sacayak sayi 4

52
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı türü: Yerel - Süreli sacayak Bİ LİMLE Gİ Dİ LMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR ISSN 1308-7967 Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Temmuz 2009 / Sayı: 4 BU SAYIDA: 2 Temmuz 2009 Dosyası Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız - Remzi Aydın Katliam Sayıklaması - Hasan Harmancı Söze Ne Hacet Var - Turan Eser Alevi Çalıştayı Dosyası Ahmet Koçak - Devlet Benim Cemevimi Tanımasa Ne Olur Söyleşiler: İsmail Kaygusuz - Asimilasyon Tuzağına Düşmeyelim Dertli Divani - Oyuna Gelmemek İçin 9 Kasım’ ın Ardında Dur Ali Murat İrat - İşe Kendimizden Başlayalım Aykan Erdemir - Siyasi Reform ve Statüko Ayhan Yalçınkaya - Alimin Hayırlısı Padişaha Uzak Olur Hasan Harmancı - Başlayan Çözüm Değil Yeniden Yargılama Esat Korkmaz - Çalıştay Kendi Sonucundan Utanacaktır Fevzi Gümüş - PSAKD Basın Açıklaması’ndan Esen Uslu - 2 Temmuz’un Gösterdikleri Ali Rıza Çelik - Gaziantep AKD - Bakalım Yarın Neyi Yasaklayacaklar Rıza Yürükoğlu - Hacı Bektaş Veli’nin Gösterdiği Temel Yön ve Kapitalizm Şerafettin Halis - Araştırma Önergesi: Alevilik Bir Demokrasi Sorunudur İsmail Kaygusuz - Ummû’l Kitab’da Muhammed’in Mirâcı, Ali’nin Zülkar’ ı Metin Aktaş - Daye Mı Name Armud’i Hovirakerdo! Nedim Kanoğlu - Bir Şey Yapmalı

Upload: esen-uslu

Post on 23-Mar-2016

223 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Temmuz 2009

TRANSCRIPT

Page 1: Sacayak Sayi 4

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / €

SACAYAK Sayı 4, Temmuz 2009

Temmuz 2009 / Sayı:4

BU SAYIDA:

2 Temmuz 2009 Dosyası Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız - Remzi Aydın

Katliam Sayıklaması - Hasan Harmancı Söze Ne Hacet Var - Turan Eser

Alevi Çalıştayı Dosyası

Ahmet Koçak - Devlet Benim Cemevimi Tanımasa Ne Olur

Söyleşiler: İsmail Kaygusuz - Asimilasyon Tuzağına Düşmeyelim

Dertli Divani - Oyuna Gelmemek İçin 9 Kasım’ın Ardında Dur

Ali Murat İrat - İşe Kendimizden Başlayalım

Aykan Erdemir - Siyasi Reform ve Statüko

Ayhan Yalçınkaya - Alimin Hayırlısı Padişaha Uzak Olur

Hasan Harmancı - Başlayan Çözüm Değil Yeniden Yargılama

Esat Korkmaz - Çalıştay Kendi Sonucundan Utanacaktır

Fevzi Gümüş - PSAKD Basın Açıklaması’ndan

Esen Uslu - 2 Temmuz’un Gösterdikleri

Ali Rıza Çelik - Gaziantep AKD - Bakalım Yarın Neyi Yasaklayacaklar

Rıza Yürükoğlu - Hacı Bektaş Veli’nin Gösterdiği Temel Yön ve Kapitalizm

Şerafettin Halis - Araştırma Önergesi: Alevilik Bir Demokrasi Sorunudur

İsmail Kaygusuz - Ummû’l Kitab’da Muhammed’in Mirâcı, Ali’nin Zülfi kar’ı

Metin Aktaş - Daye Mı Name Armud’i Hovirakerdo!

Nedim Kanoğlu - Bir Şey Yapmalı

AKARSULAR’a Uyku sersemler gece, kâbuslara gün doğar,Fesleğen kokusunu kara toprağa sağar,Gökyüzünden sevdalar çiğle umuda yağar,Pir Sultan’lar üstüne aydınlık düşler yığar.

Sürmeli gözleriyle hüzün kokar Menekşe,Can bedenden uçmadan umut bitmez, can dişte,Yeşim ciğer paresi, sevenler yalvarışta,Bezirci’min ışığı kara geceyi boğar.

Bir acayip uğultu coşkuya çöreklenir,Ateşte semah dönen turnalar yüreklenir,Umut, çare birlenir, bahane ıraklanır,Yasemin’im kuruma, coşkun evrene sığar.

Muhibe’m, Akarsu’yum çağladı gümbür gümbür,“Kula kul olma” dedi, “bilim aydınlık yoldur”,Ey yobaz bizi değil, önce nefsini öldür!Karababa’m ışık ol, kör yüreklerde ağar.

Nesim Baba çareler istemezdi balından,Halkı için geçmişti çoktan kendi halından,Bin güvercin büyüdü, uçtu gönül dalındanMazlum’a aşk niyaz et, kara yasına çağır!

Bu acı yüreklerde sızılar da sızılar,Yobaz cehennem oldu, yandı emlik kuzular,“Allah için öldürdük!” bile dedi bazılar,Can Koray’ım inanma, Hak sana nasıl kıyar?

Cehaletin gözü kör, paslı yüreği sağır,Canlar Od’a yanarken gafi l ciğeri soğur,Can özün dara çeker, karanlık candan ağır,Bütün Sulari’leri felek kendinden sayar.

Bu ne İslamiyet’tir, ne sığar insanlığa,Allah vergisi, her kul yaraşmaz ozanlığa,Hasret, Yasemin, Serpil yol vermez karanlığaAkarsu’lara rahmet, softaya lanet yağar.

Öznur Tanal7 Temmuz 2009, Antalya

Page 2: Sacayak Sayi 4

Cumhuriyet Mah., Atatürk BulvarıEfor İş Merkezi, No: 8, Kat: 4, Daire: 37

Beylikdüzü, İstanbulTel: 0212.871 45 47 - 48 Faks: 0212.871 45 49

Gsm: 0533.655 41 88www.pandorayapi.net

[email protected]

Pandora Yapı ve Endüstrileri San. Tic. Ltd. Şti.

Cumhuriyet Mah., Atatürk BulvarıEfor İş Merkezi, No: 8, Kat: 4, Daire: 37

Beylikdüzü, İstanbulTel: 0212.871 45 47 - 48 Faks: 0212.871 45 49

Gsm: 0533.655 41 88www.pandorayapi.net

[email protected]

Pandora Yapı ve Endüstrileri San. Tic. Ltd. Şti.

Page 3: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

1

Sivas Katliamının 16. Yıldönümünde Sivas’ta

Unutmadık, Unutmayacağız,

UnutturmayacağızRemzi Aydın

Sabahın fecrinde toplanmıştık, insanların yüzünde uykusuzluk garip bir mahmurluk olmasına rağmen yinede bedenlerindeki

heyecan satır satır okunuyordu. Son anda otobüse yetişenler nefes nefese kalmış ama yine de gözlerinde yetişmenin mutluluğu var-dı. Refahiye’de ki Dumanlı dağları yine sisler içindeydi, çam or-manları beyaz bir tülün altına gizlenmiş, sessizden ağlamaktaydı. Sakaltutan’a geldiğimizde mavi gevenler henüz gülümsememişti, sarıçiçekler taç yapraklarını; İmadeddin Nesimi’nin sararmış teni gibi kendi kokusunun özüne bırakmıştı ki güneş arkamızdan yetiş-meye çalıştı.

Kızıldağda karlar erimiş, gözyaşları ince dereler halinde kendi mecrasına doğru akıyordu. Ben mecrama akarken usul usul, göz-yaşları ile yarıştığımın farkında bile değildim. Bu seferki ayrılış bir başka koydu yüreğime, bir başka acıdı canım. Oysa ulaşmaya çalıştığım mevzi beni üç yıldır yakan bir cehennemdi. Cehennemdi dedim çünkü üç yıldır Madımak vahşeti ile ilgili bir roman için ça-lışıyordum ve nihayet o roman iki gün önce yayınlanmıştı.

Sivas’a geldiğimizde KESK’in binasında bir süre dinlendik, sağ olsun arkadaşlar ellerinden geldiğince sıcak duygularla bizi karşı-ladılar. Onlarca insan aynı kazanın içinde birleşmiş tek tadı yarat-manın ayrıcalığını yaşamıştık. Hazırlanan kahvaltılar ve taze çayın sonunda caddeye inerek korteji oluşturduk. Evet, insanlar sıcaktı ama Sivas ve sıcaklık yine de beni ürkütüyordu.

KESK’in önünden Alibaba mahallesine doğru yürüyüş başla-dı, arka kortejde gençler vardı ve ben bir tarafımı onların arasında bırakmıştım, ateşliydiler Sivas gibi, öfkeliydiler Yıldız Dağı gibi, oysa biz olgunlaşanlar Yıldız Suyu gibi çağlamaktan bile acizdik.

Kortejde gençler vardı ve ben bir tarafımı

onların arasında bırakmıştım,

ateşliydiler Sivas gibi,

öfkeliydiler Yıldız Dağı gibi,

oysa biz olgunlaşanlar

Yıldız Suyu gibi çağlamaktan

bile acizdik.

2 Temmuz 2009Sivas

Page 4: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

2

Her yönden gelen gruplar birleştiğinde bir başka çağladı Yıldız Suyu, bir başka esti söğüt yapraklarının arasından rüzgâr, tanrının eli gibi dokunup gidiverdi. On binler; slogan atarak, al-kışlayarak ilerlerken Sivaslılar bir kez daha tül perdelerinin ardına saklandılar. Belki utanmak-tan, belki korkmaktan, belki de küfreden yüzle-rini, görmek istemediğimizi düşündüklerinden. Herkes kendi payına düşeni yüreğine hapsetmiş-tir illaki. Susmak, saklanmak, yok saymak Sivas-lıların payına düşmüştü.

En önde katliamda ölen canlarımızın yakınla-rı, kendine onları yakın hissedenler vardı. Carina’nın fotoğrafı pos bıyıklı kasketli bir yaşlının elindeydi. Kutsal bir kitabı tutar gibi tutmuştu Carina’nın fotoğrafını ve diğer elinde sesli kuranı tutu-yordu Pir Sultan gibi. Ölmedik, ölmeyeceğiz diye haykırırken kaç damlayı bıraktı istemeyerek Sivas’ın petrol kokan yollarına bile-miyorum. Adamın yanına yaklaşarak; “Neyiniz oluyor?” diye sordum. Ağlayan gözlerle bir yü-züme bir Carina’nın fotoğrafına baktı ve “Kızım oluyor” dedikten sonra tüm fotoğrafl ara şöyle bir baktıktan sonra; “Hepsi” diyebildi. Başımı çevi-rip kalabalığın arasına daldığımda o adamdan iki damla gözyaşı almıştım, onlar da yanaklarımdan akıp gitmişti.

Hasret Güntekin’in eşinin yanına uğradım, selamlaştık. Kısa bir sohbet ve ondan aldığım hüznü akıtamadan yüreğime, Asuman’ın annesinin feryadı kulağımın dibinden kurşun gibi geçti; “Ne kar-deşliği, benim çocuğumu yakan kişiyle ben nasıl kardeş olurum!” Evet, çocuğunuzu yakan kişiyle kardeşlik nasıl kurulur ben de bi-lemiyorum. Henüz bu sorunun yanıtını bulabilmiş değilim. Bekli de soru yanlıştır ya da cevabı bulunmadan bu soru sorulmamalıydı.

Madımak, ciğerimizin yandığı yer, oraya geldiğimizde bir ses-sizlik, başlar yavaşça yukarıya doğru kalktı ve o alev topu binanın pencerelerinde birilerini aradı. Başlar yukarı kalktıkça gözyaşları aşağıya doğru akıp gitti. Pencerelerin camları sağlam, ama yinede dışarıya çığlıklar haykırarak çıkıyordu. Gökyüzü maviydi ama yine de kızıl alevler mavilikleri yalarken petrolün o iğrenç kokusu şehrin üzerine bir kez daha yorgan gibi serilmişti.

Binlerce ağzından salya akan köpek, bir kez daha “huşu içinde Allahuekber” feryatları atıyordu. Sakallı, cüppeli yaşlılar alkışlayarak gençlerin sırtlarını sıvazlar-ken; “gazanız mübarek olsun” diyorlardı. Temel Karamollaoğlunun o iğrenç sesini duyar gibi ol-dum. “Ben emniyetten değilim sizin Müslüman kardeşinizim” ve arkasından Tansu Çiller’in o iğrenç sesi yankılandı “Şükürler olsun ki halkı-mızın burnu dahi kanamadı.” Ve bir ses arkaların-dan soluk soluğa koşarken durun ben de yetiştim dedikten sonra, “Halkımızla polisimiz karşı kar-şıya gelmemiştir” derken Cumhurbaşkanı edasıy-la kibirlenmişti.

Page 5: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

3

Sonra satılmışları gördüm, yolunu, erkânını, kültürünü, halkını, çocuklarını dünyalıklara satanları gördüm. Tansu Çiller’le pazarlık yapıyordu, yakanları savunan Adalet Bakanı olan Şevket Kazan’ın partisine sevecen gözükmeye çalışıyordu. Yakanların temsil edil-diği partilerin elindeki kemiğin peşinden kuyruğunu sallayarak gidenler gördüm ve bu simsarlar inanç pazarlıyordu, bu çakallar halklarını pazarlıyordu. Neyse ki sadece hayallerimde oradaydı-lar, o insanları kirletebilecek kadar yakınlaşmamışlardı Madımak Anma Törenlerine.

Lütfü Kaleli yine Aziz Nesin’i kucağına alarak en üst pence-relerden birinden itfaiyenin yangın merdivenine bindirmeye çalışı-yordu. Aziz, yorgun düşen bedeni, hastalanan inancıyla ağır aksak aşağıya inerken nefes alamamanın zorluğunu bir kez daha yaşadı. Aşağıda yumruklanan Aziz’i gören Lütfü Kaleli bir kez daha is-yan etti “İmdat” diyerek. Camlar parçalanarak insanların üzerine kristal parçaları gibi akıverdi, zemheri de Kızıldağ’daki boran gibi üşüdük 2 Temmuzun sıcağında, alevinde.

Belki atmış bin kişi vardı, belki de biraz az biraz çok. Fakat dikkatimi çeken şey insanların direnci ve mücadeleci ruhlarının bir yılda daha da törpülenmiş olmasıydı. Kaygı vardı, ses tonları perde-nin altında, yüzlerdeki kırışıklıklarda en yüksek tonda acı vardı. Ne oluyor diye soramadan edemedim. Sahi benim halkıma ne oluyor, gün be gün inançlarını yitirten nedir? Onları pazarlamaya çalışan içimizdeki “yol düşkünleri mi” yoksa medyanın, bir zehir gibi sa-niye saniye enjekte ettiği kötümserlik ve kargaşanın izdüşümü mü?

Medya demişken, TV’de bir profesör konuşuyor ve ben aydınım dedikten sonra şunu söylüyor. Acaba Madımak’ı kütüphanemi yap-malıyız, unutmak mı daha yararlı unutmamak mı tartışmalıyız. Ye-rimde otururken içimden; “Unutmadık, Unutmayacağız, Unuttur-mayacağız” deyiverdim. Yüzlerce katliamı unuttukta ne oldu, sonu geldi mi? Her on yılda bir yeni katliamlar yaşamadı mı bu halk? Öyleyse unutmanın yarar değil, zarar getirdiğini ne zaman unutaca-ğız. Bu arada aklıma bir şey daha geldi, Dersim 38’i yaşlılara sordu-ğumuzda neden inkâr edip gerçeği anlatmadıkları takıldı. Bu kadar mı korkmuştuk yoksa onlara da mı birileri unutun demişti?

Ali Balkız’ın onurlu duruşu Fevzi Gümüş’ün olgun tavırları bir kez daha gözümün önünden geçti. Hep bir ağızdan tüm şehitlerimize “burada” dedikten sonra yapılan konuşmaları dinlemek için bir köşeye çekildim.

Derken bir dost gözüktü gözüme, güneş gibi parlayan, bembeyaz uzamış saçı ve sakalına rağ-men delikanlı yapısıyla sıcacık duygular yayan şemsi gördüm. Esat Korkmaz’la yaptığımız soh-bet Sivas’ın yanan alevini bir süreliğine unuttur-du, ama yüzümü ve kulaklarımı oradaki insanlara çevirdiğimde akan gözyaşlarını kendi yanağımda kendi yüreğimde hissettim yine.

Bir afi ş vardı, “Devletin Alevisi Olmayacağız” ve hemen yanında kırmızı yazılan “Unutma dık, Unutmayacağız” oysa ben onları okurken ken dini unutmuştum...

Satılmışları gördüm, yolunu,

erkânını, kültürünü,

halkını, çocuklarını

dünyalıklara satanları gördüm.

Yakanların temsil edildiği

partilerin elindeki kemiğin

peşinden kuyruğunu sallayarak

gidenler gördüm ve

bu simsarlar inanç

pazarlıyordu, bu çakallar

halklarını pazarlıyordu.

Page 6: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

4

2 Temmuz Katliamı’nın Yarattığı Travmanın Çözümü

Katliam SayıklamasıHasan Harmancı

Sivas’ta 93’te yapılan etkinliklerin ilk günü tüm katılanların se-vinç ve coşkuları arasında sürer. Herkes o günün nasıl da güzel

başladığını anlatır. Ya ikinci gün! O 2 Temmuz gününü nasıl anlatı-yorlar? Birden bire öğlen saatlerini yüzümüze vura vura hatırlatan güneşin yükselmesi ve öte yanda camilerin etrafında biriken kala-balıkların haykırışları. Bu haykırışların çoğaldıkça şiddete dönen yüzü, gün soluncaya kadar direniyor. Bu gerçek bir direnmedir. Ölümü çoğaltma direnişidir. Bir toplu kıyıma giden direniş! İnsana olan umudun gittikçe tükendiği bir direniş! Kurban ve ateşin birleş-meye, çoğalmaya, öç almaya nefes alıp verdiği bir direniş…

2 Temmuz gününe doğru hazırlanırken içimizdeki çatışma, ka-ramsarlık ve vicdanlara su serpilmesi beklentisi 16 yıla rağmen hala sürüyor. 2 Temmuz Katliam yangınının içimizde yarattığı travma-nın çözümüne yönelik çözümler arıyor veya öneriyoruz. Bununla ilgili öne çıkardığımız ve insanlık tarihi için önemli bir belge ve bellek işlevi göreceğine inandığımız ‘Katliam Oteli Madımak’ın’ müze olmasıdır. Bunun için de örnek olarak Solingen’de yaşanan katliam sonrasında, katliamın yaşandığı yere yapıldığını bildiğimiz “Katliam Anıtı”dır. Orada bir küçük anıt, “kütük” dikilerek katle-dilenlerin adları bu kütüğe işlenmiştir. Yakılan evin olduğu yerin çevresi telle örülerek, katledilen insanların anısına, sayıları kadar ağaç dikilmiş. İnsanlığa küçük de olsa bir özür sembolüdür bu dav-ranış. Bu bile önemlidir. Çok şeyi anlatmaktadır. Öncelikle orada insanlık adına birer ağaç yeşermektedir. Ancak, ülkemizde katliam yerinde evrensel insanlık değerlerine uymayan, hoşgörü yerine yok saymayı ve katliamı onaylayan bir umursamazlık ve vicdanlarımı-zın sızlamasının sürdürülmesi söz konusudur…

2 Temmuz Katliam yangınının içimizde yarattığı travmanın çözümüne yönelik öne çıkardığımız ‘Katliam Oteli Madımak’ın’ müze olmasıdır. Bunun için örnek deSolingen’de yaşanan katliam sonrasında, katliamın yaşandığı yere yapıldığını bildiğimiz “Katliam Anıtı”dır.

2 Te

mm

uz 2

009,

Ank

ara

Page 7: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

5

Solingen Katliamı’nın Almanya için belki yaşadığı diğer faşist katliamlar yanında, o kadar yeri yoktur. Ancak hukuksal ve vic-dani açıdan sonuçlanmış bir katliam ve davadır. Her coğrafyanın tarihini kendi içinde okuduğumuzda yakın çağ açısından 1978’de yaşanan Maraş Katliamı’yla birlikte –öncesini unutmadan, sorgula-madan– bu ülkede hukuksal karşılığını ve katliamı yapanların ye-terince cezalandırılmadığı iki katliam daha vardır. Bunlardan biri 1996 yılında gerçekleşen Güçlükonak Katliamıdır, öteki ise Sivas Katliamı’dır.

Bu katliamların karşılığı olan aklanma, hukuki çözüm ve yar-gılamanın adil yapılması gibi önemli noktalar es geçilmiştir. Maraş Katliamı’nın mahkemesi yapılmadı neredeyse. Güçlükonak Katlia-mı kapatılıp gitti ayrıntılarıyla. Sivas Katliamı’nın yargılaması ise sanıkların hâlâ dışarıda cirit atmasıyla meşhurlaştı. Başka birçok bireysel katliam ise ortada duruyor. Türkiye böyle bir ülke! Böy-le bir ülke olmaya devam ediyor. Seçim süreci ile aklanılmamış, vicdanları yaralayan Sivas Katliamı etkinlik olarak üst üste oturan bir tarihe denk geliyor. Böylesi bir üst üstelikte başka sorunlar olsa siyaseten tartışılır veya gündeme getirilir. Tüm partiler ne yapabile-ceklerinin sınırını olur olmaz zorlarlar ama bu noktada sessizlikle-rini koruyorlar. Toplumun kanayan yanları yerine, defterlerinin be-yaz sayfalarını ötekileştirme, yok sayma veya kullanma üzerinden hesaplarla devam ettiriyorlar.

Katliamı doğru bulanlar, destekleyenler ve sessiz kalarak ken-disinin yanmamasına sadece şükredenler ise ayrı bir noktadalar. Onlar hiçbir zaman –sıra kendilerine gelse bile– seslerini çıkarma-yacaklardır. Onların beklentisi insanın insanca yaşaması, ötekileş-meden yaşamasının sorunlarının çözümü değildir.

Türkiye’nin geldiği bir nokta yok, böyle olunca. Kimisi karşı ol-mak için müze olmasa da uzun süre yaşayacak ağaçlar dikmekte ve kütüklere isimleri kazımaktadır. Ancak susmaktır bu ülkenin var-lığı: Susturmaktır bir de. Bir katliam değil binlerce katliam karşılı-ğında susan bir toplumu sadece belleğinin, bilincinin unutmak üze-rine kurulduğunu söylemek mümkün değildir. Bu toplum kendisini var eden değerlere ne saygı duyuyor ne de kendisine de gerekeceği iddiasında bulunuyor. Bu toplum yaşamının böyle kuralsız ve bi-çimsel olarak sürmesine taraftardır. “Varlığım” katliamlara arma-ğandır diyor. Unutmaya alıştığı şey katliamına armağan sunmaktır. Katliamları geleceğe miras bırakmaktır. Ne mutlu bu topluma ki bırakacağı bir şey var, bu katliam da olsa…

Suç ve gelenek bir araya gelince binlerce yıldır devralınan her şey de hukuk-üstü olur. Yaşamın damarlarının çözülebilmesi için suçun ve bunu koruyan geleneğin tespit edilmesi gerek. Bu tespit neye karşılık yapılmalı? İşte sorun buradadır. İslam’ın vazgeçilmez hukuku hangi suçu geleneğin kulesi ve yıkılmazı sayıyor. Suç da gelenekte ‘zihniyet’ ilişkisidir. Gerçek düşman da, bu zihniyetin sürdürülmesinde aranmalıdır. İslam suç için geliştirdiği bu zihni-yetlerden yararlanır. Onun için kadınların kölesel yararcılığı, bin-

Maraş Katliamı’nın mahkemesi

yapılmadı neredeyse.

Güçlükonak Katliamı

kapatılıp gitti ayrıntılarıyla.

Sivas Katliamı’nın yargılaması

ise sanıkların hâlâ dışarıda

cirit atmasıyla meşhurlaştı.

Başka birçok bireysel katliam

ise ortada duruyor.

