Şiirden oyuna (ben ruhi bey nasılım) - hakan İsmail Şiriner
DESCRIPTION
Edip Cansever'in Ben Ruhi Bey Nasılım şiiri üzerine tezTRANSCRIPT
1
Giriş
ġiirden oyuna uzanan bir serüvenin, tez kapsamında incelenmesi, hiç
kuĢkusuz Ģiirin tiyatro ve dram sanatıyla olan iliĢkisinin -yüzeyselde olsa- gözden
geçirilmesini gereksinmektedir. Buna bir de yapıtın yazarının da incelenmesi
eklenince, Ģiir-Ģair-bağlam çevreninde bir irdeleme gerekliliği daha büyük bir istenç
taĢımaktadır. Dolayısıyla Ģiirden oyuna dönüĢen metin, baĢka bir deyiĢle oyun-Ģiir
Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın incelemesine geçilmeden önce, dram/tiyatro sanatının
Ģiirle olan iliĢkisine tarihsel süreç ve içerik gözetilerek değinilmiĢ ve arkasından
yapıtın sahibi Edip Cansever‟in Ģiir dünyasının çözümlenmesine geçilmiĢtir. Bu
çözümleme de Cansever‟in Ģiirinde yararlandığı alanlardan, drama/tiyatro üzerinde
özellikle durulmuĢtur.
Bilindiği gibi dram ve tiyatro sanatı arasındaki en önemli fark, dram sanatının
tiyatro olgusunu yazınsal yönde iĢlemesidir. ġiir ve Tiyatro sanatlarının gözden
geçirileceği birinci bölümde, söze/yazına dayalı olması nedeniyle, tiyatro olgusu
biraz daha geniĢletilerek dram sanatıyla birlikte ele alınmaya çalıĢılmıĢtır.
ġiir ve tiyatro üzerine yapılacak bu değinilerde, tarihsel sıralama, ilkel insanın
drama özgü olan törenlerinden baĢlatılarak, Metin And, Özdemir Nutku, Sevda ġener
gibi tiyatro tarihçisi ve kuramcılarının gözettikleri sıralamayla devam ettirilmiĢtir.
Buna göre, 1.1 Dram/Tiyatro Sanatı bölümünde tarihsel süreç ve içerik
bağlamında, dram ve tiyatro sanatının ortaya çıkıĢı, tarihsel geliĢimi, ilkel çağdan
günümüze değin, daha çok anımsatıcı olmayı içeren bilgilerle -dönemlere ve
akımlara göre- aktarılmıĢtır.
1.2. Dram/Tiyatro Sanatı ve ġiir ĠliĢkisi bölümünde de her çağın/akımın
dramına, tiyatrosuna, kendi bağlamında, Ģiir ve Ģiirsellik ile olan iliĢkisi etrafında
değinilmiĢtir. Dram/tiyatro sanatının Ģiirle olan iliĢkisi, henüz tiyatronun doğmadığı
dönemlere kadar gider. Ġlkel insanların tanrılar adına yaptıkları dinsel törenlerin
temelinde Ģarkı/Ģiir bulunur. Birçok kuramcıya göre de tiyatro, iĢte bu törenlerdeki
2
Ģarkı/Ģiirlere taklit öğesinin eklenmesiyle doğduğunu kabul eder. Bu demektir ki, Ģiir,
tiyatronun doğuĢuna tanıklık etmiĢtir; doğuĢundan olgunlaĢma sürecine kadar geniĢ
bir zaman diliminde de tiyatroya, dram‟a eĢlik etmiĢtir.
C. Caudwell‟de, G. Thomson‟da Ģiirin yüceltilmiĢ dil, törensi dil olduğunu
söylerler. Dinsel törenlerin içinden doğan tiyatro da baĢlangıçta dinsel varlığını
korumaktadır. Dolayısıyla dili de Ģiirdir. ġiir ise ilkel insanın, henüz konuĢmayı
öğrendiği süreçte, ayin niteliğinde kullanılmak üzere, tartımlı, ritimli bir yapıyla
baĢlar ve bu ritimli yapı koĢuklu bir hal alır. ġiirin koĢuktan kurtulup düzyazıya
geçme süreci de çok uzun zaman almıĢtır. Düzyazı Ģiirin ilk örneklerini, Aloysius
Bertrand, Gaspard De La Nuit (1828) ile verir ve ardından düzyazı Ģiir,
Lautreamonte, Stephane Mallarmé, Saint John Perse, Saint Pol Roux, Paul Eluard,
Henri Michaux, René Char gibi Ģairlerin elinde zirveye ulaĢarak, Ģiir sanatına yeni
bir soluk kazandırır. ġiir sanatının, koĢuktan sıyrılarak düzyazıya evirilmesi çağlar
almıĢtır; peki Ģiirden doğan ve baĢlangıçta dinsel nitelik taĢıyan tiyatro koĢuklu
dilden düzyazıya ne zaman geçmiĢtir? Tiyatro, düzyazıya geçiĢte Ģiir kadar
beklemez. Tiyatroda düzyazıya geçiĢin beĢiği Ġngiltere‟dir. Shakespeare öncesinde
üniversiteli yazarlar düzyazıya geçiĢi öncelerler ve Shakespeare‟de döneminin
koĢuklu dil yapısına aldırmayarak düzyazının olanaklarını kullanır. Genelde soylu
kiĢileri koĢuklu, halk tabakasını düzyazıyla konuĢturan Shakespeare, Cevat Çapan‟ın
uyaksız koĢuk dediği Ģiir biçimini kullanır. Restorasyon döneminde ise tiyatroda
artık düzyazıya geçilmiĢtir. Burada bir parantezle düzyazıya geçiĢin tragedyada
yaĢandığını, komedyada dilin antik dönemlerde dahi esnek olduğunu belirtmek
gerekir. Hiç kuĢkusuz bu değiĢimdeki temel nokta, düzyazıya geçiĢle birlikte Ģiirin,
Ģiirselliğin bitip bitmediği ikilemidir. Öncelikle tiyatroda düzyazıya geçiĢ
gereksiniminin, en baĢta, dilde de yanılsamayı yaratmak olduğu belirtilmelidir.
DeğiĢen dünya ve toplum düzeninin yanında tiyatronun da geçirdiği değiĢim, oyun
yazarını, oyunların konularının efsaneler, mitler yerine gündelik yaĢamdan, oyun
karakterlerinin ise tanrılar, krallar yerine halkın içinden kiĢilerden seçilmesine
zorluyordu. Kralların, tanrıların yer aldığı tragedyalarda koĢuklu dil uygun düĢerken,
gündelik insanın dramını anlatmakta ya çok üstün kalmakta ya da gerçekçi
3
görünmemektedir. Bu nedenle sanatçılar, zaman zaman kendileriyle, zaman zaman
erkle mücadele ederek, kalıpları kırmıĢtır.
Düzyazıya geçiĢle birlikte tiyatroda Ģiir olgusu bitmemiĢtir. Ozanlar/yazarlar,
bu evrede tiyatroda Ģiiri dildeki Ģiirsel incelikle, imgeyle, çağrıĢımla, oyunda
yaratılan atmosferle birlikte yaratmayı baĢarmıĢlardır.
Birinci Bölüm, tiyatro ve Ģiir iliĢkisini doğuĢundan, geliĢimine ve bugüne
değin, koĢuk ve düzyazı ekseninde ele alarak irdeler. Cansever poetikasında tiyatral
olanı daha iyi anlamak için bu bölümün gerekliliği düĢünülmüĢtür. Ayrıca Edip
Cansever‟in en çok önemsediği Ģair T.S. Eliot‟un, Ģiir ve dram/tiyatro üzerine
düĢüncelerine de yirminci yüzyılda koĢuk tiyatroyu canlandırmak isteyen Ģairlerle
birlikte yer verilmiĢtir.
Ġkinci Bölümde Edip Cansever‟in sanatçı kimliği, Ģiir dünyası ele alınırken,
özellikle Ģiir sesini bulduğu dönemi olan Ġkinci Yeni Ģiiri bağlamında, poetikasının
öz ve biçimi değerlenmiĢtir. ġiire lise çağlarında, döneminin en önemli Ģiir akımı
olan Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat‟ın oluĢturdukları Garip Ģiirinden
etkilenerek baĢlayan Cansever‟in ilk iki kitabı bu etkileĢimden belirgin izler
taĢımaktadır. Edip Cansever‟de ilk kitabı olan İkindi Üstü‟yü toplu Ģiirlerine
almayarak yok saymıĢ; ikinci kitabı olan Dirlik Düzenlik‟ten ise sadece dört Ģiirini
almıĢtır. ġiir serüveninin miladını Yerçekimli Karanfil ile baĢlatan Cansever, bu
kitabıyla da Ġkinci Yeni‟nin öncülerinden olmuĢtur. Bu nedenle bu çalıĢmada da Edip
Cansever‟in sanatı ikinci Yeni bağlamında değerlendirilmiĢtir. Ancak tezde
değinileceği gibi Ġkinci Yeni ortak bildirisi olmayan, kendiliğinden bir Ģiir
hareketiydi. Cansever‟de sık sık Ġkinci Yeni‟nin bir kuramı olmadığını, ortak
bildirisiz bir hareket olduğunu vurgulayarak kendisini Ġkinci Yeni dıĢında tutmaya
çalıĢır. Bu tavır Ġkinci Yeni‟nin Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi diğer öncü
Ģairlerinde de görülecektir. Buna karĢın hemen bütün incelemeci-eleĢtirmenlerin
hepsi Cansever‟i Ġkinci Yeni kapsamında hatta öncüleri arasında değerlendirirler.
Devrim Dirlikyapan yüksek lisans tezinin baĢlığını Ġkinci Yeni DıĢında Bir ġair:
4
Edip Cansever diye koyar ve Cansever‟in kendisini Ġkinci Yeni hareketinden en çok
dıĢlayan Ģair olduğunu söyler.
2.1 Edip Cansever‟in YaĢamı adlı bölümde Ģairin yaĢam öyküsü, kısaca, daha
çok kendisinin yazdığı oto-biyografik yazılarından yararlanılarak verilmiĢtir.
2.2 Ġkinci Yeni ġiiri ve VaroluĢun Aynasında Bir ġair: Edip Cansever adlı
bölümde de Ġkinci Yeni Ģiirinin ortaya çıkıĢı, geliĢimi, gerek Türkiye‟nin siyasal,
sosyal ve kültürel ortamı ekseninde, gerekse böyle bir ortamın Türkiye‟nin sanatına
yansıması ve aynı dönemde Batı sanatıyla girilen etkileĢim süreci paralelinde -Edip
Cansever özelinde- anlatılmıĢtır.
Bu bölümde Edip Cansever‟in sanatçı kimliği Garip etkisiyle olan
baĢlangıcından, yine baĢlangıçtaki Salah Birsel etkisine, öykündüğü, önemsediği
sanatçılar, onlarla olan etkileĢimlerine ve Ġkinci Yeni arkına gir(diril)mesine kadar
değinilmiĢtir. Önce Ģiir dünyasına değinilmiĢ, arkasından yayımladığı kitapları
özelinde tek tek anlatılmıĢtır.
VaroluĢun Aynasında Bir ġair tanımlaması, kuĢkusuz Cansever poetikasını
tanıyanlar için ĢaĢırtıcı değildir. Cansever'in dördüncü kitabı Umutsuzlar Parkı ile
birlikte Ģiir yaĢamı boyunca kullanacağı izlekleri belirmiĢtir. Yalnızlık, umutsuzluk,
mutsuzluk, yabancılaĢma gibi temaları sık sık kullanmıĢtır. Bireyin içsel dramını
kurcalamak çabasındayım diyen Cansever, bireyi varlık, varoluĢ perspektifinden
göstermiĢtir. Birçok incelemeci onu varoluĢçu Ģair olarak nitelendirmiĢtir. Ancak
Asım Bezirci, Cansever‟e VaroluĢçu demeye dilim varmıyor, o varoluĢçu felsefenin
sözlüğünü kullanır der. Bezirci haklıdır, Cansever, varoluĢçu felsefe çizgisine sıkı
sıkıya bağlı kalarak ürün vermez. O‟nun yaratısı, imgeleminin, düĢleminin, olsa olsa
varoluĢun aynasına yansıyan görüntüsüdür. Kaldı ki kendiside varoluĢçu olduğunu
kabul etmez.
2.2.1 ġiirin Tiyatrosu: Edip Cansever Poetikasında Tiyatral Olan bölümünde
ise Edip Cansever‟in, Ģiirinde tiyatral olanın, dramatik olanın izleri sürülmektedir.
5
Cansever‟de diğer Ġkinci Yeni Ģairleri gibi, Ģiirini salt Ģiirle besleyen Ģairlerden
değildir. Türkiye‟nin VaroluĢçuluk, Gerçeküstücülük, Yapısalcılık‟la tanıĢtığı,
sanatların birbirleriyle etkileĢim süreci içine girdiği, metinlerarasılık, çoklu üretim,
çoğul okuma gibi yeni üretim/yaratım yöntemlerinin belirdiği dönemlerde
Cansever‟de gerek ülkesindeki gerekse Batı‟daki geliĢmeleri takip etmekte ve Ģiirine
uygulamaktadır. Özellikle düzyazıyı ve düĢünceyi Ģiirine taĢıyan Cansever,
tiyatrodan da dramın olanaklarından da fazlasıyla yararlanmıĢtır. Kimi zaman bunu
sadece biçim olarak kullanan, Ģiirlerin baĢında yer, zaman, kiĢiler belirten, parantez
içlerinde durum gösteren Ģair, özellikle uzun Ģiirlerinde diyaloglu, olay örgülü
yapısıyla Ģiirini biçem anlamında da tiyatroya yaklaĢtırmıĢtır. Öyküleme, anlatı ve
drama giderek Cansever‟in Ģiirini belirleyen bir boyut kazanmıĢtır. Selim Ġleri‟nin
Ben Ruhi Bey Nasılım’la ilgili yorumunda romanın Ģiiri demesi gibi, sanki Ģiirin
tiyatrosunu yazar Cansever.
Üçüncü Bölüm, Ģiirden oyuna giden bir serüveni anlatmaktadır. Cansever
Ģiirinde tiyatral olan unsurların gözlemlenmesinden sonra gelen bu bölümde
öncelikle, Ben Ruhi Bey Nasılım Ģiir olarak Edip Cansever‟in kurgusuyla
çözümlenmiĢ ve arkasından B.Burak Özhan‟ın oyunlaĢtırma kurgusu ile birlikte
incelenmiĢtir. Ġki metin arasındaki en temel fark, Cansever‟in Ģiiri Ruhi Bey‟le
baĢlatması ve Ruhi Bey‟le bitirmesidir. Diğer anlatıcılar aralarda girerler. Burak
Özhan‟ın kurgusunda ise oyun Çiçek Sergicisi‟yle baĢlar ve diğer anlatıcılarla devam
eder. Ġkinci perdede Ruhi Bey sahneye çıkar ve korodan baĢka kimse Ruhi Bey‟in
anlatısını engellemez. Edip Cansever, kurgusunda alılmayıcıyı Ruhi Bey‟in
trajedisine Ruhi Bey‟in anımsama monologlarıyla hazırlar. Burak Özhan ise ilk perde
de Ruhi Bey‟i hiç göstermeyerek sadece anlatıcıların dilinden tanıĢtırmıĢ, böylelikle
alımlayıcıdaki merak öğesini artırmıĢtır. Seyirci, ilk perdede, Ruhi Bey‟in Ģöyle ya
da böyle hayatında olan kiĢilerden dinlediği Ruhi Bey‟i, ikinci perde de kendi
perspektifinden görecektir. Yine Cansever‟de Ruhi Bey‟in “insan yaşıyorken
özgürdür” dizesiyle biten Ģiir, Özhan‟ın kurgusunda, adeta ikili finale gider. Ruhi
Bey‟in “insan yaşıyorken özgürdür” sözüyle ilk finali yaĢatır, hemen arkasından
gelen dıĢ sese okuttuğu, Acaba adlı bölüm ile oyunu sonlandırır. Bu yapı
umut/umutsuzluk düalizmini muğlâk bırakması açısından önemlidir. Cansever‟in
6
Ģiiri, ölülerini gömerek hayaletlikten yeniden beden edinen Ruhi Bey‟in son sözüyle
umut var biter. Oysa Özhan‟ın kurgusunda ilk finalden sonra gelen dıĢ ses
alımlayıcıdaki umut algısını tersyüz edecek niteliktedir. “Mutluluğu bir kabuk gibi
saran mutsuzluklardan/ dönelim mi acıya/ acıya/ büyük acıya” diye sorar, öznesi
belirsiz üst anlatıcı. Ve ikinci finalde, tanrısal sesle son söz yankılanır: “belli ki
sonundayız her şeyin/ en sonunda.”
Ben Ruhi Bey Nasılım, konakta yetiĢmiĢ bir kentsoylu olan Ruhi Bey‟in
trajedisir. Bireye yönelmeyi, bireyin içsel dramını dıĢa çıkarmayı sıkça konu eden
Cansever, bu yapıtında da Ruhi Bey kimliği ekseninde, büyük kent sorunları altında
ezilen, kalabalıklar içinde yalnızlaĢmıĢ, yabancılaĢmıĢ bireyin trajedisini varoluĢsal
bir düzlemde, ölüm-yaĢam paradoksu içinde iletir. Aslında bu düalist yapı ölümün
simgeselliği ile baĢka bir deyiĢle geçiĢini, geçmiĢindeki ölüleri gömen Ruhi Bey‟in
yeniden doğuĢuyla iç içe girer. Adnan Benk‟in Edip Cansever‟de yaĢamı besleyen
ölüm sözü bu noktada bir kat daha anlam kazanır.
Ben Ruhi Bey Nasılım‟da varoluĢçu terminoloji bir kere daha devrededir.
Öyle ki Cansever, Ruhi Bey‟in trajedisini ölümle, yalnızlıkla, mutsuzlukla,
uyumsuzlukla artırır. TükenmiĢ bireyin amansız çırpınıĢı Ruhi Bey, varoluĢun
kırılmıĢ aynasına yansıyan çapraĢık görüntüler toplamıdır. Ruhi Bey bir çocukta bir
kadın hayaleti mi, bir kadında bir bir çocuk hayaleti mi, yalnızca bir hayalet mi
olduğunu düĢüne dursun; varlığının „burada‟lığı hangi Ģekilde olursa olsun, yaĢadığı
travmalar Ruhi Bey kadar, hatta ondan da gerçektir.
Ben Ruhi Bey Nasılım, her ne kadar tragedya değilse de bir modern çağ
trajedisidir. Görkemli bir konakta yetiĢmiĢ kentsoylu Ruhi Bey; önce kamçısıyla,
çizmeleriyle betimlenerek feodal toplumların derebeylerini anımsatan ezici baba
figürünün altında ezilmiĢ sonra da üvey annesiyle yaĢadığı ilk cinsel deneyiminin
suçluluğuyla enkaz altında kalmıĢtır.
7
BİRİNCİ BÖLÜM: TİYATRO VE ŞİİR
1.1 Dram/Tiyatro Sanatı
Türk Dil Kurumu Sözlüğü, dram/drama sözcüğünü “sahnede oynanmak üzere
yazılmış oyun, tiyatro yazını” olarak karĢılar1. Eski Yunancada ise “bir şey yapma,
yapılan bir şey” anlamında kullanılmaktadır. Yine Eski Yunancada bir baĢka anlamı
da oynamaktır. Sevda ġener, dram sözcüğünün tanımının doğru yapılması
gerektiğini, aksi durumda bu sözcüğün farklı anlamlar yüklendiğini söyler. ġener‟e
göre dram, tiyatro yapıtına özgü olan anlamında yorumlanmalıdır ve her çeĢit tiyatro
ürününün ortak özelliğini gösteren teknik bir terim olarak ele alınmalıdır.
Tiyatro sanatı bağlamında kullanılmadığı zaman dram
ve drama özgü olan sözcüklerine de farklı anlamlar
yüklendiği görülür. Bu nedenle bu sözcüklerin
tiyatrodaki tanımını yapmak, sınırlarını belirtmek
gerekiyor. Bu gereksinme özellikle dram sanatı
denilince akla gelenekselleĢmiĢ bir tiyatro anlayıĢının
gelmesinden ve modern tiyatro çalıĢmalarının dram
kapsamı dıĢında tutulması eğiliminden doğuyor. Oysa
dram kavramını, tiyatro yapıtına özgü olan anlamında
geniĢ bir yelpazeyi kapsayacak biçimde
yorumlamalıyız. Dram yalnızca Batı tiyatrosunun
yüzyıllardan beri ürettiği, tiyatro yazınında kendini
yasallaĢtırmıĢ ve kurumsallaĢtırmıĢ tiyatroların
repertuarlarında baĢköĢeye oturmuĢ yapıtların ortak
özelliğini değil, her çeĢit tiyatro ürününün ortak
özelliğini gösteren teknik bir terim olarak ele
alınmalıdır.2
Fehmi Efe‟de, drama ve dramatik sözcüklerinin farklı bağlamlarda
kullanılmasının olası olduğunu ancak dram sanatının gerçek anlamının kurmaca
olanda ortaya çıkacağını belirterek, “ kurmaca olma özelliği dramanın temel öğesi
sayılmaktadır”3 der.
1 Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983, s. 333
2 Sevda ġener; Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Dost Kitabevi, 2. baskı s.16
3 Fehmi Efe; Dram Sanatı Göstergebilimsel bir Yaklaşım; Yapı Kredi Yayınları; 1. Baskı, s.19
8
Dram sanatının temel özelliklerinden biri de temsil etme özelliğidir. “Drama
düş evreninde ya da gerçekte olmuş yahut olabileceği sanılan olayları temsili
canlandırır.”4
Dram sanatı ile tiyatro sanatı ayrı alanları imleyen ancak birini diğerinden
ayıramayacağımız sanat alanlarıdır. Dram sanatının iĢlevi yazınsal ve kuramsal
alanda, Tiyatro sanatının iĢlevi ise uygulamalı ve görsel planda gerçekleĢmektedir.
Her ikisinin de kendine özgü kapsamı ve sınırı vardır.
Dram sanatı, tiyatro sanatının sınırlarında tiyatronun
daha da ötelerine uzanırken, tiyatro sanatı da dram
sanatının sınırlarını aĢar. Dram sanatı tiyatro olgusunun
kuramsal ve yazınsal yanını iĢlerken, tiyatro sanatı, bu
olgunun deneysel ve görsel-iĢitsel yanını kapsar.5
Dram sanatı, tragedya, komedya, fars ve melodram olmak üzere dört temel
türden oluĢmaktadır. Bu türlerin, bir araya getirilmesi, deforme edilmesi gibi çeĢitle-
melerle, tragikomedya, tragifars, vodvil, burlesk, bulvar komedyaları gibi alt türleri
de doğmuĢtur. Oysa dram sanatının ilk temel ilkelerini belirleyen Aristoteles‟in
Poetika‟sında iki tür görmekteyiz: Tragedya ve komedya. Dram/tiyatro tarihinin
antik dönem ayağında bu iki uzam vardır.6
Tiyatronun kökenlerini araĢtıran bilim erleri, ilkel insanların tanrılar adına
yaptıkları dinsel ayinlere, ritüelistik törenlere kadar inerler. Sir George J. Fraser, Jane
Harrison, Gilbert Murray gibi bilim erleri dram sanatının ritüellerdeki taklit
öğesinden doğduğunu kabul ederler ve Antik Yunan tragedyası ile ritüeller
arasındaki yapısal benzerlikleri gösterirler.7
Dram/Tiyatro sanatı neredeyse tüm uygarlıklarda tanrılar adına yapılan dinsel
törenlerden doğar. Eski Mısır‟dan Hindistan‟a, Çin‟e, Anadolu‟dan, Hititlerden
Antik Yunan‟a uzanan bir çizgide gerçekleĢen bu törenlerin hemen hepsinin özünde,
4 Efe, a.g.e, s.19
5 Özdemir Nutku; Dram Sanatı, Kabalcı Yayınevi, Dördüncü Basım Ġstanbul 2001, s.29
6 Ayr. Bilgi için: Nutku; a.g.e, s.33
7 Sevda ġener; “Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar” http://turkoloji.cu.edu.tr/genel/sener.pdf
9
Ģarkı ve Ģiir bulunmaktadır; tiyatro da bu Ģarkılı bölümlere, hareket ve taklidin
eklemlenmesiyle doğmuĢtur. Yazılı kaynaklara göre Mısır, Asur ve Babil
uygarlıklarında dinsel törenler seyirlik biçim halini almaya baĢlar.
Yazılı belgelere göre Mısır, Asur, Babil uygarlıklarında
ayinler seyirlik biçimini almıĢtı. Babil ve Asur'un
Akitu'da yaptıkları on bir gün süreli yeni yıl
Ģenliklerinde mitologya niteliğinde destansı yaratılıĢ
Ģiirleri oynanıyordu. Anadolu'da Hititlerin de bu tür
ayinlerinin yazılı metinleri günümüze kalmıĢtır. Ayin
çerçevesi içinde gösteriler üzerine, eski Mısır uygarlığı
yazılı örnekler vermektedir. Kutsal konularda olmasına
ve tapınağın avlusunda geçmesine rağmen ayinlerin ve
ruhban sınıfı dıĢında bir dramatik sanatın varlığını öğ-
reniyoruz.8
Mezopotamya‟da Tanrı Tammuz, Eski Mısır‟da Tanrı Osiris, Anadolu‟da
Tanrı Attis, adına düzenlenen bu ritüeller içlerinde bulundurduğu „taklit-eylem-toplu
katılım‟ üç temel ilkesi ile dramın kökenini oluĢturmaktadır.
Eski Mısır‟da ĠÖ 4000-3200 yıllarında ilk gösteriler düzenlenir. ĠÖ 3100
yıllarında Taç Giyme-ġenlik oyunları, ĠÖ 1868 yılında ise Acı Çekme oyunları ve
Büyü-ĠyileĢtirme oyunları tiyatro tarihindeki yerini alır.
Uzakdoğu‟da da tiyatronun kökenine iliĢkin bilgilerde, ritüel ve büyülerin
rolü ve iĢlevi değiĢmez.
Hindistan‟da ilk dramatik geliĢmeye bakıldığında Ġ.Ö. 2000 yıllarında
Hinduizmin kutsal metinleri olan Rig-Veda‟nın ilahilerindeki Ģiirli konuĢmalar
görülür. Brahma, dinin ilkelerini anlatan dört Veda‟ya, tiyatro konusunu kapsayan
beĢincisini (Natya-Veda) ekler. Bu geliĢme Ġ.Ö. 500 - Ġ.Ö. 320 yıllarında yazılan
Mahabharata ve Ramayana adlı iki büyük yapıtla artar.
Çin‟de ritüelin ve kült oyunların özü değil ancak seyircisi değiĢir. Burada
seyreden halk değil; imparator, saray erkânı ve din adamlarıdır. Çov Hanedanı
8 Metin And; Tiyatro Kılavuzu, Milliyet yayınları 1. Baskı, s.255
10
döneminde (Ġ.Ö. 1222-1255) kutsal oyunlar daha dramatik biçime evrilir ve
gösterilerin içine halk türküleri eklenerek oyunlar halka ulaĢmaya baĢlar.9
Sonraları batı tiyatro sanatının temellerini oluĢturacak olan Antik Yunan
tiyatrosunun doğuĢu ve geliĢimi de yukarıda gördüğümüz uygarlıklarınkinden çok
farklı değildir. Yunan tanrısı Dionysos (Bakkhos), Adonis, Osiris, Tammuz gibi
diğer uygarlıkların tanrılarıyla eĢdeğerdedir. Bir bakıma o tanrıların Yunan
kültüründeki karĢılığı, temsilcisidir. En büyük Yunan tanrısı Zeus‟un oğlu olan
Dionysos Ģarap ve esrikliği simgelerdi. Zeus, öldürülen Dionysos‟a canını yeniden
bağıĢlayınca, iki kez doğan anlamına gelen dithirambos niteliği kazanır ve onun
adına söylenen ezgilere de dithirambos denilmeye baĢlanır. Ġ.Ö. VI. Yüzyıllarda
Tanrı Dionysos adına düzenlenen Büyük Dionisia ġenliklerinde ozanlar arasında
ödüllü bir yarıĢma düzenlenir ve tiyatro sanatı da bu yarıĢmalardan doğar. Hem Acı
çekme ve ölümün, hem de sevinç ve yaĢam ikileminin tanrısı olan Dionysos, bu
yüzden de tragedyanın da komedyanın da yaratıcısı olarak kabul edilir.10
Nietzsche‟de Dionysos‟un ikileminden “Dionysos‟un gülüşünden Olympos tanrıları,
gözyaşlarından da insanlar ortaya çıkmıştır. Bu varoluş içinde, parçalanmış bir
tanrı olarak, Dionysos, korkunç yabansı Daimon ile uysal ve yumuşak egemenin ikili
özünü taşır”11
diye söz eder. Ayrıca Dionysos‟un tragedya kahramanı bir kez bile
elden bırakılmadığını, Antik Yunan sahnesinin en ünlü kiĢileri olan Prometheus,
Oedipus gibi karakterlerin, onun birer maskesi niteliği taĢıdıklarını öne sürer.12
Bu ritüel törenlerin evrilerek geldiği noktada, artık Antik Yunan‟da biçimsel
ve biçemsel anlamda bir tiyatro anlayıĢından söz edilebilmektedir. Batı tiyatrosunun
da kaynağını oluĢturan Antik Yunan tiyatrosu, tragedya ve komedya olmak üzere iki
alandan oluĢmaktadır.
Yunan Tragedyasının genel çerçevelerini Antik Yunanlı filozof Aristoteles
çizer. Poetika‟nın VI. Bölümünde tragedyayı, öykü, karakter, düĢünce, diksiyon
9 Ayr. Bilgi için: Özdemir Nutku; Dünya Tiyatro Tarihi 1,Mitos-Boyut Yayınları 3.baskı s.19-27
10 Ayr. Bilgi için: Nutku; a.g.e, s.28-29
11Friedrich Nietzsche; Tragedyanın Doğuşu, çev. Ġsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları, 2.baskı
Ġstanbul 1994, s.60 12
Nietzsche; a.g.e, s.59
11
(dil), görüntü ve Ģarkı olmak üzere altı öğeye ayıran Aristoteles, tragedyayı Ģöyle
tanımlar:
Tragedya ahlaki bakımdan ağırbaĢlı, baĢı ve sonu olan,
belli bir uzunluğu bulunan bir hareketin taklididir;
sanatça güzelleĢtirilmiĢ bir dili vardır; içine aldığı her
bölüm için araçlar kullanır, hareket eden kiĢiler
tarafından temsil edilir bu bakımdan tragedya salt bir
hikâye (mythos) değildir. Tragedyanın ödevi,
uyandırdığı korku ve acıma duyguları ile ruhu tutku-
laldan temizlemektir (katharsis). 13
Yunan tragedyası konularının kaynağı, Yunan Ģirininde kaynağı olan
efsanelerdir. Antik dönem oyun yazarları bu efsaneleri kendi yaratı hünerleriyle
birleĢtirerek aynı mitten farklı karakterler, farklı olay örgüleri çıkarmıĢlardır. Yine
Yunan yazarlarının bu oyunlarda dinsel düĢünce düzeyi bağlamında, günah-ceza
kavramlarını izlek edindikleri görülmektedir. KuĢkusuz Antik Yunan tragedyası
dinsel bir tören niteliği taĢımaktadır.
Yunan tragedyası, belirli yücelikte olaylarla efsaneden
ya da tarihten alınmıĢ konuların koro ile dramatik
sunuluĢudur. Olaylar dizisi kendi kendine yeter ve
tamamdır, ciddî bir biçimde iĢlenmiĢtir, yorumu dini
töresel ya da siyasal bir anlam taĢır. 14
Antik Yunan tragedyasının biçimsel özellikleri Ģu Ģekildedir: Antik Yunan
tragedyası konuĢmalı ve Ģarkılı bölümlerden oluĢur. Prologos, koronun ortaya
çıkmasından önceki baĢlangıç bölümüdür. Koro Ģarkılarının arasında epeisodion
bölümleri bulunur ve eksodos bölümü ile sona erer.
Antik Yunan tragedyasının en yetkin örneklerini, Aiskhylos (Ġ.Ö. 525- 456),
Sophocles (Ġ.Ö. 497-406) ve Eurupides (Ġ.Ö. 485-406) gibi ozanlar vermiĢlerdir.
Antik Yunan‟da komedya ise, eski komedya, orta komedya ve yeni komedya
olarak üç baĢlıkta ele alınmaktadır. Tragedyayı uzun uzadıya inceleyen Aristoteles,
13
Aristoteles; Poetika, Çev: Ġsmail Tunalı; Remzi Kitabevi, 6. Basım 14
Metin And; Tiyatro Kılavuzu, Milliyet yayınları 1. Baskı, s.257
12
Poetika‟da komedyaya çok küçük bir yer ayırmakla yetinmiĢtir. Aristoteles
komedyanın da tragedya gibi, tanrı Dionysos adına yapılan Ģenliklerde söylenen
ezgilerden (phallos ezgileri) doğduğuna dikkat çeker. Önceleri dinsel törenlerde,
bahar Ģenliklerinde etkin olan Komedya, Ġ.Ö. 486‟da Atina‟da resmen kabul edilir ve
devlet desteği ile geliĢmeye baĢlar.
Aristoteles komedyayı, ortalamadan aĢağı olan karakterlerin taklidi olarak
tanımlar ve ekler: “bununla beraber komedya her kötü olanı taklit etmez, tersine
gülünç olanı taklit eder, bu da soylu olmayanın bir kısmıdır.”
Eski komedyanın yapısı, Prologos(baĢlangıç), Parados(koro bölümü), Agon
(sahnede iki oyuncunun karĢıt görüĢü tartıĢtıkları bölüm), Parabasis (Koronun
seyircilerle iletiĢime geçtiği bölüm) ve Eksodos (bitiĢ) bölümlerinden oluĢmaktadır.
Eski komedyanın en belirgin özelliği taĢlamadır. Komedya yazarı kiĢi ve olay
ayrımı yapmaksızın dilediğini alaya alma, taĢlama özgürlüğüne sahiptir. Döneminin
en etkili yazarı Aristophanes (Ġ.Ö.450?-380?) bu özgür ortamın sayesinde dilediği
kiĢileri, kurumları, siyasal yapılanmaları eleĢtirebilmiĢ, alaya alabilmiĢtir.15
Orta komedya ile eski komedya arasında keskin bir ayrım bulunmamaktadır
ancak değiĢmeye baĢlayan devlet düzeninin etkisiyle bu dönemin oyunlarında kiĢisel
ve siyasal taĢlamalar, dolayısıyla parabasis bölümü de bulunmamaktadır.
Yeni komedya ise Büyük Ġskender‟in iktidara gelmesi ile Ģekillenir. Atina‟nın
yeni siyasal ortamında yazarlar, devlet düzenine, iktidara ya da siyasete dil uzatma
olanağına sahip olamadıkları için, ortalama insanın günlük sorunlarına eğilmek
zorunda kalırlar. Dönemin en büyük komedya yazarı Menandros‟da siyasal sorunları
tamamen yok sayar. Bu evrede koronun iĢlevi azalır, parabasis ise tamamen ortadan
kalkar.16
15
Özdemir Nutku; Dünya Tiyatrosu Tarihi 1,Mitos-Boyut Yayınları 3.baskı s.41-46 16
Ayr. Bilgi için: Metin And; Tiyatro Kılavuzu, Milliyet yayınları 1. Baskı, s.271-276
13
Roma tiyatrosunun da kaynağında dini tören ve Ģenlikler bulunur. Antik
Roma‟da bu tören ve Ģenlikler tarım tanrıçası Demeter adına yapılmaktadır. Ürün
alındığı aylarda söylenen ezgiler ve Ģarkılar oyuncu ile birleĢince Satura adlı kaba
güldürüler ortaya çıkar. Satura ilk defa Ġ.Ö. 364 yılında oynanır. Ġ.Ö. 240 yılından
sonra da tragedyalar ve komedyalar oynanmaya baĢlar. Ġ.Ö. 220 yılından itibaren de
pleb sınıfına hitap eden halk gösterileri ortaya çıkar. Bu arada dini törenler ve
gösteriler hala devam etmekte ve Ġ.Ö. 192‟de tanrı Apollon adına oyunlar
düzenlenmektedir.17
Roma tiyatrosu, Antik Yunan tiyatrosunun bir devamı niteliğini almıĢtır.
Tiyatro kuramsalı üzerine fazla üretim yapılmamıĢ, daha çok günlük gereksinimleri
karĢılama yoluna gidilmiĢtir. Roma‟da tiyatronun kuramsal çizgilerini oylumlu bir
yapıtla (Ars Poetica) belirleyen tek kiĢi, Aristoteles‟in izinde olduğu görülen
Horatius(Ġ.Ö. 65-8) olmuĢtur. Bütünlüklü bir kuram yapıtları niteliği taĢımamakla
birlikte, Plautus (Ġ.Ö. 254-184), Terentius (Ġ.Ö.195-159) ve Cicero (Ġ.Ö.106-43) gibi
yazarlar da tiyatroya dair görüĢlerini yazınsal ortamda belirtmiĢlerdir. Romalılar,
tiyatro ve edebiyat alanlarında Antik Yunan sanatını yücelttikleri için, kendi sanat
anlayıĢları ve estetiklerini de bu doğrultuda gerçekleĢtirirler. Dönemin en önemli
kuramcısı Horatius‟da Ars Poetica‟sında, Yunan sanatından yararlanılmasını hatta
Yunan ozanlar gibi yazılmasını salık verir.18
Roma‟da, gerek düĢün/sanat ortamının, gerekse seyirci kitlesinin etkileriyle,
Antik Yunan tiyatrosunda yüksek çizgi yakalanamamıĢtır. Metin And‟ın da belirttiği
gibi “Yunanlılar eliyle en yüksek katına yükselen dramatik sanat, Romalıların elinde
yozlaşmıştır.”19
Bu nedenlerle Roma‟da daha çok komedya türüne rağbet edildiği ve
bu türde yapıtların tragedyaya oranla çok daha fazla yazıldığı görülmektedir.
Roma komedyalarının birçoğu Antik Yunan oyunlarının uyarlamalarından
oluĢur. Genel anlamda Roma komedyası kalın çizgilidir ve Fabula Tabernia, Fabula
Attellana, Mimus, Pantomimus, Fabula Palliata, Fabula Praeteksta olmak üzere altı
bölümden oluĢmaktadır. Roma komedyasının en önemli iki yazarı Plautus ve
17
Ayr. Bilgi için: Nutku; y.a.g.e, s.68-71 18
Ayr. Bilgi için: Sevda ġener; Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitapevi, 5.basım, s.54-62 19
And; y.a.g.e, s.39
14
Terentius‟tur. Plautus daha çok halkın beğenisini okĢayan oyunlar yazarken,
Terentius ince çizgili, aristokrat sınıfa yönelen yapıtlar vermiĢtir.20
Roma seyircisinin beğeni ve alılmama düzeyi bir hayli düĢük olduğundan,
tragedya, böyle bir ortamda yer bulamamıĢ, geliĢememiĢtir. Yazarlar, tragedyada da
Antik Yunan estetiğine bağlı kalarak yazmaktadırlar. Özellikle Eurupides oyunlarını
uyarlamıĢlar ya da kendi toplumlarına adapte etmiĢlerdir. Türün en önemli temsilcisi
Seneca (Ġ.Ö. 4 – Ġ.S.65) stoacıdır onun bu inancı tragedyalarına yansımıĢtır.21
Ortaçağda, güçlenen kilise tarafından yasaklanan tiyatro yine kilise eliyle
adeta tekrar doğmuĢtur. Hem de Antik Yunan tiyatrosunun doğuĢu gibi dinsel
Ģarkılarla. Hıristiyan inancına ait Paskalya ayinlerinde okunan ilahilerin aralarına
trope denilen makamlı sözler eklenir ve zamanla bu sözler koro ile birlikte okunmaya
baĢlanır. Tropelere hareketin eklemlenmesiyle artık bu törenler, temelde küçük bir
oyun halini almıĢtır.
Ortaçağ tiyatrosunun ilk ayağı din dıĢı dramdan oluĢmaktadır. Roma
imparatorluğu yıkılırken, mimus oyunları enikonu yozlaĢmıĢtır. Oyunlardaki
sapkınlık öğeleri, Roma‟nın baĢına geçen zevk ve eğlence düĢkünü yöneticilerle daha
da artmıĢtır. Kilise babalarının sert itirazlarına karĢın gösteriler VII. Yüzyılın
sonlarına dek sürmüĢtür. Tarihçi Ġoannes Lydus, Roma oyunlarından Bizans‟a yedi
gösteri türünün kaldığını ancak bunlardan sadece mimus oyunlarının yaĢadığını
söyler. Yine Lydus‟un belirttiği üzere bu oyunlar VI. yüzyıldan itibaren Ġtalya‟da,
VII. yüzyıldan sonra da Bizans‟ta ortadan kalkar. Bu noktada Özdemir Nutku bir
parantez açarak “ancak bu tiyatro olgusunun tamamen ortadan kalktığı anlamına
gelmez; bütün ortaçağ süresince mimus, dağınık bir biçimde sürüp gitmiştir”22
der.23
Ortaçağda dinsel tiyatro, Katolik Kilisesinin Paskalya ve Noel ayinlerinde
okunan trope‟lardan (Ģarkılı konuĢmalar) doğar. Winchester Piskoposu St.
20
Ayr. Bilgi için: Nutku, y.a.g.e, s.71-74 21
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.75-77 22
Nutku, a.g.e, s.86 23
Ayr. Bilgi için: Nutku, a.g.e, s.83-87
15
Ethelwold, 965- 975 tarihleri arasında Concordia Regularis adı verilen bir yönerge
yazarak, bu trope‟lara kiĢiler ve hareketler tayin eder. Artık oyuncu ve hareketle
temsil edilmeye baĢlanan trope‟lar dinsel bir oyun halini almıĢtır. Kilise, bu
gösterilerden, halkı dini anlamda eğitmek için yararlanmak isteyince, dinsel oyunlar
zamanla geliĢir. Önceleri Latince yazılan bu oyunlar halkın dilinde yazılmaya
baĢlanır ve kilisenin sınırlarını aĢarak halkın arasına karıĢır.24
Dinsel tiyatro, miraculum (mucize oyunları), morality (ibret oyunları) ve
mysterium ( yalvaç oyunu) gibi türlerden oluĢur. Mucize oyunları, konularını,
Meryem ve azizlerin öykülerinden almaktadır. Bu oyunların ilki XIII. yüzyılda
Arras‟lı Bodel tarafından yazılan ErmiĢ Nikola Oyunu‟dur. Mysterium oyunları ise
konularını Ġncil‟deki öykülerden ve Ġsa‟nın yaĢamından alır. Ġlk oyunu ise XII.
yüzyılda yazılmıĢ Adem Oyunu‟dur. Morality oyunları diğer türlere göre farklılık
göstermektedir. Burada konular Ġncil öyküleri ya da peygamberlerin, azizlerin
yaĢamöykülerinden alınmıyor. Yazarlar Hıristiyan inancının moral değerlerini, ahlak
öğretisini betimleyecek çizgide, özgün oyunlar yazıyorlar. Bu alegorik oyunlarda
Hırs, ġehvet, Kötülük gibi kavramlar kiĢileĢtiriliyor.25
Ortaçağın kapanmasıyla gelen Rönesans döneminin sanatının temel niteliği
olan antikiteyi yüceltme ve antik sanata yönelme, Rönesans dramının da temel
noktasıdır. Tiyatro, Rönesans‟ta Antik Yunan/Roma oyunlarına ve yazarlarına eğilir.
BaĢlarda tek kaynakları Horatius‟un Ars Poetica‟sıdır. Daha sonra Araplar
tarafından saklı tutulan, Aristoteles‟in Poetika‟sıyla da tanıĢırlar.26
Dönemin tiyatro kuramcıları, antik tiyatronun yeniden canlandırılmasının
uğraĢını vermekte ve bu yönde, antikitenin izinde kuramsal yapıtlar ortaya
koymaktadırlar. Daniello‟nun Poetica‟sı (1536), Minturno‟nun Arte Poetica‟sı
(1563), Castelvetro‟nun Poetica‟sı (1570) bazı örnek yapıtlardandır.27
24
Ayr. Bilgi için: Nutku, a.g.e, s.87-88 25
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.87-90 26
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.129-136 27
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.129-136
16
Rönesans tiyatrosu, Ġtalya, Fransa, Ġspanya, Ġngiltere gibi ülkelerin ellerinde
geliĢmiĢ; Shakespeare ile de zirveye çıkmıĢtır. Bu ulusların tiyatro anlayıĢlarında
küçük farklılıklar olmasına karĢın, temelde, toplumun değer yargıları, akılcı-bireyci
dünya görüĢü gibi toplumsal koĢulların etkileri bulunmaktadır. Rönesans
tiyatrosunun biçimsel çizgileri ise Aristoteles ve Horatius‟un önermeleriyle
Ģekillendirilmektedir. Özellikle Aristoteles‟in uzunluk ve üç birlik kuralları üzerinde
fazlaca durulmaktadır.28
Rönesans tragedya yazarlarının, örnek alabildikleri tek kiĢi Seneca‟dır.
Tarihten, mitoloji ve efsanelerden aldıkları konuları iĢlemektedirler. Komedyada da
durum farklı sayılmaz. Bu alanda da yazarlar Plautus ve Terentius‟u örnek alarak
yazmaktadırlar. Ayrıca Rönesans‟ta pastoral türünün geliĢmesi ile opera ortaya
çıkmıĢtır. Yine, doğaçlamaya dayalı halk komedisi türü olan Commedia dell‟Arte‟de
bu dönemin getirdiklerindendir.29
Rönesans tiyatrosunda oyunlar, özellikle erken Rönesans‟ta antik oyunlara ve
kuramlara göre yazılırken geç Rönesans‟a gelindikçe bazı kuralların göz ardı
edilerek yazılmaya baĢlandığı gözlemlenir. Shakespeare ve Lope de Vega gibi
yazarların bu kurallara uymadıkları, ölçüt olarak, halkın beğenisini aldıkları görülür.
Shakespeare gibi, Lope de Vega gibi çağın büyük
yazarları bu eleĢtirileri dikkate almamıĢlardır. Kurallar
ne kadar saygın kiĢilerce savunulmuĢ olursa olsun,
halkın beğenisine ters düĢtüğü sürece oyun yazarları
için geçersiz olmuĢtur.30
Rönesans döneminin sonrasında, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Avrupa
tiyatrosuna Klasik akım egemen olur. Rönesans dönemindeki antik sanata yönelme
düĢüncesi ile uygulama arasındaki kopukluk katı kurallara bağlanarak giderilir.
