rahmetÏnden ÜmÏt kesmem - somuncu baba dergisi · 2017-01-05 · allah’ın sevgisinden...
TRANSCRIPT
Ba yazı Sebahaddin ATE
RAHMET NDEN ÜM T KESMEM
NOT LOSE HOPE IN THE MERCY OF ALLAH
Dinimizin bütün insanlara bildirdi i ve mü’minlere ö retti i ilâhî esaslardan biri de; kulun teslimiyet öl-çüsüdür. slâm’a göre mü’min; lütfu ve ihsanı, keremi ve rahmeti sonsuz olan Yüce Rabbine büyük bir mu-habbet ve tazimle teslim olmalıdır. O’nun rahmet ve merhametinin her eyi ihata etti ini dü ünerek O’na iltica ederek, ne kadar kusurlu ve günahkâr da olsa, Rabbi’nin af ve ma rifetinden ümidini kesmemelidir. Âyet-i kerîmede öyle buyrulmaktadır: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfi rler toplulu un-dan ba kası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (12/Yûsuf, 87)
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri Dîvân’ında bu âyete i areten öyle der:
“Lâ taknetû” sırrından / Kesmez ümîd Hulûsi Âsîler gürûhunu / Rahmetin kurtaracak
Allah’ın rahmeti gazabını geçmi tir. Ancak; Allah’ın rahmeti, efkat ve ma fi reti sonsuz olmakla birlikte, gazap ve azabının da çok iddetli oldu unu asla unutmayarak O’ndan korkacak, gazabından emin olunma-lıdır. Yani mü’min; Rabbi huzurunda daima ümit ve korku arasında olmalı, kalbi O’na lâyık gerçek kul ol-manın heyecanı ile çarpmalıdır. Ruhunu saran ilâhî ha yet ve teslimiyet içinde, Rabbi’nin rahmet ve ma fi -retini ümit etmelidir.
nsan için bu hayat, gerçekte, korku ve ümitlerle dolu bir imtihan yeridir, önemli olan, bu gerçe i unut-mayarak korku ve ümidin tatlı ahengi içinde ya ayabilmektir. Çünkü korkunun ifratından ye’s, yani ümitsiz-lik do ar. Fazla ümitlenmekte, insanı gafl ete ve akıbeti umursamamaya, dolayısıyla hüsrana götürür.
Bir de ne kadar çok ve büyük günah i lenirse i lensin, ihlâsla tevbe edilince, affedilebilece i unutulma-malı, “Çok günahkârım artık Allah beni affetmez” diye, Rabbin Rahmetinden ümit kesilmemeli. Yine Hulûsi Efendi hazretlerine kulak verelim:
Ümidim kesmezem kapından bin günahım varBu hasta gönlüme afvınla derman eyle Allah’ım
Bir mü’minin, yaptı ı ibadetlere güvenerek Hak Teâlâ’nın gazabından emin olması yanlı tır. Çünkü yapı-lan ibadetler ne kadar fazla, devamlı ve sevaplı da olsa, Allah’ın ihsan etti i sayısız nimetlerin ükrünü eda-ya kâfi gelmez. Bu sebepledir ki mü’mine yara an, daima korku ve ümit içinde olmaktır.
nancımıza göre; Allah’a ihlâsla inanan ve O’na asla erik ko mayan her mü’min, ne kadar çok ve büyük günah da i lese, ümitsizli e dü meyerek tevbe etmeli, Allah’ın, dilerse kendisini de affedece ini bilmelidir. Rabbinin sonsuz rahmetinden ümidini kesmemelidir.
Yüre inizde Allah korkusu ve ümidiniz eksik olmasın…
“…Do not lose hope in the mercy of Allah; indeed none lose hope in the mercy of Allah except the disbelieving peop-le.” (12:87). As is stated in the verse, the believers do not lose their hopes in the mercy of Allah regardless of their nu-merous faults and sins.
God’s compassion takes precedence over His wrath, but he does not deny the reality of this wrath: he attributes it, though, not to God’s intrinsic nature, but to the creature’s willful rejection of the mercy that is being offered to him “on-tologically”, that is, by virtue of the compassion that is inherent to the very nature of being.The believers should neither be overconfi dent nor too desperate or hopeless about Allah’s compassion. On the contrary, they should always be ho-peful about His endless compassion.
SOMUNCU BABA / AYLIK L M - KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır
KurucusuA. emsettin ATE
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 16 SAYI: 115 Mayıs 2010 Basım Tarihi: 01 Mayıs 2010
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
mtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATE
Yazı leri MüdürüHulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTA
KapakPanoroma 1453 Müzesi
YapımARTWORKS
www.artworks-tr.com
Genel Sanat Yönetmenilhan SOYLU
Sanat Yönetmenienol GÜRSOY
TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Ar ivMuharrem AKIN
AboneZiya TOKSÖZLÜ
ReklamYusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Da ıtım-PazarlamaV SAN ktisadi letmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]
Da ıtımKültür Dergi Da ıtım
CTP - Kalıp ÇıkıBizim Repro: (312) 341 10 20
Baskı & ÜretimKozan Ofset
Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıo lu 2 hanı 95/11 skitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03
Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL
Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdı ı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende ubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01
Vakıf Bank (Darende ubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111
Gönderileri abone adına yatırılması germektedir.
ALLAH KORKUSU LEKORKULARI YENMEK
Ali AKPINAR
Hiç dü ündük mü stiklal Mar ımız neden ‘Korkma’ cümlesiyle ba lar. Korkma sönmez bu afaklarda yüzen alsancak!
06
MUHTACAEL UZATMAK
Enbiya YILDIRIM
Etrafımızda ya ayan insanlara öyle bir göz gezdirdi imizde, herkesin durumunun aynıolmadı ını görürüz.
36
115
Dergisi Hediyesi...
M A Y I S 2 0 1 0Fiyat : 7 TLAYLIK L M KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
ÜmitvârOlmak3816 Tarihte stanbul
Ku atmalar ve Fatih
PASLI GÖNÜLLER N DERMÂNI ÂH - Abdülmecit SLAMO LU (10)
EL-BASÎR - Ramazan ALTINTA (14)
VUSLAT DED - Rıfat ARAZ (17)
KORKU LE ÜM T - Kadir ÖZKÖSE (22)
NSAN DÜ ÜNEN B R VARLIKTIR - Mehmet Zeki AYDIN (26)
ÜM TVÂR OLMAK - Abdullah KAHRAMAN (40)
C HANNÜMÂ - Olcay YAZICI (43)
ÂSÂ-YI NEBEVÎ - Resul KESENCEL (44)
MÛSIKÎDEN M LL YETE - Vedat Ali TOK (54)
K TAPLIK (57)
SINAVA HAZIRLIK 5 T KURALI - Sefa SAYGILI (58)
DUA - Rıfkı KAYMAZ (61)
ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELB STAN 0 344 415 01 88G.ANTEP 0342 321 43 34GEREDE 0 530 512 33 10GÖLCÜK 0 216 344 45 30 SKENDERUN 0 326 615 73 56STANBUL 0 216 472 08 92
ZM R 0 232 435 90 91K.MARA 0 544 690 45 67KARABÜK 0 370 418 28 90KAYSER 0 352 336 03 29KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERS N 0 324 336 31 09OSMAN YE 0 328 846 2139SAKARYA 0 264 339 2365SAMSUN 0 362 238 79 79S VAS 0 346 222 08 46TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKEL 0 368 671 24 50ZONGULDAK 0 372 253 24 74
STANBULKU ATMALARI VE
FÂT HVAKIFANLAYI IMIZ
Mehmet TA TEM R
Güzelli i ve sahip oldu u stratejik önemi, stanbul’u her zaman bir cazibe merkezi yapmı , ehir bu özelliklerinden dolayı tarih boyunca birçok kez çok ku atılan dünyanınsayılı ehirlerinden biri olmu tur.
18 30
NEW YORK NOTLARI -I-
ALLAH’INYARATIKLARIHAKKINDADÜ ÜNMEK
Fatih ERKOÇO LU
Kızılderililerin katledildi i kendi yapımları western filimler ve di erba ka pek çok filmden tanıyordum bu ülkeyi. Tabii olarak bu ülke ile alakam sadece televizyonda ve sinemalarda izledi im filmlerden ibaretti.
Metin ÖZDEM R
Yaratılı taki düzen ve harikalıküzerinde dü ünmek, insanda ancak sonsuz bir ilim, hikmet ve kudret sahibinin bu tür bir yaratılı ıgerçekle tirebilece i bilincini olu turur.
48 66
YALANIN GERÇE - Cemil GÜLSEREN (62)
GENÇL M - Ahmet Süreyya DURNA (69)
II. MURAD’IN, GELECE N FAT H’ NE NAS HAT - smail ÇOLAK (70)
ÂM R B. RABÎA - Bünyamin ERUL (72)
KIRK HAD S (73)
ÇOCUKLARA ALLAH’I NASIL ANLATMALI? -M. Emin KARABACAK (74)
B R KOVA SO UK SU - Raziye SA LAM (76)
NSANIN ANLAM ARAYI I - Suna CEN (78)
ERZURUM VEL LER - Yusuf HALICI (80)
YA HAYIR SÖYLE YA DA SUS - Bekir O UZBA ARAN (83)
SULTAN MANTISI - Mesude SARI (84)
Musa TEKTA
Vakıf, bir hizmetin gelecekte de yapılması için belli artlarlave resmî bir yolla ayrılarak bir kimse tarafından tahsis edilen mülk veya nakdiyedir.
Mayıs 20104
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Kırkbirinci Mektup
Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî
5
Aziz Karda ımız,
Bu mektubunuzdan çok memnun oldum. Allah’ın sev-gisinden söz etmek, iraz’ın bülbülü sayılan Hafız-ı irazîgibi veya onun misali a k ehline özgü bir tavır. A ktan söz edenler, bir damla olan sevgilerini, muhabbet ummanınakarı tırmalı, kendileri de o derya gibi olmalıdır. (Bir dam-lasını denize salanların ve o denizin kendisi olanların ka-zancı olmu tur.) Siz de bu fi kri benimsemi siniz. (kabul etmektesiniz) Allah’a ba lılı ımız, kullu umuz; do rulu-
u korkanların, ümit edenlerin(umanların) makamlarınayaymakla olur. Elbette korkmalısın. Ayet-i kerimede “Bi-lesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (10/Yunus/62) akıl erdiremedi i-miz hikmeti ortaya çıktı ında korkuyu da, ümidi de unu-tursun karda ım.
Özetle:
Allah’ın sevgisinden bahsetmek ve Allah’ın sevgisini anlatmak benim için ve benim duygu ve dü üncelerimidenizde bir damla kadar da olsa benimseyenler için büyük bir kazançtır. Allah’a ba lılık, onun sevgisini, çare arayan-lara, ümit arayanlara ula tırmakla olur. Allah’ın kimsenin akıl erdiremedi i hikmeti vardır. Allah’ın dostlarında hik-meti tecelli etti inde korku da kaybolur, endi e de…
Güncelleme: Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN
Mayıs 20106
lim ve HayatAli AKPINAR*
ALLAH KORKUSU LEALLAH KORKUSU LE
KORKULARIKORKULARI
YENMEKYENMEK
7
Hiç dü ündük
mü stiklal
Mar ımız ne-
den ‘Korkma’ cümlesiyle ba lar.
Korkma sönmez bu afaklarda
yüzen alsancak! Çünkü Kur’ân
airi Mehmet Âkif, bu uyarısı ile
ümitlerini tüketmek üzere olan
bir milleti uyarmaktadır. Tıpkı
Hicret yolunda, mü riklerin ya-
kalamasından endi elenen Ebû
Bekir’i, Peygamberimizin uyar-
dı ı gibi:
“Hani (hicret yolunda) o iki-
si ma aradaydı; o, arkada ına,
‘Üzülme, çünkü Allah bizimle be-
raberdir.’ diyordu.”1
Tıpkı ümidini yitirmek üzere
olan Hz. Lût’u meleklerin uyar-
dı ı gibi:
“Melekler, Lût’a: Korkma,
tasalanma! Çünkü biz seni de ai-
leni de kurtaraca ız.”2
Bu uyarılar, mü’minin Al-
lah korkusu ile bütün korkula-
rı yenip yoluna devam etmesini
sa lamak içindir. Evet mü’min,
Yüce Allah’ı lâyıkıyla tanıyan,
O’ndan nasıl sakınılması gere-
kiyorsa öyle sakınan ve bütün
di er korkuları bu ekilde ye-
nen kimsedir. Tabiidir ki Allah
korkusu, di er korkulardan çok
farklı olan bir duygudur. Allah
korkusu bilgiye, saygı ve sevgiye
dayalı bir korkudur; O’nu lâyı ı
ile tanıma ile ba lar, O’na ba -
lanıp O’nun sevgisi ile dolma ve
O’a lâyık kul olma ile gerçekle en
bir korkudur.
Bu kısa giri ten sonra
Kur’ân’daki korku kavramları-
nı kısaca tanıyarak mü’minin
korku-ümit dengesini açıklama-
ya çalı alım:
Kur’ân’da Korku Kavramları
Kur’ân’da pek çok korku kav-
ramı geçer. Bunların her biri in-
sandaki korku çe itlerine dikkat
çeker. Biz ayrıntıya girmeden bu
kavramlar arasındaki ince fark-
lara dikkat çekmek istiyoruz. Bu
farklar3 aslında korku kavramı-
nı tefsir etmekte ve bu konuda
Kur’ân’ın hedefl edi i kâmil an-
lamı ortaya koymaktadır. Kutsal
Kitabımızda, korku ile ilgili ola-
rak Havf, ha yet, ittikâ, hu û’,
hudû’, rahbet, efkat, feza’, racef
gibi kavramlar geçer.
Hu û’ zorlama olmaksızın
gerçekle en korku ve boyun e -
medir. Bu yüzden hu û’ kalbe
izâfe edilebilir. Yani hu û’ gö-
nülde ba lar. Özellikle Peygam-
berlerin ha yeti, Allah korkusu,
ma’rifetullâh bilinci ile gerçekle-
en bir duygudur. Zira peygam-
berler, Yüce Allah’ı en iyi tanıyan
ve en fazla O’ndan sakınıp çeki-
nenlerdir.
Hudû’ ise tekellüfl e beraber
olan boyun e medir. Hudû’da is-
temeyerek ve inanmayarak bo-
yun e me de söz konusu olabilir.
Bu yüzden hudû’ kalbe izâfe edil-
mez. Özetle hu û’ kalbî boyun
e me, hudû’ ise daha çok eklî
boyun e medir.
Havf, cezalandırılmadan kor-
karak, ha yet ise Yüce Yaratıcı-
nın azametini fark ederek ger-
çekle en bir ruh halidir. Nitekim,
”Onlar Rablerinden ha yet eder-
ler ve kötü azapdan havf eder-
ler.” âyeti bunu teyid etmektedir.
Takvâ kavramı ile aynı kök-
ten gelen ttikâ da korkulan eye
kar ı dikkatli ve tedbirli olmak
vardır.
Râhib ve ruhbanlı ın da türe-
di i rahbet kökünde sürekli kor-
ku halinin devam etmesi vardır.
efkat, kökü bir eyin üzerin-
de titremesi ile kalbin incelmesi
anlamınadır.
Feza’, kalbin ansızın gördü ü
tehlike kar ısında ürpermesidir.
Racef kökü de korku ile ürperip
sarsılmak anlamına gelir.
Hevl, tehlikesini bilmeden
bir eyden korkmaktır. Gece ka-
ranlı ı yahut deniz dalgasın-
dan korkmak gibi. Bu kavram
Kur’ân’da geçmez.
Birbirine yakın mânâlar ta ı-
dı ı için ço u zaman birbirinin
yerine kullanılan, ama ince fark-
lar ta ıyan bu korku kavramla-
rıyla bizden istenen, hem kalben,
hem de eklen Yüce Allah’a bo-
yun e memizdir. Gönülden iste-
yerek, O’nun büyüklü ünü kabul
ederek, O’ndan sakınmak, O’nun
kar ısındaki duru umuza çeki
düzen vermektir. Kur’ân’ın iste-
di i Yüce Allah’ı tanıyarak, O’na
gönülden inanarak ve isteyerek,
sevgi ve uurla O’ndan sakın-
mak, O’nun huzurunda saygıy-
la e ilmektir. O’nun huzurunda
sürekli teyakkuz halinde bulun-
mak, asla yapılan amellere gü-
venmemek ve O’nun azabına du-
Mayıs 20108
çar olmaktan endi e duymaktır.
En önemlisi ise, korku ve çekin-
me inancımızı sözde bırakma-
dan onu davranı lara yansıtmak-
tır. Korktu umuz, çekindi imiz
kimsenin dediklerini yapmak,
onun kar ısında saygılı olmaktır.
Kur’ân bilgi, saygı ve sevgiye
dayalı olarak Yüce Rabbimizden
korkmamızı, O’ndan sakınıp çe-
kinmemizi, O’nu hesaba katarak
ya amamızı bizden ister ve öyle
buyurur:
“Yalnızca benden korkun.”4
“ te o eytan, ancak ken-
di dostlarını korkutur. u halde,
e er iman etmi kimseler iseniz
onlardan korkmayın, benden
korkun.”5
Allah korkusu ile bütün kor-
kuları yenenlerin, dünya ve
âhirette korkulardan emin ola-
cakları beyan babında u âyetler
aklımıza gelir:
“Bilâkis, kim muhsin ola-
rak yüzünü Allah’a döndürürse
(Allah’a hakkıyla kulluk ederse)
onun ecri Rabbi katındadır. Öy-
leleri için ne bir korku vardır, ne
de üzüntü çekerler.”6
“ man edip iyi i ler yapan,
namaz kılan ve zekât veren-
ler var ya, onların mükâfatları
Rableri katındadır. Onlara kor-
ku yoktur, onlar üzüntü de çek-
mezler.”7
Allah’tan korkmayanlar ise
öyle uyarılır:
“Böylesine «Allah’tan kork!»
denilince benlik ve gurur kendi-
sini günaha sevkeder. (Ceza ve
azap olarak) ona cehennem ye-
ter. O ne kötü yerdir!”8
“Allah’tan korkar gibi, hatta
daha fazla bir korku ile insan-
lardan korkmaya ba ladılar…”9
Kur’ân’da Umut Kavramları
Kur’ân’da ümitle ilgili de pek
çok kavram kullanılır ve bu ko-
nuda pek çok âyet yer alır. Bun-
larla ümidin farklı ekillerine
i aret edilmekte ve insanlardan
ümitvâr olmaları istenmektedir.
Umut kavramlarında hedefl e-
nen ey, Yüce Allah’ın engin rah-
metine güvenmek, durum ne ka-
dar vahim görünürse görünsün
asla O’ndan ümit kesmemek ve
O’nun rahmetini hak etmeye ça-
lı maktır.
Bu meyanda Kur’ân’da recâ,
tama’, hırs, intizar, ra bet gibi
kavramlar yer alır.
Recâ, zann-ı gâliple hayır
ümidi ta ımak, hayır beklenti-
si içerisinde olmaktır. Recâ, kal-
bin sevgilinin sevgisi ile dopdolu
olması ve bu halin kesintisiz de-
vam etmesidir. Tama’ sebepsiz
yere ümit beslemektir. Bu yüz-
den tama’ kınanmı tır. Hırs da
tama’ın ileri boyutu olup a ırı
dü künlük anlamınadır. Aynı e-
kilde recâ hayır beklentisi içeri-
sinde olmak iken; intizar hayır
ve er olan sonuçları gözlemek
için kullanılmı tır. Rahbet’in
zıddı olan ra bet kavramı da
korktu undan emin olmaktır.
Bu kavramların yanında bir de
ümidi kesme ile ilgili olarak ye’s
ve kanût kavramları kullanılır.
Kanût, a ırı ümitsizlik demektir.
nsan önce hak etmeli, hak
etmek için çalı malı, sonra ümit
beslemelidir. Hak etmeden, lâyık
olmadan ümit beslemek bo ve
ham bir hayaldir. Mü’min, her
eyi kontrol altında tutan Yüce
Allah’ın engin merhametini dü-
ünür, O’na güvenir ve O’ndan
hep hayır bekler. Kar ıla tı ı bü-
tün olayları hayra dönü türmeye
çalı ır.
Mü’minin korkuları, ümit ile
dengelenir. O ne korkulara ka-
pılıp ümidini kaybeder ve ne de
tamamen ümit içerisinde ya-
ar. Onun korku ve ümidi tartı-
lacak olsa, e it gelir. Korku ümit
dengesi, mü’mini sürekli iyilik
ve güzelliklere yöneltir, yaptı ı
iyilikleri yeterli görmeden daha
ilerisini gerçekle tirmeye sevke-
der. Ne kadar yanlı eyler yap-
mı olursa olsun, ümitsizli e
dü mekten onu korur. Zira ger-
çek mü’min bilir ki, Rahmeti ga-
zabını geçmi Rabbimiz var! O,
tevbe edildikten sonra bütün gü-
nahları ba ı lar ve O kullarının
kötü yola dü mesine, cehennem-
lik olmasına razı olmaz.
Nitekim Kur’ân’da Allah’tan
ümit kesilmemesi ile ilgili açık
uyarılar yer alır:
“Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Çünkü kâfi rler toplu-
lu undan ba kası Allah’ın rah-
metinden ümit kesmez.”10
“De ki: Ey kendi nefi sleri
aleyhine haddi a an kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümit kes-
meyin! Çünkü Allah bütün gü-
nahları ba ı lar. üphesiz ki O,
çok ba ı layan, çok esirgeyen-
dir.”11
Yüce Allah, eri ilmez güç ve
kuvvetin sahibidir. O’nun gücü-
ne denk hiçbir güç ve güç sahibi
yoktur. Her zaman ve her yerde
O’nun dedi i olur. O’nun ira-
desini hiç kimse durduramaz.
O halde yalnızca O’ndan kork-
malı, Ondan çekinmeli, O’nu
hesaba katarak ya amalı-
yız. O’nun korkusu ile bü-
tün korkuları yenmeliyiz.
O’nun korkusu, O’nu ta-
nımanın bilinciyle, O’nun
sevgisiyle dolup, O’ndan
sakınmaktır. Yoksa Allah
korkusu, acımasız dü man
korkusundan tamamen
farklıdır. Yine o, ne zaman
ne yapaca ı bilinmeyen bir
vah i hayvan korkusundan
da çok daha farklıdır. Zira
Yüce Allah, asla kullarına
kıl kadar zulmetmez, onla-
ra haksızlık yapmaz, onla-
rın emeklerini zâyi etmez.
Elbette hak edenler için
O’nun azabı deh etlidir. Zira
hiç kimse O’nun yakalayıp azap
etti i gibi azap edemez. “Artık
o gün, Allah’ın edece i azabı
kimse edemez. O’nun vuraca ı
ba ı kimse vuramaz.”12 Ancak
bu deh etli azaplar, hak eden-
ler içindir ki onların kim olduk-
ları da âyetlerde açıklanmı -
tır. O, münafıklara, mü riklere,
kâfi rlere, zâlimlere, günaha bat-
mı olanlara azap edecektir.
Evet, Allah’tan ve O’nun
deh etli azabından korkup gü-
nahlardan kaçaca ız; günah
i lemi sek vakit kaybetme-
den tevbeye sı ınıp O’nun affı-
na mazhar olmaya çalı aca ız.
O’nun azabının korkusu ile asla
ümitsizli e dü meyece iz.
Rahmeti gazabını geçmi
olan bir Rabbimiz var. O halde
ne kadar zor artlarda olursak
olalım, ne kadar büyük dertle-
rin içerisinde olursak olalım, ne
kadar büyük günahların içeri-
sine dü ersek dü elim… “Der-
dimden büyük Allahım var,
günahımdan büyük Rabbim
var.” deyip ümide tutunmalı,
O’nun engin merhametine ken-
dimizi bırakmalıyız.
O’nun olduktan sonra, O’na
güvendikten sonra, O’nun için
ya adıktan sonra neden korka-
lım. Ki O, kulunun zannı üzere
oldu unu beyan ediyor. Bizim
de O’na hüsn-i zannımız var.
O, mü’min kullarını ba ı lar ve
onlara azap etmez.
Peygamberimiz ölmek üzere
olan bir gencin ziyaretine gitmi -
ti, ona “Kendini nasıl buluyor-
sun?” diye sormu tu. Genç öyle
cevap verdi:
“Ey Allah’ın Rasülü, Allah’tan
ümidim var, ancak günahlarım-
dan da korkuyorum.” Bunu üze-
rine peygamberimiz öyle buyur-
du:
“Bu durumda olan bir kulun
kalbinde ümit ve korku birle ti
mi Allah, o kulun ümit etti i eyi
mutlaka verir ve korktu u
eyden onu emin kılar.”13
Yine Peygamberimiz
öyle buyurur: “Mü’min, Al-
lah katındaki ceza ve azabı
bilseydi cennetten ümidini
keserdi. E er kâfi r Allah’ın
rahmetini bilseydi, cennet-
ten ümidini kesmezdi.”14
Yüce Allah’ın celâl ve
cemal sıfatlarının ı ı ında
korku-ümit dengesi içeri-
sinde O’na kar ı sorumlu-
luklarımızı yerine getirmeye
ve O’nun rahmet ve rızasını
kazanabilmek için gayret et-
meye devam öyleyse.
9
* Prof. Dr.
1 9/Tevbe, 40.2 29/Ankebût, 33.3 Kavramlarla ilgili olarak bkz. Râ ıb el- sfehânî,
el-Müfredât; Askerî, el-Furûku’l-Lu aviyye; Curcânî, et-Ta’rifât.
4 2/Bakara, 40,41.5 3/Âlu Imrân, 17.6 2/Bakara, 112.7 2/Bakara, 277.8 2/Bakara, 206.9 4/Nisâ, 77.10 12/Yûsuf, 87.11 39/Zümer, 53.12 89/Fecr, 25-26.13 Tirmizî, Cenâiz 11; bn Mace, Zühd 31.14 Müslim, Tevbe 23.
Dipnot
Mayıs 201010
Hulûsi Kalb’den Abdülmecit SLAMO LU*
PASLI GÖNÜLLER N DERMÂNI
ÂH
11
Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî’de yer
alan ilk manzûme, yedi beyit-
ten olu an “peydâ” redifl i bir ga-
zeldir. Bu iirde, “Ey gönlüm” diyerek kendi ah-
sında tüm Müslümanlara hitap eden Es-Seyyid
Osman Hulûsî Efendi (k.s.), tasavvufun önem-
li umdelerinden olan kalp gözünden, dosttan, se-
her vaktinden, gözya ından ve gönülden gelen
“âh”tan bahsettikten sonra, bu dünyada ölümü-
müzden sonra hayırla yâd edilmemiz için eserler
bırakmamız gerekti ine i aret eder.
Gönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâ
Ziyâsı kalbi rû en kılma a et bir kamer peydâ
(Ey gönül! Nefsine hâkim ol ve böylece zafe-
re ula . I ı ı kalbini aydınlatacak bir ay bul ken-
dine.)
Bu dünya, ilk insandan günümüze hak ile
bâtılın, iyi ile kötünün mücâdelesine sahne ol-
mu tur. Nefsinin kötü isteklerine hayır diye-
bilen ve kendine hâkim olabilenler, bu sava -
tan zafer kazanarak çıkmı lardır. nanan insan
unu bilmektedir ki, kendisini herkesten iyi bi-
len ve tanıyan Yüce Yaratıcı, ona ta ıyamaya-
ca ı yükü yüklemeyecektir. “Yardım ve zafer
ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sa-
hibi Allah katında”1 oldu una göre yapılacak
olan rızâ-yı Bârî için çalı mak ve buna engel
olan her türlü söz ve davranı ın kar ısında du-
rarak mükâfatını Yüce Allah’tan beklemektir.
Beytin ikinci mısraında Es-Seyyid Osman
Hulûsî Efendi (k.s.) kalpleri aydınlatacak bir
kamer/ay bulmak gerekti inden bahseder.
Bu dünyada yolumuzu aydınlatma iddiasın-
da olan pek çok ı ık vardır. Bunlardan kimi-
si aydınlık kisvesine bürünmü zifi ri karan-
lıklar, kimisi ise üç be adım sonra sönecek
mumlardır. Fakat ay böyle de ildir. “Bilen bi-
lir, ay insanın kalbiyle ilgilidir. Güne gözleri-
mizi kama tırır, ama ay esrarlı bir gecede, yü-
re imizi yerinden oynatır.”2 Bu mısrada kamer
istiaresi ile kastedilen mür id-i kâmildir. Mür-
idin uygulayaca ı e itim metodu ile elde edi-
lecek marifetullâh bilgisi kalbi aydınlatacaktır.
Mür idin rehberli inde katedilecek yolun so-
nunda hedef, bizi iki dünyada da aydınlatacak
olan, ı ı ı bitmek tükenmek bilmeyen sonsuz
bir nûra, göklerin ve yerin nuru olan Allah3’a
kavu maktır.
Bu göz ile görülmez ru’yet-i dil-dâre ey gönlüm
Edegör bir bakı da dostu görme e basar peydâ
(Ba gözü ile sevgiliyi görebilece ini zannetme
ey gönlüm! Dostunu ilk bakı ta görebilece in bir
kalp gözüne sahip ol.)
Gazelin ilk beytinde öncelikle gönülleri aydın-
latacak olan kamerin bulunması istenmektey-
di. Bu beyitte geçen “ru’yet” kelimesi ile zihinler-
deki tablo tamamlanır. Artık mür id bulunmu ;
onun e itimiyle kalpte marifetullâh olu mu tur.
Böylece gönül gözü açılmı tır. Artık gönül gözüy-
le, yâr-ı hakikînin tecellilerini mü ahede etmek
ve anlamak mümkündür. Burada Ru’yetullâh’a;
yani Allah’ın cemâlini görmeye i aret edilmekte-
dir. Sevgiliyi her an görmek, onunla olmak; ancak
gönül gözü ile mümkün olacaktır. Gönül gözü uy-
kuda olanın ise, Yûnus Emre’nin dedi i gibi, ne
sevgiliyle ne de a kla ilgisi vardır:
çin dı ın murdâr iken a k neylesin seninile
Gönlün gözü uyur iken a k neylesin seninile4
Mayıs 201012
Gönül pasın silip at cümle pâk olsun için dı ın
Hakâyık gevherine et derûnunda makarr peydâ
(Gönlünü kaplayan kiri pası çıkar at! çinde ha-
kikat incilerini a ırlayaca ın bir mekân hazırla.)
Yere gö e sı mayan Sultanlar Sultanı, mü’min
kulunun kalbine sı ar. Bu nedenledir ki Müslü-
man her an gönlünü temiz tutmalı; dünyanın ge-
çici ve süfl î zevkleriyle kalbini kirletmemelidir.
nsano lu günah i ledikçe tertemiz kalbinin üze-
rinde siyah noktalar olu maktadır. Tevbe eder-
se kalbi eski parlaklı ına kavu makta, günahlara
devam etmesi hâlinde ise büsbütün kararmakta-
dır.5 Kur’ân’da, “Hayır! Bilakis onların i lemek-
te oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmi tir.”6
eklinde tavsif edilen insanların kalbine Yüce
Allah’ın misafi r olması mümkün de ildir. Bu ne-
denle gönül hanemizi Yüce Yaratıcı için günah
kirlerinden temizlemeli ve Allah’ın nazar edece-
i mamûr bir ev hâline getirmeliyiz.
Figân u zâr idip tâ subha dek akıt gözünden ya
Derûnunda edegör a k ile âh u erer peydâ
(Sabaha kadar a layıp inleyerek gözya ı dök. A k
ile bir âh çek ve içinde kıvılcımlar ortaya çıksın.)
