kürdis-tan’da sadece kapitalist mal ve hizmetlerin satışıgerçekleştirilir. Onun ötesinde bir ekonomik gelişimemümkün mertebe olanak tanınmamıştır. Kapitalist deolsa üretime dayalı bir yatırımdan söz edilemezdi.Yani Kürdistan’ın kapitalistleşmesine bile fırsat veril-mek istenmemiştir. Servet birikimine ve kapitalist iş-letmecilik oluşumuna fırsat verilmiş olsaydı, burjuvaanlamda da olsa bir sınıflaşma ve burjuva düşüncesi-nin gelişmesi olanaklı olabilirdi. Burjuvazi, Kürdistanpazarını egemenlik altına almak için bir mücadele yü-rütebileceği varsayıldığından, ona olanak tanınmak is-tenmemiştir. Yani iddia edildiği gibi Kürdistan’dakiekonomik durumun, kapitalizmin eşitsiz gelişme ya-sasıyla bir ilişkisi yoktur, bu tamamen Türk ulusal ya-yılma alanı olarak değerlendirildiği için, bu stratejikhedefin gerçekleştirilmesi, olası engel oluşturabilecekher tür gelişmenin ta başından öngörülerek kesilmekistenmesiyle ilgilidir.

Kürdistan ulusal yayılma alanı olarak değerlendi-rildiği için, idari yapılanma da tamamen Türkiye’dekiidari yapılanmanın benzeri bir düzenlemeye tabi tu-tulmuştur. İl, ilçe, belde ve köy türü idari yapılar sözkonusudur. Ancak bu idari bölünmeler ayrıntıda Kürttoplumu içinde birbirine yakın veya sosyolojik birim-

leri parçalayıp ayrı idari birimler altına alarak, olasıilişkilerini koparma ve olası anti sömürgeci kalkışma-ları güçsüz kılma amaçlı bir idari yapılanma sistemiolarak geliştirilmiştir. Yine Kürdistan askeri bir sahaolarak ele alınmış; Türk idari yapılanmasına göreasker gücü belirlendiği için ona uygun daha küçükyerleşim birimlerine belde, ilçe ve il statüleri kazandı-rılarak asker ve polis sayısı artırılmıştır. Böylece bi-çimde yoksa da fiili olarak Kürdistan’a yönelik ayrı birhukuk nizamı, bir düşman hukuku hep yürürlükte ol-muştur.

İsyanlar Meselesi ve Yarattığı SonuçlarTürk egemenlik sistemi Kürdistan’ı ulusal yayılma

alanı olarak gördüğünden, öncelikle Kürt toplumsalyapısı bünyesinde diri olan yapıları tasfiye etme amacıgütmüştür. Zira o, etkisizleştirmeyi gerçekleştiremezseamacına ulaşamayacağını bilmektedir. Her ne kadar19. yy. boyunca Kürdistan’da var olan çeşitli milli vegeleneksel kurumlaşmalar, otonom yapılar tasfiyeedilmiş olsa da; tümüyle tüketilememiş ve dolayısıylatam bir hakimiyet sağlanamamıştır. Bu son etap, tasfi-yeyi tamamlama ve Kürdistan’da hiçbir direnç nokta-sını bırakmayarak Türkleştirmeyi stratejik bir plandahilinde gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Türk ege-men sınıfının bu yönelimine ilk tepki 1921 Koçgiri is-yanıdır. Ardı sıra 1925 Genç, Palu, Hani isyanınınfiziksel imhası gelecektir. Peyderpey I. ve II. Ağrı is-yanı ve en son da 1938 Dersim soykırımı gelmektedir.Bu belli başlı imha hareketleri dışında çeşitli başkaldı-rılar da olmuştur.

Hemen bütün isyanların (19. yy isyanları dadahil), ortak özellikleri yerel özgünlüklerini korumave yabancı egemenliğe karşı koyuştur. Özünde deKürt toplumunun esasını oluşturan neolitik değerlerindirenmesi oluyor. Dolayısıyla devlet karşıtlığı isyanla-rın esas yönlerinden birini oluşturuyor. Karşı koyuşla-rın gerici olarak değerlendirilmesi, devletçi zihniyetintam bir saptırması olmaktadır. Demagojidir. Toplu-mun özgürlüğünü koruma, mümkün mertebe ahlakive politik toplumun değerlerini savunmayı da içer-mektedir. Devrimcilikten bahsedilecekse bu tür birdevrimcilikten söz etmek gerekiyor. Bu karşı koyuşla-rın içinde Ağrı başkaldırılarının sınırlı da olsa bir öz-günlüğü vardır. O da önceden bir hazırlığadayanmasıdır. Kısmen bilinç öğesi söz konusudur. Di-ğerlerinde iç hafızadaki toplumsal refleks daha önplandadır. Yani kendisine ait olan üretim, paylaşım,yaşam ve yönetim kültürünün devam ettirilme iste-mine dışarıdan yapılan imha amaçlı müdahalelerekarşı koyuştur.

İlk devlet olarak kabul edilen Sümerdevletinin inşası ve varlık göstermesi,büyük oranda Kürdistan’da gerçekleş-tirdiği maddi ve manevi değer gaspına

dayanır

82

38 Dersim’in özgünlüğü ise, neredeyse tarihin hiç-bir zamanında yabancı egemenliği tanımamış olması-dır. Coğrafyanın dağlık oluşu, öz savunmaya avantajsağlaması, yabancı güçlerin saldırılarının püskürtül-mesine olanak tanımıştır. Ve bir tür bağımsız yaşamahalini oluşturmuştur. Ancak Dersim’deki toplumsalyapının düşmanlarıyla temasını sınırlamış, yabancıtoplumsal etkilenmelere kapalı olmasını getirmiş, ya-bancı değerlerin etkisine girmemiş, toplumsal özgün-lüklerini korumuştur. Fakat aynı zamanda da genelKürt toplumuyla da ilişkilerini sürdürme olanağınıfazlaca bulamadığından, adeta dışa kapalı bir ada içiyaşamı yaşamasına götürmüştür. Bu durumda, Kür-distan’da olmazsa olmaz temel stratejik bir hedef ola-rak Türkleştirmeyi önüne koyan Cumhuriyet imhaplanlamasını buna göre yapmış, mutlaka sonuç alacakşekilde bir planlamaya gitmiş ve o planlamanın askeriharekâtını başlatmıştır.

1934 yılında çıkarılan “Tunceli kanunu” yla ayrın-tılı bir planlamaya gidilmiş, önce isimler yerleşim bi-rimleri ve coğrafi isimleri Türkleştirmekle işekoyulmuştur. Fiilen 1934’de başlayan hazırlıklar1937’de askeri harekât düzeyine ulaştırılmış, 1938’detam bir soykırım gerçekleştirilmiştir. Türk devlet yet-kililerinin ifadesiyle” çıbanın”, kökü kazınarak yokedilmiştir. Nuri Dersimi’nin tahminine göre 70 bin,yine diğer bazı tahminlere göre 90 bin Dersimli anakarnındaki bebekten tutalım, artık iki ayağıyla mezaragitmeye hazırlanan en yaşlıya kadar, hemen hemenher kes katledilmiştir. Dönemin en gelişkin savaş tek-niği de kullanılarak; kimyasal gazlar dâhil, uçaklarlabombalayarak, süngülerle paramparça edilerek, gebekadınların karınları süngüyle delinerek, ceninlersüngü uçlarına takılarak meydanlarda dolaştırılmıştır.Tahminlere göre Dersimlilerin üçte ikisinden fazlası,fiziksel olarak yok edilmiştir. Geriye kalanlar da yapı-lan bir plan dâhilinde ve nüfusun yüzde beşini geçme-yecek şekilde, Türk kültürünün yoğun olduğubölgelere sürgün edilmişleridir. Tam bir tertele hare-kâtı yapılmıştır.

Dersim’in büyük bir bölümü insansızlaştırılmış veaskeri bölge olarak ilan edilmiştir. Hala bazı yörelerdesivillere yasak bölgeler bulunmaktadır. Muhtemeldirki bu bölgelerde toplu mezarlar bulunmaktadır. Laçderesi gibi derin vadilerde çok sayıda insan kemikle-rine rastlanmaktadır.

Kürdistan’da Militarizm ve Bilinç Altında Oluşturulan Korku Kürdistan’da militarizmin oluşturduğu büyük sin-

dirme ve korkutma altındaki toplumsal yapı, Türkulus yapısı içinde erimekten başka seçenek bırakma-

yacak şekilde tasarlanmış ve pratikleştirilmiştir. Mili-tarizmin yedirilmediği hemen hemen hiçbir toplum-sal olgu bırakılmamıştır. Korkutma had safhadadır.Anneler çocuklarını jandarma geliyor korkusuylauyutacak dereceye ulaştırılmıştır. Ağlayan bir çocuğaönce ‘çocuğum ağlama, ağlamayı bırak’, yalvarmalarıyapılır, kar etmiyorsa ‘sus bak jandarma geliyor’ dene-rek çocuğun ağlamasını kesmesi istenmekte ve çocuksusmaktadır. Bu örnek Kürdistan’da militarist korku-nun beşiğe kadar uzandığını ortaya koymakta, çocu-ğun zihinsel dünyasına jandarma korkusu yerleşerek;çocuk bu kimlikle büyüyecektir. Anneler ya da bü-yükler neden çocuğu jandarma korkusuyla büyütü-yor? Çünkü katliamlar sürecinde uygulanan zulmünyarattığı imgeler ve daha sonraki süreçlerde aralıksızuygulanan jandarma baskısı, korkuyu daima diri tutu-yor, devamlılık kazandırıyor ve her Kürt bireyi için enkorkutucu şey jandarma oluyor. Jandarma ise devletdemektir. Kürdistan’da devlet hizmet eden değil,korku ve dehşet yayandır. İki jandarmanın herhangibasit bir nedenden ötürü yüzlerce hanelik bir köydehalkı köy meydanına toplayarak, erkekleri kadınlar-dan ayırıp sıraya dizerek, işkence yaptığı çok yaygınbir uygulama olarak görülmektedir. İşkence esnasındaçok aşağılık küfürler savrularak Kürt’ün kişiliğindetam bir çökertme pratiği uygulanmaktadır. Psikolojikolarak önce düşürülmüş, kişiliksizleştirilmiş kimliğişekillendirme ve orada Türk egemen sınıf yapısına uy-duruk bir tarzda bağlanması hedeflenmekte ve büyükoranda da başarılmaktadır. Böylece devleti temsileden herhangi nişan, üniforma Kürdün bilincindekorkuyu uyandıran ve karşı koyma direncini sıfırlayanbir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Uydu-köle kişilikleriçin yaşayabilmek istiyorsa tek seçenek, ortaya konu-lan Kürt dil ve kültüründen hızla uzaklaşma, Türk dilve kültürüyle bütünleşmedir.

Çoğunlukla Türkçe zorla öğretildiği için ve yineKürt insanı Kürtçe gırtlağa sahip olduğundan Türkçekelimeleri qırıx tarzda ancak telaffuz edebilirken, o te-laffuz şekliyle de alay edilerek bir de böyle aşağılanır.Yani Türkçe öğrenmesi de tek başına yeteli olmamak-tadır. Türkçeyi öğrense de kelime telaffuzlarında qırıxbir tarzın hakim olması( ki bu doğaldır) alay konusuyapılmakta, bir de onun için aşağılanarak köle kişili-ğin şekillenmesi derinleştirilmektedir. MilitarizminKürt toplumuna yönelik uygulamaları sadece Kürdis-tan’la sınırlı kalmamakta, zorunlu askerlik gereği as-kere alınan Kürt gençleri bir de orada militaristterbiyeden geçirilmekte, onlara “ali okulu” altındakieğitimlerle Türkçe okuma-yazma öğretilmekte, asi-mile edilmekte; hakaret, küfür aşağılanma, tek tek vetoplu dayak çekmelerle kişilik iyice iğdiş edilmektedir.

83

Dozajı o kadar yüksektir ki, bir Kürt erkeği için asker-lik anıları ölünceye kadar hafızasında diriliğini koru-yacak, hemen her gördüğüne askerlik anılarınıanlatacaktır. Çoğu Kürt erkeğinin son nefesinde kul-landığı cümleler de askerlik anılarıyla ilgili olacaktır.

Kürt erkeğinin askerdeki militarist terbiyede var-dığı düzey nedeniyle, onda yarattığı kişilik yapılanma-sıyla evine döndüğünde, kendisine uygulananyöntemleri neredeyse birebir eşine ve çocuklarına uy-gulayacaktır. Yani Kürdistan’da askerlik yapmak, sa-dece askerlikle sınırlı değildir, devamı Kürttoplumunu düşürmenin çok temel bir mekanizma-sına dönüşecektir.

Kürdistan’daki jandarmanın rolü sadece köylülerüzerinde dehşet uyandırmakla sınırlı değildi. Aynı za-manda hemen her köyde yarattığı birkaç ispiyoncuylaköyde olup biten her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğ-renen jandarma karakol komutanı, köylüleri karşı kar-şıya getirmek için dedikodu, fitne-fesat veya bir deKürdü Kürde çatıştırarak düşmanlaştırma, böyleceolası devlete yönelecek öfke ve şiddeti Kürt toplumu-nun içine yönlendirme politikası uygulamıştır. Yanihedef şaşırtarak bir toplum bölünüp parçalanmış, bir-biriyle çatışan duruma getirilmiştir. Kürdistan’da enküçük olayda bile silahlar çekilmekte, Kürtler birbiriniöldürmektedir. Onlarca yıl süren kan davaları, namusadı altında kadın cinayetlerinin neredeyse hementümü sömürgeci pratiklerin somutlaşmış hali olmak-tadır. Kürtler kendi ulusal ve toplumsal özellikleri içinmücadele eden değil, kurtuluşu Türkleşmekte arayan,birbirileriyle çatışarak güçsüzleşen duyguda, düşün-cede ve yaşam biçiminde gerçekliğinden yabancılaşan,ondan uzaklaşan ve enerjisini birbirilerine karşı kulla-narak tükenen aşamaya ulaştırılmıştır.

Kürt toplumu içerisinde birbirini sevene neredeyserastlanmamaktadır. Neredeyse birbirine düşman ol-mayana da rastlanmamaktadır. Sevgisizlik, nefret ileridüzeye varmıştır. Özünde aynı topluma mensup ol-masına rağmen kendi insanından nefret etmek,ondan tiksinmek, giderek kendi milli değerlerindennefret eden, “ben neden Kürt doğdum” diyebilen birtoplumsal yapı söz konusudur ki şayet buna toplum

denebilirse! İnsandan nefret, kendi dil ve kültürel de-ğerlerine de hatta ülkesine de nefret duyabilecek duy-gusal bir çöküş üretecektir. Ülkesinden ve insanındannefret, özünde kendisine nefreti içerir. Aslında1970’ler Kürdistan’ında kendisinden nefret eden Kürthayli fazladır. Oluşturulan bu duygusal ve psikolojikortamla her Kürdün önüne “kurtulmak istiyorsanhızla Türkiye’nin batısına göç edeceksin ve Türk ola-caksın” seçeneği konulmuş oluyor.

Toplumsal Çökertmede Eğitimin İşleviKürdistan’da uygulanmaya konulan Türk eğitim

sistemi, bilimi öğretme amacı gütmemektedir. Öncesınırlı oranda da olsa var olan medrese eğitimiyle Kürtdili, edebiyatı, tarihi ve coğrafyası öğretilmekteydi.Cumhuriyetle birlikte bütün medreseler kapatıldı veyasaklandı. Onların yerine çok yaygın Türk eğitim sis-temi ikame edildi ki adı da “milli eğitim”dir. İsimdeki“millilik “ kelimesi Kürt milli eğitimi değil, Türk millieğitimidir. Yani Kürt’ün Türklük temelinde milli de-ğerlere ulaştırılması hedeflenmiştir. Öğretilen dilTürkçedir. Türkçe Kürt için bir yabancı dildir, ancakTürkiye’de öğretilen İngilizce gibi bir yabancı dil değil-dir. Bugün Türkiye’de okullarda dördüncü sınıftan iti-baren İngilizce ve Almanca gibi yabancı dilleröğretilmektedir; ancak Kürt çocuğu, okula adımınıatar atmaz Türkçeyle tanışmıştır. Ondan Kürtçeyihemen terk etmesi istenir. Ancak Kürt çocuğu Türk-çeyle ilk defa karşılaşmıştır. Her şey Türkçedir ve hiçanlamamaktadır. Kürtçe diye bildiği dili yoktur. Adetabuhar olmuştur. Bu çocuğun yaşayacağı ikilemin zor-luğu ve küçücük dimağında oluşacak fırtınaları tah-min etmek güç değildir. Dil alanında başlayan ikilik,çelişki ve çatışma çocuğun ruh dünyasında ilk veköklü bir kırılmayı yaratacak; kişiliksizleşme sürecininbaşlamasını birlikte getirecektir. Türk dili etrafındaTürk büyükleri, Türk simgeleri işlenmeye başlanır.Kürt çocuğu onların tümünü hiç tanımamakta vebuna tamamen yabancıdır. Onlarda kendisine ait hiç-bir şey bulamamaktadır. Kürt büyükleri yoktur, Kürtsanatı yoktur, Kürt tarihi, edebiyatı, coğrafyası yoktur.Annesi babası ve kendisi artık Türk’tür. Orta Asya’dangelmişlerdir. Medeniyeti dünyaya Türkler taşımıştır.Uygarlıkların öncüsüdürler. Alpaslanları, Fatih SultanMehmetleri, Barbarosları vb. uzayıp giden bir kahra-manlıklar listesi vardır. Kürt çocuk bunların hepsiniöğrenecektir, ama kendisine ait hiçbir şey yoktur. Ke-yakser’ den, Melayê Cizîrî’den, Ehmedê Xanî’ den sözedilmek bir yana, bunlar yasaktırlar. Kürdistan coğraf-yası Türk coğrafyası olmuştur.

Herkes Türk’tür. Her sabah andımız okutulmakta-

Êzidîlik, İslam düşün ve yaşamına karşı milliinançlarını ve yaşam biçimlerini Ortodoksça sa-

vunmaktadır. O yüzden gerek Arap egemenliği al-tında, gerekse sonraki dönemlerde en yoğun

katliamlara muhatap olacaklardır

84

dır: “Türküm, doğruyum çalışkanım, varlığım Türkvarlığına armağan olsun” dedirtilmiş, okullarda veşehir merkezlerinde Türk ‘kahramanlarına’ ait heykel-ler yükseltilmiştir. Anne babası çocuğuna hayatıKürtçe öğretmiş, Kürtçe klamlarla büyümüştürçocuk. Kürt masallarını dinlemiştir. Ama okula başla-masıyla birlikte artık onlar yoktur. Her şeyin yerineTürk’e ait olanlar ikame edilmiştir. Kürt çocuğu zama-nının tümünde -okul dışı zamanı da dahil- öğret-mene bağımlı hale getirilir. Hemen her sınıftaöğretmen, ispiyonculuk yapabilecek birkaç öğrencitespit eder, onlara görevler verir, hangi çocuğun okuliçinde ve dışında Kürtçe konuştuğunu tespit edip öğ-retmene bildireceklerdir ispiyoncular. Öğretmene bil-dirilen öğrencileri öğretmen tahtanın önüne dizer,hem dayak atar, küfreder ve onları aşağılar Kürtçe ko-nuştukları için. Böyle eğitilen çocuğun kişilik yapılan-masının ileride nasıl bir hal alacağını tahmin etmekgüç değildir. Bazıları iyice sinerek Türkleşmeye koşaradım gideceklerdir. Özünden, kökünden kopupTürklük içerisinde erimek için ellerinden ne gelirseyapacaklardır. Bazıları yalpalayacak, Kürtlükle Türk-leşme arasında gidip gelecek, yer yer isyancı duygularıparlayacak ve çoğunlukla pasif-edilgen bir ruh halinebürüneceklerdir. Kürdistan’da reformist düşünceninTürk devlet yapısından yalvar yakar hak talep edentoplumsal kişilikleri böyle şekillenmiştir. Diğer bazı-ları tam bir isyan haline girecek, köklerine, ulusal de-ğerlerine ulaşmak ve kurtuluşu orada görmekisteyeceklerdir. 1970’lerde onlar, Kürdistan’da isyanbayrağını açacak ve öze dönüş hareketini başlatacak-lardır.

Köksüzleşme ve Bellek KaybıKürdistan’da sömürgeciliğin uygulamaya koyduğu

pratik Kürdistan’ın insan ve coğrafyasını Türk yurduhaline getirme amaçlıdır. Burada nedenlerine giril-meyecektir. O neden buna yöneldi, bu ayrı bir tar-tışma konusu olup, yazı kapsamını aşmaktadır.Yazıda, 1970’ler dönemine gelindiğinde Kürdis-tan’daki sömürgeci pratikler, bazı yönleriyle çözüm-lenmeye ve anlaşılır kılınmaya çalışılmıştır. Daha daaçımlanması gereken yığınla yan bulunmaktadır.Ancak yazıda güdülen gaye, ulusal yayılma ve Türkulus potasında eritmeyi hedefleyen ve Kürdü Türkleş-tirmeye yönelen, yönelmekle kalmayıp onu pratikleş-tiren stratejiye dönüktür. Kürt toplumunakazandırılan özellikler sonuçta sömürgeciliği dışsalbir olgu olmaktan çıkarmış; içsel, duygu ve düşün-cede tarihi köklerinden kopan, ideolojik, kavramsalve kurumsal olarak etkisizleşen yapıdan, Türk ege-men sınıfının devletçi ideolojik kavramları ve kurum-

larına eklemlenen bir yapı şekillenmeye başlamıştır.Kürdistan’daki toplumsal altyapıdaki sosyolojik bünyeesas anlamda tasfiye edilmiş ve neredeyse Kürtlere aittek bir kurum bırakılmayacak düzeyde yıkıma uğra-tılmıştır.

Kürt toplumu öz savunma güçleri tümden dağıtı-larak savunmasız bırakılmış ve düşünce üretimi orta-dan kaldırılarak Türk düşüncesi, yaşamı,kavramlaşması ve kurumlaşması yerine ikame edil-miştir. Varılan düzey sadece egemen devletin inkâ-rıyla sınırlı kalmamış; Kürt’ün de kendi kendisiniinkâr ettiği, Kürt olmadığı, Türk olduğu hatta özbeözTürk olduğu düşüncesi yaygınlaşmıştır.

Kürde “mağarada yaşayan, ilkel, kuyruklu, uygar-lık dışı ve barbar” olarak tanımlanan medeniyettenanlamayan, hayvanlaşma derecesine indirgenmiştir.Hatta okullarda Kürt çocuğuna verilen düşünce doğ-rultusunda Türkün yüceltilmesi, Kürdün aşağılan-ması temelinde büyüklerinden de utanır halegetirilmiştir. Annesinin babasının giyim-kuşam, kül-türünden ve yaşamından utanan, onların okullarınagelip kendilerini ziyaret etmelerini istemeyen, gelme-leri halinde ‘evlerinde çalışan hizmetçi’ ya da başkabiri şeklinde arkadaşlarına tanıtan ve akrabalık bağınıinkar eden pratikler yaygınca yaşanmıştır. Yani kendigerçeğinden, kendi büyüklerinden, anne-babasındanutanır düzeye getirilen bireyin düşürülmesinin nekadar derin olduğunu ortaya koymaktadır

Kürt toplumu ve bireyi toplumsal gerçekliğindengrup grup, tek tek koparılarak yalnızlaşmış, güçsüz-leşmiş ve çaresizleştirilmiştir. Çaresizleştirilen Kürdünbu durumda koşar adım Türkleşmeye gitmesinde an-laşılmayacak bir yan yoktur. Bir de günümüzde elikalem tutan Türk ekabirleri, ‘Kürtler neden Kürtçekonuşmuyor, yazmıyor, Kürtçe bilmiyorlar’ deyipKürt diline Kürtlerin dahi ilgi göstermediğini, onunyerine “bilimin dili olan Türkçeye” ilgi gösterdikleriniima ediyor ve diğer yandan da kendi asimilasyoncupratiklerini gizleme ve suçlarından kurtulmaya çaba-lıyorlar. Ancak bilinmelidir ki utançlarından da kur-tulamayacaklardır. Her halk onurlu olduğu kadarKürtler de onurludur. Kürtleri düşürenler özündekendilerini düşürdüler. Vicdanlarını körelttiler. Vic-dan olmayınca insanlık da olmaz. İnsanlığın ölümüvicdanın ölümüdür. Kürt Kültürünün soykırıma tabitutulması vicdansızlıktır. Onu yapanların vicdanlı ol-duklarını kimse iddia edemez. Onlar vicdanlarıylabaş başadır. Kürtlerse er geç gerçek insan olmaya vekaybettirilen vicdanlarını bulmaya başladılar ve mut-laka da başaracaklardır. O yüzden onurları için müca-dele ediyorlar. Öze dönüş onuru kazanmamücadelesidir.

85

Kürtlerde hala tam aşılamamış yabancıya öy-künme, kendisi olma yerine yabancı gibi olma, onungibi düşünme, onun gibi zevk alma, onun gibi eğ-lenme ve onun gibi yaşama gibi pratikler yoğunca ya-şanmaktadır. Yoğunca yaşanmakta idi. Bütünonlardan uzaklaşma ve kendisi olma durumları geliş-meye başlasa da tümden aşılmış değildir. Hala birKürdün söylediği doğru bir söze ne kadar Kürt toplu-munun lehine olursa olsun itibar gösterme gelişmişolsa da adeta benzeri bir sözü bir yabancıdan bek-leme, onun sözüne daha fazla itibar etme, onu “onaymerkezi” gibi algılama zayıflamış olsa da yaygıncagözlemlenebilmektedir. Bütün onların ortaya çıkması-nın nedenlerinin başında özünden uzaklaşma ve kök-süzleşme gelmektedir. Bellek ve hafıza kaybıdır. Kendideğerini küçümsemedir, hor görmedir, yabancı değeriyüceltmedir, bu ona öykünmeden kaynaklanmakta-dır. En başta Kürt düşüncesiz kılınmıştır. Duygu vedüşünce üretemez duruma getirilerek dumura uğra-tılmıştır. O önemli oranda geçmişinden koparılmıştır,geçmişini bilmemektedir. Geçmişinin toplumsal de-ğerleri, hatta coğrafyası, tarihi unutturulmuş; arşivleriyok edilmiş, basit arşiv tutma olanağı bırakılmamış,birikimsiz bırakılmıştır. Yeniyi yaratma, eskiler üze-rinde yeniyi biriktirme ve bu temelde büyümesi im-kânsızlaştırılmıştır. Suç sayılmıştır. Basit bir Kürtkelimesi dahi suç kapsamındadır. Yargılama konusuyapılarak yargılanmış, cezalandırılmıştır. Hal böyleolunca tarihsiz bırakılan, tarih yapamayan bir halk ‘ta-rihi yabancılar yapar’ gerçeğiyle karşı karşıya gelecek-tir. Böyle bir toplum var olmaya değil, yok oluşagiderken; tarihini biriktiren, yoğunlaştıran ve büyüyenhalk gerçeğinden; tarihe yön değiştirilip tüketilen,avareleştirilen, küçülen, daralan, büzülüp küçük aileiçerisine hapsolan ve giderek tamamen tükenecekolan Kürt kişilik realitesi gerçekleşecektir. Özcesi Kür-dün hikayesi budur.

Sömürgecilikten Kopuş ve Öze Dönüş Hareketi1970’li yıllara gelindiğinde Kürt toplumunda umut

kesilmiş durumdadır. Varlığı-yokluğu tartışmalıdır.Kürt diye toplumsal bir realite söz konusu mudur, ta-rihin bir döneminde yaşamış mı, silinip ortadan kalk-mış mıdır, uğruna bir mücadele verilebilir mi?… Butür soruların yaygınca sorulduğu ve tartışmaların ya-pıldığı zamanlardır. Bu tartışmalar bile gizlice yürütül-mektedir. Türk devlet yapısı açısından Kürt sorunuhalledilmiş, başlangıçta fiziksel katliamlar ve sürgün-lerle direnç noktalarının tümü kırılmış; devletin ideo-lojik yaşamsal olgularının Kürt toplumuna yedirildiği,devlet idari yapılanmasının Kürdistan’da ikame edilip

dört başı mürekkep bir hakimiyetin sağlandığı veKürdistan’ın esasta Türk yurduna dönüştürülüp mese-lenin halledildiği, sağda-solda tek tük “ben Kürdüm”diyene rastlansa da onların da dermanının tükendiği,mücadele yürütebilecek güç ve takatin kalmadığı dü-şüncesi hâkimdir. Artık derinlerde sınırlı Kürt vardır,sesleri duyulsa da devletin verdiği cevap hazırdır: Kürtdiye bir toplumun hiç olmadığı, onların dağlık bölge-lerde yaşayan Türkler olduğu, karda yürürken çıkankart-kurt seslerinden ötürü onlara Kürt dendiği, dev-lette ve üniversitelerinde baskın düşüncedir. Aslında o“Kürt” ifadesi de daha çok “Türk düşmanlarının üret-tiği” bir kavramdır, Kürtçe denen bir dilin kelime ha-zinesinin birkaç yüz kelimeyi geçmeyeceği, onların dabozulmuş Türkçe olduğu tarzı inkârcı tezler ortayaatılmaktadır.

Kürdistan’da 1970’lerin ortalarına doğru tablo ka-baca şöyledir. 12 Mart 1971 askeri darbesiyle bizKürt’üz diye ses çıkaranlar zindanlara doldurulmuş,susturulmuşlardır. Yine 1974 Güney Kürdistan’dakiağır yenilgi, Kürtlerde artık bu iş başarılamaz duyguve düşüncesini pekiştirmiş, yaprak kıpırdayamaz dü-zeye gelinmiştir. Kürtlük adına söylenen söz nere-deyse kalmamıştır. Bir ölüm hali egemendir. BenKürdüm demek utanılası bir durumdur. Fakat içteniçe de sınırlı da olsa bir öfkenin, tepkinin ve cüretin debiriktiği belirtilebilir. Eski usullerle, adeta yalvarma-larla “doğuya yol, su, elektrik” talepleriyle sonuç alına-mayacağı açığa çıkmış, anlaşılır olmuştur.

‘Yeryüzünün Lanetlileri’ için yazdığı 2002 tarihlibaskıya yazdığı önsözde Muhammet Harbi, “Hakikatve sahicilik delilik tarafındadır; bu hakikat ve sahiciliğiözgür bırakmak gerekir.”(Frantz Fanon, YeryüzününLanetlileri, s.314) der. 1970’ler Kürdistan’ında da artık‘delilik’ zamanı gelmiştir. Şartlar olağanüstüdür. Ola-ğan üstü şartlarda olağan çözümler bulmak ham ha-yalden öteye gidemez. Nitekim olan da budur.Hakikatler yok edilme noktasına getirilmiş, onlarıarama, bulma, tekrar olmaları gereken düzeye çıkar-mak için olağanüstü, normal görülmeyen ve kabuledilmeyen ölçülerin çok ötesinde bir düşünce, onunpratikleşmesi ve davranış biçimlerini sergilemek birzorunluluktur. O yüzdendir ki, o ilk öfke yoğunlukluçıkışın halleri Kürtler içinde bile delilik olarak görül-müş, öyle değerlendirilmiş, büyük bir kuşku ve endi-şeyle karşılanmıştır.

Üniversitede okuyan yoksul Kürt çocuklarınıngerek büyüklerinden parça parça öğrendikleri zulümve yok ediş hikâyeleri, gerekse öğrencilik süreçlerindeokul Kürt oldukları için yaşadıkları derin aşağılanma,yaralarını derinleştirmiş ve öfkelerini büyütmüştür.Bu öfke zamanla söz söylemeye cüret etmelerine yol

86

açmıştır. Ağır ağır konuşmaya başlamışlardır. Araştır-malar yapmışlardır. Bölük pörçük de olsa ilk sözlerinisöylemeye başlayacaklardır. İlk söz “Kürdistan Sö-mürgedir”, iki kelimelik bir cümledir; ancak 1970’lerinortamında bunu söylemek büyük cüret ister, büyükcesaret gerektirir. O cesaret gösterilmiştir. Çünkü ogüne kadar Kürdistan’dan söz edenler sömürge deme-leri bir yana, Kürt kelimesini bile kullanamamakta“doğu” tabirini tercih etmektedirler. Korku, dehşet ve-rici ve derindir. “Devletle uğraşılamaz, devlete devletgereklidir, devletin tankı topu, uçağı var”dır. Kürdis-tan’ın her tarafına jandarma karakolları ve askeri güç-ler konumlandırılmıştır. Adeta Kürdün nefesini dahihissedecek durumdadırlar. Nefes almak neredeyseizne tabi hale getirilmiştir. ‘Devletle baş edilemez’ dü-şüncesi, devletin acımasızlığı ve korkutuculuğu beşiğekadar uzanmıştır. Dolayısıyla “Kürdistan” hele bir de“sömürgedir” demek büyük bir cesaret isteyecektir.Bunu bir de haykırmak ne cürettir! Acımasızca hesapsorulur.

Kürt Halk Önderi Abdullah ÖCALAN, “Kürdistansömürgedir” sonucuna vardığında tir tir titrediğini vebaygınlık geçirdiğini söylemektedir. Neden öyledir,çünkü mevcut durumu derinden hissetmektedir. Kür-distan sömürgedir dedikten sonra onun sorumluluğualtında adeta ezilmekte, gereğini yapmanın güçlükle-rinin farkında, karşılaşacağı mezalimi bilmekte; ted-birlerini, mücadele araç ve yöntemlerini nasılgeliştirebilir, nasıl ortaya koyabilir, bu konuda hiçbirolanak da yoktur. Sıfır olanaklarla yapma zorunlu-luğu, sorumluluğun büyüklüğünü açığa vermektedir.Tir tir titreyerek baygınlık geçirmesi onlarla bağlantılı-dır. Cesaretle haykırması gerekecektir, korkmayacak-tır. Sömürgeciliğin farkındadır, derin korkuyuyenmek zorundadır. Onu nasıl başaracaktır, onlarderin sorulardır. Tamamen güçsüzlük ortamında ba-şarması gereken büyük tarihsel görevlerdir. O tarihselgörevlerin gereğini yapamama, yeni bir katliamlar dö-nemini açabilecek ve bu adeta Kürt halkının son çırpı-nışı olduğundan toplum tamamen tarihe gömülmerisklerini de içinde barındıracaktır. Öcalan, hissettiğitarihsel sorumluluk gereği her türlü riski göze alarak,

‘Kürdistan sömürgedir’ tezini ortaya atmaktan başkaseçenek bulamamıştır. Bulamazdı da. O tek seçenekti.Ya tam özgürlüğe doğru yol alınacaktı ya da halk ola-rak tarihte son darbeleri alarak silinip yok olunacaktı.Her iki seçeneği de mevcut yaşama tercih etmiştir.Çünkü mevcut yaşam çok onursuzca bir yaşamdır.Onursuz yaşamaktansa onurluca yok oluş, insanlığınolmazsa olmaz hakikatidir. Bir de zayıf da olsa özgür-leşme seçeneği de vardır. Onun yaptığı zorunlulukla-rın belirlediği koşullarda, sözü cesaretlice vekorkmadan, bütün bilinç, duygu, düşünce ve yaşampratiğini böylesine ağırlaşmış bir insanlık mücadele-sine adamaktan çekinmeden gereklerini hücrelerinekadar hissetmek, yerine getirmek ve başarmaktanbaşka seçenek tanımadan haykırmak olmuştur. Kür-distan sömürgedir sözü haykırılmıştır. Başlangıçta osözün etrafında yaralı Kürt gençliği ya ölüm ya onurluyaşam isteyen Kürt gençliği toparlanmaya başlayacak-tır. Her yan yana geliş ve korkularından arınma, ba-şarma arzusunun yükselmesine yol açmıştır.

Çıkış tamamen hazırlıksızdır. Öyle bir planlama-dan söz etmek de güçtür. Yürüyüş el yordamıyla ola-caktır. Dayanılabilecek hiçbir olanak yoktur.Bellek-hafıza darmadağınıktır, hafızada bilgi kırıntı-ları da söz konusu değildir. Kürt toplumunun direnenyanları hangisidir, onlar da bilinmemektedir. Kürtnasıl bir şeydir, ona ilişkin hiçbir bilgi yoktur. Sıfırbilgi, sıfır olanak içinde yürüyüş başlayacaktır. Kuşku-suz bu yürüyüş yalpalayarak devam eden bir yürüyüş-tür. Sağa sola çarpan, düşen-kalkan bir yürüyüştür. Oyüzden tanımlaması da güç bir yürüyüştür. Pek bili-nen insan yürüyüşlerinin normlarına benzemiyor.Tümüne aykırıdır. En dost olması gerekenler dahi,başlangıçta bu yürüyüşçülere saldırmışlardır, ‘böyleyürüyüş mü olur böyle devrimcilik mi olur’ diyerekhayretlerle karşılamışlardır. O “yürüyüşçülerin” derinöfke ve korkularını, yaralı hallerini hissedecek du-rumda değillerdir. Çünkü onların alışkanlık edindik-leri ve öğrendikleri devrimcilik türleriyle hiçbirbenzerliği yoktur. Çok farklı bir tarzdır, hiç normaldeğil, tamamen anormaldir. Neden anormal? Kürttoplumu anormalleştirilmiştir de ondan! Anormaltoplum anormal yürüyüşçüler çıkaracaktır.

Albert Memmi “Sömürgeciliğin Portresi ve Sö-mürgeleştirilenin Portresi” adlı eserinde anti-sömür-geci yürüyüşçülere ilişkin sömürgecilerin yaptığıdeğerlendirmelere karşı cevabında “Ne var ki yazar, nebilinçsizdir ne nankör ne de küstahtır. Konuşmayacüret eder etmez, bu insanlara isyanlarından ve hu-zursuzluklarından başka ne anlatabilirler? Bu kadaruzun sürmüş anlaşmazlıkların acısını çeken insandanbarış sözcükleri mi bekleniyor? Bu kadar çok faiz ge-

Nuri Dersimi’nin tahminine göre 70 bin, yinediğer bazı tahminlere göre 90 bin Dersimli anakarnındaki bebekten tutalım, artık iki ayağıylamezara gitmeye hazırlanan en yaşlıya kadar,

hemen hemen herkes katledilmiştir

87

rektiren bir borç yükü altındaki insandan minnet bek-lenebilir mi?”(sf. 117-118) der.

Kürdistan özgürlüğü için yürüyüşe başlayanlarahemen her tür sağ-sol sosyalist ayrımı yapmadan-çev-reler saldırı oklarını yöneltmişlerdir. “Ne kadar danankördürler! Onlara medeniyet götürdük, feoda-lizmden kurtardık, uygarlaştırdık, insan yaptık, bilimitaşıdık, ortaçağ karanlığından çıkardık, kuyrukluydu-lar, mağarada yaşıyorlardı. Uygarlık merkezi kentlerdeyaşamalarına olanak tanıdık, okumaları için önleriniaçtık, aydınlandılar, en önemlisi de onları uygarlığıntaşıyıcısı olan Türklüğe kabul ettik. Nankörlük yapı-yorlar, kadir kıymet, hak değer tanımamaktadırlar”deyip, saldırıyorlardı, hala da saldırılar çok fazladır.Çünkü bu da bir tür Türk Oryantalizmidir, her şeyiTürk bilir, doğruyu Türk yapar, Kürt ne anlar uygar-lıktan, o ancak fırt fırt ayran içer! Kürdün de bir hafı-zası oluştu, belleği gelişti, düşünce gücü yoğunlaştı.Kürdün kendisi hakkında karar verebilecek, yaşamınıdüzenleyebilecek toplumsal bir sağlığa kavuştuğunuhala günümüzde kabul etmeyen bir türlü anlamayan,hatta anlamak istemeyen epeyce çevre mevcuttur.Tabii ki bunun en temel nedeni de hazımsızlıktır.Kürdü Kürt olarak hazmedememedir. Kürde biçtiğirol sadece kendi amaçlarını gerçekleştirirken onu vu-rucu güç olarak kullanma ve böylece kültür, alışkanlıkve konforunu kaybetmek istememesidir. Zaten bir-likte yaşamayı güçleştiren esas nedenlerin başında dabu gelmektedir. Kürt, Kürt adına söz söyleyemez, söy-lememesi gerekir, söylemesi halinde haddini aşmışoluyor. Bugün medyaya kaba bir göz atılırsa bile hepKürde had bildirilir, Kürdün hep yanlış yaptığı“doğru” mücadele vermediği düşünülüyor. O yüzdende çeşitli siyasal partiler, eğilimler, Kürdün kendi çı-karlarına göre düşünmesi, öyle davranması, pratikleş-mesini istemekte ve beklemektedirler. Ancak Kürt’dedoğru bildiğini okuyunca çılgına dönüp saldırıya geç-mektedirler. Ancak artık ok yaydan çıktı. Kürdistantoplumu normalleşme sürecine girdi. Kırk yıldır dişediş, acısı bol, bedeli ağır ve kahırlı bir mücadele so-nucu, Kürt kendi öz kaynaklarını harekete geçirerek,öz gücünü açığa çıkarıp pratikleştirmeye başlayarak,özüne dönüyor. Kendi gerçek tarihine yönelmiştir. Otarihte direnen değerlerin özgürlük hareketi içinde bi-rikmiş, yoğunlaşmış, insanlığın çağdaş düşün veeylem pratikleriyle de sentezlenerek tarih sahnesineçıkış gerçekleştirmiş oluyor. O yüzden Kürt normalle-şiyor.

Normalleşme toplumsal tarihi kökleri üzerindeayağa kalkma, yürümeye başlamadır. Başkası değil,kendisi olmasıdır. Kendini bilmedir. Kırk yıldır bununiçin mücadele verildi. Köklerinden koparıldı. Bütün

kurumları tasfiye edilmişti. Bellek kaybı, hafıza yitimibüyük oranda gerçekleşmişti. Köklere dönüş, özünerücu etme hareketi, özgürlük hareketidir. Diriliş bu te-melde tamamlandı. Kürt toplumunun dirilişi gerçek-leşmiştir. Başta Kürdistan’ın tüm parçaları olmaküzere diasporada yaşayanlar dahil, tüm Kürdistanlı-larda kolektif bir bilinç, kolektif bir hafıza oluşmuştur.Kürdün zihin dünyası değişmiştir. Anlam dünyası de-ğişmiştir. Artık kırk yıl öncesi gibi bir anlam dünyasıyoktur. O dünya anlamsızdır. Anlamsız Kürt anormalKürt’tür. Anlamlı Kürt normal Kürt’tür. Genel insan-lık tarihine dahil olan, tarih yapan, toplum inşa edenKürt’tür. Dağılan, parçalanan değil, birleşen kolektifle-şen, hayattan tat alan, korkularını büyük orandayenen ve cesareti büyüyen bir Kürt söz konusudur.Kürdün yeni hikayesi de budur.

Bazıları bu Kürde tahammül edemiyor, edemeye-ceklerdir. Ama er geç onlar da Kürd’ün bu yeni halinianlamak zorunda kalacaklardır. Başka da seçenekleriyoktur. Korkular üzerine kurulan ilişki birlik ilişkisiolamaz, birlikte yaşamanın zeminini oluşturamaz. Endoğru, en sağlıklı ilişki ve özgür ilişki korkusuzluküzerine, güvenle kurulan ilişki türüdür. Korkuyuyayan bilmelidir ki korku döner dolaşır, en fazla dakendisini vurur. Korkusuzluk hali en iyi haldir. Kür-distan sorununun gerçek çözümü de korkusuzlukiçinde kurgulanıp inşa edilebilen özgür halklar birliği,cinsler birliği ve inançlar birliğidir.

Kürdistan’da diriliş yani köke, öze dönüş, esas an-lamda tamamlanmıştır. Kolektif bilinç oluşmuş, kendiolma hali yetersizlikleri barındırsa da tamamlanmıştır.Kürt, başkasına öykünen olma halinden çıkıyor. Sö-mürgeciye öykünme, onun gibi olma ve onun aklınagüvenmenin kendisi için oluşturduğu büyük tehlike-leri ve riskleri tarihsel deneylerle öğrenmiş ve bilinceçıkarmıştır. Kuşkusuz bu alanda hala yürünmesi gere-ken yol vardır. Bu tamamen bitmiş bir süreç değildir.Ancak temel esaslarda kendisi olma hali gerçekleşmiş-tir. Eksik zamanla tamamlanacaktır, fakat sürecin hız-lanması için daha yoğun bir çaba, sabır, emek vefedakârlık gerekmektedir. Kürt aklına artık güvenmeli,kırk yıllık yaşanan pratik, deney buna fazlaca veri sun-maktadır. Artık o, sömürgeciyi bir onay merkezi gibigörmemelidir. Her insan yaratıcıdır ve Kürt de insan-dır. Hatta yaratıcılığıyla denebilir ki, Ortadoğu’da sü-reci yönetmede en gelişkin durumdadır. Kendisindenöğrenmeyi esas almalıdır, alacaktır da. Kendi insanı-nın sözüne güven duymalı. Bilinç, hayatı üretme vepaylaşmanın gerçekleşmesi özgür yaşamın en sağlıklıyoludur. Elbette her zaman insanlıktan öğrenecek çokşey vardır, olacaktır. Öğrenilecektir de. Fakat eleştiriyetabi tutulmadan kabul edilen görüş, zaafları da içinde

barındırır. Öğrenilecektir, öğretilecektir, doğrusubudur.

“Bir toplum kurumsal olarak dağıldıktan sonraartık onun anlamından, dar kültüründen bahsedile-mez. Bu durumda kurum su dolu bir tas gibidir. Taskırıldıktan sonra, açık ki, suyun varlığından bahsedi-lemez. Bahsedilse bile, o artık tasın sahibi için sudeğil, başka topraklar veya kapların sahiplerine akmışbir yaşam unsurudur. Toplumsal anlam, zihniyet veestetik yitiminin sonuçları daha da vahimdir. Böylesibir durumda adeta başı uçurulmuş canlı varlıklar gibibir varlığın ancak çırpınmasından bahsedilebilir. Zih-niyet ve estetik dünyasını yitiren bir toplum çürü-meye, vahşice parçalanmaya ve yenmeye terkedilmişbir leşe benzer. Dolayısıyla bir toplumu kültürel ola-rak tanımlamak için onu mutlaka kurumsal ve an-lamsal bütünlük içinde değerlendirmek şarttır. Bukonuda verebileceğimiz en yalın örnek, dramınıyoğun yaşadığımız Kürt toplum gerçekliğidir. Hemkurumsal, hem de anlamsal olarak derin bir parçalan-mayı ve zihniyet yitimini yaşadığı için, Kürt toplumuancak ‘kültürel soykırım toplumu’ olarak tanımlana-bilir.”(Abdullah Öcalan, Kürdistan Devrim Manifes-tosu, sf.29)

Dirilişin tamamlanıyor oluşu inşa görevlerini deortaya koyması anlamına gelir. Tas- su meselesinde deolduğu gibi Kürt toplumunda anlam dünyası önemlioranda tamamlanmış. Onu-kurumsal ifadesi kısmiolarak gerçekleşmiş olsa da-esasta kurumsal inşatemel görev olarak öne çıkmaktadır.

Kolektif hafızanın oluşumu gerçekleşmiş, Kürtzihni şekillenmiştir. Ancak bu, direniş esaslı olduğuiçin toplumsal inşa ve kurumlaşma zihniyetine geçişiyapmak da yeni dönemin esas görevleri arasındadır.Kürt Halk Önderi Öcalan’ın ortaya koyduğu para-digma, içinde direniş olgusunu taşısa da; temel olarakinşa görevlerini tanımlamaktadır. Kürt toplumu ve bi-reyinin özgürlüğünü güvenceye alabilmesinin ön ko-şulu, öz savunma temelinde paradigmanınöngördüğü anti kapitalist-anti devletçi ama onları daiçeren yerinden yönetim ve demokratik özerkliğibütün fonksiyonlarıyla inşa etmeyi zorunlu kılmakta-dır. O açıdan sistem inşası, zaman kaybetmeden adımadım yerine getirilmeyi gerektirmektedir. İnşa görev-leri sabır isteyen, zamana dayalı, ayrıntıdan geneledoğru çok sayıda görevi içermekte ve rol üstlenmeyigerektirmektedir. Bu her Kürdün ve demokratik çev-relerin yerine getirmesi gereken görevler oluyor. Fakatbu tür kurumsallaşmalara gidebilmek ve onların ger-çek işlevine ulaşılabilmesi için toplumsal kişilikte vebirey kişiliğinde sömürgeci etkilerden ve kapitalizminmodernist yaşam ölçülerinden kurtulmak gerekmek-

tedir. Sömürgeci etkileriyle ve kapitalist yaşam ölçüle-riyle paradigmanın kurumsallaşması gerçekleştirile-mez. Belki öyle isimlendirilen çeşitli kurumlaşmalaragidilebilir ancak onlar, paradigmanın kurumlarıolmaz. Devletçi ve kapitalist kurumlar olmaktan ken-dilerini kurtaramazlar. Mesele yine yaşamla ve zihinleilgili kültürel bir meseledir. Devletçi ve kapitalist kül-türden arınma halinde kurumlaşmalar gerçek fonksi-yonlarına kavuşabilirler.

Rojava devrimiyle Öcalan’ın paradigması pratikteyaşam bulmaya başladı. Rojava’da yaşayan tüm halk veinanç toplulukları ve kadının toplumsal hayata öz-gürce katılımı gerçekleşmiş oluyor. Özelde Kürdistantoplumu genelde Ortadoğu toplumları Rojava’dan çokşey öğreneceklerdir. Rojava’dan öğrenilecek ve aynı za-manda o devrimin boğulmasına fırsat vermemek içinRojava’ ya sahip çıkılacaktır, çıkılmalıdır.

Sonuç olarak sömürgecilikten kopuş, Kürt toplu-munun kendi özüne dönüş olgusu irdelenmeye çalı-şıldı. Kürt toplumunun sömürgecilik şartları altındayaşadığı ağır fiziksel ve kültürel imha sonucu, tarihtensilinme anına ulaştığı bir zamanda, biriktirilmiş büyükbir öfkeyle bir gençlik hareketi olarak ortaya çıkıldı.Özgürleşme mücadelesi, diğer bir ifadeyle yaralı Kürttoplumunun kendi kendisini tedavi etme yürüyüşübaşlatıldı ve giderek toplumda yankılandı. Toplumsalbir başkaldırıya ulaştı. Başta kendisini inkar edenKürdü Kürt olmaya ikna etti, büyüyerek sömürgeciyede Kürdün varlığı kabul ettirilerek diriliş tamamlandı.Bunların tümü kırk yıl içerisinde ağır bedellerle ger-çekleşmiş oluyor. Gelinen aşamada Kürdistan top-lumu, yepyeni, taze, dinamik ve olgunlaşmış olarakinsanlık tarihinin sahnesinde yerini almıştır. İnsanlığaçağrısı şudur: Gelin birlikte özgür, eşit kardeşçe birlik-lerimizi kuralım, hiçbir toplumsal realiteyi yok sayma-yan, onu kendisini tanımladığı biçimde olduğu gibikabul eden birlikte bir yaşam kuralım. Dünyamızdakimsenin kimseyi yok saymadığı, coğrafya içindediğer canlıların da bu dünyada haklarının olduğunubilerek ve ayrıca onlara biz insanların yaşaması için ge-rekliliklerinin farkına vararak yaşayalım. Özgürlükbudur, adalet budur, hak budur. Başkasının hakkınıyersen; o, hakkını almak için sana karşı direnecektir veoradan korku ürer. Bu dünyada korkusuzca yaşamakiçin herkesin hakkına, hukukuna uygun ve sömürüyekapalı özgür bir tarzda yaşayalım.

88

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Yurdusev Özsökmenler

Kürtlerin Yerel Yönetim Deneyi

89

HEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, ÖzgürParti, DTP, BDP adıyla bu güne kadar 8 parti kura-rak 2007 yılından beri parlamentoda kendi milletve-killeri ile temsil edilen Kürtler yerel yönetimlerde deönemli bir tecrübe biriktirdiler. 1980’lerden öncebaşlayan yerel yönetim deneyleri de diğer mücadeletarihleri gibi faili meçhullerden, işkencelerden ve ce-zaevlerinden çok uzak değil.

Kürt hareketinin yerel yönetim deneyimi 12 Eylül1980 öncesine dayanıyor. 1979 yılında yapılan se-çimlerde Urfa’nın Hilvan ilçesinde Nadir Temel, Bat-man’da Edip Solmaz, seçimlere bağımsız olarakkatılıp kazandılar. Aynı seçimlerde Hilvan’da DürreKaya, Saadet Yavuz ve Emine Hacıyusufoğlu adın-daki kadınlar da belediye meclis üyesi seçildiler.

Batman’da büyük bir farkla seçilen Edip Solmaz,seçildikten 27 gün sonra faili meçhul bir cinayetle öl-dürüldü. Nadir Temel ise kısa bir süre sonra görev-den alındı.

80’lerden sora Kürt siyaseti 1990’lara kadar legalalanda faaliyet gösteremedi. Baskı ve işkencelerle geçi-rilen yıllardan sonra SHP ile ittifakıyla Kürt milletve-killeri meclise girdi. Daha sonra HEP, onunkapatılmasıyla DEP kuruldu 1993’te 18 HEP’li millet-vekilinin DEP’e katılmasının ardından 16 Eylül 1993’teçeşitli illerden Batman, Digor, Kozluk, Veysel Kara-

ni’nin arasında olduğu 14 Belediye Başkanı DEP'e ka-tıldı. SHP'den 8, bağımsızlardan 2, ANAP, DYP, CHPve DSP'den birer il belediye başkanı diğerleri ilçe bele-diye başkanlarıydı. Ancak devlet, belediye başkanları-nın DEP’e geçmesine tahammül edemedi. DEP üyesiBelediye Başkanların çoğu görevden alındı, gözaltınaalınıp işkencelere tabi tutuldu.

DEP üzerinde baskılar bununla da kalmadı. Yö-neticileri tutuklandı, faili meçhul cinayetlerle öldü-rüldü, parti binaları bombalandı. DEP GenelSekreteri Murat Bozlak evinde kurşunlandı, Millet-vekili Mehmet Sincar Batman’da öldürüldü.

27 Mart 1994’te yapılan yerel seçimler öncesi bas-kılar daha da yoğunlaştı. DEP Genel Merkezi’ne atı-lan bomba sonucu 1 kişi yaşamını yitirdi çok sayıdayaralanan oldu. DEP’ten belediye başkan adayı olan-lar da baskı ve sindirme politikasının hedefi oldular.Diyarbakır Belediyesi başkan adayı kaçırılarak 10gün işkence gördü ve evine bomba atıldı. DEPbunun üzerine yerel seçimleri boykot kararı aldı. 2Mart’ta ise milletvekilleri Meclis kapısında yaka paçagözaltına alınarak cezaevine atıldı.

7 Mayıs 1993'de kurulan DEP (Demokrasi Par-tisi) 16 Haziran 1994’te Anayasa Mahkemesi, tara-fından kapatıldı. 11 Mayıs 1994'de HalkınDemokrasi Partisi kuruldu

1995 genel seçimlerinde HADEP, BSP, SİP, DDPve çok sayıda siyasetçi, sendikacı, aydın bir araya ge-lerek EMEK, BARIŞ ve ÖZGÜRLÜK BLOKU adıylakatıldılar. Seçimlerde birçok yerleşim biriminde bi-rinci parti olan, kimi yerlerde oyların yarıdan fazla-sını alan HADEP barajı aşamadığı için parlamentoyagiremedi.

Nisan 1999 yılındaki yerel ve genel seçimler uluslar-arası komplonun sürmekte olduğu bir dönemde ger-çekleşti. 1998 yılında Kürt Halk Önderi Abdullah

Kürt göçünün en yoğun olduğu Mersin’de TRT‘Mersin anakenti HADEP kazandı’ haberini geçti.

Açılmamış az sayıda sandığın kaldığı seçimdeHADEP birinci parti, CHP ikinci, DSP üçüncü,

MHP de dördüncü parti görünüyordu

90

Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi sonucu oluşan karmaşadöneminde HADEP’in seçimlerde başarı göstermesibeklenmiyordu. Ancak uygulanan bütün baskılara veantidemokratik uygulamalara karşın HADEP genel se-çimlerde toplam 34 milletvekili çıkardı; ancak yüzdeülke 10 barajı nedeniyle Meclis'e giremedi.

Aynı tarihte yapılan yerel seçimlerde ise HADEPbir büyükşehir (Diyarbakır), 6 il belediyesi (Ağrı, Bat-man, Bingöl, Hakkari, Siirt, Van) olmak üzere toplam37 belediye kazandı. Diyarbakır/Lice ve Ağrı/Diyadinbelediyelerini de kazanmasına rağmen, sonradan bubelediyeler başka partilere verildi. Dersim ve Mer-sin’de ise seçimleri HADEP adaylarının kazanmasınaantidemokratik uygulamalarla engel olundu.

Kürt göçünün en yoğun olduğu Mersin’de TRT‘Mersin anakenti HADEP kazandı’ haberini geçti.Açılmamış az sayıda sandığın kaldığı seçimdeHADEP birinci parti, CHP ikinci, DSP üçüncü,MHP de dördüncü parti görünüyordu. DöneminKültür Bakanı İstemihan Talay, “HADEP sadece ana-kent belediyesini değil, Akdeniz beldesini de kazan-mıştır ve bu kadarı artık fazladır” diyerek seçimleremüdahale edilmesi gerektiğini söyledi. Seçimi HA-DEP’in kazanacağı belli olunca sayım durduruldu vebomba ihbarı yapıldığı iddia edilerek seçim kurulları-nın bulunduğu adliye binası boşaltıldı. İçeride sadeceüç hakim ve iki katip kaldı. (Mersin’in hükümettekitek temsilcisi İstemihan Talay’ın o gece Adliyeye gel-diği ve sayım sonuçlarında etkili olduğu bazı gazete-lerde yazıldı.) Sayımın yapılması birgün durduruldu.Yeniden yapılan sayımın sonucunda DSP’nin birinciparti olduğu ve seçimleri kazandığı ilan edildi. Açık-lanan resmi sonuçlar şöyleydi: DSP yüzde 19, CHP18, MHP 18, HADEP 17.

HADEP yetkilileri seçim sonuçlarına itiraz etselerde sonuç değişmedi. Ancak aradan neredeyse 10 yılsonra 2008’de Ergenekon davasındaki bir belge seçimsonuçlarına nasıl müdahale edildiğini ortaya çıkardı.Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay, Sedat Şahin veSami Hoştan'ın telefon görüşmelerini içeren Ergene-kon iddianamesinin 442. ek klasöründe Sedat Peker'eait bir konuşma tutanağı yer aldı. Peker'in 11 Ağustos2003'te yaptığı görüşme, Mersin belediye seçimleriyleilgiliydi. Peker, Sefer isimli kişiye, Mersin'de beledi-yeyi HADEP'in kazandığını, ancak bunu engelledik-lerini söylüyordu.

İlk Günler İlk TepkilerHADEP’in bütün baskılara karşın yerel seçimlerde

37 belediye başkanlığını kazanmasını devletin çeşitlikesimleri tepkiyle karşıladı. 18 Nisan’da yapılan se-çimlerden birkaç gün sonra gerçekleşen 23 Nisan tö-

renleri sırasında belediye başkanları pek çok yerdetepkilerle karşılaştı. Tören yerine gelen bazı belediyebaşkanları geri çevrilirken bazılarının elleri askeri gö-revliler tarafından sıkılmadı.

Baskılar ve benzer uygulamalar 1999 yılı boyuncasürdü. 19 Şubat 2000’de ise HADEP Diyarbakır Bü-yükşehir Belediye Başkanı Feridun Çelik, Siirt Bele-diye Başkanı M. Selim Özalp, Bingöl BelediyeBaşkanı Feyzullah Karaaslan, sokakta, jandarma tara-fından gözaltına alındı. Belediye binaları jandarma vepolis tarafından arandı. Her üç ilde de gözaltıları pro-testo etmek amacıyla sokaklara çıkan yüzlerce insan,polis saldırısına uğradı, onlarca kişi yaralandı. Çoksayıda insan gözaltına alındı.

Gözaltına alınan 3 belediye başkanı 23 Şubat’ta tu-tuklanarak Diyarbakır Cezaevi’ne konuldu. Belediyebaşkanları üst mahkemeye yapılan itiraz sonucu tu-tuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. AncakPKK ile bağlantıları bulunduğu iddiasıyla haklarındaDiyarbakır DGM’ce dava açıldı ve yargılandılar.

Bu olaydan kısa bir süre sonra Ağrı Belediye Baş-kanı Hüseyin Yılmaz, İçişleri Bakanlığı tarafından gö-revden alındı. Van Belediye Başkanı ŞahabettinÖzarslaner ise 1998 yılında Erzurum’da yaptığı ko-nuşma nedeniyle aldığı ceza sonucu Danıştay 8'inciDairesi'nin kararıyla görevden alındı.

Baskı ve antidemokratik uygulamalar sürerkenHADEP bir yandan da halka dayanan farklı bir yerelyönetimler anlayışını hayata geçirmek için çalışmalarabaşladı. Yılların ihmali sonucu kentlerde altyapı sorun-ları başta olmak üzere pek çok hizmet verilemiyordu,belediyeler borç batağındaydı, personel maaşları bileödenemiyordu. HADEP’li belediyeler bu hizmetlerinverilmesi için yoğun bir çaba içerisine girerken bir yan-dan da model olabilecek hizmetleri gerçekleştirmeyebaşladılar. Kadın merkezleri, sağlık merkezleri, çamaşırevleri, tandır evleri peşpeşe pek çok belediye tarafın-dan hayata geçirilmeye başlandı. Yeşil yoksunu kent-lere halkın nefes alabileceği yeşil alanlar kazandırıldı,tarihin korunması için çaba gösterildi. Örneğin Diyar-bakır Surlarının etrafı halkın ikna edilmesi sonucu ka-tılımcı bir modelle temizlendi.

HEP ve HADEP Programında Yerel YönetimlerKürt hareketi, demokrasinin yerelden gelişerek

merkezi değiştireceği gerçeğinden hareket ederekyerel yönetimlere başından beri önem verdi. 1979yerel seçimlerine bölgede yurtsever özellikleriyle ta-nınan kişilerle bağımsız olarak katılması ve Batmanile Hilvan’da belediye seçimlerini kazanması bununönemli bir göstergesidir. Seçilen belediye başkanları

91

uzun süre görevde kalamadılar, ya faili meçhul cina-yete kurban gittiler ya da görevden alındılar. AncakKürt Özgürlük Hareketi, demokrasiyi yerelden baş-layarak inşa etme düşüncesinin takipçisi olmaktanvazgeçmedi.

Bu durum 1990’da kurulan HEP’in programındayerini buldu. HEP programında merkezi hükümetinküçülmesi, bölgesel yönetimlerin kurulması Kürt so-rununun çözülmesi için bir model olarak ele alınıyorve bunun aynı zamanda belediye hizmetlerinin katı-lımcı bir şekilde yerine getirilmesini sağlayacağı be-lirtiliyordu.

Merkezi hükümetin baskısının kaldırılarak yerelyönetimlerin gerçek demokratik bir yapılanmayadönüşmesinden söz edilen HEP programında şöyledenmekteydi: “Demokrasinin güçlenmesi ve işlerlikkazanması, en küçük toplumsal olan köy ve mahalle-nin, halk katılımlarını sağlayabilecek gerçek demo-kratik bir yönetime sahip olmasıyla mümkündür.Bunu gerçekleştirebilmek için Köy, Belediye, İl yöne-timi ile ilgili, uygulamadaki antidemokratik yasalarkaldırılacak, bunların yerine, halkın etkin katılım vedenetimini sağlayacak, yerel yönetimlere gerçek, de-mokratik tüzel kişilik sağlayacak yasalar getirilecek-tir. Vali ve Kaymakamlar, belediye başkanları gibi,belli bir eğitim düzeyi olanlar arasından seçimlegörev başına getirilecektir…

Yerel yönetimler, getirilecek yeni yasalarla, toplu-mun ilerlemesine, ekonomik kalkınmaya ve yerelplanlamaya yön verecek çalışmalar yaparak, genelkalkınma planına katılımda bulunacaklardır…

Yerel yönetimlerin yeteneklerini artırmak için,bazı vergi ve harçların gelirleri ile birlikte genel büt-çeden belli bir pay ayrılacaktır.”

Özerk yerel yönetimler de açılmamakla birlikteprogramda yer almaktaydı. Kentlerin büyümesi vesanayinin merkezi bölgelerde yoğunlaşması eleştiril-mekte ve bunun önüne geçmek için “sanayininindesantralizasyonu ile özerk yerel yönetimlerin kurul-masına” yer verilmekteydi.

Halkın yerellerde söz ve karar sahibi olmasıylayerel yönetimlerin sorunları merkezi otoritedendaha iyi ve sağlıklı çözeceklerine vurgu yapılan prog-ramda “İşte o zaman kent sorunları çözüldüğü gibi,hem çevre korunacak ve hem de demokrasi yerleşe-cektir” deniliyordu.

Bu perspektif HADEP programında da yer al-mıştır. Devlet ve toplumun demokratikleşmesiiçin Kürt sorununun adil, demokratik ve barışçılçözümünün önündeki engellerin kaldırılması yö-nünde gerekenlerin yapılacağı vurgulananHADEP parti programında yerel yönetimler ko-

nusunda şunlar belirtilmektedir:“Yerel yönetimlerin yetkileri arttırılacak; yerel yö-

netimler üzerinden merkezi yönetimin vesayeti kal-dırılacaktır. Yerel yönetim organlarının demokratikişleyişini engelleyebilecek her türlü müdahaleye sonverecek gerekli yasal düzenleme ve güvenceler getiri-lecektir. Halkın etkin katılım ve denetimini sağlaya-cak bir yerel yönetim anlayışı egemen kılınacaktır.Merkezi idare küçültülürken, yerel yönetimlerin, be-lediye, il ve ilçe meclisleri yerel parlamentolar statü-süne kavuşturulacaktır. Bu anlayışa uygun olarakVali, Emniyet Müdürleri ve Kaymakamların seçimleiş başına getirilmeleri sağlanacak, eğitim, sağlık ve içgüvenlik yerel yönetimlerin yetki alanına alınacaktır.”

HADEP bu perspektifi hayata geçirebilmek vebölge özelliklerine uygun yerel yönetim modelini or-taya çıkarmak için çeşitli konferans ve toplantılar dü-zenlemeye başladı. Ancak pek çok yöneticisitutuklanan HADEP üzerindeki baskılar arttı ve partikriminalize edilmeye çalışıldı. Bu nedenle yapılançalışmalar somut sonuçlara ulaşamadı. 13 Mart 2003tarihinde ise parti kapatıldı.

DEHAP DönemiPartilerin kapanma tehdidi altında olması nede-

niyle 24 Ekim 1997'de kurulan Demokratik HalkPartisi (DEHAP), önüne Anayasa Mahkemesi tara-fından konulan engelleri aşarak 3 Kasım 2002’de ya-pılan Genel Seçimlere katıldı. 6.7 oranında oyalmasına karşın barajı aşamadığı için parlamentoyagiremedi. Parti çalışmaları DEHAP çatısı altında sür-dürüldüğü için HADEP’li belediye başkanları daDEHAP’a katıldı.

DEHAP programında yerel yönetimlere ilişkinbakış açışı kapsamlı bir biçimde yer alıyordu. Prog-ramın “Merkezi İdare Yeniden Yapılandırılmalı veYerel Yönetimler Güçlendirilmelidir” bölümündeTürkiye'de de katı merkeziyetçi/bürokratik yönetimanlayışının terk edilmesinin kaçınılmaz olduğunadikkat çekiliyor ve seçilmiş yerel yöneticilerin yetki-sini arttıran bir yerel yönetim anlayışının gelişmesigerektiği belirtilerek kısaca şu görüşlere yer verili-yordu:

“Türkiye'nin bölgelere ayrılması, bölge ve il mecl-isleri yoluyla yönetilmesi yerel yönetimlerin vesayet-ten kurtularak kendi kaynaklarına dayanan özerkkurumlar haline gelmesini sağlayacak, sorunlarınçözümünü kolaylaştıracaktır. Belediyelere ilişkin ya-salar bu perspektifle değiştirilecektir. Siyasi ve idariolarak yerel demokrasiyi geliştirmek ve güçlendir-mek için; Kent meclisi modeli benimsenecektir.Önemli kent sorunlarının çözülmesinde referandum

da dahil olmak üzere halkın görüşü alınacaktır, "geriçekme" mekanizmasının devreye sokulması sağlana-caktır. Devletin yapması gereken genel güvenlik, eği-tim, sağlık, ulaşım v e dış politika işleri dışındaki yerelözellikli işler, yerel yönetimlere gelir, yetki ve sorum-luluk tanınarak verilecektir. Bütçe gelirlerinden yerelyönetimlere ayrılan pay arttırılacaktır.”

Ekolojik toplum paradigması da DEHAP progra-mında oldukça ayrıntılı bir biçimde yer alıyordu. De-mokratik bir toplum ve katılımcı bir siyasal yaşamıntamamlayıcı unsurunun ekoloji bilinci olduğu vurgu-lanan programda “Ekoloji bilinci, sadece çevre kirli-liği ve onunla mücadele kapsamıylasınırlandırılamaz; aksine toplumsal, kültürel ve siya-sal boyutları da bulunan kapsamlı bir kavrayışı gerek-tirir. Demokratik toplumlar aynı zamanda ekolojiktoplumlar olacaktır” deniliyordu.

İnsanların yeniden özgürlükçü, paylaşımcı de-mokratik temelde ilişki kurabilmesinde, insanındoğayla ilişkisinin yeniden tanımlanmasının dabüyük bir önem taşıdığına işaret edilen programdaTürkiye'de ekolojik denge ile doğal ve tarihi zen-ginliklerin korunmasına gereken özenin gösteril-mediği vurgulanılarak şu pratik politikalarınuygulanacağı belirtiliyordu:

“Türkiye'de doğanın kar amaçlı girişimlerle kont-rolsüzce yok edilmesine son verilmesi için yatırımla-rın çevreye duyarlı olması koşulu aranacaktır.

Çevreye zarar verdikleri kanıtlanmış olan nükleersantrallerin yapımına izin verilmeyecektir.

Doğaya zarar vermeyecek ve yenilenebilir enerjikaynaklarının kullanılması ve geliştirilmesi sağlana-caktır.

Kentleşme sorunları çevreyi ve doğal kaynaklarıazami korumayı sağlayacak teknolojik olanaklarla çö-zülmeye çalışılacaktır.

Fırtına Deresi ya da Munzur Çayı örneklerinde ol-duğu gibi doğal yaşamı ve dengeyi tahrip edecekbaraj inşaatlarına son verilecektir.

Kimi hayvan türlerinde giderek nesil tükenmesineyol açan avcılık kontrol altına alınarak hayvan katlia-mına son verilecektir.

Bütün mayınlı alanların mayından temizlenmesisağlanacaktır.

Güvenlik gerekçesiyle tahrip edilen orman alanlarıyeniden ağaçlandırılacaktır. Arazi elde etme amacıylaorman alanlarının kontrolsüzce tahrip edilmemesiiçin gerekli önlemler alınacaktır.”

Yerel Yönetimler KonferansıDEHAP programındaki görüşleri hayata geçirmek

için bir yandan çeşitli eğitim toplantıları ve konfe-ranslar yaparken bir yandan da diğer ülke deneylerinide inceleyerek çeşitli ülkelerdeki belediyelerle ve bele-diye birlikleriyle ortak çalışmalar gerçekleştirdi.

DEHAP Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Baş-kan Yardımcısının da içinde yer aldığı Yerel Yönetim-ler Komisyonu Kuruldu. Komisyon tarafındanörgütlenen 1. Merkezi Yerel Yönetimler Konferansı12-13 Nisan 2003’te Batman’da yapıldı. KonferansaDEHAP Merkez yöneticileri, belediye başkanları, ilgenel ve belediye meclis üyeleri ile çeşitli kurum vekuruluşların temsilcilerinin de arasında olduğu 221delege katıldı.

Geçmiş 4 yıllık belediye çalışmalarının değerlendi-rildiği konferansta, yerinden yönetim ilkesini hayatageçirmek için önemli kararlar alındı. Konferansta ya-pılan tartışmalarda pratikte çıkan eksiklikler de tespitedildi. Genel olarak “4 yıllık sürede her ne kadardiğer partilerin belediyeleriyle karşılaştırılamayacakdüzeyde çok önemli hizmetler verilmişse de, hedefle-nen yerel yönetimler programının tam olarak uygu-lanmadığı özellikle demokratik, katılımcı ve şeffafbelediyecilik konusunda istenilen düzeye ulaşılama-dığı” belirtildi.

Konferansta, Kürt, Türk, Arap, Süryani gibi farklıkültürlerden insanların yaşadığı kentlerin çok kültür-lülüğü benimsemeye ve kültürlerarası diyaloğu geliş-tirmeye yönelik projeler üretilemediğine dikkatçekildi. Etkin, demokratik, katılımcı yerel yönetimtarzının sadece belediye sorunlarını çözmekle kalma-yacağına, bunun aynı zamanda başta Kürt sorunuolmak üzere Türkiye’nin birikmiş birçok sorunununçözümüne de katkı sunacağına işaret edildi.

Yapılan hizmetlerin kamuoyuna yeterince yansıtı-lamamış olmasının eleştirildiği konferansta yerel yö-netim modelinin oluşturulamamasının, giderilmesigereken temel bir eksiklik olduğu tespit edildi.

Yerel yönetimlerin yeni dönemde yalnızca tem-sili değil, katılımcı demokrasinin gerçekleşeceğialanlar ve merkezler olduğunun önemle belirtil-diği konferansta alınan bazı kararlar şunlardı:

“Yerel hizmet süreçlerine halkın kendi oluştur-duğu kurumlarla katılmasını sağlamak için kent kon-92

Türkiye'nin bölgelere ayrılması, bölge ve il meclisleri yoluyla yönetilmesi yerel yönetimlerinvesayetten kurtularak kendi kaynaklarına daya-nan özerk kurumlar haline gelmesini sağlayacak,

sorunların çözümünü kolaylaştıracaktır

93

seyleri ve yurttaş meclislerinin oluşmasının teşvikedilmesi, Kadının, gençliğin geliştirilmesi için gereklikurumsallaşmaların gerçekleştirilmesi; Yerel yönetici-lere toplumsal cinsiyet eğitiminin verilmesi, bununiçin kadın kurumlarıyla ilişki içinde olunması, Yerelyönetimlerin bütün organlarında kadının %35 ko-tayla temsil edilmesinin sağlanması, Parti, belediye vediğer organlar arasında düzgün işleyen bir hukukunoluşturulması, bu ilişkilerde halkın çıkarlarının ve ka-zanımlarının esas alınması, Belediye meclis toplantı-larının halka açılması; halkın öneri, eleştiri vetaleplerini dile getirebileceği zeminlerin yaratılmasıBaşta belediye başkanları olmak üzere bütün yerelyöneticilerin halkla ilişkilerine özel önem vermesi,Belediyecilik okulunun kurulması, özgür belediyeci-lik anlayışına dayalı kadroların eğitimine önem veril-mesi, Çatışmalar sonucunda oluşan sosyal, toplumsalve ekonomik tahribatların giderilmesi için başlatıla-cak yeniden inşa sürecine belediyelerin aktif olarakkatılması Uluslararası yerel yönetim kuruluşlarıylailişki kurulması ve enternasyonal deneyimlerden ya-rarlanılması”

2004 Yerel SeçimleriBelediyeler bu kararların pratikte hayat bulması

için çalışmalarını gözden geçirirken 2004 Martayında yapılacak yerel seçimler için de hazırlıklarbaşladı. Bunun için Temmuz ayında Mersin’de partiyöneticilerinin ve yerel yöneticilerin katıldığı kap-samlı bir eğitim kampı gerçekleştirildi. Dünyadakiyerel yönetim modellerinin ayrıntılı olarak incelen-diği eğitimlerde özgür belediyecilik modelinin nasılolması gerektiği üzerinde duruldu.