Kuramcılar, özellikle Antik Yunan sanatının kaynak alınmasının ve Rönesans
tiyatrosundaki aĢırılıklardan kaçınılmasını salık verirler.31
28
Ayr. Bilgi için: ġener; y.a.g.e, s.73-89 29
Ayr. Bilgi için: Nutku, y.a.g.e, s.136-184 30
ġener, y.a.g.e, s.80 31
a.g.e, s.90
17
Klasizm özellikle Fransa‟da geliĢir ve Racine ile zirve yapar. Klasik akımın
en önemli kuramsal yapıtı, Boileau‟nun Şiir Sanatı (1674) adlı kitabıdır.
Rönesans‟ta olduğu gibi burada da temel örnekler Aristoteles ve Horatius‟tur. Ġki
kuramcının bazı düĢünceleri yanlıĢ yorumlanarak kesin kurallar haline getirilmiĢtir.
Bazı yazarlar bu katı kurallara karĢı çıkarak özgür yazını savunsalar da iĢe
yaramamıĢtır. Öyle ki temelde klasik çizgide duran Corneille, Le Cid (1636) adlı
oyunda bazı kurallara uymadığı için kuramcılar tarafından ağır eleĢtirilmiĢtir.
Klasik idealin en coĢkun yapıtı Boileau'nun 1674
yılında yazdığı ġiir Sanatı oldu. Klasik beğeninin temel
örnekleri Aristoteles ve Horatius‟tu. Ancak bu iki
kuramcı zaman zaman yanlıĢ yorumlanıyordu. Bu
esnekliğini yitirmiĢ klasik kurallara karĢı duranlar da
vardı. Grevin ve Laudun d'Aigallers gibi yazarlar,
edebiyat ve sanatın geliĢmesi için daha özgür
davranılması gerektiğini belirtiyorlardı. … Aynı
özgürlük düĢüncesini benimseyenler arasında Durval ve
yüzyılın ikinci yarısında da Moliere vardı. Ancak bütün
bu etkili yazarlara karĢın, geliĢim esneksiz bir klasisizm
çizgisinde oldu.32
Klasik tragedya düĢüncesi, Rönesans kuramlarının daha katı ve uygulanır
haline getirilmiĢ olanıdır. Aristoteles‟in Poetica‟sındaki kurallar olmazsa olmaz bir
Ģekle bürünmüĢtür. Yazarlar, beĢ perde, üç birlik, gerçeğe benzerlik gibi birçok
kurala uymak zorundadırlar. Klasik tragedyanın en önemli yazarları Pierre Corneille
ve Jean Racine‟dir.
Komedyanın geliĢimi tragedya ile eĢzamanlıdır ve tragedyada olduğu gibi
klasik yaklaĢımla bir komedya türü yaratma devinimi görülür. Dönemin en önemli
temsilcisi kuĢkusuz Jean Baptiste Poquelin Moliere‟dir.33
XVIII. yüzyıla gelindiğinde, değiĢen dünya düzeni ile birlikte sanat ve tiyatro
anlayıĢlarının da değiĢtiğini görürüz. Giderek yükselen burjuvazi sanata da egemen
olmakta ve kendi beğenisini dayatmaktadır. Sevda ġener bu değiĢimin nedenini
32
Nutku, y.a.g.e, s.205 33
Ayr. Bilgi için: And, y.a.g.e, s.305-308
18
“toplum yapısında ve değer yargılarında meydana gelen değişmeler”34
olarak
nitelendirir.
Burjuva seyircisinin beklentisini karĢılayamayan klasik tragedya ve klasik
komedyanın yerini burjuva dramı (sentimental dram)ve burjuva komedyası alır. Bu
oyunlarda konular mit ve efsaneler yerine aile yaĢantısına ve gündelik yaĢama,
karakterlerde tanrılar, krallar ve soylular yerine burjuva bireyine döner. Dramda da,
komedyada da duygusal yön ağır basmaktadır. Komedya türünde Jean Louis
Regnard, Alain Rene Lesage, Pierre Carlet de Marivaux gibi önemli yazarların yanı
sıra Commedia dell‟Arte etkisiyle yükselen iki önemli yazar daha vardır: Carlo
Gozzi ve Carlo Goldoni. Burjuva dramında ise Beaumarchais, Diderot, George Lillo
önemli yazarlar arasındadır. Gotthold Ephraim Lessing, Voltaire, Denis Diderot,
Rousseau, D‟Alembert ve Beaumarchais, burjuva dramı ve burjuva komedyası
türlerine önemli katkılar sağlayan kuramcı/yazarlardır.35
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa sanatında yeni bir akım ortaya çıkar.
Romantizm adı verilen bu akım tiyatro sanatında da parlak bir dönem geçirmiĢtir.
Romantizmin temelinde Alman idealizmi yatmaktadır. Klasik akımın verili
kurallarına karĢı çıkarak yeni bir estetik oluĢturan romantik tiyatronun amacı
“tanrısal gerçeğe ışık tutmak, görevi, insan kişiliğini bu gerçek doğrultusunda
yoğurmak, yetkinleştirmektir.”36
Romantikler, sanatçının özgür olması, yaratıcı düĢ gücünün kurallarla
kısıtlanmaması gerektiğini savunurlar. Sanat, insanı tanrıya yaklaĢtıran üstün bir
olgu, sanatçı ise tanrısal gize ulaĢan bir çeĢit peygamber gibidir. Ayrıca Romantik
sanatçı ulusçudur, yurtseverdir. Çok tanrılı antikitenin kaynakları yerine ortaçağın
tek tanrılı gotik kültürüne yönelir. Romantik ozanlar için Shakespeare bir hayranlık
abidesidir. Klasik kuramcıların aksine onu yüceltirler ve örnek alırlar.37
34
ġener, y.a.g.e, s.116 35
Ayr. Bilgi için: And, y.a.g.e, s.311-325 36
ġener, y.a.g.e, s.132 37
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.132-162
19
Romantik tragedya, yeni yaĢam anlayıĢına ıĢık tutmayı amaçlar. Doğadaki
güzel-çirkin karĢıtlığını, dramatik yapısının içine dahil eder. Konularının genelde
gotik kültürden alındığı oyunlarda düĢsel bir dünya yaratılır. Bu düĢsel dünyanın
kahramanları ise ulusçu, erdemli, ideal kiĢidir.38
Romantik komedyada, yaĢama uzak açı bakmak esastır. Solger, romantik
komedyayı, “gerçeğin parodisini yapmaktadır” diye tanımlar. Komedyada da düĢsel
bir dünya yaratılır. Komik karakter, hata yapan, hayvansı yanı ortaya çıkan, iç
çeliĢkileri verilen karakterdir.39
Romantik dramın sonrasında romantizme bir tepki olarak gerçekçi
dram/tiyatro geliĢir. XIX. yüzyılda kapitalizminde yükselmesiyle birlikte, orta sınıf
ekonomik anlamda egemen konuma geçmektedir. Endüstri ile üstünlüğünü kazanan
bu sınıf, Metin And‟ın deyiĢiyle “tiyatroda yansımak, böylece kendini denetlemek,
kendini eleştirmek, kendini yenilemek”40
isteğindedir. On dokuzuncu yüzyılda tiyatro
iĢte bu amaca hizmet etmektedir. Tiyatrocular, halkının eleĢtirmeni oldukları
bilincine vararak toplum yaĢamına karıĢmanın kuramını aramaktadırlar.41
Gerçekçilik, EleĢtirel Gerçekçilik ve Toplumcu Gerçekçilik diye ikiye ayrılır.
EleĢtirel Gerçekçilik, burjuva toplumuna karĢı çıkıĢ hareketinin sonucudur ve
burjuva toplumuna eleĢtirel bir tutum sergilemektedir. Toplumcu bakıĢ açısına sahip
değildir. Ernst Fischer, eleĢtirel gerçekçiliği burjuva yazını olarak nitelendirir ve
kökenini romantizme kadar götürür. “burjuva topluma romantikçe karşı çıkış,
zamanla, karşı çıkan ben‟in niteliğini yitirmeden o toplumun bir eleştirisine
dönüştü… Romantizm daha çok eleştirel gerçekçiliğin ilk evrelerindendir.”42
Toplumcu Gerçekçilik ise temelde toplumla özdeĢtir. Burada sanatçı, emekçilerle ve
toplumcu düzenin amaçlarıyla uyum içinde ilerlemektedir.43
38
Ayr. Bilgi için: ġener, y.a.g.e, s.154- 157 39
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.154-157 40
And, y.a.g.e, s.345 41
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.345-346 42
Fischer, Ernst; Sanatın Gerekliliği, Payel yayınları, 1.baskı, s.110 43
Ayr. Bilgi için: Mehmet H. Doğan; Estetik, Dokuz Eylül Yayınları, Üçüncü basım, s.283-296
20
Gerçekçi tiyatro, romantizmi, toplumdan kopukluk, hastalıklı duygusallık
gibi yönlerinden ötürü eleĢtirir. Gerçekçiler, tiyatronun günlük yaĢam gerçeklerine
eğilmesini, bu gerçekleri bilimsel yolla incelemesini ve elde ettiği verileri yalın,
süssüz bir anlatımla seyirciye iletmesi gerekliliğini savunur. Biçimden çok öze
ağırlık veren Gerçekçi tiyatro düĢüncesi, somut yaĢam gerçeğinin yansıtılması,
çevresel etmenlerin incelenmesi, bilim yönteminin uygulanması, düĢüncenin dıĢ
dünyaya açılması ve yanılsama yaratılması gibi baĢlıklar altında toplanabilir.44
Özdemir Nutku, gerçekçiliği, iki etki alanının doruğa ulaĢtırdığını söyler.
Bunlar dram sanatı ve tiyatro sanatıdır.
1870 sonrası, gerçekçiliği doruğuna çıkartan iki önemli
etki alanı vardı. Bunlardan biri, Fransa'da ve
Almanya'da dram sanatı konusunda ileri sürülen
düĢünceler, öbürü de çeĢitli sahne deneyleriyle tiyatro
sanatı konusunda elde edilen yeni biçimlerdi.45
Gerçekçi tiyatro çok önemli yazarlarla temsil edilmiĢtir. Henrik Ġbsen,
Gerhardt Hauptmann, Anton Çehov, Maksim Gorki bu yazarlardan bazılarıdır. Otto
Brahm, Konstantin Stanislavski gibi isimlerde Gerçekçi tiyatronun kuramsal-
deneysel alanında ilerlemiĢlerdir.
Dram/Tiyatro sanatı tarihindeki duraklardan biri de Simgeciliktir
(Sembolizm). Özellikle Ģiir sanatında çok önemli bir yer tutan bu akım, tiyatroda da
Ģiirsel gerçekliği savunmuĢtur. Gövdeyi bırakın, ruhu verin sloganıyla doğalcılara,
gerçekçilere karĢı çıkarlar. 1890‟da Paris‟te ozan Paul Fort, çevresine bazı yazarları
toplar; Belçika‟da, Maurice Maeterlinck‟in etkisi ve Ġrlanda‟da da William Butler
Yeats‟in Ģiir tiyatrosuna eğilmesine, Richard Wagner, Adolphe Appia ve Edward
Gordon Craig gibi uygulayıcılar eklenince simgeci tiyatro enikonu etkinleĢir.46
Simgeciliğin kurucusu sayılan Jean Moreas (1856-1910), akımın amaç ve
yöntemlerini belirlemiĢtir. Bu açıklamalarda, simgeci Ģirin, öğreticiliğe, tumturaklı
sözlere, sahte duyarlığa nesnel betimlemelere karĢı olduğunu; biçimciliği amaç
44
Ayr. Bilgi için: ġener y.a.g.e, s.163-211 45
Nutku; y.a.g.e, s.307 46
Ayr. Bilgi için: Nutku, 2001, y.a.g.e, s.119-127
21
edinmediğini ancak düĢünceyi açıklamaya hizmet ettiği için biçime bağlı kaldığını;
düĢünceyi uzun uzun iletmeye yanaĢmadığını ve yaĢam gerçekliği içerisindeki tüm
somut olguların doğrudanlık yerine dolaylı anlatımlarla verilmek istendiğini görürüz.
Öğreticiliğin, tumturaklı sözlerin, sahte duyarlılığın,
nesnel betimciliğin düĢmanı sembolik Ģiir fikri duyarlı
bir biçimde sunmayı araĢtırır. Amacı biçim değildir
ama fikri açıklamaya hizmet ettiği için biçime bağlı
kalır. Fikre gelince, dıĢ benzeĢimlerin gösteriĢli
giysileriyle Ģiirde sergilenir, zira sembolik Ģiir asla fikri
yoğunlaĢtırmaya kalkmaz, ana özelliği budur. Demek ki
bu sanatta doğanın görünümleri, insan eylemleri, tüm
somut olgular yapıları ve özleri nedeniyle
sergilenmezler, temel düĢünceyle olan örtülü iliĢkileri
nedeniyle ve duyarlı görünümler halinde Ģiirde yer
alırlar.47
Simgeci tiyatro, dıĢ gerçeklikten, iç gerçekliğe yönelir. Amacı soyut ve gizli
olanı sezdirmektir. Bunun için de imge, simge, benzete ve çağrıĢım gibi öğeleri
kullanır. Sahnede düĢsel bir ortam atmosferi oluĢturarak, bu uzamda, evrenin gerçek
anlamı, gizemi ve güzelliğini yansıtmayı amaçlar.48
Sanat tarihinde 1900‟lere geldiğimizde karĢımıza DıĢavurumcu
(Ekspresyonist) akım çıkar. Hermann Bahr, “dışavurumculuğa ilişkin söz ve
iddiaların çoğunun bize anlattığı tek şey, dışavurumcuların peşinde olduklarının
geçmişle hiçbir paralellik taşımadığıdır” der.49
Resim, Ģiir, mimari, sinema gibi
sanat dallarını kapsayan dıĢavurumculuk, tiyatro alanında ise, tiyatral görünüĢü,
tiyatral malzemeyi yeni araçlarla üretme yoluna gider. Ġzlenimci tiyatronun içe
dönüklüğüne karĢı çıkarlar ve izlenimcilerde iĢlenen birey psikolojisi yerine toplum
psikolojisiyle ilgilenirler.50
G. Büchner, A. Strindberg gibi yazarlar dıĢavurumcu tiyatroya öncülük
etmiĢlerdir. Akımın ilk örneklerini ise ressam O. Kokoschka vermiĢtir. Christopher
47
Aktaran: Alkan, Erdoğan. Şiir Sanatı, Ġnkılap Kitabevi, 2005, s.215 48
Ayr. Bilgi için: ġener, y.a.g.e, s.225-228 49
Hazırlayan: Batur, Enis; Modernizmin Serüveni, Alkım Yayınları, 7. Baskı, s.224 50
Ayr. Bilgi için: Nutku, Özdemir; Dünya Tiyatrosu Tarihi 2, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1985,
s.116-118
22
Innes, tiyatro için dıĢavurumculuk terimini ilk kez Walter Hasenclever‟in kullandığı
bilgisini verir.51
BaĢlangıçta iç gerçekliğin ifade edilmesi görüĢünde olan
dıĢavurumcu tiyatroda, sonraları farklı eğilimlere yönelerek, siyasal ve toplumsal
içerikli oyunlar yazılmıĢtır.52
DıĢavurumcuların tiyatroya kazandırdıklarını Sevda ġener Ģöyle özetler:
Yirminci yüzyılın öncü deneyci yazarları oyun
yazarlığında ve uygulamasında önemli değiĢiklikleri
kabul ettirmiĢlerdir. Oyunun mantıklı, düzenli yapısı
parçalanmıĢtır. KonuĢma dilinin kendi iç mantığına da
uyulmaz. Sahne görüntüsü, uyumlu ve gizemli bir
atmosfer yaratmaz. Tersine bu görüntünün ürkütücü
olmasına çalıĢılır. Görüntü dili, uyumsuzluğu ile ifade
olanaklarını geniĢletmiĢ, çeĢitlemiĢtir. Yönetmen daha
önceki yıllarda kazandığı önemi korumaktadır… Sahne
seyirci iliĢkisi yeni bir açıdan ele alınmıĢtır. Artık
seyirci yalnızca kendine sahneden uzatılanı almakla
yetinen edilgen bir birim değildir, tepki gösteren etkin
bir güç olarak önem kazanmaktadır53
DıĢavurumcu tiyatroda öne çıkan yazarlar; Almanya‟da George Kaiser, Ernst
Toller, ilk oyunlarıyla B. Brecht, Reinhardt Sorge; Çek yazar Karel Çapek, Ġrlandalı
Sean O‟Casey, Amerikalı Thronton Wilder‟dir.
Yirminci yüzyılın öncü akımlarından biri de Gelecekçi (Fütürizm) akımdır.
Filippo Tommaso Marinetti'nin (1876-1944), Paris'te 20 Ocak 1909 tarihinde
yayımlanan Le Futurisme bildirgesi ile baĢlamıĢtır. Bildirge Avrupa ve Rusya‟nın
sanat merkezlerinde coĢkuyla karĢılanmıĢ, ardından da geleneksel yazının ve plastik
sanatın tutucu kuralları yıkılmaya baĢlanmıĢtır. Akım, kısa süre içerisinde etkisini
kaybetse de, Gerçeküstücülük, Kübizm, Süprematizm, Dadaizm birçok sanat akımı
ve hareketine öncülük etmesiyle sanat tarihinde çok önemli bir yer edinmiĢtir.54
Gelecekçilik bir tiyatro akımı oluĢturamamıĢ ancak sahne-seyirci iliĢkisi
bağlamında oyuncu ve seyirciyi kaynaĢtırma çalıĢmaları ile anlatıma ve harekete
51
Innes, Christopher; Avant-Garde Tiyatro, Dost Kitabevi, Ankara 2004, s.60 52
Ayr. Bilgi için: ġener, y.a.g.e, s.248-252 53
a.g.e, s.254 54
Ayr. Bilgi için: Ġnal, Tuğrul; Gelecekçilik, Türk Dili Dergisi, 1981 sayı:349, s.240-250
23
verdiği önemle çağdaĢ tiyatronun geliĢimini etkilemiĢtir. KuĢkusuz bu çalıĢmalarda
en önemli baĢarıyı Vsevolod Meyerhold elde etmiĢtir.
Gelecekçiliğin açtığı kapıdan giren Dadaizm‟den kısa süre sonra
Gerçeküstücülük doğar. Gerçeküstücülüğün önderi Andre Breton Ġlk bildirisini
1924‟te yayımlar. Bu bildiride “Breton, dadaizmi yadsırken düş ve olağanüstünün
verebileceği bilinmeyen gerçekleri içeren bütüncül bir şiire ulaşmayı amaçlar.”55
Breton, ilk bildirisinde Gerçeküstücülüğü Ģöyle tanımlamaktadır.
“Gerçeküstücülük, ister söz ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek
işleyişini ortaya çıkarmak için başvurulan içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu
usun denetimi olmaksızın, her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin
yazılışıdır.”56
Gerçeküstücülüğün, Freud‟un psikanaliz kuramına olan yakınlığı tiyatro
alanında da görülür. Oyunlarda genel olarak “erkekler ve kadınlar görüntülerin
altında eziliyorlar, gerçek karşısında yok oluyorlar ve kendilerinin en iyi yanlarını
düşlerde buluyorlardı.” 57
Ġmgelemi, fanteziyi, düĢ gücünü kullanan gerçeküstücü tiyatro, sahnede
zaman ve mekân arasındaki mantıksal bağı çözerek, sahnede Ģekilleri bozar, çarpıtır,
değiĢtirir. Yeni anlatım olanakları bağlamında tragedya, komedya, burlesk gibi farklı
türler bir arada deneyerek ĢaĢırtıcı etkiler sağlar. Özellikle Jean Coucteau‟nun
çalıĢmaları öne çıkmıĢtır. Bu oyunlarda güncel ile gizemli olan, günlük gerçek ile
masal birlikte kullanılarak antik efsaneden çağdaĢ anlam üretilmiĢtir.58
Tiyatro tarihindeki önemli duraklardan biriside Bertolt Brecht‟in kuramını
saptadığı Epik Tiyatro‟dur. Epik tiyatro geleneksel Avrupa tiyatrosunun öz ve
biçimine karĢı çıkar. Klasik tiyatro biçimlerini eleĢtirirken, çağının tiyatrosunun nasıl
55
Ġnal, y.a.g.e, s.271 56
a.g.e, s.271 57
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.109 58
ġener, y.a.g.e, s.244
24
olması gerektiği üzerinde de düĢünerek epik-diyalektik tiyatro kuramını belirler.
Brecht epik tiyatro sözünü ilk defa 1927‟de yazdığı bir makalede kullanmıĢtır.
Brecht bu yazısında, çağa uygun, büyük epik ve belgesel tiyatronun yaratılmasından
söz eder. Sevda ġener epik tiyatronun amacını Ģöyle anlatır: “toplumun karmaşık
yapısını, toplumsal ilişkilerin diyalektik örgüsünü açıklamak, seyircinin bu
konularda düşünmesini ve bilinçlenmesini sağlamaktır.” 59
Epik tiyatro siyasal amaç yüklenmekle birlikte, seyirciye kendi siyasal
ideolojisini dayatmak hedefinde değildir. Toplumsal sorunları, tarihsel koĢulları
içinde ele alarak yaĢanan durumun değiĢebilirliğini göstermektedir. Nazizm‟in
güçlenmesi, Marksçı ideolojinin saygınlık kazanmasına yol açınca, tiyatro sınıf
ayrımı, sınıf çatıĢması, sömürü düzenin haksızlıklarını dile getirmek ve kapitalizm
eleĢtirisi yapmak görevini üstlenir.60
Brecht, tiyatroya, epik tiyatro, yabancılaĢtırma, epik oyunculuk, epik
uygulama, epik sahne tekniği ve epik müzik kuramlarını kazandırmıĢtır.
Buraya kadar, dram/tiyatro sanatı tarihindeki, ilkel insanın yaptığı -tiyatroyu
olgunlaĢtıran- dinsel törenlerden, tiyatronun ilk olarak tam anlamıyla Ģekillendiği,
Antik Yunan tiyatrosu ve devamındaki önemli duraklarına uzanan bir çizgide, genel
hatlarıyla gösterilmiĢtir.
1.2 Dram/Tiyatro Sanatı ve Şiir
Bilindiği gibi tiyatro sanatı Antik Yunan uygarlığında Tanrı Dionysos adına
düzenlenen Ģenliklerde okunan „dithirambos‟ Ģarkılarından doğmaktadır. Dolayısıyla
tiyatronun Ģiir ile olan iliĢkisi, henüz tiyatronun oluĢum sürecinde karĢımıza çıkar.
59
ġener, y.a.g.e, s.264 60
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.264-266
25
“Tiyatro deyiminin başladığı yerde şiirde başlar, tiyatroyu düşündüğümüz vakit şiir
gelir durur önümüze”61
diyen Özdemir Nutku, tam da bu noktaya değinmektedir.
Aristoteles, Poetika adlı yapıtında, tiyatroyu Ģiir sanatının bir türü olarak
değerlendirir. Tıpkı Aristoteles gibi, Horatius (Ars Poetica) ve Boielau‟nunda
(Poetica) ġiir Sanatı adlı yapıtlarında tiyatro, Ģiir türü olarak geçmektedir. Yine; epik
Ģiir, lirik Ģiir, didaktik Ģiir, satirik Ģiir, pastoral Ģiir ve dramatik Ģiir gibi türlere ayrılan
Ģiir sanatındaki dramatik Ģiir türü, tragedya, komedya ve dram alt türleriyle tiyatroyu
karĢılamaktadır.62
Hiç kuĢkusuz tiyatro ve Ģiir iliĢkisi salt dilde değildir. Bu nedenle tiyatronun
Ģiir türleri arasında dramatik Ģiiri karĢılıyor olması verisini yeterli kabul etmemek, iki
sanat arasındaki diğer öğeleri de belirtmek gerekir. Cevat Çapan bu noktada imgeyi
ön plana çıkarır ve imgenin sadece sözle değil oyun kiĢileri, davranıĢlar ve dekorlar
gibi diğer öğelerle ya da oyunun tümüyle yaratılabileceğini söyler.
Bir oyun olaylar dizisiyle konuĢmaların birbirini
tamamladığı ve belli yaĢantıların yansıtıldığı bir
imgeler örgüsüdür. Bu imgeler yalnız sözlerle değil,
oyundaki kiĢiler, davranıĢlar ve dekorlar gibi öbür
öğelerle, ya da oyunun tümüyle yaratabilir.63
Güngör Dilmen‟de “tiyatro şiiri sözcüklerden ibaret değildir. Bir sahne
gereci, bir branda bezi, bir eşya parçası, bir renk uyuşumu ya da zıtlığı, beklenmedik
bir ses etkisi sahnede tiyatro şiirini yaratabilir. Kısaca sahne üstünde kimi nesneler
sözcüklerin yerini alabilir”64
sözleriyle Çapan‟la aynı çizgidedir.
Böyleyken, tiyatroda uzun yıllar koĢuklu dilin egemen olmasını ise Cevat
Çapan, yine tiyatronun baĢlangıçtaki dinsel niteliğine bağlamaktadır. Çapan, tanrısal
düzenle ve bu düzeni yansıtan koĢuk dili arasında tutarlı bir iliĢki gözlemler.
61
Nutku, Özdemir; Tiyatro ve Yazar, Gim Yayınları Ankara 1960,s.15 62
Ayr. Bilgi için: Kudret, Cevdet; Türk Dili Dergisi, Gene Oyun Dili, Ocak 1962, C: XI, s. 243-246 63
Çapan, Cevat; Değişen Tiyatro, Metis Yayınları, 3. Basım, s.14 64
Dilmen, Güngör; Keçi Türküsü (Tiyatroda ġiir) Cem Yay.1.basım s.226
26
Eski Yunan toplumu da, ortaçağ toplumu da bir aĢama
sıralamasına dayanıyordu. Buna baĢta tanrı olmak üzere
bütün varlıkların belli bir sıralamaya uyduğu, organik,
toplu bir yasama düzeni de diyebiliriz. Aiskhylos'un
Atina'sında da, Shakespeare'in Londra'sında da (bunlara
Racine'in Versailles'ını da ekleyebiliriz) insanların
davranıĢları insanüstü bir gücün, ya da güçlerin
denetimi altındadır. Bu insanüstü güçlerin söz konusu
dönemlerin oyunlarında somut olarak sahneye çıktıkları
bile görülür. Ġnsanoğlu bu dönemde doğal olayları
birtakım simgelerle, alegorilerle açıklamaktadır. Belli
bir aĢama sıralamasına göre düzenlenen böyle bir
dünyada insanların inançları ve davranıĢtan nasıl
değiĢmez birtakım kurallara ve kalıplara uymak
zorunda kalırsa, dilde de bu düzeni yansıtan bir
biçimsellik ve kurallara uyma eğilimi kendini
gösterir.65
Dram sanatı ile tiyatro sanatının kesiĢtiği alanda metinsel olan belirir. Diğer
bir deyiĢle tiyatro sanatı, dram sanatı ile yazınsal/metinsel olanı oynama sürecinde
kesiĢir. Tiyatronun metin ve sözle olan bağıntısını, insanlık tarihinin sözle olan
iliĢkisine kadar götürebiliriz. Bu bağlamda George Thomson, ilkel insanlarda, biri
gündelik diğeri de törensel, iki konuĢma biçiminin olduğunu ve törensel konuĢma
biçiminin büyücülük danslarında söz sanatı halini aldığını, büyü görevini
koruduğunu söyler.
Böylece bütün dillerde iki konuĢma biçimi olduğunu
görüyoruz; biri, insanların birbirleriyle bildiriĢmelerine
yarayan bildiğimiz gündelik konuĢma, diğeri de toplu
olarak törenlerde kullanılan, daha yoğun, olağandıĢı,
ritimli ve büyüsel olan Ģiirsel konuĢma.66
Johan Huizinga‟da konu ile ilgili olarak Ģu sözleri söyler: “Serpilmiş ve canlı
bütün uygarlıklarda ve özellikle de arkaik kültürlerde şiirin hayati, toplamsal ve
dinsel bir işlevi vardır. Her ilkel şiir aynı zamanda ve eşanlı olarak, ibadet, törensel
eğlence, toplu oynanan oyun. hayat bilgisi, bilmece veya bilmece çözümü, bilgeliğin
öğretilmesi, ikna, büyücülük, kâhinlik, öngörü ve yarışmadır.”67
65
Çapan, y.a.g.e, s. 15 66
Aktaran: a.g.e, s. 13 67
Huizinga, Johan; Homo Ludens, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı yay. 2.basım, s.157
27
Tiyatro sanatının tarihine baktığımızda, tüm uygarlıklarda tiyatronun,
tanrı/tanrılar adına yapılan dinsel törenlerde, Ģenliklerde okunan Ģarkılardan
doğduğunu görmüĢtük. Christopher Caudwell‟de Ģiiri, özellik bakımından Ģarkı diye
nitelendirir. Denilebilir ki Ģiir, henüz olgunlaĢmamıĢ dilin bir parçası olduğu gibi,
henüz olgunlaĢmamıĢ tiyatronun da tam ortasında durmaktadır.
ġiir, özellik bakımından Ģarkıdır; Ģarkı ise özellik
bakımından, ritmi gereği, hep birlikte söylenen bir
Ģeydir, bir kolektif coĢkunun anlatımı olmaya yatkındır.
YüceltilmiĢ dilin sınırlarından biridir bu.68
ġiirden doğan tiyatro, Antik Yunan‟da da Ģiirsel biçimlerle, koĢuklu olarak
devam eder. Antik Yunan‟da tiyatro “bütün eski dramlar gibi manzumdur;
konuşmalı nazım parçaları, koronun türküleri ya da başka liriklerle çerçevelenir” 69
Johan Huizinga‟da oyun kavramının Ģiirle olan iliĢkisini irdelerken, bu
bağıntının Antik Yunan‟a bakan tarafı için Ģunları söyler: “Yunan Felsefesinin
kökenlerini, dünyevi kutsal oyunla olan ilişkisi içinde ele alan her kişi kaçınılmaz ve
sürekli olarak felsefi-dinsel ifade ile şiirsel ifadenin sınırlarında bulur kendini.”70
Aristoteles, tragedya ve komedyanın Ģiir türleri olduğunu Ģu sözleri ile
kesinlemektedir: “Tragedya ve komedya oluşturulduktan sonra, ozanlar, meyillerine
göre, ya bu türe, ya da öteki türe bağlandılar; böylece de, jambik şiir yerine
komedya, epos yerine de tragedya yazdılar. Çünkü bu yeni şiir türleri eskilerinden
daha değerli ve üstün tutuluyordu.”71
Antik Yunan tragedyası konuĢmalı ve Ģarkılı bölümlerden oluĢmaktadır. Her
iki bölümde koĢuk diliyle yazılır; konuĢmalı bölümler dramatik Ģiirin alanına girer,
koronun söylediği parçalar ise liriktir.72
68
Caudwell, Christopher; Yanılsama ve Gerçeklik, Payel Yayınları 1. Basım, s.37 69
And, y.a.g.e, s.257 70
Huizinga, y.a.g.e, s.156 71
Aristoteles, Poetika, çev. Ġsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 13. Basım s.18 72
Nutku, y.a.g.e, s.35
28
Antik Yunan komedyası da Ģarkılı ve konuĢmalı bölümlerden oluĢur.
Aristophanes bazı bölümlerde düzyazı kullansa da genel olarak koĢuk diliyle yazılır.
Aristoteles, oyun dili üzerine düĢüncelerinde, dilin vezinli kullanılması
gerektiğini; Ģarkının, hece ölçüsünün ve müziğin olanaklarının uyum içinde
kullanılması gerekliliğini belirtir. “Sanatça güzelleştirilmiş dil deyince harmoniyi,
yani şarkıyı ve mısra ölçüsünü içine alan bir dili anlıyorum.”73
Roma tiyatrosu genel olarak Antik Yunan tiyatrosunun izinde olduğundan,
oyun yapılarında fazlaca değiĢiklik gözlemlenmez. Roma tiyatrosunun karakteristik
tarafı komedya alanında görülmektedir. Roma komedyasının da kaynağı, dinsel
törenlerde okunan Ģarkılara uzanmaktadır.
Roma döneminde dram sanatının genel çizgilerini Horatius belirler.
Aristoteles‟in izinde görüĢler belirten Horatius oyun diline iliĢkin açıklamalarında,
sözcük seçiminde oluğu gibi koĢukta da çeĢitlemelerin yapılması gerektiğini söyler.
Ona göre Ģairler konuya ve türe göre koĢuklar seçmelidir.
Komedyanın konusuna giren olaylar, tragedyanın
dizelerinde ifade edilmek istemez. Aynı biçimde
Thyestes„in Göceni de komik sahnelere uygun düĢen
günlük dizelerle anlatılırsa buna içerler. Bırakın her tür,
kendisine tahsis edilen uygun yerde kalsın.74
Burada bir parantez açarak komedyada düzyazının, tiyatroya koĢuğun egemen
olduğu çağlarda bile fazla yadırganmadığını belirtmek gerekir. “Yunan ve Latin
komedyasından bize kalan örnekler koşuk diliyle yazılmış olsalar bile, bunların
dışında edebi niteliği olmayan ve konuşma diline dayana bir komedya ve fars
geleneğinin halk arasında eskiden beri yaşadığı kesinlikle söylenebilir”75
73
Aristoteles, y.a.g.e, s.22 74
Ars Poetica/Horatius; Tiyatro Araştırmaları Dergisi Sayı 29 Ankara 2005 s. 91 75
Çapan, y.a.g.e, s. 17
29
Ortaçağda kilise tarafından yasaklanan tiyatronun, yine kilise tarafından,
trope adı verilen Ģarkılardan yeniden doğduğunu görmüĢtük. Caudwell‟in Ģarkı
özellik bakımından Ģiirdir savını hatırlarsak, ortaçağ tiyatrosunun temelinde de Ģiirin
olduğu söylenebilir. Ayrıca, tiyatronun yasaklandığı yıllarda tiyatronun okuma
parçaları olarak ele alındığını ve Ģiirsel nitelikleri ile değerlendirildiğini öğreniyoruz.
Ortaçağda tiyatronun bir Ģiir türü olarak
değerlendirildiğini anımsıyoruz. Tiyatro gösterilerinin
yasaklanmıĢ olduğu dönemde oyunlar, okuma parçalan
olarak ele alınmıĢ, Ģiirsel nitelikleri ile değerlen-
dirilmiĢti.76
Rönesans dramına, tiyatro-Ģiir iliĢkisi bağlamında bakıldığında, tragedya ve
komedya arasındaki koĢuk dili kullanımı farklılığı görülür. Rönesans dramı temelde
antikiteye öykünme yönünde ilerlediğinden, dönemin sanatçıları, Aristoteles ve
Horatius‟un görüĢleri doğrultusunda yapıtlar üretmiĢlerdir. Dolayısıyla oyun dilinin
koĢuklu olması hiç de ĢaĢırtıcı değildir. Ancak, Rönesans, aynı zamanda tiyatroda
koĢuk dilinin egemenliğini sarsan bir evredir. BaĢlangıçta her ne kadar antikiteye
öykünerek üretilen yapıtlarda koĢuklu dil kullanılsa da zamanla halka yaklaĢma,
halkın beğenisini ölçüt alma nedenleriyle koĢuktan uzaklaĢıldığı ve yavaĢ yavaĢ
düzyazıya geçiĢlerin yaĢandığı görülür. Özellikle, Shakespeare, Lope de Vega gibi
yazarlar seyircinin beğenisi doğrultusunda oyunlar verirler. Buna rağmen bu
yazarların dili Ģiirden, Ģiirsellikten uzak değildir.
Görüldüğü gibi Rönesans tiyatrosunda, düĢünce ile uygulama arasında bir
kopukluk bulunmaktadır. Tiyatro kuramcıları antik dönem kuramcıları ve ozanlarının
izinden giderken, Rönesans oyun yazarlarının bu kuramlara fazla bağlı kalmadıkları
görülmektedir. Örneğin, Daniello, Poetica‟sında (1536) tragedya ozanının hiçbir
zaman günlük ve yalın konuĢmayı kullanmamasını salık verirken komedyada günlük
dilin kullanılabileceğini ancak yüksek üsluptan kaçınılmaması gerektiğini öğütler.
Minturno, Castelvetro gibi kuramcılarında Şiir Sanatı adlı yapıtlarında benzer
öğütler, düĢünceler bulunmaktadır.
76
ġener, y.a.g.e, s.81
30
Rönesans‟ta koĢuk dilinden en önemli kopuĢ Ġngiltere tiyatrosunda yaĢanır.
Oysa Cevat Çapan, “1562 ile 1642 yılları arasındaki dönem İngiliz tiyatrosunun ve
dramatik koşuk dilinin en parlak yıllarıdır”77
der. Ona göre 1642‟de tiyatroların
kapatılmasından sonra kesin bir değiĢiklik olmuĢ ve koĢuklu dil yerini düzyazıya
bırakmıĢtır.
Burada bir açıklama zorunluluğu doğmaktadır. Elbette koĢuk dilinin sona
ermesi, Ģiirselliğin bitmesi anlamına gelmez. ġiir, çağlar boyunca koĢuk diliyle
yazılmıĢtır; ancak Aloysius Bertrand‟la baĢladığı kabul edilen düzyazı Ģiir de Arthur
Rimbaud, Charles Baudelaire, Lautreamonte, Stephane Mallarmé, Saint John Perse,
Saint Pol Roux, Paul Eluard, Henri Michaux gibi Ģairlerin elinde zirveye ulaĢarak,
Ģiir sanatına yeni bir soluk kazandırmıĢtır.78
Tiyatroda Ģiir kavramını sınırlı kullanmanın hatalı olacağını vurgulayan
Özdemir Nutku‟da “şiir muhakkak manzum olarak düzenlenmiş bir ifade yolu
anlamına gelmez; şiir başlı başına geniş bir kavramdır”79
der.
Ġngiltere‟de Shakespeare‟in öncülü yazarlar düzyazıyı kullanmaya
baĢlamıĢlardır. Christopher Marlowe‟da tragedyalarında, uzun süslü sözleri ve
retoriği bırakarak Ģiirli, heyecan verici konuĢmalara yönelmiĢtir. Shakespeare‟de bu
geliĢmeler ile kendi bitimsiz yaratısını birleĢtirerek baĢyapıtlar oluĢturmuĢtur.
Ondan hemen önceki yazarların kullandığı serbest
nazımla yazması, onun Ģiirine ve anlatımına özgürlük,
renk ve yaratıcılık verir. Bu nazım biçimi ona zengin
bir Ģiirli havanın yanı sıra, olağan insanın günlük
konuĢmasını yaratması için bir olanak hazırlar.80
Shakespeare ve çağdaĢları düzyazı ve koĢuğu birlikte kullanarak oyunlar
yazmıĢlar ve yapıtlarında düzyazıyı da ĢiirselleĢtirerek Ģiirsel tiyatronun en etkin
örneklerini vermiĢlerdir. Kullandıkları koĢuk dili ise bu dönemde, düzyazıdan daha
77
Çapan, y.a.g.e, s.22 78
Ayr. Bilgi için: Aloysius Bertrand, Gaspard De La Nuit, çev. Özdemir Ġnce, GendaĢ Yayınları
1. Basım, s. 5-8 79
Nutku, 1960, y.a.g.e, s.15 80
Nutku, y.a.g.e, s.166
31
büyük ayrıntı zenginliğiyle iĢlenebilecek seviyeye ulaĢmıĢtır. Bu yazarlarda düzyazı
her Ģeyden önce sınıfsal kimliklerin ayrımında kullanılmaktadır. Yani orta tabaka
sınıftan karakterler düzyazı konuĢturulurken, soylular koĢuklu dil ile konuĢturul-
maktadır. Tabi ki yazarlar burada mekanik bir kurallaĢtırmaya gitmeyerek, dramatik
etkiyi artırmak adına, koĢuk-düzyazı iliĢkisini tersyüz etmektedirler.81
Shakespeare ve çağdaĢları, uyaksız koĢuk denilen, eğretilemelerin,
benzetmelerin, ses yinelemelerinin, sözcük çağrıĢımlarının ve ritimlerin bulunduğu
oyun dilini kullanmıĢlardır. “bu anlatım aracı Elizabeth çağında koşuk dili kadar
gelişmiş olmayan düzyazıdır.” 82
Cevat Çapan‟ın ifadesine göre: “Elizabeth çağında şiir ve koşuk, oyunlardaki
eylemi daha iyi belirtmek görevini yerine getirirdi”83
Hiç kuĢkusuz bu dönemin en büyük yazarı Shakespeare‟dir ve Ġngiliz
tiyatrosuna, Ġngiliz diline olduğu kadar tiyatro sanatına ve oyun diline de değeri
yadsınamaz katkılar sağlamıĢtır.
On yedinci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Rönesans‟la baĢlayan antik sanatı
yüceltme düĢüncesi doruğa çıkmıĢ; Aristoteles ve Horatius‟un kuramları, zaman
zaman yanlıĢ da yorumlanarak, katı kurallar toplamı haline gelmiĢtir. Burada,
dram/tiyatro sanatının, Ģiir ile olan iliĢkisi, neredeyse Antik Yunan ile aynılık taĢır.
Klasik akım “dile ve şiirle söyleyişe gösterdiği özenle tanınır. Bu bakımdan, Jean
Racine Fransız Klasik tiyatrosunun en usta yazarıdır.” 84
Voltaire‟de, Fransız sanatının dile gösterdiği özen üzerinde durur ve bu
sanatın ününü diline ve Ģiirine borçlu olduğunu belirtir. Ġngilizlerin koĢuk
kullanmadaki özgürlüklerine dikkat çekerek de koĢuk dilinden vazgeçmemenin daha
81
Ayr. Bilgi için: Çapan, y.a.g.e, s.25-38 82
a.g.e, s.34 83
a.g.e, s.88 84
ġener, y.a.g.e, s.112
32
ustalıklı bir iĢ olduğunu, uygulaması ne kadar zor olursa olsun koĢuktan
vazgeçilmemesi gerektiğini vurgular.85
Ġngiltere‟de Elizabeth dönemi tiyatrosundan sonra Restorasyon Tiyatrosu çağı
yaĢanmaktadır. Kralı düĢüren Puritan‟lar 18 yıl süreyle tiyatroları kapalı tutarlar.
1660‟ta Kral II. Charles tahta geçince tiyatro saray çevresinde ve soylular arasında
yeniden canlanmaya baĢlar. Saray çevresi ve soylular arasında, çünkü halk
hâlihazırda Puritanist düĢüncededir.
Restorasyon tiyatrosu, düzyazı çağı olarak anılmakla birlikte, bu evrenin ilk
örneklerinde, bir tür Fransız koĢuk biçimi olan aleksandrin dizesi kullanılmıĢtır.
1676‟dan sonra bu biçimden vazgeçilerek yeniden uyaksız koĢuğa dönülür. “ama
ister biri, ister diğeri kullanılsın, koşuk tiyatronun doğal konuşma dili olmaktan
çıkmış, dramatik özden yoksun, boş bir kalıba dönüşmüştü. Dryden, Otway, Rowe ve
Lee gibi bu dönemin en önemli tragedya yazarlarında bile gerçek duygular yerine
aşırı bir duyguculuk, dramatik şiir yerine özenti bir şiirsellik görülür”86
Restorasyon döneminin en baĢarılı tragedya yazarı Dryden: “üslubumda
tanrısal Shakespeare‟i taklit etmeyi denedim; bunu da rahatça yapabilmek için uyak
yükünden kurtardım kendimi” demektedir. Dryden bu sözleriyle aleksandrin dizesi
biçiminden, uyaksız koĢuk biçimine geçmiĢtir. Tiyatro ile ilgili denemelerinde
tragedya ile epik Ģiir arasında bağ kuran Dryden, epik Ģiirin özelliklerini oyun diline
aktarmaya çalıĢmıĢtır. “Ne var ki, aşk ve onur temalarını epik şiirin boyutlarıyla
yansıtma çabası, çağın gerçekleriyle ve özellikle Restorasyon komedyasının açık
saçık gerçekçiliğiyle çeliştiği için çoğu zaman -Dryden'ın oyunlarında bile- bir üslup
özentisi olmaktan öteye gidememiştir.”87
Restorasyon tiyatrosunda, dramatik koĢuk biçimi kısa süre içinde geçerli
oyun dili olmaktan çıkar; buna karĢılık töre komedyasında ise düzyazı inandırıcı ve
doğal bir oyun dili olarak geliĢmektedir. Burada komedya yazarları özellikle Ben
85
a.g.e, s.112 86
Çapan, y.a.g.e, s.63 87
a.g.e, s.65
33
Johnson ve Moliere‟i örnek alırlar. Shakespeare ise romantik komedyaları ile örnek
oluĢturmaktadır.
Ġncelemeciler Restorasyon komedyasında oyun dilini, eğretilemeli ve
eğretilemesiz olarak ikiye ayırmaktadırlar. “Bu oyunlarda kişisel duygulara yer
verilmediği için, bu eğretilemelerin amacı şiirsel bir yoğunluktan çok, aşırı
nitelikleri dile getirmektir ve Elizabeth çağındaki eğretilemeli oyun diliyle
karşılaştırılamayacak kadar siliktir.”88
Eğretilemesiz oyun dili ise, “oyun
kahramanlarının yaşantılarını genelleştiren ve soyutlayan bir mantık dilidir. Ancak,
anlam zenginliğinden yoksun, kuru bir mantık dili değildir bu. Çünkü dış görünüşte,
onlara düzen veren bir açık seçikliği olsa bile, çoğu konuşmalarda bu düzeni bozan,
daha doğrusu zenginleştiren alt anlamları vardır.”89
On sekizinci yüzyılda, değiĢen dünya düzeni, ekonomi, siyasal ve düĢünsel
ortamlarla birlikte güçlenen burjuva sınıfı, kendi tiyatrosunu oluĢturmuĢtur. Burjuva
seyircisi artık sahnede kahramanların büyük öykülerini izlemek yerine günlük
yaĢamı ve kendinden olanı görmek istemektedir. Bu tutumda oyun azarlarını yeni bir
bireĢime götürmektedir. Cevat Çapan bu bireĢimi, “Restorasyon geleneği ile ılımlı
burjuva tutumunu bağdaştıran melez bir oyun türü”90
diyerek tanımlar.
BaĢlangıçta burjuva tragedyalarında koĢuk tekniği kullanılmıĢtır; ancak
Restorasyon tiyatrosundan o güne değin geliĢen düzyazı tekniği karĢısında uzun süre
ayakta kalamamıĢtır. Nitekim George Lillo‟nun yazdığı “The London Merchant”
ile, koĢuk dilinin kullanımı adeta sona ermiĢtir. Lillo ile baĢlayan düzyazı tragedya
geleneği, Diderot, Beaumarchais, Lessing ve Kotzebue gibi yazarları etkileyerek
burjuva tiyatrosunun tragedya türü olan evcil tragedyanın geliĢmesini sağlamıĢtır.91
88
a.g.e, s.73 89
a.g.e, s.73 90
a.g.e, s.76 91
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s.74-84
34
Burjuva dramının kuramcıları arasında da yer alan Diderot ve Beaumarchais‟
de tiyatroda düzyazı kullanmanın gerçekçi duyguya yaklaĢacağını belirterek,
yazarlara öğütlerler.
