İsmaİl beŞİkÇİ rewsen - tirsik.nettirsik.net/danegeh/kovar/rewsen/ozelsayi1.pdf · bu...
TRANSCRIPT
İSMAİL BEŞİKÇİ SÖMÜRGECİ FAŞİST
TÜRK DEVLETİ KARŞlSlNDA
KÜRDiSTAN HALKININ DOSTU VE
TÜRK AYDINININ BİLİMDEN TAViz
VERMEZONURUDUR
Anlamlı kavgası karşısında Türk sömürgeciliğinin büzülüp kohrolduğu, Türk halkının bilirnde ve gerçekleri savunmoda yaman oydını ismoil Beşikçi, "Devletlerarası Sömürge Kürdistan", "Bilim-Resmi ideoloji, Devlet-Demokrasi ve Kürt Sorunu" ile "Bir Aydın, Bir Örgüt ve Kürt Soru!lu/Belgeler" adlı bilimsel oroşhrmo kitapları nedeniyle yeniden zindona alındı.
Yayınlanan üç kitobıdo yasaklonorak toplonldı. Her kitabı için hakkında 7,5 ila 15 yıl orası değişen hapis cezaları istenmektedir. Buda toplam 25 yıla yakın bir ceza tehdidi demektir. Hohrlonocoğı üzere daha önceleride yıllarca cezaevlerinde kaldı. Şimdiye kadar yaşamının hemen hemen dörtte birini Türk devletinin zindanlarında geçirdi.
Sosyolog Doktor ismoil Beşikçi son olarak ı ı Mart günü, kitaplanndan dolayı ifade vermek üzere çağınldığı istanbul 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı' neo tutuklama amacıyla mahkemeye sevkedildL DGM'ndeki ilk duruşma 18 Nisan ı 990 tarihinde yapıldı. Açılan davaya ilişkin esas hakkındaki ono savunma saklı kolmak üzere, savunmanın ön bilgileri mahiyetinde açıklamalarda bulundu. Duruşmoda tutukluluk halinin devamına karar verilerek Soğmolcılor Cezaevi' ne konuldu.
Tutuklanması ordındon "Y ekiliye Rewşenbiren Welotporezen Kurdistan" -YRWK (Kürdistan Yurtsever Aydınlar Birliği)· hemen harekete geçerek, ismoil Beşikçi' nin derhal serbest bırokılması ve doyonışmo amacıyla uluslorOfosı bir kampanya boşloth . YRWK'nin girişimleriyle Kürdistanlı yurtsever ki~eler tarafındon boyutlandınion kampanya · sürüyor.
Türk devletini en sert biçimde protesto etme anlamında do olon kampanyanın kapsamında, YRWK olarak yayın orgonımız "REWŞEN"in özel bir soyısına savunmaya ilişkin ön açıklamoları alıp, ismoil Beşikçi'ye oyırdık.
ismoil Beşikçi, çünkü; Türk sömürgeciliğinin resmi ideolo
jisi kemalizmin vohşetini, monhğını, terörünü bilimsel zeminde yorumlayon ve
. eleşiiren düşünce odomı bir yozordır ... Kürt ve Kürdistan sorunu karşısında
korarlı tavır içinde olondır ... Türk olmasına karşın her zaman,
sömürge bile olmayon Kürt halkının çilesini, cefosını anan ve bunun karşısında, resmi ideolojinin önüne dikilerek egemen şoven zincirleri porçaloyon bir istisnadır ...
DiişüıTce suçunun ifloh olmaz düşmanı borazan sömürgeci burjuva bosı·nın, Türk devletinin her türlü kuruluşunun onursuzluğunu; yazor-çizer takımı, fendini bilim adamı soyon sahte profesörleri n içyüzünü ve tutumunu deşifre etmeye devam edendir ...
Her türlü umursonmozlık tavrına inot; aydın tavrının takipçisi, olgıloyıcısı erdemlerini taşıyıcı kıvılcımdır .. .
Türk şovenizmine en güzel yonıhn ustası, Türk aydının yüzokı, Kürt oydınıno yandaş ve kavga öğrencidir...
. Her nomuslu Türk aydınını izinde yürümeye, her vatansever Kürt aydınını davasına ortak olmoya çağırıyoruz!
Her Türkiyeli ve Kürdistonli ilerici, yurtsever, demokrot-devrimciyi, O' nunlo dayanışmaya çağırıyoruz!
YRWK olarak bundan böylede çabalarımızı sürdürecek, her zaman ismail Beşikçi'nin yonında olacağız.
YRWK Yekitiya Rewşenbiren
Welatparezen Kurdistan
"Herçi bire şOr'i dest~ himmet lebtkir ji xwe re bi men dewlet Bö ceng O cidal O b~ tehewwir Oet v~ şixul~ mekin tesewwir"
-EhmedA Xani- REWSEN 1.-DM
Kürdistan Yurtsever Aydinlar Birliği Yay1n Organi ı Mayıs 1990 ı
ismail Beşil<çi'nin 18 Nisan 1990 tarihinde istanbul 2 Nolu Devlet Güvenli!< Mahkemesi'nde yaptığı savunma:
• • • • • ''RESMI IDEOLOJIYI ELESTIREMEYEN
• • • • BIR BILIM GELISEMEZ''
İSTANBUL 2 NOLU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESi BAŞKANLIGI'NA
Esas No: 1990 1 143
Sayın Yargıçlar,
"Devletlerarası Sömürge Kürdistan" (Alan Yayıncılık, İstanbul, Şubat 1990) kitabımla ilgili olarak ceza davası açılmıştır. Bu dava ile ilgili olarak, esas hakkındaki savunma hakkım saklı kalmak üzere bazı şeyler söylemek istiyorum.
I- Bilim yöntemi kavram ve Kürt sorunu ile ilgili yazılanmdan dolayı ilk kez yargılanmıyorum. 1967 yılından beri çeşitli tarihlerde ve çeşitli mahkemelerde yargılandım. Bu yargılamalarla ilgili olarak düzenlenen iddianamelerin içerigi hiç de~şme·di. 1960'lı yıllann şoruanndan beri aynı iddialar aynı kavramlarla; aynı terminoloji içinde tekrarlarup duruyur. "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşianna Türk denilir. Türkiye'de Türk ulusundan .ayn bir ulus, Türk dilinden ayn bir dil yoktur. Türk'ten ayn bir ulusun, Türk dilinden ayrı bir dilin varlı~ kabul edilemez. Türk Devletinin tabiyetinde olan, devlete vatandaşlık ba~yla bafUı olan herkes Türktür. Dil, din, cins, ırk, etnik köken farkı gözetilmeksizin, etnik·kökeni ne olursa olsun herkes.Türktür. Anayasanın kabul etti~ temel ilke herkesin Türk olmasıdır ... Bütün Türkler temel hak ve hürriyetler ba~ kırnından siyasi haklar bakırnından eşittir. Türk ulusundan ayrı bir ulusun, Türkçeden ayn bir dilin, Türk kültüründen ayn bir kül türün var oldu~u söylemek bu dili ve kültürü savunmak suçtur."
Türk Devleti, Türk resmi ideolojisi, Kürt ulusu'nun varlı~, Kürt dilinin, Kürtçe'nin varlı~nı inkar etmektedir. Kürtler, Türklerin bir boyu sayılmakta, Kürt-: çe · Türkçe'nin bir şivesi kabul edilmektedir. Böylelikle sosyolojik gerçek, somut gerçek, resmi ideolojiyle inkar edilmektedir. Yok sayılmaktadır. Resmi ideoloji herhangi bir ideoloji demek de~dir. Resmi ideoloji cezai yaptırım içermektedir. Gerçeklerin söylenmesi, incelenmesi, araştırılması ceza tehdidi altında tutulmaktadır. Resmi ideolojinin kabullerinin dışına çıkanlara; sorunlara, olgulara özgürce yaklaşanlara, bilimin kavramıyla yaklaşanlara,
cezaevinin yolu gösterilmektedir. Düşünce hayatı üzerinde, resmi ideolojinin bu baskısı bilimin gelişmesini engellemektedir. Bu baskı, düşünce hayatını felç etmeKte, zihinleri kötürümleştirmekte, beyinleri ve yürekleri körleştirmektedir. Bilimin ve resmi ideolojinin bu nitelikleri son yıllarda çok daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yukanda, savcılann ve askeri savcılann, yazılanmla ilgili iddialannın hiç de~şmedi~ni belirtmiştim. Aş~ yukanaynı kavramlarla aynı terminolojiyle ayni iddialar tekrarlarup durmuştur. Halbuki yazılanmda, yazıla- .
nn içeri~nde, konulann, toplumsal ve siyasal ilişkilerin kavramlmasında ve anlatılmasında çok büyük de~şiklikler ohriuştur. 1990 senesinde yayınlanan ve iddianarnelere konu olan yazılar, örne~, 1967 Yılında yayınlanmış yazılara benzernem ek-
tedir. 1990 yılına ilişkin yazılar, kuşkusuz, çok daha dowudur, çok ·daha aydınlıktır. Toplumsal ve siyasal ilişkilerin kavranılması, anlatılması çok daha açıktır, tatmin edicidir. Düşünceyi körleştiren, kötürümleştiren, dili köleleştiren zincirlerin parçalandı~ bu çerçeveye itibar edilm~ görülmektedir. 1960'lı yılların sonlanndan günümüze kadar gelen sürecin en önemli yönlerinden biri budur.
II- İşte bu noktada yasallık ve · meşruluk ka'vramlanna de~e
nin gerekli oldugunu düşünüyorum. Savcının iddianamesinde ifadesini bulan görüşlere katılmıyorum. Çünkü bu görüşler resmi ideolojinin bir ifadesidir. Yalana ve inkara dayanmaktadır. Savcıyla biriike aynı şeyleri düşünmerli~ için suçlanınam da yanlıştır. Savcının, yukanda belirtroege çalıştı~ görüşlerine ka-
tılmıyorum, bu görüşleri eleştiriyorum, fakat, bütün bunların da bir suçlama konusu olmaması gerekt@ni düşünüyorum. Anayasa'da Türk Ceza Kanunu'nda, Siyasal Partiler Kanunu'nda, Sıkıyönetim Kanunu'nda insaniann ana dillerinin ne oldu~u gösteren kanunda ... vs. Türkiye'de yaşayan herkesin Türk oldugu, Türkten ayn bir ulusun varlı~nın ileri sürülemeyece~, Türk dilinin ve Türk kültürünün dışında . bir dilin ve kültürün savunulmayaca~ ifade edilebilir. Bunlar yasalda olabilir. Fakat bunlar meşru de~dir. Kürt ulusunun, Kürt dilinin, Kürt kültürünün varlı~ inkar den mevzuat ister beş general tarafından yapılsın, ister 450 ~illetvekili tarafından · yapılsın, hiç bir meşruiyeti yoktur. Hukukta meşruiyet yasallıktan çok daha önemlidir.
Kürt nüfusunun Ortadoğu'daki varlı~ 30 milyonu aşkındır. Ve
REWSEN- Özel Sayı 1 e May1s 1990 e sayfa 2
• ısmail Beşikçi
Biyografisi 1939 : Çorum - İskilip'te dogdu. 1962: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni
bitirdi. Kısa bir süre maiyet memurlugu yaptı. Bitlis'te yedek subay ol~ askerligi bitirdi. Bitlis ve Hakkari'de Kürtler üzerine araştırmalarda bulundu. Dersim'de Hozat KaymakamY ardımcı-J.ıgı yaptı. _
1964 :. Erzurum Atatürk U niversitesi'nde sosyoloji asistanı olarak çalışmaya başladı. Kürdistan'ı ve Kürt toplumunu daha yakından tanıma olanagını buldu. '
1967: Doktorasını tamamladı. "Göçebe Alikan Aşireti" üzerine hazırladıgı tezle sosyoloji doktoru ünvanını aldı. Kürdistan'da çeşitli merkezlerde yapılan. "Dogu Mitingleri"ne katıldı. Bununla "ilgili "Dogu Mitingleri'nin ·AnaliZi" adlı bir çalışmayı yaptı.
1969: "Dogu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller" kitabını yayınladı. Kitabı sakın~ calı ilan edildi ve Erzurum Atatürk Üniversitesi'ndeki asistanlık görevine son verildi.
1971 : Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde çalışmaya başladı. Aynı yıl 12 Mart Askeri Darbesi ·döneminde tutuklandı. Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nce yargılandı. 12 yıl 10 ay agır hapis cezasına çarptırıldı. Üç yılı aşkın bir süre cezaevinde kaldı. ·
1974: Çıkarılan Genel AfYasası'yla tahliye oldu. Fakat, Türkiye'de hiç bir üniversiteye kabul edilmedi. Resmi ideolojiye karşı çıktıgından "afaroz" edilmişti. Sonraki yıllarda serbest araştırmacı olarak çalıştı. Bilim yöntemi kavramı ve bu yöntemin Türkiye' de uygulamasıyla ilgili çalışmalarında, . konlllann tümünü Kemalizmiri Kürdistan'daki örneklerinden seçti.
1979: Kitaplardan biri ile ilgili malıkurniyet kararı ke.s4tleştj., 'Yılın sonlarında 3 yıl -hapis .~ezasıqa ' '1_~- ;o,_ '-.. '~ ...... -~t,,,..,,...,.ı,~~
çarptıolarak cezaevine konuldu. 19SÖ : Toptaşı Cezaevi'ndeykenisviçre Yazarlar Birligi -
PEN Klüp Başkanı Madamme Boulanger'e yazdı~ bir mektup nedeniyle, 12 Eylül döneminde Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nce yeniden tutuklandı ve yargılandı. ·1 O yıl agır hapis cezasına çarptınldı. Öteki kitaplada ilgili davalarda birer birer kesinleşti. Aynca, yaptı~ savunmalardan dolayı da yargılandı, cezalandınldı.
