sİ kizil bayrak 2009 27

32
Sayı: 2009/27 17 Temmuz 2009 1 TL Sosyalizm İçin Pazarlarda satılacak köle, işçi simsarlarının elinde kiralık mal olmayacağız! mücadeleye! Kölelik yasasını parçalamak için

Upload: kizilbayrak

Post on 02-Mar-2016

225 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009 -27

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Sayı: 2009/27 17 Temmuz 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Pazarlarda satılacak köle, işçi simsarlarının elinde

kiralık mal olmayacağız!

mücadeleye!

Kölelik yasasını parçalamak için

Page 2: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERDüzenin açmazlarını daha da büyütmeninyolu emekçilerin mücadele alanınaçıkmasından geçiyor! . . . . . . . . . . . . . . . 3Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılartüm hızıyla sürüyor... . . . . . . . . . . . . . 4-5Doğu Türkistan’da yaşananlar ve ortalığa saçılan gerçekler! . . . . . . . . . . . 6Sivil ya da askeri, yargı sermayeninyargısıdır!.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7İşçi sınıfının sırtına saplanmış kara-kanlıbir hançer: Sendikal korucular ve kontraçeteleri…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8-9TÜSİAD “kölelik yasası”nda ısrar ediyor,sendika bürokratları üç maymunlarıoynuyor... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10Tutuklu BDSP’liler serbest bırakıldı! . . . . . . . . . . . . . . . . . 11Entes direniş güncesi.... . . . . . . . . . . . . 12Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı SonuçBildirgesi... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13SSGSS saldırısı ve gelişen mücadelesüreci üzerine Harb-İş Sendikası Anadoluİşçi ve emekçi hareketinden.... . . . . 14-15Volkan Yaraşır ile kriz, sınıf hareketi,mücadele ve örgütlenmenin sorunlarıüzerine konuştuk... . . . . . . . . . . . . 16-18Parti Değerlendirmeleri 3-4 . . . . . . . . . 19İşte kriz gerçeği: Zengin daha zengin,yoksul daha yoksul!. . . . . . . . . . . . . . . 20Güler Zere ile dayanışma eylemleri. . . . . . . . . . . . . . . 21ÖSS’de çekilen sıfırlar eğitim sistemininiçine battığı girdaplardır! . . . . . . . . . . . 22Gençlik eylemlerinden.. . . . . . . . . . . . . 23G-8 zirvesi İtalya’nın L’Aquila kentindegerçekleştirildi... . . . . . . . . . . . . . . . 24-25Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çatışma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Filistin topraklarını parçalayıpgaspetmenin yeni adı.... . . . . . . . . . . . . 27Dünyadan işçi ve emekçieylemlerinden... . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2814 Temmuz, devrimci çizgi direnişçiliğinin bayrağıdır! - M. Can Yüce . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 293. köprüye hayır!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkBeşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A

İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

Sayı: 2009/27l 17 Temmuz 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Sabra saldırısının ardından tutuklanan dört sınıfdevrimcisi, 15 Temmuz günü görülen davanın ilkduruşmasında serbest bırakıldı. Patron-polis-yargıçarkının ilerici ve devrimci güçlere karşı nasıl aralıksızve acımasız bir biçimde işlediği biliniyor. Sadece ilericive devrimci güçlere karşı da değil. Aynı zamandahakkını ve hukukunu arayan işçi ve emekçilere karşı daacımasız ve kıyıcı bir çarktır bu.

Açık ki, devletin zor aygıtı bunlarla sınırlı değil.Sermaye devleti tepeden tırnağı bir zor aygıtıdır. Buaygıt farklı işlevleri yerine getiren değişik parçalardanoluşmaktadır. Sabra saldırısı ve sonrası yaşanangelişmelerin açığa çıkardığı temel gerçeklerden biri debudur. Sabra saldırısı bir kez daha bunu doğrulamıştır.Sistemin nasıl bir çark olarak işlediğini gözler önünüsermiştir. Sermaye devletinin kendi hukukunu bileçiğneyerek keyfi ve temelsiz iddialarla devrimcileritutukladığını göstermiştir. Ama aynı düzen kurumlarısınıf devrimcilerini hedef alan silahlı saldırıyıgerçekleştiren tetikçileri serbest bırakmıştır. Bunaşaşırmıyoruz. Zira bu düzenin adaleti kendi sınıfınınçıkarlarını korumak ve kollamak üzerine kuruludur.Elbette ki, düzenin yargı mekanizması da buna uygunhareket edecektir.

Sermaye devletinden “adalet” beklemiyoruz.Sermaye sınıfının işçi ve emekçilere karşı işlediği tümsuçların da hesabı mutlaka sorulacaktır. Bundan dakuşku duyulmamalıdır.

* * *Gazetemizin bu sayısında Tez-Koop-İş Sendikası

Genel Eğitim Danışmanı araştırmacı-yazar VolkanYaraşır ile kriz, sınıf hareketi, örgütlenme vemücadelenin sorunları üzerine gerçekleştirdiğimizröportaj yayınlıyoruz.

Önümüzdeki sayılarımızda da kriz, sınıf hareketi ilemücadele ve örgütlenmenin sorunlarını değişikaçılardan değerlendirmelere konu eden röportajlarıyayınlamaya devam edeceğiz. Bu röportajlar sınıfhareketinin bugün içinde bulunduğu tablonunanlaşılması ve sorunlarına doğru bir temelde müdahaleedilebilmesi bakımından işlevli olacaktır.

Son dönemde sınıf cephesinde gerçekleştirilen grev,direniş, işgal vb. eylemlerin deneyim ve derslerinin

bilince çıkartılarak, bağımsız devrimci bir sınıfhareketinin yaratılması çabasında bu deneyim vederslerden öğrenilmesi mücadelenin geleceğibakımından büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenlesınıfı hareketi ve sorunlarını gündemleştiren her türçabanın öne çıkarılması bir ihtiyaç olmaktadır.Sözkonusu röportajların bu ihtiyacın altını çizmekaçısından gerekli yararı fazlasıyla sağlayacağınıbelirtmek istiyoruz.

Okurlarımızın söz konusu röportajları ilgi ileokuyacaklarını umuyoruz.

KKiittaappççıı vvee bbaayyii ii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Düzen cephesi iç ve dış politika alanında oldukçahareketli günler yaşıyor. İç cephede düzen içidalaşmanın son perdesi henüz kapandı. Fakat, yaşanançalkantının arkasından sular durulmasına karşın,çatışan taraflar pozisyonlarını koruyorlar ve her anyeniden harekete geçmek üzere hazırlık yapıyor,konumlarını güçlendirmeye çalışıyorlar.

Bununla birlikte, çatışmanın mevcut durumuüzerine ortaya çıkan yeni bazı olgulardan da sözetmek mümkün. Bunların başında dinsel gericiliğinbelirgin biçimde inisiyatifi eline aldığı, tersinden orducephesinin ise savunmaya geçtiği yeni güç dengesigelmektedir. Fakat bu denge geçicidir. Ordunun buyeni durumu hazmetmesi kolay olmayacaktır.

Yine de askerlerin “sivil”mahkemelerdeyargılanması AKP’nin ordu karşısındaki siyasiüstünlüğünün tescili olmuş, yanısıra ona müdahaleedebilmek için önemli bir mekanizma sağlamıştır.Ancak düzen içi çatışmadan demokratikleşmebeklemek ham hayalinden kurtulamayan liberalçevreler, bu durumdan vazife çıkarmaktan geridurmadılar. Bunlar, bu yeni yasanın “askervesayeti”ne vurulmuş bir darbe olduğu konusundahem fikirler. Onlara göre, artık askerler işlediklerisuçlardan dolayı yargılanacak, dahası Şemdinli vebenzeri davalarda askeri yargı tarafından korunanaskerler artık bu korumadan yoksun kalacaklar. Buliberal koroya solculuk iddiasındaki bir takım çevrelerde eşlik etmekte ve yeni yasayla yargılanmayabaşlayacak askerler hakkında kehanetlerdebulunmaktadırlar.

Ham hayallerden kurtulamayan küçük-burjuvademokratlarının heveslerinin kursaklarında kalacağıaçıktır. Zira, bugüne kadar “sivil” mahkemelertarafından hangi kirli savaş suçlusu yargılanarak hakettiği cezayı aldı ki? Ağarlar, Bucaklar, Ali Özler,Sivas’ın canileri, Uğur Kaymaz’ın katilleri ve dahanice işkenceci-katil, hangi biri? Tüm eli kanlıişkenceci katiller ya arka kapıdan bırakıldılar ya dagöstermelik cezalarla korumaya alındılar.Kontralaşmış bir rejimin “sivil” mahkemelerindenkirli savaş suçlularını ve işkencecileri yargılamasınıbeklemek, bilinçli bir çarpıtma değilse eğer, düşünmeyetisinin yitirildiğini gösterir yalnızca.

Diğer taraftan, gerici dalaşmanın bu son perdesikapanır kapanmaz, gündeme tüm ağırlığıyla Kürtsorunu yeniden oturdu. Kürt hareketine yönelik yenive sinsi planlar gün yüzüne çıkarken, bir süredir tambir hayal kırıklığına dönüşmüş bulunan sözde“çözüm”ün yerini operasyonlar aldı. Türk ordusu yenibir kapsamlı operasyon için hazırlıklarına hız verdi.

Burjuva medyanın ilgisi ise, emperyalistlere bağlıbir “çalışma grubu” tarafından hazırlanan Irakraporunda Kürdistan yönetiminden bir bakanınsöylediği iddia edilen “Bağımsızlık olmazsaTürkiye’yi Irak’a tercih ederim” sözleri üzerindeydi.Düzen cephesi bu sözleri şovenizmi ve milliyetçiliğiazdırmak için kullandı. Böylelikle bir yandan Kürtsorununda iflas etmiş olan inkar ve imha politikasıcilalanırken, diğer yandan Kürt halkının ulusalkazanımlarına leke sürülmeye çalışıldı.

Oysa bu sözler, ünlü 5 Kasım Washingtonanlaşmasıyla kabul edilen planı doğrulamaktan başkabir anlam taşımıyor. Sözkonusu anlaşma GüneyKürdistan’ın bağımsızlık hayallerini toprağagömerken, Türk sermaye devletine de GüneyKürdistan’da hamilik rolü veriyordu. Fakat bunun içinTürkiye sınırları içindeki Kürt sorununda tansiyonudüşürmek ve PKK’yi tasfiye ederek kırıntılarla Kürthalkının özgürlük istemlerini boğmak gerekiyordu. Buanlaşma zaten sınırların gevşetilmesini içeriyor veekonomik entegrasyonu teşvik ediyordu.

Ancak, siyasal bir entegrasyon her ne kadar Türksermaye devletinin yayılmacı emellerine uysa da,bunun Türkiye’nin siyasal çehresini ve ulusal renginideğiştireceği açıktır. Bu nedenle, Musul ve Kerkükpetrollerinden pay kapabilme ihtimaline rağmen, Türksermaye devletinin böyle bir yola girmesi mümkündeğildir. Girmesi halinde bu, düzenin inkar üzerinekurulu temellerini sarsabilir.

Öte yandan, bu ilişki sadece ekonomikentegrasyonla sınırlı kalmayacak, önemli siyasalsonuçlar da yaratabilecektir. Bu etkilerin en önemlisiise yine 80 küsur yıllık inkar sisteminin sarsılmasıanlamına gelecektir. Elbette sermaye devleti Kürthalkının direncinin kırılması ölçüsünde daha şimdidensınırlı bazı açılımlar yapmaya hazırdır. Fakat sorun,bu açılımların Kürt halkının ulusal özlemlerini

yatıştırıp yatıştırmayacağıdır. Yatıştırmaması halindegüçlendirecektir. İşte bu, sermaye devletinin iç ve dışpolitikanın içiçe geçtiği bir alan olarak Kürtsorununda nasıl bir açmaz içinde bulunduğunugöstermektedir.

Artık kronik bir hale dönüşen rejim kriziylebirlikte Kürt sorunu düzeni siyasal planda soluksuzbırakmakta, dış politika alanında ise ABD hesabına“model” uşaklığa soyunduğu bir dönemde eliniayağını bağlamaktadır. İçerideki açmazlar veenerjisini tüketen iç çatışmalarının ağırlığıyla girdiğimaceralardan hüsrana uğraması kaçınılmazdır.Emperyalist stratejilerde, nüfuz ve paylaşımmücadelelerinde rol almanın ağır siyasal ve ekonomikbedelleri olacaktır. Dış maceralar içerideki sorunlarıdaha da ağırlaştıracak, bu da kurulu düzeni ayrıcazorlayacaktır.

Ekonomik kriz ise temel önemde sorunlardan biriolarak tüm ağırlığıyla orta yerde durmaktadır.Kapitalist krizin dalgalarının yıkıcı etkileri o denligüçlü ki, ekonomideki çöküntü tablosu ancak birsavaşta görülebilecek düzeydedir. Bu çöküntününüzerine yıkıldığı işçi ve emekçilerin durumu ise tambir felakettir. İşsizlik, yoksulluk, açlık vb. sorunlargiderek ağırlaşmakta ve toplumun daha genişkesimlerini kapsamaktadır.

Fakat bu dibe vurmuşluğuna, açmazlarına vemaceralı yolculuğunun kaçınılmaz sonuçlarına karşınsermaye devleti yine de durumu idare etme başarısıgösterebilmektedir. Tüm iç sorunlarına karşın bunubaşarabilmesinin en önemli nedeni ise, kuşkusuz işçisınıfı ve emekçi hareketinin zayıflığıdır. İşçi veemekçiler mevzi direnişler üzeriden tepkilerini ortayakoysalar da, mücadele alanına güçlü bir çıkışyapabilmiş değiller. Dahası, geçtiğimiz günlerdeyaşanan kamu TİS’lerindeki ihanet ile birliktekazanılmış hakları bir çırpıda gaspeden saldırıya karşıişçi sınıfı ve emekçiler atalet içindeler.

Ortaya çıkan bu durumun nedenleri üzerinedüşünmek ve bir an önce silkinip kalkmak üzere iradimüdahalelerde bulunmak zorunludur. Aksi haldedüzenin efendileri, siyasal-iktisadi krizin tümağırlığına rağmen çürümüş gemilerini yüzdürmeyedevam edeceklerdir.

Düzenin açmazlarını daha da büyütmeninyolu emekçilerin mücadele alanına

çıkmasından geçiyor!

Page 4: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Sömürgeci sermaye devleti Kürt halkına yönelikçok yönlü saldırılarını tüm hızıyla sürdürüyor.Kürdistan’daki askeri hareketlilik üst seviyeyeçıkartılırken, barajlar üzerinden gerçekleşecek yeni birtecrit ve tehcir planı da sinsice uygulamaya koyuluyor

Sermaye devleti, PKK’nin 1 Eylül’e kadar uzattığı“eylemsizlik” kararının ardından Kürdistan’dakioperasyonlara hız verdi. Van ve Hakkâri bölgelerineyeni askeri birlikler sevk edilirken, sınır bölgelerinde deoperasyonlar sıklaştı, köyler adeta asker ablukasınaalındı. Köylerin giriş-çıkışları denetim altına alınırken,bazı köylerin girişlerinde arama noktaları oluşturuldu.Yoğun askeri sevkiyat ve operasyonların sürdüğübölgede geçişlerden dolayı köylülere ait ekinlerin zarargördüğü belirtiliyor. Son aylarda yollarda bulunan bazıarama noktaları kaldırılmasına rağmen, tekrar birçokyere arama noktaları konuldu.

Askeri sevkiyatın yoğun olarak sürdüğü yerlerinbaşında gelen Hakkâri ve ilçelerinde operasyonlarhızlandırıldı. Özel birliklerin de gönderildiği bölgedebaşta Mor Dağları ve Sat bölgesi olmak üzere birçokalana yeni seyyar karakollar kuruldu. Askeri sevkıyatınyoğun olarak yaşandığı Hakkâri, Yüksekova, Şemdinlive Çukurca bölgelerinde iletişim hatlarınınkesilmesinden dolayı başta resmi kurumlar olmak üzerebirçok alanda ciddi sıkıntılar baş göstermeye başladı.

Türk ordusu son günlerde Güney Kürdistansınırında büyük askeri hazırlıklar yapıyor. Sınırdabirçok tepede mevzilenmeye, yolları kontrol altınaalmaya, tüm alanları izlemeye başlamış bulunuyor.Özellikle son zamanlarda yüzlerce asker, GüneyKürdistan sınırında bulunan Çukurca, Oremar ileDerecik (Rubarok) bölgesine gönderildi.

Tüm belirtiler, bu askeri hareketliliğin KuzeyKürdistan’da bir tampon bölge oluşturma girişimiolduğuna işaret ediyor. Türkiye sınır hattı boyuncavarolan sabit karakolların dışında Kelate ve Hacıbegderesi gibi alanlarda seyyar karakollar inşa edilmesi,Şemdinli, Yüksekova sınır hattında da birçok yeni yolyapımı bunu gösteriyor.

Askerler gerillanın geçiş yerlerini gözetim altındatutmak için birçok tepede yeniden mevzileniyor. Ağıraskeri araçların yanısıra çok sayıda iş makinesi bölgeyesevk ediliyor. Köy yolları bahanesiyle bölgeye yapılanyeni yolların, sevk edilen onbinlerce askerin olası birsınır ötesi operasyonuna hazırlık amaçlı olduğubesbelli.

Askeri hareketliliğin yaşandığı bölgede Kürthalkının ticaret, seyahat ve yaşam koşullarına dasınırlama getiriliyor. Rubarok, Beroj ile GüneyKürdistan’ın Şirvan köylerinin birleşmesini sağlayangeçiş hattı üzerindeki teleferik askerler tarafındankesildi. Güney Kürdistan sınırları içinde bulunanHecibeg deresi üzerindeki köprü ve Govende hattındakiRonahi tepesi de tutuldu. Askerlerin sınırın iki yanındahızlı hareket edebilmeleri için geniş bir alan içindeyürütülen altyapı çalışmaları ise Çukurca’danYüksekova’ya kadar tüm alanı kapsıyor.

Askeri sevkiyatlarla birlikte Yüksekova’ya bağlıSualtı (Dirişkê), Dilimli (Gelî) ve Aşağı Güveç(Xurekana Binî) köyleri askeri ablukaya alındı. Sınırdabulunan köylerin giriş ve çıkışlarına askeri birlikler

konumlandırılarak arama noktaları oluşturuldu.Öte yandan, tutuklu ve hükümlülerin yakınlarıyla

Kürtçe konuşmalarına izin veren düzenleme yürürlüğegirdiği halde cezaevlerinde Kürtçe yasağı sürüyor. Cezaİnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve GüvenlikTedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük‘te yapılandeğişiklikle Kürtçe konuşmak serbest olmasına rağmen,cezaevi görüşlerinde uygulamada bir değişiklik yok.

Bir başka saldırı ise, Kürt halkına yönelik yeni birtecrit ve tehcir planının sinsice yürürlüğe konulması.Yeni plan bu kez barajlar üzerinden gerçekleşecek.DHA’nın (Doğan Haber Ajansı) haberine göre, DevletSu İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yılKürdistan sınırlarına baraj yapımına başladı. Sermayedevleti her zaman olduğu gibi, PKK´nin silahlıgüçlerine işaret ediyor, bu barajlar sayesinde“PKK artıksınırda eskisi gibi rahat hareket edemeyecek,mağaralarda barınamayacak” diyor. Gerçekte ise,2010-2011 yılında bitirilmesi planlanan bu “güvenlikamaçlı” barajların faaliyete geçmesi, Kürdistan’da yenibir demografik ve coğrafi felaketin başlangıcı olacak.

DHA konuya ilişkin haberinde şunları yazıyor:“Şırnak’ta, özellikle Silopi’nin Hezil çayından başlayıpUludere İlçesi’ndeki sınır kesimini suyla kapatacakolan ve yörede ‘güvenlik barajları’ olarak adlandırılanbaraj sularıyla birlikte örgüte Türkiye’dekiyandaşlarının lojistik desteğinin de önüne geçilmişolacak.” Şırnak kesimindeki barajlarla ilgili DSİharitasına göre, PKK’nin önemli geçiş noktaları,barındıkları yerler tamamen suyla doluyor.

Barajlara karşı çıkan DTP Şırnak MilletvekiliSevahir Bayındır, TBMM’ye araştırma önergesi verdi.Bayındır, “Bu barajlarla Irak ve Türkiye Kürtleriarasına, mevcut sınırın yanı sıra sudan yeni bir sınırçekiliyor. Barajlar yüzünden bölgede büyük bir tehcirsorunu yaşanacak” dedi.

DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan projekapsamında geçtiğimiz yıl,“PKK’ye karşı güvenlikbarajları” olarak adlandırılan 11 barajın ihalesi

yapılarak yapımlarına başlandı. Şırnak sınırlarında 7,Hakkari’de ise 4 adet olarak planlanan barajlar devreyegirdiğinde, sınırlardan geçişlerin önüne geçilmesihesaplanıyor. Şırnak’ın Irak sınırındaki Uludere ilçesiHezil ve Ortasu Çayları’nın üzerinde ‘Silopi’, ‘Şırnak’,‘Uludere’, ‘Ballı’, ‘Kavşaktepe’, ‘Musatepe’ ve‘Çetintepe’ adlarında 7, Hakkari’nin Çukurca İlçesi’ndeGüzeldere Çayı üzerinde ‘Gölgeliyamaç’ ve‘Çocuktepe’, İran sınır kesiminde bulunan Şemdinli ileYüksekova ilçeleri arasında da Bembo Çayı üzerinde‘Beyyurdu’ ve ‘Aslandağ’ barajları inşa edilecek.

DSİ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan,Şırnak’taki baraj projeleriyle ilgili yapılacak çalışmalarıgösteren ayrıntılı haritaya göre; “Uludere kesimindekibölgede baraj gölü suları altında kalacak yollarınyerine ise iç kesimde karayolları tarafından yeni yollaryapılacak. Uludere’nin İnceler bölgesinden başlayan vebarajların tam karşısından biraz daha iç kesimeçekilerek yapılacak yaklaşık 45 kilometrelik yolIşıkveren, Taşdelen köylerini geçip Uluderebölgesindeki son barajın yapıldığı Ortasu Köyü’ndeson bulacak.

Uludere’nin Irak sınırına yakın olan Işıkveren veTaşdelen bölgelerinin hemen altındaki KavşaktepeBarajı’nda 1.9 kilometre, Ortabağ Köyü yakınındakiMusatepe Barajı’nda 1.5, Gülyazı ve Ortasu bölgesindebulunan Çetintepe Barajı’nda 2 kilometre güvenlikyolu, Şırnak barajında ise 3 kilometrelik bend yoluŞırnak İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından yapılıyor.”

Şırnak’ın sınırda bulunan Uludere İlçesi’ndenHakkari’nin Çukurca İlçesi’ne kadar olan ve sınırıoluşturan Aynatepe, Gürbül Dağı, Bezenik Dağı ileDüğün Dağı’nın derin vadileri ve stratejik noktaları ilePKK’nin bölgede barınma yeri olarak kullandığıyüzlerce mağara baraj gölü sularıyla dolacak. Sınırayakın yerleşim birimlerinden PKK’ye lojistik desteği debüyük oranda kesecek.

Sınırı oluşturan dağların Güney Kürdistan tarafındaise, PKK’nin genelde lojistik destek, askeri ve siyasi

Kürt halkına imha dayatılamaz!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Kürt halkına yönelik çok yönlü saldırılar tüm hızıyla sürüyor...

Saldırılara karşı Kürt halkıyla omuz omuza!

Page 5: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Amerikan “düşünce kuruluşu” Uluslararası Kriz Grubu(ICG), Güney Kürdistan yönetiminin, emperyalist ABD’ninbölgeden çekilmesinin ardından Türkiye ile birleşmekisteyeceğini iddia etti. ICG’nin son hazırladığı “Irak veKürtler” raporunda, Güney Kürdistan yönetiminin,komşularına ve Bağdat yönetimine karşı koruyucusuABD‘yi kaybedeceği beklentisiyle, “tek gerçekçi alternatif”olan Türkiye’ye yöneldiği ileri sürülüyor. Güney Kürdistanyönetiminin Türkiye ile anlaşmaya duyduğu ihtiyacı açıkçakonuşmaya başladığına ve bunun ardından “ilişkilerinistikrarlı şekilde geliştiği”ne yer veriliyor.

Raporda, Güney Kürdistan yetkililerinin Türk sermayedevletinin üst düzey yetkilileriyle birçok kez bir arayageldiği söyleniyor. Bölgesel yönetimin Başkanı MesudBarzani’nin özel kalem müdürü Fuat Hüseyin’in, “Eğer(Iraklı) Şiiler İran’ı ve Sünniler Arap dünyasını seçerse,Kürtler de Türkiye ile ittifaka girmek zorunda kalacak”şeklindeki sözlerine yer veriliyor. Tüm bu gelişmelerin,Osmanlı sonrası Türkiye’nin hak iddia ettiği “Musulvilayeti” fikrini yeniden canlandırdığına işaret ediliyor.

ICG’ye konuşan Güney Kürdistan yönetiminin biryetkilisi şunları söylüyor: “Bağımsız olmak hakkımız, fakatbu olmazsa ben Türkiye ile olmayı Irak’la birlikteliğe tercihederim. Çünkü Irak demokratik değil. Tek çıkış yolubölgenin ‘Musul vilayeti’ adıyla Türkiye’ye, Türkiye’nin dekendi içindeki Kürtlerin durumuna çözüm olarak AB’yekatılması.”

Ancak ICG, Türk devletinin Irak’taki Kürtlerle “resmîbirliktelik” seçeneğine sıcak bakmadığını, Türkiye’nindolaylı yollardan bölgeye fiili olarak sahip olacağınıbelirtiyor.

Barzani’nin özel kalem müdürü Hüseyin, GüneyKürdistan yönetimi yetkililerinin, ABD Başkanı Obama’nınaçıkladığı takvime uygun olarak ABD’nin Irak’tançekileceğine ve bunun sonucunda Irak’ın çökeceğine iknaolduğunu belirtiyor. Kürtler bu şartlarda Türkiye’ninkoruması altında rahat ederken, bunun karşılığındaTürkiye’nin, Kerkük’teki dev rezervler dahil, bölgeninpetrol ve doğalgazına doğrudan erişim imkânı eldeedeceğini ve dolaylı yollarla Kerkük’e sahip olacağını ilerisürüyor. İran’ın Irak üzerinde etkinlik kazanmasınıistemeyen Türk sermaye devleti ise, bu riski azaltmak içinbir yandan merkezi hükümeti güçlendirmek amacıylaBağdat yönetimiyle bağlarını geliştirmek isterken, diğeryandan Mart 2009’da Basra’da konsolosluk açarak ülkeningüneyindeki “İran etkisini sınırlandırmayı” hedefliyor.

Raporda, “Ankara’nın çıkmazı, Amerikan ordusununayrılmasının ardından (Irak’ta) ne olacağını bilmediği içintüm yumurtalarını Bağdat’ın sepetine koyarak Kürtler’iyabancılaştırma riskini almak ile İran’ın güçlü etkisialtındaki geleceğin Irak’ıyla arasında bir tampon bölgeoluşturmak için Kürdistan bölgesel yönetimi destekleyerekBağdat’ı kızdırmak arasında kalması... Etkili olmak içinbahislerini koruma altına alarak, her iki tarafla ilişkilerinidengeliyor” deniliyor.

ICG’ye göre Türk sermaye devleti, Güney Kürdistan’daTürk burjuvazisinin yatırımlarını teşvik ederek, bölgedekipetrol ve doğalgazın ihracat kapısı olmak istiyor. Raporda,Güney Kürdistan yönetiminin, Türkiye üzerinden AB’nindoğalgazda Rusya’ya bağımlılığını azaltacak Nabuccoprojesine doğalgaz arzını başarması halinde, Bağdat ileilişkilerde elini önemli ölçüde güçlendireceği kaydediliyor.

Öyle anlaşılmaktadır ki, söz konusu raporda ifadesinibulan senaryo, emperyalist ABD ve işbirlikçi Türk sermayedevletinin bölgesel çıkarları ve planları ile son dereceuyumludur ve sözkonusu politikalara ivme kazandırabilecekniteliktedir.

Burjuva medyasında bugünlerde, Güney Kürtleri’nin“Musul Vilayeti” adı altında Türkiye’yle birleşmekistedikleri yönünde haberler gündemin ön sıralarınayerleşmiş bulunuyor. Türk devletinin Musul ve Kerküküzerindeki yayılmacı hayallerini canlandıran bu haberlerinkaynağı olarak da ICG gösteriliyor. Tüm bu gürültü, buAmerikan kökenli kuruluşun, ABD’nin Irak’tançekilmesinden sonra olası gelişmeler konusunda hazırladığısözkonusu rapor ve bu raporda ismi açıklanmayan bir “Kürtyönetici”nin söyledikleri üzerinden koparılıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, bu rapor Güney Kürdistan yönetimiile Türkiye arasındaki işbirliğini daha da geliştirmeyihedeflemektedir. Emperyalist ABD’nin, Güney Kürdistanyönetimi ile Türk sermaye devletini kendi bölgeselplanlarına hizmet temelinde işbirliğine zorladığı sır değil.Soruna bu çerçeveden bakıldığında, bu raporun ABD’ninbölgesel çıkar ve planları ile örtüştüğü ve tam da bunun içinhazırlatıldığı görülebilir.

Türk sermaye devleti yıllarca işçi sınıfı ve emekçikitleleri “yurtta sulh cihanda sulh”, “komşularımızıntopraklarında gözümüz yok” yalanlarıyla avutsa da, onunbütün bir tarihine bakıldığında, bu tür söylemlerin gerçekniyetleri yansıtmaktan uzak olduğu kolayca görülür.

Kendi ulus-devletini kurduktan sonra Türk burjuvazisi,nüfuz ve egemenlik alanını genişletecek yayılmacıtaleplerini koşullar uygun oldukça gündeme getirmiş ve butalepleri gerçekleştirme peşinde koşmuştur. Türkburjuvazisi, emperyalist hiyerarşideki yeri üzerinden, sahipolduğu olanakları fırsat bulduğunda zorlamaktadır. Ancak,emperyalist hiyerarşide daha gerilerde yer alan Türkiye gibiemperyalizme bağımlı orta-ölçekli kapitalist ülkeler, zamanzaman yayılmacı iştahlarının kabarmasıyla çeşitlimaceralara kalkışsalar da, büyük emperyalist güçlerinçıkarlarına ters düşen meselelerde uzun vadede başarılı olmaimkanına sahip değillerdir.

Türk sermaye devleti, sıklıkla dile getirdiği “barış”söyleminin aksine, kendi çıkarları gerektirdiğinde vekendini bu çıkarların gereğini yerine getirecek güçtehissettiğinde, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaybettiklerinigeri almaya teşebbüs etmiş ve etkinlik alanlarınıgenişletmeye çalışmıştır. Musul-Kerkük hariç diğergirişimlerinde az çok amacına ulaşmıştır.

Bugün ABD’nin bölge planları içinde yer alarak,emperyalist dünya sisteminde önem kazanan bir ülke halinegelmeye çalışan Türkiye; Avrasya’da, Balkanlar’da veOrtadoğu’da ABD etkinliğini pekiştirmede rol almayaçalışmaktadır. Nitekim ‘90 sonrasında Türk devletinin“başarılı” olduğu tüm alanlar ABD emperyalizmininçıkarları ile uyumlu çıkarlara sahip olduğu alanlar olmuştur.Bosna, Orta Asya ve Hazar havzasından gelecek enerji nakilhatları, Somali ve Balkanlar’daki “insancıl müdahale”operasyonları, Güney Kürdistan’a yapılan operasyonlargibi...

ABD emperyalizminin çıkarlarına hizmet ettiği ölçüdeçeşitli nüfuz alanlarında kendisine düşen payı büyük biriştahla kapan Türk burjuvazisi, Türkiye Cumhuriyetikurulduğundan bu yana hiç aklından çıkmayan yayılmacıhayallerini de yeniden ısıtıp ortaya çıkarma imkanınıbulmaktadır.

Açıktır ki, bugün Türk devletinin ABDemperyalizminden bağımsız bir dış politika izleme imkanıyoktur. Son günlerde ABD’nin Ortadoğu’da yapmayıtasarladığı yeni düzenlemeler dolayısıyla Musul veKerkük’e ilişkin tarihsel iştahı kabaran Türk sermayedevletinin, ABD’nin çıkarlarının gerektirdiği tutumlarısergilemeden ve ondan izin almadan herhangi bir paykapması mümkün değildir.

Kürt halkına imha dayatılamaz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

eğitim vb. için kullandığı birçok kampı var.Zaho İlçesi’nin üst tarafındaki sınır kesimindebulunan ve en çok kullanılan kamplardan olanHaftanin’in yanı sıra, devamında Türkiyesınırına 7 kilometre mesafede bulunan Kejan,Nazdur, Hakkari’nin Çukurca İlçesi’ninkarşısında Metine ve Zap, Şemdinli’ninkarşısında ise Avaşin-Basyan ile Hakurk veKelareş kampları bulunuyor. PKK’lilerinözellikle Şırnak tarafından Türkiye’yegirmeleri, buralar baraj sularıyla kapatılarakengellenecek.

DHA’nın sorularını yanıtlayan DTP ŞırnakMilletvekili Sevahir Bayındır, Kuzey Irak sınırkesiminde yapılan barajlarla ilgili TBMM’yearaştırma önergesi verdiklerini açıkladı. Birbarajın yapılması için prosedürün 2-3 yılsürdüğüne dikkati çeken Bayındır, şunlarısöyledi:

“Ancak bu barajlar için o süreç işletilmedive yapımlarına hemen başlandı. Bu barajlarbölgenin hem ekonomik, hem ekolojikdengesini bozacak, hem de orada vadilerboyunca bulunan yerleşim yerleri sularaltında kalacak. Bu adeta bir yeni tehcir planıgibidir. Buna bölgenin insansızlaştırılmasıplanı da denebilir. Diğer taraftan ise oradakiköylüler ile Irak Kürtleri birbirleriyleakrabadır, doğal ilişkileri vardır. Bubarajlarla Kürtler arası siyasal, ekonomiksınırların tekrar çizilmesi istenmektedir. Irakve Türkiye’deki Kürtler adeta birbirindenkoparılmak istenmektedir. Bu çok tehlikeli birzihniyettir. Eğer oraya bir takım hizmetleryapılmak isteniyorsa, GAP Projesikapsamında toplumun refahını, kalkınmasınıön gören projeler uygulanabilir.”

