septimanya, kuralları esneten, türleri çarpıştıran bir ... · “septimanya, kökleri binbir...

16
Septimanya, kuralları esneten, türleri çarpıştıran bir başyapıt. Enfes bir dehanın eseri.” -Bill Buford, Heat ve Among the Thugs’ın yazarı “Zekâ dolu, tutkulu ve hayal gücünün sınırları yok! Levi’nin bu zengin metni tarih, müzik ve inanç tarihini harmanlıyor.” -Publishers Weekly Septimanya, kökleri Binbir Gece Masalları’na dek uzanan bir masal. Bu kapsamlı romanı iyice özümseyebilmek için birkaç kez okumanız gerekecek. Roman türüne yepyeni bir boyut katıyor.” -Wall Street Journal “Levi’nin aşk, din ve fiziğin nükteli ve parlak bir keşifle dansından doğan masalı, kusursuz ve kimi zaman şiirsel güzellikte bir düzyazıya dönüşüyor.” -Owen Sheers, I Saw a Man ve Resistance’ın yazarı “Hayal kurmayı sevenler için…” -LitReactor “Jonathan Levi’nin romanı Septimanya hem merak uyandıran, eğlenceli bir macera hem de felsefi bir aşk hikâyesi sunuyor. Bu sayfalarda yoğun, karışık fikirlerin müzikal düzyazıyla harmanlanması ustalıkla kaleme alınmış.” -Jennifer Clement, Prayers for the Stolen ve The Widow Basquiat’ın yazarı “Levi her şeyi bilmek ve daha da önemlisi, her şeyi anlatmak istiyor. Septimanya içindeki merak ve yorumundaki korkusuzlukla sınır tanımayan, doymak bilmeyen bir roman. Hikâye anlatma sanatının ustalıkla kotarılmış bir örneği.” -Juan Gabriel Vasquez, Düşen Şeylerin Gürültüsü’nün yazarı “Zengin bir hayal gücünün, yüzyıllar süren bir hikâyeyi anlatan parıltılı iplerin zengin dokusunun ihtişamlı bir aydınlanma anında birleşmesinin ürünü. Bu, Gabriel Garcia Marquez’in büyülü gerçekçiliğinin varabileceği en büyülü nokta.” - Homero Aridjis, Son Günlerin Efendisi’nin yazarı Septimanya içler.indd 1 28.02.2017 13:02

Upload: others

Post on 13-Feb-2020

25 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

“Septimanya, kuralları esneten, türleri çarpıştıran bir başyapıt. Enfes bir dehanın eseri.” -Bill Buford, Heat ve Among the Thugs’ın yazarı

“Zekâ dolu, tutkulu ve hayal gücünün sınırları yok! Levi’nin bu zengin metni tarih, müzik ve inanç tarihini harmanlıyor.” -Publishers Weekly

“Septimanya, kökleri Binbir Gece Masalları’na dek uzanan bir masal. Bu kapsamlı romanı iyice özümseyebilmek için birkaç kez okumanız

gerekecek. Roman türüne yepyeni bir boyut katıyor.” -Wall Street Journal

“Levi’nin aşk, din ve fiziğin nükteli ve parlak bir keşifle dansından doğan masalı, kusursuz ve kimi zaman şiirsel güzellikte bir düzyazıya

dönüşüyor.” -Owen Sheers, I Saw a Man ve Resistance’ın yazarı

“Hayal kurmayı sevenler için…” -LitReactor

“Jonathan Levi’nin romanı Septimanya hem merak uyandıran, eğlenceli bir macera hem de felsefi bir aşk hikâyesi sunuyor. Bu sayfalarda yoğun,

karışık fikirlerin müzikal düzyazıyla harmanlanması ustalıkla kaleme alınmış.” -Jennifer Clement, Prayers for the Stolen ve The Widow

Basquiat’ın yazarı

“Levi her şeyi bilmek ve daha da önemlisi, her şeyi anlatmak istiyor. Septimanya içindeki merak ve yorumundaki korkusuzlukla sınır

tanımayan, doymak bilmeyen bir roman. Hikâye anlatma sanatının ustalıkla kotarılmış bir örneği.” -Juan Gabriel Vasquez, Düşen Şeylerin