DEHAP bu çalışmaları yaparken bir yandan dayerel seçimlerde bütün demokrasi güçlerini aynı çatıaltında toplayacak ittifak politikasını hayata geçirmekiçin çeşitli sol partilerle görüşmeler yaptı. 2004 yılınınOcak ayının sonunda DEHAP, SHP, ÖDP, EMEP,SDP ve Özgür Parti genel başkanları yaptıkları basınaçıklaması ile 28 Mart yerel seçimlerinde ortak hare-ket etmek üzere "Demokratik Güç Birliği" kurdukla-rını açıkladılar. Mart başında Demokratik GüçBirliğine destek verdiğini açıklayan DEHAP seçim-lerden çekildi ve seçimlere SHP çatısı altında girildi.

Ancak buna rağmen 2004 seçimleri DEHAP açı-sından sıkıntılı bir dönemde gerçekleşti. Osman Öca-lan ve Nizamettin Taş’ın başını çektiği tasfiye hareketibaşlangıçta DEHAP içinde de karmaşaya yol açtı.Bazı belediye başkanları bu grubun etkisi altında ka-larak partiden bağımsız hareket ettiler. Bu belediyebaşkanları daha sonra bu tavırlarını terk etse de hal-kın içinde kırılmaya neden oldular.

DEHAP 2004 seçimlerinde, belediye başkan aday-larını halkın seçmesi için geniş bir kampanya örgüt-ledi. İlk kez bütün kentlerde adeta iki seçim yaşandı.Belediye başkan aday adayları önce kendi aralarındabir seçim yaşadılar. Adaylar kentlerde yapılan anketçalışması sonucunda halk tarafından seçildi. SadeceDiyarbakır’da adayları belirlemek için ev ve işyerleridolaşılarak 45 bin anket yapıldı.

2004 seçimlerinde DEHAP gerek tasfiyeciliğin et-kisi gerekse belediye başkanlarının olumlu sayılama-yacak pratikleri sonucu Van, Bingöl ve Siirt illerinikaybetti. Buna karşın belediye sayısını artırdı. Diyar-bakır, Batman, Dersim, Hakkari, Şırnak illerinin deiçinde bulunduğu 57 belediye başkanlığını kazandı.

Belediye başkanları bir süre sonra toplu haldeSHP’den ayrılarak DEHAP’a katıldı.

Kadınlar Yerel YönetimlerdeKadınların ve kadın politikalarının yerel yönetim-

lerde etkin hale gelmesi 2003 yılında yapılanDÖKH(Demokratik Özgür Kadın Hareketi) konfe-ransından sonra gerçekleşti.

HADEP döneminde Kadın Kollarının oluşmasıylasiyasette ağırlığını duyurmaya başlayan Kürt kadın-ları seçimlere de kendi seçtikleri kadın adaylarla gir-meye başladılar. 2002 yılında gerçekleşen genelseçimlerde DEHAP kadın kotası uygulama kararıaldı ve seçilebilecek yerlerdeki listelerin birinci sıra-sına kadın adayları yerleştirdi. Liste sıralamalarındakadınlar lehine yapılan pozitif ayrımcılık sonucukadın adayların sayısı 100’ü aştı.

Kürt kadın hareketi 2003 yılında gerçekleştirdiğikonferansla Demokratik Özgür Kadın Hareketi(DÖKH) kuruluşunu gerçekleştirdi. Bu konferanstaayrıca 2004 yılında yapılacak yerel seçimlerde izlene-cek yol ve belediyelerde uygulanacak kadın politika-ları da tartışıldı. Cinsiyet özgürlükçü, ekolojik,katılımcı modelin ilk adımlarının 2004 seçimlerindeatılması ve kadın kotasının uygulanması kararı alındı.

Bunun üzerine DEHAP 2004’te yerel seçimlerdeilk kez kadın kotası uygulama kararı aldı. Ancak dahasonra bu kota geri çekildi. Seçimlere hazırlıklı girenDÖKH kadın adayların seçilmesi için yoğun bir çabagösterdi. Bu çalışmalar sonucu 1999 yılında 3 olan(Mardin'in Kızıltepe ve Derik ilçeleri ile Ağrı'nın Do-ğubayazıt ilçeleri) kadın belediye başkanı sayısı2004’te 9’a çıktı. Bu arada kadın meclis üyesi sayısı daönemli ölçüde arttı. İl genel meclis üyelikleri ve bele-diye meclis üyeliklerinde kota tutturulamasa dayüzde 17 kadın temsili sağlandı.

Dersim il, Diyarbakır’ın Bağlar ve Bismil ilçeleri,Mardin’in Kızıltepe ve Mazıdağı ilçesi ile Sürgücü

94

Beldesi, Van’ın Bostaniçi beldesi, Adana’nın Küçük-dikili beldesi ile Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesini kaza-nan kadın belediye başkanları, DÖKHkonferansında tespit edilen politikaları uygulamayabaşladılar. Pilot uygulamalar yapılabilmesi için sü-rekli eğitimler sürdürüldü ve yönetimin bütün kade-melerinde kadınların yer alması sağlandı. Örneğinbelediye başkanı erkekse başkan vekili kadın oldu,belediye başkan yardımcılarının da yarısı kadın ola-rak atandı. Belediyeler kadın için bütçe ayırdılar,kadın merkezleri açıldı, kadın festivalleri, yerel yöne-tim kadın konferansları gerçekleşti.

Ekoloji ve Yerel Yönetimler KonferansıYerel Yönetimler ve Ekoloji, DEHAP’ın en önemli

çalışma alanlarından birini oluşturdu. Türkiye deyerel yönetimler denince akla sadece belediyeler geli-yordu. Hatta belediyeler de sadece belediye başkanla-rıyla anılıyordu. Bu anlayışın eleştiren DEHAP, yerelyönetimlerin il genel meclisleri aracılığıyla kırsal böl-geleri de kapsadığını belirterek Ekolojik DemokratikToplumun yaratılmasında yerel yönetimlerin enönemli çalışma alanı olduğu tespitini yaptı. Bu tespit-ten hareketle Yerel Yönetimler Komisyonu kendiniYerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyonu’na dönüş-türdü. Komisyon yerel yönetimler çalışmasını sadecebelediyeler ve belediye başkanlarıyla sınırlandırmayason vererek, belediye meclis üyeleri ve il genel mecl-islerini de içine alacak şekilde yürüttü. Yerel Yöne-timler ve Mevzuat, Sosyal İhtiyaçların belirlenmesive Çözüm arayışları, Ekoloji, Toplum, Kadın, Genç-lik, Kültür Sanat, İletişim, Örgütsel ilişkiler, SiyasalMisyon, farklı yerel yönetim deneyimleri ile ilgili eği-tim çalışmaları gerçekleştirdi.

Yerel yönetim deneyiminin değerlendirilmesi veözgürlükçü/katılımcı bir modelin ortaya çıkarılmasıile Ekolojik toplum hedefine uygun bir perspektifinoluşturulması için konferans hazırlıklarına başlandı.Konferans üç aşamada gerçekleştirildi. 14 il merke-zinde yapılan yerel konferanslarda belediye ve ilgenel meclislerinin bir yıllık çalışmaları değerlendi-rildi. Konferansın ikinci aşamasında ise 22 atölyegrubu oluşturularak çalışmalar yürütüldü.

Bu komisyonların çalışmaları 7-8-9 Temmuz2005 tarihinde Ankara’da yapılan konferansta tartışı-larak çeşitli kararlar alındı. Buna göre Özgür Beledi-yecilik modeli, katılımcılığı, Halk Meclisleri, MahalleMeclisleri, Kadın Meclisleri, Gençlik Meclisleri veKent Konseyleri aracılığıyla sağlayacaktı. Özgür Be-lediyecilik modelinin bazı temel ilkeleri de şunlardı:• İhaleler halk meclislerinin huzurunda yapılır

• Proje ve yatırımlar kamuoyunun bilgisine deneti-mine açık ve şeffaf hale getirilir

• Kadının katılımında pozitif ayrımcılık yapar• Kadın sığınma evleri açar• Kent yoksulluk fonu kurar• Sosyal yaşam ve etkinlik alanları kurar• Dezavantajlı grupların yaşamını iyileştirici tedbirler

alır ve projeler üretir• Toplu taşıma ve ucuz ulaşım için gerekli adımları

atar• Amatör sporu destekler sağlıklı yaşam için kitle

sporu geliştirir• Üretim ve eğitim amaçlı çeşitli kurslar açar• Hizmeti çevreden merkeze doğru bir sıra tercihi ile

yapar• Gecekondulaşmaya karşı ucuz toplu konutlar ve or-

ganize yerleşim birimlerini özendirerek geliştirir• Zorunlu olarak kente göç edenleri modern köy

projeleri ile geri dönüşü özendirir• Sokak çocukları için Çocuk Yaşam Projesi geliştirir• Kültür-sanat kompleksleri kurar, yöresel özellikleri

dikkate alarak kültürel etkinlikler yapar• Yerel Yönetimler Akademisini kurar• Çatışmalar sonucunda oluşan tahribatların gideril-

mesi için Yeniden İnşa sürecini başlatır• Çok dilli çok kültürlü belediyeciliği uygular

Belediyeler Üzerinde Baskı ArttıBu perspektifle hareket eden belediye ve il genel

meclisleri bir yandan kentsel hizmetlerin geliştiril-mesi için çaba gösterirken öte yandan milletvekilleri-nin olmaması nedeniyle siyasi faaliyetlerde de önplana çıkmaya başladılar. 2005 yılında DanimarkaHükümeti’nin Kürtçe yayın yapan Roj tv’yi kapatmahazırlığı üzerine Başbakan Rasmussen’e bir mektupyazarak televizyonun kapatılmamasını istediler. KürtHalk Önderi Abdullah Öcalan’ın zehirlenmesi kuş-kularının artması üzerine belediye başkanları ortakbir açıklama yaparak iddiaların araştırılması için İm-ralı Adası’na bir inceleme heyeti gönderilmesini talepettiler. Çeşitli heyetler oluşturarak gerek yurt içindegerekse yurt dışında hem Kürtler hem de belediyelerüzerindeki baskıları anlattılar ve Kürt sorunun çö-zümü için aktif çalışma yürüttüler.

İsveç, İsviçre, İtalya, Almanya ve Brezilya’nın daarasında olduğu pek çok ülkedeki yerel yönetim uy-gulamalarını yerinde incelediler, bu ülkelerden gelenheyetlerle karşılıklı deney paylaşımında bulundular,ortak konferanslar eğitimler gerçekleştirdiler.

Hizmetlerin yapılmasının önünde büyük birengel teşkil eden kaynak yetersizliğini aşmak için deoldukça kapsamlı faaliyetler yürütüldü. Çeşitli fon

95

kaynakları, yardım kampanyaları, yerel dinamiklerinaktif katılımı ile kaynak yetersizliği sorunu aşılmayaçalışıldı.

Bu arada konferans kararı hayata geçirilerek çokdilli belediyecilik uygulanmaya başlandı ve belediye-ler çeşitli çalışmalarını Türkçe ve Kürtçe yapmayabaşladılar. Sur Belediyesi ise bu kararı resmileştirerekbelediyenin hizmetlerini Türkçe’nin yanı sıra, Kürtçe,Süryanice ve İngilizce verilebilmesi için çok dilli bele-diyeciğe ilişkin meclis kararı aldı.

Belediyeler bütün bu çalışmaları nedeniyle devletinyoğun baskılarıyla karşılaştı. İçiçleri Bakanlığı müfettiş-leri belediyelerden çıkmaz oldu. Bütün ihaleler, bütünimar uygulamaları, bütün işlemler müfettişler tarafın-dan didik didik edilerek hata ve eksiklik arandı. Hatabulunamayınca ağaç dikmek, gayrısıhhi işlerde çalışanhizmet alımı personele süt vermek gibi komik sebep-lerle belediyeler hakkında soruşturmalar açıldı.

Belediye başkanları hakkında ayrıca hizmetlerdeKürtçe kullandıkları için “devrim kanunlarına muha-lefet”, yaptıkları açıklamalar nedeniyle “PKK’ye yar-dım”, yine yaptıkları konuşmalar nedeniyle yüzlercedava açıldı. Cizre ve Misis belediye başkanları görev-den alınarak tutuklandı. Danıştay 8. Dairesi, Sur Be-lediye Başkanı Demirbaş'ın başkanlığınındüşürülmesine ve belediye meclisinin feshine oybirli-ğiyle karar verdi. Sur Belediyesi’nin yönetimi Diyar-bakır Valiliği’ne geçti.

İl Genel Meclisleriİl genel meclislerinin de yerel yönetimlerin önemli

bir çalışması olarak değerlendirilmesi ve bu konudaçalışmaların yoğunlaştırılması sonucu o güne kadardevletin bir uzantısı gibi görünen bu meclisler, özgüryerel yönetimler çalışmasının bir parçası haline geldi-ler. Özellikle Diyarbakır il genel meclisi, İl Özel İda-resi bütçesinin kullanılması üzerinde etkinliğiniartırarak o zamana kadar hizmet görmemiş pek çokköye hizmet götürülmesini, su problemlerinin çözül-mesini sağladı. Diyarbakır İl Genel Meclisi’nin çalış-maları daha sonra diğer il genel meclisleri için deörnek teşkil etti.

Demokratik Toplum PartisiBütün bu çalışmalar yapılırken DTP’nin kurul-

ması ve DEHAP’ın da kendini fesh etmesi ile birliktebelediye başkanları ve yaklaşık 500 belediye meclisüyesi 16 Aralık 2005 DPT’ye katıldı.

Programında kadın ve ekoloji konusuna ayrıntılıbir biçimde yer veren DTP, yerel yönetimler konu-sunda demokratik özerkliği savunuyordu. Türki-ye’deki yerel yönetimlerin temel sorununun merkezi

yönetimin vesayetini esas alan yasal ve idari düzenle-meler olduğu belirtilen programda yerel yönetimlereilişkin görüşler kısaca şöyle yer alıyordu:

“Yerel yönetimlerin yerinden yönetim ilkesineuygun olarak merkez karşısında özerk bir konum ka-zanmaları sağlanacaktır. Yerel yönetimlere görevalanlarıyla ilgili konularda yasama yetkisi verilecektir.

Yerel yönetimler mali açıdan merkeze bağlı ol-maktan çıkarılacak, kendi kaynaklarını kendilerininyaratması esas alınacak, yerel ölçekte vergi toplama-ları, merkezi hükümetle eşgüdüm içinde vergi oran-larını belirlemelerine olanak tanınarak gerçek yereliktidar haline gelmeleri sağlanacaktır.

Demokratik katılım temelinde kent meclisleri mo-deli esas alınacak, kenti ilgilendiren temel konulardakarar alınırken bütün kent yaşayanlarının görüşünebaşvurulacaktır.

Genel güvenlik, ulaşım, gümrük ve dış ilişkiler dı-şındaki tüm hizmetler, yerel yönetimlere devredile-cek, gerekli kaynak, yetki ve sorumluluk tanınacaktır.

Sağlık eğitim, sosyal güvenlik, konut ve çevre gibialanlarda merkezi hükümet makro hedefleri ve genelstandartları belirleyecek kamu hizmetlerinin sunul-ması ise yerel yönetimlere bırakılacaktır.

Yerel yönetimler eğitim hizmetlerinin sunulma-sında temel rol üstlenecektir. Eğitim müfredatına,yerel özellikler ve ihtiyaçlara cevap verecek dersler ek-lenerek toplumsal ihtiyaçlara çözüm üretmesi sağla-nacaktır.

Hizmetlerin etkin ve verimli olması için yerel dil-lerde hizmet verilecektir, çok dilli belediyecilik yapıla-caktır.

Belediyeler arası eşitsizliğin giderilmesi ve adalet-siz kaynak aktarımının önlenmesi için ortak fon uy-gulamasına gidilerek güçsüz belediyelerdesteklenecektir.”

DTP de bu politikaların uygulanabilmesi içinYerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyonu kurarak çalış-malarını bu komisyon kanlıyla yürüttü. Belediyeler-deki uygulamaların ortaklaşması için bütün belediyeve il genel meclislerinin uyması gereken bir “TutumBelgesi” yayınladı.

DTP 2. Kongresi ve Demokratik Özerklik8 Kasım 2007’de toplanan DTP 2. Kongresi “Kürt

Sorununa ilişkin demokratik Çözüm Projesi”ni kabuletti. Daha sonra kitap olarak da yayınlanan bu projede1920’lerde Anadolu halklarının birlikte yürüttüğü mü-cadele sonucunda kazanılan bağımsızlığın ardındanilan edilen cumhuriyetin aradan geçen 84 yıla rağmendemokratik bir niteliğe kavuşamadığına dikkat çekile-

rek demokratik özerkliğin İstanbul’dan Antalya’ya,Adana’dan Samsun’a, Edirne’den Kars’a kadar kentlerinher türlü toplumsal sorununun modern ve demokratikbir toplum yapılanması içinde çözümünü kolaylaştıra-cak en akılcı model olduğu belirtiliyordu.

Önerilen model kısaca şöyleydi:Birbiriyle yoğun bir şekilde sosyo-kültürel ve eko-

nomik ilişki içinde bulunan komşu illeri kapsayan veseçimle gelen bir bölge meclisi olacaktır. Bu bölgemeclisi, eğitim, sağlık, kültür, sosyal hizmetler, tarım,denizcilik, sanayi, imar, çevre, turizm, telekomünikas-yon, sosyal güvenlik, kadın, gençlik, spor gibi hizmetalanlarından sorumlu olacaktır. Merkezi hükümet isedışişleri, maliye ve savunma hizmetlerini yürütecek-tir. Emniyet ve savunma hizmetleri merkezi hükümetve bölge meclisi tarafından yürütülecektir. Bölgemeclisleri merkezi hükümetin aktardığı bütçenin ya-nında yerel gelirlerden de pay alacaktır.

İl valileri ve bakanlıkların taşra teşkilatları hembölge yürütme kurulunun hem de merkezi hüküme-tin aldığı kararları uygulamakla yükümlü olacaktır.

Sorunların çözümü devletten beklenmeyecektir.Ekonomiden çevre sorunlarına kadar toplumsal ya-şamın her alanında öz yeterliliği esas alan birimleroluşturulacaktır. Toplum kendi demokratik özerkliksistemini kendi iradesi ile inşa edecektir.

3. Yerel Yönetimler ve Ekoloji KonferansıBelediye seçimlerine 1 yıl kala 2008 yılının Şubat

ayında DTP 3. Yerel Yönetimler ve Ekoloji Konferan-sını toplayarak uygulanan belediyecilik anlayışını sor-guladı ve demokratik özerklik perspektifinin nasıluygulanacağını masaya yatırdı. Konferansa hazırlıkolmak üzere önce DTP’li belediyelerin bulunduğumerkezler başta olmak üzere ön konferanslar yapıldı.Ağrı, Dersim, Adana, Van, Muş, Şırnak, Mardin,Amed, Urfa, Hakkari, Batman, Aydın, İzmir, Konyave İstanbul’da yapılan konferanslarda yerel uygulama-lar gözden geçirildi, eksiklik ve hatalar tespit edildi.

Bütün yerel yöneticilerin, DTP PM ve il başkanla-rının, demokratik toplum kuruluşları ile emek hare-ketinin temsilcilerinin katıldığı konferansta, yerelyönetimlerde “Demokratik Özerklik” hedefine uygunolarak, hazırlanan demokratik ve ekolojik, cinsiyetözgürlükçü model tartışıldı. Bu kapsamda sosyal po-litikalar ve projelerden, siyasal perspektife değinbütün yönetim anlayışı ve pratikler yeniden değerlen-dirildi. Konferansta, eşbaşkanlık sisteminin yerel yö-netimlerde de uygulanması ve Yerel YönetimlerAkademisi’nin kurulması kararı alındı.

Bu kararlar konferanstan sonra hayata geçirilmeyebaşlandı. Üyelerinin çoğunluğunu DTP’li belediyele-rin oluşturduğu Güney Doğu Anadolu BelediyeleriBirliği (GABB) topladığı genel kurulda Yerel Yöne-timler Akademisi kurma kararı aldı. GABB bünye-sinde kurulan Yerel Yönetimler Akademisi bütünbelediyelere ve il genel meclisi üyelerine yerel yöne-timlerle ilgili konularda eğitim vermeye başladı. Ay-rıca GABB bünyesinde oluşturulan bir fon ile imkanıolmayan belediyelere katkı yapılmaya başlandı.

Yerel Yönetimler ve Kadın KonferanslarıKadınların yerel yönetimlerde etkinliğinin artma-

sıyla birlikte bu konudaki çalışmalar da yoğunlaştı.2008 Mayıs ayında düzenlenen “Uluslararası Yerel

Yönetimler ve Kadın Konferansı” ile hemen ardın-dan düzenlenen 1. Demokratik Ekolojik Cinsiyet Öz-gürlükçü Yerel Yönetimler Kadın Konferansı yerelyönetimlere kadın bakış açısı ile yaklaşmanın önemiüzerinde duruldu.

3-4 Mayıs tarihlerinde düzenlenen “UluslararasıYerel Yönetimler ve Kadın” Konferansı’na ABD’den,Almanya’dan, Rusya’dan, İsviçre’den, İsveç’ten, Polon-ya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den ve Türkiye’nin çeşitliillerinden gelen kadınlar katıldı.

‘Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsil Mo-delleri’, ‘Cinsiyet Temelli Bütçe’, ‘Yerel YönetimlerKadın ve Demokrasi’ ve ‘Ekolojik Cinsiyet Özgür-lükçü Yerel Yönetim Yaklaşımları’ başlıkları altındagerçekleşen oturumlarda kadınlar kendi deneyimle-rini paylaştılar.

5-6 Mayıs’ta düzenlenen 1. Demokratik EkolojikCinsiyet Özgürlükçü Yerel Yönetimler Kadın Konfe-ransında ise kadının siyaset ve yerel yönetimlerdekiyeri, demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü para-digma eksenli yerel yönetimler ve kadın model tasla-ğının oluşturulması, yerel yönetimler seçim stratejisi,yerel yönetimlere ilişkin kadın çalışmaları gibi bir çokkonu detaylı olarak değerlendirildi.

2009 Yerel SeçimleriDTP, 2009 yerel seçimlerine Demokratik Özerklik

Projesi’ni hayata geçirmek üzere hazırlandı. Budurum hazırlanan seçim bildirgesine de damgasınıvurdu. DTP’nin çizgisinin demokratik özgürlük çiz-gisi olduğu vurgulanan bildirgede, demokratik katı-lımcılık, demokratik özerklik, Kürt sorunu, ekolojiktoplum, kadının yerel yönetimlerde örgütlenmesi,sağlık, gençlik, spor, tarım, engelliler, yerel yönetimlerakademisi ve özgür yurttaşlık gibi konular yer aldı.

‘Özgür Yurttaşla, Özgür Kentlere’ sloganıyla se-çimlere hazırlanan DTP, seçim bildirgesinde ulus-devletçi yaklaşımın toplumsal ihtiyaçları96

97

karşılamadığına dikkat çekti ve belediyeleri, demo-kratik özerkliği yaşatarak, demokratik cumhuriyetikurma aracı olarak gördüğünü vurguladı.

Bildirgede, DTP’li belediyelerin Kürt sorunununbarışçıl demokratik çözümü perspektifine bağlı kala-rak, siyasal mücadelenin yanı sıra, yoksulluk ve işsiz-likle mücadele yürüttüklerinin altı çizildi. Bu dönemdebelediyelerin, bir yandan insanca yaşanabilir mekânlaryaratmaya çalışırken, diğer yandan Kürt kültürünü, sa-natını ve dilini yaşatıp geliştirmeye yönelik kayda değerçalışmalar yürüttüğü ifade edilerek Kürt dili ve kültü-rüne katkı sundukları belirtildi. Ayrımcılığa uğrama-ları nedeniyle DTP’li belediyelerin hiçbir zaman yeterlikaynağa ulaşamadıkları ancak, yarattıkları kaynaklarıdoğru kullanarak, 85 yılda yapılamayan hizmetleriyapmayı başardıkları da ifade edildi.

Halkların demokratik çözümünün ‘toplumsal cin-siyetin özgürleşmesi, toplumsal ekoloji ve doğrudandemokrasi’ gibi 3 ayak üzerine oturduğu ifade edilenbildirgede, “Yerel yönetimler doğrudan demokrasi-nin gelişmesine hizmet eden alanlardır. Yerelden ge-liştirilecek demokrasi kültürü, ülkemizindemokratikleştirilmesi sürecine ciddi katkıda bulu-nacaktır” tespiti yapıldı.

Yerel yönetimlerde kadının yer almasının öne-mine dikkat çekilen bildirgede, yüzde 40 cinsiyet ko-tasının uygulanacağı ve yönetimde cinsiyet eşitliğiilkesinin sağlanacağı ifade edildi.

Bildirgede çok dilli belediyecilik hizmetlerinindevam edeceği vurgulanarak “Kürtçe ikinci resmi dilolmalı, eğitimde ve kamusal alan başta olmak üzere ya-şamın her alanında serbestçe kullanılmalıdır” denildi.

AKP seçimlerde valilikler eliyle buzdolabındanhediye çekleri dağıtmasına kadar pek çok gayrimeşruyola başvurdu. Ancak Kürtler seçimin barış, demok-rasi ve özgürlük mücadelesinde referandum olacağıbilinciyle hareket ederek sadaka politikalarını ve yapı-lan seçim oyunlarını boşa çıkarttı ve DTP bölgede bi-rinci parti haline geldi.

Diyarbakır Büyükşehir, Batman, Hakkari, Iğdır,Siirt, Şırnak, Tunceli, Van’ın olmak üzere 8 il, 51 ilçeve 40 beldeyi kazanan DTP, il genel meclisi seçimle-

rinde ise Diyarbakır, Hakkari, Van, Mardin, Muş, Şır-nak, Batman, Ağrı ve Iğdır'da birinci oldu. Böylece2004’te 5 olan il sayısı 8’e 57 olan belediye sayısı 99’eçıktı. DTP, en büyük kazanımlarından biri Milli Eği-tim Bakanı Hüseyin Çelik’in seçim çalışması yürüt-tüğü Van’ı AKP’den almak oldu. Ayrıca Siirtbelediyesi de AKP’den DTP’ye geçti.

DTP yerel seçimlerde 2’si il, 15’i ilçe ve beldedeolmak üzere toplam 17 kadın başkan adayı gösterdi.Bunlarda biri il olmak üzere 14’ü belediye başkanlı-ğını kazandı.

KCK Operasyonları ve TutuklamalarDTP’nin yerel seçimlerden büyük bir başarı ile

çıkması hükümetteki AKP’yi ve devleti sarstı. Kürtle-rin bütün baskılara karşın demokratik özerkliği savu-nan DTP’ye oy vermesini devlet ve AKP KCKoperasyonları adı altında yaygın tutuklamalarla ceza-landırmaya kalktı.

14 Nisan 2009 tarihinde DTP genel merkez yöne-ticileri, Yerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyonu bü-rosu ve başta Diyarbakır olmak üzere birçok ilde evbaskınları ile insanlar gözaltına alınmaya başlandı.

Çeşitli illerde 2009 yılı boyunca sürdürülen ope-rasyonlarda DTP il, ilçe yöneticileri, kadın ve gençlikmeclisi çalışanları DÖKH yöneticilerinin yanındaYerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyonu’nun tüm üye-leri eski ve yeni 31 belediye başkanı ile belediye mec-lis üyeleri, belediye çalışanları, Yerel YönetimlerAkademisi çalışanları tutuklanarak cezaevine ko-nuldu. Diğer belediye başkanlarından da gözaltınaalınıp hakkında dava açılmayan kimse kalmadı.

Yerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyonu ile YerelYönetimler Akademisinin çalışmaları suç unsuru sa-yılarak iddianameye konuldu.

DTP bütün bu baskı ve tutuklama operasyonla-rına karşın Yerel Yönetimler ve Ekoloji Komisyo-nu’nu yeniden kurarak çalışmalarına kesintisizdevam etti. Yeni seçilen belediye başkanlarına, bele-diye ve il genel meclisi üyelerine belediye mevzuatı vedemokratik, ekolojik cinsiyet özgürlükçü belediyeci-lik anlayışı temelinde eğitimler verilerek çalışmalarınmodel ekseninde sürmesi için çaba sarfedildi.

Ancak 11 Aralık 2009’da DTP kapatıldı. Bununüzerine 23 Aralık’ta DTP’li belediye başkanları ile be-lediye ve il genel meclisi üyeleri BDP’ye geçti.

Barış ve Demokrasi PartisiBarış ve Demokrasi Partisi (BDP) de kendinden

önceki partiler gibi demokratik özerklik ve yerindenyönetim ilkesini savunuyordu. Demokratik özerlikBDP tüzüğünde BDP’nin amaçları arasında yer alı-

Konferansta, Kürt, Türk, Arap, Süryani gibifarklı kültürlerden insanların yaşadığı kentle-rin çok kültürlülüğü benimsemeye ve kültür-

lerarası diyaloğu geliştirmeye yönelikprojeler üretilemediğine dikkat çekildi

yordu:“BDP, Türkiye’nin katı merkeziyetçi ve tekçi yapı-

lanmasına karşı, siyasi ve idari yapısında demokratik-leşmeyi sağlamak amacıyla köklü bir reformusavunur. Halkın yerelde söz ve karar sahibi olduğu,tüm farklılıkların kendini özgürce ifade edebildiği de-mokratik özerklik modelini benimser. Bu modeli ya-şamsallaştırmaya yönelik kapsamlı çalışmalaryürütür. Bu amaç doğrultusunda bilimsel araştırmave tartışmalar geliştirir.”

BDP de, DTP’nin bıraktığı yerden çalışmalarınahız verdi. Kesintisiz süren operasyonlar sonucu dar-beler alan yerel yönetimlerin problemlerini tartışmakve modelin eksiklerini tamamlamak için konferanshazırlıklarına başladı. Konferansa hazırlık olmaküzere yerellerde toplantılar yapılırken kadın belediyebaşkanları ve meclis üyeleri de kadın konferansınıtopladılar.

21 Şubat 2010 tarihinde düzenlenen BDP’nin 1.Ekoloji ve Yerel Yönetimler Kadın Konferansı Nusay-bin’de yapıldı. 200 delegenin katıldığı konferansta,yerel yönetimlerin kadın bakış açısı ile örgütlenme-sine ilişkin sorunlar tartışıldı. Yapılan tartışmalardakadın belediyeciliğinin her türlü rantçılık, yolsuzlukgibi ahlaki olmayan kazanç yol ve yöntemlere karşımücadelede farklılığını yaratmasına karşın modelinoturtulmasında aynı başarının gösterilemediği tespitiyapıldı.

Erkek egemen zihniyetin açığa çıkan kadın gü-cünü kabullenmiş görünse de içten içe kadının top-lumsallaşmasını ve öncülüğünü engellemeyeçalıştığına ve kadını kadın çalışmalarıyla sınırlandır-mak istediğine dikkat çekilerek yerel yönetimlerdeözgün kadın örgütlülüğünün temel ihtiyaç olduğubelirtildi. BDP Ekoloji ve Yerel Yönetimler komis-yonu ile koordineli olarak çalışacak olan ‘Yerel Yöne-timler Kadın Komisyonu’nun kurulmasının kararaltına alındığı konferansta, ekolojik demokratik cinsi-yet özgürlükçü özgür yerel yönetimler modelinin cin-siyet özgürlükçü bölümü ile kadın tutum belgesi detartışılarak kabul edildi.

Konferansta ayrıca kadına yönelik şiddete karşıdaha etkin mücadele edilmesi ve belediyelerde sı-ğınma evlerinin açılmasına hız verilmesi, bütün bele-diye ve il genel meclislerinde Kadın Erkek EşitliğiKomisyonları’nın kurulması, belediyelerde kadın ku-rullarının oluşturulması kararları da alındı.

14 yerde belediye başkanlıkları ile 19 il genel ve190 belediye meclis üyeliklerinin kazanılmış olması-nın DÖKH’ün bu alanda yaptığı aktif çalışmalar so-nucunda mümkün olduğuna dikkat çekilenkonferansta, kadın belediye başkanları, belediye ve il

genel meclisi üyelerinin Demokratik Özgür KadınHareketinin doğal üyesi olması da kararlaştırıldı.

Kadın Yerel Yönetimler Komisyonu bu kararlarıhayata geçirmek için 6 ilde eşitlik komisyonlarınınkurulması ve işleyişi konusunda eğitimler gerçekleştive peşpeşe birçok belediye ve il genel meclisindekadın kurulları, eşitlik komisyonları kuruldu. Bele-diye başkan yardımcılıklarından en az bir tanesinekadın meclis üyeleri getirildi. Sığınma evlerinin açılı-şına hız verildi. Bütün belediyelerin yaptığı toplu söz-leşmelerde kadına yönelik şiddet uygulayan belediyeçalışanlarına müeyyide uygulayan hükümlerin ve 8Mart’ın kadın emekçiler için idari tatil ilan edilmesi-nin yer alması sağlandı. 3 ayda bir olmak üzere kadınbelediyelerinin çalışmalarını anlatan bir yayın organıçıkarılmaya başlandı.

Özgür Yerel Yönetimler Hareketi Kuruldu“Özgür Demokratik Yerel Yönetimlerle Demokra-

tik Özerkliğe” şiarıyla 14-16 Nisan arasında Diyarba-kır’da toplanan BDP 1. Ekoloji ve Yerel YönetimlerKonferansı öncesinde 16 ayrı merkezde düzenlenenkonferans ve toplantılarla yerelin görüşleri alındı.

Konferansta ise Komisyon tarafından hazırlananÖzgür Demokratik yerel Yönetimler program vetutum belgesi taslağı tartışılarak kabul edildi. ÖzgürDemokratik Yerel Yönetimler Hareketi’nin kuruluşkararının da alındığı konferansta idari ve mali özerk-liğe kavuşturulan yerel yönetimlerle, herkesin kendiöz kimliği, kültürel varlığı, ana dili ve inançlarıyla öz-gürce yaşayabileceği vurgulandı

Konferansta kabul edilen ve daha sonra ÖzgürDemokratik Yerel Yönetimlerle Demokratik Özerk-liğe adıyla BDP tarafından basılan yerel yönetimlermodeli 4 esas üzerinde şekilleniyordu:

1. Örgütlü Toplum ve Demokratik Katılımcılık2. Ekolojik yaklaşım3. Cinsiyet özgürlükçü yaklaşım4. Katılımcı Topluluk Ekonomisi

Seçilmişleri geri çağırma ilkesinin de yer aldığımodelde, kent meclislerinin kurulması ve mahalleevlerinin açılması,

Belediyelerin projelerini yaparken alandaki bütündemokratik kurumların, inanç örgütlenmelerinin,gençlik, kadın ve kent meclislerinin görüş ve önerile-rini alması, Yoksulluğa karşı mücadele derneklerininkurulması, ücretsiz sağlık hizmeti verilebilmesi içinçalışmalar yapılması, Çok dilli belediyecilik uygula-malarına devam edilmesi, kent ve köy isimlerinin çokdilli yazılması, Hizmetlerin yürütülmesi sırasındahalkın demokratik meşru hakları ile idari hukukun98

99

çeliştiği hallerde, halkın demokratik meşru hakları-nın esas alınması yer alıyor.

Belediye çalışmalarının nasıl yürütüleceğine ay-rıntılı olarak yer verilen modelde; örgütlü toplum vedemokratik katılımcılık, denetim ve şeffaflık, ekoloji,kadın, katılımcı topluluk ekonomisi, sosyal politika-lar, kültür-sanat, spor, sağlık, personel politikası, bele-diye ve il genel meclisi üyelerinin çalışmasına ilişkintutum belgeleri de yer aldı.

Konferanstan sonra belediye ve il genel meclisleribütün çalışmalarını bu tutum belgelerini esas alarakyürütmeye başladılar.

Haziran 2012’de düzenlenen BDP’nin 2. alandayapılan 5. Ekoloji ve Yerel Yönetimler Konferansı190'ı seçilmişin toplam 8 bini aşkın siyasi tutsağın ol-duğu bir süreçte gerçekleşti. 14 Temmuz 2011’deDTK tarafından ilan edilen Demokratik Özerkliğinyaşam bulacağı kurumların başında gelen yerel yöne-timler pratiğinin bütün boyutları ile ele alındığı kon-feransta, kentsel, sosyal, kadın, gençlik, kültür, eğitim,sağlık, ekoloji politikaları konusundaki çalışmalartartışıldı, eksiklikler tespit edildi. Altyapı hizmetleribaşta olmak üzere halk tarafından takdir gören hiz-metlerin yapılmasının önünü kesmek isteyen hükü-metin yerel yöneticilere karşı baskı, engelleme vekaralama kampanyalarının devam ettiğine dikkat çe-kildi. Kürt halkının özgürlük ve demokrasi paradig-masının, başka bir dünyanın mümkün olduğunugörünür kıldığı ve inkar imha ve siyasal soykırım po-

litikalarına karşın adalet, eşitlik ve özgürlük mücade-lesinin başarıya ulaşacağı vurgulandı.

BDP’li belediyeler Özgür Demokratik Yerel Yöne-timler modelinin geliştirilmesi için Kentsel Politikalar,Barışın İnşasında Yerel Yönetimler, Uluslararası KadınKentlerine Doğru Konferansı gibi pek çok konferansdüzenlediler. Bu konferanslarda alınan kararlarla bele-diye hizmetlerin kalitesi artırıldı ve pek çok alanda 80yılda verilemeyen hizmetler halka götürüldü. Yoksul-lukla mücadele dernekleri kurularak çatışmalı döne-min yarattığı yaraların sarılmasına çalışıldı. Van’dagerçekleşen depremde de ilk yardıma koşan belediye-ler oldu. Rojava’ya yapılan yardımların önemli birkısmı belediyeler aracılığıyla yapıldı. Kamu arazilerininkorunması, yeşil alanlara çevrilmesi, tarihi dokununkoruma altına alınması için örnek çalışmalar gerçek-leşti. Kadınların politikaları konusunda ise dünyadasayılı örnekler arasında yerini aldı.

Hizmetlerin yerine getirilmesinde meşruiyetitemel alan belediyeler merkezi yönetimin baskıcı po-litikalarının değişmesinde de önemli rol oynadılar.Açılan yüzlerce davaya karşın belediyelerin hizmetdili olarak kullanması sonucu kamuda ‘yerel diller’adı altında olsa Kürtçenin kullanılmasının yasallaş-masının yolunu açtı.

Yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayetin sı-nırlandırılması ve bölgesel yönetimlerin kurulmasıise son zamanların en önemli tartışmalarından birinioluşturmakta.

İçindekiler İçin Tıklayınız

y Aysun Genç

Toplumun Kendini Kadın ZekâsıylaYönetmesi Olarak Eşbaşkanlık

100

Kürt Özgürlük mücadelesinin gündemimize yenikavramlarla yeni anlamlarla girdiği bir yüzyılı yaşı-yoruz. ‘Demokratik özerklik, demokratik ulus, yenisosyal bilim tanımı, özgürlük sosyolojisi, yeni yaşam’tanımı derken ‘eşbaşkanlık’ kavramı da benzer şe-kilde gündemimize girdi. Bir süredir kısmi bir gün-dem şeklinde varlığı bilinen bu kavram, son yerelseçimlerle birlikte bir bütün olarak gündemde yerinialdı. Eşbaşkanlık nedir, neden böyle bir yönteme ih-tiyaç duyulmuştur, nasıl bir sistemdir, nasıl gerçekleş-tirilecektir, ilgi odağı olmasının sebebi nedir? Busorular etrafında oluşturulacak cevaplar özgür top-lum olmanın da adımlarını örecektir. İçerik itiba-

riyle, gelecek dönemlerde geçmiş dönemdekindendaha fazla gündemde olacaktır. Çünkü eşbaşkanlık,demokratik uluslaşmanın sistemidir, demokratiközerkliğin temel formudur. Demokratik öz yöneti-min tek biçimidir. Eşbaşkanlık bir yandan sistemselbir tedbirdir, bir yandan da hâkim zihniyet yapılan-masına bir müdahaledir.

Abdullah Öcalan, paradigmasını demokratik,ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma olarak for-müle etmişti. Paradigmanın somutlaşması, zihniye-tin bedenleşmesi anlamında sistem inşaçalışmalarında kadın özgürlükçülüğü boyutunun ol-

dukça eksik kaldığı aşikârdır. Tabi sadece kadının öz-gürleşmesi eksik kaldı diyemeyiz. Çünkü kadın öz-gürlüğünün olmadığı bir toplumda demokrasinin vebütün özgürlüklerin de eksik kaldığı bilinmektedir.Yine insanlar arasında özgür eş yaşam oluşmadı-ğında doğa ile de özgür temelde bir yaşam gelişeme-yecektir. Bundan dolayı bu konu aslında Öcalan’ınparadigmasının merkezini oluşturmaktadır. Bu siste-min gerçekleşme merkezidir de diyebiliriz.

Yerel yönetimler konusunda onca tecrübeye rağ-men büyük başarıların ortaya çıkmayışının sebeplerinelerdir diye sorulduğunda verilecek birkaç cevapvardır:

- İlk olarak kendini devletçi anlayıştan koparama-mak dile getirilebilir.

- Yine çalışmalarda öz yönetim anlayışını oluştura-mamak da bir sebeptir. Yönetimdir işte, devlet yöneti-yor, devlet karşısında da biz yönetiyoruz, deniyor amafarkını devletin dışında olma boyutunda ortayakoyma zayıftır. Tabi bu iki boyut birbirine benzese dederinlikli ele alındığında, öz yönetim anlayışını yara-tamamak olarak somutlaştırılabilir. Yerel yönetim an-layışımızda meclis ve komün oluşturmak esastır. Buçalışmalar güçlü örgütlenemediğinden ve çalışmala-rın örgütlenmesinde de öz yönetim anlayışıyla hare-ket edilmediğinden Abdullah Öcalan’ın dile getirdiğiyerel yönetim anlayışı da ortaya çıkmamaktadır.

- Üçüncü ve esas sebep de yerel yönetim anlayı-şında erkek egemenlikli anlayışın aşılmamış olması-dır. Aslında kadın özgürlükçülüğü konusu sonmadde gibi genelde sonlarda dile gelir. Gerçekte iseilk ve son maddedir. Özgür toplumsallaşmanın tekşartıdır. Gerçekleştiğinde ise diğer şartların onunlabirlikte yoluna gireceği tek şart da diyebiliriz.

Eşbaşkanlık tanımına ilişkin tartışmalarda ilk dile

Eşbaşkanlık, eş yönetim tarzının ortaya çıkarılmasıdır. Birlikte

yönetebilme konusu kendini özgür yönetebilmekle, öz yönetimle

mümkündür

101

gelen, kadının siyasete katılması konusu oluyor. Oysaeşbaşkanlığı bu şekilde ele almak bir yarımlıktır. Eş-başkanlık salt kadının siyasete katılması için değildir.Erkek anlayışıyla yürütülen siyasete kadın özgürlük-çülüğü yönünden bir müdahaledir eşbaşkanlık.Neden eşbaşkanlık diye sorulduğunda verilecek ensade cevap şudur: Toplumun kendini kadın zekâsıylayönetmesi içindir eşbaşkanlık.

Belediyecilik, özerk yönetimler, öz yönetim bi-çimleri ya da benzer konuları değerlendirdiğimizdeöz yönetim konusu karşımıza çıkıyor. Toplumun ira-desini en güçlü şekilde açığa çıkarmak içindir öz yö-netimler. İnsanlar ve toplumlar kendiniyönetmiyorsa, başka birileri onu-onları yönetiyor de-mektir. Ben kendimi yönetmiyorsam evde anne-babam beni yönetiyordur, okulda öğretmenim beniyönetiyordur, işyerinde patron yönetiyordur, sokaktapolis zaten hiç eksik olmamaktadır, demokratik bireyleme gidiyorum ve kendimi yönetemiyorsamorada dahi beni yöneten biri var demektir. Birileribeni belirliyor demektir. Ben kendi kendimi yönete-miyorum demektir. Burada irade yoktur. Bu erkekegemenlikli sistem demektir. Bunun aşıldığını söyle-mek zordur.

Bugün erkek şiddetinin, zekâsının, zihniyetininher yeri işgal ettiği bir yaşamın içine sürüklenen top-lum gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bunu aşamayankadın da bu gerçekliğin içinde can çekişmektedir. Sa-dece erkek hâkimdir demiyoruz, erkek zihniyetininhâkim olduğu bir sistem içindeyiz diyoruz. Kadınında katıldığı siyasetin temelde anlayışı değişmezse,ataerkil zihniyet ortadan kaldırılmazsa kadın rengi,zekâsı ya da gücü açığa çıkmayacaktır. Eşbaşkanlığınamacı bundan dolayı sadece erkeğin hâkim olduğuyerlerde kadını siyasete katmak değil. Kürt siyase-tinde kadın katılımı yoğundur. Bugün bu gerçeğerağmen kadın renginin çıkmaması yine yoğun ataer-kil kültürün aşılmamış olmasındandır.

“Kadın kamuya açılsın, otoriteyi paylaşsın” demekkesinlikle yanlıştır. Özgür kadının otorite paylaşmasorunu yoktur. Kota konusu zaten otorite paylaşı-mıydı, bunu geliştirmişti. Kota konusu bunun birtedbiriydi. Ama bugün bunu aşan bir durum vardır.Bugün ulaşılan özgürlük düzeyi karşısında otoritepaylaşımı belirlemesi çok naif kalmaktadır. Sistemoluşturmada formsal tedbirler alınmakta ve belli birdisiplin oluşturulmaktadır. Bu yolla sistem yaratıl-maya çalışılmaktadır. Eğer yaratılmazsa yine yenidenzihniyet boyutunda bir müdahale gelişmektedir vebunun formsal yansıması da olmaktadır. Eşbaşkanlıkişte bunun içindir. Demokratik siyasetin geliştirile-memesi karşısında alınan özgürlüksel bir tedbirdirde diyebiliriz.

Bugün Türkiye ve Kürdistan’da belediyelerinbüyük bir tecrübesi oluşmuştur. Ama varılan noktademokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradig-maya ulaşmak için yeterli değildir. Eğer hala ülke-mizde dilencilik varsa, toplumsal adaletsizlik varsa,kadınlar bu derin ekonomik uçurumların kurbanıoluyorsa; fuhuşun gelişmesinin kökenine hemenhemen her zaman ekonomik zorluklar yerleşiyorsa;toplumlara uygulanan bioiktidar kadınlara uygulanı-yor ve fuhuşla sonuçlanıyorsa; insanlar özgür eşit ya-şayamıyorsa ve hala çocuklar sömürü düzeyindekoşullarda çalıştırılıyor ya da istismar ediliyorsa; buadaletsizlikleri aşacak bir sistem gereklidir. Ve eşbaş-kanlık işte bunun içindir. Bu noktada belirtilecekolan her şey de kadın zekasıyla oluşacak olan öz yö-netim anlayışının yaşamsallaşmamasının özeleştirisiolacak ağırlıktadır.

Bunun aşılmasında kadının bedensel katılımı de-ğildir esas olan. Kadının biyolojik olarak gidip yer al-ması değildir tabi. Kadının gidip salt kadını temsiletmesi de değildir. Eşbaşkanlık, eş yönetim tarzınınortaya çıkarılmasıdır. Birlikte yönetebilme konusukendini özgür yönetebilmekle, öz yönetimle müm-kündür.

Neden Abdullah Öcalan eşbaşkanlık perspektifiniverdi ve eşbaşkanlık nasıl olmalıdır konuları önemkazanmaktadır. Eşbaşkanlık, toplumun yönetilme bi-çimine bir müdahaledir. Devletçilik ya da hiyerarşikyapılanma dediğimiz zihniyetten kopuş henüz so-mutlaşmamıştır. Erkek egemenlikli zihniyet baskıoluşturuyor toplum üzerinde. Siyasette de hangi adlaolursa olsun ataerkil kültürün rengi ağırlıklıdır vekadın da bu sistem altında renksizleştirilmektedir.Bununla bağlantılı olarak tüm toplum bu temeldeyönetiliyor ve iradesizleştiriliyor.

Tüm toplum erkek zekâsıyla yönetiliyor. Erkek ze-kâsı nedir? Donmuş enerjidir erkek zekâsı. İktidarayatkın enerji biçimidir. Kalıplaşmış ve buzlanmış dü-şünce biçimidir. Erkek zekâsı her şeyi formlaştırıyor,donduruyor, canlılıkları öldürüyor. Ve bu durum yö-netim olgusunda tam statüko oluşturuyor. Bu tarzerkek zekâsı donmaya, kalıplaşmaya, iktidar ekse-ninde kendini yapılandırmaya hazırdır. Bu zekâ bi-çimi hem kendini donduruyor hem de toplumunzekâsını donduruyor. Eşbaşkanlık donmuş erkek ze-kâsının, toplumu dondurmasına izin vermemek,hatta eritilerek, o zekâya da akışkanlık kazandırmakiçindir.

Erkek zekâsı kapsayıcı değildir, şefkat merhametazdır. Erkek zekâsı toplumun tümünü kapsayacakyapılanmada değildir. Erkeklerin bir ana kucaklayıcı-lığına ulaşması, özgür eş yaşam anlayışına ulaşmaklamümkündür. Ki bunun toplumsallaşması da eşbaş-

102

kanlık sistemiyle olacaktır. Toplumsal adaletsizliklerinnormalleşmesi şefkat ve merhamet duygularının ek-sikliğindendir. Biri açken diğerinin tok yatabilmesi,erkek zekâsının ürünü olan sistemlerin sonucu olarakortaya çıkmıştır. Adalet duygusu eksiktir. Binlerce yıl-lık biriken adaletsizliklerin erkek zekâsının ürünleriolduğu aşikârdır. Aynı zamanda adaletsizliklere gözyumma, sessiz kalma, kabullenme ve kanıksama du-rumlarının da erkek zekâsının ürünlerinden olan ik-tidarın yapı kazanmış halleri olduğu bilinmektedir.İktidarlaşmayla bağlantılı olarak erkek zekâsı sınıflan-dırır, tabakalar oluşturur, ikilemler oluşturur ve bun-ların hepsi devletleşmenin de şartları olmaktadır.Egemenlik ve devlet kodlarının tamamının erkek ze-kâsında somutlaşması durumudur bu.

Kadın zekâsı nedir? Kadın doğurganlığı nedir?Kadın eğer kendi doğasına göre davranırsa, öyle hare-ket ederse, yönetici olmanın en iyi özelliklerini ken-dinde somutlaştırır. İlk olarak kapsayıcıdır.Kucaklayıcıdır. Düşünce tarzı hem akışkan hem decanlıcıdır. Aslında kadının doğal ana özellikleri onuntoplumun öz yönetimini yapabilme kapasitesini degösterir. Bu özellikleri dile getirdiğimizde kadın şekligeliyor aklımıza, o da yanlıştır. Saydığımız özelliklersalt kadın bedeninin özellikleri değildir. Doğal toplu-mun temel toplumsal özellikleridir. Bir erkek eğerkendini toplumsal görevler kapsamında bir ana gibigörebiliyorsa, öyle düşünebiliyorsa, tüm çocukları,gençleri, yaşlıları, kısacası tüm toplumu kucaklayabi-liyorsa, o zaman gerçekten bir öz yönetim olgusu ya-ratabilir, doğru bir eşbaşkanlık yapabilir.

Bir kadın nasıl kucaklayıcıdır, çocuğunu nasıl ku-caklar, besler, büyütür, onun aç açıkta kalmasına kat-lanamaz. İşte bu özellikler kadının doğurganlığındamaddeleşen kadın zekâsının görünme biçimleridir.Kadının zekâsı doğurarak, çeşitlenerek, büyüterek,ilerleyerek kendini görünür kılıyor. Eşbaşkanlık, top-lumda bu tarz zekâyı yaratmak içindir. Kadın zekâsınıtoplumsallaştırmak içindir. Erkek zekâsının biraznormalleştirilmiş ve mevcut geriliklerin üzerinin ör-tülmüş hali olarak sunmak, eşbaşkanlık sisteminiboşa çıkarmaktır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

Eşbaşkanlık sistemi bir toplumsal analık sistemi-

dir. Her bireyin kendi toplumunu kucaklaması içinbiraz ana olma duygusunu yaşamasını öngörür. Eş-başkanlık için adaylıklarını açıklayan bireylerin herbirinin sosyal bir analık anlayışı gelişmek zorundadır.Bu şart, topluma doğru ve anlamlı hizmet için şarttır.Toplum olmanın temel kuralı özgür birlikteliktir.İnsan türünün kendi türdeşleriyle birlikteliği, tarihiçinde salt biyolojik olmanın ötesinde kültürel birlik-teliklerle örülerek yaşamı mümkün kılmıştır. Yaşa-mın mümkün kılınması, tür olarak hayatta kalmanınbaşarılması anlamındadır. Hayatta kalmanın kültür-leşmesi ve kurumsal bir çerçeveye ulaşarak insanlığıntemel varoluşsal bir formu haline gelmesi, neolitikdevrimin yaratıcısı Ana tanrıçanın toplumsallaşma-sıyla ilintilidir.

Ana kadın, ana tanrıça özellikleri diyoruz, bunlarısadece çocuk doğurmuş ve ana olmuş kadına ait özel-likler değil, tüm kadınların özellikleridir. Aynı za-manda da toplumun kültürel özellikleridir. AbdullahÖcalan eşbaşkanlık konusuyla doğal toplumda ka-dında somutlaşan karakteri bugünün toplumundaherkesin temel karakteri olmasının özgür yaşamın birşartı olduğu vurgusu yapıyor.

Özgür eş yaşam konusunda da dile gelmişti, er-kekle yaşamak kaplan kafesine girmekle eşdeğerdir.Aynılaştırmamak gerekiyor ama ataerkil sistemiçinde kadının da kendini erkekleşme gerçeğindenkurtarması, bugünün aşırı kadınsılaşan kadınlarınarağmen, kadın olabilmesi devrimsel bir gerekliliktir.

Abdullah Öcalan’ın insan yaklaşımı, kadın yakla-şımı eşbaşkanlığın neden ve nasıl olması gerektiği so-rularına cevap veriyor. Erkek egemenliğinin erkekteve toplumun tamamında yarattığı formlardan kurtul-mak için eşbaşkanlık şarttır. Toplumda öz yönetimyaratmak için eşbaşkanlık şarttır. Yeni bir toplumsal-lık bilinci yaratmak için eşbaşkanlık şarttır.

Öz yönetim olgusu aslında bir kadın işidir. Ka-dınca bir iştir. Eşbaşkanlık konusu tabi ki bir anlamdatedbirdir de. Yanlış yaklaşımlara, hâkim anlayışlara,geriliklere ve devletçi iktidar anlayışlarına karşı birtedbirdir. Kürt toplumu yanlış anlayışlar karşısındabelli bir bilinçlenmeyi yaşamıştır. Bu da toplumsal birözgürleşme eylemi olmaktadır.

Eşbaşkanların kendi toplumuyla sözleşmesi öz yö-netim olmanın şartıdır. Çünkü eşbaşkanlık özgürtoplumsallaşmanın sistemini oluşturmayı amaçla-maktadır. Eşbaşkanlık dünyasına atılan her adım, buanlamda Türkiye ve Kürdistan toplumlarıyla sözleş-mek anlamına gelmektedir. Ortadoğu’nun yeni top-lumsal sözleşmesi eşbaşkanlık üzerinden gelişecektir.Bu anlamda eşbaşkanların bu toplumsal sözleşmezihniyetini oluşturması kadar bilinçlenen demokratikdeğerlere sahip çıkan halklarımızın da bu sözleşmeyi

Eşbaşkanlık donmuş erkek zekâsının, toplumu dondurmasına

izin vermemek, hatta eritilerek, o zekâya da akışkanlık kazandırmak içindir

103

eşbaşkanlardan istemesi şarttır. Kendini eşbaşkanlığa aday görenlerin, kapitalist

modernitenin, hiyerarşik devletçi sistemin ve hertürden egemenlikçi zihniyetlerin niyet-dualarını baş-tan reddetmeleri gerekir. Bundan dolayı eşbaşkanlıkdemek, sıradan bir başkan olma durumunun çokötesinde bir durumu ifade eder. Kendi toplumuylaözgür eş yaşam temelinde bir sözleşmeyi ifade eder.Her bir adayın, merkezileşmenin kesinlikle uzağındadurarak, ortak iradeyle kolektif bir algıyı nasıl oluştu-racağı, nasıl yaşayacağı, toplumun her türlü soru-nuna hangi ruhla yaklaşacağı sorularının cevaplarınışimdiden oluşturması gerekir. Tüm bu soruların ce-vaplarının ortaklaşması da özgür eş yaşamın top-lumsallaşmasının nasıl olacağı yönünde cevaplarzinciri oluşturacaktır.

Eşbaşkanlık konusu bu işe soyunanların yaşamı-nın her anını ve her hücresini örgütlemesini gerekti-rir. Bir eşbaşkan, toplumu aç ve yoksulken kendisilüks içinde yaşamamalıdır. Yaşayamaz. Sınıfsal uçu-rumlar varsa eşbaşkanlık konusu başarıya ulaşamazve biçimsel kalır. Abdullah Öcalan’ın sistem inşa ça-lışmalarına biçimsel yaklaşmak, Kürt halkına ve de-mokratik ulus zihniyetiyle yaşamak isteyen toplumabir hakaret anlamına gelir. Maddi çıkar için bu işesoyunmak yanlış niyettir. Kötü niyettir. Toplumuylasözleşmek, toplumuyla özgürlük temelinde sözleş-mek önemlidir. Kesinlikle kendi toplumuna hizmetiçin bir adım atma olmalıdır. Hatta varsa ekonomikgetirileri dahi toplumun hizmetine sunma büyük-lüğü olmalıdır. Bu durum, devletçi sistemin, devletmemurluğunun niyet-duasını reddetmektir. Çünkübu dualar varlık yokluk sorunudur. Maaş, çıkar ya dabenzer maddi çıkar durumları kesinlikle eşbaşkanlıkkonusuna gölge düşürecek konular ve durumlar ol-maktan çıkarılmalıdır.

Eşbaşkanlık konusu özgür eş yaşam konusuyla daderinden bağlantılıdır. Özgür eş yaşam konusuna yo-ğunlaştıkça eşbaşkanlık konusunun da temeli ortayaçıkmaktadır. Birlikte çalışabilmek, kolektif bir tarzaçığa çıkarmak önemli ve esastır. Hem iktidarın bi-reydeki egoyu büyütmesinin önlemini almaktadırhem de doğru bir büyüme tarzı açığa çıkarmaktadır.

Birey renginin kaybolmadığı, bireylerin sürüleş-memesi içindir eşbaşkanlık sistemi. Bundan dolayıda yaratıcı olmalı, an an sistem ve yaşam üzerine yo-ğunlaşma olmalıdır. Bunun için de kendini süreklieğitmek şarttır. Eşbaşkanlar bu temelde kendini sü-rekli ve hatta yaşam boyunca eğitmelidir. Kendinieğitmenin kendi toplumuna layık olma çabası oldu-ğunu bilmelidir. Halkın her bir bireyine ulaşmak vebu ulaşmaları anlamlı, bilinçli hale getirmek öz yöne-

tim olabilmenin şartıdır. Abdullah Öcalan’ın özgür zekâsının ürünü ol-

duğu için ilk duyduğumuz andan itibaren bize güzelgeliyor kavram. Bir özgürlük duyumsaması oluşturu-yor. Ama bu algıya denk bir çalışma, bu algıya denkbir duruş ve ele alış olmalıdır. Tabi kavramı salt dilegetirip tüketmemek gerekir. Eşbaşkan demekle eş-başkan olunmuyor. Eşbaşkan ünvanını almakla hiçkimse öz yönetim gerçeğini kendinde somutlaştırmı-yor. Eşbaşkan ünvanını almakla hiç kimse özgür eşyaşam anlayışını kendi hakikati haline getiremiyor.

Eşbaşkanlık, Jin, Jiyan Azadî sloganını yaşamsal-laştırmak içindir. Toplum iradesizleştirilmiştir. Kadınve yaşam bağlantısında toplum vardır. Kadının özgürolması toplumun özgürlüğünü hedeflemektedir. Busloganda felsefi bir anlam vardır. Yaşam ve özgürlükbağlantısında kadın ve yaşam kesişmesi vardır. Vebunu anlayabilmek, eşbaşkanlığın da şartıdır. Kadınolmak, yaşamla mı ölümle mi bağlantılıdır? Kadınolmak, özgürlükle mi kölelikle mi bağlantılıdır? Bukonular çok önemlidir. Birey için önemli olduğukadar yönetim konusunda bireyi aşan bir önemekonu olmaktadır. Savaşta insanların sorumluluğunutaşımak çok zordur. Ama yaşam konusu savaş kadarönemli ve hassastır. İnsanların iradesinin sorumlulu-ğunu almak, onların beden sorumluluğunu almak-tan daha ağır bir sorumluluktur.

Kürt toplumu, yeni özgür toplumsallığına yönelenbir halkın değerleri karşısında istismarcı yaklaşımlarıgörecek, bilecek, bunun takipçisi olacak bir bilinç dü-zeyine gelmiştir. Aynı zamanda halkımız kendi sis-tem gönüllülerini hizmet edecek bir düzeyi de açığaçıkarmalıdır. Eşbaşkanlık kavramını kullanıp eşbaş-kanlığın gereklerini yerine getirmemek de kavramıve kavram etrafında örgütlenen değerler dizisini tü-ketmektir ve kabul edilemez. Bunun için eşbaşkanlıkkapsamında yapılacak temel çalışma kendini ve top-lumunu bilinçlendirmek olmalıdır.

Eşbaşkanlık sistemi, demokratik ekolojik kadınözgürlükçü toplum paradigmasının pratikleştirilme-sidir. Demokratik ulus zihniyetinin bedenleşmesiolan demokratik özerkliğin gerçekleşme tarzıdır. De-mokratik özerklik eşbaşkanlık sistemiyle gerçekleşe-cektir. Demokratik ve ekolojik olmanın ilk şartı,eşbaşkanlık sistemiyle kadın özgürlükçü bir toplumyaratma adımlarını atmak ve bu adımları başarıyaulaştırmaktır. Kadın özgürlükçü olamayan bireylerindemokratik olmaları beklenemez. İnsan türününkadın cinsine yönelik yaklaşımlarında bir özgürlükbilinci oluşturamayanların doğadaki diğer canlı tür-leri karşısında özgürlükçü bir tavır sergilemeleri bek-lenemez. Çünkü hayat bir hakikattir ve hakikat

bütündür. Eşbaşkanlık sistemi, Kürdistan özgürlük mücadele-

sinin kendi örgüt sisteminde başlattığı ve kadın kota-sıyla bunu ilkeselleştirdiği özgürlükçü yaklaşımı aşaraközgürlük çıtasını daha da yükseltmesinin adıdır.

Eşbaşkanlık sistemi siyasete kadının ya da kadınrenginin girmesi değildir. Çünkü kadınların biyolojikolarak siyasete girmesi toplumsal özgürlük için yeterlibir adım değildir. Aynı zamanda erkek egemenliğininve ataerkil kültürün bunca etkin ve baskın olduğu birdünya sisteminde kadınların rengini renksizliğe dönüş-türmek için her an ve mekânda erkek ittifakları da hazırdurumdadır. Eşbaşkanlık sistemi erkeğin de kadınlabirlikte siyaset yürütmeyi öğrenmesi anlamında kadınlainsanlaşma hakikatine ulaşmasının bir yöntemidir.

Eşbaşkanlık sistemi, salt kadın iradesini siyasetalanında etkin kılmayı amaçlıyor demek, toplumunözgürlük problemlerinde erkeğin sorumluluğunu ve

kendisinde başlatacağı görevlerini görmemektir. Busöylem mevcut siyaset anlayışında erkek iradesi çoközgürmüş gibi bir yanılgıyla birlikte ortaya çıkıyor.Devletçi siyaset anlayışı erkeği de iradesizleştirmiştir.Bu nedenle erkeğin de irade olma ihtiyacı vardır. Ka-dının da vardır. Eşbaşkanlık sistemi, her iki cinsinözgür iradeleriyle siyasete katılmalarını sağlamanınbir yöntemidir.

Eşbaşkanlık sistemi, bir kadın ve bir erkeğin bir-likte oluşturduğu bir yönetim tarzı değildir. Çünküeşbaşkanlık sistemi kadın ve erkeğin birlikte, sürüleş-tirmeyen, iradesizleştirmeyen, kendi rengini başkahâkim renkler içinde kaybedilmediği ve geliştiren-ilerleten bir kolektivitenin oluşturulduğu sistemi, tabiîki sistemle birlikte yeni özgür yaşamı yaratmasınınadıdır. Kadının siyasal aktivitesini erkekle kolektifleş-tirerek toplumsal bir güç ve yaşam tanımı açığa çıkar-maktır.

104

İçindekiler İçin Tıklayınız

Aldar Xelil,1970 yılında Hesekê'de doğdu. 1988'de He-sekê'de lise okuduğu yıllarda okulu terk edip siyasi vedevrimci çalışmalara katıldı. Lübnan, Halep, Şam veCezîrê'de gerilla ve siyasi faaliyetlerde bulundu. 2003yılında kurulan Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD)kurucu üyelerindendir. Şimdi ise Demokratik ToplumHareketi (TEV-DEM) ve Kürt Yüksek Konseyi yü-rütme kurullarında yer almaktadır. Aynı zamandaRojava Demokratik Özerklik Yönetimi'nin danışman-larındır.

Ortadoğu'da adına "Arap Baharı"denilen çatışmalı bir süreç başladı.Bu kaosun en kanlı bölgelerindenbiri de Suriye oldu. Ortadoğu'dakibu durum genel olarak 20.yy'dakiulus-devlet paradigmasının bir çık-mazı olarak değerlendirildi. Sizlerise bu çıkmazın karşısında III. yololarak Demokratik Özerklik proje-sini ortaya koydunuz. DemokratikÖzerklik projesinin gerçekleşmişhali ya da pratize olmuş yönleriüzerine neler söyleyebilirsiniz?

Ortadoğu'nun gerçekliği ve çelişkileri üzerine çokfarklı görüşler var. Fakat biz bu dönemi halkların ba-harı olarak tanımlıyoruz ve öyle kabul ediyoruz. Baş-layan süreci de -halkların başlattığı süreci-modernizmin kölelik boyunduruğunun halklarınboynundan kalkması için bir kurtuluş olarak görü-yoruz.

Şüphesiz ki dünya derin bir siyasi kriz yaşıyor.Dünyanın bu derin krizden kurtulması ve kendinegelmesi biraz zor görünüyor. Ortadoğu ve insanlık,uygarlıksal gelişim gibi bazı kronik hastalıklara yaka-lanmış. Bu hastalık da toplumlar arasında büyük bir

tıkanmaya sebebiyet veriyor, toplumlar yaratım vegelişme güçlerini kaybediyor. Bu hastalıklardan biriolan ulus-devlet anlayışı da halkların yakasına yapış-mış ve yıllarca sorunların tek çözümü olarak öne sü-rülmüştür. Bunun sonucunda da birçok savaş,çatışma ve sınırsız bir kan dökülmesi yaşanarak gü-nümüze kadar da devam etti. Bu da söylemeye değerki kapitalist modernite bu hastalığı Ortadoğu'ya aşı-ladı ve buna bağlı olarak varolan bozulma daha daarttı. Birçok siyasi çevre ulus-devlet formunu halkla-rın sorunlarının çözümü olarak öne çıkardılar,bunun tam tersine sorunlar giderek derinleşip ağır-laştı. Bunun sonucunda halkçı ve devrimci bir tutumortaya çıktı, biz de bunu "halkların baharı" olarak ad-landırıyoruz. Halkların baharında da ortaya çıkandeneyimler, bazı eksiklikleri de ve mümkün olmayanşeyleri de içerisinde barındırıyordu. Bizim de bu ko-nudaki fikirlerimiz sonradan netleşti.

Dışarıya bağlı olan bazı hareketler, rejim değişik-liklerini ve mevcut iktidarları yıkmayı devrimin ka-zanımları olarak sundular. Bazıları bunu Suriye'de detekrarlamak istediler. Fakat ak-kara ikilemi içerisindeboğuldular ve bizi de suyun dibine çekmeye çalıştı-lar. Ancak biz daha baştan III. yol olduğumuzu açık-ladık. Bizim yolumuz bağımsız bir yol, bazı özelfaktörlere dayanır ve onun da stratejisi de açıktır. Kı-saca bunu demokratik özerklik yönetimi olarak daadlandırabiliriz. Bu projenin gerçekleşmesi de mev-cut durumda çok zordu. Hareketimiz ve projemizbirçok saldırıya maruz kaldı. Bölgesel ve uluslararasıgüçlerden tutun da medya üzerinde yapılan saldırı-lara kadar birçok farklı saldırı bize karşı gerçekleşti-rildi. Daha başlangıçta da bizim farklı birdüşüncemiz vardı ve biz bu temelde demokratiközerklik yönetimi için toplumu örgütlemeye başla-dık. Büyük bir siyasi ve örgütsel bilinçle, inançla ve

Röportaj

Ütopyadan Gerçeğe: Rojava’da Özyönetim

105

106

kavrayışla hareket ettik. Meşru savunma projesini veKurdî alanların savunmasını öne çıkardık. Aynı za-manda meclisler için seçimler yaptık ve hiçbir alanı-mızı örgütsüz bırakmadık. Bu kavramlar üzerine III.yol siyasetimizi öne çıkardık. Görüşlerimize, inancı-mıza göre hareket ettik, iktidar içerisinde sandalyearayan rejim ile muhalefetin kapsama alanına girme-dik. III. yol bizim için demokratik uygarlık yoludur.Bu aynı zamanda Kürtlerin özgün rengidir ve halközgücüyle, demokratik siyasetin ölçülerini ve irade-sini gerçekleştirecek. Sonuç olarak şunları söyleyebi-lirim: Bütün şiddetli saldırılara karşı, çetelerinsaldırılarına karşı ve bazı Kürt çevrelerin çirkin tu-tumlarına karşı biz bütün örgütsel açılardan olumluadımlar attık. Çalışmalarımız 3 kantonun yasama veyürütme meclislerinin kurulmasıyla sonuçlandı. Vemilyonlarca insanın etrafında kenetlendiği bu siste-min de amacına ulaşacağına inanıyoruz. Son olaraktekrarlamak isterim ki; bizim bu yürüyüşümüz çokzorlu konaklardan geçti. Bize yöneltilen saldırılar,komplolar ve kara çalmalar halkımızın iradesi, savaş-çılarımızın emeği ve şehitlerimizin kanıyla bertarafedildi. Kürt halkına kıymetli bir yer biçen ve bütündünyayı şaşkına çeviren bu başarı ve kazanımlar içinhalkımıza, militanlarımıza ve şehitlerimize borçlu-yuz.

Rojava’da meclisler üzerinden birörgütlenme ve kendi kendini yö-netme durumu gelişti. Bu klasik yö-netimlerden farklı bir model. Köy,mahalle, nahiye ve kent meclisleri-nin işleyişi nasıl gerçekleşiyor?

Bizler yürüyüşümüzü gerçekleştirebilmek için ör-gütlenme modelinin halkımızın subjektif ve objektifkoşullarına uygun olmasını istedik. Hazır ve tanınanklişelere göre hareket etmedik. Evet, sıfırdan başla-madık, yılların mirası üzerinden demokratik özerk-lik anlayışına göre hareket ettik. Ayrıca eski vedevletçi paradigmalarla da savaştık, onlara karşı birsavaş başlattık.

Alttan üste doğru bir halk örgütlemesi gerçekleş-tirdik. Bu çerçevede halk meclislerinin kominler te-melinde köylerde, mahallelerde ve şehirlerde kurduk.Fakat çalışmalarımız burada son bulmadı. Bu temelüzerine Rojava Kürdistanı Halk Meclisleri'ni açık veşeffaf seçimlerle belirledik. On binlerce yurttaş se-çimlere katıldı. Rojava Kürdistanı Halk Meclisi dedaha sonra Demokratik Toplum Hareketi YürütmeMeclisi'ni (TEV-DEM) seçti. Bu meclisler de meşrugücünü halktan alarak mücadelelerini yükselttiler.Seçilmiş olan meclislerimiz önceden belirlenmiş olanbir mekanizmayla çalışmalarını yürüterek, birincisihalka hizmet etmek, ikinci olarak da demokratik

özerk yönetimi inşa etmek için çok anlamlı kaza-nımlar elde ettiler.

6 Ocak 2014 tarihinde Rojava Top-lumsal Sözleşmesi ilan edildi. Aka-binde de Cizîrê, Kobanê ve EfrînKantonlarında Demokratik Özerklikyönetimleri ilan edildi. Yasama veyürütme meclisleri oluştu. Bu mecl-islerin genel işleyişlerini anlatabi-lir misiniz?

6 Ocak 2014 tarihinde Demokratik Özerklik Yö-netimi'nin her üç belgesi -yani Toplumsal Sözleşme,Seçim Kanunu ve Demokratik Özerk Yönetim- Ya-sama Meclisi tarafından onaylandı. Her üç belge dearalarında siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, Kürt,Arap, Süryani, Asuri, Çeçen ve diğer oluşumlarıniçerisinde yer aldığı Demokratik Özerklik ProjesiGeçici Yönetimi tarafından

hazırlandı ve kabul edildi. Daha sonra da SuriyeKürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) genel sekreteriEkrem Hiso, Yürütme Meclisi'ni kurması için görev-lendirildi. 21 Ocak'ta da Yürütme Meclisi oluşturula-rak, başkanı ve bakanları Kürtçe, Arapça veSüryanice yemin ederek çalışmalarına başladı.

Yürütme Meclisi, halkın günlük ihtiyaçlarını gi-dermek, ekonomik, hizmet, toplumsal, kültürel, gü-venlik ve savunma alanlarında çalışmalarına başladı.Bu çalışmalar, bir taraftan sivil toplum örgütleri, eği-tim, hizmet, belediye meclisleri, Halk Savunma Güç-leri (YPG), Asayiş Güçleri diğer taraftan da YürütmeMeclisi tarafından yürütülecek. Yürütme Meclisiayanı zamanda 4 ay içerisinde seçimlerin yapılmasıve Yasama Meclisi'nin oluşması için de çalışma başla-tacak.

Yasama Meclisi de yasal düzenlemeler yapmayadevam edecek ve Yürütme Meclisi'nin çalışmalarınındenetimini yapacak. Yasama Meclisi ayrıca kendi tü-züğünü oluşturarak dış ilişkiler komitesi, iletişim vekültür komitesi, güvenlik komitesi, ekonomi komi-tesi, hukuk komitesi, insan hakları komitesi ve diğerkomitelerini oluşturacak. Yüksek Adalet Mahkemesi,Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Komiserli-ği'nin onamasını yapacak.

Yasama ve yürütme meclislerindekikadın, gençlik, halklar ve inançla-rın temsiliyet oranları hangi dü-zeyde?

Toplumsal Sözleşme'de kadın haklarına siyaset-teki ve yaşamdaki rollerine ilişkin birçok madde var.Toplumsal Sözleşme'ye göre kadınların Yasama Mec-lisi ve bütün meclisler ile komitelerdeki temsiliyetoranı en az yüzde 40 olacak ve meclis başkanlığındada eşbaşkanlık sistemi olacak.