Page 8: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

6

lerce yıldır ‘elden ele dolaşan’ yasakların/tabuların yeniden imarı, yeni insani düşüncelerin, ideallerin, ütopyaların içinde boğulan koca bir yasa denizi. Hayat tarzları ile katliamları kimliklendiren düşüncelerin sadece bir dinde olduğunu söylemek mümkün değil elbette. Ancak yaşadığımız coğrafyanın büyük ve korkunç zoru onda birikmiş durumda. Nice kâhin ve “müjdeci”nin bir araya ge-tirerek oluşturduğu bu sistem şimdi yıkılmaz Babil Kuleleri gibi ihtişam ve cesaretle suçlarını bizim için gelenek olarak örmeyi bil-mekte ve sürdürmektedir.

İçinde sıralanan kuralların toplumsal yaptırımları, yapısal so-runlarını hiçbir zaman değiştirmemiş durumda. İslamiyet tüm mo-dern zamanlarda bile zaafl ı biçimde grup algılayışının karşısındaki her şeyi ölümle alkışlayabilmektedir. Bu İslamiyet için neredeyse inancın zorunlu davranışı olarak oturmuştur. İçteki öfke bir anda tepkiye döner ve “kabile cezası” var eder kendisini.

Tarihin her an yeniden okunması,

“Burada, hafızayı canlandırarak sadece pasif bir hatırlama iş levi görmez, aksine tarih anlatıları aracılığıyla yaratılan ‘ha tırlama’, öznenin bilinçdışını besler. Yaralı özne, kendi geç mişine baktıkça zulme maruz kaldığı anlara; zulme uğra-dığını her düşündüğünde de geçmişe bakar. Bu yüzden, ‘geç-mişe dönük-hatırlama’ sadece bir bugünden kaçış değildir; aynı zamanda arzu edilen pratiklerin kurulması ve siyasal erek için gerekli ivmenin kazandırılması sürecidir. Geçmişle ilişki, mazlum öznenin siyasal platforma çıkmak üzere oldu-ğunu imler…” (Fethi Açıkel, “‘Kutsal Mazlumluğun’ Psiko-patolojisi”, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı 70, Güz, 1996)

İşte Sivas Katliam’ı böyle önemli ve olağanüstü bir ceza yaptı-rımı ile yerine getirilmiştir. Bunun arkasındaki güç değil de, bunun yaptırım olarak oluşması sırasında iktidarda olanların ifade biçi-mi bu konuda toplumsal mutabakatı açıktan gösteriyor bize. Sivas Katliam’ı açıktan bir ‘yaralı bilinç’ saldırısıdır. Kendindeki yaraya başka bir katliamla çözüm arayan, sosyal, ekonomik ve örgütlenme bütünlüğünün şova, serpil-meye dönüşmesidir. Ola-ğanüstülüğü veya olağan-üs tünlüğü örf ve adetleri gereği merkeze oynayan ‘alış kın’ davranışlarındaki ya rarlı ve çıkarsal yöneli-mi dir. Bu da her zaman ya şan maya meyilli oldu-ğu gibi katletmekle çö-zümlen miş bir tutuculuk ve yalnızlığın aşılması gü-düsüdür. Kimin desteğiyle: Elbette açıktan iktidarın!

Susmaktır bu ülkenin varlığı: Susturmaktır bir de. Bir değil binlerce katliam karşılığında susan bir toplumun belleğinin, bilincinin unutmak üzerine kurulduğunu söylemek mümkün değildir. Bu toplum “Varlığım” katliamlara armağan olsun” diyor.

2 Temmuz 2009 Ankara

Page 9: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

7

2 Temmuz ve 5 Temmuz Katliamları Vicdani Yüzleşme İstiyor!

Söze Ne Hacet Var Turan Eser

“Geçmişi kaşımaya ne hacet var” diyenlerin paslanmış ve nasır-laşmış vicdanlarına inat, unutmamak için hatırla(t)maya hacet var. Otuz beş insanımız, on altı yıl önce, Sivas’ın orta yerinde, devle-tin gözü önünde, komutla harekete geçen gerici güruh tarafından yakılarak katledildi. Otuz üç insanımız ise Erzincan’nın Başbağlar köyünde, camiden çıkarılıp, köy meydanında eşlerinin ve çocuk-larının gözleri önünde hunharca kurşuna dizildi. Madımak’ta ve Başbağlar’da yaşanan acı, kor bir ateş gibi toplumun yüreğine düş-tü. Halkın vicdanında isyan örgütlenirken, siyasilerin nasırlanmış vicdanı on altı yıldır vurdumduymazlığa sığındı. Türkiye bu utanç-lardan dün kurtulamadı, bugün de kurtulmaya niyetli görünmüyor.

‘Unutulur’ Diye Umuyorlar

Kerbela’yı unutmayanlardan, yetmiş iki milleti bir görenlerden, Madımak, Başbağlar, 6-7 Eylül, Dersim, Çorum, Maraş, Malatya, Gazi katliamlarını, Mart’ları, Mayıs’ları, Eylül’leri, siyasi cinayet-leri, “faili meçhulleri” unutmaları isteniyor. Unutmanın, kanayan yaralara iyi gelmediğini, unutulunca, acıların tekrar yaşatıldığını ezberlemiş toplum haline geldik. Toplumun çok kültürlü ve çok kimlikli yapısının, katliamlar, siyasi cinayetler ve darbelerle ho-mojenleştirmek isteyenlerin amaçlarını iyi tanıyoruz. Alevi-Sünni, Türk-Kürt kavgasının olmadığını ve bunu derinden kaşıyanların varlığını daha net görüyoruz. Buna fırsat vermemek içinde, geç-mişten ders alıyoruz. Unutmamak gerektiğini biliyoruz.

Birileri “unutsa” bile, Asım Bezirci unutturmamak için “halkı savunma, adalet, özgürlük, kardeşlik, sadece Türkiye toplumunun değil insanlığın ortak özlemidir. Bir insan olarak her türlü güzelli-ği koruma sorumluluğunu taşıyorum. Herkes de öyle davranmalı” diyerek, Gülsüm Karababa, “Ah bir çoğalsa sevgiler... Çoğalsa da üstümüzdeki o kısır bulutlar, içimizdeki yalanlar, katılıklar, kinler,

Geçmişi anlamayanlar,

onu yeniden yaşamaya

mahkûm olurlar.

Goethe

Saygınlık belleğe dayanır, unutuşa

değil.

Julio Strassera

2 Temmuz 2009, Ankara

Page 10: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

8

öfkeler, bencillikler sıyrılıp gitse... Ne olur o zaman?” diye sora-rak, Başbağlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya’nın ise “Devlet evleri tamir etti, ama gönülleri tamir edemedi” feryadı unutturmaz. Madımak ile Başbağlar katli-amını ‘misilleme’ palavrasıyla karşı karşıya getirmek isteyenlerin tuzağına düşmemek için de, unutmamak gerekir.

Alın Yazısı Değil

“İnsanı yakmak, hangi kitapta yazar?” sorusunun cevabını, bu kat-liamda yakılarak öldürülen Asım Bezirci’nin kitaplarında ya da Behçet Aysan’ın, Metin Altıok’un şiirlerinde, Ozanların deyişle-rinde, semaha duranların yüreklerinde bulamazsınız. Bu bir alın yazısı da değildir. Kim katliam yapar? Kim 35 insanı yakar? Kim 33 insanı kurşuna dizer? Bunun cevabı ancak aklını ve kişiliğini dinci gericiliğe, yobazlığa, etnik milliyetçiliğe teslim etmiş androit-lerden ve bu androit sürülerini katil haline getiren derin devletin se-naryolarında bulabilirsiniz. Hukuk dışında devlet inşasına girişen karanlık güçlerin ajandalarında gizlidir. Madımak ve Başbağlar’ın maskelenmiş katliamların altında gizlenmiş yüzler aynı adrese ait. Çünkü her ikisinde de ‘aynı parmak izi’ duruyor.

Sanki Yaşamamışız

Sanki Madımak’ta yakılmamışız gibi, ölümlerimizi hazırlayanların “Allah adına yak ula yak” çığlığını duymamışız gibi, 35 canımız öl-dürülmemiş gibi, devlet bu katliamı seyretmemiş gibi, Başbağlar’da kurşunlanmamışız, çocuklarımız yetim kalmamış gibi, Çorum’da kurşunlanmamışız gibi, Maraş’ta, Gazi’de katliamlara maruz kal-mamış, yüzlercesi ölmemiş gibi, annesiz, babası, evlatsız ve kar-deşsiz kalmamışız gibi davranamayız… Hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Seyredemeyiz...

Aksine karanlıkla yüzleşmeliyiz.

Türkiye’nin “Auschwitz”leri

Önceki katliamlarda olduğu gibi, devlet “geliyorum” diyen Ma-dımak ve Başbağlar katliamını önlemedi, tedbir almadı ve vah-şetleri ‘seyretti’. Türkiye’nin Auschwitz’lerini yarattılar. Siyasi iktidarlar susarak, katliamlarla yüzleşmeden vicdanlarını aklama hakkına sahip olmayacak. Vicdanlarını aklamak yerine “unutun” diyenler, Madımak otelinde savunmasız, on iki yaşındaki Koray Kaya’nın diri diri yakılışını sekiz saat canlı canlı izlemedi mi? Tel-li Kuran’larıyla birlikte Akarsu’yu, Suları’yi vahşice yakanların tekbir seslerini duymadı mı? Madımak’ta otuz beş, Başbağlar’da otuz üç insanın vahşice öldürülmesini seyreden o dönemin ve bu dönemin devlet erkânı on altı yıldır nasıl rahat uyuyor. İdeolojik duruşlarıyla yüzleşmiyorlar. Peki, vicdanları da mı yüzleşmeye-cek kadar nasırlaşmış? İki Temmuz’da Madımak oteli önünde, beş

Kerbela’yı unutmayanlardan, yetmiş iki milleti bir görenlerden, Madımak, Başbağlar, 6-7 Eylül, Dersim, Çorum, Maraş, Malatya, Gazi katliamlarını, Mart’ları, Mayıs’ları, Eylül’leri, siyasi cinayetleri, “failimeçhulleri” unutmaları isteniyor.

Auschwitz: Nazi Almanyası’nın en büyük toplama ve yoketme kampı. 3 milyon insanın dini, ırkı ya da siyasi görüşleri nedeniyle zehirli gazla katledildiği ve yakıldığı kamp, bugün bir müzedir.

Page 11: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

9

Temmuz’da Başbağlar köyünde bu katliamları lanetlemenin sembo-lü haline gelmiş karanfi li bırakmak da mı zor geliyor?

Mağdurların Barış ve Sevgi Dilini Anlamak

Madımak’ta ve Başbağlar’da şehit aileleri “Biz öldürmedik, yakı-larak, kurşunlanarak öldürüldük”, “Hiçbir anayı, kardeşi ağlatma-dık, biz ağladık”, “Biz kimseye acı çektirmedik, biz acı çekiyoruz” diye barışın ve sevginin dilini sürekli korudular. Şiddeti besleyen makro politik söyleme karşı, şiddetten arındırılmış barış ve sevgi diliyle, toplumsal barışa katkı olsun diye, Başbağlar’a da bir resmi anıt yapılsın. Türkiye tarihsel ayıplarıyla yüzleşme fırsatı bulması için “Madımak Müze Olsun.” Türkiye’nin aydınları, yazarları, sivil toplum kuruluşları, sendikaları, meslek odaları ve Türkiye bu talebi savundu. Bir TBMM çatısı altında kalanlar sahiplenemedi. Bir de ülkeyi derinden yönetenler.

Biraradalık İçin Toplumsal Yüzleşme Sağlanmalı

Madımak otelin müze olması ve Başbağlar’da bir Anıt’ın yapılma-sı, toplumsal birlik ve beraberliği pekiştirecektir. Çünkü buna dair çokça örnek var. Çağdaş ve demokratik kültür sahibi toplumlarda nasıl bir tutum alındığına bakarsak bunu görebiliriz. Örneğin, 6 milyon Yahudi vatandaşının katliamı karşısında, Almanya’da bir tarihsel yüzleşme 1960’lı yıllardan beri sürüyor. Her yıl, Yahudi katliamında ölenler anılıyor. Okullarda toplama kampları, katliam-lar eleştiriliyor, insan haklarını savunma bilinci veriliyor.

1993 yılında, Almanya’nın Solingen kasabasında da beş Türk va tandaşımızın kundaklama sonucu vahşice öldürülmesi karşısın-da, Alman hükümeti kundaklanan bu mekânı Anıt Ev haline getir-di. Katledilen beş yurttaşımız için beş çınar ağacı dikti. Her yıl hü-kümet ve cumhurbaşkanlığı düzeyinde, Solingen katliamı protesto ediliyor. Bunun nedeni toplumsal gerilime karşı, toplumsal duyar-lılığı artırmaktır. “Birlik ve beraberliği” teşvik etmektir. Tarihsel yüz leşmenin asıl amacı, karanlığın ve aydınlığın arasındaki farkın ortaya konulmasıdır.

Türkiye’yi Zarar Görmüş İnsanlığından Kurtarmak

Madımak ve Başbağlar katliamı insanlık dışı kıyımdı. Toplumsal belleğimizde derin yaralar açmıştır. Türkiye’nin vicdanında temiz-lenmesi zorunlu bir utançtır. Katliamların açtığı bu yarayı, ancak demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, çok kültürlülüğe inanan ve sahip olan kesimlerle sarabileceğiz. İki ve beş Temmuz’u unutmamak, aynı zamanda, gelecekte her bireyin ve toplumsal ke-simlerin can ve mal güvenliğine yönelik tehditleri de engellemek açısından önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, insanların farklı düşünce, inanç ve kültürlerinden dolayı yakılması, ötekileştirilmesi, ayrımcılığa

Katliamların açtığı

yarayı, ancak

demokrasiye, insan hak

ve özgürlüklerine,

eşitliğe, çok

kültürlülüğe inanan ve

sahip olan kesimlerle

sarabileceğiz.

Page 12: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

10

maruz bırakılmasının insanlık ayıbı olduğunu kabul edip, bunu önlemek zorundadır. Türkiye’nin bu utançtan ve suçtan biran önce kurtulması için, Madımak Oteli’nin derhal müze yapılması gerekir. Devlet “oteli kamulaştıracak param yok” diyemez. Yangında otel maddi zarar görmüştür, ama Türkiye’nin insanlığı da zarar görmüş-tür. Başbağlar köyünde birkaç evi tamir etmekle, devlet kendisini aklayamaz. Katliamların 16. yılında Madımak otelinin müze, Baş-bağlar köyüne Anıt Ev yapılması talebi toplumsallaşmıştır. AKP hükümetin ve TBMM üyelerinin bu talepleri “ret” etme mazereti kalmamıştır. Bu tarihsel fırsatı AKP hükümetinin ve TBMM’deki partilerin ıskalama lüksü yoktur. Çünkü demokratikleşmek ve vic-danları aklamak için bu şart…

Hüsne Ana, Koray’ın; Turgut, Babasının Yolunu Bekliyor

Yaralı yüreklerin sahibi Başbağlarlıların “33 canımız hunharca kurşunlandı, köyümüzde 30 kadın dul, yüzlerce çocuk yetim kaldı” feryadı hepimizin vicdanıyla buluşmalıdır. Madımak otelinde kat-ledilen 12 yaşındaki Koray’ın, annesi Hüsniye ve babası İsmail’in acısını, Başbağlar’da bir yaşında babasız kalan Turgut Özdemir’de yaşıyor. Şimdi 17 yaşındaki Turgut babasının resmine bakarak “Ba-bamı kimler öldürdü” diye soruyor. 16 yıldır Turgut’a ne cevap ve-ren var, ne de özür dileyen devlet. Hüsniye Ana’da Koray’ının yolu-nu gözlüyordu; “Gelir de bitirir okullarını, büyük adam olur, askere gider, evlenir yaştaşları gibi o da karışır kuzularına” diye. On altı yıldır Koray’ın yolunu gözlüyor Hüsniye Ana. Ne Koray geliyor, ne de devlet. 16 yıl geçmesine rağmen, gerçek katillerin yakalanma-ması Turgut’un yüreğindeki acıyla, Koray’ın annesinin ve babası İsmail’in acısını artırarak ortaklaştırıyor.

16 yıldır katliam yerlerine gelen ve hatırlayan devlet yok. Madı-mak halen yanıyor. Tıpkı Başbağlar köyü gibi. İşte bu nedenle “Ka-şımaya ne hacet var” diyenlere; saygınlık unutturmak isteyenlere değil, hatırlatanlaradır.

2-5 Temmuz 2009

16 yıldır katliam yerlerine gelen ve hatırlayan devlet yok. Madımak halen yanıyor. Tıpkı Başbağlar köyü gibi. İşte bu nedenle “Kaşımaya ne hacet var” diyenlere; saygınlık, unutturmak isteyenlere değil, hatırlatanlaradır.

2 Temmuz 2009 İstanbul

Page 13: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

11

Devlet Benim Cemevimi Tanısa Ne Olur, Tanımasa Ne Olur?

Ahmet Koçak

İkinci Alevi Çalıştayı 8 Temmuz 2009’da Taksim Ceylan Inter-continental Oteli’nde toplandı. Davetliler, bu kez akademisyen-

lerden oluştu.Önceki sayımızda AKP’nin “Alevi Çalıştayı”nın birinci oturu-

muna katılanlarla söyleşi yapmış, görüşlerimizi yazmıştık. Bu hü-kümetin fi kir babaları ulemalar olduğu sürece Alevilerin sorunları-na sağlıklı yaklaşamayacağını, çözüm üret(e)meyeceğini anlatma-ya çalışmıştık. Bu yazının mürekkebi daha kurumadan bahsi geçen ulemaların bizi yanıltmadıklarını gördük.

Liberal Kılıklı Ulemalar

İkinci Alevi Çalıştayına katılan ulemalardan Nevzat Tarhan için top lantıya katılan Alevi kökenli Doç. Dr. Ali Yaman, HubyarNet’e ver diği demeçte şunları söylüyor:

“Çok olumsuzdu, Alevilere çocuk muamelesi yapıyordu, Ale vileri sürekli başkaları tarafından kullanılmaya müsait bir topluluk olarak tanımladı. Ona göre sanki Aleviler aklı başında olmayan, sürekli birileri tarafından kullanılan bir topluluktu. Alevileri konuşurken sürekli ‘güvenlik’ sorunu açısından ele aldı.”

Ali Yaman, toplantıya katılan bir başka ulema olan Mümtazer Türköne için ise şunları söylemektedir:

“[Mümtazer Türköne] Alevileri demokratik olmayan güçler-den medet ummakla, onlara destek vermekle suçladı.”

Anladığım kadarı ile Sn. Türköne, Alevileri ordunun destekçisi ola rak görüp darbelerin ardından Alevilerin olduğunu söylemeye çalışıyor. Bunun altında yatan düşünce Ergenekon örgütünün Ale-viler tarafından kurulduğunu iddia etmektir.

Bu toplantıda ulemanın acaip tepkiler vereceğini tahmin ediyor-dum, ama doğrusu bu kadarını hayal bile etmezdim. Evet, Alevile-rin çoğunluğu Kemalisttir, orduya sempatiyle bakar. Ama yıllardır canını en çok yakan darbe ve onun devamı olan antidemokratik ya-pılanmayı destekleyecek kadar gözleri dönmemiştir.

Bunu söyleyenler kendilerine bir bakmalıdırlar. Statükodan bes-lenenler kendileri değil mi? İlahiyatların, İmam Hatiplerin, Kuran Kurslarının çoğalmasına neden olan o sözde karşı oldukları faşist 12 Eylül Cuntası değil mi? Varlıklarının nedeni askeriye değil mi?

Askeriyenin her darbesi şeriatçı faşistlerin güçlenmesine ve ik-tidar olmalarına yol açmıştır. Ordu demokrasiden, emekten yana

Askeriyenin her darbesi

şeriatçı faşistlerin

güçlenmesine ve iktidar

olmalarına yol açmıştır.

Alevilerin çoğunluğu

orduya sempatiyle

bakar. Ama darbe ve

ardından gelen

antidemokratik yapılanmayı

destekleyecek kadar

gözleri dönmemiştir.

Page 14: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

12

tüm muhalif güçlerin baskı altında tutulmasında egemen güçlerin hizmetinde hazır ve nazır olmuştur.

Çoğunluğu işçi emekçi olan Alevilerin böylesi bir ordudan ne gibi beklentisi olabilir? Bu liberal kılıklı ulema beyler, beslendikleri kanal ile bugün “ters” düşmüş olmalarından dolayı nereye çamur atacaklarını şaşırmış durumdalar. Evet, Alevilerin işi ulemaya ka-lırsa mahşere kalır.

ABF’den Tepki

Çalıştayda gelişen durum karşısında Alevilerin üst örgütü ABF’den tepki geldi. ABF basına yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verdi:

“Bir katılımcı Alevi Bektaşi toplumunu ‘demokratik olma-yan güçlerin savunucuları ve darbecilerin yandaşı’ olarak gösterme cesaretinde bulundu. Diğer bir katılımcı, ‘Alevileri iç ve dış çeşitli güçler tarafından kullanılan bilinçsiz’ bir top-luluk olarak tanımladı.Siyasi otoriteyi çalışma usulü ve yöntemi konusunda uyar-mamıza rağmen çalıştaylara Alevi Bektaşi dünyasıyla ilgili olmayan kişilerin davet edilmesi, bu çalıştayların ucu açık toplantılar serisi haline dönüşmüş olmasını kaygıyla izliyo-ruz. Bu çalıştaylar serisinin daha verimli hale getirilmesini, Alevi Bektaşi temsilcilerinin talep ettikleri ve üzerinde uz-laştıkları sorunların çözümünün derhal yerine getirilmesini bekliyoruz. Aksi tutum bu işin sulandırılması ve ipe un se-rilmesi anlamına gelecektir.”

ABF Genel Başkanı Ali Balkız, Çalıştay’ın ikinci oturum sonu-cu açıklandıktan sonra itirazlarını aşağıdaki gibi seslendirmekte:

“Alevi Bektaşi temsilcilerinin talep ettikleri ve üzerinde uz-laştıkları sorunların çözümünün derhal yerine getirilmesini bekliyoruz.” (vurgu bana ait)

Sayın Balkız, Alevilerin yıllarca vermiş olduğu hak mücadelesi-ni hangi noktaya taşıdığının herhalde farkında değil. Balkız’ın “uz-laştık” dediği maddeler, Alevi toplumuna hangi katkıyı sunacak? Devlet benim cemevimi tanısa ne olur, tanımasa ne olur?

İnananlar bin yıldır bu topraklarda tanınmayan bu inancı bugü-ne kadar getirmeyi pekâlâ başarmıştır. Devletin devasa gücü Diya-net İşleri Başkanlığı varlığını sürdürdükçe, devlet gerçek anlamda laik olmadığı sürece Alevilerin taleplerinin güvence altına alınması mümkün mü?

Hükümetin düzenlediği toplantıda, demokratik Alevi örgütleri-ni, statükocuların, gerici Alevi örgütlerinin hükümetin kabul ede-ceği telepleri üzerinde uzlaşmaya zorladığı ve asıl can alacı istem-lerimizi “üzerinde uzlaşılamadı” diye çöpe atmaya hazırlandığını yazmaktan elimiz yoruldu. Haydi bir kez bu tuzağa düştünüz. Artık bu “uzlaşılmış” istemlerin demokratik Alevi örgütlerinin üst örgü-tüne, federasyonuna yetmediğini açıkça söyleyin.

Hükümetin, demokratik Alevi örgütlerini, gerici Alevi örgütlerinin hükümetin kabul edeceği telepleri üzerinde uzlaşmaya zorladığını ve asıl can alacı istemlerimizi “üzerinde uzlaşılamadı” diye çöpe atmaya hazırlandığını yazmaktan elimiz yoruldu. Haydi, bir kez bu tuzağa düştünüz. Artık bu “uzlaşılmış” istemlerin demokratik Alevi örgütlerinin üst örgütüne, federasyonuna yetmediğini açıkça söyleyin.

Page 15: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

13

Demokratik Alevi derneklerinin üst örgütü, kapsamlı laiklik ve demokrasiyi ikircimsiz savunmak zorundadır. Çünkü ABF’nin ta-banı bunu istemektedir. Çünkü Türkiye’nin demokrasi güçleri bunu istemektedir. Çünkü gericilerle uzlaşarak demokrasi ve laikliğe ula-şılamaz!