Gürültüsü’nün yazarı

“Zengin bir hayal gücünün, yüzyıllar süren bir hikâyeyi anlatan parıltılı iplerin zengin dokusunun ihtişamlı bir aydınlanma anında birleşmesinin ürünü. Bu, Gabriel Garcia Marquez’in büyülü gerçekçiliğinin varabileceği

en büyülü nokta.” - Homero Aridjis, Son Günlerin Efendisi’nin yazarı

Septimanya içler.indd 1 28.02.2017 13:02

Maya Kitap: 148, Roman: 561. Baskı, İstanbul Mart 2017

ISBN: 978-605-9902-59-5Originally published in the English language under the title SEPTIMANIA: A Novel by Jonathan LeviCopyright © 2016 by Jonathan LeviNo part of this book may be reproduced in any form without written permission from the publisher. Published by arrangement with Ayesha Pande Literary via AnatoliaLit Agency.Türkçe yayın hakları Maya Kitap’a aittir.

Yayın Yönetmeni: Tahir MalkoçEditör: Selin SaraçoğluSon Okuma: Nalan BarbarosoğluMizanpaj: Mehmet BüyükturnaKapak: Gülay Tunç

Maya Kitap Sertifika: 14079Merkez Mah. Kocamansur Sok. No: 6/4 Şişli / İstanbul Tel: 0212 296 97 12e-posta: [email protected] / www.mayayayinlari.com

Kayhan Matbaacılık Sertifika: 12156Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244 Topkapı / İstanbul Tel: 0212 576 01 36

Septimanya içler.indd 2 28.02.2017 13:02

SeptimanyaJonathan Levi

Çevirmen

Doğacan Dilcun Doğan

Septimanya içler.indd 3 28.02.2017 13:02

Beni omuzlarının üzerinde yükselten annem ve babam Judith ve Isaac Levi’ye…

Septimanya içler.indd 4 28.02.2017 13:02

Birinci Bölüm

Septimanya içler.indd 5 28.02.2017 13:02

Beni elmayla canlandırın; çünkü aşk hastasıyım ben.Neşideler Neşidesi

Septimanya içler.indd 6 28.02.2017 13:02

1/0

3 Eylül 1666

ir bahçe. Bir ağaç. Ağacın gövdesine dayalı iki sırt, çimenliğe ya-yılmış iki beden, yemeğin ardından bir pipoyu paylaşarak tüttü-

rüyorlar.Londra ateşler içinde. Veba tüm şiddetiyle ortalığı kasıp kavururken,

erken Ağustos güneşi ölüm ışınlarını kuzeyden Cambridge’e doğru yay-makta. VIII. Henry, taş heykeliyle sessizlik içindeki Trinity Koleji’nin ana avlusunda ayakta dikilmiş, öğrenciler ise yeni bir duyuruya kadar okul-dan ayrılmışlar. Biraz daha kuzeyde, Bayan Hannah Newton Smith’in bahçesinde bu öğrencilerden biri arkadaşıyla oturuyor. İşte o arkadaş benim, bir yabancı – bazı özelliklerin gizlenmesi mümkün değil işte. An-cak üniversitenin kapanmasını atlatabilmek için arkadaşı Isaac’le bir ağacı ve bir pipoyu paylaşmaktan daha iyisini düşünemeyen bir yabancı.

“Ben babasının ölümünden sonra dünyaya gelmiş bir çocuğum.” Isa-ac dumanı tüten bir Çin çayıyla gün ışığı parçacıklarının karışımı gibi görünen dumanı üfleyip pipoyu bana uzatıyor. “Babamı hiçbir zaman tanımadım ve o da beni tanımadı. Bir Noel sabahı doğmuşum ve bana söylenene göre ufak bir kaba sığacak kadar küçük, hayatta kalmak için çırpınan bedenime iyi gelebilecek bitkisel bir takviye hazırlamasını iste-mek üzere Kuzey Witham’daki Leydi Pakenham’a gönderilen iki kadının yolda, onlar dönene dek öleceğimden emin olmalarına yol açacak kadar güçsüzmüşüm.”

“Nasıl bu kadar iştahlı olduğunu açıklıyor bu.” Pipoyu Isaac’in elin-den alıyorum.

Septimanya içler.indd 7 28.02.2017 13:02

8 Jonathan Levi

“Ama yine de,” Isaac kıvrılıp desenler çizerek meyvelere doğru yük-selen dumanı seyrediyor. “Annemin öfkesine rağmen, bir zamanlar bir babam olması gerektiğinden eminim.”

