sİ kızıl bayrak 10-25

32

Upload: kizilbayrak

Post on 15-Mar-2016

237 views

Category:

Documents


9 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

TRANSCRIPT

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERKürt halkını, ilerici ve devrimci güçleri,işçi ve emekçileri hedef alan saldırılarakarşı birleşik militan direniş! . . . . . . . . 3Faşist baskı, terör ve operasyonlarla Kürt hareketi tasfiye edilmek isteniyor... . . . . . . . . . . . 4Kürt halkına yönelik dizginsiz saldırı veşoven kudurganlık tırmandırılıyor… . . . 5Sermaye basını savaş nizamına geçmeyehazırlanıyor!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6Kürt halkına yönelik devlet terörütırmandırılıyor.../ BİR-KAR. . . . . . . . . . 7AKP temsilcileri ile TÜSİAD şefleri Washington’da huzura çıktı! . . . . . . . . . 8Sivas’ın katili sermaye devletinden hesapsormak için alanlara! . . . . . . . . . . . . . . . 9Hesap sormak için 2 Temmuz’damücadele alanlarına! / BDSP . . . . . . . . 10UPS işçileri patron-polis işbirliğinegeçit vermiyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Esenyurt’ta “sendika” gerginliği . . . . . 12Tersanede iş cinayetlerihasıraltı ediliyor . . . . . . . . . . . . . . . . . .1315-16 Haziran Direnişi selamlandı. . . . 14İşçi ve emekçi hareketinden.. . . . . . . . . 15Gençliği devrime kazanmak içineksikliklerimizi aşarak, yeni imkanlaryaratarak ileri yürüyelim! . . . . . . 16-1827 Haziran’da Toplu SözleşmeSempozyumu’na!.. . . . . . . . . . . . . . . . 19Sendikal ihanet çeteleri rant kavgasında! . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20Haziran bültenlerinden... . . . . . . . . . . . 21Petrol-İş Sendikası Genel BaşkanıMustafa Öztaşkın ile konuştuk . . . . 22-23Milyarderler çoğalıyor, yoksulluk büyüyor... . . . . . . . . . . . . . . . 24Emekçiler krizin faturasınıkabul etmiyor.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25Vatikan’ın Saramagotahammülsüzlüğü . . . . . . . . . . . . . . 26-27Kentsel yağmaya düzenleme . . . . . . . . 28Politik irade ve savaş - M.Can Yüce.. . 292 BDSP’linin tutukluluğudevam ediyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2010/2 5 * 25 Haziran 2010Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Sermaye devletinin Kürt halkının haklı ve meşrumücadelesini boğmaya yönelik saldırıları tırmanmayadevam ediyor. Sermaye devletinin hizmetindekiAKP’nin Kürt sorununu çözme iddiasıyla başlattığı“açılım” politikasının iflasla sonuçlanması üzerineinkar, imha ve tasfiyeye dayalı kirli savaş politikalarıdüzen siyasetinin gündemine yeniden oturdu. Kürthalkına karşı her cephede savaş düzeni oluşturuldu.Düzen partileri, medya, sendikalar, akademik çevreler,“sivil toplum” örgütleri ve her türden düzen kurumu tekbir ses olarak Kürt halkının özgürlük ve eşitlikmücadelesinin önünü dikilmeye başladı. Dahası busavaş cephesinin yükselttiği sesin solun kimikesimlerinde anında yankı bulması dikkat çekicidir. Busol çevrelerin, “akan kanın durdurulması”, “her türlüşiddete son” vb. çağrı ve söylemleri sermaye devletininKürt halkına karşı başlattığı savaş çığırtkanlığına, ırkçı-şovenist histeriye “sol”dan verilmiş bir destek olarakgörülmelidir. Psikolojik savaş eşliğinde sürdürülen busaldırıya karşı Kürt halkının haklı ve meşrumücadelesini sahiplenmek için, ilerici ve devrimcigüçlere yönelik faşist baskı ve teröre dur demek için,işçi ve emekçilere dönük sosyal yıkım saldırılarınınönüne barikat oluşturmak için birleşik militan birmücadele yükseltilmelidir. Günün acil ve yakıcı görevibudur.

* * *Metal işçileri Birliği’nin, 2010-2012 dönemi Metal

TİS Grup Sözleşmeleri’ne metal işçilerinin tabandanmüdahalesi olarak gündeme getirdiği Metal TİSSempozyumu 27 Haziran günü gerçekleştirilecek. Busempozyum ile birlikte hem metal sözleşmelerindeöncü metal işçilerinin taban inisiyatifinin hareketegeçirilmesi hem de toplu sözleşme görüşmelerininsendika bürokratları tarafından bir ihanetlebitirilmesinin önü kesilmeye çalışılacak. Aylara yayılanbir çalışmanın sonucu olarak gerçekleştirileceksempozyum, öncü metal işçilerinin irade veinisiyatifinin öne çıkacağı ve metal işçilerinin tabanörgütlenmesinin şekilleneceği bir platform işlevigörecek. Bu sempozyum ile birlikte metal işçilerininmücadelesi öncüleri şahsında yeni bir düzeye

sıçrayacaktır. Kuşkusuz bu sıçramanın zemini öncümetal işçilerinin bu sürecin etkin bir bileşeni olarakkendi öncü rollerini oynamalarına bağlı olacaktır. Bubaşarıldığı oranda metal işçilerinin mücadele veörgütlenmesinde yeni bir dönemin önü açılmışolacaktır.

Sınıf devrimcileri bulundukları tüm alanlarda öncümetal işçilerinin TİS Sempozyumu’na katılımını etkinbir şekilde örgütlemek, sempozyum kürsüsünü birmücadele ve örgütlenme kürsüsüne çevirmek vesempozyumun alacağı kararları enerjik bir çabaylahayata geçirmek için bugünden seferber olmalıdırlar.

* * *Liselilerin Sesi’nin Haziran 2010 tarihli yaz sayısı

çıktı. Okurlarımız Liselilerin Sesi’nin yeni sayısınıEksen Yayıncılık bürolarından ve kitapçılardan teminedebilirler.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Sermaye iktidarı bir yıl önce “Kürt açılımı”başlattığını ilan etmişti. Bu “iddialı proje”, Kürthalkının demokratik taleplerini karşılamak içindeğil, ABD’nin taşeronluğu kapsamında “bölgeninetkin gücü” olma hevesiyle gündeme getirilmişti.

Bölgede taşeronluk rolünü oynayabilmek için“ayak bağı” kabul ettiği Kürt sorunundan kurtulmakisteyen Amerikancı rejim, “Kürt açılımı“safsatasıyla bu işi halledeceğini var sayıyordu. Buplana göre, ulusal özgürlük ve eşitlik özlemlerindenvazgeçmesi karşılığında Kürt halkına bazı kırıntılarverilecekti.

Aradan geçen süreye rağmen, içi boş söylemlerlebazı medyatik toplantılar dışında bir şey yapmayansermaye iktidarı, savunmaya çekildiğini ilanetmesine rağmen, PKK’ye karşı askeri saldırılarısürdürdü. PKK güçlerinin 31 Mayıs’tan sonra fiiliateşkese son vermesi ile tek taraflı saldırılarçatışmaya dönüştü.

Son aylarda Kürt siyasal güçlerini vekurumlarını, Kürt çocuklarını ve Kürt halkını hedefalan saldırıları tırmandıran Türk sermaye devleti,gelinen yerde savaşı da tırmandırmaya başladı. AKP,ordu ve medyadaki kalemşörlerin bir kısmı savaşdiline dönüş yaptılar.

Halklar arası düşmanlık körükleniyor!

Kürt hareketi bazı temel demokratik taleplerininkarşılanması kaydıyla devletle uzlaşmaya hazırolduğunu sayısız kez dile getirdiği halde, bu yöndekayda değer bir adım atmayan Amerikancı rejim,savaşı yeniden tırmandırma politikasına sarıldı.

Kendileri çatışmaları tırmandırdığı halde, ölenaskerlerin cenazelerinde boy gösteren asker vesiyasetçiler, şovenizm zehri yayan nutuklar atıyorlar.Kan üzerinden yapılan bu gösterileri manşetleretaşıyan sermaye medyası ise, her zamanki gibi Kürthalkına kin kusuyor.

Onyıllardır emperyalistlerin tetikçiliğini yapanbir rejimin yürütme organı olan AKP hükümetininşefleri, “PKK dış güçlerin taşeronu” söylemiyleKürt sorununu yok sayma taktiği izliyorlar. Güyaçatışmalar bundan dolayı tırmanıyor. Kürt halkınınulusal özgürlük ve eşitlik özlemlerini demagoji ileyok saymanın gülünçlüğü bir yana, ABDemperyalizminin bölgesel politikaları çerçevesinde“etkin taşeronluk” yapmak için yanıp tutuşanların busöylemi tiksinti vericidir.

Irkçı-inkarcı politikaya saplanıp kalan rejiminefendileri, Kürt sorunu karşısında içineyuvarlandıkları aczin üstünü saldırgan, demagojik,şoven söylevlerle örtmeye çalışıyorlar. Ölümesürdükleri askerlerin cesetlerini kullanarak ezilenKürt halkıyla işçi ve emekçiler arasında düşmanlıktohumları ekmeye çalışarak, ırkçı histeriyi dahakapsamlı bir saldırının olanağına çevirmek istiyorlar.Hem devlet erkanının hem medyadaki bir takımtetikçilerin aynı anda seferber olmaları bu uğursuzplandan ayrı düşünülemez.

Faşist devlet terörü ilerici ve devrimcigüçleri de hedef alıyor!

“Demokratikleşme” söylemini dilindendüşürmeyen AKP şefleri her geçen gün daha fazlafaşist devlet terörüne sarılıyorlar. Sadece Kürt halkıve siyasi temsilcilerine değil, ilerici ve devrimcigüçlere de saldırıyorlar. Kürt illerinde olduğu kadar,ülkenin değişik kentlerinde de yargısız infazlar,keyfi gözaltı ve tutuklamalarda gözle görülür birartış yaşanıyor.

Bir süredir devrimci kurumlara saldıran devletgüçleri, reformist parti ve akımları da taciz etmeyebaşladılar. İşçi sınıfı ve emekçilerden yanamücadeleci bir çizgi izlemeye çalışan sendikalar dasaldırın hedefi haline geliyor.

Tüm bunlar, aşılamayan krizin seyri ile debağlantılı olarak, rejimin topyekûn bir saldırıyagirişebileceğinin işaretlerini veriyor.

Saldırı aynı merkezden yönetiliyor!

“Demokratikleşme” safsatalarıyla ne ezilen Kürthalkını ne işçi sınıfı ve emekçileri uzun süreoyalamanın mümkün olmadığını gören AKPhükümeti, yüzündeki “demokrat” maskesini söküpatarak, tüm hoyratlığıyla ortaya çıktı. Öyle ki, sonaylardaki gelişmeler, AKP’den demokrasi bekleyenavanak liberalleri bile hayal kırıklığına uğratacakcinstendir.

AKP hükümeti, tüm toplumsal muhalefetgüçlerini hedef alan bir saldırı politikası izliyor.Kürt sorununa çözüm üretmek bir yana, çatışmalarıyeniden alevlendiren rejim, Kürt halkının siyasitemsilcilerini zindanlara kapatıp, haklarında binlerceyılı bulan hapis istemiyle davalar açıyor. Kollukkuvvetlerine taş atan Kürt çocuklarına, kokuşmuşdüzenin yasalarına göre bile akıl dışı kabul edilencezalar vermeye çalışan savcılar, ırkçı-inkarcıpolitikanın uygulanması için seferber edilmişdurumdalar.

Hak arama mücadelesi veren işçi ve emekçilerinüzerine de kolluk kuvvetlerini salan hükümet, ilericive devrimci güçlerin kurumlarına saldırmakta,burada faaliyet yürüten devrimcilerin evlerinebaskınlar düzenlemekte, gözaltına alınandevrimcilere temelden yoksun ithamlarla cezalarkesmektedir.

Polisin işkence, yargısız infaz gibi icraatlarındagörülen artış, mahkemelerin işkenceci katillerikorumak için çevirdiği çirkin oyunlar tabloyutamamlamaktadır.

Bu topyekûn saldırı, tek merkezli, yani sermayeiktidarının kilit noktalarını tutan güçlerinmutabakatıyla yürütülüyor. Bu güçler arasındaiktidar ve rant yağmasından daha büyük paylaralmak için meydana gelen çatışmaları devam etsede, ezilen Kürt halkına, ilerici ve devrimci güçlere,işçi sınıfı ve emekçilere saldırmak söz konusuolduğunda tam bir uyum içinde hareket ediyorlar.

Bu kapsamlı saldırılara ırkçı-şovenpropagandanın eşlik etmesi rastlantı değildir. Zirahalklar arası düşmanlığı körüklemek, farklımilliyetlere mensup olan işçi sınıfı ve emekçilerarasındaki yapay ayrımları kışkırtmak, her zamansermaye rejiminin işini kolaylaştırıcı bir rol oynar.Saldırının hedefinde emekçiler olduğunda, bilinçleribulandırıp birliğini baltalamanın en etkili ve kirliyolu şovenizm zehrini yaymaktır.

Ezilen Kürt halkı, ilerici ve devrimci güçler, işçisınıfı ve emekçiler aynı merkezden yürütülenkapsamlı bir saldırının hedefi durumundadır.Amerikancı rejimin bu kirli oyununu bozmak, baştadevrimciler olmak üzere tüm ilerici güçleringörevidir. Egemenlerin halkları birbirine düşürmeplanlarını teşhir etmek, saldırının aynı merkezdenyönetildiğini işçi ve emekçilere anlatmak ve busaldırıya karşı etkili bir duruş sergileyebilmek içindevlet terörüne, ırkçı-şovenizme, işsizlik, yoksullukve sefalete karşı birleşik ve militan bir mücadelehattı örülmelidir. Bu yönde ciddi bir çaba sarfetmek, ilerici ve devrimci tüm güçlerin temel birsorumluluğudur.

Kürt halkını, ilerici ve devrimci güçleri,işçi ve emekçileri hedef alan saldırılara

karşı birleşik militan direniş!

Siyasal bakımdan sert ve sıcak bir yaz döneminegirmiş bulunuyoruz. PKK gerillalarıyla Türk ordusuarasında çatışmaların yoğunluğu giderek artıyor. Songünlerde ardarda yaşanan çatışmalarda çok sayıda askerile PKK gerillası yaşamını yitirdi ve yaralandı. Birçokolgu çatışmalı sürecin giderek ivme kazanacağınıgösteriyor. Zira sermaye devleti kirli savaşıtırmandıracağı yönünde ciddi işaretler veriyor. PKKeylemlerinin ardından toplanan devlet zirvelerinden buyönde kararlar çıkıyor, tehditler savruluyor. Bir süredirrafa kaldırılan kirli savaş söylemleri yeniden ortalığasaçılıyor. Kökünü kurutmaktan, OHAL’e dönmektensöz ediliyor.

Oysa bir yıl önce başka bir hava esiyordu. AKPhükümeti tarafından açıklanan “açılım” politikasıylaKürt sorununda artık çatışmalı dönemin kesin olarakgeride bırakılacağı yönünde propaganda yapılıyor, Kürtsorununun çözümü çerçevesinde bir dizi konutartışılıyordu. Bugün ise rüzgar tersinden esiyor, Kürthalkına yönelik bir savaş seferberliği ilan ediliyor.

Bu noktaya elbette birden gelinmedi. “Açılım”süreciyle estirilen rüzgar Habur’daki karşılamalarınardından kesilmiş, sonrasında ise faşist baskı ve terörünşiddeti arttırılmıştı. Her kesimden binlerce insanıntutuklanması, Kürt kurumlarının kapatılması, askerioperasyonlara girişilmesi ve PKK gerillalarının hareketalanlarını ortadan kaldırmak gerekçesiyle barajlarkurulması türünden projelere kadar uzanan kapsamlı birfaşist baskı ve terör politikası uygulamaya sokulmuştu.

Kuşkusuz bu yaşananlar sermaye devleti açısındankeskin bir yön değişiminin olduğu anlamına gelmiyor.Zira durumu böyle değerlendirmek için, “açılım”ı birdemokratikleşme projesi olarak görmek gerekir ki,böyle olmadığını biliyoruz. “Açılım” sürecinin temelhedefi Kürt hareketinin tasfiyesiydi. Bu tasfiyeoperasyonu “açılım” süreciyle de başlamadı. Bu süreciaskeri operasyonlar ile kurulan bir ablukaöncelemekteydi. Amaç, Kürt hareketinin direncinikırmak, başarma umudunu tüketmek ve böyleceoluşturulacak uygun siyasal ve moral koşullarüzerinden silahların teslimini sağlayacak bir rüzgarestirebilmekti. Yani silahlar yoluyla inisiyatif tümüyledevletin elinde toplanacak, onun siyasal ve moralüstünlüğünün kesinleştirildiği bir durumda ise “artıkçözüyoruz” denilerek bazı kırıntılar yoluyla gerillagüçleri tasfiye edilecekti.

Bu “proje” haklı olarak bir ABD projesi olaraktanımlandı. Çünkü esas olarak ABD’nin Ortadoğu’yayönelik yeni stratejilerinin bir parçası olarak gündemegetirilmişti. Bu çerçevede ABD ile yapılmış bir dizianlaşma ile de pekiştirilmişti. ABD ve Güney Kürdistanyönetimiyle oluşturulan “üçlü mekanizma” ve“istihbarat paylaşımı” bu anlaşmaların ürünüydü. İsrailde bu işbirliğinin aktif bir ortağıydı.

Böylece başlatılan sürecin ilk ayağında yoğun askerioperasyonlar vardı. 2008 ve 2009 kışı askerioperasyonlarla geçti. Özellikle Zap’a kadar gidilmesi veKandil’in vurulması bu operasyonların doruk noktasınıoluşturdu. Bu oldukça kapsamlı operasyon ABD veİsrail’in askeri ve istihbarat desteği ile yapıldı. DöneminGenelkurmay başkanı ve hükümet yetkilileri buişbirliğini övüne övüne anlattılar ve ABD-İsrail askeridesteğini yaratılmaya çalışılan zafer tablosu içinkullandılar.

Ancak bu operasyonlar “açılım”ın önünü düzlemekamacıyla yapılıyordu ve Türk ordusu belirlenen sınırlarıaşma eğilimine girdiği anda apar topar bitirildi. Sonuçbeklenenin tersi oldu. Kürt hareketi bu süreçten moralbakımdan çökmek bir yana güçlenerek çıktı.

Askeri operasyonlar işlevini yerine getiremese de“proje”nin ikinci adımı uygulamaya sokuldu. Bu adımAktütün gibi PKK’nin sarsıcı bir eyleminin arkasındangeldi. Amaçlanan, “PKK savaşta ısrar ederken biz Kürtsorununu demokratik yoldan çözüyoruz” denilerekPKK’yi tecrit etmek, askeri varlık gerekçelerini ortadankaldırmaktı. Böylece sermaye iktidarı politik ve moralinisiyatifi eline alacak, PKK karşısında ezici birüstünlük kuracaktı. Kürt halkı kurulu düzenebağlanacak, PKK ise tasfiye edilecekti.

Planlar böyleydi ancak işler umulduğu gibi gitmedi.PKK’nin, tecrit olmak bir yana, aksine Kürt halkınıntemsilcisi bir siyasal güç olarak kabul edildiği görüldü.Habur’daki karşılama bunu anlatıyordu ve böylece plandaha ilk aşamada suya düşmüş oldu.

Bu durum üzerine, devletin inisiyatifi yeniden elealacağı bir zamana kadar “açılım” kapatıldı vebaşlangıç noktasına dönüldü. Artık öncelikli hedef, Kürthareketini yıldırmak, yaptığından pişman olacak birnoktaya sürüklemek ve “açılım”ı arar bir bunalımasürüklemekti. Bu nedenle özellikle Kürt hareketininaçıktaki mevzilerine yönelik yoğun saldırılara girişildi.Binlerce tutuklama, DTP’nin kapatılması, Roj TV’ininsusturulması ve Avrupa’daki Kürtler’e yönelik baskılarbu yönelime bağlı olarak uygulamaya sokuldu.

Ancak bu yoğun saldırılar Kürt hareketinin direncinikıramadı. Bugün Kürt hareketi kendi cephesinden yenibir hamle yapmaya çalışıyor. Öcalan ve PKK yönetimi,Kürt sorununun “demokratik” yollardan çözümüyönünde yeni bir açılım yapılmadığı koşullarda silahlıeylemleri arttıracaklarını ve giderek şehir merkezlerineyayacakları biçiminde açıklamalarla bunu ortayakoydular. Amaç, gerilla güçlerini aktif savunmadansaldırı konumuna geçirerek bir dönemdir gündemdendüşürülen Kürt sorunu ve açılım tartışmalarını yenidengündeme taşımaya ve sermaye devletini adım atmayazorlamaktır. Kürt hareketini yıldırma ve teslim almasaldırısına da silahlı eylemler yoğunlaştırılarak yanıtverilmektedir.

Devlet ise bu hamleye yanıtı olarak, kirli savaşıtırmandırma yolunda tehditler savurmakta, kararlılıkgösterileri yapmakta, bu yönde kararlar almaktadır.Kirli savaşın en önemli aktörlerinden olan MHP deOHAL’e dönülmesi, Güney Kürdistan’a askerioperasyonlar başlatılması vb. gibi bir dizi taleple buyöndeki adımları kendi cephesinden tamamlamaktadır.İkinci olarak ise “açılım”da ısrar edileceği iddiaedilmektedir. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın meclisteyaptığı konuşma bu tutumun bir ifadesidir. Erdoğan biryandan kirli savaşın en koyu olduğu dönemiçağrıştıracak tehditler savururken, diğer yandan “herşeye rağmen açılımda ısrar edeceğiz” temasınıişlemektedir.

Belirtmek gerekir ki, kirli savaş döneminin askerişefleri de sadece savaş diliyle konuşmuyorlardı. Hattaonlardan biri, elbette önce ezeceğiz ama arkasından dasorunu çözmek amacıyla bazı demokratik haklartanıyacağız diyerek, zamanında epeyce ün kazanmıştı.Ama sermaye devleti Öcalan’ın yakalanmasının

ardından ortaya çıkan son derece uygun koşullarda birçözüm gücü ortaya koyamadı. Kürt hareketinin yenidenayağa kalktığı, politik ve moral bakımdan güçlü olduğubir dönemde, Amerika-İsrail ve Güney Kürdistanyönetimini arkasına alarak sonucu gitmeye çalıştı ancakbaşarılı olamadı. Bugün gelinen noktadaki tutumu isesadece Kürt sorunundaki çözümsüzlüğünü ve iflasınısergiliyor. İnkar ve imhadan başka bir politikaüretemiyor. İnandırıcılığı kalmamış olan “açılım”ıhavuç niyetine öne sürüyor. Öte yandan ise kirli savaşsilahlarını raftan indirmeye kalkarak, Kürt hareketiniterbiye etmeye çalışıyor. Ama bugün böyle bir savaşısürdürecek toplumsal-siyasal koşullara sahip olduğutartışmalıdır. Dahası, aynı düzeyde bir savaşa kalkmak,bugünkü koşullarda iplerin tümden elden kaçmasıyla dasonuçlanabilir.

Öte yandan, Kürt hareketi cephesinden de sonucagitmek, yani askeri eylemlerle sermaye devletinimasaya oturmak zorunda bırakmak hedefine bağlanmışbir mücadele stratejisiyle çözüme ulaşmak mümkündeğildir. Bu yolla Kürt sorunu gündemde tutulsa bilebunun çözüm için yeterli olmadığı, sermaye devletininKürt sorununda bu sınırlarda bile bir çözüm gücü veolanağına sahip olmadığı “açılım” sürecininfiyaskosuyla bir kez daha görülmüştür. Devleti masayaoturtmaya endekslenmiş bir eylem çizgisi, bir yerdensonra Kürt halkının mücadele enerjisinin tüketilmesineyol açacaktır.

Gerçek çözüm yolu, Kürt sorununun çözümünükurulu düzenin sınırları dışında gören devrimci birperspektif ve bu perspektife bağlı olarak ortayakonulmuş bir devrimci siyasal mücadele çizgisiyleaçılabilir. Ancak sermaye iktidarını, arkasındakiemperyalist güçleri ve Kürt işbirlikçilerini hedefleyenbir devrimci siyasal açılım Kürt emekçileriyle Türk işçive emekçileri birbirine yakınlaştırılabilir ve büyük birdevrimci kuvvet ortaya çıkarılabilir. Aksi halde en fazlamevcut durum korunur, ancak bir çıkış yolu bulunamaz.Bu arada devlet tarafından halklar arasındadüşmanlıklar büyütülür ve giderek kirli savaşlarlaemekçi halkların devrimci dinamikleri çürütülüptüketilir.

Bu durumdan çıkmanın yolu, kurulu düzenihedefleyen devrimci sınıf mücadelesini büyütmek içintüm güç ve imkanları seferber etmekten geçmektedir.Sermaye devletinin Kürt sorununda çözümsüzlüğününkesinleştiği şu dönemde gerçek bir çözüm yolu açmakve olası bir kirli savaşa karşı koymak ancak bu yollamümkündür.

Kürt halkına özgürlük!4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Faşist baskı, terör ve operasyonlarla Kürt hareketi tasfiye edilmek isteniyor...

Çözüm yolu devrimci sınıf mücadelesininbüyütülmesiyle açılabilir!

Türk devletinin Kürt hareketini tasfiye amaçlısürdürdüğü kapsamlı saldırı, PKK’nin de eylemsizliğinibozması ve aktif saldırıya geçmesiyle farklı bir boyutataşındı. Kürdistan’a yaptığı askeri yığınak ve rutinleşenbombardıman saldırının askeri boyutunu oluştururken,tutuklamalar da sürüyor.

Mart ayından bu yana askeri operasyonlar hızkazandı. Operasyonlarda yalnızca gerilla değil, Kürtköyleri de hedef alınıyor. Türk ordusuna ait savaşuçakları Güney Kürdistan sınırını geçerek saldırılardüzenliyor. ABD eliyle Türk devletine verilen askeriistihbaratlar çerçevesindeki operasyonlar Türk-İranortaklığıyla yürütülüyor.

Bilindiği üzere, 14 Nisan 2009’dan bu yanayüzlerce Kürt siyasetçisi gözaltına alındı. Kürt illerininseçilmiş belediye başkanları ve diğer Kürt siyasetçilerihakkında müebbet hapis istendi. “Taş atan çocuklar”olarak bilinen cezaevlerindeki yüzlerce Kürt çocuğuhala serbest bırakılmış değil. Saldırılardan, 19 Ekim2009’da Kandil ve Maxmur’dan gelen “Barış Grubu”üyeleri de payını aldı. İlk olarak Barış Grubu sözcüsü,ardından 17 Haziran’da on Barış Grubu üyesitutuklandı ve üçü hakkında tutuklama kararı çıkarıldı.

PKK’nin 1 Haziran itibariyle eylemsizliğinibozduğunu ilan etmesi ve Türk kolluk güçlerine dönükeylemler gerçekleştirmesi süreci yeni bir boyuta taşıdı.Sermaye devleti Kürt halkına yönelik topyekûn savaşstratejisini değerlendirmek üzere Çankaya Köşkü’nde“olağanüstü güvenlik zirvesi” yaptı.

Özellikle PKK’nin Şemdinli’deki Tekeli Taburu’nayönelik saldırısı şovenizmi tırmandırmanın veoperasyonları meşrulaştırmanın bir aracına çevrilmeyeçalışılıyor.

PKK’nin gerçekleştirdiği saldırılarda Türkordusunun verdiği kayıpların sayısı gizleniyor. Çeşitlimakamların yansıttığı bilgilerdeki farklılıklar da bunudoğruluyor.

Operasyon hazırlığı ve “güvenlik zirvesi”

Halihazırda sınır hattına askeri sevkiyat aralıksızsürerken, Türk ordusunun Güney Kürdistan’dakiAmediye ve Bamerne’deki askeri üslerinde de yoğunbir askeri hareketlilik yaşandığı belirtiliyor. Mart ayıbaşından bu yana çoğu zaman sivil araçlarla yapılansevkiyat ile onbinlerce asker sınır hattınakonuşlandırılmış durumda.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığındaÇankaya Köşkü’nde “güvenlik zirvesi“ toplandı.Zirveye ilişkin yapılan yazılı açıklamada, “Çevre vebölge ülkeleriyle koordinasyon etkinleştirilecek.Bölgedeki istihbarat ve personel yapısı gözdengeçirilecek. Kısa ve orta vadeli ek tedbirler alınacak”denildi. Çevre ülkelerle “terörle mücadele”koordinasyon faaliyetlerinin daha daetkinleştirilmesinin tartışıldığı ifade edildi.

Şoven milliyetçilik körükleniyor

“Demokratik açılım” adı altında gerçekte Kürthareketini tasfiye etmeyi amaçlayan Türk devleti,kapsamlı operasyonlarla saldırıyor. Kürdistan’dangelen asker tabutlarını ise şovenizmi tırmandırmak için

kullanıyor. Özellikle burjuva medya tarafından şovenmilliyetçilik körükleniyor. “Girin temizleyin!”, “Yeterartık!” gibi başlıklarla savaş çığırtkanlığı yapılıyor.

“Şehit cenazeleri” devlet erkanının gövdegösterisine sahne oluyor. Genelkurmay Başkanındanbaşbakana kadar bu katiller timsah gözyaşları dökerek,burjuvazinin sefil çıkarları için kullanılan emekçiçocukları üzerinden politika yapyorlar. “Vatanınkutsallığı, bölünmez bütünlüğü” üzerine nutukçekenlerin çocuklarını ise Kürdistan’da görmekmümkün olmuyor.

“Dış düşman” paranoyası devreye sokuluyor

“Terörü marjinalize ettik” diyen AKP hükümeti, busüreçte dikkatleri başka yöne çekmek, öldürülenaskerlerin sorumluluğunu üzerinden atmak için “dışdüşmanlar” argümanına başvurarak PKK’yi taşeronilan etti.

Sormak gerekiyor. PKK kimin taşeronu? ABD’ninmi, yoksa İsrail’in mi? Yoksa Irak, İran, Suriye’ninmi? PKK’ye karşı Türkiye’ye en büyük desteği ve tümistihbarat bilgilerini veren güç ABD değil midir?

Heronlar kimin? Gazze olayından önce Batman’daHeronlar için eğitim veren subaylar İsrailli değil miydi?

Ya da Avrupa Birliği mi? Bundan iki üç ay öncePKK çizgisindeki tüm kurumlara karşı operasyonyapan AB değil midir? Geçen hafta Beşir Atalayuluslararası denklemde PKK’ye karşı ortak hareketedildiğini açıklamadı mı? Abdullah Gül “uluslararasızemin PKK’yi bitirmek için müsait” demedi mi?

Saldırılara karşı halkların kardeşliği!

Devletin Kürt hareketini tasfiye amaçlıoperasyonlarına karşılık PKK’nin eylemsizliği bozmasısürecin kızışacağını göstermektedir. Kürt halkınıimhaya dayalı devlet politikası gereği hükümet veGenelkurmay saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürürken,toplumsal desteği artırmak için de şovenizmiyaygınlaştırmaya çalışacaktır. Düzen medyası şimdidenbunun işaretlerini vermektedir.

Kürt halkına yönelik saldırıları ve estirilen şovenisthisteriyi püskürtmek için Kürt halkıyla dayanışmayıyükseltmek, işçi ve emekçi kitlelerin, tüm ilerici vedevrimci tüm güçlerin görevidir.

Kürt halkına özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Kürt halkına yönelik dizginsiz saldırı ve şoven kudurganlık tırmandırılıyor…

“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği”şiarını yükseltelim!

“İsrail’in OECD üyeliği engellensin!”Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, İsrail’in uluslararası alanda tecrit edilmesi talebini Ankara’ya

taşıdı. Girişim, İsrail saldırganlığının hesabının sorulması ve hükümetin İsrail’in OECD üyeliğine verdiğidesteği geri çekmesi talebiyle 22 Haziran günü TBMM önünde açıklama yaptı.

TBMM Dikmen kapısı önünde basın açıklamasını yapan Avukat Züleyha Gülüm, İsrail’in Mavi Marmaragemisine yönelik saldırısının üzerinden 22 gün geçmesine rağmen İsrail’e karşı bir yaptırımınuygulanmadığını ve soruşturma başlatılmadığını belirterek, hükümetin bütün ayak sürümelerine rağmenmeclisin İsrail’le ikili ilişkileri gözden geçirme yolunda aldığı kararın gereğini yerine getirmesi gerektiğinisöyledi. Türkiye halklarının İsrail’le olan ilişkileri reddettiğini hatırlatan Gülüm, meclisin kararının arkasındadurarak İsrail’e karşı somut yaptırımlar uygulaması gerektiğini belirtti.

OECD üyelik süreci hala tamamlanmayan İsrail’e hükümetine verilen onursuz desteğin geri çekilmesinitalep ettiklerini ve bunun için görüşmelerde bulunacaklarını da belirten Gülüm, İsrail’e verilen desteğinhesabının sorulması için mücadeleyi sürdüreceklerini söyledi.

Açıklama sonrası Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi temsilcileri görüşmelerde bulunmak üzeremeclise geçmek istediler. Meclis kapısında “Kot Kumlama İşçileri” ile birlikte uzun süre bekletilentemsilciler, BDP milletvekillerinin müdahalesiyle içeri girebildiler. Boykot Girişimi temsilcileri BDP gruptoplantısını izledikten sonra BDP milletvekili Bengi Yıldız’la bir görüşme yapıp taleplerini ve hazırladıklarıdosyayı ilettiler. CHP milletvekili Durdu Özpolat’la da görüşerek hazırlanan dosyayı teslim eden temsilcilerdaha sonra meclisten ayrıldılar.

Sermaye basını savaş çığırtkanlığı yapıyor...6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

“Bebek katili”, “terörist başı”, “hain terörist” vb.isimler takılan, “teslim ol çağrısına ateşle karşılıkveren...”, “saldırı hazırlığında olan” ve “ölü elegeçirilen” binlerce gerilla... Tüm bunlar ‘90’lı yıllardatırmanan kirli savaşın medya cephesinden evlereyansıyan zahiri görüntüleri olarak bir toplumun zihninekazınmıştı. Kürt özgürlük hareketini kanla boğmayıamaçlayan sermaye devleti bunu yapmaya çalışırken,savaşın en az Kürdistan cephesi kadar önemli bircephesini de dezenformasyon ve manipülasyonoluşturuyordu. Bugün de Kürt halkına yönelik yeni birsaldırı dalgasının eşiğinde devlet bir kez daha boyalıbasına çeki düzen vermek için harekete geçti.

