soĞuk savaŞ ve sonrasi dÖnemde kİtle İmha sİlahlari …tez.sdu.edu.tr/tezler/ts00520.pdf ·...
TRANSCRIPT
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI
SOĞUK SAVAŞ VE SONRASI DÖNEMDE KİTLE İMHA SİLAHLARI VE SİLAHSIZLANMA ÇABALARI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Salih ÖZGÜR
TEZ DANIŞMANI
Doç.Dr.Erol KURUBAŞ
ISPARTA , 2006
ii
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEZLİ YÜKSEK LİSANS
TEZ SAVUNMASI VE SÖZLÜ SINAV TUTANAĞI
İLGİ : Enstitü Yönetim Kurulu’nun ….. / ….. / 2006 Tarih ve ….. / ….. / 2006
Sayılı Kararı.
Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında ders dönemine ait Eğitim – Öğretim
Programını Başarı ile tamamlayan 0330220225 numaralı Salih ÖZGÜR’ün
hazırladığı Soğuk Savaş ve Sonrası Dönemde Kitle İmha Silahları ve
Silahsızlanma Çabaları başlıklı TEZLİ YÜKSEK LİSANS TEZİ ile ilgili TEZ
SAVUNMASI ve SÖZLÜ SINAVI Lisansüstü Öğretim Yönetmeliği’nin 24’ncü
maddesi uyarınca 09/ 06 / 2006 günü saat 10 ; 30’da yapılmış ; sorulan
sorular ve alınan cevaplar sonunda adayın tez savunmasının KABULÜNE /
REDDİNE / DÜZELTME SÜRESİ VERİLMESİNE , OYBİRLİĞİ İLE /
OYÇOKLUĞUYLA karar verilmiştir.
SINAV JÜRİSİ
BAŞKAN ÜYE ÜYE Erol KURUBAŞ Timuçin KODAMAN Muharrem GÜRKAYNAK Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr. Yrd.Doç.Dr.
iii
ÖZET
20 yüzyıl,içerisinde yaşanan iki dünya savaşı ve bu savaşların
yıkıcılığı nedeni ile tarih sahnesinin insanlık adına yaşanan en acımasız
yüzyılı olma özelliğini taşımaktadır.İnsanları öldürmenin maliyeti,silah
teknolojisinde yaşanan gelişmeler ile birlikte bu yüzyıl içerisinde sürekli bir
artış eğilimi göstermiştir.Bireylere yönelen basit çalışma prensipli silahlardan,
kitleleri imha etmeyi amaçlayan ileri teknoloji ürünü ve yüksek maliyetli
silahlara doğru kısa zamanda uzun sayılabilecek bir yol kat edilmiş ve
günümüz itibariyle de geri dönülemez bir noktaya
gelinmiştir.Çalışmamızda,bu noktadan hareketle,kitle imha silahları kavramı
ve buna bağlı olarak gelişen silahsızlanma süreci incelenmiş ve bu bağlamda
gelecekte belirebilecek tehditler ortaya konmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler : Kitle İmha Silahları , Silahsızlanma , Nükleer Silahlar ,
Kimyasal Silahlar , Biyolojik Silahlar.
iv
ABSTRACT
20th Century , in which occured two world wars , is the most merciless
century of human history because of their’s devastating destruction.Financial
cost of the rivalvality of wars has showed an increasing manner during this
century due to develeopment in weapons’ (war) technologies.A long way has
been paced from basic İndividual weapons to hi-tech mass destruction
weapons and reached to irreversible point today.İn this study , it had been
searched the term of weapons of mass destruction and the process of non-
proliferarion studies that evolving according to this.Finally we tried to present
the risks that will be faced with in the future.
Key Words : Weapons of Mass Destruction , Non-Proliferation , Nuclear
Weapons , Chemical Weapons , Biological Weapons .
v
İÇİNDEKİLER İçindekiler v Kısaltmalar ix Giriş 1
BİRİNCİ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI
1.1.Kavramın İçeriği ve Niteliği 3
1.2.Nükleer Silahlar 5
1.2.1.Nükleer Silahların Ortaya Çıkışı 5
1.2.2.Nükleer Silah Sahibi Olmanın Yolları 8
1.2.3.Ülkelerin Nükleer Gücünün Çeşitliliği 11 1.2.4.Nükleer Silahlarla Sağlanan Gücün Niteliği 12
1.2.5.Nükleer Silahların Etkileri 15
1.3.Kimyasal Silahlar 19
1.3.1.Kimyasal Silah ve Maddelerinin Tanımı 19
1.3.2.Kimyasal Silahların Tarihi Gelişimi 20 1.3.3.Kimyasal ve Nükleer Silah İlişkisi 26
1.3.4.Bir Başka Sorun : Kimyasal Silahların Elde Bulundurulması ve
İmhası 27
1.4.Biyolojik Silahlar 29
1.4.1.Biyolojik Silahların Tanımı 29
1.4.2.Biyolojik Silahların Tarihsel Gelişimi 31
1.4.3.Biyolojik Silahların Tercih Edilme Sebepleri 32
1.4.4.Günümüzde Biyolojik Silahlar 34
İKİNCİ BÖLÜM ULUSLARARASI POLİTİKA AÇISINDAN KİTLE İMHA SİLAHLARININ
ÖNEMİ VE ETKİLERİ 2.1.Kitle İmha Silahlarına Sahip Olma Açısından Öne Çıkan Devletler ve
Uluslararası Konumlarına Etkileri 37
2.1.1.Süper Güçler 47
2.1.1.1.ABD 47
2.1.1.2.Rusya 53
2.1.2.Büyük Güçler 55
vi
2.1.2.1.Çin 55
2.1.2.2.Fransa 58
2.1.2.3.İngiltere 61
2.1.3.Nükleer Güç Olma Yolunda İlerleyen Devletler 62
2.1.3.1.Hindistan 62
2.1.3.2.Pakistan 63
2.1.3.3.İsrail 64
2.1.4.Nükleer Güç Olmak İsteyen Devletler 67
2.1.4.1.İran 67
2.1.4.2.Kuzey Kore 69
2.1.4.3.Libya 70
2.2.Uluslararası Terörizmin Geleceğinde Kitle İmha Silahlarının Kullanılma
Tehdidi 72
2.2.1. Kitle İmhasına Yönelen Terörizm 72
2.2.2. Uluslararası Terörizmin Olası Yeni Türleri 75
2.2.2.1. Nükleer Terör 75
2.2.2.2. Kimyasal Terör 82
2.2.2.2. Biyolojik Terör 86
2.3.Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelebilecek
Tehditler 88
2.3.1.Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelik
Olarak Yapılabilecek “Terör Saldırıları Tehdidi” 88
2.3.2.Nükleer Altyapıya Sahip Olan Devletlerdeki “Atık ve Kaza
Tehdidi” 91
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KİTLE İMHA SİLAHLARI REKABETİNİN BAŞLANGICINDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELİŞTİRİLEN STRATEJİLER
3.1.Soğuk Savaş Dönemi Başlangıcında Kitle İmha Silahlarının ve Bunlara
Dayalı Stratejilerin Geliştirilmesini Zorunlu Kılan Uluslararası Ortam ve
Yapısı 98
vii
3.2.Kitle İmha Silahları Rekabetinin Tehlikeli Dönemeçleri 103
3.2.1.Kore Savaşı 103
3.2.2.Küba Füze Krizi 105
3.2.3.Avrupa Füzeler Krizinin Sonucu : INF Antlaşması 107
3.2.4.Stratejik Savunma Girişimi ya da Yıldız Savaşları 109
3.3.Kitle İmha Silahlarına Dayalı Olarak Geliştirilen Stratejiler 110
3.3.1.Genel Stratejiler 111
3.3.1.1.Nükleer Savaşları Engelleme Stratejisi : Tırmanma 111
3.3.1.2.Caydırıcılık 112
3.3.2.NATO “veya ABD” Stratejileri 114
3.3.2.1.Sınırlı Savaş 114
3.3.2.2.Kitlesel Mukabele 116
3.3.2.3.Esnek Mukabele 118
3.4.Bir Dış Politika Aracı Olarak “Silahsızlandırma” Stratejisi ve Kitle İmha
Silahları 120
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI KONUSUNDA SİLAHSIZLANMA / DENETİM
ÇABALARI 4.1. Kitle İmha Silahlarının Denetimi Konusunda Faaliyet Gösteren
Kuruluşlar 122
4.1.1.Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı (DDA-Department
for Disarmament Affairs) 123
4.1.2.Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA-International Atomic
Energy Agency) 125
4.1.3.Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW –
Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) 127
4.2.Kitle İmha Silahları ve İlgili Malzeme ve Teknolojiler ile Bunların Fırlatma
Vasıtalarının Yayılmasının Önlenmesine Yönelik İhracat Kontrol Rejimleri
4.2.1.Wassenaar Düzenlemesi 129
4.2.2.Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi 130
4.2.3.Avustralya Grubu 132
4.2.4.Nükleer Tedarikçiler Grubu 134
viii
4.2.5.Zangger Komitesi 135
4.3.Günümüze Kadar Olan Süreçte Kitle İmha Silahları Konusunda Yapılan
Önemli Antlaşmalar
4.3.1. Çok Taraflı Anlaşmalar 136
4.3.1.1.Antarktika Antlaşması 136
4.3.1.2.Ay ve Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Araştırılması ve
Kullanımında Devletlerin Çalışmalarını Yönlendirmeye
İlişkin Antlaşma 137
4.3.1.3.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi
Antlaşması (Nuclear Nonproliferation Treaty-NPT) 137
4.3.1.4.Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması
Anlaşması
139
4.3.1.5.Kimyasal Silahlar Konvansiyonu ( The Chemical
Weapons Convention ) 141
4.3.1.6.Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu (The
Biological and Toxin Weapons Convention ) 144
4.3.2. İki Taraflı Anlaşmalar 147
4.3.2.1.Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Atında Nükleer
Denemeleri Yasaklayan Antlaşma 147
4.3.2.2.Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri
(Strategic Arms Limitation Talks – SALT I, SALT II ) 149
4.3.2.3.Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri
(Strategic Arms Reduction – START I , START II) 152
SONUÇ 155
KAYNAKÇA 158
EKLER 167 EK-1 167 ÖZGEÇMİŞ 169
ix
KISALTMALAR a.g.e. : adı geçen eser
a.g.m. : adı geçen makale
a.g.r. : adı geçen rapor
a.g.t. : adı geçen tez
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
ABM : Füzesavar Füze Sistemi
AG : Avustralya Grubu
BM : Birleşmiş Milletler Örgütü
DDA : Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı
DIA : Amerikan Savunma İstihbarat Ajansı
GLCM : Karadan Atılan Cruise Füzeleri
IAEA : Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu
ICBM : Kıtalar Arası Balistik Füze
INF : Orta Menzilli Nükleer Füzeler
OPCW : Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü
MIRV : Bağımsız Olarak Hedefe Yöneltilebilen Çok Başlıklı Füze
MTCR : Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi
NATO : Kuzey Atlantik Paktı
NDYA : Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması
NPT : Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması
NSC : Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi
NSG : Nükleer Tedarikçiler Grubu
SALT : Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri
SDI : Stratejik Savunma Girişimi
SLBM : Denizaltılardan Atılan Balistik Füzeler
SSBN : Nükleer Güçlü Denizaltılar
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
START : Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri
WHO : Dünya Sağlık Örgütü
WCO : Dünya Gümrük Organizasyonu
ZAC : Zangger Komitesi
1
GİRİŞ
20 yüzyıl,içerisinde yaşanan iki dünya savaşı ve bu savaşların
yıkıcılığı nedeni ile tarih sahnesinin insanlık adına yaşanan en acımasız
yüzyılı olma özelliğini taşımaktadır.İnsanları öldürmenin maliyeti,silah
teknolojisinde yaşanan gelişmeler ile birlikte bu yüzyıl içerisinde sürekli bir
artış eğilimi göstermiştir.Bireylere yönelen basit çalışma prensipli silahlardan,
kitleleri imha etmeyi amaçlayan ileri teknoloji ürünü ve yüksek maliyetli
silahlara doğru kısa zamanda uzun sayılabilecek bir yol kat edilmiş ve
günümüz itibariyle de geri dönülemez bir noktaya gelinmiştir.
Tarih boyunca dünya egemenliğine ya da en azından başatlığına
yönelen devletlerin,bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için güçlerini sürekli
şekilde arttırma ve diğerleri üzerinde caydırıcı hale getirme çabasında
bulundukları bilinmektedir.Bilinen bir başka şey ise,bunu sağlamanın en kısa
yolunun devletlerin silahlanmasından geçtiğidir.Ancak günümüz itibariyle
gelinen noktada,silahlanmanın aşırı boyutlarda gerçekleştiğini
söyleyebiliriz.Öyle ki sahip olunan silahların birçoğunun kullanım alanı
kalmamıştır.Çünkü kullanıldıkları takdirde sadece yok edilmek istenen
düşmanı değil,tüm dünyayı etkileyebileceklerdir.Bu bağlamda kastettiğimiz
silah kavramı,nükleer,biyolojik ve kimyasal olanları içermektedir.Genelde
kullanılan adıyla “kitle imha silahları”.
Kitle imha silahları,“uzun süren savaşları kısaltmak için”,teknolojinin de
yardımıyla insanların geliştirdiği ve sadece yıkıcı değil aynı zamanda tümden
yok etme özelliğine sahip silahlardır.İcat edildiklerinden bu yana isimleri bile
korkuyla anılır olmuştur.Kitle imha silahları,uluslararası alanda prestij
sağlama,gücünü perçinleme ve caydırıcı olabilme adına her geçen gün daha
öldürücü bir seviyeye getirilmeye çalışılmıştır.Dünya barışı adına kitle imha
silahları konusundaki silahsızlanma çabaları kendi kısır döngüleri içinde
devam etmektedir.Ancak bu tür silahları içtenlikle ve inanarak üreten
devletler,söz konusu olan silahların sınırlandırılması,kontrolü veya yok
edilmesi olunca aynı içtenliği gösterememektedirler.Çünkü
silahsızlanma,daha az tehlikeli bir dünyaya doğru giden süreci temsil
ederken,devletler için de,varolan güçlerinin azalması ve kendilerini daha az
2
güvende hissetmeleri anlamına gelmektedir.Konuyla ilgili algılamanın bu
yönde olması kimilerince doğal,kimilerince de anlamsız olarak
karşılanmaktadır.Ancak düşünüş ne olursa olsun kitle imha silahlarının
üretimi gizli ya da açık şekilde günümüzde devam etmekte ve gelecekte de
devam edecektir.Tabi devletlerin güvenliği adına yapılan silahlanmanın
elbette bazı güvensiz durumları da ortaya çıkaracağı bir
gerçektir.Uluslararası terörizmin değişen yapısını göz önünde
bulundurduğumuzda bunu daha emin bir şekilde söyleyebiliyoruz.
Bu çalışmanın tezi : silahlanma yarışının en maliyetli ancak bir o kadar
da cazip yönünü oluşturan kitle imha silahlarının uluslararası politika alanında
devletler ve hatta ittifaklar için yadsınamaz bir önem teşkil ettiği,bu düşünce
ışığında silahsızlanma çabalarının asla “gerçek” anlamda bir silahsızlanmaya
hizmet etmediği,buna bağlı olarak da kitle imha silahlarına “ulaşılabilirlik”
durumunun günümüzde söz konusu olması ve bunun da tüm dünya için yeni
tehditlerin belirmesi anlamına geleceğidir.
Tezimizi destekler nitelikte olması açısından çalışmamızın birinci
bölümünde,kitle imha silahlarının 3 türü olan nükleer ,kimyasal ve biyolojik
silahların tarihsel gelişimleri,etkileri ve devletlerin gücüne sağladıkları
katkı,ikinci bölümde,kitle imha silahlarına sahip olan ve olmak isteyen
devletlerin bu konudaki girişimleri,kitle imha silahlarının teröristler için de
cazip olmaya başlaması,kitle imha silahları ve onların üretimi için kurulan
endüstri altyapılarının doğal kaynaklar ve çevre için tehdit
oluşturması,üçüncü bölümde,Soğuk Savaş sürecinin başlangıcını teşkil eden
zaman dilimindeki uluslararası ortamın devletleri özellikle nükleer silah
üretimine zorlaması,kitle imha silahlarına dayalı olarak geliştirilen stratejilerin
neler olduğu ve stratejilerin gelişim süreçleri,Soğuk Savaş dönemi boyunca
kitle imha silahları bağlamında yaşanmış olan önemli olaylar,dördüncü
bölümde ise kitle imha silahlarının sınırlandırılması konusunda faaliyet
gösteren önemli kuruluşlar ve ihracat kontrol rejimleri ile bu konuda yapılan
önemli uluslararası antlaşmalar incelenmeye çalışılmıştır.Ancak bu bölümde
konumuzla ilgili olmadığı için konvansiyonel silahlarla ilgili silahsızlanma
çabalarına değinilmemiştir.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
KİTLE İMHA SİLAHLARI
1.1. Kavramın İçeriği ve Niteliği Kitle İmha Silahları ile ilgili açıklamalardan önce,kavramın ifade ettiği
anlamı irdelemeye çalışmak yerinde olacaktır.Kitle İmha Silahları,
konvansiyonel silahların defalarca kullanılması sonucunda ortaya çıkabilen
insan zayiatını sadece bir kez kullanılmaları sonucunda meydana
getirebilen,bununla beraber konvansiyonel silahların oluşturamadığı saldırı
sonrası olumsuz etkileri de bulunan silahlar olarak tanımlanabilirler.II nci
Dünya Savaşında müttefiklerin iki gün süren 1400 bombardıman uçağı sortisi
sonunda 130.000 ila 200.000 kişiye zayiat verdirilmiştir.1 Buna karşılık,
Hiroşima'ya atılan tek bir atom bombası 68.000 kişiyi öldürmüş, 76.000 kişiyi
ise yaralamıştır.2 İstanbul üzerinde patlatılacak 1 megatonluk bir hidrojen
bombasının yaklaşık 470.000 kişiyi öldürebileceği ve 630.000'den fazla kişiyi
de yaralayabileceği söylenebilir. 3
Yukarıdaki referanslar birbiri ile mukayese edildiğinde, bir tek kitle
imha silahının yüzlerce,hatta binlerce,yüksek patlama gücüne sahip
konvansiyonel mühimmattan daha fazla tahrip gücüne sahip olduğu gerçeği
ortaya çıkmaktadır.4 Bu haliyle Kitle imha silahları,konvansiyonel mühimmatla
mukayese edildiğinde muazzam tahrip ve zayiat verdirme gücüne sahip nük-
leer, biyolojik ve kimyasal silahlardır.
Amerika Birleşik Devletleri tarafından Aralık 1997’de yapılan
"Transforming Defense, National Security in the 21th Century" konulu panele
ait raporun sözlük kısmında ise kitle imha silahları şu şekilde tarif
edilmektedir ; "Kitle imha Silahları, genellikle kimyasal, biyolojik, nükleer
1 A.Serdar Erdurmaz , Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları ,Silahların Kontrolü ve Türkiye , Ümit Yayıncılık , Ankara 2003 , s.27. 2 Samuel Glasstone , Philip Dolan ,The Effects On Nuclear Weapons , US Defence and US Department of Energy Press , Washington DC 1977 , s.1. , Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz. , <http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nukeffct/#EONW77> , (05.03.06)
3 US Congress , Proliferation of Weapons of Mass Destruction ; Assessing the Risks , US Government Printing Office , Washington DC 1993 , s.57. 4 Erdurmaz , a.g.e. , s.27.
4
silahlar ve bunları taşıma kabiliyeti olan füzeleri ifade eder. Bazı durumlarda
radyolojik silahlar da dahil edilir".5 ABD eski Başkanı William B. Clinton
tarafından kitle imha silahlarının imhasına ilişkin 1994 yılında vermiş olduğu
12938 sayılı direktifle ilgili yayımlanan bir basın bildirisinde " .... Nükleer,
biyolojik ve kimyasal silahların (kitle imha silahları) ve bu silahları atma
vasıtalarının yayılması... " şeklindeki ifade yer almış ve kitle imha silahlarının
hangi tür silahları kapsadığı açıkça belirtilmiştir . ABD Silahlı Kuvvetleri
Kimya Okulu tarafından yayımlanan,‘’FM 3-100 Kimya Birliklerine Ait
Talimname’’ de, "Kitle imha silahları kullanımı veya kullanma tehdidi sonunda
büyük ölçüde zayiata , kirlenmeye sebep olabilecek, harekatın hedeflerini,
safhasını ve harekat istikametini değiştirmeye neden olacak silahlardır"
şeklinde tanımlanmaktadır.6
Bu tanımlar ışığında kitle imha silahlarını 3 gruba ayırabiliriz ; (i)
Nükleer Silahlar,(ii) Biyolojik Silahlar,(iii) Kimyasal Silahlar.
Bu sınıflandırmaya Radyolojik Silahlar da dahil edilebilirdi ancak bu
silahlar,nükleer olanların,sadece radyasyon etkisi ile insanlara zayiat
verdirmesi hedeflenen bir türü olduğu için,nükleer silah kategorisinde
değerlendirilmektedirler. Her ne kadar Körfez Savaşı öncesi Irak'ın radyolojik
silah elde etmek için çalıştığına dair deliller olduğunu iddia eden raporlar
mevcutsa da,halen radyolojik silahların mevcut olmadığı düşünülmektedir.7
Dünya devletlerinin aynı anda , kitle imha silahlarının üç türüne de
sahip olması oldukça zordur.Ancak Soğuk Savaşın bir getirisi olarak,bazı
devletler bu imkana kavuşmuşlardır.Hal böyle olunca uluslararası alanda iki
rakip kutup kendiliğinden belirmektedir : Kitle imha silahlarına sahip olanlar
ve olmayanlar.Sahip olmayanlar da kendi içlerinde ikiye ayrılabilir : Sahip
olmaya çalışanlar ve bu tür bir girişimde bulunmayanlar.Devletlerin bu
öldürücü gücü yüksek silahlara sahip olma nedeni genelde güvenlik
endişelerine dayandırılmaktadır.Ancak bu derece önemli bir güç,güvenlik
endişelerini gidermek bir yana,var olanlara yenileri eklemektedir.
5 Erdurmaz , a.g.e. , s.28. 6 US Army Chemical School , FM 3-100/MCWP 3-3.7.1 Chemical Operations Principles and Fundamentals , Washington DC , May 1996 , Preface , Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz. <http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (16.01.06) 7 Erdurmaz , a.g.e. , s.28.
5
Kullanıldıklarında etkilerinin ne olabileceğini anlayabilmek açısından,BM’nin
yaptığı bir çalışmanın sonuçlarına değinmek önem arz etmektedir.Stratejik bir
bombardıman uçağı ile atılan nükleer,kimyasal ve biyolojik silahların nispi
etkileri şöyle değerlendirmiştir :
"Bir megatonluk bir nükleer bomba 300 kilometrelik bir alan içinde
korunmasız halkın yüzde doksanını öldürür.15 tonluk bir kimyasal silah 60
km'lik bir alandaki halkın yüzde ellisini öldürebilir. 10 tonluk bir biyolojik silah
100.000 km'lik bir alandaki halkın yüzde yirmi beşini öldürür ve yüzde ellisini
hastalandırır." 8
Genel bir fikir vermesi açısından yapılan değerlendirmelerden sonra,
uluslararası politika için önem arz eden kitle imha silahlarının türlerinin
incelenmesine geçilebilir.
1.2. Nükleer Silahlar 1.2.1. Nükleer Silahların Ortaya Çıkışı 1933 yılında Almanya’da iktidara gelen III ncü Reich hükümeti,Versay
Antlaşmasını geçersiz saymış,Alman ordusunun itibarını iade ederek ülke
içinde bozulmuş olan nizamı düzeltmiş ve milli birliği sarsılmaz bir güce
eriştirmiştir.9 Almanya’da bu gelişmeler yaşanırken,I nci Dünya Savaşı’nın
galibi olan devletlerin bu gelişmeleri ciddi anlamda önemsedikleri
söylenemeyeceği gibi uzun yıllar daha Almanya’nın uluslararası politika
alanında bir “taraf” olarak boy göstermesinin mümkün olmadığı konusunda
da hemfikir olmuşlardır.Ancak Almanya,bir ulusun güçlü olma adına ihtiyacı
olan her türlü gereği,1938 yılı itibarı ile tamamlamış bulunmaktaydı.
Almanya’nın ve doğal olarak da bütün dünyanın savaşa hazırlandığı
bu zaman diliminde,fizik ve kimya Profesörü Otto Hahn,Kayzer Wilhelm
Enstitüsü’nde yaptığı deneyler esnasında uranyum atomunu,nötronlarla
8 Erdurmaz , a.g.e. , s.29. 9“1935 yılından itibaren ise , politika alanındaki cüretli ve kesin atılımlarla dost,düşman bütün devletlerin dikkatlerini Almanya üzerine çekebilmiş ve nihayet 1938 yılında Almanya , siyasi başarılarının doruğuna ulaşmıştı.Lakin her şeye rağmen Almanya’nın , sonu dehşet verici korkunç bir harbe hızla yaklaşmakta bulunduğu da , aynı derecede dikkatleri çekmekteydi…” , Levon Panos Dabağyan , Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya (1941-1945) , Kum Saati Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.291. , Versay Antlaşmasının getirdikleri , II nci Dünya Savaşının nedenleri , Hitler’in saldırganlığı ve Almanya’nın yayılmacı emelleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. , Mustafa Aydın , “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne , Olgular , Belgeler, Yorumlar , Editör : Baskı Oran , İletişim Yayınları , İstanbul 2001 , s.399-409.
6
bombalayarak parçalamayı başarmıştır.Günümüzde “atomun babası” olarak
da bilinen Hahn,elde ettiği buluşun savaş alanlarında bir silah olarak
kullanılabileceğini değerlendirerek,çalışmalarını gizli tutmaya çalıştığı
bilinmektedir.10 Ancak mesai arkadaşlarının sayesinde,bu buluşun gizli
tutulması gerçekleşmemiştir.Albert Einstein’a kadar uzanan buluşun sırları,
Amerikan Başkanı Roosevelt’e,yine Einstein tarafından yazılan bir mektupla
bildirilmiş ve bu konuda ilgili bilim adamlarının çalışmaları için mali yardım
istenmiştir.Mektupta yazılan bazı cümleler şunlardır11 :
“ Sayın Başkan,Enrico Fermi ve Leo Szilard’ın çalışmaları uranyumun
yakın gelecekte önemli bir enerji kaynağı olabileceğine beni inandırmıştır.Bu
buluş çok kudretli bombaların yapımına yol açabilir.Nazilerin bu konuda
çalışmaları olduğu hakkında elimde bilgiler var.Amerika onlardan önce
davranmak zorundadır.Aksi halde medeniyet yok olacaktır.”
Mektupta belirtildiği gibi Nazilerin böyle bir çalışmadan asla haberdar
olmadığı bilinmektedir.Bu girişimi,ihtiyaç duyulan mali desteği sağlamak
adına atılmış bir adım olarak değerlendiriyoruz.Çünkü bu yöndeki çabalar
sonuçsuz kalmamış ve Başkan Roosevelt,talepte bulunulan mali yardım
konusunda özel bir fon oluşturulması emrini vermiştir.Ancak üretilen silahların
ilk ikisinin kullanım onayı,kendisinin ölümünden sonra başkan seçilen
Truman tarafından verilmiştir.
Nükleer silahlar ilk defa,II nci Dünya Savaşı sırasında , yukarıda
anlatılan gelişmelerin akabininde,Amerika Birleşik Devletlerinde Manhattan
Projesi adı ile bilinen bir program çerçevesinde,iki türde üretilmiştir12 ;
(i) Bunların birincisi plütonyumlu atom bombasıdır ve ilk kez 16
Temmuz 1945 yılında Alamogordo/Amerika’da denenmiştir.
10 “… Hahn , atak ve gözü kara bir karaktere sahip olan Hitler’den buluşunu gizlemek için ant içti.Profesör Hahn , diğer meslektaşlarından da bu hususta söz aldı. “Şayet , Führer buluşum hakkında bilgi sahibi olursa kendimi öldürürüm” diyordu. Ancak Yahudi asıllı mesai arkadaşı ve fizik profesörü olan Lise Meitner onunla aynı fikirde değildi.Meitner , zaman kaybetmeden bu buluşun sırlarını , Amerika’daki Kolombiya Üniversitesinde görevli bir başka Yahudi asıllı fizik profesörü olan Leo Szilard ’a ulaştırmayı başardı.Buluş üzerinde çalışmaya başlayan Szilard , İtalyan bilim adamı Enrico Fermi’ nin de yardımıyla , oluşturulabilecek yeni bir silah türü keşfettiklerinin de farkına varmıştı.”, Dabağyan , a.g.e. , s.292. 11 Mektubun İngilizce orijinal metni için bkz. , Yılmaz Dikbaş , İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği , Asya Şafak Yayınları , İstanbul 2006 , s.211-212. 12 Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü , Der Yayınları , İstanbul 2000 , s.65.
7
(ii) İkincisi uranyumlu atom bombasıdır ve denemesi bile
yapılmadan 6 Ağustos 1945 yılında Hiroşima/Japonya’ya karşı
kullanılmıştır.Atılan uranyumlu atom bombası şehrin büyük bir bölümünü
yerle bir ederken ilk anda yaklaşık 68 000 , kısa bir süre sonrasında da 200
000 civarında insanın ölümüne sebep olmuştur.Bu tarihten üç gün sonra yani
9 Ağustos 1945 ‘de,denemesi yapılmış olan plütonyumlu atom bombası
Nagazaki/Japonya’ya karşı kullanılmış ve Hiroşima’dakine benzer bir yıkım
daha gerçekleşmiştir.
Amerikan nükleer teknolojisi,bu tecrübelerinin ardından tereddüt
etmeden,daha karmaşık ancak daha hafif,daha güçlü ve daha etkili silahların
dizaynına başlamıştır.Başkan Truman’ın onayı ile,“ilkel” Fat Man ve Little
Boy 13,geliştirilmeye başlanmış ve sonuç itibari ile termonükleer silahlar icat
edilmiştir.Bir fizyon aletinin,termonükleer reaksiyon oluşturabilmek adına tüm
koşulları sağlayabildiği tespit edilmişti .14 Yine başkan onaylı,Ivy Operasyonu
ile ‘’Myke’’ yani hidrojen bombasının ilk ve iki basamaklı çalışma prensibine
sahip versiyonu 1 Kasım 1952’de denenmiştir.15 Daha sonra hidrojen
bombası olarak isimlendirilecek olan bu silahın tek basamaklı çalışma
prensibine sahip versiyonu 31 Ekim 1952’de Amerika tarafından
denenmiştir.16
Beklenenden daha da erken olarak,1949 yılında Sovyetler Birliği ilk
nükleer denemesini gerçekleştirmiştir.Üç yıl sonra,1952’de İngiltere nükleer
testlere başlamış,1960 yılında Fransa,1964 yılında Çin nükleer silaha sahip
olmuştur.17 Böylece,tüm dünyaya etki edecek olan nükleer silahlar,belki de
bir daha yok olmamak üzere,uluslararası ilişkiler sahnesindeki yerini almıştır.
BM Güvenlik Konseyi’nin de daimi üyeleri olan 5 ülke,‘’Yasal Olarak Nükleer
Silaha Sahip Ülkeler’’18 olarak kabul edilmektedir.Bunların dışında nükleer
13 II nci Dünya Savaşında kullanılan atom bombalarının isimleri. 14 “Nuclear Weapon Design” , s.1. , www.fas.org./nuke/intro/nuke/design.htm , (28.01.06) 15 a.g.m. , s.1. 16 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.350. 17 Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi , Filiz Kitabevi , İstanbul 2000 , s.450. 18 BM nezdinde kabul edilen beş nükleer devlet vardır.Bunlar ABD,Rusya,İngiltere,Fransa ve Çin’dir.Sadece bu beş devletin yasal olarak nükleer statüde kabul edilmesi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına dayandırılmaktadır.İmzalayan devletlerin tamamı bu durumu kabul etmiş sayılmaktadır.Anlaşma başka hiçbir devlete nükleer silah geliştirme izni vermemektedir. ,
8
silah programı yürüten tüm ülkelerin çalışmaları uluslararası alanda yasal
olarak kabul edilmemektedir.Ancak bu durum,söz konusu silahlara olan ilgiyi
diğer devletler için beklenenin aksine azaltmamış daha da arttırmıştır.
Nükleer silahların geliştirilmesi,silahların ateş gücünde ve tahrip
yeteneğinde önemli bir devrim yaratmıştır.Ancak ilk atom bombaları ile
kıyaslandıklarında,daha önemli bir devrimi hidrojen bombalarının
gerçekleştirdiği söylenebilir. 1945 yılında kullanılan ilk iki atom bombası 15 -
20 kilo tonluk tahrip gücünde ( 15 000 - 20 000 ton T.N.T.) olup,her biri beş
ton civarında ağır idiler.19 Bugün oldukça küçümsenen bu patlama gücünün,
75 mm.lik 4 milyon topun salvosuna eşit olduğunu hatırlamak,II nci Dünya
Savaşı’nın başı ile sonu ve savaştan sonraki teknolojik sıçramaları anlatmak
bakımından önem arz etmektedir.20 Nükleer bombaların tahrip gücü 1945
yılından bu yana baş döndürücü bir hızla artmıştır.O kadar ki,kullanılan ilk iki
atom bombası artık “konvansiyonel”21 silah sınıfına dahil
edilebilmektedir.Çünkü 1970 yılına gelindiğinde,ilk atom bombalarının 1000
katı gücünde ve onlarla aynı ağırlıkta olan,günümüzde ise 6500 katı gücünde
ve daha hafif olan nükleer silahlar yapılmıştır.22
1.2.2.Nükleer Silah Sahibi Olmanın Yolları Genel bir kural olarak,nükleer silahlarla ilgili fizyon malzemeleri ve
teknolojileri daha kolay bulundukça,nükleer silaha sahip olmanın da
kolaylaştığı söylenebilir. Nükleer silah sahibi olmak isteyen devletler,belirli
koşullar altında nükleer silahları satın alabilir,üretimi için gerekli bilgiyi
“Nuclear Weapons : Who Has Nuclear Weapons” , s.1. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=22 , (05.03.06) 19 Mehmet Gönlübol ,Uluslararası Politika , İlkeler-Kavramlar-Kurumlar , Siyasal Kitabevi , Ankara 2000 , s.175. 20 a.g.e. , s.175. 21“Konvansiyon , üzerinde anlaşmaya varılmış demektir , bu silahların ise silah olup olmadıkları konusunda askeri literatürde ve genel ahlak kavramları çerçevesinde bir anlaşma yoktur.Yani bir nükleer silahın veya kimyasal bir silahın gerçekten silah olup olmadığı hakkında bir anlaşma sağlanamadığı için bunlar konvansiyonel olmayan silahlar olarak anılmaktadır.Anlaşma olmamasının sebebi savaşın da kendine göre bir hukukunun , ahlaki ve etik değerlerinin olmasıdır.Örneğin bir hastaneye ateş edilmez,bombalanmaz,sivillere kasıtlı bir şekilde ateş edildiğinin ortaya çıkması durumunda savaş suçları olarak tabir edilen suçlar oluşur.Oysa nükleer , kimyasal ve biyolojik silahlar kullanıldığı zaman ;hastane,sivil,genç,çocuk,kadın,yaşlı,canlı,cansız hiçbirini ayırt etmeden ve hepsi aynı etkiyle vurulmaktadır.Dolayısıyla bu silahların üzerinde “silah mıdır,değil midir?” diye süren ayrı bir tartışma vardır ve bu yüzden bunlar ayrı bir kategoridedir.” , Yavuz Cankara , Yeni Oyun, İran’ın Nükleer Politikası , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.23. 22 a.g.e. , s.20.
9
çalabilir veya kendi nükleer silahlarını üretmek için gerekli adımları da atabilir.
Nükleer silahların temel maddesi konumundaki plütonyumu elde etmek zor
ve pahalı bir işlevdir. Ancak günden güne,bu ürünün yanlış ellere geçmeye
başladığı da bilinmektedir.23
Devletler kendi nükleer silahlarını yapmak için gizliliği ya da açıklığı
tercih edebilmektedirler.Ancak gizlice yapılan bir yerli nükleer silah yapım
programının açıkça yapılanlara göre daha pahalıya mal olacağı bilinmesine
rağmen,uluslar arası incelemeye tabi tutulabileceğinden,açıkça bu silahlara
sahip olma girişimleri fazla tercih edilmemektedir.Sahip olma yollarından
hangisi seçilirse seçilsin,başarılı bir nükleer programın önünde bir kaç tane
teknik engel vardır 24 ;
(i) Her nükleer silahtaki zincirleme reaksiyonu oluşturacak süper
kritik kütle için gerekli,yeteri kadar füzyon malzemesi bulunması,
(ii) Bu kütleyi saniyeden çok az bir zamanda patlatacak
mekanizma/mekanizmaları bir araya getirecek silah tasarımı,
(iii) Seçilecek ulaştırma yöntemine göre (Örneğin; füze, savaş uçağı
gibi) uygun boyut ve aerodinamik yapıda bir cihaz inşa edilmesi.
Bu teknik engelleri aşabileceğine inanan devletler veya başka güç
odakları,aşağıda belirtilen hususları sırasıyla yerine getirebilirlerse,nükleer
silaha ve kullanma yetisine sahip olabilmektedirler.25 Öncelikle nükleer silah
malzemesinin elde edilmesi gerekmektedir ki bu da;uranyum cevherinin
madenden çıkarılması ve sarı un ya da diğer uranetler biçiminde konsantre
uranyum öğütülmesi işlemlerini kapsamaktadır.Uranyum – 234 tabanlı
silahların malzeme edinimi için gerekli işlem basamakları;uranyumun yüksek
uranyum – 235 seviyesinde zenginleştirilmesi,zenginleştirilmiş uranyum
ürününün uranyum metaline dönüştürülmesidir.Plütonyum tabanlı silahların
23“ABD Adalet Bakanı ve Başsavcısı J.Ashcroft , 8 Mayıs 2002 tarihinde Pakistan’dan gelip Chicago havalimanında tutuklanan Hose Padilla adıyla bilinen Abdulla El Macahir’in El Kaide’nin talimatı ile radyoaktif kirletici bir bombayı patlatmaya hazırlanmakta olduğunu bildirdi.Saldırının hedefi Washington olacaktı… El Kaide’nin radyolojik bomba imal etme girişimlerinde bulunduğunu Bin Ladin’in Afganistan’da esir alınan komutanlarından Abu Zubeyd’in sorgusunda elde edilen bilgiler ışığında ABD Savunma Bakanı D.Rumsfeld daha 2002 Nisanında açıklamıştı…” , Yevgeniy Primakov, 11 Eylül ve Irak’a Müdahale Sonrası Dünya , Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık A.Ş. , İstanbul 2004 , s.25. 24 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://nuclearweaponarchive.org , (05.03.06) 25 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nuketech/smyth02.html , (05.03.06)
10
malzeme edinimi için söz konusu olan işlem basamakları ise;metal ya da
oksit şeklinde plütonyum yakıtının üretilmesi,reaktör yapımı ve
işletilmesi,plütonyum metali elde etmek için kullanılmış yakıtı yeniden
işlenmesi,plütonyum ürününü plütonyum metaline dönüştürülmesinden
ibarettir.
Gerekli malzemeler elde edildikten sonra silah üretim aşamasına
geçilebilmektedir ki bu aşamada yapılması gerekenler şunlardır : fizyon
nüvesinin tasarımı ve üretimi,nükleer olmayan kısımların tasarımı ve üretimi
(kimyasal patlayıcılar,parlatıcılar,ateşleme sistemi,nötron başlatıcısı,reflektör,
vs.),silahın bir bütün olarak monte edilmesi,silahın denenmesi ve
kullanılması,fizik testleri,ulaştırma sisteminin kullanılması ve savaş başlığı ile
uyumlu hale getirilmesi,silahların nakliyesi ve depolanması,kullanım için
gerekli doktrinlerin geliştirilmesi ve eğitimin verilmesi.
Dünyada nükleer reaktörler tarafından yakıt olarak kullanılan az
zenginleştirilmiş uranyum,çok zenginleştirilmiş uranyum elde etme işlemini
hızlandırmak için kullanılabilir.26 Sivil nükleer reaktörler de,işlemlerinin normal
bir parçası olarak uranyum yakıtlarının bir kısmını plütonyuma
çevirmektedirler.27 Kullanılmayan uranyum yakıtını ve radyoaktif yan
ürünlerini tekrar işleme yoluyla elde edilen plütonyum da reaktörlerde
yeniden kullanılmasının yanı sıra nükleer silah yapmak için de kullanılabilir.28
Bu,IAEA’nın29 (International Atomic Energy Agency - Uluslararası Atom
Enerjisi Kurumu) yeniden katı bir nükleer güvenlik politikası izlemesinin esas
nedenidir.30
Yeniden işleme yoluyla elde edilen plütonyumun silah yapım
programlarında kullanılmasını,uranyum veya plütonyum silahları için yeteri
kadar malzeme elde ettikten sonra ikinci adım olan silah imali,fizyon nüvesi
ile nükleer olmayan kısımların (Kimyasal patlayıcılar, patlatıcılar, ateşleme,
26 Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.taek.gov.tr/ogrenci/bolum1.html , (05.03.06) 27 Vural Altın , “Nükleer Silah Nasıl Yapılır” , Bilim ve Teknik Dergisi , sayı 423 , Şubat 2003 , s.46. 28 a.g.m. , s.47. 29 IAEA : 1957 yılında BM’nin alt kurumlarından biri olarak kuruldu.Viyana’da konuşludur.132 üye ülkesi mevcuttur.Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması için faaliyet göstermektedir.Nükleer enerji kullanımıyla ilgili her türlü denetim yetkisine sahiptir. Ayrıntılı bilgi için bkz. <www.iaea.org.>, (08.05.06) 30 “Nuclear Security” , <http://www-ns.iaea.org/security/> , (05.03.06)
11
nötron başlatıcısı, reflektör, vs) tasarım, üretim ve silahın monte edilmesi
izler. 31
Nükleer bombaların temel kavramları ile ilgili gerekli teknolojik bilgiler
1940’lardan beri vardır.Günümüzde bir bomba yapmak için gerekli fizik
bilgisini gizli ve açık kaynaklardan rahatça elde etmek mümkündür.Çünkü
gelişen teknoloji ile birlikte ‘’bir şeyi’’ gizlemek neredeyse imkansız hale
gelmiştir.Daha doğru olarak ifade etmek gerekirse , gizlenildiği sanılan
hemen hemen her bilginin artık ulaşılmaz olmadığı söylenebilir.Başarılı bir
nükleer patlayıcı cihaz ya da silah tasarımı , metalürji, kimya, fizik, elektronik
ve patlayıcılar alanlarında deneyimli elemanlar gerektirmektedir.Ancak bu
elemanların yetiştirilmesi de artık zor değildir.Nükleer silah sırlarını
saklamaya çalışan devletlerde bile,yukarıda bahsedilen alanlarda personel
yetiştirmek mümkündür.İran,bugün nükleer silah yapmanın eşiğine gelmiş bir
devlet ise ( çoktan yapmış olabileceği de değerlendirilmektedir ),bunda en
büyük pay kuşkusuz Amerika’da eğitim almış bilim adamlarınındır.Ya da
Amerika’da eğitim alan bilim adamlarının ülkelerine getiremediği bazı bilgileri,
Rusya’dan,Çin’den veya Kuzey Kore’den satın almayı başaran devlet
yetkililerinindir.32
1.2.3. Ülkelerin Nükleer Gücünün Çeşitliliği Resmi olarak nükleer güç sahibi olan 5 ülke (ABD, Rusya, Çin,
Fransa, İngiltere) dışında Pakistan ve Hindistan gayri resmi nükleer güç
olarak kabul edilmekte ve bunların dışında bu yarışa dahil edilen ülkeler 3
grupta toplanmaktadır33 :
(i) Şüpheli Ülkeler : Günümüz itibari ile nükleer güce sahip olan
ancak bunu resmi olarak kabul etmeyen ülkelerdir.Örneğin ; İsrail,Kuzey
Kore.
(ii) Nükleer Güç Elde Etme Çabası İçinde Bulunmuş Ülkeler :
Başarı oranları tartışmaya açık olmakla birlikte , daha önce nükleer güç olma
adına ciddi adımlar atmış ve fakat yapılan anlaşmalarla artık nükleer silah
31 “Nuclear Security” , <http://www-ns.iaea.org/security/> , (05.03.06) 32 Cankara , a.g.e. , s.78. 33 Bu sınıflandırmanın içinde yer alan devletlerin tamamının isimleri ve nükleer güç olma adına harcadıkları çabaları görmek için bkz. <http://nuclearweaponarchive.org/Nwfaq/Nfaq7.html> , (05.03.06.)
12
üretmeyeceklerini beyan etmiş ülkelerdir.Örneğin ; Arjantin,Brezilya,Güney
Afrika,Cezayir,Tayvan,Güney Kore,Libya.