DTP Şırnak Milletvekili tarafından verilenaraştırma önergesinde, “sınır güvenliği” adıaltında yapılan ve yapılması planlananbarajların ne kadar enerji sağlayacağı, barajyapımıyla kaç yerleşim yerinin sular altındakalacağı, kaç köyün boşaltılacağı, ne kadarinsanın göç etmek zorunda kalacağınınaraştırılması ve tespiti, tarihi, kültürel ve doğalvarlıkların bu barajlardan nasıl etkileneceğininbelirlenmesi istendi. Önergede, “Bir bölgedeyapılan barajların doğuracağı önemlisorunlardan biri de, insanların zorunlu göçlekarşı karşıya kalmasıdır. Köyden kentlere göçetmek zorunda kalacak insanlar gittikleriyerlerde başta işsizlik, yoksulluk olmak üzerebir çok sorun yaşayacaklardır.” denildi.

Bir yanda Güney Kürtleri’yle birleşerekMusul-Kerkük’ü alma düşleri, öte yanda yineKürt coğrafyasında yapılan geçit vermez tecritbarajları… İronik bir şekilde art arda manşetetaşınan bu haberler, sömürgeci sermayerejiminin Kürt sorunu konusundaki açmazınıen veciz biçimde özetlemektedir.

Tüm bu yaşananlar bir kez daha, sermayedüzeninin Kürt halkının en ufak talebini bilekarşılayamayacağını gösteriyor. Öyleanlaşılıyor ki, sermaye devleti önümüzdekidönemde Kürt halkına yönelik çok yönlüsaldırılarına hız verecek, her türlü kirliyöntemi devreye koyacaktır.

Tüm bu saldırıları püskürtmenin yolu, işçisınıfının devrimcileşmesinden, bağımsız sınıftutumuyla mücadele alanına çıkmasındangeçiyor. Devrimci işçi sınıfı hareketi devrimve sosyalizm mücadelesini yükseltirken, hertürden ulusal ayrımcılığa karşı da mücadeleedecektir. Ancak bu güç Kürt halkıylabirleşerek, sömürgeci sermaye rejiminin kirliplan ve saldırılarını boşa çıkarabilecektir.

Emperyalist senaryolar ve kabaran

Kerkük-Musul hayalleri

Page 6: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Halklara dönük katliamın panzehiri sosyalizmdir!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Doğu Türkistan’da yaşananlar ve ortalığa saçılan gerçekler!

Doğu Türkistan’da yaşanan olaylar, 26 Haziran’daGuangdong eyaletindeki oyuncak fabrikasında, Han veUygur kökenli işçiler arasında çıkan bir kavga ilebaşladı. Uygur Türkleri ile Han Çinlileri arasındakiçatışmaların yolaçtığı gerginlik, günlerce artarakdevam etti. Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde UygurTürkleri ile Çinliler arasındaki çatışmada resmirakamlara göre 170 kişi yaşamını kaybetti.

Türkiye’de “Doğu Türkistan” tabir edilen bölgedeyaşananlara genellikle gerici ve faşist güçler tepkigösteriyor. Gerici ritüeller ve bölge bayrakları ileyapılan eylemlerde özellikle “Komünist Çin” vurgusuöne çıkarılıp, yaşananlar Çin’in komünist olmasınabağlanıyor. Sermaye medyasında Çin’e dönüksuçlamanın ana malzemesi olarak “komünist Çin”argümanı döne döne işleniyor. Eylemlere de anti-komünist, faşist anlayış damgasını vuruyor. AKPhükümeti de, dengeli bir biçimde de olsa Çin’e tepkigösterenler arasında yer alıyor.

Tepkiler anti-komünist gösterilere dönüştürülüyor

Sermaye devletinin insan hak ve özgürlüklerineyönelik saldırganlığına ses çıkarmayan, Kürt halkınınulusal hakları için mücadelesine karşı katliamlardasınır tanımaması politikalarına destek verensendikalar, faşist ve dinci mihraklar, Sincan’daki insanhakkı ihlallerine karşı utanmadan sokağa çıkıyor,timsah gözyaşları döküyorlar. “Çin mallarınınboykotu”, “Çin’le ticari ilişkilerin kesilmesi” vb.önerileri yüksek sesle dile getiriyorlar. HükümetinÇin’e “diplomatik baskı” uygulamak üzere hareketegeçmesini istiyorlar.

Ankara’dan ilk resmi tepki DışişleriBakanlığı’ndan geldi. Bakanlık mesajında, “olaylarınsorumlularının tespit edilmesini ve adaletin tecellietmesini bekliyoruz” dedi. Öte yandan bir dizi gericidüzen odağı da şoven gerici eylemlerin bayraktarlığınıyaptı. Şoven-faşist sendikalar ve siyasi partiler desokağa dökülerek, yaşananları protesto etti. Eylemlereanti-komünist, faşist saldırganlık damgasını vurdu.

Gerici ritüeller ve bölge bayrakları ile yapılaneylemlerde “komünist Çin” vurgusu öne çıktı.Sermaye medyası da Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeÇinlilerle Uygurlar arasında yaşanan şiddet olaylarını

Çin’in komünist olmasına bağladı. Sermayemedyasına göre kızıl namlular müslümanlara ateşkusuyor, Çinliler Türkler’in soyunu kurutuyor, gençUygur kadınlar Çin’in iç bölgelerine zorla götürülüpasimilasyona tabi tutuluyordu. Sermaye medyasıUygur-Amerikan İşbirliği Örgütü’nün Başkanı RabiyaKader’i, “Uygur Türkleri’nin anası” olarak ilan etti.

Dinci-gerici basın Çin’i sosyalist bir ülke olarakgöstermeyi özellikle tercih etti. Bütün haber veyorumlarda ‘kızıl Çin’ söylemi öne çıktı. Bu söylemüzerinden komünizm hedef tahtasına çakıldı. Çindevletinin katliamları komünist olmasına bağlandı. Buyayınların merkezine ise Çin’in, insan ve bireyhaklarını tanımaması, Türk ve Müslüman halkıntaleplerini dikkate almıyor olması konuldu.

Çin’in komünist olduğu demagojisi ile karartılmak istenen gerçekler!

Uygur Türkleri’ne yapılan katliama yönelik olarakburjuvazi, “komünist Çin” yalanını öne çıkardı. OysaÇin, doğrudan yabancı sermaye yatırımları için çekicibir ülke olması nedeniyle, batılı kapitalist şirketleridoğrudan yatırım yapmaya özendirmek, sermayeninihtiyaç duyduğu duyduğu olanakları sağlamak içintüm gücüyle çabalıyor. Otomobil sektörü gibisermaye-yoğun ürünlerde de kapitalist dünyanınönemli güçlerinden biri durumuna gelmiş bulunuyor.Ayrıca, birçok ülkede imalat sektöründeki kapitalisler,rekabet edebilmek için Çin’de üretilen parçalara vealt-montaj tesislerine bağımlı durumdalar.

Çin devleti emeği daha da değersizleştirmeyeyönelik önlemleri tavizsiz uyguluyor. Bu nedenleÇin’de emek-gücü oldukça ucuz ve kar oranlarıyüksektir. Yabancı sermaye yatırımları aynı zamandateknoloji transferi yolunu da açıyor. Böylesi birdevletin emeğin en üst düzeyde korunduğu, özelmülkiyetin yok edildiği sosyalist bir ülke ile hiçbirbenzerliği olmayacağı yeterince açıktır.

Çin ile Türkiye’deki uygulamalardaki benzerlikler

Burjuvazi ikiyüzlüdür. Kendi topraklarında ulusalözgürlük için mücadele veren Kürt halkını katlederken“insan hakları”nı aklının ucundan bile geçirmez.

Aksine katilleri, kopardıkları kelle sayısına göreödüllendirir. Kürtçe yer isimlerinin yerine Türkçe yerisimlerini dayatır. Kürtçe konuşmayı, Kürtçe müzikdinlemeyi bile yasaklar. Aleviler’in köylerine zorlacami yapma vb. dayatmalarda bulunur.

Çin’in Sincan dayatması ile sömürgeci sermayedevletinin inkar ve asimilasyon politikaları arasındahiçbir fark yoktur. Türkiye’de de ilk olarak yerisimlerinden başlandı. İnsanlar köylerini bırakıpbilmedikleri yerlere göçmek zorunda kaldılar.Çin’deki durum ile Türkiye’deki durum bu yönüyle debüyük benzerlikler içeriyor.

Sermaye devletinin tarihi emekçilere karşıgerçekleştirilmiş katliamların tarihidir. Bugüne kadarpolisiyle, jandarmasıyla, MİT’iyle, kontrgerillasıyla,JİTEM’i, Özel Tim’i, sivil faşistleriyle binlercekatliamın altına imza atmıştır.

1 Mayıs 1977, Maraş, Sivas, Erzincan, Çorum,İnciraltı, Tarsus katliamları... Sonrasında Sivas, Gazi,cezaevleri katliamları... Tüm bunların gerisindekontralaşmış sermaye devleti vardır. Yakılıp yıkılan,boşaltılan binlerce köy, yerinden yurdundan edilenmilyonlarca insanın çektiği acıların altında sermayedevletinin imzası vardır. Binlerce “faili meçhul”cinayetin, bunca ölüm, zulüm ve katliamın faillerinikanatları altına alan sermaye iktidarının vekurumlarının Doğu Türkistan duyarlılığı tam birsahtekarlık örneğidir.

AKP’nin ikiyüzlü tutumu

AKP hükümeti dengeli biçimde de olsa Çin’e tepkigösterdi. Abdullah Gül’ün Çin’e (Sincan’a da) yaptığıgezinin hemen arkasından baş gösteren çatışmalarkarşsında AKP, milliyetçi-dinci baskıyla Çin’le tatlıticaretin kıskacına sıkıştı. Zira Türk burjuvazisininÇin’in kapitalist işletmeleriyle karlı ortaklıkları var.

Tayyip Erdoğan ve partisi, Çin’in UygurTürkleri’ne karşı “soykırım” uyguladığını söyledi. Bukavramla tarif edilen bir suçun failine karşı nasıl birduruş içinde olunması gerektiği II. Paylaşım Savaşısonrasında imzalanan “Soykırım Sözleşmesi”yleortaya konulmuştur.

Tayyip Erdoğan ve partisi, kavramı kullanmaktakicesareti, “Soykırım Sözleşmesi”ni imzalamakonusunda göstermiyor. Zira sözleşme hükümlerinegöre, suçun sabit görüldüğü durumlar için“zamanaşımı” gibi manevra olanakları bulunmuyor.Yani ister doğrudan Ermenistan devleti olsun, isterdünyanın herhangi bir köşesine savrulmuş Ermenibirey olsun, bu sözleşmeyi çekincesiz imzalamışTürkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine UluslararasıAdalet Divanı’nda dava açabilir. Dolayısıyla,sözleşmeyi imzalamayan AKP’nin, Doğu Türkistan’dayaşanan katliamla ilgi yaptığı açıklamaların hiçbirkıymeti harbiyesi yoktur.

Doğu Türkistan’da yaşananlar kapitalist Çindevletinin eseridir. Kapitalizm, halklar arasındasavaşların, soykırımların kaynağıdır. Halklarınkardeşliği ve gönüllü birliğinin biricik güvencesi vehalklara dönük katliamların panzehiri sosyalizmdir.Katliamların olmadığı bir dünya özleminingerçekleşmesi, sosyalizmin kazanılmasına sıkı sıkıyabağlanmıştır.

Page 7: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Gericilikten gericilik beğenmeyeceğiz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Askerlere sivil mahkemede yargılanma yolunuaçan düzenlemenin ardından Büyükanıt gibi isimlerinyargılanması üzerine tartışmalar yapılıyor. Bu adımı“demokratikleşme” çerçevesinde değerlendirenlerinsayısı az değil. Düzen güçlerinin kendi iççatışmalarının ürünü olan benzeri manevraların işçi veemekçilerde yaratacağı yanılsama ise asıl tehlikedir.Adı geçen emekli askerlerin hiç de masum olmadıklarıaçık. Fakat tanık olduğumuz, tümüyle çıkar üzerinekurulu olan bir sistemin savunucularının, yine kendiçıkarları temelinde birbirleriyle karşı karşıyagelmeleridir. Yaşanan hesaplaşma, düzen güçlerininkendi aralarındaki it dalaşıdır. Bu dalaşmada haklı birtaraf yoktur. İki taraf da işçi ve emekçiler karşısındasuçludur ve hesap vermeleri gerekmektedir. Nitekim,farklı kutuplarda görünenlerin, çıkarlarını koruduklarısermayenin sınıf iktidarının geleceği sözkonusuolduğunda nasıl kolayca yan yana geldikleri ortadadır.

Bugün sivil yargıya bu kadar önem atfedenleringeçmişi ise aynı konuda tersi örneklerle doludur. 2003yılında dokunulmazlık tartışmaları gündemdeyken,Meclis Dokunulmazlık Komisyonu’nun AKP’libaşkanının “dokunulmazlıkları kaldırmıyoruz, çünküyargıya güvenmiyoruz” demiş olması buna sadece birörnektir. Mağdur rolüyle kendine bir taban yaratanAKP hükümetinin, düzenin “adalet terazisi”hakkındaki şikâyetleri pek çoktur. Nihayetinde “şiirokuduğu için tutuklanan” bir başbakanları vardır.Bugün ise, sivil yargının terazisini ellerine almışolmanın verdiği güvenle, herşey “bağımsız adalet”e,“bağımsız hukuk sistemi”ne bırakılmıştır. Ancak bu“sivil yargı” Adalet Bakanı’nın ve Adalet BakanlığıMüsteşarı’nın denetimi altındadır. Hâkimler SavcılarYüksek Kurulu’nun (HSYK) başkanı AdaletBakanı’dır. Müsteşar kurulun doğal üyesidir. Yanı sırayargıyı denetleyen Teftiş Kurulu da doğrudan AdaletBakanı’na bağlıdır.

Böyle bir “adalet terazisi”nin dağıtacağı adaletinne ölçüde eşit olacağını tahmin etmek zor değildir.Askere sivil mahkemelerin önünü açan bu yenidüzenlemeye de bu gerçeklerin ışığında bakmakgerekmektedir. AKP hükümeti yeni bir hamle dahayaparak rakibini etkisizleştirmek istemektedir. Tümbunlardan demokrasi beklemek için sadece geleceğe

bakma yetisini değil, yakın geçmişin gerçeklerinigörme yetisini de kaybetmiş olmak gerekir.

Hatırlanacağı gibi, 17 Haziran 2004’de DGM’lerinkaldırılmasını öngören yasa tasarısı TBMM GenelKurulu’nda kabul edilmişti. O günden bugüne geçenzamana baktığımızda, hukuk sisteminin işleyişindedeğişen fazla bir şeyin olmadığı kolayca görülecektir.Ortaçağın enginizasyon mahkemelerini andıranDGM’lerin yerini alan yargı sistemi en az DGM’lerkadar hukuksuzdur. TMY, DGM’yi aratmamaktadır.

“Sivil yargı”nın ne derece tarafsız olduğu birçokörnekle sabittir. “Sivil yargı”yla, askeri faşistdarbelerin ve askeri mahkemelerin kanunlarını hayatageçiren mahkemeler arasındaki fark, emekçiler içinapoletli ve apoletsiz yargı olarak ikiye ayrılmış olsada, özde aynıdır. Tecelli eden adalet burjuva sınıfınyararınadır. ‘71 faşist darbesinde Denizler için idamkararının altına imzasını atan Baki Tuğlar, 12 Eylülfaşist darbesinde Erdal Eren’i yaşını büyütüp idamkararına imza atan apoletli yargıçlar ile 12 yaşındakiUğur Kaymaz’ı 13 kurşunla öldüren katilleri rahatlıklaaklayabilenler arasında ne fark olabilir.

İzmir’de Baran Tursun davası da güncel birörnektir. Yine 7 Ekim 2007’de Yenibosna’da, FerhatGerçek’i sırtından vuran polisleri 9 yılla, Ferhat’ıise15 yılla yargılayan mahkemelerin sivil olması neyideğiştirmiştir? Sürmekte olan Hrant Dink ve EnginCeber davaları da öyledir.

Ya da Nijeryalı Festus Okey’in 20 Ağustos2007’de İstanbul Beyoğlu İlçe Asayiş ŞubeMüdürlüğü’nde öldürülmesiyle ilgili sivil yargınınicraatı nedir?

Adana’da 5 Ekim 1999 tarihinde bir evedüzenlenen baskında Erdinç Arslan’ın infazını haklıbulup, aynı operasyonda kapı komşusu temizlik işçisiMurat Bektaş’ın öldürülmesini “yanlış” bulan hukuksistemi hiç adil olabilir mi? Bu topraklardagerçekleştirilen birçok yargısız infaz mevcutken,yasalarda bu katliamlara karşı hangi önleyici maddelerbulunmaktadır.

Hapishaneleri 3 bin çocukla dolduran, buçocukların bir bölümünü taş attığı gerekçesiyle çocukmahkemelerinde değil TMY kapsamında yargılayıp,onlarca yıllık hapis cezasına mahkûm eden sivil

mahkemelerin tarafsız olduğunu kim iddia edebilir?12 Eylül faşizminin Diyarbakır Cezaevi başta

olmak üzere tüm zindanlarda sergilediği vahşetigörmezden gelen yargı ile 19-22 Aralık “hayatadönüş”, Ulucanlar, Ümraniye, Buca ve yineDiyarbakır cezaevi katliamlarını görmezden gelenyargı arasında nasıl bir fark olabilir?

Resmiyette silahla yaralamanın suç kabuledilmesine rağmen, devrimci işçilere kurşun yağdıranSabra Tekstil patronunun tetikçilerini değil, busaldırıyı protesto edenleri tutuklayan sivilmahkemelerin adalet anlayışı ortadadır.

Sivil mahkemelerin görev alanını genişleten bu sonyasa tasarısıyla amaçlananın bir demokratikleşmeadımı olmadığı, düzen içi çatışmanın ötesinde bir şeyifade etmediği ortadadır.

Adaletsiz bir düzenin devamından yana olanlar,hukuk sistemini kendi ihtiyaçlarına göre düzenleyenleriçin, “adalet ve eşitlik” çıkarlarına hizmet ettiği sürecedeğer kazanır. İki karşıt sınıf arasındaki kavga sürdüğümüddetçe, mahkeme salonlarındaki yargı cübbesinikimin giydiği çok da önemli değildir. Kışlalardan yolaçıkan tankların ya da emniyet binalarından yola çıkanpanzerlerin karşısında hep emekçiler ve ezilen halklarolmaktadır.

Topraklarından kayıp insanların kemiklerininfışkırdığı Kürt halkının da, işçi ve emekçilerin demeseleye bakışları berrak ve net olmalıdır.Büyükanıt’ın “iyi çocukları” da, ABDemperyalizminin “bizim çocukları” da iş başındadır.Kanun koyucularının ve uygulayıcılarının kırdığıkalem sömürü düzeninin bekası içindir. Yargısivilleşse de sivilleşmese de, hapishane yapımlarısürmektedir. İzmir Aliağa’da yapımına devam edilen10 bin kişi kapasiteli hapishane gibi.

Adaletsiz yargılama -sivil olsun olmasın-karşısında tek etkili güç ortaya konulacak toplumsalbasınçtır. Hüseyin Üzmez’e yeniden tutuklamakararının verilmesi gibi.

“Hak verilmez alınır” şiarı bir slogandan öte birgerçekliği ifade etmektedir. DGM’leri 11 Ekim1976’da kaldıran işçi sınıfı yolu açmıştır. Katliamlarörgütleyen cinayet ordularından, tetikçilerden,kontrgerilladan hesabı da işçi ve emekçiler soracaktır.

Sivil ya da askeri, yargı sermayenin yargısıdır!..

Demokratikleşme değil, it dalaşı!

Page 8: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kahrolsun sendika ağaları!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

İşçi sınıfının sırtına saplanmış kara-kanlı bir hançer: Sendikal korucular ve kontra çeteleri…

Kontra çeteleri söküp atmak ve hesapsormak için öncü işçiler sınıf kavgasına!

Türk-İş ile sermaye adına AKP hükümeti arasındaaylardır sürdürülen toplusözleşme oyunu geçtiğimizgünlerde sona erdi. Anlaşma sağlandığını zaferkazanan bir komutan edasıyla ilan eden ÇalışmaBakanı, kamuoyuna yaptığı açıklamada işçilerin“sokağa dökülmesinin” kötü bir şey olduğunu,anlaşmanın sağlanmış olmasına “kötü niyetlilerinüzüleceği”ni vb. sözler sarfetti. Bakan bu sözlerle kimikastediyor? Tabii ki kölelileştirme saldırılarına karşımücadele eden sınıfın öncü-bilinçli güçlerini, devrimcive komünistleri.

Sermaye sınıfı şahsında AKP’nin sosyal yıkım veköleleştirme saldırıları karşısında işçi ve emekçilerinsessiz kalmalarını, cellâtlarına kuzu gibi boyunlarınıuzatmalarını istedikleri açıktır. Bu tutum, bildiridağıtan devrimci işçilere sopalarla-kurşunlarla karşılıkveren eli kanlı Sabra Tekstil asalağından farksızdır.Nitekim tüccar Erdoğan kürsüden ‘bu işsizlikortamında iş bulmuşlar, aş bulmuşlar bir de zamistiyorlar’ deme küstahlığıyla işten çıkartmaların arttığıbu dönemde, işçilerin bir işe sahip olmalarını dahi birlütuf olarak sunuyor. Sermaye sınıfının “ya işsizlik yaköle işçilik” anlamına gelen bu saldırısı ile işçi veemekçileri tümüyle teslim almak istiyor. AKP şahsındasermaye sınıfının bu kadar küstah davranması vesaldırılarda sınır tanımamasının gerisinde, sendikalarınbaşına çöreklenen Truva atlarının ve kontra çetelerininvarlığından güç almalarınn gelmektedir.

İhanetten ibaret Türk-İş’in tarihine yakışan bir ihanet daha!

Çalışma Bakanı ile kameraların karşısına geçenTürk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu yaptığıaçıklamada, iş bırakma eyleminin ardından TayyipErdoğan ile evinde görüştüklerini ve asıl anlaşmanınburada yapıldığını söyledi. Kumlu, Erdoğan’ın evindeyaptıkları görüşmeyle ilgili, “Görüştük, inat kırılmıştı.Orada belirli mesafe alındı, sonra değerlendirdik veuzlaşma sağlandı” açıklamasında bulundu.

Erdoğan’ın Kumlu’ya ne vaat ettiği, ya da kapalıkapılar ardında neyin karşılığında bu ihanetingerçekleştiği bilinmez. Ama şurası kesindir ki; dahaönceki sözleşmelerde anlaşmanın altında sadece Türk-İş’in başındaki hainin imzası olurken, bu kez buihanete Türk-İş Koordinasyon Kurulu’nun tümününimzasının olması, ihanetten ibaret Türk-İş’in tarihindebir ilktir.

İhanet sözleşmesinin ardından sözleşmeye imzaatan Türk-İş’e bağlı kimi sendikaların başındaki genelbaşkanların yaptıkları açıklamalarla bu ihaneti mazurve normal göstermeye çalışmaları, arsızlığın veihanetin ulaştığı boyutları gösteriyor.

Evrensel gazetesine açıklama yapan Petrol-İş GenelBaşkanı Mustafa Öztaşkın şunları söyledi:“Geldiğimiz noktada sözleşmelerin bitirilmesigerekiyordu, ancak rakamlar üzerine tartışmalardevam edecektir. Ama bundan sonra grevuygulamaları, etkili eylemlerin gündeme gelmesigerekiyordu ve bu rakamların önemli ölçüde yukarıçıkmayacağını gördük”. Öztaşkın, grev hakkı olmayan

bazı sözleşmelerin Yüksek Hakeme gittiğini, buradada hakemin bitirme ihtimali olduğunu ve hakkayıplarının söz konusu olabileceğini kaydetti.Mustafa Öztaşkın, “Bütün bunları değerlendirdik.Başbakan rest çekti. Başbakan’ın dedikleri olmadı,sözünün altında kaldı. 1.5 puan genel artış, 35 TL deseyyanen zam konusunda artış sağladık” dedi.Mustafa Öztaşkın ayrıca “Kamu işçilerinin yürüttüğümücadeleyi de göz ardı etmemek gerektiği, uzun biraradan sonra kamu işçilerinin ortak hareket ettiğinedikkat çekerek, bu sözleşmenin bağlayıcı olmadığını,her işyeri için toplusözleşmelerin ilgili sendika ileişveren arasında imzalanacağını kaydetti.

Basın-İş Genel Başkanı Yakup Akkaya ise şunlarıifade etti: “Taleplerimiz tam manasıyla karşılanmadı,ancak Koordinasyon Kurulu’ndaki arkadaşların ortakgörüşü, Türkiye’nin şartları göz önüne alındığında butoplusözleşme imzalandı”. Akkaya, Başbakan’ınrestine karşılık eylemler yaptıklarını, bu eylemlerehalkın da destek verdiğini ve hükümeti tekrar masayagetirdiklerini kaydetti!

Yol-İş Genel Başkan Ramazan Ağar da şunlarıifade etti: “Tam istediğimiz şekilde olmasa da ülkeninbu şartlarında, tabanın da görüşlerini alarak, grevegitmektense masa başında bitmesi gerektiğinidüşündük. Bu rakamı daha yukarı çekme imkânınıgöremediğimiz için bu rakama imza attık. Eğersözleşme bitmeseydi daha zora girecek diye düşündük.Üyelerimizi maceraya sürüklememek içintoplusözleşmeyi imzaladık”.

Tez Koop-İş Genel Başkanı Gürsel Doğru ise şöylekonuştu: “Beklentilerimize yanıt verilmedi. Nedenimzaladık? Genel olarak bu aşamada işçilerin grevsürecinin çok yaklaşması, 90 bin işçinin grev kapsamıdışında olması etkili oldu”. Hükümetin ilk başlardakitutumunun eylemlerin ardından değiştiğini, geri adımattıklarını ve rakamların yükseldiğini belirten GürselDoğru, esnek çalışma dayatmalarını kabuletmeyeceklerini ifade etti!

Patronlarla ekranlarda “birlik” mesajı vermekten vehep birlikte birer sivil toplum kuruluşu olarakanılmaktan son derece mutluluk duyan bu ihanetçetelerine göre sermayenin köleleştirme saldırılarınakarşı mücadele etmek-greve çıkmak bir macera oluyor.Bu tutum ve yaklaşım tüccar Erdoğan ve ÇalışmaBakanı’nın toplu sözleşme oyunu sürecindekitutumundan farksızdır. Bu tutum işçi sınıfına “bu krizortamında hala işiniz bulunuyor, halinize şükredin.Aşınızı korumak için haklarınızdan vazgeçin”demekten bir farkı bulunmuyor

İlericilik söyleminin ardına gizlenerekihanete ortak olan

İstanbul Şube başkanları!

Türk-İş’in başında bulunan kontra çetenin satışsözleşmesine imza atmasının ardından yapılan ihanet,Türk-İş bünyesinde ve sınıfın değişik bölüklerindetartışılmaya devam ediliyor. Sermaye devletininköleleştirme ve her yönüyle değersizleştirmesaldırılarının artarak devam edeceği önümüzdeki

günlerde, bu ihanetin daha da çok tartışılacağınısöylemek mümkündür. Ancak kendi başına bu ihanetitartışmak ve kınamakla yetinmek hiçbir şey ifadeetmeyecektir. Kaldı ki ilerici olarak geçinen ve sonyıllarda yaşanan her saldırı ve ihanetin (başta 1 Mayısve mevzi direnişler vb.) ardından kınamaaçıklamalarıyla yetinen Türk-İş İstanbul Şubebaşkanlarının tutumu gelinen aşamada artık paraetmemektedir. Türk-İş’in tüm yönetimiyle açıktanihaneti, tüccar Erdoğan’ın ve bakanının dalga geçergibi küstah açıklamalarda bulunması bunu fazlasıylaanlatıyor.

İmzalanan sözleşmeyi İstanbul’daki bazı şubebaşkanları şu şekilde eleştiriyor: “Ciddi bir kamuoyuoluşturmuştuk, şimdi bizi ortada bıraktılar. Bizimistediğimiz rakamlar bunlar değildi. Düşük ücretlilerkonusunda alınan seyyanen zam yeterli değil. Bueylemlilik sürecini dağıtarak bu dayatmaları nasıl geripüskürteceğiz? İş güvencesi, esnek çalışma ve özelistihdam büroları konusunu da Türk-İş güvenceyealmalıydı” Bunu söyleyenler, sükutu hayaleuğradıklarını ve aslında Türk-İş yönetiminden halabeklenti içerisinde olduklarını yansıtmış oldular.

Geçmiş sözleşmelere göre ilk defa işçilerintalepleri için eyleme geçtiğini, talepleri için dahabüyük eylem kararları beklerken anlaşma olduğunusöyleyen İstanbul şube başkanları, karşılarında idarimaddeler, esnek çalışma, sosyal haklar gibi maddelerindurduğunu ve sürecin devam ettiğini ifade ederekmücadelelerinin süreceğini söylemektedirler.

Kurulduğundan bu yana işçi sınıfını defalarcasırtından hançerleyen ve ihanette sınır tanımayan, işçisınıfının örgütlenmelerini, başta grev, sendika ve hertürlü sosyal haklarını adım adım budayan 1982Anayasası’na ve 12 Eylül darbesine ilk destek veren,Çalışma Bakanlığı koltuğuna dönemin genel sekreteriolan Sadık Şide’yi oturtan, 1980’lerde üç milyonuaşkın sendikalı işçi sayısının günümüzde 700 binleredüşmesine, bu sayının ancak 400 bininintoplusözleşmeden yararlanabiliyor olmasına, 1985’te654 bin olan KİT çalışanlarının sayısının özelleştirmeve taşeronlaştırma saldırılarıyla bugün 201 bine kadardüşmesine sebep ve seyirci kalan Türk-İş’in başındakikontra çeteden hala medet umarak mı mücadelenizedevam edeceksiniz!

Ayrıca sormak gerekir; siz o sendika şubelerininbaşında konu mankeni olarak mı duruyorsunuz, yoksailericilik görüntüsü adı altında oraları geçim kapısıolarak mı görüyorsunuz? Tarihi ihanetle yazılmış olanTürk-İş’in bir kez daha ihanet edeceğini düşünmekiçin kâhin olmak gerekmiyordu. Türk-İş yönetimininbu kadar arsız ve açıktan ihanet etme davranışınıngerisinde ilerici geçinen bazı şube başkanlarınıniradesizliği ve kendilerine güvensizliği yatmaktadır.

Hiçbir ihanet cezasız kalmayacak,işçi sınıfının devrimci şiddetinden kendini

kurtaramayacaktır!

Gelinen aşamada işçi sınıfı üzerinde birer sosyalkontrol aracına dönüşen bugünkü sendikalar ve

Page 9: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kahrolsun sendika ağaları! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

sendikalara hâkim olan anlayış, işbirlikçiliğin ötesinede geçip işçi sınıfına dönük sosyal yıkım saldırılarınıntemel ayaklarından biri haline gelmişlerdir.Sendikaların başına çöreklenen kontra çetelerin bugünoynadıkları uğursuz rol, yalnızca işçi sınıfınısermayenin sınırsız saldırıları karşısında elini-kolunubağlamakla kalmıyor. Sınıf hareketine ve toplumsalmuhalefete karşı oynadıkları karşı-devrimci rollesermayenin yıkım politikalarını burjuvaziden dahaistekli ve daha aktif bir şekilde üstlenmişbulunuyorlar. İşçi sınıfının sırtında bir kambura, kocabir ur’a dönüşen bu kontra çetelerinin kurduğusaltanatın devam etmesi, ancak sermayenin yıkımsaldırılarının hayata geçmesiyle mümkündür. Fabrikasahibi olan, 15-20 bin liraya varan maaşlar alan, fiyatı100 bin avronun üstünde arabalar alıp zimmetinegeçiren, Bayram Meral, Mustafa Özbek gibi tescilli

hainlerin dev servetler oluşturduğu bir çete örgütüdürsendikal korucular. İşte bu asalak yaşantının vesaltanatın devam etmesi için bu kontra çetelerininihanetinin ardı-arkası kesilmeyecektir.

15-16 Haziran ayaklanmasıyla şaha kalkan, Derby,Singer, Demirdöküm Sungurlar ve Tariş fabrika işgaleylemlerinde sermayenin kolluk güçleriyle açıkçatışmaya girmekten çekinmeyen Türkiye işçisınıfının devrimci şiddetini eline alacağı, devrimciadaletini uygulayacağı günler gelecektir.

Genel başkanlarını kovalayarak ağaçlaratırmandıran, ihanetin adına dönüşen sendikatabelalarını söküp kafalarına atan işçi sınıfının ayağadoğrulup eline orak-çekiçli kızıl bayrağı aldığındasadece burjuvazinin saflarına kattığı kontra çetelerdendeğil. Aynı zamanda bu çetelerin ihanetine seyircikalarak ortak olanlardan da hesap soracaktır.

Türk-İş’in imzaladığı ihanet sözleşmesi, Harb-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu ve T. Harb-İş KocaeliŞubesi tarafından tepkiyle karşılandı.

T. Harb-İş Sendikası, Hükümet ile Türk-İş arasında Çerçeve Protokol’ün imzalanmasının, toplusözleşmelerin imzalanması anlamına gelmediğini ve gelemeyeceğini belirtti.