Romantik tiyatronun ilk örnekleri Almanya‟da verilir ancak Romantik
ozanların esin kaynağı Shakespeare‟dir. Shakespeare‟in dehası dramatik Ģiir türünde
ortaya çıktığı için, Romantik ozanlar, Shakespeare‟i ve Elizabeth çağı oyunlarını
örnek alarak uyaksız koĢuk biçimi ile oyunlar yazmıĢlardır. Tiyatro sanatı
Romantizm öncesinde burjuva seyircisinin düĢük beğenisine hitap ettiği için
Romantik ozanlar, oyun yazarlığını bu durumu düzeltme amacıyla benimsemiĢlerdir.
Romantik sanat anlayıĢına göre, “tiyatro, şairlerin şiirsel coşkunlularını
gösterecekleri bir sergi yeridir.”92
Kimi Romantik ozanlar, oyunlarını (dramatik
Ģiirlerini) sadece okunmak için yazmaktadırlar. Örneğin Goethe‟nin Faust‟u böyle
bir yapıttır.
Romantik dönemde ozanlar, yaratı sürecinin her alanında özgürlüğü
savundukları gibi, dilde de belli kalıpların içine girmeyi reddetmiĢlerdir. Ancak
romantik tiyatronun temsilcileri zaten özünde Ģair olduklarından ötürü, yazdıkları
oyunlar da dramatik Ģiir türüdür. Romantik oyunlarda metafizik konulara ilgi yoğun
olduğu için, koĢuklu dil, Romantik yazarlara, istenilen dramatik gücü yakalamada bir
engel oluĢturmaktadır. Cevat Çapan bu durumu “soyut kavramlar üzerine filozofça
düşünceleri dile getiren, uzun konuşmalı şiirlerin yazılmasına yol açmıştır”93
diyerek
değerlendirir.
Romantik dönemde Ģiir sanatı da bir değiĢim geçirmektedir. Edmund Wilson
bir yazısında Ģiirin amaçlarının, öyküde veya romanda da büyük ölçüde ortaya
çıkabileceğini savlar. Coleridge, bu savdan sonra düzyazı ile yazılmıĢ metinlerinde
Ģiir olarak nitelendirilebileceğini belirtir. Coleridge bu yazısında ayrıca uzun Ģiirin
tümüyle Ģiirsel olamayacağını, olması da gerekmediğini söyler. Coleridge‟den otuz
yıl sonra yazan Poe‟da büyük uzunlukta hiçbir Ģiirin yaygınlık görmeyeceğini iddia
92
Çapan, y.a.g.e, s.88 93
a.g.e, s.89
35
eder. “Uzun şiire karşı ilgisizliğin nedeni, koşuk tekniğinin lirik şiir dışında hemen
hemen hiçbir edebiyat türünde kullanılamaz oluşudur”94
KentleĢme, makineleĢme, bilim-teknik, demokrasi ve eĢitlik düĢüncelerinin
beraberinde getirdiği Gerçekçilik, burjuvaziye ve Romantizme karĢı duyulan büyük
tepkinin sonucudur. Dolayısıyla daha baĢta kendi estetiğini oluĢturmuĢtur. Cevat
Çapan‟a göre tiyatroda Gerçekçilik, Lillo‟nun The London Merchant oyunuyla
baĢlamıĢtır ve düzyazı Gerçekçiliğin vazgeçilmez anlatım tekniği olmuĢtur.
Tiyatroda gerçekçilik akımı Ġngiltere'de Lillo'nun The
London Merchant adlı evcil tragedyası ile ilk adımını
attıktan sonra Fransa'da daha elveriĢli bir geliĢme
ortamı bulmuĢ ve düzyazı gerçekçiliğin vazgeçilmez bir
anlatım özelliği sayılmıĢtır. Bu arada klasik tragedyaya
karĢı romantik tragedyayı savunan Stendhal, çağdaĢ
oyunlarda Ġngiliz Romantikleri gibi koĢuğun değil,
düzyazının kullanılması gerekliğini öne sürüyordu.95
Gerçekçi kuramcı ve yazarlar oyun kiĢilerinin günlük dille konuĢturulması
konusunda hemfikirdirler. Gerçekçiler, oyun konusu ve kiĢilerinin gerçek yaĢamdan
alındığı gibi oyun dilinin de gerçek yaĢamı yansılaması gerekliliğini savunmuĢlardır.
Bu nedenle, Gerçekçi ve Doğalcılar, Romantizmin Ģiirli anlatımına karĢın halkın
konuĢma dilini kullandıklarını açıklarlar.96
Gerçekçiliğin önemli yazarlarından Henrik Ġbsen, oyun yazarlığına koĢuk
diliyle baĢlamıĢsa da daha sonra bu teknikten vazgeçerek çağdaĢ toplum sorunlarını
iĢlediği oyunlarında düzyazıyı kullanmıĢtır. Ġbsen, koĢuk dilinin oyunlarda gerçeklik
algısını kırdığını, oyun kiĢileriyle seyirci arasına mesafe koyduğunu belirtir.
Amacım gerçeklik duygusu yaratmaktı. Okurda
okuduğu Ģeyin gerçekten olduğu izlenimini uyandırmak
istiyordum. KoĢuk dilini kullanmıĢ olsaydım, kendi
amacımı baltalamıĢ olacaktım. Oyuna bile bile
soktuğum bir sürü sıradan ve silik insanı aynı ölçüyle
94
Çapan, y.a.g.e, s.91 95
a.g.e, s.92 96
ġener, y.a.g.e, s.205
36
(vezinli) konuĢtur-saydım, bu insanların birbirlerinden
ayrı hiçbir yanı olmayacaktı. Artık Shakespeare'in
çağında yaĢamıyoruz. … Yeni oyunum eski anlamda
bir tragedya değildir. Göstermek islediklerim insan
olduğu için onları Tanrıların diliyle
konuĢturamazdım.97
Gerçekçi akımın bir diğer önemli yazarı Anton Çehov, oyunlarında Ģiirsel
olanı kullanmıĢtır. Öyle ki bazı incelemeciler, oyunlarını Ģiirsel gerçekçi ya da lirik
gerçekçi diye nitelendirirler. Özdemir Nutku‟da Çehov‟la ilgili bir yazısına, “Anton
Çehov ve ġiirli Gerçekçilik”98
baĢlığını atar.
Çehov, oyunlarında, kiĢiler arasındaki iliĢkiler, simgeler, sözler ve
hareketlerle Ģiirsel bir ortam yaratmaktadır. Özellikle simgeleri baĢarılı kullanması
ile Ģiirsel etkiyi kuvvetlendirmekte, yapıta Ģiir nitelikler kazandırmaktadır. Çehov,
Ģiirsel gerçekçiliği ile kendinden sonra birçok yazarı etkileyerek yirminci yüzyıl
gerçekçiliğinin Ģiir nitelikleriyle devam etmesine yol açmıĢtır.99
Çehov‟la çağdaĢ olan Synge‟de Ģiirli gerçekçiliğin içinde değerlendirilebilir.
Aslında Synge, hiçbir akıma bağlanmamıĢ, oyunlarının kaynağını kendi ulusunun
kaynaklarından, Ġrlanda halk geleneğinden almıĢtır. Oyunlarını düzyazıyla, hatta
kendi ifadesiyle Ġrlanda köylü diliyle yazmasına karĢın, Ģiirsel hava yaratmayı
baĢarmıĢtır. Synge, oyunlarında dilin kullanılmasına büyük önem vermiĢtir; ona göre
Ģiirli tiyatroda aksiyonu dil kurmaktadır.100
Geleneksel tiyatronun baĢat öğesi olan ve ona Ģiirselliğini sağlayan koĢuk
biçimi, bilim-teknik çağının yazınında yerini kaybetmeye baĢlar; bu noktada ise
Ġbsen, Çehov, Strindberg, Shaw, Synge gibi yazarlar düzyazıyla tiyatroya Ģiirselliği
taĢımıĢlardır.101
Simgeci tiyatro, Gerçekçi tiyatronun yöntemi olan yansıtma yerine, ifade
etme, dile getirme yöntemlerini kullanır. Hedefi soyut ve gizemli olanı sezgiler
97
Çapan, y.a.g.e, s.93 98
Nutku, 1985, y.a.g.e, s. 40 99
Ayr. Bilgi için: Nutku, 1985, y.a.g.e, s. 40-46 100
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s. 48-51 101
Çapan, y.a.g.e, s.97
37
yoluyla seyirciye iletmektir. Bu nedenle, imge, simge, benzetme, çağrıĢım yapma
gibi Ģiirin anlatım olanaklarını kullanır. Zaten Simgecilik (Sembolizm) akımı, adını
da Ģiirin simgelerle anlatmasından almıĢtır.102
Simgeci tiyatronun dile getirilmesinde Richard Wagner‟in kuramsal yazıları
etkili olmuĢtur. Ayrıca Simgeci Ģiirin öncüsü Stephane Mallarmé, iki kısa Ģiirli oyun
ve tiyatro üzerine eleĢtirel-kuramsal yazılar yazarak Simgeci tiyatroyu etkilemiĢtir.
Simgeci tiyatronun temelinde imge yatmaktadır ve Ģiir baĢlıca anlatım olanağıdır.103
Mallarmé‟de, Maeterlinck‟te tiyatro dilinin yalın ve Ģiirli olmasını
savunmuĢlar ve Ģiiri salt dilde değil sahnedeki görüntüde de yakalamak gerekliliğini
belirterek, Ģiirsel atmosferi, oyunun bütününe yaymanın peĢine düĢmüĢlerdir.104
Maeterlinck, oyunlarında, gerek söz, gerekse görüntü planında bu Ģiirsel
atmosferi yakalamayı baĢarmıĢtır. Onun tiyatro Ģiirindeki iki temel izleği sis ve
melankolidir. Görüldüğü gibi izlekleri dahi buğulu, karanlık ve gizil olanın
sınırlarında dolaĢmaktadır.
Simgeci akımın etkisi altında yeni bir romantik dram biçimi yaratmaya
çalıĢan Wiliam Butler Yeats‟de tiyatroda Ģiir dilini savunan yazarlardandır. Ancak
O‟nun farkı tiyatroda Ģiirin yeniden koĢuk diliyle kullanılmasını savunmasıdır.
Özdemir Nutku, “Yeats, dramatik olmaktan çok lirikti; bunda da tiyatro için şiir
değil, şiir için tiyatro yazması rol oynadı. Nitekim düzyazıyla ortaya çıkardığı son
oyunları hem şiirli havayı getirirken hem de tiyatro açısından daha başarılı oyunlar
oldu”105
der. Thomas Stearns Eliot‟da, Yeats‟in, “dramatik yazılarında bile her
zaman lirik olduğunu”106
ve O‟nun, örnek bir lirik dram yazarı olduğunu söyler.
Yine Eliot‟a göre, Yeats, ilk oyunlarını yazdığı sıralarda, Ģiirsel dram özgür
koĢukla yazılan oyun anlamına gelmektedir ve bu koĢuklama biçiminin
102
ġener, y.a.g.e, s.226 103
a.g.e, s.226 104
a.g.e, s.230 105
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.79 106
Eliot, T.S. ; Denemeler, çev. Halit Çakır, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1988, s. 84
38
Shakespeare‟den sonra kullanılması neredeyse olanaksızdır. Bu nedenle de Yeats,
kendine özgü Ģiirsel dram biçimini yaratmak için uzun yıllar çabalamıĢtır.107
Özdemir Nutku, Yeats hakkında, tiyatro tarihinde koĢuklu tiyatroyu
canlandırmak için deneyler yapan ozanların baĢında gelir demektedir; ancak Yeats‟in
bu çalıĢmalarının tiyatroyu değil, Ģiiri geliĢtirmek yöneliminde olduğunu düĢünür.
O, tiyatro tarihi içinde manzum tiyatroyu canlandırmak
için deneyler yapan ozanların en baĢta geleniydi, bu
yönden de dikkate değer çalıĢmaları vardı; ama onun bu
çalıĢmaları tiyatroyu geliĢtirmek için değil, Ģiir alanında
yeni yollara yönelmek için oldu.108
Eliot ise Yeats‟e olan borçluluklarının “bir gün dram bitinceye kadar”
süreceğini söyleyerek, Ġrlandalı ozanı yüceltirken, O‟nun, daha baĢından beri Ģiirini
basılmak için değil de söylenmek üzere yazıp düĢündüğünü; bunun gibi oyunlarını da
okunmak için değil oynanmak için yazdığını söyler.109
Cevat Çapan, Yeats‟in oyun yazarı olarak Ġrlanda tiyatrosuna büyük bir etkisi
olmadığı görüĢündedir. Yeats‟i, tiyatroda, modern anlatım tekniklerini görememekle
eleĢtirir. Burjuva sınıfına karĢı çıkarak halk kaynaklarına dönmesinin olumlu bir adı
olduğunu ancak bu yönelimin romantik bir folklor düĢkünlüğü ile gerçekleĢmesinin
doğru olmadığını; halka kaynaklarından Ģiirsel tiyatro yaratmak için, Ġbsen ve Çehov
gibi çağdaĢ olmanın, gerçekçi olmanın gerektiğini belirtir. Çapan‟a göre, koĢuk,
Ģiirsel tiyatronun vazgeçilmezi değildir. Nitekim Yeats‟i, oyun dilini çağının
isterlerine taĢıyamaması yönünde eleĢtirirken, bu yazarın Ģiirsel tiyatro düĢünün,
Synge ve O‟Casey‟nin köy ve kent gerçeklerini yansıtan düzyazı oyunları
gerçekleĢtirir demektedir.110
Ġngiltere‟de koĢuklu tiyatroyu savunan yazarların baĢında Gordon Bottomley
gelmektedir. Oyunlarını, Shakespeare ve Doğu tiyatrosundan etkilenerek yazmıĢtır.
107
Ayr. Bilgi için: Eliot, y.a.g.e, s. 77-89 108
Nutku 1985, y.a.g.e, s.80 109
Eliot y.a.g.e, s.87 110
Çapan, y.a.g.e, s.100
39
Bottomley‟in “Ģiirinde çoğu ozanda bulunmayan, dramatik aksiyonu ileri götüren bir
güç vardır”111
Yeats ve Bottomley gibi koĢuklu tiyatroyu savunan ozan/yazarların sayısı hiç
de az değildir. Ancak bu ozanların hepsini simgecilik akımı içerisinde
değerlendirilemez. Yeats simgeciliğin etkisinde kalmıĢ ve oyunlarında simgesel olanı
kullanmıĢtır; fakat Bottomley, oyunlarında simgeleri kullanmamaktadır. Özdemir
Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi adlı yapıtının ikinci cildinde bu yazarları “manzum
oyunlar” baĢlığı altında inceler. Bu incelemede, koĢuklu tiyatronun yirminci yüzyılın
baĢlarında, Ġrlanda‟dan, Ġngiltere‟ye, Ġtalya‟ya, Ġskandinavya‟ya; Çekoslovakya‟dan,
Polonya‟ya, Balkanlara; Ukrayna‟dan, Letonya‟ya, Estonya‟ya kadar uzanan geniĢ
bir çizgide yayıldığını görülür.112
Yirminci yüzyıl tiyatrosunun en belirgin yönelimi, tiyatro sanatının
oyunculuk, yazarlık ve tasarım ve sahneleme gibi öğelerine farklı sanat
disiplinleriyle yeni yollar açmaktır. Yazın alanında olduğu gibi plastik alanda da
uygulanan geliĢmeler tiyatro sanatına aktarılır. “şiir sanatında ve plastik sanatlarda
ileri sürülen en yeni düşünceler tiyatroya da uygulanır.”113
Yirminci yüzyılın öncü akımlarından, tiyatroyu en çok etkileyeni
DıĢavurumculuk olmuĢtur. DıĢavurumcu tiyatro oyun dili anlamında Ģiirli
konuĢmalardan, makine tıkırtılarına kadar geniĢleyen bir dile sahiptir. DıĢavurumcu
tiyatronun ilk oyunu kabul edilen Sorge‟nin Dilenci‟si (1912), aynı zamanda oldukça
Ģiirsel bir oyundur.114
Christopher Innes, Strindberg‟i özellikle düĢ oyunları evresiyle
dıĢavurumculuğun içinde de inceler. Özdemir Nutku da Strindberg‟i kendini arayan
büyük bir yazar olarak nitelendirdikten sonra onun düĢ oyunlarının dıĢavurumcu
tiyatronun habercisi olduğunu belirtir.115
Metin And ise Strindberg‟i
111
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.80 112
Ayr. Bilgi için: Nutku, y.a.g.e, 1985, s.78-86 113
ġener, y.a.g.e, s.236 114
Nutku, 2001, y.a.g.e, s.138 115
Nutku, y.a.g.e, s.323
40
DıĢavurumculuğun babası olarak lanse eder.116
Strindberg, düĢ oyunlarını yazarken
“bir düşün dağınık, birbirinden kopuk ama kendine özgü mantığı içinde
düşündüğünü belirtmektedir.”117
Bu oyunların sahneye getirilmesi zorluktan ötürü,
görüntü dili de, düĢ diline koĢut olarak, imgelere, alegorik nesnelere çevrilmiĢtir.
Yine Innes, bu görüntü dili ile oyun dili arasında bağlantılı bir geliĢme bulunduğunu
vurgularken Strindberg ve Hasenclever‟den örnekler verir: Strindberg‟in diyalogları
Ģiirsel ve benzetmeci olmaya eğilimlidir. Hasenclever‟in oyun karakterleri de duygu
yüklü çağrıĢımsı sözlere indirgenmiĢtir.118
DıĢavurumcu yazarlardan Sean O‟Casey‟de tıpkı Çehov gibi, Synge gibi,
oyunlarında düzyazı tekniğini kullanarak Ģiirsel atmosfer oluĢturmayı baĢarmıĢtır.119
DıĢavurumcu tiyatro yazarı günlük yaĢamın durağanlığından kurtulmaya
olanak sağlayacak bir çizgi yakalamak için simgeleri kullanır; bu noktada ise görsel
imgeler neredeyse oyun dilinin önüne geçmektedir. 120
BaĢta da belirtildiği gibi dıĢavurumcu tiyatronun Ģiirselliği salt dilde değildir.
Kimi zaman dili keserek görüntüde büyüsel olanı, simgesel olanı yakalamaktadır.
Yakalanan Ģiirsellikte, bu imgesel, simgesel, düĢsel ve çağrıĢımsal anlatımların,
görüntü diliyle, oyunların bütününe yayılımından gelir.
BaĢlangıçta, dıĢavurumcu tiyatrodan etkilenerek yazan Bertolt Brecht
zamanla, kuramını kendisinin saptadığı epik/diyalektik tiyatroyu oluĢturmuĢtur. Epik
sözcüğü, Almancada anlatımlı Ģiir anlamına gelir.”121
Brecht‟in çok yönlü oyun
dilinde, Ģiir önemli bir yer tutmaktadır.
Alman yazını Brecht‟e gelene kadar, yüceltilmiĢ, süslü ve uzun tümcelerden
kurulu bir dili kapsamaktadır. Brecht bu dili kullanmayarak, tiyatro düĢüncesinin
yöneliĢinde olduğu gibi dilde de halka yönelerek, halk dilini sanatlı bir biçime
116
And, Metin; y.a.g.e, s.392 117
Aktaran: Nutku, 1985, y.a.g.e, s.327 118
Innes, y.a.g.e, s.64 119
Çapan, y.a.g.e, s.100 120
Innes, y.a.g.e, s.66 121
ġener, y.a.g.e, s.266
41
dönüĢtürmüĢtür. Brecht, dili çok yönlü kullanabilen bir yazardır. Shakespeare‟in
koĢuk biçimine benzeyen serbest koĢukla, uyaklı dizelerle, biçimsel prolog ve
epiloglarla oyun dilini zenginleĢtirmiĢ ayrıca eski ve yeni popüler Ģarkılarla da
geniĢleterek, karakterize etmiĢtir.
Yirminci yüzyıl dramına genel olarak bakıldığında, yüzyılın baĢında, düzyazı
tekniğinin, birçok yazarın çabasıyla, tiyatroda kullanıĢlı bir dil olarak benimsendiği
görülür. Ancak yine de, Byron, Shelley, Yeats, Auden, Eliot, Fry gibi bazı ozanlar
gerçekçiliğe tepki olarak, estetikçi bir anlayıĢla tiyatroya yeniden Ģiirsellik
kazandırma savaĢı vermiĢlerdir. Bilindiği gibi Çehov ve Synge gibi ozanlar Ģiirli
tiyatro örnekleri vermektedirler fakat yazım teknikleri koĢuk biçimi değil düzyazıdır.
Yeni ozanlar ise öncekilerin aksine, tiyatroda Ģiirin koĢukla canlandırılmasından
yana durmaktalar. KuĢkusuz bu ozanların koĢuk savunusu, basitçe bir uyak ve dizeye
dönüĢten ibaret değildir. Hemen hepsi, yaĢadıkları döneme, toplumsal koĢullara ve
sanatçı kiĢiliklerine göre yeni Ģiir biçimleri denemiĢler ve bu deneyleri oyunlarında
uygulamıĢlardır.122
Thomas Stearns Eliot, tiyatroda koĢuk savunucularının en önde gelen
ozanlarındandır. KoĢuk biçiminin oyun dilinde bir süs olmadığının; Ģiir dokusunun
olaylar dizisinin vazgeçilmez bir parçası olduğunun bilincindedir. Özdemir Nutku,
“Eliot‟un en büyük başarısının dramatik koşuğun tartımında görüldüğünü;
oyunlarının arkasında musiki ve tartım dokusu olduğunu”123
söyler. Cevat Çapan ise
Eliot‟u yirminci yüzyıl Ġngiltere tiyatrosunda koĢuk dilinin en önemli kuramcısı ve
uygulamacısı kabul eder.124
Eliot yazdığı bir denemesinde konuĢuculardan birine: “uyaksız koşuk nasıl
Elizabeth çağı oyun yazarları için kullanışlı bir anlatım tekniği idiyse, şimdi de bu
çağın oyun yazarları için aynı derecede yeni bir koşuk biçimi bulunması
gereklidir”125
dedirtir.
122
Çapan, y.a.g.e, s.99 123
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.208 124
Çapan, y.a.g.e, s.107 125
Aktaran: Çapan, y.a.g.e, s.107
42
Söylenmesi gereken her Ģeyin söylenebileceği bir koĢuk
biçimi bulmayı amaçlamamız gerektiğine inanıyorum.
Eğer koĢukla anlatılamaz bir durumla karĢılaĢırsak, bu
demektir ki bulduğu-muz koĢuk esneklikten yoksundur.
Bu durumda ya koĢuğumuzu geliĢtirmeliyiz, ya da bu
gibi sahneleri hiç kullanmamalıyız. Ġzleyicileri, ayırtına
varamayacakları bir noktaya kadar koĢuğa
alıĢtırmalıyız.126
Buna karĢın Eliot, tiyatroda, koĢuğu da dramatik olana hizmet etmesi için
kullanmakta ve her Ģeyden önce bir oyun yazdığının bilincindedir. Bu yüzden
“dramatik bakımdan yeterli ise hiçbir oyun koşukla yazılmamalıdır”127
der.
Tiyatroda koĢuğun da, düzyazının da, sonuca varmak için bir araç olduğunu
belirten Eliot, arada sanıldığı kadar büyük fark olmadığını; hatta yetkin olmayan
düzyazının da seyirciye koĢuk kadar yabancı gelebileceğini vurgular.
Sahnede ister düzyazı, ister koĢuk kullanılsın, her ikisi
e sonuca varmak için ancak birer araçtır. Arada, bizim
sandığımız kadar büyük bir ayrım yoktur. Sonraki
kuĢaklarca okunan ve oynanan düzyazı oyunlarda
kiĢilerin konuĢmaları, beceriksiz sözcükleri, yarım
tümceleri ve sürekli yakın anlamlı deyim kullanıĢları ile
günlük konuĢma dilinin sözlüğüne, sözdizimi ve
ritmine çok kez koĢuk kadar yabancıdırlar.128
Eliot, koĢuk ve düzyazının birlikte kullanılmasından kaçınmayı öğütler.
Çünkü birinden diğerine geçiĢin, seyirci alılmaması boyutunda sarsıntılı olacağını
düĢünür.
Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, bir oyunda düzyazı
ile koĢuğu karıĢık olarak kullanmaktan kaçınmalıdır:
Çünkü karıĢık durumda birinden ötekine geçiĢi,
izleyenler sarsıntı ile duyarlar. Eğer yazar sarsıntıyı
kendisi istemiĢse, bu yerinde bir Ģeydir, diyebiliriz:
Sözgelimi yazar, izleyenleri gerçeğin bir yüzünden
ötekine aktarmayı istemiĢse.129
126
Eliot, y.a.g.e, s.46 127
a.g.e, s.44 128
a.g.e, s.44 129
a.g.e, s.45
43
Eliot‟un koĢuklu oyunları, restorasyon çağından itibaren düzyazıya alıĢmıĢ
olan Ġngiltere seyircileri tarafından büyük ilgi görmüĢtür. Koyu Katolik olan Eliot,
dinsel inançlarını tiyatro yoluyla yaymak için salon komedyası, fars gibi farklı dram
türlerini de denemiĢtir. Düzyazı tiyatroya baĢkaldıran Eliot‟un Ģiirsel tiyatrosunun en
büyük özelliği, Ģiirsellikten kaçınarak kullanıĢlı bir koĢuk dili yaratmak olmuĢtur.130
Eliot ile aynı tarihlerde, Fransa‟da Jean Giraudoux, Rönesans‟tan itibaren
geliĢen Fransız tiyatrosunda, kendisinden önceki oyun yazarlarının, tiyatroda sözle
büyüsel olanı yaratmak düĢünü gerçekleĢtirmektedir. Döneminin bol konuĢmalı
tiyatrosu gibi, Giraudoux tiyatrosu da söze dayanmaktadır. Özdemir Nutku,
Giraudoux hakkında, ozan yanı güçlüdür, Ģiirli bir konuĢma içinde zekâya dayanan
bir düĢ dünyası yaratır değerlendirmelerini yapar ve ekler: “Bu Claudel‟in dinsel,
Audiberti‟nin şiirli, Montherlant‟ın etik, Genet‟nin düş benzeri evrenlerini kapsayan
bir dünyadır.”131
Birçok incelemeciye göre Ģiirsel tiyatronun en ileri gelen sanatçısı Federico
Garcia Lorca‟dır. Lorca, Ġspanyol halk oyunlarını kaynaklarına yönelerek romans ve
balad biçimlerini eĢsiz Ģiir dehasıyla birleĢtirmiĢ ve Ģiirsel tiyatronun en yetkin
örneklerini vermiĢtir.
ġiirsel tiyatronun en ileri gelen sanatçısı, Federico
Garcia Lorca'dır. Ġspanyol halk oyunu geleneği, dizeli
oyun geleneği ve bir de Lorca'nın olağanüstü bir
kavrayıĢla kullandığı zarzuela, romans biçimindeki, ya
da baladesk kuruluĢtaki sahne dizileriyle, Ģiirsel
durumlar yaratmaya ve Ģiirli duraklar vermeye özel bir
alan açıyordu. ĠĢte bu Ģiirsellik Lorca tiyatrosunda
baĢka hiçbir epik tiyatroda karĢılığı bulunamayacak
özgünlükte, bir eğretilemeler anlatım dünyasının
taĢıyıcısı olmuĢtur.132
Özdemir Nutku, Lorca‟nın Ģiirli oyunlarında yücelmesinin nedenini, her
sözcüğünü bir Ģiir havasıyla güçlendirebilmesine; devingen duruma getirebilmesine
130
Çapan, y.a.g.e, s.109 131
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.211 132
Kesting, Marianne; Tarihte ve Çağımızda Epik Tiyatro, çev. Yılmaz Onay, Adam Yayınları,
s. 121
44
bağlar.133
KuĢkusuz ozanın bu baĢarısında, müziğin/Ģarkının olanaklarında
yararlanmasının; dramatize ettiği imgeleri kullanmasının ve oyun dilinden,
konularına kadar, takındığı halkçı tavrının rolü büyüktür.
Cevat Çapan‟da, çağımız ozanları arasında bir tek Lorca, tiyatroda koĢuğu
baĢarıyla kullanabilmiĢtir diyerek, Lorca‟nın büyüklüğünü vurgulamaktadır.134
C.M. Bowra, Yaratıcı Deney adlı kitabında Lorca‟nın, yurdu ve esin kaynağı
Endülüs‟te konu bulmakta sıkıntı çekmediğini ve oyunlarını, bir dönem türkülerini
yazdığı doğallıkla yazdığını söyler. Bowra‟ya göre Lorca, iki ayrı yetenekle yola
çıkmıĢtır. Türkülere olan özel yeteneği ile lirik bir Ģair olduğu gibi, sahne sevgisi ve
kavrayıĢıyla da dramatik Ģairdir, oyun yazarıdır. “Duyarlığı öyle canlıydı ki, önemsiz
şeylerde keşfedilmemiş özellikler görüyor ve güçlü ezgi yeteneğini yeni biçimlere
dökebiliyordu.”135
Ġkinci dünya savaĢından sonra koĢuklu oyunlara ilgi artar ve çeĢitli yazarlar
bu alana yönelirler. Christopher Fry‟da bu yazarlardan biridir. Özdemir Nutku, Fry‟ı,
“başarılı bir manzum oyun yazarıdır. Mizahı, şiir beğenisi ve ele aldığı sorunlar
daha evrenseldir. Onun sözcüklerle, konuşturma ve mizah yaratma yetisi yanında,
seyirciyi etkileyecek gerilimi yaratması, uzun bir süredir ortaya çıkamayan İngiliz
manzum dramını çağdaş bir uygulamaya oturtabilmiştir”136
sözleriyle yorumlar.
Fry, tiyatroda Ģiirin, müzik gibi bir dinleme eylemi olduğunu ve müzik kadar
sözsüz bir anlaĢma dili getirmeye çalıĢtığını savunur.
Tiyatroda Ģiir, dinleme eylemidir; kokuyu alan
burnumuza, daha doğrusu sesi alan kulağımıza uyarak,
önümüzde gittikçe açılan bir ülkeyi açımsamaktır. …
Musikiye kulak verin. … Musiki kadar sözsüz bir
anlaĢma... ġiirin dile getirmeğe çalıĢtığı, bu anlaĢmadır,
yerin dibinden fıĢkıran, gönlün içinden duyulan
133
Nutku, Özdemir; Türk Dili Dergisi, Lorca'nın Tiyatroda Şiirden Yararlanışı, Nisan 1961,
Sayı:115, s. 483 134
Çapan, y.a.g.e, s.118 135
Bowra, C.M. Yaratıcı Deney, çev. Erdal Alova, Adam Yayınları, Kasım 1993, s. 208 136
Nutku, 1985, y.a.g.e, s.228
45
düzenin bu açınlanıĢıdır; koĢuğun bize sunduğu, budur
iĢte.137
Cevat Çapan, Fry‟ın oyun yazarlığını aldatıcı, yanıltıcı bulur. Ona göre Fry,
baĢlarda çağdaĢ bir Shakespeare rahatlığıyla seslenen bir yazar olarak görülmüĢ
ancak bu benzetmenin yersizliği kısa zamanda anlaĢılmıĢtır. “Ama Fry da, özellikle
sözde-aydın çevrelerde önemli bir oyun yazan sayılmaya başlamıştı bile.”138
Fry'ın yanıltıcı lirizmi yalnız yüksek tabaka
seyircilerini baĢlan çıkarmakla kalmamıĢ, ağır-baĢlı
eleĢtirmenler arasında da onu Marlowe'la
karĢılaĢtıranlar, her ikisinin koĢuğunda ton bütünlüğü
sağlayan aynı atılganlığı ve art arda gelen etki biriki-
mini görenler çıkmasına yol açmıĢtır.139
Eliot ve Fry, tiyatroda Ģiirin, ancak koĢuk yoluyla gerçekleĢtirileceğini
düĢünen ve savunan, koĢuklu tiyatro geleneğinin son temsilcileridir. Bu yazarlar, bir
anlamda Ģiiri koĢukla eĢ tutarak, modern çağın, tiyatro planındaki isterlerini
görmekten uzak kalmıĢlardır. Oysa önlerinde Ġbsen ve Çehov gibi, modern tiyatroda
Ģiirin, yeri geldiğinde “dilden uzaklaĢarak sahne teknikleriyle”140
, diğer bir deyiĢle
sözcüklerin arkasındaki anlamlarla verilebileceğini; müthiĢ bir önseziyle sezinleyen
ve uygulayan iki büyük yazar durmaktadır.
Nitekim Eliot ve Fry‟ın ardından gelen John Arden, Arnold Wesker, John
Osborne gibi yazarlar, -kesin olarak- düzyazıyı kullanmalarına karĢın Ģiirsel atmosfer
oluĢturmayı baĢarmıĢlardır.
Gene bu saydığımız yazarların çoğu (Arden,
Wesker, Delaney, Osborne) en gündelik, en
sıradan olaylardan bile Ģiirsel bir yoğunluk
yaratmasını baĢarırlar. Ama ne bu Ģiirsel
yoğunluğu elde etmede, ne de çağdaĢ dünyanın
karmaĢık niteliğini dile getirmede koĢuktan
bağımsız bir oyun dili olarak yararlanılır.
137
Fry, Christopher; “Türk Dili Dergisi, Niye mi Koşuk?”, çev: Bilge Karasu, Temmuz 1966,
Sayı: 178, s. 802-808 138
Çapan, y.a.g.e, s.110 139
a.g.e, s.111 140
a.g.e, s.119
46
ÇağdaĢ tiyatronun geliĢmesi hangi yönde olursa
olsun yeni oyunların anlatım aracı kesin olarak
düzyazıya dönüĢmüĢtür.141
KoĢuklu tiyatronun son temsilcilerinden sonra, artık -bugün de- modern
tiyatronun dili düzyazı olarak kesinlenmiĢtir. Modern zamanların Ģiiri düzyazıyla
yazıldığı gibi modern tiyatronun Ģiiri, Ģiirselliği de düzyazıyla sağlanmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM: EDİP CANSEVER VE SANATI
2.1 Edip Cansever’in Yaşamı
“Oidipus adını da o eski acıdan aldın”
Sofokles
Edip Cansever, 8 Ağustos 1928 tarihinde Beyazıt‟ta Soğanağa Mahallesi‟nde
doğar. Babası ticaretle uğraĢır, annesi ise ev hanımıdır. Cansever, ailesinin ekonomik
durumuyla ilgili “babamın kazancını bilmem ama eli sıkıydı”142
demektedir. Ancak
anlattıklarına bakılırsa rahat bir çocukluk dönemi geçirdiği söylenemez. Kaldı ki
kendisi de sevmediği çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Ben Ruhi Bey Nasılım adlı Ģiir
kitabında yansıladığını ifade eder.143
Ġlkokulu, Ġstanbul‟da 56. Ġlkokul‟da okur. Ġlkokulu bitirdikten sonra ailesiyle
birlikte Fatih‟e kendi evlerine taĢınırlar. Bu sıralarda da Ġkinci Dünya SavaĢı
baĢlamıĢtır.
Ġkinci Dünya SavaĢı‟nın baĢladığı günlerde Fatih‟te bir
apartman katına taĢındık. Annem, babam ve üç kız
kardeĢimle birlikte. Kapıcı Ġsmail Efendiyi
anımsıyorum. Aynı zamanda dondurmacılık yapardı.
AkĢamüstleri onu dondurma yaparken seyretmek en
büyük zevklerimden biriydi… Bir de mahalle
141
Çapan, y.a.g.e, s.114 142
Edip Cansever; “Zaman Ġçinde”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.64 143
y.a.g.e, s.63-64
47
arkadaĢlarımla Yenikapı‟daki kum-kömür iskelesinden
denize girmek tutku haline gelmiĢti bende. Deniz! Ne
zaman eksildi ki yaĢamımdan.144
Ortaokulun birinci sınıfını Gelenbevi Ortaokulunda okuyan Cansever,
sonradan Kumkapı Ortaokuluna yazdırılmıĢtır. Ġkinci sınıfta bir Ģiir yazar ve bir
çocuk dergisine gönderir. ġiiri dergide yayımlanır. Cansever Kumkapı‟dan kendisine
çok iz kaldığını söyler. “istasyon, mendirek, kiliseler, ermeni evleri… Balıkçılar,
Gedikpaşa meyhaneleri…”145
Bir yıl Gelenbevi ortaokulunda okuduktan sonra
Kumkapı ortaokuluna yazıldım. Ġlk Ģiirlerimi (!)
yazmaya baĢladım. Fatih‟teki o güzelim, sessiz Millet
Kütüphane‟sini anımsıyorum. BoĢ zamanlarımda gider,
eski sanat dergisi ciltlerini okur, notlar alırdım.
Gözlüklü, zayıf bir kütüphane müdürü vardı. Benimle
ilgilenir, arada, neden böyle ciddi Ģeyler okuduğumu
sorardı. Sanırım biraz utanır, anlamsız bir yanıtla
geçiĢtirirdim sorusunu.146
Liseyi Ġstanbul Erkek lisesinde okur. Bu yıllarda Tevfik Fikret etkisinde
Ģiirler yazdığını söylemektedir. Edebiyat dergilerine Ģiirler gönderir ve Ģiirler
yayımlanır. Bu dergilerden biri olan Ġstanbul dergisi Edip Cansever‟i yazıhanelerine
çağırır. Burada NeĢet Halil Atay‟la ve Mehmet Kaplan‟la tanıĢır. Cansever bu
yıllarda edebiyata olan ilgisini Ģöyle açıklar:
Yeni Ģiir akımını dikkatle, tutkuyla izliyorum. Tabi
öykü kitaplarını ve romanları da. Milli Eğitim
Bakanlığı yayınlarını da hiç mi hiç kaçırmıyorum.
Yunan, Latin klasikleriyle 19. yüzyıl Rus edebiyatı beni
iyiden iyiye sarıyor. Çehov ve Dostoyevski baĢucu
yazarlarım. Türkiye‟deki özgürlüksüzlüğü ve yoğun
baskıyı duyuyor, bilinçli bir senteze varmak için
edebiyat dıĢı kitaplar arıyorum. Altın Zincir, Kadın ve
Sosyalizm (sanırım Sabiha Sertel‟in çevirisi olacak.)
Diyalektik Materyalizm, Sosyalizm ve Sosyal
Mücadelelerin Umumi Tarihi, Nâzım‟dan bir iki oyun
144
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.18 145
Edip Cansever; “Zaman Ġçinde”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.66 146
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.19
48
ve ilk Ģiir kitaplarından bir ikisini bulabildiğimi
anımsıyorum.147
Lise bittikten sonra Yüksek Ticaret Okuluna kaydolur ancak devam
etmeyerek ticaret hayatına atılır. 1948‟te İkindi Üstü adıyla ilk kitabını yayımlar.
ArkadaĢlarıyla birlikte dergi çıkardığı bir sırada tanıĢtığı Salah Birsel askere
gitmelerini önerir ve 1949 yılında Birsel ile birlikte askere giderler. Birsel, deniz
sınıfına Cansever kara sınıfına ayrılır. Bu sırada Cansever evlidir ve kızı Nuran
henüz bir yaĢındadır.
Asmalımescit‟te Elit diye bir pastane vardı. O zamanlar
orada toplanırdı sanatçılar. (Sait Faik „in bir röportajı
vardır.) bir gün dükkâna ben yaĢlarda iki kiĢi geldi,
dergi çıkarmak istediklerini, benimde yazmamı
istediklerini ve baĢka yazarlardan yazılar istememi
söylediler. Elit‟e gittik. Dergi çıksın görelim de ondan
sonra dedi Oktay Akbal. Ötekiler de böyle söylediler.
ArkadaĢlar gitti ben kaldım. Salah Birsel geldi yanıma
ve ilgilendi. ġiir kitabımdan söz açtı ve arkadaĢ olduk.
Uzun yıllar da arkadaĢlık ettik. Çok Ģey öğrendim
ondan. Nasıl mısra kurulur, Ģiirin bütünlüğü nedir, neler
okumalı, nelere nasıl bakmalı, hepsini.148
Cansever küçük yaĢtan itibaren iĢ hayatına atılır. Okurken bile babasının
dükkânında çalıĢtığını anlatır. Ticarete babasının KapalıçarĢı‟daki -tezgâh benzeri-
dolabında baĢlar. Ticareti benimseyemediğini ancak on dokuz yaĢında evli, yirmi
yaĢında çocuk sahibi biri için baĢka bir çare olmadığını söyler. Cansever, 1954
yılındaki Kapalı ÇarĢı yangınından ve çarĢının tekrar onarılmasından sonra bir
ortakla birlikte yeni bir dükkân açar. Bu yeni iĢyerindeki ortağı Mösyö Jak anlayıĢlı
bir adamdır. Cansever dükkânın asma katını kendi için bir çalıĢma alanı oluĢturur ve
dilediğince çalıĢma olanağı bulur. Bir yazısında “kitaplarımdan dokuzunu bu asma
katta yazdım. Bugün düşünüyorum da ya o yangın olmasaydı”149
demektedir.
1954‟te ikinci kitabı Dirlik Düzenlik yayımlanır. Cansever bu yılları
Yeditepe yılları diye nitelendirmektedir. Çünkü Ģiirlerini Yeditepe dergisinde
147
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.19 148
Edip Cansever; “Zaman Ġçinde”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.68 149
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.20
49
çıkmaktadır. 1955 sonrasında Ģiirde baĢlayan değiĢimle birlikte yazdığı Ģiirleri de
1957 yılında Yerçekimli Karanfil adıyla kitaplaĢtırır ve Ġkinci Yeni‟nin öncü
Ģairleri arasına katılır.
Bundan sonra Cansever Ģiir yaĢamı boyunca kullanacağı izleklerin, temaların
belirginleĢtiği Umutsuzlar Parkı‟nı yayımlar ve arkasından Türk Edebiyat tarihinde
çok önemli yerleri olan yapıtlarını sunmaya devam eder. Çağrılmayan Yakup,
Tragedyalar, Nerde Antigone, Ben Ruhi Bey Nasılım, Bezik Oynayan
Kadınlar…
Edip Cansever‟in 1985‟te yayımladığı Oteller Kenti son kitabı olur. 28
Mayıs 1986‟da geçirdiği beyin kanaması sonucu aramızdan ayrılır.
2.2 İkinci Yeni ve Edip Cansever
Ġkinci Yeni, Cumhuriyet dönemi Türk Ģiirinde, ilk yenilikçi Ģiir hareketi olan
Garip akımından sonra gelen, -ikinci- yenilikçi Ģiir oluĢumudur. Ġkinci Yeni, bir
bildirileri (manifesto) olmayan Ģairlerin “belli bir anlayış içinde, bireysel çıkışlarının
topluca irdelenmesi olarak değerlendirilir”150
temelde Garip Ģiirine bir tepki sonucu
doğduğu görülmektedir; fakat bu ortaya çıkıĢın geri planında, bu tepkinin yanı sıra,
değiĢen toplumsal-siyasal ortam ile Batı yazınındaki yenilikçi eğilimlerinde rolü
büyüktür.151
1950‟li yılarda ortaya çıkan bu yeni Ģiir hareketine, Ġkinci Yeni adını, 1956
yılında Son Havadis gazetesinde aynı baĢlıkla yazısını yayımlayan Muzaffer Ġlhan
Erdost - birinci yeni olarak kabul edilen Garip Ģiirinden sonra ikinci yenilikçi Ģiir
hareketi olarak görmesinden ötürü- vermiĢtir.152
Elbette Ġkinci Yeni hareketin oluĢum
süreci bu tarihten öncelere gitmektedir. Nitekim bazı incelemecilerin Ġkinci Yeni‟nin
150
Eray Canberk; Şiir ve Şiir Kuramı Üstüne Söylemler, Düzlem Yayınları, 1. Basım, s.160 151
a.g.e, s.160 152
Alaattin Karaca; İkinci Yeni Poetikası, Hece Yayınları, 1. Basım, s. 59
50
baĢlangıcına 1953, 1954, 1955 ve 1956 gibi tarihler vermekteler.153
Ġkinci Yeni‟nin
önde gelen Ģairlerinden Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Turgut Uyar, Edip Cansever,
Ġlhan Berk, Ece Ayhan, bu tarihlerde yayımladıkları Ģiirlerle oluĢumu baĢlatmıĢ
olurlar.
Ġkinci Yeni‟nin oluĢum ve geliĢim sürecine geçmeden önce, bu oluĢumdan
niçin akım değil de hareket diye söz edildiğini belirtmek gerekir. Bilindiği gibi Ġkinci
Yeni Ģiiri bir kurama ve bir bildiriye dayanmamakta, birbirleriyle iletiĢimsiz Ģairlerin
eĢzamanlı yazdıkları Ģiirlerle, adeta bir gerekliliğin sonucu olarak doğmuĢtur.
Böylece Berk de Ġkinci Yeni‟nin Ģiir arkına girer. Onun
yanı sıra Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar,
Sezai Karakoç, Ece Ayhan gibi Ģairler de aynı yıllarda,
birbirlerinden habersizce yayımladıkları Ģiirlerle bu
poetik arkı beslemeye baĢlamıĢlardır.154
Ġkinci Yeni bir akım olarak doğmadığı, ortak bildirileri olmadığı için, bu
hareketin kuramsal boĢluğunu, gerek dönemin eleĢtirmenleri (Muzaffer Erdost, Asım
Bezirci, Memet Fuat, Fethi Naci, Mehmet H. Doğan…) yazdıkları eleĢtiri yazılarıyla,
gerekse Ġkinci Yeni‟nin öncü Ģairleri, (Cemal Süreya, Sezai Karakoç, Turgut Uyar,
Edip Cansever, Ġlhan Berk, Ece Ayhan, Ülkü Tamer…) Ģiir anlayıĢlarına dair
yazdıkları yazılarıyla, katıldıkları soruĢturmalar ve tartıĢmalarla bu kuramsal boĢluğu
doğrudan ya da dolaylı yollarla doldurmuĢlar; Ġkinci Yeni‟nin sınırlarını
belirlemiĢlerdir.