Kirli savaşın kanlı medyası

Kirli savaşın tırmandığı yıllarda sermaye devletimedyanın gücünü de yeni yeni keşfetmekte ve PKK’yekarşı medya eliyle büyük bir operasyondüzenlemekteydi. Bilinçli çarpıtmalar, Geobbels’eşapka çıkarttıracak yalanlar ve türlü iftiralarla Kürtgerillalar adeta canavarmışçasına gösterilerekşovenizm körükleniyor, halklar arası düşmanlıktohumları ekiliyordu. PKK’nin çeşitli vesilelerle ilanettiği ateşkes süreçlerinde de medya bildik rolünüoynamayı sürdürüyor ve bu süreci provoke ederekresmi ideolojinin görüşlerini yansıtmaya devamediyordu.

Kirli savaş yıllarında ordu-medya işbirliği ayyukaçıkmıştı. PKK ile ilgili haberler büyük bir itina ileyayınlanmaktaydı. Bu dönemde öldürülen askersayıları azaltılarak şovenizmi körükleyecek ama devletigüçsüz göstermeyecek düzeyde tutuluyordu. Ölengerilla sayıları ise alabildiğine abartılıyor, hayalioperasyonlar uyduruluyor, hatta korucuları yere yatırıp“ölü gerillalar” diye fotoğraflamak gibi şeytanın aklınagelmeyecek yöntemler uygulanıyordu. Amaç savaşıtoplum planında meşrulaştırmak, devletin gücünügöstermek ama “terör korkusu”nu da sürekli canlıtutmaktı.

Bu süreçte Kürt halkına yönelik katliamlar, devletterörü, insanlık dışı saldırılar, aşağılık işkenceler,tecavüzler burjuva basında kesinlikle yer bulmuyor,dahası bunları dile getirenler -ya da ima edenler- hızlaaforoz ediliyordu. Bu yıllarda basın tekelini elindetutmaya çalışan devlet, MedTV ve Özgür Ülke gibiözgür basın girişimlerini de kanlı biçimlerdeengellemeye çalışıyordu.

Sözde açılımın sözde demokratları...

2000’ler ile başlayan ve sözde açılım ile devameden süreçte ise ana akım medya dil ve üslubunu birazdaha incelterek temkinli yaklaşmaya başladı. Budönemde açık Kürt düşmanlığı yerini PKK’ningüçsüzlüğü, dağıldığı, gerillaların teslim olduğu veGüney Kürdistan dışında hareketin varlığınınbulunmadığı propagandalarına bırakıyordu. Kuşkusuzki tüm bu söylemler Kürt hareketinin tasfiyesi veimhasından öte bir anlam taşımamaktaydı.

Kürt hareketinin 1 Haziran’dan itibaren ateşkesibozduğunu ilan etmesi ve birbiri ardına askeri eylemlergerçekleştirmesi ise medyada da büyük bir şaşkınlık vepanik yarattı. Kendi yarattığı tabloya kendini kaptıran

boyalı basın “terör hortladı” konseptinde birbiri ardınamanşetler atmaya başladılar. Oysa bu süreçte ne PKKtasfiye olmuş, ne de Kürt sorunu çözülmüştü. Kendicephelerinden kirli savaş zeminine geri dönmeyeçalışırken bocalayan medya bu süreçte Kürt hareketiningerçekleştirdiği eylemleri şovenizmi körüklemekreflekslerine sarılarak sayfalarında büyük bir vahametiçinde yayımladı.

Ortaya konan bu tablo kuşkusuz ki devlet açısındanamacını aşan bir mecraya akmaya başladı. PKK karşıtıbir atmosfer yaratmaya ve Kürt düşmanlığınıkörüklemeye hizmet etmesi gereken basın yansıttığıhaberler ile kendi yarattığı “PKK bitti” masalının dasonunu getirdi.

Kürt halkına yönelik saldırılar yine yerbulamadı!

Ancak istemeden de olsa haberleri ele alırkenefendilerini üzen boyalı basın Kürt halkına yöneliksaldırılara gözlerini yumarak bir kez daha sermayedentam not aldı. “Katiller şehre indi”den “Allah belanızıversin”e kadar çeşitli manşetlerle eylemlere yer verenbasın, Kürt halkına karşı başlatılan operasyonları iseyine epik destanlar biçiminde yansıtmaya başladı.

Katil İsrail’den alınan Heronlar’la yeni katliamlaryapanlar alkışlanırken Güney Kürdistan’da sivil halkınbombalandığından, çoluk-çocuğun katledildiğinden hiçsöz edilmedi. Yine Halkalı’da TAK tarafındanüstlenilen eylemin ardından bölgedeki Kürt inşaatişçilerinin tutuklanması basında “teröristler bulundu”iddialarıyla yer aldı.

Medyaya kapsamlı sansür ve otosansür hazırlığı!

Medyanın yeni bir savaş dönemine böylesihazırlıksız yakalanması ya da bir anlık bocalamasıefendilerinin de hemen dikkatini çekti. Bir araya gelenKamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı MuammerGüler, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal,RTÜK Başkanı Davut Dursun ve çeşitli medyakuruluşları yöneticileri basına kapalı bir toplantıgerçekleştirerek medyanın haberleri yansıtış biçiminiele aldı. Toplantının ardından açıklama yapan İçişleriBakanı Beşir Atalay “örgütün ekmeğine yağ sürecekgörüntü ve ifadelerden kaçınılmalı” diyerek PKK’ninortaya koyduğu eylemlerin yansıtılış biçimindenduyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirdi.

Atalay şunları söyledi: “Bazı kuruluşlar zaten, bukonuda iç mekanizmalarında değerlendirmeleryaptılar. Bu bizi çok memnun etti. Hükümet ve medya,güvenlik güçleri zaman zaman bu şekilde bir arayagelmeli.” Atalay, bu sözlerle medya ve devletarasındaki işbirliğini de açıkça savundu ve burjuvabasının otosansür hazırlığı içerisinde olduğunu belirtti.

Bu açıklamalar sermaye devletinin kapsamlı birsaldırı öncesi ordularını ve cephe gerisinikonumlandırma telaşı içerisinde olduğunu gösteriyor.Medyanın yeniden askeri nizama getirilmesi de Kürthareketinin bir kez daha barut, kan ve demagojiyleboğulmaya çalışılacağının işaretlerini veriyor. Sermayemedyası ise bir anlık bocalamayı üzerinden atarak hızlakan kusmaya başlayacak gibi görünüyor.

Samsun’da faşist saldırgan serbest

Muş’un Bulanık ilçesinde 15 Aralık 2009’da düzenlenen saldırıya ilişkin duruşmanın görüldüğü 12 Nisan2010 tarihinde Samsun’da adliye çıkışı Ahmet Türk’e faşist saldırıda bulunan İsmail Çelik tahliye oldu.

Sermaye devletinin fiyaskoyla sonuçlanan “demokratik açılım” projesi kapsamında Kandil veMaxmur’dan Türkiye’ye gelen Barış Grubu üyelerinden 17 Haziran günü Diyarbakır’da hakim karşısınaçıkan 17 kişiden 13’ü hakkında tutuklama kararı verilirken Ahmet Türk’e yönelik faşist saldırının ardındantutuklanan İsmail Çelik’in serbest bırakılması dikkat çekti.

Kürdistan’daki artan operasyonlarla eş zamanlı olarak devreye sokulan tutuklama terörünün yanısıra faşistsaldırıyı gerçekleştirenlerin serbest bırakılması önümüzdeki süreçte yargı kanalının da her zaman olduğu gibiKürt hareketinin tasfiyesi girişimlerine seferber edileceğine işaret ediyor.

Sermaye basını savaş nizamınageçmeye hazırlanıyor!

“Yaşasın işçilerin birliği, halkları kardeşliği!” Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

İşçiler, emekçiler!

Sömürgeci sermaye devleti Kürt halkına dönükkapsamlı bir saldırıya geçmiş bulunuyor.

İmha ve inkar çizgisinde sürdürülen bu saldırı,PKK’nin eylemsizliğe son vermesi ve aktif saldırıyageçmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır.

Sermaye devleti, günümüzde, en seçme birlikleride dahil, büyük bir askeri gücü Kürt halkının üzerinesalmıştır. Her gün ve her saat dur durak bilmeyenoperasyonlara başvurulmaktadır. Bunu, Kürtsiyasetçilerine, belediye başkanlarına ve aralarındaçok sayıda çocuk ve kadının olduğu yurtseverlereyönelik gözaltı ve tutuklama terörütamamlamaktadır. Kürt halkının örgütsüzleştirilmesinive direnme gücünün kırılmasını amaçlayan busaldırılar, son derece keyfi gerekçelerle tutuklanıpcezaevlerine doldurulan çocuklara binlerce yıl cezaistenerek, büyük bir acımasızlığa dönüşmektedir.

Başta ABD olmak üzere, emperyalist güçler veİran, Suriye ve Irak gibi işbirlikçi bölge devletleri,Kürt halkına dönük bu kanlı saldırıyı tamdesteklemektedir. Kapsamlı bir tasfiye planının ifadesiolan bu saldırıların öncelikli hedefi Kürt hareketidir.Hiç kuşkusuz bunu, Kürt halkının tükenmek bilmeyenmücadele azmini ve özgürlüğünü koparıp alma,kararlılığını kırma ve Kürt halkını teslim alma çabasıizleyecektir.

Emekçi kardeşler!

Sömürgeci Türk devleti Kürt hareketini tasfiyeamaçlı saldırılarını her geçen gün biraz dahatırmandırmaktadır. Bu arada, her defasında yaptığıgibi, bu amacına ulaşmak için her türlü kirli yol veyönteme başvurmaktadır.

Aşağılık ve kirli Türk medyası manşetlerinetaşıdığı kışkırtıcı başlıklarla tam bir savaş çığırtkanlığıyapmaktadır. Gerici-faşist parti ve çevreler, ölenaskerlerin cenaze törenlerinde Kürt halkına kinkusmakta, şimdiden, linç girişimleri için hazırlıkyapmaktadırlar. Hakkari-Şemdinli’deki Tekelitaburuna dönük saldırıda yaşamını yitiren askerlerincenaze töreni örneğindeki gibi, asker-sivil devleterkanının tam kadro katıldığı çatışmalarda yaşamınıkaybeden askerlerin cenaze törenlerinde, PKK’ye veonun şahsında kardeş Kürt halkına dönük eniğrencinden şovenist bir kudurganlığın kışkırtılması,bu durumun bir başka örneğidir.

Türk ulusundan emekçiler,

Aşağılık burjuva medyanın kışkırtıcı manşetlerininde, sivil faşist çetelerin cenaze törenlerindeki Kürthalkına yönelik histerik çığlıklarının da yegane hedefi,Türk ve kardeş Kürt halkından emekçileri kanlı birboğazlaşmanın içine çekmektir. Bu tuzağadüşülmemelidir. Unutulmamalıdır ki, “Başka bir ulusuezen bir ulus, özgür olamaz!” Tüm uluslar gibi, özgürolmak Kardeş Kürt halkının da en doğal hakkıdır. Tamda bu nedenledir ki, Türk emekçileri, sömürgeciburjuvazinin entrikalarını boşa çıkartmalı, gerçek bireşitlik ve gönüllü bir birlik için, iradelerini Kürthalkının özgürlüğünden yana kullanmalıdırlar.

Kardeş Kürt emekçileri!

Tüm gelişmeler bir kez daha ve tam bir açıklıklagöstermiştir ki, Kürt sorunun çözümü, demek oluyorki özgürlüğe giden yol, sömürgeci sermaye devletibaşta gelmek üzere, bölgedeki gerici devletlerle veonların gerisindeki emperyalist güçlerle tam birhesaplaşmadan geçmektedir. O kadar ki, emperyalizmve işbirlikçilerinin her türden uğursuz planlarıkarşısında Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriylesağlanacak birlik, mücadele ve kardeşçe dayanışmagelişmelerin seyrinde ve geleceğin kazanılmasındatayin edici olacaktır. Bu nedenledir ki, Kürt emekçileriiradelerini bu yönde kullanmalıdırlar.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformuolarak, bir kez daha Kürt halkıyla kardeşçe tamdayanışma içinde olduğumuzu ilan ediyor, başta ilerici

ve devrimci güçler olmak üzere, işçi sınıfımızı veazınlık milliyetlerden emekçileri sömürgeci sermayedevletinin saldırılarına, sınır ötesi operasyonlara vedur durak bilmeyen gözaltı ve tutuklama terörünekarşı, “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” şiarıtemelinde birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmeyeçağrıyoruz.

Operasyonlar durdurulsun, Türk ordusuKürdistan’dan çekilsin!

Kahrolsun sömürgecilik!Kürt halkına özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!Kahrolsun emperyalizm, sömürgecilik ve her

türden gericilik!Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu(BİR-KAR)

3 Haziran 2010

Kürt halkına yönelik devlet terörü tırmandırılıyor...

“İşçilerin birliği halkların kardeşliği”şiarını yükseltelim!

DYG’den asimilasyon ve yozlaştırmaya karşımücadele çağrısı…

Demokratik Yurtsever Gençlik (DYG), 20 Haziran günü Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde,“Uyuşturucuya, asimilasyona, fuhuşa, ajanlaştırmaya, yozlaşmaya dur de!” kampanyası çerçevesinde eylemgerçekleştirdi.

Dumlupınar İlköğretim Okulu önünde biraraya gelen bine yakın kişi, “Uyuşturucuya, asimilasyona,fuhuşa, ajanlaştırmaya, yozlaşmaya Dur De!”, “İmhaya, inkara ve iradesizleşmeye son, ya demokrasi ya dahiç” pankartları arkasında BDP ilçe binasına yürüyüdü. Eyleme BDP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binicive BDP Şanlıurfa İl Başkanı İbrahim Ayhan da katıldı.

Yürüyüş sonunda DYG adına yapılan açıklamada, kapitalist sistemin yaratmış olduğu bunalımın gittikçearttığı ve sorunlar karşısında yaşadığı çözümsüzlükle çözülmeye girdiği bir dönemin yaşandığı söylendi.

Açıklamada, “Uyuşturucunun ilkokulların önünde satılması, fuhuş evlerinin çoğalması, yurtsever Kürtgençlerinin ajanlaştırmak istenmesi, cemaat kültürünün devlet eliyle yaygınlaştırılması bu politikaların nekadar sinsice yürütüldüğünün acı bir göstergesidir” denilek, özel savaş politikaları ile temelde toplumunöncüsü gençlerin hedef alındığını vurguladı.

Açıklamanın ardından konuşma yapan BDP Milletvekili İbrahim Binici, Kürdistan’da artan çatışmalaradikkat çekti. AKP’nin ‘açılım’ politikasının, Kürt çocuklarının panzerlerin altında ezilmesi, partilerinkapatılması ve Kürt halkının iradelerinin cezaevlerine atılması olarak şekillendiğini vurgulayan Binicikonuşmasını şu sözlerle tamamladı:

“Bu halk ölümlerden sorumlu olan Erdoğan ve ekibinden bir gün hesap soracaktır.”

Bengi Yıldız’a soruşturma!Batman Cumhuriyet Başsavcılığı, BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız hakkında “halkı askerlikten

soğuttuğu” gerekçesiyle soruşturma başlattı. Mahmur ve Kandil’den gelen barış grubu bileşenlerinin tutuklanmasını protesto etmek için 20 Haziran

Pazar günü Batman’da gerçekleştrilen eylemde Bengi Yıldız anne ve babalara seslenerek “çocuklarınızı askeregöndermeyin” demişti. Yıldız şunları söylemişti: “Bundan sonra çocuklarınızı bu kirli savaşa göndermeyin. Busavaşın ortağı olmayın. Kim bu savaşı sürdürmek istiyorsa, Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanıve Türkiye’yi yönetenler, onlar çocuklarını askere göndersin. Bundan sonra BDP olarak, halkımız olarak sizler,1 yıl, 2 yıl, 10 yıl gidin cezaevinde yatın, kendi çocuklarımızı öldüreceğimize, vicdani ret hakkımızı kullanırız vegidip paşa paşa cezaevinde yatarız. Ama bundan sonra çocuklarımızı askere göndermeyeceğiz.”

Bu konuşmanın ardından Batman Cumhuriyet Başsavcılığı “halkı askerlikten soğuttuğu” gerekçesiyleYıldız hakkında soruşturma başlattı. Bununla beraber başsavcılık gerçekleştirilen eylemin izinsiz olduğunu ilerisürerek Bengi Yıldız hakkında “2911 sayılı yasaya muhalefet” ve “terör örgütünün propagandası yapmak”suçlarından da soruşturma açılmasını kararlaştırdı.

Bengi Yıldız ise sözlerinin arkasında durduğunu ifade ederek, hakkında soruşturma açılmasının “umurundabile olmadığını’’ ifade etti. Bengi şunları söyledi: “Cumhuriyetin kuruluşundan beri onlarca isyan çıkmış veinsan ölmüş, milyonlarca Kürt evinden barkından ayrılıp batıya göç etmek zorunda kalmış ama bugün herkes,bu yangını biraz daha körüklemeye çalışıyor. Ben kirli savaşın ortağı olmam. Sesimin gittiği her yerehaykıracağım: Bu kirli savaşın ortağı olmayın.”

Emperyalist ABD rejiminin Ortadoğu politikalarıkapsamında “etkin taşeronluk” yapmaya heveslenensermaye iktidarı, son aylarda bu yönde bazı adımlarattı; ancak henüz işin başında iken “haddini aşma”gafletinde bulunması, Washington’daki efendilerinhışmına uğramasına neden oldu.

İsrail savaş makinesinin kuşatma altındakiGazze’ye yardım götüren yardım filosunadüzenlediği kanlı saldırıya AKP şeflerinin gösterdiğitepki, Beyaz Saray’daki efendileri huzursuz etmiş,siyonist rejime tam destek verdiklerini ilan ederekrahatsızlıklarını hissettirmişlerdi. Washington’dakiefendilerin tercihi açıkça İsrail’den yana koymaları,Tayyip Erdoğan’la müritlerini kızdırdı. Bazıkonuşmalarında kızgınlığını dışa vuran AKP şefinin,“Ortadoğu’da ABD’nin en iyi hizmetkarları biziz,buna göre muamele görmek istiyoruz” şeklindeki“efelenme” teşebbüsleri kısa ömürlü oldu.

Siyonist rejimden kaynaklı gerginlik devamederken, İran’la yapılan uranyum takası anlaşması,Beyaz Saray’daki küstah efendilerinhoşnutsuzluğunu pekiştirdi. ABD ile diğeremperyalist güç odaklarının gündeme getirdiği İran’ayeni yaptırım paketinin Güvenlik Konseyi’ndekioylamada, Türk sermaye devletinin ret oyukullanması ise hem Barack Obama yönetimini hemYahudi lobilerinin karşı hamlelere girişmelerinitetikledi. Tayyip Erdoğan’la müritlerinin sarsılıpkendilerine gelmelerini sağlayan bu karşı hamleler,AKP hükümetinin anında tutum değiştirmesine yolaçtı.

Tayyip’in müritleri bir kez dahaefendilerinin huzurunda

“Eksen kayması” tartışmalarının tetiklenmesi ilebaşlayan “terbiye operasyonu”, medyadakitetikçilerin dişini göstermesiyle yeni bir boyutkazanmış, Washington’dan taşınan “ikaz” mesajlarıile doruğa çıkmıştı. Telaşa düşen AKP hükümetininşefleri, anında efelenmeyi bir kenara bırakıp, savaşbaronlarının gönlünü almanın derdine düştüler.

AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel BaşkanYardımcısı Ömer Çelik başkanlığında, TBMMDışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan,Türkiye-ABD Parlamentolararası Dostluk GrubuBaşkanı ve AKP Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı SuatKınıklıoğlu ile AKP Milletvekili Zeynep Dağı’danoluşan heyeti, süratle Washington’a gönderen TayyipErdoğan’la müritlerinin, paniklediği gözlerdenkaçmadı. Birkaç gün önce esip gürleyen AKP şefi,Washington nezdinde sarsılan imajını düzeltmek içingerekenleri yapmaya hazır olduğu mesajını zamangeçirmeden efendilerine iletmeye çalıştı.

Dinci-gerici hükümetin panikleyip efelenmegösterilerini bir yana bırakması, “eksen kayması”tartışmalarının safsatadan ibaret olduğunu,tartışmasız bir şekilde gözler önüne serdi. Bir kezdaha görüldü ki, emperyalizme göbekten bağımlıolanların “eksen kaydırmaları” öyle kolay bir işdeğil. Türk burjuvazisi ve onun hizmetindeki AKPhükümeti bir inisiyatif alanı yaratma teşebbüsündebulunmuş, ancak küstah efendinin hışmına uğrayarak

geri adım atmıştır. Pentagon’un savaş baronları,“etkin taşeron” da olsanız, 60 yıldan beri tetikçilik deyapsanız, bize rağmen bölgede kafanıza göre işyapamazsınız” mesajını Ankara’daki işbirlikçilerevermiş oldular.

Yağmasa da, arada bir esip-gürleyen TayyipErdoğan’ın, mesajı alır almaz yelkenleri suyaindirmesi tesadüf değil. Zira herkes biliyor ki,sermaye hizmetindeki bir siyasetçinin Türkiye’debaşbakan olabilmesi veya o koltukta oturmaya devamedebilmesi, Washington’dan aldığı desteğe bağlıdır.Denebilir ki, kimse bunu Tayyip Erdoğan’dan dahaiyi bilemez.

Hal böyleyken, anayasa değişikliği etrafındakitartışmaların devam ettiği, daha da önemlisi, seçimatmosferine giriş hazırlıklarının hız kazandığı birdönemde, AKP’nin savaş baronlarından gelecekdesteğe odaklanması kaçınılmazdır. Zira emekçilernezdinde yıpranan AKP hükümetinin,Washington’dan aldığı desteği yitirmesi durumundadüzenin siyaset çöplüğünü boylamasının kaçınılmazolacağını Tayyip Erdoğan’la müritleri de çok iyibilmektedirler; dinci gerici saflardaki paniğin esasnedeni de budur.

TÜSİAD kodamanları kokuşmuşrejimlerini koruma derdindeler…

TÜSİAD kodamanları, ABD emperyalizmi ileyaşanan gerilimden dolayı rahatsız oldular. Savaşbaronlarına göbekten bağımlı olmayı rejimleri içingüvence kabul eden TÜSİAD şefleri, AKP heyetiyleaynı günlerde Washington’un yolunu tuttular.

Washington’a giden TÜSİAD şefi Ümit Boynerbaşkanlığındaki heyet, Barack Obama yönetimi ileyaşanan sorunların bir an önce çözülmesi için yoğunbir çaba harcadı. ABD Dışişleri Bakanı HillaryClinton tarafından da kabul edilen TÜSİAD heyeti,ABD’nin Avrupa ve Avrasya İşlerinden SorumluDışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon ve

Washington’daki “Türkiye uzmanları” ile görüşmeleryaptı.

Clinton ile 40 dakika süren görüşmesininardından TÜSİAD’ın Washington ofisinde Türkmedya mensuplarıyla buluşan Ümit Boyner,Türkiye’nin İran’a ek yaptırımları içeren BMtasarısına olumsuz oy vermesinin ABD’de endişeyarattığını gözlemlediklerini belirtti.

ABD ile yaşanan sorunların Türkiye içindezavantaj olduğunu savunan TÜSİAD şefi, yaptığıaçıklamada şu ifadelere de yer verdi: “İki ülkearasında iletişim problemleri olduğu kanaatindeyiz.İletişimin berrak olması gerektiğini gördük. ‘Eksendeğişikliği’ tartışmaları Washington’da gündemdeolan bir konu. ABD yönetimi Türkiye ile gelinennoktadan normale dönmek konusunda istekli. Builetişim bozukluğunun üstesinden gelinebilmesi içinAnkara’nın uzun vadeli stratejik çıkarlarının neolduğunu açık bir şekilde ortaya koyması gerekir.”

TÜSİAD kodamanları adına konuşan ÜmitBoyner’in, Ankara’daki işbirlikçilere verdiği mesajaçık; “stratejik çıkarlarımız emperyalist ABD rejimiadına tetikçiliğe devam etmeği gerektiriyor; bunauygun davranın!”

TÜSİAD için, diğer düzen partileri gibi AKP’ninde belli bir kullanım süresi vardır; bu süredolduğunda siyaset çöplüğündeki yerini alacaktır;ancak verili koşullarda ABD emperyalizminegöbekten bağımlılık, baki olandır.

Washington’daki efendiler karşısında yelkenlerisuya indiren AKP şeflerinin içine düştüğü alçaltıcıdurum, burjuva akımların emperyalist güçlerkarşısında “bağımsız” hareket etme kabiliyetlerininsınırlarını bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Asalak kapitalistler ve onlara hizmet edenhükümetler, stratejik çıkarlarını her zamanemperyalizme bağımlılıkta gördüler/görüyorlar. İşçisınıfının, emekçilerin, ezilen halkların stratejik çıkarıise, iç dayanakları ile birlikte emperyalistleri ülkedentemizlemektir!

Düzen aktörleri Washington’da...8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Ankara’daki Amerikancılar’ın telaşı…

AKP temsilcileri ile TÜSİAD şefleri Washington’da huzura çıktı!

“Sivas’ın katili, sermaye deveti!” Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Düzenlenen “Alevi Çalıştayları” sonucundaMadımak Oteli’nin müzeye dönüştürülmesi önerisineönce yeşil ışık yakıp sonra unutan(!) sermaye devletialevi emekçilerinin talebini yine yok saydı. Sermayedevletinin yürütme organı AKP hükümeti MadımakOteli’nin müzeye dönüştürülmesi yerinekamulaştırmayı tercih etti.

İstimlâk yoluyla kamulaştırılmasına karar verilenMadımak Oteli’nin satın alınması için gerekli 4,5milyon TL’lik ödenek İl Özel İdaresi’ne gönderildi.Madımak Oteli’nin kamulaştırma süreci mahkemekararı sonrası ancak tamamlanarak kesinlik kazanacak.Mahkemenin kamulaştırma ve kamulaştırma içinöngörülen bedele ilişkin kararını 3 ay içindeaçıklayacak.

Daha bir yıl önce Sivas Katliamı’nın yıldönümüöncesinde AKP, Madımak Oteli’nin müzeye çevrilmesiiçin çalışmalara başladığını ilan etmişti. Dinci partininikiyüzlülüğü birkez daha ortaya çıktı. Gelinen noktadaAKP, Madımak Oteli’ni istimlâk ettikten sonrakütüphaneye dönüştürme niyetini açıkça ortaya koydu.

Alevi emekçilerinin taleplerine yönelikinkârcı anlayış sürüyor!

Sermaye devleti ve onun yürütme organı olanAKP’nin Alevi emekçilerinin taleplerine yönelikduyarsızlığı, bunun da ötesinde var olan düşmanlığı birkez daha kanıtlandı. Katliamlar karşısında sessiz kalanAKP, şimdi de Madımak’ı müze yapmaktan vazgeçti.Madımak Oteli’ne ilişkin son alınan karar bu tutumu birkez daha tescillemiştir. Madımak Oteli, katliamınüzerinden geçen 17 yıl boyunca, hiçbir şey olmamışgibi lokanta olarak kullanıldı. Diri diri yakılanlarınyanık ten kokularının yükseldiği yerde, kebap kokularıyükselmeye devam etti.

Yıllarca Alevi emekçilerinin tarihsel sürece yayılanisyancı özünü katliam politikalarıyla yok etmek içinçaba gösteren sermaye devleti, bu defa da “Aleviaçılımı”, “Alevi Çalıştayı” gibi adlarla öne sürdüğümanevralarla aynı hedefe ulaşmaya çalıştı. Bu sermayedüzeni anlayışının son 8 yıl içinde öne çıkan aktörüAKP oldu.

Sermaye iktidarı, Osmanlı’dan miras kalan yüzlerceyıla dayanan sınıf kiniyle hareket ediyor. Bugünaçılımdan bahseden AKP, Yezid’in, Hızır Paşa’larınkanlı icraatlarının mirasçısıdır. Günümüzde de bu kanlımiras üzerinde yükselen sermaye devleti, katliamcıgeleneğini maskelemek “açılım” yalanlarıyla Aleviemekçilerini kandırmayı hedefliyor.

Katliamcılar Alevi emekçilerinin taleplerinikarşılayamaz!

Alevi emekçilerine yönelik katliam geleneğiyalnızca Osmanlı’yla sınırlı kalmadı. Alevilere karşıişlenen baskı, inkar, asimilasyon, sermaye devletinintarihi boyunca da devam etti. Maraş’ta, Çorum’da,Sivas’ta Alevilere yönelik katliam zincirine yenihalkalar eklendi. Tüm bu baskı ve katliamlara rağmenAlevi emekçileri zalimlere boyun eğmediler, düzenebiat etmediler.

Alevi emekçilerinin tarihi; baskı ve zulme karşıbaşkaldırının tarihidir. Bugün Hızır Paşa geleneğininmirasçısı sermaye devleti; “Alevi açılımı” adı altında

yıllardır yok saydığı, aşağıladığı, katlettiği Alevi halkınıdüzene ve gericiliğe yedeklemek istiyor. “DevletAleviciliği”nin açık ve örtülü savunucuları, yüzyıllaradamgasını vuran bu isyan geleneğinin içini boşaltarakAlevi emekçilerinin taşıdığı devrimci potansiyeli yoketmeye, onları devletle barıştırmaya çalışıyorlar.

Katlederken de, “Alevi açılımı” yaparken deamaçları hep aynıydı ve hala da bu çizgi sürdürülüyor.Alevi emekçilerine yönelik bilinen devlet politikasıbugün de AKP eliyle sürdürülmektedir. AKP’nin“düzen Aleviliği”ni yaratmak ve tarihsel olarak daAlevileri bir biçimde Sünnileştirme politikasınısürdürmekten başka bir amacı olmadığı bir kez dahatüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.

Alevilere yönelik katliamlarla ilgili gerçekleri açığaçıkarmayan, gerçekleri karartmayı varlık nedenisayanlar, Alevi emekçilerinin özlemlerini, duygularınıistismar amacıyla gündeme getirdikleri MadımakOteli’nin “müze” yapılması önerisini de rafa kaldırdılar.AKP’nin istismarcı anlayışının ürünü olan günübirliksöylemleri gerçeği karartmaya yetmedi. Bir kez dahaAlevi emekçilerine yönelik düzenin hamurunda bulunandüşmanlık gerçeği ortalığa saçıldı.

Alevilerin tarihi, egemenlerin oluk oluk döktüğüAlevi emekçilerin kanıyla yazılmış bir tarihtir.Yüzyıllara dayanan bu kanlı katliamcı tarihi, çeşitlipolitik manevralarla unutturmak mümkün değildir.Genelde sermaye devletinin özelde AKP’nin Aleviemekçilerini düzen potası içinde eritme manevraları bukanlı, kirli tarihi Alevi emekçilerinin hafızasındansilmeye yetmeyecektir.

Toplumsal mücadelelerle örülmüş ezilenlerin tarihi,Alevilerin onlarca direnişine tanıklık etmiştir. Aleviemekçileri katliamların ve üzerinde oynanan tüm buoyunların karşısına yine tarihinden aldığı güçle karşıçıkacaktır. Alevilerin AKP’nin bahşedeceği hakkırıntılarına ihtiyacı yoktur. Aleviler yüzyıllardır nicekatliam karşısında ölümü göze alarak kendi kimliğine,geleneklerine sahip çıkmışsa, yine bu kanla yazılantarihin gösterdiği yolda ilerleyecektir. Alevi emekçileribugün halen inancını, kimliğini yaşatıyorsa bu, zulmekarşı direndiği, ölümlerden yeniden doğabildiği içindir.

Alevi emekçileri Alevi bezirgânlarınasırtlarını dönmelidirler!

Çoğu Alevi örgütü okullardaki din eğitimininkaldırılmasını savunmuyorlar. Sadece Alevi çocuklariçin müfredata Alevilik dersi konmasını veya dindersinde Aleviliğin öğretilmesini öneriyorlar. Oysa, dinderslerinin ne seçmeli hale gelmesi ne de içerik olaraktek bir dinin ya da mezhebin öğretisiyle sınırlı olmasıkabul edilebilir. Biçim, içerik ve uygulaması nasılolursa olsun zorunlu din dersleri uygulaması okullardantümüyle kaldırılmalıdır. Alevi emekçilerinin sorunlarınıkalıcı çözümünün, sorunların kaynağı olan sermayeiktidarının yıkımıyla mümkün olabileceği gerçekliğinigörmemekte ısrar eden Alevi örgütlerinin ufku düzen içiçözümle sınırlıdır.

Sivas’ta katledilenleri yaşatmak, onların anılarınasadık kalmak, hesabını sormak, Alevilere yönelikdevletin tüm asimilasyon politikalarına karşı çıkmaklamümkün olabilir. AKP, Alevi bezirgânlarıyla el ele veripAlevi emekçilerin isyancı özünü yok etmeye, onlarıdüzen içileştirmeye çalışıyor. İşte bu nedenle Aleviemekçiler düşmanlarıyla hiçbir platformda yan yanagelmemelidirler. Alevi emekçileri, bugün sorunlarınaçözüm yolunu gösteren, baş eğmez tutumlarıyla öneçıkan Pir Sultanlar’ın, Baba İshaklar’ın mirasını en iyitemsil eden komünistlere ve devrimcilere yüzlerinidönmeli, bezirgânlara geçit vermemelidirler.

2 Temmuz, Alevi emekçilerin AKP’ninmanevralarını boşa çıkartma, Alevi bezirgânlarınıdışlama günüdür. 2 Temmuz, 35 canımızın katillerindenhesap sorma günüdür. 2 Temmuz, tüm sömürücüzalimlere karşı birlik olma çağrısıdır. 2 Temmuz,düzenden koparak devrime yürüme çağrısıdır!

Alevi emekçileri; din ve devlet işlerinin tam olarakayrılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dağıtılması,devletin dinsel kurumlara yaptığı her türlü yardımınason verilmesi, gericilik yuvası tarikat ve cemaatlerindağıtılması, mezhepsel ayrıcalıklara ve baskılara sonverilmesini içeren taleplerini 2 Temmuz’da Sivas’tayapılacak eyleme taşımalı, şiarlarını haykırmalıdırlar.

Katillerden hesap sormak içinalanlara!

Türkler’in katilini aklayan karar bozuldu

DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in katil zanlısını beraat ettiren mahkeme kararı yargıtay tarafındanbozuldu.

22 Temmuz 1980’de vurularak katledilen DİSK genel başkanlarından Kemal Türkler’in öldürülmesiyleilgili davada, sanık Ünal Osmanağaoğlu hakkındaki beraat kararında direnen Bakırköy 2. Ağır CezaMahkemesi’nin direnme kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca bozuldu.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Ünal Osmanağaoğlu’nun “üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli vekesin delil bulunmadığı” gerekçesiyle beraatına karar vermişti.