“Türk Harb-İş Sendikası, toplu iş sözleşmesi hakları ile vergi ve sigorta primlerinin ücretleri aşındıranhaksızlığına karşı yükselttiği sesini daha da arttırmaya ve bu yönde her türlü eylemi gerçekleştirmeyekararlıdır; bu konuda yılmayacaktır ve inatçı tutumunu değiştirmeyecektir.” ifadelerine yer verilen T. Harb-İşaçıklamasında mücadele kararlılığı ifade edildi.

Türk-İş’in imzaladığı TİS’e bir tepki de Gölcük Tersanesi’nde örgütlü Türk Harb-İş Sendikası GölcükŞubesi’nin Başkanı Haldun Kurubacak’tan geldi.

İmzalanan toplu sözleşmenin kabul edilebilir olmadığını belirten Kurubacak “Bundan sonra, ya onlargidecek, ya bu anlayış değişecek” dedi.

“Türk-İş bizi kullandı. Eylem yaptık, işçi sendikadan gelecek her eylem çağrısına uymaya hazırdı. Sadeceyüzde 1’lik artışı kabul edip, imza attılar. Tavşana kaç, tazıya tut yöntemi uyguladılar. Türk-İş’in bu tavrı,işçilerin sendikaya yeniden başlayan güvenlerinin de kırılmasına neden olacaktır.” ifadelerine yer verilenaçıklamada Türk-İş yöneticilerine seslenilerek “Bundan sonra, ya onlar gidecek, ya bu anlayış değişecek”diyerek tepki gösterdi.

Kartal’da biraraya gelen ilerici, devrimcikurumlar krizin etkilerine ve devrimci-yurtseverkurum ve kişilere yönelik baskın, gözaltı vetutuklama terörüne karşı 11 Temmuz akşamıeylemdeydiler.

Kartal Bankalar Caddesi’nde toplanan Deri-İşSendikası, Genel-İş Sendikası 2 Nolu Şube,Emekli- Sen Kartal Şubesi, HKM, BDSP, ESP vePartizan “Krizin faturasını ödemeyeceğiz!Baskılara-saldırılara boyun eğmeyeceğiz!” pankartıarkasında yürüyüşe geçti.

Kartal Meydanı’na gerçekleştirilen yürüyüşeTİB-DER, OSİM-DER ve Kaldıraç da destek verdi.

Ajitasyon konuşmaları ve sloganlar eşliğindeyürüyerek Kartal Meydanı’na giren kitle, buradayaklaşık 1 saat süren bir eylem gerçekleştirdi.

Meydanda konuşmalarda mücadele çağrısıyapıldı. Ardından basın açıklamasına geçildi.Açıklamada, emperyalist-kapitalist dünya

sisteminin mali-siyasal krizinin giderek derinleştiği,krizin derinleştiği her dönemde olduğu gibi, bukrizin faturasının da dünyadaki işçi ve emekçiyığınlara çıkartılmaya çalışıldığı vurgulandı.

Gerçekleşen kapsamlı saldırılara karşı işçi veemekçilerin, devrimci güçlerin ve Kürt halkınınboyun eğmeyeceği ifade edilerek mücadelekararlılığı vurgulandı.

Açıklamanın ardından Emekli-Sen Kartal ŞubeBaşkanı Emir Babakuş tarafından bir konuşmagerçekleştirildi. Babakuş, saldırılara karşısendikaların güçlendirilmesi gerektiğini, iktidaryalakası sendikacıların oturdukları yerdenatılmadığı müddetçe işçi ve emekçilerinkurtuluşunun olmayacağını ifade etti.

Eylem şiir ve müzik dinletisiyle devam etti.Söylenen marş ve türküler eşliğinde halaylarçekildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Türk-İş’e TİS tepkisi...

Kartal’da saldırılara karşı ortak eylem

ABD emperyalizminin 2001 yılında NATObünyesinde başlattığı Afganistan işgalinde görevyapan Türk birliğinden iki askerin yaşamını yitirdiğiaçıklandı. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne katılmaküzere Mısır’a giden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ünaçıklamasıyla kamuoyuna duyurulan olayda,Afganistan’da bulunan Türk birliklerinin komutanıAlbay Faruk Sungur ve aracının sürücülüğünü yapanbir uzman çavuşun “trafik kazası sonucu” öldüğüaçıklandı.

Dikkat çeken nokta, açıklamanın Cumhurbaşkanıtarafından yapılması ve Afganistan’da şimdiye kadarkien üst düzey kayıplardan birisi hakkında ne NATO, neUluslararası Güvenlik ve Dostluk Gücü karargahı nede Genelkurmay’dan herhangi bir açıklamayapılmamış olmasıdır.

Gül’ün “kamyonla çarpışmışlar” dediği olayınmayın ya da roket saldırısı olabilme olasılığı hayliyüksek. Zira, Taliban güçleri son haftalarda yüksekrütbeli subayların bulunduğu konvoylara saldırılarınıyoğunlaştırarak, ABD birliklerinin başlattıkları yoğunoperasyonlara yanıt vermişlerdi. Bu ayın başında,İngiliz kuvvetleri de Afganistan’daki en üst düzeykayıplarını vermişlerdi. Yarbay Rupert Thorneloe’nunzırhlı aracına dönük bir saldırıda ölmüş ve İngiltere’deAfganistan savaşı bir kez daha gündemin ön sıralarınatırmanmıştı.

Albay Faruk Sungur kazada değil de bir saldırıdaöldüyse, bu Türkiye’nin Afganistan macerasını ciddiölçüde etkileyecektir. Bilindiği gibi, Türkiye çatışmabölgelerine asker vermiyor, bunun karşılığında Talibangüçleri Türk askerlerine saldırmıyordu. ABD iseTürkiye ve diğer NATO ülkelerini daha fazla katkı içinsıkıştırmaktaydı.

İşgalin başından bu yana 800 kişilik bir muharipgüçle Afganistan işgalinde görev alan TSK,Obama’nın ziyareti ile birlikte bölgeye gönderilecekasker sayısını artırmayı tartışmaya başlamıştı. Dahasonra, yaz aylarında gerçekleşecek görev değişimindeİtalyan ve Fransız askerlerinden boşalan yerin de TSKtarafından doldurulacağı ve bölgedeki muharip askersayısının 2000’e çıkarılacağı açıklanmıştı.

Pakistan’a da yayılarak giderek riskli bir hal alanAfganistan savaşında daha fazla rol almaya başlayanTürkiye, aynı zamanda büyük bir riske de davetiyeçıkarmış bulunuyor. Gül’ün açıklamasıyla basit birkaza olarak yansıtılmaya çalışılan bu iki kayıp, ABDişbirlikçisi politikanın bir sonucu ve bu politikasürdükçe muhtemelen daha da kabaracak bir faturanınsadece bir ilk örneğidir.

ABD işbirlikçisi politikanın yeni

bir bedeli:

Afganistan’da Türkiyeliiki asker öldü!

Page 10: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kölelik yasalarına hayır!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Özel istihdam bürolarının kuruluşunu da içeren5920 sayılı “İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu veSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık SigortasıKanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”geçtiğimiz günlerde Abdullah Gül’ün “kısmivetosuna” uğradı. Veto sonrasında TÜSİAD yaptığıaçıklama ile, TBMM’nin özel istihdam büroları ileilgili yasayı yeniden görüşmek için olağanüstütoplanmasını ve tasarıyı hemen yasalaştırmasını istedi.TÜSİAD tarafından yapılan yazıla açıklamada budurum şöyle gerekçelendirildi:

“Çalışma hayatını düzenleyen yasaların işgücüpiyasasının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde elealınması; istihdamın gelişmesi ve uluslararasırekabet gücümüz açısından büyük önem taşımaktadır.

İşyerinin ve üretimin sürdürülebilirliğini esas alanve çalışma yaşamının dinamizmiyle uyumluyasal düzenlemeler, ‘güvenceli esneklik‘ uygulamalarıve aktif işgücü politikaları ile birlikte, istihdamkapasitesinin artmasına ve toplumsal refahakatkı sağlayacaktır. ‘İş Kanunu, İşsizlik SigortasıKanunu ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık SigortasıKanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’, biryandan yeni yaratılacak istihdam üzerindeki maliyükleri hafifletmeyi, diğer yandan özel istihdambüroları aracılığıyla mesleki faaliyet olarak geçici işilişkisi kurulmasına olanak tanımayı amaçlamıştır.

Nihai hedefi istihdamı teşvik etmek olan sözkonusukanunun bir maddesi ile ilgili olarak kamuoyundaciddi tartışmalar doğmuş olmasıve Cumhurbaşkanlığının kısmi vetosu, hazırlıksürecinde düzenleme ile ilgili bazı endişeleri gidermeküzere yeterli çalışmanın yapılmadığına işaretetmektedir. Mesleki faaliyet olarak geçici iş ilişkisi,‘güvenceli esneklik’ anlayışıyla hayata geçirildiğitakdirde, işgücü piyasasında esnekçalışma olanaklarının gelişmesine, sosyal içermeninsağlanmasına, yeni istihdam yaratılmasına, kayıtdışılık ve işsizlikle mücadeleye destek olacaktır. İçindebulunduğumuz küresel kriz sürecinde, işsizliklemücadelenin, sosyal politikanın en önemli unsuruolduğu dikkate alınmalıdır. Bu çerçevede, söz konusukanunun TBMM’nin olağanüstü toplanacağı dönemdeöncelikle ele alınmasına ve tarafların endişelerinigiderecek şekilde yasalaşmasına ihtiyaç vardır.”

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere, sermayesınıfı krizi fırsata çevirmenin yeni bir imkânınakavuşmuşken, bunu geciktirecek en ufak bir pürüzedahi tahammül edememektedir. Bu yüzden de sadıkhizmetkârlarına gereğinin yapılması için bir an önceharekete geçmelerini emretmektedir.

Bu yasanın sermaye sınıfı için ne anlama geldiğive neden bu kadar önem arzettiği yapılan açıklamadaçok net bir şekilde ortaya konulmaktadır. Yasasermaye sınıfı için “iş gücü piyasasında esnek çalışmaolanakların gelişmesi” ve “istihdam üzerindeki maliyüklerin hafifletilmesi” imkânını sunmaktadır.

Aslında sermaye sınıfı bu talebi yıllardır ilerisürüyordu, ancak koşullar uygun olmadığı içinsaldırıyı hayata geçirememişti. Sermayenin tüm

sözcüleri, işgücü piyasalarının “çok katı” kurallariçerdiğini, gerekli esneklikten yoksun olduğu için deistihdama gidilemediğini dile getiriyorlardı. Dahası,tam bir arsızlıkla, bugünün Türkiyesi’nde patronlarınişçi çıkartmada “ellerini kollarını bağlayan” katıkuralların kaldırılması gerektiğini dillendiriyorlardı.

Sözü edilen bu “katı kurallar” ile, pratikte hiçbirgeçerliliği olmayan ve güya “iş güvencesi” sağlayanmevzuat kastediliyor. Yani sermaye sınıfı bu kadarınabile tahammül edemiyor. İstiyorlar ki, her türlükuraldan uzak vahşi sömürü koşulları hüküm sürsün.Böylece sermaye sınıfı “uluslararası rekabet gücü”nüartırsın, yani zenginliklerine zenginlik katsın.

Elbette ki sermaye sınıfı, işgücü piyasasındakikatılıktan söz ettikleri bir durumda “kıdemtazminatı”nın gaspını da hedeflemektedir. Kıdemtazminatının doğrudan kaldırılmasını içeren birdüzenlemeyi şimdilik hayata geçirmenin mümkünolmadığını bildikleri için, bu hakkı fiiliyatta boşadüşürecek ara düzenlemelere gidilmesini uygunbulmaktadırlar. Özel İstihdam Büroları bu doğrultudaatılmış bir adımdır. Bu adım ile birlikte zaten kırıntıdüzeyinde kalan kazanımlar da gaspedilmektedir.Yanısıra sınıfı kendi içinde yabancılaştırmanın verekabeti arttırmanın uygun bir yoludur. Dahası sınıfınörgütlü birliğini ve ortak mücadele zemininidağıtmanın da...

Böylece sömürünün boyutuları da azami seviyeyeçıkarılacaktır. Kapitalist patronlar işçilere köleliğidayatmak için şimdi de “kiralık işçi” kozunukullanacaktır.

Bu yasanın “işsizlikle mücadele”yleilişkilendirilmesi ise sermaye kodamanlarınınarsızlıkta hiçbir sınır tanımadıklarını göstermektedir.Dahası “işgücü piyasasında da esnek çalışmaolanakların gelişmesi”ni meşrulaştırarak bu sorunlarıçözeceğini iddia etmektedirler. Sermaye sınıfı kendisefil çıkarları sözkonusu olduğunda, hiçbir ahlak vesınır tanımamaktadır.

Zira, onlar her şeyi sınıfsal çıkarlarına uygunolarak gerçekleştiriyorlar. Saldırının kapsamı veciddiyeti ortada. Oysa sınıf adına hareket eden

sendikacılar takımı kıllarını bile kıpırdatmıyor. Elleri-kolları bağlı oturarak cumhurbaşkanının veto etmesinibeklediler.

Hatırlanacağı gibi, 2003 yılında yasalaşan veişçiler tarafından “Kölelik yasası” olarak nitelenenyeni İş Yasası’nın hayata geçirilmesine de satılıksendikacı takımının az emeği geçmemiştir. Bu yasanın“tüm olumsuzluklarına” karşın kısmen “iş güvencesisağlaması” ve “sendikal örgütlülüğün önünü açacakolması” söylemleriyle sınıf içindeki tepkileri vemücadele dinamiğini dizginlemişlerdir. Aradan geçen6 yıl “iş güvencesi” denen şeyin ne anlama geldiğinive sendikal örgütlenme mücadelesine ne tür“kolaylıklar” sağladığını netleştirmiştir. Buna dairistatiski veriler sendika kongrelerinde adeta bireritirafname olarak sunulmaktadır.

Şimdi Cumhurbaşkanı’nın yasayı “kısmen veto”etmesinden dolayı “mutlu olanların” yine benzer birihanet sergilediklerinden kuşku duyulmamalıdır.TÜSİAD sermaye vekillerine emirler yağdırırken,Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK)ise konunun “devlet, işçi ve işveren temsilcilerindenoluşan Üçlü Danışma Kurulu’nda uzlaşmaylaçözümlenmesi” çağrısı yapmaktadır.

Patronların bu çağrısına sendikal ihanet çetelerininolumlu yanıt vermesi muhtemeldir. 1 Mayıslar’da“işimi seviyorum”, “fabrikamı seviyorum” şiarlarınıöne çıkartanların, “milli menfaatler” doğrultusundagrev hakkından feragat edenlerin bu zemine kaymalarıiçin güçlü bir potansiyel vardır.

Bu ihaneti engelleyecek tek güç işçi ve emekçilerinörgütlü mücadelesidir. Sendikal ihanet çetelerinin“nabza göre şerbet” taktiğini izleyecek olmalarışaşırtıcı olmamalıdır. Nitekim bu yasaya karşı“mücadele ediliyor” izlenimi yaratmak için bazıtaktiklere başvuruyorlar. Üretimden gelen gücünkullanılması konusunda laftan öte bir adım atılmamasıbunu göstermektedir. O halde sorumluluk işçi veemekçilerindir. Onlar, bu kapsamlı saldırıya karşıgösterecekleri dirençle aynı zamanda krizin faturasınıödemeyeceklerine dair kararlılıklarını da ortayakoyacaklardır.

TÜSİAD “kölelik yasası”nda ısrar ediyor, sendika bürokratları üç maymunuoynuyor...

İhanete geçit vermemek için birleşik-militan mücadeleye!

Page 11: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Tutuklu BDSP’liler serbest bırakıldı! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Sabra Tekstil patronunun 8-9 Haziran 2009tarihlerinde Esenyurt İşçi Platformu çalışanlarınadönük saldırısını protesto eden sınıf devrimcileri polisterörüne maruz kalmış ve gözaltına alınan 4 BDSP’litutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderilmişti.Tutuklu devrimciler 15 Temmuz tarihindeçıkarıldıkları ilk duruşmada serbest bırakıldılar.

“Devrimci tutsaklar yalnız değildir!”

Dava nedeniyle sınıf devrimcileri ve destekçi kişive kurumlar sabahın erken saatlerinden itibarenBüyükçekmece Adliyesi önünde toplandılar. Eylemöncesinde Adliye’ye yoğun yığınak yapan polislerinadliyenin etrafını bariyerlerle çevirdiği gözlendi.

Tutuklu devrimciler Deniz Edemir, Sergül Tarhan,Emine Burcu Eker ve Melek Can saat 10.00’da ringaracıyla Büyükçekmece Adliyesi’ne getirildi. Ringaracıyla adliyeye getirilen devrimcilerin içeri girişlerisırasında attıkları “Devrimci irade teslim alınamaz!”sloganı jandarma tarafından engellenmek istenirkenadliye önünde de basın açıklaması gerçekleştirildi.

“Tutuklu devrimciler serbest bırakılsın, Sabrapatronu yargılansın! / BSDP” imzalı pankartın açıldığıeylemde patron-polis-mahkeme işbirliğine dikkatçekilerek tutukluların serbest bırakılması talebiyükseltildi. Patron saldırısı ile başlayan, polis vehukuk terörü ile süren saldırıların zindanlarda da tecrituygulaması ile sürdüğü belirtilerek düzeninkurumlarının işçi sınıfının haklı mücadelesinibastırmak için tek vücut halinde hareket ettiği ifadeedildi.

Gerçekleştirilen açıklama sırasında “Devrimciirade teslim alınamaz!”, “Devrimci tutsaklaronurumuzdur!”, “Devrimciler değil katilleryargılansın!”, “Sabra patronu hesap verecek!” ,“Katillerden hesabı işçiler soracak!”, “Emekçilersaflara hesap sormaya!”, “Kahrolsun sermayediktatörlüğü!”, “Baskılar, gözaltılar, tutuklamalarbizleri yıldıramaz!” sloganları atıldı. Eyleme EsenyurtHalk Cephesi, Halkevleri, Avcılar ÖDP ve Ahalidestek verdi.

“Baskılar, gözaltılar bizi yıldıramaz!”, “Tutuklularserbest bırakılsın!”, “Kahrolsun sermayediktatörlüğü!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”,“Faşist baskı ve terör bizi yıldıramaz” dövizleriniaçan BDSP’liler ve destekçi kişi ve kurumlar basınaçıklamasının ardından da sloganlarla bekleyişlerinisürdürdüler.

Keyfi tutuklama son buldu!

BDSP’lilerin 2911 sayılı yasaya muhalefet vegörevli memura etkin direnme suçunu işlediklerigerekçesi ile tutuklu yargılandıkları davanın ilkduruşması saat 11.00’de Büyükçekmece 3. AsliyeCeza Mahkemesi’nde görüldü.

Duruşma sanıkların kimlik tespitinin yapılması vesavunmalar ile başladı. BDSP’liler savunmalarındaolay günü iki işçinin yaralanması üzerine basınaçıklaması yapılacağını duyduklarını ve basınaçıklamasına katılmak için olay yerine gittiklerini,basın açıklaması henüz başlamamışken polisin ateş

açtığını ve kitleye saldırdığını belirttiler. Gözaltısırasında avukatları ile birlikte polisin kötümuamelesine maruz kaldıklarını söylediler.

Sanıkların ardından avukatlar iddiaların asılsız veyer yer hukuk dışı olduğunu vurgulayan savunmalarınıgerçekleştirdiler. Savunmada iddianamenin 2911 sayılıyasaya muhalefet şeklinde hazırlanmasının hukuksuzolduğu belirtildi ve gerek soruşturma aşamasında,gerek savcılığın mahkemeye sevki sırasında bu suçundile getirilmediği vurgulandı. İddianamenin bu açıdaniadesi talep edildi.

İddianamede kullanılan “izinsiz basın açıklaması”tanımlamasına da değinilerek kolluk kuvvetlerininbelgelerinde dahi sözkonusu eylemden basınaçıklaması olarak bahsedildiği, “İzinsiz basınaçıklaması” kavramının da çelişkili olduğu söylenerekbasın açıklaması yapmak için izin almanıngerekmediği belirtildi.

Polis tutanaklarının şaibeli olması, polisin keyfidavranması gibi noktalara da değinilerek sanıklarıntahliyeleri istendi. Avukatlar tutuklama kararı verenhakimin tutuklamaya gerekçe sunmadığını, bununyasaya aykırı olduğunu da söyledi. Duruşmasonucunda sanıkların tahliyesine karar verilerek dava17 Aralık’a ertelendi.

Avukatların savunmalarında ayrıca sınıfdevrimcilerinin tutuklandığı basın açıklamasınıniçeriğine de özel olarak değinildi. Tekstil İşçileriKurultayı çağrısı yapan işçilere dönük saldırıfotoğrafları ile sunuldu ve bu saldırıyı yapanların,devrimcileri tutuklayan mahkeme tarafından tutuksuzyargılanmak üzere serbest bırakıldığı da hatırlatıldı.Buradaki eşitsizlik ve adaletsizliğe dikkat çekildi.Silahlı yaralama zanlısı Zeki Tekin hakkında halendava açılmadığı da belirtildi.

Duruşma sonrasında adliye önünde bekleyenkitleye açıklama yapan Av. İbrahim Ergün, mahkemesonucunu duyurdu. Tahliye haberi kitle tarafındancoşkulu sloganlar ile karşılandı. Tutukluların tahliyeişlemlerinin gerçekleştirilmesi için cezaevlerineyollanmasının ardından adliye önündeki bekleyiş desona erdi.

Tutuklulardan Deniz Edemir, Sergül Tarhan veMelek Can akşam saatlerinde tahliye edildi. EmineBurcu Eker ise farklı bir davada ifade eksiği olmasınedeniyle Esenyurt Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü.Burcu Eker’in Küçükçekmece Adliyesi’nde vereceğiifadenin ardından serbest bırakılması bekleniyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Tutuklu BDSP’liler serbest bırakıldı!

“Sabra haramilerinden hesabı emekçiler soracak!”

İstanbul Esenyurt’ta Sabra Tekstil saldırısınınardından sınıf devrimcilerine yönelik tutuklamaterörü 14 Temmuz günü İzmir Kemeraltı girişindeprotesto edildi.

Tutuklu BDSP’lilerin 15 Temmuz günüİstanbul’da görülecek mahkemeleri öncesindegerçekleştirilen eylem saat 18.30’de başladı.

“Patron kurşunladı, polis terör estirdi, mahkemetutukladı! İşçiler serbest bırakılsın, patrontutuklansın!/ BDSP” pankartının açıldığı eylemdekızıl bayraklar taşındı.

Son dönemde KESK’e bağlı sendikalara, ATV-Sabah grevcilerine ve direnişteki Kent A.Ş. işçilerineyönelik baskı ve engellemelerin de örneklendiğibasın metninde bu saldırıların son örneğinin SabraTekstil’de yaşandığı belirtildi.

Esenyurt İşçi Platformu çalışanlarının karşıkarşıya kaldığı patron saldırısının ardından gelişentutuklama terörünün anlatılmasıyla devam edenaçıklamada tutuklu devrimcilerin serbest bırakılmasıve keyfi hukuksuzluğun son bulması istendi.

“Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Sabra

patronu hesap verecek!”, “Tutuklananlar serbestbırakılsın!”, “Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar biziyıldıramaz!”, “Kahrolsun sermaye diktatörlüğü!”,“Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Kurtuluş yok tekbaşına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganlarınınatıldığı eylem çevredeki insanlar tarafından dailgiyle izlendi.

İmzacı ve destek olan kurumların isimleri iseşöyle:

İmzacı kurumlar: Alınteri, Partizan, DemokratikHaklar Federasyonu, Deri İşçileri Dayanışma veYardımlaşma Derneği, ESP, Buca Emekli-Sen,TÜMTİS Şube Sekreteri Cafer Kömürcü, DİSKGenel-İş Sendikası İzmir 1, 4 ve 5 No’lu Şubeler,Genel-İş Sendikası 3 No’lu Şube Başkanı CaferKonca, Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Denetleme KuruluÜyesi Kıyasattin Yasa, OLEYİS Ege ŞubeBaşkanlığı, Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi,SES Örgütlenme Sekreteri Hüseyin Çoban veHalkevleri

Destekleyen kurumlar: İHD, ÇHD, MBPKızıl Bayrak / İzmir

İzmir BDSP’den tutuklama protestosu

Page 12: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Entes direnişinden...12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Direnişin 62. günü...Bugün Sinter Metal işçilerinin sabah

gerçekleştirdikleri eyleme katıldıktan sonra Entes’inönüne geçtim. OSB’de çalışan bir işçi “Buradan hergeçtiğimde yanına uğramam gerektiğinidüşünüyorum” dedi ve çalışma saati içinde olduğu içinkısa bir sohbetin ardından yanımdan ayrıldı. SinterMetal’deki direniş sürecinin başında yer alan ancakdaha sonra direnişi bırakan Sinter işçileri yanımageldi. Sinter işçileriyle Sabra Tekstil saldırısı üzerinesohbet ettik. Saldırıda tutuklanan arkadaşlarımızdanbiri (Sergül Tarhan) Sinter’de daha önce çalışmış veörgütlenme çalışması yürütmüştü. Sohbetimizsırasında saldırının nasıl yaşandığı ve yasaların aslındakime hizmet ettiği üzerine konuştuk. İşçilerden biriSabra’da tutuklanan arkadaşlarımızın yarınBüyükçekmece Adliyesi’nde görülecek ilkduruşmalarına katılacağını söyledi...”

Direnişin 61. günü Güne, Sinter Metal fabrikası önünde Sinter

işçileriyle birlikte sloganlarımızla başladık. Pankart,bülten vs. alarak fabrika önüne geçtik.

(...) Sinter Metal işçileri ziyaretime geldiler. SinterMetal işçisi “Senelerdir metropollerde çalıştık.Didindik ettik, alınteri döktük elde avuçta hiç bir şeyyok. Biz çalışıyoruz patron kazanıyor. Biz fabrikaönünde bekletiliyoruz patron lüks arabasıyla fabrikayagiriyor.” diyen işçi köye geri dönüş yapmak istediğinibelirtti. “Bizim çocukken köyde yediğimiz meyveleribiz şimdi çocuklarımıza alamıyoruz. Patronaçalıştığım saat kadar köyde çalışsam bu beni haylihayli geçindirir” diyerek aynı zamanda köydekiyaşamın ne kadar zor olduğuna değinen işçi “Buradakihayatımız da kolay değil. Ne yapıyoruz? Bir fabrikayagiriyor asgari ücretle işe başlıyoruz. Maaşımızyükseldi mi çıkarıyorlar. Başka fabrikada tekrar asgariücretle işe başlıyoruz. Değişen bir şey yok” dedi. (...)

Direnişin 59. günü...Atv-Sabah grevinin 150. gününde yine

Taksim’deydik. 6. kez polis engellemesiyle karşılaştık.Polis barikatının önüne kadar giderek oturma eylemigerçekleştirdik. Atv-Sabah grevcisi bir arkadaşınokuduğu basın metinde basın özgürlüğü diye bir şeyolmadığı ve böylelikle de insanlara doğru haberverilemediğinin altı çizildi. Ardından Feminist Hareketve Yurtsever Cephe İşçi Birliği adına konuşmalaryapıldı. Avusturya İşçi Marşı ve Çav Bella hep birağızdan söylendi. Eylemde “Emekçiye değil çetelerebarikat!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”,“Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber yahiçbirimiz!”, “Atv-Sabah’ta grev var!”, “Sabah okumasuça ortak olma!” sloganları atıldı. Eylemin ardındandaha önce davet edildiğimiz Red Kültür Merkezi’ninaçılışına katıldık.

Direnişin 58. günüSaat 15.00’teki çay paydosunun ardından Herkese

Sağlık Güvenli Gelecek Platformu’nun tersanelerdekison ölümle ilgili Kadıköy’de yapacağı basınaçıklamasına katılmak üzere yola çıktık. GeçtiğimizÇarşamba Çeliktrans Tersanesi’nde meydana gelenpatlamada hayatını kaybeden tersane işçisi bir kezdaha bize patronların kar hırsının, biz işçilerinyaşamından daha önemli bir yerde durduğunu

göstermiş oldu. Ne yazık ki bu asalak sınıf can almayabıkmadığı gibi bizler de can vermeye bıkmadık.Tamamen bizim sessizliğimiz, tamamen bizimörgütsüzlüğümüz... Bizler susmaya devam ettikçeonlar daha fazlasını isteyecek. “Gerçi ölümden öteside yok! Sıra bize de gelecek!” mantığıyla hareket edipbirlikte örgütlü mücadele hattı çizmezsek daha kaç127 canlar vereceğiz. YETER ARTIK UYAN! (...)

Direnişin 57. günSinter Metal’in her sabah fabrika önünde yaptığı

eyleme katıldık. Eylemden sonra Entes’in önünegeçtik. Bugün oldukça durağan geçen direnişe işarayan iki işçinin gelmesiyle birlikte sessizlik biraz daolsa bozulmuş oldu. SPS fabrikasında çalışmış olan buiki işçi aldıkları maaşın azlığından yakınarak işçilerinbu konuda sessiz kalıp hiçbir şey yapmamalarınakızıyorlardı. Biz de buna yönelik “biz ne yapıyoruz”sorusunu sorduk. Hak verdiler ve “bizler de çokduyarsızdık. Bıçak kemiğe dayandı ondan sonra sesçıkarır olduk” dediler. (...)

Entes direnişçisiGülistan Kobatan

Entes direniş güncesi...

Tekstil işçilerinden Kobatan’a destekYaklaşık 1 aydır fabrikası önünde onurlu direnişini sürdüren Gülistan Kobatan’la dayanışmak ve

mücadelesini İzmir’deki işçi ve emekçilere taşımak amacıyla ÇİKSE Emekçi Kadın Komisyonu’nun başlatmışolduğu kampanya, Tekstil İşçileri Bülteni çalışanları tarafından yürütülüyor. Böylelikle işten atmaların vedüşük ücret uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı tekstil sektöründe çalışan işçiler nezdinde direnişinanlamlı bir yankı uyandırmasını hedefleniyor.

Bu kapsamda 10 Temmuz günü Konak Tariş Mağazası önünde açılan masa aracılığı ile ajitasyonkonuşmaları eşliğinde bildiriler dağıtıp, “Gülistan ile Dayanışma Güncesi” defterine işçi ve emekçilerdenduygu ve düşüncelerini içeren destek mesajları alındı. İşten atılan işçilerle ve özellikle de kadın işçilerlesohbetler etme olanağı yakalandı.

Faaliyet sırasında, güvenlik şube ekipleri “Siz kimsiniz, kimden izin aldınız, amacınız ne?” benzeri sözlerletacizlerde bulundu. Ancak çalışma, masa etrafındaki işçilerin çalışmayı sahiplenmesiyle sorunsuz bir şekildedevam etti. Çalışmanın yarattığı olumlu havayı terörize ederek dağıtmaya çalışan ekip yaklaşık 30 dakikaboyunca masanın etrafında ellerinde telsiz ve telefonlarla bekledi. Ancak umduğunu bulamayan ekip bir süresonra dağıldı.

Tekstil İşçileri Bülteni Çalışanları

Kayseri’de bültentoplantısı…

Kayseri İşçi Bülteni’nin 2. sayısı için 12Temmuz günü İşçi Kültür Evi’nde işçilerinkatılımı ile toplantı yapıldı. 25 kişinin katıldığıtoplantıda; ilk sayının değerlendirmesi, ikincisayının içeriği ve dağıtımı hakkında konuşuldu.

Hemen hemen bütün işçilerin söz aldığıtoplantıda bültenin ilk sayısının yarattığı heyecankendini gösterdi. Bültene dair birçok öneriningetirilmesiyle toplantı sona erdi.

Kayseri İşçi Bülteni çalışanları

Metal işçilerineçağrı..

Kapitalist krizin etkilerinin kitlesel işten atmalar,hak gaspları ve sendikasızlaştırma olarak görüldüğümetal işkolunda örgütlenme ve mücadele çağrısınıyükselten sınıf devrimcileri Ekim ayındagerçekleştirilecek olan “Metal İşçileri Kurultayı”nınhazırlıklarını sürdürüyorlar.

‘Kriz varsa çare var’ sahtekarlığına geçit yok!Mücadele için sokağa, örgütlenmek içinKurultay’a!” başlığıyla metal işçilerine seslenenbültende Metal İşçileri Kurultayı’nın hazırlıkçağrısına ve çalışmalarına yer veriliyor.

Ayrıca farklı illerdeki metal fabrikalarındakieylemlere ve süren grev, direnişlere de yer veriyor.Bursa’da Asil Çelik ve Asemat grevleri, İstanbulÜmraniye’de Sinter Metal işçileri, Entes Elektronikönündeki direnişini sürdüren Gülistan Kobatan veGebze’de işten atma saldırısına karşı eylem yapanEksen Makina işçilerinin haberleri bültensayfalarında göze çarpıyor.

Çeşitli metal fabrikalarında yaşanan hak gasplarıve gelişmeler de ele alınıyor. Bu çerçevede,Topkapı’da İS-KA Kablo, Bursa’da Renault,Ümraniye’de G-U, İstanbul’da Mercedes,Esenyurt’ta Öztiryakiler’de yaşanan hak gaspları vesendikal ihanet girişimleri aktarılıyor.

Metal İşçileri Bülteni ayrıca Sabra saldırısına veardından gelişen tutuklama terörüne de sayfalarındayer veriyor.

Page 13: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı, Esenyurt İşçiPlatformu Tekstil İşçileri Komisyonu’nun 3 aylıkçalışmaları sonucu 28 Haziran 2009 tarihinde 150 işçive emekçinin katılımıyla gerçekleşti.

Tebliğler ve yapılan konuşmalar ışığında bir dizikarar ve öneri tartışmaya açıldı. Kurultayın ardındanyapılan toplantı ve tartışmalar sonucunda, durumdeğerlendirilmiş, söz konusu önerilerin kurultaykararları olarak açıklanması Esenyurt Tekstil İşçileriKomisyonu tarafından uygun görülmüştür.