En güzel ekilde yaratılan insano lu, hata yap-
maktan müsta nî kılınmamı tır. Ancak önemli
olan, ki inin bu hatalarından pi manlık duyarak
gözya ları içerisinde Rabb’ine yalvarmasıdır. Ge-
cenin karanlı ında günahlarının a ırlı ıyla, kim-
senin bulunmadı ı bir zamanda, yüre i buruk
ama ümitle dolu bir yalvarı . te herkesin uyu-
du u bu vakitte yapılan tevbe ve isti fârda sami-
miyet vardır. Dökülen gözya ı, çekilen âh’lar bu
içtenli in ve pi manlı ın alâmetleridir.
Bir acı ünlemi olan “âh” aynı zamanda
â ıklı ın da alâmetlerindendir. çindeki ate ten
dolayı â ı ın âh’ı dumanlı ve kıvılcımlıdır. Â ı ın
âh’ıyla gökteki güne , ay ve yıldızlar yanar tutu-
ur. Osman Hulûsî Efendi, burada hem acı ünle-
mi olan “âh”ı kastetmekte, hem de Allah lafzını
remzeden “âh” kelimesiyle Cenâb-ı Hakk’ı zikret-
mek gerekti i hususunu dile getirmektedir. “Âh”,
Allah ve lâh kelimelerinin ilk ve son harfi olan
“elif” ve “he”den meydana gelmektedir7:
Miskin Necâtî derd ile her âm u seher
Âh et ki âh içinde bulunur lâh âh8
Böylece a k ile çekilecek her âh’ta, aynı za-
manda Allah da zikredilmi olacak, bu a kın ate-
i, O’nun dı ındaki her eyi yakıp yok edecektir.
Dil-i bîmârına dermânı gözle fecr-i sâdıkda
Kamu derde devâlar bah olur vakt-i seher peydâ
(Tan yeri a armadan hasta gönlüne dermân
ara! Zira bil ki her türlü derdin devâsı seher vak-
tinde bah edilir, o zaman ortaya çıkar.)
 ı ın gece ba layan bu âh’ları gün ı ıyana
kadar devam eder. Tıpkı gece acıları iddetle-
nen hastanın güne in do u unu bekledi i gibi,
â ık da seher vaktini bekler. Zira o, “seherlerde
(Allah’tan) ba ı lanma dileyenler”9in Allah’ın
rızasına kavu tuklarını ve cennetiyle müjdelen-
diklerini bilir. lâhî hakikatin sırlarının susamı
gönüllere aktı ı bu vakit, hastalara ifâ, dertli-
lere devâdır. Seher, kulun iki büklüm hâlinde,
Rabb’ine yalvardı ı kutlu bir zaman dilimidir.
Kudsî âlemlere kanatlanılan bu vakitler, i te bu
nedenle ganimet bilinmeli, beden ve gönül gözü
açık tutulmalıdır.
Oturtup ey gönül tahta o Yûsuf meh-likâyı çün
Eri dirsin hemen Ya’kûb-ı zâra bir haber peydâ
(Ey gönül! Ay yüzlü Yûsuf’u tahta oturt ki,
Yûsuf’un hasretiyle a layıp sızlayan Yakûb’a he-
men bir haber uçurulsun.)
Çe itli edebî sanatların kullanıldı ı bu beyitte
öncelikle, tecrit sanatıyla gönül, âirin ahsından
ayrı bir varlık olarak dü ünülür. Ardından te his
sanatıyla kendisine bir ki ilik verilir ve ondan, ay
yüzlü Yûsuf (a.s.)’u tahtına oturtması istenir. Bu-
rada Kur’ân-ı Kerim’de zikri geçen ve “ahsenü’l-
kasas/kıssaların en güzeli” olarak nitelendirilen
Hz. Yûsuf’un kıssasına telmihte bulunulmu tur.
13
Hz. Yûsuf’un Mısır’da tahta oturmasından son-
radır ki, o lundan ayrılmanın verdi i üzüntüy-
le hasret çekerek a layan ve gözlerini kaybeden
Hz. Yakûb’a, Yûsuf’un gömle i ile müjdeli haber
ula tırılır. Böylece Hz. Yakûb, kaybetti i o luna
ve gözlerine kavu ur; muradına erer. te bu be-
yitte de Yûsuf’un güzelli ine sahip sevgilinin, gö-
nül tahtına oturtulması, ardından da sevdi in-
den ayrı kalmı , hasret ate iyle yanan âire haber
verilmesi istenmi tir. Sevgilinin te rîfi yle gönül
âd olacak, âh u zâr eden â ık, onun ay yüzüyle
sükûna kavu acaktır.
Hulûsî ismini yâd etme e ihvân u yârânın
Fenâ dârında et sen kudretince bir eser peydâ
(Ey Hulûsî karde lerinin ve yârenlerinin sen-
den sonra da ismini anmalarını istiyorsan, bu fânî
dünyada elinden geldi ince çalı ve güzel eserler
meydana getir.)
Divan edebiyatımızın zirve airlerinden
Bâkî’nin
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal
Bâkî kalan bu kubbede bir ho sadâ imi ”10
beytinde ifâde etti i gibi her fâni bu dünya-
da hayırla anılmayı, geride ho bir sadâ bırak-
mayı arzular. Öldükten sonra amel defteri kapa-
nacak olan mü’min, hayır ve hasenâtının devamı
için ya câmi, okul, köprü, yol, hastane vs. yaptı-
racak veya ardından duâ edecek sâlih bir evlat
yeti tirecek ya da kendisinden faydalanılacak ki-
taplar, ilim dünyasını aydınlatacak eserler mey-
dana getirecektir. Sadaka-i câriye (devam eden
sadaka) olarak nitelendirilen bu hizmetlerin ta-
mamının, Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi’ye
nasip oldu unu söyleyebiliriz. Zira o, muhibleri-
nin ve tâbilerinin sadece gönüllerini de il, ya a-
dıkları yerleri de mamur kılmı tır. Kaleme aldı ı
kitapların yanında, tarihî eserlerin korunması ve
onarımından, e itim, sa lık, ilim, kültür ve sos-
yal faaliyetlere kadar geni bir yelpazeye yayılan
hizmetleri, isminin vefâtından sonra da hayırla
anılmasına neden olan birkaç ba lık olarak zik-
redilebilir.
Bu beyit, yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven
Osman Hulûsî Efendi’nin çalı maya, imara, bi-
lime kar ı bakı açısını da göstermektedir. Dün-
yanın âhiretin tarlası oldu unu bilen her Müs-
lüman, bu dünyada hayırla anılmayı istiyorsa
elinden geleni yapmalı; hayırlı, faydalı i lerde ya-
rı malıdır. Bunu yaparken de Allah rızası gözetil-
meli; kar ılık beklenmemelidir.
Yazımızı hizmet a kıyla yanıp tutu an Osman
Hulûsî Efendi’nin a a ıdaki beytiyle noktalaya-
lım:
Garazsız hem ivazsız hizmet et her canlıya
Kimsesizin dü künün aya ı ol eli ol
* Dr.1 3 / Âl-i mrân, 126.2 Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet, Dirili Yay., stanbul, 2008, s. 37.3 24 / Nûr, 35: “Allah, göklerin ve yerin nurudur.”4 Mustafa Tatcı, Yûnus Emre Dîvânı-Tenkitli Metin, M.E.B. Yay., stanbul, 2005, s.
331.5 Bu meâldeki hadîs-i erîf için bkz.: Ahmed b. Hanbel, Müsned, Ça rı Yay.,
stanbul, 1982, c. II, s. 297.6 83 / Mutaffifîn, 14.7 Divan iirinde “âh” için bkz.: Cemal Kurnaz, “Ah”, Türküden Gazele, Akça Yay.,
Ankara, 1997, s. 423-432.8 Ali Nihat Tarlan, Necâtî Beg Dîvânı, M.E.B. Yay., stanbul, 1997, s. 438.9 3 / Âl-i mrân, 17.10 Faruk Kadri Timurta , Bâkî Divanı’ndan Seçmeler, Kültür ve Turizm Bakanlı ı
Yay., Ankara,1987, s.
Dipnot
Mayıs 201014
Güzel simlerRamazan ALTINTA *
HER EY GÖREN ve B LEN:
EL-BASÎR“Kadın-erkek her Müslüman gözlerini haramdan korumalıdır. nsanı Kur’an
okumaktan alıkoyan en büyük engel, gözlerin haramdan korunmamasıdır.
Haramdan korunmayan gözler, mânevî anlamda kalbin ölümünü tetikler.”
15
Ar a p ç a ’ d a
“basar” söz-
cü ü, can-
lılarda görme eylemini ger-
çekle tiren ve adına göz denen
maddî organa verilen bir isim-
dir: “Kıyâmet olayı ise ancak
bir göz kırpma veya daha ya-
kındır.”1 ve “..ve hani gözler
dönmü , yürekler a za gelmi -
ti.”2 gibi âyetlerde geçen ‘basar’
kelimesi göz organı anlamına
kullanılmı tır. Yine bakıcı or-
ganda bulunan kuvveye ‘basar’,
idrâk eden kuvveye de basîret,
basar ve gönül gözü denilir:
“ te senin perdeni kaldırdık.
Bugün artık görü ün (basar)
keskindir.”3 ve “Göz a madı da
a madı da…”4 âyetlerinde geç-
ti i gibi.5 Basar kökünden türe-
yen tebassur, bir eyi tanımak
bilmek; istibsâr ve tebassur ise,
derin derin dü ünmek anlamla-
rını içerir.6
Allah’ın en güzel isimle-
ri arasında yer alan el-Basîr,
O’nun görmeye konu olan ey-
leri tam olarak görmesini ifade
eder. O, her eyi görür, varlık
alanında hiçbir ey O’na giz-
li kalmaz. Kur’an’da buna öy-
le i aret edilir: “O, gözleri idrak
eder. O, en gizli eyleri bilen-
dir, (her eyden) hakkıyla ha-
berdar olandır.”7 Dolayısıyla
el-Basîr, görülebilecek eylerin
sıfatlarının tamamının kendi-
si vasıtasıyla münke if oldu u
ilâhî bir sıfat olup,8 yaratılmı -
ların görme duyularıyla idrâk
ettikleri cisimleri ve renkleri,
görme organı olmaksızın idrâk
eden anlamınadır.9 Bu sebep-
le Yüce Allah’ın görmesi, hâdis
(sonradan yaratılmı ) olan ve
görmek için maddî bir göze sa-
hip olan yaratıkların her türlü
görme biçiminden münezzeh-
tir.
nsan Yüce Allah’ınel-Basîr smindenki ekilde stifade
Etmelidir
Bunlardan ilki, maddî olan
gözümüzün, di er organları-
mız gibi bize Yüce Allah’ın bir
emaneti oldu unun idraki-
ne varmaktır. Bu emanet, sa-
hibinin talimatı do rultusun-
da kullanılmalıdır. Dolayısıyla
O’nun “gör” dedi i eyler gö-
rülmeli, “bakma” dedi i eyler
de terk edilmelidir. Gözün mu-
hafaza edilmesi slâm ahlakı-
nın en önemli edeplerindendir.
Bu sebeple sûfîler “nazar-ber-
kadem” (Göz aya a bakmalıdır.)
demi lerdir. Bakı ları kontrol
altına alıp, uygunsuz ve haram
olan eylere bakmaktan gözü
korumak gerekir. Çünkü gözler
kalbin öncüsü, ke if koludur.
Kalbin mâsivâdan korunma-
sı, do rudan gözün korunma-
sıyla ili kilidir. Gözlerini mu-
hafaza edemeyenler, kalplerini
de muhafaza edemezler. Nite-
kim Allahu Teâlâ, “Hayır, ha-
yır! Onların kalplerini kazan-
mı oldukları eyler kararttı,
örttü.”10 buyurur. Bu âyetteki
“reyn” ve “rân” kelimeleri, kal-
bin hakîkati görmesine en-
gel te kil eden bir çe it mânevî
perde mânâsına gelmektedir.
Bundan dolayı Kur’an’da gözle-
rin korunması üzerinde ısrarla
durulur: “(Resûlüm!) Mü’min
erkeklere, gözlerini (harama)
dikmemelerini, ırzlarını da ko-
rumalarını söyle. Çünkü bu,
kendileri için daha temiz bir
davranı tır. üphesiz Allah,
onların yapmakta oldukla-
rından haberdardır. Mü’min
kadınlara da söyle: Gözleri-
ni (harama bakmaktan) ko-
rusunlar; namus ve iffetlerini
esirgesinler..”11
Kadın-erkek her Müslüman
gözlerini haramdan korumalı-
dır. nsanı Kur’an okumaktan
alıkoyan en büyük engel, göz-
lerin haramdan korunmama-
sıdır. Haramdan korunmayan
gözler, mânevî anlamda kalbin
ölümünü tetikler. u âyette bu
husus çok açık bir ekilde dile
getirilir : “Andolsun biz, cinler
ve insanlardan, kalpleri olup
da bunlarla anlamayan, gözle-
ri olup da bunlarla görmeyen,
kulakları olup da bunlarla i it-
meyen birçoklarını cehennem
için var ettik. te bunlar hay-
vanlar gibi, hatta daha da a a-
ıdadırlar. te bunlar gafi lle-
rin ta kendileridir.”12 Bu âyette
ortaya kondu u gibi, gönüller-
den Allah korkusu çekilmi se,
ne irfan kalır ve ne de vicdan.
Hayat artık bu tip insanlar için
behîmî arzuların pe inde ko u-
lan bir serap haline gelmi de-
mektir.
Allah’ın en güzel isimle-
ri arasında yer alan el-Basîr is-
minden alınması gereken ikin-
ci hisse de, bir Müslümanın
her an Allah’ın kendisini gör-
dü ünden gafl et etmemesidir.
Kim Allah’ın her dâim kendisi-
ni gördü ünü tasavvur ederse,
bâtınî dünyasını murâkabe ile
zâhirî dünyasını da muhâsebe
ile süsler. Böyle bir kimse bil-
gi ve uygulama düzeyi bakı-
mından “ihsan” derecesinde
olup kendisini gönül gözüyle
Allah’ın huzurunda hissedip,
kulluk vazifelerini yerine geti-
rir. Nitekim Cibril Hadîs’inde
Hz. Peygamber “ihsan”ı öyle
tanımlamı tır: “ hsan, Allah’a
sanki görüyormu sun gibi iba-
det etmendir. Zira sen onu gör-
müyorsan da o seni görüyor.”13
hsan, gönül gözü demektir.
te “kalb gözü” diye ifade edi-
len basîret, kalbin; görme, anla-
ma, bilme, derûni his, içe bakı
anlamlarına gelen idrak edi-
ci gücüdür. Nitekim Kur’an’da
basîret kelimesi kalbin idrak
gücü olarak nitelendirilmi -
tir: “De ki: te benim yolum
budur. Allah’a basîretle dâvet
ederim. Ben ve bana uyanlar
bilerek insanları Allah’a ça ı-
rırız.”14 Basîretli olma özelli i-
ni ta ıyan kimse, do ru ve yan-
lı ın arasını ayırma melekesi
ve ufuk zenginli i kazanır. Zira
basîret, bir göz gibidir ki, buna
halk arasında basîreti açık de-
nir. Kalbdeki akıl garîzesi, göz-
deki görme kuvvetine benzer.
Kutsal nûr ile aydınlatılmı
olan kalbin gücü olan basîret,
maddî ve mânevî ba lamda e -
yanın hakîkatlerini, beden gö-
zünün, dı yüzleri gördü ü gibi
görür. Bundan dolayı, fi lozofl ar
kalbin bu gücüne, “el-kuvvetü’l-
kudsiyye” ya da “el-âkıletü’n-
nazariyye” adını vermi lerdir.15
nsan, mânevî terbiye ile
basîretinin nurlanmasını sa -
layabilir. Kalbin, sezgi ve ke-
if gücü olan basîret, Allah’ın
mü’minin kalbine attı ı bir
nurdur. Bunun sayesinde in-
san, üphe, tereddüt ve hay-
retten kurtulur, gelece inden
endi e etmez. Basîret aynı za-
manda ferâset anlamına da ge-
lir. Hz. Peygamber (s.a.v) bir
hadislerinde “ferâset” meleke-
sini öyle açıklar: “Mü’minin
ferâsetinden sakının. Zira o,
Allah’ın nuruyla bakar.”16 Do-
layısıyla, böyle ileri görü lü bir
mânevî terakkî sahibi olmanın
imanla da çok yakın bir ili ki-
si vardır. Hidâyetin ileri merte-
belerinden olan ferâsete örnek,
Hz. Süleyman (a.s) ve Dâvûd
(a.s)’ın yaptıkları içtihatlar-
da ve verdikleri hükümlerdeki
isâbettir.17 Abdullah bn Mes’ûd
(ö. 32/654), insanların önsezi-
si en kuvvetlisinin u üç ki i ol-
du unu söyler. Bunlar; vezir
Aziz, uayb (a.s)’ın kızı ve Hz.
Ebûbekir’dir. Kur’an’da anla-
tıldı ına göre, vezir Aziz, Yûsuf
(a.s) hakkında hanımına, “Ona
güzel bak, belki bize faydası
olur. Yahut da onu evlat edi-
niriz.”18, derken; uayb (a.s)’ın
kızı babasına Hz. Musa hakkın-
da: “Onu ücretli olarak tut.”19
dedi. Hz. Ebubekir de yerine
Hz. Ömer’i halife olarak bıraktı.
te bu ileri görü lülüklerinden
dolayı adı geçen üç ki i, insan-
ların en ferâsetlisi20 olarak de-
erlendirilmi tir.
O halde bir Müslüman Yüce
Allah’ın el-Basîr ismini ahlâkî
bir davranı haline getirmeli-
dir. E er insan, bâtınî anlam-
da her an Allah’ın gözetim ve
denetimi altında bulundu u-
nu idrak ederse, zâhiri anlamda
hareketlerine Allah’ın istikame-
tinde bir yön çizer. Çünkü ba
gözü ile gönül gözü arasında bir
ili ki vardır: “Gözün gördü ü-
nü gönül yalanlamadı.”21 âyeti
buna i aret eder. te insân-ı
kâmil olmanın yolu ve yöntemi
ba gözü ile gönül gözünü birbi-
rinden ayıracak davranı lar içe-
risine girmemektir.
Mayıs 201016
* Prof. Dr.
1 16/Nahl, 77.2 33/Ahzâb, 11.3 50/Kâf, 22.4 53/Necm, 17; 46/Ahkâf, 26.5 sfehânî, el-Müfredat, s. 63.6 bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, I, 290.7 6/En’âm, 103.8 Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed, el-Maksadü’l-
Esnâ erhu Esmâillâhi’l-Hüsnâ, Kahire, ts., s. 62.9 Suad Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyyet, stanbul, 1987,
s. 198.10 83/Mutaffifîn, 14.11 24/Nûr, 30–31.12 7/A’râf, 179.13 Bkz. Buharî, “ man” 37; Müslim, “ man” 57;
Tirmizi “ man” 4.14 12/Yûsuf, 108.15 Cürcânî, et-Ta’rîfât, s. 71.16 Tirmîzî, “Tefsir” 15.17 21/Enbiyâ, 78–79.18 12/Yûsuf, 21.19 28/Kasas, 26.20 bn Kayyım el-Cevziyye, Medâricü’s-Sâlikîn, II,
505–506.21 53/Necm, 11. Ayrıca bakınız. 6/En’âm 75.
Dipnot
VUSLAT DED
Yâ Rab kulum, geldim sana; A k yazıldı bu fermâna! .. Bir çilede yana yana; ‘Sabır’ dedi, oldu gönül! ..
Nasıl diner bu dert, bu gam? Hüznüm artar her bir ak am! .. Sekiz cennet, makam makam; ‘Umut’ dedi, doldu gönül! ..
Nefsim arza atmı a ı;Sökülmez mi hırsın ba ı? .. Bu gurbetin, hasret ça ı;‘Biter’ dedi, daldı gönül! ..
Ten, a k ile mâ’rifette; Can neylesin hakikatte! .. Bir ilahî adalette, ‘Hesap’ dedi, soldu gönül! ..
Hakk’tan aldı, halka verdi; Nefsi, yerden yere serdi! .. ükür, gizli sırra erdi;
‘Hikmet’ dedi, bildi gönül! ..
Budur ömrün ayı, yılı;Yüküm nerde, neyle dolu? .. Tefekkürde bulup yolu; ‘Vuslât’ dedi, güldü gönül! ..
Rıfat ARAZ
17
Mayıs 201018
TarihMehmet TA TEM R*
TAR HTE STANBUL KU ATMALARI VE
FÂT H
19
Güzelli i ve sahip ol-
du u stratejik öne-
mi, stanbul’u her
zaman bir cazibe merkezi yap-
mı , ehir bu özelliklerinden
dolayı tarih boyunca birçok kez
çok ku atılan dünyanın sayı-
lı ehirlerinden biri olmu tur.
stanbul, sadece Müslümanlar
tarafından de il, gayrimüslim-
ler tarafından da ku atılmı -
tır. 1453’te Fatih Sultan Meh-
med tarafından fethedilinceye
kadar, Müslümanlarca defa-
larca ku atılan stanbul, slâm
âlemi için ayrı bir de ere sahip-
ti. Hz. Peygamber (s.a.v.) dö-
neminde en önemli iki impa-
ratorluktan biri Sâsâni, di eri
ise Bizans idi. Fetihten yakla ık
sekiz asır önce Hz. Peygambe-
rin (s.a.v): “ stanbul muhakkak
fetholunacaktır. Onu fetheden
kumandan ne güzel kumandan
ve O’nun askerleri ne güzel as-
kerlerdir” hadis-i erifi , Müs-
lümanlar her zaman en büyük
motivasyon unsuru olmu tur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)zama-
nında ba layan Bizans gazâları,
634-641 yılları arasında Suriye,
Filistin ve Mısır’ın fethinden
sonra, stanbul’a yönelmi tir.
Hz. Osman döneminde Suri-
ye Valisi olan Hz. Muaviye’nin
kurdu u slâm donanması ile
655 yılında stanbul’a ilk deniz
seferini düzenlenmi ti. Bizans
donanmasına kar ı kar ıla tık-
larında Müslümanların denizde
kazandıkları bu ilk büyük zafer
sonrasında, mparator Kons-
tans, öldürülmekten ancak kı-
yafet de i tirerek kurtulmu tu.
stanbul’un Müslümanlar tarafından karadan ilk muha-
sarası ise, Emeviler dönemin-de, Halife Muaviye zamanın-da gerçekle tirilmi tir. Fetihle erefl enmek isteyen bu gö-
nüllüler ordusunun ba ında,Fadala b. Ubeyd bulunuyor-du. Ebû Eyyûbe’l-Ensarî (r.a) ba ta olmak üzere, birçok sa-habi de bu sefere i tirak et-mi lerdi. Uzun yolculuk ve so uklar sebebiyle a ır kayıp-lar veren slâm ordusu, çe itlitakviyelerle Bo azı geçilerek stanbul’u ku attı. Ancak, kı-ın yakla masıyla muhasara-
ya devam edemedi. lerlemiya ına ra men sefere katılanEbû Eyyûb Hazretleri (r.a), vasiyeti üzerine surlara yakınbir yere defnedildi (669).
stanbul ikinci defa yine Emevi halifesi Muaviye za-manında ku atılmı tır. 673 yı-lında hareket eden slâm ordu-su, stanbul’u Eylül sonlarınakadar hem denizden hem de karadan ku atmı tır. Fakat yine so ukların ba laması se-bebiyle slâm ordusu Kapı-da ı Yarımadası’na çekilmek durumunda kalmı tır. 675 yılıbaharında tekrar harekete ge-çen ordu, Bizans donanmasınaa ır zayiatlar verdirdi. Yedi yılboyunca yazları devam eden bu ku atmalar, sava ın a ırlı-
ı, hastalıklar ve iddetli so-uklar yüzünden askerlerin
zayıf dü mesi üzerine ku at-malar 680 yılında sona ermi -tir.
714 yılında Mesle-me komutasındaki donan-ma, Çanakkale’yi geçerek stanbul’u muhasaraya ba la-
dı. Donanma Haliç önüne ge-rilmi olan zincire kadar geldi. Ancak Mesleme, Rum ate i-ne mârûz kalınca, zayiat ve-ren donanmasını geri çekmek zorunda kaldı. Kara ordusu-nun ba ında ise, slâm kah-ramanlarından Seyyid Battal Gazi bulunmaktaydı. Sert ge-çen kı sebebiyle kara ordu-sunda da kayıplar oldukça faz-la idi. Bu a ır artlara ra menmuhasaraya devam eden Mes-leme, ordunun a ır zayiat ver-mesi sonucunda Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından geri ça ırıldı. Böylece, üçüncü ku atmada da fetih müyesser olmadı.
Müslüman Araplar tarafın-dan stanbul’a son sefer, Hali-fe el-Mehdi zamanında yapıl-mı tır. Harun kumandasında781 yılında yola çıkan ordu, zmit’te Bizanslıları yendikten
sonra Üsküdar’a kadar ilerle-mi tir. Ancak Bizanslılar yıl-lık vergi ödemek artıyla an-la ma yapmayı kabul edince ku atma kaldırılarak geri dö-nülmü tür.
1071 Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’nun kapılarınınTürklere açılmasından son-ra, Bizans bu defa, Anado-lu Selçuklu Devleti’nin fe-tih hareketlerinin yeni hedefihâline geldi. 1075 yılında Ku-talmı o lu Süleyman Bey, Üsküdar’a kadar ilerledi. Di-er taraftan zmir’de kendi
emirli ini kurmu olan Çaka Bey de donanmayla, daha önce birkaç defa denizde ma -lup etti i Bizans’ı, bu defa Ça-
Mayıs 201020
nakkale ve Gelibolu tarafl arın-dan ku attı. Hem Selçuklularınhem de Çaka Bey’in ku atma-sında sıkı an mparator Kom-nenos, Avrupa Hristiyan dün-yasından yardım isteyerek, bu ku atmalardan zorlukla kurtu-labildi.
Anadolu topraklarında yeni kurulmu bulunan Osman-lı Devleti, kurulu yılların-dan itibaren stanbul ile ya-kından ilgilenmi tir. Daha Orhan Bey ve I. Murad zama-nında Osmanlı güçlerine kar-ı, Bizans Kralı, 1340 senesin-
de di er beyliklerden yardımistemek zorunda kalmı tır. Ancak bu askerî hareketler esaslı bir ku atmadan ziyade, surları yoklama mahiyetinde idi. Fetihten önce stanbul’unalınması için en fazla gay-ret eden padi ah, YıldırımBayezid’dir. Bayezıd, 1390 yılında Edirne’den ordusuyla hareket edip stanbul önlerine gelerek, Bizans’ın a ır vergi-ler ödemeyi kabul etmesi üze-rine ku atmayı kaldırdı. Aka-binde, II. Manuel’in anla maartlarına uymaması üzerine,
Osmanlı ordusu, 1391 yılın-da Rumeli’ye geçip stanbul’akadar olan toprakları fethede-rek ehri ku attı. Muhasara-nın yedinci ayında, Macarla-rın Tuna’yı geçerek Sofya’ya do ru ilerlemesi üzerine, pa-di ahın o tarafa sefer düzen-lemesi, Bizanslıların bu ku at-madan da kurtulmasına sebep oldu. Fetih dü üncesindenvazgeçmeyen Yıldırım Baye-zid, bu defa 1395 yılında ye-niden büyük bir kuvvetle ehri
ku atarak sıkı tırmaya ba la-dı. Donanmanın da ku atmayakatılmasıyla iyice zor durum-da kalan mparator Manuel, yine Batı dünyasından yardımtalep etti ve bunun üzerine Türklere kar ı bir haçlı sefe-ri düzenlendi. Bu büyük haç-lı ordusunu Ni bolu’da ma -lup eden Yıldırım Bayezid, tekrar harekete geçti. 1397 yı-lında Bo aziçi’ndeki Anadolu Hisarı’nı yaptırarak Bo az’agiri -çıkı ları da kontrol altı-na aldı. Ku atma olabildi in-ce iddetlenmesine ra men,ehirdeki savunma tedbirleri
sebebiyle surları a mak müm-kün olmadı. stanbul son ola-rak, 1400 yılının ilkbaharın-da ku atıldı. Bu defa ba arıylasüren muhasara, tam neticeye ula ılacak ve ehir zapt edi-lecek iken, do udan gelip Sivas’ı zapt eden Timur, bu hareketin de yarım kalmasınasebep oldu. Timur’un bu hare-keti, stanbul’un fethini önle-mekle kalmamı , Osmanlı’nınciddi bir duraklama devresine girmesine de sebep olmu tur.
stanbul fetihten önce, son defa Fatih Sultan Mehmed’in babası II. Mu-rad zamanında ku atılmı -tır. Yine Anadolu’daki bazıiç karı ıklıklardan faydalan-mak isteyen Bizans, padi a-ha kar ı isyan eden Düzme-ce Mustafa’yı desteklemi ve böylece Osmanlı’yı zayıf dü-ürmeyi hedefl emi tir. sya-
nı bastırıp Edirne’ye dönen Sultan Murad, Bizans mese-lesini halletmek için stanbulüzerine yürümü ve iyi hazır-
lanmı orduyla surları tekrar ku atmı tır. Ancak bu defa Pa-di ahın karde i Mustafa’nınAnadolu’da isyan etmesi, Bizans’ı bir ku atmadan daha kurtarmaya yetmi tir.
Nihayet Fatih, stanbul’ukesin olarak alabilmek için, 1451’den itibaren muhasa-ra hazırlıklarına ba ladı. Ön-celikle diplomatik sahada gi-ri imlerde bulundu. Ayrıca,arkasını garanti altına alabil-mek için, Karamano ulla-rı Beyli i’ne bir miktar arazi bırakılarak, anla ma sa ladı.Daha sonra Bizans surlarınıyıkabilecek kapasitede muha-sara topları döktürdü; yeniçe-rilerin sayısını iki misline çı-kardı.
Fatih Sultan Mehmet döne-
mine kadar yakla ık 29 kez ku-
atılmı olan stanbul, ancak
bu genç Fatih’e nasip olacak-
tı. Tarihte, “Ebu’l-Feth” (fet-
hin babası) olarak geçen Sul-
tan Mehmet Han, stanbul’un
alınması hususunda en büyük
gayreti gösteren Osmanlı pa-
di ahıdır. Bu konuda kendi-
sinden önceki padi ahların da
stanbul’un fethiyle ilgili te eb-
büsleri olmu , ancak fetih, Sul-
tan Mehmet Han’a kısmet ol-
mu tur. Fethin ba arısında,
üphesiz ba ta hocası Ak em-
seddin olmak üzere, di er ule-
manın büyük eme i ve katkı-
sı bulunmu tur. II. Mehmed’in
stanbul’u almak istemesinde,
asıl sebep, Hz. Peygamber’in
müjdesine mazhar olma ümidi-
dir. Fatih, stanbul’u ku atma
kararını bildirmek üzere topla-
21
dı ı harp meclisinde yaptı ı ko-
nu mada: “ ’la-i kelimetullah
ve ihya-i minnet-i Rasulullah
etmeye makdurumu sarf
eyliyem, ta dünyada
mûcib-i zikr-i cemil ve
ukbâda bâis-i ecr-i cezil
vâki ola.” diyerek hissi-
yatını ifade etmi tir. “Ya
stanbul beni alır ya ben
stanbul’u alırım.” diye-
rek gönlündeki asıl niye-
tini açıkça ifade etmi tir.