Bu karar Türkler ailesi tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi, “Kemal Türkler’inMerter’deki evinin önünde öldürülmesi eyleminde Ünal Osmanağaoğlu’nun eylem yerinin belirlenmesi, keşifyapılması, planlama aşamasında görev alması ve olay sırasında silahla ateş ederek, suça asli maddi fail olarakkatıldığının anlaşıldığına” dayanarak Osmanağaoğlu hakkında verilen beraat kararını oy birliğiyle bozmuştu.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bozma kararının ardından davayı tekrar görüşen Bakırköy 2. Ağır CezaMahkemesi, ilk kararında direnerek Osmanağaoğlu hakkında 3’üncü kez beraat kararı verdi.

Direnme kararının da temyiz edilmesiyle dosya bu sefer Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda karara bağlandı.Davanın 30 yıllık zaman aşımı süresinin dolmasına 1 ay kala kurul, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nindirenme kararını bozdu.

İşçiler, emekçiler, kardeşler!

Bu topraklar çok zulüm gördü. Binlerce kezöldük, binlerce kez dirildik. Yediği yoksul eti içtiğikan olan sömürücü zalimler bir kez de 2 Temmuz’da,Sivas’ta 35 canımızı diri diri yaktılar. Pir Sultan’ıkatledenlerle, 35 canımızı ateşle yakıp, dumanlaboğanlar aynı amacı güdüyorlardı. 35 can bu ülkeninaydınları, yazarları, şairleri, ozanları, ilericiinsanlarıydılar.

Sivas katliamının üzerinden 17 yıl geçti. Sivas’ta35 insanımızı göz göre göre yakan, katleden sermayedevletidir. Kimin aracılığıyla yapılırsa yapılsın, tümkanlı katliamların ve kirli provokasyonlarınarkasında her zaman katil devletin kendisidurmaktadır. Katliamları planlayan ve örgütleyenbizzat devletin kendi kontra merkezidir.

Aynı kanlı eller, Maraş’ta ve Çorum’da dasahnedeydi. Aynı kanlı eller, ‘77 1 Mayıs Taksimkatliamında da sahnedeydi. Aynı kanlı eller, Gazi’dede sahnedeydi. Aynı kanlı eller, Ulucanlar’da, 19Aralık’ta, Şemdinli’de de sahnedeydi. Ve şu andaaynı kanlı eller, Kürt halkının özgürlükmücadelesinin boğulmasında halen işbaşındadır.

Kardeşler!

Sermaye devleti, ekonomik-sosyal yıkımprogramlarını uygulayabilmek, emekçileri azgıncasömürebilmek ve mücadelenin önünü kesebilmekiçin çareyi katliamlarda, kirli provokasyonlarda,faşist baskı ve terörde görmektedir. Hedef tahtasındaher zaman öncü işçi ve emekçiler, Kürt halkı,devrimci, ilerici, aydın insanlar vardır.

Sermaye sınıfı, tüm işçi ve emekçilerin birleşiksiyasal mücadelesinin kendi iktidarının sonu demekolduğunu çok iyi bilmektedir. Bunun için işçi veemekçileri her zaman kendi içinde bölerekkışkırtmaya, birbirine kırdırtmaya çalışmıştır.Amaçları, Alevi-Sünni, laik-şeriatçı, Kürt-Türk gibiyapay ayrımlarla emekçileri bölerek esas çelişkiyi,emek-sermaye çelişkisini perdelemektir.

Sermaye devleti ve onun maşaları, Pir Sultan’ınyolundan yürüyenleri, aydınları diri diri yakarak,sömürü ve zulme karşı mücadele yürüten herkesegözdağı vermek, işçi ve emekçileri sindirmekistediler.

Dün Alevi emekçilerine katliamlarla düzeniçileşmeyi dayatanlar, bugün “Alevi açılımı”, “AleviÇalıştayı” gibi adlar altındaki manevralarıyla aynıhedefe ulaşmaya çalışıyorlar. Onlar, katliamlarlaulaşamadıkları amaçlarına Alevi kimliğini kabul edergörünerek varmaya çalışıyorlar. Fakat Aleviemekçilerinin taleplerini de görmezden gelmeyedevam ediyorlar. Çünkü amaçları, Alevi sorununuçözmek değil, Alevi emekçileri düzene bağlamak,yani düzenin ve devletin “kendi Alevisi”niyaratmaktır.

Bugün için Alevi emekçileri açısından asıltehlike, katliamlar değil, Alevi emekçilerini düzeniçine çekmeye yönelik bu manevralardır. Sermayedevletinin manevraları konusunda boş beklenti vehayallere kapılmak, onların katliamlarla ulaşmayaçalıştıkları amaca hizmet etmek demektir. İşte bunedenle Alevi emekçileri sermaye uşaklarıyla hiçbirplatformda yan yana gelmemelidir.

Kardeşler!

2 Temmuz, katliamcı sermaye devletine karşıbirleşik, kitlesel ve militan bir mücadeleyi yükseltmeçağrısıdır. 2 Temmuz, ilerici ve devrimci güçlerin veAlevi emekçilerin sermaye devletinin manevralarınıboşa çıkartma günüdür. 2 Temmuz, 35 canımızınkatillerinden hesap sorma günüdür.

Alevi emekçilerinin sorunlarının gerçek ve kalıcıçözümü, tüm bu gerici politikalarıyla birliktesermaye düzeni ve devletinin işçi sınıfı öncülüğündebir devrimle alaşağı edilmesinden geçmektedir.Bugün BDSP, bu doğrultuda “gündüzlerindesömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan”, sınıfsız,sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelesi veriyor.BDSP, onurlu bir tarihe sahip olan Alevi emekçileridevrim ve sosyalizm mücadelesine çağırıyor.

Sivas’ın katili sermaye devleti!Katillerden hesabı işçi ve emekçiler soracak!Hesap sormak için 2 Temmuz’da mücadele

alanlarına!Faşizme karşı omuz omuza!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)22 Haziran 2010

2 Temmuz’da mücadele alanlarına!10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Hesap sormak için 2 Temmuz’damücadele alanlarına!

GOP BDSP’den 2 Temmuz etkinliği

GOP BDSP 2 Temmuz 1993’te devlet destekli dinci gerici güçler tarafından Madımak Oteli’nde yakılarakkatledilenleri anmak ve devlet güdümlü katliamların politik arka planını tartışmak için 18 Haziran akşamı biretkinlik gerçekleştirdi.

Gazi Cemevi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen etkinlik açılış konuşması ile başlatıldı. KonuşmadaSivas katliamının devletin devrimci ilerici güçlere karşı gerçekleştirdiği bir katliam olduğu vurgulandı.Ardından Sivas’ta ölümsüzleşen aydınlarımız, Mercan’da katledilen 17 MKP’li devrimci ve Alaattin Karadağşahsında tüm devrim şehitleri adına saygı duruşu gerçekleştirildi.

Sonrasında Sivas Katliamı, 19 Aralık Katliamı, Şemdinli ve diğer katliam ve provokasyon görüntülerininyer aldığı sinevizyon gösterimi şiir ekibinin hazırladığı şiir dinletisiyle birlikte gerçekleştirildi. Şiir dinletisieşliğinde gerçekleştirilen sinevizyon gösteriminin ardından söyleşi kısmına geçildi.

BDSP temsilcisi Atlen Yıldırım, Sivas katliamı ve devletin katliamcı kimliği konulu sunumuyla söyleşiyibaşlattı. Yıldırım, Sivas katliamının yalnızca kendini bilmez dinci gerici yobazların fiili olmadığını, devleteliyle gerçekleşmiş, planlı bir saldırı olduğunu vurguladı. “Sivas katliamı hiç de sermaye temsilcilerinin ifadeettiği gibi laikliğe karşı dinci gerici odakların yaptığı bir saldırı değildir.” diyen Yıldırım, bu söylemindemokrat ilerici kitlelerin bilincini karartmaya yönelik bir yalan olduğunu vurguladı.

Güncel gelişmelere de değinilen konuşmada devlet katliamlarının ve emekçilere yönelik her türlüsaldırının çözümünün sınıfsal temelde gerçekleştirilecek bir mücadeleyle gerçekleşeceği vurgulandı.

Soru-cevap ve söyleşi şeklinde gerçekleşen programın sonraki bölümü müzik dinletisiyle son buldu.Kızıl Bayrak / GOP

UPS’de direniş kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

UPS işçileri İstanbul’da Kurtköy veMahmutbey’deki aktarma merkezlerinin yanısıraİzmir’deki aktarma merkezinin önünde direnişlerinisürdürüyor.

İstanbul’da sendikal örgütlenmeden dolayı iştenatma saldırılarının yaşandığı Mahmutbey’deki aktarmamerkezinde ve Kurtköy’de direnişlerini sürdürenTÜMTİS üyesi kargo işçileri UPS’nin taşeron firmalararacılığıyla devreye sokmaya çalıştığı direnişkırıcılığına da geçit vermiyorlar. Diğer yandan UPSişçileriyle sınıf dayanışması da her geçen gün büyüyor.

UPS’de patron-polis işbirliği UPS işçilerinin kararlı mücadelesi, süreç ilerledikçe

UPS patronu ve patron uşakları polislerin saldırı vetacizlerine uğruyor. Geçtiğimiz haftalardaMahmutbey’deki aktarma merkezine sokulmak istenentaşeron firmayı engellemek isteyen ve polis saldırısınauğrayan direnişçi işçilere yönelik saldırılar bu hafta dadevam etti.

16 Haziran Çarşamba günü sabah vardiyasında yeniişbaşı yaptırılmak istenen işçilerin önünü sabaha karşı04.00 sularında kesen direnişçi işçiler taşeron firmayageçit vermediler. Yaklaşık 10 kadar işçi bu şekilde geriçevirildi. İşçilerin işbaşı yapması direnişçi işçilertarafından engellenince aktarma merkezindeki müdürlertırlara yükleme yapmak için çalışmak durumunda kaldı.

UPS patronunun sendikal örgütlenmeye ve direnişeyönelik düşmanlığı 17 Haziran Perşembe günü kendinigösterdi. Saat 18.00 sıralarında UPS’nin İstanbulMahmutbey’deki aktarma merkezindeki direnişalanında bekleyen işçilere polis saldırısı gerçekleştirildi.Aktarma merkezinde çalışan ve vardiyadan çıkanarkadaşlarına TÜMTİS çatısı altında örgütlenme çağrısıyapan direnişçi işçiler “çalışmayı engelledikleri”gerekçesiyle polisin saldırısına uğradılar. UPS’nintalimatıyla sudan ve düzmece gerekçelerle direnişemüdahale eden polisler 5 işçiyi gözaltına aldı. Aktarmamerkezinden çıkan servislerde bulunan UPS işçilerineörgütlenme çağrısı yapan işçileri, kendi durdurduğuservislerin yanına sürükleyerek fotoğraf çekmeyeçalışan polisler “çalışma hürriyetini engelleme” yalanıiçin kumpas kuruyorlar.

Saat 22.30’a kadar Bağcılar İlçe EmniyetMüdürlüğü’ne gözaltında tutulan işçileri yalnızbırakmayan TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı ÇayanDursun ve direnişteki diğer işçiler arkadaşları serbestbırakılana kadar emniyet müdürlüğü önündenayrılmadılar. Sloganlarla gözaltı saldırısını protestoettiler. Gözaltına alınan UPS işçileri geçirildikleri sağlıkkontrolü ve ifadelerinin alınmasının ardından serbestbırakıldılar.

UPS patronuna polis desteği 17 Haziran günü yaşanan polis saldırısı 19 Haziran

Cumartesi sabahı yeni bir polis saldırısı izledi. Sabahsaat 09.00 sıralarında UPS işçilerinin direnişini kırmakamaçlı aktarma merkezine getirilen taşeron firmaişçilerini uyaran UPS direnişçileri, taşeron firmaişçilerinin işe girmelerini servis güzergâhlarındaengellemek istediler. Servislere eskortluk yapan sivilpolis aracı tarafından işçilerin zorla araçlarabindirildikleri gözlenirken taşeron işçilere aktarmamerkezinin önünde de tepki gösterildi. Polisin, işçilerin

üzerine araç sürmesi tepkiyle karşılanırken burada kısasüreli bir arbedenin ardından polisin geri çekilmesiyleolaylar duruldu.

Kurtköy’de direnişe destekSarıgazi Birleşik Emek Platformu, 16 Haziran günü

Kurtköy UPS Kargo aktarma merkezinde sürmekte olandirenişe dayanışma ziyareti gerçekleştirdi.

İlk olarak TÜMTİS İstanbul Şube Sekreteri Ali RızaAtik bir konuşma yaparak, UPS Kargo’daki direnişsürecini anlattı.

UPS Kargo direnişinin bürokratik, uzlaşmacısendikal anlayıştan uzak olduğunu, işçilerin örgütlenmehakkının en kararlı şekilde savunulacağını belirten Atik,sendika konfederasyonlarını, UPS Kargo direnişçileriile maddi dayanışmayı sağlamadıkları için eleştirdi.

Atik’in konuşmasının ardından platform adınayapılan konuşmada, UPS direnişi selamlandı, 15-16Haziran Direnişi ruhuyla, kararlılıkla sürecekdirenişlerin kazanımla sonuçlanacağı belirtildi. SarıgaziBirleşik Emek Platformu’nun UPS Direnişi iledayanışmasının süreceği, Sarıgazi’de emekçilerin

direnişle dayanışmasını örgütlemek için çalışılacağıbelirtildi. Bu konuşmanın ardından, platformgerçekleştirdiği dayanışma kampanyası ile sağladığıerzak ve parayı direnişçi işçilere teslim etti.

Son olarak, direnişçi işçiler adına söz alan bir UPSdirenişçisi, ziyaretin kendilerini coşkulandırdığını vegüçlendirdiğini ifade etti. Direnişin yüksek bir moralleve kararlılıkla sürdüğünü, sınıf dayanışmasının dahagüçlü örgütlenmesinin ise bir zorunluluk olduğunubelirterek konuşmasını bitirdi. Dayanışma ziyareti,aktarma merkezinde çalışan işçilerin yoğun ilgisi ilekarşılaşıldı.

Sefaköy’de dayanışma eylemiUPS Kargo işçileriyle sınıf dayanışmasın

yükseltmek için Sefaköy’de bir araya gelen ilerici vedevrimci kurumlar 19 Haziran Cumartesi günü ortak bireylem örgütledi.

“UPS’de direniş kazanacak!” imzalı pankartınarkasında Şalvarlı Et’in önünde bir araya gelenkurumlar yolu araç trafiğine kapatarak GümüşçülerÇarşısı’na yürüyüş gerçekleştirdi. Yaklaşık 120 kişininkatıldığı yürüyüş boyunca sloganlar hiç susmadı.Genelde işçi ve emekçilere özelde ise Sefaköy emekçihalkına seslenilen açıklamada, UPS direnişi ve diğerdirenişlerin kazanımla sonuçlanması için sınıfdayanışmasını büyütme çağrısı yapıldı.

Basın açıklamasının ardından DevrimciProletarya’ya dönük tutuklama terörünü teşhir eden kısabir konuşma yapıldı. Konuşmada bu saldırıların işçilereemekçilere dönük bir saldırı olduğu ifade edildi. Bununyanı sıra toplum düzeyinde son günlerde oluşturulmayaçalışılan şoven dalgaya karşı “Yaşasın haklarınkardeşliği!” sloganı atıldı.

BDSP, Halkevleri ve ÖDP örgütlediği EHP, TKP veYeni Hayat Derneği’nin de destek verdiği eylem alkışlarve ıslıklar eşliğinde sona erdi.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece - Sarıgazi

UPS işçileri patron-polis işbirliğinegeçit vermiyor!

Küçükçekmece’de sınıf faaliyetleriSınıf devrimcileri Küçükçekmece’de devrimci siyasal faaliyeti çok yönlü olarak sürdürüyorlar. Merkezi

araçların yanısıra fabrikaların özgün sorunlarını işleyen materyallerle işçilere seslenen sınıf devrimcilerimücadele ve örgütlenme çağrısı yapıyor.

Metal işçilerine çağrı Toplu Sözleşme Sempozyumu çalışmaları kapsamında BMİS’in örgütlü olduğu işletmelerin etrafına

sempozyum çağrı afişleri yapılırken sempozyum davetiyeleri de kullanılıyor. Metal İşçileri Bülteni’nin Haziran sayısı metal fabrikalarına dağıtılmaya başlandı. TİS sürecine dair yazıların

bulunduğu bülten işçiler tarafından ilgiyle karşılandı.

İşçilere özgün araçlarla sesleniliyor Güven Elektrik’te temmuz ayında işçilere dayatılan ücretsiz izinlere karşı işçileri mücadeleye çağıran özel

sayılar fabrika içerisine atılarak kadın işçilere ulaştırıldı. Yoğun baskıların ve işten atma saldırılarının yaşandığı bir fabrikaya da müdahale edilerek işçilere saldırılara

karşı susmama, örgütlenme ve direnişe geçme çağrısı yapıldı.

UPS işçisiyle sınıf dayanışması UPS kargo işçilerinin yürüttüğü sendikalaşma mücadelesine dönük çalışmalar devam ediyor. Düzenli

ziyaretler örgütlenerek sınıf dayanışması yükseltiliyor. Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Esenyurt’ta “sendika” gerginliği12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Son haftalarda, İstanbul’da EsenyurtBelediyesi’nde üyeleri bulunan DİSK’e bağlı Genel-İşSendikası ile Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikasıarasında şiddeti gittikçe artan bir gerilim yaşanıyor.En başta Esenyurt Belediyesi’nde çalışan işçilere zararveren sendikal rekabet iki cepheden yapılanaçıklamalarla kızışıyor.

Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube’nin17 Ağustos 2009 tarihinde Esenyurt Belediyesi’ndeyaşanan işten atma saldırısının ardından başlattığıdirenişin geçtiğimiz haftalarda sona ermesininardından başlayan karşılıklı açıklama ve bilgilendirmetrafiği Genel-İş Sendikası Avrupa Yakası 2 No’luBölge Başkanlığı’na bağlı İstanbul 2 No’lu Şube’ninsol-sosyalist çizgideki basın yayın organlarıyladüzenlediği toplantıyla devam etti. EsenyurtBelediyesi’nde üyeleri bulunan Genel-İş İstanbul 2No’lu ve Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’luŞube’nin sürece ilişkin kamuoyuna yaptıklarıaçıklamalara ve ortaya attıkları iddialara geçmedenönce Esenyurt’taki süreçle ilgili birkaç hatırlatmayapmakta fayda var.

29 Mart 2009 yerel seçimlerden önceki süreçte1996 yılından 2004 yılına kadar EsenyurtBelediyesi’nde örgütlü sendika Genel-İş’ti. 2004yılında işe alınan yeni işçilerin sayısının fazla olmasınedeniyle Genel-İş’in buradaki yetkisi düştü. 29 Martyerel seçimleriyle birlikte Kıraç ve Yakuplubelediyelerinin Esenyurt Belediyesi’ne bağlanmasınınardından belediyede toplu sözleşme yapma sıkıntısıbaşladı. Belediyelerin birleşmesinden önce KıraçBelediyesi’nde çalışan Genel-İş Sendikası üyesi 102işçi ve Yakuplu Belediyesi’nde çalışan Belediye-İşSendikası İstanbul 2 No’lu Şube üyesi 38 işçiEsenyurt Belediyesi’ne geçirildi. Esenyurt Belediyesibünyesinde sendikasız olarak çalışan 92 işçiyleberaber 29 Mart yerel seçimlerinin ardından bubelediye bünyesindeki işçi sayısı 232’ye çıktı. Bugeçiş sürecinden sonra ise belediyede toplu sözleşmeiçin yetkili sendika karmaşası başladı. Böyle birsüreçte belediyede yaşanan sorunlara ve işten atmalarakarşı çıkan Belediye-İş İstanbul 2 No’lu Şubebelediye binası önünde aylar süren bir direniş başlattı.Bu direniş zaman zaman belediye yönetimi tarafındansaldırılara uğradı.

Esenyurt Belediyesi’nde Genel-İş ve Belediye-İşarasındaki gerginlikte iki taraf da açıklamalardabulundular.

Belediye-İş 2 No’lu Şube’nin iddiaları...

Belediye-İş Sendikası İstanbul Şubeleri arasındailerici duruşu ile bilinen ve şube başkanlığını HasanGülüm’ün yaptığı Belediye-İş Sendikası İstanbul 2No’lu Şube Esenyurt’taki sürece ilişkin aktarımlarınıve görüşlerini yazılı bir açıklamayla aktarmışbulunuyor. Esenyurt Belediyesi’nde çalışan üyelerininbelediye yönetiminin sendika düşmanlığı sonucundaişten atılmasının ardından Genel-İş 2 No’lu Şube’ninherhangi bir desteğini göremediklerini belirten HasanGülüm kendi üyelerinin işçilerin işten atılmasına karşıGenel-İş 2 No’lu Şube’nin herhangi bir tepkigöstermediğini ifade ediyor. Belediye-İş Sendikasıİstanbul 2 No’lu Şube, Esenyurt’ta yaşanan sürecişöyle anlatıyor:

“Bizler belediye iş sendikası 2 nolu şube olarak 17ağustosta esenyurt belediyesinde 3 işçi arkadaşımızınişten atılmasıyla direnişe geçtik.

Esenyurt belediyesi 29 Mart 2009 da ilçe oldu.Sendikamızın üyelerine 22 Haziranda bu ilçede iş başı

yaptılar. Bazı tarih ve rakamlara dikkatinizi çekmekistiyorum. Üyelerimiz bu ilçeye gelir gelmezsendikamızdan istifaya zorlandılar. İşten atılan süreile esenyurtta kaldıkları süre arasında yaklaşık 60 günbulunmaktadır. Bu zaman içinde üyelerimizin yerlerideğiştirildi, tehdit edildiler burada yetkili sendikaolmadığından sendika olarak bu baskılara müdahaleettik. Aslında ne olduysa bununla başlandı bumüdahale esenyurttaki belediye yönetiminin bizesaldırısını artırdı. Genel iş sendikasının üyeleri dekıraçtan geldi. Ve işten atılanlarda bizden önce olmuş.Bizim üyelerimizin yaşadıklarına benzerleriniyaşamışlar. Ancak biz bu durumu kamuoyunaduyurduk. Bunu yaptığımızı gerekçe göstererek 3işçimiz 17 ağustosta atıldı. Bu nedenle genel işinsöylediği gibi değil. bize 3-5 kişi lazım dediklerindebiz esenyurtta işverenle işten çıkarılan işçilerimizin vesürgünlerin mücadelesini yürütüyorduk. Kaldi kimücadele edilirken bu gün olduğu gibi iç tartışmalarhep kaybettirmiştir. İtirazımız bunadır dün olduğu gibibugün de buna itiraz ederiz.

Bizim üye sayımız 38 genel işin 102 sendikasız 92kiş olmak üzere toplam 232 kişidir. Peki neden bizimüyeleri işten atıldılar. Oysa kıraçtan gelen işçilerdende işten atılanlar olmuş ama genel iş hiç ilgilenmemişbu işçilerden dava sonucu dönen işçiler bugünçalışmaktalar. Bu nedenle genel işin bizimtavrımızdan dolayı işçilerin atılmasını göstermeleriadeta ihanetçi gibi bir sonuç yaratır ki bunu daesenyurtta atılan ve bugün çalışan genel üyesi dahiltüm işçilere sorarak cevap almalıyız. Aksine genelişten istifalar neyle açıklanır. Aslında genel iştenistifalarla asıl sorun başladı.

Çünkü Genel iş sendikasının bize 3-5 kişi lazımderken işçileri sürü gibi gören ama işçilere saldırılarıgörmeyen bunun için lazım olan direniş dayanışma vebirlikte mücadelede olmayan ama sadece üyelerisendikalarına örgütlemeyi bunun üzerine kuran biranlayışla baktıkları için bugün bunu söylemekteler.kaldiki esenyurtta soruna hiç sendikal rekabette

bakmadığımız ortadır. Bunu pratiklerimizle herkesbilir.”

Genel-İş 2 No’lu Şube’nin iddiaları...

17 Haziran Perşembe günü Aksaray’daki Genel-İşAvrupa Yakası Bölge Başkanlığı binasında basıntoplantısı düzenlendi. Genel-İş yöneticileri örgütlüoldukları Kıraç Belediyesi’nde çalışan üyelerininEsenyurt Belediyesi’ne geçmelerinin ardından bubelediyede üye sayısı açısından çoğunluk olduklarınıve Belediye-İş 2 No’lu Şube ile yaptıklarıgörüşmelerde çoğunluk tespitine müraacaatedeceklerini ve yetkili sendika olabilmek için 3-5üyeye ihtiyaçları olduğunu söylediklerini aktardılar.Belediye-İş İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı HasanGülüm’ün bu görüşmeler sırasında “Genel-İşSendikası yetkili olacağına Hizmet-İş Sendikası’nınyetkili olmasını tercih ederim” dediğini iddia edenGenel-İş yöneticileri bakanlığa yaptıkları çoğunluktespitinin bir kişi eksik çıkması nedeniyle EsenyurtBelediyesi’nde yetki alamadıklarını aktardılar.Esenyurt’ta Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’luŞube’nin aylar boyunca süren direnişine destekvermedikleri yönündeki eleştirileri de yanıtlayanGenel-İş İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı HakkıKarabulut ve Genel-İş 2 No’lu Bölge BaşkanıMehmet Karagöz direniş sürecinde destek vermekistediklerini ancak bu desteklerinin Belediye-İştarafından engellendiğini ifade ettiler. Konuyla ilgilisürecin belediye yönetiminin itirazı sonucu işmahkemesinde devam ettiğini aktardılar.

***

Genel-İş Avrupa Yakası İstanbul 2 No’lu Şube veBelediye-İş İstanbul 2 No’lu Şube’nin Esenyurt’takisürece ilişkin açıklamaları bir yana tüm bu tartışmalarEsenyurt’ta belediye işçilerinin örgütlenmesine vemücadelesine zarar vermiştir. Esenyurt’ta yaşanansürece ilişkin asıl kararı Esenyurt belediye işçileri vebölgedeki ileri ve devrimci kamuoyu verecektir.

Esenyurt’ta “sendika” gerginliği

DİSK-AR: “Güvencesiz çalışma yaygınlaşıyor”

DİSK Araştırma Dairesi (DİSK-AR), Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden yola çıkarak işsizlik sorunuüzerine bir rapor hazırladı. Raporda, işsiz sayısının 2 yılda yüzde 35 arttığı belirtilirken, krizle beraberişçilerin güvencesiz çalışmaya mahkum edildiği söylendi.

Raporda iflasın eşiğine gelen ve Türkiye’nin “yardım eli” uzatmayı teklif ettiği Yunanistan’da işsizlikoranının Türkiye’ninkinin daha altında olduğuna dikkat çekildi. Yunanistan’da işsizlik oranının yüzde 11,7iken, Türkiye’de bu oranın yüzde 13,7 olduğu belirtildi.

Küresel ekonomik krizle beraber pek çok işçinin güvencesiz çalışmaya, eksik istihdam biçimlerinemahkum edildiği ifade edilirken Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı’nda işsizliğin yüzde 10’luk kısmınınyapısal bir olgu olarak kabul edilmesi eleştirildi. Raporda, bu yaklaşımla yaklaşık 2 milyon 200 bin işsizin“yapısal işsiz” görüldüğü, krizin yarattığı bir olgu olarak açığa çıkan 1 milyon 264 bin işsizin ise “dönemselbir olgu” kabul edildiği söylendi.

Şubat, Mart, Nisan 2010 dönemini (Mart dönemi) kapsayan Hanehalkı İşgücü Anketi sonuçlarına göre,işsizlik oranının geçen yılın aynı dönemine göre 2,1 puanlık düşüşle yüzde 13,7 düzeyinde bulunduğununhatırlatıldığı raporda, 2008’de yaklaşık 2,5 milyon olan işsiz sayısının ise son verilere göre 3,5 milyoncivarında olduğu belirtildi. Raporda, işsiz sayısının 2 yılda yüzde 35 arttığı kaydedildi. Raporda, işsizlikazalırken güvencesiz çalışmanın yaygınlaştığına dikkat çekildi.

Raporda kronik işsizlik sorunu da ele alındı. Raporda eksik istihdam rakamlarında da artış yaşandığı ifadeedilirken esas işinde ve diğer işinde/işlerinde haftada toplam 40 saatten daha az çalışan ve 1 saat çalışmış olsabile istihdamda sayılanlarla, aynı nedenlerle istihdamda görünen ancak iş arayanların sayısında 154 binyükselme olduğu belirtildi.

Raporda, bazı çevrelerce işsizliğe çözüm olarak kıdem tazminatlarının kaldırılması, esnek çalışma, kamuemekçilerinin iş güvencesinin kaldırılması, geçici çalışmanın yaygınlaşması, kiralık işçilik uygulamalarınıngösterildiği ifade edildi.

Tuzla tersaneler cehenneminde bir iş cinayetidaha yaşandı. Saltanatlarını işçilerin kanı üzerinekuran tersane patronları yaşanan iş cinayetini hasıraltı etmek için işçileri tehdit ederken, SelayTersanesi’nde 14 Haziran günü yaşanan ölümkamuoyuna yansımadı. Ancak duyarlı işçilerinkazanın akibetinin ısrarlı bir biçimde SelayTersanesi’nde çalışan işçilere sormasıyla işçininöldüğü kesinlik kazanırken işçinin isminin MehmetTağrikulu olduğu öğrenildi.

Tersane İşçileri Birliği Derneği’nin (TİB-DER)konuyla ilgili açıklamasını yayınlıyoruz:

Tersane patronlarıiş cinayetlerini gizliyor!

18 Haziran Cuma günü derneğimiz kamuoyunayazılı bir açıklama yaparak, Selay Tersanesi’nde biriş cinayeti gerçekleştiğini ifade etmişti. İş cinayetiningerçekleştiği konusunda kesin bir bilgiye sahipolmamıza rağmen, ölen işçinin kimliği hakkında netbir bilgimiz yoktu. Yine yaptığımız açıklamada ölenişçi arkadaşımızın kimliğine ulaşmak için yoğun birçaba sarfedeceğimizi belirtmiştik. Bu çabalarımızsonuç verdi ve nihayet ölen işçi arkadaşımızınkimliğini tespit etmiş bulunmaktayız.

İşveren tarafından işten atılmakla tehdit edilenişçiler bu konu ile ilgili konuşmaktan kaçınmışlardı.İşveren iş cinayetinin duyulmaması için elindengeleni yapmıştı.

Bugün için 10 işçinin çalıştığı SelayTersanesi’nde şu anda üretim gerçekleşmezkenYalova’da yapılan Sultan Atasoy isimli bir kuru yükgemisi, eksiklerin tamamlanması için Selay’dabulunuyordu. 14 Haziran Pazartesi günü SelayTersanesi’nde kadrolu işçi olarak çalışan 60yaşındaki Mehmet Tağrikulu tonlarca ağırlıktakimalzemenin altında kalarak ağır yaralandı. Forklifttetaşıdığı ağır malzemelerin devrilmesi sonucuyaralanan Tağrikulu, GİSBİR Hastanesi’ne kaldırıldı.Burada yoğun bakım ünitesinin dolu olmasındankaynaklı Tağrikulu, Kartal Eğitim ve AraştırmaHastanesi’ne sevk edildi. Bu hastaneden de Selaypatronu tarafından alınarak özel bir hastaneye sevkedildi. Ancak ağır yaralı olan Tağrikulu iç kanamasonucu yaşamını yitirdi.

İşçi sağlığını hiçe sayarak birçok işçiarkadaşımızın ölümüne sebebiyet veren patronlar,ölümü gizleme noktasında yoğun bir çaba içerisinegirmişlerdir. GİSBİR Hastanesi’ne götürmüş olmalarıda bu gizleme çabasının ürünüdür. Dahası gelişmişteknolojik imkanlara sahip olduğu ile sürekli olarakövünülen, bölgenin en iyi hastanesi olarak tanıtılanGİSBİR Hastanesi’nin “yoğun bakım” ünitesinindolu oluşu, hiç de hafif olmayan bir çok iş kazasınınvarlığını göstermektedir.

Kâr hırsı öldürmeye devam etmektedir. İşcinayeti, bu kez taşeron işçiyi değil, kadrolu işçiyivurmuştur. Tıpkı iş cinayetine kurban giden diğerkadrolu işçilerden Dearsan’da çalışan Cevat Toy veTorlak’ta çalışan Süleymen Birinci gibi. Ve bu durumkarşısında hiçbir iş cinayetine ses çıkarmayankadrolu işçilerin sendikası Dok Gemi-İş sessizliğini

korumaya devam ediyor. Bu iş cinayetleriniduymamış olmaları mümkün değildir. Ancak onlarher sorunda olduğu gibi iş cinayetleri konusundada patronları incitmemeye, onlarla işbirliğiyapmaya ve suç ortağı olmaya devam etmektedir.

Dolayısıyla işveren yanlısı olarak bilinen DokGemi-İş sendikası Genel Başkanı H. NecipNalbantoğlu ve sendikanın yönetim kurulu derhalistifa etmelidir. Selay patronu tutuklanmalı veyargılanmalıdır. Rant, vurgun ve ölümlerigizlemekle görevli GİSBİR Hastanesi kapatılmalı,Tuzla Devlet Hastanesi genişletilmeli ve tamdonanımlı hale getirilmelidir.

Tersane İşçileri Birliği Derneği olarak işcinayetleri konusunda mücadelemiz sürmektedir.Bütün kamuoyunu bu mücadeleye omuz vermeyeçağırıyoruz.”

Tersane İşçileri Birliği Derneği

Tersaneler cehennem, işçiler köle kalmayacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Tazminat değil sadaka!İş yerinde geçirdiği kaza nedeniyle 4 parmağını kaybeden Veysel Çiçek`e 5 bin TL tazminat ödenmesi ise

patronlar sınıfının işçilere verdiği “değeri” bir kez daha gösterdi. Veysel Çiçek isimli işçi, 2004 yılının aralık ayında, İzmir’de çalıştığı plastik firmasında “iş kazası” geçirdi.

Sağ elindeki 4 parmağı kesilen işçi, El ve Mikro Cerrahi Hastanesi’ne kaldırıldı. Çiçek, 2006 yılında işyeri sahipleri hakkında İzmir 9. İş Mahkemesi’nde 40 bin lira manevi, bin lira da

maddi tazminat istemiyle dava açtı. Çiçek’in, SSK raporuna göre yüzde 38, İzmir Adli Tıp Kurumu raporunagöre ise yüzde 43 oranında iş göremez olduğu tespit edildi. Bilirkişi raporunda da işverenin kazanınoluşumunda yüzde 50 oranında kusurlu olduğu tespit edildi.