(iii) Diğer Nükleer Kapasite Sahibi Ülkeler : Nükleer silah üretimi
için değil ancak nükleer enerji elde etme adına geniş bir nükleer bilgi birikimi
sahibi ülkelerdir.İstedikleri takdirde,sahip oldukları bilgi birikimi ve altyapı
tesisleri sayesinde kolayca nükleer silah üretimine geçebilecekleri
değerlendirilmektedir.Örneğin ; Japonya,Avustralya,Kanada,Almanya.
1.2.4. Nükleer Silahlarla Sağlanan Gücün Niteliği Soğuk Savaşın başlangıcından bu yana uluslararası ilişkiler
gündeminden hiç düşmeyen,belki de bilinçli olarak düşürülmeyen nükleer
silahların,sahip olan veya sahip olmak isteyen devletler tarafından arzu
edilen bazı beklentilere tam olarak cevap verdikleri söylenemez.Başlangıçta,
bu silahlara sahip olmayan devletlerin gözünde,sahip olanlar çok güçlü bir
konumdayken zamanla,kendi özel koşullarında oluşan bir gerçek ortaya
çıkmıştır.Soğuk Savaş esnasında dahi,bloklar arasındaki güç dengesi daha
çok coğrafi konum,nüfus,teknolojik gelişmişlik,ekonomik güç ve
konvansiyonel askeri kuvvetler ile bunları istenilen yere ulaştırabilme
yeteneği gibi geleneksel güç unsurlarına dayanmış ve nükleer silahlar
sadece karşı tarafın nükleer veya konvansiyonel gücünü dengelemek için
elde tutulan bir vasıta görünümüne bürünmüştür.34 Bunun başlıca sebebi;
nükleer silahların ulaştığı gücün,yaşanmaya devam edilmek istenen bir
dünyada,kullanım alanının kalmamış olmasıdır.Konvansiyonel anlam ifade
eden güçler için kullanım alanı bu süreçte daralmamış,aksine genişlemiştir.35
İlginç sayılabilecek bu durumun somut örnekleri mevcuttur ve en
anlamlısı da eski Sovyetler Birliği,yeni Rusya’dır.Soğuk Savaşın sonunda
Sovyetler Birliği nükleer gücünü muhafaza ettiği halde,yukarıda sayılan
geleneksel güç unsurlarındaki üstünlüğünü yitirmesi sebebiyle ‘’Süper Güç’’36
olarak anılmaktan vazgeçilmiştir .
34 Nazım Altıntaş , “Nükleer Silahlanma ve Türkiye” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Ankara 2000 , s.9. 35 a.g.m. , s.10. 36 “Süper Güç terimini ilk kez 1944 tarihinde W.T.R.Fox “The Super – Powers : The United States Britain and the Soviet Union – Their Responsibility for the Peace” adlı kitabında kullanmıştır.Fox’a göre süper güç,büyük güç ve o gücü yürütecek yüksek hareket kabiliyetine sahip olmaktır.Yazar eserinde , ABD, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliğini süper güçler olarak tanımlamaktadır.” , Barış
13
Buna rağmen,Soğuk Savaşın,iki süper gücünü doğrudan karşı karşıya
getiren sıcak bir çatışmaya yol açmadan sona ermesinin arkasında,nükleer
silahların ulaştığı tahrip gücünün bulunduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.Bu silahlar,bahsedilen caydırıcı tahrip güçlerine ulaşmamış
olsaydı,politik açıdan çözülemeyen bazı sorunlarda her iki tarafın da askeri
güç kullanımına daha kolay başvurabileceği söylenebilirdi.
Dünya siyaseti üzerinde,var olduklarından bu yana söz sahibi olmuş iki
ülke olan Fransa ve İngiltere için de buna benzer bir durum söz
konusudur.Bu iki ülkenin nükleer güce kavuştuklarından itibaren,dünya
üzerindeki etkilerinin dikkate değer şekilde arttığını iddia etmek zordur.
Fransa ve İngiltere’nin,nükleer güce sahip olmadan önceki dünya siyasetini
etkileme unsurları,nükleer güce kavuştuktan sonra önemini yitirmemiştir,
aksine her zaman kullanılabilme potansiyelleri olması sebebi ile,önemlerinin
arttığı dahi düşünülmektedir.37 Yaşanmak istenen bir dünyada kullanım alanı
kalmadığı düşünülen nükleer silahlar,en azından bu iki ülke için,beklentilerin
çok daha aşağısında anlam kazanabilmiştir.
İsrail için de durum,Fransa ve İngiltere’ninkinden çok farklı bir görüntü
arz etmemektedir. İsrail’in Arap komşularına karşı üstünlüğü,daha çok,onun
idari ve teşkilatlanmadaki etkinliği,sosyal dayanışması ve sahip olduğu diğer
konvansiyonel güç unsurlarının etkinliğinden kaynaklanmaktadır.38
Keza,Hindistan ve Pakistan devletleri ilk nükleer denemelerini
gerçekleştirdikten sonra,uluslararası aktörler tarafından,gerçekten haklı
oldukları söylenilebilecek alanlarda bile yalnız bırakıldıkları olmuştur.39
Yukarıdaki örneklerden sonra,nükleer güce sahip olmayan iki devlet
olan Almanya ve Japonya’nın,Soğuk Savaş sonrası gelişim süreçleri
incelendiğinde ilginç sayılabilecek bir tablo ortaya çıkmaktadır.Savaşın
müsebbibi ve aynı zamanda mağlubu olmaları sebebi ile,özellikle askeri Gürsoy , Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit , IQ Kültür Sanat Yayınları , İstanbul 2005 , s.15. 37 Altıntaş , a.g.m. , s.11. 38 Hikmet Erdoğdu , Büyük İsrail Stratejisi , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.23. 39 “11 Eylül sürecine kadar ABD’nin de dahil olduğu birçok devletin , Pakistan ile çeşitli alanlarda işbirliği yaptığı bilinmektedir . Ancak 11 Eylül saldırıları , Pakistan’ın nükleer gücünün , uluslararası politika alanında yalnız bırakılmaması için ya da bazı şeylere zorlanmaması için , yeterli olmadığını göstermiştir.” , Lutz Kleveman , Yeni Büyük Oyun , Orta Asya’da Kan ve Petrol , Everest Yayınları, İstanbul 2004 , s.275.
14
alanda önemli kısıtlamalara tabi bırakılmışlardır. Ancak bu durum günümüz
itibari ile,iki devletin de dünya siyaseti üzerinde etkili olmalarını
engelleyememiştir.Nükleer güce sahip olmanın pahalı bedelini Almanya ve
Japonya zaten bu konularda yasaklı oldukları için,farklı güç unsurlarına sahip
olma uğruna ödemişlerdir.40 BM Güvenlik Konseyine daimi üye adaylarının
en güçlü iki tanesi yine bu iki devlettir.Ancak gözden kaçırılmaması gereken
bir konu varsa , iki devletin de şu an itibari ile sahip oldukları teknoloji düzeyi
ve zenginliği sayesinde,istemeleri halinde nükleer güce kolayca ulaşma
yeteneklerinin olduğudur.
Nihayetinde denebilir ki,nükleer güçten ziyade uluslararası politikaya
etki edebilecek en önemli unsurlardan biri,“halen daha” ileri teknoloji
kullanmak sureti ile var olan askeri gücü süratle ve etkili bir şekilde istenilen
yere,istenilen zamanda nakledebilme yeteneğidir.Bu konuda günümüz itibarı
ile ABD’nin en önemli güç olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.I nci körfez
savaşında,General Schwarzkopf’un en büyük başarısı,savaşmaktan aciz Irak
ordusunu teslim alması olmamıştır.Kendisinin de ifade ettiği gibi,esas zaferi
çok kısa bir zamanda,dünyanın dört bir yanına dağılmış olarak bulunan farklı
Amerikan kuvvetlerini istenilen yer ve zamanda hazır edebilmesi olmuştur.41
Nükleer gücün niteliği ile ilgili bir başka garip durum ise,bu gücün
bölgesel güç dengelerine etkileri ile,global dengelere etkilerinin birbirinden
farklılık arz etmesidir.Soğuk Savaş döneminde oluşturulmuş stratejilerden biri
olan ‘’caydırıcılık’’,küresel dengeler söz konusu olduğunda varsayıldığı gibi
işlevini yürütmüştür.Ancak bazı bölgesel güç dengelerinde işlevsiz kaldığı
söylenebilir.Nükleer güce sahip olan İsrail devleti,bu gücüne rağmen 1973 ve
1991 yılında iki defa saldırıya uğramıştır ki,özellikle 1973 yılında saldırıda
bulunan devletlerin nükleer gücünün olmadığı bilinmektedir.42 (O yıllarda
İsrail,çoktan nükleer gücüne kavuşmuştu.)43
Körfez Savaşı’nda Irak’ın füze saldırısı ise,en azından iki nükleer güce
sahip devletin birbirine karşı olan husumetinin bir ifadesiydi. Avrupa kıtasında
40 Altıntaş , a.g.m. , s.13. 41 Ayrıntılı bilgi için bkz. Norman Schwarzkopf , Kahraman Olmak Gerekmez , General Norman Schwarzkopf Askerlik Yılları , Milliyet Yayınları , İstanbul 1993 , s.81. 42 Erdoğdu , a.g.e. , s.24. 43 Ayrıntılı bilgi için bkz. , Dikbaş , a.g.e. , s.40-51.
15
her zaman işlevini yapan caydırıcılığın,Orta Doğuda işlevsiz kaldığı
söylenebilir.Aynı şekilde,1960’ların sonunda Rusya ile Çin arasında sınır
anlaşmazlığı yüzünden yaşanan gerginlik,Pakistan-Hindistan arasındaki
çatışmalar,nükleer silahlarla sağlanacak caydırıcılığın her zaman geçerli
olmadığına örnek olarak gösterilebilir.44
İlginçtir ki,nükleer güce sahip olma adına yatırım yapan tüm devletler,
aynı zamanda konvansiyonel güçleri için de,büyük harcamalarda
bulunmuşlardır.Bu ifadenin sonucunda,nükleer gücün aslında hiçbir zaman
önemli olmadığı sonucu çıkarılmamalıdır ancak nükleer güçle,politik ve askeri
alanda büyük bir üstünlük sağlandığı ya da sağlanabileceği gibi görüşlerin,
yeniden analiz edilmelerinde fayda olacağı değerlendirilmektedir.Nükleer
gücün kendisine sahip olma çabaları zaten silahlanma yarışının ta kendisidir .
Ancak bununla beraber,konvansiyonel gücün artırımı için de,aynı ve belki de
daha büyük oranda bir yarışın olması dikkate değerdir .
Nükleer gücün niteliğine ilişkin söylenebilecek son şey,
bulundurulduğu devletler ve bu devletlerin içinde bulunduğu bölgelerin,
toplam güç unsurları değerinden,nükleer güç düşüldüğünde,bir anda çok
zayıf bir görünüm elde ediliyorsa,o devlete ve bölgeye dışarıdan
müdahalenin kaçınılmaz hale gelebildiğidir. Özellikle,emsallerine nazaran
daha büyük olan güçlerin,yaşamsal çıkarlarının olduğu bir bölge veya
bölgelerden bahsediliyorsa,ki Orta Doğu bölgesi ve Körfez Savaşı ‘’ikilisi’’
buna iyi bir örnektir,müdahale er ya da geç kaçınılmaz olmaktadır.45
1.2.5.Nükleer Silahların Etkileri46 Bir nükleer patlamada,ilk önce silahın gücüyle orantılı olarak yarıçapı
değişen bir ateş topu oluşmaktadır.Ateş topunun merkezindeki ısı, güneşteki
ısıdan 2-3 kat daha fazladır.Nükleer bir patlamadan sonra ortaya çıkan bütün
etkiler bu ateş topundan yayılmaktadır.Nükleer silahların etkilerini uzmanlar
genellikle “Ani Etkiler” ve “Kalıntı Etkiler” olmak üzere 2 başlık altında
incelemektedirler.47
44 Altıntaş , a.g.m. , s.14. 45 Altıntaş , a.g.m. , s.15. 46 Konu ile ilgili teknik detay ve bilgiler için bkz. , Glasstone , Dolan , a.g.e. , s.26-42. 47 <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (20.03.06) , Nükleer bir patlamanın etkilerini sınıflandırma konusunda kaynaklarda çeşitlilik mevcuttur.Bu çeşitliliğin üç değişik örneğini görmek
16
Ani Etkiler : Nükleer patlamadan sonraki ilk 1 dakika içerisinde
meydana gelen etkilerdir.Bunlardan birincisi “ışıktır”;nükleer şimşek olarak da
isimlendirilen bu ışık güneşten birkaç defa daha parlak olduğu için açık ve
güneşli bir günde bile bir nükleer patlamayı rahatça haber verebilecek
niteliktedir.Ancak,muayyen mesafeler için çıplak göze direk ulaştığı takdirde
15 ila 45 dakika arasında sürebilen geçici körlüğe sebep olmaktadır.Nükleer
şimşekten korunmak için saydam olmayan her çeşit ekrandan istifade
edilebilmektedir.Bu ekran,ince bir kağıt bile olabilir.Ani etkilerin ikincisi
“ısıdır”;nükleer ısı radyasyonları,nükleer şimşeğin beraberinde gelmektedir.
Bu sebeple belirli bir uzaklıkta ve açıkta bulunan şahıslar için çok tehlikeli
olabilmektedirler.Isı radyasyonlarının en önemli özellikleri şunlardır:devamlı
bir etkiye sahiptirler,çok süratlidirler,çevre ısısını ani olarak
yükseltebildiklerinden geniş çapta yangınlara sebep olmaktadırlar ve patlama
noktasından uzaklaştıkça azalmaktadırlar yani mesafe ile ters orantılı etkileri
mevcuttur.48 Üçüncü ani etki türü “nükleer radyasyondur”;öldürme kudretinde
olan bir etkidir.Bu etkiden söz edilince hemen akla gelen en önemli tehlikeler;
alfa ve beta partikülleri ile nötronlar ve gama ışınlarıdır.49 Ani etkilerin
dördüncüsü “basınçtır”;ateş topundan yayılan yoğun ısının genişleyerek
havayı itmesi sureti ile meydana gelen basınç etkisi,infilak yerindeki boşluğu
dışarıdan soğuk havanın hücum etmesi yüzünden iki yönlü olarak görülür . İlk
tesir sırasında tamamen yıkılmayan binaların,emme safhası da denilen ikinci
için bkz. Dikbaş , a.g.e. , s.23-27. , Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …. , s.405. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler … , s.176. , Ayrıca,bu etkilerin ortaya çıkardığı Hiroşima ve Nagazaki yıkımlarının fotoğraflarını görmek için bkz. <http://www.animatedsoftware.com/hotwords/index.htm> , (23.03.06) 48 Bu özelliklere göre ısı radyasyonları incelenirse görülür ki , ışık hızındadırlar ve silahın kudreti ile orantılı olarak değişen bir devamlılıkları vardır.Ancak infilak yerinden uzaklaştıkça şiddetini kaybetmekte ve saydam olmayan bir ekran tarafından , ekranın tutuşma ve yanma kabiliyeti ile ters orantılı olarak durdurulabilmekte veya şiddeti azaltılabilmektedir. , <http://www.cddc.vt.edu/host/atomic/nukeffct/enw77b1.html> , (20.03.06) 49 “a) Alfa Zerreleri ; 2 nötron , 2 protonu olan pozitif elektrik yüklü partiküllerdir. Menzilleri birkaç santimetre içinde olup nüfuz hassasları yoktur. b) Beta Zerreleri ; Negatif elektrik yüklü ve çok küçük kütlesi olan bir iyondur. Menzili 4-5 metre kadar olup nüfuz kabiliyeti bulunmamaktadır. c) Nötronlar ; Elektrik yükü olmayan fakat atom çekirdeklerinden fırladıklarında radyoaktif olmaya müsait cisimlerin atomlarını parçalayıp onları suni olarak radyoaktif hale getiren zerrelerdir. Büyük tehlike yaratacak kabiliyettedirler fakat menzilleri 100 metreden biraz fazladır. d) Gama Işınları ; Yüksek frekanslı elektromanyetik dalgalar halinde intişar eden bu etkinin hem uzun menzilli ve kütlesiz oluşu , hem de engel tanımayan bir nüfuz kabiliyetinin bulunması , tehlikeyi çoğaltmaktadır. Bu sebeple Ani Nükleer Radyasyon denince ilk önce "Gama Işınları" akla gelir.” <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (21.03.06)
17
safhada yıkılmaları bu sebeptendir.Ani etkilerin beşinci ve aynı zamanda
sonuncusu “elektromanyetik palstır”;bu etki, elektronik devreler kullanan
modern cihazları bozmak ve istenmeyen sinyal çıkarmasına neden olmak
suretiyle malzeme hasarına neden olur.
Kalıntı Etkiler (Radyoaktif Serpinti) :50 Gelecekteki savaşların
tehlikelerinden belki en büyüğü olan nükleer silahların,kesinlikle önlem
alınması gereken etkisi patlamadan sonra meydana gelen tehlikedir.Bu
tehlike "Kalıntı Etkileri" veya "Radyoaktif Serpinti" diye de adlandırılmaktadır.
Bu tehlikenin meydana gelebilmesi için nükleer bombanın yerde veya yere
yakın bir irtifada patlaması şarttır.Örneğin;İkinci Dünya Savaşı sırasında
Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirleri üzerine atılan 20'şer kilotonluk
atom bombaları 305 metre (1000 feet) yükseklikte patladıkları için havada
patlamış oldukları varsayılır. Zira 20 kilotonluk bomba için serpinti hasıl
edebilecek en fazla yükseklik 180 metredir.51
Kalıntı tehlike,“yersıfır” noktası ve dolayları için elbette yalnız
radyoaktif serpintiden ibaret değildir.Patlama yerinde meydana gelen çukur
(krater) ve çukurun etrafında radyoaktif hale gelmiş,fakat ağırlıkları ya da
yerden kopmamaları yüzünden yükselememiş o kadar çok şey vardır ki,
sadece bunların varlığı bile o bölgeyi yaşanmaz durumda saymak için kafidir.
Yükselenlerin de en ağır olanları yine yersıfır dolaylarına serpilecek,üstelik
burada alfa ve beta tehlikesi ile fisyona iştirak etmeyen ya da fisyon artığı
sayılabilecek kritik maddelerin tehlikesi de en yüksek düzeyde 50 Nükleer bir patlamadan sonra ortaya radyoaktif serpinti etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. <http://www.atomicarchive.com/Effects/index.shtml> , (23.03.06) 51 “Verilen örnekten çıkarılan sonuç şudur; Nükleer silahlar kudretlerine (ateş topu yarıçaplarına) göre değişen belirli bir yüksekliğin üzerinde infilak ederse radyoaktif serpinti tehlikesi meydana getirmezler. İşte her silah için başka olan bu yüksekliğe "Kritik Yükseklik" denir. Bu yükseklikten başlamak üzere daha aşağıya inildikçe serpinti tehlikesi artacak ve satıhtaki infilakta en çok olacaktır. Bunun sebebi satıh infilaklarında arz sathında bulunan taş, toprak, sıva, tuğla gibi maddelerle kalay, nikel, demir, bakır, alüminyum ve daha akla gelebilecek her çeşit maddelerin veya toprak içindeki filizlerin en fazla parçalanabilmesi ve en fazla nötron etkisine maruz kalarak en fazla radyoaktif hale gelebilmesidir. Radyoaktif hale gelen bu parça ve zerreler kısmen ateş topu içinde eriyerek hatta buharlaşarak atomik bulutu teşkil edecekler ve atmosfer dahilinde (mümkün olursa troposferin bittiği yere yani 30000 metreye kadar) yükseleceklerdir. İşte ateş topu ile birlikte yükselen bu parça ve zerrelerin yerçekimine uyarak yeniden arz sathına dökülmesi olayına "Radyoaktif Serpinti=Fall Out" diyoruz.” , <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (21.03.06)
18
bulunacaktır.Daha hafif olan radyoaktif toz ve zerreler,atomik bulutun
çıkabildiği yükseklikte rüzgarların şiddeti ve yönüne göre bir taraftan
sürüklenecek,bir taraftan da dökülmeye devam edeceklerdir.Bu sürükleniş ve
dökülüş sebebiyle yeryüzünde oluşacak serpinti sathının şekli yaklaşık
olarak,kenarları çok girintili çıkıntılı basık bir elipse veya puro sigarasına
benzeyecektir.Bu sahanın 10 megatonluk bir hidrojen bombasına göre teorik
eni,boyu hakkında fikir edinmek gerekirse,yüksekte esen rüzgarların müsait
olması halinde eni 80,boyu 1600 kilometreye,müsait olmaması halinde eni
160 ve boyu 800 kilometreye ulaşacaktır denebilir.
Radyoaktif serpintinin özelliklerini kısaca açıklamak gerekirse
bunlardan ilki “kalıcı” olmasıdır.Ani tesirlerde "devamlıdır" anlatımı kullanıldığı
ve süre verilebildiği halde serpinti tehlikesi için uzmanlar "kalıcıdır" terimini
kullanmaktadır.Bunun sebebi radyoaktif serpinti tozlarının düştükleri yerden
uzaklaştırılmaları bazı şartlarda mümkün olabildiği halde,yok edilmeleri ya da
çürüme hızını artırma olanağının bulunmamasıdır.Serpinti tozlarını yakmak
dahi yok etmek için yeterli olamamaktadır.Serpintinin ikinci özelliği “gidiş
yönünün belirsiz” olmasıdır.Seferberlik ve savaş ilanından sonra bile hangi
hedef bölgelerinin,hangi gün ve saatte,hangi güçte bir nükleer silahla
taarruza uğrayacağı elbette bilinemez.Bütün bunlardan başka 20000 - 30000
metre yüksekte esen rüzgarın şiddet ve yönünü tespiti de nükleer saldırıdan
hemen sonra yapılırsa faydalı olabilmektedir.O halde bir hassas bölgede ve
muhtemelen yersıfırda,önceden tahmin edilen bir silahın,tahmin edilen
yükseklikte patlatıldığını kabul etsek bile,yalnızca rüzgar sebebiyle,tehlikenin
(serpintinin) ne tarafa yöneleceğini ve nereleri etki altına alacağını bilmek
veya tahmin etmek imkansızdır.Üçüncü özelliği “geniş sahaları
kapsamasıdır”.Ani tesirlerin etki alanlarından söz edilirken yersıfırları merkez
kabul edilen ve belirli yarıçapları bulunan etki alanlarından bahsedebilmek
mümkün iken,serpinti tesiri için durum tamamen farklıdır.Bu etki yalnız
yersıfır ve dolaylarını değil,infilak yeri ile hiç ilgisi olmayacak kadar geniş ve
uzak mesafeleri de rüzgar sayesinde tehdit edebilmektedir.Dördüncü özelliği “duyu organları ile varlığının hissedilememesidir”.Yersıfır civarında başka ve
daha uzak yerlere dökülen radyoaktif partiküllerin kütleleri öyle küçüktür ki,
19
bunların gözle görülmesi,bir çoğunun bir araya gelmesi halinde bile mümkün
değildir.Bu kadar küçük kütlelerin yere düştüğünde ses çıkaramayacağı da
açıktır.Kokusu ve özel bir lezzeti de olmadığına göre "duyu organları ile
hissedilmez" deyiminin kullanılmasının yerinde olacağını iddia edebiliriz.
Tehlikenin bu özelliği yüzünden varlığını anlamak,derecesini ölçmek için
radyak aletleri52 kullanılır.Beşinci özelliği “öldürücü” olmasıdır.Canlı
hücrelerinin iyonize53 olmasına sebep olarak kati suretle ölümcül etkiler
meydana getirir.Altıncı özelliği “serpintinin patlamadan 30 – 60 dakika sonra
başlamasıdır”.Nükleer patlama anında radyoaktivite diye bir problem yoktur.
Sadece yersıfır ve dolaylarında kalıntı tesirleri vardır ki buralarda zaten ani
tesirler en yüksek düzeydedir.Serpintinin atomik bulut halinde yükselen
radyoaktif haldeki parça ve zerrelerin yeryüzüne dökülmesi anlamına gelmesi
ve bu çıkış ve iniş için zamana ihtiyaç duyması sebebi ile,nükleer silahın
kudretine ve patlatıldığı yüksekliğe bağlı olarak,patlamadan en az 25 - 30 en
çok 60 dakika sonra oluşmaya başlamaktadır.
1.3. Kimyasal Silahlar 1.3.1. Kimyasal Silah ve Maddelerinin Tanımı Birleşmiş Milletler 1969 yılında yayımlamış olduğu bir raporda,
kimyasal silah maddelerini;" ... insanlar,hayvanlar ve bitkiler üzerine
doğrudan toksik etkileri nedeniyle kullanılan her türlü katı,sıvı ve gaz
halindeki kimyasal madde" olarak tarif etmektedir.54 Bu maddelerden üretilen
kimyasal silahlar ise,13 Ocak 1993 tarihli “Kimyasal Silahlar Antlaşmasında”,
yalnız toksik kimyasallar değil,bunları atmada kullanılan her türlü mühimmat
ve teçhizat olarak tarif edilmektedir.55 Bilim dünyasında toksik kimyasallar;
kimyasal etkileri nedeniyle insanlar ve hayvanlar üzerinde ölüme,geçici
performans kaybına ve daimi yaralara sebep olan her türlü kimyasal olarak
ifade edilmektedir ve bitkiler bu bağlam içine girmemektedir.56
52 Bir çeşidinin ayrıntılı özellikleri için bkz. <http://www.yteas.com/Docs/HighTech/Education/rad_t.html> , (23.03.06) 53 “Herhangi bir nedenden dolayı atomdan bir elektron kopartılması veya atoma bir elektron bağlanması sonucunda atomun yük dengesi bozulur . Bu olaylara iyonizasyon denir.” <http://www.taek.gov.tr/bilgi/elkitabi_brosur/radyasyonvebiz/r04.htm > , (23.03.06) 54 Erdurmaz , a.g.e. , s.49. 55 Antlaşmanın Türkçe tam metni için bkz. Resmi Gazete , Sayı : 22960 , (10 Nisan 1997). 56 Erdurmaz , a.g.e. , s.50.
20
Kimyasal silahlar,kimyasal maddelerin toksik özelliklerini kullanarak
düşman üzerinde fiziki ve fizyolojik etkiler oluşturmaktadırlar.Bunlara benzer
biçimde tasarlanmış olan silahlar tarihin başlangıcından itibaren var olmuştur
ancak bugün bilinen haliyle kimyasal silahlar,ilk kez I nci Dünya Savaşı
sırasında ortaya çıkarılmış ve kullanılmıştır.57 Savaş sırasında kimyasal silah
özelliği taşıyan gazlar,birçok kez muharebenin sonuçlarını lehlerine çevirmek
için,ilgili taraflarca etkin bir şekilde kullanılmış ve dikkate değer zayiat ve-
rilmesine neden olmuştur.Gazların kullanımı sonucunda ortaya çıkan ve
insanlık adına vahşi olarak nitelendirilen tablonun bir daha yaşanmaması için
1925 yılında savaşlarda kimyasal silah maddelerinin kullanılmasını
yasaklayan “Cenevre Protokolü”58 imzalanmıştır. Ancak,kimyasal silahların
savaş alanında sağlayabileceği üstünlükten olsa gerek,başta ABD olmak
üzere birçok ülke sadece ilk kullanan ülke olmayacaklarını ve ancak
kendilerine karşı kimyasal silah kullanılırsa aynı türden misilleme yapma
hakkını saklı tutacaklarını beyan ederek,bu anlaşmayı çekinceleri ile birlikte
imzalamışlardır (ABD 1975 yılına kadar protokolü onaylamamıştır).Cenevre
Protokolünde imzası olan İtalya Etiyopya'da,Japonya ise Mançurya ve
Çin'de kimyasal silahları kullanmaktan çekinmemişlerdir.59 II nci Dünya
Savaşı esnasında,müttefik ve mihver kuvvetlerinin stoklarında muazzam
miktarlarda kimyasal silah bulunmasına rağmen iki tarafça da bu silahlar
kullanılmamıştır.Var olduklarından itibaren tartışmalı bir konum ihtiva eden bu
silahlar,II nci Dünya Savaşı gibi topyekün bir savaşta kullanılmamasına
rağmen,yerel bir savaş olarak kabul edilen İran-Irak Savaşı’nın 1982-1988
yılları arasında yaşanan diliminde kullanım alanına sahip olabilmişlerdir.60
1.3.2. Kimyasal Silahların Tarihi Gelişimi Kimyasal silah maddelerinin veya benzerlerinin kullanılmaya
başlaması insanlık tarihi kadar eskidir.Ancak kimyasal reaksiyonlar sonucu 57 “Chemical Weapons – Introduction”, s.1. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm > , (29.01.06) 58 Protokolün Türkçe orijinal metnini görmek için bkz. , <http://www.msb.gov.tr/asad/AskeriMevzuat/Uluslararası%20Antlaşmalar/Silahlı%20Çatışma%20Hukuku/SCH1.htm> , (30.05.06) 59 “Chemical Weapons : History of Chemical Weapons” , s.1. , <www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=11> , ( 07.02.06) 60 “Technical Aspects Of Chemical Weapon Proliferation”, s.15. , < http://dino.wiz.uni-kassel.de/dain/ddb/x704.html > , (29.01.06)
21
olumsuz etkiler üretebilen kimyasal silahların,yayılma ve geliştirilme süreci I
nci Dünya Savaşında başlatılmıştır.61 İttifak devletlerinin Almanya’nın
muazzam kimyasal silah stokunu keşfetmeleri sonucunda,Almanlara nazaran
daha az gelişmiş olan kimyasal endüstrilerini geliştirmek maksadıyla,kendi
aralarında başlattıkları bilgi alışverişi ve dayanışma süreci neticesinde,bir
daha engellenmemek üzere bu silahların geliştirilmesi başlatılmıştır.Fransa
ve İngiltere bu gelişim sürecinin öncüsü olmuş,işgal altında bulunan ve
bulunmayan ittifak devletlerine bol miktarda kimyasal silah bağışlamışlardır.62
I nci Dünya Savaşı'nda kimyasal silahların gelişmesi,temelde standart
mühimmatın kimyasal maddelerin doldurulması yoluyla olmuştur.63 Kullanılan
kimyasal maddeler ise gününün,sıradan ticari unsurlarıdır ve birçoğunun
özellikleri gayet iyi bilinir seviyeye gelmişti. Almanlar basit olarak, klorin dolu
kutuları esen rüzgara doğru açmak suretiyle,( rüzgarın estiği tarafta düşman
unsurları mevcuttur),yayılmasını sağlayarak basit bir kimyasal silah kullanma
yolu keşfetmişlerdir.64 Bundan kısa bir süre sonra,Fransızlar fosgeni
mermilerin içine koymayı başarmışlar ve bu yöntem kimyasal silahların temel
atma vasıtası haline dönüşmüştür.65 1917 Temmuz'unda Almanlar,sinsi bir
şekilde deriden ve kumaştan geçerek,ıstıraplı yanıklara sebep olabilen,aynı
anda koruyucu maskeyi etkisiz hale getirebilen ve kusmaya neden olan
hardal gazını kullanmayı başarabilmiştir.66 Bu iki olay,devletleri kimyasal
teknolojilerini geliştirmeye zorlamıştır.Bazı güçlü devletler,savunma ve saldırı
konseptlerine büyük katkı sağlayabileceğini düşündükleri kimyasal silahları
geliştirmekle kalmamış,dönemin bir gereği olarak ittifak içinde bulunulan
küçük devletlere satma yoluna giderek,hızlı bir şekilde yayılmalarına da
sebep olmuştur.Gün geçtikçe kimyasalların toksik özellikleri güçlendirilmiş ve
61 “Historical Overwiew of CW Proliferation : 1914 – 1945” , s.1. ,< www.cbw.sipri.se./index2.html > (28.01.06) 62 “Historical Overwiew of CW Proliferation : 1914 – 1945” , s.2. ,<www.cbw.sipri.se./index2.html>, (28.01.06) 63 “Chemical Weapons – Introduction” , s.2. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06) 64 “Chemical Weapons : History of Chemical Weapons” , s.2. , <www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=11> , ( 07.02.06) 65 “Chemical Weapons – Introduction” , s.3. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06) 66 “Technical Aspects Of Chemical Weapon Proliferation”, s.16. , < http://dino.wiz.uni-kassel.de/dain/ddb/x704.html > , (29.01.06)
22
bu zaman dilimine göre,oldukça güçlü sayılabilecek kimyasal silahların
üretilmesi için her türlü koşul sağlanmıştır.
I nci Dünya Savaşı esnasında keşfedilmiş ve yürütülmüş olan kimyasal
savaşın birinci konsepti,vücuda deri yoluyla etki etmek (tercihen elbise ve
hatta koruyucu elbiseden nüfuz ederek bu etkiye ulaşmak ),ikinci konsepti ise
deriye ulaşmayla birlikte koruyucu maskeye nüfuz ederek veya onu etkisiz
hale getirerek,solunum sistemini korumasız duruma düşürmek olmuştur.67
Ancak,kullanılan kimyasal maddenin yayılması için etkin yöntemlerin
bulunması çok önemli hale gelmiş,bu nedenle devletler atma vasıtalarını
geliştirmek için gayretlerini birleştirmişlerdir.
Kimyasal silahların günümüze ulaşan gelişim süreci sonunda denebilir
ki,II nci Dünya Savaşından önce kullanılan kimyasallar ‘’klasik’’ kimyasal
silahlardır.Nispeten basit,endüstriyel kimyasal maddeler veya onların
türevleridir.Örneğin fosgen,gözleri tahriş eden ve solunum sistemini etkileyen
bir maddedir,hidrojen siyanid ise,hücrelere oksijen transferini önleyen bir
maddedir ancak,şimdi bu maddeler,bütün dünyada iplik sanayii için akrilik
polimer imalatında kullanılmaktadır.68
I ve II nci Dünya Savaşlarında,‘’klasik kimyasal maddelerin,askeri
alanda istenilen etkiyi yaratabilmesi için büyük miktarlarda kullanılması
gerekmekteydi;bu da lojistik sisteminin karmaşık hale gelmesine sebep
olmaktaydı.69 Bunların içinde yakıcı maddeler sınırlı kullanımı ile bir istisna
teşkil etmişlerdir.Bu maddeler nispeten düşük öldürme yeteneğine sahip
olsalar bile,düşük dozlarla dahi oluşturdukları ıstıraplı yanıklar konusunda,
tıbbi müdahaleyi mutlak suretle gerekli hale getirmişlerdir.Klasik hardal,
yapımının basit olması sebebi ile en hızlı yayılan kimyasal madde özelliğine
ulaşmıştır.70 Hardal,ucuz,kolay yapılabilir olması ve öldürmekten daha çok
etkisiz hale getirme özelliği sayesinde askeri alanda en çok tercih edilen
kimyasal madde olmuş ve tüm kimyasalların ‘’babası’’ veya ‘’kralı’’ olarak
67 “Chemical Weapons – Introduction” , s.4. , < http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 68 Erdurmaz , a.g.e. , s.51. 69 “Chemical Weapons – Introduction” , s.5. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 70 Erdurmaz , a.g.e. , s.52.
23
nitelendirilmiştir.71 Sinsi bir yapıya sahiptir ve bu yapısı hem avantaj,hem de
dezavantaj olarak değerlendirilmiştir.Hardal,maruz kalındıktan birkaç saat
sonrasına kadar deride herhangi bir hassasiyete veya semptoma sebep
olmamaktadır.72 Yani ilk maruz kalındığında kolayca fark
edilememektedir.Avantaj ve dezavantaj ikileminin oluşması da bu özelliği ile
yakından ilgilidir.Düşman üzerinde,beklenmeyen bir baskı ve psikolojik
rahatsızlıkları oluşturabilmesi kullanana avantaj sağlarken,yeterli önlemler
alınıp kontrol edilemezse,yine aynı kullanıcıya düşman üzerinde oluşması
beklenen tüm olumsuz etkileri sağlayabilmesi önemli bir dezavantajdır.
Tam olarak etkisiz hale getirme süresi 12 saat kadardır.Normal etkilerinin
aksine,İran-Irak Savaşı'nda İranlı askerlerin hardal taarruzunu algılamayıp
hardal emmiş elbiseleri giymeye devam etmeleri ve uzun süre buharını
solumaları nedeniyle korkunç ölümler meydana gelmiştir.73
Kimyasallar sayesinde ani etki sağlayabilmek maksadı ile,ABD
tarafından "levisit" olarak adlandırılan,arsenik türevi yakıcı bir kimyasal silah
maddesi üretilmiştir ve eski Sovyetler Birliği'nin stoklarının çoğu da hardal
sülfür ve levisit karışımı yakıcı ajanlardan oluşmaktaydı.74 İki dünya savaşı
arasında geçen zaman diliminde kimyasal silahlardaki gelişmeler ‘’güçlü’’
hardal gazının,askeri perspektiften bakıldığında,savaşta zayiat verdirme hızı
yeterli bulunmadığı için uçak bombaları ile atılabilme ve hardaldan daha
acımasız olan levisitin kullanımı konusundaki çalışmalar da yoğunlaşmıştır.75
II nci Dünya Savaşı boyunca İtalyanlar,Macarlar,Japonlar,Fransızlar,
İngilizler,Ruslar ve Amerikalılar ile Almanlar hardal,fosgen ve benzer ajanları
mükemmelleştirmeye çalışmışlar,ancak bu kimyasal ajanlar hiçbir zaman bir
çatışmada kullanılmamıştır.Çok sayıda ülkenin,bu tehlikeli silahlara sahip
olması,günümüz itibariyle pratikte çözülmesi imkansız bir başka sorunu da
gündeme getirmiştir ki,bu da üretilen kimyasal silahların yok edilememesidir. 71 “Chemical Weapons – Introduction” , s.5. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 72 “Chemical Weapons : Effects Of Chemical Weapons” , s.2. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=13> , ( 07.02.06) 73 a.g.m. , s.3. 74 “Chemical Weapons – Introduction” , s.6 , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06) 75 “Chemical Weapons – Introduction” , s.6 , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm >, (29.01.06)
24
Dünyamızın içinde bulunduğu zaman diliminde, kimyasal silahları veya
maddeleri yok etmenin en güzel yolu,onları eski ve kullanılmaz gemilere
yükleyip,okyanusun dibini boylamalarını sağlamak veya kazalara göz
yummak olmuştur.76
Bir diğer kimyasal silah maddesi olan “sinir gazları”77,dünyaya
hükmetme arzusunda olan Almanlar tarafından 1930’lu yıllarda bulunup,II nci
Dünya Savaşı sırasında geliştirilmiştir.1936'da Alman kimyacı Gerhard
Schrader mevcut haşere öldürücüleri inceleyerek,tabun veya GA denilen
maddeyi bulmuş,iki yıl sonrasında ise daha da toksik olan sarin veya GB'yi
elde etmiştir.İçerdikleri toksik maddenin gücü,kullanım konseptini de
etkilemiştir.Almanlar bu kimyasallardan muazzam miktarlarda stok yapmış
olmalarına rağmen,dünya için şans sayılabilecek bir şekilde bu silahları
kullanmamışlardır.Ancak,II nci Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletler,
dikkate değer bir şekilde ‘’yetenekli’’ olan sinir gazının potansiyellerini
kullanmak için onu geliştirme çabasına girişmişlerdir.78
76 Sadece Amerika Birleşik Devletlerindeki Kimyasal Madde Kazalarının sayısı bile 100 den fazladır.Ayrıntılı bilgi için bkz. <http://www.actionpa.org/fluoride/chemicals/accidents-us.html> , <http://www.ehw.org/Chemical_Accidents/CHEM_home.htm> , (08.02.06) 77 “Sivil Savunma Genel Müdürlüğünün , Kimyasal Savaş ve Korunma isimli broşürde , kimyasal maddelerin en tehlikelisi olan sinir gazları hakkında şu kısa bilgiler verilmiştir : Sıvı, gaz veya buhar halinde bulunurlar. Renksiz ve tatsızdırlar. Sıvı halinde ise kahverengidirler. Sinir gazları solunum ve cilt yoluyla vücuda girer. Kişinin sinir sistemini etkiler, kasları felce uğratarak solunum ve dolaşım sistemlerini durdurup ölüme neden olur. Sinir gazları Tabun GA, Sarın GB, Soman GD, VX Grubu, gazlardır. G Grubu gazları solunum yoluyla vücuda girer. Yeterli miktarda alındığı takdirde 1-2 dakika içerisinde ölüme sebebiyet veren gazlardır. Öldürücü dozu 1 Miligram kadardır. VX Grubu sinir gazları son zamanlarda geliştirilmiştir. G Grubundan daha öldürücüdür. Buhar ile solunum sistemlerinden veya sıvı ise deriden nüfuz edebilir. Atıldıkları yerlerde uzun müddet kalabilirler. Öldürücü dozu 0,4 Miligramdır.” , “Kimyasal Savaş ve Korunma” , www.ssgm.gov.tr , (28.02.2006) 78 Bu çabaların kısa bir özeti , Amerikan Bilim Adamları Federasyonu (Federation of American Scientists) tarafından şöyle ifade edilmiştir : “İngilizler, özellikle küçük bir sarin (GB) stokuna el koymuşlar ve yeteneklerini incelemeye başlamışlardır. Sovyetler, Almanya’daki GB üretim tesislerini söküp ülkelerine götürmüştür. GB , belki de kolaylıkla buharlaşabilen ve genişletilebilen toksik etkisiyle en iyi solunan madde olmuştur. ABD, GB'nin özelliklerinden istifade için havada patlayarak küçük bombacıklar halinde dağılan bombalarını dizayn etmiştir. Topçu mühimmatları ,kimyasal bomba , füze ve sprey tankları şeklinde üretilmiştir.Bunların çoğunun tasarımı temelde yüksek patlayıcı silahların tekniğini kullanmalarına rağmen bu teknik, GB'nin yüklenmesine göre değiştirilmiştir. Sprey tanklarının kullanımı durumunda, maddenin polimerlerle kalınlaştırılması gere-kir, çünkü sıvı , toprağa ulaşmadan evvel buharlaşmayacak şekilde yeterli büyüklükte damlalara sahip olmalıdır. Fransızlar, İngilizler ve Kanadalıların hepsi GB testleri için üretim maksatlı küçük çaplı tesisler yapmışlardır. ABD , tam kapasiteli bir üretim ile soman isimli maddeyi de (GD) yapmışlardır ve kısa bir süre sonra , Sovyetler de bu yeteneğe ulaşmasını bilmiştir. Ancak, ABD'li bilim adamları bir süre sonra GD’in tehlikeli yeteneklerinin kontrol edilemez olduğuna karar vermiş ve üretiminden vazgeçmişlerdir 1950'lerin sonlarına doğru İngiliz bilim adamları diğer bir kategori olan V - maddelerini keşfetmişlerdir. Ardından İngiltere ve ABD farklı üretim yöntemleri ile , V – maddelerinin bir türevi olan VX maddelerini üretmişlerdir. 1960'lar, toplumsal olay kontrol maddeleri ile öldürücü
25
Günümüze kadar uzanan süreç içerisinde,kimyasal maddeler ve bu
maddelerden yapılan silahların üretimi konusu,aslında çok da doğru bir
biçimde incelenememiştir.Bunun sebebi ise doğal olarak,devletlerin bu
konuda oldukça ketum davranmalarıdır.Nükleer silahların sahip olduğu
caydırıcılık etkisine benzeyen bir etkiye sahip kimyasal silahlar,nükleer
olanlar gibi dünya üzerinde alenen geliştirilmemişlerdir.Çünkü,gerekli olan alt
yapı ilaç üretimi için kullanıldığı iddia edilen bir laboratuar bile
olabilmektedir.Durum böyle olunca devletler,bu konudaki faaliyetlerini
zorlanmadan gizli olarak yürütebilmişlerdir.Ancak,ilk nükleer silahların akıbeti
gibi,kimyasal silahlar da,I ve II nci Dünya Savaşlarında stratejik olarak
değerlendirilirken artık taktik değerde oldukları düşünülmektedir.Bu durumun
gerçekliğine işaret etmesi açısından şu iki örnek önemlidir :birincisi, İran –
Irak savaşında bu silahların umarsızca kullanılması,ikincisi ise Japonya’daki
bir metroya,kimyasal maddeli bir saldırının gerçekleşmiş olmasıdır.
Terör örgütlerinin bile ulaşabildiği maddeler haline gelmiş olan
kimyasallar ile ilgili günümüzün en önemli sorusu ve sorunu da,Sovyetler
Birliği’nin dağılmasının ardından,muazzam silah stokunun akıbetidir.Bu konu
ile ilgili ayrıntılı bilgi,ilerleyen bölümlerde verilmeye çalışılacaktır.
