sİ kızıl bayrak 11-36

32

Upload: kizilbayrak

Post on 08-Mar-2016

233 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-36 / Eylül

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-36
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLEREmperyalizmin savaş ve saldırganlık

cephesine demir attılar!… . . . . . . . . . . . 3

Emperyalizme uşaklık için sınırları

aştılar!… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

“Radar İsrail’in güvenliği için!”… . . . . 5

Kürt halkına yönelik baskı ve terör

artarak sürüyor… . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Safları sıklaştıralım, kavgayı büyütelim! 7

“Kıdem tazminatı güvencemizdir!” . . . . 8

Ümraniye’de “Kıdem tazminatı

hakkı” forumu... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

19 Eylül ve TMMOB . . . . . . . . . . . 10-11

Alaattin Karadağ davasında 5. duruşmaya

giderken.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12-13

“Cezaevlerinde işkence, saldırı, keyfi

uygulamalara son verilmelidir” . . . 14-15

Zor dönemin bilinçli,

inançlı ve soluklu

devrimcileri... . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Ulucanlar direnişi 12. yılında... . . . . . . 19

Ulucanlar’da katledilen Habip Gül ve

Ümit Altıntaş’ın avukatı İbrahim Ergün’le

konuştuk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 201

Ulucanlar’da devrimci tutsak,

fabrikada direnişçi işçi!….. . . . . . . . . . 21

Gizli zamma tepki!.....….. . . . . . . . . . . 22

Devrimci mücadeleyi

yükseltelim!.....…... . . . . . . . . . . . . . . . 23

Yüzbinler bağımsız

Filistin için yürüdü.... . . . . . . . . . . . . . . 24

Atina çalkalanıyor. . . . . . . . . . . . . . . . . 25

Şili’de sınıf mücadelesi

ve olanaklar… … . . . . . . . . . . . . . . 26-27

“Şili’nin en büyük yüreği”

Neruda kavgamızda yaşıyor!...… . 28-29

Şarlatan davasında 2. duruşma... . . . . . 30

Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:

Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi, Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbul

Tlf. No: (0212) 621 74 52e-mail: [email protected]

Web: http://www.kizilbayrak.orghttp://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

“Füze Kalkanı” hamlesiyle girilen yeni dönemdeABD ile ilişkilerde bahar havası esiyor. ABD'ninsavaş ve saldırganlık cephesinin en önünde saf tutmaonursuzluğuna imza atanlar, Ortadoğu'da da onunemir eri gibi çalışıyorlar. Bunu yaparken iseyalancılık ve ikiyüzlülükte tüm sınırları aşıyor, aynızamanda ise gerici-yayılmacı heveslerinin de birürünü olarak şovenizme başvuruyorlar. Halklararasındaki düşmanlıkları körükleyerek onlarısaldırganlık ve savaş politikalarına ortak etmeyeçalışıyorlar.

Kapak yazımız sermaye devletinin ABDemperyalizmi ile ilişkilerindeki bu yeni dönemi elealırken, emekçileri bekleyen tehlikelere işaret ediyor.Konu ayrıca izleyen sayfalarda çeşitli yönleriyle elealınıyor.

Gazetemizin gündeminin ana ağırlığını ise, 12.yılını dolduran Ulucanlar katliamı ve direnişioluşturuyor. Konu, katliamın siyasal hedefleri ve arkaplanı ile sergilenen büyük direniş, tanıklıklar ve zordönem devrimciliği başlıkları altında ele alındı.

Bilindiği üzere Ulucanlar katliamı gerçekleştiğisırada dönemin Başbakanı Ecevit ABD yolundaydı.Dahası bu yolda yaptığı açıklamalarla katliamı,topluma hakim olmak için yaptıkları itirafındabulunuyordu. Böylelikle katliamın arkasındaki amacıda deşifre ediyordu. Ecevit elinde devrimci kanıolduğu halde efendisinin huzurunda el pençe divandururken ABD emperyalizminin isteklerine boyuneğdi. Sonuçta o gün devrimci tutsakların kanınıdökerek ülkeye hakim olanlar işçi sınıfı veemekçilere de ağır bir bedel ödettiler.

Ulucanlar katliamının üzerinden 12 yıl geçtiktensonra da egemenler payına ABD'ye uşaklıkta dahabüyük adımlar atılıyor. Bu koşullarda iseemperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadeleninönemi artarken Ulucanlar'ın “teslim olmaktansakırılırız” ifadelerinde anlamını bulan direniş ruhunuyaşatmak ve emekçilere taşımak büyük önem taşıyor.

Ulucanlar katliamını lanetlemek ve direnişiniselamlamak üzere yapılacak anma etkinliklerineolabilecek en güçlü katılımı sağlamalıyız. Katliamın

gerçekleştiği aynı gün ayrıca polis tarafındankatledilen komünist işçi Alaattin Karadağ ile ilgiliaçılan davanın 5. duruşması görülecek. Katillerinyakasını bırakmamak için davanın görüldüğüBakırköy Adliyesi önünde olmalıyız.

İstanbul'da 25 Eylül günü TKİP MK üyesi ÜmitAltıntaş'ın mezarı başında düzenlenecek anmaetkinliği için Karacaahmek Mezarlığı’ndaki toplanmasaati 12.00. İzmir’de yine aynı gün saatte TKİP MKüyesi Habip Gül’ün Helvacı Köyü’nde mezarıbaşında anma etkinliği yapılacak. 26 Eylül günügörülecek Karadağ davası için Adliyesi önündekitoplanma saati ise 9.30 olarak belirlendi.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Bir süre öncesine kadar düzen cephesinin beyliktartışmalarından birisi “eksen kayması”ydı. Butartışmada eksenin kaydığını iddia edenler, AKPeliyle Türk devletinin geleneksel dış politikaönceliklerinden ve ilişkilerinden şaştığını, ABD veAB merkezli dış politikasını değiştirerek Asya’dayeni yükselen güç odaklarına yakınlaştığınısöylüyorlardı. Çoğu AKP yandaşı birçok çevre ise,AKP eliyle Türk devletinin bölge gücü seviyesineulaştığını, bundan dolayı da artık bağımsız bir dışpolitika çizgisi izleyebildiğini, dolayısıyla da ABDve AB karşısındaki geleneksel işbirliği çizgisiningeride bırakıldığını iddia ediyordu. Tüm bu iddialaraise, İsrail ile ilişkilerdeki bozulma, Türk devletininOrtadoğu ve Kuzey Afrika’da girdiği yönelimler ileABD’ye rağmen başta İran olmak üzere bir diziülkeyle yakın siyasal bağlar kurması gibi örneklerikanıt gösterilmekteydi. Bu örneklerden yola çıkılarakABD’ye, AB’ye ve İsrail’e rağmen Türk devletininbir “bölge gücü” olarak davranmaya başladığı,bağımsız çıkarları ve önceliklerine göre hareketederek, ilişkilerini ve ittifaklarını belirleyebildiği önesürülüyordu.

Fakat geçtiğimiz günlerde altına imza atılan“Füze Kalkanı” hamlesi ile, “eksen kaydı-kaymadı”tartışmasına artık kesin bir nokta konulmuştur.Çünkü “Füze Kalkanı” Türk devletinin sadece dışpolitikada değil aynı zamanda da iç politikadakitercihlerini ve yönelimlerini de belirleyecek türdenbir stratejik yönelimden başka bir şey değildir.Öyle ki bu hamle ile birlikte tescillenen işbirliğidüzeyi, ancak “Soğuk savaş” dönemindeSovyetler Birliği’ne karşı ABDemperyalizminin ön cephesi olmakla eştutulabilir. Bu döneminde “komünizmtehlikesi”ne karşı, emperyalist sistemin öncephesi-ileri karakolu olma rolünü üstlenenTürk burjuvazisi, bugün şiddetlenen emperyalistrekabette, ABD emperyalizminin rakip güçodaklarına karşı ön cephesi-ileri karakolu halinegelmektedir. Bu ABD emperyalizminin güç veetkinlik mücadelesinde ülke topraklarının boydanboya bir saldırı ve savaş üssü olarak kullanılmasıdemektir. Bu düzeyde bir işbirliği ise yine “Soğuksavaş” döneminde olduğu düzeyle eş tutulabilir

derecede, iç politiksüreçlere Amerikan

müdahalesianlamınagelmektedir.

Ki Kürt

hareketine yönelik saldırganlığın gerisindeki ABDortaklığının nedeni de budur.

ABD ile kurulan ilişkilerdeki bu yeni düzeyin birbaşka ifadesi ise, yine geçtiğimiz günlerde açıklanan“Küresel antiterör forumu” adlı girişimdir. ABDtarafından duyurulan vehalihazırda AKP şeflerininhakkında herhangi biraçıklama yapmaktan kaçındığıbu girişimin amacı,Ortadoğu’daki halk hareketleriile sarsılan düzeni yenidensağlamak, bunun için siyasi,askeri ve polisiye tedbirlerialmak üzere yakın işbirliğiyapmaktır. Bu Türk devletininaynı zamanda Ortadoğu’dakihalk hareketlerini bastırmada,ya da kontrol dışına çıkmışrejimlere çeki düzen vermedeve sisteme bağlamada etkinmaşalık yapacağını, aynızamanda ise etkin bir polisgücü olarak çalışacağınıgöstermektedir. Bu ABD hesabına Ortadoğu’da

“Kalkanlık”yanında sopalık

da yapmakdemektir.

Kuşkusuzbu stratejikilişki, ya dataraflarıntanımıyla“modelortaklık”sorunsuz

yürümemektedir.İsrail ile ilişkiler son

olarak Doğu Akdeniz’deGüney Kıbrıs’ın petrol araması üzerine

yaşanan gerilim türünden durumlardaolduğu gibi, Türk devleti kendi tercihlerine ve

çıkarlarına göre davranmaya çalışmaktadır.Ancak ne kadar esip gürlese de iddialarının

aksine ABD emperyalizminin kırmızı çizgilerinedokunmamaya özen göstermektedir. Dahası bu

gibi durumlar ABD ile girilen stratejik ilişkilerisarsmak bir yana gerçekte daha dagüçlendirmektedir. Çünkü ABD emperyalizminerağmen hareket edebilme gücü bulunmayan Türkdevleti, Amerikan desteğini arkasına almak ya daöfkesini yatıştırmak üzere bu eksene daha sıkıbağlanmaktadır. Dahası bu işbirliği çizgisininüstünün örtülmesi ve daha etkin biçimdeuygulanabilmesi bakımından da bir olanak haline

getirilmektedir. Kuşkusuz “Füze Kalkanı”konusundaki atılan kesin adımın İsrail’e yönelik

yaptırım kararlarının açıklandığı günün gecesiatılması bir rastlantı değildir.

Öyle ki emperyalizm eksenine sağlam biçimdedemirleyenler, “Füze Kalkanı” hamlesinin ardından

bu kez Ortadoğu seferine çıkmışlardır. Bu seferboyunca verilen mesajlar hemen tümüyle ABDemperyalizmiyle kurulan ilişkilerin bir gereğiolmuştur. Tayyip Erdoğan ve müritleri Obama’nınhuzuruna çıkmadan önce, girdikleri yeni yolda

kendilerini ispatlamak içinellerinden geleni yapmışlardır.

Obama ile Erdoğan görüşmesiise başlıbaşına ilişkilerin geldiğidüzeyi göstermiş, aynı zamandabu işbirliğinin ardından ortayaçıkacak sonuçlara ışık tutmuştur.Tayyip Erdoğan görüşmeniniçeriği hakkında “Terörlemücadeledeki ortaklığımızsürecek” ifadelerini kullanırken,Obama’nın kendisinden Libya ve“Füze Kalkanı” dolayısıylateşekkür etmesinden duyduğusevinci gizlemedi. Suriyekonusunda ABD düzeyindeyaptırım kararlarına başvurulacağıda aktarılanlar içerisindeydi.Ayrıca Tayyip Erdoğan konuyla

ilgili yaptığı açıklamada üstüne basa basa, ABD’denistenilen insansız hava aracı “Predatorler” konusundasorun olmadığını ve ABD’nin Güney Kürdistan’danayrılırken silahlarını kendilerine bırakılmasıtaleplerinin olduğunu söyledi. Tüm bunlar dahi bugerici işbirliğinin-uşaklığın derinliğine vesaldırganlık ve savaş eksenine ışık tutmaktadır.

Daha önce başka vesilelerle belirtildiği gibi Türkdevletinin ABD emperyalizmi arasındaki ilişkilerinseyri, derinleşen ekonomik kriz, buna bağlı olarakkeskinleşen emperyalistler arası rekabet, bölgeselsavaşlar ve büyüyen halk isyanları tablosu içerisindeanlamını bulmaktadır. ABD emperyalizmi bir yandanemperyalist güç mücadelelerinde sarsılan konumunukorumaya ve nüfuz bölgeleri üzerindeki egemenliğinisürdürmek için siyasal ve askeri gücünükullanmaktadır. Diğer yandan ise emperyalistegemenliği tehdit eden halk isyanlarını dabastırmaya, aynı zamanda Libya’da olduğu gibiyaşanacak boşlukları bir fırsata çevirmeyeçalışmaktadır. Türk devletine verilen roller de buhedeflerle doğrudan ilişkilidir.

Ancak bu gericilik ve savaş cephesinin işi hiç deöyle kolay değildir. Çünkü ilk olarak bu türdensiyasal ve askeri hamleler, enisonu rakip güçlerinkarşı hamlelerini de gündeme getirecektir. İkincisigerici çıkarlar ve egemenlik peşinde koşanlar her anyeni arayışlar içerisine girebilir ve uşaklarınıharcayabilirler. Dahası asıl önemlisi sosyal tabanlıemekçi halk hareketleriyle, anti-emperyalistmücadele dinamikleri, bu gerici güçlerin tümdenklemlerini bozacak bir temel dinamik olarakgiderek güçlenmektedir. Zira bu türden hareketlerABD’de de, İngiltere’de de, İsrail’de de sahnealmakta ve bu ülkelerde iktidarları zorlamaktadır.Dahası emperyalizme verdiği büyük hizmetlerinkarşılığında Kürt hareketini tasfiye edebileceğinisanan Türk devletinin bu amacına ulaşması pekmümkün değildir. Sonuçta yaşadığımız ülke, bölgeve dünya tablosunda gericilik kadar devrimci birkarşı çıkışın imkanları da büyümektedir.

Emperyalizmin savaş ve saldırganlıkcephesine demir attılar!

“Füze Kalkanı” Türkdevletinin sadece dışpolitikada değil aynı

zamanda da içpolitikadaki tercihlerini

ve yönelimlerini debelirleyecek türden birstratejik yönelimdir.

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Tayyip Erdoğan’ın bazı bakanlar ve kalabalık birkapitalistler grubuyla gerçekleştirdiği “Kuzey Afrikaçıkarması”nın yankıları sürüyor. Bu “çıkarma”yaolmadık methiyeler dizen AKP ve yandaşları zaferhavasındalar. Bununla birlikte ise, dinci gericiliğinborazanlığını yapan medya tarafından pohpohlananErdoğan’la müritlerinin günden günesaldırganlaşmaları dikkat çekiyor.

Kürt halkına savaş ilan eden AKP hükümeti, aynıanda Arap dünyasındaki halk isyanlarınıdesteklediğini, Arap yönetimlerinin halkların iradesinesaygı göstermek zorunda olduğunu vaaz ediyor.Türkiye işçi sınıfıyla emekçilerine ekonomik, sosyal,siyasal, fiziksel şiddeti reva görenler, utanmadansömürü, kölelik, yoksulluk, rüşvet ve zorbalığa karşıisyan eden Arap halklarını desteklediklerini iddiaediyorlar.

Bir yanda Filistin devletinin tanınmasının “birtercih değil zorunluluk” olduğunu vaaz eden dincigericiliğin temsilcisi Erdoğan, öte yandan NATO’nunfüze kalkanının Malatya Kürecik’e inşa edileceğiniaçıklıyor. İsrail’e “Gazze ablukasını kaldır” diye çağrıüstüne çağrı yapan AKP şefleri, siyonist rejiminNATO kalkanı ile korunmasına onay veriyor. Bölgebarışına hizmet etmek için çaba sarf ettiklerini önesüren bu aynı gerici takımı, sağa sola sataşarak, savaşkışkırtıcılığı yapıyor.

AKP şeflerinden yansıyan bu tutarsızlık veriyakârlık abidesi açıklamalar ve etrafa savrulantehditler, emperyalizm adına tetikçilik yaparken,“halkların dostu” görünmekte yaşadıklarızorlanmalardan kaynaklanıyor. Zira iki zıt şeyi aynıanda yapmak, üstelik bu zıtlığı aynı eylemleredayandırmak olası değil. Bundan dolayı dinci gericilikşeflerinin ucubeliklerine daha sık tanık olmayabaşladık.

Her şey yağmadan alınacak payı büyütmek için…

AKP şefinin Mısır, Tunus ve Libya’yı kapsayanKuzey Afrika gezisine kalabalık bir kapitalistler grubuile çıkması, meselenin özü hakkında fikir veriyor. Türkburjuvazisinin bu ülkelerin pazarına girişinihızlandırmak, aylardır devam eden NATObombardımanı ile tahrip edilen Libya’nın yenidenimarından karlı ihaleler kapmak, bundan da önemlisi,bu ülkenin petrollerinin yağmasından pay alabilmek…AKP şefinin Arap dünyasına “ağabeylik, liderlik,kılavuzluk, modellik” taslamasının sırrı buradadır.Elbette bu emellere ulaşmanın yolu ABD adınatetikçilik ve modellik yapmakla mümkündür; TayyipErdoğan da müritleri de bunun farkında ve buna uygundavranıyorlar.

Vahşi emek sömürüsü sayesinde palazlanan Türkburjuvazisi ve onun devletinin ABD namına “aktiftaşeronluk” konusunda rüştünü ispatlaması,Ankara’daki işbirlikçilere daha küstah daha saldırgandavranma fırsatı sunuyor. Ama bu kendinibeğenmişliğin esas dayanağı, Washington’daki savaşbaronlarına sunulan hizmettir. Zira bu alçaltıcı hizmetisunanların sırtı, her zaman efendileri tarafındansıvazlanır; bu da tetikçilerin şımarmasına ve kimizaman hadlerini aşan laflar etmesine vesile olur.

Tayyip Erdoğan’ın Libya’daki konuşmaları gülünçve ikiyüzlülük timsali olduğu kadar, sırtınıWashington’a dayamış olmaktan feyz aldığı da herhalinden belliydi.

Yağmadan pay kapmak için olmadık hallere

bürünen AKP şefi, Trablusgarp’ta karşılaştığı FransaCumhurbaşkanı Sarkozy ile İngiltere BaşbakanıCameron’u “rol çalmak”la itham etti. Libyapetrollerinin Libya halkına ait olduğunu vaaz edenAKP şefi, emperyalistlerin tetikçisi değil de sanki birhayır kurumunun başkanı gibi konuştu. Oysa TayyipErdoğan’ın Trablusgarp’ta verdiği vaazları (dincigerici medyadaki kalemşör takımı dışında) ciddiyealan olmadı. Zira hem AKP hükümetinin hem şefininLibya saldırısına başta karşı çıktıkları biliniyor. Oysahemen ardından çark ederek,NATO’nun saldırı üssünü İzmir’etaşıdılar. Bu tutarsızlık, AKPşeflerinin ilke ve ahlak yoksunuolduklarını, her şeyi sefil çıkarlarınagöre belirlediklerini bir kez dahaispatlamıştır.

NATO saldırısının suç ortağıolmalarına rağmen bir süre Kaddafikarşıtlarına mesafeli duran AKPhükümeti, ancak Kaddafi’den umutkesince muhaliflerden yana tutumaldı. Bu tutarsızlığın arkasındakiesas nedenin, “yandaş” sermayeninLibya’daki çıkarlarını korumak vebu ülkede yeni ihaleler kapmakolduğu kimse için bir sır değildir.Yağmadan pay kapmak içinTrablusgarp’a giden AKP şefi,Libya halkını düşündüğü için değil,Cameron’la Sarkozy’yi rakipgördüğü için, bir Amerikan taşeronu olarak onlara lafedebilmiştir. Fakat bu laflar, borazan medyanınyutturmaya çalıştığı gibi Tayyip’i yüceltmemiş, kababir pragmatist olarak damgalanmasını sağlamıştır.

Kuzey Afrika’dan Washington’a...

AKP şefi, Libya dönüşünün hemen ardındanayağının tozu ile Washington’a uçmuştur. Yansıtıldığıgibi, ABD ziyaretinin esas amacı, Filistin yönetiminin,tek taraflı olarak bağımsız devlet ilanına BM’dedestek vermek değildir. BM’deki oylama tali sebepti;gezinin esas amacı ise, AKP şefinin ABD’ninOrtadoğu’daki politikasına aktif bir taşeron olaraksunduğu hizmet karşılığında alacağı ödülün pazarlığınıyapmaktır.

Kuzey Afrika gezisinden edindiği izlenimlerinsavaş baronlarına aktarılması ve yeni hedeflerin

saptanması için Obama’nın huzuruna çıkan AKP şefi,Kürt halkına karşı yürüttükleri imha savaşınaefendilerinden daha güçlü bir destek talep etmeyiihmal etmedi. Nitekim ABD dönüşü Kürt halkına vehareketine karşı kara harekâtının başlayabilmeihtimalinin yüksek olduğu dile getirilmeye başladı.

Aktif taşeronluk karşılığında dinci gericiliğin netür ganimetler alacağı resmen açıklanmasa da, Kürthalkını ve hareketini hedef alan saldırıyaWashington’dan daha güçlü destek sağlanacağıaçıklanmış bulunuyor. Büyük ihaleler alma veOsmanlı’yı hortlatma teşebbüsünün bir ürünü olarak“bölge lideri” söylemlerine de Washington’undesteğini talep eden AKP şefi, NATO tetikçiliğini“Arap halklarına destek” diye yutturmaya çalışıyor.Oysa NATO’nun füze kalkanına ev sahipliği yapmakve “Küresel Antiterör Forumu” adlı Amerikangirişimine Tayyip Erdoğan’ın “Eşbaşkan” olarakatanması, esas rolün niteliğini ve kimlere hizmetettiğini gözler önüne sermeye yetiyor.

ABD projelerinde “eşbaşkanlık” daTayyip’e nasip oldu…

ABD emperyalizminin isyan eden Arap haklarınakarşı giriştiği saldırının suç ortaklığını yapan AKPhükümetinin şefi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP)eşbaşkanlığından, “Küresel Antiterör Forumu” adlı birAmerikan girişiminin eşbaşkanlığına terfi etti.

Pentagon’un savaş baronlarıyla bu kadar sıkıişbirliği yapabilen dincigericiliğin şefi Erdoğan, belliki, Washington nezdinde halen“özel tetikçi” unvanıtaşımaktadır.

Adı geçen forumun ilkhedefinin, “Diktatörlükleriyeni yıkılan ülkelerde Adalet,Hukuk ve Polis sistemikurmak” olduğu dikkatealındığında, ABD’nin AKP veşefine biçilen rolün niteliğiortaya çıkıyor. Ortadoğu’danAfrika’ya, Kuzey Afrika’danGüneydoğu Asya’ya kadaruzanan geniş bir coğrafyada,ABD namına “terörlemücadele”ye katılmayahazırlanan Ankara’dakiişbirlikçi takımının,önümüzdeki günlerde daha da

saldırganlaşması muhtemeldir. Son günlerde GüneyKıbrıs’ı hedef alan tahditler savurmaya başlayan AKPşefleri, “yeni dönemde gücümüzü herkesegöstereceğiz” havalarına bürünmüş görünüyor.

“Ortadoğu’nun lideri benim” havalarına bürünen,Suriye’yi “iç mesele” ilan eden, Güney Kıbrıs’atehditler savuran, İngiltere ve Fransa liderlerine “lafçakan” Tayyip Erdoğan ve müritlerinin bu utanç vericihavaları ne kadar sürer bilinmez, ama karşımızdaOrtadoğu’nun en gerici en saldırgan rejiminindurduğuna kuşku yoktur.

Bir kez daha vurgulamak gerekiyor ki,Ortadoğu’da emperyalist saldırganlığa karşı tutarlımücadele, ABD tetikçisi ve bölgesel gericiliğin kalesiolan Türk sermaye iktidarına karşı mücadeleyi dekapsamak zorundadır. Bu kapsamda olmayanmücadelenin anti-emperyalistliği lafta kalmayamahkum olacaktır.

Emperyalizme uşaklık için sınırları aştılar!

Aktif taşeronlukkarşılığında dincigericiliğin ne tür

ganimetler alacağıresmen açıklanmasa da,

Kürt halkını vehareketini hedef alan

saldırıyaWashington’dan daha

güçlü desteksağlanacağı açıklanmış

bulunuyor.

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Gündem Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

NATO’nun ABD patentli saldırganlık projesiolan “füze kalkanına” ilişkin ayrıntılar ortayaçıkmaya devam ediyor.

New York Times gazetesinde yayınlanan haberegöre, NATO füze kalkanı kapsamında Malatya’dakurulacak radarların İsrail’deki sistemle eşgüdümlüçalışacağı Amerikalı yetkililerce doğrulandı.Radarlardan elde edilecek istihbaratın İsrail’le depaylaşılacağı ve kalkanın hedefinin İran olduğu daaçıkça dile getirildi.

Emperyalist saldırganlığa AKP hükümeti eliyleaktif taşeronluk eden Türk devletinin “füze kalkanı”için imzayı atmasının ve sistemi tamamlayacak“avcı füzeler” için Romanya ve Polonya ileanlaşmaya varılmasının ardından, ABD DışişleriBakanlığı yetkilileri konuya ilişkin basına bilgiverdi.

Adının açıklanmasını istemeyen iki üst düzeyBeyaz Saray yetkilisi, Türkiye’den gazetecilerindavet edilmediği söylenilen toplantıda, sisteminİran’a karşı oluşturulduğunu ve ABD’nin Türkiye’ye

kuracağı radardan sağlayacağı istihbaratı İsrail’insavunmasında kullanacağını açıkladılar.

Türk devleti ABD’den, Mavi Marmara baskınısonrası yaşanan kriz nedeniyle, radardan eldeedilecek bilgilerin İsrail ile paylaşılmamasını talepetmişti. Ancak gazetenin haberine göre, ABD’liyetkililer bu talebi reddetti. Toplantıda konuşanBeşaz Saray yetkilisi, “Bu bir ABD radarıdır.Dünyanın her tarafındaki ABD radar vesensörlerinden gelen veriler, füze savunmamızınverimliliğini artırmak için birleştirilebilir. Hiçbiranlaşma, bizim İsrail Devleti’ni savunmakabiliyetimizi kısıtlayamaz” açıklamasında bulundu.

Beyaz Saray yetkilisi, sistemin “Başta İran olmaküzere, Ortadoğu’dan gelecek balistik füzetehditlerine karşı koruma sağlanması için”tasarlandığını da belirtti.

Türk devletinin uşaklığını ve ikiyüzlülüğünüaçıkça gözler önüne seren bu ifadelerin devamında,İran’ın füze kapasitesini daha da geliştirmesidurumunda sistemin güncelleneceği de söylendi.

“Radar İsrail’in güvenliği için!” Kürecik “Kalkan”ı istemiyor

“Füze Kalkanı”na ait radarların kurulması planlananMalatya’nın Kürecik bölgesindeki köylüler tepkili.

Kalkanın toplam yedi köyün bağlı olduğu Kürecik’tebulunan eski ABD Radar Üssü’nün yerine kurulmasıplanlanıyor. Askeri tesislerin bulunduğu Kepez KöyüMuhtarı Kemal Köroğlu, haberi televizyonlardanduyduklarını belirterek, köylülerin sistemin Kürecik’ekurulmasından dolayı çok tedirgin olduklarını söyledi.Muhtar Köroğlu, daha önceden de ABD’nin radarınınbölgede bulunduğunu belirterek, “Bu sistem bildiğimkadarıyla insan sağlığını tehdit eden bir sistem. Dahaönce bu radarların zararlarını gördük. Köylerderadarlardan dolayı tahmin ettiğimiz birçok kanserlihastaya rastlanıldı. Şu an büyük tepki var köysakinlerinden” diye konuştu.

“İstemiyoruz”

Bu sistemin Türkiye’ye kurulmasıyla Ortadoğu’da vebazı ülkelerle ilişkilerin bozulabileceğini söyleyen KemalKöroğlu, “Biz bu sistemin buraya kurulmasınıistemiyoruz. Protokol imzalandığını televizyondanöğrendik. Burayı tercih etmelerinin sebebitahminimizce, daha önceden burada ABD radarlarınınolmasıdır. Sistemin kurulacağı yer bölgeye hakim birtepe. Son 1 yıldır buraya gelen- giden yok. Dahaönceden havacı askerleri gidiyordu. Eskiden radarlarburadayken köylerde kanser vakaları görüldü. Birçokkişi kanserden hayatını kaybetti ve bu ölümleriburadaki radarlara bağlıyorduk.”

“ABD ve İsrail’in korunma sistemi”

Kepez Köyü’nde yaşayan emekli öğretmen HüseyinNazlıer de 1965 yılında NATO’nun Karahan tepesindebenzer bir merkez oluşturduğunu anlattı. “Bu füzekalkanı, başlı başına bir tehdittir. Bu ABD ve İsrail’inkorunma sistemidir. Biz hedefin İran olduğunudüşünüyoruz” diye konuştu.

Eski bir NATO üssü

NATO tarafından Sovyetler Birliği’ne karşı 1965yılında yine radarlarla donatılan Karahan tepesindekurulacak olan sistem, bölgeye hakim bir noktadabulunuyor.

Soğuk savaşın bitmesiyle NATO tarafındankullanılmamaya başlayan merkezin Türk SilahlıKuvvetleri tarafından 226 nolu Hava Radar Komutanlığıolarak kullanıldığı öğrenildi. Terkedilmiş bir tesisgörüntüsünün hakim olduğu noktada boş mühimmatsandıkları, binalar, nöbet kulübeleri tel örgüler içindehala ayakta duruyor.

Küreciklilerden eylem programıKürecikliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği

öncülüğünde Kürecik Cemevi’nde bir araya gelen bölgehalkı, radar üssünün kurulmasını engellemek içinmücadele edeceklerini belirttiler. NATO’nun bir savaşmekanizması olduğu vurgusunun yapıldığı toplantıdaKürecikliler 2 Ekim günü kitlesel bir eylemgerçekleştirme kararı aldı.

Kürecikliler Dayanışma ve Yardımlaşma DerneğiGenel Başkanı İbrahim Duman ise hiçbir savaş üssününhalka yarar getirmeyeceğini söylerken, 28 köy muhtarıadına konuşan Gürkaya Muhtarı Ali Gürkaya daKürecik’e tehlikeli bir silahın kurulmasına tümmuhtarlar olarak karşı çıktıklarını söyledi. Kürecik’e birNATO tesisi kurulmasına her zaman karşı çıkacaklarınıdile getirdi.

AKP hükümeti ABD ile ilişkileri taşeronluk-maşalık-polislik ekseninde geliştirmeye devamediyor. Öyle ki “Füze Kalkanı” kararının hemenardından bu kez de “Küresel Antiterör Forumu” adlıbir Amerikan girişiminde Türk devletine“Eşbaşkanlık” rolü verildi. Bu girişimin diğer“Eşbaşkanı” ise ABD oldu.

Geçtiğimiz hafta, 11 Eylül’ün yıldönümündeHillary Clinton tarafından açıklanan bu girişiminABD emperyalizmi adına Ortadoğu’da modellik vepolislik yapmak olduğu anlaşılıyor. Öyle ki“Forum”da ortaya çıkan çalışma konuları ileTürkiye’den beklenenlere ilişkin bilgiler bunuortaya koyuyor.

“Forum”un 5 ana konu üzeride çalışacağıbelirtiliyor:

1) Diktatörlükleri yeni yıkılan ülkelerde Adalet,Hukuk ve Polis sistemi kurma

2) Şiddet eğilimli aşırılıkla mücadele 3) Sahel denen Afrika’nın orta bölümünde

devlet ve kanun yapısı oluşturma 4) Afrika Boynuzu diye tabir edilen Somali,

Çad, Sudan, Etiyopya, Uganda, Eritrea bölgesindeortak güç oluşturma

5) Güneydoğu Asya’da terörle mücadeledeişbirliği

Bununla ilgili temel gerekçe de Libya ve Mısırgibi ülkelerde sokağa tam olarak hakim olabilmek.Ayrıca Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Afrika gezisindekilaiklik vurgusunun bu rolün bir gereği olduğukaydediyor.

Bu verilerden hareketle, önümüzdeki günlerdeTürkiye’ye gelecek olan ABD istihbarat örgütlerinintepesinde görevli olan Clapper’in ziyaret nedenininde Türkiye’nin bu kapsamda “parasal ve insan gücüanlamında” yapacağı katkıyı görüşmek olduğubelirtiyor.

Bu veriler AKP eliyle Türk devletinin ABDhesabına Ortadoğu’da polisliğe hazırlandığınıgösteriyor.

Uşaklıkta son nokta!

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Güncel6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Sermaye devleti Kürt halkına yönelik baskı veterörü tırmandırıyor. ABD emperyalizminin onayı iledüzenlenen hava harekatlarında Güney Kürdistanbombalanırken sivil halkın yaşam alanları da tahripedildi. Türk devleti bir yandan da kara harekatınayönelik diplomatik görüşme trafiğini yoğunlaştırdı.Tüm bu gelişmelere Kürt halkına yönelik baskı, gözaltıve tutuklama terörü eşlik etti.

Fakat bu saldırganlık karşısında Kürt halkınındirenişi de büyüyor. Canlı kalkan eylemlerinin ardındanyoğunlaşan sokak gösterileri sürüyor. Koyu baskı veteröre rağmen Kürt emekçileri sokaklara çıkmayadevam ediyor.

Devlet baskı ve terörü tırmandırıyor

Açılım adıyla yürüttüğü tasfiye politikası iflas edenAKP hükümeti emperyalizmin desteğinde gelenekselinkar ve imha politikasına sarıldı. Kürt halkına yönelikbaskı ve şiddete, katliamlara, yargısız infazlara devametti. Kürt hareketini etkisizleştirmek için baskı ve terörütırmandırıyor. Askeri, siyasi, psikolojik terör aygıtlarınıtahkim ediyor. PKK’nin tasfiyesi stratejisinin Kürt halkıtarafından direnişle karşılandığını gördükçe daha fazlasaldırganlaşıyor. Bu nedenle Irak Kürdistan’ına yönelikyeni hava ve kara operasyonlarına hazırlanıyor, Kürthalkının örgütlü güçlerine yönelik kitleseltutuklamalara, katliamlara hız veriyor. Zira bir bütünolarak sömürgeci sermaye düzeni Kürt halkını tasfiyeetmeden PKK’yi tasfiye edemeyeceği bilinciyle hareketediyor. Düzen bekçilerinin korkularının vesaldırganlıklarının temel nedeni budur.