Yargılama sonunda ise mahkeme patronu adeta ödüllendirdi. Geçirdiği kaza sonucu eskiden yaptığı işi aynınitelikte yapamayacak olan Çicek’in bundan kaynaklı iş bulmakta zorlanacağı ya da çok düşük ücretlereçalışmak zorunda alacağı aşikar. Fakat buna rağmen mahkeme, işverenin Çiçek’e 5 bin lira tazminatödemesine hükmetti. Yaşadıklarıyla kıyasladığında tazminatın çok komik olduğunu belirten Çiçek, kararıtemyiz ettiklerini bildirdi.

Yine iş cinayeti yine çarpıtmalarİşçi-emekçilere kuralsız ve kölece çalışma koşulları dayatarak çarklarını döndüren kapitalist sömürü

düzeninde, “iş kazası” adı altındaki iş cinayetlerine hergün bir yenisi eklenmeye devam ediyor. Patronlariçin ek yük ve masraf anlamına gelen tedbirlerin alınmaması sonucu gerçekleşen bu cinayetler,medyasından siyasetçisine tüm düzen aktörlerince, ya ‘kader’ olarak adlandırılıyor ya da bir bütün olarak‘işçilerin dikkatsizliğine’ yorularak geçiştiriliyor.

Ücretli kölelik düzeninin azgın sömürü ve sefalet koşullarında ölüme itilenler kervanına 20 Hazirangünü iki işçi daha eklendi. İstanbul Okmeydanı’nda, temel kazma işinde çalıştıkları inşaat alanında çökenistinat duvarı, Abdullah Demirci ve oğlu Yunus Demirci’ye mezar oldu. Aynı inşaatın asansör bölümündeçalışan Mustafa Karayiğit isimli işçi ise, göçük altında bir buçuk saat boyunca yardım beklemesininardından olaydan yaralı olarak kurtuldu. Oğlu Yunus Demirci’nin cesedinin çıkarılmasının ardından olayyerine gelen anne Emine Demirci ile babasının ve kardeşinin ölüm haberini alan kardeş Yusuf Demircisinir krizleri geçirdi.

Söz konusu ölümler, bir kez daha burjuva medyanın elinde “kör talihe, kötü kadere” indirgendi. İşcinayetinin “Babalar Günü”nde gerçekleşmiş olması ise, “kader” yalanına “Baba-oğul, Babalar Günü’ndeölüme gittiler” türünden iğreti duygusallık çabalarının eklenmesine zemin hazırladı.

Basit iş güvenliği tedbirlerinin dahi alınmamasını, işçilerin kölece çalışma koşulları altında kuralsızcaçalıştırılıyor olmalarını ya da kurtarma çalışmalarının ancak saatler sonra başlamasını tercihen görmezdengelen burjuva medya ise, yaşanan iş cinayetleri ile ilgili düzenin tüm aktörlerinin ‘üzerine düşeni’ yaptığınıgöstermiş oldu.

Tersanede iş cinayetlerihasıraltı ediliyor

15-16 Haziran’ın yıl dönümündeKartal’da kürsü işçilerindi

DİSK 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 40.yıldönümünde İstanbul Kartal’da işçi kürsüsükurdu.

Kriz bahanesiyle, sendikal örgütlenmemücadelesi nedeniyle işten atılan ve direnişte olanişçilerin de yer aldığı 15-16 Haziran buluşmasınayüzlerce işçi katıldı.

Onur Akın ve Bandista’nın da sahne aldığı gecesaat 20.00’de Kartal Meydanı’nda başladı. BilgiÜniversitesi çalışanları, Samka Metal’de direnişteolan işçiler, Nu Marin Tersanesi işçileri, BalnakLojistik işçileri, Ataşehir Belediyesi’nde işten atılanGenel-İş üyesi işçiler, Kartal Koşuyolu Eğitim veAraştırma Hastanesi’nde işten atılan Dev Sağlık-İşüyeleri ve Sinter Metal işçilerinin katılım sağladığıbuluşmada ilerici ve devrimci güçler de yer aldı.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi alandatoplanan yüzlerce kişiye seslendi. Açıklanan işsizlikrakamlarını hatırlatan Çelebi, bu rakamların doğruolmadığını gerçek rakamların daha fazla olduğunubelirterek uygulamaya sokulmak istenen yenisaldırılara dikkat çekti. Çelebi’nin konuşmasımücadele çağrısıyla sona erdi.

Sarıgazi’de 15- 16 Haziranselamlandı

Sarıgazi Birleşik Emek Platformu, 15-16Haziran Direnişi’nin 40. yıldönümünde basınaçıklaması gerçekleştirdi ve UPS işçilerininKurtköy’de süren direnişlerine destek ziyaretindebulundu.

16 Haziran günü gerçekleştirilen ve 60 kişininkatıldığı eylemde, “15-16 Haziran ruhuyla direnenişçiler kazanacak!” şiarlı ozalit taşındı. Okunanbasın açıklamasında, bugün de tıpkı 15-16 HaziranDirenişi’nde olduğu gibi, sendikalara ve örgütlenmehakkına sahip çıkılması; sendikal bürokrasiengelinin sendikalara sahip çıkarak aşılmasıgerektiği vurgulandı. Basın açıklamasına, UPSKargo direnişçisi bir işçi de katıldı.

Ankara’da 15-16 Haziranselamlandı

Ankara Direnişteki İşçi Emekçilerle DayanışmaPlatformu 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin40. yıldönümünde yürüyüş gerçekleştirdi.

16 Haziran günü saat 18.30’da YükselCaddesi’nden başlayan yürüyüş Konur Sokak’tanOlgunlar Caddesi’nde bulunan Madenci Anıtı’nakadar devam etti.

Sık sık “Direnen işçiler kazanacak!”, “Yaşasınişçilerin birliği halkların kardeşliği!” sloganlarınınatıldığı yürüyüşün ardından Madenci Anıtı önündebasın açıklaması okundu. İşçi sınıfı mücadelesindeölümsüzleşenlerin anısına saygı duruşundabulunulan eylemde Halk Cephesi ve DevrimciProletarya’ya yönelik gözaltı saldırısı ve artanbaskıların devrimci mücadeleyi durduramayacağıvurgulandı. Eyleme yaklaşık 70 kişi katıldı.

15-16 Haziran Direnişi yol gösteriyor...14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

15-16 Haziran Direnişi selamlandı

Kot kumlama işçileri Ankara’da!Çalıştıkları merdiven altı kot taşlama ve yıkama atölyelerinde ölümcül silikozis hastalığına yakalanan kot

işçileri aileleri ile beraber “sosyal güvenlik hakları”nın tanınması talebiyle 22-24 Haziran tarihlerindeAnkara’da oturma eylemi gerçekleştirdiler.

Uzun süredir yürüttükleri mücadeleye rağmen talepleri karşılanmayan ve sorunları çözülmeyen kot işçilerihükümeti göreve çağıran bir metni de imzaya açtılar. İnsanlık dışı çalışma koşulları nedeniyle silikozishastalığına yakalanan 5 bin kot kumlama işçisinin birer birer ölmesine sessiz kalınmayacağının belirtildiğiimza metninde sosyal güvenlik hakkı talep edildi. Hükümet derhal gerekli yasal ve idari düzenlemeleriyapmaya çağrıldı.

Aileleriyle birlikte Ankara’ya gelen kot kumlama işçilerine, aralarında TEKEL işçileri, KESK AnkaraŞubeler Platformu ve TTB’nin de bulunduğu sendika, meslek odaları, ilerici ve devrimci kurumlar da destekverdi. İşçiler, ellerinde meslek hastalığı nedeniyle genç yaşta yaşamını yitiren arkadaşlarının ve yakınlarınınfotoğraflarını taşıyarak yeni ölümlerin yaşanmaması için yetkilileri önlem almaya çağırdı.

Eylemde yapılan basın açıklamasında, silikozis hastası sayısının 600’e yaklaştığı belirtilerek, ortalama heriki kot işçisinden birine silikozis teşhisi konduğu hatırlatıldı.

Kot kumlama işçilerinin talepleri ise şöyle sıralandı: - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, sigortası olup olmadığına bakmaksızın tüm silikozis hastalarının,

hastalıkları oranında sosyal güvenlik haklarından yararlanmalarını sağlamalıdır.- İşçilerin geriye dönük haklarını alabilmeleri için uzun sürecek mahkeme süreçleri yerine, işçilerin

zararlarının tespit edilmesi ve karşılanması için bakanlık yetkililerinden, sektördeki meslek örgütlerinden vesendikaların temsilcilerinden oluşturulacak özel bir komisyon kurulmalıdır.

- Sağlık Bakanlığı, kot kumlama işinde çalışmış herkesin, göğüs hastalıkları hastanelerine ulaşması içinülke çapında bir kampanya başlatmalıdır.

- Silikanın, havada solunacak şekilde serbest kullanımı, yalnızca kot kumlama işinde değil, tümsektörlerde yasaklanmalıdır.

-Adalet Bakanlığı, silikozis hastalarını mahkeme giderlerinden muaf tutmak üzere acilen bir genelgeçıkarmalıdır.

KESK’ten imza kampanyası

Türkiye’de 6 bine yakın işçinin silikozis hastalığına yakalandığına vurgu yapan KESK Ankara ŞubelerPlatformu ise, kot kumlama işçilerine mağduriyet maaşı bağlanması için imza kampanyası başlatarak örgütlübir çalışma yürüteceklerini açıkladı.

İşçiler BDP ile görüştü

Kot kumlama işçileri, yaşadıkları sorunlara çözüm bulunması amacıyla mecliste grubu bulunan partilerlegörüştü. İlk görüşmelerini BDP ve MHP’yle yapan kot kumlama işçilerinin randevu taleplerine AKP’dencevap verilmedi. İşçilerin Meclis’e gönderdiği heyette yer alan Abdülhalim Demir, BDP ve MHP ileyaptıkları görüşmelerin ardından Abdi İpekçi Parkı’nda açıklama yaptı. Meclis kapısı önünde bir buçuk saatbekletildikten sonra BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın girişimleri sonucu Meclis’e girmeyi başardıklarınıifade eden Demir, BDP ile yaptıkları görüşmelerin olumlu geçtiğini dile getirdi.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

İşçi ve emekçi hareketinden..“Mahkeme kararları uygulansın!”

Dev Sağlık-İş Sendikası Uludağ Üniversitesi İşyeriTemsilciliği 17 Haziran günü yaptığı eylemle Bursa 4.İş Mahkemesi’nin 19 Mart 2010 günü aldığı taşeronişçi çalıştırılmasının yasaklanması kararınınuygulanmamasını protesto etti.

Altıparmak SGK önünde yapılan eylemde “İnsanihaleyle çalıştırılmaz” pankartı açan sağlık işçileriadına Dev Sağlık-İş Güney Marmara Temsilcisi DeryaÖztürk açıklama yaptı. Mahkeme kararlarınınuygulanmasını talep ederek kazanılmış haklarınıngasp edilmesine karşı mücadelelerinin süreceğinibelirten Öztürk’ün ardından Dev Sağlık-İş UludağÜniversitesi İşyeri temsilcisi Fikret Sarıgül söz aldı.Eyleme; DİSK, KESK, TMMOB, TÜMTİSyöneticilerinin yanısıra Halkevleri de destek verdi.

Akdeniz Üniversitesi’nde eylemAkdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde

18 yıldır taşeron işçi olarak çalışan ZübeydeBayram’ın işten atılması 18 Haziran günü protestoedildi.

Dev Sağlık-İş Sendikası üyesi Zübeyde Bayram’ınişe geri alınması talebiyle gerçekleştirilen eylem içintaşeron sağlık işçileri A Blok önünde bir araya geldi.Eyleme öğretim görevlileri ve öğrenciler de destekverdi.

Basın açıklaması öncesinde yapılan konuşmadaişçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarının, haklarınınişten çıkarmalarla gaspedildiği ifade edildi. Basınaçıklamasını okuyan Doç. Dr. İlker Belek,taşeronluğun bir kölelik düzeni olduğuna dikkat çekti.Açıklamada konuşan Zübeyde Bayram ise kendisigibi taşeron şirketlerde çalışan işçilere sendikalaşmaçağrısı yaptı.

DESA suç işliyor, Prada seyrediyor!Deri-İş Sendikası, DESA’nın en büyük alıcısı olan

Prada’nın İstanbul Nişantaşı’ndaki mağazası önünde19 Haziran günü gerçekleştirdiği eylemle Prada’nınDESA ile imzaladığı “davranış kuralları”na uymasınıve işçi düşmanlığına sessiz kalmamasını istedi. MaçkaParkı’nda toplanan Deri-İş üyeleri “DESA suç işliyor,Prada seyrediyor” yazılı pankartla yürüyüşe geçti.Nişantaşı’ndaki DESA mağazasının karşısındabulunan Marks&Spencer mağazası önünde de DESApatronunun sendika karşıtı tutumunu protesto edenDeri-İş üyeleri buradan Prada önüne geçtiler.

Prada önünde basın açıklamasını okuyan Deri-İşGenel Başkanı Musa Servi, DESA’nın anlaşmalarauymadığını belirterek DESA’nın alıcısı olan markalarıbilgilendirmede bulunduklarını söyledi.

DESA’nın en büyük alıcısı Prada’nın sendikakarşıtı tutuma kulaklarını tıkadığını söyleyen Servi,mücadeleye devam edeceklerini vurguladı. Bağlıbulundukları Uluslararası federasyon ITGLWF veCCC ile birlikte ortak bir mücadele yürütüldüğünedeğinen Servi, mücadeleye devam edecekleriniduyurdu.

TÜMTİS üyesi UPS işçilerinin de katıldığıeylemde UPS’deki direniş de selamlanarakdayanışmanın önemi vurgulandı.

Patronun “haberi yokmuş”Sendikalaştıkları için işten atılan ve 27 Mayıs

günü fabrika önünde direnişe başlayan Deri-İş üyesi 3kadın işçiyi ve sendika yöneticilerini, polise talimat

vererek gözaltına aldıran Yeşil Kundura patronu,fabrikadaki kuralsız çalışma koşullarından haberininolmadığını iddia etti.

Deri-İş yöneticileri, patron Engin Yeşil’legerçekleştirdikleri görüşmede fabrikadaki köleceçalışma koşullarına değindiler. İşçilere verilen düşükücretlerin yanısıra uzun çalışma saatleri, gaspedilenikramiyeler, işçilerin tuvaletlere turnikelerden geçerekkartla girmek zorunda bırakılmaları, molalarda verilençayların bile parayla satılması gibi uygulamaları YeşilKundura patronuna hatırlatan sendika yöneticileri,Engin Yeşil’in “Haberim yoktu” yanıtıyla karşılaştılar.Yeşil Kundura patronu işçilerin sendikalaşmasınakarşı olmadığını iddia etti.

İşçilerin kararlı direnişi sonucunda sendikayöneticileriyle görüşmeyi kabul eden Yeşil Kundurapatronuyla önümüzdeki günlerde bir görüşme dahayapılması bekleniyor.

Assan Gıda işçileri Karaköy’deydiAssan Gıda’da sendikalaşma mücadelesi veren Tek

Gıda-İş üyesi işçiler Kibar Holding’in İstanbulKaraköy’de bulunan merkezi önünde kitlesel basınaçıklaması yaptı.

Eyleme, Mayıs ayından bu yana işten çıkarılan 41Assan Gıda işçisi katılırken, Türk-İş’e bağlısendikaların İstanbul şubelerinden şube başkanları,yöneticileri, TÜMTİS ve Petrol-İş ile direnişteki UPSişçileri de eylemde yer aldı.

Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucaktarafından yapılan açıklamada, sendikaya üye olanişçilere yönelik baskı ve kıyımın halen devam ettiğibelirtilerek mayıs ayı ortalarında başlayan örgütlenmegirişimlerinden bugüne kadar işten çıkarılan işçisayısının 41’e vardığı hatırlatıldı.

İşçilerin teke tek görüşmelere çağrılarak, baskı vetehditle sendikadan istifaya zorlandığının dilegetirildiği açıklamada işten çıkarılan işçilerin gerialınması talep edildi.

Mercimek Belediyesi’nde direnişsürüyor!

Adana’nın Ceyhan İlçesine bağlı MercimekBelediyesi’nde 28 işçinin maaşlarının ödenmemesi veDİSK/Genel İş’in, belediye başkanıyla yaptığıgörüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmaması üzerine26 işçi 25 Mayıs’ta iş bırakarak belediye önündebeklemeye başlamışlardı.

Belediye başkanı, belediye seçimlerinden sonra

belediyeyi borçlu devraldığını ve gerekli ödeneğinolmaması nedeniyle ücretleri ödeyemediğinisöylemesine rağmen seçimlerden sonra kendi yandaşıolarak işe aldığı sözleşmeli çalışanların ücretleriniödemeyi sürdürüyor. Belediyenin işleri de bu yandaşişçilere yaptırılıyor.

Sürece ilişkin düşüncelerini aldığımız işçiler,direniş sürecinde yaşadıkları sıkıntıları dilegetiriyorlar. Direnişin gündeme taşınması içinsendikanın yeterince harekete geçmediğini söyleyenişçiler bugüne kadar yapılan her şeyin işçilerinçabasıyla olduğunu ifade ediyorlar.

Genç işçiler buluştuTAREM ile Türk-İş’e bağlı Petrol-İş, Tekgıda-İş,

Tez-Koop-İş, Koop-İş, TÜMTİS, Deri-İş, Hava-İşsendikaları ve DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş, Sosyal-İş, Genel-İş, Dev-Sağlık-İş, Limter-İş tarafındanörgütlenen Dünya Genç İşçi Buluşması İzmirSeferihisar’da Tek Gıda-İş Sendikası Tesisleri’ndebaşladı.

22-27 Haziran tarihleri arasında 5 gün sürecekolan kamp Tek Gıda-İş Sendikası Genel SekreteriMecit Amaç’ın yaptığı açılış konuşmasıyla başladı.

Dünyadaki mücadelelerin artık globalleştiğini vebunun önemsenerek adımlar atılması gerektiğinibelirten Amaç’ın ardından KESK/Eğitim-Sen EğitimUzmanı Erkan Aydoğanoğlu “İşçi Sınıfı Tarihi”başlıklı sunumunu gerçekleştirdi.

Brezilya, Belarus, Hollanda, Rusya, Ukrayna veBelçika’dan genç işçilerin katıldığı etkinliklerde 4dilde simültane çeviri yapılarak genç işçilerin iletişimisağlandı.

BMİS Genel Temsilciler Kurulutoplandı

19 Haziran günü Genel Temsilciler Kurulu’nutoplayan Birleşik Metal-İş Sendikası, toplantınınsonuçlarına ilişkin açıklamada bulundu. Açıklamada -Asemat grevinin yanısıra Samka ve Nemadirenişlerini de selamlayan Genel Temsilciler Kurulu,kriz gerekçesiyle işçileri sindirmeye ve yeni hakkayıplarına yönelik her türlü politikaya karşı örgütlügücün ve sendikal örgütlülüğün tek güvence olduğunuhatırlattı.

Sinter, Daiyang, Mahle Mopisan Konya ve İzmir,Procast, Sanel, Termo Makine ve gizliden gizliyeörgütlenme mücadelesi veren işyerlerindekimücadelelerin başarıyla sonuçlanmasının öneminevurgu yapan Genel Temsilciler Kurulu, SağlıkBakanlığı’na bağlı işyerlerinin de özelleştirmesürecinde tasfiye edilmek istenmesine karşı gerekenmücadelenin verileceğini duyurdu.

BMİS’in açıklamasında yaklaşam Grup TİSsürecine ilişkin şu ifadelere yer verildi:“Aynı koşullar altında grup toplu iş sözleşmesidönemine girmekteyiz. İşveren sendikası MESS ile2010-2012 dönemini kapsayacak Grup Toplu İşSözleşmesi’nde işverenlerin kazanılmış haklarımızakarşı saldırıları ile yüz yüze kalabileceğimiz aşikardır.

Kriz dönemi ağır bedel ödeyen biz metal işçileri,Grup Toplu İş Sözleşmesi’nde yeni bedellerödemeyeceğimizi, kazanılmış haklarımızın elimizdenalınmasına yönelik her türlü girişime karşı örgütlügücümüzle karşı duracağımızı ve hak ettiğimiz birsözleşmenin gerçekleşmesi için mücadele kararlığıiçinde olduğumuzu kamuoyuna ilan ediyoruz.”

Geride bıraktığımız yılda servet-sefalet uçurumubüyürken, işçi sınıfı ve emekçi kitleler ile burjuvaziarasındaki gerilim de arttı. Bu süreç 2008 sonlarındabaşta ABD olmak üzere birçok yerde sermayenin içdengelerini sarsan kapitalist kriz ile birlikte iyicehızlanmıştı. İflaslarını açıklayan tekellerin ardındankırılma farklı sektörlere ve coğrafyalara da sıçramış,işsizlik patlamıştı. Bu süreçte önlem olarak sadece işçikıyımı gerçekleşmemiş, kapsamlı birgeleceksizleştirme ile istihdam biçimleri de dizginsizbir sömürü için en uygun koşulların oluşturulmasınahizmet edecek biçimde yeniden yapılandırılmayabaşlanmıştı.

Kapitalizmin krizi ile gelen yıkım dalgasıTürkiye’de de etkilerini doğrudan hissettirdi. Budönemde başlayan işçi kıyımları, artan mesai ücreti vesigorta primi gaspları bunun somut yüzleri olarakyansırken, günlük ihtiyaçlara da büyük zamlargündeme geldi. Bu yıkımın gençliğe yansıması ise ensomut haliyle harç zamlarında görüldü. Yaz bitimindeharçlara %500’e varan oranda zam yapılacağıduyuruldu. Bu oran sokaklardan yükselen ses ile %8’egeriletildi. Ancak bu uygulamanın bir diğer ayağı olanve özellikle 2. öğretimleri kapsayan kontenjandüzenlemesi hayata geçirildi. Bu bile esasen gençliğibu süreçte bir dizi yakıcı gündemin beklediğinigöstermeye yetti.

Genel tabloya bakınca, geride bıraktığımız yılemekçilerin sürüklendiği sefalet içinde gençliğe debüyük bir geleceksizliğin düştüğünü ve yine bu saldırıkarşısında artan direnişlerin yarattığı hareketliliktegençliğin de ileri kesimlerinin yerlerini aldıklarınıgörüyoruz. Kapitalizmin kriz içinde debelendiğidönemlere ilişkin genel bir doğru olarak bugündensınıfın ve dolaysız olarak gençliğin bu süreçten yadengeleri lehimize çevirecek devrimci bir yükseliş ileya da bizleri daha uzun yıllar abluka altında tutacakbir gericileşme ile çıkacağını öngörebiliriz.

Gençlik hareketinin ihtiyacı üniversitelerdegençliğin gelecek özlemini saracak bir

politik hatta özgün sorunları işleyen birfaaliyettir

Gençlik hareketi için dönem başlarında yapılandeğerlendirmelerde yıllardır “tablonun dibe vurduğu”,“önceki senelere kıyasla bir daralma yaşandığı”söylenegelmektedir. Bu yıl da harç zamları sürecindeortaya konan tepkinin yarattığı hareketlenmeyerağmen birçok yerelde imkanların, kadrolarındonanımının bir ilerleme içerisinde olduğunusöyleyemeyiz. Dahası son yılların gözlemleri ile

birlikte siyasal gençlik grupları ve devrimci, demokratduyarlılığa sahip öğrenciler arasında da önemli birapolitizmden bahsedebiliriz. Bulundukları alana,toplumsal katmanın karşı karşıya olduğu saldırılarakarşı politika üretememek anlamında kullandığımız budurumun alanlara yansıması gençlik gündemlerine,alanlara dönük faşist baskıya derin bir ilgisizlikolmuştur. Bu, söz konusu güçlerin giderek kitleler ilezayıflayan bağlarını tümden yitirmeleri, kendigettolarına çekilmeleri anlamına gelmektedir.

Bu apolitizmin altında doğalında birtakım ideolojikve sınıfsal gerçekler vardır. Siyaset yapma iddia veimkanları geçmişin birikimlerine tembelce yaslanarak,isimleri, olayları ve sembolleri üzerinden devrimcimirası kendi içinde gün ile bağı kurulmayan mitedönüştürmek, bugün bu yola düşenlerin aslındageldikleri ve gidecekleri bir yer olmadığını gösteriyor.Dünyayı teorize ettiğiniz biçimde ona müdahaleetmeniz kaçınılmaz olacağı için, bugün sınıflararasındaki yalın çatışmayı görmeyenler varlıklarınıfaşistlere karşı düelloculuk, refleks eylemler vegündelik talepler ile sınırlamaktadırlar. Bu dagençliğin içine çekildiği geleceksizliği sömürüdüzeninin bütünü içinde görememenin, doğalındapolitika üretememenin bir başka nedeni ve sonucudur.

Apolitizm, güçleri alanlardan yalıtırken bir yandanda dejenerasyona sürüklemektedir. Son süreçte sol içişiddet olarak yansıyan bu durum gençliğin içinesürüklendiği yıkımın sol güçlere yansımasıdır. ÖnceTKP’li Öğrenciler ve DYG arasında çıkan çatışmakimi yerellerde siyaset yasağıyla sürmüştür. Bundanönce de isim tartışmaları üzerinden gerilimler,çatışmalar Gençlik Muhalefeti ve Kurtuluş Yolunda

Dev-Genç arasında uzun süredir sürüyor. Buradaolayın gelişimi üzerinden vurgulamak istediğimiznokta diyalog zemininde kararlılık ile devrimci bireleştiri/özeleştiri yerine yasakçılığın, sol içi şiddetintercih edilmesidir. Önümüzdeki süreçte gençlikhareketi adına sorumluluk taşıdığını iddia eden herözne bu duruma müdahale etmekle yükümlüdür.

Hareketin içindeki öznelerin tablosunun apolitizmekayması sonucunda, hareketin ileriye doğru evrildiğibir dönemden bahsetmek mümkün olamamaktadır. Enfazla harç sürecinde yaşandığı gibi ortaya birhareketlilik çıkar ve aynı bakış sorunu bu hareketliliğidevrimci bir mecraya akıtmaktan yoksun kalır. Hattabirleşik bir hareket yaratmanın önünde en gericibarikatlardan birine dönüşebilir. Ya da kendiliğindençıkışları kitleleri ileriye taşıyacak bir olanak olarakgörmek yerine, kitlelerin psikolojisinin ardı sırasürüklenip gider.

Geride bıraktığımız sene içerisinde karşımıza çıkangündemlerle birlikte eksiklikleri/eksikliklerimizitanımlayarak önümüzdeki döneme bu zaafları aşmahedefiyle hazırlanalım.

Harç zammı saldırısına karşı parçalı tablo aşılamadı

Geçtiğimiz yaz döneminin sonuna doğru gündemegelen harç zamları gençliği hareketli bir sürecinbeklediğini de haber veriyordu. Süreçte gençliğin kimikesimleri hızlıca tepki gösterseler de, hareketin asılihtiyacı olan ve bir kazanım için gereken birleşikmücadele olanakları yaratılmadı. Siyasal unsurlarınezici çoğunluğunda bu yönlü bir bakışın olmayışı,

CMYK

Servet-sefalet kutuplaşmasının derinleştiği süreçte bir dönem

Gençliği devrime kazanmak yeni imkanlar yarata

Gençliği devrime kazanmak için eks 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

CMYK

süreçlerin birleştirilmemesinin ve güçlerin parçalıtablosunun sürmesinin sebebi olmaya devam etti.

Şüphesiz ki eğitimin ticarileştirilmesi sorunununyakıcılığını hissettirdiği bir dönem, kitlelerinduyarlılığının arttırılması ve harekete geçen güçlerin“Parasız eğitim” talebini sahiplenmesi için önemliolanaklar taşır. Gençlik hareketinin derinleşendurağanlığının kırılması, mücadelenin büyütülmesi veoluşturulan ablukanın dağıtılması açısından ortayaçıkan imkânlar son derecede değerliydi. Ancak sorunamüdahalede gençlik açısından sınırlı bir iradeninhakim oluşu, harç zamlarının geri alınması talebininsahiplenilmesine karşın “Harçları devlet ödesin”,“Herkese karşılıksız burs” gibi yaklaşımları öneçıkardı. Zam oranının %8’e geriletilmesi ile sularduruldu ve olanaklar daha yaratılamadan bir anlamdaboşa düşmüş oldu. Harç zamlarına karşı yürüyenparçalı süreçleri birleşik bir zeminde hareketettirebilmek ve eğitimin ticarileştirilmesinin diğeryansımalarını da kapsayan bir mücadele hattıoluşturmak yönlü tartışmalarımız ya karşılıksız kaldıya da oluşturulan birliktelikler kısa vadede bize veyakın çevremize sıkıştı. Harç zamlarına karşı oluşantepki başka bir kanala akıtılarak ilerletilemedi.

IMF-DB toplantılarında krizden çıkışın yolharitası ve geleceksizleştirme politikaları...

Yaz sonunda harekete geçmiş tüm unsurlara veyaratılmaya çalışılan tüm olanaklara karşın IMF-DBsüreci başlarken elimizde hem nitel hem nicel olarakharç zamlarının ilk günkünden fazlası yoktu. Bubağlamda IMF-DB protestoları hakkındasöyleyeceklerimiz son yılların değerlendirmelerindenbüyük ölçüde farksız olacaktır. Harç sürecinin hemenardından gelmesine ve kapitalizmin etkisininyoğunlaştığı bir dönem olmasına rağmen, IMF-DBkarşıtı tepkiler sınırlı bir çalışmanın ve protestoeylemlerinin ötesine geçememiştir. Yine de IMF-DBeylemlilikleri de harç süreci gibi hem içe dönük hemde gençlik kitlelerinin ileri kesimlerinde bir moral vemotivasyon yaratabilmiştir.

TEKEL Direnişi gençlik kitlelerini de etkisi altına aldı…

Türkiye’de işçi ve emekçilerin bilenen öfkesininuzun yıllar ardından açığa çıktığı TEKEL Direnişi,toplumun çeşitli kesimlerindeki tepkinin ifadesi olarakhızla mücadele odağı haline geldi. Güvencesizçalıştırma yolunda önemli bir mesafe kateden sermayekarşısında gençliğin ileri kesimleri de işçilerin açtığı

cephede yerini aldı. TEKEL Direnişi gençliğin sınıfaolan güvenini tazeledi. Gençlik güçleri hem sınıfıneylemliliklerine katıldılar hem de doğrudan çadırdirenişinin bir parçası oldular. Ancak siyasal süreçlerinbir propaganda malzemesi sınırında algılanmasınedeniyle TEKEL Direnişi ile toplamda gençliğintalepleri ve gelecek istemi arasında doğru bir ilişkikurulamadı. Gençliğin sesinin soruşturma-ceza,tutuklama ve gözaltılar ile boğulmak istendiği, AydınErdem’in katledildiği, mesleki yeterlilik, ücretsiz stajve yanı sıra güvencesiz çalıştırmanın üniversitemezunlarını da doğrudan hedef aldığı bir süreçteTEKEL Direnişinin çaktığı kıvılcım, gençliğin tümgelecek istemini kesen bir eksene taşınmadı. Bunoktada yeniden gençlik örgütlerinin birçoğununtutumlarına baktığımızda TEKEL işçilerinininisiyatifini geliştirmek yerine sendikal bürokrasininardına takılan siyasal yapıların uzantısı olaraküniversitelerdeki renklerini bir kez daha belli ettiler.

TEKEL Direnişini ve sürecini kendi açımızdandeğerlendirirsek, direnişin ilk günlerinden başlayaraküniversitelerde öncelikle TEKEL işçilerinin maruzkaldığı azgın terörün haklarını arayan öğrencileri dehedef aldığı vurgulandı. Daha da önemlisi gençliğingelecek sorununun bizzat TEKEL Direnişi şahsındacereyan ettiği aylarca çalışmalara konu edildi vegençlik desteğe değil kendi geleceği için mücadeleyeçağrıldı. İfade etmek gerekir ki, bu doğru politikekseni bir örgütsel kazanıma ve siyasal hareketedönüştürmek yönlü eksikliklerimizi aşabildiğimiz bir

süreç örgütlenemedi.

Taksim’de sendika bürokrasisineişçilerden militan cevap

Bu yıl 1 Mayıs’ta 32 yıllık yasağın ardındanyüzbinler Taksim’deydi. Taksim’e damgasını isesendikal bürokrasiye karşı kürsüyü işgal eden ve sınıfkardeşlerine seslenen direnişçi işçiler vurdu. Devrimcideğerler üzerinden konuşmalarla kürsüden kitleyietkilemeye çalışan sendika bürokratları, işçi veemekçilerin taleplerine veya 26 Mayıs’a dair herhangibir şey belirtmediler. Düzen güçleri, yıllarınmücadelesiyle kazanılan Taksim kararlılığı veiradesinin altını boşaltmak için çabaladılar. Sendikabürokratları eliyle eylem alanından da müdahaleetmeye çalışırken, İstanbul’da direnişteki işçilerinkürsü işgali düzenin bu hamlesini boşa çıkarmak içinönemli bir adım oldu.

Gençlik açısından bakıldığında 1 Mayıs süreci degençlik hareketinin parçalı tablosuna bir müdahaleyedönüştürülemedi. Gençliğin gündemleri ve talepleriüzerinden yürünen bir süreç olmadı. Bu tablo alana dayansıdı, gençliğin talepleri alanlara taşınamadı. Etkinbir ön süreçten yoksun 1 Mayıs, gençlik hareketiaçısından 26 Mayıs başta olmak üzere sonrasına birenerji taşımaktan yoksundu.

Sendikalar tarafından TEKEL Direnişi’ninbasıncıyla aylar öncesinden alınan 26 Mayıs eylemi

mi geride bırakırken...

için eksikliklerimizi aşarak, arak ileri yürüyelim!

sikliklerimizi aşarak ileriye yürüyelim! Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010 * Kızıl Bayrak * 17

belirsizlik ve atıllıkla tüketildi. Güvencesiz çalışmayave geleceksizliğe karşı bir süreç örülmesi gerektiğinivurguladığımız 26 Mayıs süreci gençlik açısından daöncesindeki eksikliklerin ve dağınıklığın ardılı oldu.

Soruşturma-ceza karşıtı politikaüretebilmek, devrimci siyasal faaliyetteirade, köhne kapitalist düzen karşısında

varlık iddiasıdır!