1981 : Bu yıldan itibaren 1987 yılının MaYıs ayına kadar toplam 6 yıl daha cezaevinde kaldı. 13 yıllık cezayı bitirdikten sonra Mayıs 1987'de tahliye oldu.
1989 : Bir dergide yayınlanan bir açıklamasından dolayı tekrar yargılandı ve beraat etti.
1990: "Devletlerarası. Sömürge Kürdistan, Cilt-l" kitabı nedeniyle Mart ayında tekrar tutuklandı. Bu ve son olarak yazdıgı "Devletlerarası Sömürge Kürdistan, Cilt-2 1 Bilim-Resmi İdeoloji, DevletDemokrasi ve Kürt Sorunu" kitabı ile "Bir Aydın, Bir Örgüt ve Kürt Sorunu/ Belgeler" araştırmasından dolayı, şu anda Sagmalcılar Cezaevi'ndedir. Hakkında, toplam 25 yıla yakın ceza anlamına gelen 7,5 ila.l5 yıl arası degişen çeşitli hapis cezalan istenmektedir.
Yayınlanan yapıtlan
e Dogu Mitingleri'nin Analizi, 1967 e Dogu Anadolu'da Göçebe Kürt Aşiretlerinde Toplumsal De~me, 1968
e DoAu'da De~im ve Yapısal Sorunlar (Göçebe Alikan Aşireti), 1969
e Dogu Anadolu'nun Düzeni, Sosyo-Ekonomik ve Etnik Temeller, 1969
e Bilim Yöntemi, 1976 e Bilim Yöntemi 1 Türkiye'deki Uygulama I 1 Kürtlerin Mec
buri İskanı, 1977 e Bilim Yöntemi 1 Türkiye'deki Uygulama II 1 Türk Tarih Tezi,
Güneş-Dil Teorisi ve Kürt sorunu, 1978 e Bilim Yöntemi 1 Türkiye'deki Uygulama III 1 Cumhuriyet
Halk Fırkası Tüz~ (1927) ve Kürt Sorunu, 1978 e Devletlerarası Sömürge Kürdistan 1 Cild-1, 1990 e Devletlerarası Sömürge Kürdistan 1 Cild-2, Bilim-Resmi
İdeoloji, Devlet-Demokrasi ve Kürt Sorunu, 1990 e Bir Aydın, Bir Örgüt ve Kürt Sorunu 1 Belgeler, 1990
Kürtler 4 bin yıldır bu topraklarda, kendi yurtlarında yani Kürdist~n' da yaşamaktadırlar. Halbuki Türklerin Orta Asya'dan Horasan'a, İran'a, Kürdistan'a, Irak'a, Suriye'ye, Anadolu'ya akınlar yapmaya ve yerleşmeye başlamalan, ll. yüzyılın ikinci yansına rastlamaktadır; Böyle bir ulusu, bu ulusun dilini ve kültürünü yani Kürt dilini ve kültürünü tarihten ve yeryüzünden silmek büyük bir barbarlıktır. Böyle bir sürecin kamu vicdanı tarafından onaylanmasının hiçbir olana~ yoktur. Bunun ötesinde, Kürt ulusunu, Kürt dilini ve kültürünü tarihten ve yeryüzünden silmeye çalışmak, bunu gerçekleştirmeye çalışanlar için de bir övünç ve gurur kayna~ olamaz. Türk ulusu da böyle bir barbarl.ı.gın öznesi olmaya, böyle bir barbarlıgı gerçek-
leştiren bir ulus olarak anılmaya layık degildir. Bu bakımdan Kürt sorunu konusunda yasallıkla meşruiyet birbirlerinden çok çok ayn yerlerde durmaktadır. Günümüzde, bu farklılık, bu zıtlık, çok
. daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktadır, kamuoyunun bilincine çarpmaktadır. Dünyada, özgürlük mücadeleleri, insan hak-· ları, ulusların eşitligi, uluslarin kendi kaderlerini kendilerinin ta
. yin etmeleri gibi siyasal ve toplumsal akımlar günden güne güçlenmekte, ete ke~e bürünmektedir. Dünyadaki bu gelişmeler kuşkusuz, Kürt toplumunu da etkilemektedir. Son yıllarda Kürt toplumu büyük bir ayma süreci içine girmiştir. Bu ayma sürecinde, Kürtler farketmişlerdir ki Kürt toplumu dünyada, eşi-menendi bulunmayan köle bir toplumdur. Kürtlere emperyalist devletlerin ve emperyalist devletlerle işbirligi içinde olan Türklerin, Araplann ve Farslann layık
gördükleri düzen bir kölelik düzenidir. Böyle bir düzenin dünyada bir eşi daha yoktur. Adı yasaklanmış bir ulus ... Üzerinde 4.000 senedir yaşadı~ topraklann adı yasaklanmış bir ulus ... 30 milyonu aşkınbir ulus ... Namu-su gasp edilmiş bir ulus ... Kendi kendine ihanet etmesi saglanmış, horlanmış, korkunç derecede aşa~lanmış bir ulus ...
Kürtler, sadece bu ilişkileri kavramadılar, kendilerine layık görülen statünün ne kadar olumsuz. oldu~unu fark etmediler, bunun bilincine varmadılar ... Bu bilinçle birlikte kendi toplumlanndan, kendi köleliklerinden utanç duymaya da başladılar. O halde, bu utancı silmek gerekir. Onurlu yaşamanın yollannı aramak gerekir. Bütün halklarta birlikte, bütün uluslarla birlikte eşit yaşamanın, eşit koşullar içinde yaşamanın yollannı aramak gerekir. İşte bugünkü mücadele bunlar için bir mücadeledir. Ve bu mücadelede dünya kamuoyu Kürt sorununu daha yakından ögrenmeye ve kavramaya başlamıştır. Dünyanın demokratik kamuoyu, Kürtlerin, demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelelerini yakından izlemektedir. Destek vermeye çalışmaktadır. Türkiye'nin devrimci ve demokratik kamuoyu da öyle.
III- O halde burada çok önemli bir konunun yeniden ele alınması ve incelenmesi gerekir. Nüfusu 30 milyonu aşkın bir ulus, 4.000 yıldır bu topraklarda, kendi topraklarında yaşayan bir ulus. Neden kendi kendine bunca ihanet etmesi saglanmış? Neden horlanmış, korkunç derecede aşagılanmış? Ulus, •· keridf · toprilklan üzerinde bunca · kölel~e; 'biıric'iı. onursuz yaşamaya nasıl razı olabilmiş, nasıl razı edilebilmiş? Bu saptarnalann yapılması elbette çok önemli. Düşünelim ki Türkler OrtadoAll'ya ll. yüzyılın ikin-
. ciyansmdageldiler. Binyıldır bu • topraklarda yaşıyorlar. Bu top, raklann esas sahiplerini, 4.000 yıldır buralarda yaşayanlan bu kadar horlayabilmişler, sonsuz derecede aşagdayabilmişler ... Dünyada nüfusu 10 bin olan ba~msız devletler bile varken, 30 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip Kürtler bu kadar onursuz, bu kadar sefil bir yaşamaya nasıl razı edilebilmişler, nasıl razı olabilmişler ... Bu konuların, elbette sa.Jllıklı bir şekilde, sabırlı ve soAukkanlı bir şekilde incelenmesi gerekir.
Bugün Türkiye'nin bir Kürdistan'ı var, Irak'ın bir Kürdistan'ı var, İran'ın bir Kürdistan'ı var, Suriye'nin bir Kürdistan'ı var. Fakat Kürtlerin bir Kürdistan'ı . yok, neden? Sovyetler Birli.gi'nin çeşitli cumhuriyetlerinde de Kürtler yaşıyor. Ermenistan'da, Gürcistan'da,Azerbaycan'da, Kırgızistan' da, Kazakistan'da, Türkmenistan'da, Pamir l>agJ.annm . eteklerindeki köylerde Kürtler yaşıyor, neden? Kürtler oralara nasıl gidebilmişler. Kürt sürgünlerinin nedeni nedir? Böl-yönet politikası neden Kürtler için uygulanmış?
Böl-yönet politikasuun hedefi olan bir ulusun kuşkusuz çok büyük zaaflan vardır. Kürtlerin zaafı nedir? İşte bütün bu konu ve benzer konutann etraflı bir şekilde incelenmes~ irdelenmesi gerekir. Saglıklı ve kalıcı bilgilere ulaşmanın yolu da elbette bilim yöntemini kullanmaktır. Resmi ideolojinin eleştirilmesi, resmi ideolojinin ürettigi bilgilerin kabul edi-
-lemez oluşu bu bakımdan da önem-
lidir. Devletin çıkan, bilimsel gelişmeyi engellemekte, resmi ideolojiyi topluma egemen kılmakta degü, bilimin gelişmesi için gerek~ li ortamı hazırlamakta durur.
IV- Devletin iç ve dış politikasının eleştirilebilir olması, devletin itibarı, devletin çıkarları açısından da çok önemlidir. Hem kısa, hem de uzun vadeli çıkarlan açısından bu böyledir. Bu düşünceyi bir örnekle açıklamakta yarar vardır. Ermeni sorununu ele alalım.
Bilindigi gibi Ermeni sorunu ile ilgili olarak Türk tezleriyle Ermeni tezleri birbirlerinden çok farklıdır. Ermeni tezlerine göre Osmanlı yönetimi 1915 yılmda ve sonrasında Ermenilere karşı yogun ve yaygın bir soykınm uygulamıştır. Bu soykınm sırasmda 1.5 milyon Ermeni'nin fizik varl.ıgı yok edilmiştir. Ermeni sorununa ilişkin Türk tezleri ise Ermeni tezlerinin tam zıddıdır. Türklerin Ermenileri soykıruna ugratması şöyle dursun, bilakis Ermeniler Müslüman Türkleri katletrnişlerdir. Ermeniler Osmanlı ordusunu arkadan vurmuşlardır. Savaş sürecinde Ermeniler ve 1ürkler birbirlerini karşılıklı olarak öl<lürmüşlerdir. Bu sırada karşılıklı olarak üzücü olaylar yaşanmıştır.
Görüldü~ gibi Ermeni sorunu ileilgili açıklamalar, Türkler ve Ermeniler tarafından çok farklı yapılmaktadır. Birbirlerine zıt göııişler ifade edilmektedir. Son 17-18 yıldır görülen süreç ise şudur: Ermeniler, Ermeni sorununu bütün uluslararası kurumlara, ulusal parlamentolara götürmeye, oralarda Ermeni soykınmına ilişkin karar tasanlan çıkartm~ya
, çalışmak~,., Uhislararası ku'. rumlar, insan haklarıyla ilgili>kuriımlar sorunu yogun bir şekilde ta.rtışma.ktadılar. Uluslararasıhaber ajapsları, radyo ve TV şirketleri, gazeteler Ermeni sorununa yogun bir ilgi duymaktadır. Günden güne Ermeni tezleri d~ha faZla benimsenmektedir. Amerikan Kongresi'nde ve Avrupa Parlamentosu'nda yapılan görüşmeler, Türk basınında, radyo ve TV' de çok geniş bir yankı yaratmaktadır. Türk üniversitelerinde, Türk işçi kuruluşlanna, Türk siyasi partilerinden, Barolar Birligi gibi Türk hukuk kuruluşlanna, Türkiye Diyanet İşleri Başkanlı~'dan, Türk spor kulüplerine kadar çeşitli kurum ve kuruluşlarda Ermeni sorunu ile ilgili tartışmalar çok büyük bir etki yaratmaktadır.
Bu koşullarda devletin basın politikası ne olmalıdır? Resmi görüşün antatılmasına olaganüstü bir serbestlik verip resmi görüşün yayılmasını teşvik edip, bu görüşü eleştiren yazılan yasaklarsa resmi görüşün hiç bir fuandınc~ olmaz. Resmi görüşü alabildigine teşvik etmek, yaygınlaştınnak, fakat bu görüşü eleştiren yazılan cezai müeyyide ile tehdit etmek... Böyle bir tutum ve davranışm inandıncı olmaya~ açıktır. İşte Türkiye'nin Kürt sorununa ilişkin politikası ve Ermeni sorununa ilişkin politikası budur. Resmi görüşü alabildigine geliştirmek, teşvik etmek, fakat bunu eleştiren göiiişleri ceza tehdidi altmda tutmak ... Bu bakımdan Türk resmi görüşlerininin hiç bir inandıncılıgı yoktur. İnanılır, güvenilir bulunmamaktadır. Çünkü bilimsel degildir. Aksi iddia edilemeyen, eleştirilemez, dokunulmaz görüşlerdir. Eleştirilmesi, aksinin iddia edilmesi ceza yaptınmı altında tu~ulan görüşlerdir. Gerek Türkiye'de gerek
REWSEN -~Özel Sayı 1 e May1s 1990 e sayfa 3
, uluslararası kurumlarda, resmi görüşün arilatınunda profesörietin kullanılması sadece o profesörlerin bilimsel düşüncede bilim yönteminden ne kadar uzak durduklannı resmi ideoloji ile ne kadar yo~ ve ne kadar kolay bütünleştiklerini gösterir.