Kimyasal silah üretiminin,nükleer silahlara oranla nispeten basit
olduğu gerçeği,günümüzde yanlış ellere geçebileceğinin de bir ifadesi
olmuştur.Sadece “niyet” ve “eylem” gibi iki kavramın,herhangi bir zaman
diliminde bir araya gelmesi bunun için yeterlidir.Kimyasal silahların üretimleri
ile ilgili basitlik gerçeğinin,sürekli gelişen teknoloji sayesinde daha da
vurgulanır olması,özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde beliren güvenlik
tehditlerine bir yenisini daha eklemektedir.
olmayan maddelerin devamlı gelişmesine sahne olmuştur. Bu maddelerden biri olan CS , çok yüksek güvenlikli olarak canlı vücudundaki makus membranlarında yüksek tahriş yaratabilen bir maddedir.CS toplumsal olayların kontrolünde kullanılan katı tozun sınıflandırılması için kullanılan kod harflerdir (o-chlorobenzylmalonitrile) . CS ve benzeri maddelerin kullanımından maksat, kalıcı bir zarar vermeden geçici olarak insanların kapasitesini düşürmektir . CS ilk olarak İngiltere'de geliş-tirilmiş ve kullanılmış olmakla beraber , kısa zamanda ABD'de ve birçok ülkede hemen benimsenmiş, üretilmiş ve kullanılmıştır. 1960’lı yıllardan sonraki çabalar ise bu maddeleri , etkili ve hızlı bir şekilde yayma tekniklerini aramaya odaklanmıştır.” , “Chemical Weapons – Introduction” , s.6-7. , <http://www.fas.org/nuke/intro/cw/intro.htm> , (29.01.06)
26
Bu silahların icadından önce,“savaş sanatı’’79 ile ilgili eserler yazmış
olan düşünürler günümüzdeki durumu görebilseydi,büyük olasılıkla
yapabilecekleri tek bir yorum olurdu : Bu silahları tutan hiçbir el,zaten ‘’doğru’’
olamaz !
1.3.3. Kimyasal ve Nükleer Silah İlişkisi Kimyasal silahların,aşağıda belirtilen hususları sağlayan birer araç
olarak,nükleer silahların etkilerini genişleten bazı özelliklere sahip oldukları
söylenebilir :
(i) Nükleer silahların muazzam sayılabilecek tahrip gücü olmasına
karşın, kimyasal silahların böyle bir tahrip gücü yoktur.80 Silahların arasında
bir kıyaslamaya gidildiğinde,ilk bakışta kimyasal silahlar adına zafiyet olarak
değerlendirilebilecek bu durumun varlığı,aslında pek de gerçekçi olmayan bir
yaklaşımın ürünü olacaktır.Çünkü kimyasal silahlar,nükleer olanlara bir rakip
olarak düşünülmemelidir.Aksine,nükleer silahlardan çok önceleri kullanım
alanına sahip olmuşlardır.Askeri konseptlerde,bu silahların etkileri daima
birbirini tamamlayacak şekilde düşünülmektedir.81 Nükleer bir silahın tahribat
etkisinin bitiminden hemen sonra,sağ kalanların kaçış istikametlerinde
kimyasal silahların kullanılması,savaşta kesin sonuç için izlenebilecek en
kısa zamanlı strateji olarak değerlendirilebilir.
(ii) Savaşlarda boyut olarak küçük ancak değer olarak kritik sayılan
hedefler82 daima olmuştur ve olmaya da devam edecektir.İşte bu tür
hedeflere,nükleer güç ile saldırıda bulunmak özellikle maliyet açısından pek
anlamlı olmayacaktır.Çünkü bahsedilen hedef türünden yüzlerce veya
79 “Savaş , devamı olmayan , ani bir tek darbeden ibaret değildir.” , Carl Von Clausewitz , Savaş Üzerine , çev. ; Fahri Çeliker , Özne Yayınları , İstanbul 1999 , s.25. , . Bu prensip doğrultusunda olaya yorum katmak gerekirse , denebilir ki , kimyasal silahların kullanılabileceği herhangi bir savaş sürecin sonu sadece savaşanları değil , yakın çevredekileri de büyük olasılıkla ciddi bir biçimde etkileyecektir.Kimyasal Silah sahibi olunmasa bile , misilleme amaçlı üretim için gereken gün sayısının sadece 1 veya 2 olması , gelecekte nasıl bir hal alacağı öngörülmeye çalışılan savaş sanatını , kanımızca tam bir belirsizlik ortamına yöneltmektedir. 80 “Chemical Weapons : Effects Of Chemical Weapons” , s.1. , www.comeclean.org.uk/articles.php?articleID=13> , ( 07.02.06) 81 Ayrıntılı bilgi için bkz. , < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06) 82 Bir savaşta hangi hedeflerin kritik sayılacağı , tamamıyla savaşın sonunda ulaşılmak istenen amaçla doğru orantılıdır.Örneğin amaç işgal ise gelişmiş sanayi bölgeleri muhtemelen hedef olmayacaktır ancak amaç imha olarak belirlenmiş ise bu tür hayati öneme haiz tesisler kritik hedef olarak nitelendirilebilir.
27
binlercesi bulunabilir.Bu durumda nükleer silahların yerini,kimyasal olanlar
almaktadır.Küçük ancak önemli hedefler,kimyasal silahlarla imha edilemese
bile,istenilen süre kadar işlevsiz hale getirilebilir.
(iii) Nükleer silahların etkileri uzun yıllar sürebilir ancak korunmanın
yolları da vardır.83 Toprağın metrelerce altı,halihazırdaki en iyi korunma
alanıdır.Ancak bu gerçeği,nükleer silah sahipleri de bilmektedir ve eğer amaç
mutlak imha ise,yine ardıl etki olarak kimyasal silahlar düşünülebilir.Toprak
altında çok iyi sığınaklar dahi yapılmış olsa,belli bir zaman sonra gün yüzüne
çıkmak icap eder ki,kimyasal silahlarla kirletilmiş bir dış yüzey kesin ölüm
anlamına gelecektir.
Bahsedilen bu durumların ilk bakışta hayal ürünü veya oldukça
acımasız gibi görünmelerine karşın,nükleer ve kimyasal güce sahip olan
devletlerin (veya başka güç odaklarının) kullanım konseptlerinde,bu iki güç
unsurunun çeşitli kombinasyonlarının mutlaka değerlendirildiği
düşünülmektedir.
1.3.4. Bir Başka Sorun : Kimyasal Silahların Elde Bulundurulması ve İmhası Kimyasal silahların üretici devletlerin elinde bulunması,nihayetinde
başlı başına bir sorundur.Ancak üretilme sebeplerinden olan “gereklilik” ilkesi,
bu riski devletler için kabul edilebilir kılmaktadır.Üretimlerini müteakip elde
tutulması ve gizlenmesi gereken kimyasal silahlar “emniyetli”84 bir şekilde
depolanmaktadırlar.Depolanma işlemi esnasında,kimyasal silahların
özelliklerine göre dört gruba ayrıldıkları bilinmektedir85 ;
(i) Yakıcı ve sinir gazları,
(ii) Boğucu,kan zehirleyici,uyuşturucu ve kargaşalığı kontrol etme
gazları,
(iii) Beyaz fosfor,plastize edilmiş beyaz fosfor,
83 Nükleer bir saldırıdan korunmanın yolları için bkz. , <http://www.ssgm.gov.tr/nukleer_silah.html> , (08.02.06) 84 Doğaları gereği bu silahların asla emniyetli olmadıkları söylenebilir.Meydana gelen kaza ve tehlikeli durumlar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , <http://www.ehw.org/Chemical_Accidents/CHEM_home.htm> , (08.02.06) 85 Ayrıntılı bilgi için bkz. < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06)
28
(iv) Emprenye maddeleri,basınçlı endüstriyel gazlar ve çürütücü
sıvılar.
Depolama işlemi ayrıntılı bir süreç olup mevzubahis devletlerin askeri
harcamalarına ilave gider olarak eklenmektedir.Genel itibarı ile depolama
esnasında şu hususlar önem arz etmektedir 86 :
(i) Her türlü koşulda depolama merkezine ulaşım
yapılabilmelidir.Kimyasal silahların üretimi yasak olması sebebi ile gizli olarak
depolanmaları şarttır.Ancak silah depolarına acil durumlarda ulaşma zaruri
olduğundan gizlilik ilkesine riayet de zordur.İletişim teknolojisindeki
gelişmelerin,artık dünya üzerinde gizli bir yerin kalmamasına sebep
olabileceği düşünüldüğünde,üretici devletlerin sadece üretimde değil
depolama esnasında da işleri oldukça zorlaşmaktadır.
(ii) Gelişen,savaş havacılık teknolojisi ile birlikte yukarıda bahsedilen
silahların gizli kalamayacağı gerçeği birleştiğinde,üretici devletler için ortaya
kaçınılmaz bir tehlike çıkmaktadır;“kendi ürettikleri silahlarla,kendi evlerinde
vurulmak”.
(iii) Kimyasal silahların tehlikeli olmaları sebebi ile gizlenmeleri için
sayısı ve maliyeti göz ardı edilemeyecek kadar çok teknik altyapı
gerektirmektedir.
(iv) Kimyasal silahlar depolandıkları yerlerde de,devamlı olarak
gözlem altında bulundurulmak zorundadır.Sızıntı ihtimali bu silahların her
türlüsü için mevcuttur.Gözlem altında bulundurulmaları,yine yukarıda
bahsedildiği gibi,gizli kalmaları için birer tehdit arz etmektedir.
Kimyasal silahların herhangi bir sebeple imhası gerektiğinde,doğal
çevreye inanılmaz boyutta zararlar vermek söz konusu olabilmektedir.
Denize atma,yeryüzünde gömme,yakma,kimyasal olarak nötr hale getirme
kimyasal silah maddelerinin imha etme biçimleridir.87 Ancak bu yöntemlerden
hiçbiri gerçek anlamda kimyasal maddeleri yok edemez.Denize atılan
kimyasal silah maddeleri deniz dibini kullanılmaz hale getirebilecektir.
Yeryüzünde gömülenler yer altı su kaynakları için ciddi tehdit
86 Ayrıntılı bilgi için bkz. < http://www.globalsecurity.org/wmd/library/policy/army/fm/3-100/index.html > , (08.02.06) 87 Ayrıntılı bilgi için bkz. , <http://www.opcw.org/html/glance/destruct_glance.html> , (08.02.06)
29
oluşturacaktır.Yakılanlar havaya zehirli gazlar saçacaktır.Kimyasal
nötrleştirme işlemi ise çok pahalı olduğu için,üretici devletler tarafından pek
tercih edilen bir yöntem olamayacaktır.
Açıkça görüldüğü üzere,kimyasal silahların üretimi için gereken
maddelerin,herhangi bir şekilde meydana getirilmesi ile başlayan süreç,silah
olarak kullanılmasa bile,yine insanların kullandığı doğal çevreye yönelen birer
tehdit olarak varlığını sürdürmektedir.Üreten yada başka yollarla bu silahlara
sahip olan devletlerin sayısında ise her geçen gün artma eğilimi
mevcuttur.Kendilerince haklı sayılabilecek mazeretler öne süren bu devletler,
önemli bir gerçeği göz ardı edebilmektedirler:Kimyasal silah sahibi olan
devletlere karşı,diğer devletler bir şekilde korunma yolu bulabilmektedirler
ancak üreticilerin kendilerini,kendi silahlarından korumaları için işletilmesi
gereken pahalı ve uzun prosedürler,silahların gücüyle orantılı olarak,günden
güne zorlaşmaktadır.
1.4. Biyolojik Silahlar 1.4.1. Biyolojik Silahların Tanımı Biyolojik silahlar,yöneldiği hedefte bıraktıkları etkiler açısından,
hastalığa neden olan mikroorganizmaların ve virüslerin enfekte etkisine
sahip,nükleik asitler gibi kendilerini kopyalayarak çoğalabilen biyolojik
yapıların,bulaşıcılık ve hastalık yapma yeteneklerine bağlı olan silahlar
şeklinde tanımlanabilir.Günümüz itibariyle BM,Dünya Sağlık Örgütü
(WHO),NATO gibi bazı uluslararası kuruluşlar ve Biyolojik Silahlar
Konvansiyonunun belirlemelerine göre 43 mikroorganizma (15 bakteri,24
virüs,2 mantar ve 2 parazit) insanlara karşı biyolojik silah haline getirilebilme
özelliğine sahiptir.88 Bu tür silahlarla yürütülebilecek olan biyolojik savaş ise,
‘’insan, evcil hayvan ve faydalanılan bitkilerde ölüm veya zarar meydana
getirmek , malzemeyi hasara uğratmak amacıyla mikroorganizmaların veya
bunların toksinlerinin (zehirlerinin) kasten kullanılması olarak’’89
tanımlanmıştır.Bakteriler,riketsialar,virüsler,funguslar,protozoalar gibi
mikroorganizmalar biyolojik savaş maddesi (ajanı) olarak
88 Erdurmaz , a.g.e. , s.41. 89 “Biyolojik Savaş ve Korunma” ,< http://www.ssgm.gov.tr/biyolojik.html> , (27.01.06)
30
kullanılabilmektedir.90 Nükleer ve kimyasal silahlar gibi biyolojik silahlar da
kitle imha silahları sınıfında yer alırlar,ancak biyolojik silahların,kolay ve
ucuza elde edilmeleri,etkilerinin kalıcı olması,kullanım kolaylıkları ve
kullanıldıklarının geç farkına varılması gibi özellikleri nedeniyle,diğer kitle
imha silahlarından kesin bir şekilde ayrılmaktadırlar.
Biyolojik maddeler kokusuz,tatsız ve aerosol bulutu halinde atıldığı
zaman 1 ila 5 mikrometre veya mikron boyutunda son derece küçük
partiküllerden oluştuğundan insan gözüyle görülemez.91 Askeri harekatta
ciddi bir etki yaratmak adına yüz binlerce ton kimyasal ajanın kullanılması
gerekirken,aynı derecedeki olumsuz etkiyi yaratabilmek için birkaç kilogram
biyolojik madde yeterli olabilmektedir.Biyolojik silahlar için gerekli maddeler,
uluslararası kurallara uygun olarak biyomedikal araştırmalarla,enfekte olmuş
hayvan,insan veya topraktan elde edilerek üretilebilmektedirler.Bunun da
ötesinde,biyolojik savaş ile ilişkili birçok enfekte hastalık,biyolojik savaş
yeteneğini geliştirdiğinden endişe edilen ülkelere özgü,yalnız o çevrede
görülen niteliktedir.92
Biyolojik silahları,diğer kitle imha silahlarından ayıran en önemli
özellik,kolay elde edilebilir ve ucuz olmasıdır.Temel ilaç endüstrisinde
kullanılan laboratuarların tamamı aynı zamanda birer biyolojik silah üretim
tesisi olarak da kullanılabilme özelliğine sahiptir.Dolayısıyla nükleer veya
kimyasal silahları üretmek için gereken uzun ve masraflı süreç,biyolojik
silahların üretimi için gerekli olmamaktadır.Bu özelliklerinden dolayı Amerikalı
bir subay olan Tery Mayer,bu silahlar için ‘’ fakir ülkelerin kitle imha silahı’’93
olduklarına dair bir nitelendirmede bulunmuştur.
90 Y.Serdar Demirtaş , “Kimyasal ve Biyolojik Savaş” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Sayı 382 , (Ekim 2004) , s.103. 91 Erdurmaz , a.g.e. , s.42. 92 Erdurmaz , a.g.e. , s.42. 93 Terim ilk kez , Amerikan ordusunda yarbay rütbesine sahip Terry N. Mayer tarafından “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” isimli makalenin başlığında kullanılmıştır. Makalenin İngilizce orijinal metnine ulaşmak için bkz. Terry N. Mayer , “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , Battlefield of the Future,21st Century Warfare Issues , no 3 , (1995), <http://www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html> , (29.05.06)
31
1.4.2. Biyolojik Silahların Tarihi Gelişimi Başkalarına zarar vermeye yönelik bulaşıcı bakteriyel veya viral
(virüslerle ilgili) maddeler olarak bilinen biyolojik silahların kullanımı çok eski
tarihlere dayanmaktadır ki sözü edilen eski tarihler bundan 25 000 yıl
öncesidir.94 İlk çağ insanlarının,insan ve bitkilerden elde edilen biyolojik
toksinlere bulaştırılmış okları kullandıkları ve düşmanlarını,dışkılardan elde
ettikleri zararlı toksik maddeleri su kaynaklarına bulaştırarak öldürdükleri
bilinmektedir.95 Bilinen ilk örneklerden biri ise Tatar savaşçıların,vebalı
cesetleri mancınıklarla Kaffa ( bugünkü Ukrayna’da ismi Feodossia ) şehrine
atmalarıdır.96 16 ncı yüzyılın sonlarına doğru Avrupalılar,özellikle de
İspanyollar,Amerikan yerlilerinden kurtulmak için,yine biyolojik silah olarak
tanımlanabilecek çiçek ve kızamık virüslerinin bulaştırılmış olduğu
battaniyeleri ‘’iyi niyet gösterisi’’ olarak dağıtmışlardır.Bu yöntemi,Amerikan
yerlilerine karşı kullanma modasını,1763 yılındaki Pontiac Ayaklanması
esnasında İngilizler de benimsemiştir.97 19 ncu yüzyılın ortalarına kadar da,
Amerikan yerli nüfusunu azaltmanın en masrafsız yolu bu olmuştur.
Japonya 1918'de biyolojik silahlar üretimi ve araştırmalarına kendini
adamış özel bir askeri ünite olan ‘’Ünite 731’’ ile ilk saldırgan biyolojik silah
programını başlatmıştır.1931 yılında bu ünite,Çinli insanlar üzerinde deneyler
yapılan bir yer olan Çin'deki Mançurya'ya taşınmıştır.Gerçekte de,bu ünitenin
1942 yılına kadar,değişik şehirlere saldırılarda bulunduğu bilinmektedir ve en
az 260 000 Çinli’nin bu deneyler sırasında öldüğü tahmin edilmektedir.98
Japonya’nın bu programı başlattığı istihbaratını elde eden Amerika,
1942 yılında kendi biyolojik silah programını başlatmıştır ve 1969 yılına
gelindiğinde,Amerika artık anthrax,botulism,tularemia,brucellosis,venezuela
ve Q humması gibi ciddi hastalıklara ve ölümlere sebep olan maddelerle ilgili
silahlanmasını tamamlamıştır.Aynı yıl içerisinde Amerika,Vietnamlı gerillalara
94 M.Ö. 6 ncı yüzyılda Asurların düşman kuyularını çavdar mahmuzuyla , Atinalı Solon’un da kuşattığı Krissa kentinin su kaynaklarını kokarca lahanasıyla zehirledikleri biliniyor.Beyazıt Çırakoğlu , “Biyolojik Silahlar ve Biyoterörizm” , Yeni Ufuklara , Genetik 2 , Bilim Teknik Dergisi Ücretsiz Eki , Mayıs 2002 , s.13. 95 “Biological Weapons” , <www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06) 96 Ferda Balancar , “Silah Deyince…” , s.2. , <www.turkishtime.org/15/78_tr.asp > , (05.01.06) 97 Balancar , a.g.m. , s.3. 98 Çırakoğlu , a.g.m. , s.13.
32
karşı bu silahları gerçek anlamda test etme imkanı da bulmuştur.Hemen
arkasından ise başkan Nixon,şartsız olarak biyolojik silahların her türlü
yöntemle kullanılmasından vazgeçtikleri açıklamasında bulunmuştur.99
Tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte,Amerika’nın hemen ardından,
Sovyetler Birliğinin de biyolojik silah programını başlattığı yönündeki
tahminler,geçen zaman içinde doğrulanmıştır.1980 yılında Sovyetler Birliği,
biyolojik silahlarıyla ilgili açıklamalarda bulunmuştur.60 000 çalışanı ile
Sverdlovsk üretim merkezi,dünyada en fazla sayıdaki biyolojik silah
araştırmacısı ve bilim adamını barındırmaktaydı.
Yakın tarihlere bakıldığında;1981 yılında Vietnam ve müttefiklerinin,
Laos ve Kamboçya’da,“sarı yağmur” (yellow rain) denilen mikotoksinleri
kullandıkları görülmektedir.2001 yılında ve 11 Eylül saldırılarının hemen
sonrasında Amerika’da,mektupla gönderilen şarbon virüsü nedeniyle 23 kişi
hastalanmış ve 5 kişi de ölmüştür.
Son olarak verilen örnek,biyolojik bir maddeyi silah olarak kullananın,dünya
devletlerinden birinin olmaması,bunun yerine terörist güçlerin olması
nedeniyle farklı anlamlar ifade etmektedir.
1.4.3. Biyolojik Silahların Tercih Edilme Sebepleri Biyolojik silahlar kimyasal silahlara göre daha az tercih ediliyor olsa
da,nükleer silahlara oranla daha gözde silahlardır.Bunun temel nedeni
biyolojik silahların yapımının ve kullanımının ucuz olmasıdır. Ayrıca biyolojik
silahla yapılan bir saldırının tanımlanabilmesi çok güçtür ve yaratabileceği
etkiler de oldukça zararlıdır.1940’lı yıllarda İskoçya yakınlarındaki Gruniard
adası,birçok biyolojik silah denemesine sahne olmuştur.Araştırmacılar,bu
denemelerin gerçekleştirilmesinden kırk yıl sonra bile adanın Anthrax
sporlarıyla kirlenmiş olduğunu ortaya çıkarmışlardır.100 Uluslararası alanda
biyolojik silahların tercih edilme nedenleri aşağıda açıklanmaya
çalışılmıştır:101
99 Kery Boyd , “Briefing Paper on the Status of Biological Weapons Nonproliferation” , <www.armscontrol.org/factsheets/bwissuebrief.asp > , (30.01.06) 100 Demirtaş , a.g.m. , s.109. 101 Çırakoğlu , a.g.m. , s.13.
33
(i) Biyolojik silahları oluşturan maddeler çok az miktarda
mikroorganizmalardan üretilebilirler.Bir veya iki gramlık mikroorganizma
miktarından istifade ile bir hafta gibi kısa bir sürede tonlarca biyolojik silah
maddesi üretilebilir.
(ii) Biyolojik silahlar diğer kitle imha silahlarına göre daha geniş
alanlara nüfuz edebilmektedirler.Devletler veya artık terör örgütleri için bunun
anlamı ise;az maliyetle daha fazla zararlı ve yıkıcı etki demektir.
(iii) Saklanmaları,küçük hacimleri sayesinde çok kolaydır.
(iv) İstenen yıkıcı etkiyi sağlamak adına,eldeki olanaklara göre
biyolojik silah maddelerinin birbirilerinin yerine kullanılma imkanı mevcuttur.
50 kilometrekarelik bir alanda %50 oranında öldürücülük sağlamak için
yaklaşık 4 ton Risin toksini gerekirken , aynı etki için 0.5 kg. Antrax toksini
yeterli olmaktadır.Sadece 8 gr "A" tipi olarak bilinen botalinyum toksin (bilinen
en ölümcül madde) dünya üzerinde hiç canlı bırakmayacak kadar bir etkiye
sahip olabilir.1 gr Anthrax 100 milyon ölümcül doz içerir ve birkaç kilosu
Hiroşima'da ölen insan sayısı kadar ölümlere sebep olabilir. Genel olarak
düşünüldüğünde,birkaç kilo biyolojik madde,bir kaç ton nükleer gazın
yapabileceği etkiyi yapabilir. Biyolojik silahların çok etkili olmalarının diğer bir
sebebi de aşırı toksik olmalarıyla beraber hızlı çoğalan ve hedef noktalara
ulaşabilen canlı organizmalardan oluşmalarıdır.
(v) Biyolojik silah yapımında kullanılan maddelerin rüzgar altı tehlike
mesafeleri,üretimi ve elde tutulması pahalı olan kimyasal maddelere oranla
çok daha fazladır.Sabit bir noktadan havaya serbestçe bırakılan bir biyolojik
silah maddesinin uygun rüzgar eşliğinde 500 kilometreye kadar etkili
olabileceği bilinmektedir.
(vi) Biyolojik silah maddelerinin kullanıldıkları bölgelerde,istenen
yıkıcı veya zararlı etkinin zamanlamasını ayarlama imkanı mevcuttur.
Mikroorganizmalar öncelikle canlı vücuda yerleşir ve sonra çoğalır.Kuluçka
dönemi olarak adlandırılan bu zaman diliminin kısa veya uzun olması
üreticilerin elinde olan bir olgudur.
(vii) Biyolojik silah maddelerinin,yayılma alanlarının genişliğine daha
önce değinilmişti.“Genişlik” kavramının yanında ‘’ulaşabilirlik’’ niteliği ise
34
sadece biyolojik silah maddelerine özgüdür.İnsanların korunmasına hizmet
edebilecek her türlü sığınak,nükleer ve kimyasal silahlara karşı belirli bir
oranda güvenlik imkanı sağlarken,bu husus biyolojik silah maddeleri için
geçerli değildir.
(viii) Biyolojik silah maddeleri sadece canlı varlıklarda hastalık ve ölüm
meydana getirmektedirler.Diğer kitle imha silahları gibi tahribat yapma etkileri
yoktur.İlk bakışta,bu bir zafiyet olarak algılansa da,kullanana açığa çıkmama
imkanı sağlamaktadır ki devletlerin ve gelecekte terör örgütlerinin en gözde
tercih sebebi de aslında budur. (ix) Biyolojik silah maddeleri,insanların sahip olduğu beş duyu ile
farkına varılamazlar.Diğer kitle imha silahlarına yönelik tespit sensörleri
mevcut olmasına rağmen biyosensörler halen geliştirilme aşamasındadır.
Örneğin aerosol patojen biyolojik ajanlar,canlılarca,solunum yoluyla vücuda
alınırlar ve bu süreçte ‘’canlı’’ acı bile çekmez.Ancak belli bir süre sonra
hastalık ve buna bağlı olarak ölüm meydana gelir.İnsanların en savunmasız
oldukları silahlar bu sebepten dolayı biyolojik olanlardır.
(x) Üretimi en ucuz ve kolay kitle imha silahları biyolojik silahlardır.
Genel olarak denebilir ki,ilaç ve aşı sanayisine sahip her ülke arzu ederse
biyolojik silah üretebilir.
(xi) Biyolojik silah maddeleri vücuda,solunum,sindirim,deri ve üreme
organları vasıtası ile girebildikleri için,kullanıcısına,karşı taraf üzerinde,geniş
bir yelpaze içerisinde zararlı etki yaratma şansı sağlamaktadır.
1.4.4. Günümüzde Biyolojik Silahlar Yüzyılımızda moleküler biyoteknoloji ve gen mühendisliği alanında
meydana gelen gelişmeler,hastalık yapıcı (patojen) bakterilerin ve toksinlerin,
biyolojik silah olarak kullanılma adına,daha da öldürücü biçimlere
sokulabileceğinin habercisi olmuştur.Hatta insanların genetik özelliklerine
göre tasarlanmış ve bu genler üzerinde istenen zararlı etkileri meydan
getirebilecek biyolojik silahların yapımı bugün bile çok zor görünmemektedir.
Gen mühendisliği alanında yaşanan gelişmeler özel virüslerin,genlerin doğal
bir parçası haline getirilmesini sağlayabilmektedir ki bu şekilde tasarlanan
35
genler,normal toksin ve patojenlerin 100 katı kadar daha güçlü etkilere sahip
olanlarını kendi içerisinde üretebilmektedir.102
Son 20 yıl içerisinde,biyolojik silahların askeri ve sivil topluluklar
üzerinde oluşturabilecekleri etkiler,yukarıda belirtilen teknolojik gelişmeler
ışığında,inanılmaz derecede tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.103 Günümüzdeki
biyolojik silah üretiminin en önemli prensibi,‘’nanogramlarla milyonlara‘’
olmuştur.Yani bu silahlar için,artık miligram seviyesindeki ağırlıkları bile hafif
olarak değerlendirilmeyecektir.Nanogramlarla ifade edilen ağırlıktaki biyolojik
maddeler milyonlarca insanı etkisiz hale getirebilecektir.
Kimyasal silahlardan ayrılan en önemli özelliğinin,vücut içerisine
alındıktan sonra kendi kendine çoğalabilmeleri ve istenilen zaman kadar
sonra esas etkilerini gösterebilmeleri olduğunu vurgulayarak,bunu kontrol
etme ve yönetme yetisine sahip olan devletlerin veya terör örgütlerinin,içinde
bulunduğumuz yüzyılın silahını ellerinde tuttuklarını söyleyebiliriz .
Biyolojik silah üretim alanında bütün bu gelişmeler yaşanmasına
rağmen,dünya için arz ettikleri en önemli tehlike,elde edilmelerinin halen
daha nükleer ve kimyasal silahlardan pahalı olamamasıdır.Özellikle az
gelişmiş ülkeler için uluslararası alanda güçlü devletlerle eşit koşularda
muhatap olabilmelerinin en ucuz yolu biyolojik silah üretmek haline
gelmektedir.Bu nedenle 21 nci yüzyılda nükleer yayılmadan daha çok
gündemde olması beklenen konu biyolojik silahların üretimi ve
yaygınlaşmasıdır.Biyolojik silah maddelerinin tamamen yasaklanması
mümkün değildir çünkü barışçıl amaçlara hizmet eden kullanım alanları
oldukça fazladır.104 Bundan sonra meydana gelen her salgın hastalığın
102 “Biological Weapons” , s.3. , < www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06) 103 “Genleri iyiye kullanmanın tedavi metotları bulma çabası bazen ilginç ve tehlikeli neticeler de doğurabiliyor.Avustralyalı genetik mühendisleri , bir kaza sonucu , bağışıklık sistemlerini tamamen imha ederek farelerin kökünü kazıyan bir virüs ortaya çıkardılar.”Kıyamet Böceği” ismini verdikleri öldürücü virüs , teröristlerin elinde , ideal katliam makinesi olma potansiyeli taşıyor… Araştırma ekibinde yer alan başkent Canberra’daki CSIRO Enstitüsü uzmanı Ron Jackson ortaya çıkan virüsün “dehşet verici bir şey” olduğunu söyledi ve benzer bir olayın insanlarda görülen çiçek hastalığının virüsünün değiştirilmeye çalışması sırasında yaşanabileceğinin altını çiziyor.Aynı araştırmacı , “bir aptalın çiçek virüsüne IL-4 geni aşılaması sonucu ölümlerin inanılmaz derecede artacağını söylemek yanlış olmaz” diye belirtirken , Amerikalı bir uzman da virüsün davranışlarını “inanılmaz derecede kötü” diye nitelendirmiştir”.Abdullah Doğan , Genler Nereye Koşuyor , Focus Kitapları , Ankara 2001 , s.262. 104 “Biological Weapons” , s.5. , < www.fas.org/nuke/intro/bw/intro.htm >, (30.01.06)
36
arkasında,bilerek ve planlı olarak hazırlanmış düşmanca hareketler
olabileceği ihtimali artık göz ardı edilemeyecektir .
Bu durumda ‘’suçlunun’’ bulunması,özellikle de devlet bazında,basitçe
denebilir ki mümkün olmayacaktır.Devletlerin gelecekte bu silahları
kullanması kadar kritik durumlar oluşturabilecek bir başka olası durum da
terörist eylemlerin biyolojik silahlarla bütünleştirilebilmesi ihtimalidir ki,
konuyla ilgili ayrıntılı ve uluslararası alandaki aktörlerin tamamını ilgilendiren
analizlerin yapılmasının tam vakti olduğunu iddia edebiliriz.
37
İKİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI POLİTİKA AÇISINDAN KİTLE İMHA SİLAHLARININ ÖNEMİ VE ETKİLERİ
2.1.Kitle İmha Silahlarına Sahip Olma Açısından Öne Çıkan
Devletler ve Uluslararası Konumlarına Etkileri Silahlanma çabaları tarih boyunca her toplumda görülmüş ve
günümüzde de yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.Buna bağlı olarak,
uluslararası ilişkilerde hiç eksik olmayan savaşların ortaya çıkardığı
toplumsal felaket ve kötü sonuçların telafi edilmesi çok uzun yıllar
gerektirmiştir.Sadece II nci Dünya Savaşında,savaşan devletlerin silahlı
kuvvetlerine ilişkin personel zayiatının 16 milyon civarında olduğu ve yine bu
savaşta asker-sivil,toplam insan kaybının 55 milyona ulaştığı bilinmektedir.II
nci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru,ilk nükleer silahın kullanılması,o
zamana kadar,emsali tarihte görülmemiş bir gelişme olmuştur.Bu olay, son
derece “hızlı ancak masraflı” bir süreç olarak addedilen nükleer silahlanma
yarışını da başlatmış ve günümüze kadar olan süreçte de dünyayı etkisi
altına almıştır.Gönlübol’un belirttiği gibi “daha önceleri büyük devletlerle
küçükleri,ülkelerin büyüklüğü,nüfusları , endüstriyel kapasiteleri vb. öğeler
ayırırken nükleer silahların yayılmaya başlamasından sonra devletler,
klasik sınıflandırma yanında,nükleer olan ve olmayan devletler olarak da
tasnif edilmeye başlamışlardır.”105 Günümüzde,uluslararası sistemde dengelerin ve ilişkilerin oluşumuna
dolaylı ya da doğrudan etki edebilecek yüzlerce etken sayılabilmektedir.
Ancak sonuç itibarı ile varılan değişmez nokta,askeri gücün niteliği
olmaktadır.Devletler,çıkarları doğrultusunda uluslararası alanda kendilerinin
seçtiği veya başka devletler tarafından kendilerine uygun görülen rollerini
oynamaktadırlar.Diplomasiden savaşa kadar uzanan yelpaze içerisinde
105 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.173.
38
ilişkiler sürdürülmektedir.Belirleyici etken ise,“hayati çıkarlar”106 olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Uluslararası ortamda hiçbir devlet kendisini mutlak güvende
hissedememektedir.Bu sebeple olsa gerek tüm devletler belirli amaçları
kendilerine rehber olarak edinmektedirler ki,bunların en hayati olanları
güvenlikleri ile ilgili olanlarıdır.Ancak hal böyle olunca,doğal olarak bir
devletin belirlediği amaçlar veya çıkarlar diğer bir devletinkiyle
örtüşemeyebilmektedir.Anlaşmazlıkların temel olarak nedeni de bu
olagelmiştir.Yani çıkarlar ve amaçların,devletler tarafından ortak olarak
belirlenememesidir.
Uluslararası ilişkiler,yukarıda anlatılan veriler ışığında,ya statükocu ya
da yayılmacı emeller adına belirlenmektedir.Devletlerin emelleri ne olursa
olsun,güvenlikleri mevzubahis olduğunda askeri güç gündeme
gelmektedir.Tarih süreci içerisinde meydana gelen teknolojik gelişmeler
sebebiyle askeri güç ve barındırdığı unsurlar dönülmez bir yola sokulmuştur.
Artık milyonlarca asker ile ifade edilen ordular değil,hareket yeteneği yüksek,
askeri personeli profesyonel niteliğe büründürülmüş ve uzaktan vuruş gücü
muazzam seviyede olan ordular tasarlanır olmuştur.Bunun sebebi,yaşanan
savaşlarda günümüzde kabul edilemez olarak algılanan insan
kayıplarıdır.Ancak önemli bir ikilem de burada başlamaktadır.Dünya
ordularındaki asker sayısını azaltmak daha az savaşan insan anlamına
gelebilir.Fakat öldürücülük oranı daha yüksek ve uzaktan kumanda edilebilen
silahların sürekli olarak geliştirilmesi,olası bir savaş durumunda daha az
insan kaybının olacağı anlamına gelmemektedir.Bu durum karşısında,
devletleri bu tür bir yöntemi izlemeye zorlayan motivasyon araçlarının neler
olduğu elbette tartışılabilir.Günümüzde bu tartışmalar sürmektedir ancak
ulaşılan sonuçların,insanlığın geleceği için iç açıcı olduğu söylenemez.Çünkü 106 “Zaman zaman güvenlik kavramı ile iç içe geçmiş bir şekilde alınan bir kavram da hayati çıkarlardır.Kavramın klasik kullanımına göre bunlar , uğrunda savaşılmaya hazır olunan türden dış politika çıkarlarına dayalı amaçlardır.Gerçekten de , bir ülkenin uğrunda savaşı göze alacağı çıkarların neler olduğu , söz konusu ülkenin karar alıcılarının ülke çıkarlarından bazılarının bu nitelikte olduklarına karar vermeleriyle belirlenmektedir.Bu konuya ilişkin bir örnek olarak , ABD’nin Orta Doğu petrollerine ilişkin tutumu ele alınabilir.ABD’nin kendi petrol üretimi ve rezervleri dikkate alındığında , sorunun doğrudan bu ülke topraklarının güvenliği ile ilgili olmadığı söylenebilir.Fakat bölgedeki ABD çıkarları , ülke yöneticileri tarafından yüne de çok önemsenmekte ve hayati nitelikte görülmektedirler” . Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …., s.258-259.
39
klasik savaşlarda genel kabul olarak görülen şey,ulusları temsil eden
orduların mağlup olması durumunda ulusların da mağlup
olduğudur.Günümüz nirengi noktası olarak alınırsa,gelecekteki savaşların
sadece ulusları değil tüm dünyayı yok edebilmesi söz konusudur.İcat edilen
silahların gücü bunu defalarca kez sağlayabilecek niteliğe ulaşmıştır.Kitle
imha silahları olarak bilinen bu tür silahlar,sadece kitleleri değil,dünya
üzerindeki tüm canlı hayatı ve hatta dünyanın kendisini yok edebilecek
silahlardır.İcatlarından bu yana,uluslararası politikanın da vazgeçilmez konu
başlıklarından birini oluşturan kitle imha silahlarının,yukarıda ifade edilen
gerçeği temsil etmeleri sebebiyle önemlerinin iyi etüt edilmesi
gerekmektedir.107
Dünya tarihinin 1945 yılından sonraki bölümünde kurulmuş olan güç
dengelerinin devamlı olabilmesi adına veya bahsedilen bu dengelerin de
dengelenmesi adına,silahlanma unsuru vazgeçilmez bir öğe haline
gelmiştir.108 ABD’nin dünyaya kazandırdığı en güçlü kitle imha silahı olan
nükleer silahlar,silahlanma yarışının en çok konuşulan ve üzerinde durulan
sembolü haline getirilirken,bu yarışta yer alan tüm devletlerin öngöremediği
bazı önemli tehditler,bir önceki bölümde anlatıldığı gibi,Soğuk Savaşın
hemen ardından teker teker belirmeye başlamıştır. Dünyayı Soğuk Savaş
müddetince iki kutuplu bir görünüme sokan ve süper güç olarak addedilen
devletlerin bunu yaparken güvendikleri en önemli şey,sahip oldukları kitle
imha silahları olmuştur.Kolayca anlaşılabileceği üzere iki kutupluluk,özellikle
askeri alanda daha belirgin hale gelmiştir. II nci Dünya Savaşının ardından
yaşanan süreçte , ABD ve SSCB haricinde hiçbir devletin,silahlanma yarışına
girme takatinin olmadığını biliyoruz.Bu iki devlet,nükleer silahlara sahip
olduktan sonra,olası rakiplerini çok geride bırakmış ve Avrupa devletleri
107 İcat edilen ilk iki nükleer silahın kullanılması ve sonuçları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., Dabağyan , a.g.e. , s.291-324. 108 “Diğer bir dengeleme yöntemi de “silahlanma” dır.Silahlanma , rekabet halindeki iki devletten her birini dengeyi korumak için kendi olanakları ile yapacakları en doğal girişimlerden biridir.Fakat böyle bir durumun silahlanma yarışına yol açacağı da açıktır.Silahlanma yarışının zorunlu sonucu , askeri hazırlıkların gerektirdiği giderlerin durmadan artması ; bunların ulusal bütçede giderek daha fazla yer tutması ve sonunda gitgide daha büyük ve derin korkular , kuşkular ve güvensizlik durumlarıyla karşılaşılmasıdır…” , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.430.
40
bilinen yakın tarihte,ilk kez uluslararası ilişkiler adına baş aktör olma rolünü
kaybetmişlerdir.
1960 yılların başına gelindiğinde,ABD ve SSCB’nin sahip olduğu silah
stokları “fazlasıyla öldürme” (overkill) kapasitesine ulaşmış ve bunun üzerine
İngiliz lider Winston Churchill geleneksel “güç dengesi” ya da “dinginlik”
deyimlerinin artık bu durumu açıklamakta yeterli olmayacağını düşünerek,
yeni güç yapısını tarif etmek için “dehşet dengesi” (balance of terror) deyimini
kullanmıştır.109 Nükleer silahların ortaya çıkardığı karşılıklı yılgı durumunun,
aslında bu araçların etkin bir siyasal güç olarak kullanılma olasılığını büyük
ölçüde azalttığı söylenebilir.Zira 1962 yılında yaşanan Küba Krizi,iki tarafa da
ateşle oynadıklarını göstermesi bakımından uyarıcı olmuştur.
Bu aşamada,dehşet dengesinin oluşmasına sebep olan kitle imha
silahları ile konvansiyonel güç dengesinin110 üzerinde durmak yerinde
olacaktır.Kimyasal ve biyolojik silahlarla beraber,kitle imha silahlarının
üçüncü ve başat türünü teşkil eden nükleer silahlara sahip olunduğunda,
konvansiyonel güçlerin öneminin azalacağı beklentileri tamamen yanlış
çıkmıştır.Çünkü kitle imha silahlarının kullanılması ile başlayacak bir savaşta,
hedef ülkenin ele geçirilmesi veya aynı ülkenin karşı saldırısının
engellenmesi için konvansiyonel güçlere ihtiyaç duyulacaktı.Bu gerçek
ışığında denebilir ki,güçlü kitle imha silahlarına sahip olmak,konvansiyonel
güçlerin önemini azaltmamış,aksine bu alandaki büyümeyi ve gelişimi
zorunlu hale bile getirmiştir.Yani Soğuk Savaş müddetince bazen sert bazen
de daha yumuşak olarak yaşandığını söyleyebileceğimiz dehşet dengesinin,
güçlü bir “tarafı” olmak,aslında sonsuza dek uzanan bir süreci temsil
etmemiştir.111
109 “Bu dengenin iki yanında bulunan devletleri birbirine kenetleyen görünürdeki öğe , bunların evrenselci ideolojilere olan bağlılıkları idi.Böylesine ideolojik bir kutuplaşma din savaşları sırasında Katolik ve Protestan hükümdarların Avrupa’yı kontrol için giriştikleri çatışmalardan beri görülmemiştir”. Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.443. 110 “Geleneksel güç dengesi kuramında söz konusu “güç” her ülkeyi savunmak veya ele geçirmek için gerekli fiziksel yeteneği ifade ediyordu.Tarafların askeri yetenekleri ve savaş potansiyeli yaklaşık olarak aynı olduğu zaman dinginliğe varıldığı , böylece hiçbir tarafın ötekini bir savaş halinde yenilgiye uğratabilecek ,dolayısıyla ülkesel statükoyu değiştirebilecek kapasiteye sahip olmadığı kabul ediliyordu…” , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.447. 111 “Mesela ellili , altmışlı ve yetmişli yıllardaki güç dağılımını gösteren bütün statik resimlerde SSCB çift kutuplu sistemin süper güç odaklarından biri olarak görülüyordu.Afganistan işgalinin gerçekleştiği seksenli yılların başlarında da , Yıldız Savaşları senaryolarının gündeme geldiği seksenli
41
Büyük güçlerin veya bu konuma aday devletler için,kitle imha
silahlarına sahip olma nedenlerini incelemeden önce bu nedenlerin
oluşumunda önemli roller oynayan bazı unsurları iyi kavramak
gerekmektedir.112 Bunlardan birincisi,“korku unsurudur”.Bundan
kasıt,devletlerin,kitle imha silahlarına ya da gerçekçi bir konvansiyonel askeri
üstünlüğe sahip bölgesel düşmanla karşı karşıya gelebilme ihtimalinin yüksek
olması durumunda,nükleer,kimyasal ve biyolojik silah gücüne sahip
olunmasının,duyulan korkuyu azaltma adına önem taşımasıdır.İkincisi
“kapsam unsurudur”.Yakın veya uzak gelecekte,askeri üstünlüğe sahip ve
potansiyel düşman olma ihtimali olan devletlerin,nükleer silahların
sağlayabildiği gibi bir tahrip etkisinden korunamayacağının kabul edilmesi
durumunu ifade etmektedir.Üçüncüsü “zafer unsurudur”.Saldırgan kültüre
sahip olan devletlerin,nükleer gücü (yardımcı unsur olarak da kimyasal ve
biyolojik gücü) kullanarak veya kullanabileceği konusunda tehdit ederek,
mutlak zafere çok hızlı şekilde ulaşma arzusunu ifade etmektedir.
Dördüncüsü “olağanüstü önlem alma unsurudur”.Topyekün bir savaşta,tam
olarak mağlup ola ihtimalinin belirmesi anında,nükleer gücü kullanarak,karşı
tarafa da telafi edilemez zararlar verdirmenin amaçlanmasını ifade eder.
