sİ kızıl bayrak 2009-36

32
Sayı: 2009/36 18 Eylül 2009 1 TL Sosyalizm İçin İMF-Dünya Bankası haydutları 1-7 Ekim'de İstanbul'da toplanıyor... Emperyalist haydutlara geçit vermeyelim!

Upload: kizilbayrak

Post on 24-Mar-2016

228 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-36 / Eylül

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sayı: 2009/36 18 Eylül 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

İMF-Dünya Bankası haydutları 1-7 Ekim'de İstanbul'da toplanıyor...

Emperyalist haydutlara geçit vermeyelim!

Page 2: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER“Bölgesel güç” hayalinin gerisindeki tarihsel suç ortaklığı . . . . . . . . . . . . . . . . 3“Kürt açılımı”nın inandırıcılık kriziderinleşiyor…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4Emperyalist haydutlara geçit vermemekiçin etkin bir faaliyet! . . . . . . . . . . . . . . . 5İMF patentli yıkım politikalarına karşı mücadeleye!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 6İMF ve DB Zirvesi eylemlerinden... . . . 7Sermaye devleti ABD’nin çıkarlarıdoğrultusunda yeni maceralarahazırlanıyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8Kapitalizm kirli ve kanlı bir düzendir! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9Kapitalizm sular altında boğmaya devam ediyor!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10Sel felaketine ilişkin açıklama veeylemlerden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Eğitim emekçileri hak gasplarına karşıeylemde!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12Kent AŞ işçilerinden Ankara yürüyüşü 13İşçi ve emekçi hareketinden.... . . . . 14-15Kürt ulusal sorunu üzerinedeğerlendirmelerden seçmeler...Demokrasi mücadelesi ve Kürtsorunu/2 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-18Metal İşçileri Kurultayı 3. hazırlıksemineri gerçekleşti… . . . . . . . . . . . . . 19Ulucanlar katliamı ve direnişi 10.yılında.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21Binler 12 Eylül düzenine karşı alanlara çıktı.... . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23“Sesimizi boğmaya gücünüz yetmez!” 24Zindanlarda tecrit ve işkence artarakdevam ediyor... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25Filistin sorununda emperyalist çözümplanları.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Almanya’da devrimci seçimfaaliyetlerinden... . . . . . . . . . . . . . . . . . 27“Devrimin komutanı” devrimle birlikteyaşamaya devam edecek!. . . . . . . . . . . 28İkiz kardeş: Zorbalık ve ikiyüzlülük! - M. Can Yüce . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29Ape Musa’nın katili sermaye devleti Kürt sorununu çözemez! . . . . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/36 l 18 Eylül 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Bugün önümüzde üstesinden gelmemiz gereken birdizi mücadele görevi duruyor.

Bu görevlerden biri İstanbul’da yapılacak olan İMF-DB Zirvesi’ne karşı güçlü bir mücadele barikatıylaçıkabilmektir. Halihazırda bunun için hazırlıklarabaşlanmıştır. Merkezi bir mücadele platformu kurulmuşve bir eylem programı çıkarılmıştır.

Birkaç haftayı bulan bu eylem programını hayatageçirmek büyük önem taşıyor. Zira hedef kendi başınaemperyalist haydutlara İstanbul’u dar edip etmemekdeğil, işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesiniyükseltebilmek, işçi sınıfını politikleştirmek vemücadele alanlarına taşımaktır.

Bundan dolayıdır ki, bu süreci etkili bir kitleçalışması olarak düşünmeli, kurgulamalı veörgütlemeliyiz. Bunun için bir yandan yaygın ve etkilibir ajitasyon ve teşhir çalışmasıyla işçi ve emekçilerimücadeleye çağırmalıyız. Diğer yandan ise böylelikleoluşturulacak duyarlılıkları yaratıcı yol ve yöntemlerleörgütlemeliyiz. Öyle ki, yapılacak eylemlere, sürekliartan sayıda işçi ve emekçiyi katabilmeyi hedeflemeli,elimizdeki güç ve imkanları bu doğrultuda seferberetmeliyiz.

Önümüzdeki mücadele görevlerinden bir diğeri iseUlucanlar direnişidir. Vahşi bir katliamla birlikteunutulmaz bir direnişin adı olan Ulucanlar 10. yılında.10. yılında olması bu tarihsel yıl dönümünü çok dahaanlamlı kılıyor. 10. yılında Ulucanlar şehitlerini anmak,Ulucanlar vahşetini ve nedenlerini anlamak ve enönemlisi de Ulucanlar direnişinden öğrenmek büyükönem taşıyor. Özellikle bu katliamda kaybettiğimiz ikiönder yoldaşımız şahsında partinin değerlerini vebirikimlerini kavramak, özümsemek ve işçi-emekçileretaşımak sorumluluğu önümüzde duruyor.

Bu kapsamda Ulucanlar direnişinin 10. yıldönümünü hak ettiği biçimde karşılamak içinhazırlıklarımızı büyük ölçüde tamamladık. Şu an mezaranmaları, basın toplantıları, eylem ve etkinliklerbiçiminde özetlenebilecek bir program oluşturulmuşdurumda. Bu programı en güçlü biçimde hayatageçirebilmeliyiz. Ancak bununla birlikte onubesleyecek ve güçlendirecek bir tarzda da hareketetmeliyiz. Bu çerçevede özellikle de Ümit ve Habip’in

davasını genç güçlere anlatmayı temel önemde birgörev olarak görmeliyiz.

Net bir programa bağlanmış olan bu mücadelegörevlerinin yanı sıra, sınıf mücadelesinin olağan seyriiçerisinde her zaman yapılması gereken mücadele vemüdahale görevlerimiz de var elbette. Ayrıca selfelaketinde olduğu gibi olağanüstü bir takım gelişmelerde önümüze anlık reflekslere karşılanması gerekengörevler çıkarıyor. Fakat bu yoğunluk bizi dağıtmamalı,güç ve imkanların yetersizliği umudumuzukırmamalıdır. Önemli olan mevcut güç ve imkanlarıdevrimci iktidar hedefi doğrultusunda belli bir plandahilinde değerlendirmek, mücadele görevlerini siyasalyaşamımızın oturduğu sınıf zeminde gerçekleştirmektir.Günlük ile tarihsel, olağan ile olağanüstü, öncelikli iletali, örgütlenme ile eylem, strateji ile taktik arasındadoğru ve sağlıklı ilişkiler de böylelikle kurulmuş olur.

Sosyalizm İçin

Kitapçılarda...

Page 3: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Son günlerde düzen cephesinde yoğun bir dışdiplomasi trafiği göze çarpıyor, Dışişleri BakanıAhmet Davutoğlu’nun trafiği bile tek başına buyoğunluğun çapını ortaya koyuyor. Davutoğlu, bir günIrak’ta, başka bir gün Afganistan’da, diğer bir günABD’de… Önümüzdeki günlerde ona Tayyip Erdoğanda eklenecek, başbakan bir kez daha ABD’nin yolunututacak. Ancak daha önce İngiltere’ye gidecek. Buarada dışarıdan da Türkiye’ye önemli ziyaretçilergeliyor. Irak yöneticileri ile Beşar Esad bugünlerdeTürkiye’deler. Geçtiğimiz günlerde ise NATO GenelSekreteri bir Türkiye ziyareti gerçekleştirdi.

Ne kadar yoğun ve durakları ne kadar çok olsa da,asıl önemli olan trafiğin ana güzergahı ve akışyönüdür. Buradan bakıldığında, bu trafiğin genelseyrini ve varış noktalarını görebilmek zor değildir.Trafiğin yoğunlaşma alanı Ortadoğu ve Kafkaslar’dır.Ama bir de bu trafiğin aktığı yolların kesiştiği birbaşka ana yol var ki, bu yol ABD’ye çıkmaktadır.Öyle ki, bu yoğun trafiğin aktörü olan Dışişleri BakanıDavutoğlu daha çok bölgede turlamaktadır. Ancakbütün yolların kesiştiği ABD yolunda Tayyip Erdoğanvardır ve onun ABD ziyareti tüm bu bölge trafiğininseyrini belirleyecektir.

Diplomasi trafiğindeki yoğunlaşmanın dönümnoktası Obama’nın Türkiye ziyareti olmuştu.Başkanlık koltuğuna oturur oturmaz soluğuTürkiye’de alan Obama, Türkiye ile ilişkilerinde yenibir dönemi başlatmak istediklerini açıkça ortayakoymuş ve bu ilişkiyi de “model ortaklık” olaraktanımlamıştı. Sermaye devleti ve hükümeti katındabelirgin bir heyecanla karşılanan bu yeni ilişkidüzeyini Davutoğlu, “ABD Başkanı, bu ilişkininbenzersizliğinin altının çizmek istedi. Bu sıradan birilişki değil, bir prototip, benzersiz bir ilişki” ifadesiyletanımlamış, daha da ileri giderek, bu “model ilişki”için, “insanlık bu ilişkiye ihtiyaç duyuyor ve ABD ileTürkiye birlikte, insanlığa katkıda bulunabilir”demişti.

Emperyalist efendiyle kurulan kölece ilişkiyi bubiçimde yücelten Davutoğlu, bunları söyledikten sonrabu ilişkinin içeriğini de soğukkanlı bir biçimde şöyleortaya koymuştu:

“ABD’nin bir süper güç olma özelliğinisürdürebilmek için herkesi içine alan bir politikaizlemesi ve çok taraflı yaklaşımlara yönelerekuluslararası kurumları kullanması gerekiyor. (…)bölgesel düzeni sağlamak için ABD bölgesel güçlerinyardımına ihtiyaç duyuyor. (…) ABD, Romaİmparatoru Cesar’a değil Marcus Aurelius’a ihtiyaçduyuyor. Obama’nın yaklaşımı da Cesar’ın değilAurelius’un yaklaşımı. Güç kullanarak sadece bir yerekadar ilerleyebilirsiniz. Şimdi ABD de çok taraflıyaklaşım kullanıyor.”

Bu ifadeler, Bush döneminin ardından Obama ilebirlikte ABD emperyalizminin yöneldiği politikadeğişiminin içeriğini ortaya koyuyor. Dünyaüzerindeki hegemonyasını pekiştirmek için diğeremperyalist güçlere karşı açık bir meydan okumaylagirdiği tek taraflı işgal ve savaş politikalarıyla batağasaplanan ABD, buradan bir çıkış arıyor. Bunun için desalt savaşla yapamadığını, yanısıra diplomasiyle vebunun için kullandığı silahlarla yapma yoluna gidiyor.Bu silahların ne olduğu açık. Bu yeri geliyor BM, yerigeliyor NATO ve İMF, yeri geliyor bölgesel

dayanakları oluyor. Şiddet dili ve yönteminin yanısıraAmerikan barışı ve diplomasisi devreye giriyor.

İşte Türkiye’deki işbirlikçi-uşak takımının büyükbir şevkle üstlendiği ve soluksuz biçimde gereğiniyerine getirmek için uğraş verdiği rol budur. ABDhesabına Irak’ta, Afganistan’da, Kafkaslar’da, İran’damekik dokuyan dışişleri bakanı, bu rolü üstlenmişolmanın açık bilinciyle konuşmaktadır.

Obama’nın Türkiye ziyareti bir kalkış noktasıolarak alınırsa, iade-i ziyaret olarak görülenErdoğan’ın ABD ziyaretinin, birçok şeyin yanı sıraaynı zamanda bir muhasebeyi içereceği dekendiliğinden ortaya çıkar. Obama’nın bizzat gelerekilişkinin geleceğine dair çizdiği çerçeveye bağlı olarakverilen görevlerin gereklerinin ne ölçüde yerinegetirildiği masaya yatırılacak ve değerlendirilecektir.Kuşkusuz bu muhasebenin sonunda da zorlanmaalanlarına müdahaleler yapılacak, aynı zamandastratejiye ilişkin değil ancak taktiklere ilişkinyenilikler üzerine konuşulacaktır. Erdoğan’ın ziyaretitüm bu açılardan birçok soru işaretinin yanıtınıverecektir.

Bugün bu çerçevede Türk sermaye devletininüstlendiği görev alanları az-çok ortadadır. Bu görevalanlarından biri ve belki de başta geleni, Irak’tanAmerikan askeri varlığının çekilmesi için köprüvazifesi görmek ve Amerikan ordusunun çekilmesininardından doğacak boşluğu doldurmaktır. ZiraAmerikan ordusunun çıkmasının ardından Irak’ta birKürt-Arap çatışması olasıdır. Bu çatışmayıengellemek, engellenemiyorsa Güney Kürdistan’ınhamisi olarak boy göstermek, Irak’ta Türk sermayedevletine verilen görevler kapsamındadır. ElbetteABD’nin buradaki hesabı Kürt halkının ulusal haklarıdeğil, Ortadoğu üzerindeki Amerikan hegemonyasınınve petrol-enerji hatlarının güvenliğidir.

Diğer bir görev alanı Kafkaslar’dır. Rusya-Çinekseni karşısında ABD’nin bu bölge üzerindeki nüfuzve egemenliğini sağlamak ve öncelikle Rusya’nınetkisi altında bulunan Ermenistan’ı Türkiye üzerindenkazanarak, bu bölgeyi güvenli bir enerji koridoruhaline getirmektir.

Bir başka görev alanı ise Afganistan’dadır.Afganistan’da batağa saplanan emperyalistler takviyeaskeri güce ihtiyaç duyuyorlar. Öyle ki 2010’danitibaren emperyalistlerin bir numaralı gündemininAfganistan olacağı konuşuluyor. Bundan Türksermaye devletine düşen görev Afganistan’dasavaşmak için asker göndermektir.

Buraya kadar ifade ettiklerimiz, ABDemperyalizminin Türk sermaye devletine biçtiği

görevlerin öncelikli olanlarıdır. Ama hem bugörevlerin hem de ek başka görevlerin amacı açıktır:ABD emperyalizminin siyasal, ekonomik vehegemonik ihtiyaçlarının ve çıkarlarının bekçiliğiniyapmaktır. Ayrıca Amerikan uşaklığını bölgeyepazarlamak ve bunun için modellik yapmaktır.

Buraya kadar saydığımız görev alanlarında atılanadımların dış sahadaki gerekleri ortadadır. Bu şimdilikkendisini yoğun bir diplomasi trafiği biçimindegöstermektedir. Fakat dış politika sahasında mesafealmak için Türk sermaye devletinin iç politikasahasında atması gereken adımlar vardır. ÖzellikleIrak ve Güney Kürdistan bağlamında konulanhedeflere ulaşmanın yolu, içeride Kürt sorunukonusunda atılacak adımlara bağlanmıştır. “Kürtaçılımı” bu amaca bağlı olarak gündeme sokulmuştur.Güney’de Kürt halkının hamisi olarak çıkmanınkoşulu içeride Kürt sorununu bir gerilim ve çatışmakaynağı olarak çıkartmaktan geçiyor. Bugün açılımyoluyla Kürt hareketinin tasfiye edilmesi çabası buçerçevede anlam kazanıyor. Zira diğer taraftanKafkaslar bağlamında da “Ermeni açılımı” yapılmıştır.Böylelikle Ermenistan’la çok yönlü ilişkiler kurmanınyolu açılacaktır.

Bir başka önemli hamle ise, bugünlerde açığaçıkan ABD’den füze alım planıdır. Türkiye’yi ABDiçin silah satışında en büyük müşteri haline getirecekolan bu girişimin asıl boyutu emperyalist güvenlikstratejisiyle ilişkisi planındadır. Zira, birçok veri bubüyük silah alımının ABD’nin füze kalkanı projesininsınırlarının Polonya’dan Türkiye’ye kaydırılmasınahizmet ettiğini göstermektedir. Bu, Amerikanemperyalizminin “yaşam alanı” olarak tanımladığıKafkaslar ve Ortadoğu’da hegemonyasınıkalıcılaştıracak bir güvenlik alanı oluşturmasıanlamına gelmektedir.

Açıktır ki tüm bunlarla amaçlanan, bölge halklarınıteslim almak ve emperyalist egemenliğe biatetmelerini sağlamaktır. Çeşitli hamleler yoluylaTürkiye’nin çevresinde oluşturulan egemenlik alanınındışında kalan her halk Amerikan hegemonyasınaboyun eğmeye zorlanmaktadır. Bu, “ya benimyanımdasınız ya da karşımda” dayatmasının bir başkabiçimidir. Zaten Obama’lı Amerikan emperyalizmininBush’lu olanından farkı da bu yöntemdedir. Birininaçık zor yoluyla ulaşmaya çalıştığı sonuca, diğeri zortehditinin yanısıra başka yollarla da ulaşmakistemektedir.

İşte “bölgesel güç” olma hayalleri kuran sermayedevleti, böylesine ağır bir suçun ortaklığına vetaşeronluğuna soyunmaktadır.

“Bölgesel güç” hayalinin gerisindeki tarihsel suç ortaklığı

Page 4: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Çözüm devrimde, sosyalizmde!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

“Kürt açılımı”nın inandırıcılık krizi derinleşiyor…

Kurtuluş devrimde, çözüm sosyalizmde!Kürt açılımı tartışmaları son haftalarda yerini

büyük ölçüde sessizliğe bıraktı. Büyük hayal vebeklentilere konu edilen açılım “milli birlikprojesi”ne dönüştükten sonra, Kürt halkının çözümumutları da büyük ölçüde kırıldı. Azgınlaşarak sürenoperasyonlar, “açılım” konusunda olmadık hayallerekapılanlara uyarıcı bir yanıt oldu. “Son teröristöldürülünceye kadar mücadeleye devam edilecek”açıklaması, gelinen noktayı özetliyor. DTP’ye yöneliksaldırı ve operasyonlar da gösteriyor ki, düzencephesi Kürt hareketini kıskaca almaya, moralgücünü kırarak “açılım”ın yolunu düzlemeyeçabalıyor.

Sermaye devletinin yürütme organı AKPhükümeti, bir yandan “Kürt açılımı”na devamedeceklerini söyleyip hayal ve beklentilerpompalarken, öte yandan Kürt hareketine yönelikyoğun bir saldırı furyası başlatılmış bulunuyor.Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün “herşeye rağmen açılım devam edecek” sözlerine,Genelkurmay’dan “son terörist ortadan kaldırılıncayakadar operasyonlar sürecek” yanıtı geliyor.

Kürt halkı, açılım konusunda somut adımlarbeklerken giderek daha da tırmanan saldırılarlayüzyüze kalıyor. DTP’ye dönük ikinci büyük gözaltıve tutuklama dalgası başlatılıyor. Diyarbakır’da 15DTP’li belediyeci gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.Tüm bu gözaltı ve tutuklamalar 14 Nisan’da yapılanoperasyonların devamıdır. 14 Nisan’da başlatılanoperasyonda da 200’den fazla kişi gözaltına alınmış,DTP’nin iki genel başkan yardımcısı ve üst düzeyyöneticilerinin de aralarında bulunduğu 52 partilitutuklanmıştı.

Mitinglere katıldığı ya da polise taş attığı içintutuklanan onlarca çocuğa ceza yağdırılıyor. Kürthareketi çizgisindeki gazetelerin kapatılmasına devamediliyor. “Şehit cenazeleri”nde yeniden ırkçı-şovenisthisteri dalgasının öne çıkmasına, burjuva medyadakikışkırtıcı üslup eşlik ediyor.

Dolayısıyla, gelinen yerde “Kürt açılımı” ciddi birinandırıcılık krizi içine girmiş bulunuyor.

Hal böyle olunca da, Diyarbakır’da açılan JİTEMdavasında tutuklu olan Albay Cemal Temizöz; “BenŞırnak’ı böyle özel savaşla kurtardım” diyerekövünebiliyor. Tam bir arsızlıkla, “Böyle bir savaştafaili meçhuller normaldir” diyebiliyor. Bu durum hiçde şaşırtıcı değildir. Zira, “Kürt açılımı”nınarkasındaki anlayış ile kirli savaşın yürütücülerindenAlbay Temizöz’ün anlayışı arasında özünde bir farkyoktur. Her ikisinin de amacı, yönteme ilişkin ufaktefek bazı farklar olsa da, Kürt hareketini tasfiyeetmektir.

İlk bakışta, bir yandan “Kürt açılımı” tartışmalarısürerken bir yandan da DTP’ye dönük baskıların vePKK’ye dönük askeri operasyonların aralıksızsürmesi çelişkili gibi görünse de, gerçekte bu ikipolitika birbirini tamamlamaktadır. Sermaye devleti,“Kürt açılımı” başlığı altında toplanabilecek kimiadımlarla denetimi elden kaçırmamaya çalıştığı için,olanaklı olduğu ölçüde “inkâr ve imha” politikasınıda yürütüyor. “Açılımlar”la amaçlananın, Kürthalkının meşru ve haklı taleplerine dayalı bir çözümdeğil, Kürt sorununda kontrolü elden kaçırmamakolduğu biliniyor. Kürt sorunu bağlamında yaşananson gelişmeler, belirlenmiş bir plan dahilinde sürecinbiçimlendirilmeye çalışıldığını gösteriyor.

Mevcut tabloda çelişkili gibi görünen olgular,

liberal takımının düşündüğünün aksine, gerçekte biriç mantıkla birbirine bağlanmaktadır. Sömürgecisermaye devletinin Kürt halkına yönelik geleneksel“inkâr ve imha” politikaları gelinen yerde tam biriflası yaşıyor. Bu iflası düzen güçleri de kabul ediyorve kendi aralarında bugün uygulamaya konulan Kürtpolitikasında bir mutabakat sağlamış görünüyorlar.Üzerinde ortaklaşılan geleneksel “inkâr ve imha”politikasının “inkâr” yanı bir parça yumuşatılmaya,kırıntı düzeyindeki bazı kültürel adımlarla yenidenbiçimlendirilmeye çalışılıyor. Sorunun kültüreladımlarla çözülmek istendiği örtüsü altında ise,“imha” ayağına daha geniş bir “meşruiyet”yaratılmaya çalışılıyor.

Dolayısıyla sermaye devletinin “Kürt açılımı”,kimi liberal takımının beklediği gibi, Kürt halkıüstündeki baskıların azalmasını, demokratik birortamın oluşturulmasını içermemektedir. Tersine, biryandan “açılım”dan söz edilirken, öte yandan Kürthalkına yönelik saldırıların çok yönlü süreceğianlaşılmaktadır. Sermaye devletinin “açılım”ındanKürt halkının haklı ve meşru taleplerininkarşılanmasını değil; operasyonların, ölümlerin ırkçı-şovenist gösterilerin süreceği, Kürt halkının mücadeledayanaklarının tasfiyesinin amaçlandığı girişimlerinhayata geçirildiği bir süreci anlamak gerekiyor. Buaçılımın öncelikli amacı, Kürt sorununu çözmekdeğil, Kürt hareketini tecrit ederek güçten düşürmek,baskı ve tutuklamalarla etkisizleştirip tasfiye etmektir.

Öyle anlaşılıyor ki, sermaye devleti önünekoymuş olduğu plan gereği önümüzdeki dönemde

Kürt hareketinin tasfiyesine yönelik saldırılarına hızverecektir. Kürt hareketini etkisizleştirmek için hertürlü yöntemi devreye sokacak, askeri, siyasi vepsikolojik savaşı daha da derinleştirmeye çalışacaktır.Kürt hareketini her taraftan kuşatmaya çalışacak, tümimkânlarını bu tasfiye amaçlı kuşatmanın başarıyaulaşması için kullanacaktır.

Tüm bu olup bitenler, ABD patentli Kürtpolitikasının işlediğini gösteriyor. Bu politikanıntemelini ise, Kürt hareketinin tasfiye edilerek, birpazarlık görüntüsü yaratmadan atılacak adımlarla bir“çözüm” bulunması oluşturuyor.

Bugün yaşananlar, sermaye devletinin“açılım”larının Kürt halkının talep ve beklentilerinikarşılamaya yönelik olmadığını netleştirmiştir. ABDve işbirlikçilerinin bu uğursuz planları karşısındaKürt halkının, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ortayakoyacağı birlik, mücadele ve dayanışma tutumugelişmelerin seyri bakımından belirleyici olacaktır.Artık daha net bir biçimde görülebilen bu tasfiyeplanlarına, kitlesel ve devrimci bir çizgide birleşik biryanıt vermek hayati önemdedir.

Tıpki öncekiler gibi son ABD patentli politika daKürt sorununa çözüm getirmeyecektir. Zira sorun tümağırlığıyla orta yerde durmaktadır. Birtakım kültürelkırıntılarla, bireysel düzeyde etnik kimliğin kabuledilmesiyle bu sorunun çözülemeyeceği yeterinceaçıktır. Kürt sorunu ancak siyasal temelde, yani ezilenKürt ulusunun ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerininkarşılanmasıyla çözülebilir.

Bunu ise ancak bir toplumsal devrim sağlayabilir.

“Açılım”da yeni hamle: 10 DTP’litutuklandı!

Sermaye devleti “Kürt açılımı”na devam ediyor. Hedefi tasfiye olan bu planı hayata geçirebilmek için Kürthareketi kıskaca alınmaya ve direnci kırılmaya çalışılıyor. Bir yandan havuç gösterilirken diğer yandan sopaeksik edilmiyor. Bunun için “açılım”ın ön günlerinde, KESK içerisindeki Kürt emekçilerine yönelikoperasyonlar gerçekleştirilmişti. Şimdi de çoğu DTP’li belediye yöneticisi olmak üzere toplam 19 kişi, 11Eylül günü, Diyarbakır, Şırnak, Mardin ve Van’da başlatılan operasyonlarda gözaltına alındı.

Gözaltına alınan ve aralarında eski belediye başkanları ile belediye başkan yardımcılarının bulunduğu 10kişi, “KCK Türkiye Meclisi (KCK/TM) örgütlenmesinde yer aldıkları” iddiasıyla tutuklandı.

Tutuklananların isimleri şöyle: Diyarbakır İl Genel Meclis Başkanı DTP’li Şehmus Bayhan, BüyükşehirBelediye Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Hüseyin Bayrak, Bağlar Belediye Başkan Yardımcısı HacıErdemir, Kayapınar Belediye Başkan Yardımcısı Sebahattin Dinç, DTP Bismil eski İlçe Başkanı GalipKandemir, DTP çalışanı Hasan Hüseyin Ebem, Şırnak eski Belediye Başkanı Ahmet Ertak, DTP YerelYönetimler Komisyonu üyesi Kerem Duruk, Demokratik Toplum Kongresi üyesi Alaaddin Aktaş ve MehmetTari.

Tutuklananlar Diyarbakır D Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Page 5: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Emperyalist haydutlara geçit yok! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Emperyalistlerin mali polisleri Uluslararası ParaFonu (İMF) ve Dünya Bankası (DB), işçi veemekçilerin boynuna yeni prangalar vurmak için 1-7Ekim tarihlerinde İstanbul’da bir araya gelecek. Busuç örgütlerine karşı çok yönlü bir teşhir faaliyetiyürütmek, işçi ve emekçileri mücadeleye çağırmak veİstanbul’u emperyalistlere dar etmek günün en önemligörevlerindendir.

İMF ve Dünya Bankası’nı“karşılama”nın önemi

İMF ve Dünya Bankası, ikinci emperyalistpaylaşım savaşının ardından ortaya çıkan, ABD’ninjandarması olduğu emperyalist dünya sistemininkoçbaşlarıdır. Bu örgütler bugüne kadar sahipoldukları misyonlarıyla işçi ve emekçilerin kölelikkoşullarına mahkum olmalarının da başsorumlularıdır. Emperyalistlerin çıkarlarıdoğrultusunda hareket eden bu suç örgütleri,emekçilerin yaşadığı tarifsiz acı ve yıkımın başsorumlusudurlar.

İMF ve Dünya Bankası’nın bugüne kadarTürkiye’de uygulanan neoliberal politikalarındayatıcısı olduğu, Türkiye’nin emperyalizminpolitikaları ekseninde şekillendirilmesi için büyükgörevler üstlendiği işçi ve emekçiler cephesinden deteşhir olmuş bulunmaktadır. Özellikle geçmişekonomik krizlerin ardından İMF eliyle dayatılan “acıreçete”ler işçi ve emekçilerin büyük öfkesine yolaçmış, birçok düzen partisinin yalnızca hükümettendüşmesine değil siyasi tarihten de silinmesine sebepolmuştur. Bu durumun farkında olan AKP, İMF ileanlaşmama pozlarına bürünerek toplumsal tepkileriarkasına almaya çabalamaktadır. Oysa AKP eliyleyürütülen neoliberal politikaların geçmişte İMFtarafından dayatılanlar ile özünde bir farklılığı yoktur.Zirve, bu kirli ilişkiyi teşhir etmek açısından daönemli imkanlar sağlamaktadır.

Emperyalizmin bu suç örgütlerinin ülkemizdeyapılacak zirvesini hedef alan bir mücadele, krizinfaturasına karşı mücadelenin ileriye taşınması için deönemlidir. Her iki kurumun da emperyalist-kapitalistsistemle olan dolaysız bağlarının yanısıra Türkiye gibiemperyalizme göbekten bağlı bir ekonomide tuttuklarıyer, bu örgütler üzerinden kapitalizmin teşhiri içinzengin malzeme sunmaktadır.

İMF ve Dünya Bankası nasıl karşılanmalı?

Emperyalist haydutlara İstanbul’u dar etmek içinişçi ve emekçilerin fiili-meşru eylemini yükseltmektabii ki çalışmanın temel hedefleri arasında. Bu isesüreci, etkin bir teşhir-ajitasyon ve örgütlenme süreciolarak örmeyi gerektiriyor. Bu açıdan komünistlerinönünde ikili bir görev var.

İlk olarak ortaya konan hedef, işçi ve emekçileriniçinden geçilen koşullarda krizin yarattığı yıkıma karşıöfkelerini eyleme taşıyabilecekleri bir somutluktaolmalıdır. İMF-DB zirvesi uluslararası örgütlerin,dünya ekonomisini yöneten spekülatörlerin, asalakburjuvazinin temsilcilerinin, neoliberal iktisatçılarınbiraraya geleceği bir haftalık bir programı ifade

etmektedir. Bu noktada bu haydutlara İstanbul’u daretme çağrısı somut bir hedef anlamına gelir. Krizinfaturasını ödememe çağrısı yapmak, yağma vesömürüye yönelen öfkeyi somut bir hedefe kilitlemekve yürütülen faaliyeti bu fiili-meşru mücadele çağrısıile birleştirebilmek, bu sürecin temel olanaklarındanbiridir.

Elbette çalışma tek bir güne endekslenmemelidir.Hedef ne kadar somut biçimde ortaya konursa konsun,amaç sınıf hareketinin uzun vadeli çıkarlarıdır. Bunedenle ertesi güne bir etki bırakmayacak bir eylem yada eylem gününe dair kısır “askeri” tartışmalaradaraltılan bir hat hiçbir biçimde kabul edilemez.Ortaya konan somut talep ya da program ancakkapitalizmin teşhiri ile birlikte yürütüldüğü, işçi veemekçi kitlelere yönelen ısrarlı bir örgütlenmeçalışmasına dayanak oluşturabildiği ölçüde anlamlıdır.

Hızla örülmesi gereken mücadele hattı

Zirveye kadar geçecek olan hayli kısa zamandamevcut araç ve imkanlar bu hedefe yönlendirilmeli,işçi ve emekçilerin sürece katılımı için çabaharcanmalıdır. Bu süreçte kurulan merkezi İMF-DBKarşıtı Birlik’in yerellere taşınması da önemlidir.Ancak önümüzdeki kısa süre düşünüldüğünde, bukonuda ortaya çıkabilecek atalet tablosuna karşı dahazırlıklı olunmalı, beklemeci bir duruma düşmektenkaçınılarak, yoğun bir biçimde faaliyet örülmelidir.

Gündemi işlemeyi hedefleyen yerel birliktelikler,işçi ve emekçilere yönelen bir çalışmayı önünekoyduğu ölçüde işlevsel olacak, çalışmanın zirvesonrasına taşınabilmesinin de olanaklarını yaratacaktır.Bu eksende sendikal güçler ile mevcut grev vedirenişleri sürece katmak için etkin bir çabaharcanmalıdır.

Merkezi planda kullanılacak materyaller vegerçekleşecek eylemlere katılımın yanısıra, yerellerdefilm gösterimleri, seminerler, eylemler, sürece yayılanaktiviteler, etkinlikler gibi zengin araçlara başvurmakönem taşımaktadır. Yerellerde işçi ve emekçilerin

sürece katılımını sağlayacak araçlara öncelik verilmelive bu bakışla hareket edilmelidir.

Sürece çok yönlü hazırlık

Süreci örecek öznelerin konuya hakim olmalarınınve zengin bir birikim edinmelerinin önemi açıktır.Eğitim süreci, önümüzdeki kısa zamana rağmenİMF/DB’nin tarihi, kapitalizm açısından taşıdıklarımisyon, dünyada bugüne kadar gerçekleşen kitleselprotestolar gibi geniş bir yelpazede ele alınabilmelidir.İçinden geçtiğimiz küresel krizin boyutuna, İMF veDB haydutlarının buradaki rolüne, Türkiyetoplantısının gündemlerine kadar çok yönlü ve etkinbir teşhir faaliyeti ancak, bu konularda gereklidonanımla mümkündür.

Anti-emperyalist mücadelenin temel kriterleri deayrı bir eğitime konu edilebilmelidir. Sorunlarınkaynağının bu iki mali kurum olmadığı, bunlarınsadece kapitalistlerin memurları oldukları gerçeğigözden kaçırılmamalıdır. Teşhir faaliyeti doğallığındakapitalist sistemi hedeflemeli ve çözümünsosyalizmde olduğunu vurgulamalıdır.

Yürütülen faaliyette ortaya çıkabilecek önemli birsorun da, hedeflenen temel konu nedeniyle genelpolitikadan kopulması, bir başka deyişle parçayaodaklanıp bütünü gözden kaçırmaktır. İMF-DB’ninkriz ve kapitalizm ile bağı doğru biçimde ortayakonulmalı, buna bağlı olarak “Krizin faturası kapitalistpatronlara!” şiarı yükseltilmelidir.

İMF ve Dünya Bankası yeni saldırı hazırlıkları için İstanbul’da toplanıyor...

Emperyalist haydutlara geçit vermemekiçin etkin bir faaliyet!

Page 6: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Tüm iç ve diş borç ödemeleri durdurulsun!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Krizin ve borçların faturasını sermaye ödemelidir!..

İMF patentli yıkım politikalarına karşı mücadeleye!

Türkiye’nin İMF ile ilişkisi yıllar öncesinedayanıyor. Gerek dış borçlarla, gerekse bunlarınödenmesi için dayatılan politikalarla İMF ve DB,Türkiye’nin emperyalizm ile bütünleşmesinde önemliroller üstlendi.

1946 yılında kapitalist-emperyalist sisteminmaliyesini düzenlemek maksadıyla kurulan İMF’ninprogramları ülkelerin büyük bölümünü borç tuzağınasürüklemiştir. İşçi ve emekçilerin kazanımlarınıortadan kaldıran, sosyal haklarının gaspedilmesinigetiren yıkım programları yüzünden milyonlarcainsan, işsizliğe, sefalete ve açlığa mahkum edilmiştir.En azgelişmiş ülkeler sınıflamasında 1971’de 27 ülkebulunurken, son yıllarda bu sayı değişmiştir. İMF veDB, yürüttüğü politikalarla 22 ülkeyi daha enyoksullar kategorisine sokmayı başarmıştır.

İMF’nin yıkım politikaları borçlu ülkeleredayatılsın ya da dayatılmasın, tüm dünyada bugün busosyal yıkım programı uygulanmaktadır. Dolayısıyla,sermaye hükümetlerince yapılan sözde İMF karşıtıaçıklamalar yanıltıcı olmamalıdır. Başbakan Erdoğan,Şubat 2007’de, “İMF’ye borcu 23,5 milyardan 10,7milyar dolara düşürdük. Yıl sonunda 6,6 milyar dolarainecek. Stand-by 2008’de doluyor. 2008 geldiğindehükümetimizin gündeminde olacak. Değerlendireceğiz,ihtiyaç yoksa yeni bir anlaşma yapmayız”demagojisiyle kitleleri aldatmaya çalışmış ve İMF için“ümüğümüzü sıktırmayız” demiştir. Fakat tam da buaynı dönemde emekçiler için yıkım demek olan vesermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden İMF’siz birİMF programını uygulamaktaydılar. Son birkaç yıldırİMF ile bir anlaşma yapılmamasına rağmen, sözüedilen yıkım programlarının işçi ve emekçileri nasılyoksullaştırmaya devam ettirdiği emekçilerin, entemel kazanımlarının nasıl gaspedildiği ortadadır. İMFdayatmalarına gerek kalmaksızın yıkım saldırıları birbir hayata geçirilmiştir. Arka arkaya açılan paketleriniçeriği ortadadır.