Resmi görüşün teşvik edilmesi ama resmi görüşü eleştiren görüşlerin cezai yaptınınlar altında tutulması, başka bir açıdan yine devlete itibar kazandırmamaktadır. Devletin itibarı resmi görüşü eleştiren görüşlerin de hiç bir cezai yaptınin karşısında kalmadan kendisini ifade etme olanaklarına kavuşmasında bulur. Devletin sadece uzun vadeli çıkarl~n degil orta vadeli ve kısa vadeli çıkarlarıda bu tutum ve davranışta yatar.
V- Türk üniversitelerinin, Türk profesörlerinin, Türk yazarlarının, Türk siyasal partilerinin, Türk basınının çok kabul görmüş çok yaygın bir arilayışı var. Bu, savcının iddianamesinde de vurgulanıyor. Buna göre Türkiye! de herkes eşittir, kimse dilinden ve kültüründen dolayı farklı bir muameleye tabi tutulnıamaktadır. Herkes kamu yönetiminde en üst seviyelere kadar yükselebilmektedir. Hiç kimseye bir engelleme yapılmamaktadır. Örnegin, herkes, milletvekili, bakan, vali, yargıç, savcı, subay, profesör, işadamı, tüccar vs. olabilir. Bu konuda en ufak bir kısıtlama yoktur. Bu gorüşü ifade eden örnekleri şu şekilde sıralamak tnümkündür;
" ... Türkiye'niıl yönetiminde ve uygulamasında ne eskiden, ne de
bugün, etnik köken aynmcıJıAına dayanan bir dışlama bulunmamaktadır. Kimse, 'Kürt kökenlidir' diye parlamentoya girmekten, devletin en yüksek mevkilerine yükselrnekten alıkonmanuştır." (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Aynlıkçılık, Milliyet, 14 Mart 1990).
. " ... Kürtler hiç bir haktan mahrum degil. Türkiye'de hiç kimse, azınlık oluşu öne sürülerek yüksek mevkilere çıkmak hakkından mahrum edilmiş degndir." (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Milli
' yet, 1990, Kopenhaag'da, 30 Mart ve 1 Nisan tarihleri arasında düzenlenen Güney Dogu Avrupa'da Azınlık Hakları Konferansı'nda
yapılan konuşma). " ... Kürtlere gerek Osmarilı, ge
rekse Cumhuriyet dönemlerinde bir azınlık olarak bakılrnanuştır. Kürt kökenli yurttaşlar tüm kamu ve özel kuruluşlarda eşit olarak yer alabilmişlerdir." (Prof. Dr. Dogu Ergil, Dogu Sorunu, Milliyet, 23 Mart 1990).
" ... Türkler ile Kürtler çaAtar boyu birbirleriyle kaynaşmışlardır. Askeri ve sivil bürokraside, ticarette ve siyasette, Kürt kökenli yurttaşlar hiç bir engelle karşılaşmadan tıWaş alanlannda ve mesleklerinde doruk noktalara kadar tırmanıyorlar.
Bugün ANAP Hükümetinde bir d~ bir kaç 'Kürt Kökenli' ba-kan var. '
Kürt kökenli milletvekilleri ise çeşitli partilere da~ş durumdadırlar. Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerin 'Kürt kökenli' milletvekilleri de var." (Ugur Mumcu, Sorun Nerede, Cumhuriyet, 28 Mart 1990). :
, . ~·:·P~~·~_xa~dMla Tür-, kiye'nin herhangi bir bölgesinde yaşayan vatandaş arasında hiç fark yok. .. Demolmisi oya dayandıgı için her türlü nimetin paylaşılması neticesini getiriyor ... Türk veya Kürt ayıv. kaderi paylaşıyor, fakir bir ~ede yaşamak külfetini birlikte taşıyoruz. Kimse Dogulu vatandaşa ikinci sınıf muamelesi yapmıyor ... Kürt-Türk teftiki yok." (Nazlı Dıcak, Köşk' de Basın Zirvesi, Tercüman, 8 Ni-san 1990). 1
" ... Türk toplumu ırkçılık gütmez. 'Ben Türküm' diyeni kendinden sayar. Anay8,sanın tarifi tl böyledir. Atatür~ 'Ne Mutlu Türk Olana' demem~, 'Ne Mutlu TürkümDiyene' demiştir. Safırk yoktur. Herkesin geçmişinde Türk, Laz, Gürcü, Çerkez, Kürt ve başka bir unsur vardır. Kanşmıştır. Anadili farklı olanlar içimizde yaşıyor. Girit muhacirleti arasında Türkçe bilmeyenlere rastlamak mümkündür. Bizden olmalanna mani teşkil etmez.
Toplumumuzdaki Kürt asıllı
Türkler'den kumandan, hakim, milletvekili, bakan, başbakan, hatta cumhurbaşkanı çıknuştır. Sayıları da genel nüfusdaki oralılanndan üstündür. Hiç bir ayncalık yoktur. Durum böyle iken Güneydogtı'daki gizli bir mücadele karşısındayız.
Türkiye'de müslüman azınlık yoktur. Konuşulan dil Türkçe'dir. Bu dili herkes ö~enmek zorundadır. İlk ögretim mecburidir. Bilmeyenler varsa kusur ~tmeyende veya ögrenmeyenlerdedit." (İhsan Sabri Ç~ayangil, Türkiye'nin Güvenligi ve Bir Degerlendirme, Güneş, 10 Nisan 1990).
Profesörlerin, yazarların, gazetecilerin, bürokratların düşünceletinin hiç bir isabeti olmadı~nı belirtmek gerekir. Profesörler, yazarlar, gazeteciler, bürokratlar, Türklerle "Kürt kökenliler"in eşit oldugunu, "Kürt köken-
liler"inde en yüksek devlet görevlerine yükselebildiklerini vurguluyorlar. Ama, bu "eşitlik"in temel koşulunu bilmezden, görmezden geliyorlar. Bu tür "eşitlik"in elbette bir koşulu var. Te-· mel bir koşul.
Türkiye'de, kendi kimligini inkar eden, Türkleşen, Türkçülük propagandası yapan "Kürt kökenli" biri herşey olabilir. Kendi kimligini, kişiligini inkar eden bir "Kürt" herşey olabilir. Milletvekili, bakan, vali, yargıç, kuman~ dan, profesör vs. Bundan hiç bir kuşku yok .. Fakat, bu, eşitlik de~ dir. Bu toplumu köleleştirmenin, onu yok etmenin, onun kendi kendine ihanet etmesini ~amanın, ulusu aşaAılam8Jllll, halkı horlamanın adıdır. Türk üniversitesine göre, Türk profesörlerine göre, Türk basınına, Türk diplomatlanna, Türk yazarlarına göre "eşitlik" böyle oluyor ... Köleleşen bir kimsenin köleleşerelç, kendini inkar ederek, benzerneye çalışt$ kişiyle, ulusla eşit oldugu hiç bir zaman ileti sürülemez. Demoknisi, demokrasinin temel koşulu olan eşitlik elbette evrensel bir kategotidir. Fakat, yukarıda sözkonusu edilmeye çalışılan ise, "Türk'e göre, eşitlik", "Türk' e göre demoknisi" olabilir.
Dogu'dan, yani "Kürt kökenliler" arasından da milletvekili olabildigi vurgulanıyor. Bununla ilgili olarak bunlan görmek gerekir: Bu insanlar Kürt olarak seçime girmiyorlar, Kürt oldukları için seçilmiyorlar ki! Türkiye'de Kürtler kimi~. gasp edilmiş bir. ulustur. Objektif olarak Kürt dogan, yani Kürt anadan ve Kürt babadan dagan bir çocuk dogar doAmaz Türk olarak nüfusa kayıt edil:riıektMjr: Ta Ariayasa'dan başlayarak Türk mevzuatı yasalar, yönetmenlikler, tüzükler Kürt kimligini gasp etmektedir. ÇocuAa dogar dogmaz Türk kiınligi vetilrnektedir. Onun objektif olarak Kürt olması inkar edilmektedir. Böylesine bir inkardan ve Türkleştirme operasyonundan sonra, bütün Türklerin ırk, dil, din bakımlanndan eşit olduklannın söylenmesi, herkesin eşit oldugu anlamına gelmez. Bu ~kusuz, nesnel bir eşitlik de~ dir. Ideolojik bir eşitliktir. O halde Kürtle~ tin, "Kürt kökenliler"in Türk olması Anayasa geregidir, kanun geregidir, yönetmenlik ve tüzük geregidir. Başka türlü olamaz. Herkesin bu yolla da, dogar dogmaz Türkleştirilmesi saglandıktan sonra milletvekili seçimlerine katılması da dogaldır, memur olması da. Memutiyette en yüksek kadernelere çıkması da.
Bir kişinin Kürt kimliginin gasp edilmesi, mevzuat geregiTürk yapılması, kamu hizmetlerinde görev alab,ilmesi içiiı kuşkusuz yeter bir koşul degildir. Bu kişinin Kürt toplumu olma öıellikletini inkar etmesi, Türk olduAtınu söylemesi, bunları düşünceleriyle, tavır ve dav'ranışlarıyla açık ve inandırıcı bir şekilde ortaya koyması gerekir. Türkiye'de, kendi öz kimligini, yani Kürt kimligini savunanlar, Kürt toplumu olma özelliklerini savunanlar hiçbir şey olamazlar. Degil milletvekili, bakan, bir resmi dairede kapıcı, müstahdem bile olamazlar. Bu kişilerin olabilecekleri tek bir şey vardır: Sanık olmak, mahkum olmak ...
Bugünkü hükümette bile bir kaç tarie "Kürt kökenli" bakanın bulunduAtı söylenmektedir. Bunlar elbette do~dur. Fakat bunlar o mevkilere, nasıl köle bir unsur haline geldiklerini ispatladıklannı, ulusal kimliklerini, kişiliklerini tamamen inkar ettik·
leri için gelmişlerdir. Bu bakımdan, örnegin, Bulgaristan Türk- -lerine, Batı Trakya Türklerine,
· Kıbns Türklerine, Azerilere vs. en ufak bir ulusal baskı söz konusu olduAtı zaman bu "Türkler" konuşmaktadırlar. Bu Türk toplumlannın haklannı bunlar savunmaktadırlar. Sorunu uluslararası kurumlara bunlar götürmeye çalışmaktadır. Türklerin hak-
mi ideolojinin bilimi nasıl çekip çevirdigini, nasıl biçimlendirmeye çalışt$ açık bir şekilde göstermektedir. Resmi ideolojinin böylesine hizmetine koş~, resmi ideolojiyi eleştirmeyen, onu haklı ve bilimselmiş gibi gösteren bir bilim arilayışı saygınlık kaıanamaz. Resmi ideolojiyi eleştiremeyen bir bilim gelişemez.
lanın o kurumlarda savunmak- VI- Türk profesörletinin, ba-tadırlar. Halbuki Kürdistan'da sının, yazarların çifte standartlı Kürtlere karşı sürdürülen en yo- düşünce yapılanın görmek son gun baskılar ve zulümler karşı- , derece kolaydır. Bunlar Bulgaris-sında bunlar susmaktadırlar. Bu tan'daki Tür.klerin Türk toplu-zul~eri. görmezden, duymazdan mu olma hakları konusunda kuş-gelmektedirler. kusuz böyle söylemiyorlardı. Bul-
1980'liyıllarda, Diyarbakır zin- garistan devletinin, "Bulgaristan'da danlarında kırk'ın üzerinde genç Türk diye bilinen bir etnik grup insan "Türküm, mutluyum" de- yoktur. Bunlar Osmanlılar tam-medikleri için, kendi kimliklerini fından Türkleştirilen Bulgarlar-ısrarla savundukları için, İstik- dır. Bulgaristan'dayaşayan her-lal Marşı söylemedikleti, Ata- kes etnik köken bakımından Bul-türkçülük egitimi yapmadıkları gardır. Bütün Bulgar vatandaş-için işkencelerle katledilmiştir. ları ırk, dil, din ve cins bakınun-"Kürt kökenli" bakanlar bu zu- ' . dan eşittir." biçimindeki propa-lümlere, bu ezmelere ve yok et- gandalanna şiddetle karşı çıkı-rnelere karşı en ufak bir şekilde yorlardı. Bunun, dünyada eşi-me-müdahale etme geregini duyma-nuşlardır. Güney Kürdistan'da, Kürtlere karşı yaygın ve yo~n bir şekilde kimyasal silahlar kul-lanılmıştır. Kürtler çok geniş kitleler halinde soykırıma u~atılmıştır. Binlerce insan öldürülmüş, on binlereesi yaralannuş, sakat bırakılmıŞ, yüzbinlerce Kürt insanı büyük bir perişanlık içinde Türkiye'ye sı~ak zorunda kalnuşlardır. Dikenli teller arasına alınmış, esir muamelesi görmüşlerdir. Kendilerine siyasal mülteci sıfatı tanınmamıştır. "Kürt kökenli" oldukları vurgulanan bakanlar kuşkusuz bunlarıda sorun yapmariı.iş1afdır.
Durum bu kadar açıkken bu· profesörletin, basının, yazarlann, herkesin eşit oldugunu, milletvekili ve bakan bile olabildiklerini ileti sürmeleti, Kürt insanına layık görülen köle statüsünü onaylamalarından başka bir arilama gelmez. Fiili planda eşitlik çarpıcı bir şekilde ortada dururken, herkesin eşit olduAtınun söylenmesi sadece resmi ideolojinin düşünceyi nasıl körelttigini, zihinleri nasıl kötürümleştirdigini gösterir. Eşitsizlik bu kadar çarpıcı bir şekilde ortada dururken Kürt toplumu emirlerle, buyruklarla, kararnamelerle yönetilirken, Kürtler ve Türkler arasında bir fark gözetilmedi.ginin söylenmesi resmi ideolojinin hizmetine koşulan, insanların be-yinletiyle birlikte yüreklerinin de körleştigini, yüreklerinin de baglandı~ göstermektedir.