Büyük güçlerin veya bu konuma aday devletlerin,kitle imha
silahlarına,özellikle de nükleer olanlarına,sahip olma nedenlerini oluşturan
unsurların görülmesinden sonra,haklı veya haksız olmaları bir yana,genel
olarak kabul gören bazı nedenleri incelemek yerinde olacaktır. (i)Saygınlık113:
kavramın ifade ettiği anlam,güçlü devletlerin nazarında bir yer edinme
çabasıdır.Fransa’nın bir zamanlar izlemiş olduğu yaklaşıma fazlasıyla
benzeyen bu akıl yürütme,bir teknolojik statü sergilemeye ve buradan
kalkarak bölgesel önder rolüne soyunmaya olanak vermektedir.Gerçekten
de,statü hesaplarını,herkesçe kabul gören uluslar arası bir rol oynama, yılların ortalarında da çekilen tek tek stratejik resimler aynı tabloyu ortaya koyuyordu.Buna karşılık doksanlı yılların başlarında çekilen stratejik ve ekonomi politik resimler , SSCB’yi ve onun varisi olan Rusya’yı birçok açıdan bu güç hiyerarşisinin çok daha alt sıralarına yerleştirmeye başladı.”,Ahmet Davutoğlu,Stratejik Derinlik,Türkiye’nin Uluslar arası Konumu,Küre Yayınları,İstanbul 2001, s.4. 112 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Murat Akpek , “Nuclear Weapon at the Edge of 21st Century” , Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ,Marmara Üniversitesi , İstanbul 2001 , s. 34-52. 113 Marisol Touraine , Alt Üst Olan Dünya , Çev. : Turhan Ilgaz , Ümit Yayıncılık , Ankara 1997 , s.333.
42
kendini bir muhatap olarak dayatma isteğinden ayrıştırmak mümkün
değildir.Nitekim 1968’de,Fransa da doğu–batı çifte kutupluluğunu kutsayıcı
saydığı Nükleer Yayılmayı Önleme Antlaşmasını imzalamayı
reddetmiştir.(ii)Askeri ve stratejik çıkar114: muhtemel saldırganları caydırmak
ve aynı zamanda da,bir çatışma durumunda,kazanmak için gerekli
olanaklara sahip olmak söz konusudur.(iii)Batılıların bir kenara bırakılması115:
bu gerekçe siyasal niteliktedir.Batılı güçlerin neredeyse tekellerinde tuttukları
bir araçtan yoksun bırakılmalarıyla,aynı zamanda onların bölgesel
anlaşmazlıklara kendi çıkarları doğrultusunda müdahalede bulunmaları da
engellenebilecektir.Çin bu zarar verme yeğinliklerinin gelişimini desteklemek
suretiyle,bu bağlamda etkin bir rol oynamaktadır.Bu üçüncü güdü,belirleyici
görünmektedir;nükleer yayılma,bölgesel dengeleri bir dünya düzenine ikame
ederek uluslararası düzeni parçalanmaya götürecek en emin
yoldur.(iv)Güvenlik endişeleri:her devletin,bulunduğu coğrafya gereği,diğer
devletlerce haklı görülen veya görülmeyen güvenlik endişeleri mutlak suretle
olmuştur ve olmaya da devam edecektir.Güvenlik endişelerini en aza indirme
çabası yine her devlet tarafından fazlasıyla gösterilmiştir.Dünya üzerinde
inisiyatif sahibi olarak hareket etme özgürlüğü bu durumla doğrudan
bağlantılıdır . Bu sebeple kitle imha silahlarına sahip olma girişimleri daima
mevcut olmuştur.Uluslararası alanda,güvenliği ile ilgili sıkıntılarını dile
getirmiş olan devletlerin,kitle imha silahları konusunda,ortak bir söylemi de
kendiliğinden oluşmuştur;‘’potansiyel düşmana karşı en son çare olarak,
bahsedilen silahları kullanmak.’’Buna örnek olarak,Hindistan’ın Çin’e,
Pakistan’ın Hindistan’a,İsrail’in Arap dünyasına,Irak’ın ise İran’a karşı sahip
oldukları kitle imha silahlarını,son çare olarak kullanacaklarını açıklamış
olmaları verilebilir.116 (v)Önemli bir çarpan,güç unsuru:dünya üzerinde
yayılmacı emelleri olan devletlerin kitle imha silahlarına sahip olma
nedenlerinin en önemlisidir.ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki mücadelenin
en sert şekilde yürütüldüğü alan,kitle imha silahlarına sahip olma konusu
olmuştur.Dünya egemenliğini hayal eden Hitler Almanya’sının da,nükleer
114 Touraine , a.g.e. , s.333. 115 Touraine , a.g.e. , s.333. 116 “Motivations for Proliferation” , <www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1> , (25.01.06)
43
olanları olmasa bile,kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu ve kullandığı
bilinmektedir.Silahlanmanın ucuzlaması vesilesi ile hız kazanması ve buna
bağlı olarak dikkate değer bir caydırıcılık sağlamaya başlamasından beri,
olası bir tehdit değerlendirmesi yapan her ülke bu süreçteki yerini almıştır.117
Caydırıcılığın mantığında silahlanma yarışının olması kaçınılmazdır.118 Önce
olası bir tehdit değerlendirmesi yapılır ki,bu faaliyet,aslında silahlanmanın
gereği olan ’’düşmanı’’ belirlemekten başka bir anlam ifade etmez.119 Örneğin
İsrail için silahlanmanın en önemli nedeni,bulunduğu coğrafyadaki hemen
hemen tüm devletleri kendisine düşman olarak kabul etmesi
olmuştur.(vi)Daha az maliyetle daha caydırıcı olabilme isteği:bu konuda
ABD’de yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre nükleer silahlara sarf edilen
1 dolar ile elde edilen etkiyi yaratabilmek için konvansiyonel silahlarda 5
dolarlık harcama yapmak gerekmektedir.Başka bir ifade ile nükleer silahlar
diğerlerine göre 1’e 5 daha maliyet etkindir.120 Örneğin,1990 - 1991 yılı
İngiltere savunma bütçesinde stratejik silahlar için ayrılan kaynak 1480 milyar
sterlin iken,İngiltere’ye ait ve Almanya’da konuşlu bir kolordunun yıllık gideri
2319 milyar sterlin,toplam bütçe ise 21.223 milyar sterlin olarak belirlenmiştir,
Buna göre stratejik silahlara yapılan harcamaların toplam bütçe içindeki payı
%7 oranındadır ancak sadece bir kolordunun yıllık maliyeti ise tüm stratejik
silahlara yapılan harcamaların 1.5 katından daha fazladır.121(vii)Jeopolitik
olarak gereklilik:bölgesel ve akabininde de küresel güç olma isteği taşıyan
ülkeleri,bu fikre sürükleyen unsur öncelikle jeopolitik konumlarıdır.Jeopolitik
konumları gereği ülkeler,silahlanmanın ilk aşaması olan,‘’gerekli bilgi ve
altyapıyı temin için’’ çaba gösterebilmektedirler.Bunun da nihai uzanımı kitle
imha silahlarına sahip olmaktır.Bundan sonra,bulundukları bölgede önemli bir
güç olarak ortaya çıkarlar ve yine aynı bölgedeki politik ve ekonomik
117 Ivan C. Oelrich , Sizing Post – Cold War Nuclear Forces , Institute For Defence Analyses Press , Washington 2001 , s.2. 118 Ayrıntılı bilgi için bkz.Tayyar Arı , Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika , Alfa Yayınları , İstanbul 2004 , s.285-287. 119 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 120 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Kibaroğlu , “The Nuclear Non – Proliferation Regime at the Crossroads – Strengthening or Uncertainty ” , Basılmamış Doktora Tezi , Bilkent Üniversitesi,Ankara 1996, s.20-27. 121 <www.sipri.org> , (01.02.06)
44
ilişkilerin dengeleyicisi olurlar122.İsrail örneğini bu hususla birlikte tekrar
hatırlatmak yerinde olacaktır. (viii)Yerel politikalar:devletler askeri doktrinleri
gereği,hem stratejik hem de taktik alanda kullanılmak üzere kitle imha
silahları üretmektedirler.Ancak taktik kullanım alanı,kitle imha silahlarının
sadece uluslararası alanda gerektiğinde kullanılma anlamının çok ötesinde,
ülke içinde istenmeyen gerilla kuvvetlerine karşı da kullanılabilmeyi
kapsayabilmektedir.123Bu silahlara sahip olan ülkeler için uluslararası
alandaki sağlanan prestijle birlikte,ülke içerisindeki prestij de oldukça
önemlidir.Bu tür silahları geliştirebilme gücüne sahip olmak,ulusal gururun
yükseltilebilmesi için de bir araçtır.(ix)Ekonomik gelişmeler:dünyadaki
ülkelerin neredeyse tamamı,barışçıl amaçlarla olduğu sürece,nükleer,
kimyasal ve biyolojik alanda her türlü araştırmayı yapabileceklerine
inanmaktadırlar.Ancak ülkelerin ekonomi alanındaki güçleri arttıkça bu
‘’barışçıl amaçlar’’,ikili kullanım alanı olan teknolojileri (nükleer,
kimyasal,biyolojik) silah yapımına yönlendirmektedir.(x)Yeni dünya
düzeninde bazı ülkelerin daha bağımsız ve milliyetçi politikalar izleme
istekleri:Soğuk Savaş ardından eski süper güçlerin,kendi bloklarındaki
ülkeleri kontrol etme yeteneğinin ortadan kalkması üzerine ortaya çıkan güç
boşluğunda,bazı ülkelerin güvenliklerini sağlamak veya yayılmacı emellerini
gerçekleştirmek için kitle imha silahlarına sahip olma gayretlerinin yayılma
riskini artırdığı öne sürülmektedir.124 Gerçekte dünya,bu silahlardan
kaynaklanan tehditle 50 yıldan beri yaşamakta olmasına rağmen bu silahların
yayılması ile ilgili tartışmalar son yıllarda artmış ve yayılmayı önleme
gayretleri de yoğunlaşmıştır.Bugün çeşitli ülkeler tarafından yürütülmekte
olan nükleer programların başlangıcı soğuk savaş dönemine kadar
uzanmaktadır ve 1980’lerin ortalarından sonra günümüze kadar nükleer
silaha sahip olmak için çalışma başlatan yeni bir ülkeden bahsetmek
güçtür.125 Ancak teknolojik gelişmelerin bu silahların yapımını daha da
kolaylaştırması ve bunların atma vasıtaları olan balistik füzelerde sağlanan
122 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 123 “Motivations for Proliferation” ,< www.cbw.sipri.se/cbw/102020200.html#1 >, (25.01.06) 124 Oelrich , a.g.e. , s.3. 125 Oelrich , a.g.e. , s.4.
45
gelişmeler endişe kaynağı olmaktadır.(xi)Nükleer maddelerin ihracatında
uygulanan kurallar ve uyum sorunları:son yıllarda ortaya çıkan diğer bir
tehlike de,nükleer maddelere sahip olan eski Sovyetler Birliği ülkelerinin
henüz bu maddelerin ihracı ile ilgili kontrol sistemlerini tesis edememiş
olmalarıdır. Bu alanda geliştirilmiş ve Sovyetler Birliği zamanında uygulanan
merkezi otorite ile daha kolay sağlanabilen ihraç kontrol ve güvenlik kriterleri
ve buna ilişkin kültüre,söz konusu ülkeler alışkın değillerdir.Uzun yıllar bu
maddeleri üretmiş olan ülkelerde artık devlet tekeli de garanti değildir.Durum
böyle olunca , sadece nükleer olanlar için değil,kimyasal ve biyolojik silahlar
için de kontrolsüz yayılma sorunu mevcut olmaktadır.Eski Sovyetler Birliği
ülkelerinden kaç tanesinde,hangi tür kitle imha silahının var olduğunu
belirlemek neredeyse imkansızdır.Böyle bir gerçeğin var olmasının uzantısı
ise,niyetine girmiş olan devletlerin,kitle imha silahına sahip olma adına
yürümeleri gereken yolun kısalmış olmasıdır ve bu bir kitle imha silahına
sahip olma nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.126 (xii)Güç boşluğunu
doldurma gayretleri:Soğuk Savaş sonunda ortaya çıkan güç boşluğunun,
devletleri kitle imha silahlarına sahip olmaya sevk ettiği yönünde görüşler
ortaya atılmıştır.Avrupa’daki nükleer güvenlik şemsiyesi hala geçerlidir.
NATO’nun genişlemesi ile yeni ülkeler de bu şemsiye altına girmişlerdir.
Buna karşılık nükleer güce sahip olma ihtiyacını yaratan konvansiyonel
Sovyet tehdidi Batı Avrupa için büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.Bu nedenle
Avrupa devletlerinin ilave nükleer silaha sahip olma isteğini haklı gösterecek
bir gerekçe yoktur.Sadece iki Almanya’nın birleşmesinden sonra prestij ve
saygınlık için Federal Almanya’nın böyle bir yeteneğe sahip olma yönünde
görüşleri ortaya atılmış olmasına rağmen henüz bu yönde bir çalışması
gözlenmemiştir.127 En kötü senaryoya göre,Avrupa ile Amerika arasındaki
transatlantik bağın zayıflaması ve Rusya’nın tekrar bir tehdit olması
durumunda,Avrupa ülkelerinin aralarındaki dayanışmayı artırarak mevcut
nükleer güçlerini geliştirme ihtiyacı doğabileceği değerlendirilmektedir ama
böyle bir senaryonun gerçekleşme ihtimali oldukça düşük
126 Ayrıntılı bilgi için bkz. Robin Ranger , The Devil’s Brews 1 : Chemical and Biological Weapons and Delivery Sistem , Published by CDISS , Washington 1996. s.26-30. 127 Ranger , a.g.e. , s.32.
46
görülmektedir.128(xiii)Teknolojik alanda sağlanan gelişmelerin nükleer
silahlara sahip olmayı kolaylaştırması:son yıllarda teknolojik alanda sağlanan
gelişmelerin nükleer silah yapımını kolaylaştırdığı,bu nedenle bazı ülkelerin
bu silaha sahip olma isteğinin arttığı öne sürülmektedir.Enerji,tıp vb. kullanım
alanlarının genişlemesine paralel olarak birçok ülkenin değişik maksatlarla da
olsa kitle imha silahı teknolojilerini kazanması,nükleer silaha sahip olmayı
kolaylaştıran bir faktördür.
Sayıları 40 ile 50 arasında değişen ülkelerin,5 -10 yılda amaçlarına
ulaşabilecek şekilde bir nükleer silahlanma programını yürütebilecek
yeteneğe sahip olduğu değerlendirilmektedir.Bu ülkelerde nükleer enerji
reaktörü veya araştırma reaktörleri bulunmaktadır.Söz konusu ülkeler uzun
yıllardan beri bu imkan ve kabiliyetlere sahiptir fakat son yıllarda bunların
arasında yeni bir nükleer proje başlatan veya teknolojisinin nükleer silahlara
sahip olmayı kolaylaştırmasından yararlanma yoluna giden ülkeye
rastlanmamıştır.Ancak bu noktada niyet ile imkan ve kabiliyetler arasındaki
ayrıma dikkat edilmesi gerekmektedir.Bir ülke hem dış dünyadan gelecek
tepkileri önlemek hem de ihtiyacı olduğunda nükleer silah üretim yeteneğine
kavuşmak için örtülü faaliyetler yürütebilir.Bu durumda söz konusu ülke,
işbirliği yaptığı ülkelerden de destek alarak zenginleştirme ve tekrar işleme
de dahil olmak üzere sivil amaçlı bir nükleer program başlatabilir.Bunun için
hükümet düzeyinde açıklanmış bir politikaya ve diğer ülkelerin
bilgilendirilmesine de gerek olmayabilir.
Kitle imha silahlarının yukarıda sayılan nedenlerden dolayı yayılma
riskine karşılık,son yıllarda bu konuda olumlu bazı gelişmelerin olduğunu da
belirtmek yerinde olacaktır.Örneğin Güney Afrika nükleer programını iptal
etmiş,Brezilya ve Arjantin ülkelerindeki nükleer maddelerin,IAEA tarafından
denetlenmesini kabul etmişler,Şili ve Arjantin Nükleer Silahların Yayılmasını
Önleme Antlaşması’nı imzalamışlar,Sovyetler Birliği döneminden kalma
nükleer silahlara sahip Ukrayna,Beyaz Rusya ve Kazakistan bu silahları imha
etmeyi kabul etmişlerdir.Irak’ın yürüttüğü programlar,Körfez Savaşı’ndan
sonra büyük ölçüde denetim altına alınmıştır.Ancak verilen sözlerin ne
128 Ranger , a.g.e. , s.40.
47
kadarının tutulacağı,henüz daha belirsizliğini korumaktadır.Bu gelişmelere
rağmen adı geçen silahların yayılma ihtimali henüz tam olarak önlenebilmiş
değildir.Orta Doğu, Uzak Doğu,Güney Asya, Basra Körfezi ve Kuzey Afrika
hala tehdit riski yüksek olan bölgelerdir.
Yukarıda belirtilen açıklamalardan sonra,uluslararası alanda kitle imha
silahlarına sahip olan devletler ve bu alanda izledikleri politikalara değinmek
yerinde olacaktır.Aşağıdaki sınıflandırma yapılırken “nükleer güç”
kavramı,ABD seviyesinde olması bile en azından ABD’nin dikkate alacağı
kadar güçlü olmayı ifade etmek için kullanılmıştır.
2.1.1. Süper Güçler 2.1.1.1. ABD Nükleer Silahları ilk üreten ve günümüze kadar geçen süreçte,ilk ve
son kez bu silahları bir savaşta kullanan devlet ABD’dir.Aynı zamanda,
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması nazarında da,resmi
olarak nükleer silaha sahip olan 5 ülkeden biridir.Şu an itibariyle yer
yüzündeki,sayısal olarak en fazla,nitelik olarak da en güçlü nükleer silah
stoku ABD’ye aittir.Soğuk Savaşın başlangıcı itibari ile SSCB ile girdiği
nükleer yarış,bugünkü duruma gelinmesinde yegane sebeptir.ABD nükleer
silah stokunda sayısı 10 000’den129 biraz daha fazla olan savaş başlığı
mevcuttur ki bunun 6 000 tanesi operasyonel olarak kullanıma hazır durumda
tutulmaktadır.130
ABD’nin benimsemiş olduğu nükleer güce ilişkin politikaları,Soğuk
Savaştan bu yana 3 zaman evresine bölebilmek mümkündür;
(i) 1945-1990 Yılları Arası:ABD 1945 yılında ilk nükleer silahları
üretmiş ve bunlardan iki tanesi Japonya üzerinde saldırı amaçlı olarak
kullanmıştır.II nci Dünya Savaşının ardından belirmeye başlayan iki kutuplu
denge sisteminde,kutbun doğu tarafını temsil eden SSCB,ABD’nin nükleer
güce kavuşmasından sadece 4 yıl sonra,kendi nükleer gücüne sahip 129 ABD’nin sahip olduğu nükleer silahların ayrıntılı özellikleri için bkz. , <http://www.cdi.org/issues/nukef&f/database/usnukes.html#sources> , (01.04.06) 130 Kullanıma hazır olarak bulundurulan 6000 nükleer savaş başlığının , 1700 tanesi karada konuşlu füze sistemleriyle , 1100 tanesi bombardıman savaş uçaklarıyla , 3200 tanesi de nükleer denizatlılarıyla kullanılmak üzere bekletilmektedir.Geriye kalan yaklaşık 4000 tane nükleer savaş başlığı , depolanmış olarak muhafaza edilmektedir. , “United States Profile”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/USA/index.html> , (01.04.06)
48
olmuştur.Bu andan sonra,1990 yılına kadar sürdüğünü iddia edebileceğimiz
Soğuk Savaşın,iki taraf için de esas rekabet alanlarından biri nükleer gücü
geliştirmek olmuştur.ABD,45 yıllık zaman diliminde,SSCB’nin kendisinden
sonra sahip olduğu ancak hızla miktarını arttırdığı nükleer silahların,sayısını
dengeleme politikası izlemiştir.Bire bir kıyaslama yapıldığında,bu konuda
tam olarak başarılı olduğu söylenemez ancak özellikle NATO bünyesinde
stratejik ortaklık kurduğu devletlerin nükleer silah stokunu da kendi saflarında
kabul eden ABD,nükleer başlık sayısının SSCB’ninkilerden daha az olduğu
gerçeğini bu şekilde eritebilmiştir.
(ii) 1990-2001 Yılları Arası:Soğuk Savaşın ardından,ABD’nin nükleer
güç politikası keskin bir dönüş yapmak zorunda kalmıştır.Artık caydırılmak
zorunda olunan küresel bir rakip olmadığına göre,nükleer silahlarla ilgili yeni
bazı uğraşlar bulmak gerekmişti.Bağımsızlığını kazanan ve SSCB’nin nükleer
silah stokunun dikkate alınması gereken bir kısmını ve nükleer silah üretim
tesislerini topraklarında barındıran Kazakistan,Beyaz Rusya ve Ukrayna gibi
ülkelerin süratle “ıslah” edilmesi,ABD’nin öncelikli hedefini
oluşturmuştur.Rusya’nın da konuya ilişkin tutumunun aynı olması ABD’nin bu
hedefini kolayca gerçekleştirmesine yardımcı olmuştur.Zira Rusya,Beyaz
Rusya,Ukrayna ve Kazakistan arasında nükleer silahlara ilişkin bir “Ortak
Önlemler Antlaşması” imzalanmış ve bu antlaşmanın gereği olarak,nükleer
silahların tek komuta merkezi altında 1994 yılına kadar ve Rusya
topraklarında toplanması işleminin ABD’li bilim adamları nezaretinde
gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır.131Ancak Kazakistan ve Ukrayna
topraklarında bulunan nükleer silahların varlığını bir dış politika aracı olarak
kullanmayı da ihmal etmemiştir.Şöyle ki,söz konusu silahların sökülüp
Rusya’ya taşınması,iki ülke tarafından fazlasıyla masraflı bir süreç olarak
addedilmiş ve değişik öneriler dile getirilmiştir.Ukrayna,topraklarındaki
nükleer varlıkların “özelleştirilmesi” yönünde bir beyanda bulunmuştur ki,nasıl
bir niyetle bu fikri öne sürdüğü halen açıkça anlaşılamamıştır.Kazakistan da
nükleer silahların topraklarında kalmasını ancak ortak idaresini talep etmiş,
fakat silahların sökülmemesi için öne sürdüğü mazeret olan maddi zorluklar 131 Fırat Purtaş , Rusya Federasyonu Ekseninde Bağımsız Devletler Topluluğu , Platin Yayıncılık , Ankara 2005 , s.66.
49
konusunda ABD 1.2 milyar dolarlık fon ayırınca bu fikrinden
vazgeçmiştir.ABD’nin maddi yardımının yanında,1994 yılında ABD,İngiltere
ve Rusya devletleri Ukrayna,Kazakistan ve Beyaz Rusya’nın güvenliklerini
garanti altına alan bir antlaşma imzalamışlar,antlaşmadan sonraki bir yıl
içerisinde de Rusya dışında kalan bütün nükleer silahlar,ABD ve Rusya’nın
öngördüğü gibi,Rusya topraklarına dahil edilmiştir.132 Böylece nükleer güce
sahip devletlerin sayısında bir artmanın olması engellenmiştir.
Bu zaman diliminde ABD güvenlik stratejisinin önceliklerinde de
birtakım yeni açılımlar meydana gelmiş ve bunlar Başkan Bush tarafından üç
başlık altında dile getirilmiştir.Birincisi,ABD’yi çok yönlü füze tehdidinden
koruyacak,lazer teknoloji özellikli,birbirileriyle bağlantılı,müttefik ülkeleri de
kapsayacak bir coğrafyada (Avrasya),kara,deniz ve uzay istasyonlarına
konuşlandırılacak “küresel füze savunma sistemi”nin kurulması,ikincisi
nükleer silahların azaltılması,üçüncüsü de artık “düşman” sıfatının
geçersizliği göz önüne alınarak Rusya ile stratejik işbirliği yapılmasıdır.133
11 Eylül öncesi ABD güvenlik yaklaşımını,bu üç başlıkla sınırlandırıldığı için
olsa gerek,nispeten sade olarak değerlendiriyoruz.Ancak 11 Eylülden sonra
daha karmaşık hale gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
(iii) 2001 ve Sonrası:11 Eylül saldırıları,ABD’nin güvenlik ile ilgili
politikalarında köklü değişimler yaratmıştır.Yukarıda üç başlık altında
değindiğimiz güvenlik stratejileri 11 Eylülden sonra yön değiştirmiş ve
genelde dört başlık altında incelenir olmuştur.Bunlardan birincisi,Orta Asya
ülkelerinin zengin,doğal ve enerji kaynaklarının dünya pazarlarına batılı
şirketler öncülüğünde çıkarılmasına uygun ortamın hazırlanması,ikincisi,İran
gibi nükleer güç olma yolunda çabalar sarf eden,balistik füze denemeleri
yapan ve 11 Eylül sonrası süreçte Bush tarafından isimlendirilen “şer ekseni”
tehdidi ülkeler içinde yer alan bir ülkenin kontrol altına alınmasının
sağlanması,üçüncüsü,Hindistan ve Pakistan gibi nükleer güç sahibi,yüz
ölçümleri geniş,nüfusları kalabalık,denge unsuru ülkelere yakın olan,
dolayısıyla ABD’ye Güney Asya ile ilgili çıkarlarına bağlı olarak söz konusu
132 Purtaş , a.g.e. , s.67. 133 İhsan Tuncer Dabanlı , “ABD’nin Yeni Küresel Stratejisi , Muhtemel Sonuçları ve Türkiye” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 1 , Sayı 1 , (Şubat 2003) , s.101.
50
ülkelerin her türlü sorununa doğrudan müdahil olabilme fırsatı veren bir
konum elde edilmesinin sağlanması,dördüncü ve son olarak da Çin ile
ilişkilerin güçlendirilmesi,Avrupa’da sağlanan istikrarın bir benzerinin
Pasifik’te inşa edilmesi ve böylece ABD’nin küresel gücünün Avrasya
ekseninde pekiştirilmesinin sağlanmasıdır.134
11 Eylül süreci,ABD güvenlik politikalarının yanında,nükleer güce
ilişkin yaklaşımında da değişikliklere yol açmıştır.Saldırılardan önce nükleer
güce ilişkin tüm değerlendirmeler devletler bazında yapılırken,saldırılardan
sonra bu değerlendirmeler,uluslararası terörü de kapsayacak şekilde
genişletilmiştir.Bu noktadan hareketle,ABD’nin yeni nükleer güç yaklaşımını,
stratejik çıkarları doğrultusunda şekillendirdiğini iddia edebiliriz.Terör
örgütlerinin nükleer silahlara ulaşıp ulaşamayacağı ayrı bir tartışma konusu
iken,ulaştıkları takdirde,bu örgütlerin kesin olarak nükleer silahları ABD
aleyhine kullanabilecekleri değerlendirmelerinin bizzat ABD tarafından
yapılması kanaatimizce çok ilginçtir.Hele ki bu silahların peşinde koşan terör
örgütlerinden,sadece El Kaide üzerinde durulması ve bunun sürekli bir
şekilde vurgulanması,11 Eylül’ün getirilerinden biri olarak düşünülse bile
gerçekçi olmaktan ziyade,belirli bir amacın alt altyapısını tesis etme
yaklaşımı olduğunu değerlendirebiliriz.135
11 Eylül saldırılarından hemen sonra ABD Başkanı Bush’un,21 nci
yüzyılda ABD nükleer stratejisinin tespit edilmesi talimatını vermesi ilginçtir.
Bu talimat üzerine “gizli” olarak hazırlanan,“Nükleer Stratejinin Gözden
Geçirilmesi” başlıklı ve 31 Aralık 2001 tarihli 55 sayfalık rapor,8 Ocak 2002
tarihinde Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından Kongreye sunulmuş
ancak raporun “The New York Times” ve “Los Angeles Times” gazetelerine
sızdırılması,“Şahinler” ekibinde büyük öfkeye yol açmıştır.136 Söz konusu
rapor yeni nükleer politika için üç unsurlu bir konsepti yürürlüğe sokmuştur137:
(i) Soğuk Savaş dönemi boyunca geçerli ve karşılıklı imha garantisine
dayalı “Nükleer Caydırıcılık” konsepti yürürlükten kaldırılmıştır.
134 Dabanlı , a.g.m. , s.102. 135 Ayrıntılı bilgi için bkz. , Kemal İnat , ABD’nin Haydut Devletleri , Değişim Yayınları , İstanbul 2004 , s.13-61. 136 Erol Bilbilik , Amerikan Kuşatması , Otopsi Yayınları , İstanbul 2003 , s.30. 137 Bilbilik , a.g.e. , s.30-31.
51
(ii) ABD’ye tek taraflı olarak,nükleer güce sahip olan veya olmayan
ülkelere karşı nükleer saldırılarda bulunma imkanı sağlamıştır.
(iii) Nükleer silahların kullanılması,nükleer,biyolojik ve kimyasal
saldırılar,nükleer olmayan saldırılar ve sürpriz saldırılar karşısında mümkün
kılınmıştır.
Üç unsurdan oluşan yeni nükleer politikanın dayanakları ise,Kuzey
Kore,Irak,İran ve Libya’nın ABD ve müttefiklerine karşı her an sürpriz nükleer
saldırılarda bulunmasının ihtimal dahilinde olduğu düşünülmesi,Irak’ın,İsrail
ve komşularına,Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye sürpriz saldırılarda
bulunacağı ve Tayvan sorunu nedeniyle Çin’le nükleer bir çatışmanın sürpriz
bir şekilde gerçekleşebileceğinin öngörülmesi,Çin’in nükleer ve nükleer
olmayan stratejilerini modernize etmeye devam ettiği tespit edilmekle beraber
Çin’in sürprize açık potansiyel bir nükleer tehdit oluşturduğunun kabul
edilmesi,Rusya’nın AB’den sonra dünyada en büyük nükleer güce sahip
devlet olması ve Rusya ile iyi ilişkilerin bozulması halinde ABD’nin nükleer
gücünü ve pozisyonunu yeniden gözden geçirmek durumunda kalacak
olması,başıbozuk devletlerin yanı sıra uluslararası teröre destek verdiği
belirlenen devletlerin de nükleer saldırı hedefi içinde olduğu düşünülmesi
olmuştur.138
Bahsedilen rapor,ABD tarafından hakikaten uygulamaya dönüşecek
şekilde benimsenmişse,kanaatimizce yakın gelecekte,dünyanın daha önce
hiç karşılaşmadığı gerilimlere şahit olacağız.ABD,zamanı,mekanı ve boyutu
ne olursa olsun,kendisine yönelik tehditleri uluslararası terörizm kategorisine
sokarak nükleer silahları hiçbir kayıtla sınırlamadan tek taraflı kararla
kullanılmasını öngörmektedir.Böylece nükleer silahların kullanılmasını kendi
kararları doğrultusunda kullanılması koşuluyla küreselleştirmiş
olmaktadır.Bunun uzantısı,diğer devletleri de nükleer silahlanma konusunda,
istemsiz de olsa,zorlamak olabilecektir.
ABD,nükleer gücüne kavuşmadan çok önce,1918 yılının haziran
ayında Kimyasal Savaş Servisini kurmuş ve kimyasal silah üretimine
başlamıştır.II nci Dünya Savaşına kadar olan süreçte,dünyanın en geniş
138 Bilbilik , a.g.e. , s.32.
52
kimyasal silah stokuna sahip olmuş ve 1969 yılındaki tarihi kararla,tüm
kimyasal silah üretimini durdurmuş ve bir daha üretmeyeceğini dünyaya
duyurmuştur.Gerçi Reagan döneminde,ABD yine kimyasal silah üretmiş
ancak 1990 yılı itibari ile aktif kimyasal silah programını sona
erdirmiştir.Günümüz itibari ile ABD dünyanın en geniş ikinci kimyasal silah
stokuna sahip devlettir.139 ABD,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını 25 Nisan
1997’de onaylamış ve anlaşmanın gereği olarak Aralık 2004 tarihine kadar
tüm kimyasal silah stokunu yok etmeyi taahhüt etmiştir.Ancak vaat ettiği
tarihe kadar stokunun sadece % 33’ünü imha edebilmiştir.Yapılan resmi
açıklamalara göre Nisan 2007 itibari ile tüm kimyasal silahlarını yok etmesi
beklenmektedir.
ABD,1943 yılında,nükleer silah programı ile hemen hemen aynı
zamanda,saldırı amaçlı biyolojik silah programını başlatmıştır.Bilinen tüm
biyolojik silah türlerini üretmiş ve 1969 ve 1970 yılları içinde kendi kararı ile
biyolojik silah stokunu yok etmiştir.Bu tarihten itibaren de saldırı amaçlı bir
biyolojik silahlanma programı yürütmemiştir.Biyolojik Silahlar Anlaşmasını 26
Mart 1975 yılında onaylamıştır.Bu tarihten itibaren,sadece ciddi bir biyolojik
savunma programı yürütmüştür.140
ABD’nin kitle imha silahlarına ilişkin politikaları konusunda
söylenebilecek son şey,pek de tutarlı olmadıklarıdır.”Haydut Devletler”141
yaklaşımını öne süren ABD,bu tavrı ile ilgili olarak kendince haklı sebepleri
elbette vardır.Ancak bu sıfatın oluşumunu sağlayan tüm hususların İsrail,
Hindistan ve Pakistan gibi devletler için de geçerli olmasına rağmen,bu üç
devlet ABD nezdinde “haydut” olarak anılmamaktadır.Başlı başına bir
araştırma konusu olabilecek bu yaklaşımın ayrıntılarına girmek,konumuz ile
çok yakından ilgili değildir.Son olarak,yukarıda bahsedilen tutarsız durumun,
ABD’nin çıkarları doğrultusunda oluşturulduğunu söyleyebiliriz.
139 Sarin , soman , levisit , hardal ve VX gazı ile doldurulmuş bombalar , füzeler ve topçu mühimmatları , bahsedilen stoku oluşturmaktadır. , “United States Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/USA/index.html> , (01.04.06) 140ABD Başkanı Bush tarafından imzalı “Biodefense for the 21st Century” adlı biyolojik savunma programı için bkz. , <http://www.whitehouse.gov/homeland/20040430.html> , (01.04.06) 141 ABD’nin öne sürdüğü “Haydut Devletler” yaklaşımı ; Sudan , Küba , Suriye , Libya , İran ve Kuzey Kore’yi kapsamaktadır. , Bu devletlerin tek tek analizleri için bkz. , İnat , a.g.e. , s.64-321.
53
2.1.1.2.Rusya ABD’nin hemen ardından dünyadaki ikinci nükleer güç olan SSCB,
kısa zamanda bu alandaki üstünlüğü ele geçirmiş,1994 yılına kadar da bu
üstünlüğü muhafaza etmiştir.Sahip olduğu nükleer savaş başlıklarının sayısı
daima bir muamma olarak kalmıştır.Belirsizlik arz eden bu durum günümüzde
de devam etmektedir.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması
nazarında resmi olarak nükleer güce sahip ikinci devlet SSCB’nin ardılı olan
Rusya’dır.1986 yılı itibari ile nükleer savaş başlıklarının sayısı 45 000 idi,ki bu
sayı %100 doğrulukla istihbarat elde ettiğini iddia eden CIA’nin bilgisinden 12
000 adet daha fazladır.Start I ve Start II anlaşmaları ile,stratejik nükleer
başlıklarının sayısını 3000-3500 arasında tutacağının sözünü veren Rusya,
stratejik saldırı silahlarının indirimini öngören ve ABD ile imzalanan Moskova
anlaşması ile de bu sayıyı 2012 yılının sonuna kadar 1700-2200 arasına
indireceğini taahhüt etmiştir.142
Günümüz itibari ile Rusya’nın,etkin bir nükleer güç yaklaşımının
olmadığını söyleyebiliriz.İki kutuplu dünya düzeninde belirlenmiş olan,eski
SSCB’nin yeni Rusya’nın stratejik çıkarları,Rusya adına artık nükleer güç
düzleminde tartışılmamaktadır.ABD ve IAEA,yoğun bir şekilde eski SSCB
nükleer stoklarının kontrolsüz kaldığını vurgulamakta ve adeta Rusya’ya
nükleer güce dayalı beklentiler oluşturmaması için baskı uygulamaktadır.
Ciddi ekonomik darboğazlarla uğraşan Rusya’nın da bu konuda nispeten
itaatkar davrandığını söyleyebiliriz.Gelecekte,“milliyetçi” ve “yayılmacı” bir
Rusya doğal olarak eski hazinesine sahip çıkabilir ancak kısa ve orta vadede
bunun ABD ve güdümündeki uluslar arası kuruluşlar tarafından
engelleneceğini değerlendiriyoruz.
Nükleer tesis ve fabrikaların güvenliği halen Rusya’daki en önemli
sorunlardan birisidir.Bazı tesislerde,nükleer maddelerin güvenliğindeki
gevşeklik,ekonomik koşullar ve organize suçların artan gücünün hırsızlık ve
bu tür maddelerin kaçakçılığına potansiyel teşkil etmesi açısından endişe
142 Şu an itibari ile , Rusya’nın 5000 adet stratejik 3400 adet de taktik nükleer savaş başlığına sahip olduğu tahmin edilmektedir.Rusya’nın sahip olduğu nükleer silahların özellikleri için bkz. , “Russian Nuclear Arsenal” , <http://www.cdi.org/issues/nukef&f/database/nukearsenals.cfm#Russia > , (01.04.06)
54
konusu olmaya devam edecektir.Rus nükleer bilirkişi raporlarına ve nükleer
altyapılara daha geniş çapta erişim imkanının doğması,nükleer gelişim
konusunda yardıma ihtiyacı olan devletlere yeni ufuklar arz etmektedir ki,
resmi olarak da Rusya’nın İran’a bu alanda yardım ettiği bilinmektedir.Rus
Savunma Sanayisi,Çin ile çoklu savaş başlığı,yüksek enerjili ileri teknoloji ve
zengin uranyum kapasitesinin geliştirilmesi gibi balistik know-how
mübadeleleri içeren yakın ilişkileri halen yürütmektedir.
SSCB,Soğuk Savaşın başlangıcı ile birlikte kimyasal silah programını
başlatmış ve dünyanın en güçlü stokunu inşa etmiştir.143 Bu durum günümüz
itibari ile de geçerliliğini korumaktadır.Kimyasal maddelerle doldurulmuş olan
bomba,füze ve topçu mühimmatlarının yanında Rusya,“dördüncü nesil”
olarak addedilen kimyasalları da üretmeyi başarmıştır ki,bunlar en zehirli VX
maddesinden bile 5 ila 10 kat daha zehirlidir.144 Kimyasal Silahlar
Anlaşmasını 5 Kasım 1997 yılında onaylamış olan Rusya,tüm kimyasal silah
stokunu 2002 yılına kadar yok etmeyi kabul etmiş,ancak ekonomik yetersizlik
ve yok etme sürecinin zorlukları bunu henüz daha gerçekleştirmesine olanak
vermemiştir.Tabii ki bu yaklaşım iyimser bir beklentiler tablosunu temsil
etmektedir.Rusya’nın anlaşmayı imzalamış ve onaylamış olmasına rağmen
bu konuda ne kadar gönüllü olduğu elbette tartışmaya açık bir
konudur.Rusya’daki nükleer silah ve maddeler için geçerli olan güvenlik
zafiyeti,kimyasal silahlar için de aynı oranda geçerlidir.
SSCB,10 Nisan 1972’de Biyolojik Silahlar Anlaşmasını imzalamış ve
26 Mart 1975’de de onaylamıştır.Ancak anlaşmanın gereklerine uyduğunu
söylemek mümkün değildir.Kimyasal silah stoku kadar geniş olmasa da,
hatırı sayılır bir biyolojik silah stokuna ve bu alana ilişkin bilgi birikimine sahip
olmuştur.145 Bilinen tüm biyolojik maddeler ile silah ürettiği bilinmesine
rağmen SSCB’den Rusya’ya miras kalan silahların türü ve sayısı hakkında
açıklanmış veya elde edilmiş kesin bilgiler mevcut değildir.Aslında
günümüzde Rusya adına bu durumdan ziyade,endişe kaynağı olan başka
143 SSCB’nin ardılı olan Rusya bu stoku 40 000 ton olarak bildirmiştir. , “Russia Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 144 “Russia Profile,Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 145 Ayrıntılı bilgi için bkz. , “Russia Profile , Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06)
55
gerçekler mevcuttur.Biyoteknoloji konusunda Rus bilim adamlarının önemli
bir kaynak olması,biyolojik silah üretmek için gerekli bilgiler peşinde koşan
devletlere yeni açılımlar sunmaktadır.Rusya’daki ekonomik sıkıntılar
nedeniyle,iyi yetişmiş ve alanlarının uzmanı olan bilim adamları da,doğal
olarak,büyük olasılıkla diğer devletlerin cazip davetlerine icabet
etmektedirler.146
2.1.2. Büyük Güçler 2.1.2.1. Çin “Yanı başımda nükleer bir güç varken,rahat uyuyamam” prensibi ile
nükleer araştırmalarına 1955 yılında başlayan Çin,1964 yılına gelindiğinde ilk
başarılı testini gerçekleştirmiş ve günümüze kadar uzanan süreçte,
termonükleer silahları da kapsayan 45 başarılı test daha yaparak,yaklaşık
400 adet nükleer savaş başlığına sahip olmuş ve dünyanın üçüncü nükleer
gücü olma ünvanını elde etmiştir.147 Bu ünvanı ve BM Güvenlik
Konseyindeki veto gücünün bileşkesi,Çin adına önemli bir itici potansiyel
teşkil etmiştir.148 Küresel güç mücadelesinde,Rusya’ya daha yakın ve
mümkün olduğunca ABD karşıtı bir politika izleyen Çin’in,nükleer politikası da
aynı seyirde başlamış,geliştirilerek devam ettirilmiş ve halen de ısrarla bu
yönde sürdürülmektedir.
Nükleer güç olma adına atılması gereken adımların çok pahalı olduğu
gerçeğini iyi kavrayan Çin,özellikle 1980’li yılların başından 1990’lı yılların
ortalarına kadar,birçok devlete kendi ürettiği nükleer maddeleri,konu ile ilgili
bilgileri ve altyapıyı satarak “sağlayıcı” devlet konumu elde etmiştir.Bu
durumun varlığı doğal olarak,ABD’yi Çin adına rahatsız eden en önemli
konulardan biri olmuştur.149 Dünya devletlerine nükleer yayılma konusunda
146 Örneğin İran’ın resmi olarak , Rusya’dan biyolojik silah uzmanı kiralama talebinde bulunduğu bilinmektedir. , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Russia/index.html> , (01.04.06) 147 Çin’in sahip olduğu nükleer başlıkların cinsi ve özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , Robert S. Norris , William M. Arkin , “Chinese Nuclear Forces , 2000” , Bulletin of the Atomic Scientists , vol. 56 , no. 06 , (November/December 2000) , s.78-79. 148 “Çin Halk Cumhuriyeti , gerek büyük nüfusu , geniş yüzölçümü , gerekse devamlı yükselen ekonomik gücü ve potansiyeli ile uluslararası ilişkilerde her zaman dikkatlice değerlendirilmesi gereken bir büyük güçtür.” R.Kutay Karaca , Dünyadaki Yeni Güç Çin , Tek Kutuptan Çift Kutuba, IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.121. 149 Çin’in “sağlayıcı” devlet olarak , İran , Pakistan , Suriye , Libya ve diğer bazı devletlerle olan nükleer ticareti için bkz. , Frank J. Gaffney , “China Arms the Rogues” , <http://www.meforum.org/aricle/360>, (03.03.2006)
56
tehditkar davranan ABD’nin,söz konusu devlet Çin olunca tehditkar tavrını
temkinli olacak şekilde belirlediği söylenebilir.Örneğin Çin’in uzay
araştırmalarına bütün yoğunluğu ile devam ettiği bilinmektedir.Uzayın Çin
tarafından sivil amaçlı kullanımı söz konusu olduğu gibi,askeri amaçlı
kullanımı da gündemdedir.Bu durumun tehlikeli sayılabilecek bir uzantısı ise;
nükleer silahlara,uzay tabanlı projeler sayesinde yeni kullanım alanlarının
sağlanabilecek olmasıdır.Kanaatimizce bu durumu ABD de yakından takip
etmektedir.Söz konusu devlet Çin değil de İran olsaydı,uluslararası alanda
bugüne kadar çoktan yeni bir krizin gündeme gelmiş olacağını
söyleyebilirdik.Ancak Çin-ABD ilişkisinin özel bir düzlemde sürmesi sebebiyle
tehlikeli uzantıları olabilecek uzay araştırmaları konusunda henüz daha
ABD‘nin bir tepkisi olmamıştır.150
Avrasya’da etkinliğini sürdürmek isteyen ABD,bölgede Rusya–Çin işbirliğini
asla tercih etmediğinden nükleer yayılma dahil hiçbir konuda Çin ile sert
sayılabilecek bir mücadele içine girmemiştir.Çin ile birebir mücadeleden
ziyade Rusya’yı kendi safında tutmaya çalışarak dolaylı olarak Çin’e etki
etmeyi tercih etmiştir.Bu durumun da farkında olan Çin ise,ABD’nin
uluslararası ilişkilerde bazen “yumuşak karnı” olabilen İsrail ile silahlanma
konusunda yakınlaşma içine girerek durumu dengeleme yoluna gitmiştir.151
Ayrıca Tayvan meselesinde inisiyatifini kaybetmek istemeyen Çin,ABD
Başkanı Bush’un hem Amerika hem de Doğu Asya’daki müttefikleri için
düşündüğü füze savunma sistemine karşılık olarak,Aralık 2002’de orta
150 Çin’in sivil ve askeri amaçlı uzay çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , David J. Thompson,William R. Morris , China in Space , Civilian and Military Developments , Air War College Press,Maxwell Air Force Base , Alabama 2001 . s.9-14. , Lyle J. Goldstain,Andrew S. Erickson,China’s Nuclear Force Modernization,Naval War College Press, Rhode İsland 2005,s.7-8. 151 “Çin’in 1978 yılında başlattığı modernizasyon programı için İsrail , Çin’e tarım alanında yardım ve tavsiyelerde bulunmuştur.Bununla beraber Çin İsrail işbirliğinde en karlı bakış açısı Çin’in askeri modernizasyonu olmuştur…Çin Orta Doğu barış sürecinde daha etkili olabilmek için Mayıs 1994’te Şanghay’da dört gün süren Arap-İsrail barış görüşmeleri ile ilgili olarak bir konferans düzenlemiştir…İsrail bu tarihlerde Çin’in , barış sürecinde gerçek bir rol oynamaya başladığını belirterek , Kuzey Kore ile arasındaki silah satışı ile ilgili Çin’in arabuluculuğuna itiraz etmemiştir…Böyle bir etkinliğin Çin’in , “sorumlu” büyük güç olma imajını güçlendirmesinde yardım ettiği bir gerçektir.Barış sürecinin Çin için ekonomik değerinin kanıtı Çin-İsrail ekonomik ilişkilerinin hızla artması olmuştur… Çin özellikle 1991 Körfez Savaşına kadar İsrail’den yüksek teknoloji ürünü silah alımını arttırmıştır.Bu silah satışlarının söylentileri ve özellikle ABD’nin İsrail’i Amerikan Patriot teknolojisini Çin’e satmakla suçlaması ,o tarihlerde ABD-İsrail ilişkilerinin gerilmesine sebep olmuştur.” , Karaca , a.g.e. , s.149-151.