Yakın zamana kadar ATO Başkanlığı’nı yürütenSinan Aygün de İMF’ye yönelik şikâyetlerini dilegetirebilmiştir. İMF’nin gittiği tüm ülkelere, farklıözelliklerini dikkate almadan hep aynı programlarıuygulattığını ve hiçbirinde başarılı olamadığını dilegetiren Aygün, “Türkiye İMF programından farklı birekonomik program uygulayamaz mı? İMF’nin Türkhalkına verdiği bunca zarara rağmen, siyasipartilerimizin bu konuda yeterince kafa yormamalarıhem düşündürücü hem de çok üzüntü verici”diyebilmiştir.

Aygün’ün bu İMF karşıtlığı da yanıltıcıolmamalıdır. İMF temelde büyük sermaye gruplarınınçıkarlarını gözetmektedir. Aygün gibi burjuvalarınİMF karşıtlığının gerisinde bu gerçek vardır vesınırları bellidir. İşçi sınıfı ve emekçileri yıkımasürükleyen İMF politikalarına değil, kendi çıkarlarınıngözetilmemesine yönelik bir tepkiden ibarettir bu vebenzeri eleştiriler.

İMF programları emperyalizme bağımlılığıpekiştirse de, işbirlikçi burjuvazi bundan dolaysızolarak faydalanmaktadır. Her fırsatta TÜSİAD gibisermaye kurumları tarafından yapılan “İMF ile derhalbir anlaşma yapılmalı” yönlü açıklamalar boşunadeğildir. Uygulanan programlara İMF-TÜSİADprogramları dememiz bundandır.

Türkiye’nin İMF ve Dünya Bankası gibiemperyalist mali kuruluşlarla olan ilişkisi konusunda,1-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da yapılacaktoplantı da yeterli bir fikir vermektedir. Ayrıca, ortadahenüz İMF ile somut bir anlaşma olmamasına rağmenaçıklanan “Orta Vadeli Program”, İMF ile müzakereprogramı olarak da anılmaktadır. Bu programıniçeriğine bakıldığında görülecektir ki, İMF’ninistemleri sırayla yerine getirilmektedir. Programınözünü özel sektöre kaynak yaratmak, kamuharcamalarında tasarrufa devam etmek (eğitim, sağlıkgibi), telekomünikasyon, limanlar, enerji başta olmaküzere özelleştirme politikalarını son hızla sürdürmek,yerel yönetimlerin yaptığı işleri özel şirketleredevretmek vb. bu programın başlıca maddeleridir. Bu,sınıfa ve emekçilere yönelik İMF patentli yıkımsaldırılarının dizginsizce devam edeceğinigöstermektedir.

Önemli bir başka gerçek de, İMF ile yapılan buantlaşmaların faturasının kime çıkarıldığıdır. 1999-2007 Mayıs ayı arası dönemde Türkiye’nin İMF’den43 milyar dolar borç aldığı, bu borcun 34.7 milyardolarlık kısmını geri ödediği bilinmektedir. Aynıdönemde Türkiye İMF’ye faiz olarak ise 5.6 milyardolar ödemiştir. Türkiye ödediği faizle, İMF’nin cariharcamalarını finanse eden tek ülke konumundadır. 31Ocak 2007 tarihli verilerine göre, İMF’nin 73 ülkedenalacağı bulunuyordu. Toplam 19.9 milyar doları bulanbu alacağın 10.2 milyar doları (31 Ocak 2007itibariyle) Türkiye’nin borcundan kaynaklanmaktaydı.Yani İMF’nin her 100 dolarlık alacağının 51 dolarınıTürkiye’nin borcu oluşturuyordu. 2008 yılı başıitibarıyla dünyada İMF’ye borcu olan 7 ülke arasındaen borçlu ülke yine Türkiye idi.

Bugün hala İMF borçlarının ödemeleri sürüyor.Neo-liberal dönüşümler ise büyük ölçüdetamamlanmış durumda. Son olarak İMF’ye olanborcun 46 milyar 400 milyon dolarlık bölümününödendiği açıklandı. Ancak vadesinde ödenmeyentutarların faizi nedeniyle halen ödenmesi gereken 7

milyar 885 milyon dolar bulunuyor.İşçi ve emekçilerin yüksek sesle sorması geren

soru şudur: “Bu borçları kim kullandı, faturayı kimödedi?” Bu sorunun cevabı işçi ve emekçilerin yaşamkoşullarındadır. İMF’ye yapılan ödemelerin kimlerincebinden çıktığını bu ülkede artık hemen herkesbilmektedir. İMF’nin alınmasını buyurduğu tedbirlerleemekçilerin sağlıktan eğitime tüm insaniihtiyaçlarında kısılmaya gidilmektedir. Peki, alınanborçlar nereye gitmektedir? İşçi ve emekçilerin yaşamkoşullarında hiçbir düzelme olmadığına, hatta daha dakötüleştiğine göre! Kriz vesilesiyle tanık olunduğugibi, emekçilerin alınterini “istihdamı arttırma” adıaltında sermayeye kaynak yapanlar, İMF’den gelendevasa miktarları ise yine sermayeye aktarmaktadırlar.İMF’yle kölelik antlaşmalarını sermaye sınıfı adınahükümet partileri yaparken, faturası da işçi veemekçilere çıkarılmaktadır.

Sermaye sınıfı ne sorumlusu olduğu krizinfaturasını, ne de kârlarını arttırmak için yaptığıborçlanmanın faturasını ödemektedir. İMF ve DB gibisermaye kurumlarıyla yapılan anlaşmalar bu yüzdensermaye için çok önemlidir. Gelen “borç” para kendikasalarına girmekte, faturası ise işçi ve emekçilereyüklenmektedir.

Burjuvazi sadece kendi sınıf çıkarınıgözetmektedir. O halde işçi ve emekçiler de kendiçıkarlarına olmayan bu gidişata artık “dur”demelidirler. Borç sermayenin borcudur. Bizi dahafazla yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkûm etmelerineizin vermeyelim, sermayenin bize kestiği faturayıödemeyi reddedelim. “Sosyal güvenlik reformları”,“istihdamı arttırma”, “Orta Vadeli Program” adıaltında yapılan saldırılarla, kazanımlarımızın bir birelimizden alınmasına izin vermeyelim.

“İMF ve DB gibi emperyalist finans kuruluşlarıylailişkilere son verilsin!”, “Tüm iç ve dış borç ödemeleridurdurulsun, var olanlar geçersiz sayılsın!”,“Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmalar iptaledilsin!” talepleriyle mücadeleyi yükseltelim.

Page 7: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Eylemlerden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

“IMF ve DB Karşıtı Birlik”tenmücadele çağrısı!

11 Eylül günü “IMF ve DB Karşıtı Birlik”mücadele programını açıkladı.

“IMF ve Dünya Bankası defol / IMF ve DünyaBankası Karşıtı Birlik” pankartının açıldığı basıntoplantısında, basın açıklamasını kurumlar adına EyüpBaş okudu.

Baş, 28 Eylül’de başlayıp 7 Ekim’de bitecek olanIMF ve Dünya Bankası toplantılarına, dünyanın dörtbir yanından emperyalist tekellerin emrindeki 13 binbankacının geldiğini ifade etti. Baş, dünya halklarınıngeleceği hakkında emperyalistlerin karar alacağı butoplantıya karşı, 13 Eylül’den itibaren sokaklaraçıkacaklarını vurguladı.

Baş yaptığı açıklamada şunları ifade etti: “IMF,Dünya Bankası demek, işsizlik, yoksulluk, açlık vesömürü demektir. Uluslararası sermaye ve yerliişbirlikçileri, IMF ve DB aracılığıyla dayattığıpolitikalarla karlarına kar katarken, işçilere dahafazla çalışmak daha az kazanmak işsizlik ve yoksullukdüşüyor.”

IMF ve DB’nin emperyalist politikaların hayatageçirilmesinde nasıl bir rol oynadığının vurgulandığıaçıklamada, IMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik’inherkesi IMF ve Dünya Bankası toplantılarınıyaptırmamaya çağırdığı söylendi.

Son olarak sendika ve meslek örgütleri de bukonuda daha aktif bir tutum almaya çağırılarak birliğineylem programı duyuruldu. Eylem programına göre;

* 24 Eylül saat 13.00’te Dünya Bankası Ofisi’ninbulunduğu Kanyon AVM önünde,

* 28 Eylül saat 10.00’da Hilton önünde basınaçıklamaları yapılacak.

* 1 Ekim’de Taksim’de sendika ve meslekörgütleri tarafından yapılacak yürüyüşe katılımsağlanacak.

* 1-7 Ekim tarihleri arasında Taksim ve çevresindealternatif etkinlikler düzenlenecek.

* 6-7 Ekim’de IMF toplantısının yapılacağı salonagidip, halkların isyanı dile getirilecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“İMF ve DB Karşıtı Birlik”teneylem!

İstanbul’da ilerici, devrimci kurumların birarayagelerek oluşturduğu, “İMF ve Dünya Bankası KarşıtıBirlik” 13 Eylül günü Taksim’de bir eylemgerçekleştirdi. Eylemde 28 Eylül-7 Ekim tarihlerindeİstanbul’da yapılacak İMF ve Dünya Bankasızirvesine geçit vermeme kararlılığı ortaya konuldu.

Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelenyaklaşık 1000 kişi, “İMF ve Dünya Bankası defol! /İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik” pankartıarkasında sloganlarla Galatasaray Lisesi’ne doğruyürüyüşe geçti.

Yürüyüş boyunca yapılan konuşmalarla İMF veDB’nin işsizlik, yoksulluk, açlık ve sömürü demekolduğu vurgulandı ve işçi-emekçiler 28 Eylül-7 Ekimtarihleri arasında gerçekleşecek eylemlere katılmayaçağrıldı.

İstiklal Caddesi üzerindeki İNG Bank önünde birsüre oturma eylemi gerçekleştiren kitle devrimcimarşlarla Galatasaray Lisesi önüne geldi.

“İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik” adınayapılan ortak açıklamada, insanlığa karşı işlediklerisuçlarla dünya üzerinde yaşayan milyonlarca işçi ve

emekçinin, yoksul ve aç insanın nefretini kazanan İMFve Dünya Bankası’nın yıllık toplantılarını 1-7 Ekimtarihinde İstanbul’da yapacağı vurgulanarak, butoplantıdan dünya emekçilerine yeni sömürü ve sefaletpaketleri çıkacağı ifade edildi.

“Şimdi yine bize düşen, daha önce Cenova’da,Seattle’da, Cancun’da olduğu gibi, bu eli kanlıkatillere karşı eylemleri yükseltmektir. Üzerindeyaşadığımız toprakları onlara dar etmekti.r ‘İMF veDünya Bankası defol’ şiarıyla sokağa çıkmak, isyanateşini körüklemektir” denilen açıklama, “28Eylül’de hazırlık toplantılarıyla başlayacak olan buzirveyi daha başlamadan bitirmek için tümgüçlerimizi birleştirelim. Bu toprakların mücadeleruhunu ve geleceğini emperyalist-kapitalistbaronlara ve yerli işbirlikçilerine bir kez dahagösterelim” sözleriyle son buldu.

Eyleme BDSP, Alınteri, ESP, Mücadele Birliği,Kaldıraç, Halk Cephesi, Gençlik Cephesi, TÖP, DİK,SDP, SP, DİP, DPG, Özgürlükçü Gençlik, EHP, DHF,Odak, Devrimci Hareket, Partizan, HKM, İstanbulAhali, Dev-Lis, Otonom katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sendika ve meslek odaları IMF veDB Zirvesi’ne hazırlanıyor!

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, 15 Eylül günügerçekleştirdikleri basın toplantısıyla, 6-7 Ekimtarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek olan IMF–DBtoplantısıyla ilgili mücadele programlarını açıkladı.

Basın açıklamasını DİSK Genel Sekreteri TayfunGörgün yaptı.

Görgün, IMF ve DB’nin uyguladığı politikalarsonucu sağlıktan eğitime, açlıktan güvencesiz çalışmakoşullarına milyonlarca kişinin hayatını etkilediğinibelirterek yapılacak toplantıyla yeni saldırı planlarınınhazırlanacağını kaydetti.

Görgün, IMF ve Dünya Bankası’na “şehrimizegelme!” ve yoksulluğu, işssizliği ve güvencesizliğiarttıran politikalarına karşı, “Artık yeter!”diyeceklerini belirterek, eylem programını açıkladı.

Buna göre,29 Eylül Salı günü DİSK-KESK-TMMOB-TTB

genel başkanları ortak basın toplantısı yaparakkampanyayı başlatacaklar.

1 Ekim 2009 Perşembe 1. yılında sosyal güvenliküzerinde oynanan oyunlar protesto edilecek. Merkeziolarak İstanbul’da olmak üzere tüm ülkede kitleselbasın açıklamaları, yürüyüşler gerçekleştirilecek.

3 – 4 Ekim 2009 tarihlerinde “Mahalleetkinlikleriyle” bildiri dağıtımları, panel ve konserlerdüzenlenecek.

6 Ekim 2009 Salı günü merkezi olarak İstanbulTaksim’de ve bütün illerde “IMF ve DB politikalarınakarşı ses ver” başlığıyla kitlesel gösterilergerçekleştirilecek.

Yapılan açıklamada programın şiarlarının “Kârdeğil, insan” – “Krizin adı kapitalizm”, “İMF defol”ve “Başka bir dünya mümkün” olacağı ifade edildi.

Basın açıklamasının ardından TTB Genel Merkezüyesi Ali Çerkezoğlu bir konuşma yaptı.

Çerkezoğlu yaptığı açıklamada, IMF ve DünyaBankası toplantılarının basit turistik bir geziolmadığını belirterek toplantıların emekçiler içinsomut sonuçları olduğunu vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İMF ve DB Zirvesi eylemlerinden...

11 Eylül 2009 / Taksim

Page 8: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Emperyalizme uşaklğa son!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Sermaye devleti ABD’nin çıkarları doğrultusundayeni maceralara hazırlanıyor!

Türk sermaye devletinin ABD’den 12 Patriotbataryası ile 72 adet füze almak için Kongre’den “olur”beklediği ortaya çıktı. Bu silah satışının iki önemlipolitik boyutu bulunuyor. Bunlardan birincisi, ABDsilah tekellerinin bu alışverişten elde edecekleri devasakârlardır. İkincisi ise, Türk sermaye devletinin ABDemperyalizminin bölgesel hegemonyasının pekişmesipolitikası çerçevesinde üstleneceği yeni rollerdir.

Bu, Türkiye’nin tarihteki en büyük silah alımıdır. Busilah alımı ile ABD emperyalizminin silah tekellerine 12milyon TL tutarında para ödenecek. Böylece TürkiyeABD’den en fazla silah alan ülkeler sıralamasındabirinci sıraya yükselecek.

Sorunun ikinci boyutu ise politiktir. ABD Türkiye’yesilah satışını İran’ın füze sistemlerine sahip olmasınadayandırıyor. Bu silah satışı ile İran-Türkiye çatışmasınıkörüklemek istiyor. Amerikan füzelerine sahip olanTürk sermaye devleti, İran’a karşı ABD ile birlikte aynısafta yer almış olacak. ABD hesabına yenisilahlanmayla daha da güçlenen Türkiye, Rusya, Suriye,Yemen’i, ilerde belki de başka bölge ülkelerini tehditetmeye başlayacak.

Bu silah alımı, Türk sermaye devletinin ABDsafında yeni görevlere soyunacağının habercisidir. Bufüze sistemine Türkiye, bölgede ABD emperyalizmininçıkarları doğrultusunda hareket ettiği için sahipolabilecektir. Zira, ABD emperyalizminin politikalarıdoğrultusunda bir rol üstlenmeden, sermaye devletininbu türden silah sistemlerine sahip olması mümkündeğildir.

Bu silah satışı için ABD Kongresi’nden onay istendi.Onay gerekçesi, “bölgede barış ve istikrarın devamı içinABD’nin ortağı olan Türkiye’nin etkili bir savunmakapasitesine ulaşması ve bölgede askeri bir dengeoluşturulması”na dayandırıldı. Pentagon’a bağlı olanSavunma Güvenlik ve İşbirliği Dairesi’nin (DSCA),silah satışına ilişkin olarak yaptığı açıklamada ise şunlarsöylendi: “Türkiye, bölgede ABD’nin barış ve istikrarısağlamada ortağıdır. Bölgede kabul edilebilir bir askeridenge sağlamaya katkı çerçevesinde NATOmüttefikimize, güçlü, kendini savunma kapasitesinesahip olmada yardım sağlamak ABD’nin ulusal çıkarıiçin elzemdir. Bu önerilen satış da bahsedilen buamaçlarla tutarlıdır.” Tüm bu açıklamalar, silah alımıylaTürk sermaye devletinin, ABD’nin safında yeni çatışmaalanlarına sürüleceğinin açık göstergesidir.

30 Ağustos’ta öne çıkarılan “Güçlü Ordu, GüçlüTürkiye!” sloganı da böylece ete-kemiğe büründü. Busloganla hedeflenenin, orduyu silah teknolojisiaçısından güçlendirmek olduğu anlaşılıyor. Oysagücünü sadece silahtan alan ordular, en güçlü olduklarızamanda bile, kendilerinden daha zayıf ama haklı olanhalkların orduları karşısında bozguna uğramışlardır.

Almanya ve Japonya’nın faşist orduları en güçlüordulardı ama yenildiler. Ondan önce de Napolyon’unorduları Avrupa’nın en güçlü ordusuydu ama o dayenildi. ABD ordusu Vietnam’da yenildi. Irak’ta,Afganistan’da ise hiçbir modern silah teknolojine sahipolmayan halkların direnişi karşında büyük bir çaresizlikiçinde kıvranıyor. TSK da silah üstünlüğüne rağmenKürt halkının mücadele direncini kıramıyor.

12 milyon TL’lik silah alımı ile aynı zamanda dincipartinin, dış politikaya dair iddiaları da tamamen boşaçıktı. AKP’nin sözcülerinin “komşularla sıfır sorun”esasına dayalı söyleminin koca bir yalandan ibaretolduğu görüldü.

ABD açısından bölgede yeni bir dengeye ihtiyaç

duyulmasında, birçok ayrıntının yanı sıra bazı temelgelişmeler rol oynuyor. ABD Irak’tan çekilmeyiplanlıyor. İran’ın geliştirmekte olduğu nükleer enerjiprogramı ile Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesiylebirlikte Kafkaslar’da eski etkinliğine geri dönmesindenendişeleniyor. Bu gelişmeler, Obama’nın Türkiyeziyaretinde de birçok kez vurguladığı gibi, Türkdevletinin ABD açısından önemini arttırıyor.

ABD aynı zamanda, İran’ın iç dengelerine dahafazla müdahale etmeye ve İran ile Rusya arasındakimesafeyi açmaya çalışıyor. Bunu için de sermayedevletinin eline havucu ve sopayı tutuşturuyor.

Türkiye aracılığıyla gerçekleştirilen “Ermenistanaçılımı”yla da, Ermenistan’ın Rusya etkisindenuzaklaştırılması hedefleniyor.

ABD emperyalizminin desteği ile Türk devleti

Ortadoğu’da önemli bir askeri güce ulaşmış, askeridonanım açısından bölge ülkeleriyle kıyaslanamayacakkadar güçlenmiştir. Dünden bugüne Türk ordusu, hemABD’nin silah tekelleri için önemli bir pazar oldu, hemde bölgede ABD çıkarları için tepe tepe kullanıldı.Şimdi de ABD’nin ihtiyaçları çerçevesinde kullanılmakiçin silahlandırılıyor. Şimdi de 12 milyar TL’lik silahalımı yaparak kanlı hizmetlerine hız vermek istiyor.

12 milyar YTL’lik silah alımının nedenlerini veyaratacağı sonuçları işçi ve emekçilere anlatmalı, buçerçevede etkin bir ajitasyon ve teşhir faaliyetiyürütmeliyiz. Emperyalist köleliğe, emperyalistleretanınmış her türlü ayrıcalığa, gizli ve açık kölelikanlaşmalarına son verilmesi, emperyalist askeri üs vetesislerin kapatılması vb. istemlerle mücadeleyiörgütleme sorumluluğu önümüzde durmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde ABD yönetiminin, “İran’dangelecek tehdide karşılık” Türkiye’ye 7.8 milyardolarlık (12 milyar TL) Patriot füzesi satışı içinKongre’ye başvurduğu kamuoyuna yansıdı. ABDyönetiminin Kongre’ye sunduğu gerekçede şunlardenilmektedir: “Türkiye bölgede barış ve dengeunsuru olarak ABD’nin ortağıdır. NATO’nunmüttefikinin etkili bir savunma kapasitesineulaşmasına ve bölgede denge oluşturmasına yardımcıolmak, ABD’nin yaşamsal ulusal çıkarıdır.”

ABD’nin “barış ve denge” ile neyi kastettiğinibugün artık sokaktaki çocuklar bile bilmektedir.Afganistan işgali öncesinde “ya bizden yanasınız yabizim karşımızdasınız” tehditinin Ortadoğu halklarıüzerinde ne tür yıkım ve trajedilere yol açtığı dabiliniyor.

Obama ile birlikte ABD’nin saldırganlığındanvazgeçeceğine dair pompalanan liberal hayallerinçökmesi için çok fazla zaman gerekmedi. Emperyalist-siyonist politikaların çözümsüzlüğü, Filistinsorununun çözümsüzlüğü ile bir kez daha belgelendi.

Bir zamanlar Amerika’nın “arka bahçesi” olanLatin Amerika’da yükselen “sol dalga” karşısındayaşanan çaresizliğe karşı Honduras’taki gibi faşistdarbeleri tezgâhlamak da Obama yönetimine “kısmet”oldu.

Yine Rusya ile Gürcistan krizi üzerinden tırmanangerilimin “füze kalkanı” projesindeki ısrardan venükleer silah tehditinin yeniden savrulmasındankaynaklandığı ortada.

Öte yandan, merkez üssü ABD olan kapitalistekonomik kriz de, Obama yönetiminin “esneme”olanaklarının sınırlarını göstermiştir.

İran konusunda da Obama yönetimi ile yaratılmayaçalışılan “iyimser hava”nın yerini saldırgan bir havaalmaktadır. Son olarak ABD Dışişleri Bakanı HillaryClinton’un Temmuz ayında “İran’ın nükleerçalışmalarından vazgeçmemesi durumunda,komşularının silahlandırılacağı ve bölgede Amerikansavunma şemsiyesinin kurulacağı” yönündekiaçıklaması da bunun göstergesidir.

Kısacası, kapitalist krizle birlikte ABD’nin, baştaOrtadoğu olmak üzere dünya genelinde emperyalistçıkarları ve politikaları doğrultusunda saldırganlığınısürdüreceği görülmektedir.

ABD’nin Ortadoğu’ya dönük plan vestratejilerinde temel rol biçilen ülkeler arasında ise

İsrail ve Türkiye öne çıkmaktadır. Obama yönetimininABD Kongresi’ne, Türkiye’ye satılması istenilenPatriot füzelerinin “ABD’nin yaşamsal ulusal çıkarı”gereği olduğunu söylemesi bunu anlatmaktadır.

ABD’nin Türk sermaye devletini kendi çıkarlarıdoğrultusunda daha aktif kullanmaya dönük planlarınıişlettiği bir süreçten geçiliyor. Bu “aktiflik”, yerigeldiğinde ABD adına diplomatik alanda taşeronluk,yeri geldiğinde ise bizzat saldırganlık olacaktır.

Elbette bu süreç yeni başlamış değildir. Gürcistankrizinde sermaye devletinin üstlenmeye “çalıştığı” rol,Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilmesine dönük bir diziçaba, İran’a karşı ABD’nin sözcülüğünün üstlenilmesi,Irak ve Kürt Federe Devleti ile geliştirilen ilişkiler,Suriye ve Filistin ile İsrail arasında soyunulanarabuluculuk rolü, enerji nakil hatlarına ilişkinprojelerde üstlenilen roller ve tabiî ki Afganistan’dakiişgale verilen destek, sermaye devletininhizmetlerinden bazılarıdır.

ABD’nin sermaye devletini Ortadoğu’ya dönükplanlarında daha aktif kullanma planı, Obamayönetimince peşpeşe gerçekleşen üst düzeyziyaretlerden de yansımaktadır. Bu süreçte sermayedevleti ABD’nin “Kürt planı”nı, özünde Kürt halkınınhaklı ve meşru mücadelesini tasfiye etmeyi amaçlayan“demokratik açılım” aldatmacasını devreyesokmuştur.

Öte yandan, Afganistan işgaline dönük NATOçerçevesinde Türkiye’den talep edilen muharip güçsorunu, ABD’nin aktif işbirliği beklentisinin enbaşında yeralmaktadır. Nitekim Obama’nın Türkiyeziyaretinde gündeme getirdiği ilk konulardan biriolmuştur. Aynı talep NATO Genel SekreteriRasmussen’in geçtiğimiz haftalara gerçekleştirdiğiziyaret sırasında da tekrarlanmıştır.

Tüm bunlardan da anlaşılacağı üzere ABD,sermaye devletine biçtiği aktif taşeronluk rolünü dahaaktif politika ile birleştirme çabasındadır. Patriotfüzelerinin satışı için ABD Kongresi’ne yapılanbaşvuru bunu anlatmaktadır. Bu girişimin, Erdoğan’ınefendisinin huzuruna çıkacağı günlerin öncesine denkgelmesi de rastlantı olmasa gerek.

Sermaye devleti, tıpkı Kore’de olduğu gibi, bir kezdaha emperyalistlerin çıkarları uğruna işçi ve emekçiçocuklarının kanını dökmeye hazırlanmaktadır. Füzealımı için 7.8 milyar doların gözden çıkarılması bunugöstermektedir.

Taşeronluktan aktif saldırganlığa geçiş!

Page 9: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Kapitalizm ölüm düzenidir! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

İstanbul’dan bir sel geldi geçti. Sel gitti, 29 cesetve virane olmuş konutlar kaldı. Bir de sermayegüçlerinin sele ilişkin itirafları ve tartışmaları. Butartışmaların emekçilere herhangi bir faydasınınolmadığı açık. Aynı şekilde ülkedeki altyapı sorununailişkin herhangi bir çözüm getirmeyeceği de...İliklerine kadar pisliğe batmış, emekçilerin cesetleriüstünde tepinen düzenin tüm güçleri birbirlerinisuçlamaktan başka bir iş yapmamaktadırlar. Belediyegibi en küçük sermaye biriminden Valiliğe,TBMM’ye, Başbakanlığa kadar, adeta kanlı bir baykuşgibi bir dahaki selde de ölümler olacağınımüjdelemektedirler.

Belediye, sel bölgesinde çalıştırmak için 4 bin işçialacağını açıkladı. Bu açıklamada şunlar söylendi:“Bu4 bin kişi selden zarar gören bölgelerde binaonarımından altyapı çalışmalarına, vadi ve derelerinıslahından erozyonu engelleme çalışmalarına kadarbirçok alanda kullanılacak.”

Ortada gerçek bir facia tablosu var. Sermayedüzeni bu tabloyu cilalamaya ve tepkileri bertarafetmeye yönelik bir çaba içerisindedir. Kapitalist krizve krize bağlı işsizlik ortamında bu “sevimli” tekliftepkileri yatıştırmaya yönelik bir manevradır. Alın sizebu işsizlikte 4 bin kişilik istihdam!

Bir kez daha görülmüştür. Bu düzen işçi veemekçileri öldürür, ölenlerin mezarlarını kazmak içinde işsizler ordusuna istihdam sağlar. Tabii bu işçilerinçalışma şartlarına değinmeye bile gerek yoktur. Zirabu ülke işçiler için tam bir cehennemdir. Servis yerine“konserve” kutusuna konan 7 kadın işçinin çalışmaşartlarına bakıldığında, ek bir yorumgerekmemektedir.

Bu düzenin neresine bakarsanız bakın, bir tarafımutlaka dökülmektedir. Her türlü meseleye ilişkin budüzene toz kondurmayan, her zaman savunmapozisyonunda kalan Tayyip Erdoğan, ilkaçıklamasında “sel baskınına uğrayan ve mağdurolan” emekçileri suçladı. Eğer dere civarına kaçakgecekondular yapılmasaydı bu “facia” olmayacaktı.Erdoğan, tersanelerde yaşanan iş cinayetlerine ilişkinyaptığı açıklamada da ölümlerin sebebini “işçilerincahilliği”ne bağlamıştı! Aynı açıklamayı şimdi de seleilişkin yapıyor. Kendi belediyesinin ruhsat verdiğigecekonduların dere kenarında olmasınınsorumluluğunu dahi emekçilere yüklüyor. Oysagecekondular dere kenarında olduğu için değil, altyapıolmadığı için işçi ve emekçiler ölüyor.

Çarpık kentleşmenin nedeni kendileri değilmişgibi her fırsatta işçi ve emekçilere saldıran Erdoğan,gerçek sorumluları gizlemeye, sorunu karartmayaçalışıyor. Dere yataklarının ıslah edilmesi, altyapısorunlarının çözülmesi gerekiyorken, bunayönelmeyen bir sınıf iktidarıdır söz konusu olan.Dolayısıyla asıl sorumluluk onlara aittir.

Marmara depreminin üzerinden 10 yıl geçti. 50bine yakın işçi ve emekçinin ölümüne yol açandepremi fırsat bilen sermaye iktidarı, emekçilerinacıları üzerinde tepinerek sosyal yıkım saldırılarınıhayata geçirebildi. Doğal olarak sele ilişkintutumunda da bir farklılık olması beklenemez. Zirabu düzen “insan”ı değil kârı esas alan bir düzendir.İşçi sınıfı ve emekçilerin sınırsız sömürüsünden eldeedilen servetin en ufak bir kısmını dahi emekçilereayırmamaktadır. “Dünya kenti” İstanbul’da, NazımHikmet’in de dediği gibi, “Hani şimdi biz bir perimasalı dinler gibi seyrederiz. Işıklı caddelerdemağazaları, Hani bunlar, 77 katlı yekpare camdanmağazalardır.” Yani, bir tarafta devasa gökdelenler,diğer tarafta bu gökdelenlerin gölgesinde varolmayaçalışan gecekondulu hayatlar…

Eğitimi, sağlığı ve olanaklı olan her şeyi satılığaçıkaran, emekçilerin yaşam ve çalışma koşullarınısürekli ağırlaştıran bu düzende kaynaklar militarizm,savaş ve burjuva sınıf iktidarını korumak içinkullanılmaktadır. Asalak kapitalistler ve onundevleti, işçi sınıfı ve emekçilere ölümden başka birşey vaadetmiyorlar. Bu ölüm selde, depremde,fabrikada, madende, tersanelerde ve her yerdeemekçileri gelip buluyor.

Kürt halkına yönelik kirli savaşta harcadıklarıparanın küçük bir bölümünü altyapı sorununuçözmeye ayırsalar, bu ülkede sel yıkımı yaşanmaz.Devlet yetkililerinin hortumladıklarının küçük birkısmını ayırsalar kimsenin burnu kanamaz. İşçi sınıfıve emekçilerin yarattığı zenginliklerin küçük bölümükullanılsa, kimse önlenebilir felaketlerden dolayıyaşamını yitirmez.

Kapitalizm kirli ve kanlı bir düzendir.Kapitalistler her yerde kendi sınıf çıkarları için işçive emekçileri mezara gömmektedir. Ancak bu hepböyle gitmeyecektir. İşçi sınıfı ve emekçiler siyasalmücadele alanına çıktıklarında, onları dizginsizcesömürenlerden, sel vb. felaketler için önlemalmayarak insanları göz göre göre ölümegönderenlerden hesap soracaklardır.

Kapitalizm kirli ve kanlı bir düzendir!

Ölülerimizin, yitipgiden ömürlerimizin hesabını soralım!

Ömrümüz ya bir kamyon kasasında ya kilitli kapılararkasında ya da ateşin, suyun ortasında.

Ömrümüz onların iki dudağının arasında.Yarına çıkar mı bilinmez. Ömrümüz felaketlerde, katliamlarda, cinayetlerde...Ömrümüz bir kum torbasından, bir köpekten, bir

maskeden değersiz, uçurumun tam kenarında.Mavi önlüğüyle, nasırlaşmış elleriyle, süzgün

gözleriyle ömrümüzün yevmiyesi 20-25 lira.Makineye kaptırılan bir parmağın acısında. Ömrümüz 10 dakikalık bir karbonatlı çay molasında,

bitimsiz yorgunluklarda.Ömrümüz her şekil ölümün kuytusunda,

karanlığında. Kalleş pazarlıklarda. Bir Bursa’da, bir Ceylanpınar’da, bir İkitelli’de...21. yüzyılın neon lambaları altında ölüp ölüp

durmaktayız.“Doğa eninde sonunda intikamını alır” diyor birileri.

Biz de, bir gün güneşin doğuşu ve batışı, yani gününbitişi ve yeni günün başlangıcı, bir felakete ya dakatliama dönüşür mü diye geçiriyoruz içimizden. Sonraiçimizden geçenlere, her yeni günün kimileri için herdaim felaket, zulüm ve ölüm olduğunu ekliyoruz. Aracıniçinde boğularak ölen 8 kadın işçinin günlerinin huzur vesağlık dolu olduğunu kim söyleyebilir ki? Onlar her gündefalarca ölen bir sınıfın, kat kat sömürülen bir cinsingörünür kılınan bedenleri oldular şimdi.

Bütün diğer ölüler gibi... Bütün ölü işçiler, ezilenler,ötekiler gibi...

Haber ilk duyulduğunda, boğazımıza bir şeylerdüğümlendi, belki de dehşetten boğulacak gibi olduk,ama boğulmadık. Felaketin geneli üzerine bu ülkeninbaşbakanının, bu şehrin belediye başkanının, valisinin ve8 kadının mezarını kazan Pameks patronununsöylediklerini okuduğumuzda, bu sefer öfkedenboğulacak gibi olduk. Öyle ya, katillerin çıkıp damilyonların önünde kurbanlarının “laf dinlemezliğinin”,“akılsızlığının” böylesine arsızca dillendirilebilmesineöfkelendik. Ama biz bu öfkeye hiç de yabancı değildik.2005 yılında Bursa’da çalıştıkları fabrikada kilitli kalıpyanarak ölen 5 kadın işçiden tanıyorduk. 2007 yılındaCeylanpınar’da bir kamyonun kasasında taşınırken ÇırpıDeresi’ne düşüp boğulan tarım işçisi kadınlardan veçocuklardan tanıyorduk. Biz insan yerine konulmazdık,cansız ve gereksiz bir mal gibi hor kullanılırdık. Olsak daolurdu olmasak da, olmasak nasıl olsa dışarıda bekleyenbinlercesi var idi. Biz olmasak onlar olurdu. Sonuçta,asalak bir kapitalist için bir top kumaş neyse, Bircan,Nuriye, Özlem veya diğerleri de o demekti.

Şimdi, 8 kadın işçi boğularak öldü. Ve bu sistemdevam ettiği sürece de sermayenin daha fazla kâr hırsıiçin onlarcası, yüzlercesi kaza süsü verilmiş cinayetlerleölüme gidecek. Ölümleri bir-iki gün gazetelerde,ekranlarda yer edinecek, ardından hiçbir şey olmamışgibi devam edilecek. Yine 15 saat çalışılacak, yine asgariücret alınacak, yine sigorta olmayacak, yine kamyonkasalarına, penceresiz araçlara binilecek, yinesuçlanılacak ve yine...