Bütün bunların, toplum billınIeti okutan, siyaset bilimleri ve hukuk okutan profesörler tarafından il~ti sürülmesi elbette üzerinde aynca durulması gereken bir konudlır. Bunlar da res-
Yasaklandı •.•
:~-·~ ·:' ~ .. : .. : . . . . .
nendi bulunmayan bir ırkçılık, bir emperyalizm, çag dışı bir anlayış oldugunu ileti sürüyorlardı. Bulgarların herkesi Bulgar sayan, böylece Türklerin haklannı inkar eden politikalanın şiddetle eleştiriyorlardı. Orada da Bulgarlaştı~nı söyleyen, Türklügünü inkar eden insanlar gerek devlet kademelerinde, gerek parti kademelerinde yükselebiliyorlar-
. dı ... Fakat bunlar, Türklerle Bulgarların eşitligini göstermiyordu. Bulgaristan Hükümeti'nin politikaları, insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmeler de gösterilerek a~ bir şekilde yargılanıyor. Bulgartarla Türkler arasındaki eşitsizlik vurgulanıyor. Kürtlerle Türklerin, çok daha geti düzeylerde duran, çok daha çarpıcı bir şekilde _görülen, sadece son
REWSEN --Özel Sayı 1 e May1s 1990 e sayfa 4
yıllarda· degil 70 yıla yakın bir zamandır görülen ilişkilerine ise eşitlik diyorlar. "Türkler tarihlerinde hiç kimseye etnik kökenierinden dolayı farklı muamele yapmadı." diye övünüyorlar. işte ırkçılık budur. Kendi halkı, kendi
. ulusu için layık gördügü hakları, başkaları için layık görmemek.,. Hem de bu ırkçılık iyice kurumlaşmıştır. Örne~n, Bulgaristan, Türklerle ilgili politikalarından dönüş yapabilmektedir. Türkiye ise, bunu, düşünmeye dahi cesaret ~ememektedir.
Irkçılıgı her zaman yerleşme mahallelerine ayırmak, lokantaları, eglence yerlerini, okulları, plajları vs. ayırmak biçiminde kavramamak gerekir. Türk usulu ırkçılık da böyle oluyor: Kürt dilini, Kürt kültürünü, Kürt olan herşeyi yani Kürt toplumu olma ö~ zelliklerini horlamak, sonsuz derecede aş~amak; Kürtlere, Türk dilini, Türk kültürünü, Türk kimli~ni dayatmak Bütün bu süreçte devlet terörünü en etkili bir araç olarak kullanmak.
Türkiye'de profesörler, yazarlar, diplomatHır hem yo~n bir ırkçılık yapmakta, hem de yazılarına "Türkler ırkçılık gütmez" diye başlamaktadırlar. Türkler "Ben Türküro" diyeni kendinden sayarmış ... Sorun burada de~. Sorun, "Kürdüm" denil~ zaman ortaya çıkmaktadır. İşte devlet terörü burada kullanılmakta, amaç da Kürtleri "Türk' e benzetmek" olmaktadır.
Bu ırkçı ve çifte standa.rth yaklaşım sadece bu profesörlere, bu yazariara has bir düşünce, tavır ve davranış de~dir. Türk üniversitesinin bütünü tarafından, Türk basının çok büyük bir ço-~~ ~ saVtınuirniış-tur. Bunların dışında Türk siyasal partileri, Türk işçi kuruluşlan, Barolar Sir~, gibi Türk hukuk kurumları, Diyanet İşleri Başkanlıgı, Türk spor kuruluşları hep bu düşüncede, bu tavır ve davranış içinde olmuşlardır.
Bunların dışında pek çok yargıç Bulgaristan'ın Türklerle ilgili politikalarpu eleştiren, insan haklarını savunan yazılar yazmışlardır. Yargıtay Başkanları, Adalet Yılı'nı açış konuşmalarında;
. Danıştay Başkanları, Danıştayın kuruluş yıldönümlerinde, Bulgaristan'ın asimilasyon politikalarını eleştirmişler, dünya hukukçularını Bulgaristan'abaskı yapmaya ça~mışlardır. "Kürtlere büyük bir baskı yapılıyor, Kürtlere devlet terörü uygulanıyor, Kürtler asimile ediliyor" de~miz için bizleri yargılayan yargıçların düşüncelerindeki, tavır ve davranışlanndaki çüte standart elbette dikkati çekmektedir. Çifte standartlı bir adalet uygulaması ise adalet duygusunu kökünden zedelemektedir.
VII- Olaylara çifte standartla yaklaşmak, bu kadarla da kalmamaktadır. Şu yazıya bakalım:
" ... Bu günlerde 'Kürt sorunu dolayısıyla kendini belirleme hakkının tehdidi altında bir Türkiye, Kıbrıs konusundaki tezini hangi . cesaretle, aynı hak üzerine kurabilir?' cinsinden sözleri sık sık duymuşsunuzdur.
Cesaret, Türkiye'niri yönetiminde ve uygulamasında, ne eskiden ne de bugün, etnik köken aynmcılıgma dayanan bir dışlamanın bulunmayışından kaynaklanıyor. Kimse 'Kürt kökenlidir' diye parlamentoya girmekten, devletin en yüksek merciierine yükselmekten a:Iıkonmamıştır.
Yani Kıbrıs'ta Türklere yapılanların tam tersi.
Evet, sorunlar vardır ve özellikle anadilini kullanma özgürlügü bakımından atılması gereken adımlar bulundu~ kesindir. Ama bunlar etnik köken aynmc~a dayanan, dışlanmanın bul~ bir zeminde sagduyuyla çözüme baglanmayacak cinsten sorunlar degildir.
Dolayısıyla Türkiye'de Kürt kökenli vatandaşların durumuyla, Kıbrıs'daki dışianmış Türklerin duruinu arasında paraleller çizmek, ya Türkiye'de gereksiz bir aynlıkçılıgı körüklemenin ya da Kıbrıslı Türkleri Rum sultası altına sokmanın bahanesi olarak kulanılabilecek kötü niyetli bir tutumdur.
Ya da haklı tezimizi kendi elimizle zayıflatmarun bir başka çeşidi." (Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Aynlıkçılık, Milliyet, 14 Mart 1990).
Burada üzerinde dikkatle durulması ve irdelenmesi gereken bir zihniyet vardır. Kıbrıs Türkleriyle Kürtler arasında bir kar- · şılaştırma yapılmakta, Kürtlerin çok olumlu koşullar altında yaşa~, Kıbrıs Türklerinin içinde bulundu~ koşulların çok olumsuz oldu~ vurgulanmaktadır. Yani, Türk-Kürt ilişkilerinin çok demokratik bir mevzuat çerçevesinde, Rum-Türk ilişkil,erinin ise çok anti-demokratik bir mevzuat çerçevesinde yürütüldüğü vurgulanmaktadır. Bu sadece, Prof. Dr. Mümtaz Soysal zihniyeti degildir. Türk yazarlarının, Türk basınının ortak zihniyetidir. Giderek devletin resmi ideolojinin zihniyetidir. Bu bakımdan ciddi bir şekilde ele alınması gerekir.
1- 20 yılı aşkın birzamandır Kürdistan'da halka karşı yo~un ve yaygın bir zulüm yapılmaktadır. Devlet terörü temel bir politika olarak benimsenmiştir. Koman-
do, jandarma-polis, Özel Tim gibi Türk güvenlik güçleri sık sık köy basmakta, toplu köy aramaları yapmaktadır. Köyün bütün halkı köy meydanında toplanmaktadır. Çocuklar ve kadınlar bir tarafa, yetişkin erkekler başka tarafa dizilmektedir. Erkekler çırılçıplak kalmak üzere soyulmaktadır. Erkeklere kadınlarının ve çocuklarının gözleri önünde işkence yapılmaktadır. Erkeklerin erkeklik organlarına ip baglanıp kadınların eline verilmektedir. Köy içinde dolaşmaları istenmektedir. Dipçik zoruyla köy içinde dolaştınlmaktadır. Bu, kuşkusuz insan onurunu zedeleyici, aşa~layıcı, horlayıcı,
· PKK'nin üadesiyle "İnsanı düşü-rücü" bir olaydır; .
Acaba, Kıbrıs Türkleri bu tür muameleleri e karşılaştılar mı? Gerek 1974'dengerek 1964'den, gerekse 1958'de,n önce. O halde, Türk-Kürt ilişkilerini düzenleyen mevzuatın çok demokratik oldu~. Rum-Türk ilişkilerini düzenleyen mevzuatın ise çok anti-de
. mokr'atik oldu~ nasıl söylenebilir?
2- Bugün Kürdistan'da insanlar, sorgusuz sualsiz, gayet rahat bir şekilde, güvenlik güçleri tarafından öldürülebilmektedir. İnsanlar bazen intikam almak için öldürülmektedir, bazen halka gözda~ vermek, korkutmak, sindirrnek için öldürülmektedir. Bazende birlik komutanları "kelle getirin izine gidin" demektedir. Yüksekova'nın İran sının yakınlarındaki bir köyde karakol komutani® yapan tutuklu aste~men şunları anlatmaktadır:
" ... 1987-1988 tarihleri arasında 9 ay. karakol k.oim:ıtanlı~ yapan astegınen Rıza Parlak SHP Hakkari Milletvekili Cumhur Keskin'e gönderdi~ mektupta 8. Bl. K. Üst~. Zahit Engin'in emrindeki askerlerine 'kelle getirin izine gidin' dedi~ini ileri sürerek, yoksul insanların başlarına ödül konulmuştu. Güvenli köyünde iki köylüyü vuranjandarma eri Nuri Koçak 15 gÜn izinle ödüllendirildi." dedi (Güneş, 14 Mart 1990).
Öldürülen kişilerin yakınlan ilgili makamlara şikayet ettiklerinde hiç bir sonuç alamamaktadırlar. Öldürme emrini veren komutan hakkında, öldürülenler hakkında hiç bir soruşturma açılmamaktadır. Çavuş Faik Candan'ın anlattıkları bu bakımdan üzerinde dikkatle durulması gereken bir örnektir. (Bk. 2000'e Do~u, sayı 4, 21 Ocak 1990).
Durum bu kadar açık iken, bu kadar çarpıcı bir şekilde ortada dururken, Kıbrıs Türk toplumu ile Kürdistan'daki Kürt toplumu nasıl birbiriyle karşıll}ştırılabilir? Acaba, Rumlar Türkleri sorgusuz sualsiz keyfi bir şekilde öl· dürmüşler mi?
3- Devletin ÖZel Timleri kendilerine sık sık gerilla süsü vererek katliam yapmaktadırlar. 21 Ocak 1990 tarihinde Yüksekova'nın Sete (İkiyaka) köyünde meydana gelen ve 28 Kürt insanının katledilmesiyle sonuçlanan olay bunlardan biridir. (Bk. 2000' e Do~u, sayı 13, 25 Mart 1990, s.26, Kozakçıoglu'nun İkiyaka itirafçısı mahkemede: "Ben yapmadım, döve döve TV'ye çıkardılar").
Bazen de korucuların gerilla görüntüsü içinde yurtsever Kürt ailelerini öldürmeleri teşvik edilmektedir. 1990 yılı Mart ayı sonlannda Hakkari'de meydana gelen ikisi bebek üç kişinin katledilmesiyle sonuçlanan olay yine böyle bir olaydır. Olay günlük
basma "Bebek katili PKK" (Milliyet, 31 Mart 1990.) diye yansımış, sonra, cinayetin korucular tarafından işlendi~ ortaya çıkmıştır. (2000'e Do~, sayı 14, 1 Nisan 1990).
Kıbrıs'ta Rumlar ve Türkler arasında bu tür olayların cereyan etmesini saglayacak bir mevzuat var mıydı?
4- Kürdistan'dazulümola~anüstü boyutlardadır. Köy baskınlarında yetişmiş erkekler, dedeler bir duvarın dibine dizilmektedir. Karşıdaki evin duvarının dibinede çocuklar ve kadınlar dizilmektedir. Ve çocukların gözlerinin önünde babalar, dedeler çınlçıplak soyulmaktadır. Babalara, dedelere binbir türlü haka-
retler edilmektedir. Yine çocukların . gö~ritdti · ·üniin<HVfmba'ıara, dedelere işkence yapılmaktadır . .Dedeler sakanarından tutulup yere çarpılmakta ve· üzerlerinde tepi:niln)ektedir. Bütün bunları güvenlik güçleri gerçekleş-tirmektedir. •
1
·
Bu manzara karşısında ba~ran, korkan, feryat-figan eden çocukların üzerine dipçikle gidilmektedir. "Sustur şu piçi!" diye kadınların üzerine yürünmekte, kadınlar saçlanndan sürüklenerek götürülmektedir.
Eli kolu baglanan, işkence altında tutulan erkeklerin gözleri önünde kadıniarına işkence yapılmaktadır. Ve bu bir devlet politikasıdır. Her yerde görülmektedir, yaygın olarak gorülmektedir. Durum bu kadar açıktır. Belirgindir ve çarpıcıdır.