Tayyip Erdoğan’ın “Ramazan bayramı’ndansonra barış farklı olacak, iyi niyet beklemesinler”açıklamasının ardından Kürt halkına yönelik baskılaryoğunlaştı. Onlarca operasyon düzenlendi. Dördüçocuk sekiz kişi katledildi. Yüzlerce kişi gözaltınaalındı. 145 Kürt emekçisi tutuklama terörüne maruzkaldı.

AKP şefinin açıklamalarının ardından askerioperasyonlar da arttı. Irak Kürdistan’ına yönelik havaoperasyonlarında onlarca Kürt emekçisi katledildi. Kürthalkının operasyonlara karşı sınırda gerçekleştirdiğicanlı kalkan eylemlerine yönelik olarak devlet terördesınır tanımadı. Eyleme katılan Yıldırım Ayhan polislertarafından katledildi.

Baskılar ve devlet teröründen Abdullah Öcalan veBDP de payını aldı. BDP’ye yönelik operasyonlarda133 kişi gözaltına alındı. 62 kişi tutuklama terörünemaruz kaldı. Abdullah Öcalan’a yönelik tecrituygulaması devam ettirildi. Bu nedenle Öcalanhaftalardır avukatlarıyla görüşemiyor.

KCK tutuklamaları, Kürt halkının iradesini hiçesayarak milletvekilliklerinin düşürülmesi, eylemsizliksürerken Kürt halkına yönelik tutuklama terörü PKK’yitasfiye hedefiyle bağlantılı girişimler olarak kayıtlarageçti. Genel seçimler öncesinde PKK ile görüşmelerisürdüren AKP’nin asıl amacının, seçimi kazasız-belasızatlatmak ve PKK’yi oyalamak olduğunu son gelişmelerkanıtladı.

Yukarıda özetlediğimiz baskı ve terör tablosu,sermaye düzeninin Kürt halkının en ufak taleplerini bilekarşılamayacağını gösteriyor. Dahası son süreçteyaşananlar sermaye düzeninin önümüzdeki dönemde de

bu çok yönlü saldırılara hızvereceğinin, Kürt halkınınmücadelesini bastırmak için hertürlü kirli yöntemi kullanacağınınaçık kanıtlarıdır.

Kürt halkı direniyor

Ulusal özgürlük taleplerindenvazgeçmediği için Kürt halkı yalnızbugün değil, sermaye devletinintarihi boyunca sistematik baskılaramaruz kalmıştır. Kürt halkıbombalanmış, katledilmiş, yargısızinfazların, gözaltında kayıplarınhedefinde olmuştur. Bu nedenlebugüne kadar onbinlerce Kürt talepleriiçin mücadele ettiğinden dolayıkatledilmiştir.

Kürt halkına yönelik sergilenen bu sınırsız devletterörü, düzenin Kürt sorunu üzerinden yaşadığıçözümsüzlüğün açık göstergesidir. Bu politikalar herseferinde Kürt halkının mücadele barikatlarına çarpıptuz-buz olmaktadır.

Öyle ki bugün de gözaltı, tutuklama ve katliamlarayönelik Kürt halkının tepkisi büyüyor. Baskı vekatliamlara rağmen Kürt halkının mücadelesiyleKürdistan sokakları ısınıyor. Her gün binlerce Kürtemekçisi devlet terörünü protesto ediyor.

Kürt halkı baskılara boyun eğmiyor. Büyüyendireniş çizgisi, Kürt halkını teslim almaya yönelikdevlet politikalarının geçersizliğini gösteriyor. Baskı veterörün hiçbir işe yaramadığını ispatlıyor. Öte yandanKürt halkının mücadelesini boğmaya yönelik karşıdevrim cephesinde yeni gelişmeler yaşanmaktadır.

Kürt halkıyla eylemli dayanışmaya!

Ulusal eşitlik ve özgürlük uğruna direnen Kürt

halkının mücadelesi, düzen güçleri tarafındanşovenizmi azdırmak için kullanılıyor. Amerikancısömürgeci sermaye devletinin imha ve inkarla karılmışzorbalığına karşı direnen Kürt halkının mücadelesi haklıve meşrudur. Kürt halkı saldırılar karşısında bu haklı veonurlu mücadelesinde yalnız kalmamalıdır.

Kürt halkına yönelik saldırıların arttığı böylesi birdönemde komünistler ve ilerici devrimci güçlere önemlisorumluluklar düşmektedir. En temel görev, Kürthalkının haklı ve meşru taleplerini işçi sınıfı veemekçilere kararlılıkla anlatabilmektir. İşçi sınıfı veemekçileri Kürt halkının meşru mücadelesiyle eylemlidayanışma içine sokmanın olanaklarını sonuna kadarzorlamaktır. Bu eylemli dayanışma şovenizmin işçisınıfı üzerindeki etkisini sınırlamaya, “işçilerin birliği,halkların kardeşliği” bilincini güçlendirmeye dehizmet edecektir.

Tüm bu alanlarda yol alınabildiği ölçüde, düzenininKürt halkına yönelik saldırıları boşa çıkarılabilinir.Böylesi bir gelişme aynı zamanda devrim ve sosyalizmmücadelesine de ivme kazandıracaktır.

Kürt halkına yönelik baskı ve terör artarak sürüyor…

Devlet terörüne karşı dayanışmayı yükseltelim!

u6 ayda bin 356 BDP’li tutuklandı

BDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Başkan Yardımcısı Meral

Danış Beştaş, BDP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.

Beştaş, son bir haftadır örgütlerine yönelik ciddi bir operasyon

başlatıldığını söyleyerek “Yargının bağımsız olmadığı bizzat bu

operasyonlarla ortaya çıkmıştır. Çünkü bizzat yürütmenin başı,

Başbakan’ın talimatlarıyla yargı, operasyon başlatmıştır” dedi.

Yaşanan gözaltı ve tutuklamaların 90’lı yıllardan daha beter olduğuna

dikkat çekerek 14 Nisan 2009 tarihinden beri 3 binden fazla Kürt

siyasetçinin tutuklandığını, son 6 ay hariç 192 bin kişinin TMK, TCK’daki

“örgüt üyeliği” ve “örgüte yardım yataklıktan” yargılandığını söyledi.

Bölge cezaevlerinden diğer cezaevlerine yönelik bir sevkiyat yapıldığı

bilgisini veren Beştaş şunları söyledi: “Bizim şu an dan itibaren hakkında

dava açılmayan, Belediye Başkanı, İl Başkanı, İl Genel Meclis üyemiz,

yöneticimiz yoktur. Komisyon üyelerimize kadar bütün üyelerimiz ve

yöneticilerimiz hakkında bazen onlarca yıl ceza ile davalar açılıyor. 9

belediye başkanımız, 6 milletvekilimiz cezaevinde. 40-45 belediye meclis

üyemiz tutuklu”

Son 6 ayda bin 356 üye, yönetici ve seçilmişlerinin tutuklandığını dile

getirerek bunun dehşet verici olduğunu vurguladı.

Kürt halkına yönelik saldırıların arttığı böylesi birdönemde komünistler ve ilerici devrimci güçlere önemlisorumluluklar düşmektedir.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

İşçi sınıfı kapsamlı bir saldırı planıyla yüzyüzebulunuyor. Bugün için daha çok kıdem tazminatıhakkının gaspıyla gündemde bulunan bu plan “Ulusalİstihdam Stratejisi” adını taşıyor. Kıdem tazminatıplanın en can alıcı başlıklarından olması nedeniyle öneçıkmaktadır. Fakat böyle olması aynı zamandasermaye ve uşaklarının da işine geliyor. Çünküböylelikle dikkatler saldırı planından uzaklaştırmakiçin fırsata dönüştürülüyor, ağaç gösterilip ormansaklanıyor.

Elbette kıdem tazminatı gibi bir saldırı başlığı tekbaşına sınıf için kavga nedenidir, ancak kıdemtazminatı konusunda her şey alınacak kıdem tazminatımiktarına sıkıştırıldığı ölçüde, saldırı da yumuşakgösteriliyor. Bugün AKP ve sermaye işbirliğiylesendika bürokratlarının da yol vermesiyle, buçerçevede alttan alta bir zemin düzleme operasyonuyapılıyor. Öyle ki “Kıdem tazminatı kaldırılmıyor”diyerek güya sınıfın yüreğine su serpenler, sözlerini“kıdem tazminatının fon uygulamasıyla güvenceyealacağız, ödeme kolaylığı sağlayacağız” diyerektamamlıyorlar.

Oysa işçi sınıfı için önemli olan alınacak kıdemtazminatının miktarı değil sınırlı da olsa işgüvencesiişlevi taşımasıdır. Sermaye ve hükümetin asıl derdi deyeni bir kriz dalgası ihtimalinin de gündemde olduğubir dönemde, keyiflerince toplu işçi çıkarmak için buişlevi ortadan kaldırmaktır. Kıdem tazminatının daiçerisinde olduğu “Ulusal İstihdam Stratejisi”nin tümbir hedefi de budur: Güvencesizleştirme vekuralsızlaştırma!

Hedef sermayenin keyfine göre esnetipdüzenleyebileceği bir çalışma düzenidir. Ücretlerdençalışma sürelerine ve çalıştırılacak işçi sayısına kadarkeyfiyetinin önündeki tüm sınırlamaların ortadankaldırılmasıdır.

İşte bu gerçek unutuldu mu, daha doğrusuperdelendi mi kıdem konusunda gündeme getirilecektasarılar da bir biçimde işçi sınıfına yutturulabilecektir.Yalan ve demagojiyle kurulmaya çalışılan tuzak budur.

Zaten saldırının gündeme gelmesinin ardından buamaçla örgütlenen propaganda etkili olmuş, işçisınıfının geri eğilimleri beslenmiş, sendikabürokratlarının eylemsizlik çizgisine dayanakyapılmıştır. Bunda başarılı oldukları ölçüde ihtiyaçduydukça da aynı yönteme başvurmaktalar. Geçtiğimizhafta metal işçilerinin yaptıkları eylemlerin ardındanda benzer açıklamalara şahit olduk. AKP’li bakanlarınüst üste yaptıkları açıklamaların ardından Türk-İşağaları da onlarla aynı telden konuştular. Buaçıklamalar birbirinden tutarsız, demagojik, ama bir okadar da durumun ne denli ciddi olduğunugöstermektedir. Ayrıca hepsinde bir biçimde sızangerçeklere baktığımızda saldırı planıyla ilgili birçokgerçek de ortaya çıkmaktadır.

Konuyla ilgili olarak perdeyi açan kişi KalkınmaBakanı Cevdet Yılmaz oldu. “Kıdem tazminatıkaldırılmayacak” diyerek başladığı sözlerini“Avusturya modeli”nde karar kıldıklarını itiraf edereksürdüren Yılmaz, işçilerin haklarını koruyacaklarını vehatta geliştirecekleri iddiasında da bulundu. Yılmaz’ınAvusturya modeli dediği düzenleme, kıdem tazminatıfonu planının bir versiyonu olmaktan başka bir şeydeğil. Ancak amaç işçi sınıfının dikkatlerini dağıtmakve tartışma eksenini bu dar alana sıkıştırmak olunca işeyarayabiliyor. Oysa Yılmaz aynı açıklamasındasaldırının gerçek mahiyetini de itiraf ediyor. Kıdem

tazminatı düzenlemesiyle amacın Türkiye’nin rekabetgücünü arttırmak olduğunu belirten Yılmaz, bunun içinişgücü piyasasındaki katılıkları ortadan kaldırmaya veemek verimliliğini yükseltmeye kararlı olduklarınısöylüyor. İşte hükümetin kıdem tazminatı ve UİS’levarmak istediği sonuç böylelikle tüm bir açıklığıylaortaya serildi. Bu saldırı planı ile, sermayenin rekabetgücünü arttırmak için işçi sınıfının kölelik zincirlerikalınlaştırılacak, neredeyse bedavaya çalışacak, tümgüvencelerinden yoksun bir işçi sınıfı yaratılacaktır.

Saldırı planının tüm başlıkları da bu amaca hizmetediyor. Planın ana başlıkları ve sonuçlarını bir kezdaha kabaca hatırlatırsak:

Kıdem tazminatı ile işten atmaların önündeki sonengel de kaldırılıyor.

Özel İstihdam Büroları ile sendikalaşma vedolayısıyla toplu sözleşme hakkı dinamitleniyor.Böylelikle zaten büyük ölçüde atomlarına ayrılmış işçisınıfının birleşme ve örgütlenme zeminleri de ortadankaldırılıyor.

Gençlerin işsizliğini azaltmak bahanesiyle 25 yaşaltındakiler için 4 aylık deneme süresi getiriliyor.Böylelikle tüm haklardan yoksun ve bedavaya yakınişgücü rezervi yaratılıyor.

Part-time gibi kısa çalışma uygulamalarınınönündeki tüm sınırlamalar kaldırılıyor. Sermayeistediği işçiyi istediği kadar çalıştırabilecek.

Belirli süreli sözleşmelerin bir yılı aştığındaotomatikman belirsiz süreli sözleşme haline getirilmesiuygulamasına son veriliyor. Böylelikle güvencesiz

çalışma alanı genişletiliyor.Eğitim ve işgücü piyasaları arasındaki mesafeyi

kaldırmak adı altında meslek liseleri ile üniversitelersermayenin ellerine bırakılıyor. Saldırı planının gereğiolan her an sınırsızca sömürmeye hazır, nitelikli işgücürezervleri yaratılmış oluyor.

Görüldüğü üzere ortada kapsamlı birgüvencesizleştirme ve köleleştirme operasyonu var. Kibu operasyonun şiddeti işçi sınıfına yönelik açılmış birsavaştan farksızdır. Bunun için işçi sınıfı bu saldırıplanını şurasından burasından pazarlık konusuyapamaz, şurasından burasından yapılacak rötüşlarlakabul edemez.

Ancak durum bu kadar ciddiyken Türk-İş BaşkanıMustafa Kumlu, işçi sınıfından kıdem tazminatıkaldırılacak iddialarına gülüp geçmesini salık veriyor.Kumlu böylelikle AKP’li bakanların da bir kez dahaüstüne basa basa yaptıkları itirafların üzerinekapatmaya soyunuyor, itfaiyecilik yapıyor. Böyleliklede bir kez daha mücadeleden yan çiziyor. Öyle yagülünüp geçilesi bu türden iddialar karşısında eylemegeçmek niye gereksin ki?

Kumlu’nun bu sözleri ilerici ve öncü işçiler içinuyarıcı olmalıdır. Saldırı açık ve şiddetli, ihanetkesindir. Bu durumda kaybedecek vakit yoktur.Engelleri aşmak ve mücadeleyi büyütmek içinsınıfımızın saflarını toparlamalı, harekete geçmeliyiz.Hedef bellidir: Sermayeyi ve uşaklarını dize getirmekiçin genel greve hazırlanmalı, bu yolda kararlıcayürümeliyiz.

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Engelleri aşarak saldırı planını yırtmak için...

Safları sıklaştıralım, kavgayı büyütelim!

Devlet işçiden ve emekçiden alıp burjuvalaradağıtıyor. Bu temel gerçek yapılan bir araştırma ilebir kez daha kanıtlandı. İstanbul Serbest MuhasebeciMali Müşavirler Odası’nın hazırladığı “TürkiyeVergi Profili” raporuna göre 5 milyona yaklaşanasgari ücretliler, ülkedeki 90 dev şirket kadar vergiödüyor. 6 milyon 750 bin civarındaki tümücretlilerin ödediği vergi ise 652 bin şirketin ödediğivergiyi geçiyor.

Raporda asgari ücretlilerin aralarında Ford,Mercedes-Benz Türk, Oyak Renault, Arçelik, YapıKredi, Vakıflar Bankası, HSBC, Aygaz, Petrol Ofisigibi dev şirketlerin bulunduğu, Türkiye’de 2010’da

en fazla kurumlar vergisi veren 100 firmanın 90’ınıntoplamı kadar vergi ödediği tespitine yer verildi.

Raporda ayrıca OECD üyesi ülkelerin 9’undaasgari ücretliden vergi alınmazken, 6 ülkede vergioranının yüzde 10’un altında olduğu, Türkiye’de isebu oranın yüzde 15’i bulduğu vurgulandı.

Raporla ilgili yorumlar yapan İSMMMOBaşkanı Yahya Arıkan mevcut vergi sisteminineşitsizlikleri derinleştirici bir rol oynadığını kaydetti.

Vergi adaletsizliğinin bu çarpıcı tablosu,“Dolaylı vergiler kaldırılsın” ve “Artan oranlı gelirve servet vergisi” taleplerinin güncel önemini ortayakoyuyor.

İşçinin sırtından geçiniyorlar

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Sınıf hareketi8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Kıdem tazminatı hakkının gaspı planına karşı eylemlerdevam ediyor. DİSK’e bağlı Genel-İş ve Birleşik Metal-İşsendikalarına üye işçiler yürüyüş ve basın açıklamalarıgerçekleştirdiler.

Belediye işçileri eylemdeİstanbul’da 15 Eylül günü Beşiktaş Belediyesi önünde

toplanan Genel-İş Sendikası Avrupa Yakası 1 No’lu Şubeüyesi işçiler, polis kordonu eşliğinde AKP binasınayürüdü.

Şube Başkanı Hikmet Aygün “AKP iktidarı dokuzyıllık süre içinde yaptığı icraatleri ve ekonomide meydanagelen cari açıklarını biz işçilerin, emekçilerin sırtındankazanarak, alın terimizi çalarak kapatmak istiyor” diyekonuştu.

İzmir Basmane’de toplanan Genel-İş İzmir 2 No’luŞube üyesi işçiler İzmir Büyükşehir Belediye binası önünekadar yürüdü. Belediye işçileri, kıdem tazminatı hakkınıngaspına karşı imza kampanyası başlattı.

Basın açıklamasını okuyan Genel-İş İzmir 2 No’luŞube Başkanı Taner Şanlı, AKP’nin, 1936 yılından bugüne kadar uygulanan kıdem tazminatı hakkını gaspetmeyi hedeflediğini belirterek bu yolla işçilerin işgüvencelerine son vererek, köklü bir darbe yapmakistendiğini dile getirdi.

Küçükçekmece Belediyesi işçileri Atatürk Parkı’nayürüdüler. Genel-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu ŞubeBaşkanı Hakkı Karabulut, 61. hükümetin programındaolan kıdem tazminatının kaldırılması, esnek çalışma,bölgesel asgari ücret gibi uygulamaların IMF ve DünyaBankası direktifleri doğrultusunda uygulandığınıbelirterek, iktidarın sermayeyle kol kola girip işçilerüzerinde yeni oyunlar oynadığını ifade etti. Karabulut, 26Eylül’de de Esenyurt Belediyesi önünde olacaklarınıduyurdu.

Açıklamanın ardından 5 dakikalık oturma eylemigerçekleştirilirken sendikanın konu ile ilgili çıkarttığıbildiriler dağıtıldı. 100’e yakın işçinin katıldığı eylemeBirleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube BaşkanıYılmaz Bayram ile sendikanın örgütlü olduğu GüvenElektrik ve Paksan fabrikalarından işyeri temsilcileri dekatıldı. Açıklamaya BDSP de destek verdi.

Metal işçileri eylemdeBirleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi’nin örgütlü

olduğu Totomak fabrikası önünden Çiğli OrganizeMüdürlüğü arkasındaki Organize Hastanesi önüne yürüyüşgerçekleştirildi.

Yürüyüş güzergahındaki hemen hemen bütünfabrikaların idari kadrosundaki çalışanlar ve patronlareylemi camlardan seyrettiler. Kısa bir süre önce

sendikalaşma çalışmasından dolayı 20 civarında işçiyiişten atan İzmir Senkromeç fabrikasının patronu iseyürüyüş nedeniyle 07.00 -15.00 vardiyası çıkışındaservisleri apar topar hareket ettirerek, sendikadan ne kadarkorktuğunu bir kez daha gösterdi.

Alkış, ıslık ve sloganlarla süren yürüyüşün ardındanOrganize Hastanesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirildi.

Açıklamayı okuyan Birleşik Metal İş Sendikası İzmirŞube Başkanı ve DİSK Ege Bölge Temsilcisi Ali Çeltek,kıdem tazminatının 75 yıllık bir kazanım olduğunu, bunadönük saldırının sadece AKP tarafından değil, 12 Eylüldarbesinden bugüne kadar gelmiş bütün hükümetlertarafından devreye sokulduğunu ifade etti. Çeltek, DİSKve Birleşik Metal İş’in bu hakkın çalınmasına gözyummayacağını vurguladı. Çeltek, “Gerekirse yüzbinlerce emekçi üretimden gelen gücünü kullanarak

gereken cevabı verecektir” dedi. Yürüyüş ve basın açıklaması boyunca ıslık ve sloganlar

hiç susmadı. Eyleme, Birleşik Metal-İş Sendikası’ndaörgütlü Totomak, ZF Lemförder, Schneider Elektrik,Delphi Dizel ve Retting Metal fabrikalarının işçileri veişyeri temsilcileri katılım gösterdiler. 100’den fazla işçininkatıldığı yürüyüş coşkulu bir havada sona erdi.

Bursa Orhangazi’de yapılan basın açıklamasında ilkolarak Birleşik Metal-İş Sendikası Bursa Şube BaşkanıAyhan Ekinci süreç hakkında kısa bir konuşma yaptı.Ardından Birleşik Metal-İş Sendikası Genel BaşkanıAdnan Serdaroğlu yaptığı konuşmada; Türkiye işçisınıfının 75 yıllık kıdem tazminatı hakkına göz dikildiğinibelirtti. İşçiler için böylesine anlamlı ve artıkgelenekselleşmiş bir hak olan kıdem tazminatınınişverenlerin baskılarıyla fon adı altında “hiç” edilmekistendiğini vurguladı.

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğufabrikalardan sınırlı bir katılımın olduğu basınaçıklamasına 60 kişi katıldı. Açıklamaya DİSK/TekstilBursa Şubesi, Halkevleri, BDSP, Partizan da destek verdi.

Eskişehir’de Yediler Parkı’nda toplanıp Adalar’ayürüyüş gerçekleştiren işçilere BDSP, ÖDP, TKP, Halkevi,EHP, EMEP, KESK ve diğer emek-meslek örgütleri destekverdiler.

Adalar’da gerçekleştirilen basın açıklamasındakonuşan Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu, “devletin kıdem tazminatları konusundaAvusturya’nın kıdem tazminatları modelini örnek almasıyerine oradaki sendikal hak ve özgürlüklerini örnek almasıgerektiği”ni söyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul - İzmir – Bursa - Eskişehir

“Kıdem tazminatı güvencemizdir!” “Birleşik mücadeleşart!”

Gazetemize konuşan Birleşik Metal-İş üyesimetal işçileri mücadele kararlılıklarını dilegetiriyorlar.

Özkan Güngör (Anadolu Döküm İşyeriBaştemsilcisi): Sermaye kıdem tazminatıkonusunda kararlı. Biz de kıdem tazminatıhakkımımızı vermemekte kararlıyız. Kıdemtazminatının gitmesi demek işçilik bittidemektir. Bu yüzden bunu sonuna kadarsahiplenmemiz lazım. Herhalde sendikamızaracılığıyla bunu da yapacağız. Daha genişkatılımla eylemler yapacağız. Bu herkesiilgilendiren bir sorundur. Bu yüzden de herkessahiplenmeli. Duyarsız olan kendi üyelerimizeçağrı yapıyoruz. Esnek çalışma, tazminatderken bu böyle gidecek. Bir yerde dur demekgerekiyor.

Zeki Çulcuoğlu (Bekaert İşyeriBaştemsilcisi): Yıllardır hak alınmış bir şey.İşçiler tarafından her yıl 1 aya karşılık alınankıdem tazminatlarımız hükümet tarafından 20yıla 6 ay veya 3’te biri oranında uygulanmakisteniyor. Kıdem tazminatlarının fonaaktarılması isteniyor. Bu uygulama çok yanlış.İşçiler olarak haklarımızın korunmasınıistiyoruz. Kıdem tazminatlarımız fonaaktarılmasın. Türkiye’deki emekçi sınıfaçağrımız budur.

Ahmet Kart (AD Demirel İşyeri Temsilcisi):Kıdem tazminatı bizim iş güvencemizdir. Buhakkımızı geri vermeyeceğiz. İşçiler olarak bukonuda hemfikiriz. Gündem oluşturmak için bumücadeleye öncülük yapıyoruz. Bunu dabaşaracağımıza inanıyorum. Bu mücadeleortaklaştırılmazsa başarılı olmamız çok zor. Buyüzden birlikte mücadele şart.

Birleşik Metal-İş Eskişehir Şube YK üyesiErkan Dülger: Bizler işçinin daha fazlasömürülmüsüne yol açaçak kıdem tazminatınıngasbı saldırısına karşı çıkıyoruz. Avusturyamodeli uygulanmaya çalışılıyor. Kıdemtazminatını gasbettirmemek için diğeremekçilerle birlikte sokağa çıkılmalı.

Birleşik Metal-İş üyesi Recai Büyükbeyhan:Hükümet onlarca yıldır elimizde bulunan kıdemtazminatı hakkımıza saldırıyor. Bu hak gasbınakarşı sokağa çıkıp sesimizi yükseltmeliyiz.

Demisaş işçisi Hasan Korkmaz: Bizler kıdemtazminatının gasbına karşı sonuna kadarmücadele edeceğiz. İstihdam büroları ileköleleştiriliyoruz, yaşam şartlarımız güngeçtikçe kötüye gidiyor. Ama bir bakıyorsunuzsorunlarımızın üstü örtülüyor. Gündemeİsrail’le olan sorunlar getiriliyor. BaşbakanSomali’ye yardım ederken kendi halkınıSomali’ye çevirdi.

Demisaş işçisi Saim Taşkın: Kıdemtazminatı hakkımıza dokundurtmayız. Bir anönce iş bırakmalı, greve çıkmalıyız. Bir günlükgrevle daha önce bu adamları sarsmıştık. İlkolarak bir günlük grev uygulanabilir.Sendikaların bir an önce birleşip sokağaçıkmaları gerekiyor.

21 Eylül 2011 / Sefaköy

17 Eylül 2011 / Bursa

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Ümraniye İşçi Birliği, “Kıdem tazminatının gaspedilmesi ve sınıfın tutumu” konulu bir forum düzenledi.

Sarıgazi’de bulunan OSB-İMES İşçileri Derneği’ndeyapılan foruma Birleşik Metal İşçileri Sendikası TİSUzmanı İrfan Kaygısız, Büro Emekçileri Sendikası veGenel-İş Anadolu Yakası Şubesi’nden yöneticiler veOntex /Canbebe direnişçisi Gamze Kayhan katıldı.

Forumda ilk olarak Ümraniye İşçi Birliği adına eskiSinter direnişçisi Lale Balta açılış konuşması yaptı.Kendi direniş deneyimlerinden de yola çıkarak işçilerinsaldırılara karşı mutlaka örgütlenmesi, birlik olmasıgerektiğinin altını çizen Balta, şu an işçilerinkarşısındaki en büyük saldırı olarak kıdem tazminatıhakkının gasp edilmesine karşı mücadele etme çağrısıyaptı. Daha sonra sözü İrfan Kaygısız aldı.

Birleşik Metal-İş Uzmanı Kaygısız, hazırlanantasarıyla ilgili oldukça kapsamlı bir sunumgerçekleştirdi. Özellikle 2001 ve 2008 krizlerinden sonrasermaye sınıfının maliyetini azaltma planlarınınarttırıldığını, bunun için de esnek çalışmanın,taşeronlaştırmanın, özelleştirmenin ve çeşitli hakgasplarının gündeme getirildiğini anlatan Kaygısız,kıdem tazminatı hakkının kaldırılmasını da bu çerçevedeele alarak ayrıntılandırdı. Ulusal İstihdam Stratejisikapsamında özel istihdam büroları, esnek çalışma,bölgesel asgari ücret ve işsizlik sigortasında birtakımdeğişikliklerden de bahseden Kaygısız, kıdemtazminatından yararlanmayı sınırlama girişimlerinin1970’li yıllarda başladığını, fakat işçilerin sendikal vesiyasal anlamda güçlü olması nedeniyle bununbaşarılamadığını söyledi. Bugüne kadar ilk kez birhükümet programında kıdem tazminatınınkaldırılmasının yer aldığını belirten Kaygısız, “Kıdem

Tazminatı, iddia edildiği gibi işçilere fazladan verilen birödeme değildir. İşçinin ürettiği ve karşılığı ödenmeden elkoyulan değerin bir bölümünün, işçiye daha sonra geriödenmesidir; ödenmesi sonraya bırakılmış bir ücrettir”dedi. Bugün işçilerin bu hakkı geçmişten devraldıklarınıve çocuklarına devretme sorumluluğu olduğunu söyledi.Kaygısız’ın ayrıntılı sunumu salondaki işçiler tarafındanilgiyle dinlendi.

Daha sonra sözü Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’luŞube’den Yusuf Ceylan aldı. Hükümetinkonfederasyonları tehdit ettiğini, kıdem tazminatınakarşı ses çıkardıkları ölçüde Türk-İş’in bazısendikalarının ve DİSK’in tasfiyesinin gündemegetirileceğini söyleyen Ceylan, sendikaların, meslekodalarının ve tabanda birleşerek işçilerin birliktemücadele etmesi gerektiğini söyledi. PendikBelediyesi’nde yaşadıkları işten atma saldırılarına karşıbaşlatılan ve aylar süren direnişlerinden bahsedenCeylan, fiili-meşru mücadelenin altını çizdi.

Ardından Ontex direnişçisi Gamze Kayhan sözüaldı. Kayhan, fabrikalarında yürüttükleri hak aramamücadelesinden ve söz, yetki, karar hakkındanbahsederek işçilerin 650 TL’lik maaşları dışındakaybedecek hiçbir şeyleri olmadığını, fakat mücadeleedildiği takdirde pek çok hak kazanabileceklerinisöyledi.

İlk bölümün ardından soru-cevap kısmına geçildi. Bukısımda özellikle sendikaların işçileri bilgilendirmedeeksik kaldığı, bu konuda adımlar atılması gerektiği ifadeedildi. Yaklaşık 3 saat süren foruma çeşitli fabrikalardan35 işçi katıldı.

Sarıgazi’de eylem!

Forumun ardından Yıldırımlar Düğün Salonu’ndanSarıgazi Demokrasi Meydanı’na bir yürüyüşgerçekleştirildi. “İşçi ve emekçilere yönelik saldırılarageçit vermeyelim. Gücümüz birliğimizdir! / Ümraniyeİşçi Birliği” pankartının taşındığı eyleme çevredenalkışlarla destek verildi. Meydana gelindiğinde iseÜmraniye İşçi Birliği adına basın açıklaması yapıldı.Açıklamada işçilerin en çok ön plana çıkan ihtiyacınınsorunları bir arada tartışıp, çözüm yollarınıgeliştirebilecek araçların sınırlılığı olduğu söylenerekÜmraniye İşçi Birliği’nin bölgede işçi sınıfınındağınıklığına ve örgütsüzlüğüne karşı atılmış önemli biradım olduğu ifade edildi. İşçiler, fabrikalarındakomiteler kurmaya, sendikalarda örgütlenmeye veÜmraniye İşçi Birliği çatısı altında mücadele etmeyeçağrıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Ümraniye’de “Kıdem tazminatıhakkı” forumu

Sincan’da mücadele çağrısı

Sincan Metal İşçileri Birliği, kıdemtazminatının gaspına karşı mücadeleye çağırıyor.Bu kapsamda Sincan MİB, “Kıdem tazminatıhakkımızı gasp etmeye hazırlanıyorlar! Haklarımızısavunmak için genel grev! genel direnişe!” ve“Kıdem tazminatı hakkımızın gasp edilmesine izinvermeyelim!” şiarlı ozalitleri organize sanayiişçilerinin yoğun olarak kullandığı ve işçi servisigeçiş güzergahlarına yapıyor.

İmzalar gönderildi

Sincan MİB, işten atmaların yasaklanması vesendikal örgütlenmenin önündeki engellerinkaldırılması talebiyle yürüttüğü imzakampanyasını sonlandırarak topladığı imzalarıÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gönderdi.

“İşten atmalar, düşük ücretler, fazla mesailer,esnek çalışma, taşeronlaştırma, kıdem tazminatı…Hak gasplarına karşı, Örgütlü mücadeleye! / Metalİşçileri Birliği” ozalitinin açıldığı eylem, “İştenatmalar yasaklansın!”, “Kahrolsun ücretli kölelikdüzeni!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”sloganları ile başladı.

MİB adına okunan basın metninde işçi veemekçilere dönük saldırıların her geçen gün dahada arttığı, en ufak bir hak arama girişiminin iştenatma saldırısıyla karşılandığı belirtildi. Saldırılarkarşısında örgütlü mücadeleyi yükseltme çağrısıyapıldı.

Açıklamanın ardından toplanan imzalarÇalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nagönderildi.

Kızıl Bayrak / Sincan

İşçilere 27 yıl hapis istemi

Adana’da Çukurova Üniversitesi BalcalıHastanesi’nde taşeron köleliğine karşımücadelelerini sürdüren işçiler hakkında 27’şer yılhapis cezası isteniyor.

Dev Sağlık-İş üyesi taşeron işçileri, 22 Ağustosgünü yapılmaya çalışılan hukuksuz ihaleye karşıçıktıkları için polis tarafından darp edilerekgözaltına alınmışlardı. Adana 1. Ağır CezaMahkemesince kabul edilen iddianameye göre 25işçi hakkında, her bir ihaleden 12’şer yıl olmaküzere 2 ihaleden 24’er yıl, polislere görevleriniyaptırmamaktan da 3’er yıl olmak üzere toplam27’şer yıl hapis cezası istendi. Dev Sağlık-İşSendikası, 27 yıl hapis istemine “27 yıl yetmez,idam verin” başlıklı açıklamayla tepki gösterdi.

Sendika 22 Ağustos günü yaşanan polissaldırısını ve Balcalı’daki mücadeleyi hatırlattı.

Sendikanın ve üyelerinin Adana BalcalıHastanesi’nde tutumlarına dayanak oluşturanönceki mahkeme ve Bakanlık kararları dikkatealındığında, ihale karşısındaki tutumlarının hukukiolduğunu belirten Dev Sağlık-İş, kendi çalışmakoşulları, çocuklarının geleceği ve bir bütün olaraktaşeron çalıştırma biçiminin vicdansızlığına karşıgösterdikleri tepkinin ise meşru olduğunuvurguladı.

İşçi düşmanı sermaye-patron yandaşı tutumakarşı gösterilen tepkilerin ise demokratikolduğuna dikkat çeken sendika mücadelekararlılığını dile getirdi.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, “Eşit, Özgür,Demokratik Bir Türkiye İçin”, “İnsanca YaşamıSavunmak İçin” 8 Ekim’de Ankara’da mitingdüzenleyecek.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, KESKGenel Başkanı Lami Özgen, TMMOB YönetimKurulu Başkanı Mehmet Soğancı ve TTB MerkezKonseyi Başkanı Eriş Bilaloğlu 8 Ekim’degerçekleştirilecek mitingin çağrısını yapmak için 20Eylül günü Ankara’daki TMMOB binasında basıntoplantısı düzenlediler.

