siirt Üniversitesi bilimin ışığında › dosya › personel › yakincagda... · web...

47
FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL’İN KURULMASI (1948) Kudüs’ün “İsrail Devleti’nin başkenti” olması kararı, Siyonist lider Dr. Theodor Herzl tarafından 29 Ağustos1897’te toplanan “Birinci Siyonist Kongre”de alındı. Aslında bu amaca dönük çalışmaların tarihi 1850’lere kadar gidiyor. Ama 1860’larda bile Filistin’deki Yahudi nüfus altı bin civarında idi. Bu durumda Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmak gerekiyordu. Batı destekli kampanyalar açıldı. Bu konuda başta din, tarih ve para olmak üzere, her türlü teşvikten yararlanıldı... “Arz-ı Mev’ud” (vaat edilmiş topraklar), lokomotif kavram olarak sık sık vurgulandı, her türlü yayında kullanıldı. Çöl, “cennet” gibi takdim ediliyordu... Artık sıra “devlet” taleplerini tek çatı altında toplamaya gelmişti. İlk Siyonist Kongre bu amaçla 29 Ağustos 1897’de yapıldı. İsviçre’nin Basel Kasabası’nda Dr. Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongreye 200 varlıklı delege katıldı. Kongreden başkenti Kudüs olan bir Yahudi Devleti kurulması kararı çıktı. (1897’de örgütün 177 şubesi varken, ertesi yıl sayı 913’e çıkarıldı, ikinci kongrede de delege sayısı iki katına çıkmıştı. Bu arada Herzl’in politik, Ahad Haam’ın da ‘Kültürel Sosyalizm’ini sentezleyen bir gruplaşma oluşmuştu.) İsrail’i kurmak isteyenler başlangıçta bir toplumsal bir organizasyon gibi çalıştı, ama güçlendikçe durum değişti ve devlet düzenine benzer bir hiyerarşik yapılanmaya gidildi. Bankalar ve ticarî şirketler oluşturuldu. Çok sayıda gazete, dergi, kitap yayınlandı. Tiyatro oyunları sahnelendi. Sinema 1

Upload: others

Post on 09-Feb-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL’İN KURULMASI (1948)

Kudüs’ün “İsrail Devleti’nin başkenti” olması kararı, Siyonist lider Dr. Theodor Herzl tarafından 29 Ağustos1897’te toplanan “Birinci Siyonist Kongre”de alındı. Aslında bu amaca dönük çalışmaların tarihi 1850’lere kadar gidiyor. Ama 1860’larda bile Filistin’deki Yahudi nüfus altı bin civarında idi. Bu durumda Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmak gerekiyordu. Batı destekli kampanyalar açıldı. Bu konuda başta din, tarih ve para olmak üzere, her türlü teşvikten yararlanıldı...

“Arz-ı Mev’ud” (vaat edilmiş topraklar), lokomotif kavram olarak sık sık vurgulandı, her türlü yayında kullanıldı. Çöl, “cennet” gibi takdim ediliyordu... Artık sıra “devlet” taleplerini tek çatı altında toplamaya gelmişti. İlk Siyonist Kongre bu amaçla 29 Ağustos 1897’de yapıldı. İsviçre’nin Basel Kasabası’nda Dr. Theodor Herzl liderliğinde toplanan kongreye 200 varlıklı delege katıldı. Kongreden başkenti Kudüs olan bir Yahudi Devleti kurulması kararı çıktı. (1897’de örgütün 177 şubesi varken, ertesi yıl sayı 913’e çıkarıldı, ikinci kongrede de delege sayısı iki katına çıkmıştı. Bu arada Herzl’in politik, Ahad Haam’ın da ‘Kültürel Sosyalizm’ini sentezleyen bir gruplaşma oluşmuştu.)

İsrail’i kurmak isteyenler başlangıçta bir toplumsal bir organizasyon gibi çalıştı, ama güçlendikçe durum değişti ve devlet düzenine benzer bir hiyerarşik yapılanmaya gidildi. Bankalar ve ticarî şirketler oluşturuldu. Çok sayıda gazete, dergi, kitap yayınlandı. Tiyatro oyunları sahnelendi. Sinema endüstrisine el atılıp önemli filmler yapıldı. Böylece sanatın her dalı, Yahudi propagandasının hizmetine verildi. Artık her şey Siyonizm’in emellerine hizmet ediyordu. Siyonizm’in kontrolündeki hareket kısa sürede o kadar zenginleşti ki, Sultan İkinci Abdülhamid’e müracaat edip, son derece cazip bir teklif sundular. Buna göre;

1. Osmanlı Devleti’nin tüm borçları ödenecek;

2. Osmanlı Devleti’ne büyük malî yardımda bulunulacak;

3. Sultan Abdülhamid’in siyaseti Avrupa ve Amerika’da desteklenecek;

4. Osmanlı Devleti’nde inşa edilecek savaş üslerinin parası ödenecek;

5. Sultan Abdülhamid Han’a şahsı için büyük bir meblâğ verilecek;

6. Filistin’de uluslararası çapta kurulacak üniversiteye Türk öğrenci de alınacaktı.

Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’nın anılarına göre, Sultan Abdülhamid, bu teklif karşısında çok öfkelenmiş, yüksek sesle bağırarak: “Dünyanın bütün devletleri ayağıma gelse ve bütün hazinelerini kucağıma dökseler, size Siyonistlik adına bir karış yer vermem. Ecdadımızın ve milletimizin kanıyla elde edilen bir vatan, para ile satılamaz. Derhal burayı terk edin. Defolun!” demişti.

1909’da İkinci Meşrutiyet döneminde kurulan İttihad-Terakki Hükümeti’nde, üç Yahudi veya dönme bakan (maliye, ticaret ve ziraat ile nafia bakanlıkları) yer almıştır. Ardından İttihad-Terakki iktidarı, azınlıkların da toprak satın alabilecekleri yolunda bir kanun çıkarmıştır. Bu sayede Yahudiler, Filistin’de geniş topraklar satın almış, hatta Sultan Abdülhamid’in kişisel arazisi bile yok pahasına Yahudilere satılmıştır.

1910'LU YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

1915-1916: Şerif Hüseyin - Mc Mahon yazışmaları:

Hicaz Valisi ve Mekke Şerifi Hüseyin ibn Ali’nin Kahire’deki Britanya Yüksek Komiseri Sir Henry Mc Mahon’a gönderdiği mektuplardır. Bu mektupta Ortadoğu’da Arapların bağımsızlığının sağlanması ve Britanya’nın Osmanlı Devleti unsurlarına karşı destekleyeceği ayaklanmalar yer alıyordu. 24 Ekim 1915’de Sir Henry Mc Mahon’un bu mektuba cevaben gönderdiği satırlarda şu konulara değiniliyordu:

“Mersin ve Hatay sancaklarıyla; Şam, Humus, Hama ve Halep sancaklarının batısında bulunan Suriye vilayetinin parçalarının halis Arap olduğu söylenemez. Dolayısıyla önerilen hat sınırlardan çıkarılmalıdır.”

“Yukarıda belirtilen değişikliklerle ve Arap önderlerle olan anlaşmalarımızı peşin hükme tâbi tutmamak koşuluyla bu hat ve sınırları kabulleniriz.”

“Bu değişiklikler doğrultusunda Büyük Britanya, Mekke Şerifi’nin önermiş olduğu hat ve hudutlar içindeki bölgelerde, müttefiki Fransa’nın çıkarlarını da gözeterek, Arapların bağımsızlığını tanımaya ve desteklemeye hazırdır.”

16 Mayıs 1916: Sykes-Picot Antlaşması:

Osmanlı Devleti'nin parçalanması sürecinde Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya arasında imzalanan bu anlaşma Küçük Asya Antlaşması (Asia Minor Agreement) olarak da bilinir. Anlaşmayı yazanlar İngiliz General Mark Sykes ve Fransız diplomat François Georges-Picot'tur, imzalayanlar ise Edward Grey ve Paul Cambon'dur.

I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut'ül Ammare Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye'nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.

1915'te Arabistan Yarımadası'nı ele geçiren İngiltere, Osmanlıya karşı ayaklanan Mekke'li Şerif Hüseyin'i destekleyerek Irak ve Filistin toprakları üzerinde kendisine bağımlı bir Arap devleti kuracaktı. Mekke Şerifi Hüseyin ile Mısır'daki İngiliz Yüksek Komutanı Mc Mahon arasında böyle bir antlaşma gizli olarak imzalanmıştır. Fransa böyle bir plana karşı çıkıp İngiltere'ye baskı yaparak yeni bir antlaşma yapılmasını istedi. Rusya'nın onayı ile imzalanan bu antlaşmanın içeriği aşağıda verilmiştir.

Sykes-Picot Antlaşmasının Maddeleri

1. Rusya'ya, Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu'nun bir kısmı,

2. Fransa'ya, Doğu Akdeniz bölgesi, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır, Musul ile Suriye kıyıları,

3. İngiltere'ye Hayfa ve Akka limanları, Bağdat ile Basra ve Güney Mezopotamya verilecektir.

4. Fransa ile İngiltere'nin elde ettiği topraklarda Arap devletleri konfederasyonu veya Fransız ve İngiliz denetiminde tek bir Arap devleti kurulacak,

5. İskenderun serbest liman olacak,

6. Filistin'de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır. (Filistin’e ilişkin bu maddede Rusya ile bir istişarede bulunularak uluslararası bir yönetim kurulmasından bahsediliyordu.)