5- Buna ragmen Prof. Dr. Mümtaz Soysal Türk-Kürt ilişkilerinin çok demokratik, Rum-Türk ilişkilerinin çok anti-demokratik old~u söyleyebilmektedir. Çünkü Türkiye'de kimli~ gasp edilen, Türkleştirilen, özbenli~ inkar edilen "Kürt kökenliler" milletvekili seçilebiliyormuş. Bir de Kürtçe türkü söyleyebilseler he~şey güllük-güllistanlık olacakmış. Halbuki Kıbrıs'ta Türkler 1974'den öncede, 1964'denöncede, 1958'denönce de Türk olarak Kıbrıs Parlamentosunda görev alabiliyordu. Türk olarak Kıbrıs'da bakan olabiliyorlardı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı bir Türk idi. Kıbrıs Türklerinin dışlanmış~ bir durum zaten söz konusu de~di.
Bu profesörlere sormak ~erekir: Türkiye'de Kürtler parlamentoya Kürt olarak girmiyorlar, seçimlere Kürt olarak katılmıyorlar. Çünkü do~ar do~az zaten nüfusa Türk diye yazılmışlar. "Eşitlik" böyle bir gasp olayından sonra baŞlıyor. Bu da yetmiyor ... Fiili olarak Kürt olduklannı in-
kar etmeleri, Türk olduklannı söylemeleri, "hassas çevreler"i buna inandırmalan gerekiyor. Bu elbette eşitlik de~ldir. Çünkü demokrasinin temel prensibi olan eşitlik evrensel bir kategoridir, gerçekleşmesi için hiç bir koş~ aranmamaktadır. Bu profesörlere, bunları, Bulgaristan Türkleriyle iligili olarak yazdıklarını, çifte standartlı düşünce yapılarını tavır ve davranışlarını .anlattı~ zaman, size verecekleri hiç bir cevapları yoktur. En iyisi kendileri hakkında yapılan eleştirileri görmezden, duymazdan gelmektir. Çünkü siz iki kere ikinin dört etti~ni söylüyorsunuz. Halbuki devlet, iki kere ikinin beş etti~ni söylemenizi istiyor. İşte profesörler bu süreçte resmi ideolojiye yardım ediyorlar. İki kere ikinin dört etti~ni elbette biliyorlar. Fakat bu bilginin do~l~u konsunda devleti ikna etme~e çalışmıyorlar. "İki kere iki yine beş etsin, fakat bunun Türk kamuoyuna ve dünya kamuoyuna çok ters gelmeyecek bir açıklanmasını yapmaya çalışalım. İki kere ikinin beş ett@ni söyleyelim, buna göre tavır ve davranışlarda bulunalım, fakat iki kere ikinin dört ett®ni söylüyormuş gibi gözükelim" diyorlar ...
Bütün bu incelemelere, elemelere ra~en bazı milletvekilleri Kürt olduklarını söylemeye, Kürt sorunuyla ilgilenmeye, Kürt dilini savunmaya başlıyorlarsa, o zaman da hemen partinin disiplin kurulları çalışmaya başlıyor. Örne~n son yıllarda SHP'nin disiplin kurulu belli başlı dört kere toplanmıştır. Dördünde de böyle milletvekilierini cezalandırmak, ihraç etq:ıek için toplanmış,\ır. 14-15 Ekim HJ89 tarihleri arasında, Paris' de toplanan, "Kürtler, İnsan Hakları ve Kültürel Kimlik" konferansına katılıp konuşmaları dinledikleri için 7 milletvekili partiden ihraç edilmiştir. Daha önce de Türkiye-Avnıpa Toplulu~u Karma Parlamento Komisyonu'nda, Kürtlerle ilgili bir konuşma yapan bir SHP Milletvekili yine ihraç edilmişti. Son aylarda benzer milletvekillerinin dokunulmazlıki.annın kaldırılması konularında da yo~n bir çaba göze çarpmaktadır .
Kıbrıs'ta Türk oldukları için veya Türk olduklannı söyleyen milletvekillerinin dokunuılnazlıklarının kaldırılmasını isteyenler bunun için çaba harcayanlar var mıydı, acaba?
6- Kıbrıs Türklerinin çocuklan her yıl Türkiye'ye gelip 23 Nisan Haftası eglencelerine ·katılmaktadırlar. 23 Nisan'larda dünya çocuklarına bayram arma~an edenler, "Biz çocuklan çok severiz, dünyada çocuklara bayram arm~ eden ilk devlet biziz" diye övünenler, Kürt çocuklarına dipçik göstermektedirler ... Onları korkutmak, panik içinde yaşatmak, ana:larını, babalarını, ebelerini, dedelerini, •beylerini, ablalarım ... m~dur etmek için ellerinden gelen herşeyi yapmaktadırlar.
7- Arama bahanesiyle evlere girilmekte, pekmez ve sirke küplerine toprak atılmaktadır, içlerine tükürülmektedir. Su bidonlanna, ya~ ve sirke bidonlanna bıçak atılmaktadır. Yataklar, yorganlar didik didik edilmektedir. Pamuklar, yünler ortalı~ 'Saçılmaktadır.'Ya~, şekere, tuza, una deteıjan karıştırılmaktadır. Şeker, ya~, un, bulgur, tuz herşey dökülüp saçılmaktadır. Birbirine~. Aileleriı:nag-
REWSEN -Özel Sayı ·ı e May•s 1990 e sayfa s
dur etmek için her yöntem uygulanmaktadır. Bu arada, .'>ık sık para, altın gibi yükte hafif fiat olarak de~erli mallar gasp edilmektedir. Devlet gücü bu işler için seferber edilmektedir. Yogun bfr devlet terörü uygulanmaktadır. Ailelerin bulunduklan yerleşim merkezlerini, köylerini terk etmeleri için herşey yapılmaktadır. Ve bu bir devlet politikasıdır. Bwllann hangileri Kıbrıs'ta Türklere yapılmıştır, acaba? Kıbns 'lürkleriyle '!ürkiye' deki
Kürtlerin karşılaştınlması nasıl yapılabilmiştir? Bu karşılaştırma neye hizmet etmektedir?
8- Kürdistan karamamelerle, emirlerle, buyruklarta yönetilrnektedir. Valilerin, kaymakamların hiç bir etkinlikleri yoktur. İllerdeki ve ilçelerdeki tek yönetici askerlerdir, komutanlardır. Kürdistan'da insan haklarının kırıntısı bile yoktur. Rum-Türk ilişkilerinin geçmişten bugüne gelişimi incelendigi zaman, benzer özellikleri Kıbns'da da görmek mümkünmüdür?
9- Kürdistan'da devlet terörü yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. İnsanlara bok yedirilmektedir. Bu yolla insaniann devlete itaatının ve sadakatının sa~an~ ması amaçlanmaktadır. Kıbns'da bu tür hukuk dışı, ahlak dışı,
insanlık dışı şeyler olmuş mudur? Orada, bu tür süreçlerin yaşanmasına elverişli bir ortam ha~ zırlayan, bir mevzuat, bir zihniyet var mıdır?
Kürdistan'da insanlar, PKK militanıdır diye keyfi bir şekilde öldürülmektedir. Yetkili kurumlara yapılan şikayetlerden sonra da, suç delillerinin ortadan kaldırılması endişesiyle, cesetler yakılmaktadır. Bütün bunlar Kıbrıs'da da görülen olaylardan mıdır? O halde bu karşılaştırma nasıl yapılabilmiştir? Türk-Kürt iliş~ kilerinin çok demokratik bir çerçevede yürüdügü, Rum-'lürk ilişkilerinin ise nasıl demokratik bir mevzuat çerçevesinde yürüdü~ sonuelina nasıl vanlmıştır?
10- Bugün hiç bir topluma karşı kuJ].anılmayan silahlar Kürtlere ~rahatça-kuUamlabilmektedir. Kimyasal silahlar Amerika Birleşik Devletleri tarafından Vietnam'da kullanılamamıştır. İsrail bu silahlan Filistinliler~ karşı kullanmayı hiç düşünemez. Kuşkusuz, Kıbrıs'da da bu silahların kullanılması hiç bir zaman kim~ senin aklının ucundan bile geçmemiştir. Afganistan'da veya dünyanın başka yerlerinde de böyle bir sürecin yaşandıgı gözlenmemiştir. Buna ragmen Kürdistan'da çeşitli yerlerde, çeşitli zamanlarda bu silahlar kullanılmaktadır. Durum bu ikEm Türk-Kürt ilişkilerinin demokratik bir mevzuat çerçevesinde gelişti.gi nasıl söylenebilir?
ll- Kürdistan, bok yedirmeler, kimyasal silahlar vs. yanında sürgünlerle yönetilmektedir. İç sürgünler, dış sürgünler bir devlet politikası olarak uygulanmaktadır. Kitleleri bulunduklan yerleri terke zorlamak için her türlü m~duriyet yaratılmaktadır. Kitleler bu ma~duriyetlere ra~an yerlerini yurtlannı hala terk etmiyorlarsa, o zaman resmi olarak sürgün edilmektedir. Bu olgulann hangisi Kıbns'da yaşanmıştır? Rum-Türk ilişkilerinde bir sürgün olayı var mıdır?
12- Batman esnati.nın tamamı, Nusaybin'deki ve Cizre'deki devlet terörünü protesto etmek için, 3 Nisan 1990 gününde kepenklerini kapatmıştır. Kepengini indiren, dükkanının önünde oturmaya başlamıştır. Devlet yetkililerinin ısranna ra~en kepenklerini açmamıştır. Bunun üzerine özel timlere mensup devlet güvenlik güçleri balyozlarla, tekmelerle kapatılan kepenkleri, kapılan, kilitleri, camlan ~ırmışlardır. Kepenkleri bu yolla açınaya çalışmışlardır. Bundan daha büyük bir devlet terörü olur mu?
13- Kürdistan devletlerarası bir sömürgedir. Kürdistan, İngiliz ve Fransız emperyalizminin Kemalistlerle, Arap ve Fars monarşileriyle yaptıgı işbirligi sonucu bölünmüş, parç~anmış, paylaşılmış bir ülkedir. Böl-yönet politikası elbette emperyalizmin politikasıdır. Fakat, bölünen, parçala.tlan ve paylaşUan ,Kürt ulu-sudtır,·Kiirdistan'dır.·VeKürtu-lusu yok edilmek, tarihten ve yeryüzünden silinmek üzere bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir ulustur. Kürdistan sömürge bile olmayan bir ülkedir. Kürt ulusu sömürge bile olamayan bir ulustur. Kimliksiz bir ülke, kimliksiz bir ulus. Kimligi gasp edilmiş bir ulus. Kimliksiz bırakılması için kendi öz ben~ne, ihanete zorlanması için horlanmış, sonsuz derecede aşa~anmış bir ulus. Serxwebün'un ifadesiyle "düşürülmüş" bir ulus. Bu bakımdan Kürdistan'ı klasik sömürgelerle karşılaştırmamak gerekir. ömegın, İngiltere'nin Hindistan'ı yönetmesi ile Türklerin Kürdistan'ı yönetmesi arasında çok büyük farklar vardır. Öme~, İngiltere sömürgesine vali veya yüksek dereceli memurlar tayın ederken, bunların, yerli dili bilmelerini, yerli kültüre aşına olmalarını bir tercih nedeni glarak kullanmaktadır. Kürdistan'a tayın edilen memurlann Kürtçe bilmeleri, Kürt diline ve kültürüne aşına olmaları kuşkusuz aranmaınaktadır. Çünkü, Kürtler dilleriyle-kültürleriyle, adlanyla-sanlanyla yok edilmek istenen bir ulustur. Bu da Kürtlerin siyasal ve toplumsal statüsünü sonsuz derece aşagılamak anlamına gelmektedir. Bu çok küçücük ve önemsiz bir fark bile Kürdistan'ın çok de~şik özellikler gösterdi~ni ortaya koyınaktadır.
Bunlar Kıbns'daki Rum-Türk ilişkilerinde şüphesiz görülmeyen özelliklerdir.
14- Kıbns 'lürk toplumunun arkasında, Türkiye gibi bir devlet vardır. Türkiye Kıbrıs Türk toplumunun siyasal, toplumsal. ve ulusal haklarına fiili olarak ve hukuksal olarak garanti altında tutmaktadır. Kıbns Türk toplumunun haklan uluslararası ant-
laşmalarla da garanti altına alınmıştır. Kıbns Türk toplumunun siyasal, toplumsal ve ulusal hakianna bir baskı oldugu zaman, Türkiye hemen diplomatik yollarla, gerekirse askeri yollarla müdahale etmekte, ihlal edilen, çigıtenen haklan kullanılır hale getirmektedir. Öteki ülkelerdeki toplumlan içinde durum aynıdır. Batı Trakya Türklerine, Bulgaristan Türklerine, buralardaki Türklerin Türk toplumu olma haklarına bir baskı oldugu zaman Türkiye hemen, diplomatik yollarla bunu protesto etmektedir. İhlal edilen ve çignenen haklar konusunda daha özenli. davranılmasını istemektedir. Dışişleri bakanı devreye girmektedir. Notaler verilmekte, Türk diploInatlan çeşitli devletlerle yaptıklan ikili görüşmelerde bu sorunu dile getirmeye çalışmakta, Yunanistan veya Bulgaristan hükümetlerine baskı yapılmasını, bu devletlerin Türk toplumuna yap- · tıgı baskılardan dolayı kınanma
sını istemektedir. Sorunu uluslararası kurumlara götürmekte, bu kurumlarda, bu devletleri kınayan karar tasanlannın kaleme· alınmasını ve oylanmasını sa~amaktadır. İnsan haklanyla ilgili uluslararası kurumlan harekete geçirmektedir. . Kürtler için durum kuşkusuz
böyle d~ldir. Kürtler OrtadoSU'da 30 milyonu aşkın bir ulustur. Fakat Kemalistlerin, İngiliz ve Fransız emperyalizmiyle, Arap ve Fars monarşileriyle yaptıklan işbirli.gi ve güçbirligi sonucu bölünmüş, parçalanmış ve ,paylaşılmış bir ulustur. Kürdistan'a, Kürt ulusuna uygulanan böl-yönet ppl\tikası, Kürt ulu-· sunu yönetenlere büyük kolaylıklar sa~amaktadır. Çünkü, Kürtler emperyalist ve sömürgeci politikalarla bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış, b~ız devlet kurma hakkı gasp edilmiş bir ulustur. Böyle olunca Kürt toplumuna karşı sürdürülen bu baskılar karşısında, ilgili devlet nezdinde bunlan protesto eden bir makam olmayacaktır. İlgili devlete, insan haklarına aykırı bir faaliyet içinde bulundugu hatırlatılamayacaktır. İnsan haklan kurumlarının protestolarını ve kınamalarını ise, resmi olmadıgı için Kürtlere baskı yapan devletler kulak ardı edeceklerdir.