Alevi Çalıştayı Söyleşiler

Dergimiz hükümetin çalıştay dönme dolabını ilgiyle izlemeye de-vam ediyor. Bu sayıda çalıştaya davet edilmeyen sanatçı ve aydın-larımızla ayrıcı çalıştaya davet edilen Alevi Enstitüsü Bilim Kurulu üyesi üç akademisyenle yaptığımız söyleşileri okuyacaksınız.

AKP’nin “Alevi Açılımı” ve “Alevi Çalıştayı” Üzerine Söyleşiler

İsmail Kaygusuz: Asimilasyon Tuzağına Düşmeyelim

“Alevi Açılımı-Çalıştayı” konusunda neler söylersin? AKP hükümeti, Alevi-Bektaşi inancında yeri olmayan, Muhar-rem orucunun özüne aykırı “İftar Sofraları” ile başlayan “Alevi Açılımı”nın adını değiştirdi, ama aynı projeyi sürdürüyor.

TRT’deki “Muharrem Sohbetleri”ndeki hedefl eri açıkça görül-müştü. Anımsarsın benimle Kerbela, İmam Hüseyin ve Ehlibeyt üzerine yapılan ve yarım saatten fazla süren söyleşiden Muharrem orucuna ilişkin sadece üç-dört cümleye yer verilmişti. Serçeşme adına senin yaptığın konuşmanın da onda birini bile vermediler.

Alevi açılımında yönetenlerin anlayışına aykırı gördükleri fark-lı düşünce ve söylemlere yer verilmeyeceği anlaşıldı.AKP hükümetinin Alevilere ilişkin siyasi projesi var mı? Kuşkun olmasın. AKP’nin Alevilik Projesi, ABD emperyalizmi-nin “Ilımlı İslâm Projesi”nin kapsamı içinde bir ayrıntı uygulama-sıdır: Kendi siyasetlerine uygun bir “ılımlı Alevilik” oluşturmak! Nedir ılımlı Alevilik? Sünni şeriatın ibadetlerini yerine getiren; camiden çıkmayan bir müminler topluluğu! “Cami de cemevi de; namaz da niyaz da bizim” diyen bir Alevilik.

ABD’nin “Ilımlı İslâm Projesi” artık terk edilmiş olsa da ılımlı Alevilik projesi AKP’nin çıkarınadır. “Farklı inançlara özgürlük ve demokrasi” adına bir girişimle yandaş kazanmayı hedefl emekteler.

Alevi toplumunun hak ve hukukunu tanımak, taleplerini yerine getirmek uzun bir sürece yayıldıkça bu hedef gizlenebilir. Amaç, 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı politikasının yarattığı, kısmen Şii şeriatını benimsemiş; ezanlı, namazlı, oruçlu, Arapça Kuran ayet-leriyle süslenmiş ve devlete-padişaha övgüler, şükranlar sunan gül-benkleriyle, 1826’ya kadar ayn-i cemlerini serbestçe yapan Baba-gan Bektaşiliğini “Ilımlı Alevilik” olarak sunmaktır!

Demokratik Alevi

derneklerinin üst örgütü,

kapsamlı laiklik ve demokrasiyi

ikircimsiz savunmak

zorundadır. Çünkü

demokrasi ve laikliğe ulaşmanın gericilerle

uzlaşan başka bir yolu

yoktur!

Page 16: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

14

Diyanetçi-ilâhiyatçı tarihçi ve yazarlar, Bektaşilikle Aleviliği ayrı ele alıp, Aleviliği-Kızılbaşlığı aşırı ve sapkın göstermek çabası içindedirler. Bir kaç yıl önce Isparta’da yapılan Alevilik-Bektaşilik sempozyumuyla bu niyet ilk kez açığa çıkmıştı. Sonra toplantı ve panellerle sürdürüldü. Diyanet, kendi inanç ve düşünce yapısına uy-gun elyazmalarını seçerek, “Alevi Bektaşi Klasikleri” adı altında yayınlayarak süreci hızlandırdı. CEM ve Ehlibeyt vakıfl arı, Şii eği-limli Alevi-Bektaşi dernek ve dergâhlarından yandaşlar belirlendi.

Ne yazık ki, kendilerini bâtıni yorumlar çerçevesinde Müslüman gören ve bu inançları uğruna ölümcül mücadeleler vermiş Alevi-Bektaşi toplumuna, “Siz Müslüman değilsiniz, Alevilik İslâm dı-şıdır” iddia ve tartışmaları bu yandaş kazanma sürecine hizmette bulundu. Bu hazırlıkların ardından, ılımlı bir devlet Aleviliği yarat-mak için ‘Alevi açılımı’ ve ‘Alevi çalıştayı’ sahneye koyuldu.

Açılım, çalıştay... Ne anlama geliyor bu kavramlar? Açılım, bir konunun veya düşüncenin açıklığa kavuşturulması, eklemlemelerle genişletilmesi demektir. Çalıştay ise açılımın ama-cına ulaşmasını sağlayacak olan tartışmalar olarak anlıyorum.

Devlet ve AKP hükümeti samimi olsaydı, “açılım ve çalıştay”la zaman harcamazdı. Alevi-Bektaşi toplumunun taleplerini, en yakı-nı 2 Temmuz Kırımı olan tarih boyu yapılmış tüm baskı ve kıyımlar için özür de dileyerek hemen yerine getirirdi. Cumhuriyetin kuru-luşundan beri Alevi-Bektaşilerin varlığı kabul görmemiş! Önce bu inanç topluluğun varoluşunu-kimliğini resmen tanı ki, sorunlarını çözme girişiminde bulunabilesin.

“Çalıştay” Alevi sorunlarını çözmeye yönelmiş değil mi? Çalıştay’da Bakanın 8 Temmuz günü söylediklerine bakalım:

“İnsan haklarına dayalı demokratik ülkelerde, devlet her-hangi bir dini veya mezhebi ya da ideolojiyi vatandaşına da-yatmadığı gibi her dinden bireyin de eşit mesafede yanında olmalıdır. Demokrasilerde her insan hürdür. Toplumsal barı-şın ve huzurun ortak paydası olan demokrasi bireyin inanç-larını yaşayabilmesini sağlamaktadır.”

Doğru ve güzel sözler. Devlet, ‘herhangi bir dini veya mezhebi ya da ideolojiyi vatandaşına dayatmadığı gibi her dinden bireyin de eşit mesafede yanında olsaydı’ Alevi-Bektaşi sorunu olur muydu?

Sözde laik ve demokratik devletin içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı gibi teokratik yapı eliyle Sünniliğin Hanefi mezhebini vatandaşına dayatmış ve dayatmayı sürdürüyor.

Bakan bunu söylerken Alevilerin talepleri arasında Diyanet’in kaldırılmasının bulunmasını yadırgıyor. Buna ikiyüzlülük denir.

“Din ve inançlar geçmişte olduğu gibi içinde olduğumuz çağda da en etkin gerçektir. Bu gerçek ortak paydada bu-luşmaya teşvik etmektedir. Ortak arayışlar dünyada kalıcı barışa işaret etmektedir”

İsmail KaygusuzDevlet ve AKP hükümeti samimi olsaydı, “açılım ve çalıştay”la zaman harcamazdı. Alevi-Bektaşi toplumunun taleplerini, en yakını 2 Temmuz Kırımı olan tarih boyu yapılmış tüm baskı ve kıyımlar için özür de dileyerek hemen yerine getirirdi.

Page 17: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

15

sözleri ne anlama geliyor dersin, Ahmet can?Ne anlama geliyor? Açıklar mısın? Bakanın bu sözleri AKP hükümetinin gerçek niyetini açığa vu-ruyor. Hayır, din ve inançlarda ortak payda arama girişimi, yalnız ‘demokrasi bireyin inançlarını yaşayabilmesini sağlayabilir’ kura-lına aykırıdır. Farklı ve birbirine aykırı inançlarda ortak paydada buluşma diye bir mantıksal gerçeklik yoktur ve olamaz.

Devletin ya da hükümetin böyle bir girişimi, baskın din ve inan-cın diğerlerine dayatılması ve kendine benzetmeye zorlamasına va-rır. Bunun adı asimilasyon girişimidir.

Alevi-Bektaşiliğin Tanrı inancı ve İslâmi ibadet anlayışı, Sünni İslâm’a tamamıyla aykırıdır. Alevilerin müslümanlığı kendilerine özgüdür ve Bâtıni İslâm inancı üzerinde temellendirilmiştir. Hangi ortak paydadan sözediyor Sayın Bakan?

Ortak payda demek asimilasyon demektir, değil mi? Doğru. AKP hükümeti bunu Alevileri özünden saptırıp şeriatla buluşturarak yapmayı planlıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri yok sayılan Alevilik, asimilasyon yoluyla gerçekten yok edilmek isteniyor.

AKP iktidarının Alevi açılımı ve çalıştayı bir tuzaktır. Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini çok değerli dostum Sayın Veliyettin Ulusoy’un “Eskiden Alevileri katlediyorlardı, şimdi ise Aleviliği öldürmek istiyorlar” dediği gibi, Aleviliği yok ederek sorunu toptan ortadan kaldırmak istiyorlar. Aleviler bu tuzağa düşmemelidir.

Böyle düşündüğünü bildikleri için mi seni çağırmadılar? Kaygusuz’u yok sayıp muhatap almıyorlarsa da, ne yazdıkları-mızı çok iyi biliyorlar. Çağırsalar da gitmezdim. Ama gitseydim, bu söylediklerimin aynısını, belki daha fazlasını orada söylerdim.

Gazeteler ikinci Çalıştayı, “Hükümetin ... Aleviliği bilgi zemi-nine oturtmayı amaçlayan çalışmaları sürüyor” haberiyle verdiler. “Akademisyenler” Aleviliği bilgi zeminine oturtacaklarmış!.

Otuz iki çağrılı akademisyenden sadece beşi, altısı Alevi kö-kenli. En fazla sekiz, dokuz kadarının Alevilik üzerinde araştır-ması var. Geri kalanları Alevi-Bektaşi toplumu tanımaz, ben de tanımıyorum. Hiçbirinin konuyla ilgisi yoktur. Katılımcılar çeşitli üniversitelerde çalışan veya emekli sosyolog, gazeteci, sosyal bilim-ci, dil ve din bilimcisi, tarihçi vb. Geçmişleri araştırıldığında Türk-İslâmcılar, İlâhiyatçılar, Fethullahçı Zaman gazetesi yazarı, Diya-net İşleri Başkanlığının İlim Kurulu üyesi, Abant Toplantılarının müdavimleri ve tarikat-cemaat üyeleri. Onların bağlı bulundukları ortamların Alevilik ve Aleviler hakkındaki düşünceleri iyi bilin-mektedir.

Bunlar mı Alevi-Bektaşi toplumunun sorunları üzerine görüş ve bilgi sunacak, çözüm önerileri getirecekler? Kurda kuzu teslim ediliyor! Ne konuştuklarını bilmiyoruz, ama büyük olasılıkla “ılım-lı” davranmışlardır; çünkü Aleviliği tarikat düzleminde gördükleri

İsmail KaygusuzFarklı ve

birbirine aykırı inançlarda

ortak paydada buluşma diye bir mantıksal

gerçeklik yoktur ve

olamaz. Devletin

ya da hükümetin

böyle bir girişimi, baskın din ve inancın

diğerlerine dayatılması ve kendine

benzetmeye zorlamasına

varır. Bunun adı

asimilasyon girişimidir.

Page 18: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

16

için Alevi-Bektaşilerin bazı hakları tanınırsa kendi tarikat ve ce-maatlerine da yasal kazanımlar sağlayacaklarını düşünmektedirler.

Son sözlerini alayım. Alevi-Bektaşi inanç toplumu ve Alevi-Bektaşi kurum ve kuru-luşları AKP’nin Alevi Açılımı ve Çalıştaylarından olumlu bir şey beklemesinler. Bakanın da vurguladığı gibi bu “din ve inançta ortak payda oluşturma”, yani ‘ılımlı Alevilik projesi’ adı altında Alevi-liğin şeriatla buluşturulması, yani asimilasyon girişimidir. Tuzağa düşmeyelim.

Dertli Divani: Oyuna Gelmemek için 9 Kasım Mitingindeki Resmin Arkasında Durmak Şart

“Alevi Açılımı-Çalıştayı” konusunda neler söylersin? “Alevi Açılımı”, AKP’den milletvekili olan Alevi kökenli bir va-tandaşın projesi olarak doğmuş görünse de öyle olmadığı gerçektir. Alevi-Bektaşi inancını yüzyıllardır baskı, zulüm ve kıyımla biti-remediler. “Alevi Açılımı”, bu inancı, Alevilerin içinden onların safl arına çekilebilecek kişiler aracılığıyla belli bir ölçüde bitirebile-ceklerini sananların bir planıdır.

Aleviler yurt içinde ve dışında örgütlendi, yüksek sesle konuş-maya başladı. Bu açılım, Alevileri birbirine düşürmek için yapılan bir entrikadır. Aynı zamanda Alevilerin diğer duyarlı ve ezilen ke-simlerle bağını koparmak, bağ kurmasını önlemek amacındadır.

Biz buna Muaviye siyaseti deriz. Yüzyıllardır hep bu oyun oy-nanır. Bizde zerre kadar ön yargı yok. Ah keşke samimi olsalar; in-sanlar kendisinin dışında olanı keşke olduğu gibi kabul etse ve onu tanısa! Bundan daha güzel ne olabilir ki? Erenlerimiz, pirlerimiz, âşık ve sadıklarımız ayrım yapmadan insanlığa hizmet etmiş ve bize bu anlayışı kazandırmışlar. Bu anlayıştan nasibini alamayanlar da yolunu sarpa sarmış, arada kalmış.

Sadece adı Alevi olan bu arada kalmışların iştirak ettiği iftar sof rasını “Alevi Açılımı” diye nitelediler. Bu tutmadı! 9 Kasım 2008 Alevi mitingi muhteşemdi. İşte orada hem Alevi-Bektaşi ör-gütlülüğü, demokratik kitle örgütleri, hem de inancı temsil eden makamdaki Hacı Bektaş Veli Postnişini Veliyettin Ulusoy “Alevi Açılımı”nın nasıl olması gerektiğini çok net ifade ettiler:a) Bütçeden dine para ayırmaya son vermek ve Diyaneti feshetmek.b) Tüm inançların örgütlenmesi ve kurumlaşması önündeki engel-

leri kaldırmak ve bu konuda her tür yaptırımlardan vazgeçmek.c) Devletin tüm inançlar karşısında tarafsız ve eşit uzaklıkta olma-

sı ve dolayısıyla zorunlu din derslerinin kaldırılması.d) Devlet olarak inanç gruplarından birisinin, diğerinin özgürlük

alanına müdahale ettiğinde, engel olmak.e) Belli inanca yönelik resmi okulları kaldırmak, cemaatlerin ken-

di inançlarıyla ilgili okulları, laiklik ve diğer inançlara karşı eği-tim vermemek kaydıyla kontrollü serbest bırakmak.

Dertli Divani:Açılım, Alevileri birbirine düşürmek için yapılan bir entrikadır. Aynı zamanda Alevilerin diğer duyarlı ve ezilen kesimlerle bağını koparmak, bağ kurmasını önlemek amacındadır.Biz buna Muaviye Siyaseti deriz.

Page 19: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

17

Bu istekler son derece masumane olup hiçbir kesimi rahatsız etmeyecek, hatta herkesi mutlu edecek isteklerdir. Şimdi ülkeyi yö-netenler dürüst ve samimi iseler bunun gereğini yaparlar. Yapmı-yorlarsa başka planları vardır. O da malum: “Sizi bize benzeteceğiz, bizim istediğimiz gibi bir Alevi olun!” demektir bu.

AKP hükümetinin temsilcisi, Alevi Açılımı sürecinde “asıl muhatabımızı bulduk” diyerek, o muhataplarıyla “Alevi Çalışta-yı” projesini ortaya çıkarttı. Usul yerini bulsun diye Türkiye’deki Alevi örgütlülüğü ve Hacı Bektaş Veli postnişini Veliyettin Ulusoy da davet edildi. Ama Avrupa Alevi örgütlülüğü yoktu. Belki ileriki toplantılarda davet edebilirler.

Bu toplantıların doğru bir sonuç vereceği ihtimali yok denecek gibi, ama en azından haklı taleplerimiz yüz yüze ortaya konmuş olacak. Dadaloğlu’nun “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” dediği gibi herkesin rengi net olarak toplum tarafından da bilinmiş olması açı-sından yararlı olur diye düşünüyorum.

Türkiye’de sadece biz Alevi-Bektaşilerin dışında Ezidi’ler, Nu-sayriler, Ermeniler, daha başka inançlar, ayrıca Ateistler var. Hep-sinin ayrı ayrı sorunları var. Devlet din ve inançtan elini eteğini çekecek her kesime eşit mesafede duracak ki bu ülkede huzur olsun. Kendine göre her şeyi tanımlayamaz ve şekillendiremez. Bu De-mokrasiyle bağdaşmaz. İnsanlık dışı bir yaklaşımdır.

Çalıştaya ilgili ilgisiz birçok çağrılı oldu. Siz çağrıldınız mı? Çağrılmadınız ise neden çağrılmamış olabilirsiniz? Çalıştaya şahsen çağrılmadım, ama Alevi-Bektaşi inancı açısın-dan en önemli bir konumda olan Veliyettin Ulusoy’un çağrılması benim için yeterlidir. Ben halkımın ozanıyım ve bu inancın gerek-leri noktasında topluma karşı hizmeti aktif olarak icra eden biriyim.

Sizce son gelişmelerle Alevi-Bektaşi inancı asimilasyonla kaşı karşıya kalmakta mıdır? Nedenleri ve sonuçları nedir? Asimilasyon, egemenlerin farklı olan kesimleri kendine benzet-mek siyasetidir. Aleviler yüzyıllardır asimilasyonla mücadele etme-ye çalışıyor. Bu tehlike hep var ve halen de devam etmektedir. Eski-den Aleviler yok ediliyordu, şimdi ise Alevilik Emevi geleneğinin içersinde eritilerek yok edilmeye çalışılıyor.

Alevi inancındaki eşitlik ve paylaşım, özgür irade, rızalık kav-ramları mevcut din anlayışına da bugünkü devlet yapısına da ters olduğu için bundan rahatsız olmaları doğaldır.

Alevi toplumunun Hacı Bektaş Veli öğretisinden, Şah Kalender Çelebi ve Pir Sultan direncinden uzaklaştırılması planlanmıştır. Bu oyuna gelmemek için 9 Kasım mitingindeki resmin arkasında dur-mak şart. Aksi halde toplum bütünlük açısından çok olumsuz bir noktaya sürüklenir.

Israrla, “Bizim Allah, Din, Muhammet, Ali anlayışımız ve inan-cımız kendimize özgüdür!” diye haykırmamız lazım. Ayrımız gay-rımız yok değil, bal gibi vardır. Her kesim birbirinin varlığını kabul

Dertli DivaniAsimilasyon

tehlikesihep vardır.

Alevi toplumunun Hacı Bektaş

Veli öğretisinden, Şah Kalender

Çelebi ve Pir Sultan

direncinden uzaklaştırılması

planlanmıştır. Bu oyuna

gelmemek için 9 Kasım

mitingindeki resmin

arkasında durmak

şart.

Page 20: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

18

edecek, saygı duyacak ve herkes kendini tanımlayacak. Kimse kim-seyi tanımlama hakkına sahip değildir.

Din dersi kitaplarında Aleviliğin öğretilmesi de asimilasyona hizmet eder. Milli Eğitim Müfredatında ancak ilkel dinlerden se-mavi dinlere kadar tüm tarihsel bilginin, genel din ve ahlak kültürü adıyla verilmesi doğru olabilir.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Hak Erenler cümle insan alemine anlamak ve dinlemek nasip eylesin. Herkes kendi işine baksın. Kendi dilimden şu üç dörtlüğü söylemek istiyorum.

Zaman her şeyin ilacı kendine gel imanımBoz bulanık akan sular durulacak bilesinBöyle gelmiş böyle gider diye bir şey yok canımKokuşmuş düzenin çarkı kırılacak bilesin

Kötü söz sahibinindir bunu iyi anla bilBu yol çok çetin bir yoldur bildiğin gibi değilNe kimseyi aşağıla ne de kimseye eğilKişi kendi vicdanından sorulacak bilesin

Gel bre Dertli Divani yar olalım yarsızaBir yerine bin yuh olsun onursuza arsızaDuygu emek sömürene talancıya hırsızaDur diyecek ulu divan kurulacak bilesin

Dr. Ali Murat İrat: Asimilasyon Diyorsak İşe Kendimizden Başlayalım

“Alevi Açılımı-Çalıştayı” konusunda neler söylersin? Sürece verilen isimler çok önemli değil. Önemli olan siyasi ikti-darın ne yapmak istediği! Ve daha da önemlisi varolan sorunu ne-reden kavradığı.

Bundan önce “açılım” adı altında yapılmaya çalışılanların Ale-viler nezdinde büyük bir hayal kırıklığı yarattığına hepimiz şahit olduk. Üstelik açılım denilen şeyin kendisinin giderek sorunun bir parçası haline geldiğini de gördük. Bunlar yanlıştı.

Şimdi de Çalıştay adı altında bir dizi toplantılar yapılıyor. Yön-tem değiştirilse de atılması öncelikli olan kimi adımların hala atıl-madığını görüyoruz. Öncelikle siyasi iradî bu adımları atmalıdır. Aleviler ve temsilcileri bu siyasi iradeyle yıllardır görüşme talebin-de bulunmuşlardı. Şimdi toplumun her kesminin görüşü alınmaya çalışılıyor. Bu denli geniş bir görüş alışverişini de anlamış değilim.

Türkiye’nin can yakıcı Kürt sorununda dahi bu denli geniş bir mutabakat sağlanmaya çalışılmamıştı. Peki, bu kötü mü? Elbette değil! Ancak sürecin üzerine gölge düşüren bazı yanlar var.

Örneğin bu denli geniş mutabakat zemini aranırken ve bu ihti-yaç olarak ortaya konulmuşken, hükümet hemen yapabileceği ve süreci rahatlatabileceği kimi kolay adımları atmıyor. Süreç Alevi kamuoyunun sabrını zorlarcasına sürdürülüyor. Onlar büyük bir

Dr. Ali Murat İrat: En geniş mutabakat zemini aranırken ve bu ihtiyaç olarak ortaya konulmuşken, hükümet hemen yapabileceği ve süreci rahatlatabileceği kimi kolay adımları atmıyor.

Page 21: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

19

sabır ve suskunlukla bu sürece dahil oldular. Ancak hükümet ufak jestlerle süreci rahatlatabilirdi.

Örneğin zorunlu din derslerini rahatlıkla kaldırabilirdi. Kendi tabanındaki totaliter bazı zihniyet odakları haricinde kimse hayır demezdi.

Korkum şudur: Çalıştaylar süreci sonrasında başa dönülürse, so run baştakinden daha vahim bir hale getirilmiş olacaktır.

Çalıştayın ikincisine siz de çağrıldınız. Neler yaşandığı hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Çalıştay bir akademisyenler topluluğu ve neden orada olduğu-nu anlayamadığımız birkaç ilahiyatçıyla yürütüldü. Neden orada olduklarını anlayamadım, çünkü zaten onların çağrılacağı bir top-lantı yapılacaktı. Ancak bu bile sorunu inşa eden zihniyetin sürece müdahil olmaya çalıştığını gösteriyor.

Basına yansıdığı gibi Sayın Mümtaz’er Türköne, daha sonra yanlış anlaşıldığını iddia etse de Alevilerle darbeler arasında ben-zetme yaptı. Bence bu oldukça problemli bir durum yarattı. Alevi Enstitüsü’nün üyeleri olarak biz buna karşı çıktık. Bizim tepkimiz-den sonra başta Binnaz Toprak Hoca olmak üzere bazı akademis-yenler de buna karşı çıktılar ve Sayın Türköne de yanlış anlaşıldı-ğını iddia etti.

Kendilerini “özgürlükçü” diye tanımlayan kimi akademisyenle-rin bile Alevi sorunu konusunda Diyanet’in kavramlarını kullandı-ğını görmek üzüntü vericiydi.