1917 devriminden sonra Rusya Sykes-Picot anlaşmasından vazgeçmiş, Lenin gizli olan bu anlaşmayı dünya kamuoyuna açıklamıştır. Bu bilgiler ortaya çıktıktan sonra Osmanlı Devleti, olası bir bölünmenin sonucunda asıl hedefin Büyük Arap Devleti'ni kurmak olmadığını, İngiliz ve Fransızların yönetimine egemen olacağı çok sayıda ufak ülkeler kurulacağını anlatmaya çalıştıysa da, Arapları ikna edememiştir. Parçalanan bölge günümüze kadar sürekli olarak çatışma altında kalmıştır. Halk sürekli olarak zulüm görmüş, diktatörlerin altında ezilmiştir. Amaç hiçbir zaman halkın bağımsızlığı ya da devletlerin güçlenmesi olmamış; büyük devletlerin kontrolündeki ülkelerde kaynaklarının rahat rahat paylaşımı olmuştur. (Araplar bu anlaşmayı Hüseyin-Mc Mahon yazışmasına bir ihanet olarak görmektedir.)

2 Kasım 1917: Balfour Deklarasyonu.

Önce Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali'ye Arap Krallığı'nı vadeden, ardından Sykes-Picot Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını Fransa ile paylaşan İngiltere, manda yönetimi öncesi süreçte işgal altında tuttuğu tarihi Filistin topraklarında bir İsrail Devleti’nin kurulmasına uzanan yolu hazırlamış oldu.

Britanya Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, 2 Kasım 1917’de Siyonist hareketin lideri Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir “Musevi Devleti” kurulmasına ilişkin Britanya hükümetinin destek vereceğini belirtti. Böylelikle günümüz İsrail’inin Gazze Şeridi, Ürdün ve Batı Şeria’yı kapsayan sınırları çizildi.

Balfour Deklarasyonu’nda,

“Majestelerinin hükümeti, Filistin’de Museviler için milli bir yurt kurulmasını uygun görmektedir ve bu hedefin gerçekleşmesi için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Musevi olmayan toplulukların sivil ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır” ifadesi yer aldı.

Balfour Deklarasyonu nelere yol açtı?

İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour'un Birinci Dünya Savaşı'nın üçüncü yılında Siyonist hareketin önde gelen figürlerinden Rothschild'e hitaben yazdığı "Filistin topraklarında Yahudiler için bir vatan vadeden" mektup, tarihe "Balfour Deklarasyonu" olarak geçti. Deklarasyon, İsrail Devleti’nin kurulmasına giden süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülüyor.

Rothschild ve Balfour arasında karşılıklı yazışmalar sonunda hazırlanan deklarasyon, İngiltere'nin savaşa yeni dahil olan ABD'de güçlü olduğuna inandığı Yahudi diasporasını etkilemeyi amaçlıyordu.

"Saygıdeğer Lord Rotschild, Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım." sözleriyle başlayan Balfour'un mektubu şöyle devam ediyordu:

"Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Museviler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin'deki mevcut Musevi olmayan toplumların sivil ve dini hakları ile başka ülkelerde yaşayan Musevilerin sahip oldukları hak ve politik statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır."

Balfour'un, "Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu'nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım." sözleriyle son verdiği mektup, daha sonra İtalya, Fransa ve ABD'nin de desteğini almıştı.

1917’de İngiltere Filistin’i işgal etti. İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girdiğinde müttefikimiz Almanya (müttefiklerimize dikkat!) bayram yaptı: “Kudüs tekrar haçlıların eline geçti” diye Alman kiliseleri zafer âyinleri düzenledi. Allenby Kudüs’te askerî bir diktatörlük kurdu ve Filistin’e göç edecek her Yahudi’ye toprak sözü verdi. Ayrıca Yahudiler silah taşıyabileceklerdi. Oysa Arapların çakı taşıması bile yasaktı. Öte yandan, “Kültür Dernekleri” adı altında, Yahudilerin organize hale gelmesini sağladı. Araplar ise dağınıktı. Anlaşılacağı gibi, İngilizlerin Filistin’i işgal etmelerinin en önemli sebeplerinden biri, dünyanın değişik ülkelerinde dağınık olarak yaşayan Yahudileri Filistin’de toplamaktı.

Filistin topraklarına Yahudi göçü arttı

Mektubun yazıldığı 2 Kasım 1917 tarihinden bir hafta sonra basınla paylaşılan Balfour Deklarasyonu'na savaş sonunda Osmanlı Devleti'nin imzaladığı Sevr Anlaşması'nda yer verildi. Milletler Cemiyeti'nde 1922 yılında kabul edilen Filistin topraklarındaki İngiliz manda yönetiminin temelini de bu deklarasyon oluşturdu.

Balfour Deklarasyonu sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin'e 1920-1940 arası dönemde Yahudi göçü hız kazandı ve son olarak Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik Nazilerin gerçekleştirdiği soykırım sebebiyle göç oranı giderek arttı.

Bu süreçte Filistinliler, topraklarındaki Yahudi nüfusun artışına karşı çıkmaya çalıştı. Ancak İngilizlerin manda yönetimini sonlandırarak Filistin'den çekilmesinin ardından, 1948 yılında Filistinlilerin Nekbe (Büyük Felaket) diye andığı İsrail Devleti’nin kuruluşu gerçekleşti.

İngiltere Filistin'den çekildikten sonra İsrail Devleti’nin kurulmasıyla işgal süreci daha da yoğunlaştı, yüz binlerce Filistinli yurtlarından sürüldü, büyük can ve mal kayıpları yaşandı.

Balfour'un öncülük ettiği süreçte tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulan İsrail Devleti, yarısından fazlasını zorunlu göçe maruz bıraktığı Filistinlilerin hâlihazırda yaşadığı bölgelere hâlâ "halksız vatan" muamelesi yapıyor.

Şerif Hüseyin’in oğulları Osmanlı Devleti’ne karşı ihanet etmelerinden dolayı ödüllendirilerek 1918’de Birinci Dünya Savaşı sonrasında Suriye, Irak ve Şark’ül Ürdün’de (sonradan Ürdün) tahta geçtiler.

1920'Lİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

24 Temmuz 1922 Milletler Cemiyeti, Filistin’in Britanya manda yönetimi altına verilmesi kararı aldı. Siyonizme ilgisini belirten Britanya, Yahudi Devleti kurma niyetini de dile getirdi. 1929-1939 yıları arasında, Avrupa’daki faşizmin şiddetlenmesi ile birlikte yaklaşık 250.000 Yahudi Filistin’e göç etti. Avrupa'da faşizmin şiddetlenmesi çok sayıda Yahudi'nin Filistin'e göç etmesine neden oldu.

1929 yılında Ağlama Duvarı sebebiyle Müslümanlar ile Yahudiler arasında çatışmalar çıktı. 339 Yahudi (çoğu Araplar tarafından) ve 232 Arap (çoğu Britanya güdümündeki askerler tarafından) yaralanırken, 130 Yahudi ve 116 Arap öldü.

23 Ağustos 1929 tarihinde ise Arap isyancılar El Halil’de 67 Yahudi’yi öldürdü.

1930'LU YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

1930-35 yılları arasında İzzeddin El-Kassam önderliğinde İslami direniş örgütü Kara El, hem Britanyalı hem de Yahudi sivillere karşı saldırılar düzenledi. 1936-39 yılları arasında Filistin’e Yahudi göçünü protesto etmek için Kudüs Müftüsü önderliğinde gerçekleştirilen gösterilerde 5.000 Arap, Britanya askerleri tarafından, yüzlerce Yahudi de Araplar tarafından öldürüldü.

1940'LI YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

22 Temmuz 1946 yılları arasında Siyonist örgüt Irgun, Kudüs’te Kral Davut Oteli’ni bombaladı. Otelde Britanyalı siviller ve Filistin askerleri bulunuyordu. 91 kişinin öldüğü bombalı saldırıda 41 Arap, 17 Yahudi ve başka ülkelerden 5 kişi hayatını kaybetti.

29 Kasım 1947 tarihinde BM Genel Kurulu, Britanya mandasındaki Filistin’i, biri Arap; diğeri de Yahudi olmak üzere ikiye bölmeye yönelik “çoğunluk planı” olarak bilinen tasarıyı sundu. Bu öneri Yahudiler tarafından kabul edilirken, Araplar tarafından reddedildi.

9-11 Nisan 1948 tarihinde, Arap-İsrail Savaşı sırasında, Kudüs yakınlarında bulunan Deir Yasin köyünde Siyonist Irgun örgütüne bağlı militanlar tarafından kadınlar, çocuklar ve yaşlılar katledildi. (Deir Yasin Katliamı)

14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail bağımsızlığını ilan etti. (Siyonist Lider David Ben Gurion tarafından kurulmuştur./ David Ben Gurion, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur.) 15 Mayıs 1948 tarihinde, Filistinliler İsrail’in bağımsızlığı sonrası 15 Mayıs 1948’i, Nakba (Felaket) Günü ilan etti. İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 1949’a dek 900 bine yakın Filistinli yaşadıkları bölgelerden çıkmaya zorlandı. Diğer taraftan İsrail’in bağımsızlık kararı alması sonrasında Britanyalılar Filistin’den geri çekildi. Mısır, Suriye, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak ve Lübnan, İsrail’e savaş ilan etti. Mısır, Irak, Lübnan Ürdün ve Suriye, İsrail’i abluka altına almaya çalıştılar.

BİRİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI (1948-1949)

14 Mayıs 1948'de, İsrail Devleti'nin kurulmasından hemen birkaç saat sonra genel bir Arap taarruzu ve dolayısıyla Arap-İsrail Savaşı başladı. Gerilla mücâdelesi şeklinde başlayan savaş, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak ve Suudi Arabistan'ın da katılmasıyla büyümüş ve sekiz ay kadar devam ettikten sonra 7 Ocak 1949'da Rodos Adası'nda imzalanan ateşkes anlaşmasıyla son bulmuştur.

Mısır, Irak, Lübnan, Suriye ve Ürdün orduları, İsrail'e operasyonlar yapmaya başladılar. Sayı bakımından üstün olmasına rağmen Arap devletleri, diplomatik olarak çöküntü içindeydiler. Özellikle savaş stratejisinin olmaması, Arap devletlerini çok uğraştıracaktı. İsrail ise henüz bir düzenli ordu kuramamıştı. Silahlarını Çekoslovakya'dan getirtiyorlardı. Ayrıca dış politikada ABD ve SSCB'yi arkalarına almışlardı. Diplomatik süreçte İsrail'e sorun çıkarabilecek tek ülke vardı: İngiltere. Ancak onlar da tüm askerlerini aylar öncesinden çekmişlerdi.