Belirlenen hedefler ekseninde derinleşen birçalışma ile süreci işçi sınıfı cephesinden örmekhedefindeyiz. Elbette belirtmek gerekir ki,hedeflerimize ulaşabilmenin tek yolu başta tekstilişçileri olmak üzere işçi sınıfının mücadeleyiomuzlamasına bağlıdır. Ancak bizler belirlenenmücadele hattında nesnel durumlara takılmaksızın tümgücümüz ve ısrarımızla, kararlılığımızla etkin birçalışma yürüteceğiz. Tekstil işçilerinin mücadeleprogramını geniş işçi kesimlerine ulaştırmak, onlarımücadelenin bir parçası haline getirebilmek hedefiylesüreci omuzlayacağız.

Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde mücadeleprogramı çerçevesinde şu kararlar alınmıştır.

1) Bugün işçiler patronlar karşısında örgütsüzdür.Bir sendikaya üye olup olmamak bu durumu pek fazladeğiştirmemektedir. Patronun ve sendikabürokratlarının engellerini aşmanın yolu fabrikalardataban örgütlerinin kurulmasıdır. Bilinçli ve mücadeleciişçiler bu işe ön ayak olmalı, mümkün olan herfabrikada taban örgütleri oluşturulmalıdır. Köleceçalışma, yaşam koşullarına ve patronun keyfitutumlarına karşı ortak karşı koyuş sergilemenin ilkşartı fabrikada bu tür bir örgütlenme yaratmaktır.

2) Çevremize baktığımızda bütün fabrikalardapatronların aynı saldırıları gerçekleştirdiğini, işçilerinaynı sorunlarla boğuştuğunu görürüz. Göreceğimiz birdiğer şey, herhangi bir fabrikanın patronu işçilerinmücadelesi nedeniyle zor durumda kaldığında diğerpatronların hemen onun yardımına koşmasıdır.Patronlar kendi aralarında çok güçlü bir dayanışmaiçindedirler ve bu amaçla kurulmuş pek çok örgütlerivardır. Bu doğrultuda Esenyurt’tan tekstil işçilerininortak mücadelesi için Tekstil İşçileri Birliği’ninoluşturulması yönünde somut adımların atılması.

3) Bölgede krize karşı oluşturulacak ortakplatformların örgütlenmesi için üzerimize düşengörevlerin yapılması, krizin faturasını patronlaraödetmek için saldırıları püskürten, militan eylemselsüreçlerin oluşturulması, “Sınıfa karşı sınıf!”bilinciyle “İşgal, grev, direniş!” tutumu bu dönemdesaldırılara verilecek tok yanıtı özetlemektedir

4) Bölgemiz tekstil işçilerinin yaşadığı sorunlarınişlendiği bildiri, bülten gibi araçların işlevsel birbiçimde kullanılması, tekstil işçilerin eğitimi içinçalışmaların yapılması bu yönlü seminerler, paneller,toplantılar vb. örgütlenmeli,

5) Kadın işçilerin örgütlenmesinin önündeki çokyönlü engellerin aşılabilmesi ve örgütlü mücadeleyekatılımı için kadın işçilerin yoğunlukta olduğufabrikalarda sistemetik çalışmaların yürütülmesi içinkadın işçi komisyonlarının kurulması,

6) İşçi sınıfının bedeller ödeyerek kazandığıhakların gaspına yönelik saldırılara karşı etkin birçalışma yürütülmesi, bölgede sınıf dayanışması

bilincinin geliştirilmesi için çalışmalar yürütülmesi,grev ve direnişlerle dayanışmanın yükseltilmesi,

7) Aşağıda sıralanan talepler ekseninde ortakmücadelenin yükseltilmesi:

* İşten atılmalar yasaklansın!* Herkese iş, iş güvencesi ve sigorta hakkı!* İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari

ücret!* 7 saatlik işgünü ve 35 saatlik çalışma haftası! * Her türlü fazla mesai ve gece çalışması

yasaklansın! * 4857 sayılı İş Yasası (Kölelik Yasası), SSGSS

Yasası, “İstihdam paketi” iptal edilsin! * Tüm çalışanların grevli-toplusözleşmeli

sendika hakkı! * Herkese ihtiyaca uygun, sağlıklı ve güvenli

konut!* Parasız sağlık, parasız eğitim! * İşyerlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği

Kurulları olmalıdır! * İşyerlerinde doktor tam gün ve koruma

amaçlı tedavi için bulunmalıdır! * İşyerlerinde iş kazalarına ve meslek

hastalıklarına karşı koruyucu önlemleralınmalıdır!

* Kadın işçilerin ana ve çocuk sağlığına zararlıişlerde çalıştırılması yasaklansın!

* Doğumdan önce ve sonra üçer aylık ücretliizin, tıbbi bakım ve yardım!

* Kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreş veemzirme odaları açılsın!

* Esnek üretim, parça başı çalışma sistemleri vetaşeronlaştırma yasaklansın!

Tekstil İşçileri Kurultayı’nda alınan kararlardoğrultusunda, bölge tekstil çalışmasında yeni birdönem başlamıştır. Kurultay ile attığımız bu adım hakalma mücadelesinde atılmış bir adımdır. Bundansonraki çalışmalarımız kurultayda dile getirilenöneriler ve alınan kararlar ışığında sürdürülecektir. Budoğrultuda tüm tekstil işçilerini öneriler ve alınankararlar ışıgında yürütülecek olan bu mücadeleyeomuz vermeye, bu mücadelenin aktif yürütücüsüolmaya çağırıyoruz.

Esenyurt İşçi Platformu - Tekstil İşçileri Komisyonu

Temmuz 2009

Esenyurt Tekstil İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...

Krizin faturasını ödememek için bir adım ileri!

Gebze’de emekçiler yıkımlarakarşı yürüdü

Kocaeli’nin Gebze ilçesine bağlı Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan emekçiler 15 Temmuz günü kendimahallelerinden komşu mahallelere çağrı niteliğinde bir eylem gerçekleştirdiler. Bilindiği üzere Gebze’ninemekçi mahalleleri bir süre önce kentsel dönüşüm kapsamına alınmış ve karar yazılı olarak evlerine iletilmişti.

Kentsel Dönüşüm’ün “yıkım” anlamına geldiğini artık çok iyi kavrayan mahalle halkı hızla dernekleşerekyıkım karşıtı mücadelenin yolunu tutmuştu. Son olarak da mücadelenin komşu mahallelere de yayılmasıgerektiğini düşünen mahalleli başta Adem Yavuz Mahallesi olmak üzere yıkım kapsamına giren mahallelereyürüyüş gerçekleştirerek buralarda oturanları da sokağa çıkmaya çağırdı.

Cumhuriyet Mahallesi’nde toplanan yaklaşık 1000 kişinin katıldığı yürüyüş boyunca sayı daha da arttı.Eylemde, “Müteahhit başkan istemiyoruz!”, “Rantsal dönüşüme hayır!”, “Başkan şaşırma sabrımızı

taşırma!”, “Susma sustukça sıra sana gelecek!”, “Pencereden bakma sokağa çık!” sloganları atıldı. Polisinzaman zaman provoke etme çabalarına rağmen yürüyüşe başından sonuna kadar coşku hakimdi. Son olarakminibüs son duraklarında yapılan açıklamada Cuma günü Kocaeli Belediyesi önünde gerekleştirilecek mitingeçağrı yapıldı.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 14: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

ATV-Sabah’ta 150. gün...150 günü geride bırakan ATV-Sabah grevcilerinin

her Cumartesi akşamı Taksim tramvay durağındagerçekleştirdikleri eylemleri 11 Temmuz günü dedevam etti.

İzmir, Adana, Antalya, Diyarbakır, Bursa veTrabzon’da asılan grev pankartlarıyla yayılan grevinİstanbul ayağı geçtiğimiz haftalarda olduğu gibi buhafta da polis barikatıyla engellendi. Bunun üzerinekitle oturma eylemi gerçekleştirdi.

Basın açıklamasını okuyan Selim Sunerşunlarısöyledi: “6 ilde daha, Sabah-ATV binalarının önündengelip geçenler grevden haberdar olacak. ‘Ana akım’medya, bu greve sayfalarında yine yer vermeyecek.‘Ana akım’ politikacılar sessizliğini yine bozmayacak.Çünkü hiçbiri basında sendikanın söz sahibi olmasınıistemiyor. Eğer basına sendika girerse güç dengelerideğişecek. Kurdukları kirli ilişkiler nedeniylebirbirlerine mecbur hale gelen medya patronları ilepolitikacılar, istedikleri gibi at koşturamayacaklar.Muhabirlere yalan haber yazdıramayacaklar. Onlarıköstebek, şantaj masası ve tetikçi olarakkullanamayacaklar”

Eylemde Feminist Kolektif ve Yurtsever Cephe İşçiBirliği adına konuşmalar da yapıldı. Konuşmalardagrevin önemi ve şimdiden kazanılmış olduğuvurgulandı.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan bu haftakieylemde de yerini aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

HSGGP Tuzla’da eylemdeydi!HSGGP, 11 Temmuz günü Tuzla Gemi Tersanesi

önünde gerçekleştirdiği eylemle iş cinayetlerine veekonomik krizin faturasının işçi ve emekçilereödettirilmesine karşı mücadele çağrısı yaptı.

HSGGP’nin devam eden direniş ve grevleremüdahil olacağının duyurusunun yapıldığı açıklamaTuzla Gemi Tersanesi önünde başladı.

“Herkese sağlık, güvenli gelecek mücadelemizsürüyor, sürecek!” pankartının açıldığı eylemdekonuşan Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Başkanı konuştu.Ardından Limter-İş Genel Başkanı Cem Dinçtarafından gerçekleştirilen basın açıklamasında artıkbir ölüm havzasına dönüşen Tuzla’da son yaşanan

cinayetle birlikte, tersanelerde 127 kişininyaşamını yitirdiği, yüzlerce işçinin ise yaralandığıifade edildi.

Bir yandan iş cinayetleri devam ederken diğeryandan ise AKP hükümeti tarafından işçiölümlerini arttıracak yeni iş yasaları çıkartıldığınınsöylendiği açıklamada, TBMM’de kabul edilen veyeni iş yasasına eklenen özel istihdam bürolarıyla,işçilerin alınıp satılır hale getirilmeye çalışıldığıbelirtildi.

Yasanın sadece ücretli kölelik ticaretininyapılması ile sınırlanmadığı, işçilerin birikimleri veişsizlere ödenmesi gereken İşsizlik SigortasıFonu’nun yağmalanmasına da olanak sağladığıvurgulandı.

Açıklama, sermayenin saldırılarına karşı, baştasendikalar olmak üzere, tüm emek ve meslekörgütlerini, emekten yana olan herkesi mücadeleetmeye çağırarak son buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Emekli-Sen zamları protesto ettiEmekli-Sen, hükümetin yılın ikinci yarısında

öngördüğü 11 TL’ye denk gelen yüzde 1.83’lük zammıprotesto etti. Kızılay Yeni Karamürsel önünde biraraya gelen Emekli-Sen’liler özellikle AKP Hükümetiile birlikte emeklilerin ekonomik ve sosyalsıkıntılarının arttığına dikkat çekti.

Açıklama yapan Emekli-Sen Genel Başkanı VeliBeysülen, yapılan zammı emeklilere yönelik birhaksızlık olarak nitelendirdi. AKP’nin sermayekesiminin isteklerine öncelik verdiğini ifade edenBeysülen, emeklilerin sorunlarına hükümetin çözümbulmayacağına inandıklarını, tek seçeneklerinin iseörgütlenmek olduğunu vurguladı.

12 Temmuz’un aynı zamanda Emekli-Sen’inkuruluş yıldönümü olduğunu hatırlatan Beysülenşunları söyledi:“Bu gidişe dur demek için önümüzdetek seçenek vardır, örgütlenmek ve örgütlü gücümüzlebizi yok sayanlardan hesap sormak. Bugün bir kezdaha tüm emeklileri bu onurlu yürüyüşe sahipçıkmaya ve sendikamıza üye olmaya çağırıyor, yaşasınörgütlü mücadelemiz diyorum.”

Belediye-İş’ten paraşütlü eylemKocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde baskı ve

sürgün politikalarıyla örgütlülüğü tasfiye edilmeyeçalışılan Belediye-İş Sendikası, daha önce denizdegerçekleştirdiği “Tayyip protestosu”nun ardından bukez de havadaydı.

Belediye-İş’liler 8 Temmuz günü “Baskılarıkaldırın, sürgünleri durdurun” yazılı pankartla KocaeliBüyükşehir Belediyesi binası önünde paraşütlü eylemgerçekleştirdi. Havada gerçekleştirilen eyleme MimarSinan Köprüsü üzerinde bulunan belediye işçileri desloganlarla destek verdi.

Paraşütün yere inmesinin ardından pankartlayürüyüş gerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Kocaeli

Kent A.Ş.’de suç duyurusu...Kent A.Ş. işçileri geçtiğimiz hafta belediye meclis

toplantısında “Önce kovdular sonra dövdüler diyenlerunutmamalıdır ki, bu söylemleri bir güngerçekleşebilir. Biz yasalara bağlı kalmaya çalıştık.Ancak sabrımızı zorluyorlar. Oynanan oyunlarkimsenin yanına kar kalmayacak. Birileri tedbiralmazsa herkes kendi tedbirini alır. Bizim kimsedenkorkumuz yok. Yapılanların hiçbiri karşılıksızkalmayacak. Herkesin bir sabrı var. Kimse kimseninsabrını zorlamasın. Bazı şeyler, belediye başkanınınevinin önünde durup, başkanı sıkıntıya sokmayaçalışanlara yarar sağlamayacak. Birileri tedbiralmasa herkes kendi tedbirini alır” sözleriyle tehditlersavuran Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

İşçi ve emekçi hareketinden...

11 temmuz 2009 / Tasim

Page 15: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

İş cinayeti kurbanı Kütükdefnedildi!

Çeliktrans Tersanesi’nde, iş cinayetine kurbangiden Bayram Kütük

Bayram Kütük, 9 Temmuz günü Pendik-Esenyalı Seyit Seyfi Cemevi’nde düzenlenencenaze töreninin ardından Esenyalı Mezarlığı’nadefnedildi.

Cemevi önünde toplanan yaklaşık 400 kişi,gerçekleştirilen dini törenin ardından EsenyalıMezarlığı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşünardından Bayram Kütük, ailesi ve sevdiklerininağıtları eşliğinde defnedildi.

8 Temmuz günü Okmeydanı-Örnektepe’deoturan Bayram Kütük’ün ailesine taziyeziyaratinde bulunan TİB-DER üyeleri BayramKütük’ü son yolculuğuna uğurlayanlar arasındaydı.

TİB-DER üyeleri, mezarlıkta açtıkları, “Artıkölmek istemiyoruz! Patronlar sarayda işçilermezarda!” şiarlı pankartla, artık tersanelerdeölümlerin durmasını ve yaşanan ölümlerin teksorumlusunun gözlerini kâr hırsı bürümüş asalaktersane patronları olduğunu bir kez daha haykırdılar.Açılan TİB-DER pankartı mezara gelen tersanepatronları ve taşeron çevrelerince tepkiylekarşılandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

TİB-DER Çeliktrans önündeydi!Tuzla tersaneler havzasında 8 Temmuz günü

Çeliktrans Tersanesi’nde yaşanan iş cinayeti 11Temmuz günü Tersane İşçileri Birliği Derneği’ningerçekleştirdiği eylemle protesto edildi.

Çeliktrans Tersanesi önünde yapılan eylem içinTorlak Tersanesi önünde toplanılarak yürüyüşgerçekleştirildi.

“İş cinayetlerine...Ücret gasplarına...Ücretlerindüşürülmesine karşı işgal, grev, direniş! / TİB-DER”

pankartını açıldığı eylemde, iş cinayetiningerçekleşme biçimi hakkında bilgi veren TİB-DERyönetim kurulu üyesi Cahit Atalay’ın ardından TİB-DER Başkanı Zeynel Nihadioğlu açıklamayı okudu.

Açıklamada tersane patronlarının “Biz her türlüönlemi alıyoruz fakat işçi dikkatsiz, işçi cahil,işçilerin eğitilmesi lazım” ifadelerinin gerçekleriyansıtmadığı, tersaneler havzasındaki koşullardeğişmedikçe iş cinayetlerinin süreceği vurgulandı.

Devlet yetkililerinin yeni yönetmelikler getirdiği,yeni yasalar çıkarttığı ama bu yapılanlarıntersanelerdeki sermaye sahiplerinin çıkarlarınahizmet eden yönetmelik ve yasalar olduğu ifadeedildi. Göstermelik tersane kapatma cezalarınınverildiği, ama hiçbirinin tersanelerdeki ölümlerinönüne geçemediği belirtilerek tersanelerdekitaşeronluk sistemi son bulmadıkça, işçi sağlığı vegüvenliği önlemleri tam olarak alınmadıkçatersanelerde iş cinayetlerinin son bulmayacağısöylendi. Devlet yetkililerinin bu konuda hiçbir adımatmadığı ifade edilerek Tuzla’da tek çözümünişçilerin örgütlü mücadelesi olduğunun altı çizildi..

Kızıl Bayrak / Tuzla

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

11 Temmuz 2009 / Tuzla

hakkında suç duyurusunda bulundular.Genel-İş Sendikası yöneticileri ve Kent A.Ş. işçileri

9 Temmuz günü Karşıyaka Adliyesi’ne giderekBelediye Başkanı Cevat Durak hakkında 276 işçi imzalıdilekçeyle suç duyurusunda bulundular.

Cevat Durak’ın gazetelerde yayınlanan sözlerinikınadıklarını belirten Genel-İş Sendikası GenelSekreteri Kani Beko, “Sendika yöneticisi, işçi ya daailelerinden birine zarar gelirse sorumlusu belediyebaşkanıdır.” dedi.

HSGGP’den iş cinayetleri protestosuHSGGP, 10 Temmuz günü Kadıköy İskele

Meydanı’nda tersanelerde yaşanan iş cinayetleriniprotesto eden basın açıklaması gerçekleştirdi. Basınaçıklamasını İstanbul Tabip Odası Genel SekreteriHüseyin Demirdizen okudu.

Demirdizen konuşmasında, son günlerde işcinayetlerinin sayısının arttığını söyledi. “Buyaşananlara biz iş kazası değil iş cinayeti diyoruz.Kazaların büyük kısmı tedbirlerin alınmamasındankaynaklı yaşanıyor. Oluşacak sonuçlar biline bilinetedbirler alınmıyor. Göz göre göre insanlar birer birerölüyor.” diyerek yaşamların hiçe sayıldığını belirtti.

Açıklamada, krizin işçilerin yaşamına işsizlik, açlık,yoksullukla yansıdığına ayrıca krizin çalışmakoşullarını da dolaysız etkilediğine değinildi.Konuşmada, “İş cinayetlerini tetikleyecek yasalargecenin üçünde çıkarılıyor. Veto edilmiş olsa daçıkaracakları bugünden belli. Çalışma koşulları gittikçekötüleşecek. Bugüne keder çıkarılan yasalarınsonuçlarını gördük.” denilerek HSGGP’nin tümgelişmelerin takipçisi olacağı ve gelişmeleri kitlelereanlatmaya devam edeceği söylendi.

Açıklamının ardından iskele çıkışında bildiridağıtımı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Gebze BDSP’den E-Kart ziyareti

Gebze BDSP 1 yılı aşkın süredir grevde olanBasın-İş Sendikası üyesi E-Kart işçilerine 11Temmuz günü destek ziyaretinde bulundu.

Geçen hafta Gebze’de yapılan işçi toplantısındaalınan karar doğrultusunda gerçekleştirilen ziyarettesınıf dayanışmasını yükseltme vurgusu ön planaçıktı.

“İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! E-Kart işçisiyalnız değildir” ozalitinin açıldığı ziyarette ilk olaraksöz alan Basın-İş Sendikası İstanbul Şube BaşkanıLevent Dinçer “BDSP gerek fabrika önünde, gereksealanlarda her zaman yanımızda oldu. Destekleriniher zaman bekliyoruz” diyerek dayanışmanınönemine vurgu yaptı.

Ardından BDSP adına yapılan konuşmada, kriziçerisinde çırpınan patronların kendilerinin yarattığıkrizin faturasını işçi ve emekçilere yüklediği,emekçilerin kitlesel işten atmalarla, hak gasplarıylakarşı karşıya kaldığı, anayasal bir hak olan sendikahakkının tanınmadığı ve işçilerin kapı önünekonduğu, sermayenin yeni istihdam alanları açılacağıyalanına sığınarak işsizlik fonunu patronlarınyağmasına açtığı ifade edildi.

Bir metal işçisi yaşanan sorunların ortakolduğunu dolayısıyla çözümün de birleşik kitleseldevrimci bir sınıf çizgisi etrafında mücadeleetmekten geçtiğini söyledi. Ziyaret, grevci işçilerleyapılan sohbetin ardından son buldu.

Kızıl Bayrak / Gebze

Tersanelerden...

Page 16: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine...16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

CMYK

- Kapitalist sistem çok boyutlu bir kriz yaşıyor.Türkiye’yi de etkisi altına alan bir kriz süreci var.Öyle ki artık açık bir depresyondan bahsedilebilir birboyuta ulaşmış bulunuyor. Sizce krizin işçi sınıfına,onun mücadelesine ve örgütlenmesine etkisi nedir?

- Önce krizi tanımlamakta yarar var. Kapitalizm,dönemsel olarak kriz üreten bir doğaya sahiptir. Krizbir yanıyla sistemin iç çelişkilerini şiddetle dışa vurur,diğer yanıyla kapitalist gelişmenin asli bir özelliğinioluşturur. Ayrıca kriz sermaye birikiminin iticigücüdür. Kapitalizmde iki tane kriz tipi vardır; birtanesi kısa çevrimli ya da olağan çevrimli krizlerdir,diğeri ise büyük bunalımlar diyebileceğimiz krizlerdir.

Son 25 yılda bu kısa çevrimli krizlerden bir dizisiyaşandı. 1984 Meksika ve Brezilya borç krizi, 1987New York borsasının çöküşü, 1993 Sterlin krizi, 1994Meksika-Türkiye krizi, 1997 Doğu Asya krizi, 1998Rusya ve Brezilya krizi, 1999-2000 Latin Amerikakrizleri, 2001 New York borsasında başlayan ve dünyaborsalarını etkileyen dalga ve 2001 Türkiye krizi bukriz tipinin örnekleridir.

Bu kriz tipinin genel özelliği bölgesel, sektörel vekısa dönemli (birkaç yıl süren) olmasıdır. Ve bukrizlerde kapitalizm kendi anarşisini, çelişkilerini vekendi toksinlerini atar. Yaşadığımız kriz ise içerikitibariyle kısa çevrimli bir kriz değildir. Çünkü finanssektörüyle başladı, bununla beraber reel sektöre,üretim sektörüne yansıdı. Zaten bir kriz finanssektöründen başlayıp üretim sektörüne yansıyorsa bukrizin mahiyeti değişmiştir. Bu kriz, sorunuz itibariyledepresyondur veya büyük bunalımdır. Ben “Büyükbunalım”ı kullanmayı tercih ediyorum. Peki büyükbunalımların özellikleri nedir? Kapitalizmin 250 yıllıktarihinde üç tane büyük bunalım yaşandı: “1873-1893Büyük Bunalımı”, “1929-1939 Büyük Bunalımı” vebu son krizin de tarihsel öncülü olan “1974-1975Büyük Bunalımı”

Bu krizlerde de şöyle bir özellik var. Birinci olarakbunlar küresel mahiyette olan krizler... İkinci olaraksenkronize bir özellik taşıyorlar. Senkronizasyonun daiki ayağı bulunuyor: Birinci ayağı kriz sektördensektöre yansıyor. Ayrıca ülkeden ülkeye sıçrıyor.

Senkronizasyonun ikinci ayağı ise krizin çokboyutluluğudur. Ben çok boyutluluğu şu mahiyette elealıyorum. Kriz sadece ekonomik bir kriz değildir.Bunun yanında bir uygarlık krizi yaşanmaktadır.Ayrıca yakın zamanda Haiti ve Mısır’da ekmekayaklanmalarında görüldüğü gibi gıda krizi kapıdadır.Diğer taraftan ekolojik kriz, bütün yakıcılığıylakendini hissettirmektedir. Bu dünyanın ve tümcanlıların sonunu işaretleyen bir gelişmedir. Bir başkaboyutuyla konformizm, tüketim terörü, hedonizmleözdeşleşmiş bir sistemin etik krizi de açığa çıkmıştır.Bunun yanı sıra krizin hızlı deforme edici etkisi vardır.Metropoller dahil, ikinci kuşak ülkelerde sanayide ve

ticarette büyük çöküşler yaşanmaktadır. Böylesisüreçler sınıf mücadelesinin ve politik mücadeleninkeskinleşeceği bir dönemi işaretler. Sınıfsalkutuplaşma inanılmaz derecede artar. Sınıfsal gerilimmaksimum noktaya ulaşır. Ve böylesi dönemlerde ikitane olasılık ortaya çıkar. Birincisi, devrim olasılığıveya imkanı, ikincisi ise karşıdevrim olasılığıdır.Devrimin imkanı işçi sınıfının örgütlülüğü ve onunsiyasal öncüsünün örgütlülüğüne bağlıdır. Eğer buyoksa karşıdevrimin tehdidiyle karşı karşıyayızdemektir. Bugünkü koşullarda böylesine birkatastrofun yaşanması olasıdır.

Sorunuzla da bağlantılı olarak bütün bu negatifduruma rağmen bence inanılmaz şansların da olduğubir dönemin başlangıcındayız. Bir kere devletinniteliğinin açığa çıktığı bir döneme girdik. Devletinsermaye ile gerçek anlamda organik ilişkisini netolarak gösterebilecek bir süreçteyiz. Marks “DoğuSorunu”nda, Gramsci doğu ve batı toplumlarını analizedip, devrim kuramı üzerindeki çalışmalarında, MahirÇayan’ın “PASS çözümlemesi”nde, İbrahimKaypakkaya’nın “patron-ağa devleti” tanımlamasındave kır-kent diyalektiğinde hep bu sorun işlenmiştir.Yani devlet ve devrim sorunu ele alınmıştır.Yaşadığımız süreç belki de bizim 30-40 yıldan berisınıfa ve kitlelere anlatamadığımızı, hayatanlatmaktadır. Ve devletin açık niteliği ortayaçıkmıştır; yani sermayenin hem uşağı, hem de dostu

olması ve parazit bir yapı olduğu artık alenidir. Bualeniyetin bilinç düzeyine sıçramasının muazzamyıkıcı bir etkisi olacağını düşünüyorum. Sınıfa bunuson derece iyi anlatabileceğimiz koşullarda yaşıyoruz.Yeter ki bu konuda ajitasyon ve propagandaçalışmaları yapılsın. Ama ne yazık ki bu çalışmalaryeterince yapılmıyor. Ayrıca 30 yıldan beri neoliberalideolojik terörün ve akıl tutulmasının kırıldığı birdöneme girdik. Bu dönem devrimin ve komünizmin enyoğun bir şekilde propagandasının yapılacağı birdönemdir. İşçi sınıfı biliminin sınıfla bütünleşeceği vemaddi bir güç olabileceği bir dönemdir. Sınıfı bumanada toplumsal maddi güç haline getirebilirsek sonderece önemli olanaklar sağlayacağımızıdüşünüyorum. Somut olarak sınıfa döndüğümüzdekarşımızda şöyle bir problem var: Bugün sınıfın benceen temel sorunu bilinç ve kimliğinde yaşadığıdeformasyondur. Sınıf neoliberal karşıdevrimcipolitikalar sonucunda bilinç ve kimliğinde muazzambir deformasyon yaşadı. Bağlantılı olarak eylem gücüve örgütlenme potansiyelinde de zaafiyet gösterdi.Sınıf bir negatif diyalektik içinde. Bu negatifdiyalektiğin aşılması ancak bizim sınıfın bilinç vekimliğinin gelişmesi için gösterdiğimiz çabalarabağlıdır. Bu çaba aynı zamanda sınıfın eylem gücü veörgütlenme kapasitesini arttıracaktır. Veya tam tersi,sınıfla kurabileceğimiz her türlü örgütsel ilişki ya dasınıfın yaratacağı her türlü eylem beraberinde bilinç ve

Tez-Koop-İş Genel Eğitim Danışmanı araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...

“Ruhumuzu, aklımızı, yüreğimizi işçi sınıfıyla bütünleştirebilmeliyiz!”

Page 17: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine... Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009H Kızıl Bayrak H 17

CMYK

kimliğinin yaratılması anlamına gelecektir. Sizin de yazılarınızda bahsettiğiniz gibi bence bu

dönem her eylemin manifestolaştırılması gereken birdönemdir. Sınıfın yaratacağı her direnişi, her eylemi,her grevi bir manifesto haline getirebilirsek hiçbeklemediğimiz muazzam olanakların sahibi olabiliriz.Bir yerde başlamış bir direniş, bir yerde başlamış bireylem tüm döneme hitap edebilir, dönemin bütünözelliklerini içinde taşıyabilir. Büyük bir anaforyaratabilir. Bu anlamda model eylemlerin yaratılmasıdoğrultusunda kafa yormak zorundayız. Yaratacağımızher deneyim sınıfın yeniden yapılanmasının da önünüaçacaktır. Belki de mikro müdahaleler (bazıları içinçok basit müdahaleler gibi gözükebilir) büyük biralevin ortaya çıkmasına, muhteşem pratiklerindoğmasına neden olabilir. Böyle bir diyalektiğinyaşandığı bir dönemdeyiz diye düşünüyorum. Bu krizbunun olanaklarını açtı. Dinginlik döneminde bunu bukadar rahat konuşamazdık ama kriz öyle bir ortakruhhali ve kolektif refleks yarattı ki bir fabrikadabaşlayan grev veya direnişin işçi havzalarını, sanayibölgelerini hatta illeri bile tutuşturacak özellikleresahip olacağını düşünüyorum. Çünkü her havzada, heratölyede, her fabrikada sınıfsal öfke ve kin var. Ve buöfke ve kin birikiyor.

- Bugün belli çıkışları (Taksim 1 Mayısı, mevzidirenişleri vb) dışta tutarsak sınıf hareketinde birdağınıklık ve tıkanma var. Sizce bunun temelnedenleri nelerdir?

- Bence bu durumun iki temel nedeni var. Birinciolarak işçi sınıfı 12 Eylül faşist diktatörlüğününyarattığı tahribatı ve bunun sarsıcı sonuçlarını yaşıyor.Bağlantılı olarak konsantre bir karşıdevrim sistematiğiolan neoliberal politikaların sınıfın üzerindeki yıkıcıetkileri sürüyor. İkinci boyutu ise, sınıfın amorfeolduğu, organik birliğinin dağıldığı, şekilsizleştiği budönemde siyasal öznelerin sınıfla kurduğu ilişkioluşturuyor. İşçi sınıfı bütün bu sorunları yaşarkensiyasal özneler bu sorunlara yanıt verecek politikalargeliştiremedi. Bu etkenler sizin de belirttiğiniz gibisınıf hareketinin yaşadığı yoğun dağınıklığa yol açtı.Sınıf hareketleri tüm devrim tarihleri boyuncadağınıktır ve temel problemi birlik sorunudur veyasiyasal şekillenme sorunudur. Bunu hep yaşar. Sorunzannedersem bu dağınıklık dediğimiz yerde bizimBolşevikler gibi doğru politikalar izleyen, nereyevuracağını bilen, nereden sonuç alınacağını bilenadımlar atmamıza bağlıdır. Devrimciliğin sırrı vekudreti buralarda saklıdır. Dağınıklığın aşılması biryanıyla zamana bağlıdır, diğer yanıyla da birbiriktirme faaliyetine ihtiyaç duyar. Sınıflarmücadelesi öz bir ifadeyle bir biriktirme sürecidir.Yani sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkaran bir biriktirmesüreci. Örneğin ben kriz sonrasındaki fabrika işgalieylemlerine muazzam önem veriyorum. Bunlar aslında

sınıfın bir muktedir olma, yapabilme, kendinigerçekleştirebilme ve yıkıcı gücünü hissedebilmedeneyimleridir.

Sorun, bu deneyimlerin sınıfın kolektif bilincinedönüşüp dönüşmediğidir. Bence krizin hissedilmesiylesınıf reaksiyonunu verdi. “Bu kriz benim ontolojime,varlığıma etki edecek bir içerikte” dedi ve buna en sertyanıtı verdi. Sınıf teorisi ve tarihi üzerine çalışan birarkadaşınızım. Uluslararası işçi hareketlerideneyimleri içinde en radikal eylem biçimi fabrikaişgal eylemleridir. İşçi sınıfı anlattığımız bağlamdakidağınıklığına rağmen somut örnekler yarattı. Sinter,Brisa, Gürsaş, Tezcan gibi. Diğer taraftan gene budönemde önemli bazı pratikler de ortaya çıktı. Örneğinmodel kimlikler oluştu. DESA’daki Emine Arslanbuna somut bir örnektir. Dönemin model kimliğidir.Model kimliği ben şöyle ele alıyorum; bir tarihseldönemin bütün özelliklerini kendinde toplayan kişidiro. Kriz sürecinde işten atılmalara, geleceksizliğe karşıne yapılması gerektiğini, Emine Arslan bir dava kadınıolarak ortaya koymuştur. MEHA’daki Saliha Gümüşarkadaşımız da yeni dönemin kimliklerinden biridir.Model eylemlerimiz de var. İşgal, direniş grev gibi.Sorun galiba bizde yatıyor. Bizim kendi modelkimliğimizi, devrimci-proleter kimliğimizi, sınıfdevrimcisi olma kimliğimizi hissettirmek ve kabulettirmekten geçiyor.

- Şöyle de denebilir mi? İşçi hareketi yenidenyapılanıyor. Devrimci siyasal hareketler de buna göreyapılanmak durumunda.