57
menzilli ve çok başlıklı füze sistemlerini modernize etmeyi başarmış ve ilk
denemelerini başarıyla tamamlamıştır.152
Çin,1984 yılında IAEA’ya üye olmuş ve ancak bundan 8 yıl sonra,
1992 yılında “resmi” olarak dünyadaki nükleer güce sahip beş devletten biri
olarak BM nezdinde kabul görmüştür.153 Bu yıldan itibaren Çin nükleer
politikasında ilginç sayılabilecek bir durum ortaya çıkmıştır.Kitle imha silahları
ve ilgili malzeme ve teknolojiler ile bunların fırlatma vasıtalarının yayılmasının
önlenmesine yönelik olarak oluşturulmuş ihracat kontrol rejimlerinin bir
benzerini Çin,kendisi için yapılandırmış ve uygulamaya başlamıştır.Bu
çabasının nedeni ise kanaatimizce,Soğuk Savaş sonrası süreçte,tek süper
güç olarak kalan ABD karşısında temkinli bir nükleer politika izleme
ihtiyacıdır.
Özellikle Orta Doğu devletlerine bol miktarda silah satan Çin,bu
durumu,2000’li yıllara kadar barışı tesis etme ve istikrar sağlama
çabalarından biri olarak addetmiştir.Birçok devlete nükleer silah ve malzeme
de sattığı bilinen Çin’in,2002 yılında,nükleer denetimlerle ilgili olarak sert
tedbirler ve denetim yetkileri veren Nükleer Silahların Yayılma Anlaşmasının
Ek Protokolünü diğer resmi dört nükleer devletten önce imzalaması,barış ve
istikrar tesis etme amaçlı silah satma politikasının göreceli olarak değiştiğini
göstermektedir.154
Çin,25 Nisan 1997 yılında , daha önce ürettiği Hardal Gazı ve Levisit
gibi iki kimyasal maddeyi deklare ederek,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını
onaylamıştır ve bu güne kadar da bu anlaşmanın bir gereği olarak 14 kez
Kimyasal Silahların Yasaklanması Organizasyonu (Organization for the
Prohibition of Chemical Weapons) tarafından denetlenmiştir.Yapılan
denetlemelerde olumsuz bir sonuç olmamasına rağmen ABD ısrarla,Çin’in
152 Yomiuri Shimbun , “China Successfully Tests Multi-Warhead Missiles” , <http://taiwansecurity.org/News/2003/YS-020803.htm> , (04.04.06) 153 “China Profile” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/China/index_5506.html > , (03.04.06) 154 Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasının Ek Protokolü’nün oluşum süreci , imzalayan , onaylayan ve yürürlüğe sokan devletler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , “Strengthened Safeguards System” : Status of Additional Protokols” , <http://www.iaea.org/OurWork/SV/Safeguards/sg_protocol.html> , (03.04.06)
58
saldırı amaçlı bir kimyasal silahlanma programı olduğunu ima etmektedir.155
II nci Dünya Savaşında,Japonya tarafından kimyasal saldırılara maruz kalan
Çin,tarihten aldığı derse istinaden Japonya ile bu konuda ikili bir anlaşma
imzalamıştır.Gerekçe olarak,kimyasal silahları savaşın ruhuna aykırı
bulduğunu beyan eden Çin’in,bir yandan da “sadece” Uygur bölgesinde
nükleer denemelerine devam etmesi,savaşın ruhu ve dolayısıyla da insan
hakları ile ilgili olarak bu tür beyanlarda bulunması elbette tutarsız bir tablo
ortaya koymaktadır.ABD’nin kendi adına yürüttüğü tek taraflı nükleer
politikaları haklı bulmasak bile,Çin adına ima ettiği , saldırı amaçlı kimyasal
silah programının varlığına,(konuyu yukarıda anlatılan tezat ışığında ele
alırsak),tam anlamıyla olmasa da inanılabileceği kanaatindeyiz.
Çin,15 Kasım 1984 tarihinde Biyolojik Silahlar Anlaşmasını da
imzalamış ve anlaşmanın her türlü gereğini yerine getireceğini
duyurmuştur.Ancak ABD tarafından,saldırı amaçlı bir biyolojik silah
programını yürüttüğü konusunda suçlanmış,dahası İran gibi yoğun silah
alışverişinde bulunduğu bazı ülkelere bu türden silahları da sattığı iddia
edilmiştir.Çin,Avustralya Grubu olarak adlandırılan ve gönüllülük esasına
göre kurulan,kitle imha silahları ihracat kontrol rejimine üye değildir.Ancak
bunun yerine,yukarıda bahsedilen kendi ihracat kontrol rejimini oluşturmuş ve
hali hazırda Avustralya Grubunun faaliyetlerine benzer şekilde bu rejimini
işletmektedir.
Çoğu dünya devletine nazaran henüz daha “kapalı” bir devlet
görüntüsü ortaya koyan Çin’in,kitle imha silahlarına ilişkin politikasının
gelecekte nasıl şekilleneceği,kanaatimizce ABD ile olan rekabetinin
açılımlarına bağlı olacaktır.
2.1.2.2. Fransa II nci Dünya Savaşının galipleri tarafında yer alan Fransa,savaş sona
erdiğinde,ABD ve hemen ardından SSCB’nin nükleer güç olmaları itibari ile,
orta büyüklükteki devletler safında kendini bulmuştur.Bu gerçeği Fransa,
155 “China Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/China/index_5506.html> , (03.04.06)
59
“bağımsız”156 bir politikanın ürünü ve aynı zamanda aracı olacak olan nükleer
güce kavuşarak lehine değiştirmeye çalışmış ve bunda da başarılı
olmuştur.Nükleer güce kavuşması,BM Güvenlik Konseyinin beş daimi
üyesinden biri olarak “büyükler” kulübünde yer almasına ve ABD’nin nükleer
şemsiyesi karşısında göreceli olarak mesafeli bir konum sergilemesine
olanak vermiştir.
Fransa 1960 yılında başladığı nükleer denemelerine,26 Ocak 1996’da
son vermiş ve bu süreç içerisinde 200 nükleer test gerçekleştirmiş olup 350
adet de nükleer savaş başlığı imal etmiştir.1996 yılındaki son nükleer
testlerinden sonra,aynı yıl Başbakanlık görevini sürdüren Jacques Chirac,
Soğuk Savaşın sona erdiği gerçeği ile hareket ederek,Fransız silahlı
kuvvetlerinin yapısının (özellikle nükleer güç yapılanmasının) değiştirilmesi ile
ilgili bir çalışma başlatmıştır.157Ancak nükleer gücü konusunda daima temkinli
davranan Fransa,bu çalışmanın yapılması esnasında da temkinli olmaya
özen göstererek,nükleer gücünü dikkate değer bir oranda azaltmaktan
kaçınmıştır.ABD ve Rusya arasında yapılan,stratejik silahların indirimi gibi
konularla ilgili görüşmelerin henüz daha Fransa için erken olduğu
beyanatlarında bulunan Chirac,bir bakıma Avrupa sınırları içerisinde söz
konusu olabilecek olan bir nükleer silahsızlanma sürecinin önünü tıkamıştır.
Avrupa güvenliğinin sağlanması ve NATO’nun askeri kuvvet
yapılanması ile ilgili kendine has fikirleri olan ve özellikle ABD ile “şiddetli
olmayan” bir fikir ayrılığına sahip olan Fransa gerçeği günümüzde halen
156 “Bağımsızlık , Soğuk Savaşın olanak verdiği manevra alanlarından yararlanarak Doğu Avrupa ve Rusya karşısında , Güney ve özellikle de Afrika ülkeleri karşısında sürdürülen diplomasiye verdiği isimdir.Bu yaklaşım yıllar içinde nöbetleşe Amerikan karşıtlığı ile Sovyet karşıtlığının , ideolojik tavırlar olmaktan çok Fransa’nın uluslararası rolünü daha iyi sürdürebilmesine olanak vermek üzere yapılmış tercihler olmasına götürmektedir.1980’li yılların başında büyüyen Sovyet gücü , Fransa’yı açıkça Amerika’nın yanında yer almaya itmiştir.Tıpkı Küba bunalımı sırasında (1962) olduğu gibi , François Mitterrand da , Alman Parlamentosunda 20 Ocak 1983’te verdiği dikkate değer bir söylevde , Avrupa füzelerinin konuşlandırılmasına destek vermiştir.Buna karşılık Gorbaçov’un iktidara gelişi ve Soğuk Savaşın ABD’nin uluslararası ağırlığını güçlendirerek sona ermesinden sonra Fransız diplomasisi , Avrupa’daki dengeyi olabildiğince sürdürebilmek amacıyla Moskova’yla yakınlaşmaya başlamıştır.Bu denge Paris için hem kendi rolünün hem de potansiyel rakip Almanya’nın “çembere alınmasının” güvencesi olmuştur.” Touraine , a.g.e. , s.295.-296. 157 1995 yılında , 11 ay sürecek olan nükleer test programını başlattığını ilan eden Chirac , Avrupa devletlerinin şiddetli itirazlarına rağmen bu süreci başlatmış ancak aynı sürecin 5 nci ayında gerekli testleri tamamlayan Fransa , nükleer testlerine o günden itibaren son vermiştir. Stanley R. Sloan , “French Defence Policy : Gaullism Meets the Post Cold War World” , <http://www.armscontrol.org/act/1997_04/sloan.asp> , (30.01.06)
60
mevcuttur.Özellikle NATO’nun Soğuk Savaş sonrası askeri entegrasyon
sürecinde,Fransa’nın göze alamadığı yegane husus nükleer gücünü NATO
emrine sunmak,yani kendince bir anlamda ABD’nin hizmetine sunmak,
olacaktır.Fransa’nın uluslararası teröre ilişkin yaklaşımı ABD’ninki ile paralel
bir görünüm arz etse de158,kanaatimizce bu durum asla Fransa’nın ABD
“alerjisi”ni tedavi etmesine yetmeyecektir.Dolayısıyla da yakın gelecekte
Fransa’nın nükleer güce sahip olduğu ilk günden beri izlemiş olduğu
“bağımsız” nükleer politika,belki sadece Avrupa güvenliği çerçevesinde
oluşabilecek yumuşak kırılmalarla devam edecektir.
I nci Dünya Savaşında Almanya’nın Fransa’ya karşı kimyasal silah
kullanması üzerine,Fransa da misillemede bulunmuş ve sadece bu silahlar
yüzünden 100 000 civarında asker ölmüştür.159 II nci Dünya Savaşının
başına kadar Fransa,kimyasal silah stokunu işlevsel halde tutmuş ve savaşın
hemen ardından da yok etmiştir.1601988 yılında Mitterrand,Fransa’nın
kimyasal silahı olmadığını ve gelecekte de asla üretmeyeceğini beyan
etmiştir.2 Mart 1995 yılında Kimyasal Silahlar Anlaşmasını onaylayan
Fransa’nın,anlaşma gereklerine uygun olarak,saldırı amaçlı kimyasal silah
programı olmadığı ve yakın gelecekte de olmayacağı değerlendirilmektedir.
Fransa 1921-1926 ve 1935-1940 yılları arasında olmak üzere iki
biyolojik silah programı yürütmüştür.Ancak,kimyasal silah stoku ile beraber
biyolojik silahlarını da imha ettiği tahmin edilmektedir.27 Eylül 1984 yılında
Biyolojik Silahlar Anlaşmasını onaylayan Fransa’nın,yakın gelecekte saldırı
amaçlı biyolojik silah (veya kimyasal silah) programına başlama ihtimalini,
“ezeli düşmanı” Almanya’nın bu türden silahlara ilişkin çalışmalara başlaması
ile doğru orantılı olarak değerlendirebiliriz.
158 Fransa Cumhurbaşkanı Chirac , Ocak 2006’da , ülkenin kuzeybatısında bulunan L’ile-Longue nükleer denizaltı üssünde incelemelerde bulunmuş , burada sorulan bir soruyu yanıtlarken de , 11 Eylül sonrası süreçte genelde ABD söylemlerinden duymaya alışık olduğumuz şekilde , Fransa’nın teröre karşı , sadece konvansiyonel değil “başka” silahlar da kullanabileceğini söylemiştir.”Başka” silahlardan kastı , soruyu cevapladığı yer itibari ile de kolayca anlaşılabileceği gibi nükleer olanlardır., <http://www.bbc.co.uk/turkish/europa/story/2006/01/printable/060119_france_nuke.sht...>,(12.02.06) 159 <http://www.fas.org/nuke/guide/france/cbw/> , (04.04.06) 160 “France Profile-Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/France/index.html>,(04.04.06)
61
2.1.2.3. İngiltere İngiltere de aynı Fransa gibi,en azından askeri güç olarak,ABD’nin çok
gerisinde kalmamak için,1945 yılında nükleer silah yapmaya niyetlenmiş
ancak ilk başarılı denemesini ABD’nin yardımıyla 1952’de yapabilmiştir.1998
yılına kadar geçen zamanda 200 adet stratejik,148 adet de taktik nükleer
savaş başlığı üretmiştir.BM nezdinde resmi beş nükleer devletten birisi olan
İngiltere,Soğuk Savaşın sürdürüldüğü zaman diliminin gereklerine uygun
olarak silahlanmaya önem vermiş,Soğuk Savaş ertesinde,özellikle nükleer
alanda silahsızlanma girişimleri konusunda istekli bir tavır
sergilemiştir.Silahsızlanmadan kasıt, elbette tüm nükleer silah stokunu yok
etmek değildir.Temmuz 1998’de,Stratejik Savunma yaklaşımını yeniden
belirleyen İngiltere,nükleer güç olarak,içinde 48 adetten fazla nükleer savaş
başlığı olmayacak şekilde sadece tek bir denizatlıyı işlevsel halde tutmanın
yeterli olacağını kabul etmiştir.Buna istinaden,belirli bir zamana bağlı
kalmaksızın,stratejik savaş başlıklarının neredeyse tamamı ve taktik savaş
başlıklarının da büyük bölümü sökülme işlemine tabi tutulacaktır.Nükleer
Silahların Yayılması Anlaşmasının Ek Protokolünü de kabul eden İngiltere’nin
bu tavrıyla diğer devletlere örnek olduğu bile söylenebilir.
1957 yılında kimyasal silah stokunun içeriğini açıklayan İngiltere,bu
açıklamanın ardından bu stokunu imha etmiştir.İngiltere 13 Mayıs 1996
yılında,Kimyasal Silahlar Anlaşmasını onaylamıştır.Yakın gelecekte,bu
türden silahlara sahip olma çabası içine girmesi ihtimalinin düşük olduğu
söylenebilir.İngiltere,Rusya’ya,sahip olduğu kimyasal silah stokunu imha
edebilmesi için parasal yardımda bulunmaya devam etmektedir.161
1936-1956 yılları ararsında İngiltere,saldırı amaçlı biyolojik silah
programı yürütmüştür.1956 yılından bu güne kadar da bir daha böyle bir
girişimde bulunmamıştır.İngiltere,26 Mart 1975 tarihinde Biyolojik Silahlar
Anlaşmasını onaylamıştır.Anlaşmanın gereklerine karşı olan desteğini
belirtmek için de,ABD ve Rusya ile birlikte,28 Mart 2005 tarihinde anlaşmayı
savunduklarını beyan bir deklarasyon yayınlamıştır.Saldırı amaçlı biyolojik
silah programı yürütmeyen İngiltere aynı zamanda,olası biyolojik silah
161 “U.K. Profile–Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/UK/index.html> , (04.04.06)
62
saldırısına karşı savunma araç,gereç,giysi ve ekipmanları geliştirme ve
üretme konusunda dünyadaki önemli devletlerden biridir.162 2.1.3.Nükleer Güç Olma Yolunda İlerleyen Devletler 2.1.3.1. Hindistan Hindistan nükleer alandaki çalışmalarına 1930’larda başlamış,
akabininde (1945 yılında) ilk temel Nükleer Fizik Araştırma Enstitüsünü
kurmuş ve 1948 yılında da kendi Atom Enerjisi Komisyonunu kurup işletmeye
başlamıştır.1958 yılına kadar nükleer enerji konusuna yoğunlaşan Hindistan,
1966 yılı itibari ile nükleer silah teknolojisi üzerine eğilmeye başlamış ve takip
eden 18 ay içerisinde nükleer silah üretebileceğini açıklamıştır.163 Nükleer
güce ulaşmada açıkladığı zaman sürecine uyamamasına rağmen,6.5 yıllık bir
gecikmeyle 1974’te,Hindistan ilk nükleer denemesine “barış amaçlı nükleer
patlama” adını vermiş ve 15 kilotonluk bir atom bombası patlatarak bu
denemeyi başarıyla gerçekleştirmiştir.1998 yılında yaptığı 6 nükleer
denemesine kadar geçen zamanda,kaç adet nükleer silaha sahip olduğu tam
olarak bilinmemektedir.Ancak bu 6 denemeden sonra kendisini nükleer
devlet olarak tüm dünyaya açıklaması iki türlü yorumlanabilir;ya sahip olduğu
gücün küçümsenemeyecek oranda büyük olduğu ya da Pakistan ile olan güç
mücadelesine istinaden caydırma amaçlı bir açıklama olduğudur.
Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasına taraf olmayan Hindistan,
1998 yılı denemeleri ile ABD’yi oldukça fazla oranda şaşırtmıştır.164 Bu
girişimi,silahsızlanma adına yapılan çabaların,dünya için aslında çok da
anlamlı olmadığını göstermesi açısından önemlidir.ABD,silahlanma eğilimi
içinde olan devletlere “haydut” sıfatını uygun görürken,Hindistan konusunda
bu kadar sert davranmamıştır.Asya coğrafyasında Rusya ve Çin ile
girişilebilecek ve ABD yi devre dışı bırakacak her türlü işbirliği,Hindistan için
olası bir durum iken,ABD’nin böyle bir riski almasının söz konusu dahi
olmadığını söyleyebiliriz.Nükleer enerji konusunda 1950’li yıllardan beri ABD-
Hindistan işbirliği mevcuttur.Ancak,Hindistan’ın bu alandan nükleer silah 162 “U.K. Profile–Biological”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/UK/index.html> , (04.04.06) 163 “Nuclear Testing Cronology” , <http://www.atomicarchive.com/Reports/India/index.shtml> , (08.04.06) 164 Christopher E. Paine , “India’s Nuclear Explosions , Where do They Lead” , <http://www.nrdc.org/nuclear/aindia.asp> , (02.04.06)
63
denemelerine doğru kayması,ABD istihbarat birimlerince bile olası
görülmemiştir.Tüm dünya için sürpriz bir nükleer devlet niteliği teşkil eden
Hindistan’ın,bulunduğu coğrafya ve önemine binaen uluslararası alanda
özellikle de ABD baskısı ile karşılaşmaması,diğer devletler için bu konuda
mutlak surette özendirici bir rol oynayacaktır ki,bu durumun mantıksal
çıkarımı,ABD tarafından “haydut devlet” olarak nitelendirilmemiş her ülke,
gizli şekilde nükleer güce kavuşursa,uluslararası alanda fazla problemle
karşılaşmayacağı şeklinde olabilecektir.
Nükleer gücüne sessiz adımlarla kavuşan Hindistan,kimyasal silahlar
konusunda da aynı tavrı sergilediğini söyleyebiliriz.1993 yılında imzaladığı
ancak 09 Mart 1996’da onayladığı Kimyasal Silahlar Sözleşmesinin
gereklerine rağmen,1997 yılına kadar kimyasal silahlarının varlığını
reddetmiştir.Çinli uzmanların tahminlerine göre,1000 tondan az olmamak
üzere hardal gazı üretmiş olan Hindistan,2007 yılına kadar sahip olduğu her
türlü kimyasalı yok etmeyi taahhüt etmiştir.165
Hindistan,15 Temmuz 1974 yılında Biyolojik Silahlar Sözleşmesini
onaylamış ve bugüne kadar da anlaşmanın gereklerine uygun olarak hareket
etmediğini gösterecek herhangi bir faaliyette bulunmamıştır.
2.1.3.2. Pakistan 1970’li yılların başında uranyum zenginleştirme faaliyetine başlayan
Pakistan,Amerikan istihbarat birimlerinin verilerine göre,1990 yılı itibari ile
birinci nesil nükleer silahları üretebilme kapasitesine ulaşmıştır.166 Pakistan,
Hindistan’ın nükleer stratejisi ile aynı doğrultuda hareket etmiştir ve 1998 yılı
Hint nükleer denemelerinin hemen ardından kendi denemelerini başarıyla
geçekleştirmiş,bu denemelerinin ardından da nükleer devlet olduğunu
dünyaya açıklamıştır.Hindistan gibi,Pakistan da Nükleer Silahların Yayılması
Anlaşmasına taraf değildir.Nükleer gücüne ulaşmada Çin’in ciddi yardımları
olduğu bilinmektedir.ABD’nin “haydut” olarak nitelendirmediği 3 devletten biri
olan Pakistan,11 Eylül sonrası süreçte terörle mücadele kapsamında ABD
165 “India Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/India/index_1757.html> , (09.04.06) 166 “Pakistan Profile – Nuclear”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06)
64
ile işbirliğinde bulunmuş,“terörist devlet” olarak anılmanın sınırlarını zorlayan
bir devletken,artık stratejik ortak olarak anılmaya başlamıştır.Elinde
bulundurduğu nükleer güç kapasitesi belirsizliğini sürdürmekle beraber,
Hindistan ile kıyas edildiğinde daha hızlı gelişme gösterdiği bilinmektedir.
Genel olarak nükleer güce sahip olma,dünya çapında güçlü olma
adına yapılan bir girişim olarak düşünülürken,Pakistan ve Hindistan’ın bu
konudaki girişimlerinin,bahsedilen güce ulaşmaktan ziyade,kendi aralarında
oynadıkları ve uzun yıllar daha oynayacakları düşünülen,diplomatik güç
gösterisi oyununa benzediğini söyleyebiliriz.
Pakistan,13 Ocak 1993’te Kimyasal Silahlar Anlaşmasını imzalamış ve
28 Ekim 1997’de onaylamıştır.Bugüne kadar,kayda değer bir kimyasal silah
üretim bilgisi mevcut değildir.16710 Nisan 1972 tarihinde imzaladığı ve 25
Eylül 1974’te onayladığı Biyolojik Silahlar Anlaşmasını da keza bugüne kadar
ihlal etmediği değerlendirilmektedir.Ancak Pakistan gelişmiş laboratuarlara
sahiptir ve bu da istenildiği takdirde kısa zamanda saldırı amaçlı biyolojik
silah üretebileceği anlamına gelmektedir.168
Pakistan’ın yakın ve uzak gelecekteki,kitle imha silahlarına yönelik
politikalarının,tamamıyla Hindistan’ınkiyle aynı doğrultuda gelişeceğini iddia
edebiliriz.Ancak uluslararası alanda da gündem konusu olarak geniş yer
tutmuş olan Keşmir sorununun çözümünün,iki devletin de nükleer
silahlanmasıyla ilişkili olabileceğini düşünmüyoruz.Aksine çözümsüzlüğe yani
bir bakıma savaşa her gün daha yaklaşıldığı kanaatindeyiz.
2.1.3.3. İsrail Orta Doğu coğrafyasında bulunan ve bu coğrafyadaki hemen hemen
tüm devletlerin düşmanı olan İsrail,bu gerçeği kurulduğu ilk zamanlarda dahi
iyi analiz etmiş ve güvenliğini sağlamak açısından başvurulabilecek en doğal
yol olan silahlanma konusuna her zaman önem vermiştir.Silahlanmanın etkili
bir caydırıcı güç olabilmesi adına da,kitle imha silahlarının üretimine 1950’li
167 “Pakistan Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06) 168 “Pakistan Profile – Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Pakistan/index.html> , (09.04.06)
65
yılların sonlarına doğru başlamıştır.Dimona169 isimli araştırma merkezini
kurmuş ve günümüze kadar da faal olarak bu merkezde nükleer silah
üretimine devam etmiştir.Bu konuda Fransa’nın İsrail' e büyük yardımlarda
bulunduğu bilinmektedir.1955 yılının Ocak ayında Guy Mollet'in
başkanlığında kurulan Fransız Hükümeti,Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı
destekleyen Nasır ve benzeri Arap liderlerine karşı daha sert politikalar
izleme kararı alırken,İsrail'le de ilişkilerini geliştirmiştir.Fransa İsrail'e
öncelikle yüksek performanslı bombardıman uçakları satmış,Şimon Perez
tarafından organize edilen kapsamlı silah ticareti sayesinde de Fransa'dan
İsrail'e silah akmıştır.170 Buna karşılık İsrail,Orta Doğu,ABD ve Avrupa
hakkındaki istihbaratını Fransızlarla paylaşmayı kabul etmiştir.171 Bu süreçte
İsrail,Fransa'dan nükleer çalışmaları için yardım istemiş ve Süveyş Kanalı
Savaşı'nda silahların patlamasından kısa bir süre sonra da istediği yardımı
almıştır.İsrail nükleer reaktörünün yapımı için gerekli izinleri veren Fransız
Hükümeti'nin kararı 1957 yılının Eylül ayı sonunda imzalanmış ve İsrail Orta
Doğu Coğrafyasındaki tek nükleer devlet olma yolunda önemli adımları
böylece atmıştır.
Nükleer Silahların Yayılması Anlaşmasına taraf olmayan İsrail,ürettiği
silahları ilk kullanan olmayacağı yönünde beyanlarda bulunmuş ve bu
silahlara sahip olmasına rağmen Arap devletleriyle yaptığı savaşlarda da
kullanmamıştır.İsrail’in nükleer silah üretimine başlaması,özellikle Orta 169 Dimona nükleer tesisinin yapımı ile ilgili Erdoğdu şunları yazmıştır ; “İsrail'in stratejik amacı, termonükleer silahlan, füzeleri, gelişmiş uçak sistemleriyle Sovyetler Birliği'ndeki hedefleri vurabi-lecek vurucu güce sahip olmaktı. Bu muazzam projenin maliyeti, Dimona'daki tesislerin çoğunun yeraltında inşa edilmesi sebebiyle daha da yükselmiş , İsrail'in harcamaları milyarlarca dolara ulaşmıştı.Ben Gurion Dimona'nın bitirilmesi işinin İsrail bütçesi dışındaki kaynaklardan finanse edilmesi gerekliliğini kavradığında hemen harekete geçti. 1960 yılında Şimon Perez, İsrail kaynaklarına göre daha sonra Otuzlar Komitesi adıyla anılacak olan, seçkin ve güvenilir bağışçılardan müteşekkil bir komite kurmaya karar verdi. Paris'ten Baron Edmond de Rotschild ve New York'lu Abraham Feinberg gibi zengin Yahudilerden, Perez'in "özel silah" adını verdiği program için para vermeleri istendi. Bu Yahudi zenginler oldukça yüklü bağışlar yaptılar. Daha sonra, Dimona tamamlanınca bağışta bulunanlara Dimona'daki tesisler gezdirildi.Nükleer bomba edinilmesi amacıyla her yıl yüz milyonlarca dolarlık kaynağın yanı sıra ülkedeki tüm birikim kullanıldı. Bilim adamı kadroları Dimona için harekete geçirildi. Burada çalışan İsrailli bilim adamı sayısının 1500'e ulaştığı zamanlar oldu.” Erdoğdu , a.g.e. , s.239. 170 Erdoğdu , Büyük İsrail … , s.237. 171 “İsrail'in özellikle Kuzey Afrika'da üçlü bir haber alma ağı bulunuyordu. Zira Yahudiler, tüccar ve iş adamı olarak Arap mahallelerinde yaşıyorlardı. Cezayir'de 100.000'den fazla Yahudi vardı. İsrail hükümeti bunları hem Ulusal Kurtuluş Hareketi ile ilgili istihbarat işlerinde kullanıyor, hem de Fransa ile işbirliği yapmalarını teşvik ediyordu.” Erdoğdu , Büyük İsrail … , s.237-238.
66
Doğu’da,dünyada silahsızlanma ile ilgili tüm çabalara darbe vurulması
anlamını taşımıştır.IAEA’nın hiçbir denetimini kabul etmeyen İsrail,aynı
kurumun başkanı olan Muhammed El Baradei’nin Temmuz 2004’teki
ziyaretini kabul etmiş ancak silahsızlanma veya denetim ile hususlarda,
uluslararası alandaki işbirliğini Orta Doğu’da kalıcı bir barışın
sağlanmasından sonra değerlendirebileceğini açıklamıştır.172 1990’lı yılların
başı ile İsrail’in sahip olduğu nükleer silah sayısının 100-200,günümüz itibari
ile de 400 adet olduğu tahmin edilmektedir.173
İsrail’in resmi bir beyanatı olmamasına rağmen,güçlü olduğu
değerlendirilen saldırı amaçlı kimyasal bir silah programı olduğu
düşünülmektedir.Nes Ziona da konuşlu Biyolojik Araştırma Merkezinin bu
amaçla kullanıldığı,1992 yılında bu merkezden Amsterdam’a gönderilen
dimetil metilfosfonat maddesi olduğuna dair bilgilere istinaden,özellikle
komşu Arap devletleri tarafından iddia edilmektedir.Adı geçen maddenin sinir
gazı üretiminde kullanılabileceği bilinmektedir.Bu duruma açıklama getirmeye
çalışan İsrail yetkilileri,gaz maskesi denemeleri maksadıyla bu maddeyi
ürettiklerini söylemişlerdir.174 Ancak İsrail’in 13 Ocak 1993 tarihinde,
Kimyasal Silahlar Anlaşmasını imzalaması ve fakat onaylamaması,saldırı
amaçlı kimyasal silah programına ilişkin iddiaları gündemde tutmaktadır.
Biyolojik silahlar konusuna gelince,1948 yılında Hayfa yakınlarında
bulunan Acra’nın sularını,özel bir İsrail askeri birliğinin,tifo ve dizanteri
bakterileri ile kirlettiğine dair emareler mevcuttur.İsrail’in komşu devletleri
tarafından,saldırı amaçlı biyolojik silah programı yürüttüğü iddia
edilmektedir.Biyolojik Araştırma Merkezinde,silah üretme yönünde
çalışmalarına devam ettiği düşünülen İsrail,bu iddiaları kabul etmemekte
ancak merkezin konuşlu olduğu bölgede meydana gelen ilginç ve ani ölümleri
172 “Israel Profile – Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06) 173 “Israel Nuclear Weapons” , <http://www.fas.org/nuke/guide/israel/nuke/index.html> , (10.04.06) 174 “Israel Profile – Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06)
67
de açıklayamamaktadır.175 Biyolojik Silahlar Sözleşmesini imzalamaması da
bu yöndeki fikirleri desteklemektedir.
Bulunduğu coğrafyanın kendisine sağladığı tüm olumsuzlukları,askeri
gücünü üstün tutarak önlemeye çalışan İsrail’in,bu tutumunu yakın gelecekte
de sürdüreceğini ve askeri gücünün de vazgeçilmez unsuru olan kitle imha
silahlarını üretmeye de devam edeceğini söyleyebiliriz.
2.1.4. Nükleer Güç Olmak İsteyen Devletler 2.1.4.1. İran 1959 yılında ABD’den satın aldığı bir reaktör ile nükleer enerji üretimi
faaliyetlerine başlayan İran yaklaşık 50 yıldır,bazı zaman dilimlerinde
kesintiler olsa da176 ,bu faaliyetine devam etmektedir.177 Nükleer programı
esas itibariyle 1991 yılından hızlandırılmış ve bundan sonra uluslararası
alanda dikkat çekmeye başlamıştır.İran’ın Çin,Pakistan,Rusya,Almanya,
İngiltere ve Güney Afrika gibi ülkelerle bu alanda çeşitli zamanlarda işbirliği
gayreti içerisinde bulunduğu bilinmektedir.178 Bu güne kadar nükleer silaha
sahip olduğu konusunda kesin bir delil olmamakla beraber,IAEA’nın yaptığı
denetimlerde İran’ın bazı nükleer altyapı geliştirme ve nükleer silah üretimi
için gereken maddeleri elde etmesi gibi önemli konuları rapor etmediği
belirlenmiştir.179 Bu durum,Afganistan ve Irak müdahalelerinin hemen
sonrasında İran üzerine yoğunlaşması beklenen ABD için bir fırsat teşkil
etmiştir.Afganistan müdahalesine beklenenin aksine fazla tepki vermeyen ve
hatta müdahale esnasında bazı alanlarda ABD’ye yardım bile eden İran,
1983 yılında Beyrut’ta bulunan Amerikan Deniz Kuvvetleri kışlalarına yapılan 175 İsrail Dış İşleri Bakanlığı , Biyolojik Silahlar Anlaşmasının imzalanmasına ilişkin politikasını tekrar gözden geçireceğini bildirmiş ancak günümüze kadar konuya ilişkin daha önceki yaklaşımında bir değişim olmamıştır. , “Israel Profile – Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Israel/index_3552.html> , (10.04.06) , Kendini asla güvende hissetmeyeceğini değerlendirdiğimiz İsrail’in , bu yöndeki politikasının , Orta Doğu barış süreci tamamlansa bile asla değiştirmeyeceğini değerlendiriyoruz. 176 Kesintilerden kasıt , Şah rejimi döneminde başlatılan nükleer yapılanmanın Humeyni hükümeti tarafından 1978-1980 yılları arasında durdurulmasıdır.Cankara , a.g.e. , s.108. 177 A.Serdar Erdurmaz , “İran ve Nükleer Programı” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 3 , Sayı 6, (Aralık 2005) , s.73. 178 İran’ın adı geçen devletlerle nükleer alandaki işbirliği çabalarını ve bu çabaların sonuçları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Cankara , a.g.e. , s.117-139. , Erdurmaz , a.g.m. ,s.73-80. , Erdurmaz , a.g.e. , s.173-175. 179 “İran Profile – Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/index.html> , (09.05.06) , Michael Rubin , “The Radioactive Rebuplic of İran” , Wall Street Journal , (16 January 2006) , Makaleye elektronik ortamda ulaşmak için bkz. , <http://www.meforum.org/article/699> , (18.03.06)
68
saldırıları desteklediği gerekçesi ile Ocak 1984’te ABD tarafından “şer
ekseni” ülkeleri içinde anılmış180 ve bugüne kadar da öyle kalmıştır.Bu
bağlamda düşündüğümüzde İran’a ait resmi bir nükleer silah elde etme
stratejisinin olup olmadığı tartışmalı bir hal almaktadır.Tek başına ABD’nin bu
iddiada bulunması kanaatimizce yeterli görünmemektedir.Fakat Pakistan
örneğinden sonra İran’ın da bu alanda cesaretlenmesi ve İran tarafından
ezeli düşman olarak kabul edilen İsrail’in nükleer silahlara sahip olması gibi
iki göz ardı edilemez gerçek durumun varlığı karşısında yapılabilecek basit
bir akıl yürütmesiyle,Eisenstadt’ın da üzerinde durduğu gibi özellikle sınırları
belirlendiğinden bu yana barış içinde olduğu Türkiye gibi komşularını rahatsız
etme pahasına181,İran’ın nükleer silaha sahip olmak isteyeceğini
düşünebiliriz.Bunların yanında Rusya desteğini de ele aldığımızda bu olgu
daha da güçlenmektedir.182
İran’ın Nükleer Silahların Yayılması Antlaşmasına taraf devletlerden
biri olmasının yanında aynı antlaşmanın ek protokolünü de imzalamış olması,
IAEA tarafından yapılmak istenen tam yetkili denetimlere karşı direnmesini
bir bakıma anlamsız hale getirmektedir.Dahası Büyük Orta Doğu Projesini
gerçekleştirmek için çaba sarf eden ABD’nin işini de bu vesileyle
kolaylaştırmaktadır.
İran,Irak ile yürüttüğü savaş boyunca kimyasal silah saldırısına maruz
kalmış ve bu gerçeğe istinaden 1982-1988 yılları arasında kendisi de saldırı
amaçlı bir kimyasal silah programı başlatmıştır.Ancak 1997 yılında onayladığı
Kimyasal Silahlar Antlaşmasının gereği olarak bütün kimyasal silahlarını yok
ettiğini ve bu alandaki programını tamamen durdurduğunu beyan etmiştir.183
180 ABD’nin İran’ı “şer ekseni” devletlerden biri olarak ilan etmesinin sebepleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İnat , a.g.e. , 260-265. 181 Michael Eisenstadt , “Iran’s Nuclear Ambitions & U.S. Options” , s.1. , <http://www.meforum.org/article/699> , (18.03.06) 182 Tabi burada Rusya’nın önünde bulunan büyük bir ikilemin varlığından da bahsedebiliriz.Bir yanda Orta Doğu coğrafyasındaki stratejik üstünlüğün ABD’ye kaptırılmaması , diğer yanda Rusya tarafından İran’a desteğin devam etmesi halinde ABD’nin özellikle ekonomik alanda Rusya’ya yaptığı yardımların sona ermesi.Rusya’yı mutlaka bir tercihe zorlayacağını düşündüğümüz bu ikilemin sonucu kısa vadede Orta Doğu coğrafyası üzerindeki güç mücadelesinin de sonucunu belirleyecektir.Robert O.Freedman , “Putin,Iran and the Nuclear Weapons Issue” , Problems Of Post Communism , vol.53 , no.2 , pp.39-48. 183 “Iran Profile-Chemical”,<http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/Chemical/index.html>, (09.05.06)
69
Ancak ABD İran’ın halen sarin,hardal ve fosgen gibi kimyasalları ürettiği
konusunda iddialarda bulunmaktadır.1973 yılında Biyolojik Silahlar
Antlaşmasını da onaylamış olan İran’ın184 biyolojik silah ürettiğine dair bir veri
asla bulunamamıştır.Her ne kadar ABD İran’ın 1980’li yılların başından
itibaren biyolojik silah ürettiğini iddia etse de,uluslararası toplumda İran’a
karşı böyle bir yargının olmadığını düşünüyoruz.
2.1.4.2. Kuzey Kore
Kuzey Kore nükleer enerji alt yapısını tesis etmeye 1964 yılında
başlamış ve 1965 yılında da SSCB’den bir nükleer reaktör satın alarak,
nükleer enerji üretebilir hale gelmiştir.185 Güney Kore ile olan anlaşmazlığı ve
ABD’nin de iflah olmaz hasmane tutumunu bahane ederek nükleer enerji
üretiminden nükleer silah üretimine geçme emellerini her zaman açıkça dile
getiren Kuzey Kore’nin günümüz itibariyle elinde nükleer silah bulunup
bulunmadığı kesin olarak bilinememektedir.Ancak Amerikan istihbarat
örgütlerinin yaptığı tahminlere göre 1 ila 3 arasında nükleer başlık sahibi
olabileceği değerlendirilmektedir.Kuzey Kore Nükleer Silahların Yayılması
Antlaşmasını 1985 yılında imzalamış ancak 1992 yılına kadar toprakları
üzerinde antlaşmanın gereği olan herhangi bir uluslararası denetime izin
vermemiştir.1992 yılında IAEA tarafından yapılan denetimde Kuzey Kore’nin
2 nükleer başlık üretebilecek kapasiteye eriştiği bildirilmiştir.186
Kuruluşundan bu yana ABD’nin Asya coğrafyasındaki baş düşmanı
olan Kuzey Kore,ABD tarafından “şer ekseni” devletlerinden biri olarak ilan
edilmiştir187.Ancak bu durumun varlığı,Kuzey Kore’yi uluslararası toplumdan
bağımsız bir nükleer politika izlemekten alıkoyamamıştır.O kadar ki,10 Ocak
2003 tarihinde,daha önce imzalamış olduğu Nükleer Silahların Yayılması
Antlaşmasını kendi adına feshettiğini açıklamıştır.188 Gerçi ekonomik gücünün zayıf olması nükleer güç olma adına sarf ettiği çabaları mutlaka 184 “Iran Profile-Biological”, <http://www.nti.org/e_research/profiles/Iran/Biological/2299.html> , (09.05.06) 185 “North Korea Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 186 “North Korea Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 187 Elisa D.Harris , “Threat Reduction and North Korea’s CBW Programs” , The Nonproliferation Review , (Fall/Winter 2004) , p.86. 188 İnat , a.g.e. , s.296.
70
olumsuz yönde etkileyecektir.Ancak burada “düşmanımın düşmanı
dostumdur” prensibinin Çin tarafından devreye sokulması ihtimalinin yüksek
olduğunu da unutmamak gerekmektedir.
Başlangıç zamanı tam olarak bilinmemesine rağmen,Kuzey Kore’nin
aktif ve saldırı amaçlı bir kimyasal silah programını yürüttüğü bilinmektedir.
Silah olarak kullanmak maksadıyla yılda 4500 ton kimyasal madde
üretebilmektedir.189 Kuzey Kore,nükleer politikasında olduğu gibi kimyasal
silah üretme politikasında da uluslararası toplumdan bağımsız hareket etme
isteğinde olduğu için Kimyasal Silahlar Antlaşmasını imzalamamıştır.Biyolojik
Silahlar Antlaşmasını 1987 yılında imzalayan Kuzey Kore’nin 1980’li yılların
başından beri saldırı amaçlı biyolojik silah programı yürüttüğü konusunda
ciddi endişeler mevcuttur.190
2.1.4.3. Libya Libya’nın nükleer güç olma tutkusu 1969 yılına kadar uzanmaktadır.191
Bu tarihten itibaren Orta Doğu coğrafyasında İsrail’e karşı etkili bir güç
olabilmek için Libya yoğun bir gayret içerisine girmiştir.Nükleer alanda
SSCB,Mısır,Pakistan ve Çin ile işbirliğinde bulunma çabası göstermiştir.Bu
konuda ne kadar başarılı olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber,nükleer
güç olma tutkusunu 2003 yılına kadar sürdürebilmiştir.Uzun yıllar teröre
verdiği destek ve nükleer silah elde etme çabası birleşince hem BM hem de
güçlü devletlerin gözünde şer ekseninin vazgeçilmez bir öğesi haline gelmiş
olması ve maruz kaldığı ambargolarla uluslararası sistemden kopmanın
eşiğine yaklaşması,Libya’yı nükleer silah elde etme çabasından
vazgeçirmiştir.19 Kasım 2003 tarihinde Kaddafi,Libya’nın artık nükleer güç
peşinde koşmayacağını tüm dünyaya duyurmuş ve 1975 yılında onayladıkları
ancak gereklerini yerine getirmedikleri Nükleer Silahların Yayılması
189 “North Korea Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 190 “North Korea Profile-Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/NK/index.html> , (09.05.06) 191 Aynı yıl içerisinde , orduda albay rütbesine sahip olan Kaddafi , Kral İdris’e nükleer güç olmanın gerekliliği konusunda telkinlerde bulunmaktaydı.İsrail tehdidine karşı caydırıcı bir güç olacağı fikri Kral İdris’te de hasıl olunca nükleer altyapıyı oluşturma çabaları başlamıştır.Yana Feldman,Charles Mahaffey , “Country Profile – Libya” , <http://www.sipri.org/contents/expcon/ense1lya.html> , (03.03.06)
71
Antlaşmasının tüm şartlarını da yerine getireceklerini bildirmiştir.192 Bu
konudaki samimiyetin bir ispatı olarak da IAEA’yı denetim yapmak üzere
ülkesine davet etmiştir.