Arap orduları, Mısır Kralı Faruk ve Ürdün Kralı Abdullah tarafından komuta ediliyordu. Ancak bu iki kralın da stratejileri farklıydı. Bu nedenle komuta sorununu çözmek için Amman yakınlarında bir araya geldiler.

Mısır, stratejik öneme sahip Gazze şeridini işgal etmişti. Kral Abdullah, dinî ve siyâsî öneme sahip Eski Kudüs'ü işgal ederken; İsrail, Jaffa, Galiee ve Nazarreth'i almıştı. O sırada Mısır ordusu, Negev'i alarak İsrail ile bağlantısını kesti. Kral Abdullah'ın ordusu, Doğu Kudüs'ü ele geçirmiş; ama daha ileri gidememişti. Ancak Arap ordusu, kısa sürede yorulmuştu. İsrail ordusu, harekete geçti. Kısa sürede ilerleyen İsrail, güneyi ele geçirdi. Hatta Süveyş'e inmek bile istemişti. Ancak İngiliz ordularının Süveyş'te bulunduğu haberi, onları durdurmaya yetti.

Bu savaşta Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri, üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kaydettiler. Ancak Batılı güçlerin İsrail'i desteklemesi üzerine savaş, Arapların aleyhine dönüştü. Ayrıca İsrail, savaş sırasında Sovyetler Birliği'nden de önemli oranda yardım aldı. İşin ilginç tarafı ABD, Yeni İsrail Devleti’ni 14 Mayıs günü tanıdığı halde, SSCB, Arap-İsrail savaşının çıkmasından iki gün sonra tanıdı. Yani Sovyetler, açıkça Araplar'a karşı cephe almış oluyorlardı. Kaldı ki, bununla da yetinmediler. İngiltere ve Amerika, savaş çıkar çıkmaz Filistin kıyılarını abluka altına alıp, Filistin'e silah sevkıyatına ambargo koydukları halde; Sovyetler, kurdukları bir hava köprüsü vasıtası ile Çekoslovakya'dan Yahudilere hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı.

İsrail, Sovyetler'den gelen uçaklarla Ürdün ve Suriye'nin başkentlerine saldırdı ve bu saldırılarda çok sayıda sivil hayatını kaybetti. İsrail, savaş sonunda 1947'de taksim planı ile elde ettiği %56'lık Filistin toprağını % 78'e çıkardı. Yahudi zulmü altında yaşamak istemeyen 700.000 Filistinli, evlerini terk etmek zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk eden Filistinlilerden 250.000'i, Gazze'ye yerleştirildi. Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahudilerin Filistin'de gün geçtikçe artan nüfusu, demografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bugüne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu başladı.

Arap - İsrail savaşı bir yıl kadar sürdü, İsrail'in ancak 75.000 kişilik muntazam bir ordusu olmasına ve beş Arap devletinin saldırısına uğramasına rağmen, Araplar her yerde ağır yenilgiye uğradılar. İçlerinde en mücadele edeni, Ürdün ordusu oldu.

Savaş çıktığı andan itibaren Birleşmiş Milletler de bir ateşkes sağlamak için taraflar arasında aracılık çabalarına girişti. Bu çabalara, Arapların beceriksizliği ve yenilgileri de eklenince, Arap ülkeleri için İsrail ateşkes imzalamaktan başka çare kalmadı.

· İsrail-Mısır ateşkes anlaşması, 24 Şubat 1949'da Rodos'ta,

· İsrail- Lübnan ateşkes anlaşması 23 Mart 1949 da Ras-en-Nakura'da,

· İsrail-Ürdün ateşkesi 3 Nisan 1949'da Rodos'ta,

· İsrail-Suriye ateşkesi de 20 Temmuz 1949 da Manahayim'de imzalandı.

Irak'ın İsrail ile sınırı olmadığı için herhangi bir ateşkes anlaşması imzalaması da söz konusu olmadı.

Filistin'i kurtarma amacıyla savaşa girmiş olan Ürdün, Batı Şeria'ya; Mısır da Gazze Şeridi'ne asker yığdı. Sina'nın büyük bir kısmı, İsrail'in işgâli altında kaldı. Kudüs'ün kontrolü ise, batıda İsrail, doğuda Ürdün arasında bölündü.

1948 savaşı sonrasında savaşa katılan Arap ülkelerinde siyâsî rejim değişikliğine varan karışıklıklar yaşandı. En önemli değişiklik, Mısır'da gerçekleşti. Mısır'da Kral Faruk bir darbe ile tahttan indirilerek yerine General Necib getirildi.

Savaştan en karlı çıkan taraf, İsrail oldu. 1914'te 85.000, 1943'te 539.000, 1946’da 608.000, 1947'de 650.000 olan Filistin'deki Yahudi nüfusu, savaş sonrası anlaşmaların imzalandığı 1949 yılında 758.000'e ulaştı. Ürdün de İsrail'den sonra en çok toprak kazanan ülke oldu.

Savaş bitmişti; ama etkisi ve uzantıları, etkin bir biçimde sürüyordu. Özellikle Kral Abdullah'ın Arap Devletler Birliği'ndeki sert çıkışları, Arap devletleri arasında gerginliğe yol açmıştı. Arap devletlerarasında en büyük askerî güce sahip Mısır ve Ürdün, otorite savaşına başlamışlardı. Arap Devletler Birliği, şimdiki Filistin'de yeni bir devlet kurulmasını isterken Kral Abdullah ise arta kalan İsrail'den arta kalan toprakların Ürdün'e katılmasını istiyordu.

Birleşmiş Devletler ise çok daha farklı bir konuyla, Kudüs'ün tarafsız kalması için uğraşıyordu. Kudüs'teki İsrail ordusunun şehri boşaltmasını istiyorlardı. Bazı Arap devletleri de bu teklifi destekliyordu. Kral Abdullah için, Kudüs ve kentteki önemli camileri kontrol alında tutması, Filistin'de konumunu sağlamlaştırmak için şarttı. Her şeye rağmen Arap Devletler Birliği, 1949 yılının Ekim'inde yaptıkları bir açıklamayla Kudüs'ün tarafsız kalmasına karşı çıkıyorlardı. Bu geçen sürede Kral Abdullah, garip diplomatik açılımlara başlamıştı. İsrail ile yakınlaşan Kral Abdullah, özellikle Mısır ile zıtlaşmaya başladı. İsrail ile anlaşarak Gazze'ye bir hat çekilmesini dahi teklif eden Kral Abdullah, Mısır'da çıkan bir gazete tarafından Arapların ve İslam'ın düşmanı olarak gösteriliyordu.

İsrail, Arap ülkelerinin tepkisine rağmen 23 Ocak 1950'de Kudüs'ü başkent ilan etti. Bunun üzerine Arap ülkeleri, İsrail ile ateşkes anlaşması imzalamış olmalarına rağmen barış anlaşması yapmaya yanaşmadılar. 17 Haziran 1950'de aralarında askerî ittifaklar yaptılar. Diğer yandan Batılı güçlerin Araplara ambargo uygularken, İsrail'i desteklemeleri, gerginliği iyice arttırdı. 25 Mayıs 1950'de ABD, İngiltere ve Fransa tarafından "Üçlü Bildiri" ilan edildi. Söz konusu bildiri, "Ortadoğu'da güven ve istikrar uğruna çalışan Batılı bir ülke" oluşu itibariyle İsrail'in himayesini ve korunmasını kapsamaktaydı. Bu, Batılı devletlerin İsrail'in bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemlerin ardında olduğunu ve gerektiğinde İsrail'i desteklemekten geri kalmayacaklarını açıkça deklare eden bir durumdu.

Kral Abdullah, 20 Temmuz 1951'de, Kudüs'teki El-Aksa Camii'nde suikaste kurban gidiyordu. Tahta geçen oğlu Hüseyin, 11 Ağustos 1952'de kral olduğunda; Ürdün'ün nüfusunun üçte ikisi, kaçak Filistinlilerden oluşuyordu. Bu Filistinliler, Ürdün ekonomisini birkaç yıl içinde paramparça edip İsrail'in Ortadoğu'nun lideri haline gelmesini sağlayacaklardı...

İsrail, şu anda hem askerî hem de ekonomik olarak dünya devleri arasında. Bunun sebebi, çok açık: Yaptıkları olağanüstü diplomatik etkileşimler... Tüm Arap devletlerinin birleştiği halde yenemedikleri İsrail, savaş sırasında iç ve dış olarak her zaman müttefikleriyle iyi geçindi. ABD ve SSCB'yi yanlarına almaları demek, dünyanın %90'ını yanınıza çekmek demektir. Bu günlerde Gazze'ye yapılan operasyona hiçbir ülke ses çıkarmamaktadır.Çünkü İsrail, tüm dünyada olağanüstü lobi çalışması yürüten bir ülkedir.

1950'LİLİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

İKİNCİ ARAP-İSRAİL SAVAŞI (1956)

İlk savaşın Yahudiler nezdinde dünyanın tavrının görülmesi açısından ayrı bir anlamı bulunmaktaydı. İsrail durumdan memnundu ve artık bölgede daha rahat hareket ediyordu. 50’li yılların başından itibaren 187 köyün tamamen tahrip edilmesi, insanların katledilmesi ve göçe zorlanması bunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu şekilde 1956’ya gelindi. Mısır Devlet başkanı Nasır’ın (Abdülnasır), 28 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nın uluslararası trafiğe açık olmakla birlikte, Mısır’a ait olduğu için millileştirildiğini açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için beklediği fırsatı elde etti.