“Ve bir Kutsal Ruh’un olmalı.”“Teslis’in* canı cehenneme,” Isaac pipoyu benden alıp yeniden içine

çekiyor.“Okulun mu, yoksa kavramın mı?” diye soruyorum.“Baba, Oğul ve Kutsal Ruh – benim gibi bir yetim için tek bir Baba, tek

bir Tanrı var -en nihayetinde- ve bildiğimiz her şey, olduğumuz her şey, Güneş’ten yayılan ışınlar gibi O’ndan çevreye yayılıyor.” Gün batarken bana cesaret veren bir biçimde gülümsüyor, “Ben Yahudi olmalıymışım.”

“Bu Yahudiyi ilgilendiren şey kalp değil.” Isaac’ın kalçalarına bir ba-kış atarak gülümsemesine karşılık veriyorum.

“Gerçek bir Hıristiyan, gerçek bir Yahudi gibi yalnızca Tanrı’ya inan-makla kalmaz.”

“Hazreti İbrahim’in Tanrı’sı mı?”“Ve İshak’ın.”“Etti mi sana iki Tanrı.” Gülüyorum. “Trinity Koleji’ni ve Teslis pren-

sibini boş ver. Ne kadar çok sünnetli akrabamın ‘Dörtlemeli’ olduklarını bilsen şaşardın.”

“Dörtlemeli mi?”“Onlar oldukça açık bir biçimde dört tanrısal varlığa inanıyorlar.

Bazı Kabala öğrencileri ise yedi tanrının varlığını öne sürüyor!”“Sapkınlık bu!”“Septimanlar…” diyorum ona. “Septimanlar; cennetin yedi katı, haf-

tanın günleri, uzaydaki her bir yön, her gezegen, Yunan mitolojisindeki yedi kız kardeşin her biri, her renk, her meziyet ve daha pek çok şey için bir Tanrıları var.”

“Ve her ölümcül günah için,” diye ekliyor Isaac. Bir elma bacakları-mın arasına düşüyor.

“Bir ısırık al,” diyorum kıpırdamadan.“Önce sen,” diye itiraz ediyor Isaac. “Daha bir sürü elma var.”“Kesinlikle öyle,” diyorum. “Septimanya’ya hoş geldin.”

* Trinity: Hıristiyanlıktaki teslis inancını ifade eden (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) kelime, aynı zamanda İngiltere’de bir okulun adıdır. (e.n.)

Septimanya içler.indd 8 28.02.2017 13:02

1/1

İR IŞIK DEMETİ.Louiza.

Orchard Çay Bahçesi’nin köşesinde gezinen altın sarısı başı, hangi yöne gideceğine karar vermeye çalışır ve 1978 yılının Mart ortasında şaşırtıcı bi-çimde ılık olan havayı koklarken, rüzgâra karşı kaldırdığı solgun çenesiyle Louiza... Dirsekleri vücudunun iki yanında; çiçek desenli elbisesinin ren-gi atmış askılarının altında yontulmuş mermerler gibi duran omuzlarıyla Cambridge Caddesi’nden geçen Louiza… Louiza’nın kilise bahçesinin gi-rişindeki kapının kilidini kaldıran yenmiş tırnaklı parmakları ve gözden kaybolan ahududu rengi baldırları…

Malory.Fitilli kadifeleri giymiş Malory… İspanyol paça Malory… Beatles üyele-

rine benzeyen saçlarıyla Malory…St. George Kilisesi’nin çan kulesine çıkmış Malory... Sahipsiz ilahi ki-

taplarının üzerine çıkıp botlarının parmak ucunda yükselmiş, elinde Org Kitabı ve düzenlemeye çalıştığı nefesiyle 1.70 boyunda, tereddüt içindeki Malory... Bakıyor.

Malory, kilisenin orgunun sesini kısan, akordunu bozan ve onu öğle yemeğinden alıkoyan şeytanı arıyor. Malory, çan kulesine tırmanıyor ve kepenklerin arasından daha evvel hiç görmediği, varlığından hiç şüphelen-mediği kıza bakıyor.

Etrafta tuvalet ararken yolu Orchard’dan kiliseye, oradan da merdi-venlere düşen Louiza işte orada.