Hepimiz hatırlarız, Tuzla tersaneler cehennemindeölümlerin ardı arkasının kesilmediği ve istenilmeden deolsa boyalı medyada yer bulduğu zamanlarda, tersanepatronlarının “hepimiz aynı gemideyiz” masalınıdinlemeye zorlanıyorduk. Şimdi gene aynı türdenmasallar duyarsak hiç şaşırmayalım; bu geminin dümenibu şekilde dönüyor, birileri sefa sürüp masallaranlatırken, diğerleri denize atılıp boğulmaya terkediliyor.

E. Gül

Page 10: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Kapitalizm insana ve doğaya düşmandır!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

8 Eylül tarihinde Marmara’da başlayan ve ilerleyengünlerde artan yağışla birlikte meydana gelen sel felaketigünlerdir ülke gündeminin en ön sıralarında yerinialıyor. Sular altında can veren ve 34’e ulaşan ölü sayısıbize kapitalizmin arsızlığını bir kez daha göstermiş oldu.Başbakanı, belediye başkanı ve bakanlarıyla siyasi erksahipleri, yavuz hırsız misali verdikleri demeçlerle, suçukendilerinden ve teslim ettikleri sistemin dışına atmayaçalıştılar. Tam da kendilerine yakışanı yaptılar. Şimdi isebaşka bir arsızlık öyküsü var gündemimizde. Bu sefersular altında boğulan 10 bin yıllık bir antik kent…

Kapitalizmden bir arsızlık öyküsü daha!

Ilısu Barajı, temeli atıldığı 2006 yılından itibarenülke gündeminden düşmeyen konular arasında yer aldı.Bir taraftan baraj karşıtı eylemler, kampanyalar, basınaçıklamaları gerçekleştirildi, öte yandan ise baraj yapımısırasında dalavereler ve skandallar yaşandı. IlısuBarajı’na dair son skandal geçtiğimiz hafta gündemegeldi. Barajın yapımından önce hazırlanan raporlarda,sular altında kalacak tarihi eserlerin çıkarılacağı vekültürel park alanında sergileneceği söylendi. Ancakgeçtiğimiz hafta bu tarihi eserlerin “tahrip oldukları”gerekçesiyle sular altında bırakılacağı itiraf edildi.

CHP Gaziantep milletvekili Yaşar Ağyüz geçtiğimizgünlerde meclise bir soru önergesi sundu. Ağyüzönergede şunları sordu: “Ömrü 40-50 yıllık baraj içinHasankeyf’i feda etmemeyi düşünüyor musunuz?” ve“Ilısu Barajı’nın yapımına bu nedenlerle karşı çıkanları,‘Türkiye’yi sevmeyen, bölge insanının kalkınmasınıistemeyenler’ olarak suçlamanız devlet ciddiyetinizlebağdaşıyor mu?”

Önergeye cevap Çevre ve Orman Bakanlığı’ndangeldi. Bakanlık, Ilusu Barajı’nın iş imkanı sağlayacağını,bölgeyi canlandıracağını ve bu sebeplerle barajın birgereklilik olduğunu belirtti. Sular altında kalacak tarihieserlerle ilgili de şunları açıkladı: “Hasankeyf’teki enmühim tarihi ve kültür varlıklarına sahip olan‘Yukarışehir’ suları altında kalmayacaktır. Sular altındasadece bir takım tahrip olmuş yapıların bulunduğu‘Aşağışehir’ kalacaktır.”

Oysa 1999-2001 yılları arasında hazırlanan ve DSİ(Devlet Su İşleri) tarafından onaylanan ÇED (ÇevreselEtki Değerlendirmesi) ve YYEP (Yeniden YerleşimEylem Planı) Raporları’nda yetkililer tarafından konuyadair şu açıklamalar yapılmıştı:

“Ilısu Projesi’nin maksimum su kotundanetkilenmeyen Hasankeyf Yukarı Şehir Alanı’nda yer alankültürel varlıklar, bu bölgenin geliştirilmesiyle birliktebir ‘Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi’nde yenidenhayat bulmaya devam edecektir. Hasankeyf’in % 80’denfazlası Ilısu Barajı suları altında kalmayacaktır. Bubağlamda Yukarı Şehir’de bulunan onlarca mezar, türbe,höyük, eski kalıntılar ve 4 200 mağara ev, Ilısu BarajGölü’nden etkilenmeyecektir. Bölge yukarıda belirtildiğişekilde “Arkeolojik Park ve Açık Hava Müzesi” olarakdüzenlenecek ve Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı ilebirlikte ‘Türkiye’nin ve Dünyanın Kültür ve TurizmCazibe Merkezi’ olacaktır.”

İkiyüzlülükte sınır yok!

Hazırlanan eksik raporlara karşılık bugünküuygulamalara bakıldığında, devletin yetkili kurumlarınıntam bir ikiyüzlü politika izlediğini görüyoruz. Çevre ve

Orman Bakanlığı, Hasankeyf ve Ilısu Barajı’na dairmeclise sunulan soru önergesine şu şekilde yanıtvermiştir: “Hasankeyf’teki en mühim tarihi ve kültürvarlıklarına sahip olan ‘Yukarışehir’ suları altındakalmayacaktır. Sular altında sadece bir takım tahripolmuş yapıların bulunduğu ‘Aşağışehir’ kalacaktır.”Ancak bakanlığın sular altında kalacak dediğiAşağışehir, Hasankeyf’in zaten çok büyük bir bölümünüoluşturuyor. Konuyla ilgili bir açıklama yapan İTÜöğretim görevlisi Prof. Dr. Zeynep Ahunbay şunlarısöylüyor: “Aşağı Hasankeyf demek, Hasankeyf’in en azyüzde 60-70’i demek. Birçok tarihi eser buradabulunuyor. Tahrip olmuş yapılar da olabilirler ancak bueserler suya bırakılmayacak kadar değerlidir. Kale’ninaşağısında kalan tüm eserler Aşağı Hasankeyf’egiriyor.”

Bunlara ek olarak hazırlanan raporlarda, su kotundanetkilenen bölgelerdeki tarihi eserlerin çıkartılacağı,bunun için ödenek ayrılacağı yetkili kurumlar tarafındangaranti altına alındığı söylenmişti. Ancak bugünegelindiğinde, eserlerin tahrip olduğu yalanına sarılarak,gerçekleştirdikleri bu büyük katliamdan sıyrılmayaçalıştıklarını görüyoruz. “Hasankeyf’in % 80’den fazlasıIlısu Barajı suları altında kalmayacaktır” gibi netolmayan ifadelerle insanlar aldatılmıştır.

Ilısu Baraj tartışmalarının tarihçesi

Temelleri 2006 yılında atılan Ilısu Barajı’na dairtartışmalar 1950’li yıllarda başladı. 1971 yılında bölgedebir baraj yapılıp yapılamayacağına dair araştırmalaryapıldı ve 12 Eylül faşist darbesinin ardından projekabul edildi. 1997-2002 tarihleri arasında İsviçre,Avustralya, İngiltere, İtalya ve İsveç bir konsorsiyumoluşturdu. Sonrasında çeşitli nedenlerle, önce İsveç,ardından İngiltere ve İsviçre projeden çekildiler. 2004yılında yeni ortaklıklar oluşturuldu. Türkiye’den Nurolİnşaat ile birlikte Almanya, İsviçre ve Avustralya’ya aitşirketler bir birlik kurdu. Almanya, İsviçre veAvustralya’ya ait ihracat kredisi sigortası, Türkhükümetine barajın yapımına dair, ekonomik, sosyal,toplumsal ve çevresel bazı hususları içeren 153maddelik bir şartname hazırladı ve ancak bu şartlaryerine getirildiği takdirde kredinin verilebileceğiniaçıkladı. Oluşturulan konsorsiyum, yapılan incelemelerneticesinde, hükümetin 153 maddelik şartnamesininhiçbir maddesini dikkate almadığını belirterek 2008yılında projeden çekildi.

Altmış yıla yakın bir süredir farklı şekillerde devameden süreç, hafızalarımızda bir takım ibreti alemlikdemeçlerle de yer etti. Eski Kültür Bakanı Atilla Koç’un“Hasankeyf bitmiş, tarihten silinmiş” sözleri, ” Çevre veOrman Bakanı Veysel Eroğlu’un “Ilısu Barajı’na karşıçıkanlar bölücülerdir” açıklamaları bunlara örnektir.Şimdi ise tüm bunlara Çevre ve Orman Bakanlığı’nın“bir takım tahrip olmuş eserler” şeklindeki beyanınıekliyoruz. Elbette ki tüm bunlar, “çevreciliğindaniskalığı” bağlamında hiç de tesadüfî olmayan, bellibir zihniyetin ürünü olan beyanlardır. Bu zihniyetinardında yatanların bir bölümünü bir takım çıkar ilişkilerioluşturuyorsa, diğer bölümünü de “mozaik, mermer”ikilemindeki mermerden yana siyaset oluşturmaktadır.Mevcut tarihi eserlere nasıl bir değer biçildiği ve butarihi eserlerin kime ait görüldüğü ile ilgili bir siyaset...

Ilısu’nun götürdükleri…

2013 yılında tamamlanması beklenen Ilısu Barajı,tamamlandığında büyüklük bakımından Türkiye’ninikinci en büyük barajı, enerji üretimi bakımından iseTürkiye’nin dördüncü sıradaki barajı olacak. Projebedeli 1.2 milyar avro olarak belirlenen barajınkullanılabilirlik süresi ise 50 yıl olacak. Bu 50 yıllıkenerji üretimi için 10 bin yıllık bir antik kent sularaltında kalacak ve bölgede yaşayan 50 bin kişi oradantahliye edilecek. 175 kilometrekarelik ana gövdesiylebaraj, 400 kilometrekarelik bir alanı etkileyerek,bölgedeki flora ve faunada önemli tehlikelere yolaçacak. Baraj, tüm bu ekonomik, sosyal ve çevreseletkilerinin dışında kültürel anlamda da önemlitahribatlara yol açacak. 10 bin yıldır birçok medeniyeteev sahipliği yaparak oluşturulan bir kültürün eserleri 50yıllık bir enerji üretimi için sular altında bırakılacak.

Hasankeyf üzerine süre giden bu tartışmalar ne ilk nede son olacak. Önümüzde kanlı canlı daha birçok örnekmevcut. Dünyanın ilk hidroterapi merkezlerinden biriolan 1800 yıllık Roma çağı ılıcası Allianoi’nın YortanlıBarajı’nın suları altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyakalması, Kaz Dağları’nda siyanürle altın aramagirişimleri, Munzur Vadisi üzerine yapılması planlananbarajlar, dünyada korunmaya değer bölgelerden biriolarak gösterilen Fırtına Vadisi üzerine hidroelektriksantral kurma girişimleri vb., kapitalizmin sözcülerininkapalı kapılar ardında yaptığı ve yapacağı katliamlardansadece birkaçı.

Bir kez daha tüm bu yaşananlardan ve örneklerdengörüyoruz ki, kapitalizm için insan hayatı değerliolmadığı gibi, insanlık adına insanlık tarafındanoluşturulan tüm eserler, doğa, kültür de bir değer teşkiletmiyor. Bunu geçtiğimiz haftalarda bir kere dahaanlamış olduk. Onlarca insan ve onbin yıllık tarihieserler sular altında göz göre göre boğuldu. Hesapsormazsak boğulmaya da devam edecek.

Kaynaklar1- Ilısu Projesi, Tanımı, Tarihçesi ve Önemi, Devlet

Su İşleri Genel Müdürlüğü2- Ilısu Barajı ve HES Projesi Yeniden Yerleşim

Eylem Planı, T.C Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanlığıDevlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Emlak veKamulaştırma Dairesi Başkalığı Ilısu Konsorsiyumu,Eylül 2005

Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları

Kapitalizm sular altında boğmaya devam ediyor!

Page 11: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sel değil, kapitalizm öldürdü! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

8-9 Eylül günleri boyunca yaşanan sel felaketineilişkin kitle örgütleri, sendikalar, sağlık-meslekodaları, ilerici ve devrimci kurumlar tarafından basınaçıklamaları ve eylemler gerçekleştirildi.

“Katillerden hesabı emekçilersoracak!”

BDSP, düzenin sel felaketiyle ilgili 11 Eylül günüTaksim Tramvay Durağı’nda eylem gerçekleştirdi.

“Sel değil kapitalizm katletti! Hesap soracağız!”ozalitinin açıldığı basın açıklamasında selinkapitalizmin çürümüşlüğünü bir kez daha ortayaserdiği, İstanbul gibi bir kentin göbeğinde yaşananfelaketin düzenin iflasının dolaysız bir göstergesiolduğu ifade edildi.

Ayrıca kentlere ayrılan sınırlı kaynaklarınyoksulluğun ve sefaletin üstünü örtmek için kullanılıpalt yapı gibi yatırımları önemsenmediği de eklendi.Devlet ve hükümet cephesinden yapılan açıklamalarınkanı donduracak cinsten olduğu, istediklerindeİstanbul’u polis kuşatmasına alanların ortalıktagörünmediği de vurgulandı.

Pameks Tekstil’de öldürülen 7 kadın işçiye dedeğinilen açıklamada, bu katliamın Tuzla’daki filikakatliamıyla Bursa’da işçi kadınların diri diriyakılmasından farkı olmadığı anlatılarak, işçikatletmenin burjuvazinin temel marifeti olduğu ifadeedildi.

Açıklamada son olarak, “işçi ve emekçilerkendilerini bu sefalete mahkum bırakan, selde,depremde katleden kapitalizm ile hesaplaşmadıkçagerçek kurtuluşa ulaşmaları mümkün değildir”denilerek katilamın hesabını sorma çağrısı yapıldı.

BDSP’nin açıklamasının ardından Emekçi KadınKomisyonları adına da bir konuşma yapıldı.Konuşmada sel felaketinde de bir kez dahakatledilenlerin işçi kadınlar olduğu, kapitalizminkadını çok yönlü olarak sömürdüğü ve baskı altındaaldığı, bedenlerinden yararlandığı ve katlettiğibelirtilerek emekçi kadınların sömürü düzenine karşımücadele edecekleri ifade edildi.

Çevreden halkın yoğun ilgi gösterdiği eylem basınaçıklamasının ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul Tabip Odası’nda ortakaçıklama...

İstanbul Tabip Odası’nda biraraya gelen meslekodaları Marmara Bölgesi ve özelde İstanbul’dayaşanan sel felaketinin yarattığı yıkımı, ortaya çıkansorunları ve alınması gereken önlemleri kamuoyuylapaylaştılar.

İTO Olağanüstü Durumlarda Sağlık HizmetKomisyonu’ndan Doç. Dr. Özlem Sarıkaya tarafındanokunan açıklamada, afetin sorumluluğunu tümİstanbullular’a yüklemenin ve doğa olaylarına karşıçaresizliğe bağlamanın kamu yetkililerininsorumluluğunu hafifletmeyeceği ifade edildi.

Ortak açıklamanın ardından yapılan konuşmalarda,yaşanan felaketten devletin ve yerel yöneticilerinsorumlu olduğu söylendi.

ÇHD: Doğal afet değil katliam!ÇHD İstanbul Şubesi, sorumlular hakkında suç

duyurusunda bulundu. Sultanahmet Adliyesi önünde saat 13.30’da

biraraya gelen avukatlar, “Doğal afet değil katliam,Sorumlular hesap versin / ÇHD” pankartını açtılar.

Basın açıklamasını ÇHD adına Av. Taylan Tanaygerçekleştirdi. Tanay yaptığı açıklamada, Başbakan’ınkatliamın sorumlusu olarak dereleri, belediyebaşkanının “ölen vatandaşı” sorumlu göstermesini,Çevre ve Orman Bakan’ının ise “alnımıza yazılmış”deyip felaketi önlemek için yapılacak hiçbir şeyolmadığını söylemesini eleştirdi. Sel ile ortaya çıkantablonun ne doğal ne de kader olduğunu belirtti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

TMMOB İkitelli bölgesinde... TMMOB’a bağlı odalardan mühendis, mimar,

şehir plancıları ve öğrencilerden oluşan bir grupİkitelli bölgesine hareket etti.

İkitelli bölgesindeki ziyarete katılan ToplumcuMühendis, Mimar ve Şehir Plancıları, bölgeyeilişkin gözlemlerini şu sözlerle ifade ettiler:

“Bölgeye varıldığında felaketin izleri açık birşekilde okunuyordu. Seli yaşayan ve canlarını zar zorkurtaran insanlar evlerinden dışarı çıkardıklarıeşyalarını temizlemeye çalışıyor ve yarın neyapacaklarını düşünüyorlardı. Konuşma fırsatıbulduğumuz bazı mahalle sakinleri, elektrik ve suyunolmadığını söyledi. Ayrıca bölgeye kimi “milliyetçiderneklerin”, “cemaatçilerin” geldiklerini, insanlarındinine, diline göre yardım ettiklerini belirtti. Seldeevindeki bütün eşyaları zarar gören bir mahallelinin,“Yoksul olduğumuz için, emekçi olduğumuz için,fabrikalarda çalıştığımız için her zaman 2. sınıfvatandaş görülüyoruz, yetkililer zenginlere yardımagidiyor.” sözleri ise tüm yaşananların özeti gibiydi.Ayrıca bölgede bir takım kimyasal bidonların olduğugözlendi. Ağır bir kimyasal kokunun da hissedilirolması bu bidonlardaki zehirli maddelerin toprağa,suya karışmış olma ihtimalini güçlendiriyordu.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Sel felaketinin sorumlususistemdir!”

Munzur Çevre Derneği, Marmara bölgesindeyaşanan sel nedeniyle bir açıklama gerçekleştirerekyaşananın kader değil katliam olduğunu ifade etti.Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen derneküyeleri, “Sel felaketinin, can kayıplarının, çevreseltahribatın sorumlusu sistemdir / Munzur ÇevreDerneği” pankartını açtılar.

Basın açıklamasını dernek adına İsmail Dumangerçekleştirdi.

Duman, sel baskınları nedeniyle 32 kişininöldüğünü ve 8 kişinin kayıp olduğunu belirterekyaşanan sel baskınının felaket değil katliam olduğunuvurguladı.

Duman, sel baskınında sorumlu arayanegemenlerin, halkı ve kaçak yapıları sorumlu tutarakkentsel dönüşüm projesini daha etkin bir şekildehayata geçirme fırsatçılığıyla hareket ettiklerinisöyledi.

Duman, işçi ve emekçileri yaşanan katliamınsorumlusu olan sömürü düzenine karşı örgütlenmeyeve mücadeleye çağırdı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sel değil katliam! Halk Cephesi, 11 Eylül Cuma günü Kadıköy İskele

Meydan’ında gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla, sel“felaketinin” sorumlusunun AKP olduğunu ifade etti.

“Sel değil katliam, sorumlusu AKP hükümetidir /Halk Cephesi” pankartının ve katliam fotoğraflarınınyer aldığı dövizlerin açıldığı açıklamada, AKP’ninhalka değer vermediği, önlem almaya ihtiyaçduymadığı ifade edildi. İnsana değer vermeyen budüzenin çürümüş ve yıkılmaya mahkum olduğusöylendi.

Adına “sel felaketi” denilen katliamın teksorumlusunun AKP olduğunun söylendiği açıklamada,yakınlarını kaybedenlerin AKP’nin peşinibırakmaması istendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sel felaketine ilişkin açıklama ve eylemlerden...

Küçükçekmece İşçi Platformu Pameks önündeydi! Küçükçekmece İşçi Platformu, sel katliamında 8 kadın işçinin öldüğü Pameks fabrikası önündeydi. Sel katliamının merkezi olan Halkalı-İkitelli’de kurulu bulunan Pameks önündeki açıklamada 7 kadın

işçinin asıl katilinin sel değil, Pameks patronu ve kapitalizmin kendisi olduğu söylendi. 11 Eylül Cuma günü yapılan basın açıklamasında “Sel felaketi çürümüş düzenin iflasını belgeledi...

Katleden sel değil kapitalizmdir!” pankartı açıldı. Açıklamaya izin vermek istemeyen Pameks uşaklarının müdahalesine rağmen yapılan açıklamada “7

tekstil işçisi kadını katleden ne sel, ne de kurtarma çalışmalarının yetersizliğidir. Katleden işçileri yükaracında taşıyan Pameks Tekstil patronudur. Pameks Tekstil patronu kendi sınıfının temel özeliklerinigösteren asalak bir burjuvadır. O da Tuzla’da kum torbası yerine işçi kullanan ve filikada işçileri katledenGisan Tersanesi patronuyla aynı dünyaya aittir. Bursa’da kilitli kaldıkları fabrikada yanan kadın işçilericamdan kaçmadıkları için suçlayan Özay Tekstil patronunun dünyasıdır bu dünya. Bu vahşi kapitalizmindünyasıdır” ifadelerine yer verildi.

Açıklamada ayrıca farklı fabrikalarda çalışan işçiler olarak sınıfa karşı sınıf mücadelesini sürdürme ve işçikatliamlarının hesabını sorma çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Page 12: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Zafer direnen emekçinin olacak!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

KESK’e bağlı Eğitim-Sen, kamu emekçilerinin2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı başlangıcında ek dersücretlerinin eksiksiz ödenmesi, eğitime hazırlıködeneğinin tüm eğitim ve bilim emekçilerineödenmesi talebiyle 16 Eylül günü alanlardaydı.

Ülke genelinde sevk eylemleri gerçekleştireneğitim emekçileri İstanbul, Adana, Bursa, Tokat,Kayseri ve Manisa’da yürüyüş ve basın açıklamalarıgerçekleştirdi.

İstanbul’da İl Milli EğitimMüdürlüğü’ne yürüyüş

Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri, ek ders ücretleriningaspedilmesini Sultanahmet Meydanı’ndanCağaloğlu’nda bulunan İl Milli Eğitim Müdürlüğü’neyaptığı yürüyüşle protesto etti.

Yaklaşık 400 kişilik kitlenin “Yaşasın grev yaşasıntoplu sözleşme!”, “Hükümet elini ek dersimden çek!”,hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır!” sloganlarıeşliğinde gerçekleştirdiği yürüyüşün ardından İl MilliEğitim Müdürlüğü önünde basın açıklaması yapıldı.Açıklama, sel felaketinde yaşamını yitirenler içinyapılan saygı duruşuyla başladı.

Yürüyüş sırasında yoğun olarak Kamu EmekçileriBülteni’nin dağıtımı yapıldı.

Adana’da ek ders eylemi Eğitim-Sen Adana Şubesi İnönü Parkı’nda basın

açıklaması gerçekleştirdi. Şube binası önünde toplananeğitim emekçileri “Kurtuluş yok tek başına ya hepberaber ya hiçbirimiz!”, “Savaşa değil emekçiyebütçe!”, “Sadaka değil toplu sözleşme!”, “Parasızeğitim parasız sağlık!”, “Ek ders hakkımız gaspedilemez!” sloganlarıyla İnönü Parkı’na yürüdüler.

Eğitim emekçileri adına basın metnini okuyanGüven Boğa, Haziran ayında iki hafta süren ekderslerin ücretlerinin ödenmemesinin yanısıra Eylülayındaki ek ders ücretlerinin bayram haftasında daçalışılmasına rağmen ödenmeyeceğini ifade etti.Açıklamanın devamında yüzbinlerce eğitimemekçisini ilgilendiren bu soruna karşı sessizkalmayacaklarını dile getirdi.

Yaklaşık 150 kişinin katıldığı eylem sloganlarlason buldu.

Bursa’da yürüyüş...Bursa’da saat 11.00’de Ünlü Cadde’de toplanan

eğitim emekçileri ellerindeki döviz ve flamalarlayürüyüşe geçtiler. Ajitasyon konuşmaları ve sloganlareşliğinde yapılan yürüyüşle Orhangazi Parkı’na gelenyaklaşık 300 kişi adına Eğitim-Sen Bursa ŞubeBaşkanı Cemal Akkurt basın açıklaması yaptı.

Eğitim alanında yaşanan sorunları ve eğitimemekçilerinin yaşadığı sıkıntıları anlatan Akkurt’unardından eylem sona erdi.

Eylem boyunca “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”,“Ek ders hakkımız gaspedilemez”, “Toplu sözleşmehakkımız grev silahımız!”, “Kurtuluş yok tek başınaya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Zafer direnenemekçinin olacak!”, “Eğitim haktır satılamaz!”,“Parasız eğitim parasız sağlık!”, “Savaşa değil eğitimebütçe!”, “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır!”sloganları atıldı.

Tokat’ta basın açıklaması...Okullarından sevk alarak saat 11.00’de Eğitim-Sen

Tokat Şube binası önünde toplanan eğitim emekçileri

GOP Bulvarı boyunca sloganlarla yürüdü. “Füzeye değil eğitime bütçe!”, “Toplu sözleşme

hakkımız grev silahımız!”, “İMF defol bu memleketbizim!” sloganlarının atıldığı eylem şube başkanınınyaptığı basın açıklaması ile sürdü. Seminer dönemindeek ders ücretlerinin eksiksiz ödenmesi ve eğitimehazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarınaverilmesinin gerektiğinin vurgulandığı eyleme 50eğitim emekçisi katıldı.

Kayseri’de eylem...Kayseri’de saat 11.00’de meydan pano altında

biraraya gelen eğitim emekçilerine seslenen Eğitim-Sen Kayseri Şube Başkanı Sedat Ünsal, eğitimemekçilerinin yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesiiçin eylemlerine devam edeceklerini ifade etti.

Basın açıklamasının ardından eğitim emekçilerihalaylar çekti.

Eylemde, “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecekbırakacağız, ya siz?”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hepberaber ya hiçbirimiz!”, “Yaşasın parasız, bilimsel,demokratik eğitim!”, “Krizin bedeli patronlara!”

“Emekçiyi satanı, biz de satarız!”, “Devlet güdümlüsendikalara hayır!”, “Hak verilmez alınır zafer sokaktakazanılır!” sloganları atıldı. BDSP’nin de destekverdiği eyleme yaklaşık 90 kişi katıldı. Kayseri’dekisevk eylemine yüzde 50 oranında katılım sağlandı.

Manisa’da yürüyüş...Manisa’da Manolya Meydanı’nda toplanan eğitim

emekçileri Manisa Milli Eğitim Müdürlüğü’ne kadaryürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş boyunca alkışlar vesloganlar eksik olmadı.

Eğitim-Sen Manisa Şube Başkanı FatihYoğurtçuoğlu tarafından okunan basın açıklamasındaeğitim emekçilerin ek ders ücretlerinin gasp edilmesibir haksızlık olarak nitelendirildi.

Vizite alarak gelen öğretmenlerin eylemine 50 kişikatıldı. Eylem boyunca “Savaşa değil eğitime bütçe!”,“Zam zulüm işkence işte AKP!”, “İşte sendika işteKESK!”, “Gerici faşist eğitime hayır!”, “Sürgünlerbizi yıldıramaz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Adana-Bursa-Tokat-Kayseri- Manisa

Eğitim emekçileri hak gasplarına karşı eylemde!

İstanbul Üniversitesi Araştırma GörevlisiTemsilciler Kurulu ve Eğitim Sen 6 No’luÜniversiteler Şubesi, İstanbul Üniversitesi’nde 40asistana daha soruşturma açılmasını 14 Eylül günüİ.Ü Beyazıt Kampüsü Ana Kapı önündegerçekleştirdiği eylemle protesto etti.

Eylemde, soruşturmalara derhal son verilmesiistendi.

Öğrenci Kültür Merkezi önünde bir araya gelenkitle, “Asistan kıyımına son” ve Herkese iş güvencesiHemen şimdi / Eğitim-Sen 6 Nolu Şube” pankartlarıaçarak sloganlarla İÜ Beyazıt Kampüsü Ana Kapıönüne geldi.

Yürüyüş ve eylem boyunca, “Soruşturmalar geriçekilsin!”, “Asistan kıyımına son!”, “Doktoralı işsizolmayacağız!”, “Rektör soruştur, hepimizi soruştur!”ve “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarını atan araştırma görevlileri adınabasın açıklamasını Cemil Ozansü okudu.

Ozansü, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün,50/d uygulamasına karşı mücadele eden araştırmagörevlilerinden 40’ına daha disiplin soruşturmasıaçtığını belirtti.

İÜ. Rektörlüğü’nün yaz aylarında toplam 50kişiye soruşturma açtığını belirten Ozansü,soruşturmalara derhal son verilmesini ve yargıkararlarının uygulanmasını istedi.

Açıklamanın ardından Eğitim-Sen 6 Nolu Şubeadına da açıklama yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Bursa’da ataması yapılmayanöğretmenler eylemde

Eğitim-Sen Bursa Şubesi ve Bursa AtamasıYapılmayan Öğretmenler Platformu İl Milli EğitimMüdürlüğü önünde yaptığı ortak basın açıklamasıylakadrolu çalışma talebini dile getirdi.

Eylemde ilk olarak Bursa Ataması YapılmayanÖğretmenler Platformu sözcüsü Remziye Sakinbasın açıklamasını okudu. Sakin, kadrolu atamalar

yapılana kadar mücadelelerine yılmadan devamedeceklerini belirtti.

Sakin’in ardından Eğitim-Sen Bursa ŞubeBaşkanı Cemal Akkurt açıklama yaptı. Akkurtsayıları iki yüz bini aşan güvencesiz eğitimemekçileri ve işsiz öğretmen adayları ile birliktemücadeleye devam edeceklerini ifade etti.

Açıklamaların ardından Milli Eğitim Müdürlüğüönünde 10 dakika oturma eylemi yapıldı. Eğitim-Sen’in 16 Eylül Çarşamba günü Ünlü Cadde’de ekücretler ile ilgili yapacağı eylemin çağrısıylaaçıklama sona erdi.

Eylemde “Ücretli köle olmayacağız!”, “Yaşasınörgütlü mücadelemiz!”, “Kadrolu çalışmakistiyoruz!”, “Direne direne kazanacağız!”, “KPSSkaldırılsın!”, “Sefalete teslim olmayacağız!”, “Eğitimhaktır satılamaz!”, “Diplomalı işsiz olmayacağız!”sloganları atıldı. Basın açıklamasına yaklaşık 80 kişikatıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa

Eskişehir’de eylemEskişehir’de ataması yapılmayan öğretmenler,

atamaların yapılacağı gün olan 14 Eylül’den bir günönce Adalar Migros önünden Yediler Parkı’nayürüyüş düzenlediler. Hükümetin uygulamalarınıprotesto ederek taleplerini dile getirdiler.

Slogan ve alkışlar eşliğinde Hamamyolu YedilerParkı’na gelen ataması yapılmayan öğretmenleradına okunan basın açıklamasında; atamalarıneşitsizliğine ve dışarıda bıraktığı kitleye dikkatçekildi.

“Ücretli öğretmenlik kaldırılarak tümöğretmenlerin kadrolu atanması, KPSS’ninkaldırılması, açıktaki tüm öğretmenlerin atamasıyapıldıktan sonra öğretmen yetiştiren fakültelereihtiyaca göre öğrenci alınması” taleplerini sıralayanataması yapılmayan öğretmenler slogan ve alkışlarlaeylemlerini noktaladı.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Asistanlardan soruşturmalara tepki...

Page 13: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

İzmir Karşıyaka Belediyesi’ne bağlı KentA.Ş.’de çalışırken “daralma” gerekçesiyle iştenatılan Kent A.Ş. işçilerinin 1 Mayıs 2009 tarihindebaşlattıkları direniş, Ankara yürüyüşü ile sürüyor.

Kent AŞ işçileri 16 Eylül günü, 30 gün sürecekolan İzmir-Ankara yürüyüşüne başladılar.Direnişlerinin 140. gününde başlayan yürüyüş içinsaat 11.00’de Karşıyaka Belediyesi önünde toplananişçiler “Yaşasın Ankara yürüyüşümüz! / İşten atılanKent AŞ işçileri”, “İşten çıkarılan Kent A.Ş. işçileriİzmir-Ankara yürüyüşü!” yazılı pankartlar açtılar veaynı şiarlı önlükler giydiler.

55 Kent A.Ş. işçisi ile birlikte Genel-İş 5 No’luŞube Başkanı Mehmet Çınar ve Şube Mali SekreteriCenan Ünal’ın sürdüreceği Ankara yürüyüşünde,DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi ile DİSK’ebağlı sendikaların şube başkanları, yürüyüş kolunaİzmir’deki Kipa Bornova önüne kadar eşlik ettiler.

İşçi ailelerinden tepki!

İşçilerin ailelerinin de destek verdiği eylemde,kolluk kuvvetleri, yürüyüş güzergahının bazıyerlerinde işçilere kaldırımdan yürümedayatmasında bulunarak zaman zaman gerginlikçıkardı. Kolluk güçlerinin işçi çocuklarına yürüyüşizni vermemesinden kaynaklı çocuklar DİSKaraçlarına yerleştirildi. Yürüyüş, kollukkuvvetlerinin keyfi baskılarına rağmen canlı vecoşkulu geçti. Özellikle işçi aileleri eylem boyuncaöfkeli ve tepkiliydiler.

En önde Süleyman Çelebi ve şube başkanlarınınyürüdüğü yürüyüş kolunda, DİSK ve Genel-İşflamaları taşındı. Eylemden önce İzmir’dekiyürüyüş güzergahı Karşıyaka Çarşı’dan başladı veAlaybey Parkı’ndan Bayraklı Alt Geçiti’ne kadardevam etti.

Karşıyaka Belediye önünde gerçekleştirilenbasın açıklamasını Genel-İş Genel Başkanı ErolEkici okudu.

Açıklamada işçilerin yaklaşık 4.5 aydır

aileleriyle birlikte yağmur çamur demedendirendikleri, işlerine geri dönme mücadelesiverdikleri ifade edildi.

Çelebi CHP’yi savundu, Çalışkan’ı veDurak’ı suçladı!

Ekici’nin konuşmasının ardından sözü DİSKGenel Başkanı Süleyman Çelebi aldı. Çelebi,Karşıkaya Belediyesi Başkan Yardımcısı (eşbaşkanı)Hüseyin Çalışkan’ın DİSK yöneticilerine yöneliksaldırılarına yanıt verdi. Çelebi’nin konuşmasıişçilerin “Taşeron elini işimizden çek!” sloganlarıylabölündü.

Şimdiye kadar CHP yöneticileriyle, BüyükşehirBelediye Başkanı’yla, CHP İzmir İl Başkanı ilegörüştüklerini ifade eden Çelebi, görüştüğü kişilerinKent AŞ işçilerinin haklı olduğunu söyledikleriniama Cevat Durak’ın sorunu çözmediğini söyledi.

Sendikacıların CHP savunuculuğu sadeceÇelebi’nin konuşmasına yansımadı. Aynı zamandasendika yönetimi eylem boyunca işçilerden yükselenCHP karşıtı sloganları da engellemeye çalıştı.

Karşıyaka Belediyesi’nin önünde gerçekleştirilenaçıklamanın ardından yürüyüş başladı.

Eylem kitlesel ve coşkulu geçti!

Eylem boyunca “Yaşasın Ankarayürüyüşümüz!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Çal,çal, çal Altaş’ı al başına çal!”, “İnadına sendika,inadına DİSK!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”,“Direne direne kazanacağız!”, “Kent AŞ işçisidirenişin simgesi!” sloganları coşku ve öfkeylehaykırıldı.

Yaklaşık 1000 kişinin katıldığı eyleme BağımsızDevrimci Sınıf Platformu, Halkevleri, Petrol İşAliağa Şubesi, Nakliyat-İş, KESK İzmir ŞubelerPlatformu ve Mücadele Birliği Platformu destekverdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Kent AŞ işçilerindenAnkara yürüyüşü

Entes güncesinden...

119. gün...Entes’te çalışan iki işçi ile sohbet ettim. “Durum ne

olacak, kazanacak mısın?” diye sordular. Ben de ilkdavaya katıldığımı, davanın Ekim’e ertelendiğini ve ilkolarak Entes’in şahitlerinin dinleneceğini söyledim.Şahitlerin kim olduğunu bilmediğimi fakat benden önceişe iade davası açan işçinin davasındaki şahidin işe yenigiren muhasebeci ile bizim bölüm şefi Gülnur Topalolduğunu ifade ettim. Büyük ihtimalle benim davaya daaynı şahitler girecektir. Ayrıca Entes avukatının dediğigibi gerçekten üretimde düşüş var mı araştırılacak.Ondan sonra davanın seyri az çok belli olacak dedim.(..)