Biz, Aleviliğin bir sorun olarak kavranmasından vazgeçilmesi gerektiğini vurguladık. Aleviliğin inancı sorununun yalnızca Ale-vileri ilgilendirdiğini, fakat Alevi vatandaşların inançlarını yaşa-yabilmesi için devletin ve onun kurumlarının bir an önce gerekli hukuki düzenlemeleri yapması gerektiğini vurguladık.

Alevi sorununun, siyasi bir sorun haline geldiğini ve bunun Di-yanet zihniyetiyle çözülmesinin olanaksız olduğunu vurguladık.

Sonuç bildirgesinde Sayın Bakanın vurgularının da bizim öne-rilerimiz doğrultusunda olduğunu görmek bizi, açıkçası sürece bir bütün olarak hala temkinli yaklaşmakla birlikte, hoşnut etti.

Asimilasyon Nedir? Sizce Alevi-Bektaşi inancı asimilasyon-la kaşı karşıya mıdır? Nedenleri ve sonuçları nedir?

Kabaca asimilasyon şu demek: Benzer hale getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme. Asimilasyon sürecinin en önemli özelliği ve en büyük silahı, asimile edilen topluluğun uğ-radığı değişime meşru anlamlar yüklemesinin sağlanmasıdır. Yani asimile olan topluluk, yaşadığı değişimin anlamlı ve gerekli bir de-ğişim olduğunu savunur.

Dolayısıyla asimilasyon iki basamaklıdır. İlk basamak dışarıdan gelir. İkinci basamakta ise dışarının etkisi azalırken iç etkiler artar. Örneğin, köyünüze zorla cami yapılması dış ve tetikleyici bir un-surdur. O cami kullanılmasa bile orada durur ve bir süre sonra kö-

Dr. Ali Murat İrat: Biz,

Aleviliğin bir sorun olarak

kavranmasından vazgeçilmesi

gerektiğini vurguladık.

Aleviliğin inancı

sorununun yalnızca Alevileri

ilgilendirdiğini, fakat Alevi

vatandaşların inançlarını

yaşayabilmesi için devletin

bir an önce gerekli hukuki düzenlemeleri

yapması gerektiğini vurguladık.

Page 22: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

20

yün estetik görüntüsünün parçası haline gelir. İkinci basamak bu-rada başlar. “Cami kullanılmıyor, cemler sürüyor” dersiniz, artık o görüntü sizi rahatsız etmez. Ancak yeni doğan ve büyüyen çocuklar için o görüntü bir gerçeklik olarak kalır. O artık köyü tamamlayan bir görüntüdür.

Köyden kente göç başladığında cemlerin, musahiplik kurumu-nun, cemevi kavramının değişikliğe uğramasıyla boşluğa düşmeye başlayan kitleler için köylerinde kalan o görüntü, şehirde sözde sı-ğınılacak mekanların kapısını aralamayı sağlar. Ve asimilasyonun ikinci perdesi sahneye konmuş olur.

Şimdi sormak isterim: Cem nerede yapılır? Bir kısmınız cemevi diye geçirdi içinden eminim ki. Bunu bir kenara koyalım.

Cemi kim yürütür? Dede. Dede nerde oturur? Postta. Neden postta oturur da Sünnilerin imamı gibi yukarlardan seslenmez? Neden postta oturur da sandalyede oturmaz? O zamanlar sandalye olmadığı için mi? Hadi, 500 yıl önce sandalye yoktu, seki de mi yoktu? Kütük de mi yoktu?

Peki, cem olanlar nerde oturur? Yerde. Neden yaşlısı, genci, dar kot pantolon giyeni, etekle geleni, beli tutulanı, ayağı ağrıyanı, me-nisküsü olanı hep birlikte yerde oturur?

Peki, dede o posta nasıl oturur? Söyleyelim, rızalık alarak otu-rur. O cemde 7 yaşındaki çocuk bile dedeye rızalık vermezse o dede o posta oturabilir mi?

Bir başka soru daha: Cemde semah eyleyenler o dedeye niye sırtını dönmezler?

Avrupa’da bir yerde, isim vermeyeyim, cemevine baktık, san-dalye dolu. Bu ne dedik? Dediler ki gençler ceme geliyorlar, kızlar eteklerle rahat oturamıyorlar, bazı yaşlılar da oturma zorluğu çeki-yor o nedenle artık cemevine sandalye koyuyoruz. Peki, dedik, dede nerde oturuyor? Sandalyede. Bu tür uygulamalar Türkiye’de de yay-gınlaşıyor. Sorduğumuz sorulara dönelim yanıtlar verelim öyleyse.

Dede öyle bir makamda oturur ki, kendisi cem olanlardan bi-risidir. Cemi yürütür, ama cem olanların rızalığıyla yürütür. Cem olanlar kendinden razı olmazsa o postta bir saniye bile kalamaz.

Peki, rızasına muhtaç olduğu o cem olanlar, semah eylerken ni-çin sırtını dönmez dedeye? Çünkü dede, o postta oturan herhangi biri değildir. O, bütün bir cemi temsil eder, topluluğun temsilcisidir. O nedenle semah eden dedeye sırtını dönemez. Çünkü dedeye sır-tını dönmek kendine sırtını dönmektir. Çünkü dede herkes adına o postta oturur.

Peki, neden yukarlardan seslenmez? Çünkü bir kimse aynı anda hem yerde hem gökte olamaz. Cem edenler yerde otururken dede de onlar gibi yerde oturur. Cemde eşitlik vardır. Cem birlenmenin, bir olmanın, eşit olmanın yeridir. O kapıdan içeri girenler kadınlığını, erkekliğini, zenginliğini, fakirliğini, güzelliğini, çirkinliğini dışarı-da bırakır. O kapıdan içeri girenler cemde birlenir. Can olur.

O nedenle erkekleri kadınları ayrı ayrı oturtmak, onların cinsi-yetlerinin farkına olmak, kadınlara kadın, erkeklere erkek özüyle

Dr. Ali Murat İrat: Asimilasyon mu diyorduk? Cemlerini bir aşağılık kompleksiyle dış dünyaya açanlar, onu adeta bir gösteriye dönüştürenler Aleviliğin asimilasyonuna asıl katkıyı verenlerdir. Cemi bir cinsiyet batağına saplayanlardır.

Page 23: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

21

bakmak demektir. Kendinden ve inancından emin olmayanların, kadınına erkeğine güvenemeyenlerin yaptığı bir uygulamadır.

Cemlerini bir aşağılık kompleksiyle dış dünyaya açanlar, onu adeta bir gösteriye dönüştürenler Aleviliğin asimilasyonuna asıl katkıyı verenlerdir. Cemi bir cinsiyet batağına saplayanlardır.

Ceme sandalye koyanlar şunu unutmaktadır: Cem Kerbelâ’dır. Hüseyin’in acısı orada cem eyleyenlerin arasında asılı kalmıştır. Orada dizler birbirine değmedikçe, acı bütün bedence hissedilme-dikçe cem, cem olmaz. Oturduğun yer turab olmayınca, toprak ol-mayınca cem, cem olmaz.

Asimilasyon mu diyorduk? İşte buradan başlayalım o halde…Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Sizlere çalışmalarınızda başarılar diliyorum…

Yrd. Doç. Dr. Aykan Erdemir - Alevi Enstitüsü: Siyasi Reform Mecburiyeti ve İktidarla

Statükoyu Koruma Çabası

“Alevi Açılımı-Çalıştayı” konusunda neler söylersin? İlk adımı “iftar” olan Alevi Açılımı’nın büyük bir yanlışlıklar zinciri olduğu ve eşit yurttaşlık temelinde toplumsal bir uzlaşma oluşturamayacağı son derece açıktı. Bu süreçte bir rota değişikliği-ne gidilmesi olumludur diye düşünüyorum.

Her ne kadar acemice adım atılsa da inanç ve vicdan özgürlükle-ri alanında reform girişimlerini destekliyorum. Ne yazık ki çatışma çözümlemesi, hakikat ve uzlaşma komisyonu, hassasiyet eğitimi ve onarıcı adalet gibi kavramlara uzak olan siyasi kültürümüzün he-nüz Aleviler’in hak ve özgürlük taleplerini bütünüyle karşılayacak olgunlukta olmadığını düşünüyorum.

Çalıştaya siz de çağrıldınız. Neler yaşandığı hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Çalıştay’da üç farklı kümelenme yaşandı: 1. Alevilerin ve tüm gayri-Sünni kesimlerin hak ve özgürlük ta-leplerini dile getiren, ayrımcılık ve nefret söylemleri karşısında kararlı bir tavır takınan az sayıdaki biliminsanı; 2. Sünni olmayanların hak ve özgürlüklerini kısıtlama ve Sün-niliğin egemen konumunu koruma yolunda statüko savunuculu-ğunu yapan, peşin hükümleri, önyargıları ve nefret söylemlerini yeniden üreten muhafazakar kanaat önderleri; 3. İç ve dış politik baskılar sonucunda da olsa Aleviler’in temel hak ve özgürlükleri konusunda reform yapma kararlılığında ol-duğu izlenimini veren siyasi iradenin temsilcileri. Alevi Çalıştayı sürecinde asıl mücadelenin siyasi reform mec-

buriyeti ve arzusundaki iktidarla statükoyu sonuna dek korumaya kararlı tabanı ve kanaat önderleri arasında olduğu görüldü.

Aykan Erdemir:Alevi Çalıştayı sürecinde asıl mücadelenin siyasi reform

mecburiyeti ve arzusundaki

iktidarla statükoyu korumaya

kararlı tabanı ve kanaat önderleri

arasında olduğu görüldü.

Alevilerin ve Sünni demokrat müttefi klerinin

geniş toplum kesimlerini

ikna için uzun soluklu bir kampanya

başlatmalarının yerinde olacağını

düşünüyorum.

Page 24: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

22

Tam da bu noktada Alevilerin ve Sünni demokrat müttefi kleri-nin geniş toplum kesimlerini ikna için uzun soluklu bir kampanya başlatmalarının yerinde olacağını düşünüyorum.

Alevi-Bektaşi inancı asimilasyonla kaşı karşıya mıdır? Nedenleri ve sonuçları nedir?

Alevi Çalıştayı gayet doğal olarak ikircikli bir süreçtir. Farklı tehdit ve olanakları barındırmaktadır.

Alevi örgütleri ve müttefi kleri bu süreçten eşit yuttaşlık mücade-lesine ilişkin önemli kazanımlar elde ederek de çıkabilirler, Alevi mağduriyetlerinin derinleşmesine de yol açabilirler.

Sonucu belirleyecek olan müzakereye taraf olan kesimlerden hangisinin uygun strateji ve söylemlerle gündemi belirlemekte ba-şarılı olacağıdır diye düşünüyorum.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? Türkiye’de inanç alanında temel hak ve özgürlükler temelinde verilecek eşit yurttaşlık mücadelesinin yeni stratejiler ve söylemler çerçevesinde yürütülmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Çağın olanak ve tehditlerinden bihaber düşünür ve önderlerin değişimin itici gücü olamayacağını düşünüyorum. “İkna” ve “ittifak” kavram-larının değişimde anahtar rolü oynayacağı görüşündeyim.

Doç. Dr. Ayhan Yalçınkaya: Âlimin Hayırlısı Padişaha Uzak, Padişahın Hayırlısı Âlime Yakın Olur

Sayın Yalçınkaya, bildiğimiz kadarıyla, İkinci Alevi Çalıştayı’na resmen davet edildiğiniz halde katılmayı

reddeden tek akademisyen siz oldunuz. Katılmama gerekçe-lerinizi birkaç cümleyle de olsa bizimle paylaşır mısınız?

Devlet Bakanlığı, tam olarak kaç kişiyi çağırdı ve kaç kişi mazeret bildirerek katılamadı ya da kaç kişi, benim gibi, katılmayı reddetti, ben de bilmiyorum doğrusu. Tam da bu bilgisizliğimdir ki zaten katılmayı reddetmemin ilk nedenlerinden biri oldu.

İlgili bakanlığa da yazıyla bildirdiğim gibi siyasal bir çözüm ara yışında, konuyla ilgili çalışmalar yürüten akademisyenlerin gö-rüşlerine başvurulma gereksinimini ve girişimini anlamlı bulmak-la birlikte, böylesi bir girişimin etkin, verimli ve istenir sonuçlar üretebilmesi için gündem başlıkları, katılımcılar, konuşma süreleri, toplantı ve tartışma usulleri, beklenen çıktılar ve sonuçlar gibi baş-lıklar üzerinden görüşüne başvurulacaklarla birlikte ve ortaklaşa düzenlenmesinin önemi açıktır.

Oysa bu süreçte akademisyenler yalnızca “davetli” olarak sü-rece dahil edilmişlerdir ve davet edildikleri sürecin katılımcılarını, program ya da tartışma başlıklarını bile, daveti kabul etmeden, gör-me şansları olmamıştır.

Bu sürece akademisyenler yalnız “davetli” olarak sürece dahil edilmişlerdir ve katılımcılarını, program ya da tartışma başlıklarını bile, daveti kabul etmeden, görme şansları olmamıştır.

Page 25: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

23

Öyle ki örneğin bu aşamada ilahiyatçı akademisyenlerin olma-yacağı beyan edilmişken, hem ilahiyatçı, hem Diyanet İşleri’nde gö-revli Doç. Dr. İlyas Üzüm’ün bu etaba davet edildiği anlaşılmıştır.

İkincisi, yine kendilerine de bildirdiğim gibi, akademisyenler toplantıya çağırılmış, ama toplantının çıktısına ilişkin akademis-yenlere herhangi bir katkıda bulunma zemini yaratılmamıştır.

Böylesi bir zemin yokluğunda akademisyenlerin katılımı yal-nızca sembolik bir değer taşıyabilir ve bu değer de doğrudan siyasal irade tarafından atfedildiği gibi, aynı iradenin açık tasarrufuna terk edilmiş olacaktır.

Bu anlamda kendi adıma böylesi bir sembolik seferberliğin siya-sal olarak kabul edebileceğim bir şey olmadığını bildirdim.

Hükümet, çalıştaylar dizisiyle toplumun bütün kesimlerini Ale-vilik sorunu konusunda seferberliğe çağırıyor. Ama daha çağıran siyasal aktörün sorunu, siyasal olarak mı, teolojik olarak mı, tarih-sel olarak mı gördüğünü bile bilmiyoruz. Bütün bunları bilmiyoruz, ama amacın sorunu çözmek olduğuna ikna olmamız bekleniyor.

Bu doğrultuda da her kesime sembolik değerler atfedilerek, ik-tidar kendisinin çoktan atması gereken sembolik adımları belirli kesimlerin sırtına yıkıyor; tokmak daima kendi elinde olmak üzere. Bunu da kendi akademik anlayışım gereği kabul etmem mümkün değildi.

Eskilerin ünlü bir sözü vardır; “âlimin hayırlı-sı padişaha uzak, padişahın hayırlısı âlime yakın olur” diye. Yanlış anlamayın, kendimi âlim ilan etmek için söylemiyorum bunu. Hükümetin ya da ilgili siyasal aktörlerin sıklıkla ilk kez bu kadar ciddi, bu kadar iyi niyetli adımlar attığı ileri sü-rülüyor; kişisel olarak bunun iktidara çok erken açılmış bir “kredi olduğunu” kabul etmekle bir-likte. Bu söz gereği ikinci çalıştay hükümet için bir artı puan olabilir, ama katılsaydım, ya akade-misyen kimliğimle benim için aynı şey, aynı ko-laylıkla söylenebilir mi?

Siyasal iktidarı sürekli baskıcı bir aygıt olarak tasarlarsanız, bu tip girişimler karşısında iktidarı hoş karşılamak, takdir etmek zorunda kalırsınız. Ama ya siyasal iktidar baskıcı olmaktan çok “ya-ratıcıysa?”

Bu durumda kendi anlayışıma göre, akade-misyene düşen ilk şey bu “yaratıcılığa” karşı eleş-tirel, meraklı ve kuşkucu konumunu korumaktır; “Sancak-ı Şerif” çıktığında “cihada koşmak” de-ğil.

Sonuç olarak, benim katılmama gerekçem, ön-celikle ve özellikle –bunun Alevi sorununa ilişkin yaklaşımlarımla ve siyasal anlayışımla ilişkisi ol-makla birlikte– akademik anlayışım gereğidir.

Her kesime sembolik değerler

atfedilerek, iktidar

kendisinin çoktan atması

gereken sembolik adımları

belirli kesimlerin sırtına yıkıyor; tokmak daima

kendi elinde olmak üzere.

Bunu da kendi akademik

anlayışım gereği

kabul etmem mümkün

değildi.

PSKAD Basın Açıklaması’ndan Fevzi Gümüş: Aleviler Darbe ve Şeriat Değil, Demokrasi İstiyor!

Mümtaz’er Türköne, Çalıştay’da “Aleviler darbecilere meyilli” mesajı vermiş.

3 K (Komünist, Kızılbaş ve Kürt) karşıtı olan Türköne zihniyetinin “Alevi Çalıştayı”na alınmasını anlamak mümkün değildir. (...) Türköne ve siyasi akrabaları önce aynada kendile-riyle yüzleşmelidirler. (...) Sivas Katliamı’nın 16. yılında kendi gazetesi olan Zaman’da “2 Tem-muz 1993’te gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasın-da Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında otel görev-lilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü” diye yazanlara bile ses çıkartamayan biridir. Katliama, katliam bile diyemeyenlerin, söyledikleri inandırıcı olamaz...

Page 26: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

24

Hasan Harmancı:Aleviler tarafından dillendirilmekten kaçınılsa da Aleviliğin sorunları azınlık sorunlarıdır. Aleviliğin sorunları pozitif ayrımcılıkla çözülebilir.

Hasan Harmancı:Resmi ideolojinin “milli birlik ve beraberlik” algıları değişmedikçe asimilasyon sürer.Toplantıya gelenler asimilasyonun nasıl süreceğini çalışmış ve at gözlüğü sahibi insanlar. Bu kafayla nereye varılabileceği bellidir.

Hasan Harmancı: Başlayan Çözüm Değil, Yeniden Yargılama Dönemidir

“Alevi Açılımı-Çalıştayı” konusunda neler söylersin?

AKP, Alevilere yönelik çözüm değil, yeniden yargılama dönemi başlatmıştır. Açılan, Alevi sorunlarının, ülkenin bütününün sorunu olduğunu unutturma, palyatif çözümler üretme ve sürüncemede bı-rakma sürecidir.

Aleviler tarafından dillendirilmekten kaçınılsa da Aleviliğin sorunları azınlık sorunlarıdır. Yüzyıllardır birikmiş ve cumhuriyet boyunca birikmeye devam etmiş, yasal olarak çözülmemiştir.

Aleviliğin sorunları pozitif ayrımcılıkla çözülebilir. Ancak Ale-viliğin sorunlarını çözecek anayasal ve yasal çözümler, Kürt soru-nunda olduğu gibi devletin çoklu kültür, dil, inanma, felsefe bakışı-nın değişmesiyle ilgilidir.

Çalıştaya neden çağrılmamış olabilirsiniz?

Çağrının neye göre yapıldığını bilmiyorum. Aleviliğin ve Ale-vilerin sorunlarını bilenler arasından tercih yapılabilir. Ancak bu tercihler Alevi örgütleri tarafından belirlenmeli.

Alevi örgüt yöneticileri her şeyi bilen değil, hangi konuda kimin ne bildiğini; kimin kendisine yararlı üretim yapabileceğini bilen ve bunları alabilen olmalıdırlar. Aleviliğin kültür veya tarih sorula-rında sığ kaldıklarını göremiyorlar. Alevi örgütleri ciddi olmalı ve kendi profesyonellerini oluşturmalıdır.

Alevi-Bektaşi inancı asimilasyonla kaşı karşıya mıdır? Nedenleri ve sonuçları hakkında neler söylemek istersiniz?

Asimilasyon, farklı kültüre sahip bir grubun diğer birimin kültü-rünü, davranış kalıplarını benimsemesi ve böylece onun bir parçası haline gelmesi sürecine verilen addır. Asimilasyon, kültürel fark-lılıkların ortadan kalktığı aşamalı bir süreç olarak tanımlansa da sonucunun büyük bunalım ve kayıplar olduğunu biliyoruz.

Bu, Türkiye’nin uzun süre tartışmak zorunda kalacağı bir sorun-dur. Ötekileşme sorununu daha gündemine taşıyamamış bir yapıya sahibiz biz. Resmi ideolojinin “milli birlik ve beraberlik” algıları değişmedikçe asimilasyon sürer. Bunun sonucunda asimilasyon ne kesintiye uğrar, ne de bunu çalıştaylarla sorgulamak mümkündür.

Toplantıya gelenlerin yarısı asimilasyonun nasıl süreceği veya ötekinin nasıl daha fazla zora sokulacağını çalışmış ve at gözlüğü sahibi insanlar. Bu kafayla nereye varılabileceği bellidir.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ekleyecek ne kaldı? Alevilerin kendi başlarına uluslararası ölçek-te ayakları üstünde durması kaldı sadece. Asıl önemlisi de budur. Türkiye gibi devletlere böylesi bir anayasal ve pratik süreçte asla güvenilmez.

Page 27: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

25

Esat Korkmaz:Devlet ikna

olmaz, devlet,

yaşamın çelişkisiyle, “dövülerek

terbiye edilir”.

Biz devleti “ikna etmek”

için değil, devleti,

onun siyasetini “terbiye etmek”

için çalışırız.

Aleviler müttefi klerini seçmek zorundadır. Devlete yaslanarak alacakları yol her zamanki gibidir: Bazı kişilere biraz yağ biraz bal, gerisi aynı.

Esat Korkmaz: Bulunduğum Noktadan Baktığımda Çalıştay Kendi Sonucundan Utanacaktır

Esat Ağabey, devlet seni çağırmadı mı?

Hayır devlet beni çağırmadı. Eğer çağırsaydı reddederdim: Kültü-rümüzün diliyle, “Beni sen çağıramazsın; beni çağırsa çağırsa ör-gütlerim çağırır” derdim.

İşin gerçeği örgütlerimiz istese de beni/bizi çağıramazdı: Çün-kü “Çalıştay” takviminin yaşama taşınmasında örgütlerimizin Ale-vilik adına kullanabilecekleri bir “iradeleri” yoktu. Yani örgütleri-miz iradeden yoksundu; sadece devlet çağrılısı idi onlar.

Bu çok acı bir durum. Daha önce söylemiş-yazmıştım, Alevi top-luluğu adına irade kullanan örgütlerimizle devlet masaya oturma-dığı sürece “çözümün yolu açılmaz” diye. Yine aynı kanıdayım.Sana göre “Çalıştay” devlet iradesinde başlatılmış oluyor. Evet aynen öyle: Devlet koşullarını hazırladı; kendi “yakasından ve kendine hizmet edenlerden” kimleri çağıracağını saptadı. “Bizim yakadan” da “seçmece” temsilcileri davet edip “zorunlu” çağıra-caklarına çoğunluk sağladı. “Niteliği niceliğe boğduracak” koşulla-rı hazırladığında, “Haydi beyler buyurun!”, dedi.

Sözcülerimiz-temsilcilerimiz ne yaptı? “Devlet bizi ciddiye aldı; aman kaçırmayalım; koşalım, huzurda yerimizi alalım; isteklerimi-zi bir kez daha yineleyelim” çabasına girdi.

İşte burada açık açık belirtiyorum: Benim bulunduğum nokta-dan bakıldığında “Çalıştay kendi sonucundan utanacaktır”. Utanı-lacak bir sonuç üretmek için bu çaba niye, diye sormadan edemiyor insan.

“Çalıştay”a katılan örgüt temsilcilerimizin “değerlendirmeleri-ni” okudukça Arnavut atasözü gelip “çakılıveriyor” beynime:

“Akıl külahta bir çividir, yumruk vurmadan girmez”.

Örgüt yöneticilerini “dövelim mi” demek istiyorsun?