İngiltere ve Fransa, Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını bildirerek, 30 Ekim’de Mısır’dan Süveyş Kanalı’nın kendilerine bırakılmasını istediler, ancak Mısır bunu reddetti. Londra'da toplanan konferanslardan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa, İsrail ile anlaşarak Mısır’ın bütün havaalanları ve askeri bölgelerini imha etti. İsrail de Sina’yı işgal etti. Mısır, 7 Kasım’da ateşkesi kabul etmek zorunda kaldı. BM Genel Kurulu’nda alınan kararla; Süveyş Kanalı’na barış gücü yerleştirildi ve ABD’nin baskısıyla İngiltere ve Fransa Mısır topraklarından geri çekildi.

1959 yılında, İkinci Arap-İsrail Savaşı sırasında Süveyş Kanalı’nda İngiliz birliklerine karşı saldırılara katılan Yaser Arafat tarafından “El-Fetih Örgütü” kuruldu. Filistin kökenli iş adamları ve aydınları bünyesinde bulunduran bu örgüt, Filistin’in ancak Filistinlilerin çabasıyla kurtulabileceğini savunuyordu. Bu söylem, bazı Arap ülkeleri tarafından kendilerine karşı bir meydan okuma olarak yorumlandı. Arap ülkeleri bu konuyu görüşmek üzere 9-19 Eylül 1963 tarihleri arasında Kahire’de toplandılar. Bu toplantı sonucunda, Filistinlilerin sürgünde bir hükümet kurmalarına, ordu ve meclis oluşturmalarına karar verildi. Ancak Filistin sorunu üzerindeki konumunu kaybetmek istemeyen Ürdün, buna karşı çıktı. Ürdün’ün tüm itirazlarına rağmen Kudüs’ün Arap hâkimiyetinde olan bölümünde 28 Mayıs-3 Haziran 1964 tarihleri arasında Filistinlilerin ilk büyük kongresi yapıldı. Bu kongre Filistinlilerin ilk milli meclisi sayıldı. Ayrıca bu kongrede Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu da kabul edildi. Bunun üzerine yalnız bağımsız Filistinli kimliği ile mücadelede başarılı olunabileceğini savunan el-Fetih ile FKÖ arasında bir rekabet başladı.

1960'LI YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

Mayıs 1964 tarihinde Arap Ligi tarafından Kahire’de kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), hedefini silahlı direnişlerle İsrail’i yok etmek ve Akdeniz ile Ürdün Nehri arasında “Bağımsız Filistin Devleti”ni yeniden canlandırmak olarak açıkladı. Bu durum Üçüncü Arap-İsrail Savaşı’na ortam hazırladı.

ÜÇÜNCÜ ARAP-İSRAİL (ALTI GÜN SAVAŞI) SAVAŞI (1967)

Nedenleri

· Mısır’ın Akabe Körfezi’ni deniz ulaşımına kapatması

· İsrail’in topraklarının daraltılmak istendiğini ve denize itildiğini düşünmesi

Ortadoğu’da güçlenen Pan-Arabizm ideolojisinin bir sonucu olarak çıktı. Mısır devlet başkanı Abdülnasır, gerek 1948 gerek 1956 savaşlarındaki yenilgilerin intikamını almaya istiyor ve elde edeceği prestijle Ortadoğu’da Mısır’a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı. Savaşın bir diğer sebebi ise Mısır ve Suriye’nin kendini savaşa hazır hissetmesiydi. 1956’dan beri Mısır ve Suriye Sovyet Rusya’dan aldığı silahlarla ordusunu güçlendirmişti. Bu tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri ise Vietnam bataklığına saplanmıştı dolayısıyla İsrail’in arkasında durmayacağı düşüncesi Arap ülkelerini cesaretlendiriyordu.

Cemal Abdülnasır

6 Gün Savaşlarının başlamasına giden süreci 1966 Şubatında Suriye’de iktidarda bulunan Baas Partisi’nin sol kanadının bir darbe ile iktidarı ele geçirmesi oldu. Bu iktidar değişikliğinden sonra Suriye-İsrail sınırında olaylar çıkmaya başladı. Baasçılar, Başkan Nasır’ı İsrail’e karşı yumuşak davranmak ve Birleşmiş Milletler kanadının altına sığınmakla suçlayacaktı. 1966 Ekiminden itibaren Suriye topraklarından hareket eden El-Fetih fedayini İsrail topraklarına saldırılara başladılar. İsrail bu saldırıları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine şikâyet etti, ancak Suriye aleyhine karar çıkartamadılar. Bunun sebebi Sovyetler Birliğinin her kararı veto etmesiydi. Bu şartlarda Suriye daha rahat hareket etmeye başladı. Bu cesaretle Suriye Başbakanı Ekim ayında ‘Biz İsrail'in güvenliğinin bekçisi değiliz’ diyecekti.

Suriye topraklarından gelen saldırılara karşı İsrail misliyle karşılık verme kararı aldı. Bu durum Suriye-İsrail; Ürdün-İsrail sınırlarında gerginliğin günden güne artmasına sebep oldu. 7 Nisan 1967 günü İsrail uçakları Şam üzerinde uçtu ve altı tane de Suriye uçağını düşürdü. Mayıs ayından itibaren Suriye topraklarından İsrail tarafına saldırılar artarak devam etti. İsrail Başbakanı Levi Eshkol 11 Mayısta radyoda yaptığı bir konuşmada: "İsrail hükümeti gayet iyi biliyor ki, teröristlerin merkezi Suriye'dir. Fakat biz prensibimizi tespit ettik: Saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz". diyordu.

Adım Adım Savaşa Doğru

16 Mayıstan itibaren Mısır silahlı kuvvetleri de alarm durumuna geçirildi. 14 Mayıstan itibaren Mısır kuvvetleri 1956’dan beri Birleşmiş Milletler Barış gücünün kontrolü altında olan Sina’ya girmeye başladı. Mısır bu hareketi ile savaş hazırlığı yaptığını gösteriyordu. Savaşı başlatacak gelişme ise 22 Mayıs'ta gerçekleşti. Nasır 22 Mayıs'ta Tiran (Akabe Körfezi) Boğazını İsrail gemilerine, 24 Mayıs'ta ise bütün deniz trafiğine kapattı. Savaşa doğru hızla yol alınırken Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği harekete geçerek savaşı önlemeye çalıştılar. Ancak bu çabalar bir sonuç vermedi.

Nasır 26 Mayısta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu top yekün bir savaş ve hedefimiz de İsrail'i yok etmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi İsrail ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman İsrail ile değil, İngiltere ve Fransa ile savaşmıştık". 30 Mayısta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya 4 Haziranda Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır bu katılma dolayısıyla yaptığı konuşmada, "1956 ihanetinin intikamını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, İsrail'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.

Birinci Gün (5 Haziran 1967’de sabah saat 07:30)

İlk saldırı 5 Haziran günü 07: 30'dan itibaren İsrail’den geldi. İsrail savaş uçakları Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombalamaya başladılar. İsrail uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaştılar. 5 Haziran günü akşamı olduğunda 16 Mısır havaalanı yerle bir edildi. 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve birçok da Irak uçağı henüz yerdeyken tahrip edildi. İsrail bu ani baskınla Arap ülkelerinin bütün hava kuvvetlerini neredeyse yok etmiş oldu. Suriye, Irak, Ürdün, Cezayir, Yemen, Sudan, Kuveyt ve Suudi Arabistan İsrail´e savaş açtı. ABD tarafsızlığını ilan etti.

İkinci Gün

İsrail ordusu Gazze’yi kuşattı ve sonra da Ürdün cephesinden Gazze’ye girdi. ABD ile SSCB’nin uzun süren baş başa görüşmesinin ardından BM Güvenlik Konseyi, acil ateşkes isteyen bir karar tasarısını oy birliğiyle kabul etti.

Üçüncü Gün

İsrail ordusu Süveyş Kanalı’nın doğu kıyısını ve Sina Yarımadasını işgal etti. İsrail donanması Şarm El Şeyh´i kuşattı ve Akabe Körfezi’ni açtı. Batı Şeria ve Doğu Kudüs´ü kaybeden Ürdün ateşkesi kabul etti.

Dördüncü Gün

İsrail-Suriye sınırında top atışları yaşandı. Aynı gün Kahire de ateşkesi kabul etti.

Beşinci Gün

İsrail ordusu Golan Tepeleri´ne girdi. Nasır sokaktan gelen baskılar üzerine istifa etti, ama kararından vazgeçti.

Altıncı Gün

SSCB İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesti. Şam´a 40 kilometre uzaktaki Kuneitra’nın düşmesi üzerine Suriye de ateşkesi kabul etti ve çatışmalara son verdi.

6 gün savaşlarının sonucunda İsrail, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarının bir kısmını işgal ederek sınırlarını 4 kat genişletti. İsrail bu toprakları Birleşmiş Milletler karalarına rağmen elinde tutmaya devam ediyor. Savaşın en önemli sonuçlarından biri de Kudüs’ün işgali oldu. Kudüs hiçbir devlet tarafından kabul edilmese de İsrail’in başkenti ilan edildi.

Savaşın bir diğer sonucu ise Pan-Arabizmin çöküşü oldu. Bu savaştan sonra Arap politikası tamamıyla değişti. Artık İsrail’i yok edemeyeceğini anlayan Arap ülkeleri Pan-Arabizmi terk etti. Her ülke İsrail tarafından işgal edilen topraklarını almak için çaba içerisine girdi. İsrail, bu savaş sonunda bölgenin tartışmasız tek gücü haline geldi. Filistin meselesinin Pan-Arabizm ile çözüleceği fikri sona erdi. Filistinliler kendi sorunlarını kendileri çözmek için harekete geçtiler. Filistin meselesinde El-Fetih ve Yaser Arafat öne çıkmaya başladı. Savaş sonunda 250 binden fazla Filistinli, 100 binden fazla da Suriyeli ise mülteci durumuna düştü.