Gençlerin de kurumlar ve meclislerdeki temsiliyetoranı Toplumsal Sözleşme'de yasal güvence altınaalınmış. Diğer halklar ve inançlar için de Cizîrê Kan-tonu ortak bir kanton alarak belirlenmiş Kürtçe,Arapça ve Süryanice de resmi dil olarak belirlenmiş-tir. Seçim Yasası'nda da her oluşumun kotası şöylebelirlenmiş: Kürtler %10, Araplar %10, Süryaniler%10 Ermeni, Türkmen, Çeçen, Êzidî ve teknokratlar%5 olarak belirlenmiş. Diğer %65'lik kısım da oykullanımı sonuçlarına göre belirlenecek. Ayrıca Top-lumsal Sözleşme'de bütün inançların özgürlüğü gü-vence altına alınmış ve Êzidîlerin kurumlardaki rolüde güvenceye alınmıştır.

Rojava Toplumsal Sözleşmesi'ndekadın kotasının yanında kurum-larda ve meclislerde eşbaşkanlıksisteminin uygulanacağı belirtili-yor. Şu anda Rojava’da bunun nekadarı başarıldı?

Toplumsal Sözleşme'de Yasama Meclisi'nin eşbaş-kanlık sistemiyle yürütüleceği belirtiliyor. Fakat bueşbaşkanlık sisteminin diğer meclislerde uygulanma-yacağı anlamına gelmiyor. Gelecekte bu da uygula-nabilir. Yine de Toplumsal Sözleşme'de cinsiyeteşitliğinin ve kadınların özgünlüğü birçok yönüylegüvence altına alınmış. Kadınların da bu konudaönü açıktır, Yasama ve Yürütme meclisleriyle tümmeclislerde yerlerini alabilirler. Bu zaten mevcutkantonların yönetimlerinde bütün açıklığıyla ortada-dır. Burada belirtmek istediğim bir husus da ortak vekurumsal çalışmaların bireysel başkanlık sistemin-den daha demokratik olmasıdır. Biz bu tarzın dahabaşarılı olacağına ve demokratik özerklik sisteminedaha uygun olacağı inancındayız.

Rojava’da şu anda uygulanan hukukile gelecekte inşa etmeyi tasarladı-ğınız Demokratik Özerk yönetiminhukuk modelini açıklayabilir misi-niz?

Halkımız egemen rejimin zulmünü çok gördü vesistemin hukukunun acısını da çok çekti. Egemenle-rin hukuk sistemi zulmün, zorbalığın ve kölelik siya-setinin bir bahanesi olmuştu. Bu yüzden de halkımızkendi haklarını güvenceye alacak bir hukuk siste-mine ihtiyaç duyuyordu. Hukuk ile ahlak arasındauyum sağlayacak yeni bir hukuk sistemine ihtiyaçvardı. Halklar, inançlar, cinsler vs. arasına ayrım koy-mayacak demokratik toplum paradigması çerçeve-sinde, "herkes için adalet" anlayışını hakim kılacak vebu esaslar üzerinde kurulacak adil ve hukuki bir sis-teme ihtiyaç vardı. Pratikte de bizler seviyelere görehalk mahkemeleri, iade mehkemeleri ve YüksekAdalet Mahkemeleri'ni kurduk. Bu mahkemeler Ro-

java'nın bütün ilçe ve kentlerinde yasalara uygun ola-rak ve ahlak ölçülerine göre çalışmalarını yürütüyor.İmkanlar çerçevesinde yargıçlar da toplumun ahlakve hukuk ölçülerine göre belirleniyor. Burada daavukatlar, eski hukukçular, hakşinas(haktanır) kişilerve kanaat önderleri gibi deneyim sahipleri kişilergörev alıyor. Ve bu mahkemeler bugüne kadar rejimtarafından çözüme kavuşturulmamış, kronikleştiril-miş binlerce davayı karara bağladı.

Fakat Demokratik Özerklik yönetimin adalet vehukuk temeline oturması için bağımsız bir hukuksisteminin kurumsallaştırılması gerekir. Bunun içinde Rojava'nın birçok yerine çok sayıda hukukçu veuzman adalet akademilerinde çalışmalarını sürdürü-yor. Hukuk ve yasalar için birçok kişiyi de eğitimealdık. Rojava'da birçok insan hakları kurum ve kuru-luşu çalışmalarını devam ettiriyor. Yine bölgesel veuluslararası çok sayıda kurum da bizleri ziyaret edi-yor ve bizler onlardan da görüşler alıyoruz, önerile-rini değerlendiriyoruz. Burada sizin aracılığınızla dabelirtmek isterim ki; tüm uluslararası kurumlaragelip de -bazı tarafların kara çalmalarını görmeleriiçin- Rojava'yı yakından tanımaları için kapılarımı-zın açık olduğunu bilmelerini isterim. Onların dadeneyimlerinden yararlanmak isteriz.

Rojava’ya askeri saldırıların ya-nında çok yönlü saldırılar gerçek-leşti. YPG/YPJ ve Asayiş Güçleri'nindirenişini ve Rojava DemokratikÖzerk sistemde halkın özsavunmaörgütlenmesini nasıl değerlendiri-yorsunuz?

Rojava Kürdistanı'na ve Kürt halkının varlığınakarşı çok şiddetli bir saldırı yürütüldü. Katletme,talan ve göçerme ile Rojava'yı boşaltmak istediler.Aynı zamanda da Kürtler ile Suriye'nin diğer halklarıarasında bir iç savaş çıkarmaya çalıştılar. Bu saldırıla-rın yanında, bir de siyasi, diplomatik ve ekonomiksaldırılar gerçekleştirdiler. Bir taraftan da medya yo-luyla Kürt halkının Suriye Devrimi'ne katılmadığıpropagandasını yaymaya çalıştılar. Diğer bir taraftanda çeteci gruplar ve komşu ülkeler olan Türkiye ileGüney Kürdistan Rojava'ya ambargo uyguladılar.Amaçları Kürt halkının iradesini kırmaktı. Fakat biz-ler mücadele bilincimizle bütün bunları büyük bir ti-tizlikle takip ettik ve bunlara karşı da hazırlıklarımızıyaptık. İzlediğimiz III. yol stratejisinden dolayı dakendimizi savunmak zorunda kalacağımızı ve meşrusavunma temelinde savaşacağımızı gördük. Bundandolayı çok erken bir dönemde gençler arasında as-keri bir gücün kurulmasını esas aldık. Eğitimlerini,büyütülmesini ve ilerlemesini sağladık. Bu esaslarüzerinde de önce Halk Savunma Birlikleri'ni (YPG)107

daha sonra da Kadın Savunma Birlikleri'ni (YPJ) kur-duk. Bunların yanında da iç güvenlik için AsayişGüçleri kuruldu. 19 Temmuz'da da Rojava'daki kent-lerin kurtarılması ve varolan boşluğun doldurulmasıiçin harekete geçildi.

Rojava'nın ilhakına, işgaline ve yerüstü ile yeraltızenginliklerinin talanına, sömürülmesine karşı birmücadele başlattık. Çok şiddetli çatışmalar yaşandı.YPG ve YPJ savaşçıları ile Asayiş Güçleri halkın dayardımıyla bu saldırılara karşı kahramanca bir direnişgösterdi ve çetelere de büyük darbeler indirdi. Serêka-niyê'de başlayan çatışmalar kısa bir sürede tüm bütünRojava'ya yayıldı. Şêmeqsûd, Eşrefiye, Til Eran, TilHasil ve Til Koçer'e kadar 500 kilometrelik bir alanayayıldı. Herkes Kürtlerin direniş hattının gücünügördü ve herkes Kürtlerin askeri gücünün hesaba ka-tılması gerektiğini kabul etmek zorunda kaldı. Enönemlisi de YPG'nin hiç ayrımsız bölgenin bütünhalklarını, inançlarını ve farklılıklarını korumasıoldu. Bundan dolayı da bölgedeki oluşumlarınYPG'ye olan güveni arttı ve birçok Arap ile Süryaniyurttaş YPG saflarına katıldı. Birçok Arap aşireti deYPG'nin kendilerini koruması için YPG'ye çağrılardabulundu.

Asayiş Güçleri de çeteci gruplara, bombalı saldırı-lara ve intihar bombacılarına karşı görevlerini yerinegetirdiler. YPG, YPJ ve Asayiş Güçleri bu başarıların-dan sonra Rojava ve Kürt halkının meşru savunmagücü oldu. Ulusal bir askeri güç oldular ve Kürt Yük-sek Konseyi çatısı altında görev almaya hazır oldukla-rını belirttiler. Ve artık tüm bölgenin bağımsız vemeşru savunma gücüdür. Rojava Demokratik ÖzerkYönetimi'nin ilanından sonra da resmi bir şekilde yö-netimlerin çatısı altında görevlerini sürdüreceklerinideklere ettiler. Gittikçe derinleşen mevcut çatışmalısüreçte de savunma ve asayiş güçlerinin güçlendiril-mesine ihtiyaç var. Ama asıl olarak savunmanın veözsavunmanın halkın içerisinde bir kültür olarak yer-leşmesi gerekir. Savunma halkın bir erki olmalı.

Rojava’da şu anda yürütülen eğitimve kültürel çalışmalarıyla birlikteeğitim dilleri, müfredat ve hayatageçirilmiş eğitim kurumları üzerineneler söyleyebilirsiniz?

Kendimizi yılların yasakçı ve eritim siyasetlerin-den kurtarmamız gerekiyordu. Eskiden de yürütülendil, eğitim, kültür ve sanat çalışmaları devrimsel sü-reçle birlikte hız kazandı. Özellikle de Kürtçe eğitimçalışmaları, Kürt dili öğretmenlerinin yetiştirilmesikonularında Rojava'da baştanbaşa Kürtçe eğitimi ve-recek bir devrimsel düzey yakaladığımızı söyleyebili-riz. Fakat hala da önümüzde çok fazla sorun, sıkıntıvar. Kitap, eğitim materyalleri, uzmanlaşmış öğret-

men eksikliği ve bunlardan bazılarının kişisel çıkarkaygıları sıkıntılarımızdan sadece bazılarıdır. Bizdaha rejimin eğitim sisteminden tamamıyla kurtula-masak da imkanlar çerçevesinde eğitimin bazı konu-larında ekler ve çıkarmalar da yapıyoruz.

Rejimin eğitim sisteminde ulusları eriten birçokyön var. Bunları kaldırmaya çalışıyoruz. Bu yüzdende anadil eğitiminin önündeki tüm engelleri kaldıra-rak, Kürtçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere üçdilde eğitimi esas aldık. Bölgenin çok renkliliği üze-rine de çalışıyoruz ve bölgedeki oluşumların kültürle-rine de yeniden can verilmesini sağlamayaçalışıyoruz. Bu yüzden de her zaman demokratik kül-türün ve demokratik ulus kültürünün önem kazan-ması ve çağdaş bir kültür örneği için çabalıyoruz.

Baas rejimi döneminde Kürtler vediğer halklar her alandan dışlandık-ları gibi ekonomik alandan da dış-lanmışlardı. Halkın ekonomiküretimi nasıl ve gelecekte nasıl birekonomik model öngörüyorsunuz?Bununla bağlantılı olarak Rojava'yagerçekleşen göçü, göçün sonuçlarıve Rojava'da sunulan sağlık hizmet-leri üzerine neler söyleyebilirsiniz?

YPG, YPJ ve Asayiş Güçleri; fedakar halkımızın dadesteğiyle Rojava'yı baskıcı, terörist ve çeteci gruplar-dan korudular. Fakat ekonomik olarak da iki çeliş-kiyle karşılaşıyoruz; birincisi Rojava büyük birekonomik kaynak ve birçok stratejik ürünün deposu,ikincisi de Rojava halkları bu ürünlerden, kaynaklar-dan mahrum bırakılmış ve Rojava'da herhangi birfabrika dahi kurulmamış. Bizler şimdi bütün gücü-müzle bu çelişkiyi gidermeye çalışıyoruz, fakat bu ça-lışma da acil ve kolay yapılan bir şey değil. Bu çalışmaçözüm ufukları karartılmış olan Suriye Devrimi'nindurumuna göre yürütülmelidir. Burada etrafımızdakidevlet ve güçlerin niyetini de açık bir şekilde gördük.Bunların gözü Rojava'nın petrolü ve buğdayındaydı.Aynı şekilde çetecilerin de gözü bunlardaydı.

Biz şimdiye kadar bu ulusal varlıkları ve zenginlik-leri koruduk. Bu yüzden de Rojava çok şiddetli birambargoya tabi tutuluyor. Ve ambargo öyle bir sevi-yeye ulaşmış ki örneğin Kobanê gibi bir yerin sularıkesiliyor, yaşamsal maddelerin geçişine izin verilmi-yor. Türkiye, Irak ve Federe Kürdistan gibi devletlerkendi siyasi ve ekonomik çıkarları için böyle bir am-bargonun destekçisi olmuşlardır.

Önümüzdeki süreçte de elimizdeki bütün imkan-ları kullanarak ekonomiyi canlandıracağız ki; halkınihtiyaçlarını giderebilelim ve Rojava savunmasını ya-pabilelim.

Suriye'deki savaşın devamı halkı iki ateş arasına108

109

sürüklemiş durumda. Bunlardan biri rejim güçleri;diğeri de halka olan baskılarıyla rejimden aşağı kal-mayan çeteci gruplar. Bu sebeple de birçok yurttaşSuriye kentlerinden Rojava'ya göç etmektedir. Roja-va'ya göç edenlerin sayısıyla ilgili elimizde resmi vekesin bir sayı olmasa da en az Rojava halkının nüfusukadar bir göçten bahsedebiliriz. Bu durum Roja-va'nın yükünü daha da ağırlaştırmış.

Bugüne kadar da uluslararası kurumların her-hangi bir insani yardımı bize ulaşmadı. Sadece KuzeyKürdistan halkının gönderdiği yardımlar bölgeye ula-şıyor. Bazen de bazı insani yardım kurumlarının gön-derdikleri bölgeye yetişiyor. Biz de alternatif yollarıaramak zorundayız. Rojava'nın bazı bölgeleri oralarauygulanan özel ambargolarla daha da zor durumda.Oralara da ulaşamadığımız için yardımları da yetişti-remiyoruz

Rojava'dan göçmüş olan yurttaşların sayısıyla ilgilide elimizde kesin ve resmi bir sayı yok. Fakat belli birgöç oldu. Bizler bunun önünün alınması için de ça-lışma içerisinde olduk. Fakat bu göçler güvenlik soru-nundan dolayı yaşanan göçler değildi. Bazı Kürt partive örgütlerinin olumsuz rolü burada belirleyici olduve halkı göçe sevk ettiler.

Göç sorununa bağlı olarak birçok doktor da budönemde Rojava'dan kaçtı. Bu durum sağlık ala-nında da bazı sorunların gün yüzüne çıkmasına se-bebiyet verdi. Sizin aracılığınızla onlara da seslenmekistiyorum: Gelsinler halkına hizmet etsinler. Onlarınher türlü güvenliğini sağlarız. İlaç eksikliği, sağlıkmalzemeleri eksikliği, bazı ilaçların kara borsaya düş-mesi Türkiye, Federe Kürdistan ve çeteci gruplarınambargosu ve uluslararası kurumların yardım etme-mesi Rojava Özerk Yönetimi'nin yükünü daha daağırlaştırmış.

Birçok hastane çeteci gruplar tarafından yakılmış,yıkılmış, talan edilmiş ve hatta araç gereçleri satılmış.Bizler bir taraftan bunları yeniden faaliyete geçirmekiçin çalışırken, diğer taraftan da birçok yerde yenihastaneler inşa ediyoruz. Hastaneler için araç-gereçve ilaç temini için de uluslararası kurumlarla görüş-melerimiz sürüyor.

Bizler bu tarzla ve demokratik özerklik yönetimiyoluyla bu parçadaki halkımızın hizmetindeyiz. Buyönetim de bölge ve diğer devletler tarafından tanın-malı. Halkımızın siyasi ve askeri güçlerinin birliğiyleözgür bir ülke yaratacağına olan inancımız tam.

Çeviri: Ersin Çaksu

İçindekiler İçin Tıklayınız

Postkolonyal teorinin önemli isimlerinden ParthaChatterjee, “Milliyetçi Düşünce” (1996) çalışma-sında, sömürgecilik altında kalmış toplumların sö-mürgeciliğe karşı mücadelesinde “milliyetçilik”dışında bir alternatifin olup olamayacağı sorusunuortaya atar. Chatterjee’ye göre milliyetçi düşünce,modernliği kabul ettiği müddetçe modern epistemo-lojik çerçevenin evrensellik iddiasını da kabul etmekzorunda kalır. Bu nedenle Chatterjee, her ne kadarsömürgeciliğe karşı olsa da bağımsızlık ve ulusal kur-

tuluş mücadelelerinin son kertede bir özgürleşmeolamayacağını, milliyetçilik içinden Avrupa merkez-ciliğe karşıt bir özgürlük söyleminin çıkamayacağınıbelirtir. Chatterjee, milliyetçiliğe içkin bir çelişki var-dır, karşı çıktığı iktidar yapısının bilgi evreni içindeakıl yürütür der. (Chatterjee 1996: 30-78).

Başta Meksika (Chiapas ve Oxaca), Brezilya, Bo-livya ve Nikaragua olmak üzere Latin Amerika kıta-sının pek çok ülkesinde 1980’li yıllarla birlikte yerlihalkın (indigineous) talep ettiği ve uyguladığı teritor-yal özerk yönetim modelleri, günümüzde özerklik veözyönetim çalışmaları alanında ilgiye mazhar olanen önemli dünya örneklerini oluşturur. Çok sayıdave politik bir güç olmaları sayesinde günümüzdeartık bir “otonomizm” hareketinden söz edebilmekve Latin Amerika’yı bir “özerklik cenneti” olarak gör-

mek mümkün hale gelmiştir. Taşıdığı politik anlam-lar, yol açtığı tartışmalar ve sunduğu alternatifler açı-sından bu özyönetim modelleri, küçük bile olsademokrasi deneyimleri açısından oldukça değerlidir.Bu modellerin bir başka önemi ise, Chatterjee’nin so-rusuna, ulusal, kültürel ve etnik sorunların milliyet-çilik dışı çözümlerinin mümkün olup olmadığısorusuna cevaplar sunmasıdır. Bu cevaplara sahipmodelleri “çokkültürlü özerklik” olarak tanımlayanLeo Gabriel, her bir örneğin sui generis olmasınakarşın, pek çok ortak özelliği sayesinde, bunlarınbugün dünyanın değişik yerlerinde devam eden ulu-sal, etnik ve kültürel sorunların ve çatışmaların çö-zümü için de uygun modeller olabileceğini belirtir(Gabriel 2005: 12).

Liberal yurttaşlığın, Murray Boockhin’in (2009)deyişiyle “seçmene ve vergi mükellefliğine” indirgen-miş yurttaşlığın, geçerli norm olduğu dünyada, yerliözerk yönetimleri, katılımcı ve yerel yurttaşlık reji-miyle günümüz dünyasının “yurttaşlık heteretopya-larına” da bir örnektir. Bu yurttaşlık rejimi, yerliözerklik modellerini bir yandan Avrupa özerklikmodellerinden ayırırken diğer yandan ise sadece kü-reselleşmeye karşı değil, kolonyalizme, ulus devletekarşı protestonun ötesine geçip alternatiflerin inşa-sına dönük bir “düzen kurmayı” da olanaklı hale ge-tirir. Yazıda bu olanak ele alınacak olup, yerli özerklikmodellerinin öncelikle yurttaşlık heteretopyası ol-duğu tartışılacaktır.

Yurttaşlık HeteretopyasıLatin Amerika yerli özerklik modellerini “yurttaş-

lık heteretopyası” olarak tanımlarken burada, “yurttaş-lık” kavramını Murray Bookchin’in ve “heteretopya”kavramınını ise Michel Foucault’nun kullandığı an-lamlarda kullandığımızı öncelikle belirtelim.

y Çetin Gürer

Latin Amerika Yerli Özerkliği: “Yurttaşlık Heteretopyası”

110

Boockhin’e göre demokrasinin demokratik ru-huna uygun bir toplumsal yaşamın gelişmesi, po-litikanın “devlet idaresinden”, kentin “kentleşmeolgusundan” ve yurttaşın “seçmen ve vergi mü-

kellefi” olmaktan kurtarılmasına bağlıdır

111

Bookchin, “Kentsiz Kentleşme” (1999) çalışma-sında, kentler ile yurttaşlık arasındaki tarihsel ilişkiyiele alır. Bookchin’e göre demokrasinin demokratikruhuna uygun bir toplumsal yaşamın gelişmesi, poli-tikanın “devlet idaresinden”, kentin “kentleşme olgu-sundan” ve yurttaşın “seçmen ve vergi mükellefi”olmaktan kurtarılmasına bağlıdır. Ona göre kent,Antik Yunan’dan beri politikanın ve yurttaşlığın me-kânıdır. Antik Yunan kentleri bir “mekân sistemi”olarak bireyleri etnik ve dinsel aidiyetlerine indirge-meden evrensel yurttaşlar (civitas) kitlesine dönüştü-ren tek ve en önemli etmendir (1999: 18). Bumekânlarda kent sakinleri, doğayla uyum içindeyaşar; insanın öz-bilincini geliştiren kurumlar yara-tır; yeni bir rasyonalite ortaya çıkar; seküler bir kül-tür gelişir; bireysellik doğar; kurumsal özgürlükformları ortaya çıkar (ibid., s. 17-18). Kadınları, ya-bancıları ve köleleri dışlamasına karşın Antik Yunankentleri konfederal birlikler oluşturması, yurttaşlığıngündelik hayatta yaşandığı agorası ve kararların tartı-şıldığı ekklesia adındaki meclisiyle kent sakinlerinikendi topluluklarını yöneten aktif katılımcılara dön-üştürür (ibid., s.20). Yasa yapmak, halk meclislerinin(ekklesia) asli görevlerinin başında gelir. Yurttaş iseyaşadığı kente büyük bir sadakat ve sevgi ile bağlıolan sakinlerdir (s.34). Yurttaş aynı zamanda, katı-lımcı olmanın gerektirdiği yetileri sürekli öğrenmeyeaçık, kişisel gelişimi (paidea), otonom olmayı, akılcı-lığı ve de yurttaşlık sorumluluğu ve ideallerini içindebarındırır (s.91). Kamu çıkarı, yurttaşlık idealininmerkezinde olup, “zorunluluk alanından” kurtulmuşbireyleri ve kamu çıkarına uygun şekilde davrananüyelerin eğitimini gerektirir. Kentleri birer eko-top-luluklar olarak gören Bookchin’e göre bu yurttaşlıkideali, kapitalizm, ulus devlet ve kentleşme olgusukarşısında büyük oranda gerilemiş olsa da bunu ye-niden canlandırabilmek tamamen imkansız değildir.Kaldı ki dünyanın pek çok bölgesinde hala canlılığınıkoruyan “kent meclisleri”, siyasetin yerelleştirme ta-lepleri ve dünya genelinde yükselen katılımcı yurt-taşlık talepleri bu idealin gerçekleşebileceğinin birerişaretidir. Bunun için Bookchin, konfederasyona da-yalı bir yerel yönetim programı önerir. Buna göre, si-yasete yerelden başlamalı, “yerel seçimler” yoluylaküçük adacıklar, mevziler artırılmalı. Yurttaşlığınaleyhine olan ulusal ve bölgesel seçimlere girilme-meli. Yurttaş, seçmen ve vergi mükellefi olmaktan çı-karılmalı, politika devlet idaresinden kurtarılmalı.Politik yaşamın gerçek birimini, öz-yönetime sahipyerleşimler oluşturmalı. Bu yerleşimlerde, köy, ma-halle ve kent meclisleri oluşturarak politika yurttaşındoğrudan katılımına ve yönetimine açılmalı. Belirlitürden bir yaşam sürdürebilmek için, karşılıklı daya-

nışma güçlendirilmeli, statü eşitsizlikleri kaldırılmalı,öz-yeterlilik (otarşi) geliştirilmelidir (1999: 367).

Fransız düşünür Michel Foucault ise 1967’de ya-yınladığı “Farklı Mekânlar: Heteretopyalar ve Ütop-yalar” başlıklı kısa makalesinde bu kavrama açıklıkgetirir. Foucoult’ya göre ütopyalar, gerçekleşmemişmekânlar iken heteretopyalar, ütopyaların fiilen ger-çekleştiği, hayat bulduğu mekânlardır. Heteretopya-lar, toplumların kuruluşunda şekillenir, kendineözgü işleyiş ve kuralları olan fiili ve gerçek mekânlar-dır. Kendine özgü kuralları ve işleyiş tarzıyla farklıla-şan bu mekânlara, her toplumda, kültürde veuygarlıkta rastlanır. Ancak heteretopyalar toplumdantopluma çeşitli biçimler alan mekânlar olup mutlakanlamda evrensel, tek bir heteretopya bulunmaz. Bu-nunla birlikte Foucault, heteretopyaların iki türünüayırır: “Kriz Heteretopyaları” ve “Sapma Heteretop-yaları”. İlkine örnek, ayrılmış, ayrıcalıklı ve kutsalyerleri örnek verir. İkincisine ise modern batı top-lumlarından hareketle, mezarlıklar, tiyatro ve sine-malar, müzeler ve kütüphaneler, tatil köyleri,dinlenme evleri, psikiyatri klinikleri, hapishanelerörnek gösterilir. Bu mekânlar, fiili olarak bir yere yer-leştirilebilir olsalar da bunlar bütün mekânların dı-şındaki farklı mekân çeşitleridir.

Toplumsal mücadeleler içinde özerk yönetiminifiili (defacto) ya da hukuki (dejure) elde etmiş yerliözerk bölgeleri, çoğunlukla etnik farklılıkla karakte-rize yerli toplulukların “tarihsel vatan” olarak gör-dükleri coğrafyaları kapsayan ve göreli küçük,dağınık yerleşim alanlarını oluşturur. “Başka birdünya mümkün” mottosunun farklı boyutlarda ha-yata geçirildiği bu “adacıklar”, bir yandan kolonya-lizme, ulus devlete ve küreselleşmeye karşı alternatifdüzen kurma pratikleriyle meydan okurken diğer ta-raftan içinde bulundukları ulusal devletlerin yurttaş-lık rejimini iki anlamda krize uğratır. Birincisi,devletlerin yok saydığı yerli topluluklar aktif yurttaş-lar olarak siyasal alanda görünür olurken ulusun ho-mojen kurgusunu krize uğratır ve ikincisi doğrudandemokrasi araçlarıyla yurttaşın temsilini katılımcıyurttaş ile krize uğratır.

Yurttaşlığın Mekânı ve ÖznesiYurttaşlık konusu tarih boyunca çok çeşitli biçim-

ler kazanmıştır. Bu tarihsel gelişim sürecini ele almakbu yazının sınırlarını oldukça aşar. Ancak kısaca söy-lenirse farklı gelişim seyrinin gerisinde iki önemlisoru(n) yatmaktadır: Birincisi, kimlerin yurttaş olaraksayılacağı ve yurttaşlık haklarının nasıl icra edileceği;ikincisi ise yurttaşlık haklarının icra edildiği mekânsalölçek sorunudur. Başka deyişle, yurttaşlar nereninyurttaşı ve yurttaşlık hak ve sorumluluklarının geçerli

olduğu ve kullanıldığı yerin neresi olduğu sorunudur.Birinci soruna ilişkin bulunan çözümler arasında ço-ğunlukla, erkek olmak, vergi vermek, mülk sahibiolmak, yerleşik olmak, kan bağı, etnik dinsel veya ulu-sal aidiyet, toprak ve doğum sayılabilir. İkinci sorunailişkin ise kentler, devletler ve meclisler cevabı verilebi-lir. Bu çerçevede ilk olarak yurttaşlığın heteretopikalanları olarak tanımladığımız yerli özerk bölgelerindeyurttaşın kim olduğu ve nasıl tanımlandığı ve ikinciolarak yurttaşlığın icra edildiği yeni bir mekânsal ölçekolarak kent veya devlet olmayan, teritoryal özerk böl-gelerin tarifini yapmak ve de özerkliğin nasıl tanım-landığı sorusuna eğilmek gerekir.

Özerk bölgelerin yurttaşı yerlidir. BM ve Uluslar-arası Çalışma Örgütü (ILO) gibi organların ortayakoyduğu uluslararası belgelerde yerli, çoğunluklayerleşimciler, işgalciler gelmeden önce de atadankalma toprakları üzerinde yaşayan, o bölgenin ilkyerleşimini kuran topluluklar şeklinde tanımlanır.Bu metinlerde yerliliğin daha ziyade, kültürel, tarih-sel ve toprak boyutlarına vurgu yapılıyor olsa da bukategoriler yerlinin tanımlanmasında artık yeterlideğildir. Günümüzde yerli, bu özelliklerinin yanı sırakendine ait olan yasayı yapan ve kendine ait olan ka-musal idareye katılan politik bir kategori olarakanlam kazanmıştır. Bu yönüyle yerli, yeni siyaset ara-yışlarındaki yeni politik özneyi ifade eder. ÖrneğinS.Critchley, kapitalizmin sürekli yerinden edişlerinindoğal sonucunun mağduriyetlik olmayacağını, ter-sine bunun yeni özneleri ortaya çıkaran pozitif birsonuç da doğurabileceğini söyler ve yerliyi günümüzküresel kapitalizmin doğurduğu yeni siyasal özne ola-rak görür. Critchley’e göre “yerli insan, hegemonik birişlem sayesinde inşa edilmiş bir siyasal addır” (Critch-ley 2010: 108-111). Yerlinin politik konumuna ilişkinbenzer yaklaşımlar örneğin A.Negri ve M. Castelsgibi isimlerde de karşımıza çıkar. Castells’e göre yerlihareketleri, farklılaşmış toplumsal çıkarlar üzerindenkimlik inşa ederler ve “çoğul kimlikler” oluştururlar.Bu çoğul kimlikler, sivil toplumun taleplerini ve is-yanlarını ulus devletin önüne getirerek bu taleplerekarşılık veremeyen ulus devleti “meşruiyet krizine”uğratır. Castells’e göre, devletler bu meşruiyet kriziniaşmak için “iktidarlarının bir bölümünü yerel ve böl-gesel siyasi kurumlara” devretmek zorunda kalır(Castells 2008: 423). A. Negri ise, Latin Amerika böl-gesini klasik bir “anti-modernite” ve “alter-moderni-teye” geçiş alanı olarak görür. Bu geçiş alanında yerli,yeni siyasal özne olarak tarif edilen “çokluğun” birparçasıdır (Hardt ve Negri 2011: 115).

Politik bir kategori olarak yerli, 20.yy’ın sonlarınadoğru görünürlük kazanmaya başlar ve sergilediklerimücadeleler ve örgütler ile Lâtin Amerika’nın çoğu

ülkesinde en güçlü sosyal hareketleri oluşturur(Munting 2005: 65). Munting’e göre uzunca birdönem süregelen tarihsel bastırılmışlığa ve yok sayıl-maya rağmen yerli, 20.yy’ın sonlarıyla birlikte genelbir kararlığın ifadesi olarak politik alana girer. Bu,kolonyal tahakkümü tamamen sonlandırmak, tarih-sel toplumsal kaderini belirlemek, devletlerle ve top-lumla olan ilişkilerini radikal bir dönüşümeuğratmak yönündedir. Bununla birlikte yerliyi top-lumsal ve politik aktör kılan en önemli özellik ise,kendi kaderini belirleme mücadelesinin yanı sıra,daha fazla adalet, demokrasi mücadelesiyle ve dışla-manın yeni biçimlerine itirazla kendilerini içinde ya-şadıkları ülkenin kaderini, geleceğini belirleyecekaktörü olarak görmeleridir (ibid., s.65).

Yerli halkın özerk olmaya, özerkliğe ve özerk böl-geye yüklediği anlamlar ise çeşitlenmektedir. Önce-likle özerk bölge, yerli nüfusun tarihsel toprak olarakgördüğü ve üzerinde yaşadığı mekânı, bu mekânındoğasını, suyunu, ormanını ifade eder. Bu açıdanyerli kimliği, kendini öncelikle yaşadığı tarihsel top-rakla kurduğu ilişkiyle tanımlar: “toprağa ait olmak”.Bu ilişki yerlilerin kendilerini çoğu zaman “toprağınçocukları”, “bu yerin çocukları”, “ırmağın çocukları”olarak görmesini beraberinde getirir (Munting 2005:101). Toprakla kurulan bu aidiyetlik ilişkisi çoğun-lukla kültürel, spiritüel ve dinsel anlamlar içerir. Yer-linin üzerinde yaşadığı toprak, “doğa ana” olarakyaşamın kaynağı ve tanrının bir hediyesidir. Bu açı-dan kültürel olarak toprak, özel mülkiyetin konusuolmaktan çıkarak, toprağa karşı her tür müdahale,kimliğe, kültüre, geçmişe ve geleceğe bir müdahaleolarak görülür (ibid.s, 101). Korunacak toprağın me-kânsal boyutu bu anlamda kimi zaman özerk yöne-tim bölgesi olurken kimi zaman ise tüm ülkeyikapsayacak biçimde geniştir. Bu çerçevede yerli halkiçin özerkliğin anlamı da genişlemektedir. Örneğinözerklik bir yandan komünal yönetimin gelenekselotoritelerce (bir yaşlılar meclisi örneğin) otonom icraedilmesi anlamına gelirken diğer yandan ise Nikara-gua örneğinde olduğu gibi ülkenin yarısını kaplayanpolitik bir sistem anlamına da gelmektedir.

Yönetime Katılma ve Deliberatif MeclislerYerli özerk yönetimlerin en önemli boyutlarından

biri, ulus devletin çokkültürlü dönüşümünü sağla-masının yanı sıra özyönetim talebiyle iktidarın doğ-rudan topluluğun eline geçmesini hedeflemesidir(Muntig 2005: 69). Bu hedef özerk yönetimleri ulusdevlete alternatif kılarken aynı zamanda deliberatifmeclisler, yatay örgütlenme ve rotasyon sistemiyleulus devletlerin dayanmış olduğu kolonyal rasyonali-112

teyi de parçalar (Escobar 2010: 45). Ulusal egemenlikile siyasal ve ekonomik süreçlerden dışlanan yerliler,bu anlamda liberal sistemi, temsili demokrasiyi veözel mülkiyeti reddeden, bunun yerine yerli halkınkendi felsefesine, ekonomik, politik pratiklerine daya-nan tabandan bir dönüşümü tartışıp hayata geçirir.Yerel ve komünal bazlı olan özerklik modelleri, devle-tin ötesine geçer, çünkü devlet özgürlükçü sosyal iliş-kiler yaratmak için uygun bir araç olarak görülmez.

Bu çerçevede özerk yönetim bölgelerinde yerli,oluşturulan doğrudan demokratik kurumlarla, yerliörgütleriyle, sivil inisiyatiflerle ve dayanışma ağlarıylayaşadığı bölgenin yönetimine doğrudan katılabilen,karar süreçlerinde aktif yer alan, delegeler seçen ve geriçağıran, yönetimi kontrol edebilen katılımcı bir yurttaşkonumundadır. Eşit, demokratik ve doğrudan katılı-mın bu yönetim alanlarında mümkün olabilmesiningerisinde elbette demokratik bir toplum tasavvuru yat-makla birlikte bu bölgelerin nüfus ve coğrafi olarakbüyük olmaması da yatmaktadır. Küçük bir nüfus vecoğrafi alan içerisinde insanları hızlı bir biçimde biraraya getirmek, ortak kararlar alabilmek, yönetimi şef-faf kılmak bu sayede mümkün hale gelmektedir.

Yerli halkı yönetim sürecine dâhil eden en etkiliorgan yerel meclislerdir. Bu meclisler, üst idari yöne-tim organlarının yerel halk için sunacağı hizmetleri,öncelikli ve acil hizmetleri, politik gelişmeleri, özerk-liğin anlamı ve geleceğini müzakere eder ve kararabağlar. Bununla birlikte, ulusal ve uluslararası güçlerleyapılan pazarlıklar, antlaşmalar ve politikalar da bumeclislerin çalışma alanını oluşturur. Burada konsen-süsle alınan kararlar doğrultusunda örneğin çoku-luslu bir şirketin özerk bölgedeki ticari faaliyetiningeleceğine ortak karar verilebilmekte; yer altı ve yerüstü kaynakların nasıl ve hangi amaçlarla kullanıla-cağı kolektif belirlenmektedir. Çarpıcı olması bakı-mından Zapatista özerk yönetim bölgesindeki şuörneği verebiliriz. Yerli halkın aldığı karar doğrultu-sunda, Meksika devletinden yerli topraklarındaki faa-liyetleri karşılığında “toprak kullanım” vergisi talepedilmektedir. Bu talep karşılanmadığında devletinyapmak istediği faaliyete izin verilmemektedir. Dev-letten gelen bu vergi ise, halkın kullanımı için açılmışolan “yerli halk bankasına” aktarılmaktadır.

Yurttaşlık tartışması bağlamında, yerlilerin müca-dele verdikleri “kamusal çıkarın”, “ortak iyinin” ne ol-duğu sorusu sorulabilir. Çünkü bu, yurttaşlık idealininmerkezinde duran bir konudur. Bu çerçevede yerliözerk yönetim bölgelerinde, topluluğun ortak çıkarı-nın, kolonyal, ulus devlet ve neokolonyal egemenlik bi-çimlerine karşı mücadele olduğu ve bu egemenlikbiçimlerinin yol açtığı yıkım ve tahribatların ortadan

kaldırılması olduğu söylenebilir. Kolonyalizmle bağ-lantılı olarak yerli topluluğun kamusal çıkarı, parçalan-mış olan geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman köprüsünüyeniden kurmaktır. Bu, kültürel kimliğin, dilin, doğaylakurulan ilişkinin yeniden canlandırılması, korunmasıve geleceğe taşınması olarak pratikte karşılık bulur.Ulus devlet egemenliği bağlamında ise, asimilasyona,ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı mücadele; anayasal ve hu-kuki statü arayışı; çok kültürlü bir toplum yaratma; eği-tim ve sağlık hizmetlerinden eşit yararlanabilme ve deulus devletin geliştiği her tür modernist çerçeveye karşıyerli kozmovizyonuna uygun çoklu evrensellik idealinigerçekleştirmedir. Küreselleşme bağlamında ise kamu-sal çıkar, ulusal ve çokuluslu güçlere karşı ortak zengin-liğe sahip çıkmaktır. Bu kimi zaman yağmur ormanlarıiçin verilen mücadeleyle, kimi zaman ise gaz, petrol vesu gibi zenginliklerin özelleştirilmesine karşı mücade-leyle kendini gösterir.

113

1-Bookchin, Murray (1999), Kentsiz Kentleşme: Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü., (Çev) Burak

Özyalçın, Ayrıntı Yay., İstanbul2-Castells, Manuel (2008) Enformasyon Çağı:

Ekonomi, Toplum ve Kültür. Kimliğin Gücü Cilt 2, (Çev)Ebru Kılıç, Bilgi Üni.Yay.,İstanbul.

3-Chatterjee, Partha (1996), Milliyetçi Düşünce veSömürge Dünyası., Çev. Sami Oğuz, İletişim Yay.,

İstanbul.4-Chatterton, Paul (2010), Autonomy: The Struggle

for Survival, Self-Management and the Common., Anti-pode Vol. 42 (2010), ss.897-908.

5-Critchley, Simon (2010), Sonsuz Talep. BağlanmaEtiği, Direniş Siyaseti. (Çev) Tuncay Birkan, Metis Yay.,

İstanbul.6-Escobar, Arturo (2010), Latin America At A Cros-

sroads., Alternative modernizations, post-liberalism, orpost-development. Cultural Studies Vol. 24, No.1, (2010)

s.1-65.7-Foucault,Michel(1967),“Of OtherSpaces: Utopiasand

Heteretopias” (online)8-Gabriel, Leo (2005a), Vorwort., (Haz) Latautonomy veL. Gabriel, Politik der Eigenstaendigkeit. Lateinamerika-

nische Vorschlaege für eine neue Demokratie, içindeMandelbaum Yay., Viyana, s. 7-38.

9-Hartd, M & Negri, A. (2011), Ortak Zenginlik (Çev)Efla-Barış Yıldırım, Ayrıntı Yay., İstanbul.

10-Munting, Monique (2005), Multikulturelle Autono-mien im Datenvergleich., (Haz) Latautonomy ve L. Gab-

riel, Politik der Eigenstaendigkeit. LateinamerikanischeVorschlaege für eine neue Demokratie, içinde Mandel-

baum Yay., Viyana, s.39-185.

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Toplum, toplumsal alanın bir yaratımı mıdır?Yoksa topraktan biten bir bitkinin doğuşu gibi orga-nik ve doğal bir özelliğe mi sahiptir? İnsan doğanınbir yaratımı, toplum ise insanın bir yaratımıdır deni-lebilir mi?

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, zihinsel üre-tim ve insansal bir inşa süreci olarak değerlendirirtoplumu. Cornelius Castoriadis ve kendisinden ön-ceki sayısız filozof da aynı şekilde toplumu, kurma,onların deyişiyle kurumlandırma veya yaratım süreci

olarak tanımlar. Genel bakış önemli oranda bu te-meldedir. Bakış açıları arasındaki ihtilaf, toplumunnasıl ve hangi güç tarafından kurulduğuna yönelikolmaktan daha çok, toplumun özerk mi ya da yaderktemelde mi kurulduğu yönündeki gelişen tartışma-lara ilişkindir. Diğer bir deyişle toplum kendi kendi-sini mi yapılandırıyor, yoksa bağımlı olduğu aşkın biriktidar tarafından mı yönetiliyor? Bu soruları konuboyunca tartışmaya başlamadan evvel, öncelikletemel bazı kavramlar üzerinde durmaya çalışacağız.

Özerklik (Otonomi) ve Yaderklik (Heteronomi)Özerklik, autos (kendi) ve nomos (yasa) sözcükle-

rinden oluşur. Toplum veya bireyin kendi yasasınıkendisinin oluşturması anlamına gelir. Dıştan gelen

bir otorite ve gücün oluşturduğu veya dayattığı yasa-ların kabul edilmemesi, toplum ve bireyin kendi ya-sasını koyup o yasalara göre yaşamasıdır. Başka birdeyişle, toplumun öz yaratım sürecidir. Özerklik aynızamanda bahşedilmiş olanı değil, hakikate bağlanmışyaşamı yaşamak demektir. C. Costoriadis'in dahayalın bir ifadesiyle, "Özerk olmak özgürlüğe ve haki-kat amacına bel bağlamış olduğumuz anlamınagelir."

Yaderklik (heteronomi) ise heteros-nomos söz-cüklerinden oluşur. Kendisinin değil başkalarının ya-salarıyla yönetilmek veya kurulmak anlamına gelir.Yaderklikte dış otoritelere boyun eğme durumu ge-çerlidir; dolayısıyla özgürlükten bahsedilemez; ba-ğımlıdır. Özerklik durumunda bir tür kendilikvarken, yaderklikte (heteronomide) bunun tam tersibir durum söz konusudur.

Toplum, dışarıdan bir güç, ötekiler ya da iktidartarafından kurulduğunda buna toplumun özerkliğinikaybetmesi, yönetimin aşkınlaşması, öz itibariyle ya-bancılaşması denilir. Kendi kendini yöneten özerktoplum modelinde ise yönetsel olgu içkinlik temelli-dir. Amaç, dışarıda değil, topluma içkindir. Kent fel-sefesinde, insanı yönlendiren ilkenin insanınkendisinde olması olarak değerlendirdiği şeydir debir anlamda. Toplumun içkin veya aşkın kuruluşu-nun, özerkliğin veya demokratik özerkliğin hangi fel-sefesi ve politik öğelerine dayandığını anlamamızaçısından önemli bir yeri vardır. O halde felsefede aş-kınlık ve içkinlik kavramları nasıl tanımlanmaktadır?

Aşkınlık ve İçkinlik Aşkınlık, felsefede tanrının (yaratıcının) evrenin

dışında, ondan bağımsız bir olgu inancı olurken; iç-kinlik ise tanrının yaşadığımız dünyada olduğu inan-cıyla ifadeye kavuşur. Örneğin; tektanrıcılık114

y Osman Kılavuz

Özerklik Felsefesi veDemokratik Özerklik

Özerklik aynı zamanda bahşedilmiş olanı değil,hakikate bağlanmış yaşamı yaşamak demektir. C.

Castoriadis'in daha yalın bir ifadesiyle, "Özerkolmak özgürlüğe ve hakikat amacına bel bağlamış

olduğumuz anlamına gelir."

aşkınlığı, kamu-tanrıcılık (panteizm) denilen doğayıkapsayan bir ilahın varlığını kabul eden inanç ise iç-kinliği ifade eder. Yani aşkınlık başka bir tanımla-mayla, deneyim alanının ötesinde bulunma halidir.Bir panteistin tanrısı algılanabilir alem içerisindedünyaya içkinken, bir teistin tanrısı ise algılanabilirdünyanın dışındadır, aşkındır. Bunların dışında ruh,devlet, iktidar, kutsallaştırılmış birey vb. de aşkınlıkkapsamı içinde yer alır. Konumuzla bağlantılı olarakbu her iki kavram, gücün varlığa içkin mi olduğu yada varlığın dışında (tanrı, devlet gibi) aşkın karak-terde mi olduğu boyutlarıyla ele alınacaktır. Örnek,toplumsallığı bir varlık olarak ele aldığımızda onunbir gücün belirleyici olduğu felsefe ve siyaset bilimi-nin önemli tartışma götüren konularındandır. Bunagöre özerklik içkin bir olma hali iken, iktidar ve tür-evi devlet türü şeyler aşkın bir gerçekleşme olarak ta-nımlanabilir.

Toplumdaki değişmeyi başlatan iç koşulları içkinnedenler olarak belirtebiliriz. Örneğin egemenlikhakkı bir devlete veya iktidara devredilmemişse, bu,toplumun içkin bir gerçekleşmeyi yaşadığı anlamınagelir. Egemenlik eğer bir yerde iktidarın tekelindeysetopluma, onun kendini yönetme hakkına dayatılmışbir aşkınlık hali söz konusudur demektir.

Toplumsal Problemin Benliği Toplumsal problemin neliği konusu sosyal bilimin

en temel tartışma alanlarındandır. Toplumsal soru-nun temel kaynağının doğru ve sağlıklı tespiti yapıl-dığında ondan çıkışın yolu da kendisini daha net birşekilde açığa vurmuş olacaktır. Asıl sorun, toplumsalproblemin tespitinin büyük bir giz perdesi altındasaklı olması nedeniyle bilinmesinin çok güç olma-sıyla ilgili değildir. Problem, tespiti yapacak gözlem-cinin (sosyal bilimcinin, filozofun) gözlemlediğiolguyu etkilemesi, tanımlaması esnasında olgunun(gözlemlenenin) özünü, daha doğrusu ona ait olanhakiki bilgiyi değiştirebilme potansiyelidir. Gözlemci,hakikati durduğu noktayla bağlantılı olarak kendinebüküp değiştirebiliyor; dünyayı, toplumu olduğu gibikavramaktan çok onu kendi felsefesi ve yasalarına in-dirgeyerek, toplumsal problemin hakikatini çözeceğiyerde ondan daha çok uzaklaşıyor. Bu hususta mut-lak bir görecelilikten bahsedilmese de toplumsal ger-çeğin değişken ve karmaşık karakteri nedeniyle onuher zaman ve mekânda geçerli olan yasalarla tanım-lamanın zor olduğu da açık bir gerçektir.

A. Öcalan, toplumsal dinamiği tanımlarken, top-lumun temel dinamiğinin çiğnenmesi, bozulmasıolarak belirtir. O halde bozulan ya da çiğnenen top-lumun temel dinamiği nedir?

Sözü edilen dinamiğin kendi kendini kurabilme

özelliğiyle bilinen kendilik olduğu açıktır. Toplum birtür öz yaratımdır. Kendi kendisini kuran bir dina-miğe sahiptir. Biyolojik alanda bir yumurtanın döl-lenmesi, vücutta açılan bir yaranın kendi kendiniiyileştirmesi, enerjinin maddeye, kaosun düzene dö-nüşmesi gibi. Toplumsal yapı da bu türden özüretkensistemler gibidir. Heterojen ve çoklu farklılıklarıylakarmaşık olan bu iç yapılarını özüretkenlik özellikle-riyle korurlar. Denge noktasından uzaklaşsa bilekendi kendisini düzenleyebilecek bir özorganizasyonolma yeteneğini gösterirler. Sistem sürekli olarak tek-rarladığı çevrime geri çekilmektedir. Küçük bir havu-zun içindeki su dibe doğru süzüldükçe, suda oluşanspirallerin elimizle müdahale ettiğimizde bozulup,elimizi çektiğimizde suyun eski haline gelmesinde ol-duğu türden bir kendilik ve çekiş durumu vardır.Bilim, bu limit devirlere veya nokta çekenlerine'tuhaf çekenler' adını verir. Bütün kaotik sistemlerinbu tuhaf çekenlerin etkisi altında olduğu iddia edilir.Aslında kaosun kendisi de birebir karmakarışıklık,rastgelelik, hiç tanımlanamazlık olarak görülmez.Kaos, sürekli düzen ve birlik olmaya eğilimli açıkla-nabilir bir düzensizliktir. Kaos, içinden çıkılmaz birhercümerç ya da bir bitiş de değildir. Yaradılış ve döl-lenmenin, oluşun zorunlu bir zamansallığıdır.21.yy'ın bilim insanları özörgütlenmeyi bütün mad-desel süreçlerin doğal işleyişi olarak kabul ederler.

Demek oluyor ki kendilik ve özorganizasyon me-kanizması bütün canlı organizmaların iç yapıları içinde geçerli oluyor. Farklılık ve çokluğu ifade eden top-lumsal bir sistemin iç yapısında da aynı şekilde birkendilik mekanizmasının varlığından bahsetmekmümkündür. Burada sözü edilen kendilik, kendili-ğindencilik demek değildir elbette. Toplumsal bünye,uygun şartlarını yaşadığında bu kendilik mekaniz-ması işleyecektir. Bu, Kant'ın sözünü ettiği insani ey-lemeyi, iradi etkiyi gözardı eden metafizik kendiliklede tam olarak örtüşmez. Kant'a göre mutlak, değiş-meyen bir akıl vardır; o, mutlaka her durumda ge-çerli yasayı seçecektir. Bu akıl varlığın kendisindedir,ona içkindir. Burada varlığa içkin olan bir akla, güceişaret edilmesi, o aklın dışarıda/aşkın bir güce dayan-dırılmaması önemli bir noktadır. Ama bu içkin özel-liğin kaynağı a prioridir; anlaşılmaz ve metafiziktir.Kant, içkin olan özellikten aşkın bir kudret çıkarmış-tır. Bunun pratik anlamı ise şudur: İnsanın yaratıcıeylemi ve seçme özgürlüğü önceden kodlanmış şe-kilde insanda mevcuttur. Oysa ki 'özerklik ve top-lumsal kendilikte akıl kendi yolunu bulur' türündenbir akışına bırakma hali söz konusu değildir. Bura-daki anlatılmak istenen doğal hal, tikel varlıklar ola-rak her insansal eylemin çoklukla buluştuğundayakaladığı tümel uyumdur. Temel dinamiği bozul-

115

116

mamış olan toplumsal dinamikte kendiliğindenci birakış öngörülmez, yasalar ve doğrular tikel bireylerceseçilir, sorgulanır ve istekle yaşamsallaştırılır. Eldeedilen verim ve ortaya çıkarılan ortak iyi'nin sonuç-ları görüldüğü oranda kendilik döngüsü sürgit yaşa-tılır. İnsanların kendi yasasını yapıp o yasaya göreyaşamaya başlaması hem kendi isteklerinin bir sonu-cudur hem de onu yapmak durumunda olduklarıiçindir. Zorunluk özgürlüğü doğurmamış, özgürlü-ğün içinde doğmuştur.

O halde özerklik ve kendilik toplumun iç yapı-sında doğal bir şekilde olduğuna göre, toplumlarneden uzun bir süredir ve hala yaderk şekilde yaşa-makta ve özerkliğe tümüyle dönememektedir? Busoruya yanıt aramaya çalışırken A. Öcalan’ın toplu-mun temel dinamiğindeki bozulmaya ilişkin yaptığıtemel tespite yeniden dönmeliyiz. Şöyle diyor Öca-lan: "Toplumun toplum olmaktan çıkarılmasınıtemel sorun yapmak gerekir. Birinci husus, bir top-lumu belirleyen, toplumsal varlığı inşa eden, kurgu-layan değerler vardır. Varlığın kendisi dediğimizhusustan bahsediyorum. İkincisi, bu varlığı, kendiliğikendilik olmaktan çıkaran, varlığın temelini ortadankaldıran gelişmelerden bahsediyorum."

Bu kendilik halinin ortadan kaldırılması, insaneliyle oluyor. Temel bozucu araçlar iktidar ve devletolgularıdır. Düzeltici ve doğal duruma geçişi sağlaya-cak şeyin ise toplumun özgür politikliği ve ahlakiliğiolduğu hususunu da yine Öcalan’ın savunmaların-dan netçe biliyoruz. Demek oluyor ki kendilik, özgürpolitika ve ahlakın yoksunluğunda sekteye uğruyor.İktidar ve devlet için, topluma sızma ve sirayet etme-nin başladığı yer bu zayıf nokta oluyor. Doğal toplumveya normal toplum olma halinden uzaklaşma bu te-melde gelişiyor. Bu noktanın altını çizdikten sonrakonunun felsefe dünyası içindeki gelişim sürecinidaha yakından incelemek mümkündür.

Doğal Toplum Efsanesi Toplumun özerklik ve özgürlüğünü kaybetmesi

hikayesinin Hobbes ve Rousseau'daki dramatik anla-tımı modern siyaset ve toplum anlayışının oluşu-muna büyük oranda şekil vermiştir. Toplum

özerkliğini kaybettiğinde kuruculuk ve egemenlikhakkını da kaybetmiş demektir. Toplum için özerkli-ğin savunusu, politikliğini yaşatabilmesinde saklıdır.Politiklik olma halinin son bulduğu noktada toplumilkin özgürlüğünü kaybeder, sonra aşkın bir iktidargücüne boyun eğmek için hazır hale gelir. Politikanınbittiği yerde- Öcalan da belirtir-, iktidar ve devletbaşlar, itaat sürecine girilir. Toplum için bu ağır trav-matik sürecin gelişimi Rousseau ve Hobbes'ta, kaçı-nılmaz ve yaşanılmak durumunda olunan bir süreçolarak anlatılır ve aynı zamanda bu durum olumlanırda.

Modern çağ öncesi eski egemenlik anlayışı tanrı-nın kutsiyeti üzerinden kralların otoritesiyle vücutbuluyordu. Daha sonraki süreçte tanrısallık üzerin-den gelişen iktidar anlayışı meşruiyet krizini yaşa-yınca daha dünyevi bir anlatım ve meşruluğadayanan 'toplum sözleşmesi' kuramı geliştirildi. Bukuram aynı zamanda aşkın siyaset anlayışının da teo-rik ifadesi olacaktı.

Doğal toplum öz olarak şöyle hikayelendirilir:Toplum doğal haldeyken, tabii egemenlik (politiklik)hakkını bir toplum sözleşmesi çerçevesinde -sözü-mona gönüllüce- bu iktidara/devlete devreder, buhakkından vazgeçer. Kendisini yönetme hakkındanbaşkasının kendisini yönetme hakkına razı olduğuiddia edilir. Peki, insan buna niye rıza gösterir?

Hobbes bunun sebebini korku diye tanımlıyor.Ona göre insanlar doğal haldeyken eşittirler (Doğaltoplum, devlet öncesi toplumdur). Her varlık bulun-duğu tabii durumda doğal bir güce, hakka sahiptir.Güç arzusu rekabeti, rekabet, çatışma ve savaşı getir-mektedir. O yüzden herkese hükmedecek öyle biregemenlik oluşturulmalı ki artık 'herkesin herkeslesavaşı' son bulsun. Toplumun hepsine birden korkusalacak öyle bir hükümranlık olmalı ki birbiriyle olansavaş artık olmasın. Çünkü savaş hali yıkım, yoksul-luk, yalnızlık, kısa bir hayat süresidir. Bu korkulardankurtulmak daha büyük başka bir korku yaratangücün egemenliğinin altına girmenin en makul iza-hatı olur. İnsanlar bu gerilim ve korkudan kurtulmakadına kendisini hiçbir şekilde dahil olmadığı, kendi-sinin hiçbir fikrinin sorulmadığı egemen güce teslimederler. Kölelik bu nedenle gönüllüce kabul edilir.Modern devlet, meşruiyetini buradan alır. İnsanlarıtoplumsal sözleşmeye zorlayan şey de budur. Doğalhaktan vazgeçiş, sözleşme taraflarına sivil bir hak ka-zandırır. 'Vahşi'-doğal durumdan uygar (devletli) du-ruma geçilmiş olunur. Artık doğal haklar devametmez. Bunun üzerinden de yapay haklar anlayışı ge-liştirilir. Doğal hakkı kalmayan birey, toplum sözleş-mesiyle özgürlüğü sınırlanmış, devlet hukukutarafından verilenler kadar özgürlüğü yaşamak duru-

Politik olma halinin son bulduğu noktada toplumilkin özgürlüğünü kaybeder, sonra aşkın bir ikti-dar gücüne boyun eğmek için hazır hale gelir. Po-litikanın bittiği yerde- Öcalan da belirtir-, iktidar

ve devlet başlar, itaat sürecine girilir

117

munda bırakılmıştır. Artık yasaya uyduğunda özgür-sündür. Hukuk politikanın önüne geçmiştir. Politikakaybedilince özgürlük de yitirilir.

Spinoza ise bu modern efsanenin dışında bir yertutar. Toplumu özerk kılan politiklik Spinoza'da top-luma içkindir. Doğal hakkı aşkın bir iktidara dev-retme anlayışı yoktur onda. Spinoza hak kavramınıgüç kavramıyla birlikte ele alır. Birey, gücünü gerçek-leştirebildiği ölçüde hakka sahip olmalıdır. Bu hakhiçbir koşulda başka bir iktidara teslim edilemez.Modern siyasette hak kavramı, kamu otoritesi karşı-sındaki görev ve ödevlerdir. Spinoza'da ise bu, varlı-ğın eyleme gücüyle ilişkilidir.

Hobbes ve Spinoza doğal hakkın tanrısallığa bağ-lanan boyutunu yıkıp, onu dünyevileştirdiler. İyi vekötünün belirleyicisinin aşkın/tanrısal olan değil, po-litik olan olduğunu gösterdiler. İkisinin de kalkışnoktası aynıydı, ama gittikleri ve vardıkları yer birbi-rine zıt yöndeydi. Hobbes'ta politik alan devlettir veburası temsili alandır; yaderktir. Spinoza'da ise temsilyoktur. Egemenlik doğrudan kuruculuktur ve özerk-tir. Politik kuruculuk toplumun doğal hakkıdır, top-luma içkindir devredilmezdir; özerktir.

Spinoza normalde 17.yy.'ın rasyonalist bir düşü-nürüdür. Ama birçok düşünür tarafından moderniz-min 'zamansız bir eleştirmeni' olarak değerlendirilir.Bir panteist olması, yani tanrının bu dünyanın dı-şında değil, dünyanın içinde olduğu inancını söyle-mesi onun içkinci bir filozof olmasının nedenidir.Güç ve yasanın, şeylerin dışında değil içinde aranma-sına odaklanan bir bakış açısına sahiptir. Toplum söz-leşmesiyle, kurgusal olarak oluşturulan hukuk ve yasagibi şeylerin olamayacağını iddia eder. Zira ona görehak, toplumsallığın içinde doğallığında vardır. O, hu-kuku değil, hakkı alır öne. Hak, özyaratımın da kay-nağıdır. Kendini yönetme, kendini yaratma bir haktırve bu vazgeçilmezdir.

Öcalan’ın savunduğu ahlaki-politik toplum, Spi-noza'da etik-politik toplum şeklinde ifadeye kavuş-maktadır. Ondaki toplum sözleşmesi reddi, politikayıtoplum veya grubun sahip olduğu güce izafe eder.Böylece dışsal bir komuta baştan reddedilmiş olur.

Özerkliğin Kurucu Gücü Politiklikİktidarın olduğu yerde politika olmaz. Öcalan’ın

deyişiyle, iktidarın kendisi politikanın her halükardayadsınmasıdır. Toplum politik olma özelliğini yitirdi-ğinde özerkliğini, dolayısıyla özgürlüğünü de yitir-meye başlar. Bir toplumun özerk olup olmadığınıpolitik olma ölçülerine bakarak anlayabiliriz. Köletoplum, kendisinden ve özsorumluluk bilincindenvazgeçmiş apolitik toplumdur; özerk değil, yaderk birtoplumdur; dışarıdan kendisine dayatılan her şeye

açıktır. Yine bu toplum, kendini yönetmez, bu hak-kından vazgeçmiştir, dolayısıyla yönetilmeye mah-kumdur. Rousseau'nun dediği gibi, "bir halk temsiletmeyi kabul ettiği anda artık özgür değildir".

Dolayısıyla özgürleşmenin yolu politiklik halinesahip olmaktan geçiyor. İktidarın toplumun bu hak-kını gasp etmesine izin verilmez. Eğer iktidar tarafın-dan gasp edilmişse bundan çıkışın yolu yine o hakkıntoplumca ele geçirilmesidir. Devrim dediğimiz debudur. Devrim, devletin-iktidarın ele geçirmesi değil,toplumun kendiliğini bağımsızlaştırma hareketidir.Kendini yönetme ve varetme kabiliyetine yeniden ka-vuşması/kavuşturulmasının ifadesidir.

Öcalan’ın da belirttiği gibi, politika sadece özgür-leştirici değil, aynı zamanda düzenleyici bir güçtürde. Devlet, toplumu politikasız bıraktığında, onu yü-rüyemez, göremez, seçemez, karar alamaz, bir arayagelemez bir noktaya getirip istediği gibi kullanır.Bütün devletleşme iktidarlaşma süreçlerinin gelişimibu şekilde olmuştur.

Toplum tek tek bireylerden oluşmaz. Bireylerinkolektif etkinliğinden ve kolektif birimlerinden mey-dana gelir. Kolektif etkinliğin bağlayıcı gücü, aracı,dili politikliktir. Martin Buber, "sadece yanyanalıkiçin değil, biraradanlık için çabaladıkları, aralarındaher türden birleşimler, bağlar geliştiği ölçüde, yanisosyal-federatif alanda, toplum özellikle etkisinikoyar" der. Yani toplumun politikliği demek çoklu-ğun kendi kendisini kurması demektir.

Ayrıca politik kurucu toplumdaki siyaset anlayışıtalep siyaseti üzerinden değil, kuruculuk üzerindengelişir. Talep siyaseti yönetilmeye razı gelmiş, itaatikabul etmiş toplumlarda görülür. Özerk politik top-lumlar talepte bulunmaz, ihtiyaçlarını, araçlarını ken-dileri gerçekleştirirler. Özerk toplum, arzularını aşkınbir iktidara yüklemediği gibi, hayallerini de ütopyala-rın belirsizliğine sürüklemez.

Özerk toplumda, tekil bireylerin çoklukla olan iliş-kilerinde bir dolayım ya da aracı yoktur. Toplum,bütün tekillerin çoğullaşması olurken, tekil bireylerde kendilerini bu çokluk içerisinde üretirler. Tekillertümelin içinde asimile olmaz, homojenleşmeye tabiitutulmazlar. Farklıların içinde massedildiği dışarıdanbelirleyici hiyerarşi, bir merkezin inisiyatifine aslaonay verilmez. Kendisine ilişkin inisiyatif ve yönetimiyatay bağlarla bağımsız kılıp, ortaya çıkan bu birle-şimden de özüretkenliğin devamlılık kazanmasınısağlar. Modern siyaset anlayışındaki gibi izole birey-lerden oluşmuş iradesiz kalabalıklara dönüşmemektekararlıca hareket eder. Tacqueville, "Bireyci özgürlükbireyleri ayırarak özgürleştirir. Onları sağlıksız bir ba-ğımsızlığın, birbirine hapseder, daha zorba cemaat bi-çimleri için hazırlar" der. Çünkü despot için önemli

118

olan bireyleri ayrı ayrı tutabilmeyi başarmaktır. Buayrılık fiziki anlamda değil, özgürleştirici politikbağın işlevini ortadan kaldırma anlamındadır. Ho-mojenleştiren, farklılık ve özerklikleri masseden kit-lesel bir yığına dönüştürülmesinin önünü açan içselbir ayırma, parçalama durumudur.

Toplum demek, farklılıkların zengin örüntüsününanlamlı bir yapı içinde bütünlüğe kavuşmasıdır. Poli-tiklik özelliğinin topluma içkin olması tam da bu ne-denledir. Toplumsal siyaset için 'düzenleyici güçtür'denilirken, farklılıklardan oluşan bir bütünün -çatış-macı filozofların iddia ettiği üzere- sürekli bir yıkım-savaş halini yaşamadan kendini kurma becerisi ya dabaşarısını gösterebilme kapasitesi anlatılmak istenir.Ortak karar birliğiyle varılan ortak iyi ve kolektif rıza,

politik gücün büyülü uyumunun kanıtıdır. Hobbes siyasetin çatışmadan doğduğunu savu-

nur. Aynı fikrin temsilcileri de günümüze kadar uza-nır. Rousseau ise "uzlaşmanın bittiği yerde siyasetbaşlar" der. Öcalan ise farklılıkların uyumunun gü-vencesi için ahlaki-politik kalmadaki ısrara dikkatçeker. Ahlaki-politiklikteki bu kendilik anarşistçe birkendilik değildir elbette. Toplumsal politikliğin ke-sintisiz, iradeli ve bilinçli devirselliğidir. Her toplulukveya kültür böylesi bir sistem içerisinde kendisiniözerkçe oluşturup yapılandırır. Her toplumsal kümeözgür tartışma, seçme ve genişletilmiş ölçekli kararmekanizmalarıyla hakkını kullanarak varlığını sür-dürür.

Söz konusu özerk kominitelerden oluşan birlikkendi içinde yabancılar birliği olarak hep aynı kal-mazlar; zamanla değişirler ve birbirlerini değiştirirler.Bu niteliğe ulaşmış cemaatler Rousseau'nun deyi-şiyle, "insanda olağanüstü bir değişikliğe yol açar";yani özgüveni, özsorumluluğu, özyönetim bilincinigeliştirir. Ortaklık, birlik hislerini yüceltir, yetenekleriaçığa çıkarır. Klasik, geleneksel cemaat veya birliklerinsanı geliştirmez; aksine nasıl bulmuşsa o haliyle bı-rakır. Kimisinde ise ortaklık bilincini, ortak gücü ya-ratır belki, ama Benjamin Burbar'ın da eleştirdiğiüzere, bunu yaparken özerkliği ve bireyselliği tama-men yıkarak yapar. Birinde birey yalnızlaşırken, ikin-cisinde silikleşir, yok olur. Ama özerk politik

cemaatler oldukça etkili ve işlevseldir. Dönüştürücü-lük esastır, özerkliğe halel gelmez bu tür cemaat yapı-larında. Bireylerin özgürlüklerinin herkesikapsayacak şekilde genişletilmesine fırsat verilir. Em-pati duygusu ve yeteneğini geliştirme noktasında eş-sizdir. Yani "ortak istem halkası, imgelemi"genişletildikçe, işlevsel ahlaki-politik çokluk da aktif-leşir, ruh kazanır. Bu çokluktan çıkan 'ortak istemhalkası', itaate değil, konsensüse dayanır. Konsensü-sün dinamiği ise ortak tartışma ve karar alma özgür-lüğüdür. Kendisi adına konuşacak bir egemeneihtiyaç duyulmaz. Bu yapılırsa uyruklaşılacağı bilinir.Onları biraraya getiren ve birarada tutan kendiliğingücüdür; meşruiyetleri ise özgürleştirme çeperinindaha fazla genişletilmesidir.

Bu otonom duruş, bunun süreklilik kazanmasıtoplumda özyönetim birikimini ve özgüveni gelişti-rir. Bu şekilde devletin kaçınılmaz olduğu fikrini an-lamsız hale getirir. Devlete ne zaman gerekduyulmaz? Toplum, temel ihtiyaçlarını kendi kendi-sine yetecek şekilde karşılayabilir bir özyeterliliğikendisinde yaratabildiği zaman. Dolayısıyla toplumkendi yasasını kendi koymak ve kendi koyduğu ya-saya göre yaşamak istiyorsa temsili hükümet ve ege-menlerden özenle kaçmak, doğrudan katılımcıyollarla özyönetimini geliştirmek durumundadır.

Temsili sistemlerde kitleler ne olduklarını bilme-dikleri yasaklara zorunlu olarak katılmak, uymakdurumunda kalırlar. Temsil, hak ile kendi arasınamesafe koymayı bile bile kabul etmektir. Doğrudanyapabileceğini bir aracıya-temsilciye havale etmeközgürlükle bağdaşmaz. Siyasal irade ve politik hak,kişi ve toplumlar açısından bir varoluş eyleyişidir.Onu yitirdiğinde özyönetim hakkını ve/veya özerkli-ğini yitirmiş olursun. Temsile bir kere onay verildik-ten sonra eşitlik de ortadan kalkar. 19.yy. FransızKatolik yazar Lois Vevillot, "oy verdiğim zaman eşit-liğim oyumla birlikte sandığa düşer, birlikte kaybo-lur" der. Vevillot'un dikkati çektiği bu durum,modern siyasal anlayışın temsili demokrasi olarakbelirleme ilkesidir. Bu yolla insanları demokrasininişletildiğine inandırır. Bilakis, temsili sistem imtiyazlısınıfları kendi eliyle ve oyuyla seçmek, dıştan yönetil-meyi, heteronomiyi bilinçlice ve gönüllüce tercih et-mekten başka bir anlama gelmez. Eski zamanlardaiktidara zorla konan zorba krallar vardı. Moderndünyanın tiranları ve onların tahakkümcü sistemleriise egemenliklerini kitlelerin olurunu alarak yaşıyor-lar. Zorbalığın olumlanması, köleliğin onaylanmasıhatta arzulanması, tarihin hiçbir döneminde olma-dığı kadar bugün yaşanıyor. Temsili sistemler konu-sunda güçlü eleştirileriyle bilinen Benjamin Buberşöyle diyor: "Adil değildir temsil. Kişisel özerkliğe ve

Devlete ne zaman gerek duyulmaz? Toplum, temel ihtiyaçlarını kendi kendisine

yetecek şekilde karşılayabilir bir özyeterliliğikendisinde yaratabildiği zaman

119

kendi kendine yeterliliğe tecavüz eder. Çünkü cema-atte bir düzenleyici adalet aracı olarak işlev görme ye-tisini zayıflatır. Çünkü adalet fikrinin kök salabileceğikatılımcı bir kamunun evrimine engel olur." O ne-denle temsili sistemlerin demokratik özerk toplumanlayışında kabul edilmesi düşünülemez. Temsili sis-tem karşısına, doğrudan/katılımcı demokrasi öne çı-karılmalıdır. Günümüz karmaşık toplumsalgerçekliğinde buna en iyi cevabı -daha sonra üze-rinde durulacağı üzere- demokratik özerklik modeliverecek niteliktedir.

Devlete Karşı Özerk Karakterdeki Devrim Devletli uygarlık tarihi boyunca özerk toplumsal-

lık, değişik formlar şeklinde varlığını hep yaşatmıştır.Devletin hakimiyetinin olduğu yerde zorunlu birkoşul olarak özerklik son bulmuş değildir. Moderndönemler öncesi iktidar-devlet yapıları, uygulamala-rındaki despotluklarına rağmen özerk işleyişi top-lumların bünyesinden silememiş, zaten hükümranlıkanlayışları da bunu yapmaya olanak tanıyan bir iş-levde olmamıştır. Az veya çok her toplum ve kültürdeözerk toplumsal yapılar varlığını sürdürmüştür.Ancak modern çağlarla birlikte ortaya çıkan devletiktidar yapılanmalarının egemenlik anlayışı sadecetoplumun yönetim inisiyatifini ele geçirmekle kalma-yıp yaşamın kılcal damarlarına kadar müdahale et-miştir. Topluma ait bütün özerk ve özgür alanlarınsoğurulup, örneğin ulus-devlet zihniyetiyle yenidenbiçimlendirilmesi hedeflenir. Müthiş yabancılaştırıcıbir etki gücüne sahiptir. Toplum mutlaka edilgin yı-ğınlara dönüştürülmeli, onun kendiliği bozulmalıdır.Yığınları kendine bağlamak için ideolojiyi etkili birşekilde kullanır. Sistemin kurucu sihirbazları, ulus-devlet ideolojisini bir afyon gibi kullanarak kitlelerien başta zihniyet alanında teslim alırlar. Kitleler köle-liği, yönetilmeyi, uyruk olmayı arzulayacak hale geti-rilip kullanılmaya hazır nesneler yığınınadönüştürülür. Toplum kendini yönetme gücündendüşürülür, yönetim alanından uzak bırakılır. Kendineolan güvenini kaybeder. Kendisini yönetemeyeceğineolan inancı (inançsızlığı), devletin yeni meşrulaştırıcısöyleminde Habbesvari bir rızayı, korkuyu üretir. Ka-labalıklar ve tehlikeler içerisinde gözleri görmeyen birinsanın korunma ve yol gösterilme ihtiyacıyla tutu-nacak birisini bulduğunda tutkuyla ona bağlanmasıgibi, özyönetim gücünden düşürülen kitleler de dev-lete bu şekilde bağlanmaktan kurtaramazlar kendile-rini. 'Toplum sözleşmesinin' saldığı anarşik toplum,korku sendromunun modern hali, 'ya devlet başa yakuzgun leşe' düsturuna dönüşür.

Devlet tanımı doğru yapılmadan, nasıl bir devrim

sorusuna da sağlıklı bir cevap bulunamaz. Komüna-list bir devrim, toplumu özgürleştirme, özerkleştirmemücadelesinde devleti nasıl kaldırabilir ortadan?Veya devlet ortadan kaldırılabilir mi?

Devletin siyasi bir devrimle yıkılamayacak bir şeyolduğu yaşanan örneklerden artık netçe biliniyor.Hızlı geçişler, değişimler karşıtına dönüşe, öteki ucasavrulma riskini taşır. Devletin yürüttüğü iş ve işlem-leri konusunda, donanımlı, politik, özyönetim bilincive bilgisine ulaşabilmiş bir toplum ancak devletsiz birtoplum modelinin sorumluklarını tümüyle üzerinealabilir. Bu yeterliliğe ulaşmamış toplum, bilinen an-lamda devleti yıksa bile, işbilen, uzman, elit yönetici-lere bu hakkını devretme durumunda kalır. Devrimiyapamaz. Sadece iktidarlar yer değiştirmiş olur. Bili-nen tüm devrimlerin oluşum ve gelişim özeti bundanfarklı olmamıştır.

Devlet bir hükümetten daha çok insanlar arasın-daki bir ilişki tarzıdır. Devlet gitse de onun erki kalırgeriye. Çünkü yaşama, algılara, geleneklere, zihniyetdünyasına sızmış, yerleşmiş, meşrulaştırmıştır kendi-sini ve vazgeçilmez kılmıştır. Devrim ise, yaratacağıyeni ve alternatif ilişki, zihniyet biçimleri ve yaşamtarzı üzerinden kendini örgütleyip ürettiği zamantoplumu devletsizleştirebilir. Özcesi, devrim, toplum-sal devrim olarak anlaşılmalı, siyasal (hükümet vb.)devrim olarak değil. Toplumsal devrim, toplumaiçkin bir kuruculuk haliyken, siyasal devrim aşkın biryaderk eylemidir.

Devleti ele geçirdiğinde aslında o seni ele geçirir,tahakkümcü paradigmasıyla seni esir alır. Devletinele geçirilmesi toplumu ne özerk dolayısıyla ne deözgür kılıyor. Sadece eski yöneticilerin yerine yenilerigelmiş oluyor.