- İşçi sınıfı krize karşı refleksel ve ontolojik birtavırla yanıtlar üretiyor. Bu yanıtları sınıfın yenidenyapılanmasının temel taşları olarak değerlendirebiliriz.Ama bence asıl önemli olan sınıf, hangi yoldangidilmesi gerektiğini gösteriyor. Yolu işçi sınıfınınyolu olanların izlemesi gereken pusula bu. Fabrikaişgal eylemleri yol gösteriyor. Bu konuda uluslararasıiki örnek vereyim: Fransız işçi sınıfı işyerikapatmalarına karşı rehin alma eylemlerine başladı.Metropoldeki bir rehin alma eylemi muazzam bireylemdir. İngiltere’de “korsan grev” denilen bir grevtarzı yaratıldı. Sendikal bürokrasiyi işlevsiz bırakan,sarsıcı, spontane grevler. Korsan veya yasadışı grevlerdiyorlar bunlara. Vahşi grevler diye nitelendiriliyor. Bugrevlerde göçmen işçilere karşı faşistler devreye girdiama İngiliz işçi sınıfı bu hareketi etkisiz bıraktı. İngilizişçi hareketi de yılların rehaveti içinde olan birhareket... Bir tarafta korsan grevler, rehin almaeylemleri, bir tarafta da Sinter’ler, Gürsaş’lar... Birenternasyonal dalganın zeminleri bunlar ve bu dalgaradikal bir dalga... Sorun; ruhumuzu, aklımızı,yüreğimizi işçi sınıfıyla bütünleştirebilmektir. Onlarınvar oluşuyla, kendi var oluşumuzu birleştirebilmektir.Sınıf hareketinin yeniden yapılanmasına yönelik herçaba, aslında bizim de yeniden yapılanmamızı ifade

eder. Var oluşumuz bu yeniden yapılanma içinde manakazanır.

- Kriz sürecinin işçi hareketinin gelişip büyümesiaçısından taşıdığı imkan ve olanaklardan söz ettik.Diğer yandan ise yaşanan kriz sürecinin sınıfiçerisinde yarattığı en temel olumsuz etki nedir?

- Benim hissettiğim, deneyimlerimden degördüğüm en temel duygu korku ve endişe...İnanılmaz bir korku yaşanıyor. Gelecek korkusu,işsizlik korkusu... çünkü Türkiye’de işsiz kalmakölümle eşdeğer... Kriz bir korunma refleksi olarakbazen yok sayılıyor. Ama üzerlerindeki kara bulutgözlerinden okunuyor. O bulut açlık, işsizlik,geleceksizlik ve bunun yarattığı bir korku... Bukorkuya karşı örgütlülüğü, kolektif davranmayı öneçıkarabilirsek, sınıfsal öfkeyi tetikleyebiliriz. Ya da bukorku içe kapanmaya, riayete veya itaate dönüşür.Sermayeye sınıfın yeniden disipline edilmesi ve yenikontrol mekanizmaları oluşturulmasına olanak sağlar.Siyasal İslam ideolojik bir çimento olarak bu korkuyumanipüle edip, yeni rıza mekanizmaları üretebilir.Böylesine bir tehlikeye karşı ve Marks’ın “Almanİdeolojisi”nde belirttiği gibi, çağların bilinçlerdeyarattığı negatifliklerin de farkında olarak sınıflaorganik, hakiki ve sahici bir ilişki kurmalıyız. Sınıflakurduğumu ilişkiyi (7x24 formülü diyorum ben ona)günün 24 saati haftanın 7 gününe yaymalıyız.Unutulmasın böylesine bir korku sınıfın devrimcikimyasını bozucu bir niteliktedir. Bizim için önemliolan nokta da burası. Eğer sınıfın devrimci kimyasıbozulursa çok fazla hareket edeceğimiz zemin dekalmıyor. Bu korkuyu sınıfsal öfkeye ve kineçevirebiliriz ve buna ihtiyacımız var. Sınıfsal öfkeyibireysel öfkeden ayrı tutuyorum. Çünkü o öfkekolektif reaksiyonun, örgütlenme ihtiyacınınolanaklarını sağlar. Bence kapitalist kriz bunazeminlerini yarattı. Görev yine bizlere düşüyor. Bizlerkatalizör gibi bu sürecin içerisine girebilirsek ciddiolanaklar yakalayabiliriz.

- Sizin mevcut tablo karşısındaki çözümönerileriniz nelerdir?

- Çözüm önerisini yine sınıflar mücadelesininiçinden çıkarabiliriz. Taban örgütlenmelerinin en temelörgütlenme biçimi olduğunu düşünüyorum. Bildiğinizgibi Rus devrim tarihinde, 1896-1897 grevlerinde,grevlerin örgütlenmesi ve koordine edilmesibağlamında ortaya çıkan örgütlenmeler bunlar. Rusişçi sınıfının dünya işçi sınıfına armağanı. Tabanörgütlenmeleri çok boyutlu bir içeriğe sahiptir. Sınıflarmücadelesinin değişik momentlerinde yeni biçimlerkazanabilen bir yapı özelliği gösterirler. Devrimcidurumlarda Sovyetler’e dönüşmeleri gibi. Aslındataban örgütlenmeleri bizim nasıl bir komünizmistediğimizin de göstergesidir. “İşçi sınıfının kurtuluşukendi eseri olacaktır” tanımlamasının sırrı da burada

Tez-Koop-İş Genel Eğitim Danışmanı araştırmacı-yazar Volkan Yaraşır ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...

“Ruhumuzu, aklımızı, yüreğimizi işçi sınıfıyla bütünleştirebilmeliyiz!”

Page 18: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine...18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

yatar. Taban örgütlenmeleri sınıfın her katmanının,yani sendikalı, sendikasız, güvencesiz, sokak işçisi,marjinal sektörde çalışan ve işsizlerin kendiözgünlüklerinden hareket ederek oluşan ve sınıfı hızlaşekillendiren yapılardır. Taban örgütlenmeleri buanlamda sınıfın kolektif gücü, kolektif refleksi,kolektif düşünmesi ve kolektif müdahale etmesidir.Sınıfın organik birliğinin dağılması, amorfe oluşu,taban örgütlenmeleriyle aşılır ve bağımsız birleşiksiyasal gücünün açığa çıkması bu örgütlenmeleraracılığıyla sağlanır. Taban örgütlenmeleri bu anlamdagerçekten tabanın söz ve karar sahipliğini yaratan hattahoşlanmadığım bir argümantasyon ama “tabandansosyalizm”in yaratılmasının ifadesi olacak birörgütlenme modelidir. Yani sosyalizmin işçi sınıfınınve kitlelerin eseri olduğunu gösteren temel birörgütlenme biçimi.

- Taban örgütlenmelerinin kriz koşullarındasınıfın bugün yaşadığı olumsuz durumundançıkışında rolü ne olabilir?

- Taban örgütlenmelerinin şunu sağlayacağınainanıyorum. En başta sınıfa özgüven verecektir. Sınıfatemel ihtiyaçlarından biri olan muktedir olmayeteneğini kazandıracaktır. Bu örgütlenmelerle işçisınıfı yıkıcı gücünü anlıyor ve farkına varıyor. Sıradanbir işçi bu örgütlenmelerle bir özne olma sürecinegiriyor. Değiştirebilme gücünü kavrıyor. Sınıförgütlüyse her şey olduğunu ama örgütsüzse hiçbir şeyolduğunu hissediyor. Her şeyden önce sınıfınonurunun ekmek kadar önemli olduğu anlaşılıyor.Sınıf kardeşliği pratik içinde inşa ediliyor. Bunlarınson derece önemli olduğunu düşünüyorum.Bahsettiğimiz devrimci kimya ve yıkıcı güç buralardanbeslenir.

- Sizce bir işçi havzasında taban örgütlenmesi ilkolarak nasıl başlayabilir? Birçok arkadaşımız bualanda bir şeyler yapmak istiyor ama nereden venasıl başlayacağıyla ilgili sorular olabiliyor. Bukonuda sizin kendi deneyimleriniz üzerindensöyleyeceğiniz şeyler vardır.

- Taban örgütlenmesi, iki kişinin bir araya gelip“hadi taban örgütlenmesi kuralım” demesiyle olmuyor.Somut sorunlardan başlaması gerekiyor. Her işyerininkendine has somut sorunları vardır. Ücretlerzamanında ödenmiyordur. Patronun keyfiuygulamaları, baskısı vardır. İşyerinde, iş saatlerindeyaşadığımız sorunlar aslında taban örgütlenmesininmayalandığı zeminlerdir. Bunlar yemeklerin düzgünçıkmaması, çay saatlerinin olmaması veyadüzensizliği, tuvalete gidip gelmelerin sınırlanmasıgibi sorunlar olabilir. Patronun veya temsilcilerininMobbing’i, hakaretleri başlangıç noktası olabilir.Birkaç duyarlı arkadaşın “bu sorunlara karşı biz neyapabiliriz?” sorularını sorması ve hareketegeçmesiyle taban örgütlenmesi doğmaya başlar. Busoruyu soran arkadaşın hemen yanı başında bu soruyupaylaşacağı birileri vardır. İşte çekirdek yapıyı kurduk.Çekirdek yapı, bir işyerindeki en duyarlı, bu zamanakadar da en güvendiğimiz gündelik hayatta da doğalişçi önderi olarak kabul ettiğimiz arkadaşların biraraya gelmesiyle oluşan bir örgütlenmedir. Bu 3-5kişilik çekirdek ilişkinin görevi, gücü oranında oradakibütün çalışan arkadaşları harekete geçirmektir. Buçekirdek ilişki işyerindeki tüm işçi arkadaşlarımızınkolektif iradesini yansıtabiliyorsa ve ondan güçalabiliyorsa tipik bir taban örgütlenmesidir. Artık sınıfkendi geleceği hakkında karar veriyordur ve rotayıbelirliyordur. Doğrudan demokrasinin zeminleriniörüyordur. Buralardan başlamalı. Bu kadar basit veyalın ama bu yalınlık olağanüstü dönemlerdeolağanüstü bir örgütlenmeye evrilebilir. Bir bakarsınızaynı işveren fabrikayı kapatır artık oradaki tabanörgütlenmesi işgal komitesine dönüşür. Alın sizedevletle açık çatışma alanı. Muazzam yalınlık vesıradanlık bir bakarsınız sınıf mücadelesinin en sertorganizasyonuna dönüşmüş olur. Sınıf mücadelesi

biraz böyle bir şeydir. - Taban örgütlenmesi çalışmaları sadece işyeri

merkezli mi yürütülmelidir?- Bu konuda neden işyeri merkezli olmalı veya biz

neden işyeri esaslı çalışıyoruz? Neden fabrika temellibir örgütlenme tarzını temel aldık veya buna Leninistörgütlenme tarzı diyoruz?

Mesela Kapital’in sistematiği şudur: Kapitalmikro-kozmosla hareket eder. Mikro kozmos nedir?Fabrikadır. Marks fabrikaya bakar, fabrikanınilişkilerini çözer ve makro kozmosun tanımlamasınıyapar. Yani Kapital’i çözümler. Bu anlamda Kapitalsınıfın ideolojik bir silahıdır. O kitab-ı külliye aslındasınıfın ideolojik-teorik donanımıdır. Marks şundandolayı mikro kozmosa yönelmiştir. Çünkü emeklesermaye çelişkisinin veya antagonizmanın en çıplak enacımasız yaşandığı yer burasıdır. Kapitalizmin acıyanyeri burasıdır. Biz de buradan hareket ediyoruz.Dünyayı dar sınırlar içinde değerlendirmiyoruz. Tipikbir ‘uvriyerist’ bir ağızla konuşmuyoruz. Biz aslındaşöyle bir tanımlama yapıyoruz. Biz ‘işçici’yiz.İşçicilerin en önemli özelliği şudur: Sınıfı,komünizmin kurucu bir öznesi olarak gören ve sınıfınyıkıcı gücünü açığa çıkartmayı kendi ontolojileriolarak kabul edenlerdir. Fabrika örgütlenmesi sınıfınyıkıcı gücünün açığa çıktığı tek alandır. Fakat öteyandan hayatın diğer alanlarının kapitalizm tarafındansömürgeleştirildiğinin farkında değil miyiz?Farkındayız, evet, hayatın diğer alanları da(pankapitalizm diyorlar ona) kapitalizm tarafındansömürgeleştiriliyor. Ama sorun buradaki ana halkayıbulmak, büyük anaforu yakalamak. Buradaki büyükanafor fabrikadır veya atölyedir. Bugünkü ifadeyletanımlayalım ‘postfordist fabrikalar’dır. 249 taneorganize sanayi bölgesidir. Fordist fabrika gibidüşünülmesin. Tanımladığımız bu döneminfabrikasıdır. O zaman burası başlangıç alanıdır. Nedenbaşlangıç alanıdır? Çünkü kapitalizmin acıyan yeriburasıdır. Sınıfın yıkıcı gücünün tetiklendiği yerburasıdır. Hatta sınıfın kurucu özne olma hali deburada yatar. Peki hayatın diğer alanlarınınsömürgeleştirilmesinin farkında değil miyiz?Farkındayız ama burada yaşanan sorunlar, bunlarnedir? Varoşta yaşanan sorunlardır, kent sosyolojisininyarattığı sorunlardır, daha da ileri gidelim ekolojiksorunlardır, kadın sorunudur. Bunlar aslında bir başkadüzlemde bu büyük anaforun çeperindeki küçükanaforlardır. Şimdi siz küçük anafordan büyük anaforuokuyamazsınız. Ama büyük anaforu anladığınızdaküçük anaforları çözebilirsiniz. Problem böyle birproblem. Bu anlamda sınıf örgütlenmesinde fabrikaörgütlenmesini veya bu dönem postfordist fabrikalarıbaz almamızın nedeni sınıfın yıkıcı gücünü açığaçıkartmaktır. Ama yaşam alanını da ihmal etmiyoruz.Hatta boş zamanını da ihmal etmiyoruz. Sınıfın 24saatine, hem yaşam alanına, hem çalışma alanına hemde boş zamanına müdahale edeceğiz. Çünkü problem“yeni bir insan” yaratmaktır. Nesneleştirilmiş vekonsantre bir yabancılaşma içindeki insanı, -çünkükapitalizm işçiyi nesneleştirir ve makinenin dişlisihaline getirir- kendi kaderi hakkında karar verecek birinsana dönüştürmek zorundayız. Özneleştirme budur.Şimdi bu işçinin bu anlamda 24 saatine ve 7 gününehitap etmek zorundayız. Ben ona 7x24 formülüdiyorum. Burada esas önemli nokta neredenbaşlayacağımızdır. Tabiî ki asıl olan, yıkıcı gücünbaşladığı ve özneleşmenin rahmi olan yerdir. Yanifabrikalardır. E. P. Thompson burası için “politik isyanodağı” ifadesini kullanır. Yaşam alanı ve boş zamanbunun türevidir. Ama asla ihmal edilmemesi gerekentürevlerdir. Bunu eğer yapmazsak şöyle bir şey olur:Bugün Türkiye solunun değişik eğilimleri varoşu,yaşam alanlarını baz alıyor veya bunun üzerindenmistifikasyonlar yapıp, tezler geliştiriyorlar. Butezlerin ciddi riskler taşıdığını ve ağırlıkla öykünmeolduğunu düşünüyorum. Öykünmenin kaynağı Latin

Amerika’daki yeni popülist hareketlerdir. Ne yazık kibu hareketler de özgünlüğünden kopartılıp, özelliklebu hareketler içindeki işçi dinamiği gözardı edilerekele alınmaktadır. Weberci bir tanımlamayla Türkiyekapitalizmi irrasyonel bir kapitalizmdir. İrrasyonelkapitalizmde siz bilmeden kapitalizmi rektifiyeedebilirsiniz. Veya kapitalizm sizi absorbe eder.“Lümpen kapitalizm’de” lümpen şehirleşmeninyarattığı ve neoliberal karşı devrim saldırısınınderinleştirdiği su sorunu, konut sorunu vb. bir dizisorun yaşanır. Bu sorunlar aciliyeti olan sorunlardır vebunlara cevap üretilmelidir. Fakat bütün bu çalışmaanti-kapitalist bir içerikte olmazsa, sınıf eksenli birçalışmanın paralelinde gelişmezse bir bakarsınız kiçalışmalarınızın özü reformist bile değildir. Hedefinizrasyonalize edilmiş veya “insanileştirilmiş” birkapitalizm olur. Böylesine çabalar az öncebahsettiğimiz içerikten yoksunsa, kapitalizmin işine degelebilir. Hatta size olanak da sağlayabilir. Brezilya’daMST örneği bir boyutuyla bu türlü bir riskitaşımaktadır. MTS’nin bu yönü genellikle bilinmezveya tartışılmaz. Eğer MTS antikapitalist bir hattayürüyemezse, Brezilya kapitalizminin rektifikasyonaraçlarından birine dönüşme riski taşımaktadır. Evet,yaşam alanları, varoşlar kapitalizmin sömürgeleştirmealanlarıdır. Ama asıl eksen unutulmamalıdır. O danereden başlayacağımızı ve nereden vuracağımızıbilmektir. Dikkat edin sermaye bu ekseni, yanifabrikayı son derece rafine bir şekilde koruyor. Yenipostfordist fabrikalar olan organize sanayi bölgelerininiçine giremiyorsunuz bile. Bu yeni “emek vahaları”aynı zamanda sermayenin yeni karakollarıdır. Çünküburaları isyan odaklarıdır ve sermaye bunu biliyor.Bundan dolayı özel güvenlik sistemleriyle korunuyor,kameralarla denetleniyor, mafyayla, polisle işbirliğiyapıyor, kendine uygun steril alan yaratmaya çalışıyor.Çünkü sermaye buranın can damarı olduğununfarkında. Sabra Tekstil deneyimi bu gelişmelerin açıkgöstergesidir. Sabra Tekstil’i Türkiye solualgılayamadı, anlamadı ve bence önem de vermedi.vaka-ı adiye olarak görüldü. Bence Sabra Tekstil olayıönümüzde yaşayacağımız karşıdevrimci gelişmelereışık tutmaktadır.

- Sol harekette ‘uvriyerizm’ ve ‘işçicilik’kavramları genelde eş kavramlar olarak kabul edilir.Siz bunu farklı bir biçimde kullanıyorsunuz. Bukavramları biraz açar mısınız?

- Türkiye’de sol çevrelerde uvriyerizmle veişçicilik eşanlamlı kullanılmaktadır. Bu son dereceyanlış bir yaklaşımdır. İşçicilik, işçi sınıfının tarihselrolünü ve sınıf mücadelesindeki yerini kabul eden, işçisınıfını, aynı zamanda komünizmin kurucu öznesiolarak değerlendiren bir akımdır. Marksizm eğer birsınıf teorisiyse, marksist olmak zaten işçici olmaktır.Uvriyerizm ise, işçi sınıfı vurgularına rağmen, onundevrimci niteliğinden korkan, onu nesneleştiren vekapitalizme yedekleyen, yıkıcı gücünü absorbe edeneğilimleri bünyesinde barındırır. Bazı arkadaşlarkarıştırıyor. Biz işçiciyiz. O anlamda önemli bir ayrımnoktasındayız. Uvriyeristlerle bizim alakamız yok.Uvriyeristler sınıfın devrimci gücüne inanmayan vesınıfın yıkıcı gücünü boşaltan eğilimlerdir. Biz tamtersine sınıfın devrimci gücüne inanan ve sınıfın yıkıcıgücünü açığa çıkarmayı görev bilmiş insanlarız.

- Son olarak işçi ve emekçi kitlelere ve KızılBayrak okurlarına ne söylemek istersiniz?

- Yolumuzun doğru bir yol olduğuna ve işçisınıfından öğrenmek gerektiğine inanıyorum. İşçisınıfı rotayı gösteriyor. Kutup yıldızı işlevi görüyor.Bence yaşadığımız dönemde çok avantajlı birdurumdayız. Ara akımların fiilen bittiği birdönemdeyiz. Bu dönemde tek bir görev var, o da sınıfdevrimciliği yapmak. Buna layık insanlar olmakzorundayız. Ve kutup yıldızının açtığı pusulayla dahareket etmek zorundayız. Tarihimizdeki kızılbayrağın rolü de budur zaten.

Page 19: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Parti değerlendirmeleri 3-4 çıktı! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Parti Değerlendirmeleri-3SunuşBundan yaklaşık üç yıl önce okura sunulan Parti

Değerlendirmeleri’nin ilk iki cildi, TKİP’nin kuruluşunubaşlangıç noktası olarak alıyor ve 2006 Nisanı üzerindengeride kalan yaklaşık 8 yıllık dönemin partideğerlendirmelerini içeriyordu. İlk iki cildin sunuluşbiçimi yönünden dikkat çeken iki özelliği vardı.Bunlardan ilki değerlendirmelerin pek az istisnaylaTKİP Merkez Yayın Organı Ekim’in başyazılarındanoluşması, ikincisi ise seçilen metinlerin konu farklılığınabakılmaksızın kronolojik bir düzenleme içindesunulmasıydı.

Aradan geçen yaklaşık üç yılın ardından buradaokura Parti Değerlendirmeleri’nin iki yeni cildinisunuyoruz. İlk ikisinden farklı olarak, bu iki yeni kitaptakronolojik sunum yerine metinleri konulara göresınıflandırmak yoluna gidilmiştir. Okur İçindekilerbölümünden bu sınıflandırmanın ana başlıklarıkonusunda hızla bir fikir edinebilir.

Öte yandan, eğer amaca uygunsa kronolojik dizilişher bir konunun kendi içinde gözetilmiş, değilse amacaen uygun sunuluş neyse o tercih edilmiştir. Örneğinelinizdeki kitapta III. Bölümü oluşturan “Rejim Krizi veDevrimci Sınıf Çizgisi” konulu metinlerin kendiiçindeki sunumunda kronolojik sıra amaca uygunbulunmuştur. Oysa IV. Bölümde (“Kapitalist DünyadaKriz”), tarihine bakılmaksızın, konuyu bütünsel olarakveren ana metinler öne, tüm ötekiler ise belli bir mantıkiçinde bunun arkasına konulmuştur.

İşin aslında bu konulara göre sınıflandırma, eldekimalzemenin iki yeni kitaba paylaştırılmasında dagözetilmiştir. Parti Değerlendirmeleri-3, elinizdeki kitap,temelde dünyadaki ve Türkiye’deki siyasal gelişmelereilişkin değerlendimelerden oluşmaktadır. Oysa PartiDeğerlendirmeleri-4, kaçınılmaz bağlantılar içindedönemin siyasal gelişmelerini de gereğince içermeklebirlikte, esası yönünden devrimci sınıf partisinin politikve örgütsel gelişme süreçlerine, sorunlarına vedeneyimlerine dayalı metinlerden oluşmaktadır.

Dünyada ve Türkiye’de son üç yılın en önemlisiyasal gelişmeleri ve dolayısıyla gündemleri neydi diyesorulsa ilk anda aklı gelebilecek temel konular,elinizdeki kitabın da başlıca bölüm başlıklarını vedolayısıyla asıl içeriğini oluşturmaktadır. Bölge merkezlidünya olayları, Türkiye’de rejim krizi, kapitalistdünyada ekonomik kriz, bölgede ve Türkiye’de Kürtsorunu, 22 Temmuz ve 29 Mart seçimleri, sınıf ve kitlehareketindeki kısmi canlanma vb...

Ayrıntılarda ya da esasa ilişkin olmayan noktalardaelbette bazı yanlışlar ya da yanılgılar sözkonusu olabilir.Ama tüm bu sorunların ve süreçlerin temel mantığı,gelişme yönü ve nihayet devrimci sınıf bakış açısındananlamı ve sonuçları konusunda, komünistler sağlam birkonumda bulundukları inancındadırlar. Alışılmışdavranışın tersine, değerlendirmelerin süreli yayınlardaunutulmaya terkedilmemesinin, kaleme alındıklarıdönemin güveni ile kitaplaştırılmış biçimde okurunkolay kullanımına sunulmasının gerisinde de bu inançvardır.

Bu olanaktan yararlanmayı deneyecek olan devrimciokurun bundan gerekli yararı fazlasıyla sağlayacağına dabizim inancımız tamdır. Fakat PartiDeğerlendirmeleri’ne gerekli ilgiyi tam olarakgöstermek ve ondan parti çizgisinin devrimci sınıfmücadelesi sürecinde başarılı bir biçimdeuygulanabilmesi amacıyla en iyi biçimde yararlanmak,herkesten çok komünist militanların sorunu ve

sorumluluğudur.Haziran 2009

Parti Değerlendirmeleri-4Sunuş2006 Nisanın’da yayınlanan ilk iki kitabının

ardından Parti Değerlendirmeleri’nin şimdi birlikteyayınlanan iki yeni kitabının sunuluş özelliklerine ilişkinteknik bilgi 3. kitabın Sunuş’unda verilmiş bulunduğuiçin, burada dosdoğru elinizdeki 4. kitabın içeriğinegeçiyoruz

Kendi içinde 6 ana bölümden oluşun PartiDeğerlendirmeleri-4’ün I. Bölümü TKİP II.Kongresi’nin kamuoyuna açıklanmış materyalindenoluşmaktadır. Kendi başına tüm kitabın üçte birdenfazlasını oluşturan bu bölüm, gerçekte biri (V. Bölüm,Parti Gecesi Konuşmaları) hariç tüm öteki bölümleriniçeriğini de belirlemektedir. Zira bahsi geçenbölümdekiler hariç tüm öteki bölümleri oluşturandeğerlendirmeler, TKİP II. Kongresi sonrası dönemeaittirler ve doğal olarak onun ele aldığı sorunların veortaya koyduğu yaklaşımların damgasını taşımaktadırlar.Okur bu bütünlüğü kitabı incelediğinde açıklıklagörebilecektir.

Komünistler siyasal mücadele sahnesine çıktıklarıandan itibaren devrimci sınıf partisini sosyalizm ile işçihareketinin devrimci örgütlü birliği olarak ele alan biryaklaşımla hareket ettiler. Bu temel ve belirleyiciönemdeki marksist-leninist görüş tüm parti inşa sürecinedamgasını vurmakla kalmadı, kuruluş sonrası evresindede, parti inşa sürecinin çok yönlü sorunlarının ele alınışve çözüm ekseni olmaya devam etti. TKİP II.Kongresi’nde bunun “Devrimci çizgi, devrimci örgüt,devrimci sınıf!” olarak şiarlaştırıldığını, ancak tarihi birevre içinde ve zorlu uğraşlarla başarılabilecek olan buüçlü organik kaynaşmanın, devrimci süreciilerletebilmenin, devrime başarıyla yürüyebilmeninolmazsa olmaz koşulu olarak ele alındığını biliyoruz.Aynı şekilde, Türkiye’nin küçük-burjuva mezhepçi solgeleneğinin artık nihayet ve dönüşsüz bir biçimdeaşılabilmesinin de.

I. Bölüm’de yer alan TKİP II. Kongresi Gündemi ileKongre kapanış konuşması, bu yaklaşımın ulaşılangelişme aşamasındaki anlamını ve çok yönlü sorunlarınıbütünsel olarak ortaya koymaktadır. Yine aynı bölümdeyeralan “Devrimci Örgüt Yaşamsaldır” başlıklı metinise, sorunu özel olarak devrimci örgüt boyutu üzerindenele almakta ve bunu gelinen aşamada geleneksel solunhemen tümünde kendini gösteren devrimci örgüttasfiyeciliğinin eleştirisi ile birleştirmektedir.

Bütün bu yaklaşım bize II., III., IV. ve VI.

bölümlerindeki metinlerin ortak düşünsel eksenini devermektedir. Burada 10. Yıl ve 20. Yıl bildirgelerineözellikle işaret etmek gerekir. TKİP, bu metinlerinilkinde kendini Türkiye sol hareketinin toplam tarihiiçinde, ikincisinde ise 12 Eylül yenilgisi sonrası dönemiiçinde bir yere oturtmaktadır. Solun tarihi kuşkusuz engenel (fakat belirleyici önemde) çizgiler içinde elealınmış, eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmuş,TKİP’nin doğuşu ve her açıdan yeni konumu ve kimliğide bu aynı sürecin organik bir uzantısı olarakanlamlandırılmaya çalışılmıştır.

Metinleri incelerken, “Devrimci çizgi, devrimciörgüt, devrimci sınıf!” şiarının ardından TKİP’nin 10.Kuruluş yılı vesilesiyle yeni bir şiarla karşılaşıyoruz:“Parti, Sınıf, Devrim!” İlkinin devrimci sınıf partisinininşa sürecinin sorunlarını ele alış ekseni olduğunadeğinmiş bulunuyoruz. Bu ikinci şiar ise partinin sınıfladevrimci birliğini vurgulamakta, bunu ise devriminzaferine bağlamaktadır. Böylece, hem bugünün entemel, en öncelikli gö revine işaret etmekte (parti ilesınıfın devrimci birliği) ve hem de devrimin zaferininbiricik güvencesinin bu olacağı gerçeğinivurgulamaktadır. Güne yüklenmek (parti ile sınıfındevrimci birliğini mücadele içinde sağlamak) vegeleceğe hazırlanmak (devrimin, proletarya devrimininzaferini hazırlamak), bu şiar üzerinden bir anlamakavuşmaktadır.

Bu iki şiarda yoğunlaşmış öz, elinizdeki kitabın,ifade uygunsa, bütün bir özünü, tüm değerlendirme vetartışmaların değişmez kılavuz ipini veriyor. Buna dahagenel bir politik içeriğe sahipmiş gibi görünen V.bölümdeki Parti Gecesi Konuşmaları metinleri de dahilgerçekte. Kuruluş sonrasının yıldönümü partietkinliklerine ait bu metinlerden son ikisine (2007 ve2008 yıllarına ait olanlarına), amaca daha uygun birsunuluş olacağı düşüncesiyle, Parti’nin 10. Yılı (2008)ve Komünist Hareketin 20. Yılı (2007) bölümlerinde yerverilmiştir.

Devrimci bir partinin, TKİP’nin, son bir kaç yılınsiyasal gelişmelerinin yanısıra devrimci mücadelenin veörgütlenmenin sorunlarına yaklaşımı konusunda da birfikir edinmek isteyen herkes için, PartiDeğerlendirmeleri’nin birlikte yayınlanan 3. ve 4.kitapları vazgeçilmez kaynaklardır. Fakat biz, onlarıbirarada incelemenin, buna girişecek okura bundan çokdaha fazlasını kazandıracağına inanıyoruz.

Komünist militanlar içinse bu son iki kitap, ilk ikisiile birlikte, biribirini bütünleyen başucu kitapları işlevigöreceklerdir. Hiç değilse partinin politik ve örgütselgelişme süreçlerinde bir dönem az-çok kapanana kadar.

Haziran 2009

Kitap tanıtımı...

Parti Değerlendirmeleri 3-4

Page 20: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Krizin faturası patronlara!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Tayyip Erdoğan “ulusa sesleniş” konuşmasında,“Hükümet olarak bu krizin başladığı ilk gündenbugüne kadar iyi bir kriz yönetimi uyguladık”demişti. Böylelikle bir gerçeği de ifade etmiştikuşkusuz. Aslında krizin faturasını işçi ve emekçilereödetmekte başarılıyız demek istiyordu. Çünküyaşanan ekonomik kriz, işçiler için yıkıcı etkilerinihızla arttırmaya devam ederken holdingler kârlarınakâr katıyor. Türkiye’nin kapitalistleri bu krizdezengini artan tek ülke olmakla övünüyorlar. CitibankPerakende Bankacılık ve Varlık Yönetimi BölümBaşkanı Cenk Tabakoğlu bir açıklamasında, krizdöneminde dünyanın diğer bölgelerinde üst gelirgrubu sayısı azalırken Türkiye’de ise artışgözlendiğinden bahsediyor.

Yanı sıra, milyonlar yoksulluğa ve açlığa itilirkenbir avuç mutlu azınlığın lüks yaşam standardı dahada artıyor. Öyle ki, 2009’un ilk üç ayında ülkeekonomisinin, ancak savaş dönemeleriylekıyaslanacak bir oranla, yüzde 13,8 oranındaküçüldüğü belirtilmekte, bu ilk üç ayın krizinTürkiye’yi en çok vurduğu dönem olduğu ifadeedilmektedir. Bu dönemde krizin iki temel sınıfüzerindeki etkileri ise krizin faturasının kimekesildiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.Kriz, işsizlik, açlık ve yoksulluk içindeki milyonlarınsayısını katlarken, işçi ve emekçiler ekmek parası,yol parası, kira vb. derdindeyken, bir avuç asalak dalüks tüketim giderlerini katlamaktadır. Bu konudageçtiğimiz günlerde açıklanan bazı veriler bugerçeğin altını çizmektedir. Bu dönemde eğlencesektörü %7.93, lokanta ve oteller %8.43, paket turlar%16.29, konaklama %8.66, kişisel bakım ürünlerineharcanan paralar ise %27.38 oranında artmıştır.Ayrıca krizin başından bu yana mevduatlar 21,8milyar TL artarken, yurtdışı gezileri de %13artmıştır. Yani işçi ve emekçilerin ürettiğizenginliklerle lüks içinde yaşayan sermaye sınıfı, budönemde krizin faturasını işçi ve emekçiyeyükleyerek tüketimini arttırmıştır.

Yalanla yönetiyorlar!

Türkiye gibi sürekli bir yapısal kriz batağında

debelenen bir ülkenin yöneticileri kuşkusuz krizyönetim konusunda hayli deneyimlidirler ve bundandolayı da övünmekteler. Kuşkusuz bu, sınıfmücadelesinin durumuyla doğrudan bağlantılıdır. İşçive emekçilerin tepkisi yeterli düzeyde olmadığı,sendikaların başındaki bürokratların bunu özellikleengellediği bir durumda, Türkiyeli kapitalistlerin“kriz yönetme” işi de haliyle başarılı olmaktadır.Ayrıca sermaye sınıfı kendi çıkarlarını toplumsalçıkar olarak yutturma becerisine de sahiptir. Bunedenle kriz dönemleriyle birlikte “kemersıkmak”tan, “gemiyi kurtarmak”tan bahsederler.Oysa biliyoruz ki, yukarıda rakamlara da yansıyanbudur, kemer sıkan sadece işçi ve emekçilerdir.Sömüren ve sömürülen olmak üzere çıkarlarıbirbirine tamamen zıt iki karşıt sınıfın olduğu aslındaen iyi böylesi dönemlerde açığa çıkmaktadır.