KESK Genel Başkanı Lami Özgen tarafından

okunan ortak açıklamada, “İnsanca yaşamısavunmak için, emekçilerin, ezilenlerin sesine seskatmak için 8 Ekim’de Ankara’da buluşuyoruz”denildi.

Açıklamada Ulusal İstihdam Stratejisi adıaltında, 12 Eylülcülerin bile cesaret edemediğibiçimde kıdem tazminatları kaldırılmaya, özel vekamu alanı sermayeye peşkeş çekilmeye, emeğindeğersizleştirilmeye çalışıldığı, KHK‘larla kamuhizmetlerinin tasfiyesi/ticarileştirilmesi sürecitamamlanıp güvencesiz istihdamın olağan halegetirildiği vurgulandı.

Emekçiler 8 Ekim’de Ankara’da buluşuyor

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

“Haklı mücadelelerinde yalnız olmadıklarını; işçi,memur, öğretmen, sağlık personeli gibi tüm emeği ilegeçinenlerin ve örgütlerinin bizlere onur verendesteklerini aldıklarını bilmekte ve mücadelelerininbaşarıya ulaşacağına inanmaktadır.

Türkiye mühendis ve mimarları gerek tekbaşlarına gerekse diğer çalışanlarla birlikte etkin birmücadeleyi sürdürmeye kararlıdırlar ve bu yoldabugün her zamankinden daha da güçlüdürler.

Gerek diğer çalışanların da desteğini alaraksürdürdüğümüz çalışmalarımızın; gerekse diğerçalışanlarla birlikte başlattığımız ve gelecek günlerdedaha da yükselecek ortak çalışmalarımızın mutlakabaşarıya ulaşacağına inanıyoruz.

Haklarımızı elde etme yolunda verdiğimiz vegüçlendirerek vereceğimiz mücadeleler sırasındagelen ve gelecek olan baskı ve saldırıların bizleriyıldıramayacağı konusunda hiç kimsenin kuşkusuolmamalıdır.

Bu görüşlerden ve değerlendirmelerden hareketeden TMMOB Yönetim Kurulu bugün için yalnızcabir uyarı olarak, Tüm mühendis ve mimarları, 19Eylül 1979 çarşamba günü bir günlük iş bırakmayaçağırmayı kararlaştırmıştır.”

TMMOB’nin 19 Eylül’deki grevi duyurduğuaçıklamanın sonu böyle bitiyordu. İş bırakmaeyleminin ertesi günü TMMOB Başkanı TeomanÖztürk ve 18 odanın katıldığı basın toplantısındakatılım şöyle değerlendiriliyordu

“19 Eylül 1979 günü gerçekleştirilen iş bırakmaeylemine mühendis ve mimarların %100’e yakın birbölümü katılmıştır.

İlk gelen bilgilere göre 49 ilde 443 işyerindemühendis ve mimarların yanı sıra; işçi, teknikeleman, memur, sağlık görevlisi vb. çalışanların dakatılımı ile 100 bini aşkın kamu çalışanı eyleme aktifolarak katılmışlardır. Teknik eğitim gören bazıöğrenciler de eylemimizi desteklemişlerdir.”

TMMOB tarihinin en önemliatılımı olan 19 Eylül iş bırakmaeylemi gerek yaygınlığı gerekse deortaya koyduğu talep ve ulaştığıkitle ile büyük bir başarı yaratmışve ses getirmiştir. Örgütü bugünleregetiren muhalif kimliğinin de özetibu eylemdir. 1954 yılında Mendereshükümeti tarafından bir devletkurumu olarak kurulan TMMOBdönemin güçlü toplumsalmuhalefetini arkasına alarak güçlübir muhalefet odağına dönüşmüş,böylece 19 Eylül’de mücadelelerineomuz verdiği emekçilerle birliktealanları doldurmuştu. 19 Eylül’ebugünden baktığımızda yaratılanatmosfer ve örgütün o dönemkiiradesi dikkat çekicidir. Bu geçmişeöykünmenin ötesinde bugün bile geçerliliğini koruyanyukarıda bir kısmı bulunan eylem çağrısının taşıdığıkararlılığa ve özgüvene ilişkin bir değerlendirmedir.Elbette bugün böylesi bir eylemin ne örgütsel ne detoplumsal alt yapısı var, ancak 19 Eylül’ü “TMMOBMühendis, Mimar ve Şehir Plancıları DayanışmaGünü” ilan edip binlerce mühendis, mimar veplancıyı ülkenin dört bir yanında sokağa çıkarmayıbaşaran bir örgütün gücü de ortadadır. Bugüneleştirilen, bu gücün heba edilmesine, siyasal plandaliberalizme kaymasına, pratikte de mevcutyönetimlerin çoğunun, kendi koltuklarını korumanınbir aracı olarak görmesine ve kullanmasınadır.

Örgütün siyasal olarak 32 yılda nerelerden nereleredüştüğü ortadayken halihazırda 12 Eylül’ün ezicietkisine yapılan, baştan sona haklı olsa da tek başınayetersiz olan vurguların ötesine geçebilmiş ne birözeleştiri, ne de bu gidişi durdurmak için yapılan birgirişim vardır. Elbette, burada suç muhalefetinden,koltuklarını saltanat kayığı sanan oda beylerine kadarörgüt içinde bugüne kadar sol adına politikayapmış/yapan herkese aittir. Hiç kimse kendini butablodan sıyırma şansına sahip değildir. Örgüt bukadar merkezileşip bürokratikleşirken sadece alacağıüç-beş koltuk için bırakın ilkeyi ruhunu bile satanlar,muhalefette başka koltuğun üstünde başkakonuşanlar, tüm muhalefet pratiğini sözde ne söylerse

söylesin yönetime gelmeninbir aracı gibi kullananlar,kişisel çıkar ve dertlerinpeşinden örgütü sürüklemehakkını kendinde bulanlar vetüm bunlara sesini az veyayetersiz çıkaranlar da en azTMMOB’yi kendi tekkesisanan bürokrat oda beylerikadar suçludur.

19 Eylül’den bugüne kötüyönde değişen en belirgin şeypolitika yapmadakiomurgasızlık ve ilkesizlikolmuştur. Zira örgütün birçoknoktasından oluşmuş ortakakıl “sınıf” derken ortayakoyulan politikanın şekli veyönü ortadadır. Yönetimler ve

yönetim için her şeyini feda etmeye hazır olanlaraçısından “sınıf” ya samimiyetsizce yükselen seslerdayattığı için dillendirilmekte ya da siyasal olaraksavrulmuş bir dizi unsur için sırf popülizminin veklasik sol reflekslerinin limanı olmaktadır. Oysakisınıfsal tartışma zeminine yöneliş bir tercih değilnesnel bir değişimin sonucudur. 19 Eylül 1979’danfarklı olarak teknik elemanlar bugün çok daha fazlakapitalizmin acımasızlığı ile yüzleşmekdurumundadır. Bu nesnellik mücadele dinamikleriaçısından somut yansımalarını oluşturmasa dasiyasetin yapılış biçimini doğrudan etkilemektedir.

Siyaseti kitle ile birlikte yapmak kitle yaratıp

siyaset yapmak değildir. Kitlenin mevcut durumunauygun siyasal bir çizgi belirleyip bunu hayatageçirmek demektir. TMMOB’nin yaşadığı değişiminsiyaset diline tercümesi de bu doğrudan hareketleyapılabilir. Odaları tekkeye dönüştüren zihniyetyolunu çeşitli biçimlerle yarattığı “müritlerle”yürümeyi seçmekte bu müritleri de “kitle”zannetmektedir. Aldıkları oyu da kendilerininzannederek oda içindeki politikadan uzak duran -dahası bizzat onların oy deposu olarak kalmasınıisteyenlerce bilerek ve tercihen uzak bırakılan-kitlenin TMMOB geleneğine sahip çıkma dürtüsünüsömürmektedirler. 19 Eylül 1979’dan öğrenilecek ilkve temel ders, sırtını işçi sınıfı ve emekçileredayamadığı oranda TMMOB’nin ataletininkırılamayacağıdır.

Elbette buraya kadar olan tespitler, çözümyönünde adımlar atılmadığı oranda anlamsızkalacaktır. Çözüm içinse somut bir plan koymak,teknik eleman düşünce biçimiyle düşünenlerinsandığının aksine olanaksızdır başka bir yönden deanlamsız olacaktır. Zira hayatın ve onu belirleyentoplumsal dinamiklerin her zaman aynı sonucu verenformülleri yoktur. Yapılması gereken çokça tekrarettiğimiz gibi ilk elden işçi bileşenleri ile TMMOB’yideğiştirmeye çalışmak, daha geniş planda da sınıfınbir bölüğü olarak onları sınıf hareketinin bir parçasıyapmak olmak zorundadır. Bu perspektifle örgütiçindeki sol muhalefetin pratiği de bu yönde sınırlı daolsa oldukça anlamlıdır. Çelişik bir durum olarakpatron yöneticilerin eliyle yönetilen TMMOB’ninemekten yana duruşunun aslan payı örgüt içindekidevrimci, ilerici güçlere aittir. Muhalefete dönük“bugüne kadar ne yaptınız?”, “çözüm söyleyinyapalım” gibisinden sığ sözlere “TMMOB’yiyıpratmak”, “gericilerin ekmeğine yağ sürmek” vb.suçlamalara inat, ısrarla TMMOB içinde sesiniyükselten muhalefet, oda beylerine rağmen örgütü işçisınıfının safında tutmaktadır. Eğer ki bugünTMMOB’de bir parça demokratlık ve emekten yanabir şeyler kaldıysa bunun sahibi o beğenilmeyen,saldırılan, karalanan ve sürekli çamur atılan devrimci,ilerici güçlerdir. Bütün eksikliklerine ve dağınıklığınakarşın örgüt içindeki samimi unsurların çabasıörgütün canlı kalan tek yanıdır. Bunu öldürmeyeçalışmak TMMOB’ye verilecek en büyük zarardır ve

Sınıf hareketi10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

19 Eylül ve TMMOB

TMMOB’de bir parçademokratlık ve emektenyana bir şeyler kaldıysa

bunun sahibi obeğenilmeyen,

saldırılan, karalanan vesürekli çamur atılan

devrimci, ilericigüçlerdir.

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

oda beyleri de bunu yapmaktadır. Muhalefeteve eleştiriye dönük acımasızlığını muhaliflerefiilen saldırıya, fişlemeye ve böylece odaorganları içinde görev vermemeye, hasbelkaderyer alanların da doğrudan bürokrasi eliyleyerinden edilmesine veya bu tip organlarınişlevsizleştirilmesine dek vardıran yönetimoligarkı, kendinden olmayana ne yazık kiyaşama hakkı tanımamaktadır. İşin acı yanı bu“solculuk” adına yapılmaktadır.

19 Eylül’ü dayanışma günü ilan etmekkadar bu günü kendi anlam ve önemine uygunolarak değerlendirebilmek de oldukçaönemlidir. Daha önce, yok sayılankurultaylarda kabul edilen “dayanışma günü”19 Eylül’ün 32. yıldönümünde yaygın birşekilde kutlanması ile önemli bir adımatılmıştır. Ancak daha önce KHK vesilesiylekaleme aldığımız yazıda söylemeyeçalıştığımız dağınıklık ve atalet bu eylemlerdede kendini göstermiştir. Dayanışma Günüvesilesiyle yapılan eylemlerin kitlesel olmasınakarşın ruhsuzluk ve cansızlık içinde geçmesi,etkisine gölge düşürmüştür. Kıdem tazminatıgibi bir topyekûn saldırı ortada dururken “genelgreve” çok “ilgi” gösterilmemesi 19 Eylül gibibir grevin yıldönümünde akla mantığasığmayan bir apolitikliktir. (Veya tersinden yanipatronlar cephesinden oldukça mantıklı vepolitik tavırdır.) Ayrıca kitle toplamak içinharcanan çaba –ki istendiği zaman nasıl etkinbir duyuru yapılabildiği tekrar eden telefonaramalarıyla, maillerle ve cep mesajlarıylaaçıkça görülmüştür- ne yazık ki eylemorganizasyonlarında gösterilmemiştir. Bunlarakarşın mühendis, mimar ve plancılar bu süreçtehala önemli bir güç olduğunu açıkça göstererekbaşarılı sayılabilecek bir eylemlilik yaratmıştır.

Bu başarıya karşın ne yazık ki odayönetimlerinde yaşanan sefalet akla bueylemliliğe yönetici seviyesinde gösterilen,daha önce çoğu etkinliğe gösterilmeyen yoğunilgi ile yaklaşan oda seçimleri arasında doğrubir orantı olması ihtimalini getirmektedir.Seçim sürecine giren TMMOB ve bağlıodaların önümüzdeki birkaç ayının seçimlereangaje olacağını düşündüğümüzde seçimodaklı yaklaşımlar beklemek bizim değilgeçmişte bu yönde bize yeterli tecrübekazandıran oda beylerinin suçudur. Eğer kiortaya koyulan bu çaba samimi ise devamınıngelmesini ve saldırı altındaki TMMOB’nindaha mücadeleci bir süreç yaşamasınıbeklemek elbette normaldir. 19 Eylül’üanlamak, “yine yapmak” üzere irade sahibiolmak için yapılması gereken de budur.TMMOB’yi gerçekten “düşünmenin” artıkdevrimci ilerici güçleri muhalefet-iktidar diyebölen, eleştirilmeyi küfür yemek zannettiği içineleştirenlere küfrederek, saldırarak karşılıkveren zihniyetle hesaplaşılması anlamınageldiği açıktır. -Elbette işçi mühendis, mimarve plancıların mücadelesinin hatta toplumsalmuhalefetin TMMOB’de başlayıp bittiğinisananlar açısından kat edilecek mesafe bundandaha fazladır.- TMMOB düne öykünmeyenama ondan öğrenen ve onu aşmaya çalışan birpratikle 19 Eylülleri karşılamak için gerekengüce sahip olduğunu açıkça göstermiştir.Mesele bu gücü oluşturan kitlenin taşıdığımomentumu arttırma ve onu hedefe çevirmemeselesidir. Bunun da yolu tabanın sesine dahafazla kulak vermekten ve dükkâncılıktan artıkvazgeçmekten geçmektedir.

Toplumcu Mühendis, Mimar & ŞehirPlancıları

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

TMMOB’nin düzenlediği TMMOB Mühendis, Mimarve Şehir Plancıları Dayanışma Günü yürüyüşündegördüğüm ve garibime giden bazı şeyler oldu. Her nekadar çoğunlukla bu gariplikleri yazacak olsam damühendis kitlesinin bu yürüyüşü bir kez dahaumutlarımı tazeledi ve daha iyisini yapmak içinşansımızın olduğuna dair inancımı arttırdı. Ancakbirçokları gibi beni de odaya küstüren şeylerin ardındangittiğim bir eylemde yaşadıklarımı yazmaktankorkuyorum. Korkum bu eleştirilerin çok üsttensöylenen ukalaca şeyler olduğunun sanılmasıdır. Elbetteki amacım bu değil ancak ısrarlı bir çağrı süreci ile davetedildiğim ve bu ısrardan anladığım üzere çok değerverildiğini düşündüğüm bir eylemin bendeki yarattığıizlenimleri paylaşmaktır. Bunları önden söylüyorum ki“işte yine onlardan biri, her şeyi eleştiriyor” demenizeönden bir cevap olsun diyedir.

Geçtiğimiz hafta içinden beri TMMOB ve odamtarafından telefon ve mail üzerinden mesajbombardımanına ve gelen telefonlara sonunda yenikdüşerek zorlu geçen bir günün ardından Taksim’deyapılacak yürüyüşe katılmak konusunda ikna oldum.Benim için ve muhtemelen birçokları için, şekil değişsede, durum şuydu: Eve gidip üstümdekileri attıktan sonratelevizyonun karşısında boş boş geçirilecek birkaç saatve Taksim’de yapılacak bir yürüyüş için İstanbultrafiğinde fazladan geçirilecek birkaç saat arasındayapılacak bir seçim… Dedim ya sonunda gitmeye kararverdim. Bu kararı verirken beni zorlayan şeylerden biriüstümdekiler oldu. Yazın sonuna ermesiyle bizdenbeklenen “şık” ve “şirkete yakışan” giyinme meselesiyüzünden nefret ettiğim ceket ve kravat beni oldukçadüşündürdü. Eyleme kendi köleliğimin, birilerini kendineköle edenlerin ve etmek için gençliğini verenlerinüniforması saydığım birtakım bezler üzerimdeykengitmek fikri tuhaf geldi. Önce bu mazerete maçta golüverilmemiş bir futbolcu misali sarıldım sonra kendimeyediremedim eve gider değiştiririm diye düşündüm. Buuçuk fikrimden de caymam uzun sürmedi, çünkü18.30’da işten çıkan biri için İstanbul trafiğinde böylesibir yolculuk imkânsızdı. Lafı bu kadar, çok satangazetelerin konusuz kalmış köşe yazarlarına benzemekiçin uzatmıyorum. Buradaki bağlantıya daha sonradöneceğim.

Çıkış saatine doğru yaklaştıkça bana bir iş yıkılmasıihtimaline karşın önden hazırlığımı yaptım ve akşam işimolduğunu ve çıkmam gerektiğini söyledim. Normal çıkışsaatinde çıkmak için altına şirketin araba verdiği içinistediği saatte çıkan ve geç çıktığı zaman şirketinhisselerini üzerine aldığını sanan şeflerden izin almaktannefret eden biri olarak beni en çok sinirlendiren de buoldu. İşyerindeki zorlu engelleri aştıktan, ceketi işyerininvestiyerine astıktan, kravatı da cebine sıkıştırdıktansonra çıktım ve İstanbul trafiğinde kısa sayılacak biryolculuğun ardından Taksim’e saat 19.10 gibi ulaştım.Meydanda devam eden füze kalkanı eylemine bir süredışarıdan da olsa katıldıktan sonra koşarak GalatasarayLisesi’ne doğru İstiklal’in kalabalığını yara yara ilerledim.Neyse ki eylem baştan da tahmin ettiğim gibi geçbaşladı. Gördüğüm ilk şey, hatırı sayılır bir kalabalıktoplanmasına rağmen önlerindeki pankartlar olmasa liseönünde randevu vermiş kalabalıktan ayrılmasıneredeyse imkânsız olduğuydu. Ellerdeki sönse mi yansamı karar verememiş durumdaki meşaleler ve defterkâğıdından hallice büyüklükteki dövizler kalabalığayukardan serpiştirilmiş gibi duruyordu. Açıkçası TMMOBgibi olanakları olan bir örgütün eylemine bu kadar

hazırlıksız olması garibime gitti. Yine de tüm bunlartoplanan insan kalabalığının verdiği moralle dağılıpgidiyordu. Tulum eşliğinde yürüyüş başladığında her şeygüzeldi. Ancak bu sihir sloganlar atılmaya başlayıncayine bozuldu. Atılan sloganlara katılım neredeyse yokgibiydi. Zaten sloganlar da duyulmuyordu, slogancıpankartın en önünden slogan attırıyor arkaya neredeysehiç sesi de gelmiyordu. Zaten sloganlarda tulumun sesiarasında eriyip gidiyor, insanlar ne olduğunu birbirinesoruyordu.

Yine de her şey güzeldi bine yakın olduğunu tahminettiğim bir kalabalıkla İstiklal Caddesi’nde yürüyorduk veinsanların arasından bizi alkışlayanlar çıkıyordu. Ancakorta yaşlı birinin “siz niye yürüyorsunuz? Kimsiniz?”dediğini duydum. Bu kişinin yanına giden biri durumuKHK’yı, 19 Eylül’ü dilinin döndüğünce anlatmayaçalışıyordu. O zaman şöyle bir etrafıma baktım ellerdekidövizlerde gerçekten niye yürüdüğümüzü anlatan enufak bir şey yoktu. Şifre gibi yazılmış ve zor okunan“KHK=…” işli dövizlerle neredeyse kimseye bir şeyanlatmadan yürüyorduk, ortadaki tek uyum meşalelerinve sloganların cılız oluşuydu. Bunlar kabul edilebilirdedikten sonra beni beynimden vuran ilk olay oldu.Demirören AVM’ye yaklaşırken sesimi temizleyip hattaçantadaki suyumdan bir yudum alarak hazırlanırken buucubenin önünden teğet geçtik. Arada geçerken bir şeysöylendiyse duymadım ama ben yürüyüşün birdurağının bu rezil bina olacağına inandığım için söylenenhiçbir söz beni zaten kesmezdi. Bana göre orada eylemyapılmalıydı. Yapılmıyorsa bile hiç değilse siyah çelenkfalan bırakılarak bir şekilde protesto edilmeliydi. Yapılanhiçbir şey beni bu kadar hayal kırıklığına uğratamaz diyedüşündüm.

Ancak beni gördüklerimi yazmaya iten manzaraylaeylemin sonunda karşılaştım. Ne dediğiniduyamadığımız slogancı bir elinde megafon diğer eliylekravatını düzeltiyordu. Bir anda katıldığım eylemeinanılmaz yabancılaştım. Benim beynimi kurcalayan şeyanlaşılan onu hiç rahatsız etmemişti. Hem de bu kişieylemi yönlendiren kişiydi. Kabul edilemez geldi, yine dekendi içimde bu durumu tartıştım. Muhtemelen iştençıkıp gelmişti, inanıyorum ki o da benim gibiydi amabeni sarsmıştı bir kere. Yaşı benden büyüktü ve o“tasmayı” benden çok taktığı için alışmıştı, kanıksamıştı,yadırgamıyordu anlaşılan. Ama benim için kravat işçiköleliğimin fiziki tezahürü olduğu için dehşete kapıldım.Sonra beni eyleme çağıran telefon geldi aklıma konuşankişi “eylem var gel” diyordu, “gel beraber eylemörgütleyelim” demiyordu. Yine yaparız derken “nasılyaparız?” diye bana soran olmamıştı. Yani beni ve oakşam yürüyen yüzlercesini o eyleme katan hiç kimseyoktu. Neticede kravata gösterdiğim hassasiyet,sloganları duyamama, dövizleri yetersiz bulmak veyaDemirören AVM benim tamamen kişisel fikirlerim.Bunlar yanlış, abartılı hatta gereksiz olabilir tabii ki,bunun tersi de mümkün. İşte bu yüzden katılımcılığısavunuyorum.

Biraz insafla herkesi bir eylemin örgütlenmesinekatılamayacağına kendimi ikna etmeye çalıştım. Amabiliyorum ki “nasıl yapalım?” diye sormayanlar“nasıldı?” diye de sormayacaklar. Yine kravatlılar kararverecek yine kravatın gölgesinde TMMOB yönetilecekve onlar “yine yapamayacaklar” sırf beni, bizidinlemedikleri için. O yüzden yazayım dedim en azındanodada çokça söylendiği gibi tarihe bir not düşeyimistedim.

Bir mühendis

19 Eylül eylemi ve kravatın kişiseltarihime düştüğü not

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

İnfazlar sistematik bir devlet politikasıdır

AKP, Haziran 2011 seçimlerinin hemen sonrasında,bir taraftan Kürt hareketine yönelik imha, inkar vesaldırganlık dönemini yeniden başlatırken diğer taraftanda ilerici ve devrimci güçlere karşı baskı ve teröroperasyonlarına hız kesmeden devam etmektedir.Görülen odur ki; siyasi iktidarın, Kürt siyasi hareketineve toplumsal muhalefete karşı başlatmış olduğu busindirme politikaları artarak devam edecektir. Kürthareketine karşı yürütülen savaşta özel harekatpolislerinin görevlendirileceği ve özellikle ünvanlarında“strateji” bulunan polislerin kullanılacağı devletterörünün ne kadar yükseleceğine dair bize ipucuveriyor.

Esasen siyasi iktidar, polis devleti olma noktasındaen ileri aşamaya 2006 yılında ulaşmış ve 1991 yılındanitibaren yürürlükte olan 3713 Sayılı Terörle MücadeleKanunu’nu değiştirerek katletme keyfiyeti getirmiştir.Bu değişiklik ise 5532 Sayılı “Terörle MücadeleKanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ileyürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 16. maddesine EK-2maddesi eklenerek polise “duraksamadan ve doğrudanateş etme yetkisi” tanınmış ve toplumda polisingörünürlüğü böylece artırılmıştır. Bu kanunla eligüçlenen, istediğini doğrudan öldürmek kastıyla silahınasarılan kolluğun gücü, 2007 yılında yapılan 2559 SayılıPolis ve Selahiyetleri Kanunu’ndaki esaslı değişiklikleiyice güçlenmiştir.

Kolluk yasadan aldığı bu güçle 2007 yılından buyana istediği kişiyi “makul şüphe” olduğu gerekçesiyledurdurabilmekte, GBT kontrolü yapmakta, keyfibiçimde gözaltına almaktadır. Bu da az geldiğinden olsagerek ilerici ve devrimcilerin yargılanması içinhazırlanan bu keyfi fezlekelerin yanında bir de “polisemukavemet” suçlamasıyla toplumda adeta terörestirmekte ve siyasi iktidardan aldığı sınırsız yetkiyi dekullanarak sokak ortasında cinayet işlemektedir. Artıkorantısız ve artan şiddetini perçinleyerek doğrudan veduraksamadan öldürmektedir. Ölüm skalasınabakıldığında ise çıkan tablo; polisin kişi, zaman vemekan ayırmadığıdır. Kolluğun hedefinde kimi zamanafiş asan, kimi zaman ehliyetsiz araç kullanan, kimizaman kapalı mekanlarında keyfi biçimde gözaltınaalınan, kimi zaman ise parkta oturan kişiler vardır. Birbaşka ifadeyle başta devrimci güçler olmak üzere,toplumun tüm kesimleri polisin baskı ve şiddetinemaruz kalmakta ve bu devlet teröründen nasibinialmaktadır. Kuşkusuz bu kanunların hepsi ilerici vedevimci güçleri sindirmek ve etkisizleştirmek içinyapılmıştır, ancak kolluk yasalardan aldığı gücünsarhoşluğu içinde artık ayrım yapmaksızın cinayetişlemekte ve sokak infazları gerçekleştirmektedir.

Siyasi iktidarın hapishane politikalarından tutunyargısız infaz politikalarına kadar devlet hız kesmedenölüm saçmaya devam etmektedir. ‘99 UlucanlarKatliamı’ndan, 19 Aralık 2000 Ümraniye veBayrampaşa katliamlarına, hapishanelerde tutuklu vehükümlülere gardiyanlarca yapılan işkencelere, hasta

tutuklu ve hükümlülerin tedavilerinin yapılmasına engelolarak ölmelerine seyirci kalmasına, karakollarda vesokak ortasında işlenen polis cinayetlerine ve son olarakring aracında çıkan yangında görevli jandarmalarınkurtulmasına rağmen yanarak ölen tutuklu vehükümlülere kadar yaşanan infazların tek sorumlusudevlettir. Bu, devletin sistematik infaz politikasıdır. İştebu infaz politikasının hedeflerinden biri de AlaattinKaradağ oldu.

Alaattin Karadağ katledildi

19 Kasım 2009 tarihinde basın, o hep bildikmasallarını ana haberden son dakika olarak duyuruyorve bir kişinin dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle poliskurşunuyla öldüğünü belirtiyordu. Ayrıca bu kişininörgüt üyeliğinden kesinleşmiş cezası olduğununözellikle altı çiziliyordu. Evet,bugüne kadar polisin terörünemaruz kalarak sokak ortasındacan verenlerin hepsi aynışekilde öldürülmüştü. Birtürlü uslanmıyorlardı,öldürülmeyi hak ediyorlardıve polis ateş etmek zorundakalıyordu.

Yaşanan olay örgüsügöstermiştir ki; 19 Kasım2009 tarihinde polis memurusanık Oğuzhan Vuraltarafından öldürmek kastıyladefalarca ateş edilen ve diğergörevli polislerce de ölümeterk edilen ve yaralı haldesaatlerce olay yerindebekletilen müvekkilimizdevrimci işçi AlaattinKaradağ’ı, kolluk katletmiştir.

Olay silahlı çatışma olarakbelirtilmişse de soruşturma ve kovuşturma sırasındaortaya çıkan bilgiler, belgeler ve olayın görgü tanıkları,olayın çatışma olmadığını ve müvekkilimiz AlaattinKaradağ’ın kolluk tarafından keyfi olaraköldürüldüğünü göstermiştir. Polis 5532 ve 2559 sayılıkanunlardan aldığı yetkiyi kötüye kullanarak, afiş asmakiçin Saadetdere Mevkii’nde bulunan müvekkilimizi,sokak ortasında öldürmüştür. Bu nedenle görülmekteolan bu dava tipik bir yargısız infaz davasıdır ve kollukmüvekkilimizi katlederek tarihindeki yüzakı (!)davalarına birini daha eklemiştir.

Davada bugüne kadar dinlenen tanıklara, müştekiİsmail Durmuş’a ve hatta sanık polis Oğuzhan Vural’agöre müvekkilimiz kollukla karşılaşmasından itibarenkaçmaya çalışmıştır. Oysaki sanık polis ve yanındakidiğer polisler, üç sokak kadar uzaklaşan müvekkilimizi,yetkisini aşarak ve yolcu dolu bir minibüsü yolcusuylaalıkoyarak takip etmiş ve onu birden fazla kurşunlaöldürmüştür. Öncelikli görevi güvenliği sağlamak olankolluk, aksine bir çok kişinin hayatını tehlikeye sokarak

müvekkilimiz Alaattin Karadağ’ı takip etmiş venihayetinde müvekkilimizle karşılaştığı anda adetaşarjörünü Alaattin Karadağ üzerine boşaltmış ve onukasten öldürmüştür.

Katiller aklanmaya çalışılıyor

Müvekkilimiz devletin sistematik infaz biçimiyle,polis terörü sonucunda öldürülmüştür. Ölümününardından sanık polis aleyhinde açılan soruşturma, yinesanık polis Oğuzhan Vural ve arkadaşları tarafındanAvcılar Emniyet Müdürlüğü’nce yürütülmüş ve önemlideliller derhal karartılmıştır. Başka bir ifadeylemüvekkili katleden, olayda silah kullanan sanık polis,sanık olarak yer aldığı soruşturmayı bizzat yürütmüştür.Bu durum dahi soruşturmanın kanuna ve usule uygunolarak yürütülmediğinin, delilleri karartma ve imha

etme saikiyle hareket edildiğininaçık göstergesidir.

Bakırköy 9. Ağır CezaMahkemesi’nde görülen davadamüvekkilimiz Alaattin Karadağ’ınölümüne sebebiyet verenpolislerden sadece Oğuzhan Vuralsanık sıfatıyla yargılanıyor. Sanıkpolis, hem kasten adam öldürme,hem görevi kötüye kullanma, hemde kişilerin malları üzerindeusulsüz tasarruf suçları ileyargılanıyor. Ceza MuhakemesiKanunu’nun 100/3. maddesiuyarınca kasten adam öldürmesuçu katalog suçlardan sayılmaktave kanun gereği kuvvetli şüpheolgusu varsayılmaktadır.Mahkemelerin katalog suçlardanyargılanan sanıklar hakkındakiyaygın uygulaması, tutuklamasebeplerinin varlığı kabul edilerek

sanığın doğrudan tutuklanmasıdır. Bir başka ifadeyle birsanık katalog suç kapsamında yargılanıyorsa derhaltutuklanmaktadır. Ne var ki yargılanan polis hakkında,ne soruşturma safhasında Cumhuriyet Başsavcılığı ve nede kovuşturma safhasında Mahkeme tutuklama kararıvermiştir. Sanığın tutuklanması için müteaddit defalarcayapılan tutuklama talebi ise mahkemece her defasındareddedilmiştir.

Davanın ilk duruşması 16 Haziran 2010 günüyapılarak, sanık ve tanık polislerin ifadelerinin yanısıraolay sırasında yaralanan dolmuş şoförü İsmailDurmuş’un ifadesi alınmıştır. Duruşma esnasındatanıklık yapacak polisler ve diğer tanıkların duruşmasalonuna geçilen mahkeme kalemi koridorunda kanunaaykırı olarak bekletilerek mahkemede ifade verentanıkların ifadelerini dinleyerek, tanıklık yaptıklarıortaya çıkmış ve zaten şaibeli olan tanık ifadelerinegölge düşmüştür.

Davanın 9 Kasım’da görülen ikinci duruşmasındaise, olayı evinin balkonundan gördüğünü ve vatansever

Devlet terörü12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Alaattin Karadağ davasında 5. duruşmaya giderken...

“İnfazın hesabını sormak için davayı takip etmeye çağırıyorum”

Av. Zeycan Balcı Şimşek

Olay silahlı çatışmaolarak belirtilmişse de

soruşturma ve kovuşturmasırasında ortaya çıkan

bilgiler, belgeler ve olayıngörgü tanıkları, olayınçatışma olmadığını vemüvekkilimizin kolluktarafından keyfi olarak,

öldürüldüğünügöstermiştir.

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Devlet terörü Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

olduğu için ifade verdiğinibelirten bir tanık da bulunmuştur.Yine aynı tanık, mahkemeyetarihsiz ve havalesiz bir dilekçevererek her nedense, kendi evininkeşiften hariç tutulmasını talepetmiştir. Yine 112 Acil Hattıkayıtlarının olayıngerçekleşmesinden aylar sonratutulduğu da ortaya çıkmış vemahkemeden tespit edilmesi talepedilen tanıkların adreslerine ancakgörevliler hakkında suç duyurusuyapılacağı ihtaratı sonrasındaulaşılabilmiştir. Yine bu celsede, olayyeri incelemesi yapılmak üzere keşifkararı verilmiş ne var ki keşiften kısabir süre önce mahkeme başkanınınKocaeli İnfaz Hakimliği’ne kademedüşümü yapılarak tayin edildiğianlaşılmıştır. Yeni mahkeme heyeti isekeşfin yapılacağı gün, keşfi bilinmezbir tarihe ertelenmiştir.

Davanın 21 Nisan’da görülen üçüncü duruşmasındaise yargısız infaz davalarında bir ilk yaşanmıştır.Mahkeme heyetine dönük olarak bellerinde silahla ayaktabekleyen kişilerin sivil polisler olduğu tespit edilmiş vetalebimiz üzerine duruşma salonundan çıkarılmışlardır.Yine aynı celsede polisin yönlendirmesiyle tanıklık yapan,olayı aynı anda ve birlikte gördüklerini ifade eden ikitanık birbirleriyle çelişkili ifadeler vermiş en sondinlenecek tanığın ise tanıklık yapmadan adliyeyi terkettiği zapta geçmiştir.