1988 yılı içinde, Güney Kürdistan'da Kürtlere karşı çeşitli za~ ınanlarda ve çeşitli yerlerde kimyasal silahlar kullanılmıştır. Sadece, Halepçe'de 5 binin üzerinde Kürt insanı bu soykırım sırasm$ katledilmiştir. Onbinlerce insan yaralanmış, sakat kalmıştır. 1988 .Agustos'unda kimyasal silahlar çok daha yoAun ve yaygın bir şekilde kullanılmıştıı:: Bu soykınm Sll'a5lllda, Behdinan, lma-
Yasaklandı •••
diye bölgelerinde onbinlercesi yaralanmış, sakat kalmıştır. Yüzbinlercesi yerinden yurdundan sökülüp atılmış, Kürtlere dost olınayan devletlere sıgırunak zorunda bırakılmıştır. Köyler yıkılmış, evler yakılmıştır. Köprüler uçurulmuş, ormanlar yakılmış, hayvanlar öldürülmüştür. Yüzbinlerce insan, Kürdistan'da devlet terörüyle Arap çöllerine sürgün edilmiştir. Kürdistan'da taş üzerinde taş bırakılmamıştır. (Bk. Halepçe'den Kamplar'a Kürtler, İnsan Haklan Dem~ İstanbul Şubesi, Mart 1990).
Kıbns'da bu tür olaylar yaşanmış mıdır? Orada bu tür olay
. ların yaşanmasına elverişli bir mevzuat, bir zihniyet, var mıdır?
Bu, 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki'de uygulanan soykınmdan sonraki en büyük soykınmdır. Fakat dünyada hiçte büyük tepki yaratmamıştır. Irak'ın Kürtlere uyguladıgı bu soykınm, bu cinayet kınanmamıştır. Irak Saddam Hüseyin yönetimi son derece rahattır. Za:ten güçlü bir protesto ile karşılaşmayacagı için böylesine cinayetlere, soykınmlara cesaret edebilmektedir.
Halepçe'de uygulanan soykırım 16 Mart 1988 tarihinde gerçekleştirilmiştir. İslam Konferan-· sı Zirvesi ise 20 Mart 1988'de Kuveyt'de toplantı halindedir. Fakat İslam Konferansı Zirvesi Kürtlere karşı uygulanan soykırımı konuşmamak için elinden gelen herşeyi yapmıştır. İslam Konferansı Zirvesi'nde Türklerin isimlerini d~ştir~, Türklere BUlgar isimleri verdigi için Bulgaristan hükümeti kınanmaktadır. Filistiniiiere baskı uyguladı~ için İsrail kınanmaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımadıgı i§in Kıbns Rum Hükümeti kınanmaktadır. Afganistan'daki varlıgından dolayı Sovyetler Bifligi kınanmaktadır. Fakat Kürtlere soykırım uygulayan Irak yönetimi hakkında en ufak bir konuşma yapılmamaktadır. 42 islam ülkesinin katıl~ İslam Konferansı Zirvesi'nde hiç bir lider bu konuyu gündeme getirmek geregini duymamıştır. İşte, Saddam Hüseyin yönetimi Kürtlere karşt cinayetlerini işlerken, soykırım uygularken böyle bir rahatlık içindedir. Herhangi bir uluslararası kurumda bu· konuyu gündeme getirebilecekher hangi bir
REWSEN- Öze! Sayı 1 e May•s 1990 e sayfa 6
üyenin varolabilecegi. düşünülse, bu kadar rahat ve pervasız bir şekilde hareket edemez. Bütün bunlar Kürdistan'ın bölünmesinin, parçalanmasının ve paylaşılmasının ortaya çıkardıgı sonuçlardır.
Kimyasal silahların hiç bir devlet tarafından hasımlanna karşı kullanılamadıgım belirttik, örneAi-n İsrail'in Filistiniiiere karşı bu tür silahlar kullan8ma.dıgım, kul.: lanmayı düşünmediAini belirttik.
· Kısa bir an, böyle bir silahın İsfan tarafından Filistiniiiere karşı kullanıldJAım, binlerce Fi&tinlinin soykınma. ugı-atıldıgını düşünelim.
·O zaman ne olur? Yer yerinden oynar. Dünya ölçüsünde İsrail'e karşıl'ogun bir kampanya açılır. Arap dünyasında, İslam ülkelerinde, Avrupa'da, Asya'da, Afrika'~, Amerika'da, Avustural-
ya'da çeşitli başkentlerde haftalarca, aylarca gösteriler yapılır. Mitingler düzenlenir. Konferanslar, paneller gerçekleştirilir. Kuşkusuz bu gösteriler, bu mitingler İsrail'de de gerçekleştirilir. Zira İsrail'in demokratik bir toplum oldugunu, hükümet politikalanna karşı yogun bir kamuoyu tepkisinin oluşabil~ de unutmamak gerekir.
İsrail kınanıt, uluslararası toplumdan tecrit edilmeye çalışılır. Uluslararası kurumlarda, ulusal parlamentolarda, arka arkaya karar tasanlan hazırlanır ve oylanır. İşte bütün bunlar İsrail tarafından bilindigi. ve fark edildigi. için böyle bir silahı kullanamaz, kullanmayı düşünemez. Bütün bunıa.rln ötesinde İsrail'in demokratik bir toplum oldugunu da unutmamak gerekir.
düşünce ve bilim tezleriniz karşısında güçsÜZ ve aciz kalanların başvurduğu yöntem. her zaman olduğu gibi yine Sizi tutuklamak olmuştur. Kitaplarınız toplatılmak ve yasaklanmak süretiyle dÜşüncelerinizin halk kitlelerine ulaŞ, ması engellanrnek istenmektedir. Bu nedenle. birçok kere özgürlüğünüz gaspedilerek cezaevlerine kondunuz. çeşitli tehditlere ve işkencelere maruz· bıralddınız. ağır cezalara çarptırıldınız.
Ama, gerçek bilim adamı tavi'ınızdan bir milim bile şaşmadan. mağrur ve ·. başı dik olmasını hep bildiniz. Her zaman "dünya dönüyor!" diye haykırdınız.
Sizi yeniden özgürlüğünüzden mahrum bırakan çağdaş tiranların gücü yetiyorsa. düny~nın dönmediğini kanıtlasınlar.
Bılimi, bilimsel yöntemi her şeyin üzerinde tutan. gerçek bir bilim adımı. yürekli ve onurlu kişiliğinizi selamlar. mücadelenizde başarılar dileriz.
Fakat bu silahlar Kürdistan'da kullanılmıştır. Çeşitli zamanlarda ve çeşitli yerlerde kullanılmıştır. Yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Fakat yer yerinden oynamamıştır. Hiç bir şey olmamıştır. Bütün bunlar, Kürdistan'ın bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının ortaya çıka~ sonuçlardır.
Halbuki batılı devletler, Bazof isimli bir İngiliz gazetecisinin BaAdat'da idam edilmesini çok şiddetli bir ~ekilde protesto etmişlerdir. Bu protestolar günlerce, haftalarca sürmüştür. (Bk. Güneş, 17 Mart 1990. Bazorun İdamEdilmesi Londra-~dat İlişkilerini Darbogaza Soktu. Batı Saddam'a Kızgın).
Durum bu kadar çarpıcı bir şekilde ortadayken Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Rum-Tür~ ilişkileriyle
ı
TürkJKürt ilişkilerini biribiriyle karşılaştırabilmektedir. Ve TürkKürt ilişkilerini çok daha demokratik mevzuat çerçevesinde yürütüldügünü Vurgulayabilmektedir. Halbuki Kürdistan'da uygulanan, baskıların, zulümlerin, soykırımların çok küçük bir kısmı, bir kınntısı bile Kıbrıs'da Türklere uygulansa Türk hükümeti, Türk siyasal partileri, Türk .üniversiteleri, Türk basını, Türk işçi kuruluşlan, Diyanet iŞieri Başkanlıgı gibi kurumlar, Prof. Dr .. Mümtaz Soysal, Çoşkun Kırca, Rauf Tamer gibi kişiler dünyayı ayaga ka,ldırırlar. Bir profesörü, bir yazan, bir gazeteciyi vs. ezilen haklann, ılıazıuro ve maAdur olaniann yanında yer almıyor, zulmiin
· sözcülügünü yapıyor, zulmü örgütlemeye çalışıyor diye eleştirrnek yanlış bir tutumdur. Çünkü,
DEMOKRAT TÜRK AYDINI; 1
ı
Azg1n Türk Şövenizmini Yikmak Senin Asli Görevindiri
ı
Kalemini Özgürleştirmek için Önce Düşünceyi Özgürleştir.rriek Gerekir!
• ! • • • •
Onur ve Ilham Kaynağin 1.· BEŞIKÇI'yi Izle! ı ı
YRWK (Kürdistan Yurtsever Aydınlar Birliji) ~ i<".-'.,: < .' ·~)< ' ' ' < :, J '.of ~ \ • J:
İsmail Beşlkçi'yle dayanışma kartlannı Sagmalcılar Cezaevi Bayrampaşa - İstanbul/ Türkiye adresine; sömürgeci faşist Türk devletini protesto kart:mrını Oltan Sungurlu, Adalet Bakam, TBMM, Ankara 1 Türkiye lle Yıldınm 1\kbulut, Başbakan, TBMM, Ankara/ Türkiye adreslerine; Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Komisyonu Başkaniıtı, UNESCO - Başkanlı#ı, Avrupa Parlamentosu İnsan Haklan Komisyonu B&şkanJıb, Tüm devletlerin hükümet ve parlamentolan, Tüm uluslararası bilim kuruluşlan, Tüin uluslann sendikalannın sorumlu organlan ve Uluslararası Af Örgütü'ne gönderilmek üzere başlatılan imıa kampanyası sonuç materyallerini de YRWK- Yekitiya Rewşenbiren Welatparezen Kurdistan, Max Str. 50-52, 5300 Bonn 1/ BRD adresine postalayın. Çıkanlan afiş, pul ve di#er kampanya araçlannı en geniş kitlelere ulaştırma çalışmalanna
katılın.
ezilen halkların mazlum ve ma#dur olanlann yanında yer almak veya almamak ahlaki bir sonındlir. Fakat böyle bir zihniyet insanlara hergün, demokrasi dersleri vermeye kalkışırsa bu silrecin de deşifre edilmesi gerekir. Çifte standartlı düşüncenin, ırkçı ve sömürgeci taVlr ve davranışın ortaya. konulması gerekir. İşte özgürlüklere bu noktada ihtiyaç vardır. Devlet profesörleriyle, radyosuyla, TV'siyle, gazeteleriyle, siyasal partileriyle, egitim kurumlanyla, Diyanet İşleri Başkanlıgıyla, spor kulüpleriyle vs. kendi propagadasını, resmi ideolojinin propagandasını yapıp durmaktadır. Bu politikayı eleştireniere ise ceza vermektedir. Bu süreçte
·Türk profesörlerine, Türk basınına ve Türk yazarianna düşen tek görev ise Voltaire'i hatırlamaktır.
15- Sosyal Demokrat Halkçı Parti Başkanı Erdal İnönü, Do#ru Yol Paı:tisi Başkanı Süleyman ne;. mirel, hükümete, güvenlik güç- . lerine güvence veriyorlar: İstedi#ini yap, bu "bela "yı durdur, hiç bir hesap sormayacagız endişe etme, diyorlar (Örnegi.n Bk. Milliyet, 6 Nisan 1990).
Bu sözleri bir ironi olarak de#erlendirmek gerekir. Hesap sormak bir güç sorunudur. Türkiye'de siyasal partili~rin böyle bir gücü yoktur ki! Siyasal partilerin, arkasındaki milyonlarca oy des~e ra#men en ufak bir güçleri yoktur. Birkaç general gelip iktidara el koymakta, siyasal partilerin işine son vermektedir. Siyasal parti liderlerini bir müddet gözaltında tutmakta, sonra serbest ·bırakmakta, evlerine göndennektedir. Tütk siyasetinde dar; belere karşı direrunek, darbelere karşı mucadele etmek diye bir sorun yoktur. Askeri darbelere kolay ve hemen teslim oiiTiakTürk siyasetinin önemli bir gelenegi.dir. Türk siyaseti böyle korkak ve dalkavuk bir siyasettir ... Nerede kaldı milyonlarca oy deste~ne sahip olmak?. Böyle korkak bir zlhniyet kime hesap sorabilir ki? .. Bunların, Kürdistan'da uygulanan baskı ve zulüm politikalarını, sindirme politikalanın onaylamaktan başka hiç bir davranış özgürlükleri yoktur. Zira Türkiye'de Kürdistan politikalan hükümet politikalan deAiJ.dir. Yani hükümetlerin düşündükleri, tartıştıklan, oluşturduklan, kamuoyuna sunulan pQlitikalar d~dir. Bunlar ordunun ve MiT'in politikalandır. Yani devlet politikalarıdır. Kürdistan politikalan Milli Güvenlik Kunılu tarafından oluşturulur. Hükümet bu politikalan tartışma özgüriligüne bile sahip d~dir. Politikalar kuşkusuz kamuoyunun bilgisine ve tartışmasına da sunulmazlar. Hükümetin görevi bu politikayı uygulamaktır.