“Merhaba!” diyor Louiza.“Evet?” Malory’nin sesi üflemeli bir çalgının ardından gelir gibi kısık.

Septimanya içler.indd 9 28.02.2017 13:02

10 Jonathan Levi

“Yukarı gelebilir miyim?”Louiza ve Malory.Mahcubiyetlerinden, Orchard’ın pencerelerinden süzülen alacalı alev-

lerin ışığının ardına sığındılar. Ardından bakışlarını, Malory’nin papaz yö-netimindeki bu bölgede, ilk ilahilerini öğrenen genç veletlerden oluşan ko-royu yönettiği çan kulesinin uzak bir köşesinde, oyuklarla dolu gövdesiyle dikilen -papaz yardımcısının söylediğine göre dört bin yıl önce dikilmiş ve Hazreti İsa’dan iki kat yaşlı olan- tahrip olmuş porsuk ağacının hayal me-yal görüntüsüne çevirdiler. Malory, Louiza’ya Whistler Manastırı’nın kuze-yini ve onun da ilerisinde, bahar sabahının ilk ışıklarıyla buzları çözülmeye başlayan Rankwater ve Silt bataklıklarıyla çevrili ufak köyleri gösterdi. Ma-lory, Louiza’nın çenesinin etrafını saran gün ışığını, kulaklarının hatlarını yumuşatan buğday rengi tüylerini, uzaktaki bir Norman kilisesini gösteren parmağının yönünü takip ederken burnunun profilden görünüşünü, ince üst dudağını ve klasik güzellik imgesindekinden daha öne doğru çıkık olan çenesini incelerken yakalanmamak için cesurca bir savaş verdi. Malory, Louiza’nın sol göğsünün manyetik çekimine, pamuklu elbisesinin biçimin-den ötürü kırılmış gibi duran siluetine, gençliğin verdiği dirilikle çizdiği parabole, yerçekiminin varlığını tanımayı reddeden ve göğüs ucunu insa-nı hayretler içinde bırakacak şekilde zirveye doğru kaldırışına karşı kendi kendiyle mücadele etti. Ama en çok zekâsına karşı bir bocalama içindeydi Malory; bu kızla Cambridgeshire tarihi ve bataklıkların kuruması üzerine konuştukça, kendi sesinin ahenginin bozulduğunu fark ediyordu.

“Bir şey sorabilir miyim?” Louiza bakışlarını manzaradan çevirerek Malory’nin yüzüne doğrulttu. Gözleri, Malory’nin mümkün olabileceğini düşünmediği bir kuvvetle -en azından Newton yasalarının olduğu bir ev-rende ki bu da kendi evreni oluyordu- öğle vaktinin maviliğini çan kulesi-nin içine bir anlığına taşıyıverdi. Gözlerinin gücü, göz bebeklerinin umutla doluymuşçasına renkten yoksun ahenkleri Malory’yi çoktan karar vermiş olduğu şeye dair iyiden iyiye ikna etti. Louiza onun gördüğü en güzel kızdı ya da en azından bu civarda gördüğü en güzel kız. Ve bu keşif, Malory’yi yalnızca bazı konulardan bahsedebilir hale getiriyordu.

“Evet?”“Burada ne yapıyorsun?”Malory, Louiza’ya Cambridge’den buraya bisikletle nasıl geldiğini,

orgu akort edip üniversite kütüphanesinin çay salonunda günün ilk çö-

Septimanya içler.indd 10 28.02.2017 13:02

Septimanya 11

reklerini yemeye dönme niyetiyle St. George’a sabahın sekizinde nasıl vardığını anlattı. Kilisedeki soğuk sabah ayinleri ve çalmak zorunda ol-duğu zahmetli akşam ilahileriyle, Trinity Korosu tarafından koro şefinin iyimser bir bestesinin ilk kez çalınmak istendiği vakit katıldığı akrobatik provalar hakkında pek ayrıntıya girmeksizin, Trinity’de org burslusu ol-duğunu mırıldandı.