120. gün…Bugün Direniş Platformu olarak Ayzi Moda işçilerini

destek ziyaretine gidecektik. Onun için toplandığımız anöğrendik ki Ayzi moda direnişi sonlandırılmış. Fabrikaiçinde işgalde olan 4 işçi gözaltına alınarak götürüldüğüsırada icra memurları gelerek makineleri çıkarmış.İşlemler bittikten sonra ise işçileri serbest bırakmışlar.

Aynı saatlerde Güler Zere için Adli Tıp Kurumuönünde yapılan basın açıklamasına katılmak üzere yolaçıktık. Güler Zere’ye özgürlük için destek veren birçokkurum adına basın metni okundu. Ardından Adli TıpKurulu toplantısı bitene kadar bekleyişe geçildi.

121.gün...(...) Güler Zere’yi öldürtmeyeceğiz eylemine

katıldık. Adli Tıp Kurumu, evrak eksikliğini bahaneederek süreyi uzatıp her geçen saniye Güler Zereyiölüme terk ediyor. Amaçlarının adalet olmadığınıErgenekoncuların, Hüseyin Üzmezlerin olayında apaçıkgöstermiş oldular. (...)

124. gün…Her zaman olduğu gibi direniş çadırını ve pankartını

alarak direniş yerine gittik. Bugün direniş nöbetçisiMetal İşçileri Kurultayı Ümraniye HazırlıkKomitesi’nden bir işçi arkadaştı. Komiteden gelenarkadaşla sonbaharda gerçekleştireceğimiz İstanbulMetal İşçileri Kurultayı hakkında nasıl bir çalışmayürüteceğimizi konuşup tartıştık.

125. günDirenişi takip eden bir işçi, direnişimin son

durumunu, gelişmeleri öğrenmek için yanıma geldi. Bende son yaşanan gelişmeleri aktardım. Yaşı ilerlemiş olanişçi kendi yaşadığı grevleri, eylemleri hatırladığını vebeni her gördüğünde duygulandığını söyledi. (...)

Geçtiğimiz günlerde Suzan Abla, sabaha karşı evineyapılan baskınla gözaltına alınıp mahkemecetutuklanmıştı. Direnişim boyunca beni yalnızbırakmayan Suzan Sezgin’e buradan selamlarımıiletiyorum.

126. günBugün Emekçi Kadın Komisyonları nöbetteydi.

Nöbetçi arkadaşla beraber eşyalarımızı alarak direnişyerine geçtik. İlk işimiz pankartı asıp çadırı kurmakoldu. (...)

Direnişin önünden geçerken dikkatle pankartıokuyan işçi biraz ilerledikten sonra geri döndü. “Tekbaşına mı direniyorsun?”, “Başka işten atılan olmadımı?”, “Patron bir şey demiyor mu?” gibi sorular sordu.Ben de durumu anlattıktan sonra 126 gündürdirendiğimi söyleyince “Helal olsun sana. Kolay gelsin.Allah yardımcın olsun” diyerek ayrıldı. (...).

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Page 14: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Sabiha Gökçen’de eylem...İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’nda

yürüttüğü sendikal örgütlenme mücadelesi toplu iştenatma saldırısıyla engellenmek istenen Hava-İşSendikası, 10 Eylül günü eylemdeydi. ISG YerHizmetleri A.Ş.’de çalışan sendika üyesi 208 işçininönceki gün işten atılması işçiler tarafındangerçekleştirilen yürüyüşle protesto edildi.

11 Eylül günü saat 16.30’da Apron kapısındatoplanarak buradan ana binaya doğru yürüyen İSGişçileri, işyerinde çoğunluğu sağladıkları gündenitibaren patron baskısıyla karşı karşıya olduklarınıbelirterek mücadeleden vazgeçmeyeceklerini ifadeettiler.

Yürüyüş boyunca, “Sendika hakkımız söke sökealırız!”, “Direne direne kazanacağız!”, “Zafer direnenişçilerin olacak!”, “Yaşasın işçilerin kardeşliği!”,“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “Kurtuluş yoktek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarınıatan işçiler işe geri alınana kadar eylemlerinisürdüreceklerini duyurdular.

Eylemin sonuna doğru polisle de kısa süreli birtartışma yaşayan havayolu işçileri çevreden ilgi vedestek gördüler.

BTS’de açlık grevi sona erdi…KESK’e bağlı Birleşik Taşımacılık Çalışanları

Sendikası’nın (BTS) siyasi kadrolaşmaya, lojmantahsislerindeki haksız uygulamalara, keyfi suspantiuygulamasına, tren tarifecilerinin siyasi ayrımcılığınakarşı başlattığı iki günlük açlık grevi sona erdi.

10 Eylül günü BTS’nin tren garındakitemsilciliğinde toplanan emekçiler “Söz, yetki, kararçalışanlara!”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!”,“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Sokağa eyleme özgürleşmeye!”,“Devlet güdümlü sendikaya hayır!”, “Yaşasın sınıfdayanışması!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”sloganlarıyla AKP il başkanlığı önüne yürüyerek siyahçelenk bıraktılar.

BTS Adana Şube Başkanı Mehmet Gök’ünokuduğu basın metninde, TCDD yönetiminindemiryolu emekçilerine yönelik baskıcı ve anti-demokratik uygulamaları sıralandı.

“Siyasi kadrolaşma, lojman tahsislerindeki haksızuygulamalar, Keyfi suspanti uygulaması, Trentarifecilerinin siyasi ayrımcılığı, SON BULSUN!”pankartının taşındığı açıklamaya yaklaşık 100 kişikatıldı.

Açıklamada, haksızlıklara karşı fiili ve meşrumücadele hattında mücadelenin artarak devam edeceğivurgulandı. Eyleme SES, BES, Eğitim-Sen, Alınteri,BDSP ve ÇHKM destek verdi.

Kızıl Bayrak / Adana

Emekçiler taşeronlaşmaya karşıeylemde

Dev Sağlık-İş Sendikası, Sosyal Hizmetler veÇocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) bünyesindeçalışan 418 personelin, 2010 yılında ihale usulü ileistihdam edilmesini 14 Eylül günü Sosyal HizmetlerMüdürlüğü önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasıile protesto etti.

Saat 12.30’da gerçekleştirilen eylemde, sağlıktataşeronlaştırmaya izin verilmeyeceği ifade edildi.

Basın açıklamasını sosyolog Özgür Aktüküngerçekleştirdi.

Sosyal hizmetlerin taşeronlaştırılamayacağınıbelirten Aktükün, SHÇEK’nın meslek elemanlarınıihale usulüyle istihdam ederek İş Kanunu’na da aykırıdavrandığını ifade etti.

Aktükün, “Eşit işe, eşit ücret” güvencesinin hiçesayıldığını, hak kayıplarının meydana geldiğinibelirtti.

Eylem, Dev Sağlık-İş Sendikası Genel BaşkanıArzu Çerkezoğlu’nun yaptığı konuşma ile sona erdi.

Eylemde, “Sosyal hizmetlerde taşeronistemiyoruz!”, “Herkese eşit güvenceli iş!”, “Yaşasınörgütlü mücadelemiz!”, “Sosyal hizmetlerde insanlıksatılamaz!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hava-İş üyesine baskı!Hava-İş Genel Merkezi 16 Eylül günü yaptığı

yazılı açıklama ile sendikaya ve üyelerine yöneliksaldırılar hakkında bilgi verdi.

Açıklamada, THY Teknik A.Ş. Uçak Revizyonbölümünde görev yapan sendika temsilcisi Orhan VeliSel’in THY yönetimi tarafından “eğitimdokümanlarını zamanında okumadığı” gerekçesiylesoruşturmaya uğradığı belirtildi. İşverenin, Sel’insavunmasındaki ifadeleri “işvereni küçük düşürdüğü,hakaret ettiği” şeklinde ele aldığını, Yönetim Kurulukararı ile iş sözleşmesini bildirimsiz feshettiğini dilegetirildi.

Sendika, Sel’in 1987 yılından bu yana bu şirketehizmet verdiğini, çalışma hayatı boyunca tek bir cezabile almadığını, savunmasında hakaret içeren hiçbirkelime geçmediği halde, savunmanın yazım dilininböyle bir amaç içerdiği yönünde subjektif bir yaklaşımiçine girilerek adaletsiz ve hakkaniyet dışı bir işlemyapıldığını söyledi.

ODTÜ işçisi: “Marka karındoyurmuyor!”

Türk-İş’e bağlı Tez-Koop-İş Sendikası’na üyeODTÜ işçileri toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmasağlanamayınca 16 Eylül günü üniversite yönetiminiprotesto etti.

ODTÜ’de yürütülen toplu sözleşmegörüşmelerinde ücretlerinin iyileştirilmesi taleplerikabul edilmeyen işçiler, servislerinden indikten sonra

rektörlükbinası önünde toplandı.

Burada gerçekleştirilen açıklamada, Tez-Koop-İş 2No’lu Şube Başkanı Mustafa Barın, yaklaşık 370 üyeadına yürüttükleri toplu sözleşme görüşmelerinde,ODTÜ ve Kamu-İş yönetiminin uzlaşmaz tavrınedeniyle görüşmelerin tıkandığını belirtti. ODTÜyöneticilerinin toplu sözleşme masasında “ODTÜmarkadır” dediğini ifade eden Barın, markanın karındoyurmadığını söyleyerek 218 kişinin 800 lirakarşılığı çalışmasına rağmen iyileştirme taleplerininreddedildiğini belirtti.

Açlık sınırına yakın ücret alan üyelerine yöneliksosyal ve ekonomik taleplerinin hayati taleplerolduğunu ifade eden Barın haksızlıkları, yanlışlıklarıkamuoyuna haykıracaklarını duyurdu.

“Sayın Rektör, 860 TL ile geçinme dersi verirmisin?’’, “ODTÜ markadır, marka karındoyurmuyor’’, “ODTÜ ormanına sahip çıkıyor,işçisine sahip çıkmıyor’’ yazılı dövizler taşıyan işçiler,“ODTÜ işçisi köle değildir!’’, “Demokratik ODTÜ,işçine sahip çık!’’ sloganlarını attı.

Esenyurt’ta kıyıma karşı direnişsürüyor...

Esenyurt Belediyesi’nde çalışırken işten atılanBelediye-İş Sendikası üyelerinin işten atma saldırısınakarşı başlattığı direniş sürerken sendika düşmanlığındasınır tanımayan belediye yönetimi 15 Eylül günüsendika üyesi 3 işçinin daha işine son verdi.

18 Ağustos günü, 3 işçinin işten atılmasıylabaşlayan direnişte son yaşanan işten atmalarla beraber

İşçi ve emekçi hareketinden...

16 Eylül 2009 / ODTÜ

Page 15: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Geleceğimize ve onurumuza sahip çıkalım! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

direnişteki işçi sayısı 12’ye ulaşmış oldu.İşten atmalara karşı yazılı açıklama yapan

Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube herPerşembe saat 12.00’de Esenyurt Belediyesi önündebasın açıklaması ve oturma eylemi yapacağınıduyurdu. Direnişe destek çağrısında bulundu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Şişli Belediyesi’nde sendikadeğişimi

DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası İstanbul 3 No’luŞube Başkanı Mevsim Gürlevik yaptığı yazılıaçıklama ile Şişli Belediyesi’nde çalışan 379 işçiden277’sinin Genel-İş’e üye olduğunu belirtti.Açıklamada, Genel-İş’in Şişli Belediyesi’nde en kısazamanda toplu sözleşme yetkisini alacağı ifade edildi.

Gürlevik, Belediye-İş’in, işçilerin sendikadeğiştirme sebebinin Şişli Belediyesi yöneticilerininişçilere baskı uygulaması olduğu yönündekiiddialarının da iftira olduğunu belirtti.

Belediye-İş’in, 12 üyesi ile 16 Eylül günügerçekleştirdiği basın açıklamasının da tabanda sınıfiradesinin kaybedildiğinin bir göstergesi olduğunusöyledi.

Sendika seçme özgürlüğünün önündeki her türlüengelin kaldırılmasını, referandum dahil olmak üzere,örgütlenme ve toplu pazarlık hakkını güvence altınaalacak adımların atılması gerektiğini savunduklarınıifade eden Gürlevik, Belediye-İş’e iftiralarına sonverme çağrısında bulundu.

Belediye-İş ise, 16 Eylül günü gerçekleştirdiğieylemle Belediye-İş Sendikası’na üye işçilerin sendikadeğiştirmeye zorlandıklarını söyledi.

Açıklamada, DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nıda Şişli Belediyesi’ndeki örgütlülüğü bozmaklasuçlayarak, bunun sınıf anlayışıyla bağdaşmadığınısöyledi.

Belediye-İş’e üye işçilere Genel-İş Sendikası’nageçmeleri konusunda işveren tarafından baskıyapıldığının belirtildiği açıklamada, Şişli BelediyeBaşkanı Mustafa Sarıgül’ün de aralarında bulunduğu 8kişi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulacağıifade edildi.

Asil Çelik grevi sona erdi!Bursa Orhangazi’de kurulu Asil Çelik fabrikasında

30 Ocak 2009 tarihinden bu yana devam eden grev, 11Eylül günü İstanbul’da imzalanan toplu iş sözleşmesiile sona erdi.

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı AdnanSerdaroğlu, BMİS yöneticileri ile Asil Çelikyöneticileri ve avukatlarının da hazır bulunduğutoplantıda, birinci yıl için işçi başına bir kereyemahsus olmak üzere seyyanen 500 TL ile birikmişlerinve bayram harçlıklarının verilmesi, ikinci yılenflasyon oranında, üçüncü yılda da enflasyon artıyüzde 1 zam verilmesi konusunda anlaşma sağlandı.

Anlaşma görüşmelerin ardından işçilerin onayınasunuldu. Yapılan oylamayla grevin bitirilmesikararlaştırıldı.

Taraflar arasında imzalanan sözleşme Asil Çelik’te,sendikaya kayıtlı 484 işçiyi kapsıyor. Ancak,fabrikada üretimin ne zaman başlayacağı henüz bellideğil. Gelen bilgiler arasında işçilerin açık izneçıkarılacağı da var.

Lastik-İş’te kapalı kapılar ardındadelege seçimi

Bir süredir sendika içinde yaşanan koltukkavgalarıyla gündemde yer alan Lastik-İşSendikası’nda sular durulmuyor.

Sendika içinde yaşanan gerilim 15 Eylül sabahıKocaeli Pirelli Fabrikası’nda başlayan delegeseçimleriyle daha da arttı. Lastik-İş Sendikası’na üye

olan fakat işten çıkartılan muhalif işçiler içeriyealınmadı. Gizli oylama biçiminde yapılması gerekendelege seçimleri açık oylama biçiminde yapılırkensandıkların bulunduğu bölgeye hiç kimseyaklaştırılmadı.

Delege seçimlerinde yaşanan olayların tespitiamacıyla hakim ve avukatlardan oluşan tespit heyetiişyerine geldi. Heyetin içeride yaptığı çalışmanınardından dışarı çıkması üzerine, dışarıda bekleyenişçiler tepkilerini dile getirdiler. Oylamanın kapalıyapılması gerekirken açık oylama yapıldığını söyleyenişçilere heyetin “yapacak bir şeyimiz yok” dediğiöğrenildi.

Delege seçimleri devam ederken, Lastik-İş GenelBaşkanı Abdullah Karacan, fabrikanın dışına çıktı. Busırada bir işçiyle göz göze gelen Karacan, “Benivuracağını söylüyormuşsun. Gel vur bana” dedi. Busırada orada basın mensuplarının da olduğunu farkeden Karacan durumu düzeltmeye çalıştı. Muhaliflerinde aday olmaya hakkı olduğunu ifade eden Karacan,“O zaman neden içeri giremiyorlar” sorusuna da, “Oişverenin kararı” şeklinde yanıt verdi.

Pirelli’den atılan işyeri temsilcisi ve yönetimkurulu üyesi Recep Ortaç ise delege seçiminindemokratik kurallar çerçevesinde yapılmadığınısöyledi. Ortaç, “Oylamanın kapalı yapılması lazım.

Milletin okuma yazması yok mu ki işçiye oy kullanmasırasında refakat ediyorlar? Hani demokratik bir seçimolacaktı?” diyerek tepkisini ortaya koydu.

Sinter patronunun oyunları…Ümraniye Dudullu’da kurulu bulunan Sinter

Metal’in patronu Olgun Tanberk 2008 yılının Aralıkayından bu yana devam eden Sinter direnişini kırmakiçin türlü ayak oyunlarına devam ediyor.

Olgun Tanberk, işe iade davası açan BirleşikMetal-İş Sendikası üyesi Sinter Metal işçilerini son birhaftadır sürekli arayarak “Gelin davadan vazgeçin,sendikadan istifa edin, bütün tazminatlarınızıödeyeceğim” diyerek fabrika önünde devam edendirenişlerinden vazgeçirmeye çalışıyor.

Olgun Tanberk, bir taraftan hukuksal sürecinuzamasından yararlanırken diğer taraftan da zorkoşullarda direnişlerini sürdürmeye çalışan işçilere vedirenişi bırakan diğer sendika üyesi işçilere para teklifederek direnişi bitirmeye ve sendikal örgütlenmemücadelesini dağıtmaya çalışıyor. Fabrika önündekidirenişlerini sürdüren 30 Sinter Metal işçisi isepatronun aradığı işçilere tek tek ulaşarak bu tuzağadüşmemeleri için uyarıda bulunuyorlar.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Küçükçekmece’de sınıfçalışmalarından...

Küçükçekmece’den sınıf devrimcileri olarak, bu hafta birçok pratik faaliyet örgütledik. Hafta içinde“Katleden sel değil, kapitalizmdir!” şiarlı Kızıl Bayrak gazetesinin son sayısının satışını emekçi semtlerinde vemerkezi noktalarda gerçekleştirdik. Gazete satışları sırasında düzen cephesinin doğal bir afet olarak lanseettiği sel felaketini kapitalizmin ve sermaye devletinin etkili bir teşhirine çevirdik.

Yaşanan “sel felaketi”nin aslında kapitalizmin bir felaketi olduğunu, bu düzenin işçi ve emekçilere hiçbirdeğer vermediğini tersine ölüm ve acılar üzerine saltanatını sürdürmeye devam ettiğini ajitasyonkonuşmalarıyla teşhir ettik. Ayrıca 8 tekstil kadın işçisinin ölümüne sebebiyet veren Pameks Tekstil patronunufabrika önünde gerçekleştirdiğimiz basın açıklamasıyla protesto ettik. Yapılan basın açıklamasında “Öldürensel değil, kapitalizmdir!”, “Pameks patronu hesap verecek!” sloganını haykırdık. Yanısıra kimi fabrikalardaselden biriken suların tahliyesi için çalıştırılan işçilerin dikkatini çekmek için “Kurtuluş yok tek başına, ya hepberaber ya hiçbirimiz!” sloganlarını attık. Ayrıca selden etkilenen yerleşim yerlerinde kullanmak üzere“İnsanca bir yaşam, çağdaş bir kent sosyalizmle mümkündür!- Afet değil, kapitalizm öldürür!” başlıklıbildirimizi işçi ve emekçilere ulaştırmaya devam ediyoruz.

Öte yandan yerel yayınımız Emekçinin Gündemi’ni de işçi ve emekçilere taşıyoruz.Yine geçtiğimiz günlerde Tez-Koop İş Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşır’ın sunduğu “Türkiye İşçi Sınıfı

Tarihi” başlıklı bir seminer gerçekleştirdik. Son olarak Güven Elektrik’teki sendikalaşmanın kazanımla sonuçlanmasının ardından toplu sözleşme

imzalandı. Şimdi ise temsilcilik seçimleri gündemde. Temsilcilik seçimlerine müdahale amacıyla “GüvenElektrik işçileri patronun değil, işçinin temsilcisini seçmelidir!” Küçükçekmece İşçi Platformu imzalıbildiriyle işçilere seslendik.

Siyasal sınıf çalışmamızı güçlendiren adımlarımızı daha güçlü atmaya devam edeceğiz.Küçükçekmece BDSP

Page 16: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Demokrasi mücadel 16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

CMYK

Türkiye’de Kürt sorununun bizzat Kürt akımlarıtarafından reformist bir çerçevede ele alınması yeni birdurum değildir. ‘70’li yıllarda Türkiye sol hareketindeolduğu gibi Kürt hareketi bünyesinde de biri devrimci-demokrat ve öteki reformist olmak üzere iki ana akımvardı. Reformist Kürt solunun o günkü temsilcileri (kiesas olarak PSK tarafından temsil ediliyordu) kendistratejilerini “Türkiye’ye demokrasi Kürdistan’aotonomi”olarak özetliyorlardı. Bu, demokrasisorununu devrim sorunundan koparan, dolayısıyladevrimci iktidar hedefinden yoksun, barışçıl kitlemücadelelerine dayalı olarak kurulu düzeni kenditemelleri üzerinde demokratikleştirmeyi hedefleyen vebunu Kürtlere otonomi hedefiyle birleştiren reformistbir siyasal çizgi/strateji idi. Yine de sorunu sınıfilişkileri içinde ortaya koymak ve tanımlananamaçlara, egemen sınıfa karşı Türk ve Kürt halklarınınbirleşik mücadelesi ile ulaşmayı hedeflemek gibiilerici üstünlüklere sahipti.

Esas olarak PKK tarafından temsil edilen bugününKürt reformist hareketi ise İmralı’dan beri artık bukadarından bile yoksundur. Çünkü yeni reformiststratejide sınıflar, sınıf ilişkilerine dayalı siyasalmevzilenme ve mücadele yoktur. Bunun yerine artıktarihsel ilişkileri içinde iki “kavim”, yani “Türkler” ve“Kürtler” vardır. Kürt sorunu ise, tarih boyuncastratejik ittifak içinde olmuş ve bundan da karşılıklıolarak hep kazançlı çıkmış bu iki kavmin ilişkilerinde19. yüzyıl ile birlikte meydana gelen ve cumhuriyetinilk yıllarındaki “yanlış anlamalar”la kontrolü heptenyitirilen bir tür yol kazasının ürünüdür ve çözümü de,aynı tarihin referans alınarak eski stratejik ilişkininyeni koşullarda yeniden kurulmasından geçmektedir.Bu durumda haliyle Kürt sorunu, çözümünü kurulutoplum ve devlet düzenine karşı devrim ya da

demokrasi mücadelesi içinde bulacak toplumsal-siyasal bir sorun olmaktan çıkıyor, dünyada vebölgede yaşanan yeni gelişmeler ve oluşan yeni güçilişkileri içinde Tük ve Kürt ilişkilerinin alacağı/almasıgereken yeni biçim sorunu haline geliyor. AbdullahÖcalan’ın, burjuva demokrasisinin idealleştirmesinedayalı “yeni sistem”i kapsamında genel ve soyutplanda demokrasi üzerine onca söz ettikten sonra,somut olarak Kürt sorununa geldiğinde bütün bunlarıunutması, konuyu esası yönünden Ortadoğu’da yenigelişmeler ve güç dengeleri ile Türk-Kürt ilişkilerinintarihsel bilançosu üzerinden ortaya koyması, Türkburjuvazisi adına ülkeyi yönetenleri buradan hareketleikna etmeye çalışması da işin aslında işte bundandolayıdır. Bu ele alış çerçevesinde sorun, devrim biryana genel olarak demokrasi sorunu olmaktan bileçıkarılmış, egemen sınıfın stratejik çıkarlar temelindebir “Kürt reformu”na ikna edilmesi sorunu halinegetirilmiştir. Yeni stratejide Türkiye işçi sınıfına veemekçilerine söz planında bile herhangi bir roltanınmaması, sorunun Türkiye’nin genel demokrasi vedevrim mücadelesinden koparılarak ele alınması daanlamını burada bulmaktadır.

Tarihsel referansların anlamı

PKK “siyasal çözüm” çizgisine yöneldiği andanitibaren Abdullah Öcalan Türk-Kürt ilişkilerinintarihine de aradığı uzlaşmaya uygun bir yorum getirdive bunu Türkiye’yi yönetenleri ikna etmek için ısrarlakullandı. Temel argümanı şu idi: Tarihte TürklerinAnadolu’ya girişleri (1071), Ortadoğu’ya yayılmaları(1514) ve nihayet Kurtuluş Savaşı’nı kazanmaları(1920’ler), Kürtlerle kurdukları stratejik ittifak, onlarıkendi amaç ve hedefleri doğrultusunda yedeklemeleri

sayesinde olmuştur. Cumhuriyetin kurulması ilebirlikte Kürtlerin inkar edilmesi bu ittifakı bozmuş, buise sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’ni çok yönlü olarakzayıf düşürmüş, onu hala da aşılamayan bunalımlarlayüzyüze bırakmıştır. Bugün Türkiye’nin önünde içsorunları çözmek ve Ortadoğu ile İç Asya’da liderolarak sivrilmek potansiyel olanağı durmaktadır. Bunugerçek bir olanağa çevirmek Türkiye’nin Kürtlerleilişkilerini onarmasına bağlıdır ve bunun yolu da Kürt-Türk ilişkilerinin yeniden tanımlanmasından, yani bir“Kürt reformu”ndan geçmektedir.

O gün için daha çok Türk kamuoyunuyumuşatmaya yönelik taktik bir söylem olarakalgılanan bu tarih yorumu ve gelecek perspektifi,gerçekte o günkü “siyasal çözüm” yönelimi içindeaçık bir mantığa sahipti ve onunla tutarlıydı. “Siyasalçözüm” yönelimi gibi bunun da taktik değil fakatstratejik nitelikte bir yön değişiminin ürünü olduğununherkesçe anlaşılabilmesi için İmralı sürecininyaşanması gerekti.

PKK devrimci döneminde bahsi geçen tarihselilişkileri tümüyle farklı bir biçimde yorumluyor,özellikle de yerel Kürt beyliklerinin Yavuz SultanSelim’le Çaldıran Savaşı (1514) üzerinden kurduğuittifakı mahkum ediyor, bunu çağdaş Kürtişbirlikçiliğinin tarihsel temeli olarak niteliyordu.Nitekim 1970’lerin Kürt hareketinde “çağdaş İdris-iBitlisiler” nitelemesi en ağır siyasal suçlamalardan birisayılıyordu. Halkların ve özel olarak da Kürt halkınınçıkarlarına aykırı olarak o dönemin egemen sınıfgüçleri arasında gerçekleşen gerici ilişkilere yöneltilenbu suçlamanın kuşkusuz ‘70’li yılların halkçıdevrimci-demokrat çizgisiyle dolaysız bir ilişkisivardı.

Aynı tarihe ‘90’lı ilk yıllardan başlayarak getirilenyeni yorum ve bundan çıkarılan yeni sonuçlar isetümüyle yeni yönelimle, bunun ifadesi siyasal çizgideğişimi ile ilişkiliydi. Ulusal sorunun ele alınışındave çözümünde belirgin bir biçimde burjuva sınıfçizgisine meyledenler, tarihe de bu yeni ideolojik-sınıfsal yönelimin penceresinden bakacak, hedeflenenyeni burjuva sınıf uzlaşmasına feodal döneminegemen sınıflar uzlaşmasından tarihsel dayanaklararayacaklardı. Hele de bu dayanaklar Türkburjuvazisinin günümüzdeki bölgesel yayılmacıhedeflerine uygun düştükleri ölçüde çok daha işlevselbir güncel anlam da kazanıyorlarsa...

İlk İmralı savunmalarından başlayarak AbdullahÖcalan bu tarih yorumuna özellikle sarıldı ve birbiriniizleyen savunma kitaplarında buna genişçe yer ayırdı(uzun bir dönem boyunca dışardaki PKKpropagandasının da ana temalarından biri oldu bu).Kaldı ki bu fikri işlemek için artık çok daha elverişlibir konuma ve koşullara da sahipti. Zira devrim,sosyalizm, devrimci sınıf mücadelesi türünden“yıkıcı” düşüncelerle Kürt hareketinin bağını radikalve inandırıcı bir biçimde kesmiş bulunuyordu ve budurumda sözkonusu tarihsel referans iki ulustanegemen sınıfların yeni türden bir burjuva sınıf ittifakı(ki önerilen ittifakın nesnel sınıfsal mantığı sonuçtatümüyle bu idi) için çok daha anlamlı ve inandırıcı idi.

Kürt ulusal sorunu üzerine değerlendirmelerden seçmeler...

Demokrasi mücadele

Page 17: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

lesi ve Kürt sorunu/2 Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009 H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

Bunun kadar, belki kısa dönemde bundan da önemliolan ikinci bir elverişli etken, ABD’nin Irak işgali vebunun bir parçası olarak Güney Kürdistan’da yaşanangelişmelerin Türk burjuvazisinde ve devletindeyarattığı derin kaygılar ve yarına dönük korkulardı.Abdullah Öcalan, Türk burjuvazisinin temsilcilerinibir Kürt reformuna ikna etmek üzere tarihselreferanslara dayalı olarak yayılmacı hevesleriokşamaya yönelik vurgularını, bu kaygıları vekorkuları işlemeyle de birleştirdi.

Ortaya konulan düşünce çizgisini bu ikincisindenbaşlayarak görelim.

Gerici korkulara bağlanan umutlar

ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya müdahalesiniyerinde bir yorumla İsrail’in siyonist hesapları ileilişkilerinden Abdullah Öcalan, Özgür İnsanSavunması olarak kitaplaştırılan AtinaSavunması’ında bunu Kürt sorununa şöyle bağlıyor:

“... İsrail’in ayakta kalabilmesi ve stratejikgüvenliğe kavuşabilmesi, İkinci bir İsrail’e mutlakihtiyaç göstermektedir. Bu görevi bir dönem İranŞahından bekledi. Uzun süre Türkiye’yi bu temeldeyönlendirdi. Fakat ikisini de ikinci bir İsrail yapmakmümkün olmadı. Olacakları da kolay ve kısa vadedegerçekleşecek gibi değildir. Geriye Kürt seçeneğikalıyor. İsrail kurulur kurulmaz bu seçenek üzerindedurdu. Barzani ve daha sonra Talabani önderliğinihazırlamaya çalıştı. Çok büyük çaba harcadı.Kendilerine güçlerinin çok üstünde değer verdi. Kolkanat gerdi. Siyasi ve maddi destek sağladı. SonundaABD’nin büyük askeri gücüyle Irak bütünlüğündenözünde kopardı. Şekli birlik o kadar önemlideğildir...”( Özgür İnsan Savunması, MezopotamyaYayınları, s.83)

Bu değerlendirmenin nereye bağlanacağınıkestirmek güç değildir. “Bu gelişme Türkiye’nin Kürtpolitikası için deprem etkisi yapabilecek tümözelliklere sahiptir” diyen Abdullah Öcalan, sözlerinindevamında Türkiye’nin inkarcı Kürt politikasınadeğindikten sonra, asıl gelmek istediği noktayagelerek, şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Kuzey Irak’ta ortaya çıkan Kürt federe yapısı bupolitikayı her gün, her saat zorlamaktadır. Yapılacakiki şey vardır: Ya askeri operasyonlarla dağıtmak, yada kabullenmek. Askeri operasyon, ABD vekoalisyonla çatışma demektir. Kabullenmek ise, geçicibir ‘bekle gör’ politikası olup kalıcı ve çözümleyicihiçbir özelliğe sahip değildir. Buna bir de PKK’ninonbine varan eğitilmiş militan gücü tüm dağlık alandaüstlendirmesini, geniş iç ve dış kitle desteğini eklersek,Türkiye’nin tarihi bir yol ağzında bulunduğu gayetaçıktır. Geçen her gün bu ‘bekle gör’ politikasınınaleyhindedir. Kapsamlı bir Kürdistan savaşı tümdünyayı Kürtlerin arkasına vereceği gibi, en yakınmüttefikleri olan ABD ve İsrail’in kaybına, hattakarşısında bulmasına yol açacaktır. Kürt sendromunundaha da şiddetlenmesi bu gelişmelerden ötürüdür. Herşey Türkiye’yi yeni bir Kürt politikasını geliştirmeyezorlamaktadır...” (age., s. 83-84)

“Her şey Türkiye’yi yeni bir Kürt politikasınıgeliştirmeye zorlamaktadır...”. Türkiye’nin gericiburjuva düzeni payına kaygı ve korku kaynağıgelişmelerden çıkarılan bu sonuç, AbdullahÖcalan’nın büyük umududur. O, Kürt sorununundevrimci-demokratik muhtevasını ve bununTürkiye’nin genel demokrasi ve devrim sorunuylabağını bir yana bırakarak, Türkiye Cumhuriyetidevletini bir “Kürt reformu”na yöneltmeye dayalı yenipolitikasını işte bu umut üzerine kuruyor. Budoğrultuda ve elbette tarihsel referanslara dadayandırılan çıkış yolunu güçlendirmek üzere, Türkburjuvazisinin/devletinin kaygı ve korkularını deşecekek değerlendirmeler yapıyor:

“ Şu hususu da önemle belirtmeliyiz ki, ABD veİsrail’in Kürt yaklaşımı taktiksel olmaktan uzaktır.Kalıcı, stratejik ve giderek tüm Kürtleri bağrındatoplayacak tarihsel önemde bir gelişmedir.Ortadoğu’nun değiştirilmesinde başta gelen stratejikgüç olarak görünmekte ve hazırlanmayaçalışılmaktadır. 1950’ler sonrası Türkiye’ye verilenAnti-Sovyetik ve Anti-Ortadoğu (Arap- İran karşıtlığı)rolü, daha kapsamlı ve uzun süreli olarak Kürtlerleyürütülmeye çalışılmaktadır. Tabii esas amaç, ikincibir İsrail rolüdür. ABD ve İsrail’in bundan vazgeçmesimümkün görünmemektedir. Mevcut durumda Kürtlerinkaybı, ABD açısından Ortadoğu’nun ve İsrail’in kaybıanlamına gelir. Daha da ötesi, olası İran ve Türkiyezorlamaları karşısında Irak’ta görüldüğü gibimanivelayı, bu ülkelerde yine elde tutmak istediğiKürtlerle atacaktır. Özcesi, Ortadoğu’nun artık güçlüsopası Kürtler olacaktır.” (age., s. 84)

Bunları daha ileride, ABD-İsrail ikilisinin GüneyKürdistan’da yarattığı yeni fiili devletin ileride“Büyük Kürdistan” peşinde koşacağı, Türkiye, İran veSuriye’den toprak talep edeceğine ilişkindeğerlendirmeler izliyor (s. 93-94) ve doğal olarakbunlar da sonuçta aynı amaca yöneliyor.

Abdullah Öcalan avukat görüşmelerinde de ısrarlaişlediği bu aynı temalara bir yıl sonraki yeni savunmakitabında daha geniş bir yer ayırıyor. Burada PKK’ye,Türkiye’yi bekleyen bu tehlikelerin sürekli işlenmesi,bir Kürt reformuna ikna etmek üzere Türk devleti vetoplumuna “Kürtlerin ve Kürdistan’ın stratejik rolününçarpıcı ve güçlü bir biçimde gösterilmesi” gerektiğitavsiye ediliyor ve şunlar söyleniyor:

“Güney Kürdistan’da milliyetçi aşiretçi FedereKürt devleti oluştuktan sonra etkisinin sürekli olacağıartık kesinleşmiştir. Dolayısıyla Kürdistan’ın mevcutstatüsü TC aleyhine sorun üretecek bir konuma hızlaerişmiştir. Eğer demokratik çözümler devreyesokulmazsa, milliyetçi hareketler kaçınılmaz olacaktır.(...) Devlet belki geleneksel ezme politikasınagüvenmektedir. Fakat Büyük Ortadoğu Projesi’ninneye gebe olduğu tam bilinmemektedir. Ucu hertehlikeye açıktır. Kürtlerin stratejik rolününTürkiye’nin aleyhine çevrilmesi çok önemlisonuçlarını beraberinde getirecektir. Türkiye üzerindebirçok tartışmayı, yeni talepleri gündemleştirecektir...”(Bir Halkı Savunmak, Çetin Yayınları, s. 324)

Bu sözleri ise hemen devamındaki paragrafta şu

son derece dikkatli ve ölçülü tehdit cümlesi izliyor:“Kürtlerin bundan sonra stratejik rollerini başta ABD,İsrail olmak üzere her devlet ve güçledeğerlendirebilecekleri gözden uzak tutulmamalıdır.”