Soruşturma-ceza terörü sermayenin tahakkümüaltındaki üniversitelerde temel bir baskı aracı olarakdevreye sokulmaya devam ediyor. Siyasal faaliyetisırtlayan güçlerin üniversitelerine girişlerininengellenmesi sayesinde burjuvazinin ideolojikhegemonyasının etki alanı artırılmaya çalışılıyor.Bugüne kadar açıkça ifade ettiğimiz gibi, bu terörkarşısında alınacak tutum, siyasal öznelerinalanlardaki siyasal varlık iddiası ile eş anlamlıdır.

Sermaye, bir yandan üniversiteli gençliği kariyeryalanları, yozlaşma, ders müfredatları ve sınav sistemiile bencilleştiriyor. Diğer yandan siyasal olarak kendigerici kamplarını üniversitelerde kurmaya çalışıp, dini,ulusalcı, liberal, ırkçı ve şoven yüzlerini alanlarataşıyor. Bunun karşısında duran öğrencilere ise polis-idare işbirliğinde saldırıyor. Gözaltı, tutuklama veuzaklaştırmalar ile üniversitelerdeki kontrolünü bakikılmaya çalışıyor. Bu bütünlüklü saldırının karşısındasiyasal bir iddia da doğalında aynı bütünlüğütaşıyabilmelidir. Ama bu sene de soruşturma-cezakarşıtı faaliyet siyasal gençlik grupları açısından genelbir ilgisizlik ile karşılandı.

Soruşturma-ceza karşıtı faaliyet adına uzun erimliadımlar atılamasa da, çeşitli platformlar oluşturuldu.Bu platformlarda nitelikli bir birliktelikten bahsetmekgüç. Oluşturulan birliktelikler birkaç eylemin dışındabir adım öteye taşınamadılar. Bu platformlardanEğitim Hakkı İnisiyatifi İstanbul’da çeşitli deneyimlerkazanmamıza zemin oluşturdu. Geniş bir kamuoyuyaratmak ve soruşturma-ceza saldırısını geripüskürtmeyi hedefleyen İnisiyatif çeşitli çalışmalargerçekleştirdi. Bu noktada YTÜ direnişini veüniversitelerde süren çalışmaları merkezi bir noktayataşıyan SOKAK Üniversitesi atılan önemli bir adımoldu. Taksim’de ve Kadıköy’de kurulanSoruşturmalara Karşı Alternatif Kampüs yaşanansaldırının kitlelere duyurulması ve mücadelegündemlerimizin sokağa taşınması açısından işlevli biraraç oldu.

Yılsonundan önümüzdeki döneme kalmış olanyüzlerce soruşturma mevcut. Gençliğin önünde duransoruşturma-ceza terörü karşısında, bu saldırının sadecedevrimci güçlere değil, öğrencilerin demokratikhaklarının toplamına yöneltildiğini vurgulamak canalıcıdır. Buna karşı örülecek mücadelede öğrencilerintüm talepleri ve sorunları işlenebilmelidir. Ötesindekimi siyasi unsurların soruşturma iddianamelerikarşısında inkarcı tutumları ya da uzaklaştırmaardından alanlara yönelik bir müdahalegerçekleştirmek yönlü iradesizlikleri, hızla kazanılmışbirçok hakkın elimizden alınmasına, içe dönük olarakda kadroların moral bir çöküntü içinesürüklenmelerine yol açacaktır.

Polis-devlet terörü ile gözdağı vermekisteyen düzen ancak gençliğin öfkesini

bileyebilir...

PVSK ile polis terörünün önünü düzleyenburjuvazi, kriz sonucu sınıf çelişkilerinin arttığı birdönemde mahkemeleri ile de hak arama mücadelesinenefes aldırmayacak bir abluka oluşturdu. Polis PVSKardından genç, öğrenci, işçi ve devrimci onlarca insangözaltında ve sokakta katledildi. Azgın polis terörü budönemde sadece ilerici-devrimci güçlere değil, her

önüne gelene saldırdı, onları katletti. Bu baskıdanüniversite öğrencileri de paylarına düşeni aldılar.Hedef gösterilip polis kurşunuyla katledilen AydınErdem, Şerzan Kurt ve saldırıya uğramış sayısızöğrenci... Üniversitelerden, yurt ve ev baskınlarındangözaltına alınıp tutuklanan öğrencilerin birçoğu bugünhala sermayenin zindanlarında tutsak.

Üniversitelerde devrimci faaliyet, hak aramamücadelesi, düşüncelerini ifade etme çabaları polis,ÖGB veya faşistler eliyle engellenmeye çalışılıyor.Düzen baskı ve yasakları artırarak kitleleri sindirmeyeçalışıyor. Soruşturma-ceza terörü gibi polis-devletterörü de gençlik mücadelesinin önünde aşılmasıgereken bir saldırı olarak görülmemektedir. Busaldırıya karşı yapılacak en anlamlı müdahalealanlarda gençliğin akademik, demokratik, sosyaltaleplerini karşılayacak, yemekhane zammındanulaşım sorununa, yaz okulu uygulamasından alternatifşenliklere ve kulüp etkinliklerine kadar gençliğingelecek özlemlerini cevaplayacak kararlı bir siyasalfaaliyet olacaktır.

Filistin halkının gerçek kurtuluşunu gençliğe anlatma sorumluluğu

omuzlarımızdadır!

İsrail’in Filistin halkı üzerinde yıllardır sürdürdüğüambargoyu sona erdirmek için yola çıkan yardımgemileri İsrail askerlerinin vahşeti ile karşılandı.Eylemi örgütleyenler arasında dinci gericiliğin esnekbir platformu İHH başı çekerken, birçok ülkeden veuluslararası kuruluştan da eylem destekleniyordu.Filistin’in özgürlük mücadelesini yıllardır siyasalfaaliyete konu eden burjuva gericiliğin dinci siyasalunsurları bir anda gündeme oturdular. Bilindiği gibiFilistin gericiliğin ırkçı, şoven ve ulusalcı unsurlarıtarafından da bir ilgi görmektedir.

Eğitim döneminin bittiği süreçte yaşanan olayüniversitelere bir çalışmaya konu edilemedi. Buradayaşanan olayla birlikte karşımıza çıkan dinci örgütlerleiş yapma tartışması üzerinden birkaç noktayıvurgulamak istiyoruz. Sol adına düşülebilecek enbüyük hata açıktır ki, dinci siyasal odaklarla yan yanagelmek olur. Burada İslami inançlı bireylerle yan yanagelmek ile kendilerini İslam üzerinden tanımlayansiyasal güçlerle ortak iş yapmak arasında büyük bir

fark vardır. Birincisi sizin çağrısını yaptığınızeylemlerde kendiliğinden yaşanabilecek bir durumdur.İkincisi ise süreçte kendi elinizle gerici bir odağa kantaşımak ya da alan açmak anlamına gelir. Oysabizlerin onlarla ortak iş yapmak bir yana, dinciörgütlerin yaklaşımlarındaki yanlışlığı, durdukları yeriteşhir etme ve Filistin halkının kurtuluşu için gerçekve kalıcı çözümü anlatabilme sorumluluğubulunmaktadır.

Yeni dönemi kazanmak için yetersizlikler veeksikler aşılmalıdır!

Geride bıraktığımız yıl, gençlik hareketi açısındanönemli imkanların doğduğu ve bunların önemli birkısmının heba edildiği bir dönem oldu. Gençkomünistler ise yaklaşımlarında bunun aksi içinpolitika üretmek gibi bir iddia yüklenmişseler desınırlılıkları ve eksikleri ile bu süreçte yüzleştiler.

Harç zamları ile başlayan kıpırdanmanınönümüzdeki dönem süreceğine dair işaretler bugündengörülebilmektedir. Bu, omuzlardaki yükü bir kat dahaarttırıyor. Devrimci siyasal faaliyete dönük baskılarıbugüne değin kendimize değil, alana ve kitlelereyöneltilmiş bir zor olarak gördük ve bunun gereklerinegöre hareket ettik. Bir yılın ardından ise tablonunderinleştiğini görüyoruz. Bu baskı karşısında gençliğingelecek özlemlerini ayağa kaldırmak en etkili silaholacaktır. Eğitim hakkının, düşünce ve ifadeözgürlüğünün militan savunusunu gençliğindinamizmi ile sarmalamak önümüzdeki dönemdebelirleyici olacaktır. Sosyal yıkımın, emperyalistbarbarlığın vardığı bu boyutta kitleleri insanca biryaşamın ideolojik zenginliği ile karşılamak, onlarıdevrimci saflara kazanmak yaşamsal bir zorunluluktur.Aksi durum, ezilen yığınları büyük bir esaretesürükleyecektir.

Geleceksizlik ve işsizlik gündemleri tüm yakıcılığıile gençliğin karşısında duruyor. Bu gündemleregeçtiğimiz dönem çok fazla imkanı olmasına rağmenyeterince eğilinemedi. Bu gündem üzerinden devrimcigençlik örgütlerinin bıraktığı boşluk, düzen kanallarıüzerinden tutulmaya çalışılıyor. ADK-ADF’ninöncülüğünde üniversite kulüplerinin, öğrencikomisyonlarının da örgütleyicisi olduğu“GelecekSİZsiniz” adlı merkezi bir etkinlik yapıldı.Yine Saadet Partisi son dönemde krizin yarattığısosyal yıkım üzerine ürettiği politikaları ile siyasalzeminini beslemek kaygısında. Krizle birliktederinleşen işsizlik ve geleceksizlik gençliğin yakıcısorunlarıdır. Üniversitelerde gençliğin özlemlerine vegelecek sorununa karşı üretilecek politika bugünsiyasal özneler için hayati bir ihtiyaçtır.

Kapitalizmin krizi derinleşirken esasen sosyalizminbu sömürü düzeninin tek bilimsel alternatifi olarakkitleler ile buluşturulması konusunda da gerçek birçabadan bahsedemeyiz. Kriz ile birlikte hayatın birçokfarklı alanında yaşam koşulları emekçiler içinkötüleşirken, bunların ardındaki köhne kapitalist düzengeniş kitlelere etkince teşhir edilemedi. Gençlik düzenkarşısında devrimci mücadeleye kazanılamadığı gibikriz karşısında söylemlerin içeriği bakımından da cılızbir ses yükseliyor. Burjuva gericiliğin ablukasınıdağıtmak, geleceksizlik karşısında öfkesi bilenenkitleler ile mücadeleyi yükseltmek içineksikliklerimizle hızlıca hesaplaşmalıyız. Yazdönemini gençlik hareketi adına önümüzdeki dönemegüçlü başlayabilmenin olanağına çevirebilmeliyiz.Genç komünistler de bu dönemi hem kendieksikliklerini kapattıkları, hem de hareketin ihtiyaçlarıdoğrultusunda yeni dönemi örmeye başladıkları birsüreç olarak değerlendirmelidir.

Ekim Gençliği

(Ekim Gençliği’nin Haziran 2010 tarihli 126.sayısından alınmıştır...)

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Yaklaşık 130 bin metal işçisini kapsayan MESSGrup Toplu Sözleşmesi süreci kısa bir zaman sonrabaşlayacak. Dışarıya herhangi bir belirtisi yansımamışolsa da tarafların kendi cephelerinden bu zorlu sürecehazırlandığı kesindir. Fakat görülüyor ki sendikalcephede yapılan hazırlığın düzeyi teknik hazırlıklarkapsamını geçmemektedir.

Metal TİS’leri süreci özelinde 130 bin metalişçisinin geleceğini yakından belirleyecek. Genel olarakise sınıf mücadelesinin tüm alanlarına belirleyicisonuçlar üretecek. Toplu sözleşmeden nasıl bir sonuçalındığından, nasıl bir mücadeleye konu edildiğinekadar bırakacağı sonuçlar sınıf hareketinin seyrinde deetkili olacak.

Sınıf hareketinin son dönemine uzun soluklu birmücadelenin ürünü olan Taksim zaferi ve TEKELDirenişi damgasını vurdu. Taksim’in kazanılması vemücadeleci bir çizgi izleyen TEKEL işçilerinin direnişiişçi sınıfına büyük bir moral kazanım sağladı. Fakat 26Mayıs eylem kararının sendikaların ihaneti nedeniyleboşa düşürülmesi bu süreci kesintiye uğrattı. 26Mayıs’taki kısmi öncü çıkışı saymazsak son iki aydırsınıf bölükleri durağan bir çizgide bulunuyor.

Bu tablonun üstüne metal işçileri cephesinden bir degeçtiğimiz TİS döneminin olumsuz sonuçlarını eklemekgerekecek. Hiç değilse BMİS üyesi işçileri TİS sürecinianlamlı bir mücadeleye konu etmişti. Fakat sözleşmesonuçları ortaya koyulan mücadeleyi de anlamsız halegetirdi. İşçiler adına sözleşmeyi yürütenler krizin patlakvermesi ve bunun üzerine MESS’in uyguladığı yoğunbasıncın altında ezildiler. Elde olanı kaybetmemek adınakendi geriliklerine kısmen işçileri de ortak ettiler.Mücadeleyle başlayan 2008-2010 TİS süreci yenilgiylebitti.

İşte tam da bu nedenle TİS’lerin yenilgiylesonuçlanmaması, ihanetlerin kader olarak kabuledilmemesi için Metal İşçileri Birliği, bu yıl TİSsürecine her zamankinden daha erken başlıyor. 2009’unson aylarında düzenlediğimiz Metal İşçileriKurultayı’nın deneyim ve birikimiyle şimdi de TİSçalışmasının ilk büyük adımı olacak olan TopluSözleşme Sempozyumu adımını atıyoruz. Sempozyumvesilesiyle metal işçilerini bekleyen görevleri işaretediyoruz. Bu dönem TİS’deki olmazsa olmaztaleplerimizi ifade ediyor ve kırmızı çizgilerimiziçekiyoruz. TİS sürecinin başarıyla sonuçlanması içinsürecin her açıdan tabanın gücü, örgütlülüğü vemücadele dinamizmi üzerinden örgütlenmesi gerektiğiniifade ediyoruz. Dahası sınıf hareketin 2010 yılınınbaşından bu yana yaşadığı hareketlenme ve buhareketinin yarattığı mücadele potansiyeli metalişçilerinin, TİS sürecinde kolayından yenilmeyeceğinedair düşünceleri güçlendiriyor. Bu nedenle “MESS’iezelim çaldıklarını geri alalım!” şiarını yükseltiyoruz.

Uzun bir zamandır gündemde olmakla birliktesempozyum hazırlıkları özellikle 1 Mayıs’ın ardındanyoğunlaştırıldı. Çalışma alanlarında MİB YürütmeKurulları üzerinden sempozyumunun hazırlıklarıyürütüldü. Çeşitli çalışmaların sonucu olaraksempozyum gündemi belirlendi ve görev dağıtılımıyapıldı. Artık sempozyuma sayılı günler kalmış

bulunuyor. Teknik mahiyetteki bazı hazırlıklarısaymazsak sempozyum hazırlıklarımız büyük ölçüdetamamlandı.

27 Haziran Pazar günü düzenleyeceğimizsempozyumumuzun üç temel gündemi bulunuyor. Bugündemler üzerinden hazırlanan tebliğler hazırlayıcılartarafından sunulacak. Gündem başlıklarımız, öncelikliTİS talepleri, TİS sürecinin sahip olması gerekenörgütlenme hattı ve son olarak bu ikisi üzerindenyürütülmesi gereken mücadele hattı.

Metal İşçileri Birliği olarak bütün öncü mücadelecimetal işçilerini sempozyumumuza katılmaya ve bizegüç vermeye çağırıyoruz. Bu dönemki Metal TİS’ininbaşarısı da metal işçilerinin tabandaki birliğinindüzeyine ve ortak mücadelesine bağlıdır. Metal TopluSözleşmesi Sempozyumu da bunun için atılmış biradımdır.

TİS Sempozyumuna! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

130 bini aşkın metal işçisi toplu sözleşme sürecinde...

27 Haziran’da Toplu SözleşmeSempozyumu’na!

Metal İşçileri Birliği 27 Haziran’da gerçekleşecekToplu Sözleşme Sempozyumu çağrısını çeşitli sanayihavzalarında metal işçilerine ulaştırıyor.

İzmir’de hazırlıklarSempozyuma çağrı afişleri Buca, Alsancak, Konak,

Bayraklı, Çiğli merkez, Çiğli AOSB girişi ve servisgüzergâhlarına yaygın bir şekilde yapıldı.

“2010–2012 MESS Grup Toplu Sözleşmeleriyaklaşıyor… MESS’i ezelim-Çaldıklarını geri alalım! /Metal İşçileri Birliği” imzalı ozalitler Çiğli merkezineve Organize sanayi girişlerine asıldı.

Metal işçilerinin servis bekleme ve geçişnoktalarında toplu sözleşme masaları açılmayabaşlandı.

İlk olarak Çiğli AOSB giriş güzergahında açılanmasada Metal İşçileri Bülteni’nin yeni sayısınınyanısıra, sempozyumun çağrı bildirileri de işçi veemekçilere ulaştırıldı. İlgili metal işçilerine de özelolarak Metal İşçileri Birliği tarafından hazırlananprogram verilerek metal işçilerinin sorunları tartışıldı.

Sömürünün ve özelde de iş kazalarının yoğunolarak yaşandığı AOSB’nin metal fabrikalarındaçalışan işçilerle örgütsüzlükten kaynaklı yaşanansorunlar üzerine tartışma imkanı yakalandı. Sabah07.00’de başlayan bilgilendirme masası 08.30’a kadaraçık kaldı.

23 Haziran sabah saatlerinde Bakırçayhavzasındaki demir çelik fabrikalarındaki işçilerinservis durağı olan Menemen’de açılan masa ile biryandan Metal İşçileri Bülteni’nin yeni sayısı demirçelik işçilerine ulaştırılırken diğer yandan da toplusözleşme sürecine dair Metal İşçileri Birliği’nintalepleri anlatıldı.

Toplu Sözleşme Sempozyumu’nun el ilanlarıişçilere dağıtılarak toplu sözleşme sürecinin başladığıaktarıldı. Ek olarak masaya gelip soru soran işçilereMetal İşçileri Birliği’nin mücadele ve örgütlenmetaleplerini içeren program verildi.

Ayrıca yine demir çelik işçilerinin yoğun olarak

servislere bindikleri noktalar olan Küçük Çiğli,Santral, Egekent girişi ve Balatçık otobüs duraklarındada Metal İşçileri Bülteni işçilere ulaştırıldı.

Manisa’da sempozyum çalışmalarıManisa’daki hazırlıklar kapsamında sempozyuma

çağrı afişleri Manisa merkez, Kültür Sitesi, Türk MetalSendikası’nın örgütlü olduğu fabrikaların işçi servisleridurakları, Manisa köprü ve Garaj’da yapıldı.

Alaybey işçi servisleri durağına ve Cemiyet’dekiservis duraklarına yapılan Metal İşçileri Bülteni’nindağıtımı sırasında işçilerle sohbetler gerçekleştirildi.

Ankara’da faaliyetler…Ankara’da TİS sempozyumu hazırlıkları

kapsamında OSTİM ve Sincan başta olmak üzereMamak, Şaşmaz Şanayi Sitesi ve TİS kapsamında olanErkunt traktör fabrikası çevresine sempozyumprogram afişi ve ozaliti yapıldı.

Bursa’da sempozyum çağrısıSempozyuma çağrı afişleri başta işçi servis

güzergâhlarına olmak üzere Bursa Organize SanayiBölgesi, Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi, OtosansitSanayi Bölgesi ile Kestel ilçesinin emekçi semtleriolan Yenimahalle, Kale, Panayır ve Teleferik’e yaygınolarak yapıldı.

Metal İşçileri Bülteni’nin yeni sayısı ile “Hakgasplarına ve ihanete seyirci kalmamak için; TopluSözleşme Sempozyumu’na! / Metal İşçileri Birliği”şiarlı el ilanları, Yiğitler - Maltepe, Esenevler, Mesken,Uluyol, Santral Garaj işçi servis güzergâhlarındakimetal işçilerine ulaştırıldı.

Metal İşçileri Birliği Mücadele Programı’nı metalişçilerine elden ulaştıran Bursa Metal İşçileri Birliği,toplu sözleşme masaları açarak, sendikalı-sendikasıztüm metal işçilerini 2010–2012 toplu sözleşmedöneminde inisiyatifi ele almaya ve Toplu SözleşmeSempozyumu’na katılmaya çağırıyor.

TİS Sempozyumu çalışmalarından...

Kardemir’de Haziran ayı başında 65 işçi ücretli, 11işçi ise ücretsiz olarak izne çıkartıldı. Çelik-İşSendikası’nın örgütlü olduğu Kardemir’de yaşanan buücretli-ücretsiz izin saldırısının Türk Metal çetesininburada yürüttüğü örgütlenme çalışması nedeniyleyaşandığı iddia edildi. İzne çıkartılan işçiler yaptıklarıaçıklamalarda Çelik-İş Şube yöneticilerinin kendilerineşunları söylediklerini ifade ettiler: “Sosyal barışıbozmayalım. Sendikamıza karşı çıkan işçi arkadaşlarbizim talebimizle ücretli veya ücretsiz izne çıkartıldı.İzne çıkartılan arkadaşlar tekrar sendikasının yanındaolsun, işe geri başlasınlar.” Bu gelişmeler üzerine TürkMetal çetesi son Başkanlar Kurulu’nu Karabük’tegerçekleştirdi.

9 Haziran’da gerçekleşen Başkanlar Kurulu’nu birgövde gösterisine dönüştüren Türk Metal çetesi buradayaptığı açıklamalarda tüm arsızlığı ile Kardemirişçisinin hakkını savunmaya geldiğini iddia etti. Öyle kiüyesi işçilerin her türlü hak talebini görmezden gelen vebaskı ile sindirme yoluna giden bu çetenin yeni elebaşıPevrul Kavlak, “emeğine, ekmeğine sahip çıkanlarınyanına geldik”lerini söyleyerek şunları ifade etti:“Şimdi Kardemir emekçileri, kendilerini düşük ücrete,ücretli-ücretsiz izinlere mahkum eden, haklarınınelinden alınmasına seyirci kalarak haksızlığa ortakolan sendikal anlayışa karşı büyük bir mücadelebaşlatmıştır. Biz, emeğine, ekmeğine sahip çıkan herişçinin mücadelesini destekledik, Kardemir emekçilerinide destekleyeceğiz.” Hızını alamayan bu çete başıyaptığı konuşmada Çelik-İş Sendikası’nın patronlakolkola yürüttüğü izin saldırısına da gerekirse tümKardemir işçilerinin maaşını kendisi ödeyeceğinisöyleyerek yanıt verdi.

Bu gelişmelerin ardından Kardemir’de işçiler Çelik-İş’ten istifa ederek Türk Metal çetesine üye olmuşlardı.İki işbirlikçi sendika arasındaki bu kirli savaşın sonnoktası ise son bir hafta içerisinde yaşandı. İşbirlikçiÇelik-İş yönetimi Türk Metal yönetiminin kendiörgütlülüğüne yönelik gerçekleştirdiği saldırıyasermaye ile işbirliğinin yeni bir aşaması ile yanıt verdi.29 işçi doğrudan sendikanın yönlendirmesi ile iştenatıldı. Türk Metal çetesinin Çelik-İş’in bu atağına yanıtıise gecikmedi. 18 Haziran günü sendika binası önündetoplanan yaklaşık 700 işçi sözde sendika seçmeözgürlüğünü savunmak için bir eylem gerçekleştirdi.Fabrikaya gerçekleşen bu yürüyüşe ise sermayedevletinin kolluk güçleri azgınca saldırdı. Gerçekleşenpolis saldırısında 10 işçi yaralanarak hastaneyekaldırıldı.

İşçilerdeki huzursuzlukrant kavgasına alet ediliyor!

Kardemir’de yaşanan bu olaylar işbirlikçisendikacılar arasındaki rant savaşının yeni bir örneğioldu. Sonuçta ne Çelik-İş’in ne de Türk Metal çetesininişçinin emeğini ve ekmeğini savunmak gibi bir derdininolmadığı biliniyor. Her iki ihanet şebekesi depatronların kendilerine sundukları olanaklarlaörgütleniyor, işçilerden topladıkları aidatlarlakoltuklarında sefa sürüyorlar. Bugüne kadar işçininhakkını ve emeğini savundukları tek bir örnek bilebulunmuyor.

Ancak her ne kadar iki çete ihanet batağındabulunsa da metal işçilerinin içinde bulunduğudurumdan duyduğu hoşnutsuzluk sürekli olarak yeni

arayışlara sebep oluyor. Kardemir işçilerininücretlerinde gerçekleşen kesintinin ardından işbirlikçiÇelik-İş yönetimine duyduğu tepkinin ve Türk Metalçetesini kurtuluş umudu olarak görmesinin nedeni debudur. En sıradan bir sendikal bilinçten dahi yoksunolan ve kendi gücünün farkında olmayan Kardemirişçileri çareyi kendilerini başka bir ihanet şebekesininkucağına atmakta buluyorlar.

Çelik-İş Sendikası’nın Kardemir’deki pratiğine dairzaten söyleyecek çok fazla söz bulunmuyor. Saltanatınıkaybetmeme çabası içinde olan bu ihanet şebekesiişçilerin anlatımında da görüldüğü gibi izin ve iştenatma saldırısının kendi girişimi ile gerçekleştiğini itirafetmekte de bir sakınca görmüyor. İşsizlik sopasıkarşısında sermayenin birçok saldırısına boyun eğensınıfa karşı aynı yöntemle saldırarak içinde bulunduğuihanet batağını ve gerçek sınıf kimliğini bir kez dahaortaya seriyor.

Burada çok daha dikkat çekici olan ise, Türk Metalçetesinin söylemleri ve gerçekleştirdiği pratiktir.Kardemir’de yaşanan gerici dalaşma su yüzüne çıktığıgünden beri bu çetenin tüm söylemlerinde “emekmücadelesi” ön plana çıkıyor. Pevrul Kavlak emekten,onurdan, mücadeleden dem vurup duruyor.

Bu çetenin bu söylemlerinin hiçbir karşılığınınolmadığını metal işçileri çok iyi bilir. BugünKarabük’te Çelik-İş’i terör estirmekle suçlayan bu çeteyıllardır metal işçilerinin üzerindeki en büyük teröruygulayagelmiştir. Tam 27 yıldır patronların her türlüsaldırı girişimi dolaysız bir şekilde bu çetenin sayesindehayata geçmiştir. Bugün Kardemir’de Çelik-İş ücretindirimine göz yummakla suçlayan bu çete aynıyöntemi daha bir yıl önce Erdemir’de ilk kez kendisiuygulamıştı. Ve bugün Kardemir’de Çelik-İş’in yaptığı

gibi uygulamaya tepki gösteren işçilerin ismini patronavererek işten attırmayı yine Erdemir’de kendisigerçekleştirmişti. Erdemir ise son örneklerden yalnızcabiridir. Türk Metal çetesinin tarihi bunun gibi sayısızihanet ile doludur. Hatta bu topraklarda sendikalbürokrasi ihanet pratiğini nasıl gerçekleştireceğini buçeteden öğrenmiştir dense yeridir.

Kardemir ise bu çete için bir yandan ihanetinigizleyeceği bir kılıf, diğer yandan ise işçilerin duyduğuhuzurluğa yaslanarak elde edilen yeni bir rant kapısıdemektir. İşte bunun için işçinin her türlü tepkisinidevlete karşı gelmemek adına bastıran bu çeteKardemir’de işçileri polise karşı yürütmekte ve azgınpolis saldırısı ile baş başa bırakmakta bir sakıncagörmemiştir.

MESS’in sadık hizmetkarı iş başında!

Bu arada Kardemir’de yaşananların özgün ve tekilbir örnek olduğunu da düşünmemek gerekir. Tamtersine Türk Metal’de Özbek hanedanlığı çöktüğündenberi bu çete daha da arsızlaşarak metal patronlarınahizmet etmeye devam ediyor. Bu hizmeti en iyi şekildeyerine getirebilmek için ise “sektörde tek sendikaolmak” hedefi ile davranıyor.

Bugüne kadar Türk Metal çetesi daha yoğun olarakBirleşik Metal’in örgütlendiği fabrikalara doğrudan bufabrikaların patronlarının talimatı ile saldırırdı. Ancaközellikle son altı aydır bu saldırganlık bilinçli biryönelimle adım adım tırmanıyor. Örgütsüz yüz binlercemetal işçisi orta yerde duruyorken, kendi üyelerininçalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesi için en ufakbir çaba harcamazken ve yeni TİS süreci ile birlikteyeni bir ihanetin hazırlıkları yapılırken Türk Metalçetesi ardı ardına Birleşik Metal ve Çelik-İş’in örgütlüolduğu işyerlerine saldırıyor.

Anlaşılan o ki, önümüzdeki günlerde hem MESSşahsında metal patronları sınıf hareketinin yükselenseyrinde kendi bahçelerinde en ufak bir dikene biletahammül etmeyecek, hem de Türk Metal çetesikendisine biçilen misyonu yerine getirmek için çokdaha büyük bir çaba ile metal işçilerinin mücadelesininkarşısına dikilecek.

Oysa ne MESS’in, ne de Türk Metal çetesinin buhesapları tutmayacak. Bugün için elde ettikleri gericibaşarılar bir tarafa sınıf bilincini kuşanan ve tabaninisiyatifini açığa çıkaran metal işçileri bu pervasızsaldırıların ve ihanetin hesabını bir gün mutlakasoracak.

Kardemir’de it dalaşı!20 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

KARDEMİR’de it dalaşıÇelik-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu Karabük Demir Çelik İşletmeleri A.Ş’de üyelik çalışması yürüten

Türk Metal çetesi ile Çelik-İş arasındaki gerilim daha da arttı. Türk Metal’e üye oldukları gerekçesiyle 29 işçinin işten atılması üzerine sendika önünde toplanan 700 işçi,

18 Haziran günü KARDEMİR önüne yürüdü. Fabrika girişinde özel güvenlik elemanları ve polis barikatıyla karşılaşan işçiler, bir süre yaşanan

tartışmanın ardından barikatı aşarak KARDEMİR Genel Müdürlüğü’ne doğru yürüyüşe başladı. Bunun üzerine polis, biber gazı ve copla saldırarak işçilere engel olmaya çalıştı. İşçiler, genel müdürlük

binasına yaklaşık 200 metre kala polis tarafından durduruldu. Yaşanan arbededen ve gazdan etkilenen 10 işçiKarabük Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

İşten çıkarılan işçilerden Kenan Şahin, fabrika içinde bulunan yaklaşık 100 metre yükseliğindeki yüksekgerilim hattına çıkarak intihar girişiminde bulundu. Şahin, bir süre sonra Türk Metal Sendikası yetkililerinceikna edilerek, Karabük Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.

Sendikal ihanet çeteleri rant kavgasında!

Haziran bültenlerinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

İşçi sınıfı ve emekçiler coşkulu ve kitlesel geçen 1Mayıs 2010’un ardından konfederasyonlarınfiyaskoyla sonuçlanan 26 Mayıs genel eylemini geridebırakarak mücadelenin de ısınacağı yaz aylarına doğruadım attılar. Aradan geçen 40 yıla rağmen bir dizitarihi ders bırakan 15-16 Haziran Büyük İşçiDirenişi’nin 40. yıldönümünü sermayenin yeni saldırıhamlelerinin gölgesinde karşılayan emekçileriönümüzdeki süreçte zorlu bir mücadele sınavıbekliyor. Çalışma yürüttükleri sanayi havzalarındabirleşme, örgütlenme ve mücadele çağrısını yükseltensınıf devrimcileri ise yürütülen devrimci sınıfçalışmasının temel araçlarından olan yerel işçibültenlerinin haziran ayı sayılarıyla fabrikalara,atölyelere ve sömürünün olduğu tüm alanlarasesleniyorlar.

Yerel işçi bültenlerinin haziran ayı sayıları isesınıfın güncel ve tarihsel önemdeki gündemleriniişliyorlar. 15-16 Haziran Direnişi yerel işçibültenlerinde temel bir yer tutarken metal işkolundakiGrup TİS sürecine yönelik hazırlıklar ve bu kapsamdaMetal İşçileri Birliği’nin 27 Haziran’da İstanbul’dagerçekleştireceği toplu sözleşme sempozyumununçağrıları bültenlerde önemli bir ağırlık noktasıoluşturuyor.

Kayseri, Adana, Ankara, İzmir ve İstanbul’dahaziran ayı sayılarıyla seslenişlerini sürdüren yerel işçibültenlerinde sermayenin saldırılarına karşı mücadeleçağrısı yapılıyor.

İzmir yerelinde çıkan Çiğli İşçi Bülteni ve Demir-Çelik İşçileri Bülteni 15-16 Haziran Direnişi’ninyanısıra Metal Grup TİS sürecini işliyorlar.2 yılda bir yapılan ve bu yıl 130 bini aşkın metalişçisini kapsayan 2010-2012 Metal Grup TİS süreciöncesinde 27 Haziran’da Metal İşçileri Birliği’ningerçekleştireceği sempozyumun çağrısının arkakapaktan verildiği Demir-Çelik İşçileri Bülteni’nin önkapağında ise 27 Haziran’daki Toplu SözleşmeSempozyumu’na katılım çağrısı yapılıyor. Sömürü veköleliğin hüküm sürdüğü Habaş’tan işçilerin deyazılarının yer aldığı bülten sayfalarında metalişçilerine MESS’i ezme, taşeronlaştırmaya karşımücadele çağrısı yapılıyor. Bu çerçevede geçtiğimizgünlerde kadroya alınma talebiyle üretimi durdurandemir-çelik işçilerine yönelik çıkartılan bildiriörneğinin de yer aldığı bültende Türk Metal çetesininihanetçi yüzü Karabük Demir Çelik’te yaşanangelişmeler üzerinden ele alınıyor. 15-16 HaziranDirenişi’nin de işlendiği bülten metal işçilerineulaştırılıyor.

Çiğli İşçi Bülteni ise haziran ayı sayısının kapaksayfasından 15-16 Haziran Direnişi’ni selamlıyor.MESS grup toplu sözleşme sürecinin de işlendiğibültende Çiğli Organize’de çalışan farklı sektörlerdenişçilerin mücadeleye çağıran yazıları, UPS işçilerininİzmir’de süren direnişleri ve siyonist katliama karşıişçi sınıfı cephesinden verilen önemli bir tepki olarakambar işçilerinin eylem haberi göze çarpıyor. TEKELişçilerinin 26 Mayıs genel eylemi öncesindegerçekleştirdikleri Türk-İş binası işgalleri, İzmiryerelinde çeşitli sektörlerdeki örgütlenme süreçleri vedirenişlerin yanısıra çeşitli illerde süren işçi direnişleride bülten sayfalarına taşınmış bulunuyor. Zonguldak’tayaşanan madenci katliamı ve bununla beraber bir kezdaha gündeme gelen güvencesiz ve kuralsız çalışma

koşulları da bülten sayfalarında teşhir ediliyor.Siyonist İsrail devletinin kanlı katliamını lanetleyen vedirenen halklarla dayanışma çağrısının yapıldığı biryazı da bülten sayfalarında anlamlı bir yere oturuyor.

Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye ise haziran ayısayısında 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 40.yıldönümünü selamlıyor. Bülten, “Geleceksizyaşamaya, güvencesiz çalışmaya karşı yeni 15-16Haziranlar için ileri!” çağrısının yer aldığı kapaksayfasıyla şanlı direnişin bugünle olan bağını kuruyor.OSTİM Organize Sanayi’nde krizin tablosunu anlatanbir yazının yer aldığı bülten sayfalarında SincanOSB’de iş ararken paslı bir tabelada yazan “işçiaranıyor” yazısı üzerinden kronikleşen işsizlik sorunafarklı bir yönden dikkat çekiliyor. Ankara BüyükşehirBelediyesi bünyesinde çalışan bir belediye işçisiylesermayenin saldırıları yakın süreçteki TEKELmücadelesi üzerine yapılan röportaj da bültenin farklıbir yanını oluşturuyor. Bültende işçi katliamlarınıteşhir eden yazıların yanısıra OSTİM İvoksan’da birişçinin iş cinayetine kurban gitmesine ilişkin yazılar dagöze çarpıyor. Bültende çeşitli illerde süren işçidirenişlerinin dökümüne de yer veriliyor.

İstanbul Tuzla’da kurulu tersaneler cehennemindeuzunca bir süredir tersane işçilerine seslenen Tersaneİşçilerinin Sesi ROTA, haziran ayı sayısında artan işcinayetlerini temel gündem olarak işliyor. Mayıs vehaziran ayları içinde Tuzla tersanelerinde yaşanan işcinayetlerini kapağına taşıyan bülten tersanepatronlarına ve sermaye hükümetine “Önlemler alınsınÖlümler durdurulsun!” talebini yöneltiyor. RadikalİKİ’de geçtiğimiz haftalarda yayınlanan Tersaneİşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) Başkanı ZeynelNihadioğlu’nun yazısının da alıntılandığı bültende“İşçinin Kaleminden” bölümünde yer alan çeşitlitersanelerden işçi yazıları dikkat çekiyor. 2 TemmuzSivas katliamının da unutulmadığı ROTA’nın haziranayı sayısının arka kapağında ise 15-16 HaziranDirenişi selamlanıyor.

İstanbul’da Ümraniye bölgesine seslenen OSB-İMES İşçi Bülteni, “Birleşelim! Bizden çalınanlarıgeri alalım!” çağrısına yer verdiği kapak sayfasındayaklaşan Metal grup TİS sürecine dikkat çekiyor.Özellikle Dudullu bölgesinde yer alan metalfabrikalarının bu süreçteki önemine işaret edilen kapakyazısını 15-16 Haziran Direnişi’nin gösterdiği yoldanyürüme çağrısının yapıldığı bir diğer yazı izliyor.Samandıra’dan sınıf bilinçli bir kadın işçinin yazısı veÜnsa Çuval’da patronlar ve sendika ağalarının

kurduğu saltanatı teşhir eden bir röportajın yer aldığıbültende Akkardan işçilerinin Birleşik Metal-İşyönetimini hedef alan açıklamasına da yer verildiğigöze çarpıyor. Diğer yerel bültenlerden farklı olarakDeniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkayagibi devrim şehitlerinin de selamlandığı yazıyı siyonistİsrail devletinin kanlı katliamı karşısında Türkdevletini İsrail’le olan tüm anlaşmalarını iptal etmeyeçağıran bir yazı izliyor.

İstanbul’da Küçükçekmece yereline yöneliksistemli seslenişini sürdüren Emekçinin Gündemi isemetal grup TİS sürecinden, bölgedeki direnişlere vemadenci katliamına kadar bir dizi yeni gelişmeninyanısıra 1 Mayıs’a ilişkin gözlemler ve 26 Mayıstablosunu işlemiş bulunuyor. Kapak sayfasında 26Mayıs eylemi üzerinden “Kazanana kadar genel grev-genel direniş!” çağrısı yapan bültende UPS işçilerinindirenişi de önemli bir yer tutuyor. Sendikal ihanetekarşı işgal, grev, direniş çağrısının yapıldığı bültensayfalarında geride kalan 1 Mayıs ve 26 Mayıs dafarklı yönleriyle ele alınmış. İşyeri komitesi veçalışması üzerine bir yazıya ek olarak sendikalıolmanın ve örgütlenmenin önemine değinen bültensayfalarında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve YusufAslan da selamlanıyor.

Sanayi İşçileri Bülteni ise kapak sayfasına taşıdığışiirle birleşme ve örgütlenme çağrısı yapıyor. Siyonistİsrail’in kanlı katliamının ve sermayenin hedefindeolan kıdem tazminatının işlendiği bültende 2. Adanaİşçi Kurultayı’nın haberi göze çarpıyor. Adana’da veçeşitli illerde süren işçi direnişleri de bültenin arkakapağına taşınmış bulunuyor.

“Kıdem tazminatının gaspına izin vermeyelim!”şiarıyla çıkan Kayseri İşçi Bülteni ise Kayseriyerelinde farklı sektörlerde çalışan işçilerinmektuplarıyla tam bir işçi bülteni görünümündesesleniyor. Ağırlıklı olarak organize sanayi bölgesiişçilerinin mektuplarının yer bulduğu bültenin arkakapağında yer alan “Türkiye işçi sınıfına selam”şiiriyle sosyalizmin şairi Nazım Hikmet selamlanıyor. 15-16 Haziran’ın direniş ruhunu yansıtan yerel işçibültenlerinin haziran ayı sayıları yüzbinlerce işçiyietkileyecek olan Metal Grup TİS’lerine kısa bir zamankala sınıfın nabzını tutuyor. Artan iş cinayetlerindensermayenin yeni dönem saldırı planlarına kadar bir dizigenel gündemin yanısıra devrimci sınıf faaliyetininyürüdüğü alanlarda bölge işçilerinin diliyle seslenenyerel işçi bültenleri yaz aylarında mücadele alanlarınıda ısıtma çağrısında bulunuyorlar.

Yerel işçi bültenleri 15-16 Haziran’ın direniş ruhuyla sesleniyor!

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Öztaşkın’la konuştuk...22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

- İşçi sınıfı hareketi uzun yıllardır üzerindetaşıdığı ölü toprağını TEKEL işçilerinin 2009 yılınınsonlarına doğru yaktığı direniş ateşiyle attı.Öncelikle TEKEL Direnişi ile birlikte sınıfhareketinin içerisine girdiği yeni dönemi nasıldeğerlendiriyorsunuz? Bu mücadele nasıl bir tabloortaya çıkardı?

- TEKEL Direnişi Türkiye işçi sınıfı mücadelesi vesendikal mücadelede yeni bir dönemin başlangıcıdır.78 gün boyunca toplumsal desteği de arkasına alan çokönemli bir direniş yaşandı. Bu mücadelede aynızamanda sistemden şikayetçi olan kesimler, iktidarınuygulamalarından şikayetçi olan insanlar, ekonomik,siyasal ve sosyal olarak birtakım sorunlar yaşayanbütün insanlar TEKEL Direnişi üzerinden kendilerininde ifade edilmekte olduğunu kalben hissettirdiler veTEKEL Direnişi’ne büyük bir destek verildi.

Bir eylemin planlanması, doğru bir şekildeprogramlanması başlangıcından bitimine kadar çokönemlidir. Burada çeşitli sıkıntılar yaşandı ama bunlarıbir tarafa bırakmak lazım. Sıkıntılardan kastım, eğerbu eylem daha iyi planlanabilseydi ve iyi birprogramla sürdürülebilseydi bence çok daha genişetkileri olacak bir eyleme dönüşebilirdi. Türkiye’detoplumsal muhalefetin merkezi ve bunun üzerindençok geniş kitlelerin ciddi bir mücadelesine sahneolabilirdi. Ancak, burada özellikle sendikaların,konfederasyonların ve özellikle Türk-İş’in, bu eyleminplanlanması, koordinasyonu ve yürütümündekieksiklikler, bu eylemin toplumsal etkisinin daha dabüyümesine ve sorunun çözümüne yönelik daha somutadımlar atılmasına, siyasi çözümlerin de beraberindegetirilmesine engel oldu. Ancak her şeye rağmenbaşarılı bir süreçtir.

1 Mayıs, altı konfederasyon tarafından bütünTürkiye’de ortaklaşa kutlandı ve Taksim yasağıkırılmış oldu. Taksim’in de ötesinde bu 1 Mayıs, 1Mayıs’ı toplumun kafasında meşrulaştıran, 1 Mayıs’lailgili yanlış algıları düzelten, önyargıları ortadankaldıran, tamamen emeğin birlik, mücadele vedayanışma günü olduğunu gösteren bir güne dönüştü.Bu yönüyle baktığınız zaman tabii ki TEKELDirenişi’nin en somut sonucunu 1 Mayıs’tagörebiliyoruz. Tabii bu direnişin 26 Mayıs eylemiyledesteklenmesi gerekiyordu. Ancak, 26 Mayıs eyleminegidilen süreçte bu kararı alan konfederasyonlar neyazık ki üzerlerine düşeni yapmadılar. Burada KESK’idışarıda tutabiliriz. KESK, kısmen de olsa üzerinedüşeni yapmaya çalıştı. 26 Mayıs kararının arkasındadurarak gücü oranında iş bırakmaya çalıştı. Diğerkonfederasyonlar bu kararın arkasında durmadılar.Kamu Sen zaten baştan durmayacağını açıkladı. Türk-İş de 26 Mayıs’a giden süreçte gerek üyelerininhazırlanması, gerekse bu eylemin toplumsal desteğininsağlanması yönünde hiçbir çalışma yapmadı. Sonundabu kararı uygulayamayacaklarını açıkladılar. Tabii kibu bir yerde TEKEL Direnişi ile yükselen 1 Mayıs’ladevam sınıf hareketinin yükselişine ve özellikle emekhareketinin birlikteliğine vurulan bir darbe oldu.

Bir sendika, bir konfederasyon karar alırken çok iyidüşünmek durumundadır. Bütün alacağı kararların

boyutlarını, katılımını ve sonuçlarını düşünmekdurumundadır. Bir karar alınırken de o kararınarkasında şartlar ne olursa olsun kararlı bir şekildedurmak gerekir. Arkasında duramayacağınız kararı yahiç almayacaksanız veya da kararın arkasındaduracaksınız. Eğer kitleler, sizin kararın arkasındadurmadığınızı hissederlerse o karara katılım da sonderece zayıf olur. Birçok sendikacı arkadaşımız neyazık ki, bu 26 Mayıs kararı yeniden masayayatırıldığı zaman “taban buna hazır değil, taban bukarara uymayacak” görüşünü dile getirdiler. Kararıniçeriğinin boşaltılmasını buna bağladılar.

Siz, Şubat ayından 26 Mayıs’a kadarki süreçteherhangi bir çalışma yapmadınız, kararlı bir duruşsergilemediniz. Bir güne bir gün bu kararı ne pahasınaolursa olsun gerçekleştireceğiz vurgusunu yapmadınızki tabanınızda böyle bir kararlılık oluşsun. Ben, buyanlışları yapanların da bu süreç içerisinde bununhesabını vereceklerini, artık sınıf hareketi ve sendikalhareketin doğru bir yöne hareket etmekte olduğunu,yakalanan ivmenin sınıf ve mücadele odaklı,kazanımlardan taviz vermeyen ve bundan sonra yenikazanımları hedefleyen politikaların ve stratejilerinönümüzdeki dönemde hayata geçeceğinidüşünüyorum. Bunun önüne geçmek isteyensendikacılara da ciddi tavırlar gelişeceğini, bazısendikalarda ciddi değişimler yaşanabileceğiniöngörmekteyim.

- TEKEL Direnişi sınıf hareketinin önündekitemel engellerden birinin sendikal bürokrasiolduğunu gösterdi. Uzun yıllardır suskunluklakarşılanan sendikal bürokrasinin ihanetlerine karşıTEKEL işçilerinin eylemleri şahsında anlamlıtepkiler oluştu. Siz son yaşanan 26 Mayıs deneyimiüzerinden, hem genel olarak hem de Türk-İşcephesinden bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?Sizce bu engeller nasıl aşılır ve sendikalar gerçekmücadele örgütleri nasıl dönüştürülebilir?

- Bu durum tabii ki Türkiye’de genel anlamdasendikalardaki değişim ve yenilenmeninzorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda ciddi

çalışmalar olacağını düşünüyorum. DİSK’te, Türk-İş’te ve diğer konfederasyonlarda da olacaktır.Önümüzdeki 2011 yılı genel kurullar yılıdır. Buradabelki bir konfederasyonda ve sendikada tümüyleradikal değişimler gündeme gelmeyebilir -kibazılarında gelebilir diye düşünüyorum- ama enazından bu işin böyle gitmeyeceğine dair yeni birsendikacılık anlayışının hakim olmasına yönelik ciddibir yapılanmalar ve muhalif hareketlerin ortayaçıkacağına inanıyorum. Bu muhalif hareketlerintabanda ciddi destek bulacağını ve tabanlabuluşacağını düşünüyorum. Kısa vadede sonuçalınmasa bile uzun vadede sendikalardaki özellikle dekonfederasyonlardaki değişim ve yenilenmeninstartının 26 Mayıs’la verildiğini düşünüyorum. ÇünküTEKEL Direnişi 1 Mayıs, 26 Mayıs... bu süreçteişçiler gerçeklerle yüzleştiler. Burada bazı sendika vekonfederasyon yöneticilerinin tutumlarını siyasipartilerle, iktidarla olan ilişkilerini, sınıftan ne kadarkopuk bir davranış içerisinde olduklarını, kendilerinindüşüncelerini ve mücadele anlayışlarınıyansıtmadıklarını gördüler. Mızrak çuvaldan çıkmıştırve o çuvala girmeyecektir.

Sendikalarda ve özellikle konfederasyonlarda yenibir anlayış temelinde yeni yapılanmalara doğrugidecek bir süreç başlamıştır. Sendikal hareketle ilgilibirkaç noktayı vurgulamakta fayda var. Türkiyesendikal hareketinde ciddi bir tıkanma var. Birsendikal kriz yaşadığımızı açıklıkla söyleyebiliriz. Busendikal kriz, ancak değişim ve yenilenmepolitikalarıyla aşılabilir. Bugün Türkiye sendikalhareketi önce yapıları itibariyle sorgulanmalıdır. Buyapılar, sendikaları bir adım ileri taşıyor mu, yoksatıkanmış mıdır? Benim düşüncem bu yapılartıkanmıştır. Bu yapılar sorgulanmalı ve ciddi birtartışma başlatılmalıdır. Biz, yeni baştan üyelerimizdenbaşlayarak temsilciler, şube ve merkez yöneticileri,konfederasyonlara kadar giden bu yapılar sorgulanmalıve bu yapılar değiştirilmelidir. Burada üye-sendika veüye-temsilci ilişkileri, üyenin merkez yönetimiyleveya sendikaların konfederasyonla ilişkileri, her şeyiyeniden tanımlanmalıdır. Bu yapılan yanında

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile sınıf hareketinin günceltablosu üzerine konuştuk...

“Sınıf ve mücadele odaklı politikalarhayata geçirilmeli!”

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Öztaşkın’la konuştuk... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

sendikaların politikaları ve mücadelede kullanacaklarıyöntem ve araçlarla tabii ki değiştirilmekdurumundadır. Örneğin sendika yöneticileriyle ilgilişöyle bir anlayış var. Şu anki sendikacılar her şeyibilen ve yapan bir anlayışa sahip. Üyeler de bununböyle olmasını istiyor. “Başkana söyleriz, sorunuçözer” anlayışı hakim. Böyle bir şey yok tabii ki. Budurum sendikacının da işine geliyor. Çünkü bu durumonun seçilme şansını, hele de biraz da insanlarınsosyal, bireysel sorunlarıyla ilgileniyorsa seçilmeşansını arttırıyor. Günümüzde her şeyi bilen ve yapananlayışlar çoktan iflas etmiş durumdadır. Bunun yerineplanlama ve koordinasyonu çok iyi bilen, teknolojiyiiyi kullanan, mümkünse dil bilen, kurumsallaşma veuzmanlaşmaya önem veren, toplumsal mücadeleleriçok iyi özümsemiş, bu uğurda gönüllü bir mücadeleanlayışını benimsemiş yöneticilere ihtiyacımız var. Butarz yöneticiler yetiştirilmek durumunda. Önceliklenasıl bir sendika yöneticisine ihtiyacımız var. Bunutartışıp, belli kriterleri belirleyerek bu yöneticileriyetiştirmemiz lazım. Bunu, tabii ki bir gelecekplanlaması yaparak hayata geçirmemiz gerekir. 5 yılsonra sendika temsilcileri ve yöneticileri şu özellikleritaşımalı ve o özellikleri taşıyan kişiler yavaş yavaşsisteme girmeli. Temsilciliklerden tepe yönetimlerinekadar gelmeli. Bu, sendikacılık okulu açarak olacak.Akademik işbirliği yaparak bir sendikacılık okuluaçılmalı. Bu okulda, belirlediğimiz kriterlere uygunkişileri yetiştirmeliyiz. Buradan mezun olacaklarınaday olabilecekleri bir mekanizma kurmalıyız. Yaniişçi de, üyelerimiz de şunu bilmeli. Ben ileridesendikanın temsilcisi, yöneticisi hatta genel başkanıolabilirim ve onun için açılan okula gitmeliyim.Sendikalarda gerçek anlamda niteliksel değişim buşekilde olabilir. Bunu bizim planlamamız veuygulamamız lazım. Sadece fiziksel değişimler busorunu çözmez. Kökten çözüm az önce söylediğimşekilde olmak zorundadır. Yoksa kısır tartışmalarlazaman geçirmeye devam ederiz. Toplumun yapısı,siyasi anlayışları, düşünceleri belli. İşçiler de butoplumun bir parçası. İnsanların edindiği siyasidüşünceyi değiştirmek, dünyaya bakış açısınıdeğiştirmek çok kolay olmuyor. Bunun için eğitimlervermeniz gerekiyor. Aynı zamanda işçilerin bu işiniçerisinde pişmesi ve mücadele etmesi gerekiyor. Sizne kadar eğitim verirseniz verin, temel bir kural vardır.Gözle görülmeyen, kulakla duyulmayan bir şeye çokkolay inanılmaz. Bir taraftan bu eğitimlerin verilmesiöbür taraftan da mücadelenin içinde yoğrularaksendikalardaki gerçek anlamda değişim böylegerçekleşir.

- TEKEL direnişinin ardından Türk-İşcephesindeki tablo ne durumda?

Türkiye’de sendikalaşma oranı son derece düşük.Sendikalaşma oranı şu anda yüzde 6-6,5’larla ifadeediliyor. Toplam sendikalı ve işçi sayısını da yine 750binlerle ifade edebiliriz. 750 bin sendikalı işçiden 600binin üzerindeki bir kitle Türk-İş üyesi. Geriye kalankitle DİSK ve Hak-İş’in üyeleri. Dolayısıyla sendikakonfederasyonu deyince Türk-İş akla geliyor çünküana gövdeyi üye sayısı bakımından Türk-İşoluşturuyor.

Türk-İş, çoğulcu sistemi benimsemiş birkonfederasyondur. Kendi içinde çok farklılıklarıbarındırır. Bu farklılıkları barındırırken Türk-İşgeleneksel olarak iktidarlarla iyi geçinme politikalarınıuygulamaktadır. İktidarlarla iyi geçinip sorun çözmestratejisi yürütmektedir. Bu tabii ki son dereceyanlıştır. Sendika ve siyaset ilişkisini doğru bir şekildekurmak gerekir. Sendikaların örgütsel bağımsızlığı hertürlü siyasi anlayışın üzerinde olmak durumundadır.Sendikalar her türlü siyasi anlayışa ve partiye karşı eşitmesafede durmak zorundadır. Mesafeyi belirleyensendika değil o siyasi anlayışın veya siyasi partininkendisi olmaktadır. O partinin programı, tüzüğü ve

pratikteki uygulamaları eğer emeğe yakınsa sendikalarda ona yakın olur. Sendikanın örgütsel bağımsızlığıher şeyin üzerinde olmak durumundadır. Bu anlamdasendika ve siyasi partiler arasındaki ilişkiyi bu şekildekuramadığınız koşullarda iktidardan medet uman vemücadeleyi, taban gücünü, işçinin gücünü ikinci planaiten bir yöne doğru savrulursunuz. Eğer konuya buşekilde bakarsanız, bir siyasi iktidar doğru yapıyorsaelbette doğrular desteklenir. Yanlış yapılanlarınkarşısına dikilmek, muhalefet etmek, temsil ettiğimizişçilerin hak ve çıkarlarını korumak, geliştirmek veyeni kazanımlar elde etmek için mücadele edersiniz.Türkiye’de genelde bu karıştırılıyor ve Türk-İş de buyönde politikalar izliyor.

Hak-İş’in zaten kuruluş felsefesi milli görüşünsendikal alandaki örgütlenmesi olarak ortayakonmuştur. Bu tutumunu hala sürdürmektedir. Türk-İşiçerisinde bu durum hep tartışılagelmiştir. Kurulduğugünden beri böyle bir tartışma ve zaman zaman daayrışmaya doğru giden bir süreç (DİSK’in kuruluşu)yaşanmıştır. TEKEL Direnişi, 1 Mayıs ve 26 Mayıs’tatutum az önce söylemeye çalıştığım sendikalarıniçinde bulunduğu genel sorunlarla ilgili bu dönemdeTürk-İş içerisinde bu tartışma daha da alevlenecektir.Şunu açıklıkla söyleyebilirim. Bizim gibi düşünen enazından 8-10 sendika (siz de bunları tahmin edersiniz)çalışmalarını yürütmektedir. Önümüzdeki dönemTürk-İş Genel Kurulu’na daha hazırlıklı bir şekildegirilecektir. Ciddi bir taban ve destek deyakalanabilirse Türk-İş’te tarihsel bir değişime imzada atılabilir.

- Çeşitli sektörlerde örgütlü olan sendikalardanyansıyan bilgiler son süreçte işçilerin önemli orandasendikalara yöneldiklerine işaret ediyor. Sondönemde ortaya çıkan işçi direnişleri de hesabakatıldığında sizin bu konuya ilişkin düşünceleriniznelerdir? Kendi işkolunuz üzerinden dedeğerlendirdiğinizde neler söyleyebilirsiniz?

- TEKEL Direnişi sendikalarla ilgili önyargılarıdeğiştirdi ve olumsuz algılar biraz değişti. Özellikle 1Mayıs’ta bu büyük ölçüde kırıldı. 1 Mayıs’ın geçen yıltatil edilmesi, bu yıl Taksim’in emekçilere açılması,Türkiye’nin her yerinde ortaklaşa kutlanması emek-emekçi-sendikayla ilgili olumsuz olan algılarıdeğiştirdi. Düne kadar 1 Mayıs’ı kötüleyen programlaryapan medya o gün 1 Mayıs’a özel programlaryaptılar. Toplumdaki genel algının değişmesine nedenoluyor.

Bizim TEKEL Direnişi’yle örtüşen birkampanyamız oldu. 2009 yılının Haziran ayındaDüzce’de “Sendikalı Ol!” kampanyası başlatmıştık.Kampanya planlamamız 1 yıldı. Türkiye’nin değişikbölgelerinde bölgesel düzeyde bu kampanyayıyürütmeyi hedefliyorduk. Mesela Gebze, İzmir veBursa kampanyalarımız TEKEL Direnişi’yle örtüştü.

Bir anda kampanyamız da toplumda anlaşılır olmayabaşlandı, etkilerini gösterdi. Biz, ciddi üye kaydı dayaptık. Son bir yıl içerisinde 1500’e yakın yeni üyekaydettik. Düzce’deki kampanyamız başarıyla sürdü.Orada bir işyerinde 550 civarında üye yaptık. BirleşikMetal-İş 2-3 işyerinde örgütlendi. Teksif temsilcilikaçtı. Bu hem kampanyanın olumlu katkılarıdır, hem deyükselen sınıf hareketiyle bağlantılıdır.

- Ancak bu saldırıların salt sendikal mücadeleyleaşılmasının da mümkün olmadığı ortada. İşçisınıfının toplumsal ölçekte siyasal bir güç olarakmücadele sahnesine çıkması ve sermayeye karşı sınıfmücadelesini büyütmesinin imkan, araç veyöntemleri neler olmalıdır?

- Toplumumuz çok okuyan ve araştıran bir toplumdeğil. Özellikle televizyon ve diziler izlemeye çokmeraklı bir toplum. Toplumu bilgilendiren vebilgilendirilmiş toplumu mücadeleye çağıran birstrateji... Örneğin sosyal güvenlikle ilgili çok önemlive toplumun bütününün aleyhine düzenlemeleryapıldı. Ne yapıldı? Basın açıklamaları, meclis önündeaçıklamalar, konferanslar yapıldı. Bunun yapılacağıyıllar öncesinden belliydi. Tam da bu noktada emekörgütleri toplumu bilgilendiren bir strateji izlemeliydi.Türkiye’de 100’in üzerinde radyo var. Bu tarzolanaklar kullanılabilirdi. Biz bu mücadelenintoplumsal ayağını mutlaka oluşturmak zorundayız. Birfabrikadaki direnişi, eylemi grevi sadece fabrikadakiişçilerle yapamayız. Yaptığımız takdirde başarışansımız zayıftır. Bu mücadelenin toplumsal ayağınıoluşturmak zorundayız. Kitleleri yanımıza almakzorundayız. Siyasi bağlarını tabii ki kurmakzorundayız. Tabii ki emeğin çıkarlarının gözetildiğiekonomik, sosyal programları savunmakdurumundayız. Yakındığımız şeyleri sadece yakınarakdeğiştiremeyiz. Değiştirmek için örgütlenmek vesiyaset yapmak zorundayız. Siyasetteki tercihlerimizive siyaset yapma tarzımızı değiştirmek zorundayız.

Dünyaya kendi sınıf penceremizden bakmakdurumundayız. Biz emekçiyiz, emeğin penceresindenbakıp buna göre siyaset yapmalıyız. Bütün emekçilerinsiyaset yapma tarzlarını siyasetteki tercihlerini gözdengeçirmeleri gerekmektedir. Kendi çıkarları yaniemeğin çıkarları doğrultusunda siyasetinşekillenmesini ve siyasetin yönlendirilmesidoğrultusunda çok etkin tavırlar ortaya koymakgerekir. Sadece ekonomik mücadele ile, sendikacılığısadece işyerlerindeki işçilerin çalışma koşulları veyaşam standartlarının yükseltilmesi ile sınırlarsanız,toplu sözleşmecilik ile sınırlarsanız, bu mücadeleninbaşarıya ulaşma şansı olamaz. Bu mücadelenin siyasiayağını, toplumsal desteklerini oluşturmak veböylelikle hayatın bütünüyle emeğin çıkarlarıdoğrultusunda şekillenmesi için mücadele etmekgerekir.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Asalak kapitalistlerin servetleri katlanırken,milyonların yoksulluğu da katlanarak büyüyor. Onlarzenginleştikçe milyonlar yoksullaşıyor. Bu bile,kapitalizmin çarklarının kimin için döndüğünügösteriyor. Merrill Lynch Varlık Yönetimi Birimi veküresel danışmanlık hizmetleri şirketi Capgeminitarafından hazırlanan “14. Yıllık Dünya VarlıkRaporu”nun açıklanan sonuçları da bunu doğruluyor.

1 milyon doların üzerinde yatırılabilir varlığıolanların "varlıklı", 30 milyon doların üzerindeyatırılabilir varlığı olanların ise "ultra varlıklı" olaraktanımlandığı söz konusu rapor, 2009'da, dünyadakivarlıklı kişilerin, dünya ekonomisindeki zayıflıklararağmen toparlandıklarını ortaya koyuyor. Dünyada2009 yılında varlıklı kişi nüfusu yüzde 17,1 artışlatekrar 10 milyona ulaştı. Finansal varlıkları da yüzde18,9 büyüyerek 39 trilyon dolara yükseldi. Ultra varlıklıkişiler de 2009 yılında varlıklarını yüzde 21,5 artırdı.

Küresel piyasa değeri 47,9 trilyon dolara ulaştı

ABD, Japonya ve Almanya, dünyanın varlıklı insannüfusunun yüzde 53,5'ini oluştururken, Çin, ilk 10 ülkesıralamasında 4. sırada, İngiltere 5. sırada, Fransa 6.sırada yer alıyor. Varlıklı kişi nüfusuna göre en üstsıradaki 12 ülke 2008 yılı ile aynı ülkeler olurken, AsyaPasifik ülkeleri diğer bölgelere kıyasla daha yüksekbüyüme sergiledi. Piyasa değerlerindeki canlanmavarlıklı kişilerin servetlerinin artmasında en önemlifaktör oldu. Küresel piyasa değeri 2009 yılında yaklaşıkyüzde 47 artarak 47,9 trilyon dolara ulaştı.

Türkiye'deki varlıklı kişi sayısı yüzde 6,4 arttı

Hazırlanan son varlık raporunun dikkat çekenyönlerinden birisi de, Türkiye'deki milyoner sayısındakibüyük artıştır. Söz konusu rapora göre, Türkiye'de 2008yılında 33 bin 700 olan 1 milyon doların üzerindezenginliğe sahip kişi sayısı, 2009 yılında yüzde 6,4artışla 35 bin 900 kişiye yükselirken, dahası bu kişilerinservetleri ikiye katlandı.

Peki servetlere servetler katılıp ekonomik alandarekor ilerlemeler kaydedilirken ve “insanlık tarihi enzengin yılını yaşarken”, insanlığın ezici çoğunluğunuoluşturan emekçi kitlelerin cephesine bu zenginlik nasılyansıyor? Rapor kuşkusuz bundan söz etmiyor. Oysadünya üzerindeki her altı insandan biri, yani 1milyardan fazlamız, her gün yatağa aç giriyor.Kazandığı para ancak ölmeyecek kadar karnınıdoyurmaya yetenleri de dahil ettiğimizde bu sayı 3milyarı geçiyor.

Peki nasıl oluyor da insanlık tarihi en zenginyıllarını yaşarken böylesi bir manzarayla karşı karşıyakalınabiliyor? Aslında bunun yanıtı da raporda mevcut.Zenginlerin sayısı ve varlıkları arttıkça yoksullar listeside misliyle kalabalıklaşıyor. Yani işçi ve emekçileryoksullaştıkça, onlar daha da zenginleşiyorlar. Öyle ki,dünya nüfusunun yüzde 2’sinin sahip olduğu varlıklar,nüfusun yüzde 50’sinin sahip olduğundan daha fazla.

Dünyanın hali pür melali böyleyken Türkiye’dekiemekçi kitlelerin durumu da bundan farklı değil. Asgariücretin 576 TL olduğu Türkiye’de, aylık geliri 1200

TL’nin altında olan haneler nüfusun %87’sinioluşturmakta, aylık geliri 3000 TL’nin üzerine çıkanailelerin oranı ise %2’yi geçmemektedir.

Türk-İş’in “Mayıs 2010 Açlık ve Yoksulluk Sınırı”araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı826 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 2.691 TL’ye yükselmişbulunuyor. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğindeşu çarpıcı sonuç çıkıyor: Türkiye’de nüfusun%30’undan fazlası aç, %90’ından fazlası ise yoksuldurumda!

Zenginler çoğaldıkça iş imkânı artıyor mu?

Sermaye sınıfı ve onun savunucuları, “zenginlerçoğaldıkça daha fazla iş imkânı yaratılıyor” diyor. Amagerçekler bu kuyruklu yalanı desteklemiyor. Veriler,dünya ölçeğinde 1 milyara yakın insanın işsiz olduğunuortaya koyuyor. İşsiz sayısı her geçen gün daha daartıyor! Avrupa ve Amerika’daki köklü dev firmalarbirbiri üstüne on binlerce işçiyi işten çıkarıyorlar.Sürekli işçilik tüm dünyada yerini hızla geçici ve kısasüreli işçiliğe bırakıyor. Burjuvazininsendikasızlaştırma ve sosyal haklardan mahrum etmeyöntemi olarak benimsediği bu yöntem, işten atılmakorkusuyla burun buruna olan işçinin, çok daha uzunsürelerle çalışıp iki hatta üç kişinin yapması gereken işitek başına sırtlanmasını da beraberinde getiriyor.Neticede fabrika kapıları kuyruğa giren işsizlerledoluyken, içerideki işçiler haftanın 7 günü, günde 12-16saat çalışıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi, yetişkinlerişsizlikten kıvranırken, 5-14 yaş arasındaki 246 milyonçocuk, başta tarım olmak üzere her alanda işçilikyapıyor. İşte kapitalizm böylesine insancıl, böylesineakılcı, böylesine ahlâki bir sistem!

Bir tarafta işçiler iliklerine kadar sömürülürken vedevasa büyüklükte bir işsizler ordusu oluşurken, diğertarafta milyarlara milyarlar katılıyor. Bu sistemdeyaşadığımız tüm sorunların kapitalizmin işleyişyasalarından kaynaklandığını harikulâde bir şekildeanlattığı Kapital’de Marx, bu duruma ilişkin olarakşöyle diyordu:

“Bir yandan, işçi sınıfının çalışan kesiminin aşırıçalışması yedek ordunun saflarını şişirirken, öte yandanda bu yedek ordunun rekabet yoluyla çalışanlarüzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya boyuneğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorundabırakır. İşçi sınıfının bir kesiminin aşırı çalışmasıyladiğer kesiminin zorunlu bir işsizliğe mahkûm edilmesive bunun tersi, bireysel kapitalistleri zenginleştirmeninbir aracı halini aldığı gibi, aynı zamanda yedek sanayiordusu üretimini, toplumsal birikimin ilerlemesineuygun düşecek ölçüde hızlandırır.” (Karl Marx,Kapital, sf.653-654, Sol Yayınları, 4. Baskı)

Tüm dünyada olduğu gibi, servetlerine servetkatmanın sevincini yaşayan kapitalist Türkiye’de deyaşanan durum budur. Milyarderlerin ve onlarınservetlerinin artışına paralel olarak iş imkânları değil, işsaatleri ve işsizler, yoksullar, açlar ordusu artmaktadır.