St. George Kilisesi’nin on dokuzuncu yüzyıldan kalan orgunun akort edilmesi, normalde bir saati bulan özel bir işti. Ama o sabah akortla uğraş-maya başlamasının üzerinden on beş dakika geçmişken Malory orgun altı inçlik kamışlarından birinin re diyezde bir sorun çıkardığını fark etmişti. Çubuğu çeyrek inç kadar kaydırmış ve sorunun sol diyeze sıçradığını fark edene dek boruyu akort ettiğini sanmıştı. Sol diyezi çözmek ise bu tuhaf-lığın diğer iki boruya yayılmasına sebep olmuştu. Bu bazen ses perdesinin arızalandığı anlamına gelirdi, bazen de bir bütün olarak düğümlenmenin meydana gelmesi demekti. Tüm sabah boyunca borulardan durduruculara, körüklerden konsola her yerde tıkanmanın izini sürdü. Altı inçlik kamışlar nefin döşeme taşının yalnızca beş metre üzerinde yer alıyor ve bekçinin kova ve paspasla birlikte Lady Şapeli’nde tuttuğu tahtadan üçgen destek yardımıyla kolayca incelenebiliyordu. Ancak çörekler öğle yemeğine karşı yenik düşmüştü, Malory kiliseden bir türlü ayrılamayınca orga dadanan şeytan onu aldatmaya devam etmişti.

Malory kilisenin mihrabından tırmanıp kamışların ardındaki merdi-venden geçerek dikey bir başka merdivenden tam elli iki basamakla çan kulesine çıktığında -Louiza bir saç telini kıvırıp buğday rengi kulağının et-rafına dolarken ona böyle anlatmıştı- saat üçü geçiyordu. Örümcek ağları ve martı pislikleri arasında ne bulacağını o da kestiremiyordu. Altı metre aşağıdan orga açık bir bağlantı varmış gibi durmuyordu. Körüklerin dört sıra tirizin arasından eğimli çan kulesinin içine her yerden hava akışını sağladığı kesindi; aslında her yerden hava girdiği söylenebilirdi. Mekân değişikliğine ihtiyacı vardı ama ejderhayı haklamadan St. George’tan ayrıl-maya hazır değildi. Belki de orgu çalmazsa, şeytan ortaya çıkmazdı.

“Schrödinger’in kedisi gibi,” dedi Malory. “Onu tanımıyorum.” Louiza, Malory’nin anında pişmanlık duymasına

yol açan bir utançla, altın saçlarından bir tutamı, gözlerini gölgede bıraka-cak şekilde önüne düşürerek başını eğdi.

Septimanya içler.indd 11 28.02.2017 13:02

12 Jonathan Levi

“Hayır, hayır. Schrödinger, 1920’lerde yaşamış Alman bir fizikçiydi. Bir şeyleri aramanın neden bu kadar, şey, zor olduğunu açıklamaya çalış-mıştı. Bakmanın, aradığın şeyi nasıl değiştirebileceğini...” Malory’nin ka-fası kendi açıklama girişiminden öylesine karışmıştı ki, Louiza’ya baka-mıyordu bile. “Schröndinger şu problemi öne sürdü: Bir şişe zehirli gaz ve ufak bir parça uranyumla birlikte kutuya konmuş bir kedi var. Uranyum, Çilek Festivali’nde patlatılan mısırlar gibi, etrafa rastgele radyoaktif parça-cıklar saçıyor. Parçaların ne zaman vızıldayarak saçılacağını ya da ne tarafa uçacaklarını bilemiyoruz. Ama yeterli miktarda uranyum parçası isabet et-tiği zaman, zehirli gazla dolu şişe de patlayacak.”

“Ya sonra?” diye sordu Louiza.“Kedi ölecek,” dedi Malory. Ve her ne kadar Louiza’nın kediye dair

hassasiyet içinde olmaktansa zihinsel problemle daha ilgili olduğunu gör-mekten ötürü hoşnut olsa da, “acı çekmeden,” diye ekledi. “Böylece dene-yimizi yaparız: Kediyi gaz ve uranyumla birlikte kutuya koyar, sıkıca kapar ve biraz vakit geçmesini bekleriz. Bir dakika kadar sonra şu soruyu sorarız: Kedicik hayatta mı, yoksa öldü mü?”

“Evet,” dedi Louiza.“Evet!” diye haykırdı Malory. “Bu klasik fiziğin cevabıdır. Evet, klasik

fizik böyle söylerdi: Kedi ya ölüdür ya da diri.”“Hmm,” diye mırıldandı Louiza.Hmm mı? Louiza onunla alay mı ediyordu? Espriyi önceden biliyor

muydu? Ya da yalnızca sıkılmıştı ve Malory onu kaybetmek üzere miydi? “Modern fizik,” diye devam etti, “kuantum mekaniği ise der ki, biz kutuyu açana dek kedi bir ihtimal ölüdür, bir ihtimal de diri.”