“Kürt reformu”na dayalı Türkiye mucizesi

Bu geniş özeti verirken bizim için burada sorun,Güney Kürdistan’daki gelişmeler üzerinden ortayakonulan tüm bu değerlendirmelerin kendi sınırlarıiçinde isabetli olup olmadığı değildir (hemenbelirtelim ki bunlar esası yönünden isabetlideğerlendirmelerdir). Burada bizim için ve konumuzbakımından önemli olan, tüm bunlarla AbdullahÖcalan’ın varmak istediği sonuçtur. Bunu ise dahabaştan açıklamış bulunuyoruz. O tüm bunlarla, yaniGüney Kürdistan’daki gelişmeler üzerinden Türkdevletinin kaygılarını ve korkularını azdırarak, onukendi ifadesiyle bir “Kürt reformu”na ikna etmeyeçalışmaktadır. Tüm çabası, tüm vurguları, aradadikkatlice formüle edilmiş tehditleri, bir arada buamaca yöneliktir.

Burjuva bir bakış açısıyla tüm bu çabada belki birmantık olabilir. Ama bunda, bu aynı çabada herhangibir demokratik kaygı ve ilerici bir muhtevabulunmadığını bütün açıklığı ile belirtmek zorundayız.Abdullah Öcalan kimi kime karşı uyarıyor ve neyeikna etmeye çalışıyor? Güneyli Kürt liderleriniişbirlikçilikle suçlarken, bununla bağımsız ve egemenbir devleti yönetenlere hitap etmiyor herhalde. 60 yılayakın bir süredir Ortadoğu’da emperyalizminbekçiliğini yapan, halihazırda topraklarını Ortadoğuhalklarına yönelik saldırı ve tehditler için Amerikanemperyalizmine saldırı üssü olarak kullandırtan, ABD-İsrail ikilisinin bölgedeki baş müttefiki konumundabulunan, içerde kendi halkına karşı katmerli birgericilik uygulayan, Kürtlere değil demokratikhaklarını tanımak onların henüz ulusal varlıklarını bilekabule yanaşmayan bir devlete ve onun çıkarlarınabekçilik yaptığı sınıfa, işbirlikçi Türk burjuvazisinesahi neyi anlatmaya çalışıyor Abdullah Öcalan?

Eğer Abdullah Öcalan, Amerikan emperyalizmininve siyonist İsrail’in Ortadoğu halklarına yönelik gericive saldırgan politikalarının ve Güneyli Kürtlerin buikiliyle bölge halklarının çıkarlarını hiçe sayarakgirdiği kirli ilişkilerin teşhirini, bölge halklarıyla ve buarada Türk halkıyla devrimci birleşmeye dayalı birmücadele perspektifiyle birleştirmiş olsaydı, elbettekibu tümüyle ilerici-devrimci nitelikte bir çabanınifadesi olurdu ve her türlü övgüyü ve desteği dehakederdi. Fakat hayır, yazık ki onun artık böyle birsorunu yok. Onun tüm çabası, kilitlendiği biricikgerçek hedef, bu gelişmelerin Türkiye’nin gericiburjuva düzeni ve devletinde yarattığı kaygı vekorkuları kullanarak Türkiye’yi yönetenleri sınırlı bir“Kürt reformu”na razı etmek ve sonra da tümdevrimci-demokratik birikimini tasfiye ederekyurtsever Kürt kitlesini bu aynı gerici düzenebağlamak, Kürt halk desteğini Ortadoğu’ya yönelikyayılmacı heveslerinin hizmetine vermektir. Türk ve

esi ve Kürt sorunu/2H. Fırat

(Kızıl Bayrak, Sayı: 2005/39, 1 Ekim 2005)

Page 18: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sermaye sınıfının pisliğini devrim temizler!18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Kürt egemenlerinin tarihteki ilişki ve ittifaklarınınverimli meyvelerine yapılan o sonu gelmez vurgularınmantığı da tümüyle buraya oturmaktadır.

Abdullah Öcalan Türkiye’nin tamdemokratikleşmesinden yana olduğunu söylüyor, fakathemen ardından da ekliyor: “Türkiye’nin AB kritelerinihedeflemesi bu amacı karşılamaktadır.” (Özgür İnsanSavunması, s. 108). Bu onun Türkiye’nin tamdemokratikleşmesine yönelik ufkunun “Kopenhagkriterleri”nin ötesine geçmediğini, dolayısıyla Türkburjuvazisinin AB reformları projesini aşmadığınıgösteriyor. Ona göre Türkiye AB reformlarıçerçevesinde zaten demokratik bir dönüşümyaşamaktadır. Fakat bunu yeterli düzeyde bir Kürtreformuyla birleştirmeyi başaramadığı için bu süreçeksik kalmakta, sakatlanmakta, özellikle de Güney’deyaşanan tehlikeli gelişmeleri göğüslemeye yönelikolarak gerekli yararı sağlayamamaktadır. Bunugidermenin yolu ise “Türkiye’nin geneldemokratikleşme hamlesini Kürt reformuylabütünleştir”mekten geçmektedir. “ Şüphesiz sonyıllarda gelişen demokratik reform süreci önemlidir.Fakat Kürt politikasındaki tereddütlerden dolayısürekli topallamaktadır. Bu da içte ve dışta güçkaybına yol açmaktadır. Kuzey Irak’ta gelinen noktaartık böyle yürünemeyeceğini çok açıkça ortayakoymaktadır. Tam demokrasili Türkiye ancak Kürtreformuyla mümkündür.” (s. 87)

Ve nihayet bu düşünce çizgisinde ulaşılan temelsonuç:

“Sonuç olarak, demokratikleşmesini Kürt reformuile tamamlamış bir Türkiye, çağdaş uygarlığın birgereği olarak AB’de yerini alırken, Ortadoğu baştaolmak üzere Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya’yayönelik etkileme gücünü arttıracaktır. Geçmiş mirasalayık bir rolü böyle oynayabilecektir. Topallaşmadansapasağlam adımlarla yürüyecektir. Türkiye,Ortadoğu’nun tarihi demokratikleşme hamlesindekontrolü ABD ve diğer büyük güçlere bırakmak yerine,tarihin tüm kritik aşamalarında olduğu gibi, Kürtlerlestratejik kardeşlik dayanışmasıyla güçlü bir atağakalkabilecektir...” (s. 88).

Neredeyse “demokratikleşmesini Kürt reformu iletamamlamış bir Türkiye”de artık başka sorunkalmayacak ve böylece ülke kanatlanıp uçacak demeyegelen bu düşünce çizgisinde Türkiye işçi sınıfının,emekçilerinin, daha özel olarak Kürt emekçilerinin,onların devrimci temsilcilerinin hiçbir yeri ve rolüyoktur. Burada muhatap tümüyle ve yalnızca Türkburjuvazisi, onun ülkeyi yöneten temsilcileri ve sınıfçıkarlarının bekçisi olarak devlettir. Amaç, onlarlabarışıp bütünleşmektir. Reforma davet edilenler vereformla kazanacak olanlar onlardır. Reform temelindekendileriyle bütünleşilecek olanlar onlardır.“Kürtler”in yeni düzeyde elde edilmiş stratejik desteğisayesinde bölge gücü olarak sivrilecek, bölgesel güçmücadelesinde avantaj elde edecek olanlar da onlardır.

“Geçmiş mirasa layık bir rolü” de doğal olarakonlar oynayabileceklerdir. Bilindiği gibi bu “miras”,“Ortadoğu başta olmak üzere Kafkasya, Balkanlar”üzerinden merkezi feodal bir imparatorluğunyayılmacı, halkları köleleştirici mirasıdır. Burada, ilgilikitabın öteki sayfalarında ve bunu izleyen yenikitabında (Bir Halkı Savunmak), Abdullah Öcalandöne döne bunun başarılmasında Kürtlerin stratejikönemde bir rol oynadıklarını vurguluyor ve aynı rolünsınırlı bir “Kürt reformu” karşılığında pekala yenidönemde de etkin bir biçimde oynanabileceğinisöylüyor. Türk-Kürt ilişkilerinin bütün bir tarihini özelbir gayretle bu “stratejik” ilişki ve ittifak üzerindendeğerlendiriyor ve Ortadoğu’daki yeni gelişmelerin birkez daha bu türden bir ilişki ve ittifakı kritik önemdebir ihtiyaç haline getirdiğini yineleyip duruyor.

(Devam edecek...)

Hükümet ile Doğan Medya grubu arasındaki çıkar çatışmasısürüyor…

Bu pisliği işçi sınıfıtemizleyebilir!

Hükümet ile Doğan Medya grubu arasındabaşlayan çıkar çatışması devam ediyor. DoğanMedya’nın Deniz Feneri davası ile ilgiliyolsuzluklara Tayyip Erdoğan’ı da elden para aldığıiddiasıyla katması üzerine hükümet, Doğan YayınHolding A.Ş’ye 3 milyar 755 milyon lira vergicezası çıkardı. Bu son gelişme üzerine, bir süre öncedurulur gibi görünen hükümet-Doğan Medyaarasındaki çatışma yeniden alevlenmiş oldu.

Tüm bu tartışmalar boyunca hak, hukuk,bağımsız medya, kesilen hortumlar, temiz siyasetvb. kavramlar içi boşaltılarak istismar edilmeyebaşlandı. Ancak her iki tarafın da boğazına kadarpisliğe battığı, bu çatışmanın arkasında çıkar ve rantpaylaşımı kavgası olduğu, istismar edilenlerin ise bukavgaya alet edilmeye çalışıldığı ortadadır.

Bilindiği gibi çıkar ve rant kavgası AydınDoğan’ın çıkarları doğrultusunda hükümetten talep ettiklerinin Tayyip tarafından ifşa edilmesiyle başladı.Kavga Doğan’ın satın aldığı Hilton’un yeşil alanına rezidans için imar izni alamaması üzerine başladı.Hükümete saldırıya geçen Doğan’a karşı Erdoğan “başka gizli isteklerini açıklarım” tehdidini savurdu.Ortalıkta dolaşan tehditler sonucunda Aydın Doğan’ın Hilton’u istemediği, Ceyhan’da rafineri için ruhsatistediği, Tayyip’in ise orayı “bizim Çalık”’a söz verdiği gerçeği açığa çıktı. Bugüne kadar bilinen ancak kapalıkapılar ardından süren kirli ilişkiler ve pazarlıklar bu vesileyle ortalığa saçılmış oldu.

Gelinen aşamada Aydın Doğan’ın üstünlük kurabilmek için AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın en zayıfnoktasına, yolsuzluklarına vurmaya başlaması üzerine çatışma yeniden alevlenmiş oldu. Çatışma görünürdeAydın Doğan ile Tayyip Erdoğan arasında sürüyor görünse de, özünde yaşanan sermaye gruplarının itdalaşıdır. AKP, TÜSİAD’ın hatırı sayılır baronları arasında sayılan Aydın Doğan’a karşı fütursuzcadavranmakta, tehditler savurmaktadır. Erdoğan’a bu cesareti veren, sırtını dayadığı ve sözcülüğünü yaptığıtekelci burjuva kesimin desteğidir. Zaten çatışma da son 30 yılda palazlanan ve bugün tekelci sermaye halinegelen muhafazakar Anadolu büyük burjuvazisi ile başta TÜSİAD olmak üzere geleneksel tekelci sermayekesimleri arasındaki çıkar çatışması nedeniyle yaşanmaktadır. Her iki sermaye grubu da sömürü ve yağmadadaha etkin bir konum elde etme mücadelesi yürütmektedir.

AKP’nin arkasında giderek güçlenen tekelci sermaye kesimi bu güçten elde ettiği politik avantajlarayaslanmaktadır. Bu durum başta TÜSİAD olmak üzere geleneksel sermaye kesimlerini giderek daha fazlarahatsız etmektedir. Bundan dolayı konuyla ilgili ilk tepki ve açıklama da TÜSİAD’dan gelmiştir. Hükümetivergi cezası konusunda eleştiren ve süreci yakından takip edeceklerini ifade eden TÜSİAD bileşenleri,AKP’yi ve Tayyip’i uyararak temkinli olmaya çağırmışlardır.

AKP bir bütün olarak sermaye sınıfının çıkarlarını korumakta ve kollamaktadır. Ancak AKP, arkasındakiözel sermaye grupları sözkonusu olduğunda, yağma ve rantta bu kesimlere ayrıcalık tanımaktadır. Yaşanançatışmanın gerisinde de bu vardır. Aydın Doğanlar, ellerinde bulunan medya tekellerini de büyük bir güçolarak kullanarak, dün bu yağma ve ranttan sınırsızca ve sorunsuzca yararlanmaktaydılar. Ancak bugün AhmetÇalıklar türemiş, bu yağma ve rantta öncelikli ve ayrıcalıklı bir konum elde etmişlerdir. Yaşanan çatışmanınözü ve özeti budur. Komünistler çatışmanın ilk evresinde, çatışmanın sınıfsal mantığını şöyle ortayakoymuşlardı:

“Fakat öte yandan AKP, ‘islami sermaye’ denilen yeni yetme, hırslı ve vurguncu, hızla büyümek isteyen, buçerçevede hükümet ve devlet gücüne hakim olmanın ne demek olduğunu da iyi bilen belli sermaye gruplarınınözel çıkarlarını temsil etmektedir. Büyük burjuvazinin kendi iç ilişkileri, demek oluyor ki çıkar çelişmeleri veçatışmaları sözkonusu olduğunda, AKP’nin siyasal gücü ve hükümet olanakları öncelikle bu sermayekesimlerine hizmet etmektedir. Tüm sorun işte buradan çıkmaktadır.

Burjuva toplumunda devlet, bir bütün olarak sermaye sınıfının elinde işçi sınıfı ve emekçiler üzerinde birbaskı ve egemenlik aracı olmak temel işlevinin yanısıra, sermaye grupları arasında sömürü ve rantkaynaklarının bölüşümünde de özel rollere sahiptir. Bu rol Türkiye gibi sermaye sınıfının tarihsel olarakdevletin olanaklarıyla beslenip palazlandığı bir ülkede özellikle belirgindir. Sabah-ATV’nin bulunmazkoşullarda kime peşkeş çekileceği, Mersin’de rafineri kurmak olanağının ‘orayı bizim Çalık’a verdim’kolaylığı içinde hangi sermaye grubuna sunulacağı buna sıkı sıkıya bağlıdır.” (SİKB, sayı: 2008/37, 12 Eylül2008)

Çatışmanın bundan sonra nasıl seyredeceği belli değil. Çatışmadan hangi kesimin kârlı çıkacağını isebundan sonra yapılacak hamleler belirleyecek. Her iki tarafın da birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortalığasaçmaya devam edecekleri, birbirlerini yıpratmaya ve böylece geriletmeye çalışacakları çok açık.

Ancak açık ve net olan bir gerçek daha var. O da her kesimiyle pisliğe, rüşvete ve yolsuzluğa batmışsermaye sınıfını ve bir bütün olarak sermaye düzenini tarihin çöplüğüne işçi sınıfının devrimci mücadelesiningöndereceğidir.

Page 19: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Metal İşçileri Kurultayı hazırlıklarından... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Metal İşçileri Kurultayı hazırlıkları kapsamındayapılan eğitim seminerlerinin üçüncüsü 13 Eylülgünü “Metal işçilerinin mücadele birikimi vedeneyimi” başlığı ile gerçekleştirildi. Seminerin ilkbölümünde KHK sözcüsü ile Tez-Koop-İş SendikasıGenel Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşır sunumyaptı.

Metal işçilerinin mücadele birikimi işçi sınıfının mücadele birikimidir!

İlk olarak söz alan KHK sözcüsü metal işçilerininmücadele birikiminin işçi sınıfının toplambirikiminden ayrı ele alınamayacağını ifade ederek‘60’lı yıllardan sonra gelişen sınıf hareketi içindemetal işçilerinin de yer aldığını vurguladı. 15-16Haziran direnişinin içinde de metal işçilerinin önemlibir ağırlığının olduğunu ifade etti.

‘70’li yıllarda ise işçi sınıfının DGM direnişi,faşizme ihtar eylemleri, Maraş katliamı protestolarıgibi daha politik içerikli eylemlere giriştiğinisöyleyen KHK sözcüsü, DGM direnişi içerisindeEreğli Demir Çelik, Demirdöküm, Sungurlar, Tofaş,Renault ve Profilo gibi önemli metal fabrikalarındaçalışan işçilerin yer aldığını ifade etti. Sermayenin buadımı ile birlikte 77-80 arasında “büyük grev” olarakda adlandırılan MESS grevlerinin metal işçilerinintarihinde önemli duraklardan biri olduğunu söyledi.

12 Eylül’ün tüm toplumsal muhalefetle birliktemetal işçilerinin mücadelesini de ezdiğine dikkatçeken KHK sözcüsü, Maden-İş’in kapatılmasınaparalel olarak önemli fabrikalarda çalışan tümişçilerin Türk Metal çetesine üye yapılarak metalişçilerinin mücadelesine en ağır darbelerden birininde böylece vurulmuş olduğunu söyledi.

12 Eylül’den sonra 1986 Netaş grevi, bahareylemleri ve ve 90-91 MESS grevlerinin öne çıkaneylemler olduğunu söyledi. Bahar eylemlerininardından 12 Eylül’le birlikte yaşandığı gibi yine biröncü işçi kıyımının yaşandığını bunun ise geçmişmücadele deneyiminin yeni kuşaklara aktarılmasınınönüne geçtiğini vurguladı.

Taban örgütlenmesinden ve sınıf bilincindenyoksun olan metal işçilerinin çalışma ve yaşamkoşullarının ağırlığı ile yine de mücadeleye devamettiğini, bu açıdan en önemli sürecin ise ‘98’deyaşanan ve “metal fırtınası” olarak da isimlendirilenTürk Metal’den istifalar süreci olduğunu söyledi.Oldukça önemli fabrikalarda yaşanan bu eylemlerde10 bin işçinin Türk Metal’den istifa ettiğini ancak birtaban örgütlülüğüne dayanmayan bu eylemlerinakacak kanal bulamaması nedeni ile geri çekildiğiniifade etti.

Metal işçilerinin 2000’li yıllarla birlikte bir kezdaha mücadele eğilimine girdiğini, 2008 TİS’lerindebir kez daha mücadele dinamizmi ile sahneyeçıktığını ifade etti. Ancak krizin etkisini hissettirmesiile birlikte bu eğilimin geriye çekildiğini söyleyerekbununla birlikte krizin faturasını işçi sınıfına ödetmegirişimleri karşısında gerçekleşen direnişler olduğunuvurguladı. Bu direnişlerde de sınıf bilincinin ve tabanörgütlülüğünden yoksunluğun en temel sorun olaraköne çıktığını ifade eden KHK sözcüsü, sendikal

bürokrasinin de bu direnişlerdeki uğursuz rolüneişaret etti.

KHK sözcüsü yeni döneme örgütlü hazırlığınönemine ve bu çerçevede kurultayın da öncüleri biraraya getirerek oldukça önemli bir işlev taşıyacağınıvurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.

“İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!”

Tez-Koop-İş Eğitim Danışmanı Volkan Yaraşırise konuşmasına Komünist Manifesto’dan yaptığıalıntılarla ve “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseriolacaktır!” vurgusu ile başladı. Topluma egemenfikirlerin egemen sınıfın fikirleri olduğunu söyleyenYaraşır, tarih ve sınıf bilincinin önemini çeşitlitarihsel örneklerle açıkladı. Sınıf hareketinin en temelsorunlarını bilinç ve kimlikte dejenerasyon, sınıfındeğersizleşmesi ve cemaatleştirilme olarak tanımladı.

Metal işçilerinin işçi sınıfının mücadeletarihindeki önemli yerini vurguladı. Üretim sürecininsınıf bilincine doğrudan etkileri olduğunu, bunun isemetal işçilerinin hızla radikalleşen profilindegörüleceğini dile getirdi. 1835-1960 yılları arasındaTürkiye işçi sınıfının mayalanma sürecinde metalişçilerinin ilk illegal örgütlenmeyi yaratmak gibi birdizi noktada önemli bir rolü olduğunu söyleyenYaraşır, işçi sınıfının 1950’ler ve 1970’lerde ikisıçrama eşiğinin daha bulunduğunu dile getirdi.1960’lardaki tarihsel momentte eşiği kapitalistgelişmenin aştığını, burada sınıf hareketinin desıçradığını söyledi. 61 Saraçhane mitingi ile “Benartık toplumsal maddi bir gücüm!” diyen işçi sınıfının63 Kavel grevi ile “Ben haklarımı söke söke alırım!”dediğini ifade etti. Bu dönem içinde DİSK’inkuruluşu, işgal ve özyönetim deneyimlerini inceleyenYaraşır, bu sürecin sınıfın ekonomik bilincinin siyasalbilince dönüşümünde önemli bir rolü olduğunu dilegetirdi.

15-16 Haziran direnişini anti kapitalist birmanifesto olarak tanımlayan Yaraşır ‘70 sonrasısermaye sınıfının yönelimini ise sınıfın dipten gelenyıkıcı dalgasını fark etmenin bir sonucu olarak sınıfdevrimciliğinin potansiyel kadrolarının yok edilmesive sınıf hareketinin ekonomik mücadele ile blokeedilmesi olarak tanımladı.

Metal sektöründe MESS ve Türk Metal eliylesermayenin koordineli yapısının ‘70’li yıllarda hayatageçirilmeye başlandığını dile getiren Yaraşır, 12Eylül’ün sınıf hareketi için bir kırılma noktasıolduğunu söyledi. ‘80 sonrası mücadelelere dedeğinen Yaraşır, metal işçilerinin tarihselavantajlarına karşın bir dizi güncel problemibulunduğunu da dile getirdi. Mevcut sendikal yapıyıTürk Metal şahsında gangster sendikacılık, BirleşikMetal şahsında korporotist-bürokratik sendikacılıkolarak tanımladı. Bu anlayışların ise metal işçilerininönündeki en temel engeller olduğunu, son dönemyaşanan direnişlerde ve hareketli süreçlerde bunun birkez daha ortaya çıktığını ve bu sendikaların artıkyıkılmak zorunda olduğunu dile getirdi.

“Ruhlarınızı silahlandırın!”

Bu tabloyu değiştirebilmek için sanayihavzalarında makro fabrikaların belirlenip buralarayoğunlaşılması gerektiğini, bununla birlikte postfordist fabrikalar olarak isimlendirilebilecek 249OSB’nin de bu açıdan önemli olduğunu dile getirdi.

Metal işçilerinin mevcut tabloda gergin bir yapısıolduğunu dile getiren Yaraşır, işçi sınıfınınhalihazırda korkuları nedeniyle hareketegeçemediğini ancak öfkeli ve kinli bir tablo içindebulunduğunu vurguladı. Bu içe kapanmanın tehlikelibir içe kapanma olduğunu, ancak doğruörgütlenebildiği ve yönlendirilebildiği orandaoldukça önemli bir dinamik barındırdığını dasözlerine ekledi. Bu çerçevede sınıf cephesindenaçığa çıkan çeşitli bireysel tepkileri değerlendirenYaraşır, bu öfkenin tutulması ve örgütlenmesinin özelönemine işaret etti. Bunun için fabrikalar içinde“nereden çıktığı belli olmayan bildirilerle”, patronungerçekleştirdiği saldırılara verilen yanıtlarla vb.yöntemlerle bu öfkenin sözcüsü olunması gerektiğinisöyledi.

Yine bu dönemde çeşitli öncü çıkışları da dilegetirerek buralarda bilinçten bağımsız sınıfdevrimciliğinin mayalanmakta olduğunu dile getirdi.Bu çerçevede Emine Arslan, Saliha Gümüş veGülistan Kobatan’ın direnişlerinin özel öneminedeğindi.

Sabotaj üzerine yürüttüğü tartışmalarda sondönem yaşanan belli hareketlenmelerin kendisinidoğruladığını dile getiren Yaraşır, aristokrat olaraknitelediği Fransız işçilerinin fabrikalarını işgal ederekhavaya uçurmakla tehdit etmesinin, Sony veCaterpillar’da gerçekleşen rehin alma eylemlerinin veyine Sssangyong gibi bir dizi direnişin bu çerçevedegirilmekte olan bu yeni dönemin ilk işaretleriolduğunu dile getirdi.

Bu yeni döneme hazırlık için ise, bu dönemintaşıyıcısı olacak güçlerin öncelikle kendi ruhlarınısilahlandırması gerektiğini, öfkenin ve kinin sözcüsüolunması gerektiğini söyledi. “Sermayeyi yıkamasakbile uyuz etmeliyiz!” diyen Yaraşır, yaşadığı birdeneyim üzerinden sendikal bürokrasinin vereformistlerin bu öfkeden “sen faşizmi çağırıyorsun!”diyerek nasıl korktuklarını anlattı.

“Fabrikalarda kökleşmeliyiz!”

Verilen aranın ardından gerçekleşen ikincibölümde ise, sınıf bilincinin ve toplamında sınıfhareketinin gelişiminin çeşitli evrelerine dair yapılantartışmaların yanı sıra fabrikalarda yürütülecekörgütlenme çalışmalarının deneyimleri tartışıldı. Sondönem yaşanan birçok direniş çeşitli yönleriyletartışılırken, bu bölümün temel vurgusu gelişecekolan hareketliliği kucaklayabilmek için fabrikalardaderinleşebilmenin özel önemi oldu. Kendiliğindengelişebilecek hareketlilikleri sınıf mücadelesi adınaileriye taşıyabilmenin en önemli adımının buralardakomiteler ve hücreler temelinde örgütlenmelerinyaratılması olduğu ifade edildi.

Metal İşçileri Kurultayı Hazırlık Komitesi

Metal İşçileri Kurultayı 3. hazırlık semineri gerçekleşti…

“Öfkeyi örgütlemek için fabrikalardakökleşmeliyiz!”

Page 20: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Yaşasın Ulucanlar direnişimiz!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

“Ve cellat uyandı yatağında bir gece‘Tanrım’ dedi, ‘bu ne zor bir bilmece;

‘Öldükçe çoğalıyor adamlarBen tükenmekteyim öldürdükçe…”

Emek ile sermaye arasındaki amansız savaşımbugüne kadar tarihin sayfalarına sayısız katliamlarlageçmiştir. Ancak bu katliamlar aynı zamanda,ölümüne ortaya konan görkemli devrimci direnişlere,irade ve kararlılığın en güzel örneklerine tanıklıketmiştir.

26 Eylül ‘99’da Ulucanlar’da yaşananların daböyle ikili bir yönü bulunmaktadır. Bir tarafta “istikrarprogramlarının uygulanabilmesi için cezaevlerisorununun çözülmesi şarttır” diyen sermaye devletinindevrimcileri hedef alan vahşi katliamı, diğer tarafta isetoplumun bilinçli, kararlı ve öncü güçlerini oluşturandevrimcilerin ortaya koydukları yiğit bir direniş,sarsılmaz bir kararlılık!..

Ulucanlar’ı koşullayan ön süreç ve sermaye devletinin hedefleri

Sermaye devleti, içerde işçi ve emekçilere, dışardaise emperyalist efendilerine yönelik mesajlarını çoğuzaman devrimcilere yönelik devlet terörü vekatliamlarla vermeye çalışmıştır. 95’teki Buca,‘96’daki Diyarbakır katliamlarından Ulucanlar’a ve 19Aralık’a uzanan katliamlar buna temel oluşturabilecekörneklerdir.

Sermaye devletinin en temel politikalarınınbaşında, emekçi kitleler ile ona öncülük yapacakdevrimci güçlerin buluşmasını engellemekgelmektedir. Ulucanlar da bu çerçevede üzerindenanlaşılabilir.

Bu katliam işçi ve emekçilerin mezarda emekliliksaldırısına karşı başlattığı yoğun hareketlilik ve onunüzerine deprem sonrası binen öfke koşullarındagündeme gelmiş ve Ecevit’in ABD gezisine denkgetirilmiştir. Yani katliamla birlikte hem işçi veemekçilere hem de emperyalist efendilere açıkmesajlar iletilmiştir.

Daha önceki değerlendirmelerimizdeki şu vurgusüreci bütünlüklü kavramak açısından oldukçaönemlidir:

“Bu katliam, münferit ya da raslantısal bir olaydeğil. Tersine, uzun yıllardır süren bir çatışmanın,zaman zaman sert biçimler içinde süregelen bir iradesavaşının son aylardaki yoğunlaşmasının özel birtezahürü olarak gündeme gelmiştir, böyleanlaşılmalıdır.” (Ulucanlar katliamı ve ötesi, Ekim,sayı:209)

Faşist devlet devrimcilerin çelikten iradesine çarptı

Sermaye devletinin tüm kurum ve araçlarıUlucanlar süreci boyunca eşgüdüm halinde çalışmıştır.

Devrimci tutsakların cezaevi kapasitesinin çoküzerinde yer kullanımına karşı 2 Eylül günü başlatmışoldukları koğuş işgali, önceden planlanan katliamadüzen cephesinden bir “gerekçe” oluşturmuştur.Devlet bu vesileyle “hücre tipi-F tipi” saldırısını

hayata geçirmenin yolunu düzleme hedefiyle hareketetmiştir.

Dönemin Başbakanı Ecevit, operasyonun başladığısaatlerde, ABD yolundayken, kendisineUlucanlar’daki hareketliliğin nedeninin sorangazetecilere “gereken yapılıyor” diyebilmiştir.Buradan da anlaşılacağı gibi herşey öncedenplanlamıştır.

Burjuva medya 26 Eylül öncesi katliamımeşrulaştırmak amacıyla onlarca çarpıtıcı haberyayınladı. Vahşi katliam sonrası yapılan haberler defarklı bir içerik taşımıyordu: “Cezaevi Cephanelik”(Sabah, 28 Eylül 1999,), “Cezaevi Değil, Örgütevleri”(Milliyet, 28 Eylül 1999), “Pusu Kurup Ateş Açtılar”(Milliyet, 28 Eylül 1999)...

Ancak, düzenin kolluk güçlerinin vahşice saldırısı“Teslim olmaktansa ölmeyi yeğleyen” yiğit birkararlılık duvarına çarptı.

Katliamcı düzenin o zamanki Adalet BakanıHikmet Sami Türk, bu planlı katliam sonrası“Güvenlik güçleri Ulucanlar’da kimseyiöldürmemiştir”, “Ölümler örgüt içi infaz olabilir”şeklinde açıklamalar yapabildi.

Katliamcı devletin hukuku da sonraki süreçteüzerine düşeni yerine getirdi. Operasyondaki 161jandarma hakkında açılmak istenen soruşturmaya önceValilik izin vermedi. Dava ancak bir yıl sonra, eskiTCK’nın bir maddesine dayandırılarak açılabildi.Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi 2008 yılında,aralarında Hrant Dink cinayetindeki “ihmali”üzerinden gündeme gelen Albay Ali Öz ilejandarmalar hakkında “kendilerine verilen emri yerinegetirdikleri ve görevlerini yaptıkları” gerekçesiyleberaat karar verdi. Böylece devletin hukuk sistemi debu katliamı açıkça onaylamış oldu.

Katliama maruz kalan devrimci tutsaklar hakkındaise hızla dava açıldı. İddianamede 10 tutsaktan 5’ininarkadaşları tarafından öldürüldüğü ileri sürülebildi.

Operasyon öncesi tahliye edilen 2 tutuklu hakkındadava açılması ve kadınlar arasında sayılan 2tutuklunun erkek olması, davadaki ciddiyetsizliğigözler önüne seren sadece birkaç örnek. Söz konusudevrimciler için toplam 12 bin 130 yıla kadar hapiscezası istendi.

Devletin azgınca saldırısına uğrayan devrimcilerinyargılanmasına halen devam edilmektedir. Hatta,geçtiğimiz ay yaşandığı gibi, “ifade eksiği” gerekçegösterilerek yeni tutuklamalar dahigerçekleştirilmektedir.

İçeride ve dışarıda hücreleri parçalama iradesini gösterelim!

26 Eylül Ulucanlar katliamı ve direnişininüzerinden on yıl geçmiş bulunuyor. Sermayedevletinin içerde tecrit eksenli sistematik saldırılarısürerken, dışarda da işçi ve emekçiler saldırıpolitikalarının hedefi durumundalar.

Yaşanan süreç omuzlarımıza her zamankindendaha fazla sorumluluk yüklemektedir. “İçeride vedışarıda hücreleri parçalama iradesi” gösterenUlucanlar’daki kararlılık izlenecek yolugöstermektedir.

Devrimciler bugüne kadar zindanlarda bedellerödemekten sakınmamışlar, ölümüne bir direnişintemsilcileri olmuşlardır. Aralarında Parti’nin iki önderkadrosu yoldaşımızın bulunduğu Ulucanlar şehitleri dedestansı bir direnişin temsilcileri olarak devrimcimücadele tarihimizdeki onurlu yerlerini almışlardır.

Yoldaşlarımızın katledilmesinin ardından şöylesöylemiştik: “Siz sözünüzü can pahasına tuttunuz.Bizim de sözümüz var!”

Evet yoldaşlar, bizim de sözümüz var: Bu“çürümüşdüzeni ve kokuşmuş devleti yıkacağız” ve yerine“sosyalizmi ve komünizmi” kuracağız!

Ulucanlar katliamı ve direnişi 10. yılında....

ON’ları anmak, düzene karşı aynı irade ve kararlılıkla savaşmak demektir!

Page 21: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Yaşasın Ulucanlar direnişimiz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Merhaba Habip yoldaş...Ölümsüzlüğe ulaşmandan bugüne on yıl geçti.

Ölümsüzleşenler kervanına katıldığın zaman sana veÜmit yoldaşa, iki yıl sonra da Hatice yoldaşa şöylesöz vermiştik: Sizleri kavgamızda yaşatacağız!

Bugün sizleri yaşattığımızı dost da düşman dagörüyor. Hele ki düşman daha çok görüyor.Liberalizmin bugün hala devrimde ısrar ediyor gibigörünenlere bile fazlasıyla nüfuz ettiği koşullarda,sizlerin uğruna tereddüt etmeden ölümükucakladığınız dava, sadece söylemde değil pratiktede devrimci örgütü inşa ediyor. Kimileri yasalimkanları istismar etme lafzıyla yasal sınırlarahapsolurken, Parti yasalarla kendini sınırlamayarakyolunu yürüyor. Bu, var olmaya çalışan bir örgütündeğil iktidara yürüyen bir partinin şekillenişidir. Varolma düzleminden bakacak olursak, devrimci örgütçoktan inşa edildi. Ne var ki iktidar hedefli ihtilalci birparti için inşa süreci devam ediyor.

Bütün bunları sizlerle birlikte yapıyoruz. Bunukendi yaşadıklarımla somut olarak anlatayım. ÖlümOrucu süresince hep yanımdaydın. 19 Aralık’ta halayadurduğumuzda bir yanımda sen, diğer yanımda Ümityoldaş vardı. Açık söyleyeyim, o gün ölümüküçültmeyi başardıysam, sizler ve tereddüt etmedenölümü kucakladığınız dava sayesindedir. Sizlerlebirlikteyken insan çok daha güçlü oluyor.

F tipi hücrelerde de yanımdaydın. Yine yoldaş,yine dosttun. İlk ekiplerde yazık ki dökülmeler çokolmuştu. Yanıbaşımda çok güvendiğim kişiler biledöküldü. Ama ben böyle bir şeyi düşünmedim bile.Çünkü sen hergün yeniden yeniden bana inancı,

davaya bağlılığı aşılıyordun. Ortada cirit atan karşı-devrimci mikroplara karşı aşılıydım.

Düşman seni katlettiğinde, belki de “Habip’tenkurtulduk” diye sevinç çığlığı atmıştır ama boşuna!Çünkü sizden hiç kurtulamadılar. Ölüm Orucusürecinde beni güçlü kılan Parti’ydi ve Parti’nin özüözeti olan sendin, sizlerdiniz. Sizleri bire bir tanıyan,tanımayan her yoldaşın yanında oluyorsunuz.Özellikle zorlu anlarda... Bu yüzden ne senden, ne deÜmit yoldaştan kurtulabildiler.