Kriz fırsatçılığına devam!

Sermaye, hem sınıfın örgütsüzlüğünden güçalarak, hem de krizi fırsata çevirme ve çeşitliyalanlarla saldırıları gizleme becerisindenfaydalanarak, kendileri için oldukça önemli olan“Özel İstihdam Büroları” ile ilgili yasal düzenlemeyibu dönemde gündeme getirdi. CumhurbaşkanıAbdullah Gül’ün kısmen veto ettiği ve sermayesınıfının bir an önce yasalaşmasını istediği 5920sayılı ‘’İş Kanunu, İşsizlik Sigortası Kanunu veSosyal Sigortalar ve Genel Sağlık SigortasıKanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’‘işçiler için tam bir kölelik getirecektir. Oysa onlaragöre bu “toplumsal refah” getiren bir yasadır!

TÜSİAD’ın konuyla ilgili basın açıklamasındaşunlar belirtilmektedir: “Çalışma hayatını düzenleyenyasaların işgücü piyasasının ihtiyaçlarına cevapverecek şekilde ele alınması; istihdamın gelişmesi veuluslararası rekabet gücümüz açısından büyük önemtaşımaktadır. İş yerinin ve üretiminsürdürülebilirliğini esas alan ve çalışma yaşamınındinamizmiyle uyumlu yasal düzenlemeler, ‘güvenceliesneklik’ uygulamaları ve aktif işgücü politikaları ilebirlikte, istihdam kapasitesinin artmasına vetoplumsal refaha katkı sağlayacaktır.”

Sermaye sınıfının sözcüleri bir kez daha“toplumsal refah” yalanına başvurmakta, kavramlarıkendi çıkarlarına göre kullanarak (örneğin güvenceliesneklik, istihdam artışı vb.) işçi ve emekçilerinbilincini bulandırmaya çalışmaktadırlar. Açıktır ki,onların “refah” anlayışı, yukarıda özetlediğimiz gibi,ayrıcalıkları ve lüks tüketimleridir. Kâr oranlarınıdüşürmemektir.

Bu kriz döneminde “toplumsal refah”tan sözediliyorsa, o halde neden toplumun büyük çoğunluğuasgari ücret gibi sefalet ücretlerine mahkûmedilmektedir? Toplumun refahını düşünenler, bukadar büyük oranlarda işsizlik ve yoksullukyaşanırken ulaşımdan sonra suya yapılmasıplanlanan zammı nasıl açıklamaktadırlar? Listeuzatılabilir kuşkusuz. Parasızlıktan hastanekapılarından geri dönen ya da sağlıklı barınmahakkından yoksun olan milyonların yaşadığı birülkede “toplumsal refah”tan söz edilemeyeceğiortadadır. Kesin olan şu ki, çıkarları birbirine karşıtiki sınıfı kesen ortak bir “toplumsal çıkar” olamaz.Bu nedenle işçi sınıfı, kendi bağımsız sınıf çıkarlarıiçin bir araya gelmeli, örgütlenmeli, “sınıfa karşısınıf” bilinciyle mücadele etmelidir. Zira sermayesınıfı bu açıdan oldukça örgütlü davranmakta vesaldırılarını yaşama geçirmek için hiçbir fırsatıkaçırmamaktadır.

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Kriz gibi dönemler sermaye sınıfının sömürüyügizlemek için kullandığı maskelerin düştüğü,gerçeklerin tüm açıklığıyla görüldüğü dönemlerdiraynı zamanda. Bu nedenle, sermayenin artansaldırıları ve aldatıcı manevraları hakkında işçi veemekçi kitleler içinde yürütülecek yoğun ve etkinpropaganda faaliyetinin önemi ortadadır. Budönemlerde devrimci sınıf mücadelemizin gücü,etkisi, temposu belirleyici önemdedir. İşçi ve emekçikitlelerin krizin faturasını ödemeyi reddetmetutumunun eyleme dökülmesi, fabrikaların, sanayihavzalarının birleşik, militan mücadeledeneyimlerine sahne olması için daha çok çaba,enerji ve ısrar gerekmektedir.

İşte kriz gerçeği: Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul!

Sınıfa karşı sınıf mücadelesini yükseltelim!

Page 21: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Güler Zere’ye özgürlük! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Sermaye devleti Kürt halkına yöneliksürdürdüğü imha ve inkâr saldırılarına çeşitliboyutlarda devam ediyor. Faili “meçhul”cinayetler, yargısız infazlar, zorla göç ettirmeler,köy yakmalar, gözaltında kayıplar, katliamlar,taciz ve tecavüzler devletin Kürt halkınınmücadelesini bastırmak için kullandığıyöntemlerdir ve hala kullanılmaya da devamedilmektedir. Kürt halkına yapılan saldırılardanen çok kadınların etkilendiğiyse çok açıktır.Devletin yürüttüğü kirli savaşta pek çok kadın busaldırıların hedefi olmuştur. Gözaltında yaşanantaciz ve tecavüz vakaları en çok Kürt illerindegörülmektedir. Kuşkusuz bu kirli savaş politikasıkadınları sokakta ya da evlerinde de bulmaktadır.

Bu saldırıların son örneği de Diyarbakır’dayaşandı. 21 Haziran günü Diyarbakır’da polislertarafından bir eve yapılan baskında DÖKH üyesibir kadın cinsel ve fiziksel şiddete uğramıştır. Buolay ve devamında yaşananlar devletin Kürthalkına yönelik imha ve inkâr politikasının kirliyöntemlerinin hala güncelliğini koruduğunu birkez daha göstermiştir.

Saldırıya uğrayan DÖKH üyesi kadın İHD’yebaşvurmuştur. İHD, yaşananları şu şekildeanlatmaktadır: “Başvurucu 21 Haziran’da, saat14.00 sularında Ofis semtindeki bir yakınınınevinden çıkmak üzereyken kapıda EmniyetMüdürlüğü’nden geldiklerini söyleyen ve silahlıolan dört sivil giyimli polis memuru ile karşılaştı.Kadın kendisine sordukları ev sahibesinin evdeolmadığını belirtmesine rağmen güç kullanılarakve tehdit edilerek içeri sokuldu. Evi arayanpolisler suç unsuruna rastlamadılar. İçlerindenikisi kadının üzerindeki giysileri zorla çıkararaktehdit ve hakaretler eşliğinde cinsel saldırıdabulundu. Evde arama yaptıklarına dair kayıttutmayan, belge göstermeyen polisler kadına ‘birdaha bu işlere bulaşmamasını ve benzer çalışmayürüten kadınlara da aynı muameledebulunacaklarını’ söyleyerek gittiler.“

Bundan sonra yaşananlar ise Türk sermayedevleti gerçeğini bir kez daha tüm açıklığıylagöstermektedir. İstanbul’da yaşanan bu saldırıyıprotesto etmek isteyen demokratik kurumlarınyürüyüşü ise polisçe engellendi. DiyarbakırEmniyet Müdürlüğü ise; “bu olayın polistarafından yapılıp yapılmadığı belli değil”diyerek bildik bir akıbet senaryosu işletmektedir.

Emniyet, verilen eşkâller üzerinde çalışmalarındevam ettiğini ve faillerin en kısa zamandayakalanarak, adli mercilere sevk edileceğinisöylüyor vb. Bunun hiçbir inandırıcılığı olmadığıortadadır. Bu konuda kısa sürede yaşanan somutörnekler gerçekleri ortaya koyuyor. Bu gerçeklerAzadiya Welat gazetesinde dile getirildiği için degazetenin 8 Temmuz 2009 tarihli sayısıDiyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafındantoplatıldı. Toplatmaya neden olan “DevletinDiyarbakır’daki yeni politikası tecavüz”başlığıyla verilen haberde; “30 Haziran tarihindeDiyarbakır Emniyet Müdürlüğü’ne MustafaSağlam’ın atanması yapıldı. O günden şu anakadar onlarca kadın polislerin tecavüzüne maruzkaldı ve İnsan Hakları Derneği’ne başvurulardabulunduğu” belirtiliyor.

Bu örnek dışında kısa sürede Kürt kadınlarınayönelik devletin cinsel saldırı örnekleri ise DicleHaber Ajansı’nı (DİHA) kaynaklarına göre şuşekilde sıralanıyor:

* Son bir ay içerisinde Demokratik ÖzgürKadın Hareketi (DÖKH) üyesi bir kadın, MSNadresinin şifresi kırılarak, cinsel içerikliyazışmalarla taciz edildi.

* Başka bir kadın, kendisini telefonla arayanve polis olduğunu söyleyen bir kişi tarafındantehdit edildi.

* İki kadın, kayıtsız/yasadışı gözaltınaalınarak, gözaltına alınma sırasında ve gözaltındatutuldukları süre içerisinde, tehdit ve tacizedilerek ajanlık teklifi yapıldı.

Kürt kadınlarına yönelik bu saldırılarla Kürthalkının özgürlük ve eşitlik mücadelesi hedefalınmaktadır. Kurulu düzenin sahiplerikendilerine muhalif her sesi çeşitli biçimlerdesusturmaya, sindirmeye çalışmaktadır. Özelliklekadınlar bu saldırı biçimlerinden en sık olarakcinsel saldırılarla tehdit edilmeye ve sindirilmeyeçalışılmaktadır. Tarihte her daim egemen güçlerbu amaçla taciz ve tecavüzü bir savaş politikasıolarak kullanmışlardır. Bu ve benzeri saldırılarınönü ancak kurulu düzeni hedef alan mücadeleninyükseltilmesinde gösterilecek ısrarla alınabilir.Saldırılarla hedeflenen teslim alma politikasıancak bu şekilde boşa düşürülebilir. İşkencede,gözaltında, zindanlarda direnen ve bu saldırılaraboyun eğmeyen kadınlar buna örnektir.

D. Yıldız

Kürt kadınları cinsel saldırılarla teslim alınmayaçalışılıyor!

Saldırıları boşa düşürmekiçin mücadeleye!

Güler Zere ile dayanışma eylemleri...

“Güler Zere yaşasın!”Güler Zere için biraraya gelen aydın ve sanatçılar, ÇHD

İstanbul Şubesi’nde 10 Temmuz günü düzenledikleri basıntoplantısı ile tecritin son bulmasını ve Güler Zere’nin serbestbırakılmasını istedi.

Basın açıklamasını gerçekleştiren Sevim Belli, sadeceZere için değil; hapishanelerde ölümü bekleyen tüm tutukluve hükümlülerin tedavi görme hakkını kullanması için,herkesin elini taşın altına koyması gerektiğini ifade etti. Belli,Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı olmak üzerehükümeti yasaları uygulamaya davet etti.

Ardından, İlkay Akkaya, Av. Kemal Aytaç, Şair RuhanMavruk ve Yusuf Çetin de birer konuşma gerçekleştirdi.

Toplantıya Grup Yorum, İbrahim Çeşmecioğlu, YusufÇetin, Birgün Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Selami İnce,Nurettin Güleç, Seyfi Yerlikaya, Tiyatro Yönetmeni MehmetEsatoğlu da katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Zere’ye özgürlük!TAYAD’lı Aileler 10 Temmuz günü, Zere’nin tahliye

edilmesi için Bursa AKP İl Binası önünde basın açıklamasıgerçekleştirdi. “Tecrit öldürüyor! Kanser hastası Güler Zeretahliye edilsin! / TAYAD’lı Aileler” pankartının açıldığıaçıklamada Zere’nin bilinçli bir politikanın sonucu olarakölüme terk edildiği, Zere’yi kanser yapanın tecrit uygulmasıolduğu söylendi.

Kızıl Bayrak / Bursa

Zere’ye özgürlük kampanyası...Adana’da Balcalı Hastanesi önünde, Zere’nin serbest

bırakılması talebiyle üç gündür oturma eylemi yapanTAYAD’lı Aileler’e polis saldırdı.

13 Temmuz günü polis ve özel güvenlik saldırısınauğrayan TAYAD’lı Aileler ve Zere’nin babası, Zere serbestbırakılıncaya kadar eylemlerini sürdürecekleriniduyurmuşlardı. “Güler Zere’ye özgürlük!” talebi ile ülkegenelinde eylemler devam ediyor, Adalet Bakanlığı’nagönderilmek üzere imzalar toplanıyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

TAYAD’tan Adli Tıp protestosu...TAYAD’lı Aileler, İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun Zere’ye

1 haftadır rapor vermemesini, İstanbul Adli Tıp Kurumuönünde 14 Temmuz günü gerçekleştirdikleri basın açıklamasıile protesto etti.

Adana’da verilen Adli Tıp raporlarına rağmen Savcı,Zere’yi İstanbul Adli Tıp’a sevk ederek hasta haliyle 28saatlik sevk işkencesine maruz bırakmıştı. 6 Temmuz günüburada 10 dakikalık muayeneden geçirilen Zere’nin şimdi derapor sonuçları bekleniyor.

Bu durumu protesto eden TAYAD’lı Aileler eylemde,“Tecrit öldürüyor Güler Zere’ye özgürlük” pankartı taşıdılar.Basın açıklamasını TAYAD Yönetim Kurulu Üyesi LerzanCaner gerçekleştirdi. Caner, idarenin ve Adalet Bakanlığı’nın‘sessiz imha’ politikası sürdürdüğünü, siyasi iktidarın tümorgan ve kuruluşlarının Zere’yi hapishanede öldürmek içinbütün yetkilerini kullandıklarını söyledi.

TAYAD Genel Sekreteri Mehmet Güvel de bir konuşmayaparak, kanser hastası ve hapishane koşullarında iyileşmesimümkün olmayan tutukluların cezalarının ertelenerek,tedavilerinin dışarıda yapılması için tahliye edilmesini içerenbir yasa olduğunu hatırlattı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 22: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

ÖSS’ye, geleceksizliğe hayır!22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

12 Temmuz günü yüz binlerin gözü kulağı ÖSSsonuçlarındaydı. 2009 ÖSS sonuçları daha öncekisenelere göre “sıfır çeken”lerin arttığı, “başarısız” birtablonun ortaya çıktığı bir sınav olarak değerlendirildi.ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan tarafındanaçıklanan ÖSS sonuçları eğitim sisteminin tablosunubir kez daha yansıtmış oldu.

14 Haziran tarihinde gerçekleşen ÖSS’ye katılmakiçin bu sene 1 milyon 350 bin 124 aday başvurdu. Buadaylardan 25 bin 927’si sınava giremedi, 196 kişininsınavı da geçersiz sayıldı. ÖSS’ye katılan öğrencilerin30 bini, YDS’ye girenlerden 2 bin 208’i sıfır çekti.ÖSS birincileri Fen Lisesi ve Özel Okul mezunlarıarasından çıktı. Derece çıkartan iller İstanbul, İzmir,Kayseri, Aydın’ken ÖSS sıralamasında geride kalaniller yine Kürdistan illerinden... Ardahan, Şırnak veHakkari sıralamanın sonundaki iller oldu.

Eğitim sisteminin sıfırları...

Bu seneki sınavda sıfır puan alan öğrencilerinsayısı artmış durumda. Artan sıfırlar öğrencilerintembelliğine bağlanarak açıklanamaz. Bu sıfırlareğitim sisteminin niteliksizliğinin, eşitsizliğinin,antibilimselliğinin halkalarıdır. 2008 ÖSS’sinde 28ilden toplam 41 lise sıfır çekmişti. 2009 başında buokulların müdürleri incelemeye alındı. Yaşanansorunun nedeni okulların müdürleriymiş gibi müdürlersoruşturuldu, sürüldü, işten el çektirildi ancak sorunçözülmedi. Sistemin aksayan, eksik yanları gün gibiortadayken çözüme dönük bir çaba sarfedilmiyor.

Geçen sene adayların çoğunun düşük puan almasınedeniyle taban puanı 180’den 165’e indirilmişti. Busene de ÖSS sonuçları %99 civarlarında belliolduğunda alınan bilgilere göre, genel başarının düşükolması üzerine sorunu giderici bir teknik belirlendiğiifade edildi. Bununla birlikte üniversitekontenjanlarını da arttırarak öğrenci yerleştirmenoktasında sayıyı yüksek tutma eğiliminde olduklarınıbelirttiler. Geçen sene arttırılan bölüm kontenjanlarıbu sene bir kez daha arttırıldı. Sadece devletüniversitelerinin tıp fakültesi kontenjanı %16, hukukfakültesininki %33 arttırıldı. Diğer bölümlere alınacaköğrenci sayısında da belli oranlarda artış var.Üniversitede eğitime dair tek bir adım atılmadanbölümlere alınan öğrencilerin sayısı arttırıldı. Bu,öğrencilere okuma şansı tanıma gerekçesiyle yapılmışmasum bir plan değildir. Burada asıl hedeflenenticarethaneye dönüşen üniversitelerin daha fazlamüşteriye sahip olması ve kârını büyütmesidir.

İnsanın en temel haklarından biri olan eğitim,metaya dönüşmüş durumda. Kapitalizm para eden herşeyi satıyor. İnsanın temel hakları gaspedilip, sonrasatışa sunulunca, ancak paran kadar sahipolabiliyorsun. İşin bu noktaya gelmesiyle işçi veemekçi çocukları için bundan sonrası mahrumiyet.Özellikle Kürdistan’da eğitim olanaklarının azlığı,alınan eğitimin kalitesizliği bilinen bir gerçek.

Eğitimdeki fırsat eşitsizliğiyle yaratılan kocauçurum gittikçe büyüyor. Eğitime ayrılan bütçe hersene daha da azaltılıyor. Ama diğer yandan devletokullarına pay “ayıramayan” devlet, özel okullarıteşvik ediyor ve bu yönlü maddi destekte bulunuyor.Devlet okulları belirsizliğe terkediliyor, çözülemeyenbir sorun yumağı olarak tanımlanıyor. Sonuçta

kapitalist sistem, eğitimi de kendi ihtiyaçlarıdoğrultusunda şekillendiriyor. Sermayenin kârkapılarından göz bebekleri özel okullar ise pıtrak gibiçoğalıyor.

Hele dersaneler sermaye için önemli bir rant kapısıhaline geldi. ÖSS ile birlikte liseler dersaneleringölgesinde kaldı. Lise eğitimine, dersaneler ve özeldersler eklendi. Lisedeki eğitim işlevsizleştirildi veÖSS tekniğine uygun program sunan dersanelerle buboşluk dolduruldu. Ve eğitim alma özgürlüğü busistemdeki her şey gibi para merkezli belirlenir oldu.

ÖSS’nin tükettiği yaşamlar...

İlkokul sıralarından itibaren yarışa sokulanöğrenciler için ÖSS duvarları kalınlaşmış bir barikat.“Geleceği garantiye almak” için ÖSS hayati birmeseleye dönüşüyor. Tüm yaşam bu sınavaendeksleniyor. Yeme içme saatleri, uyku düzeni,kısacası her şey daha fazla soru çözmeyi sağlayacakşekilde, bu sınava göre ayarlanıyor. İnsani, sosyal,kültürel tüm ihtiyaçlar ÖSS sonrasına erteleniyor.ÖSS’ye hazırlanırken ortaya çıkan psikoloji nicegencin intihar etmesine neden oluyor. Bu psikolojisadece ÖSS’ye hazırlanma süreciyle sınırlı kalmıyor,ÖSS hayatı ötelemenin son durağı olmuyor. Maalesefrekabet dünyasında yer edinebilmek için sürekli birşeyleri ötelemeniz size dayatılıyor. ÖSS sonuçlarınınaçıklanması, tercih sonuçlarının açıklanması,üniversiteye gelindiğinde karşı karşıya kalınan eğitim,mezuniyet sonrası bekleyen işsizlik… hepsi ayrı birtravma yaratıyor.

Gelecek iyi bir meslek ve bunun getireceği yaşamstandartı olarak belirleniyor. Tüm bu hayaller deÖSS’ye bağlanıyor. ÖSS’nin beklenilen gibi olmamasıda kararmış bir gelecek gibi görünüyor. Kararan birgelecek yerine kara toprak tercih ediliyor. ÖSS’ninolduğu gün sınavı kötü geçince sınava girdiği okulunüçüncü katından kendini atan Pelin D., sınav sonucuaçıklanınca istediği puanı alamadığı için kafasınakurşun sıkan K.A., ÖSS’nin aldığı yaşamlara sonörnekler.

ÖSS üzerine yürütülen tartışmalar sonucundasözde çözümler öne sürülüyor. Önümüzdeki seneylebirlikte bir kez daha ÖSS’nin formatı değişecek.Geçmişte olduğu gibi iki aşamalı sınav olacak. Budeğişikliğin nedeni “hayat üç saatlik sınavla belirlenirmi” tartışmalarının neticesinde çözüm olarak atılmışbir adım olarak gerekçelendiriliyor. Eğitimde yaşanançok yönlü sorunlar çözülmedikçe sınavın saatinin,biçiminin değişmesi ise bir şey ifade etmiyor.

Özgürlüğü seçmek senin elinde...

ÖSS sonuçları YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ıçok düşündürmüş görünüyor. Ama YÖK başkanı topunereye atacağını kestirememiş olsa gerek, soruyor:“Sınav mı zordu yoksa eğitimin kalitesi mi düştü?”.

ÖSS de, eğitim sistemi de bu sene bir kez daha sıfıralmış, sınıfta kalmıştır. Çünkü yaşamını sınavekseninde kurmuş kişiler yetiştirmiştir. Çünkü sıraarkadaşını en büyük rakibi sayan bireyleroluşturmuştur. Çünkü ezbere bir dünya tanımıylayaşamlar dayatmıştır. Çünkü sınava kendini hazırhissetmeyince, sınavı kötü geçince, sonucu istediği

gibi olmayınca yaşamın sonu geldiğini düşünen veyaşamlarını kendi elleriyle sona erdiren cellatlaryaratmıştır.

Oysa yaşam sadece ÖSS’den ibaret değildir. Testsorularının şıklarından geleceğin resmi çizilmeyeçalışılıyor. Oysa eşit ve özgür bir gelecek, öğrencilerinbirbirini rakip olarak görmediği, ÖSS ile öğrencilerinelenmediği, herkesin eşit, parasız ve kendi anadilindeeğitim görebildiği, bilimsel bir eğitimden geçtiği bireğitim sisteminin yapılandırıldığı bir toplumlamümkündür.

ÖSS bir can daha aldıÖğrenci Seçme Sınavı, öğrencilerin yaşamını

tüketmeye devam ediyor. 14 Temmuz günüAdana’da ÖSS’de istediği puanı alamayan 20yaşındaki K.A. isimli bir genç intihar ederekyaşamına son verdi.

Cumhuriyet Mahallesi’nde yaşayan K.A. üçüncüdefa girdiği ÖSS’nin sonucunu öğrenince bunalımagirdi. Sabah saatlerinde babasının silahıyla kafasınakurşun sıkarak intihar etti. Komşular silah sesiniduyup polise haber verdi fakat eve girildiğinde ağıryaralı bulunan genç, Ceyhan Devlet Hastanesi’neyetiştirilmeye çalışılırken hayatını kaybetti.

Tüm yaşamını ÖSS’ye endeksleyen gençler,sınavistedikleri gibi sonuçlanmayınca intiharı tercihediyor. Bunun çarpıcı bir diğer örneği, ÖSS’ningerçekleştiği gün sınavı kötü geçen Pelin D’ninsınava girdiği okulun üçüncü katından atlayarakintihar girişiminde bulunmasıdır.

ÖSS’nin yarattığı psikoloji gerek sınavahazırlanırken gerekse sonuçlar belli olduğundatravmaya dönüşebiliyor. Yarış atına dönüştürülengençler, girdikleri maratonda kazanıpkazanamamayı bir varlık yokluk sorunu olarakalgılıyorlar.

ÖSS’de çekilen sıfırlar eğitim sisteminin içine battığı girdaplardır!

Gelecek ÖSS’de değil ellerimizdedir!

Page 23: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Eğitim hakkı gasp edilemez! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul’un lükssemtlerindeki bazı okulların rantının yükseldiğini veticari alan olarak değerlendirildiğinde büyük birkatma değer kazandıracağını ifade ederek bazıokulların satışının gündemde olduğunu açıkladı.Güler, okulların açık artırma yoluyla satılacağını vesatıştan elde edilecek gelirin yine eğitimeaktarılacağını söyledi.

22 okul rant uğruna...

İlk elden satışa çıkarılması düşünülen 22 okularasında Çamlıca Kız Lisesi, Kandilli Kız Lisesi,Etiler Lisesi, Fenerbahçe Lisesi gibi okullarbulunuyor.

Güler okulların satış nedenini açıklarken olancarahatlığıyla okulların yerleri itibariyle rantınınoldukça yüksek olduğunu ve buraların turizm veticari alan olarak değerlendirileceğini belirtti. Busatışlardan sağlanacak gelirin ise yine eğitimhizmetlerine aktarılacağı söylemi ise işi kılıfınauydurmanın malzemesi oldu.

“İstanbul’da bu anlamda rantı yükselmiş, artıkticari alan olarak değerlendirilebilecek ve büyükkatma değer kazandıracak okullar olduğundan vebunlardan elde edilen gelirlerin tamamen eğitimhizmetlerine aktarılmak suretiyle değerlendirilmesiyararlı olacak” şeklinde konuşan Güler, buokullarda eğitimin devam etmediğini de ileri sürdü.

Sermayeye hizmette sınır yok!

Bugüne kadarki örnekler hatırlandığında,sermayeye peşkeş çekilen bu okullardan-arazilerdenelde edilecek gelirin elbette ki eğitimeaktarılmayacağı gün gibi aşikardır. Özelleştimepolikaları çerçevesinde sağlanan “gelirlerin” büyükoranda borç ödemelerine aktarılması bunusöyleyebilmeyi kolaylaştırmaktadır.

Konunun diğer bir yanı ise sermayedarlarınburalara ödediği miktarın, devlet erkanının dabelirttiği gibi rantı oldukça yüksek böylesi yerleşimyerlerinden kazanacağı miktarın yanında devedekulak kalacağı gerçeğidir. Vali Güler’in

açıklamasının ardından ise tepkiler yükselmeyebaşladı.

KESK’e bağlı Eğitim ve Bilim EmekçileriSendikası (Eğitim-Sen) konuya ilişkin yaptığıaçıklamada varolan kaynakları değerlendirmeden,zaten okul sayısının yeterli olmadığı bir durumdaokulların satılmasının kabul edilemez olduğunubelirterek, bütçeden eğitime ve eğitim yatırımlarınaayrılan payın arttırılması gerektiğini ifade etti.

Eğitim-Sen’in açıklamasında “...Açıkçası, iç vedış borç faizine 6 yılda 200 milyar dolardan fazlarant aktaranların, söz konusu olan okullarolduğunda kaynak yokluğundan dem vurarak haraçmezat eldeki varlıkları tasfiye etmeye çalışması epeymanidardır.” ifadelerine yer verildi.

Diğer yandan Bakanlık tarafından yapılanaçıklamada “satılacak okul bina ve arazilerindehiçbir şekilde eğitim-öğretime devamedilmemektedir” ibaresi ise İstanbul’daki Eğitim-Sen Şubeleri tarafından yürütülen küçük biraraştırma sonucunda boşa düşürüldü. Satılmasıplanlanan okullarda eğitimin halen devam ettiğibelirlendi.

İstanbul Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçuise, kent merkezindeki okulların satışının uzunsüredir hükümetin gündeminde olduğunu belirterek,“Sözkonusu okulların bulunduğu yerler ayrıcalıklıimar hakları getirilerek satılacak” dedi.

Muhçu açıklamasında, kültür mirası ve tarihiyapı niteliğindeki okulların yerine iş merkezi,rezidans, otel gibi rant binaları yapılmasının ciddisorunlar yaratacağını belirtiyor.

Sözkonusu okullar kent merkezindeki okulihtiyacını karşıladığından, bunların kaldırılmasınınkent merkezlerinde yaşayanların eğitim almakamacıyla kent dışına otomobille, servis araçlarıyla yada otobüslerle ulaşması zorunluluğu getirecek ve buda ulaşımı olumsuz etkileyecektir.

İstanbul kültürel mirasının bir parçası olan kimiokulların şatışlarla birlikte büyük olasılıkla zarargöreceği de bilinmektedir. Bunlar ya tamamenyıkılarak ortadan kaldırılacak ya da kısmenkorunmak kaydıyla rant binalarının yanındaözelliklerini büyük ölçüde kaybedecektir.

Eskişehir’de “har(a)ç” protestosuÜniversite harçlarına %8 - %500 oranında

yapılan zamlar Eskişehir Genç Sen tarafındanprotesto edildi.

9 Temmuz günü yapılan eylem saat 21.30’da İlSağlık Müdürlüğü önünde yapılan ajitasyonkonuşmalarıyla başladı.

“Har(a)çlara karşı haykırıyoruz Pes etmeyeceğiz,pes ettireceğiz!” pankartının açıldığı eylem meşaleleryakılarak Adalar yürüyüş yolu boyunca sürdü.

Yürüyüş boyunca çevredekilere ajitasyonkonuşmaları yapıldı. Yürüyüş sırasında çevredeneyleme katılanlar ve destekleyenler olduğu gözlendi.Adalar sonuna kadar yürüyüş devam ettikten sonratekrar Adalar Migros önüne gelindi. Burada “%500yetmez canımızı da al!” yazılı bir pankart dahaaçılarak oturma eylemi yapıldı ve serbest kürsüoluşturuldu.

Serbest kürsüde söz alan bir öğretmen eğitimdeyaşanan neoliberal dönüşümün eğitimin niteliğinidüşürdüğünü, ilkokuldan başlayarak niteliksiz eğitimgören gençlerin binbir zorlukla üniversitedeokuduğunu ve bunun sonucunda da yine işsizliğemahkum edildiğini söyledi.

Ardından söz alan öğrenciler de yapılan zamlarlaişçi ve emekçi çocuklarının üniversite eğitimialmasının artık mümkün olmadığını, kriziyaratanların işçiler emekçiler ve öğrencilerolmadığını, ancak faturasının bize ödetilmeyeçalışıldığını söylediler.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Genç-Sen harç zamlarına karşıyürüdü

İstanbul Genç-Sen, harçlara yapılan zamlarıprotesto etmek için 11 Temmuz günü Taksimtramvay durağından “Harçlara zamyaptırmayacağız!” pankartını açarak Galatasaray’akadar sloganlarla yürüdü.

Basın açıklamasında, yapılan zamlarla harçparaların ne boyutlara geldiği açıklandı. Harçlarlailgili acil olarak iki talep sıralandı. Zammın geriçekilmesi ve kriz dolayısıyla bu yıl harç paralarınınalınmaması talep edildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Çanakkale Genç-Sen: Kobatanyalnız değildir!

Kobatan ile Genç İşçi Buluşması’nda söyleşidüzenleyen Genç-Sen’li öğrenciler, Çanakkale’deEntes direnişiyle dayanışma amacıyla 13 Temmuzgünü basın açıklaması gerçekleştirdi.

Basın açıklamasını okuyan Duygu Aykut,kapitalizmin krizinin işçiyi, emekçiyi, öğrenciyiezerek geçtiğini söyledi ve krizin bedelinin özelliklekadınlara ödetilmek istendiğini belirtti. GülistanKobatan’ın da kriz sebebiyle işten atılan kadınişçilerden sadece biri olduğunu söyleyerek patronuntürlü hakaret ve tehditlerine boyun eğmeyerek 61gündür fabrika önünde tek başına direnen GülistanKobatan’ı Genç-Sen’li öğrenciler olarakselamladıklarını ifade etti.

Ayrıca direnişteki Kent AŞ, Tekstil-Sen, Limter-İş ve Sinter Metal işçilerinin de yalnız olmadıklarınıbelirtti.

Gençlik eylemlerinden...

Sermaye gözünü “para eden”okullara dikti...

Page 24: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Emperyalizm yenilecek!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Kapitalist/emperyalist düzeni temsil eden en büyük8 devletin şeflerini buluşturan G-8 zirvesi İtalya’nınL’Aquila kentinde gerçekleştirildi. Üç gün sürenzirveye katılan Rusya, Almanya, ABD, FransaJaponya, İtalya, Kanada, İngiltere devlet veyahükümet başkanları, protestolardan çekindikleri içinkentte bulunan bir kışlaya doluşmak zorunda kaldılar.Zirve için Mali Muhafızlar Kışlası tahsis edilirken,kapitalist barbarlığın şeflerini 15 bin kişilik polisordusu korudu.

Zirveye ayrıca G5 olarak anılan Brezilya, Çin,Hindistan, Meksika, Güney Afrika ile Türkiye,İspanya, Hollanda şefleri de davet edildi. İkinci günzirveye katılan Tayyip Erdoğan’ın, “yakın dostu”faşist Berlusconi’nin burnunun dibinden ayrılmadığıgözlendi.

Öte yandan zirveye Mısır, Avustralya, Güney Kore,Endonezya, Angola, Cezayir, Nijerya, Senegal gibiülkelerin liderleri de davet edildi. Zirvede BM, IMF,Dünya Bankası, OECD, IEA, FAO, IFAD, DünyaGıda Programı ile ILO gibi uluslararası kuruluşlarınüst düzey yöneticileri de katıldı.

Polis terörü zirve öncesinde başladı!

Kapitalist barbarlığın şefleri bu zirveye ne kadarönem veriyorsa, antikapitalist güçlerinprotestolarından da o kadar korkuyorlar. 2001 G-8zirvesini protesto eden eylemcilerden CarloGiuliani’yi katleden İtalyan kolluk kuvvetleri, bu zirveöncesinde de terör estirdi.

Schengen Antlaşması’nı geçici bir süre içinkaldıran İtalyan rejimi, kıta Avrupa’sından protestoeylemlerine katılımı engellemeye çalıştı.