Demokratik özerklik ise bu geleneğin tam karşı-sında bir yer tutar. Devrimi alttan, yerelden başlatır.Alternatif yaşam ve ilişki tarzını devlet odaklı gelişe-nin önüne çıkarır. Her alanda kendi kendine yetmemekanizmalarını oluşturur ve işletir. Toplumda yenibir politik kültürün gelişmesini sağlar. Bu kültür, yenibir ilişkilenme, duyumsama, düşünme biçimini, do-layısıyla yeni bir yaşam tarzını çıkarır ortaya. Bu siste-min oturduğu görüldükçe, kitleler kendi kendineyetmenin mümkün olabildiğini deneyimledikçe, tümağırlığıyla toplumun üzerine çöken devlet önem veitibarını, tabii ki işlevini kaybedecek, şehri basan selsularının çekilmeye başlaması gibi devlet de toplum-sal yaşam alanlarından çekilmeye başlayacaktır. Dev-rim aslolarak bu noktadan başlar. Kitleleri devletyıkmaya ikna etmenin göreli olarak daha kolay ol-duğu kabul edilebilir, fakat bir toplumu devletsizliğinvarlığına inandırmak çok daha zordur. Zira, devri-min önündeki en büyük engel devletin kendisinden

daha çok, devletin kitlelerin zihniyetinde oluştur-duğu keskin önkabuldür. Devlet olgusu sadece ikti-darı oluşturanlarla sınırlı bir şey olsaydı, klasik yıkıcıihtilalci teorilerin doğruluğu bir yerde kabul görebi-lirdi. Devlet, bilhassa da modern devletin egemenlikkaynağı sadece korkuya dayanmıyor artık. Asıl prob-lem Colin Word'ın dile getirdiği gibi yönetilenlerinkendilerini yönetenlerce anı değerleri taşıyor olması-dır. Toplum iktidarla taşıdığı bu ortak değerlerce aynıdeğerler dünyasından kurtulmadıkça herhangi birdevrimsel gelişmeden bahsedilemez. Devletin top-lumsal bünyenin her yerine kadar sızmasını sağlayankurum vs. her türlü aracın demokratik özerk yapı-larla tedrici, yavaş yavaş yer değiştirmesi sağlandıkçabu konuda bir ilerleme olur. Örneğin toplumun özsavunması gelişmedikçe, devletin militarist-polisgücü karşısında kendi kendini düzenleme özelliğin-den bahsedilemez. Ekonomik özyeterlilik alternatifi-nin, kurumları oluşturup iş görmesi sağlanmadıkçakapitalizmin toplum yaşamından def 'i de mümkünolmaz.

Demokratik ÖzerklikDemokratik Özerklik geleceğe dönük bir proje,

ütopya olmayıp şimdiden başlayan ve sürekli olarakkendisini kurumlaştıran işlevsel reel bir modeldir.Egemen kurumlarla birarada, onlara rağmen işleyen,yürüyen bir sistemdir ve bu kurum, egemen kurumve akımın merkeziyetçiliğini, kendisini işletebildikçezayıflatır, aşındırır. Bu anlamda Demokratik Özerk-lik modeli bir desantrolizasyon hareketidir. Özerkkurumsal alanların, toplumun her alanına -devletliilişkileri geçersizleştirinceye dek- yayılmasıdır.

Mücadele tarzının bu şekildeki bir tercihi, sadecedevletin ceberut devasa yapısının hızlı bir tasfiyesi-nin mümkün olup olmamasıyla ilgili değildir. Devletaygıtı, toplum içerisinde yürüttüğü ve üstlendiği top-lum yaşamı için henüz önemli görevleri ifa etmekte,hayati işleri yerine getirmektedir (sağlık, eğitim, gü-venlik vs.) Alternatif-özgürlükçü politik ve sosyal ya-pılarla ikame edilecek düzeye ulaşılmadığı sürece,devletçi yapıların bir çırpıda atılması beklenmemeli-dir. Devletin geri çekilişi, tahakkümden arındırılmış,toplumsal yapıların ortaya çıkmasına paralel gelişe-cektir. Bu noktada atın önüne arabayı koşmamakönemlidir. Marx bile erken dönem kitaplarındanolan 'Alman İdeolojisi'nde, "Komünizm bizim içinoluşturulacak bir durum değil, gerçekliğin kendiniuydurmak zorunda olduğu bir idealdir. Komünizme,'şimdiki durumu ortadan kaldırma hareketi' diyo-ruz." demiştir.

Devlet, zaten ilk oluşum sürecinde toplumuniçinde doğallığında, baştan beri varolan öz-örgütlen-

meleri ortadan kaldırdıktan sonra, kendisine bağlıyapıları oluşturmuştur. Toplum özerk alanlarını dev-letleştirdi, günümüzün devletli diliyle söylersek, mil-lileştirdi. Dolayısıyla Demokratik Özerklik güçleridevleti geri çektirirken ondan bir şey almış olmuyor;toplumun kendilik, öz-yeterlilik vb. düzenleyici de-ğerlerini topluma yeniden mal ediyor ya da cılız du-rumdaysa onlara yeniden işlerlik kazandırıyorözünde.

Demokratik Özerklik özgürleşme yolunda aynızamanda bir mücadele tarzı ve metodudur. Sadecenasıl yaşanılacağına değil, nasıl devletten özgürleşile-ceğine verilmiş güçlü bir yanıttır. Elbette ki devletsiztoplum doğallığında özgür toplum anlamına gelmi-yor. Toplumun devletsizleşmesi toplumu serbest bı-rakabilir, ama özgürleştirmez. Serbestlik, özgürlüğüneşanlamlısı değildir. Zincirlerinden kurtulan bir kölesadece serbest kalmış oluyor, özgürleşmiş olmuyor.Özgürlük bir bilinç işi olduğu kadar, o bilince uygundüşecek yaşamı yaşama ve örebilme kabiliyetindeolabilmektir de aynı zamanda.

Demokratik Özerklikte toplumun serbestliği veözgürleşmesi içiçe gelişir. Çünkü ortada henüz birdevletin varlığı söz konusudur. Devletin zincirlerin-den kurtulmak ve serbest kalabilmek için özgürlükbilinci temelinde özgür sosyal politik yapıların geliş-tirilmiş olması gerekiyor. Alternatif yaşam alanlarıyayıldıkça devletin etki alanı azalır, etki alanı azal-dıkça da serbestlik gelişir, serbestleşme alanları iseözgürlüğün daha hızlı gerçekleşmesine imkan tanı-mış oluyor. Tersi şekilde; diyelim ki doğallığında birotoritenin olmadığı serbest yaşam alanı doğdu vehatta devlet kurmak için ortada herhangi bir engel desöz konusu değil. O durumda bile demokratik özerkpradigma, görece bağımsızlık hakkını devlet kur-makta değil, kendi kendini yöneten, kurumlaşmasıdevletli olmayan yeni bir sistemin inşa edilmesindenyana kullanır. Bağımsızlık zorunlu bir süreç olarakdevleti doğurmaz. Bağımsızlık, serbestlik devletsiz,otoritesiz bir durumun varolduğuna işarettir sadece.Bağımsızlık halinin devlete mi özerk bir yapıya mıevirileceği, kurucu güçlerin niyet ve yönelimlerinebağlı olacaktır daha çok.

İspanya Korsika Özerk Modelleri Protodevlettirve Demokratik Özerklikle Kıyaslanması Yanlıştır Demokratik Özerklik, devletli düzenin varolan

genel hakimiyeti nedeniyle kendi kuruluş ve yapılan-masını devletle olan ilişki ve teması üzerinden oluş-turur. İlişkili olduğu egemen devletin, bugün sıkçaanılan İspanya ve Korsika örneklerindeki gibi, imti-

120

121

yazı ve bahşetmesi üzerinden şekillenen özerklikle,form ve felsefi anlamda bir ilgisi yoktur. Belki bu ör-neklerin devletle kurduğu hukuki ilişki boyutununegemen devletlere karşı demokratik özerklik müca-delesini veren güçler için emsal ve esin kaynağı ol-ması açısından faydası olacaktır elbette; ancak buörneklerde devletten özerkleşen bir toplumsal gru-bun bizatihi kendisini yönetmesinden ziyade, kendiiçerisinden çıkardığı bir iktidar elitiyle sınırları dev-letçe belirlenmiş hükümet etme hakkının kullanımıvardır. Devlet karşısındaki konumu özerk, ama kendiiçerisindeki kuruluşu yaderktir. İktidarın yok edil-mesi anlamında özel bir kaygısı yoktur. Bilakis iktida-rın sağlamlaştırma, mümkünse saha genişletmeyi,temsilini yaptığı toplumsal grubun çıkarı gereği sayar.Devletle olan ilişkilerinde toplumsal örgütlenmealanlarını genişletme üzerinden bir çatışmaya, anta-gonizmaya sahip değildir. Çatışması, 'siyasi özerkliği

nasıl yapsam da devlete dönüştürürüm' fikri üzerin-den gelişir. Bu devletten mülhem özerkliğin devletisönümlendirme gibi bir amacı, hatta ütopyası da bu-lunmaz. Devlet karşısında eksiklik duygusu içerisin-dedir. Devletleşmeyi başaramamış özgürlük kapsamıözerklikle sınırlandırılmış eksik bir modeli yaşadığınainanır. Buna göre tam özgürlük (bağımsızlık) ancakdevletleşmeyle olacaktır. Bu özerklik tarzlarının top-lumsal örgütlenmesi, içkin kurucu politiklik teme-linde olmadığı gibi, devletimsidir. Bir türprotodevlettir. Her ne kadar toplumun asıl yönelimiTuykidedes'in, 'kendine hükümet etme' dediği, Spino-za'nın 'etik-politika', Öcalan’ın ise 'ahlaki-politik ken-dilik' diye belirttiği bir özü taşıyor olsa da, hakimiktidarcı, devletçi zihniyet bu devrimci özerklik yöne-limin içini boşaltıp, tahakküm alanına kanalize etmiş-tir. Bütün bunlardan farklı olarak en önemli husus isekomünalist, toplumcu, eşitlikçi bir ideolojiyi, kimliğive programı taşımıyor olmasıdır. Platon da kendi ken-dine yeten ideal bir kent düşüncesini savunuyordu.Ama bu kentin amacı filozofları ve (erkek) savaşçılarıkorumaktı. Özerklik daha önce de belirtildiği gibi eşit-lik, özgürlüğü savunur ve bunu yaşamsallaştırır. Doğalişleyişi komünalisttir. Terminolojide devletten icazetliözerkliklerin varlığından bahsedilse de bunların savu-

nulan Demokratik Özerklikle bir benzerliği yoktur. Ayrıca siyasal temelli özerklikler sadece belli bir et-

nisiteye dayanır. Oysa ki Demokratik Özerklik etnisitetemelli değildir. Etnisiteyi de kapsar, ama kuruluş fel-sefesi toplumsal tüm farklılıkların kendi içerisindeözerkliklerini koruyabildikleri politik birçokluğu içe-rimler. Özerk yasanın total ve homojenleştirici, farklı-lıkları asimile edici bir işlev taşıması düşünülemez.Tümel özerklik, toplumun bütün farklı yapılarınınoluşturduğu tikel özerkliklerin bileşiminden meydanagelir. Her toplumsal küme bu sistem içerisinde özerk-tir. Bir nevi özerklik içerisinde özerlik hali yaşanır. Bunokta önemlidir. Çünkü toplum denilen olgu tekrenkten meydana gelmiş bir insan topluluğunu ifadeetmez. Toplumun tümünün birden birleşebileceğitemel bir özgürlük talebi olabilir; ama söz konusu totalözgürlük talebi toplumun bütün kesimlerinin ihtiyaç-larına yanıt olmada yetersiz kalır. Özerklik içindeözerklik (demokratik konfederalizm) dediğimiz noktabu nedenle büyük önem arz eder. Eğer 'demokratiközerkliğin iktidarlaşmasının güvencesi nedir' diye so-rulursa, bunun cevabının özerklik içinde özerklikörüntüsünün toplumsal alanın tümüne yayılması ol-duğu söylenebilir. Örneğin Demokratik Özerklik mo-delinde kadınlar erkeklerin, eril bakış ve geleneğinfiiliyatta belirleyici olma riski karşısında ortaya çıka-cak olan mağduriyetlerin, haksızlık ve eşitsizliklerinönünü almak için tümel özerk sistem içinde spesifiközerklik ve örgütlülüğünü korur ve kültürler monoli-tik dayatmalar karşısında özkimliğini korumak ama-cıyla özerk kurumlaşmasını sağlar. Bütün toplumsalkategoriler için aynı şey geçerli. Bireyin özerkliği veözgürlüğü de aynı espri üzerinden güvenceye bağlan-mıştır. Özerklik özerkçiliği, yerellik yerelciliği doğur-maz, bunun doğmasına olanak tanınmaz. Bütünözerkliklerin, federelerin kalıcılığı ve güvenliği tümelözerkliğin kalıcılığıyla birebir bağlantılıdır.

Demokratik Özerklik toplumsal kendiliklerin, fe-derelerin özgür eylemlerinin politik konfederal bü-tünlüğüdür. Devlet gibi merkezi bir organ değildir.Yüzyüze cemaatlerin, karşılıklı ilişkilerin öz-dene-time açık, değiştirilebilir özyönetimidir. Bu dinamiksistem iktidarın demokratik özerk işleyişe sızmasınıengeller. Çünkü bilinir ki iktidar olgusu dışarıdan da-yatılan bir şey olmasına rağmen, çıkışı yine toplumsalalan üzeridir. O sebeple sözü edilen çoğul özerklikle-rin varlığı, kendilik olmadaki ısrarı iktidarın ortayaçıkma ve varolma zeminini doğallığında zayıflatmışve yok etmiş oluyor.

Toplum katılımsızlık gösterdikçe yaşamsal alanmerkezileşmeye olanak verir. Katılım ne kadar za-yıfsa, yetki o kadar merkezileşir, o kadar demokrasi-den, özerklikten uzaklaşılır. Burada da görüleceği gibi

Demokratik Özerklik etnisite temelli değildir.Etnisiteyi de kapsar, ama kuruluş felsefesi

toplumsal tüm farklılıkların kendi içerisindeözerkliklerini koruyabildikleri politik

birçokluğu içerimler

122

tepkilerin ve hedefin merkeze yöneltilmesinin ve mü-cadeleye, merkezi odağına alarak başlamanın pratiktedevrime kazandıran bir yönü yoktur. Asıl yöneliminyetkilerin neden bir iktidara devredildiği, kendini yö-netme hakkından neden vazgeçildiğine yönelik ol-ması gerekir. Demokratik Özerklik felsefesi ve modelibizi bu nokta üzerinde yoğunlaştırır. Tıpkı kimi anar-şistlerin ifade ettiği gibi, topluma 'kendin yap' düstu-ruyla seslenir. Örneğin Amerika'da 1960'lara kadarbile 6000 kırsal komünü vardı; komünler, otonom iş-letmeler ve kooperatifler yaptıkları işlerle 'egemen sis-temi lüzumsuz hale' getiriyorlardı. Yaşanan tümörneklerde, birbirinden bağlantısız olarak ortaya çık-mış hemen hemen tüm özerk-komün örneklerindenöğrenilen bir şey vardı ki; o da komünlerin doğrudandemokrasiye olanak verecek şekilde küçükten başla-ması gerektiği gerçeğidir. Burada anlatılmak istenenise küçüğe razı kalma değil; bütünün içindeki tümkolektif tikel alanlardır. Total ve mutlak tek doğru de-ğişim/devrim çabaları olarak yürütülecek özgürlükmücadelesi, iktidarı dışarıda tutacak en verimli tarzve modeldir. Lenin'in devrimin ilk yıllarında "küçükolsun iyi olsun" dediği söylenir. Yine Amerika tari-hinde T. Jefferson, küçük cumhuriyetlerin kurulma-sından bahsetmiştir. Bununla yerel, federalörgütlenme biçimlerinin önem ve verimliliğine dik-kat çekmiştir. Hatta bu anlayışa vurgu yapmak ama-cıyla "ülkeyi bölgelere bölün" sloganı da ona aittir.Ortaçağ'da, hatta ondan öncesinde, kentlerin feodalparçalanmışlığı hem daha güçlü ve bütüncül devletle-rin oluşumunu engelliyordu, hem de kentlerin ço-ğunda doğrudan demokrasinin, özyönetimingelişmesine uygun zemin sunuyordu. Toplum ege-men siyasi erki görece özerkliklerine dokunulmaya-cağı koşuluyla kabul ediyordu. Özerklikten ciddi birtaviz verilmezdi. Aksi durum savaş nedeniydi. 19.yy.Kürt isyanları, yine Anadolu'da ortaya çıkmış Türk-men ayaklanmaları özünde bu sebeple ortaya çıkmışayaklanmalardır. Doğrudan özgür uzlaşımlar, karşı-lıklı ilişkiler ancak tabandan örgütlenme modelleri-nin olanak tanıyabileceği koşullarda olur. Öcalan’daDemokratik Özerklik modelinin tüm Türkiye için, 28bölge şeklinde oluşturulmasını önermişti. Ulus-dev-letin tekçi sistemi bu tarz bir örgütlenmeyle parçala-nabilecektir. Yetkiler tabana dağıtıldıkça siyasimerkezi erk, ulus-devlet aygıtı vs. 'emile emile' sö-nümlenecektir. Formül basitti aslında:

1) Toplum işlere katıldıkça iktidar zayıflar ve yokolur.

2) İktidarı, devleti yok etmek istiyorsan işe direktdevletin yıkımı üzerinden başlamak yerine edilgen-leştirilen yığınları aktif ve radikal demokrasi bilin-ciyle bilgilendirmelisin.

Yaşanmış örneklerin gösterdiği en akılcı yol da butemeldedir. Marksist-Leninist gelenek, sınıfların orta-dan kalkmasıyla devletin de ortadan kalkacağını ön-görür. Oysa özel mülkiyet kamulaştırılmasınarağmen egemen sınıfların çözülmediği görüldü.Çünkü devletin varlığı sınıf üretiyordu. Yine Engels,bireysel varoluş için üretim araçlarının asgari dü-zeyde kaldığı sürece sosyal ayrışmayı önleyecek birdevlete daima ihtiyaç duyulacağının altını çizer. Oysaki sosyal ayrışmayı, parçalanmayı bizatihi yapan dev-letin varlığıdır. Toplumcu bir ideolojinin yürütücüsüolunmasına rağmen gelişmeyi toplumda değil, ikti-darlaşmakta arama durumu yaşanıyor… Hıristiyan-lıkta da kendine yetme günah, kibir sayılıyor;Müslümanlıkta ise bu, Allah'a şirk olarak görülür.

Engels'in bir başka yerdeki "buyurucu otoriteninzorunluluğu, açık denizdeki bir gemiyi göz önüne ge-tirdiğimizde anlaşılır" sözündeki çağrışımı da yinekitlelere yönelik bir güvensizliği yansıttmaktadır.Oysa ki kitleler tahakkümcü engellerden arındırıldı-ğında bir gemi metaforuna indirgenemeyecek kadaröz-düzenleyici bir dinamiğe sahiptir. Kitlelere, insan-lara kendileri için bir şey yapmalarına olanak vermekyerine, onların yerine sürekli karar verme kitleleriEngels'in metaforundaki cansız ve ruhu olmayan birnesne olan geminin işlevine dönüştürür sadece… Bi-reysel ve sosyal psikolojide kendin hakkında karar al-manın moral, kendine güven, yaratıcılık, yetenekleringelişimi noktasındaki muazzam etkisi bilinen bir hu-sustur.

Lenin burjuva eğitiminin çok güçlü olduğunu dü-şünerek kitlelerin buna karşı kendilerini alternatif ya-pamayacakları için elitist bir partinin gerekliliğininaltını çizmiştir. Öncülüğe duyulan ihtiyacın altının çi-zilmesi bir yerde anlaşılsa da buna paralel, kitlelerinasıl dönüştürücü güç olma niteliği gözardı edilmişgibi görünmektedir. Bu noktada Benjamin Burber'ın"profesyonel yönetici değil, profesyonel vatandaş"sözü anlatılmak isteneni güzel özetler.

Rusya'da alta meclis, komünler vb. vardı, amaüstte tüm ağırlığı ve azametiyle devlet yine vardı.Devlet güçlendikçe toplum politik alandan çektiril-miştir, depolitize olmuştur. Troçki'ye göre bürokrasi-nin doğuşunun sebebi kitlelerin özyönetime olanyabancılığıydı. O yüzden ele geçirilen devletin yöne-tilmesi için uzmanlara ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı gider-menin yolu ayrıcalıklı kadroların görevlerin başınagetirilmesi oldu. Sonuç tabii ki bürokrasinin güçlen-mesiydi. Ne kadar bürokrasi o kadar küçülen toplumdemekti. Rusya'da kitleler, işçi sınıfı depolitize edil-dikçe öz-örgütlenme olanaklarını yitirdi ve devlet ay-gıtının altında ezilmekten kendini kurtaramadı. Herne kadar daha sonradan Troçki iyi niyetlice, 'iktidarı

kitleye vermek için ikinci bir devrimin lazım oldu-ğunu, bunun da eğitim yoluyla olacağını' belirtmişsede bunun için gecikmişti ve devlet üstünlüğünü çok-tan pekiştirmişti artık. Problem şuradaydı: "Maddiyaşam koşulları değişirse sosyalizm bilinci gelişecek-tir." Bu iddianın doğru çıkmadığı çok geçmeden gö-rüldü. Buradaki tartışmaya konu olan noktahangisinin hangisinden önce ve sonra olacağı nok-tası değildir. Eşit paylaşım konusu üzerinde durul-duğu kadar, eşit yönetim üzerinde durulmasıgerektiği de çok açıktı. Ancak bu yapılmadı. Kitleleridevreden çıkarıp, onlara, inşasında hiç dahil olma-dıkları materyalist-eşitlikçi bir cennet dünya vaatetme çabaları, benzer bütün deneyimlerde devriminsaptırılması, ütopyaların kirletilmesiyle son bulmuş-tur. İnsanı cennete götüreceği iddiasında olan aşkıngüç, bir başka zamanda çok rahat cehenneme de gö-türebilir. Nitekim, tarih de gösterdi ki cennet yolunakoyulan herkes yolculuğun serencamında cennetedeğil cehenneme varmıştı. Sebebi ise açıktı: Politiklikhakkını devrederek özerkliklerini yitiren toplumlar,kendi hakkından söz söyleme hakkını da kaybettiğiiçin, aşkın bir iktidar güç tarafından içi boşaltılmış,oradan oraya taşınan bir yığına dönüştürülmüştür.Her zaman kendi içlerinden çıkardıkları bir 'çoban'tarafından yönetilme kaderinden ise kaçamamışlar-dır. Yönetme arzusu ve gücünde olanların hükmükarşısında bu güçten yoksun olanlar için hayat, ce-hennemi bir yönetilme halidir.

Sonuç Olarak;Özerklik felsefesi, konu boyunca anlatılmaya çalı-

şılırken, bunun yeni bir yaratım olmadığı, toplumdaiçkin bir varoluş hali olduğu, toplumlar tarihi bo-

yunca görünür veya görünmez halleriyle toplumdahep var kaldığı değişik veçhelerle ortaya konuldu. Buanlamda ele alındığında, özerkliğin varlığını ayrıcaispatlama diye bir probleminin olmadığı açıktır.Sorun, devletli paradigmanın, zihinlerde devletli ol-mayan toplum modellerine geçit vermez düzeydeyarattığı saplantıdır. Bu saplantı modernizmle bir-likte teorileştirilmiş, hatta ideolojikleştirilmiş durum-dadır. Modernizmin krizi tam da buradadır.Demokratik Özerklik hem felsefi hem ideolojik do-nanım ve derinliğiyle, hem de şu anda Kürdistan'ınparçalarında -ister devlete rağmen, ister devletsiz or-tamda-, pratikleşme düzeyiyle modernizmin bu kri-zine çare olmaya büyük adaydır. Çünküanti-ulus-devletçi, anti-iktidarcı ve anti-kapitalisttir.Modernizmin krizi de en temel olarak buradan baş-lamaktadır.

Demokratik Özerkliğin hayat bulabilmesi için tekbaşına devletsiz toplumu savunmak yetmiyor. De-mokratik özerk bilinç için toplumun yeni değerleretrafında eğitilmesi, zihniyet kazanması bir zorunlu-luktur. Yeni bir zihniyet, yeni bir yaşam anlayışı geliş-tirilmediği sürece modelin hayat bulma şansı zayıfkalır. Devletin en önemli özelliği yönetimi altındakiinsanları çoğu zaman istemediği halde her konudaikna edip, istediğini onlara yaptırabilmesidir. Demo-kratik Özerklik sisteminin inşacıları da, iktidar yön-temine başvurmadan yapılması gerekenlerinkendiliğinden-doğallığından yapılmasını sağlayacakbir eğitim ve bilinç düzeyini geliştirme göreviylekarşı karşıyadırlar. Bunlar geleceğe ertelenmiş birdevrim için değil, anbean devrim sürecinin yaşam-sallaşması için an'ın içerisinde yerine getirilmesi ge-reken zorunlu görevlerdir.

123

İçindekiler İçin Tıklayınız

İnsan yaşam aktivitelerinin merkezinde yer alanekonomi; günümüz kapitalist sistemde insanın in-sana, insanın doğaya, erkeğin kadına tahakküm kur-duğu, derin sömürünün yaşandığı bir yapıyaevrilmiştir. Kuşkusuz özgürlükler sorununa çözümararken üzerinde öncelikle durulması, kafa yorul-ması gereken konuların başında ekonomi gelmekte-dir. Çünkü insanın kendi özüne ve emeğineyabancılaştığı bu alan özgürlüğün yitirilmesindetemel alanlardan biridir. Bu nedenle nasıl ki sömürü

sisteminin gelişimi ve özgürlüğün yitimi bu alandakiuygulamalarla geliştirildiyse aynı derecede özgür-de-mokratik toplum inşasında bu alanın demokratikleş-tirilip özgürleştirilmesiyle sağlanabilir. Sömürüyü,cinsiyetçiliği, hiyerarşiyi, zoru, milliyetçiliği barındı-ran ekonomik sistemlerin olduğu yerde demokratikbir toplumdan bahsedilemez. Çünkü bu uygulamalarözünde insanın inkarıdır. Aynı oranda tersi durumda aynı şeyi ifade eder. Özgür-demokratik bir toplumfelsefesiyle yaklaşılmadıkça sömürüsüz, demokratik,toplumcu bir ekonomik sistemin yaşamsallaşmaşansı yoktur. Çünkü ekonomi toplumdan bağımsız,toplum üstü bir faaliyet alanı olmayıp aksine “toplu-mun en demokratik faaliyet alanıdır” ve toplumsallı-ğın merkezinde yer alır. Belki de günümüze kadarkatlanarak gelen sorunların merkezinde ekonominin

toplumun ortak eylemliliği olmaktan çıkarılmasıyatar. Bu alanın dışına öncelikle kadınlar, ardındanköleler, serfler, mülksüzler ve en son sermayeyielinde bulunduran bir avuç azınlığın dışında tümtoplumun ekonominin karar-planlama-uygulamasürecinin dışına atılmasıyla; ekonomi toplum üstübir konuma getirilerek yabancılaşma, sömürü veanti-demokratik sistem uygulamaları doruklaştırıldı.

Bu nedenle başta belirtmek gerekir ki ekonomiyi;toplumun yaşamsal faaliyetlerinin sürdürülmesindekolektif çabaların bütünü olarak tanımlamak önem-lidir. Ekonomi toplum üstü değil, toplumsal yaşamıniçinde yer alan önemli bir parçasını oluşturur. Eko-nomi sorununun temelinde toplumun emeğine ya-bancılaşması; söz söyleme, karar geliştirme yetisinikaybetmesi vardır. Bu nedenle kadın-erkek, yaşlı-genç herkesin komünal yaşam içerisinde tüm süreç-lere ortak katılım sağladığı, yerel örgütlemeleri veyereller arası örgütlenme ağının gelişkin olduğu birtoplumsal sistem içinde ekonominin demokratikleş-mesi ve gerçek işlevine kavuşması mümkün olabilir.Böyle bir sistemle sömürü, yabancılaşma aşılabilir.

Ekonominin Doğuşu ve Gelişim SüreciEkonominin başlangıcı toplumsallaşmanın gelişi-

miyle iç içedir. Yapılan arkeolojik ve antropolojikaraştırmalardan biliyoruz ki insanın doğadan hazırbeslendiği uzun bir zaman diliminden sonra avcılıkve toplayıcılıktan edindiği deneyim ve bilgi sonucugelişen ekim ve depolama (saklama) tekniğiyle artıürün elde etmesi toplumsal ilişkilerin gelişimi ve yenibir nitelik kazanmasında belirleyici rol oynamıştır.Doğadan günlük beslenme yerine artı ürünün depo-lanması, çeşitli ritüellerle ortak tüketilmesi, hediyeedilmesi gibi yeni toplumsal faaliyet ve ilişki biçimi124

y Elif Kaya

Komünal Topluluklar EkonomisiyleDemokratik Uluslaşmaya

Ekonomi toplumdan bağımsız, toplumüstü bir faaliyet alanı olmayıp aksine

“toplumun en demokratik faaliyet alanıdır” ve toplumsallığın

merkezinde yer alır

125

ekonominin ilk nüvelerini oluşumunu beraberindegetirir. Giderek doğaya bağımlı olmaktan kurtulaninsan, kadın etrafında şekillenen bu toplumsallaşmasürecinde doğa ile uyum içerisinde olup şükranlarınıkutsallık atfederek sunmaktadır. Bu aynı zamandatoplumsallığın gelişiminde ahlaki ilkeyi belirleyicikılmak anlamına gelir. Doğal toplumun bu aşama-sında toplumsal ilişkiler en doğal ve yalın haliyle ya-şanır. Ne sömürü ne iktidar ne hiyerarşi ve ne detahakküm ilişkilerine rastlanır.

Toplumsal ihtiyaçlar artıkça ve ilişkiler karmaşık-laştıkça ekonomik yapılanma, üretim-tüketim-arma-ğan üçlemesinden üretim-değişim-tüketim üçlüilişkisine evrilir. Bu durum toplumsal ihtiyaç ve ge-rekliliklerden kaynağını alan bir değişimdir. Böylecedaha önce kullanım değerini tek değer ölçüsü olduğu“armağan ekonomisi”nden pazarların gelişmesiyle“değişim değerlerinin” değer ölçüsü olarak yüksel-meye başladığı “değişim ekonomisine” evrilir. Kulla-nım değerinde bir malın değerini belirleyen onaduyulan ihtiyaçken değişim değerinde bir malınbaşka bir mal ile değiştirilebilme oranı değerin ölçü-sünü oluşturur. Ama belirtmek gerekir ki uzun birdönem pazar, ekonomik süreçlerde bütünün sadecebir parçası olma özelliğine hizmet etmiştir. Pazarlarkâr elde etme amaçlı olmaktan çok değişimin sağlan-dığı yerler olma özelliğini uzun dönem korumuştur.

Ancak ekonominin bu tarihsel gelişiminde enönemli kırılmalardan biri Pazar alanına avcı-erkeğinkonumlanması ve kadının bu alanın dışında tutul-masıyla gerçekleşir. Kadın ekonominin üretim ve tü-ketim aşamalarında mevcut pozisyonunu büyükoranda korurken avcı-erkeğin pazardaki hakimiyetive dolayısıyla bu alanda geliştirdiği ekonomi anlayışı-nın tüm ekonomik yapıya hükmetmesiyle birliktetoplumsal özgürlükler sorununda baş aşağıya gidişsüreci başlar. Pazar iktidarın, sömürünün, tahakkü-mün alanına dönüştükçe toplumsallık yara alır. Cin-siyetçi, ırkçı, milliyetçi yaklaşımlar gelişerek toplumcinsiyet, ırk, sınıf, din vb. farklılıklarla birbirinden ay-rıştırılır. “zor” artı-ürüne el koymanın temel aracı ha-line getirilir.

Tüm bunlara rağmen yine de belirtmek gerekir kikapitalist modernite sürecine kadar ekonomi top-lumsal yapıya hükmetme kudreti ve özelliğinde de-ğildir. “ Tarih boyunca var olmuş bütün toplumlardaekonomi sosyal ilişkiler bütünü içinde, onlardan ay-rılmayacak bir biçimde yer almıştır.” (1) Ekonominintoplumsal ilişkilerden ayrıştığı, piyasaların tanrı ka-tına çıkarıldığı süreç kapitalizmle birlikte başlar. Bu

aşamadan itibaren “azami kâr” kanunu işler ve metaekonomik faaliyetin merkezine konulur. Bunun içintoplumsal yapılar, ilişkiler parçalanır; metalaştırılır vemutlak tahakkümün kurulduğu nesnelere dönüştü-rülür. Metalaştırılamayanlar ise “değersiz” addedile-rek bir tarafa atılır.

Ekonominin İnkârı: Kapitalizm Kapitalizm o güne kadar metalaştırılmayan alan-

lara el atar; toprak, emek, parayı metalaştırmadankendini gerçekleştiremeyeceğini bilir. Bu yapıları me-talaştırarak kendini toplumsallaştırmayı ve sürdür-meyi ön görür. Denilebilir ki kapitalizmin en vahşiyüzü bu alanların metalaştırılması ve onun etrafındaşekillenen yapılara dönük geliştirilen politika ve ilişkiağıyla kendini açığa vurur.

Bu üçlü sırasıyla; 1) Toprak o güne kadar özel ve genel mülkiyet ol-

gusuyla ele alınmış olsa da; üzerinde yaşamın gerek-lerinin sağlanıp sürdürüldüğü bir yer olma özelliğiylemeta olarak ele alınmaz. Günümüz kırsal toplumla-rın pek çoğunda hala toprağını satmak onursuzlukolarak ele alınır. “Atadan” kalan toprak kolay kolaysatılmaz. Ancak dönemin derebeyi, miri, aşiret reisive benzerinin maiyeti ile birlikte yaşadığı ve ürünelde edip yaşamsal ihtiyaçlarını giderdiği toprak sa-nayini ham madde ihtiyaçlarına göre düzenlenmekamacıyla metalaştırılır. Dönem İngiltere’sinin do-kuma sanayi yün ihtiyacını karşılama için ekilebilirtüm toprakları meraya çevirme deneyimi tüm trajikboyutlarıyla bilinmektedir. (2) Toprağın metalaşmasıtoprağın sadece alınıp satılmasıyla ilgili değildir. Üs-tünde yaşayan insanların kültürel dokusunu ve top-lumsal ilişkilerini parçalama ve istenilen formaevriltmenin, toplumsal gücü dayatmanın, insan-insan ve insan-doğa ilişkilerini yaralamanın bir yolve yöntemi de olur aynı zamanda.

2) İnsan varoluşundan beri yaşamını idame ettir-mek için emek harcamıştır. Ve insan emeğiyle insan-laşmıştır. Yani emek insan yaşamının temel biraktivitesi olarak hep süre gelmiştir. Belki de ilk insa-nın düşünebileceği son şey emeğini satmaktı. İnsan-lar köleleştirip çalıştırılsa da emeğin metalaştırılmadurumu yoktu. Oysa kapitalist üretim tarzı emek gü-cüne ve dolayısıyla emeğin alınıp-satıldığı piyasalaraihtiyaç duymaktaydı. Meta’yı üretecek iş gücü mali-yet kalemine dahil edilerek alınıp satılabilir bir me-taya dönüştürüldü. Özellikle toprak üretimi ile bağıkoparılan köylüler kent merkezlerine çekilerek buamaca uygun tarzda konumlandırıldı. Emeğin meta-

1-Büyük dönüşüm (Karl polanyi sf:18) (Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri)2-Caliban ve Cadı (Silvia Federici) (Kadınlar, Beden ve İlkesel Birikim)

126

laşmasıyla insanlar ve toplumsal ilişkiler nesne düze-yine indirgendi. Sonuç itibariyle insan toplumsallığındışında salt birey olarak ele alınıp meta üretimindebasit bir araç konumuna indirgendi.

3) Para uzun bir dönem insanların ihtiyaçlarınıgidermede bir değişim aracı olarak kolaylaştırıcı roloynamıştır. Özellikle ihtiyaçların çeşitlenip farklılaş-ması, toplumsal ilişkilerin karmaşıklaşması, uzunmesafelere ticaretin gelişmesi paranın aracı olma ro-lünü önemli kılıyordu. Ancak yine de kendi başınabir değer değil, bir değişim aracıydı. Kapitalist sistemise parayı aracı para olmaktan çıkarıp meta parayadönüştürdü. Ve paradan paranın kazanıldığı, üretim-den bağımsız sanal bir ekonomik yapıyı bunun üze-rine inşa etti. Böylece piyasa tüm ekonomininbelirleyeni, ekonomi ise toplumsal ilişkileri dışına alı-nıp topluma hükmeden bir özelliğe dönüştürüldü.Böylelikle “komutan para” metalar dünyasının biricikdespotu yapıldı.

Kuşkusuz kapitalizmin böyle bir sistem geliştir-mesi kendiliğinden ve kolay olmamıştır. Bireyin eme-ğini satmak zorunda olabilmesi “bireyin aç kalmasınarıza göstermeyen organik toplumun ortadan kaldırıl-masını gerektiriyordu.”(3) Geleneksel toplum yapı-sındaki dayanışma, paylaşım, ahlaki ölçü ve kendinesaygı kültürü kapitalizmin emek piyasasını oluştur-ması ve insanları en az ücrete, en tortu işlere razı et-mesi önünde engel oluşturuyordu. Bu nedenlekapitalizm öncelikle geleneksel toplum yapısını par-çalamayı, kurumsallaştırmalarını bir daha dirilme-mecesine yok etmeyi düstur edindi.

Sistem tarafından geliştirilen işsizlik, açlık, yoksul-luk bilinçli politikalar olup insanları en kötü koşul-larda en aza razı etmeyi amaçlar. Bu salt daha fazlakâr elde etme amaçlı değildir. Aynı zamanda boyuneğdirmenin daha kötüsüne razı etmenin yol ve yön-temi olarak dönemin “bilim adamlarınca” geliştirilir.

Hobbes, insanları hayvanlara benzetir ve bu ne-denle despota ihtiyaç olduğunu belirtir. Townsendinsanın gerçekten hayvan olduğunu ve bunun içinyetkileri sınırlı bir hükümetin yeterli olduğunu ilerisürer. İnsanları çalışmaya zorlamanın en etkili aracı-nın açlık olduğunu belirtir. Bir disiplin sağlayıcı ola-rak açlığın yargıçlardan daha etkili olduğu tespitindebulunur. Kapitalist ekonomi anlayışı kısmen hüma-nizmi barındıran A.Smith’ in görüşleri yerine Town-send’i esas alır.(4)

Dönemin düşünürlerinden Bentham’a göre “yok-sulluk toplumda yaşayan doğaydı; fiziksel yaptırımıda açlık.”(5) yani yoksulluk, açlık insana boyun eğdir-menin en acımasız vahşi silahı olarak dönemin“bilim adamlarımca” teorileştirilip sunuldu. Bu teori-lerin toplum tarafından kabul görmesi kolay değildi.Uygulanan politikalar geleneksel yapının ahlaki vekültürel duvarlarına çarpıp geri dönüyordu. Bu ne-denle kapitalizm geleneksel toplum kültürünü parça-lamadan, kapitalist kültürü inşa etmeden nihaiamacına ulaşamazdı. Abdullah Öcalan kapitalizminbu yapısal özelliğine dikkat çekerek “ sermayenintoplumun ana gövdesini giderek işsiz ve yoksul bırak-ması günlük geçici politikalar nedeniyle değil, yapısalkarakteri nedeniyledir.”(6) demektedir.

K. Polany, “alçalmanın nedeni çoğu kez varsayıl-dığı gibi bir ekonomik sömürü değil, mağdur tarafınkültürel çevresindeki çözülmedir.”(7) derken kapitaliz-min geleneksel toplumu hedefleyen karakterine dik-kat çekmektedir. Çünkü geleneksel toplum yapısındabir grup tümden ya aç yaşar ya da hiç kimse açlıktanölmez. Paylaşım ve dayanışma kültürüyle en yoksulinsan bile yaşamını sürdürme olanağına sahiptir. Do-layısıyla insanın kendisine ve topluma saygısı, bağlı-lığı güçlüdür. En yoksul koşullarda bile insan onuruyüksek tutulur. Bu durum kapitalizmin toplumsalilişkilere nüfus etmesi önünde engeldir. Toprağın me-talaştırılmasıyla geçimlik ekonomiden koparılan köy-lülerin kentte kötü koşullarda yaşamaya zorlanmasıtoplumsal kültürün yara almasında önemli bir baş-langıç olmuştur. Ardı sıra geliştirilen koruma yön-temlerinin onurlu duruşla bağdaşmayan bir dilencive avare kültürü yaratması kapitalizmin bu alanlardaher türlü gayri-insani politikalar uygulama zeminisunmuştur.

Burada kastımız feodal sistem özelliklerinin en iyiseçenek olarak sunmak değildir. Biliyoruz ki ekono-minin özünden uzaklaşmaya başlaması değişim de-ğerini giderek ekonomik faaliyette belirleyici olmasıve kadının ekonomik sürecin dışında kalmasıyla baş-lar; zamanla gelişip derinleşir. Burada dikkat çek-meye çalıştığımız toplumsallığa dair süreç boyuncasüzülüp gelen tüm değerlerin kapitalizm tarafındanhedeflenip ortadan kaldırılmasıdır. Adeta kendindenönceki süreçleri yok sayan, tarihi kendisiyle başlatanbu kibrin ciddi bir köksüzleşme ve değersizleşme ge-tirdiğidir. Kuşkusuz gelişen sanayi teknolojisi feodal

3-Büyük dönüşüm (K.polanyi sy.34)4-Büyük dönüşüm (K.polanyi sy.34)

5-Büyük dönüşüm (K.polanyi sy.175)6-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Abdullah Öcalan)

7-Büyük dönüşüm (K.polanyi sy.224)

127

sistem ilişkilerini çözerken; daha özgürlükçü, ferahdüzeyi yüksek, ahlaki ve politik toplumsal bir sistemeevrilmesi de pekala mümkündü. Ancak kapitalizmintoplumsallığın özünü yıkmayı hedefleyen politikala-rında başarıya ulaşması ve özgür yaşam arayışlarınıngüçlü örgütlenememesi kapitalizmin kendisini vaz-geçilmez tek seçenek olarak sunmasını getirmiştir.Yani kapitalizm bir kaçınılmaz son değil, insanlık ta-rihinin en büyük hatası olarak tarih sahnesinde yeralmıştır.

Belirtmek gerekir ki kapitalizmin gelişim süre-cinde insan onurunu üstün tutan alternatif modelarayışları yok değil. Bunlardan biri kendisi de işçiolarak çalışan R. Owen’in geliştirdiği harekettir.Owen, “sanayi sorununu sosyal olarak yani ekono-minin ötesinde ele alan bir yaklaşım”(8) geliştirmiştir.Toplumun bütünsellik içinde ele alınması gerektiğini,ekonominin ayrı bir alan olarak ele alınamayacağıdüşüncesindedir. Makineleşmenin insan onurunuyitirmesine neden olamayacağını, makinalı üretimlebirlikte insanın kendisine saygısını yitirmeden refahiçinde, dayanışarak topluluk olma bilinciyle yaşaya-bileceğinin uygulama şansına kavuşmuş en somutörneklerden biridir. Owen’in düşünceleri New La-nark fabrikasında çalışanların tüm faaliyetlere kolek-tif katılım sağladığı, kooperatifçilik tarzındaörgütlendiği, sadece iş ile ilgili değil yaşamın tümalanlarının aynı tarzla örgütlendirilmeye gidildiği,ortak kararlaşma ve planlamaların yapıldığı toplum-sal bir yaşam modelidir. Kapitalizmin bireyciliği öneçıkaran yaklaşımının aksine burada toplumsallıkvurgusu ön plandadır. Owencilik süreklileşen-yay-gınlaşan bir harekete dönüşmese de sendikal hareke-tin gelişiminde ciddi katkıları olur.

Genel değerlendirmeye tabi tutulduğunda görüle-cektir ki kapitalizmin aslında ekonominin özüyle çokaz ilgisi vardır. Hatta A. Öcalan kapitalizmi “ekonomikarşıtlığı”(9) olarak tanımlar. Çünkü kapitalizm enyaygınlaşmış iktidar olma özelliğiyle talana ve gaspadayanan bir “zor” sistemidir. Kapitalizm K. Polany’indeyişiyle “insan doğasıyla bağdaşması imkansız birsistemdir.” Çünkü; ekonomik faaliyet bir bütün ola-rak toplum kontrolünden çıkarılıp “kendi kurallarınagöre işleyen piyasalarca yönlendirilmektedir.”(10) Biryandan toplum bireyselleştirilerek parçalanırkendiğer taraftan piyasaların merkezileştiği ekonomi;

toplum üstü bir konuma yerleştirilir. Topluluğun sözsöyleme, karar geliştirme gücü azaldıkça piyasalartanrı katına çıkarılır. Giderek cüceleşen insan karışı-şında piyasalar devasa görünümlere ve kul-insanınakıl sır erdiremeyeceği karmaşık işlemlere, grafikleredönüştürülür. Bu değişim çocuğun anaya ikinci iha-netidir. Birincisi; kadının ekonomik süreçlerden dış-lanmasıyla yaşandı. İkincisi ise avcı-erkekkültürünün öncülüğünde şekillenen ekonomik anla-yışın kapitalist sistemi geliştirerek toplumu ekono-mik süreçlerin dışına atmasıyla yaşandı. Ekonomininkadın kültüründen arındırılması; toplumun yitiril-mesiyle sonuçlanır.

Kapitalizm “azami kâr” kanunuyla toplumu ser-mayeleştirip nesne konumuna indirgediği gibi do-ğayı da aynı kapsam içinde ele alır. Esas olan “kâr”dır.Kâr için her türlü ahlaki ilke hiçe sayılır. Oysa insantarihsel süreç boyunca “kâr” olgusuna hep kuşkuylayaklaşmıştır. Aristo kâr için üretimi “insan doğasınauygun olmadığı için” reddeder. Sınırları belli olma-yan kârın ve siyasi ilişkilerden bağımsız ekonomikamaçların olmayacağını belirtir.(11) A. Öcalan da“insan yaşamını kâra göre düzenlemek en vahşi ikti-dar anlamına gelir.”(12) Belirlemesiyle kârın gayri in-sani yönüne vurgu yapar. İnsanların emeği oranındakazanması kuşkusuz tarihsel süreç boyunca hep ola-gelmiştir. Ancak kârı merkezine alan bir ekonomikyapılanma yıkıcıdır. Kapitalist sistemin son 200 yıllıktarihi yıkıcılıkta sınır tanımadığını çok iyi ortayakoymuştur.

Kapitalizmin doğduğu coğrafyada topluma yansı-ması genel hatlarıyla böyleyken; ekonominin doğ-duğu, kurumsallaştığı değerler sistemine kavuştuğuve 19. yüzyıla kadar dünyaya öncülük ettiği Ortado-ğu’ya dönüşü çok daha yıkıcı ve tahripkar olmuştur.Toplumsal yapıları parçalayan, insanı var oluşsal ze-mininden kaçırtan sömürgeciliği en vahşi biçimiylegirmiştir. A. Öcalan bu durumu “modernite ekono-minin gerçek yaratıcılarından intikam alıyor”(13) tar-zında tanımlar.

Bu bağlamda son 150 yıldır Ortadoğu coğrafyasıen kanlı sömürgeleştirme savaşlarına sahne olmuş-tur. Son yetmiş-seksen yıllık ulus devlet uygulamalarıise kapitalizmin “tekçi” anlayışını kültür ve halklarkırımına yol açtığı, yer altı-yer üstü zenginliklerinisermayeye peşkeş çekildiği, halkın açlık ve sefalete

8-Büyük dönüşüm (K.polanyi sy.240)9-Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü (Abdullah Öcalan)

10-Büyük dönüşüm (K.polanyi)11-Büyük dönüşüm (K.polanyi)

12-Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü (Abdullah Öcalan)13-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Abdullah Öcalan)

128

mahkum edildiği; yabancılaşmanın “aydınlanma”diye sunularak kabenin Londra, New York’a çevril-diği, tekellerin gölgesinde küçük ve orta ölçekli üre-timlerin iflasa sürüklendiği insanların topraklarındansürüldüğü, tarımın-hayvancılığın can çekiştiği özcesitoplumun toplum olmaktan çıkarıldığı bir sürece yolaçmıştır. Ne ulus-devlet şekillenmesiyle başa getirilendespotik yöntemleri ne de küreselleşme çağında ulu-sal ve uluslararası sermayece yönlendirilen milliyetçi,dinci grupların halka karşı yürüttükleri savaş bitti.Halkların demokratik örgütlenme yapısıyla kendiniyönettiği, demokratik komünal ekonomik yapılan-mayla halklar lehine sistem kurma olanağı üçüncübir seçenek olarak her zamankinden daha güçlü du-ruyor. Bugün Rojava’da yaşanan devrim bir fikrinyaşam bulmuş en somut halidir.

Halkların Özgür Yaşam Seçeneği;Komünal Topluluklar Ekonomisi

“Demokratik ulusun ekonomik sistemi; bu barbaruygulamaları durdurmakla kalmaz, toplumun eko-nomi üzerinde yeniden denetim kurmasını esasalır.”(14) emeği ve yaşamı üzerinde karar geliştirmeyetisi olmayan bir toplumsal yapıda ekonominin ger-çek halinden bahsedilemez. Tekellerin, uluslararasısermaye güçlerinin insafına bırakılan ekonomi; sö-mürüden, gasp ve talandan öteye gitmez. Bu nedenleekonomiyi toplumsal yaşamın temel çalışması olaraktopluluğun denetimine alacak örgütlenme modeli vedeğer tanımlamasını yapmak son derece önemlidir.Kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk; toplumu oluşturanher kesimin kendi özgünlüğü ve farklılıklarıyla katı-lım sağladığı ve eşit haklardan yararlandığı komünalyapı içinde ekonomi, “toplumun demokratik faaliyetalanı” olma özelliğine kavuşabilir. Yerele dayanan, ka-tılımcılığı esas alan demokratik özerk yapılanmalarlakomünal topluluklar ekonomisi örgütlendirilebilir.Ekonomik yapı öz değerleriyle buluşturulup demo-kratikleştirilmedikçe demokratik bir ulus yapısındanbahsetmek mümkün değildir. Bu nedenle demokra-tik ulus inşasında ekonomiyi politikayla; politikayıahlak ve toplumsallıkla buluşturan bir perspektiflesistem tarifine gitmek önemlidir.

Komünal topluluklar ekonomisinde öncelikle kav-ramları özüne uygun olarak yeniden tanımlamak birihtiyaçtır. Emek, değer, ücret, para, pazar vb. pek çokkavram tanımlandıkları şekliyle ekonomik yapınınkarakterini belirler. Komünal topluluklar ekonomi-sinde merkezinde yaşamın yer aldığı bir faaliyettenbahsettiğimize göre tüm bu kavramların yaşamda yer

etme biçimi ve etkileri düzeyinde ele almak gerekir. Emeği, meta üretiminde harcanan eforlarla tanım-

lamak sömürüyü gizleme çabasını ifade eder. Bu yak-laşım başta yaşamsal emeğin sahibi olan kadınemeğinin inkâr ve sömürüsüne onay vermek anla-mına gelir. Emek bir bütündür; meta üretimi ile sınır-landırılamaz. Yaşamsal aktivitelere dönükmaddi-manevi her girişim emeği ifade eder ve değer-lidir.

Emeğin bu tanımından da anlaşılacağı üzere değeriçin esas alınması gereken ölçü kullanım değeridir.Kuşkusuz mevcut karmaşık toplumsal ilişkiler veartan ürün çeşitliliği içinde kullanım değeriyle tek ba-şına ihtiyaçları gidermek zor ve mümkün olmayabi-lir. Ancak kullanım değerini baz alan bir değişimdeğerini esas almakla yaşanan değerler arası uçurum-laşmayı aşmak mümkündür ve uygulama kolaylığısağlar.

Ücret; emeği bireyle ve “an” la sınırlandırma özel-liğiyle sakıncalıdır. Kümülatif ve kolektif emeğin in-kârını içinde barındırır. Emeğin gerçek karşılığınıbelirlemekten uzak bir kavram olup yeni bir tanımla-maya ve araca ihtiyaç vardır.

Para; kendi başına bir değer olmayıp sadece birdeğişim aracıdır. Paraya meta değerini atfetmek kapi-talist aklın ürünüdür. Üretimden kopuk, paradan pa-ranın kazanıldığı bir sistem, özünde ekonominininkârı anlamına gelmektedir. “para basit bir değişimaracı olmaktan çıktığında en az kılıç kadar güç rolüoynayabilir.”(15)

Üretim ve tüketim süreçlerinin ara halkasında yeralan Pazar ekonominin temel bileşenlerinden biridir.Malların değişim yeri olma özelliğiyle ekonomik faa-liyetin en canlı ve hareketli yerleridir. Ancak kapita-lizmin pazarı ekonominin üstünde konumlandırıpher şeyi belirleyen pozisyona getirmesi pazarın inkârıanlamını taşımaktadır. Pazarı olmayan bir ekonomieksiktir, yaşamsallaşma şansı zayıftır; pazarın her şeyibelirlediği ekonomik yapılanmaysa en despotik yöne-tim tarzıyla aynı şeyi ifade eder. Komünal topluluklarekonomisi kullanım amaçlı “ sosyal pazar ekono-misi”ni benimser.

Komünal topluluklar ekonomisi temelde maddiihtiyaçları gidermek amaçlı olmakla birlikte, ekono-mik faaliyetin etrafında şekillendiği toplumsal değer-lerle beslenmeyi de bir o kadar benimser. Paylaşım,dayanışma, birlikte eyleme, emeğe ve doğaya saygı,inanç salt maddi üretim ve tüketime endekslenen ka-pitalist sistemin; birey ve toplumun direnç kaynağıolan manevi değerlerini parçalayarak yol aldığını bili-

14-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Abdullah Öcalan)15-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü (Abdullah Öcalan)

129

yoruz bir yandan devasa moda ve reklam endüstri-siyle sınırsız ihtiyaçlar yanılsaması yaratarak toplumsürekli tüketime şartlandırılmakta, diğer taraftanaçlık, yoksulluk en vahşi “ehlileştirme” boyun eğ-dirme silahı olarak kullanılmaktadır. “Tükettiğinkadar değerlisin” sloganıyla insan maneviyattanuzaklaştırılarak tüketim çarkının basit bir dişlisinedönüştürülmektedir. Bakalım insanın emeği üzerin-deki denetimini; ihtiyaç ve istemlerini belirlemegücü ve takati dahi bırakılmamaktadır.

Açlık-yoksulluğun doğal afetler dışında kesinliklebilinçli yaratılan süreçler olduğunu yukarda ortayakoymuştuk. Fazladan biriktiği yerin karşı tarafındaaçlık ve yoksulluk boy verir. Kuşkusuz sadece dahafazla sömürmek amaçlı değildir. Aynı zamanda hertürlü direnç gücünden yoksun kılmayı hedefler. Tür-kiye ve Kürdistan da yoksullara yapılan yardımlarıngörüntüleri bu konuda ne ifade etmek istediğimizinen iyi resmidir. Arabaların arkasına doldurulan ma-karna, kömür torbalarının “yardım” adı altında ça-murlu sokaklarda birbiriyle kapışan insanlarınüstüne atılması yardım değil insanı onursuzlaştırmaamaçlıdır. Oysa yardım diye sunulan o insanlardançalmanın sadece cüzi bir kısmıdır. Toplumdan çalı-nanların kalıntıları yardım diye sunulurken “merha-met” maskesinin arkasına saklanan cellat kimliğinibelirsiz kılmaya çalışır.

Komünal topluluklar ekonomisinde herkesin ça-lışma hayatına gücü ve yetenekleri oranında katılımsağladığı, kararlaşma süreçlerinde yer aldığı, üretiportak tükettiği, ihtiyaç temelli bir ekonomik yapılan-mayı esas alır. İnsan yaşam kalitesini yüksek kılma-nın ötesindeki her türlü birikimi ve karı reddeder.Bireysel refah toplumsal refahla mümkündür. Bu sis-tem içinde manevi değerlere, ahlaki ilkeye büyükönem verilir. Bu konuda şunu belirtmek gerekir kigeleneksel toplum değerlerinde İMECE kültürü artı-ürünü paylaşma geleneği, zekat, fitre gibi dini inanç-larla yoksula yardım etme kuralı kırsal bölgelerdegüçlü yaşayan değerlerdir. Komün yapılanmasıköyde, mahallede, kasabada, kentte, yaşayan bu de-ğerleri de içine alarak katılımcı, özgürlükçü, özerk birmodel oluşturma konusunda en büyük desteği hal-

kın kendisinden alır. Demokratik toplumun özünüoluşturan komün her türlü hiyerarşik, iktidarcı, cin-siyetçi, sömürücü ilişkiyi reddeder. İnsanlar kendieylemi ve yaşamının karar gücüdür. Komün bir ruh-tur, özgür yaşam felsefesidir. Yerele dayanır. Azamikatılımı esas alır. “farklılıklarla birlik olma” ilkesiniesas alır. İhtiyaçların en doğru tespit edildiği ve adilkarşılandığı bir sistemdir.

Kuşkusuz bir komün diğer komünlerle ilişkilenipulusal ve uluslararası bağlamda ortak bir örgütlen-meye gidildiği oranda başarılı olabilir. Tek başına birkomün kurdun ağzındaki bir kuş gibidir. Bu nedenleyerelde oluşan komün yapılarını kapsayan, ortakperspektifte buluşturan ulusal kurumlara ve politika-lara ihtiyaç vardır. Kuşkusuz bunlar hiyerarşik, mer-kezi bir yapılanma özelliğinde değil demokratikişleyişle çalışan, yerellerin katılımından oluşan, koor-dinasyon rolü gören kurumlar tazında olmalıdır. Ör-neğin Amed’te büyük bir umut ve heyecanla açılankadın pazarı aradan iki ay geçmeden ilgi azlığıyla ha-berlere konu oldu. Oysa bu çalışma tam da demo-kratik ulus perspektifiyle şekillenen ekonomikbirliklere bir örnekti. Kadının ekonomide aktif yeralması bakımından değerliydi. Ancak bir yandankadın pazarı kurulurken diğer yandan hemen yanıbaşında devasa AVM’ler yükselirken, ticaret odala-rınca “bakir bölgeye” sermaye için davetiyeler çıkarı-lırken, komünal yapıları tekelci güçler karşısındakoruyacak politikalar kulak ardı edilirken uygulananher komün girişimi başarısız olur. Kuşkusuz bu başa-rısızlık komün yapısından kaynaklı değil; ulusal veuluslararası ölçekte politika geliştirememesindenkaynağını alır.

Bu nedenle toplumsal örgütlenmelerin yereldençatı örgütüne kadar aynı perspektifle uyum için ha-reket etmesi ve politikalar geliştirmesi elzemdir.Sözün başka, pratiğin başka olduğu uygulamalardabaşarı şansı yakalanamaz. Unutmamak gerekir kiekonomik özerklik toplumun öz savunmasıyla eş de-ğerdir. Ekonomik yapı üzerinde denetimini yitirenbir toplumun özgür varlığından bahsedilemez.

Komünal topluluklar ekonomisi doğaya dost birüretim tarzını esas alır. Doğaya yönelen her tehditözünde insana yöneltilmiştir. Bu nedenle insan yaşa-mını kolaylaştıran doğa dostu teknoloji kullanımıesas alınır. Doğayı tahrip eden birikim amaçlı sınırsıztüketimi reddeder. İnsan kadar doğanın da haklarıvardır. Buna saygı göstermek ve gözetmek üzün deinsanın kendi varlığına yaklaşımıdır. Çünkü yaşambir bütünü ifade eder. Bir yanı yara alırken diğer yanısağlıklı kalamaz. Bu anlamda HES’lerle boğulmayaçalışan coğrafyada tarihin yok edilmesi, doğanın tah-rip edilmesine karşı olmak yaşamı savunmakla bağ-

Unutmamak gerekir ki ekonomik özerklik toplumun öz savunmasıyla eş

değerdir. Ekonomik yapı üzerindedenetimini yitiren bir toplumun özgür

varlığından bahsedilemez

130

lantılıdır. Yakılan binlerce köyü yeniden yaşam ala-nına dönüştürmek temel üretim kaynaklarıyla bağkurmak kadar ibadet ölçüsünde değerlidir.

Komünal yapı ekonomik sisteme kadın kültürüyedirilmeden sonuç alıcı olacağı düşünülemez. Kadınkatılımının artırılması önemli olmakla birlikte bin-lerce yıllık tek yönlü gelişen ekonomik anlayışı aşmakiçin tek başına yeterli değildir. Kadın sistemini gelişti-recek, deneyimlerini genel yapılara aktaracak özgünalanlara ve pozitif düzenlemelere belli bir dönem ihti-yaç duyulacaktır. Kadınların planlama ve kararlaşmasüreçlerine aktif katılımı son derece önemlidir. Top-lumsal cinsiyet rollerini ve cinsiyete dayalı iş bölü-

münü ortadan kaldırmayı, kadının aleyhine düzen-lenmiş her tür yapıyı aşmayı hedefleyen bir sistemleancak komünal topluluklar ekonomisi inşa edilebilirözelde kadınla özdeşleşen ev içi çalışma alanlarınıncinler arası eşit paylaşıldığı bir düzenlemeye kavuş-turmak konuya giriş bağlamında önemlidir.

Kürt Özgürlük Hareketinin gelişim düzeyi ve mü-cadele deneyimi; komünal topluluklar ekonomisiningerçekleşmesine güçlü zemin sunuyor. Rojava’da ger-çekleşen deneyim her bakımdan örnek oluşturuyor.Özerk-demokratik-komünal bir ekonomik yapılan-mayla demokratik ulus yapılanmasının mümkün ol-duğunu ortaya koyuyor.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Zaman ve mekânı bilmek; yaşamı bilmek, tarihsel-leştirmek ve toplumsal kılmaktır. Tarihsel süreçtenkopuk her kavram, kuram ve kurum eğreti kalmayamahkûmdur, yapaydır. O yüzden tarihi iyi bilmek vegeleceği tarihsel köklere dayalı yaratmak toplumsalsistemler açısından hayatidir. Devletli toplumla dü-şünmeye, yaşamaya alışmış, zihniyet kalıplarını oluş-turmuş insan ve toplum olmaktan çıkmak, her zamanve mekânda büyük bedelleri gerektirdi, gerektirmeyede devam ediyor. Oysa binlerce yıllık toplumsallık veözgürlük tarihini bilmek ve yaşamı buna göre örgütle-mek, demokratik uygarlık tarihinin izinde, yaşayanıve yaşatanı olmak anlamına gelir.

Zamanı ve mekânı özgürleştirmek, özgür insan vetoplumla mümkündür. Bunun dışındaki bütün ara-yışlar devletli sistem verileri ve yaratımlarını aşmaya-cak, iyileştiren bir rol oynayacaktır. Binlerce yıllıkyabancılaştırma ile; insanın insana, insanın doğaya,kadının erkeğe, bireyin topluma biçiminde sıralayaca-ğımız zincirin kopan halkaları tek tek oluşturulma-yınca ne özgür insan, ne özgür toplum ve ne deekolojik sürdürülebilirlik mümkündür. Doğal toplumve yaşam, insanın-doğanın en güzel bütünleyeni ol-makla sürdürüldü. Bu bütünlük parçalandığında,bugün bütün sonuçlarıyla uğraştığımız kent-sınıf-devlet üçlüsü ortaya çıktı. Bu üçlünün insan ve doğal

yaşamda yarattığı yıkım tam anlaşılmadan ve yerinekonulacak alternatifler özgürlük tutkunu zihinlerceüretilmeden, yerleşik yaşam alanları özgür olmaya-cak, doğal ve toplumsal dengeyi yaratamayacaktır.Yıkım ve yok etme süreklileşen bir tarihsel zorunlu-lukmuş gibi insanlığa dayatılmaya devam edecektir.

Özgürleştiren doğadan öğrenen insan zekâsı, hiç-bir gücün yıkamayacağı bir üretkenlikle varlığını sür-dürmeye devam ediyor. Binlerce yılın sömürü vezulmü duygusal zekâyı öldüremedi, kadındaki top-lumsal direngenliği bitiremedi. Yine kentli yaşamınüzerinde yükseldiği analitik zekânın toplumsal özgür-lükten kaynağını alan özü yok edilemedi. Özgür vedoğal yaşamın üzerinde sürdürüldüğü topraklar, ulusdevletle milyonların yığıldığı “vatan”da kanserleşenbir kentleşmeye dönüşerek insanı, toplumu ve doğayıbitirme noktasına getirse de, doğal toplum ve özgüryaşam arayışı yok edilemedi. Çalışmanın özgürleştiri-ciliğinden uzaklaştırarak üretime yabancılaştıran bumekânlar, milyonlarca işsiz ve yoksulun nefesini tüke-tirken, toplumsal değer yaratımını kente sıkıştırdı.Doğa-kır-kent bağını kopararak, toplumsuzlaştıran,doğasızlaştıran uygarlık sistemi dün olduğu gibibugün de sorgulanıyor ve yeni yaşam mekânlarını ya-ratma mücadelesi dünyanın dört bir yanında veril-meye devam ediyor.

Bu mücadelenin özü, kendi zamanını ve mekânınıyaratma mücadelesidir. Bu yüzden tarihsel kimlik,kültür ve özgür zihniyet, bu mücadelenin temelinioluşturmak zorundadır. Köleliği ve egemenliği üretenzamana ve mekâna “dur” demek, öz bilince, toplum-sallığa, tarıma ve toprağa dayalı yaşama zemin yarat-mak tüm arayışların özünü oluşturuyor. Ekolojiktoplum, özgürleştiren doğa ve toplumsal ilişkiler bütü-nüdür. Özgürlüğe ket vuran, ideolojik ve sistemsel ya-pılanmaları reddeden, toplumsal özgürlüğe hizmet131

y Yurdagül Emek

Ekokentler ve Özyönetim

Binlerce yıllık yabancılaştırma ile; insanın insana,insanın doğaya, kadının erkeğe, bireyin topluma biçi-

minde sıralayacağımız zincirin kopan halkaları tektek oluşturulmayınca ne özgür insan, ne özgür top-lum ve ne de ekolojik sürdürülebilirlik mümkündür

132

edecek devrimsel yaratımları süreklileştiren toplum-dur. Toplumsal bir zamana ve mekâna kavuşan; bununekolojik zihniyet ve dünyasının zenginliği ve renkliliği-nin büyülü çekiciliğinde ruhsal ve düşünsel güzelliğe,iyiye, doğruya dair ne varsa yaşamsallaştırmanın hum-malı mücadelesinde kendini yeniden yaratan toplum-dur. Bu toplumda; kadının üreten, toplumsallaştırançekiciliği, gençliğin ruh ve dinamizm katan, yaratıcıgelişimi, yaşlıların bilgeliğiyle anlam kazanan özüyle,hiyerarşik tüm zihniyet kalıplarına karşı mücadeledekendini yeniden üretme esastır.

Farklılıkların zenginliğine dayanan bir çoğullaşmamekânında yaşamak, bir gurur ve onur kaynağı, birvarlıklaşma ve özgürleşme biçimi, özgür bir tercih an-lamına gelir. Halkların ve kadının zamanını- mekâ-nını yaratmak, toplumsallaşma vedemokratikleşmede alınan yola bağlıdır. Böyle birtoplumsallaşma içinde keşfedilemeyecek bir yetenek,özgürleştiremeyecek bir arayış yoktur. Bu doğal top-lum özleminin güncelleşmesi ve daha ileri bir düzeydegerçekleşmesinden başka bir şey değildir. Ekolojiktoplum, ekolojik yaşam, ekolojik köy-kent dediğimizolgunun kendisi de budur. İnsanlığın binlerce yıllıközlemlerinin gerçekleşme biçimidir.

Aranan ve gerçekleştirilmek istenen; kendi olma-nın, kendi kalmanın ve farklılığın özgürleştirici seçe-neklerini çoğaltan tarım-köy devrimi, toplumsallığınmekânlarını yeniden yaratmanın adıdır. İnsanı bütünfarklılıklarıyla, doğayı bütün çeşitliliğiyle özne kılan,doğayı ve toprağı bir ana kucaklayıcılığı ve öğreticili-ğinde sahiplenen çocuksu özlemlerle yeniden büyü-menin bütün kirlerinden arınarak kendini yarataninsanın varlıklaşma biçimidir. Komün, aryenik dil-lerde kom’dan türeyen bir ortak tanım etrafında şekil-lenen, özü topluluk ekonomisine dayanan, toplumsalolarak beslenme, kendini koruma ve soyunu sürdür-meyi de içeren bir öz örgütlenme biçimidir. Bu top-lumsallık etrafında basit veya giderek karmaşıklaşaninsan ve toplum ilişkilerini örgütleyebilen, kendine ye-tebilen ve varlığını sürdüren bir özyönetim biçimidir.Doğal toplum olarak milyonlarca yıl toplumsal tarihedamgasını vurmasına rağmen erkek egemen tarih ya-zımıyla birlikte tarihi devletli sistemle başlatan bir ta-rihsel çarpıtma zihinlerde büyük hasara yol açtı.Topluma ait olan kom, komün, beled gibi yönetim veözgürlük mekânları ele geçirilerek, toplum karşıtı dev-letli örgütlenmenin yerlerine çevrildi.

Uygarlık tarihi toplumsal yetenek ve gücü ele ge-çirme tarihi olarak yazılır. Bu tarihsel süreç, giderekmerkezileşen ve bu merkezler etrafında sınıf ve ken-tleşmeyi büyütürken, kom ve komünal yaşamı sürdü-ren doğal toplumlar bu merkezlerden kaçarak kendinikorur. Bu merkezlerden yükselen yabancılaşma, top-

lumsal yıkım ve doğayı vahşice katletmeyi içine sindi-remez, göçebe bir kimlik edinerek ondan uzak durur.Öykünen, benzeşen yanları bir lanetleme tarihi olaraktoplumsal bellekte yerini korur. Bugün devletli sistem,ağırlaşan ulus devlet sorunlarını ya da aşırı tekçi vemerkeziyetçi sistemin ekonomik ve toplumsal kriziniaşmak, ömrünü uzatmak için bazı iyileştirmelere gi-derek yerel yönetimlere kimi haklar, özerklik tanıyanuygulamaları geliştirerek merkezin yükünü hafiflet-meyi amaçlamaktadır. Yine devletli sistem içinde STÖler ya da kooperatif, sendika, hatta adına sosyalist de-nilen güya toplumcu-muhalif yapılar oluşturularak,halkları sisteme bağlamanın biçimleri geliştiriliyor. Buşekilde radikal demokrasi mücadelesiyle toplumundevlet dışı örgütlenme eğiliminin önü alınmaya çalışı-lıyor. Önemli toplumsal çalışmalar bu biçimiyle geliş-tirilse de eklektik ve yapay kalabiliyor, toplumugüçlendirmek yerine devleti güçlendiren bir rol oynu-yor. Kendini yöneten toplum yerine devletin idare et-tiği ve yön verdiği bir toplum olmaktan kurtulmagerçekleşmiyor. Doğal toplum, özü güçlü olan ve yüz-lerce yıllık kapitalist modernitenin teslim alamadığıözgürlük ruhu bu mekanizmalar içinde tutulmaya veoyalanmaya çalışılıyor, hapsedilmek isteniyor.

Toplumsal özgürlük mücadelelerinin uzak veyakın tarihi özgür yaşam mekânlarının oluşturulmasıkonusunda önemli deneyimlere sahiptir. Toplumsalyaşamın bütün olduğu, parçalara ayrılarak yönetile-meyeceği, yönetsel bir bütünlüğün olduğunu ve toplu-mun bütün işleriyle ilgili olduğunu ortayakoymaktadır. Sosyalizm mücadelelerinde ilham kay-nağı olarak yakın tarihte örnek gösterilen Paris Ko-münü böyle bir örnektir. Öz savunmasındanekonomisine, diplomasisinden toplumsal yaşamı ye-rinden örgütleme planlama ve uygulamalarına baktı-ğımızda bu bütünlüğü görürüz. Belki ömrü çok uzunolmadı, ama ulus devletin kendini örgütleyerek alter-natif olarak sunmak istediği bir zamanda, Paris mekâ-nında, halkların özyönetimlerini kolay kolay devletçisisteme teslim etmediklerini ve hiçbir zaman da etme-yeceklerini gösteren önemli bir deneyimdir. Marx’ıntahlil ettiği gibi devletleşme perspektifinin zayıf olma-sından değil de koşulları daha iyi hazırlanarak gelişti-rilmiş bir toplumsal örgütlenme düzeyinin zayıfolmasından dolayı yenilgiye uğradığını belirtmekdaha doğru olacaktır. İktidarı ele geçirme perspektifiyerine, toplumsal örgütlülüğü geliştirme ve özyöne-timi derinleştirme amacı daha kutsal, kalıcı ve tarihselönemdedir.

Özgürlük mücadelelerinde önemli sonuçlar eldeedilerek adına belediye veya yerel yönetim denilen ya-pılanmaları kazanma durumları olmuştur. Toplumsalyaşamın her alanıyla ilgili bu zeminleri devletin yerel-

133

deki uzantısı olmaktan çıkararak halk yönetimini ge-liştirme mücadelesi verilmiştir. Toplumsal inşa çalış-malarında belediye ve yerel yönetimlerin yeri neolacak veya demokratik özerkliğin inşa alanlarındanereye konulacak? Yerel yönetimler devleti demokra-siye duyarlı kılma mücadelesinin önemli mekânlarıdır.Bu duyarlılık da ekonomiden, sağlığa, eğitimdenspora, kültüre, kadın ve gençlik çalışmalarına kadarher alanda öz örgütlülüğünü geliştirme, bütün bu ça-lışmaları toplumun kendi işi haline getirme ile gerçek-leşir. Burada devleti küçültme, toplumsal alanlarıörgütleyerek demokrasiyi geliştirme, bunun mekaniz-malarını oluşturma öncelikli çalışmalardır. Bu çalış-malar da köy komünlerinden başlayıp sokak, mahalle,kent ve il meclislerinin örgütlenmesi ile kendi toplum-sal çalışmalarını yürüten bir öz bilinç ve öz örgütlülükdüzeyini geliştirme ile gerçekleştirilebilir.

Devleti küçültme mücadelesinde yerel yönetimler,meclis ve komünlere bağlı bir kurumsal kimlik ve de-mokratikleşme çalışmasıyken, devlet dışı demokratiközerklik inşasında, köy ve kent yönetimi; halk meclisive komünün kendisidir. Meclis halkın iradesi ve tümçalışmalarını örgütlediği yerken, tıpkı devletli sistemgibi bölüp parçalamaya gerek kalmadan, belediyelerinhalk komünü ve meclisine dönüşmesi, toplumun tümçalışmalarının örgütlenme yeri haline gelmesi gerekir.Doğal toplum, demokratik toplum yönetimi, ekolojikköy-kent yönetimi de bu anlama gelmektedir. Temsi-liyete dayalı örgütlenmeleri en aza indirgeyerek, doğ-rudan demokrasiyi geliştirecek çaba veörgütlenmelerin önü açılır. Böylece devletin elindenalınan belediyeler, köy- kent yönetimi, özünde ait ol-duğu toplumun yönetimine dönüşmüş olacaktır. De-vamında süreklileşen toplumsal mücadelesi ile“Toplumsal çalışmalar bütündür, parçalamak top-lumu parçalamaktır, bu da iktidarcı zihniyetin ürünü-dür” anlayışından hareketle, yönetim alanları vekurumları demokratikleştirilir, toplumsallaştırılır veöz yönetim alanlarına dönüştürülür.