Davanın 4. duruşması ise 24 Haziran’da yapılmıştır.Bu duruşma davanın seyri açısından farklı bir önemehaizdir. Keza bugüne kadar bulunamadığı belirtilen ikitanık, duruşmaya katılmıştır. Tanıklardan Ayhan Talay,yaralı olan sanık polisi bizzat hastaneye götürdüğünü,müvekkilimiz Alaattin Karadağ’ı da hastaneye götürmekistediğini fakat buna polislerin izin vermediğini vepolislerin savcı gelene kadar hastaneyegötürülemeyeceğini söylediklerini ifade etmiştir. Ayrıcamüvekkilimizin gece yarısına kadar orda bekletildiği, olayanında yaralı olduğu ama uzun bekleme sonucu öldüğü dezapta geçmiştir. Yine olay tarihinde MOBESE kayıtlarınınTerörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından alınmışolmasının ortaya çıkması ve Terörle Mücadele ŞubeMüdürlüğü’nün kayıtların kendilerinde olmadığınıbelirtmeleri üzerine mahkemeden MOBESE kayıtlarınınakıbetinin sorulması talep edilmiştir.

26 Eylül’de görülecek duruşmabüyük önem taşıyor

Davanın 26 Eylül’de görülecek olan beşinciduruşması, davanın tüm çıplaklığıyla aydınlatılmasıaçısından önem arz ediyor. Keza olay yeri incelemesininönemi açısından, keşif kararı hala alınmamış bir kararolarak mahkeme heyetinin önünde duruyor. Bugüne kadaredindiğimiz pratikler göstermiştir ki, yargısız infaz

dosyalarında keşif kararı alınmaz ve olay yeri incelemesiyapılmaz ise bu tip davalarda yol alın(a)mamaktadır. Bunedenle mahkemeden ısrarla yeniden keşif kararıvermesi talep edilecektir.

Yine aydınlatılması gereken bir başka önemli olgu isemüvekkilimize ait gömlek, pantolon ve diğer üstgiysilerin hala bulunamamış ve Adli Tıp’agönderilememiş olmasıdır. Atış mesafesinin tespiti iledavanın seyrini değiştirebilecek olan bu delillersoruşturma sırasında kaybedilmiştir. Mahkemeden, budava açısından hayati önem taşıyan delillerin bulunarak,Adli Tıp’a atış mesafesinin tayini için gönderilmesi aksihalde tüm sorumlular hakkında suç duyurusundabulunulması talep edilecektir.

Keşif kararından dönülmesi, elbiselerin adli emanettekaybedilmesi, telsiz kayıtlarının tam çözümününyapıl(a)maması, mahallede oturan ve olayın gerçektanıklarının halen bulun(a)maması, MOBESEkayıtlarının nerede olduğunun tespit edilememesi ilegelinen süreçte mahkeme heyetinin tarafsızlığını yitirdiğive adil bir yargılama yapamayacağı belli olmuştur. Budurum dahi mahkeme heyetinin adaleti tesisetmeyeceğine ya da edemeyeceğine işaret ediyor. Ne varki polis cinayetlerinin aydınlatılması ve mahkeme eliyleaklanmasına engel olunması için mahkemenin tarihselsorumluluğu olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.Mahkeme heyeti, Engin Çeber davasının mahkemeheyeti gibi, bu davada sanık polisi cezalandırabilecekcesaret ve cüreti göstermelidir. Bu nedenle müvekkilimizAlaattin Karadağ’ın hesabının sorulması için, adaletintesisi için mücadelemiz tüm hukuksuzluklara, tüm keyfiuygulamalara karşı devam edecek. Bu infazın hesabınınsorulması ve adalet beklentimizin karşılanması için tümkamuoyunu hem Çağdaş Hukukçular Derneği ve hem deailenin avukatları olarak bu davanın takipçisi olmayadavet ediyoruz.

* Çağdaş Hukukçular Derneği MYK Üyesi,Karadağ Ailesi’nin avukatı...

Avukatlar duruşmayıterketti

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni HrantDink’in katledilmesine ilişkin, 2’si tutuklu 19 sanıkhakkında açılan davanın 20. duruşması 19 Eylül günüİstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkeme Yasin Hayal’in aklı dengesinin yerindeolup olmadığının tespiti için Adli Tıp Kurumu’ndanrapor istediği için ATK gözetiminde tutulan Hayalduruşmaya katılmadı. Tutuklu sanık Erhan Tuncel‘inyanısıra duruşmaya müdahiller Hrant Dink’in eşiRakel Dink, kızı Delal Dink ve kardeşi Hosrof Dinkkatıldı.

Deliller toplanmadan mütaala verildi

Duruşmada, Cumhuriyet Savcısı Hikmet Usta’nınesas hakkındaki görüşünü açıklayacağı bildirildi.Bunun üzerine söz alan müdahil avukatları, delillerinhenüz toplanmamış olduğunu, önemli tanıklarındinlenilmediğini, Telekomünikasyon İletişimBaşkanlığı’ndan cevap gelmediğini, Osman Hayal’infotoğraflarıyla ilgili bilirkişi incelemesininyapılmadığını belirterek, son derece önemli,yargılamanın gidişatını belirleyecek delillerintoplanarak mütalaa verilmesi gerektiğini söylediler.Müdahil avukatlarından Fethiye Çetin, Yargıtay CezaGenel Kurulu’nun bir kararını da örnek gösterdi.

Usta ise sanıkların 5 yıldır yargılandığını belirterek“Mahkeme delil toplama yeri değil, değerlendirmeyeridir” dedi. Yeni deliller eklenirse esas hakkındakimütaalanın değişebileceği gerekçesini öne sürenUsta’nın talebi kabul edildi.

Buna tepki gösteren Dink ailesi ve avukatları “Bizbütün delilleri verdik mahkeme de bir şey yapsın.Adaletsizliğinizle sizi baş başa bırakıyoruz” diyereksalondan ayrıldılar.

Tetikçiler gözden çıkarıldı

Mütalaasını veren savcı, 2 müebbet 2 beraatistedi. Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in müebbet hapiscezasına çarptırılmasını istedi. Savcının mahkemedeverdiği mütalaasında ise, “Derin yapıların en songerçekleştirdiği suikast Hrant Dink suikastıdır.Sanıklar ideolojik amaçlarla hareket etmiştir. HedefTürkiye Cumhuriyeti ve kamu düzenidir” ifadeleri yeraldı. Böylece Dink cinayetinde devletin rolü hasıraltıedilmeye çalışıldı. Savcı , tutuksuz sanıklar OsmanHayal ve Coşkun İğci’nin beraatini istedi.

Savcının mütaalasında “Ergenekonyapılanmasının” devletten ayrı bir mekanizma gibigösterilmesine özen gösterildi.

Devletin rolü açık

Oysa ki dava kapsamında yürütülensoruşturmada tüm resmi birimler, delillerikarartmaya çalıştı. Cinayette açık ihmali ve parmağıolduğu bilinen emniyet üst düzey yetkilileri doğrudansoruşturmaya müdahale ederek cinayetin arkasındasermaye devleti olduğu gerçeğini gizledi.

uAlaattin Karadağ davasını

sahiplenmeye çağırıyoruz!

19 Kasım 2009 günü Esenyurt’ta sokak ortasında öldürülen devrimci

işçi Alaattin Karadağ’ın davası devam ediyor. Davanın her duruşması,

yargısız infazın izlerini daha net bir biçimde açığa çıkartıyor. Tanık

beyanları Karadağ’ın bilinçli bir biçimde vurulduğunu ve tıbbi

müdahaleden yoksun bırakılarak ölüme terk edildiğini açığa çıkarmıştır.

Alaattin Karadağ yargılamasının önümüzdeki duruşması, 26 Eylül

2011 tarihinde görülecek. Bu tarih; bu coğrafyada adalet mücadelesi

verenler için iki kere önem taşımakta. Bilindiği üzere 26 Eylül tarihi, aynı

zamanda kanlı bir katliamın da tarihidir. Ulucanlar Cezaev’ine

gerçekleştirilen kanlı operasyonla 10 devrimci tutsağın katledilişinin

yıldönümüdür.

Türkiye’de bir yargısız infaz gerçeği olduğu bilinmekte. Ve bizler bu

hukuksuzluğa karşı net, kararlı ve hesap soran bir konumlanış içerisinde

olmadığımız sürece daha çok tarih kesişmeleri yaşanacak.

Alaattin Karadağ’ın katillerinin cezalandırılması için, yargısız

infazların mahkum edilmesi ve insan onurunun kazanabilmesi için

bütün meslektaşlarımızı bu duruşmada hazır bulunmaya çağırıyoruz!

ÇHD İstanbul Şubesi

Alaattin Karadağ Dava Takip Komisyonu

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Zindanlar14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

- Türkiye’deki cezaevi gerçeğini nasıl tarifedebiliriz?

- Türkiye’de cezaevleri gerçeğinden bahsederkenaslında cezaevi konseptinin ne olduğuyla ilgili birtanım getirmek gerekiyor. Cezaevi, kapitalizmin enbüyük toplum ütopyasıdır. Kapitalizme geçiş süreciitibariyle toplumun yoksullarının, açlarının vesefillerinin ucuz işgücü üretmek amacıyla hapsedilmesive tek merkezden kontrol edilebilirlik esasına göre eldetutulması mantığından yola çıkılmıştır. Cezaevinin bumantığı aslında 17. yy’da yaşamış İngiliz düşünür,iktisatçı Bentham tarafından dizayn edilmiştir. Bu biryandan toplumun yoksul kesiminin inkar, imhaedilmesi aynı zamanda da sömürülmesi anlamına gelir.Hapishane mantığının özü daha çok insan gücününsömürülmesi esprisinden yola çıkar. Fakat süreçiçerisinde hapishaneler siyasal iktidarlarınpolitikalarına uygun olarak değişik biçimlerdekullanılmıştır.

Türkiye’de cezaevleri daha çok siyasi muhalifleriyok etme, toplumsal duygu tasarrufu sağlama (17 binfaili meçhulü olan bir ülkeden bahsediyoruz), sokaktaöldüremediğini toplumsal duygu tasarrufu anlamındaiçeride yok etmek üzere kullanılmıştır. Hapishanelertarihi bu yüzden de sürekli ölüm konsepti ve öldürmemekanizması olarak işlemiştir. Genel anlamdahapsetmenin kendisi modern bir şiddet toplumu olankapitalizmin en etkili şiddet konseptlerinden biri olarakdüşünülmelidir. Bu bizim ülkemizde de, dünyanın engelişmiş ülkelerinde de böyledir. Biz, bütün hapishanemodellerini ve öldürme araçlarını büyük gelişmişemperyalist ülkelerden ithal ettik. Nasıl elektrik veişkence Avrupa’dan geldiyse F Tipi cezaevine geçiş deaynı şekilde olmuştur. Dünyanın başka yerlerindehapishaneler çok iyi de bizde hapishaneler çok kötüdiye bir şey yok. Hapishanenin kendisi en üst ve etkiliimha metodlarından biridir. Politik muhalifleri yoketme, sosyal mahpusları da kendine benzetme işlevinigörür. Sosyal mahpuslar da sisteme aykırı tiplerdir. Neyaparlar? Çalarlar, ödemezler, kira vermezler ya datoplumun kullanmadıklarını kullanırlar. Bunlar iyidiranlamında söylemiyorum ama verili sistemin olmasınıistediği tek tip insan, sisteme boyun eğen, kafasıylakolları arasında yaşayan bir insan değildirler.

- Devletin cezaevi politikası nedir?- Türkiye’de cezaevleri tarihi katliamlar tarihidir.

Aslında dünyanın her yerinde hapishaneler yok etmekonseptleridir. Bazen açık bazen örtülü yapılır. İngilterehapishanelerinde 200 yıldır Pensilvanya, yani hücresistemiyle mekanizasyon uygulanmaktadır veşizofrenler ordusu yetiştiriliyor. İnsanları mekanizeederek yok ediyor. Siyasal sistemin ekonomik, sosyalve toplumsal krizlerine bağlı olarak hapishanepolitikaları ve hapishanedekilerin direnmerefleksleriyle ilgili olarak -bunlar diyalektik biretkileşimdir- değişir. Diyarbakır, Ümraniye, Buca veHayata Dönüş Operasyonu, öncesinde 12 Eylülhapishaneleri..

12 Eylül hapishanelerinde biteviye işkence vardı.184 kişinin öldüğü biliniyordu. Arka arkaya gelenkatilamların hepsinde mahpusların son derece insanitaleplerde bulunduğu anlarda sergilenen planlanmışşiddeti görürsünüz. Diyarbakır’da kafası demir

çubuklarla parçalanıp tanınmaz hale getirilmiştirmahpusların... Bakarsınız talepleri nedir? Bir leğenistemişlerdir. Fakat bunun altında yatan gerçek, imhapolitikalarının uygulanmasıdır. Toplumsal muhalefetingüçlülüğü ya da zayıflığına göre bu imha açık ya daörtülü olur. Direnişin niteliğine bağlı olarak şiddetli yada daha az şiddetli olur. Hapishane politikasının özübudur. Tut, yok et, içini boşalt. F tipi izolasyon sürecinegeçiş, koğuş sisteminin daha masum olması anlamınagelmemektedir. Sadece şiddetin biçimi, mekansaldaralımların ve uzanımlarınniteliği farklılaşmış ama şiddetbiraz daha katmerleşerek yineaynı şiddettir. Süreklikimliksizleştirme,kişiliksizleştirme, 12 Eylül’deaskerleştirme politikalarıyla buyapılmaya çalışılmıştır. Mamak,Diyarbakır, Metris’i düşünelim.İnsanlara dışkı yedirilmiştir, çırılçıplak üst üste bindirilmişler vebirbirlerine tecavüz edilmeyezorlanmışlardır. ‘Hayata DönüşOperasyonu’ denilen katliama,22 cezaevine aynı andasaldırılmasına bakalım,köpükler sıkılmıştır, çırıl çıplaksoyundurulmuşlar, kafalarınaçivi çakılmış,kurşunlanmışlardır.

Ulucanlar’la beraber başlayan süreç, F tipi sürecinintopluma şiddetin dozajındaki artışın alıştırıldığı birdönemdir. Ulucanlar’da 10 kişi öldürülmüştür vetutsaklara ağır işkenceler yapılmıştır, ateşli silahlarkullanılmıştır. O zamana kadar toplum hapishanelerdeateşli silah kullanılmasına henüz alışık değildir. İşkenceedilmeye alışmıştır ama ateşli silaha alışmamıştır.Çünkü bunu insan aklının alması mümkün değil.Anahtarı sizin elinizde olan bir kapalı mekandakiinsanlara atış poligoni gibi silahla ateş ediyorsunuz. Buaslında topluma verilen mesajdır. Hapishanenin kendisinasıl ki kapitalizmin yüce ideali olmuş, hastane, okulhepsi aynı sistemle örgütlenmişse cezaevlerindekişiddet de toplumsal tekleşmenin asal ekseni olarakkullanılmıştır. Sadece mahpus için değil, hapishaneninyanından geçerken insanlar hapishanelere bakmazlar.Hapishaneye giren bir kişinin ailesi de tecrit edilir. Çokfazla ilişkiye girmez. Hapishanenin kendisi korku

toplumu yaratılmasını hedefler. Türkiye’de siyasi,ekonomik, politik atmosfere bağlı olarak da Diyarbakır,Ümraniye, Buca, Ulucanlar arkasından F tipi süreci vebuna bağlı gelişmeler topluma verilen bir mesajdı.

Emperyalist ülkeler kendi uyguladıkları bu modeliTürkiye’de gelişen muhalefetin önüne dikilecek birkonsept olarak dayattılar. F tipi izolasyon bir CIAmodeliydi ve dünyanın Kızıl Tugaylar, Baider-Meinhoffçular gibi önemli muhaliflerini “ıslah”etmişlerdi. Türkiye’de de muhalefetin artık tamamenbir şekilde yok edilmesi gerekmekteydi. SadeceAmerika değil, F tiplerinin sponsorluğunu yapan İngilizombudsmanlar geldi avukatları eğitmeye. İnsan haklarısavunucuları olarak cezaevlerinde bunların yapıldığınısöyledik. Korkunç ideolojik bir saldırıydı.Hapishanelerdeki saldırılar ideolojiktir, politiktir.Sadece politik muhaliflere, sol kesime değil, iktidaramuhalefet eden her kesime işkence yapıldığınıgörürsünüz. En yüksek direnme geleneğini oluşturan veiktidarı kaybetme korkusunu hissettiren devrimcitutuklular olduğu için saldırı onlara ölümcülgelmektedir. Yoksa ilk izolasyon deneyimleri İBDA-C’lilerin üzerinde yapılmıştı. Çünkü onların da iktidarıyıkma iddiaları vardı. Onlara uygulandı ama onlarındirenmeleriyle sol kesimin direnişi arasındaki açınedeniyle şiddetin dozajı devrimcilere karşı çok sert

oldu.İnsan hakları savunucuları

olarak hapishaneler sürecinikorkunç yaşadık. Ulucanlar’ı,Diyarbakır’ı, Ümraniye’yi korkunçyaşadık. Morglarda insanlarıannelerinin teşhis edemediğinigördük. Cesetler o kadarparçalanmıştı ki, cesetlerin burun,göz, ağız, yüz, kulakları birbirinegeçmişti. Ama en büyük şiddeti 22cezaevine aynı anda yapılan tecritegeçiş döneminde yaşadık. O müthişbir plandı. Bir yılı aşkın süre ulusalve uluslararası boyutta planlanmış,daha sonra zaten içişleri bakanıaçıklamıştı. Bu plan aslındaTürkiye’de, bir de sanırım italyanKızıl Tugaylar’da başarıyaulaşamadı. Tekleştirmeyi

beceremediler. Türkiyeli mahpuslar tek başlarına biledirenişi sürdürebilmeyi becerdiler.

- Bu direniş çeşitli boyutlarda devam ediyor...- Bugün için daha başka boyutlarda önlemlere

yöneliyorlar. Mesela F tipleri güvenlikli cezaevleridir.Ağır güvenlikli cezaevleri denediler. ÖrneğinDiyarbakır’da denediler. Daha fazlası için kafayormaya devam edecekler. İzolasyon hücreleriAlmanya’da mesela ışığı ve havayı göremediğinizortamlardır. Ulrike Mainhoff kendi sesini bile duyamaz.Onlarda da öyle olmuştur, önce pencerelerküçülmüştür. Özetle şunu söyleyebiliriz. Şiddetkonseptlerini daha da arttırmaya yönelecekler. Şimdicezaevindeki insanlar arasında ağır kanser hastaları var.Değişik şekillerde ölüme neden olabilecek ruhsalhastalığı olanlar var. Bunlar için hiçbir şeyyapmamaktalar. Ölüme terk etmeler. En son, bizim

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Sekreteri Ümit Efe:

“Cezaevlerinde işkence, saldırı, keyfiuygulamalara son verilmelidir”

Ulucanlar’la beraberbaşlayan süreç, F tipi

sürecinin toplumaşiddetin dozajındakiartışın alıştırıldığı bir

dönemdir. Ulucanlar’da10 kişi öldürülmüştür ve

tutsaklara ağırişkenceler yapılmıştır.

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

ZindanlarSayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

yakınolarak takipettiklerimizarasındanGüler Zere, AbdullahAkçay, Osman Kezder kanser nedeniyle hayatlarınıkaybettiler. Her üç olguda Adli Tıp denilen sözümonabilirkişi olduğu iddia edilen kurumun öyle olmadığıdır.Biz Abdullah Akçay’ı kurtarmak için kapıların önündesabahladık. Akçay, küçücükken suç şebekesi elinedüşmüş ve şebeke yagılanmadan kendisi yargılanantutuklu bir mahpustu. Yüzlerce hasta var. Ayrıcahapishanelerde operasyonlara direnen, ölüm orucuyapan, bu nedenle wernicke korsakoff hastalığınayakalanan çok sayıda mahpus hala sağda solda tedavigörerek hayatını sürdürmeye çalışmaktadır. Açılan bütündavalarda failler yargılansa da ceza almamıştır,mahpuslar devlet malına zarar vermek ve şiddetkullanmaktan ceza almıştır. İşkencenin ötesinde bu,bilerek isteyerek, planlayarak taammüden adamöldürmektir. İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Cezave Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığıbunlardan sorumludur.

Çünkü üçlü protokol yapılmıştır ve bu protokoleimza atan bütün bakanlıklar, bu operasyonları yürütenbütün yasama, yürütme ve yargı organları vesavcılıkların hepsi taammüden adam öldürme suçundanyargılanmak zorundadır. Bu davalar kapanmayacak. Budavalara sünger çekilse de tarih bunu asla affetmeyecek.Aynı şekilde geçtiğimiz günlerde 5 mahkum cayır cayıryanarak ring aracı içerisinde yaşamını yitirdi. Ama 12asker o arabanın içerisinden çıkabiliyor. Bu kadar mıinsan saymayan bir yaklaşımın sahibiyiz. O araç cayırcayır yanarken bu ülkede hiç kimse “bunun içinde insanyanıyor” demiyor. Adli, siyasi farketmez. 5 mahkumuyakan hapishane politikasıdır. Ümraniye’de,Ulucanlar’da ve 22 cezaevinde mahpusları katleden aynımantıktır. Bütün Türkiye’nin ve dünyanın gözü önünde 5tutuklu yanıyor ve bu ülkede bakan istifa etmiyor. Bütünbu operasyonlar devlet nezdinde savunuluyor,mahkemelerde beraat ediyor ve toplumsal muhalefetsesini çıkartmıyor.

- Böylesi önemli süreçlerin yaşandığı bir dönemdetoplumsal muhalefetin düzeyini nasıl görüyorsunuz?

- Bunu, Abdullah Akçay’ın ölümünde çok açık olarakhissetmiştim. Gencecik bir çocuktu ve yakındanilgilenince onun ailesi gibi olmaya başlıyorsunuz. Onuncenazesini almaya gitmeden birkaç gün önce tahliyesinialmıştık. Onun sevkle ilgili bürokratik işlemleri o kadaruzun sürmüştü ki tedavi şansı olduğu halde bu şansınıyitirmişti. 18 yaşına bastığı gün, bir gün bilebeklenmeden sevki çıkartılmıştı. Devlet bürokrasisiistediği zaman çok iyi çalışıyor. O cenazeyi götürürkençok yalnızdık. Hangi cinsten, ırktan olursa olsun birinsan gözümüzün önünde böyle bir haksızlığa uğruyorsabuna toplum dur demek zorundadır. AKP hükümeti bukonuda hiçbir umut vaat etmemektedir. Cezaevlerindereform adı sadece daha fazla cezaevi yapılmaktadır. Aynızamanda yeni bir genelge düzenlenmiştir. Eylül ayındanitibaren geçerli olmak üzere bu genelgeyle asker yazılıemir olmadan müdahale etme hakkı kazanmıştır.

Belki şu denebilir. Geçmişte de yazılı emir olmadan

saldırıyapıyorlardı ama kabul

etmiyorlardı, şimdi bunu meşrulaştırmış veyasal altyapısını oluşturmuş durumdalar. Bu

durum bizim bazı endişelerimizi güçlendiriyor.Kara harekatı, Kandil’in bombalanması, Kürt ve Türkgençlerinin, sivillerin ölmesi yeniden bir savaşatmosferini gündeme getirdi. Akabinde cezaevlerindeyeniden saldırılar başladı. Bunların olmaması için decezaevi komisyonumuz değişik kampanyalarörgütlemeye çalışıyor. Ulucanlar’da 10 genç insanöldürüldü, onlarcası da büyük bir travma altındabırakıldı. Bir o kadar da aileleri yıkıma uğradı. Bu,Ulucanlar’dan önce de sonra da devam etti.

Yapılması gereken şey ne? Biz hapishanesiz birtoplum ütopyasıyla tartışıyoruz. Hapishanelerin ıslaheden, cezadan arındıran mekanizmalar olmadığınıdüşünüyoruz. Bu uzun erimli bir mücadele. F tipicezaevlerinin kapatılması konusunda ısrarımızıtekrarlıyoruz. Cezaevlerinde işkence, saldırı, keyfiuygulamalara son verilmelidir. Hasta mahpuslar tedaviedilmeli, ölümcül hastalara aileleriyle veda hakkıtanınmalıdır. Bakın, ölüm hakkı istiyoruz. Özgürlüğebırakın demiyoruz. İnsanların, evlerinde analarınınomuzlarında ölebilme hakkını istiyoruz. AbdullahAkçay’ı annesi morgdan aldı. İçeri girmesi yasaktı.Başını omzuna koyamadı, evladının yüzünü göremedi.Cezaevleriyle ilgili toplumsal bir tartışma açılacaksaizleme kurulları F tipinin ideolojik konseptidir. Maraşolaylarında yer alan insanlar olmuştur. Aydın,demokratik kişiler o kurullarda yer alamadı. İzlemekurullarının kamuoyuna rapor vermesi, basın açıklamasıyapması yasaktı. İnsan hakları örgütleri, mahpus aileleriörgütleri, mahpusların kendilerinin yer aldığıhükümetten bağımsız izleme kurullarının oluşturulmasıgerekiyor. Bunların raporlarının ve takiplerinin temelalınması gerekiyor. Hapishanelerin kapıları insan haklarıve mahkum aileleri örgütlerine açık olmalıdır. Giripiçinde gözlem yapabilmelidir, müdahale hakkı olmalıdır.Dünyanın birçok yerinde ombudsmanlar bulunmaktadırve bunlar mahkumlara direk müdahale edebilmelidir. Nezaman ki devlet ombudsmanların parasını ödemeyebaşylamıştır bunun bir anlamı kalmamıştır. Bu yüzdenbarolar, mimar odaları ve insan hakları örgütlerine açıkolmalıdır. Biz kapıların arkasındakilere müdahale etmekistiyoruz. 19 Aralık’tan bir gece önce, tanık olmayalımdiye bizi gözaltına aldılar. Akın Birdal o zaman genelbaşkanımızdı. Ulucanlar katliamını yapacakları gün AkınBey’i tahliye ettiler. Biz açılmasını istiyoruz onlar bizitanıklıklardan alıkoymak için ya bırakıyor ya datutukluyor.

- Ulucanlar katliamının 12. yılında son söz olarakneler söylemek istersiniz?

- Biz insan hakları savunucuları olarak katliamlartarihiyle örülen hapishaneler gerçeğini unutmayacağız.Ellerimiz yakalarında olacak. Sorumlular gerçektenyargılanana kadar uğraşacağız ve mücadelemize devamedeceğiz. Ayrıca, cezaevlerinde katledilen insanları buvesileyle bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Kızıl Bayrak / İstanbul

5 mahkum yanarakcan verdi

Devletin cezaevi politikası 5 mahkumunyaşamını yitirmesine yol açtı. Van’danİstanbul’a mahkum götüren cezaevi aracındaçıkan yangında, görevli askerlerin, kilitli kapılarıaç(a)maması nedeniyle mahkûmlar feci şekildecan verdi.

Kayseri’nin Pınarbaşı İlçesi ile Sivas’a bağlıGürün İlçe yolu arasında, sabahın erkensaatlerinde İstanbul’a tutuklu ve hükümlüsevkiyatı yapan cezaevi aracının motorkısmında yangın çıktı.

Çıkan yangında tutuklu ve hükümlülerinbulunduğu bölümün kapısının açılmadığı veiçeride bulunan Medeni Demir, Akif Kırınlı,İsmet Evim, Sinan Aşka ve Abdulseddar Ölmezadlı tutuklu ve hükümlüler feci şekilde yanarakcan verdi. Cezaevi aracında bulunan askerlerinise sağlık durumlarının iyi olduğu açıklandı.

ÇHD: “Diri diri yaktılar!”Çağdaş Hukuçular Derneği (ÇHD) İstanbul

Şubesi, sorumluların derhal cezalandırılmasınıtalep etti. ÇHD İstanbul Şubesi’ninaçıklamasında şu ifadeler yer aldı:

“Devletin hapishane politikaları halen ölümsaçmaya devam ediyor. Biz devleti, 96Ulucanlar ve 19 Aralık 2000 HapishaneKatliamından diri diri yakarak öldürdüğütutuklu ve hükümlülerden cezaevindeişkencelerde ölen tutuklu ve hükümlülerden,hasta tutsakları ölüme terk eden zihniyetindenve bir gece ansızın kaba dayaklagerçekleştirdiği sürgün sevklerden iyitanıyoruz.

Bugüne kadar her türlü hukuksuzluğunyaşandığı, keyfi olarak disiplin cezalarınınverildiği, tutuklu ve hükümlülerin yazdıklarıkitaplara dahi el konularak yakıldığı,hapishanelerdeki kaloriferlerin yanmadığı,elektriğin ücretle satıldığı, sıcak suyunbulunmadığı, pet şişelerin dahi güvenliksebebiyle hücrelerden alındığı, hava ve insanikoşulların olmayan ring araçlarında tutuklularıntaşındığını, en ücra köşelere hapishaneler inşaedilerek tutuklu ve hükümlülerin enyakınlarıyla dahi görüşmesinin engellenmeyeçalışıldığı ağır bir tecrit politikası uygulanıyorhapishanelerde…

Bugün sadece tutukluların ölmesiylesonuçlanan olayın başlıca sorumlularıtutuklulara ağır tecrit koşullarını dayatan vejandarmanın “GÜVENLİK GEREKÇESİYLE” ringaracının kapısını açtırmayan siyasi iktidardır.Beş tutuklu ve hükümlülerin ölümünden AKPhükümeti sorumludur.”

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Yakın tarihimizin üç dönemi

Her dönemin devrimci kuşakları kendi dönemlerinintoplumsal-siyasal ortamı içerisinde şekillenirler. Hertarihi dönemde, ulusal ve uluslararası düzeyde, sınıflarmücadelesinin belirli bir durumu ve seyri, dönemin butemel üzerinde kendini gösteren bir siyasal-moralatmosferi vardır. Dönemin devrimcileri de, son tahlilde,bu atmosfer içerisinde şekillenirler. Bu, dönemindevrimci tipini belirlemekle kalmaz; döneme özgüdevrimciliğin anlamı ve değeri de ancak bu temelüzerinde tam olarak kavranıp yerli yerine oturtulabilir.

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, sosyalmücadelelerdeki yükseliş açısından üç önemli dönemolduğunu görüyoruz. (Karşı-devrimin belirlediğiyenilgi dönemlerini dışında tutuyorum, zira bunlargenellikle yükseliş döneminin kitlesel çapta ürettiğidevrimciyi yine kitlesel çapta tüketen dönemlerdir).Bunlardan ilk ikisi, ‘60’lı ve ‘70’li yılların yükselenhalk hareketleriyle belirlenen dönemlerdir. Üçüncüdönem ise, kabaca 87’den başlayarak günümüze uzanandönemdir. Bu son dönemin özelliği, Türkiye vedünyada birbirini izleyen çifte yenilginin ağır yükünütaşıması; yanı sıra, kendine özgü biçimde yaygın kitleeylemlerine sahne olsa da, mücadelenin bir türlüdevrimci yükselişe dönüşebilen bir çıkışyapamamasıdır. Bu dönem her şeye rağmen bir sosyalhareketliliğe sahne olduğu için ilk iki döneme benzer,fakat bu hareketliliklerin devrimci akımları besleyen birdevrimci yükselişe dönüşememesiyle de onlardanayrılır.

Uluslararası koşullar açısından da benzerlikler vefarklılıklar belirli sınırlar içinde bir paralellik gösterir.‘60’lı ve ‘70’li yıllar dünyada, her ülkedeki mücadeleyebüyük moral güç kaynağı oluşturan bir devrimciyükselişler dönemidir. ‘90’lı ve 2000’li yıllar dünyadayaygın sınıf ve kitle mücadelelerine sahne olsalar da,bu yılları belirleyen asıl yön devrimci yükseliş değil,fakat henüz ‘89 yıkılışı sonrasının yıkıcı havasındankurtulma, bu anlamıyla bir siyasal-moral toparlanmaçabasıdır.(...)

‘91’deki kırılma ve yeni tasfiyeci dalga

Ama sonuçta ‘91 başında bu dalga kırıldı ve yerinikitle hareketinde hızlı bir gerileme ve zayıflamayabıraktı. ‘91 Körfez Savaşı burada bir dönüm noktasıoldu. Savaş gerekçe gösterilerek işçi hareketi dalgasıkırıldı ve o güne kadarki sınıf hareketliliğinin ortayaçıkardığı öncü işçi kuşağı toplu tensikatlar yoluylatasfiye edildi. İşçi hareketi bu saldırı karşısında geriçekildi ve benzer çıkışı o günden bugüne bir dahayaşayamadı. Sınıf eylemlilikleri elbette şu veya bubiçimde hep süregeldi; ama ‘87’de başlayan, ‘89’dabahar eylemleri dalgasına dönüşen ve Zonguldakmadenci eylemiyle doruğuna ulaşan gelişme temposu

ve düzeyi o günden bugüne bir daha yakalanamadı.Öğrenci hareketi de zamanla daraldı, kısırlaştı vegiderek uzun yıllar için marjinal bir görünüm kazandı.Denebilir ki bir tek kamu çalışanları hareketi her şeyerağmen şu son yıllara kadar canlılığını korumayıbaşardı. Fakat o da genel atmosferi köklü biçimdeetkileyecek güçte değildi ve zaten zaman içerisinde oda reformist sendika bürokratları sayesindedinamizmini kaybetti.

Esası itibarıyla hala da böyle bir dönemin içindeyiz.Arada daha çok da İstanbul’da geçici ve kısmi bir semthareketliliği, bunun sarsıcı bir örneği olarak GaziDirenişi ve ertesi yıl onu izleyen başarılı ‘96 ÖlümOrucu Direnişi var. Bu dönemde geleneksel küçük-burjuva sol grupların semtler üzerinden sınırlı bir kitledesteği kazanması ve bunun etkisiyle abartılı bir moralbulması var. Ama bu aldatıcı bir durumdu, böyleolduğu çok geçmeden herkestarafından anlaşıldı. Bunu saklıtutarak, sınıf ve kitle hareketiningenel gidişi üzerinden bakarsanız,‘91’deki kırılmayla birlikte hareketeegemen çizgi, kendini bir türlüaşamayarak döne dönetekrarlamaktan ibaret kaldı.

Dünyadaki yenilginin etkileri,Türkiye’deki sosyal hareketliliğinzayıflamasıyla birlikte, kendininihayet ve son derece yıkıcı birbiçimde göstermeye başladı.Zamanında “solda tasfiyeciliğin yenidönemi” olarak tanımladığımız ikincitasfiyeci dalga böylece başlamışoldu. Umutlar yeniden ve bir kezdaha yıkıcı bir biçimde kırıldı. ‘87toparlanması döneminde mücadeleyekatılan ve 12 Eylül öncesi dönemdenkalan birçok insan hızla safları terketmeye başladı. Bubüyük bir dökülme, mücadeleden kaçış ya da daha geri,giderek düzen içi mevzilere çekilme dönemidir.Devrimci örgüt, devrimci siyasal mücadele anlayışıhızlı bir erozyona uğradı, devrimciliğin gerektirdiğifedakarlıklara katlanma ve bedelleri ödeme birçok kişive çevre için giderek anlamını kaybetti.