UYARI: Kara Eylül Olayları (1971): Filistinlilerin Ürdün'e sürülmesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ürdün’de etkinliğini artırması üzerine yaşanan olaylar sonrasında Ürdün ve Filistinlilerden 7000 ile 8000 insanın kaybedildiği olaya verilen addır.

1947-2010 YILLARI ARASINDA FİLİSTİN TOPRAKLARINDA YAŞANAN DEĞİŞİM HARİTASI

UYARI: İsrail, Altı Gün Savaşı ile Mısır’dan Sina Yarımadası’nı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı alan İsrail, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde yerleşimci programını başladı.

1968-1970: Yıpratma Savaşı

Altı Gün Savaşı’nda kaybettiği Sina Yarımadası’nı geri kazanmak isteyen Mısır “ateşkesi” tanımadığını belirterek İsrail’e karşı düşük yoğunluklu bir “Yıpratma Savaşı“na başladı. 7 Ağustos 1970’te ateşkes imzalandı ve sınırlar değişmedi.

2 Şubat 1969

Yaser Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne başkan olarak atandı. Yaser Arafat 25 yıl boyunca Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Yürütme Kurulu’na başkanlık etti.

1970'Lİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

MÜNİH KATLİAMI (5 Eylül 1972)

4 Eylül'ü 5 Eylül'e bağlayan gece saat 04: 30 civarıydı. “Kara Eylül Örgütü’nün” (Filistinliler tarafından kurulan direniş örgütü) 8 üyesi Münih'teki olimpiyatlara katılan sporcuların kaldığı 2 apartmana saldırı düzenlediler. Saldırganların amacı ve tek hedefi İsrailli sporcuları rehin almaktı. İlk çatışmalarda sporcu Yossef Romano ve İsrail güreş takımı antrenörü Moshe Weinberg iki saldırganı yaraladılar fakat bu direnişleri hayatlarına mal oldu. Saldırganlar ikisini de öldürdüler. Arabade de sporcu Gad Tsobari ve halter takımı antrenörü Tuvia Sokolovsky kaçmayı başaran şanslı kişilerdi. Fakat diğerleri aynı kaderi paylaşmayacaktı. Saldırganlar 7 sporcuyu ve 2 antrenörü rehin aldılar.

Saldırganlar rehineleri bırakmak için İsrail hapishanelerinde tutulan 200 tutuklunun ve Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu adlı suç örgütüne ait 2 tutuklunun salınmasını istediler. İsrail ise "bu kadar çabuk pazarlık yapamayız" diyerek Alman hükümetine bildirisini yaptı. İsrail olayı kontrol altına almak için kendi anti-terör timini olay yerine göndermek istedi fakat Almanya bunu da kabul etmedi. Saldırganlar bir süre daha bekledikten sonra taleplerinden vazgeçtiklerini rehineleri de alıp gideceklerini bildirdiler ve helikopter talep ettiler. Alman hükümeti uluslararası bir kriz olan bu olaya müdahale edemiyordu. Yasalara göre Alman ordusu böyle bir olayda rol alamazdı. Polis kuvvetlerinin ise özel uzman ekibi yoktu.

Saldırganların helikopterleri geldi ve rehinelerle birlikte havalimanına gittiler. Saldırganlar havalimanına varmışlardı ki oradaki ekip kendi insiyatifine dayanarak bir operasyon başlattılar. Saldırganlar tongaya düşürülmüştü. Sözde kendilerine tahsis edilecek olan uçağın içi bomboştu. Saldırganlar şaşkınlık içerisindeyken saldırganların üzerine projeksiyon ışıkları tutuldu ve keskin nişancı olarak hizmet veren gönüllü polisler saldırganlara ateş açtı. İlk kurşun yağmurunda 2 saldırgan öldü 1'i ağır yaralandı. Diğer saldırgan ise tuzağa düşürüldüğünü anladı ve helikopterin içini taradı. Sonra da helikopterin içerisine el bombası attı. Diğer saldırganlar ise pusuya yatmışlardı ve çıkarak polise ateş açtılar. 6 saldırgan kalmıştı 1'i ağır yaralıydı. Polisler 2 saldırganı daha öldürdüler. 1'i kaçmaya çalıştı fakat yarım saat sonra polisler tarafından yakalandı. Olayın sonucunda 8 sporcu ve 3 antrenör öldü. 5 saldırgan ve 1 de Alman polisi yaşamını yitirdi. 3 saldırgan sağ ele geçirildi 1'isi yaralıydı. Olimpiyatlar durduruldu pek çok ülke olimpiyatlardan çekildi.

DÖRDÜNCÜ ARAP-İSRAİL (YOM KİPPUR) SAVAŞI (6 Ekim 1973)

Savaşın Nedeni: Mısır ve Suriye’nin 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda kaybettikleri toprakları geri almak istemeleri

Enver Sedat

1967 yenilgisi ile Arap dünyası adeta bir şok içine düşmüştü. İsrail, Golan Tepelerini, Sina Yarımadası’nın tamamını ve en önemlisi kutsal Doğu Kudüs’ü işgal etmişti. Yenilginin sarsıntıları, ülkelerde daha yeni yeni atlatılmaya başlarken soyunduğu Arap dünyasının liderliği konumu sarsılan Mısır, lideri Cemal Abdül Nasır’ı kaybetti.

Nasır’ın yerine daha düşük profilli olduğu için kolay idare edileceği düşünülen Enver Sedat getirildi. Ancak Enver Sedat düşünüldüğü gibi davranmadı. Gücü ele geçirdiğinde kendisini bir kukla gibi oynatmak isteyen çoğunlukla Nasır döneminin güçlü isimlerini bir bir koltuklarından ederek ülkeye hâkim oldu. Ülke içi çekişmelerle geçen birkaç yıldan sonra Sedat, aklındaki fikirleri uygulamaya başladı. Nasır gibi davranmayacaktı…

Sedat, esasen Sovyetlere sıcak bakmıyor, Nasır’ın politikalarını uygulamayacağını arkadaşlarını tasfiye ederek belli ediyordu. Ona göre bölgede var olan ABD-İsrail dayanışmasına, Sovyet cephesinde yer alarak cevap verilemez, ilerleme kat edilemezdi. Bugüne kadar savaşarak kaybedilen toprakların siyaset ile geri alınabileceğine inanıyordu. Çözüm için ABD ile İsrail’in arasına girmek, ABD için bölgedeki tek alternatifin İsrail olmasını engellemek gerekiyordu. Tek alternatifin İsrail olması ABD’nin tüm yardım, silah, ekonomik ve siyasi desteğinin İsrail’e akması demekti. Bu uğurda Sovyet ilişkilerine çok etkili olmasa da ABD’nin dikkatini çekecek bir hamle yapıp 8 bin Sovyet danışmanını teşekkür ederek ülkelerine yolladı. Bu adım gerçekten de ABD’nin dikkatini çekmiş ve nabız yoklamalarına başlamıştır. Ancak o dönem alışılmadık bir durum olduğu için Mısır’a mesafeli yaklaşmaya devam edildi. Bu durum adeta savaşla kaybettiği toprakları, diplomasi ile almasının da bir o kadar zor olduğunu göstermişti.

Kadim dönemlerden beri Mısır’ın bir parçası olan Sina Yarımadası’nın İsrail’in elinde kalması kabul edilemezdi. Hem bu durumu sonlandırmak hem de ABD’nin küçük, İsrail’in hor gören tavrını değiştirmek gerekliliği ortaya çıktı. Her ne kadar işler değişse de gerekirse Sina eski usullerle, güç kullanarak geri alınmalıydı. Böylece Mısır yönetimi, ABD nezdinde ciddiye alınabilecekti.

Bu dönemde Suriye’de de bir takım değişiklikler olmuş Baas Partisi içinde bir hizbi yöneten Hafız Esad, iktidarı eline almıştı. Enver Sedat, Hafız Esad’la bir araya gelerek İsrail’e karşı bir saldırı planını masaya yatırdı. Ancak Suriye tarafı Sedat’ın ana amacından haberdar değildi.

Ve savaş 6 Ekim 1973’de Mısır ve Suriye’nin saldırısı ile başladı. Bu tarih İsrail’in Yom-Kippur gününe denk geliyordu ve bilinçli seçilmişti. Bu yüzden Batı/İsrail kaynakları ‘Yom-Kippur Savaşı’ (Yahudiler için kutsal bir gün olan “Kefaret Günü”) diye adlandırırken Araplar, ‘Ekim Savaşı’ veya Ramazan ayına denk gelmesinden dolayı ‘Ramazan Savaşı’ olarak adlandırır. Savaşın ilk safhalarında Suriye Golan’a saldırmış, Mısır Süveyş Kanalı’nı geçmişti.

MISIR KUVETLERİ SÜVEYŞ KANALI’NI GEÇERKEN

İsrail’e Arap ülkeleri içinde sadece Mısır ve Suriye fiilen saldırmıştı. Diğer Arap ülkeleri, bu ülkelere askeri ve ekonomik destek veriyordu. İsrail’in sendelemesi üzerine, ABD bir hava koridoru yaratarak lojistik destek sağladı. Bazı kaynaklara göre İsrail’in nükleer silah kullanma tehdidi buna neden olmuştur. Bu sırada Petrol ihraç eden Arap ülkeleri bu desteğe karşı ABD ve Batılı ülkelere Petrol ambargosu uyguladı. Bu durum 1973 Petrol Krizini doğurdu.

İsrail, bu destek ve etkin seferberlik sistemi ile savaşta üstünlüğü ele geçirdi, önce Suriye cephesine ağırlık vererek Golan Tepelerinde karşı taarruza geçti. Suriye sınırını aştıktan sonra kanala dönerek karşı taarruzla Mısır birliklerini yararak kanalı geçti. Büyük bir miktar Mısır ordusunun Sina’da anakara ile bağlantısı kesildi.