Devlet dışı örgütlenmenin devrimsel bütün ola-naklarının yakalandığı demokratik özerk sistemlerdeköy-kent örgütlenmesi ve yönetimi, demokratik top-lum yönetimidir. Bu şu anlama gelmektedir; devletli

sistemin bugüne kadar yönetim gücü olmaktan çıka-rarak toplumda yarattığı tahribatların tespiti, devletçizihniyetin teşhiri ve bu tahribatların giderilmesi ça-lışmalarına hız vermek demektir. Burada devletintoplumdan çalarak iktidarını kurumlaştırdığı bütünzeminleri kurutan bir halk yönetimi devreye girer.Toplumun özyönetim gücü, özgürlük bilinci ve ira-desi temelinde örgütlenir. Toplumsal yabancılaşma-nın özü kadının ekonomiden uzaklaştırılması vetoplumun üretimden koparılmasıdır. Bu nedenle enönemli demokratik eylem olan ekonominin, baştakadın olmak üzere tüm toplumun işi haline getiril-mesi ve örgütlenmesi önemlidir. Ekonomisini örgüt-leyen bir kent ve köy, toplum kırım politikalarınıdurduran ve toplumsal gelişimin her düzeyde ola-naklarını yaratmanın kendisidir. Burada kölelik, serf-leşme ve işçileşme biçiminde bir sınıflaşma ve kölelikilişkisi yoktur. Toplumun kendi işleri vardır. Kâramacı gütmeyen, gönüllüğü esas alan, özgürleştiricibir çalışma ile tüm kentsel ve toplumsal ihtiyaçlarıbelirleyen, sorunları çözen bir irade, kentsel ve kırsalyaşama katılım vardır. Kendine yeterli hale gelme vedayanışma kültürü, her şeyi metalaştıran, parasalolanı öne çıkaran kapitalizme “dur” diyen bir ilişki veyaşam biçimi, bunun örgütlenmesi vardır. Tekelleş-meye karşı durarak, kooperatif örgütlenmeleriyle ko-lektif üretimi kırda ve şehirde geliştiren bir anlayışesastır.

Ekolojik tahribata yol açan, tarıma, toprağa ve do-ğaya düşman politikaları durdurmak, kent yaşamınıranta dayalı bir ticari tahakküm alanı olmaktan çıka-rarak özgür toplum alanına dönüştürmek, özgürkent örgütlenmesinin özüdür. Doğadan çalınanı do-ğaya devrederek, yeşile, toprağa, taşa ve ekolojik ya-şama zarar veren bütün kentsel uygulamalarıdurdurmak gerekir. “Doğaya yabancılaştırmayan,toplumsallığı öldürmeyen, bireyi tüketmeyen ekolo-jik bir kent yaşamı nasıl örgütlendirilir” sorularınacevap üretmek esas konulardandır. Kırı bitirmeyen,köye dayalı yaşamı özendiren, kentin krizli toplum-sal kimliğini çözen ve toplumsal gelişime hizmetedecek biçimde analitik zekâsını duygusal zekâ ilebuluşturan bir bilinç ve uygulamaya ihtiyaç vardır.

Bütün bu çalışmalar köklü bir zihniyet dönüşü-münü, ahlaki-politik toplumsal temsili ekmek sudandaha önemli bir ihtiyaç haline getirmektedir. Yoksadevletin el değiştirmesi gibi, kurumlarının, yerel yö-netimlerinin ele geçirilmesi üzerinden yeniden ikti-dar ve devletçi zihniyet kendini örgütleyebilir.Reddedilenin yerine neyin konulacağı, bunun hangiamaca ve zihniyete hizmet edeceği öncelikli konu-dur. Burada ekolojik zihniyet devreye giriyor. Top-lumsal ve doğal kırım ve tahribatları aşan bir

Ekolojik köy-kent yönetimi ve özgür yaşamınözü ekolojik toplum, ekolojik toplumun özü dekadın özgürlüğüdür. Toplumsallığın yaratıcısıkadının özgür ruh ve düşünce ile katıldığı her

çalışma özgürleştirir

134

demokratik kent yönetimi nasıl geliştirilir? Binlerceyılın tahakküm ve hiyerarşik ilişki ve öğrenme biçim-lerini yerle bir edecek, bunun yıkıcı sonuçlarını ter-sine çevirecek bir zaman ve mekânı yaratmak ancakaşkla yürütülecek bir çalışmayla başarılabilir. Devletlisistemin bir çarpıtması olarak, yönetim işini toplumuidare etmeye dönüştürüp, bunu da paralı ve temsilikaraktere büründüren uygarlık hastalığını aşmak, gö-nüllülüğü toplumsal hizmet anlayışının temeli yap-mak, doğrudan demokrasiyi toplumsal zamanı vemekânı yaratmanın özü kılmak esastır. Örneğin İs-veç’in Stockholm kentinin 26 belediyesinden biriolan Jerfella Belediyesi 60 bini aşan nüfuslu bir eko-kenttir. Burada tüm çalışmalar gönüllülüğe dayalı birtoplumsal duyarlılıkla yürütülür. 3 binin üzerinde ça-lışanı olan belediyede belediye başkanı da dâhil sa-dece 3 kişi maaş almaktadır. 200 kişi para almadankomisyonlarda çalışmaktadır. İl Genel Meclisinde101 üyenin 53’ü kadındır. Atıklarla kentin ısıtma so-runu çözülmekte ve kirliliğe dönüşmemektedir. 5 ve-linin başvurusu ile istenilen dilde eğitim olanağısağlanmakta, ilk ve orta öğretim okulları bulunmak-tadır. Şehrin yüzde 47’si yapılar, yüzde 15’i su, yüzde38’i yeşillikten oluşmaktadır.

Toplumsal işleri parçalayarak her parçası için ayrıbir uzmanlık alanı yaratmak, kapitalist modernite vezirvesi olan ulus devletçi zihniyet ve bunun uzantısıbilimciliğin ürünüdür. Uzmanlığa dayalı bir toplummühendisliği yapılarak, toplum kendi işlerinden ala-bildiğini uzaklaştırılmış, kendi olmaktan çıkarılmakistenmiştir. Toplumsallığı bölen, parçalayan ve yöne-ten bu zihniyete karşı durmak, toplumsal bütün çalış-malara birlikte kafa yoran, çözen, geliştiren vedemokratikleştirmede rol alan özgür yurttaşlık bilin-ciyle bireyi güçlendiren, özgürleştiren bir katılımcılıkkültürü özgür kent-köy ve yaşamın geliştiricisi olabi-lir. Toplumun işlerini başkasına bırakan, kararlarıbaşkasına aldıran, nesneleşen toplum yerine, işlerinesahip çıkan bir özneleşme, temsiliyeti aşarak doğru-dan katılımın önünü açar.

Doğada sürdürülebilirlik ve yenilenebilirlikönemli özelliklerdir. Bazı doğal tahribatlar, yıkımlarolabilir, ancak doğa mutlaka bunu kendi içinde telafiedebilecek, zamanla yenileyebilecek bir işleyişe ve do-ğurganlığa sahiptir. Toplum da kendini bu biçimdeiyileştirebilir, yıkımdan kurtararak, yeniden doğura-bilir, özgürleştirebilir. Kürt Halk Önderi AbdullahÖcalan “Özgür toplum ancak ekolojik olmaklamümkündür.… Ekolojik toplum, özünde sosyalistbir toplumdur” diyor. Ekolojik ve sosyalist toplum,örgütlü toplumdur. Köy ve kent, komünal örgütlen-meyle toplumsal kırım politikalarından kurtulabilir.Komün ve meclis örgütlenmeleri bu toplumsal örgüt-

lenmenin temelidir. Farklı kültür ve kimlikleri kapsa-yacak, ekolojik yaşama uyumlu, kadın özgürlüğü ek-seninde bir zihniyetle örgütlemenin dışında biryaşam alanı yoktur. Toplumsal yenilenme ve sürdü-rülebilirlik bu demokratik örgütlenme ve yönetimlegerçekleşir.

“Farklılaşarak özgürleşme” doğal ilkesinden öğre-nerek tüm uygarlık tarihinin tekleştiren, merkezileşti-ren, aynılaştıran zihniyetine karşı, yerinden, yatay veözgünlükleri özerklik ilkesiyle örgütleyen bir köysel-kentsel yaşam çekici, özgürleştirici, özü açığa çıkaranbir yaşamdır. Doğada uyum vardır, toplumsal uyumuekolojik zincirin bir halkasına dönüştüren özgür top-lum bilinciyle Murray Boockhin’in tanımladığı“üçüncü doğa-özgür doğa” gerçekleşebilir. Bu doğada“artık, atık, fazlalık” yoktur. İnsanın sanayileşme ilebirlikte tüm yaşamı ve doğayı kirleten süreçlerini ter-sine çeviren, ekolojik ekonomi, endüstri ve teknolojibu uyumun en önemli ayağıdır. Dünyanın sonunugetirebilecek enerji kaynakları yerine, yenilenebilir vesürdürülebilir enerji kaynaklarını esas alan, küreselısınma ve kanserli yaşama yol açan, tarihsel ve kültü-rel mirası yok eden, ekoloji düşmanı enerji politikala-rına karşı duran bir toplumsal, ekolojik bilinçdünyamızı, geleceğimizi kurtarır.

Ekolojik köy-kent yönetimi ve özgür yaşamın özüekolojik toplum, ekolojik toplumun özü de kadın öz-gürlüğüdür. Toplumsallığın yaratıcısı kadının özgürruh ve düşünce ile katıldığı her çalışma özgürleştirir.Ekonomiden, sosyal, politik ve zihniyet çalışmalarınakadar her alanda özgürlük ve eşitlik temelinde katı-lım, toplumun yitik parçasının tamamlanması, ekolo-jik toplumun yaratılmasıdır. Toplumsal ve ekolojiktahribatların ilk zemini ve üzerinde her türlü iktidarbiçiminin yürütüldüğü kadın, tüm özgürlük çalışma-larının da zemini ve yürütücüsü oldukça toplumkendi özüne kavuşur. Ekolojik köy ve kentsel yöneti-min ve demokratik dönüşümün garantisi kadının öz-gürlük çalışmalarına öncülükte ısrar etmesidir.“Kadın dostu kentler, cinsiyet temelli bütçeleme, eşit-lik eylem planı” gibi eril kentleşmede iyileştirme vetedbirler bu kadar dezavantajlı konuma getirilen ka-dını toplumsal alana çekmede etkili olabilir. Ancaközgürlük temelli toplumsal çalışmalarda öncülük dü-zeyinde yer alarak bu tedbirleri de aşan bir kadın ka-tılımı, özgür köy ve kentin kimliğine dönüşmekzorundadır. Yoksa tahakküm ve iktidar zeminini ku-rutmak mümkün değildir. Devletin toplumsal alan-dan çekilmesi için yürütülen mücadele egemenerkeğin de toplumsal alandan geri çektirilmesi müca-delesidir. Özgürlük bir toplum, köy ve kent için böylebir mücadele ile kimlik haline gelebilir, ekolojikyaşam inşa edilebilir.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Bölgeselleşme nedir?Bölgeselleşme, en geniş anlamıyla modern bir dev-

letin topraklarının tamamında belirli yetkilere sahipolan bölgelerin oluşması sürecidir. Merkezi devlet,elinde bulundurduğu yetkilerin bir kısmını yeni or-taya çıkan bu yeni birimlere aktararak onları işler halegetirir. Merkezin sadece desantralizasyon kapsamındabölgeleri oluşturduğu örneklerde devletin teritoryalyapısında köklü bir dönüşüme gerek duyulmazken,politik bölgelerin oluşması devletin üniter yapısınınbaştan sona reorganize olmasıyla gerçekleşir. Devletinüniter yapısının radikal bir dönüşümü anlamına

gelen reorganizasyon ve yetki devri süreçlerini yaşa-yan ülkede yeni bir politik iklim ortaya çıkar. Dahaönce bastırılan, politik ifade biçimleri reddedilenetnik, dilsel, dinsel ve kültürel çeşitlilik bölge sınırlarıiçinde ifade ve kendilerini yönetme araçlarına kavuşa-rak çatışma zemini olmaktan çıkarılır. O güne kadardevletin merkezi yapılanması yoluyla bastırdığı ülke-nin gerçek potansiyeli ortaya çıkar ülkenin ilerlemesiyolunda kullanılır.

Özerk bölgelerden oluşan bölgesel sistemin temelbirimini yasama ve yürütme yetkilerine sahip politikbölge oluşturur. Bölgelere veya yerele bazı yetkileridevretmeyi içeren idari desantralizasyon politik böl-genin oluşmasını gerektirmediği için sözünü ettiği-

miz bölgeselleşmenin kapsamına girmez. Bu tür böl-geselleşmede idari bir reform kapsamında bölgelerkurulsa bile sadece idari yetkilere sahip oldukları içinve merkezi çevredeki kolları olarak görev yaptıklarıiçin özerk değildirler. Buna en uygun örnek Fran-sa’nın 1982’de oluşturduğu yeni teritoryal sistemdir.İdari desantralizasyon kapsamında Fransa’da oluştu-rulan bölgeler sadece kendi sınırları içinde yer alanve “departament” adı verilen illerin arasında ekono-mik, kültürel vs. konularda koordinasyon sağlamayetkilerine sahip olup özerkliğin gerektirdiği temsilive siyasal araçlardan yoksundurlar.

Öte yandan, özerk bölgelere yetki devrini kapsa-dığı için her bölgeselleşme kapsamlı desantralizasyonsürecini içermek zorundadır. 1960’larda İskandinavülkelerinde ve Hollanda’da başlayan, 1970 ve 80’lerdeAvrupa’nın batı ve güneyinde yer alan diğer ülkelereyayılan ülkelerde desantralizasyon ve bölgeselleşmebirbirine paralel ve iç içe geçmiş bir süreç olarak ya-şanmıştır. 60’larda yaşanan desantralizasyon yereleyetki devrini içerirken, bunu izleyen on yıllar bo-yunca özellikle Avrupa’nın Latin kuşağındaki ülke-lerde yaşanan dönüşüm yerele yetki devrini aşarakbölgesel sistemlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.Aynı süreçte Britanya’da İskoçya ve Gal bölgeleredaha fazla yetki devri gerçekleşirken en köklü üniterdevlet olan Fransa’da idari yetkilere sahip bölgeler or-taya çıkmıştır. İtalya’da, İkinci Dünya Savaşı’ndansonra kurulan ve idari yetkilere sahip olan bölgeler1971’de daha fazla yetki devrini içeren reformlarlaaktive edilmiş ve bu süreç 2001’deki reformla tümbölgelerin özerk duruma geldiği bölgesel bir sistemortaya çıkmıştır. Aynı bölgeselleşme eğilimi 1978’deyaşanan İspanyol örneğiyle zirveye ulaşmıştır. Nere-deyse federal bir sistemle kıyaslanacak seviyede olanİspanya’daki bölgesel sistemin bu kadar derinliğine135

y Necat Ayaz

Devlet-altı Birimlerin İnşa Süreci:Bölgeselleşme ve Federalleşme

Self-government ilkesini kendisine reh-ber alan gelenek, devlet altı birimlerin

oluşmasını engellemez ve onlara devolu-tion adını verdiği yetki devri süreci yo-

luyla güçlendirmeyi tercih eder

136

yaşanmasının sebebi farklı etnik kimliklerin ısrarlımücadeleleri olmuştur.

Bölgeselleşme, özellikle kimlik eksenli (Katalonyagibi bölgelerde ekonomik varlığını koruma en azkimlik talebi kadar etkilidir) etnik direnişin yoğunolarak yaşandığı ülkelerde gelişebileceği azami sınır-lara kadar gelişirken, bunun küçük bir bölgeye (veyaTirol örneğinde) hapsolduğu ve bunun sonucundada zayıf yaşandığı İtalya’da uzun bir süre sadece idaribölgelerin varlığının sürdürülmesine sebep olmuşbölgelere önemli yetkiler aktarılmıştır. Söz konusu ta-leplerin daha küçük ölçekte destek bulabildiğiFransa’da ise özerklik istekleri anakaradan yalıtılıp biradayla sınırlanmış (Korsika)(1) ve bunun sonucundaülkede idari bölgelerin oluşmasının dışına geçileme-miştir. Anglosakson devlet geleneğine sahip olan Bri-tanya’daki bölgeselleşme hikayesi ise adı geçen buörneklerden büyük ölçüde ayrı durmaktadır. Fransa,İspanya ve İtalya gibi ülkeler Cumhuriyetçi üniterdevlet geleneğine sahipken, Britanya liberal Anglo-sakson geleneğe sahip olmuştur. Self-government il-kesini kendisine rehber alan gelenek, devlet altıbirimlerin oluşmasını engellemez ve onlara devolu-tion adını verdiği yetki devri süreci yoluyla güçlendir-meyi tercih eder. Birleşik Krallık devletini oluşturanKuzey İrlanda’ya “Hayırlı Cuma Anlaşması”(2) ile ve-rilen ileri düzeyde özerklik, İngiltere ile birleşmesin-den beri devletin iki kurucu unsurundan biri olarakgörülen İskoçya’nın 1998’deki reformlarla sahip ol-duğu ileri düzeyde özyönetim ve aynı reform süre-ciyle güçlendirilen Galler’in bölge kimliği sözü edilenözyönetim ilkesinin uygulandığı örnekleri göster-mektedir. Ancak aynı sürecin devletin nüfus ve top-rak olarak en büyük parçasını oluşturan merkezidevletin konumlandığı İngiltere’de yürütülme dene-mesi başarısızlığa uğramıştır. İngiltere’yi oluşturan bi-rimlerin İskoçya ve Galler benzeri bir bölgesel yapıyakavuşması için 2004’te kuzeydoğudaki “Northum-bria’da”(3) yapılan referandum başarısızlıkla sonuçla-nınca İngiltere’deki bölgeselleşme sürecindenvazgeçilmiştir. Bu bölgenin özerkliği kabul etmesi du-

rumunda diğer bölgelerde de tekrarlanacak referan-dumlardan olumlu sonuç çıkması kuvvetle muhte-meldi. Böyle bir durumda, farklı bir etnik ve politikdüzlemde yer alan Kuzey İrlanda dışarıda bırakılırsa,İtalya ve İspanya’yla birlikte Britanya Avrupa’nınözerk bölgelerden oluşan bölgesel sisteme sahipüçüncü ülkesi olacaktı.

Bölgeselleşme ve aktörler Farklı düzeylerde bölgeselleşmenin yaşandığı bu

örneklerden çıkan temel sonuç bölgeselleşme süre-cine yol açan kimlik, ekonomik, tarihsel ve kültüreltaleplerin her bölgede farklı bir düzeyde eşitsiz bir şe-kilde geliştiği gerçeğidir. Genellikle bu taleplerdenbirkaç tanesini veya tümünü içlerinde barındıranetnik hareketin bulunduğu politik bölge, bölgeselmodele geçilmesinin temel aktörü ve motor gücü ha-line gelir. Bu durum, İspanya’daki diğer bölgeci hare-ketlerin oluşmasını doğrudan etkileyen Katalonya veburadaki etnik hareket için oldukça geçerlidir. Kata-lonya’daki etnik hareket sadece objektif anlamda İs-panya’nın diğer bölgelerinde bölgesel hareketlerin vetaleplerin ortaya çıkmasını tetiklememiş, Katalancıhareketler bu tür hareketleri örgütlemek içinde planlıbir çaba içinde olmuştur. Bu strateji doğrultusundaKatalancı hareket 1917-19 yılları arasındaki KatalanÖzerklik Kampanyası kapsamında diğer bölgelerdekibölgeci talepleri güçlendirmek için yoğun bir çabaiçinde olmuş ve bölgesel özerklik konusunda bölgecihareketlere yeni argümanlar sağlamıştır.(4) Elbettediğer bölgelere bu müdahale, bölgeler arası dayanış-madan ziyade, Katalan taleplerini reddeden merkezidiğer bölgelerden yükselen bölgeci veya milliyetçi ta-leplerle kuşatmaya alıp uzlaşmaya zorlamak amacı ta-şımaktaydı. 19. yüzyıl sonu ile 20. başlarındaİspanya’da ortaya çıkan bölgeci ve milliyetçi hareket-ler çoğunlukla kendilerine Katalancı hareketi modelolarak almışlardır. Direniş düzeyi ve harekete geçir-diği şiddet potansiyeli sonradan hep gündemde kala-cak olan Bask hareketi bile Katalanizmin etkisialtında milliyetçiliğe dönüşmüştür.(5) Ancak Bask

1- 1991’de verilen Özel Statü kapsamında Korsika Collectivite Territorial yani Fransa’nın Denizaşırı Departmanları (DOM) ve Denizaşırı Toprakları’nın her ikisindenbazı unsurların bir araya getirilmesininden oluşan özel idari bir birim olarak nitelendirildi. Farimah Daftary, Insular Autonomy: A Framework for Con-flict Settlement? A Comparative Study of Corsica and The Aland Island, ECMI Working Paper -9, October 2000, p.11

2- 1998’de taraflar arasında imzalanan bu anlaşma gereğince Kuzey İrlanda’ya geniş çaplı yasama ve yürütme yetkileri verilmesinin yanı sıra bölgenin kendi kade-rini tayin hakkını özgürce kullanması kapsamında referandumdan geçmesi halinde İrlanda Cumhuriyet ile birleşmesi kabul ediliyordu. Bunun yanındaanlaşmada bölgenin kendisini serbestçe tanımlaması hakkı çerçevesinde isterse İrlandalı, Britanyalı veya her iki kimlikle kendisini tanımlayabileceğibelirtiliyor ve kuzey ve güney İrlanda arasında çok çeşitli konularda işbirliği ve koordinasyonu sağlaması için güney ve kuzey İrlanda arasında süreklibir bakanlar konseyinin kurulması öngörülüyordu. Ayrıntılar için bknz. The Northern Ireland Peace Agreement, http://peacemaker.un.org/sites/pea-cemaker.un.org/files/IE%20GB_980410_Northern%20Ireland%20Agreement.pdf

3- Referandum, Elected Regional Assemly adı verilen seçimle işbaşına gelecek bölgesel bir meclis oluşturmak amacına yönelik olarak yapılmıştır. Referandumunbaşarısız olması bu bölgedeki kent merkezleri arasındaki güçlü rekabetten kaynaklanmıştır. Meclisin kurulacağı Newcastle-upon-Tyne referandumdaolumlu oy kullanırken, diğer kentler olumsuz oy kullanmıştır. Ferran Requejo; Klaus-Jürgen Nael (editörler) Devolució Políca a Bèlgica i al Regne Unit:Simetria o Asimetria? Mihaela Vancea Decentralització, asimetries i processos de resimetrització a Europa: Bèlcika, Regne Unit, Itàlia i Espanya. IEA,2009, p.149

4- Xósé-Manuel Nuñez, The Region as Essence of Fatherland: Regionalist Variants of Spanish Nationalism (1840-1936), European History Quarterly, Vol.31 No.4,London, 2001.

5- Raymond Carr, España 1808-1975, Barcelona, 2001, p. 536s

137

milliyetçi hareketi ise kan bağına dayanan, moder-nizm ve sanayileşme karşıtı reaksiyoner karakteriylebölge sınırları içine hapsolmuştur. Böylece Bask ha-reketinin, İspanya’da bölgesel sisteme geçilmesinintemel aktörlerinden biri olmasına rağmen, sahip ol-duğu bu özelliğiyle diğer bölgeleri etkileme kapasite-sinin sınırlı olduğu söylenebilir.

İspanya’da bölgesel sisteme geçilmesinden bir yılöncesinde bile Katalonya, Bask, Valensiya ve Ka-narya dışındaki tüm bölgelerde merkeziyetçilerinoranı özerklik isteyenlerin oranından daha büyük ol-muştur.(6) Ancak aynı durum 1978’de değişmiş bu yılözerklik isteyenlerin oranında ciddi bir artış olmuş-tur. Bu değişimde bölgelerin özerklik haklarını ga-rantileyen yeni İspanyol Anayasası’nın kabuledilmesi önemli bir rol oynamakla birlikte, Kata-lonya ve Bask’ın özerklik hakkını kullanmak için ha-rekete geçmesinin de etkisi küçümsenmemelidir.Ülkelerdeki diğer bölge hareketleriyle en az 70 yıl ön-cesine dayanan bir ilişkiye sahip Katalan baş aktörü-nün ve onun hemen yanında yer alan Basklı aktörünözerklik için harekete geçmediğini varsaydığımız du-rumda İspanya’da yaygınlık (tüm bölgeleri kapsa-ması) ve derinlik (yetki devri) açısından bu ölçüdebir bölgesel sistemin oluşması hayal bile edilemezdi.

Bölgesel sistemin asıl savunucuları olan etnik vebölgesel hareketlerin yanında en az onlar kadarönemli olan bir diğer aktör ise devlettir. Nasıl bir böl-gesel sisteme geçileceğini (idari bölge, politik bölgevb.), bölgesel sınırların belirlenmesinin hangi kriter-ler çerçevesinde olacağını, bölge statüsünün ne şe-kilde hazırlanacağını, bölgelere yetki devrinin nasılolacağını ve bunun ne kadar sürede gerçekleşeceğineson tahlilde devletin karar vermesi gerekmektedir.Aynı şekilde, tüm bu süreç boyunca gereken yasal veanayasal değişiklikleri yapması gereken aktör devletolduğu açıktır. Bölgesel dinamikleri oyun kurucularve bunu sahada uygulayanlar olarak ele alırsak, dev-leti de bu oyunun kurallarını belirleyen yapı olarakkabul etmemiz gerekir. Bu tespitten, bölgesel dina-miklere karşı devletin rolünü büyütmek anlamı çıka-rılması doğru değildir. Bundan ziyade, tüm yetkilerielinde tutan merkez olarak devletin bu süreçtekitemel düzenleyici role sahip olduğu anlaşılmalıdır.Bölgesel dinamiklerin talepleri doğrultusunda ortayakoyacakları hareketlilik düzeyi nasıl bir bölgesel sis-teme geçileceği, bölge sınırlarının belirlenmesi, bölgekimliğinin bölgesel dinamikler tarafından tarifi süre-cin hızı konularında belirleyici olacaktır.

Politik bölge talebinin dayanaklarıDünya üzerindeki bölgeler, birbirinden oldukça

farklı parametreler kullanılarak sınıflandırılır. Bölge-lerden her biri tarihsel, dilsel, dinsel, coğrafik ve eko-nomi özelliklerden biri veya birkaçı esas alınaraksınıflandırılır. Bu özellikler açısından birbirinden bukadar farklı olan bölgeler, 20. yüzyılın farklı zamandilimlerinde farklı şiddetlerde politik bölge talebi içinmücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler boyunca ta-leplerin çoğu politik bölgeye geçiş noktasında yo-ğunlaşırken, bu talebin dayandırıldığı dayanaklar herbölge için farklı olmuş veya aynı olsalar bile önem sı-rası değişmiştir. Katalancı hareket için 20. yüzyılınbaşında Katalan ekonomisinin korunması en baştagelen talepken, Bask hareketi için yok olmaya yüztutan Baskçanın diriltilmesi tartışılmaz önemde olanbir talepti. İspanya’nın özellikle güney ve batı bölgele-rinde ise talepler ekonomik gelişme zeminine otur-muştur. Özellikle ekonomik talepler İtalya’nınmerkezden uzak Sicilya ve Sardinya adalarında önplandayken, ülkenin geri kalanından daha iyi birrefah seviyesine sahip olan ve farklı bir tarihsel ve dil-sel mirasa sahip olan Güney Tirol ve bir ölçüde deAosta Vadisi için bu mirası koruma talebi ekonomikkaynakları kontrol etme talebi kadar önemli olmuş-tur. Yine, hem anakaradan kopuk olan ve hem defarklı dilsel-kültürel mirasa sahip olan Korsika isepolitik bölge talebi adanın ekonomik kaynaklarınıkontrol etme ve dil-kültürü korumayı içine almıştır.

Britanya’da ise ekonomik merkezlere yakın olanve erken dönemde sanayileşen Galler’de bölgeci ha-reketin özerklik talebinin dayanakları daha çok Galdilini korumaya dayanmıştır. Ülkenin diğer bölgele-riyle kıyaslandığında daha az bir ekonomik gelişmiş-lik düzeyine sahip olan İskoçya’da bu taleplercoğrafik ve ekonomik zemine dayanmış ve ardındanBritanya’nın iki kurucu unsuru olma gerçeğinin güç-lendirdiği İskoçya milliyetçi hareketi özerklik talebiniaşarak bağımsızlık talep etmiştir.

O halde politik bölge taleplerinin ilk dayanağıbölge dil, kültür veya ortak tarihsel geçmişinin şekil-lendirdiği kimliği korumak olurken, ikincisi bölgelerarasındaki teritoryal hiyerarşiyi derinleştiren vebunun sürdürülmesine yol açan ekonomik politika-lara son vermek veya kendi ekonomik kaynaklarınıkontrol etmektir. Acaba politik bölge statüsünü eldeeden bölgeler kimlik taleplerini gerçekleştirebilmişlermidir? Son kırk yılın özerk bölgeler tarihine baktığı-mız zaman buna olumlu cevap vermemiz gerekecek-tir. Ulus-devletlerin tek dile dayanan politikalarısonucu dilsel gerileme veya dilsel yok oluşla yüz yüzekalmış pek çok halk, özerklik statülerinin kendilerineverdiği yetkiyle dillerinin kullanımını normalleş-tirme konusunda önemli ilerleme göstermişlerdir.

6- Las tendencias autonómicas (1977), http://clio.rediris.es/n32/atlas_espana.htm

138

Bu konuda başarılı olan bölgelerin başında Katalonyagelmektedir. Statü edildikten sonra Katalanca benim-senen dil politikası gereği eğitim, yönetim, kültürelüretim ve ekonomi alanında en önemli dili halinegelmiş ve bu sayede kaybettiği toplumsal zeminiönemli ölçüde geri kazanmıştır.(7) Özerklik öncesineredeyse yok olmakla yüz yüze kalan Baskça içinaynı şeyleri söyleyemesek bile, dilsel erimeyi dur-durma anlamında başarılı olduğu ve İspanyolca’nınardından Baskçayı Bask bölgesinin ikinci dili halinegetirdiğini söyleyebiliriz.(8) Politik bir statüye sahipolmamasına rağmen dil ve eğitim konularında sözsahibi olan Galler’de Galcenin bölgenin dili olmasıanlamında kayda değer ilerleme sağlanmıştır.(9)

Güney Tirol’de ise İtalyancanın yayılması karşısındagerileyen bölgenin dili (Almanca), özerklikten sonrabölgenin normal dili konumuna gelmiş, İtalyan’ın birbaşka özerk bölgesi olan Aosta Vadisi’nde de aynı ko-nuda benzer bir gelişme meydana gelmiştir.(10)

Politik bölge talebinin bir diğer dayanağı olan teri-toryal hiyerarşinin ortadan kaldırılması noktasındaözerk bölgelerin başarılı olup olmadıkları sorusu ce-vaplamalıdır. Bölgeler arasında derin ekonomik eşit-sizliklerin olduğu böylesi durumlarda başarısağlamak bazı ancak uzun vadede söz konusu olabi-lir. Teritoryal hiyerarşi eşitsiz kapitalist gelişmeyle or-taya çıkmış ve bunun ardından devletlerin farklıekonomi politikaları kapsamında kimi durumda burealiteyi değiştirmek için mesafe alınırken, diğer du-rumlarda da bunu değiştirmek için fazla çaba har-

canmamıştır. Özyönetim talepleri zemininde ulus-devletlerle çatışma içinde olan etnik hareketlerin bu-lunduğu bölgeler de ise bölgesel ekonomikhiyerarşilerin sürdürülmesi bir

devlet politikası olarak benimsenmiştir. Ulus-dev-letler çatışma sürecine geçmeden önce sanayileşen vedolayısıyla bu hiyerarşinin yukarılarında yer alan böl-gelerde bu politikanın ekonomik zarar vermek dı-şında fazla bir başarı şansı yokken, diğer örneklerdeekonomik geri kalmışlık sabitleştirilir ve bunun so-nucu bu bölgelerdeki ekonominin yıkımı yaşanmış-tır. İlk duruma örnek olarak verilebilecek olanİspanya’nın ilk sanayileşen bölgeleri olan Katalonyave Bask onlarca yıl süren Franko diktatörlüğüne rağ-men söz konusu hiyerarşinin başındaki yerlerini kay-betmemişlerdir. Ancak bu gerçeklik, ekonomikalanda kendi kararlarını vermediklerinden dolayı heriki bölgenin de büyük ekonomik kayıplarının ortayaçıkmasına engel olmamıştır. Özerklikten sonra eko-nomilerinin kumandasını ellerine alan bu bölgeler,kendi ihtiyaçları doğrultunda ekonomilerini yönet-miş ve önemli ilerlemeler sağlamışlardır. İspanya’da,ekonomik olarak gelişmemiş oldukları için teritoryalhiyerarşinin aşağısında yer alan bölgeler de politikstatü kazandıktan sonra kendi öz çıkarları doğrultu-sunda bir ekonomik örgütlenmeye gitmiştir. Söz ko-nusu bölgelerin ekonomik gelişmemişliklerini telafietmek için kurulan Bölgeler Arası Tazmin Fonu ilemali yardım yapılmaya devam edilmektedir.(11)

Kimliği korumak ve teritoryal hiyerarşiyi ortadan

7- 1979’da kabul edilen Katalan Özerklik Statüsü gereği Katalanca İspanyolcanın yanında resmi dil olarak kabul edilmesinin yanı sıra bölgenin özgün dili olarak ta-nıyarak ona özel bir statü vermiştir. Bunun ardından kabul edilen dil siyaseti yasaları ve dilin kullanımını normalleştirme kurumları sayesinde Katalanca baştaeğitimin her basamağı olmak üzere diğer alanlarda büyük ilerleme sağlamıştır. Katalancanın eğitim alanında kullanımı konusunda daha geniş bilgi için bknz:M., Areny, A., Schaaf, Catalan: The Catalan language in education in Catalonia, Spain.: Mercator Education (Regional Dossiers), Ljouwert/Leewarden, 2000.http://www.mercator-research.eu/fileadmin/mercator/dossiers_pdf/catalan_in_spain.pdf

8- Bask dilini konuşma oranı özerk bölgenin kurulduğu ve Baskçayı İspanyolcanın yanında resmi dil olarak kabul ettiği 1980’den günümüze adım adım artmıştır.Bugün bölge nüfusunun ¼’i Baskçayı konuşabildiğini belirtmektedir. Özerk bölgenin kabul ettiği ve çiftdilliğe dayanan Bask dili siyasetinin en çok başarılı ol-duğu alan eğitim olmuştur. Bask yönetiminin uygulamaya koyduğu ve dört seçenekten oluşan eğitim modelinden en çok Baskça’nın ana eğitim dili olduğu Dve çiftdilli seçenek B tercih edilmiştir. N. Gardner, Basque: The Basque language in education in Spain. Ljouwert/Leewarden: MercatorEducation2005.http://www.mercator-research.eu/fileadmin/mercator/dossiers_pdf/basque_in_spain2nd.pdf

9- 1993’te Gal hükümetinin kabul ettiği Gal Dil Yasası’nda Galce bölgede İngilizcenin yanında eşit statüye kavuşmuştur. Yasa, tüm kamu kurumlarının Galceninkullanımını garanti altına almak için alacakları tedbirleri içeren bir plan hazırlamalarını ve bunu hükümete bağlı olan Gal Dil Kurumu’na sunmalarını şart koş-muştur. 2010 Gal Parlamentosu aldığı kararla daha ileri giderek Galceyi bölgede resmi olarak ilan etmiştir. Galce eğitimin yapılmaya başlanmasıyla bu dilikonuşan özellikle ilkokul çağındaki çocukların oranı artmıştır. Galcenin bölgede yüzyıldan daha fazla süredir devam eden gerilemesi 1980’li yıllardan itibarendurmuş gibi görünmektedir. Dil yasası hakkında daha fazla bilgi için bknz. The Welsh Language Act,http://www.legislation.gov.uk/ukpga/1993/38/data.pdf, The Welsh Language Measure, http://www.legislation.gov.uk/mwa/2011/1/enacted/data.pdf

10- Güney Tirol’e özerklik verilmesinden bu yana özerk yönetimin belirlediği dil politikası alanındaki ısrarlı çalışması sonucu yönetim, yargı, polis ve eğitimde Al-manca ve İtalyancanın (Ladinlerin yaşadığı yerlerde her iki dilin yanında Ladince) her ikisi birden kullanılmaya başlanmıştır. Her etnik grup kendi okulunuaçma hakkına kavuşmuş ve bu okullarda özerk ilde konuşulan diğer dilinde öğretilmesi zorunlu hale getirilmiştir. İlin eğitim alanındaki kazanımları konu-sunda bknz: Pircher, K., Huber, U., Taschler, H. The German Language in education in South Tyrol, Ljouwert/Leeuwarden: Mercator Education (Regional dos-siers series). 19. Yüzyıldan İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda kadar devam eden İtalyanlaştırma sürecinden büyük zarar gören Aosta Vadisi’de kendisinetanınan özel statü gereği kendi topraklarında yok olmakla yüz yüze kalan Franko-Provençal dilini kurtarmak için büyük bir çaba içine girmiştir. Burada da be-nimsenen iki dilli politika özellikle yönetim, eğitim ve yer isimleri gibi alanlarda Franko-Provençal tekrar kullanılmaya başlanmış ve İtalyanca kadar yaygınkullanılmasa da söz konusu dil bölgenin ikinci dili statüsüne yükselmiştir. Bölge nüfusunun % 50 kadarının dili konuşabilmekte ve günlük ilişkilerinde onukullanmaktadır. Bknz. Région autonome de la Vallée-d'Aoste, http://www.axl.cefan.ulaval.ca/europe/italieaoste.htm

11- İspanya’da bölgesel sisteme geçilmesinden sonra bölgeler arası işbirliği ilkesi gereğince bölgeler arası eşitsizliklerin giderilmesi amacıyla geniş çaplı tedbirleralınmıştır. Bu çerçevede alınan en önemli tedbir, devletin bölgeler arasındaki eşitsizlikleri azaltmaya çalıştığı Bölgeler Arası Tazmin Fonu’nu olmuştur.1982’den günümüze kadar varlığını sürdüren bu fonların büyük kısmı yoksul bölgelere aktarılmış ve daha çok bu bölgelerdeki altyapı yatırımlarını finanse et-mede kullanılmıştır. İspanya’da bölgesel sisteme geçilmesinden sonra yaratılan iş olanaklarından dolayı güneydeki yoksul bölgelerden kuzeydeki sanayimerkezlerine yönelik uzun tarihi geçmişi olan göç durma noktasına gelmiş, merkezileşme döneminde ortaya çıkan bölgelerin merkeze yoğun ekonomik ba-ğımlılığı azalmış ve bölgeler arasında çok büyük eşitsizlikler kalmamıştır. Yoksul bölgelerin ekonomik gelişmesinin en çarpıcı örneklerinden biri Castilla-LaMancha’dır. 1960’larda Avrupa’nın en yoksul 25 bölgesi arasında sayılan Castilla-La Mancha’da bu durum radikal bir şekilde değişmiştir. Bknz. Manuel Tor-res Aguilar (Ed.), El Futuro del Estado de Las Autonomías: Un Encuentro para la Reflexión, Diputación de Córdoba, 2003, s. 98, 114, 133

139

kaldırmak için kendi ekonomisini yönetmek özyö-netimin gerçekleştiği anlamına gelir.

Politik bölge talebinin bir başka önemli dayanağıise merkeze karşı devlet-altı yetki katmanlarının oluş-masının demokratikleşmedeki yeridir. Bu yetki kat-manlarının oluşturulması bir yandan bölgeler içinözyönetimin gerçekleşmesi anlamına gelirken, diğeryandan yetki paylaşma kültürünü geliştirerek ülkenindemokratikleşmesine katkıda bulunur. Tüm yetkilerielinde bulunduran ve her bölge için neyin gerekli ol-duğuna kendisi karar veren çok güçlü bir merkezinçevresine yeni merkezler inşa ederek yetkilerin ço-ğunu bunlara devretmek önemli bir demokratikadım sayılmalıdır. Baskıcı ve hantal olan merkeziyetçidevlet yapısını çok merkezli biçimde yeniden dizaynedilmesi demokratikleşme yönünde geri dönülmezbir değişimin yaşanmasına sebep olur.

Federalleşme nedir?Federalizm genel olarak yargı, yürütme ve yasama

yetkilerinin büyük oranda devlet-altı birimlerinelinde olduğu ve eyaletlerin devletin yapısını belirle-diği bir yönetim sistemidir. Ancak dünya üzerindekifederal devletlerin çoğu farklı toplumsal ve siyasalkültüre sahip olup tam olarak bu tanımın gerekleriniyerine getirmezler. İki yüzyıldan fazla bir tarihselgeçmişi olan federalizm, dünyanın tüm kıtalarındaçok farklı etnik, dilsel, siyasal ve ekonomik sorunlaraçözüm bulma kapasitesi ile üniter devlet karşısındabaşarılı bir alternatif sistemi temsil etmektedir.

Federal sistem kuruluş amacına göre ilk olarakeşit kurucu birimlerin bir araya gelerek ortak birdevlet çatısı altında birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Butarz federal inşa süreci ağırlıklı olarak ABD, Kanadave Avustralya gibi eski kolonilerde ve bağımsız dev-letlerin bir araya gelmesiyle İsviçre’de yaşanmıştır.İkinci federal inşa modelinde ise üniter devlet çatısıaltındaki bileşenlerin bir arada tutulması için Belçikaörneğinde olduğu gibi üniter sistemden federal sis-teme geçilir. Hindistan ve bir ölçüde de Rusya’da fe-deralizme geçiş bu modele uymaktadır. Üçüncü tipfederal inşa modelinde ise savaş sonrasında barışıgerçekleştirmek için devleti yeniden yapılandırılırveya kurulur. Nepal, Etiyopya, Bosna ve Irak’ta fede-ral inşa modelleri bu amaçla gündeme gelmişlerdir.18. ve 19. yüzyıl boyunca yaşanan ilk federal inşamodeli artık mevcut dünya gerçekliğinde tekrar-lanma şansına sahip olmayıp, yerini ikinci ve üçüncütip federal inşa süreçlerine bırakmıştır.

Bir yandan çok etnikli ve çok dinli olan ve lehçe-leri ile birlikte yüzlerce dili bünyesinde barındıran,

diğer yandan da büyük bir nüfusa ve geniş topraklarasahip olan Hindistan’ın federalleşme süreci oldukçadikkat çekmektedir. Tarih boyunca bir kez Moğolhükümdarlığı döneminde, ikinci kez de Britanya yö-netiminde dışardan zor kullanılarak birleştirilenHindistan, kendi dinamiklerine dayalı gelişen bir si-yasal birlikten yoksun olmuştur. Bu özelliğinden do-layı, bağımsızlık sonrasında yeni bir arada yaşamamodelinin geliştirilmesi bu devasa devletin varlığınısürdürmesi için can alıcı önemdeydi. Bu kapsamda,Britanya sömürge imparatorluğundan bağımsızlığınıelde ettiği birkaç yıl içinde hem farklı etnik ve dilselgrupların özyönetim taleplerine cevap vermek hemde geniş topraklara yayılan ülkede daha etkili bir yö-netim oluşturmak için çeşitli idari modeller tartışıl-mış ve en sonunda dil sınırlarına dayalı olarak çizilensınırlara sahip olan federal sisteme geçilmiştir. Nehrudöneminde, oluşturulacak federal sistemin güçsüzbir merkezle, yetkilerin çoğunu elinde bulunduraneyaletlerden oluşması düşüncesi, müslümanlarınfarklı bir örgütlenmeye gitmesi ve bunun sonucundaPakistan’ın birlikten ayrılması üzerine rafa kaldırıl-mıştır. Bu tarihten sonra, güçlü bir merkezin olması-nın ülkenin birliği için gerekli olduğu fikribenimsenerek bu doğrultuda adımlar atılmıştır.(12)

Dilsel sınırlara dayalı olarak oluşturulan ilk eyaletin1953’te kurulmasından bu yana gelen süreçte toplan28 eyalet ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Hindis-tan’da devlet altı birimlerin kurulması süreci ortayaçıkan yeni ihtiyaçlara cevap olmak için sürekli olarakilerleyen evrim halinde olan dinamik bir süreçtir.

Federalizm tartışmaları günümüzde Hindistan’ınkomşusu olan Nepal’de politik hayatın başlıca günde-mini oluşturmaktadır. Ülkede krallık rejimine karşıyürütülen halk savaşının temel taleplerinden biri de,farklı etnik grupların özyönetimi çerçevesinde fede-ral bir sistemin kurulması olmuştur. Nepal’in çok et-nikli yapısını göz ardı eden kralcı üniter sisteme karşıdesantralizasyon temeline dayanan talepler zamanlapolitik kredibilitesini yitirmiş ve bunun yerine halksavaşını yürüten Maocu hareket etnik gruplarınkendi kaderini tayin hakkı ve özerkliği savunmayabaşlamıştır. 1990’ların ortalarından hareketin prog-ramında federal Nepal olarak yer alan bu talep, üçbüyük siyasi parti arasında imzalanan dokuz madde-lik anlaşmada da yer alarak ülkede kendine geniş birtaban buldu. Politik partilerin üzerinde uzlaştıklarımaddelerden 5’i kimlik talepleriyle ilgiliydi ve budurum Nepal federalizminin güçlü bir etnik temeledayanacağını göstermekteydi. Nepal’de iç savaş son-rası devletin baştan sona restorasyonu zemininde

12- Miguel Caminal; Ferran Requejo (eds), Federalisme i plurinacionalitat. Teoria i analisi de casos. George Mathew, L’índia: unitat en la diversitat a través d’un fe-deralisme en evolució, s. 331

140

tartışılan federalizm meselesi bu yönüyle 20. yüzyılboyunca yaşanan diğer örneklerden ayrılmaktadır.Aslında devletin yeniden kurulması anlamında ilktür federalizm modeline yaklaşırken, üniter devletyapısının reorganizasyonu yoluyla farklı etnik grupla-rın taleplerine cevap verme anlamında da ikinci fede-ral inşa modeline yaklaşmaktadır. Nepal’defederalizm konusunda 2000 yılından bu yana yapılantüm tartışmalara ve iç savaşın ardından taraflarınüzerinde uzlaştığı Geçici Anayasa’da devletin adınınresmen “Nepal Federal Cumhuriyeti” olarak değişti-rilmesine rağmen bu konuda daha üzerinde uzlaşıl-mayan bazı temel meseleler var olmaya devametmektedir.

Uzun süren bir iç savaş sonucunda federal sistemtemelinde yeniden örgütlenen bir başka ülke ise Eti-yopya’dır. Afrika’nın en eski devleti olarak sayılan Eti-yopya’da federalizm ülkedeki farklı halklar tarafındankurulan tüm ulusal kurtuluş cephelerini bünyesindebarındıran Etiyopya Halkları Devrimci DemokratikCephesi’nin 1991’de diktatörlüğü yıkmasıyla gün-deme gelmiştir. Daha 19. yüzyılın sonunda kendiniyönetme tecrübesi olan Eritre’nin ayrılma yönündetercihini yapmasından sonra geriye kalan etnik grup-ların uzlaşması sonucu 1995’te yeni anayasa ilan edi-lerek federal cumhuriyet kurulur. Federe eyaletleriinşa sürecinin etnik temele dayalı olarak yürütüldüğüülkenin toprakları dokuz eyalete ve iki özel statüyesahip kent arasında bölünmüştür. Eyaletlerin tama-men etnik temelde oluşturulmasının yanında dikkatiçeken diğer önemli bir noktada dünyada mevcut eya-let sistemleri içinde istisna olan eyaletlere anayasalolarak ayrılma hakkının bu ülkedeki eyaletlere veril-mesidir.(13) Etiyopya federalizminin bir başka önemliözelliği de ülkedeki her etnik grubun diğer etnikgruplarla uzlaşma şartıyla istedikleri zaman kendieyaletine sahip olma hakkının olmasıdır.

Asya ve Afrika’da federal sistem inşa örnekleriyakın zamana kadar bu şekilde yaşanırken, bunabenzer bir sürecin Avrupa’da yaşandığı tek örnekBosna Hersek olmaktadır. Yugoslavya’nın dağılması-nın ardından eski cumhuriyetlerin birlikten tekerteker ayrılmaya başladığı süreçte Bosna’daki Boşnakve Hırvat güçlerinde bu amaçla düzenledikleri bir re-ferandumla Bosna Hersek devletini ilan etmeleri bu

bölgedeki Sırplar tarafından kabul edilmemiştir.Kendi çözümlerini uygulamak için harekete geçenSırp, Hırvat ve Boşnak milliyetçilikleri ülkeyi tahripederek ağır kayıplarla sonuçlanan savaştan sonra fe-deral bir modelle aynı devlet çatısı altında kalmayıkabul etmişlerdir. Birbirine düşman bu milliyetçilik-lerin elinde kalan üç toprak parçası üzerindeki etnikgrupları bir arada tutabilmek için neredeyse dünya-nın en ileri politik desantralizasyon süreci yaşanmış-tır. 1995 tarihli Dayton Barış Anlaşması’nınöngördüğü bir şekilde ülke Bosna Hersek Federas-yonu ile Sırp Cumhuriyeti arasında bölünmüş vemerkezi hükümetin yetkilerinin çoğu bu iki birimeverilmiştir. Bu her iki birim politik, idari ve mali ola-rak özerk olup anayasada açıkça devlete bırakılan yet-kiler dışında kendi topraklarında tüm kamu işleriniyerine getirmektedirler. Devletin iki alt birimindenbiri olan ve Boşnak ve Hırvat nüfusundan oluşanBosna-Hersek Federasyonu’da özerk yetkilere sahip10 kantona bölünmüştür.(14)

Federalleşme ve aktörlerHindistan’da federalleşmenin ana aktörü süreci

baştan sona kadar dizayn eden merkezi hükümetlerolmuştur. Hindistan gibi çatışma potansiyeli yüksekolan dinsel ve etnik hareketlerin bulunduğu devasabir ülkede merkezin federal modeli belirlemesi işiniüstlenmesi anlaşılır gibi görünmektedir. Özellikleeyalet sınırları içinde etnik azınlıkların eyaletteki ço-ğunluk yönetiminin baskıcı politikalarından korun-ması noktasında merkezi müdahalelerin rolü önemligörünmektedir. Ancak federal hükümetin bu gücünüeyaletlerdeki azınlıkları korumak yerine kendi eyalet-lerine sahip olan daha büyük azınlıkları kontrol altınaalmak için kullandığı yönünde eleştirilerde vardır.(15)

Hindistan’da merkezi hükümet dışındaki ikinci aktöreyalet ve eyalet altı bölgelerdeki dinamikleri temsileden hareketlerdir. Andra Pradeş eyaletinin kurul-ması talebini 1950’lerde yükselterek ülkenin federal-leşmesinin yolunu açan ülkenin doğusundakihareketi bu süreçte önemli bir yere sahiptir. 1953’teAndra Pradeş eyaletinin kurulmasına yol açan Te-lugu halkının zaferi diğer bölgelerde de eyalet taleple-rinin yaygınlaşmasına yol açmıştır.(16) 1989’dakiparlamento seçimleriyle başlayarak eyaletlerdeki par-

13- Ayrılma hakkının kullanılabilmesi için ayrılmak isteyen eyaletteki konseyin bunu üçte iki gibi bir çoğunlukla onaylaması ve federal hükümetin söz konusu eya-lette düzenleyeceği referandumda geçmesi şartı getirilmiştir. Etiyopya Anayasası’nın 1994’te kabul edilmesine rağmen, 1993’te ayrılma hakkını kullananEritre için de hemen hemen aynı prosedür kullanılmıştır. Bknz. Tom Pätz, Ethiopia’s return to federalism, Forum of Federations,http://www.forumfed.org/libdocs/Federations/V5N1SEen-et-Patz.pdf

14- Bosna-Hersek Cumhuriyeti’ni oluşturan birimlerin yetkileri için daha fazla bilgi için bkzn. Constitution of Bosnia and Herzegovina, http://www.ccbh.ba/pub-lic/down/USTAV_BOSNE_I_HERCEGOVINE_engl.pdf

15- Miguel Caminal; Ferran Requejo (eds), a.g.e., s.39. Kuzeydoğudaki Assam Eyaleti’nde bazı etnik gruplar için küçük eyaletler kurulması ve yine çoğu bu eyaletteolmak üzere daha küçük etnik gruplar için Özerk Tepe Konseyleri adıyla idari yapılar kurularak söz konusu gruplarla barış anlaşmaları imzalanması merkezihükümetin müdahalesiyle gerçekleşmiştir. Assam yönetimi şimdiye kadar merkezi hükümetin bu etnik gruplar lehine geliştirdiği müdahaleyi geliştirme isteğive kapasitesinden yoksun olmuştur.

16- Daha fazla bilgi için bknz. Umsan Ghani, Reorganization of Indian States, 2010. http://www.issi.org.pk/publication-files/1299053773_17699520.pdf

141

tilerin seçimlerde istikrarlı bir şekilde oylarını arttır-maları ise ülkede bu partilerin katıldığı koalisyon dö-nemlerini başlatmıştır. Çok partili sistemingüçlendirildiği bu süreçte federal sistem geri dönül-mez bir şekilde derinleştirilmiştir.(17) Bölgesel parti-lerin yükselişi eyaletlerin yetkilerinin arttırılmasıtaleplerine yeni bir boyut katarak meşruiyetini arttır-mıştır.

Nepal’de federalizm talebinin en önemli aktörü20. yüzyılın ortalarından itibaren federalizmi savu-nan Madhesi etnik grubu olmuştur. Ülkenin güne-yindeki ovalık alanlarda yerleşik olan Madhesilerinkurduğu tüm siyasi partiler, kendi etnik gruplarınınyönetimin her düzeyinde adil bir şekilde temsil edil-diği federal temelde bir yapılanma talebini ortak birşekilde dillendirmişlerdir. Bunun ardından Maocuhareket 1996’da yayınladığı kendi gündemindeki ön-celikler arasına federalizm talebini de eklemiştir. (18)

Böylece, hem Madhesilerin hem de etnik temeldemotor gücünü oluşturdukları ve süreç içinde diğerbölgelere de yayılan federalizm talepleri ülkenin ikibüyük politik gücünden biri olan Maocu hareket ta-rafından savunulmaya başlanması ülkede federalleş-menin önünü açan en önemli adım olmuştur. Aynıetnik grubun 2007’de nüfusun önemli bir kısmınıoluşturdukları Terai bölgesinde özyönetim amacıylabaşlattıkları güçlü direniş ülkenin federal sistem doğ-rultusundaki inşa sürecinin ilerlemesi yönündeönemli bir basınç yapmıştır. Geçici anayasanın bu di-renişten bir yıl sonrasında kabul edilmesi ve ülkeninfederal bir cumhuriyet olarak ilan edilmesinde bu di-renişin rolünün belirleyici olduğu söylenebilir. 2000yılından sonra federalizm üzerine Nepalli ve yabancıaraştırmacıların çalışmalarının ardı ardına yayınlan-ması ise bu süreci akademik olarak besleyerek aktör-lerin tezlerini güçlendiren bir rol oynamıştır.

Etiyopya’da federal sistemin inşa edilmesi süreciniyöneten temel güçler ülkede etnik haklar temelindeörgütlenen Eritre, Tigre, Afar, Oromo ve diğer halk-ların kurduğu ulusal kurtuluş cepheleri ve onları biraraya getiren demokratik cephe yapılanması olmuş-tur. Geçmişte siyasal bir kimliğe sahip olan ve birmüddet Britanya’nın mandasında kalan ve 1950 yı-lında BM’nin aldığı kararla Etiyopya ile federe birilişki statüsüne sahip olarak bu devlete bağlananEritre, Tigre ile birlikte merkeziyetçiliğe karşı etnik

direnişin temel aktörü olmuştur. Eritre’nin bağımsız-lığını ilan ederek tamamen Etiyopya siyasal hayatın-dan çıkması diğer siyasi yapılanmalardan dahaörgütlü olan Tigre politik güçlerinin devletin federalyapılanması üzerinde daha fazla etkili olması sonu-cunu doğurmuştur. (19)

Uluslararası güçler eliyle federalizmin inşa edil-diği Bosna’da ise yerel aktörlerin yanında hatta onlar-dan önce yabancı aktörlerin etkisini görmekgerekmektedir. Özellikle Hırvat ve BoşnaklarınBosna-Hersek devletinin en büyük alt birimini oluş-turacak Bosna-Hersek Federasyonu altında bir arayagelmelerinde uluslararası baskının rolü büyüktür.Bunun sonucunda her iki etnik kesimin temsilcileri1994’te Washington’da bir araya gelerek kendi arala-rındaki çatışmayı sona erdirecek anlaşmayı imzala-mışlardır. Bosna’daki bu güçler çatışma koşullarındaiçerden bir model geliştirmek konusunda başarısızolmuş ve kendileri için dizayn edilen modeli benim-semişlerdir. Bu anlaşma, yine uluslar arası aktörlerindirekt yönetiminde gerçekleşen ve ülkedeki savaşı bi-tiren 1995 tarihli Dayton Barış Anlaşması’nı imkandahiline sokmuştur.

Kanada federalizminin aktörleri eski kolonyaltopraklarda ortaya çıkan bağımsız birimler olurken,bunların arasında yer alan Quebec sergilediği dina-mizmle bu ülkedeki federal modeli önemli orandaetkilemiştir. Örnek olarak, 1960’larda Quebec’teFransızca konuşanların yaygınlaşan hak talepleri Ka-nada’daki federal sistemin daha fazla desantralize ol-masına yol açmıştır. Quebec’teki bu gelişmelerKanada sınırlarını da aşarak diğer çok uluslu liberaldemokrasileri de etkilemiştir. (20)

Federalleşme talebinin dayanaklarıPolitik bölge talebinin üç dayanağından kimliği

korumak ve gücü inşa edilen farklı merkezler ara-sında paylaştırarak otoriterizmi önlemek federal sis-tem talepleri içinde geçerlidir. ABD ve Kanada’daolduğu gibi, ilk inşa sürecinde eyaletler özgün kim-liklerini yitirmeden bir devlet çatısı altında bir arayagelmişlerdir. Yine Almanya ve ABD’de olduğu gibigücün tek merkezde toplanıp başka amaçlar için kul-lanılmasını engellemek federal sisteme götüren ge-rekçelerden biridir. Yüzölçümü olarak büyük olanülkelerde bölgesel düzeyde hizmet sağlamak meselesi

17- Miguel Caminal; Ferran Requejo (eds), Federalisme i plurinacionalitat. Teoria i analisi de casos. p.356 18- Adam Bergman, Ethnic Federalism in Nepal: A Remedy for a Stagnating Peace Process or an Obstacle to Peace and Stability?, (Minor Field Study Report) Upp-

sala Universtiy, 2011, http://www.pcr.uu.se/digitalAssets/118/118045_ethnic-federalism-in-nepal---a-remedy-for-a-stagnating-peace-process-or-an-obs-tacle-to-peace-and-stability-final-version.pdf

19 Savaşın sonunda ülkede yaşanacak federalizme geçiş sürecinin aktörleri olan siyasal partiler, adı geçen silahlı hareketler olmuştur. Bundan dolayı demokratikçalışma ve hareket tarzının taraflarca benimsenmesi zaman almış görünmektedir. Özellikle Tigre’nin sahip olduğu gücü eyaletlerin üzerinde güçlü bir merkezyaratmak için kullanmayı seçmesi, diğer eyaletlerdeki politik güçlerin sert muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bölgesel güçler 1995’te yapılan ulusal ve bölgesel par-lamento seçimlerini boykot etmiş ve bunu sonucunda Tigre Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) büyük bir seçim zaferi kazanmıştır. Etiyopya’da federalizmin kısa birtarihi için bkzn. Tom Pätz, Federal Democratic Republic of Ehtiopia, Handbook of Federal Countries, 2005.

20 - Miguel Caminal; Ferran Requejo (eds), a.g.e. p.24. Fransızca’nın konuşulması yüzünden ülkede fiili bir asimetri oluşturan Quebec’in mücadelesi bundan kay-naklı hukuksal bir asimetrinin de federal yönetim tarafından kabul edilmesi sonucunu doğurmuştur.

142

de federalizmin bir başka gerekçesidir. Brezilya, ABDve Avustralya gibi büyük ülkelerde federalizmin ku-rulmasında yüzölçümünün büyük olması da etkili ol-muştur. (21)

Günümüzde gerçekleşen federal inşa süreçlerininyaşandığı örneklerin çoğunda savaş sonrası barışıtesis etmek amacı güdülmektedir. Bu örneklerdedaha çok etnik olarak bölünmüş toplumları bir aradatutmak için devlet federal model temelinde baştansonra yeniden dizayn edilir. Etnik kimliğin oldukçagüçlü olması ve çoğu durumda devletin baskılarınakarşı şiddetli bir direniş göstermeleri federal temeldebir reorganizasyonu zorunlu kılmaktadır. Yaşanan re-organizasyonda sürekli tahakküm ve baskı üretenmerkez-çevre ilişkisinin yerine bölgelerin çoğununkurucu unsur oldukları ve yeni merkezin (ya da dev-letin) niteliklerine ortak karar verdikleri bir sistemgetirilir. Bölgeler arasındaki eşitliğin anayasal olarakda güvenceye alındığı bu sistem federalizmden baş-kası değildir. Etiyopya’da gerçekleşen, Nepal’dedevam eden ve Irak’ta ise mevcut istikrarsızlıktan do-layı daha epeyce sorunları olan federal inşa süreçleribu kapsamda görülebilirken, Bosna’da federalizmesas olarak etnik grupların devlet inşa sürecindekendi aralarında derin bir bölünmeyi yaşamalarınacevap olarak gündeme getirilmiştir.

Farklı etnik, dilsel veya dinsel temelli kimliklerdenoluşan ülkelerde yaşanan federalleşmede etnik barışıtesis etmenin en önemli yönlerinden biri olan etnik te-mele dayanan özyönetim taleplerine olumlu cevap ve-rilmektedir. Çoğu durumda teritoryal bir zeminedayanan bu talepler bölgenin baskın kimliğini koru-mayı amaçlamaktadır. Etiyopya’da ve Nepal’de baskıcımerkeziyetçi yönetime karşı ortak bir mücadele verenetnik gruplar rejim değişikliğinden ziyade kendi etnikkimliklerinin korunması birinci öncelik olmuştur.Hindistan’da ise kimliği koruma meselesi devletin ilkgeniş çaplı reorganizasyonunda bazı eyaletlerde dilselbir renge bürünürken, Pencap ve Keşmir’de ise dahaçok dinsel kimlik şeklinde ortaya çıkmıştır.

Federalizm sürecinin bir başka önemli dayanağı ise

sosyal ve ekonomik ayrımcılığa son vermek kendi eko-nomik gelişmesinin sorumluluğunu üstlenmektir. Gü-nümüzde federalleşen bazı ülkelerde daha öncekidönemlerde üniter devletlerin ekonomik ve sosyal po-litikaları sonucu yatırımların çoğu merkezi bölgelereyapılmış olup diğer bölgeler tamamen ihmal edilmiş-lerdir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri Nepal’dir.Bu ülkede eski rejimin tercihi sonucu yatırımların çokbüyük çoğunluğu başkentinde yer aldığı merkezi böl-geye yapılmış olup ülkenin uzan batı ve orta batı bölge-lerine neredeyse hiç dokunulmamıştır. (22)

Almanya’da federalizmin gündeme gelmesinin birbaşka nedeni savaş sonrası ülkenin yeniden imarıgibi ağır bir sürecin altından merkezi hükümetinkalkmasının zor olduğu gerçeğidir. Bundan hareketle,Almanya’nın, dünyanın en büyük ekonomilerindenbiri haline gelmesinde ülkeyi yeniden imar sürecindebaşarılı olan federal yapının rolü olduğunu söyleyebi-liriz. Küçük bir Avrupa ülkesi olan İsviçre’nin güçlüekonomiye sahip olması ve ekonomik refahında 150yıllık federal sisteminin kilit bir role sahip olduğuiddia edilebilir. Aynı şekilde başta ABD olmak üzereKanada ve Avustralya’nın sahip oldukları zenginliğinve ekonomik performansta sahip oldukları federalsistemin önemli bir rolü olduğu kabul edilebilir. Tümbu örneklerden, federal sistemin bir ülkenin ekono-mik gelişmesinin yolunu açtığı sonucu çıkarılabilir.

Dünya’da Teritoryal Reorganizasyon Örnekleriİspanya;İspanya’da bölgesel sisteme geçiş kapsamında teri-

toryal reorganizasyon meselesi 1977’yi izleyen yıl-larda demokratikleşme sürecinin vazgeçilmez birmaddesi haline gelmiştir. Ancak bundan epeyceönce, 1936-38’de kısa süren halk cumhuriyetinineliyle gerçekleştirilen Katalan ve Bask bölgelerininkuruluşunu içeren reorganizasyon örneği ortaya çık-mıştır.(23) Fakat demokratikleşme sürecinde reorga-nizasyonu gerçekleştirme görevini üstlenenhükümetler, bu radikal mirası devralıp geliştirmek

21- Miguel Caminal; Ferran Requejo (eds), a.g.e. s. 6022- 2004 mali yılında 70 milyar dolar civarında olan ülkenin gelirinin % 77’si merkez bölgeden, % 11’i doğudan, % 8.83’ü batıdan, % 1.85’i orta batıdan ve % 1.03’ü

uzak batıdan toplanmıştır. Aynı yıl toplam kalkınma harcamalarının % 85’i merkez bölgesine giderken, uzak batınınpayına ancak % 2 düşmüştür. Batı bölge-leriyle merkez bölge arasında sosyal gelişmişlik farkının da çok büyük olduğu okuma-yazma oranlarından açıkça görülebilmektedir. Başkent Katmandu’daokuma-yazma oranı % 73 iken, uzak batıda yer alan Humla’da bu oran %19’du. Nepal’de üniter sistem zamanında gerçekleşen eşitsizlik ve ayrımcılık konu-sunda daha fazla bilgi için bknz. State Restructuring and Issues of Local Self Governance in Nepal, Association of District Development Committees of Nepal(ADDCN), August 2007, s.10http://www.addcn.org.np/quick_file/State%20Restructuring%20and%20Issues%20of%20Local%20Self%20Governance%20in%20Nepal1.pdf

23- 1931 İspanya Cumhuriyeti Anayasası ortak tarihsel, kültürel, ekonomik veya toplumsal özelliklere sahip sınır bölgelerinde yer alan illerin bir araya gelereközerk olabileceğini kabul ediyordu. Bunu gerçekleşmesi için söz konusu toprak parçasındaki kayıtlı seçmenlerin üçte ikisini temsil eden belediyelerin bölgeiçin bir statü hazırlayıp önermeleri, statü tasarısının bölgede yapılan referandumda üçte iki çoğunlukla kabul edilmesi ve ardından ulusal parlamentonunbunu onaylaması gerekiyordu. Bu süreçte en örgütlü iki bölgesel güç olan Bask ve Katalan milliyetçi güçleri harekete geçerek anayasanın tanıdığı bu hakkıkullanmak istemişlerdir. Statüsü parlamento tarafından onaylanan Katalonya 1932’de özerk olurken, Bask hareketinin maksimalist talepleri ve Bask-Navarraçekişmesi yüzünden Bask bölgesinin ancak 1936’da özerkliği kabul edilmiştir. Aynı dönemde harekete geçen diğer bölgesel güçler ise bu süreci başarıyla gö-türememişlerdir. Anayasanın öngördüğü bu teritoryal modelin uygulanması meselesi 1936’da iç savaşın başlamasıyla gündemden düşmüştür. 1931 İspanyolAnayasası için bknz. Constitución de la República Española,http://es.wikisource.org/wiki/Constituci%C3%B3n_de_la_Rep%C3%BAblica_Espa%C3%B1ola_de_1931

143

yerine 1948’de bölgesel sisteme geçen İtalya’nın sınırlıidari yetkiler veren modelini kendisine örnek olarakalmak istemiştir. Katalan ve Bask hareketlerinin dahafazla özerklik için gösterdikleri kararlılık ve bu talep-lerin diğer bölgelere de yayılmaya başlaması merkeziiktidarı ülke gerçekleriyle yüzleşmek zorunda bırak-mıştır.

İspanya’da politik bölgelerin kurulması 1975’tenitibaren başlayan demokratikleşme sürecinin tümaşamalarında yer almış ve sürecin sonunda tüm ülketopraklarını kapsayan bölgesel sistem ortaya çıkmış-tır.(24) İlk olarak 1975’te hükümet çıkardığı yasaylaBask etnik direnişinin merkezi olan Bizkaia ve Gi-puzkoa illeri için teritoryal bir modeli araştırmaklayükümlü Özel İdari Yönetim Araştırma Komis-yonu’nun kurmak için bir yasa çıkarır. Komisyon, ça-lışmalarının sonunda hükümete söz konusu illerdeidari özerklik kapsamında bölgesel bir kurumunoluşturulmasını önerir. Aynı çalışmayı Katalonyaayağı da 1976’da bölgeyi oluşturarak her dört ilinmeclis başkanları ve önde gelen şahsiyetlerinin katılı-mıyla aynı isme sahip olan bir komisyon kurulur. Bukomisyon da hükümete sunduğu öneride bölgedeKatalonya Genel Konseyi’nin kurulmasını önerir.

Adı geçen ki komisyonu kurarak ülkenin kuze-yinde şiddetlenen etnik talepleri değerlendireceğiniyolunda mesaj veren hükümet çıkardığı yasalarla1977’de ilk olarak Katalan Geçici Özerk Yönetimi’niardından aynı yıl Bask Ülkesi Genel Konseyi’ni oluş-turur. Kurulan geçici özerk yönetimleri oluşturanüyeler her bölgedeki illeri meclis ve yeni kurulan se-natoda temsil eden milletvekilleri ve senatörlerdenoluşmaktaydı. Yasama ve düzenleme dışında idareyleilgili bir dizi yetkinin devredildiği bu rejimlerinamacı kurumsal olarak bu bölgeleri özerkliğe hazır-lamaktı.(24)1978’de meclisin çıkardığı yasalar sonu-cunda bu adım genelleştirilir ve aynı yılın sonunagelindiğinde ülke çapında 13 geçici özerk yönetimkurulur.

1978’de yürürlüğe giren yeni anayasa İspanya’nınyeni teritoryal örgütlenmesi açık bir şekilde yer ala-rak özerklik hakkı, özerklik inisiyatifi, özerklik statü-sünün nasıl hazırlanacağı, özerk bölge ve devletinelinde kalacak yetkiler ve özerklik sürecinin nasıl ge-lişeceği konularına açıklık getirdi. Anayasanın özerk-lik inisiyatifini kapsayan 143. maddesi ortak tarihi,kültürel ve ekonomik özelliklere sahip çevre iller,

adalar ve bölgesel tarihi kimliğe sahip illerin bir arayagelerek özerk bölge oluşturabileceklerini belirtmek-teydi. İnisiyatif başlatmak için söz konusu bölgedeseçmenlerin çoğunu temsil eden belediyelerin en az2/3’sinin bir araya gelmesi gerekmekteydi. Etnik ha-reketliliğin olmadığı veya zayıf olduğu bölgeler içingeliştirilen bu formül normal yolla özerkliğe ulaşımolarak adlandırılmıştı. Bu yolu kullanan özerklik ini-siyatiflerinin hazırladığı statü tasarılarının referan-duma götürülmesine ihtiyaç yoktu.

Katalonya, Bask ve Galiçya için 151. madde kap-samında öngörülen özerklik inisiyatif formülü çabukyolla özerkliğe ulaşım olarak adlandırılıyor ve bubölgelerde daha geniş bir mutabakat ve referandumzorunluluğu getiriyordu. Bu formüle göre, bu bölge-ler sözü edilen şartları yerine getirmek koşuluyla üstdüzeyde yetkilere sahip olabilecekti. Buna göre, sözkonusu bölgeleri oluşturduğu varsayılan illeri temsileden milletvekilleri ve senatörlerin oluşturduğuasamble statü tasarısını kabul edecek, ardından tasarımeclisteki anayasa komisyonuna gönderilecek veeğer burada bölgeyi temsil eden heyetle tasarı konu-sunda uzlaşmaya varılırsa bölgede referandum dü-zenlenecekti. Referandumdan sonra tasarı tekrarparlamentoya sunulacak ve bir yasa olarak resmileşe-cekti. Anayasa komisyonundan uzlaşma çıkmadığıdurumlarda ise statü parlamentoda bir yasa tasarısıolarak ele alınacak ve bölgede referanduma sunula-caktı.

Böylece özerkliğe her iki yoldan ulaşımda daözerklik inisiyatifinin başlatılması anayasal bir hakolarak kabul edilmekteydi. İnisiyatif için gerekli ço-ğunluğa ulaştıktan sonra en önemli iş talep edilenözerk bölge için statü hazırlamaktı. Bu açık hükmerağmen, statü tasarılarının anayasada öngörüldüğügibi aşağıdan yukarıya yoluyla hazırlanması sadeceKatalan, Bask ve Galiçya özerklik statüleri için geçerliolmuştur. Geriye kalan diğer bölgelerin statü tasarı-ları yukardan aşağıya yoluyla hazırlanmıştır. 1981’de2 büyük siyasi parti ve diğer siyasi ve sosyal aktörlerülkenin teritoryal yapısının aşağıdan yukarıya doğrusorgulamaya başlamış(26) ve bunun sonucunda sü-rece tabanın katılımı sınırlanmıştır. Aslında daha1980’den beri merkezi iktidar “tarihsel” olarak ifadeedilen bölgelerin dışında kalan diğer bölgelerin mak-simum yetkilere sahip olmalarından yana olmayıponlara sınırlı yetkiler verme eğilimindeydi. Ancak

24- Bazı bölgeler için 1983’te bazıları için ise 1987’de biten ve üç aşamadan oluşan özerklik sürecinde teritoryal reorganizasyon alanında şunlar gerçekleşmiştir: Bi-rinci aşamada pre-özerk kurumlar kurulmuş, ikinci aşamada özerk bölge statüleri hazırlanmış ve üçüncü aşamada da özerk bölgeler kurularak başlıca yetki-ler transfer edilmiştir. Carlos Viver Pi-Sunyer, The Transition to a Decentralized Political System in Spain, Forum of Federations, p.5-14

25- Luis López Guerra, El Modelo Autonomico, Autonomies, n. 20, Aralık 1995, s.17526- Carlos Viver Pi-Sunyer, The Transition to a Decentralized Political System in Spain, Forum of Federations, http://www.forumfed.org/pubs/occasional_pa-

pers/OCP4.pdf p. 8. Bu uzlaşmadan sonra Andalusiya dışında statülerin kabul edilmesiyle ilgili oluşturulan prosedürlere göre özerk bölge inisiyatiflerini tem-sil eden hukuk delegasyonlarının statü tasarılarını parlamentonun anayasa komisyonu önünde savunmalarına izin verilmemiştir. A.g.e., s. 8

144

1979’da Andalusiya maksimum yetkilere sahip olmakiçin harekete geçince bunu Kanarya Adaları ve Va-lensiya’da izler ve Navarra’yla(27) birlikte bu düzeydeözerkliğe sahip olan bölgelerin sayısı yediye çıkar.Normal yolla özerkliğe ulaşan bölgeler ise 1981-1982yılları boyunca statü tasarılarının Parlamentodaonaylanmasından sonra peş peşe özerkliğe kavuşur.