(...) Bu denli yıkıcı bir tasfiye dönemiydi sözkonusu

olan. Böyle üstten baktığınızda, ilk dönemin iyimser

devrimciliği ile son dönemin (‘91 kırılmasını izleyendönemin) tasfiyeciliğinin temelinde, ülkedeki sosyalolayların akışının olduğunu görürsünüz. 12 Eylül’dekibüyük tasfiyeci yıkımın ardından ‘87 sonrası bir umut,bir toparlanma, bir iyimserlik dönemiydi. Ama buömürsüz olmaya mahkumdu; zira geçmişi anlamaya,onunla köklü bir hesaplaşmaya, bu temelde çok yönlübir yenilenmeye, böylece çok geçmeden kendini

gösterecek yeni güçlükleri göğüslemeye dayalı değildi.Söz konusu olan kalınan yerden eski kafayla ve eskibiçimiyle devam etmeye kalkmaktı. Bunun bir yeregötürmeyeceğini, ya da ancak yeni tasfiyeci bozulmave yıkımlara götüreceğini biz daha en baştan söyledikve çok geçmeden olaylar tarafından doğrulandık.

Zor bir dönemin devrimcileri

Ama biz, işte tam da böyle bir dönemde, tutarlıideolojik ve örgütsel temeller üzerinde yeni bir hareketiinşa etmeyi ve onu partileşme düzeyine çıkarmayıbaşardık. TKİP bugün gözler önündedir ve yenidönemde ortaya çıkıp da bunu başarabilen tek siyasalhareket olmanın onuruyla durmaktadır dostun-düşmanın karşısında. TKİP’yi ortaya çıkarandinamiklere bakıldığında, bu rastlantı olmadığı gibi

şaşırtıcı da değildir.Ama burada konumuzbu değildir. Buradakonumuz, üç şehityoldaşımızın siyasalyaşam çizgisidir. Fakatbu yaşamı partimizingelişme çizgisindenayırmak olanaksızolduğuna göre, onlarüzerinden elbette gerisingeri partimizinkendisidir.

Son derece dikkatedeğer bir olgu üzerindensözü yoldaşlarımızabağlayabiliriz. Tam dasınıf hareketindekikırılmanın ve onuizleyen yeni

tasfiyeciliğin yaşandığı evre, her üç yoldaşımızın daörgütlü militanlar olarak saflarımızdaki yerlerinialdıkları evredir. Habip Gül ‘87’den beri, yani hareketinbaşlangıcından itibaren saflarımızdadır. Fakat ‘90’larınbaşındaki ilk tutuklanmasına kadar, örgütün çeperindesempatizan bir fabrika işçisidir. Kendini bulması ilkzindan yaşamı ile başlamıştır ve bu da sözünü ettiğimyeni tasfiyeci dalgaya denk gelmektedir. Ümit ileHatice yoldaşın örgütlü yaşama geçişleri de tamıtamına bu döneme denk geliyor.

Dikkate değer olgu da işte buradadır. Yeni birtasfiyeci dalganın yaşandığı bu dönemde, sonradanörnek devrimci yaşamlarıyla tanıyacağımız gençdevrimciler hareketimizin saflarında örgütlü yaşamabaşlıyorlar. Yani dünyada gerici rüzgarların estirildiğive Türkiye’de sosyal mücadelenin gerilediği, buikisinin birleşik etkisi altında solda yeni bir tasfiyecicereyanın yaşandığı bir evrede, devrimci mücadeleyiseçen ve bunun gerektirdiği davranış çizgisini her

CMYK

Zor dönem inançlı ve solukl

Zor dönemin bilinçli, inanç 16 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * Sayı: Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Her tarihi dönemde, ulusalve uluslararası düzeyde,

sınıflar mücadelesinin belirlibir durumu ve seyri,

dönemin bu temel üzerindekendini gösteren bir siyasal-

moral atmosferi vardır.Dönemin devrimcileri de,son tahlilde, bu atmosferiçerisinde şekillenirler.

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

alanda gösteren bir devrimcilik örneğiyle karşıkarşıyayız. Böyle bir dönemde devrimcilik sağlam birbilinç, sarsılmaz bir inanç ve mücadeleye soluklu birbakış gerektirmektedir. Bu üç yoldaşımızı kesen ortaközellikler de zaten bunlardır ve biz zor bir dönemde,yeni bir hareketi tam da bu türden devrimcilerinomuzları üzerinden, onların açık bir bilince ve sağlambir inanca dayalı emekleri sayesinde inşa etmeyibaşarabildik.

Saflarında yetiştikleri partinin bayrağınaleke sürmeyen devrimciler

Biz burada, ‘90’ların başında, yani bir çifte yenilgisonrası dönemde, bir yıkım ve umutsuzluk, devrimdenve örgütten kitlesel kaçış döneminde, 20 yıllıkörgütlerin tasfiye olduğu, düzene kitlesel kaçışlarınyaşandığı, deneyimli devrimcilerin safları terkettiği birdönemde, gencecik insanların devrimcilik için ortayaçıkmalarını, devrimci bir hareketten yana saf tutarakörgütlenmelerini ve bu zor tarihi dönemde büyükzorluklar yaşatan, dolayısıyla büyük fedakarlıklargerektiren bir mücadelenin yükünü omuzlamalarınıkonuşuyoruz.

Kişisel karakterleri, bireysel zaafları ya daüstünlükleri yönünden değil temel devrimci ölçütlerüzerinden baktığımızda, partili yaşam çizgileri benzerözellikler gösteriyor bu üç yoldaşın. Sosyal kökenleri,geldikleri sosyal ve kültürel ortam farklı, başlangıçtakigelişim seyirleri farklı, ama örgütlü yaşam içindekendilerini bulmalarıyla birlikte temel özellikleriyönünden birbirlerine benzediklerini görüyoruz.

Üçü de henüz genç yaşlarda ve zor bir dönemde

saflarımıza katılıyorlar. Ortada devrimci bir yükselişortamının güç ve moral kaynağı olacak olanakları biryana, az-çok politikleşme vaadeden bir kitle hareketibile yok. Gelişmelerin seyri, örneğin ‘70’lerdeki gibiyakın devrim hayalleri değil, fakat mücadelenin gitgidezorlaşan koşullarını açığa çıkarıyor. Bu ortamdadevrimi ve bunun gereği olarak da örgütlü devrimciyaşamı seçmek, belli ki zorlu, soluklu, uzun süreli birmücadeleyi seçmektir. Baskı ve terörün, işkence vetoplu tutuklamaların, sokakta infaz ve kayıpların, özetleher biçimiyle kirli savaşın yoğunlaştığı o yıllardamücadeleyi seçmek, bunun sonuçlarını da göze almak,bu doğrultuda seçim yapmaktı.

Yoldaşlarımızın toplam örgütsel yaşam çizgileri buseçimi tümüyle bilinçli olarak yaptıklarını açıklıklaortaya koyuyor. Düşünsel sorunlarda son derece aktifve üretken olan bu yoldaşlar neyi seçtiklerinin tümüylebilincindeydiler ve bilinçleri onlar için gerçek bir güçkaynağı idi. Bu son nokta özellikle önemlidir. Ziradönemin ve bir bütün olarak devrimci mücadeleyiseçmenin ne anlama geldiğinin daha derinden bilincinevardıkları ölçüde, bazı soysuz ve karaktersiz kimselerinbunu kaçışa dönüştürmelerine de tanık olduk biz buaynı dönem içinde.

İşte şehit yoldaşlarımız böyle bir dönemindevrimcileridir. Zor dönemde devrimden vesosyalizmden yana tercih yapmış bilinçli ve inançlıdevrimcilerdir onlar. Bu bilinçle örgütlü mücadeleyiseçmişlerdir ve her üç yoldaşımızın da o andan itibarenkesintisiz olarak süren bir örgütlü yaşam çizgilerivardır.

Her üçü için de bu kelimenin tam anlamıyla birprofesyonel devrimcinin yaşamıdır.

Habip hapisten kaçmış, Adana çalışmasına verilmiş,burada yeniden tutuklanmıştır. Malatya Cezaevi’ndeyatmış, çıktıktan sonra geçip İstanbul’da çalışmıştır.Tekrar tutuklanmış, direnmiş, hapis yatmış, çıkarçıkmaz bu kez geçmiş Ankara’da çalışmıştır. Buradayeniden tutuklanmış, poliste direnmiş, mahkemedesiyasal savunmalar yapmış ve katledildiği Ulucanlar’dazindan direnişinin örnek temsilcisi olarak sivrilmiştir.Soluk soluğa süren kesintisiz ve örnek bir profesyoneldevrimcinin örgütlü yaşamıdır bu. Bütün bu yaşamıboyunca kendini eğitmek, ideolojik ve kültüreldüzeyini yükseltmek için sürekli çaba harcamış,partinin düşünce yaşamına aktif biçimde katılmış,partinin yayınlarına düzenli olarak katkılardabulunmuştur. Ve temel önemde bir nokta, dört çocukbabası bu yoldaş işçi kökenlidir, kelimenin tamanlamıyla bir proleterdir; hareketin saflarınakatıldığında Nevzat Çiftçi adını taşıyan bir çelikişçisidir. Başlangıç döneminin bu sıradan çelik işçisi,zorlu mücadelenin ateşi ve sınamaları içinde, zamaniçinde dost-düşmanın tanıdığı isimle TKİP MerkezKomitesi üyesi Habip Gül olmayı başarmıştır.

Aynı çizgiyi Ümit yoldaş üzerinden görüyoruz.Daha üniversite öğrencisiyken örgütlü çalışmayaprofesyonel devrimci bir bilinç ve ruhla katılmış,gençlik çalışması dışında birçok pratik görevüstlenmiştir. Ardından tümüyle profesyonel örgütyaşamına geçmiş, legal ve illegal çalışmanın birçokalanında örgütsel görevler üstlenmiştir. Öğrencilikyıllarından başlayarak birçok kez tutuklanmış, ilkyakalanmasından itibaren poliste hep direnişçi birçizginin temsilcisi olmuştur. Partide her düzeyde veparti yaşamının her alanında görevler üstlenen buyoldaş, partinin düşünce yaşamına da en etkin biçimdekatılan yoldaşlardan biri olmuştur.

Hatice’nin örgütlü yaşamı da benzer çizgidedir;kesintisiz, pürüzsüz ve soluk soluğa bir profesyoneldevrimcinin yaşamıdır bu. Örgütlü çalışmayaprofesyonel bir kadro olarak İzmir’de başlamış,ardından İstanbul’a geçmiş, ‘95 baharındaki biroperasyonda (aynı evden yoldaşı Habip Gül ile birlikte)yakalanmış, poliste direnmiş, hapisten çıktıktan sonraİstanbul’da gerektiğinde bizzat işçi olarak işçi çalışmasıyürütmüş, sonra Güney çalışmasının başına geçmiştir.Parti kongresine güneyden delege olarak katılmış vekongre sonrasında bu kez Ankara’da çalışmayabaşlamıştır. Burada yeniden tutuklanmış, yine direnmiş,yargılandığı davalarda (TKİP ve Ulucanlar katliamıdavaları) yine siyasal savunmalar yapmış ve bu onurluyaşamı Ölüm Orucu direnişçisi olarak, parti üyesiolmanın onurunu yükseklerde tutarak noktalamıştır.Habip katledilmesinden hemen önce partiye gönderdiğimektupta “Biz hazırız, partimizin bayrağına lekesürmeyeceğiz!..” demişti. Hatice Yürekli ise ailesineyazdığı 12 Kasım ‘00 tarihli veda mektubunda “...siyasi kimliğimizi, devrimci kişiliğimizi ve insan

CMYK

in bilinçli, u devrimcileri...

çlı ve soluklu devrimcileri... Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Zor dönemin bilinçli,inançlı ve soluklu devrimcileri...18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

onurumuzu teslim almaya dönük bu kapsamlı saldırıyakarşı, ölümüne bir direnişi başlatmış bulunuyoruz”,diyor ve bunun, “yaşamı köleleştirilmiş milyonlarcaişçi ve emekçinin haklı davasını savunmak” anlamınageldiğini söylüyordu. Ne dediğinin ve ne yaptığınıntümüyle bilincinde olarak o, dediğini yaptı. Kendisiniölümüne yakın ziyaret eden bir yoldaşının kolunugüçsüz eliyle sıkarak, “merak etmeyin!” demişti. Bumesaj partiyeydi ve anlamı açıktı. Habip’in son mesajıile aynı anlama geliyordu bu: “Ben hazırım, partiminbayrağına leke sürmeyeceğim!..”

Burada, her üç yoldaşın siyasal yaşamı üzerinden,partili kimliğin ortak paydasını oluşturan temelözellikleri görmekteyiz. Üçü de partinin ideolojikçizgisini özümsemiş, örgütlü yaşamın ve direnişçikimliğin hakkını veren örnek profesyoneldevrimcilerdir. Zaten bunun ileri ve örnek temsilcileriolmasalardı, partinin ileri düzeylerde görevler üstlenenkadroları olmayı başaramazlardı.

Burada sağlam bilince dayalı bir devrimci kimlik,buna dayalı bir siyasal ve örgütsel tutum, bunun ifadesibir siyasal yaşam çizgisi var. Bu yoldaşların devrimciolarak yetiştikleri özel tarihi ortamı gözönündebulundurmazsak eğer, bu kimliği ve tutumu, bununsomutlandığı siyasal yaşam çizgisini de tam olarakkavrayamaz, yerli yerine oturtamayız. Tanımlanandönem içinde böyle devrimcilerin yetişmesi kolaydeğildir herhalde. Ama bu başarılmıştır, böyle birdönemde böyle devrimciler yetişmiştir. Devrimcikadroyu partisinden ayırmak olanaklı olamadığınagöre, elbette bu başarının onuru da partimize aittir.Partimiz bu yoldaşları genç devrimciler olarak kazandıve dönemin mücadelesi içinde teorik ve pratik açıdaneğitti, sonuçta kendilerini mücadelenin gereklerine ileridüzeyde uyarlayabilen devrimciler düzeyine çıkardı.İşte devrimci kimlik kartları ortada. Örgütlü yaşamdakikesintisiz kimlik ortada, siyasi polisteki direnişçikimlik ortada, zindanlarda ve düzen mahkemeleriönündeki devrimci kimlik ortada.

Bunca anlatımın ardından yanıtlarını açıktabırakacağım birkaç sıradan soru: Bu özelliklerdenbirinden birini değil ama istisnasız tümünü bir aradataşıyan devrimcilerin yetişmesine tanımlanan dönem nedenli elverişlidir acaba? Bu ülkede ve bu özel tarihievrede, devrimci kimliği tanımlanan bütünsellik içindetemsil eden devrimcilerin yetişebilmesi ne kadarkolaydır acaba?

(...)

Tarihi ortam ve devrimci kimlik

Ortada tutarlı ve bütünsel bir direnişçi kimlik var vesiz bunu tarihsel ortamından soyutlayarakdeğerlendiremezsiniz. ‘60’lardaki ve ‘70’lerdekigörkemli devrimci yükselişleri bu nedenleörneklemiştim ve şimdi de gerisin geri oraya bağlamakistiyorum. Siz direnişçi kimliği ortamındansoyutladığınızda; İbrahim Kaypakkayalar’ın, DenizGezmişler’in, Mehmet Fatih Öktülmüşler’in çıktığı birülkede Habip Gül, Ümit Altıntaş ve Hatice Yüreklitüründen direnişçi devrimcilerin çıkmasını olağankarşılayabilirsiniz. Ama bu pek kolay ve yüzeysel birdeğerlendirme olur. Ekim Devrimi’nin etkisinisürdürdüğü bir dönemde devrimcilik yapmak, kendinifeda etmek başkadır; Ekim Devrimi’nin kazanımlarınınyok edildiği, yeryüzünden silindiği bir dönemdedevrimcilik yapmak başkadır. Ülkede sosyal uyanışın,kitle hareketinin adım adım gelişip güçlendiği birdönemde devrim için hayatını ortaya koymak başkadır;bunun kırıldığı, “tarihin sonu”nun ilan edildiği, işçihareketinin kısırlaşıp kendini tekrarladığı, şovenizmintoplumu zehirlediği bir tarihsel-toplumsal ortamdabaşkadır. Habip Gül, Ümit Altıntaş, Hatice Yürekli gibiyeni dönem devrimcilerini, onların bütünsel direnişçikimliğini değerlendirirken, bunu önemle gözönündebulundurmak gerekir.

Ve bu yoldaşlar tümüyle, yeni temeller üzerindeortaya çıkan, yeni bir geleneğin ve kültürün temsilcisiolmak iddiası taşıyan bir partinin saflarından yetişmişdevrimcilerdir. Bu ülkede ‘90’lı yıllarda, olumsuzkoşullarıyla, dezavantajlarıyla tanımladığım dönemdeortaya çıkmış örnek profesyonel devrimci kimliğintemsilcisi devrimcilerdir onlar. Bu anlamıyla örnekdevrimcilerdir. Bu gözle bakmak, değerlendirmek,anlamak ve anlamlandırmak gerekir onları. Buradanbakılıp bu çerçevede kavranmadığı zaman, bu tarihidönemde gösterilmiş örnek devrimciliğin değeri de tamolarak anlaşılmaz.

Ölüm Orucu direnişi süresince 90 devrimcikaybedildi, hepsinin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.Ama bu bizim nesnel ve bilimsel bir değerlendirmeyapmamıza yine de engel değil. Hatice Yürekli’yiÖlüm Orucu direnişçisi olarak anlatmayacağım, buonun devrimci yaşam çizgisini daraltmak olur derken,bu ayrıma dikkat çekmeyeçalıştım. Bu ülkede zindanlardagerçekten kitlesel hale gelmiş birdireniş geleneği var. Devrimcileriyi-kötü kendilerini orada ortayakoyuyorlar. Bu nedenle ben,Ölüm Orucu direnişinin sınırlarıiçerisinde bir Hatice Yürekli’yianlatmak yerine, ‘90’lı yıllarınbaşından itibaren bir profesyoneldevrimci olarak örnek birdevrimci ve direnişçi kimlikortaya koymuş bir devrimciyianlatmaya çalıştım.

Kişisel insani karakterleri yada özellikleri vb. üzerinden değilde, partinin ortaya koyduğuölçüler üzerinden, yani ideolojikkimlik, örgütlü kimlik, direnişçikimlik üzerinden baktığınızda,Hatice yoldaşın yeri tamı tamınaöteki iki yoldaşın yanıdır. Ben saflarımızdaki her kadrobu konumdadır demiyorum, hayır bunu iddia etmekmümkün değildir. Ben diyorum ki, siyasal mücadeleninakışı içerisinde ve tümüyle bizim irademiz dışındakaybettiğimiz bu üç yoldaşımıza baktığımızda, dikkatedeğer bir biçimde, temel devrimci özellikleri ve siyasalyaşam çizgileri bakımından aynı yerekonulabildiklerini görüyoruz.

Devrimci partinin sınıf ve emekçilerledevrimci bütünleşmesi

Dönem devrimci direnişçi kimlik ve değerleringeniş çaplı erozyonu dönemi olduğu için, ben daha çokyoldaşlarımızın bu yönüyle örnek kişilikleri üzerindedurdum. Ve temel önemde bir nokta olarak, bunupartimizin yarattığı ve pekiştirmeye çalıştığı geneldevrimci bilince ve kimliğe bağladım. Sağlam birdevrimci bilinç ve inanç, buna dayalı bir devrimci örgütkimliği, devrimci bir partinin olmazsa olmaz temel

özelliği olmak durumundadır. Zira bunlarsız devrim,devrimci iktidar mücadelesi asla düşünülemeyeceğigibi, bu nitelikten yoksun olanların devrim vesosyalizm iddiaları kaba ve bayağı bir yalan vealdatmacadan ibaret kalır. Bugünün Türkiye’sindebunun örneği durumundaki sözde devrim ve sosyalizmsavunucusu, gerçekte ise liberal ve omurgasız solpartilerden geçilmediği için, bu nokta özellikleönemlidir. Bunsuz düzenin kılına dokunabilmek biryana, onun ciddi bir karşı saldırısı karşısında siyasal vemanevi açıdan yok olur gidersiniz.

Bu temel önemde noktayı gözönünde bulundurmakkaydıyla, sağlam bir devrimci kimliğin kendi başınayeterli olmadığını da bilmek durumundayız. Bununsınıf ve emekçi kitlelerle devrimci temeller üzerindebütünleşme ve onların mücadelesine devrimci birçizgide yön verebilme yeteneği ile de birleşebilmesilazım. Devrimci kimliği ve geleneği yaratmış ve bunca

birikimin ardından artıkgüvenceye almış durumdakipartimiz için artık önemliolan bunu başarabilmektir.

Bu açıdan da şehityoldaşlarımızdan, özelliklede Habip Gül’denöğreneceklerimiz var. HabipGül her hapisten çıkışınınardından, sırasıyla üçönemli kentte, önceAdana’da, sonra İstanbul’dave son olarak da Ankara’daçalıştı. Dışarıda geçen buçalışmaların herbiri altı ayıgeçmediği halde, bu kısasüre içerisinde söz konusukentlerdeki sınıfçalışmamıza gerçekten birsoluk kazandırdı. Fabrikailişkileri hızla yaygınlaştı ve

çalışmanın örgütsel düzeyi aynı hızla yükseldi. Ümitokuduğu üniversitede gerçek bir öğrenci lideriydi veHatice Yürekli yoldaş, bir ara gerçekten önemli bir güçkazanan İstanbul’daki tekstil çalışmasının asli unsurudurumundaydı. Demek istiyorum ki, Habip sınıfeksenli kitle çalışmasının saflarımızdaki en iyitemsilcilerinden biri olsa bile, bu konuda öteki ikiyoldaş da benzer başarıların temsilcileri oldular.

Partimiz için bugünün temel ihtiyacı da budur;doğru ve etkin bir çalışma tarzıyla sınıf ve kitleçalışmasında hızla ilerleyebilmektir. Yoldaşlarımızdanbu açıdan da öğrenebileceklerimiz var. Devrimcikimliğin sınıf ve emekçilerle devrimci temellerüzerinde sağlam ve etkin bir bütünleşmeyletamamlandığı bir yerde, partimiz yıkılmaz olacak veprogramının gösterdiği yolda geleceği başarıylakucaklayabilecektir.

(Hatice Yürekli yoldaşın anısına verilen konferansınTKİP Merkez Yayın Organı Ekim’de yayınlanankayıtlarından alınan bu parça metin kısaltılarakkullanılmıştır....)

Burada, her üç yoldaşınsiyasal yaşamı üzerinden,

partili kimliğin ortakpaydasını oluşturan temel

özellikleri görmekteyiz. Üçüde partinin ideolojik çizgisiniözümsemiş, örgütlü yaşamınve direnişçi kimliğin hakkını

veren örnek profesyoneldevrimcilerdir.

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Ulucanlar katliamı ve direnişi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Bundan 12 yıl önce 26 Eylül sabahı, Ulucanlarzindanı büyük bir katliama ve direnişe tanıklık etti.Ulucanlar faşist sermaye devletinin katliamcı yüzünüaçık biçimde sergilediği, karşısında ise mutlak birdireniş bulduğu bir mevzi olarak tarihteki yerini aldı.Çürümüş düzenin aynası olan cellât sürüsününkarşısına, kurulu sömürü düzenini yıkmayı amaçlayan,davalarına ölümüne bağlı kararlı devrimciler çıktı.Burjuvazinin uşakları ile proletaryanın kurtuluşunaadanmış öncüler karşılaştı. Düşmanın karşısındaeğilmeyenler, ölümüne direnmeyi seçti.

Planlı faşist katliam!

Ulucanlar katliamı, cezaevinde yaşanan basit biranlaşmazlığın ya da tutsakların bir eyleminin sonucuolmaktan çok uzaktır. Katliam başından itibarendevletin zirvelerinde planlanmış, gerçekleştirilmesi içinkoşullar sistematik olarak hazırlanmaya çalışılmıştır.Siyasi tutsaklar, kapasitesinin üç katı doluluğundakoğuşlarda kalmak zorunda bırakılırken, koğuş sorunubilinçli olarak çözülmemiştir. Ardından sayımalınmamaya başlanmış, avukat ve aile görüşlerineyasak getirilerek gerilim tırmandırılmıştır. Tüm buadımlar yoluyla süreç adım adım katliama doğrugeliştirilmiştir.

26 Eylül sabahı katliam başlatılmıştır. Koğuşlarazehirli gazlar, sis ve gaz bombaları atarak ve köpüksıkarak operasyonu başlatan özel timler, devrimcitutsakların üzerlerine hedef gözeterek ateş açmıştır.Tutsakların çoğu, burada açılan ilk ateş sırasındahayatını kaybetmiş ya da ağır biçimde yaralanmıştır.Ardından ise saatler süren operasyonun ardından tekerteker koparılan devrimciler, 300 metrelik bir koridorboyunca darp edilerek hamama getirilmiştir.

Adeta bir işkencehaneye dönen hamamda dayak,haya burma, kesici aletle yaralama, yakıcı kimyasalsıvılarla vücudu yaralama, odun hızarı ile kesmeprovası, göze ve boğaza cisim sokma, bıyık yolma,pense ile vücut sıkma, çıplak vaziyette ıslak vekelepçeli olarak bekletme, arkadaşlarının cesetlerinebakmaya ve üzerlerine basmaya zorlama, küfür,hakaret, tehdit gibi türlü yöntemle işkence yapılmıştır.Hedef gözeterek yapılan işkence sırasında da pek çoktutsak katledilmiştir.

Çoğu ağır yaralı olan 80 kişinin de aralarındabulunduğu tutsaklar sevk sırasında da işkenceye maruzkalmıştır. Yaralıların neredeyse hiçbiri tedaviedilmemiş, hastaneye götürülenler burada da işkencegörmüş ve yaralı halde hücrelere atılmıştır. Katliamınardından günler boyunca tutsakların aileleri veavukatları ile görüşmelerine hiçbir hukuki gerekçeolmaksızın izin verilmemiştir.

Vahşice katledenler aklamakta da usta!

Ulucanlar katliamını başından beri planlayanlar,belli ki planlarına katliamın sonrasını da dahiletmişlerdi. Katliam günü gerçekleştirilen çok sayıdasuç duyurusuna rağmen savcılar herhangi bir girişimdebulunmadı. Operasyon sonrası tüm deliller jandarmatarafından karartıldı. 10 gün boyunca cezaevine hiçbirgözlemci alınmadı. Koğuşların temizlenmesininardından cezaevi basına açıldı. Tüm tutanaklarkatliamcıları aklayacak biçimde itinayla düzenlendi.

Devlet yetkilileri operasyona dair kaba yalanlarabaşvurmaktan da geri durmadılar. Devrimci tutsakların

silahlı olduğu, önce birbirlerini öldürdükleri sonrajandarmaya ateş açtıkları gibi pek çok iddia ortayaatıldı. İddialarını kanıtlamak için ise tahta tüfekleridizip basına gösterdiler. Otopsi raporları ise tümgerçeği gözler önüne sermekteydi. Tüm otopsilerdekurşun yaralarına, işkence izlerine, kesiklere vekimyasal yanıklara rastlanmaktaydı. Pek çokceset, kim olduğu tanınamayacakdurumdaydı. Vahşetinboyutunuanlamak içinTBMM İnsanHakları İzlemeKomisyonu’nunotopsigörüntüleriniizlemeyedahitahammüledemediğinisöylemek yeterli.

Yargı süreci de benzer şekilde gelişti. Katliamınemrini veren ve yönetenlere madalyalar takılırken, bazıjandarmalara göstermelik davalar açıldı. Bu davalar dabir süre sonra kapatıldı. Diğer taraftan ise katledilenlereonlarca yıl hapisle ceza istenen davalar açıldı.

Katliam topyekün bir saldırının ilk ayağıydı

Ulucanlar’da yaşanan lokal bir sorundan çok ötedir.Ulucanlar saldırısı devletin devrimci harekete karşıgirişeceği topyekun bir saldırının ilk ayağıdır yalnızca.Toplumsal harekette yaşanan gerilemeye rağmencezaevlerinde sürdürülen direniş geleneği devrimcihareket açısından bir moral kaynağı olmuştu. Aynızamanda da dört duvar arasında sergilenen bumücadeleyle toplum düzeyinde sarsıcı etkileryaratılabilmekteydi.

Ulucanlar saldırısı öncesi dönemin BaşbakanıBülent Ecevit’in sözleri halen daha hafızalarımızdadır.Emperyalizmin bu politikalarda ve katliamlardakirolünü anmaya dahi gerek yok. Devlet zindanlarıkontrol altına almak için F tipi saldırıyı planlamakta,böylece direnişçi kimliği kırmayı ve yıllarınkazanımlarını yok etmeyi amaçlamaktaydı. Çünkü Ftipleri devrimci tutsakları yalnızlaştıran, devrimcikimliği öğüten, işkenceyi mimari bir yapıyabüründüren kurumlardır. Ancak F tipi saldırısını hayatageçirmek için önce devrimci tutsakların direnişinikırması, bunun için de zindanları kan gölüne çevirmesigerekmekteydi.

F tipi saldırısının provası olarak Ulucanlar seçildi.Böylesine kapsamlı bir saldırının planları aylaröncesinden yapıldı ve özel eğitimli askeri güçlerUlucanlar’a katliam yapmak üzerine gönderildi.Kuşkusuz ki onların hesapladıkları saldırı karşısındadevrimci güçlerde şaşkınlık ve bozgun yaratmaktı.Ancak Ulucanlar’da tek buldukları direniş oldu.Devrimciler üzerlerine yağan kurşunlara karşı halayçekerek, son sözlerinde dahi devrimci şiarlarıhaykırarak bir direniş destanı yarattılar. Tüm aksiyöndeki çabalara rağmen bu büyük direnişkarartılamadı.

Yaşanan direniş ve vahşi katliam, ilerici kamuoyuüzerinden yetersiz de olsa tepkiyle karşılandı. Bu tepkidevletin F Tipi’ne geçiş manevrasını ertelemesine vehesaplarını yeniden kurmasına sebep oldu. Bunun için

F tipine geçiş ancak yeni bir katliam sonucunda birbuçuk yıl kadar sonra gerçekleştirilebilmiştir.

Katliamların sonrasında kapsamlı siyasal ve sosyal saldırılar...

Ancak direnişin yarattığı siyasal ve moralkazanımların bu topyekün saldırı hazırlığınıgöğüslemek için yeterince değerlendirilebildiğinisöylemek zordur. Zira direnişin ardından oluşan tümduyarlılıklara rağmen, gösterilen tepkiler ilerici vedevrimci kamuoyunun sınırlarını aşamadı. Dolayısıylada sermaye devleti F tipi zindanları hayata geçirdi.Ancak bunu onlarca devrimcinin canını alarakyapabilmiştir.

Zindanlara böylelikle büyük ölçüde hakim olduktansonra ise işçi ve emekçilere yönelik yoğun bir saldırıdönemine eli rahatlamış olarak girdi. Depreminyıkımının üstüne binen yıkım saldırılarıyla toplumuağır bir ağır sosyal yıkımın altında bıraktı. Kölelikyasalarını birer birer geçirdi. Emperyalizmle bölgeselsuç ortaklığını geliştirdi.

Aradan geçen 12 yıllık dönemde devletin baskıaygıtı da kendini büyük ölçüde yenilemiş, bir yandansınırsız yetki ile pervasızca hareket etme imkanıyakalarken bir yandan da sözde demokrasi pozlarınabürünmüştür. Teknolojiyi de kendi yararına kullanansömürücüler toplumu bir hapishaneye çevirmişlerdir.Kürt halkına yönelik ise baskı ve terör bir an olsun hızkesmemiştir. Kürdistan’da keyfi ev baskınları, infazlar,işkenceler tüm hızıyla sürmektedir.

Ulucanlar hala direniyor!

Ulucanlar’da yaşanan katliam ve direniş 12. yılınıgeride bıraktı. Geriye dönüp geçen 12 yıla baktığımızdakatliamın her gün yeniden yaşandığını, hemzindanlarda hem da sokakta egemenlerin baskı ve zoraygıtlarının daha da pervasızlaştıklarını, sosyal yıkımıntırmandığını, sömürünün katmerleştiğini görüyoruz.Tüm bu saldırı dalgasının ve toplumsal çürümeninkarşısında ise Ulucanlar’da “öleceğiz ama teslimolmayacağız” diyenlerin sesleri duyuluyor. Emekçimilyonları bu çürümüş düzen karşısında esnemektensekırılmayı göze alacak bir başı diklikle mücadelevermeye çağırıyor.

Ulucanlar direnişi 12. yılında…

Ulucanlar’da katliam ve direniş

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

- Ulucanlar katliamına yakından tanık olan biriolarak katliama giden süreci anlatabilir misiniz?

Cezaevinde yaşanan ve yaşamsal sorunları çözmemektedirenen idareye karşı mahpuslar uzun süren bir direnişiçindeydiler. İdare, basit çözümlere bile gitmiyor, gerilimitırmandırmayı seçiyordu. Mahpuslar ve ilgilenen herkes bututumun Adalet Bakanlığı eliyle yürütülen bir devlettutumu olduğunun farkındaydı. Hak ihlallerine karşı meşruolan direnişi bahane yaparak bir katliam organize edildiği,buna uygun kişiler görevlendirildiği, bu katliamın 19 Aralık2000 tarihinde yapılan cezaevi katliamının bir prototipiolarak uygulandığı sonradan anlaşıldı. Tarihin en acımasızişkence ve katliamlarından birine tanık olacağımızıöngörmemiz hiçbirimiz için kolay değildi. Bu çerçevede bukatliama giden sürecin o dönemgündemde olan/tartışılan koğuş veidari uygulama sorunlarıylaaçıklanması mümkün değil.Profesyonel ve planlı bir kıyımhazırlanmıştı.

“Katliamcılara bedenleriyle karşı koydular”

- Gözlemleriniz üzerindenUlucanlar’daki katliam ve direnişgerçeğini anlatabilir misiniz?

Katliamcılar bir savaşa gider gibihazırlanmışlar, silahlarıyla,bombalarıyla çok güçlü ve bir okadar acımasız, kuralsız vepervasızdılar. Devrimcilerinbedenlerinden başka savunma aracı yoktu. Dört duvararasına sıkıştırılmış ama yürekli, dirençli inançlarınabağlıydılar. İnsanlık dışı işkenceler gördüler, öldürüldüler.Saldırı ve direnişin detayları canlı tanıkları ile birçok yerdeanlatıldı ve yazıldı. Ama bence en önemli özelliği katliamakarşı dayanışma ve yoldaşlık içinde ortaklaşmalarıydı.Birlikte direnirken ortak ruhu yakalamalarıydı.

Kolluk güçleri sadece öldürmek için gelmemişlerdi;özel seçtikleri kişilere sistemli işkence de yaptılar.Öldürmediklerinin işkence görmüş bedenlerini hücrelerehapsettiler. Ama burada da bir direnişle karşılaştılar. Sadecebedenlerini ortaya koyarak yaptıkları direniş oradaki ruhhalini yansıtan en önemli veriydi. Bence daha sonraki 19Aralık cezaevleri katliamının planlarında yüzden fazlakişiyi öldüreceklerini öngördüklerinde, Ulucanlar’dakidireniş ruhunu hesaba katarak bir tahmin yaptılar.