Padi ah, bütün ha-
zırlıkları tamamla-
dıktan sonra, 23 Mart
1453’te Edirne’den ha-
reket etti. Ke an mevki-
inde durarak Çanakka-
le Bo azı’ndan geçecek
olan Anadolu kuvvetle-
rini bekledi. Bu kuvvet-
leri de aldıktan sonra yü-
rüyü e devam ederek;
1453 Nisan’ının ba ın-
da stanbul surları önü-
ne geldi. Ertesi gün, yani
6 Nisan Cuma günü, Cuma na-
mazını kıldıktan sonra ehri
muhasaraya ba ladı. Muhasa-
raya katılan Osmanlı kuvvetleri
hakkında de i ik rakamlar ve-
rilmekle birlikte ordunu en az
150.000 ki i olarak bilinmek-
te idi. Bu kara ordusu, kapıku-
lu ocakları, Rumeli ve Anadolu
tımarlı sipahileri, azaplar ve gö-
nüllüden ibaretti. Kuvvetlerin
bir kısmı Za anos Pa a kuman-
dasında, Cenevizlilere ait Gala-
ta surlarının dı ındaki Beyo lu
tarafında bulunmakta idi.
Surlar iddetli bir ekil-
de dövülmeye ba landı. Bi-
zans mparatoru Konstantin,
Haliç’i zincirle kapatarak Os-
manlı Ordusu’nun ehre de-
nizden girmesini engelledi. 11
Nisan günü ku atma tamam-
landı ve top ate i ba ladı. Yir-
mi gün süren top ate inden ke-
sin bir sonuç alınamadı. ehrin
denizden de ku atılması gerek-
ti ini dü ünen II. Mehmet, bir
gece yetmi parça gemiyi kara-
dan yürüterek Haliç’e indirdi.
Bizanslılar, sabahleyin Osman-
lı Donanması’nı Haliç’te görün-
ce büyük bir korkuya ve pani e
kapıldılar. Haliç’ten ve karadan
yapılan top atı larıyla surlarda
gedikler açıldı.
Bunun üzerine, genel bir
saldırı düzenlenmesine karar
verildi. Hocası Ak emsettin, II.
Mehmet’e cesaret veriyor; Hz
Peygamberin hadis-i erifi y-
le müjdelenen komutanın ken-
disi oldu unu söylüyordu. Bu
inançla, 29 Mayıs Salı
günü hem Haliç hem
de surlardan son ta-
arruz ba ladı. Çok
kanlı ve zorlu bir mu-
harebeden sonra e-
hir nihayet dü tü. Ya-
pılan sava esnasında
binlerce ehit verildi.
Bu ehitler arasında,
Bizans surlarına Türk
bayra ını diken Ulu-
batlı Hasan ba ta gel-
mekteydi.
Bu münasebetle,
stanbul gibi bir bel-
deyi bizlere kazan-
dıran Fatih Sultan
Mehmed ve anlı or-
dusunun kahraman
ehitlerini rahmet ve
minnetle anıyoruz.
Ruhları ad olsun.
* Yrd. Doç. Dr.
Sâmiha Ayverdi, Edebî ve Manevi Dünyası çinde Fâtih,stanbul 1971.. Hakkı Uzunçar ılı, Osmanlı Tarihi, I, s. 475.Mustafa Nuri Pa a, Netayic Ül-Vukuat (n r. Ne etÇa atay), I-II, Ankara 1992, s. 67.Hüseyin Akgül, stanbul’un Fethi ve Fatih, stanbul 1981,s. 24-26.Halil nalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar,I, s.90.Halil nalcık, Osmanlı mparatorlu u Klasik Ça (13001600) (Çeviren: Ru en Sezer), stanbul 1995, s. 30.smet Miro lu, Do u tan Günümüze Büyük slâm Tarihi,X, s. 210-219.Feridun Emecen, “Osmanlılar”, TDV, 33, s.492.Halil nalcık, “Mehmed II, TDV, 28, s. 395-407.Erdo an Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, Akara, 1991, s. 106-107.Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi,I-II, stanbul 1983, s. 48-59.Ali Sevim, Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara 1995, s. 34. Ali Sevim-Erdo an Merçil, Selçuklu Devleti Tarihi, Akara 1984, s. 34. lhan ahin, Do u tan Günümüze slâm Tarihi, 10,stanbul 1989, s.161.Rıza Bozkurt, “atih Sultan Mehmet, stanbul’un Fethi ve Ba lıca Sefeleri”, Askerî Tarih Bülteni, XI-XIV (13) ubat 1982, s. 69.
Bibliyografya
Mayıs 201022
ARASINDA OLMAKKORKU LE ÜM T
Sûfî PerspektifKadir ÖZKÖSE*
Muh
amm
ed G
ÜLS
EREN
23
Arapçada havf; bir eyden kork-
mak, kaygılanmak, endi e et-
mek, uyanık halde bulunmak,
ihtiyatlı olmak, bilmek; gürültü, sava ve kıtal gibi
mânâlara gelmektedir.1 Tasavvufî ıstılah olarak
havf; Allah’ın kahrından korkarak dinde sebat et-
mek, sevdi ini gücendirmekten
çekinmek, Allah’tan uzak kal-
maktan ve kendimizi O’nun in-
dinde itibarsız hale getirecek ay-
kırı davranı larda bulunmaktan
sakınmak,2 yasaklanan eyler-
den ve günahlardan utanmak,
bu hususta üzüntü duymaktır.3
Havf; gelecekte meydana gelme-
si beklenen, ho a gitmeyen bir
ey ve olaydan korkarak kalbin
yanması ve rahatsız olmasıdır.
Bununla birlikte havf, korkunun
en dü ük halini ifade eder.4
Havfın kar ıtı olan recâ, lügatte; ummak, ümit
etmek, beklenti içinde olmak, dilemek, yalvar-
mak, rica etmek, temennî etmek, iyimserlik ha-
line sahip olmak, niyaz, talep, taraf, yön gibi an-
lamlara gelmektedir.5 Tasavvuf literatüründe ise
Allah’tan ve Allah’ın rahmetinden ümit kesme-
mek, kalbin ho landı ı bir eyi beklemesinden
rahatlık ve ferahlık duyma hali; havf ehlinin kalb-
lerine Allah’tan gelen bir rahatlama ve ferahla-
ma;6 ileride meydana gelecek olan veya arzu edi-
len bir eye kar ı kalbin duydu u ilgi7 olarak tarif
edilmi tir.
Korku duymak her dindar Müslüman için
kaçınılmaz dır. Kur’ân-ı Kerim’de sık sık Allah
korkusundan ve kıyamet günü kaygısından bah-
sedilir. Mü’minlerin kalbini korkudan titretecek
uyarılar vardır. Ancak umut da zorunludur; çün-
kü umut olmadan hayatı ya amak imkânsızdır.
Havf ve recâ, amelin iki kanadıdır; onlar olmadan
uçmak imkânsızdır. Her iki duygu arasında sa -
lanacak denge, sa lıklı dinî ya am için gerekli bir
husustur.8 Ahmed bn Atâ Edemî (ö.309/921)’ye
göre imanımızdaki istikametin sa lam olma-
sı için, havf ve recâ arasında bulunmamız ge-
rekmektedir. Zira recâya a ırlık verenin imanı
zayıfl ayacak, havfe a ırlık veren de ümitsizli e
dü ecektir.9 Havf ve recâ, gece ve gündüz gibidir-
ler. Gündüzün güzelli i, ancak gecenin karanlı ı
ile anla ılmaktadır.10 Recâ ile havf, kulu frenleyen
iki dizgin gibidirler. Ki iyi her zaman ve her i te
do rulturlar. Recânın alâmeti, kulun gücü yetti-
ince ibadete yönelmesi, havfın alâmeti ise, ku-
lun bütün aykırı davranı lardan kaçınmasıdır.11
Havf ve Recâ’nın temeli Kur’ân ve hadisle-
re dayanmaktadır. Âyet-i kerîmede Allah (c.c.);
“Korku ve ümitle Rab’lerine ibadet ederler,”12
buyurdu u gibi, hadîs-i erifl erinde Peygam-
“Havf ve recâ, gece ve gündüz gibidirler. Gündüzün
güzelli i, ancak gecenin karanlı ı ile anla ılmaktadır.
Recâ ile havf, kulu frenleyen iki dizgin gibidirler. Ki iyi
her zaman ve her i te do rulturlar. Recânın alâmeti,
kulun gücü yetti ince ibadete yönelmesi, havfın alâmeti
ise, kulun bütün aykırı davranı lardan kaçınmasıdır.”
Mayıs 201024
ber Efendimiz de, “Süt, çıktı ı memeye girmedi-
i gibi, Allah korkusundan a layan kimse de ce-
henneme girmez.”13 buyurmaktadır.
Abdullah b. Dînar’ın rivayet etti i Hz. Ömer
ile çoban arasındaki u konu ma Müslümanın
hâlet-i rûhiyesini yansıtmaktadır:
Ömer b. Hattab ile Mekke’ye gidiyorduk. Bir
ara durduk. Bir çoban da dan koyun sürüsünü
indiriyordu. Ömer, çobana‚ bana bir kuzu sat!’
dedi.
Çoban: Ben bir köleyim. Bunlar da benim
malım de il diye cevap verdi.
Hz. Ömer: Efendine, kuzuyu bir kurdun
kaptı ını söylersin. O anlamaz, dedi.
Çoban: Efendim anlamasa da Allah biliyor,
diye kar ılık verdi.
Bunun üzerine Hz. Ömer’in gözleri ya ardı.
Kölenin efendisini soru turdu ve köleyi satın aldı.
Sonra onu âzâd etti. Sonra da öyle dedi: Bu söz-
ler seni dünyada âzâd etti. ( n aallah) âhirette
de beni âzâd edecek.
Mü’minin çoban örne inde Allah’tan kork-
ması da, Hz. Ömer örne inde Allah’tan ümitli ol-
ması da güçlü bir imanın göstergesidir. Kur’ân,
mü’minlerin Allah’tan ümitli olmalarının teme-
linde, güçlü bir imanı ve bu imanın gere i olan
ya antıyı gösterir. nanç ve ilâhî de erler do rul-
tusunda ya amayı ümidin ko ulu sayar.14
nsan kendisini Allah kar ısında hiçbir za-
man kusursuz ve günahsız sayamaz. Kur’ân,
mü’minleri tanıtırken, onlar günahlarının Allah
tarafından ba ı lanaca ı umuduyla ya arlar, kay-
dını koymaktadır.
Ruhun bir e ilimi olan umut, arzu edilen ey-
lerin gerçekle ece ine inanmayı sa lar. Umut bir
hayalcilik de il, insanı besleyen gerçektir. Hayal-
le ya amak insana avuntu verir, ama umut insa-
nın ya anacak bir eyi görmesiyle ortaya çıkar.
Umut eden insan kendini aldatmaz, bilakis ina-
nır.15
Umut inanca e lik eden bir ruh halidir. Umut-
luluk hali olmaksızın inancın ayakta durması
imkânsızla ır. Umut, inanç temeli üzerinde kay-
bolmadan kalabilir. Umut inancın meyvesidir.
nanç ilham kayna ının kapılarını açarken, umut
ise istek ve özlemin itici gücünü kuvvetlendirir.
Güven duygusuna sahip olabilmek için inanç ve
ümidimize dayanarak harekete geçmemiz gere-
kir. nancına ve ümidine dayanacak cesareti bu-
lunmayan kimse bilinmeyene do ru adım ata-
maz. man insanı umuda götürür, sevilen eye
kar ı güçlü bir umut telkin eder. Sa lam dinî
inanç, umut, sabır ve dayanma gücü yaratır. na-
nan ancak umut eder ve ancak gerçekten umut
eden inanır. Sevgi, bireyi, umut ba ladı ı ve ge-
lecekte kendisine ya am ba ı layaca ını umdu u
Allah’a iman ettirir.16
Korku ve ümit, insanın ruhsal yapısına yer-
le mi kar ılıklı iki çizgidir. Bu iki duygu birlikte,
yan yana ve aynı yönlerde hareket ederler. Yara-
tılı ı gere i insan ruhu hem korku hem de ümitle
doludur. Dengeli bir ki ilikte korku ve ümit ku un
iki kanadı gibidir. Kanatları birbirini dengeleye-
cek ekilde olursa uçu kusursuz olur. Korku ve
ümit de aynı ekilde mü’minin ki ili ini denge-
de tutar. Ki inin benli ini sadece ümit kaplar-
sa, tembellik ve eylemsizlik kendini gösterebilir;
aynı ekilde benlikte sadece korkunun yer etme-
si ümitsizli e yol açabilir. Bu yüzden insan, ben-
li inde tek yönlü olarak sadece ümide ya da sa-
dece korkuya yer vermemelidir.17 Korku ve ümit
halinden biri di erine gâlip geldi i zaman ki ili-
in dengesi bozulur.18 Bir kimsenin korku tarafı
ümit tarafına a ır basarsa, yanlı de erlendirme-
ler ortaya çıkar; korkuya oranla ümit a ır basarsa
ki i aldanarak do ru yoldan uzakla ır.19
Özetle mü’minler Allah’ın rahmetini umarlar-
ken, korku ve ümit dengesini korurlar. badette
olgunlu u sa layan, ba arıya götüren duru bu-
dur. Mü’min Allah’ın rahmetini ummalı, fakat
davranı larındaki eksiklikten dolayı da O’ndan
sakınmalıdır.
25
Allah’a kar ı korku hissini güçlü kılmanın ve
Allah’tan ümit beslemenin ritmini Câhidî Ahmed
Efendi (ö.1070/1660), u ekilde dile getirmekte-
dir:
Yâ rab cemâlinden
hsân eyle do ru yârı
Mahrum etme visâlinden
Gül yerine verip hârı
Ümidim sana Rahmânım
Kılan derdime dermânım
Bu hasrete koma canım
Sevindir nûr eyle nârı20
Allah’ın ihsan kapısından hiçbir zaman ümit
kesmedi ini ve her an bu ümitle O’na niyazda bu-
lundu unu ifade eden Osman Hulûsi Ate Efendi
(ö.1410/1990)’nin u beyitleri ilâhî rahmet hazi-
nesine olan i tiyakımızı artırmaktadır:
Pâdi âhım bâb-ı ihsânından isterim atâ
Nâ-ümîd-i lutfun olmam eylerim her dem
niyâz.21
Niyâzım âsitânın hâkinin kurbânı olmaklık
Ümîdvârım ki redd olmaz kapından bir recâ ancak.22
* Doç. Dr.
1 er-Râgıb el-Isfehânî, Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Kalem, Dıme k 1996, s. 303; bn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrût 1990, c.IX, s. 99-100.
2 Serrâc, el-Lüma’ fî Târîhi’t-Tasavvufi’l- slamî, Dâru’l-Kütübü’l- lmiyye, Beyrut 2001, s. 55; Abdülkerim b. Hevâzin Ku eyrî, er-Risâletü’l-Ku eyriyye fî ilmi’t-tesavvuf,Dâru’l-Hayr, Beyrut 1993, s. 125.
3 Muhammed A‘la b. Ali Tehânevî, Kitâbu Ke âf-ı Istılâhâti’l-Fünûn, Beyrut, trs., c. I, s. 444.
4 Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî el-Ezdî, “Tis’atü’l-Kütüb”, Sülemî’nin Risâleleri, tah. ve ter. Süleyman Ate , Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1981, s. 24; Ku eyrî, er-Risâle, s. 125.
5 el-Isfehânî, Müfredât, s. 346; bn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. XIV, s. 309-11; Te-hânevî, Ke âf, c. I, s. 593.
6 smâîl-i Ankaravî, Minhâcu’l-Fukarâ, Kahire 1256, s. 239.7 Ku eyrî, er-Risâle, s.132; Ebû Hamid Muhammed el-Gazâlî, hyâu ‘ulûmi’d-dîn,
Mısır, ts., c. IV, s. 139.8 Annemarie Schimmel, slamın Mistik Boyutları, çev. Ergun Kocabıyık, Kabalcı
Yayınevi, stanbul 1999, s. 133.9 Ali Bolat, “Ebu’l-Abbas bn Atâ’nın Bazı Tasavvufî Temel Kavramlara Bakı ı”, lmi
Akademik Ara tırma Dergisi Tasavvuf, Ankara 2004, y.5, sy. 13, s. 312.10 Serrâc, el-Lüma’, s. 57.11 Sülemî, Tis’atü’l-Kütüb, s. 24.12 Secde, 32/16.13 Tirmizî, Zühd, 8; Nesâî, Cihâd, 8.14 Abdurrahman Kasapo lu, “Kur’ân’da Ümit- man li kisi”, Tasavvuf lmî ve Aka-
demik Ara tırma Dergisi, yıl: 8, sayı: 18, Ocak-Haziran 2007, s. 158-159.15 Rene Descartes, Ruhun htirasları, çev. Mehmet Karasan, MEB, stanbul 1997, s.
132; Kemal Demirel, Tanrının Onuru nsan, Yapı Kredi Yayınları, stanbul 1997, s. 108.
16 Kasapo lu, “Kur’ân’da Ümit- man li kisi”, Tasavvuf, yıl: 8, sayı: 18, s. 167.17 Ahmet Gürbüz, Tasavvuf Felsefesinde Temel Vurgular, nsan Yayınları, stanbul
2003, s. 207; Hüseyin Certel, Ebû Tâlib el-Mekkî’de Tasavvuf Anlayı ı: man ve Ahlâkta Kemalin Yolu, Hamle Basın Yayın, stanbul 1993, s. 316-317.
18 Ali b. Osman el-Hucvirî el-Cüllâbî, Ke fu’l-Mahcûb Hakikat Bilgisi, haz. Süleyman Uluda , Dergâh Yayınları, II. Baskı, stanbul 1996, s. 211.
19 Necmüddin Kübra, Usûlu a ere - Risâle ile’l-hâim - Fevâihu’l-Cemâl: Tasavvufî Hayat,çev. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, stanbul 1996, s. 124.
20 Câhidî Ahmed Efendi, Divan, Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Pa aBölümü, no: 796, vr.29a.
21 es-Seyyid Osman Hulusi Ate , Divân-ı Hulusi-i Dârendevî, haz. Mehmet Akku ve Ali Yılmaz, stanbul 2006, s. 108.
22 Dîvân-ı Hulûsî- Dârendevî, s. 130
Dipnot
Muh
amm
ed G
ÜLS
EREN
Mayıs 201026
E itimMehmet Zeki AYDIN*
DÜ ÜNEN B R VARLIKTIRNSAN
27
nsan, canlılar âleminin en güzel ve
en mükemmel varlı ıdır. Allah, in-
sanı varlıkların en üstünü ve eref-
lisi olarak yaratmı tır. Çünkü insan, kendisinin
farkına varan, alet yapan bir varlıktır. Bir mil-
yon civarındaki canlı türü içinde, evrenin sırrını
ara tıran, ona müdahale eden tek canlıdır. Bütün
canlılar gibi insan da do ar, büyür ve ölür. Di er
canlılar, çevrelerine uyarak hayatlarını devam et-
tirirler. Ancak, sadece insan çevresini kendisine
uydurur. nsan bütün bunları aklı sayesinde ya-
pabilmektedir. nsanı di er varlıklardan ayıran
en belirgin özellik, akıllı bir varlık olmasıdır.
nsan, aklı sayesinde dü ünme, anlama, ön-
lem alma yetene ine sahiptir. Bizler aklımızla,
iyiyi kötüden, do ruyu yanlı tan, güzeli çirkin-
den ayırırız. Aklımızın en önemli i levi dü ünme-
sidir. nsanın dü ünmesi demek; gördüklerini,
duyduklarını, okuduklarını kısaca ö rendikleri-
ni, kendi içinde tartı ması, ölçüp biçip de erlen-
dirmesi demektir. Meselâ, bir arkada ımız bize,
kolay ve çok kazançlı bir i önerisinde bulundu-
unda, hemen kabul etmeyiz. O i i dü ünür, i in
sonunu, bize yararı ve zararı olup olmadı ını de-
erlendiririz. Yine bu i in ahlâk kurallarına uyup
uymadı ını dü ünürüz.
Biz ö rendiklerimizi tartı ırken, yani dü ü-
nürken olayları ve nesneleri anlamaya, de erlen-
dirmeye çalı ırız. Olayların ve nesnelerin sebep
ve sonuçlarını dü ünerek buluruz. Dü ünmenin
sonucunda zararlı eylerden korunmak için ön-
lemler alırız. nsan, dü ünerek geçmi ini de er-
lendirir. Yaptı ı yanlı lardan vazgeçer. Yine in-
san, dü ünerek gelece ini plânlar.
nsan, dü ünen bir varlıktır. Bu nedenle ken-
disine söylenilen ya da okudu u bir bilgiye he-
men inanmaz. Yeni ö rendi i bilgileri eski bil-
gileri ile kar ıla tırır. Bilgileri mantık ölçülerine
göre de erlendirir ve mantıklı ise kabul eder.
Bizi en üstün bir varlık olarak yaratan Allah,
bize sayısız nimetler vermi tir. Bunların ba ında
akıl gelir. Aklımız oldu u için, Allah bizi sorum-
lu tutmu tur. Bazı davranı ları yapmamızı, bazı
davranı lardan sakınmamızı istemi tir. Akıllı ve
ergenlik ça ına eri mi bir insan, Allah’ın buy-
ruklarını yerine getirirse, meleklerden de üstün
bir seviyeye ula ır.
nsanda, kendisini sürekli iyili e yönelten akıl
ve vicdan, bir de daima kötülü e sevk eden kötü
duygular vardır. Bu kötü duygulara “nefi s” adı ve-
rilir. nsan, aklı ve vicdanı ile karar vererek do -
ruyu bulabilir.
slâm dinine göre, Allah’ın emir ve yasakla-
rına uymak zorunda olan ki ilere yükümlü/mü-
kellef denir. Yükümlü olmanın iki artı vardır. Bu
artlardan birincisi akıllı olmaktır. Di er art da
ergenlik ça ına ula maktır. Buna göre, dinî so-
rumlulu un ön artı akıllı olmaktır. Aklı olmayan
ki ilerin ve ergenlik ça ına ula mayan çocukların
dinî sorumlulu u yoktur.
Arap dilinde akıl, “ba lamak” kelimesinden
türemi tir. Yine, “insanı zararlı eylerden alı-
koymak” anlamını ifade eden akıl, “bilmek, an-
lamak, bilinçli olmak” anlamlarına da gelmekte-
dir. Din de, bilinçli insanların kendi istekleri ile
Allah’ın emir ve yasaklarına uyması demektir.
Buna göre, insanı olur olmaz ve zararlı eylerden
koruyan aklın, insana yükledi i sorumluluk dere-
cesi de belli olmaktadır. te Kur’an, hükümlerini
ortaya koymakta ve insanların dü ünüp ta ındık-
tan, akıllarını kullandıktan sonra inanmaları-
nı istemektedir. Bu sebeple Allah, “De ki: Hak,
Rabb’inizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, di-
leyen inkâr etsin.”1 buyurarak insanın sorumlu-
unu kendisine vermektedir.
Peygamberimiz, bir hadisinde, aklı olmaya-
nın sorumlulu u olmayaca ını bildirmi tir. Aklı
Mayıs 201028
olmayan insanlar, hem bu dünyada, hem de
âhirette sorumlu de ildirler.
Yaratılı ta akıllı oldu u hâlde, dü ünme-
den hareket edenlere de mecazî olarak “akıl-
sız” denilir. slâm dinine göre, insanlar akıl-
ları ile Allah’ın var ve bir oldu unu bilecek
ekilde yaratılmı lardır. Bu nedenle, her insan
aklı ile Allah’ı bulabilir. Al-
lah, Kur’an’da aklını kul-
lanmayarak kötülük yapan-
ları kınamaktadır. Bu tür
insanların cehenneme gir-
diklerinde öyle diyecekle-
rini Kur’an’dan ö reniyo-
ruz: “ âyet kulak vermi ve
aklımızı kullanmı olsaydık,
( imdi) u alevli cehenne-
min mahkûmları arasında
olmazdık.”2.
nsan Aklı ile Dü ünür
nsan, akıllı bir varlık
oldu u gibi, aynı zaman-
da ruh ve kalbi olan bir var-
lıktır. nsan, aklı ile dü ü-
nür, kalbi ile duyar. nsan,
aklı ile bilir, kalbi ile ina-
nır. Sevgi ve nefret ba ta ol-
mak üzere bütün duyguları-
mızın merkezi kalbimizdir.
Kalbimiz hem vücudumu-
zun hem de, mânevî dünya-
mızın merkezidir.
nsanlar, duyu organları
ile bilgileri elde eder, akılla-
rı ile de erlendirir ve kalp-
leriyle de kabul veya reddederler. nsanların,
duyuları ve akıllarıyla elde etti i bilgiler yanın-
da, mânevî alandaki bilgileri kazanmasını ve
karar vermesini sa layan mânevî kalp gözü var-
dır. Bizler, ba ımızdaki maddî gözlerimizle na-
sıl çevremizi görürsek, mânevî alanda olanları
da kalp gözümüzle görürüz.
nsanlar, kalp gözü sayesinde duyularla elde
etti i bilgileri de erlendirir. Kalp, bir anlamda in-
sanın en son karar verme merkezidir. Kalp, aya a
emredince ayaklar yürür, dile emredince dil ko-
nu ur. Bazen karar verdi imiz bir i i yapmak bile
içimizden gelmez. Bu, kalbimizin bu i i yapmaya
karar vermeyi indendir.
nsanın kalbi, tertemiz,
iyilik isteyen bir ekilde yara-
tılmı tır. Ancak insan, kötü-
lük yaptıkça kalbini köreltir.
Kalbi körelen ki i artık ger-
çekleri göremez olur. Bu du-
rumu Peygamberimiz, öyle
belirtmi tir: “Bir günah i le-
yen ki inin kalbinde, izi kay-
bolmayan bir leke olur.” Kö-
tülük yapan ki ilerin kalpleri
yava yava kararır ve artık
iyilik duyguları kaybolur. Bu
ki iler, zamanla gerçekleri
göremez olurlar. Böyleleri-
ni anlatmak üzere, Yüce Al-
lah, Kur’an’da “Gözler kör ol-
maz; lâkin gö üsler içindeki
kalpler kör olur.”3 buyurmu -
tur. Kalp gözü kapalı olanlar,
bu dünyada gerçekleri göre-
medikleri için kötü bir hayat
ya adıkları gibi, öbür dün-
yada da rezil olacaklardır.
Kur’an’da “Bu dünyada kör
olan kimse âhirette de kör-
dür; üstelik iyice yolunu a-
ırmı tır.”4
Ancak, kötülük yapma-
yanların veya kötülük yaptık-
tan sonra pi man olup tevbe
edenlerin kalpleri temiz olur. Böyle temiz kalp-
li ki iler, duyuları ve aklı ile elde etti i gerçekle-
ri kabul ederler. Kur’an, bu durumu açıklamak
için “Gözleriyle gördü ünü kalbi yalanlamadı.”5
demektedir. slâm dini, akla ve mantı a uygun
bir dindir. Bu nedenle insanın aklına ve kalbi-
ne uymayan eylere zorla inanmamızı istemez.
“ nsan, aklı sayesinde dü ünme, anlama,
önlem alma yetene ine sahiptir. Bizler aklımızla, iyiyi kötüden, do ruyuyanlı tan, güzeli çirkinden ayırırız.
Aklımızın en önemli i levi dü ünmesidir.nsanın dü ünmesi
demek; gördüklerini, duyduklarını,
okuduklarını kısacaö rendiklerini, kendi
içinde tartı ması,ölçüp biçip
de erlendirmesidemektir.”
Kur’an’da aklımızı kullanmakla ilgili âyetlerden
bazıları söyledir:
“Aklınızı kullanasınız diye, Allah âyetlerini
i te böylece açıklıyor.”6
“Andolsun, biz, size içinde zikir olan bir Kitap
(Kur’an) gönderdik. Artık aklınızı kullanmayacak
mısınız?”7
“Size hayatı da ölümü de
veren O’dur. Geceyi gündüze
de i tiren de O’dur. Artık aklı
kullanmayacak mısınız?”8
“Andolsun, göklerin ve
yerin yaratılı ında, gece ile
gündüzün birbirini izleme-
sinde, insanların yararı için
gemilerin denizlerde akıp
gitmesinde, Allah’ın gök-
ten indirdi i eyde, rüzgârın
yönlendirilmesinde, bulutla-
rın yer ile gök arasında tutul-
masında aklını kullanan bir
topluluk için âyetler (i aret-
ler) vardır.”9
nsan, aklı sayesinde yara-
tıkların en üstünü ve en erefl i-
si olan bir varlıktır. Peygambe-
rimizden ö rendi imize göre,
“Yüce Allah, akıldan daha kıy-
metli bir ey yaratmamı tır.”
En kıymetli ey olarak yaratı-
lan aklımızı elbette kullanma-
lıyız. Kur’an’da 200’den fazla
yerde, aklımızı kullanmamızla
ilgili âyet bulunmaktadır.
Bu âyetlerde aklımızı kullanmamız istenirken,
onu nerede ve nasıl kullanaca ımızı da ö reniyoruz.
Aklımızı Nasıl Kullanmalıyız?
1. Allah, Kur’an’ı anlamak için aklımızı kullanma-
mızı istiyor:
“Sakın, haksız yere bir ki iyi öldürmeyin. te (Al-
lah) aklınızı kullanasınız diye, size bunu ö ütlüyor.”10
2.Geçmi olayları de erlendirirken aklımızı kul-
lanmamız gerekir:
“Ey Ehl-i Kitap! brahim hakkında niçin çeki irsi-
niz? Hâlbuki Tevrat ve ncil, kesinlikle ondan sonra
indirildi. Siz hiç dü ünmez mi-
siniz?”11
3. Çevremizdeki olayları de-
erlendirirken aklımızı kullan-
malıyız:
“Dünya hayatı bir oyun ve
e lenceden ba ka bir ey de il-
dir. Muttakî olanlar (sakınan-
lar) için âhiret yurdu muhakkak
ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl er-
diremiyor musunuz?”12
“Sizin yaradılı ınızda ve
(Allah’ın) yeryüzünde yaydı ı
canlılarda kesin olarak inanan
bir toplum için ibret verici i a-
retler vardır.”13
te bu ve benzeri âyetlerde
Allah, bizden aklımızı kullan-
mamızı istemektedir. Yine bir
âyette aklını kullanmayanla-
rın hayvanlardan daha a a ı
seviyeye dü eceklerini belirt-
mektedir: “Yoksa sen, onların
ço unun gerçekten (söz) dinle-
yece ini yahut dü ünece ini mi
sanıyorsun? Hayır, onlar hay-
van gibidir, hatta onlar yolca
daha da sapıktırlar.”14
29
* Prof. Dr.
1 18/Kehf, 20.2 67/Mülk, 10.3 22/Hacc, 46.4 17/ srâ, 72.
5 53/Necm, 11.6 24/Nûr, 61.7 12/Yûsuf, 10.8 21/Enbiyâ, 67.9 2/Bakara, 164.
10 6/En’âm, 151.11 3/Âl-i mrân, 65.12 6/En’âm, 32.13 45/Câsiye, 4.14 25/Furkân, 44.
Dipnot
“ slâm dinine göre, Allah’ın emir ve
yasaklarına uymak zorunda olan
ki ilere yükümlü/mükellef denir.
Yükümlü olmanıniki artı vardır. Bu artlardan birincisi
akıllı olmaktır. Di erart da ergenlik
ça ına ula maktır.Buna göre, dinî
sorumlulu un ön artı akıllı olmaktır.
Aklı olmayan ki ilerinve ergenlik ça ına
ula mayan çocuklarındinî sorumlulu u
yoktur.”