Libya 1987 yılında komşu devleti olan Çad’a karşı İran menşeli
kimyasal silahlar kullanmaktan çekinmemiştir.Ancak Kaddafi nükleer silahlar
için söylediği her şeyin kimyasal silahlar için de geçerli olduğunu belirtmiş ve
en geç on yıl içerisinde ellerinde bulunan bütün kimyasal silah stokunu yok
ederek Kimyasal Silahlar Antlaşmasını da koşulsuz olarak onaylayacaklarını
beyan etmiştir.193
Kaddafi’nin 2003 tarihli beyanından önce,Güney Afrikalı bilim
adamlarını yardımı ile biyolojik silah programı başlattığı bilinmektedir.194
Biyolojik Silahlar Sözleşmesini 1987 yılında onaylamış olan Libya,bu
antlaşmanın da tüm gereklerini,10 Kasım 2003 tarihli beyanından sonra
yerine getirmesi beklenmektedir.
Uluslararası sistem ile tekrar bütünleşme fırsatı yakalayan Libya’nın,
bu konudaki en önemli destekçileri İngiltere ve ABD’dir.Bu desteğin bir ifadesi
olarak İngiltere Başbakanı Tony Blair Libya’yı ziyaret etmiş ve Libya’ya ayak
basan ilk İngiliz Başbakan ünvanını da kazanmıştır.195ABD Başkanı Bush da
Libya’nın attığı olumlu adımları överken,“kitle imha silahlarını bırakan ülkeler
bizimle daha iyi ilişkilere sahip olacaktır” ifadesini kullanmıştır.196
192 John Hart,Shannon N. Kile , “Libya’s Renunciation of Nuclear,Biological and Chemical Weapons and Ballistic Missiles” , <http://yearbook2005.sipri.org/ch14/ch14> , (21.04.06) , “Libya Profile-Nuclear” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 193 “Libya Profile-Chemical” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 194 “Libya Profile-Biological” , <http://www.nti.org/e_research/profiles/Libya/index.html> , (09.05.06) 195 “Blair bu ziyareti sırasında Libya liderinin sadece Batı dünyasını değil Arap dünyasını da tehdit eden terörizm ve El Kaide’ye karşı savaşı kendileriyle beraber ortak bir dava olarak tanıdığını açıklamıştır.Ayrıca Trablus’ta İngiliz ve Hollanda sermayeli Shell Petrol Şirketi,Libya Ulusal Petrol Şirketi ile ilk aşamada 200 milyon dolarlık olan ancak ileride 1 milyar doları bulacak bir petrol ve doğalgaz anlaşması imzalamıştır.Böylelikle bir zamanların “haydut devleti” Libya , Blair’in ziyareti ile kötü geçmişinin izlerinin silinmesinde önemli bir yol almıştır.” İnat , a.g.e. , s.244-245. 196 İnat , a.g.e. , s.244.
72
2.2. Uluslararası Terörizmin Geleceğinde Kitle İmha Silahlarının Kullanılma Tehdidi 2.2.1. Kitle İmhasına Yönelen Terörizm Uluslararası terörizmin evrimi incelendiğinde çok önemli bir kırılma
noktası göze çarpmaktadır ki bu da küreselleşmenin hızla yayılması ile
yakından ilgilidir.1990’lara kadar uluslararası terörizme damgalarını vuran
kişilerin cani bir topluluğun temsilcileri olduğu söylenebilir.197 Ancak
uzmanlar,küreselleşme etkeninin bu canilerin elini de güçlendirdiği gerçeğine
dayanarak,söz konusu kitlenin önümüzdeki yıllarda binaları havaya
uçurmakla yetinmeyeceklerini,kitle imha silahlarını kullanarak bütün bir
kenti,hatta bütün bir ülkeyi tehdit etmek girişiminde bulunabilecekleri
uyarısında bulunmaya başlamışlardır.Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki
gelişme ile mal,hizmet,insan,bilgi ve finansın serbestçe ve hızlı bir şekilde yer
değiştirmeye başlaması,ulusal sınırların birer engel olmaktan çıkması sadece
kar amaçlı şirketlerin değil,terör örgütlerinin de yapısını değiştirdiğini
söyleyebiliriz.Çok uluslu şirketlerin ortaya çıktığı gibi çok uluslu terör örgütleri
de ortaya çıkmış ve buna bağlı olarak terörizm de küreselleşmiştir.198 Bu
gelişmeler ışığında güvenlik stratejilerinde de büyük değişimler kaçınılmaz
olmuştur.Gelinen noktada uluslararası terörizmin değişen yapısı,sadece
coğrafi sınırlara dayalı olmayan güvenlik stratejilerinin gündeme gelmesini
zorunlu kılmaktadır.Terör mantığında bulunan “zayıflık” olgusu geçerliliğini
yitirmemiş olmasına rağmen,küreselleşmenin nimetleri sayesinde terör
örgütleri sahip oldukları “zayıflıklarla” bile büyük yıkımlar gerçekleştirme
olanağına sahip olmuşlardır ki,11 Eylül saldırıları bu gerçeğe işaret eden
önemli bir örneği teşkil etmektedir.Bu durumun adı da uluslararası alanda
“asimetrik tehdit” olarak belirlenmiştir.199 1990’lı yıllar devletlerin güvenlik
197 “Bu kişiler plastik ve el yapımı patlayıcılar kullanarak , binaları , alışveriş merkezlerini , uçakları , kamyonları havaya uçurmuşlar , binlerce masum insanı öldürmüşler , binlercesini de sakat bırakmışlardı.Ama istihbarat analistlerine göre de , bu kişiler geleceğin teröristlerinin ilk habercileriydiler.” Simon Reeve , Yeni Çakallar , Remzi Yusuf , Usame Bin Ladin ve Terörizmin Geleceği , Çev. : Gürol Koca , Everest Yayınları , İstanbul 2001 , s.354. 198 “Dünya küreselleştikçe , önceleri belli devletlerin içindeki egemenlik ilişkilerine yönelen terör eylemleri,şimdi dünyanın egemenlik ilişkilerini hedef almaktadır.” Faruk Örgün , Küresel Terör , Okumuş Adam Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri , İstanbul 2001 , s.99. 199 “11 Eylül saldırılarının yarattığı korkunç gerçekler ve panik havası tüm dünyada ve öncelikle ABD’de hem devlet kurumlarının hem de bilim çevreleri tarafından bir takım kavramların gözden
73
sorunlarını,tehdit algılamalarını ve savunma doktrinlerini,elbette saldırı
doktrinlerini göz ardı etmeden,yeniden analiz ettikleri bir dönem olma özelliği
taşımıştır.Bu analizler yapılırken de küreselleşmenin etkileri göz önünde
bulundurulmuş ancak genelde sadece olumlu olanlarına vurgu
yapılabilmiştir.Asimetrik tehdidin hızlı şekilde gelişmesiyle küreselleşme
yanlılarının bile bazı tezleri gözden geçirmek zorunda kaldıklarını
söyleyebiliriz.Uluslararası terörü besleyen ve dolayısıyla asimetrik tehdidin de
büyümesini sağlayan unsurları,bir yandan terör örgütlerinin mali gücünün
artması bir yandan da devlet destekli terörizmin küçük ve sistem muhalifi
devletler açısından tercih edilen bir mücadele stratejisi haline gelmesi ve kimi
merkezi devlet otoritelerinin siyasal ve sosyal krizler nedeniyle kendi
kontrollerinde olması gereken stratejik silahlar üzerindeki denetimlerini
kaybetmesi olarak sayabiliriz.200 Özellikle eski SSCB yeni Rusya toprakları
üzerinde bulunan ve stratejik değere sahip silah ve maddelerin günümüz
itibari ile kontrolsüz kaldığını ve bu durumun da Rus organize suç örgütleri ve
terör örgütlerini ortak bir paydada buluşturabileceğini
değerlendiriyoruz.Bunun yanında ekonomik sıkıntıları nedeniyle,kitle imha
silahları üretim sektöründeki tecrübeli bilim adamlarını artık istihdam
edemeyen farklı bir Rusya gerçeğini göz ardı etmeden diyebiliriz ki,sözü
edilen bilim adamları bu teknoloji peşinde koşan devletlerin davetlerine icabet
etmiş veya mutlaka edeceklerdir.
Politikacıların ve güvenlik görevlilerinin klasik argümanı olan,“terörü
kontrol altında tutabiliyoruz” cümlesi artık üzerinde düşünülmeden telaffuz
edilemez hale gelmiştir.Bugün üst düzey politikacılar bile,elinde tehlikeli
kimyasal silahlar,bulaşıcı hastalık taşıyan bakteriler veya on binlerce insanın
ölümüne yol açabilecek etkiye sahip nükleer bomba bulunan çılgınlarla ilgili
geçirilmesine sebep oldu.Çünkü yaşanan saldırıların boyutu , etkisi , yöntemi ve sonuçları daha önceki benzerlerinden bazı noktalarda ayrılmaktaydı.Söz konusu olan basit ve klasik anlamda ne bir konvansiyonel savaş ne de sıradan bir terörist faaliyet değildi.1990’lı yılların ortalarından itibaren bazı önemli ABD ulusal güvenlik belgelerinde yer alan ve birkaç bilimsel çalışmada rastlanan bir kavram söz konusu saldırıların ardından oldukça popüler bir terim haline geldi.Bu “asimetrik tehdit” kavramı ve bu tehditle yapılacak mücadelenin adı olan “asimetrik savaş” idi”. , Gürsoy , a.g.e. , s.147. 200 Deniz Ülke Arıboğan , “Uluslararası Terörizmin Yeni Yüzü” , (Der.Faruk Sönmezoğlu) , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der Yayınları , İstanbul 1998 , s.454.
74
senaryoların hiç de uzak bir ihtimal olmadığını kabul etmektedir.201 “Gelişmiş
bir teknoloji ve eskisine oranla sınırları kolayca aşılabilen küçük bir dünya
sayesinde,kitlesel hastalık , ölüm ve yıkım kabiliyeti bugün büyük boyutlara
ulaşmış durumdadır” diyen Cohen,sorunun günden güne ciddi bir hal aldığını
ve de büyüdüğünü değerlendirmektedir.Ona göre de,silah yapımında
kullanılabilen plütonyumla uranyum,muhtemelen Rus nükleer tesislerinden
“dağıtılmakta” ve kısa bir zaman içinde teröristlerin eline geçme ihtimali söz
konusudur.Yani,artık kitle imha silahlarına ulaşılabilirlik durumunun
gerçekleşme ihtimali vardır demek,Cohen’in düşüncesinin bir başka ifade
biçimi olmaktadır ve de doğruluğu tartışılmayacak kadar da ortadadır.
Ancak kitle imhasına yönelik terörün sadece,kitle imha silahları ile
olmayacağını da vurgulamakta yarar görüyoruz.Etkili şekilde ve doğru yerde
kullanılan konvansiyonel patlayıcılar da aynı işlevi görebilir.202 Örneğin Dünya
Ticaret Merkezine yapılan saldırıdaki patlayıcılar,binanın daha kritik yerlerine
yerleştirilmiş olsaydı,ölü sayısı yüzlerle yaralı sayısı da binlerle ifade
edilebilirdi.11 Eylül sürecinin terörizmin yapısını kökten değiştirdiği bir
gerçektir ancak bunu kitle imha silahları ile değil,sadece alışılagelmedik bir
yöntemle yaptığını söyleyebiliriz.Bu noktadan hareketle,neden kitle imha
silahları terör konusuyla birlikte gündeme gelmektedir sorusu
sorulabilir.Cevabın,eldeki somut verilerden ziyade,dünyaya hakim olan
gelecekle ilgili kötümser anlayışın içinde olduğunu söyleyebiliriz.Kitle imha
silahlarına ulaşma zorluğu,teröristler açısından bakıldığında,özellikle
kimyasal ve biyolojik silahlar konusunda,artık aşılmaz bir engel teşkil
etmemektedir.Kimyasal ve biyolojik silahların dışında,nükleer maddelerin
kullanımının da terörist örgütlerin gelecekteki eylem stratejilerinin içerisinde
yer alması ihtimali,uygar yaşam için gelecekteki en ciddi tehditlerden birisi
olarak gözükmektedir.
Uluslararası terörizm yerel bir düzensizlik ve anarşi problemi olmaktan
çıkarak uluslararası bir güvenlik sorunu olarak gündemdeki yerini almış ve
201 Örneğin ABD Savunma Bakanı Yardımcısı William S. Cohen , “Bu kişiler gerçek ; şimdi ve burada” diyebilmektedir. , Reeve , a.g.e. , s.355. 202 Anthony H. Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare and Chemical Weapons , Center for Strategic and International Studies Press , Washington 2001 , s.3.
75
buna bağlı olarak farklı içeriğe sahip terörizm tipleri
türemiştir.Bunlar,narkoterörizm,medyatik terörizm,etno-dinsel terörizm,
örgütsüz terörizm ve kitle imhasına yönelik terörizm olarak sayılabilir.203
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız kitle imhasına yönelik terörizm
türüydü.Şimdi ise bunun bir alt başlığı olarak kitle imha silahlarının adıyla
anılan veya anılacak olan terör biçimlerini incelemeye geçebiliriz.
2.2.2. Uluslararası Terörizmin Olası Yeni Türleri 2.2.2.1. Nükleer Terör Bu kavram,Soğuk Savaşın sona ermesinden önce pek
kullanılmamıştı.Ancak Sovyetler Birliğinin dağılması ile beraber,tüm dikkatler,
kontrolsüz kalan muazzam nükleer silah stokları üzerine yoğunlaşmıştır.
Ciddi ekonomik krizlerle boğuşan Rusya,‘’nükleer şehirlerini’’ birer birer
kapatma yoluna gitmiştir.204 Bu faaliyeti yaparken,binlerce bilim adamını da
işsiz bırakmıştır.Nükleer alanda derin bir bilgi hazinesine sahip Rus bilim
adamlarının para kazanabilmek için nükleer silah üreten veya üretmek üzere
olan ülkelerin davetlerine icabet ettikleri bilinmektedir.Nükleer terörizm bir
gün gerçek olursa,ki yakın zamanda El Kaide örgütü tarafından böyle bir
eylem beklenmektedir,dağılan Sovyetlerin dünyaya bıraktığı en kötü miras bu
olacaktır.Dünyanın dört bir yanına dağılan Rus bilim adamları sadece
bilgilerini değil,bir veya iki nükleer silah yapımı için yeterli olabilecek kadar
uranyum ve plütonyumu da ülke dışına çıkarmayı başarmışlardır.205 Geride
kalan ve sayısı bile belli olmayan nükleer başlıklar ile miktarı tam olarak
bilinmeyen nükleer silah yapımı için gerekli maddelerin,mafyanın kontrolünde
uluslararası karaborsada satılmaya başlandığı bilinmektedir.Baş alıcılar ise,
203 Arıboğan , a.g.e. , s.455. 204 The Committee on Nuclear Policy , “Jump – Start Report” , s.1. , 1999 , www.armscontrol.org/act/1999_01-02/jsjf99.asp 205 “Hiroşima’ya atılan benzer nitelikteki bir atom bombası yapmak için teröristlerin sadece 8 kg.lık yüzde 94’lük plütonyum 239’a veya 25 kg.lık uranyuma ihtiyaçları vardır.Plütonyumdan atom bombası yapmak daha güç çünkü 8 kg.lık maddeyi ateşlemek için 363 kg. konvansiyonel patlayıcının plütonyumun etrafına sarılması ve yüksek enerji seviyesine sahip kapasitörlerle saniyesi saniyesine , kusursuz bir biçimde ateşlenmesi gerekiyor... Teröristlerin plütonyum yerine zengin uranyum elde etmeye yönelmeleri daha muhtemel görünüyor.Bu maddenin ateşlenmesi daha kolay , çünkü dikkatle biçim verilmiş uranyum külçelerinden biri ateşlendiğinde diğerlerini de kolayca ateşleyebiliyor.Buradaki temel sorun , zengin uranyum temin etmenin çok zor olması.Daha doğrusu , bugüne kadar öyleydi.” , Reeve , a.g.e. , s.356.
76
bir kilogram plütonyuma bile 1 200 000 dolar ödeyebilme gücüne sahip Orta
Doğu kökenli dinsel gruplardır.206
Rusya’nın ekonomik sıkıntılar nedeni ile kontrol edemediği nükleer
gücünün , hangi devlete veya terör örgütüne ne oranda transfer olduğu kesin
olarak bilinmemektedir.Bu gücü satın alan devletlerin veya terör örgütlerinin
de amaçlarının ne olduğu da henüz daha tam olarak bilinememekle beraber,
nükleer gücün günümüzde kontrol edilmesinin ne kadar zaruri olduğunu ve
edilmezse ciddi sorunlara yol açabileceğinin ispatlanması açısından şu
örnekler üzerinde daha detaylı düşünmek gerekmektedir.207 (i) Eylül 1998’de,
Amerikalı uzman bir grup tarafından Rus nükleer tesislerine bir ziyaret
gerçekleştirilmiştir.Herhangi bir güvenlik görevlisine aylık 200 dolar tutarında
maaş ödenemediği için,tesisin tamamen korunmasız olarak faaliyetine
devam ettiği gözlenmiştir.Tesiste yaklaşık 100 kilogram zenginleştirilmiş
uranyum bulunmasına rağmen hiçbir önlemin alınmamış olması,ziyaretçi
grup tarafından düşündürücü olarak değerlendirilmiştir.(ii) Günümüzde,Rus
nükleer tesislerinin güvenliğini sağlamakla görevli personelin aynı zamanda
başka işlerde çalıştığı,bu personelin kışlık elbiseleri olmadığı için kış
mevsiminde görevlerini tam olarak yapmadığı bilinmektedir.Daha da kötüsü,
sadece 10 yıl kullanım ömrü olan ve bu 10 yıldan sonra ciddi tehlikeler
oluşturabilen ICBM’lerin hemen hemen hepsinin 20 yıldan daha önce
üretildiği bir gerçektir.Bu silahların güvenliğini bile sağlayamayan Rusya’nın,
silahsızlanma çerçevesinde,elinde bulunan silahları yok etmesi ihtimali yok
denecek kadar azdır.Verilen örneklerden de anlaşılabileceği gibi,nükleer
güce ulaşılmak eskiye nazaran zor bir duruma işaret etmemektedir.
Rusya’nın bu kritik durumunun farkında olan tek ülkenin Amerika
olmadığını değerlendiriyoruz.Terör örgütleri de bu fırsatlar dünyasından
istifade etmenin yolarını aramaya başlamışlardır.İşte bu alanda,Rus organize
suç örgütleri ile dünya terör örgütlerinin ortak bir paydada buluşabilecekleri
değerlendirilmektedir.
206 Arıboğan , a.g.e. , s.455. 207 The Committee on Nuclear Policy , “Jump – Start Report” , s.2. , 1999 , www.armscontrol.org/act/1999_01-02/jsjf99.asp
77
Uluslararası alanda bu tür bir tehdidin belirmesinden yana IAEA,BM
Genel Kurulu ile koordineli olarak yoğun çalışmalara başlamıştır ve sonuç
itibarı ile 2005 yılı başlarında,uluslararası nükleer terörizmi önlemek için bir
antlaşma metni oluşturabilmişlerdir.208 BM Genel Kurulu,Uluslararası Nükleer
Terörizm Antlaşmasını oybirliğiyle kabul etmiştir.Antlaşma nükleer terörizme
tanım getirirken,nükleer terörizmle mücadele için uluslararası hukuki
çerçeveyi de güçlendirmektedir.14 Eylül 2005 tarihinde de antlaşma ülkelerin
imzalarına açılmıştır.Ancak antlaşmanın 24 ncü maddesinde belirtildiği
üzere,imza süreci 31 Aralık 2006 tarihinde sona erecektir ancak olası nükleer
terör saldırılarını önlemede belki de önemli roller üstlenebilecek uluslararası
bir antiterör antlaşmasının devletlerce imzalanması konusunda zaman
tahdidinin konulmasını “yersiz” olarak nitelendiriyoruz.
Antlaşmanın amacı,ciddi problemler ortaya çıkmadan nükleer silah ve
silah yapımında kullanılan maddelerin,terör örgütlerin eline geçmesini
engellemek olarak belirlenmiştir.209 SSCB`nin dağılmasından sonra nükleer
maddelerin karaborsaya düştüğü yönündeki raporlar üzerine ilk olarak 1998
yılında Rusya tarafından önerilen konvansiyon,yedi yıl süren görüşmeler
neticesinde tamamlanmıştır.Genel Kurul’da oylamaya açılan antlaşma,11
Eylül saldırılarından bu yana Genel Kurul’da kabul edilen teröre karşı ilk
antlaşma olma özelliğini de taşımaktadır.Antlaşma,insanları ve çevreyi
nükleer maddelerle tehdit edenleri cezalandırma konusunda imzacı devletleri
yükümlü tutuyor.Antlaşmanın 22 ülke tarafından imzalandıktan sonra
yürürlüğe girmesi kabul edilmiştir.
Antlaşma metninin oluşumu esasında,Rusya’nın 1998 yılındaki
teklifine dayanmaktadır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan antlaşmayı,nükleer
terörizmin “daha meydana gelmeden” önlenmesi adına,bugüne kadar atılmış
en önemli adım olarak nitelendirmiştir ve devletler arasındaki işbirliğinin
208 “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html> , (13.02.06) 209 Antlaşmanın İngilizce tam metni için bkz. , <www.untreaty.un.org/English/Terrorism/English_18_15.pdf> , (09.05.06)
78
önemine tekrar tekrar vurgu yaparak,bilgi alışverişinde ketum
davranılmamasını tavsiye etmiştir.210
Bugüne kadar herhangi bir nükleer saldırı gerçekleşmemiş olmasına
rağmen,terör uzmanları bu konudaki endişelerini sürekli olarak
yinelemektedirler.IAEA Başkanı Muhammed El Baradey,2005 yılı içerisinde
Londra’da yapılan uluslararası güvenlik konferansında,bugüne kadar nükleer
bir terör saldırısına rastlanmamış olmasına rağmen,nükleer tehditte herhangi
bir azalmanın söz konusu olmadığını beyan etmiştir.211 Baradey,uluslararası
işbirliğinin önemi konusunda Annan’a katılırken,sadece nükleer madde
kaçakçılığının tespiti ve önlenmesinin terör tehdidi adına yeterli
olmayacağını,bunun yanında nükleer enerji santrallerinin,nükleer araştırma
merkezlerinin ve resmi nükleer madde depolarının güvenliğinin sağlanması
konusunun da birinci öncelikle üzerinde durulmasının gerekliliğini
vurgulamıştır.212İhtimal dahilinde bulunan nükleer terörün tespiti ve
önlenmesi için IAEA,26 devletin bağışları ile oluşturulan 35 milyon dolarlık
bütçesi ile213,nükleer güvenlik konusunda 2001 yılından itibaren yaklaşık 125
adet çalışma yapmış ve elde edilen bulguları ilgili devletlere sunmuştur.
IAEA’nin verilerine göre,1993 yılından bu yana 650 teyit edilmiş nükleer veya
radyoaktif madde kaçakçılığı olayı mevcuttur ve bunların 100 tanesi 2004
yılında meydana gelmiştir.Bu duruma paralel olarak değişen uluslararası
güvenlik anlayışı konusunda yeni yaklaşımlarda bulunmak zorunlu hale
gelmiştir.IAEA Başkanı Baradey’in “Nuclear Terrorism:Identifying and
Combating the Risks” isimli makalesinde de belirttiği gibi 214,“güvenlik
stratejileri birçok yüzyıl boyunca,devletlerin sınırları,önemli şehirlerin stratejik
konumları,devletleri koruyabilen doğal sınırları,kale duvarları,tahkimatlı
mevziler,donanmalar,düşmanı yıpratan etnik,dinsel ve kültürel ayrılıklar
üzerine kurulmuştur.20 yüzyılda uçakların,denizaltıların ve anti balistik 210 “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html> , (13.02.06) 211 “New Reality – Shaping Nuclear Security’s Global Directions” , Staff Report , s.1. , 2005 , <www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/securityconf.html > , (13.02.06) 212 a.g.r. , s.2. 213 Ülkelerin bağışladıkları para miktarının ayrıntıları için bkz. <www.iaea.org/NewsCenter/Features/Nuclear_Terrorism/indexs.html > , (01.02.06) 214 Muhammed El Baradey , “Nuclear Terrorism:Identifying and Combating the Risks”,London 2005, <www.iaea.or.at/NewsCenter/Statements/2005/ebsp2005n2003.html> , (01.02.06)
79
füzelerin icadı ile yukarıda sayılan temeller üzerine inşa edilen güvenlik
stratejileri anlamsız ve yetersiz olmaya başlamıştır”. Bu ifadenin devamı
olarak,stratejilerdeki esas yetersizliğin küreselleşme ile birlikte gerçekleştiğini
söyleyebiliriz.Küreselleşme kavramı bağlamında denebilir ki,uluslararası
toplum fikirleri ve hayatları konusunda daha özgür hareket eder hale
gelmiş,iletişim ve ticaret gibi unsurlar dünya üzerinde hızla gelişmiştir.Bu
hususlar küreselleşmenin herkesçe kabul gören getirilerini oluştururken,
terörizm de uluslararası alanda süratle gelişmiş ve yine küreselleşmenin yan
ürünü olarak dünya sahnesindeki yerini almıştır.Bu yeni şekillenen
uluslararası ortam,toplumları güvenlik stratejileri konusunda daha duyarlı
olmaya zorlamaktadır ve birlikte hareket etmeyi kaçınılmaz
kılmaktadır.Nükleer ve radyoaktif madde güvenliği bu aşamada üzerinde
önemle durulması gereken bir konu olarak algılanmalıdır.IAEA’nın yıllardır
bahsedilen konu üzerinde zaten çalıştığı bilinmektedir..Ancak 11 Eylül
saldırılarının,terörizm tehdidinin en acımasız yönünü ortaya koyması
açısından önem teşkil etmesi bir yana,kanaatimizce daha önemli bir yanı
IAEA nezdinde yapılan çalışmaları sonuçlandırmanın aciliyetine de vurgu
yapmasıdır.11 Eylül sonrası süreçte büyük şehirler,endüstri
merkezleri,limanlar,petrol rafinerileri,hava ve demiryolu taşımacılığı ile
nükleer ve radyoaktif maddeler artık güvensizlik kaynağı haline
gelmiştir.Çünkü sayılan öğelerin tamamı potansiyel birer terör
hedefidir.Ancak nükleer madde güvenliğinin bu bağlamda daha fazla önem
kazandığını düşünüyoruz.Yine,Baradey’in belirttiği gibi “bu konu üzerinde
düşünmek ve çalışmak IAEA’nın öncelikli görevleri arasındadır ve önlem
almak için uluslararası alanda yankı bulacak bir terör saldırısının
gerçekleşmesi beklenmemelidir.”
IAEA,nükleer ve radyoaktif güvenlik ile ilgili olarak dört potansiyel
tehlike tanımlamıştır215;nükleer silahların çalınması,nükleer maddelerin
nükleer silah üretme amacıyla yayılması,radyoaktif maddelerin insan öldürme
amaçlı kullanılması,nükleer veya radyoaktif maddelerin bulunduğu tesislere,
215 Baradey , a.g.m. , s.4.
80
taşıma araçlarına veya herhangi bir yere yapılacak olan sabotaj ve saldırı
girişimleri.
Bu riskler uzmanlara göre güncel ve gerçektir.Ve yine uzmanların
görüşüne göre,gelişmiş bir Batı şehrine sadece nükleer değil,kimyasal ve
biyolojik silahlarla yapılacak bir saldırı an meselesidir.Özellikle var olan her
türlü nükleer tesisin korunması hayati öneme haizdir.İnsanların yararına işler
yapılmaya çalışan bu tesisler için yeterli güvenlik önlemleri alınmazsa,
sağladıkları fayda değil sebep oldukları felaket konuşulmaya başlanır ki,
birçoğunun bu yüzden kapatılması söz konusu olabilir.Ancak bundan sonrası
daha da karmaşıktır,çünkü bu tür tesislerin içindekilerle birlikte güvenli bir
şekilde imha edilmesi başlı başına bir sorundur.Ticari gemilerle yapılan bir
nükleer madde nakliyatı pekala,Büyük Okyanusun bile önemli büyüklükteki
bölümünü kullanılmaz hale getirebilir.
Nükleer terörün önlenmesi için üç basamaklı bir eylem planı
düşünülmüştür.216 Bunlar önleme,tespit etme ve yaygın sorumluluktur.Bu
eylem basamaklarını gerçekleştirmek için,ilgili devletlere ilgili bilgiler
verilmeye başlanmış ve aynı zamanda,Interpol,Europol,AB,WCO (Dünya
Gümrük Organizasyonu) gibi kuruluşlarla da işbirliği süreci
düşünülmektedir.Yani yeni bir güvenlik kültürünün oluşturulması söz
konusudur.217
Yeni güvenlik kültürünün mücadele etmek zorunda olduğu en önemli
şey,amaçlarına ulaşmak için hayatlarını gönüllü olarak sona erdirebilen
teröristler olacaktır.218 Nükleer veya radyoaktif maddelerle yapılacak bir
saldırı,sadece saldırının yapıldığı ülkeyi değil,sınırları kolayca aşarak komşu
ülkeleri de etkileyebilecektir.Çernobil faciası hatırlanırsa bu tehlikenin gerçek
olduğu da anlaşılabilir.Nükleer maddeler ile birlikte,bunların işlenmesi ve
geliştirilmesinde kullanılan ekipman,araç ve gereçlerin güvenliği de,ülkeler
için önemli olmaya başlayacaktır.Konu ile ilgili olarak milyonlarca dolar 216 Lynn E. Davis , Tom La Tourrette , David E. Mosher , Lois M. Davis , David R. Howel , İndividual Preparedness and Response to Chemical Radiological , Nuclear , and Biological Terrorist Attacks , A Quick Guide , Rand Press , Santa Monica California 2003 , s.12. 217 Bahsedilen güvenlik kültürünün oluşumu için yapılan konferansların tam listesi ve içeriği için bkz. <www-ns.iaea.org./Security/prevention.htm> , (02.02.06) 218 “Calculating the New Global Nuclear Terrorism Threat” , 2001 , s.2. , <www.iaea.org/NewsCenter/PressReleases/2001/nt_pressreleases.html > , (01.02.06)
81
harcandığı bilinmektedir ancak bu tür giderler milyar dolarla ifade edilmek
zorunda kalacaktır. IAEA verilerine göre,hiçbir endüstri dalında olmadığı
kadar güvenlik görevlisi,nükleer endüstri alanında çalışmaktadır.219 Özellikle
askeri birliklerin sorumlu olduğu nükleer alanların çok iyi korunduğu
söylenebilir.Ancak bunun Rusya gibi bir istisnası vardır ki,aslında diğer
devletlerin (ABD hariç) nükleer stoklardan daha fazla miktardaki nükleer silah
ve madde stokunun güvende olmadığı anlamına gelir.Daha önce bu tür silah
ve maddelerin Rusya sınırları içerisinde çok da iyi korunamadıklarını ifade
etmiştik.Özellikle El Kaide terör örgütünün bu stokla ilgilendiği çeşitli raporlar
sayesinde anlaşılabilmektedir.220
Yukarıdaki bilgiler ışığında makul bir tahminde bulunulacaksa;henüz
daha nükleer terör saldırısı örneği yaşanmamış iken,uluslararası alanın batı
tarafında ciddi olarak tartışılıyor ve bekleniyor olması,Rusya’nın resmi olarak
itiraf etmediği ancak çeşitli istihbarat örgütlerinin raporlarının satır aralarında
okunan,önemli nükleer silahların birkaçının kayıp olduğu doğru olarak kabul
edilebilir.
Uzmanların dikkatlice değerlendirdiği bir başka tehdit de radyoaktif
maddelerle ilgili olanıdır.Dünyada çeşitli amaçlarla kullanılan radyoaktif
madde sayısı sonsuz denecek kadar çoktur.Sadece radyoterapi işlemi için
bile on binlerce çeşit radyoaktif madde şu an itibarı ile kullanımdadır.Sanayi
alanında da binlerce türlüsü kullanılmaktadır.Örneğin binaların veya çeşitli
maksatlı boruların sağlamlığını kontrol ederken bile yüzlerce radyoaktif
madde çeşidi kullanılabilmektedir ve bu tür maddelerle yapılan silahlara ‘’kirli
bomba’’lar denilmektedir.221 Nükleer silahlara göre ilk etki bakımından daha
az öldürücü oldukları söylenebilir ancak uzun vadede,kullanıldıkları alan
içindeki her türlü yaşamsal fonksiyonu felç etme özelliğine sahip oldukları da
unutulmamalıdır.Bunun uzantısı olabilecek psikolojik baskı ve ekonomik
zarar da cabası.Gerçekte bir terör saldırısı radyoaktif maddeyle yapılacak
olsa,müteakibinde oluşabilecek etkileri uzmanlar 1987 yılında Brezilya’da
219 a.g.m. , s.4. 220 “Prevention of Nuclear Terrorism” , s.1. , < www-ns.iaea.org/security/prevention.htm > , (01.02.06) 221 a.g.m. , s.3.
82
bizzat görmüşlerdir.Eylül 1987’de Brezilyanın en büyük şehirlerinden biri olan
Golania’da terkedilmiş bir radyoloji kliniğini soyan hırsızlar,radyoaktif
maddelerin içinde bulunduğu birkaç cam tüpü çalmışlardı.Meraktan olsa
gerek,hırsızlardan biri 20 gramlık cam tüpü kırmış ve kısa zamanda,kendisi,
arkadaşları,ailesi ve civarda yaşayan birçok insan rahatsızlanmıştır.Sonuç
itibarı ile radyoaktif maddenin ilk etkileri sayesinde 4 kişi ölmüş,14 kişi felç
olmuş,249 kişi de ‘’kirlenmiştir’’.222 Olayın devamında,110 000 insan sağlık
taramasından geçirilmiş,olayın meydana geldiği yerdeki evlerin içinde
bulunan tüm mobilya ve elbiseler imha edilmiş ve 85 ev de yıkılmak zorunda
kalmıştır.Dikkat edilirse tüm bu zararlı etkileri meydan getiren 20 gramlık bir
çeşit radyoaktif maddedir.11 Eylül verilerinden sonra,herhangi bir terör
örgütünün,gelişmiş bir şehirde,daha fazla miktardaki radyoaktif maddeyi
kullanarak terör saldırısı düzenlemeyeceğini hiç kimse ve hiçbir kurum
garanti edemez.Ancak bu konu üzerinde,uluslararası alanda genelde (belki
de sadece) Batı devletlerinin,özel ilgisinin bulunması dikkate değerdir.
2.2.2.2. Kimyasal Terör Kitle imha silahları ile yapılabilecek terör türlerinden birisi de kimyasal
silah veya maddelerin kullanımı ile ortaya çıkabilecek terördür.Kimyasal terör
saldırılarının öldürücülüğünü ve terör adına olabilecek başarılarını
engellemenin bir yolu henüz daha bulunamamış olsa da,dünya üzerinde bu
tür silahları kullanarak yapılabilecek saldırılar,halen düşük risk seviyesinde
kabul edilmektedir.11 Eylül olgusu,terörün varabileceği boyutları gözler
önüne sermekle beraber,bu risk seviyesi üzerinde muhtemelen tekrar
düşünmeyi de gerektirecektir.Dünya üzerinde,bilindiği kadarıyla,25 devlet
kimyasal silah veya kimyasal silah üretme programına sahiptir.Çin,
Hindistan,İran,Irak,Libya,Kuzey Kore,Pakistan,Suriye,Sudan,Rusya ve
Amerika bunlardan bazılarıdır.223 Kimyasal silahlarla yapılabilecek bir terör saldırısı,klasik olanlardan
daha fazla ölümcül olup olmayacağı tamamen bu silah veya maddelerin
kullanım koşullarına bağlıdır ancak yaratabileceği psikolojik etkiler tartışılmaz
şekilde kötü olacaktır.Muhtemel terör saldırılarında kullanılabilecek 222 a.g.m. , s.5. 223 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.22.
83
kimyasalların yelpazesi,ağır endüstri kimyasallarından bilinen kimyasal
silahlara kadar uzanabilir.224 Sözü edilen kimyasalların birçoğu,sıradan
vatandaşların bile ulaşabileceği şekilde,serbest piyasada satılmaktadır.Ve
küçük çaplı terör saldırılarını tespit edip engellemek bu sebeple olası
gözükmemektedir.225
Dünyada yapılan araştırmalarda,kimyasal maddelerle yapılacak
saldırılar sonundaki muhtemel ölüm oranlarında dikkate değer ciddi
farklılıklar mevcuttur.Örneğin sinir gazlarının,nükleer silahların
yaratabileceğine yakın ölümcül olma tehlikesinin var olduğu iddia edilmekle
birlikte,karşı tarafta oluşabilecek ölüm oranının nükleer bir silahınkinden çok
daha az olacağını düşündüklerini söyleyenler de mevcuttur.226 Bilimsel
alandaki denemelerin hayvanlar üzerinde ve laboratuar koşullarında
yapılması,yani ısının,havanın ve çevrenin etkilerini göz ününde
bulundurmaması sebebi ile bu tür ikilemler oluşabilmektedir.Aslında ilginç
olan,tartışmaların odak noktasının,nedense ölümcül olma oranına doğru
kaymış olmasıdır.Yani kimyasal bir terör saldırı sonrasında,az veya çok
insanın ölmesi ne anlam ifade eder ki? Sonuçta ,klasik terör yöntemlerinden
çok farklı olarak,insanların ölümle beraber müthiş bir psikolojik baskı altına
alınabilmesi durumu söz konusudur.Gerçek böyle olunca,ölüm oranı doğru
tahmin etmekten ziyade,ki bu yaklaşımın neye hizmet ettiği meçhuldür,bu tür
saldırıları engellemenin yollarını aramak daha makul bir yaklaşım tarzı
olabilecektir.
1984 yılında,Hindistan’ın kimyasal endüstri merkezlerinden birinde, bir
depo infilak etmiştir.Olaydan dört ay sonra,patlamanın etkisi ile yayılan
kimyasal bileşiklerle dolu gazlar yüzünden,ilk etapta 1430 insan hayatını
224 Ali S. Khan , Alexandra M. Levitt , Michael J. Sage , Biological and Chemical Terrorism ; Strategic Plan for Preparedness and Response , US Government Print Office , Washington 2000 , s.6. , Kitaba internet üzerinden erişim için bkz. , <http://www.cdc.gov/mmwr/preview/mmwrhtml/rr4904a1.htm > , (01.02.06) 225 “Günümüzde , insanların yaklaşık 70 000 civarında kimyasal maddeye maruz kaldığı bilinmektedir.Bu sayının 4000’i tedavide kullanılan ilaç aktif maddeleri , 3000’i kozmetik ürünlerin yapısına giren kimyasallar , 2600’ü gıda katkı maddeleri , 1500’ü tarım ilacı ve 48 000’i ise endüstride kullanılan kimyasal bileşiklerdir.Bu sayıya her yıl ortalama 1000 yeni kimyasal bileşik katılmaktadır.” , Sema Burgaz , “Kimyasal Bileşikler ve Risk Değerlendirmesi” , Bilim ve Teknik Dergisi , Mart 2002 , sayı 412 , s.46. , Bu bilimsel veriler ışığında , küçük veya büyük çaplı terör eylemlerinde kullanılabilme potansiyeli olan kimyasal madde sayısının çokluğu dikkat çekicidir. 226 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.4.
84
kaybetmiştir ve bu sayı yedi yıl içerisinde de 3800’e ulaşmıştır.Yaralılar dahil
olumsuz etkilere maruz kalan toplam insan sayısı ise 11 000’dir.227 Olayın
kaza mı yoksa terörist bir saldırı mı olduğu ile ilgili araştırmalar bir yana,
kimyasal maddeler ile ilgili gerçek tüm çıplaklığı ile ortadadır.Üstelik bu
olayda,kayıplara sebep olan kimyasal bileşenli gazlar,etkileri bilinen ve
tanınan türdendi.Günümüz teknolojisi sayesinde,Kimyasal Silahlar
Sözleşmesinde tanımlanmamış ve adı bulunmayan yeni nesil kimyasal silah
ve maddeler çok kolay olmasa da üretilebilir.Soğuk Savaş zamanında
SSCB’nin ‘’dördüncü nesil’’ olarak tanımlanan kimyasalları icat edip,seri
üretim aşamasına getirdiği bilinmektedir.228 Birinci nesilleri bile lanetlenecek
kadar insafsız ölümlere sebebiyet verebilen kimyasalların,dördüncü neslinin
nasıl bir amaçla icat edilip üretildiği,her insanın aklına gelebilecek bir
sorudur.Cevap Soğuk Savaşın güvenlik ile ilgili yapılanmasında bulunabilir
ancak bulunan veya verilen cevapların makul olma oranı oldukça düşük
olacaktır. Daha önce de belirtildiği üzere,Soğuk Savaşın bitimiyle beraber,
Rusya toprakları üzerinde bulunan bu tür silah stokları kontrolsüz olarak
kalmış ve ilgili bilim adamları da dünyanın dört bir yanına dağılıp ‘’ekmek
parası’’ peşine düşmüşlerdir.Terör örgütlerinin bu silahların peşinde olduğunu
bilmek ve söylemek,Soğuk Savaşın nirengi noktası olan devletlerin istihbarat
örgütleri için şimdilerde oldukça popüler bir eylem haline gelmiştir.
Fazlasıyla iyimser olduğunu düşündüğümüz Amerikan yaklaşımına
göre , “ciddi bir terör eylemi için gerekli kimyasal madde miktarları teröristlerin
kolayca elde edemeyeceği kadar büyüktür ve aynı yaklaşıma göre elde
edilse bile , bu maddeleri saldırı için gerekli formlara sokmak zordur”.229
Ancak bu aşamada,göz önünde bulundurulmayan bir hususun olduğu
kanaatindeyiz.Tüm varsayımların,ani ve büyük bir saldırı üzerine kurulmuş
olması gibi bir hatanın olduğunu iddia etmek durumundayız.11 Eylül gerçeği,
özellikle Amerikan toplumunu ve yöneticilerini buna yönlendirmiş olabilir
ancak bunun eksik bir tehdit belirleme mekanizması olduğunu
söyleyebiliriz.Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde,aynı anda onlarca veya
227 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.5. 228 a.g.e. , s.6. 229 a.g.e. , s.7.
85
yüzlerce küçük çaplı kimyasal madde saldırısı düzenlenmesi ihtimali üzerinde
hiç durulmamaktadır.Bu tür bir saldırı,ani ve büyük olmaktan ziyade,yavaş ve
muazzam olarak değerlendirilecektir ve bu da terör eylemleri konusunda 11
Eylülden sonraki bir başka milat olarak tarihteki yerini alacaktır.Uçak kaçırıp,
binalara çarpabilecek kadar ‘’gönüllü’’ olabilen teröristlerin , bu tür bir saldırı
içinde yer almalarını engelleyebilecek her hangi bir motivasyon aracının
olmadığını düşünmekteyiz.1999 tarihli Amerikan yaklaşımını vurgulayan bir
rapor,10 kilogramlık sarin gazının,şehir içinde açık havaya bırakılması
durumunda kilometrekare başına 5000 insanın bulunacağı varsayımıyla en
50 kişinin ölebileceğini iddia etmiştir.230 Sarin gazının miktarı arttıkça,ölüm
oranı da artabilecektir.Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,bu varsayımlar
sadece tek bir saldırı ihtimali için düşünülmüştür.Tabi olarak,raporun
yayımlandığı yılın 1999 olması,yani 11 Eylül 2001’den önce olması,
böylesine iyimser bit tahminin yürütülmesinde önemli olmuştur.Oysa ki,Aum
Shinrikyo isimli Japon tarikatı,kimyasal silah ve maddelere sahip bir terör
örgütünün neler yapabileceğinin küçük bazı provalarını 1993,1994 ve 1995
yıllarında tüm dünyaya izletmişti. 231
Uluslararası terörizm yapılanmasının ve eylem türlerinin,kitleleri
sindirmek ve korkutmak adına gelişmekte olduğunu daha önce
vurgulamıştık.Hal böyleyken , kitle imha silahlarından biri olan kimyasalların,
gelecek içerisinde,muhtemel terör saldırılarında kullanılma ihtimalinin,tüm
iyimser tahminlerin aksine yüksek olarak görüyoruz . ”Armis bella non veneris
geri” yani “Savaşlar zehirle değil,silahla yapılır” diyen Romalılar232 ,kimyasal
230 Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare … , s.9. 231 Aum Shinrikyo’nun ilk kimyasal madde saldırısı 1993’te , rakip olarak gördüğü bir başka dini lidere karşı olmuştur. İkincisi , iki tane yargıca karşı olmuştur ki bu olayda 7 kişi hayatını kaybetmiş ve 144 kişi de yaralanmıştır. Üçüncüsü ise Mart 1995’te , tüm dünyada yankı bulan Tokyo metrosuna yapılan Sarin gazı saldırısı olmuştur.Saldırıda sadece 12 insan ölmesine rağmen 5000 civarında insan da olumsuz etkilere maruz kalmıştır. Kimyasal silah üretme konusunda sağlam bir alt yapı oluşturduğu sonradan tespit edilen bu dini liderin , metro saldırısında , muhtemelen insafından dolayı , elinde bulunan yüksek kaliteli sarin gazını da kullanmadığı açıklanmıştır. Ölü sayısının sadece 12 olması bu sebepledir. , Cordesman , Terrorism , Asymmetric Warfare …, s.13. 232 “İlk Çağlardan günümüze kadar uzanan savaş olgusu içerisinde hiçbir savaş yöntemi bu kadar lanetlenmemiştir.Biyolojik ve kimyasal savaşın yasaklanmasına ilişkin belki de en eski Romalılara aittir : “Armis bella non veneris geri” – “Savaşlar zehirle değil , silahlarla yapılır”. Demirtaş , a.g.m. , s.97.