“Dava süreci katliamı devam ettirmenin bir biçimiydi”

- Katliamın ardından devrimci tutsaklar ilejandarmaların yargılandığı iki ayrı dava açıldı. Budavaların içeriği neydi, ne amaçlanıyordu, süreç nasılgelişti?

Bu davalardan jandarmalar hakkındaki aslındakamuoyunun ve ilgililerin girişimiyle, mecburen ve olayıkapatmak kaygısı ile açılan, iddiası ve geleceği olmayan birdavaydı. Asıl sorumlular hakkında bir soruşturma dahiyapılmadı. Jandarmalar hakkında açılan dava gerçek bir suçdosyası hazırlanarak açılmadı. Yargılama aşamasında dagerçek suçların ve faillerin ortaya çıkarılması amaçlanmadı.Mahkeme kararı ile “faillerin” aklanması, gerçeksorumluların gözden kaçırılmasının da aracıydı ve öyleoldu.

Devrimcilere karşı açılan dava ise saldırının devamıolarak değerlendirilmelidir. Onları arkadaşlarını vurmakla,isyan, mala zarar verme v.s adlarla suçlamak katliamıperdelemekten öte devam ettirmenin bir biçimiydi. Hiçbirsuçu olmadığını, olayın mağduru olduğunu bildiği kişilere,“neden ölmediniz” der gibi dava açılmasının dava ve hukukkavramları içinde bir açıklaması yok.

“Düşündükleri gibi yaşadılar, yaşadıkları gibi düşündüler”

- Habip ve Ümit’in avukatıolarak katliam sürecindeonlarla ilgili tanıklığınız vedüşünceleriniz nelerdir?

Habip ve Ümit iki ayrıkulvardan gelen niteliklidevrimcilerdi. Ümit yükseköğrenim de görmüş, teorikbirikimi yüksek biriydi. Habipise kendini yetiştirerek ciddi birteorik birikime ulaşmış bir işçiidi.

Mahkeme savunmalarındafikirlerini açıkça ve kolaylıklasavunabilen, çizgilerinden tavizvermeyen, akıcı ve ikna ediciolabilen devrimcilerdi. Habipişkencecisi tanık olarak

mahkemeye geldiğinde suratına tüküren ve onunkonuşturulmasını asla kabul etmeyen biriydi. Ümit, susmakzorunda kalsın diye elinden alındığında sözlü olarak onunkat be kat ilerisini yaparak mahkemenin haksız tavrını boşaçıkarmış, birikimi ve pratik tutumu ile hafızamda yeretmiştir.

Her ikisinin en önemli ortak yönlerinden biri de bütüngözaltılarında ağır işkencelere karşı tavizsiz ve direngentutumlarıydı. Her ikisinin de seçilerek öldürülen kişilerdenolduğu biliniyor. Habip mahpushanenin hamamınagötürülerek işkence ile öldürülen özel hedeflerindenbiriydi. Ümit ise ilk kurşunlarla öldürülenlerden. Teorikbirikimlerini içselleştirdikleri pratik tutumlarından daanlaşılıyordu. Bence düşündükleri gibi yaşadılar,yaşadıkları gibi düşündüler ve inandıkları fikirlerin iyipratik örnekleri oldular.

Ulucanlar katliamı ve direnişi20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Her ikisinin en önemliortak yönlerinden biri debütün gözaltılarında ağır

işkencelere karşı tavizsiz vedirengen tutumlarıydı. Her

ikisinin de seçilereköldürülen kişilerden olduğu

biliniyor.

Ulucanlar’da katledilen Habip Gül ve Ümit Altıntaş’ın avukatı İbrahim Ergün’le konuştuk...

“Profesyonel bir kıyım, ölümüne bir direniş”

“ON’lara sahip çıkmakdevrim yolunda ileri çıkmaktır”

25 Eylül’ü 26 Eylül’e bağlayan gece saatsabaha karşı dört. Sermaye devletinin kollukgüçleri Ulucanlar cezaevinde sözde isyanıbastırmak amacıyla operasyon düzenlerken,devrimci tutsaklar ise bunun karşısında sonucuölümle bitecek dahi olsa direniş bayrağınıyükseltiyorlar. Kısacası Ankara Ulucanlarcezaevinde her sınıfın temsilcisi yapmasıgerekeni yapıyor.

Uzun namlulu silahlar, gaz bombaları,kimyasal silahlar ve öldüresiye işkencelersonucunda 10 devrimci tutsağın yaşamınıyitirmesi, onlarcasının yaralanmasıylasonuçlanan direniş süreci üzerine bugün birçokşey söylenebilir ve söylenmelidir de. Ancakbugün asıl yapılması gereken yaratılan direnişgeleneğinin dersleriyle birlikte güncel görev vesorumluluklarımızı, dünyanın içinde bulunduğubugünkü durum ile birlikte kavramak, budoğrultuda günün görevlerine yüklenmektir.Yani ON’ların bizlere bıraktığı bayrağı dahaileriden sahiplenmektir yapılması gereken.

Devletin toplumsal muhalefeti baskı ve zorile bastırma politikasının bir yansıması olarakgözaltı ve tutuklamaların her geçen gün arttığıve 20-30 kişilik koğuşlarda 120 kişinin kalmayazorlandığı bir dönemde, Ulucanlar’da devrimcitutsaklar yan koğuşu işgal etmek zorundakalmışlardı. Bu süreç boyunca cezaeviyönetimiyle görüşüp taleplerinin karşılanmasınıisteyen ve bu konuda belli anlaşmalardasağlayan tutsakların işgalini, ileridegerçekleştireceği 19 Aralık operasyonunun birön hazırlığı olarak değerlendiren devlet,katliamın startını vermiştir. Fakat hücre tipiyaşamı cezaevlerinde uygulamaya geçirebilmekiçin giriştikleri bu katliam, siper yoldaşlığının vedevrimci iradenin sarsılmaz çelik duvarınaçarpmıştır.

Üzerine gelen kurşunları paylaşmanın engüzel örneklerinin verildiği, devrim vesosyalizm mücadelesine olan sarsılmaz inancıngetirdiği kararlılığın ve devrimci değerlerisavunmak için ölüm pahasına da olsadirengenliğin göndere çekildiği bu destansıdirenişte yaratılan değerlere sahip çıkmak,yaşamın her alanında buna uygun birkonumlanıştan ve doğallığında bunun getirdiğidevrimci yaşam biçimini özümsemektengeçmektedir.

ON’lara sahip çıkmak bugün devrim yolundaileri çıkmak demektir.

İhsan Yiğit Demirel2 Nolu T Tipi Ceza İnfaz Kurumu D-3

koğuşuKandıra/Kocaeli

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011 Ulucanlar katliamı ve direnişi

Casper direnişinde yer alan işçilerden İlhanEmrah aynı zamanda Ulucanlar katliamını yaşayanbir devrimci tutsaktı. Kendisiyle içeride ve dışarıdadireniş deneyimi üzerine konuştuk...

- Siz Ulucanlar direnişi sırasında oradaydınız,daha sonra ölüm orucu direnişine de katıldınız.Yıllar sonra Casper’da direnişçi bir işçi olarak sizitanıdık. Zindanda ve fabrikada direnişçi kimliğitaşıyor olmak büyük bir onur. Bu konuda nelerdüşünüyorsunuz?

Hayatın her alanında direniş var. Çünkü zulmünve sömürünün olduğu her yerde başkaldırı mutlakaolacaktır. İnsan siyasal bir bakışa eriştiğinde ya dabazı insani değerleri sahiplenmeye başladığında,egemenlerin bireye ve çeşitli toplumsal kesimlereyönelik uyguladığı baskıya ve sömürüye karşımücadale etmekten geri duramıyor. Ya da ona karşıkoymaktan kendini alamıyor diyebilirim. Öyleolduğu zaman da, daha fazla sömürü ve zulümoldukça, direniş de kesintisiz biçimde büyük oluyor.İnsan hayatının her alanında, içeride-dışarıda-fabrikada-dağda mutlaka direnmelidir. Birdevrimcinin hangi koşullarda olduğu çok fazlabelirleyici olmuyor bence. Devrimci kendivaroluşunun düşünsel, siyasal ve ideolojik gerekleriniyerine getirmekle yükümlüdür. Devrimci sorumluluk,halka karşı sorumluluğunu yerine getirmekle olur.Bunun yolu da, ancak ve ancak egemenlere karşıelinden geldiğince direnmektir. İşte bu yüzdenUlucanlar’da olduğu gibi, Casper Bilgisayar’da daişten atılınca direnişi seçtim.

- Fabrikada direnirken Ulucanlar direnişindenöğrendiklerinizin size katkısı oldu mu?

- Her pratik eylemin insan yaşamında olumluetkileri kaçınılmazdır. Ulucanlar direnişi tabii ki bizeçok şey kattı. Birey anlamında bana ne kattı diyesorulursa kolektif davranabilmek bilinci derim.Bütün siyasal farklılıklarıyla, ideolojikfarklılıklarıyla ve başka farklılıklarıyla, tümdevrimcilerin birlikte hareket edebilme, birliktesavaşabilme, birlikte karşı koyabilme kabiliyetininoluştuğu bir an olarak bende öyle bir etki yarattı.Çünkü bütün devrimci yapılar hep birlikte ortak birduruş sergiledi. Savaşın bütün alanlarında öyle birortaklık yakalanabileceği, bütün devrimcilerin sadecedevrimciyim demesinin ortaklığa yetebileceğidüşüncesini kazandırdı bana.

Ulucanlar direnişi bilinç anlamında birçok şeykatarken pratik anlamda düşmanın devrimcilere,topluma ve halka bakış açısını gösterdi. CasperBilgisayar’da da aynı bakış var. Sınıfsal olarakegemenliğini her türlü yolla sürdürmeye çalışıyor.Her türlü baskı ve zulmü sana reva görürken, kendisien küçük bir zarar görsün istemiyor. Düşünsene senyıllarca, on yıllarca bir işçinin sırtından trilyonlarıgötürüyorsun, ya da dünyaları sömürüyorsun bir işçisenin iki liralık bir malını aldığı zaman sençıldırıyorsun. Yani böyle bir durum. Yılda 2 trilyonkazanıyorsun belki bir işçinin sırtından. Bu durumdaişçilerin kaybedecek birşeyleri yok. Ama onlarınkaybedeceği çok şey var ve ondan korkuyorlar. Buyüzden Ulucanlar’da olduğu gibi, Casper’da ya dayaşamın diğer alanlarında egemenler devrimcilerden

ve işçilerden ölesiye korkuyor. Dediğim gibikaybedecekleri çok şey var ve bu yüzden daha çokazgınlaşıyorlar.

Biz Casper’da direnişe geçtikten sonra sloganatıyoruz. Patron işçiye dünya kadar bağırıyor, hakaretediyor, küfürler ediyor. Hiçbir polis gelip patrona senbu işçiye niye küfür ediyorsun demiyor. Ama neoluyor, biz slogan atınca polisler çevik kuvvetiyığıyorlar. Niye, slogan atıyorsunuz. Böyle oluncaegemenlerin gerçekten ne kadar azgınlaştıkları ya dapervasızlaştıkları ortaya çıkıyor. Yani korkuyorlar.

Ulucanlar’da devrimcileri öldürmeye kalktılar.Dışarda da aynı şekilde azgınlaşıyorlar,pervasızlaşıyorlar. Sınıfsal çıkarları için yapıyorlarbunu. Bizim de sınıfsal olarak kaybedeceğimizbirşeyimiz yok. Hakkımızı savunmak zorundayız.İçerde de dışarda da onların azgınlıklarına karşıdirenmek zorundayız. Bu yüzden Ulucanlar çok şeyöğretti. Casper da aynı şekilde çok şey öğretti.

- Ulucanlar katliamı karşında sergilenen obüyük direnişi anlatırmısınız? Unutamadığınızçarpıcı gözlemleriniz, anılarınız nelerdir?

- Katliam gece saat dörtte başladı. Biz bir buçukgibi oturuyorduk. Ümit, Deniz, başka kimler vardıçok hatırlamıyorum. Ümit’in burada söyledikleriaklımdan hiç çıkmıyor. Bilmiyorum belki o an neyegöre öyle bir konuşma olmuştu, konu nasıl orayagelmişti bilmiyorum ama Ümit, “Devrimcininortalama yaşı 27, ve ben bugün yirmi yedi yaşımagirdim. Yarını görmeyeceğim herhalde” demişti.Gerçekten de 27 yaşına girdiği gün şehit düştü.

O sabah çatışma 04.00’te başladı, Ümit ilkdüşenlerden biriydi. Bunu hiç unutmuyorum mesela.Onun dışında ilk çatışma anını. İlk çatışmabaşladığında her tarafta kurşunlar yağıyor, her tarafsimsiyah olmuş o kadar çok gaz bombası atmışlardıki, belki de dünyada o kadar gaz bombasını bir yereatmamışlardır. Çok fazla gaz bombası vardı. Yine okadar çok köpük sıkmışlardı ki, boyumuzu aşmıştı.Yukarıyı göremiyorduk beyazlıktan. Çok da susıktılar. O kurşun sesleri halen kulaklarımda. Halenkulağımın dibinden geçiyormuş gibi geliyor.

Çatışma başladığında iki taraftan ateşyağmurunda kaldık. Bir anda saldırdılar. Sabahınköründe silahlarıyla gelmişlerdi. Çatılardan,mazgallardan, kulelerden her taraftan kurşunyağıyordu. Biz bütün devrimciler olarak 80 kişi

falandık herhalde o zaman. Hep birlikte karşıkoyduk. Kurşunların altında halay çekmeye başladıkbiz. Artık şehitler gelmeye başlamıştı. Ve sanırım 15-20 kişi kalmıştık. Artık yapacak birşey yoktu. Hertarafı kapamışlar ve her taraftan kurşun yağıyor.Bizim kendimizi koruyabileceğimiz,saklanabileceğimiz bir yer yok. Başladık halayçekmeye. Kurşun yağıyordu halen üzerimize.

Devrimcilerin tutsak olması teslim alındığıanlamına gelmiyor. Bundan kaynaklı biz onugöstermeye çalıştık. Biz devrimciyiz içerde dedışarda da her yerde direniriz. Bizi korkutamazsınızdedik. Kurşunlarınız vız gelir, tankınızla topunuzlagelin dedik. Gerçekten de vız geldi bize her şey.Biraz önce de dediğim gibi kurşunlar kulağımızındibinden geçerken halaylar çektik. Marşlarımızısöyledik. Sonra yine yaralananlar oldu halayçekerken. Sonra yine düşenler oldu. Ondan sonkalanlar olarak içeriye çekildik koğuşa. Koğuşta dayine hep beraberdik kurşunların altında. Duvarlarıyıktılar, kurşun yağdırmaya başladılar, Mutfakcamından bile kurşun yağdırıyorlardı. En son yinebizi aldıklarında, çatışmadan sonra herhalde. Tabi bizbaygın olarak alındığımız için ne zaman alındık nasılalındık bilmiyoruz. Bizi götürmüşlerdi hamama.Herkes çırılçıplak elleri arkadan kelepçeli. Hepimizordaydık. Çoğumuzu üstüste yatırmışlardı. Hepimizyaralı haldeydik. İşkence yapmaya başladılarhepimize. Aynı zamanda sorular soruyorlardı. Tabiihepimiz aynı tutumu sergiledik, hepimiz karşıdurduk. Sonra hücrelere attılar. Bizi tekme tokatdöverken daha sonra yalvaracak duruma getirdikonları.

Türkiye devrimci hareketi tarihinin en önemlisiper yoldaşlığı örnekleriden biriydi Ulucanlar. Budireniş ruhu ve geleneğinin yaşamın bütün alanlarınataşınması gerektiğini düşünüyorum.

- İçeride direnmekle dışarıda direnmek arasındane gibi benzerlikler ya da farklılıklar var?

- Aslında bunun cevabını verdim. Tabii ki içerdeve dışarda direnmek özü itibariyle aynı. Çünkükarşısında direndiğin sınıf aynı sınıf. Alanların,mevzilerin veya mekanların farklı olması birşeyideğiştirmiyor, her şeye rağmen teslim olmadık,olmayacağız. Bizi ölmekle korkutamazsınaz dedik.Ölüm bize vız gelir dedik, kurşun yağmuru altındahalay çektik. Casper’da da “Sizi cezaevine tıkacağız,öldüreceğiz” dediler, çevik kuvveti yığdılar, bizdirendik.

İçerisi dışarısı fark etmiyor. Sömürünün olduğu,zulmün olduğu, her yerde direniş mutlaka olacaktır.Biz de onu yerine getirmeye çalışıyoruz. Sınıf aynıegemen sınıf. Bizler de sorumluluğumuzu, halkımızave yoldaşlarımıza karşı sorumluluklarımızı yerinegetirmekle yükümlüyüz. Bu yüzden içerisi ve dışarısıfarklı değildir.

Ancak Ulucanlar’ın yoldaşlık ruhunu dışarıdasergileyemediğimizi düşünüyorum. Bu birliktelikruhunu, rüzgarını halka götüremedik. Onu farklışekillerde de olsa yapamadığımızı düşünüyorum.Eksik kaldık. Ulucanlar’ın etkisini dışarı taşıyarak,dışarıda daha büyük bir direniş örme imkanı vardı.Bunu yapamadık.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Ulucanlar’da devrimci tutsak, fabrikada direnişçi işçi!

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

“Üniversite İzleme veGözleme Birimi” kuruldu

İstanbul, Kocaeli ve Marmara Üniversitesi’ndenöğretim üyelerinin, İstanbul Barosu’ndanavukatların, Türk Tabipleri Birliği ve TİHVtemsilcilerinin oluşturduğu bağımsız bir heyettarafından “Üniversite Öğrencilerinin İfadeÖzgürlüğünün Toplu Kullanımı” raporu açıklandı.

İstanbul Barolar Birliği salonunda yapılan basıntoplantısında Adli Tıp Uzmanlar Derneği’nden Dr.Ümit Ünüvar, avukat Yeşim Yeşilyurt, Arzu Becerik,TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı ve Prof. Dr.İbrahim Kaboğlu yer aldı.

Basın toplantısında eylemler nedeniyle şiddeteuğrayan ve tutuklanan üniversite öğrencilerininşiddet gördüklerine dair rapor alamadığı ve eğitimhaklarının ellerinden alındığı vurgusu öne çıktı.

Üniversite öğrencilerine kolluk kuvvetlerinceuygulanan şiddetin cezasız kalmasındaki en önemlifaktörün “tıbbi belgelemedeki eksiklikler”olduğuna dikkat çeken Ünüvar, öğrencilerinelbiseleri çıkarılmadan, hikayesi alınmadanyüzeysel olarak kontrol edildiğini söyledi. Sonzamanlarda çok sık ve yoğun kullanılan biber gazıdenen kimyasal gazların da insan sağlığına çokciddi zararları olduğunu belirten Ünüvar; “Bugazların kısa dönemde göz, solunum ve deriyietkilediği bilinse de yoğun kullanımda akciğerödemi, kardiyak ve sinir sisteminde ölümcülderecede zararları var. Gazların uzun dönemdekietkileri henüz bilinmiyor ama hayvanlarda yapılantestlerde kanserojen etkileri olduğu biliniyor” dedi.

“Öğrencilerin eğitim hakkı gasbediliyor”

Öğrencilerin eğitim haklarının gasbedildiğinibelirten Yeşilyurt ise son dönemlerde insanitaleplerini dile getirmek isteyen öğrencilerin“terör örgütü üyeliği” ile suçlandığına dikkat çektive “hükmün açıklanmasının geriye bırakılması”uygulaması ile öğrencilerin aklanma hakkının ihlaledildiğini dile getirdi.

150 üniversite öğrencisinin davasına baktığınıve hepsinin de beraat ettiğini ifade etti. Ancaköğrencilerin bu sürede mağdur edildiklerinibelirterek, “senelerce yargılanan öğrenciler eğitimhakkından mahrum bırakılıyor. Beraat ediyor amabu sürede kredisi kesiliyor, yurttan atılıyor.” dedi.

Fincancı da öğrencilere uygulanan şiddetincezaevinde ya da işkencehanelerde olmamasınınbunun işkence olmadığı anlamına gelmediğini,sadece şeklinin değiştiğini söyledi.

Kaboğlu ise üniversite öğrencilerinin ifadeözgürlüğü kapsamında yaptıkları eylemlerinengellenmesi ve öğrencilerin tutuklanmasınınbeğenilmeyen yasaların dahi ihlal edilmesiylegerçekleştiğini söyledi.

Toplantıda 2011-2012 eğitim yılında üniversiteöğrencilerine yönelik ihlalleri kontrol etmek için“Üniversite İzleme ve Gözleme Birimi” kurmakararı alındığı bilgisi verildi.

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011Gençlik hareketi

Harçlara karşı yürüdülerGenç-Sen üyesi öğrenciler harçlara yapılan zamlara

karşı Taksim Meydanı’nda bir yürüyüş gerçekleştirerek,zamların geri çekilmesini talep ettiler.

Taksim Tünel’de toplanan Genç-Sen’liler“Üniversitede soygun var!”, “Söz değil icraat istiyoruz!Harç zamları için resmi açıklama yapılsın!” pankartlarınıaçtılar. Buradan yürüyüşe başlayan öğrenciler İstiklalCaddesi üzerinden Taksim Tramvay Durağı’na kadarilerlediler. Cadde üzerinde iki kere oturma eylemigerçekleştirerek, çevreden geçenlere eylemin içeriğininanlatıldığı konuşmalar yaptılar.

Taksim Tramvay Durağı’na gelindiğinde basınaçıklamasını Barış Çırpan okudu.

Açıklamada “Üniversite harç ücretleri fahişoranlarda arttırılmış durumda. Karar resmi gazetedeyayınlandığında hemen kimsenin farkına varmadığıskandal, üniversite kayıtlarının başlaması ile beraberortaya çıktı. Geçtiğimiz günlerde ‘Bu yıl harçlara zamyok’ açıklaması yapan hükümetin aslında öğrencigençliğin kitlesel tepkisinden korktuğu için büyük birtuzak kurduğu görüldü” denildi.

Coşkulu geçen eyleme çevreden geçen birçok kişi dealkışlarla destek verdi.

Genç-Sen’liler çadır kurdu

Galatasaray Lisesi önünde çadır kurularakbilgilendirme yapıldı. Yapılan konuşmalarda işçilerinkıdem tazminatına el uzatanlar ile gençlerin eğitimhakkına el uzatanların aynı olduğu, paralı eğitimin ancak

mücadeleyle geri püskürtülebileceği anlatıldı. Yineönemli sayıda imza toplandı ve birçok öğrenciyletanışıldı.

“YÖK Başkanı aldatıyor”Eskişehir Genç-Sen gizli harç zammı uygulamasına

ve Anadolu Üniversitesi’nin harçlara yaptığı %30zamma dönük tepkisini 16 Eylül günü gerçekleştirdiğieylemle gösterdi.

İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan Genç-Senüyeleri “Ne har(a)ç ne de zam - Parasız Eğitim İstiyoruz/ Genç-Sen” pankartı açarak Adalar Migros önüneyürüdüler. Genç-Sen üyeleri yürüyüş boyuncagerçekleştirdikleri ajitasyon konuşmalarıyla harçzamlarını protesto ettiler.

Basın açıklamasında, harç zamlarını geri çektiğini vebunun öğrencileri mağdur ettiğini belirten Yusuf ZiyaÖzcan’ın açıklamalarının aldatmaca olduğu vurgulandı.

Anadolu Üniversitesi’nin harçlara % 30 zam yaptığıbelirtilerek emekçi çocuklarının nasıl okuyacağınıdüşünmeyen rektörlüğün tek derdinin üniversiteyisermayeye peşkeş çekmek olduğu ifade edildi. Yapılanzamla birlikte, geçen sene 570 lira ödeyen ikinci öğretimbir iktisat öğrencisinin artık 741 lira ödeyeceği belirtildi.

Rektörlüğün bu uygulamalara ses çıkartanöğrencilere soruşturmalar açtığı belirtildi. Ülkücüöğrenciler tarafından saldırıya uğrayan 32 öğrenciyesoruşturma açan rektörlüğün, geçen sene YÖK karşıtıçalışma yaparken ÖGB ve polis saldırısına uğrayan 45öğrenciye de bir hafta uzaklaştırma ve kınama cezasıverdiği de hatırlatıldı. Harç zamlarının 27 Mayıs’tayapılan ÜYK toplantısında alınan kararların uygulamasıolduğu söylenerek öğrenci gençlik mücadeleye çağrıldı.

“Üniversite’de soygun var”Ankara’da Genç Sen tarafından harç zamlarıyla ilgili

bir eylem gerçekleştirildi. 20 Eylül Salı akşamı YKM önünde biraraya gelen

Genç Sen üyeleri harçlara yapılan gizli zammı protestoettiler. “Üniversite’de soygun var” pankartının açıldığıeylem basın metninin okunmasıyla başladı. Açıklamadasermayenin üniversiteler üzerindeki tahakkümüne geçitverilmeyeceği belirtilerek zamlar geri çekilene kadarmücadele edileceği vurgulandı. Parasız eğitim talebiyinelendi.

Basın açıklamasının ardından ajitasyonkonuşmalarıyla çevrede toplanan emekçilere seslenildi.

Eşzamanlı olarak devam eden oturma eylemi desöylenen marşlarla birlikte son buldu.

Ekim Gençliği / İstanbul – Eskişehir - Ankara

Gizli zamma tepki!

İstanbul Ekim Gençliği, gizli harç zammıuygulaması üzerine 17 Eylül Cumartesi günü birsöyleşi gerçekleştirdi.

Söyleşi, gizli harç zammı uygulamasının kapsamıhakkında yapılan bilgilendirme ile başladı. Bununüzerine yapılan konuşmalarda harçlara yapılan bugizli zam uygulamasının Bologna süreci kapsamındadeğerlendirilmesi gerektiği söylendi. Geçtiğimizdönem sonunda gerçekleşen ÜniversiteYükseköğretim Kongresi kapsamında eğitiminticarileşmesi adına ayrıntılı planların yapıldığı, buyeni uygulamanın da bunun sonucunda gerçekleştiğivurgulandı.

Harç zammının kapsamı tartışıldıktan sonra bu

saldırıya karşı nasıl bir politik hatla yaklaşılmasıgerektiği üzerinde duruldu. Bu kapsamda busaldırının ancak “Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim” talebi kapsamında, birleşik bir mücadeleperspektifi ile ele alındığında püskürtülebileceğisöylendi.

Söyleşide ayrıca Ekim Gençliği’nin kendi özgünçalışması kapsamında bu gündemi nasıl ele alacağı vebu süreçte aktif bir rol oynayan Genç-Sen üzerine detartışmalar yürütüldü. Söyleşi, okulların açılması ilebirlikte harç zamlarına karşı parasız eğitim talebi ileyürütülecek mücadeleyi büyütme çağrısı ile sonaerdi.

Ekim Gençliği / İstanbul

Gizli harç zammı üzerine söyleşi

17 EYlül 2011 / Taksim

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Üniversiteler cephesinden yeni bir dönemegirdiğimiz şu günlerde geride kalan dönemde karşımızaçıkan saldırıların da katlanarak süreceğini görüyoruz.Sermayenin üniversiteler üzerindeki hesapları,emperyalizmin dünyada ve özellikle de Ortadoğu’daçaldığı savaş tamtamları, Türk sermaye devletininemperyalist stratejilerde üstlendiği rol ve en meşruhakları için direnen Kürt halkına yönelik olarakbaşlatılan topyekun imha savaşı yeni dönemin en yakıcıbaşlıkları durumunda.

Bu süreç, tüm bu başlıkları eksen alan alabildiğinesert ve kapsamlı bir mücadelenin hayata geçirilmesiniyakıcı hale getirmiştir. O halde yapılması gereken şeytüm bunları özel birer mücadele başlığı olarak ele almak,gençlik kitlelerinin militan karşı duruşunuörgütleyebilmektir.

Üniversiteler sermayenin kıskacında can çekişiyor!

Sermayenin üniversitelere yönelik saldırılarınıniçeriği geçtiğimiz dönemin sonlarına doğru iyice açığaçıkmıştı. Mayıs ayının sonunda yapılan UluslararasıYükseköğretim Kongresi’nde (UYK) “Bologna Süreci”olarak ifade edilen saldırıların özü daha açık bir dilleifade edilmiş oldu. Buna göre uzun süredir parça parçahayata geçirilen üniversitelerin yenidenyapılandırılmasına hız verilecek. Özellikle mali özerklikve mütevelli heyetleri ile somutlanan idariyapılanmadaki değişikliklerle yeni dönem içerisindedaha ileri adımların atılmasının planları yapılmaktadır.Öyle ki, bir dizi üniversitede yeni kayıt yaptıracaklar içinhazırlanan tanıtım makalelerinde sözkonusuüniversitenin Bologna Süreci’ne uygun adımları atıyorolmasıyla övünülmekte, yeni dönemde bu sürecin dahahızlı ilerletileceği ve üniversitenin bu sürecin toplamı ileuyum içerisinde olacağı “müjdelenmektedir”.

Bugüne kadar “Bologna Süreci” eksenli hayatageçirilen saldırıların kapsamı üzerine pek çok şeysöyledik. İdari yapılanma ve onun getirdiği mütevelliheyetleri ile üniversitelerin sermayenin dolaysız olarakyönetimine gireceğini, mali özerklik denen şeyin iseesasında üniversitelerin paralı hale getirilmesi,dolayısıyla da sermayeye bağımlı hale getirilmesi demekolduğunu yayınımızda defalarca işledik. Bugün çubukbükülmesi gereken nokta ise saldırılara karşı örülecekmücadelenin hattıdır. Bu hattı ise “aydınlanma-örgütlenme-eylem” başlıklarından oluşan bir süreçolarak görmek gerekir.

Yeni dönemde yapılması gereken ilk iş sermayeninüniversitelerdeki planlarını teşhir etmek, “BolognaSüreci” başlığı altında toplanan yeni dönem saldırılarınınanlam ve kapsamını üniversite öğrencilerinekavratabilmektir. UYK’da ifade edilenlerin gerçekte neanlama geldiği, üniversiteleri ve üniversite gençliğininelerin beklediği yönünde belli bir bilinç açıklığıyaratmaktır.

Sözkonusu aydınlanma/bilinçlenme faaliyetiiçerisinde mümkün olan her araç ve yöntemikullanabilmek gerektiği açıktır. İmkan olan yerlerdebilgilendirme amaçlı standların açılması, yazılı ajitasyonmateryalleri ile gençlik kitlelerinin dikkatinin bu alanaçekilmesi çabası ilk akla gelenlerdir. Bu süreçte bununlayetinilmemelidir elbette. Zira gençlik kitlelerinin ilgisinibu noktaya yönlendirmeyi başarmak saldırıların kapsamıve niteliğini daha açık olarak anlatabilmeksorumluluğunu da getirmektedir. Bunun için de konuylailgili toplantılar yapmak, olabildiği oranda diğer gençlik

güçlerini de katarak panel, sempozyum vb. etkinliklerörgütlemek oldukça önemli bir yerde durmaktadır.

Buradan geriye kalan da ortaya çıkarılan bilinçüzerinden gençliği örgütlemek ve saldırılarıpüskürtebilmenin tek yolu olarak sokağa/eylemedökebilmektir. Öğrenci gençliği sermayenin saldırılarınakarşı eylemli bir karşı koyuşa çağırırken gençlikmücadelesinin karşısında yükselen bir barikata dönüşensoruşturma-uzaklaştırma terörünün de mücadelenintemel bir başlığı olduğunu unutmamalıyız. Geçtiğimizsene boyunca birçok soruşturma ve uzaklaştırma cezasıile karşı karşıya kalındı. Yaz döneminde soruşturmalarınbir kısmı cezaya dönüştü, hatta yeni yeni soruşturmalaraçıldı. Sermaye hak gasplarını yoğunlaştırırken baskı veyasaklarını da boyutlandırıyor. Saldırıları bütünlüğüiçerisinde görmeli ve soruşturma-uzaklaştırma saldırısınakarşı mücadele hattımızı da örmeliyiz.

Kürt halkına yönelik topyekun imha savaşı!

Sermaye devletinin Kürt halkı üzerindeyoğunlaştırdığı baskı ve terörü yeni dönemde daha daartmış bulunuyor. Kürt halkının her eylemi biber gazı vecoplarla karşılanırken yoğun bir gözaltı ve tutuklamaterörü estiriliyor. Kürtçe, mahkeme tutanaklarına“bilinmeyen bir dil” olarak geçirilerek Kürt halkınındilinin ve kimliğinin inkar edilmesinde ısrar ediliyor.Diğer yandan, Kürt hareketinin “demokratik özerklik”ilanı ile beraber demokrasi maskesini kaldırıp savaşboyalarını süren sermaye devleti, tehditten de öteyegeçerek, Kürt halkına yönelik olarak topyekün bir imhasavaşı başlatmış bulunuyor. Kürdistan dağlarına havadanve karadan askeri operasyonlar düzenleyerek kirlisavaşın dozunu arttırıyor.

Son dönemdeki önemli bir gelişme de Türk sermayedevletinin Kandil’e yönelik hava saldırısı başlatmasıoldu. Kandil’e yönelik operasyonlar devletin Kürtsorunu karşısında çözümsüz kaldığını, gündeme getirilen“açılım” safsatalarının fiyaskodan ibaret olduğunugösterdi. Zira tam da bu yüzden geleneksel imha planınabir kez daha dört elle sarılmak zorunda kaldı. Askerioperasyonlar sürerken toplumda da şoven rüzgarlarestirilmeye çalışıldı. Asker cenazelerinin merasimleri ve“Teröre lanet” yürüyüşleri ile şovenizm zehri toplumapompalanmaya çalışıldı. Zeytinburnu’da ve Aydın’dayaşananlardan da görülebileceği üzere, şovenistkudurganlık daha uç boyutlara vardırılarak Kürt halkınayönelik linçler ve katliam girişimleri gerçekleştirildi.

Her şeye rağmen sermaye devleti Kürt halkına boyuneğdiremedi. Kandil’e ve diğer tüm bölgelere yapılanaskeri saldırılar Kürt halkı tarafından eylemlerlekarşılandı. Hemen her yer eylem alanına çevrildi. Kürtanalarının başını çektiği azımsanmayacak sayıda insan

tüm tehditlere hatta saldırılara rağmen Kandil’e canlıkalkan olmak üzere yollara döküldü.

Gençlik, Kürt halkına yönelik imha saldırılarına vesaldırılar karşısında ortaya çıkan direnişe kayıtsızkalamaz elbette. Bugün yapılması gereken, gençliği Kürthalkının mücadelesinde taraflaştırmak ve direnişe destekolmaktır. Başta anadilde eğitim olmak üzere, Kürthalkının meşru taleplerini sahiplenmek ve bu taleplerikampüslere/eylem alanlarına taşımaktır.

Çelişkiler tüm dünyada derinleşiyor!