Bunu fi ziki “darp olayı” ile karıştırmamak gerekir: Örgütlerimiz “kocaman insan”dır, bizler “küçük insan”ız. “Kocaman insan” du-rumundaki örgütlerimiz “az hata” ile çalışır, “küçük insan” olan bizler, “hata yapma özgürlüğünü kesintisiz biçimde kullanarak” çalışırız. Tasarımın mantığı gereği, örgütümüzün/örgüt yönetici-lerimizin “az hata” yapması için “çok hata” yapan ve bu nedenle doğruyu yakalama şansı en yüksek olan aydınının “bilgisiyle bes-lenmek” durumundadır. Yöneticilerimiz aydınından sakındığı için zaman zaman devreye sokulan “aydın bilgisi” onda “yumruk” et-kisi yaratıyor.

Page 28: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

26

Devlet kendi “yakasından ve kendine hizmet edenlerden” kimleri çağıracağını saptadı. “Bizim yakadan” da “seçmece” temsilcileri davet edip “zorunlu” çağıracaklarına çoğunluk sağladı. “Niteliği niceliğe boğduracak” koşulları hazırladığında, “Haydi beyler buyurun!” dedi. Sözcülerimiz-temsilcilerimiz ne yaptı? “Devlet bizi ciddiye aldı; aman kaçırmayalım; koşalım, huzurda yerimizi alalım; isteklerimizi bir kez daha yineleyelim” çabasına girdi.

“Doğru söylemek acıdır, ama sen yine de doğruyu söyle”, özde-yişinin izinde bir kere daha belirtelim: Tam da bu nedenle “yöneti-ciye bilgi dışarıdan verilir.”

Bu süreç sağlıklı çalışmazsa yöneticilerimiz, “bilme-yorum la-ma-yapma” konusunda bir “beslenme bozukluğu” içine düşerler. Devletin “çağrılısı” olarak toplantıya katılan örgüt yöneticilerimizin “Çalıştay”ı olumlayan görüşleri bunun kanıtı durumundadır: Utanı-lacak sonucu bize/bizlere “onur” diye “pazarlıyorlar.”

Aradan bir ay kadar zaman geçti; Federasyonumuz “malumu” algılamış gözükerek bize sesleniyor:

“Siyasi irade; Alevilerin üzerinde uzlaştıkları talepler konu-sunda adım atmak yerine, çalıştaylar dizini düzenlemektedir.

Alevi Bektaşi Federasyonu ve diğer Alevi Kurumları yapı-lan ikinci çalıştay ve yapılacak olan çalıştaylarda sürecin dı-şında bırakılmaktadır. Yapılacak olan çalıştaylara gözlemci olarak katılma talebimiz dahi Bakanlıkça reddedilmiştir….

İkinci çalıştayla birlikte bu çalıştayların amacı dışına çık-ma ihtimali güçlenmiştir. Alevi Bektaşilerin sorunları ve buna ilişkin çözümlerinin konuşulduğu bir çalıştaylar serisi olmaktan öte, Alevilere hakaret edildiği toplantılar haline dönüşmektedir…”

Kendilerini kutlarız ve hatırlatırız; Devlet ikna olmaz, devlet, yaşamın çelişkisiyle, “dövülerek terbiye edilir”. Biz devleti “ikna etmek” için değil, devleti, onun siyasetini “terbiye etmek” için ça-lışırız.

Daha önce “Alevi Açılımı”nı değerlendirirken çarpıcı bir saptamayla “evlilik içi tecavüz”den söz etmiştin.

Açılım “evlilik içi tecavüz” ise “çalıştay” ne oluyor?

Açılım’la devlet-hükümet, özel anlamda Sünnilik ile Aleviliği “ev-lendirmeye” çalıştı: O zaman ben de bu “evlilikte, evlilik içi bir tecavüz durumu var; böyle giderse yarın bu tecavüzden doğacak çocuklar bizi Alevi zeminden kovacaktır” değerlendirmesini yap-tım. Anlaşılacağı gibi böylesi bir son “Aleviliğin ölümü” demektir.

Hükümetin arkada durduğu, içimizden biri “dönen kimlik” Reha Çamuroğlu’nun “koçbaşı” göreviyle ön aldığı bir girişimdi Alevi Açılımı. Her köktendinci kimliğin mayasında bulunan Alevi-lere yönelik “öc güden içgüdü”, istemdışı hatalar yaparak Alevi Açılımı’nı hükümet açısından verimsiz kıldı.

Hatalardan ders çıkarmış görünen hükümet, Alevi Açılımı’nı Alevi Çalıştayı’na dönüştürdü: Bir günlük evlilik töreni, kırk gün kırk gece sürecek bir şölen durumuna geldi.

Değişen bir şey yok, yine devletle Alevilik, güncel dille söyler-sek Sünnilik ile Alevilik evlendiriliyor. Yine “evlilik içi bir tecavüz” söz konusu: Bu tecavüzün çocukları “Aynı Allah, aynı peygamber, aynı kitap”, diye bağıracak; “Sünnilik büyük din, Alevilik küçük

Page 29: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

27

Örgütlü Alevi

hareketi “kanalına

oturduğunda”, Aleviliği

temsil karasevdasında

olan yapay örgüt ve kimlikler

meydanı terk edeceklerdir.

İşte o zaman umudu

çağırdığımızda o bize

koşacaktır.

din”, diye haykıracak. “Allahımız aynı Allah değil haberiniz olsun; biz peygamberli din değil okullu bir kültürüz; bizim kitabımız do-ğadır”, diyenleri kovacak. Çocuklar babaları-anaları kovduğu gün de Aleviliğin ölüm törenini yapacağız.

Örgütlenerek gericileşiyoruz derken biraz da bunu kastediyorum ben. Diyanetin kaldırılmasını savunan temsilcilerimiz, Diyanet’in son sözü söyleyeceği toplantılar sürecine “koşarak” gidiyor; daha önce Reha Çamuroğlu ile aynı masada oturmam diye ortalığı velve-leye veren yöneticilerimiz, şimdi “hazım zorluğu” çekmiyor. Bütün olanlara bir ad vermemiz gerekse ne ad vermemiz gerekir?Ben umutsuz değilim. Ancak tehlikeli bir gidişin altını çizmek isti-yorum: “Tehlike bizim için iyi bir öğretmendir.”

Örgütlü Alevi hareketi “kanalına oturduğunda”, Aleviliği temsil karasevdasında olan yapay örgüt ve kimlikler meydanı terk edecek-lerdir. İşte o zaman umudu çağırdığımızda o bize koşacaktır.

Bunu başaramazsak “kendimizi gömeceğimiz anıtmezarı “ hazır-lamaktan başka seçeneğimiz kalmayacaktır.

Alevi Kültür Derneği’ne Dün Dergilerin Girmesi YasaklanmıştıBugün Demokratların, Devrimcilerin Girmesi Yasaklanıyor

Bakalım Yarın Neyi YasaklayacaklarAhmet Koçak

6 Temmuz günü e-postama düşen bir iletiyi okuduktan sonra iletiyi yollayan cana şunları yazmıştım:

Sevgili can,Haberi okuyunca şaştım dersem yalan olur. Bunlar iyi gün-lerimiz. Yakın gelecekte bugünlerimizi çok arayacağız. Hele AKP’nin şu Alevi Çalıştayı güdük haklarla bir açıklansın, solcu, emekten yana olan bizler bak gör o zaman kendi ku-rumlarımıza girebilecek miyiz?Umarım bu yazınızı ismi zikredilen derneğin Genel Başkanı da okumuştur. Haberinizin altında isminizi yazmamışsınız. Sacayak Dergisi olarak bizim sizden ricamız isminizi de ya-zınız. Eğer bu konuda daha geniş yorum haber-yazmak ister-seniz yazınızı dergimizde yayınlarız.Ahmet KoçakSacayak Dergisi Yazı İşleri Müdürü

Bu kısa yazımın yanıtının gelmesi uzun sürmedi. Küçük imla dü-zeltmeleriyle yazıyı sizlerle paylaşıyorum.

Merhaba Ahmet Bey, Yazıyı yolluyorum. Selamlar saygılar. Ali Rıza Çelik

Page 30: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

28

Merhaba canlar, Ben Gaziantep Alevi Kültür Derneği üyesiyim yıllardır derne-

ğe emek veren bir gencim. Size Gaziantep AKD yö neticilerinin 2 Temmuz Perşembe akşamı yapmış olduğu bir olay dan bahsedece-ğim. 2 Temmuz Perşembe akşamı Sivil Toplum Ör güt leri (Ayışığı, İşçi-Köylü, İHD, ESP, vd,.) Gaziantep Düztepe Mahallesi’ndeki Ga-ziantep Alevi Kültür Derneği önüne Sivas Kat liamını anmak üzere meşaleli yürüyüş düzenlemiştir.

Dernek avlusu içinde basın açıklaması yapmak isteyen göste-rici arkadaşlar dernek görevlileri tarafından içeri alınmamışlar ve üstlerine dernek kapısı kapatılıp derneğe girişleri engellenmiştir. Gerekçe olarak, dernek görevlileri ve dedeleri tarafından “Bunlar dernek içinde siyaset yapmak istiyorlar” ve “bunlar bizden değiller” denmiştir.

Ve aynı akşam İsmail Dede’nin Cem de söylediği lafı size oldu-ğu gibi aktarıyorum. “Haftaya Perşembe akşamı, yani 9 Temmuz 2009 günü Cem’e AKP’li Şahinbey Belediye Başkanı Sayın Meh-met Tahmazoğlu gelecektir. Cem evine çocuklarınızı getirmeyin. Temiz giyinin vs.” demiştir.

Şimdi Gaziantep AKD (Alevi Kültür Dernekleri) üyesi olarak şunu soracağım: 2 Temmuz’u anmak isteyen Sivil Toplum Örgütle-rinin o gün basın açıklaması siyaset oluyor da (kaldı ki yakılan can-lar için yapılan eylem bize yönelik olduğu halde), haftaya Perşembe günü yapılacak cem’e gelecek AKP’li başkan geldiği zaman siyaset olmuyor mu? Bu nasıl anlayış, bu nasıl Alevilik?

Cem’e gelen kadın, erkek ayrımsız herkes candır. Dili, dini, ırkı yoktur. Herkes eşittir. Ama Dede’nin söylemleri AKP Başkanını cemevinde üstün görüyor. Bilindiği üzere Hz. Muhammed cem’e ilkin de girememesinin sebebi Peygamberim demesi idi. Sonradan ise yoksulların bekçisiyim diyerek içeri girmiştir. Yani kısacası kimsenin kimseden üstünlüğü yoktur. (İşin siyasi rantı diğer tarafa) ve dede bu icazetname’yi hak etmiyor. Bunu düşünüyorum.

Bundan üç yıl önce İsmail Dede ile yaşadığım bir olayı anlata-yım sizlere. F Tipi ölüm evlerini ölüm orucu ile protesto edip bu yol-da can veren Fatma Koyupınar’ın 40 yemeği vardı. O gün yönetim binasında dedeye iletmiştim “40 yemeği olduğunu ve cemevine gel-mesi gerektiğini” bana “tamam” dedi. Cemevinde yaklaşık yarım saat durdu sonra birde baktım ortalarda yok. Sonradan öğrendim ki Fatma Koyupınar’a kendisinin devlet ağzıyla dediği kelime “O Terörist! Onun 40 yemeği yapılmaz”.

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Derneğin yeni yönetimi AKP’nin esareti altında! Ve İzzettin Doğan mantığıyla Alevileri Sünnileştirmek tek amaç. Eğer biz örgütlü olmazsak, kendi içimiz-deki dost bildiğimiz düşmanlarla savaşmaz, kovmazsak, Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi “Haramla beslenen vücudunla toprağımdan de-fol!” demez isek o zaman Aleviliğin bittiğinin resmidir.

Bir Olalım İri Olalım Diri Olalım. Faşizme Karşı Tek Yürek Olalım.

Fatma Koyupınar(1972 - 2006)

Ben yokluklar yoksulluklar içinde, ama “Ulaş’a ağıt” dinleyerek, Mahirler’in, Denizler’in türküleriyle büyüdüm. Pir Sultanlar’ın deyişleriyle, İmam Hüseyin’in Kerbela’da “biz hakkımız olanı istiyoruz, biat etmeyeceğiz” sözleriyle büyüdüm. Ben de halklarımızın adil, sömürüsüz bir ülkede yaşamasını istiyorum. Halklarımızın gelecek umudu karartılmasın diye ölüm orucundayım.

24 Mayıs 2005

Sanma ki yapılanlar unutulur

Page 31: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

29

Demokratik Alevi Derneklerinin Durumu Açısından

2 Temmuz’un Gösterdikleri Esen Uslu

Bu yıl 2 Temmuz Sivas, Ankara ve İstanbul yürüyüşleri iki soru-nu gözler önüne serdi. Birincisi, sol örgütler bu yürü yüşlerde

Alevi-Bektaşi emekçi halkın demokratik istemlerini değil, kendi aralarındaki rekabette güç gösterisini öne çıkarmayı tercih etmişti. Bu tercihlerinin kendilerince haklı gerekçeleri olabilir. Ancak kad-rolarını kendi örgüt fl amalarının ardına çekince, Alevilerin demok-ratik derneklerine, tabir yerindeyse, sadece fl ama-pankart taşımaya yeter sayıda adam kalmıştı.

Bu çarpıcı tablo hem o siyasi örgütlerin Alevilerin sorunları-na bakışını yansıtıyor, hem de demokratik Alevi derneklerinin du-rumun gösteriyor. Siyasi örgütler, 2 Temmuz gibi kara bir günün yıldönümünde bile Alevi-Bektaşi halkın istemlerine birlik ve daya-nışma içinde sahip çıkmayı ikincil önemde bir iş olarak görmüşler.

Siyasi rekabet içinde anlamlı kendi sloganlarını öne çıkarmayı, bu acılı günde Alevi-Bektaşilerin demokratik istemlerini sloganlaş-tırmaktan daha önemli görmüşlerdi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ortadan kaldırılmasının, ne kadar devrimci bir istem olduğunu kav-ramamışlardı. Birkaç pankarta yazılmış “Devletin Alevisi Olmaya-cağız” sloganına karşın, bunun yolunun DİB’nın varlığına açıktan karşı çıkanlarla birlikte yürümek olduğunu görmüyorlardı.

Demokratik Derneklerin Zaafı

Sol siyasi örgütler kadro desteğini geri çekince dernek yönetim ku-rulunu bile toplayamaz hale gelen demokratik Alevi dernekleri ve onların üst kuruluşları şapkalarını önlerine koyup bir kez daha dü-şünmelidir. 9 Kasım eylemini Türkiye solu ve Kürt özgürlük hare -keti desteklemişti. Bazı siyasi örgütler kendi fl amasını açmıştı. Ama demokratik Alevi derneklerinin kortejine katılım, siyasi grupların fl amaları ardında katılımla karşılaştırılamaz derecede büyüktü.

Çok önceden beri dernek üst yönetimlerine yaptığımız öneri, Türkiye’nin en büyük Alevi kenti İstanbul’da iyi örgütlenmiş ve geniş katılımlı bir eylem gerçekleştirilmesiydi. Geçen sayımızda okuduğunuz gibi Demokrasi için Birlik toplantısında ABF’yi tem-silen konuşan Kemal Bülbül, önümüzdeki dönemde İstanbul’da bir milyonluk bir yürüyüş ve gösteri yapmaya karar aldıklarını söyledi.

ABF bu kararında ciddiyse 2 Temmuz yürüyüşünün gösterdiği gerçek, böyle bir eylemi gerçekleştirmek için ABF’nin hızla atması gereken adımlar olduğudur. ABF, İstanbul’da tüm Alevi örgütle-rinin çalışmalarını bu eyleme yönlendirecek bir çalışma grubunu hızla kurmalıdır. Yoksa 2 Temmuz’un gösterdiği gidişle İstanbul’da eylem hazırlık toplantılarının siyasi gruplarla pazarlık biçimine bü-rünmesi kaçınılmazdır.

Dernek üst yönetimlerine

yaptığımız öneri, Türkiye’nin

en büyük Alevi kenti İstanbul’da

iyi örgütlenmiş ve geniş katılımlı

bir eylem yapılmasıdır.

ABF, İstanbul’da

tüm Alevi örgütlerinin

çalışmalarını bu eyleme

yönlendirecek bir çalışma

grubunu hızla kurmalıdır.

Page 32: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

30

İstemlerin Örgütlenmeyle İlişkisi

Özellikle PSAKD şubeleri, kendi gücüne güvenir gerçek birer Ale-vi örgütü haline gelemezse bu zaafl ar aşılamaz. Bu zaafl ar gideril-meden de İstanbul çapında bir etkinlik başarıyla gerçekleştirilemez.

“Alevilerin istemleri” diye dile getirilen ve hatta “Alevi Açılımı-Çalıştayı” çerçevesinde devlet-hükümet önünde gerici; sözde Alevi örgütleriyle pazarlık konusu edilen istemlerin, yani eylem hedefl e-rinin, derneklerin gerçek birer demokratik Alevi örgütü haline gel-mesinde çok önemli rolü vardır.

İstemler konusunda süre giden kafa karışıklığını gidermek çok önemlidir. “Dedelere maaş”, “Diyanette bize de bir yercik” isteyen-lerle “Bu devlet yapısı değişmelidir, Diyanet İşleri Başkanlığı kaldı-rılmalıdır” isteyenler arasındaki fark örgütlenmede kendini göste-rir. Ne istersen ona göre örgütlenirsin. Bir yandan, bugünkü devlet “Kilise Vergisi” gibi bir vergi toplayıp, Alevi derneklerine “hakça” dağıtılsın derken, öte yandan “laiklik-demokrasi” dersen bu kafa karışıklığında dernekler gerçek bir demokratik örgüte dönüşemez.

Böyle kafası karışık bir yönetimin ardına dizilenler ya en az o yönetim kadar kafası karışık olanlardır ya da o örgütlerdeki Alevi-Bektaşilerin kafasını daha da karıştırmak isteyenlerdir. Bunların panzehiri, demokratik derneklerin demokrasi ve laiklik hedefl erini net ve açık biçimde sloganlaştırmaktır. Şu ya da bu nedenle sulan-dırmadan savunmaktır.

Örgüt İçi Demokrasi ve Örgütlenme

Demokratik derneklerin gerçek birer Alevi örgütü haline getir-menin ikinci ayağı, dernekler içi demokrasiyi geliştirmektir. Son günlerde yaşanan bir olay, iç işleyişte demokrasi yokluğunu bir kez daha gösterdi. ABF’nin internet sitesine göre ABF, 12 Temmuz’da Olağanüstü Genel Kurul yaptı ve Tüzük değiştirdi. “Bunca iş du-rurken, bu da nereden çıktı?” diye düşünmemek elde değil.

Tüzükte yapılan değişiklikler neymiş? Yeni tüzük henüz inter-net sitesinde yayınlanmadı, ama habere göre bundan sonra ABF’ye üyelik için başvuracak derneklerin en az yüz üyesi olmalıymış. Bağlı derneklerin Genel Kurula göndereceği delege sayısı da de-ğişmiş. Yeni tüzüğe göre her üye derneğin başkanı ve dört delegesi genel kurula katılacakmış. Üye sayısı 750’den fazlaysa, dernek her 750 üye için bir delege daha yollayacakmış.

Değişen eski tüzükte aynı konuları düzenleyen maddeler nasıl-dı? ABF’ye üye olacak derneklerden belirli bir üye sayısında olma şartı aranmıyordu. Her üye dernekten genel başkan ve iki delege genel kurula katılıyordu. Üye sayısı bini geçen dernekler, her bin üye için birer delege daha yolluyordu.

Elinizi vicdanınıza koyup şu soruyu yanıtlayın: Eski tüzüğe göre gelecek yıl Mayıs ayında yapılması gereken olağan genel kuru-lu beklemeden, bu tüzük değişikliği için bir olağanüstü genel kurul toplamak neden gerekli görüldü?

Kafası karışık bir yönetimin ardına dizilenler ya en az o yönetim kadar kafası karışık olanlardır ya da o örgütlerdeki Alevilerin kafasını daha da karıştırmak isteyenlerdir.

Page 33: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

31

Genel Yönetim Kurulu, bir Tüzük Genel Kurulu toplamayı ge-rekli gördü diyelim. Üye derneklerin, önlerine çıkan bir genel kurul fırsatında tüzüğün acil olmayan bir iki hükmü dışında konuşacak hiçbir sorunu yok muydu? Yönetim böyle bir tartışmayı istemedi diyelim. Üye derneklerin de mi tartışılacak bir konusu yoktu? ABF tüzüğüne göre her genel kurul, katılanların onda birinin istediği her konuyu gündemine alıp görüşmek zorundadır.

Ne üye derneklerden ne de ABF yönetiminden böyle bir girişim gelmediğine göre ABF’nin, Alevi Açılımı ve Çalıştayı gibi önemli gelişmelerin Alevi-Bektaşi toplumunun gündeminde olduğu ve to-zun dumana karıştığı günümüzde genel kurulda tartışacağı ve ka-rara bağlayacağı hiçbir konu yokmuş!

Bu çıkarsama, demokratik derneklerin içinde bulunduğu du-rumu gösteriyor. ABF’nin tüzük genel kurulu, örgüt içi demokra-siyi geliştirmeyi amaçlamamıştır. Tam tersine, yönetimdeki siyasi grupların ABF’nin gelecek dönem yönetimini şimdiden belirlemeye yönelik manevrasından başka bir şey değildir. Bu yönetim ve orada yer alan siyasi gruplar için tabanın söz ve karar sahibi olması, yani örgüt içi demokrasi, yalnızca boş bir söylemden ibarettir.

Demokrasi Yoksa Demokratik Dernek Olmaz

Yönetimde anti-demokratik yaklaşımın olduğu dernek yapısı Ale-vi lerin dertlerine derman olmaz, olamaz. Bir derneğin Alevilerin istemlerine sahip çıkabilmesi için önce tabanın söz ve karar sahibi olduğu gerçekten demokratik bir örgüt olmaya yönelmesi gerekir.

Alevi-Bektaşilerin demokratik istemleri net ve açık eylem kıla-vuzu haline gelmezse ve örgüt içi demokrasi geliştirilmezse giderek daralan uğursuz çember kırılamaz. Demokratik Alevi dernekleri-nin sadece adında kalan demokrasi biçare bir muskaya dönüşür.

Demokrasi kavgasında Alevilerin karşısında domuz topu gibi birlik olan güçlere karşı muskanın hiçbir faydası yoktur. Kürt açı-lımının yeniden gündeme geldiği son günlerde hükümet bir şeyi açıkça ortaya koydu: Her şey konuşulabilirmiş, ama hükümet her türlü özerklik istemine karşıymış! Alevi-Bektaşi halkın haklı is-temlerine karşı duran güç net ve açık konuşuyor.

Hatırlatalım: Özerlik olmayan yerde demokrasi olmaz! Alevi-Bektaşilerin demokratik dernekleri, hayatın her alanına müdahale eden, ayrıcalıklı ve dokunulmaz merkezi devlet bürokrasisi yerine, seçilmiş ve geri çağrılabilir temsilcilerden olşan meclislerin yerin-den yönetimine dayılı özerkliği savunmazsa demokrasiyi savundu-ğunu nasıl iddia edebilir?

DİB’nın kaldırılmasını, devletin din işlerinden elini çekmesini savunmazsa laikliği savunduğunu nasıl iddia edebilir?

Kırılması gereken uğursuz çember budur. Bu nedenle istemlerde ve örgütlenmede kafa karışıklığına son vermek gerek. ABF ve bağlı kuruluşlarının demokrasi ve laiklik istemleri netçe tanımlanmalı ve sulandırmadan savunulmalıdır. Derneklerin iç işleyişinde tabanın söz ve karar sahibi olması demek olan demokrasi geliştirilmelidir.

Alevi-Bektaşilerin demokratik

istemleri net ve açık

eylem kılavuzu haline gelmezse

ve örgüt içi demokrasi

geliştirilmezse giderek daralan uğursuz çember

kırılamaz. Derneklerin

sadece adında kalan demokrasi

bir muskaya dönüşür.

Demokrasi kavgasında

Alevilere muskanın hiçbir

faydası yoktur.

Ne üye derneklerden

ne de ABF yönetiminden

tartışma girişimi gelmediğine göre

ABF’nin, Alevi Açılımı ve Çalıştayı gibi önemli

gelişmelerin Alevi-Bektaşi

toplumunun gündeminde

olduğu ve tozun dumana

karıştığı günümüzde

genel kurulda tartışacağı

ve karara bağlayacağı hiçbir konu

yokmuş!