Zirvesi öncesinde küreselleşme karşıtlarıöncülüğünde Vicenza kentinde düzenlenen protestoyürüyüşüne saldıran kolluk kuvvetleri, eylemcilerindirenişiyle karşılaştı. Bunun üzerine daha davahşileşen kolluk kuvvetleri gaz bombalarıylaeylemcilere saldırdı.

Zirvenin yanısıra Vicenza’daki ABD askeriüssünün genişletilmesini protesto amacıyla düzenlenengösteride gerilimli dakikalar yaşandı. Göstericilerinkırmızı bölgeye girme girişimleri, polis ve jandarmasaldırısıyla karşılandı. Kolluk kuvvetleriningözyaşartıcı bombaları da kullandığı arbedelersırasında, kimi göstericiler kendilerini motosikletkasklarıyla korumaya çalıştılar.

Vicenza’daki askeri üsse Dal Molin HavaLimanı’nın da dahil edilmesini protesto amacıyladüzenlenen yürüyüşe, yaklaşık 10 bin kişi katıldı.

G-8 zirvesine karşı İtalya’nın başkenti Roma’da daeylem yapıldı. Roma’daki eyleme de saldıran kollukkuvvetleri, burada da direnişle karşılaştı; çıkançatışmada, 38 eylemcinin gözaltına alındığı belirtildi.Gece yapılan eylemlerde ise 50’ye yakın göstericiRoma’nın ana tren istasyonunu kapatıp, karakollarıtaşladılar. Protestolar çerçevesinde başlatılanüniversite işgali ise birkaç gün devam etti.

Polis ordusunun sağladığı yoğun koruma ve kollukkuvvetlerinin estirdiği azgın devlet terörüne rağmen,barbarlık düzeninin şefleri, yine de üç gün boyuncadiken üstünde kaldılar.

Cellatlar “melek” kılığına bürünmeye çalıştı!

G-8 şeflerinin, her zirvede yerine getirilmeyecekvaatlerde bulunmayı adet edindikleri biliniyor. Buzirvede de aynı çirkin oyun sergilendi.

Her zirvede yoksul ülkelere milyar dolarlarvaadeden şefler, şu ana kadar bu vaatlerini yerinegetirmek için hiçbir çaba harcamadılar. Tersine, G-8şeflerinin himaye ettiği büyük tekeller, yoksul ülkelerivahşi bir şekilde sömürmeye bir an bile ara vermişdeğiller. Yani G-8 şefleri, iliklerine kadarsömürdükleri halklara boş vaatlerde bulunurken,emperyalist merkezlerde konumlanan büyük şirketler,yoksul ülkelerin halklarının kanını emmeye devamediyor.

L’Apuila Zirvesi’nde de bol keseden vaatlerdebulunan kapitalist barbarlığın şeflerinin, herhangi birinandırıcılığı bulunmuyor. Önce 15, ardından 20milyar dolar yardım vaat eden şefler, yoksul ülkelerinsorunlarıyla ilgileniyor havası yaratmak için ustacatasarlanmış bir mizansen sergilediler. Ancak biliniyorki, bu şeflerin esas işi yoksulluk sorununun çözümünekatkıda bulunmak değil, hizmet ettikleri tekellerinyağmadan aldıkları payları arttırmaktır. Bu ise,zorunlu olarak yoksulluğu daha da arttırmaktadır.Nitekim açlık sınırında yaşayan yoksulların sayısı, sonbirkaç yılda 900 binden bir milyara fırlamışbulunuyor.

Zirvede küresel ısınma sorununa dair demagojik söylemler…

Kapitalizmin küresel krizine çözüm bulmak içinkafa yoran G-8 şefleri, bu konuda temennilerdebulunmanın ötesine geçemediler. Küresel ısınmayakarşı önlem alınmasına dair ise iddialı laflar edenşefler, demagojide sınır tanımadılar. İddiaya göre G-8şefleri, 2050 yılına kadar karbon salımlarını yüzde 80oranında azaltma hedefi üzerinde anlaşmış, küreselsıcaklığın ise bu tarihe kadar 2 dereceden daha fazlaartmaması için çaba gösterme taahhüdündebulunmuştur.

Yıllardır bu söylemi tekrarlayıp duran kapitalistbarbarlığın şefleri, pratikte halen kayda değer bir adımatmış değiller. Bu koşullarda atmaları da beklenmiyor.Zira karbon salımlarının azaltılması, büyük tekellerinçıkarlarına ters düşüyor. G-8 şefleri ise insanlığındeğil, sözkonusu tekellerin hizmetinde oldukları için,dünya üzerindeki yaşam alanlarının geleceğini tehditeden küresel ısınmanın önemini gözlerden kaçırmayaçalışıyor. Yerküremizin geleceğini tehdit eden busorun konusunda herhangi bir önlem alabilmeleri için,bu şeflerin toplumsal basınç altına alınması şarttır;aksi halde kıllarını bile kıpırdatmayacaklardır.

Oysa İngiltere merkezli yardım kuruluşu Oxfam,G-8 zirvesi öncesinde hazırladığı raporda, açlıküzerinde yarattığı etki nedeniyle, iklim değişikliğininyakında bu yüzyılın en ciddi insani felaketlerinden biri

G-8 zirvesi İtalya’nın L’Aquila kentinde gerçekleştirildi...

G-8 şefleri, küresel sorunlarda çözümün değil, sorunun parçasıdır!

Page 25: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Her geçen gün çevre kirliliğinin yarattığısorunlar kendini daha fazla hissettirmektedir.Sermaye düzeninin sahiplerince uygulananpolitikalar sonucu küresel ısınma artmakta, dahafazla kâr mantığıyla doğal kaynaklar hızlatüketilmekte ve kirletilmektedir. Buna rağmenkapitalistler bu durumun sorumluluğundankendilerini kurtarmak, kitlelerin gözünde busorunların kaynağını gizlemek istemektedirler.Geçtiğimiz günlerde toplanan G8 Zirvesi yineböylesi bir mizansene sahne oldu. G8 Zirvesi’ndebaşka konularla birlikte iklim değişikliği öncelikligündemler arasında ele alındı. Çevre katliamındanbirinci elden sorumlu olan G8 ülkelerinin sermayesözcüleri ikiyüzlüce açıklamalarda bulundular,küresel ısınmayla mücadeleyi konuştular.

G8’i oluşturan emperyalist kapitalist dünyanınönde gelen ülkeleri Almanya, Japonya, İngiltere,Kanada, Fransa, İtalya, ABD ve Rusya, İtalya’nınL’Aquila kentinde bir araya gelerek onlarıntabiriyle “tarihi bir anlaşma”ya vardılar. Küreselısınmanın nedeni olan atmosfer kirliliği konusundabaşı çeken bu ülkeler, küresel ısınmanın 2santigrat dereceyi geçmemesi gerektiği konusundauzlaşarak, önlerine 2050’ye kadar küresel seragazı salınımının en az yüzde 50 oranındaazaltılması hedefini koydular. Sermaye medyası dabu uzlaşmayı iklimi koruma çabaları açısındanbüyük önem taşıyan bir adım olarak değerlendirdi.Kuşkusuz emperyalist ülkelerin bu konudaşimdiye kadar belirledikleri en iddialı hedef ya daen iddialı blöfleri budur!

Sermaye çevrelerinin bu adımı tarihsel saymasıABD’nin yakın bir zaman öncesine kadar itirazettiği karbon salınımının kesilmesine şimdi razıolmasıdır. G8 ülkeleri dışında G5 olarakadlandırılan Brezilya, Çin, Hindistan, Meksika veGüney Afrika’ da belirtilen hedef için gösterilecekçabalara uyacaklarını açıklıyorlar. AyrıcaEndonezya, Güney Kore ve Avustralya’nın da buhedef için gösterilecek çabalara uyacaklarınıaçıklamaları bu adımı tarihsel olarakadlandırmalarına neden oluyor. Süresi 2012yılında sona eren Kyoto Protokolü’nün yerinialacak yeni iklim antlaşması içinde Aralık ayındaKopenhag’da düzenlenecek zirvede uzlaşmasağlanması hedefleniyor.

Küresel ısınmaya bağlı sorunlar yaşamalanlarında tüm olumsuz sonuçlarıylahissedilmeye başlayınca düzenin efendileri, oluşantepkilerin önünü almak için bu konuda“duyarlıklarını gösterme” basıncı duyuyorlar.Yoksa sermaye sınıfının gerçekte bu sorunuçözmek gibi bir derdi-tasası yoktur. Olsaydışimdiye kadar konuyla ilgili pek çok somutönlemler alınabilirdi ve küresel ısınmaya bağlısorunlar bu derece artmazdı. Zira bu konuyla ilgiliolarak pek çok zirve toplantıları yapıldı, pek çokprotokol, anlaşma vb. imzalandı.

Aslında yaptıkları açıklamalarda bu konudahiçbir çaba harcamayacaklarının ve esasındadertlerinin daha başka olduğu da açıklıkla ifadeediliyor. Şöyle ki, Avrupa Birliği KomisyonBaşkanı Jose Manuel Barroso ve İsveç BaşbakanıFredrik Reinfeldt ortak yaptıkları açıklamadaKyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni biranlaşmanın, gelecek 20- 30 sene içinde çevreciekonomilere yapılan yatırımları artırarak yeni işimkânları doğuracağına dikkat çekiyor ve şunlarısöylüyorlar: “Bugün bunu anlayanlar yarınınkazananları olacaktır.“ Uzlaşının gerisindeki esasmutabakat konusu esasta budur. Onların derdisoruna çözüm olmak değil, bu sorundannemalanmaktır.

Küresel ısınmanın sonuçları birtakımtemennilerle çözülemeyecek denli ciddi birsorundur ve her geçen gün geri dönülemezsonuçlarla karşımızdadır. İklim değişimlerinebağlı aşırı yağışlar ya da kuraklık sonucu yaşamve tarım alanlarının yok olması, kitlesel göçler,kıtlık, açlık, salgın hastalıklar vb. tüm bunlar biravuç zengin ve mutlu azınlığın kâr oranlarıdüşmesin diye milyonlarca insanın karşı karşıyaolduğu risklerdir. Milyonlarca insan bu şekildegeleceksizliğe itilirken, bu durumdan bizzatsorumlu olanlardan bir takım önlemler almalarınıbeklemenin bir anlamı zaten yoktur. Kesin olanşudur ki, bu düzen sınırları içinde bu soruna dairbir çözümden bahsetmek zordur. Bu nedenle çevresorunlarına dair gerçek anlamda bir çözümüntemelleri ancak bu düzenin yıkılmasıyla atılmışolacaktır. Bu hedef ve bilinçle yaşanabilir temizbir gezegen için mücadeleyi büyütmek büyük birönem taşımaktadır.

haline geleceği uyarısında bulunarak, alınması gerekenönlemler iişaret etti.

İklim değişikliği nedeniyle hava koşullarınınistikrarsızlaştığı, bunun hem doğal felaketlerinartmasına hem de tarımsal üretimin düşmesine nedenolduğunun vurgulandığı raporda, Oxfam, G8 şeflerini,sera gazlarını 2020 yılına kadar, 1990’daki seviyelerinen az yüzde 40’ına düşürmeye çağırdı.

Kuruluş ayrıca, iklim değişikliğinin yıkıcıetkilerine maruz kalmamaları için, yoksul ülkelere 150milyar dolar yardım yapılması gerektiğini hatırlattı.

Tahmin edileceği üzere, G-8 şefleri Oxfamraporunu dikkate bile almadılar.

Nükleer silahların yayılmasını önleme sahtekarlığı

Söylendiğine göre G-8 şefleri, nükleer silahlarınyayılmasına da karşı. Bu söylem, ikiyüzlülüğün kababir biçiminden başka bir şey değildir. Zira emperyalistgüç odaklarının sözcüleri, nükleer silahlarınyayılmasını önlemekten, sade Kuzey Kore ile İran’ayaptırım uygulanmasını anlıyorlar.

Silahlanma yarışını körükleyen, biriken silahlarıntüketilmesi için savaşları kışkırtan, nükleer dahilsürekli yeni silahlar üreten, bu güçlerden başkasıdeğildir. Ayrıca G-8 şefleri, siyonist İsrail’in nükleersilah üretmesine karşı tek kelime etmemektedir.Kendileri, nükleer dahil her tür silah üretiminisürdürürken, ırkçı-siyonist İsrail rejiminin nükleersilah deposu haline gelmesini destekliyorlar.

Hal böyleyken, G-8 şeflerinin nükleer silahlarınyayılmasına karşı olduklarını iddia etmeleri, iğrenç birdemagojiden ibaret kalıyor.

İran’a tepki, faşist Honduras cuntasına destek!

İran, sadece nükleer silah üretmeye çalıştığıgerekçesiyle değil, seçimler sonrasındakigelişmelerden dolayı da G-8 şeflerinin gündemindeydi.

İran’a yüklenen faşist Berlusconi ile ABD BaşkanıBarack Obama, aba altıdan sopagösterdiler.“Liderlerin, İran’daki cumhurbaşkanıseçimiyle bağlantılı dehşet verici olaylara ilişkin ciddiendişelerinin geçmediğini” öne süren Obama, şeflerinİran’la ilgili tutumunu eylül ayında yapılacak G-8zirvesinde yeniden değerlendireceğini söyledi.

İran’daki gelişmelerden “endişe” duyan G-8 şefleri,Honduras’taki faşist cuntaya dair tek kelime etmeihtiyacı duymadılar. Bu çifte standart, G-8 şeflerininHonduras’ta darbe yapan faşist çetelere destekverdiğini kanıtlıyor. Ayrıca emperyalist güç odaklarınıngüdümünde oldukları sürece, faşist rejimlerin G-8şefleri tarafından destekleneceğini de ortaya koyuyor.

Görüldüğü üzere, kapitalist emperyalizminefendileri tarafında organize edilen G-8 zirveleri,insanlığın yaşadığı sorunlara çözüm üretmek içintoplanmıyor; onların derdi sömürü, yağma ve kölelikdüzeni kapitalizmin çarkını döndürmektir. İnsanlığınevrensel sorunları ise tam da bu uğursuz çarkındönüşünden kaynaklanıyor. Dolayısıyla devasaboyutlara varan bu sorunlara çözüm üretmek, ancakkapitalist çarkın parçalanmasıyla mümkündür. Bu iseG-8 şeflerinin değil, işçi sınıfının, ezilen halkların,komünist ve devrimci güçlerin görevidir!

Emperyalizm yenilecek! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

G8 zirvesinde küresel ısınmaya karşı mücadelede sahteuzlaşma…

Sorunun kaynağı olanlarçözümün parçası olamazlar!

Page 26: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkentiUrumçi’de meydana gelen olaylar, bu sorunlu bölgeyikısa sürede dünya gündeminin ilk sıralarına yerleştirdi.Birkaç gün devam eden olaylarda kesin olmayanbilgilere göre 184 kişi hayatını kaybederken, 1000 ila1500 arasında kişi yaralandı. Çoğunluğu Uygurlar’danoluşan yüzlerce kişinin ise tutuklandığı bildiriliyor.

Olaylarda hem Uygur Türkleri ile Han Çinliler’içatıştı, hem de kolluk kuvvetleri saldırgan pratikleriyleboy gösterdi.

Irkçı damara oynayan Ankara’daki gerici rejiminşeflerinden Tayyip Erdoğan, Uygur Türkleri’ne“soykırım” uygulandığını iddia ederek, bayatmanevralardan birini daha yaptı. Kürt halkına karşıırkçı-inkârcı politika uygulayan rejimin başbakanıolduğunu unutmuş görünen Tayyip Erdoğan,muhtemeldir ki, bu sözlerini de yakında yutmakzorunda kalacak. Zira Çin’den gelen haberlere göreölenlerin sadece 46’sı Uygur. Çin haber ajansınınhaberine göre olaylarda 111’i erkek 26’sı kadın 137Çinli öldü; ölen 1 kişi de Hui etnik grubuna mensup.

Bu rakamların çarpıtma payı dikkate alınsa bile,ortada Çin devletinin “soykırım” yaptığına dair hiçbirveri bulunmuyor. Ölen Çinliler’in sayısının yüksekolması ise çatışmanın etnik boyutuna işaret ediyor.Etnik çatışmalar bu bölgede ilk kez yaşanıyor değil.Elbette Çin kolluk kuvvetleri de azgın bir şekildeolaylara müdahale etmiş, özellikle 13 milyon nüfusluUrumçi’de fiilen sıkıyönetim uygulayarak olaylarıkontrol etmeye çalışmışlardır.

Belirtmek gerekiyor ki, kolluk kuvvetleri Hanlar’ada saldırsa, hedeflerinde esas olarak Uygurlar vardı.Nitekim Çin rejimi, olayların yeniden tetiklenmemesigerekçesiyle 10 Temmuz günü camileri kapatarak, buuygulamanın “halk güvenliği” için gerekli olduğunuiddia etmiş, Uygurlar’ın evlerinde dua etmelerinidayatmıştır. Olayların ardından kente binlerce askeryığan rejim, militarist bir gövde gösterisi yaparakUygur halkını tehdit etmiştir.

Uygurlar, olayların Çin rejiminin asimilasyonadayalı baskıcı politikalarından kaynaklandığınıbelirtirken, Pekin yönetimi tarafından yapılanaçıklamada, “Olayların arkasında başında RabiaKadir’in bulunduğu Dünya Uygur Kongresi’ninolduğuna ilişkin somut kanıtlar bulunduğu, zamanı

gelince bunların açıklanacağı” iddia edildi. Bir dönem Çin’in en zenginleri listesinde 10’uncu

sıraya yükselen Rabia Kadir, Pekin’deki meclistemilletvekilliği de yapmıştı. Ancak Çin rejimiyle tersdüşen Rabia Kadir, çeşitli gerekçelerle 6 yıl hapisyatmış, dönemin ABD Dışişleri Bakanı CondoleezzaRice’ın girişimiyle serbest bırakılmıştı. Hapistençıktıktan sonra ABD’ye yerleşen Rabia Kadir’in, sonolayların ardından “Uygurların lideri” sıfatıyla öneçıkması dikkat çekici oldu. Medya karşısında boygösteren “Uygurlar’ın lideri”, Türk devleti baştaolmak üzere emperyalist güçlerden, Uygurlar’ınbağımsızlık mücadelesine destek vermelerini açıkçatalep etmeye başladı.

Bu durum Çin rejiminin iddialarını doğrulamıyorelbette. Zira hiçbir halk ortada sorun yokken şu veyabu gücün kışkırtması ile böyle bir çatışmaya girişmez.Çatışmanın etnik boyutu, gerici aktörlerin rolüne işaretetse de, esas olan Çin rejiminin giderek artanekonomik, sosyal, etnik baskılarıdır. Nitekim Çinliyöneticiler de sorunun varlığını kabul ediyor, ancakkendilerinin çözüm üretmek için çabaladığını iddiaediyorlar. Oysa sorunun kaynağı bizzat bu şeflerintemsil ettiği rejimden kaynaklanıyor.

Vurgulamak gerekiyor ki, etnik, dinsel, mezhepselyönden çok renkli bir ülke olan Çin’de, 1949Devrimi’nin bu sorunların aşılmasında önemlikatkıları olmuştur. Fakat devrimin kazanımlarınınzamanla yozlaştığı, rejimin kapitalizme doğru evrildiğisüreçte demokratik sorunlar da, kaçınılmaz bir şekildeağırlaşmaya başlamıştır. Kapitalist üretim ilişkilerininegemen hale geldiği Çin’de, temel olan emek-sermayeçelişkisinden pek çok çelişkinin türemesikaçınılmazdır. Nitekim geçen yüzyılın sonlarına doğrubölgesel, etnik, dinsel sorunlar bu temel üzerinde boyvermeye başlamış, varolanlar ise giderek derinleşmesürecine girmiştir.

Çin rejiminin gericileşmesine rağmen, 1949Devrimi’nin kazanımları tamamen tasfiye edilmişdeğil. Örneğin yüzölçümü Türkiye’nin iki katı olanSincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan 35 milyonUygur, Türkiye’de yaşayan Kürt halkıylakıyaslandığında çok daha geniş haklardanyararlanabiliyor. Nüfusun %40’tan fazlası Çinli,başkent Urumçi’de ise 13 milyonluk nüfusun

%10’unun Çinli olmasına rağmen Uygur dilindeeğitim yapılmakta, günlük gazeteler basılmakta, radyove televizyon yayını bu dilde yapılmaktadır. Aynızamanda yazarlar, şairler, müzisyenler ve diğersanatçılar da kendi dillerinde üretim yapmaktadır.

Emperyalist güç odaklarından biri olmaya adaykabul edilen Pekin’deki gerici rejim, bu yönelimebağlı olarak Uygur halkı üzerindeki çok yönlübaskıları yoğunlaştırmaya başladı. Ekonomik, sosyal,etnik boyutlar içeren bu baskılar, Uygurlu işçilerinucuz işgücü olarak çalıştırılması, 2007’den sonraUygurca’nın resmi eğitim dili olmaktan çıkarılması,bölgeye Çinli nüfus kaydırılarak demografik yapınındeğiştirilmesi vb. uygulamalarda olduğu gibibelirginlik kazanmaktadır. Urumçi’de patlak verenolayları bu baskılardan bağımsız düşünmek olası değil.

Görünen o ki, Çin rejimi kontrollü bir şekilde bubaskıları arttırmaya devam edecektir. Daha dagericileşme eğilimindeki Pekin yönetimi kömür, altınmadenleri, petrol, doğalgaz kaynakları bakımındanzengin olan Sincan Uygur bölgesi üzerindeki kontrolüsıkı tutmaya çalışacaktır. Bölgenin etnik çatışmayaaçık olması, “Uygurlar’ın lideri” sıfatını kullananRabia Kadir ile ekibinin ABD’de ikamet etmesi,emperyalistlerin kirli ellerinin bölgeye sızmaihtimalini güçlendiriyor. Bu ise, Çin rejiminin dahasaldırgan olmasını tetikleyecek bir durumdur. Bununlabirlikte sorunun karmaşık yapısı, Çin rejimininbaskılarını belli sınırlarda tutmasına da yol açabilir.

Bölgenin kendine özgü yapısı ne olursa olsun, herhalk gibi Uygur halkının da kendi kaderini tayin etmehakkı vardır. Ancak etnik çatışmalar devam ettiğisürece bu hedefe ulaşmak mümkün olmayacağı gibi,Kürt halkını ezen Türk devleti veya emperyalist güçodaklarından alınacak “yardım”la da bu hakkınkazanılamayacağı da aşikar. Uygurlu, Çinli bölgedeyaşayan işçi ve emekçilerin Pekin rejimine karşıbirleşik mücadelesi yükseltilmeden ne sınıfsal, neulusal baskıdan kurtulmak mümkün olacaktır. Çinliişçi Uygurlu sınıf kardeşiyle omuz omuza mücadeleetmeyi başarmadan sömürüden kurtulamayacağı gibi,Uygurlu işçi de Çinli sınıf kardeşiyle birleşikmücadeleyi örmeden sınıfsal ya da ulusal baskıdankurtulamayacaktır.

İşçilerin birliği, halkların kardeşliğini büyütelim!26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çatışma…

Sorunları Çinli-Uygur emekçilerin birleşik mücadelesi çözebilir!

Page 27: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

İsrail devletini Filistin halkından gaspedilentopraklar üzerinde kuran ırkçı-siyonizm, “Araplar’danarınmış saf Yahudi devleti” hedefine ulaşmayönündeki küstahça girişimlerini de sürdürüyor. Bukirli emellerine ulaşabilmek için Filistin halkınıaşamalı bir şekilde yurdundan söküp atmaya çalışanırkçı-siyonistler, emperyalist güç odaklarındanaldıkları sınırsız desteğe dayanarak adım adımhedeflerine yaklaşıyorlar.

Vahşette sınır tanımayan siyonistler, önceleriBirleşmiş Milletler’in (BM) açtığı yoldan ilerleyerek,daha sonra ise BM’yi hiçe sayarak katliamlareşliğinde toprak gaspını sürdürdüler. 1967’de ABDdesteğiyle Arap ülkelerine savaş ilan eden siyonistrejim Gazze ile Batı Şeria’nın yanısıra Suriye, Mısırtopraklarının da bir parçasını işgal etti. 1982’deLübnan’a saldıran İsrail savaş makinesi, bu ülkeningüneyinden de bir bölgeyi işgal etti.

Bilindiği üzere savaş halleri dışındaki zamanlardatoprak gaspının temel aracı Yahudi yerleşimleridir.İsrail savaş makinesinin koruması altında dağınık birşekilde kurulan yerleşimler ile bu alanların etrafı veyerleşimler arasında açılan bağlantı yolları… Tümbunlar gaspedilen Filistinler’in toprağı üzerindekurulmaktadır. Yerleşimlerle Batı Şeria’yı kalburaçeviren ırkçı-siyonistler, doğu Kudüs’ün de önemli birbölümünü gaspetmişlerdir.

Siyonist devlet, güvenlik gerekçesiyle Filistintopraklarında ördüğü yüzlerce kilometrelik ırkçı-duvarinşaatıyla hem Filistinliler’in yerleşim alanlarınıparçalamış hem büyük bir toprak parçasını dahagaspetmiştir.

Barack Obama yönetiminin çözüm vaat ettiği budönemde bile Yahudi yerleşimlerini genişletensiyonist rejim, ‘iki deniz kanalı’ adı altında gündemegetirdiği yeni bir proje ile toprak gaspına ivmekatmaya hazırlanıyor.

Bu proje, barışa dair tiksinti verici nutuklar çekensiyonist şeflerin, tüm icraatlarının “din esasına dayalısaf Yahudi devleti” kurmaya endeksli olduğunu birkez daha kanıtlamıştır.

Siyonist rejim, ‘iki deniz kanalı’ adıyla gündemegetirdiği bu proje ile Ölü Deniz kıyılarını kontrolaltına alıp Batı Şeria’yı ikiye bölmeyi hedefliyor.Siyonist rejimin küstah şefleri, bu proje ileFilistinliler’in Ölü Deniz’deki haklarını gaspedipÜrdün Nehri sularından faydalanmalarını engellemeyihedefliyor.

Küstah girişimle ilgili açıklama yapan Filistin Planve Proje Bakanı Ali Cerbavi, “Eğer İsrail ‘İki denizkanalı’ projesini uygulamaya koyarsa Halil ve Kudüsşehirleri topraklarından 139 dönüm araziyi daha elegeçirmiş olacak. Bu oran Filistin topraklarının yüzde2’sinin daha işgal edilmesi demektir. Açılmasıplanlanan kanalla, Batı Şeria güney ve kuzey olarakikiye bölünmüş olacak. Bu girişimin diğer manası,‘coğrafi olarak Filistin devletinin kurulamayacağı’demektir” dedi.

Projenin hayata geçirilmesini engellemek içinharekete geçen Filistinli yetkililer, uluslararası alandagirişimler başlattıklarını açıkladılar. Yani Filistinyönetimi, siyonist küstahları durdurmak için bir kezdaha emperyalist güç odaklarından medet umuyor.Oysa ırkçı-duvar inşaatının devam etmesi, bu

girişimlerin bir işe yaramadığını kanıtlamıştı. ZiraUluslararası Adalet Divanı, ırkçı-duvar inşaatınınyasadışı olduğunu ilan eden bir kararı kabul etmiş,ancak yaptırım içermeyen bu karar, herhangi bir kuralya da yasa tanımayan siyonist rejim tarafından dikkatebile alınmamıştı.

Irkçı-siyonist rejimle onu himaye eden emperyalistgüç odakları üzerinde etkili olmanın tek yolu Filistinhalkının çok yönlü, birleşik direnişidir. Enternasyonaldayanışma ile güçlendirilecek böylesi bir direniş,siyonist şeflerin küstahlığına gem vurabilmenin de tekyoludur aynı zamanda.

Garcia Ramon, kardeşim!Honduras’ta korkakların kurşunlarıyla

katledildiğin haberini alınca öfkeyle sarsıldım…Honduras sözcüğü yüreğimi zapt etti. Baktığım heryerde Honduras direnişini gördüm. Gördüğümherkese Honduras’ın cesur direnişçilerini anlatmakistedim. Sınıfın ve komünizmin şairi NazımHikmet’in dizeleri dökülüyor dilimden:

Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı olduğuma Ben Asya’lıyım, Afrika’lıyım. Kardeşlerim bakmayın mavi gözlü olduğuma Ben Asya’lıyım, Afrika’lıyım… Ben, Honduras’lıyım; Darbeye Karşı Ulusal

Direniş Cephesi’nin protesto eylemlerinde,Tegucigalpa sokaklarındayım. Ben Guatemala’daesarete karşı direnen ve katledilen sendikaçalışanıyım. Ben Peru’da, emperyalist yağmayageçit vermemek için barikatlarda ölen bir kadınım.Burada, Honduras’tan kilometrelerce uzakta vekardeşim Garcia’nın cansız bedeninin yanıbaşındayım. Garcia, onurlu direnişinin önündeeğilerek, emperyalizme karşı taşıdığın mücadelebayrağına sımsıkı sarılarak seni selamlıyorum.

Gazeteler, Honduras’ta darbeye karşı direnişinöncülerinden Garcia Ramon’un, ailesiyle birlikteyolculuk yaptığı otobüsten indirilip, yol kenarındakurşunlanarak katledildiğini yazdılar. Belki yanındaçocukların da vardı Garcia… Babalarının vahşicekatledildiğini gördüler, faşizmi gördüler, senin

faşizme karşı direnişini ve bu direnişin katillerdeyarattığı korkuyu gördüler… Hiç unutmayacaklarbütün bunları, onlara bıraktığın onurla yaşayacaklar.Kızlarını ve oğullarını bağrıma basıyorum Garcia.Direnen Latin Amerika’nın tüm çocuklarını bağrımabasıyorum. Sen, elbette direnecektin! Çocuklarınıfaşizme teslim edemezdin. Daha önce Honduras’ıNikaragua’ya karşı bir üs olarak kullanmış, böylecebinlerce devrimcinin kanını dökmüş olan ABD’yeHonduras’ı bir kez daha teslim edemezdin. ABD’ninLatin Amerika’ya hükmetmek için faşist yönetimlereihtiyacı var. ABD ve AB arasında süren pazarrekabeti ise bu ihtiyacı daha da artırıyor. FidelCastro uyarıyor; Honduras’ta darbecilere geçitverilirse, Latin Amerika’da darbeler birbiriniizleyecektir. Yüzbinlerce Honduras’lı faşizme geçitvermemek için kararlılıkla günlerdir direniyor.Darbeciler her geçen gün baskı ve terörü artırsa dadirenişin büyümesine engel olamıyor. Latin Amerikadarbecilere cevabını darbenin ilk günü verdi:“Hayır! Latin Amerika’da darbeler devrikapanmıştır.” Rosa Luxemburg’un sesinin bucümleyi tamamladığını duyuyorum: “Gelecek heryerde devrimindir!” Garcia Ramon, ülkendekidirenişi, işçi sınıfının şiarlarını Türkçe haykırarakselamlıyorum: “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşıdevrim, kapitalizme karşı sosyalizm!”

Esra B.

Kahrosun İsrail siyonizmi! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

Filistin topraklarını parçalayıp gaspetmenin yeni adı...

‘İki deniz kanalı’ projesi…

Honduras’a mektup...

“Gelecek her yerde devrimindir!”

Page 28: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Belçika’da Bridgestone grevi devam ediyor…

Belçika’da Frameries’te kurulu bulunan Bridgestonelastik fabrikasında başlayan grev 16 Temmuz’da 5.haftasını tamamladı.

Grev, merkezi Japonya’da bulunan Bridgestone’unişçilerle görüşmeyi reddetmesi üzerine gündemegelmişti. Frameries’te bulunan ve 140 işçinin çalıştığıfabrikayı kapatma planının, işçiler ve fabrikada örgütlübulunan Centrale Générale-FGTB ile görüşülmemesiüzerine sendika, grevin başladığı 11 Haziran tarihindenönce bütün yasal yolları denedi.

Grev, Bridgestone’un fabrikanın bir bölümündeçalışan 8 işçinin işine hiçbir gerekçe göstermeden sonvermesiyle başladı. Bu bölümdeki işçilerin birçoğu 20yıldır bu fabrikada çalışmaktaydı. İşten çıkarılanişçilerden biri ise uzun yıllardır sendikada görevyapıyor ve İşçi Konseyi’nin de sekreterliğiniyürütüyordu.

Sendikanın verdiği bilgiye göre Bridgestone-Frameries yönetimi emek düşmanlığına grev süresincede devam ediyor. Sendika yetkilileri, şirketin çözümiçin adım atmadığını ve telefonlara çıkmadığınısöylüyorlar.

Cezayir’de 7200 çelik işçisi grevde!Cezayir’in uluslararası bir çelik firmasının alt

kuruluşu ArcelorMittal Annaba’da ve El Hadjar’daçalışan 7,200 işçi 6 Temmuz Pazartesi günü süresizgreve çıktı.

8 üyesi bulunan Görüşme Komitesi’nden 4 kişi isePazartesi günü 14.00’ten itibaren açlık grevine başladı.

İşçilerin 11 maddelik bir talep listesi bulunuyor.Bunlar arasında maaşların arttırılması, çalışmakoşullarının iyileştirilmesi, emeklilik maaşlarınınyeniden değerlendirilmesi yer alıyor.

ArcelorMittal Annaba yönetimi ise küreselekonomik krizi ve buna bağlı olarak Cezayir’de çelikürünlerinin satışının düşmesini gerekçe göstererekişçilerin maaşlarını arttırmayı kabul etmiyor.

El Hadjar fabrikası Cezayir’in doğusunda bulunanAnnaba şehrinde yer alıyor. Daha önce Cezayirdevletine ait olan fabrikanın hisselerinin %70’i 2001yılında Hindistan’daki Ispat şirketi tarafından satınalınmış ve özelleştirilmişti.

Unilever işçilerinin direnişikazanımla sonuçlandı!

Pakistan’ın Rahim Yar Khan şehrinde geçtiğimizsene sendikaya üye oldukları için işten atılan ve fabrikaönünde direnişe geçen Unilever işçilerinin direnişikazanımla sonuçlandı.