Cemal Süreya, bir söyleĢide “İkinci Yeni bir akım olarak doğmadı. Bir
programı, bir ortak bildirisi olmadı. Şairlerin çoğu birbirlerini tanımıyordu bile
yazışmıyorlardı da”155
sözleriyle bu görüĢe destek vermektedir. Yine Edip
Cansever‟de Ģiirde yaĢanan bu geliĢmenin “belli temel ilkelerden ve belli bir dünya
görüĢünden, kısaca bir ön antlaĢma düzeyinde”156
baĢlamadığını belirtir. Turgut
153
Cevat Akkanat; Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.61 154
Karaca, y.a.g.e, s. 99
Cemal Süreya; Güvercin Curnatası, “ġiirin Labirentinde” (konuĢan: Tuğrul Tanyol) YKY Ġstanbul
2002, s.99 156
Edip Cansever; SoruĢturma: Ġkinci Yeniden Ne Anlıyorsunuz? Türk Dili Dergisi, Sayı: 309,
Haziran 1977, s.527
51
Uyar‟da bir soruĢturmaya verdiği yanıtta, Ġkinci Yeni‟nin bir akım olarak
baĢlamadığından, ortak bir bildirisi olmadığından söz eder.157
Bir oluĢumun akım
olabilmesi için en gerekli koĢulların kuram ve ortak bildiri olup olmadığı konusu
baĢka bir çalıĢmanın konusudur ancak Ġkinci Yeni‟nin önde gelen Ģairlerinin de bu
oluĢumu akım olarak değerlendirmedikleri açıktır. Gerçi -özellikle- Ġlhan Berk Ġkinci
Yeni‟yi akım olarak görmüĢ ve öyle savunmuĢtur. Fakat bugün bile bu tartıĢmanın
netleĢtirilmediği, süregittiği görülmektedir.
Elli yıla yakın bir süredir tartıĢıldığı halde, ne idüğü
hala kesinlikle saptanamayan – bir akım mı, rastlantısal
bir Ģiir hareketi mi, bir karsı çıkma mı yoksa bir kaçıĢ
Ģiiri mi? – ama ne ettiği iyice bilinen Ġkinci Yeni
Ģiiri…158
Adları sayıla gelen Ģairlerin, 1954-1956 yılları arasında çeĢitli dergilerde
yayımladıkları ilk yeni Ģiir örnekleri, Ġkinci Yeni‟nin rastlantısal ve kendiliğinden
ortaya çıkıĢının habercisi olmuĢtur. 1956‟dan sonra da Ece Ayhan‟ın deyiĢiyle
cumhuriyet Ģiir ve düĢünce tarihinde önemli yeri olan Pazar Postası adlı haftalık
dergide yazmaya baĢlayan bu Ģairler, dergi yöneticisi Muzaffer Erdost‟unda yazdığı
yazılarla geniĢ yankı uyandırmıĢlar ve tartıĢmaların odak noktası olmuĢlardır.159
Enis Batur‟un da değindiği üzere, Ġkinci Yeni‟nin en önemli ürünleri Pazar
Postası‟nda yayımlanır. Cemal Süreya‟nın Üvercinka‟da, Ece Ayhan‟ın Kınar
Hanımın Denizleri‟nde, Ġlhan Berk‟in Galile Denizi‟nde, Turgut Uyar‟ın Dünyanın
En Güzel Arabistanı‟nda yer alacak Ģiirlerine ilk kez bu dergide rastlanır. Yine
Ġkinci Yeni‟ye dair yapılan anlamlı/anlamsız, materyalist/mistik gibi tartıĢmalarda
Pazar Postası‟nda gerçekleĢir.160
Ġkinci Yeni, temelde üç yönelimle ortaya çıkar. Garip Ģiirine tepki, toplumsal-
siyasal koĢullar ve Batı yazının etkileri. Bu etkileri irdelemek için, öncelikle bu
oluĢumun ortaya çıkıĢ tarihlerinde Türkiye‟nin siyaset, toplum ve sanat tarihine
157
Turgut Uyar; Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 518 158
Mehmet H. Doğan; ġairin Seyir Defteri, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, s. 48 159
Ayr. Bilgi için: Karaca, y.a.g.e, s. 120-121 160
Ayr. Bilgi için: Enis Batur; Smokinli Berduş, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2001, s.243-244
52
bakmak gereklidir. Ġkinci Yeni‟nin nüveleri, 1950‟li yıllarda atılır. Ġkinci dünya
savaĢından sonra Türkiye‟de çok partili dizgeye geçilir ve Ġsmet Ġnönülü milli Ģef
dönemi, Demokrat Parti‟nin ezici oy farkıyla kapanır. Artık Türkiye Cumhuriyetinin
baĢbakanı Adnan Menderes‟tir.
DP iktidarı ilk dönemi olan 1950-1954 yılları arasında, Köy Enstitülerini
öğretmen okullarına çevirmek, Halkevlerini kapatmak, Genel Af ilan etmek, ezanın
Arapça okunmasını serbest bırakmak gibi uygulamalar yapar. Ancak dönemin asıl
önemli uygulamaları, Türkiye‟yi ABD eksenli bir ülke konumuna getiren, Kore‟ye
asker gönderme ve Nato‟ya girilmesidir. Ayrıca dıĢ politikada, Türkiye üzerindeki
1951 yıllarından 1960 yılları ortasına değin devam eden Sovyet tehdidi
sürmektedir.161
Bu tutumun ekonomideki yansısı, geçici bir canlanma, rahatlama
Ģeklindedir. Karayolları açılarak köyden kente geçiĢ sağlanır, tarım toplumundan
sanayi toplumuna doğru yöneliĢ baĢlar. Bu durum toplumda da yeni bir yaĢama
biçimi, dolayısıyla yeni bir insan tipi oluĢturmaktadır. Bu değiĢimlerden en
önemlileri kentleĢme ve kapitalleĢmedir. Kırsal kesim insanının ekonomik bolluğa
eriĢme olanaklarını ve örneklerini gören köy kesimi, gerek para kazanma gerekse
kent yaĢamı olanaklarından yararlanma gibi düĢüncelerle kente göç etmeye baĢlar.
Parasal patlamayla birlikte baĢlayan ekonomik çatıĢmaya böylece, köy/kent, baĢka
bir deyiĢle geleneksel değerlerle, modern değerlerin çatıĢması da eklenmiĢtir.162
1954‟te ikinci kez -hem de daha fazla oyla- iktidara gelen DP, bu döneminde
özellikle ekonomik sorunlarla boğuĢmak durumundadır. Ekonomik sıkıntıların yanı
sıra Türkiye‟nin gündemine Kıbrıs sorunu girmekte ve bu bağlamda yapılan kanlı
gösterilen sonucunda ülkede sıkıyönetim ilan edilmektedir. Ġç ve dıĢ politikada
yaĢanan sorunlar parti içinde de çözülmelere yol açar ve 19 milletvekili DP‟den ihraç
ve istifa yoluyla ayrılır. Bu olumsuz koĢullara karĢın 1957‟de, seçimin lideri –oy
kaybına uğrasa da- yine DP‟dir.163
161
Yalçın Küçük; Türkiye Üzerine Tezler 2, Salyangoz Yayınları, 1. Basım, s. 141 162
Ayr. Bilgi için: Sina AkĢin; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 2, Cumhuriyet Yayınları,
s.123-125 163
y.a.g.e, s.125-128
53
DP‟nin bu üçüncü döneminde ekonomi gün geçtikçe bozulmuĢ ve sonunda
Türk hükümeti, IMF ve Dünya Bankası'nın dayatmasını kabul etmek zorunda kalır.
Ġktidarla muhalefet arasındaki tartıĢmalar Ģiddetlenir. DP, muhalefet partisine, Ġsmet
Ġnönü‟ye karĢı yoğun bir baskı dönemi baĢlatmıĢtır. Öyle ki, iktidar, muhalefet
liderlerinin yurtiçi gezilerini yasaklamaya kalkıĢır, zaman zaman engeller ve
muhalefete karĢı Vatan Cephesini kurar. DP‟nin tek hedefi, salt muhalefet partisi
CHP değildir. Millet Parti‟sini de Atatürk devrimleri aleyhtarlığı nedeniyle
kapattırmıĢlardır (1953‟de). 1959‟da salt iktidar milletvekillerinden oluĢan tahkikat
komisyonu kurulunca, gösteriler, olaylar artar ve gergin ortam çığırından çıkar. 27
Mayıs 1960‟da Mili Birlik Komitesinin yaptığı askeri darbe ile DP dönemi sona
erer.164
Bu noktada Sina AkĢin, DP dönemi üzerine yaptığı değerlendirmede Ģunları
söylemektedir:
DP'nin güçlü ve baĢarılı olduğu yön, … Ġktisadi
kalkınmada büyük bir canlılık ve heyecan
yaratabilmesiydi. Bu yönden kusuru, kalkınmayı
plansız yapması ve maliyeyi iflasa sürüklemesiydi. 27
Mayıs darbesine yol açan etkenlerden biri de herhalde
buydu.
Yine AkĢin, DP‟nin diğer olumsuz yönlerini ise Ģöyle sıralamaktadır:
1) Çoğulculuğu, yani azınlığın, muhalefetin haklarını
kabul etmeyen ilkel (ya da yetkeci) bir demokrasi
anlayıĢı, baskıcılık; 2) Halkevleri ve Köy Enstitülerinin
kapatılmasında göze çarpan bir kültür yıkıcılığı; 3)
Ġnönü'nün canına kastetmek, 6/7 Eylül olaylarını
düzenlemek gibi olaylarda somutlaĢan hukuk dıĢı bir
anlayıĢ; 4) Muhalefetle iliĢkileri hemen daima bir
kavga havasında yürütmek; 5) Amerikalılarla yapılan
çok sayıda -kimisi hatta sözlü olan- ikili anlaĢma
ABD'ye çok geniĢ bir hareket alanı sağlamıĢ, böylece
DP iktidarının bağımsızlık konusunda hiç de titiz
olmadığını ortaya koymuĢtur; 6) Din konusunda CHP
ödün vermeğe baĢlamıĢtı ama DP bunu daha ileri
164
y.a.g.e, s.128-139
54
götürmüĢ, özellikle Menderes dincilerin umudu haline
gelmiĢti.165
Ġhtilali hazırlayan bu baskıcı ortam, kuĢkusuz sanatı ve sanatçıları
etkilemektedir. Ġkinci Yeni‟nin çıkıĢ tarihi olan 1950‟li yıllarda Türkiye‟de sanat
ortamı içsel yapının yanı sıra Batı sanatının etkileriyle de Ģekillenmektedir. Ahmet
Oktay‟ın deyiĢiyle Türkiye, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel alanda kabuk
değiĢtirmektedir.
Caz müziğinin yanı sıra atonal müzik de sınırları aĢtı.
1948‟de Adnan Çoker ve Lütfü Günay ilk soyut sergiyi
açtılar. Sait Faik yarı gerçeküstücü, yarı fantastik
sayılabilecek ve yürürlükteki anlatım tekniklerini
dıĢlayan öykülerini bir araya getiren Son Kuşlar‟ı
1952‟de Alemdağında Var Bir Yılan‟ı 1954‟de
yayımlamıĢtı. ... Kısaca söylemek gerekirse Türkiye,
sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel alanda kabuk
değiĢtiriyordu.166
Ece Ayhan‟da Ġkinci Yeni‟yi hazırlayan süreçte, Ģiirden sinemaya, müzikten
resime uzanan geniĢ bir yelpazede, modern sanatın her alanından verdiği isimlerle bu
oluĢumun kaynaklarını belirtir.167
Ġkinci Yeni Ģiir, Ģiirin yanı sıra diğer sanat alanlarıyla yakın iliĢkiye girmiĢ,
disiplinler arası etkiler kurmuĢ bir Ģiir hareketidir. Resim, sinema, tiyatro, öykü ve
müziğin anlatım olanaklarıyla yeni bir Ģiir oluĢturmuĢtur.
Sezer Tansuğ, Türkiye Cumhuriyetinin 1945 yılında çok partili parlamenter
dizgeye geçmesi ile ülkede özgürlükçü ve demokratik bir ortam oluĢtuğunu ve bu
ortamda “ülkenin sanat yaşamına Batı'daki sanatsal akım ve yenilikleri günü gününe
izleyen bir zihniyet ve çok yönlü eğilimler getirdiğini görürüz” demektedir. 168
165
y.a.g.e, s.137 166
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, s.11 167
Ece Ayhan; Bir Şiirin Bakır Çağı, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, Ġstanbul 2007, s.17 168
Sezer Tansuğ; Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, 1.baskı s.245
55
1950‟lerde Türkiye‟de resim ve heykel, hızla soyut anlatım olanaklarıyla
bağdaĢır ve ürünler sunar. Bu arada sanatçılar soyut akımların yanı sıra
Gerçeküstücülük ile de tanıĢır. Özellikle Yüksel Arslan bu yıllarda açtığı sergilerle
geniĢ ilgi uyandırmıĢtır.169
Müzik alanında da Batı etkileĢimli yenilikler bulunmaktadır. Batıda 1950
öncesinde Charles Ġves öncülüğünde, Arnold Schoenberg‟in kuramlarıyla, eski
kompozisyon dizgeleri kırılarak, 12 ton dizgesi uygulamaya geçmiĢtir. Türk
müziğinde de bu devrimsel geliĢmeler yakından izlenmekte ve uygulanmaktadır.
1953‟te Ankara‟da Bülent Arel, Ġlhan UsmanbaĢ, Bülent Ecevit ve Faruk Güvenç ile
birlikte Helikon derneği kurulur; ve 12 ton çalıĢmaları yapılır.170
(Sonraları Ece
Ayhan, Ġkinci Yeni‟nin kökenlerinde Helikon‟un da büyük rolü olduğunu belirtir)
1950‟lerde Türk Ģiiri, Hisar Topluluğu, Mavi Grubu ve Ġkinci Yeni Hareketi
ile yazın tarihindeki yerini alır. Mavi Grubu ve Hisar Topluluğu Türk yazın tarihinde
kendilerine özgü yer edinseler de Ġkinci Yeni kadar Türk Ģiirine yön verecek boyuta
eriĢememiĢlerdir.
Sonuçta, DP dönemindeki toplumsal/siyasal ve edebî
ortam göz önüne alındığında, Türk Ģiiri, etkisini yitiren
Garip Hareketinden sonra, değiĢen toplumsal koĢulların
da itkisiyle kendisine yeni bir poetik ark açmak
zorundaydı. Görüldüğü gibi, o yıllarda ne Hisarcılar ne
de Mavi Grubu ya da Toplumcu Gerçekçiler, bu
yeniliği yapacak bir güce eriĢebildiler. Ġkinci Yeni ise,
dönemindeki bu topluluklardan daha güçlü çıktı ve
Garip'ten sonra tıkanan Türk Ģiirine, -çağın ve çevrenin
koĢullarının da etkisiyle- yeni bir yol açtı.171
Ġkinci Yeni‟nin ortaya çıkıĢındaki bir diğer önemli etmen, dönemin süregelen
Ģiir anlayıĢı olan, Garip Ģiirine -çağının isterlerini karĢılayamamasından ötürü
duyulan- tepkidir. Buna göre Ġkinci Yeni, Orhan Veli Kanık ve arkadaĢları Melih
Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu‟nun birlikte baĢlattıkları Garip Ģiirine tepki
169
Ayr. Bilgi için: Tansuğ, y.a.g.e, s.245-250 170
Cavidan Selanik; Müzik Sanatının Tarihsel Serüveni, Doruk Yayınları, Ankara 1996, s. 307-334 171
Karaca, y.a.g.e, s. 89
56
olarak doğmuĢtur. Garip Ģiiri söze dayalı, açık, yalın, anlamı öne alan, imgeyi
dıĢlayan bir Ģiir türüdür. Ġkinci Yeni ise ilk elde anlamı dıĢlayan, imgeyi ön plana
alan Ģiirdir. Bazı incelemeciler bu tepkinin salt Garip‟e değil aynı zamanda
Toplumcu Gerçekçiliği de kapsadığını belirtirler; Alaattin Karaca bu konuda yaptığı
saptamada Ġkinci Yeni tartıĢmalarının o yıllarda gücünü yitirmiĢ olan Garipçilerden
çok Toplumcu/Toplumsal Gerçekçilerle (Mavi Grubu, Attila Ġlhan ve arkadaĢları)
yapıldığı göz önüne alınırsa, tepkinin Garipçilerden çok bu iki oluĢuma karĢı olduğu
düĢünülebilir demektedir.172
Ancak genel kanı Ġkinci Yeni‟nin baĢlangıçta Garip
Ģiirine karĢı olduğu üzerine toplanmıĢtır. Kesinlenebilecek bilgi ise Ġkinci Yeni‟nin
bir Ģiir yetersizliği sonucu ortaya çıktığıdır. Çünkü Ġlhan Berk, Toplumcu
Gerçekçiliği, Turgut Uyar, Ulusçu/Hececi ve Garip Ģirini, Edip Cansever ise Garip
Ģiirini terke ederek böle bir Ģiir hareketine yönelmiĢlerdir.173
Mustafa ÖneĢ, 1950‟lerde Ġkinci Yeni‟nin, Garipçilerin kovduğu imgeyi
yeniden Ģiire kazandırdığını söyler;174
Mehmet H. Doğan ise “Garip‟in sonunda
şiirin getirildiği yere açıkça başkaldırıyı dile getirir”175
Enis Batur‟da “bilinen bir
gerçek: II. Yeni şiiri Orhan Veli şiirine bir tepki olarak kuruldu”176
demektedir.
Ġlhan Berk, Ġkinci Yeni‟nin Garip Ģiirine bütünüyle karĢı olduğunu söyler.
O‟na göre bu iki poetika arasında belirgin ayrımlar bulunur. Garip anlama dayanır;
dili, konuĢma dilidir, Ġkinci Yeni ise anlamı dıĢlar ve konuĢma dilini yadsır. Ayrıca
Garip salt Ģiirden yana değilken Ġkinci Yeni salt Ģiirdir.177
Turgut Uyar, “bugün şiirimizin aradığı, varmak istediği yeniliğin,
oturmuşluğun, imkânların, Orhan Veli olmadığı artık anlaşıldı sanırım”178
der. Bir
172
a.g.e, s. 136 173
a.g.e, s. 194 174
Aktaran: Karaca, y.a.g.e, s. 135 175
Aktaran: Karaca, y.a.g.e, s. 135 176
Enis Batur; “II. Yeni ve Gerçeküstücülük”, E/Babil Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2003,
s.102 177
Aktaran: Karaca, y.a.g.e, s. 136 178
Turgut Uyar; “Ġlkin Cesaret”, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 70
57
baĢka yazısında da Orhan Veli Ģiirinden gelinen noktada Ģiirin yozlaĢtığından
bahsetmektedir.179
Edip Cansever, ilk yazdığı Ģiirlerde bir dizesini eleĢtirerek, böyle dize olmaz
türünden bir tümce kullanan Orhan Veli eleĢtirisine karĢılık “oysa şimdi mısra hep
böyle yazılıyor”180
demektedir. BaĢka bir yazısında da “ bir zamanlar Sait Faik‟ler,
Orhan Veli‟lerle yüklü yazınımızda, bir yaĢama sevinci türküsüdür gidiyordu.
Türküsüdür diyorum; çünkü bu, yaĢamaya, düĢünceye dayalı bir anlatım yolu
olmaktan çok, açıkça bir özenti, kiĢiliğe zıt bir davranıĢtır”181
der.
Ġkinci Yeni oluĢumundaki bir diğer önemli etmende Batı sanatı ve yazınının
etkileridir. Temelde bu Ģiir batı sanatının kaynaklarına dayalı, oradan beslenen bir
Ģiirdir. Erdoğan Alkan, Şiir Sanatı adlı kitabında, Ġkinci Yeni Ģairlerinin Fransız
Ģairleriyle olan yazınsal yakınlıklarını göstermiĢtir. Ġlhan Berk‟in, Rimbaud,
Apollinaire, Nerval, Baudelaire etkileĢimlerine, Cemal Süreya‟nın, Apollinaire,
Baudelaire, Rimbaud Aragon ve Nerval, Ece Ayhan‟ın ise Rimbaud etkileĢimlerine
değinmiĢtir.182
Ancak Alkan, burada sert bir tutum sergilemektedir. Oysa Enis
Batur‟un, E/Babil Yazıları adlı yapıtındaki bakıĢı: “seçilen modeller hem birincil
serüvenlerdir, hem de öykünmekten çok öğrenilmeye çalışılmaktadır”183
yönündedir.
Ayrıca Batur, bu batı etkileĢiminin yanı sıra ulusal kaynaklarında göz ardı
edilmediğini de vurgulamaktadır.
II. Yeni Ģairleri, çok boyutlu dile getirme yollarını
öğrenmenin yanında, çok boyutlu bir kaynak
çalıĢmasını da göze almıĢlardır. Behçet Necatigil'in ve
Turgut Uyar‟ın klasik Divan Ģiirimizle Cemal Süreya
ve Ülkü Tamer'in Türk halk Ģiiriyle yapıcı, kan
dolaĢımını hızlandırıcı bir iliĢkiye girdikleri ortadadır.
Oktay Rifat, Ġlhan Berk ve Ece Ayhan Osmanlı
Tarihi'ni zemin olarak sermeyi seçmiĢlerdir Ģiirlerine.
179
Turgut Uyar; “Çağını Yitirmek” Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009 s. 119 180
Edip Cansever; “Zaman Ġçinde”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.67 181
Edip Cansever; “Edip Cansever Anlatıyor”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.213 182
Erdoğan Alkan; Şiir Sanatı, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul 2005, s.546-562 183
Enis Batur; “II. Yeni ve Gerçeküstücülük”, E/Babil Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2003,
s.103
58
Melih Cevdet, Osmanlı öncesi Anadolu uygarlıklarına
eğilmiĢ, Edip Cansever yakından bildiği Ġstanbul‟un
insan manzaralarını Ģiire dökmüĢ.184
Ġkinci Yeni‟nin etkilendiği en önemli akım Gerçeküstücülük‟tür. Batur, Ġkinci
Yeni‟nin farklı disiplinlerle girdiği iliĢkilerinde, Gerçeküstücü Ģiirle yakın bağ kurar:
“Böylece Gerçeküstücü şiirin dış kanallara bütün bütüne açık deneyinin bambaşka
bir örneği oluşur Türkiye‟de.”185
Yine Batur‟un belirttiği gibi Ġkinci Yeni,
Gerçeküstü‟nün bir sonucu değildir. O‟na göre “Türk şairi sınırlarından taşmayı
öğrenmiş, bir çağdaşlık örneği vererek genişliği ve derinliği algılarken,
Gerçeküstücülükten de yararlanmayı bilmiştir.”186
Tıpkı Gerçeküstücü Ģairler gibi, Ġkinci Yeni Ģairleri de “-az ya da çok- usa
karşı çıkmakta, usla kavranan verili gerçeği yıkmaktadırlar.”187
Muzaffer Erdost
Ġkinci Yeni‟yi oluĢum sürecinin baĢında bir Ģey söylemeyen Ģiir diye nitelendiriĢtir.
Bir baĢka yazısında da anlamsızlığı ilke edindiğini belirtir.
Ġkinci Yeni, anlamsızlığı ilke olarak savunmadır, Ģiirin
anlamsız olarak suçlanmasına karĢı çıktı, Ģiirin
anlamsız da olabileceğini vurguladı. Anlamın, Ģiirin
yeni biçiminden dolayı anlaĢılmamıĢ olması bir
gerçekti; yeni biçime yabancı olan için, bu Ģiirde anlam
bulmak olanaksızdı da. … BaĢlangıçta Ģiirin söz
yapısındaki altüst oluĢ genel olarak anlamsız
yorumlandı ama bu Ģiir öğrenildikten sonra, yalın ve
yüzeysel değil, karmaĢık ve derin duygu ve
düĢüncelerin, kaynağına inildi.188
Ġlhan Berk, Ģiirde usu dıĢlayan Beton, Artaud, Michaux ve Cummings‟i sıkça
anmaktadır. Anlam kapalılığı konusunda ise Mallarmé, Eliot, Rimbaud, Lautréamont
gibi Ģairlerden destek almaktadır.189
184
a.g.e, s.103 185
a.g.e, s.104 186
a.g.e, s.105 187
Karaca, y.a.g.e, s. 142 188
Erdost, Muzaffer. “Ġkinci Yeni Üzerine Muzaffer Erdost'la Bir KonuĢma”, Haziran 1977,
S: 309, s. 530-535 Ġkinci Yeni [Özel Sayısı] 189
Karaca, y.a.g.e, s. 142
59
Turgut Uyar, anlam üzerine yazdığı yazılarda anlamı sorgular;
anlamsızlığında bir anlam olduğunu vurgularken kendisinin anlamı Ģiire çıkıĢ noktası
olarak baĢ tacı ettiğini belirtir ve ekler: Anlamsız Ģiir yazılabileceğine inanırım ancak
anlamsız Ģiiri tutmadım ben.190
Edip Cansever‟de Uyar gibi düĢünmektedir. “Anlamak edimi anlamsızlığı da
kapsayabiliyor” der. O‟na öre anlam ancak bir düzene baĢvurularak açıklanabilir;
Ģiirin düzeniyse son kertede dildir. Dolayısıyla anlamsız görülen bir dize, dile
baĢvurularak açıklanabilir, anlamlandırılabilir.191
Genel olarak Ġkinci Yeni Ģairleri otoriteye ve onun belirlediği Ģiirde bildiri
anlayıĢına karĢı çıkmıĢlardır. Garip Ģiirinde ihmal edilen dile önem vermiĢler; verili
Ģiiri, dili, düĢünceyi, tarihi, kavrama biçimini tersyüz etmiĢlerdir.192
Ġkinci Yeni Ģiir
verili dil mantığıyla çözülemez bu nedenle de yeni bir alımlama estetiği gereksinir.193
Alaattin Karaca, bir poetikada, gerçek, güzellik ve akıl/mantık üç temel
öğedir der. Ġkinci Yeni bu üç öğenin yanına baĢkaldırı özelliğiyle, otorite kavramını
dördüncü öğe olarak eklemlemiĢtir. Buna göre Karaca, Ġkinci Yeni Ģiirini, Ģiir-
gerçek, Ģiir-güzellik, Ģiir-akıl/mantık ve Ģiir-otorite kavramları üzerinden irdeler.
Karaca, yirminci yüzyılda akıl ve mantık sınırlarının, Freud‟un yaptığı
çalıĢmalarında katkılarıyla aĢıldığından, duyusal gerçekliğin karĢısına bilinçaltı ve
düĢ gerçekliğinin getirildiğinden, Gerçeküstücü Ģairlerinde bu geliĢmeleri Ģiirlerine
uyguladıklarından ve bu anlayıĢın sonucunda kendine özgü bir oluĢturulduğundan
söz eder. Bu dil bir tür sayıklama, otomatik yazı, alıĢılmamıĢ imgeler, söz diziminin
bozulması ve rastlansallık üzerine kuruludur. Ġkinci Yeni de bu gerçeklik anlayıĢının
etkisindedir. Dil ve anlam iliĢkilerini bozarken, bunu gerçek ve algılama biçimlerini
kırma istencine temellendirmekteler.194
190
Turgut Uyar; “Anlam mı?”, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 176-178 191
Edip Cansever; “Anlamsızı Anlamak”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.86-89 192
Karaca, y.a.g.e, s. 193 193
a.g.e, s. 216 194
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s. 245-248
60
Ġkinci Yeni, salt Ģiirliği savunur; Ģiirin önce Ģiir için olduğu görüĢündedir
ancak toplumla ilgiler kurmaktan geri durmaz. Toplum ve birey Ģiirlerinde mutlak
iĢlenir ancak dilden, güzellikten ödün verilmeden. BaĢka bir deyiĢle “yarar yerine
güzellik ve heyecan uyandırmayı”195
amaçlar.
Ġkinci Yeni‟nin otorite karĢıtlığı ise salt siyasal erkle ilintili değildir. Ahlak
kurallarından, gelenek-göreneklerle, verili dilden, egemen düĢünce ve algılama
biçimine kadar, alıĢılmıĢ olan, verili olan her tür yetkeye karĢıdırlar.196
Ġkinci Yeni‟yi kendine özgü kılan en önemli yanı Ģiir dilidir denilebilir. En
büyük devrimi de zaten dilde yapmıĢtır. Anlam/anlamsızlık üzerine yapılan yoğun
tartıĢmalar da bunun bir göstergesidir. Turgut Uyar bir yazısında “dilin şiirde ayrıca
bir imkânlar gömüsü, hatta şiirin sadece bir dil meselesi olduğunu”197
belirtir.
Ġkinci Yeni‟nin dil bağlamında bir baĢka özelliği de Ģiirde sözcüğe ayrı bir anlam ve
aĢırı önem vermesidir. Cemal Süreya‟nın konu hakkında “çağdaş şiir geldi kelimeye
dayandı”198
sözü önem taĢırken Turgut Uyar‟ın “sadece kelimeler şiirin yükünü
taşıyamazlar”199
değerlendirmesi de kuĢkusuz yabana atılır türden değildir.
Edip Cansever, dilin ozanın elinde bir hammadde olduğunu; Ģairin bu
hammaddeyi iĢleyerek, duru, üstün, seçkin bir Ģiir dili oluĢturduğunu söyler.200
Bir
diğer yazısında da “ozanlar, halkın konuĢtuğu dille, onun gelecekte konuĢacağı dil
arasında yapıcı bir iletken durumundadırlar, yani halka, gene halkın kullandığı dilin
tadını, gizlerini, inceliklerini ulaĢtırmakla görevlidirler”201
der.
195
Karaca, y.a.g.e, s. 294 196
Ayr. Bilgi için: a.g.e, s. 280-293 197
Turgut Uyar; “ġiirdekiler I”, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 89 198
Cemal Süreya; “Folklor ġiire DüĢman” Toplu Yazılar I, Yapı Kredi Yayınları Ġstanbul 2000 s.192 199
Turgut Uyar; “Turgut Uyar ile KonuĢtum”, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s. 431 200
Edip Cansever; “Ozanın Elinde Dil ĠĢlenmemiĢ Bir Hammaddedir”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.232-233 201
Edip Cansever; “Cansever‟in ĠĢi Gücü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.220
61
Dil konusunda hemen en fazla görüĢü, Ġlhan Berk vermiĢtir. Berk, Ġkinci
Yeni‟nin konuĢma diline karĢı olduğunu, soyut dili benimsediğini belirtir. ġiirde
dilin, uyuĢamayan, aykırı, ĢaĢırtıcı, yıkıcı olması gerekliliğini savunur. Berk‟e göre
Ģiirin ortak dili yoktur; her Ģairin bireysel bir dili olmalıdır ancak bireysel dilde yine
ortak dilden çıkar. Yine Berk, Ģiirde sözcüklerin anlamları yoktur, kullanımları vardır
diyerek Ģiir dilinde sözün anlamını yadsır. 202
Cemal Süreya‟da dil üzerine çokça durur. Dil devrimiyle birlikte Ģiir dilinin
geçirdiği sarsıntıdan söz eder. ġairin dili bozma konusunda özgür olması gerektiğini
ancak ödevinin dili bozarken yapmak olduğunu belirtir. O‟na göre “yeni şiir dilin
daha derin daha geniş olanaklarını bulup çıkarma yolunda”203
dır. ġiirin bir üst dil
olduğunu; bu dilin konuĢma dilinden çıkması ve Ģiirin konuĢma dilinden kopmaması
gerektiğini savunur.204
Ece Ayhan‟da verili dile Ģiddetle karĢı çıkar. Kullandığı dilde sözdizimini,
anlayıĢ, algılayıĢ biçimlerini bozar ancak anlamı ortadan kaldırmaz. Sezai Karakoç,
Ģiir dilinin kendine özgü olması gerektiğini savunur. ġiirlerinde akıl sınırlarını
zorladığı görülse de anlamı dıĢladığı görülmemektedir.205
Ġkinci Yeni ortaya çıktığı günlerden itibaren dil, anlam, açık Ģiir-kapalı Ģiir
gibi tartıĢmalarla birlikte, Türk Ģiirini toplumdan ve toplumsal sorunlardan
uzaklaĢtırdığı suçlamalarına maruz kalmıĢtır. Attila Ġlhan Ġkinci Yeni‟yi DP
diktasının Ģiiri diye yargılarken, birçok yazar/eleĢtirmende bu Ģiiri bir kaçıĢ Ģiiri
olarak nitelendirmiĢlerdir.
Oysa Ġkinci Yeni Ģairleri toplumla ilgiler kurmayı, Ģiirin toplumsal iĢlevlerini
yadsımazlar; ancak Ģiiri salt toplumsal olanla iliĢkilendirmeye karĢı çıkarlar. Çünkü
onlara göre Ģiir toplumsal araç değil, baĢlı baĢına bir sanattır. Toplum kadar bireyde
bu Ģiirin konusu olabilir, olmalıdır.206
202
Ayr. Bilgi için: Karaca, y.a.g.e, s. 300-303 203
Cemal Süreya; “Sirk” Toplu Yazılar I, Yapı Kredi Yayınları Ġstanbul 2000 s.230 204
Karaca, y.a.g.e, s.313 205
a.g.e, s.315-317 206
a.g.e, s.376
62
Ġkinci Yeni hareketi üzerine değinilen bu bilgilerden sonra Edip Cansever‟in
sanatçı kiĢiliğine ve Ġkinci Yeni içersindeki yerine geçilebilir.
Edip Cansever Ģiir yazmaya Ġstanbul Erkek Lisesinde okuduğu yıllarda
baĢlar. Yazın dünyasına 1944‟te „Ġstanbul‟ dergisinde yayımladığı bir Ģiiriyle girer.
Arkasından „Fikirler‟,‟Edebiyat Dünyası‟ ve „Kaynak‟ gibi dergilerde Ģiirleri
yayımlanır.207
ġiirleriyle ilk hesaplaĢmaya da henüz on yedi-on sekiz yaĢlarındayken
Ģiirlerini okuttuğu Ahmet Hamdi Tanpınar sayesinde girer. Tanpınar Ģiirlerini
dikkatle okudukta sonra bunların hepsi çok güzel, ama hiçbiri Ģiir değil der.208
Sonrasında Salah Birsel ile kurduğu dostluk ve Ģiir üzerine yapılan konuĢmalar, Ģiire
yaklaĢımını değiĢtirmektedir.209
Cansever poetikasındaki ilk Ģiirlerin Garip etkisinde
oldukları görülür. Kendisi ilk Ģiir kitabı İkindi Üstü‟yü yok saymıĢ, ikinci kitabı
Dirlik Düzenlik‟ten ise dört Ģiirini almıĢtır.
Ġlk kitabı İkindi Üstü‟yü -on dokuz yaĢında- 1947‟de yayımlar. Sonraları
“bugün bile yakamı bırakmayan” diye nitelendireceği bu kitabı yok sayarak toplu
Ģiirlerine almamıĢtır. Asım Bezirci bu kitabı, içinde ilk gençlik yıllarının ürünleri var;
“bohem hayatına özenen varlıklı aylak bir şehir delikanlısının evrenini yansıtıyor”210
diye değerlendirirken, düĢüncelerini, derinleĢmemiĢ gözlemlerin, öznelleĢmemiĢ
izlenimlerin ötesine geçmiyor diyerek sürdürür ve Cansever‟in kendi üslubunu
bulamadığından, kalıplaĢmıĢ deyimleri tekrarladığından söz eder.211
Orhan Veli‟de İkindi Üstü ile ilgili yazdığı yazısında Cansever‟in Ģiirlerini
eleĢtirirken, “İkindi Üstü şairinin hoşlandığı birtakım hayatlar birtakım olaylar
bulunabilir; üstelik bunlar güzel şeyler de olabilir. Ama bunları anlatmakla şiir
söylenmiş olmayacağını, bunların şiirden ayrı şeyler olduklarını bu genç şairin
207
ġerif AktaĢ; “Edip Cansever”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Haziran 1990, Sayı: 462, s.272 208
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.20 209
a.g.e, s.21 210
Asım Bezirci; Metin Eloğlu-Edip Cansever, Evrensel Basım Yayın, Ġstanbul 2007, s.114 211
a.g.e, s.114-116
63
düşünmesi lazım”212
demektedir. Ancak Cansever‟in insana umutlar veren genç bir
Ģair olduğunu da belirtmeden edemez.213
Cansever 1954‟te yayımladığı ikinci kitabı Dirlik Düzenlik‟ten de yalnız dört
Ģiir seçer toplu Ģiirlerine. Bu tutumunu Ģöyle anlatır: “Dirlik Düzenlik adlı yapıtım
acemilik yıllarımın ilk ürünlerini kapsıyor. O dönemin şiir ortamını aşamadığı gibi
mizacımı belirtmekten de uzak şiirler. Yalnızca dört şiir almamın nedeni başlangıçla
daha sonra yazdıklarımın arasındaki bağı saptama kaygısından doğuyor.”214
Bezirci ise, Cansever‟in İkindi Üstü‟den sonra bir tutuma, bir görüĢe varmak
istediğini, etkilenme alanını daraltarak tutarlı bir kiĢilik kazanmaya çalıĢtığını
söylüyor. Bunun sonucunda da Cansever‟in Garip Ģiiriyle enikonu iliĢkiler
kurduğunu savunur. Ayrıca Cansever, Dirlik Düzenlik‟te, Orhan Veli, Oktay Rifat,
Melih Cevdet üçlüsünün izlediği toplumcu yolu da izlek edinmeye baĢlar aĢk,
avarelik, sıkıntı, yalnızlık gibi temaları silerek, Ģiirini biçim yönünden geliĢtirmeye
baĢlar.215
Edip Cansever Ģiirinin miladını Yerçekimli Karanfil kitabı olarak belirler.
1957‟de yayımlanan Yerçekimli Karanfil, Yeditepe ġiir Ödülünü kazanır. Ġlk iki
kitabı ile arasına belirgin farklar bulunmaktadır. Bu yapıtla Cansever Ģiiri ivme
kazanmıĢ, poetik yapısının omurgası oluĢmaya baĢlamıĢtır. Buna karĢın Cansever bu
kitabından da “fantezi öğesi”216
ağır basan Ģiirlerini çıkarmıĢtır.
1955 sonrasında Ģiirde baĢlayan değiĢme Edip Cansever‟in Ģiirlerinde de
görülür. Artık Garip Ģiirinin söylemi, yerini Ġkinci Yeni söyleme bırakmaktadır.
Gerek siyasal-toplumsal, gerekse sanatsal alandaki geliĢmelerin belirmesiyle birlikte
Cansever‟de Yerçekimli Karanfil ile Ģiirini, bu değiĢimlere koĢut biçimde geliĢtirir,
yeniler. Ahmet Oktay‟ın deyiĢiyle, Turgut Uyar, Ġlhan Berk, Ece Ayhan gibi Ģiirsel
212
Orhan Veli, “Karikatürden ġiire”, Bütün Yazıları, Adam Yayınları, Ġstanbul, 1995, s.176 213
a.g.e, s.175-176 214
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le SöyleĢi”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.259 215
Bezirci, y.a.g.e, s.116-119 216
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le SöyleĢi”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.259
64
geçmiĢini iptal eder. Oktay‟a göre Edip Cansever, “bir çağ mı değiştik sabah sabah
ne”217
dizesiyle, yürürlükteki her Ģeyi askıya alan bir soruyla, akıl oynamaya
baĢlar.218
Mehmet H. Doğan, Cansever‟in Yerçekimli Karanfil‟den önceki döneminin,
bir hazırlık, bir yadsıma ve kendini aĢma dönemi olduğunu söyler ve ekler:
“Yerçekimli Karanfil ise kendinden önceki dönemli hiçbir ilişkisi olmayan bir
başlangıç”tır.219
Asım Bezirci‟de, Cansever‟in Yerçekimli Karanfil‟de genel olarak aĢama
kaydettiğini, alıĢılmıĢın dıĢında anlatım olanakları aradığını, çağrıĢımlar, imgeler,
bileĢimler denediğini belirtir. Bezirci‟ye göre Cansever bu yapıtıyla, Dirlik
Düzenlikte yüzeysel olarak girdiği toplumcu çizgiden uzaklaĢmıĢtır. Bazı Ģiirleri
makine dünyasını, makineleĢme çağını yansıtmaktadır. Yine bazı Ģiirlerinde resim
tekniğine yaklaĢmakta ve sonucunda biçime kaymaktadır.220
Yerçekimli Karanfil her ne kadar Cansever Ģiirinin miladı olsa da O‟nun asıl
izlekleri 1958‟de yayımladığı Umutsuzlar Parkı adlı kitabında belirir. Cansever bu
kitabında “bir tür kararsızlık ve tereddüt hali olduğu kadar iletişim kopması ve
yalnızlık durumunu da imleyen”221
bir yapıya bürünür. Birey dıĢlaĢmıĢ, “büyük
kentin çalışma dünyasında birbirlerinin hasmı haline gelmiş, birbirlerinin dilinden
anlamaz olmuş, aile ilişkilerinde sevgisizleşmiş değer yargıları gevşemiş, gelecek
umudunu yitirmiş; kısaca topluma uyum sağlamakta zorlanan ve topluma
yabancılaşan bir bireydir.”222
Umutsuzlar Parkı‟nın bir baĢka özelliği de Ģiirde tiyatro ve öyküden ilk defa
fazlaca yararlanmıĢ olmasıdır. “Yer yer tiyatrodan yararlandığımı söyleyebilirim;
217
Edip Cansever; “Aaaa” Sonrası Kalır 1, Yapı Kredi Yayınları 5. Baskı Ġstanbul 2008, s.96 218
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, Ġstanbul 2005 s.13 219
Mehmet H. Doğan ; “ġairin Seyir Defteri”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul
2005 s.52 220
Ayr. Bilgi için: Bezirci y.a.g.e, s.120-126 221
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, Ġstanbul 2005 s.16 222
a.g.e, s.17
65
şiirden değerler alan oyunları göz önünde tutarak.”223
Cansever bu kitabından
baĢlayarak, Ģiirinde tiyatro ve öykünün olanaklarını kullanarak Ģiirinin sınırlarını
olabildiğince geniĢletmiĢtir.
Asım Bezirci, Edip Cansever‟in Yerçekimli Karanfil‟de toplumsal iliĢkileri
azalttığını, Umutsuzlar Parkı‟nda ise sonlandırdığını; ülkenin baskıcı siyasal
koĢullarına değinerek belirtir ve bu ideolojik baskıların Umutsuzlar Parkı‟nda iki
türlü belirdiğini söyler. “birincisi, bağsızlık, bırakılmışlık yalnızlık, … İkincisi,
bunaltı, umutsuzluk, karamsarlık.”224
Bezirci, Umutsuzlar Parkı‟nı -kuĢkusuz
ülkenin siyasi ortamını göz ardı etmeden- gerici olmayan ama devrimcide olamayan
bir aydının üzünç durumu olarak değerlendirir.
Edip Cansever, Umutsuzlar Parkı‟nda yirminci yüzyılda koĢuklu tiyatroyu
yeniden canlandırma amacında olan T.S. Eliot‟tan enikonu yararlanmaya baĢlar.
Buradaki Ģiirlerinin koĢuk biçimi Eliot‟u andırır. Cansever bu yapıtından sonra da
Eliot‟u hem Ģiirsel hem de kuramsal anlamda önemser ve çalıĢmalarından etkilenir.
Özellikle Eliot‟un dramatik monolog ve nesnel bağlılaĢık kavramlarını Ģiirsel
yapısına uygular.225
Umutsuzlar Parkı‟ndan sonra, Petrol‟ü yayımlanır. Kendisi Umutsuzlar
Parkı‟nda daha kuramsal olarak ele aldığı düĢünceyi, Petrol‟de yaĢam
deneyimleriyle bağdaĢtırmaya çalıĢtığını söyler.226
ġerif AktaĢ ise Petrol‟de bireyin
yanında çevreninde Cansever Ģiirine konu olduğunu belirtir.227
Asım Bezirci Petrol‟ü üç köklü ağaç diye tarif eder ve “her kökünde uzaktan,
şairin eski bir eserine bağlanıyor”228
der. Be benzetmeden hareketle de yapıtı, üç
bölümde inceler. Bezirci‟ye göre Cansever Petrol‟de, tek tek kiĢileri iĢler, halktan
223
Edip Cansever; “Umutsuzlar Parkında Bir Umutlu KonuĢma”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları Ġstanbul 2009, s.259 224
Bezirci, y.a.g.e, s.127-128 225
Devrim Dirlikyapan; Nesnel BağlılaĢık Kavramı ve Edip Cansever‟de Dekor” O Ben ki: Edip
Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.23 226
Cansever; Edip; “Edip Cansever‟in Antikacı Dükkanında”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.211 227
AktaĢ; y.a.g.e, s.274 228
Bezirci; y.a.g.e, s.136
66
tipler canlandırır. Toplumdan kesitler sunmaya yönelir. Yerçekimli Karanfil‟de
soyut aĢk temaları, yerini somuta bırakır. Bezirci son olarak Petrol‟ü, Cansever‟in
eski yapıtlarının Türk Ģiir geleneğinden de yararlanarak çıkarılmıĢ bir bileĢkesidir
diye tanımlar.229
Turgut Uyar‟da Petrol‟ü, Yerçekimli Karanfil‟de denediği söyleyiĢe,
Umutsuzlar Parkı‟ndaki özü uygulayan; her bakımdan yılın en baĢarılı kitabı olarak
tanımlar.230
Edip Cansever, Petrol‟ün arkasından Nerde Antigone‟yi yayımlar.
Cansever, bu yapıtıyla artık anlatı Ģiirinin baĢlangıcını yapar. ġerif AktaĢ bu yapıtı,
ikinci yeni Ģiirden uzaklaĢan, bilinçaltını dıĢa vurmaya çalıĢan; Ģeklinde
değerlendirir.231
Mustafa ÖneĢ de AktaĢ‟la aynı çizgide, bu kitaptaki -özellikle- Ne
Gelir Elimizden Ġnsan Olmaktan BaĢka ve Salıncak adlı Ģiirler ile Cansever‟in Ġkinci
Yeni döneminin sona erdiği ileri sürülebilir der.232
Ayrıca ÖneĢ, “şair burada
varoluşçu bir yaklaşımla yaşantı çıkmazlarında insanın zorunlu kimliğin
araştırmaktadır”233
demektedir.