Kimi devrimciler, ölümsüzler kervanına katılandevrimcilerin ölümsüzleşme anını örnek alıyor.Kuşkusuz burada da örnek alınacak yan var. Ne var ki,asıl olarak ölümsüzleşen bir devrimcinin devrimciyaşamı örnek alınmalıdır. Bu temelde, sen yoldaş,eşsiz bir örneksin. Herhangi bir devrimci işi“yapmam”, “yapmadım” sözleri senden uzak dururdu.Olursa eğer, “yapamadım” derdin. Çünkü emekharcamadan hiçbir işi yarıda bırakmazdın.Yapamadım dediğinde o işe harcadığın emekgörülüyordu. Daha önce hiç yapmadığın bir yemeğiyapmaya başlamaktan en karmaşık bir işe kadar,“yapamam, edemem” diye duraksamaz, o işe hemengirişirdin.

Müthiş bir özgüvenin vardı. Yapamamsözcüğünden uzak olduğun için bu özgüvengelişmişti. “Kimse bunu anasının karnındaöğrenmiyor” der, başlarken hiç bilmediğin işi, bir süresonra ustalıkla yapıyor olurdun. Ulucanlar’da çokları,senin ilkokul mezunu olduğuna inanmıyormuş.Oradaki durumunla buna inanmamaları gayet normal.Yazdığın yazılar, deneyimle birlikte teorik birikim degerektiriyordu. ‘91’de ilkokul mezunu olduğun apaçıkbelliydi. Deyim yerindeyse, elin yeni yeni kalemtutuyordu ama sen kalemi bırakmıyordun. Sürekliokuyor ve yazıyordun. Bütün bunları, özgüvenin vedevrime olan inancınla yapıyordun. Bu, bir sınıfdevrimcisi için olmazsa olmaz bir özellik. Bu özelliğesahip olmayan biri, hiç emek harcamadan yapamamder.

Senin temel özelliklerinden biri de mütevazi birkişiliğe sahip olmandı. Benim, deyim yerindeyse,yeniden doğmam senin mütevazi kişiliğinsayesindedir. Görev ve yetkilerini bir apolet gibiomuzuna takmıyor, sorumluluklarını yüreğindehissedip pratikte gereklerini yerine getiriyordun.Sosyal yaşamda seni hiç kendimden farklı görmedim.Daha doğrusu sen böyle bir şey göstermedin. Senin buyaklaşımın özgüvenimi yeniden kazanmamdabelirleyici bir rol oynadı. Karşındaki insanıngözlerinde devrimci ışık gördüğünde ona sıkıcasarılıyor, dost oluyor, yoldaş oluyordun. Kendime bileitiraf edemediğim zaaflarımı sana anlatabiliyordum.Zaaflarım karşısında yine yoldaş, yine dost olaraksohbet ederdin. Zaaflarımı aşmamda bu sohbetlerinpayı büyük. Senin mütevazi kişiliğin, bir yoldaşı heryönden kucaklamanı, sarmalamanı sağlıyordu.

Bugün de seni kucaklamayı ve seninle sohbetetmeyi çok isterdim. Ne var ki, bugün sadeceyüreğimle kucaklıyorum. Bütün yoldaşlar da öyleyapıyor.

Ve yine söz veriyoruz: Sizleri yaşatacağız. Bir günzafer halayına birlikte duracağız.

M. Kurşun

Habip yoldaşa...

Sizlerle birlikte zaferhalayına duracağız!

Hasta tutsaklaraözgürlük!

Adli Tıp yine kararsız...İlerici ve devrimci kurumlar Adli Tıp

Kurumu’nun Güler Zere’nin sağlık durumuna ilişkinikinci kez toplandığı 10 Eylül günü ATK önündeeylemdeydi.

Güler Zere’nin sağlık raporundaki eksikliklerinhala incelenmediğini belirten kurumlar 27Ağustos’tan bugüne kadar karar verilmemesinin“kötü niyetin varlığını gösterdiği” belirttiler. AdliTıp Kurulu’ndan ise “eksik evrak” gerekçesiyle birkez daha karar çıkmadı.

“Güler Zere’ye özgürlük için nöbetteyiz! 32.Gün” pankartının açıldığı eylemde basınaçıklamasını okuyan Av. Barkın Timtik, “hukukunsiyasi hasta tutuklu ve hükümlülere tanımış olduğuözgürlük hakkının Adli Tıp Kurumu’nun skandalyaratan raporları nedeniyle engellendiği”ni söyledi.

Zere’nin sağlık dosyasının eksik evrak olduğugerekçesiyle hala incelenmediğini hatırlatan Timtik,“Bugüne kadar karar verilmemesi bir kötü niyetinvarlığını hissettirmektedir” dedi.

Adli Tıp Kurumu, Güler Zere’nin avukatlarınıngörüşme talebini kabul etmedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Zere’yi öldürtmeyeceğiz!İlerici devrimci kurumlar haftalardır

gerçekleştirdikleri Taksim yürüyüşlerine 11 Eylülakşamı da devam ettiler. “Evrak eksikliği”bahanesiyle Güler Zere’yi ölüme mahkum eden AdliTıp Kurumu’nu protesto ettiler.

Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan kitle enönde Güler Zere’nin fotoğrafının bulunduğu pankartarkasında yürüyüşe geçti.

İngilizce ve Türkçe, “Kanser hastası GülerZere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”pankartlarının açıldığı yürüyüşe İstiklal Caddesiüzerindeki insanlar da ilgi gösterdi.

Yürüyüş sırasında bir süre oturma eylemigerçekleştirildi. Hep birlikte devrimci marşlarsöylendi.

ÇHD Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Ebru Timtiktarafından okunan ortak açıklamada ise ne DevletDenetleme Kurulu’nun aklama incelemesi ne deimaj tazelemek için yapılan atamaların Adli Tıpgerçeğini değiştirmediği belirtilerek, tüm dünyanıngözleri önünde her türlü bilimsel izahtan yoksun birşekilde Güler Zere’nin serbest bırakılmadığı vekatledildiği söylendi.

“Bu kararı vermeyenler, bugün sinsi ve alçak birşekilde süreci uzatarak Güler Zere’nin ölmesinibekliyorlar” diyen Timtik, Cavit Çağlarlara, DinçBilginlere, Hüseyin Üzmezlere, Jitemcilere,Susurlukçulara ve de Ergenekonculara ‘özgürlük’,siyasi tutuklu ve hükümlülere ise ‘ölüm’ kararlarıveren Adli Tıp Kurumu’nun bugün yeni bir ölümeneden olmak üzere olduğunu söyledi.

Basın açıklamasının ardından söz alan Av.Taylan Tanay, toplumun ilerici, devrimci, muhalifkesimlerine yönelik son günlerdeki saldırılarıözetledi. ESP’ye dönük tutuklama terörü,Diyarbakır’da DTP’ye yönelik operasyonlar veİstanbul’da yaşanan sel felaketine değinen Tanayiçeride devrimci tutsakların karşı karşıya kaldığıbaskının dışarıda da emekçilere yöneltildiğinisözlerine ekledi.

Tanay, hasta tutsaklar serbest bırakılıncaya kadarmücadelenin süreceğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 22: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

12 Eylül karanlığını yırtacağız!22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin 29.yıldönümünde alanlara çıkan binlerce kişi darbecilerinyargılanmasını ve 12 Eylül karanlığının son bulmasınıistedi.

İstanbul’da 12 Eylül mitingiİstanbul’da bir araya gelen kitle örgütleri, siyasi

partiler ve ilerici kurumlar “12 Eylül sürüyor -Gerçeğin ve adaletin peşindeyiz” şiarıyla Kadıköy’demiting gerçekleştirdi.

Tepe Nautilus önünde toplanan kitle yoğunyağmura rağmen darbecilerin yargılanmasını talepeden pankart ve sloganlarla Kadıköy İskeleMeydanı’na yürüdü.

Yürüyüş kolu; 78’liler Federasyonu, DİSK Emekli-Sen, KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB,İTO, ABF, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği,Halkevleri, Genç Umut, Öğrenci Kolektifleri, İHDİstanbul Şubesi, İstanbul Ahali, UİD-DER,Özgürlükçü Sol, Sosyalist Umut, Öğrenci MuhalefetiGençlik Hareketi, EMEP, TKP, ESP, Köz, DTP, EHP,SDP, TÖP, SP, Gençlik Muhalefeti, ÖDP, Kaldıraç,Özgür Eğitim Platformu, Çağrı, Ürün Sosyalist Dergi,P. Devrimci Duruş, Odak, Marksist Bakış ve DİP’tenoluştu.

Miting programında basın açıklamasını okuyan78’liler Girişimi sözcüsü Celalettin Can darbecilertarafından, 60’lı 70’li yıllarda gelişen mücadelenintasfiye edildiği vurguladı.Kürt sorununa da değinen Can, darbecileryargılanmadıkça yeni darbelerin planlanacağınısöyledi. Anayasa’nın 15. maddesinin kaldırılmasını vedarbecilerin yargılanmasını talep etti.

DTP Milletvekili Gülten Kışanak, KESK GenelBaşkanı Sami Evren, DESA direnişçisi Emine Arslanve Sinter Metal direnişçisi Halit Yıldırım’ın da birerkonuşma gerçekleştirdiği miting, yoğun yağmurnedeniyle erken sona erdi.

Ankara’da 12 Eylül mitingi“12 Eylül darbecilerini birlikte yargılayalım!”, “12

Eylül sürüyor, darbeciler yargılansın! Gerçeğin veadaletin peşindeyiz” şiarıyla Ankara’da biraraya gelenilerici, devrimci kurumlar Ankara tren garı önündetoplanarak Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyüşegeçtiler.

Mitingte yapılan konuşmada ülkenin birçokyerinde emperyalizme, faşizme, gericiliğe, şovenizmekarşı mücadele edenler selamlandı. Darbe rejiminin vekültürünün sürdüğü bu dönemde mücadelenin sürdüğüve darbe rejimi ile hesaplaşılacağı belirtildi.

Ortak açıklamanın ardından Ankara Yazar veSanatçıları adına Ahmet Telli, 12 Eylül’ündevrimcileri yok etmeye yönelik bir girişim olduğunusöyledi.

Yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı mitinge Devrimci78’liler Federasyonu, 68’liler DayanışmaDerneği, DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TÖK,ASMMMO, Mali Müşavirler ve MuhasebecilerDerneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Halkevleri,Liseli Genç Umut, Alınteri, Kaldıraç, Özgür Lise,ÖEP, SDH, ÇHD, ODAK, Tüm –İGD, Partizan,Özgürlükçü Sol, DTP, EHP, EMEP, Sosyalist Parti,SDP, ÖDP, TKP katılırken BDSP de “EylülKaranlığını Yırtacağız, Yeni Ekimler Yaratacağız”

pankartıyla mitingte yerini aldı. Aynı günün akşamında ise Yüksel Caddesi’nde

“Güneş Yine Doğuyor” adlı tiyatro ve 12 Eylül sonrasıDiyarbakır Cezaevi’nde yaşananları anlatan belgeselgösterimi gerçekleştirildi. Grup Kibele türkü, marşlarve halay parçalarından oluşan bir müzik dinletisisundu.

İzmir’de 12 Eylül eylemleriİzmir’de 12 Eylül gündemli iki eylem yapıldı. İlk

eylem Güzelbahçe Tansaş önünde bir araya gelenİzmir Emek ve Demokrasi bileşenlerinin KenanEvren’nin evinin önüne gerçekleştirdiği yürüyüştü.

Kenan Evren’in evinin önünde basın açıklaması

“12 Eylül yargılanacak / İzmir Emek ve DemokrasiGüçleri” ve “Yaşasın devrim ve sosyalizm / Devrimci78’liler Federasyonu-İzmir 78’liler Derneği”pankartlarının taşındığı eylemde Kenan Evren’ninevinin önüne gelindiğinde basın açıklamasına geçildi.

Konak’ta 12 Eylül protestosu

İkinci eylem ise Basmane Meydanı’ndan KonakMeydanı’na yapılan yürüyüşle gerçekleşti. Yürüyüşte“12 Eylül yargılanacak! / İzmir Emek ve Demokrasigüçleri”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm / Devrimci78’liler Federasyonu-İzmir 78’liler Derneği”,“Okullarımızdan darbecilerin isimlerini sileceğiz /Eğitim-Sen İzmir Şubeleri”, “12 Eylül yargılanacak /KESK İzmir Şubeler Platformu” ve TMMOBpankartları açıldı.

Deniz, Mahir, İbrahim, Erdal ve Eylül şehitlerininresimlerinin taşındığı eyleme birçok kitle örgütü vekurum katıldı.

Basın açıklamasını Filiz Yalçın okudu. Yalçınkonuşmasında, darbenin niçin ve kimlere karşıyapıldığına değindi. Emekçi halkların geleceğiniellerinden alan ve egemenlerin doğrudan çıkarsözcülüğüne soyunan AKP’nin demokrasi mücadelesivermesinin mümkün olmadığını vurguladı.

BDSP eyleme, “12 Eylül karanlığı sürüyor!Hesabını işçi-emekçiler soracak / Bağımsız DevrimciSınıf Platformu” pankartı ve kızıl bayraklarla katıldı.

Adana’da coşkulu eylemAdana’da 5 Ocak Meydanı’nda toplanmaya

başlayan kitle “12 Eylül darbecileri yargılansın”pankartının açılmasının ardından İnönü Parkı’na doğruyürüyüşe geçti.

İHD Adana Şube Başkanı tarafından okunan ortakaçıklamada darbenin 29. yılında ülkenin hala darbeanlayışıyla yönetildiğine ve darbe sırasında 24 Ocakkararlarını uygulayabilmek için yapılan katliamlar veuygulanan baskı politikalarına değinildi. Darbecileriyargılama iddiası taşıyan AKP’nin samimiyetsizliğinedeğinilen açıklamada darbecilerin yargılanmasınaengel olan 15. maddenin kaldırılmamasının örnekgösterildiği açıklamada Diyarbakır Cezaevi’ninkapatılarak yerine okul yapılması söylemi deeleştirildi.

İHD, KESK, DİSK, ATO, DTP, ÖDP, EMEP, SDP,TÖP, Halkevleri, DİP-G, Sosyalist Parti, Alınteri,Türkiye Gerçeği, Sosyalist Feminist Kolektif, EHP,

TMMOB, MKM DER, SEH, Pir Sultan Abdal KültürDerneği, Hacı Bektaş-ı Veli Kültür Derneği, ÇHKMve SHP tarafından gerçekleştirilen eyleme BDSP dedestek verdi. Yağmura rağmen coşkulu geçen eyleme400’ün üzerinde kişi katıldı.

Antakya’da ortak eylemAntakya’da ilerici devrimci kurumlar tarafından

gerçekleştirilen yürüyüşün ardından basın metniokundu.

DİSK / Genel-İş Hatay Şube Başkanı MehmetGüleryüz’ün okuduğu basın açıklamasındacuntacıların yargılanması istendi. 78’liler Girişimi,KESK, DİSK, HTO, DEKSAT, EMEP, ÖDP, DTP,TÖP, İHD, ESP, Halkevleri, EHP, Alınteri, SosyalistParti, SEH, AKA-DER’in örgütlediği eyleme BDSP vePartizan da destek verdi.

Bursa’da 12 Eylül yürüyüşüBursa’da protesto amaçlı bir yürüyüş

gerçekleştirildi. Kent Meydanı’ndan “12 Eylül sürüyor/ 12 Eylül’ün hesabını halk soracak / Paşa paşayargılanacaksınız” pankartı ile yürüyüşe geçildi. Basınaçıklamasının yapılacağı Fomara Meydanı’nayaklaşınca şiddetli yağmur bastırmaya başladı. Bunarağmen alana giriş yapıldı. Yağmur altında sloganlarlatoplanan kitle devrim şehitleri anısına bir dakikalıksaygı duruşu yaptı. Saygı duruşunun ardından atılansloganlardan sonra yağmurun şiddetini arttırmasınedeniyle basın açıklaması yapılamadı ve eylem sonaerdirildi.

Eylemi BAMİS, BATİS, BDSP, Birleşik Metal-İşSendikası, ÇGD, ÇHD, Dev Sağlık-İş, DHF, DİSKBölge Temsilciliği, DTP, EMEP, ESP, GençlikMuhalefeti, Genç-Sen, Genel-İş, Günyüzü KadınDerneği, Halkevleri, İHD, İşçi Hakları Derneği,KESK, Livane Kültür ve Sanat Derneği, Nilüfer YerelGündem 21, ÖDP, ÖSH, Partizan, Petrol-İş, Pir SultanAbdal Kültür Derneği, SDP, Sosyalist Parti, SODAP,TKP, Tuncelililer Derneği, Yurtsever Cephe İşçiBirliği, 78’liler Girişimi örgütledi.

Tokat’ta 12 Eylül protestosuTokat’ta basın açıklaması gerçekleştiren “Tokat

İşsizliğe ve Yoksulluğa Karşı Mücadele İnisiyatifi”hala devam eden 12 Eylül rejimine karşı çözümünörgütlü mücadelede olduğunu vurguladı.

Tokat Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan açıklama12 Eylül darbecilerinin yargılanmasını konu alanskeçle başladı. İlgi izlenen skecin ardından basınaçıklamasına geçildi.

Açıklamada, 12 Eylül’ün nedenlerine vesonuçlarına vurgu yapılarak çözümün örgütlümücadelede ve toplumsal düzenin değişmesindeolduğu belirtildi.

Eğitim-Sen Tokat Şubesi’nin de destek verdiğiaçıklamaya 60’a yakın emekçi katıldı.

Kırşehir’de 12 Eylül protestosuKırşehir Ahi Meydanı’nda gerçekleştirilen eylemde

konuşan KESK dönem sözcüsü ve Eğitim-SenKırşehir Şube Başkanı Fevzi Kılıç 12 Eylüldarbecilerinin yargılanmasını istedi.

Yaklaşık 40 kişinin katıldığı eylemde 12 Eylül

Binler 12 Eylül düzenine karşı alanlara çıktı...

Page 23: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

12 Eylül karanlığını yırtacağız! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

karşıtı sloganlar sıklıkla atıldı.

Eskişehir’de 12 Eylül yürüyüşüEskişehir Emek ve Demokrasi Güçleri, Yediler

Parkı’ndan Adalar Migros önüne düzenledikleriyürüyüşle 12 Eylül askeri faşist darbesini protestoetti.

12 Eylül’de şehit düşen devrimcilerinfotoğraflarının taşındığı eylemde sloganlar eşliğindeAdalar Migros önüne yürüdü. Burada basınaçıklamasını DİSK Birleşik Metal-İş Şube BaşkanıBayram Kavak okudu.

Açıklamada, aradan 29 yıl geçse de 12 Eylül’ünunutulamayacağını söyleyen Kavak, “12 Eylül`üunutmak eşitliği unutmak, zulmü unutmak anlamınagelir. Bizler bir an önce darbecilerden veçetecilerden hesap sorulmasını istiyoruz” dedi.

Kayseri’de 12 Eylül protestosuSivas Caddesi’nde gerçekleştirilen eylemde

konuşan Eğitim-Sen Şube Başkanı Sedat Ünsal 12Eylül darbecilerinin yargılanmasını istedi.

Ünsal konuşmasının devamında, 12 Eylül’ün tambir sermaye egemenliğini sağlamak istediğine işaretederek bugün Türkiye’de hala siyasetin sermayekesiminin tekelinde piyasacılığın yüceltildiği,emeğin tanınmadığı, emekçilerin açlık sınırının,yoksulluk sınırının altında sefalete mahkûmedildiğine dikkat çekti.

Ünsal, 12 Eylül rejiminin hala sürdüğünüvurgulayarak aradan geçen 29 yıla rağmen darbecigenerallerle hesaplaşılamadığını ve 12 Eylül’ünürünü olan 1982 Anayasası’nın çöpe atılamadığınıbelirterek 12 Eylül generallerinin yargılanmasınıistedi.

BDSP, ESP, DHF, EMEP, EĞİT-DER ve KESKbileşenlerinin katıldığı eyleme 70 kişi katıldı.

Manisa’da 12 Eylül eylem veetkinlikleri

12 Eylül darbesinin yıldönümü vesilesiyle 9Eylül Çarşamba günü Manisa Kenan Evren SanayiSitesi’nin önünde yapılan eylemin ardından, 11Eylül Cuma günü Manolya Meydanı’nda 12 Eylül’üanlatan bir fotoğraf sergisi düzenlendi.

Serginin açılışında sergiyi düzenleyen kurumlartarafından bir basın açıklaması yapıldı. Aynı sergi 12Eylül Cumartesi günü Belediye Kültür SarayıSitesi’nde de devam etti ve bir panel gerçekleştirildi.

Panelde konuşmaların genel çerçevesini 12Eylül’ün ağır baskı koşulları oluştururken, buçerçevede Kürt sorununun çözümü için dedemokrasi mücadelesinin güçlendirilmesi çağrısıyapıldı.

Etkinliğe 200 kişi katıldı. SHP’nin ve ÖSH’ınsonradan imzasını çektiği etkinlik, ÖDP, EMEP,DTP, TKP, SES, Emekli-Sen, HBVAKV veSAHHAD tarafından örgütlendi. 12 Eylül gündemlitüm etkinliklere MİB-DER de katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul- Ankara- İzmir- Adana-Antakya- Bursa- Tokat- Kırşehir- Eskişehir-

Kayseri- Manisa

12 Eylül’de kaybedilenlerindosyası açıklandı

Kayıp yakınları 12 Eylül günü, Galatarasay Lisesi önünde 233. kez yaptıkları eylemle 12 Eylül faşist darbesisonrasında kaybedilenlerin dosyasını açıkladı.

Gözaltında kaybedilenlerin resimlerinin taşındığı oturma eyleminde, 12 Eylül cuntasında kaybedilenlerinisimlerinin yazılı olduğu pankart açıldı.

Basın açıklamasını İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına Eğitim-Sen GenelBaşkanı Zübeyde Kılıç gerçekleştirdi.

Kılıç, Yunanistan, İspanya ve Şili’de darbecilerin yargılanarak cezalandırıldıklarını hatırlattı. Türkiye’de ise12 Eylül darbecilerinin yargılanmadığı gibi korunduğunu, kollandığını, devletin en üst makamlarıncaağırlandığını söyledi.

1980-1990 tarihleri arasında kayıtlara geçen 13 kayıp olduğunun, gerçek sayının ise bilinmediğininbelirtildiği açıklamada, gözaltına alınanların, görgü tanıklarının ifadeleri ile işkence gördüklerinin belirlendiği vedaha sonrasında ise kendilerinden haber alınamadığı söylendi.

Kılıç, Kenan Evren’in ve kayıpların dosyalarını 29 yıldır zaman aşımına terk eden tüm yetkililerinyargılanmasını, Kenan Evren başta olmak üzere tüm darbecilerin adlarının okullardan, caddelerden, bulvarlardankaldırılmasını istedi. Bu adları kaldırmamakta ısrar eden tüm yetkilileri darbe yandaşı olarak ilan ettiklerini vekaybedenlerin suç ortağı saydıklarını söyledi.

Eylemde, 1980 ve 1990 tarihleri arasında kaybedilenlerin arasında yer alan Cemil Kırbayır’ın ağabeyiMikail Kırbayır, Hayrettin Eren’in kardeşi İkbal Eren, Maksut Tepeli’nin arkadaşı Niyazi Armutlu, HüseyinMorsümbül’ün yakını Leman Yurtsever birer konuşma yaptı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kartal’da 12 Eylül protestosu12 Eylül askeri faşist darbesinin 29. yıldönümü Kartal’da 14 Eylül akşamı gerçekleştirilen yürüyüşle protesto

edildi. Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), Alınteri, Partizan, Devrimci Hareket tarafından örgütlenen

eyleme Kaldıraç, DHF ve Halk Cephesi destek verdi. Kartal Merkezdeki dolmuş duraklarında saat 19.30’da başlayan eylem “Katil devlet hesap verecek” şiarının

yer aldığı pankart arkasında Bankalar Caddesi boyunca yapılan yürüyüşle başladı. Kartal Meydanı’na kadar devam eden yürüyüş çevredeki emekçiler tarafından alkışlarla desteklendi.

“Faşizme karşı omuz omuza!”, “Katil devlet hesap verecek!”, “Bedel ödedik bedel ödeteceğiz!”, “Kurtuluş yoktek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları sıklıkla atıldı.

Kartal Meydanı’nda yapılan açıklamada, 12 Eylül darbesinin yarattığı atmosfer ve ortaya çıkardığı bilançoözetlendi. Açıklamada, 12 Eylül düzeninin devlet şahsında hala yaşadığı vurgulandı.

Darbe karşıtı söylemlerin ne kadar boş olduğunun 12 Eylül darbecilerinin sahiplenilmesiyle ortaya çıktığınınvurgulandığı açıklamada Ergenekon gibi örgütler dağıtılsa da MİT, JİTEM, kontrgerillanın devletin elinde varolmaya devam ettiği söylendi.

“Darbecilerden ve onların düzenine tek karşı koyacak güç işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci gücüdür”ifadelerine yer verilen açıklamaya yaklaşık 200 kişi katıldı.

Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylem sloganlarla sona erdi. Eylem bitiminde tüm katılımcılar festivalalanındaki standlara doğru sloganlarla yürüdü.

BDSP’liler eyleme BDSP flaması ve dövizlerle katıldı. Kızıl Bayrak / Kartal

Page 24: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Sevgili yoldaşlar,Sincan’dan size bir kez daha merhaba! Neler

yapıyorsunuz? Nasılsınız? Biz bol bol kitap okumayadevam ediyoruz. Aslında bu tutuklama pratiğimiz“anlamlı” oldu. Neden? Dersen bir türlü okumayafırsat bulamadığımız kitapları okuma şansımız oldu.İyice yoğunlaşıyoruz kitaplara. Fırsat bu fırsat dedikişte. Bu arada zeytinyağı da bulduk burada.Beslenmemize de dikkat etmeye çalışıyoruz. Zarfta 4küçük arkadaşa hazırladığımız kartlar var. Çocukarkadaşlarımızı da bizim için kocaman öpün, sarılın.

Biz burada Mamak 6. Kültür Sanat Festivali’ninardından sesimizi boğma girişimi ile karşı karşıyakaldığımız, gözaltı ve tutuklanmamıza ilişkindüşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Mamak İşçiKültür Evi’nin emektarları olarak bu süreçte karşıkarşıya kaldığımız bu tablonun önemli olduğunainanıyoruz. Çünkü sınıf güçlerine yönelik buengelleme çalışmaları ilk değil. Önümüzdeki günlerdetıpkı KESK ve Sabra’da yaşanan örneklerde olduğugibi yeni saldırıların yaygınlaşacağı ortadadır.

Festivalin politik içeriği ve sınıf faaliyeti...

Kapitalistlerin, ekonomik, sosyal, siyasalsaldırılarının pervasızlaştığı bir süreçteyiz. İşsizlik,yoksulluk, işten atmalar, düşük ücretler, sosyalhakların gaspı, demokratik hak ve özgürlüklerintırpanlanmasının en ileri boyutları yaşanıyor.Kapitalist sistem, kriz gündemi ile birlikte bu tabloyuemekçiler cephesinden daha da derinleştirmişdurumda. Bu biçimiyle insanca yaşama hakkının, tümdünya işçi sınıfının elinden alındığı bu sefalettablosunu, devasa boyutlarda bir geleceksizlik tablosuizledi. Krizle birlikte neo-liberal saldırılarla, en temelhaklara göz dikilmiş oldu. Bu durum işçi hakları vesosyal haklar alanındaki tüm kazanımların,burjuvaziye altın bir tepside sunulmasını getirdi.Türkiye’de kıdem tazminatı hakkının, işsizlik fonunungaspına yönelik girişimlerin, kölelik demek olanistihdam bürolarının, asgari ücretin de altına çekilenücretlerin, sigortasız çalışmanın yaygınlaşmasının,SSGSS’nin uygulamaya başlamasının, uzun çalışmasaatlerinin yaygınlaşması sonucunda sermayenin önütamamen açılmış oldu. Tüm dünya Çin çalışma rejimiolarak ifade edilen ağır çalışma koşulları kriz süreciyletüm hızı ile devreye sokulmaya başlandı. Bu tablo,emeği köleleştirilen milyonlarca işçi-emekçinin dörtbir yandan kuşatılması anlamına geldi. Burjuvaideolojisinin en geri biçimleri işçi-emekçileringündelik yaşamının bir parçası haline getirildi. Birtaraftan daha çok kar hırsıyla, doğanın tahribatıyla tüminsanlığın geleceğinin tehdit edilmesi, diğer taraftanbölgesel savaşlar, yıkımlar, artan açlık ve gözyaşları…İşte bu cehennem benzeri tablo işçi sınıfı veemekçilerin örgütsüzlüğü ve dağınıklığından cesaretalan sermaye sınıfı tarafından daha daderinleştirilmektedir. Bu tabloyu tersine çevirecek olantek güç işçi sınıfının birleşik, siyasal, devrimcihareketidir.

Mamak İşçi Kültür Evi tarafından 6 yıldırdüzenlenen Kültür Sanat festivalinin bu yılki çağrısıbu karanlık tabloyu değiştirmeye yöneliktir. Alternatifkültür-sanatın değiştirici ve dönüştürücü gücünegüvenerek, bu festival yıllardır binlerce emekçinindüşünü gerçek kılacak kurtuluş yolunu kararlılıklaortaya koymuştur. Bireyci, düşünmeyen,sorgulamayan, bencil kimliklerin tüm işçi-emekçilerinüzerinde hakim kılınmasına karşı, İşçi Kültür Evi 9

yıldır yeni bir dünya, yeni bir kültürün mütevazıtemsilcisi olmuştur. 6 yıldır düzenlenen festivalemeğin ve birikimin ürünüdür. Bireyciliğe karşıkolektivizmi, insani değerlerin yok edilmesine karşıkarşılıksız ve çıkarsız bir dünyayı ortaya koyan İşçiKültür Evi Mamaklı emekçilerin elinde geleceğeaçılan bir anahtardır. Gücünü 150 yılı aşan işçi sınıfımücadelesinden alan, bağımsız, devrimci sınıffaaliyeti güçlenmektedir. İşçi Kültür Evi, bu faaliyetinalternatif kültür-sanat alanındaki temsilcisidir. İşçisınıfının sermaye karşısındaki bağımsız tutumutarihseldir. Ve bugün için daha yakıcı ve yaşamsaldır.Bu yıl kapitalist sistemin gerçek yüzünü teşhir ederek“karanlığa ışık, sessizliğe çığlık olacağız!” çağrısıylaörgütlenen festival bu çerçevede amacına ulaşmış,sınıfın bağımsız, devrimci tutumunu tüm programboyunca ete kemiğe büründürmeye çalışmıştır.Sanatın, bir avuç elitin elinden çekilip alınarakişçilerin yaşamının doğal bir parçası yapılmasıanlamına gelen atölye çalışmaları (halk oyunu, şiir,tiyatro, çocuk tiyatrosu, müzik) ile eşit ve özgür birdünyayı omuz omuza vererek, kendi elleri ile varetmeye çalışan kolektif zemini ile İşçi Kültür Evimeşru, devrimci bir kitle örgütüdür. Sermayetarafından on yıllardır kitlelerin sömürüye veyoksulluğa karşı ortak hareket etmesine yönelikördüğü örgütsüzlük, umutsuzluk ve karamsarlıkduvarında açılan bir gedik olmuştur bu faaliyet.Yıllarca emekçilerin yalnızca izleyicisi değil, öznesiolduğu bu faaliyet aynı zamanda sermaye tarafındanyoğunlaştırılan yıkım saldırıları karşısında devrimcibir soluk olmuştur.

Çözümsüzlüğün, tüm zenginlikleri üreten işçisınıfının karşısına sermaye tarafından tek “yol” olarakkonduğu bugün sınıfın kendi gücünün farkınavarmasını sağlamak belirleyici bir yerde durmaktadır,devrimci sınıf tutumu bunu gerektirmektedir.Kapitalist sömürünün neden olduğu her sorunkarşısında bu yaklaşımla hareket eden sınıfdevrimcileri, tüm enerjileri ile güne yüklenip geleceğikazanmaya çalışmaktadırlar. Bu çaba işyerlerinde,fabrikalarda, emekçi semtlerinde, okullarda veyaşamın üretildiği her yerde kendini var etmektedir.

Emeği köleleştirilmiş milyonların sesi olan Kızıl

Bayrak gazetesi, büyük bir irade ile kazanılan sokakeylem ve etkinlikleri, haramilerin saltanatını ortadankaldırma çalışması, seçim çalışması bunun birürünüdür. Biz bugün burada bu çalışmalarınemektarları olduğumuz için evlerimiz basılarak sokakortasında yaka paça gözaltına alınarak tutuklandık.Bizim tutuklanmamız binlerce emekçinin insanca biryaşam ve özgür bir gelecek için yan yana gelmesinekarşı sermayenin bir yanıtı oldu. Sermaye bizimtutuklanmamızla daha önce de defalarca kez denediğigibi bir kez daha devrimci sınıf faaliyetiniengellemeye, sınırlandırmaya çalışıyor. Toplatmasıdahi olmayan Eksen Yayıncılık’ın kitaplarını festivalalanında sattığımız için, seçim döneminde işçisınıfının bağımsız, devrimci adayı olduğumuz için,yoksulluğa, sefalete karşı çıkan eylemlere katıldığımıziçin, 600 yıl öncesinden bu güne “yarin yanağındangayrı paylaşmak için her şeyi” diyenlerin sesinisoluğunu festival alanlarına taşıdığımız için, sanatıemekçilerin yaşamının bir parçası haline getirdiğimiziçin bu gün bu duvarların arkasındayız.

Kültür ve sanat işçi sınıfı mücadelesinin doğal birparçası olmuştur. Bu yıl İşçi Kültür Evi, 6. festivaliniVictor Jaralar’ın, Bertolt Brehctler’in, Nerudalar’ın,Nazımlar’ın, Yılmaz Güneyler’in toplumu dönüştürensanat anlayışının sembolü olacağını ifade etmiştir. Bukaranlığı yaratanların karşısında yan yana gelerek tekyumruk olmayı ve hiçbir şekilde bükülmemeyigerektirmektedir. Ancak bu şekilde sessizliğibozabiliriz. Tecrit koşullarından, demokratik hak veözgürlüklerin gaspına kadar kapitalist sömürününnedeni olan tüm sorunlar karşısındaki konumlanışını,kültürün ve sanatın dili ile ifade eden İşçi Kültür Evimücadelesine durmaksızın devam edecektir. Sınıfdevrimcilerinin gelecek güzel günlere dair bilimseldünya görüşü tecrit duvarlarına sığmaz. Kapitalistsömürüye karşı “işçi sınıfının zincirlerinden başkakaybedecek bir şeyi yoktur. Ancak kazanacağı birdünya vardır.” İşte bu yüzden sesimizi boğmayagücünüz yetmez. Biz kazanacağız!

Tüm sınıf kardeşlerimizi devrimci duygularımızlaselamlıyoruz.

Sincan kadın hapishanesinden BDSP’li tutsaklar2 Eylül 2009

Devrimci tutsamlar onurumuzdur!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

“Sesimizi boğmaya gücünüz yetmez!”

TUYAB: “Tecrit işkencesine son!”Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Birliği (TUYAB), 16 Eylül Çarşamba günü Galatasaray Lisesi önünde

gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla devrimci tutsaklar üzerindeki baskılara dikkat çekti. Ankara Sincan LTipi Kadın Kapalı Hapishanesi’nde tutuklu bulunan BDSP’li tutsakların karşı karşıya kaldığı tecritişkencesini protesto etti.

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın! F tiplerinde insanlık dışı uygulamalara son! / TUYAB” pankartınınaçıldığı eylemde açıklamayı okuyan Ayten Özdoğan, dışarıda çok yönlü saldırıların arttığı bir dönemdeiçeride de devrimci tutsaklar üzerindeki tecrit işkencesinin devam ettiğini söyledi.

TUYAB açıklamasında, bu saldırıların sonuncusunun Ankara Sincan L Tipi Kapalı Kadın Hapishanesi’ndetutuklu bulunan BDSP’li tutsaklar Evrim Erdoğdu, Gülnur Ertaş ve Eda Ünalan’ın kaldıkları hücrede patlayankanalizasyon nedeniyle günlerce pislik içinde yaşamak zorunda bırakılmaları olduğu söylendi. Bu durumuncezaevi yönetimi tarafından işkence yöntemi olarak kullanıldığı ifade edildi.