Pembe tablolardan kara senaryolara

Bu sefaletin kapitalizm çerçevesinde düzelmesiihtimali var mı? Kimi dönemlerde dünyanın kimibölgelerinde kısmi düzelmeler olabilse bile, dünyanıniçine girdiği yeni dönem düşünüldüğünde ufukta böyle

bir kapı görünmüyor. Kapitalist dünya sistemi tarihselbir bunalım dönemine girmiştir. Tam da bunun biryansıması olarak küresel sermaye diktatörlüğü bu aralarinsanlığa çok daha büyük yıkımlar hazırlamaklameşgul. Diğer taraftan bir başka gösterge de, gidereksıklaşan ekonomik sarsıntılardır. Oysa çok değil dahaiki-üç yıl önce, burjuva iktisatçılar, ekonominin dünyaölçeğinde istikrar kazandığından, şöyle iyibüyüdüğünden, böyle güzel gittiğinden bahsedip pembetablolar çiziyorlardı. Ama bu pembe umut bulutlarıçoktandır yerini kara fırtına bulutlarına bıraktı.

Kapitalizmin tüm ekonomiyle birlikte krizleri deküreselleştirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye de buküresel ekonominin bir parçası, üstelik en kırılganparçalarından biri. Türkiye izlediği yüksek faizpolitikasıyla yabancı sermayenin gözde ülkelerindenbiri haline gelmiş bulunuyor. Bilinçli bir şekilde yüksektutulan faiz oranları, yabancı sermayenin ağzınınsuyunu akıtıyor. Ekonomideki kötü gidişatı biraz olsunhafifletmek ve devlet borçlarını ödeyebilmek içinyabancı sermayeyi ülkeye çekme politikası izleyenAKP hükümeti, kısa vadede bunun yolunu yüksek faizuygulamasının devam ettirilmesinde görüyor.

Peki milyarlarca dolarlık fonları yönetenlerinyüzünü güldüren bu yüksek faiz ödemelerinin kaynağınereden gelmektedir? Elbette işçilerin, emekçilerinsırtından ve cebinden. Devlet gelirlerinin büyükbölümünü oluşturan işçi ve emekçilere ödettirilendolaylı ve dolaysız vergiler, işçilerin her geçen gündaha da geriletilen ücretleri, sürekli kırpılan kamuharcamaları, eğitime aktarılması gereken fakataktarılmayan pay, sağlıktan yani insan hayatındanyapılan “tasarruf”, asalak kapitalistlerin daha dapalazlandırılması için kullanılıyor.

Şurası çok açık ki, nerede olursa olsun sermaye işçisınıfının emeğinden ve hayatından çalınanlarla büyüyor.Bu sömürü düzeni devam ettiği sürece, burjuvazi,milyarderler listesindeki üyelerini her geçen yıl daha daarttırırken, sayıları milyarlara varanlar, açlıktan,yoksulluktan, aşırı çalışmaktan, önlenebilirhastalıklardan, iş cinayetlerinden dolayı kırılmayadevam edecekler. İki seçeneğimiz var: ya dur diyeceğizbu gidişe, ya da devam edeceğiz sömürücülere hayatvermeye!

Milyarderler çoğalıyor, yoksulluk büyüyor...

Avrupa krizin faturasını ödemiyor Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde ardarda açıklanan

kemer sıkma politikaları, bütçe açığını daraltmak içinuygulamaya konulmak istenen tasarruf paketleri ileemperyalist krizin yükü işçi ve emekçilerin üzerineyıkılmaya çalışılıyor.

İşçi ve emekçilerin kazanılmış tüm haklarına karşıbaşlatılan bu saldırı özellikle kıtanın güneyindeYunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya ve Romanya’daişçi ve emekçileri sokağa döktü.

Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ETUC)ise AB ülkelerinin işçi ve emekçilere karşı sürdürdüğü“kemer sıkma politikalarına” karşı 29 Eylül’deAvrupa işçi ve emekçilerini eyleme çağırdı.

Avrupa Eylem Günü’nde Brüksel’de kitlesel, ortakbir yürüyüşle ve kıtanın farklı ülkelerinde sokakgösterileri, iş bırakma eylemleri, grevlergerçekleştirilmesi bekleniyor. Gösteriler Avrupaekonomi bakanlarının Brüksel’de gerçekleştireceğitoplantıyla eş zamanlı yapılacak.

İspanya’da ülkenin en büyük sendikaları UGT veCCOO da hükümetin saldırı paketine karşı aynı güngenel greve gitme kararı aldılar.

İtalya genel greve gidiyorİtalya’da da hükümet devletin borç yükünü

hafifletmek ve borçlarını ödemek gerekçesiyle sosyalkısıtlamalara giderken buna karşı İtalya’da 25Haziran Cuma günü genel greve gidiliyor.

Grevin çağrısını 5 milyon üyesi ile İtalya’nın enbüyük sendikası olan İtalyan Sendikalar Birliği CGİLyaptı. Kamu sektöründe memurlar 24 saatliğine işbırakacaklar. Özel sektörde de işçiler 4 saat grevegidecek. 10.00-14.00 saatleri arası uçaklarçalışmayacak, kamu ulaşımı ise 14.00-16.00 saatleriarası duracak.

29 Haziran Salı günü kültürel alanda yapılacakkısıtlamaları protesto etmek için opera binaları vetiyatroların kapıları kapalı kalacak.

Roma’da grevin yanında büyük bir yürüyüş degerçekleşecek.

Yunanistan’da mücadelesertleşecek...

Yunanistan’da hükümetin bütçe açığını kapatmakiçin uygulamaya koyduğu “ekonomik önlemlere”karşı grevler sürüyor.

23 Haziran Çarşamba günü kamu ve özelsektörde çalışan emekçiler 24 saatlik grevleYunanistan’da hayatı durdurdular. Kamu sektöründeTüm işçilerin Militan Cephesi’nin (PAME) çağrısıylayapılan greve, kara ve deniz yolu taşımacılık sektörüçalışanları, inşaat işçileri, gıda sanayi işçileri, özelsektördeki sağlık görevlileri ile ağır sanayide çalışanişçiler katıldı. Ayrıca PAME tarafından ülkenin birçokkentinde protesto gösterileri düzenlendi.

Grev nedeniyle kara ulaşımında aksaklıklarmeydana gelirken, Pire limanında gemiler demiralamadı. Kent merkezi uzun süre trafiğe kapatılırkenYunan adalarına giden limanlar da tutulmuş durumda.

Atina’daki gösteride, öğlen saatlerinde OmoniasMeydanı’nda toplanan binlerce kişi, parlamentoyayürüdü. Selanik’te düzenlenen gösteride deAritotelyos Meydanı’ndan Makedonya-Trakya GenelSekreterliği’ne kadar yüründü.

Yunanistan Baro Başkanları Genel Kurulu(OPDSE), Başbakan Yorgo Papandreu ile doğrudangörüşme talebinde bulunduklarını açıklarken 23Haziran ile 7 Temmuz tarihleri arasında 15 günlük

greve gideceklerini ifade etti. Demiryolu işçileri dedaha önce her gün belirli sürelerle iş bırakaraksürdürdükleri eylemlerini genişleterek, 29 ve 30Haziran tarihlerinde 48 saatlik grev kararı aldıklarınıaçıkladılar.

İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE) ile 29Haziran tarihinde genel grev çağrısında bulunanYunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu(ADEDY), akşam saatlerinde başkent merkezindeprotesto gösterisi düzenleneceğini açıkladı.

Çin’de grevler yayılıyorÇin’de işçi grevleri, protestolar ve yürüyüşler

giderek yayılıyor. Ülkede geçtiğimiz hafta 7 ayrıkentte çeşitli grevler yaşanırken resmi haberlere göreson dönemde günde ortalama 644 grev yaşanıyor.Mücadeleler, uluslararası tekellerde, özellikle Japonyave Güney Koreli tekellerde yoğunlaşıyor.

Kendinden en fazla söz ettiren işçi eylemleriotomotiv fabrikalarında yaşandı. Honda’ya parçaüreten Foshan fabrikasında 1900 işçi şu ana dek 3 kezgreve gitti. Bu grev nedeniyle Honda’nın Çin’deki

üretimi durdu. Toyota, Hyundai gibi işletmelerdebaşlayan grevler tüm endüstriye yayıldı. Makinaüreticisi KOK’da ise işçilerin, grevlerini sokağataşımak istemeleri üzerine polis ile çatıştılar.

Yabancı şirketlere ait fabrikalarda başlayan grevdalgası giderek yerli fabrikalarda da yayılıyor ve birçok yerde işçilerin üzerine polis birliklerigönderiliyor. Tabandan örgütlenen ve sendikabürokrasisini de karşısına alan grevlere öncülükedenler özellikle genç işçilerden oluşuyor. Gençişçiler polis saldırısı karşısında da sağlam bir duruşsergiliyorlar.

Bangladeş’te grevBangladeş’te 21 Haziran Pazartesi günü yüzbinin

üzerinde tekstil işçisi düşük ücretler ve kötü çalışmakoşullarını protesto etmek amacıyla greve çıktı.Grevdeki işçilere Bangladeş polisi gözyaşartıcı bombave plastik mermi ile saldırdı. Tekstil işçileri aylıkücretlerinin 5000 Taka’ya yükseltilmesini talepediyorlar. Bangladeş’te bir tekstil işçisi 1662 Taka,yani 20 euro aylık alıyor.

Emekçiler krizin faturasını kabul etmiyor! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Dünyada işçi eylemleri ve grevler yayılıyor

Afganistan işgal komutanı Washington’açağrıldı

Emperyalist ABD’nin Afganistan’daki işgal güçlerinin komutanı Orgeneral Stanley McChyrstal, bir yazıdaObama yönetiminin üst düzey isimleriyle alay ettiği gerekçesiyle Washington’a geri çağrıldı.

McChrystal, yazısında ABD’nin Kabil Büyükelçisi Karl Eikenberry tarafından ihanete uğradığınıhissettiğini yazmıştı. Yazıda, ABD’li generalin yardımcılarının da Başkan Yardımcısı Joe Biden’la alay edip,McChyrstal’ın Başkan Barack Obama’dan “hayal kırıklığına” uğradığı da belirtilmişti.

McChrystal, emrindeki askerlerini bile kendi stratejisinin savaşı kazandıracağına ikna edemediğini belirtti. McChrystal’ın seçimlerde oyunu Obama’ya vermesine karşın, daha başlangıçtan itibaren Obama ile

aralarında bir bağ kurulmadığından yakındığı belirtilen yazıda, Obama ile geçen yıl Washington’da yaptığıgörüşmede ABD başkanının kendisinin Afganistan’a yeni asker gönderilmesi talebine karşı çok anlayışsızdavrandığını bildiren McChrystal, “Bu görüşme benim için acı vericiydi. Pazarlanması imkansız bir şeyipazarlıyordum” ifadelerini kullandı.

Dikkat çeken nokta, özrün, ABD kongresinin yayınladığı bir raporda, Amerikan ordusunun Afganistan’dakigüvenlik firmalarına aktardığı milyonlarca doların, silahlı gruplara aktarıldığını ortaya koymasıyla aynızamana rastlamasıdır. Altı aylık bir araştırmanın sonucu olan raporda, Afganistan’daki Amerikan üslerinecephane, gıda, yakıt ve su taşıyan firmaların, araçların güvenli geçişi için yerli güvenlik şirketlerinemilyonlarca dolar verildiği belirtiliyor.

Çin’de toplu işçi katliamıToplu işçi katliamların “olağan” hale geldiği Çin’de, 21 Haziran günü bir kömür madeninde meydana

gelen patlamada 46 işçi iş cinayetine kurban gitti.Çin’in resmi haber ajansı Şinhua, patlamanın Henan eyaletinde bulunan Veydong bölgesindeki kömür

madeninde meydana geldiğini, madende mahsur kalan 46 işçinin öldüğünü, 26’sının kurtarıldığını duyurdu. Çin’de geçen yıl meydana gelen maden kazalarında yaklaşık 2 bin 600 kişi yaşamını yitirmişti.

Vatikan’ın Saramago tahammülsüzlüğü 26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

18 Haziran günü hayatını kaybeden ünlü romancıJose Saramago’nun ölümüyle ilgili Vatikan’dan hayliilginç bir tepki geldi. Vatikan’a göre “Saramagokötülük yaymak için dünyaya gelmişti…” Vatikan’ınyayın organı Osservatore Romano gazetesindeyayınlanan ‘Anlatıcının Sınırsız Gücü’ başlıklı yazıda,Saramogo için “Marksist, din karşıtı bir ideolog” vb.ifadeler kullanıldı. “Hiçbir metafizik inanışa sahipdeğildi. Son nefesine kadar marksist felsefeye sadıkkaldı” diyen Vatikan, Tanrı’nın varlığını reddedenSaramago’nun dünyaya kötülük yaymak için geldiğiniiddia etti.

Bilindiği üzere, 87 yaşında yaşamını yitirenSaramago ‘İsa Peygambere Göre İncil’ adlı kitabınınyayımlanmasının ardından Cizvitler, yazarın Tanrı’nıngerçekte var olmadığı düşüncesinden hareket etmesini“çılgınlık” olarak nitelendirmişti. Kitap ise katolikdünyasında bir tür küfür ve hakaret şeklindeyorumlanmıştı.

Katolik inancına göre Vatikan ve onun başındakiPapa yanılmaz bir kutsal şahsiyettir ve dini ve ahlâkikonularda sarf ettiği sözler Tanrı kelâmı addedilir. Herbeyanı, kutsiyet zırhına bürünmüş bir silah etkisiyaratabilen Vatikan’ın Jose Saramago’yatahammülsüzlüğü nereden ileri gelmektedir?

Kurumsallaşmış dinlerin tümünde olduğu gibi,Hıristiyanlık’ta da dini otorite daima egemen sınıfınbir parçası olmuştur. Hıristiyan dünyada kilisedesomutlaşan ve Katolik Kilisesi’nde en gerici biçimleralan dinsel otorite, emperyalizm çağıyla birliktetümüyle sermayeye eklemlenmiş, dini de bu kesiminhizmetine sokmuştur. Bu nedenle Vatikan, kurulutoplumsal düzene karşı olanlara düşmanca bir tutumlayaklaşmıştır. Vatikan’ın Jose Saramago’yatahammülsüzlüğünün gerisinde de bu gerçeklikbulunmaktadır.

Kuşkusuz ki, bu tahammülsüzlük Saramago ilesınırlı değildir. Kiliseler politik olarak gericiliğisistematik biçimde desteklemişlerdir. Örneğin 1936’dabaşlayan İspanyol İç Savaşı sırasında Kilise,sosyalistleri, ateistleri ve kafir olarak görülenProtestanlar’ı yok etmek için faşistlerle elele verdi.1930’larda Katolik piskoposlar, İspanyol işçileri veköylüleri ezme seferberliğinde Franco’nun ordularınıkutsamıştı. Faşist İspanyol basını, sık sık faşist selamıveren baş keşişlerin resimlerini basıyordu.

Yine kurumsal çıkarları uğruna, Almanya’da Nazizulmüne ortak olarak milyonlarca Yahudi’ninkatledilmesine sessiz kalmayı tercih etti. Papa XII.Pius, Hitler’i ve Mussolini’yi destekledi. Papa,milyonlarca insanın Nazi ölüm kamplarında yokedilmesi karşısında sessiz kalmış ve resmi olarakVatikan’ın İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldığıvarsayılsa da, gerçekte Nazi yanlılığı açıkçabelgelenmiştir.

Hitler egemenliğinin başından sonuna kadarpiskoposlar, inananlara, Hitler hükümetini itaatedilmesi gereken meşru bir otorite olarak kabul etmeyiöğütlemekten asla bıkmadılar. 8 Kasım 1939’da,Münih’te Hitler’e düzenlenen başarısız suikasttansonra, Kardinal Bertram Alman Piskoposluğu adına veKardinal Faulhaber Bavyera piskoposları adınaHitler’e kutlama telgrafları göndermişlerdi.Almanya’daki tüm Katolik basın,Reichspresskammer’den gelen talimat doğrultusunda,bunun Führer’i koruyan mucizevi bir ilahi takdirolduğundan bahsediyordu.

Alman dokümanları da gösteriyor ki, görünüşe

göre Bağımsız Papalık, Nazi rejiminin niteliğinedeniyle azalmış görünmeyen ve 1944’e kadar dayalanlanmamış bir biçimde Almanya’dan yana birtercih yaptı. Yine Vatikan hiçbir şeyden korkmadığıkadar Avrupa’nın Bolşevikleşmesi’nden korkuyordu vegöründüğü kadarıyla, sonunda Batılı müttefiklerleuzlaşsaydı Hitler Almanya’sının Sovyetler Birliği’ninBatıya doğru ilerlemesinin önünde başlıca duvarolacağını umuyordu.

1970’lerde Latin Amerika’da yükselen devrimcihareket karşısında da Katolik Kilisesi benzer tutumlartakınacaktı. O dönemde devrimci hareket ezilensınıfların geniş kesimlerini etkisi altına aldığı gibi, altkademedeki genç rahipler arasında da yankı bulmuştu.Bunun karşısında Papa II. Jean Paul, Latin Amerikakilisesini bu “marksist kanser”den temizlemeyi enönemli görevlerinden biri olarak gördü. Papa LatinAmerika’da sömürülenlere ve haklarından yoksunbırakılanlara ne tavsiye ediyordu: “Yatıp ruhunuzunkurtulması için dua edin, fakat yeryüzünde cennetikurmaya uğraşmayın.”

“Marksist kanser”den temizlenme çabalarının birboyutunuysa, ezilenlerin yanında yer alan Katolikrahiplerin CIA destekli paramiliter güçler tarafındanortadan kaldırılması oluşturuyordu ve Papalık doğalolarak bu katliamlara da seyirci kaldı. Dönemin papasıII. Jean Paul, Şili’nin kanlı katili faşist generalPinochet’ye ve Arjantin’deki faşist darbecilere de arkaçıkmıştı. Hatta bu meşhur “barış adamı”, askeri faşistcunta çekildikten sonra Arjantin’de yargılanan faşistdarbeciler ve işkenceciler için af çağrısındabulunmuştu.

Kuşkusuz bunlar sadece birkaç örnek. Bilindiğigibi Kilise, geçmişten bugüne egemen sınıfların derinbir parçası ve onların çıkarlarını kutsallık halesiyleörten ideolojik bir aygıt olmuştur. Emperyalizmçağıyla birlikte ise, bu gericilik odağı sermayenin birparçası haline gelmiş ve bu kez onu ideolojik zırhladonatma işlevini üstlenmiştir.

Tüm tarihi boyunca Kilise, insan aklınıköleleştirmek için ölüm korkusunu ve insani zaaflarıkullandı ve bu süreçte muazzam bir güç ve zenginlikelde etti. Kilise, bugün de gericiliğin koruyucusu,zenginlik ve iktidarın sözcüsüdür.

Saramago için “kötülük yaymak için dünyayagelmiştir” diyenlerin “kötülükler”i saymakla bitmez.Ortaçağ ve Rönesans Papalık tarihi –emsalsiz birrezillik ve suç tarihi– üzerine sayısız ciltler yazılmıştır.1517 yılında, Papa X. Leo, kişinin ruhunu makul birpara karşılığında kurtarabilmesi için Taxa Camerae’yibaşlattı.

19. yüzyılın son on yılında ve Birinci Dünya Savaşıöncesi dönemde modern işçi hareketinin yükselişi,egemen dinsel yapıya bir meydan okuma anlamınageliyordu. Kilise, hiçbir istisna olmaksızın, sosyalizmve işçi hareketinin karşısında ve sömürücülerinyanında yer aldı. İşçi sınıfı içinde sosyalist fikirlerinyayılmasını engellemek için Katolik Kilisesi, ayrıKatolik sendikalar, kadın ve gençlik örgütleri kurarak,işçi hareketini bölmeye çalıştı. Aslında Kiliseörgütlenme yöntemlerini o zamanki sosyalistakımlardan kopya etmişti. Daima zengin ve güçlününyanında hazır ve nazır olan Kilise hiyerarşisi,sosyalizme ve işçi hareketine gizlenmeyen bir kuşkuve husumetle baktı.

21 Eylül 1958’de Papa XII. Pius şöyle yazıyordu:“Sınıfların çokluğu yaratıcının tasarımına tümüyleuymaktadır.” Yani Kilise, sınıflı toplumun değişmez,ebedi olduğunu ve ilahi bir kaynağı olduğunudüşünmektedir. Kilisenin yüzyıllardır sürdürdüğü tipiktutum kesinlikle budur: Statükonun ve toplumunsınıflara bölünmesinin açık savunusu.

“Günlük hayatınızın her dakikası teoriniziyalanlamıyor mu? Aldatıldığınızda mahkemeyebaşvurmayı yanlış mı buluyorsunuz? Ama havaribunun yanlış olduğunu yazıyor. Sol yanağınıza tokatatıldığında sağ yanağınızı mı uzatıyorsunuz, saldırıgirişimlerinde mi bulunuyorsunuz? Ama İncil bunuyasaklıyor […] Açtığınız davaların ve medeniyasaların büyük bölümü mülkle ilgili değil mi? Amasize hazinenizin bu dünyaya ait olmadığı söylendi.”(Marx ve Engels, Din Üzerine, “Kölnische Zeitung’un179. sayısının başyazısı”.)

Modern toplumda kilisenin etkinlikleri, Marx’ınyukarıdaki alıntıda işaret ettiği gibi, çarpıcı çelişkilereve ikiyüzlülüğe dayanır. M.S. 4. yüzyılda Hıristiyanlıkhareketi devlet tarafından gasp edildiğinden veezenlerin bir aracına dönüştürüldüğünden beri,Hıristiyan Kilisesi yoksulların karşısında zenginlerinve güçlülerin tarafında yer almıştır. Bugün belli başlıkiliseler, büyük sermayeye sıkıca bağlı, devlettenmuazzam paralar alan zengin kurumlardır. Örneğin,Ortaçağ’da, Katolik Kilisesi tefeciliğin (faizle borçpara vermek) ölümcül bir günah olduğunu açıklarken,şimdi Vatikan’ın büyük bir bankası bulunuyor vemuazzam bir servete ve güce sahip.

Düşünce tarihinde, daima en gerici türden bir rolüstlenen Kilise’nin Saramago’ya dönükhezeyanlarında aslında şaşırtıcı bir yan yoktur.Aydınlara ve bilim insanlarına dönük düşmancatutumun bir hayli örnekleri bulunmaktadır. Örneğin,Galileo Galilei Kutsal Engizisyon’un işkence tehdidialtında fikirlerinden dönmeye zorlandı. GiordanoBruno kazıkta yakıldı. Charles Darvin, Tanrı’nındünyayı altı günde yarattığı şeklindeki yerleşik görüşemeydan okuma cesaretinden dolayı İngiltere’dekikurulu dinsel düzen tarafından acımasızca sıkıştırıldı.

Toplumsal yasama alanında ve özellikle kadınhaklarında, Roma Katolik Kilisesi daima gerici bir roloynamıştır. Hâlâ boşanma, gebelikten korunma vekürtaj hakkını yasaklayarak kadınların kendi bedenleriüzerinde söz sahibi olma hakkını bile reddetmektedir.

Vatikan’ın Saramago tahammülsüzlüğü A. Deniz

Yapay yollarla gebelikten korunmaya kiliseningösterdiği ısrarlı muhalefetin sonuçları, özellikle AIDSbakımından feci olmuştur.

Vatikan’ın Saramago düşmanlığında şaşırtıcı biryan yoktur. Zira, Vatikan ve onun başı Papa, sözünüsakınmayan bir gericidir, Marksizm’in ve devrimindüşmanıdır. Onun en büyük destek gücü İtalya, İspanyave diğer ülkelerdeki politik yaşamın her köşesindekolları olan ünlü Katolik Mafya Opus Dei’dir.

Saramago’ya yönelik “ateist” ve “dinsiz”suçlamasına gelince. Komünistler kendi paylarına dininbir yanlış bilinç olduğunu söylerler, çünkü dikkatimizigerçek dünyadan uzaklaştırıp hakkında hiçbir şeybilemeyeceğimiz ve soru sormanın bile yararsız olduğubir ötekiliğe yöneltir.

Tüm felsefe tarihi iki temel varsayımdan yolaçıkmıştır:

a) Dünya benim dışımda mevcuttur ve b) Budünyayı anlayabilirim ve şu anda bilmediğim şeylerolsa bile en azından gelecekte onları bilmekapasitesindeyim. İnsan bilgisine, ihlal etmemesigereken bir sınır koymak, her türden mistisizme vehurafeye kapıyı açmaktır. 2000 yıldan fazla bir süredirinsanlık, kendimiz ve yaşadığımız dünya hakkındabilgi edinme mücadelesi vermektedir. Tüm bu sürezarfında din bilimsel ilerlemenin düşmanı olmuştur vebu bir tesadüf değildir. Bilimsel düşüncedeki ilerleme,geçmişte “giz” gibi görünen şeyleri bizim için anlaşılırkıldığı ölçüde, din geriletilmiştir ve şimdi kendinikurtarmak için ümitsiz bir artçı direniş sergilemektedir.

Bilimin dine karşı mücadelesinde -yani akılcıdüşüncenin akıldışılığa karşı mücadelesinde-komünistler tüm içtenlikleriyle ve tereddütsüzcebilimin yanında yer alırlar. Ama bununla yetinmezler.Dünyaya ilişkin akılcı bilgi edinmedeki tüm amaç, onudeğiştirmektir. Son 50 bin yıldır insanlık tarihinin derinanlamı, insanlığın doğayla yürüttüğü savaşı kazanma,kendi kaderini kontrol etme ve böylece özgürleşmeyolunda verdiği kesintisiz bir mücadeledir.

Kapitalist toplumda “komşunu sev” fikrinin ciddibir karşılığı yoktur. Kıran kırana bir rekabet ahlâkınıneşlik ettiği, komşumu yoksulluğa sürükleyenkapitalizm, bunu zor, hatta imkânsız bir öneriyedönüştürür. İnsanların psikolojisini ve davranışlarınıdeğiştirmek için öncelikle onların yaşam biçimlerinideğiştirmek zorunludur. Marx’ın sözleriyle “sosyalvarlık bilinci belirler”.

Tüm dünya, yerküreyi yağmalayan, gezegeninırzına geçen ve milyonlarca insanı dayanılmaz sefaletve acı dolu bir hayata mahkûm eden bir avuç devtekelin hakimiyetindedir. Bu emperyalist tekellerinyönetim kurullarında oturan hanımlar ve beyler,çoğunlukla dini bütün Hıristiyanlar’dır, daha azı iseYahudi, Müslüman, Hindu ve diğer inançlardandır.Fakat kapitalizmin gerçek dini bunların hiçbiri değildir.O, zenginlik tanrısı Mammon’a tapınır.

İnsanlığın gelişiminin yükselen bir çizgisi olduğugibi bir iniş çizgisi de vardır. Yükseliş dönemindeburjuvazi akılcılık -evet hatta ateizm- temelinedayandı. Şimdi, kapitalist çürüme döneminde, akıldışıeğilimler her yerde ortaya çıkmakta, hatta en ileri ve“kültürlü” devletlerde dahi. Kapitalizmin bütündünyayı uğrattığı yıkım, sayısız canavarlıklarüretmiştir. Bunama döneminde kapitalizm, en geritürden dinsel ve mistik eğilimlere de yol açmıştır.

Yaşanan tüm “kötülükler”in sebebini bize, ne tekbaşına din, ne de “ateist Saramago” verebilir.Saramago ve onunla aynı düşüncede olanları“kötülükler”in sebebi göstermek, sunturlu bir yalanolmasının ötesinde gerçekleri gizlemektir. Tümyaşanan melanetler, bütün ülkeleri ve toplumları harapeden ve yerine hiçbir şey koymadan toplumundokusunu tahrip eden kapitalizmin ve emperyalizminsuçlarıdır. Gelecekten korkan ve mevcut durumdanumutsuzluğa kapılan insanlar, var olmayan bir geçmişeait sözde “ebedi hakikatler”de teselli arıyorlar. Kökten

dinciliğin yükselişi, insanları umutsuzluğa ve çılgınlığasürükleyen kapitalist toplumun çıkışsızlığının somutbir ifadesidir yalnızca.

Din, bugün dünyada olan bitenleri açıklamagücünden yoksundur. Aslında onun rolü açıklamadeğil, aksine sadece kitleleri boş hayallerle avutmaktır.Ama kişi hayallerden daima uyanır ve katı gerçeklerleyüzyüze kalır. Eğer ihtiyaç duyulan şey gerçek birbilinç, evrene ve onun içindeki yerimize bilimsel bir

bakış ise, evet din bir yanlış bilinçtir. İnsanlar olaraközgürlüğümüzü kazanmanın ön koşulu, boşhayallerden köklü bir şekilde kopmak ve açıkyüreklilikle, hem dünyayı hem de kendimizi, olduğugibi, yani bu yeryüzünde insanlara yaraşır bir yaşamiçin çaba harcayan ölümlü kadınlar ve erkekler olarakgörmektir. Saramago’nun yaptığı da budur. Fakat bubile, Vatikan’ın ve sermaye baronlarının hışmını üstüneçekmeye yetmiştir.

Güney Afrika’da Dünya Kupası’nıngölgeledikleri...

Kara Afrika’da ilk kez gerçekleşen Dünya Kupası tüm renkliliği, canlılığı ve heyecanıyla sürerken, GüneyAfrikalı işçi ve emekçiler sadece futbol ateşi için değil, hakları için de sokaklara çıkıyor, eylem yapıyor.

Maçların oynanacağı statlarda güvenlik hizmeti veren işçilerin başlattıkları eylemler sürüyor. İlk olarak 13 Haziran’da oynanan Almanya-Avustralya maçından sonra eylem yapan işçiler kendilerine söz

verilen gündelik ücretlerinin sadece yüzde 10 oranında ödenmesini protesto ettiler. Gösteriye saldıran polis,göstericilere karşı gözyaşartıcı bomba ve plastik mermi kullandı.

İşçiler, organizasyondan akıl almaz kârlar elde eden ve tüm gelirin yüzde 95’ini alan Uluslararası FutbolFederasyonları Birliği’nin (FIFA), maçların oynanacağı stadlarda güvenlik hizmeti sağlayan işçilerin maaşlarınıdüşürmesi işçilerdeki öfkeyi tetikledi.

14 Haziran’da yine Durban’da 3 bin kişi FIFA ve Güney Afrika hükümetini protesto etti. Düşük ücretlerekarşı yürüyen göstericiler arasında çok sayıda güvenlik görevlisi de vardı. Göstericiler, “FIFA mafyası defol!”sloganlarını haykırdı.

Durban şehrinde başlayan işçilerin eylemleri Güney Afrika başkenti Cape Town’ın yanısıra, Kapstadt, PortElizabeth ve Johannesburg’a da yayıldı. Cape Town’da İtalya ve Paraguay arasında oynanacak maç öncesi stadagiren yaklaşık 80 işçi, stattan polis müdahalesi ile çıkarıldı. Johannesburg’da da işçiler iş bıraktılar. Bu nedenleBrezilya-Güney Kore maçının oynandığı Ellis-Park-Stadyumu’nda zorunlu bir acil görev planı uygulanmakzorunda kalındı. Birçok statta polis ve özel güvenlikçiler bu işi üstlenmek zorunda kaldı.

Dünya kupası düzenleme komitesinin görevlendirdiği güvenlik şirketinde çalışan işçiler gündelik 150 Rand(15 euro) civarında ücret alıyorlar. Ama işçilere daha önce 350 Rand sözü verilmişti. Güvenlik işçileriDurban’da geçtiğimiz salı günü 205 Rand gündelik ödenmesinden sonra protestolarını sona erdirdiler amagörevlerini polise devretmek zorunda kaldılar.

Otobüs şoförleri de Johannesburg’da grev nedeniyle Hollanda ve Danimarkalıları taşımadılar. 15 Haziran’daise bilet gişelerinde çalışanlar iş bıraktı. Enerji firması Eskom çalışanları da firma yöneticilerine ödenenmilyonluk primlere rağmen kendilerine önerilen düşük ücret artışına karşı patronu greve gitmekle tehditediyorlar.

Güney Afrika’da emperyalist-kapitalist krizin etkisiyle birlikte bir milyon kişi işini kaybetti. Ücretler düşük,iş koşulları insanlık dışı.

Hükümet dünya kupası süresince “sosyal barışı sağlamak” ve grevleri engellemek için siyah işçi veemekçilere açıktan bir basınç uyguladı. 1,3 milyon kamu çalışanının dünya kupası finalinin yapılacağı 11Temmuz’a kadar yüzde 11 ücret artışı için greve gitmesine yasak getirildi.

En fazla ücret ödenen işyerlerine beyazlar alınırken, en sağlıksız koşullarda hiçbir güvenlik önlemialınmadan çalıştırılan siyah işçiler son üç yıl içinde 26 kez greve gittiler ve ısrarlı mücadeleleri sonucundaücretsiz taşıma, yüzde 12 ücret artışı ve prim hakkını elde ettiler.

Bugün tüm dünyanın gözleri yine Güney Afrika’da ve bu kez dünya kupasında. Ama kameralar GüneyAfrika’da Apartheida geri dönüldüğünü göstermiyor. Kameralar siyahların evlerinden zorla sürgün edildiğini,karşı çıkanların tutuklanıp cezaevlerine konulduğunu, boşalan yerlerlere yeni binaların inşa edildiğini, kendiyanıbaşında oynanan oyunların bazılarına girişin 650 euroya vardığını ve kendi inşa ettiği stadyumlara sadeceuzaktan bakabildiğini, çünkü kazandığı haftalık 60 euro ile bu stadyuma girmesinin imkansız olduğunu, işçi veemekçilerin kazandıkları haftalıkları ile, eve ekmek, süt bile alamadığını, normal bir öğünü bile karşılamaktanyoksun olduğunu, yani sınıf ayrımının bu kadar derin olduğunu göstermiyor.

50 milyon nüfusa sahip Güney Afrika zengin ile fakir arasındaki uçurumun en büyük olduğu ülke. GüneyAfrika’da her dört kişiden biri işsiz ve 18 milyon insan günde 2 doların altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor.Yoksulların yüzde 95’i siyah.

Güney Afrika’da siyahlar şehirlerin varoşlarında, teneke kutu yığınağına benzeyen yerleşim yerlerinde, tekodalı ince teneke kulübelerde, tüm aile birarada alt yapının herkese yetecek kadar olmadığı, ulaşımın kötüolduğu yerlerde yaşıyorlar. Bu yerleşim merkezlerinin çevresi tellerle çevrili ve polisin gözetiminde. Adeta birtoplama kampını andırıyor. Yeni yerleşim yasasına göre, bu yerleşim yerlerine gitmeyi reddedenleri beş yıl hapiscezası bekliyor. Dünya kupası organizatörleri teneke çöplüğüne benzeyen bu utanç tablosunu dünyanıngözlerinden uzak yerlere taşınmasını istemişti. Kapstadt havaalanı yakınındaki yerleşim yerinde yaşayan 20 binkişi buna karşı direnmiş ve sadece bu şekilde sürgün edilmekten kurtulmuşlardı.