86
maddelerin silah olarak kabul edilip umarsızca kullanılabileceğini çok
önceden tahmin etmişlerdi galiba.
2.2.2.3. Biyolojik Terör Kitle imha silahları ile gerçekleştirilebilecek en basit terör eylemleri,
‘’yoksulların nükleeri’’ olarak nitelendirilen,biyolojik silahlar veya maddelerle
yapılabilir.Basit olmasının yanında biyolojik maddelerin kullanım alanlarının
genişliği terör örgütlerine yeni ufuklar açabilmektedir.Çünkü biyolojik
maddeler yalnızca insanlara zarar vermek amacıyla üretilmezler.233 Bir
ülkeye zarar vermenin yöntemlerinden biri de,ekonomisine ve besin
kaynaklarına zarar vermektir ve biyolojik maddeler bu hedefleri de gözeterek
üretilebilirler.İnsanlar haricinde hayvanlara,bitkilere karşı ve malzemeleri
kullanılmaz hale getirmek için kullanılan biyolojik maddeler de mevcuttur.234
İnsanlara karşı kullanılan biyolojik maddelere “anti personel” biyolojik madde
adı verilmektedir.Biyolojik maddeler detaylı şekilde analiz edildiğinde 100’den
fazla hastalık oluşturan mikroorganizma ve düzinelerce biyolojik orijinli
zehirden bahsetmek mümkün olmaktadır.İnsanlarda hastalık oluşturarak
ölümlerine ya da kalıcı veya geçici olabilen rahatsızlıklar nedeniyle belli bir
süre için tedaviye ihtiyaç duymalarına neden olabilirler ve bazı maddeler
bulaşıcılık özelliğine de sahiptir.
Bu veriler ışığında,terör eylemi gerçekleştirmek için,10 000 dolarlık bir
para birikimi ve 4.5 metreye 4.5 metre boyutlarında küçük bir laboratuardan
istenilen miktarda ve türde biyolojik madde ve silah üretilebilir.İhtiyaç duyulan
temel maddeler,bira mayası,protein bazlı kültür,plastik giysiler ve gaz
maskesinden ibarettir.Şarbon mikrobu içeren 85 kiloluk bir silah uçaktan
atılsa,Washington’da 3 milyon insanın ölebileceğini ABD Savunma Bakanlığı
yetkilileri açıklamışlardır.235 Bahsedilen küçük laboratuarda 85 kilo Şarbon
elde etmek ne kadar zamana mal olabilir ki?
1984 yılında,ABD Oregon’da 4 restoranda yemek yiyen 750 kişi
zehirlenmiştir.Bu olaydan,o bölgede bulunan ve Oregon’un yerlileri ile
çatışma içinde olan bir örgütün sorumlu olduğu ortaya çıkarılmıştır.Örgüt
233 “Tehlikeli Maddeler ve Kitle İmha Silahları” , < www.akut.org.tr > , (10.01.06) 234 Demirtaş , a.g.m. , s.99. 235 Balancar , a.g.m. , s.4.
87
üyeleri çiftliklerinde ürettikleri Salmonella bakterilerini bölgedeki 4 restoranın
salata barlarına yaymışlardır.236
Aynı yıl içerisinde Fransız polisi Alman Kızıl Ordu örgütüne yönelik
olarak yaptığı operasyonlarda çeşitli hücre evlerinde biyolojik silah üretimi ile
ilgili bol miktarda doküman ele geçirmiştir.Aynı hücre evlerinin banyo
küvetlerinde de kullanılmak üzere hazır bekleyen çeşitli biyolojik madde ve
silahlara da el konmuştur.237
Yukarıda verilen gerçek örneklerden de anlaşılacağı üzere,biyolojik
maddelerle herhangi bir saldırı düzenlemek veya saldırı hazırlığında
bulunmak çok kolay olabilmektedir.Bu tür maddelere ne kadar kolay
ulaşılabileceğini göstermek açısından şu örnek de önemlidir;1995 yılında,
ABD vatandaşı olan Larry Harris,laboratuar teknisyeni kimliğine bürünerek bir
biyomedikal şirketine vebaya sebep olan Yersinia Pestis isimli bakteri ile ilgili
sipariş vermiştir.Teslimatın geç kalması üzerine şirketi arayan Harris’in,
laboratuarına ilişkin soruları çelişkili olarak cevaplaması üzerine ihbar edilmiş
ve polis tarafından tutuklanmıştır.Yapılan araştırmada,bu şahsın beyaz ırkın
üstünlüğüne inanan bir örgütün üyesi olduğu ortaya çıkarılmıştır.238
Kaza ihtimali,nükleer maddeler konusunda olduğu gibi,biyolojik
maddeler için de ayrı bir tehdittir.Zira,1979 yılında miktarı belirlenemeyen
Şarbon virüsü,SSCB’de yanlışlıkla serbest bırakılmıştır ve olayda 66 kişi
hayatını kaybetmiştir.239 1997 yılında da Küba,ABD’yi,tarım alanlarına
“kazayla” biyolojik maddeler püskürtmekle suçlamıştır.240
Yukarıda anlatılanlara rağmen,geniş çaplı bir biyolojik saldırının henüz
gerçekleşmemiş olması,tüm dünya için bir şans olarak kabul edilebilir.II nci
Dünya Savaşı esnasında,Japonya’nın 12 tane Çin şehrine düzenlediği
saldırılar bilinmektedir.241 Ancak geniş çaplı kabul edilmemesinin sebebi
‘’sadece’’ 10 000 civarında insanın ölmüş olmasıdır.Savaş boyunca meydana 236 İbrahim Semizoğlu , “Siber Terörizm ve Biyolojik Silahlar” , s.2. , <www.kpl.gov.tr/tr/siberteror.htm > , (05.02.06) 237 Terry N. Mayer , “The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , s.2. , <www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html > , (06.01.06) 238 Semizoğlu , a.g.m. , s.3. 239 Balancar , a.g.m. , s.3. 240 Mayer , a.g.m. , s.4. 241 Anthony H. Cordesman , Asymmetric and Terrorist Attacks With Biological Weapons , Center for Strategic and International Studies Press , Washington 2001 , s.15.
88
gelen ölüm sayısının yanında ‘’sadece’’ 10 000 kişi bazı akademisyenlere
anlamlı gelmemiş olacak ki,Japonların bu biyolojik saldırıları geniş çaplı
olarak nitelendirilememiştir.Japonların kullandığı biyolojik silahlar elbette
günümüzde çok ilkel bir tür olarak kabul edilmektedir.Çünkü eski SSCB’nin
biyolojik silah üretim uzmanlarından biri olan Ken Alibek’e göre,dünya
üzerinde,nükleer silahların yarattığı ölümcül etkilerden kat kat daha güçlü
biyolojik silahlar üretilmiş durumdadır.242 Ve büyük ihtimalle bu
silahlar,Rusya ve eskiden bünyesinde bulundurduğu cumhuriyetlerin
sınırlarını çoktan belirsiz istikametlere doğru aşmıştır.Dolayısı ile günün
birinde,böcek türleri,su,hava,çeşitli spreyler veya insani temaslar vasıtasıyla,
anılan silah veya maddelerin hayatımıza,teröristler tarafından,hiç
beklemediğimiz anlarda sokulabilmeleri muhtemeldir.
2.3. Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelebilecek Tehditler 2.3.1. Kitle İmha Silahları ile Doğal Kaynaklar ve Çevreye Yönelik Olarak Yapılabilecek “Terör Saldırıları Tehdidi” Doğal kaynaklar üzerindeki baskı ve rekabet devletler arasındaki
anlaşmazlıkların bir nedeni olagelmiştir ve kaynaklarla ilgili anlaşmazlıklar ve
çatışmalar eski zamanlara dek uzanmaktadır.243 Devletler sahip oldukları
doğal kaynakları dış amaçlarına bağlı olarak kullanmışlardır ve kullanmaya
da devam edeceklerdir.Doğal kaynak ve çevrenin uluslararası politikada
yerinin ne olduğu konusunda elbette farklı yaklaşımlar mevcuttur.Günümüze
kadar olan süreç içerisinde devletler arasındaki ilişkilerin temelinde çıkar ve
güç olguları benimsenmişken,bu iki olguya ilave olarak,yakın gelecekte doğal
kaynaklar ve çevre faktörlerinin mutlak surette ilave edileceğini düşünüyoruz.
Çünkü yeryüzünde eşit olarak dağılmayan kaynakların giderek azalması ve
242 Cordesman , Asymmetric and Terrorist Attacks … , s.23. 243 “Bazı uzmanlar eski zamanların en meşhur savaşlarından biri olan Truva savaşının asıl nedeninin güzel Helen değil , teneke üzerindeki rekabet olduğuna inanmaktadır.Kaynaklar üzerindeki çekişmeler elbette sadece eski zamanlarla sınırlı kalmamıştır.Orta Çağda krallar ve şövalyeler , zamanın anahtar kaynağı toprak için savaşıp , altın için mücadele etmişlerdir. Baharat ve ticareti mümkün mallar 16 ve 17 nci yüzyıllarda , kömür ve petrol ise erken sanayi çağında muhtemel çatışma nedeni haline geldiler.Bugün ise artan dünya nüfusu ve hızlı sanayileşme hem yenilenebilir hem de yenilenemeyen kaynakları baskı altına almaktadır.”Rana İzci , “Uluslararası Güvenlik ve Çevre” , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der.:Faruk Sönmezoğlu , Der Yayınları , İstanbul 1998 , s.413.
89
çevre üzerinde yapılan tahribat,uluslararası alanda güvenlik endişelerini de
beraberinde getirmektedir.244
Kitle imhasına yönelik terörizm bölümünde,güvenlik stratejilerinde
meydana gelen değişimler üzerinde durulmuş ve uluslararası terörizmin bu
stratejileri derinden etkilediği belirtilmişti.En kötü terör senaryolarında artık
hayatlarını gönüllü olarak inandıklara dava uğruna adayabilen teröristlerin
büyük şehirlerde kitleleri etkisiz hakle getirecek şekilde nükleer,kimyasal
veya biyolojik silahlar kullanabileceği öngörülmektedir.En az bu senaryolar
kadar dehşet verici ve insafsız olanını da,çalışmamızda kendi öngörümüz
olarak belirtmek yerinde olacaktır.Doğal kaynaklar ve çevrenin uluslararası
alandaki önemine tekrar vurgu yaparak terör örgütlerinin,bahsedilen doğal
kaynaklar ve çevreye kitle imha silahları ile saldırıda bulunup
bulunamayacağının üzerinde düşünme zamanının geldiğine
inanıyoruz.Motivasyon unsurları ne olursa olsun şu bir gerçek ki,bu yöntem
bir terör örgütü için en zahmetsiz yoldur.Tespit edilme riskinin çok düşük
olması kanaatimizce gelecekte bu yöntemi daha da cazip
kılabilecektir.Örneğin içme suyu sağlayan bir barajın suyunun,herhangi bir
kitle imha silahının maddesi ile kirletildiğini düşündüğümüzde ortaya
çıkabilecek insanlık felaketinin boyutlarını tahmin etmek bile neredeyse
imkansızdır.Terör saldırılarında,alışılageldiği üzere bir patlama olmadan
yapılabilecek bu tür eylemlerin hayal dünyasının birer ürünü olmadığını
düşünüyoruz.Ve hatta gerçekçi olmak gerekirse,bundan sonra kesinlikle
ihtimal dahilindedir.
244 “Şüphesiz , insanoğlunun çevresinde yaptığı tahribat ve bundan kaynaklanan ıstıraplar yeni şeyler değildir.Avrupa’nın modernleştiği ilk zamanlarda , kalabalık şehirlerde – hatta Asya’nın bunlardan daha da kalabalık şehirlerinde – çöpler sokağa atılır,nehirlerden pislik akar ve hastalıktan ölenlerin sayısı durmadan artardı.Koskoca ormanlar , yakacak için odun veya bina,gemi, yapmak için kereste sağlamak üzere kesilir , öyle ki hem bütün bir yörenin ekolojisi hem de o yöredeki insanların yaşaması için gerekli her şey durmadan değişime uğrardı.Özellikle sanayinin ilk dönemlerinde kömür ve linyit yakılması dolaysıyla atmosfer kirleniyor ve insan sağlığı bozuluyordu ; 1873 yılının Aralık ayında , bir hafta içinde Londra’nın büyük “sis”lerinden biri solunum yolları rahatsızlığı çeken yaklaşık yedi yüz kişinin ölümüne sebep olmuştu.En eski çağlardan beri , insanlar barajlar inşa etmiş,bataklıklar kurutmuş,nehirlerin yatağını değiştirmiş ve meralarda aşırı ve bilinçsizce otlatmaya göz yummuştur.Şimdi önümüzde bulunan çevre buhranı evvelce vuku bulmuş buhranlardan hem nicelik hem de nitelik olarak farklıdır,çünkü şimdiki yüzyılda dünyanın ekosistemini tahrip eden insan sayısı o kadar çoktur ki , sistem sadece çeşitli, kısımları itibari ile değil,bütünüyle tehlikeye maruz kalabilecektir.” , Paul Kennedy , Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken , Çev. : Fikret Üçcan , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ankara 1995 , s.122-123.
90
Anlatılan terör eylem türünün gerçekleşmesi durumunda,sadece
insanlar ölmesi veya olumsuz bir şekilde etkilenmesi konuşulmayacaktır.
Doğal çevrenin görebileceği zararların yanında,uzun vadede çevrenin
insanlara verebileceği zararlar da gündeme gelecektir.245 Klasik terör
saldırılarında acımasızlık ve bu konudaki kararlılık asıl unsur iken,bahsedilen
terör eylem türünde insafsızlık da söz konusu olacaktır.İşte bu bağlamda 11
Eylül saldırılarının en etkili uzantısı terör örgütlerine ‘’stratejik cesaret’’ vermiş
olmasının yanında,“her alanda her şeyi başarmanın mümkün olduğunu
göstermesidir.”
Devletlerin ulusal güçlerinin faktörlerinden biri olan doğal kaynaklar
sadece miktarlarına göre değerlendirmeye tabi tutulmazlar.Doğal kaynaklar,
miktarı,kalitesi,hareket yeteneği ve vurulabilirlik özellikleri ile birlikte analiz
edildiklerinde ulusal gücün uygun birer belirleyicisi olup olmadığına karar
verilir.246 İşte bu aşamada terör eylemlerinin yapısındaki sürekli gelişimi kabul
edersek kaynakların kalitesine yönelebilecek eylemlerden de
bahsedebiliriz.Örneğin tarım ürünlerinin satışı konusundaki uluslararası
rekabete pekala bir devletin lehine sonuçlanacak terör eylem türü
geliştirilebilir ki devlet destekli terörün olmadığını veya olamayacağını değil
iddia etmek düşünmek gibi bir durum bile söz konusu olamaz çünkü olduğu
ve daima olacağı kabul gören bir olgudur.247 Kaynakların vurulabilirliği
konusu ise başlı başına bir potansiyel tehdit ihtiva etmektedir.Yer yüzünde
var olan tüm kaynaklar,istenildiğinde vurulabilirlik özelliğine
kavuşturulabilir.Milyonluk düzenli ordular bile bu tür kaynakları korumakta
aciz kalabilirler.İzci’nin dikkat çektiği gibi “… yanlış kaynak yönetimi ve
245 Hızlı kentleşmenin çevreye etkisi , dünyanın ısınmasının tehlikeleri , yok olan ormanlar , azalan su kaynakları , yükselen denizler , zehirli atıklar , gibi konular artık duymaya çokça alıştığımız konu başlıklarını oluşturmaktadır.Bu konular ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. , Onur Öymen , Geleceği Yakalamak , Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu , Remzi Kitabevi , İstanbul 2000 , s.112-128. , Kennedy , a.g.e. , s.121-156. , Klasik çevresel tehditler olarak nitelendirebileceğimiz bu tehdit türleri , zamana yayılmış şekilde gelişirken , yukarıda belirtilen felaket senaryoları dahilinde denebilir ki , kısa bir zaman sürecinde tüm insanlığın olumsuz olarak etkilenmesi söz konusudur. 246 “Kaynakların kullanımı hükümetler tarafından formüle edilen dış amaçlara bağlıdır.Bununla birlikte,devletlerin kullanabileceği dış politika araçları bir bakıma sahip oldukları yeteneklerin nicelik ve niteliklerinin bir fonksiyonudur.Doğru kaynak değerlendirmesi devletlerin daha akılcı bir şekilde ulusal çıkarlar ve önceliklere karar vermesini sağlayacaktır.” İzci , a.g.e. , s.414-415. 247 Paul Wilkinson , “The Strategic Implications of Terrorism” , Terrorism&Political Violence.A Source Book , (Edited by Prof.M.L.Sondhi) , Har-anand Publications , India 2000 , p.19-49.
91
kaynakların yanlış değerlendirilmesinin de devletlerin ekonomik ve sosyal do-
kusunu olduğu kadar devletlerarası ilişkileri de baltalaması olasıdır”.Terör
mantığının bu fikre de nüfuz edebileceği gözden kaçırılmamalıdır.Bu
bağlamda terör eylemlerinin yapılma nedenleri arasına devletleri birbirileriyle
savaşa sürüklemek gibi bir neden daha eklenebilir.
Doğal kaynaklardan sonra çevreye ve onun unsurlarına yönelik bazı
tehditlerin belirmesi olasıdır.Bilindiği gibi insanların,hayvanların ve bitkilerin
yapısal genleri ile arzu edilen şekilde (günümüz teknolojisi sayesinde)
oynanabilmektedir.Bu tür faaliyetleri savunanların yanında , genelde dinsel
motif içerisinde,karşı çıkanlar da mevcuttur ancak bu alandaki gelişimin
durmayacağını düşünüyoruz.Tıp dünyasındaki bu tür gelişmelerin fayda veya
zararları bir yana,ilginç olan şu ki;(biyolojik silahlar bölümünde değinildiği
gibi) bu tür faaliyetler teröristlerin dimağlarına birer saldırı türü daha
ekleyebilecektir.Kitle imha silahlarının baz maddelerinin de,tıp dünyasının
birer ürünü oldukları düşünüldüğünde canlı türlerine karşı yapılabilecek
olumsuz etki amaçlı saldırıların yelpazesi bir kanat daha genişlemiş
olmaktadır.Bahsedilen canlı türlerinin,çevrenin vazgeçilmez unsurları ve de
dengenin sağlayıcıları olduğu gerçeği ile hareket edildiğinde artık dikkatli ve
geleceğe yatırım niteliği taşıyan analizlerin yapılmasının vaktinin geldiğini
söyleyebiliriz.
2.3.2. Nükleer Altyapıya Sahip Olan Devletlerdeki “Atık ve Kaza Tehdidi” Şimdiye kadar sadece kitle imha silahlarının baz maddeleriyle
yapılabilecek terör eylemlerinin,doğal kaynak ve çevreye yöneltebileceği
olası ve yeni sayılan ve küresel olarak addedebileceğimiz bir tehditten
bahsettik.Bunun yanında insanoğlunun kendi günlük yaşamının içeriği ile ilgili
olan tehditler de söz konusudur.Bu aşamada öncelikle nükleer enerji
konusuna değinmek istiyoruz.Uluslararası alanda bu tür enerjinin kullanımı ile
ilgili birçok karşıt ve alternatif görüş mevcuttur.248 Ancak özellikle çevre
248 “Burada önemli olduğuna inandığımız bir saptamaya yer vermek istiyoruz. “Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)’nın 1958’deki bir teknik raporu içerisindeki bölümlerden birinin başlığı “Bir Nükleer Kaza Durumunda Strateji”.Bu bölümün sonu aynen şu dilekle bitiyor :Ruh sağlığı açısından , barışçıl atom enerjisinin ileride kullanılabilmesinin en uygun koşulu bu konuyla ilgili bilgisizliğe ve muğlaklığa adapte olmayı öğrenmiş yeni neslin ortaya çıkmasıdır.Yani tehlikeler konusunda cahil ve
92
kuruluşlarının şiddetli tepkisini çektiği bilinmektedir.249Ancak konunun teknik
detaylarının fazla olması sebebi ile burada doğruluğu veya yanlışlığından
bahsetmekten ziyade mümkün olduğunca tarafsız bir şekilde,dünyada
meydan gelmiş birkaç olay üzerinde konu ile ilgili değerlendirmenin
yapılmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz.
Kitle imha silahlarının en güçlüsü olan nükleer silahlara ulaşmak için
devletlerin izledikleri yola bakılırsa,bu yolun öncelikle tüm dünyada halen
tartışmalı olan nükleer enerji üretiminden geçtiği görülecektir.Doğal kaynak
ve çevreye yönelebilecek,en önemli zararlı etkileri oluşturabilme
potansiyeline sahip olması nedeniyle,her nükleer enerji tesisini,biraz iddialı
olarak görünse de,aslında bir nükleer silah (kitle imha silahı) olarak da
değerlendirebiliriz.Çernobil kazasının etkilerini canlı olarak gören veya
hisseden insanların tamamı da bu kanaate katılmakta tereddüt
etmeyeceklerdir.
Nükleer enerji ile ilgili en büyük sorun,nükleer atıkların meydana
gelmesi ve bunların da,henüz daha geri dönüştürülebilir özelliğinin
olmamasıdır.250 Örneğin sadece Fransa’daki nükleer santraller yılda 16 500
metreküp atık üretmektedir.251 Öymen’in de vurguladığı gibi “Bu atıkların 200
metreküpünün radyasyon oranı çok yüksek,1300 metreküpünün de orta
dereceli yüksek.Geçmiş yıllarda üretilenlerle birlikte bugün Fransa’da 1600
metreküp yüksek radyoaktiviteli atık bulunuyor”.Nükleer santrallerin ürettiği
atıkların “güvenilir” bir şekilde yok edilmesi için dünya çapında bulunmuş ve
etkili sayılabilecek tek bir yöntem bile yoktur.İnsanlar “doğaları gereği” elbette
bazı yöntemler bulmuştur ancak güvenilir olmalarına dikkat ettikleri pek
umursamaz bir nesil ortaya çıkarsa , bu nükleer enerji işi çok rahat başarılabilir denmek istiyor…” , Latif Tufan Erdoğan , Kıyametin Gözyaşları,Petrol ve Nükleer Enerji , Elips Kitap , Ankara 2006 , s.184. 249 Greenpeace örgütünün konuyla ilgili yaklaşımı ve faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. “End the Nuclear Threat” , <http://www.greenpeace.org/international/campaigns/nuclear> , (10.05.06) 250Nükleer santraller uranyumu işlerken , uranyum , çekirdek parçalanması yoluyla yüksek radyoaktivite taşıyan nükleer atıklar haline dönüşmektedir.Nükleer atıklar yaydıkları yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar nedeniyle insanlar hayati tehlike taşımaktadırlar.Bu nedenle nükleer atıkların yüz binlerce yıl boyunca insanlara , tüm canlılara ve bitkilere ulaşamayacak şekilde saklanmaları gerekmektedir.Nükleer santraller yaklaşık 50 yıldır kullanılmaktadır ancak henüz daha hiç kimse nükleer atıkların nasıl ve nerede nihai olarak saklanabileceğini bilmiyor. , <www.facts-on-nuclear-energy.info/facts_on_nuclear_energy.php > , (14.02.06) 251 Öymen , a.g.e. , s.127.
93
söylenemez.Özellikle Rusya eski nükleer teknolojisi ile nükleer atıkları
konusunda ciddi sıkıntılar çekmektedir daha doğrusu yaratmakta olduğunu
söyleyebiliriz.1993 yılında imzalanan Londra Sözleşmesiyle atıkların
denizlere boşaltılması,1998 yılındaki düzenlemelerle de üçüncü dünya
ülkelerine ihracatı yasaklanmıştır.252Ancak bu düzenlemelerden önce Atlantik
ve Pasifik Okyanuslarına ve Barents Denizine tonlarca nükleer atığın
boşaltıldığı bilinmektedir.
Nükleer atık gibi ciddi bir sorunu yaratıyor olmasının yanında,nükleer
enerji ile ilgili çeşitli belirsizlikler de mevcuttur.İddia o ki;nükleer enerji,sonu
olmayan bir yoldur çünkü enerji üretimi için gerekli hammadde olan uranyum
doğada zor bulunan bir maddedir.253 Bu problemi çözmek için ortaya atılan
nükleer atıklardan tekrar hammadde kazanmayı öngören teknolojik projeler
ise,teknik ve ekonomik nedenlerden dolayı uygulanır duruma
getirilmemektedir.Birkaç on yıl içerisinde atom enerjisinin yakıtının
tükeneceği değerlendirilmektedir.Belli bir süre sonra uranyumla beraber
petrol ve doğalgaz da tükeneceği için insanlık enerji ihtiyacını uzun vadede
ancak yenilenebilir enerjilerle ve enerji kullanımında gereksiz kayıpları
önleyerek karşılayabilecektir.
DIA (Defence Intelligence Agency)‘nin 2003 yılındaki raporlarında
belirtilen aşağıdaki gelişmeleri dikkatle incelemekte yarar görüyoruz ;
(i) Eylül 2003’te nükleer enerji ile çalışan bir Rus denizatlısı,
Barents Denizinde batmıştır. Rus donanması,bu denizin kıyısı boyunca
yaklaşık 500 milyon curie254 radyasyon yayan 14 000 metreküp sıvı,26 000
metreküp katı nükleer atığa sahiptir.Bu radyasyon,1986 Çernobil kazasından
sonra atmosfere yayılan radyasyonun yaklaşık iki katıdır.
(ii) Eski Sovyetler Birliği tarafından inşa edilen ve nükleer enerji
ile çalışan 250 adet denizatlıdan,200 tanesi yedeğe alınmış durumdadır.
252 Öymen , a.g.e. , s.127. 253 Henrik Paulitz , “Facts on Nuclear Energy – Backround Information” , Berlin 2004 , <www.ippnw.de> , (12.02.06) 254 curie : radyasyon ölçü birimi.
94
(iii) 1990’lı yılların başından beri Rusya,kullanılmış yakıtını,
kullanılmayan kıyılarında depolamaktadır ve her sene kazalar meydana
gelmektedir.
(iv) Kazalara ilaveten,Sovyetler Birliği 1965 – 1991 yılları
arasında, radyoaktif atıklarını Barents Denizi ile Karadeniz’e boşaltmıştır.Ve
bu süre boyunca en az 17 adet Kuzey Filo Gemisi ve çeşitli radyoaktif atıklar
taşıyan mavna,Barents ve Karadeniz’de batmıştır.Bilinen en son atık
boşaltımı 1991 yılında gerçekleşmiştir.Rus donanması,Japon Denizine,
Pasifik Okyanusuna ve Baltık Denizine de atık boşaltımı yapmıştır.
(v) SSCB ( ve Rusya ),6 tanesi kullanılmış yakıt içeren,13 adet
nükleer reaktörü de denize atmıştır.Özellikle SSCB zamanında kullanılan
boşaltım bölgelerinin sayısını ve tam yerlerini bilmek bugün itibarı ile
neredeyse imkansızdır.
Eski SSCB veya şimdiki Rusya’nın doğal çevreye bilerek zarar verme
pahasına yaptıkları bu nükleer atığı yok etme işleminin tabi ki kabul edilebilir
bir tarafı yoktur.Ancak nükleer atıklar ve enerji konusunda,kasıtlı olarak
oluşturulmayan başka tehditler de söz konusu olabilmektedir ki bundan
kastımız kazalardır.1986 yılındaki Çernobil kazası,günümüz penceresinden
değerlendirildiğinde Sovyet teknolojisinin yetersiz veya eski olmasına
bağlanabilir.Ancak verilen örneklerin daha anlamlı olması açısından,teknoloji
üstünlüğü ile her zaman övünen ve dünyada da bu üstünlüğü kabul gören
Japonya’ya dikkat çekmek yerinde olacaktır.Japonya’da meydana gelen
nükleer kazalar şunlardır255 :
(i) Aralık 1995 ;Tsuruga’da soğutma sisteminden kaynaklanan
sızıntı yüzünden,santral bir yıl kapatılmak zorunda kalmıştır.
(ii) Mart 1997;Tsuruga’da çalışan 35 işçi radyasyona maruz
kalmıştır.
(iii) Ağustos 1997;Tokaimura santralinde,2000 çelik varil içinde
bekletilen atıklarda sızıntı meydana gelmiştir.
(iv) Temmuz 1997;Tokyo elektrik firmasına ait bir başka
reaktörde yine sızıntı meydana gelmiştir.
255 “Japonya’da Nükleer Kaza” , < www.ekoses.com > , (10.02.06)
95
(v) Kasım 1997;Tokyo yakınlarındaki uranyum zenginleştirme
laboratuarında yangın çıkmıştır.
(vi) Temmuz 1999;Tsuruga santralinde,normal radyasyon
düzeylerinin,11 500 katına ulaşan radyasyon sızıntısı meydana gelmiştir.
(vii) Eylül 1999;Tokaimura santralinde,Japonya santralleri
arasında,bugüne kadar yaşanmış en ciddi sızıntı meydan gelmiştir.Normal
değerlerin 15 000 katı kadar radyasyon oluşmuş,400’den fazla insan bu
radyasyona maruz kalmıştır.
Örneklerden de anlaşılacağı üzere,nükleer enerji maksatlı santrallerin
başına çeşitli kazalar gelebilmektedir.Üstün Japon teknolojisi bile bu kazaları
engelleyemiyorsa konu üzerinde daha detaylı düşünerek gelecekle ilgili
tercihleri yapmak isabetli olacaktır.Keza dikkat çekmek istediğimiz bir başka
konu ise 1950 yılından bu yana nükleer silahların konuşlandırma,ateşleme ve
imha işlemlerine ilişkin kayıtlı kaza sayısının 32 olduğudur.Bunun yanında
her an,kullanma denemesi veya taşıma işlemi sırasında bir kazaya sebep
olabilecek olan,çalınmış 6 adet nükleer silah da halen bulunamamıştır.256
Resmi Alman Nükleer Enerji Santralleri Risk Araştırması – Aşama
B’ye göre,40 yıldır faaliyet gösteren bir Alman nükleer santralinde reaktör
patlaması riski oranı %0,1’dir.Avrupa Birliği ülkelerinde, toplam 150’yi aşkın
nükleer enerji santrali faaliyet göstermekte ve dolayısıyla Avrupa’da bir
reaktör patlama riski % 16’yı bulmaktadır.Bu ihtimal,zarla ilk atışta 6 atma
ihtimaline eşittir.Dünya genelinde 440 adet nükleer santral faaliyet
göstermektedir,bu da 40 yıllık bir süre içinde reaktör patlaması riskinin %
40’a çıkması anlamına gelmektedir.257 Çernobil faciasındaki reaktör
patlamasının gösterdiği gibi,böyle bir kaza neticesinde on binlerce insanın
ölebileceğini hesaplamak gerekmektedir.
Uluslararası alanda,nükleer santrallerin denetimlerini yapan
kuruluşlardan biri IAEA’dır.Ancak yapılan denetimlerin sonucu her ne olursa
256 “Broken Arrows – Nuclear Weapons Accidents”, <http://www.atomicarchive.com/Almanac/Brokenarrows.shtml>,(11.04.06) , Ayrıca 1992 yılından bu yana meydana gelen nükleer madde kaçakçılığı olaylarının ayrıntıları hakkında bkz. , <http://www.atomicarchive.com/Almanac/Smuggling.shtml> (11.04.06) 257 Henrik Paulitz , “Facts on Nuclear Energy – Backround Information” , Berlin 2004 , <www.ippnw.de> , (12.02.06)
96
olsun yaptırım gücü olmadığı için,nükleer santrallerin kaderi yine onları
işleten devletlerin ellerine bırakılmaktadır.Konuya ilişkin bir örnek olarak
Ermenistan’da faaliyet gösteren Metsamor santralinden bahsetmek yerinde
olacaktır.IAEA ve AB verilerine göre Metsamor dünyanın en tehlikeli nükleer
santrali olarak kabul edilmiş ve 1999 yılında Ermenistan ve AB arasında
santralin 2004 yılına kadar kapatılması için bir anlaşma imzalanmıştır.258
Ermenistan 2001 yılında Avrupa Konseyine üye olurken bu taahhüdünü
yenilemesine rağmen enerji sıkıntısını bahane ederek santrali henüz daha
kapatmamıştır.AB’nin konuya ilişkin olarak 100 milyon Euro ayırmış olması
ve bu konudaki ısrarları Ermenistan için caydırıcı nitelik taşımamıştır.Aksine,
santrali kapatmak yerine,santralin çalıştırılması için gerekli olan
zenginleştirilmiş uranyum satın alma konusunda Rusya ile görüşmelerine
devam etmiştir.İhtiyaç duyduğu uranyumu Rusya’dan nakletme şekli ise başlı
başına benzersiz bir örnektir.Uçaklarla uranyumu ülkesine getiren
Ermenistan,bu uçakları da sivil hava alanlarına indirmekte sakınca
görmemektedir.Bu arada,zenginleştirilmiş uranyum elde etme denince
aklımıza bu girişimde bulunan İran’a karşı uluslararası kamuoyunun tepkisi
gelmekte ancak bu girişimin Ermenistan tarafından da yapılmış ve yapılıyor
olmasına rağmen uluslararası alanda ciddi bir tepkinin olmaması dikkatimizi
çekmektedir.Çernobil santralinden bile daha eski bir teknoloji ile yapılmış
olan Metsamor santralinin denetimleri esnasında IAEA tarafından tasarım ve
işletim ile ilgili yaklaşık 100 adet problem bulunmuştur ki bunların 60 tanesi
derhal giderilmesi gereken kategoridedir.259 Kuruluşundan bu yana 5 büyük
ve 150 den fazla küçük kazanın yaşanmış olmasının yanında,5 ve 5’ten daha
büyük şiddetteki deprem olasılığı olan bölgelerde nükleer santral işletmek
IAEA standartlarına aykırı olması ve Metsamor’un da deprem kuşağında
bulunması gibi gerçekler Ermenistan’ın fikrini değiştirmemektedir.Daha da
ilginci,santrali kapatmak için iki tane birbirinden “komik” şart öne
sürmektedir.Bunlardan birincisi,İran ile arasında inşa edilen doğalgaz boru
hattının yapımı için AB’nin mali desteği,ikincisi ise,Azerbaycan ve Türkiye’nin
258 Sinan Ogan , “AB’nin Metsamor Nükleer Santrali’nin Kapatılmasına Yönelik Politikaları” , Avrasya Dosyası , Fasikül 24 , Cilt 10 , Sayı 2 , (Yaz 2004) , s.262. 259 Ogan , a.g.m. , s.268-269.
97
kendisine uyguladıkları ambargoyu kaldırmaları ve sınırlarını açmalarıdır.260
Görüldüğü üzere bölgenin tamamı için tehlike arz eden nükleer
santral,Ermenistan tarafından bir şantaj malzemesi olarak
kullanılabilmektedir.Örnekten yola çıkarak,nükleer enerji seçeneğinin fayda
ve mahzurlarının bir kez daha uluslararası alanda objektif olarak
incelenmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz.Teknoloji,günümüz koşulları
itibariyle hızlı gelişen ancak bir o kadar da hızlı eskiyen bir yapıya sahip
olmuştur.Nükleer altyapının varlığı bile başlı başına bir tehdit unsuru
oluşturabiliyorken,buna bir de günden güne eskimesi gibi bir gerçek
eklenince,kaza ihtimali de sürekli olarak artmaktadır.Ancak yukarıda da
vurgulamak istediğimiz gibi devletlerin çıkarlarının,olası kazaların
yaratabileceği yıkımlardan daha ön plana çıktığını unutmamak
gerekmektedir.
260 Ogan , a.g.m. , s.264.
98
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KİTLE İMHA SİLAHLARI REKABETİ VE GELİŞTİRİLEN STRATEJİLER
3.1. Soğuk Savaş Dönemi Başlangıcında Kitle İmha Silahlarının ve Bunlara Dayalı Stratejilerin Geliştirilmesini Zorunlu Kılan Uluslararası Ortam ve Yapısı II nci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ortam çok büyük
değişikliklere sahne olmuştur.Bu değişikliklerin siyasi,askeri ve ekonomik
olmak üzere 3 farklı,ancak birbirini doğrudan etkileyen,alanda olduğunu
söyleyebiliriz.261 Savaşın hemen sonunda ABD ve SSCB birbirlerine karşı
askeri üstünlük sağlama çabasına girerken,savaştan önemli dersler almış
olan Avrupa devletleri öncelikle ekonomik ve sosyal yönden yeniden
yapılanmaya başlamışlardır.262 Hal böyle olunca,Avrupa bir güç merkezi
olarak uluslararası politika alanından çekilmiş ve dünya yaklaşık yirmi yıl
boyunca,keskin çizgilerle ABD ve SSCB etrafında iki kutuplu bir görünüme
kavuşmuştur.263 Farklı siyasal görüş ve inanışlarına rağmen,II nci Dünya
Savaşı ABD ve SSCB’nin ortak düşmanlarına karşı birlikte mücadele
etmesini sağlamış ancak savaşın kazanılacağı kesinleşince siyasal düşünce
ve çıkar farklılığı iki devlet etrafında oluşan bu kutuplaşmayı kaçınılmaz hale
getirmiştir.264 Bundan sonra da iki rakip devlet olarak ABD ve
SSCB,toplumsal sistem (kapitalizm ve komünizm) arasındaki çelişki,nükleer
silah yarışı,farklı coğrafyalarda dolaylı ya da doğrudan askeri ve siyasi
rekabet,gizli servisler ve diğer yer altı örgütler vasıtasıyla gerçekleşen
mücadeleler,hatta kültür ve spor alanlarındaki büyük prestij savaşı ile
261 “Siyasal;o zamana kadarki uluslararası örgütlerin en evrenseli olanı BM kuruldu…Askeri;Avrupa’da Nazi ve faşistleri yenen Avrupa değil,ABD ve SSCB olmuştu.Doğal olarak,bu ikisi etrafında bir kümelenme gerçekleşti…Ekonomik;ABD’nin istediği Bretton-Woods sistemi kabul edildi.Bu sistem dahilinde kurulan IMF ve Dünya Bankası,uluslararası ekonomiyi büyük kapitalist ülkelerin denetiminde yürütme işlevini yükümlendi…” , Atay Akdevelioğlu,Ömer Kürkçüoğlu , “1945-1960 Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul 2001, s.480. 262 Hikmet Erdoğdu , Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2004 , s.21. 263 Oral Sander , Siyasi Tarih 1918-1994 , İmge Kitabevi , 11 nci Baskı , Ankara 2003 , s.201. 264 Muharrem Gürkaynak , Avrupa’da Savunma ve Güvenlik , Asil Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ. , Isparta 2004 , s.15.
99
uluslararası sistemin işeyişini ve bir bakıma dünyanın düzenini
biçimlendirmiştir.265 Oluşan bu iki kutuplu sistemin yapısal özelliklerini
Sönmezoğlu “Avrupa merkezli olmasından ziyade küresel bir niteliğe
bürünmesi,sürekli nitelikteki çıkarlara dayalı ve ideolojik uzantıları olan
blokların kurulması,uluslararası aktörlerin genelde sadece bloklar içerisinde
yer alan ve almayan devletlerle blok örgütleri ve BM olarak anılması ve yine
bu aktörlerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıklarının,aralarındaki siyasal
ilişkileri belirleyebilecek ölçüde artmış olması olarak” belirtmiştir.266
Savaşın ertesinde oluşturulan iki kutuplu dünya düzeninin baş
aktörleri olan ABD ve SSCB’yi bu konuma getiren,öncelikle sahip oldukları
askeri güç olmuştur.Ancak mücadelenin ilk zamanlarında ABD’nin de
SSCB’ye karşı belirgin olduğunu değerlendirdiğimiz askeri üstünlüğü
mevcuttur.Bu fikrimizin dayanağı doğal olarak,dünyada ilk ve son kez ABD
tarafından saldırı amaçlı kullanılan ve sağladığı stratejik askeri üstünlükleri
ispatlanmış olan nükleer silahların sadece ABD’nin elinde var
olmasıdır.Soğuk Savaş olarak adlandırılan ve kimilerine göre 20,kimilerine
göre de yaklaşık 50 yıl sürmüş olan dönemin en dikkat çekici yanının,iki
güçlü devlet tarafından nükleer alandaki üstünlüğü elde çabalarının olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu bölümde üzerine yorum katmak istediğimiz konu da Soğuk Savaşın
başlangıcında kitle imha silahlarının,daha spesifik olarak nükleer silahların,
ve bunlara dayalı askeri stratejilerin geliştirilmesini zorunlu kıldığına
inandığımız uluslararası ortamdır.Nükleer rekabetin neden uzun yıllarca
sürdürdüğünü bu vesileyle daha kolay anlatabileceğimizi düşünüyoruz.II nci
Dünya Savaşının galipleri ABD ve SSCB’yi nükleer rekabete götüren süreci
anlayabilmek için öncelikle bu iki devletin Soğuk Savaş başlangıcındaki
kendilerine has amaçlarına değinmek istiyoruz.
SSCB 30 yıl içinde 2 kez Almanya tarafından Doğu Avrupa istikameti
kullanılarak işgal edilmiştir.Dahası 1917’deki iç savaşında Batılıların,askeri
kuvvet yollayarak kendisine müdahale edebildiklerini ve II nci Dünya
Savaşında da ikinci cepheyi geciktirerek kendisini yıprattıklarına şahit 265 Gürsoy , a.g.e. , s.55-56. 266 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.675-676.
100
olmuştur.267 Bu gerçeklere ilaveten SSCB II nci Dünya Savaşında 20 milyon
insanını kaybetmiş ve birçoğu da sakat kalmıştır ki,bunun anlamı ekonomik
kalkınması için gerekli olan işgücü konusunda SSCB tarafından ciddi
sıkıntıların çekilmesi olmuştur.268 Savaş zamanında toprakları işgal edilen her
devlet gibi SSCB’nin de önemli sanayi kuruluşları,ulaşım merkezleri,sağlık
tesisleri,tarımsal ve enerji kaynakları önemli zararlar görmüştür.Bu güvenlik
endişelerine istinaden,özellikle Batı Avrupa ile arasına bir tampon koymak
isteyen SSCB,Doğu Avrupa’yı hedef olarak seçmiş ve bu amacına da
ulaşmıştır269 Yani Churchill’in Truman’a yazdığı ünlü mektupta ifade bulan
haliyle,SSCB kendi önüne “demir perdeyi” çekmeyi başarmıştır.270 Bu veriler
ışığında Gürkaynağın da vurguladığı gibi SSCB’nin “kısa vadede Avrupa’yı
tehdit edecek durumda olmadığını söylemek abartı olmayacaktır.” Ancak iki
rakip devlet arasında bulunan ideolojik farklılık,söz konusu zaman diliminde
SSCB’nin durumuna ilişkin (ve aslında yapılmasının zor olmadığına
inandığımız) bu isabetli analizin yapılmasını imkansız kılmış ve SSCB,önce
ABD sonra da Batılı devletlerden tarafından potansiyel düşman olarak
anılmaya başlanmıştır.Gerçi Berlin Bunalımını271 göz önüne aldığımızda
SSCB’nin yayılmacı bir politika izleyebileceğini düşünen devletlere hak
vermiyor değiliz ancak bu olayın tek başına SSCB’nin yayılmacı bir politika
izleyeceği anlamına gelmesi için yeterli olmayacağını düşünüyoruz.Ancak
SSCB’nin kendi güvenliğini sağlamakla ilgili girişimleri Batı Devletleri
tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır.Soğuk Savaşın başlangıcında SSCB
tarafındaki durum yukarıda anlatılmıştır.Şimdi ise ABD önderliğindeki Batı
devletlerinin durumuna ve güvenlik ile ilgili algılamalarına değinmek istiyoruz.
ABD,daha savaş bitmeden bazı ekonomik girişimler ve savaşın
ertesinde de kurduğu askeri paktlarla Batı dünyasının önderliğini
üstlenmiştir.Batı Bloku’nun lideri olarak ABD,askeri bakımdan
NATO’yla,ekonomik bakımdan da 1947’den itibaren başlayan dış yardım
267 Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.482. 268 Gürkaynak , a.g.e. , s.30. 269 Neden Doğu Avrupa’nın SSCB’nin ilk tercihi olduğu konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. , Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.482-483. 270 Erdoğdu , a.g.e. , s.29. 271 Ayrıntılı bilgi için bkz. Sander , a.g.e. , s.214-216 , Gürkaynak , a.g.e. , s.26-27.