Bu politikalar devlet politikası oldugu için muhalefetin de kayıtsız şartsız desteklemesi gerekir. Milli Güvenlik Kurulu tarafından oluşturulan politikalann parlamentoda konuşulması, tartışılması elbette gerekli d~dir.
Türkiye' de gerek hükümet, gerekse muhalefet, parlamento, siyasal partiler sanıldıklanndan çok daha güçsüzdürler, çok daha cılızdırlar. Türkiye'de devletin illegal bir yönü, illegal bir fonksiyonu vardır. Güçlü olan bu yöndür. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne egemen olan devletin bu illegal fonksiyonlandır. Türk siyaseti günümüze kadar devletin bu illegal nitel®m bile deşifre edememiştir.
REWSEN - Özel Say ı 1 e May1s 1990 e sayfa 7
VIII- Yukanda, Kürdistan'da uygulanan devlet teröründen örnek- ' ler vermeye çalıştık. Devlet terörünü sadece fızik baskı olarak düşünmemek gerekir. Devlet terörü sadece insaniann fızik varlıgtru zedelemek, onurlanru kırmak, aşa~amak, "düşürmek" olarak degerlendirilemez. Bu devlet terörünün, işkencenin, fizik baskının gerisindeki zihniyeti de hiç ihmal etmemek gerekir. Bunlan da incelemek, irdelernek gerekir. Kanımca "Türk' e has bilim anlayışı", "Türk'ehas demokrasi anlayışı", "Türk' e has eşitlik anlayışı", "Türk' e has milliyetçilik anlayışı", "Türk'e has yurtseverlik anlayışı", "Türk'e has basın ve habereilik anlayışı", bu zihniyeti oluşturan önemli boyutlardandır.
"Türk'e has bilim" anlayışında · gayet rahat bir şekilde yalan söy
lenebilir. Önemli olan "yurtseverlik"tir. "Yurtseverlik" ger~ gerçekler görmezden gelinebilir, çarpıtılabilir. "Milli rnenfaatler" bunu gerektirir. Türkler için demokrasi elbette gereklidir. "Demokrasi, Türklerin vazgeçerneyecekleri bir hayat tarzıdır," denir. Fakat bu demokraside işkence de olacaktır. "Yurtsever" olanlar, "yurtsever" olmayanlan, "hainler"i başka türlü nasıl yola getirebilirler?
Yurtsever olmak elbette gerekir. Fakat yurtseverli~ en önemli bir ger~ başkalarının yurdunu da sevmektir. Başkalannın yurdunu da o kadar çok sevrnek
' gerekir ki, orada topla tüfekle, hatta onlan kovarak sürgün ede-rek oturmak gerekir. 1
Milliyetçilik Türklerin elbette vazgeçerneyecekleri bir özellikleridir. Fakat başkalannın milli özelliklerini yok etmek, kendi milli özelliklerini onlara dayatmak, onlan da kendine benzetrnek gerekir.
Eger herhangi bir olay, o olay ile ilgili haber, ne kadar önemli olursa olsun, milli rnenfaatler ile çelişiyorsa, o haber kamuoyuna duyurulrnarnalıdır. Türk basınının en önemli grövlerinden biri bu olmalıdır.
Devlet terörünün, işkencenin, baskının, zulrnün gerisinde böyle
bir zihniyet vardır. Böyle bir bilim anlayışı, böyle bir demokrasi, böyle bir milliyetçilik ve böyle bir yurtseverlik anlayışı vardır.Bu,zulünlieri, baskılan,~kenceleri haklı gösteren bir zihniyettir. Zulümleri, baskılan ve ~kenceleri örgütleyen bir zihniyettir. Zulüm ve ~kencenin sözcülügü yine bu zihniyet tarafından yapılmaktadır. Zulrnün, baskının ve ~kencenin avp.katı yine bu zihniyettir. Hem Türkiye içinde, hem de Türkiye dışında ...
Bu bakırndan Kürdistan'daki devlet terörü Türk üniversitesinin, Türk basınının, Türk siyasal partilerinin, Türk hukuk kurumlannın da yardımıyla oluşturulrnakta, yeniden üretilmektedir.
IX- İ ddianarnede vurgulanan kavramlardan biri de "milli sevinç.ve kederlerde ortaklık" anlayışıdır. Buna göre bütün vatandaşlar arasında, acıda, tasada, kederde, sevinçte, kıvançta aynlmaz organik bir birlik vardır. Önce, Türkiye'de yaşayan herkesin Türk oldugu vurgulanmakta, sonra da bütün Türklerin acıda, tasada, kederde, sevinçte, kıvançta ortak duygular içinde olduguna ~aret edilmektedir. . Fiili olarak ise durum hiç böyle degildir. Bu 70· yıla yakın bir zamandır her yerde her zaman karşılaşılabilinen bir olaydır. Türkiye, Batı Trakya Türkleri'ne, Bulgaristan Türkleri'ne, Kıbrıs Türkleri'ne, Azertlere vs. herhangi bir milli baskı mı oldu, bunu hemen dünyaya duyurmakta, bütün dünyanın, Türkiye'nin bu acılanın paylaşmasını istemektedir. Herkesin bu baskılan ifade etmesi, · bunlann önlenmesi için gerekli önle~ J'irl\'a.Sı, b~· öruernlerin alınmasına katkıda bulunması istenmektedir, Ömegin, Kıbrıs savaşında herkes Türkiye'ye yar·dım etmelidir. Bu yardımı hem maddi hem manevi yanlardan göstermelidir. Türkiye'nin ne kadar haklı oldugunu, her yerde, her zaman anlatmalıdır. Veya Bulgaristan'da bir baskı söz konusu oldugu zaman, herkes Türkiye'yle birlikte Bulgaristan'ı kınama kampanyasına katılmalıdır. Bütün ultV~Iararası kurum1arda Türkiye'nin h~ vurgulamalı, Bulgaristan'ı eleştirmelidir. Fakat Siirt'te, Hakkari'de oturan herhangi bir Kürt, Güney Kürdistan'da, Kürtlerin Irak'la yaptıgt savaşta, onlara yardım etmeye, öme~ ilaç göndermeye çalışıyorsa, bu hemen yakalanmalı, cezalandınlrnalı, zindana atılmalıdır. Irak'ın Kürtlere karşı başarı elde etmemesini saglamak için, her türlü yardım yapılmalıdır. Irak desteklenmelidir. İşte, kederde, tasada, sevinçte, kıvançta ortaklık böyle yürürnektedir.
Bu durum Güney Kürdistan'dan Türkiye'ye s$nmak zorunda kalan Kürtlere ve Bulgaristan'dan gönderilen Türklere karşı gösterilen tavır ve davranışlardan açıkça görülmektedir. 1988 yılı Agustos ayı sonlarından itibaren, Güney Kürdistan'da kul1arnlan kimyasal silahlar sonucu yüzbine yakın Kürt Türkiye'ye s$nmak zorunda kalmıştır. Türkiye, önce, bu Kürtleri mülteci olarak kabul etmek isteme~, hatta can havliyle s~anların bir kısmını yakalayarak Irak'a iade etmiştir. Daha sonra, çeşitli nedenlerin etkisiyle, bu Kürtlerin Türkiye'ye sı~asına izin verm~, bu sefer de onlara siyasal mülteci hakkı ve sıfatı vermeyerek tel örgüler içine almıştır, onlara esir muamelesi yapmaya başlamıştır. Bulgaristan'dan gönderilen Türkle-
re karşı gösterilen tavır ve davranış kuşkusuz böyle d~dir. Bulgaristan'dan gönderilen Türkler "soydaşlarırnız" anlayışıyla karşılanmıştır, kendilerine her türlü maddi ve manevi yardım yapılmıştır. Akrabası olanlar akrabalannın yaruna gönderilmiştir. Duygularını, düşüncelerini açık
layabilmeleri için radyo, TV, yazılı olanaklar en geniş ölçüde hizmetlerine sunulmuştur.
Kürtlere karşı yapılan muamele ise, "ha bir Kürdü öldürrnüşsün, ha bir iti!" söylemi ile ifade edilmektedir. Kürtler akrabalannın yaruna gönderilrnedi~ gibi, akrabalanrun, yani Kuzey Kürdistan'da yaşayan Kürtlerin maddi ve manevi yardımlar yapmalanna bile engel olunmuştur. Bu Kürtlere yogun ve yaygın bir şekilde kimyasal silahlar kullaruldıgt halde Türk Hükümeti, "Doktorlanm:ız.gerekli incelerneleri yapmışlardır, gelenler üzerinde yapılan araştırmalarda kimyasal silah kullanıldıgina dair bir ize rastlanmarnıştır." biçiminde açıklamalar yapmıştır. Soykınrn uygulayan lrak'ı korumuş, Kürtlerin rnagdur olmalanru saglarnıştır. Birleşmiş Milletler Uzmanlar Heyeti'nin kimyasal silahların hışmına ugrayan Kürtler üzerinde incelerneler yapmalanna engel olunmuştur. Uzmanlar Heyeti'nin gerek Irak'a gerek Türkiye'ye girişine izin verilmemiştir. Halbuki, aynı Türk hükümeti Bulgaristan'dan gönderilen Türklere yapılan aşının rnahiyetini araştırmak için Birleşmiş Milletler Uzmanlar Heyeti'ni Türkiye'ye bizzat kendisi davet etmiştir.
Kederde, tasada, sevinçte, kıvançta ortaklık böyle mi olur? Türk' basım 'Kürtlere uygulanan
· bu soykınmin "Türkiyenin yüksek çıkan"na çok uygun düştügünü bile yazmıştır. Irak ajaniannın Türk gizli servisleriyle yaptıklan işbirli~ sonucu Kürtlerin kamplarda zehirlenmeleri saglanmıştır. Kürtler için p~irilen ekme~ içine konulan zehir binlerce Kürdün zehirlenınesini saglamıştır.
Kürtlere uygulanan bu soykının karşısında Türk hükümeti, Türk basını, Türk güvenlik güçleri son derece rnernnundur. Fa-, kat Kuzey Kürdistan' da yaşayan ve ulusal bilince ulaşmış Kürtler derin bir üzüntü keder ve kaygı içindedirler. Akrabalanna, kardeşlerine gerekli yardımlan yaparnamaktadırlar. Kürt mültecilerio asgari ihtiyaçlan.bile karşılanrnamaktadır. Kürtlere siyasi mülteci hakkı verilmedi~ için, Birleş~ Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu tarafından, çeşitli devletler tarafından yapılmış yardırnlar da kabul edilmemektedir. Türk devleti "yardımlanruzı bana ulaştınn, ben ihtiyacı olanlara dagıtınm" dernektedir. Devletler de Türk devletini inanılır ve güvenilir bulmadıklan için yardımlan Türkiye'ye teslim edernernektedirler. Yapacak-
, lan yardımların Kürt mültecilere ulaşacagından emin degildirler. Zira Varto, Lice, Vandepremlerinde felaketzedelere yapılan yardımlar onlara ulaşamamıştır. Bu yardımiann hepsi de başka yerlerde, başka amaçlar için kullanılmıştır.
Türk devleti mülteci Kürtlere, hem kendisi gerekli yardımlan yaprnamakta hem de akrabalannın, kardeşlerinin yardımlan
na engel olmakta, hem de uluslararası kuruluşlann yardımlanın engellemektedir .. Fakat, "Kürtlerin getir~ mali külfet"i anlata anlata bitirernemektedir. Bir
lokma ekmek vermekte, onunla da Kürtlerin başına kakmaktadır.
Ömegin Almanya'da "Türkler defol un! " biçiminde gelişen bir akım var. Bu, gerek Türkiye'deki gerek ytlrtdışıı\daki Türklerin milli duygularını incitebilir, fakat, Kürtler için özgürlükler istenmesi Türklerin milli duygularını neden zedelesin? Veya Federal Alrnanya'da çalışan 15 Türk diplomatının ajanlıkla suçlanması ve haklannda tutuklaruna istemiyle Alman savcılıgı tarafından Alman mahkemelerine başvurulrnası, Türkiye'den bu görevlilerin çekilmesinin istenmesi, 1ürklerin milli duygularını yine zedeleyebilir. (Sabah, 7 Nisan 1990). Bütün bunlara ragrnen Türkiye'nin Federal Almanya'ya karşı misilleme yapamaması, bunu sineye çekmesi, aynca Türklerin milli duygulanru yine zedeleyebilir. Fakat Kürtler için eşitlik ve özgürlük istenmesi, Türklerin milli duygularını neden incitsin, neden zedelesin?