Page 34: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

32

İlk Baskısı 1990 Yılında Yapılan ve Yakında Alev Yayınlarından Yedinci Baskısı Çıkacak Olan R. Yürükoğlu’nun “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır - Tarihte ve Günümüzde Alevilik” Adlı Kitabının Son Söz Bölümü

Hacı Bektaş Veli’nin Gösterdiği Temel Yön ve Kapitalizm

DİN ya da din çerçevesi içinde geliştirilen çeşitli dini destek-leyici ya da eleştirici görüşler özünde fetişist bilincin değişik

görüntüleridir. Temelinde doğa güçlerinin ve insan ilişkilerinden doğan, ama onlar tarafından denetlenemeyen, hatta onları yöneten doğal güçlerin fetişleştirilmesi yatar. Bunun sonucunda din ya da öteki benzeri görüşler, gerçekliği, doğayı, toplumu ve insan ilişkile-rini hayal düzeyinde çiftler, yansıtırlar.

Doğanın ve toplumun bilimsel anlayışına dayanan Marksist-lerin, gerçekliği tam ve doğru yansıtmayan ideolojileri, bu arada dinleri de eleştirmeleri gerekir. Bu süregen, sürekli bir görevdir. Çünkü dinin kapitalizmde de işlevi sürer. Kapitalist üretim ilişki-leri insanların yarattıkları ama denetleyemedikleri, tersine onların yaşamlarını belirleyen nesnel ilişkilerdir. Hele emekçi insan için bu ilişkilerin yaptırım gücü sınırsızdır, ezicidir.

Kapitalizmde dinin bir üst yapı kurumu olarak süreceğini ve önemli bir rol de oynayacağını bilmek Marksistlere bir görev daha yükler. Yaşadıkları toplumdaki dinin ve din benzeri ideolojilerin somut tarihsel analizini yapmak. Pek çok toplumda, egemen dinin yanı sıra bir de “muhalefet dini” vardır. Bunları, bunların dayandık-ları sınıfsal kesimleri ve ideolojilerinin özünü iyi bilmek, ona göre tutum almak gerekir. Çünkü Marksistlerin dini ideolojik düzeyde eleştirmelerinin amacı dine inananları siyasal düzeyde kazanmak-tır. Marksistler, din eleştirisini spor diye yapmazlar. Böyle olunca, egemen dine ve “muhalefet dinine” ve bunları savunan kesimlere yaklaşım da elbette farklı olacaktır.

Bizim de bu kitapta yapmaya çalıştığımız bunlardır. Ancak, Türkiye’nin somut gerçekliği içinde, bu alanda kendimizi çok şanslı bir konumda bulduğumuzu söylemeliyim. Alevilik-Bektaşilik, dün-yada rastladığımız heresi, heterodoksi örnekleri içinde halkçılıkta, kavgacılıkta, insancıllıkta en önde gelen örneklerden biridir.

Alevilik, öğretisiyle ve yarattığı büyük halk hareketleriyle tari-himizde gururlanacağımız bir yüksek tepedir. Hacı Bektaş, eşitlik, özgürlük, hoşgörü ve geniş görüşlülük taşıyan öğretisiyle, örgüt-

Alevilik, öğretisiyle ve yarattığı büyük halk hareketleriyle tarihimizde gururlanacağımız bir yüksek tepedir. Hacı Bektaş, eşitlik, özgürlük, hoşgörü ve geniş görüşlülük taşıyan öğretisiyle, örgütçülüğü ve eylemiyle büyük bir düşünür, büyük bir liderdir.

R. Yürükoğlu, 1978 yılında Berlin’de.

Page 35: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

33

çülüğü ve eylemiyle büyük bir düşünür, büyük bir liderdir. Onun, “okunacak en büyük kitap insandır” sözleri, yalnızca Bektaşiliğin değil insanlık tarihinin tüm ilerici düşüncesinin altında bir kızıl şe-rit gibi yatan ana amaçtır.

Aleviler, düşüncelerinden dolayı yüzyıllar boyunca bağnazlı ğın, dar görüşlülüğün, yobazlığın elinde kırılmışlardır. Bu olgu aynı za-manda toplumda ezen ve ezilen sınıfl arın kavgasını temsil et miş tir.

Aleviler bugün de ülkemizde ikinci sınıf vatandaştırlar. Ezilme-leri, horlanmaları, zaman zaman da kırılmaları bitmemiştir. Bugün çoğunluğu işçi ve emekçi olan bu 22 milyon insanın konumu top-lumsal bir yaradır.

Nasıl ulus bir gerçekse, din ya da herhangi bir başka ideoloji de toplumsal bir gerçektir. Kendi inançlarımızı toplumsal gerçekliğin yerine koyamayız ve eğer bir düşünce sistemi üzerinde ezgi varsa bu ezgiye gözlerimizi kapayamayız.

Bu tutumun karşısında, “Alevilik konusu halkı böler” deniyor. Ülke miz de Kürt sorunu dile getirildiğinde de aynı anlamsız kor-kuyla karşılaşı lır. “Türk-Kürt diye bölecek miyiz emekçiyi?” Ben-zeri korku, bu konuda görülüyor. “Aleviler bir yana, Sünniler bir yana diye bölecek miyiz?” Kor ku yersizdir. Bu bölünme zaten var-dır ve sorunlar da oradan çıkmaktadır. Bölünmenin varlığına işaret, bölmek değildir. Varlığına işaret etmemek ve ezilene sahip çıkma-mak ise, bölmemek değil, zaten varolan bölünmede ezenin yanında durmak demektir.

Ayrıca biz, “emekçiyi Alevi-Sünni diye bölecek miyiz?” sorusu-nu “korku” olarak adlandırdık, ama çok iyi biliyoruz ki bu soruyu yöneltenlerin çoğunluğu bunu “korku”yla değil, kendi dar çıkarları adına kasıtlı olarak yapmaktadırlar. Böylelerine söylemek gerekir ki konuya bu soruyla başlamak, burjuvazinin sözcülüğünü yapmaktır. Namuslu bir insanın sorması gereken ilk soru şudur: Türkiye’de Ale-viler üzerinde baskı var mıdır yok mudur? Yoksa Alevilik konusunu yapay olarak getirmek halkı bölemez çünkü olmayan bir bölünme istekle yaratılamaz. O zaman bu, halkı bölmenin başarısız bir çabası olur. Baskı varsa var demek ise halkı bölmek olamaz.

Kaldı ki Alevilik konusunu öne getirmek Sünnileri reddetmek, on ları “düşman” diye karşıya almak değildir. Sınıf düzeyiyle, ulus, din, ideoloji, kültür gibi düzeyleri birbirine karıştırmamak gerekir. İşçi, köylü, yoksul insan Sünni de olsa, Alevi de olsa ezilir. Sınıfsal ko numundan dolayı ezilir. Sınıf konumundan dolayı ezilen Sünnilere de o düzeyde, sınıf düzeyinde sahip çıkıyoruz. Öte yanda, Sünni ol-duğu için ezilen bir tek insan yoktur Türkiye’de. Ama Aleviler bir de inançları yüzünden eziliyorlar. Sorun, “Sünnileri attık, Alevilerle bir-likteyiz” sorunu değildir. En başta Aleviliğin kendisi bunu reddeder.

Aleviler üzerlerindeki yobaz baskının kalkmasını istiyorlar. Bu haklı isteği desteklemek, bir başka ezilen kesimin savaşımını des-teklemeye engel değildir. Her çeşit haklı isteği işçi sınıfı destekler.

Kadın haklarını da sonuna dek savunuyoruz. Kadın haklarını savunmak toplumu, sınıfı bölüyor denebilir mi? Tam tersine, tüm

Hacı Bektaş Veli’nin,

“okunacak en büyük kitap

insandır” sözleri,

yalnızca Bektaşiliğin

değil insanlık tarihinin

tüm ilerici düşüncesinin

altında bir kızıl şerit gibi

yatan ana amaçtır.

Namuslu bir insanın

sorması gereken ilk soru şudur:

Türkiye’de Aleviler

üzerinde baskı var mıdır

yok mudur?

Page 36: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

34

ezilen kesimlerin istemleri birleşecek ve bir oluğa akacaktır. Hepsi haklı istemdir, hepsi birlikte savunulmalıdır.

Her ezilen toplumsal kesim gibi, Alevilerin de haksızlığa karşı örgütlenmeleri en doğal haklarıdır.

Engels, Almanya’da Protestanlığın doğuşu sırasında Münzer’in devrimci dini üstüne yazdıklarında, onların daha sonra gelişen modern proletarya hareketine katıldıklarını anlatır. İşte Türkiye’de de olacak budur. 1960’lardan bu yana Alevilerin devrimci safl arı yoğun biçimde doldurmaları, en geri siyasal bilinç sahiplerinin ge-neliyle ancak sosyal-demokrasiye dek inmeleri bunun habercisidir.

Ancak, zaten bir ucundan başlamış olan bu katılmanın rastgele ve kendi liğin den (dolayısıyla git gelli) bir süreç olmaması için Marksist-lere ve işçi sı nı fına, sorunu derinden kavramak ve toplumsal bilinç-te varolan egemen sı nıf önyargılarından kurtulmak gibi önemli bir görev düşmektedir. “Her çağın egemen fi kirleri, her zaman egemen sınıfın fi kirleridir” (Komünist Ma ni festo) ve işçi sınıfı ve komünistler de bunlardan tam kurtulmuş değillerdir.

İşçi-devrimci hareket bu 800 yıllık geleneği içine almalı, ondan öğrenmeli, bu gelenekle birleşmelidir.

Tarihte Aleviliğin taşıdığı isyan bayrağını, bugünün koşulları içinde daha doğru ve tutarlı taşıyan devrimcilik, Marksizmdir.

Aleviler arasından sosyalist kazanmak, işçi hareketi için önem-li bir hedeftir. İşçi devrimcisi kuşakların bu yolla 800 yıllık isyan geleneğiyle yoğrulması, bu geleneği devralması, hakkıyla günümüz koşullarındaki temsilcisi olması çok önemlidir.

Bektaşiliğin şu üç temel belgisi, bugün de bizler için geçerli ol-malıdır: Eline beline diline sahip olacaksın. Gelme gelme, dönme dönme. Ser ver, sır verme. Marksist kendi çarpıştığı ülkede haksızlığa başkaldıran geleneğe

sarılmak zorundadır. Yoksa gökten zembille inmiş, halkına yabancı bir siyasal hare ket olur. Bu geleneğe sahip çıkmazsa, en başta kendi fi kirlerine ihanet eder.

Öte yanda, “her ne şekil almış olursa olsun, tüm geçmiş çağ-larda bir ortak gerçek vardır, toplumun bir kesiminin diğer bir ke-simi tarafından sömürülmesi. Böyle olduğu için, geçmiş çağların toplumsal bilinci, her ne çeşitlilik ve değişiklik taşırsa taşısın, sınıf uzlaşmazlıkları tümden ortadan kalkmadan tamamen yok olma-yacak, belirli ortak biçimler ya da genel düşünceler içinde ilerler.” (Komünist Manifesto) (abç) Bu nedenle, her çeşit göksel ya da dinsel görüşlerin tabanı kapitalizmde de ortadan kalkmaz. Kapitalizmde insanın kendi emeğine, emeğinin ürünlerine yabancılaşması bu çe-şit düşüncelerin kaynağı olur.

Öyleyse, ne olursa olsun, modern işçi hareketi içinde erimeyen, kendi özgül inanç yapısını koruyan bir Alevi topluluğu da varola-caktır. Bu nedenle işçi ve devrimci hareket için can alıcı önemde he-

Tarihte Aleviliğin taşıdığı isyan bayrağını, bugünün koşulları içinde daha doğru ve tutarlı taşıyan devrimcilik, Marksizmdir.

Bektaşiliğin üç temel belgisi, bugün de bizler için geçerli olmalıdır:

Eline beline diline sahip olacaksın.

Gelme gelme, dönme dönme.

Ser ver, sır verme.

Page 37: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

35

def, Alevi toplumunun meşru ve haklı istemlerine sözcülük edebil-mektir. Bu zaten işçi sınıfının, topluma karşı görevidir. Tüm ezilen-lerin sözcüsü olarak yükselmeyen bir sınıf kendini de kurtaramaz.

1980 öncesi sıcak mücadelede, Aleviler üzerinde büyük bir kat-liam yapıldığını, devrimci hareketin bu katliamı önlemekte başa-rılı olamadığını, buradan çıkarmamız gereken çok önemli dersler olduğunu biliyoruz. Devrimci hareketin, yerel faşizmin saldırısı karşısında yetersiz kalışı 1980 yenilgisinin de ipuçlarını taşıyordu. Aleviler, geneliyle haksızlığa başkaldıran bir topluluktur. Aydındır-lar. Bu noktayı iyi anlarsak, faşistlerin ve tüm gericiliğin yollarının neden her zaman Alevi kıyımından geçtiğini, “geçmek zorunda” olduğunu anlarız.

Türkiye’de Alevi sorununun büyük bir ağırlığı olduğu bir yana, önümüzdeki dönemde daha da büyük önem kazanacağını söyleye-biliriz. Sınıf çelişkilerinin keskinleşmesiyle birlikte karşı devrimci saldırı da şiddetlenmektedir. Bu kez 12 Eylül öncesi olduğu gibi, ordu en azından bir noktaya dek en büyük tehlike değildir. Bu kez asıl büyük tehlike dinci-gericilerden gelmektedir.

Buraya dek asıl olarak Alevi-Bektaşiliğin, a) işçi-devrimci hare-kete katılmasının, onun içinde erimesinin, b) katılmayan kesimlerin devrimci hareketle arasında kopmaz bir bağlaşıklık kurulmasının işçi-devrimci harekete getireceği büyük yarar üzerinde durduk. An-cak, bu iki düzeydeki birliğin de, Alevi-Bektaşi toplumuna da ya-rarı olmayacağı sanılmasın. Hatta asıl can alıcı yarar Alevi-Bektaşi toplumuna olacaktır.

Daha fazla ilerlemeden bir parantez açarak bir konuya değinmek istiyorum.

Bazı çevrelerde bizim için, “bunlar Aleviliği kullanmak istiyor” diyorlar. Kullanmanın gizli bir yanı, gizli bir anlamı olur. Biz Ale-vilik hakkın daki düşüncemizi açıkça söylemişiz. Amacımızı da. Amacımız, işçiyle Aleviyi musahib etmektir. Üye kazanmak diyor-lar. Bu büyük amacın, bu büyük davanın yanında o kadar küçük ka-lıyor ki. İki büyük güç birleşmeli. Bunlar birleştiği zaman haksızlık yaşayamaz Türkiye’de.

Aleviliği “kullanmak” şöyle olabilir: Öyle örgütler tanıyorum, yoğun biçimde Alevi çocuklarına dayanır, masada oturup sohbet edersen Aleviliği “takdir” de eder, ama bir kere de çıkıp halkın önünde Alevilik hakkında konuş mamıştır. Ben buna, “Alevileri kullanmak” derim. Amacını açıkça söyle yene bu denemez.

Aleviliği “kullanmak” bir de şöyle olabilir: Dünyada ve ülkede devrimci hareketin güç kaybetmesiyle, kısa vadede ikbal arayışıyla ikrarından dönerek ve kimliğini gizleyerek Alevi örgütlerine kapı-lanmak. Ya da, “örgüt göreviyle” ve kimliğini gizleyerek Alevi örgüt-lerinde “çalışma” yapmak. Bu iki durumun da örneklerini görüyoruz.

Kaldığımız yere dönelim. Günümüzde, özellikle “sınıf ger çe-ği”nin dayatmasıyla Alevilikte hızlı bir ayrışma yaşanmaktadır. Fark lılaşmalara uzaktan ve yukardan bakınca görülüyor ki, tüm kaynaşma tek bir cümleye indirgenebilir: Bu ayrışma, toplumu Ale-

Günümüzde, sınıf ger çe ğinin

dayatmasıyla Alevilikle hızlı

bir ayrışma yaşanmaktadır.

Bu ayrışma, toplumu

Aleviliğin götürmek

istediği yöne götürmeye

çalışanlarla, onu düzenle

ve egemen ideolojiyle

kaynaştırmaya çalışanların

ayrışmasıdır.

Aleviler, geneliyle

haksızlığa başkaldıran

bir topluluktur. Aydındırlar.Bu noktayı

iyi anlarsak, faşistlerin

ve tüm gericiliğin yollarının

neden her zaman

Alevi kıyımından

geçtiğini, “geçmek zorunda” olduğunu

anlarız.

Page 38: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

36

viliğin götürmek istediği yöne götürmeye çalışanlarla, onu düzenle ve egemen ideolojiyle kaynaştırmaya çalışanların ayrışmasıdır.

Ne demek istediğimizi daha açmadan önce kısa bir genelleme yapalım. Ülkemizdeki üç büyük sınıfın kendi çıkarlarına uygun görüşleri nelerdir dersek, Hacı Bektaş’ın götürmek istediği yola bugün de götürmek ama aradaki gelişmeleri içine katarak götür-mek gerekir görüşünü reddedenler, burjuva görüşleridir. Bu görüşü lafta kabul eden, ama sınıfsal konumu nedeniyle nasıl yapacağını bilemeyen görüşler küçük burjuva görüşlerdir. Kabul eden ve yolu gösteren de işçi görüşlerdir.

Alevilikte yapılması gereken, Hacı Bektaş Veli’nin insanlığı gö-türmek istediği yönü iyi anlamak ve aradan geçen yüzyılların ge-tirdiği gelişmeleri de katarak, yine o yöne gitmektir. Onun o tarihte söylediği kadarıyla bırakmak en başta ona büyük haksızlıktır.

Hacı Bektaş Veli’nin, Aleviliğin gösterdiği yön nedir? İşin canı burada. Kadın hakları, demokrasi vb., bunların hepsi çok önemli, ama bu her şeyin canı. Aleviliğin gösterdiği yön nedir ki biz bilim-lerin altı, yedi yüzyıldır eklediği bulguları da katarak bugün de o yöne götürmeye çalışacağız?

Herat, Buhara, Merv ve Horasan’da bin yıl önce başlayan ve en gelişmiş biçimini Babai-Bektaşi-Simavi çizgisiyle Anadolu’da edi-nen bu düşünce, dinin aşılmaz kurallarını kırıp parçalamanın yolu olmuştur. İnsan yaşamında aklı ve düşünceyi egemen yaparak in-sanı özgürleştirmeye ve davranışlarına sahip çıkmasını sağlamaya çalışmıştır. Enelhak anlayışıyla tüm doğayı ve insanı tanrılaştırmış, böylece bir yanda “tanrı”nın alanını daraltırken, bir yanda yine in-sanı özgürleştirmiş, kendine, kendi yeteneklerine dönmesini sağla-mıştır. Babai-Bektaşi-Simavi çizgisi, bu nedenle, “tanrının verdiği” akılla din düşüncesinin ve tanrının aşılmasıdır.

XIII. yüzyıldan konuşuyoruz. Bu nedenle, “tanrının verdiği akılla”, tanrının aşılmasıdır Alevilik. Bugünkü anlamıyla bilimler yok. Daha dünyanın yuvarlak olduğu bilinmiyor. Amerika bulun-mamış. Dinler ve kral kültü dışında bir başka ideoloji yok. Böyle bir dünyada Hacı Bektaş Veli bu düşünceleri getiriyor. Gösterdiği he-defl er insanlığın hiç eskimeyecek hedefl eridir. Aradan yedi yüzyıl geçiyor, bilimler dev adımlarla ilerliyor ve o hedefl eri destekliyor. O günün koşullarında böyle bir öğretiyi getirebilen bir insan bugün yaşasaydı, aynı özü herhalde çok daha açık, çok daha ileri biçimde getirirdi.

Doğru bir yorumla önü açılırsa, Hacı Bektaş’ın eşitlikçi-ortakçı anlayışı için kapitalizm, feodalizme oranla çok daha gerçekçi ola-naklar açmaktadır.

Çağının çok ötesinde fi kirlerle geliyor Hacı Bektaş. Bir anlamda ideal lerle geliyor. Bunlar feodal çağda hiçbir zaman gerçekleşemez-di. Gerçekleşemez diye uğruna mücadele edilmemeli değil. Bu, ezi-len sınıfın mücadelesi.

Hacı Bektaş’ın yaşadığı çağda o düşüncenin başarı şansı yok-tu. Eşitlikçilik, ortakçılık, demokrasi, özgürlük feodalizm altında

Herat, Buhara, Merv ve Horasan’da bin yıl önce başlayan ve en gelişmiş biçimini Babai-Bektaşi-Simavi çizgisiyle Anadolu’da edinen düşünce, dinin aşılmaz kurallarını kırıp parçalamanın yolu olmuştur. İnsan yaşamında aklı ve düşünceyi egemen yaparak insanı özgürleştirmeye ve davranışlarına sahip çıkmasını sağlamaya çalışmıştır.

Babai-Bektaşi-Simavi çizgisi, “tanrının verdiği” akılla din düşüncesinin ve tanrının aşılmasıdır.

Page 39: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

37

olabilir şeyler midir? Feodalizm çağında tüm ülkelerde köylü ayak-lanmaları görüyoruz. Bunların başarılı olduğu durumlarda tarihin gösterdiği bir şey var. Başarıya ulaşan ayaklanmaları ya bir süre sonra tepeliyorlar ya da birkaç yıl sonra bakıyorsunuz bu kez o köy-lünün içinden yeni feodal beyler çıkıyor. Çünkü üretim güçlerinin gelişme düzeyi, var olan zenginliği paylaştırıp sonra onu yeniden üretmeye engel. Bu ancak kapitalizmde olanaklı. Dolayısıyla, Hacı Bektaş’ın ve Aleviliğin amaçlarının gerçek başarı şansı ancak kapi-talist toplumda var.

Bunun olabilmesi için kapitalist toplumda bir koşul gerekiyor. Alevi toplumunun işçi sınıfıyla kaynaşması, iç içe geçmesi ya da dost olması.

İki büyük güç var. Biri, Alevilik, olağanüstü bir seziyle tarihten insanlığın en güzel özelliklerini beraberinde getirmiş. Ötekisi, top-lumun devrimci sınıfı. Türkiye için ne büyük şanstır bu. İki taraf da bunun farkına varırsa.

Adamın birinin göğsüne vurmuşlar, “vah arkam” demiş. Sor-muşlar, “ya biz senin göğsüne vurduk, neden arkam diyorsun?” “Benim arkam olsaydı, siz göğsüme vurabilir miydiniz?” Bu gerçek hem Aleviler, hem işçi sınıfı için geçerlidir.

Alevi-Bektaşi düşüncesi, feodal çağda biçimlenmiş, anti-feodal, özgürlükçü, devrimci düşüncedir. Bir çeşit köylü sosyalizmidir. Bü-yük çoğunluğu emekçi olan Alevi toplumunun yüzyıllar boyu bü-yüttüğü düşlerle, modern işçi hareketinin amaçları arasında büyük benzerlikler vardır. Bu durumda, Marks’ın ve Engels’in Manifesto ve Gotha Programı’nda bir başka kapsam içinde söyledikleri, Alevi-lik için de geçerlidir. Günümüzün kapitalist koşullarında doğayı ve toplumu en doğru yansıtan, toplumsal anlamda tek gerçek devrim-ci sınıf ve ideoloji, işçi sınıfı ve onun ideolojisi olan Marksizmdir. Çağlar farklı, sorunlar farklı olmasına rağmen, amaçlanan toplum-sal hedefl erin genel içeriğinin böylesine benzerliği; a) Geniş Alevi kalabalıkların modern işçi hareketine katılma kolaylığını getirmek-tedir; b) Fiziksel ve ideolojik olarak işçi hareketine katılmayan ge-niş Alevi yığınların, bu hareketin en sağlam dostu olma kolaylığını getirmektedir; c) Anti-feodal devrimci bir ideoloji olan Bektaşiliğe kapitalizm altında da yeni bir işlev sunmaktadır. Eski Babai-Bektaşi geleneğiyle bütünleşen yeni başkaldırı nedenleri vermektedir.