Edip Cansever, Nerde Antigone’deki Ģiirlerini belli bir yaĢantının ürünleri
diye değerlendirir ve kitabın adının da bu yaĢantılarla örtüĢtüğünü açıklar.234
1964‟te yayımladığı Tragedyalar, Edip Cansever‟e hanidir aradığı,
amaçladığı Ģiirsel söylemi kazandırmıĢtır. Bu yapıtta, kendisinin de belirttiği gibi,
oyun ve öykü öğelerinden yararlanmıĢtır.235
Mustafa ÖneĢ, Tragedyalar
bağlamında, Cansever‟in trajediyi yeğlemesinin baĢlıca nedenlerini, “konusu,
229
Ayr. Bilgi için: Bezirci, y.a.g.e, s.136-147 230
Turgut Uyar; “ġiirde 1959”, Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s. 431 231
AktaĢ; y.a.g.e s.274 232
Mustafa ÖneĢ; “Edip Cansever‟in ġiirleri Kendisini Konu Alan Bir YaĢam Tragedyasının ÇeĢitli
Bölümleri Gibidir”, Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yayınları, Ġstanbul 2000. s.197. 233
Mustafa ÖneĢ; “Edip Cansever‟in ġiiri Üzerine”, Şiir Kuşatması, Say Yayınları 1.baskı s.63 234
Edip Cansever; “Cansever‟in ĠĢi Gücü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.217 235
Edip Cansever; “Günümüzde Türk ġiiri Üstüne Bir SoruĢturma”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.352
67
epizodu, kişileriyle, çoğul, devingen, çoksesli bir şiirsel iletişim sağlaması”236
diye
belirler. ÖneĢ, Tragedyalar‟ın ilk dört bölümünde, koro ve epizodun ağıt biçiminde
sunulduğunu ve insanlığın genel trajedisini sergilediğini; son bölümünde ise
geçmiĢiyle tüm bağlarını koparmıĢ, geleceği ise hiçliğe aday bir ailenin özel
yaĢantılarından kesitler verildiğini belirtir.237
Gülten Akın‟da bu son bölümdeki aile
için, dinler, törenler, eğlencelerle oyalanmaya çalıĢır der.
Dinler, törenler, eğlencelerle oyalanmaya çalıĢıyor aile.
Diran, Vartuhi, Armenak ve akıllı, umutsuz Stepan.
Kendilerinden çok birbirlerine çareler bulmaya çalıĢan.
Sonra da birbirlerinin ölümünü isteyen. Sevmeyen,
yabancılaĢan. Dostluklar olmaz, aĢk olmaz. Alkol her
Ģeyi aĢıyor, siliyor, unutturuyor. Bir ara güç kazanan
devrimci çizgiyi de.238
ġerif AktaĢ‟a göre Tragedyalar, bireysel bunalımın zirveye çıktığı; aydın
kesiminin dramlarının öyküleme yoluyla Ģiire konu edildiği bir yapıttır.239
Genel
olarak, toplumdaki değiĢimi, sıkıntıyı, yalnızlığı, Ģiir dilinin en yüksek olanaklarıyla,
hatta disiplinler arası bir tutumla, öykü, oyun ve roman tekniklerinden de
yararlanarak anlatabilen bir yapıttır.
Cansever, Tragedyalar‟ın ardından 1966‟da yayımladığı Çağrılmayan
Yakup‟ta da öykü ve tiyatralin olanaklarını olabildiğine kullanır. ġerif AktaĢ, öykü
öğelerinin ve birey-toplum iliĢkilerinin bu yapıtta da geniĢ ölçüde devam ettiğini ve
aklın duyguya egemen olduğunu yazar.240
ÖneĢ, “Yerçekimli Karanfil‟den beri, insanı ve yaşamı tanıtlamanın en doğal
yol olarak sürekli vurgulanan cinselliğin, yerini Çağrılmayan Yakup‟ta toplumsal
236
ÖneĢ, Mustafa; “Edip Cansever‟in ġiiri Üzerine”, Şiir Kuşatması, Say Yayınları 1.baskı s.64 237
a.g.e s.64 238
Akın, Gülten; Şiir Üzerine Notlar, Yapı Kredi Yayınları, 3.baskı, Ġstanbul 2004, s.79 239
AktaĢ; y.a.g.e s.274 240
a.g.e s.274
68
kaygılar alır”241
der ve Ģairin Tragedyalar‟da ulaĢamadığı arınma olgusunu
Çağrılmayan Yakup‟ta sağladığını söyler.242
Edip Cansever ise kendi yapıtı için, “Çağrılmayan Yakup baştan sona
yabancılaşma olgusunun öne çıktığı bir kitap oldu. … Yakup toplum tarafından
itilmiş, horlanmış, uzaklaştırılmış bir insanı simgeliyor sanırım. Böylece, topluma,
insana, kendine yabancılaşmış bir birey olarak çıkıyor karşımıza”243
demektedir.
1970‟de yayımlanan Kirli Ağustos, Cansever‟in doğaya yaklaĢtığı ilk
Ģiirlerinin toplandığı kitap olur. Buradaki Ģiirler, Gülten Akın‟ın deyiĢiyle: “bitmez
bir düzlüğün, kirlide olsa renkli yaşanmış bir yazın”244
Ģiirleridir.
ġerif AktaĢ‟ın, Edip Cansever, tekrar Ģiire döner dense yeridir245
dediği Kirli
Ağustos‟u, ġairi, “doğaya açılma, doğaya ilişkiler kurma”246
diye nitelendirir.
BaĢka bir yazısında da “ilk Bodrum‟a gidişim beni çok etkilemişti. Kirli Ağustos‟un
büyükçe bir bölümünü de o etkiyle yazdım. Diyeceğim, yaşamımla yazdıklarım
birbirine oldukça bağlı”247
der.
1974‟te çıkardığı Sonrası Kalır, ġerif AktaĢ‟ın da belirttiği gibi, 12 Mart
dönemini ve sonrasının sosyal sorunları ve acılarını yansıtan Ģiirleri içerir.248
Anlatı,
öykü, oyun teknikleri, Tragedyalar ve Çağrılmayan Yakup‟a göre çok daha
düĢüktür.
Mehmet H. Doğan, Cansever, Sonrası Kalırda “kanayan bir toprağın
acısının yüreklerde duyulmasını ister. Bir toplumda şiir yazmanın suç işlemek olarak
algılanmamasını, suç işlemekle bir tutulmamasını arzu eder”249
der.
241
ÖneĢ, y.a.g.e, s.64 242
a.g.e, s.65 243
Cansever; Edip; “Edip Cansever‟le Yeniden Üstüne Bir KonuĢma”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.269 244
Akın, y.a.g.e, s.80 245
AktaĢ y.a.g.e, s.274 246
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.25 247
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le KonuĢma- Füsun Akatlı”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.251 248
AktaĢ, y.a.g.e, s.274 249
Doğan, Mehmet H. ; “ġairin Seyir Defteri”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul
2005 s.61
69
Cansever, Sonrası Kalırda siyasadan, güncel olaylardan, toplumsal
koĢullardan enikonu etkilendiğini ve bunları Ģiirine taĢıdığını göstermektedir.
Edip Cansever, 1976‟da çıkardığı Ben Ruhi Bey Nasılım ile yeniden
anlatısal, oyunsu, öykülü Ģiirlerinin sınırlarına döner. Yapıt 1977‟de TDK ġiir
Ödülünü alır.
Ben Ruhi Bey Nasılım, Ruhi Bey karakterinin çevresinde bireyin iç
dünyasına ait çeĢitli görüĢleri sergiler. Yapıtta, büyük kentin kalabalıkları arasında
yalnızlaĢan insan iĢlenmektedir. KentleĢmenin getirdiği sorunlar, bunaltı,
yalnızlaĢma, sıkıntı gibi temalarla örülü olan Ben Ruhi Bey Nasılım toplumla ve
geçmiĢle hesaplaĢmaktadır.250
Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım‟dan, “çocukluğun, ilk gençliğin, insanın
daha sonraki yaşamında nasıl etkin bir rolü olduğunu anlatmaya çalıştım. Bu kitap
Tragedyalar ve Çağrılmayan Yakup‟un bir uzantısı oluyor. Çağrılmayan Yakup
edilginliğinde kalmıyor”251
diyerek söz eder.
Ben Ruhi Bey Nasılım‟dan bir yıl sonra 1977‟de Sevda ile Sevgi‟yi
yayımlar. Bu kitabında da Kirli Ağustos‟la yöneldiği doğa temalarını devam ettirir.
ġair, Sevda ile Sevgi kitabıyla yeniden doğaya
döndüğünde, artık kendini ezen büyük bir yükten
kurtulmuĢçasına erinçlidir.252
ġerif AktaĢ: Cansever, Sevda ile Sevgi‟de, insanın karmaĢıklığını „ben‟den
„biz‟e doğru ifade etmeye çalıĢıyor; herkesin sevdasını değil „ben‟dekini yazıyor der
ve uzunlu kısalı Ģiirlerden oluĢan bu kitaptaki Ģiirlerin hepsi bir uzun Ģiirin parçası
olarak düĢünülebilir diye ekler.253
250
AktaĢ, y.a.g.e, s.274 251
Edip Cansever; “Nesin Yıllığı SoruĢturması 1976”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul, 2009, s.355 252
ÖneĢ, y.a.g.e, s.66 253
AktaĢ, y.a.g.e, s.274
70
Cansever, Sevda ile Sevgi‟yi bir bütün olmasına karĢın daha çok bir resim
sergisi gibi, hem birbirinden ayrı hem birbirine bağlı Ģiirlerden oluĢturduğunu
söyler.254
Bir soruĢturmaya verdiği yanıtta ise Sevda ile Sevgi için: “Sevda kişisel
yakınlaşmayı, sevgi ise daha geniş, insancıl bir yakınlaşmayı simgeliyor diyebilirim.
Gene de bir bireşimdir bu ikisi. Sevda sevginin, sevgi ise sevdanın bir birimidir bu
anlamda”255
demektedir.
1980‟de yayımlanan Şairin Seyir Defteri ile Edip Cansever, artık Ģiiri
doğanın ödülü saymaktadır; dolayısıyla da Ģiirinin merkezinde doğa bulunmaktadır.
ġairin, Mustafa ÖneĢ‟e Şairin Seyir Defteri ile ilgili verdiği bir yanıtta “doğa son
yıllarda iyiden iyiye yerleşti şiirlerime, doğanın verdiği yalnızlık, kendi kendinelik,
beni hem monologa hem de diyalog kurmaya yöneltiyor, şiiri doğadan sağdığıma
göre…”256
diyerek bu yargıları kesinler.
AktaĢ, Cansever‟in mutsuzluk, acı, hüzün, yalnızlık gibi vazgeçemediği
temalarını bu yapıtta da sürdürdüğünü, ancak Ģairin insana ve hayata bakıĢında
endiĢe ve sıkıntı bulunmadığını belirtir.257
Cansever bir yandan da Ģiirsel geliĢimini devam ettirmekte, özellikle yazın
alanında olan geliĢmeleri yakıdan takip etmektedir. Örneğin bu yıllarda gündemde
olan yapısalcılıkla ilgilenmeye baĢlar. Füsun Akatlı‟nın, yeni denediğin, yeni
getirdiğin özellikler var mı? sorusunu “Evet, sözgelimi; şarkı sözleri, atasözleri, halk
türküleri, halk şiirleri, ilanlar, afişler, halk arasında yaygın argo deyişler gibi
birtakım kalıpların, kökenini sezdirmeksizin kullanılması ya da bunlardan
yararlanılması gibi bir düşüncem var. Şairin Seyir Defteri‟nde böyle bir şey
denedim”258
diyerek yanıtlar.
254
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le KonuĢma- Füsun Akatlı”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.248 255
Edip Cansever; “Nesin Yıllığı SoruĢturması 1977”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009, s.356 256
Edip Cansever; “ġair YaĢadığı Zaman Diliminin DıĢına Çıkabilir”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.256 257
AktaĢ; y.a.g.e, s.275 258
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le KonuĢma- Füsun Akatlı”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.252
71
1982‟de yayımladığı Bezik Oynayan Kadınlar ile Ģiirine yine yenilikler
getirmektedir. Bu kitabıyla Ģiirine, günlük ve mektup gibi anlatı öğelerini uygular.
Diğer anlatı Ģiirlerinden farklı olarak öykülemeyi kullanmaz, Ģiirler bir olay örgüsü
etrafında Ģekillenmez. Salt, duyguların yalın bir ifade yoluyla dıĢa vurulmasıdır söz
konusu olan. Bunu yaparken de Ģairanelikten uzak durur.
Cansever, Bezik Oynayan Kadınlar‟da bir baĢka yenilik olarak da,
kendisinin Ģiirde akustik dediği tekniği, yine kendisinin deyiĢiyle ilk kez küçük çapta
uygulamıĢtır. Bu teknikle, Ģiire özgü bir ses dağılımı bulmak ve ses uyumunu Ģiirdeki
duyguya koĢut olarak yansıtmak ister.
Son çalıĢmalarımda Ģiirde dıĢ sese ve iç sese çok önem
vermek istemiyorum. DıĢ ses dediğim, uyak, ses
benzerlikleri vb. iç ses ise bir dizeden öbür dizeye
kıvrılırken dizelerin bitimindeki ve baĢlangıcındaki
seslerin uyumu. … Bense son günlerde söyle
düĢünmeye baĢladım: Ģiirin içindeki sesi gezindirmek.
Elimden gelse uyak ve ses benzerliklerini atacağım. Ġç
sesleri ve dıĢ sesleri attıktan sonra ne getirebilirim
yerine? Ben Ģiirde akustik diye bir Ģey düĢünüyorum:
Ģiiri bir yapı, bir mimari olarak ele almak, seslerin
dağılımını tıpkı konser salonundaki gibi Ģiirsel yapıda
dağıtmak ve ortaya çok değiĢik bir ses çıkarmak. Bunu
çok küçük çapta da olsa son kitabımda yaptım, ya da
düĢündüm hiç değilse. Ses dağılımı, yani akustik. Ġyi
bir dağılım elbette Ģiirin içeriğinden gelen biçimdedir,
sestedir. ġiirde, Ģiirin tema‟sında bir yavaĢlık, bir
sessizlik varsa ses dağılımı da yavaĢ olacaktır. ġiirde
sert, çıkıĢlı, kavgalı, öfkeli birtakım durumlar varsa
bunun da sesi baĢka türlü olacak ve Ģiirsel yapıda
dağılacaktır. Böyle bir deney son zamanlarda kafamı
kurcalıyor.259
1984‟te çıkan İlkyaz Şikayetçileri, Cansever‟in kısa Ģiirlerden oluĢur ve
izlek olarak alınan baĢat öğe yine doğadır. Cansever‟in bir yandan anlatı Ģiirler
yazarken, bir yandan da kısa ve doğaya öykündüğü Ģiirlerden kopmadığının
göstergelerinden biridir.
259
Cansever; Edip; “Edip Cansever‟le YaĢamı Besleyen Ölüm Üstüne”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.273
72
Cansever‟in Adnan Benk‟le yaptığı tartıĢmada, İlkyaz Şikayetçileri‟nde de
Ģiirsel akustiği uyguladığı görülür.260
1985‟te son kitabı Oteller Kenti yayımlanır. Edip Cansever bu son kitabında
adeta bir tiyatro oyununu dener. KiĢileri, olay örgüsü, yer yer diyaloglu yapısı ve
hatta sahne bölümleriyle oyuna en çok yaklaĢtığı yapıtıdır denilebilir.
Cansever, Oteller Kenti üzerine yaptığı bir söyleĢide, “bireyi, toplumun
içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek
onun içsel dramını ortaya çıkarmanın peşindeyim”261
der. Oteller Kenti‟ndeki
insansızlaĢmayı ise “yalnızca insanlar insanlara yaklaşıp kopmuyor. Onların
yedeğinde nesnelerde aynı işlemi sürdürüyorlar”262
diyerek tanımlar.
Edip Cansever‟in Ģiir serüveni, yayımladığı eserler üzerinden görüldükten
sonra, artık sanatı ve Ģiiri üzerine yorumlara geçilebilir.
Edip Cansever‟in Ģiir serüveninin baĢlarında, Garip Ģiirine öykünmesi
görülmektedir. Henüz ilk gençliğinin ürünü olan bu Ģiirlerde Cansever, varlıklı ve
avare bir delikanlının kent yaĢamına değgin gözlemleri konu eder. İkindi Üstü
kitabının ürünleri olan bu süreç‟e, Ģairin, arayıĢ döneminin birincisi evresi denilebilir.
Buna göre ikinci evre de Dirlik Düzenlik kitabının içerdiği Ģiirleri kapsar. Cansever
bu evrede de Garip‟e öykünmemektedir ancak Ģiiri -gerek çalıĢmaları gerekse Salah
Birsel‟in etkileriyle- ilk kitabına göre geliĢme göstermiĢtir. Bezirci‟nin belirttiği
üzere, Cansever, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet gibi toplumcu bir yol
izlemeye baĢlar. ġiirlerine halktan ve sıradan kiĢileri seçer; Ģiirini toplumsal
yergilerle besleyerek adeta Orhan Veli söylemini çeĢitler. Bu iki kitap, son kertede,
dönemin egemen Ģiir anlayıĢı çizgisinde, hazır ve ortak bir dili kullanmaktadır. Zaten
Cansever‟de bu arayıĢ döneminden poetikasına -ilk kitabını da yok sayarak- yalnız
dört Ģiirini almıĢtır.
260
Ayr. Bilgi için: Edip Cansever; “Edip Cansever‟le YaĢamı Besleyen Ölüm Üstüne”, Şiiri Şiirle
Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.271-299 261
Edip Cansever; “ġiir Üstüne SöyleĢi Notları”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.317 262
a.g.e, s.319
73
1955‟den sonra Türkiye‟de siyasi-ekonomik koĢullarında sonucuyla toplum
yapısında ciddi değiĢimler göze çarpar. Bu durum dolayısıyla sanat, Batıdaki
geliĢmelerinde itkisiyle değiĢime kayıtsız kalamaz. Resimden müziğe, sinemadan
öyküye kadar uzanan kökten değiĢimler haliyle Ģiire de yansır. Türk yazar/sanatçı
özellikle VaroluĢçu felsefe ve Gerçeküstücü akımla tanıĢır ki Ġkinci Yeni bu iki
terminolojiden oldukça yararlanacaktır. Döneme egemen olan Garip Ģiiri ve diğer Ģiir
anlayıĢları (ulusçu/hececi Ģiir, toplumcu gerçekçi Ģiir vb.) bazı Ģairlerin isterlerini
karĢılamaz olunca ortaya kendiliğinden bir Ģiir hareketi olarak Ġkinci Yeni çıkar.
Cansever‟in Ģiirsel değiĢim/dönüĢümü de tam bu noktada baĢlar. Turgut Uyar, Ġlhan
Berk, Ece Ayhan ve hatta Garip Ģiirinin kurucularından Oktay Rifat gibi Edip
Cansever‟de Ģiirsel geçmiĢini geçersiz kılar. Artık Cansever‟in Ģiir seyrinin yeni
rotası Ġkinci Yeni‟dir ve Cansever bu hareketin öncülerindendir.
Edip Cansever, Ġkinci Yeni sürecinde öncü Ģairlerden biri olarak anılmasına
karĢın, kendisini böyle bir oluĢumla iliĢkilendirmez. Ġkinci Yeni‟yi bir akım olarak
kabul etmez ve Ġkinci Yeni‟ye değgin yazılan yazılara uymadığını belirtir.263
Cansever, bu Ģiirsel yetersizliği, halkın diline ve beğenisine fazla
yaslanılmasında, sonunda düzyazıyla Ģiir dilinin daha olanaklı bir dil olduğunu
unutulmasında bulur.264
Ona göre “İkinci Yeni bir karşı çıkışın değil, bir yetersizliğin
sonucudur.”265
1957‟de Yerçekimli Karanfil yayımlandığında, kitap, hem Ġkinci Yeni‟nin
öncü yapıtları arasında gösterilir, hem de Cansever tarafından gizliden gizliye Ģiirsel
üretiminin miladı olarak kabul edilir. Cansever artık bambaĢka bir Ģiir yoluna girmiĢ,
eski Ģiirleri ile taban tavana zıt bir söylem geliĢtirmiĢtir. Yerçekimli Karanfil‟in
ardından yayımladığı Umutsuzlar Parkı ile de artık Ģiir serüveni boyunca
kullanacağı izlekleri, temaları belirlenmiĢ olur.
263
Ayr. Bilgi için Edip Cansever; “Edip Cansever‟le YaĢamı Besleyen Ölüm Üstüne”, Şiiri Şiirle
Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.293 264
Aktaran: Karaca, y.a.g.e, s. 164 265
Edip Cansever; “Umutsuzlar Parkında Bir Umutlu ile KonuĢma ”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.191
74
Peki, nedir bu kökten ve uç değiĢimler? Öncelikle en büyük değiĢimin dilde
görüldüğü söylenebilir. Çünkü ilk iki kitaptaki “yalın, anlaşılır, düz mantığa
seslenen şiirler yerini… Soyut ve duyusal gerçeğe aykırı görüntülere… Sözdiziminin
bozulduğu şiirlere bırakmıştır.”266
Ayrıca alıĢılmıĢın dıĢında anlatım olanaklarına
yönelir. Ġlk bakıĢta yadırgatıcı, ĢaĢırtıcı çağrıĢımlar, sözcükler, imgeler, bileĢimler
dener. ġiirini, simgeler ve soyutlamalarla örer.267
Cansever‟de Ģiirin düzeni her
Ģeyden önce dildir; Ģiir her Ģeyden önce dile dayanır. O, Ģairin, ham dili iĢleyip
yontan, sonucunda da üstün, seçkin, duru bir dile eriĢtiren kiĢi olduğunu söyler. Yine
Ģair, toplumun hâlihazırda konuĢtuğu dille, gelecekte konuĢacağı dil arasında iletken
durumunda olduğunu düĢünür.
Ozanlar, halkın konuĢtuğu dille, onun gelecekte
konuĢacağı dil arasında yapıcı bir iletken
durumundadırlar; yani halka, gene halkın kullandığı
dilin tadını, gizlerini, inceliklerini ulaĢtırmakla
görevlidirler. Ben, Ģiir dili deyiminden bunu anlıyorum
sadece. Öyle ki Ģiirden, Ģiire değil de, Ģiirden topluma
akan, toplumla bağdaĢan, akıcı, yayılgan bir varlıktır,
diyorum Ģiir dili. Ozansa dilin vardığı en son durağın
temsilcisidir. Yoksa Ģiir dili diye yalnızca ozanların
anlayabileceği, toplumdan bağımsız bir dil yoktur,
olamaz. Yalnız kimi ozanlar, dillerinin yeniliği,
yoğunluğu bakımından, topluma, çağdaĢ kimi ozanlar-
dan daha geç ulaĢabilirler; bu da bizim savımızı
çürütemez.268
Bu düĢünceleriyle Cansever‟in, bazı Ġkinci Yeni Ģairlerinden, ayrıldığı; -soyut
anlatımdan yararlansa da- dili tersyüz etmediği, anlamsızlaĢtırmadığı; aksine dili
toplumdan soyutlamayıp yine toplumdan aldığı dille bir üst dil kurduğu görülür.
Cansever, kullandığı dilden dolayı gerek Ġkinci Yeni kapsamında gerekse
Ģiirsel üretimi özelinde sıklıkla eleĢtirilmiĢ, anlamsızlıkla, kapalılıkla suçlanmıĢtır.
Oysa Cansever, birçok yazısında, soruĢturmalara verdiği yanıtlarında anlamsız Ģiiri
tutmadığını, salt Ģiirden yana olmadığını bildirmiĢtir. Toplum bir Ģiiri anlamıyorsa o
266
Karaca, y.a.g.e, s. 107 267
Bezirci, y.a.g.e, s.125 268
Edip Cansever; “Cansever‟in ĠĢi Gücü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.220
75
Ģiiri soyut, anlamsız ilan etmek haksızlıktır, okura Ģiir diline alıĢması için süre
verilmelidir269
diyen Cansever Ģiirin açık-kapalı diye tanımlanmasına da karĢı çıkar
ve iyi yapılmıĢ her Ģiirin açık olduğunu vurgular.270
Asım Bezirci, Cansever‟in resim tekniklerinden yararlandığını söyler. Hatta
Chagall‟ın Hamile Kadın resmiyle Cansever‟in Var Var Ģiiri ve Miro‟nun
Peinture‟üyle Uyanınca Çocuk Olmak Ģiirleri arasında benzerlikler bulur. Bu
saptamayı, Cemal Süreya‟nın, “birkaçımızda büyük resim tutkusu vardı… Sözgelimi
Edip Cansever‟le ben… Edip‟le resmin sorunları üzerine çok konuştuk”271
sözlerini
birleĢtirince görüntü daha da netlik kazanır.
Temalarını da değiĢtirmiĢtir. Toplum gerçeklerini en önce baĢka bir dille
anlatmaktadır fakat bu toplum gerçekliği önceki anlayıĢından çok farklıdır. Artık
makineleĢme ve kentleĢme karĢısındaki insanın bunalımlarına iç çatıĢmalarına
yönelmektedir. Bu yönelimi de Ģiirinde dil ve söylem kurallarını bozarak, gerçeküstü
imgeler kullanarak yapmaktadır. Öyle ki birçok eleĢtirmen, bu nedenlerle toplumcu
çizgiden saptığını söyler. Oysa Cansever; “Ģiir yapmak toplumla ilgiler kurmaktır en
önce... Toplumun gereksinmeleri beni makine dünyasını çözümlemeye, onun Ģiirini
yapmaya götürüyor”272
der.
Edip Cansever, Ġkinci Yeni hareketi içinde, toplumla ilgiler kuran, toplumsal
sorunları ve yaĢadığı çağı yansıtma derdinde olan Ģairlerden biridir. Bu nedenle
Ġkinci Yeni‟ye yönetilen, kaçıĢ Ģiiri, toplumdan kopuk gibi eleĢtirilerin dıĢında kalır.
KuĢkusuz Cansever‟in toplumculuğu, Ģiiri göz ardı etmez, Ģiirselliği geri plana
atmaz. “Şiir yapmak toplumla ilgiler kurmaktır”273
diyen Cansever, “salt dış
gerçeklere bağlanıp sanattan yoksun mısralar düzenleri anlamıyorum”274
diyerek,
269
Edip Cansever; “ġiiri ġiirle Ölçmek”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.110 270
Edip Cansever; “KolaylaĢan ġiir mi EleĢtirme mi”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009, s.99 271
Süreya, Cemal, “ġiirin Labirentinde”, Güvercin Curnatası, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2002,
s.98 272
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le KonuĢtum-Erdal Öz”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.182-187 273
a.g.e, s.184 274
a.g.e, s.184
76
toplumculuğunda en önce bir estetik çevreninde kurulan üstdil olanaklarıyla
iletilmesi gerektiğine değinir. Soyut-Somut adlı yazısında da Ģiiri, “insani
değerlerden, yaşam koşullarından, çağını yansıtmaktan kopmaz”275
bir olgu olarak
niteler.
Cansever Ġkinci Yeni‟nin sanıldığı gibi bir kaçıĢ Ģiiri olmadığını, aksine
baskılar sonrası ortaya çıkmıĢ bir Ģiir anlayıĢını gösterdiğini vurgular.276
Görüldüğü gibi Cansever Ģiiri toplumcu çizgiden uzak değildir fakat bu hiç
kuĢkusuz Cansever‟i toplumcu gerçekçi anlayıĢa eklemlemek değildir. Çünkü Ģiirini
sınırlandırmayı seçmez, toplumun yanı sıra bireyi de ele alarak onun içsel dramını
iĢler; yeri geldiğinde de ustalıklı bir lirizmle doğaya yönelir.
Ġncelemeciler, Cansever‟in Ģiirsel değiĢiminin kaynaklarında VaroluĢçuluk
felsefesi olup olmadığı konusunda çeliĢkiye düĢerler. Ahmet Oktay, sıklıkla
kullandığı, umutsuzluk, mutsuzluk, uyumsuzluk, yalnızlık gibi temalarının temelinde
VaroluĢçuluk felsefesinin yattığını söylerken277
Asım Bezirci‟ye göre VaroluĢçu
felsefenin sözlüğü vardır. “sözlüğü diyorum çünkü Cansever‟i Varoluşçu saymaya
dilim varmıyor”278
Yakup Altıyaprak, Cansever‟i Ġkinci yeni Ģairleri arasında, varlık,
varoluĢ gibi konular çevresinde en çok dolaĢan Ģair olarak görür.279
ġerif AktaĢ ise
“Edip Cansever'in, varoluĢçuluğa bağlı bir sanatkâr olduğu söylenebilir… Onun
1955'ten itibaren yazdığı Ģiirlerde, adı geçen düĢünce tarzından hareketle, ferdin
bunalımlarını konu aldığını söylemek yerinde olur. Ölüm, yalnızlık Cansever'de asıl
temalar durumundadır. Onda hayat-ölüm tezadı iç içe girerek endiĢe ve sıkıntının,
hayatın her sahasına yayılmasına sebep olmuĢtur”280
der.
275
Edip Cansever; “Soyut-Somut”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.114 276
Ayr. Bilgi Ġçin: Edip Cansever; “Ġkinci Yeni ve EleĢtirmeciler”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.333-338 277
Edip Cansever; “ġairin Kanı-Ahmet Oktay” Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yayınları, Ġstanbul
2000, s.238 278
Bezirci, y.a.g.e, s.128 279
Altıyaprak, Yakup; Ġkinci Yeni ve Türk ġiirinde Modernizm, Ebabil Yayınları 1.baskı 2008, s.71 280
AktaĢ; y.a.g.e, s.273
77
Bütün bu söylenenlere karĢın Cansever son kertede varoluĢçuluğun bir felsefe
olarak dünya görüĢüne ters düĢtüğünü ancak Ģiirlerinde varoluĢ sancısının
bulunduğunu söyler.
Öncelikle varoluĢçuluğa yatkın değilim. Felsefi bir
akım olarak da benim dünya görüĢüme ters düĢer.
Yalnız birey ve toplum karĢısında aldığım tavır, bazı
noktalarda varoluĢçulukla yan yana getirir gibi
olmuĢtur beni. Ġnsan dramına fazlaca ağırlık
vermemden ötürü, bazı yazarları, benim
varoluĢçuluktan yararlandığım kanısına götürmüĢtür.
Bir de Ģu var: Her zaman önemle belirttiğim gibi, ben
toplumun ya da bireyin, yaĢadığı koĢullar içinde
saptamasını ve sergilemesini yapmaya çalıĢtım. Elbette
varoluĢun bir sancısı var. Sözgelimi umutsuz değilim
ama bir umutsuzluk gerçeğini de görmezlikten
gelemem.281
Son kertede yalın, anlaĢılır, düz mantığa seslenen Ģiir söyleminin yerini
kapalı, güç anlaĢılır, verili algılama biçimlerine karĢı duran yani aklın sınırlarıyla
gerçeküstücü bir çizgide oynayan soyut dilli bir Ģiir söylemi getirir. Burada bir
parantez açarak soyut dilden söz etmek gerekmektedir. Veysel Çolak‟ın da belirttiği
gibi soyutlamanın somutlamayı amaçladığı hep gözden kaçırılmıĢtır.282
Bu
nedenlerle de Ġkinci Yeni, dolayısıyla Edip Cansever Ģiiri sürekli olarak bir kapalılık,
anlamsızlık, bir Ģey söylememekle suçlanmıĢtır. ġiirde kapalılığın, anlamsızlığın
doğru-yanlıĢlığı ayrı bir konudur ancak an azından Cansever‟in konuyla ilgili
görüĢlerinden, savunularından birkaçına değinilebilir.
Cansever‟e göre Ģiir somut bir olgudur. Ancak bazı dönemlerde Ģiirin
kullandığı dil zorluğu, soyut araçlar nedeniyle bunun farkına varılamayabilir. Bu
noktada bilim ve felsefeye baĢvurarak devam ettiği yazısında savını, insanı insandan
soyutlamanın gerçekte ona somut bir nitelik kazandırdığı örneğiyle güçlendirirken,
Ģiirde Ģiiri böyle somutlar der.283
Bu sözlerinden on üç yıl sonra bu yazısına yaptığı
bir göndermede ise “ġiirin bir somutlama iĢi olduğunu savunmuĢtum. Bugün de aynı
281
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le Yeniden Üstüne KonuĢma-Sennur Sezer”, Şiiri Şiirle Ölçmek,
Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.268 282
Çolak, Veysel; Edip Cansever’de Şairin Kanı, Papirüs Yayınları, Ġstanbul 2004, s.10 283
Edip Cansever; “Soyut-Somut”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.114
78
kanıdayım, soyutlamanın insan zihninin en büyük aĢaması olduğuna, Ģiirde de
soyutlama yapmanın kaçınılmazlığına, ne var ki sonuçta soyutun somutlanmasıyla
gerçek Ģiire varılabileceğine inanırım”284
diyerek düĢüncelerini kesinler.
Mehmet H. Doğan‟da “Cansever‟in Ģiiri soyut olmak Ģöyle dursun, Ģairin
kendi gerçeğine, insan gerçeğine, yerel ve evrensel gerçeğe sıkı sıkıya bağlı bir Ģiirdi,
hep öyle kalmıĢtır” der.285
Açık-kapalı Ģiir üzerine ise, düzenli olan bir dizenin sözcük çağrıĢımlarıyla
anlamlandırılabileceğini, Ģiirin düzeninin de en önce dil olduğunu dolayısıyla onu
anlamamak için hiçbir sebep bulunmaz der.286
Yine de okurun bu Ģiiri anlamak için
bir alıĢkanlık edinmesi gerektiğini salık verir. “şiire sokulmak, kelime düzenlerinin
uyruğuna girmek, şiir dünyasında soluyan birer yurttaş olmamız gerekir”287
son
olarak da “kapalı yazmak, ozanın kutsal bildiğini yere düşürmemek içgüdüsüdür”288
diyerek kapalı Ģiiri yüceltmektedir.
Soyut-somut kavramlarından söz ederken, Cansever‟in etkilenme
kaynaklarının en önemlilerinden biri çıkar ortaya. Cansever‟de T.S. Eliot etkisi ve
nesnel bağlılaĢık kuramı. Anımsanırsa T.S. Eliot‟a birinci bölümde, yirminci
yüzyılda koĢuklu tiyatroyu yeniden canlandırmak isteyen ve bu uğraĢın en önemli
uygulayıcı/kuramcılarından biri olarak değinilmiĢti.
Edip Cansever‟in en fazla önemsediği kuramcı T.S. Eliot olmuĢtur. Ondan
salt nesnel bağlılaĢık değil, dramatik monolog, Ģiirin yoruma gelmezliği gibi
konularda da etkilenmiĢ; yazılarında sık sık alıntılar yapmıĢtır. Cansever, nesnel
bağlılaĢık kuramından nesnel karĢılık diye söz eder. AkĢit Göktürk‟ün çevirisi de bu
284
Edip Cansever; “Soyut, Anlamsız, Kapalı”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.163 285
Mehmet H.Doğan ; “ġairin Seyir Defteri”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul
2005 s.61 286
Edip Cansever; “Anlamsızı Anlamak”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009,
s.87 287
a.g.e, s.88 288
Edip Cansever; “Kapalı”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.118
79
Ģekildedir.289
Halit Çakır, nesnel bağlılaĢık olarak çevirirken, Özdemir Ġnce‟de
“nesnel karşılık deyimiyle karşılamak bir eşitlik düşüncesine yol açacağı için anlamı
saptırır”290
der.
Eliot, nesnel bağlılaĢık‟tan Ģöyle söz eder: “Coşkuyu bir sanat biçimi olarak
anlatmak, ancak bir „nesnel bağlılaşım‟ (objective correlative) bulmakla olur, bir
başka deyişle, bu tikel coşkuyu formülleştirecek bir nesneler dizisi, bir durum, bir
olaylar zinciri bularak. Öyle ki, duyusal deneyimde son bulan dış gerçekler bilinir
bilinmez coşku hemen anımsansın… Sanatsal kaçınılmazlık, dış görünüşün coşkuya
tıpatıp uygunluğunda yatar.”291
Kısaca sanat yapıtında içerik ile biçim arasında bir denge kurulabilmesi için
uygulanması gereken bir teknik olarak kabul gören bu kavramı Eliot‟un dayandığı
Metafizikçi ġiir‟e göre ele alan AkĢit Göktürk Ģöyle yorumlar:
Eliot, nesnel karĢılık kuramını, Ġngiliz Metafizikçi
Ģiirine dayandırmaktadır. Metafizikçilerin de Ģiirleri
karmaĢık gereçlerden kurulmuĢtur. Hem duygu, hem
düĢünce alanlarının verilerinden yararlanmıĢlardır.
Kullandıkları benzetmeler bu duygu-düĢünce
bileĢiminin nesnel karĢılıklarıdır... Eliot‟un savunduğu
Ģiirde ise benzetmeler Metafizikçilerdeki gibi, ozanın
düĢünceleriyle duygularının kaynaĢtırılarak
yansıtılması için kullanılır. ġiirde yapısal bir görevleri
vardır. ġiirin bütün yükü bu benzetmelerle birlikte
örülmüĢtür. Bu da ancak nesnel karĢılıklarla
sağlanabilir.292
Cansever‟de bir Mustafa ÖneĢ‟le yaptığı bir söyleĢide bu kuramı ne kadar
önemsediğini Ģu sözleriyle ifade eder:
Öteden beri Eliot‟un “nesnel karĢılık” kuramına çok
önem verdim. Yani duyguların, düĢüncelerin,
coĢkuların vb. nesnel bir karĢılığı olması kuramına.
289
Devrim Dirlikyapan; Nesnel BağlılaĢık Kavramı ve Edip Cansever‟de Dekor” O Ben ki: Edip
Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.23 290
Özdemir Ġnce; “ġiirsel Anlamın Yapısı”, Tabula Rasa, Can Yayınları, Ġstanbul 1992, s.69 291
Eliot, y.a.g.e, s. 71 292
Aktaran: Devrim Dirlikyapan; Nesnel BağlılaĢık Kavramı ve Edip Cansever‟de Dekor” O Ben ki:
Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.30
80
Böylece Ģiirsel bir dekor hazırlanması söz konusu.
ġiirlerim küçük insandan, küçük durumsal anlardan
çok, insan dramını, yani bir çeliĢkiler, karĢıtlıklar
bütünlüğünü içermeye yönelik olduğundan, bu dekorun
nesneleri de, insanları da daha bir hareket halinde
görünüyorlar sanırım.293
Cansever, nesnel bağlılaĢımı, Ģiire aktarılan duyguların, düĢüncelerin, Ģiirde,
Ģairin hazırlayacağı dekorla karĢılıklarını bulması olarak açıklar. ġiirde kullandığı
nesneleri hatta mekânı Ģiirinin fonu olarak görür. Genel olarak poetikasına yaydığı
bu tutumdan hiç vazgeçmediğini de önemle belirtir.
Bir Ģairin iĢi, bir yerde kuramı da bozmaktır. Fakat
bugüne kadar bozmadığım, bozmak istemediğim T. S.
Eliot‟un bir “nesnel karĢılık” kuramı var. ġiire bir çeĢit
dekor hazırlamak bu. Benim burada anlatacağım
Ģeylerin dekorunu kurmam gerek. Garsonuyla,
bardaklarıyla, masasıyla, insanlarıyla tümünü anlatmam
gerek. Yoksa niye karĢıdaki ağacın gölgesi ölü bir kuĢ
olsun? Her Ģeyi birtakım nesnelerle vermeyi her zaman
yeğlerim. Vazgeçemediğim bir Ģeydir bu. Eliot‟un
nesnel karĢılık kuramından yola çıkıyorsak
coĢkularımız, duygularımız, düĢüncelerimiz Ģiire
aktarıldığı zaman oradaki nesnel karĢılıklarını bulmalı.
Bir Ģiir, içindeki nesnelerle, içindeki yaĢam
biçimleriyle, iliĢkilerle ve daha bir sürü öğeyle
oluĢturulur. Ve ben buna çok inanıyorum. Bu Ģiirde
gereksiz ayrıntı sayılabilecek Ģeyler aslında bir fon gibi
gerekli olan öğelerdir.294
Devrim Dirlikyapan, Edip Cansever Ģiirinde nesnel bağlılaĢımın
benzetmelerle sağlanmasının sıkça karĢılaĢılan bir durum olduğunu söyler ve bu
bağlamda Umutsuzlar Parkı‟ndaki Amerikan Bilardosuyla Penguen ile Kirli
Ağustos‟taki Otel adlı Ģiirlerinde, dizelerle kurulan dekoru, örnekler vererek açıklar.
Ancak Dirlikyapan, Cansever‟in, Eliot ve nesnel bağlılaĢımla tanıĢmadan önce de
Ģiirinde dekor oluĢturduğunu, dolayısıyla bu tutumun Cansever Ģiirinin bir özelliği
293
Cansever; Edip; “ġair YaĢadığı Zaman Diliminin DıĢına Çıkabilir”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.257 294
Cansever; Edip; “Edip Cansever‟le YaĢamı Besleyen Ölüm Üstüne”, Şiiri Şiirle Ölçmek,
Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.279
81
olduğunu savunur ve Ģairin yeterince açıklanmamıĢ bu kurama sıkı sıkıya
bağlanmasının nedenini de bu görüĢüne bağlar.295
Cansever, Ģiirde soyutu somutlamak konusunda “kısaca Ģiirsel sözün
yaĢamdaki yerini bulmasını sağlamaktır”296
derken de kuĢkusuz nesnel bağlılaĢık
kavramının sınırlarında gezinir.
Ahmet Oktay, Cansever‟in metinlerden değil, doğrudan gündelik yaĢamdan
beslenen, kentli bir Ģair olduğunu söyler. Oktay‟a göre, Cansever, metropolleĢme
sürecine girmiĢ bulunan Ġstanbul gibi bir kentin sadece imgesel ve düĢlemsel
düzlemde dillendirilemeyeceğini görmüĢtür. “Ġmgenin, rastlantının ve Ģokun, kent
patolojileri bağlamında kavranmasının ve oradan üretilmesinin daha verimli
olacağını düĢünmüĢtü(r)”297
2.3 Edip Cansever Poetikasında Tiyatral Olan
Ġkinci Yeni Ģiirinin en önemli yeniliklerinden biri de Ģiiri, Ģiirin yanı sıra
farklı disiplinlerle zenginleĢtirme eğilimidir. 1950‟ler Türkiye‟sinin -Batı etkileĢimli-
sanat ortamıyla birlikte, sanatçılar, gerek çağdaĢ felsefe akımları, gerek avangart
sanat akımları, gerekse güncel sanatın aykırı örnekleriyle karĢılaĢmıĢ, tanıĢmıĢlardır.
Böylesi bir ortamda Ġkinci Yeni Ģairleri de Ģiirlerine resim, müzik, sinema, öykü,
tiyatro gibi diğer sanat alanlarının olanaklarıyla ivme kazandırmaktadırlar. Örneğin
Ece Ayhan, Ģiirine atonal müziğin biçemine koĢut bir dil kazandırır. Ġlhan Berk ve
Cemal Süreya‟da daha çok resim öğeleri belirgindir. Sezai Karakoç, Ģiirini metafizik
bir düzleme çeker. Ülkü Tamer‟de sinema etkileĢimi ön plana çıkar. Turgut Uyar,
öykü ve düzyazıdan daha çok yararlanır. Edip Cansever ise öykü ve düzyazının yanı
295
Devrim Dirlikyapan; Nesnel BağlılaĢık Kavramı ve Edip Cansever‟de Dekor” O Ben ki: Edip
Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.23-44 296
Edip Cansever; “Edip Cansever Anlatıyor”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.214 297
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, s.15
82
sıra tiyatronun olanaklarını da kullanmıĢ, Ģiirlerindeki dramatik yapıyla, insan
olgusuyla, olaylar dizisiyle ve yarattığı karakterlerle tiyatroya yaklaĢmıĢ hatta bazı
Ģiirlerinde adeta „oyun‟u denemiĢtir. Son kertede Cansever Ģiiri bireyin içsel dramını
yansılama baĢat izleği ile tiyatral olanın sınırlarında gezinmektedir.
Cansever Ģiirinin evreleri irdelenirken, Ģiir serüveninin baĢında Garip akımı
etkisinde olduğuna, sonrasında bireye ve onun sorunlarına yöneldiğine ve doğaya
öykündüğüne ancak yalnızlık, umutsuzluk, bunaltı, mutsuzluk gibi temaları yaĢamı
boyunca kullandığına değinilmiĢtir. Asım Bezirci‟nin VaroluĢçu sözlükten
yararlanmıĢtır dediği bu izlek ve temaların en belirgin olduğu yapıtlarının, birey
merkezli, anlatısal/öyküsel ve daha çok uzun Ģiirlerinden oluĢan Umutsuzlar Parkı,
Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Ben Ruhi Bey Nasılım,
Bezik Oynayan Kadınlar ve Oteller Kenti gibi yapıtları olduğunun altı bir kere
daha çizilmelidir. Nitekim Cansever poetikasında tiyatronun izinin sürüleceği
yapıtlarda adları geçen yapıtlardır.
Devrim Dirlikyapan‟da Cansever‟in bu Ģiirlerinde varoluĢ sorunları üzerinde
durduğunu ve birçok özgün karakter yaratarak, „drama‟nın olanaklarından yararlanan
bir anlatım benimsediğini söyler.298
Güven Turan, bir yazısında “Cansever şiirinin ana özelliği çok kişili ve
dramatik yapılı oluşudur. Öyle ki buna oluşum halinde bir tiyatro yapıtı bile
diyebiliriz”299
der.
Edip Cansever bir söyleĢide, en sevdiği yazarların adlarını sayar. Adını
verdiği altı yabancı yazardan üçü oyun yazarıdır. (Ġbsen, Pirandello, Çehov) ardından
Kafka Ve Sartre‟ın adlarını verir.300
KuĢkusuz Sartre‟ın adını vermesi, Cansever‟deki
varoluĢçu temaları belirginleĢtirmek adına önemlidir. Ayrıca “Cansever şiirinin
298
Bkz. Murat Devrim Edip Cansever; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog,
Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora
Tezi s.3 299
Güven Turan; Edip Cansever‟in Hayvanları, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, s.90 300
Cansever; Edip; “Edip Cansever‟le Bir KonuĢma”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009, s.178
83
kaynakları arasında eski Yunan edebiyatının, özellikle de tragedyaların önemli bir
yeri vardır. Cansever‟in „dramatik‟le ilk tanışması bu yapıtlar sayesinde olur.”301
Yine Cansever‟in Eliot‟la ve Eliot‟un nesnel bağlılaĢık kuramıyla olan sıkı
iliĢkisine değinilmiĢti. Anımsanacağı gibi Eliot, yirminci yüzyılda Ģiirli tiyatronun en
önemli uygulayıcısı ve kuramcısı olarak gösterilmektedir. Cansever‟de Eliot‟tan,
Ģiirine temel olarak belirlediği nesnel bağlılaĢık kuramının yanı sıra Eliot‟un da
kullandığı dramatik monolog uygulamasını da almıĢtır. Dirlikyapan, dramatik
monologu, Ģairin kendine özgü karakterler yaratarak onları konuĢturduğu bir Ģiir türü
olarak açıklar.