Mayıs 201030
EdebiyatMusa TEKTA
Ahm
ed G
ENCA
L
31
Vakıf, bir hizmetin ge-
lecekte de yapılma-
sı için belli artlarla
ve resmî bir yolla ayrılarak bir
kimse tarafından tahsis edilen
mülk veya nakdiyedir. Vakıf,
herhangi bir kimsenin malını,
mülkünü veya parasını kendin-
ce önemli gördü ü bir amaca
hasretmektir. Vakıf, insanlı ın
varolu undan beri fıtratında
bulunan yardımla ma, daya-
nı ma davranı ının kurumsal-
la mı hâlidir. Özellikle slâm
anlayı ı ile ekillenen vakıf an-
layı ımız Türk medeniyeti ile
müessesele mi , böylece tüm
dünya medeniyetine ı ık tutan
bir dü ünce ve davranı biçimi
olmu tur.
Bilindi i gibi vakıf, ha-
yır yapma duygusunun en gü-
zel belirtisidir. Cenab-ı Hak,
Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman
edenler, Allah huzurunda rükû
ediniz, secde ediniz, O’na kulluk
ediniz ve hayır i leyiniz ki kur-
tulu a eri esiniz.” (22/Hac, 77)
buyurmu ; Yüce Peygamberi-
miz de “ nsan ölünce amel def-
teri kapanır, dünya ile ili kisi
kesilir. Ancak üç sınıf insanın-
ki kapanmaz, bunlar da: n-
sanların yararına olan mües-
seseler kuranlar; (cami, okul,
çe me, kütüphane, yol, köprü,
hastane, a evi) gibi hayır ku-
rumlarını tesis edenler. Arka-
sında faydalı ilim, kitap, eser,
ö renci bırakanlar. Yahut da
kendisine, ailesine ve milleti-
ne yararlı olan ve geçmi leri-
nin kemiklerini sızlatmayan
evlât bırakanların hayırları
bu dünyada devam eder.” (Ebû
Dâvud, Vesâyâ; 14; bn Mâce,
Mukaddime; 20) buyurmakta-
dır.
te hadis-i erifte zikredi-
len sadaka-i cariye, yani devam
eden, akan, hayır ve devam-
lı sevap... Bu erefe ve sevaba
VAKIfANLAYI IMIZ
Mayıs 201032
nail olmak isteyen ecdadımız,
asırlar boyunca bulundukla-
rı yerleri imar etmi ler. Han-
lar, hamamlar, kervansaraylar,
camiler, türbeler, a evleri, i-
fahaneler ve bunları ya atacak
vakıfl ar tesis etmek için âdeta
yarı mı lardır.
Nitekim asırlar geçti i halde
onların yaptı ı âbideler hâlen ya-
amakta, ülkemizi manevî, tarihî
ve turistik yönden de erlendir-
mekte ve süslemektedirler.
Vakıf müessesesinin kurulu-
u, slâm dininin sosyal hayatta
yardımla maya ve dayanı ma-
ya çok önem vermesinden kay-
naklanmaktadır. Bu anlayı ve
inanı ladır ki, vakıfl ar en eski
ve köklü müesseselerimizden
biri olmak niteli ini kazanmak-
tadır. Bundan dolayı “Vakıfl ar;
memleketini seven, milletini
dü ünen ve insanlı a ve hatta
hayvanlara hizmeti amaç edin-
mi olan insanların asil duygu-
larının tezahürüdür.” eklinde
de ifade edilir. Vakıfl arın idare-
si vakıfl ar mütevellisine aittir.
Vakıf, Sahih Vakıf ve Gayr-i Sa-
hih Vakıf olmak üzere ikiye ay-
rılmaktadır.
Sahih Vakıf; mülk arazi
sahibinin, maliki bulundu u
mülkünü belli bir amaçla vak-
fetmesidir. Gayr-i Sahih va-
kıf ise miri arazi türünden olan
arazinin yine belli bir amaca
tahsisidir.
Vakıf mütevellisi, vakfe-
dilmi olan ta ınmazlar üze-
rinde mülkiyetin devir ve tem-
liki dı ında di er tasarrufl arı
yapma yetkisine sahip olmak-
la birlikte, bu arazilerin mülki-
yet hakkı ile ilgili bir tasarrufta
bulunmak çok sıkı artlara ba -
lanmı tır.
stanbul Fatihi Sul-
tan Mehmet (II. Mehmet),
“Kanunname-i Kitabet-i Vi-
layet” adlı Kanunname ile ül-
kenin tamamının tapu tahrir
kaydını yeniden yaptırmı tır.
Fatih’in çıkarmı oldu u bu Ka-
nunnameye göre, fethedilen
arazilerin nüfusu, arazinin du-
rumu ve benzeri hususlar, tes-
cil gayesi ile resmî görevliler ta-
rafından yazılıp koruma altına
alınacaktır. Arazinin bu ekilde
yazılmasına “tahrir” denmekte-
dir ve bu i lemi iki memur yü-
rütmektedir. Bunlar, “Defter
Emini” ve “Vilayet Kâtibi”dir.
Defter Eminine, Muharrir-i
Memalik, Muharrir veya l Ya-
zıcısı da denmektedir.
Cihangir Hünkâr, fetihten
sonra âlimler, arifl er ve pa a-
larla beraber -hatta sonradan
kendisini muhakeme edecek
olan- Kadı Hızır Bey’le de yan
yana, muhte em bir merasim
ile Edirnekapı’dan ehre girin-
ce beyaz atının üzerinde asker-
lerine son talimatını öyle verir:
“Gazilerim! Cenab-ı Hakk’a
hamd ü senalar olsun ki
stanbul’un fatihleri oldunuz!
Mukâvemet etmeyip aman di-
leyenlere asla dokunmayın!
Kadınlara, çocuklara, ya lıla-
ra ve hastalara da en küçük bir
zarar vermeyin! Sadece size
helâl olan ganimetlerden alı-
nız!..”
Onun insan hakları beyan-
namesinden çok evvel ilân et-
ti i bu hükümler, millî tarihi-
mizin en erefl i vesikalarından
biridir. Bu âdilâne tavır kar ı-
sında hayran kalarak gözleri
dolan stanbul Patri i, Fatih’in
ayaklarına kapanır. Fatih, onu
aya a kaldırarak:
“Bizim dinimizde insanlar
kar ısında Allah’a secde eder
gibi e ilmek haramdır. Kalkı-
nız! Size ve sizinle birlikte bü-
tün Hıristiyanlara her türlü
hak ve hürriyetleri iade ediyo-
rum. u andan itibaren artık
hayatınız ve hürriyetiniz hu-
susunda gazab-ı ahânemden
korkmayınız!.. Patrikhane,
Rum Ortodoks cemaatinin li-
deri olarak tarih içinde kazan-
mı bulundu u bütün imtiyaz-
ları muhafaza edecektir…” der.
Fatih Sultan Mehmed Han,
dü manlar tarafından bile
takdir edilen bir padi ahtır.
Yegâne gayesi slâm bayra ını
bütün cihana hâkim kılmaktır.
Avrupa haritasını hiç yanından
ayırmadı ı bilinir.
Hassas, ince ruhlu, mü fi k
bir padi ah olan Fatih, zahirî
âlemdeki yükseli ini, mane-
viyat âleminde, yani tasavvuf
vadisinde de gerçekle tirmi ,
zülcenâheyn (iki kanatlı, iki
veçheli) dev bir ahsiyettir. Kı-
sacası o, zâhirde de bâtında da
emsalsiz bir sultandır. Milletin
hakkında o kadar ince ve mer-
hametli dü ünürdü ki, toplu-
munun sanki maddî ve manevî
babası idi. Bir merhamet
âbidesi olan Fatih, ümmete sa-
33
yısız vakıfl ar te’sîsi ile devrini,
sosyal adalet anlayı ının zirve-
sine yükseltmi tir. Bu vakıfl a-
rın vakfi yeleri, onun ulvî yüre-
inin inceliklerini sergiler.
Bir vakfi yesinde öyle de-
mektedir:
“ n â ettirdi im imâre-
thânemde stanbul fukarâsı
yemek yiyeler! stanbul fethi-
nin ehîd ailelerine ve yetimle-
rine ise, kapalı kaplarda, hava
karardıktan sonra, kom uları-
nın dikkatini celb etmeden, on-
ların izzet ve haysiyetleri koru-
narak yemek ikrâm edile!..”
Görüldü ü gibi Fatih, toplu-
mun korunmaya muhtaç fertle-
ri için en hassas edep ve efkat
ölçülerini aksettiren bu ulvî ka-
ideleri asırlarca evvel bu ekil-
de ortaya koyuyordu.
ehid ailelerine olan ihtima-
mı, çok büyük bir vefa örne i-
dir. Bilhassa, zamanımız insa-
nına bir nezaket, bir vicdan, bir
merhamet ve bir edep dersidir.
Fatih’in ilmi himaye et-
mek ve memleketinde ilmi ya-
atmak hususundaki çok ile-
ri görü ünü gösteren u hikâye
onun vakıf ruhunun ya aması
için neler dü ündü ünü bizlere
anlatmaktadır:
Fatih, ilim erbabı yeti tir-
mek için bol bol vakıfl ar tah-
sis etmi , bu i i çok geni ölçü-
de tutmu tu. Bunu gören veziri
itiraz etmek ister; “Zât-ı ahane
devletin mühimce bir varidatı-
nı talebe-i ulûma vakfediyor-
sunuz. Fakat bunlardan yüzde
onu adam çıkmaz yüzde dok-
sanı ay lak yiyici olur.” der.
O gün Fatih, vezirinin bu e-
kilde itirazını cevapsız bırakır,
ertesi gün vezirine öyle bir ira-
dede bulunur: “Yarın sabah
afakla Fatih Camii’ne git ilk
evvel camiye kim gelip en son-
ra kim çıkarsa u kesedeki be
yüz al tını ona ver.”
Vezir, Padi ah’ın emri üzere
o sabah erkenden caminin önü-
ne varır, ilk gelecek olan kim-
seyi bekler. Bir müddet sonra
fakir halli biri gelir, namazdan
sonra da camide en sonraya ka-
lan o olur, fakat vezir elinde-
ki altınları oldu u gibi bu ada-
ma vermeyi münasip görmez.
“Bu adama bir kaç tane altın
versem kâfi .” der ve geri kala-
nını devletin daha lüzumlu yer-
lerinde sarf edilmesini uygun
bulur. O gün ak ama do ru Sul-
tan Fatih ve zirini huzuruna ça-
ırtır. Emrini yerine getirip ge-
tirmedi ini sorar.
Vezir, dü ünceleriyle birlik-
te yaptı ı i i anlatır.
Fatih : “Bana bak vezirim;
sen ki bana en yakın kimsesin,
emirleri mi vasıtasız telâkki
edersin, sen emrimi de i tirir
ve böyle yaparsan yarın o yap-
tı ım vakıfl ar elden ele intikal
ederken ehline kâfi bir mik-
tar ya vâ sıl olur ya olmaz. Ve
hem sen; bunların yüzde onu
ancak okur, gerisi aylak yiyi-
ci olur, demekle çok lütufkâr
davrandın? Onların içinden
benim istedi im gibi yüzde bir
“Fatih : “Bana bak vezirim; sen ki bana en yakın kimsesin, emirlerimi vasıtasız telâkki edersin, sen emrimi de i tirir ve böyle yaparsan yarın o yaptı ım vakıflar elden ele intikal ederken ehline kâfi bir miktar ya vâ sıl olur ya olmaz. Ve hem sen; bunların yüzde onu ancak okur, gerisi aylak yiyici olur, demekle çok lütufkâr davrandın? Onların içinden benim istedi-im gibi yüzde bir âlim yeti sin ben razıyım. O bir memleketi
tenvîr et mek için muazzam bir varlıktır; ben öyle bir âlim yeti tirmek için doksan dokuzunu, onun hatırı için doyururum.”
Mayıs 201034
âlim yeti sin ben razıyım. O
bir memleketi tenvîr et mek için
muazzam bir varlıktır; ben
öyle bir âlim yeti tirmek için
doksan dokuzunu, onun hatırı
için doyururum.”
Vakıf hizmetleri yüzyıllar-
dır geli erek devam etmi tir.
Günümüzde de bu gönüllü hiz-
meti yürüten köklü müessese-
ler vardır. Bunlardan birisi de
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-
di Vakfı’dır. 14. yüzyıl eren-
lerinden olan Somuncu Baba
Hazretlerinin vakıf gelene-
i 1986 yılında Es-Seyyid Os-
man Hulûsi Efendi’nin temelle-
rini attı ı bu kurulu la yeniden
vücut bulmu tur. Hâlen Vak-
fın Mütevelli Heyet Ba kanlı ı-
nı deruhte eden H. Hamidettin
Ate Efendi’nin bir konu ma-
sındaki u cümleleri siz de er-
li okuyucularımızla payla ırken
vakıf anlayı ımızın ilelebed de-
vam edece ini bir kez daha his-
setmi oluyoruz.
19 Eylül 2006 tarihinde yap-
mı oldu u bir konu masında
u veciz ifadelerde bulunuyor:
“Kıymetli Gönül Dostları!
nsanların mutlu ve huzur-
lu olabilmesinin ilk artı, bir-
birleriyle karde çe, sevgi, saygı
ve ho görü içerisinde anla abi-
lecekleri, gönül ba ının, gönül
dostlu unun tesis edilmesidir.
Tasavvuf yolunu benimseyen-
ler, bu mektebin sıralarında,
bu iklîmin havasını soludukça,
o atmosferde pi erek olgunla -
tıkça ekillenirler. Sohbet hal-
kalarında manevî e itim ve
terbiye gördükçe; kendi iç dün-
yasındaki duygu ve isteklerini
en insanî seviyeye oturturken,
di er insanlarla münasebetle-
rini de sevgi ve saygı kuralları
dâhilinde disiplin altına alırlar.
nsanları Allah’a yakla tı-
ran en kopmaz ba iman ba ı-
dır. Gönüllerde yerle en bu ulvî
his; hak ve adaletle toplumun
huzurunu sa layan, cemiyetleri
ayakta tutan önemli temel un-
surlardır. Ki inin önce kendi-
siyle, sonra da toplumla barı ık
olması ancak gönül huzuruyla
mümkündür. Bunu da sa layan
en önemli etken sa lam iman
ve samimiyettir. Tasavvufta öz;
ihlâs, samimiyet ve gönülden
ba lanmaktır.
Bizim gayemiz, Allah’a la-
yık bir kul, Sevgili Peygambe-
rimize layık bir ümmet olmak-
tır. Devrine maneviyat ı ıkları
saçan, ya adı ı 20. yüzyılın ulu-
larından; kalemiyle, kelâmıyla,
manevî ahsiyetiyle ve eserle-
riyle gönüllere taht kuran, gö-
nüller sultanı Es-Seyyid Osman
Hulûsi Efendi Hazretlerinin
bize göstermi oldu u düstur-
da hizmet yoluna devam etmek,
çalı mak ve insanlı a yeni yeni
hizmetler sunmaktır.
Hulûsi Efendi Hazretle-
ri, tasavvufî dü üncesiyle hep
gönüllere hitap eden, gönül-
lere hizmet eden bir yüce ah-
siyettir. O, Allah’ın yarattıkları-
na sevgi ile bakmı , “ nsanların
hayırlısı, insanlara faydalı olan-
dır.” prensibini benimseyerek
insanlı a hizmeti, Hakk’a hiz-
met kabul etmi tir. nsanlara
efkat ve yardımda ahlâk nu-
munesi sevgili ceddi Hz. Mu-
hammed (s.a.v.)’i örnek almı ,
ulu ecdadı Somuncu Baba haz-
retlerinin ve silsile-i sâdâtın yo-
lunu takip etmi tir. Allah ve
Resulü’nün rızasını kazanmak
için, insana ve çevreye kar ı du-
yarlı olmu , gösterdi i hassasi-
yetle samimiyetini bütün öm-
rüne yaymı tır.
Onun hayatına bakıldı ın-
da, insanlar arası ili kilere çok
geni seviyede yer verdi i ve bu
konularda çok hassas oldu u
rahatlıkla görülebilir. Hizmet-
leri ve hareketleriyle, ihlâs ve
samimiyetin eseri olarak insan-
lara kar ı yardımsever ve ho -
görülü, içinde ya adı ı toplu-
ma kar ı güven verici ve barı ı
sa layıcı bir manevî görevi üst-
lenmi oldu u açıkça mü ahe-
de edilir.
Efendi hazretlerinin bizlere
emanet etti i Vakfımız, her i i
en güzel bir biçimde yapmı bü-
tün dünyaya örnek olacak eser-
ler meydana koymu tur. Tarihî
eserlerin restorasyonundan,
yeni yapılan hizmet binalarımı-
za kadar her ey insan için dü-
ünülmü tür, her hizmet bir
gönül kazanmak gayesiyle ya-
pılmı tır.”
H. Hamidettin Ate
Efendi’nin 01.01.2006 tarihli
konu masındaki güzel sözleriy-
le yazımızı taçlandıralım:
“Es-Seyyid Osman Hulusi
Efendi Hazretleri, hizmet ve va-
kıf insanıdır. 1914 yılında ba -
layan hareketli ve bereketli bir
35
güzel ömür 1986 yılında ken-
di isimleri ile kurulan vakıf hiz-
metleri bir çatı altında toplan-
mı tır.
Yüz yıllara ı ık tutacak bir
vakıf anlayı ı ortaya çıkmı -
tır. Vakfımızın kuruldu u ilk
yılları hatırlıyorum, Efen-
di hazretleri yetmi iki ya la-
rında pir-i fani, gönlü hizmet
ve Allah sevgisi ile dolu, ya -
lanmı olmasına ra men kö-
esine çekilmemi yeni olu a-
cak hizmetlerin heyecanı ve
mutlulu unu ya ıyordu. Ev-
latlarına hizmetlerin nasıl ya-
pılması gerekti ini farklı bir
ekilde anlatıyordu. O, gele-
cekten ümitli idi, her zaman
gelecek nesillerin ilerde daha
güzel ilim hevesi ile müceh-
hez olaca ını söyler idi… Efen-
di hazretleri bir sohbetlerinde:
‘Yapılan bu hayır hizmetleri
memleketimizin dı ına ta a-
cak ve büyüdükçe büyüyecek.’
ve ‘Yüce Allah (c.c.)’tan hüs-
nü kalp ile ne istedik ise oldu.’
buyurmu lardır.
Hulûsi Efendi hazretleri-
nin ba kanlı ında Devletha-
nenin küçük bir odasında bir
masa ve birkaç dosya ile ba -
layan bu hizmet ve gönül ha-
reketi büyüklerin himmeti, ev-
latlarının özverili çalı maları
ile bir gönül medeniyetine dö-
nü mü tür. Allah’ın izni ile
çok kısa bir zamanda daha gü-
zel ve kapsamlı hizmetler yapı-
lacaktır.
Vakıf gönüllüleri teva-
zu sahibidir. Büyüklerin ör-
nek ahlâkından ö rendi i ha-
kikatleri kendi hayatına tatbik
eder; daima gönül yapıcı, gü-
ler yüzlü, tatlı dilli bir ekil-
de incitmeden konu ur mesai
arkada larına, kar ı olgun bir
insan olarak vazifelerini ye-
rine getirir. Örnek bir insan
olur.
Vakıf gönüllüleri idealist
insanlardır. Yalnızca günü ve
kısa hedefl eri dü ünmez ile-
riye dönük projeler üreterek
gerçekçi ve mantıklı bir e-
kilde geli en dünya artlarına
göre kendini yeniler ve geli -
tirir. Zamanın kıymetini çok
iyi bilir. Vakıf çalı anı, Allah’a
kar ı olan kulluk vazifeleri-
ni noksansız bir ekilde yeri-
ne getirir. Mensubu oldu u
yolun yolunda yürümeyi ö -
renir. Böylece huzurlu, mut-
lu bir hayat sürmenin zevki-
ne varır.
Yaptı ı her i te büyüklerin
himmetlerinin kendisiyle ol-
du una inanır, benlik duygu-
suna kapılmadan, varlık için-
de yok olma uuruyla en güzel
çalı maları, hizmetleri sırf Al-
lah rızası için görev bilinci ve
sorumlulu u ile ortaya koyar.
Bu hizmetlerinden dolayı
büyüklerin himmetine maz-
har olur. Himmet, her zorlu u
a makta, kolaylı a ula makta
bir manevî destektir.
En güzel plan, proje ve ça-
lı malar Allah’ın izni ve bü-
yüklerin himmetiyle yapılmı
ve insanlı ın hizmetine su-
nulmu tur. Ne mutlu bu yolda
hizmet eden bahtiyarlara…”
“
“Bizim gayemiz, Allah’a layık
bir kul, Sevgili Peygamberimizelayık bir ümmet
olmaktır. Devrine maneviyat ı ıkları
saçan, ya adı ı 20. yüzyılın ulularından;kalemiyle, kelâmıyla,manevî ahsiyetiyle ve eserleriyle gönüllere taht kuran, gönüller
sultanı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi
Hazretlerinin bize göstermi oldu udüsturda hizmet
yoluna devam etmek, çalı mak ve insanlı ayeni yeni hizmetler
sunmaktır.”
Mayıs 201036
KültürEnbiya YILDIRIM*
EL UZATMAKMUHTACA
lhan
SO
YLU
37
Etrafımızda ya a-
yan insanlara öy-
le bir göz gezdirdi-
imizde, herkesin durumunun
aynı olmadı ını görürüz. Bazı
insanlar sa lıklı iken bir kıs-
mının hastalıklardan muzda-
rip oldu unu, bir kısmı maddî
imkânlarının yerinde olması
nedeniyle rahat bir ya am sü-
rerken bazılarının ise en te-
mel ihtiyaçlarını kar ılamada
bile zorlandıklarını ve sıkıntılar
içinde ya adıklarını görürüz.
Velhasıl, toplum pek çok açı-
dan farklılıklar arz eden, her-
kesin de i ik ekillerde hayat
sürdü ü bir yapı arz eder. Bu
farklılıklar bizlere bir gerçe i
de gösterir: O da, toplum için-
de, gözetilmesi gereken, korun-
maya, deste e ve ilgiye muhtaç
insanların bulundu udur. Ge-
çim sıkıntısı içinde çırpınan,
evlerinin temel ihtiyaçlarını
bile kar ılamakta çaresiz kalan-
lar, yoksulluk sebebiyle ya ama
sevinçlerini, mutluluk ve hu-
zurlarını kaybedenler böyledir.
Keza sahipsizlik nedeniyle tek
ba larına hayatlarını sürdür-
me durumunda olan ya lılar ile
özürlü olmaları nedeniyle çalı-
amayanlar toplum içinde yar-
dıma muhtaç olan di er kesim-
lerdir.
Huzurlu toplumlar, hiç üp-
hesiz ki fertlerin birbirleriyle
barı ık oldukları toplumlardır.
nsanların en temel ihtiyaçla-
rını kar ılayamadıkları ve ülke-
de ya ayanlar arasındaki ya am
standardı arasındaki bo lu un
son derece açıldı ı ve muhtaç-
larla ilgilenilmedi i toplum-
larda gerçek anlamda bir hu-
zurdan bahsedilemez. Böylesi
toplumlarda mal dü manlı ı
ba gösterece i gibi insanla-
rın kanunî olmayan yollardan
arzuladıkları ya amı yakala-
ma çabasına girmeleri de top-
lumun kanayan bir yarası ola-
caktır. Ekonomisini son derece
ilerletmesine ra men sosyal ba-
rı ı sa layamamı ülkelerdeki
sosyal çalkantılar ile karga a ve
hırsızlıkların çok fazla olması
bunun göstergesidir. Esasında,
devletler ellerindeki imkânları
dü künlere ve muhtaçlara se-
ferber etseler bile herkese ye-
ti meleri imkânsızdır ve bunu
sürekli olarak devam ettire-
mezler, muhtaç insanların ih-
tiyaçlarını kar ılamada yeter-
siz kalırlar. Böylesi durumlarda
sorumluluk aynı ülkeyi pay-
la an di er yurtta lara dü er.
Bu ihmal edildi inde de ortaya
bahsetti imiz tablo çıkar.
Sosyal hayata son derece
önem veren dinimiz bu nokta-
da da devreye girmekte ve top-
lumu bir bedenin azalarına
benzetmektedir. nsan vücu-
dunun herhangi bir yerinde bir
sızı oldu unda tüm beden nasıl
rahatsız olur ve o eleme ortak
olursa, toplumu payla an bi-
reylerin de sıkıntı çeken insan-
ların sorunlarını bir beden gibi
payla malarını ister. Bu husu-
sa vurgu yapan Hz. Peygamber
(s.a.v) toplumdaki her ferdi vü-
cudun bir parçasına benzeterek
bir aza rahatsız oldu unda di-
er azalar nasıl bunun acısına
ortak oluyorlarsa, herkesin di-
er insanların dertlerine ortak
olmalarını iste r. Böyle deme-
si yanında kendisi de hayatın-
da bunu uygulamı , göreme-
di i insanların evlerine kadar
“ badet etmek sadece namaz kılmak veya
oruç tutmak de ildir. Bunlar elbette yerine
getirilmesi gereken hususlardır ancak
insanlara yardımda bulunmak, sa lık sorunu
olanların tedavileriyle ilgilenmek de bir
ibadettir. Bir insanın yüzünü güldürmekten
daha hayırlı ne olabilir ki!”
Mayıs 201038
giderek sorunlarıyla ilgilenmi ,
elindekini ihtiyaç sahiplerine
vermekte tereddüt etmemi tir.
Herkesin sorunlarıyla ilgilen-
meyi bir borç bilmi tir.
Bunun yanında, yüce kita-
bımız Kuran, toplumu fertle-
rinin olu turdu u bir aile gibi
tarif etmektedir. (49/Hucurat,
10). Aile içinde ya anan sorun-
lar ve mutluluklar nasıl her bir
birey tarafından payla ılır ve
herkes buna ortak olursa, top-
lumsal mutluluk ve sorunlarda
da herkesin kendini aile bireyi
gibi hissetmesini ister. Bu ger-
çekle ti i zamandır ki, insanlar
gerçek toplum bilincine ula -
mı lar demektir. Hz. Peygam-
ber (s.a.v)’in müminleri birbi-
rine kenetlenmi yapı ta larına
benzetmesi ve bu yapı ta ları-
nın bir binayı meydana getirdi-
ine i aret etmesi de aynı husu-
sa yapılan bir vurgudur.
imdi Hz. Peygamber
(s.a.v)’in benzetmesini gözü-
müzde bir canlandıralım: Her
bina küçük yapı ta larından
meydana gelmektedir. Bu yapı
ta larından bir kısmı olmadı-
ında bina sa lam olmaz. Hele
de bu yapı ta ları binanın en
kritik noktasında olursa, o bi-
nanın yıkılmaya maruz kalması
her zaman muhtemeldir. Top-
lum içinde ya amı bizlerle pay-
la an insanlar da çe itli sorun-
ları nedeniyle di erlerinden
koptuklarında, yani sorunlarını
halledemediklerinde binadan
koparlar, belli bir a amadan
sonra toplum için zararlı bir
konuma bile gelebilirler. Belki
kendilerine bile zarar verirler.
Sonuçta bunun cezasını top-
lumun tamamı çeker. ç huzur
bozulur, insanlar yarınların-
dan ümitlerini keser ve herke-
sin üzerine karamsarlık hâkim
olur. Sokaklar hatta evler bile
güvenli olmaktan çıkar. Hırsız-
lıkların çok fazla artmasını bir
de bu açıdan dü ünün?
Esasında bu tür sıkıntıların
nasıl giderilece inin formülle-
rini dinimiz bizlere ö retmi -
tir. Zengin olanların yılda bir
kez kazançlarından çok cüzi bir
miktarı fakirlere vermelerini is-
temi tir. Bunun yanında ihti-
yaç sahiplerine yardımda bu-
lunmayı te vik etmi ve bunu
sadaka olarak isimlendirmi -
tir. Hz. Peygamber (s.a.v) bir
hadislerinde bu hususta öy-
le buyurmaktadırlar: “Müslü-
man Müslüman’ın karde idir.
O’na zulmetmez onu yalnız bı-
rakmaz, bir kimse Müslüman
karde inin ihtiyacını kar ılar-
sa, Allah da ona yardım eder.
39
Bir kimse bir Müslümanın sı-
kıntısını giderirse, Allah da kı-
yamet günü onun sıkıntıların-
dan birini giderir. Bir kimse din
karde inin ayıbını örterse, Al-
lah da kıyamet gününde onun
ayıbını örter.” Hz. Peygamber
(s.a.v) bir ba ka hadislerinde
de “Fakirleri arayın, onları gö-
rüp gözetin. Siz ancak fakirleri-
nize yardım sayesinde yardım
görür ve rızıklanırsınız.” buyur-
maktadırlar.
nsanların ihtiyaç sahiple-
rinin sorunlarıyla ilgilendi i,
ellerinden geldi i kadar yar-
dımcı oldu u, fakirleri ve dü -
künleri gözetti i bir toplumda
huzurdan ba ka bir ey bulun-
maz. nsanlar kendileriyle il-
gilenen birilerinin bulundu-
unu bildiklerinde yarınlarına
daha umutlu bakarlar ve ümit-
sizlik içine dü mezler. Onlara
yardım edenler de bundan bü-
yük bir haz almalıdırlar. Çün-
kü yardım ettikleri kimselerin
yerinde kendileri de olabilir-
lerdi veya yarın o duruma dü-
ebilirler. Dolayısıyla kar ı-
sındakine iyilik yapan insan
esasında kendisine iyilik yap-
mı olmaktadır. Ayrıca her
eyi görüp gözeten Allah yapı-
lan iyiliklerin kar ılı ını hem
bu dünyada hem de öteki dün-
yada verecektir. Allah Teâlâ bir
ayet-i kerimede bu hususa vur-
gu yapmaktadır: “Sevdi iniz
eylerden Allah için harcama-
dıkça iyili e eremezsiniz, Her
ne harcarsanız Allah onu hak-
kıyla bilir!” (3/Al-i mran, 92)
Bazı zenginlerin yaptıkla-
rı toplu yardımlarda ya anan-
lar hepimizin malumudur. n-
sanlar birkaç parça kuru gıda
kapabilmek için birbirini ez-
mekte, kameralara görünme-
mek için yüzlerini gizlemekte
ve onurlarını korumaya ça-
lı maktadırlar. Çe itli sosyal
yardım kurulu larının yap-
tı ı yardımlar da ülkemizde
oldukça fazla sayıda ihtiyaç
sahibi bulundu unu göster-
mektedir. Yapılan bilimsel ça-
lı malarda da bu sonucu gör-
mek mümkün olmaktadır.
Buradan hareketle etrafımız-
da pek çok ihtiyaç sahibi insan
oldu unu söyleyebiliriz. unu
iyi bilelim ki: badet etmek sa-
dece namaz kılmak veya oruç
tutmak de ildir. Bunlar elbet-
te yerine getirilmesi gereken
hususlardır ancak insanlara
yardımda bulunmak, sa lık
sorunu olanların tedavileriyle
ilgilenmek de bir ibadettir. Bir
insanın yüzünü güldürmek-
ten daha hayırlı ne olabilir ki!
Bu nedenle soka a çıktı ımız-
da hayata bir de bu gözle bak-
maya çalı alım. Böyle bakar-
sak el uzatılmayı bekleyen ne
kadar insan oldu unun farkı-
na varırız.
* Prof. Dr.
“Sosyal hayata son derece önem veren dinimiz bu noktada da devreye girmekte ve toplumu bir bedenin azalarına benzetmektedir. nsan vücudunun herhangi bir yerinde bir sızı oldu unda tüm beden nasıl rahatsız olur ve o eleme ortak olursa, toplumu payla an bireylerin de sıkıntı çeken insanların sorunlarını bir beden gibi payla malarını ister.”