Günümüzde Alevilik ancak işçi sınıfına ve onun ideolojisine yaklaştığı, onunla kaynaştığı ya da onun dostu, musahibi olduğu oranda, kapitalizm altında da devrimcileşir ve yeni bir devrimci ömür ve işlev kazanır. Bu olmazsa, Alevi düşüncesi içinde milli-yetçiliğin, dinciliğin ve devlete saygıcılığın giderek güçlenmesi ve bünyeyi ele geçirmesi kaçınılmazdır. Bu da, 800 yıllık heybetli geç-miş adına, Hacı Bektaş’ın özgürlükçü-eşitlikçi öğretisi adına, ada-letli bir yaşam uğruna can veren milyonlarca Alevi emekçi adına ne acı bir sondur.

İkisinin de birbirine gereksinimi var. İşçi sınıfının gereksinimi var, Alevilik onun atası, dedesi, kökü. Ondan alacağı töre-terbiye

Günümüzde Alevilik ancak işçi sınıfına ve

onun ideolojisine yaklaştığı,

oranda, kapitalizm altında da

devrimcileşir ve yeni bir devrimci

ömür ve işlev kazanır.

Bu olmazsa, Alevi düşüncesi

içinde milliyetçiliğin,

dinciliğin ve devlete

saygıcılığın giderek

güçlenmesi ve bünyeyi

ele geçirmesi kaçınılmazdır.

Alevi-Bektaşi düşüncesi,

anti-feodal, özgürlükçü,

devrimci düşüncedir.

Bir çeşit köylü sosyalizmidir.

Alevi toplumunun

yüzyıllar boyu büyüttüğü

düşlerle, modern işçi hareketinin

amaçları arasında

büyük benzerlikler

vardır.

Page 40: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

38

var, hümanizm var, “insan” var. Aleviliğin gereksinimi var, kapi-talizm koşullarında üretimden gelen güç işçi sınıfında. Amaçlarını gerçekleştirme yollarını gösteren izm onda. Marksistler bir gerçeği iyi biliyorlar: Sınıfl ı toplum kalkmadan, tanrı-din vb., kalkmaz. Do-layısıyla, Alevilik, işçi sınıfının ve Marksizmin dostu olmazsa da sürer ve bir işlevi olur. Ama bu işlev artık ilerlemenin, gelişmenin öncü güçlerinden olmak değil, dinsel koyuluğa kaymak, düzeni ko-rumak, ilerlemeyi engellemek olur.

Bu nedenle, hem Alevilik, hem işçiler, hem Türkiye için tek çı-kış yolu, işçi sınıfıyla Aleviler başta olmak üzere, tüm emek güçle-rinin, tüm ezilenlerin birliğidir.

Alevilik içinde de emekten yana kesimlerin öne gelmesidir. “Yol düşkünleri katarın başına geçerse, o katar yürümez.” Alevilik içinde emekten yana kesimlerin öne gelmesini sağlayacak tek yol şudur: Önceki sayfalarda örneklerini verdiğimiz burjuva ve küçük burjuva görüşlerin gözden düşmesi ve Alevi toplumu içinde emek-ten yana görüşlerin giderek daha büyük yaygınlık kazanması.

Bunun için elbirliğiyle çalışmalı ve şu iki soruya herkesten yanıt istemeliyiz:

1. Aleviliğin amaçları nelerdir? 2. Günümüz koşullarında bu amaçlara nasıl ulaşılacaktır? Bu sorulara verilecek yanıtlar, (a) kimin emekten, ezilenden yana olduğunu, (b) kimin Alevi düşüncesini gerçekten savunduğunu

gösterecektir.

* * *

Gelecek yüzyıllarda, “Anadolu’da demokratik savaşım gelene-ği” üze rine yapı lacak bilimsel, tarihsel çalışmalar Alevi ile

Marksisti biz istesek istemezsek birleştirecektir. Bu ikisinin halef-selef oldu ğu nu bugün anlayacak mıyız, anla-

mayacak mıyız? Soru budur. Eğer anlarsak, o semineri verenler, “o gün yaşayanlar akıllı insan larmış, tarihi anlamışlar” diyeceklerdir. Anlamazsak, bu bizim so ru numuzdur. Aklın sınırı vardır, oysa ap-tallık sınırsızdır.

Tarihimizin gerçeği olarak Bektaşilikle Marksistlik aynı kanal-da birleşmiştir, halef-seleftir. Din çerçevesinde bir isyan ideolojisi olan Alevilik bu yanıyla istense istemese ülkemizde sosyalizmin dünüdür. Anadolu’da başkaldırının süreklilik çizgisi budur.

Büyük toplumsal fırtınaları koparan hareketler, içinde yaşadık-ları toplu mun tarihine, kültürüne ve o gününe uygun yaklaşımları getirebilenlerdir. Ancak o zaman, topluma öncülük edecek ustalığı gösterebilirler.

Herhalde en yakışanı, amacımızı özetler biçimde, cümlemizi Hacı Bek taş Veli’nin sözleriyle bitirmektir:

“Yola birlikte gidilir.”

Hem Alevilik, hem işçiler, hem Türkiye için tek çıkış yolu, işçi sınıfıyla Aleviler başta olmak üzere, tüm emek güçlerinin, tüm ezilenlerin birliğidir.

Tarihimizin gerçeği olarak Bektaşilikle Marksistlik aynı kanalda birleşmiştir, halef-seleftir. Din çerçevesinde bir isyan ideolojisi olan Alevilik bu yanıyla istense istemese ülkemizde sosyalizmin dünüdür. Anadolu’da başkaldırının süreklilik çizgisi budur.

Page 41: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

39

DTP Tunceli Milletvekili Şerefettin Halis’in Araştırma Önergesi

Alevilik Bir Demokrasi SorunudurTürkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na,Günümüzde, inançları ve yaşam biçimlerinden dolayı, “Eşit Yurt-taşlık” haklarına kavuşamayan Alevilerin, toplumda ve devlet nez-dinde karşılaştığı sorunların tespiti ve konuda yürütülecek çalış-maların belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98, İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 22.06.2009

Şerafettin Halis, Tunceli Milletvekili

Gerekçe

YÜZYILLARIN mirası olarak, günümüze devrolmuş “Alevi Sorunu” ne yazık ki, bugüne kadar samimi ve inandırıcı yak-

laşımlar gösterilerek çözülmek istenmemiştir.Yaklaşımların hepsinde, Aleviliğin sadece teolojik boyutu “So-

run” olarak ele alınmış, Aleviliğin İslam içiliği, İslam dışılığı tar-tışılmıştır.

Bir dinin ya da inanç grubunun teolojisinin ne olduğuna, dışarı-dan birileri değil, ancak o inanç sahiplerinin kendileri karar verirler. Bunun aksi, o inanca ve inanç sahiplerine hakaret olur.

Aleviliğin kendi tarihsel orijini üzerinde yaşam bulması yerine, Türk-İslam sentezi üzerinden şekillenmesi hedefl enmiştir.

Alevilik Sorunu, salt inanç boyutuyla ele alınacak teolojik bir sorun değildir.

Öncelikle sorunun adı konulmalıdır.Sorun, “Demokrasi Sorunudur.” “Toplumsal, Hukuksal, De-

mokratik Hak ve Haklar Sorunudur.” Alevi inanç ve kurum önderleriyle görüşülerek, ortak bir çabay-

la çözüm aranmalıdır. Çözüm aranırken, oy kaygısı yerine, toplum-sal demokrasi kaygısı ön plana çıkarılmalıdır.

Aleviler üzerindeki Türk-İslam ideolojisinden vazgeçilmelidir. Bundan vazgeçilmedikçe, kimden gelirse gelsin, alevi açılımlarının hedefi asimilasyonda, inkârda ısrar olacaktır. Bu da, yakın zamana kadar katledilen Alevilerin yerine, Aleviliğin katledilmesi anlamı-na gelecektir.

Zaten Alevilerin öneri ve talepleri, demokrasi iddiasında olan hiçbir iktidarın reddedebileceği talepler de değildir.

Maddeler halinde sıralarsak;1 Cem Evleri, Alevilerin “İbadet Haneleri”dir. Bu tanıma karşı çıkmak, “Camiler Müslümanların, kiliseler Hıristiyanların ibadet-haneleridir” tanımına karşı çıkmakla eş anlamlıdır.

Nerenin kimin ibadethanesi olacağına başkaları değil, –devlet hiç değil– ancak o inanç sahiplerinin kendileri karar verirler. Dev-lete düşen görev, Cem Evlerini yasal statüye kavuşturarak, güvence sağlamaktır.

Alevilik Sorunu, salt

inanç boyutuyla ele alınacak

teolojik bir sorun değildir.

Öncelikle sorunun adı

konulmalıdır.Sorun,

“Demokrasi Sorunudur.” “Toplumsal,

Hukuksal, Demokratik

Hak ve Haklar

Sorunudur.”

Page 42: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

40

2 Okullarda okutulmakta olan mevcut din eğitimi, zorunlu olmak-tan çıkarılmalıdır. Din eğitimi için okutulacak kitapları, her inanç topluluğunun ilgili kurumları yazmalıdır.3 Alevi inancı ve kültürü üzerindeki, doğrudan ya da dolaylı, asi-milasyon ve baskıcı, kısıtlayıcı uygulamaları son bulmalı, Alevi köy-lerine ve diğer yerleşkelerine cami yaptırmaktan vazgeçilmelidir.4 Hacı Bektaşi Veli Dergâhı ibadet merkezi olarak açılmalıdır.5 Aleviliğin teolojik boyutunun tartışılmasından vazgeçilmelidir. Bu, Alevilere duyulan bir saygının gereği olduğu kadar, demokrasi-nin de bir gereği olarak algılanmalıdır.6 Tüm kitaplar, Alevileri aşağılayan, karalayan tanım, ibare ve imgelerden arındırılmalıdır.7 Madımak, ibret ve utanç müzesi yapılarak, tarihle yüzleşmenin kapıları aralanmalıdır.

Alevilerin, güvensizlik psikolojisinden kurtarılmaları gerekir. Bu güvensizliğin yaratılmasında payı bulunanların, kendi geçmiş-leriyle yüzleşip, Alevilerle dost olabilmenin güvenini vermeleri önem lidir.

“Tarihle yüzleşme” bir güven mekanizması olarak işlemelidir.8 Devletin ve siyasetin kontrolü dışında yaşam hakkı kazandırıla-cak bir Alevi Akademisinin, vb., kurulmasına olanak sağlanmalıdır.9 Devlet kontrolündeki Alevi anlayışından vazgeçilerek, Alevi dedelerine maaş bağlama gibi, Aleviliği özünden saptırmaya çalı-şan arayışlarından uzak durulmalıdır.10 Devlet üst yönetimleri ve bürokrasi görevleri, Alevilere açık hale getirilmelidir. Demokrasilerdeki eşitlik ilkesi yaşamın her ala-nında hâkim kılınmalıdır.11 Diyanet İşleri Başkanlığının, laiklik ve farklı inançlar bağla-mında işlevinin demokratik olmadığı, mevcut haliyle, laik ve eşit-likçi bir yapılanmadan uzak olduğu açıktır.

Din işleri devletin kontrolünden çıkarılmalı, dinsel iktidarlaş-manın tehlikelerine karşı, devletlerin sadece izleme hakkı olmalıdır.

Diyanet İşleri kurumunun kapatılma istemi bugünkü koşullarda olanaklı olmayabilir, çok gerçekçi görülmeyebilir.

Bu nedenle, Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı küçültülerek sembolik bir boyuta, demokratik özerk bir içerik ve işleyişe kavuş-turulmalıdır. Demokratik temsiliyet sağlanmalıdır.

Günümüzde, inançlarından dolayı, “Eşit Yurttaşlık” haklarına kavuşamayan Alevilerin, toplumda ve devlet nezdinde çeşitli sıkın-tılarla karşılaştıkları bilinmektedir.

Alevilerin verilmeyen haklarından dolayı “Sorun” haline geti-rilmiş olan “Alevilik” özünde bir “Demokrasi Sorunu” olarak acil çözüm gerektirmektedir.

Aleviliğin bir “Sorun” olmaktan çıkarılması da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin öncelikli görevleri arasındadır.

Bu konuda bir Meclis Araştırma Komisyonu’nun kurulmasının gereğini arz ederiz.

Alevilerin verilmeyen haklarından dolayı “Sorun” haline getirilmiş olan “Alevilik” özünde bir “Demokrasi Sorunu” olarak acil çözüm gerektirmektedir.

Page 43: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

41

Ummü’l Kitab’da Muhammed’in Mirâcı

Ali’nin Zülfi kâr’ıİsmail Kaygusuz

İmam Bakır’ın adını koyduğu; onun sözleri ve öğretilerini içeren, ayrıca da saklanmasını, gizli okunmasını sık sık vurguladığı

Ummü’l Kitab’da Tanrı dâhil altı büyük şeriat sahibi peygamberin ve velâyet sahibi Ali’nin simgelerinden söz edilmekte onların bâtini yorumları yapılmaktadır. Ancak Bakır, daha çok Muhammed’in sim gesi Mi’râc ile Ali’nin simgesi olan çatal ağızlı Zülfi kar üzerin-de genişçe durmakta. Diğer simgeler üzerinde açıklama ve yorum-lar daha sonraki, örneğin Hafti Baba Baba Seyyidna gibi İsmaili ki taplarında ve risalelerinde çokça bulunmaktadır. Ancak öyle gö-rülüyor ki, bunlar da Ummü’l Kitab’dan kaynaklanıp geliştirilmiş ve ayrıntılanmıştır.

İmam Bakır, Ebu’l Hattab’ın,

“Ey benim Tanrım, mümkünse yüce Tanrı’nın arşını, Âdem’in bayındır evini (beytü’l-mamur), Nuh’un gemisini, İb rahim’in kuşlarını, Musa’nın Tûr-ı Sînâ’sını, İsa’nın doğu-munu, Muhammed’in göğe yükselişini (mi’râcını) ve Ali’nin Zülfi kâr’ını ben güçsüz kuluna açıkla ve gönlümü aydınlat ki senin âzât ettiğin kulun olayım ve sana dua edeyim”

isteğini burada açıklamayıp, bir başka bölüme bırakıyor. Sadece

“Bunlar, yedi zuhurdaki yedi dönemdir. Yüce Tanrı, onları Muhammed dışında hiç kimseye açıklamamıştır... Çok sayı-da rabbani ve nurani bilgin, bu bilgiyi bilmez. Aman, sakın ha, bu sözü hiçbir kitapta okumamış ve hiçbir kitapta yaz-mamışız. Bu söz hiçbir peygambere açıklanmamıştır...”

demekle yetiniyor. Buna karşılık Ebû Halid Kabuli’nin “Ey be-nim Tanrım! Muhammed’i ve onun mi’râcını nasıl görmemiz gere-kir?” sorusuna aşağıdaki geniş açıklamayı vermektedir:

“Muhammed’in mi’râcı; yüce Tanrı önce Cebrail’i yeryüzü-ne gönderdi. Muhammed uyuyordu. ‘Kalk, bu gece başına örtü çekmenin zamanı değil’ dedi. ‘Ey örtüsüne bürünen! Ge ce leyin kalk!’ [Kuran, 73: 1-2]. Muhammed, Burak’a bin-di, Beytü’l-makdis’e gitti. Kaya parçasının üzerine bastı. Ora dan yedi göğe yükseldi, iki yay arası kadar mesafeye ulaş tı. Oradan arşa, arştan kürsüye, kürsüden levhe, levhten ka leme, kalemden beş yüz bin örtüyü geçti ve yüce Tanrı’ya ulaştı. Doksan bin söz söyledi ve dinledi. Geri dönüp evine gitti. Yatağı hâlâ sıcaktı.1 Bu haber, Araplar arasında yayıldı. İnan madılar.”

İmam Bakır’ın adını koyduğu;

onun sözleri ve öğretilerini

içeren, ayrıca

saklanmasını, gizli okunmasını

sık sık vurguladığı

Ummü’l Kitab’da Tanrı dâhil altı büyük

şeriat sahibi peygamberin ve

velâyet sahibi Ali’nin

simgelerinden söz edilmekte

onların bâtini yorumları

yapılmaktadır.

Page 44: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

42

“(Tanrı) en yüce vahiy ruhunu Muhammed’in kalbine gön-derdi. Yani inanan kişinin ve Muhammed’in kalbinde temiz rüzgâr evinde kalbin sağ yarısında bulunan ruhu olan Burak, şimşek nurudur. Mi’râc, bu kalpten beyne bağlı olan ve yedi dal halinde bulunan afet rüzgârı damarıdır. Bu damarla yağ arasında hiç kan yoktur. Sadece temiz rüzgâr (hava) vardır, nurun geçiş yolu ve en yüce ruhun yansıma yerìdir. Bu kalbin içinde bir merdiven (mi’râc) gibi yeryüzünden gökyüzüne bağlanmıştır. Bu yedi organın yaptıkları görme, işitme, koku alma, tutma (dokunma) ve konuşmayı göz açıp kapatmaktan daha kısa bir süre içinde bu kalbe ‘Ol! Oluver’ (buyruğuyla) ile bildirirler. Bu damara şah damarı (hablü’l-verid) derler. Yüce Tanrı’nın buyurduğu gibi: [“Biz ona şah damarından daha yakınız”, Kuran, 50: 16]. Bu damar renk bakımından süt gibi beyazdır. Aydınlık ruhunun zuhuru Cebrail olup bu damarın içinden bu kalbe, bu tatmin olmuş nefse girer, bu ruhu gafl et uykusundan uyandırır, iman ruhunun zuhurunu kabul edince Burak’a binmiş olur. Bu damarın içine girince, mi’râca çıkmış olur. Dudak, ağız ve dile ulaşınca, Beytü’l-Makdis’e ulaşmış olur. Dişlerin ucuna gelince, kaya parçası-nın üzerine ayak basmış olur. İnsanların çehresinde bulunan yedi nura ulaşınca, yedi göğü kat etmiş olur. Yüce Tanrı’nın buyurduğu gibi: [“O, üstün akıl sahibidir. Doğruldu. Kendisi en yüksek ufukta iken.”, Kuran, 53: 6-7]. İki kaşın arasına gelince iki yay arası kadar mesafeye ulaşmış olur. [“Aradaki mesafe iki yay arası kadar hatta daha da yakın oldu”, Ku-ran, 53: 9]. Alındaki beyinde bulunan hayat ruhuna ulaşınca, arşa ulaşmış olur. İman ruhuna ulaşınca, kürsüye ulaşmış olur. Koruma ruhuna ulaşınca, levhe ulaşmış olur. Düşün-ce ruhuna ulaşınca, kaleme ulaşmış olur. Ceberut ruhu, ilim ruhu, akıl ruhu, kutsal ruh ve en büyük ruha ulaşınca, beş yüz bin örtüyü kat etmiş olur. En yüce ruha ulaşınca, on sekiz bin evrenin Tanrı’sına ulaşmış olur.2 Tatmin olmuş ruhtan dindarlık-bağlılık (vera), huşu, korku, reca/niyaz, te-vekkül, yakin ve sevgi ortaya çıkınca, yetmiş bin söz söyle-miş olur. Sonsuzluk mizacı, tanrısal nefes, güneş parıltısı, tanrısal kavuşma, inançsal bakış ve İsrafi l’in suru, imtihan edilmiş ruhtan kalplerin ruhuna yansıyınca, yetmiş bin söz dinlemiş olur. Bu kalbin içine girince, yeri hâlâ sıcaktır... Muhammed’in –selâm O’nun üzerine olsun– mi’râcı budur.”

Ali’nin Zülfi kar’ının anlamı, nurdan olan konuşan hayat ruhudur (ruhu’l-hayat-ı nâtıka-i nurani). Zülfi kar; inanan-ların (müminân), güçsüzlerin (mutaza’ifân), hak edenlerin (müstehakkân) ve yoksulların ( fakirân) Tanrısının imân ru-hudur.3 Samsâm, koruyucu ruhtur (ruhu’l-hıfz). Kakmâm, düşünce ruhudur (ruhu’l-fi kr). Zırğâm, ilim ruhudur (ruhu’l-ilm). İslam ve Müslümanlık, Ali’nin bu dört kılcıyla tamam-

İnanan insanın kendi vücudunda miraç yaşayabileceği vurgulanıyor. Bu yorum aynı zamanda evrenle birlikte Tanrının da insanda oluşu vahdet el mevcut inancının bir başka türlü ifadesidir. Anımsatalım, görgü cemlerinde Pir huzurunda özünü dâr’a çekmek de miraca çıkmaktır.

Page 45: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

43

lanmış idi. Peygamber –Selâm Onun üzerine olsun– şöyle bu-yurdu: ‘Kuşkusuz İslam, Ali’nin dört kılıcıyla tamamlandı’.4 İslam dedikleri [şey] Müslüman(lık)dır. Hasan, Hüseyin ve Muhammed ibn Hanefi yye’nin dört kılıcı, Kâim’in anlamı ve Kâim’in mucizeleri de beynin hayat ruhudur (ruhu’l-hayât-ı meğz). Onun mucizeleri, imanın zuhurudur. ‘Kızıl san cağı vardır’, yani kutsal ruh (ruhu’l-kuds) demektir. ‘Beyaz kılıcı vardır’, yani Kâim’in ordusu olan üç yüz on üç pey gamberin nutku demektir. İman ruhunun (ruhu’l-imân) üze rindeki bu yedi ruh, birkaç yerde sözü edilen üç yüz [on] üç tür. On üç ve üç kendi yerinde ve on, bir olur. Bunlar toplam yedi olurlar.5 Peygamberlerin yedi zuhurunun anlamı bu dur.”

Notlar:

1 Kuran’ın sadece iki ayetinde birkaç sözcükle geçen ve 618-20 arasında Mekke’de gerçekleştiği söylenen miraç olayının yeni bir anlatımını görüyoruz burada; göz açıp kapayıncaya dek beş yüz bin örtüyü aşıp Tanrıya ulaşıyor. Arkasından mi’racı, insan bedeninin organlarıyla ilişkilendirerek batıni yorumuna girişiyor; “Mi’rac, kalpten beyne bağlı olan ve yedi dal halinde bulunan afet rüzgârı damarıdır. (Damar) bu kalbin içinde bir mi’rac gibi yeryüzünden gökyüzüne bağlanmıştır.” Şii kaynaklarında Muhammed’in Mekke’de ve Medine’de bir değil çok sayıda (yüzün üzerinde) miraca çıktığı, Tanrı ile konuştuğundan söz edilir.

2 Kuran’da Tanrının insana yakınlığının şah damarına benzetilmesi miraç, olayıyla eşleştirilip, inanan insanın kendi vücudunda miraç yaşayabileceği ilginç yakıştırmalar ve akılcı yaklaşımlarla vurgulanıyor. Bu yorum aynı zamanda evrenle birlikte Tanrının da insanda oluşu (vahdet el-vücut) ve vahdet el mevcut inancının bir başka türlü ifadesidir. Ayrıca anımsatalım Alevi-Bektaşi görgü cemlerinde Pir huzurunda özünü dâr’a çekmek de miraca çıkmaktır.

3 Zülfi kar’a çok önemli nitelikler ve güçler yüklenmiştir. Konuşan hayat ruhu olarak tanımlanan Ali’nin Zülfi kar’ı, aynı zamanda inananların, güçsüzlerin-mazlumların, hak edenlerin ve yoksulların, yani bu birbiriyle uyumlu dört kategorideki insan topluluklarının Tanrısının iman ruhu olarak gösteriliyor ki, ki bu tanrı da Yüce Tanrı’nın zuhuru Zülfi kar’ın sahibi olan Ali’dir. Öbür yandan birbirine yakın dört toplumsal sınıfın dışındaki inançsızların, hak etmeyenlerin, güçlüler-zalimlerin ve zenginlerin Tanrısının bir başka tanrı olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor; bu da hem Manikheizm’in hem de Mazdekizm’in ikilemci, yani İyilik ve Kötülük tanrısının varlığı inancıyla uyuşmaktadır. Bu Kötülük Tanrısı da Azazil, yani Şeytan’dır ve zamanın İmam’ının karşısındaki bulunan Şeytan’ın zuhuru olan kişidir. Onun içindir ki, İkhvanu’s Safa’da “Abbasi Halifeleri Şeytan’ın zuhuru-vekilleri (Halifat al-İblis)” olarak nitelendirilir.(Risale II, 303)

4 Bizce buradaki “Ali’nin dört kılıcı”, Zülfi kâr üzerinden onun dört kişisel özelliği, yani kılıcının keskinliği kadar yüksek erdemlere ve cesarete (kamkâm ve samsâm), aynı zamanda bir aslan gücüne (zırğâm) sahip oluşudur. Ancak bu güçler koruyucu, düşünce ve bilim ruhlarını simgelemektedir. Kaim olarak Ali’yi temsil eden üç oğlu da onun bu dört kılıcına sahiptir. Kızıl sancağı onlar kaldırır

5 Bu çetrefi lli hesaplamaların sonucunda üç yüz on üçün asal sayılarının toplamı olan (3+1+3=7) yedi sayısı elde edilir.