Güney Afrika’da Dünya Kupası nedeniyle 2 milyon kişi başka yerlere sürgün edildi. Polise sokakları,sokakta yaşanlardan temizleme yetkisi verildi. Direnenler gözaltına alındı. “Organize suçu önlemek için” polisegerekirse öldürücü ateş açabilme yetkisi verildi.

Nelson Mandela serbest bırakıldığında ANC’nin kapitalizmi değil, Apartheidi kaldıracağını söylemişti. EvetApartheid siyah işçilerin ve direnişçi siyahların önderliğinde beraberce yıkıldı, ama kapitalizme dokunulmadı.İşçi ve emekçiler kapitalist sistem sürdüğü sürece, eşitsizliğin de süreceğini gördüler. Dünya kupası bunu siyahişçi ve emekçilere hergün döne döne gösteriyor. 46 yıl süren Apartheid’in yıkılmasından sonra bunca yılgeçmesine rağmen Güney Afrika işçi ve emekçileri halen özgürleşmeyi bekliyor.

Vatikan’ın Saramago tahammülsüzlüğü Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, maden vebelediye kanunlarında yapılan değişikliklerionaylayarak Başbakanlığa gönderdi.

5393 Sayılı Belediyeler Kanunu’nun, “KentselDönüşüm ve Gelişim Alanı” başlıklı 73. maddesideğiştirilirken, sözkonusu düzenleme sonrası da“kentsel dönüşüm” makyajıyla kentin pek çokdeğerli alanı ranta açılacak. Bugüne kadarbelediyeler tarafından yağmacılara peşkeş çekilenpek çok proje, ilgili meslek odalarının açtığı davalarsonucu durdurulmuştu. Bu yasayla ilerici kurumlarınverdiği hukuksal mücadelenin de önü kesilecek.

TMMOB bünyesindeki ilgili odalar, bu yasadeğişikliği ile büyükşehir belediye başkanlarınınkent içinde istedikleri her alanda tek söz sahibihaline getirileceğini vurguluyorlar. Böylece, kentinsermayeye peşkeş çekilmesinde bir basamak dahaatlanırken, ‘kentsel dönüşüm alanı’ ilan edilenyerlerde yaşayanların barınma hakkı yine ellerindenalınıyor. Bununla beraber, “kentsel dönüşüm”mağdurlarının yargıya başvurma hakları da ilgiliyasayla birlikte sınırlandırılıyor.

Düzenlemedeki bazı hükümler söz konusu yasadeğişikliğinin kamu ve toplum yararından uzakolduğunu gösteriyor. Düzenlemede kentsel dönüşümalanlarının kapsamı tanımlanırken; "yapısız veplansız" alanlarda, diğer bir anlatımla henüz biryapılaşmanın olmadığı ve planlama çalışmalarınınhenüz yapılmadığı, boş bulunan alanlarda dönüşümprojesinden bahsedildiği Harita KadastroMühendisleri Odası tarafından dile getirilirken,yapılaşmanın olmadığı ve planı bulunmayanalanlarda dönüşüm projesinden söz etmenin teknikve sosyal yönden hiçbir bilimsel açıklamasıolmadığı belirtiliyor.. Bu alanlarda zaten farklınitelikte "çevre düzeni", "nazım" ve "imar" planlarıyapılmaktadır. Böyle bir düzenleme keyfiuygulamaların sınırsızca gerçekleştirileceğini gözlerönüne sermektedir.

Mimarlar Odası ise konuyla ilgili yaptığıaçıklamada, söz konusu düzenlemenin getireceğiolumsuzlukları şöyle sıralıyor.

- Düzenleme, yargı yolunun önüne engellergetirilmesi ve yol gösterme suretiyle yargıbağımsızlığının ihlal edilmesi, ilçe belediyelerinetanınan yetkileri büyükşehir belediyelerinedevrederek “yerelliğin” yok sayılması, acelekamulaştırma ile kamulaştırmada esas olan “kamuyararı” yerine “ayrıcalıklı el koyma” hakkıverilmesi, mülkiyet haklarına müdahale edilmesigibi, başta içinde bulunduğu 5393 Sayılı Kanun’aaykırı olmak üzere ilgili yasalarla çelişmekte veAnayasa ile bağdaşmamaktadır.

- Yasa değişikliği ile kentin genel planlamahedeflerini olumsuz etkileyecek parçacı “KentselDönüşüm ve Gelişme Bölgesi” anlayışıbenimsenerek bütünlükçü bir planlama anlayışıdışlanmıştır. Düzenleme kapsamına “imarlı-imarsız,yapılı-yapısız tüm alanlar” ve belediye sınırlarıiçerisinde kalan mücavir alanlar “dönüşüm” kapsamıiçerisine alınmıştır. Uygulamada tam bir keyfilikgetirilmiş ve bununla da yetinilmeyip, ortalama birkentin tamamına yakın 500 hektara kadar alanlardönüşüm alanı ilan edilebilecektir.

Kentsel yağmaya yeni düzenleme28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Kentleri ranta açacakdüzenleme onaylandı

Rüzgar tribünlerine karşı direnişbüyüyor!

Geçtiğimiz haftalarda Hatay’ın Samandağilçesine bağlı Tekebaşı beldesinde hiçbir önaraştırma yapmadan rüzgar tribünlerini rasgele,tarım arazileri üzerine yerleştirmek isteyensermaye, köylülerin direnişi ile karşılaşmış; budurum üzerine iş makineleri ve işçiler köydençıkartılmak zorunda kalınmıştı.

17 Haziran rüzgar tribünlerini kurmak için birkere daha girişimde bulunan sermayenin enerjialanındaki önemli kollarından biri olan AKSAenerji temsilcileri bu sefer daha büyük birdirenişle karşılaştı. Rüzgar tribünleri için gereklimalzemeleri taşıyan tırın köye doğru yaklaştığınıduyan yaklaşık 2000 köylü köyün girişine barikat kurarak bekleyişe başladı.

Halkın köyün girişinde toplandığını öğrenen şirket görevlileri ve devletin kolluk kuvvetleri bu sefer tırıYayladağı ilçesinin Meydan Köyü’nden geçirmeyi denedi. Fakat bölgede oturanların malzeme taşıyan tırıngüzergahının değiştirildiğini öğrenmeleri üzerine yolda lastik yakılıp barikatlar kuruldu.

Tırın, köyden zorla geçirilmek istenmesine tepki gösteren köylüler tırı ve iş makinelerini işgal etti. Bununüzerine jandarma ve Antakya’dan getirilen çevik kuvvet ile halk arasında arbede yaşandı. Halkın geri adımatmaması üzerine tırlar ve iş makineleri köyden çıkartılmak zorunda kalındı. Böylece bir kez daha rüzgartribünü kurma girişimleri önlenmiş oldu.

Kızıl Bayrak / Antakya

Geleceksizlik intihara sürükledi3 fakülte bitiren 29 yaşındaki öğretmen Adem Sarıusta, ataması yapılmadığı için intihar etti. Geleceksizlik,

ataması yapılmayan bir öğretmeni daha intihara sürükledi.Ataması yapılmayan yüz binlerce öğretmenden biri olan Adem Sarıusta, kaldığı dairenin penceresinden

caddeye atladı. Bir çocuk babası Sarıusta’nın ataması yapılmadığı için bir çay ocağında çalışmak için yaptığıbaşvurunun da reddedildiği öğrenildi.

“Daha çabuk atanırım” diyerek 3 fakülte bitiren ve yüksek lisans yapan Sarıusta’nın ölümüne ilişkinaçıklama yapan Ataması Yapılmayan Öğretmen Platformu Genel Sekreteri Osman Şahin atanamadığı içinintihar eden öğretmenlerin sayısının 14’e ulaştığını bildirdi. AYÖP kurucularından Şafak Bay isimliöğretmenin yaşadığı stresten kaynaklı kanser olduğunu hatırlatan Şahin, 327 bin kişinin atama beklediğinisöyledi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Gün geçmiyor ki bir intihar haberi vermeyelim. Oku, emek ver, yıllarca bekle. Bu intiharların bedeliniödeyeceksiniz Binlerce öğretmen Temmuz’da direnişte olacak. Başka intiharlar olmasın. Başka acılaryaşanmasın diye.”

Bir önceki yazımızda TC’nin Ortadoğupolitikasını özetlemiş ve bunun Kürdistan sorunuylailgili boyutlarını vurgulamıştık. Bugünkü yazımızdaise Kürdistan’daki gelişmeler ve bunların yönühakkında kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.Geçen haftaki yazımız şu paragrafla bitmişti:

“Kürdistan’da ise PKK, yeni bir ‘savaş dönemine’girdiğini belirtmektedir, pratik faaliyetlerini budoğrultuda yapmaktadır. Yapılan resmi açıklamalarabakılırsa bu yeni dönemin tek yanlı olarak‘Demokratik özerkliğe’ doğru yol alabileceğibelirtilmektedir. Bu durum ve açıklamalar, Kürdistansorunu eksenli tartışmaları yeni noktalara taşımaeğilimindedir. ‘Savaş’ ve ‘Demokratik Özerklik’konusu yeniden bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır.Savaşın kendisi ile politik programı arasında büyükbir dengesizlik var. Daha da önemlisi, bu ‘programın’arkasındaki düşünsel ve ruhsal duruştur. Bu konudakideğerlendirmeyi bir sonraki yazımızda yapmayıdüşünüyoruz.”

Son hafta içindeki gelişmeler, eylemlerin veçatışmaların yayılması, egemenler cephesinde yeniözel savaş önlemlerine dönük yapılan tartışmalar,yukarıdaki paragraftaki konuların daha kapsamlıtartışılmasını daha bir önemli kılmaktadır.

Eylemler yayılıyor, çatışmalar büyüyor, bunakarşılık özel savaş uygulamaları, daha da yayılma vederinleşme eğilimindedir. Toplumda ırkçı-şovenduygular günlük olarak yeniden yeniden üretiliyor…

PKK, yaptığı açıklamalarda savaşın bir bakıma“programını” da ortaya koymuş bulunuyor. Geçenhafta avukatlarıyla yaptığı görüşmede Öcalan da bukonudaki tutumunu ve programını açıklamışbulunuyor:

“Söylediğim gibi benim buradaki pozisyonumbarış pozisyonudur. Ama daha önce de defalarcasöylediğim gibi artık muhatap bulamıyorum. EğerHükümet bir temsilcisini gönderirse, bu konudaparlamentodan bir karar çıkartıp önümü açarlarsaben iki günde tüm silahlı güçleri bir alandatoplayabilirim. Buna gücüm de var iddiam da var,kendime güveniyorum. Silahlı güçleri BM’nin ya daNATO’nun denetimi altında bir bölgeye de çekebiliriz.Hatta Türk ordusunun görebileceği bir alan daolabilir. Bunları Türkiye kamuoyu da bilmelidir.”(Kaynak: ANF)

Savaşın niteliğini belirleyen, onun politik hedefi,programıdır! “Demokratik özerklik” ve Öcalan’ın“önümü açarlarsa” sözü ile yaşanan çatışmalarınyoğunluğu ve yaygınlığı arasında ciddi birdengesizlik yok mu? Ya da bu noktada tartışmalarıtemel politik hedeflerden çok soyut noktalar üzerindeyapmak ne kadar doğru ve tutarlı olur?

Kürtler açısından temel sorun, direnme, fedakârlıkve savaşma sorunu değildir! Bu konuda kendisinisayısız kez kanıtlamıştır! Bugün de öyle… Önlerine“düzen içinde bir yaşam” hedefi konulmasına rağmendireniş ve fedakârlılıkda zerre kadar geri durmuyor!Ama dost ve düşman karşısında kendisini nasıltanımlıyor, neler istiyor, nasıl bir gelecek hedefliyorsoruları konusunda öteden beri ortaya konulan resmiirade nedir soru ve soruları, aslında Kürt halkınıntemel sorununu anlatıyor!

Örneğin bu “yeni savaş dönemi” ile birlikte “tekyanlı ilan edilebileceği” söylenen “Demokratiközerklik” programı, Kürtler, onların ulusal kimliklerive hakları için ne anlam ifade ediyor? Bu program,

onların eşitlik ve özgürlük haklarını, gerçek anlamdaiçeriyor ve güvence altına alıyor mu?

Daha da önemlisi, bu programı açıklayanlar, yanisavaşma gücünü gösterenler, “biz bütün uluslar vehalklarla eşit bir ulus ve halkız, onların sahip olduğutüm hakları istiyoruz, hiçbir biçimde eşitsiz,egemenlik ilişkisinin başka bir türünü istemiyoruz,birlikte yaşamamızın temel koşulu her açıdan eşitlikve özgürlüktür, savaşımız bunun içindir”diyebiliyorlar mı? “Her türlü devleti reddediyoruz”teorileri ile şimdiki program ve yaklaşımlarınımeşrulaştırmaları mümkün değildir! Ya da buteorileri, devletin egemenliğini kabul etmekten başkabir şey olmayan “Demokratik özerklik” programınınözünü örtbas etmeye yetmiyor!

Aslında teoriler ve programları anlamlı kılan,onlara ruh katan bir halkın, bir grubun ve bir kişininkendine bakışı ve kendini tanımlamasıdır! Bir halkadına konuşanlar, onun politik temsilcisi olduğunuiddia edenler, bu halkı, başka halklar karşısında vehalklar arası ilişkilerde nasıl tanımlıyor, ona nasıl birkonum ve hak görüyorlar! Daha önceki birçokdeğerlendirmemizde vurguladığımız gibi burada kilitkavram, “Eşitlik”tir! Kendini her açıdan eşit görüyormusun? Başkalarıyla ilişkinde böyle bir ruhsalduruşla mı hareket ediyorsun; o zaman sözün,davranışın ve eylemin buna uygun olur! Bu ruhsal vedüşünsel duruş, aşağılanmayı değil, saygıyı getirir,onun temellerini koşullar!

Şimdi, Kuzey Kürtleri’nin politik “iradesi” olarakkendisini tanımlayanların en temel zaafı burasıdır.Kendilerini ve adına konuştukları Kürtler’i, diğerhalklar karşısında, diğer politik özneler karşısında eşitgörmüyorlar. Ama buna karşılık eşit olmayan, budüzenin içinde parya sistemini aşmayan talepler için,yani “Demokratik özerklik” için savaşıyorlar; dahadoğrusu birilerinin “önünü açmak” için çatışıyorlar!

Bir, bu nedenle tam anlamıyla ciddiyealınmıyorlar. Diğer bir temel neden de şu: Nesnelolarak direnen ve savaşanların potansiyel duruşlarıylaaçıklanan “programları” aşma eğilimi, mevcutdurumun en temel paradoksunu oluşturuyor! Aslındabu paradoks, hükümetin “açılım” konusundakiaçmazını da koşulluyor!

Kısacası Kürt halkının temel sorunu, direnme vesavaşma sorunu değil, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlıkruhsal ve düşünsel duruşuna dayanan politik iradedenyoksun olma sorunudur! Bunu aştığı ve çözdüğüzaman, bütün bu direnmelerin, fedakârlıkların veödenen bedellerin karşılığı alınacaktır! Öncelikleanılan dengesizlik ve paradoksların aşılması şarttır!Çatışmaların “sıcaklığı” ve “duygusallığı” bugerçekliğin tartışılmasını “ötelediğinde” çekilecekacılar ve ödenecek bedeller daha az olmayacaktır!Sorumlu yaklaşım, özellikle bu kritik dönemlerdegerçekleri tartışmak ve bütün açıklığıylagösterebilmektir!

22 Haziran 2010

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Politik irade ve savaşM. Can Yüce

Politik irade ve savaş

Gülen’den tasfiye amaçlı Kürtçe TV Türk sömürgeci sermaye devletinin resmi kanalı TRT bünyesinde faaliyete başlayan TRT Şeş’e özel

sektörden yenileri ekleniyor. TRT 6’nın ardından bir Kürtçe kanal daha devreye giriyor. Fethullah Gülen’eyakınlığıyla bilinen Samanyolu yayın grubunun ‘Dünya TV’si, Türkiye’nin ilk özel Kürtçe televizyonuolacak. Gaziantep’ten ulusal yayın yapacak olan Dünya TV, Irak başta olmak üzere Suriye ve diğer Ortadoğuülkelerinden de izlenebilecek. Medyada yer verilen habere göre, yaklaşık bir yıldır yürütülen çalışmalardasona yaklaşıldı. Gaziantep’teki televizyon merkezinde hummalı bir hazırlık sürüyor. Görev alacak ekipözellikle Kürtçe bilenler arasından seçiliyor. Kanalda güncel programların yanısıra Samanyolu TV’deyayınlanan birçok dizi ve yapım Kürtçe dublajla ekrana gelecek.

TV girişiminin arkasındaki Fetullah Gülen, Kürt halkının da yakından tanıdığı birisidir. Said-i Kurdi’nineserlerinin tahrip edilmesi Kürt ve Kürdistan’a ilişkin ne varsa çıkarılması görevi Gülen’e verildi. O, verdiğibir konferansında, “Saidi Nursi’nin Kürt olması kanıma dokunuyor” diyecek kadar Kürt karşıtıdır. FethullahGülen eliyle Said-i Kurdi’nin düşünceleri çarpıtılarak Türk sömürgeciliğinin hizmetine sokuldu.

Gülen, daima Kürt ve Kürdistan terminolojisini kullanma yerine soykırımcı, sömürgeci bir terminolojiyeuygun bir şekilde “yöre halkı” ifadesini kullandı. Çatışmaların arttığı bir dönemde Gülen verdiği demeçte, “80yaşındayım ama beni askere çağırsalar gider savaşırım” diyerek ne kadar militarizm yanlısı olduğunuanlatıyordu. Kürt illerinde devlet terörü estiren valiler, emniyet müdürleri ile polislerin çoğunun Fetullahçıkadrolardan oluştuğu biliniyor.

Sermaye devletinin 31 Mart 2010 tarihindeBDSP’ye yönelik 4 ilde (Samsun, Ankara, İzmir veBursa) gerçekleştirdiği eşzamanlı operasyonlarınardından Ankara, Bursa ve Samsun’dan gözaltınaalınan sınıf devrimcilerinden 5’i çıkarıldıklarımahkeme tarafından tutuklanmış ve 3 Nisan 2010tarihinde Sincan F Tipi’ne gönderilmişlerdi.

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin açtığı davakapsamında, “Örgüt üyesi olmadığı halde örgüt adınafaaliyet yürütmek”, “örgüt propagandası yapmak”suçlamaları ile yargılanan BDSP’lilerin “AlaattinKaradağ ile ilgili eylemlere katılmaları”, “TEKELeyleminde slogan atmaları” vb. bu suçlamalaradayanak gösterilmişti.

3 BDSP'li serbest bırakıldı, 2 BDSP’linin tutukluluğu sürüyor

Ankara’da gözaltına alınan Hızlan Erpak,Bursa’da gözaltına alınan Can Kızıltan veSamsun’dan gözaltına alınan Emre Azapçı, 18Haziran günü çıkarıldıkları ilk duruşmalarında serbestbırakıldılar.

Ankara’dan gözaltına alınan Onur İnce ve ÖzgürKaragöl’ün ise tutuklu yargılanmalarının devamınakarar verilirken, dava 14 Temmuz 2010 tarihineertelendi.

Ankara Adliyesi’ne getirilen BDSP’liler adliyegirişinde “Yaşasın devrim ve sosyalizm!” sloganınıhaykırdılar. Duruşma saat 13.45’te başlarken aynısaatlerde, çeşitli illerde Halk Cephesi’ne yönelikoperasyonlarda gözaltına alınan ilerici ve devrimcileriçin de kitlesel bir bekleyiş vardı. Ankara Adliyesiönündeki bekleyişlerini diğer devrimci kurumlarlaberaber sürdüren BDSP’liler, KESK ve Halk Cephesiadına yapılan açıklamaların ardından konuya ilişkinbasın açıklaması yaptılar.

Hiçbir baskı ve terör devrimci faaliyeti durduramayacak

Sermaye devletinin devrimci siyasal faaliyeteyönelik artan saldırılarına dikkat çekilen açıklamada,söz konusu saldırıların keyfi gözaltı, tutuklama veyargılamalarla sürdüğü belirtildi.

Açıklamada şunlar söylendi:“Ancak buradan bir kez daha haykırıyoruz. Hiçbir

önlem, faşist baskı ve terör onları devrimci faaliyetidurduramayacak. Sınıf devrimcileri, kendilerineyönelen bu saldırılara karşı devrimci sınıf faaliyetinive mücadelesini yükselterek yanıt vereceklerdir.”

Eyleme Halk Cephesi, Devrimci Proletarya veDÖB destek verdi.

Sınıf devrimcileri Alaattin Karadağ’ı sahiplendiler

Yaklaşık 1 saat süren ve tutuksuz olarakyargılanan Deniz Gündoğdu, Erhan Erikli ve TolgaÇınar’ın da katıldığı duruşmada mahkeme heyetinesavunmalarını veren BDSP’liler, devrimci işçi AlaattinKaradağ’ı sahiplenen açıklamalarda bulundular.

Kızıl Bayrak / Ankara

Devlet terörü sökmeyecek!30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/25 * 25 Haziran 2010

Ankara’da 5 BDSP’liden 2’sinin tutukluğuna devam kararı verildi...

“Faşist baskı ve terör sökmeyecek!”

Karadağ Ailesi davayı değerlendirdi!19 Kasım 2009 tarihinde bir cinayet şebekesi gibi çalışan Esenyurt-Avcılar polisi tarafından infaz edilen

TKİP militanı devrimci işçi Alaattin Karadağ’ın ilk duruşması 16 Haziran günü görüldü. Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın ikinci duruşması 9 Kasım tarihine ertelenirken

Karadağ Ailesi adına 18 Haziran günü İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde (İHD) basın toplantısıgerçekleştirildi. Toplantıya BDSP temsilcisi de katıldı.

“Polis terörüne ve polis cinayetlerine son! Alaattin Karadağ cinayeti aydınlatılsın! / Karadağ ailesi”ozalitinin yer aldığı açıklamayı Alaattin Karadağ’ın kardeşi Abdullah Karadağ gerçekleştirdi. Açıklamada,davanın ilk duruşması hakkında bilgilendirme ve değerlendirme yapıldı. Bunun yanısıra Karadağ’ınkatledilişinin örtbas edilmesi için soruşturma sürecinde delillerin karartılmaya çalışıldığı ve bu tutumun davasürecine de yansıdığı ifade edildi. Örneklerle beraber yargının taraflı olduğunun altının çizildiği açıklamadakasten adam öldürmekten yargılanan sanık Oğuzhan Vural’ın tutuksuz yargılanırken en basit hırsızlıksuçlarıyla çocukların yılları bulan cezalarına çarptırıldığı belirtildi.

Karadağ cinayetinin aydınlatılması ve polis terörüne karşı verilecek mücadelenin de önümüzdeki süreçtenasıl ele alınacağının ifade edildiği toplantıda kamuoyuna duyarlılık çağrısı yapıldı.

Karadağ Ailesi adına Abdullah Karadağ, cenazenin yıkanması sırasında kardeşinin bedenine ondan fazlakurşun giriş çıkışı ve başının arka kısmında darp ve yara izi olduğunu tespit ettiklerini belirterek yapılan suçduyurusunun geciktirildiğini ve 7 ay sonra işlem gördüğünü söyledi. Bu gecikmenin ise; bilerek ve kastenpolise zaman kazandırmak, delilleri karartmak, tanıkları “ikna etmek’’, mobese ve telsizlerin kayıtlarını silmekiçin kullanıldığını belirterek bunların yanısıra ailenin avukatlarının talep ettiği otopsi raporunun hala dosyayakonulmadığını hatırlattı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Türkiye şüpheli asker ölümlerindebirinci sırada...

İHD İstanbul Şubesi, ordu içerisinde yaşanan şüpheli asker ölümlerine ilişkin raporunu 22 Haziran günükamuoyuna sundu.

Basın toplantısına, İHD Şube Başkanı Abdulbaki Boğa, Şube Sekreteri Ümit Efe, Barış İçin Vicdani RedPlatformu’ndan Oğuz Sönmez ve 28 Haziran 2005’te götürüldüğü Adana Askeri Hapishanesi’nde mahkumgömleği giymemekte direndiği için gördüğü işkenceler sonucu yaşamını yitinen Er Murat Polat’ın babasıKenan Polat katıldı.

Toplantıda ilk konuşmayı yapan Ümit Efe, milli bilgi edinme önündeki engeller, kamuoyundan saklamatemel saiki ve hak arama bilincinin eksik olması nedeniyle raporun ulaşılabilir bilgilerden oluştuğunu ve bubağlamda eksikler içerdiğini söyledi.

Abdulbaki Boğa ise raporun sunumunu yaptı. Boğa, TSK bünyesinde 20 yılda 2 tabur ya da 15-18 bölükaskerin intihar ve şüpheli ölüm sonucu yaşamını yitirdiğini söyledi. Resmi açıklamalara göre, 1991-2001yılları arasında TSK içinde 815 şüpheli asker ölümünün olduğunu, 433 şüpheli intihar girişiminin iseyaralamalarla sonuçlandığını ifade etti. 2000-2009 yılları arasında jandarma içerisinde ise 401 kişininyaşamını yitirdiğini söyleyen Boğa, 1998 yılından 2010 yılının ilk 6 ayına kadar, derneğe yapılan başvurularve kendilerine ulaşan bilgilerden oluşan ordu içerisinde yaşanan şüpheli asker ölümlerinin ise 175 olduğunubelirtti. Türkiye’nin asker ölümleri ve asker intiharlarında dünyada birinci sırada yer aldığını ifade etti.

Kenan Polat ise konuşmasında, işkence suçunun sadece bir erin üzerine yıkıldığını belirterek, mahkemedenoğlunun ölümünden sorumlu olan herkesin cezalandırılmasını talep ettiğini söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

CMYK

MücadelePostası

17’ler anıldı

17 Haziran 2005 tarihinde Dersim Ovacık MercanVadisi’nde katledilen 17 devrimci İstanbul ve Dersim’degerçekleştirilen eylemler ve etkinliklerle anıldı.

17’ler, 17 Haziran Perşembe akşamı OkmeydanıDikilitaş Parkı’nda Demokratik Haklar Federasyonu(DHF) üyeleri tarafından anıldı.

“Köklerimize Sarılıp Özgür Geleceğe YürüyoruzYeni Demokrasi Şehit ve Tutsak Aileleri Birliği”pankartı arkasında DHF, DGH, ve Mao flamalarınınyanısıra şehitlerin resimleri ve meşalelerleOkmeydanı’nda gerçekleştirilen yürüyüşte dün 17’lerikatledenlerin bugün dağlarda, zindanlarda devrimcilerikatletmeye devam ettiği söylendi.

Dikilitaş Parkı’ndan başlayan yürüyüş Sibel YalçınParkı’nda yapılan saygı duruşu ve sinevizyongösterimiyle son buldu.

17’ler için Dersim’de de mezar anmasıgerçekleştirildi. Cafer Cangöz, Aydın Hambayat, AliRıza Sabur, Taylan Yıldız, Ahmet Perktaş’ın Dersim’demezarları başında gerçekleştirilen anma etkinliklerinde17’ler şahsında devrim ve komünizm mücadelesindeölümsüzleşenler anısına saygı duruşunda bulunuldu.

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kanser hastası Akçay’a özgürlük!

18 yaşındaki hasta tutuklu Abdullah Akçay’ın serbest bırakılması talebiyle Okmeydanı Eğitim veAraştırma Hastanesi’nde gerçekleştirilen eylemler devam ediyor.

14 yaşından beri tutuklu olan Abdullah Akçay’a, iki yıl önce lösemi teşhisi konmuştu. Akçay’ın serbestbırakılması için Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde 18 Haziran günü İHD İstanbul Şubesi,Tutuklu Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUAD), Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği (TUYAB),İstanbul Tabip Odası (İTO), İnsan Sağlığı ve Eğitim Vakfı (İSEV) ve Sosyal Hizmet UzmanlarıDerneği İstanbul Şubesi basın açıklaması gerçekleştirdi.

Açıklamada, ilik nakli için gerekli sevk kararlarının çıkartılmadığı ve Adli Tıp Kurumu’nun aylardırrapor düzenlemediği ifade edildi.

İHD İstanbul Şubesi’nin “Acil!” olarak yaptığı yazılı açıklamada ise Akçay’ın sağlık durumuna ilişkinyeni gelişmelere ilişkin bilgi verildi. Açıklamada, 4 Mart 2010’da Adli Tıp Kurumu’na götürülen AbdullahAkçay’ın aradan yaklaşık dört ay geçmesine rağmen halen adli tıp raporunun hazırlanmamasının endişeverici olduğu belirtilirken; ilik nakli için aileden alınan doku sonucunda ablasının ve erkek kardeşinindokusunun tuttuğu, ilik naklinin yapılabilmesi için, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevkininyapılması gerektiği halde sevkinin yapılmadığı ifade edildi. Abdullah Akçay’ın babasının İHD İstanbulŞubesi’ni arayarak, ilik naklinin yapılması için yeniden tedaviye başlanıldığını ancak Akçay’ın tedaviyeyanıt vermediği söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İlerici ve devrimcileretutuklama terörü

Sosyalist Parti üyelerine IMF-DBtutuklaması

Antalya Sosyalist Parti İl Başkanı Murat Türkeş veDev-Genç Birliği üyesi Mehmet Deliktaş’ı 6-7 EkimIMF protestolarına katıldıkları gerekçesiyle tutukladı.

İstanbul’dan gelen “özel tim” tarafından Antalya’dabindikleri bir minibüsten indirilerek gözaltına alınan veİstanbul’a götürülen Türkeş ve Deliktaş çıkarıldıklarımahkemece tutuklanarak Metris Cezaevi’ne konuldular.

Halk Cephesi’ne tutuklama terörüKızıldere’de yapılan Mahir Çayan anması ve Güler

Zere için yapılan eylemler gerekçe gösterilerek 15Haziran günü Halk Cephesi’ne dönük gerçekleştirilenoperasyonlarda gözaltına alınanlardan 15 kişi tutuklandı.

5 DP okuru tutuklandıMersin’de 16 Haziran sabahı gerçekleştirilen ev

baskınlarıyla gözaltına alınan Devrimci Proletaryaokurları 18 Haziran günü Mersin Adliyesi’nde savcılığaçıkarılmalarının ardından mahkemeye sevkedildiler. 5kişi “TİKB üyesi olmak” ve “örgüt adına faaliyetyürütmek” suçlamalarıyla tutuklanarak cezaevinegönderildi.

“Cinsel işkence devlet politikası”

İstanbul Bağcılar’da 17 Haziran akşamıbayıltılarak kaçırıldıktan sonra tecavüze uğrayanDemokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) üyesiK.S. için İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbulŞubesi’nde basın açıklaması yapıldı.

Avukat Eren Keskin, BDP İstanbul İl Eş BaşkanıÇiğdem Kılıçgün Uçar ve İHD İstanbul ŞubeSekreteri Ümit Efe’nin katıldığı toplantıda cinselişkencenin bir devlet politikası olduğu söylendi.

Basın açıklamasında konuşan Avukat ErenKeskin, kaçırılarak tecavüze uğrayan kadınlarınyüzde 90’ının Kürt kadınları olduğunu ve son 5yılda kaçırılarak kayıtsız gözaltılar yapılmayabaşlandığını söyledi. Cinsel işkencenin bir devletpolitikası olduğunu ifade etti.

Yapılan açıklamada 21 yaşındaki K.S.’nin maruzkaldığı tecavüz olayı şöyle aktarıldı:

“İstanbul’un Bağcılar ilçesinde 17 Haziran’da akşam saat 20.30 sıralarında DÖKH aktivisti K.S.(21),beyaz renkli ‘Doblo’ marka araçtan inen 4 kişinin bayıltıcı bir madde koklattıktan sonra 10 saat boyuncacinsel işkencesine ve tecavüz girişimine maruz kaldı. Polis olduğundan şüphelendiği saldırganlartarafından işkence edildikten sonra terk edilen K.S.’nin hastane raporunda yüksek derecede travma vetecavüz girişimi bulgularına rastlandı.”

Basın toplantısında söz alan BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ise, Kürt kadınlarına yöneliktaciz, tecavüz ve kaçırma olaylarının son yıllarda giderek arttığını belirterek bu olayın sorumluluğununKadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’a ait olduğunu belirtti. Kavaf’ın istifasını istedi.

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Belediye İşhanı Kat: 5 No:4 İzmit / KOCAELİ

Devrimci tutsaklara özgürlük!

TKMP’den sevk protestosuİzmir Tecrite Karşı Mücadele Platformu, 18 Haziran günü gerçekleştirdiği basın açıklaması ile Ercan

Yıldız ve Raşit Dörtyol’un Tokat ve Bafra T Tipi Hapishanelerine sevk edilmelerini protesto etti. Kemeraltı girişinde toplanan platform bileşenleri “Hapsihanelerde sürgün ve sevklere son / TKMP”

pankartını açtı. Platform adına yapılan açıklamada Kırıklar F Tipi’nde yatmakta olan Ercan Yıldız ve RaşitDörtyol’un 15 Haziran 2010 sabahı havalandırma kapıları açılarak saldırıya uğradıkları ve zorla Tokat veBafra T Tipi hapishanelerine sürgün edildikleri söylendi. Kırıklar’da sürgün sevkleri protesto edentutukluların 3 gündür açlık grevinde oldukları da belirtildi.

Eyleme BDSP de destek verdi.

Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde süngerli oda işkencesiTekirdağ F Tipi Cezaevi’nde bulunan Ferhat Tüzer, Ahmet Burak, Kemal Avcı isimli tutsaklar darp

edilerek süngerli oda işkencesine maruz bırakıldılar. Tutsakların 22 Haziran Salı günü görüşe gelen ailelere verdiği bilgiye göre; Tekirdağ F Tipi

Cezaevi’nde devrimci tutsaklara yapılan saldırıyı protesto etmek için kapı vurma eylemi gerçekleştiren veslogan atan Ferhat Tüzer, Kemal Avcı ve Ahmet Burak işkenceye maruz kaldı.

2 saat boyunca süngerli odada tutulan devrimci tutsaklara saldırı burada da devam etti. Ahmet Burak’ınboğazında yırtık oluşurken, Ferhat Tüzer’in de yüzünde morluklar oluştu. Parmaklarını tam olarakkullanamayan Tüzer, boynundaki şişliklerden kaynaklı konuşmakta, yutkunmakta zorluk çekerken saldırısırasında bayılan ve 2 saat baygın kalan Kemal Avcı hastaneye dahi götürülmedi.