Mayıs 201040
Ümit insanın en
önemli serma-
yelerinden biri-
dir. Ümit ne kadar iyi ve olum-
lu ise, ümitsizlik de o kadar
kötü ve olumsuz bir duygudur.
nsanlar yatırımları, iyilikle-
ri, sermayeleri, amelleri var-
sa ümitli, bunlar yoksa ümit-
siz olurlar. A acı diken meyve
umar, dikmeyen ise ya diken-
den umar veya günün birinde
karamsarlı a dü er ve ümitten
yoksun kalır. Hem ümidin hem
de ümitsizli in yani korkunun
a ırısı hastalı a yol açar. Bu se-
beple denge nizamı olan dini-
miz, hayat kitabımız olan yüce
Kur’ân ve dinin en güzel teb-
li cisi, Kur’ân’ın ise en iyi mü-
fessiri olan Hz. Peygamber
(s.a.v) de insanda var olan bu
duyguları dengede tutmu tur.
Âyetlere ve hadislere baktı ı-
mız zaman bir grup âyet ve ha-
disin insanları korku içinde ol-
mayı telkin etti ini, bir ba ka
grubun ise ümit a ıladı ını gö-
rürüz. u âyetleri bu gözle in-
celeyelim:
“Kim Allah’tan korkar-
sa, Allah ona i inde bir kolay-
lık verir.”1 “ te bu, Allah’ın
size indirdi i buyru udur. Kim
Allah’tan korkarsa Allah onun
kötülüklerini örter ve onun
mükâfatını arttırır.”2.
“De ki: Ey kendi nefi sleri
aleyhine haddi a an kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümit kes-
meyin! Çünkü Allah bütün gü-
nahları ba ı lar. üphesiz ki
O, çok ba ı layan, çok esirge-
yendir.”3.
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
ÜM TVÂR OLMAK“Yüce Allah’ın bizden istedi i, Hz. Peygamber (s.a.v)’in de ö retti i korku, gerçek
anlamıyla bir mü’min endi esi ve sorumlulu udur. Bu endi e ve sorumluluk zaman
içerisinde uurlu bir bilince ve hayat tarzına dönü ür. Bunu kazanabilen mü’min
ticaretinde, helal-haram çizgisine dikkat eder, sokakta vakarını korur, insanlarla
ili kisinde de malayani eylere iltifat etmez.”
41
“Ey o ullarım! Gidin de
Yusuf’u ve karde ini iyice ara -
tırın, Allah’ın rahmetinden
ümit kesmeyin. Çünkü kâfi rler
toplulu undan ba kası Allah’ın
rahmetinden ümit kesmez.”4.
“( brahim:) dedi ki: Rabbi-
nin rahmetinden, sapıklardan
ba ka kim ümit keser?”5.
Bazı âyetler ise her iki du-
rumu da bir arada bulundu-
rur, hem korkuyu hem de ümi-
di aynı anda ifade eder. Mesela
u âyetler bu kabildendir: “Is-
lah edilmesinden sonra yeryü-
zünde bozgunculuk yapmayın.
Allah’a korkarak ve (rahmeti-
ni) umarak dua edin. Muhak-
kak ki iyilik edenlere Allah’ın
rahmeti çok yakındır.”6, “Kor-
karak ve ümit ta ıyarak Rab-
lerine ibadet ederler.”7 “Kim
Allah’tan korkarsa, Allah ona
bir çıkı yolu ihsan eder.”8
Âyetleri açıklayan ve destek-
leyen bazı hadisler ise öyledir:
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet
edildi ine göre Resûlullah
(s.a.v.) öyle buyurdu: “E er
mü’min, Allah’ın azabının ni-
telik ve niceli ini bilseydi, cen-
net ümidine kapılmazdı. Kâfi r
de Allah’ın rahmetinin nitelik
ve niceli ini tam olarak kavra-
yabilseydi, O’nun cennetinden
asla ümidini kesmezdi.”9
Abdullah bni Mes’ûd
(r.a)’dan rivâyet edildi ine göre
Resûlullah selem(s.a.v) öyle
buyurdu: “Cennet size ayakka-
bılarınızın ba ından daha ya-
kındır. Cehennem de öyledir.”10
Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah (s.a.v) ölmek üzere
olan bir gencin yanına girmi -
ti. Hemen sordu: “Kendini na-
sıl buluyorsun?”. “Ey Allah’ın
Resûlü, Allah’tan ümidim var,
ancak günahlarımdan kor-
kuyorum.” diye cevap verdi.
Resûlullah (s.a.v) da u açıkla-
mayı yaptı: “Bu durumda olan
bir kulun kalbinde (ümit ve
korku) birle ti mi Allah o ku-
lun ümid etti i eyi mutlak ve-
rir ve korktu u eyden de onu
emin kılar.”11
Genel olarak slâm mü’min
insanın korku ve ümit arama-
sında ya amasını, bu ikisi ara-
sında makul bir denge kurma-
sını prensip kılmı tır. Mü’min
aczine, kusurlarına, günahla-
rına ve kayma ihtimaline kar-
ı hep bir korku içinde ya ama-
lı. Ancak bu korku, hayatı zehir
edecek boyuta ula ıp adım at-
masına engel olacak bir korku,
tereddüt ve kararsızlık eklinde
olmamalıdır. Zira bu gibi kor-
Mayıs 201042
kular farklı psikolojik hastalık-
ların davetçisi olabilir. Günah
i leyece im diye eve kapan-
mak, haram karı ır korkusuyla
ticaret yapmamak, gıybet ede-
rim diye insanların arasına ka-
tılmamak slâm’ın mü’minden
istedi i davranı lar de ildir. O
zaman Yüce Allah’ın bizden is-
tedi i, Hz. Peygamber (s.a.v)’in
de ö retti i korku, ger-
çek anlamıyla bir
mü’min endi esi ve so-
rumlulu udur. Bu endi-
e ve sorumluluk zaman
içerisinde uurlu bir bi-
lince ve hayat tarzına
dönü ür. Bunu kazana-
bilen mü’min ticaretin-
de, helal-haram çizgisi-
ne dikkat eder, sokakta
vakarını korur, insan-
larla ili kisinde de ma-
layani eylere iltifat et-
mez.
Öte taraftan mü’min,
kendi yapabildi i ve
Allah’ın nimetleri kar-
ısında fazlaca bir de er
ta ımayan amellerine
de il, Allah’ın geni rahmeti-
ne bakarak her zaman ümitvâr
olmalıdır. “Ümit fakirin azı ı-
dır.” denir ama aynı zamanda
bu ümit denilen büyük serma-
ye mü’minin de azı ıdır. Fakat
ümitvâr olmak kuru kuruya,
”Benim ümidim var.” demekle
olmaz. Ümit ta ımak için bel-
li yatırımların yapılması ve ge-
rekli adımların da atılması ge-
rekir. Etrafımıza baktı ımız
zaman karamsarlık ta ımayan-
ların genellikle gerekli adımları
atan ve olması gereken giri im-
leri kurallarına uygun olarak
yapan kimseler oldu unu görü-
rüz.
Buna göre, ailesiyle ülfet ku-
rabilmi ve onlara hak ettikle-
ri sevgiyi verebilmi bahtiyar
aile reisleri ailesinin gelece in-
den; ö rencisine vermesi gere-
ken do ru bilgileri en iyi ekil-
de verebilmi ba arılı hocalar
onların ba araca ı güzel i ler-
den; yöneticisini isabetli seçmi
olanlar, onların âdil ve do ru
icraatlarından ümit beslemeyi
de hak eder. Bu konularda pe -
pe e atılan yanlı ve uursuz
adımlar ise karamsarlık davet
ederken ümitleri de tüketir.
Mü’min korku ve ümit den-
gesini kurabildi inde ya amak
bir anlam ta ırken, bu dengeyi
bozması durumunda hayat ger-
çek anlamını yitirir. Yani imanı
olanın, sâlih ameli hayat felse-
fesi haline getirenin, her alanda
sorumlu davranan mü’minin
ümitvâr olması için aslında çok
sebep vardır. Ümidimiz attı ı-
mız adım kadardır. Mü’min ka-
ramsarlık, yakınma, mazeret ve
ikâyet adamı de ildir. Her tür-
lü kötülü ü yaparak Allah’ın
emanet verdi i dünyayı çekil-
mez hale getiren sorumsuzla-
ra bile ümit a ılamak ve dün-
yayı yeniden çekilir
hale getirmek yine
mü’minlere dü mek-
tedir.
slâm dü ünürle-
rinin bu konuda çok
güzel sözleri vardır.
Bazılarını hatırla-
makta yarar var:
“En büyük fela-
ketler içinde dahi
ümidini kaybetme
Unutma ki ilik en
sert kemi in içinden
çıkar.” (Hâfız)
“Güçlük kolaylık-
la beraberdir, ken-
dine gel, ümidi bı-
rakma! Akıllı insan bilir ki,
ölümün arkasında bile daha
güçlü bir hayat beklemekte-
dir.” (Mevlâna).
* Prof. Dr.
1 65/Talâk, 4.2 65/Talâk, 5.3 39/Zümer, 53.4 12/Yûsuf, 87.5 15/Hicr, 56.6 7/A’râf, 56.7 32/Secde, 16.8 65/Talâk, 2.9 Müslim, “Tevbe”, 23.10 Buhârî, “Rikâk”, 29.11 Beyhakî, uabu’l-Îmân, II. 5., no: 1003. (Bu
kaynaktaki metinde ki i daha farklıdır, ancak aynıkonu anlatılmaktadır.)
Dipnot
43
C HANNÜMÂ
Faziletli bir ehir… Kutsanmı , gök yasalıMarmara’ya yansıyan bir stanbul masalı
Rabbim onu bah etmi , ba ı lamı yurdumaMiraç’tan yere inmi misilsiz cihânnümâ
Sûfî bir sûret gibi cihânı gören aynaSonsuz aralanıyor; bütün yelkenler mayna
nsan, insana sevgi, insan insandan eminBir de il âhir hükmü, keremli ile kemin
Ha metiyle bir sultan, duruyor at üstündeBuram buram bir zaman demlenir set/üstünde
Dilleniyor lâleler, gülü/ en gülhânedeKim onmu , kim onacak bu hâzin virânede?
Her saat Sirkeciden beyaz bir tren kalkarYazın kırmızı lâle, karakı ta sıcak kar
Sonsuzlu u dü ünür, tema a edince kulMücerret bir sevdânın çera ıdır stanbul.
Olcay YAZICI
Mayıs 201044
KültürResul KESENCEL
HAZRET- MUHAMMED (S.A.V.)’DEN GÜNÜMÜZE MUKADDES EMANETLER
“Eskiden Peygamberlerin ve Allah dostlarının ellerinde
bulundurdukları âsâ aynı zamanda ni âne ve bir nevi güç
sembolü olarak da kabul edilir. Hazret-i Peygamber (s.a.v.)
de bazı zamanlarda âsâya dayanır ve bunun peygamber
ahlâkından oldu unu ifade ederdi.”
ÂSÂ-YINEBEVÎ
45
Eskiden Peygamberlerin ve Allah
dostlarının ellerinde bulundurduk-
ları âsâ aynı zamanda ni âne ve bir
nevi güç sembolü olarak da kabul edilir. Hazret-i
Peygamber (s.a.v.) de bazı zamanlarda âsâya da-
yanır ve bunun peygamber ahlâkından oldu u-
nu ifade ederdi. Kaynaklarda bir ar ın ya da daha
uzun ucu e ri bir de ne i oldu u, bu de ne i de-
veye bindi i zaman önüne astı ı, Veda Haccı’nda
Hacerü’l Esved’i uzaktan onunla selâmladı ı riva-
yetleri bulunmaktadır. Urcun denilen bir ba ka
de ne ini ise Bâkî Kabristanı’na giderken yanın-
da bulundurur, otururken elinde evirip çevirirdi.
Bu de ne e dayanarak hutbe okudu u da olurdu.
Da a açlarından kesilmi , Mem uk adıyla anı-
lan bir de ne i ise Hazret-i Osman (r.a.)’ın hi-
lafeti zamanında ona intikal etmi , Halife min-
berde hutbe irad ederken Cahcah bin Kays ya da
Cahcah bin Said denilen bir ki i bu de ne i elin-
den alıp dizine dayayarak kırmı tı. Bu olay üze-
rine halk Cahcah’a ba ırdı, Hazret-i Osman da
minberden inip evine gitti. Daha sonra Cahcah’ın
elinde ve dizinde ka ıntı peyda oldu. Hazret-i
Osman’ın ehadetinin üzerinden bir yıl geçme-
den ka ıntıdan öldü.
Hicretin 10. yılında Neca i de Zübeyr bin
Avvam’a (r.a.) bir âsâ hediye etmi , Rasûlullah
(s.a.v) bu âsâyı musallada sütre olarak kullan-
mı tı. Bu âsâyı Zübeyr (r.a.)’in Uhud Sava ı’nda
öldürdü ü bir mü rikten ganimet olarak aldı ı
da rivayet edilmektedir. bni Sa’d, bayram gün-
leri ile ya mur duasına çıkıldı ında Hazreti Bi-
lal (r.a.)’in Rasûlullah (s.a.v)’ın önünde âsâsını
ta ıdı ını nakletmektedir. Rasûlullah (s.a.v)’ın
âsâlarından biri Muaviye’nin halifeli i zamanın-
da Sa’d el Karazi’nin yanında bulunuyordu. Hic-
retin 50. yılında hacca gelen Muaviye, Mescid-i
Nebevînin minberini söküp âsâ ile beraber am’a
götürmek istedi. “O ve Peygamber (s.a.v.)’in
âsâsı Medine’de bırakılamaz. Çünkü Medineliler
Osman’ın katilleridir.” dedi. Bunun üzerine Cabir
bin Abdullah ile Ebû Hüreyre (r.a.) “Ey mümin-
lerin emiri, Rasûlullah (s.a.v)’ın minberinin ko-
nulmu oldu u yerden sökülüp götürülmesi de,
âsâsının am’a nakledilmesi de do ru de ildir.”
diyerek mani oldular.
Hicretin 597. yılında vefat eden Ebülferec
ibnü’l Cevzi, Hazreti Peygamber (s.a.v)’e ait bir
âsânın kendi ya adı ı devirde halifeler nezdin-
de muhafaza edildi ini nakletmektedir. Minberle
birlikte hilafet alâmeti olarak kabul edilen âsâya,
Emeviler, Abbasiler ve Fatimîler zamanında bü-
yük önem veriliyordu. Abbasi halifeleri mera-
simlerde Rasûlullah (s.a.v)’ı taklid ederek elinde
âsâ bulunan bir görevliyi önlerinde yürütürlerdi.
Halife Mütevekkil, Hazret-i Peygamber (s.a.)’e
ait aneze denilen de ne i yanına aldıktan son-
ra bu ekilde ta ıtmaya ba ladı. Fatımî halifele-
ri ise hilafet alâmeti âsâyı bizzat kendi ellerinde
ta ırlardı. Kalka endi, elmas ve inci ile süslenmi
bu âsânın bir buçuk karı uzunlu unda oldu u-
nu, Ba dad’da Abbasi hazinesinde bulunurken
Hırka-i Saadet ile birlikte Sultan Sencer tarafın-
dan Müster id Billah’tan alındı ını, Muktefi za-
manında (H. 535/M.1141) iade edildi ini, Mo ol
istilasına kadar orada kaldı ını rivayet etmekte-
dir. Ba dad halifeli inin Mo ollar tarafından kal-
dırılmasından ve Ba dad’ın ya malanmasından
sonra, slâm hükümdarlarında hilafet sembolü
olarak kullanılan bir âsâya rastlanmamaktadır.
Bursa Mısrî Dergâhı eyhi emseddin Efen-
di ise Bursa dergâhlarını anlattı ı “Yâdigâr-ı
emsi” isimli eserinde Medine’de bulunan Âsâ-
yı Nebevî’nin manevî i aret üzerine Baba Yusuf
isimli bir zat tarafından alınarak üçe bölündü ü-
Mayıs 201046
nü, bir parçasını Emir Sultan Hazretleri’ne, bir
parçasını Hacı Bayram Veli’ye, bir parçasını da
emredilen bir ba ka yere götürdü ünü, Emir
Sultan’ın getirilen emaneti kendi âsâsının or-
tasına yerle tirdi ini ve türbesinde muhafaza
edilen bu âsânın Bursa’da Âsâ Suyu ismiyle bi-
linen suyun ortaya çıkı ında kerametinin görül-
dü ünü rivayet etmektedir. Yani Hazret-i Pey-
gamber (s.a.v.)’in âsâsı intikal yolu ile
gelerek Allah’ın velî kulları tarafından
muhafaza edilmi tir. Tâsâvvufta âsânın
kıymeti fazladır. Rasûlullah (s.a.v.)’dan
gelen bu emanet ve kullanım mür id-i
kamiller tarafından devam ettirilmi -
tir. Hatta bununla ilgili olarak çok gü-
zel beyitler vardır. Es-Seyyid Osman
Hulûsi Efendi Hazretleri âsâ ile ilgili u
güzel beyitleri kaleme almı tır ki anla-
mının derin bir ekilde tefekkür edil-
mesi gerekir:
Elinde var iken fırsatı ganîmet bil
Hebâ olmadan ömr tarîk-i Mustafâ’yı tut
Makbûl-i dergâh-ı Hakk olma a istersen rızâ
Bir mür id-i kâmilin elindeki asâyı tut
Var ehl-i Hakk’a hizmet et bî-taleb ü bî-garaz
“Seyyidü’l-kavmi hâdimuhum”
emr-i Habîb-i Kibriyâ’yı tut
Eyüp Sabri Pa a, Mir’atü’l Hara-
meyn’in Medine-i Münevvere ile alâkalı
kısmında Medinelilerin bayram na-
mazlarını kılmak için namazgâha çıkar-
ken Asr-ı Saadetteki gibi Hazret-i Fahr-i
Âlem (s.a.v)’in âsâsını ta ıdıklarını an-
latmaktadır. Hâlen Topkapı Sarayı’nda
Emânetler arasında bir de âsâ muhafa-
za edilmektedir. Ye il çuha kılıf içerisin-
de bulunan âsâ, 148 santimetre uzunlu-
unda, altı kö eli ceviz ya da ona benzer
bir a açtan mamul olup ucunda gümü -
ten ba lı ı vardır. Ba lık üzerinde:
“Padi ahım Hakk’a minnet gözlerin yine aydın
Oldu Hak’dan sana bir em’-i hidayet bu âsâ
Ravza-i Pâk-i Nebîden bir nihal-i servdir
N’ola verse sayesinde cihana rahat bu âsâ”
mısraları yazılıdır.
Yazı ve süslemeler 16. asrın, karakterini yan-
sıtmaktadır. Gerek âsânın durumu, gerekse ba -
lı ındaki yazının muhtevası, bizzat Hazret-i Pey-
gamber (s.a.v)’in kullandı ı âsâ olmayıp
sonradan Ravza-i Mutahhara’daki bir
a açtan imal edildi i ve bu mekânın
Allah Rasûlü’yle irtibatına binaen te-
berrüken muhafaza edildi i intiba-
ını uyandırmaktadır. Buna benzer
bir ba ka âsânın üzerinde ise Kâbe-i
Muazzama’nın tamirinden çıkan bir
a açtan imal edildi i yazılıdır.
Hazret-i Musa (a.s)’nın âsâsının ta-
rih içerisinde ayrı bir yeri oldu u için bu
yazımızda Hazret-i Musa’nın âsâsından
da bahsetmek istiyoruz. Âsâsı Hazret-i
Musa (a.s)’ya kayın pederi uayb (a.s)
tarafından hediye edilmi tir. 122 cm
uzunlu unda, a açtan olup, ba kıs-
mında bir budak yeri vardır. Taberînin
rivayetine göre Cennetten getirilmi tir.
Âsâ ve el beyazlı ı, Hazret-i Musa’ya
verilen iki mucizedir. Ejderha hâline
dönü erek Firavun’un adamlarının si-
hirlerini yutan ve Kızıldeniz’e dokundu-
ruldu unda denizi ikiye ayıran âsâdan
Kur’an-ı Kerim’de;
“Bunun üzerine Musa âsâsını attı.
Bir de ne görsünler. O apaçık bir ejder-
ha (oluverdi)! Ve elini (cebinden) çıkar-
dı, birden o da bakanlar için bembeyaz
parlayan bir ey oldu.”( 7/A’raf, 107-
108) “Biz de Musa’ya ‘Âsânı at!’ diye
vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onla-
rın uydurduklarını yakalayıp yutuyor.
Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların
yapmakta oldukları yok olup gitti. (Fi-
ravun ve kavmi) orada yenildi ve küçük dü erek
geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandı-
lar.” (7/A’raf, 117-120) eklinde bahsedilmekte-
47
dir. (Bkz: Hilmi AYDIN¸ Hırka-i Saadet Dairesi
ve Mukaddes Emanetler, stanbul, 2004.)
Ahmed Cevdet Pa a’nın Kısas-ı Enbiya ve
Tevarih-i Hulefa isimli kitabında konuyla alâkalı
olarak u bilgilere rastlanmaktadır:
“Hazret-i Musa, Firavun’u hak dine ça ırınca
Firavun hayret ederek Hazret-i Musa’ya
‘Sen çocuk iken bizim sarayımızda büyü-
dün, sonra bir suç i ledin ve kaçtın, imdi
dönüp geldin, ne demek istiyorsun?’ dedi.
Hazret-i Musa ‘Yerlerin ve göklerin ve bü-
tün yaratıkların Rabbi ‘Âlemlerin Rabbi’
adına hak dine davet ediyorum.’ deyince
Firavun öfkelenip ‘Mısır’da benden ba ka
rab yoktur. E er sen benden ba ka rab ve
ilâh tanırsan, seni zindana koyarım.’ diye
tehdit etti. Musa (a.s) âsâsını yere bırak-
tı, âsâ hemen büyük bir ejder olup hare-
ket etmeye ba ladı. Firavun ondan ürktü
ve ‘Daha önce kâhinin haber verdi i çocuk
bu olmasın!’ diye endi eye dü tü. Etrafın-
daki yakınlarına ‘Ne buyurursunuz? Musa
sanatında maharetli büyük bir sihirbaz-
dır, sihirbazlıkla sizin inancınızı bozup da
Mısır hükümdarlı ını ele geçirmek isti-
yor.’ dedi. Onlar da ‘Biraz mühlet ver, et-
rafa görevliler gönder, ne kadar maharet-
li sihirbazlar varsa getirsinler, Musa ile
Harun’a üstün gelsinler.’ diye görü lerini
bildirdiler. O zamanlar sihirbazlık dünya-
da pek geçerli bir sanat olmu ve her ta-
rafta itibar bulmu tur. Firavun tarafından
görevlendirilen görevliler tarafından, ne
kadar maharetli sihirbaz varsa Mısır’a ge-
tirildi ve Kıbtiler’in yılba ındaki bayram
gününde belli bir yerde toplanmak üzere
herkese ilan edildi.
O gün bütün Mısır halkı orada toplan-
dı. Sihirbazlar da oraya getirildi. Sihir-
bazlar meydana çıkıp ‘Firavun’un azame-
tine yemin ederiz ki biz galip gelece iz!’ diyerek
sihirbazlık aletleri ve malzemeleri olan iplerini
ve de neklerini ortaya attılar ve göz ba cılıklar-
la birtakım yılanlar geziyor gibi gösteri ler yaptı-
lar. Hemen Musa (a.s) âsâsını bıraktı. Âsâ büyük
bir ejder olup alet ve malzemeleri yuttu. Sihirbaz-
lar baktılar ki, ne ip var, ne de nek var. Oysa e er
Musa’nın i i sihirbazlık olsa, yalnız kendi göste-
ri leri bozulmalı, fakat ip ve de nek gibi alet ve
malzeme mevcut kalmalı idi. ‘Bu mutlaka be-
er gücünün haricinde bir mucizedir.’ dediler ve
Hazret-i Musa’ya iman ettiler.
Firavun çok fazla öfkelendi ve ‘Me er
Musa sizin ustanızmı , önce onunla i i pi ir-
mi siniz ve srailo ulları ile birlikte Mısır’ı
ele geçirmeye karar vermi siniz. Bakınız
ben size ne yaparım, ellerinizi ve ayaklarını-
zı keserim ve sizi hurma dallarına âsârım!’
dedi. Onlar da ‘Zarar yok, biz Musa’nın ila-
hına iman ettik. Biz ancak O’nun ba ı lama-
sını ve bize acımasını isteriz.’ dediler. Bun-
dan sonra da Musa (a.s) pek çok mucizeler
gösterdi, ancak gerek Firavun, gerekse kav-
mi imana gelmedi. Kıptî kavminin bir grubu
‘Musa’ya niçin bu kadar meydan verilmeli,
halkın zihinlerini bozuyor. Onun hareketi
âdeta memleketi ifsat etmek ve halkı isya-
na te vik etmektir.’ diyerek Firavun’u tah-
rik ediyorlardı.
Oysa srailo ulları’nın bütün boyları
Hazret-i Musa’ya ba lanarak tek vücut ol-
mu lar ve böylece kendilerini esaretten kur-
tarabilecek bir duruma gelmi lerdi. Bundan
ötürü Firavun da bir aralık belayı defetme
kabilinden srailo ulları’nın Mısır’dan çı-
kıp gitmelerine izin vermi ti. Sonra pi man
oldu. Musa (a.s) ise bir zaman tayin ederek
bütün srailo ulları ile haberle ti, gecele-
yin onları Mısır’dan çıkardı ve Süvey Deni-
zi kenarına götürdü. Firavun bunu duyun-
ca hemen etrafındaki askerlerini topladı ve
srailo ulları’nın arkasına dü tü. Sabahle-
yin onlara yakla tı.
Musa (a.s.) âsâsı ile denize vurdu. Deniz ya-
rıldı. On iki yol açıldı. On iki boyun her biri bir yoldan
gitti. Firavun askerleriyle onları izledi, srailo ulları
geçip kurtuldu, sonra deniz kapanıp eski hâline dön-
dü ve Firavun askerleriyle beraber bo uldu.”
Mayıs 201048
GeziFatih ERKOÇO LU*
NOTLARI -I-NEW YORK
“Kızılderililerin katledildi i kendi yapımları western filimler ve di er ba ka
pek çok filmden tanıyordum bu ülkeyi. Tabii olarak bu ülke ile alakam
sadece televizyonda ve sinemalarda izledi im filmlerden ibaretti.”
49
ngiltere, Güney
Afrika ve Mal-
ta gibi ülkelerde
daha uygun fi yatlara ngilizce
kursu imkânları varken ben bil-
hassa “Yeni Dünya”ya gitmek
istedim. Zira hep, dünyaya yön
veren ve aynı zamanda dünya-
nın jandarmalı ını da yapan
Amerika Birle ik Devletleri’nin
görülmesinin ve burada bir
miktar da olsa ya anılmasının
önemli oldu unu dü ünmü -
tüm.
Kızılderililerin katledildi-
i kendi yapımları western fi -
limler ve di er ba ka pek çok
fi lmden tanıyordum bu ülke-
yi. Tabii olarak bu ülke ile ala-
kam sadece televizyonda ve si-
nemalarda izledi im fi lmlerden
ibaretti. Orada da kendilerini
ne kadar tanıtıyorlarsa, ancak
o kadar malumatımız oluyordu.
lahiyat Fakültesinde okur-
ken Amerika’ya da gitmi
olan hocam brahim Özdemir,
Amerika’ya Nasıl Gidilir? is-
minde bir kitap yazmı tı. Ho-
camın bu kitabı da Amerika’yı
gündemime sokmu tu, fakat bu
ülkeye yolculuk yapmam için
hemen hemen on yılın geçmesi
gerekecekti.
Aynı sitede oturdu umuz bir
arkada ım Amerika’ya gitmek
istedi ini ifade etmi , ben de
ona hocamın yazmı oldu u yu-
karıda zikretti im kitabı hedi-
ye etmi tim. kiz kulelerin sal-
dırıya u radı ı yıl, Amerika’ya
giden bu arkada ım dilini ge-
li tirdikten sonra burada bir
kısım ticarî i ler yapmaya ba -
ladı. Yıllar sonra bu arkada ı-
mın arkada ı Serdar Dönmez’in
yardımıyla ben de Amerika’da
Cambridge Schools denilen bir
ngilizce kursuna kayıt yaptır-
dım. Birçok kimsenin almakta
zorlanaca ımı söyledikleri vi-
zeyi ise kurstan gönderilen ak-
septansla hiç de sıkıntı çekmek-
sizin elde ettim. Fakültemizden
Gökhan Sebati I kın Bey’in va-
sıtasıyla da çok uygun bir fi yata
Türk Hava Yolları’ndan gidi ve
dönü uçak bileti buldum. Böy-
lece “Yeni Dünya”ya yolculu u-
muzun resmî hazırlıkları bit-
mi ti.
Asya yerlilerinin Bering
Bo azı’nın donmasıyla birlik-
te Amerika’ya Alaska üzerinden
yürüyerek geçtikleri ifade edi-
lir. Kristof Kolomb ise uzun bir
gemi yolculu u ile yeni kıtaya
ula mı tı. Benim vesaitim ise
çok daha moderndi. Buna ra -
men on bir saatlik bir yolculuk
sonrasında New York’un John
F. Kennedy Havalimanı’na in-
mi tim. Serdar Dönmez beni ve
aynı uçaktan inen ba ka kimse-
leri de kar ılamak üzere orada
bulunuyordu. Emaneten büyük
bir Amerikan arabası tedarik et-
mi ve bizim için havalimanına
kadar gelmi ti. Elimizdeki ba-
vulları da bu arabadan ba ka-
sı ta ıyamazdı zaten. Ramazan
ayının onuncu günüydü. Yol-
culuk nedeniyle ben o gün oruç
tutmamı tım. Takrîben yarım
saatlik bir yolculuk sonrasında
vardı ımız yerde Türkler henüz
iftarlarını açmak üzere idiler.
Orada onların iftar sofralarında
karnımızı doyurduktan sonra 5
ay 21 gün boyunca kalaca ımız
eve götürdü bizi Serdar.
1926 yılında yapılmı olan
bu bina Kırımlı bir Türk’e aitti.
Binanın be inci katında 1200
dolara kiraladı ımız ev, iki
oda ve bir salondan olu uyor-
du. Buzdolabı ve oca ın oldu u
Mayıs 201050
mutfak ve küvetli bir banyomuz
vardı. Serdar bize bir yer yata-
ı bulmu tu. Evin bir odasın-
da Somali kökenli ve müteaki-
ben Amerikan vatanda ı olmu
olan Uveys Ali Nur kalacak-
tı, ben de di er caddeye bakan
odayı tuttum. Benimle gelen
di er arkada salonu kullana-
caktı ve birkaç ay sonra gelen
ba ka bir arkada la burasını
payla acaktı. Benim hesabı-
ma dü en kira, elektrik ve in-
ternet ücreti 430 dolardı. Sa-
dece yer yata ı olan bu odayı
adam etmek için bir miktar
para harcamak gerekti.