Dramatik monolog ise, yukarıda da belirtildiği gibi,
Ģairin birtakım karakterler yaratarak onları
konuĢturduğu ve Robert Browning‟in öncüsü olduğu
belli baĢlı bir Ģiir türünün adıdır.302
Ahmet Oktay, Cansever‟in, Eliot‟un öyküye yaslanan Ģiirlerinden özellikle
biçim yönünden etkilendiğini belirtirken öteki metinlerin her zaman ilgisini çektiğini
ekler. Özdemir Ġnce‟de Cansever‟in Ģiirine dramatik öğenin Eliot Ģiirleriyle girdiğini
söyler. Devrim Dirlikyapan ise Ģairin dramatik olanla iliĢkisin Eliot‟a yakınlığının
yanı sıra tek sesli Ģiirsen çok sesli Ģiire ulaĢma düĢünün bir parçası olduğunu
savunur. Zira Cansever‟in belirttiği gibi çok sesli Ģiir, düzyazı türlerinden
yararlanmayı gereksinmektedir.303
Edip Cansever Ģiirinde dramatik‟e yönelim salt biçim yönlü değildir; Özde de
Ģiirini dramatik bir yapıyla giydirmiĢtir. Cansever, modern toplumda yaĢayan,
kentleĢme sorunsalıyla boğuĢan ve yabancılaĢmanın ağındaki; kendi deyiĢiyle
“bölüne bölüne ayrıcalığını, kimliğini yitirmekte olan bireyin”304
„ben‟ olarak
mevcudiyetini yeniden kazanması için eninde sonunda dramatik Ģiire yönelmenin
gerekli olduğunu söyler. Modern insanın gerçekte korkunç bir dramı yaĢamakta
301
Bkz. Murat Devrim Edip Cansever; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog,
Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora
Tezi s.16 302
a.g.e, s.9 303
Ayr. Bilgi için a.g.e, s.17-19 304
Edip Cansever; “ġiiri Bölmek”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.127
84
olduğunu düĢünen Cansever, “aynı zamanda gerçek bir tragedyanın içindeyiz
diyerek”305
yaĢadığı çağı da tragedyanın korkulu, kaotik, çatıĢmalı yapısıyla yansılar.
Ancak “klasik tragedya ile bağdaşamadığımız yan, yazgıya boyun eğmeksizin,
hiçlenmeyi karşı koymakla çatıştırmamız, soylu kişilerin töresel davranışlarına
öykünmek yerine, bilimsel düşünceyi karşıtlarına egemen kılmamız olacaktır”306
diyerek klasik tragedya ile çağdaĢ tragedya arasındaki farkın ayırtında olduğunu
gösterir.
Bu noktada Cansever‟in çağdaĢ tragedyaya bakıĢı da önem kazanmaktadır.
Cansever, öncelikle çağdaĢ Ģiir olgusunun içeriğini trajik eylem olarak belirlemiĢtir.
Fakat bu trajik eylem, acıyla, yenilgiyle yoğrulan insanın yazgısı değildir. Çünkü
böylesi bir durumda tragedyanın zenginliğini yitireceğini düĢünmektedir. O, çağdaĢ
tragedyayı “Phoenix örneği, insanlığın da yeniden doğuĢunu, direncini, yaĢama
tutkusunu hazırlayan korkulu bir düĢ alanı”307
olarak tanımlar. Salt eylem olan
tragedyanın eytiĢimsel düĢünceye olan uygunluğuna ve çağdaĢ tragedyanın
anlamının da bu uyumda yattığına değinir. Tragedya da „haberci‟ ve „koro‟nun
değiĢen iĢlevi üzerine ise Ģunları söylemektedir:
Evet, bir eylemdir tragedya, tikelden tümele doğru bir
kargaĢanın en çağdaĢ bağırtısıdır; bireysel iç
çatıĢmalarının meta-fiziksel bir yönelimi değildir.
Hiçbir zaman. Artık haberciler, soyca üstün kimselerin
uğradığı yıkımları duyuran kiĢiler değil, örneğin
"Korkunç Yenge" Nhu'nun buyruğunda, kendilerini
Amerikan yardımı petrolle yakan Budist rahiplerinin, o
korkunç ölümünü bildiren kiĢilerdir. Ve koro, barıĢla
savaĢın, insan dıĢı ölümle doğal ölümün, atom
korkusuyla insanca yaĢamanın araĢma yerleĢtirilmiĢ,
sinemalardan radyo haberlerine, yemek sofralarından
miting alanlarına dek uzanan ortaklaĢa bir sestir.
Episode Cezayir'de geçer, zencilerin siyah-beyaz
ayrımına son verilmesi için baĢkaldırdığı ülkelerde
geçer.308
305
Edip Cansever; “ġiiri Bölmek”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.127 306
a.g.e, s.128 307
Edip Cansever; “Tragedya Üzerine Notlar”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.129 308
a.g.e, s.130
85
Ahmet Oktay, Cansever‟in tiyatroya gerek biçim gerekse biçem bağlamında
duyduğu ilginin ve pratik uygulamanın, sadece anlatımsal ve teknik bir sorundan
kaynaklanmadığını, aynı zamanda semantik bir sorun taĢıdığını belirtir. Oktay‟a göre
Cansever, doğrudan sanayi proletaryasını olmasa da emekçi sınıfın düĢkünleĢmiĢ
üyelerinin gündelik dramlarını anlatmayı, duyumsatmayı ister. Bu nedenle Ģiirlerinde
kürk tamircisi, otel kâtibi, cenaze kaldırıcısı, fener bekçisi, dökümcü, genelev kadını,
garson gibi kiĢiler bulunur. Oktay, Cansever‟in, Ģiirlerinde azınlıkları da iĢlediği
kiĢilerle, o tarihlerde kuramsal içeriği bilinmeyen Ötekilik sorununa gönderme
yaptığını saptar. Ayrıca Marksist bir yabancılaĢma anlayıĢına tümüyle bağlı
kalmayan bir yabancılaĢmanın imgesel betimlemesini yaptığını söyler. Oktay‟a göre
Cansever‟in iĢlediği “gündelik dramların kişileri tam da Baudelaire‟in söz ettiği
bağlamda anti-kahramanlardır.”309
Edip Cansever, Ģiirinde dramatik‟i, trajik‟i, efsanelerle, mitoslarla, tarihsel
olaylarla değil, toplumsal yaĢamdaki çatıĢmalar, kent yaĢamı, Ġstanbul sokaklarından
aldığı olaylar ve kiĢilerle oluĢturur. Yarattığı kiĢiler, “çevreleriyle uyumsuz, bazen
kişilik yapısıyla bazen de toplumsal roller açısından bölünmüş, kendisini
gerçekleştirmenin ya da kendisi olarak var olmanın yollarını arayan, direnme ile
boyun eğme arasında gidip gelen kişilerdir. Bu kişiler arasında çoğunlukla
eşcinseller, iktidarsızlar, alkolikler, fahişeler ya da ölü seviciler gibi toplumun en
marjinal kısmında yer alanlar vardır. Toplum tarafından itilmiş, hem topluma hem
kendilerine yabancılaşmışlardır. Birçoğu, hem fiziksel özellikleriyle hem de
toplumsal konumları ya da meslekleri itibariyle şairden farklılığı kolayca ayırt
edilebilen karakterlerdir.”310
Cansever, dramatik Ģiire Umutsuzlar Parkı‟yla giriĢ yapar ve sonraki Ģiir
sürecinde de bu yapıdan ayrılmaz. Kendisi de Umutsuzlar Parkı‟nda tiyatrodan,
Ģiirden değerler oyunları göz önünde bulundurarak yararlandığını belirtir.311
Devrim
309
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, s.19-20 310
Bkz. Dirlikyapan, Murat Devrim; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog,
Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora
Tezi s.21 311
Edip Cansever; “Umutsuzlar Parkında Bir Umutlu ile KonuĢma ”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
86
Dirlikyapan, Umutsuzlar Parkı‟nda Samuel Beckett‟in Godot’yu Beklerken
oyununun etkisinden söz edilebileceğini söyler ve özellikle „bekleme‟ imgeleri
üzerinde durur. Ayrıca burada da kiĢilerin Godot’yu Beklerken‟deki gibi boĢlukta,
kararsız, eylemsiz ve çaresizdirler der.312
Mehmet H. Doğan, Cansever‟in Umutsuzlar Parkı‟yla baĢladığı dramatik
Ģiir serüvenine sonraki Ģiirlerinde de devam edeceğini; hatta „anlatı‟ ve „drama‟nın
onun vazgeçilmez öğeleri olacağını ve özellikle uzun Ģiirlerinde öykü ve tiyatrodan
geniĢ bir biçimde yararlanacağını söyler.313
Güven Turan‟da Doğan‟la aynı çizgide “Edip Cansever‟in Umutsuzlar
Parkı‟ndan başlayarak sonuna dek dramatik şiir yazdığını söylemeliyim. Dramatik
şiirin en önemli özelliği de bir anlatıcısının olmasıdır. Bu anlatıcı bir diyalogun
sürdürücüsüdür ya da bir monolog kurar. Edip Cansever‟in “öyküyü” silerek
dramatik bir şiir kurması da önemlidir”314
demektedir.
Son olarak Devrim Dirlikyapan ise Umutsuzlar Parkı ve tiyatro iliĢkisi ile
ilgili Ģunları söylemektedir: “Şairin Umutsuzlar Parkı‟nda tiyatrodan
yararlandığını gösteren en açık örnek ise 13. bölümde “Kral tacını çıkarıyor, başı
ağrımış olacak” gibi italik şekilde yazılmış dizelerdir. Bu kısımlar tiyatro
oyunlarında parantez içinde verilen açıklamalara benzemekte ve kimi zaman birkaç
dizeyi de asarak ayrı bir şiir parçasına dönüşmektedir. Ayrıca 10. bölümün anne,
baba ve çocuktan oluşan bir sahne gibi kurulmuş olması da tiyatro etkisini gösteren
belirgin örneklerden biridir.”315
1961‟de yayımladığı Nerde Antigone, daha adıyla bile Antik Yunan
tragedyası, Sophokles‟in Antigone‟sini çağrıĢtırır. “Dört bölümden oluşan şiirin
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.190
312 Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi s.45 313
Doğan, Mehmet H. ; “ġairin Seyir Defteri”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul
2005 s.57 314
Aktaran: Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog,
Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi,
s.51 315
a.g.e, s.54
87
tiyatroya özgü bir dekor tasviri ile başlaması ve baş karakterin bir kadın olması,
Antigone‟yi çağrıştıran ilk öğeler olarak görülebilir.”316
Edip Cansever, Tragedyalar‟ın kurgusunda antik tragedyanın tarihsel
geliĢimini baz almıĢtır. BeĢ bölüme ayırdığı yapıtta (anımsanırsa klasik tragedyalarda
beĢ perde kuralı vardı) baĢtan sona doğru tıpkı Antik Yunan tragedyasının
geliĢiminde olduğu gibi koronun iĢlevini azaltmıĢ ve karakterlerin sözlerini,
diyalogları artırmıĢtır. Tragedyalar‟ın kitap olarak bir baĢka özelliği de Ģairin
burada ilk kez karakterleri etkin olarak kullanmasıdır.317
Cansever‟in Tragedyalar‟da “Sophokles‟in oyunlarından yola çıktığı, bunu
daha da ileriye götürerek bütünüyle tanrısız kalmış bir dünyanın şiirine ulaştığı,
ardından da modern çağın tanrılarının eleştirisine yöneldiği söylenebilir.”318
Tragedyalar‟da „alkol‟ sıklıkla iĢlenmiĢtir. Alkol imgesinin yapıttaki iĢlevi
üzerine çok Ģey yazılıp, söylenmiĢtir. Ġç yapıdaki iĢlevinin dıĢında alkolün,
tragedyayı tarihsel geliĢimi içinde ele alarak kurgulayan bir Ģairin elinde, tragedyanın
doğuĢundaki Ģarap törenlerini, Ģarabın dolayısıyla alkolün tanrısı Dionysos‟u ve
Dionysoscu esrikliği imlemesi de kuvvetli olasılıktır.
Dirlikyapan, alkol gibi sık kullanılan cehennem imgesinin de Jean Paul
Sartre‟ın Gizli Oturum adlı oyunundan etkileĢimler taĢıdığını savunur.
Tragedyalar‟da Gizli Oturum‟u çağrıĢtıran çok
sayıda dize vardır. “Tragedyalar I”de yalnızca söz
konusu edilen “ateĢsiz cehennemler”, “Tragedyalar
V”te karakterlerin anlaĢmazlıklarıyla uygulamaya
dökülmüĢ olur. Anlatıcı, Vartuhi‟nin kendini “bir
cehennem gibi dayanılmaz yap[tığını]” ifade eder.
Stepan, “içkiyle çözüyorum bu cehennemi” der.
Ġçmenin cehennemini de birlikte getireceği söylenir.
Anlatıcı, “Çünkü eski bir toplumbilimdi yargılanmak /
Ve eski / Bir cehennemi uygulamaktı bizlere” der.
316
a.g.e, s.60 317
a.g.e, s.77-78 318
a.g.e, s.87
88
Vartuhi ise evdekilere sık sık “canınız cehenneme” diye
küfreder. “Ve alkol olmasaydı biz ölümsüz kalırdık /
Dayanılmaz acısında bir ölümsüzlüğün” dizesinde de
Gizli Oturum‟daki ölümsüzlüğün dayanılmaz acısı
dile getirilir.319
Çağrılmayan Yakup‟ta yabancılaĢma teması, modern Türk Ģiirinde
yabancılaĢma denince akla ilk gelecek kadar baskın rol oynar. ġiirdeki kullanılan
kurbağa imgesi önemli yer tutar ve çok tartıĢma götürmüĢtür. Devrim Dirlikyapan,
Cansever‟in antik tiyatroya olan ilgisini hatırlatarak, ilk elden Aristophanes‟in
Kurbağalar oyunuyla bir bağ akla gelebileceğini ancak Ģair bu yapıtta Aristophanes
ile bir bağ kurmuĢsa EĢek Arıları/Yargıçlar oyunundaki simgesel anlatımla
iliĢkilendirilebileceğini söyler.320
Güven Turan‟da yapıtı, Beckett ve Ġonesco uyumsuzluğu doğrultusundadır
diye nitelendirir.321
Çağrılmayan Yakup‟tan sonra yayımlanan Ben Ruhi Bey Nasılım‟da
Cansever poetikasından bir dramatik Ģiir örneğidir. ġiiri bölümlere ayıran Edip
Cansever, bu ırmak Ģiirinde Ruhi Bey, Çiçek Sergicisi, Meyhane Garsonu, Otel
Katibi gibi anlatıcı karakterler yaratmıĢ ve öznesi belirsiz olan ama üst anlatıcı
kimliğiyle kendisini de Ģiire dahil etmiĢtir.
Ben Ruhi Bey Nasılım‟da temel izlek, ölüm ve yaĢamın paradoksal bir
ifadesidir. Devrim Dirlikyapan, ölüm ve yaĢamın antik dönem tragedyalarından beri
önemini koruyan bir çok yapıtın temel çeliĢkisi olarak karĢımıza çıkar der.322
Birçok incelemeci Ben Ruhi Bey Nasılım‟ı Tragedyalar‟ın bir devamı olarak
değerlendirir. Tragedyalar‟da Stepan, Armenak, Vartuhi gibi adları olan, baĢka bir
zaman/uzamda yaĢar gibi görünen, ancak modern çağın sorunlarını taĢıyan ve
imleyen bir ailenin çağdaĢ trajedisini yazan Cansever, burada da ezici baba figürü
altında küçülen, üvey annesiyle ilk cinsel deneyimini yaĢayan Ruhi Bey‟in, aile içi
sorunlarını, kentleĢme, yabancılaĢma, umut/umutsuzluk, ölüm/yaĢam gibi temalarla
319
a.g.e, s.102 320
a.g.e, s.109-110 321
a.g.e, s.108 322
a.g.e, s.135
89
anlatmaktadır. Yine Tragedyalar‟da olduğu gibi Ben Ruhi Bey Nasılım‟da da
tiyatral bir öğe olarak koroyu kullanmıĢtır.
Cansever 1982‟de yayımladığı Bezik Oynayan Kadınlar‟da farklı iki
anlatım tekniğinden yararlanır. Günlük ve mektubun anlatım olanakları Ģiire
uygulayan Cansever, bu kitabında özellikle dramatik monologlar kurar. Cemal,
Cemile, Ester, Seniha gibi kiĢiler yaratan Ģair, Tragedyalar ve Ben Ruhi Bey
Nasılım‟da olduğu gibi yine aile sorunlarına eğilmiĢtir. Aile içindeki sorunlar,
yapıtın geneline yayılan iletiĢimsizlik, sevgisizlik ve mutsuzluk temalarıyla, yaratılan
kiĢiler üzerinden her bireyin kendi içsel dramı yansıtılarak iletilir. 323
Cansever‟in 1985‟te son olarak yayımladığı Oteller Kenti, tiyatroya en fazla
yaklaĢtığı kitabıdır. Oteller Kenti ile Cansever Ģiiri düzyazı ve tiyatroyu büyük
ölçüde kullanır duruma gelir. Öyle ki dört bölümden oluĢan kitabın son bölümünde,
diyaloglu yapısıyla adeta tiyatro oyununun yazılması denenmiĢtir. ġairin bundan
sonra Ģiir üretebilme olanağı olsa, tiyatro metniyle çok daha içli dıĢlı olacak, hatta
Ģiir oyunlar yazacaktı denilse yeridir.
Cansever Ģiirinde otel imgesi önemli bir yer tutmaktadır. ġiirlerinde oteli
sıkça kullanır; kimi zaman bir metafor olarak, kimi zamanda nesnel bağlılaĢık
kuramı çevresinde Ģiirine dekor olarak. Ben Ruhi Bey Nasılım‟da da otel imgesini
gerek Otel Katibi anlatıcısının dilinden -daha çok nesnel bağlılaĢıkla iliĢkili- gerekse
Cenaze Kaldırıcısı Adem anlatıcısının dilinden -metafor olarak- kullanır.
Oteller Kenti‟nde de kiĢiler yaratan Cansever, burada ayrıca oteli
kiĢileĢtirmiĢ, ona bir rol kimliği biçmiĢtir.
Anlatıcının otelin kendisi olduğunu gösteren
iĢaretlerden biri de, bazı bölümlerde otelin okuyucuya
kiĢileĢtirilerek sunulmasıdır. Tenis topu adlı Ģiirde
anlatıcı, konuklara tenis kortunu gezdirirken, sanki
onları biriyle tanıĢtırıyor gibidir… Bölümdeki Ģiirler
boyunca otel ile insan arasında bir koĢutluk kurulur ve
323
a.g.e, s.145-159
90
„Bir otel de sizin adınız‟ dizesiyle otelin de bir
insanınki gibi yasamı, öncesi, Ģimdisi ve sonrası olduğu
düĢüncesi öne çıkarılır. Ancak, Yüzme Havuzu baslıklı
Ģiirde konukların da sesini duymaya baslarız ve bu
konuĢmalarda otel ile insan arasındaki koĢutluk değil
farklılık ortaya çıkar.324
Sonuç olarak, Ģiirini Garip akımının etkisinden kurtararak Ġkinci Yeni adı
verilen yeni bir arkın içine katılan; bu süreçte kendi sesini bulan Cansever, Ģiirini
ikili bir düzlem üzerinde devam ettirir. Bunlardan biri, doğaya öykünen, lirizm
yüklü, daha çok kısa Ģiirlerinden oluĢan ürünlerini kapsarken, diğeri ise daha çok
uzun Ģiirlerinden oluĢan, varoluĢçu sözlüğü ve temaları kullanan, bireyin içsel
trajedisine yönelen, çoklu disiplinlerle üretilen, düzyazıdan, öyküden, tiyatrodan
yararlanarak kurduğu dramatik Ģiirlerdir.
Edip Cansever‟in etkilendiği en önemli en önemli Ģair/kuramcının, yirminci
yüzyılda Ģiirli tiyatronun canlandırılmasına öncülük eden T.S. Eliot olduğu
anımsanırsa, Cansever‟in Ģiirinde dram sanatının olanaklarını kullanırken, Eliot‟un
dram ve Ģiir iliĢkisi üzerine düĢüncelerinden yararlanmıĢ olması akla yatkındır. Kaldı
ki Eliot‟un, nesnel bağlılaĢık ve dramatik monolog kuramlarını kullanmıĢtır.
“Ġnsanın içsel dramını kurcalamak çabasındayım”325
diyen Edip Cansever,
yalnızlık, sıkıntı, bunaltı, umutsuzluk, yabancılaĢma, iletiĢimsizlik gibi varoluĢçu
sözlükten yararlandığı temalarla, çağının trajedisini, bir sanatçı duyarlığıyla
yansılama derdindedir. Buna da, çoklu üretim yönlü bir estetik düĢüncesiyle ulaĢmak
ister: “diyebilirim ki bütün sanatsal türler, şiirin potasında eriyebildiği sürece, şiirin
doğal gereçledirler.”326
Bir yazısına verdiği baĢlıktaki gibi tek sesli Ģiirden çok sesli Ģiire327
ulaĢmayı
hedefleyen Cansever‟in, dram/tiyatroyla olan iliĢkisi de tam da bu noktada baĢlar.
324
a.g.e, s.165 325
Edip Cansever; “ġiir Üstüne SöyleĢi Notları”,Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009,s.317 326
a.g.e, s.319 327
Edip Cansever; “Tek Sesli ġiirden Çok Sesli ġiire”,Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009,s.134
91
Sofokles‟ten Ġbsen‟e, Çehov‟a, Eliot‟tan, Ġonesco‟ya, Beckett‟e kadar etkileĢim
halinde olduğu yazarlarla, antik dönem tragedyalarında, uyumsuz tiyatroya uzanan
çizgide, tiyatral olanı, Ģiirine öz ve biçim olarak uygular.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: ŞİİRDEN OYUNA: BEN RUHİ BEY NASILIM
3.1 Varlığın Trajik Görüntüsü: Ben Ruhi Bey Nasılım
“Aynalarda kendini seven Ruhi Beyi siz bilmezsiniz.”
Edip Cansever
Ezra Pound, 1922‟de Bouvard ile Pécuchet için artık roman değil
demektedir. aynı yıl, T.S.Eliot, Ulysses için aynı tanımlamayı yapar. Franco Moretti
ise Kantolar, Çorak Ülke, İnsanlığın Son günleri, bir tiyatro eseri değil mi diye
sormaktadır.328
Pound ve Eliot gibi Moretti‟de hiç kuĢkusuz bu modern zaman yapıtlarının,
salt yazıldıkları türün sınırları içinde kalmadığını, dâhil edildikleri alanların dıĢına
taĢtıklarını imlemektedir. Faust, Nibelungların Yüzüğü, Niteliksiz Adam gibi
yapıtlarla örneklerini çoğaltabileceğimiz, bu tek tür içerisinde sınıflandırılamayan
modern çağ yapıtları gibi, Ben Ruhi Bey Nasılım‟da artık salt Ģiir değildir.
Düzyazıdan, öyküden, tiyatrodan oldukça yararlanan Cansever‟in Ģiir dehası Ben
Ruhi Bey Nasılım‟ı, tiyatro, roman, öykü, anlatı türleriyle değiĢ-tokuĢ etmektedir.
Tam bu noktada Selim Ġleri‟nin söz konusu yapıt için bir romanı söylüyor
demesi önem kazanmaktadır. Ġleri, Ģiire de romana da haksızlık etmeden, romanın
Ģiiri diye tanımlar Ben Ruhi Bey Nasılım‟ı.
328
Franco Moretti; Modern Epik, çev. Nurçin Ġleri- Mehmet Murat ġahin, Agora Kitaplığı, Ġstanbul
2005, s.1
92
Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım‟da sanki bir
romanı söylüyor. Uzun Ģiirle roman arasında bağ
kurmak olsa olsa Ģiire haksızlık olur, yine de Ben Ruhi
Bey Nasılım‟a bir romanın Ģiiri diyeceğim, roman
olamayacak bir öz‟ün Ģiiri. KiĢileriyle, dramatik
çatısıyla, çok yönlü duygulanımlarıyla ve değiĢik
zaman dilimleriyle bir yaĢam dile getiriliyor yapıtta.329
1976‟da yayımlanan Ben Ruhi Bey Nasılım, modern bireyin içine düĢtüğü
temel bunaltıyı, onun içsel dramını, ölüm/yaĢam paradoksu içerisinde ele alır.
Yapıtın son dizesi olan „insan yaĢıyorken özgürdür‟ sözü kuĢkusuz bu varoluĢ
sorununu imlemektedir. Ruhi Bey‟de insan yaĢıyorken özgürdür diyerek, yaĢarken,
geçmiĢini öldürüp, yeni bir yaĢam edinmenin erincine eriĢmiĢtir.
Bütün ölülerimi gömdüm geliyorum…
Ölüler ki bir gün gömülür
Ġçimizdeki ölüler, dıĢımızdaki ölüler
Ġnsan yaĢıyorken özgürdür.330
Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım‟da da varoluĢçu sözlükten yararlanır.
Sıkıntı, bunaltı, umutsuzluk, yabancılaĢma gibi temalar yapıtın bütününe yayılmıĢtır.
Büyük kent insanının sorunlarına eğilen Cansever, kendisine anlatıcılar yaratır ve
iletmek istediği iletiyi bu anlatıcılar aracılığıyla verir. Nasılım? diye soran Ruhi Bey,
kendi yaĢantısını daha çok, sevmediği çocukluk ve ilk gençlik yılları üzerinden
anlatırken, Çiçek Sergicisi, Otel Katibi, Meyhane Garsonu, Patron, Genelev Kadını
gibi anlatıcılar da hem kendilerinden hem Ruhi Bey‟den söz ederler. Yalnız Cenaze
Kaldırıcısı Adem, Ruhi Bey‟den söz etmez. Çünkü Adem, Cansever‟in yapıtında
hadiyse ölümün alegorik kiĢisidir, ölümün soyut yüzüdür. Oysa Ruhi Bey, ölümü,
ölülerini gömmenin, yeniden doğuĢun peĢindedir.
Ben Ruhi Bey Nasılım, Ruhi Bey‟in, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin
trajik yaĢantılarıyla hesaplaĢarak özgürlüğe eriĢmesini konu almaktadır. BaĢlarda
kendini “o ben ki/ bir kadında bir çocuk hayaleti mi/bir çocukta bir kadın hayaleti
329
Selim Ġleri, “Kimsesiz Bir Atlıkarıncadayım”, Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yayınları,
Ġstanbul 2000. s. 192 330
Edip Cansever; “Ben Ruhi Bey Nasılım”, Sonrası Kalır 2, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı Ġstanbul
2005 s.105,107
93
mi/yalnızca bir hayalet mi yoksa”331
diyerek tanımlayan Ruhi Bey, geçmiĢiyle
özdeĢleĢtirdiği kendisinin simgesel ölümünü gerçekleĢtirir ve yeniden doğuĢla özgür
birey olmanın erincini yaĢar.
1975 yılında bitirdiğim, bir tek Ģiirden oluĢan, 20
bölümlük bir kitabım var. Ben Ruhi Bey Nasılım?
Çocukluğun, ilk gençliğin, insanın daha sonraki
yaĢamında nasıl etkin bir rolü olduğunu anlatmaya
çalıĢtım. Bu kitap Tragedyalar-Çağrılmayan
Yakup‟un bir uzantısı oluyor. Çağrılmayan Yakup
edilginliğinde kalmıyor. AĢkınlığı gerçekleĢtirebilen bir
tiple karĢılaĢacak okuyucu.332
Cansever, „YaĢam Öyküsü‟nü anlattığı yazısında, Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın
çocukluğundan küçük izler taĢıdığını Ģu sözlerle ifade eder söyler:
KarĢıda uzun mu uzun, yüksek mi yüksek bir duvar.
Büyük büyük ağaçları ve kuleleri olan bir köĢkü
sınırlıyor. Giz dolu bir yer. Ġçinde kimler oturur?
Nereden bilsin Edip? Ben Ruhi Bey Nasılım kitabında,
Ruhi Bey'in yaktığı konak bu mu? diye soruyorum.
Yüzüme bakıyor. Baktıkça da Ediplerin sayısı
çoğalıyor. En sonuncu Edip söze karıĢıyor: Evet, bu
köĢk diye yanıtlıyor hemen, sevmediği bir çocukluk ve
ilk gençlik dönemini anımsayaraktan.333
Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın ortaya çıkıĢını anlatırken de,
bugünden çocukluğuma uzanan bir çizgiyi yazmayı tasarladığını söyler. Dikkat
edilirse burada Ģimdiki zamanın geçmiĢ zamana çevrilmesi söz konusudur.
Bugünden çocukluğa uzanan bu yapı, tamamlanan ırmak Ģiirde de geri dönüĢlerle
(flashback) beslenmiĢtir.
Ben Ruhi Bey Nasılım adlı kitabımı, bugünden
çocukluğuma doğru uzanan bir çizgiyi bölüm bölüm
yazarak sürdürmeyi düĢünmüĢtüm. BaĢtan dört
bölümünü de bu amaçla yazmıĢtım… Bir gün Krepen
331
Edip Cansever; “Ben Ruhi Bey Nasılım”, Sonrası Kalır 2, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı
Ġstanbul 2005 s.16 332
Edip Cansever; “Nesin Yıllığı SoruĢturması 1976”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009, s.355 333
Edip Cansever; “YaĢam Öyküsü”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.17
94
Pasajında bir baĢıma oturuyordum. Yazdı, hava sıcaktı.
Pasaj da oldukça tenhaydı. Dipte, köĢede bir garson
uyukluyordu. Diyebilirim ki, Ģiirime bir dekor hazırla-
nıyordu sanki. Nitekim biraz sonra ilk oyuncu sahneye
girdi. Pasaj'a sık sık gidenler iyi bilirler, sakalları
uzamıĢ, saçları dökük ve yağlı, askılı pantolonunu
karnının üstüne kadar çekmiĢ, omzunda birkaç kemerle
dolaĢan ve kimselerle konuĢmayan bir adam vardı.
Daha önceleri çok gördüğüm halde ilgimi pek
çekmeyen bu adam, dıĢarıdaki masalardan birine, tam
karĢıma oturdu. Dikkatle izlemeye baĢladım. Kendi
kendiyle konuĢur gibi dudaklarını hafiften
kıpırdatıyordu. Bir kadeh içki verdiler, içti. Birdenbire
Ruhi Bey'i, daha yazılmamıĢ olan Ruhi Bey'i
bulduğumu anladım. Çocukluğumdan, gençliğimden ve
"Ģimdi"lerden sıyrılarak onun dünyasıyla
özdeĢleĢtim.334
Yalnızlık, Cansever Ģiirindeki temel izleklerden, en belirleyici özelliklerden
biridir. Erdoğan Albayrak, Edip Cansever‟le yaptığı bir söyleĢide “ sizin yalnızlığınız
üretken bir yalnızlık; salt Ben Ruhi Bey Nasılım bile yeterli bu üretkenliğe”
demektedir. Cansever ise Ģöyle karĢılık verir bu düĢünceye: “İnsan yalnızdır,
yalnızlığını başkalarıyla gideren tek yaratıktır. Kapanık bir yaşamım yok. Her zaman
kalabalıklar içindeyim. Ne var ki gene de çoğu kez yalnızım. Belki bireyliğimin
(bireysellik değil) farkına vardığım için…”335
ġerif AktaĢ Ben Ruhi Bey Nasılım‟ı bireyin iç dünyasına ait çeĢitli
görüĢlerin sergilendiği bir kitap olarak değerlendirir. “Bu kitaptaki insan, büyük
şehrin kalabalığı içinde yalnızdır. Şehirleşmenin getirdiği problemler bu insanın
tabii dünyasını bozmuş, onun bir sıkıntıyı derinliğine yaşayan varlık haline
gelmesine sebep olmuştur. Ruhi Bey, kendisini içinde yaşadığı topluma ve geçmişe
bağlayan her şey ile çatışmakta, hayatın anlamsızlığını sürdürdüğü yaşama biçimiyle
ortaya koymaktadır.”Ayrıca AktaĢ Ben Ruhi Bey Nasılım‟daki temaların daha iyi
334
Edip Cansever; “YaĢamlarında Ġlklerle Sanatçılarımız: Edip Cansever”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı
Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.17 335
Edip Cansever; “Edip Cansever‟le SöyleĢi-Erdoğan Albayrak”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.17
95
anlaĢılabilmesi için Tragedyalar ve Umutsuzlar Parkı ile birlikte okumak
gerektiğini söyler.336
Tragedyalar‟daki masalsı, mitolojik anlatım, Ben Ruhi Bey Nasılım‟da
yerini daha gerçekçi bir öyküsel anlatım ve zaman-mekânla gerçekliği belirlenen
uzama bırakır. KentleĢme, modernleĢme sürecinde mutlak değiĢim-dönüĢüm yaĢayan
ve bu durumun altından gelmeye çabalayan bir Ġstanbul beyefendisi Ruhi Bey‟in
içsel dramını konu edinir Ben Ruhi Bey Nasılım; elbette Ruhi Bey karakterinin
çevresinde küçük insan tipinden öteki kimliklerde bulunmaktadır.
Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın ilk altı bölümü Ruhi Bey‟in dramatik
monologlarından oluĢmaktadır. Ruhi Bey bu monologlarda, adeta alılmayıcıyı
trajedisine hazırlar. Ancak bunu yaparken hiç de belirgin bir dil kullanmaz, kapalı,
soyut anlatımı tercih eder. Yapıtın tümüne yayılan bu muğlâklık, bu soyut dil, çok
büyük ölçüde Ruhi Bey‟in kullandığı dilde ortaya çıkar. Burada bir parantez açarak
Edip Cansever‟in Shakespeareyen bir tavır mı takındığını sorgulamak gerekir.
Birinci Bölümde de aktarıldığı gibi Shakespeare, soylu karakterlerini konuĢtururken
koĢuklu dili, halk tabakasından kiĢileri konuĢtururken ise düzyazıyı kullanır. Edip
Cansever‟de kentsoylu Ruhi Bey‟in soyut bir anlatımla dillendirmiĢ, ama Çiçek
Sergicisi, Otel Kâtibi, Kürk Tamircisi Yorgo gibi küçük insan tipini somut dille
konuĢturmuĢtur.
Ali Serdar‟da Ruhi Bey‟in imge dünyasında bir karmaĢa vardır; ayrıca
kullandığı dilin kapalılığı, soyutluğu bu muğlâklığı artırıcı etkendir diyerek Ruhi
Bey‟deki belirsizliği vurgular.337
Elbette diğer kiĢilerde de belirsizlik unsurları
görülebilir. Kaldı ki Çiçek Sergicisi‟nin monologu baĢtan sona bir belirsizlik üzerine
kuruludur. Ne var ki bu anlatıcı oldukça yaĢlıdır ve hafıza sorunu yaĢamaktadır.
Dolayısıyla ondaki muğlâklık, dilinin soyutluğundan değil anımsayamama
sıkıntısından kaynaklanır.
336
AktaĢ, y.a.g.e, s.274 337
Serdar, Ali; “Patoloji ile Varlık Arasında Ben Ruhi Bey Nasılım”, O Ben ki: Edip Cansever,
Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.65
96
Bin dokuz yüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki
miydi/ GüneĢli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi?/
Ellerim kirli miydi/ Neydi…
ġimdi ben çok yaĢlıyım/ ġimdi ben nedense çok
yaĢlıyım…
Geçen gün gördüm/ Acımayı unuttum/
Sevinmeyi unuttum/ Ben her Ģeyi artık unutuyorum.338
Ben Ruhi Bey Nasılım, Ruhi Bey‟in, “gördün mü hiç, suyun yanmasını
tuzda”339
soyut dizesiyle baĢlar. Bu dize, okura, yapıtın ortalarında üvey annesiyle
yaĢadığı ilk cinsel deneyim anına yapılacak bir geri dönüĢle anımsatılacaktır: “ben
suyun yanması gibi tuzda”340
Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın ilk dört bölümü Ruhi Bey‟in anılarına dönüĢ
sürecinin betimlenmesini konu edinir. Ruhi Bey‟in Ģimdisinde anlatılan bu ilk dört
bölüm, Ruhi Bey‟in yapacağı geri dönüĢlerde aktarılacak olan trajedisinin arka
planını oluĢturur. Ben Ruhi Bey Nasılım‟ı patolojik ve varoluĢsal düzlemde
inceleyen Ali Serdar, ilk dört bölümde olayların durmadan ertelendiğini ve Ruhi
Bey‟in yalnızca içinde biriktirdiği acıyı döktüğünü söyler.341
Daha ilk bölümdeki monologda, “gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi”342
diyen Ruhi Bey, arkasından “beni bir sardunya büyüttü belki”343
demektedir. VI.
Bölümde “kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu” dizesiyle Ruhi Bey‟in
sardunyayla üvey annesini özdeĢleĢtirdiği görülür; yaĢam boyu iniltisinin, uyurken
uyandırılmıĢ gibiliğinin nedenlerinden birinin belki en büyüğünün, üvey anne olduğu
anlaĢılır.
Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
Pembe pembe azarlanırım
O ölür ben azarlanırım344
338
Edip Cansever; “Ben Ruhi Bey Nasılım”, Sonrası Kalır 2, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı
Ġstanbul 2005 s.36-40 339
a.g.e, s.15 340
a.g.e, s.68 341
Serdar, Ali; “Patoloji ile Varlık Arasında Ben Ruhi Bey Nasılım”, O Ben ki: Edip Cansever,
Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005 s.67 342
Cansever; y.a.g.e, s.15 343
a.g.e, s.15 344
a.g.e, s.35
97
Ruhi Bey, korkmuyorum artık solmaktan der ve kendisini kurumuĢ bir ağaca
benzettiği yaĢamında önemsiz bir iki anı dıĢında baĢka bir Ģey bulunmadığını
belirtir.345
Ruhi Bey‟de travma etkileri yaratan mekan konak ve limonluktur. Ruhi Beyin
çocukluğu, ezici bir baba figürü altında ve üvey annenin istismarıyla bu konakta
geçmiĢtir. Limonlukta ise üvey annesi ile ilk cinsel deneyimini yaĢamıĢtır. Ruhi Bey,
bu yasak iliĢkinin suçluluğunu taĢımaktadır. Önceleri gelsin istedim der ama sonra
sonra üvey annesinin bu iliĢkiye bile kendisine kötülük olsun diye girdiğini söyler.
Kimseye bir Ģey söylemedim
Ama bir daha gelmedi
Ne sevgi, ne nefret,
Önceleri bir Ģey duymadım
Sadece gelsin istedim
Uyanık bekledim
Gelsin istedim
Ama bir daha gelmedi.
Anladım neden sonra
Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
…
Beni uyardı, beni yalnız bıraktı, anladım
Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
Bu kez de
Anladım severekten
OkĢayaraktan yapmak istedi aynı Ģeyi.346
Ruhi Bey ilk bölümlerde yaĢadığı travmanın, trajedinin dekorunu anımsar.
BaĢka bir deyiĢle Ruhi Bey‟in bu ilk anlatıları anımsama üzerine kuruludur. Üvey
annede bu dekorun bir nesnesi olmaktan kurtulamaz. Ruhi Bey her Ģeyden önce I.
Bölümde bir hayalet olarak tanımlar kendini. Sonra IV. Bölümde yine anımsar ve
tekrarlar.
O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.347
345
Serdar, y.a.g.e, s.68 346
Cansever, y.a.g.e, s.68-69
98
BaĢlangıçta anımsamaya ket vurmak ister gibidir Ruhi Bey, çocukluğu ve ilk
gençliği fragmanlar halinde geçer belleğinden. Ancak hesaplaĢma kaçınılmazdır ve
Ruhi Bey, hayaletini de, geçmiĢindeki sarsıntıları da öldürerek yeniden doğuĢu
yaĢamak arzusundadır.
Devrim Dirlikyapan‟ın da belirttiği gibi, baĢlarda, “ansak mı anmasak mı yeri
mi şimdi değil mi”348
kararsızlığını yaĢayan349
Ruhi Bey, bu nedenle travmanın
izlerine, acıyı damıttığı sözlerinin arasında küçük küçük değinir. “beni bir sardunya
büyüttü belki” ilk elde annesizliğin ifadesiyken sonradan üvey anne figürüyle pekiĢir.
Uykusuzluklarının arasına yanmıĢ bir limonluk görüntüsü sıkıĢıverir: “Acaba bekler
mi beni/Uykularım, o sonsuz uykularım/Yanmış bir limonluktaki.”350
Limonluğun
ardından mekân yavaĢ yavaĢ tarif edilmeye devam etmektedir. Ruhi Bey belleğinin
yolculuğunda bulanık bir havuzun yanında bulur kendini. “bakımsız taşları kırık bir
havuzun yanında.”351
Ve hayalet diye tanımladığı varlığının nâmevcudiyetini bir kez
daha anımsar.352
Artık kırmızı, iniltili, hasta konağı daha ayrıntılı anlatmaya baĢlar.
Geri getiriyor bunları rüzgâr
Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
Ġniltili, hasta bir konağı da
Çatısında baykuĢların tünediği
Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboĢlarda
Ve bütün konuĢmaların tek bir cümlede toplanıp
Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
Bir konağı ve konağın olanca görkemini
Geri getiriyor rüzgar.
(Konaksa yandı çoktan
Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
Ġyi biliyorum tertemiz bir asfalt
Ezip geçti onu
Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)353
347
a.g.e, s.16 348
a.g.e, s.23 349
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.126 350
Cansever, y.a.g.e, s.17 351
a.g.e, s.26 352
a.g.e, s.27 353
a.g.e, s.27-28
99
Ruhi Bey‟in monologlarından oluĢan ilk altı bölüm neredeyse tamamen
anımsama üzerine kuruludur. Ruhi Bey, kendi çağrıĢımlarıyla (limonluk, konak, üvey
anne, çizmesi ve kamçısıyla beliren baba figürü…), seslendiği kitleyi, belleğinin
tozlu dehlizlerine çağırmaktadır.
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi, bir çocukta bir kadın hayaleti mi, yoksa
yalnızca bir hayalet mi olduğunu sorgulayan Ruhi Bey, ancak V. Bölümde kendini
hatırlar ve sorar. “Ben Ruhi Bey, Nasıl olan Ruhi Bey, Nasılım?”354
Ruhi Bey‟in monologlarının ardından, sıra diğer anlatıcılara gelir. Bu kiĢiler,
Ruhi Bey‟in Nasıl‟lığını çözümleme de önemli rol oynarlar. Cenaze Kaldırıcısı
Adem hariç, her anlatıcı Ruhi Bey‟in hayatında bir Ģekilde yer almıĢtır; aynı Ģekilde
Ruhi Bey‟de bu anlatıcıların hayatından geçmiĢtir.
Ahmet Oktay, Ruhi Bey‟i değiĢik açılardan betimleyen, tanımlayan bu
kiĢilerin, sokağa çıkmadan önce durmadan giysi değiĢtiren Ruhi Bey olduklarını öne
sürer.355
Bu anlatıcı kiĢilerden, sözü ilk alan Çiçek Sergicisi, Ruhi Bey‟i belki en eski
tanıyan kiĢidir. Ruhi Bey‟in babasını da tanımaktadır. Burada Ruhi Bey‟in babası
üzerine anlatısı doğrulanır. Çiçek Sergicisi, Ruhi Bey‟in betimlediği çizmeli, kamçılı
baba tasvirini kendi bakıĢ açısından aynı doğrultuda yineler.
Babasını da tanırım
Kaç yıl önceydi, bilemem
Üryani eriği gibi gözleri vardı
Çizmeleri, kamçısı356
Ruhi Bey‟in dramı, Çiçek Sergicisinin kendi içsel dramıyla eĢzamanlı izlenir.
Kendini ölüme yakın gören Çiçek Sergicisi, Ruhi Bey‟i de yaĢamaktan uzak357
diye
tanımlar. O‟nun gözünden Ruhi Bey, “ölümle yaşam arasında bunalır, bunalır.”358
354
a.g.e, s.29 355
Aktaran: Serdar; y.a.g.e, s.66 356
Cansever, y.a.g.e, s.36 357
a.g.e, s.40
100
Çiçek Sergicisinin temel noktası, iki ayrı Ruhi Bey‟den söz etmesidir. Ġlk
bakıĢta bu durum, hafıza sıkıntısı çeken Çiçek Sergicisinin bellek karıĢıklığına
verilebilir ancak dikkatle incelendiğinde bu iki ayrı Ruhi Bey, gerçekte nasıl‟lığını
sorgulayan Ruhi Bey‟in bölünmüĢ kimlikleridir. KuĢkusuz Çiçek Sergicisi,
geçmiĢten tanıdığı -hayalet- Ruhi Bey ile Ģimdiki ölülerini gömmüĢ olan Ruhi Bey‟i
önceden imlemektedir. Önceden, çünkü kurgusal zaman da Ruhi Bey, henüz
simgesel ölümünü gerçekleĢtirmemiĢtir.
Tıpkı Çiçek Sergicisi gibi Meyhane Garsonu‟da bir baĢka dramın aktörüdür.
O nedenle monologunun son iki dizesine kadar kendinden söz eder. Bir esten sonra o
da Ruhi Bey‟i anımsar; sanki birisi bu anlatıcılara Ruhi Bey‟i sormuĢtur da onlar da
anlatır.
Evet, gelirdi
Ruhi Bey mi dediniz, evet, gelirdi359
Meyhane Garsonu‟nun hemen sonrasında “Patron Masaya Gelir”360
ve Ruhi
Beyi kendi gözünden iletir. Ruhi Bey‟le ilgili sözlerine “Ruhi Beyi pek tanımam/Yok,
hayır, belki de iyi tanırım/Neden derseniz ben herkesi iyi tanırım”361
diye baĢlar
Patron. Devrim Dirlikyapan, bu sözleri Çiçek Sergicisi‟ndeki gibi bölünmüĢ kimlik‟e
vurgu yapar diye nitelendirir.362
Patron, Ruhi Bey‟i çok ince, hatta soylu olarak tanıtır. Ruhi Bey‟i dıĢ
görünüĢünden, içsel yaĢamına, davranıĢlarına kadar kendince tanımlar.
MısırçarĢısı‟ndaki baharatçı dükkanlarına benzettiği Ruhi Bey, binlerce Ģeydir Patron
için; “dört mevsimin karışımı gibidir.”363
Bu meyhaneyi yirmi yıldır iĢletirim
Doğrusu Ruhi Bey gibisini hiç görmedim
358
a.g.e, s.39 359
a.g.e, s.45 360
a.g.e, s.46 361
a.g.e, s.46 362
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.127 363
Cansever, y.a.g.e, s.49
101
MısırçarĢısı'nda baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
Ruhi Beyi ben o dükkanlara benzetirim
Binlerce Ģeydir çünkü Ruhi Bey
Nanedir, ada çayıdır, zencefildir
Bu çevrede herkes onu tanır
Bana sorarsanız tanımaz
ġöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
ġarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
Gülmesi hüznüne
KonuĢması susmasına batar.364
Patron‟un sonrasında, azınlık kesimden bir esnaf olan Kürk Tamircisi Yorgo
söz alır ve Ruhi Bey‟e iliĢkin önemli veriler sunar. Yorgo, Ruhi Bey‟le karakolluk
olmuĢtur; o nedenle de Ruhi Bey‟i pek sevmez. Yorgo, Ruhi Bey‟in yanlarında
çalıĢan Anjel‟i izlediğini; kendisinin Anjel‟i uyardığını ama bir gün Anjel‟in
yeğeninin Ruhi Bey‟i yakaladığını sonrasında da karakolluk olduklarını anlatır.