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komisyonu gibi kuruluşlar, bazı devletler, kamplarda yaşayan mülteci Kürtlere yardım etmek istemektedirler. Maddi ve manevi yardım. Fakat TI)rkiye bu Kürtlere siyasal mülteci sıfa-
Kederde, tasada, sevinçte, kıY~ortako~K~K~~~#q'':e~"~~ le olmaz. Bu, sadece t<le!OlCJ!Ilk slogandır, hiçbir inandıncılıgı yoktur. Böyle bir slogana inanmadıgı için ~llerin yargılanması da dogru de~dir.
X- Burada üzerinde durulması gereken kavramlardan biri de "milli duygu" kavrarnıdır. Kürtlerin özgür olmasını, Türk halkıyla Kürt halkının eşit koşullar içinde olmasını istemenin Türklerin milli duygulanm zedeleyici bir propaganda oldugu kabul edilmektedir. Kürt dili, Kürt kültürü üzerindeki baskılar kaldınlmalıdır gibi sözlerin Türklerin milli duygulanru zedeledi~ belirtilmektedir. Halbuki Kürt halkının Türk halkıyla eşi~ istenmesi, Kürt dili ve Kürt kültürü üzerindeki haskılann kaldırılmasının istenmesi, Türklerin milli duygulanru kesin olarak zedelernez. Bilakis güçlendirir. Çünkü çagdaş düşünceyi savunan, insan haklanın savunan,, özgürlükleri savunan bütün akımlar, o toplurnların milli duygulanru güçlendirir.
Yasaklandı ...
tını ve hakkını tarumadıgt için, yapmayı tasarladıklan yardım
lan gerçekleştirernernektedirler. Türk Devleti'nin "yardımları devlet kuruluşlarına yapın, gerek~ şekilde dagttılır." sözlerinin de inanılır ve güvenilir bulunmaması, Türklerin milli duygularını zedeleyebilir, incitebilir. Fakat Kürtlerin Türklerle, öteki halklarla eşitligini isteyen, bunun için mücadele eden bir anlayış, Türklerin milli duygularını hiç bir zaman incitmez.
Bu bakırnlardan, iddianamenin bu konudaki görüşlerinde, iddialarında isabet bulmak olanak-
REWSEN -Özel Sayı l e May•s 1990 e sayfa s
lıdegtld[r. İdCtlaname, resmi görüş, milli duyguların zedelenınesi sürecini çok yanlış yerlerde araınaktadır. Gerekli yerlerde, gerekli tepkiyi göstereınernektedir. Ömegin, '!ürkler A1nıanya'dan kovulurken, bununla ilgili geniş karnpanyalar açılırken, fıkralar üretilir~en Türkiye ne yapabiltniştir? Incinen, zedelenen Iniili duyguları tamir edebiltniş Inidir? Mil-
li duygulann zayıftatılması olayının yanlış yerlerde aranınasının bu tür sonuçlan ortaya çıkarması kaçınılınazdır.
UYGARLlK, DEVLETİNİÇ VE DIŞ POLitİKASINI ELEŞTİREBİLMEKTİR
BU ELEŞTİRIDEN DOLAn CEZAİ MÜEYYİDEYLE KARŞlLAŞMAMAKTIR
a) Yazılanında Türk üniversitesini, Türk profesörlerini eleştiriRege çalıştıın. Onlann KürCtlstan sorunu ile iJ.gili konularda, billinin kavratnlanyla düşünrneCtlklerini, bilitn yöntemine uygun tavır ve davranış sergilerneCtlklerini, Milli istihbarat Teşkilatı'na bagb bir büro gibi ve bu teşkilata ba~ elernanler gibi çalıştıklannı belirtmeye çalıştıın. Bu düşünceleritnde,ı, bu eleştirileriiRden dolayı yargılanıyorum. Bu çabalarıından, düşünceleritnden dolayı yargılanmam devletin eleştiri sürecini kesrnesi, buna engel olması anlamına gelrnekted[r. Polisin, savcının k<;ırurnası altında bilinlin gelişip serpilerneyecegi açıktır.
Öte yandan burada, Türk üniversitesine, Türk profesörlerine büyük bir haksızlık yapıl~ da düşünüyorum. Türk üniversitesi, Türk profesörleri kenCtl düşüncelerini, tavır ve davramşlannı savuruna yetenegine sahip olmalıdırlar. Bunun için polis ve savcının koruyucu şemsiyesine ihtiyaç duyınaınalıdırtar. Türküniversitesinin, 'Iürk t>tufesörleri~ nin düşüncelerinin, tavır ve davranışlanmn ancak, polisler ve savcılar tarafından korunabiliyor olması, onlann bu yetenege sahip olmadıklan anlamına gelir. Bu
İSMAİL BEŞİKÇİ İLE DAYANIŞMA YÜKSELİYOR
KürCtlstan'da gerçekleşen Halk Ayaktanınası ertesinde Türk sörnürgecileri, 413 sayılı Kanun Kuvvetinde Kararname çıkararak halkıınıza saldınya geçti. Bunun üzerine, Avrupalı ilerici ve demokrat Inilletvekilleri, hukukçu ve insan haklan kuruluşlan temsilcilerinden oluşan delegasyonlar gözlem ve incelernelerde bulunmak, yeni durumu ve gelişmeleri yerinde tespit etrnek amacıyla Orta-KürCtlstan'a gitmeye başladı. Delegasyonlann ilki olan bir FAC delegasyonu, 5-10 Mayıs tarihleri arasında Orta-KürCtlstan'ı gezen. Kürdistan'a gidecegi gün İsmail Beşikçi'ye aşagıdaki dayanışma mektubunu gönderen:
"Sayın İsmaü Beşikçi,
FAC'nden gelen bir delegasyon olarak T-Kürdistan'ına gitme yolu üzerindeyiz.
Dün ve bugün, Size karşı açılan dava üzerine Ankara'da Avukat M. Geladet Elçi üe konuşmafırsatını bulduk.
Bu yolla, Size olan her yönlü dayanışmamızı düe getirmek istiyoruz.
Yayınlanan kitaplarınız nedeniyle Size karşı açılan siyasal amaçlı davanın düşünce özgürlüğü, büim özgürlüjjü ve insan hakları üe Helsinki Kararları gibi temel hakları ihlal ettiği inancıyla, derhal serbest bırakılmanızı ve kitaplarınızın yeniden yayınlanabümesini içeren istemi destekliyoruz.
15 Mayıs 1990'da yapılacak mahkeme oturumu, serbest bırakılmanız üe sonuçlanmak zorundadır.
· Büimsel araştırmalarınız sonuçlarının cezaevini, şovenizmi ve sömürgeciliği yenügiye uğratacağına inanıyoruz.
Dayan~ selamlarımızla. ..
Angelik,a Beer, Yeşüler Partisi Mületveküi Jutta Oesterle-Schwerln, Yeşüler Partisi Mületveküi Alisa Fuss, İnsan Hakları Liga 'sı Temsilcisi Dona Hepp, Berlin-AlternatifListe Temsücisi Eberhard Schulz, Düsseldorf PKK-DavasıAvukatlarından Ralner Ahu~ Cumhuriyetçi Avukatlar Derneği Temsücisi
Ankara, 06.05.1990"
da onlar için büyük bir haksızlıktır. Halbuki, profesörler kendilerini eleştirenlere gerekli cevaplan verebiltnelid[rler. Düşüncelerini, tavır ve davramşlarını savunabilmelid[rler.
b) Y azılarıtnda, eleştirtne~e çalıştıgıın bir kategori de Türk basınıdır. Türk basını da, KürCtlstan'la ilgili ha~rlerini objektif olarak vermernekted[r. Bütün haberler "milli rnenfaatlere u'ygunluk" ölçüsüne göre verilrnekted[r. Bu ise, basım da, Milli İstihabarai Teşkilatı'nın bir bürosu, gazetecileri de bu büronun elemanlan haline getirmektedir. Yargılama süreci bu eleştirllerin önünü kesmeye çalışmaktadır. Halbuki, Türk basını polislerin ve savcilann kenCtllerini korumasına gerek duyınamalıdır. Düşüncelerini ve eylemlerini savuna- , biltnelid[r. Kendilerini eleştirenIere gerekli ve yeterli cevabı verebilrnelid[r.
c) Uygarlık sadece caıniler, köprüler, hanlar, harnarnlar yapmak degildfr. Uygarlık, devletin iç ve dış politikasım, yerleşik deger yargılarını eleştirebilmektir. Bu eleştirileri özgürce, hiçbir baskı karşısında kalmadan yapabiltnektir. Bundan dolayı devletin cezai yaptırıınlanyla karşılaşamamalıdır. Batı rnedeniyeti, Batı uygarlığı deCtlgitniz kategorilerin temelinde bu zihniyet vardir. Aydınlanınayı başlatan ve sonuca ulaştıran bu zihniyettir.
d) Camiler yaptık, halılar dokuduk, Kuran'lar yazdık Ctlyerek Kanuni Sultan Süleyman' ı dolaştıriRakla '!ürkiye yurtdışında tamtılamaz. Türkiye'yi yurtdışında tarotacak olanlar paşta bu tür davalardır, benzer' davalardır. '!ürkiye' de, uzun unvanlı profesörler, kocaınan kocaınan profesörler Türk uygarlıgının kadına çok büyük saygı gösterCHAini, çok büyük deger verCHAini anlatıp durmaktadırlar. Biz, Kürdistan'da sık sık yaşanan olgulardan söz eCtlyoruz. KürCtlstan'da eli kolu baglanmış işkence altında tutulan erkeklerin gözlerinin önünde kadınlara işkence yapılınaktadır. Kadınlar, çırılçıplak soyulınakta, saçlarından sürüklenip götürültnekte, binbir türlü hakarete ve işkenceye maruz kalrnaktadırlar. Uzun unvanlı profesörler, devletin de teşvik ve destegiyle, Türk uygarl$nın kadına verCtlgi de~eri anlata dursunlar, KürCtlstan'da fıilen yaşanan olay budur. Türk güvenlik güçlerinin Kürt kadınianna reva gördügü muamele budur. Devletin yetkili nıakamlanmn bu olaylan, benzer olaylan inkar etmesi gerçekleri hiç degiştirn\tez.
Uzun unvanlı profesörleri teşvik ederek, onlan rnadCtl ve manevi bakımlardan destekleyerek, fakat o profesörleri eleştirenleri cezaevine koyarak, o profesörierin kitaplannı daha çok ço~altarak, dagıtarak, onlan eleştiren düşüncelere daha sıkı bir baskı uygulayarak, uygar oldugunuzu köklü bir uygarlığın sahibi oldugunuzu hiç kimseye anlataınazsınız. Uygarlık o profesörterin düşüncelerini, Türk güvenlik güçlerinin Kürt kadınianna karşı sürdürdükleri işkence politikalanın eleştirebilrnektir. Bu eleştirileri özgürce, hiçbir enCtlşeye kapılınadan yapabilmektir. Ve bu eleştiriden dolayı cezai yaptırıınlarla karşılaşrnarnaktır. işkenceler görmezden gelinerek uygar olunamaz. İşkenceyi önlemenin tek yolu budur. Böylesine bir açiklık politikasının, hassas bir kornuoyunun oldugu yerlerde işkence olmaz.
'lürk egemenleri sık sık çocuklan çok sevCtlklerini, dünyada, çocuklara bayram arınagaD eden devletin Türkiye oldugunu anlatıp durmaktadırlar. Her yıl 23 Nisan'da tüm dünya ülkelerinden çocuklan Türkiye'ye davet etrnekteCtlrler .. Bir hafta boyunca, "Biz çocuklan çok severiz. Çocuklara çok de~er veririz. Dünyada çocuklara bayram arın$n eden tek devlet biziz" Ctlye övünınekteCtlrler. Kürdistan'da fiilen yaşanan ise Kürt çocuklannın gözlerinin önünde babalanna, dedelerine, aıncalanna, a~beylerine, analanna, ebelerine, ablalanna işkence yapıldıgıdır. Ve bu tür olaylar sık sık yaşanınaktadır. Her yerde yaşanınaktadır. Devletin bu tür olaylar karşısındaki tek savuruna yöntemi inkardır.
Türkiye'yi dünyaya tarotacak olan 23 Nisan Haftalan düzenleyip dünya çocuklarını davet et-
rnek degilCtlr. KürCtlstan'ın kırsal kesimlerinde çocuklara yapılan işkenceCtlr. Analan, babalan işkence altında tutulan Kürt çocuklarını Ctlpçik darbeleriyle susturmaya çalışmaktır.
Türkiye, KürCtlstan sôrnürgesiyle, elbette Batı'nın demokratik devletler toplulugu içinde yer alamaz. Türkiye'nin bir sömürge yönettigi burada, dünyada, bir eşi de bulunmayan bir politika uyguladıgı, günden güne çok daha açık, çok daha etrafl.ı bütün olgusal zenginlikleriyle aniaşılmaktadır. Bu koşullarda Türkiye'nin bizzat kendisi Batı'dan, AYnıpa'~ uzaklaşacaktır. Zira katıldıgı her forumda, her toplantıda kenCtlsine artık KürCtlstan sömürgesiyle ilgili sorular sorulacaktır. 'Türkiye'nin ise bu konularda alın ak degild[r. Ayıbı büyüktür. Bu tür sorulara rnuhatap olmarnanın tek yolu ise, o forutnlardan, o toplantılardan özenle Uzak durmaya çalışrnaktır.
Sayın Yargıçlar,
Yargılamanın bu aşamasında söyleyeceklerim bundan ibarettir.
.Saygıyla sunuyorum.
İsmail BEŞİKÇİ
Sagrnalcılar Cezaevi, C-13 Bayrampaşa 1 İstanbul
18 Nisan 1990