“Belki de Çilek Festivali’nde patlamış mısır atıştırıyordur.” Louiza gü-lümsedi ve Malory göğüs kafesinden sesinin bir ton yükseldiğini hissetti.

“Biz bakana dek,” diye fısıldadı, “her şey mümkün.”“Peki ya sonra?” diye sordu Louiza.“Nasıl yani?” Malory gelebilecek soruları hesaba katmamış, ölü bir ke-

diyi ararken sabah çöreklerini kaçıran bu org akortçusu için ufak bir ilgi beklemişti sadece.

“Kutu açıldıktan sonra,” dedi Louiza, Pandora’nın kutusundan bahse-dermiş gibi. “Biz içine baktıktan sonra da her şey mümkün müdür?”

“Pekâlâ,” dedi Malory, “bazı fizikçiler kutu açıldıktan sonra iki dünya-

Septimanya içler.indd 12 28.02.2017 13:02

Septimanya 13

nın var olduğuna inanıyorlar. Bir dünyada bizim gördüğümüz kedi vardır, diğerinde ise göremediğimiz. Bir dünyada kedi kurtlanmıştır. Diğerinde ise fare kovalamak için sabırsızlanmaktadır. Sorun şu ki, iki dünya da diğeriy-le ilgili bir şey bilmez. Yaşayan Felix, ölü Felix’in var olduğunu bilmez. Ama ikisi de vardır.”

“Ah!” dedi Louiza ve ellerini çırptı. “Ben de böyle olmasını ummuş-tum.”

“Öyle mi?” dedi Malory, karşısındaki meleğin böylesine sevinç duyma-sına sebep olmaktan ötürü hem memnun olmuş hem de kafası karışmıştı.

“Evet!” dedi Louiza, zıplayıp çan kulesinin yüksek kirişine uzanırken. “İşte ben de oradan geliyorum, yarı ölü kediler dünyasından.”

Ardından Louiza, Malory’ye daha önce kimseye açıklamadığı şeyleri açıkladı. Öğretmenlerin ve öğrencilerin Louiza’ya hiçbir anlam ifade etme-yen bir dilde yazı yazmakta ve okumakta ısrar ettikleri Norfolk bataklık-larındaki çocuk parklarını ve sıkıcı okulları anlattı. Babası homurdanarak yeniden ısıtılmış kıymalı patatesli güvecini yerken, Louiza’ya temel dilbil-gisi kurallarını öğretmek için çabalayan annesinden bahsetti. Ve son olarak Louiza, Malory’ye matematikten, matematiğin onu dünyaya nasıl bağladı-ğından söz etti.

“Çok basitti,” dedi, “bir harfi bir rakamla ilişkilendirebilirsem -mesela kedi kelimesini eksi 57 ile- ve bir kelimeyi formüle edebilirsem, bu şekilde dünyayı okuyabiliyorum.”

“Neden eksi 57?”“Çünkü öğretmenlerimin, düşmanlarımın ve babamın dünyası nega-

tiflikle dolu. ‘Louiza okuyamıyor’ – negatif. ‘Louiza yazamıyor’ – negatif. ‘Derse odaklanamıyor’ – negatif. ‘Kendini ifade edemiyor’ – negatif. Tüm hayatım koca bir negatif. Doğal olarak, sayılarla düşünmeye başladığımda z’yi eksi 1 olarak aldım, y’yi ise eksi 2 ve a’ya eksi 26 diyene dek devam ettim. Yani kedi* kelimesi eksi 24 artı eksi 26 artı eksi 7 – bu da eksi 57 ediyor.”

“Ben eksi birim,” dedi Malory sempatik bir tavırla espri yapmaya ni-yetlenerek.

“Hayır,” dedi Louiza, “i eksi birin karesi oluyor.” İtalik harfi vurgula-mak için kaşlarını kaldırdı.

* İng. Cat (e.n.)