Bugün dünyanın çeşitli gelişmelerle çalkalandığınırahatlıkla söyleyebiliriz. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeortaya çıkan ekonomik krizler, emperyalizmin yenisaldırı dalgası ve tüm bunlara karşı emekçilerin vehalkların gösterdiği öfke patlamaları…Yeni dönemdedünya çapında yaşanan tüm bu gelişmeler emperyalistkapitalist sistemin onulmaz çelişkilerinin daha daderinleşerek kendi sonunu hazırlamaya başladığınınişareti sayılabilir.

(...)Öte yandan, dünya yeni bölgesel emperyalist

savaşların eşiğinde bulunuyor. Ortadoğu’daki halkayaklanmalarının etkisi ile diktatörünü devirmeyeyürüyen Libya halkının özlemleri istismar edilerek Libyaemperyalist güçlerin paylaşımına ve işgaline açılıyor.Emperyalistlerin göz diktiği ülkelerden biri olarak Suriyeemperyalist bir müdahalenin hedef tahtasına çakılıyor.Emperyalizmin Ortadoğu için bölgesel karakol misyonubiçtiği Türk sermaye devleti de tüm bu süreçteki uğursuzrolünü eksiksiz olarak oynuyor elbette.

Tüm bu yaşananlar emperyalist kapitalist sistemindünya ölçeğinde bir buhran yaşadığını, faturanınemekçilere ödetilmesi ya da emperyalist işgal gibiyöntemlerle buhranın tahrip gücünü düşürmeyeçalıştığını gösteriyor. Bunlara dayanarak “ya kapitalistbarbarlık içinde yok oluş ya sosyalizm” ikileminingiderek derinleştiğini söylemek mümkün. Bu da buikilemin yakıcılığını gençlik kitlelerine anlatma,emekçilerin ve halkların direnişini gençliğe yayma,devrim ve sosyalizmin bayrağını en yukarıdandalgalandırarak kitleleri bu bayrak altında toplanmayaçağırma sorumluluğunu beraberinde getiriyor.

Artan baskılara karşı saldırıları göğüsleyelim!

Buraya kadar söylediklerimizin tümü yeni dönemdebaskı ve terörün de dozunun artacağı anlamına geliyor.Dünya’da ve Türkiye’de yaşanan tüm bu gelişmelerkarşısında ortaya konacak tepkilerin düzenin baskı veterörü ile karşılanacağı açıktır. Bu gerçek geride kalandönemin sonlarında da kendisini belli etmişti zaten.Bugün de özellikle Kürt halkına yönelik saldırılardakendisini somut olarak göstermektedir.

Açık ki toplumun hemen tüm kesimlerine yönelikgözaltı ve tutuklama terörü artacak, en meşru eylemlerbir polis terörü ile karşılanacak, tüm bunlara ek olaraküniversite gençliği soruşturma/ceza terörü ilesindirilmeye çalışılacaktır. Bu baskı ve terörüetkisizleştirebilmenin tek yolu ise mücadeleyiyükseltmektir. Devrimci gençlik hareketimizin tarihi buaçıdan bir dizi olumlu örneğe sahiptir ve tarih buörneklere yenilerinin eklenebilmesini zorunlukılmaktadır.

(Ekim Gençliği’nin Eylül 2011 tarihli 133.sayısından kısaltılarak alınmıştır...)

Saldırılar yeni dönemde artarak sürüyor…

Devrimci mücadeleyi yükseltelim!

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011 Gençlik hareketi

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Filistin Halk Komiteleri’nin çağrısıyla Filistin’inBirleşmiş Milletlere tam üyelik başvurusu yaptığı günolan 20 Eylül günü dünya çapında düzenlenengösteriler kapsamında İstanbul’da bir destek eylemigerçekleştirildi. Filistin İçin İsrail’e Karşı BoykotGirişimi Taksim Tünel’den Taksim Tramvay Durağı’nakadar yürüdü.

Tünel girişi önünde toplanan kitle “İsrail’e kalkanolan Filistin’e dost olamaz! Füze kalkanına hayır!”,“İsrail’e boykot! / Filistin için israil’e karşı boykotgirişimi” pankartlarını açarak kortej oluşturdu.Kurumları temsil eden flamaların açıldığı eylem İstiklalCaddesi üzerinden Tramvay Durağı’na kadar sürdü.

Tramvay Durağı’na gelindiğinde basın açıklamasınıZüleyha Gülüm okudu. Açıklamada İsrail’e karşı AKPhükümetinin aldığı yaptırımların göstermelik, halkıkandırmaya dönük olduğu, stratejik ortaklığın devamettiği dile getirildi.

Açıklamanın devamında şunlar söylendi: “BugünTürk, Kürt, Arap, Acem bütün Ortadoğu halklarıaçısından bir tehdit oluşturan İsrail saldırganlığınıdurdurmanın tek yolu, bir katliam aygıtı olarak kurulanbu siyonist devletin uluslararası alanda tecritedilmesidir. Eyleme geçmeyen sözlerin İsrail’e değil içkamuoyuna ve Arap halklarına yönelik bir siyasi

şovdan öte gitmediği ortadadır.” Eylem boykot çağrısıile son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Yemen’de geçitiğimiz bir hafta boyunca azgındevlet terörü devredeydi.

15 Eylül günü, ülkenin güneyinde bulunan Taizkentinde gerçekleşen rejim karşıtı gösteriler sırasındaDevlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı kollukgüçleri eylemcilerin üzerine ateş açtı.

Salih’in oğlu Ahmed Ali’nin komuta ettiği YemenCumhuriyet Muhafızları ile gösterciler arasındayaşanan çatışma sonucu 23 kişi yaralandı.

Taiz’deki çatışmalar, başkent Sana ve güneydekiliman kenti Aden’i sabah saatlerinde vuran ve 3 sivilinölümüne, 5 sivilin de yaralanmasına neden olan ağırsilah ateşi ve patlamaların ardından yaşandı.

18 Eylül günü Salih’in istifası talebiyle onbinlercekişi alanlara çıktı. Bu eyleme de devlet terörüdamgasını vurdu. Sana merkezinde rejim

muhaliflerinin bulunduğu kamplardancumhurbaşkanlığı sarayına yürümek isteyen kitleyeyönelik saldırıda kolluk güçleri göz yaşartıcı gaz vetazyikli su kullandı. Bununla beraber göstericilerçıkan çatışmada kitleye makineli tüfek veuçaksavarlarla ateş açıldığını da belirtiyorlar.

Çıkan çatışmalar ara sokaklara yayılarak sürerken,gece boyunca devam etti. Çatışmalarda en az 26 kişiöldü, yüzlerce kişi yaralandı.

Yemen, 20 Eylül sabahına kanlı uyandı. Başkent Sana’da göstericilere ait bir kampa

düzenlenen iki ayrı roket saldırısında en az iki kişininöldüğü bildirildi. Görgü tanıklarına göre, onbinlerceprotestocunun “Değişim Meydanı”nda kurduğuçadırlara ateş açıldı.

Batı Şeria’da yüzbinlerce Filistinli, bağımsız Filistindevleti talebiyle alanlara çıktı. BM’de Filistin’in 194.üye devleti olma başvurusu öncesinde birçok kenttecoşkulu eylemler gerçekleştirildi. Ramallah, Nablus,Cenin, El Halil gibi Filistin’in büyük kentlerinde yapılaneylemler kitleselliği ile dikkat çekti. Filistin bayraklarıtaşındı, kefiyyeler takıldı.

Ramallah’ta binlerce kişi, Yaser Arafat’ın anıtmezarının önünde toplanarak önce El Menara meydanınave ardından adı Arafat Meydanı olarak değiştirilen SaatliMeydan’a yürüdü. Yürüyüşte Filistin halkının devletolma hakkının vurgulandığı sloganlar atıldı.

Meydanda kurulan platformda konuşan El FetihMerkez Komite üyesi Tayyib Abdülrahim, İsrail veAmerika’nın, Filistinlileri şiddete başvurmayasürüklemeye çalıştığını belirtti. “Bu oyunagelmeyeceğiz. Arafat’ın uğruna canını verdiği davadan

sapmayacağız” dedi.El Halil ve Nablus kentlerinde de oldukça kitlesel

eylemler gerçekleştirildi. On binlerce Filistinli, El Halilmerkezindeki El Menara meydanına kadar 2.5kilometrelik bir yolu hınca hınç doldurdu; Nablus’ta ElFetih Merkez Komite üyelerinden Mahmud Alul birkonuşma gerçekleştirdi. “Müzakerelerle çok vakitkaybettik” diyerek, İsrail hükümetinin bir barış hükümetiolmadığını söyledi.

Nablus’taki gösteriye, İsrail devletini tanımayanYahudi Neturei Karta üyeleri de katıldı. Nablus’a gelen30 kadar Neturei Karta üyesi, BM’de Filistin devletinintanınması konusunda Filistinlilerle dayanışmasergilerken, Neture Karta hahamlarının yaptığı İbranicekonuşma, Arapçaya tercüme edildi.

Beytüllahim, Kalkilya, Tubas, Tulkarem, Salfit veEriha kentlerinde coşkulu gösteriler düzenlendi.

Ortadoğu24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Yüzbinler bağımsız Filistin için yürüdü

Demokratik ArapSendika Forumukuruldu

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşanantoplumsal hareketler içerisinde yer alan işçiler,bu süreç içerisinde örgütlenmelerini debüyütüyorlar. 16 Eylül 2011 tarihinde Ürdün’ünbaşkenti Amman’da buluşan 10 ülkeden 15sendika Demokratik Arap Sendika Forumu’nukurarak anlamlı bir adım daha atmış oldu.

Forum’a, Bahreyn’den GFTU, Mısır’danEFITU, Irak’tan GFIW, Kuwait’ten KTUF,Libya’dan FLWF, Moritanya’dan CLTM, CNTM veUTM, Fas’tan CDT, CGTM ve UMT, Filistin’denPGFTU, Tunus’tan UGTT ve Yemen’den GFYWTUkatıldı. Forum’un başkanlığa Tunus UGTT adınaAbdülselam Cerat, Genel KoordinatörlüğeFilistin PGFTU adına Shaher Saed seçildi.

Cerat yaptığı açıklamada; “Demokrasiyegeçiş süreci ve devrimci mücadeleler Arapsendikal hareketinin katkılarına ihtiyaçduymaktadır. Arap Dünyası’nda herkese onurlubir yaşam sağlamak için önceliklerimiz gerçekbir demokrasi ve sosyal adalettir” dedi

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu(ITUC) Genel Sekreteri Sharan Burrow iseyayınladığı mesajda; “Güçlü ve birleşik bir ArapSendikal Hareketi, özellikle hareketin önsaflarında yer alan kadınları ve gençlerietkileyen işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk veeşitsizlikle baş edilmesinde kilit bir roloynayabilir” ifadelerine yer verdi.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, GenelKoordinatör Shaher Saed’e gönderdiği mesajda“Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da bağımsızsendikaların önündeki en önemli görevlerinbölge halklarını emperyalizmin ve baskıcırejimlerin etkisinden kurtarmak işçi haklarınasaygılı ve laik rejimleri inşa etmek olduğunu”ifade etti.

Forum’un Kuruluş Bildirgesi şöyle:

“Sendikal hareket, uzun yıllardır zor şartlaraltında işçilere ve ailelerine onurlu bir yaşamsağlamak için mücadele ediyor. Bağımsızsendikalar bölgede yoğun baskılara veayrımcılığa maruz kaldılar. Bu baskılar işçihaklarını zarar verdi, sosyal eşitsizlikleriderinleştirdi, işsizliği ve yoksulluğu arttırdı, kayıtdışı ekonomiyi ve güvencesiz çalışma biçimleriniyaygınlaştırdı.

Bağımsız sendikal hareket yeni tarihselsorumluluklarla karşı karşıyadır. Vahşi küreselkapitalizmin ve çökmüş ulusal ekonomilerinyarattığı sorunları aşmak için şimdi tabana dahayakın olmalıyız. Özellikle işçilere yönelik olağandışı baskıların görüldüğü Bahreyn ve Suriye’dedayanışmayı yükseltmeli, birliği ve ortakeylemleri güçlendirmeliyiz.

Sendika içi demokrasiye ve şeffaflığa inanandemokratik Arap sendikal hareketi Arapülkelerindeki demokratik geçisin sağlanmasındaöncü bir rol oynamak istiyor. Bu uğurdaözgürlüğe, ilerlemeye ve eşitliğe inanan diğertoplumsal güçlerle birlikte çalışmak istiyoruz.

Toplu pazarlık hakkı, sendikalara yönelik dışmüdahaleleri reddetmek, kamusal ve bireyselözgürlüklere saygı, ifade özgürlüğü ve barışçılgösteri özgürlüğü, kadın erkek eşitliği, her türlüayrımcılığın ortadan kaldırılması, gerçek sosyaldiyalog, kayıt dışı olanlar dâhil bütün işçiler içinetkili sosyal koruma önceliklerimizdir.”

“İsrail’e kalkan halka düşman Erdoğan!”

Yemen kan gölü

20 Eylül 2011 / Taksim

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Dünya Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011..

Atina’da krizin faturasını emekçilere ödetmek üzereyapılan düzenlemelere tepki büyüyor. Yeni grevkararları bir bir açıklanırken, 20 Eylül günü Atina’nındört bir yanında işçilerle emekçiler ve öğrencilereylemdeydi.

Her yerde eylem

Atina’da kamu çalışanları, yerel yönetim çalışanları,gazeteciler ile ortaokul ve lise öğrencileri protestogösterileri düzenledi.Tasarruf gerekçesiyle ERT’nin birinci kanalı ERT1’inkapatılmasını ve işten çıkarılmaları protesto edengazeteciler de ERT’nin, Agia Paraskevi’deki merkezbinası önünde gösteri düzenledi.

ADEDY üyeleri ise Atina’nın KlafthmonosMeydanı’nda bir gösteri düzenledi.

Kamu emekçilerinin maaşlarına getirilen kesintileriprotesto eden yerel yönetim çalışanları da MaliyeBakanlığı’nın önünde gerçekleştirdikleri protestoeyleminde, vergi beyannamelerini yaktılar.Atina’da, öğlen saatlerinde kent merkezindeki OmoniaMeydanı’nda toplanan öğrenciler, ellerinde “Okul, kitapve öğretmen istiyoruz”, “Füzeleri satın birkaç kitapalın” yazılı pankartlarla parlamentonun bulunduğu

Sintagma Meydanı’na kadar yürüdü. Okullardaki kitapeksikliğini protesto eden öğrenciler, okullarda kitapyerine dağıtılan CD’leri parlamentoya fırlattılar.

Yeni grevler kapıda

Hava trafik kontrolörleri de 25 Eylül’de 24 saatlikgrev, 28 Eylül’de de 12.00-16.00 saatleri arasında işdurdurma kararı aldı.

Girit Adası’nda çiftçilerin de hükümetin ve AB’ninekonomi politikasını protesto amacıyla 6 Ekim’detraktörleriyle eylem yapma kararı aldı.

Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY)üyeleri kamu kuruluşlarında yeniden yapılanma kararınıve işten çıkarılmaları protesto etmek için 6 Ekim’de 24saatlik grev kararı aldı.

İşten çıkarılmaları ve ek ödemelerin kesilmesiniprotesto eden Atina metrosu ile banliyö trenleriçalışanları 8 Eylül’de uyarı grevi gerçekleştirmişti.Sendika tarafından yapılan açıklamada hükümetin bukonudaki kararından vazgeçmemesi durumundaönümüzdeki günlerde belediye otobüsleri çalışanlarınında katılımıyla daha uzun süreli grevlerin yapılacağıbelirtildi.

Atina çalkalanıyor

İspanya’da eğitime ayrılan bütçenin azaltılması veöğretmenlerin çalışma saatlerinin arttırılmasına vebuna paralel olarak üç bin öğretmenin iştençıkarılmasına karşı ülkenin birçok yerinde yenieğitim yılı grevlerle başladı. CCOO Sendikası kemersıkma politikalarının eğitim sektörünü kapsamasını“kabul edilemez” olarak değerlendiriyorlar.

Öğretmenlerin haftalık çalışma saatlerinin 18’den20’ye çıkarılmasını ve eğitime ayrılan bütçeninazaltılmasını protesto eden CCOO’nun eğitimemekçilerine 20, 21 ve 22 Eylül’de tarihlerinde greveçıkma çağrısı yapması üzerine İspanya’daki 17 özerkyönetimin 10’undaki okullarda grev yapıldı.Madrid’deki orta öğretim düzeyindeki 320 kadarkamu okulunda görevli yaklaşık 20 bin öğretmengreve katılım sağladı. Sendika yetkilileri ilk günkügreve katılımın yüzde 80 boyutunda olduğuaçıklarken, Madrid özerk yönetimi katılımı yüzde43 olarak duyurdu.

Madrid’de bazı okulların ve Eğitim Bakanlığıbinasının önünde protesto eylemleri düzenlendi. 90bin emekçi alanlara çıktı. Gün boyunca yapılangösterilere veliler ve öğrenciler de destek verdi.

Grevin ikinci gününde yaklaşık üç yüz okuldadersliklerin boş kaldığı bildirildi. Sendika 2. günde de

greve katılımın bir hayli yüksek olduğunu ifade etti.Öğrencilerin büyük kısmının da greve destek verdiğibelirtiliyor.

İspanya’da yeni eğitim yılı grevle başladı

20 Eylül 2011 / Madrid

“Kemer sıkmapolitikalarına hayır!”

Polonya’nın Wroclaw kentinde düzenlenen ABEkonomi ve Maliye Bakanları toplantısı, ETUC’un(Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) çağrısıylagerçekleştirilen bir mitingle protesto edildi.

AB Maliye Bakanları (ECOFİN), Polonya’nın ABDönem Başkanlığı kapsamında 16-17 Eylülgünlerinde Wroclaw kentinde toplandılar. Krizinfaturasını emekçilere ödetmek için yeni saldırıplanlarını masaya yatıran AB şeflerinin bubuluşmasına karşı ETUC, 17 Eylül günü, “Kemersıkma politikalarına hayır” başlıklı bir yürüyüş vemiting düzenledi.

Polonya sendikalarından Solidarność (BağımsızÖzyönetimli Dayanışma Sendikası) ve OPZZ’un(Tüm Polonya Sendikalar Birliği) ev sahipliğindegerçekleşen ve yaklaşık 40 bin kişinin katıldığımitinge Avrupa çapından birçok siyasi örgüt vesendika da katılım gösterdi. Türkiye’den Devrimciİşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)temsilcilerinin yer aldığı mitingde, “Kemer sıkmapolitikalarına hayır”, “İstihdama ve işçi haklarınaevet!”, “Avrupa çapında dayanışmaya evet!”,“Sosyal Avrupa!” talepleri öne çıkarıldı.

Mitingde bir konuşma yapan ETUC GenelSekreteri Bernadette Segole, kemer sıkmapolitikalarının işsizliği teşvik ettiğini ve adaletsizliğiyükselttiğini belirtti. Segole, hükümetlereseslenerek, ”Sosyal Avrupa’yı hayata geçirin” dedi.

Maden işçileri açlıkgrevinde

Arnavutluk’un başkenti Tiran’ın 40 kilometrekuzeyindeki Bulgiza krom maden ocağı işçileriaçlık grevine başladı.

Ücretlerinin artırılması ve çalışma şartlarınındüzeltilmesi amacıyla açlık grevi yapan işçilergeçen ay da toplam 27 gün açlık grevi yapmıştı.Maden ocağını işleten Avusturya şirketi ACRyöneticilerinin verdiği sözler üzerine açlık grevineson vermişlerdi.

Verilen sözlerin tam olarak yerinegetirilmediğini söyleyen işçileri temsilen 10 kişi, 20Eylül günü tekrar açlık grevine başladı. Grevdekiişçiler, diğer taleplerinin yanında maden ocağımüdürünün görevden uzaklaştırılmasını daistiyorlar. Toplam 700 işçinin çalıştığı madenocağında kimse işbaşı yapmadı. Açlık grevindekiarkadaşlarını desteklediklerini belirten işçilersendikanın organizasyonunda protestogösterilerine de hazırlanıyor.

Açlık grevinin tekrar başlaması üzerine polismaden ocağında geniş güvenlik önlemleri aldı.

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Dünya26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Hem neoliberal politikalara hem sermayeiktidarına karşı mücadelenin yükseldiği GüneyAmerika ülkelerinden Şili’de, aylardan beri grev,direniş ve gösteriler devam ediyor. Mücadeleye işçisınıfı, liseli/üniversiteli gençlik ve eğitimemekçilerinin yanı sıra baskıya maruz kalan yerlilerletoplumun diğer emekçi kesimleri de katılıyor. İşçisınıfının gençlikle, gençliğin işçi sınıfıyla dayanışmasıgeleneğinin güçlü olması, Şili’deki grev, genel grev vemilitan kitle eylemlerini daha dinamik ve daha etkilikılıyor.

11 Eylül 1973’te CIA’nin planladığı faşist birdarbe ile başa geçen General Augusto Pinochet 15 yıliktidarda kalmış, ondan sonra gelen “sivil” yönetimlerise, yine darbe anayasası ve zihniyetiyle Şili’yiyönetmiştir. Bu sürede cuntanın işkenceci katillerianayasayla korunmuş, ilerici-devrimci güçler isesağcı/solcu “sivil” yönetimler tarafından hapseatılmaya devam etmiştir. Bu arada polis şiddeti veterörü de cunta döneminin zihniyetiyle icra edilmiş,neoliberal politikalarsa “sosyalist” devlet başkanlarıtarafından da sürdürülmüştür.

Sırtını emperyalizme dayayan Şili burjuvazisi ileonun devleti ve hükümetlerinin, uzun yıllara yayılanbu pervasız saldırganlığına karşı işçi sınıfı, emekçiler,gençlik ve ilerici devrimci güçler kararlılıkladirenmiştir. Son aylarda büyük bir ivme kazanan Şililiemekçilerin militan mücadelesi, bu direnişgeleneğinin bir parçasıdır.

Direniş iradesi dimdik ayakta

Sol-sosyalist mücadele geleneğinin güçlü olduğuŞili’de, 1970’te “Halk Birliği”nin “sosyalist” adayıSalvador Allende’nin devlet başkalığına seçilmesi,Washington’daki savaş baronlarını anında hareketegeçirmiş, daha ilk hafta darbe yapması için Şiliordusuna baskı yapmaya başlamışlardır. Darbeyapmayı reddeden genelkurmay başkanını katledenCIA ile Şili’deki işbirlikçileri, üç yıl süren birhazırlığın ardından ve Allende yönetiminin akıl almazhataları sonucu faşist darbe yapmayıbaşarabilmişlerdir.

Dönemin ABD Başkanı Nixon’ın Ulusal GüvenlikDanışmanı ve daha sonra Dışişleri Bakanı olan HenryKissinger, kaba bir küstahlıkla, Şili’deki yönetimin,Allende’yi seçen halkın tercihlerine bırakılmayacağınıilan ederek, faşist darbe hazırlığının sinyalinivermiştir. Pinochet darbesi ile 1970’li/80’li yıllarıkapsayan faşist cuntalar zincirinin ilk halkası CIAtarafından örülmüştür.

Başında Kenan Evren’in bulunduğu 12 Eylül 1980darbesi de bu faşist cuntalar zincirinin bir halkası idi.Faşist cuntalar, ABD emperyalizmi ile bağımlıülkelerdeki kapitalistler ve onların devletleritarafından işbaşına getirilmiştir. Bu dönememperyalistlerle işbirlikçilerinin, Şili başta olmaküzere bağımlı ülkelerin işçileri, emekçileri, ilerici-devrimci örgüt ve partilerine karşı giriştikleri azgınfaşist saldırılar dönemi olmuştur.

Pinochet dönemi vahşi faşizmle neoliberalpolitikaların iç içe icra edildiği bir dönem olaraktarihe geçti. Uruguay, Arjantin, Bolivya, Peru,Türkiye, Güney Kore ve daha pek çok ülke peşpeşe bukervana katıldı. 12 Eylül faşist darbesinin sermayenin24 Ocak “istikrar programı”nı uygulamak, ABDemperyalizminin bölgesel çıkarlarına hizmet etmek veişçi sınıfı hareketiyle ilerici-devrimci mücadeleyiezmek amacıyla gerçekleştirildiği dikkate alındığında,faşist cuntaların hangi ihtiyaçların ürünü olarak

gündeme geldikleri ve kimlere hizmet ettiklerikolaylıkla anlaşılabilir.

Şili işçi sınıfı ve ilerici-devrimci güçleri toplututuklamalara, barbarca işkencelere, katliamlaramaruz kalmış, aynı dönemde süngü zoruyla işsizlik,yoksulluk, sefillik, kölece çalışma ve yaşamakoşullarına da mahkûm edilmiştir. Ancakkapitalist/emperyalist sistemin emekçilere revagördüğü bu vahşetler Şili işçi sınıfının, emekçilerininve gençliğin direnme iradesini kırmaya yetmemiştir.Şilili devrimciler ise, ağır bir yenilgiye uğramalarınarağmen diktatörlüğe karşı mücadeleyi en zor şartlardabile sürdürme iradesi gösterebilmiştir.

Sivil yönetimlerin işbaşına geldiği “düşükyoğunluklu demokrasi” döneminde sol hatta sosyalistolduğunu iddia edenler, emekçilerin oylarıyla işbaşınagelmiş, ancak bunlar da Şili burjuvazisi ve ABD’dekiefendilerine hizmet etmekten başka bir şeyyapmamışlardır. Hem neoliberal politikaları hem polisşiddetini sürdüren “sol-sosyalist” yönetimler, faşistcuntanın ikame ettiği sistemi devam ettirmeklemükellef kılınmış, burjuvazi ve emperyalistlerindayatmalarına boyun eğerek alçaltıcı bir misyonüstlenmişlerdir.

Faşist cuntaya karşı direnmesini bilen işçi sınıfı,gençlik ve ilerici-devrimci güçler, destekledikleri“sosyalist” başkanların saldırılarına karşı da mücadeleetmesini bilmişlerdir.

Faşist cunta ile sağcı partilerin sermaye veemperyalizme hizmet ettiğini gören işçi ve emekçiler,“sosyalist” başkanların da aynısını yaptıklarınıgörünce, bu sistemden medet ummanın akıl kar-ıolmadığını fark ettiler. Nitekim bu aşamadan sonrahem burjuva partilere hem kapitalist sistemegüvenmediklerini ortaya koyan emekçiler, meşru-militan mücadele ile haklarını aramayı temel alan birmücadele hattı oluşturmaya başladılar. Cuntaya ve

sağcı/solcu düzen partilerine karşı mücadele eden işçiemekçilerle ilerici-devrimci güçler, belli kazanımlarelde etmiş, işkenceci katillerin en azından bir kısmınınyargılanıp mahkûm edilmelerini sağlayabilmiştir.Ancak bu kadarı, doğal olarak vahşi kapitalizminekonomik, sosyal, siyasal saldırılarını püskürtmeyeyetmemiştir.

Meşru-militan mücadele gerici rejimi sıkıştırıyor

Şili işçi sınıfı, liseli ve üniversiteli gençliği, eğitimemekçileri kitlesel, militan mücadele geleneğinisürdürüyor. İşçi emekçilerle gençliğin kritik herolayda birbirleriyle eylemli dayanışma içine girmeleri,bu ülkedeki toplumsal harekete dinamizm katarken,işbirlikçi burjuvaziyi ve onun devletini sıkıştırıyor.

Son aylarda gerçekleşen eylemler, hem işçiemekçilerin hem gençliğin mücadelesinin tek kanaldabirleşme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Nitekimeylemler Temmuz ayında başladığında, küstahçaaçıklamalarda bulunarak tehditler savuran rejiminefendileri, azgın polis terörüne rağmen süreklilikkazanan, dahası gençlerle işçilerin aynı anda hareketegeçmesini sağlayan kitlesel/militan eylemlerkarşısında geri adım atmak zorunda kaldılar.

Mart 2010’da devlet başkanlığı koltuğuna oturanülkenin en zengin kapitalistlerinden biri olanPinera’nın hem neoliberal politikaları uygulamasıhem hak arama mücadelesine karşı devletin zoraygıtlarını harekete geçirmesi, işçi sınıfı ve gençliksaflarında büyük bir öfkenin birikmesine nedenolmuştur. Polisle saatlerce süren çatışmalarınyaşandığı eylemlerdeki militanlık, rejime karşı birikenöfkenin boyutu hakkında fikir veriyor.

Eğitim ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi,hizmetin niteliği düşerken fiyatının sürekli

Şili’de sınıf mücadelesi ve olanaklar

Şili işçi sınıfı, liseli ve üniversiteli gençliği, eğitimemekçileri kitlesel, militan mücadele geleneğinisürdürüyor. İşçi emekçilerle gençliğin kritik her olaydabirbirleriyle eylemli dayanışma içine girmeleri, bu ülkedekitoplumsal harekete dinamizm katarken, işbirlikçiburjuvaziyi ve onun devletini sıkıştırıyor.

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Dünya Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

yükselmesi, liseli/üniversiteli gençliğin tahammülsınırlarını zorluyor. İşçi sınıfı ve eğitim emekçileri ise,yine neoliberal politikaların sonuçları olantaşeronlaştırma, düşük ücret, iş güvencesindenyoksunluk, gelir dağılımının sürekli kapitalistler lehinebozulması vb. sorunlara karşı en az gençler kadartepkililer.

Son aylarda tek kanalda birleşmeye başlayan buöfke, yüzbinlerin sokaklara çıkmasına, iki gün devameden bir genel grevin (1973’teki faşist darbeninardından ilk defa) gerçekleşmesine, sık sık yinelenenmilitan kitle eylemlerine ve direnişlere vesile olmuştur.Gerici rejimin polis şiddeti, tehditleri, tavizleri, vaatlerieylem dalgasını pasifize etmeye yetmemiştir. Zirabirtakım kırıntılara razı olmayı reddeden işçi sınıfıylagenç kuşaklar, eğitim alanında köklü reformlarınyanısıra anayasa değişikliği, emeklilik, sağlıkalanlarında iyileştirme, taşeronluk uygulamalarınınkaldırılması vb. talepleruğruna mücadele etmeyekararlı olduklarını rejiminefendilerine de hissettirmişdurumdalar.

Neredeyse 40 yıldan berineoliberal politikalarıuygulayan Şili burjuvazisi veonun devletinin bu alandaköklü reformlara gitmesi kolaydeğil. Buna karşın işçi sınıfı,genç kuşaklar ve emekçilerinde bu saatten sonrataleplerinden vazgeçmeleri dekolay değildir. Bu ise, sınıfçatışmalarının devamedeceğine, dolayısıyla Şili’ninyeni gelişmelere gebeolduğuna işaret ediyor.

İşçi emekçilerle genç kuşaklar sistemden umudunu kesiyor

Şili burjuvazisi ve onun devleti, gelinen yerde işçiemekçilerle genç kuşakları boş hayallerle avutmagücünü önemli derecede yitirmiş bulunuyor. Hem faşistaskeri cuntanın, hem sağıyla/soluyla “sivil”yönetimlerin icraatlarına tanık olan işçi emekçilerlegenç kuşaklar, giderek sistemden umudunu kesiyor. Buise, köklü, devrimci değişim isteğinin ağırlıkkazanmasını sağlıyor.

Yansıyanlar, sosyalist devrim şiarının henüzyükseltilmediğini ortaya koysa da, Allende veyaChavez yönetimlerinin benzerini isteyenlerin sayısındaciddi bir artış olduğunu ortaya koyuyor. Bu eğilim,kapitalizmden umudun kesildiğini, ancak henüz işçi

sınıfı ve müttefiklerinin devrimci isyanı ile iktidarın elegeçirilmesinin tek köklü çözüm olacağının yeterincefarkına varılmadığına işaret ediyor. Bu kadarıkapitalizmle köklü bir hesaplaşma için yeterli olmasada, işçi emekçilerle gençliğin kapitalizmden umutkesmelerinin, önemli bir gelişme olduğu gerçeğiniortadan kaldırmıyor. Sistemden umudun kesilmesi,yeni bir dünya arayışına, bu arayış ise kaçınılmazolarak sosyalizme varacaktır.

Köklü çözümün yolunu açmak devrimci önderlik boşluğunun

doldurulmasına bağlıdır

Sınıf/gençlik/kitle hareketinin vardığı düzey, birsistem olarak kapitalizmin, toplumun önemli bir kesiminezdinde gayr-ı meşru duruma düşmesini sağlamışgörünüyor. Son kamuoyu araştırmaları, Şili halkının

yarıdan fazlasının sadeceburjuva partilerden değil,sistemden de umut kestiğiniortaya koyuyor. Bu durumişçiler, gençler ve emekçilersafında sistem dışı çözümarayışının gündemde olduğunaişaret ediyor.

Bu noktada ilerici-devrimciparti veya örgütlere, sınıfaönderlik etme noktasında özelbir rol düşüyor. Ancakyansıyanlardan, Şili’de militankitle hareketine önderlik etmeiddiası ve pratiği sergileyendevrimci bir parti olmadığıanlaşılıyor. Komünist partisinin

militan ve üyelerinin eylemlere aktif katılımınarağmen, bu partinin harekete önderlik etme iddia veiradesinden yoksun olduğu belirtiliyor.

Mücadelenin kitleselliği, sergilenen militan duruşve işçi sınıfının oynadığı rol Şili’deki Amerikancırejimi zorlayacak düzeydedir; bununla birlikte en zayıfyanı devrimci önderlikten yoksun olmasıdır.Mücadelenin bu aşamasında belli kazanımlaraulaşılabilse de, bu kadarı henüz sistemle köklü birhesaplaşma için yeterli değil. Bunun için işçi sınıfınındevrimci partisinin bayrağı altında birleşip, gençkuşaklarla emekçilere öncülük etmesi gerekiyor.Sınıf/kitle hareketinin dinamikleri ile Şili’dekisosyalist/komünist birikim devrimci önderlikmisyonunun hakkını verecek bir partinin yaratılmasıiçin gerekli zemini sağlayacak niteliktedir. Hareketkırılmadan bu alandaki zaaflarını aşabilirse, LatinAmerika’daki “sosyalist dalga” yeni boyutlarkazanacaktır.

Tahrir ruhu WallStreet’te

Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının isyan ruhuABD’ye sıçradı. ABD’nin New York kentinde, “parahırsı, yolsuzluk ve sosyal bütçe kesintilerini”protesto eden yüzlerce genç 17 Eylül günüemperyalist-kapitalist sistemin sembol caddesiWall Street yakınında gösteri yaptı.

Mali sistemin zenginleri ve güçlüleri kayırdığını,seslerinin duyulmadığını bildiren çoğunluğunugençlerin oluşturduğu göstericiler, New YorkMenkul Kıymetler Borsasının bulunduğu caddeyiişgal etmeye ve burada kamp kurmaya çalıştılar,ancak Wall Street’in tüm girişleri ve en büyükAmerikan bankalarının merkezlerinin yer aldığıkomşu sokakları kapatan polis buna izin vermedi.