Açıklamada ayrıca, geçtiğimiz haftalarda cezaevi idaresi tarafından hücre cezası verilen kronik astımhastası Evrim Erdoğdu’nun rahatsızlandığı, sağlık durumunu, yazdığı dilekçeyle cezaevi yönetiminebildirmesine rağmen revire götürülürken kanalizasyon pisliğinin içinden geçirildiği bilgisi verildi.Erdoğdu’nun başına geleceklerden Adalet Bakanlığı’nın sorumlu olacağı dile getirildi.

Basın açıklamasında, hapishanelerde tutuklu bulunan çok sayıda devrimci tutsağın da benzer tecritsaldırıları ve sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldığı belirtildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 25: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Zindanlar tarih boyunca, düzene karşıbaşkaldıranların baskı ve işkenceyle teslim alınmayaçalışıldığı alanlar olmuştur. Kapitalist barbarlık çağındaise zindanlar, düzen ile devrim güçlerinin karşı karşıyageldiği ve çatışmaların hep sert yaşandığı bir alandır.

Saldırılar devletin temel politikasıdır!

Zindan politikası devletin en temel politikalarındanbirisi olagelmiştir. Sermaye düzeni, kapitalist sömürüyekarşı sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için savaşandevrimci tutsakları hapishanelere atarak, insanlık dışıterör ve baskı yöntemleriyle teslim alarak, başaramadığıtakdirde katlederek işçi ve emekçilere gözdağı vermeyiamaçlamaktadır.

Ecevit’in ifadesiyle burjuvazi, “içeriyi teslim almadandışarıyı teslim alamayız”  bilinciyle hareket etmiştir.Devlet, devrimcilere uyguladığı terör ve katliamlarla, işçive emekçilere korku salarak ayağa kalkmalarınıengellemek istemektedir. Bu baskı ve ezmepolitikalarının başlıca amacı, sermayenin azgın sömürüçarkının sorunsuz dönmesidir. Burjuvazi bu çarka çomaksokacak devrimciler ile işçi ve emekçilerin buluşmasınıengellemek için, devrimcileri her türlü şiddet ve terörühakeden “teröristler” olarak lanse ederek, uyguladığıinsanlık dışı saldırıları meşrulaştırıyor. Gelebilecektepkilere karşı “devletin bekasını” öne sürerek ne kadar“doğru” bir iş yaptıklarını kanıtlamaya çalışıyor.

“Beş yıldızlı otel” diye nitelendirdiği F tipi ve diğerhapishanelerde hak ihalleri başta olmak üzere her türlüişkence, kötü muamele, hatta ölümler artık tümhapishanelerde sıradan hale gelmiş; insani olan hertalep, tecrit ve tredman politikalarına riayet etmeye(teslim olmaya) endekslenmiştir. Dayatmalar artık öylebir noktaya gelmiştir ki, tutsakların en hayati ihtiyacı olanilaç gereksinimi bile, tredmana uyulmadığı gerekçesiyleverilmemektedir.

Sermaye düzeni, devrimci tutsakları teslim almak içintecrit ve izolasyon politikalarını yoğunlaştırarak, zindaniçerisinde zindan hayatı yaşatmaktadır. Teslim olmayıreddeden ve devrimci onurunu her şeyin üstünde tutantutsakları “disiplin cezaları” adı altında birçok saldırıyamaruz kalmaktadır. Açık ve kapalı görüş yasaklarındaniletişim cezasına ve hücre cezalarına kadar tutsaklarbirçok saldırıya maruz kalmaktadır. Tutsaklar, “disiplincezaları” nedeniyle yıllarca ailesini ve yoldaşlarınıgöremez hale gelirken, iletişim cezaları ile birlikteyalnızlaştırma politikasına maruz kalıyorlar.

Tecrit saldırıları katmerleşerek devam ediyor

“Amacına uygun kullanılmadığı” gerekçesiylebüskivilere ve aynı gerekçeyle pet şişelere hücrelerbasılarak el konuluyor, elbiseler renklerinden dolayıverilmiyor. Bunun gibi birçok uygulama tecrit saldırısınınulaştığı boyutu gözler önüne seriyor.

Ankara’da Mamak İşçi Kültür Evi çalışanı ve BDSP’likomünistler 11-14  Ağustos 2009 tarihinde gözaltınaalınıp tutuklandılar. Eda Ünalan, Gülnur Ertaş ve EvrimErdoğu isimli devrimciler Sincan Kadın Hapishanesi’nekonuldular. Mamak’taki yılları bulan devrimci çalışmayatahammül edemeyen sermaye devleti, sudangerekçelerle yoldaşlarımızı tutuklamış ve tecrite almıştır.

Evrim Erdoğu’ya girer girmez bir hafta hücre cezasıveren idare, ardından sınıf devrimcilerini kaldıklarıhücrede patlayan kanalizasyon nedeniyle günlercepisliğin içinde yaşamak zorunda bıraktı. Sorunu çözmekyönündeki uyarı ve talepleri görmezden gelerek, budurumu bir işkence yöntemi olarak kullandı. Astımhastası olan Evrim Erdoğdu kriz geçirdi ve reviregötürülürken idare tarafından pisliğin içinden geçirilmekistendi. Ancak aradan geçen 20 günden sonra,devrimcilerin ortak ısrarıyla, kanalizasyon tamiredilebildi.

Kandıra F Tipi Hapishanesi’nde ise tutsakların

okuma özgürlüğü gaspediliyor. Tutsakların hücrelerindebulunduracağı kitap ve dergilerin sayısına sınırlamagetirildi. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay’abaşvurarak, hücrelerde tutulan kitap sayısınınsınırlandırılmasını istemişti. Bu talep üzerine Yargıtay 1.Ceza Dairesi, Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kitapsınırını kaldıran kararını bozmuş ve “hücrelerde ne kadarkitap bulundurulacağı Eğitim Kurulu kararı ile belirlenir”şeklinde karar vermişti. Bunun üzerine hapishaneninEğitim Kurulu, hücrelerde en fazla kişi başı 20 adet kitapve 15 adet dergi veya gazete bulundurulması kararı aldı.

Sermaye devleti uzun bir süredir, “demokratik açılım”gevelemesine rağmen, Kürt halkına yönelik saldırılaradevam ediyor. Devletin inkarcı ve imhacı tutumuzindanlarda da sürüyor, Kürtçe konuşmak yasaklanıyor,yayın ve dergilere el konulmaya devam ediliyor. Türkçebilmeyenlerin görüşü engelleniyor.

Sermaye devleti sistematik tecrit ve izolasyonsaldırılarının dışında devrimci tutsakları ölümeterketmektedir. Zindanlarda birçok hastalığa yakalanan

tutsakların tedavileri engellenerek, hastalığınilerlemesine, hatta ölümlere yol açmaktadır. Son 9 ayiçerisinde hasta tutsaklardan Mustafa Elelçi, GurbetMete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik, İsmet Ablak,Yılmaz Keskin, Resul Güner tahliye edilmeyerekkatledilmiştir.

Hasta devrimci tutsak Güler Zere ise, 4. evre kanserhastası olmasına ve “tedavisinin cezaevinde mümkünolmadığını” belirten doktor raporlarına rağmen,hapishanede tutulmaya devam edilerek katledilmeyeçalışılmaktadır.

Zindanlarda yaşanan saldırılar devrimci tutsaklarlaberaber görüşe gelen yakınlarına, uygulanıyor. Görüşkabinine gelene kadar kadınlara iç çamaşırlarına kadararanma  dayatılıyor, küfre ve hakaret maruz kalan ailelerböylece yıldırılmaya çalışılıyor.

Sermaye devletinin tecrit, tretman ve izolasyonpolitikaları başta olmak üzere tüm bu saldırılarla devrimciiradeyi teslim alma çabaları sonuç vermeyecektir. Dünolduğu gibi devrimci irade kazanacaktır.

Devrimci irade teslim alınamaz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Zindanlarda tecrit ve işkence artarak devam ediyor...

“Devrimci irade teslim alınamaz!”

Sincan Kadın Cezaevi’nde BDSP’li tutsaklara işkence!

Sevgili F..., Sincan Kadın Hapishanesi’nden sınıf devrimcileri olarak sizleri devrimci duygularımızla selamlıyoruz. Sınıf

kavgası hapishanelerde çetin bir şekilde sürüyor. Burası devrimci kadın tutsakların bulunduğu hapishanelerarasında en olumsuz koşulların sürdüğü yer. Tecrit koşulları, hapishanenin mimari yapısı, uygulanan genelgeler,muazzam bir bürokrasi, ilk girişte çıplak arama dayatması, görüş yasağı, hücre cezasını da kapsayan disiplincezaları, kolektif hareket etmenin pek çok yolla engellenmeye çalışılması gibi uygulamalarla etkili.

Burada devrimci yayınlar 1 ay sonra elimize ulaşıyor, mektuplar için de benzer bir gecikme söz konusu.Tüm bu uygulamalar ve tecrit koşullarından kaynaklı devrimci tutsaklar olarak ortak alanları kullanmamatutumu alıyoruz. Bu çerçevede birkaç gün önce yaşadığımız bir sorunu sizinle paylaşmak istiyoruz.

Şu an kaldığımız C-1 koğuşuna getirildiğimizde kanalizasyondan koğuşu su bastı. Biz bu suyu temizlemekzorunda bırakıldık. Bu kanalizasyon sorununun yaşandığı hücre, mutfak olarak kullanmamız için açıldı. Biztuvaletin yine taştığını farkedince idareden bu sorunun çözülmesini sözlü ve dilekçeli olarak talep ettik. 20 günsüren bu çabamız sonucunda sorun çözülmedi. 5 Eylül Cumartesi günü koğuşu lağım suyu bastı. Saatler sonrasürekli çabamız sonucu bir teknisyen geldi ve sorunu ancak Pazartesi günü çözebileceklerini söyledi. Biz bu pissuyun içine girerek koğuşu bir kez daha temizledik. Birgün sonrası 12.00’den akşam 19.00’a kadar 3 defa dahalağım suyu bastı. Sürekli olarak gardiyanları çağırarak sorunu anlatmaya çalıştık. Gardiyanlar her seferinde,“hafta sonu olduğu için yapacak bir şey yok” dediler. Ancak suyun aktığı üst hücrenin boşaltılması sözüalabildik. Pazartesi günü dilekçeyle tekrar başvurarak yetkili biri ile görüşme ve sorunun çözülmesi talebindebulunduk. Sağlığımızın tehdit altında olduğunu ifade ettik. Ancak pazartesi günü öğlene kadar bize sorunla ilgilihiç bir açıklama yapılmadı. Hatta sorunun çözülmeye başlandığı söylendi. Bu söylenenlerin doğru olmadığıyeniden su baskınıyla açığa çıkmış oldu. Biz ve devrimci, yurtsever arkadaşların ısrarlı çabasıyla teknisyengeldi ve kanalizasyondaki sorun çözüldü. Ancak biz 3 gün boyunca mikroplu kanalizasyon çıkan suyun içinegirerek defalarca kez temizlemeye mahkum edildik. Çünkü üst kattaki hücrenin banyo suyu bizim koğuşaakıyordu ve gardiyanları her çağırdığımızda tek yaptıkları bakıp gitmek oldu.

En son pazartesi günü koğuşu su bastığında pis suyun ve yoğun çamaşır suyu kokusuna dayanamayan Evrimyoldaş ciddi bir astım krizi geçirdi. Yoldaş, revire çıkarken, havalandırma kapısından çıkarılma ihtimali varken,pis suyun geçtiği koridordan çıkarılmak zorunda bırakıldı. Biz de yoldaşı kucağımıza alarak koridordangeçirdik.

Bizim bu yaşadıklarımız kapitalizmin insanı hiçe sayan işleyişinin hapishanelerinden yansımasıdır.Kapitalist sistem çürüyor, çürüdükçe saldırganlaşıyor. Bir yandan işçilerin, emekçilerin yaşamlarını her türlühaksızlık, sömürü ve hak gaspıyla kuşatıyor. Diğer yandan bu koşullara karşı ayağa kalkan sınıfın örgütlüdevrimci güçlerine yönelik pervasızca bir saldırı dalgasını arttırıyorlar. Çünkü servet-sefalet arasındaki uçurumarttığı bugün sömürü ve zorbalık üzerine kurulu sistemlerinin sarsılmasından ölesiye korkuyorlar. TMY, Ftipleri, büyük bir hapishaneye çevrilen sokaklar, fabrikalar, okullar, arttırılan şovenizm, kültürel çürüme,dejenarasyon işçi sınıfının ortak hareket etmesinin önüne konan her türlü ideolojik ve fiziki engel bu korkununürünü olarak ortaya çıkıyor. Biz sınıf devrimcileri olarak tecrit koşullarını mücadelenin farklı bir alanı olarakörgütlüyoruz. İşçi sınıfının tarihsel davası olan devrim ve sosyalizm mücadelesinin zafere ulaşacağına dairtaşıdığımız sarsılmaz bilincimizle burayı özgürleştiriyoruz. Demokrasi maskesi takan sermayenin gerçek yüzüdevrimci güçlere yönelik saldırgan tutumunda bir kez daha açığa çıkıyor. Biz bu tutuma karşı tüm ilerici,devrimci, sınıf güçlerini duyarlı olmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz.

Sincan Kadın Hapishanesi’nden sınıf devrimcileri8 Eylül 2009

Page 26: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Filistin sorununda “barış süreci”ni yenidencanlandırmak için çaba harcayan Barack Obamayönetimi, gelecek hafta New York’ta yapılacakBirleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantısınıvesile ederek İsrail Başbakanı BenyaminNetanyahu ile Filistin Yönetimi Başkanı MahmudAbbas’ı buluşturmayı planlıyor. Uzun süredir sesiçıkmayan Ortadoğu Dörtlüsü (Rusya, BM, ABD,AB) temsilcilerinin de aynı günlerde toplanmasıbekleniyor.

Toplantı öncesinde Ortadoğu Özel TemsilcisiGeorge Mitchell’i bölgeye gönderen Obama,buluşmanın zeminini yaratmak için taraflarlagörüştü. Görüşmelerin ardından İsrail’denyansıyanlar, ırkçı-siyonist cephede yeni bir şeyolmadığını bir kez daha ortaya koydu.

Filistin tarafını oyalamaktan başka bir işeyarmayan ABD’nin organize ettiği bu türbuluşmalar daha önce birkaç kere gerçekleşmişti.Bilindiği üzere ırkçı-siyonist rejim söz konusubuluşmalarda, ABD gözetiminde alınmasınarağmen hiçbir karara itibar etmemiş, yine bildiğiniokumaya devam etmiştir. Saldırı, katliam, yıkım veküstahlıkta sınır tanımayan İsrail rejimi, aradangeçen yıllarda ırkçı-faşist zihniyetin en berbattemsilcilerinin denetimine girdi. Geçmiştesöylemde de olsa Filistin devletini kabul edensiyonist şefler vardı Tel Aviv’de, oysa son yıllardaişbaşında bulunanlar, Filistin devleti fikrine bilefütursuzca saldıracak derecede kudurganlar.

Nitekim İsrail ve Filistin arasında mekikdokuyan Barack Obama’nın özel temsilcisininçabaları kayda değer bir sonuç yaratamadı. Zira TelAviv’deki ırkçı faşist şefler “Amerikan barışı”nabile tahammül etmeyecek derece küstahlaşmışbulunuyorlar. ABD emperyalizminin İsrail’ikorumakla mükellef olduğunu bilen bu şefler, İsrailsınırının çizilmesi anlamına da geldiği için iğretibir çözüme bile karşılar.

George Mitchell ile “barış sürecininilerletilmesi” üzerine konuştuğu belirtilen İsrailBaşbakanı Benyamin Netanyahu, Yahudiyerleşimlerini kaldırmak bir yana, yenilerini inşaetmeye devam edeceklerini ilan etti. İsrail rejimininbu pervasızlığı, tüm umutlarını “Amerikanbarışı”na bağlayan Mahmud Abbas’ı bile hayalkırıklığına uğrattı. Bilindiği üzere FilistinYönetimi’nin görüşmelere başlamak için önesürdüğü tek şart, Yahudi yerleşimleri yapımınındurdurulmadan ibaret.

Obama’nın özel temsilcisiyle görüştükten sonraaçıklama yapan ırkçı-siyonist rejimin şefiNetanyahu, yerleşim konusu ile ilgili olarak şunlarısöyledi: “Bizden hiç inşaat yapmamamız isteniyor.Biz de halihazırda 2500 dolayında evin inşaatınısürdürdüğümüzü açıkladık; ayrıca birkaç gün öncede 450 ilave birimin yapılmasına onay verdik.”Filistinlilerin inşaatların dondurulmasıbeklentisinde olduğuna işaret eden siyonist şef,“Bu olmayacak. Kudüs bir yerleşim değildir veinşaatlar da planlandığı şekilde sürecek” dedi.

Bu açıklamayla İsrail başbakanı hem Kudüs’te

hem Batı Şeria’da Yahudi yerleşimleri kurmayadevam edeceklerini, yani Filistinliler’in topraklarınısilah zoruyla gaspetmekten vazgeçmeye niyetliolmadıklarını ilan etmiş oldu.

Bu küstahça açıklamaya tepki gösteren Filistinyönetimi ise, “Yahudi yerleşimleri inşaatıdurdurulmadan yeni görüşme yapılamaz,dolayısıyla İsrail başbakanının tutumu barışgörüşmelerinin engellenmesi anlamına geliyor”mealinde bir açıklama ile yetindi.

Filistin halkının hiçbir temel sorununa çözümönermenin gündemde bile olmadığı ABD güdümlüzirvelere katılmaya hevesli olan El Fetih liderleri,Filistin sorununu süründürmekten başka bir işeyarmayan “Amerikan çözüm planı” ile oyalanıpduruyorlar. Umudunu emperyalist güç odaklarınabağlayan bu anlayış, Filistin’in temel sorunlarınıçözmek bir yana, bu direnişçi halkın sürekli mevzikaybetmesine neden oluyor. Boş hayallere dayalıbu düzen içi anlayış, sorunun çözümüne değilsürünmesine katkıda bulunuyor.

Söz konusu ırkçı-siyonist İsrail rejimiolduğunda, ABD emperyalizmininuygulayabileceği iğreti bir çözüm planı bile yoktur.Zira siyonist rejimi koruyup kollamak, her yılmilyar dolarları bulan kaynaklarla finanse etmek,yeni silah teknolojileriyle donatmak ABD’ninişidir. Böyle bir durumda, İsrail’e en ufak birdayatmada bulunmaktan kaçınan Washington’dakisavaş baronlarından Filistin sorununa çözümbeklemek abesle iştigaldir.

Başında Barack Obama’nın bulunduğu ABDyönetimi, emperyalist planlarını Ortadoğu’dauygulayabilmek için, elbette Filistin sorunundaiğreti bir çözüme ihtiyaç duyuyor. Bu sorunun ayakbağı olduğunu Washington’daki şefler de kabulediyor. Ancak pek çok kez kanıtlandığı gibi,ABD’nin siyonist şefleri iğreti bir çözüme iknaetmesi mümkün değil. ABD, İsrail’e dayatmadabulunmadığı ya da bulunamadığı için Filistinyönetimini oylayıp duruyor. 1993’teki uğursuz“Oslo Süreci”nden beri bu böyle devam ediyor.

Batı Şeria’da etkili olan El Fetih’in, baştaMahmud Abbas olmak üzere liderlerinin ufku yazıkki, emperyalist çözüm planından ötesinigörememektedir. Gazze Şeridi’nde hakim olanHamas ise, siyonist işgale karşı direnişisavunmakla birlikte, düzen dışı bir çözümplatformundan yoksundur. Siyasal islamcı çizgininbu temelli zaafı, Hamas liderlerini emperyalistgüçler ile gerici Arap rejimleri tarafından muhatapalınmayı bekleme pozisyonunda tutuyor. Aralarındaçatışan düzen içi her iki çizgi de, Filistin sorununaçözüm üretmekten acizdir.

Filistin halkı emperyalizme, siyonizme vegericiliğe karşı direnişi temel alan devrimci birönderliğe kavuşana kadar sorunu çözmeolanağından yoksun kalacaktır. Devrimci önderlikhem Filistin halkının birleşik direnişiniörgütleyebilmek hem de enternasyonaldayanışmayı yeniden canlandırmak açısındanhayati bir önem taşımaktadır.

Sri Lanka rejimi Tamillerüzerinde terör estiriyor!

Sri Lanka hükümetinin denetiminde bulunan mültecikamplarındaki Tamiller’in durumuyla ilgili açıklama yapanBirleşmiş Milletler (BM), kamplara destek sağlamaktakarşılaştığı engellerden dolayı tepki gösterdi. YüzbinlerceTamil’i esir durumunda tutan Sri Lanka rejiminden yakınanBM yetkilileri, 300 bin Tamil’in kapatıldığı ana mültecikampına devamlı olarak destek sağlayamayacaklarınıbildirdiler.

Sömürgeci Sri Lanka rejimi BM, ABD, AB, Hindistangibi gerici güçlerin onayını aldıktan sonra, vahşi bir kıyımgerçekleştirerek, Tamil Elam Kurtuluş Kaplanları’nı(LTTE), geçen Mayıs ayında askeri yönden yenilgiyeuğratabilmişti. Onbinlerce sivili katleden Sri Lanka rejimi,çatışmadan kaçan yüzbinlerce Tamil’i ise mültecikamplarına kapatmıştı. Çatışmada sivilleri katleden rejim,şimdi kamplara kapattığı mülteciler arasında LTTE militanıaramak bahanesiyle, Tamiller üzerinde terör estiriyor.

Mülteci kamplarını fiilen toplama kapına çeviren SriLanka rejimi, burada kalanların Tamil Kaplanları örgütüylebağlantıları olup olmadığını araştırmayı sürdürdüklerigerekçesiyle BM’nin yardım çalışmalarını baltalıyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan Sri Lanka’daki BMekibinin şefi Neil Buhne, rejim görevlilerinin kampta buaraştırma sürecini çok uzattığını, rehin tutulan sivillerin enkısa sürede bırakılmaları gerektiğini belirtti. Sri Lankarejiminin 10 bin civarındaki mülteciyi LTTE üyesi olarakgördüğünü dile getiren Buhne, Kızılhaç Örgütü’nün bumültecilerle görüşmesinin de engellendiğini söyledi.

New York’taki BM sözcüsü ise, kurumun SriLanka’daki iki çalışanının Haziran ayında kamplardagözaltına alındıklarından beri serbest bırakılmadıklarınıhatırlattı. İki çalışanı için kaygılanan BM sözcüsü,işkenceye maruz kaldığı konusunda ciddi endişeler bulunan10 bin Tamilli tutsaktan bahsetme gereği bile duymadı.

Tamiller üzerinde terör estiren Sri Lanka rejimi, hızınıalmayarak Tamil Kaplanları Örgütü’nün propagandasınıyaptığı gerekçesiyle UNICEF (BM Çocuklara YardımÖrgütü) sözcüsü James Elder’ı da sınır dışı etme kararıaldığını duyurdu. Hükümet sözcüsü, Elder’ın gerçekleredayanmayan ve özünde Tamil Kaplanları Örgütü’nün bakışaçısını yansıtan açıklamalar yaptığını iddia etti.

Bu karara tepki gösteren UNICEF sözcüsü ise, Elder’ınseslerini duyurma şansları olmayan çocuklar ve zordurumdaki diğer kişilerin sorunlarını yansıtmaya çalıştığıiçin sınırdışı edilmek istendiğini belirtti.

Sri Lanka rejiminin yasa ve kural tanımayan buküstahlığı, emperyalist güç odaklarından aldığı destek vebizzat BM’nin uğursuz tutumundan kaynaklanıyor. ZiraLTTE militanlarına karşı tam bir imha saldırısı düzenleyenbu sömürgeci rejim, Tamil halkının özgürlük talebine askeriaçıdan darbe indirdiği için gerici güç odakları tarafındankutlama mesajlarına mazhar olmuştu.

Yüzbinlerce sivili fiilen toplama kampına dönüştürülenmülteci kamplarına kapatma cüretini gösteren Sri Lankarejimi, mülteciler arasından seçilen onbin Tamil’izindanlara kapatmakta bir sakınca görmemiştir. Sömürgecirejimin saldırganlığı bu kadar aleniyken, BM bu konudaherhangi bir eleştiride bulunmuyor. Ancak işleri engellenipçalışanları tutuklanınca tepki gösteren BM yetkilileri, bunarağmen Sri Lanka rejimine açık bir eleştiri yöneltmektenkaçınıyor.

BM’nin bu utanç verici tutumu, Tamil halkını Sri Lankarejiminin insafına terkeden emperyalist güç odaklarınındolaysız suç ortağı olduğunu kanıtlar niteliktedir.

Sri Lanka rejimi tarafından ezilen Tamil halkının,emperyalizme, sömürgeciliğe ve her türden gericiliğe karşıdevrimci direnişi yükseltmeden, içine sıkıştırıldığıkapandan kurtulması mümkün değildir.

Direnen halklar kazanacak!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Filistin sorununda emperyalist çözüm planları...

Gerçek çözüm emperyalizme,siyonizme ve gericiliğe karşı

direnişten geçiyor!

Page 27: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Almanya’da 27 Eylül 2009 tarihinde gerçekleşecekolan federal parlamento seçimlerinin yaklaştığı şugünlerde açık liste oluşturarak şeçime katılan MarksistLeninist Parti Almanya (MLPD) ile BİR-KAR’ın ortakseçim faaliyeti devam ediyor.

Stuttgart’ta seçim faaliyeti11 Eylül günü Türkiyeli ve diğer göçmen işçilerin

yoğun olarak alışveriş yaptıkları merkezlerin vecamilerin önünde bir etkinlik yapıldı. Saat 16.00’dabaşlayan etkinlik, Türkçe, Kürtçe ve Arapça müzik vekonuşmalarla saat 18.00’e kadar sürdü.

BİR-KAR’ın önerdiği ve MLPD ile ortakörgütlenen bu etkinlik oldukça ilgi gördü. MHP’nin bölgede bir etkisi olmasına karşın sosyalizmtarafından ilgiyle karşılandı.

Güncel talepler temelinde emekçi kitleleregidildiğinde, önyargılara rağmen emekçilereulaşılabildiği görüldü.

Ayrıca bu hafta, hastane önlerinde, büyükfirmaların vardiya değişimlerinde, kapı önlerindebilgilendirme masaları açarak ajitasyon konuşmalarıeşliğinde bildiri dağıtımı gerçekleştirildi. Almanca veTürkçe olarak kaleme alınmış materyaller dağıtıldı,emekçilerle bire bir tartışmalar yapıldı.

Türkiyeli diğer örgütler, ATIF, AGIF, IBS veYaşanacak Dünya seçim faaliyetlerinde yeralacaklarını ifade etmelerine rağmen çalışmalarıniçerisinde yer almadılar.

12 Eylül’de miting...12 Eylül günü Stuttgart şehir merkezinde yapılan

miting iki saat sürdü. Değişik dillerde çalınan devrimcişarkılarla başlayan miting, BİR-KAR adına yapılankonuşmayla devam etti. Konuşmada, burjuva partilerinseçim çalışmalarında kriz ile birlikte ortaya çıkansorunları çözeceklerini iddia ettiklerine değinilerekbunun mümkün olmadığı, krizin kaynağının kapitalizmolduğu söylendi. Krizin gerçek çözümünün, özelmülkiyetin tasfiyesini hedefleyen sosyalist bir devrimolduğu ifade edildi. “Krizinizi ödemeyeceğiz!”,“Mesailer yasaklansın-30 saatlik iş haftası!”, “İstenatmalar suç sayılsın!” şiarları öne çıkarıldı.

Mitingte BİR-KAR adına yapılan konuşmada şunarsöylendi:

“Dünya hepimize yeter. Yetmesi için bize sosyalizmlazım. Bunun için, kendi geleceğimiz için savaşmanınbir aracı olarak MLPD’yi seçiyoruz, onunla birliktedevrim için, sosyalizm için savaşıyoruz, savaşacağız!”

BİR-KAR konuşmasının ardından, bölge adaylarıkürsüye davet edilerek tanıtıldı. MLPD MerkezKomite üyesi ve bölge adayı Peter Borgwardt yaptığıkonuşmada, kapitalizmin krizi ve seçimlerden sonra“yeni” hükümet eliyle uygulamaya konulacak olan,ekonomik ve siyasal saldırılar üzerinde durarak “busaldırıları durdurmanın ve geri püskürtmenin tekyolunun, alanlara çıkarak ve sosyalist alternatifigüçlendirerek başarılabileceğine” dikkat çekti.

Kapitalizmin saplandığı batağa vurgu yapılaraksolu seçmek isteyenlere MLPD’yi seçme çağrısı yaptı.

Konuşmada göçmen örgütleriyle ilk kez bu denligeniş ve verimli bir birliktelik sağlandığı da ifadeedilerek “enternasyonal devrim için bu anlamlı veönemlidir” denildi.

Stuttgart BİR-KAR

Frankfurt’ta seçim faaliyeti11 Eylül akşamı Frankfurt’ta toplanan seçim

inisiyatifi, bugüne kadar gerçekleştirilen çalışmalarıdeğerlendirdi.

ATIF ve BİR-KAR temsilcisinin de katıldığıtoplantı yaklaşık 2 saat sürdü. Yapılan değerlendirmede MLPD’nin seçimçalışmasının özellikle büyük işletmelerin önündegerçekleştirildiği ve işçilerin olumlu tepkisiylekarşılaşıldığı ifade edildi.Frankfurt Fechenheim’de SIEMENS, OdenwalddaPirelli Rüsselheim’de Opel işçilerine, yaygın birbiçimde ajitasyon konuşmaları eşliğinde seçim bildirisidağıtıldı.

24 Eylül Perşembe günü, 13.00 ve 14.00 saatleriarasında MLPD’nin Genel Başkanı Stefan EngelRüsselsheim, Opel fabrikasının önünde Opel işçilerineseslenecek.BİR-KAR da bu çalışmaların parçası olacak.

BİR-KAR / Frankfurt

Berlin’de “gözetim ve sansüre”karşı miting

Almanya’da 25 bin kişi devletin ve ticari kurumların kişileri gözetlemesine karşı, kişisel bilgilerinkorunması için Berlin’de alanlara çıktı.

Sendikalardan, dernek ve siyasi partilere kadar 167 kurum ve kuruluşun oluşturduğu “Korkuya karşıözgürlük!” oluşumu yürüyüşe çağrı yaptı.

Yürüyüşte yapılan konuşmalarda “gözetim ve sansür”ün düşünce özgürlüğü ve temel demokratik haklarıtehdit ettiğine vurgu yapıldı ve özgürlüğün mücadele ile sağlanabileceğine değinildi.

Almanya’da geçtiğimiz yıllarda kişilere ait bilgilerin çalınması üzerine birçok skandal çıkmış ve hükümetkişisel verilerin güvenliğini zorlaştırmıştı. Daha sonra ise anti terör yasaları çerçevesinde demokratik hak veözgürlükler rafa kaldırılmış, polis ve gizli servislere geniş yetkiler verilmişti.

Buna göre devletin kendisi internet üzerine baskın ve gözetim hakkı çerçevesinde bazı soruşturmalardabilgisayarlarda casusluk yoluyla bilgi toplayabilecek.

İşçi sınıfı savaşacak, sosyalizm kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Almanya’da devrimci seçimfaaliyetlerinden...

Toronto Film Festivali’nde İsrailpropagandası boykot edildi

Toronto Film Festivali’nde İsrail’in propagandasının öne çıkması çeşitli ülkelerden sanatçıların festivaliboykot etmesine neden olmuştu. Kanadalı yönetmen John Greyson, İsrail propagandası yaptığı gerekçesiyleToronto film Festivali’nden filmini çekerken, Filistinli sanatçıları dışarıda bırakan festival yönetimine karşıolduğunu belirtmiş, tepkisini “savaş hala devam ederken Tel Aviv renkli bir metropol olarak gösteriliyor”sözleriyle dile getirmişti.

Boykota Yahudi sanatçılar da destek vermiş fakat bundan kaynaklı en yoğun baskıyı da onlar görmüştü.Bu süreçte kendisi de Yahudi olan belgesel yapımcısı Kathy Wazana, ‘ikiyüzlü’den ‘yahudi düşmanı’na hertürlü suçlamayla karşı karşıya kaldıklarını söylemişti.

10-13 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen festival sırasında ise Filistinli sanatçılar, Tel Aviv’le ilgili birdizi filmin gösterileceği Toronto Uluslararası Film Festivali’nin boykot edilmesi çağrısında bulundu.

Ramallah’ta Kanada temsilciliği önünde toplanan onlarca Filistinli yapımcı, sanatçı ve yazar, protestogösterisi düzenledi. Göstericiler, temsilciliğe festivali kınayan bir mektup da iletti.

Oyuncu Jane Fonda, yazar Alice Walker gibi bir dizi uluslararası yapımcı ve eylemcinin de imzaladığıdilekçede, festivalin bu gösterim kararı eleştirildi ve İsrail ile suç ortaklığı yapmakla suçlandı.

Page 28: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

“Devrimin komutanı” mücadelede yaşıyor...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

“Bu genç zenci militan işçiyi tanıdığım içinkendimi ayrıcalıklı sayıyorum. Almeida zaman içindedevrimci bir grubun lideri, Moncada kışlasıbaskınında bir savaşçı, hapiste bir yoldaş, Granmaçıkarmasında bir müfreze komutanı, İsyancıOrdusu’nda bir subay -Uvero’daki şiddetli çatışmadagöğsüne aldığı kurşun yarası nedeniyle bir süreçatışmadan geri kalacaktı, Üçüncü Doğu Cephesi’niyaratan komutan, zorba hükümeti deviren sonmuzaffer kavgamızda liderliği paylaştığımız bir yoldaşolacaktı.”

Fidel Castro, geçtiğimiz Cuma günü hayatagözlerin yuman “Devrimin komutanı” Juan AlmeidaBosque’yi bu sözlerle anıyor.

Ramiro Valdés Menéndez, Guillermo GarcíaFrías’la birlikte “Devrim komutanı” ünvanı taşıyan üçkişiden biri olan Almeida Bosque, ilk adımdan beriFidel Castro ile omuz omuza mücadele içinde olmuş,Küba devriminin zafere ulaşmasında olduğu kadar,devrimci yönetimin inşasında da önemli sorumluluklarüstlenmiştir. Nitekim, “Devrimin komutanı” 82yaşında hayata gözlerini yumduğunda, diğeretkinliklerinin yanısıra Küba Komünist PartisiPolitbüro üyeliği ve Devlet Konseyi İkinci Başkanlığıgörevlerini yürütüyordu.

1927 yılında başkent Havana’da, eski Havana’nınen yoksul mahallelerinden birinde dünyaya gelenAlmeida Bosque, ailenin oniki çocuğundan biri olarakyetişir. Afrika kökenli siyahi Kübalılar’dan biri olanAlmeida, devrim öncesinin tortularından biri olanırkçılığa karşı mücadelede de önemli roller üstlenir.

Ailesine yardım etmek için duvarcı olarak çalışanAlmeida, 1953 yılında işini bırakarak, Fidel Castroliderliğinde düzenlenen Moncada Kışlası baskınınakatılır. Kışla baskını başarısızlığa uğrayınca, Almeidada hayatta kalan yoldaşlarıyla birlikte yakalanarakhapse atılır.

1955 yılında ilan edilen afla beraber salınınca,Fidel Castro ve diğer yoldaşlarıyla beraberMeksika’ya gider. Daha sonra Granma yatıylaKüba’ya geçen devrimciler arasında yer alan Almeida,Amerikancı Batista diktatörlüğüne karşı SierraMaestra Dağları’nda başlatılan devrimci silahlımücadelede önemli görevler üstlenir. 1958 yılındabinbaşı rütbesi alan “Devrimin komutanı”, DevrimciOrdunun Santiago Birlikleri’ni yönetir.