Evimiz Bronx’daydı ve
4 Treninin dura ı Bedford
Park Boulevard’dan yürüye-
rek altı yedi dakikalık mesa-
fedeydi. D Treninin dura ı
ise neredeyse hemen bizim
evin altında idi. Gider git-
mez 81 dolara aylık met-
ro kartı aldık. New
York’a ula tı ımızın
ikinci günü Grand
Central’a çok ya-
kın bir mesafede
bulunan kursu-
muza gittik. Önü-
müzdeki dört ay
boyunca burada
Christy, Micha-
el, Amy ve Ines
isimli hocalar-
dan dersler
aldık. Hoca-
larımız mes-
l e k l e r i n i n
erbabı idi,
talihsizli i-
miz ise çok sayıda Koreli, Japon
ve Türkle aynı sınıfı payla mak
zorunda olu umuzdu. unu be-
lirtmeden geçmek istemem:
nsanî olarak sınıfımdaki bü-
tün arkada larımdan memnun
kaldım. Benim serzeni im sa-
dece dil hususunda idi, zira Ko-
reliler ve Japonların dili bizim-
kilerden daha da problemli idi
ve söyledikleri pek çok eyi an-
lamakta zorlanıyordum. Türk-
lerle bir araya gelince de insan
Türkçe konu madan edemiyor-
du.
Gurbette Ramazan zor oldu
benim için. Yıllar öncesinde
am’da da bir Ramazan geçir-
mi tim, fakat New York’taki
Ramazan benim için biraz da
sıkıntılı geçti. Birkaç defa sınıf-
taki bazı arkada larla (Koreli ve
Japon birkaç arkada ımız da
dahil) Brooklen’de Kırımlıların
camiine iftara gittik. Burada iki
ak am ezanını bana okuttular.
Allah razı olsun burada ya a-
yan amcalarımızdan ve teyzele-
rimizden; yediklerimiz yetmez-
mi gibi, kalan yemeklerden de
ellerimize sahuriyelik tutu tur-
dular. ftarı bekleyi ve ezanla
birlikte topluca yeme e ba la-
yı , bizimle birlikte buraya ge-
len Japon ve Koreli arkada -
larımız için farklı bir tecrübe
olmu tu.
Ramazan ve Kurban Bay-
ramlarını New York’da
51
kutladık. Özellikle Ramazan
ayında bizim (sınıfta be Türk
vardık ve hepsi de oruç tutu-
yorlardı) oruç tuttu umuzu ö -
renen sınıf arkada larımız bi-
zim nasıl aç ve susuz bu kadar
saat dayanabildi imizi hayret-
ler içinde soruyorlardı. Rama-
zan Bayramı’nın ilk gününde
Mehmet Emin isimli arkada-
ımın Brooklyn’deki Güllüo -
lu Baklavacısı’ndan getirdi i
bir tepsi baklavayı bütün kur-
sa takdim ettik. Hocalarımız
ve sınıf arkada larımız oldukça
memnun kalmı lardı. Yanım-
da götürmü oldu um sazım-
la, Ramazan Bayram’ında Türk
arkada ların Bronx’da ya ayan
Türk aileler için hazırladıkları
bir organizasyonda birkaç türkü
okudum. Kurban Bayramı’nda
ise Manhattan’ın göbe inde
Türk Kültür Merkezi’nde elli
altmı ki ilik bir gruba saz çalıp
türkü söyledim.
Kendimle ilgili olarak ak-
tardıklarımın bu kadar yeter-
li oldu unu dü ünüyorum.
imdi isterseniz biraz da New
York’tan bahsedelim.
New York’un ilk yerle imci-
leri, A a ı Manhattan’da ya a-
yan ve Algonkin dilini konu an
yerliler idi. 1524 yılında Giovan-
ni da Verrazano’nun New York
Limanı’na gelmesiyle birlikte
burası müteakiben bütün Av-
rupalıların ele geçirmeye çalı -
tıkları bir yer oldu. Hollandalı-
lar 1621’den önce bölgeye Kürk
tüccarlarını gönderdiler ve
1624 yılında Nieuw (Yeni) adını
verdikleri kolonilerini kurdu-
lar. 1626 yılında Minuit isim-
li bir peder Manhattan adasını
yerlilerden 24 dolarlık süs e ya-
sı kar ılı ında satın aldı. Ne var
ki Hollandalılar burasını 1664
yılında ngilizlere kaptırdılar.
ngiliz hâkimiyetiyle birlikte
bu yeni yerle im biriminin adı
ngiltere’deki York’a nispetle
New York oldu. 1783’teki Ame-
rikan Ba ımsızlık Sava ı’nda
ngilizler burasını kaybetmi -
lerse de artık ehrin ismi New
York olarak kaldı. 19. yüzyıl-
da ehir hızla büyüyüp önem-
li bir liman haline geldi. A a ı
Manhattan’da 4. Tren’den ini-
lip Fulton Caddesi’nden a a ı-
ya do ru yüründü ünde özel-
likle caddeye do ru sa lı sollu
yer alan binalar ve (Seaport)
Piere 17 denilen alı veri mer-
kezinin hemen yanında bulu-
nan ve limana demirlemi gibi
duran gemiler New York lima-
nının 19. yüzyıldaki bu döne-
mini hatırlatmak için yerle ti-
rilmi tir. A a ı Manhattan’ın
sahil kesiminde Hollandalılar-
dan kalma kilise ve birçok ya-
pıyı bugün halen görmek müm-
kün.
Atlantik Okyanusu’nun kıyı-
sında yer alan New York’un do-
kuz milyonluk bir nüfusu var.
New York sokaklarında benim
gibi ngilizcesini geli tirmek
için gelen çe itli milletlerden
birçok insanı görmeniz müm-
kün. Bu arada New York’ta tam
170 dilin konu uldu unu bili-
yor musunuz? Belediyenin bü-
tün resmî kurumlarında span-
yolca, Rusça, Çince, Korece,
talyanca gibi muhtelif diller-
de danı manlık ve bilgilendir-
Mayıs 201052
me hizmeti ile Türkçe’nin de
bulundu u 100 dilde de tercü-
manlık hizmeti verilmektedir.
New York Büyük ehir Be-
lediye ba kanının yetki ve so-
rumlulukları bizdeki büyük e-
hir belediyesi ba kanlarından
oldukça fazladır. New York Be-
lediyesi Manhattan, Bronx,
Queens, Brooklyn ve Staten
Island’ın dâhil oldu u be ayrı
bölgeden olu maktadır. Man-
hattan da yukarı, orta ve a a ı
Manhattan olarak isimlendiril-
mektedir. New York Beledi-
ye Ba kanı 50 milyar dolardan
fazla bir bütçeyi yönetmekte-
dir. Yakla ık 40 bin polisiy-
le Amerika’nın en büyük po-
lis gücü olan New York Polisi
(NYPD) Belediye Ba kan’ına
ba lıdır. Belediyenin 250 bin
çalı anı bulunmaktadır.
New York, hiç uyumayan
bir ehir. Özellikle geç vakit-
lerde Brooklyn Köprüsü’nden
Manhattan’a do ru bakıldı ın-
da buradaki çok sayıda ve çok
katlı binaların ı ıklarının gece
boyunca yandı ını görebilirsi-
niz.
Her gün 5 milyon New York-
lunun kullandı ı metro, 370 ki-
lometre uzunlu u ile dünyanın
en uzun metro a larından bi-
risidir. New York Metrosu sa-
baha kadar çalı maktadır. Bu
durum hem yolculuklarında
metroyu tercih edenlerin i ine
geldi i gibi özellikle ana durak-
larda, oturaklara uzanarak ya
da oturmak suretiyle uyumaya
çalı an evsizler için de sıcak bir
ortam temin etmektedir.
Metro hatları özellikle Man-
hattan merkezinde birkaç kat
olarak hizmet vermektedir.
Hemen her metro dura ından
bulabilece iniz metro harita-
larından (Subway Map) yarar-
lanmak suretiyle gidece iniz
yere daha kolay ula abilmekte-
siniz.
Gördü üm kadarıyla New
Yorklular oldukça yardım se-
verler. Zira metro vagonlarında
sanatlarını icra edenlere, evsiz
ve barksızlara daima verilecek
paraları oluyor. Ayrıca daha
önce gazete ve televizyonlara
yansıdı ı biçimde Amerika’da
ba ınıza bir ey geldi inde kim-
senin dönüp de bakmadı ı ve
hiçbir ekilde yardımcı olma-
dı ı haberlerinin aslının olma-
dı ını bizzat tecrübe etmi bir
ki iyim. Merdivenleri çıkarken
aya ınız mı burkuldu, mutla-
ka yanınızda birisi size yardım-
cı olmak için bulunabiliyor. Bu
arada ambulansın ise birkaç
dakika içinde olay mahallinde
oldu unu söylememe bile ge-
53
rek yok sanırım. Metroyu kaçır-
mamak için ko uyorsunuz, ka-
pılar kapandı kapanacak siyahî
bir New Yorklu hemen elini ka-
pıya tutuyor ve hareket ede-
meyen trene sizin bini iniz ko-
lay oluyor. Gerçi bu durum geç
kalmanıza da sebebiyet vere-
biliyor. Zira hemen her durak-
ta böyle bekleyen trenler saye-
sinde tren seferlerinde aksama
meydana gelmektedir. Aklıma
gelmi ken metro çok erken bir
dönemde New Yorkluların kul-
lanımına sokulmu ise de yer
yer metro hatlarının bakıma ih-
tiyaçlarının oldu u görülecek-
tir. Ayrıca tren trafi inde de
yukarıda açıkladı ımız durum-
lardan ve ba ka nedenlerden
dolayı sık sık aksamalarla kar-
ıla abiliyorsunuz. Ço u defa
da i inize ve kursunuza geç kal-
manız söz konusu.
Metrolarda ve metro du-
raklarında pek çok insanı el-
lerinde farklı müzik aletleri ile
ya da sa a sola yerle tirdikle-
ri irili ufaklı kolonlar ile Micha-
el Jacksonvâri danslarını sergi-
lerken görmeniz mümkün. Bir
sabah, büyük apkaları ve elle-
rinde gitarları ile iki spanyolu,
arkılarının bitiminde yolcu-
lardan para topladıktan son-
ra di er vagona geçerlerken,
ellerindeki büyük davullar ve
ritimlerle yeni vagonda hazır-
lı a ba layan siyahî Amerikalı-
ları, özellikle Çin mahallesinin
oldu u duraklarda ise mahallî
musikî aletleriyle Uzak Do u-
luları görebilir ve musikilerinin
en güzel örneklerini dinleyebi-
lirsiniz. “Peki yukarıda sazın-
dan bahsettin, sen metroda bir
eyler çalmadın mı?” dedi i-
nizi duyar gibiyim. Metronun
sesi benim sazımın sesini bas-
tırdı ı için bunu tecrübe etme
imkânım olmadı. Fakat yolcu-
luk ederken çevremdeki birçok
insanın kılıfındaki sazımı me-
rak etti ini söyleyebilirim.* Dr .
Mayıs 201054
MÛSIKÎDENM LL YETE
EdebiyatVedat Ali TOK
55
Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir ey anlamaz bizden
Yahya Kemâl Beyatlı
Kökü mâzînin derinliklerinde olan millet-
ler çe itli bakımlardan kendine has hususiyetler
meydana getirmi tir. Milleti meydana getiren un-
surlar dedi imiz ey de budur. Milletlerin tarihi
derinle tikçe millî özellikleri de artmı tır. Çün-
kü geçen her zaman, bir arada ya ayan insanla-
rın ortak de erlerine verdi i kıymeti zenginle -
tirmi tir. Meselâ Türk milleti için hilâl ile yıldız
bayra ının sembolü oldu u için her Türk, nere-
de bir hilâl ekli görse kalbi çarpar; hatta atlasta
Türkiye haritasını görse heyecanlanır. Bu, millet
olabilmi her toplum için kendi öz de erleri bakı-
mından geçerli bir histir. Her millet kendi de er-
lerini benimser, onlara saygı duyar, hatta kutsal-
lık bile izafe edebilir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Ki i kavmi-
ni sevmekten dolayı kınanamaz.” buyurmu tur.
Çünkü insanın fıtratı bunu gerektirir. Kozmopo-
lit ülkelerde umum halkın ortak de erleri bulun-
madı ı için onlar küreselle meye uygun karakter-
ler gösterebilir.
Türk milleti, kökü tarihin derinliklerine daya-
nan nadir milletlerden biridir. Millet, etrafında
kümelenece i, derdine deva bulabilece i, haya-
tını u runa feda edebilece i birçok ortak de e-
rin sahibidir ve bu ortak de erler de millî husu-
siyetler arz eder. Bize ait din, dil, vatan, bayrak,
hürriyet, cesaret, fedakârlık, misafi rperverlik…
gibi birçok maddî ve manevî kıymetlerimizi saya-
biliriz. Bunları tek tek ele aldı ımız zaman da az
ya da çok; ama mutlaka di er milletlerden fark-
lı yönlerimizin oldu unu bariz bir ekilde görebi-
liriz. Meselâ bayra ımız bize has anlamlar ta ır.
Hilâl, slâm’ı; yıldız ise Türk milletini temsil eder.
Birçok millette görülemeyen fedakârlık duygusu
bizim insanımızda vardır. Türk milleti misafi r-
perverdir. Hiç tanımadı ı insanla bile bir lokma
ekme ini payla ır. Ana babaya öf bile demenin
evladı ifl ah etmeyece ini bilir Türk milleti… Bu
yüzden ya lılar evlerde yük de il, ba ların tacı-
dır. Keza kom usu açken kendisi tok yatmaz; bilir
ki kom u hakkı vardır… Yava yava kaybolmaya
yüz tutsa bile kom uluk ili kilerini canlı tutma-
nın gayretini gösterir bizim insanımız. Duyuyo-
ruz, Avrupa’da tek ba ına ya adı ı için ölüsünden
bile ancak günler sonra haber alınabilen insanlar
var. Hâlbuki bizde akrabalık ili kileri sıcak bir e-
kilde devam etmektedir.
Geli en ve modernle en günümüzde, daha
birço unu saymadı ımız millî ve manevî de erle-
rimizi gereksiz gördü ü için yıkmaya çalı an söz-
de aydınlara ra men, gerçek aydınların bunların
kar ısında kale gibi durdu unu ve bu güzel de-
erlerimizi gelecek ku aklara aktarma mücadele-
si verdiklerini de görmezden gelemeyiz.
Yukarıdan beri bahsetti imiz millî ve manevî
özellik arz eden hususlardan biri de edebiyattır,
sanattır, mûsıkîdir. Bunlar da bize ait özellikler
arz eder. “Sanat evrenseldir” sözünü birçok kim-
se maalesef yanlı yorumlamaktadır. Millî bir sa-
natı olmayan milletin, evrensel olması mümkün
de ildir. Sanat ancak yerel, millî özellikler, yani
mensup oldu u millete ait nakı lar ta ıdıktan
sonra evrensel olabilir.
Sanatçı evrensel olma u runa kendi kimli ini
göz ardı etse bile mutlaka ba ka bir kimli e bürü-
nüyor demektir.
Ülkemizde Tanzimat’la ba layan yanlı batılı-
la ma ne yazık ki kendi kültürüne, edebiyatına,
tarihine bigâne; hatta dü man nesillerin yeti -
mesine sebep olduysa da bu durumdan kurtul-
mayı kendine hedef edinen kültür, sanat adam-
ları da olumlu sonuçlar verecek çalı malarından
geri durmadı.
Edebiyatımızda öze dönü ü, millî de erle-
re yeniden sahipleni adına bir akım dahi ba la-
tıldı. Mesela Faruk Nafi z Çamlıbel, Türkiye’nin
kültüründe, tarihinde, co rafyasında, gelene in-
de… ke fedilmeyi bekleyen nice hazineler bulun-
du una dikkat çeken airlerimizden biri olmu -
tur. Özellikle “Sanat” iirinde millî zevki ok ayan
güçlü mısralar söylemi tir. Çamlıbel, kendi öz de-
erlerimizin ihmale u radı ından ikâyet etti i
Mayıs 201056
bu iirinde millî sanat ve kültürümüzün yaban-
cılara özentiyi gerektirmeyecek kadar zengin ve
bâkir olu una dikkat çekerek artık batı hayranla-
rıyla bir yol ayrımına geldi inin mesajını da ve-
rir bu iirinde:
Yalnız senin gezdi in bahçede açmaz çiçek,
Bizim diyarımız da bin bir baharı saklar!
Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek,
ncinir düz caddede da da gezen ayaklar.
Sen kubbesinde ince bir mozaik arar da
Gezersin kırk asırlık bir mabedin içini,
Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,
Bize heyecan verir bir parça ye il çini…
Sen raksına dalarken için titrer derinden
Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebe in
Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Topra a diz vuru u da gibi bir zeybe in.
Fırtınayı andıran orkestıra sesleri
Bir ürperi getirir senin sinirlerine,
Iztırap çekenlerin acıklı nefesleri
Bizde geçer en yanık bir mûsıkî yerine
Sen anlayan gözlerle süzersin uzun uzun
Yabancı bir ehirde bir kadın heykelini,
Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun
Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini…
Ba ka sanat bilmeyiz, kar ımızda dururken
Yazılmamı bir destan gibi Anadolu’muz
Arkada , biz bu yolda türküler tuttururken
Sana u urlar olsun… Ayrılıyor yolumuz!
Yahya Kemâl, mûsıkînin de bir milleti di-
er milletlerden ayırt edici önemli bir kültür
unsuru oldu u görü ündedir. Bu yüzden Türk
mûsıkîsinin önemli bestekârlarından Dede Efen-
dilere, Itrîlere, Tanburî Cemillere dikkat çeker i-
irlerinde. Zira onların her bir bestesi birer Türk-
lük unsurudur Beyatlı’nın gözünde…
Sadece Türklere de il, bütün Müslümanlara
“Tekbir”in bestesini hediye eden Itrî’ye kar ı bü-
yük bir saygı besler Yahya Kemâl. Bu hayranlı ını
u mısralarla dile getirir:
Mûsıkîsinde bir taraftan din,
Bir taraftan bütün hayât akmı ;
Her taraftan, Bo az, o ehrâyîn,
Mavi Tunca’yla gür Fırat akmı .
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, evkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinat akmı
Yahya Kemâl, birçok insanın eski mûsıkîmizden
anlamadı ı için bizden de bir ey anlayamayaca-
ını söylüyor. Çünkü kendi mûsıkîsi ile dertlen-
meyen yahut ne elenmeyen bir insanın rûhen bu
memlekette yabancı olaca ı kanaatindedir. Yah-
ya Kemâl, mûsıkînin bir milleti kucaklayıcı, ku a-
tıcı bir unsur oldu unu öyle ifade ediyor:
Tâ Budin’den Irak’a, Mısr’a, kadar,
Fethedilmi uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmü bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamı ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemi ihtiyar çınarlardan
Kitaplık
Sevgi Yolu
Yusuf Hakiki Baba
Aksaray Belediyesi
Tel: 0382 213 54 92
Eshab-ı Kehf
Ya ar ALPARSLAN
Ukde Yayınları
Tel: 0344 225 13 00
Divan-ı Hafız-ı Mar’a î
Lütfi ALICI
Ukde Yayınları
Tel: 0344 225 13 00
Bir Ya ama Biçimi Edibiyat
Bekir O UZBA ARAN
Nüve Kültür Yayınları
Tel: 0332 352 23 03
Çocuklarımızın
Ba arısı Elimizde
Prof. Dr. Sefa SAYGILI
Elit Kültür Yayınları
Tel: 0212 446 08 08
57
Beyatlı’nın, Var ova’da görevli bulundu-
u sırada hissettikleri de yine millî bir has-
sasiyetin tezahürüdür. Kar Mûsıkîleri iiri,
gurbette sılasını dü ünen bir yüre in ferya-
dından ba ka bir ey de ildir:
Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce a ızdan koro hâlinde devamlı,
Bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
Duydumsa da zevk almadım slâv kederinden.
Zihnim bu ehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûrî Cemil Bey çalıyor eski plâkta.
air, acıklı bir mûsıkînin bile insanın
rûhunu teselli edecek bir özellik ta ıdı ını;
fakat yabancı bir müzi in kendi ruhunda
hiçbir yankısının bulunamayaca ını söy-
lüyor bu iirinde.
Yahya Kemâl’in nazarında mûsıkînin
ayrı bir güzelli i ve önemi vardır. Çün-
kü ona göre mûsıkî vatan gibi, bayrak
gibi, millî; slâm’dan izler ta ıdı ı için de
dînî bir yönü vardır. airin “eski mûsıkî”
ve “biz” kavramlarıyla kastetti i mana
rûhunu, biz, “Yol Dü üncesi” iirinde açık
bir ekilde gördük. Sanıyorum açıklamaya
çalı tı ımız beytin açılımı da iirin u bö-
lümünde verilmi :
-Cihan vatandan ibârettir, îtikadımca -
Budur ölümde benim çerçevem,
murâdımca;
Vatan ehirleri kar ımda, her saat, bir bir;
Fetihler ufku Tekirda ve sevdi im zmir;
erefl i kubbeler iklîmi,
Marmara’yla Bo az;
Üzerlerinde bulutsuz ve bitmeyen bir yaz;
Bütün eserlerimiz, halkımız ve askerimiz;
Birer birer görünen anlı anlı cedlerimiz;
çimde dalgalı Tekbîr’i en güzel dînin;
Zaman zaman da “Nevâ-Kâr’ı”
do sun, Itrî’nin.
Ölüm yabancı bir âlemde bir geceyse bile,
Tahayyülümde vatan kalsın eski hâliyle…
Mayıs 201058
PsikolojiSefa SAYGILI*
Sınava Hazırlık
5 T KURALI“Ö rencilerin en büyük dü manı kaygı, panik ve strestir. Bunlardan kurtulamayan
ö renciler sınavda ba arılı olamamaktadır.”
59
Sınavlardaki ba-
arısızlık alt ya-
pıdaki yetersiz-
liklerden kaynaklanıyor. Bu
problemler kar ısında ne yap-
malıyız? Yapaca ımız i e önce-
likle 5 T kuralını uygulamakla
ba lamalıyız.
Tespitin yapılması, Te hi-
sin konulması, Tedavinin uy-
gulanması, Takip edilmesi, Ta-
mamlama.
Sınava hem bedenen hem
de psikolojik olarak hazır ol-
malıyız. Fiziksel egzersiz yap-
malı, tekrar, özet çıkarma, ön-
ceki soruları inceleme ve grup
çalı masına önem vermeliyiz.
Grubumuz en fazla 4 ki i olma-
lıdır. Önemli konuları belirle-
meli, sıkça deneme sınavlarına
katılmalı, de i ik soru tipleriy-
le hazırlanan soru kitapçıkla-
rından yararlanmalıyız. Dene-
me sınavlarındaki sorular hem
bilgiye dayalı hem de yoruma
dayalı olmalıdır. Çünkü gire-
ce imiz sınavlarda ba arılı ola-
bilmek için hem bilgi hem de
yorum soruları çıkaca ını unut-
mamak gerekir. Bilgisiz yorum
yapılamadı ı gibi, yorumlana-
mamı bilginin de i yapmadı-
ı görülüyor.
Deneme sınavlarının yararı,
ö renciye sınav tekni i kazan-
dırarak, sınav stresine alı tırı-
yor, zamanı iyi kullanmayı ö -
reterek, ö renemedi i konuları
daha da iyi kavramasını sa lı-
yor.
Ö renciyi Sınavda Ba arısız
Kılabilecek Üç Tehlike (Kaygı
– Panik - Stres)
Ö rencilerin en büyük dü -
manı kaygı, panik ve strestir.
Bunlardan kurtulamayan ö -
renciler sınavda ba arılı ola-
mamaktadır. Ö rencilerin;“Sınavı kazanamazsam ailem,
arkada larım ve çevremdeki-
ler bana ne der?” “Ba aramaz-
sam annem-babam çok üzülür,
onların yüzüne nasıl bakarım?”
gibi dü üncelerden kurtulmala-
rı gerekir.
Ö renciler; “Sınavda elim-
den gelenin en iyisini yapaca-
ım, sınavda ne eli ve co ku-
lu olaca ım, strese girmeden
huzurla sınavımı bitirece im”
demelidir. Bu ve benzeri söz-
ler ö renciyi rahatlatır önün-
deki engelleri a arak istekleri-
ne ula tırır.
Sınavları kaybetmenin ha-
yatta ba arısız olmak gibi bir
riski yoktur. nsanın neler ya-
pabilece i, özellikleri, yetenek-
leri çözüldü ü zaman neler ya-
pabilece ini anlamak hiç de zor
de ildir. nsan beyninde kısa
ve uzun süreli iki bellek bulu-
nur. Ö renilen bilgiler kısa sü-
reli bellekte kodlanarak gerek-
ti inde kullanılmak üzere uzun
süreli belle e aktarılır. Sınav-
da kısa süreli belle imiz bilgile-
ri uzun süreli bellekten alarak,
sınavda kullanılmak üzere bize
sunar.
Sınav günü ne yapalım? Ba-
arı yolculu una çıkınca beyni-
mizin temiz olması gerekir ki,
iyi bir sınav geçirelim. Zihni-
mizdeki stres, panik ve kaygı-
yı temizlememiz gerekir. Sınav
sabahı erkence kalkarak kah-
valtı yapılmalı, sınava kendimi-
zi hazırlamalıdır. Sınava girme-
den insanlarla iç içe olarak her
türlü sosyal çalı maların içinde
bulunmalı, ya amda büyük de-
i iklikler yapmamalıdır. Ba -
kaları ne der dü üncesini aklı-
mızdan çıkarmalı, ba kalarının
iste ine göre de il, sınava ken-
dim için, amacım için girmeli-
yim demelidir. Akıl ve beden
sa lı ına özen göstermeli, hata-
lardan ders çıkararak tekrarla-
“Sınava hem bedenen hem de
psikolojik olarak hazır olmalıyız.
Fiziksel egzersiz yapmalı, tekrar, özet
çıkarma, önceki soruları inceleme ve
grup çalı masına önem vermeliyiz.”
Mayıs 201060
mamalı, en önemlisi de insanın
kendine güvenidir.
Uzmanlara göre ba arıda
özgüvenin oranı % 94, bilginin
oranı ise sadece % 6’dır. Bu-
nun için kendine güven ve “Ben
yaparım, ben ba arırım” diye
kendine telkinde bulunmalıdır.
Sınava girerken bir ay kala hız-
landırılmı bir program uygu-
lanıp, konular yeniden gözden
geçirilmelidir. Sınav hak-
kında bilgi sahibi olmak,
sınav yerini ö renmek,
uykuyu ihmal etmemek,
beslenmeye dikkat etmek,
araç-gereçleri hazır et-
mek, sınav kâ ıdının göz-
den geçirilip cevap süresi-
nin planlanması gerekir.
Sınav anında kendi-
ne güvenmek, motivas-
yon, zaman kontrolü, ko-
laydan ba lamak, panik
ve stresten uzak durmak,
turlama tekni i, süreyi so-
nuna kadar kullanmak ge-
rekir. Heyecanını yeneme-
yen sınava yenilir. Ba arılı
olmak istiyorsak, öncelik-
le kendimize inanıp gü-
venelim, planlı ve düzen-
li çalı alım. Ailemizle iyi
ili kilerimiz olsun. yi
bir okuyucu, dinleyici ve
ara tırıcı olalım. Bilmedikle-
rimizi sorarak ö renelim. Ek-
siklerimizi tespit edip bunları
giderelim.
Ba arılı olmak için stres-
ten uzak durmamız gerekiyor.
Stresli olup olmadı ımızı nasıl
anlayaca ız; stresli olan insan-
lar sürekli dü ünürler, karar
vermekte zorlanırlar, uykuları
düzensizdir, kızgınlık belirtile-
ri gösterirler, kendilerini yalnız
hissederler. Stresten kurtulmak
için hayata olumlu bakması-
nı bilin. Güzel eyler dü ünme-
li, okumalı, gezmeli, ho umu-
za giden eyleri yapmalı. Asla
hedefi nizin altında ezilmeyin.
Kendinizi ke federek cesaret ve
güven içinde mücadeleye de-
vam etmelidir.
Stresten kurtulmak isteyen
gülümsesin. Gülmenin önemi-
ne inanın. Gülümseme bizi ra-
hatlatır. Güler yüz çevreye ı ık
ve heyecan yayar. Gülücük pa-
ni i önler, heyecanı bastırır, il-
giyi artırır, kin ve dü manlıkla-
rı yok eder, kalpleri yumu atır,
iyi bir dostluk aracı ve barı el-
çisidir.
Yüzünde güller açan bir ada-
ma: “Nasıl oluyor da çevreye
böyle güzellik yayıyor, insanla-
rın içini ısıtıyorsun?” diye soru-
lunca, adam: “Dudaklarımı ger-
çe e, sesimi iyilik ve güzelli e,
ellerimi ba kalarına yardıma,
kulaklarımı efkat ve merha-
mete, kalbimi de sevgiye ayır-
dım, tüm insanlara da dua edi-
yorum.” demi .
Etkili nsanların
Yedi Alı kanlı ı ki-
tabının yazarı Ste-
ven R. COVEY; Ba-
arısızlı a sebep olan
kritik hataları öy-
le sıralıyor. “Okuma-
mak, ara tırmamak,
kendimizi geli tirme-
mek, olaylara kısa çö-
zümler aramak, ba -
kalarını dinlememek,
ho görülü olmamak,
ya amımızı ve so-
rumluluklarımızı er-
telemek, bizden bek-
leneni verememek,
sözümüzde durma-
mak, bedensel ve ruh-
sal sa lı ımızı ihmal
etmek, yapabilecekle-
rimize de il, yapama-
yacaklarımıza yo un-
la mak, dı görünü e
aldanıp hemen ka-
rar vermek, a ırı alınganlık gös-
termek, beslenme ve uyku düze-
nine dikkat etmemek, önemsiz
eylerle vakit geçirmek, ba kala-
rının fi krine açık olmamak, gu-
rurlu ve ba kalarının hakları-
na saygısız olmak ve kısa vadeli
çıkarlar için uzun vadeli hayat
prensiplerini unutmaktır.”
*Prof. Dr.
61
DUA
Günah dolu kalbimden gö e çıkar ahlarım,Beni senden ayırma, çok fazladır günahım.
Derya gibi günahla huzuruna kapanıp,Tövbe etsem kabul et, hem rahimsin ilâhım.
Günah yüklü elimi utanarak açarken,Rahmetini beklerim, ey benim kurtarıcım.
Yolcuyum gidiyorum, bozuk ta lı bir yoldan,Do ru yol hangisidir, göster bana ey ahım.
Rahmetine güvenip, kapandım huzuruna,Beni geri çevirme, affet beni Allah’ım.
Bak günahkâr bir kulun i te geldi tövbeye,Kabul et hem ba ı la, dursun artık ahlarım.
Sensin bana büyük yâr, sensin sensin Allah’ım,Affet... Affet beni de sensin benim penahım.
Rıfkı KAYMAZ
Hul
usi G
ÜLS
EREN
Mayıs 201062
KültürCemil GÜLSEREN*
YALANIN
GERÇE
63
Can ta ıyan biriysen hele de mümkün
mü korkmamak? Kimileri için; ”Deli
doludur hiç korkmaz.” derler. Canı
üstünde belki ancak aklı gitmi tir. Akıl mı? Ba -
tan gitmi tir. Can olmayınca akıl ne yapsın? Ruh
olmayınca can ne ki? Ya a k? Onsuz neyin tadı ola
ki? Çanakkale Sava larının en hazin foto rafl a-
rından herhangi birini imdi çekebilir misiniz?
Haydi, çıkın i in içinden. ki dakika sonra ölece-
i muhakkak olan askeri ate e atan neydi? Aklı
olanın, canını dü ünenin yapaca ı i de ildi o. Ya
neydi peki?
Demem odur ki akıl zaten korkaktır. Can, akıl-
dan alır tepkiyi. A k ise kendinden geçmektir.
Olsa olsa odur korkusuz olan. A kın adı iman ol-
mu , Allah adını diline almı , vatan yoluna koyul-
mu . Vatanın ba rına dü man dayasın hançerini.