Anarşist gruplar ve online dergilerinAdbuster’ın çağrısıyla toplanan gençler, WallStreet’i “Amerika’nın Tahrir Meydanı” yapmakistediklerini belirttiler. Sayıları 700’ü bulan çoğusırt çantalı ve uyku tulumlu gençler New YorkBorsasına bir kilometre mesafede kampkuracakları yer aramaya başladılar.

22 yaşındaki felsefe öğrencisi Julia River Hitt,“Bu patronların para hırsına karşı bir gösteri, WallStreet’e geldik, çünkü burası patronlarınçürümüşlüğünün sıfır noktası. Buraya artıkcanımıza tak ettiğini söylemeye geldik, artık bunatahammül etmeyeceğiz” diye konuştu.

Göstericiler, “Yolsuzluk bitsin”, “Bütçekesintisine son”, “New York Wall Street’in parahırsına hayır diyor” yazılı pankartlar taşıdılar.

Macaristan mücadeleyehazırlanıyor

Macaristan’da sosyal mücadeleninyükselmesinden korkan hükümet sendikalaramiting yasağı getirdi. Ekonomik önlemler paketinekarşı sendikaların aylardır devam eden hazırlıkgörüşmelerinin ardından oluşan “birlikplatformunun” protesto mitinglerine izinverilmedi.

Farklı siyasi görüşlere sahip 70 sendikal örgüt,sendikal ve sosyal haklar için birlikte hareketetme kararı almıştı. Örgütler 29 Eylül - 9 Ekimtarihleri arasında Budapeşte’nin 12 farklımeydanında protesto gösterisi yapmak için polisebaşvurmuştu.

Miting talebine izin verilmemesine gerekçeolarak, gösterilerin “şehirde trafik ve ulaşımgüvenliği için tehlike oluşturması, kargaşayaratması” gösterildi.

Sendikalar ise polisin tavrının politik olduğunubelirterek 29 EYlül’de parlamento önünde mitingdüzenlemek, sürekli oturma eylemi yapmak veBudapeşte’nin bazı parklarında “protestokoşuları” düzenlemek için de mahkemeyebaşvurdular. Yargı kararı sonucu sendikalar, 29Eylül’de parlamento binası önünde büyükmitinglerini gerçekleştirebilecekler.

İş, ücret ve emeklilik haklarını korumak içinüyelerini meydanlara çıkaran sendikaların bumitinginin ülkede son 25 yılda düzenlenen enbüyük gösteri olması bekleniyor.

Macaristan hükümeti, 2012 yılında ortayaçıkması muhtemel bütçe açığını karşılamakamacıyla birçok vergi oranını arttırdı.

Mücadelenin kitleselliği,sergilenen militan duruş veişçi sınıfının oynadığı rol

Şili’deki Amerikancı rejimizorlayacak düzeydedir;

bununla birlikte en zayıfyanı devrimci önderlikten

yoksun olmasıdır.

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Yalnızca Latin Amerika’nın ve ispanik şiirin değil,dünyanın en büyük ozanlarından olan Pablo Neruda 23Eylül 1973’te yaşamını yitirdi. Asıl adı Neftali RicardoReyes Basoalto’dur. Genç yaşlarda okuduğu ve çoksevdiği Çek öykü yazarı Jan Neruda’dan etkilenerekPablo Neruda ismini alır. Babası demiryolu işçisidir.Bir öğretmen olan annesini henüz bir yaşındaykenkaybeder.

Gençlik dönemi

Şili halkının yoksul yaşamı ve kavgası, ormanlarla,sert ve yüksek dağlarla kaplı Şili’nin doğası yaşamındave şiirinde çok önemli bir yer tutar. Şili iklimi gibi,Neruda’nın yaşamı da sert çatışmalarla, direnişledoludur. Erken bir dönemde kazandığı ozan duyarlılığıonu gitgide yaşadığı çağın ve içinde bulunduğutoplumun sorunlarına karşı da duyarlı hale getirir. Amapolitikleşmesi ve mücadeleye bir nefer olarak dahailerden katılması acı deneyimlerden sonra gerçekleşir.Ve katıldığı, soluğunu ve tüm bir yaşamını kattığımücadeleden asla kopmaz.

Çok okuma, iyi bir gözlemci olma sayesinde şiirleerken bir yaşta tanışır. 1917-1920 yılları arasında ilkşiirlerini kaleme alır.Neruda daha gençyaşlarda Şili’de isminiduyurmaya başlar.1921’de okumak içingittiği Santiago’daetkinliklerine katıldığısolcu Öğrenci Birliği’nindüzenlediği şiiryarışmasında birinci olur.Sol düşüncelerle ilk kezburada tanışır. 1924’tekazandığı bir şiiryarışmasının karşılığındaüç yıl Fransız edebiyatöğrenimi gördükten sonragazeteci olarak çalışmayabaşlar. Elindeki eşyalarısatarak ilk şiir kitabını(Akşam Alacası) 1923’te yayınlar. Ona asıl ünkazandıran eseri ise bir yıl sonra yayınladığı Yirmi AşkŞiiri ve Umutsuz Bir Şarkı kitabıdır. Lirik bir aşköyküsü tadında kaleme aldığı bu şiirler, hala dadünyanın en çok okunan şiir kitapları arasındadır.(Yalnızca Şili’de iki milyon adet baskı yapmıştır.)

Ülkesinden uzaklarda arayışlarla geçen ilk yıllar

1927-1933 yılları arasında Güneydoğu Asya’da(Birmanya, Seylan, Kalküta, Java) konsolosluk göreviyapar. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden budönemi ömrünün “en çok acı veren dönemi” olarakniteler. Tanık olduğu sömürgecilik, yoksulluk,uyuşturucu ve yozlaşma girdabındaki Asya halklarınınçektiği acılardır. Bu sıralarda aşk acısı da yaşamakta,her şeye bir anlam kazandırmaya çalışmaktadır.‘Yeryüzünde Konaklama’ adlı iki ciltlik şiirini budönemin sonunda yayınlar. Bu eseriyle birlikte, ilk

dönem şiirlerinde görülen melankoliyi bir kenarabırakıp yaşamın acılarının dolaysız anlatımına verirkendisini. Bu dönem şiirlerindeki arayışlarla olgunlukdöneminin kapısını aralar.

Faşizme karşı mücadele

Fakat şiir anlayışında asıl sıçramayı ve bu aradagerçek anlamda siyasallaşmayı 1934’te gittiğiİspanya’da yaşar. Daha doğrusu, İspanya’da iki temelkaynak, hem şiir anlayışı hem de yaşamı üzerinde çokgüçlü etkiler bırakır. Birincisi, biçemini daha dageliştirmesinde, kendilerini “1927 Kuşağı” olarakadlandıran sembolizm, sürrealizm ve fütürizmetkisindeki bir toplulukla ilişkiye girmesi, İspanyoledebiyatı ve sanatında iz bırakan Lorca ve Alberti gibibirçok sanatçıyla tanışmasıdır. İkincisi ise, en çoksevdiği sanatçı dostlarından bir kısmınıkaybettiği İspanya İç Savaşı’na tanıkolmasıdır. Tanık olmaz yalnızca, aynızamanda taraf da olur. Bu aynı yıllarda özannesi kadar sevdiği üvey annesini vedostlarını kaybetmenin acısıyla şöyle

yazar: “göçüp gittiler

içimde, bir yanım artıköksüzdür diğer yanım halk cephesi”

Görevinden alınmasını dertetmeksizin Halk Cephesi’nidestekler, Franko faşizmine karşıverilen direniş, o ana kadar adetaruhunda uyuyan çığlığı isyanadönüştürür. Lorca gibi sevdiğişairlerin, sanatçılarınkatledilmesiyle boğazınadüğümlenen acı dolu çığlık,faşizme karşı duyduğu nefret veöfke ile bir patlamaya dönüşür;politik şiirin en etkili, en güzelürünleri çıkar ortaya. Oğulları

Öldürülen Analara Ağıt gibi yetkin şiirlerinin debulunduğu Yürekte İspanya adlı kitabı bu döneminürünüdür.

1937’de Halk Cephesi yenilince İspanya’dansınırdışı edilen Neruda, Paris’te İspanya halkınısavunmak için komitelerin kurulmasına destek olur. Enverimli çağında politik bir şahsiyettir artık. Sonralarıpolitikaya bu kadar geç adım attığı için kendisinisorgulayacaktır.

1940’tan 1943’e kadar bu kez Meksika’dadiplomatlık yapar. Orada, Latin Amerika sanatınınOrosco, Rivera gibi parlak isimleriyle dostluk kurar. Birtaraftan da Latin Amerika kültürünün izlerini sürer.1941 yılında, burada bir Nazi’nin saldırısına uğrar.Tıpkı Nazım gibi o da, faşizmin yenilmesi için kaleminikeskinleştirir. ‘Stalingrad Şarkısı’ adlı şiiri afişlerebastırılıp Meksika duvarlarına asılır.

Halkın temsilcisi bir ozan

1945’te Şili Komünist Partisi’ne girerek senatör

olur. Maden işçilerinin, yoksul köylülerin temsilciliğiniyapar mecliste. Meydanlarda okuduğu şiirleriyle desavunur, temsil ettiği emekçi halkı:“yukardaki maden ocaklarından seçildim, senatoya geldim, oturdum ant içtim üstlerinden kibarlık akan baylarla. ‘Ant içerim’, ama, boştu, kanlarıyla değil, kravatlarıyla ant içerlerdi; sesle, dille, dudaklarla, dişlerle ant içerlerdi, ama burda kalıyordu antları”

Geniş bir halk oyu ve bu arada Şilili sol güçlerindesteğiyle başkan seçilen Gonzales Videla, halkaverdiği sözlere ve ettiği yemine ihanet etmesi üzerineNeruda’nın eleştiri oklarının hedefi olur. Videla’ya açıkbir mektup yazar. Bunun üzerine 1948’de devletdüşmanı ilan edilir ve hakkında tutuklama kararıçıkarılır. Susmaz, bu kez ‘Suçluyorum’ adlı ünlünutkunu kaleme alır.

Arjantin’e kaçmadan önce Şili’de bir kaçaklıkdönemi yaşar. Şilili emekçiler bu dönem boyunca onuevlerinde saklarlar. Neruda sürekli yer değiştirir ve buarada Şili şarkısı adını vermeyi düşündüğü bir eserüzerinde çalışır. Çıkış noktası Şili ve Latin Amerika’dır.Amacı, yaşadığı topraklara ait bir şiirsel yapıtvermektir. Kaçak olmasına rağmen bol bol araştırır.Şili’nin, Amerika’nın tarihi ve geleneklerini inceler.Kendi deyimiyle, misafir olarak ağırlandığı her evdemutlaka ilgi alanına giren kitaplar bulur. Yanısıra halklasürekli içiçedir ve yazılı olmayan, söylenceye dayalızengin repertuarından da beslenir. Yoksul emekçihalkın bir lokma ekmeklerini onunla bölüşmesi,başlarına geleceklerden korkmadan, üstelik gururla onusaklamaları, onun Şili ve Latin Amerika sevgisinin ana

Devrimci sanatçılar28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

Kavgamıza soluk katan bir ozan:

“Şili’nin en büyük yüreği”Neruda kavgamızda yaşıyor!

Şili halkının yoksulyaşamı ve kavgası,

ormanlarla, sert ve yüksekdağlarla kaplı Şili’nindoğası yaşamında ve

şiirinde çok önemli bir yertutar. Şili iklimi gibi,

Neruda’nın yaşamı da sertçatışmalarla, direnişle

doludur.

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

kaynağına sürekli dönmesine, sürekli buradanesinlenmesine katkıda bulunur. Ama bu hiçbir şekilde,dar yerel ya da ulusal sınırlara sıkışmış bir halk sevgisiolarak kalmaz, genişler, büyür ve kollarıyla tümdünyayı, tüm halkları kucaklar.

Mitleri, gelenekleri, tarihi ve doğasıyla zenginyerel-kültürel-doğal bir miras ile yıllardır çeşitlibiçimler altında süren sömürgeciliğe, baskıya,sömürüye karşı destansı bir toplumsal mücadele tarihi;yerellik ile evrensellik; tüyden hafif sevda sözleri ilepatlayan bir volkanın ağzından dile gelen öfke!.. Hepyanyana, içiçe, birarada dururlar. Ve bunları kendiyaşamında, kendi şiirinde yoğuran marksist dünyagörüşü ve maddeci bir sanatsal duyarlılık! Neruda’nınşiiri, yatağını genişleterek akan ama bu arada verimlikollar da çıkaran bir nehir gibidir.

Gezginlik yıllarında olgunlaşma

Arjantin’den sonra bir süre Batı Avrupa’yı,Macaristan, Polonya, İtalya, Sovyetler Birliği’ni veÇin’i dolaşır Neruda. Kuşkusuz bu kez resmi birgörevi yoktur. Gittiği her yerde daha özgürdür veşairliği kadar politik kimliğiyle de kendisiniortaya koyar. Paris’te toplanan DünyaBarışseverler Kongresi başkanlığına seçilir.Politik ilişkilerini genişletir. Neredeyse tümdünyayı dolaşmıştır. Böylece aslında Şili şarkısıolarak başladığı çalışmasını bu gezideneyimleriyle daha da zenginleştirerekEvrensel Şarkı adıyla 1950’de tamamlar.

Yalın, duru ve yoğun bir şiire doğru

1952’de Şili’ye geri döner. Bu dönemin Nerudaşiirleri arı ve duru bir dille yazılmış yalın şiirlerdir.Dilin dolambaçlı ve simgesel anlatımından buuzaklaşma, daha basit gibi görünen fakat daha derineinen ‘anlam’a yoğunlaşan şiirler çıkarır ortaya. Daha azsözcük daha yoğun bir anlam ve daha yalın biranlatımla sürdürür Neruda arayışını. ‘KaptanınDizeleri’ ile başlayan bu yeni tarz, Neruda’nın ençok eser verdiği döneme denk düşer: TemelÖvgüler, Üzümler ve Rüzgar, Yeni Temel Övgüler,Taşkın Dalga vd...

Pablo Neruda, 1960’ta Küba’yı ziyaret eder. Kübadevrimi için ‘Parlak Başarıya Şarkı’ şiirini yazar.

Bu gezginlik dönemlerinde Nazım Hikmet’le detanışır Neruda. Onunla kurduğu dostlukta, bu iki ozanınbenzer yanlarının payı çoktur. Her ikisi de hemenhemen aynı yaşlarda şiire başlar, aynı yaşlarda ilkeserlerini verir. Her ikisi de halkına, yaşadıklarıtopraklara son derece bağlıdır. Her ikisi de sürgünlüğü,baskıyı yaşamıştır. Her ikisi de kavgadan aslakopmamış, en güzel kavga şiirlerini yazmıştır. Bugünher ikisi de dünyanın önde gelen iki büyük ozanıolarak, dünya halkları tarafından aynı biçimdesahiplenilmektedir. Bir antoloji kitabı hazırlayacakolsanız ve sadece 10 tane şair alacak olsanız bu kitabaNâzım Hikmet’i alır mıydınız?” sorusuna “Bir tane şairde koyacak olsam kesinlikle Nâzım Hikmet’ikoyardım” diyecek kadar değer verir Neruda, Nazım’a.

Bir faşist darbe daha

1969 yılında Şili Komünist Partisi tarafından başkanadayı gösterilmek istenir. Fakat Neruda, SalvadorAllende’nin lehine adaylıktan çekilmeyi ve Allende’yidesteklemeyi daha uygun görür. 1970 yılındaAllende’nin, Halk Cephesi adayı olarak başkanseçilmesinin ardından Neruda, Fransa’ya büyükelçiolarak atanır. 1971’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layıkgörülür.

Şili’de işbaşına gelen halkçı hükümet daha iş başınagelir gelmez, ABD destekli gerici sınıfların ve faşist

muhalefetin hedefi haline gelir. Allende, izlediği halkçıpolitikalarla daha çok tepki çekerken sokaklarda faşistsaldırılar tırmanmaya, Allende hükümeti üzerindebaskılar artmaya başlar. Özellikle yabancı şirketleriulusallaştırmaya dönük çıkarılmak istenen yasalar,ABD’nin darbe hazırlıklarını hızlandırmasının dabaşlangıcıdır. Bu sıralarda Neruda, Nixon’u DevirmeyeÇağrı ve Şili Devrimine Övgü adlı bir kitap yazarak,içerde ve dışarda artan saldırılara karşı direnişe güçkatmaya çalışır, herkesi destek olmaya çağırır: “Nixon,namussuzlukta, kendinden öncekilerin bütüngünahlarını bir araya getirmekte. Şili devrimini yalnızbırakmak, yok etmek için ekonomik ablukayı ouyguladı. Bunu sağlamak amacıyla, ITT#146;ninzehirli casus ağı gibi, kimi zaman maskeleri düşmüşçeşitli aracılar kullandı. Terörizmin en azılıdüşmanıyım. Ama başka çıkış yolum yok; halkımındüşmanlarına karşı, şarkım bir Araucania taşı gibisaldırgandır, serttir. Koruyun kendinizi, fırlatıyorumşarkımı!”

11 Eylül 1973’te Pinochet kuklasınınyönetimindeki askeri faşist

cunta kanlı bir kıyıma

başlar. Allende başkanlık sarayında kuşatılır. Onurlu birdireniş sergileyerek teslim olmayı reddeder vekatledilir. O sıralarda Neruda Şili’dedir ve kanserlecebelleşmektedir. Yakınları Allende’nin katledildiğiniondan gizlerler. Faşist cunta ağır hasta olduğu içinNeruda’ya dokunmak istemez, kendi halinde ölmesinibekler. Fakat hakkında bir gözaltı kararı çıkarmaktan dageri kalmaz. Kaldığı yer kuşatma altına alınmış, evibasılmış, tüm eşyaları yağmalanmıştır. Neruda’nınhasta bedeni buna ancak birkaç gün dayanır, 23 Eylül1973’te hayata gözlerini yumar.

*** Neruda bol ödüllü bir ozandır. 1950’de Picasso ile

birlikte Dünya Barış Ödülü’nü, 1953’te StalinÖdülü’nü ve 1971’de ise Nobel Edebiyat Ödülü’nükazanır.

Dünya halklarının, ezilen, sömürülen işçi veemekçilerin yüreğinde, bilincinde ve kavgasındayaşıyor olmak ise, onun gibi ozanların kazandığı vekazanmayı hak ettiği en büyük ödüldür.

Onların bize bıraktığı mirasa sahip çıkmak, sınıfsız,sömürüsüz bir dünya için kavgaya sahip çıkmakdemektir!

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011 Devrimci sanatçılar

20 Eylül1985

tarihindeyitirdiğimiz RuhiSu, ölümünün

üzerinden geçen25 yıla rağmen

kendini halkınaadamış devrimci bir

ozan olarak

hafızalarımızdaki yerini koruyor. Ruhi Su’nun devrimdavasına adanmış “ezgili yüreği” burjuvazininçürümüş ve kokuşmuş düzenine inat aradan geçen onyıllara rağmen ilerici ve devrimciler şahsındayaşamaya devam ediyor.

1912 yılında Van’da Ermeni bir ailenin çocuğuolarak dünyaya gelen devrimci ozan Ruhi Su, annesinive babasını hiç tanıyamadı. 10 yaşına dek ona sahipçıkan yoksul bir ailenin yanında kaldı, daha sonrakieğitim yaşamı öksüzler yurdunda ve yatılı okullardageçti.

Öksüzler yurdunda tanıştığı müzikle emekçilerinacılarını ve isyanını birleştirdi. Halkın ezgilerini devrimdavası için seslendirdi. Önce Müzik ÖğretmenOkulu’na girdi, daha sonra Devlet Konservatuarı’ndaŞan bölümünde eğitim gördü. Bir süre müziköğretmenliği yaptıktan sonra opera sanatçısı olarakçalışmaya başladı.

Aldığı batı müziği eğitiminin yanında, hiçbir zamantürkü söylemekten vazgeçmeyen devrimci ozan,konservatuvarda aldığı eğitimle türküleri ustacayorumlayarak kendine özgü tarzını yarattı. O kendineözgü sesi ve tarzıyla Pir Sultanlar’ı, Karacoğlanlar’ı,Nesimiler’i ve daha nice halk ozanını günümüzetaşıdı. Türkülere sevdası, onu Anadolu’nun türküleriniderlemeye, Nazım’ın şiirlerini bestelemeye itti.

Ruhi Su, örgütsüz bir sanatçı olarak devrimdavasının savunulamayacağını biliyordu. Bu yüzdentüm yaşamını devrim davasına adamayı seçti. 1950’liyıllarda devletin “komünist avı” sırasında gözaltınaalındı, işkence gördü ve 5 buçuk yıl zindanda kaldı.Opera sanatçılığı ve hocalık görevi devlet tarafından

sona erdirildi. Zindan hayatının ardından ise sefaletiçindeki sürgün yılları başladı, kara listeye alındı.Konser vermesi, plak çıkarması ve program yapmasıyasaklandı.

1960’ta İstanbul’da Taksim Belediye Gazinosu’ndasahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da halk türkülerinikaydedip arşivleme görevini üstlendi. Bu aradaradyoda da “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor”adlı radyo programı yaptı. Bu programlardan birindesöylediği “Serdari halimiz böyle n’olacak? Kısa çöpuzundan hakkın alacak” türküsü nedeniyle radyodakiişine son verildi.

Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzündenaleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybedensanatçı, türküleri derleyip yeniden yorumlama işinekendi başına devam etti. 1975’te Sümeyra Çakır’labirlikte Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978’den sonraürettiği kasetlerle halk müziğinin yaygınlaşmasınısağladı.

12 Eylül askeri faşist darbesine denk gelenhastalık sürecinde yurtdışında tedavi görmesiengellenen Ruhi Su, ilerleyen hastalığı nedeniyle 20Eylül 1985 tarihinde yaşamını yitirdi. Ruhi Su’yuzindanlara atan, ilerleyen hastalığının tedavisiniengelleyen 12 Eylül cuntası O’nun emekçilerle olanbağını koparamadı. Devrimci ozanın cenazesi deyaşamı gibi görkemliydi. Ruhi Su’nun cenaze töreni,12 Eylül askeri faşist darbesinin ardındangerçekleştirilen en büyük ve görkemli gösterilerdenbirine tanıklık etti.

Devrimci ozan Ruhi Su, bugünün yoz kültürününtemsilcilerine ve sahte sanatçılarına karşı halaaramızda, hala işçilerin ve emekçilerin haklımücadelesinin yanı başında.

Devrim ve sosyalizm mücadelesine olan inancıylahalkın ezgilerini dillendiren devrimci ozan Ruhi Su,sanatın bir “eylem” olduğunu söyledi ve böyle yaşadı.O, düşüncesini de sevgisini de sanatında ortayakoydu. Devrimci ozan olarak sanatı bir eylem aracıydı.

Ruhi Su, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemitaşıyan “ezgili yüreğiyle” sömürü düzenine karşısöylediğimiz marşlarda, türkülerde yaşamaya devamediyor, edecek...

Yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesineadamış devrimci ozan Ruhi Su’nun anısı önünde birkez daha saygıyla eğiliyoruz.

Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Karadedeniz’de HES projelerininbitmesiyle beraber vadi içlerine veyerleşim yerlerine yakın mesafelereyüksek gerilim hatları birer birerdikilmeye başladı.

Karadeniz İsyandadır Platformu, rantuğruna, yaşama can veren sularınborulara aktarılarak vadilerin ölüme terkedilmesi yetmiyormuş gibi bu defayüksek gerilim hatlarının yaşamalanlarına konuşlandırılarak halkın kankanseri, lenf kanseri ve beyin tümörü gibihastalıklara yakalanmasında bir sakıncagörmediğine dikkat çekerek bir eylemgerçekleştirdi.

Gerilim hatları ile ortaya çıkan kanserriskinin yüzde yetmiş olduğu bilgisiniveren platform, gerilim hattı ile her 100kişiden 70’inin kansere yakalanma riskialtında olduğunu söyledi. “Bu asla ihmaledilmeyecek tüyler ürpertici birrakamdır” dedi.

Rize’de protesto

Bu kapsamda Rize Çayeli İlçesi SenozVadisi’nde protesto gösterisi düzenleyenköylüler, yüksek gerilim hattı direğinihalatla çekerek yıkmaya çalıştı. Enerjiiletim hattı altında kalan arazileri içinücret ödeneceği gerekçesiyle gönderilen‘Pazarlığa çağrı’ mektuplarını yaktı.

Santral binasına yürümek isteyenköylüler ile yolu kesen Jandarma ekipleriarasında tartışmalar oldu.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AnaBilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nunKocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahimKaraosmanoğlu hakkında açtığı dava 15 Eylül günüKocaeli Adliyesi’nde görüldü. Hamzaoğlu, Dilovası veKandıra halkının zehirlendiğini belirten araştırmasınıaçıklamasının ardından kendisine “şarlatan’’ diyenKaraosmanoğlu hakkında hakaret davası açmıştı.

Karaosmanoğlu kıvırdı

Karaosmanoğlu, savunmasında Onur Hamzaoğlu’na“şarlatan” demediğini, Hamzaoğlu’nun yaptığı işe“şarlatanlık” dediğini söyledi. Hamzaoğlu’nun şovamaçlı böyle bir açıklama yaptığı suçlamasıylasavunmasına devam eden Karaosmanoğlu,Hamzaoğlu’nun çalışma raporunu ilgili kurumlaravermediğini iddia etti.

Hamzaoğlu davaya konu olan 2005 yılından bu yanayaptığı çalışmaların tamamını ilgili kurumlara verdiğinive yaşanan sağlık sorunlarının çözümü için hareketegeçilmesini talep ettiğini söyledi. Çözüm önerilerininhayata geçmediğine dikkat çekerek 2010 yılında bölgedekurulacak çelik fabrikası sebebiyle halkın kaygılarıolduğunu ve bu sebeple bu zamana kadar yaptığıçalışmaları kamuoyuyla paylaştığını söyledi.

Bir sonraki duruşma 24 Kasım’a erteledi. Duruşmanın ardından Hamzaoğlu’na destek veren

emek ve meslek örgütleri ile akademisyenler tarafındanbir basın açıklaması yapıldı. 9 Eylül Üniversitesi ÖğretimGörevlisi Cem Terzi, KESK Genel Başkanı Lami Özgen,DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Cancı ve TTB GenelSekreteri Feride Aksu Tanık dava sonrasındaaçıklamalarda bulundu.

Çevre30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/36 * 23 Eylül 2011

“Şarlatan” davasında 2. duruşma

Posco’ya kefenli tepkiİzmit’te Alikahya Mahallesi’ne kurulacak

olan demir çelik fabrikasına karşı emekçilerintepkisi büyüyor. Posco isimli fabrikaya karşıkefenli protesto eylemi gerçekleştirildi.

Asım Kibar Organize Sanayi Bölgesi’nekurulması planlanan Güney Kore kökenliPosco demir çelik fabrikasını protesto etmekiçin Kandıra civar köylerinden otobüslerlekatılım sağlandı. Eyleme MMO Kocaeli Şubesi,Halkevleri, EMEP, CHP, BES Kocaeli Şubesidestek verdi.

Çalışmaların sürdüğü fabrika alanınınçevresindeki polis ablukası dikkat çekti.

Eylemde kadınlar ve çocuklar katılımınağırlığını oluşturdu. Eylem programı BESKocaeli Şube Başkanı Akın Şişman’ınkonuşmasıyla başladı.

Traktör kasası üzerine kurulan halkkürsüsü ile emekçiler neden fabrikayıistemediklerini anlattılar. Kürsüde ilk sözüalan Alikahya Mahallesi’nden AliParlak mahallede zehir saçacak fabrikaistemediklerini söyledi. Parlak, “SadecePOSCO’yu ve yetkililerini dinlerim amamahallemi zehirleyecek fabrikayı inşaetmelerine izin veremem” dedi.

TTB Kocaeli’ye el attıTürk Tabipleri Birliği (TTB), Kocaeli

bölgesindeki çevre kirliliği konusunda birrapor hazırlayarak sempozyum düzenleyecek.

TTB Merkez Konseyi tarafından yapılanaçıklamada, İzmit’in Dilovası ilçesinde kanserölümlerinin, Dünya ve Türkiyeortalamasından yaklaşık 3 kat daha fazlaolduğu belirtildi.

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun bu bölgede9 yıldır çalışma yürüttüğü belirtilenaçıklamada, şu ifadelere yer verildi:

‘’Hamzaoğlu, ne yazık ki baskı, soruşturmave ceza tehdidiyle karşılanmaktadır. KocaeliÜniversitesi Rektörlüğü tarafından Prof. Dr.Hamzaoğlu soruşturulmaktadır. Üsteliküniversite Etik Kurulu da bir soruşturma süreciyürütmektedir. TTB olarak Kocaelibölgesindeki çevre kirliliğinin yol açtığı halksağlığı sorunlarının ve ülkemizin biliminsanlarının akademik özgürlüğününsavunucusu olacağımızı bir kez dahakararlılıkla iletiriz.’’

Karadeniz’de yüksek gerilim var

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-36

Avukatların İstanbul Çağlayan Adliyesi’negirişlerinde arama dayatmasına maruz kaldıkları içingerçekleştirdikleri eylemleri kazanımla sonuçlandı.

Çağdaş Hukukçular Derneği, birkaç haftadırgerçekleştirdiği eylemlerle Avukatlar Kanunu’naaykırı bir biçimde arama yapılmasını protestoediyordu. 20 Eylül günü Çağlayan’da bulunanİstanbul Adalet Sarayı önünde yapılan basınaçıklamasında da bu konu ele alındı. Avukat AliŞafak, avukatlık mesleğine yönelik kapsamlısaldırıların bir parçası olan uygulamalara dikkatçekmek, mesleklerini korumak ve savunmak içineylemde olduklarını söyledi.

Soruna dikkat çekmek için gerçekleştirdiklerieylemlere özel güvenlik ve polis barikatı, tehdidi vesaldırısıyla engellenmek istediğini belirten Şafak, buuygulamanın Adalet Bakanlığı ile Türkiye BarolarBirliği arasında 2 Mayıs 2011 tarihinde imzalananprotokole dayandığı bilgisini verdi. Şafak şunlarısöyledi: “Türkiye Barolar Birliği’nin avukatlığa,avukatlık mesleğine yönelik yanlış tutumuna,

avukatlık mesleğinin tam eksiksiz yürütülmesi içingerekli ilkelere aykırı düzenleme yapılmasına ortakolmasına avukat kamuoyunu dikkatini çekerken, diğeryandan TBB’nin bizim adımıza, avukatlar adına, builkelerden vazgeçme yetkisinin bulunmadığınıbelirtmek isteriz”

Yargıyı vesayeti altına almaya çalışan AdaletBakanlığı’nın avukatlık mesleğini TBB aracılığı ilevesayeti altına almasına izin vermeyeceklerinisöyleyen Şafak’ın açıklamasının ardından avukatlarçantalarını x-ray cihazlarına sokmadan sadecekartlarını göstererek içeri girdiler.

Direnerek kazandılar

İçeride bir konuşma yapan Çağdaş HukukçularDerneği İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay, bundansonra sadece kimliklerini göstererek girişyapacaklarını ve hiçbir biçimde çantalarınıgöstermeyeceklerini ve mücadelelerinin kazanımlasonuçlandığını ifade etti.

Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleriyleilgili davalarda erkek egemen düzeni aklayankararlara imza atan hakim ve savcılar bu kez daha daileri gitti.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca(HSYK) organize edilen ‘yargının hızlandırılması vesorunların tespit edilmesi’ amacıyla yapılantoplantılarda hâkim ve savcılar adına kadına yönelikşiddet, tecavüz ve kadın cinayetlerine arka çıktılar.İş yükünün azalmasına yönelik öneriler arasındatecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsüyle evlenmesihalinde davanın düşürülüp işgücünün azaltılması dayer alıyor.

Toplantılara katılan hakim ve savcılardan gelenöneriler ‘Yargıda Durum Analizi’ isimli raporda

toplandı. Raporda, kadına yönelik şiddetle ilgiliönerilerden bazıları şöyle: “Adli Tıp’tan cinselsuçlarla ilgili daha hızlı rapor alabilmek için ‘bedenve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı’ araştırmasıyerine sadece ‘beden sağlığının bozulupbozulmadığı’ araştırılmalı. 15 yaşından küçüklerekarşı rızaen cinsel ilişki suçlarının ceza miktarlarıdüşürülmeli, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 434.maddesindeki uygulama yeniden hayatageçirilmeli.”

(Yürürlükten kaldırılan bu madde kaçırılan veyaalıkonulan kadının evlenmesi halinde kocahakkındaki cezanın 5 yıl ertelenmesini öngörüyor.Ayrıca söz konusu madde mağdurun tecavüzcüsüyleevlenme maddesi olarak yoğun şekilde tartışılmıştı.)

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Avukatlar kazandı!

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi,“Kadına yönelik şiddet raporu”nu kamuoyunaduyurdu.

Raporun hazırlanması sırasında kadınörgütlerinin yaptıkları araştırma ve incelemeçalışmaları ve basın-yayın organlarında çıkanhaber ve makalelerden yararlanıldığı bilgisiniveren İHD İstanbul Şube Yöneticisi Ümit Efe,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nınTürkiye’de kadına yönelik hak ihlalleri ileilgili hiçbir verinin bulunmadığını belirterekkendilerine bilgi vermediğini belirtti.

Bu bilgilendirmenin ardından rapora dairverilen sunan Efe, 2011’in ilk 8 ayında 143kadının öldürüldüğünü, 76 kadının canakasteden saldırı sonrasında yaralandığını,mahkemelere intikal eden 82 tecavüzvakasının yaşandığını dile getirdi.

Devlet yetkililerinin bu sürece olanduyarsızlığı nedeni ile gerekli olan toplumsalkorumanın kurumsallaştırılamadığınısöyleyerek konuşmasına devam eden Efe,yapılan yasal düzenlemelerin mevcutuygulamada bir karşılığı olmadığına dikkatçekti.

Efe, son 7 yıl içinde kadın cinayetleri,tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarındayüzde 38’lik bir artış olduğunu söyleyerek,cinayet sebeplerini “namus davası, yoksulluk,işsizlik, aldatma, evi terk etme, boşanma,cinsel ilişkiye girmek istememe” olaraksıraladı.

Ümit Efe şunları söyledi: “Araştırmamızınen çarpıcı sonucu ise, fiziksel ve cinsel şiddetyaşamış kadınların yüzde 88’i ne yakınçevresine, ne sivil toplum örgütüne, ne dedevlet kuruluşlarından birine başvurmuştur.Bunun temel nedeninin ise korku, ayıplanma,olayın duyulması endişesi, namus, dedikoduvb. gerekçeler olduğu görülmektedir”

Erkek egemen toplumda ikinci sınıfmuamelesi gören kadınların uğradığı baştafiziksel olmak üzere cinsel, duygusal veekonomik şiddete karşı toplumsal refleksoluşturmak gerekliliğine dikkat çekti.

8 ayda 143 kadın

öldürüldü

HSYK tecavüzcünün yanında!

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-36