Ruhi Bey derler bir adam vardır
Ne bileyim iĢte, böyle bir adam vardır
Cin gibidir, nereden geldiği bilinmez
Dükkanın önünde durur
Tam Ģurada dikilir
Git dersin gitmez
Bu kez de Anjel'e dönerim
Anjel, derim, bak kızım Anjel
- Söylerim, dinlemez -
Yeni evlisin, kocan ne der
- Hiçbir Ģey demez!
Yeğeni vardır bir de Anjel'in
ġu karĢıki dükkanda çalıĢır
On altı yaĢlarında, çocuk
Bir gün yakaladığı gibi Ruhi Beyi
Tuttuğu gibi yakasından
Gerisini sormayın daha iyi
- Çünkü ben böyle Ģeyleri pek sevmem -
Hep birden karakolluk olduk
Bu olaydan tanırım iĢte Ruhi Beyi365
Bu anlatıcılardan sonra tekrar Ruhi Bey gelir ve “bir düğün günü ve
sonrası”nı366
anlatır. Beni ölüme uğurlayan bir düğün günü diyen Ruhi Bey,
364
a.g.e, s.49 365
a.g.e, s.54-55
102
evliliğinden de mutlu değildir. Cansever, Ruhi Bey‟in düğün günündeki
mevcudiyetini sürekli tekrarlattığı ben yoktum sözleriyle iptal eder. Çünkü Ruhi Bey
düğün gününde Hayrünnisa‟ya karĢı cinsel baĢarısızlık yaĢamaktadır.
Ahmet Oktay, Ruhi Bey‟in cinsel baĢarısızlığını “ilk zevkin suçta elde
edilmesine ve yeniden doyuma ulaşabilmek için bir suçluluk durumuna ihtiyaç
duyulmasına”367
bağlar. Devrim Dirlikyapan‟da aynı cinsel baĢarısızlığı vurgular ve
nedenini “gerdek gecesinin „Pencerede sapsarı bir limon görüntüsü / Duvarda
rengârenk bir kırbaç koleksiyonu‟ olan konakta geçmesi ve Ruhi Bey‟in „Kırbacıyla
birlikte bir çam ağacına gömülü‟ olan babasının ölümünü ve yanmış limonluğu
aklından çıkaramaması(na)”368
bağlar.
Ruhi Bey, eĢiyle olan cinsel baĢarısızlığının ardından, yaĢadığı konağı bir
kadın gibi düĢünerek, Ģehvetle soyduğunu, öfkeyle kanını akıttığını ve o gece
konakla beraber olduğunu anlatır. Hemen sonraki bölümde gelen Genelev Kadını,
vuran, ezen, öldüren bir cinsel iliĢkiden söz eder. “Eşi ile olan ilişkisinde iktidarsızlık
sorunu yaşayan Ruhi Bey, konak dışındaki ilişkisinde ise saldırgan bir davranış
sergilemektedir.”369
Apaçık: Ruhi Bey‟in cinsel iktidarsızlığı, konakla, limonlukla yani yaĢadığı
travmayı ansıtacak nesnel karĢılığın uzamında ortaya çıkmaktadır.
Ruhi Bey‟in bu cinsel deneyimlerini anlattığı bölümde araya giren anlatıcı
Genelev Kadını, besbelli Ruhi Bey‟den etkilenmiĢtir. Onu “İsa tasviri gibi
uçumluydu, güzeldi”370
diye tarif eder. Sonra, “Vuran, ezen, öldüren bir el / Ve eller
/ Ve dişler / Kendimden geçtim”371
diyerek Ruhi Bey‟le yaĢadığı cinsel iliĢkiyi
anlatır. Belli ki hala etkisinde, özlemindedir.
366
a.g.e, s.56 367
Aktaran: Serdar; y.a.g.e, s.75 368
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.128 369
Ayr. Bilgi için: y.a.g.e, s.128 370
Cansever, y.a.g.e, s.60 371
a.g.e, s.62
103
Bir daha gelmedi, hayır, bir daha hiç gelmedi
Ama onunla ben
Ne zaman istedimse o zaman yattım.372
Burada bir parantez. Genelev Kadını, Ruhi Bey‟in negatifi midir? “Kimseye
bir şey söylemedim / Ama bir daha gelmedi… Sadece gelsin istedim / Uyanık
bekledim / Gelsin istedim / Ama bir daha gelmedi”373
diyen Ruhi Bey, neden sonra
üvey annesinin kötülük için geldiğini anlar. Aynı Ģekilde Genelev Kadını‟da bir daha
gelmedi derken sanki gelsin istedim der gibidir. Bu iliĢkinin, Ruhi Bey‟in karĢı
cinsten, “severekten, okşayaraktan”374
aldığı bir intikam olduğunu söylemek çok mu
ileri bir yorumdur.
Genelev Kadını‟nın anlatısından sonra tekrar Ruhi Bey söz alır ve bu defa
tüm yaĢamını etkileyen, altüst eden travmayı açıklar. Henüz on altı yaĢında üvey
anne tacizine uğramıĢ ve ilk cinsel deneyimini üvey annesiyle yaĢamıĢtır. ĠĢte Ruhi
Bey bu iliĢkiden sonra onu tekrar beklediğini, ancak üvey annesinin gelmediğini
söyler. Ruhi Bey‟de bu davranıĢın arkasındaki kötücül tarafı görmekte gecikmez.
Kimseye bir Ģey söylemedim
Ama bir daha gelmedi
Ne sevgi, ne nefret, ne önceleri bir Ģey duymadım
Sadece gelsin istedim
Uyanık bekledim
Gelsin istedim
Ama bir daha gelmedi.
Anladım neden sonra
Anladım kötülük olsun diye geldiğini limonluğa
…
Çocukken vururdu, kanatırdı, ezerdi
Bu kez de
Anladım severekten
OkĢayaraktan yapmak istedi aynı Ģeyi.375
372
a.g.e, s.62 373
a.g.e, s.68 374
a.g.e, s.69 375
a.g.e, s.68-69
104
Cansever, Ģiirde, Ruhi Bey‟in Hayrünnisa ve üvey annesi ile olan iliĢkileri
arasında bir koĢutluk kurar. Anlatım üslubu neredeyse aynıdır ancak üvey annesinde
etkin olan durum Hayrünnisa ile olan iliĢkinin anlatıldığı bölümlerde edilginleĢir.
Üvey annesine karĢı „ben vardım‟
O bembeyaz diĢleriyle yoktu, ben vardım
Üç gündüz daha geçti, ben vardım
On gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum376
diyebilen Ruhi Bey, eĢine karĢı aynı varlığı koruyamaz ve varoluĢ, „ben yoktum‟a
dönüĢür.377
Hayrünnisa vardı, ben yoktum
Üç gün üç gece geçti, ben yoktum
On gün daha geçti, sonra ben günleri unuttum378
Üvey annesinin ölümüyle birlikte konakta son gününü yaĢayan Ruhi Bey,
“yıllarca sonra kadının ölüsünü / bir bulantı cenazesi gibi kaldırdılar içimden”379
diye anlatır üvey annesinin ölümünü. Kısa Bir Not: Konakta Son Gün Ve… baĢlıklı
bu bölüm, Ruhi Bey‟in konağa büyük bir Ģiddet uygulayarak yaktığı noktadan,
giderek bir değerler sistemi ve kent soylular eleĢtirisine dönüĢür.
Sonrasında konağın müdavimleri oldukları anlaĢılan
kiĢileri davet eder ve onların da eĢyaları
yağmalamalarına izin verir. Bir yandan Ruhi Bey‟in iç
dünyasındaki zedelenmenin ne kadar derin olduğunu
gösteren bu bölüm, diğer yandan da “konak” ile temsil
edilen değerler sisteminin ve kentsoyluluğun bir
eleĢtirisine dönüĢür.380
376
a.g.e, s.69 377
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.129 378
Cansever, y.a.g.e, s.58 379
a.g.e, s.71 380
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.130
105
Bir cinnet görüntüsü taĢıyan Ruhi Bey, konağa uyguladığı Ģiddetle, besbelli
ilk travmanın izlerini yok etmeye, hayalet Ruhi Bey‟i öldürmeye çalıĢmaktadır.
Konağı yakmadan öce soyar, bütün eĢyaları kırar, parçalar, atar. Bunları yaparken bir
yandan alkol tüketmekte bir yandan da sanrılara kapılmakta, acayip hayvan seslerine
benzettiği iniltiler, çığlıklar, bağrıĢmalar duymaktadır. Sonunda konağı yakan Ruhi
Bey, bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz kalır. Yani geçmiĢteki ölülerinin birinden
kurtulmuĢtur.381
Konağa son defa konağın eski konuklarını da çağırmıĢtır. “Başkalarını da
çağırdım daha sonra ve karşıladım.”382
Ruhi Bey, konaktan kurtulmak isterken,
travmanın izlerini yok etmeyi kesinlemek için konak yaĢamından da kurtulmak ister
gibidir. Bu noktada köĢeye sıkıĢan bireyin dağınık çırpınıĢları, korkunç bir kentsoylu
eleĢtirisine dönüĢür. Hemen tamamı parantez içlerine alınan bu konuĢmalar, Ruhi
Bey‟in iç konuĢmalarıdır gerçekte. Cansever‟in burada bilinç akıĢı tekniğinden
yararlandığı söylenebilir. Joseph Warren Beach, “Bilinç akışı tekniği neredeyse hiç
değişmeden, fazla içe dönük tipteki insanları, nevrotik, akıl sağlığı bozuk olanları
veya sürekli takıntı ve sayıklama sınırında yaşayan normal bireylerin bazı ruhsal
durumlarını anlatmak için kullanılır”383
demektedir. Ali Serdar‟da Ruhi Bey ve hatta
diğer karakterlerin de Otto Rank‟in nevrotik birey tanımına uyduklarını
söylemektedir.384
Dolayısıyla Cansever, kentsoylular üzerinden bütün bir değer
yargıları dizgesinin eleĢtirisini Ruhi Bey‟de kullandığı bilinç akıĢı tekniğiyle yaptığı
söylenebilir. Bu durum, diğer bir yanıyla, kimliğin kendini maskelemesini de
imlemektedir. kent soylu Ruhi Bey, belki de son olarak maskesini takınmıĢ,
konuklarını da yine o maskenin arkasından eleĢtirmektedir.
Ruhi Bey de dâhil tüm karakterler sanki
yaĢayamıyorlardır; yaĢama hissinden yoksundurlar. Bu
durum en çok geçmiĢine saplanıp kalmıĢ Ruhi Bey için
geçerlidir. ġiirdeki karakterler bu durumlarıyla Otto
Rank'in yaĢam ve ölüm bağlamında nevrotik birey
381
Ayr. bilgi için: Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik
Monolog, Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007
YayımlanmamıĢ Doktora Tezi s.130 382
Cansever, y.a.g.e, s.73 383
Aktaran: Moretti, y.a.g.e, s.197 384
Serdar, y.a.g.e, s.82
106
tanımına uymaktadırlar: "Otto Rank nevrotik bireyi
'borcu (ölüm) ödemekten kaçınmak için krediyi (hayat)
almayı reddeden' olarak tanımlıyordu''385
Ruhi Bey konağı yakıp terk ettikten sonra otellerde yaĢamaya baĢlar. Bu
bölümde de Ruhi Bey, Otel Katibi‟nin dilinden aktarılır. Otel Katibi, Ruhi Bey‟in ara
sıra kötünün kötüsü olarak tarif ettiği otellerine geldiğini söyler. “Evet, ara sıra Ruhi
Bey de gelir / Kan renginde gelir, yolunu şaşırmış bir böcek gibi gelir.”386
Otel
Katibi, Ruhi Bey‟i pek anlayamadığını ve onun aralıksız pencereden sokağa baktığını
vurgular.
Otel Katibi anlatısını tamamladıktan sonra Bir Olay: Ruhi Bey Ve Gülcünün
Ölümü adlı bölüm gelir. Bu bölümde dıĢarıdaki bir cesetle Ruhi Bey arasında
koĢutluklar kurulur. -sanki Ruhi Bey‟in simgesel ölümünün zemini hazırlanmaktadır-
“her yanı aynalarla çevrili bir meyhanededir” ve bu
aynalarda benliğini oluĢturan parçaları görür: “Sırçaları
dökülmüĢ aynalarla / Parça parça görüyordum kendimi.
DıĢarıda ise yağan karın altında kıvrılıp kalmıĢ bir gül
satıcısının cesedi vardır. Ruhi Bey, “parça parça” olan
benliğinin bir parçasını bu ölüyle
özdeĢleĢtirmektedir.387
Devamında Cenaze Kaldırıcısı Adem söz alır. Adem, ölümü, ölümün kendisi
gibi anlatan bir kiĢidir. Öyle ki ilk elden bir alegorik kiĢilik izlenimini yaratır. “siz
bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz / Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz / Ne kadar
gecikirsek o kadar iyiyiz / Ben o kadar iyiyim.”388
Adem, Ruhi Bey‟den söz etmeyen
tek kiĢidir. Sanki Cansever, Ruhi Bey‟i somut ölümle iliĢkilendirmek
istememektedir. Çünkü Ruhi Bey‟in simgesel düzlemde soyut bir ölüm
gerçekleĢtirerek, „insan yaĢıyorken özgürdür‟ finaliyle travmanın bütün izlerini yok
etmesini ve yepyeni bir yaĢama kavuĢmasını kurgular.
385
a.g.e, s.82 386
Cansever, y.a.g.e, s.82 387
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.131 388
Cansever, y.a.g.e, s.91
107
Dirlikyapan, Cenaze Kaldırıcısı Adem bölümü ile Shakespeare‟in Hamlet
oyunundaki mezar kazıcı sahnesiyle koĢutluk kurar. Ölüm ile yaĢamın iç içeliğinin
ya da ölüm ve yaĢam imgelerinin birlikte kullanılmasının antik dönem
tragedyalarından beri önemini koruduğunu ve bir çok yapıtında temel çeliĢkisi olarak
ortaya çıktığını söyler. Bu noktada da Hamlet‟ten mezar kazıcı sahnesi örneğini
verir. Ve Ģunları söyler: Hamlet‟te bir mezarcı, “Adem‟in de toprak bellediğini, bu
yüzden de mezar kazmanın Adem Baba‟nın işini sürdürmek olduğunu savunur.
Burada yaşamın başlangıcını simgeleyen Adem ile sonunu temsil eden mezar yan
yana getirilerek ironik bir yaklaşım öne çıkarılmaktadır. Ruhi Bey‟in ölümünün aynı
zamanda onun kendisini var etmesi anlamına gelmesi… de benzer bir ironik anlam
taşır. Ruhi Bey‟in Cenaze Kaldırıcısı‟nın adının ilk insanın adı olan Adem olması da
bir tesadüf olmasa gerektir.”389
Cenaze Kaldırıcısı Adem‟in anlatısının ardından Acaba adlı bölümde, öznesi
belirsiz üst anlatıcı ya da Ģairin kendisi, Ruhi Bey‟i ve onun dramını özetler gibi bir
monolog sunar. Burada üst anlatıcı, “Ama belli ki sonundayız her şeyin / En
sonunda”390
derken belli ki Ruhi Bey‟in simgesel ölümünü imlemektedir. Zira
hemen arkasından DüĢlüyor Ölümünü Ruhi Bey adlı bölüm gelecektir.
DüĢlüyor Ölümünü Ruhi Bey adlı bölümde Ruhi Bey, hasta yatağında kendi
ölüsünü, ölülerini beklemesini anlatır. Gerçekte birden fazla Ruhi Bey vardır;
dolayısıyla her bir travmayı ayrı ayrı taĢıyan her Ruhi Bey‟den kurtulmayı
arzulamaktadır. O nedenle de simgesel ölümünü değil ölümlerini beklemekte,
gerçekleĢtirmektedir. “Bilmem böylece kaça çıktı beklediğim ölüler.”391
Artık
simgesel ölüm/ler gerçekleĢmiĢtir ve Ruhi Bey ilk defa ölüsünü görür.
Ve o gün ilk defa ölüsünü gördü Ruhi Bey
SoğumuĢ gövdesini gördü
Donuk gözlerini, durmuĢ kalbini
389
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.136 390
Cansever, y.a.g.e, s.97 391
a.g.e, s.100
108
Gördü neye benzerse bir ölü.392
Apaçık: Ruhi Bey bu kendilik savaĢımına çok daha önceden baĢlamıĢtır.
Konağı, limonluğu yakması, travmanın en büyük izini, nesnesini yok etmeye yönelik
ilk giriĢimidir. Elbette bunun yetersizliğinin bilincindedir ve simgesel ölümüne adım
adım ilerler. Konağı yaktıktan sonra “Bir Ruhi Bey olarak Ruhi Beysiz, kentin içine
kadar sokulur” ve kendine nasılım diye sorar.
Ben Ruhi Bey nasılım
Sahi siz nasılsınız Ruhi Bey
Ġyiyim iyiyim.393
Bu ilk eyleminin ardından iyiyim diye yanıtlar kendini Ruhi Bey, ancak
sonraki bölümde her Ģeyin bitmediğinin farkına varmıĢ olacak ki Adem‟in
anlatısından hemen önce yine kendisine yönelttiği nasılım iç sorularını yanıtsız
bırakarak, anladım, anladım ve Ģimdi iyi biliyorum artık nereye demekle yetinir.
Ve sordu gene
Ölümle kaplı o kirli cümle:
Siz Ruhi Bey nasılsınız
Ben Ruhi Bey nasılım
Anladım anladım
Ve Ģimdi iyi biliyorum artık nereye.394
Yeniden sahneye çıktığında ise eski Ruhi Beyleri öldürmüĢ, yok etmiĢ ve
yanıtını da bulmuĢtur. Yine kendi iç sorularını kendine yöneltir ve yine kendi
yanıtlar: “Ben Ruhi Bey nasılım - Mutlusunuz Ruhi Bey.”395
Koro ile Ruhi Bey‟in karĢılıklı konuĢmalarının yer
aldığı son bölümde de bu mutluluk söylemi devam
eder. Ruhi Bey, burada da “nasıl olan” değil „mutlu
olan‟dır: “Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey.”
Koro‟nun “Nerdesiniz Ruhi Bey?” sorusuna Ruhi
392
a.g.e, s.101 393
a.g.e, s.77 394
a.g.e, s.90 395
a.g.e, s.101
109
Bey‟in yanıtı ise “Ölümü gömdüm, geliyorum”
Ģeklindedir.396
Ahmet Oktay‟da Ruhi Bey‟in bu ölümle ilgili yoruma açık dizeleri hakkında
“Bütün kitap bir aşma çabasıdır, bir ölü gömme töreni var elbet, ama bu bir
gerileme değildir, tam tersine: Gömülen yanlış-bilinç‟tir. Şudur okura söylenen:
Ruhi Bey kendisini bu dünyaya yabancılaştıran... şeyleri gömmektedir”397
diyerek
soyut, simgesel bir ölümü imlemektedir.
ġiirin son bölümünde Ruhi Bey‟i anlatan-anlatmayan kiĢilerden (Çiçek
Sergicisi, Meyhane Garsonu, Meyhane Patronu, Kürk Tamircisi Yorgo, Hayrünnisa,
Genelev Kadını, Otel Katibi, Cenaze Kaldırıcısı Adem, Akordeoncu Kadın, Emekli
Postacı, vb.) oluĢan Koro, Ruhi Bey ile diyaloga geçer. Bu bölümde nerdesiniz
sorularına, ölümü gömdüm geliyorum diye yanıt veren Ruhi Bey artık mutlu olan
Ruhi Bey‟dir; ölülerini gömmüĢ, yeniden doğuĢla ayrı bir vücut edinerek varoluĢunu
kanıtlamıĢtır. “İnsan yaşıyorken özgürdür.”398
Ben Ruhi Bey Nasılım, Ģiir dilinden oyun diline çevrilirken kurgusal
düzlemde kimi değiĢiklikler yaĢamıĢtır. Cansever, her ne kadar tiyatral olanın,
düzyazının, öykülemenin olanaklarını kullanmıĢsa da, üretilen metin ilk elde Ģiir
olarak üretilmiĢtir. Dolayısıyla Ģiir metnin oyun metin haline gelme sürecinde bazı
değiĢiklikler gereksinmesi doğaldır.
ġiiri, kendi dilinden oyun diline çeviren, baĢka bir deyiĢle tiyatroya
uygulayan, oyunlaĢtıran B.Burak Özhan, Ģiirdeki dile, dize ve ses bütünlüğüne
dokunmamıĢ ancak yerinde bir duyuĢla Ģiirsel kurguyu tiyatral kurguya
dönüĢtürmüĢtür. ġiir metnin sahneye taĢındığı noktada, monologlar arasında oluĢan
doğal kopuklukları koronun iĢlevini artırarak gidermiĢtir.
396
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.132 397
a.g.e, s.133 398
Cansever; y.a.g.e, s.107
110
ġiir diline dokunmayan hatta Ģiirin tümünü oyun metine dahil eden Özhan,
sıra kurguya geldiğinde Cansever‟in kurgusunu adeta tersyüz etmiĢtir. Hiç kuĢkusuz
bu tersyüz ediĢ, Cansever‟in yaratmak istediği atmosferi ketlememekte aksine çok
yerde güçlendirmektedir. Cansever‟den farklı olarak anlatıcıları art arda sıralayan
Özhan, ikinci perde olarak belirlediği bölümü Ruhi Bey‟e ayırmıĢtır. Ġlk perdenin
baĢına; ikinci perdenin baĢına ve sonuna Koro bölümlerini ekler. Cansever‟in son
bölümde kullandığı Koro‟ya ait dizelerin yanı sıra Ruhi Bey‟in bazı iç seslerini, iç
sorularını da Koro‟ya eklemlemiĢ; ayrıca yine bu bölümlerde Koro‟ya ait olan
dizeleri diğer anlatıcılara pay etmiĢtir.
Her Ģeyden önce Özhan‟ın kurgusu tek oyuncu üzerine kuruludur. Tek
oyuncu sahne üzerinde küçük kostüm/aksesuar değiĢimleriyle farklı rol kimliklerine
geçer. Perde arasında kostüm değiĢtiren oyuncu Ruhi Bey kostümüyle sahneye gelir
ve ikinci perde boyunca Ruhi Bey‟in trajedisiyle sahnede kalır. Özhan, Genelev
Kadını, Koro ve üst anlatıcının monologu Acaba adlı bölümleri dıĢ sesle çözümler.
Ruhi Bey‟le birlikte dokuz anlatıcıdan oluĢan ve birde koro bölümü bulunan
metni tek oyuncu ile çözümleme düĢüncesi Ahmet Oktay‟ın sözünü ettiği, her
anlatıcının giysi değiĢtiren Ruhi Bey olduğu399
savına fazlasıyla yaklaĢmaktadır.
Oktay gibi Özhan‟da Ruhi Bey‟in dıĢındaki kiĢilerin varlık haklarını saklı tutar.
Kendi yaĢamları, yaĢam öyküleriyle her karakter apaçık mevcuttur. Yine parantez
içlerinde her anlatıcının karakteristik özelliklerini vurgulayacak kostüm/aksesuar
tanımlamaları yapılır.
Edip Cansever‟in Ģiir kurgusu Ruhi Bey‟in monologlarıyla baĢlar. Yukarıda
da belirtildiği gibi bu ilk altı bölüm anımsama üzerine kuruludur. Ruhi Bey kurgusal
zamandaki Ģimdisinde geçmiĢini, geçmiĢteki travmalarını gitgide artan bir ritimle
anımsar. Burak Özhan‟ın kurgusunda ise baĢlangıçta Koro ve Koro‟ya ait dizelerin
pay edildiği diğer anlatıcılar oyunu açar. Ruhi Bey daha açıĢta diğer anlatıcılarla
iletiĢime geçmiĢtir ancak „iyiyim iyiyim‟ gibi „vaktim yok görüĢmeye kimseyle‟ gibi
çok kısa ve geçiĢtirmeye yönelik repliklerdir bunlar. Özhan‟ın henüz ilk bölümde
399
Serdar, y.a.g.e, s.66
111
Cenaze Kaldırıcısı Adem‟le Ruhi Bey‟i üstü örtük hesaplaĢtırması anlamlıdır. Adem,
Ruhi Bey‟e ısrarla sizinle görüĢelim demekte Ruhi Bey‟de aynı ısrarlı tavırla vaktim
yok demektedir. Çünkü Ruhi Bey yeni bir yaĢam edinmenin savaĢımındadır.
DıĢ seslerle çözümlenen bu açılıĢ bölümünden sonra ilk perdede Ruhi Bey‟in
dıĢındaki tüm anlatıcılar (öznesiz üst anlatıcı dıĢında) sırayla sahneye gelirler. Ġlk
sözü Çiçek Sergicisi alır. Sonrasında Yorgo, Meyhane Garsonu, Patron, Genelev
Kadını(dıĢ ses olarak), Otel Katibi ve Adem kendi anlatılarını oynarlar.
Ġkinci perde de ilk perdedeki açıĢ bölümüyle baĢlar. Bu perdede artık Ruhi
Bey sahnededir. Ruhi Bey‟in anlatı zamanının sıralamasında bir değiĢiklik
görülmemektedir. Ġkinci perde de Ruhi Bey anlatısına, anımsamaya dayalı olan ilk
monologlarla baĢlar. Özhan burada Cansever‟den farklı olarak, Ruhi Bey‟in VI.
Monologu olan iç konuĢmalarını da koro bölümlerine dahil ederek diğer anlatıcılara
pay eder. Sonrasında Ruhi Bey sırasıyla kendi anlatısına devam eder ve Cansever‟in
kurgusundaki final bölümünde Cansever‟in de kullandığı koro bölümleriyle birlikte
Özhan‟ın kurgusu ilk finalini yapar. Ġlk finalini yapar; çünkü Özhan tiyatro diline
çevirdiği metinde tek finalle yetinmemiĢ, kurguyu ikili finalle zenginleĢtirmiĢtir.
Cansever‟in Ģiirinde Ruhi Bey “İnsan yaşıyorken özgürdür, insan yaşıyorken
özgürdür”400
diyerek yeni bir varlık edinmenin mutluluğunu yaĢar. Kaldı ki, konağı,
limonluğu yakarak travmanın en büyük izlerini yok etmiĢ; kendisini taciz eden, ilk
cinsel birleĢmesini yasak olarak suçta yaĢatan üvey anne imgesinden, her defasında
kırbaç ve çizmeleriyle andığı ezici baba figüründen kurtulmuĢ, ölülerini gömmüĢtür.
Bununla da kalmamıĢ, eski Ruhi Beyleri de yok ederek, kendi simgesel ölümünü
gerçekleĢtirmiĢtir. Bu final hiç kuĢkusuz Cansever‟in hümanizm anlayıĢının bir
sonucudur. Cansever her ne kadar varoluĢçu felsefenin sözlüğünden yararlanmıĢ,
sıkıntıyı, mutsuzluk‟u, umutsuzluk‟u Ģiirlerinde bir leitmotive gibi sürdürmüĢse de
Ebubekir Eroğlu‟nun belirttiği gibi “dönemin şiir dili içerisinde hümanist anlayışın
asıl sürdürücüsü”401
olmuĢtur.
400
Cansever, y.a.g.e, s.107 401
Ebubekir Eroğlu; Modern Türk Şiirinin Doğası, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2005, s.45
112
Burak Özhan, Acaba adlı bölümü, Ģairin kendisi olarak nitelendirilebilecek
üst anlatıcının monologunu sona saklar. Bu bölüm bir anlamda Ruhi Bey‟in
özetlendiği yerdir. Yine de Ruhi Bey‟de yoğun olarak rastlanılan muğlâk tutum
Acaba‟da da bulunur. (Cansever‟in anlatıya verdiği ad bile netlik kazandırmaktan
uzaktır.) “Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan / Dönelim mi acıya /
Acıya, büyük acıya” 402
diye sorar anlatıcı. Besbelli Ruhi Bey‟in sonrasına dair bir
kuĢkuyu taĢımaktadır. Yürüyor mu, yürümeyi mi düĢünüyor Ruhi Bey “Düşünmesi
daha mı sonra koyuluyor yola / Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki”403
sözleriyle de tedirginliğini belirtir. “Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına…
Ama belli ki sonundayız her şeyin / En sonunda”404
sözleri de son algısının bitimsiz
hüznünü karĢılamaktadır.
Özhan‟ın bu ikili finale değgin kurgusu, Ģiirdeki paradoksal yapıları
pekiĢtirmek adına önemlidir. Ġnsan yaĢıyorken özgürdür umudunu bir anlamda ketler
ve özellikle ölüm/yaĢam, umut/umutsuzluk düalizmini muğlâk bırakarak
alılmayıcıda yeni soru iĢaretleri doğurur.
Burak Özhan, bu yoruma açık bölümü sona saklayarak, umut var bir finalin
arkasından karamsar bir soru iĢaretiyle sonlandırılan ikinci finaliyle de -tek oyuncu
seçiminde olduğu gibi- yine Ahmet Oktay‟ın düĢünce çizgisine yaklaĢmaktadır. Zira
Oktay, kitabın son kısmı ile ilgili olarak Ruhi Bey‟in yeni bir ölüme gittiğini
düĢünmektedir: “Nereye gitti dersiniz? Yeni bir acıdan, yeni bir ağrıdan, yeni bir
ölümden başka gidebileceği yer var mı? Bana kalırsa yok”405
402
Cansever, y.a.g.e, s.96 403
a.g.e, s.97 404
a.g.e, s.97 405
Aktaran: Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog,
Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora
Tezi s.133
113
3.1.1 Karakterlerin Çözümlenmesi
Edip Cansever Ģiirinin ana özelliği, çok kiĢili, dramatik
yapılı oluĢudur Öyle ki buna oluĢum halinde bir tiyatro
yapıtı bile diyebiliriz. Cansever, diyalog kullanmadığı
bir yerde bile bir monolog, olmadı bir iç monolog
üstüne kurar Ģiirini. Böylesi bir dramatik yapıda da
elbette, sadece kendini kullanacak değildir. Pek çok kiĢi
yer alır ben söyleminin ardında. Ġkinci ama
birincisini asla ikinci planda bırakmayan özelliği ise
tam bir kent Ģairi, hatta saf bir Ġstanbul Ģairi oluĢudur.
Ġstanbul dıĢına çıktığında ise bir Ġstanbullu olarak çıkar
ve bir gezmen olarak bakar bulunduğu coğrafyaya. Bir
gerçek Ġstanbullu olarak da Ġstanbul bir kent planı, bir
kartpostal değildir. Onun Ġstanbul'u yukarıda belirttiğim
özelliği ile de örtüĢerek insanları ve kentin de bir insan
gibi algılanmasıyla varlık kazanır. Duyarlık bir yana,
Baudelaire'de Paris nasıl var oluyorsa, Edip
Cansever'de de Ġstanbul aynı Ģekilde var olur.406
Spender, bunların dıĢında, modernlerde „ben‟in bir maskeye ya da bir
personaya dönüĢtüğünü söylemektedir.407
Edip Cansever‟de poetikasında „lirik ben‟i
maskeleyerek, birincil öznenin ardına ikincil özne/ler yaratmıĢtır. Stepan‟dan
Adem‟e, Armenak‟tan Ruhi Bey‟e kadar, yaratılan „dramatik ben‟ler ya da
Cansever‟in personaları, gerçekte Ģairin „maske ben‟lerinden baĢkaları değillerdir.
Cansever, izlek ve temalarını yarattığı bu kiĢiler üzerinden vererek, hem Ģiirin
dıĢında öykü, oyun gibi disiplinlere yaklaĢmakta, hem de kendi ben‟inin
maskeleriyle söyleyiĢini zenginleĢtirmektedir.
ġiirlerimdeki kiĢiler satranç taĢlarına benzerler. Onlar,
düĢsel ya da gerçek, bende olup bitenlerin toplamıdırlar
olsa olsa. Gene de... ġair kendi özel kiĢiliğini Ģiirinin
ardında gizlemesini iyi bilmelidir.408
406
Güven Turan; “Edip Cansever‟in Hayvanları” O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları,
Ġstanbul 2005 s.90 407
Fırat Caner; Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, Türk Edebiyatı Bölümü, Bilkent Üniversitesi, Ankara
2006, s.56 408
Edip Cansever; “ġiir Üstüne SöyleĢi Notları”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009, s.319
114
Edip Cansever -özellikle- izlek ve temalarının belirginleĢtiği Umutsuzlar
Parkı‟yla birlikte Ģiir serüveninde dramatik olana yönelmiĢtir. O nedenle de Ģiirinin
dekoruna, zaman ve uzamına koĢut olarak dramatik kiĢiler yaratmıĢtır. Bu kiĢiler,
“emekçilerin, hatta lümpenlerin çoğunlukta olduğu han, pasaj, atölye gibi”409
mekânlara ait “emekçi sınıf ve kesimin düşkünleşmiş üyeleri(dir)”410
ve Cansever bu
kiĢilerin dramlarını yansılamaktadır.
Veysel Çolak, Edip Cansever‟in Ģiir öznesini boĢlukta sallanan insan olarak
nitelendirir ve ekler: “Acı çeken, sıkıntılı, umutsuz, korkuyla yaşayan ve yapayalnız
bir insan.”411
“Onun şiir özneleri tragedya kişileri gibidir.”412
Cansever‟de Ģiirinde iĢlediği birey ve insan bağlamında, Ģiirinde insanı
toplumda olduğundan çok olabilirliği üzerine ele aldığını belirtir.413
Bir söyleĢisinde
ise “bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da
derinlerine inerek, onun içsel dramını kurcalamak çabasındayım”414
demektedir.
Kendi Ģiirini, içinde yaĢadığımız düzenin kokuĢmuĢluğunu çürümüĢlüğünü
içermeyi amaçlamakta olan bir sergileme, bir saptama Ģiiri olarak nitelendiren
Cansever, Ģiirine çeĢitli tipler yerleĢtirdiğini, bu tiplerin çözülmüĢ, sapık, yeryüzü
asalakları olduklarını söyler. Ayrıca yabancılaĢtırma gibi bazı kavramları
tipleĢtirmeye çalıĢtığını belirtir.415
Ahmet Oktay, Edip Cansever‟i bohemin bir üyesi olarak kabul eder ancak
onun Ģiirini sadece sanatçı bohemi çerçevesinde ele alamayız diye eklemeden
edemez. Marx‟ın boheme karĢı mesafeli ve kuĢkucu olduğuna değinen Oktay,
bohemin daha sonra egemen sınıflara açık bir muhalefet sergileyen grupları ima eden
409
Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip Cansever, Alkım
Yayınları, s.18 410
a.g.e, s.19 411
Çolak, Veysel; Edip Cansever’de Şairin Kanı, Papirüs Yayınları, Ġstanbul 2004, s.68 412
a.g.e, s.69 413
Edip Cansever; “Edip Cansever'le Yeniden Üstüne KonuĢma-Sennur Sezer”, Şiiri Şiirle Ölçmek,
Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.268
Edip Cansever; “ġiir Üstüne SöyleĢi Notları”,Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009,s.317 415
Edip Cansever; “Günümüzde Türk ġiiri Üstüne Bir SoruĢturma”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.352
115
olumlu bir içerik kazandığını belirtir. Cansever‟in de marjinal uzamlarda, emekçi
sınıf ve kesim üyelerinin yanında yer aldığına değinir. Kürk tamircisi, çiçek sergicisi,
otel katibi, garson, dökümcü, fener bekçisi, oltacı, öğretmen, hizmetçi, vb gibi
gündelik yaĢam insanlarının dramlarını iĢlen Cansever‟in kiĢilerinin tam da
Baudelaire‟in söz ettiği bağlamda anti-kahraman olduklarını söyler. Baudelaire‟ci
modern kahraman, suçlular, fahiĢeler, ezilmiĢler, yoksullar, mahkûmlar arasından
seçilmektedir. 416
Bu noktada Baudelaire‟ci kahramandan söz edilmiĢken, Ruhi Bey‟i Walter
Benjamin‟in Flâneur kavramıyla birlikte okumanın olanaklılığına değinilebilir.
“Flâneur, Fransızcada avare gezinen anlamını taşıyan bir sözcüktür ancak
Benjamin bu sözcüğü bir temel kavram niteliğine dönüştürerek, yaya dolaşırken,
aynı zamanda çevre izlenimleriyle düşünce üreten kişi anlamında kullanır.”417
Benjamin, eğer pasajlar yapılmasaydı Flâneur gibi dolaĢmanın önem
kazanması herhalde çok güç olurdu der ve pasajların kendi baĢına bir kent, küçük bir
dünya olduğunu söyler. “Flâneur‟ün evi, işte bu dünyadır; Flâneur, gezmeye
çıkanların ve tütün tiryakilerinin, her meslekten olanların en sevdikleri yerin
vakanüvisine ve filozofuna kavuşmasını sağlar. Kendisi için ise aynı yer, belli bir
sıkıntıya karşı, başka deyişle halinden memnun, gerici bir yönetimin sahtekâr
bakışları altında kolayca filizlenebilen bir sıkıntıya karşı ilaç gibidir.”418
Ruhi Bey‟de bir anlamda pasaj kültürünün simge kiĢisidir. Çiçek Pasajının,
Krepen Pasajının değiĢmez müdavimlerindendir. Hatta Ruhi Bey karakteri Krepen
Pasajında oluĢmuĢtur. Cansever‟e Ruhi Bey‟i oluĢtururken esin kaynağı olan rol
modelde Pasajın bir avaresidir.
Bir gün Krepen Pasajında bir baĢıma oturuyordum. Yazdı,
hava sıcaktı. Pasaj da oldukça tenhaydı. Dipte, köĢede bir
garson uyukluyordu. Diyebilirim ki, Ģiirime bir dekor hazırla-
nıyordu sanki. Nitekim biraz sonra ilk oyuncu sahneye girdi.
416
Ayr. bilgi için: Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip
Cansever, Alkım Yayınları, s.18-20 417
Benjamin, Walter; “XIX. Yüzyılın BaĢkenti Paris”, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, Yapı Kredi
Yayınları, Ġstanbul 2009, s.92 418
a.g.e, s.131
116
Pasaj'a sık sık gidenler iyi bilirler, sakalları uzamıĢ, saçları dö-
kük ve yağlı, askılı pantolonunu karnının üstüne kadar
çekmiĢ, omzunda birkaç kemerle dolaĢan ve kimselerle
konuĢmayan bir adam vardı. Daha önceleri çok gördüğüm
halde ilgimi pek çekmeyen bu adam, dıĢarıdaki masalardan
birine, tam karĢıma oturdu. Dikkatle izlemeye baĢladım.
Kendi kendiyle konuĢur gibi dudaklarını hafiften
kıpırdatıyordu. Bir kadeh içki verdiler, içti. Birdenbire Ruhi
Bey'i, daha yazılmamıĢ olan Ruhi Bey'i bulduğumu anladım.
Çocukluğumdan, gençliğimden ve "Ģimdi"lerden sıyrılarak
onun dünyasıyla özdeĢleĢtim. Eve döndüm, ilk notlarımı
yazdım.419
Baudelaire‟in Flâneur‟ünün Paris sokaklarında dolaĢması gibi Cansever‟in
Flâneur‟ü Ruhi Bey‟de Ġstanbul sokaklarını arĢınlar. TepebaĢı‟dan Pera‟ya,
Balıkpazarı‟ndan Galata‟ya, özellikle Beyoğlu‟yu, onun ara ve arka sokaklarını
mekân edinir. Cansever Ģiiri daha çok sorgulayan ve anlatıya dayalı bir Ģiirdir. Zaten
Ruhi Bey‟de baskın baba figürü ile tacizci üvey anne imgesinin yapıĢkan imgelerinin
travmatik izlerinden kurtulmakla meĢguldür. Buna karĢın, ölüm/yaĢam paradoksu
bağlamında, geçmiĢin bunaltı, sıkıntı, sarsıntılarının karĢısına simgesel ölümü
getirerek, kurtarıcı bir yeniden doğuĢu formüle eder. “Yaşamı besleyen ölüm”420
düĢüncesi, „insan yaĢıyorken özgürdür‟e dayanır. Kendi çıkıĢ yolunu bularak varlık
hakkını edinen Ruhi Bey‟in ürettiği bu düĢüncede az Ģey olmasa gerek.
Çiçek Sergicisi, Cansever‟in Ģiirinde Ruhi Bey‟in sayıklama olarak
nitelendirilebilecek olan anımsamalarını yaĢadığı ilk anlatı bölümlerinden sonra
gelen ilk anlatıcıdır. Özhan‟ın kurgusunda ise oyunun ilk anlatıcısıdır. Ruhi Bey‟le
ilgili merak öğesini ilk olarak o baĢlatır. Anlatımındaki ikilemli tutumda ayrıca
merak öğesini katlamaktadır.
419
Edip Cansever; “ġiir Üstüne SöyleĢi Notları”,Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009,s.317 419
Ayr. bilgi için: Edip Cansever; “Günümüzde Türk ġiiri Üstüne Bir SoruĢturma”, Şiiri Şiirle
Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.352 419
Ayr. bilgi için: Ahmet Oktay; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”, O Ben ki: Edip
Cansever, Alkım Yayınları, s.18-20 419
Edip Cansever; “YaĢamlarında Ġlklerle Sanatçılarımız”, Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları,
Ġstanbul 2009, s.352 420
Ayr. Bilgi için: Edip Cansever; “Edip Cansever‟le YaĢamı Besleyen Ölüm Üstüne”, Şiiri Şiirle
Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009, s.271-299
117
Çiçek Sergicisi, Ruhi Bey‟i „Ģimdi‟sinde konumlamak açısından önem taĢır.
Ayrıca -her iki kurguda da- Ruhi Bey‟in daha sonra tanımlayacağı baba figürünü,
Ruhi Bey‟le aynı çizgide betimler.
Çiçek Sergicisi, oğlunun yanında kalan (“Ben şimdi oğlumun yanında
kalırım”421
), oldukça yaĢlı birisidir (“Şimdi ben çok yaşlıyım
Şimdi ben nedense çok yaşlıyım”422
). Oğlu ile arasındaki kuĢak çatıĢmasına da
değinir.
Ben Ģimdi oğlumun yanında kalırım
Onun kırmızı yapraklardan yapılmıĢ
Bir zaman dıĢılığı vardır
Beni anlamaz
Anlamaz, niye anlasın
AnlaĢılmak! -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz.423
YaĢlılığının sonucu hafıza sıkıntısı yaĢamaktadır; o nedenle de anlatısının
büyük bölümü anımsamaya yöneliktir. Net olarak anımsadığı iki tarih ölen eĢiyle
ilgilidir.
Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
Karım göğsüme takmıĢtı…
Bin dokuz yüz kırk üçte biri öldü
Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düĢtü
DüĢünce öldü
Bir ölülük sindi ellerime
Bir ölülük bana sindi. 424
Ruhi Bey‟i belki en eski tanıyan anlatıcı Çiçek Sergicisi, iki ayrı Ruhi
Bey‟den söz eder: Travmalarıyla yaĢayan eski Ruhi Bey ve ölülerini gömen yeni
Ruhi Bey. Ayrıca Ruhi Bey‟in babasını da tanıdığını söyleyen Çiçek Sergicisi, onu,
Ruhi Bey‟inde sonra sonra tanımlayacağı gibi çizmeleri ve kırbacıyla tarif eder.
Çiçek Sergicisi‟nin “Bir gün de bir demet karanfilim yandı / Bir demet karanfilin
421
Cansever, y.a.g.e, s.38 422
a.g.e, s.36 423
a.g.e, s.38 424
a.g.e, s.36,37
118
penceresi, kapısı / Nedense yandı”425
sözleriyle Ruhi Bey‟in yaktığı konak
iliĢkilendirilebilir.
Oyunun en dramatik tiplerinden biri olan Çiçek Sergicisi, karanfili, kendine
anahtar sözcük edinmiĢtir. Hemen her olayda bir karanfil iliĢkisi kurar. Ondaki bu
karanfil saplantısı, karanfili eĢiyle özdeĢleĢtirmiĢ olmasına bağlanabilir. Denilebilir
ki karanfili, eĢinin ruhuna yeni bir beden olarak kabul etmiĢtir.
“Acımayı, sevinmeyi unutmuĢ, ölüme iyice yakın” Çiçek Sergicisi‟de eĢinin
ölümünün travmasını taĢımaktadır. EksilmiĢ sözlerinden belli belirsiz bir acı damlar.
Cansever‟in azınlıktan olan kiĢileri, henüz kuramsal içeriği bilinmeyen
ötekilik düĢüncesi çizgisinde kullandığına değinilmiĢtir. Kürk Tamircisi Yorgo, eĢi
ve yanlarında çalıĢan Anjel‟de azınlık kesimin insanlarıdır.
Yorgo, küçük bir dükkânda kürk tamirciliği yapmaktadır. Modern bireyin
içine düĢtüğü yalnızlaĢma, yabancılaĢma gibi sorunlar onları da sarmıĢtır. Bireyin
kendine dönüklüğü ön plana çıkar.
Hemen hemen hiç konuĢmayız - içersi biraz loĢtur -
Yoktur ki ne konuĢsak yıllarca konuĢmuĢuz.
Ama baksak ki birbirimize arada
- Yorulunca iĢten bakarız da -
Sanki herkes yeni bir haber getirmiĢ gibidir
Öyledir öyledir
Yüzlerimiz ona göre kesilmiĢ
Ona göre biçilmiĢtir
Çünkü insan yalnızken kat ettiği yollardan
Ne zaman geri dönse yeni bir haber getirir
- Doğrusu kentlerden kentlere mektuplar da böyle
sessiz gider -
Ve dıĢardan biri geçse gözlerimiz ona dikilir.426
425
a.g.e, s.38 426
a.g.e, s.51-52
119
Yorgo, kendinden fazla söz etmez. Ruhi Bey‟le karakolluk olduğu olayı
anlatır. AnlaĢılan o ki Yorgo, Ruhi Bey‟den pek hoĢlanmaz: “Cin gibidir, nereden
geldiği bilinmez / Dükkanın önünde durur / Tam şurada dikilir / Git dersin
gitmez.”427
Yine Yorgo‟nun Anjel‟e karĢı küçük bir öfkesinin olduğu söylenebilir.
Anjel‟e nasihat ettiğinden, ancak onun kendisini dinlemediğinden hayıflanır.