Uluslararası Gıda İşçileri Federasyonu (IUF) veUnilever arasında yapılan anlaşmaya göre sendikadestekli Eylem Komitesi üyesi tüm işçiler kadroluolarak işe geri alınacak. Ayrıca, sendikalı ve sendikasızişçiler arasında herhangi bir ayrım yapılmayacak.

Anlaşmaya göre Unilever, fabrikada 120 işçi içinyeni kadro açacak ve Eylem Komitesi’ndeki tüm işçilerbu pozisyonlarda işe başlayacak. Sendikalı olarak işebaşlayacak olan işçilerin örgütlü olduğu sendikanınuygulamalarına ise fabrika yönetimi karışmayacak.Henüz yeterli iş eğitimi almamış olan birkaç EylemKomitesi üyesine ise Unilever tarafından 2 yıllık birmesleki eğitim verilecek, bunun yanı sıra maaşları vesağlık sigortaları da ödenecek. Bu mesleki eğitim süreciboyunca kadrolu pozisyonlar açık tutulacak.

Unilever, işçileri sendikaya üye oldukları için değiliş kurallarına uymadıkları için işten attığını iddia etsede, daha önce işten atılan ve yeni açılan pozisyonlardaçalışmayacak olan geçici işçilere bu döneme kadar olantüm alacakları ödenecek. Kadrolu olarak işe başlayacakolanlara ise daha az bir ödeme yapılacak. Anlaşmanınuygulanıp uygulanmadığı ise IUF ve Unilevertarafından takip edilecek.

Rahim Yar Khan anlaşması, Unilever’in kadroluişçileri işten atarak işçilerin sendika üyeliklerini vetoplu sözleşme haklarını ellerinden alma stratejisikarşısında önemli bir kazanımdır.

Geçici işçiliğe ve taşeronlaştırmaya karşı mücadelePakistan’ın Kahanewal şehrinde bulunan Unilever’ebağlı Lipton fanrikasında da devam ediyor. Liptonfabrikasında 500 işçiden yalnızca 22’si kadroluykendiğerleri sözleşmeli olarak çalışmaktadır. Rahim YarKhan’da olduğu gibi burada da Eylem Komitesi kadroluçalışma, sendika üyeliği ve toplu sözleşme hakları içinmücadelelerini sürdürmektedir. Unilever yönetimi ise“İş yoksa para da yok” sistemini hayata geçirerekişçilerin direnişini kırmaya çalışmakta, onları daha fazlayoksulluğa ve borca sürüklemektedir.

HGF işçileri son derece zor koşullardaçalıştırılmaktadır. İzin hakları ve hastalık parasınıngaspı başta olmak üzere, her türlü sosyal haktanyoksundurlar. Bu işyerine özgü durumun bir ifadesiolarak, sendikasız, yani örgütsüzdürler. İşveren budurumdan da yararlanarak, işçilere her türdenkuralsızlığı dayatmakta, örneğin kış aylarında işçileri12-13 saat çalıştırmaktadır. Tüm bunlara baskılar veişten atmalar eklenmektedir. 15 temizlik işçisininişten atılması da bunun yeni bir örneğinioluşturmaktadır.

Direnen temizlik işçileri, üç aylık maaşlarınınödenmesini ve mesai paralarını istedikleri ve birlikhalinde hareket ettikleri için işten atılmışlardır. HGFişvereninin saldırısı tümüyle keyfi, haksız ve acımasızbir saldırıdır.

Buna karşın çalışma ve yaşam koşullarınındüzeltilmesini, ödenmeyen ücretlerinin ödenmesiniistemek ve kuralsızlığın egemen olduğu işyerindedayanışma içinde olmak işçilerin en doğal ve enmeşru hakkıdır. Ve dolayısıyla, temizlik işçilerinindirenişi tümüyle haklı, meşru ve onurlu bir direniştir.

Öte yandan, HGF işçilerinin bu direnişi son derecedağınık ve örgütsüz olan bu işkolunda bir ilktir. Bubakımdan da sanıldığından da önemli ve yol gösterici

bir direniştir. Ve dahası temizlik işçileri, krizbahanesiyle her gün isşizler ordusuna katılan diğertüm sınıf kardeşleri için de direnmektedirler. Tüm bunedenlerle onlar her türden desteği haketmektedirler.

Tüm uluslardan işçi ve emekçiler;HGF işçisi yalnız değildir. Daha şimdiden ilerici

ve devrimci güçlerin, ilerici sendikacıların, temizlikyaptıkları semtlerin emekçilerinin ve diğerişyerlerinde çalışan işçilerin artan desteğinialmaktadırlar. Bu destek daha da artacak, dayanışmaağı genişleyecektir. Tam da bu nedenle HGFpatronunun çabaları boşunadır. Onun direnen işçileribölme amaçlı kirli girişimleri de sonuçsuz kalacaktır.Bir kez daha direniş, bir kez daha direnen işçilerkazanacaktır.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu(BİR-KAR) olarak, temizlik işçilerinin haklı veonurlu direnişlerini desteklediğimizi, direnişi kendidirenişimiz olarak gördüğümüzü ve direnişinkazanması için her türden çabayı ortaya koyacağımızıilan ediyor, Frankfurt ve Hessen eyaletindeki fabrikave işyerlerindeki tüm işçileri, emekçileri, ilerici vedevrimci güçleri direnişi desteklemeye, dayanışmaağını genişletmeye çağırıyoruz.

HGF işçisi yalnız değildir!Yaşasın sınıf dayanışması!Direne direne kazanacağız!

BIR-KAR

Almanya’nın Frankfurt kentinin Sosenheimbölgesinde bulunan, HGF adlı temizlik firmasıişçilerinin, 23 Haziran 2009 tarihinde, 17 işçinin iştenatılması üzerine, başlatmış olduğu direniş kararlılıklasürdürüyor.

HGF, büro çalışanlarıyla birlikte toplam 50civarında kişinin çalıştığı orta büyüklükte ve başındaTürkiyeli bir patronun bulunduğu, 15-20 yıllık, tanınanve önemli bazı firmaların temizlik işlerini yürüten birfirmadır.

Firma, 23 Haziran’da yaşanan hak gasplarına itirazeden bir işçiyi işten attı.

İşçilerin aylıkları dört aydan beri sürekli geçödeniyor, kış aylarından beri biriken fazla mesaihakları gaspedilmek isteniyordu. İzin parası, yılbaşı vehastalık durumlarında alınması gereken ödemelerişçilere verilmiyordu. Bu hak gasplarına karşı patronunsunduğu temizlik işlerinin yapıldığı yerlerden geriödeme olmaması gerekçesinin ise yalan olduğu dadireniş sürecinde ortaya çıktı.

Arkadaşlarının işten atılması üzerine aynı akşamçoğu Türkiyeli olan 17 işçi bir toplantı gerçekleştirdi.Toplantıda, atılan HGF işçisi işe geri alınıncaya kadar

iş bırakma kararı alındı ve iki temsilci ile patronlagörüşme alınması kararlaştırıldı.

Patronun görüşme taleplerine olumsuz yanıtvermesi üzerine işçiler eylemlilikler örmeye başladı.Şirketin iş aldığı çeşitli işyerleri ve konutların önündebasın açıklamaları ve bildiri dağıtımları yapıldı,patronun pervasız tutumu teşhir edildi. Bu faaliyetlersırasında HGF işçileri bu işyerlerindeki çeşitlitemsilcilere, çalışanlara ve buralarda oturan emekçileresorunlarını ve taleplerini iletme fırsatı yakaladı ve imzakampanyası için destek aldı.

Bu yoğun faaliyetlerden oldukça rahatsız olanpatron, dolaylı yolardan görüşmek istediğini bildirdi.Fakat patronun, temsilci ile yaptığı görüşmede işçilerinhiç bir talebini kabul etmedi.

Bunun üzerine HGF işçileri 6 Temmuz günü çadırkurarak direnişe devam etme kararı aldı. Çadırdagünlük olarak değerlendirme ve planlamalar yapılıyor.Bildiri dağıtımı ve imza kampanyası yürütülüyor.Direniş çadırına çevreden oldukça yoğun bir ilgi vedestek var. Duyarlı ilerici kurum, kuruluş ve kişilerçadırı ziyaret edip desteklerini sunuyor. Çadıra yemekgetiren emekçiler var.

İşçiler, işten atılan işçiler geri alınıncaya ve tümalacaklar ödeninceye kadar direnişin devam edeceğinibelirtiyor.

Zafer direnen işçilerin olacak!28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

HGF’de direniş sürüyor

HGF işçisi yalnız değildir!

Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...

Page 29: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

14 Temmuz Ölüm Orucu Direnişi’nin üzerindentam 27 yıl geçti. Ama onun temsil ettiği ve kendindecisimleştirdiği değerler, her açıdan güncelliğini,diriliğini ve önemini koruyor. 14 Temmuz, saltDiyarbakır zindanlarında sömürgeci vahşete karşıdevrimci değerleri savunma eylemi değil, aynızamanda ve esas olarak ideolojik, politik ve ahlakideğerleri yaşatma, geleceğe taşıma, bunları Kürdistanhalkının yüreğine ve bilincine işleme direnişidir! Burolünü de başarıyla, ama ağır bedeller pahasınagerçekleştirdi…

Etkileri ve sonuçları bütün canlılığıyla bugünegeldiği ve yarına da ışık tutma gücünde olduğu için,bütün değerlerimizi hoyrat bir miras yedici gibikullananlar, 14 Temmuzu kendi teslimiyetçianlayışlarına referans yapmakta bir sakıncagörmemektedirler…

Gerçekte 14 Temmuz ve İmralı, onun örgütlüifadesi olan KCK birbirine karşıt iki ucu ifade vetemsil etmektedirler. Birincisi, Bağımsız, Demokratik,Birleşik ve azami olarak Sosyalist Kürdistanprogramını sömürgeci sisteme karşı çıplak yüreklesavunma direnişi; ikincisi, bu programı İmralı’nınderin sularına gömen, sömürgeci sisteme biat etmeyi,“Cumhuriyet Kürdü” olmak için yalvaran, af dileyenteslimiyet çizgisini ve kişiliksiz bir boyun eğişi temsiletmektedir. Birincisi, onur ve devrimci çizgide ısrarıölümüne savunurken; ikincisi, bunu “kaba direnişçilik”olarak damgalayarak teslimiyetini meşrulaştırmayı birpolitik tarz haline getirdi.

Çıplak yürekle ölümüne direniş ile sömürgecisistemin karşısında korkakça bir duruşsuzluğukarşılaştırmak, 14 Temmuz’un büyük direnişçilerinebüyük saygısızlık değilse nedir!

Bütün devrimci değer ve birikimlerimizi ele geçirenve bunu bir iktidar tekeline dönüştüren teslimiyetçizgisi, bugün, 14 Temmuz’u “Özgür Önderlik,Özgür Kimlik ve Demokratik Özerklik”kampanyaları için bir dayanak noktası yapmaktadır.Devrimci değerler, devrimci çizgi ve bilinci tasfiyedeyine devrimci değerlerin kullanılması, tarihimizin enönemli trajikomik oyunlarından biridir ve bu, yürekacıtıcıdır.

Öyle de olsa unutmamak gerekir ki, 14 Temmuz,her şeyden önce her türlü reformist, teslimiyetçi vedüzen içi çizginin en açık, en net ve tartışmasızreddidir!

14 Temmuz, salt sömürgeci düzeni ret ve onacepheden tavır alış değil, aynı zamanda bağımsızlık,demokrasi ve sosyalizm ilkelerini özümseyen birtoplum projesi, devrimci bir çözüm seçeneğinin desavunusu, temsili idi. Bu ideolojik özden boşaltılmışbir 14 Temmuz algısı, 14 Temmuz’un özününboşaltılması ve saptırılmasından başka bir şeydeğildir…

Bugün yapılan ve bir çizgi biçiminde sürdürülen,halkımızın tümüne yedirilmeye çalışılan da budur!

14 Temmuz, bir tepki, dayanılmaz sömürgeci zulmekarşı bir isyan, ideolojik ve politik özü belirsiz birhareket değil, tersine PKK’nin 1978 Programı’ndaifadesini bulan devrimci çizginin en özlü ifadesi veözetidir.

Bu program birçok yönüyle tartışılabilir,eleştirilebilir. 1978 Programı, bugün birçok yönüyleaşılan veya aşılması gereken bir programdır. Ancak

onun devrimci özü, düzeni her açıdan reddeden özü,anlamı ve stratejik içeriği tartışma götürmez birgerçektir. Sonraki yıllarda ortaya çıkarılan tümdevrimci değerler ve kazanımlar, anılan devrimci özünparlak birer doğrulamasını sunmaktadır.

14 Temmuz da bu özün en özlü ifadesidir!Sadece devrimci bir programı ve stratejiyi ortaya

koymak tek başına yeterli değildir. Bu devrimciprogram ve stratejide samimi, ciddi ve tutarlı olmanıntemel bir ölçüsü vardır: Devrimci yöntem ve araçlarlagerçekleştirilecek devrimci pratik!

14 Temmuz Direnişi’nin Önderi M. Hayri Durmuş,mahkeme kürsüsünde eylemin gerekçelerini açıkladığıkonuşmasında, bu önemli noktanın altını kalınçizgilerle çiziyordu. Kürdistan özgürlük ve bağımsızlıkdavasında samimi olmanın yolunun, halkın güç olmasıve devrimci silahlarla donanması gerektiğinisavunmaktan ve bunu pratikte ikirciksiz uygulamaktangeçtiğini vurguluyordu. O, burada kendi başına,devimci program ve stratejiden soyutlanmış devrimciyöntem ve silahtan değil, devrimci program vestratejiye bağlı politik güç araçlarından söz ediyordu.Özgürlüğün, hatta en sıradan hak kırıntısının bilebahşedilemeyeceğini çok iyi biliyor, Diyarbakır Zindanpratiğinin bunun en somut örneği olduğunu kendi özdeneyimiyle kavramış bulunuyordu. En sıradan hakkırıntısının bile sayısız direnişle, bedel ödenereksağlanabildiğini biliyordu. O nedenle Kürdistanözgürlük ve bağımsızlık davasında samimi olmanınölçüsünün, politik güç olmayı hedefleyen devrimciyöntem ve araçları uygulamaktan başkası olmadığınısavunuyordu.

Söyler misiniz, “Cumhuriyet Kürdü” olmaprojesinden başka bir şey olmayan “DemokratikÖzerklik” politikasının 14 Temmuz’un devrimcidirenişçi özüyle, her türlü düzen içi çözüme cephedentavır alan çizgisiyle karşıtlık dışında bir ilgisi olabilirmi?

14 Temmuz direnişinin anlamı, kuşkusuz buradaözetlemeye çalıştığımız bu özle sınırlı değildir; onundaha kapsamlı boyutları var. Anlamak, ilgilenmek

isteyenler http://www.sosyalist-kurd.net/yazarlar/m-can-yuece/1749-muecadele-tarhmzde-br-klometretai-14-temmuz-bueyuek-oeluem-orucu-dren1.htmllinkinde bulunan uzun değerlendirme yazısınıokuyabilirler!

14 Temmuz Direnişi’nin kahramanlarını bir kezdaha saygıyla anarken, onların kişiliklerinde veeylemlerinde somutlaştırdığı şu sloganı bir kez dahahaykırmak istiyoruz:

Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür!14 Temmuz 2009

Tutuklu Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu ve Tutuklu Aileleriyle DayanışmaDerneği Metris Cezaevi önünde 14 Temmuz günü gerçekleştirdiği basın açıklaması ile 14 Temmuz 1982’deDiyarbakır zindanında, dayatılan onursuzlaştırma saldırılarına karşı bedenlerini ölüm orucuna yatırarakdireniş kültürünü yaşatan, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz’ın şahsında tüm zindanşehitlerini andı.

“14 Temmuz şehitleri ölümsüzdür! / TUAD” pankartının açıldığı eylemde basın açıklamasını TUHAD-FED adına Ramazan Yıldız gerçekleştirdi. Yıldız, 1968’lerle başlayan Türk ve Kürt gençliğinin beraberyürüttüğü özgürlük mücadelesinin her geçen gün büyüdüğünü ve Deniz Gezmişler’in bu mücadeleninyürütücüsü olduklarını ifade ederek idam sebhasında dahi Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini haykırarakfaşist zihniyete cevap vermişlerdir dedi. ‘80’lere bu direniş kültürüyle gelindiğini söyleyen Yıldız şunlarıifade etti.:

“‘80’lerle birlikte giderek Kürt halkının üzerine gelişen imha ve inkar politikası kendini ısrarladayatmıştır. Kürt halkını terbiye etmenin sindirmenin ve onursuzlaştırmanın tek yolu cezaevleri gözaltılar vefaili meçhuller olarak görülmüştür... 14 Temmuz şehitleri her zaman her koşulda Kürt halkı için büyük direnişışığı olmuştur. “

19 Aralık’ta da mücadele geleneğinin devam ettiğini belirten Yılmaz, tüm devrimci, demokrat kamuoyunuinsanlık dışı uygulamalara karşı mücadeleye çağırdı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

14 Temmuz Direnişi’ni saygıyla anıyoruz... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

14 Temmuz şehitleri anıldı...

14 Temmuz, devrimci çizgi direnişçiliğinin bayrağıdır!

M. Can Yüce

Page 30: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

Her yıl düzenlenen ve geleneksel hale gelenSamandağ Kültür-Sanat Festivali bu yıl dagerçekleştirildi. 8. si düzenlenen festivalin programıikiye bölündü. Samandağ Kalkındırma Derneği veAkdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği tarafındanher yıl düzenlenen festival, bu yıl ki düzenlenmesürecinde iki dernek arasında oluşan farklılıklarnedeniyle her derneğin kendi festivalini ayrıdüzenleme kararlarıyla sonuçlandı.

9-10-11-12 Temmuz tarihlerinde SamandağKalkındırma Derneği’nin düzenlediği festivalprogramı gerçekleştirildi. Festivalin iki günüSamandağ ilçesine bağlı Tekebaşı Beldesi ve VakıflıKöyü’nde (Türkiye’nin tek Ermeni köyü)gerçekleştirildi. Festivalin diğer iki günü iseSamandağ sahilinde gerçekleştirildi. SamandağKalkındırma Derneği’nin hazırladığı geceprogramında Grup Moğollar, Haluk Levent vebirçok yerli şarkıcı sahne aldı. Gündüzleri ise işçisınıfının sorunları, kadın sorunu, tarım ve çiftçininvb. başlıklı birçok panel düzenlendi. SamandağKalkındırma Derneği’nin gerçekleştirdiği festivalekatılım oldukça yoğundu. Özellikle HalukLevent’in sahne aldığı 12 Temmuz günü katılımın40 bin civarında olduğu söylendi.

13-14 Temmuz tarihlerinde Akdeniz Kültür veDayanışma Derneği’nin düzenlediği programda ilkgün Adana Gençlik Derneği ve Suriyeli Arapşarkıcılar sahne aldı. İkinci gün ise yerli bir müzikgrubu olan Grup Asi ve Kardeş Türküler programdayer alan gruplardı. Yağmur sebebiyle ikinci günprogramı yarıda kesilmek zorunda kalındı. AkdenizKültür ve Dayanışma Derneği’nin gerçekleştirdiğifestivalde 13 Temmuz günü katılım oldukçadüşüktü. Fakat 14 Temmuz günü katılım bir öncekigüne göre daha fazlaydı.

Festivalde birçok devrimci kurum stant açarakişçi-emekçilere seslendiler. Komünistler olarakbizde festivalde stant açarak katılımın iyi olduğugünlerde yoğun bir ajitasyon-propagandaylaişçi,emekçi ve gençlere seslendik. Üzerine çeşitlişiarların yazılı olduğu önlüklerimizi ve KızılBayrak, Ekim Gençliği ve Eksen Yayıncılıkkitaplarının satışını yaptık.

Festivalde stant açarak Antakya işçi ve emekçiile gençliğine kısa sürelik boşluktan sonra yineproletaryanın bayrağını dalgalandırdığımızıgöstermiş olduk.

Antakya BDSP

Tutuklu ve hükümlülerin, yakınlarıyla Kürtçe konuşmalarına izin veren düzenleme yürürlüğe girmesinerağmen cezaevlerinde Kürtçe yasağı sürüyor. Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve GüvenlikTedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’te yapılan değişiklikle Kürtçe konuşmak serbest olmasına rağmen, tüzükdeğişikliğinin ardından yapılan cezaevi görüşlerinde yine uygulanıyor.

Adana’da yaşayan Anne Bedriye Tunç ve baba Abdullah Tunç, Haziran ayının sonlarına doğru Kırıkkale FTipi Cezaevi’nde PKK davasından hükümlü bulunan oğulları Nimetullah Tunç’u ziyaret etti. Görüş nedeniyleheyecanlı olan anne, baba ve Nimetullah Tunç, görüş başlamadan gardiyanın ‘Kürtçe konuşmak yasak’uyarısıyla sarsıldılar. Anne Tunç, Türkçe bilmediğinden Kürtçe konuşmak zorunda olduğu için baba Tunçgardiyana itirazda bulundu. Baba Tunç, Adalet Bakanlığı’nın görüşlerde Kürtçe konuşulmasını serbestbıraktığını söylemesine rağmen gardiyanı ikna edemeyince bütün görüş süresi gardiyanla tartışarak geçti.

Görüş sırasında Kürtçe konuşmakta ısrar ettiklerini belirten baba Tunç, bunun üzerine başka bir gardiyanınyanlarına gelip, “Yukarıdan emir var, bu şekilde görüş yapamazsınız. Yoksa görüşünüzü kesmek zorundayız”şeklinde kendilerini uyardığını söyledi. Anne ve baba Tunç, gardiyanlarla sık sık tartıştıkları ve Kürtçekonuşamadıkları için çocuklarıyla gönüllerince hasret gideremeden cezaevinden ayrıldıklarını belirttiler.

Bütün bu yaşananlar, temelde inkarcı zihniyetin sürdüğünü, dahası yapılan sözde açılımların da kofluğunugöstermektedir. Açıktır ki, zorunlu resmi dil uygulamasına son verilmedikçe, tüm dillerin hak eşitliğitanınmadıkça, Kürtçenin başta kamusal alan olmak üzere toplumsal-siyasal yaşamın her alanında özgürcekullanılabilmesinin önündeki tüm engeller kaldırılmadıkça, Kürtçenin tanınması ve kullanılmasına ilişkin tümiddialar sıradan gerici manevralar ve aldatmacalar olmanın ötesine geçemeyecektir.

3. köprüye hayır!30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/27 H 17 Temmuz 2009

İstanbul’a yapılması planlanan 3. Köprü projesi,Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın son açıklamalarıile tekrar gündeme oturdu. 3. Köprü güzergahınınbelirlendiğini ve ihalenin yıl içerisinde yapılacağınıilan eden Binali Yıldırım; köprünün diğer köprülerinkuzeyinde olacağını belirtti ve kesin güzergahı devameden imar çalışmalarını gerekçe göstererekaçıklamaktan kaçındı. İstanbullular’ın endişeleriningereksiz olduğuna dikkat çeken Binali Yıldırım, ileriteknoloji ile çevreye zarar vermeyen ve İstanbul’unsilüetine uygun bir köprü için titiz davrandıklarınıiddia etti. Bunu yaparken de demagojiye başvurarakşunları söyledi: “İstanbul’un yıllardır var olan trafiksorununu çözeceğiz!”

Geçmişten günümüze kısaca köprü tartışmaları

1950’li yıllarla birlikte başlayan köprütartışmalarının ilk sonucu 1973 yılında, Cumhuriyetin50. yılı vesilesi ile 29 Ekim günü hayata geçirilmiş,İstanbullular’a “hediye edilmişti”. Ancak iddia edildiğigibi trafik sorununa çözüm olamayan ilk köprününçözüm değil sorun ürettiği ortaya çıktı. Bunun üzerinemevcut hükümet yeni bir köprüyü işaret etti. 1988yılına gelindiğinde ise, artık İstanbul’un yeni birköprüsü ve hala devam eden bir trafik sorunu vardı.Henüz yeni köprünün üzerinden araçlar geçmeyebaşlamıştı ki, dönemin belediye başkanı BedrettinDalan şunları açıkladı: “Bununla da olmadı, çözümyapılacak yeni köprüde!”

Yıllardır böylesine bir mizansenin konusu olanköprü tartışmaları bir kez daha aynı gerekçe veyöntemle ortaya atılıyor; 1, 2, 3.. derken, atakdavranılarak ortaya çıkabilecek tepkilerin önükesilmek isteniyor.

Köprü projesi çözüm değil sorun üretiyor!

Ulaştırma Bakanı’nın açıklamalarıyla gündemegelen ve içi boşaltılan belediye bütçelerine kaynakyaratmak için yıl içinde ihalesi tamamlanmasıbeklenen 3. Köprü projesinin gerçekleşmesi halindegeriye dönüşü olmayan bir tahribata yolaçacak.Boğaziçi ve FSM köprülerinin daha kuzeyinde olacağıaçıklanan köprünün ormanlar, içme suyu havzaları vetarım alanları gibi kentin tüm yaşam kaynaklarını yokedeceği ve sanılanan aksine trafik sorununu olumluyönde çözmesi beklenmiyor.

Uzmanlar var olan köprülerin ulaşım sorununaçözüm olmadığını, mevcut 2 köprünün toplamulaşımın ancak %11’ini taşıdığını ve 3. Köprüprojesini de çözüme yönelik bir adım olarakdeğerlendiremeyeceklerini vurguluyorlar.

Sermaye medyasının kalemşörleri yapılacak yeniköprüye isim arayadursunlar; 3. köprüye karşı çıkmaktüm işçi ve emekçiler için bir sorumluluktur!

Sermaye yine rantpeşinde!

Cezaevlerinde Kürtçe yasağısürüyor...

Samandağ Kültür-Sanat Festivali sona erdi

TAYAD’lı Aileler, 12 Temmuz günü Kadıköy Karacahmet Mezarlığı’nda yaptığı eylemle 12-14 Temmuz1991 tarihinde Devrimci Sol’a yönelik ev ve işyeri baskınlarında şehit düşen 12 devrimciyi mezarları başındaandı.

TAYAD’lı Aileler, mezarlık girişinden “12-14 Temmuz şehitleri ölümsüzdür / TAYAD’lı Aileler” pankartıile yürüyüşe geçtiler.

Yürüyüş yerine gelindiğinde şehitlerin mezarlarına kırmızı karanfiller bırakıldı. Saygı duruşundan sonraTAYAD adına hazırlanan metin okundu. Şehitlere devrim sözü verildi.

Metnin okunmasının ardından, İdil Kültür Merkezi Tiyatro Atölyesi bir şiir dinletisi sundu. Anma, GrupYorum’un çaldığı marşların söylenmesiyle sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

12-14 Temmuz şehitleri anıldı...

Page 31: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

DÖKH ve DTP’li Kadınlar Dayanışma Platformu, tutuklanan KESK’li ve DTP’li kadınların bir an önceserbest bırakılması çağrısıyla 11 Temmuz günü Galatasaray Postanesi önünde basın açıklamasıgerçekleştirdi. Açıklama sonrasında cezaevlerine dayanışma kartları gönderildi.

“Demokratik ve özgür kadın hareketi, DTP ve KESK’e baskılara son!” şiarlı pankartla GalatasarayPostanesi önüne kadar sloganlarla gelen kadınlar burada basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Açıklamayı gerçekleştiren Derya Eğilmez, her dönemde özellikle örgütlü kadınların baskılara maruzkaldığını söyledi. “Biz kadınlar, bugüne kadar ağır bedeller ödedik ama asla özgürlük mücadelemizdentaviz vermedik. Bundan sonra da kimliğimize, bedenimize, özgürlüğümüze ve örgütlü gücümüze yönelik hertürlü saldırıya karşı, çok güçlü bir mücadele yürüterek, bu salrıları boşa çıkartarak erkek egemen sisteme,kapitalizme ve militarizme geçit vermeyeceğiz.” sözlerinin ardından kadınların sesini yükseltmeye devamedeceği vurgulandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, İşçi-Köylü gazetesinin yayınının bir ay süre ile durdurulmasına,dağıtımının ve satışının yasaklanmasına karar verdi.

“Demokratik Halk İktidarı İçin İşçi Köylü” gazetesinin 45. sayısının birinci ve sekizinci sayfalarındayer alan TKP/ML TİKKO gerillaları ile yapılan röportajları ve gerilla resimlerini gerekçe gösteren İstanbul10. Ağrı Ceza Mahkemesi 5287 sayılı basın kanununun 25. maddesine dayanarak İşçi-Köylü gazetesinintoplatılmasına, 3713 sayılı yasanın 675. maddesine dayanarak da bir ay süre ile kapatılmasına karar verdi.

İşçi-Köylü gazetesi ve Partizan Dergisi yaptığıı açıklamada “Gazetemiz sayfalarında emekçilerinkurtuluşu için mücadele edenlere, bedel ödeyenlere yer vermeye devam edecektir.” dedi.

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

KESK’e bağlı Eğitim-Sen İstanbul 3 No’lu Şube İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki okulların rant amaçlıolarak satışa sunulmasına karşı 10 Temmuz günü basın açıklaması yaptı.

Mecidiyeköy’deki Eğitim-Sen 3 No’lu Şube binasında gerçekleştirilen açıklamayı okuyan şube başkanıNebat Bukrek AKP hükümetinin eğitim alanındaki ticarileştirme ve özelleştirme politikalarına değindi.

Satışa sunulacak okulların turizm otel ve iş merkezi olarak değerlendirileceği, bu okulların şehrinmerkezinden uzak, ulaşımın uzak olduğu yerlere taşınacağına işaret edilen açıklamada kurumtemsilcilerinin, Milli Eğitim Müdürleri’nin, Valilerin işinin emlakçılık olmadığı vurgulandı.

“Biz Eğitim Sen 3 No’lu Sube olarak İstanbul’da satışa çıkarılan tüm okullar özellikle de bölgemizdeki9 okulun satışını engellemek için kampanyalar düzenleyeceğiz.” sözlerine yer verilen açıklamada veliler,kitle örgütleri, dernekler, aydınlar, yazarlar ve siyasi partiler “Okuluma Dokunma İnisiyatifi”ne katılmayaçağrıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

12 Eylül askeri faşist cuntasının, tedavi olması için yurtdışına gitmesine izin vermediği halk ozanı RuhiSu’nun mezarına 10 Temmuz günü silahlı saldırı düzenlendi.

Ruhi Su ve eşi Sıdıka Su’nun mezarı başındaki yeşil cam tahrip edildi. Sanatçının Zincirlikuyu’dakimezarının başına 1988’de 2 metre yüksekliğinde anıt dikilmişti. Yaklaşık 40 santimetre kalınlığında ve 30katmandan oluştuğu için kırılamayan camdaki izlerin bir mermiye ait olabileceği kanısına varıldı.

Ruhi Su’nun mezarına 1990’lı yılların başında da saldırı düzenlenmiş ve bu olayın ardından sanatçınınmezarı E adasından A adasına taşınmıştı.

İşçi-Köylü’ye kapatma!

Ruhi Su’nun mezarına silahlı saldırı

Halkevleri 13 Temmuz günü belediye önündegerçekleştirdiği eylemle İstanbul’da, su fiyatlarına zamyapılması konusunda bir hafta süresince yapılacakgörüşmeleri protesto etti. Görüşmelerin süreceği 13-17Temmuz arası hergün belediye önünde olacaklarınıduyurdu.

“Aklınızdan bile geçirmeyin / Suya zam istemiyoruz/ Her haneye 18 m3 parasız su sağlansın” pankartınınaçıldığı eylemde, açıklamayı Halkevleri 1. BölgeTemsilcisi Nuri Günay gerçekleştirdi. Günay, AKP’libelediyelerin temel ihtiyaçlarda zam rekoru kırmaçabasında olduğunu belirtti.

“Suya zam değil indirim yapılmalıdır” diyen Günay,2007 yılında suya yüzde 134’lük zam yapılırken,barajlardaki doluluk oranlarının düşmesi, bu nedenlearıtım ve iletim maliyetlerinin artmasının gerekçe olarakgösterildiğini de hatırlatarak şunları söyledi: “Bugünİstanbul’da barajların doluluk oranına bakıldığındageçtiğimiz iki yıla oranla su seviyesinin oldukça yüksekolduğunu görüyoruz. Bu da bir önceki zamma gerekçeolarak gösterilen ek arıtım ve iletim maliyetleriniortadan kaldırmıştır. Su bollaşmakta, maliyetlerdüşmekte, bu arada ne hanelerin ne de sanayinin sutüketiminde bir artış yaşanmaktadır. Bu durumda suyazam değil, indirim yapılması gerekmektedir”

Kızıl Bayrak / İstanbul

İstanbul Ekim Gençliği, 12 Temmuz Pazar günüTaksim İstiklal Caddesi’nde Ekim Gençliği dergisi satışıgerçekleştirdi.

Ekim Gençliği’nin yaz sayısı ajitasyon konuşmalarıeşliğinde öğrencilere ulaştırıldı. Yapılan ajitasyonkonuşmalarında kapitalizmin krizinin yoğunlaşanetkilerinden, har(a)çlara yapılan zamlardan bahsedilerekmücadele çağrısı yükseltildi.

Gençliğin yoğun ilgisiyle karşılaşılan satış sırasındapek çok üniversite öğrencisiyle de ilişki kuruldu.

İstanbul Ekim Gençliği

Halkevleri’ndenzam protestosu

Taksim’de EkimGençliği satışı

Tutsak kadınlarla dayanışmaeylemi

Eğitim-Sen: “Okulumadokunma!”

Page 32: Sİ Kizil Bayrak 2009 27

e

‘96 zindan direnişi 13. yılında!

Saraylar saltanatlar çökerKan susar bir gün

Zulüm biterMenekşeler de açılır üstümüzde

Leylaklar da gülerBugünlerden geriye

Bir yarına gidenler kalırBir de yarınlar adına direnenler

Adnan Yücel