Septimanya içler.indd 13 28.02.2017 13:02

14 Jonathan Levi

Louiza’nın tepkisine şaşırmış olan Malory bile, Newton’ın zamanından beri matematikçilerin sanal sayıların kralını küçük harfle ve italik olarak yazdıklarını biliyordu. Louiza’nın harfi telaffuzunun ardındaki güç, kla-sik matematikçilerin -1’in karekökü üzerine kafa yorarken uğradıkları yön kaybından, böyle bir şeyi hayal edebilmeye çabalarken yere kapaklanırlar diye kendi kendilerini korkutmalarından doğmuştu belki de. Ne de olsa gerçek hayatta negatif sayıların karekökleri de, yarı ölü kediler kadar ger-çekti. Hangi sayının kendisiyle çarpımı -1 bölgesinde bir kare verirdi ki? Bir sayının karesini aldığınızda -bu eksi ya da artı bir sayı olabilirdi- cevabı pozitif olurdu. +2 çarpı +2, +4 eder. Bu böyle giderdi. Böyle kabul edilir-di. Kurallar böyleydi. Bütün sayılar kareleri alındığında ya da kendileriyle çarpıldıklarında size pozitif bir sayı verirlerdi. O halde, “-1’in karesi nedir?” sorusu, eh, sormamanız gereken bir soruydu. Buna rağmen, bir parça te-beşir ve bir karatahta ya da bir kalem ve kâğıtla şuna benzer denklemler karalamak kolaydı:

x2 + 1 = 0

Pek çok insan bu karalamaların, bu denklemlerin yalnızca varlığıyla yetinmemiş, bunlara cevap da talep etmişti. Denklemin her iki tarafındaki 1’leri çıkarma işlemi, Louiza’nın Norfolk’taki çiftlik evinin basma kumaşlı oturma odasında ya da Malory’nin King Koleji Koro Okulu’nun gotik sını-fında da yapılsa şu sonucu getirmişti:

x2 = -1

Ve ardından gelen sonuç şuydu:

x =

Böylece bir on altıncı yüzyıl matematikçisi onu vaftiz ederek görebil-diğin, dokunabildiğin ve çiğneyebildiğin gerçek sayılarla karışmaması için italik bir i harfiyle isimlendirmeye karar vermişti.

i = x = i

“Babama eksi 1’in karekökünün kaç olduğunu sorduğumda” dedi Lou-iza, “sekiz yaşımdaydım. Sorunun saçmalık olduğunu düşündü. Anlayabil-

Septimanya içler.indd 14 28.02.2017 13:02

Septimanya 15

diği negatif sayılar, bir zaman çizelgesi üzerindeki yıllar gibi pozitif ‘son-ra’ların karşıtı olan negatif ‘önce’lerdi. Ama eksi 1’in karekökü? Ona Magna Carta’nın ya da şekerpancarının karekökünü sorsaydım daha iyiydi. Kendi umursamazlığıyla benimle uğraşmayıp okuldaki matematik öğretmenime bu soruyu soran kişi annem oldu. Öğretmenim bana, ‘Louiza, i ile tanış,’ dedi. ‘i, bu Louiza.’ i’nin ardından erkek kardeşleri, uzaktan kuzenleri ve sanal sayıların aile ağacı geldi. i bir anda benim kurtarıcım haline gelmişti. Bu dünyada tarih ve gelecek, ölü ve diri hayvanlarla dolu bir ev, evrende okumanın ve yazmanın bir anlam ifade ettiği bir köşe bulmuştum.”

“Peki lisans eğitimini bu konu üzerine mi yapıyorsun?” diye sordu Ma-lory. “Aslına bakarsan doktora,” dedi Louiza yere bakarak. “Yaptım. Bu sa-bah sözlü sınavımı da geçtim.”

“Bu sabah mı?” Malory tavanın pürüzlü tahtalarına dayanarak sakin kalmaya çalıştı. “Bitirme tezimi dinlemek ister misin?” Louiza, Malory’nin kemerine uzandı ve Malory’nin ağzına tamı tamına sığabileceğini aklından geçirdiği diz kapağı pamuklu eteğinin sıyrılmasıyla ortaya çıkarken çömel-mesi için onu yere doğru çekti.

“Elbette,” dedi Malory, doktorasını bitirmek üzere olan bu genç ka-dının -yirmi yaşında olabilir miydi?- Whistler Manastırı’ndaki St. George Kilisesi’nin çan kulesine tırmanıp son on yıldır Sör Isaac Newton hakkında yazması gereken doktora tezi yerine çörekler ve orglarla ilgilenen Malory’yi bulmuş olması karşısında şaşkındı.