Bu sırada Sovyetler, BM’de bölgeye ABD-Sovyet kuvvetlerinden bir barış gücü göndermeyi teklif etti. Ancak bu öneri reddedilince, tek başına askeri güç kullanacağını duyurdu. Bunun üzerine BM bölgeye bir askeri güç göndererek savaşı sonlandırdı. Mısır, kanalın doğusuna geçirdiği birliklerini muhafaza etmiş, Suriye tarafında ise İsrail’in çekilmesi ile eski sınırlara dönülmüştü.

Savaş, 1967’nin intikamına almak bir yana dursun neredeyse yeni bir facia doğuracaktı. Ancak bu durum hiçbir şeyden haberi olmayan Suriye için böyle iken Mısır baştan beri hedeflediği, savaş şoku ile İsrail’i anlaşmaya zorlamak, ABD ile ilişki geliştirmek amacına ulaşmıştı. Aynı yılın Kasım ayında Kissinger Mısır’a geldi. Her iki tarafla yapılan anlaşmaları, 1978 yılında Sina’yı Mısır’a geri veren, Mısır’ın da İsrail’i resmen tanıdığı CAMP DAVİD SÖZLEŞMESİ izledi. Bu ara sürede ABD başkanı Nixon’ın Mısır’a, Enver Sedat’ın da İsrail’e bir ziyaret yaptığını ekleyelim. Bu siyasi başarı nedeniyle Mısırlılarda Yom-Kippur Savaşı’nın yeri diğer Arap-İsrail Savaşlarına göre farklıdır.

UYARI: CAMP DAVİD ANTLAŞMASI (1978): Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile İsrail başbakanı Menahem Begin arasında, 12 gün süren gizli pazarlıkların ardından Camp David'de 17 Eylül 1978'de imzalanan ve ABD başkanı Nixon'ın gözetiminde gerçekleşen bir antlaşmadır. (Enver Sedat’a barış yanlısı tavrından dolayı 1978’de “NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ” verilmiştir.) Bu görüşmeler sırasında ABD Dış İşler Bakanı Hery Kissinger Mısır ile İsrail arasında “MEKİK DİPLOMASİSİ” yürütmüştür.

Antlaşmanın imzalanmasında, ABD’nin Arap-İsrail çatışmasına son vererek Ortadoğu’daki çıkarlarını devam ettirmek istemesi etkili olmuştur. Bu antlaşmaya göre;

· İsrail, askeri birliklerini Sina Yarımadası’ndan çekti.

· Mısır, İsrail’i resmen tanıdı. (İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi Mısır oldu. Bu antlaşmadan sonra Arap Ligi Mısır’ın üyeliğini askıya alarak merkezini Tunus’a taşıdı. Arap ülkeleri bu antlaşmaya tepki göstererek Mısır ile tüm ilişkilerini kesmişlerdir.)

Bu süreçten sonra Mısır Batı’ya yaklaşırken Arap dünyasında yalnızlaştı. Filistinliler ise Ürdün’den kovulduktan sonra, Nasır döneminde hamiliklerini üstlenen Mısır tarafından aldatıldıklarını düşünüyorlardı. Bu dönemden sonra davalarına kendi gözlerinde bir Arap davasından ziyade bir Filistin davası olarak baktılar. Enver Sedat ise alışılmamış diplomatik hamlelerinin bedelini ödercesine 1981 yılında, başkentinde düzenlediği bir askeri geçitte kendi askerleri tarafından öldürüldü.

1980'Lİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

6 Ekim 1981: Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat, “Mısır İslami Cihat” örgütü üyeleri tarafından düzenlenen suikast sonucunda Mısır’da askeri bir geçit esnasında hayatını kaybetti. Enver Sedat’a düzenlenen bu suikastın nedeni İsrail ile yaptığı barış antlaşmasıydı.

Enver Sedat’a Askeri geçit sırasında düzenlenen suikast

6 Haziran 1982: İsrail, FKÖ’nün sınırlarını tehdit ettiğini öne sürerek Lübnan’a saldırı düzenledi. Altı ay süren saldırılar sonucunda FKÖ Lübnan’ı terk ederek karargahlarını Tunus’a taşıdı. FKÖ’nün Lübnan’da etkinliği devam etti, ama hiçbir zaman 1982 öncesindeki gibi olmadı.

SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMI (16 Eylül 1982):

16 Eylül 1982’de, İsrail’in desteklediği aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarına İsrail ordusunun onayıyla ve gözetimi altında saldırarak çoğu kadın ve çocuk savunmasız 2.750 Filistinliyi cesetleri tanınmaz hale gelecek şekilde vahşice katletmişti. Katliamın ertesi sabahı, cesetler, Sabra ve Şatilla sokaklarında üst üste yığılmışlardı

Ariel Şaron komutasındaki İsrail ordusu “uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmış” Sabra ve Şatilla kamplarını kuşatma altına alarak kamplardaki Filistinlilerin kaçmalarına engel oldu. Lübnanlı Falanjistler ise kendi denetimleri altındaki Sabra-Şatilla’da bulunan çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kampın önce İsrail askerleri tarafından kuşatma altına alınmasına, daha sonra ise Falanjist milisler tarafından kamp sakinlerinin katledilmesine göz yumdu. İsrail ordusu, herhangi bir sorumluluk almadı.

Sabra Ve Şatilla Katliamı

Filistin Kurtuluş örgütünün 18 Ağustos’ta kabul edilen ateşkes çerçevesinde Beyrut’taki kamplarda yaşayan Filistinli sivillerin güvenliğine dair İsrail ve ABD’den teminat almış olmasına rağmen yaşanan bu katliam tüm dünyanın tepkisini çekmişti. İsrail, katliamı araştırmak üzere bir komisyon kurmak zorunda kalmış, komisyon Şubat 1983’te yayımladığı raporda, Falanjist milislerin lideri Eli Hubeyka’yı doğrudan, Ariel Şaron’u ise bireysel olarak sorumlu tutmuştur. Katliamdan sorumlu olan Ariel Şaron artık “Beyrut kasabı” olarak anılmaya başlanmış ve savunma bakanlığından istifa etmek zorunda kalmış ancak hükümetin bir parçası olmaya devam etmiş, 2001 yılında ise İsrail başbakanlığı görevine gelmiştir.

Sabra ve Şatila Katliamı mağdurları, 2001 yılında Belçika’da Şaron aleyhine insanlık suçu işlediği gerekçesiyle dava açmış fakat ABD ve İsrail’in engellemeleri ve tehditleri sonucu Belçika, bu davanın açılmasına olanak veren yasayı değiştirmek zorunda kalmış ve 2002’de dava düşmüştür. Dava düşmeden önce katliamın başrolündeki Falanjist Lübnan Güçleri’nin önde gelen isimlerinden Eli Hubeyka, Şaron aleyhinde şahitlik yapacağını ilan etmesinden birkaç gün sonra Beyrut’ta aracına konulan bombanın patlamasıyla öldürülmüştür.

AĞUSTOS 1983: İsrail, Lübnan’ın büyük bir kısmından askerlerini çekti. Ancak Lübnan’ın güneyinde kendi ilan ettiği “güvenlik bölgesi”nde asker bulundurmayı sürdürdü.

25 EYLÜL 1985: Kıbrıs Larnaka’daki bir yatta 3 İsrailli öldürüldü. FKÖ’deki en büyük örgüt El Fetih’den olan “Güç 17” komandoları olayı üstlendi.

1 EKİM 1985: İsrail, Tunus’a yönelik “Tahta Bacak Operasyonu”nu gerçekleştirdi. Arafat’ı öldürmeyi hedefleyen saldırıda FKÖ’nün karargahı hedef alındı. Operasyonda yaklaşık 60 kişi öldü.

BİRİNCi İNTİFADA (8 ARALIK 1987): Türkçe’de “Ayaklanma” anlamına gelen ve Arapça bir kelime olan İntifada, Filistin’de iki kez yaşandı.

Birinci İntifada (ayaklanma-sivil itaatsizlik) veya Birinci Filistinli İntifada, İsrail'in, 8 Aralık 1987'den 1993 Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına kadar süren, Filistin topraklarını ele geçirmesine karşı, Filistinlilerin ayaklanmasıdır. Ayaklanma 9 Aralık’ta Cebaliye mülteci kampında başladı. Gittikçe yükselen tansiyon, ölen Filistinli ve İsrailliler ve son olarak İsrail ordusuna ait bir aracın dört Filistinli'ye çarpıp öldürmesi, ayaklanmayı ateşledi.

Gazze Şeridi’nden başlayıp Batı Şeria’ya yayılan protestolar sivil itaatsizlik halini aldı ve genel grevler düzenlenerek İsrail ürünleri boykot edildi. Filistinlilerin bu protestolarına karşılık olarak İsrail göz yaşartıcı gazlar, plastik ve gerçek mermilerle karşılık verdi. Şeyh Ahmet Yasin, Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Gazze kanadı olarak Hamas’ı kurdu

15 KASIM 1988: FKÖ, Tunus karargâhından tek taraflı olarak “Filistin Devleti”ni ilan etti.

1990'LI YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

30 EKİM 1991: Madrid’de Ortadoğu barış konferansı toplandı.

13 EYLÜL 1993: Oslo Antlaşması. FKÖ ve İsrail karşılıklı olarak birbirlerini tanıma konusunda anlaştılar.

EL HALİL KATLİAMI (25 ŞUBAT 1994): Amerikan asıllı İsrailli yerleşimci Baruch Goldstein, ramazan ayında İbrahim Camii’nde ibadet etmekte olan 29 Filistinli’yi öldürdü, 125’ini ise yaraladı.

26 EKİM 1994: İsrail ve Ürdün 45 yıllık düşmanlığa son veren barış antlaşmasını imzaladı. İsrail Kudüs’te, Müslümanlar için kutsal bölgelerde Ürdün’ün özel rolünü kabul etti.

4 KASIM 1995: İsrail Başbakanı İzak Rabin, İsrailli aşırı sağcı bir Yahudi öğrenci olan Yigal Amir tarafından öldürüldü. Yigal Amir bu cinayetin gerekçesi olarak İzak Rabin’in “Ortadoğu Barış Planı”nı gösterdi. Şimon Peres Başbakan oldu.