Bölge sınırlarının belirlenmesi meselesi bölge di-namiklerine bırakıldığı için süreç genel olarak iyi iş-lerken, birkaç bölgede çeşitli sorunlar başgöstermiştir. Eski Bask toprağı olan Navarra’nın Baskbölgesinden ayrı bir inisiyatif geliştirmesi Bask milli-yetçilerini öfkelendirirken, Andalusiya’daki referan-dumda da Almeria kenti bölgeye dahil olmamak içinolumsuz oy vermiş, İspanya’nın en eski krallığınınkurulduğu Leon ve kayda değer bir bölge bilincininolduğu Segovia ili özerklik inisiyatifleri başarısızlığauğramıştır. Hükümet bu problemlerden sadece Al-meria’ya müdahale etmiş ve bu ili yeni kurulan böl-geye eklemek için referandum yasasında değişiklikyapmıştır. Yasaya eklenen bir ibareyle, referandumunher ilde çoğunluk oyuyla kabul edilmediği durum-larda bölge bazındaki çoğunluk oyu özerk bölgeninkurulması için yeterli olacaktı. Ortaya çıkan bu so-nuçla Andalusiyacı hareket sevinirken Almeria’nıntercihi açıkça yok sayılmıştır.(28) Bu süreçte bir başkaanlaşmazlık ise iktidar partisinin sınırlı bir özerklikvermek istediği Galiçya’da yaşanır. Bu bölgenin statütasarısı 1980’de referandumdan geçer ve parlamen-toya gönderilir. Tarafların uzlaşması sonucu tasarı ge-cikmeli olarak ancak 1981’de parlamento tarafındankabul edilir ve bölgeye üst düzeyde yetkiler verilir.

Sıradan yolla özerkliğe ulaşan bölgelerden üst dü-zeyde yetki elde etmek isteyen bölgeler, özerklik sta-tüleri kabul edildikten beş yıl sonra bunaulaşabileceklerdi. 1987 yılına gelindiğinde, bu yollaözerkliğe ulaşan bölgelerin çoğu için bu süre bitmişve bu tarz bölgelere önemli miktarda yetki transferedilmiştir. Bölgeler arasında sahip oldukları yetkileraçısından ilk başlarda çok belirgin biçimde ortaya

çıkan asimetri 1992’ye gelindiğinde hükümetin çoksayıda bölgeye elinde tuttuğu yetkileri devretmesiyledaha simetrik hale gelmeye başlamıştır. 1997’den2000 yılına kadar süreçte özerk bölgeler statülerindereformlar gerçekleştirmek yoluyla özerkliğin yasalçerçevesini derinleştirmiştir. Merkezi hükümet buyıllarda normal yolla özerkliğe ulaşan bölgelere özel-likle eğitim ve sağlık alanlarında önemli yetkiler dev-retmiştir. 2005’e gelindiğinde ise bazı bölgeler tekrarstatülerinde reform yapmış ve bu kez devlet hazinesi-nin kullanımı, mali sistem ve vergi servis, yüksekmahkeme ve sosyal güvenlik alanlarında çeşitli yetki-ler devredilmiştir. Diğer yandan, özerk sürecinin ikimotor gücünden biri olan Bask’ta milliyetçi güçlerinkendi kaderini tayin hakkı konusunda girdikleri ara-yış 2003’te özgür ilişki planıyla(29) ile sonuçlanırken,diğer bölge Katalonya’nın daha ileri bir özyönetimyolundaki arayışları sonucunda 2006 tarihli KatalanÖzerklik Statüsü(30) ortaya çıkmıştır.

İtalya;İtalya’yı yöneten faşist rejim savaşta İkinci Dünya

Savaşı’nda yenilerek 1943 yılında çöker. Siyasal ve ku-rumsal bir krizin patlak verdiği savaş sonrası bu yıl-larda İtalya’da yeni bir rejimin kurulması zorunluluğugündeme gelir. Ancak savaş sonrasında sadece faşistrejimin çökmesinin yanında İtalya’nın teritoryal bir-liği de yıkılmış ve İtalyan ulusuna ait olma duygusuda yara almıştır. Rejim ve kimlik krizinin bir aradayaşandığı bu dönemde bölgelerden yükselen özerkliktaleplerine cevap vermek için yeni hükümet özerkbölgelerden oluşan bir teritoryal modeli benimser.

1946’da monarşi rejiminin kaldırarak demokratikcumhuriyeti kabul eden kurucu meclis devletin teri-toryal modelini geliştirdiği bölgesel sistem modeliüzerine inşa eder. 1948 tarihli yeni anayasa ile de İtal-ya’nın üniter devletten bölgesel devlete geçmesi resmiolarak tescil edilir. Yeni demokratik anayasa yasamave yürütme yetkilerine sahip olan 20 kurucu bölgeyien önemli teritoryal birimler olarak tanır. Kurucu

27- 19. yüzyıldan beri çıkarılan yasalarla İspanya’da ayrıcalıklı bir yere sahip olan Navarra’nın statüsü 1982’de parlamentodan çıkarılan özel bir yasayla kabul edilirve Navarra Bask bölgesinin yanında ayrı bir bölge olarak kurulur. Yeni özerk bölgenin statüsünü diğer statülerden ayıran en önemli özellik Navarra yönetimiile merkezi hükümet arasında yapılacak görüşmelerden sonra bir pakt imzalanmasıdır. Statü, bölgeye Convenió Economíco olarak adlandırılan vergi top-lama, finansal sistem ve bölge polisini kurma hakları başta olmak üzere geniş haklar vermektedir. Ley Orgánica 13/1982, de Reintegración y Amejoramientodel Régimen Foral de Navarra, http://www.navarra.es/NR/rdonlyres/7B36DBA7-5A9D-4AF6-97DA-AA17A2413592/34269/LORAFNA.pdf

28- Andrés de Blas Guerrero, Instituciones, Procesos de Decision y Politicas en el Estado Autonomico: Hacia el Nuevo Modelo de Estado de las Autonomias, Re-vista Del Centro de Estudios Constitucionales, num. 4, septiembre-diciembre 1989, s. 258.

29- Estatuto político de la Comunidad Libre Asociada de Euskadi, yılında Bask Parlamentosu tarafından kabul edilir. Planın en dikkat çeken tarafları Bask bölgesi-nin İspanyol devletiyle kendi rızasına dayanan özgür ilişki hakkının olacağı, bu demokratik karar verme hakkının Bask’ta düzenlenecek referandumla kullanı-lacağı, Bask kurumlarının dış dünya ile anlaşmalar imzalayabileceği, bölgenin dışarıda temsil yetkisi olan delegasyonlar ve temsilcilikleroluşturabileceğinden oluşmaktaydı. Ancak hükümetin başvurusu üzerine hemen toplanan Anayasa Mahkemesi bu statüyü iptal eder.

30- Organic Law 6/2006 of the 19th July, on the Reform of the Statute of Autonomy of Catalonia, http://www.parlament.cat/porteso/estatut/estatut_an-gles_100506.pdf Yeni Katalan Özerklik Statüsü’nü ılımlı olduğu gerekçesiyle boykot eden radikal Katalan milliyetçi kesimlerine rağmen statü Katalan Parla-mentosu tarafından kabul edildikten sonra bölgede yapılan referandumda da olumlu oy alır. Yeni statü Ibarrexte Planı gibi devletle olan ilişki konusundaradikal öğelere içinde barındırmayıp daha çok ekonomik ve kültürel talepler konusuna yoğunlaşmıştır. Statüde Katalonya bir ulus olarak tanımlanmakta, Ka-talan yönetimine bırakılan vergilerin toplanmasından yeni kurulacak Katalan Vergi Ajansı’nın sorumlu olacağı belirtilmekte ve bölgenin yeni yetki alanları sı-ralanmaktaydı. Statünün İspanyol Parlamentosu tarafından kabul edilmesini izleyen süreçte Katalonya’ya çok sayıda yeni yetki devredilmiştir.

145

parlamento bölgesel sistemi aldığı kararlar doğrultu-sunda yukardan aşağıya yoluyla kurmasına rağmenyeni bölgelerin inşa edilmesi sürecini ise bölgesel di-namiklere bırakır. Bu noktaya ilişkin olan anayasanın132. maddesine göre en az 1000.000 nüfusa sahipolan alanlarda nüfusun en az 1/3’ini temsil eden be-lediye meclisleri, bölgesel konseylere danıştıktan vebu istek referandumda söz konusu nüfusun çoğun-luğu tarafından onaylandıktan sonra, anayasal birdüzenleme ile mevcut bölgeler arasında bir birleşmeolabilir veya yeni bölgeler kurulabilirdi. Aynı madde,illerin ve belediyelerin arzu etmeleri halinde bölgeselkonseye danıştıktan ve bir yasa ile bu istek kabuledildikten sonra bir bölgeden kopup diğerine bağ-lanmasını da izin vermekteydi. Elbette bu isteğin ger-çekleşmesi için de söz konusu il ve belediyelerdekinüfusun çoğunluğunun bu talebi desteklemesi gere-kiyordu.(31)

Ancak anayasal olarak yapılan bu dizayna rağmensöz konusu 20 bölge içinde özel statü elde eden 4 bölgedışında kalan diğer bölgeler için yeni bölgesel sistemuzun süre uygulanmayacaktır. 1940’ların sonlarındanitibaren, ülkenin savaş sonrasında ortaya çıkan yeni-den inşa ve gelişmesinin ağır sorunları yüzünden böl-gesel sistem tartışmaları ülkenin politik gündemindençıkar. Bunun bir sebebi de İtalyanların bölgelerindenziyade kentlerine daha sadık olmaları ve bu yüzden ül-kenin demokrasiye geçmesinde bölgesel güçlerinönemli bir rol oynamamasından kaynaklanmak-taydı.(32) 1970’li yıllarda Avrupa’daki genel eğilimeuygun bir biçimde İtalya’da da bölgesel hareketler kül-türel ve politik dinamizm kazanır ve bu noktadansonra bölgeler meselesi gündemin kalıcı maddeleriarasına girer. 1970’te merkezi iktidar özel statüye sahipolan bölgeler dışında kalan 15 bölgeyi “normalstatü”ye sahip birimler olarak oluşturur ve her bölgedebölgesel konseyler kurulur. 1972’de de İtalyan Parla-mentosu oluşturulan bu bölgelerin statülerini kabuleder ve aynı yıl bölgelere yerel polis, ulaşım, turizm,kentleşme, tarım, balıkçılık vb. çeşitli alanlarda idariyetkiler verilir. Bu sonuçla bölgesel sistem İtalyan ku-rumsal yaşamının bir parçası durumuna gelerek böl-geler fonksiyonel hale gelmeye başlar.

Özel statüye sahip bölgelerin sayısı ise 1963’teFriuli-Venezia Giulia’nın katılımıyla beşe yükselir. Butarz statüye sahip bölgelerin çoğu tarihsel, etnik ve

dilsel açıdan ülkenin geri kalanından farklılaşmış vecoğrafik olarak da sınır bölgelerinde yer almakta yada coğrafik olarak anakara ile bağlantısı olmayanadaları meydana getirmekteydi. Bunlardan kuzeydeyer alan üç bölge Almanca konuşan bir nüfusa sahipolan Güney Tirol, Fransızca’nın bir diyalektini konu-şan Aosta Vadisi, Retoromen ve Sloven azınlığa sahipolan ve aynı zamanda önemli bir kesimin Furlan di-lini konuştuğu Friuli-Venezia Giulia’dan oluşmak-taydı. Ülkenin güneyinde yer alan Sicilya ve özgünbir dile sahip olan Sardinya ise özel statüye sahip olaniki büyük adadan oluşmaktaydı. Özel statüye sahipbölgeleri diğerlerinden ayıran en önemli özelliklernormal statüye sahip olan bölgelerin statüleri bölge-sel bir yasayla oluşturulup bölgesel konseyler tarafın-dan kabul edilmesine rağmen, bu tarz bölgelerinstatülerinin anayasal bir yasa değişikliği ile kabul edi-lebilmesi ve değiştirilmesiydi. Yine, bu tür bölgelersağlık ve eğitim alanlarında pek çok yetkiye sahipolup mali açıdan geniş bir özyönetime sahiptiler.

1990’lı yıllarda tekrar yükselmeye başlayan bölge-sel hareketliliğin ortaya koyduğu taleplere cevap ver-mek için hükümet bir reform paketini hazırlar.Ancak bu sefer harekete geçen bölgeler farklı biretnik ve dilsel gerçekliğe sahip olan çevre bölgeler ol-mayıp, İtalya’nın ileri düzeyde sanayileşmiş kuzeybölgeleriydi.(33)Bu bölgelerin ortak talebi kendilerin-den alınan vergilerin İtalya’nın ekonomik olarak gerikalmış güney bölgelerine transfer edilmesinin sonaerdirilmesi, üzerlerindeki vergi yükünün azaltılmasıve daha fazla ekonomik özyönetimdi. Bu yeni süreçkarşısında harekete geçen merkezi hükümet 2001’deparlamentodan yeni bir reform paketini geçirir. Bupakette devlet ve bölgeler arasında daha yasama gö-revlerinin yeniden paylaşılması yoluyla merkezi hü-kümetin bölgesel yasamanın kararlarını iptaledebilme yetkisinden vazgeçmesini ve bunun yerinehükümet ve bölgelerin anayasa mahkemesine baş-vuru yapma hakkına sahip olmaları, mali açıdanzayıf olan bölgelere yardım etmek için karşılıksızeşitleme fonuyla kaynakların bölgeler arasında yeni-den dağıtılması ve daha fazla özerklik isteyen bölge-lerin merkezi hükümetle görüşmeler yoluyla bunuelde etmelerinin yolunun açılması gibi maddeler bu-lunmaktaydı. Paket sahip olduğu içerikle normal sta-tüye sahip bölgelere özerkliği derinleştirme fırsatı

31- The Constitution of Italian Republic 1948, http://www.constitutionnet.org/files/Italy.Constitution.pdf32- Ugo Amoretti, Italia: Augmentant la Descentralizacio Disminuint la Asimetria. Decentralització, asimetries i processos de resimetrització a Europa: Bèlcika,

Regne Unit, Itàlia i Espanya. Ferran Requejo; Klaus-Jürgen Nael (eds), IEA, 2009, p.167-168. 33- İtalya’nın kuzeyindeki 11 bölgenin Padania adıyla bağımsız olmasını savunan Lega Nord ülke Lombardiya ve Veneto bölgelerindeki yerel iki oluşumun bir araya

gelmesiyle ortaya çıkmış olup 90’lı yıllarda yapılan seçimlerde kayda değer oy oranlarına ulaşmış ve koalisyon hükümetlerinin ortağı olmayı başarmıştır.Daha sonraki seçimlerde oy oranları giderek düşen parti, bağımsızlıktan vazgeçmiş olup federal bir İtalya talebini savunmaya başlamıştır.

146

vererek özel statüye sahip bölgelerle aralarındakifarklılıkları büyük ölçüde azaltmaktaydı.(34) Özellikledevlet tarafından çıkarılan yasalarda açıkça yer alma-yan tüm alanlar üzerinde bölgelerin yasama yetkisiolduğunun pakette yer alması iki tip özerk bölgeyibirbirine oldukça yaklaştırmaktaydı.

Kuzeydeki Lega Nord’un federal İtalya taleplerinecevap vermek için hazırlanan 2006 tarihli anayasa re-form paketi ise referandumda reddedilmiştir. Ana-yasa değişiklik paketi toplanan vergilerin nasılkullanılması konusunda son sözü bölgelere bırak-makta, eğitim, sağlık, adalet konusunda bölgelerinyetkilerini arttırmakta ve bölgelerin yüksek mahke-mede temsil edilmesini öngörmekteydi. Referan-duma olumlu oy verecek olan bölgeler kuzeyde yeralan Lombardiya ve Veneto bölgeleri olacak, Friuli-Venezia Giulia bölgesinde ise evet diyenlerin oranı %49’a kadar çıkacaktı. Toplamda kuzey bölgelerinin %47’si referanduma olumlu oy verirken yoksul güneybölgesinde bu oran % 25’e düşecekti. (35)

Hindistan;Hindistan’ın Britanya İmparatorluğu’ndan bağım-

sızlığını elde ettiği 1947’den sonra ülkenin teritoryaltemelde reorganizasyonu uzun süre boyunca politikgündemin en önemli maddelerinden biri olmuştur.Britanyalıların bu devasa ülkeyi yönetmek için ortayaoluşturduğu teritoryal organizasyon mirası üzerindeyeni bir devleti oluşturmak zorunda kalmak iktidar-ları en çok zorlayan konulardan başında gelmiştir.Yeni bağımsız devlete devredilen topraklardan birkısmı Britanya Hint Toprakları olarak adlandırılmışve sıkı bir merkezi yapı tarafından yönetilmekteyken,Hint Toprakları adı verilen geriye kalan topraklardaise 552 tane yerel prenslik kurulmuştu.

Hindistan’ı dilsel veya etnik kriterlere göre birim-lere bölmek aslında 19. yüzyıl ortalarından berizaman zaman gündeme gelmekteydi. Hindistan Ulu-sal Kongresi 1920’li yıllardan beri ülkenin dilsel sınır-lara göre kendi içinde bölünmesini savunmaktaydı.Bağımsızlıktan sonra farklı bölgelerin devletin dilselsınırlara dayalı olarak reorganize olması talebi üze-rinde Kurucu Meclis 1947’de Dhar Komisyonu’nugörevlendirir. Komisyon açıkladığı raporunda dilinyanında, coğrafik, mali yeterlilik, idari yaşayabilirlik

ve kalkınma potansiyeli kriterlerinin de göz önünealınmasını önerir. Ancak bağımsızlıktan sonra TümHindistan Kongre Komitesi’nin devlet altı birimlerinnasıl oluşturulacağı konusunu araştırmak üzere kur-duğu JVP Komitesi 1949’da açıkladığı raporundaeyaletlerin dil kriterine göre oluşturulmasını redde-der ve daha önemli sorunlara yoğunlaşmak için yenieyaletlerin oluşturulmasının birkaç yıl ertelenmesiniönerir.(36) Böylece, Mahatma Gandi’nin eyaletlerindilsel sınırlara göre oluşturulması gerektiği fikrine veHindistan’da iktidarı ele geçiren partinin daha öncekisözlerine rağmen dilse ve etnik temele dayalı bir fede-ralizm bağımsızlığın ilk yıllarında öngörülmez. Özel-likle Pakistan’ın birlikten ayrılmasından sonraHindistan’ın karizmatik lideri ülkenin birliğini tehli-keye atacağı gerekçesiyle bu tarz bir federalizmeaçıkça tavır alacaktır.(37)

Ancak ülkeyi oluşturan topraklarda örgütlenenbölgesel hareketler merkezi hükümetin bu tavır deği-şikliğini kabul etmeye hazır değildir. Ülkenin doğu-sundaki Madras’a bağlı topraklarda Telugu dilinikonuşanlar için bir eyalet kurulması talebiyle yapılankitlesel gösteriler hükümeti oldukça zorlamaya başlar.Ayrı bir eyalet kurulması yanlısı hareketin üyesi olanPotti Sriramulu’nun bu taleple başlattığı açlık gre-vinde hayatını kaybetmesi kitlesel ajitasyonun düze-yini oldukça yükseltecek ve 1952’de geri adım atanNehru protestocuların talep ettiği Andra eyaletininkurulacağını açıklayacaktır. 1953’te Andra’nın kurul-masıyla birlikte merkezi hükümet reorganizasyonunnasıl yapılacağı konusunu netleştirmesi için DevletReorganizasyon Komitesi’ni (SRC) kurar. Komite,devletin reorganizasyonunun ilkelerini tespit edecekve hangi toprak parçalarının eyalet statüsüne sahipolacağını belirleyecek raporunu(38)1955’te açıklaya-rak bu konudaki belirsizlikleri giderir. Raporda dilselhomojenlik temel bir kriter olarak kabul edilmesinerağmen idari, mali ve politik faktörlerinde eyalet sı-nırlarının belirlenmesinde göz önüne alınması gerek-tiği önerisinde bulunulur. Kurulacak birimlerincoğrafik devamlılığın, idari uygunluk açısındanönemli olduğunu, birimlerin yeteri kadar büyük ol-masının ise etkili bir idareyi ve ekonomik kalkın-mayla ilgili etkinliklerin koordinasyonunusağlayacağı raporda yer almaktaydı. Komite raporda

34- Ugo Amoretti, a.g.e, s. 165, 166, 176. Reform paketinde devletin bölge statülerini onaylaması zorunluluğu yerini bölgelerde yapılacak referandumlar sonundastatülerin onaylanmasına bırakmıştı. Reform aynı zamanda hükümetin bölgelerin idari kararlarını kontrol etmek için yaptığı düzenlemeleri de açık bir şekildeortadan kaldırmaktaydı. Antonio D’Atena, La Reforma Constitucional del Regionalismo Italiano, REAF 2007, s. 18

35- La Ordenación Territorial Italiana, http://www.fundacionfaes.org/record_file/filename/463/00068-07__la_ordenacion_territorial_italiana.pdf36- The States Reorganization Act, http://www.ukessays.com/essays/history/the-states-reorganization-act-history-essay.php#ixzz2QBGRIEcp. 1948’de Jai-

pur’da oluşturulan komite, kendisini oluşturan Jawaharlal Nehru, Vallabhabhai Patel ve Pattabhi Sitaramaiah’ın isimlerinin baş harfleriyle adlandırılan komi-tenin tam adı Kongre Çalışma Komitesi’dir.

37- Umsan Ghani, Reorganization of Indian States, 2010. http://www.issi.org.pk/publication-files/1299053773_17699520.pdf38- Reorganization of States: The Approaches and Arrangements, The Economic Weekly, October 1955. http://www.epw.in/system/files/pdf/1955_7/42/reorga-

nisation_of_statesthe_approach_and_arrangements.pdf

147

halkın isteklerinin de önemli olduğunu kabul ederancak bunun diğer faktörlerle birlikte ele alınmasıgerektiğini belirterek ona merkezi bir önem atfet-mez. 16 eyaletin kurulmasının önerildiği raporda sözkonusu eyaletlerin isimleri ve hangi bölgelerden olu-şacakları da ayrıntılı bir şekilde yer almaktaydı.

Merkezi hükümet, SRC’nin raporunun ardından,eyaletleri esas olarak konuşulan dillere göre belirle-yen Devletin Reorganizasyonu Yasası’nı 1956’dakabul eder. Yasayı hızla uygulamaya geçiren hükü-met ilk kapsamlı reorganizasyon sürecini başlatır veaynı yıl beş eyaleti kurar. Pencap’taki Sih hareketinindini temele dayalı olarak Pencap’ta bir eyalet kurmatalebi ise Hindistan’ın bir kez daha dinsel temeldebölünmesini istemeyen merkezi liderlik tarafındankabul edilmez. Nehru bu bölgeyi Hindu ve Sihlerarasında bölmek yerine daha fazla toprak ekleyerekPencap’ı daha da büyütür. Sih liderliği dini retoriğiterk etmesi ve eyalet taleplerini dilsel ve etnik bir te-mele oturtmasıyla 1966’da Pencap eyaleti oluşturu-lur.(39) Hindistan’da ikinci reorganizasyon süreci ise1971-87 yılları arasında gerçekleşmiş olup AssamEyaleti(40) üzerinde yoğunlaşmıştır. Çok farklı aşiret,karışık dilsel ve etnik gruplardan oluşan bu eyalettekinüfusun sisteme daha iyi entegre edilmesi amacıylabu toprak parçasından altı yeni eyalet oluşturulmuş-tur. Aynı süreçte Pencap’tan kuzeyinde kalan toprak-lardan Himachal Pradeş eyaleti oluşturulmuş ve sonolarak da batıda Hint Okyanusu kıyısındaki Goakenti ve çevresinden Goa Eyaleti oluşturulmuştur.(41)

Hindistan’da bugüne kadar yaşanan reorganizas-yonlardan üçüncüsü ve en sonuncusu 2000 yılındagerçekleşmiştir. 1990’lar boyunca özellikle Hindula-rın çoğunlukta olduğu bölgelerde bölge siyasetingüçlenmesiyle Hindu milliyetçi güçleri de yükselişegeçmeye başlayarak merkezi hükümetlerde koalis-yon ortağı olmuştur. Bu partilerin merkezde sahipoldukları gücü harekete geçirmeleriyle Hindu bölge-lerinde üç yeni eyalet kurulmuştur. Hindu dilini ko-nuşan her üç bölgenin bağlı oldukları eyaletlerindiğer bölgelerinden ekonomik açıdan daha geri ol-maları kurulma gerekçelerinin ekonomik gelişme ol-duğunu göstermektedir.

Devletin üç kez geçirdiği reorganizasyon süreçle-rinde toplam 28 eyalet kurulmasına rağmen yenieyalet talepleri ülkenin çeşitli noktalarından yüksel-meye devam etmektedir. Yirmiye yakın bölgede or-taya çıkan bu taleplerden en güncel olanı kitlesel birzemine oturan Telangana eyaletinin kurulması ile il-gili olanıdır. Andra Pradeş’te yer alan Telangana böl-gesinde Andra’yla aynı dil konuşulmasına rağmenekonomik olarak bu bölgeden geri olması yeni eyalettalebinin zeminini oluşturmuştur. Elli yıldan beridirdile getirilen ayrı bir Telangana Eyaleti talebinin sonyıllarda kitlesel bir destek bulması 2009’da devletiayrı bir Telangana eyaleti oluşturma sürecini başlat-mak isteğini açıklamak zorunda bırakmıştır. Yenieyaletin oluşturulması meselesini araştırmak üzerehükümet 2010’da bir komisyonu görevlendirdiğiniaçıklamıştır. Sözü edilen eyaletin günümüze kadarkurulmamasının en önemli nedeni hükümetin eya-letin kurulmasını açıklamasından sonra yeni eyaletkurma talebini yükselten grupların harekete geçme-sinin Pandora’nın Kutusu’nu açmasından korkulma-sıdır.

Nepal;Nepal’i 239 yıl boyunca yöneten krallık rejimi

Maocu hareketin yönetimindeki halk savaşı sonu-cunda geri adım atarak ülkedeki demokratik güçlerleuzlaşmaya varır. Ülkenin demokratikleşmesi gör-evini üstlenen kurucu meclisin 2007’de hazırladığıgeçici anayasa, krallık rejimine ve üniter devlete sonvererek onların yerine demokratik federal sistemi ge-tirir. Anayasa daha önce merkezi iktidarın baskısı al-tındaki etnik gruplara yönelik ayrımcılığı ortadankaldırır, kast sistemini yasaklar ve başta kadınlarolmak üzere dezavantajlı durumda olan sosyal grup-lara fırsat eşitliği tanır.(42)

Ancak 2007’de anayasa ile ilan edilmesine rağmenortaya çıkan sorunlara çözüm getiremeyen Nepal’infederalleşme sürecinde şimdiye kadar önemli birmesafe kat edilememiştir. Bu süreçte tüm taraflarınen çok ilgisini çeken ve birbirinden çok farklı çözümönerilerinin ortaya atıldığı mesele hangi eyaletlerinkurulacağı ve bu eyalet sınırlarının hangi kriterleregöre çizileceği meselesidir. 100 civarında etnik gru-

39- Maya Chadda, Integration through Internal Reorganization Containing Ethnic Conflict in India, The Global Review of Ethnopolitics, Vol.2 no.1, September 2002,s. 48, 49. http://www.ethnopolitics.org/ethnopolitics/archive/volume_II/issue_1/chadda.pdf Ancak bu kez Pencap Hindu dilini konuşanlar bu eyaletten ko-parak Haryana eyaleti içinde toplanacaktır.

40- Assam’ın eyaletlere bölünmesinin eyaletler kurulması talebini merkezine alan ciddi kitlesel hareketliliğe dayanmadığı gerekçesiyle bazı araştırmacılar tarafın-dan yukardan aşağı yoluyla gerçekleştirildiği eleştirisine maruz kalmaktadır. Bundan farklı düşünenler ise Manipur ve Tripura’daki isyancı hareketin bu eya-letlerin oluşmasına sebepolduğunu açıklamasını yapmaktadır. Diğer yandan, talep olmamasına rağmen Assam’da Arunachal Pradeş ve Meghalaya eyaletlerioluşturulmuştur. Adı geçen eyaletlerden ilkinin oluşturulmasının amacı Çin’in buranın üzerindeki toprak talebini engellemekti. Maya Chadda, a.g.e., s. 51

41- States and Territories of India, Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/States_and_territories_of_India42- Kast sistemi 1960’ta yasaklanmasına rağmen fiili olarak varlığını sürdürmekteydi. Ülkenin başta kast grupları olan Brahmin, Chhettri ve Newarlar ülkede mev-

kilerin ezici bir bölümünün ellerinde bulundurmaktaydılar. Towards Conflict Transormation in Nepali: A Case for UN Mediation,http://www.monitor.upeace.org/pdf/Peacemag-Nepal.pdf

148

bun ve 70 civarında dilsel grubun bulunduğu ülkedeen çok rağbet bulan etnik temelde federe eyaletlerinsınırlarının çizilmesi konusunun nasıl çözüleceği me-selesi şimdiye kadar çözülememiştir.(43)

Sürecin ilerlemesini zorlaştıran bir başka nokta fe-deralizmin başta gelen aktörlerden olan Madhesileriiçin kurulacak eyaletin hangi toprakları kapsayacağıile ilgilidir. Madhesiler ülkenin güneyinde boyuncauzanan tüm toprakların kendileri için kurulacak eya-lete bağlanmasını isterken, bu eyaletin Hindistan sı-nırı boyunca uzanmasından kaynaklanan stratejiköneminden dolayı bu talep bazı etnik gruplar tarafın-dan kabul edilmemektedir.

Federal yapı üzerinde uzlaşmayı zorlaştıran birbaşka konu doğuda yaşayan Limbular tarafındankendileri için ayrıcalıklar talep etmeleridir. Dahaönce baskı altın alınmış etnik grupların uğradıklarımağduriyeti telafi etmek için yönetime katılmakla il-gili diğer etnik gruplardan daha üstün haklar talep et-mektedirler. Söz konusu etnik gruplar federal birsistemde bile bu tür kurumsal ve yasal mekanizmalarolmadan marjinalleşeceklerinden korkmaktadırlar.Diğer yandan, Limbus etnik grubunun ülkenin do-ğusunda kurmak istediği eyalet ise bu kez aynı top-raklarda hak iddiasında bulunan Madhesilertarafından kabul edilmemektedir. Nepal’de federaliz-min inşa sürecini geciktiren bir başka önemli meseleise ülkede uzun bir tarihi geçmişi olan kastlar mesele-sidir. Etnik hiyerarşinin tepesinde yer alan iki egemenkast olan Brahmin ve Chhetriler etnik temelde kuru-lacak federalizmin yönetimdeki hakimiyetlerini orta-dan kaldıracağına inandıkları için sürece muhalefetetmektedirler. Buna benzer bir şekilde diğer etnikgruplarda geçmişte kast hiyerarşisinde kendilerine ta-nınan ayrıcalıkları korumak istemektedirler. (44)

Ülkenin coğrafik yapısı da etnik federalizm teme-linde bir inşa sürecini zorlaştıran bir başka faktör ol-maktadır. Himalayaların güneyinde yer alan ülkedesırasıyla doğu-batı doğrultusunda önce dağlar, ardın-dan tepelik alanlar uzanmakta ve bunu da en güney-deki ovalar izlemektedir. Bu yapıya ek olarak daülkedeki başlıca akarsu havzaları kuzeyden güneyedoğru dağlık, tepelik ve ovalık alanlar boyunca ak-maktadır. Ülkenin bu coğrafik yapısından hareketedenler dağlar, tepeler ve ovaların kendi aralarında

bir bütünlüğü meydana getirdiklerini ve bu üç farklıyer şekillerinden sadece birini kapsayan bir bölgeninkalkınmasının engelleneceğini ileri sürmektedirler.Bu yaklaşımı benimseyenler kurulacak bölgesel bi-rimlerin “birbirleriyle mukayese edilebilir ekonomikşartlara” sahip olmaları için kuzeyden güneye uzan-maları gerektiğine inanmaktadır.(45)

Nepal Geçici Anayasası, yeni anayasanın yürür-lüğe girmesinden önce ülkenin yeniden yapılanma-sını şart koşmuştur. Bu görevin yerine getirilmesi içinhareket geçen hükümet 2008’de Devletin Yeniden Ya-pılandırılması ve Devlet Yetkilerinin Dağıtılması Ko-mitesi adı altında 43 kişiden oluşan yapıyı kurmuştur.Nepal için benimsenecek federal modeli belirlemeyeyönelik çalışmalar yapmakla yükümlü olan bu olu-şuma siyasi partiler devletin yeniden yapılandırılmasıilgili hazırladıkları tasarıları sunmuşlardır. Komitenindevletin yeniden yapılandırılması ile ilgili hazırladığıraporda etnik temelde 14 eyaletin kurulması öneril-miştir.(46)Ancak beklentileri karşılanmayan çeşitlietnik grupların bazı siyasi partilerin muhalefeti rapo-run reddedilmesine sebep olmuştur. Bu tartışmalı ra-porun ardından hükümet 2011’de aldığı kararlagereğince uygun bir federal modeli önermekle görev-lendirdiği Devleti Yeniden Yapılandırma Komisyo-nunu kurmuştur. Fakat dokuz üyeden oluşankomisyondaki üyeler arasında uzlaşma sağlanama-mış, üyelerin çoğunluğu tarafından yayınlanan ra-pora karşı azınlıktaki üyelerde yeni bir raporyayınlamıştır.(47) Çoğunluk raporunda etnik temeledayalı olarak 11 eyalet kurulması önerilirken azınlıkraporunda ise ekonomik yaşayabilirlik kriteri gereği 6eyaletin kurulması önerilmiştir. Her iki raporun ya-yınlanmasının ardından beklentilerinin karşılanma-dığını düşünen kesimler tarafından ülkede geniş çaplıprotestolar yapılmıştır.

Nepal’in federal inşa süreci kapsamında teritoryalreorganizasyonu konusu siyasi oluşumların yanı sıraakademik çevrelerinde yoğun ilgisini çekmiş ve bukesimler tarafından çok sayıda öneri yapılmıştır.Bunlardan ilki 2003 yılında Bohara tarafından öneril-miş olup, nehir havzaları boyunca kurulacak 5 eyaletikapsamaktadır. 2006 yılındaki çalışmalarında Dev-kota ve Gautam’da nehir havzalarını kapsayan 3 eya-letin yanında Katmandu Vadisi’nde için bir eyalet

43- Örneğin etnik grup olarak bir bölgede en yüksek yoğunlaşmaya sahip olan Newariler Katmandu Vadisi’ nüfusunun ancak % 36’ısını oluşturmaktadır. Yine, ül-kedeki en büyük etnik grup olan Chhetriler için kurulması önerilen bölgede söz konusu grup nüfusun % 16’ısını oluşturmaktadır. Adam Bergman, Ethnic Fe-deralism in Nepal: A Remedy for Stagnating Peace Process or an Obstacle to Peace and Stability?

44- Etnik ayrıcalıklar ve kastlardan kaynaklı sorunlar hakkında daha geniş bilgi için bknz. Adam Bergman, a.g.e., s. 13-1445- Nicole Töpperwien, Drawing the Federal Map of Nepal, Forum of Federations, n. 11, s.12 2009,

http://www.forumfed.org/en/products/magazine/Nepal2009/Nepal-federal-map.php46- Restructuring of the State and Distribution of State Power Committee,47- Report on Concept Paper and Preliminary Draft http://www.ncf.org.np/upload/CA/Concept_Paper_Restructuring_State_GTZ_ENG.pdfRestructuring the Nepali state, http://himalmag.com/blogs/blog/2012/02/16/restructuring-the-nepali-state/

149

kurulması önerisini getirmiştir. Pitamber Sharma’da(2007) biri dışında hepsinin kuzeyden güneye uzan-dığı altı bölgenin kurulmasını önermiştir. Sözü edi-len bu her üç önerinin ortak yönü etnik temeledayalı federalizme karşı tavır almalarıdır. Bu görüşübenimsemeyen diğer araştırmacılar ise daha çoketnik temele dayalı federalizm önerilerinde bulun-muşlardır. Bu görüşte olanlardan biri olan Limbu(2003) teritoryal federasyonların içinde kültürel fede-rasyonların kurulacağı 7 özerk bölgeyi ve bununiçinde de dilsel sınırlara dayalı alt-birimleri önermiş-tir. Shastra (2005) hacim olarak oldukça homojenolan 14 eyaletin kurulmasını önerisinde bulunurkenGurung (2005) eyalet sayısının 11 olması gerektiğini

savunmuştur. Sharma ise (2007) 15 küçük eyalettenoluşan ve eyalet meclislerinde orantılı temsile dayalıbir sistemin olduğu kültürel bir federasyonun kurul-ması önerisini getirmiştir.(48)

Devletin yeniden yapılanması kapsamında teri-toryal reorganizasyon için gerek siyasi partiler vedevlet tarafından kurulan yapılar gerekse de akade-mik çevreler tarafından sunulan önerilerin hiçbiritüm kesimlerin beklentilerini karşılayamamıştır.Durum böyle olunca yeni anayasayı hazırlama tak-vimi sürekli olarak uzatılmakta ve bu da “YeniNepal” olarak tabir edilen dönemi bekleyen çokfarklı kesimleri daha fazla öfke ve endişeye sevk et-mektedir.

48- Adı geçen araştırmacıların daha ayrıntılı görüşleri için bknz: Shiv Raj Bhatt ve Syed Mansoob Murshed, Nepal: Federalism for Lasting Peace, Journal of Law andConflict Resolution Vol. 1 (6), November 2009, http://www.academicjournals.org/jlcr/pdf/pdf2009/nov/bhat%20and%20murshed.pdf

İçindekiler İçin Tıklayınız

Yaşam iddiası olan her varlık, yaşam bulduğu ze-minle bağ içerisinde kendini var eder. İnsanın yaşambulduğu ve kendini var ettiği zemin, içine doğduğutoplumdur. Örgütlü bir yapı olurak toplum, insanınvarlık bulduğu en gelişmiş, organize olmuş doğadır.

Bu manada toplumsallık, evrende dile gelen en ge-lişmiş düşünce ve zekadır; zeka, düşünce ve eylemgücü olarak insanın örgütlülüğüdür demek yanlış ol-mayacaktır. Aksine, toplumsallık, örgütlülüğün takendisidir. Örgütlülük toplumu toplum yapan, onubir arada tutan temel güçtür. Bu güç olmaksızın top-lumsallıktan, toplumun varlığından söz etmek müm-

kün değildir. Bundan dolayıdır ki tüm toplumsalinşalar örgütsel emek ve çalışmalar sonucunda ancakvarlık bulabilmişlerdir. Toplumsal inşanın sağlam te-meller üzerine kurulması ve süreklilik kazanması da,yine örgütlülük düzeyinin sağlamlığı ve niteliğiylebağlantılı gelişmiştir. Bu nedenle toplumun var olmave varlık bulma çabası, kendi öz örgütlülüğünü ya-şatma çabasından bağımsız düşünülemez. Tüm ya-şanmış tarihsel örneklerden de bilinmektedir ki,örgütselliğin elden bırakıldığı, öz örgütleme ve öz yö-netim çalışmalarının kesintiye uğratıldığı anlar, top-lumsalın düşünce bağımsızlıklarını ve özgüriradelerini yitirerek tarihsel ve fiziksel esaret altınaalındığı, her türlü sömürüye ve soykırıma açıldığı an-

lardır.Baskıcı ve sömürücü sistemler, bu nedenle önce

toplumsallığa, toplumu toplum yapan değerlere, onunörgütlülüğüne saldırırlar. Çünkü bilirler ki insanın di-renme gücü toplumsallığıyla bağlantılıdır. Toplumsal-lığın dağıtılması, bozuma uğratılması, insanındirenme gücünü zayıflatılmasıdır. Bu bilme hali on-ları, toplumun bölüp parçalama, çelişkiler üreterekbirbirine düşürme ve düşmanlaştırma, böylelikle ken-dine muhtaç hale getirerek bağlamı taktiklerinde de-rinleştirmeye yöneltir. Tarihin kayıt altına aldığı tümiktidar ve devlet oyunlarında bu oyunların sınıf, ırk,cinsiyet, resmi din ve uygarlık biçiminde ifadesinibulan argümanlarında benzer yaklaşımlarla karşılaşı-rız. Günümüzün kapitalist sistem anlayışı, tarihsel bi-rikim ve pratikleşme açısından baskı ve sömürüuygulamalarının en düşük, en rafine ve saldırgan dö-neminde bulunmaktadır. Bio-iktidar denemeleriyletoplumsallığından uzaklaştırılmış, kendi içine hapse-dilerek egoizm ve korkunun sıkıntısı altında tüketici-liğe yönlendirilmiş, duyarsız, pasif ve edilgen insantaslakları, kapitalist Modernite tarafından adeta piya-saya sürülen birer ticari mala, metaya dönüştürülm-üştür.

İnsan gerçeği toplumsal bölünme ve parçalanmayauğratılarak örgütlülükten düşürülürken, aslında bağlıbulunduğu gelenekten, kültürden, öz bilinçten, ahlakive politik varlık olma özelliklerinden düşürülür. Asi-milasyon, kültürel soykırım uygulamaları ve dizginle-rinden boşaltılmış bireycilikle, toplum ve insanvaroluşunun anlamına uygun olarak gelişimini sür-dürmekten alıkonmaz. Sadece, aynı ölçekte tarihiolan bağı koparılarak tarihsizleştirilir. Tarihsizleştir-meyle birey ve toplum bir yandan kendi öz gerçeğin-den yabancılaştırılırken, diğer taraftan karşı ideolojikaşılama ve imalata dayalı sahte tarih ikamesiyle sö-150

y Nasrullah Kuran

Özgür Yaşam, Kendilik Bilinciyle İnşaEdilen Demokratik Komünal Yaşamdır!

İnsan gerçeği toplumsal bölünme ve parçalan-maya uğratılarak örgütlülükten düşürülür-ken, aslında bağlı bulunduğu gelenekten,

kültürden, öz bilinçten, ahlaki ve politik var-lık olma özelliklerinden düşürülür

151

mürgeci sistemin parçası haline getirilmek istenir. As-lında tek tek her birey şahsında yürütülen, öz benliğisilikleştirilerek ruh, duygu ve düşünce dünyasının elegeçirilmesi, fethedilmesidir. Toplumsallığın geçişkenkültürlerinden geriye kalan resim, evrenselliği çokluve çoğulcu rengi yerine, bir ırka, tekçi bir zihniyetedayalı ulus-devlet faşizminin gri ve soluk resmi veonun kul ideolojisidir.

Kapitalist sistem, toplumun örgütlü varlığına yö-nelirken, iki temel özelliğini, toplumun ahlaki ve poli-tik yapısını öncellikle hedefler. Ahlakın kolektif bilinçolarak toplumsal işlevi en iyi şekilde yapma, toplu-munu savunma ve bu temelde oluşmuş ilke ve ölçüle-rin yaşamı şekillendirme niteliği, yine politikanıntoplumu kendi öz varlığı için gerekli olan ihtiyaçlarınkarşılanmasında tartışma, karar oluşturma ve eylemegeçme özelliği, kapitalizm karşısında insanın direne-rek toplumsallığını sürdürmesinin kaynağını oluştu-rur. Dolayısıyla ahlaki ve politik yapınınhedeflenmesi, toplumun varoluş esaslarının hedeflen-mesidir. Çünkü toplum ahlaki ve politik bir olgudur.Ahlakın toplumu ortak değerler etrafında birleştiren,ölçü oluşturan, düşünmek ve yapmak eylemini este-tize ederek “iyi, doğru ve güzel” kavramlarını yarattığıanlam ilişkisinde değerleştiren kültür oluşturucu ya-pısı, toplumu sürekli var kılar. Geliştirdiği toplumsaldayanışma bilinci ve kültürüyle komünal yaşam ahla-kını oluşturur. Ortaklaşmanın, farklılıkların birlikteli-ğinin, eşitliği, demokratik ve politik olmanınörgütlenme birimi olarak komün, toplumun öz yaşa-mın organizasyonudur. Klan topluluklarında günü-müzün ahlaki ve politik toplumunu inşaçalışmalarına kadar uzanan tarihi bir arka plana sahipoluşu, kapitalist modernitenin halkları tarihsizleş-tirme amacına karşı güçlü bir direnç noktası olarakkendini üretmeye devam etmektedir.

Toplumsal olgu olarak politikanın ise, anlam veirade geliştiren, bilinç ve kimlik oluşturucu, toplumlehine eylem geliştirmenin yanı sıra yaratıcılığı da te-tikleyen, dolayısıyla özgünlükle özdeşleşen bir yapısıvardır. Toplum, kendi öz varlığı, temel maddi ve man-evi ihtiyaçları için bir araya gelmekte, tartışarak ve ka-rarlaşarak, yaşamın her alanına ilişkin kendisi içinsonuçlar oluşturmakta, kendi öz yönetimini açığa çı-karmaktadır. Oysa kapitalist modernitenin iktidar vedevlet yapılanmaları insanlara bunun tam tersini bel-letmiş, politika ve belirli seçkinler topluluğunu, bü-rokrasinin uğraşı olarak gösterilmiştir. Toplum en asliişinden, kendi hakkındaki konularda tartışma vekarar alma yetisinden uzaklaştırılarak politik varlıkolma ve özelliğine yabancılaştırılmıştır. Burada belirt-mek gerekir ki insandaki yabancılaşma, iddia edildiğigibi insan varlığını emek sürecinde kendi emeğini

satmasıyla başlayan bir durum değildir. Daha önce-sine, insanın politik alanda sürülmesiyle politik varlıkolma ve öz yönetimini oluşturma gücünden düşerekpasif ve edilgen, kölece bir çizgiye çekilme sürecinekadar uzanmaktadır. Toplumun politiksizleştirilmesi,ya da insanın politik alanın dışına çıkılması demek,insanın kendine, toplumuna ve tarihine yabancılaş-ması demektir. Kendini bilem çabasından uzaklaş-mak ve kendisi olmaktan, kendi doğasındançıkmaktır. Gramsci’nin de belirtiği gibi, “ kendini bil-mek, kendisi olmak, kendini yönetebilmek, kendiniayırabilmek, kaos durumundan kendini kurtarmakve düzenin, ama insanın kendi düzenin bir idealinpeşinden götüren kendi öz disiplinin bir parçası ol-maktır.” Eğer insan kendi toplumsallığı içerisinde var-lık nedenini sürekli arama ve anlamlandırma, kendiiradesiyle tercihlerini ve çözümlerini belirleme özgür-lüğüne sahip değilse, o ne kadar insandır?

Kapitalist uygarlık toplumun ahlaki ve politik var-lığına yönelirken, ahlaki ve politik toplumun komü-nal yaşam ve öz yönetim oluşturacak, bireyiözgürleştirici gücünün farkında olarak ve bu gücüngüçlü ise zayıflatılması, düşünülmesi, zayıf ise geliş-mesinin engellemesi amacını içerir. Bütün baskı vesömürü yönelimleri dıştan bir dayatma olarak bununarayışında olmuşlardır. İktidar ve devlet yapılanmala-rının tarihi, bununla yani ahlaki ve politik toplumları-nın kendi öz yönetimlerini ve komünal yaşamlarınıoluşturarak var olma direnciyle mücadelenin tarihi-dir. Ancak bu olgunun sadece bir yönünü ifade eder.Olgunun diğer yönü, karşı tarihi ise şudur; bir de top-lumsal mücadeleler tarihi, yabancı iktidarlara karşıtoplumların kendi yönetimlerini özgürce tayin etmeçabalarından oluşmuş bir tarih vardır. Kabile ve aşi-retlerin yabancı iktidarlara boyun eğmekten ve öz yö-netimlerinden vazgeçmektense kırımdan geçmeyigöze almaları bunun en somut ifadesidir. Klandanaşirete, konfederal denemelerden Paris Komününe,dini cemaatlerden felsefi ekollere, 20.yy pratikleşme-sinden günümüzün demokratik komünal mücadeleve inşa çalışmalarına kadar süregelen “varlığını ko-ruma ve özgürlüğünü savunma” mücadeleleri, halensürmekte olan bu tarihin kendisidir. Bu tarihin var-lığı, toplumların kendi öz dinamikleri doğrultusundaöz yönetimlerini oluşturma ve yaşamlarını kendianlam ve kültür örgüleri doğrultusunda düzenlemearayışından vazgeçmediklerinin göstergesidir. Bununki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “bir toplumiçin en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev, öz yö-netim gücüne erişmektir.” Vurgusunu yapar ve yöne-tim olgusunu “evrendeki düzenlemeyi, kaostan çıkışhalını ifade eder.” Tarzında çarpıcı bir ifadeye kavuş-turur.

152

Bütün bu gerçekleşmelerin ışığında, öz yönetim vedemokratik komün kavramlarını yabancı yönetim ol-gusundan ve dar komün anlayışlarından ayrıştırarakkendi bütünselliği ve diğer kavramlarla ilişkeselliğiiçerisinde, özünde her neyi ifade ettiğini tanımlamakgerekirse şunlar belirtilebilir. Öz yönetim, özünde hercanlı varlığın, madenin doğasında vardır. Canlı ve di-namik olanın enerji ve madde halinde de olsa kendikendini düzenlemesi anlamına gelir. Toplumsal yapıyavardığımızda bunun anlamı, benzer zihniyetler de or-taklaşan birey ve toplulukların kendi kendini yönet-mesi, gündem oluşturma, tartışma, karar alma yanisiyaset yapma süreçlerine doğrudan ve sürekli katıla-rak açığa çıkan toplumsal erkin düzenleme ve denet-lemeleridir. Öz yönetim, kendilik ve demokratiközerklik olarak öz iradenin açığa çıkarılması, toplum-sal birimler halinde örgütlendirilmesi kurumlaştırıl-ması amacı üzerinden gerçekleşir. Yönetim biçimiolarak iktidarlaşmayı reddeden, iktidarın anti-top-lumsal özelliğine karşı her açıdan toplumsallığı önce-

leyen iktidar ve devletten kaynaklayan baskı vesömürü sorunlarına çözüm oluşturmayı amaçlayanbir yapı sergiler. Bunu kendiliğinden gelişen ve sürek-lilik kazanan bir durum olmadığını bildiğinden toplu-munu oluşturduğu siyaset, sosyoloji, sanat, ekonomi,ekoloji, özgürlük akademilerinde bizzat yaşamıniçinde eğiterek politik bilincini ve ahlakını ve duyarlı-lığını sürekli canlı tutmaya özen gösterilir. Çünkü özyönetim gerçeğinin inşası ve başarısında temel rol in-sana aittir, temel unsur insanın kendisidir. İnsanınideolojik bakımdan sahiplik edeceği nitelik, kaçınıl-maz bir şekilde öz yönetimin de niteliğini belirleye-cektir.

Sömürgeci yabancı yönetim erkine karşı toplumunöz yönetimini oluşturması hayati öneme sahiptir.Birey açısından beynin işlevi neyse neyi ifade edi-yorsa, toplum açısından da öz yönetimin işlevi ben-zerdir, aynı şeyi ifade eder. Toplumsal işlevinnetleştirilmesinden hangi araçlarla ve nasıl yürütüle-ceğine, ihtiyaçların karşılanmasından toplumun savu-nulmasına kadar tüm sorunlar öz yönetimlerinfaaliyet alanına girer. Bununla birlikte öz yönetim tümbunlara nasıl, hangi yöntemle gerçekleştirdiği, öz yö-

netimin esas konusunu oluşturur. Bilgi paylaşımı ger-çekleşiyor, topluluk üyesi birey-birimler tartışma vekarar süreçlerine katılarak kolektif sonuçlar üretebili-yorlarsa orada öz yönetim varlığından söz edilebilir.Bu durum bize aynı düzeyde öz yönetimin özgürlükve doğrudan demokrasi ile ilişkisini gösterir. Bu bağ-lamda öz yönetim, demokratik yönetimdir; doğrudanve yerinden katılımcı demokrasidir. Hakeza özgür-lükte, kendilik bilinci ve bu temelde anlam ve eylemgücüne erişmek ise eğer, öz yönetim bunun en iyi dü-zelttiği alandır. Bilincin kimlik ve kişilik oluşturucueylemi en çok öz yönetim gücüne ulaşmış toplum-larda özgürce dile gelmektedir. Nasıl ki her varlıkkendi özünü ortaya koyup geliştirerek var olabiliyorsa,öz yönetimde demokrasi kültürünü ve bilincini de ge-liştirerek kendini sürdürebilir.

Günümüzde sorun, esasta ve ağırlıklı olarak özkimlik ve öz yaşam sorunları da diyorsak, bunu datoplumun öz yönetim gücünü yitirmiş olma duru-mundan bağımsız değerlendiremeyiz. Kimliği belirle-yen ona kişilik ve karakter kazandıran yaşam bilincive kültürüdür. Yaşama yön veren ve onu düzenleyenise insanın sahip olduğu öz kimliğidir. Yaşam kimliği,kimlik te yaşamı gerçekleştirir. Öz kimlik öz yaşamsorunu, toplum ve bireyin içinde hareket ettiği yaşamalanı, anlam dünyası ve yapısallıkları dışardan bir mü-dahaleye uğradığı, var oluşunun anlamına uygun ola-rak gelişimini sürdürmesini engellendiği koşullardaortaya çıkar. Bu ortamda, öz yönetimini geliştirmiştoplumlar doğalarına yönelik gelişen bir müdahalekarşısında tutumsuz kalmazlar. Kendi varlıklarınınanlamını korumak üzere söz konusu müdahaleyekarşı direnişe geçende her alanda kendini savunurlar.Öz savunma pratikleri onları her türden yabancı yö-netim ve dış müdahaleye karşı koruma altına alır uya-nık tutar. Dolayısıyla öz yönetimine kavuşmamış birtoplumun öz kimlik ve öz yaşam sorunlarını çözme-sini, bu doğrultuda öz savunma yapmasını beklemekgerçeğin ruhuna aykırıdır.

Komünal Yaşam, Ahlaki ve Politik Bireyle Yaşam Bulur! İnsanın en derin, en gizli mülkü yaşayanların

büyük topluluğudur; onun kanı ve kan bağına bağlıkomündür. Kan sudan daha koyudur, bireyin kendi-sini içinde bulduğu topluluk, devletin ve toplumunzayıf etkilerinden çok daha güçlü ve soylu ve ondançok çok daha eskidir. (Landauer)

Öz yönetim ne kadar toplumsal yapı için beyinselbir işleve sahipse, toplumun kendini sürdürme ve varoluş biçimi olarak komünal demokratik yaşam da odenli gerekli ve vaz geçilmezdir. Komünal demokratikyaşam, toplumsal ilişkilerin öz niteliği, toplumsal ha-

Öz yönetim, kendilik ve demokratiközerklik olarak öz iradenin açığa çıkarıl-ması, toplumsal birimler halinde örgüt-lendirilmesi, kurumlaştırılması amacı

üzerinden gerçekleşir

153

yatın anlam ve canlılık kazandığı özgür yaşam formu-dur. Doğal toplumun ilk yaşam modeli olan komün,zihniyet birlikteliği yapmış topluluk üyelerinin eşit-likçi ortak yaşam birlikteliğidir. Yaşamı meydana geti-ren toplumsal işler de, karşılaşılan sorunlarda veçözümlerde ortak davranma, kolektif eylemde bulun-madır. Her bir komün üyesi, komün bileşiminin ge-neline karşı kendini sorunlu gören bir ahlak yapısınasahiptir. Aynı şekilde komün de her bir üyesine karşıaynı ahlaki sorumluğa sahiptir. İnsanın yaratıcı veeleştirici aklıyla inşa ettiği komün, insanın toplumsaltarihinde yaklaşık 300 bin yıllı aşkın bir süreyi kapsa-maktadır. Kapitalist barbarlığın yoğun yönelimleri so-nucu büyük ölçüde çözülen ve ancak belirli, sınırlıalanlarda, sistem dışında kalmayı başarabilmiş halktopluluklarında sürdürülebilen komün örgütlenmesi,günümüz toplumunun yaşadığı bunalımdan çıkışiçin hala örnek bir toplumsal yaşam modeli olmaözelliğini korumaktadır.

Demokratik ulus bilincinin temellik ettiği toplum-birey ilişkisinde, birey, özgürlüğünü toplumun komü-nalitesinde, yani canlı, kolektif ve üretken yaşamındabulur. Bireyin kendi farklılığı, yeteneği ve emeği te-melinde komün ünitesinde yer alarak işlevsel bir po-zisyon benimsemesi, komünün demokratik özüçerçevesinde şekli politik etkinlik içerisinde bulun-ması, bireyin bilinçlenerek özgürleşmesi açısındanönemli bir zemin yaratır. Bu zemin aslında bireyinkendi özgürlüğünün ve yeteneklerinin farkına vara-rak kendisiyle tanıştığı, bireyselleştiğini gerçekleştir-diği özgür bir alandır. Demokratik ulus bilincininözgün bireylerle ve demokratik komünal yaşamlaancak geliştirebileceği ilkesi, böyle bir alanı yaşatırkenbirey açısından özgür olduğu kadar komünal, komü-nal olduğu ölçüde de özgün olma sorumluluğu yük-ler. Burada önemli olan, bireyin tüm bugerçekleşmeleri ancak mensubu bulunduğu komünlebirlikte demokratik politika temelinde yaşayabileceği-nin idrakinde bulunmasıdır. Bu da ancak ahlaki vepolitik olmakla mümkündür. Bir birey ne kadar ah-laki ve politik, komünal yaşama saygı ve bağlılık te-melinde bilinç ve sorumlulukla yaklaşırsa, o denlikendini ve toplumunu gerçekleştirme, özgürleştirmepotansiyeline sahip olur.

Kapitalizmin ulus-devlet ve milliyetçilik zihniylezehirleyerek, bölünmüş, hırslı ve duygusuz hale getir-diği, toplumsallığa ait sosyal, siyasal, ekonomik vekültürel herşeye yabancılaştırdığı birey ve gerçeği,köklerinden koparılmış, benliği olmayan bir gerçektir.Kapitalizmin ilişkileri rekabet ve tahakküm olgularıüzerinden geliştiğinden, sonuçları birey açısından bi-tiricidir. Demokratik komünal örgütlenmede ise,birey, örgütlenmenin etkin öğesi haline getirilerek

kendini yeniden yapmaya yöneltilir. Kendini yapmagirişimi, tabi ki bireyin kendi başına gerçekleştirebile-ceği bir durum değildir. Sevgi ilişkisi içerisinde karşı-lık beklemeden yardımlaşmayı ilke edinmiş komünüyesi diğer bireylerle girilen ontolojik ilişki içerisindebunu ancak başarabilir. Bu bağlamda demokratik ko-münal yaşamın sadece “yönetim” ve “etkinlik” olgula-rının demokratikleşmesini olarak anlamamakgerekir. Bununla birlikte, “eşsiz, yaratıcı ve yetkin birvarlık olarak her bireyin” benliğinin, yeni bir benlikve kişilik duygusunun da geliştirildiği bir öz etkinlikalanıdır.

Komünleri birey ve toplumun özgür yaşam formuolarak değerlendirmemizin en önemli nedenlerindenbiri ve belki de önde geleni, komünlerin ortak eylemve hedefleri aşan demokratik ve özgürleştirici birmuhtevaya sahip olmasıdır. Komün herşeyden önceözgürlükçü toplumsal ilişkiler geliştirmekle toplumayeni bir ruh kazandırmıştır. Sorunlarını paylaşma,birbirini tanıma ve eğitme, doğru, iyi, güzel ve özgürolana yönelmektir. Hiyerarşiye ve cins ayrımına yertanımayan, insanın insanla, insanın doğayla ve insa-nın bizzat kendisiyle anlam ilişkisi içerisinde yeni vegüçlü bağlar kurduğu, yaşama ait olan herşeyi asıl an-lamlarıyla tanımlamayı varlık sebebi saydığı toplum-sal hakikat renkleridir. Bu ocaklarda, kapitalizminmetalaştırdığı toplum-birey ilişkilerinin yerine anlam,değerleşme, öz bilinçlilik ilişkisi inşa edildiğindensınıf üretme ilişkilerine de son verilmekte, tercih veetkinlikte bulunma imkanı insanı özgür bir varlıkolma yolunda daha güçlü bir arayışçı kılmaktadır. Bi-reyin istek ve yeteneğine göre birden çok komündeyer alabilme, etkinlikte bulunabilme olanağı, bireyinkendini özgünce gerçekleştirmesinden başka bir şeydeğildir.

Demokratik komünal yaşamın en büyük avantajı,demokratik kültür kapsamında kendisini farklılıklarave yeniliklere sürekli açık ve politik bir konumda tut-masıdır. Demokratik politik konum, insan edilgenduyguları pençesinde kurtulmak ortak bilinçle veemeği toplumsal üretimi ile kendini adeta yenidenyaşatmasına, toplumsal ilişkiler içerisinde her günyeni ve farklı şeyler keşfederek toplumuyla bağlarkurmasına, politik bir özne olmasına olanak sunar bukonumdaki birey, demokratik komünal yaşam içeri-sine insanın politik bir varlık olduğunu ve toplumsalpolitik eylemlilikle ancak özgürleşebileceğini anla-makla sınırlı kalmaz. Tüm bu olguların doğallığında,kendiliğinden gelişen olgular olmadığını, demokrasi,özgürlük vb. türden tüm olguların bizzat insanın ta-sarlayıp arzuladığı ve kurduğu toplumsal inşalar ol-duğunu da kavrar. Kavrayış, aynı zamanda tasarlanıparzulananın kurulmasına, inşasına yönelmek ve bu

154

temelde pratikleşmek olduğuna göre, çaba ve müca-dele kavrayışın kurucu özelliği olarak öne çıkmakta vebireye toplumsal kuruculuk rolünü tanımaktadır. Do-layısıyla birey, politik özne olma vasfını kendi toplu-munu, komününü inşa etme eylemine dönüştürerekkendini de dönüştürmekte, toplumuyla birlikte yeni-den inşa etmektedir.

Sonuç itibariyle toplumsallığımızın mümkün kıl-dığı hakikat olarak demokratik ulus, özgür komünalyaşam arayışımızın dile gelen çabası ve inşa çalışmasıolarak önemli bir yetkinleşme ortamı yaratmış bulu-nuyor. Tüm engelleme, darbeleme ve görmezdengelme tutumlarına rağmen hakikat için yaşama gücügösteren ve böylece varlığını koruyarak özgürlüğünüsağlamaya yönelen bir halk, kardeş halklarla birliktekendi öz yönetimini ve komünalliğini oluşturuyor. Buözerk oluşumlarda filizlenen “her var olan, bir başına,ayrı ve benzersizdir.” Gerçeği, “ya ben, ya sen” mantığıyerine ben-sen, biz- hepimiz ve doğadaki herşey bilin-cine yol açmış, daha bütüncül bir zihniyet yapısına ka-vuşulmuştur. Demokratik ulus pratikleşmesindehareket, böylesine kurucu ve devindirici bir özelliküzerinden kendi farklılığını anlama-yapma ilişkisi içe-risinde hakikatli kadrosunu örgütleyerek üretmekte-dir. Bir anlamda sosyal bilimin sökükleri veparçalanmışlığıyla dikiş tutamaz hale geldiği bir ze-minde, özgürlük sosyolojisiyle yeni bir sosyal ve siya-sal devrin alternatifi pratikleştirmektedir.

Bu pratikleşmenin tikel ve evrensel olanı birleştiren,geçmiş, şimdi ve gelecek ilişkiselliği içerisinde tariholuşturucu özelliği esas çıkış ve başlangıç noktası ola-

rak not edilmelidir. Demokratik ulusun kendi öz yöne-timini ve komünlerini inşa çabası, verili sosyal biliminaçmazlarından kendini kurtaran toplumun, tarihi, kül-tür ve hakikati yeniden tanımlayarak kendi bilme tar-zını oluşturması ve özgürlüğünü yönelmesidir. Tarihselgerçekliğin bilince çıkarılması, evrensel yaşam ve ger-çeğinin bütün farklılığı ve canlılığı içerisinde kavran-ması ve toplumsal hayatın bu kavrayışa göre yenidenörülmesidir. Abdullah Öcalan’ın “negatif görevler” ola-rak ifadelendirdiği, var olma ve varlığını koruma mü-cadelesini başarıyla sürdürülmesi, “pozitif görevler”olarak belirlenen demokratik ulusu inşa ve özgüryaşam ahlakını oluşturma evresine geçiş aşamasıdır.

Unutmayalım ki, özgürlük, eşitlik, adalet ve de-mokrasi gibi kavramlar diğer birçok kavram ve olgugibi insan yaratımıdırlar. Teorik tutarlılıkları ve pratiketkinlikleri, insanın siyasal etkinliği ve öz yönetimi sü-recinde deneyimlenerek oluşmuş ve yine ona bağlıolarak diğer kazanmışlardır. O halde kendi toplumsal-lığımızın ulaştığı anlam gücü doğrultusunda bu olgu-ları yeniden anlamlandırıp tanımlamamız yanlışolmayacaktır. Yanlış olan, bu iddiayı ve çabayı göster-mek, kendimizi kapitalist sistemin hakikat rejimine veonun kavramları eril olan saldırılarına açık hale getir-memizdir. Kürt özgürlük hareketi bu esaret zincirle-rini sadece kavramsal düzeyde değil, örgütlülükyaratma anlamında da her gün yeniden parçalamak-tadır. Çağrı, bu zincirlerden kurtulmak isteyen herke-sedir. Kurtuluş, bulunduğumuz her alanı demokratikkomünlere dönüştürmekte ve yabancı yönetimlerekarşı kendi öz yönetimlerimizi oluşturmaktadır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Düş İki kitap iki düş… İki düş arasında sıkışan bir ger-

çeklik… Yıllar geçti bazen, bazen yüzyıllar… Amaütopya, ütopya olmaktan kurtulamadı, dünya umu-dunu yitirdikçe tekrar açıldı kitap sayfaları. Ve her bircümle tekneden atılan bir can simidi oldu. Romanlarabenzemeyen hayatın içinden romanın cümleleriyleyol almak gerekti. Thomas Moore, Ursula Le Guingeçmiş zaman büyücüleri ve umut tacirleri…

“Buradayım çünkü bende vaadi –yerine getirilenvaadi görüyorsunuz. Vaadi yerine getirdik biz, Anar-rest’te. Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size

kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimizyok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışındahiçbir yasamız yok. Hükümetimiz yok, yalnızca özgürbirlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkan-larımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz,patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, üc-retlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz,savaşlarımız yok. Başka da pek fazla şeyimiz var sayıl-maz. Biz paylaşırız, sahip olmayız. Varlıklı değiliz.Hiçbirimiz zengin değiliz. Hiçbirimiz iktidar sahibideğiliz. Eğer istediğiniz Anarres’se aradığınız gelecekoysa o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylü-yorum. Ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkıbir çocuğun dünyaya, hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir

malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka in-sanlara dayanarak gelmesi gibi.”

1974 yılında yazılmış Mülksüzler kitabından alı-nan bu bölüm, ideolojiden arınmış ama ideolojinin takendisi… Tıpkı,“ Vermediğiniz şeyi alamazsınız,Kendinizi vermeniz gerekir.Devrim’i satın alamazsınız.Devrim’i yapamazsınız.Devrim olabilirsiniz ancak.Devrim ya ruhunuzdadır, ya da hiçbir yerde değildir.”

Sözleri gibi edebi bir itiraftır, slogana benzeyenama slogandan öte olandır aynı zamanda.

Romanlardaki kurgu üzerinden dünya düzeni ileilgili tasarımlara bakıldığında aslında yüzlerce yıldırhiç bitmeyen hatta eksilmeyen bir düşün olduğu gö-rülür. 16. yy’ da kaleme alınmış olan “Yok yer” mana-sına gelen ütopya da benzer bir tasarım örneği olarakdeğerlendirme içinde yer alabilir.

Thomas More’nin Ütopyası hakkında bilgi vermekgerekirse onun ülkesinde hiç kimse özel mülk kavra-mını bilmez. Herkesin evi aynı biçimdedir. Evlerdebir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit yoktur. Evlerherkese açıktır. Sahiplik duygusu olmasın diye 10yılda bir ev değiştirilir. Evlerin böylesine düzenli ol-duğu bir adada kıyafetlerde oldukça düzenlidir. Bir-kaç nüans dışında herkes aynı şekilde giyinir.

Köylerde 40 kişinin çalıştığı çiftlikler bulunur vebunlar yaşlı ve bilge olan biri kadın ve biri erkek ikikişi tarafından yönetilir ve iki tane köle bulunur(kötüişlerin yaptırıldığı) . Çalışma süreleri de sadece 6 saat-tir. Bu durumu More, günümüzde çalışan kesimin sa-dece kendisine değil zengin kesime de bakmasıgerektiğini, dolayısıyla bu durumun emekçilerin işle-rini oldukça zorlaştırdığını söyleyerek açıklıyor veÜtopya gibi eşitlikçi bir ülkede insanların 6 saat çalış-155

y Şenel Karataş

Düş İle Gerçek Arasında

Onun ülkesinde hiç kimse özel mülk kavra-mını bilmez. Herkesin evi aynı biçimdedir. Ev-lerde bir sokak bir de bahçe kapısı var ve kilit

yoktur. Evler herkese açıktır. Sahiplik duy-gusu olmasın diye 10 yılda bir ev değiştirilir

156

masının onlara yettiğini söylüyor.Ütopya’da ki başka bir durum ise hayvanların

Ütopya halkı tarafından öldürülmemesi… Ütopyadabu işi Ütopya halkı yerine köleler yapar. Bu durumÜtopyalıların böyle vahşi davranışlardan uzak kalma-sını sağlamaktadır.

Ütopya’da savaş zaferleriyle de övünülmez. Sadecezorunlu hallerde savaşa girerler. Altın ve gümüş ise sa-dece savaş için tutulur. Tanrıya inanmayanlar yurttaşsayılmazlar ve siyasal yaşama katılmazlar ama hiçbirbakımdan rahatsız edilmezler. Mutluluğu zevktebulan bir ahlak ve çilecilikten uzak bir dinsel tutumsöz konusudur.

Bir bakıma düşünce ve vicdan özgürlüğü uğrunaölen More, ideal bir dünya düzenini ortaya koymuş-tur. Onu gerçekleştirmek mümkün olmasa bile, onabir şekilde yaklaşmak olanaklıdır. Bu görüşün aksinehiçbir zaman gerçekleşmesi mümkün değildir şek-linde yaklaşımda varlığını hep korumuştur. Asıl üze-rinde düşünülmesi gereken konu ise ütopya; idealolduğu iddiasındaki birçok sistem gibi bireyi yoksayan, tek tipleştirici bir özellik barındırır kuytulukla-rında.

Her ütopya yazıldığı döneme dair hem bir eleştirihem de bir toplumsal bir başkaldırı niteliğindedir.Ancak ütopik eserler incelendiğinde; iktidarın tek eldetoplanması, sınıfsal ayrıcalıkların eleştirilmesine karşıyapılan sadece yeni bir iktidar odağının yaratılmasıdır.Buna karşın yaşanmakta olan tüm sistemlerin üze-rinde imrenilecek, kayıtsız kalınamayacak kadar dü-zenli bir yaşam söz konusudur.

Burada mülksüzlerden bir sayfa çevrildiğinde, Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil.

Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dö-nüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Bizkardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizintek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yok-sullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz,çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimiz-den başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimiziuzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyo-ruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şe-yiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizinmalınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey neolduğunuz ve ne verdiğinizdir.” Der Shevek…

Kulağa hoş gelen, iç ısıtan bu sözcükler Le Guin’indeyimiyle “ikircikli bir ütopyanın” manifestosunuoluşturur.

“Nerede mülkiyet varsa, orada hırsızlık vardır. Birhırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmakistiyorsanız yasalar koyun”

Ve savaşılan sistemlerin karşında muhalefet, ken-dini bu cümleler üzerinden örgütlerken, adı konmasa

da sorunun kaynağı ve ideal dünya kavramı da ortayakonmuş oluyor.

Demokratik bir düzen, tüm zamanlarda insanı ya-şadığı cehennemden kurtaran bir cennet düşü olmuş-tur.

Beş yüzyıl öncesinden seslenen More, bir ada üze-rinden düşlediği dünyayı kurdu, Amerikan’ın keşfininüzerinden 24 yıl sonra... Avrupa bu keşifle birliktedünyayı öğrendiğini düşünüyordu, ama hiçbir şeybeklediği gibi olmadı. Ortaçağ’dan kurtulmaya başla-yan Avrupa için oldukça yenilikçi ve oldukça da uzakbir hayaldi bu. Paylaşılmış doğal zenginlikler içindekendine pay bulamayan ve yoksullaşan topluluklariçin bir özlemdi “Ütopya”…

Le Guin ise zıtlıkların yararlanarak ikiz dünyalarolan “Anarres” ve “Urras”ı yarattı. Ve odocuları… Buiki dünya bir “ikili sistem” oluşturdu, birbirlerinin et-rafında dönen. Her biri ötekinin “ay”ı. Hangisinin ay,hangisinin dünya olduğu, ne taraftan bakıldığınabağlı. Dünyalardan biri verimli, diğeri çorak; biriözgür, diğeri sınıflı ve sömürülü; biri “anarşist”, diğeri“arsist” (devletçi, yönetimci, hiyerarşik). Ve bununüzerinden tanımlanan yeni bir dünya…

Ve dedi ki Odocular, “Odoculuğun derdi ne biliyormusun dostum, biraz kadınsı olması. Yaşamın er-kekçe yönlerini almıyor. Kan ve çelik, savaşın parıl-tısı...” derken, şu anın en doğal gereksinimi olansavaşsız bir dünyanın şifrelerini, bir kadın avuçlarınızabırakır…

Umut sahiplerinin ve tüm düşlerin bize söylediğihakikat ise,

“Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, ikiyüzlüydü.Neyin içerde, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangiyanından baktığınıza bağlıydı.” Aya bakmak gibi… Ayolmak gibi…

Sonuç itibarıyla yaşam düşle başlıyor. Ve düşlekendi yolunu buluyor. Ve dünyanın geldiği nokta; birmülksüz bir ütopya daha yazmadan romanı hayata ta-şımak… Adı ne mi olur? Belki yerinden yönetimbelki demokratik özerklik… Ama bir “mülksüz”umudunda…

GerçekPolitik anlamda; bağımsızlık, öz yönetim, bir ahlakfelsefesi terimi olarak, bireylerin ilkeler dışında her-hangi bir şeyden etkilenmeden, yargılara ulaşabilmekapasitesi anlamına gelir özerklik.

Özerkliğe geçmeden özyönetim kavramını elealmak gerekmektedir. Özyönetim, her türden zorluklakarşı karşıya olmasına rağmen uygulamada şu andabile aşağıdan yukarıya hareket ederek doğrudan de-mokraside kitleleri bir üst evreye geçirme erdeminesahiptir; ulus-devlet anlayışında olduğu gibi, süreklihâle gelen köklü edilgenlik ve itaat etme alışkanlıkları,

157

geçmiş baskıların miras bıraktığı aşağılık kompleksiyerine onların özgür inisiyatifini geliştiren, cesaretlen-diren ve canlandıran, onlara sorumluluk duygusu aşı-layan bir erdem olarak nitelendirilebilinir.

Özyönetimi esas alan uygulamalarıyla Zapatistler,denetimleri altında bulundurdukları Chiapas eyaleti-nin üçte birini kapsayan sık ormanlarla kaplı dağlıkbölgede, otonom belediyeler, “iyi yönetim” konseylerive köy meclislerinden oluşan bir özyönetim modeliinşa ettiler. Bu model, yeni bir tür yöneticiler/politika-cılar sınıfının ortaya çıkmasını olabildiğince engelle-mek amacıyla geliştirilen, delegeleringeri-çağrılabilirliği ve görevlendirmelerin kısa-süreli-liği gibi önlemlerle desteklenmektedir. Kuşkusuz,buna benzer demokratik yöntemler sadece Zapatist-ler’in değil, çeşitli sivil toplum örgütleri, sendikalar,taban inisiyatifleri vb. tarafından uzun zamandır kul-lanılagelen yöntemlerdir. Bunların yanı sıra, köymeclisleri gibi çeşitli demokratik mekanizmalarınyerli kültüründen beslendiği iddiasında olan Zapatist-ler, bu kültürü barındıran kimi geleneklere de sahipçıkmaktadırlar.