“i = u”

“Ben eşittir sen mi?”

“i = u”

Louiza, Malory’nin Org Kitabı’nı alıp boş bir sayfasına kararlı bir tavır-la formülü yazdı. Parmağıyla Malory’nin göğsüne yavaşça harfleri çizerken, “i=u,” diye tekrarladı, “italik harflerle.”

“İtalik,” diye tekrar etti Malory, Louiza’nin parmağının gömleğinin ku-maşında gezinmesinin verdiği aptalca sevinçle.

“Ben,” dedi Louiza, “Louzia’yım. Sen kimsin?”Malory anlattı ona. Ona şapelin yanındaki Great Court’taki odalarını

anlattı; Trinity Koleji’nin org burslusu olarak -kilisedeki sabah ibadetle-

Septimanya içler.indd 15 28.02.2017 13:02

16 Jonathan Levi

rinden akşam duasına, vaftiz törenlerinden cenazelere, her daim göreve hazırdı- şapele yakın olması önemliydi. Trinity Sokağı’na ve Newton’ın, o muhteşem adamın, veba salgınından kaçıp annesinin Lincolnshire’daki bahçesine geri döndüğü ve yerçekimi yasasını, ışığın parçacık kuramını, kalkülüsü ve yarım düzine başka yaratıcılıkla dolu ve orijinal hazineyi keş-fettiği yıl olan annus mirabilis’inin* üç yüzüncü yılı şerefine 1966 yılında dikilen elma ağacına bakan oturma odasını anlattı. Çöp kutusuna sıkışmış tarla farelerinin umutsuz tıkınma seslerine uyandığı yaz sabahlarını ve çö-zülen buzun, pencerenin camından kızakla kayarcasına kafasına süzülme-siyle uyandığı kış sabahlarını anlattı. Muhteşem Sör Isaac üzerine doktora tezini yazan bir öğrenci olarak, Newton’ın dehası olmasa bile, odalarının Malory’ye verilmiş olması kaçınılmaz ve münasipti.

“Ama sen…” dedi Louiza. “Sen kimsin?”Malory ona vaftiz isminin Hercule (annesi Sara Fransız asıllıydı), do-

ğum belgesinde yazan soyadının ise Emery olduğunu (annesi onu tek ba-şına yetiştirmişti) anlattı. “Ama herkes beni Malory diye çağırıyor, tek ‘l’ ile,” dedi Malory, gözlerinin kocaman açılmış olmasını olağan şaşkınlığı-na verdiği Louiza’ya. “Ne düşündüğünü biliyorum,” diye aceleyle devam etti sözlerine. “Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri’ni yazan Thomas Malory’nin Malory’si gibi. Lancelot ve Guinevere, Sör Galahad, bilirsin ya?”

“Hayır,” diye fısıldadı Louiza, “mesele o değil.” Ama Malory daha evvel kimseye anlatmadığı bir şeyi itiraf etmek için

öylesine sabırsızlanıyordu ki, onun kastettiği şeyi anlamadı. Malory, oğlu-nu hiç görmemiş babasının adıydı. O Malory de, muhteşem Sör Isaac gibi, annesinin onunla evlenmek üzere bindiği İrlanda feribotunun hızını doğru hesaplayamadığı için balıkçı teknesinin içinde can vererek, oğlunun doğu-munu göremeden ölmüştü. Yaşlı adamla ilgili bildikleri, onuncu doğum gününden kısa bir süre önce, annesinin de onu terk edeceğini öğrenmeden toplayabildiği bilgilerle sınırlıydı: Soyadı ve genç Sara’yı severken duyduğu o öldürücü istek.

Louiza tekrar, “Malory” diye fısıldayıp yüzüne baktığında, Malory kı-zın kendisiyle, adıyla ve geçmişiyle gerçekten, gerçekten ilgilendiğini dü-şündü. Aynı zamanda Louiza’nın onu öpmesini umdu ama bir yandan da

* (Lat.) Mükemmel yıl. Isaac Newton’ın pek çok önemli keşfini gerçekleştirdiği 1666 yılı, “Isaac Newton’ın annus mirabilis’i” diye anılır. (e.n.)

Septimanya içler.indd 16 28.02.2017 13:02