Anjel, derim, bak kızım Anjel
- Söylerim, dinlemez -
Yeni evlisin, kocan ne der
- Hiçbir Ģey demez!428
Daha baĢtan, ısınmıĢ parke yolun kokusunu duyarak demek ki ben mutsuzum
diyen Meyhane Garson‟unun anlatısı son iki dizeye kadar bu minval üzere devam
eder. Sabah iĢine giderek rutin iĢlerine devam eden “sayılmayan bir adam(dır).”429
Ġlk defa söz hakkı almıĢçasına içini döken Garson, anlatısı boyunca mutsuzluğundan
söz eder. Ruhi Bey‟e sadece son iki dizesinde değinir: “Evet, gelirdi / Ruhi Bey mi
dediniz, evet, gelirdi.” 430
Meyhane Patron‟u kendi için Ģöyle böyle bir adamım demektedir. Kadınlara
düĢkün olduğuyla söze baĢlar, herkesle bir olup kiĢiliksiz kaldığını söyleyerek devam
eder. Patron‟da kendinden çok Ruhi Bey‟den söz eder.
Çiçek Sergicisi‟nin imlediği Ruhi Bey‟in bölünmüĢ benliğine Patron‟da
vurgu yapar: “Ruhi Bey uzaklara bakar / Sanırsınız ki işte çok uzaklarda bir Ruhi
Bey daha var.”431
Patron, Ruhi Bey‟le ilgili önemli bilgiler verir. “Bu meyhaneyi
yirmi yıldır işletirim / Doğrusu Ruhi Bey gibisini hiç görmedim”432
der. Ruhi Bey‟i
dört mevsimin karıĢımı gibidir diye özetleyen Patron, onu MısırçarĢısı'nda baharatçı
dükkânlarına benzetir.
Binlerce Ģeydir çünkü Ruhi Bey
427
a.g.e, s.54 428
a.g.e, s.54 429
a.g.e, s.43 430
a.g.e, s.45 431
a.g.e, s.47 432
a.g.e, s.49
120
Nanedir, ada çayıdır, zencefildir
Bu çevrede herkes onu tanır
Bana sorarsanız tanımaz.433
Patron‟a göre Ruhi Bey, ince ve soylu birisidir. DıĢ görünüĢüyle ilgili olarak,
hep aynı elbiseyi giyer, yazın ceketini çıkarır, kravatı ip gibidir der. Bir cep saati
vardır der ama zamanla iĢi olmadığını ekler.
Genelev Kadını, sadece Ruhi Bey‟i anlatır. Kendisine bir defa gelen Ruhi
Bey‟den oldukça etkilenmiĢtir; ondan hayranlıkla söz eder: “bir İsa tasviri gibi
uçumluydu, güzeldi,”434
“Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi / Sıcaktı,
inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli.”435
Genelev Kadını, Ruhi Bey‟le olan cinsel birleĢmesini, vuran ezen, öldüren”
diye tanımlar. Devrim Dirlikyapan, Genelev Kadını‟nın bu Ģiddetten hoĢlandığını
söyler.
Ruhi Bey‟in bu “Ģiddetli” iliĢkisine rağmen, ona
hayranlık besleyen ifadeleriyle dikkati çeker. “Gün ıĢığı
gibiydi”, “bir Ġsa tasviri gibi uçumluydu, güzeldi” gibi
benzetmeler kullanır. Ruhi Bey‟in kendisine acı
vermesinden hoĢlanmıĢtır ve bunu o gittikten sonra
düĢlerinde de sürdürür: “Bir daha gelmedi, hayır, bir
daha hiç gelmedi / Ama onunla ben / Ne zaman
istedimse o zaman yattım.”436
Otel Kâtibi, “kendine ve topluma yabancılaşmanın en yoğun görüldüğü”437
karakterdir. Otel Kâtibi‟nin anlatısı sorgulama üzerine kuruludur. Gün nedir, insan
nedir, terlik nedir gibi anlamlı, anlamsız sorular sorar: “ki otel kâtipleri sorar”438
433
a.g.e, s.49 434
a.g.e, s.60 435
a.g.e, s.61 436
Murat Devrim Dirlikyapan; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik Monolog, Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007 YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
s.140 437
Kayhan ġahan; Edip Cansever’in Şiirinde Anlatı Öğeleri, Ġstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2007 YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, s.113 438
Cansever; y.a.g.e, s.81
121
Eskiyim, renksizim, kimsesizim diyen Otel Kâtibi, mutsuz bir yaĢam
sürmektedir. Papazlardan, homoseksüellerden hatta kendinden iğrenmesi de bu
mutsuzlukla ilintilidir. Mutsuzluğu, hayata bakıĢını temelden etkiler.
Anlamadığım Ģu
Ben neden bir otel kâtibiyim
Eskiyim, renksizim, kimsesizim
YontulmuĢ kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
Kız kurularından ve saldırgan dullardan
Ve yaĢlı adamların sararmıĢ dudaklarından
Ve deli saraylılardan, onların aybaĢı kokularından
Kendimden kendimden
Ve nedendir ki ben
SararmıĢ bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.439
Otel Kâtibi mesleğinden de memnun değildir. Odalarında hamam
böceklerinin bulunduğu pis yatakları olan; sokak kadınları, sokak çalgıcılarının,
serserilerin gelip kaldığı kötünün kötüsü bir otel diye tanımlar çalıĢtığı oteli.
Bilirim kötünün kötüsü bir oteldir burası
Odalarında hamam böcekleri, sinekler
Pis yataklar, lekeler, sararmıĢ çatlak lavabolar
Peki, bir insan nedir
Sorarım - ki otel kâtipleri sorar -
Bir gün gittikçe ufalıyordum
DüĢ müydü, gerçek miydi, iyi bilemem
OturmuĢ bir küvete kuruyup kayboluyordum.440
Bu kötünün kötüsü otele Ruhi Bey‟in de geldiğini anlatır Otel Kâtibi ve Ruhi
Bey‟le ilgili bilgiler verir:
Evet, ara sıra Ruhi Bey de gelir
Kan renginde gelir, yolunu ĢaĢırmıĢ bir böcek gibi gelir
Sapından eğilmiĢ bir gelinciğin öğle uykusu gibi
Çocuksu hafif
Tam bizim otelliktir
Sanırım elbisesiyle yatar, ayakkabılarıyla
439
a.g.e, s.78 440
a.g.e, s.81
122
Sabah olunca erkenden kalkar
Ve kalkar kalkmaz baĢlar içmeye, doğrusu pek
anlayamam
Uçak saatlerini sorar, lüks lokantaları sorar bir de
Pek anlayamam
ġu var ki, kendiyle eğlenir gibi sorar
Elinde vapur tarifeleri, kataloglar
At yarıĢı listeleri
YanaĢır pencereye, ıĢığa tutar birer birer hepsini
- Otel her zaman loĢtur -
Bakar bakar bakar.
Nemli bir havlunun yere bırakılıĢı gibi
Çöker bir iskemleye sonra
- Çoğu zaman böyle yapar -
Sokağa bakar aralıksız
Öyle bakar ki, sokakta bir Ģeyler olmuĢ sanırsınız.441
Cenaze Kaldırıcısı Adem, Ruhi Bey‟den söz etmeyen tek anlatıcıdır. Adem
karakteri düĢ ile gerçek arasında gider gelir. Bazen ölümün kendisiyle
iliĢkilendirilebilir nitelik taĢır ancak somut yönleri de oldukça çoktur. “Gelmesine
geliriz, birazcık gecikiriz / Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz / Ben o kadar
iyiyim”442
derken adeta ölümün yerine geçer. Cansever‟in kutsal metinlere olan ilgisi
göz önüne alındığında, Dirlikyapan‟ın da ilk insan Adem‟le iliĢkilendirmesi
anımsandığında Adem‟i ölümün alegorik kiĢisi olarak okumak mümkün.
Somut olarak ele alındığında Adem, önceleri çelenk taĢıyan, sonraları cenaze
kaldırıcısı olmuĢ birisidir. Cenaze kaldırıcılığına baĢladıktan sonra insanların
kendinden uzaklaĢtığını, yalnızlaĢtığını söyler. O nedenle de içkiye baĢlamıĢ, alkole
sığınmıĢtır.
Bir karım, iki çocuğum, dört kiĢiyiz
Kimseler bizimle konuĢmaz
Mahallede kahveye çıkmam, anlarsınız
Giderek alıĢtım içkiye de
Demin de söyledim ya, iyi adamımdır
Benden kötülük gelmez.443
441
a.g.e, s.82,83 442
a.g.e, s.91 443
a.g.e, s.94
123
Oyunda, gerek Ruhi Bey‟in kendini anlattığı monologlarla, gerekte diğer
anlatıcıların çizdiği profilleriyle, birbirinden ayrı Ruhi Bey‟ler ortaya çıkmaktadır.
ġiirde bir tek Ruhi Bey değil, çeĢitli Ruhi Bey‟ler
sunulmaktadır. ĠçselleĢtirilmiĢ patolojik nesne iliĢkileri
nedeniyle farklı benleri her an devreye girebilmesi,
Ruhi Bey‟in durumunda ĢaĢırtıcı olmaktan çıkar. Bu
durumda diğer anlatıcılar için Ruhi Bey, her an değiĢen
farklı kiĢiliklerin toplamı haline gelir.444
Söz edildiği gibi Ruhi Bey kendini kapalı, soyut bir dille anlatmaktadır. Bu
anlatım üslubu da onu tanımlamayı zorlaĢtırmakta, müphem kılmaktadır. Üstüne bir
de her anlatıcının gözünden farklı anlatımlarla aktarılan Ruhi Bey profilleri
eklenince, büsbütün muğlak bir karakter ortaya çıkar.
Ruhi Bey, bir yandan çocukluk ve ergenlik dönemlerinin trajik
deneyimleriyle hesaplaĢmakta, bir yandan da kentleĢmenin yanında getirdiği
sorunlarla, modern bireyin içine düĢtüğü yalnızlaĢma, yabancılaĢmayla
boğuĢmaktadır. “Ruhi Bey, kendisini içinde yaşadığı topluma ve geçmişe bağlayan
her şey ile çatışmakta, hayatın anlamsızlığını sürdürdüğü yasama biçimiyle ortaya
koymaktadır.”445
Ruhi Bey‟in anlatısının neredeyse tamamı anımsamaya yöneliktir. Bu nedenle
de Ruhi Bey‟i „Ģimdi‟sinde konumlamak güçtür. Onda, geçmiĢ ile Ģimdi zaman
zaman aynılık kazanır: Belleğe doğru çıkılan yolculuk zamandizinini tersyüz eder.
Ruhi Bey, konakta yetiĢmiĢ, iyi eğitim görmüĢ birisidir. Giderek batılılaĢan
bir toplumun çağdaĢ bir bireyi olarak onun da batı güdümünde olduğu rahatlıkla
söylenebilir. Ġlk elden, batı etkileĢiminin yaĢamında önemli yer tuttuğu görülür.
(Puro içer, Fransız dergileri karıĢtırır, kirazla rakı içer, Viyana lokantasında kremalı
ahududu, soğuk et, likörle kahve alır.446
) gerçekte, giyimine özen gösteren, boynunda
444
Serdar, y.a.g.e, s.79 445
Kayhan ġahan; Edip Cansever’in Şiirinde Anlatı Öğeleri, Ġstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2007 YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, s.53 446
Cansever; y.a.g.e, s.29,33
124
menekĢe rengi papyonu, sarı ince bıyıklarıyla oldukça yakıĢıklı Ruhi Bey tam bir
Ġstanbul beyefendisidir. Ancak bu noktada Ruhi Bey‟i „Ģimdi‟sinde
konumlayabilmenin güçlüğü bir kere daha ortaya çıkar. Çünkü Ruhi Bey, -Ģiirde- bu
türden yaĢantıyı temsile eden konağı yakarak bambaĢka bir yaĢama sürüklenmiĢtir.
Aristokrasinin içinden, gün günden tükenen bir çizgide tırnak içinde lümpene dahil
olur. Ölülerini gömmek, travmalarından kurtulmak için konağı yakan Ruhi Bey,
özgür olmak adına statüsünü de gömmüĢtür.
Bu noktada Ruhi Bey‟in baĢka bir trajedisiyle karĢılaĢılır. Konumundan
edilmiĢ bireyin tutunma çırpınıĢları, „mülkiyetsiz‟in çevreninde tutunamayana
döndürür Ruhi Bey‟i.
Ruhi Bey‟in belleğinden, “Çıkarken boy aynasında kendime baktım /
Oldukça yakışıklıydım / Gömleğim temizdi, beyaz ceketim / Tertemizdi ve
ayakkabılarım / Pantolonum ütülü / Yelek cebimde ince altın bir zincir… Boynumda
menekşe rengi bir papyon”447
diyerek tarif edilen Ruhi Bey, „Ģimdi‟ de hep aynı
elbiseyi giyer,448
ceketi eskidir.449
Büyüdüğü konak çoktan yanmıĢtır, kendisi
kötünün kötüsü bir otelde kalmaktadır ancak otel katibine lüks lokantalarını, uçak
saatlerini sorar.450
Ruhi Bey kendi „Ģimdi‟sinde değildir. O, ya geçmiĢin mutsuz ama
statüsünü koruyan Ruhi Bey‟idir ya da Ģimdinin geleceğe bakan yönünde mutlu Ruhi
Bey‟i düĢleyen statüsünü kazanmıĢ Ruhi Bey‟dir. Bu durum, Ernst Bloch‟un
eĢzamansızlık diye açıkladığı, “her insan kendi şimdisinde var değildir”451
dediği
paradoksal iliĢkiler düzeniyle açıklanabilir.
447
a.g.e, s.31 448
a.g.e, s.48 449
a.g.e, s.60 450
a.g.e, s.82 451
Aktaran: Moretti; y.a.g.e, s.43
125
3.2 Dekor Tasarımı Yorumu
Hiç kuĢkusuz Ģiirden devĢirilen bir metnin baĢkalaĢım boyutları ne denli
büyük olursa olsun, Ģiirin kendine özgü dilinden koparılması kabul edilemez. Ġmgeyi,
çağrıĢımı, metaforu, kısacası büyüyü yok etmemek bu baĢkalaĢım sürecinin en dikkat
taĢıması gereken öğelerindendir.
Kendisine, her Ģeyden önce metni, dramatik aksiyonu çıkıĢ noktası olarak
alan sahne tasarımcısının da benzer türden devĢirme metinlerde, dikkate alması
gereken baĢka öğeler de bulunur. “Ġmgeleri kim dinler”* böylesi bir durumda fazla
kolaycı bir yaklaĢım olacaktır. Oysa oyunculuğundan müziğine, dekorundan
kostümüne, ıĢığına kadar uyumlu bir bütünlük halinde ilerlemesi gereken tiyatroda,
dekor da gereksindiği kavramı, sözgelimi Ģiiri kendi diliyle oluĢturabilmelidir.
Dolayısıyla Cansever Ģiirin de baĢat öğeleri olan imge, metafor, çağrıĢım ve nesnel
karĢılık sahne uzamında plastik olarak yerini almalıdır.
Denis Bablet, “güzel bir dekorum mutlaka iyi bir dekor olması gerekmediği
ne denli tekrarlansa azdır”452
der. Bu çalıĢmanın uygulamasında da güzel kavramı,
bir dekorda olması gerektiği koĢullarda, iĢlev ve yarar ile birlikte plastik estetik
gözetilerek var edilmeye çalıĢılmıĢtır. Esasen tasarımı diğer sanat dallarından ayıran
en önemli özelliklerinden biri de budur. Bir sanat yapıtının ilk elden estetik olmak
zorundadır. Oysa tasarım nesnesi özü gereği önce iĢlev gereğini yerine getirmek
sonra estetik olmak durumundadır.
Teknik ve sanatın paylaĢtığı bir diğer ortak özellik her
ikisinin de ilkesel olarak ancak bu estetik olabilmesidir.
Ancak bu özellik ikisi arasındaki önemli bir ayrılığa da
iĢaret eder. Bir sanat yapıtı özü gereği estetiktir. Teknik
ürününde ise ilk planda önemli olan iĢlevselliktir.
ĠĢlevsellik tekniğin ereğini oluĢturur.453
* Bir Enis Batur Kitabı (Yapı Kredi Yayınları) 452
Denis Bablet, “Dekor Sözcüğü Zaman AĢımına UğramıĢtır”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi,
1966, Sayı.178 s.971 453
Ġsmail Tunalı; Tasarım Felsefesi, YEM Yayın, 3. Baskı, Ġstanbul 2009, s. 32
126
Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın oyun-metninde, tasarım sürecinin en önemli
handikaplarını metnin Ģiiri ve tek oyuncu kurgusu oluĢturmuĢtur. Elbette her oyunun,
tasarımın önüne koyduğu ketler olur ve genel anlamda da bu ketler doğurganlığın
ateĢleyicisi olurlar.
Dramatik aksiyonu tek baĢına sırtlanan oyuncu, sahnede devinerek seyirci
algısını diri tutmayı gereksinir. O nedenle de tasarımın oyuncuya alan yaratması
önem kazanır.
Aksiyonu gerçekleĢtiren oyuncu ile sahne tasarımı
arasındaki uyum, yetmiĢli yıllarda Çek yönetmen ve
tasarımcı Joseph Svoboda tarafından vurgulanmıĢtır.
Aksiyon Tasarımı olarak bilinen kavram, oyuncunun
aksiyonunu tamamlayan bir dekor anlayıĢı üstüne
kurulmuĢtur. Mekân ile oyuncu kaynaĢmalı, tasarımla
sahnedeki oyun iç içe geçmelidir.454
Joann Green: “Dekor fotoğrafa benzemez. Dekor göründüğü zamanki alkış,
herhangi bir başarılılığın göstergesi değildir. Dekor amacına, ancak oyunun
aksiyonu ilerlediğinde ulaşır. Ne başlamadan önce ne de bittikten sonra…”455
demektedir. Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın sahne tasarımında da dikkat edilen en önemli
noktalardan biri de güzellik adına iĢlevin örselenmesini engellemektir. Ġlk perdede
tek oyuncunun canlandırdığı altı farklı rol kimliği sahneye çıkacak ve mekânda farklı
yerleri kullanarak oynayacaktır. Dolayısıyla sahnede yeteri kadar boĢ alan
oluĢturmak gereksinimi doğmaktadır. Ayrıca Ģiirsel atmosferin devam ede gelmesi
de sahneyi düĢ-gerçek bir uzama dönüĢtürme istencini taĢımaktadır.
Oyunda dekor kadar nesnede önemli yer tutar. Gerek Cansever Ģiirindeki
nesnel karĢılığı taĢıması gerekse sahne tasarımındaki rolünü karĢılaması anlamında.
Patrice Pavis, “nesne yalnızca bir aksesuar olmadığı gibi, dekorun, oyuncunun ve
gösterimin bütün öteki plastik değerlerinin temelini oluşturduğu düşüncesini
454
Servet Aybar; “Sahne Tasarımında Dramatik Aksiyonun Belirleyiciliği”, Tiyatro Araştırmaları
Dergisi, Sayı:17, Ankara 2004, s.69 455
Aktaran: a.g.e, s.69
127
uyandırarak, temsilin merkezinde ve yüreğinde yer alır”456
der. Bu yüzden oyunda
çiçek sergicisinin seyyar tezgâhından, meyhane patronunun masa-sandalyesine,
sokak lambasından çarklara, Ruhi Bey‟in cep saatine kadar, nesne, “tıpkı uzam gibi
temsilin geri kalanı için sıklıkla bütünleştirici dizge, odaksal parametre noktası
oluşturur; izleyici onu işaret noktası, iki an ya da iki uzam arasındaki sınır olarak
değerlendirir.”457
Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın eksen kiĢisi Ruhi Bey‟dir; diğer anlatıcılar kendi
trajedilerine, yaĢamlarına değinseler de aslında Ruhi Bey‟den söz etmek için
vardırlar. Ondan tek söz açmayan kiĢi Adem‟de onu ölüm kavramıyla imlemektedir.
Ruhi Bey dıĢındaki her anlatıcı alt tabakadan, çalıĢan kesimdendir.
Oyun genel olarak dıĢ mekân gereksinmektedir. Ki Edip Cansever Ģiiri de
Ġstanbul‟un kent manzaralarıyla ve o kentin insanlarıyla örülüdür. Çiçek Sergicisi,
daha çok karanfil satan yaĢlı bir seyyar satıcıdır. Oyunun tasarımında nesne olarak
kullanımına verilen eskimiĢ arabasıyla sokak sokak gezinerek çiçek satar. Meyhane
Garsonu iĢte ısınmıĢ parke yolun kokusu diye baĢlar anlatısına. -dıĢarıda olduğuna
bir gösterge- Cenaze Kaldırıcısı Adem için iç mekan dıĢ mekan gereksinimi yoktur.
O düĢ-gerçek bir atmosferde oynar. Sahneye iki adet içi boĢaltılmıĢ demir
konstrüksiyondan tabutla gelir. Otel Kâtibi de zaten çalıĢtığı oteli de, mesleğini de
sevmez. Fırsat buldukça kendini resepsiyondan dıĢarı attığı düĢünülebilir. Patron için
dekorda meyhane olarak belirlenen yerin önüne, yani meyhanenin kapı önüne bir
masa koyulmuĢtur. Oyunda iç mekâna gereklilik duyan tek kiĢi Yorgo, küçük bir
kürk tamiri dükkânının sahibidir. O‟da kendi anlatısını oynarken meyhane
kısmındaki masa ve sandalyeyi alarak kendine bir iç mekân oluĢturur.
Ruhi Bey ise yetiĢtiği konağı yaktıktan sonra mülkiyetle iliĢki kur/a/mamıĢ,
dolayısıyla sokakta var olan bir karakterdir. Ruhi Bey‟i, -özellikle Flanéur okuması
üzerinden baktıktan sonra- bir iç mekâna sıkıĢtırmanın oyunun doğasına aykırı
geleceği ortadadır. Ruhi Bey, zincirlerini kırmaya, ölülerini gömmeye, geçmiĢinin
456
Patrice Pavis; Gösterimlerin Çözümlemesi, çev: ġehsuvar AktaĢ, Dost Kitabevi, Ankara 2000,
s.215 457
A.g.e; s.222
128
izlerini yok etmeye çalıĢan aĢkın kiĢiliktir. Elbette köĢeye sıkıĢtırılmıĢ, bastırılmıĢ
yönleri fazladır ancak kurgusal zamanın „Ģimdi‟si onun tamda kurtulmaya baĢladığı
„süre/ç/‟de akmaktadır. Bu nedenlerle de uzam dıĢ mekân olarak tasarlanmıĢtır.
Oyunda Ruhi Bey‟in travmalarını anımsama ve sayıklama bölümlerinin
yaĢandığı bastırılmıĢlık, sıkıĢkanlık durumları yine tasarımın formlarıyla çözülür.
Sahne önünden sahne arkasına doğru giderek küçülen, devrilen bir perspektifle
eğimli olarak tasarlanan dekor elemanları aynı zamanda arkaya doğru daralan,
sıkıĢan bir yerleĢtirmeyle sahnededir. Sayrılı Ruhi Bey, köĢeye sıkıĢmıĢ
monologlarını bu daralan bölümlerde oynamaktadır. Ayrıca belleğine dönüĢ yapan
Ruhi Bey‟in bu sayrılı hali, ters ıĢıkla yarı geçirgenleĢen dekorun arkasında beliren
siluetler onun cinnetin eĢiğindeki bu hallerini destekler niteliktedir.
“Biz ki bir bütünün parçalarıyız ”458
diyen bu karakterler, aynı çevrenin,
hatta aynı sokağın insanları olarak düĢünülmüĢtür. Küçülen perspektifle verilen
dekor elemanları da uzunca bir sokağın iki yanını temsil etmektedir. KarĢılıklı
ikiĢerden dört geçiĢ bulunan dekordaki bu boĢluklar aynı zamanda kürk tamircisinin,
otelin, meyhanenin ve genelevin giriĢ kapılarını oluĢtururlar.
Transparan iĢlevli olarak düĢünülen dekor tasarımı genel ıĢıkta opak
durumdayken ters ıĢıkta yarı geçirgen bir duruma dönüĢerek arkasındaki siluetleri
açığa çıkaracaktır. Özellikle Ruhi Bey‟in düĢ-gerçek karıĢımı ve sayrıl
monologlarında kullanılacak bu özellik bir anlamda Ģiirdeki somut-soyut iliĢkisini
ters-yüz ederek metindeki düĢ-gerçek iç içeliğini destekleyecektir.
Giderek küçülür, devrilir bir görüntü taĢıyan dekor, Ruhi Bey‟in tükenen,
bitimin eĢiğindeki varlığını imlemektedir. Öyle ki Ruhi Bey‟de Varlıktan Yokluğa
uzanan durum dekorda da karĢılığını bulmaya çalıĢır. Sahnenin solunda yer alan çift
ampullü sokak lambası, uzamda oluĢturulması istenen sokak algısını
kuvvetlendirirken aynı zamanda da ampulünün birinin sönük olmasıyla varlık-
yokluk, umut-umutsuzluk, ölüm-yaĢam paradokslarına atıfta bulunur. Ġkinci perdede
458
Cansever; y.a.g.e, s.106
129
sahneye getirilen büyükçe, çarkları paslanmıĢ saat ilk elde zaman algısını gösterir.
Büyük, paslı çarkların önünde incecik kalan akrep ve yelkovan iĢleyen çarkların
altında öğütülmenin trajedisini yaĢa/t/maktadır. Gerçekte zamanın bir çevrim olarak
ölçülmesinin nesnesinden baĢka bir Ģey olmayan saat, oyunda Ruhi Bey‟in
çocukluğuyla, ilk gençliğiyle hesaplaĢmasının, geçmiĢteki travmalarının izlerini yok
etme arzusundaki soyutluğun somutlanmıĢ durumudur. Zamanı tersine çevirme
dürtüsü, kimi zaman ondan öç alma boyutuna ulaĢmaktadır. Ayrıca, Cansever
Ģiirinde yer yer gerçeküstüne yöneliĢi kullanıma sokması, nesnelleĢtirmesi adına
önem kazanmaktadır.
Sahne uzamında var edilen plastiğin iĢlev boyutunda yaracılığının göz önünde
bulundurulduğu kadar, biçim ve biçeminde, imge, metafor, Ģiirsel atmosfer gibi
metinde var olan öğeleri taĢıması da düĢünülmüĢtür: Cansever‟in Ģiirine Ģiar edindiği
nesnel bağlılaĢık kuramı, yani Ģiirdeki duygunun nesnel karĢılıklarını bularak Ģiirine
bir tür dekor oluĢturma anlayıĢı gibi, sahne tasarımında da nesnel karĢılığı somut
anlamda, nesneyle uzama dâhil etmek. Bu anlamda Cansever‟i Ģiirine dekor
oluĢturan bir sözcük dekoratörü olarak görmek mümkün olacağı gibi sahne
tasarımında da tiyatral plastiğin diliyle Ģiiri yen bir dilden söylemenin
mümkünlüğüne değinilebilir.
Bu tasarımın yorumunda anlatılanların baĢarılıp baĢarılamaması baĢka
konudur. Esasen bir sanatçının yaratı sürecine giriĢirken en büyük güvencesi
yenilgiyle yüzleĢebilmeyi göze alabilmesidir. Bir sahne tasarımının baĢarısının,
baĢta, sahnenin isterlerini karĢılamak; sonra, -özelde- yönetmen ve oyuncunun, -
genelde de- alımlayıcının beğeni ve ilgisini toplayabilme yetkinliği olduğuna inanan
bir tasarımcı olarak, benim en büyük güvencem: “İyi tasarım yapabilmek için önce
kötü tasarım yapmak gerektiğine inanan ve yaptığı tasarımların yarısından fazlasının
kötü olduğunu iddia eden”459
, “sahne tasarımlarının şairi”460
usta tasarımcı Fabiá
Puigserver‟in alçak gönüllüğünü düstur edinmektir.
459
Mukadder Yaycıoğlu; “Kusursuz Sahne ve Kostüm Tasarımlarının Yaratıcısı Fabià Puigserver”,
Tiyatro Araştırmaları Dergisi, Sayı:17 Ankara 2004, s.29 460
a.g.e, s.29
130
3.3 Giysi Tasarımı Yorumu
Giysi tasarımında aĢılması gereken en önemli sorun, tek oyuncunun ilk perde
boyunca altı farklı giysiye gereksinimi olmuĢtur. Ne var ki sahneleme biçemi
oyuncunun sahne üzerinde bile giysi/aksesuar değiĢtirmesine olanak tanımaktadır.
Sırasıyla Çiçek Sergicisi, Kürk Tamircisi Yorgo, Meyhane Garsonu,
Meyhane Patronu, Otel Katibi ve Cenaze Kaldırıcısı Adem‟in giysi tasarımları,
Cansever‟in “biz ki bir bütünün parçalarıyız” dizesi ve Ahmet Oktay‟ın her
karakterin sokağa çıkmadan önce giysi değiĢtiren bir Ruhi Bey olduğuna ait
yorumuna koĢut oluĢturulmuĢtur denilebilir.
Bütünün parçaları olan karakterler, küçük değiĢimlerle birbirlerinden
ayrılmıĢtır. Ancak yapılan giysi değiĢiklikleri karakteristik olmaktan uzaklaĢmadan,
baĢka bir deyiĢle kiĢilerden her birinin aynı zamanda somut olarak var olduklarını
unutmadan yapılmıĢtır.
Atlanmaması gereken bir baĢka öğe: giysinin de temsilin diğer öğeleri gibi
hem gösteren hem gösterilen olduğu gerçeğidir. O nedenle her karakterin kendi
toplumsal konumu, tarzı, kiĢisel tercihleri yansıtılmaya çalıĢılmıĢtır.461
Sahne değiĢimlerini karĢılayabilmek için ilk altı karakterin pantolon ve
gömleği ortak (gri pantolon, beyaz gömlek) kullandırılmıĢtır. Giysiler oyunun
yazıldığı 1976 yıllarının giysileridir.
Çiçek Sergicisi için eski/til/miĢ bir fötr Ģapka, oldukça bol, el örgüsü yeĢil
yün hırka, boynunda bir kaĢkol tasarlanmıĢtır. Çiçekçi anlatısını bitirip kapıdan
çıktığında hırkasını çıkarır, altından beyaz gömlek, kravat ve süveter çıkar. Bu
Yorgo‟nun giysisidir. Yorgo azınlıktır ve Levantenlere özgü giyinir. Yorgo‟nun
kolunda iğnelik, boynunda bir mezura ve parmağında bir yüksük bulunur. yorgo‟nun
461
Pavıs; y.a.g.e, s.203
131
oyunu bittikten sonra oyuncu süveteri ve kravatı çıkarır yerine garson yeleğini ve
önlüğünü giyerek boynuna da papyon takar. Garsonun giysisi de 1970‟lerin Krepen
pasajındaki garsonlarının giysilerindendir. Garson sahne üzerinde sırtı dönük Ģekilde
yeleğini, önlüğünü ve papyonunu çıkarır ve ekose bir ceket giyerek patrona dönüĢür.
Patron oyununu bitirdikten sonra ceketini çıkarır yeleği giyer, kolluklarını ve ince
yuvarlak çerçeveli gözlüklerini takarak Otel Kâtibine dönüĢür. Adem ise yalnız
pantolon, gömlek ve elinde bir içki ĢiĢesiyle gelir. Gömleği pntolondan biraz dıĢarı
sarkmıĢtır, takası açıktır.
Ġkinci perdede Ruhi Bey beyaz takım elbisesiyle sahnededir. Beyaz takım
elbisesi, yeleği, yelek cebinde ince altın zinciri, beyaz fötr Ģapkası ve siyah ince
kravatıyla tam bir Ġstanbul beyefendisidir. Ancak tükenmenin eĢiğinde bitme
noktasında olduğu için her zaman aynı giysiyi giymek zorundadır; elbisesi biraz
eskimiĢtir.
Metinde Ruhi Bey‟in beyaz takım elbise giydiği geçer. Patron‟da her zaman
aynı elbiseyi giydiğini söyler. Demek ki Ruhi Bey her zaman beyaz elbise
giymektedir. Cansever beyaz rengi düĢünmüĢte mi seçmiĢtir bilinmez ancak beyazın
Ruhi Bey‟de ayrı anlamlar yüklendiği açıktır. Kandinsky, beyaz rengi bir yeniden
doğuĢ olarak tanımlar. Ruhi Bey‟de simgesel bir ölüm gerçekleĢtirerek yeniden
doğuĢun peĢindedir. Ayrıca arınmanın da ifadesi olan beyaz, Ruhi Bey‟de arınma
arzusunun temsili olarak yorumlanabilir.
Bütün bunlara rağmen Ruhi Bey sahneye beyaz takımın üstünde siyah bir
pardösüyle gelir. Bu, gerek metindeki, gerekse Ruhi Bey‟in kiĢiliğindeki paradoksal
yapıya bir göndermedir. Ayrıca Ruhi Bey metinde giderek özgürleĢen bir tutum
sergilemektedir. Metindeki özgürleĢme sürecine koĢut, giysisi de giderek siyah
pardösüden, hatta siyah kravattan kurtularak, beyaz renkte sonsuz döngüyü
yakalamaya çalıĢır.
132
SONUÇ
ġiirden oyuna baĢlığıyla, Ģiir-metinden oyun-metine doğru baĢkalaĢan yapıtı
çözümleyerek, sahne tasarımı uygulamasını gerçekleĢtirmeyi amaçlayan bu
çalıĢmada Edip Cansever‟in tiyatroya olan yakınlığından hareketle tiyatro ve Ģiirin
kesiĢtiği alanları incelemek gereksinimi duyulmuĢtur.
Günümüzde tiyatro ve Ģiir, iki ayrı sanat dalı olarak varlığını devam
ettirmektedirler. Ancak tarihte tiyatro uzunca bir süre Ģiirin bir türü olan dramatik Ģiir
olarak değerlendirilmiĢtir. Tiyatro, salt söze dayalı olmaması nedeniyle zamanla
yazının bir türü olmaktan çıkarak baĢlı baĢına bir sanat dalı halini almıĢtır. Bugünse
tiyatro ve Ģiir apayrı kavramlar. Öyle ki Ģiirle ilgililer tiyatrodan habersiz, tiyatroyla
ilgililer Ģiirden habersiz olabiliyor.
ġiirden oyuna uzanan bir süreçte Ģiir ve tiyatroyu daha anlaĢılır kılmak adına
ilk bölümde tiyatro ve Ģiir iliĢkisine zamandizinsel olarak değinilmiĢtir. Tiyatro
olgusu biraz daha geniĢletilerek söze/yazına dayalı olması nedeniyle, dram sanatıyla
birlikte ele alınmaya çalıĢılmıĢtır. Bu geniĢletmenin nedeni ise dram sanatının tiyatro
olgusunu yazınsal yönde iĢlemesidir.
Dram sanatıyla birlikte geniĢletilen ilk bölümde, Ģiirin, tiyatronun
doğuĢundan baĢlayarak yüzyıllarca, onun söz dili olduğu gösterilmiĢtir. Tiyatroda
koĢuklu dilden uzaklaĢılıp düzyazıya geçildikten sonra da Ģiirin büsbütün
dıĢlanmadığı; Ģiirselliğin imgelerle, çağrıĢımlarla, metaforlarla ve atmosferle
sağlandığı aktarılmıĢtır.
Ġkinci bölümde Ben Ruhi Bey Nasılım‟ın Ģairi Edip Cansever‟in yaĢamı ve
sanatçı kiĢiliği üzerinde durulmuĢtur. Cansever‟in Garip Ģiiriyle baĢladığı Ģiir
serüvenine üçüncü kitabı Yerçekimli Karanfil ile birlikte katıldığı Ġkinci Yeni
hareketiyle devam etmesine değinilmiĢtir. Ġkinci Yeni‟nin öncü Ģairlerinden olarak
kabul gören Edip Cansever‟in Ģiiri Ġkinci Yeni odağında değerlendirilmiĢtir. Edip
Cansever Ģiirini de daha iyi anlamlandırmak için, gerek dönemin siyasal, kültürel
133
yapısıyla birlikte sanat ortamı, gerekse Cansever‟in de içinde bulunduğu Ġkinci Yeni
Ģiiri anlatılmıĢtır. Edip Cansever Ģiirin dıĢında öykü, tiyatro, roman gibi düzyazının
olanaklarından fazlaca yararlanmıĢ, hatta Ģiirini bunlar üzerine kurmuĢ bir Ģairdir.
Tiyatro ve Ģiir iliĢkisi kapsamında Cansever‟in Ģiirlerine yansıyan tiyatro
etkileĢimine değinilmiĢ, poetikasındaki tiyatral yapı incelenmiĢtir. Birinci bölümde
tiyatro-Ģiir iliĢkisi üzerine düĢüncelerine yer verilen T.S. Eliot‟a Ġkinci bölümde Edip
Cansever‟in Ģiirlerinden ve kuramlarından en çok etkilendiği Ģair olarak yer verilir.
Görülür ki Cansever, Ģiirinin değiĢmez kurallarından olan nesnel bağlılaĢık ve
dramatik monolog kuramlarıyla Eliot‟a sıkı sıkıya bağlıdır. KuĢkusuz bu durum
Cansever Ģiirinde tiyatral etkileĢime de kaynaklık etmiĢtir. Edip Cansever Ģiirinin
etkileĢiminin kaynakları batılı kaynaklardır. Bu nedenle Ben Ruhi Bey Nasılım‟da
VaroluĢçuluk, gerçeküstücülük, psikanaliz gibi batı eğilimli kavramlar üzerinden
okumalara tabi tutulur. Bu çalıĢmada Ģöyle bir değinmekle yetinilen, Benjamin‟in
Fláneur kavramı ya da Bloch‟un eĢzamansızlık kavramı gibi okumalara da tabi
tutulabilir.
Üçüncü bölümde ise tiyatro diline çevrilen metin önce Edip Cansever‟in Ģiir
kurgusunda incelenmiĢ, sonra Burak Özhan‟ın oyunlaĢtırma kurgusuyla
karĢılaĢtırılmıĢtır. Cansever‟in yarattığı tipler yine Cansever‟in sanatı bağlamında
incelenmiĢ arkasından uygulanan dekor ve kostüm yorumları aktarılmıĢtır.
134
KAYNAKÇA:
Kitap
Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1983
AKIN, Gülten; Şiir Üzerine Notlar, Yapı Kredi Yayınları, 3.baskı, Ġstanbul 2004
AKKANAT, Cevat; Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2002
AKġĠN, Sina; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 2, Cumhuriyet Yayınları
ALKAN, Erdoğan; Şiir Sanatı, Ġnkılap Kitabevi, Ġstanbul 2005
ALTIYAPRAK, Yakup; İkinci Yeni ve Türk Şiirinde Modernizm, Ebabil
Yayınları 1.baskı
AND, Metin; Tiyatro Kılavuzu, Milliyet yayınları 1. Baskı
ARĠSTOTELES, Poetika, çev. Ġsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 13. Basım
AYHAN, Ece; Bir Şiirin Bakır Çağı, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, Ġstanbul 2007
BATUR, Enis; E/Babil Yazıları, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2003
BATUR, Enis; Smokinli Berduş, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2001
BENJAMĠN, Walter; Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2009,
BERTRAND, Aloysius; Gaspard De La Nuit, çev. Özdemir Ġnce, GendaĢ Yayınları
1. Basım, Ġstanbul 1999
BEZĠRCĠ, Asım; Metin Eloğlu-Edip Cansever, Evrensel Basım Yayın, Ġstanbul
2007
BOWRA, C.M.; Yaratıcı Deney, çev. Erdal Alova, Adam Yayınları, Ġstanbul 1993
CANBERK, Eray; Şiir ve Şiir Kuramı Üstüne Söylemler, Düzlem Yayınları,
1. Basım
CANSEVER, Edip, Sonrası Kalır 1, Yapı Kredi Yayınları 5. Baskı Ġstanbul 2008
135
CANSEVER, Edip; Sonrası Kalır 2, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı Ġstanbul 2005
CANSEVER; Edip; Şiiri Şiirle Ölçmek, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009
CAUDWELL, Christopher; Yanılsama ve Gerçeklik, Payel Yayınları 1. Basım,
ÇAPAN, Cevat; Değişen Tiyatro, Metis Yayınları, 3. Basım, Ġstanbul.
ÇOLAK, Veysel; Edip Cansever’de Şairin Kanı, Papirüs Yayınları, Ġstanbul 2004
DOĞAN, Mehmet H. ; Estetik, Dokuz Eylül Yayınları, 3. basım, Ġzmir.
EFE, Fehmi; Dram Sanatı Göstergebilimsel bir Yaklaşım; Yapı Kredi Yayınları;
1. Baskı.
ELĠOT, T.S. ; Denemeler, çev. Halit Çakır, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1988
EROĞLU, Ebubekir, Modern Türk Şiirinin Doğası, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul
2005
FĠSCHER, Ernst; Sanatın Gerekliliği, Payel yayınları, 1.basım, Ġstanbul.
HUĠZĠNGA, Johan; Homo Ludens, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yay.
2.basım.
INNES, Christopher; Avant-Garde Tiyatro, Dost Kitabevi, Ankara 2004
ĠNCE, Özdemir; Tabula Rasa, Can Yayınları, Ġstanbul 1992
KARACA, Alaattin; İkinci Yeni Poetikası, Hece Yayınları, Ankara 2005
KESTĠNG, Marianne; Tarihte ve Çağımızda Epik Tiyatro, çev. Yılmaz Onay,
Adam Yayınları, Ġstanbul.
KÜÇÜK, Yalçın; Türkiye Üzerine Tezler 2, Salyangoz Yayınları, 1.basım.
MORETTĠ, Franco, Modern Epik, çev. Nurçin Ġleri- Mehmet Murat ġahin, Agora
Kitaplığı, Ġstanbul 2005.
NĠETZSCHE, Friedrich; Tragedyanın Doğuşu, çev. Ġsmet Zeki Eyuboğlu, Say
Yayınları, 2.baskı Ġstanbul 1994.
NUTKU, Özdemir; Dram Sanatı, Kabalcı Yayınevi, 4. Baskı
NUTKU, Özdemir; Dünya Tiyatrosu Tarihi 1,Mitos-Boyut Yayınları 3.baskı
NUTKU, Özdemir; Dünya Tiyatrosu Tarihi 2, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1985
136
NUTKU, Özdemir; Tiyatro ve Yazar, Gim Yayınları Ankara 1960
ORHAN VELĠ, Bütün Yazıları, Adam Yayınları, Ġstanbul, 1995
ÖNEġ, Mustafa; Şiir Kuşatması, Say Yayınları 1.baskı, Ġstanbul.
PAVĠS, Patrice; Gösterimlerin Çözümlemesi, çev: ġehsuvar AktaĢ, Dost Kitabevi,
Ankara 2000.
SELANĠK, Cavidan; Müzik Sanatının Tarihsel Serüveni, Doruk Yayınları, Ankara
1996
SÜREYA, Cemal, Güvercin Curnatası, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2002,
SÜREYA, Cemal; Toplu Yazılar I, Yapı Kredi Yayınları Ġstanbul 2000
ġENER, Sevda; Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi, 5.basım,
ġENER, Sevda; Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Dost Kitabevi,
2. Baskı
TANSUĞ, Sezer; Çağdaş Türk Sanatı, Remzi Kitabevi, 1.baskı, Ġstanbul.
TUNALI, Ġsmail; Tasarım Felsefesi, YEM Yayın, 3. Baskı, Ġstanbul 2009
UYAR, Turgut; Korkulu Ustalık, Yapı Kredi Yayınları, Ġstanbul 2009
Derleme
ARMAĞAN; Yalçın; O Ben ki: Edip Cansever, Alkım Yayınları, Ġstanbul 2005
DĠRLĠKYAPAN; Devrim; “Nesnel BağlılaĢık Kavramı ve Edip
Cansever‟de Dekor”
DOĞAN, Mehmet H.; “ġairin Seyir Defteri”
OKTAY, Ahmet; “Kimsenin Ġlgilenmediği Olayların Tarihçisi”
SERDAR, Ali; “Patoloji ile Varlık Arasında Ben Ruhi Bey Nasılım”,
TURAN, Güven, “Cansever‟in Hayvanları”
BATUR, Enis; Modernizmin Serüveni, Alkım Yayınları, 7. Baskı
137
CANSEVER, Edip; Gül Dönüyor Avucumda, Adam Yayınları, Ġstanbul 2000
ĠLERĠ, Selim; “Kimsesiz Bir Atlıkarıncadayım”
OKTAY, Ahmet; “ġairin Kanı”
ÖNEġ, Mustafa; “Edip Cansever‟in ġiirleri Kendisini Konu Alan Bir
YaĢam Tragedyasının ÇeĢitli Bölümleri Gibidir”
Tez
DĠRLĠKYAPAN, Murat Devrim; Phoenix’in Evrimi: Edip Cansever’de Dramatik
Monolog, Türk Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi, Ankara Ağustos 2007
YayımlanmamıĢ Doktora Tezi s.133
CANER, Fırat; Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, Türk Edebiyatı Bölümü, Bilkent
Üniversitesi, Ankara 2006, YayımlanmamıĢ Doktora Tezi
KAYHAN ġahan; Edip Cansever’in Şiirinde Anlatı Öğeleri, Ġstanbul Kültür
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007 YayımlanmamıĢ Yüksek Lisans
Tezi,
Dergi
AKTAġ, ġerif; “Edip Cansever”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Haziran 1990,
Sayı: 462
AYBAR, Servet; “Sahne Tasarımında Dramatik Aksiyonun Belirleyiciliği”, Tiyatro
Araştırmaları Dergisi, Sayı:17, Ankara 2004.
BABLET, Denis; “Dekor Sözcüğü Zaman AĢımına UğramıĢtır”, Türk Dili Dil ve
Edebiyat Dergisi, 1966, Sayı.178
CANSEVER, Edip; SoruĢturma: Ġkinci Yeniden Ne Anlıyorsunuz? Türk Dili
Dergisi, Sayı:309, Haziran 1977
ERDOST, Muzaffer. “Ġkinci Yeni Üzerine Muzaffer Erdost'la Bir KonuĢma”, Türk
Dili Dil ve Edebiyat Dergisi Haziran 1977, S: 309, Ġkinci Yeni [Özel Sayısı]
138
FRY, Christopher; “Niye mi KoĢuk?”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, çev:
Bilge Karasu, Temmuz 1966, Sayı: 178,
HORATĠUS; “Ars Poetica” Tiyatro Araştırmaları Dergisi Sayı 29 Ankara 2005
ĠNAL, Tuğrul; “Gelecekçilik”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, 1981 sayı:349,
KUDRET, Cevdet; “Gene Oyun Dili”, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, , Ocak
1962, Sayı:124
NUTKU, Özdemir; “Lorca'nın Tiyatroda ġiirden YararlanıĢı”, Türk Dili Dil ve
Edebiyat Dergisi, , Nisan 1961, Sayı:115
YAYCIOĞLU, Mukadder; “Kusursuz Sahne ve Kostüm Tasarımlarının Yaratıcısı
Fabià Puigserver”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, Sayı:17 Ankara 2004
Medya
ġENER, Sevda; “Tiyatronun Kaynağına İlişkin Kuramlar”
http://turkoloji.cu.edu.tr/genel/sener.pdf