Zapatistler’i diğerlerinden ayıran yöntemlerin ba-şında,“istişare” (consulta) olarak adlandırdıkları,önemli kararların alınmasında “yerli tabanı”na da-nışma pratiği gelir. EZLN’ye bağlı bütün yerli toplu-luklarının katıldığı “istişare” süreci, on iki yaşınüzerindeki herkesin tartışma ve oy verme hakkınasahip olduğu demokratik meclisler aracılığıyla ger-çekleştirilir. Tüm katılımcılar, oylamaya öncesinde,konunun enine boyuna tartışıldığına ikna olmalıdır-lar. İlgili mecliste yapılan oylamanın sonuçları, tartış-malara ve oylamaya katılanların sayılarıyla birlikte,üzerinde tartışılan temel noktalar ve görüşleri içerenbir raporda bir araya getirilir. Yerli topluluklarındangelen raporların toplamı da, Zapatist “istişare”nin so-nucunu ortaya koyar. Politik gerilimler ve hükümetgüçlerinin saldırıları gibi gerekçelerle zaman zamangeçici sürelerle askıya alınsa da, EZLN, “taban”a da-nışma yönteminden olağanüstü durumlarda bile vaz-geçmemiştir. Markos "Eğer "demokrasi" terimi bütünvatandaşların gün be gün siyaset yapımına katılımınısağlayan siyasi sistemlerle sınırlandırılıyorsa, o zamandünyadaki ülkeler içinde demokrasi yoktur." Derkenbir biçimde özyönetimle gelen demokrasinin kriterle-rini ortaya koymuştur.

Aynı eksende düşünen bir başka isim de Bookc-hin… Ölümünden önceki son on yılda kesin şekliniverdiği özgürlükçü belediyecilik projesini de bu kap-samda geliştirmiştir. Devletçi belediye yapılarını orta-dan kaldırarak, özgürlükçü bir yönetim biçimioluşturmayı, konfederalizmi hedefleyen Bookchin,demokratik katılımı yerel seçimlere girmek dâhil bir

dizi öneri çerçevesinde geliştiren bir sistem önerir. Tüm bunların arkasından, Kürt siyasal hareketi bu

ülkede ilk defa demokratik özerklik ve konfederalizmkavramlarını kullanıma sokmuştur. Ve bir sistemedönüştürülen demokratik özerklik kavramı demok-rasiyi bir türlü içselleştiremeyen ülkelere bir çözümumudu sunmaktadır.

Buna göre, Demokratik özerklik ile ilgili realitedesöylenebilecek en doğru ifade, demokratik ulusun ci-simleşmiş halidir. Demokratik ulusun başat kavramıise özerklik… Özerklik, özgürlüklerin ve özgünlük-lerin yaşatılabilmesinin garantisidir. Örneğin kültürelalanın (inançlar, diller, etnik aidiyetler) siyasal alan-dan özerk olması gerekmektedir ki siyasetin kültüremüdahale etmesi ve onu siyasallaştırması önlenebil-sin. Toplum, birden çok kümeyi, dolayısıyla kolektifveya kültürel kimliği barındırır. Tam da burada de-mokratik özerkliğin önemi hissedilir derece de or-taya çıkmaktadır. Demokratik Özerklik, özgünkimliğin özgürlüğünü ve demokratik yaşamını ifadeetmektedir. Demokratların ve demokratikleşen herülkenin yadsıyamayacağı bir yaşam ve ilişki biçimi-dir. Bir toplumun kendi demokratik haklarını tümboyutlarıyla kullanması olarak da tanımlanabilir.Tüm bunları belirtirken söz konusu etnik ve ulusalkimliğin haklarını bu temelde kullanabilmesini; ikti-dar olma, devlet olma, iktidar alanını paylaşma biçi-minde görmemek gerekiyor. Bu, yerelden yönetimveya yerinde yönetimdir. Her halkın kendi kendiniyönetmesidir. Demokrasi kavramının dile getirdiğihalkın kendini yönetmesi mottosundan farklı olarak,her halkın kendini yönetmesini ifade eder. Farklılık-ların birliğini esas almaktır. Bir merkezin kendisihakkında karar almasından ziyade kendi kararlarınımerkeze bildirmesidir. Özcesi kendi kararlarını ken-disinin alması ve kendisinin uygulamasıdır. Toplu-mun farklıklılarının demokratik temeldeörgütlenmesini, kurumlaşmasını ve yaşamasını ifadeetmektedir.

Özerkliğin yerleşik bir dile dönüşmesini, tarihineduyulan genetik bir özlem olarak nitelendiremeyiz.İçten gelen bir dalga “özerklik” olarak formüle edil-miştir.

Duygusal bir temel üzerinden yola çıkan ve za-manla vicdan hareketi haline gelen bir mücadelenindoğal bir sonucu olan demokratik özerklik, “Özgür-lüğün yolu tüm dünyaya karşı tek başına kalmak bileolsa kendi inancına bağlı kalmaktan geçer.” diyen S.Zweig’in sesine kulak vermektir…

Ve…Charlie Chaplin’in “Ey halk, özgür, güzel ve mutlubir yaşam kurmak senin elinde” sözünü unutma-maktır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Pozitivist sosyal bilimler toplumu tanımlayama-maktadır. Ya aşırı kaba-materyalist ya da aşırı metafi-zik yorumlardan kendilerini kurtaramamaktadırlar.Her iki yorum da bütün çehreleri ile birbirini besli-yor ve aynı kapıya çıkıyor. Her ikisinde de toplum,dıştan belirlenen ve iradesizce teslim olunacak veyatersine göbek bağının mutlaka kesileceği bir olgu ola-rak ele alınıyor. Bunun devletçi-iktidarcı bakış veözellikle kapitalist sistemin bilimci yapısı ile bağlarıvardır. Burada toplum ve toplumsal varoluş bir zo-runluluktan ibaret, dolayısıyla özgürlük-dışı bir alanolarak oldukça olgucu bir bakışla çözümlemekten tu-

talım, “akılsız” düzene sokulması gereken maddi biryığın olarak değerlendirmeye kadar özünde hep dışyönlendirmeye ve düzenlemeye tabi tutulması gere-ken bir mühendislik nesnesi gibi ele alınmaktadır.Bütün yeniliği içerisinde sosyal-bilimler, diğer bütünbilimlerin günahını ve değirmen taşını boynuna do-lanmış haldedir. Şekilsizleştirici, tanımsızlaştırıcı veanlamsızlaştırıcı teorik karmaşasıyla günümüz ideo-lojik hegemonyaya en fazla hizmet eder konumdadır.Devrimler çağının en kaotik-çalkantılı dönemecindeve egemenlikli sistemin toplumsal başkaldırılar karşı-sında en güçsüz ve alternatifsiz olduğu süreçte -19.yy,da- hegemonik çıkışa temel oluşturmuştur. Comtecu“Pozitif sosyoloji”, toplumsal tarih içerisinde hep

marjinal kalmış, ayıplanmış kapitale dayalı gasp vetekel olgularını ideolojikleştirilmesinde ve hegemonhale gelmesinde temel taşları döşemiştir. Toplum,üzerinde maddi-manevi tekellerin kurulduğu bir ik-tidar kaynağı haline getirilmiştir. Kapitalizmin kendi-sini adeta en gelişkin, son ve ebedi “toplumsal sistem”gibi sunması onun bu ideolojik hegemonyasındankaynaklanmaktadır.

Çağımızın insan zihnine musallat olmuş temelkanserleşmesi liberalizmin ideolojik egemenliğidir.Toplumsal doğayı; toplumsal değişim ve gelişimibüyük bir öz yıkıma uğratan ve kendisi olmaktan çı-karan bu kanserleşme, anlamsızca ve oldukça yıkıcıbüyümelerin önünü açmaktadır. Liberalizmin gücüonun bütün karşıtlıkları kendi içerisinde üretebilme-çatıştırabilme esnekliğindedir. En katı-dogmatik fira-vuni toplum yorumlarından tutalım, en liberalbireycilik temelindeki “modern” toplum yorumlarınakadar hepsi liberalizmin varlık kaynağı ve sebebidir.Liberalizm, kendi içinde kendi kıyımını getiren zih-niyet, birey ve toplum gerçekliğidir. Her başkaldırı,kendi sonunun ve sorununun başlangıcıdır, yaratıcı-sıdır. Her özgürlük arayışı liberalizmin tuzaklarındaiktidar üretimine dönüştürülüyor. Toplum ve top-lumsal akıl, usanç ve bezginlik içerisinde kendisineyedirilmiş bitmez-tükenmez çatışmalardan bitapdüşmekte ve tanınmaz hale getirilmektedir.

İnsan zihniyetini ikilemler üzerinden kendi do-ğasına ait olmayan çelişkilerle parçalamak, boğuştur-mak ve kullanmak insanın metafizik gelişiminiönemli oranda çarpıtmıştır. Kendisi ile savaştırılan vekendisine karşı kurulmuş zihniyet çarkları arasındainsan, büyük bir yalnızlık, iletişimsizlik ve en önem-lisi de köklü bir yabancılaşma çağını yaşamaktadır.Yabancılaşma, insanın kendi emeğinin, ediminin vetarihsel-toplumsal gelişim köklerinin dışında, tüm158

y Ruşen Öner

Kurucu Kimlik ve Toplumsal Doğa

Yabancılaşma, insanın kendi emeğinin, edimininve tarihsel-toplumsal gelişim köklerinin dışında,tüm bunlardan soyutlanmış olarak kendisini ta-

nımlaması; aslında tanımlayamaması durumudur

159

bunlardan soyutlanmış olarak kendisini tanımla-ması; aslında tanımlayamaması durumudur. Kendivaroluşu anlamsızlaştırılan insan, usanç ve tatminsiz-lik içerisinde bir tüketim makinesine dönüştürül-mektedir. Temel sorun, insanın kendi toplumsalköklerinden koparılması ve bu köklerin ana damar-lardan beslenememesidir. İnsan kendi varoluşununtemel niteliklerinden ve amaçlarından kendi iradesive bilinci dışında koparılmaktadır. Bireycilik bu an-lamda insanın kendi özüne ve gelişim doğasına karşıen büyük düşmanlık ve darbedir. Aynı zamanda ka-pitalist hegemon sistemin de temel ideolojik daya-naklarındandır. Kapitalist hegemon sistemin üçlüsacayağı olarak tanımladığımız ulus-devlet, endüstri-yalizm ve kapitalist sermayecilik yapısallığı yanındatemel ideolojik dayanaklarını aşmak önemli olmak-tadır.

İnsan gelişiminin temel zihniyet yapıları toplum-sal gelişiminin bir ürünü olduğu gibi, tersinden detoplumsal gelişim insanın temel zihniyet yapılarınınbir ürünüdür. Karşılıklı birbirini besleyen ve birbirinikoşullayan, birbirinden koparılamayacak gerçeklerolarak bir bütünselliği ifade etmektedir. Toplumsallıkesasta bir zihniyet inşasıdır. Ortak anlam dünyası,değer yargıları, evrenle doyurucu ve kurucu ilişkiler,algılar, davranışlar ve tepkiler tümüyle toplumsallığıninşasıdır. Buluşan, birbiriyle etkileşen, ortaklaşan an-lamlar –yanlış, anlaşılmaz veya saçma gibi olsalarbile- ve birbirini besleyen, büyüten veya küçültenama birbirini tamamlayan davranışlar toplumsallığıbeslemektedir. Göbekli Tepe, M.Ö. 12.000 yıl öncesitoplumsallığın ekonomik ve zorunluluk koşullarınınötesinde ritüellerle ve simgelerle ortak zihniyetinanç-anlam dünyası etrafında geliştiğini ortaya koy-maktadır. Bütün boyutlarıyla insanlıktan gizlen-mezse, Göbekli Tepe, insan zekâsının vetoplumsallığın rüşeym halinde nasıl birbirine sarma-şık bir örgü oluşturduğunu daha net ve açık bir şe-kilde gösterecektir. Günümüze kadar da insanlığınbütün temel zihniyetini oluşturan inanç sembolleri-imgeleri orada yalın bir şekilde görülmektedir. Bun-lar binlerce yıl sonra bile insan hafızasını veduygu-ruh dünyasını derinden şekillendiren imge-lerdir. Aslında toplumsal tarih içerisinde daha dünü-müz sayılır. 14000 yıl üzerine eklenen ancak butemelin farkındalığını yaratma çabası olmuştur. Bukuşkusuz azımsanmayacak bir çabadır. Fakat mil-yonlarca yıllık bir zekâ gelişimi, yaşam birikimidir,toplumsal hafızadır karşımızda duran. Aslında kendidinamiği, diyalektiği ve gelişim-değişim çizgisi olanbir varoluştan bahsediyoruz. Yani bütün canlılığı veözgürlük potansiyeli ile evrenin en gelişkin doğasın-dan bahsediyoruz. Bunu salt bazı mekanik ve maddi

zorunluluklara indirgemek; insan bilincinin ve varlı-ğının oluştuğu ve yapılandığı canlı ilişkiler bütünlü-ğünden koparmak anlamına gelmektedir. Evreninbilinçte yeniden kurulması, anlam oluşturma ve far-kındalık, temel potansiyellerin açığa çıkarılması, ai-diyet ve zihinsel bütünlük toplumsal koşullardagerçekleşir. Özgürlük, toplumsallığın kendisinibütün potansiyeli ile evrenle birlikte var etmeyedevam ederken gelişim ve değişim potansiyelinizaman-mekân içerisinde gerçekleştirmesidir. Dolayı-sıyla toplumu salt dogmalardan, sınırlardan ve kas-katı kurallardan ibaret görmek yanlıştır ve oldukçabilinçli bir çarpıtmadır. Evrensel bir gerçekleşme,kendini aşma gücünde olan, oldukça esnek, canlı birorganizmadır. Bu doğadan daha yaratıcı, daha büyükbir özgürlük kaynağı ve inşa gücü olamaz. Toplumher insanla ve her insanda kendisini yeniden inşaeder. Bu akışa, bu “büyüye”, hatta bu aşka en büyükhakikat olarak ermek, kuruculuğun ve inşa gücününesasını oluşturmaktadır.

Felsefenin küçültülerek, aslında biraz da belirsiz-leştirilerek-silikleştirilerek sıkıştırıldığı, salt akademikanalizlere boğulmuş ve soyut yaşam ve kazanç reçe-telerine indirgenmiş hali, yaşam değeri ve anlamıüretemiyor. Hakikate ulaştırmıyor. Toplumsallığınruhu metafizik bütün yönleri –inanç, ahlak, vicdan,özgürlük gibi temel bilinç, davranış ve eylem kılavuz-ları- çarpıklaştırılmış bir felsefe alanına, soyut-özn-elci bir bilgi sevgisine sıkıştırılmıştır. Bilimcilikazman olup toplumsallığın ana gövdesini -kültür-ekonomi-siyaset- ele geçirmiş, yutmuştur. Bu ne-denle bilimci yaklaşım, olgucu-belirlenimci nesnelciyapısıyla toplumun bedeni üzerinde operasyonlargerçekleştirirken soğuk iktidar ve azami kâr dışındabir gaye gütmemektedir. İnsanın temel zihniyetformlarının bu kadar bütünlüğünden koparılması,birinin diğerinin inkârı ve küçültülmesi üzerindenbina edilmesi ve asıl işlevlerinden saptırılması, haki-kat algısında hem büyük çarpıtmaları yaratmış vehem de hakikat yoluna kocaman engeller dikmiştir.O nedenle de toplumsallığı, bilinçte birbirine yapışıkolan ruha ve maddeye ayrıştırmak insanı felç etmek-tir. Çağımızın bütün yıkıcılığının temelini oluşturanaşırı rasyonellik, apolitik, fanatik ve aynı ölçüde prag-matik insan zihniyet yapıları ile insanlık adeta askıyaalınmış gibidir. İnsan bu yapısıyla kendi zincirlendiğikayayı da beraberinde sırtında taşır hale gelmiştir.Aşırı öznelcilikle aşırı nesnellik arasında bir sarkaçgibi oradan-oraya savrulmaktan yorgun düşmüş,mutsuz, öfkeli ve kendisini hiçbir şekilde kurama-maktadır.

Bunları aşmak, hatta farkına varmak bile çok zor.Bilimselliğin-inancın-felsefenin birbirine yapışık ol-

160

duğu canlıcı düşünüş ve yaşam hakikate daha yakındurmaktadır. Hannah Arendt toplumsallığın kurucutemel işleve sahip zihniyet formlarının nasıl birbirinekarşıt ve yanlış kurulduğunu, özellikle özgürlüğün al-gısında oldukça çarpıcı bir biçimde ortaya koymakta-dır. Ona göre özgürlük esasta siyasetle sıkı bağlariçinde olmasına karşın, liberalizm onu felsefi birsorun haline getirmiştir. Hatta liberalizmin özgür-lüğü siyaset-dışı alanlarda, oldukça göreceli ve soyutbir alanda insanın kendi içsel-öznel dünyasında baş-lattığını belirtir. Özgürlüğün siyasetin bittiği yerdebaşlatılmasının, yani toplumsallığın dışında tanım-lanmasının bireyciliği ne kadar beslediğini Arendtortaya koymaktadır. Arendt, özgürlüğü ve buna bağlıolarak mutluluğu özel alanla değil, siyasal erkin sağ-lıklı bir şekilde paylaşımıyla özdeşleştirmekte ve böy-lece bir kamu mutluluğu kavramının sınırlarınıçizmektedir. Kendi dışındaki iradelere rağmen veyaonların dışında bir özgürlük arayışı, önünde-sonundayıkıcı ve iktidarı üreten bir bilinç çarpıtmasıdır. Nere-deyse her olguya ve görünüme özgürlük payesinin

biçilirken esasta insanın gerçek gücünü ve gerçekli-ğini bulacağı ilişkiler bütünlüğünden koparılmasıtam bir çıkmazı yaratmaktadır. Günümüz dünya-sında apolitik, siyasetten kaçtıkça özgürleşeceğinisanan ve siyaseti devlet idaresine indirgeyen zihniyethâkimdir. Kurucu kimlik esasta politiktir. Çünkü top-lum politiktir. Politikayı Önderliğimiz şöyle tanımla-maktadır; “Toplumun özgürce yönetilerek gelişmesive bireyselleşmenin gelişim sağlamasıdır… Hatta po-litikayı özgürlükle özdeşleştirmek mümkündür. Bu-rada toplumun hem düşünce hem de eylemlekendiliğini, kendi kimliğini bilince çıkarması, geliştir-mesi ve savunması söz konusudur.” Hatta Önderlikpolitika ile ahlakı özdeşleştirmekte; “Politika dahaçok günlük olarak yaratıcı, koruyucu ve besleyici roloynarken,… ahlakı toplumun politik hafızası olarakdeğerlendirmek mümkündür.” Kurucu kimliğin enönemli özelliklerinden birisi kavramların oluşum, ge-lişim ve değişim gücünü, canlılığını ve ruhunu kavra-yabilmektir.

Kadının neden bu kadar namahrem, toplumundışında kapalı, etrafı örülü, sınırlandırılmış özel alana

kapatıldığını ve etrafında gelenek, ahlaki değer yargı-larından ve sayısız imgelerden, kadın tanımlarındanoluşan taştan perdenin oluşturulduğunu ve en önem-lisi de bu perdenin arkasındaki terbiye edilme ve ev-cilleştirilme durumunun sonuçlarını derindenanlamak mümkündür. Toplumsallığın kaynağı veesas kurucu öznesi olarak kadın ile toplum arasındabu kadar korku, kuşku, güvensizlik, hatta düşmanlı-ğın ekilmesi, en temel ideolojik çarpıtmadır. Saltkadın açısından değil, özelde toplum için sonuçlarıdaha ağır olmuştur. Kendisini gerçekleştiremeyen,gelişim ve değişimini sağlayamayan toplum, en de-rinden bir güdümlenmeye ve yönlendirilmeye açıkbir nesne konumuna getirilmiştir. Çünkü kendi poli-tik-ahlaki doğasını yaşayamamaktadır. Kendisini ku-ramamaktadır.

Tüm bu gerçekler ışığında kurucu kimliği nasıl ta-nımlayacağız? Her şey aslında negatif temelde kurul-muştur. Eleştirmek, direnmek, karşıtlık veya protestoyine aynı minval üzerinde negatif pozisyonu güçlen-diriyor; karşıtına dönüştürüyor, kendisine entegreediyor. Egemen paradigma böyle kurulmuştur. Buparadigmayı aşmak derin bir toplumsal bilinci ve ey-lemi koşulluyor. Kurucu kimlik, özde toplumsallıktankaynağını alan ve beslenen bir aidiyet, sorumluluk vegerçekleşme durumudur. Toplum birden ne kurulur,ne de yıkılır. Toplumlar devrimlerle yaratılmaz, ku-rulmaz. Toplumların kendi doğasını özgürce yaşama-sının önünü açabilir. Zihniyet devrimlerini, yenidavranış, bakış ve değer yargılarının oluşumundaönemli bir rol oynarlar. Ancak toplum zaten öyle birdoğadır ki; yaşam ve gerçekleşme, değişim ve dönü-şüm onun kendi karakteridir. Gelenek haline gelmişdeğerleri, dogmaları, denenmiş-sınanmış doğrularıölümüne muhafaza etmeye dönük bir eğilimle bir-likte, hep sorgulayan, en iyisini arayan, yenilenmeyedönük yaratıcı, özgürlükçü bir eğilim toplumunkendi varlık diyalektiğinde vardır. Bunun çelişki veçatışması toplumsal ekolojinin ve diğer bütün varlık-ların temel karakteridir. Hiçbir şey yerinde ve aynıkalmamaktadır. Dünkü toplum, asla bugünkününaynısı değildir. Bir bireyin bile zihniyet değişimi, far-kındalığı toplumsal yapının muhtevasını değiştirmegücündedir. Ulaşılan bütün fizik kuramları, bilimselbilgi ve yaşanmışlıkla ulaşılan anlam-yorum gücübile bütün eko-sistemlerin kapalı hale gelmedikçekendisini hep kurduğunu, kapalı hale geldiğinde isehep kaosa–ki kaosu da aslında oluşumun bir parçasıolarak değerlendiriyoruz- eğilimli olduklarını ortayaçıkarmıştır. Bunun bir genel mücadele- karşılıklı etkive sosyal-bilim gelişiminde doğru ve yeterli formüleedilmesi önemli olmaktadır. Sayın Öcalan’ın Özgür-lük Sosyolojisi bu anlamda yeni paradigmanın temel

Toplumsal yapının esnekliği, demokratik ah-laki-politik doğası engellenmez, zayıflatılmaz,kaskatı zihniyet kalıpları içerisinde hapsedil-mezse, nesnelleştirilmezse kendisini kesinti-

siz kurma yeteneğindedir

161

bakış ve zihniyetini çok duru bir şekilde ortaya koy-maktadır. Toplumsal yapının esnekliği, demokratikahlaki-politik doğası engellenmez, zayıflatılmaz, kas-katı zihniyet kalıpları içerisinde hapsedilmezse, nes-nelleştirilmezse kendisini kesintisiz kurmayeteneğindedir. Tarih ve toplum kurucu kimliğinkök kaynağı olmaktadır. Çünkü insan tarihsel toplu-mun bir nevi somutluk kazanması, gerçekleşmesidir.Birey sıfırdan asla başlamamaktadır. Arkasında birgeleneğin, kültürün, dilin ve politik-ahlaki yapınınşekillendirdiği bir dünya bulunmaktadır. Bireyin bu-radaki kuruculuğu, üzerine ekleyeceği oranındadır.Toplumsal değişim ve gelişimin yaratıcı bir öznesihaline gelmesidir.

Dikkat edilirse günümüze kadar birey hep bir şey-lere karşıtlık veya bir şeyler karşısında kurulmuştur,tanımlanmıştır. Kadın erkek karşısında veya erkeğegöre tanımlanmıştır. Sınıf kimlikleşmesi, karşı sınıfagöre veya onun karşısında tanımlanır. Diller-kültür-ler hep “gelişkin dil” veya “modernite” karşısına otur-tulmuştur. Hep bir şeyler karşısında kategorizeedilerek ya daha üstün veya daha altta bir varlık ola-rak nitelikler atfedilmektedir. Ya da bir bütününbasit, vasat bir çarkı gibi kitle haline getirilmiştir. Budurumda ya direnecek ya da teslim olacak gibi birikilem içerisine sürüklenmiştir. Bir şeyleri yıkmak,inkâr etmek, küçültmek, yerine yenisini kurmakveya tabi olmak birey haline gelmenin yolları olaraksunulmuştur. Yanlış kurulmuş bir var olma durumu-dur bu. Farklılıkları yadsımayan, farklılıkları ötekileş-tirmeden bir arada yaşama gücünü göstermek;

demokratik bir öz irade gelişimi ve katılımı esas alanbir ilişki bütünlüğünü yaratmak kurucu kimliğintemel bilinç ve yaşam esasları olmaktadır. Salt çö-zümleyen, eleştiren, mahkûm eden, fakat alternati-fini yaşamsallaştıramayan yaklaşımın negatif yönleriöndedir. Ortaklaştırmak, değiştirmek, anlamlandır-mak, aşmak, ön açmak pozitif kurucu niteliklerdir.Kuruculuğu bu anlamda esasta bireyin sağlıklı top-lumsallaşması, yeniden koptuğu toplumsal değişim,dönüşüm ve doğasına katılım olarak değerlendirmekmümkündür. Kuruculukta analitik zekâ ile duygusalzekâ dengelenmiştir. Çözümlemek, fakat aynı za-manda anlamak, hissetmek ve çıkışın gücünü-irade-sini ortaya çıkarmak; bunun güven, bilinç veiradesinin oluşumuna ön ayak olmak, farkındalığıyaratmak esastır. Toplumsal sorumluluk-görev bi-linci ve tutkusu, toplumsallığın kendi kendini inşaeden doğasını kavramak ve ona kendi yaratıcı potan-siyeli ile katılmak kurucu kimliğin kendisi olmakta-dır.

Özellikle içerisinde bulunduğumuz süreç; Orta-doğu’da yaşanan büyük kaos ve uluslar arası hege-monik güçlerin bu kaosu yönetmek ve idareedilebilir düzeyde tutarak Ortadoğu’yu yeniden di-zayn etme politikaları karşısında toplumların, kültür-lerin ve bütün toplumsal kesimlerin kendi kendiniyönetme, bütün farklılıkların kendisini öz iradesiyletemsil ederek katılması temelinde ortak özgür yaşamve özgür toplum mücadelesine bütün bilinci ve ey-lemi ile katılım göstermek, yükselen değerlerin kuru-culuğunun esası olmaktadır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

Öz savunma, özgüce dayalı savunma durumudur.Bu kavram Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın de-mokratik modernite manifestosunda bir toplumsalsavunma formülü olarak kullanıldı. Savunmayı kav-ram olarak yalın haliyle değil de öz savunma olarakkullanması çokça çarpıtılması, özünden uzaklaştırıl-masından kaynaklıdır. Burada kendini toplum yerinekoyarak gerçeği çarpıtan devlet-iktidar odaklarınakarşı toplumsallığı açığa çıkarma amacı vardır. Top-lum savunulan değil kendini savunan olmak duru-mundadır. Çünkü kendini savunamayan,savunmasını başka güçlere bırakan bir toplumunvarlığı tehlike altında olur. Nitekim ordusu, polisi,yargısı, ideolojik etkinlik organları ve istihbarat güç-leriyle toplumu savunduğunu iddia eden devletingüçlenmesi ile toplumun atomize edilmesi doğruorantılı gelişir. Fiziki, ekonomik, sosyal, kültürel, siya-sal olarak baskı altına alınmış, ahlaki, kültürel değer-leri dejenere edilmiş, güçten düşürülmüş toplum,kendini savunamaz hale getirilmiştir. Bu nedenledevletin toplumu koruması değil, toplumun devletinher boyutlu baskı, şiddet ve saldırılarından kendinikorumasına ihtiyaç vardır. Toplumsal gerçeklik desavunma olgusu salt maddi varlığını korumaya da-yanmaz. Toplumu toplum eden maddi manevi herşeyi korumak öz savunmanın kapsamı dâhilindedir.Maddi varlığını ve manevi değerlerini savunabilentoplum varlığını sürdürebilen toplumdur. Öz sa-vunma bir varoluş biçimidir.

Savunma refleksiSavunma kavramı kendi başına bir anlam ifade

etmez. Savunmanın olması için tehdidin ya da saldı-rının olması gerekir. Varoluşa yönelik her türlü dışetkene karşı içsel bir varoluş ilkesidir, hayati bir ref-lekstir savunma. Bütün canlılarda bu refleksin çok

güçlü olması varlıkla ilgili olduğunu gösterir. Doğada savunmasız varlık yoktur. Başka bir gücün savun-ması altında olan canlılar yok olma tehlikesini enfazla yaşayan canlılardır. Zorunlu olmadığı süreceböyle bir durum yoktur zaten. Zorunlu olan yenidoğan yavruların daha kendini savunma gücüne ula-şamamış olduğu evredir ki(bazı canlılarda bu süreççok kısadır, hatta doğar doğmaz savunma refleksigösteren türler de az değildir), ebeveynlerinin entemel hedefi yavruyu hızla kendini savunacak düzeyegetirmek için eğitmektir. Avcıların hedefi de zatenkendini savunabilecek güçlü hayvanlara yönelmek-tense savunma gücü gelişmemiş olanlara yönelmekolur. Uçmak, koşmak, sürünmek, yüzmek, toprağınderinlerine ulaşmak, çoğalmak, üremek bir varoluşbiçimi olduğu kadar birer savunma gücüdür de.Kendi yaşam koşullarında uçamayan, koşamayan,yüzemeyen, sürünemeyen, toprakla bağlarını güçlükurmayan canlının hayatta kalması çok zordur. Eğerbu boşluğu başka bir savunma yeteneğiyle doldura-mamışsa. Genellikle de böyle olur. Mesela yavru kek-likler uçmayı öğrenmeden önce çok hızlı hareketetme ve kamufle olma refleksine sahiptirler. Tehlikeliyerlerden çok hızlı kaçar gizlenir, kaçma ve gizlenmeimkanları kalmayınca da vücutlarını kamuflaj olarakdeğerlendirirler. Birkaç yavru keklik bir araya gelerektoprak renginde olan vücutlarını yerde birleştirir veçırpı gibi olan ayaklarını yukarı dikerler. Bu pozis-yonda tehlike geçinceye kadar hareketsiz dururlar.Orada birkaç tane yavru keklik olduğunu fark etmekneredeyse mümkün değildir. Çalı çırpı yumağı gibigörünür. Uçmayı öğrenememişlerdir ama çok hızlıkoşup çok etkin bir kamuflajla hayatta kalmayı başa-rırlar. Doğadaki kendini savuma konusundaki yaratı-cılık hayranlık vericidir. En pasif ama en yaygın veetkili savunma biçimi gizlenmektir. Kamuflaj yön-162

y Asuman Ozan

Toplumsal Varoluşu KoruyupGeliştirme Mücadelesi

163

temleri doğada inanılmaz derecede zengindir. Birçokcanlı öncelikle bedenini araziye uydururken çevre-nin de avantajlarından faydalanır. Vücudundakirenkleri araziye uygun değiştirerek ya da arazi rengive biçimine uygun bir bedene sahip olarak, hareket-siz kalarak, arazi içerisinde saklanarak, hem bedenhem de çevreyi kullanır ve görünmez olurlar. Sa-vunma refleksleri bitkilerde biraz daha farklı gelişir.Gizlenmekten çok çoğalarak korunmak için belirginve göz alıcı olma, kabuk bağlama, büyüme, dikenlisavunma, zehirli savunma, küstüm çiçeği gibi ref-leksli savunma gibi türlü korunma çeşitleri vardır.

Kuşkusuz savunma refleksi salt pasif yöntemlerleuygulanmaz. Farklılık, zenginlik, üremek ya da bitkitohum ve polenlerinin çok uzaklara ulaştırılmasıdaha aktif bir savunmadır. Çoğalmak, üremek, çeşit-lenmek doğanın öz savunması olsa gerek. Hayatınölüm-yaşam döngüsü çeşitlenerek çoğalmanın de-vamlılığı sağlama aracı gibidir. Hayatın sürekliliğinisağlayan ölüm bir savunma biçimidir. Bu durumdasabitlik, statiklik, çeşitlenmeme, savunma refleksiniyok eden ve doğayı yok oluşa götüren gerçek tehlike-dir. Bütün varlıklar da olduğu gibi toplumsallıkta daiktidar, devlet ordu gibi sabit ve sabitleyici, tekleştiricigüçlere karşı kendini korumak varlığını özüne uygunsürdürmenin en temel yoludur.

Savunmanın bir biçimi de saldırıdır. Beslenmeamaçlı ve saldırıya karşı korunma amaçlı saldırılarvardır. Dış tehdide karşı saldırı durumu genellikleson seçenek olarak devreye girer. Diğer seçeneklertüketildiğinde gelişir, bu artık varoluş-yok oluş anı-dır. Bütün canlıların hem saldırı hem de savunmareflekslerinin olması evrensel bir gerçekliktir. Doğalyaşam da savunma kadar varlığını sürdürme güdüsütemelindeki saldırı da vardır. Beslenme döngüsününbir parçası olarak saldırı yıkımı değil kendini sür-dürme hedefine dayandığı için savunmayı barındırır.Savunma eksenli saldırı olarak da tanımlanabilir. Sa-vunma duygusundan kopuk bir saldırı davranışı; yoketme, soyunu tüketme amacına dayanır ki bunlardoğadan kopmuş insan(!) davranışlarıdır. Doğadacanlılar arasında gelişen savunma eksenli saldırılarıgüçlülerin zayıfları yenmesi olarak değerlendirmekde yanlıştır. Bu çok göreceli bir değerlendirmedir,yanlı ve yüzeysel bir bakıştır. Çünkü tüm canlılarınzayıf ve güçlü yanları vardır, duruma göre, zamanave mekâna göre güç durumu değişir. Yılanın yazınfareyi yemesi farenin kışın yılanı yemesi, en zayıf gö-rünen hayvan ve bitkilerin zehirleriyle kendini koru-yabilmesi, sayıca çok fazla olan küçücük canlılarınbedenen çok güçlü ve büyük hayvan ve bitkileri öl-dürebilmesi, kamuflaj yanı güçlü canlıların daha iyikorunabilmesi gibi bir çok örnek verilebilir. Hayata

ne aslanlar hakimdir ne zehirliler ne de memeliler.Dengeli bir döngüdür söz konusu olan.

Savunma refleksinin sadece güdüsel ve bireyselolduğu da söylenemez. Bu başlangıç gerçeğini ifadeeder. Ancak savunma refleksi güdüsel olduğu kadardüşünce ve sosyal davranış alışkanlıklarının da dahilolduğu çok kapsamlı bir gerçekliktir. Bedensel birrefleks olduğu kadar aklı da barındıran örgütlü birdavranış olarak gelişir. Yani savunma hareketi hembireysel hem de kolektif yapılabilir, yapılıyor. Her birvarlığın kendini savunma güdüsü ile birlikte bir çokcanlının ait olduğu grubu koruma güdüsü ve aklı ge-lişmiştir. Grup davranışı ne kadar gelişmişse her birvarlığın kolektif güvenlik hareketine katılma düzeyide o kadar gelişkin olur. Yabani domuzlarda, dağ ke-çilerinde o kadar gelişmiştir ki, suya gidip gelirkendeyim yerindeyse keşif grupları, nöbetçileri, öncüleriile birlikte hareket ederler. Her hangi bir durumdatüm grup tehlikeye girmez. Grubun önemli bir kısmıkurtarılmış olur. Kurtlar, aslanlar avlarını ekipleşen,görev dağılımı olan grup saldırısıyla avlarlar. Atlar,filler yavruları sürünün ortasına alarak çember oluş-turur, atlar bu pozisyonda saldırıları sürünün ergen-lerinin aynı andaki tekmeleriyle savuştururlar. Buörnekler neredeyse toplum bilincine yakın davranış-lardır ve topluluk savunma bilincinin de köklerineişaret eder. Aklın da en fazla yoğunlaştığı alanlardanbiri olduğunu gösterir. Toplumsallaşmak da en zayıfbedensel yapıya sahip olan insanlar için en büyük sa-vunma refleksidir. Topluluk bilinci, topluluk davra-nışı insanın hem maddi hem de manevi değerlerinintemelidir. Topluluğu korumak her bir insanın kendi-sini koruması kadar anlamlıdır, hayatidir. Bu çokyüksek savunma bilinci aynı zamanda doğal yaşamaen uygun savunma bilincidir.

Toplum gerçeğinde savunma Yukarıda ki örneklerden de anlaşılacağı gibi sa-

vunma refleksi doğal yaşam içerisindeki gerçekliğegöre şekillenir. Yaşama ve varlığını sürdürme ilkesinedayanarak çok çeşitli biçimlerde uygulanır. Dünya-daki tüm varlıkların evrim zincirinin son aşamasınıyaşayan bu anlamda tüm varlıkların bileşkesi olmaniteliği olan insan gerçeği, bütün savunma refleksle-rini uygulama nüvelerini de barındırmış ve kendin-den de ekleyerek aşmıştır. En zayıf varlıklardan biriolup dünyanın en etkin canlıları olarak varlıklarınısürdürmeleri bu sayededir. Topluluk olarak hareketetmek bir savunma durumu olarak evrimsel bir mi-rastır. Ama giderek büyüyen akıl ve sezgi gücüyleçok daha kapsamlı, örgütlü ve etkilidir. İnsanlık gü-nümüze kadar varlığını koruyabilmiş ve geliştirebil-mişse bunun en temel nedeni toplumsallığıdır.

164

Bunun tersi olarak insan varlığı karşısında en büyüktehdit toplumsallığının ortadan kalkmasıdır. Tekno-lojinin gelişmesi, toplumsuz insan gerçeğini var ede-bilir mi? Belki başkalaşarak marjinal düzeyde olabilir.İnsanın manevi ve maddi değerlerinden beslenme-yen teknolojik gelişmelerin insan gerçeğini de kemi-receği açıktır. Bu, hatta çok büyük felaketlere yolaçabilir. Toplum sadece kaba anlamda sayıca çoğalıpfiziki güç biriktirme ve bunun üzerinden varlığını ko-ruma gerçeği değildir. Toplum, manevi, düşünsel,maddi bir yapı olarak kişiliklidir. Var olma refleksleride tek bir bedenin hareketleri gibidir. Her bir üyesi-nin özne olduğu kadar toplumsal gerçeğin içerisindebir rol sahibi olduğu yekvücuttur. Dolayısıyla dış teh-ditler karşısında yekvücut refleksler üretilir. Tek tekbireylerin kaygıları değil, bütün bedenin ortak kaygı-larına göre hareket edilir. Bireylerin bu durumda öneçıkması mümkündür. Ama bunun da toplumsal kar-şılığı vardır. Olumlu veya olumsuz nitelikleriyle öneçıkan bireyler, topluluk tarafından ödüllendirilir yada cezalandırılır. İnsanlık tarihine kahramanlık veihanet kavramları toplumsal savunma anlayışı üze-rinden yerleşmiştir. Topluluğun çıkarlarına kendinien üst düzeyde adayan, topluluğun devamlığına çokciddi katkılarda bulunan bireylere zaman zaman kut-sallık düzeyinde değer biçilmiştir, biçilmeye devamedilmektedir. Tersi olarak topluluğun güvenliğine,yaşam ilkelerine ve gelişmesine karşı ciddi zararveren kişiler de lanetlenme düzeyinde yargılanır. Ah-laki ve politik bir yargılamadır bu. Bu hayati olgulartoplumsal belleğe o kadar güçlü yerleşir ki, binlerceyıl bile geçse unutulmaz, geleceğe taşırılır, örnek ol-ması ya da ibret olması amacıyla dillerden düşürül-mez. Yani insan gerçeği kendi varlık biçiminitoplumsallığı üzerinden sağlar ve toplumsallığın ko-runmasını hayati olarak algılar, uygular. Toplumsal-laşmak en temel savunma refleksidir.

Toplumsal gerçeklik de savunma refleksinin zihni-yetle bağlantısı savunma niteliğini belirler. Çünkütoplumsallık da savunma olgusu salt güdüsel bir ref-leks değildir artık. Düşünce, duygu ve davranışlardabilince dönüşmüştür. Bedensel varoluşla sınırlı değil,maddi ve manevi değerleriyle bir bütün haline gel-miştir. Topluluğun inanç sistemi, yaşam bulduğu me-kânlar, beslenme kaynakları, dili ve yaşam tarzı gibikültürel yapılanması da varoluş kimliği olarak, ken-dini var etme tarzı olarak varlığını sürdürme ihtiya-cına dayanır ve yaşam-ölüm gerekçelerindendir.Dilini, kültürünü, inançlarını, ahlaki değerlerini kay-beden bir topluluğun kendini savunması mümkündeğildir. Geçmişiyle, kendini var eden gerçekliğiylebağları kopmuş olan bir topluluğun direniş dayanak-ları da ortadan kalkarak, savunma refleksleri körelir.

Savunmasız toplum her türlü fiziksel, ruhsal, kültürelkırıma açık hale gelir. İnsanların manevi dünyası fi-ziksel varlığının zemini olarak korunamadıkça hemkendi kendine hem de çevreye karşı tehdit oluştur-maktan kaçması mümkün olamayacaktır.

Kuşkusuz bireyin topluluk içerisindeki güvenliğide önemlidir ve toplumsallığın korunmasıyla paralelbir gerçeklik olarak varlık gerekçesidir. Topluluk üye-lerinin kendi aralarındaki ilişkiler, bireyin herhangibir saldırı karşısındaki güvenlik sorunu, topluluğunahlaki değerleri içerisinde anlam bulur. Bireyin top-lumsallığı koruyarak kendini koruması anlayışı ilebirlikte topluluğun da bireyi koruyarak varlığını sür-dürmesi optimal bir dengedir. Birey topluluk içeri-sinde ahlakın gücüne dayanarak kendini korur,varlığını sürdürür. Ait olma duygusu ve toplumsallı-ğın gücünün yarattığı güven bireyin de öz güvenininkaynağıdır. Güçlenen birey topluluğunu güçlendirirgüçlü toplum bütün üyelerine daha sağlıklı, geliştirici,güvenli yaşam zemini oluşturur.

İnsanlığın en temel savunma biçimi olarak gelişentoplumsallık, dıştan gelen saldırılara karşı da tarihboyunca daha doğrusu ağırlıklı olarak uygarlık tarihiboyunca direniş halinde olmuştur. Uygarlık tarihi bo-yunca zihinsel ve teknik olarak doğal yaşam refleks-leri geriletilmeye çalışılmış, bu nedenle toplumunmaddi ve manevi varoluş sorunları günümüze kadarkesintisiz ve birikerek gelmiştir. Buna karşılık top-lumsal gerçekliğin çekirdeğini ifade eden kabileler,halklar, inanç grupları, kültürel gruplar uygarlık güç-lerinin saldırılarına karşı tarih boyunca direniş ha-linde olmuşlardır. Günümüzde belki de insanlığın enfazla yanıltıldığı şey bu toplumsal direnişlerin barbar,katliamcı, insanlık dışı saldırılar olarak lanse edilme-sidir. Hâlbuki bunun tam tersi doğrudur. İnsanlık dışıyöntemler uygulayarak toplumları katliamlardan ge-çiren ve tüm imkânlarını sömürenler devlet-iktidargüçleri olmuştur. Ancak bu vahşet olayları bile tersyüz edilip binlerce yıl insanlığın hafızasına kahra-manlık destanları olarak yerleştirilebilmiştir. Bu du-ruma en iyi örnek, en eski destandan verilebilir.“Büyük kahraman, ölümsüz kral” olarak günümüzekadar taşınan Gılgamış destanı, kültürel kırım, fizik-sel kırım, ekolojik kırım, ihanet ve despotlukla yüklü-dür. Gılgamış için asla söylenemeyecek olan tek şeytoplumunu savunan bir kahraman olmasıdır. Des-tanda bir kahramandan söz edilecekse bu, doğalyaşam alanlarını ve kabilesini korumaya çalışanHumbaba’dır. O da destanda mutlaka öldürülmesi ge-reken bir canavar olarak gösterilmiştir. Destan Gılga-mış’tan söz ederken “Bir gelip bir gidi(yordu) / birboğa gibi ba(şı) dik / Uruk’un (surları arasında) / gü-cünü belli ederek; / ve sallayarak havada benzersiz si-

165

lahlarını / muhafızları (her zaman) / tetikte bekli-yordu emirlerini / ( ama ) kendi (aralarında) korku-dan / tir tir titriyordu Uruk’un yiğitleri / (diyorlardı)Gılgamış (bırakmıyor) / bir oğlu (babasına) / Gecegündüz kibrinden o ……. Bırakmıyor / bir yeniyetme kızı anasına / kız bir yiğide sözlü olsa bile”diyor. Gılgamış uygarlığın bilinen ilk hükümdarla-rından biri olarak hüküm sürdüğü kent devletinin sı-nırları içerisinde toplumsal-ahlaki değerleri zorbacaparçalar. Toplum ondan korkar, bütün kızlar onunmülkü olarak evliliğin ilk gecesini onunla geçirmekzorundadır. Doğal toplum üyesi olan çok güçlü Enki-du’yu devşirerek alması anlaşılan topluma karşı ken-dini daha fazla güçlü hissetme ihtiyacıdır. NitekimSümerler de kent halkının zaman zaman devlete karşıisyan ettiği, ana topluma dönme istemlerini haykır-dıklarını biliyoruz. (Amargi sloganını atarak). Gılga-mış’ın doğal yaşam içerisindeki hayvanları avlamayı,kereste olarak kullanmak üzere ağaçları kesmeyi vebuna karşı direnen kendi halkı ile kabile direnişçile-rini bastırması ve katliam uygulaması, işbirliğine çek-tiği Enkidu sayesinde gerçekleşmiştir. Bir kadınaracılığıyla kendi doğal topluluğundan koparılmış veşehir devletine getirilmiş olan Enkidu ilk etapta Gıl-gamış’ın zorbalıklarına karşı direnişle karşılık verir. “… Sanki bir tanrıymışçasına / bir kemer takmışlardıGılgamış’ın beline / ama Enkidu ayaklarıyla tutu-yordu / düğün evinin kapısını, / Gılgamış, / içeri gir-mesin diye./ Kapıştılar (bu yüzden) / kapınınönünde.” Gılgamış’ın zorbalıklarına karşı çıkması ah-laki toplum refleksi olarak gelişse de bu direniş uzunsürmez. Enkidu ikna edilir ve hayatının sonuna kadarson dönemleri pişmanlıkla geçse de işbirliği yapılır.Bu işbirliği ormanların ve dağların koruyucusu Hum-baba’nın (ilk kabile öncülerinden biri olabilir) öldü-rülmesine ve doğal toplumlarının ve yaşamalanlarının çok ciddi saldırılara uğramasına kadargider. Direnişçi kabilelerden esir alınanlar köle ve fa-hişe olarak şehirlere taşınırken, en büyük orman-ağaç, hayvan kırımları da başlatılmıştır. Bu durumu,“Zifiri karanlıklara gömüldü dağ” diye anlatır destan.

Gılgamış’ın ardılları toplum kırımı arttırarak sür-dürdüler. Asur imparatorluğunun Mezopotamya dauyguladığı şiddet, insanlığın belleğine silinmeyenizler bırakmış, Asur İmparatorluğunun direnişle yı-kılması bütün halklar tarafından bayram olarak kut-lanmıştır. Mısır Firavun devletinin köleci sistemi,Roma, Sasani, Osmanlı egemenliği, Avustralya,Amerika kıtalarına kanlı işgal seferleri, Avrupa ka-ranlık çağına yol açan dere beyler ve Vatikan eksenlidevletler, küresel sermaye sisteminin hegemonyasıgibi topluma beş bin yıl boyunca düşünsel, fiziksel,ekonomik, ahlaki, kültürel saldırılar geliştirmiş, top-

lum kırım uygarlığı günümüze kadar yükselerek gel-miştir.

Buna karşılık toplumlar da direniş halinde olmuş-tur. Kabileler direnişe bütün varlıklarıyla katılmıştır.Birçok kabile de savaşçılar sadece erkekler değil, ka-dınlardır da. Özellikle Mezopotamya ve Anadolutopraklarında buna ilişkin efsaneler kalmıştır geriye.Troya savaşında denizin karşı tarafından yapılan çokkapsamlı saldırılara karşı tüm Anadolu halklarınındirenişe geçtiği belirtilir. Homeros direniş güçlerininAnadolu ve Mezopotamya’nın her yerinden geldiğinibelirtir. Kabileler ve direniş liderleri adlarıyla telaffuzedilirken, bütün bu kabilelerin Troya direnişini ken-dilerinin de korunmasının garantisi olarak gördükle-rini anlatır. Söz konusu olan dış saldırıya karşıkonfederal bir dayanışma örneğidir. Bu direniş güç-lerinin içerisinde Anadolu’nun doğusundan gelenkadınlar da vardır. Amazon kadınları diye adlandırı-lan bu kadınların kahramanlıkları, korkusuzlukları,önderlerinin karakteri övülür. Tarih boyunca bu top-raklarda direnen ve büyük kahramanlıklar sergileyenkadınların öyküleri, toplumsal direnişte kadınlarıneskiden ne kadar belirleyici bir role sahip oldukları-nın en iyi ifadelerindendir. Buradan da anlaşılacağıgibi toplumsal direniş doğal toplumlarda toplumunbütün üyelerinin kolektif katılımıyla gerçekleştirilir.“Birileri korur, birileri korunur” anlayışı büyük ihti-malle ataerkil yaşam duruşunun gelişmesiyle başla-mış ve devletin varlığıyla birlikte kurumsallaşmıştır.Tabi yine aynı tarihsel gerçeklikler şunu da açık gös-termiştir ki, korunmalık durumda olmak irade tesli-midir. Devlet ordularının temel hedefinin özsavunma sistemi elinden alınmış olan kadınları vehalkları korumak değil devletin korunması olduğuher bir örnek de kanıtlanabilecek durumdadır. Buanlamda Koruma altında olmak doğal yaşama aykırıbir durumdur. Herkesin grup halinde ya da tek ba-şına kendini koruması en doğal reflekstir.

Kabilenin korunması anlayışı da dar sınırlardaseyretmemiştir. Kabileler arasında dıştan gelen saldı-rılara karşı ittifaklar yapılmış, güç birliğine gidilmiş-tir. Troya bunun belgeli örneklerinden olduğu gibikonfederasyon tipi örgütlenmeler de az değildir.Adeta doğal toplumun demokratik ilişkileri ile uy-garlığın egemenlik kurumları bir arada tutulmuştur.Örneğin Med konfedrasyonu bir direniş ittifakı üze-rinden gelişmiştir. Asur uygarlık imparatorluğununaşırı şiddeti ve katliamlarına karşı birleşen Aryen veSemitik kabileler Asur imparatorluğunun sonunugetirmiştir. Kabile bilinci çok yüksek olan bu toplu-luklarda devletleşme gelişmekle birlikte, devlet, de-mokratik değerlere nazaran oldukça küçük kalmıştır.Med konfederasyonunun başkanı seçimle başa gele-

166

biliyor, bu başkanın yetkileri de konfederasyon mecli-siyle sınırlanıyordu. Kabile temsilcilerinden oluşanmeclis temel kararların alındığı organdı. Dışarıdangelen saldırılara karşı kabile sistemini bozmadan di-renmek varlık biçimiydi. Yani konfederasyonun ayrıbir ordusu yoktu. Savunma sistemi konfederal yaşa-mın ayrılmaz bir parçası olarak her kabilenin gör-eviydi. Tehdit durumunda tüm kabileler hareketegeçiyordu. Bu anlayış yakın tarihe kadar ve hatta gü-nümüzde bile kısmen kabile ittifakları biçiminde sür-dürülmüştür. Kuşkusuz devlet oluşumuyla birliktebaşta savunma direnişi olarak gelişen ittifak dahasonraları devletin doğası gereği topraklarını geniş-letme eğilimine yani savunma eksenli olmayan ege-menlik amaçlı saldırı eğilimine girmiştir. Özellikleiktidarın Perslere geçmesinden sonra bu eğilim güç-lenmiştir. Savunma anlayışı ve sisteminde demokra-tik değerleri en fazla barındıran toplumlar daha kalıcıolmuş ve günümüze derin izler bırakmışlardır. AtinaDemokrasisi kuşkusuz ki bunun için iyi örneklerin-den biridir. Yurttaşlık hukuku üzerinden yönetilen veyurttaş olanların doğrudan yönetime katıldığı Atinademokrasisin de ordu ve komutanlar yurttaşlarınortak aldığı karara göre belirlenir. Savaş ve direniş ka-rarları burada alınırdı. Karar alındığında bütün er-kekler savaşa bir asker olarak ve belirlenmişkomutanlar olarak katılırdı. Yani Atina ordusu gerekligördüğünde harekete geçen ama sabit olmayan birhalk ordusuydu.

Sayın Öcalan, kabile direnişleri için iki temel ka-rakter olduğunu belirtir. Birincisi doğal toplumunahlaki- politik değerlerinin korunması temelindekidireniştir. İkincisi ise direniş temelinde uygarlık güç-lerine saldıran kabileler, sistemi yıkıp ele geçirdiktensonra uygarlık araçlarını kullanmayı esas alması ha-linde uygarlığa taze kan takviye etmiş oluyorlar. Öyleki, uygarlığa karşı direnen bazı kabile hareketleri uy-garlık güçleri haline geldikten sonra toplumsal gü-venliği en fazla zorlayan bir başka güç olabilmişlerdir.Ur-Uruk egemenliğine karşı Akad kabile direnişleri-nin Asur gibi soykırımcı bir egemenlik sisteminezemin olması, Orta Asya Türkî kabile direnişlerinindaha sonra Selçuklu, Osmanlı, Babür gibi egemenfeodal imparatorlukları yaratması, Roma’yı yıkanGermenlerin yeni ve etkili uygarlık güçleri olarakvarlığını sürdürmesi gibi. Bu durumdan şu sonucuçıkarmak yanlış olmayacaktır. Savunma anlayışınınuzun vadeli olması için kültürel demokratik değerle-rin canlı tutulması ve ideolojik öncülüğün güçlü sağ-lanması gerekir. Demokratik kültür derinliği kadaröncülüğün de rolü önemlidir. Demokratik kültür de-rinliği ataerkil nüveleri aşarak, anacıl-ekolojik değer-lere dayandığı oranda uzun vadeli ve kalıcı toplumsal

özgürlük alanlarını oluşturacaktır.

Toplumsal Bir Savunma Biçimi Olan Gerilla DirenişleriHalkların inanç, etnik ve kültürel yapılarını koru-

mak için çeşitli savunma mekânizmalarını oluştur-duklarına örnekler çok fazla. Mezhep direnişlerininbirçoğunda gerilla direnişi vardır. İslamiyet’in çıkışsüreçlerinde Uhud, Hendek ve Bedir savaşları taktikyönü zengin direniş mücadeleleri niteliğindedir.Halkların dünyanın birçok yerinde egemen güçlerekarşı geliştirdiği gerilla mücadeleleri en etkili direniş-lerden olmuştur. Aktif bir savunma olan gerilla savaşıo kadar etkilidir ki, hiçbir devletin düzenli ordusu ge-rilla savaşını bitirememiştir.

Gerilla mücadelesi farklı stratejiler biçiminde teo-rize edilse de İspanya, Afrika, Orta Asya, Vietnam,Ortadoğu ve diğer bölgelerde aynı temel taktiklerlegeliştirilmiştir. Halkın gönüllü katılımı kesintisiz birdevamlılık yaratırken, devlet ordularını uzun süreliyaygın saldırılarla yıpratma sağlanır. Vur-kaç, kamuf-laj, arazi avantajlarını kullanma, küçük ve hızlı grup-lara dayalı hareket tarzı, büyük güçler karşısında sayıazlığını avantaja çevirecek taktikler uygulama, pusu-lama, sabotaj, suikast gibi temel taktiklere dayanangerillacılık her alanda koşullara göre daha da zengin-leştirilmiştir. Halkın daimi lojistik ve insan kaynağıolması kesintisiz bir mücadele imkânı sağlamış ve ge-rillacılığı yenilmez kılmıştır. En genel anlamda geril-lacılık psikolojik ve fiziksel yıpratma üzerindendevlete ve hâkim egemen güçlere geri adım attırmastratejisidir. Uzun süreli yıpranmaya dayanamayandevlet organları eninde sonunda siyasal çözüm yolla-rına kendini açık tutmak zorunda kalmıştır. Dünya-nın birçok yerindeki gerilla direnişleri devletgüçlerini bu noktaya getirebilmiştir.

Gerillacılığın teorize edilerek temel bir strateji ha-line gelmesi Çin devriminde gerçekleştirilmiş ve sos-yalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin ana dayanağıolmuştur. Uzun süreli halk savaşı doktrini bir bütünolarak halkların egemen sınıf, egemen ulus ve işgalciegemen güçlere karşı uzun süreli savunma savaşıdır.Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırıolmak üzere üç temel aşama üzerinden geliştirilir.Stratejik savunma döneminde gerilla gücünün nicelve nitel birikimi oluşturulurken egemen ordu güçle-rine karşı küçük hareketli birimlerle hızlı ve etkili sal-dırı eylemleri gerçekleştirilir. Bu süreç aynı zamandahalkta duyarlılık yaratma, ordu güçlerini psikolojikolarak savunma psikolojisine koyma sürecidir. Strate-jik savunma sürecinde gerilla güçlerinin büyütülerekbir sonraki aşamaya geçmenin hazırlıkları da yapılır.Stratejik denge sürecinde gerilla güçleri orduyla nicel

167

ve nitel olarak dengeli hale gelmiştir. Artık sadeceyıpratma savaşı değildir. Bu dönemde gerilla taktik-leri uygulanmakla birlikte ordu güçlerine denk birnicel büyüme ve denk bir vuruş etkinliğine ulaşmakiçin daha büyük güçlerle hareket edilir, kapsamlı ha-rekâtlar yapılır. Alan tutma, hareketli büyük birlikle-rin eylemlikleri sayesinde ordunun hareket alanınıdaraltma, büyük yerleşim yerlerini ele geçirme gibikapsamlı eylemsellikler uygulanır. Bu aşamada negerilla güçleri devlet ordusunu yenebilecek kadargüçlenmiş, ne de devlet gerillaları yenebilecek du-rumda olmuştur. Zafere ulaşma operasyonları strate-jik saldırı döneminde gerçekleştirilir. Bu sonaşamada devlet güçlerinin tüm etkinlik alanlarındançıkarılarak yenilgiye uğratılması ve ülke yönetimineel konulması amacı vardır. Kurtuluş egemen devletinyıkılarak, yerine ‘halk devleti’ konulmasında görülür.Gerilla direnişi bir halk savunma biçimi olarak tarihboyunca hep çok etkili olmuştur. Ancak ‘uzun sürelihalk savaşı’ doktrinini tümüyle gerillacılık olarak ta-nımlamak doğru olmaz. Stratejik denge ve stratejiksaldırı aşamalarında gerillacılığı aşan bir ordulaşmaamacı şekillenmeye başladığı gibi nihai hedefi ikti-dara el koymaktır. Bu anlamda aslında uygarlığınegemenlik sistemine karşı toplumun maddi ve man-evi değerlerini koruma ve geliştirme amacıyla çeliş-mektedir. Nitekim gerilla mücadelesiyle başlayanbirçok kurtuluş mücadelesi daha sonra egemenlikmücadelesine hatta egemenlik alanını genişletmeeğilimine dönüşmüştür. Sovyet proleter devleti ileÇin köylü-işçi sosyalist devleti bu gerçekliğin enbariz örneklerindendir. İktidar- devlet kulvarına birkere girildikten sonra egemenlik sistemine dâhil olu-nur ki, bunun sonu yeni bir toplum karşıtı gerçeklikaçığa çıkarmak olur. Ya Sovyetlerde olduğu gibi ikti-dar ile toplumsal özgürlük arasındaki çelişkinin de-rinleşerek kısa denilebilecek bir süreçte çöküşe yolaçması, ya da Çin’ de olduğu gibi toplumun meka-nikleştirilmesi üzerinden devletin büyütülmesi ve adısosyalist, ekonomisi kapitalist bir imparatorluğa dö-nüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Gerilla mücadelesininhalk savunma direnişi doğrultusundan sapmamasıiçin, toplumun özgürlük değerlerinden şaşmamak;diğer bir ifadeyle, iktidar ve devlet zihniyetini aşarakdemokratik zihniyet ve uygulama modellerinde de-rinleşmek esastır.

Gerillacılığın en güçlü geliştirildiği yerlerden biride Kürdistan’dır. Kürdistan dağlarında birçok örgüthalk adına mücadele etse de bunlardan hiçbirininPKK kadar gerillacılığı kapsamlı, kesintisiz, uzun sü-reli ve taktik uygulama zenginliğine kavuşturamadığıaçıktır. PKK’ nin geliştirdiği gerillacılık, temeldeideolojik partinin gücüne dayanmıştır. Gerillacılık

ideolojik kadrolarla beslenmiş, kadro, gerillanınhedef ve amaçlarından sapmamasının garantisi ol-makla birlikte, ideal yaşam anlayışının da öncüsü ro-lünü oynamıştır. Bu durum silahlı mücadelehedefleriyle sınırlı olmanın ötesine geçerek gerillanınideolojik-siyasal düzeyinin yükselmesini sağlamıştır.PKK’nin öz savunma anlayışı giderek tüm toplumsalkesimleri kapsayacak bir seviyeye ulaşmayı hedefle-miş, özellikle kadın özgürlüğü toplumsal özgürlüğüntemeli kabul edilmiş, böylece toplumun güvenlik so-runu en kökünden ele alınmıştır. Öz savunma anla-yışındaki sağlamlık bütün toplumsal kesimlerin özgücünün açığa çıkarılması üzerinden geliştirilmeyeçalışılmıştır. Nasıl ki toplum kendi kendini koru-yorsa, kadınlar da kendi kendini koruyacaktır. Bu te-melde oluşturulan kadın gerilla ordusu,ideolojik-pratik bütünlüğünün en somut ifadelerin-dendir. Bu gerçeklik PKK içerisinde biçimin değilözün her zaman ön planda olmasını sağlamış; statik,kalıp direniş formülleri amaca göre değiştirilebilmiş-tir. PKK gerillacılığının değişime açık olması temeldegerilla gücünün ideolojik-siyasal düzeyinin kazandır-dığı anlam ve amaç konusundaki derinleşme seviye-sindedir. Aksi takdirde bir gerilla gücününparadigma değişimini dağılmadan sağlayabilmesiçok zordur. PKK’nin Marksist- Leninist parti veuzun süreli halk savaşı stratejisinden, demokratik uy-garlık paradigması ile meşru savunma savaşı gerilla-cılığına geçebilmesi ve bunu yapısını koruyaraksağlayabilmesi toplumsal özgürlük amaçlarında sü-rekli eğitimlerle derinleşen kadro gerçeği üzerindengerçekleşebilmiştir.

Gerillacılığın yukarıda ifade edilen bütün taktikle-rini ve daha fazlasını çok yoğun uygulayan ve uzunsüreli halk savaşı stratejisini stratejik denge aşamasınıaşmaya kadar taşıyan PKK gerillacılığı, bundansonra değişim sürecine girmiştir. PKK direnişiniKürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şöyle değerlen-dirir; “Kürtleri ve Kürdistan’ı tasfiye etmeyi temel po-litika bellediler. Yetersiz kalan öz savunma direnişlerikırılınca geriye toplumun çökmesi ve çözülmesine,asimile edilerek tasfiye edilmesine sıra geldi. Bütünyoğunluğuyla sürdürülen bu sürece tepki olarakdoğan PKK hareketi, başlangıç itibarıyla esas olarakbir Kürt halkı öz savunma hareketidir. Önceleri ideo-lojik ve politik olarak yürütülen öz savunma hare-keti, kısa sürede karşılıklı şiddete dayanan bir özsavunma aşamasına geçti. Başlangıçta sadece kadrove sempatizan varlığını savunmaya dayalı silahlı özsavunma, 15 Ağustos 1984 hamlesiyle halkı da sa-vunma kapsamına alarak genişledi. Halkın öz sa-vunma savaşına dönüşen hareket, tüm ilgilihegemonik güçlerin özellikle NATO Gladio güçleri-

168

nin planlı saldırılarına uğradı. Kürdistan’da kendi ka-derinde söz sahibi olacak Kürtlerin bölgedeki den-geyi alt üst etmesinden çekinen tüm güçler, busaldırıların arkasında yer aldı. Buna rağmen bu di-renme savaşlarında dayatılan inkâr, imha ve asimilas-yon politikalarına büyük darbe vurdu. Halkınkimliğine sahip çıkma ve özgür yaşama arzusundaısrar etme tavrını kesinleştirdi. Ulus-devletlerin Kürthalkı üzerindeki eski tasfiyeci emelleri tümüyle sonaermemişse de eskisi kadar ideaları kalmamıştır. Kim-lik kabulü ve özerk yaşama saygı aşamasına gelinmiş-tir. Bu durum öz savunma savaşı açısından yeni birdurumdur.”

Bir öz savunma biçimi olan gerilla direnişi Kürthalkının maddi ve kültürel varlığını korumasınıönemli bir aşamaya taşımış; bundan sonrası için sa-vunma anlayışı genişletilmiştir. Gerilla direnişininyeni bir aşamaya geçişinin temel bazı özellikleri var-dır.

1-Devlet yıkıp yerine yeni bir devlet kurmanıntoplum savunuculuğu olamayacağı, devlet kurmagerçeğinin toplum karşıtı olduğu perspektifine ulaşa-rak toplumu savunma olgusu üzerinde derinleşme,

2-Uzun süreli halk savaşı stratejisinin denge aşa-masından sonra gelişen silah teknolojisiyle birliktesavaşın tekrara yol açması ve denge durumununuzun yıllar alarak yoğun kan kaybına yol açması,

3-Savunma anlayışının silahlı direnişle sınırlı tu-tulmaması sorunlarının çözümünün siyasal diyalogyollarının da açılmasına ihtiyaç duyulması

4- Toplumsal özgürlük savunmacılığının dö-nemsel direnişlerle belli bir aşamaya taşırılması vedevrimsel yaratılması gerçeği olmakla birlikte ege-men uygarlık sistemi var olduğu sürece toplumun dagüvenlik sorunun devam edeceği dolayısıyla, daimisavunma temelinde güvenlik sorununun yeniden de-ğerlendirilmesine ihtiyaç duyulması

5- Toplumsal, demokratik, özgürlükçü yaşam zih-niyeti temelinde her yerde örgütlü olmanın ve diğerbir değişle demokratik modernite sistemini inşa et-menin temel varoluş biçimi olması kadar savunmabiçimi de olmuştur.

Demokratik Ulus Modelinde Öz Savunma “Ulus-devletlerin tek silahlı güç tekeli ve fırsat bul-

dukça ortaya çıkmaktan kaçınamayacağı yeni inkâr,imha ve asimilasyon politikaları, öz savunma siste-mini kalıcı kılmaya zorlamıştır. Ulus-devletlerle ortakyaşamanın asgari koşulu, Kürt öz kimliğinin ve özgüryaşamının anayasal güvenceye kavuşmasıdır. Ana-yasa yetmez. Ayrıca yasalarla belirlenecek statülerlebu güvencenin somut koşulları aranacaktır. Dışa

karşı ortak ulusal savunma dışında güvenlik işlerininbizzat Kürt toplumunun kendisi tarafından karşılan-ması gerekir. Çünkü bir toplum, iç güvenliğini en iyive ihtiyaçlarına en uygun biçimde ancak kendisi sağ-layabilir.” diyen Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan,toplumun kendi kendisini sürekli savunma sistemiolan öz savunmayı somut duruma uyarlamayı sağ-ladı. Toplumun savunma durumunu Abdullah Öca-lan’ın öz savunma olarak tanımlaması önemlidir.Savunmanın özsel bir durum olduğu ve öz güce da-yanması gerektiğinin ifadesidir. Varlığı varlık yapantüm yapı taşları özü oluşturduğuna göre varlığı sür-dürme bu yapı taşlarının bütünlüğü ve devamlılı-ğında sağlanabilir. Savunma refleksi de özün birparçasıdır. Yani toplumu ancak bütünlüklü yapısıylatoplum koruyabilir.

Devlet gerçeği ve özellikle de ulus-devlet gerçeğikendini toplumun yerine koyarken, halkı başka biryolun mümkün olmadığına ikna etmeye çalışır. Hal-buki devletin güvenlik güçleri toplumu değil devletielinde tutan egemen güçleri korumak amacıyla ör-gütlendirilmiştir. Topluma karşı duruş; toplum iledevletin karşı karşıya kaldığı durumlarda çok net ola-rak açığa çıkar. Ordu halktan alınan vergilerle silahla-nırken, savaş masrafları arttıkça ekonomik ve sosyalsorunlar da yükselir. Bunun en bariz örneklerindenbiri Kürdistan’da 30 yıl boyunca yürüyen savaşta ya-şanmıştır. Devletin, sorunu daha fazla silahlanmaanlayışıyla çözmeye çalışması sürekli ekonomik kriz,halklar arası düşmanlık duygularının derinleşmesi vekültürel yozlaşmaya neden olarak toplumu her bo-yutlu baskılamış, büyük acılara neden olmuştur. Dev-letin ordu güçleri halk çocuklarından oluşsa da, baştahalka karşı olmak üzere çıkarları çatışan güçlere karşıdevleti savunma aracıdır da. Devletin ordu dışındadiğer güvenlik güçleri, hukuk, ekonomi, siyaset vekültür alanındaki egemenlik araçları, toplumu dev-lete karşı sindirme araçlarıdır. Dünyanın her yerindeve tarih boyunca işin doğası gereği devlet ve toplumhep karşı karşıya olmuştur. Günümüzde devlet bütçe-lerinin büyük bir bölümünün iç asayişi sağlama mas-raflarına ayrılması iyi bir örnektir. Protesto ve polisşiddeti görüntüleri Gılgamış’tan günümüze kadar ha-yatın temel çelişlerinden biri olarak var olmuştur. Budurum iktidar saldırısı ve toplumsal öz savunma tab-losudur. Toplumsal algıda polis ve ordu güçlerinekarşı soğukluk, tarihsel hafızada taşınan ve günlükolarak tazelenen toplum-devlet çelişkisinin ifadesidir.Bu anlamda devletin hele de tekçi ulus-devletin aslatoplumun savunma gücü olamayacağı açıktır.

Toplumun her boyutlu olarak ve her koşulda dev-lete ve iktidar odaklarına karşı kendi savunması, va-roluşu gereğidir. Ancak devlet sınırları içerisinde olup

169

öz savunma stratejisi uygulamak mümkün müdür?Bu nasıl gerçekleştirilir? Sürekli çatışma ve savaş ha-line mi dönüşür? Bunlar kuşkusuz günümüz dünya-sında anlamsız sorular değildir. Cevaplanması dagerekir. Her toplumun içinde bulunduğu siyasal, ta-rihsel, coğrafik, sosyal, kültürel, ekonomik gerçeklikçerçevesinde bu sorulara yanıt oluşturulması müm-kündür.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bölge halk-ları ve Kürdistan için geliştirdiği demokratik ulus for-mülü, toplumsal parçalanmaları giderecek yapıcı birproje olarak tüm dünya halklarına model oluşturu-yor. Ulusal sorunlar, kültürel, inançsal çelişkiler,kadın sorunu, sosyal sorunlar, siyasal sorunlar, ahlakisorunlar, ekonomik, ekolojik sorunlar ve tabi hege-monya dayatmalarına karşı halkların birlikte, demo-kratik, barışçıl anlayışla kendi savunmasınısağlamasını ifade eder. Demokratik ulusun bir devletbiçimi olmaması, devletin varlığına rağmen toplum-sal yaşamın her alanında kendini örgütleyerek kendikendini yönetmesini esas alır. Devlet toplumun tümörgütlü yapılarıyla çatışmayı göze alamazsa uzlaşmayollarına açık olmak zorunda kalacaktır. Toplumkendini ne kadar yaygın ve her boyutta örgütleyebi-lirse, devlet yapılanmasını demokratik sistem karşı-sında geri çekilmeye ve alan açmaya mecburkılacaktır. Bu anlamda öz savunma stratejisinintemel özellikleri şöyle ifade edilebilir;

1- Halkların, kadınların, etnik, kültürel ve inançgruplarının özgür, demokratik birlikteliğini sağlaya-cak toplumsal barış ilkesinin demokratik ulus mode-linde pratikleştirilmesi

2- Tüm toplumsal kesimlerin farklılıklarını ko-ruma ve eşit koşullarda birlikte yaşama ilkesi teme-linde devletten beklemeden yaşamın her alanındakendini örgütlemesi. Devletin sızmasına açık kapı bı-rakmayacak düzeyde yaygın, sıkı ve bilinçli örgütlen-dirilmesi öz savunmanın en büyük garantisidir.

3- Devletten ve dış güçlerden gelecek saldırılarakarşı tüm toplumsal kesimlerin kendini koruma bi-lincine ve tekniğine sahip olma temelinde hazırlıklıolması.

4- Devletin toplumu parçalayarak yalnızlaştırmapolitikalarına karşı öz savunma ittifakının geliştiril-mesi; hatta uygun yerlerde ortak öz savunma güçleri-nin oluşturulması

5- Barış- savaş kararına tüm toplumsal kesimle-rin birlikte karar vermesi.