Konuşan hayat ruhu

olarak tanımlanan

Ali’nin Zülfi kar’ı, aynı zamanda

inananların, güçsüzlerin-

mazlumların, hak edenlerin

ve yoksulların, yani bu birbiriyle

uyumlu dört kategorideki

insan topluluklarının

Tanrısının iman ruhu

olarak gösteriliyor.

Page 46: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

44

Basın Açıklaması12 Temmuz 2009

Bugün cezaevlerinde yaşanan drama, başta Cumhurbaşkanlığı ve Adalet

Bakanlığı makamlarının seyirci kalması, ister istemez insana, “Ne kadar sosyal hukuk devletiyiz?” sorusunu sordurtuyor.

Geçen yıl Haziran ayında, cezaev-leriyle ilgili yapmış olduğum basın top-lantısında, “Cezaevlerinde artık ölümler olmasın. Geciken adalet, adalet değildir” demiştim.

O günlerde cezasını evinde çekmekte iken Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül tarafından tümden affedilen Sn. Nec-mettin Erbakan’dan sağlık durumları daha kötü olan, onlarca, hatta yüzlerce hükümlü arasından sadece, Odak Dergisi Yazı İşleri Müdürü Erol Zavar, 77 ya-şındaki Ali Çekin ve 86 yaşındaki Yusuf Kaplan’ı örnek göstermiştim.

Önceki yıllarda Şemsettin Kurt ve Murat Dil adlı hükümlülerin tedavi için geciken tahliyeleri üzerine serbest bıra-kıldıklarından sonra yaşamlarını yitir-diklerine dikkati çekmiştim.

Tedavi olmak için dışarı çıkarılmak-tan başka çareleri olmayan hükümlüleri, Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’ün dikkatine sunmuş, Sn. Erbakan’a göster-miş olduğu duyarlılığı, siyasi hükümlü-lere de göstererek, yasal yetkisini kullan-masını istemiştim.

Bu açıklamadan yaklaşık yirmi gün sonra, Ali Çekin cezaevinde yaşamını yitirdi. Ali Çekin’in cezaevinde yaşamını yitirmesinin ardından yapmış olduğum basın toplantısında, cezaevlerinde hak-larından yoksun olarak ölümü bekleyen onlarca hasta ve yaşlı hükümlüye ilgisiz-liğin hala devam ettiğini belirtmiştim.

Bunlardan sadece, Afyon Korkmaz (Bergama M Tipi), Aynur Epli (Diyarba-kır E Tipi), Gazi Dağ (Malatya E Tipi), Memduh Kılıç (Kırıklar F Tipi), Samet Çelik (Kırıklar F Tipi), İnayet Mete (Siirt

M Tipi), İsmet Ayaz’ın (Adıyaman E Tipi) isimlerini vermiştim.

Son günlerde ise medyada işlenen, cezaevi koşullarında tedavisine ve yaşamına olanak olmayan, Elbistan Cezaevi’nde 14 yıldır tutuklu bulunan Güler Zere, üniversite hastanelerinden ve tabipler odasından almış olduğu beş adet sağlık raporuna rağmen, ailesinin tedavi için defalarca yapmış olduğu “İnfaz erte-lemesi” talebi, ilgili kurum ve makamlar tarafından kale alınmamıştır.

Yine İsmet Ablak ve Resul Güner aynı durumdaki onlarca ağır hasta ara-sındaki isimler arasındadır.

Yaşam hakkı başta olmak üzere, hak-larından mahrum bırakılan tutuklu ve hükümlülere ilişkin, yapmış olduğumuz bu açıklama, talep ve çağrılara, ne yazık ki, bugüne kadar, ne Adalet Bakanlığı, ne de Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül tarafından bir ilgi ve duyarlılık gösteril-memiştir.

Çetelere ve katillere neredeyse beş yıldızlı otel koşulları sunan AKP Hükü-metinin, siyasi tutuklu ve hükümlülere yasal haklarını vermek istememesi in-sana ve demokrasiye bakışın bir ifadesi olarak karşımıza çıkıyor.

İnsan yaşamı, yetkililerin vicdan ve merhametine bırakılacak kadar değersiz değildir. Bireylerin yasalardan doğan haklarının verilmesi, evrensel hukuk açısından da zorunludur.

Yetkililer keyifl erine göre değil, yasa-ları hukuk ve demokrasi gereği uygula-mak zorundadırlar.

Tekrar ediyoruz! Cezaevlerinde yeni ölümler istenmiyorsa, bir insanlık dramı haline gelmiş olan cezaevlerindeki bu du-rumu, AKP Hükümeti ve Adalet Bakan-lığı bir an önce gündemine almalı; Cum-hurbaşkanı Sn. Abdullah Gül ise, gerekli duyarlılığı göstererek, Anayasa’nın kendisine vermiş olduğu yetkisini zaman geçirmeden kullanmalıdır. Çünkü “Geci-ken adalet, adalet değildir.” Şerafettin Halis, DTP Tunceli Milletvekili

Page 47: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

45

Daye Mı Name Armud’ı Hovirakerdo!(Anne Ben Armudun Adını Unutmuşum!)

Metin Aktaş

Yağmurlu bir gündü. O gün biraz geç eve geldim. Eşim çocukla-rımla Dersim’e gitmişti. Eve yetiştiğimde karanlık kente çök-

müş, sabahtan beri yağan yağmur şiddetlenmişti. Yürüyerek geldi-ğim için sırılsıklam ıslanmıştım. Kapıyı açarken evimin kenarında eski saç, teneke ve tahta parçalarından yaptığım odunluğun kena-rında ağlayan bir çocuk sesi duydum. Kapıyı açmaktan vazgeçerek odunluğun yanına gittim. Odunluğun kenarında yere oturmuş ağla-yan halamın torunu Rojda’yı görünce korktum.

Köylerinde okul olmadığı için halam, torunu Rojda’yı yanıma getirip okula vermişti. Uzun siyah saçları pırıl pırıl ışıldayan kö-mür gibi kara gözleri olan küçük, tatlı, güzel bir kızdı Rojda. Okula başladığında tek kelime Türkçe bilmediği için çok sıkıntı çekmiş-ti, ama zeki olduğu için kısa sürede Türkçe öğrenmeyi başararak sınıfın en iyi öğrencilerinden biri olmuştu. Okul dışında zamanın büyük kısmını bizim evde geçirdiği için aileden biriydi. Doğrusu Rojda kendisini insanlara sevdirmeyi bilen şirin bir çocuktu. Onu öyle yağmurun altında sırılsıklam ıslanmış bir halde ağlarken bu-lunca kaygılandım, korktum. Birinin kızı dövdüğünü düşündüm.

“Ne oldu sana Rojda? Kim dövdü seni kızım?” dedim. Gözyaş-ları yüzünde akan yağmur damlalarına karışan Rojda, “Beni kimse dövmedi Metin dayı” dedi.

“Peki, niye ağlıyorsun kızım”. Rojda soruma cevap vermedi hıç-kırarak ağlayıp bana sarıldı.

“Daye mı name armutı hovirekerdo!” (Anne ben armudun adını unutmuşum!) diye mırıldanmaya başladı.

Rojda’nın bu sözleri keskin bir hançer gibi yüreğime saplandı. Onu kucakladım. Önemli değil kızım!, dedim; o zaman o küçük ço cuk gözlerini açıp öfkeli bir şekilde yüzüme baktı. “Nasıl önemli değil, Metin dayı! Annem tek kelime Türkçe bilmiyor. Ben Kürtçe-yi unutursam annemle nasıl konuşurum!” dedi.

Rojda haklıydı. Öyle dediğim için kendimden utandım, özür di-ledim. “Armudun adı ne Metin dayı?” dedi. Rojda yüzünden akan gözyaşlarını küçücük elleriyle silerek.

“Armut’un adı ‘Muriya’ kızım” dedim. Rojda, Muriya sözünü birkaç kez tekrarladıktan sonra olgun bir insan gibi yüzüme baka-rak, “Biz neden kendi anadilimizle eğitim görmüyoruz Metin dayı? Neden anadilimizi okulda konuşmak yasak?” dedi. Şaşırdım kal-dım. Rojda’ya ne cevap vereceğimi bilemedim.

Rojda beş yıl okudu. Anadili olan Kürtçenin “Zazaki” lehçesini unutmamaya çalıştı.

Uzun yıllardır Rojda’yı görmedim kim bilir belki de şimdi ço-cukken unutmamak için üzerinde titrediği ana dilini unutmuştur.

Page 48: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

46

Birkaç gün önce gece geç saatleri televizyonda bir fi lm izliyor-duk. Filimde bir tavşan gören kızım, “Baba tavşanın Zazacada adı ne” demez mi? Şaşırdım kaldım. Sahiden tavşanın adı neydi? Dü-şündüm taşındım anadilimde tavşanın adını hatırlayamadım. Üzü-lerek anadilimi unutmaya başladığımı anladım. Saatlerce düşünüp tavşanın adını hatırlamaya çalıştım, ama hatırlayamadım. Yatakta uyku tutmayınca kalkıp giyinerek amcamın evinin yolunu tuttum. Bu gece tavşanın adını öğrenmezsem sıkıntıdan patlayacaktım. Amcamın kapısını çaldığımda saat gecenin iki buçuğuydu. Amcam kapıyı açıp karşısında beni görünce kötü bir şey olmuş gibi korkuyla

“Sebi werezayemı?” (Ne oldu yeğenim?) dedi.“Metersı apo. Daba çino!” (Korkma amca. Önemli bir şey yok)“Na söy çay amay?” (Bu gece niye geldin?)“Name tavşanı çıko apo?” (Tavşanın adı ne amca?)“To biyay heğ?” (Sen delirdin mi?)“Tavşanın adı ne amca?” diye bağırdım.“Tavşanın adı ‘Oyres’ yeğenim” dedi amcam, korkuyla yüzeme

bakarak. Tavşanın adını öğrenince tek kelime konuşmadan evin yo-lunu tuttum.

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNES-CO) 21 Şubat Dünya Anadil Günü öncesinde yanladığı “Tehlike Al-tındaki Diller Atlası”na göre Türkiye’de 15 dil tehlike altında.

Son derece tehlikede olan diller: Hertevin. Siirt kökenli, Kuzey-doğu Arami dillerinden olmasına karşın diğerlerinden oldukça farklı. Bu dili 1999’da bin kişi konuşuyordu.

Ciddi anlamda tehlikede olanlar: Gagavuzca, Türkiyeli Yahudi-lerin konuştuğu Ladino ve Süryanice.

Kesinlikle tehlikede olanlar: Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Çingene dilleri (Atlas’ta yalnızca Romani bulunuyor), Süryanice’ye benzeyen Suret (Atlas’a göre Türkiye’de konuşan kal-madı; konuşanların çoğu göçle başka ülkelere gitti) ve Ermenice.

Güvensiz durumda olanlar: Abhazca, Adige, Kabar-Çerkes dil-leri ve Zazaki (Zazaca).

Kaybolan diller: Atlas’a göre Türkiye’de üç dil kayboldu. Kapa-dokya Yunancası, dünyada da son derece tehlike altında. Di yarbakır Lice’deki Kamışlı köyünde konuşulan Mlahso kayboldu. Su riye’ye göçen köylülerden İbrahim Hanna’nın 1995’te ölümüyle bu dil de öldü. Ubıhça da Tevfi k Esenç’in 1992’de ölmesiyle kaybol du.

Bu çalışmada güvensiz durumda olan diller içerisinde sayılan anadilim Kürtçenin Zazaki lehçesini de görünce yüreğim acıyla sızladı. Türkiye’de 4,5 milyon insanın konuştuğu bir dil can çekişi-yor, yok oluyordu. Hala yapılabilinecek bir şeyler vardır. Hala ölen bir dili kurtarma şansımız var. Artık devletin yüz yıla yaklaşan ırk-çı asimilasyoncu politikaları terk etmesinin zamanı. Artık herkesin kendi anadiliyle eğitim gördüğü bütün dillerin gelişip serpildiği bir ülkeyi kurmanın zamanı.

UNESCO raporunu okuyunca armudun Zazaki adını unuttuğu için ağlayan Rojda’yı anımsayıp gözlerim doldu. Ah sevgili Rojda, bilmiyorum hala dilinin yok olmaması için çalışıyor musun? Yoksa sen de mi boyun eğdin yok oluşa?

Page 49: Sacayak Sayi 4

Temmuz 2009 SACAYAK

47

Bir Şey Yapmalı!Nedim Kanoğlu

GÖRMEK, duymak, yürümek, düşünmek, dilediğince nefes

almak… Bütün bunları bir hayal gibi değil gerçekten yaşayabilmek hasretsiz, ödünsüz… Engellere takılmadan..

Biliyoruz ki dünyada sayısı azımsanmayacak kadar çok insan engelleriyle mücadele ederek sürdürüyor yaşamını, sistemin acımasızlığıyla başa çıkmaya çalışan bu insanlar bir de kendi özürleri nedeniyle karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelmek için çaba harcıyorlar.

Biz hep “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz” dedik… Hep beraber derken de özürlü, yaşlı, bakıma muhtaç insanları, kimsesizleri ve tüm ihtiyaç sahiplerini kastettik. Aynı gökyüzünü paylaşan, aynı güneş ile ısınan, aynı denizlerin çocukları olarak dünyanın neresinde olursa olsun acı çeken her cana “senin yerinde ben de olabilirdim” diye başlayan sevgi dolu cümlelerimizi gönderdik. Yaşam sevgi ile başlamak ve sevgi ile devam etmek zorunda çünkü.

Empati kurulmalıdır ancak mühim olan, sürekli olarak kendimizi daha zor durumda olanın yerine koyarak, “bir gün bizim de başımıza gelebilir” korkusu ve içgüdüsüyle değil de samimi bir biçimde, gerçekten ihtiyaç duyulduğu ve yardım edilmesi gerektiği için payımıza düşenleri yapabilmektir. Elbette engelli olmamak bugünden yarına değişebilecek bir durumdur, elbette hepimiz her an bir özür sahibi olabiliriz ancak bu düşünceden

ziyade dünyadaki engellileri ve sorunlarını görerek, bilinçli bir davranış biçimiyle hayatlarını kolaylaştırabilecek yeniliklerin öncüsü olabilmek adına adımlar atabilir ve bu konuyla ilgili görsel, duyusal sanatları etkin hale getirebilirsek üzerimize düşenin bir kısmını hayata geçirebilmenin rahatlığına kavuşabiliriz.

Ülkemizde sakatlık nedenleri; akraba evlilikleri, gebelik öncesi tedbirsizlikler, aşıların zamanında yapılmaması ve kazalar ile genelleştirilebilir. Doğuştan sakatlıkların büyük bir bölümü akraba evliliklerinden ortaya çıkar, yakın akrabaların çocuklarının evliliği sonucu çok sayıda özürlü çocuk dünyaya gelmektedir. Yapılan bazı incelemelerde doğan 100 çocuktan 30’unun sakat olma nedeninin yakın akraba evlilikleri olduğu ortaya çıkmıştır. Bebek bekleyen annelerin sık sık röntgen çektirip radyasyona maruz kalması, çok sık sigara ve alkollü içki içmesi de doğacak çocuğun engelli olmasına neden olabilmektedir. Doğumdan sonraki ilk yılda verem, çocuk felci aşılarının zamanında yaptırılması da özürlülüğü engelleyen bir durumdur. Aşılar vaktinde yaptırılmazsa türlü sakatlıklar meydana gelebilir. Trahom, çocuk felci, romatizma, kalp ve damar hastalıklarının koruyucu, iyileştirici aşıları vardır.

Tabii bu aşıların hekim dene-timinde verilmesine özen göste-rilmesi de gerekir. Tarım kazaları, trafi k kazaları, iş kazaları, ateşli ve kimyasal silahlar, belli başlı sakatlık nedenleri olarak sayılabilir. Vahşi

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…” Nazım Hikmet Ran

Page 50: Sacayak Sayi 4

SACAYAK Sayı 4

48

SACAYAKDerginize Abone Olun

Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın:

Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı

olarak yazın ve ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35

kapitalizm diyoruz… O kadar vahşi ki kana, ete doymuyor. Silahları sınırsız… Atom bombası atıyor, ol-mazsa ateşli silahları devreye soku-yor eğer istediği sayıya ulaşamazsa ilaç sanayisi ile çıkıyor yoksulların karşısına…

Henüz denenmemiş ilaçları geri kalmış ülke insanlarının üzerinde deneyip etkinliğini ölçmeye çalışa-rak da yok etme ya da en azından sakat bırakma emeline kavuşuyor, vahşi demiştik, biz, kapitalizm de-miştik…

Düşmanımız o kadar belli ki, sistemin adaletsizliği ile öyle mü-cadele etmeliyiz ki önce engelliler olarak sonra da genel anlamda bütün insanlar olarak bitmesini istediğimiz bu eşitsizliği ortadan kaldırabilelim.

Kaldıralım ki artık, çocuklar engelli doğmasın, insanlar iş kaza-ları sonucu sakat kalmasın, işçiler tersanelerde organlarını kaybetme şeklinde ya da çok çok acısı canla-rıyla bedeller ödemesinler.

Örgütlenmek… Hep söylüyoruz, hayatın her basamağında gereklidir insana. Çalışırken, okurken, emek-liyken, emek verirken ve elbette özürlüyken de, hep bir olabilmek, farklı dilleri aynı yürekle konuşa-bilmek… Göremeden, duyamadan, yürüyemeden ya da tek kolla, bacak olmadan her şeye rağmen engellere takılmadan insanca, eşit, özgür ve onurlu bir dünyada bütün fi ziksel

kısıtlamalara karşın güçlü ve dim-dik durabilmenin ilk koşulu örgüt-lenmektir.

Örgütlülük içerisinde kazalara, hastalıklara, sakatlıklara veya ölüm-le sonuçlanabilecek herhangi başka bir duruma karşı eğitim verilmesi ve bu eğitimlerin sanatsal eylemler ile desteklenmesi ise olmazsa ol-mazlar arasındadır. Sakatlığa neden olabilecek hastalık ve kazalardan sonra hemen önlem alınması gerek-tiğinin özellikle trafi k kazalarında ilk yardımın, kazalardaki ölümlerin yarıdan çoğunun ilk yarım saat içinde gerçekleştiğinin, kaza sonrası hiç zaman kaybetmeden yaralıyı en yakın hastaneye ulaştırmanın öne-minin ısrarla vurgulanması ileride oluşması muhtemel pek çok sakatlı-ğı önleyebilir.

Bu hizmetlerle beslenen halkı-mızın bilinçli olması sağlandığında sakatlık oranında ciddi bir biçimde düşüş gösterebilir. Biz istersek gü-zel bir dünya mümkündür. Sorum-luluk sahibi, bilinçli ve duyarlı tüm insanlar bilirler ki; hayat dengeyle yaşanılır. Doğa üzerinde var olan tüm canlıların hayata sunduğu kat-kıları bilmek ve hepsine saygı du-yabilmek… Dini, dili, ırkı, fi ziksel ve ruhsal durumu ne olursa olsun öncelikle bütün insanların yaşama hakkına saygılı olup ve sevgi ile yaklaşabilirsek düşlediğimiz yaşa-mın temellerini atmış oluruz engel-lere takılmaksızın…

Page 51: Sacayak Sayi 4

Cumhuriyet Mah., Atatürk BulvarıEfor İş Merkezi, No: 8, Kat: 4, Daire: 37

Beylikdüzü, İstanbulTel: 0212.871 45 47 - 48 Faks: 0212.871 45 49

Gsm: 0533.655 41 88www.pandorayapi.net

[email protected]

Pandora Yapı ve Endüstrileri San. Tic. Ltd. Şti.

Cumhuriyet Mah., Atatürk BulvarıEfor İş Merkezi, No: 8, Kat: 4, Daire: 37

Beylikdüzü, İstanbulTel: 0212.871 45 47 - 48 Faks: 0212.871 45 49

Gsm: 0533.655 41 88www.pandorayapi.net

[email protected]

Pandora Yapı ve Endüstrileri San. Tic. Ltd. Şti.

Page 52: Sacayak Sayi 4

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / €

SACAYAK Sayı 4, Temmuz 2009

Temmuz 2009 / Sayı:4

BU SAYIDA:

2 Temmuz 2009 Dosyası Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız - Remzi Aydın

Katliam Sayıklaması - Hasan Harmancı Söze Ne Hacet Var - Turan Eser

Alevi Çalıştayı Dosyası

Ahmet Koçak - Devlet Benim Cemevimi Tanımasa Ne Olur

Söyleşiler: İsmail Kaygusuz - Asimilasyon Tuzağına Düşmeyelim

Dertli Divani - Oyuna Gelmemek İçin 9 Kasım’ın Ardında Dur

Ali Murat İrat - İşe Kendimizden Başlayalım

Aykan Erdemir - Siyasi Reform ve Statüko

Ayhan Yalçınkaya - Alimin Hayırlısı Padişaha Uzak Olur

Hasan Harmancı - Başlayan Çözüm Değil Yeniden Yargılama

Esat Korkmaz - Çalıştay Kendi Sonucundan Utanacaktır

Fevzi Gümüş - PSAKD Basın Açıklaması’ndan

Esen Uslu - 2 Temmuz’un Gösterdikleri

Ali Rıza Çelik - Gaziantep AKD - Bakalım Yarın Neyi Yasaklayacaklar

Rıza Yürükoğlu - Hacı Bektaş Veli’nin Gösterdiği Temel Yön ve Kapitalizm

Şerafettin Halis - Araştırma Önergesi: Alevilik Bir Demokrasi Sorunudur

İsmail Kaygusuz - Ummû’l Kitab’da Muhammed’in Mirâcı, Ali’nin Zülfi kar’ı

Metin Aktaş - Daye Mı Name Armud’i Hovirakerdo!

Nedim Kanoğlu - Bir Şey Yapmalı

AKARSULAR’a Uyku sersemler gece, kâbuslara gün doğar,Fesleğen kokusunu kara toprağa sağar,Gökyüzünden sevdalar çiğle umuda yağar,Pir Sultan’lar üstüne aydınlık düşler yığar.

Sürmeli gözleriyle hüzün kokar Menekşe,Can bedenden uçmadan umut bitmez, can dişte,Yeşim ciğer paresi, sevenler yalvarışta,Bezirci’min ışığı kara geceyi boğar.

Bir acayip uğultu coşkuya çöreklenir,Ateşte semah dönen turnalar yüreklenir,Umut, çare birlenir, bahane ıraklanır,Yasemin’im kuruma, coşkun evrene sığar.

Muhibe’m, Akarsu’yum çağladı gümbür gümbür,“Kula kul olma” dedi, “bilim aydınlık yoldur”,Ey yobaz bizi değil, önce nefsini öldür!Karababa’m ışık ol, kör yüreklerde ağar.

Nesim Baba çareler istemezdi balından,Halkı için geçmişti çoktan kendi halından,Bin güvercin büyüdü, uçtu gönül dalındanMazlum’a aşk niyaz et, kara yasına çağır!

Bu acı yüreklerde sızılar da sızılar,Yobaz cehennem oldu, yandı emlik kuzular,“Allah için öldürdük!” bile dedi bazılar,Can Koray’ım inanma, Hak sana nasıl kıyar?

Cehaletin gözü kör, paslı yüreği sağır,Canlar Od’a yanarken gafi l ciğeri soğur,Can özün dara çeker, karanlık candan ağır,Bütün Sulari’leri felek kendinden sayar.

Bu ne İslamiyet’tir, ne sığar insanlığa,Allah vergisi, her kul yaraşmaz ozanlığa,Hasret, Yasemin, Serpil yol vermez karanlığaAkarsu’lara rahmet, softaya lanet yağar.

Öznur Tanal7 Temmuz 2009, Antalya