2000’Lİ YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

20 TEMMUZ 2000: İsrail Başbakanı Ehud Barak ve FKÖ Başkanı Yaser Arafat’ın ABD Başkanı Bill Clinton’ın ev sahipliğinde bir araya geldiği Camp David Zirvesi’nde, İsrail ile Filistin arasında devam eden çatışmalara son vermek amacıyla “nihai statü” belirlenmeye çalışıldı. Arafat, ABD ve İsrailli arabulucuların önerilerini kabul etmeyi reddetti. Bir anlaşmaya varılamadı.

İKİNCİ İNTİFADA (28 EYLÜL 2000): İsrail’de Likud Partisi’nden Ariel Şaron, Kudüs’te Mescid-i Aksa’yı ziyaret edince Filistinliler bunu kışkırtma olarak nitelendirdi ve protestolar sonrası İkinci İntifada başladı. İkinci İntifada’ya veya El Aksa İntifadası da denir.

28 Eylül 2000’den 2005 yıllına kadar devam eden ikinci Filistin ayaklanması, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalar Şubat 2005 yılında Ariel Şaron ve Mahmud Abbas’ın katıldığı Sharm ek-Sheikh Zirvesi ile sona ermiştir. Ayrıca Oslo Savaşı olarak da bilinir. Filistin’de İsrail işgaline karşı başlatılan topluca başkaldırma hareketinin adıdır.

6 ŞUBAT 2001: Ariel Şaron, Likud Partisi lideri olarak seçildi ve İsrail Başbakanı oldu. Yaser Arafat ile müzakerelere devam etmeyi reddetti.

1 HAZİRAN 2001: Hamas üyesi intihar eylemcisi, bir gece kulübüne saldırdı. Saldırıda çoğu genç 21 İsrailli hayatını kaybederken 100 kişi de yaralandı.

17 EKİM 2001: İsrail Turizm Bakanı Rehavam Zeevi, Kudüs’te Filistin Halk Kurtuluş Cephesi grubu üyeleri tarafından vurularak öldürüldü.

ARALIK 2001: Ariel Şaron, Ramallah’a asker gönderdi. Filistin hükümetinin Batı Şeria’da bulunan karargahları kuşatıldı ve topa tutuldu. Arafat bölgeden çıkamadı.

27-28 MART 2002: Önde gelen Arap devletlerinin bir araya geldiği Beyrut Zirvesi’nde İsrail - Filistin meselesi tartışıldı. Zirveye Arafat katılmadı. Zirvede İsrail’e, 1967 yılından bu yana işgal altında tuttuğu topraklardan çekilmesi, başkenti Kudüs olan Filistin Devleti’ni tanıması ve 3 milyon 800 bin mülteciye geri dönüş hakkı vermesi karşılığında normal ilişkiler kurulması teklif edildi.

29 MART 2002: İsrail, 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan bu yana en büyük askeri operasyonunu (Koruyucu Duvar Operasyonu) başlattı. İsrail aynı yıl Batı Şeria’da bir ayırıcı duvar inşa etmeye başladı.

22 MART 2004: Hamas’ın kurucularından Şeyh Ahmet Yasin’e suikast düzenlendi. Şeyh Yasin İsrail saldırı helikopterlerinden açılan ateş sonucu hayatını kaybetti.

17 NİSAN 2004: Hamas’ın Şeyh Ahmed Yasin’den sonraki lideri Abdülaziz El-Rantisi İsrail güçleri tarafından öldürüldü.

9 TEMMUZ 2004: Uluslararası Adalet Divanı, Batı Şeria’yı çevreleyen “ayırıcı duvar”ın uluslararası hukuka aykırı olduğu sonucuna vardı ve yıkılması gerektiğini bildirdi.

11 KASIM 2004: Yaser Arafat öldü.

9 OCAK 2005: Mahmud Abbas Filistin Ulusal Yönetimi Devlet Başkanı seçildi.

10 OCAK 2005: Ariel Şaron, Birleşik Torah Yahudileri Partisi ve İşçi Partisi ile ulusal birlik hükümeti kurdu.

Ağustos 2005: İsrail tek taraflı olarak Gazze ve Batı Şeria’nın bir bölümünden çekilme planını tamamladı.

25 OCAK 2006: Filistin genel seçimlerinde Hamas oyların çoğunu aldı. ABD, İsrail ve birçok Avrupa ülkesi Filistin’e yardımlarını kestiler.

25 HAZİRAN 2006: Filistinliler Gazze Şeridi’ni geçerek onbaşı Gilad Şalit’i esir aldılar. İki İsrail askeri öldü, dört asker ise yaralandı.

EYLÜL 2006: Gazze Şeridi’nde El Fetih - Hamas çatışması yaşandı. Batı, Mahmud Abbas’ı (sağda), Filistin’in ılımlı yüzü olarak görüyor.

1 EKİM 2006: Başlayan yeni şiddet dalgası sonucu, Hamas ve El-Fetih arasındaki grup çatışmasında 8 kişi öldü.

13 KASIM 2006: Müzakereler sonucunda Hamas ve El-Fetih, iki hareketin de dışında kalacak bir kişinin başkanlığında birlik hükümeti kurma konusunda uzlaştılar. Parti üyesi olmamasına karşı Hamas’a yakınlığı ile bilinen Gazzeli akademisyen Muhammed Shbeir başkanlık teklifini kabul etti.

EKİM 2006: Hamas - El Fetih anlaşmazlığının çözümü için arabulucu nitelikte birçok toplantı yapıldı. Mısır ve Katar, her iki tarafla görüşme yapmak için dışişleri bakanlarını gönderdi. İslami Cihat ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi Filistinli gruplar, iki taraf arasındaki anlaşmazlıkların sona ermesi için arabuluculuk yaptılar.

15 ARALIK 2006: Hamas, lideri İsmail Haniye'ye yönelik saldırıdan El-Fetih’i sorumlu tuttu.

16 ARALIK 2006: Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas devam eden krizin aşılabilmesi için seçimlerin yenilenmesi çağrısında bulundu.

21 OCAK 2007: Mahmud Abbas, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’in daveti doğrultusunda Şam’da Hamas lideri Halid Meşal ile görüştü.

30 OCAK 2007: 32 Filistinlinin ölümüne sebep olan çatışmaların ardından, Mısır’ın arabuluculuğunda Hamas ve El Fetih ateşkes ilan etti. Her iki taraf da görüşmeler için Suudi Arabistan’ın Mekke’ye davetini kabul etti.

8 ŞUBAT 2007: Hamas ve El Fetih, aralarındaki anlaşmazlığa bir son verme ve koalisyon kurma konusunda anlaştı. Bu anlaşma doğrultusunda Batılı güçlerin uyguladığı ağır yaptırımların kaldırılması ümit edildi.

9 ŞUBAT 2007: Ortadoğu Dörtlüsü (ABD, AB, Rusya, BM) Suudi Arabistan’ın, Filistin’de Ulusal Birlik Hükümeti kurma çalışmalarına verdiği desteği memnuniyetle karşıladı. Ancak daha sonra İsrail’i tanımak için uluslararası taleplere uyulması gerektiğini, şiddete son verilmesini ve daha önceden imzalanan barış anlaşmalarına sadık kalınmasını dile getirdi.

15 ŞUBAT 2007: İsmail Haniye ve kabinesi istifa etti. Ancak Haniye daha sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas tarafından tekrar göreve atandı ve Filistin’de Ulusal Birlik Hükümeti kurma süreci başladı.

15 MART 2007: Filistinliler hükümet kurma konusunda anlaştılar.

17 MART 2007: Yeni Filistin hükümeti, Gazze’de ilk kabine toplantısını gerçekleştirdi. Bakanlar toplantıya Batı Şeria’daki Ramallah’dan video konferans ile katıldı.

MART 2007: İsrail, uluslararası taleplere uygun hareket edilmediğini öne sürerek koalisyon hükümeti ile görüşmeyi reddetti.

MART 2007: Gazze’de Hamas - El Fetih çatışmasında bir El Fetih üyesi öldü, yedi kişi yaralandı. Bu, birlik hükümetinin kuruluşunun ardından meydana gelen ilk çatışma oldu.

Nisan 2007: ABD güvenlik harcamaları için Mahmud Abbas’a 60 milyon dolar para yardımında bulundu. Bu para, Gazze’de bulunan ticaret yollarının güvenliğini sağlamanın yanı sıra lojistik ve iletişimi destekleme amaçlı kullanılacaktı.

MAYIS 2007: İsrail, Gazze’de beş hava saldırısı gerçekleştirdi. İsrail Başbakanı Ehud Olmert saldırıların devam edeceğini belirtti.

HAZİRAN 2007: Mahmud Abbas, Batı Şeria ve Gazze’de olağanüstü hal ilan etti. Hükümeti lağvederek geçiş dönemi için olağanüstü hal hükümeti kuracağını da açıklayan Abbas, hükümeti kurma görevini ise Maliye Bakanı Salam Fayyad’a verdi. Hamas bu hükümette yoktu.

HAZİRAN 2007: Filistin’e uygulanan yardım ambargosu kaldırıldı. ABD ve Avrupa, Filistin’e yardım etmeye başladılar. Mahmud Abbas, İsrail’le barış görüşmelerini sürdüreceğini dile getirdi.

KASIM 2007: Hamas Gazze’de etkinliğini sürdürürken ABD Başkanı George Bush Annapolis’de Filistin - İsrail barış görüşmelerine ev sahipliği yaptı.

23 OCAK 2008: Gazze’den İsrail’deki sınır kasabalarına durmaksızın düzenlenen roket saldırıları sonucunda, İsrail’in Mısır’ın da desteğini alarak başlattığı ablukaya daha fazla dayanamayan Gazzeliler, Refah sınırındaki duvarları yıkarak temel ihtiyaçlarını satın alabilmek için Mısır tarafına geçtiler. 11 gün sonra, 3 Şubat’ta Mısır güvenlik güçleri geçişleri yasakladığında, toplamda 800.000’e yakın Gazzeli Mısır’a girip çıkmıştı.