Öz savunmanın en acil hali kuşkusuz katliam vesoykırım tehlikesine, aktif direniş durumuna geç-mektir. Bugün Rojava’ da yaşanan direniş, Suriye re-jiminin ordusuna karşı gerekse de hegemonya amaçlıdış güçler ve işbirlikçilerine karşı en etkili öz sa-

vunma biçimlerindendir. Rojava erkenden geliştiri-len öz savunma sayesinde Suriye’nin Rojava dışın-daki alanlarında yaşanan korkunç savaş sahneleri,katliam görüntüleri ve insanlık dışı durumlar Ro-java’da sivil yaşam alanlarında bazı sabotaj saldırılarıdışında neredeyse hiç görülmedi. Savunma sistemi-nin oluşturulduğu hat, saldırıları sivil yaşam alanları-nın dışında tuttu. Hegemon güçler ile Suriye rejimiarasında taraflaşmayan, her iki tarafa ve bu egemen-lik savaşına mesafeli olan öz savunma güçleri,üçüncü bir yol olarak sadece savunma pozisyonundakaldı. Suriye savaşı tablosunda bu durum mucizegibi görülse de, halkın kendi kendini savunma hazır-lıklarını yapmasının ve buna göre örgütlenmesininbaşarılı bir kanıtıdır. Bu düzeyde bir öz savunma gü-cünü açığa çıkarmanın altında yıllarca yürütülenKürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesinin kazan-dırdığı gerilla deneyimi, direniş refleksinin güçlen-mesi ve örgütlenme bilincinin yükselmesi mirasıvardır. Tehlike önceden görülmüş, halkın bulunduğualanlarda önce eğitim çalışmalarıyla hazırlıklar yapıl-mış, sonra yerleşim yerlerinden devlet güçleri çıkarıl-mış, dışarıdan gelen saldırılara karşı da direnişmevzileri oluşturulmuştur. Rojava’da denetim tama-men halka geçtikten sonra savunma sistemini güç-lendirme çalışmalarıyla demokratik yaşam modeliniinşa etme çalışmaları paralel olarak sürdürülmüştür.Askeri savunmanın kısa vadede demokratik sisteminteminatı, demokratik ulusun ise uzun vadede halkıngüvenliğinin garantisi olduğu bilinci yerleşmiştir. Sa-vunma birlikleri olan YPG ve YPJ ordusu, profesyo-nel güçler ile milis diyebileceğimiz halktan gönüllükatılımcılardan oluşturulmuştur. Profesyonel güçlerkendini tamamen halkın savunmasına adayan, bukararlılıkla katılan ve dolayısıyla temel amaçlarda de-rinleşen kesim olurken; aynı biçimde kadın ve erkek-lerden oluşan halk üyeleri, temel meslekleri savunmaolmaksızın, saldırı durumlarına karşı direnişe katıl-maya hazır kesimlerdir. Rojava’da kadın-erkekhemen bütün halk, öz savunma anlayışı ve teknikleriüzerinden eğitildi, savaşa katılsın katılmasın kendinisavunmayı öğrendi. Bu yedek güç hazırlıkları saldırı-ların kapsamı arttıkça mevzileri güçlendirilmek dedeğerlendiriliyor. Rojava’da demokratik ulus inşası veöz savunma direnişine sadece Kürtler katılmıyor.Gerek inşa çalışmalarına gerekse de savunma güçle-rine alanda bulunan Asuri, Arap halkları ve Müslü-man, Alevi, Zerdeşti ve Hristiyan inanç grupları elbirliğiyle katılıyorlar. Tamamen savunma temelindegelişen direniş, devleti hedeflemediği gibi halkınetnik yapısı, inancı, sosyal kesimlerinin özgür ve de-mokratik değerlerini yaşatmayı esas alıyor. Suriye’deoluşacak devlete kendini kabul ettirme temelinde

170

özerk bir alan olarak sistemleşiyor. Bu saatten sonradevletin elde edilen kazanımlardan geri adım attır-ması mümkün değil gibi görünüyor. Devlet ya çokkanlı yeni bir savaş süreci başlatacak, ya da eninde so-nunda uzlaşmak zorunda kalacağı demokratik özerk-lik sistemiyle kan dökmeden, daha başında uzlaşmayıkabul edecektir.

Savaş tehdidinin olduğu koşullarda silahlı direnişRojava’da olduğu gibi kaçınılmazdır. Aksi takdirdeSuriye’de gerek devlet gerekse de muhaliflerin saldırı-larına maruz kalan binlerce insan gibi katliama uğ-rama söz konusu olur. Böyle bir durumda silahlısavunma öz savunmanın bir parçasıdır. Ancak bu sa-vunma sistemi ağırlıklı halkın öz gücüne dayanmakdurumundadır. Toplumsal yaşamın dışına çıkan güç-lerle savunma geliştirme durumu PKK gerçeğinde ol-duğu gibi bir gereklilik olsa da geçici, hızlı devrimselsonuçlar için gerekli bir çözümdür. Temel olan halkınkendi sürekli savunma güçleridir. Kürt Halk ÖnderiAbdullah Öcalan bunu şöyle ifade ediyor. “Öz sa-vunma; … silahlı yapı değil, halkın kendi güvenliğinisağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda ör-gütlenmesini, kurumsallaşmasını, kendi güvenlik sis-temine kavuşmasını ifade ediyorum.” Rojava’da ciddibir katliam tehdidinin olması çok büyük bir savunmasavaşını gerekli kılmıştır. Ancak esas olan halkınbütün birimleriyle örgütlü olması, devlet egemenli-ğine karşı duyarlı olması, devletten her hangi bir şeybeklemeden tüm yaşam alanlarında kendi kendiniyönetebilme gücünü açığa çıkarmasıdır.

Bunun dışında demokratik ulusun özerk olarakörgütlenmesi bütünlüklü bir savunma sistemidir aynızamanda. Her demokratik ulus, her şeyden önce hal-kın kendi kendisini yönetme gücünü tarihsel kültürelbirikiminden beslenerek güncel durumlar karşısındayaratıcı çözümler oluşturma kapasitesine ulaşmalıdır.Ancak bu şekilde bilinçlenen toplumun öz gücü açığaçıkacaktır. Toplumu savunmak toplumun işidir deni-lerek buna göre hareket sağlanabilmelidir. Tarihsel bi-linci yükselen, kültürel gerçeğini yaşatan, siyasallaşan,ahlaki ölçüleri netleşen ve onun üzerinden demokra-tik özgür geleceğini inşa eden toplumun dışarıdanbeklentili olması mümkün değildir.

Siyasal sorunların çözümü için partileşme, siviltoplum hareketleri kadar halkın tartışma ve çözümüretme mekânları olan komün ve meclis oluşumla-rına giderek, buralardan ortak kararlara ulaşma sağ-lanabilir. Toplum savaş-barış kararını,ulusal-kültürel-inançsal, cins boyutlu ya da herhangibir soruna yönelik kararlarını bu toplantı merkezle-rinden çıkarabilir. Siyasal sorunlar, toplumun varolu-şunu ilgilendiren tüm sorunları kapsar. Örneğinkadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet sorunu top-

lumsal bir sorun olarak önce kadın tartışma zeminle-rinde ele alınmalı sonra da tüm toplumsal kesimlerinkatıldığı genel toplanma zeminlerinde değerlendirile-rek çözüme yönelik kararlara gidilmelidir. Hiçbirdevlet kadına karşı şiddeti engelleyemeyeceği gibi teş-vik edici de olur. Kadınların günümüzde yaşadığı gü-venlik sorunu, çok acil bir sorun olarak toplumsalkonsensüsle aşılabilir. Toplumun meclislerde aldığıözgürlükçü, koruyucu geliştirici kararlar ahlaki değerhaline gelerek kalıcı sonuçlar verir. Toplumsal alandayaşanan diğer güvenlik sorunlarının da çözüm yoluburadan geçer. Sorunlarını çözen toplumun psikolojide daha sağlıklı olacaktır.

Ekonomik sorunlara da kolektif kararlarla çözümbulunabilir. Ülkenin yer altı yer üstü zenginlik kay-naklarının sömürülmesine karşı demokratik eylemprogramlarının çıkarılması, toprağın parçalanmadanen verimli halde işletilme yöntemlerinin bulunması,hayvancılık için elverişli alanların kullanımı için en-gellerin kaldırılması, kooperatiflerin geliştirilmesi, eviçi yaşamın idamesinin temel ekonomik alanlardanbiri olarak değerlendirilmesi, yaratıcı, ekolojik üretimalanlarının oluşturulup yaygınlaştırılması gibi kap-samlı çalışmalar yapılabilir. Bunların bir kısmı demo-kratik ekonomik alanı geliştirme diğeri de iktidarcıekonomi anlayışına ve sömürüsü sistemine karşı di-reniş eksenlidir. Tekelci-sömürgen ekonomi siste-mine karşı direniş ile ekolojik-ekonominin inşamücadelesidir bu. Kendini ekonomik alanda var ede-bilme mücadelesidir.

Kapitalizmin kültür dejenerasyonu, asimilasyon,entegrasyon durumlarına karşı da küçük yerleşimyerlerinde korunan değerlerin garanti altına alınmasıve bunların yaygınlaştırılıp geliştirilmesi için çok çe-şitli örgütlenme, etkinlik ve kurumsallaşmalar sağla-nabilir. Ana dil, ilişki-davranış-üslup ahlakı, estetik,müzik, eğlence anlayışı gibi kültürel değerlerin aşın-masına karşı toplumsal değerlerini canlı tutma çalış-maları yapılabilir.

Demokratik ulusun zemininde toplum tarafındanyeniden canlandırılacak olan ahlak, toplumsal ilişki-leri de yeniden düzenleme eğilimi gösterecektir. Ken-dini inşa eden toplum kendini savunmayı da bilecekbunun yol ve yöntemlerini kendisi bulacak ve uygu-layacaktır. Toplumsallığının farkındalığı geliştikçe özsavunma da gelişecektir.

Abdullah Öcalan Demokratik Uygarlık Manifestosu 4.-5. Kitap

Homeros, İlyada Mehrdad, Izady Kürtler

Jean Bottero, Gılgamış Destanı

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Biran için tüm insanları ve onların oluşturduğu şe-hirleri fabrikaları, yolları, termik santralleri, ortadankaldırsak geriye bitkiler, hayvanlar, esen rüzgar, bu-harlaşan su, yağan yağmuru ile birlikte yaşamın tümenerjisini sağlayan güneş kalmaktadır.

Güneş tüm insanlara ve doğaya eşit olarak ulaş-makta, her birey bulunduğu yerde özgürce güneşin ısıve ışığından yararlanabilmektedir. Güneşten yararlan-mak için insanlar birilerini öldürmek zorunda değil-dir. Bütün bu nedenlerle güneş, rüzgar, biyoenerji vejeotermal enerji kullanımı eşitlik, özgürlük, barış, ba-ğımsızlık ve demokrasi anlamına gelmektedir.

Doğal çevrede yaşam koşulları insanlardan bağım-sız olarak geçmişte vardı, bugün var ve yarın da varolacaktır.

İnsanlar, bitkiler ve hayvanlar gibi diğer canlılarlaberaber, doğanın bir parçası ve doğaya uyum sağla-dığı veya doğanın dinamikleri insanın yaşam koşulla-rını ortadan kaldırmadığı sürece varlığınısürdürecektir.

Doğum, yaşam, gelecek nesillerin devamı için çift-leşme ve ölüm yaşamın temel aşamaları. Safhalarbenzer olmakla beraber her canlı için ömür süresifarklılaşabiliyor.

İnsan dışındaki canlılar doğada orman kanunudiye tanımlayacağımız bir çerçevede birbirlerine yem

olurken bitkiler genelde güneşin enerjisini fotosentezile kimyasal olarak depolamakta insanlar ve de hay-vanlar için gıda temin etmektedir. Gerektiğinde bitki-lerin kimyasal enerjisi veya birbirlerini yiyerekbeslenen canlılar da dinamik bir denge içinde yaşa-maktadır.

İnsanoğlu diğer canlılardan farklı özelliklerini kul-lanarak giderek doğal yaşam ve diğer canlılar üzerinetahakküm kurmuş ve doğayı kendi arzu ve taleplerinegöre yönlendirmeye çalışmıştır.

Toplumun demokratik dönüşümünden yana olan-lar kendi yaşamlarını ve doğa ile zorunlu olan ilişki veetkileşimlerini demokratikleştirmelidir. Doğa tüm di-namizmi ve tutarlılığı ile direnmekte adeta insanlarıakıllı olmaya davet etmektedir. Doğa insan ilişkisindeinsan ne derse desin egemen olan doğadır.

Her ne nedenle olursa olsun doğanın sunduğu vegüneşin sağladığı enerji ile mümkün olan yaşam hac-mine yapılan her tahribat insan topluluklarını doğru-dan etkilemektedir.

Ekolojik bir toplum olmak doğa ile olan ilişkilerdetek çözümdür. Ekolojik toplum öncelikle tüm faali-yetlerini doğa ile uyumlu bir biçimde yürütmelidir.Bu sırada da daha az enerji ve daha az malzeme kulla-narak, karbon ayak izi bırakmadan dahası karbonsuz-laştırılmış bir toplum yaşamı ve ekonomihedeflemelidir.

Kâr Amacıyla Yapılan Ekonomik Faaliyetlerin Tahribatı Bir yandan sanayi kuruluşları ve konutlar doğayı

işgal edip diğer canlıları kovalayıp bitkileri duvarlarave saksılara hapsederken; doğal gaz, kömür ve petrolyakan taşıtlar, termik santraller ve kazanlar kentlerdekanser hastalarının sayısını ve ölümleri artırmakta;yönetenler dünyanın en büyük hastanelerine sahip171

y Tanay Sıdkı Uyar

Ekolojik Yaşam, Doğa-İnsan İlişki veEtkileşimleri

İnsanoğlu diğer canlılardan farklı özel-liklerini kullanarak giderek doğal yaşamve diğer canlılar üzerine tahakküm kur-muş ve doğayı kendi arzu ve taleplerine

göre yönlendirmeye çalışmıştır

172

olmakla ve Türkiye’de çok başarılı kanser tedavisi ya-pıldığıyla övünmekte ve sonuç olarak Sağlık Bakanlı-ğının açıklamasından geçen sene kanserden 100 000kişinin öldüğünü ve 2014 de kanser hastaları sayısının175 000 kişi artacağını öğreniyoruz…

Genelde karar vericiler nükleer silah malzemesiüretim tesislerinin atık ısısından elektrik üretmeyi he-deflemiş, doğal gaz anlaşmaları yapmış ve ülkemiztoplam 500 milyar dolarlık ya satın al ya öde esaslıdoğal gaz anlaşmaları imzalamıştır. Deprem kuşa-ğında yer alan ülkemizde 5 milyon konut jeotermalkaynaklarla ısıtılabilecekken Güney illerimiz dahildoğal gaz kullanmaya zorlanılmıştır.

Güneşin buharlaştırdığı ve bulutlarla yükseklere ta-şınan ve yağmur olarak tekrar yeryüzüne akan su mo-lekülleri yeryüzünde tüm canlıların zorunlu birihtiyacı olup içme suyu ve tarımsal sulama için gerekliiken, çoğu yerde su ile toprağın birbirinden ayrıldı-ğını, tarımla geçimini temin eden çiftçilerin yaşadığıtopraklardan uzaklaştırılmasına neden olacak hidroliksantrallerin yapıldığını görüyoruz.

Oysa yapılması gereken ulaşım, barınma, sanayi vetarım faaliyetlerinin bugüne kadar neden olduğu doğatahribatını durdurmaktır. Yaşam çevresi mücadelesimevcut doğa insan ilişkilerini ve etkileşimlerini tespitetmek ve doğa insan ilişkilerini karşılıklı birbirini tah-rip etmeyen doğal haline dönüştürmeyi hedeflemeli-dir. Mevcut yaşam tahribatından ve doğal ekolojikyapının ortadan kaldırılmasından bugüne kadargörev yapmış tüm karar vericiler sorumludur.

Mevcut Karar Verme Mekanizmalarının İşleyişi Var olan seçim sistemimize göre yerel veya genel

seçimlerde aday olanlar toplumu etkileme imkanıolan kişi ve kuruluşlara seçimden önce söz vermekteve seçilince de verdikleri sözleri yerine getirmek içinçaba harcamaktadırlar. Bu verilen sözler henüz yerelve ulusal Parlamentolarda konuşulup karara bağlan-madığından, doğal olarak yerelin ve o yerelde yaşa-yanların bilgi, beklenti ve talepleriniyansıtmamaktadır. Seçimler bittikten sonra 5 yıl bo-yunca Belediye Meclisleri veya TBMM devre dışı bı-rakılmaktadır. Eğer seçilenler yurttaşın dışındakilere 5yıl ne derseniz yapacağım sözü vermişse, o zamankarar verici organlar sadece noterlik yani işi demok-rasi kılıfına uydurmak durumunda kalmaktadır.

Bu sorunun çözümü siyasi parti kanununun iptalive seçim sisteminin demokratikleştirilmesi ve seçimbarajının kaldırılması ile mümkündür. Böylece her si-yasi parti hakkına razı olacak ve aldığı oy kadar mil-letvekili veya Belediye Meclisi Üyesi ile temsiledilecektir. Doğrudur bu da koalisyon oluşmasını zo-

runlu hale getirmektedir. Koalisyon üyeleri birbiriylekonuşmak ve toplum için en doğru olan kararlarıalmak durumundadır. Bu ise çevre, enerji ve iklim ko-nuları dahil toplumun tüm sorunlarının TBMM deveya yerel yönetim Meclislerinde tartışılabilmesi de-mektir. İşte ancak o zaman siyasi partiler demokratikyaşamın vazgeçilmez unsurları olma işlevine dönebi-leceklerdir.

Toplumsal maliyetleri 1990’lı yıllarda hesaplayanerken sanayileşmiş ülkeler doğal çevreye uyumlu dav-ranmak zorunluluğunu kavradıkça daha az enerji vemalzeme tüketen teknolojileri geliştirmek zorundakaldılar. Merkez kapitalist ülkeler kentleri yaşanabilirve sürdürülebilir kılmaya çalışarak bir dönüşümü ger-çekleştirmekte ve bunu yaparken de artık terk ettiğidüşük verimli, kirli teknolojileri ihracat kredileri ilediğer ülkelere aktarmaktadır.

Aarhus konvansiyonu benzeri anlaşmalarla Av-rupa Birliği düzeyinde halkın doğru bilgilere erişimi,yatırım kararlarına halkın katılımı ve adalete erişimikural haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bunu zorla-yan en temel etken mevcut işleyişin yani sorundanyana davranmanın toplumsal maliyetlerinin artıkdevlet kasasından karşılanamaz boyutlara gelmesidir.Toplumsal maliyetler kirli teknolojilere dayalı yatırımkararlarının neden olduğu orman tahribatının, yokedilen tarımsal alanların, tarlada yitirilen ürünlerin,giderek artan sağlık harcamalarının maliyetler olarakyatırımın maliyetine katılmasıdır.

Demokratik Özerklik ve Yerinden YönetimTüm toplumsal ve ekonomik sorunların çözümü

için Kapitalist Dönüşüm yerine Demokratik Dönü-şüm hedeflenmelidir. Bu hedefe doğru adım atılabil-mesinin ön şartı ise toplumların özgür olması vekendi kararlarını kendisinin verebilmesi ve toplumundışarıdan yönetilmemesidir. Demokratik Özerkliksağlanmadan yerinden yönetimin koşulları oluşama-maktadır. Başka bir deyişle demokratik özerkliğinyaşam bulup kalıcı hale gelmesi Yerinden Yönetiminhayata geçirilmesini gerekmektedir. DemokratikÖzerklik olmadan Yerinden Yönetim kanatsız kuşabenzer. Demokratik dönüşümden yana olanların yap-ması gereken demokratik özerklik mücadelesi sonuç-lanıp toplumlar özgürleştiğinde doyasıya hayatageçirilecek yerinden yönetim altyapısının bugündenoluşturulmasıdır.

Demokratik dönüşüm ana gövdesi olan yurttaşlaradayanmalı, onlarla ve onlar için ekolojik bir toplumutemiz enerji, temiz kaynak, temiz malzeme ve temizüretim ile gerçekleştirmeyi hedeflemelidir. Bunun içinsadece inançlı olmak yetmemektedir. Ek olarak ilgili

173

ve gerekli olan tüm bilgiler derlenip toparlanmalı,sorun sistemli değerlendirilmeli ve demokratik dönü-şümün olmazsa olmazı toplum bireylerinin bilgi,beklenti ve taleplerini katabilecekleri ve bunu sürekliyapabilecekleri bir katılım ve değerlendirme sürecioluşturulmalıdır. Sistemli değerlendirme söz konusuülke, toplum veya yaşam hacmine bütünsel olarak ba-kabilmek ve sistem dışı etki ve kısıtları da dikkate ala-bilmek için bir enerji ekoloji ekonomi karar desteksisteminin kurulmasını gerektirecektir. Günümüzmerkez kapitalist ülkelerinin gerçekleştirmek zo-runda kaldığı kentleri yaşanabilir ve sürdürülebilirkılma çabası yerini ekolojik bir topluma bırakmakdurumundadır.

Sorunla çözümü ayırt etmek ve çözümü savun-mak ama önce çözümü üretmek gerekir Türkiye’ninsorunlarını tanımlayıp demokratik dönüşümü örer-ken, içinde tüm dünya nüfusu ile birlikte yaşadığı-mız, yeryüzünün doğal kısıtlarının belirleyiciolduğunu ve sınırlarının zorlanamayacağını; bu ne-denle de doğal kısıtların kavranması, izlenmesi ve de-ğerlendirmeye katılmasının bir lütuf değil zorunlulukolduğunu unutmamalıyız.

Demokratik dönüşüm yerel olanla küresel olanınkapsam ve etkilerine göre birlikte ele alınması ile yerliyerine oturur. Küresel olarak hep beraber içinde yaşa-dığımız yeryüzünün bütününe bakmadan onu temelveri almadan yereldeki sorunlarımızı veya ekolojiktoplum oluşturma amacıyla atacağımız adımlarıdoğru olarak tanımlayıp uygulanabilir çözümler üret-memiz mümkün olamamaktadır.

Yerinden Yönetimler ve Özgür Yaşam Mekânlarıİnsan-doğa ilişki ve etkileşimlerinde doğanın ege-

men olduğunu ve insanların eninde sonunda ‘boyuneğen’ ve her türlü faaliyetini (ulaşım, tarım, barınmavb.) doğanın kısıtlarına uyum içinde sürdürmek zo-runda olduğunu kavramak bir toplumu oluşturma-nın olmazsa olmaz ilk adımıdır.

Ayrıca kâr amacıyla yürüyen kapitalist yapıdan öz-gürleşebilmenin en etkin yolu veya aranan diğer birözellik paylaşmak, el ele vermek ve insanca, özgürce

ve barış içinde yaşanabilecek yerel toplumları kur-maktır.

İnsanlar doğal olarak kendilerinin tercihleri olma-yan doğdukları toprağın, ailenin, topluluğun özellik-leri ile büyümekte ve kendi kültürleri, doğru veyanlışları ile karakterleri biçimlenmekte ve bütün buözellikler sözünü ettiğimiz doğanın uyumlu davran-mak zorunda olduğumuz kısıtlarının ürünü olarakbelirleyici olmaktadır.

İnsan yaşamında doğduğu andan itibaren karşılaş-tığı irili ufaklı sorunları tanımlayarak ve bulduğu çö-zümleri biriktirerek mutluluğunu oluşturmaktadır.Ancak dış etkiler bir yandan da ürettiklerinizi öğütüpyok etmektedir. Ölüme kadar süren bu üretme-öğütme sürecinde her çözüm bulunan sorun yerinipek çok yeni soruna bırakmaktadır. Dolayısıyla soruntanımlama ve çözme yaşam boyu süren ancak ölüncekurtulduğumuz bir insan faaliyetidir.

Yerinden Yönetim kentlilerin kendi yaşamlarınıkendi bildikleri ve hatta sahip oldukları özelliklerinidikkate alarak tasarlayıp, geliştirip uygulayacakları biryönetim biçimidir. Bunun alternatifi Uzaktan Yöne-tim ise yereldekilerin terbiye edilmesi ve kendi çıkar-ları için davranmalarının engellenmesi amacınahizmet etmektedir.

Kent dışından gelecek talep ve talimatlar doğrultu-sunda Uzaktan Yönetilen kentlerde insanlar ve onla-rın faaliyetleri özgür olmadığı için Özgür YaşamMekânlarının oluşturulması da mümkün değildir.

Kentlerin kendi kaynakları ile kendi kendileriniyönetmesi kentleri özgürleştirecek, sorunların doğrutanımlanması ve uygulanabilir çözümler bulunmasıiçin tüm yerelin emeğinin değerlendirilmesi teşvikedilecektir.

Özgür Kent Yönetimleri ve Eko KentlerYurttaşlar ve toplumlar arası ilişki ve etkileşimlerin

ortak ürün üzerine inşa edilmesi gerekir. Bu meka-nizmanın kullanılmaması arzu edilen özgür kent yö-netimlerinde özgür yurttaşın yaşayacağı yapınınkurulmasını engeller. Demokratik dönüşümden yanaolanlar, insanlar ve toplumlar arası ilişki ve etkileşim-leri özgürleştirmek için uğraşmalıdır ve bunun yaşamboyu enerji ve çaba gerektirdiği unutulmamalıdır.

Demokratik dönüşüm için her sorun gibi çevresorunlarının da tanımlanıp çözümlerinin bulunması,bulunan çözümlerinin bir yandan geliştirilirken biryandan da toplumsallaştırılması gerekir.

Kapitalist düzen içinde sorundan yana olan kararvericilere çözüm önerileri sıkıntı verirken, Demokra-tik Dönüşümü hedefleyen ve çözümden yana olanyöneticiler için toplumsal sorunların tanımlanıp çö-

Başka bir deyişle demokratik özerkliğinyaşam bulup kalıcı hale gelmesi YerindenYönetimin hayata geçirilmesini gerekmek-tedir. Demokratik Özerklik olmadan Yerin-

den Yönetim kanatsız kuşa benzer

174

zümler bulunması paha biçilmez, talep edilen ve iste-nilen ürünlerdir.

Özgür Kent Yönetimlerinin oluşturulabilmesi veEko Kentlerin yaratılabilmesi için seçilecek belediye eşbaşkanlarının seçimler sırasında yurttaşla yapacağımüzakerelerde hem kendisini ve hem de yurttaşıÖzgür Kent Yönetimlerine hazırlaması gerekmektedir.Yaklaşan yerel seçimler sırasında en azından EkolojikToplumun ne olduğu tartışılıp özümsenmeli ve yurt-taşlar için bir beklenti haline dönüştürülebilmelidir.

Çözümden yana olan yerel yöneticilerden bekledi-ğimiz kent sorunlarının kentte yaşayanlarla birliktedoğru olarak tanımlanması ve uygulanabilir çözümlerüretilmesidir Yerel veya ulusal seçimlerden önce aday-lardan hangisinin sorundan hangisinin çözümdenyana olduğunun ortaya çıkması gerekmektedir.

Eğer bugünden başlayarak Eko-kent kavramınıtoplumun gündemine katıp konuşulur hale getirebi-lirsek; ekolojik toplumun mümkün olduğunu ancakuğrunda çaba harcayıp ete kemiğe büründürmek ge-rektiğini toplumsallaştırabilirsek; demokratik dönü-şümden yana olduğu için birlikte olduğumuzyoldaşlarımızı da bu ürünü bekler ve siyasallaştırmayahazır hale getirebilirsek; o zaman yerel yönetim se-çimlerini iyi değerlendirmiş ve toplumda demokratikdönüşümün yeşerip gelişmesi için gerekli altyapıyı vekapasiteyi oluşturmuş oluruz.

Ekoloji ve EğitimEkolojik ekonomik topluma gidişte en önemli

görev bugünün öğrencisi geleceğin yurttaşlarınayaşam ile ilgili (enerji, hava, su ve toprak kirliliği) bil-gileri aktarmakla görevli eğitim emekçisi yoldaşları-mıza düşmektedir. Ekolojik bir toplumun kurulmasıve sürdürülmesinde belirleyici katkı ve dolayısıyla bugerçekleşemezse sorumluluk eğitim emekçilerininolacaktır.

Öğretmenler kendi yaşam çevresini ve içine doğ-duğu aileyi korumak ve sağlıklı bir yaşam sürdürme-sini sağlamak, toplumun demokratik dönüşümünekatılmak, ekolojik toplumun kuruluşunun önündekiengellerin tanımlanıp aşılmasına katkıda bulunmakiçin görevli ve yetkilidirler.

Kamu çalışanları olarak öğretmenlerin maaşı top-lanan vergilerden ödenmektedir. Bu bize işimizi iyiyapma sorumluluğunu yüklemektedir. Öğretmenlerbugünün öğrencileri ve geleceğin yurttaşları olangençleri doğru bilgilerle donatmak ve bugünden gele-ceklerine sahip çıkmalarını sağlamak durumunda-dır…

Öğretmenler güncel kalmak ve ekonomik ekolojiktoplumun kurulmasının önünde engel olan ve kâramacıyla yürütülen insan faaliyetlerini belirlemek vebunların önlenmesi için dünyada bugüne kadar geliş-tirilmiş olan çözümleri bilmek ve gecikmeden uygu-lanmasını talep etmek durumundadır. Doğaldır ki heryörenin doğal dengelere uyum gereği sorun tanımı veçözümleri farklılaşacak ama esas olarak küresel doğadüzeni kapsamında bir bütünün parçalarını oluştura-caktır.

İçindekiler İçin Tıklayınız

İnsanın bir yere ait olma istemi her zaman var ol-muştur. Bu aidiyet ihtiyacı bazen bir inanca, bazen birtoprağa, bir gruba yahut bir topluma bağlılık gibifarklı şekillenmelerde de kendini gösterir.

Mekân ile birey arasında da belirli bir etkileşim sözkonusudur. Adeta gizli bir güç bireyi yaşadığı meka-nın derinliğine çeker, onu sarmalar, koru. Mekân o anvar olandan daha ötesi; bir sezgi, anlam gücü, sonsuz-ulaşılamaz kutsal bir varlık olur.

Çeşitli mekânlar, insanlık yaşamında hep belirginbir yer tutmuştur. Rif vadisi, Mezopotamya’nın uçsuzbucaksız ovaları, Yunan kıyıları, Mısır, Çin… İnsan-

lık için köşe taşlarından bazılarıdır. İnsanlık bazenRif’te olduğu gibi yeni bir tür olarak tarih sahnesineçıkarken; bazen de Mezopotamya’daki gibi kadın ön-cülüğünde toplumsallaşmayı yaratabilme kabiliyetinigösterebilmiştir. Kadınla birlikte yerleşik hayata geçil-miş, tarım ve köy devrimi gerçekleşmiş, bitkiler vehayvanlar evcilleştirilmiştir. Bu bağlamda ilk sözcük-lerin dişil ağırlıkta oluşu tesadüf değildir. A ile başla-yan dişil takı ar, av, ard, erd… şeklinde yaşamımızdaen çok kullandığımız kelimelere dönüşmüştür.

Yaşam göçebelikten hızla yerleşikliğe geçerkendiğer kültürler de nasibini alıyordu. Bolluk ve bereketdönemleridir! Ağırlıkta yaşamın su kenarlarında bi-rikmesi, hızlı nüfus artışı ve şehir denilen yapılanma-

ların açığa çıkışı, toprağın zenginliği ile yakından bağ-lantılıdır biraz da. Toprak daha zengin ve iştah açıcı-dır. Yeni bir inşa olan kentlerin doğuş öyküsügerçekleşiyordu. Mezopotamya’da: Ur, Uruk, Eridu,Lagaş, daha doğudaki Susa, kuzeydeki Nemrut, Ni-nova ve Dur Şarrukin… Gize, Abuşşir, Sakara, Teb,Muksor gibi eski Mısır kentleri Nil ırmağı boyuncakurulmuştu bile. İndus ırmağı vadisindeki Mohenco-Daro ve Ganj ırmağı vadisindeki Pataliputra enönemli Hint kentleri arasındaydı. Çin ve diğer ilkkentler için de benzer özellikler geçerlidir. Kentlerinoluşumu sadece zenginlikle açıklanabilecek bir olgudeğildir elbette. Kaldı ki ilk dönemler keskin bir sınıf-laşma da yoktur; ezen-ezilen, sömüren-sömürülenilişkisi kalın çizgilerle bu denli birbirlerinden halenayrılmamıştır.

Kadın-erkek arasındaki çelişkiler, ilk yoğun yaşa-nandır. Çelişkiler önce tanrılar ve tanrıçaların savaşı-mında kendini gösterir. Uruk’un Eridu’ya karşımücadelesi destansıdır. İnanna ve Enki şahsındakadın-erkek mücadelesinin güçlü somut örneği var-dır. Aralarında kıyasıya bir mücadele yaşanır. Dö-nemler farklı olsa da öz aynıdır. Babil döneminde,Marduk ve Tiamat arasında savaş giderek derinleşirve oğul Marduk, Tiamatı öldürür. Bu dönemde savaş-lar daha çok ideolojiktir. İkna-hile-aldatma savaşıntemel argümanlarını oluşturur. Rahibin analitik ze-kâsı ve kent inşacılığı, tanrılar adına insanların çalıştı-rılması, zigguratlarda eğitilmesi, teknikte ilerleme veyönetim. Kentin sadece zorla kurulmadığı açık. Birmedresede çalışma, tanrı adına yapılıyordu ve kutsalgörülüyordu. Korku ve zordan ziyade daha çok iknave inandırıcılığa dayandığı varsayılmaktadır.

Kentlerin zaman içerisinde sömürünün merkezidurumuna dönüşmesi, aslında uygarlıkla birlikte ya-pılmak istenenin bir sonucudur. Tanrılar savaşırken175

y Zerdeşt Baran

Toplumsal Olan GençlikDemokrasiyi Savunur

İnsan ki yaratan ve özgür kılandır,gelinen aşamada en korkunç birköle statüsünü yaşamaktadır.

Zavallı, çaresiz, tepedentırnağa bağımlı…

176

belki de yeryüzünde daha korkunç savaşlar planlanı-yordu. Giderek insanlığa beşiklik eden yerler bir birtalan ediliyordu. İnsanlar katlediliyor; hayvanları, do-ğası, kültürü, maddi ve manevi dünyası ile doğa, birbütün yok oluyordu. İdeolojik savaşlardan gerçek sa-vaşlara geçiş dehşet oldu. “tanrılar adına savaş, tanrılararası savaştan daha korkunç olmaya başlamıştı bile.”

Fernand Braudel’in bellek ve Akdeniz adlı ese-rinde Mezopatomya üzerine yapmış olduğu değerlen-dirme çarpıcıdır: “Mezopotamya doğarken perileronu komşularından korumayı unuttuklarından, budiyar hiçbir gün soluklanıp rahata erememiştir. Nehir-ler arasındaki bu ülkenin tarihi çoğunlukla dramatikniteliklere bürünen kesintilere uğrayıp durmuştur.Tevrat, yeryüzü cennetinin mekanı olarak Mezopo-tamya’yı gösterir. İnsan doğasına aykırı köydeki göçe-beler veya yüksek yörelerden gelip göçen boş mideliinsanlar, Mezopotamya’nın tarlalarına ve bahçelerineakın edip dururlar. Kendi yağında kavrulabilen bu ta-lihli bölge, herkesin ele geçirmeye ve payına düşeni al-mayı düşlediği bir meyvedir...” Elbette savaşlar, sadecebu bölgede yaşanmadı. Mısır’ın çöllerinden, Ganjnehri kıyılarına, Çin içlerine dek uzanan bir savaş sözkonusudur. Asur insan kellerinden kaleleriyle övünür.Kentler, direkt iktidarların merkezi haline gelir. Mi-marisinden, çevre düzenlenmesine, tüm alt ve üst yapıkurumlarına dek kendini açığa vuran tek bir şey var-dır: İktidar...

Uruk’tan başlayan kent oluşum ve çoğalımları birzincir gibi birbirine bağlılık arz eder. Hemen her uy-garlığın bir ‘Uruk’u vardır. Bu tesadüfî bir husus değil-dir. Kent diyalektiğidir.’der, son savunmalarında sayınÖcalan ve ekler;

“Mezopotamya’da Uruk sitesiyle başlayan ken-tleşme, sınıflaşma ve devletleşmeyle nasıl ilk adımını,Fenike ve İyonya’daki ticaret ve kentleşmeyle ikincidev adımını atmışsa, bu sefer üçüncü büyük adımınıtüm adı geçen koşullarla ideal hale gelen İtalya, Hol-landa ve İngiltere coğrafi mekânında büyük ticaret,kentleşme, dünya çapında genişleyen pazar üstü vekarşıtı olarak kapitalist ekonomiye kalıcı zafer teme-linde atmıştır. Halen ABD önderliğinde yaşanan dabu gerçekliktir.”

Kent, sadece kötülük mü üretir? Var olan kentlerdeyaşamak mümkün değil mi?

Biliyoruz ki artık “kentleşme sadece bir bölgeninbütünlüğünü değil, insan ruhunu da zehirleyebilir”(1)Oysa ilk kent inşalarında, içindekilerin doğayla uyumiçinde yaşadığı, insanın öz bilincini keskinleştiren ku-rumlar yarattığı, akılcılığı koruduğu, duygusal zeka ilede belenen bir kültür oluşturduğu, bireyselliği geliştir-diği ve kurumsal özgürlük şekilleri yarattığı, benzerigörülmemiş derecede insani, etik, ve ekolojik bir yer-

leşimlik esas olmuştur.Kent-devlet-uygarlık tanımlamaları Kapitalist Mo-

derniteyle asıl anlamlarından uzaklaştırılarak muğlak-laşmıştır. Uygarlığa atfedilen (Hâkim sistem halinegelmiş olduğundan ötürü, uygarlık, propagandası çokyapılmış bir sözcüktür. Sözcük ‘şehirleşme’, ‘sivilleşme’anlamındadır.) Medeni, modern, centilmen, rasyonel,düzenli, kibar, güzel, hesaplı, planlı, güvenli, barışçılvb. gibi sıfatlar gerçeği yansıtmamaktadır.

“Uygarlığın manevi dünyasında doğa, çevre, top-rak hep hakir görülür.” Aslında bu yaklaşım ideolojik-tir. Zıddına geliştiği tarım-köy toplumunu aşağılamakve kolayca yönetmek içindir” der, Kürt Halk ÖnderiAbdullah Öcalan.

Kentlerin özü giderek kapitalizmle değişti. Kansergibi büyüyen kentler tamamen kırlardan koptu. Kırlarartık milyonluk kentleri besleyemez duruma geldi.Nüfus o kadar arttı ki devasa boyutlara ulaştı. Kısa biristatistik bilgi, gerçeği gözler önüne sermektedir.17.yüzyılın ortasında nüfusu 450 bin kişiye ulaşanLondra,18.yüzyılın ortasında 750 bin, 19 yüzyılın or-tasında da 2 milyon 800 bin kişiye varan bir büyümeyaşadı. Londra’nın nüfusu 20 yüzyılın ortasında 8 mil-yon 200 bin kişiye ulaştı. Benzer biçimde NewYork’un nüfusu 1800 yılında 80 bin kişi iken, 1850’de670 bine, 1900’de de 3 milyon 400 bine çıktı. Bu kentin1950’deki nüfusu ise 7 milyon 900 bin kişi olarak belir-lenmişti. Öteki Avrupa ülkelerinde de benzer bir ge-lişme söz konusuydu. 1871 yılında 830 bin kişilik birnüfusu olan Berlin, 1933’te 4 milyon 200 bine çıkmış,aynı yıllarda Hamburg’un nüfusu 230 binden 3 mil-yon 800 bine yükselmişti. Bu durum diğer tüm dünyakentleri için de geçerlidir. Nüfustaki artış, küresel-leşme ile birlikte at başı ilerlemiştir. İstanbul ve diğerKürt kentleri içinde, özellikle Amed, Wan, Bat-man’da… biraz farklılıklar içerse de genel olarak aynı-dır. Zorla yakılan köyler ve bilinçli geliştirilenpolitikalar sonucu halk göçe zorlanmıştır. Sömürülenbir ülke gerçekliği var. Fakat hepsinden daha insanlıkdışı olan zihinler ele geçirilmek istenmesidir. Bir halkbelleksiz-kültürsüz-zihinsiz kaldı mı orada soykırımvar demektir. Hem de soykırımların en korkuncuolan: Kültürel soykırım!

Dünya genelinde kentleşme artınca çeşitli krizlerde açığa çıkmıştır. Krizler, sadece çevresel anlamdayaşanmıyor. Emek-değer yitiminden, tüketimin kor-kunç boyutlara vararak insanı robotlaştırdığı, toprak-tan ve yaşamdan manevi olarak kopardığı birgerçeklikten bahsediyoruz. Evrensellik adı altında, ye-rellikten kopan, özünü unutan bir gerçeklik… İnsanki yaratan ve özgür kılandır, gelinen aşama da en kor-kunç bir köle statüsünü yaşamaktadır. Zavallı, çaresiz,tepeden tırnağa bağımlı…

177

Sofrada yediğimiz ekmek dahi bu toprakların ürü-nüdür. Binlerce yılın biriktirdiği, bilinç, emek ve tec-rübe vardır içinde. İlk dil-tarım devrimleringerçekleştiği ve toplumun inşa edildiği mekânın adı-dır bu topraklar. Şimdi bu mekânlar, adeta bir veba-dan kaçılırcasına terk ediliyor. Neden bu büyükçarpıtma, alt-üst oluş!

Mekân, insanı manevi olarak kendine bağlar. Me-kânın kelime kökeni Arapçadan gelmektedir. Beled’inArapçada mekân, belediyenin de mekânla ilgili olananlamında olması tesadüf değildir. Kentlerin bukadar sorun olması daha fazla belediye ve yönetimkonularını ön plana çıkarmaktadır. Fakat asli ve taliyibirbirine karıştırmamak gerekir. M. Bookchin birsöyleşisinde:

“Belediyeler yüzeyi gerçek politik hayatın arenasınımeydana getirirler; ama hiç bir belediye "özerk" [ing.autonomous, müstakil] olamaz. Özerklik bir efsane-dir --bunu başaramazsınız, çünkü her bir insan tümdiğerlerine bağımlıdır ve her bir belediye tüm diğerle-rine bağımlıdır” derken haklı bir gerçekliği dile geti-rir. Bağımsızlık diye bir şey olamaz. Esas gerçeklikdaha az devlet daha çok toplum esprisinde, toplumunpolitik alanını geliştirmek olmalıdır. En nihai amaç,eninde sonunda toplum olmalıdır. Toplum bireyinvar oluş koşuludur. Toplumu güçlendirtmek için de;Kent meclislerinin inşasına, kooperatif ve birliklerinçoğaltılmasına, köy-sokak-mahalle şehir komünlerivs. kurulması ve çalıştırılmasına ihtiyaç vardır. Toplu-mun parçalanması ile yüz yüzeyiz ve böyle giderse in-sanlık adına bir şey kalmayacak!

Küreselleşmenin, insan topluluklarını marjinal du-ruma düşmesine yol açan kuşatması, bizleri yeni ara-yışlara itmiştir. Yerellik, şimdi çağcıl yaşamın yenidendüzenlenişinde demokratikleşme mücadelesininönemli bir zemini ve alanı olmaktadır. Yerel kimlikle-rin, eski-geleneksel ve modernist zihniyet tarafındangerilikle neredeyse özdeş tutulması konumu, çağcılgelişmeler eliyle demokratik görevler ve anlamlarlayüklenmiş bulunmaktadır. Belediyelerin öneminivurgulamıştık. Tekrardan M. Bookchin’le devam ede-cek olursak: “En önemli sorun, insanların güç kaza-nacağı [erke sahip olacağı] bir şekilde toplumunyapısını değiştirmek. Bunu yapmanın en iyi yeri ise,yüz yüze demokrasi yaratma fırsatına sahip olduğu-muz belediyelerdir --şehir, kasaba ve köy. Yerel hükü-metleri, insanların yaşadıkları ekonomi ve toplumhakkında tartışabilecekleri ve kararlar alabileceklerihalk meclislerine dönüştürebiliriz. Bir komşu şehir yada kasabada iktidara gelirsek [erki elde edebilirsek];bütün meclisleri konfedere hale getirilebilir ve sonrada bu kasaba ve şehirleri halk hükümetine konfederehale getirebiliriz --(sınıf yönetimi ve sömürünün bir

aracı olan) devlet değil, halkın erke sahip olduğu birhükümet. İşte bu pratik anlamda benim komünalizmdiye adlandırdığım [şeydir].”

Tabandan demokrasinin gerçekleşmesi, her bire-yin kendini özne görmesi, iradeleşmesi ve katılımgöstermesi demokrasinin de temel ilkesidir. Belkipratikleşmesi zaman alacaktır. Karşısında binlerce yıl-lık devletçi zor aygıtın tepeden tırnağa baskıcı ve hi-yerarşik örgütlenmesi ile halkları esir alma gerçekliğivar. Bazen baskı ve zor aracını kullanırken bazen dehipnoz yöntemlerle bireyi sisteme bağlar. Bireyleriçinde, en fazla kendine bağlamak istediği kesiminbaşında gençliğin gelmesi tesadüf değildir. Gençlikher zaman sistemin yedek gücü yapılmak istenmiştir.

“Özgürlüğe yürüyen bir gençliği tutmak zordur el-bette. Gençlik sistemlerin başına en başta bela olankesimdir. Tarih boyunca bu çok iyi bilindiği için, eği-tim adı altında gençlik kurban edilmekten tutalım,akla hayale gelmez uygulamalara tabi tutulmuştur.Hiyerarşik toplumun yükselişinde kadından sonragençliğin bu duruma düşürülmesi belirleyici roloynar. Gençliği kontrole alan düzenin kendini engüçlü hisseden düzen sayması boşuna değildir. Dahasonraki devletçi toplum sistemlerinin tümü gençliğebenzer bir uygulamayı dayatacaklardır. Zihni böyleyıkanan gençlik her işe koşturulabilir. Savaş dâhil enzor işi meslek edinebilir. En önde tüm zor işlere sürü-lür.”(2) Köylerin talanı, vahşet uygulamalar; giderekkır-kent çelişkilerini derinleştirmiş ve doğa kendinisürdüremez olmuştur. Milyonluk kentleri değil 10 yıl,birkaç yıl dahi beslemek mucizedir. Nüfus artışı kor-kunç olmuştur. Peki, neden? Bu aşamaya sadece zorolgusuyla mı gelindi?

Zor olgusunun bazı şeyleri açıklamakta yetersizkalacağı açıktır. Öncelikle sistem kendini çekici kıl-makla işe başlar. Ruhları ve beyinleri satın alır. Eğ-lence merkezleri, üniversite kampüsleri, stadyumlar,parklar, hastaneler, yüksek binalar, müzeler, tiyatro, si-nema salonları… Bir kentin olmazsa olmazlarıdır.Özü eğitim, spor, aydınlanma yerleri olması gerekir-ken, cehaletin, köleleşmenin, tüketimin, metanınmerkezlerine dönüşmüştür. Şehirleri küçük bir devletolarak ele aldığımızda, devletin sürdürdüğü asimilas-yon, soykırım politikalarının ilk elden uygulayıcılarıolduğunu görürüz. Nasıl ki ilk dönem rahipleri hileve aldatmalarıyla kenti asıl işlevinden uzaklaştırmışsa,aynı yalan biraz biçim değiştirerek devam etmektedir.Hem de hızından hiçbir şey kaybetmeden! Eskininrahipleri, bugünün üniversite hocaları olmaktadır.Biçim farklı öz aynı. Devlet, tüm vahşetiyle devrede…Kürdistan şehirleri için bu durumu daha net söyleye-biliriz. Mantar gibi türeyen internet cafeler, Üniversitekampüsleri, eğlence merkezleri, kentlerin bir gerçeği

178

olmuştur. Hedef kitlesinin gençlik oluşu sadece tüke-tim olgusuyla açıklanamaz. Bir boyut belki bu olabilir;fakat bütün gerçeği vermez.

Sanayileşme ile birlikte kentlerde iş gücüne büyükgereksinim duyuldu. Gençlik kitlesinde “şanslı” olan-lar işçileşirken, diğerleri yedekte, işsiz orduları içinde,hazırdır zaten. Ve böylece “şanslılar” işini kaybetme-mek için daha fazla çalışır... Gençliğin görevlerindenbir diğeri Milliyetçiliğin vazgeçilmezi, sömürününmeta gaspçılığıdır. Ulus-devlet ve hakim ideoloji olanmilliyetçilik, şehirlerde çağın dini olurken, gençlik sa-vaşlarda hep aranan iyi bir asker oldu. Dinde sorgusuzmürit, maçlarda holigan, inşa edilen gerçeklerde siste-min metası, alım-satım eşyası, reklam aracı…

Kısaca gençlik kendi kimliği dışında her şey olur.Tarihsel bütünlük içinde açıklandığında gençliğin fi-ziki bir olay değil toplumsal bir olay olduğu görüle-cektir.

Kapitalizm, toplumu yaratmış olduğu iki büyük di-niyle teslim almak istedi:1-Milliyetçilik 2-Liberalizm.Tabii dönemlere göre etkinliği farklıdır. Toplum içindeen fazla zararı gören ise gençlik olmuştur. Bu nedenlegençlik savaşlarda kırılan, ölendir hep; sahte hayallerletüketilen bir enerjidir: boş ve amaçsız. Tarihsiz ve ge-leceksizdir! “Özgürlük” An’a sığdırılmaya çalışılır.Oysa asıl gerçeklik gençliğin, en fazla toplumsal oldu-ğudur. Geçmişten kopmamıştır daha ve geleceğe gü-venle bakar. Geçmiş ve gelecek arasında bir köprüdüryani. Direnir toplumun parçalanmasına. Belki debundandır en fazla grupçuluk oluşturan kesimin ba-şından gençliğin gelişi. Her zaman bir arkadaş ortamıvardır. 12 Eylül’le bu toplumsallık parçalanmak is-tendi. 3’S’lerle, sanalla, uyuşturucu ve daha birçokyöntemle bireycilik geliştirilmek istendi fakat başarılıolunmadı.

Sistem, en çok gençlikten korkar. Gençlik bir neviduygu bombasıdır! Eskiyle yetinmeyen yeniyi bul-maya çalışan bir arayışçı, değiştiren ve dönüştürendevrimcidir. Kolay kolay köleliği kabul etmez. Ruhuakışkan ve özgürdür. Toplumsal olabilmeyi başardı-ğında önünde hiçbir güç duramaz. Bundan korkul-duğu içindir ki cezaevlerine konulur, asimilasyonmerkezlerinden geçirilir. Her türlü fiziki ve kültürelsoykırımlara tabi tutulur…

Toplumsal inşalarda gençliğin rolü belirgindir.Yerel demokrasilerin inşasında gençliğe dayanmayanhiçbir sistemin başarı şansı olamaz! Gençlik bir toplu-mun geleceğidir, kimliğidir.

Demokratik yerel örgütlenmelerde ahlaki-politik-entelektüel görevlerini yerine getirirken gençlik;

Sistem içileşmeye düşmemelidir. Sistemin zihniye-tinden kopuş, temel slogan olmalıdır.

Bireyselliğe karşı toplumsallığı esas alan, parçadan

ziyade parça-bütün ilişkisine dayanan ve insanı tarih-şimdi ve geleceğin yarattıkları olarak gören, ekolojik-canlı bir doğa ve kültür görüşünden hareketle, emeğive yaşamı bütün canlılar için kutsal sayan bir hakika-tin temsilcisi olabilmelidir.

Kentin tüm tek tipleştirici, soyut, parçalayıcı, gritondaki olumsuzluklarına karşı; farklılıkları gözeterek,bütünleyici, çoğul ve canlı bir bileşenin öncülüğündeyer alabilmelidir. Çalışırken yaratan, yarattıkça kendibilincine varan ve özgürleşen birey; maneviyatın gü-cünü anlar. Kentler daha çok maddidir ve olmayanmanevidir. Maneviyatın temelinde ise aşk vardır. Yanibaşkaları için, başka şeyler için ölebilmek. Toplumsal-lığı inşa ederken ya da savunurken emeğin kutsallı-ğından şüphe edilebilinir mi?

Bir kent meclisi içinde yer alırken, bir kooperatifçalışması yaparken ya da bir mahalle-sokak komü-nünü örgütlerken de büyük bir heyecan ve aşkla işekoyulabilmelidir. Toplumsallık için ortaya koyulanemek hiçbir zaman boşa gitmez. Her canlı kendi top-lumunda anlam ve his kazanır. Kapitalizm, ekonomikarşıtıyken ve gerçek üreticiler olan kadını, işçileri,köylüleri, gençleri dışlarken; Demokratik toplum bü-tünlükçü ve kapsayıcıdır. Toplumsallığı esas alan his,her zaman en büyük anlam gücüne erişir. Demokra-tik-yerinden yönetimlerde, demokratik moderniteninkurumları, zihinleri ile birlikte bir an önce oluşturabi-linmelidir. Çevre-ekoloji kurumlarından, kültür-sanatmerkezlerine; dil-edebiyat okullarından, sağlık, sportesislerine dek geniş bir yelpazede kurumsallaşmayaihtiyaç vardır. Yerinden demokrasinin gelişmesi içinkurumlaşma önemlidir. Tabi öncelikle maddi ve man-evi birliktelik sağlanmalıdır. Zihin; manevi, anlam,enerji, özgürlük bilinci olurken; kurumlar daha çokmaddi yapısı olmaktadır. Yapısallık-işlevsellik birbiriniancak o zaman tamamlar.

Gençlik duygu bombasıdır denilirken duygusallı-ğından bahsedilmiyor. Duygusallık zayıflıktır! Duyguise yüce şeyler için yaşamak ve mücadele vermektir.Bin yılların uygarlığı, kent-sınıf-devlet örüntüsüylegünümüze dek varlığını sürdürdü. Gelinen aşamayolun sonudur. Tüm kötülükleri ile birlikte uygarlığı,tarihin çöp sepetin atma vakti gelmiştir. Yerinden yö-neten ve herkesin karar aldığı, katıldığı, farklılıklarınözgürlük olduğu ve farklılıkların bütünlük içinde tem-silini bulduğu sistemi inşa ederken, gençlik bir kezdaha tarihi görevlerle yüz yüzedir.

1) Murray Bookchin, Kentsiz Kentleşme, çev.:Burak Özyalçın, Ayrıntı Yay. 1999, s.15.

2) Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Devletin topluma olan yeterliliğini ve yetersizliğinianlayabilmek için düşüncelerimizi biraz da ‘muhtaçve muhtaçlık’ kavramlarına yöneltebiliriz. Muhtaç ol-mayı doğuran nedir diye sorduğumuzda, ihtiyaçlarınkarşılanmaması ve başkasının karşılamak zorundakalmasıdır. Buradaki ‘başkası’ ve ‘zorunda’ kavram-ları devletin toplum üzerindeki tahakküm şifreleridir.Devletin uzun geçmişi bizlere, bu şifrelerin çok kar-maşık ağlarla örüldüğünü gösteriyor. Devletin, kutsal-lıklarla sarılıp sarmalandığı, toplumun rızasınadayanmadığı, ben merkezci ve iktidar güdüsü ile fi-ziki ve kültürel soykırımlar yaptığı, ekonomik araç-

larla emeği değersizleştirdiği bilinen en çarpıcıyönleridir. Bilinen bu çarpıcı yönler ulus-devlet zihni-yetiyle daha da katmerleştirildi. Devletin hakimiye-tindeki ortak uluslar mozaiği yerine, tek bir ulusmodeli oluşturuldu. Bu modelin ideolojisi; milliyetçi-lik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimciliktir.

Devlet karşısında “devletsizlik” söylemleri, hepaynı kaygıların polemik sınırlarında kalmaktadır.Ulus devlet tarafından yaratılan “devlet baba” kutsal-lığı, güvenlik fobisi ve devlet kapısında iş tutma gibikaygılar, toplumu ve bireyleri devlete sarılmaya sü-rüklemektedir. Bu inandırılmışlık ve biat kültürüadeta sahipsiz kalma korkusuna götürüyor. Yine dev-letsizlik bağlamında devleti yıkmak ama yerine bir

şey koyamamak da toplumların yararına olmadığı,“zamanla çürümeye yol açtığı” söylenen gerçeklikler-den biridir. Neticede bu devletli ve devletsiz hallerin,toplumun ihtiyaçlarına cevap olmadıkları yükseksesle dile gelmektedir. Tam da bu noktada çarpıcıolan, toplumun sorunlaşan ve hastalıklı yönlerini te-davi etmekten ziyade “devlet tedavisinin” ağırlaşanhastalıkları daha da kötüleştirdiğidir. Yenilik ve resto-rasyon adına girişilen hamlelerde ise, zamanı ve du-rumu kurtarmaya dönük olduğu, toplumlarınihtiyaçları, refahlarına ilişkin özde bir değişim yenilikyapılmadığı çokça ifade edilmektedir.

Devletin bireyle ilişkisi bağlamında, Proudhon’unDevletin “İş rahatsızlıkları” tanımı, devletin sistematiksömürü ağını açıkça gözler önüne seriyor: “Kamumenfaati bahanesiyle ve umumi çıkarlar adına kulla-nılmak, tekelleştirilmek, gasp edilmek, sıkıştırılmak,aldatılmak, soyulmak demektir; ve daha sonra da enufak bir direniş gösterildiğinde veya en ufak bir şika-yette bulunulduğunda baskı altına alınmak, cezalan-dırılmak, boğulmak, hapse atılmak, yargılanmak,vurulmak, karalanmak, tacize uğramak, takibe alın-mak, dövülmek, sınır dışı edilmek, satılmak, ihaneteuğramak demektir; ve hepsinden daha kötüsü alayedilmek, dalga geçilmek, eğlenilmek, rencide edilmek,onuru kırılmak demektir. Bu yönetimdir. Bu onunadaletidir. Bu onun doğruluğudur.” Proudhon’un bukavrayışı insanı devlet gerçekliği karşısında nefessizbırakıyor. Peki, tüm bunlar karşısında nelere muhtaçkılındığımızın farkında mıyız?

Devleti bu kadar kamu yararının dışına çıkarannedir? Eğer amaç, “Hizmet” ve “Koruma” ise, bukadar kriz ve kaos neyin nesidir. Kriz ve kaosların ne-denleri, ulus devletin ideolojisi ve kendini pratikleştir-diği kavramlardır. Ulus devleti sorgulayıcı vealternatifli bir karşılaştırma ile ele almak gerekmekte-179

y Aslı Doğan

Devlete Muhtaç Olmaktan Çıkmak

Devleti bu kadar kamu yararının dışına çıka-ran nedir? Eğer amaç, “hizmet” ve “koruma”ise, bu kadar kriz ve kaos neyin nesidir. Kriz

ve kaosların nedenleri, ulus devletin ideolojisive kendini pratikleştirdiği kavramlardır

180

dir. Alternatifli bir karşılaştırma yapacaksak öncelikleçıkış noktamız demokrasi olmalıdır. Neden demok-rasi? Demokratik uygarlık tarihi boyunca, halklarındireniş damarı demokrasi kültürüdür. Demokrasikültürü; sorunları karşıtlaştırmadan çözen yeteneği,farklılıkların birlikteliği, gönüllü katılım ve ortak vic-dan gibi insanlık değerleri ile toplumları birleştirenzihniyettir. Uygarlık ve ulus devlet zihniyeti demok-rasi karşıtlığıyla; ulus, toplum, birey, kadın, erkek,doğa, ekonomi, modernite, sosyalizm ve özerklik gibikavramları anlamsızlığa uğrattı. Ulus devletin anlam-sızlaştıran öteleyen, ayrıştıran, tekleştiren ve tekelleşti-ren tahakküm ve dayatmalarına karşı, demokrasi vedemokratik karakterlerin güçlü oluşması, oluşturula-cak alternatifin cevheridir.

Ulus devletin, demokrasi karşısına diktiği kavramise iktidardır “Devletin ruhu iktidardır” dersek ye-rinde bir tanım olacaktır. Devlet gerek iç mekanizma-larında, gerekse topluma bakış açısında, üstünlük,tahakküm ve baskı ruhu ile kendini var etmektedir.Hedefine ne koymuşsa orantılı-orantısız, iktidarınmalzeme çantasında olan yönetim, politika, hukuk,parti, ekonomi ile elde eder.

Devlet ile demokrasi kavramlarının içiçeliği ile çokkarşılaşırız. Asıl farkındalığın tam da bu noktada oluş-ması gerekiyor. Devletin kendini en çok gizlediği veçelişkilerini yumuşattığı yer demokrasi kavramınınkendisi olmaktadır. Hiç uzağa gitmeden şu 12 yıliçinde Kürt halkının siyasal partilerinin kapatılması veparlamentoya girmemesi için devlet tarafından sergi-lenen yargı, yürütme ve yasama engellemeleri, yinetoplumun toplantı, gösteri ve yürüyüşlerle ortaya koy-dukları itirazlara; öldürme, yaralama, gazla boğma vetutuklanmalarla cevap verilmesi, devlet-demokrasihakikatini açıkça ortaya koymaktadır.

Ulus devletin ideolojisi milliyetçilik olarak tanım-lanmaktadır. Milliyetçiliğin “milli” si bir ulusa özgünolan demektir. Tarih bize ulusların milliyetçiliğe düş-meden çoklu ulus halinde yaşama deneyimlerindenepey veri sunmaktadır. Çoklu ulus yaşamlarını yerlebir eden ulus devlet, kendi ilanının ilk adımında,“milli”leri fiziki ve kültürel kırımdan geçirmekten çe-kinmemektedir. Böylece toplumsal yarılma tek

“milli”nin ırkçılığı ve saf kanlılığı üzerinden gerçekleş-tirmektedir. Bu ideoloji her şeyi “benim”leştiren birzihniyettir, ya bencilce ötekileştirmek de ya da herke-sin ve her şeyin sahibi olma tatminsizliğindendir. Ulusdevletin bu merkezi ve tekçi yöntemlerinin ilk ayağı;fiziki katliamlarla yaratılan korku ve sindirme iken,ikincisi; yabancı dil ve eğitime mahkum etmek yo-luyla kültürel asimilasyondur. Özellikle milli marş,milli eğitim, milli bayramlar, milli askerlik, milli tel-evizyonlar ve bayrak tapınçlığı ile sürekli ya da siste-matik olarak senin , “sen” olmadığına dair dayatılankimliksizleştirme dersleri ne kadar küçümsenebilir ki!

Ulus devletin milliyetçilik ideolojisine alternatifolarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Röne-sans” niteliğinde olduğunu belirttiği Demokratik Uluszihniyetini yazımızın odağına koyuyoruz: “ Demokra-tik Ulus; toplumsal ilişkileri yeniden demokratikleşti-ren, uzlaştırıcı, barışçı ve hoşgörülü kılar. Öncelikleşiddet yüklü toplumsal algıları, doğru bir toplumsalbilinçle yumuşatıp insancıl (akıllı ve duygulu empatisiolan) kılar. Şüphesiz bunda şiddet içerilmiş sömürüilişkilerinin tümü ortadan kaldırılmasa bile, epey azal-tılarak daha eşit, özgür bir toplum olanağını gerçekleş-tirir” Burada ön plana çıkarılan toplumun kendisidir.Toplumun, demokrasinin temel karakteri çerçeve-sinde kendi yaşamını, özgürlüğünü, iradesini, rahat-sızlıklarını, ihtiyaçların, önerilerini tartışma kültürü ilepolitikaya dönüştürmesidir. Demokratik ulus, ahlaki-politik toplumun, özyönetimin temel taşıdır. Devletyönetimleri; işleri ve sorunları erteler, kendinde mer-kezileştirir ve çözümsüz bırakır. Devletin yaptığı poli-tika değil idare etmedir. Ulus devletin, politize,apolitik, popülist ve politik düşünce-davranış kalıpları,demokratik ulusun ahlaki ve politik özüne terstir. De-mokratik ulus “yönetimi kutsallaştırılmaz. Basit biryönetim olgusu olarak günlük yaşamın hizmetinde-dir” Uzun sözün kısası; özyönetim değerlerini, toplu-mun hizmetine dürüst ve adaletli uyguladıklarındatoplumsal ahlakın teminatıdırlar.

Tıpkı devletin kutsallığı ve vazgeçilmezliği gibi kut-sal ve vazgeçilmez olarak ele alınan bir diğer olgu dahukuktur. Yazılı hukuk devletin en güçlü kaynağıdır.Acaba Hammurabi neden yazılı yasalara ihtiyaçduydu? Hukuk yasalarını temelinde yatan korku,irade kırma ve denetim altına alma; kulak-dil-elkesme, toplum dışına atma, öldürme gibi cezalandır-malarla doğdu ve amacı iktidarı sağlama almak, koru-maktır. Bu yasaların sertliği bir nevi devlet iktidarınınve dokunulmazlığının savunma kalkanı rolündedir.Ulus devlet kendini yaşatabilmek için yaşamın bütünalanlarını kurallar yığınına bağlar. Mevcut yazılı yasa-ları daha da kapsamlaştırarak ve anlaşılmaz kılarak,asla değiştirilmeyecek ebedi yaşayacak kurallar olarak

Ruhsal tatminsizlik gasp, sömürüve savaşları doğurdu. Erkek aklı ilk

hırsını ve rekabetini ana-kadıntoplumu üzerinde denedi

181

toplum ve bireyin karşısına diker. Ulus-devletin; tıp,ekonomi ve benzeri alanlarda olduğu gibi, hukuk ala-nındaki dili de toplumsal bir dil değildir. Devlethukuk dilini bilinçli bir şekilde anlaşılmaz kılarakhalkı savunma gücünden yoksun bıraktığı gibi halkıkendisine muhtaç hale getirmektedir. Öyle ki halkıyabancı bir dil ile yargılanmakta, cezalandırılmaktaama kendini savunamamaktadır. Üstüne üstlük çoğuyerde anadili de yasaklayarak tümden dilsiz ve savun-masız bırakmaktadır. Böylece ulus-devlet hukuk kar-şısında herkesin eşit olduğunu iddia etse de bu eşitlikhiçlikteki eşitliktir. Bu hiçliği kabul eden ve etmeyen-ler arasında bir zihniyet ve tutum ayrımı başlar. Kabuledip tabii olanlar her söylemin, davranışını, tavrınıresmi ideolojiye göre ayarlarken, hiçliği reddedip tabiiolmayanlar eşkıya, asi, kanunsuz, terörist… görülüphedefe konulurlar.

Devletin hiçselleştiren hukuku karşısında, bir top-lumun varlığını, özgürlüğünü ve öz savunmasını gü-venceye alacak yasalara ihtiyaç vardır. Bu yasalar,demokratik ulus bireylerinin kendi amaçlarına, ölçü-lerine, ilkelerine ve planlarına dair oluşturdukları söz-leşme ve kararlaşmalardır. Bu sözleşme gönüllülüktemelinde karşılıklı yükümlülük altına girmedir. Busözleşmenin ihlali durumunda, toplum kendi yasala-rının iç mekanizmalarını işletir.

Ulus devlet için hukuk nasıl vazgeçilmez ise siyasipartiler içinde aynı durum geçerlidir. Çünkü ulusdevletin daimi varlığı siyasi partilerin sırtında yol al-maktadır. Halkın çıkarını ve ihtiyacını devlet karşı-sında savunmak için, organize olması gereken siyasipartiler, yasalarla devletin çıkarlarını ve bekasını ko-rumakla yükümlendirilirler. Siyasi alanda hiçbir tem-sil ve katılım imkanı bırakılmayan toplumun, bupartilere muhtaç edilirken, siyasi partiler de toplumudeğil, parti çıkarlarını, dolayısıyla devleti savunurlar.

İktidarı elde eden devletçi siyasi partilerin ilk pra-tikleri yargı mekanizmasını ele geçirmektir. Ne kadaryargı mercilerini denetime alırsa, siyasi parti iktidarömürleri de o kadar uzamış olur. Arkasından da orduve ekonomi kurumlarını denetime alır. Devlet içindeve toplumda ortaya çıkacak krizlerde bu kurumlarıdevreye koyarak kendini meşrulaştırır. Yargı, hukuk

ve adalet gibi kavramlar toplum nezdinde meşruluk-ları olduğundan, iktidarın en kamuflajlı alanıdır da.Kürt halkının siyasi partilerinin kapatılmasında gö-rüldüğü gibi, bir siyasi partinin halkının çıkarlarınısavunduğunda ne kadar kolaylıkla devre dışı bırakıl-dığını defalarca gördük. Bu yüzden Türkiye’nin “par-tiler mezarlığına dönüşmesi” bundandır. Devletçisiyasi partilerin ve meclislerin demokratik olmayan içişleyişleri de, toplum karşıtı yasaları çıkarmaya zeminsunar. Toplumun öneri, görüş, karar ve tepkileriniönemsemeden, topluma rağmen kendi bildikleriniuygulayabilmektedirler ve toplum yaşamını en mah-rem alanlarına müdahale etmektedirler. Yakın süreçtetanık olduğumuz soy sürdürmeye dönük hükümeteliyle toplu nikah kıymalar, kaç çocuk doğurulacağı,nasıl doğurulacağı, nasıl bir eğitim sistemiyle eğitile-ceği, ne içilip ne giyileceği dahi devlet eliyle belirlen-mektedir.

O halde bu ben merkezli ve iktidarcı ve halkın herşeyine karışan devletçi siyasi partilere karşı alternatifi-miz ne olmalıdır? Gezi parkında ortaya çıkan demok-rasi refleksleri ve 2010 yılında yapılan anayasareferandumunda boykot etme tutumu, halkın alter-natif bulma yolunda mesafe kat ettiğini gösterir. Bupartileri reddetmek, gerektiğinde alternatifini yarat-mak, hiç olmadığında, kendi siyasi platformlarını,formlarını örgütleyerek doğrudan karar sahibi olmakbelki de atılmış ilk adımlar sayılabilir. Demokrasi de-ğerlerine ters düşen tüm devletçi uygulamalara karşı;nerede ne söyleneceği, nasıl tavır alınacağı ve kararlıbir duruş en önemli iradi bilinçtir. Örgütlenme veeylem gücünün yaratacağı duyarlı yaklaşımlar toplu-mun asıl öz yönetimini ve politikasını ortaya çıkarta-caktır.

Devlete muhtaç olmaktan kurtulmanın belki deen can alıcı olgusu kadın ve devlet ilişkisini anlamak-tan geçer. Bu ilişkinin tarihsel seyri, insanlığın şah-sında hiç hak etmediği bir eşitsizliğin içerisinesürükledi. Eşitsizliği doğuran erkek aklı oldu. Reka-bet, fazlayı biriktirme hırsı ve daha fazlası için kenditürünün kanını akıttı. Bu ruhsal tatminsizlik gasp, sö-mürü ve savaşları doğurdu. Erkek aklı ilk hırsını verekabetini ana-kadın toplumu üzerinde denedi. Ab-dullah Öcalan “güçlü otoritenin kadın üzerinde ku-rulmasının rastlantı olmadığını” ifade ediyor ve şöyledevam ediyor; “kadın organik toplumun gücü ve söz-cüsüydü. O aşılmadan ataerkillilik zafer kazanamaz.Daha ötesine devlet kurumlarına geçilemez. Anakadın gücünün aşılması stratejik bir anlama sahiptir”demektedir. Tanrıların yaratımları, peygamber ve fel-sefecilerin çıkışları, imparatorluk ve ulus devletlerinkuruluşları; kadının yaşam değerlerini ve yaratımla-rını birebir güçsüzleştirenin bu stratejik hamleler ol-

Devlete muhtaç olmaktan çıkmanın en somutpratiğini gösteren Rojava devrimi, çok iyi izlene-

rek anlaşılmalıdır. Bu devrim adeta kapitalistmodernitenin alternatifi olan demokratik moder-

nitenin ilk uygulama alanıdır

182

duğudur. Kadının iradesi, cinselliği ve emeği üzerindemutlak denetim kurumlarıdır. Ursula Le Huin, “uygaradamın” iç sesini şöyle dışarıya yansıtır; “ben benim,ben efendiyim, geri kalan herşey öteki-dışarıda, altta,altımda, itaatkâr. Ben sahip olurum, ben kullanırım,ben araştırırım, ben sömürürüm, ben denetlerim.Önemli olan benim yaptığımdır. İsteklerim maddeninvar olma sebebidir. Ben, benim. Geri kalanı ise uygungördüğüm şekilde kullanılacak kadınlar ve vahşi do-ğadır.” Kadınlar bin yıllardır bu kadar dışlanmışlığarağmen, toplumla bağlarını koparmaktan vazgeçme-diler. Ancak kadının bu ısrarı, erkek alanına sızma veçizdiği sınırları aşma olarak anlaşılıp kadın katliamla-rına gerekçe yapılmıştır.

1800 yıllarının başında, Londra’da Flora Tristan,kadınlara kesinliklere yasak olan parlamentoda neleryapıldığını, neler olup bittiğini çok merak eder. Ancakonun, erkek alanına gizlice sızması hem toplum hemde erkekler tarafından rezil, utanmaz ve hatta tanrıyakarşı gelen küstah olarak damgalayabilirdi. Merak birkez insanın yüreğine düştü mü arkasından gitmekkalır. Flora Tristan’da işbirliğine gelmeyen birkaç er-kekten sonra, Türkiyeli bir erkeğin yardımı ve birtakım elbisesini ödünç vermesiyle, parlamentonunkapısından içeri girer. İlk bakışlarda hemen kadın ol-duğu anlaşılır. Beyefendiler bunun “utanmazlık ol-duğu ve derhal dışarı atılmasını” buyururlar. FloraTristan, ciddi işler yapan, her şeyi çok iyi bilen bu asılısuratlı erkeklerin kutsal mekanlarındaki rahatlıklarını;“yorgun argın gerinen, uyuyan ve sabahlıklarıylagelen bu adamların davranışları, kıyafetlerinin onlarışaşırtmasından çok daha fazla beni dehşete düşürdü.”Şeklinde dile getirir. Kamu alanının sadece erkeklercebelirlenmesi, cinsler arası eşitsizliğin ne kadar derinolduğunun ifadesidir. Kadın bu zihniyete boyun eğ-dikçe bu eşitsizliği güçlendirdi. Eğmediğinde de ya-şama dair tüm hakları elinden alındı ya da öldürüldü.

Uygarlık tarihi boyunca kadın ulusu büyük fizikselve kültürel soykırımlara uğratıldı ve uğratılıyor. Ancakkadının kültürel taşıyıcı özelliği nedeniyle, hiçbirzaman uygarlığın tam darbesini de alamadı. Abdul-lah Öcalan insanlık değerleri ekseninde “ eş yaşam”modeline dikkat çekiyor, şöyle tanımlıyor; “kadınlaözgür eş yaşam milliyetçiliği reddeden istismar edil-miş toplumsal cinsiyetçiliği aşan, her düzeyde toplum-sal eşitliği öngören (farklılıklar temelinde eşitlik)koşullarda ancak mümkündür” erkek egemen aklıntahakkümcü karakterini aşması, farklılıkların birlikte-liği ve hoşgörü felsefesinin kavranması, pratikleşmesiile anlamlı bir yaşamın da zeminini yaratacaktır. BDPve HDP’nin özyönetimlerinde uyguladıkları eşbaş-kanlık modeli, topluma kadın varlığını hissettirmesi,söz karar sahibi olması ve Komünal, kolektif iş yapma

kültürünü yaratma da, büyük zihinsel dönüşümleriyaratacaktır.

Devlete muhtaç olmaktan çıkmak için; öncelikledevlet ve ulus devlet geleneklerinin düşünce ve davra-nış kalıplarını sorgulamak, sonuçlar çıkarmak ve neyapılabilinir sorusuna karşılık, bilinçli ve katılımcı birduruşun ortaya çıkmasıdır. Yazımız boyunca, devletçigeleneğin ve kullandığı bazı araç ve olguları ortayakoymaya çalıştık ve bunlar karşısında demokratikulus zihniyetinin önemini ve pratikleştirme çerçeve-sini koyduk. Nasıl ki, ulus devletin “ ortak zihniyeti”milliyetçilik ise, demokratik ulusun zihniyeti de “öz-gürlük ve dayanışmadır.” Bugün Rojava Devrimi, de-mokratik ulus zihniyeti olan “özgürlük ve dayanışma”ile binlerce yıllık devlet sistemine ve emperyalist güç-lerin müdahalesine rağmen, halkların özgücüyleortak yaşamın inşasını koruma bilinci ve çabasıdır.Devlete muhtaç olmaktan çıkmanın en somut prati-ğini gösteren Rojava devrimi, çok iyi izlenerek anlaşıl-malıdır. Bu devrim adeta kapitalist moderniteninalternatifi olan demokratik modernitenin ilk uygu-lama alanıdır. Bütün tarihi birikim ve temeline rağ-men henüz çok yeni ve naziktir. Büyük hassasiyet vesorumlulukla güçlendirilmesi ve korunması gerekir kihalkların ortak zihniyetinin eylemini ve yaşamını inşaedebilelim.

1-Teori ve Politika(56-57 sayıları) (Kış 2009-Bahar2010)

2-Dünyayı Değiştiren Kadınlar (Norgard Kohlhagen)3-Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü

(Abdullah Öcalan)

Yararlanılan Kaynaklar

İçindekiler İçin Tıklayınız

Ad:

Soyad:

Adres:

İş Adresi:

Derginin İstendiği Adres:

Ev Tel:

İş Tel:

Cep Tel:

E-Posta:

Abonelik Başlangıç Tarihi:

Yurtiçi Yıllık Abonelik Şartları

4 Sayı için: Taahhütlü/40 TL APS/60 TL

Yurtdışı Abonelik

4 Sayı Kargo: 60 Euro

Abonelik Formu