Korkma, sönmez bu afaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak
Konu korku olunca, dürüstlük de çok zor. Ser-
de yi itlik var ya. Söylemesek de, nefsimize yak-
la tırmasak da ölümdür en ürktü ümüz. Bir söz
var biraz âmiyâne ama yerinde; Ölmü e ek kurt-
tan korkmaz. Ölümü dilemek ba ka, beklemek
daha ba ka. Bütün canlılar ölümden ürker. Kor-
kunuz zaten ölünce biter. Ondan sonrası için iste-
yen korksun. Ya adı ını götüreceksin.
Dadalo lu ne diyor;
“ Okuttu un tutmaz oldu âlimler
Kalktı da adalet, arttı zulümler
Haram yerden mal kazanan zalimler
Can verirken soluması güç olur.”
Ölüm korkularıyla ya amaya çalı mayın. O
halde ya amak zaten ya amak sayılmaz ki. Bir de
pimpirikliysen, her eye kulak kabartıyorsan zor
dostum zor. Siz bir ilenmeye u ramı sınız belli ki.
Canının derdine dü esin derler eskiler. Allahtan
korkmayan da canının derdine dü er. Bırakın da
korksunlar bari. Can ne ki gitti gidecek. Ka ile
göz arası kadar bir aralık hepsi. Dilimin ucuna ge-
len dizeleri size de sunayım:
Kimi gözden, kimi kulaktan
Senin yolun gayet ıraktan
Onun derdi, onmaz yürekten
Kim ölür, kim kalır meraktan (C.G.)
Atalar demi ; “A rısız ba , mezardaki ta tır.”
Sufi ler, âbidler ne der; “-Ben hazırım, neye kor-
kaca ım ki?” Do rusu hepsine hak verir, saygı
duyarım lâkin bir de inanabilsem.
Mayıs 201064
Ba ka ba ka neler korkutur bizi? Tek ba ına
kalmak yahut terk edilmek bilhassa ömrünüzün
güzünde sık rastlanır bir duygudur. Yani yalnız
kalmak hatta kimsesizlik ölümün neredeyse kar-
de idir. Hele de bî-çare isen, garipsen, bir de yok-
sulsan sen, korkmaya hakkın var. Ne çare?
“Üzülürüm gözden uzak kalınca
Bir yolcu gözlerim gözüm dalınca
Gün gelip gözüme toprak dolunca
Bulamaz girecek beden gözlerim.”
( Abdullah Sato lu )
Endi enin korkuyla karde oldu unu biliyor
muydunuz? Dünya bu, geçim dünyası i te. Kim
korkmaz i siz kalmaktan? Hele de gençler tesel-
li yetmiyor endi elerini gidermeye.
Kınanmayacak bir ba ka korku da iftiraya u -
ramaktır. Çamur ya aklanmak için didin dur.
Gönlünün bulandı ına mı yanarsın, dostlarının
ku kularına mı? Gider, ama ne çare, sen örse-
lenirsin. Yalnız kalmaktan öte duyarlı yürekler,
ince eleyip sık dokuyanlar bir de yanlı anla ıl-
maktan öyle bir korkarlar ki yine de korktukları
ba larına gelir zaman zaman.
Korktu umuza Kaçıyoruz
Hangimiz bu dünyadan –nadiren de olsa-
çıkıp gitmek istememi izdir? Yorgunluktan mı?
Hayır. Bezginlikten mi? Ne münasebet… Olsa
olsa âcizlikten isteriz. Her ya ta, her zaman her
mevkide olabilir üstelik. Yalnızlıktır korktu u-
muz.
Adam dırdıra dayanamaz, kapıyı çarpar, çı-
kıp gider. Kadın ilgisizli e ve iddete katlana-
maz. Sorumsuz kocanın aldırı sızlı ı sorun-
dur artık. Adam aldırma diyemez kadın, alınır.
Mutsuzluktur korktu u ve çıkıp gider. Kız sev-
dalanır, kaçıp gider. Gitti i yol kötü müdür ne-
dir kim dü üne? Babaya küser gider, anayı ters-
ler gider. Evin o lu bu. Ne eder ne yapar, i e
gider gibi o da kopar. Sen de bir türkü tutturur-
sun olur biter: Ham meyveyi kopardılar dalın-
dan. Geçinememektir korkumuz, geçimsizliktir
derdimiz. Umudun adıdır kaçtı ımız. ster çe-
kip gitsinler, ister çıkıp gitsinler. Ne fark eder?
Kapı aynı. Kimi umuda açılır bu kapılar, kimi
ansa, kimi de bo lu a. bulma, e bulma hep
niyet ba ka, kısmet daha ba ka. Ümit de böyle
bir eydir i te.
65
Kaç umut ba ladım, kaç umut kestim
Kimseye yaranmak de ildi kastım
Hep görmeden bakan gözlere küstüm
Bakmadan görecek göz arıyorum
( Halil Soyuer )
Korku Nedir ki?
Nefretle sevgi ne kadar sırt sırta ise, korku ile
nefret de o denli birbirlerine yapı ıktırlar. Kor-
kanın kalp atı larını siz de duyarsınız. Renkten
renge girer. Kimi kızarır, kimi morarır. Rengin
seni ele verir. Korkana acırız
biz. Korkulu sözler, deyimler
atalardan bize mirastır. Baka-
lım neler demi ler: Akan su-
dan korkma, durgun sudan
kork. Görünmeyeni daha ürkü-
tücü belli ki. Zekîler daha çok
korkarmı . Niçin mi? Gerçek
tehlikeler kar ısında daha du-
yarlı, daha uurludurlar da on-
dan. Algıları yüksektir. Hâliyle
tedbirleri almada, tehlikele-
ri a mada, korkuları yenmede
yetenekleri de zekâlarıyla ör-
tü üyordur. Fazladan üphele-
ri de göze çarpacaktır muhte-
melen.
Kimse kendini küçümse-
mesin. Küçüklük korkaklı ı
ça ırır. Tehlikeleri de abart-
mayın ki gücünüz kısalmasın.
Kendinizi kısıtlarsanız, korku
size egemen olur. Bu durum-
da korku size da ları bile a ı-
rır. Korkusuzluk yani cesaret
yani kendine güvenmek, var-
lıkla mümkündür ancak. Cesa-
ret iki insanda çok rastlanır: Ya
hiç olmayacak ki kaybedecek
bir eyi yoktur gözü dönmü ler misali, ya da çok
olacak. Olsun da neyin olursa olsun. ster paran
ister pulun ister kulun (adamın). Varlıktan var-
lık do ar. Gönül darlı ın var mı yok mu bo ver
soran yok onu.
Yalnızlık ki -korkunun do um yeridir- var-
sa cesaretini bile eritir. Arkalıysan sen, cesursun
hem. Arkandayız, yürü koçum demesinler yeter
ki. Gözünü karartıp fırlarsın. Gaza mı gelirsin,
göze mi yoksa dize mi? Onu ancak Allah bilir.
Atalardan bize intikal eden en bildik kalıp söz
öyledir: Korkunun ecele faydası yok. Olsun biz
korkma hakkımızı kullanırız. Hem korkarız, hem
ya arız. Korktu un ba ına gelir deseler de. Sezen
korkar do rudur. Yaratan, kulunu darda koymaz
lakin Allah’tan korkmayandan da korkulur. Te-
kerleme gibi duymu sunuzdur:
“Allah’tan korkmayanın belasın-
dan, Allah’tan korkanın beddua-
sından KORK.”diye. Niye beddu-
adan korkarız çünkü “Alma ahı,
indirir ahı.” demi atalarımız.
Peki, kim beddua eder? Hakkı
yenen, ma dur olan, zulme u ra-
yan... O ne yapar? Ah eder, arada
da beddua… Siz siz olun bilerek
bilmeyerek mazlumun ahını alma-
yın. Ahın âheste çıkması, âheste
kürek çekmeye benzemez de.
Sokak dilinde söyle-
nir: “Demirden korkan, trene
binmez.”Niye ki? Korkuyu yen-
mek gerek. Güç sende olsun, ye-
ter. Gücün neyse o. Onu bil. Bile-
mezsen ilin de elin olur. l dedik
ya, ebedi ilinde senin de nasıl ye-
rin olur görelim: Büyük muta-
savvufe Râbia Hatun’un u dua-
sı, ihlâs ve samimiyetin en doruk
noktasını te kil etmesi açısından
bir aheseri sergilemektedir: “Ey
Rabbim e er ben cehennem kor-
kusu ile sana ibadet ediyorsam
beni o cehenneminde yak. E er
cennete girmek ümidi ile ibadet
ediyorsam beni o cennetinden kov. Yok e er yal-
nız senin için sana tapıyorsam, beni ezelî ve ebedî
güzelli inden mahrum eyleme.” Gönül huzuru ile
ÂM N diyorsanız hiç korkmayın.
*. Yrd. Doç. Dr.
“Adam dırdıradayanamaz, kapıyıçarpar, çıkıp gider. Kadın ilgisizli e ve iddete katlanamaz. Sorumsuz kocanın
aldırı sızlı ı sorundur artık. Adam aldırma
diyemez kadın,alınır. Mutsuzluktur korktu u ve çıkıp
gider. Kız sevdalanır,kaçıp gider. Gitti iyol kötü müdür
nedir kim dü üne?Babaya küser gider, anayı tersler gider.
Evin o lu bu.”
Mayıs 201066
ALLAH’IN YARATIKLARI HAKKINDA
DÜ ÜNMEK“Yaratılı taki düzen ve harikalık üzerinde dü ünmek, insanda
ancak sonsuz bir ilim, hikmet ve kudret sahibinin bu tür bir yaratılı ı
gerçekle tirebilece i bilincini olu turur.”
Dü ünceMetin ÖZDEM R*
67
Kur’an-ı Kerim’de vahyin nu-
ruyla aydınlanmı saf akıl sa-
hiplerinin/ulü’l-elbâbın özel-
liklerinden bahsedilirken öyle buyrulmaktadır:
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanla-
rı üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar,
göklerin ve yerin yaratılı ı hakkında derin de-
rin dü ünürler (ve öyle derler:) Rabbimiz!
Sen bunu bo una yaratmadın. Seni tesbih ede-
riz. Bizi cehennem azabından koru!”1 Görüldü ü
üzere bu âyette, sürekli olan zikir ile Allah’ın ya-
ratıkları hakkındaki derin tefekkür arasında ya-
kın bir ili ki kurulmaktadır. Bir bakıma o, zikirle
tefekkürün birlikte gerçekle tirildi i takdirde bir
anlam ifade edece ine i aret etmektedir.
Göklerin ve yerin yaratılı ı hakkındaki derin
tefekkür, insanda Allah’ın fi illeri hakkında hay-
ranlık duygusu uyandırır. Yaratılı taki düzen
ve harikalık üzerinde dü ünmek, insanda ancak
sonsuz bir ilim, hikmet ve kudret sahibinin bu tür
bir yaratılı ı gerçekle tirebilece i bilincini olu -
turur. Dü üncedeki süreklilik bu bilinci besler ve
güçlendirir. Sonuçta insan, hu u ve derin saygı
içerisinde yaratıkların sahibi olan Yüce Yaratıcı’yı
zikre ba lar. Bu bakımdan Kur’an’ın, gerçek an-
lamda aydınlanmı insanların önemli özellikle-
rinden birisi olarak takdim etti i yaratılı a dair
derin tefekkürün anlamı, Allah’ın varlı ı ve birli-
i hakkında sofi stik yakla ımlarda bulunmak, bir
tür entelektüel haz almak ya da inançsızlar kar ı-
sında güçlü deliller ortaya koyarak onları sustur-
manın gururunu ya amak için de ildir. Bu tür bir
tefekkürün asıl amacı, yukarıdaki âyetin açık ola-
rak i aret etti i üzere, Yüce Yaratıcı’nın azameti,
celâl ve cemâli kar ısında duyulan ha yet ve derin
saygı duygusunun sevk etti i yürek ile dilin sü-
rekli zikridir.
Burada sürekli zikirden sadece, dilin bir takım
isim ve lafızları tekrarlamak için kesintisiz bir kı-
pırdanı ı anla ılmamalıdır. Belki o, varlı ın her
boyutu ve her türünde Yüce Yaratıcı’nın sonsuz
ilim, hikmet ve kudretini görmek ve böylece O’na
sürekli bir hamd ve ükür etme bilincine ermek-
tir. Bu itibarla, gündüzün i inde helâl kazanç u -
runa yorulan ve ak am uyku vakti geldi inde ya-
ta ına uzanıp çalı manın ve dinlenmenin Allah’ın
birer lütfu oldu unu2 dü ünerek uykuya dalan
herkes, uykusunda da bir tür zikir halinde sayıl-
malıdır. Çünkü onlar, uykularına, her eyin nihâî
anlamda Allah’a ait oldu u bilinciyle dalmı lar ve
Allah’ın izniyle uykularından bu bilinçle uyana-
caklardır. Burada dil ile yapılan zikrin gereksiz
oldu unu söylemek istemiyoruz. Tam aksine zik-
rin hem kalpte hem zihinde ve hem de dilde ola-
bilece ini söylemeye çalı ıyoruz. Elbette kalp, zi-
hin ve dilin birlikteli i ile yapılan zikir en etkili ve
faydalı olanıdır. Ancak zikir nasıl yapılırsa yapıl-
sın, itibar sonucadır. Yapılan zikir sonuçta, biz-
de Allah’ın azameti, celâl ve cemâli kar ısında de-
rin bir hu û ve saygı hissi uyandırmıyorsa, onun
vahyin nuruyla aydınlanmı saf akıl sahiplerine
özgü bir sıfatın tezahürü oldu unu söylemek zor-
dur. Bu açıdan yukarıda alıntıladı ımız âyetin so-
nunda, yapılan zikrin sahicili ini belgeleyen so-
mut bir kanıt olarak söz konusu akıl sahiplerinin,
“Rabbimiz! Sen bunu bo una yaratmadın. Seni
tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”
eklindeki duaları dile getirilmi tir. Bu her e-
yin yaratıcısının ve sahibinin sonsuz ilim, hik-
met ve kudret sahibi olan Allah oldu u bilinciyle
yapılmı bir duadır. Bu duanın açık anlamı u-
dur: Bu uura eren bir mü’min, kendisini cehen-
neme sürükleyebilecek her kötü ve yasak eylem-
den uzak duracak ve bu konuda da sürekli olarak
Rabbi’nden yardım dileyecektir. Burada konu-
Mayıs 201068
muzun oda ına yerle en temel
fi kir, derin dü üncenin besledi-
i zikirle gelen yüksek uurdur.
Bu uur, her eyin sahibi, bir ve
tek olan Allah’tan sakınma uu-
rudur. Bu uur, ancak yaratılı
hakkında derin derin dü ünen
ve bunu sürekli olarak tekrarla-
yan akıl sahiplerinde bulunabi-
lir. Bu akıl, vahyin nuruyla ay-
dınlanmı olan saf bir akıldır.
Bu aklın olu abilmesi için,
Hubble Teleskopu’ndan uza-
yın derinliklerine bakarak ora-
lardaki milyarlarca yıldız, ga-
laksi ve nebulaların ekilden
ekle, renkten renge girerek
gösterdikleri ve tam bir âhenk
ve uyum içinde sergiledikle-
ri manzaraları hayranlıkla iz-
leyebilmek art de ildir. Çıplak
gözle bile ba ımızı tekrar tekrar
gö e çevirmek yeterlidir. Orada
bir kusur bulmak, bir düzensiz-
li e ve kaosa rastlamak isteyen
göz, yorgun ve bitkin dü ecek-
tir.3 Çıplak bir gözle etrafını
dikkatli bir ekilde gözlemle-
yen kimse, çok rahatlıkla, tan
yerini a artan, geceyi bir din-
lenme zamanı, ay ve güne i va-
kitlerin ölçüsü kılan Birisi’nin
var oldu unu ve bu Birisi’nin
her eyden üstün sonsuz bir
bilgiye sahip bulundu unu an-
layabilir.4 Bu kavrayı düzeyi-
ne eri ebilmek için astronom
ya da jeolog olmaya gerek yok-
tur. Bazen bir astronom ya da
jeolog, Yüce Yaratıcı’nın gökler
ve yerdeki hârikulâde fi illerini
gördü ü halde bu uur ve kav-
rayı düzeyine eremez de, da -
daki bir çoban yüre i, aklı ve
tüm benli iyle “Rabbimiz! Sen
bunu bo una yaratmadın. Seni
tesbih ederiz.” diyebilir. Bu ör-
nekle elbette bilginin de erini
küçümsemek istemiyoruz. An-
cak en az bilgi kadar bakı taki
niyetin de ne kadar önemli ol-
du una vurgu yapmaya çalı ı-
yoruz. Niceleri vardır ki, onlar
her eyi çok iyi bildikleri halde
bile bile inkâr ederler.5 Zira an-
cak Allah’tan korkan kimseler
gördüklerinden ibret alır.6 Bu
korku da ancak vahyin nuruy-
la aydınlanmı olan saf aklın
derin tefekkürü sayesinde olu-
ur. Bu yüzden Kur’an, yalnız-
ca Allah’tan gere i gibi korkan-
ları gerçek âlimler olarak görür.
Çünkü yalnızca onlar, Allah’ın
göklerde, yerde ve kendi nefi s-
lerinde bulunan açık kanıtları-
nı görebilir ve onlardan ders çı-
karabilirler.7
Sonuç olarak söylemek ge-
rekirse, sırf spekülatif bir çaba
ve entelektüel bir haz olarak
kalan; bizi Allah’tan korkmaya,
O’nun azameti, celâl ve cemâli
kar ısında saygıyla e ilmeye
sevk etmeyen dü üncenin biz-
lere pek bir faydası yoktur. Yal-
nızca yaratılı ın gayesini idrak
edip Allah’tan sakınmaya sevk
eden derin dü ünce, vahyin nu-
ruyla aydınlanmı olan saf akıl
sahiplerinin temel özelliklerin-
den birisidir.
* Prof. Dr.
1 3/Âl-i mrân, 191.2 78/Nebe’, 9-11.3 67/Mülk, 4.4 6/En’âm, 96.5 3/Âl-i mrân, 70-71.6 79/Nâziât, 26.7 35/Fâtır, 27-28.
Dipnot
Ahm
et G
ENCA
L
69
GENÇL M
Sanki doludizgin küheylan gibiGençli im son sürat geçti gitti ah!Vurulmu yaralı bir ceylan gibiDa ların ardına kaçtı gitti ah!Eyvah!
Gerçek sandı göz boyama sihiriVirâne eyledi mamur ehiriAltın kâse ile çıkla zehiriBal erbeti diye içti gitti ah!Eyvah!
Kapıldı i vaya yöneldi hırsaFazlasıyla dü kün ya adı forsaSa duyu adına cümle ne varsaBilinçsizce bayrak açtı gitti ah!Eyvah!
Hayatın yaldızlı süsüne kandıTozpembe rengine nasıl aldandıBirden alevlendi tutu tu yandıEtrafa kıvılcım saçtı gitti ah!Eyvah!
Gayrı bu zıpırlık yeter demediBu güç bu güzellik biter demediKâmile danı ıp söz dinlemediKargayı kılavuz seçti gitti ah!Eyvah!
Dü ünce gür saçlarına kıra ıHatırladı inece i dura ıÇaresiz topladı tası tara ıDü künler yurduna göçtü gitti ah!Eyvah!
Ahmet Süreyya DURNA
Mayıs 201070
Tarihsmail ÇOLAK
II. MURAD’IN, GELECE N FAT H’ NE
“Ey o lum! Adaletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma
sen O’nun yeryüzündeki halifesisin. O, sana lütuflarda bulunmu ve kullarının
ba ına serdar eylemi tir, bunu unutma.”
NAS HAT
71
Sultan II. Mu-rad, o lu ehza-de Mehmed’e,
onu “Fatih”li e hazırlaya-cak keyfi yetteki, derin ma-nalar içeren u nasihatlerde bulunmu tur:
“Ey benim sevgili o lum!Bütün varlıkların kulluk ey-ledi i yüce Rabbim, sana verdi i üstün meziyetleri artırsın.”
“Ey o lum! Ben, hayat-larını do ruluk üzere ge-çirenlerin âhiret âleminin sonsuz nimetlerine kavu-acaklarına inanıyorum.
Bunun için Rabbime kar ıyaptı ım ibadetleri, sami-mi bir ekilde can-ı gönül-den yaparım. Ben çekti imsıkıntıların kar ılıklarının,Allah tarafından verilece-
ine inanıyor ve bu hususta O’na iltica ediyorum. Ayrı-ca O’nun takdirinin benim için büyük bir safa oldu u-nu dü ünüyorum.”
“Ey o lum! Her söyle-nene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her duru-mun içyüzünü ö renip dü-ünmek ve kendi gerçe ine
yakla mak gerek.”
“Ey o lum! Ara sıra ec-dadımı hatırlarım. Benden sonraki neslimizin akıbetihakkında dü üncelere da-larım. Elhamdülillah bu-
güne kadar hürmet ve ba lılık görerek geldik, bu-günden sonra da aynı ekil-de devam etmemizi arzula-rım. Nasıl do up geldiysek yine öylece gidelim iste-rim... unu iyice bilesin ki herhangi bir eyin devamı,yalnız kaba kuvvet, kılıç ve kahramanlık zoruyla müm-kün de ildir. Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme ve yoru-cu tecrübeler çok mühim-dir. Birinci yol, her zaman geçerli olmadı ı gibi, mah-zurları da çoktur. kinci yol da tek ba ına i e yaramaz. Büyük muvaffakiyetler için her ikisini de bir arada yü-rütmek gerek! Unutma ki yüce ecdadımızın büyük zaferleri, görünü te kılıcıngölgesinde olmu sa da ha-kikatte akıl, mantık ve mu-habbet güçleriyle gerçekle-ebilmi tir.”
“Ey o lum! Adaletten hiç ayrılma! Çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever. Bir bakıma sen O’nun yer-yüzündeki halifesisin. O, sana lütufl arda bulunmuve kullarının ba ına serdar eylemi tir, bunu unutma.”
“Ey o lum! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birin-ci grup, akıl ve fi kirleri ye-rinde, istikbali az çok gören ve dü ünen, hiçbir gayr-i tabiilikleri olmayan kimse-lerdir. kincisi, hangi yolun
do ru veya e ri olup olma-dı ını bilmekten uzak kim-selerdir. Ancak bu duruma kendi istekleriyle de il, et-rafl arının tesiriyle dü mü -lerdir. Nasihat edildi in-de do ru yola gelip hakikati kabul eder ve söz dinlerler. Bununla birlikte ço u za-man da duyduklarına uya-rak ya arlar. Üçüncüsü ise, ne kendileri bir eyden ha-berdardır ne de yapılanikaz ve nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzu-larına uyar ve her eyi bil-diklerini zannederler. Bun-lar en tehlikeli olanlardır.”
“Ey o ul! Yüce Allah, e er seni ilk sırada say-dı ım kimselerden yarat-mı sa sevinir, Rabbim’e ükrederim. Yok, e er ikin-
cilerden isen, sana yapılannasihatlere kulak verme-ni tavsiye ederim. Sakınüçüncülere dâhil olmaya-sın! Onlar, ne Allah’a ne de insanlara kar ı iyi bir du-rumdadırlar.”
“Ey o ul! Padi ahlar, el-lerinde terazi tutmu kim-selere benzerler. Ancak asılpadi ah odur ki elindeki te-raziyi do ru tuta. Sen pa-di ah olunca teraziyi do -ru tutmanı tavsiye ederim. O zaman Yüce Allah da se-nin hakkında hayır murad eder, seni sâlihlerden kı-lar...”
Mayıs 201072
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
ÂM R B. RABÎAAdı : Âmir
Künyesi : Ebû Abdillâh
Do um yılı : Tespit edilemedi
Do um yeri : Muhtemelen Mekke
Baba adı : Rebîa b. Mâlik el-Anzî el-Adevî
Anne adı : Tespit edilemedi
E (ler)i : Leyla bint Ebî Hısme
Akrabaları : Cahiliye döneminde Hz. Ömer’in
babası Hattâb’ın evlâtlı ıydı ve Âmir b. Hattâb el-
Adevî diye anılırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), onu
Medine’de Yezîd b. Münzir el-Ensâri ile karde
yaptı.
O ulları : Abdullah, Abdurrahman
Kızları : Tespit edilemedi
Kabilesi : Benî Anz
slam’a giri i : E iyle birlikte hayli erken, Hz.
Ömer’den önce
Sohbet süresi : Tahminen 20 yıl
Rivayeti : 22
Ya adı ı yer : Mekke, Habe istan, Medine
Mesle i : Askerlik
Hicreti : E iyle beraber iki defa
Habe istan’a, sonra da Medine’ye hicret etti.
Sava ları : Peygamberimizin bütün sava la-
rına ve seriyyelere katıldı.
Görevleri : Câbiye’ye giderken Hz. Ömer
(r.a)’in bayraktarlı ını ya ptı, Medine’den hacca
giden Hz. Osman (r.a)’a vekâlet etti.
Fizikî yapı : Tespit edilemedi
Mizacı : Sabırlı, dayanıklı biri. Nazarı de-
ermi .
Ayrıcalı ı : Hz. Peygamber (s.a.v)’in ziyaret
etti i ailelerden, Medine’ye ikinci hicret eden ki i.
Ömrü : Tahminen 60-70 arası.
Ölüm yılı : H. 35’te Hz. Osman (r.a)’ın öldü-
rüldü ü günlerde. Hz. Osman (r.a) muhasara edi-
lince evine kapanmı ve ölünceye kadar hiç çık-
mamı .
Ölüm yeri : Medine
Ölüm sebebi : Ya lılık
Hakkında : Oldukça beyaz tenli bir sahabi
olan Sehl b. Huneyf’i banyo yaparken görünce na-
zarı de mi , Hz. Peygamber (s.a.v)’e haber veri-
lince ona: “Sizden biri ne diye karde ini (âdeta)
öldürüyor. Ho una giden bir ey gördü ünde
“mübarek oldun!” deseydin ya!” buyurmu tur.
Hadisleri : “Biriniz, kendisinde yahut karde-
inde ho una giden bir ey gördü ünde onun be-
reketli olması için dua etsin. Zira nazar (göz) de -
mesi haktır.”
* Prof. Dr.
Kaynaklar: sâbe, II. 249; Üsd, III. 121-122; D A, III. 66;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, III. 444-447; Hakim, Müsted-
rek, IV. 240; Nübelâ, II. 333-335.
73
KırkHadis
YirmidokuzuncuHadis
Yorum
“Vallahi iman etmi olmaz. Vallahi iman etmi olmaz. Vallahi iman etmi olmaz.” “Kimdir o yâ Rasûlallah” diye sorulunca
“Kom usunun zararından emin olmadı ı kimse” cevabını verdiler.”
(Buhârî, Edeb, 29)
Türkçe Açıklaması
Tezhib:ehnaz Ö
zcan
( eyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)
eyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)
“Kom una kom u olursan, kom un da kom usu olmayana kom u olur. Kim Erhamurrâhimîn’in kom ulu unda azmedip
durursa, Allah onunla kullarına rahmet eder ve onu mahlûkatına yönelik rahmet gölgelerinden bir gölge yapar.”
Mayıs 201074
Çocuklar büyükleri-
nin bir ifadesi ola-
rak 3–4 ya ların-
dan itibaren çok soru sorarlar.
Her konuda oldu u gibi Allah’la
ilgili sorular da sorarlar. Bu
konuda çocukların sordukla-
rı sorular kısa, anla ılır ve se-
viyelerine uygun bir ekilde ce-
vaplandırılmalıdır.
Çocukların sorularına cevap
verirken soyut zekâlarının da
dikkate alınarak, nedenlerden
çok sordu u eylerin faydaları
ve amaçları hakkında, seviyesi-
ne uygun kısa ve öz bir ekilde
verilmeli.
Nelerden Kaçınılmalı
Bazı çocuklar mizaçları ge-
re i korkmaya fazla meyilli-
dir. Bu çocuklara kar ı özellikle
Allah’ı anlatırken daha çok dik-
kat edilmeli. Evde aile bireyle-
ri kendi aralarında ve çocuklara
kar ı beddua etmekten kaçın-
malı.Çocukların asi olmasına
sebep olacak haram lokma ye-
dirmekten kaçınılmalı.
Çocuklara “Allah ta yapar,
Allah çarpar, cehennemde ya-
kar... v.b” gibi beddua ve bed-
duaya benzer sözlerden kaçı-
nılmalı.Çocukların her konuda
oldu u gibi dinî konularda da
yaptı ı hatalar abartılmamalı
ve a ırı tepki verilmemeli.
Çocuklara kar ı acizli imi-
zi Allah’tan korkutarak yapma-
malı. Çocuklara söz dinletme
adına onlara beddua etmemeli.
Çocukların hatalarına ve olum-
suz davranı larına kar ı onla-
rı cehennem ve Allah’la kor-
kutmamalı. Anne babalar
kendilerinin yaptı ı olumsuz
davranı ları normal görüp ço-
cukların yaptı ı davranı lara
kar ı dini olumsuz araç olarak
kullanmamalı.
Olumsuz davranı gösteren
çocukları Allah’la korkutmak
yerine çocuklara kötü örnek ol-
du umuzdan mı yoksa ileti i-
me dayalı sevgi eksikli inden
mi diye bir özele tiri yapılmalı.
Neler Yapmalı
Aileler her konuda oldu u
gibi dinî konularda çocuklara
iyi bir model olmalı. Bu konu-
da anlatılanlarla davranı lar ar-
sında tutarlılık bulunmalı.
Nasıl ki, okulda çocuklar
sevdikleri ö retmenlerin ders-
E itimM. Emin KARABACAK
ANLATMALI?ÇOCUKLARA ALLAH’I NASIL
75
lerine korktukları ö retmenle-
rin derslerinden daha fazla çalı-
ırlarsa i e kendinizi sevdirerek
ba lamalı.
Çocuklara Allahu Teâlâ, ce-
hennem ve azap yönüyle de il
de cennet ve ma fi ret eden yön-
leriyle anlatılmalı.
Çocuklar anlatılan her eye
kolayca inanacaklarından
Allah’la ilgili anlatılan bilgile-
ri do ru ve sa lam kaynaktan
verilmeli. Çocuklar da di er in-
sanlar gibi kendinden güçlüye
inanma ve sı ınma ihtiyacı his-
sederler. Bunun Allahu Teâlâ
oldu u bilinci verilmeli.
Çocuklara Allahu Teâlâ, ce-
zalandırıcı olarak de il; esir-
geyen, koruyan ve seven
olarak anlatılmalı. Çocuk-
lara ya ve seviyelerine uy-
gun dualar ö retilmeli. Ço-
cuklara ö retilecek dua ve
bilgiler sevdirerek ve oyun
ekilde verilmeli.
Çocu un kendisini güvende
hissetmesi için zor durumlarda
sabretmesi ö retilmeli.
Çocuklar ailenin manevî de-
erlerini benimsemeleri için
gerekli ö retimler yapılmalı.
Dinî gün ve bayramlarda aile
büyüklerinin oldu u gibi ço-
cukların da günü kutlanmalı,
hediye alınmalı ve kutsal yer-
ler imkânlar ölçüsünde gezdi-
rilmeli.
Sonuç olarak, bu dünyada
ci erpâremiz olarak gördü ü-
müz çocuklara dinini, kitabı-
nı anlatmadan önce kendimizi
sevdirmemiz gerekir. Çünkü in-
san sevdi inin sözünü tuttu u
gibi onun yolundan gider.
Çocuklara bu konuda da
sevgiyle yakla ıp sevdirerek ve
uygun model olarak anlatmalı.