28 ŞUBAT - 3 MART 2008: İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda en az 117 Filistinli hayatını kaybetti, 200 Filistinli de yaralandı. Yaklaşık 800 Filistinlinin evi tahrip edildi. Kubbet-üs-Sahra Müslümanların en kutsal mekanlarından biri olarak kabul ediliyor.

14 NİSAN 2008: Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi’nin askeri kanadının lideri İbrahim Ebu İlba İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybetti.

19 HAZİRAN 2008: Mısır’ın arabuluculuğunda gerçekleşen müzakereler sonucu Hamas ile İsrail arasında altı aylık ateşkes imzalandı. Hamas roket atmama, İsrail de Gazze’ye yönelik ambargoyu kaldırma ve suikastları durdurma sözü vermişti.

19 ARALIK 2008: Hamas ile İsrail arasındaki altı aylık ateşkes sona erdi. Ateşkes sürecinde ambargo hafifletilmediği gibi saldırılar azalsa da kesilmedi.

27 ARALIK 2008: Roket saldırılarını gerekçe gösteren İsrail, mezuniyet töreninin yapıldığı bir polis merkezini vurarak aralarında Hamas’ın üst düzey güvenlik görevlilerinin de bulunduğu 140 polisi öldürdü ve Gazze Şeridi’nde “Dökme Kurşun Operasyonu”na başladı. 60 savaş uçağının katıldığı operasyonun sadece ilk saatlerinde 200’ü aşkın Filistinli hayatını kaybetti.

31 ARALIK 2008: İsrail Ortadoğu Dörtlüsü’nün ateşkes çağrısını reddetti.

1 OCAK 2009: İsrail uçakları Hamas’ın üst düzey liderlerinden Nizar Rayyan’ı evini bombalayarak öldürdü.

3 OCAK 2009: İsrail, Gazze Şeridi’nde kara operasyonuna başladı.

9 OCAK 2009: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın görev süresi fiilen doldu. Ancak başkanlık seçimleri ertelendi.

15 OCAK 2009: Hamas hükümetinin İçişleri Bakanı Said Siyam, oğlu, erkek kardeşi ve ailesi ile birlikte İsrail’in füze saldırısında hayatını kaybetti.

16 OCAK 2009: Gazze’ye silah kaçakçılığının önlenmesi konusunda ABD ve İsrail dışişleri bakanları arasında bir anlaşma imzalandı.

18 OCAK 2009: 22 gün süren operasyonun ardından İsrail ateşkesi kabul ederek yerle bir ettiği Gazze Şeridi’nden çekilmeye başladı. Çekilme işlemi 21 Ocak’ta tamamlandı.

10 ŞUBAT 2009: İsrail’de genel seçimler yapıldı. Tzipi Livni’nin Kadima Partisi Binyamin Netanyahu’nun Likud Partisi’nden bir milletvekilliği fazla çıkarsa da sağ partilerin çoğunluğu alması nedeniyle hükümeti kurma görevi Netanyahu’ya verildi. 31 Mart’ta Likud Partisi’nin aşırı sağ partilerle kurduğu koalisyon hükümeti İsrail meclisinden güvenoyu aldı.

14 AĞUSTOS 2009: Gazze’nin Refah bölgesinde Hamas’a bağlı güvenlik güçleri ile El Kaide’yle bağlantısı bulunduğu iddia edilen Cünd-ü Ensarullah grubu arasında çıkan silahlı çatışmada, örgüt liderinin de aralarında bulunduğu 22 kişi öldü, en az 100 kişi yaralandı. Cünd-ü Ensarullah, Gazze’de bir “İslami Emirlik” ilan etmiş ve Hamas’ı dinden uzaklaşıp Batı’ya yanaşmakla suçlamıştı.

5 KASIM 2009: İsrail’in, Gazze’ye yönelik “Dökme Kurşun Operasyonu”nda orantısız güç kullanması nedeniyle savaş suçu işlemekle itham edildiği Goldstone Raporu, BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.

13 KASIM 2009: 24 Ocak 2010’da yapılması planlanan devlet başkanlığı ve meclis seçimleri, Hamas yönetimindeki Gazze Şeridi’nde oylama işleminin gerçekleşemeyeceği gerekçesiyle Filistin Seçim Komisyonu tarafından ertelendi.

2010’LU YILLARDA FİLİSTİN MESELESİ VE İSRAİL

6 OCAK 2010: 6 Aralık’ta Britanya’dan yola çıkan ve insani yardım malzemesi taşıyan “Filistin’e Yol Açık” konvoyu, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Gazze’ye ulaştı.

19 OCAK 2010: Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları’nın kurucularından ve komutanlarından Mahmud el-Mebhuh, Dubai’de kaldığı bir otelde Mossad ajanları tarafından boğularak öldürüldü.

MAVİ MARMARA OLAYI (31 Mayıs 2010): “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla yola çıkan Gazze’ye Özgürlük Filosu’na İsrail donanması uluslararası sularda saldırdı. Mavi Marmara gemisindeki 9 Türk yardım gönüllüsü öldürüldü, 50’yi aşkın gönüllü de yaralandı.

HAZİRAN 2010: Mavi Marmara katliamının ardından artan uluslararası baskılar karşısında Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı üç yıl sonra süresiz olarak açarken; İsrail de 20 Haziran’da ambargoyu hafifletme kararı alarak Gazze’ye girebilecek malların listesini yeniledi.

2 EYLÜL 2010: İsrail’in Gazze’ye saldırması üzerine Aralık 2008’de rafa kaldırılan doğrudan barış müzakereleri, Filistin lideri Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından Washington’da yeniden başlatıldı.

22 EYLÜL 2010: BM İnsan Hakları Konseyi yayınladığı raporda, İsrail’in 9 Türk’ün ölümü ile sonuçlanan Mavi Marmara baskınını “yasadışı, orantısız ve kabul edilemez gaddarlık” olarak nitelendirdi ve Filistin toprağına deniz ablukası uygulamasının “yasadışı” olduğunu belirtti.

EYLÜL 2011: İsrail'in Gazze Şeridi'nde bir hafta boyunca düzenlediği hava saldırılarında 18 Filistinli yaşamını yitirdi.

23 EYLÜL 2011: Filistin Yönetimi, Birleşmiş Milletler'e tam üye ‘devlet’ statüsü kazanmak amacıyla BM Genel Sekreteri Ban ki-Mun'a başvurdu.

12 EKİM 2011: İsrail ve Hamas, beş yıldır esir olan asker Gilad Şalit ve binden fazla Filistinli mahkumun serbest kalması için anlaştı.

31 EKİM 2011: Filistin, UNESCO Genel Konferansı'nın kararı ile kurumun 194'üncü üyesi oldu.

1 KASIM 2011: ABD, Filistin'in UNESCO'ya üyelik başvurusu kabul edilince, örgüte Kasım 2011'de yapmayı planladığı 60 milyon dolarlık ödemenin iptal edildiğini duyurdu.

18 ARALIK 2011: İsrail, Hamas ile Ekim 2011'de yaptığı esir değişim anlaşmasının ikinci aşaması çerçevesinde, kendi seçtiği 550 tutukluyu serbest bıraktı.

23 ARALIK 2011: Filistinli gruplar Fetih ve Hamas, uzun süren fikir ayrılıklarının ardından birleşme yolunda önemli bir adım attı. Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan görüşmelerin ardından Hamas, Filistin Kurtuluş Örgütü bünyesine katılma kararı aldı.

13 MART 2012: İsrail'in, Gazze Şeridi'nde dört gün boyunca düzenlediği ve 25 Filistinlinin öldüğü operasyonlar sonrasında, taraflar Mısır'ın arabuluculuğunda anlaşmaya vardı.

21 MAYIS 2012: Gazze Şeridi'ni 2007 yılından bu yana kontrolü altında tutan Hamas ile Filistin Kurtuluş Örgütü şemsiyesi altındaki en büyük grup Fetih, Filistin'de hükümet kurulması konusunda ilk adımı attı.

28 AĞUSTOS 2012: İsrail'de bir mahkeme, 2003'te Gazze Şeridi'nde bir buldozer tarafından ezilerek hayatını kaybeden Amerikalı aktivist Rachel Corrie'nin ailesinin açtığı davada, orduyu suçsuz buldu.

30 KASIM 2012: BM Filistin’e, BM’de üye olmayan gözlemci devlet statüsünü verme kararını aldı. BM Genel Kurulu’ndaki oylamada BMGK’nın beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı ABD ise hayır oyu kullanmıştı.

7 TEMMUZ 2014: İsrail Gazze’ye yönelik 51 gün sürecek saldırılarını başlattı. Saldırılarda 530’u çocuk 302’si kadın 2 bin 100’den fazla Filistinli öldü, 10 binden fazla Filistinli de yaralandı. İsrail tarafında ise 64’ü asker 70 İsrailli öldü, 720 İsrailli de yaralandı.

01 NİSAN 2015: Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) resmen üye oldu.

25 HAZİRAN 2015: Filistin, UCM’ye İsrail hakkında suç duyurusunda bulundu. Filistin yönetimi, biri İsrail’in son Gazze savaşı diğeri ise yasadışı yerleşim faaliyetleri ile ilgili mahkemeye iki ayrı dosya sunmuştu.

6 ARALIK 2017: 1980’de İsrail Kudüs’ü tek taraflı olarak İsrail’in başkenti olarak ilan etmişti. Bu karar kimse tarafından tanınmadı. Ancak ABD Başkanı Donald Trump, İslam dünyasından gelen tüm tepkilere karşın Kudüs'ü İsrail'in resmi başkenti olarak tanıdı ve Tel Aviv'deki ABD Büyükelçiliği'nin Kudüs'e taşınacağını açıkladı.

32