Devrimin zaferinden sonra, 26 TemmuzHareketi’nin partileşmesiyle birlikte Küba KomünistPartisi’ne üye olan Almeida, Ekim 1965’te merkezkomite, daha sonra ise politbüro üyeliğine yükselir.Ayrıca 1961 yılında Küba’dan kaçan karşı-devrimcilerin katılımıyla CIA tarafındangerçekleştirilen Domuzlar Körfezi Çıkartmasısırasında, devrimi savunmak için aktif olarak savaşanAlmeida, CIA ile karşı-devrimci çetelerin başarısızlığauğratılmasından sonra kurulan devrim mahkemesindede görev alır.

Hayata gözlerini yumana kadar, emperyalistkuşatma altında bulunan Küba devriminin yaşatılıpgeliştirilmesi için üst düzey sorumluluklar üstlenenAlmeida Bosque, Küba devrimiyle özdeşleşen birkaçisimden biridir.

Devrimci bir komutan olmasının yanısıra müzikalanında da üretim yapan Almeida, Sierra Maestradağlarındayken bile devimci şarkılar bestelemiştir.

Yaşamının son yıllarına kadar şarkılar bestelemeyedevam eden Almeida, aynı zamanda bir yazardır. KübaCumhuriyeti Kahramanı ödülünü alan az sayıdakikişiden biri olan Almeida, 300’ün üzerinde şarkıbesteleyip on kitaba imza atmıştır.

Devrimle özdeşleşmiş liderlerden biri olan JuanAlmeida Bosque, emperyalist kuşatmaya karşı direnenKüba devrimiyle birlikte yaşamaya devam edecektir.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde sermayeninsaldırılarına karşı direnen işçi ve emekçiler grev vedirenişlerini sürdürüyorlar. Yeni Zelanda,Bangladeş, Arjantin, Zimbabve, Güney Afrika veRomanya’da farklı işkollarında yaşanan saldırılarakarşı grev ve direnişler sürürken yeni grevlere dönükhazırlıklar da devam ediyor...

Zimbabve’de öğretmenlerin grevi3. haftasında

Zimbabve Öğretmenler Derneği (ZIMTA)tarafından yapılan grev 3. haftasına girdi.

Yeni dönemin başladığı 3 Eylül günü maaşlarınınarttırılması ve çalışma koşullarının düzeltilmesi içinülke çapında greve çıkan öğretmenler hükümetten herhangi bir cevap alamadıkları için 3 haftadır grevlerinisürdürüyorlar.

ZIMTA yöneticisi Sifiso Ndlovu, yetkililereğitime öncelik verene kadar grevi sürdüreceklerinisöyledi. Ndlovu ayrıca önümüzdeki hafta yetkililerlegörüşmeler yapılacağını da açıkladı.

ZIMTA’nın 150-500 dolar arasında ücret artışıtalep ediyor, fakat hükümet bu talebikarşılayamayacaklarını söylüyor.

Bangladeş’te madenci greviBangladeş’te bulunan Barapukuria Maden

Ocağı’nda çalışan işçiler grev yaptı. Kömür madeninde çalışan yaklaşık 1000 işçi

Perşembe günü yaptıkları grevle ikramiye ve atılanişçilerin geri alınmasını talep ettiler.

Barapukuria Kömür Madeni Ltd. Şti.’de çalışanişçiler gece yarısı çıktıkları süresiz grevle, ikramiyeve yeraltındaki işçileri için doktor ve ambulansservislerinin sağlanması gibi 14 maddeden oluşantaleplerinin karşılanmasını istediler.

Perşembe günü yetkililerle yapılan görüşmelerdebir sonuca varılamaması üzerine greve çıkan kömürmadeni işçileri ayrıca yaralı işçi arkadaşlarının tammaaş almasını istiyorlar.

Arjantin’de metro çalışanlarıeylemde

Arjantin’in en büyük kenti olan Buenos Aires’temetro çalışanları grev ve “ücret ödememe” eylemiyaptılar.

Geçtiğimiz günlerde metro çalışanları turnikeleri2 saat boyunca açık tutarak ve iş bırakarak yenikurulan sendikalarına hükümet tarafından yasal statüverilmemesini protesto ettiler.

Arjantin yasalarına göre her bir sektörde sadecebir sendika yasal statü kazanabilir, toplu sözleşmeyeoturabilir ve grev gerçekleştirebilir.

Buenos Aires’in 6 metro hattında gerçekleştirilengrevden 160 bin yolcunun etkileneceği açıklandı.

Yeni Zelanda’da grev...Yeni Zelanda’nın Christchurch şehrinde gıda

dağıtımı yapan bir şirkette işçiler iş bıraktı. 12 Eylül günü saat 14.30’da yapılan grevle işçiler

ücret düşüklüğünü protesto etti. Ulusal Dağıtım Sendikası sözcüsü Paul Watson,

personelin 10.39 ile 12.14 dolar arasında maaşaldığını söyledi ve bu maaşın yeterli olmadığını,işverenin daha fazla ödeme yapabileceğini ifade etti.

Güney Afrika’da tekstil işçilerigreve gidiyor...

Güney Afrika’da tekstil işçileri önümüzdeki haftagrev yapacaklarını açıkladı. Giyim ve tekstilsektöründe yapılması planlanan greve ülke çapında40 binin üzerinde işçi katılacak.

Grev kararı, işçilerin %7.9’luk ücret artışı talebinekarşılık patronların %5 zam önerisi üzerine alındı.

Güney Afrika Tekstil İşçileri Sendikası(SACTWU) sözcüsü Andre Kriel, işçilerin tamamenüretimi durdurabileceğini, alternatif olarak ise fazlamesailere kalmama ya da günün belli bir süresincegrev yapma gibi eylemler gerçekleştirebileceğinisöyledi.

Romanya’da kamuçalışanlarından grev hazırlığı

Romanya’da yaklaşık 800 bin kamu çalışanının 5Ekim tarihinde genel grev yapması bekleniyor.

Genel grev, kamu sektöründe ücretlerindüzenlenmesine ilişkin çıkarılması planlanan yasayıprotesto etmek için yapılacak.

Eğitim sektöründen sendika federasyonu başkanıAurel Cornea, sendikacıların daha iyi ücret talepettiklerini ve kamu sektöründe işten atmalarınyasaklanmasını istediklerini söyledi.

Juan Almeida Bosque...

“Devrimin komutanı” devrimlebirlikte yaşamaya devam edecek!

Dünya çapında grev vedirenişler yayılıyor...

Page 29: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Zorbalık sökmeyecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

İkiz kardeş: Zorbalık ve ikiyüzlülük!M. Can Yüce

“Benim felsefem egemenlik anlayışına karşıdır.Egemenlik zulümdür, iktidar vahşettir. Ben,egemenlikten nefret ediyorum. Bu anlayış, etnikmilliyetçiliği körüklemek demektir. Ben, iktidarakarşıyım. Benim anlayışım demokratik toplumun inşaedilmesi, demokratik mekanizmanın toplumdakurulmasıdır. Bunlar, egemenlik, ulus-devlet anlayışıİngilizlerin planıdır. Dünyaya bunu onlar pazarlıyor.Adeta bunu bir pislik gibi toplumun üzerine saçıyorlar.Onlar bu işlerin nasıl yapılacağını çok iyi biliyorlar, bukonuda yeterince uzmandırlar.” (Gündem Online, 9Eylül tarihli Görüşme Notu...)

“Bir süredir DTP odaklı olarak Kızıl Bayrak’a vegazetemiz çizgisindeki sınıf devrimcilerine yöneltilensaldırı ve provokasyonlar hakkında aşağıdaki hususlarıilerici-devrimci kamuoyunun bilgisine sunuyoruz:

1- Gelinen yerde bu saldırıların ve provokasyonlarınmünferit değil fakat DTP merkezli olduğu, buradansavunulduğu ve yönlendirildiği kesinlik kazanmışbulunmaktadır. Soruna çözüm arayan devrimci güçlertarafından DTP İstanbul İl Yönetimi ile yapılangörüşmeler bu konudaki belirsizliği ortadankaldırmıştır. DTP İstanbul İl Yönetimi olup bitenlerinsorumluluğunu üstlenmekle kalmamış, bunu son derecekaba yeni saldırı tehditleriyle birleştirmiştir.

DTP İstanbul İl Yönetimi aldıkları tutumun merkezidüzeyde olduğunu da ifade etmiş bulunmaktadır. Bununböyle olup olmadığını şu an kesin olarak söyleyebilecekdurumda değiliz. Ama ciddi bir siyasal parti olarakDTP’yi bir an önce kamuoyu önünde gerekliaçıklamaları yapmak, saldırılara ilişkin tutumunuortaya koymak, kapalı kapılar ardında savurduğutehditleri kamuoyu önünde de tüm açıklığı ile sıralamakve savunmak sorumluluğu beklemektedir.

2- Saldırılar gazetemizde yıllardır misafir yazarolarak yazan M. Can Yüce’nin yazıları üzerindengündeme getirilmiş olsa da bunun bizim için herhangibir inandırıcılığı yoktur. Asıl sorun bizzat gazetemizle,onun ilkelere dayalı bağımsız devrimci çizgisiyledir. Solhareket ile ilişkilerini ilkesiz uyum ve koşulsuz tabiyetüzerine kurmaya fazlasıyla eğilimli (ve biraz da bunaalıştırılmış bulunan) PKK eksenli Kürt hareketi bubağımsızlığı hiçbir zaman kabullenemedi ve değişikvesilelerle soruna dönüştürmeye çalıştı. Şu günlerdebunun yeni bir örneği ile yüz yüzeyiz. Son saldırılar dabunun bir ifadesidir.” (http://www.kizilbayrak.net/)

Birinci paragraftaki sözler kime ait, sözü ve özü birolan, sözü ile davranışı arasında tutarlı bir içtenlik olanbir demokrata mı? Yoksa kendisini dokunulmaz birtabu, hatta tanrı haline getiren ve getirten, en sıradan bireleştiri ve farklı sese tahammül etmeyen, yıllardırkurduğu iktidar sistemi ile tam bir despotik kültüryaratan, bunu da sayısız pratikle kanıtlayan gerçek birdespota mı?

Diğer alıntı ise kısa bir önce saldırıya uğrayan KızılBayrak gazetesinin bu konudaki açıklaması… Bu ikiaçıklamayı birlikte okuyup değerlendirdiğinizde karşıkarşıya olduğumuz zorbalık ve aynı zamanda demagojikmanipülasyonun hangi pervasızlık boyutlarındaolduğunu anlamakta zorlanmazsınız? Öyle de olsakonuyu biraz açmakta yarar var.

Daha öncesi bir yana 1986 PKK 3. Kongresi’ndensonra içte en sıradan bir farklılığa izin vermeyen, bunubastırma ve imha yöntemleriyle susturan, daha daönemlisi tam anlamıyla psikolojik terör ve karalamakampanyalarıyla farklı ses ve politik faaliyetleribastıran, toplum içinde gelişme olanaklarını ortadankaldıran Öcalan’ın ağzından bu sözler döküldüğündensadece birkaç gün önce onun müritleri, bendeleri Kızıl

Bayrak gazetesine saldırmış, bununla yetinmemiş veverdikleri ültimatomla “ya sitenizde yayınladığınızyazıları kaldırırsınız, ya da her türlü saldırganlığınhedefi olmaktan kurtulamazsınız” türündenpervasızlıklar içine girmişleridir…

Hani felsefeniz egemenlik anlayışına karşıydı, buanlayışa göre “egemenlik zulüm, iktidar vahşetti…”.Öyle mi? Peki, bu yaptığınızın anlamı nedir? Hangiiktidar ve egemenlik sistemlerinde düşünce, ifade veeleştiri özgürlüğü yasak ve susturma araçlarına hedefoluyor?

Siz sizin gibi olmayanları, sizi onaylamayanları,dahası sizi eleştirenleri mahkûm etme, toplum içindeteşhir etme, itibarlarıyla oynama ve gözden düşürmekampanyalarını gerçekleştirme hakkını ve sınırsızözgürlüğünü kendinizde görüyorsunuz! Ama buzorbalıklarınıza hedef olanlar tek bir sözsöylemeyecekler, tek bir protestoda bulunmayacaklar!Bulunduklarında ise her türlü hakaret ve yok etmeyöntemiyle susturulmaya çalışacaklar… Bu pratiğinsizin literatürünüzdeki karşılığı ise “demokrasi”oluyor… Peki, bu nasıl bir demokrasidir ki, farklıolanların en sıradan söz söyleme hakkı dahi yok!

Buna, açık ki, despotik zorbalıktan başka bir şeydenilmez…

Demokrasi ve özgürlük adına söylenen sözler mi,onlar da zorbalığın ikiz kardeşi, kitleleri aldatma veuyutma laflarıdır… Bundan öte bir anlamı var mı?

“Kutsal değerleri hakarete uğruyormuş”! Bir an içinvarsayalım ki, yapılan eleştirileri “hakaret” olarakalgıladınız? Tamam. Ama bu “hakaretlerin” çapı vekitlelere ulaşma düzeyi ile her gün milyonlarınkulaklarına ve gözlerine çarpıtılan gerçek küfürler vehakaretler karşısında tek bir eyleminiz var mı? Örneğin“terörist başı”, “bebek katili” laflarını söyleyenlere karşıaynı refleksleri mi gösteriyorsunuz? Yoksa heraşağılanma karşısında daha fazla eğilerek “barış” eliniuzatarak mı kutsal değerlerinizi koruyorsunuz? Meclistedevrimcilerin, yurtseverlerin kanlarında eli olan MHPşeflerinin ellerini tutan, bunu bir “olgunluk” olaraksunan kimlerdi? Bugün faşist güruhun ağzından sizinhakkınızda bal mı dökülüyor? Gerçek hakaretleriyapanlara, hatta her gün aşağılayanlara “barış elini”

uzatanlar, değerleri koruma adına devrimcileresaldıranlar, hem davranışları, hem de sunduklarıgerekçeler bakımından tam anlamıyla bir ikiyüzlülük vesamimiyetsizlik içindedirler…

Gerçekte onların derdi, hakarete uğramak ve bunatepki göstermek değildir! İç içe geçen bir genel vegüncel iki temel nedeni var:

Bir: Tek kişiye dayalı despotik iktidar sistemininvarlığını sürdürmenin başlıca yolu, her türlü farklıdüşünce ve politik eğilimi bastırmak ve mahkûmetmektir. Susturma ve tabi kılma, biat ettirme, bir siyasettarzı, bir siyaset kültürü haline getirilmiştir! Bu biriktidar tekeli yaratmış ve bunun sonsuza kadarsürmesini istemektedirler… Sorun gerçekte hakaret veona tepki olsaydı, şimdiye dek sayısız kez kendileriniaşağılayan iktidara ve egemen güçlere karşı başlarını diktutarlardı…

İki: Her fırsatta kendilerini aşağılayan devletinbaşlattığı “demokratik açılım” sürecini “tarihi önemde”değerlendirdikleri için bu konuda sürece çomaksokabilecek her söz ve davranışı en büyük suç olarakgörüp ve göstererek bastırmayı bir görevbilmektedirler… Güncel pervasızlıklarının güncel enönemli nedeni budur! Hiç kuşkusuz ortada bir rastlantı,bir yerel tutum yok… Kendi iktidar sistemlerini vebunun güncel reflekslerini konuşturuyorlar!

Bu noktada demokrat ve devrimci olmanın vekalmanın en temel ve güncel ölçüsü ile karşı karşıyayız:Bu zorbalık ve onun ikiz kardeşi ikiyüzlülüğe net ve“ama”sız bir tavır mı alınacak; yoksa bu durumukendisine dert etmeyerek “ortayol” bir tutumla, kayıtsızbir yaklaşımla mı yetinilecek, ya da “biat edenlere biat”etmeye devam mı edilecek? Temel soru budur. Busorunun yanıtı ise gerçek anlamda bir sınavdır! Gerçekdevrimcilik ile sahte devrimciliğin temel yol ayrımı,gerçek mihenk taşlarından biri budur!

Hiç kuşkusuz bu tutum gerçekte Kürt halkınıngerçek dostlarının kim olduğunu da bir kez dahanetleştirecektir. Gerçek devrimcileri ve kendisinedemokratım diyenleri zorbalık ve ikiyüzlülük karşısındanet ve etkili tavır almaya çağırmak, sadece devrimci birgörevi hatırlatmaktır!

15 Eylül 2009

Diyarbakır, Şırnak, Mardin ve Van’da yapılan eşzamanlı operasyonlarla aralarında eski belediyebaşkanları ve belediye başkan yardımcılarının dabulunduğu 17 DTPli’nin gözaltına alınması 13 Eylülgünü başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan’ın çeşitliil ve ilçelerinde gerçekleştirilen kitlesel yürüyüşlerleprotesto edildi.

Diyarbakır’da kitlesel protesto DTP Diyarbakır İl binası önünde başlayan

yürüyüşte, “Operasyonları durdurun, siyasi irademlediyalog kur!” ve “Ankara şaşırma Amed’in sabrınıtaşırma!” yazılı pankartlar açılırken gözaltına alınanDTP’lilerin serbest bırakılması istendi.

Eylemde Abdullah Öcalan posterlerinin yanısıraPKK ve KCK bayrakları taşındı.

İstanbul:DTP İstanbul İl Örgütü Kadıköy İskele

Meydanı’nda basın açıklaması yaptı. Eylemde konuşanAvcı, parti yöneticilerine yönelik operasyon

başlatıldığını ve DTP’nin siyaset dışına itilmeyeçalışıldığını söyledi.

Batman:Batman’da Gülistan Caddesi’nde basın açıklaması

düzenlendi. İl Başkanı Ahmet Sormaz, gözaltıoperasyonunun DTP ‘ye ve Kürt halkına karşıgeliştirilen yeni bir konseptin göstergesi olduğunusöyledi.

Urfa:DTP Urfa İl Örgütü’nün Karakoyun İş Merkezi

önünde yaptığı basın açıklaması ve oturma eylemineKESK üyelerinin da aralarında bulunduğu 500 kişikatıldı. Açıklamada konuşan DTP İl Başkan YardımcısıA. Kadir Çiçek, “Hiçbir baskı, gözdağı ve sindirmeoperasyonu asla bize geri adım attıramaz” dedi.

Adana, Van, Bitlis, İzmir, Mardin, Elazığ,Ceylanpınar, Çanakkale, Hatay, Gürpınar, Çaldıran,Erciş, Hakkari, Aydın, Ankara, Iğdır, Muş, Antep’de deprotestolar gerçekleştirildi.

DTP’ye yönelik operasyonlara kitlesel tepki!

Page 30: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Saygıyla anıyoruz...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/36 H 18 Eylül 2009

Musa Anter bütün bir yaşamını Kürt halkınınözgürlük umudunu büyütmeye adadı. Mücadeleninkarşısına çıkardığı görevlere bütün benliğiyle sarıldı.İnandığı çizgide kararlılıkla, inatla yürüdü.

Bundan dolayıdır ki, 20 Eylül 1992’de, 74yaşındayken, kontrgerilla devletinin elemanlarıtarafından katledildi.

Sömürgeci sermaye devleti, halkların kardeşliği içinmücadele eden, Kürt halkının özgürlük umudunubüyüten aydınlara hep düşman gözüyle baktı. Faşistçetelerini, kontrgerilla örgütlenmesini, Musa Anter vb.aydınları katletmek için harekete geçirdi.

Musa Anter: Kürt halkının baş eğmez kartalı!

Musa Anter 1918 yılında Nusaybin’in ZivinKöyünde doğdu. Dersim isyanı sırasında gözaltınaalındı. Atatürk’ün annesine küfrettiği gerekçesi ile 45gün gözaltında tutuldu. Ancak daha sonra ‘ağa’nın oğluolduğu için affedilip serbest bırakıldı. 1941 yılındaİstanbul Üniversitesi HukukFakültesini bitirdi, ancakhiçbir zaman avukatlık yapmadı.

Musa Anter henüz 16 yaşındayken ilk tutukluğunuyaşadı. 1959’da ‘49’lar davasından, 1970’lerdeDevrimci Doğu Kültür Ocakları davasından, 12 Eylüldöneminde ise Kürtçülük propagandası yaptığıgerekçesi ile tutuklandı. Ömrünün 10 yılı aşkın süresinicezaevinde geçirdi. 1971’de kapatılan TİP’inyöneticilerinden olan Musa Anter, Özgür Gündem veYeni Ülke gazetelerinde köşe yazarlığı da yaptı.

Bütün bir yaşamını mücadele içerisinde geçiren,mücadelenin karşısına çıkardığı birçok bedeli ödeyen,ömrü boyunca inançlarına sahip çıkan Musa Anter’insesinden dinlediğimiz şiirde söylendiği gibi; yaşamanınbir başka adı direnmekti. Ape Musa yaşamına yüreğinikoyanlardandı! Yüreğinin kovuğunda yaşamayıonursuzluk sayanlardandı!

Musa Anter’i kontrgerilla elemanları katletti!

Ape Musa Kürt halkının özgürlük mücadelesinegönülden bağlıydı. Yetenek ve özellikleri ile Kürthalkına ışık olma görevini aktif bir şekildesürdürüyordu. Sermaye devletinin ölüm fermanınınnedeni de bu özellikleriydi.

Musa Anter’in ölümü uzun yıllar faili meçhulolarak kabul edildi. Ancak ölümünden 13 yıl sonra,Musa Anter’in vurularak öldürülmesinin faillerindenbiri olan, kontrgerilla elamanı Abdülkadir Aygangerçeklere ışık tutan itiraflarda bulundu. Aygan’ınitirafları Musa Anter cinayetinin gerisindekikontrgerilla devleti ile cinayetin JİTEM ile olanbağlantısını bütün açıklığı ile gözler önüne serdi.

JİTEM adına çalıştığını ifade eden AbdülkadirAygan, Musa Anter’i öldürmek için eski bir PKKitirafçısını kullandıklarını itiraf etti. Aygan’ınanlatımlarına göre, “Hogir” kod adlı itirafçı MusaAnter’i tanıyordu ve O’nu tekrar PKK’ye katılmakistediğini söyleyerek görüşmeye çağırdı. Musa Anter’ialmaya Hamit isimli biri gönderildi. Altlarında iseJİTEM’in Yeşil’e armağanı bir Land Rover vardı.Musa Anter, Orhan Miroğlu’nu da yanına alarak, onları

Hogir’e götürecek Hamit’le beraber bir taksiye bindi.Taksi hareket ettikten bir süre sonra Hamit’in heyecanlıdavranışlarından dolayı Musa Anter ortada bir gariplikolduğunu sezdi. Kendisinden şüphelenildiğini farkeden Hamit, “geldik” diyerek arabayı durdurdu. OrhanMiroğlu ile beraber araçtan inen Musa Anter’i birkaç elateş ederek kafasından vurdu.

Kontrgerilla devletinin baskıları devam ediyor

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen kirlisavaş devam ediyor. Kürt halkına yönelik baskı veterör devam ediyor. Şemdinli’de Umut Kitapevi’ninbombalanması eyleminin failleriyle ilgili verilen cezaYargıtay tarafından bozuluyor. Katliam sanıkları olan

kontrgerilla elamanları tek tek serbest bırakılıyor.KESK üyeleri, yöneticileri, halkların kardeşliğinisavundukları, DTP yöneticileri Kürt sorununu dilegetirdikleri için tutuklama terörüne maruz kalıyor.Meşru hakları için eylem yapan Kürt halkına, bibergazı, cop, tekme, tokatla yanıt veriliyor. Uydurukgerekçelerle gözaltına alınıp işkencelerden geçirilenKürt çocukları uydurma gerekçelerle tutuklanıyor.Haklarında onlarca yıl hapis cezası isteniyor.

Son gelişmeler, Kürt halkının boş söylemlerealdanmaması, Kürt sorununun çözümü çerçevesindesomut adımlar atılmasını beklememesi gerektiğini tümaçıklığıyla göstermiştir. Kürt halkı ancak Türkiye işçisınıfı ile birlikte kararlı direnişini yükselterekdemokratik hak ve özgürlüklerini kazanabilir, failimeçhul cinayetlerin hesabını sorabilir.

20 Eylül 1985 tarihinde yitirdiğimiz Ruhi Su,ölümünün üzerinden geçen 24 yıla rağmen kendinihalkına adamış devrimci bir ozan olarakhafızalarımızdaki yerini koruyor. Ruhi Su’nun devrimdavasına adanmış “ezgili yüreği” burjuvazininçürümüş ve kokuşmuş düzenine inat aradan geçen onyıllara rağmen ilerici ve devrimciler şahsındayaşamaya devam ediyor.

1912 yılında Van’da Ermeni bir ailenin çocuğuolarak dünyaya gelen devrimci ozan Ruhi Su,annesini ve babasını hiç tanıyamadı. 10 yaşına dekona sahip çıkan yoksul bir ailenin yanında kaldı, dahasonraki eğitim yaşamı öksüzler yurdunda ve yatılıokullarda geçti.

Öksüzler yurdunda tanıştığı müzikle emekçilerinacılarını ve isyanını birleştirdi. Halkın ezgilerinidevrim davası için seslendirdi. Önce Müzik ÖğretmenOkulu’na girdi, daha sonra Devlet Konservatuarı’ndaŞan bölümünde eğitim gördü. Bir süre müziköğretmenliği yaptıktan sonra opera sanatçısı olarakçalışmaya başladı.

Aldığı batı müziği eğitiminin yanında, hiçbirzaman türkü söylemekten vazgeçmeyen devrimciozan, konservatuvarda aldığı eğitimle türküleri ustacayorumlayarak kendine özgü tarzını yarattı. O kendineözgü sesi ve tarzıyla Pir Sultanlar’ı, Karacoğlanlar’ı,Nesimiler’i ve daha nice halk ozanını günümüzetaşıdı. Türkülere sevdası, onu Anadolu’nun türküleriniderlemeye, Nazım’ın şiirlerini bestelemeye itti.

Ruhi Su, örgütsüz bir sanatçı olarak devrimdavasının savunulamayacağını biliyordu. Bu yüzdentüm yaşamını devrim davasına adamayı seçti. 1950’liyıllarda devletin “komünist avı” sırasında gözaltınaalındı, işkence gördü ve 5 buçuk yıl zindanda kaldı.Opera sanatçılığı ve hocalık görevi devlet tarafındansona erdirildi. Zindan hayatının ardından ise sefaletiçindeki sürgün yılları başladı, kara listeye alındı.Konser vermesi, plak çıkarması ve program yapmasıyasaklandı.

1960’ta İstanbul’da Taksim BelediyeGazinosu’nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir yandan da

halk türkülerini kaydedip arşivleme görevini üstlendi.Bu arada radyoda da “Basbariton Ruhi Su TürkülerSöylüyor” adlı radyo programı yaptı. Buprogramlardan birinde söylediği “Serdari halimizböyle n’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak”türküsü nedeniyle radyodaki işine son verildi.

Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzündenaleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybedensanatçı, türküleri derleyip yeniden yorumlama işinekendi başına devam etti. 1975’te Sümeyra Çakır’labirlikte Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978’den sonraürettiği kasetlerle halk müziğinin yaygınlaşmasınısağladı.

12 Eylül askeri faşist darbesine denk gelenhastalık sürecinde yurtdışında tedavi görmesiengellenen Ruhi Su, ilerleyen hastalığı nedeniyle 20Eylül 1985 tarihinde yaşamını yitirdi. Ruhi Su’yuzindanlara atan, ilerleyen hastalığının tedavisiniengelleyen 12 Eylül cuntası O’nun emekçilerle olanbağını koparamadı. Devrimci ozanın cenazesi deyaşamı gibi görkemliydi. Ruhi Su’nun cenaze töreni,12 Eylül askeri faşist darbesinin ardındangerçekleştirilen en büyük ve görkemli gösterilerdenbirine tanıklık etti.

Devrimci ozan Ruhi Su, bugünün yoz kültürününtemsilcilerine ve sahte sanatçılarına karşı halaaramızda, hala işçilerin ve emekçilerin haklımücadelesinin yanı başında.

Devrim ve sosyalizm mücadelesine olan inancıylahalkın ezgilerini dillendiren devrimci ozan Ruhi Su,sanatın bir “eylem” olduğunu söyledi ve böyle yaşadı.O, düşüncesini de sevgisini de sanatında ortayakoydu. Devrimci ozan olarak sanatı bir eylemaracıydı.

Ruhi Su, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemitaşıyan “ezgili yüreğiyle” sömürü düzenine karşısöylediğimiz marşlarda, türkülerde yaşamaya devamediyor, edecek...

Yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesineadamış devrimci ozan Ruhi Su’nun anısı önünde birkez daha saygıyla eğiliyoruz.

Ape Musa’nın katili sermaye devleti Kürt sorununu çözemez!

Devrimci ozanımızı ölümünün 24. yılında saygıyla anıyoruz...

Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi

Page 31: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

ESP, birçok ilde 8 Eylül günü gerçekleştirilenoperasyonların ardından 13 çalışanınıntutuklanmasına karşı 16 Eylül günü gerçekleştirdiğibasın açıklamasıyla protesto etti. Açıklamanınardından sorumlular hakkında suç duyurusundabulunuldu.

Sultanahmet Adliyesi Parkı’nda bir araya gelenESP’liler, “TMY terörüne son. Tutuklanansosyalistler serbest bırakılsın / ESP” pankartı ve“Kavganın ışığı sönmeyecek”, “TMY iptal edilsin”,“ESP susmadı susmayacak”, “Faşizme karşı omuzomuza” dövizlerini açtılar.

Basın açıklamasını okuyan Havali Mengi,devletin, Kutsiye Bozoklar’ın cenaze törenini veGazi Mahallesi’nde baz istasyonuna karşı verilenmücadeleyi bahene ederek Ankara’da 13,İstanbul’da 6 kişiyi tutukladığını ifade etti.

Mengi, TMY yasasıyla olağanüstü yetkilerledonatılan kolluk güçlerinin devrimci, sosyalistbütün muhalif güçleri susturmak için her türlühukuksuzluğa başvurduğunu belirtti. 8 Eylül2006’dan bu yana operasyonların kesintisizsürdüğünü belirten Mengi, ESP’nin butopraklardaki mücadeleci dinamiklerden birisiolduğunu vurguladı. ESPliler açıklamanın ardındansuç duyurusunda bulundu.

DTP, SP, Emekli-Sen, EHP, KESK İstanbulŞubeler Platformu, EKD, Limter-İş ve Partizan’ındestek verdiği eylemde “Toplumla mücadele yasasıiptal edilsin!”, “Bize gücünüz yetmez bizkazanacağız!”, “Kutsiye Bozoklar ışıktır. Işığıhapsedemezsiniz!” ve “ESP umuttur, umut dimdikayakta!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

8 Eylül'de gözaltına alınan 24 ESP’li, 11 Eylül günü Ankara Adliyesi'ne çıkarıldı. Savcılık Güven Akın, Selim Sezer, Ferda Çakmak, Pınar Gayip ve Murat Güner adlı ESP’lileri

serbest bırakırken 19’unu tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesiise 13 ESP’li hakkında tutuklama kararı verdi.

Tutuklanan ESP’lilerin isimleri şöyle: BEKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Hacı Orman, SıtkıGüngör, Figen Yüksekdağ, İsminaz Ergün, Ayşe Yumli Yeter, Fatma Saygılı, Ayhan Namoğlu, EminOrhan, Çağdaş Karakuş, Hayriye Çiçek, Mustafa Naci Toper, Cenan Altunç, Uğur Ok.

ESP’lilerin ifade işlemleri sürerken ilerici, devrimci kurumlar da Ankara Adliyesi önünde toplandı,TMY terörünü protesto etti.

ESP'lilere tutuklama terörü!

Devlet terörüne, bölgede yürüttükleri faaliyetlecevap veren Mamak İşçi Kültür Evi, bu çalışmalarkapsamında devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in ölümyıldönümüne etkinlik düzenledi. Mamak İşçi KültürEvi’nde “Duvar” filminin gösterimini yaptı.

13 Eylül akşamı devrim savaşçıları ve devrimsanatçıları anısına yapılan saygı duruşuyla başlayanetkinlikte Yılmaz Güney’in “ezilen sınıfların sınıfkardeşliği en güçlü silahlarımızdan biridir. Dost vedüşman, herkes bilsin ki kazanacağız! Mutlakakazanacağız! Bir köle olarak yaşamaktansa, birözgürlük savaşçısı olarak yaşamak daha iyidir!”şeklindeki son sözleri dinlendi. Ardından filmgösterimine geçildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Aydın ve sanatçılar, Hakkari’de devrimcilertarafından yapılan ve 1999 yılında yıkılan DenizGezmiş Köprüsü’nün yeniden yapımı içindüzenleyecekleri dayanışma gecesine ilişkin 11 Eylülgünü basın toplantısı gerçekleştirdiler.

Aralarında Nejat Yavaşoğulları, Cezmi Ersöz, RagıpZarakolu ve Yasemin Göksu’nun da bulunduğu yazar,aydın ve sanatçılar, 1969 yılında devrimci gençlertarafından yapılan ve 1999 yılında “güvenlik”gerekçesiyle yıkılan Hakkari’deki “Deniz GezmişKöprüsü”nün yeniden yapılması için hareketegeçtiklerini belirttiler.

“İstanbul’dan Hakkari’ye Köprü Ol. Barışa KöprüOl” şiarıyla bir araya gelen aydın ve yazarlar adına basınaçıklamasını şair Cezmi Ersöz okudu.

Ersöz, 1969 yılında dönemin devrimci gençleritarafından Hakkari-Zap Suyu üzerinde yaptırılanköprünün güvenlik nedeniyle yıkıldığını belirterek,demokratik açılım’ın tartışıldığı bugünlerde bölge halkıiçin önemi büyük olan köprüyü tekar hayata geçirmekistediklerini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Mamak’ta Yılmaz Güneyanıldı

Aydınlar: Deniz GezmişKöprüsü yeniden yapılsın!

ESP’den eylem...

Tutuklu devrimciler ilk mahkemelerine çıkarıldıYaklaşık 8 aydır “Yasadışı örgüte finansman sağladıkları” iddiası ile tutuklu bulunan İşçi-Köylü

gazetesi eski çalışanlarının ilk duruşması 14 Eylül 2009 tarihinde Beşiktaş Adliyesi’nde görüldü. İşçi-Köylü gazetesi eski çalışanları Sema Gül, Arzu Özdemir, Emriye Demirkır ve Özgür Elitemiz’in 8

ay sonra ilk kez hakim karşısına çıkarak ifade verdiği dava duruşmasında devrimci tutsakların savunmalarıalındı.

Özgür Elitemiz, sözlü savunmasında İşçi-Köylü gazetesinin meşru olduğunu ve bir süre gazetedeçalıştığını dile getirerek hukuksuz bir şekilde sekiz aydır tutuklu olduğunu söyledi, tahliyesini talep etti.

Sema Gül ve Arzu Özdemir ise duruşmada, yazılı savunmalarını okudular. İşçi-Köylü gazetesi okurları savunmalarında, İşçi-Köylü’nün devrimci-sosyalist bir yayın çizgisine

sahip olduğunu ve Basın Kanunu çerçevesinde yayın faaliyetini sürdürdüğünü, işçilerin emekçilerin sesiolduğunu dile getirerek, faaliyetlerinin meşru olduğunu savundular.

“Yasadışı örgüte finansman sağladıkları” iddiasını reddeden Gül ve Özdemir gazetede çalıştıkları süreboyunca yapılan harcamaların her yayınevinin doğal harcaması olduğunu, iddiaların devrimci-sosyalistbasına yönelik düşmanca tutumun bir yansıması olduğunu, iddiaların asılsız ve hukuksuz olduğunusöylediler.

Emriye Demirkır da mahkemede yaptığı savunmada iddiaların hiçbir hukuki dayanağının olmadığınısöyleyerek tahliyesini talep etti.

İşçi-Köylü okurları 8 ay önce, uzun namlulu silahlarla evlerini basan Özel Timler tarafından gözaltınaalınmış ve tutuklanarak Bakırköy Kadın Hapishanesi’ne sevk edilmişlerdi.

Mahkeme 26 Ocak 2010 tarihine ertelendi.

Page 32: Sİ Kızıl bayrak 2009-36

Devrimci direniş yol gösteriyor!

Ulucanlar katliamının 10. yılı!..