Çocukların anlatılanlardan çok
anlatana baktıklarını unutma-
mak ve “hayırlı evlatlar” yeti -
tirmek dile iyle…
Mayıs 201076
1970’in güz ba ıydı. Derin
Hatun uzakta kalan köyle-
rine bakarken gözünde biri-
ken ya ları tülbendinin ucuyla sil-
di. Ali, koluyla kendinden bir ya
büyük ablasını dürterek nenesini
gösterdi: “Sana dememi miydim
nenem istemiyor göçmemizi diye.
Bak i te nasıl a lıyor.”
“A lar tabii, geride dedem, em-
mim, anam, karda ım, kendi bacı-
sı… Daha birçok yakını kaldı.”
Onlar böyle konu urken, Derin
Hatun yemek çıkınından peynir-
li sıkmaçlarla, i edeki sütü çıkar-
dı. Sütü beyaz melamin bardak-
lara koyup Zehra ile Ali’ye uzattı.
Birer tane de sıkmaç verdi. “Hay-
di, güzel güzel yiyin. Yolumuz uzun
daha. Sonra camdan dı arıyı izle-
yen üç ya ındaki Harun’u kuca ı-
na aldı, sıkmaçtan bölerek yedir-
meye ba ladı. Çocuklar acıkmı tı.
Büyük bir i tahla yerken Derin Ha-
tun efkatle baktı. Gelini, Harun’u
do ururken ölmü tü. O günden bu
yana onlara daha büyük bir efkat-
le ba lanmı tı. ki senedir durum-
ları iyice kötüleyince Hızır “Ana!
stanbul’a göçelim diyorum. Ba -
ka çare kalmadı. Orada asker arka-
da ım Cenap vardı bilirsin. Bizden
haber olunca evi tutacak. Gidince
de bir i bakaca ım artık. Olmadı
seyyarcılık yaparım.”
Derin Hatun, o lunu o kadar
kararlı görünce kar ı çıkmadı. Yal-
nız köyden ayrılacakları güne ka-
dar kimseye belli etmeden çok
a lamı tı. Son gün yakınlarının
mezarı ba ında onlara veda eder-
ken, gözya larıyla topraklarını su-
lamı tı sanki.
Uzun ve yorucu bir yolculuk-
tan sonra Haydarpa a’ya ula tılar.
Ali ile Zehra gardaki kalabalıktan
ürküp, birbirlerinin ellerini sıkıca
tuttular. Cenap onları kar ılamaya
gelmi ti. Hızır’la sarılıp ayaküstü
ho be ten sonra “Haydi yorgunsu-
nuz bir an önce eve gidelim.”
“Sa ol Cenap garda ! Sana da
bir sürü zahmet verdik.”
“Kırk yılın ba ı bir i in dü mü ,
zahmeti ne ola ki?”
Cenap’ın Fatih’te tuttu u eve
yakla tıkça çocuklar iyice heyecan-
lanmı tı. Özellikle Haydarpa a’dan
arabalı vapurla Sirkeci’ye geçer-
ken, denizden gözlerini alamadılar.
Eve vardıklarında ise Cenap anah-
tarla kapıyı açacakken, içerden ses-
ler duydular ve merakla zile bastı-
lar. Kapıyı orta ya lı bir adam açtı.
Kapı aralı ından görüldü ü kada-
rıyla yeni ta ınmı lar, yerle me-
ye çalı ıyorlardı. Cenap “Burayı biz
tutmu tuk.” deyince evde oturan-
lar “Biz de yeni kiraladık. Bak i te
bu da kontratımız .” diyerek ev sa-
hibi ile imzaladıkları belgeyi gös-
terdiler. Ev sahibinin adı farklıydı.
O zaman anladılar ki Cenap kandı-
rılmı tı ve verdikleri depozitle bir
aylık kira gitmi ti. E yalar da gel-
mek üzereydi. Di erleri kadar Ce-
nap da çok üzülmü tü, ama yapıla-
cak bir ey yoktu. Olan olmu tu.
Cenap, onları kendi evine gö-
türdü. Oraya yakındı. Karısı iyi
kar ıladı, ama ne Hızır ne de Derin
Hatun yük olmak istemiyorlardı.
SO UK SUB R KOVA
HikâyeRaziye SA LAM
77
O geceyi rahatsız bir ekilde geçir-
diler. Hızır ev aramak için erken-
den çıktı. Sokaklarda dola ıp, kira-
lık ev baka baka, Kadınlar Pazarına
kadar geldi. Hiç bo ev yoktu. Yo-
ku tan a a ı inmeye devam ederek
Saraçhane’ye oradan da Vefa’dan
geçerek Süleymaniye’ye vardı. Bir
iki tane dı ında hiç bo ev yoktu.
Onlar da çok pahalıydı. Hızır kar-
ılıklı eski ah ap konakların oldu-
u bir soka a girdi. Konaklar çok
yüksekti ve bazıları neredeyse yı-
kılmak üzereydi. Biraz daha iler-
ledi. Nispeten dar bir soka a gir-
di. Orada da büyükçe bir konak
vardı. Hızır bakarak yürürken bir-
den çok acıktı ını hissetti. Kö ede
eski usul bir galeta fırını vardı. Gi-
rip tezgâh üzerinde büyük tepsiler-
de duran susamlı galetalar ile bir
de çatal aldı. Çıkıp eski bir kona ın
basamaklarına oturdu. Galetanın
birini ısırdı. Büyük bir ne e ve gü-
rültü içinde oynayan çocukları iz-
lerken bir taraftan sürekli “Bu gün
bir ev bulmalıyım, bir gece daha
Cenaplarda kalmak istemiyorum.”
diye kendi kendine söyleniyordu.
O, böyle dalmı ken, oturdu u bi-
nanın üst katındaki ah ap pence-
re hızla açıldı ve Hızır gayr-i ihtiya-
rı kalkıp yukarıya baktı. O anda bir
kova su, ba ından a a ıya dökül-
dü. Suyu döken ya lı kadın bir ta-
raftan da ba ırıyordu:
“Size kaç defa söyledim! Burada
oynayıp gürültü yapmayın diye.”
Çocuklar arsız arsız gülerken
bir taraftan da ya lı kadına “Soka-
ın tapusu sende mi teyze…” diye
alay ediyorlardı. Hızır ise soka ın
ortasında ba tan a a ı ıslanmı bir
ekilde durup kadına bakıyordu.
Çocuklar bakıp gülerken ya lı ka-
dın fark etti onu. Sinirini ondan al-
mak istercesine “ kindi gölgesi gibi
ne dikiliyon orda?
Hızır a kınlı ı geçince “Hiiç!
Ben kiralık ev bakıyorum da.” “Ki-
ralık ev mi? Git ba ka bir yere bak.
Burada kiralık miralık yok.”
Onların sesine, insanlar pence-
relere çıkmı , Hızır’ın ba tan a a ı
ıslanmı hâline gülerek bakıyorlar-
dı. Kendi aralarında “Zümrüt Tey-
ze ıslatacak birini bulmu gene.”
“Sorma adama bak ne kadar da
zavallı duruyor.”
Hızır, kadının ya ına hürmeten
kötü bir ey demeden sadece “Ku-
sura bakma teyze.”
nsanların alaylı bakı ları ara-
sında ba ı önde hızlı adımlarla
uzakla ırken, ardından yine bir ses
duydu. “Yine ba ıma bir hal gele-
cek!” dü üncesiyle hızlı hızlı yürü-
meye devam etti. Ses susmuyordu.
“Duur! Dursana bee! Yeti ece im
diye nefes nefese kaldım.” Çare-
siz dönüp bakınca gelenin, bi-
raz önce ba ından a a ı bir kova
suyu boca eden ya lı kadın oldu-
unu gördü. Merakla yakla ması-
nı bekledi. Kadın gerçekten de ne-
fes nefese kalmı tı. Hızır kolundan
tutarak yakındaki bir evin kaldırı-
mına oturması için yardım etti. Ka-
dın “Sen ev mi arıyon?” diye sert-
çe sordu.
“He teyze .”
“Benim alt kat bo , ama bazı
artlarım var: Her eyden önce ço-
cuk gürültüsü istemem. Evime iyi
bakılmasını isterim. Bir de kira-
nın geciktirilmesinden hiç ho lan-
mam.”
Hızır kamyonda bekleyen e -
yalarını ve Cenaplarda hiç de ra-
hat etmeyen anasını dü ünerek
“Teyze ne artın varsa hepsini ka-
bul ediyorum. Yalnız hemen bu ak-
am ta ınabilir miyiz?” “Kirayı ve-
rirsen olur tabi.” Hızır cebinden
Zümrüt’ün dedi i miktarı çıkarıp
verdi. Sonra da omuzlarından tu-
tup hafi fçe sıkarak “Allah senden
razı olsun teyze. Ben hemen gide-
yim de e yalarla anamları getire-
yim.” diyerek ayrıldı Zümrüt’ün
yanından. Zümrüt ardından bakar-
ken “Tuhaf, ama iyi birine benzi-
yor. Bana da can yolda ı olurlar.”
diye dü ündü.
Hızır, Süleyma-niye’den Fatih’e
varmak için ko arcasına yürümeye
ba ladı. Arada iki kez yolunu kay-
bedip birilerine sordu, ama sonun-
da Cenaplara ula tı. Annesi ev bul-
du unu duyunca çok sevindi. Bir
yandan hazırlanırken “O lum nasıl
buldun evi hemen?” diye sorunca
ba ından a a ı dökülen bir kova su
aklına geldi ve gülümseyerek “Bir
kova so uk su sayesinde ana.”
Mayıs 201078
KültürSuna CEN
nsan ne için ya ar?
A k mı, hikmet mi, vuslat mı?
Sordunuz mu hiç kendinize,
alıp da vermenin verip de almanın garantisi ol-
mayan bir nefeslik ömrümüzde nedir ya ama se-
bebim diye? sterseniz en ba tan ba layalım ha-
yat hikâyemize…
nsan halefi ydi kâinatın. Da lar ta lar, yükü
kim ta ır dendi inde geri çekildiler ve insan kal-
dı bir tek e ref-i mahlûkat sıfatıyla yükün kar-
ısında. Aklı vardı, iradesi vardı ve cesurdu.
Sahiplendi yükü, omzunda iz bırakaca ını bil-
meden. te onun en büyük
acziyeti buydu: Ya amadan
hiçbir eyi bilemezdi ki!
ARAYI INSANIN ANLAM
“ nsan halefiydi kâinatın. Da lar ta lar, yükü kim ta ır dendi inde geri
çekildiler ve insan kaldı bir tek e ref-i mahlûkat sıfatıyla yükün kar ısında.
Aklı vardı, iradesi vardı ve cesurdu.”
79
Görevi devralı ının üzerinden yıllar, yüzyıllar
geçti. Acılar katmerlendi, sevdalar karardı…
imdi aynayı size çevirelim.
Kaç yıl ya adınız? 20, 25, 30… Kaç günün do-
umuna ebelik ettiniz ve kaç mehtapta tekrarını
bir daha asla göremeyece iniz güne veda ettiniz.
Geride bıraktı ınız hatıralarınız, ya anmı lıkları-
nız, çıkarttı ınız dersleriniz, ibretlikleriniz, unu-
tamayacaklarınız… Bakalım neler var heybeniz-
de?
Ya ama te et geçen hayaller mi biriktirdiniz
gönül kilerinizde?
Aç kaldınız demektir bir ömür boyu!
Beyniniz ve gönlünüz arasında fi kirlerinizle
mekik mi dokudunuz? El eme i, göz nuru bir oya
hayat bulmadıysa bo a çekti iniz çile!
Varlık anlam bulmuyorsa varlı ınız kar ısın-
da, sancılar, serzeni ler, pi manlıklar ve ke keler
birer kor olup dü er gönül meydanınıza.
Her ke ke dedi inizde hayat duvarınızın sıva-
sı biraz daha dökülür. Her bo ver dedi inizde gö-
nül ayinesi bu ulanır, göstermez olur hakikat gü-
zelinin çehresini.
Bananeler, amanlar, beyhude serzeni ler el-
aman dilemedikçe Yaradan’dan geçmez bu varlık
sancısı; süründürür, kıvrandırır ama öldürmez.
A k… Tek hece ama söylendi i kadar kolay ya-
anmıyor herhalde. Yürek her zamanki yerinde
ama daha hızlı çarparken yârim dedi inin gözle-
rinde bulamıyorsan Hakk’ın hakikatini, inan na-
fi le çekti in gönül sancısı. Geçer oda geçer. Cen-
netten kovulmu lu un acısı, utancı, pi manlı ı
sinesindeyken insano lunun, onu da unutur. Za-
ten bir tek gönlünü acıtıyor, ruhuna sirayet etmi-
yorsa a k, ben â ı ım deme! Mecnun’dan hayâ
et, ben â ı ım deme! A kın ate i duman olup tüt-
müyorsa ba ında, Leyla’nın ahı tutar, ben â ı ım
deme! Bırak a k, u runa gözünü, sevdasını ve
bahtını karartanlara kalsın. Öyle kolay de il, acı-
ya bedellenmek. Öyle kolay de il, kader mürek-
kebiyle alın yazısına “â ık” yazdırmak.
Ve hikmet, bulunmaz nimet! “Arayanlar bu-
lamazlar ancak bulanlar yalnız arayanlardır” de-
di i gibi Gazali’nin. Hakkında manaları aciz bı-
rakan, kelimelere önünde ba ını e direcek kadar
hükmeden hikmet. Sözün sustu u yerde asıl ma-
rifet üphesiz diyebilmektir, vardır bunda da bir
hikmet!
Ya ölüm! Ölmek için ya ar mı insan? ahit ol-
du u tüm örneklerindeki gibi. Ba ı belli sonu bel-
li bir yolun yolcusuyuz hepimiz. Kimi ortasın-
dan gitmi , kimi de kenarından hayat yolunun.
Ba ı belli sonu belli: Do um ve ölüm. Ama yolcu-
luk boyunca yüre inizde biriktirdi iniz muhab-
bet kadar sarılırsınız vuslat anında Yaradan’a.
te size yolculu un sırrı! imdi sinenizi da layan
sözcükleri azat edin. Ve bir gün -ki o bugün ol-
sun- dönüp bakın yangın yerine dönen gönlünüz-
de iz bırakanlara. En derin izler kime ya da neye
ait? Ve imdi tekrar dü ünün ve söyleyin… nsan
ne için ya ar?
Mayıs 201080
Cumhuriyet devrimizin önde gelen a-
irlerinden Faruk Nafi z Çamlıbel, Er-
zurum ve Erzurum’un insanı hakkın-
da öyle enteresan bir kanaat ta ırdı: “Anadolu
ehirlerinin garip bir hususiyetleri vardır. En bü-
yü ünü, en mükemmelini altı saat içinde anla-
mak kabildir. Bununla beraber, Erzurum’u iki üç
günde gezmek mümkün olduysa da, anlamak ka-
bil olamadı. Erzurumlular, ihtiva etmi oldukla-
rı manayı, sükûtlarıyla en iyi ekilde ifade eden
kimselerdir.”
Sosyologlar, Erzurum’da dada (aksiyoncu),
hanedan (misafi rperver, yardımsever), nüktedan
ve veli (gönül adamı) olmak üzere dört tip insan
oldu unu ileri sürerler. Yine onlara göre, dada -
ların varlı ını, Erzurum’un geçi , yani birçok ci-
hangir orduların u rak yeri olmasına, hanedan-
ların varlı ını pek Yolu üzerinde bulunmasına,
nüktedanların varlı ını Erzurum’da kı mevsi-
minin uzun sürmesine, velilerin varlı ını ise, bu
ehrimizin alperenlere, babalara, dervi lere ilk
kapı olmasına ba larlar.
Asırlardır her karı ı Müslüman canı ve ka-
nıyla yo rulmu Erzurum topraklarında binler-
ce evliya yatmaktadır. smi bilinen bilinmeyen bu
Hak dostu insanlar zamanla bu toprakları eref-
lendirmi , Erzurum’a feyiz ve bereket getirmi ,
Erzurum’un manevî havasını artırmı lardır. eh-
rin birçok yerinde hâlen Allah dostu insanların
türbelerini görmek mümkündür.
Abdurrahman Gazi
Sahabe-i kiramdan olan Abdurrahman Gazi
Hazretleri Erzurum’un fethi için gelen slâm Or-
dularının Sancaktarıdır. Yapılan muharebe sı-
rasında ba ı vücudundan ayrılır, fakat o elinde-
ki sanca ı en yüksek yere Palandöken Da ı’nın
üst yamaçlarına dikmek ister. Rivayete göre ke-
silen ba ını koltu una alan Abdurrahman Gazi
slâm’ın Sanca ı’nı Palandöken’ine dikmek üze-
re da a do ru ko maya ba lar. Bu günkü türbesi-
nin bulundu u yere gelince kem göze gelir ve ol-
du u yere dü er kalır.
Büyük hürmet ve tazim gösterilerek, türbesi
özellikle Cuma günleri ziyaret edilen Abdurrah-
man Gazi Hazretleri manevî ahsiyetiyle Erzu-
rumluların daima gönlünde ya amı tır. Türbe-
si E erli Da ı (Sı ve) yamacında, Abdurrahman
Gazi Camisi’nin yanındadır.
Örnek Hayat Yusuf HALICI
ERZURUMVEL LER
81
brahimHakkı
Erzurumî
brahim Hakkı Hazretleri
on sekizinci yüzyıl Osmanlı âlimi
ve büyük velilerindendir. Erzurum’un
Hasankale kasabasında do du Siirt’in Til-
lo kasabasında vefat etti. Babası Osman Efen-
di olup, evliyadan bir zat olup annesi Hanife Ha-
tun da Peygamber Efendimizin soyundandır.
Küçük ya ta annesini kaybeden brahim Hak-
kı Hazretleri, ilk tahsilini babasından görüp, on-
dan tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri ö rendi.
Babasının arkada ı Muhammed Sıhrânî Hazret-
lerinden de, astronomi, matematik gibi fen ilim-
lerini etti.
brahim Hakkı Hazretle-
ri çok yönlü bir âlimdir. O
hem bir air, hem bir ya-
zar, hem bir tasavvufçu,
hem de pozitif bilimler-
le u ra an ça da manada
bir bilim adamıdır. Kendi-
si bu sahaların hepsinde
de azami derecede muvaf-
fak olmu tur. En önemli
hususiyeti, söylediklerini
öncelikle ya amı olması-
dır. Bu da onun geni kit-
lelerce sevilip okunmasına zemin hazırlamı tır.
Tasavvufî e itimini babasının da eyhi olan
Siirt’in Tillo Buca ı’nda bulunan smail Fakirul-
lah Hazretlerinden almı tır. Mür idi smail Faki-
rullah ile ilk kar ıla ı ını kendisi öyle anlatır:
“Ben 9 ya ındaydım. Ali amcam, beni Tillo’ya
götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo’ya girdik.
Dergâha vardı ımızda babam ile mür idi namaz
kılıyorlardı. lk bakı ta smail Fakirullah’ın mü-
barek yüzü bana babamdan daha yakın geldi. O
anda yüzünün cazibesine kapıldım. Aklım onun
güzelli ine, duru undaki heybete ve olgunlu a
hayran kaldı. Babam
beni kendi odasına gö-
türdü ancak ben hasta
kalbime ifa verecek olan
kılavuzumu bulmu olmanın
sevinci içindeydim.”
eyhinin himayesinde tasavvufî
ilimler sahasında tahsilini ikmal eden
brahim Hakkı Hazretleri Hocasının vefa-
tından sonra, dergâhın ba ına geçerek onlar-
ca talebe yeti tirmi tir.
Hayatında hiçbir zaman okumayı ve okutmayı
elden bırakmayan brahim Hakkı hazretleri, ide-
al insan tipi olarak, arif insanı göstermi tir. Ken-
disi de bu ölçü içinde kalmı tır. Ona göre, arif;
gönülle ve akılla bilendir. Fakat gönülle bilmek
arifi n yegâne hususiyetidir.
Bu yüzdendir ki o, gönüle,
eserlerinde büyük yer ver-
mi tir.
brahim Hakkı Haz-
retleri denilince, aklımıza
ilk olarak onun o me hur
Mârifetnâme isimli eseri
gelir. De i ik konuları ih-
tiva eden bu ansiklopedik
eser, uzun yıllardan beri
sevilerek okunmaktadır.
Hayatını ilim ö renmek, ö retmek ve kitap yaz-
makla geçiren brahim Hakkı hazretlerinin bu-
nun dı ında, onlarca eseri daha vardır.
brahim Hakkı; gönül sahibi olan, fen ve sa-
nata yer veren büyük bir âlim, hakka rıza göste-
ren bir velidir. Eserlerinin ismine ve mahlasına
bakınca, zaten bütün bunların hepsi görülür.
Alvarlı Efe Hazretleri
Muhammed Lütfi Efendi Hazretleri,
Erzurum’un yeti tirdi i önemli ahsiyetlerden
biri olup halk arasında “Efe Hazretleri” ya da kı-
Mayıs 201082
saca “Efe” ola-
rak bilinir. Al-
varlı Efe Hazretleri
Hasankale’nin Kındı ı kö-
yünde dünyaya gelmi tir. lk
tahsilini babası Hoca Hüseyin
Efendi’den tamamlayarak 22 ya ında
iken Hasankale’de Sivaslı Camii’ne imam
oldu. Bu imamlı ı esnasında ilmî yetene i ve
güzel ahlâkıyla âlimlerin, e rafın ve bütün hal-
kın takdirini kazanan Alvarlı Efe, aynı yıl baba-
sıyla birlikte Bitlis’e giderek Hoca Pir–i Küfrevî
Hazretlerine intisap etti. Bir müddet sonra da
Küfrevî Hazretlerinin seçkin bir halifesi olarak
Hasankale’ye döndü.
Buradan Erzurum’un Di-
narkom Köyü’ne gitti ve ora-
da Birinci Cihan Harbi’ne
kadar kaldı. Bilahare vazi-
fesini Yavi Nahiyesi’ne ora-
dan da ana vatanı olan
Hasankale’ye nakletti. Ken-
disine Hasankale Müftülü ü
teklif edildi ise de kabul et-
medi. Hasankale’ye bir saat
mesafede olan Alvar Köyü halkının istirhamı üze-
rine oraya giderek bu köyde yirmi dört sene va-
zife yaptı. 1939 yılında tedavi için Erzurum’a git-
ti. Mehdi Efendi Mahallesi’nde bir evde ikamet
ederek 16 sene de burada olmak üzere 88 senelik
ömrünü, insanlara slâm’ı anlatma, onları soh-
bet ve iirleriyle ilme, do rulu a, takvaya davet
ve ir ad etme yolunda geçirdi. 1956 tarihinde ve-
fat etti. Na ı Alvar Köyü’nde pederleri Hüseyin
Efendi’nin yanına defnedildi.
Ta kesenli Ahmed Efendi
Anadolu’da yeti en büyük velilerden olup
Bingöl’ün Karlıova ilçesine ba lı Hacılar Köyün-
de do du. Babası, o yörede sevilen âlim ve fa-
zıl bir zat olan Molla Mahmut Efendidir. Ailesi,
Hülagu’nun Ba dat’ı i gal ederek Abbasi Halife-
li ine son verdi inde Ba dat’tan ayrılarak am’a
oradan da on yedinci
asırda Ba dat civarın-
dan gelip Hacılar Köyü-
ne yerle mi tir. Dedelerinin
hepsi âlim olup, ömürlerini in-
sanlara do ru yolu anlatmakla ge-
çirmi lerdir.
Küçük ya larda iken ilme yönelen eyh
Ahmet Efendi, muhtelif medreselerde zahiri
ilimlerde tahsil görüp icazet aldı. Tasavvufî e iti-
mini ilk olarak Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’den alma-
sına ra men bu yolda icazetini eyhinin vefatından
sonra yerine geçen Abdurrahman-ı Tâgî’den aldı.
Bundan sonra mür i-
di onu ir ad hizmetlerinde
bulunması için Erzurum’a
gönderdi. Erzurum’da yü-
rüttü ü ir ad faaliyetleri
sonucunda pek çok talebe
yeti tiren Ta kesenli eyh
Ahmet Efendi hayatı bo-
yunca kendisini sofulu a
vermi ve halk tarafından
bu yönü ile tanınmı tır.
öhretin her türlüsünden hayatının her dönemin-
de iddetle kaçınan bu büyük zat, Erzurum ve çev-
resinde maddî ve manevî ilimleri ile insanlara üs-
tün hizmetler vermi tir.
1909 yılında Erzurum’da vefat eden eyh Ahmet
Efendinin türbesi Erzurum Merkezde bulunan Ta -
kesenli Camii haziresindedir.
Erzurum’da bulunan di er türbe ve ziyaret yer-
lerinden bazıları da unlardır;
Ebu shak Kazirunî: Ulu Camii kar ısın-
da kale burcunda bulunmaktadır. Rabia Hatun Türbesi: Hasan Basri Mahallesindedir. Emir
eyh Türbesi: Emir eyh Camiinin biti i inde-
dir. eyh Osman Efendi : Esat Pa a Camii ha-
ziresindedirler. eyh Zeki Hoca Efendi: Ta -
kesenli Camii haziresindedir.
83
Az söylemeyi tercih etÖz söylemeyi tercih etUz söylemeyi tercih etYa hayır söyle ya da sus
Sözün hası ö üt verirRuhta eker gibi erirNice hayırlar göverirYa hayır söyle ya da sus
O uz der ki fikir gerekDilde duâ, zikir gerekYaradan’a ükür gerekYa hayır söyle ya da sus…
Bekir O UZBA ARAN
YA HAYIR SÖYLE YA DA SUS
Konu mak insana mahsusYa hayır söyle ya da susOnunla yol bulmakta usYa hayır söyle ya da sus
Sorulmayınca söylemeTâlibi olmazsa demeYalanlar îcat eylemeYa hayır söyle ya da sus
Dil insanı mutlu ederDil insanı kutlu ederYarından umutlu ederYa hayır söyle ya da sus
Dil mutluluk kayna ıdırDü üncenin ota ıdırBilginin barına ıdırYa hayır söyle ya da sus
Câhillikten tez inmeli Bilgi atına binmeliYumu ak huy edinmeliYa hayır söyle ya da sus
Dilin yararı da vardır Dilin zararı da vardırDilin kararı da vardırYa hayır söyle ya da sus
Mayıs 201084 Mayıs 201084
Gönülden kramlar Mesude SARI
Sultan MantısıMalzemeler750 gram kıyma, 3 adet yufka, 1 adet orta boy kuru so an, 1 kahve fincanı antepfıstı ı, 1 tatlı ka ı ıkırmızıbiber,1 çay ka ı ı karabiber, 2 su barda ı sıcaksu, Yarım su barda ı sıvı ya , Tuz, yo urt, bir disarımsak, Ya lı fırın kâ ıdıÜzeri için: 2 çorba ka ı ı tereya ı, 1 çay ka ı ıkırmızıbiber
Hazırlanı ıKuru so anı incecik do ruyoruz. Kıymayı, baharatla-rı, tuzu ve antepfıstı ını ekleyip yo ururarak harç haline getiriyoruz. Sıcak suyun içerisine sıvıya ı koyup karı tırı-yoruz. Tezgâhın üzerine yufkanın bir tanesini seriyoruz. Hazırladı ımız ya lı sudan bir kepçe alıp yufkanın her ta-rafını ıslatıyoruz. Üzerine di er yufkayı seriyoruz. Serdi-imiz 2. kat yufkayı da aynı ekilde ıslatıyoruz. Üçüncü
kat yufkayı da aynı ekilde ıslatıyoruz. Birbirine yapı anyufkaları ortadan ikiye bölüyoruz. “D” ekline getirdi-imiz yufkanın geni tarafına kıymalı harçtan koyup uç-
larını katlamadan sıkı ekilde sarıp rulo yapıyoruz. Sar-dı ımız yufkaları iki parmak kalınlı ında kesiyoruz. Ya lıfırın kâ ıdı serdi imiz tepsiye kesti imiz ruloları dik e-kilde diziyoruz. Önceden ısıtılmı fırında üzeri pembele-ene kadar pi iriyoruz. Üç su barda ı yo urt ile bir di
sarımsa ı dövüp karı tırıyoruz. ki tane kayık taba a yo-urtlu karı ımdan döküyoruz. Üzerlerine fırından çıkar-
dı ımız ruloları dik ekilde diziyoruz. Son olarak eritti-imiz kırmızıbiberli tereya ını sultan mantısının üzerine
gezdirip servise sunuyoruz.Afiyet olsun.Not: Üzerine döktü ümüz tereya lı sosu mantı sosu gibi de hazırlayabilirsiniz. Arzu ederseniz kıyma harcıyerine patatesli harç da kullanabilirsiniz.
Bekir SARI
85
Mayıs 201086
SEMPOZYUM: 18 Haziran 2010 – Cuma, DARENDE
Somuncu
KÜLTÜR
SEMPOZYUM (2. BÖLÜM)
Saat : 14:30 – 16:30
Yer : Özel Birgül Lisesi Konferans Salonu
3. Oturum : Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin
Dîvân’ı ve Edebî Yönü
4. Oturum : Anadolu’da Yayıncılık ve
Somuncu Baba Dergisi’nin Önemi
SEMPOZYUM (1. BÖLÜM)
Saat : 09:00 – 12:00
Yer : Özel Birgül Lisesi Konferans Salonu
1. Oturum : Somuncu Baba /
eyh Hâmid-i Velî (k.s.) ve Tesirleri
2. Oturum : Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin
Tasavvufî ve Edebî Yönü
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 Darende 44700 MALATYA T. (422) 615 15 00 – 615 28 95 F. (422) 615 28 79M. (533) 551 66 03 – (544) 715 28 95 – (505) 769 23 01W. www.hulusiefendivakfi.org.tr - E. [email protected]
87
Z YARET VE KUR’AN-I KER M T LAVETSaat: 10:00 - 11:30 Yer: Somuncu Baba Camii Kur’an-ı Kerim Tilaveti: Hafız Suat GÖZÜTOK
R, TÜRK TASAVVUF MUSIK S VE SEMA GÖSTER SSaat: 17:00-21:00 Yer: Darende Güre Sahası
Türk Tasavvuf Musıkisi DinletisiSami Savni ÖZER
iir DinletisiSerdar TUNCER
ETK NL K: 19 Haziran 2010 – Cumartesi, DARENDE
Baba ve Hulûsi Efendi
ETK NL KLER
DARENDEBELED YES
Somuncu Baba Bulvarı No:88 Darende 44700 MALATYA T. (422) 615 10 39 F. 615 13 76 W. w w w. d a r e n d e . b e l . t r
Mayıs 201088
Som
uncu
Bab
a De
rgisi
’nin
Ücr
etsiz
Eki
’dir.
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aral k 2009
Y l: 3 Say : 36
ço u dilindendir. hadis-i eriftekullar ndansöyler, o söze ahu Teâlâ o ükseltir. Ve r olarak e hem de meyereko kim-cesini
olsunöyle-m-e”
cuuukkk Dergisi - Ar
Dergisi Hediyesi...
Do rulukKurtulu tur
AdaletDengedir
A R A L I K 2 0 0 9
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Dergisi Hediyesi...
Do rKurtu
AdaAdaldaletetetDDeDengDengedir
AAYYLLIIKK L M-KÜLTÜR VE
Dergisi Hediyesi...
Gönül
Ne Umar?
VefâE itimi
O C A K 2 0 1 0
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Derginizin elinize sa lıklı bir ekilde ula abilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir ekilde doldurunuz.
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: ehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont li iktedir.
Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende ubesi : 26798480-5001
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı irket adına kesiniz
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Ba langıç Tarihi:
mza
Visan ktisadi letmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli
70 TL
2010 yılında aboneli inizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.
Onların da abone olmasını sa layın.