101
programlarıyla etkisini bütün dünyaya yaymaya başlamış,doğal olarak da
ABD ve müttefiklerinin yayıldığı her ileri karakol SSCB’nin yukarıda
vurgulanan kronikleşmiş güvenlik endişesini de arttırmıştır.272 İşte,güvenlik
tehditlerinin tanımlandığı böyle bir ortamda nükleer rekabetin neden
başladığını daha kolay analiz edebiliriz.Sander’in de belirttiği gibi “resmi
olmayan düzenleyiciler olarak iki blok,birbirlerini denetlerler,karşı tarafın
gücünü güçle dengelemeye çalışırlar… Bloklardan biri güçlenir ya da etki
alanını genişletirse,bunun kime karşı olduğu konusunda herhangi bir
duraksama yoktur.” Soğuk Savaşın başında nükleer silahlar konusunda
zaten bir adım geride bulunan SSCB’nin,ifade etmeye çalıştığımız güvenlik
endişeleri ve rakibinin gücünü dengeleme kaygıları yüzünden nükleer silah
elde etme konusunda çalışmalara başlaması,iki kutuplu sistemin yapısal
özellikleri içinde doğal olarak karşılanmalıdır.Ancak SSCB’nin nükleer
silahlardan tüm dünyayı kurtarmakla ilgili bir teklifinin olduğunu da burada
eklemek gerekecektir.Şöyle ki;II nci Dünya Savaşının hemen sonrasında
yapılan önemli bir görüşmeler dizisi mevcuttur.Görüşmelerin konusu
nükleer silahların yarattığı dehşetin gelecekte ortaya çıkmasını
engellemek olmuştur.Mart 1946’da,konuya ilişkin olarak ABD kendi
projesini sunmuştur. Acheson-Lilienthal Önerisi adını alan proje,atom
silahının uluslararası denetimi için bir dizi anlaşma getirmekteydi ancak
SSCB’nin de görüşmelerde ısrarla vurguladığı gibi,sunulan proje
ABD’nin atom tekelini sona erdirmek yerine baki kılmaktaydı.ABD
projesine karşılık olarak SSCB bazı önerilerde bulunmuştur.Bunlar tüm
atom silahlarının yok edilmesi ve üretimlerinden vazgeçilmesi,dünyanın
bütün devletlerinin bu tür silahları kullanmayacakları konusunda bir
anlaşma imzalaması ve ancak bunlar yapıldıktan sonra denetim
konusunda görüşmelerin başlamasıdır.273 Ancak konu ile ilgili eklenmesi
gereken önemli bir ayrıntı da SSCB’nin bu teklifleri yaparken,gizlice
nükleer silahları üretebilmenin eşiğine gelmiş olduğudur.
1949 yılında SSCB’nin ilk nükleer testini başarıyla
gerçekleştirmesi üzerine,fiili anlamda SSCB dağılana kadar devam 272 Akdevelioğlu , Kürkçüoğlu , a.g.e. , s.483. 273 Bu sürecin gelişimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sander , a.g.e. , s.218-220
102
edecek olan nükleer rekabet de başlamış oluyordu.Batı dünyası ve
özellikle ABD için,bu gelişmenin baskın niteliğinde bir sürpriz özelliği
taşıdığını düşünüyoruz.Uluslararası alanda ABD’nin nükleer tekeli
kırılmış ve SSCB’ye karşı 1947 yılında uygulamaya başladığı askeri
stratejilerin ilki olan “çevreleme” stratejisi de tek başına bir anlam ifade
etmez hale gelmiştir.274 SSCB’nin nükleer güce kavuşmasının ardından
ABD,ayrıntılarına ileride değineceğimiz askeri stratejilerini bu gerçeği
göz önünde bulundurarak şekillendirmeye başlamıştır.
SSCB’nin nükleer güce kavuşmasının ardında,ABD 1952 yılında
nükleer silahlardan daha güçlü olan Hidrojen bombasını
patlatmıştır.Buna karşılık olarak 1953 yılında da SSCB aynı teknolojiyi
geliştirmiş ve bir kez daha ABD nükleer gücünü dengelemeyi
başarmıştır.275 Bundan sonraki rekabet üretilen nükleer silahların en
uzağa fırlatılabilmesi konusunda olmuştur.ICBM (Intercontinental
Ballistic Missile-Kıtalararası Balistik Füze)’ler bu ihtiyaca binaen
düşünülmüş ve tasarlanmıştır.Nükleer rekabette SSCB’nin öne geçtiği
ilk zaman dilimi ABD’den önce ve de daha fazla sayıda ICBM’leri ürettiği
zaman dilimidir.276 1960’lı yıllara gelindiğinde kıtalararası balistik füzelerin
sayısının binlerle ifade ediliyor olması,karşı tarafı caydırmak için gerekli
olanın çok üstünde bir öldürme kapasitesi(overkill) meydana getirmiştir.277
Kitle imha silahlarının en güçlüsü olan nükleer silahlarla ilgili
rekabetin hangi koşullarda başladığını,daha doğru bir ifadeyle,iki kutuplu
olmaya yüz tutan uluslararası ortam koşullarının nükleer silahların
geliştirilmesini nasıl zorunlu kıldığını ifade etmeye çalıştık.Burada son
bir hususa değinmenin yerinde olacağını düşünüyoruz.
Tanımı ve anlamı oldukça esnek olan ‘’ Yaşamsal Çıkarlar ‘’ kavramını
toplumların kendileri ya da toplum adına liderleri belirlemekte ve bu çıkarlar
söz konusu olduğunda hiçbir devlet savaşa kadar uzanan yolda yürümekten
çekinmemektedir.II nci Dünya Savaşını müteakip kurulan yeni güç
274 Çevreleme Stratejisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gürkaynak , a.g.e. , s.68-71. 275 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.674. 276 Gürsoy , a.g.e. , s.75. 277 Gürsoy , a.g.e. , s.15.
103
dengesinde tüm devletler söz konusu ‘’yaşamsal çıkarlarını’’ tekrar belirleme
ihtiyacı duymuşlardır.Yaşanan gelişmeler gereği bunun kaçınılmaz olduğu
gerçeği herkes tarafından kabul edilen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak bu tanımlamaların sonucunda yeni bir soru gündemdeki yerini almıştır.
‘’Yaşamsal Çıkarlar’’ diğerlerine hangi yollarla kabul
ettirileceklerdi?Cevap,yukarıda anlatılan ABD ve SSCB’nin güvenlik
algılamalarında yaşanan gelişmeler sonucu kısa zamanda bulunmuştur.II nci
Dünya Savaşında ilk kez kullanılan bir yöntem yegane çözüm olarak
belirmiştir ki bu da kitle imha silahlarından en güçlü olanına yani nükleer
silahlara sahip olmaktır.Gözle görülebilen zararlı etkileri yanında,diplomatik
pazarlıkların en önemli unsuru olmaya aday olan nükleer silahlar,bu tarihten
itibaren uluslararası alanda adından sıkça bahsedilen,belki de
bahsedilmekten korkulan bir kavram haline gelmiştir.
3.2.Kitle İmha Silahları Rekabetinin Tehlikeli Dönemeçleri 3.2.1.Kore Savaşı Kore II nci dünya savaşının sonuna kadar Japonya’nın egemenliği
altında kalmıştır.Japonya’nın savaşta mağlup olması sonucunda SSCB ve
ABD Kore üzerinde kendilerine bağımlı iki yerli hükümet kurmuşlar ve askeri
güçlerini bölgeden çekmişlerdir.278 Dolayısıyla Kore coğrafyasında,birbirine
düşman iki ideolojinin ürünü olan hükümetlerin baş başa kaldığını
söyleyebiliriz.Zira kısa bir süre sonra bu iki hükümetten birisi olan komünist
Kuzey Kore,25 Haziran 1950 tarihinde Güneye karşı saldırıya geçmiştir.279
Dikkat edilirse aynı zaman diliminin ABD ve SSCB arasındaki güç
mücadelesinin sertleşmeye başladığı bir zaman dilimi özelliği taşıdığı
görülecektir.Ancak bu yıllardaki yoğunlaşma genelde Avrupa coğrafyasında
olmuştur.Çekoslovakya 1948 yılında Doğu Bloku içine dahil edilmiş ve 1949
yılında da NATO kurulmuştur.Bu iki gelişmenin ardından SSCB,Avrupa
coğrafyasında elde edebileceklerini sağlamış olarak yüzünü Uzak Doğu’ya
çevirmiş ve ABD ile giriştiği güç mücadelesine artık burada devam etmiştir.Bu
bölgedeki güç mücadelesinin ilk deneme tahtası da Kore Savaşı
278 Sander , a.g.e. , s.275. , 279 Çağrı Erhan , “Kore Savaşı” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran,İletişim Yayınları , İstanbul 2001, s.547.
104
olmuştur.Bu vesile ile ABD tarafından hür dünyaya yönelen bir tehdit olarak
tanımlana komünizme karşı ilk sıcak savaş,yine ABD ve onun çağrısı üzerine
diğer BM devletleri tarafından başlatılmıştır.280
Burada Kore Savaşının gelişimini anlatmaktan ziyade,nükleer silah
mücadelesinde bir dönüm noktası olduğunu iddia ederek sonuçları üzerinde
durmak istiyoruz.Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Kore Savaşı, ABD’nin öne
sürmüş olduğu “çevreleme stratejisinin” Asya coğrafyasına taşınması için
önemli bir fırsat teşkil etmiştir.281 Tam anlamıyla olmasa da ABD’nin bu
konuda başarılı olduğunu söyleyebiliriz.Tam anlamıyla SSCB’yi
çevreleyememiş olmasının nedenini,ABD’nin bu savaştan galip olarak
çıkmamasını değerlendiriyoruz.Ancak burada,ABD adına bir mağlubiyetin de
söz konusu olmadığını hatırlatmak istiyoruz.
Kore Savaşının konumuzla ilgili olan en önemli sonucunun,Soğuk
Savaşın başlangıcında büyük güçler olarak anılan ABD ve SSCB arasındaki
silahlanma yarışını hızlandırması olduğunu söyleyebiliriz.ABD’nin nükleer
silahları sahip olması sebebiyle varsaymış olduğu,”kendi gözetimi altındaki
bölgelerde bölgesel bir savaşın çıkmayacağı olgusu”282,Kore Savaşı ile bir
kez daha sorgulanmak zorunda kalınmıştır.Zira,SSCB’nin Uzak Doğu’da
bölgesel bir savaşı başlatma cesaretinin bulunması,bu cesareti Avrupa
coğrafyası üzerinde de gösterebileceğinin bir işareti olarak düşünülmüştür.283
İlk önlem ise,SSCB tarafından saldırıya açık konumda bulunan
Yugoslavya’ya,Batı tarafından özellikle askeri yardımın yapılmaya
başlanması olmuştur.284
ABD ordusunun Kore Savaşında yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya
kaldığı ve bunun büyük ölçüde Türk birlikleri sayesinde önlendiği
bilinmektedir.285 Bu durumun,”kullanılma niyeti olmadığında” nükleer
280 Andrew J.Birtle , “The Korean War-Years of Stalemate” , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton 2003 , p.2. 281 Gürkaynak , a.g.e. , s.74. 282 Gürkaynak , a.g.e. , s.74. 283 Nurşin Ateşoğlu Güney , “Avrupa Nükleer Caydırıcılığı ve Orta Menzilli Füze Antlaşması”, Yayımlanmamış Doktora Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1992 , s.25. 284 Sander , a.g.e. , s.282. 285 Erdoğdu , a.g.e. , s.62. , Ayrıca , ABD ordusunun Kore Savaşındaki muharebeleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Stephen L.Y. Gammos , “The Korean War-The UN Offensive” , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton 2003 , p.1-29.
105
silahlara sahip olmanın her zaman galip gelmek için yeterli olmayacağına
işaret ettiğini düşünüyoruz.Zira Kore Savaşından sonra konvansiyonel
güçlerin geliştirilmesi,öncelikle ABD sonra da tüm Batı devletlerinin en önemli
uğraşı olmuştur.Yani savaşın sonucu olduğunu söylediğimiz silahlanma
yarışı öncelikle konvansiyonel anlamda başlamıştır.
Silahlanma yarışının SSCB tarafındaki yansımalarının ise sadece
konvansiyonel anlamda olmadığını düşünüyoruz.Zira SSCB’nin Kore
Savaşında şahit olduğu dikkat çekici bir gelişme olmuştur.Bu gelişme,Kore
topraklarındaki çatışmanın başlamasından sadece 2 gün sonra Amerikan
birliklerinin bölgeye ulaşmış olmasıdır.Bu güven duygusunun nereden
kaynaklandığını elbette SSCB de bilmektedir.1950 yılında henüz daha
nükleer silahlara sahip olmayan SSCB’nin,Kore Savaşından kendisine
çıkardığı en önemli sonucun,acil olarak bu silahlara sahip olması gerektiği
olduğunu düşünüyoruz.Nitekim bundan sadece 2 yıl sonra SSCB de nükleer
gücüne kavuşmuştur.Söylenenler ışığında,kitle imha silahları rekabetinde ilk
tehlikeli “dönemecin” genelde bilinenin aksine Küba Krizinin değil Kore
Savaşını olduğunu düşünüyoruz.Zira,savaşın sonunda taraflar kendilerince
dersler çıkarmışlardır.En önemli ders ise SSCB tarafından,ABD nükleer
tekelinin kırılması gerektiği inancı olmuştur.
3.2.2.Küba Füze Krizi Soğuk Savaş döneminde Küba,SSCB nüfuz alanındaki devletlerden
birisi konumunda bulunmuştur.ABD’ye yakınlığı nedeniyle Küba’nın SSCB
için anlamlı ve önemli bir ortak olması kanaatimizce doğal olarak
karşılanması gereken bir olgudur.1960 yılında bir devrimle iktidarı ele geçiren
Castro olası bir ABD saldırısından çekinmekte olduğundan SSCB’den yardım
talebinde bulunmuştur.286 Sovyetler adına bunun kaçırılmayacak bir fırsat
teşkil ettiğini düşünüyoruz,zira ABD ile arasında bulunan ve o yıllarda ABD
lehine gözüken stratejik denge böylelikle SSCB tarafına doğru
kaydırılabilirdi.Sovyet lideri de bu durumu değerlendirerek Küba’ya balistik
286 Onur Öymen , Silahsız Savaş , Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi , Remzi Kitabevi , İstanbul 2002 , s.116.
106
füzeler yerleştirmeye karar vermiştir.287 Füzelerin,ABD’yi ve ABD’nin Latin
Amerika’daki önemli askeri üslerini vurabilecek şekilde konuşlandırılması
düşünülmüştür.288 Beklendiği gibi ABD bu karara sert tepki vermiş ve Soğuk
Savaş dönemi boyunca ilk ve son kez olmak üzere iki önemli nükleer güç
doğrudan karşı karşıya gelmiştir.289 Kore Savaşı başlığı altında söylediğimiz
gibi Küba Krizinin de gelişim sürecinden ziyade,nükleer silahlar rekabetinin
en tehlikeli dönemeci olması vesilesiyle,konumuzla da ilgili olarak sadece
sonuçları üzerinde durmanın yeterli olacağını düşünüyoruz.
13 gün süren Küba Krizi dünyanın bir nükleer savaş ve hatta yok
olmanın eşiğine geldiği bir kriz olmuştur.290 Krizin sonrasında önemli
sonuçların doğması da kaçınılmaz olmuştur.Bunlardan en ilgincinin, Soğuk
Savaşın doruk noktasında iken krizin hemen sonrasında bir “yumuşama”
ortamının oluşması olduğunu düşünüyoruz.Kriz sonrası beklenen sürecin
içeriğinde,aslında konvansiyonel anlamda bir savaşın söz konusu olabilmesi
düşünülebilecekken süreç buna yönelmemiştir.Aksine olası bir nükleer
savaşın eşiğinden dönülmesinin verdiği rahatlıkla ABD ve SSCB’nin diyalog
kurmaya başladığını görüyoruz ki bunun ispatı olarak ileride değinilecek olan
SALT-I ve Nükleer Silah Denemelerinin Kısmi Yasaklanması Anlaşmalarının
imzalanmasını ve “kırmızı hattın” tesis edilmesini gösterebiliriz.Krizin bir diğer
sonucunun,ABD ve SSCB’nin birbirine karşı duyduğu içten düşmanlığa
rağmen nükleer bir savaşı göze alamadıkları olduğunu söyleyebiliriz.Bu
durumda da konvansiyonel askeri gücün öneminin büyük oranda arttığı
ortaya çıkmaktadır.291 Yani konvansiyonel anlamdaki silahlanmanın artması
kriz sonrasında kaçınılmaz olmuştur.Küba Krizi’nin en önemli sonucunun ise
Bloklardan yaşanan kopuşların olduğunu düşünüyoruz.ABD’nin kriz boyunca
müttefiklerine danışmadan krizi idare etmeye çalışması,özellikle Fransa’yı
“bağımsız” bir nükleer güç olma konusunda düşünmeye sevk etmiş ve bu 287 Björn Franke , “The Cuban Missile Crisis” , Bremen Oberstufe Institute Free Presantion Paper, Bremen 2001 , p.3. , Ayrıca Küba Krizinin gelişim sürecinin ayrıntılı bir incelemesi için bkz. , <http://www.learningcurve.gov.uk/heroesvillains/g2/cs1/default.htm> , (16.05.06) 288 Gürsoy , a.g.e. , s.78. , Franke , a.g.r. , s.9-10. 289 Daha önce Berlin Bunalımı sırasında da bu iki devlet karşı karşıya gelmiştir.Ancak o zaman SSCB’nin henüz daha nükleer gücünün olmadığını hatırlatmak istiyoruz. 290 Ryan Gauthier , “The Cuban Missile Crisis and the U.S. War in Iraq : Psychological Problems With the Coercive Diplomacy” , Polity Carleton , Summer 2005 , p.2. 291 Sander , a.g.e. , s.328.
107
konudaki çalışmalarını hızlandırmasına sebep olmuştur.292 Bunun yanında
Çin SSCB’yi “devrimci davaya ihanetle” suçlamış ve iki devlet arasındaki
anlaşmazlık da gözle görünür hale gelmiştir.293 Muhtemelen Fransa gibi
Çin’in de,bağımsız bir nükleer güç olma fikrini bu zaman diliminde edindiğini
düşünüyoruz.Yani sonuç itibariyle,ABD ve SSCB arasında nükleer silahların
konumu diyaloğa açılırken,kendi bloklarında yer alan bazı devletler nükleer
güç olmanın gerekliliği konusunda kararlar almaya başlamıştır.Bu durumda
krizin nihayetinde görülen şeyin,nükleer ve konvansiyonel silahlanmanın
artması olduğunu söyleyebiliriz. 3.2.3. Avrupa Füzeler Krizinin Sonucu : INF Antlaşması 1977 yılına gelindiğinde Batı Avrupa’nın güvenliği SLBM’ler
(Submarine Launched Ballistic Missiles – Denizaltılardan Atılan Balistik
Füzeler) ile sağlanmaktaydı.294 SSCB aynı yıl içerisinde SS-4 ve SS-5
füzelerini SS-20’lerle değiştirme çabası içine girmiştir.(SS-20 füzeleri hem
hareketli hem de MIRV ((Multiple Independently Targetable Re-Entry
Vehicle-Bağımsız Olarak Hedefe Yöneltilebilen Çok Başlıklı Füze)) başlığı
taşıyabilen ve 5000 km. menzili olan füzelerdir)295 Böylelikle orta menzilli
füzeler konusunda SSCB NATO’nun caydırıcılığını tehdit etmeye
başlamıştır.296 Durum böyle olunca da NATO üyeleri doğal olarak kendi
bünyelerinde bulunan orta menzilli füzeleri “çift aşamalı” bir modernleştirme
kararı ile geliştirme çabası içine girmişlerdir.297 Çift aşamanın ne olduğunu
Güney şöyle açıklamıştır298;“bu aşamalardan birincisi,Sovyet SS-20
füzelerinin kaldırılması için SSCB ile görüşmelere başlanması,ikincisi ise bu
görüşmelerden sonuç alınamaması halinde 1983 yılı sonlarında GLCM
(Ground Launched Cruise Missiles-Karadan Atılan Cruise Füzeleri) ve
Pershing II füzelerinin Avrupa topraklarında yerleştirilmeye başlanmasıdır.” 292 Gürkaynak , a.g.e. , s.95-97. , Ayrıca “kopuşun” farklı bir değerlendirmesi için bkz.Thomas Fischer, “The ICRC and the 1962 Cuban Missiles Crisis” , International Review Of the Red Cross , June 2001 , p.287-309. 293 Sander , a.g.e. , s.328. 294 Nurşin Ateşoğlu Güney , “NATO Nükleer Caydırıcılığı ve INF Antlaşması” , Dünü ve Bugünü ile Toplum ve Ekonomi Dergisi , (Eylül 1993) , s.63. 295 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.451. 296 Güney , a.g.t. , s.68-73. 297 Mesut Hakkı Çaşin , “Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma” , Basılmamış Doktora Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1993 , s.228. 298 Güney , a.g.t. , s.74.
108
Bu zaman dilimine baktığımızda SALT görüşmelerinin devam ettiğini,
SSCB’nin Afganistan’a müdahale ettiğini ve nihayetinde de 1980 yılında
Doğu Avrupa topraklarına SS-20 füzelerini yerleştirdiğini görebiliriz.Bütün bu
gelişmelerin tek başına bile Soğuk Savaş mantığında birer kriz sebebi
olduğunu düşünüyoruz.Özellikle füze rekabetinin yarattığı krizi sonu olmayan
bir mücadeleye benzetebiliriz.Kriz 1987 yılına kadar devam etmiştir.
Reagan’ın ABD ve Gorbaçov’un da SSCB başkanı olduğu 1985 yılında
INF’lerin (Intermediate Nuclear Forces - Orta Menzilli Nükleer Füzelerin)
tamamen kaldırılması konusu gündeme gelebilmiş ve 1987 yılında imzalanan
anlaşma ile Avrupa’nın tamamını bu füzelerden arındırmak mümkün
olmuştur.299 Bu antlaşmanın gerçekleştirilmesinin önemi,nükleer anlamda
Batı ve Doğu arasında varılan ilk somut antlaşma olmasından ileri
gelmektedir.Bir başka göz ardı edilmemesi gereken husus ise,her iki tarafın
birbirlerinin topraklarında orta menzilli füzelerin imhası ve tekrar
geliştirilmemesi ile ilgili olarak daimi denetçilerin bulunacak olmasıdır.300
Yerinde denetim olarak adlandırılan ve daimi denetçilerin icra edeceği bu
sürecin 5 şekilde yapılması karara bağlanmıştır.301 Bunlar başlangıç
denetimi,kapanan üsler denetimi,imha denetimi,habersiz denetim ve sürekli
gözetim.Bu haliyle denetim sisteminin uzun vadeli,kapsamlı ve silahlar
konusunda sadece sınırlandırmayı değil aynı zamanda imhayı da ele alan
özellikler taşıdığını söyleyebiliriz.INF,imha edilecek silah sayısı konusunda
konusuna asimetrik özellikler taşımaktadır.Sebebi ise ABD’nin 400 nükleer
başlığına karşılık 1700 SSCB başlığının imhasını öngörmüş olmasıdır.302
Bu yönleri ile INF antlaşması,ABD ve SSCB arasında ortaya çıkan
yumuşamanın gelişmesine katkıda bulunmuş ve ileride değineceğimiz
START görüşmelerinin olumlu şekilde sonuçlanabileceği konusunda umut
vaat etmiştir.303
299 Erdoğdu , a.g.e. , s.76. , Ayrıca Bu süreçte çift aşamalı modernleştirme kararının savunulması ve eleştirileri hakkında ve NATO üyesi devletlerle ABD arasında yaşanan INF krizi için de bkz., Güney , a.g.t. , s.75-83. 300 Sönmezoğlu , a.g.e. , s.452. 301 Denetimlerin içeriği hakkında özet bilgiler için bkz , Caşin , a.g.t. , s.232. , Cihangir Dumanlı , “INF Antlaşması” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , sayı 320 , (Mart 1989) , s.28-29. 302 Caşin , a.g.t. , s.233. 303 Sander , a.g.e. , s.473.
109
3.2.4. Stratejik Savunma Girişimi ya da Yıldız Savaşları SSCB'nin kıtalararası balistik füzelerinin uçuşlarının çeşitli
aşamalarında yok etmeye yönelik olarak tasarlanmış olan SDI (Strategic
Defence Initiative – Stratejik Savunma Girişimi) projesi 1983 yılında ABD
tarafında dünyaya duyurulmuştur.304 Aslında uzayın askeri amaçlarla
kullanılması daha önce başlamış,hem ABD hem de SSCB tarafından bu
amaçla uzaya çok sayıda uydu gönderilmiştir.305 Ancak SDI projesi ile birlikte
silahlanma yarışının uzaya taşınmasının büyük oranda hızlandığını
söyleyebiliriz.
Sistemin esası,uzaya ve yeryüzüne konuşlandırılmış lazer savaş
istasyonlarının yok edici ışınlarını çeşitli yöntemlerle hareketli Sovyet
hedeflerine yöneltmesine dayanmaktadır.306 Sistemin bir başka önemli
öğesi,havadan ve yerden fırlatılan füzelere nükleer olmayan öldürücü
mekanizmalar ekleyerek,ABD'ye ait kıtalararası balistik füze siloları gibi ana
hedefler çevresinde yoğunlaştırılmış bir geri savunma kademesinin
oluşturulmasıdır.Ayrıca Sovyet saldırılarını ortaya çıkarmak için yeryüzüne,
gökyüzüne ve uzaya yerleştirilecek alıcılarda radar,optik araçlar ve kızılötesi
ışın gibi tehdit algılayıcı sistemler kullanılması öngörülmüştür.307
ABD uzayda kuracağı sistemle Sovyet balistik füzelerini havada etkisiz
hale getirmeyi amaçlamış,böylelikle caydırıcılığın artacağını ileri sürmüş ve
1980'lerin ortalarında konuyla ilgili çalışmalar için Kongre gerekli fonu
onaylamış ancak programın doğurabileceği askeri ve siyasal sonuçlar ve
teknik uygulanabilirlik açısından silah uzmanları ve devlet görevlileri arasında
tartışmaya yol açmıştır.308 SDI'yi savunanların etkili bir savunma sisteminin
olası bir Sovyet saldırısını caydıracağını öne sürdüklerini
belirtmiştik.Programı eleştirenler ise bu sistemin ABD'yi tümüyle bir nükleer
304 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler … ,s.496. , <http://tr.wikipedia.org/wiki/Stratejik_Savunma_Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 305 Yavuz Gökalp Yıldız , “Dünden Bugüne Silahsızlanma” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul 1988 , s.55. 306 Frank Conahan , “Strategy Defence Initiative Program-Better Management Direction and Controls Needed” , United States General Accounting Office Report , Washington 1987 , p.2-4. , <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 307 Conahan , a.g.r. , s.2-4. , <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06) 308 <http://tr.wikipedia.org/wiki/Stratejik_Savunma_Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06)
110
saldırıdan koruyamayacağını,programın her iki süper gücü hem savunma
hem saldırı alanında çok pahalı bir yarışmaya sürükleyeceğini,programın iki
süper gücü de birden fazla anti balistik füze üssünü yasaklayan 1972 tarihli
Antibalistik Füze Antlaşması'na ait 1974 Protokolü'nü tehlikeye düşüreceğini
ve genelde silahların sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaların gerçekleşme
olasılığını zayıflatacağı yönünde fikir beyan etmişlerdir.309Bu bağlamda
geçmişte yapılabilecek bir eleştiri de,ikinci vuruş kapasitelerinin baş öğe
olduğu dehşet dengesinin,bu vuruş kapasitelerinin geçerliliğini yitirmesiyle
bozulabileceği yönünde olabilirdi.
SDI kimilerince silahlanma yarışının bir aşaması olarak görülmüş de
olsa,SDI’nın 1980'lerde ekonomik zorluklarla boğuşan SSCB'yi benzer bir
girişime zorlayarak dağılmasını hızlandırmak amacını da taşıdığını
söyleyebiliriz.Zira projenin ilanından yaklaşık 7 yıl sonra SSCB’nin
dağıldığını biliyoruz.Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ise SDI
gündemden düşmüş ancak ABD Başkanı Bush’un 2000 yılında ortaya attığı
“Ulusal Füze Savunma Sistemi” ile yeniden isim bulmuştur.
3.3. Kitle İmha Silahlarına Dayalı Olarak Geliştirilen Stratejiler Nükleer silahların gelişimi ile birlikte,silahların icadından bu yana
alışıla geldiği gibi,silahlara dayandırılan stratejiler de üretilmiştir.Soğuk Savaş
sürecinde devletlerin yaşamsal çıkarlarının diğerlerine kabul ettirilmesi
konusunda nükleer silahların önemli rol oynadığını daha önce belirtmiştik.Bu
gerçeğe dayanarak,Soğuk Savaşın silahlanma yarışının esas itibariyle
nükleer alanda olduğunu söyleyebiliriz.Konvansiyonel silahların tamamının
kullanılması taktik anlamda hem saldırı hem de savunma amaçlı olarak
düşünülürken,nükleer silahlar için aynı şeyin geçerli olmadığını
düşünüyoruz.Çünkü yıkıcı etkileri II nci Dünya Savaşında açıkça görülmüştür
ve bu yüzden taktik anlamda kullanımdan ziyade stratejik değere sahip
olmuşlardır.Bu değerlerine istinaden de nükleer silahlar konusunda farklı
stratejiler geliştirilmiştir.Konvansiyonel silahların artırımı konusunda yapılan
silahlanma yarışı genelde bir çatışmanın sebebi olurken,nükleer anlamdaki
silahlanma günümüze kadar olan süreçte çatışmaları engelleme görevi
309 <http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi> , (16.05.06)
111
görmüştür.Dolayısıyla bu silahlara dayanan stratejilerin farklılığı buradan
kaynaklanmaktadır.
3.3.1.Genel Stratejiler 3.3.1.1.Nükleer Savaşı Engelleme Stratejisi : Tırmanma
Nükleer güce sahip devletlerin ellerindeki tüm tahrip gücünü olası bir
savaşın daha ilk anlarında kullanması,savaşın sebebi ne olursa
olsun,mantıklı bir girişim olmayacaktır.Zira her savaşın doğasında var
olduğuna inandığımız bir olgu olan şiddet unsuru taraflarca bir anda ortaya
çıkarılmamaktadır.Bunu tetikleyecek bazı önemli sebeplerin varlığı taraflarca
mutlak suretle aranmaktadır.Çatışmanın gelişmesine ve gereklerine göre
kullanılacak silahların saptanması önemli bir gerçeğe işaret eder.Yani
çatışmanın az şiddetli olanından çok şiddetli olanına kadar taraflar farklı
güçleri ortaya koyan silahlar kullanmaktadırlar.Bu bağlamda çatışmaların
öncesinde ve de kendi yapısında bir “tırmanma” olgusunun olduğunu
söyleyebiliriz.Sönmezoğlu’nun ifadesiyle tırmanma “herhangi bir krizden
topyekün bir nükleer savaşa kadar uzanan yolda,karşılıklı risk kabullenme
esasına dayalı ilerlemedir”.310 Gönlübol ise tırmanmayı “savaşın ölçüsünün ,
basit bir çatışmadan,topyekün bir çatışmaya sürüklenmesidir” şeklinde
tanımlamıştır.311
Yapılan tanımlara katılmakla birlikte,tırmanma kavramının “sadece”
çatışma basamaklarının ilerlemesini temsil eden bir süreç olduğunu
düşünmüyoruz.Aynı zamanda nükleer savaşları engelleme adına
kullanılabilecek bir strateji olduğunu iddia ediyoruz.Devletler güçlü olma
adına nükleer silaha sahip olmuş veya olmayı istemektedirler.Ancak bu
devletlerin,savaşlarda “karşılıklı olarak” nükleer silahların kullanılmasını asla
göze alamayacaklarını düşünüyoruz.Çünkü bunun uzantısı tam anlamıyla bir
yok oluşun hikayesi olacaktır.Bu kabulümüzden hareketle tırmanma
kavramının,devletler için nükleer silahların tetiklerinin basılmasına kadar olan
bir süreci temsil edebileceğini söyleyebiliriz.Literatürde,tırmanmanın nükleer
savaşa giden bir yol olarak kabul edilmesine rağmen biz devletleri nükleer
savaşa asla yaklaştırmayan bir yol olduğunu düşünüyoruz.Nükleer güç sahibi 310 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s. 442. 311 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.180.
112
devletler herhangi bir gerginlik durumunda bu gücü kullanabileceklerini beyan
edebilirler ancak nihayetinde bu gerginlik bir çatışmaya dönüşse bile
kullanılacak olan güç,düzenli orduların temsil ettiği konvansiyonel
güçtür.(Burada önemli bir konuyu da hatırlatmak istiyoruz;nükleer güce sahip
devletler aynı zamanda güçlü düzenli ordulara da sahiptirler.) Zira siyasi ve
ekonomik kazanımları olmayan bir savaşın (ki nükleer bir savaş tam
anlamıyla bunu ifade etmektedir) herhangi bir devlet veya devletler topluğu
tarafından yürütülmesi kanaatimizce anlamsız olacaktır.
3.3.1.2. Caydırıcılık Nükleer silahlarla girişilecek bir savaşta siyasi ve ekonomik bir
kazanımın olamayacağını yukarıda belirtmiştik.Bu bağlamda,nükleer
silahların neden varolduğunu düşünmek gerekecektir.Göz ardı edilemeyecek
büyüklükteki ekonomik harcamalarla elde edilen ve muazzam tahrip gücüne
sahip olan nükleer silahların ikilemi kanaatimizce burada başlamaktadır.
Çünkü II nci Dünya Savaşından sonra yaşanan en sert mücadele olan Soğuk
Savaş sürecinde bile kullanım alanına sahip olamamışlardır.Bu gerçeğe
dayanarak nükleer silahların varlık sebebini açıklayabilecek farklı bir
yaklaşımın söz konusu olması gerekmektedir ki bu yaklaşım literatürde
caydırıcılık olarak isim bulmuştur.
Genel anlamıyla caydırıcılık,”karşı tarafın,kendisine silahla ve kabul
edemeyeceği ölçüde sert bir şekilde cevap verileceğine inandırılarak,
istenmeyen bir tür davranıştan vazgeçmesini sağlamaktır”.312 Caydırıcılıkta
amaç,karşı tarafı,siyasi veya ekonomik kazanımlar elde etmek için
girişebileceği bir savaşta,bu davranışının sonuçlarının çok ağır olabileceği
konusunda ikna etmektir.Sonuçların ağır olmasını temsil eden olgu nükleer
yok etme tehdidi olduğunda ise nükleer caydırıcılıktan bahsetmiş oluruz.Bu
durumda nükleer caydırıcılığın temel fonksiyonu,Sigal’ın ifade ettiği gibi,
“nükleer yok etme tehdidi ile karşı tarafı kontrol altında tutmaktır”.313
Uluslararası alanda caydırıcılığın etkili olabilmesi, çeşitli koşulların
gerçekleşmesine bağlıdır.Bunlar Gönlübol tarafından,“karşı tarafta rasyonel
bir karar alıcının bulunması ve bunun caydırma girişiminde bulunan tarafça 312 Güney , a.g.t. , s.5. 313 Leon Sigal , Nuclear Forces in Europe , The Brookings Institution , Washington 1989 , p.7.
113
algılanması,yeteri kadar askeri güce sahip olunması,ileri sürülen tehditlerin
karşı taraf için inandırıcı olması,caydırıcılığın kendisinin istikrarlı olması”
olarak belirtilmiştir.314 Caydırıcılığın etkili olabilmesi için sayılan koşullardan
biri,yeteri kadar askeri güce sahip olunması gerektiğidir.Burada “yeteri” kadar
olarak ifade edilen askeri gücün boyutu belirsiz olmasına rağmen,nükleer
silahların icadından önce caydırıcılık sağlayabilen askeri gücün,karşı
tarafınkinden daha üstün olan güç olduğunu biliyoruz.Nükleer silahların
icadıyla bir devletin kendini koruyabilmesi için,yani caydırıcı olabilmesi için,
düşmandan daha çok silaha sahip olması gerektiği inancı ortadan
kalkmıştır.315 Caydırıcılığın istikrarlı olmasından kasıt ise tarafların “ikinci
vuruş kapasitelerine” sahip olmasıdır.316 İkinci vuruş kapasitesi,saldıran
tarafın nükleer silahlar ile yapmış olduğu taarruzlara rağmen yok edemediği
ve düşmanının misilleme gücü olarak kullanabileceği nükleer kapasitesidir.317
Caydırıcılık bu koşullar altında istikrarlı ise nükleer bir dengenin var olduğunu
söyleyebiliriz.Nükleer denge olarak adlandırdığımız bu durumun diğer bir adı
ise ikinci vuruş kapasitelerinin temel öğe haline geldiği “dehşet
dengesi”dir.Bu dengede caydırıcılığın sağlanması,dolayısıyla da askeri
nükleer gücün daima hazır bulundurulması,tek amaç olarak
değerlendirilmektedir.Bu anlayışa göre,bir nükleer güç çarpışma içinde
olduğu rakibine karşı mutlaka kazanma mantığı ile değil,devamlı olarak
caydırma mantığı ile hareket etmek durumundadır.318Çünkü çıkabilecek bir
nükleer savaşın sonuçları sadece taraflar için değil,tüm dünya için kabul
edilemez cinsten olanlardır. Soğuk Savaş süreci de böyle bir dehşet dengesi
mantığı ile sürdürülmüştür.Burada,gerçekleşmiş olan bir değişimi vurgulamak
istiyoruz.Soğuk Savaş boyunca ABD ve SSCB’nin sahip oldukları kinci vuruş
kapasitelerine istinaden bir dehşet dengesinin varlığından bahsedilmiş
olmasına rağmen,aynı vuruş kapasitelerinin bugün de var olması gerçeği
mevcutken dehşet dengesinden bahsedilememektedir.Rusya’nın güncel
314 Sayılan bu koşulların içeriği ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.182-184. 315 Güney , a.g.t. , s.5. 316 Sigal , a.g.e. , s.10. , Güney , a.g.t. , s.6. 317 Sönmezoğlu , Uluslar arası Politika …, s.411-412. 318 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …, s.412.
114
durumunu ele alırsak,buradan nükleer gücün “yalnız başına”,yani onu
destekleyebilecek konvansiyonel askeri güçler ve ülke içinde siyasi ve
ekonomik istikrar olmadan,bir anlam ifade etmediğini
söyleyebiliriz.Dolayısıyla devletler bazında etkili bir caydırıcılığın sağlanması
için kavramın günümüz koşullarına göre tekrar analiz edilmesi gerektiğini
düşünüyoruz.319
Bütün bunların yanında özellikle iki kutuplu sistemin sona ermesine
doğru , bazı uzmanlar ‘’caydırma’’ kavramını sorgulamaya başlamıştır.ABD
ve SSCB’nin caydırma stratejilerinin yerine,alternatif politikalar geliştirmesi
gerektiği vurgulanmaktadır.Dayanak olarak ise; ‘’caydırma’’ isimli oyunun,
tüm kurallarının herkesçe öğrenildiği ve bu oyunun oynanmasının artık çok
da zevkli olmadığı vurgulanmaktadır.Bu konu ile ilgili araştırma ve
incelemelerin bir başka boyuta doğru kayacağı da düşünülmektedir.Devletler
arasındaki ‘’caydırıcılık oyunu’’nun çok ciddi olmadığı günümüz itibari ile
anlaşılmıştır.Ancak nükleer silah sahibi olmuş terör örgütleri ve devletler
arasında bu oyun oynanmaya başlanırsa,insanlar ve devletler için hoş
olmayan sonuçlar doğuracağı açıktır.
3.3.2.NATO “veya ABD” Stratejileri İlgili stratejileri anlatmadan önce başlık ile ilgili bir vurgu yapmak
istiyoruz.Temelde,NATO’nun özellikle Soğuk Savaş boyunca uygulamış
olduğu stratejilerin büyük bölümünün ABD tarafından tasarlandığını
düşünüyoruz.Dolayısıyla NATO’nun uygulamış olduğu stratejilerde öncelikle
ABD’nin ulusal çıkarları söz konusu olmuştur.Duruma istinaden ilk başta
“Nato Stratejileri” olarak düşündüğümüz başlığımıza “veya ABD” kelimelerini
de eklemekte sakınca görmedik.
3.3.2.1.Sınırlı Savaş Kore savaşının başlaması ABD’nin öngörmediği bölgesel savaşların
çıkabileceğini göstermiştir.Bu tecrübenin ardından Gürkaynağın belirttiği gibi
“Kore Savaşının başlamasıyla birlikte ABD Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC-
319 Örneğin ABD bu yöndeki araştırmalara başlamıştır.Örnek iki tanesi için bkz.Robert G.Joseph , John F.Reichart , “Deterrence and Defense in a Nuclear Biological and Chemical Environment”, Comparative Strategy , (January-March 1996) , p.31-37. , Leon Sloss , “Deterrence,Defense,Nuclear Weapons and Arms Control” , Comparative Strategy , (December 2001) , p.435-443.
115
National Security Council ) Washington ile Moskova arasında yaşanan
gerilimin niteliğini araştırmak üzere bir komisyon kurmuş …”320 , (ki bu 7
Ocak 1950 tarihli Başkanlık emridir),kurulan bu komisyon gerekli çalışmaları
tamamladıktan sonra 14 Nisan 1950 tarihinde “NSC-68” isimli raporu ABD
Başkanına sunmuştur.321 Bu rapor “sınırlı savaş” olarak bilinen ABD askeri
stratejisinin temelini teşkil etmiştir.Dokuz ana başlık ve sonuç bölümünden
oluşan raporda,ABD’nin kurmak istediği özgür dünyaya yönelen yegane
tehdidin SSCB olduğu vurgulanmıştır.Ayrıca SSCB’nin 4 yıllık bir süre içinde
nükleer silahlara sahip olabileceği,bunun gerçekleşmesi durumunda da
ABD’ye olası bir nükleer saldırı ihtimalinin oldukça yükseleceği de ısrarla
belirtilmiştir.Raporda,bu tehdit için önlem alınmasının zaruri olduğu ve bu
önlemin yolunun da konvansiyonel gücün arttırılmasından geçtiği
yazılıdır.Konvansiyonel güç artarsa,ABD’nin karşı koyma gücü daha caydırıcı
bir etkiye kavuşturulabilecektir.Nükleer silahlara sahip olan tek devlet olması
vesilesi ile de ABD’nin onaylamadığı bir dünya savaşı asla
gerçekleşemeyecektir.ABD’ye yapılabilecek saldırılar da “sınırlı” seviyede
tutulabilecektir.Olası Sovyet saldırıları konvansiyonel güçle engellenemezse
bile,kullanılacak nükleer güç sınırlı olacaktır.Bu anlamıyla ”Sınırlı Savaş”
stratejisi bir bakıma nükleer topyekün savaşla konvansiyonel savaşın
bağdaştırıcısı konumundadır.322
Şubat 1952’de NATO Bakanlar Konseyinin Lizbon’da yaptığı
toplantıda “NSC-68” raporu,NATO’nun ilk resmi askeri stratejisi olarak kabul
edilmiştir.323 Burada,literatürde olan bir anlaşmazlık konusuna değinmek
istiyoruz.NATO’nun ilk stratejisinin ne olduğu konusunda bazı farklı
yaklaşımlar vardır.Örneğin Sönmezoğlu ve Gürkaynak,“sınırlı savaş”
stratejisinin NATO’nun ilk stratejisi olduğunu iddia ederken,Erdoğdu “kitlesel
mukabele stratejisinin” uygulanma yıllarının 1952-1967 olduğunu söylemekte
ve dolaylı olarak bu stratejiyi ilk NATO stratejisi olarak kabul etmiş
olmaktadır.Ancak NATO’nun “NSC-68”i (yani “sınırlı savaşın” temel direğini)
320 Gürkaynak , a.g.e. , s.75. 321 NSC-68 adlı raporun orijinal haline ulaşmak için bkz. , <www.fas.org/irp/offdocs/nschst/nsc68.htm> , (16.05.06) 322 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …. , s.432. 323 Gürkaynak , a.g.e. , s.75.
116
resmi olarak 1952’de kabul etmiş olması yüzünden,Erdoğdu’nun sahip
olduğu yaklaşımın “daha az doğru” olabileceğini düşünüyoruz.
“Sınırlı Savaş” stratejisinin NATO tarafından benimsenmesinin en
önemli nedeninin,Orta Avrupa’da Sovyet ordusunun önünde bulunan boşluğu
doldurabilecek olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz.Boşluğun doldurulması
elbette nükleer silahlarla sağlanabilecekti.Ancak bu stratejide bir ikilemin
olduğunu düşünüyoruz.Konvansiyonel gücün mağlup olması durumunda
taktik anlamda da olsa nükleer gücün kullanılması düşünülmektedir.Aynı yıl
içinde SSCB’nin de nükleer güce kavuştuğunu bildiğimize göre savaşın
“sınırlı” olacağının hiçbir garantisinin olmadığını iddia edebiliriz.Bu durumda
“sınırlı savaş” stratejisinin bitiş tarihini kanaatimizce,kitlesel mukabele
stratejisinin kabul edildiği 1954 yılı olarak değil,SSCB’nin nükleer silahına
kavuştuğu gün olarak değiştirmek gerekmektedir.
3.3.2.2. Kitlesel Mukabele “Sınırlı Savaş” stratejisinin temelini “NSC-68” teşkil etmişken,”kitlesel
mukabele stratejisinin temelini de 30 Ekim 1953 tarihli ve yine bir başka ABD
Ulusal Güvenlik Konseyi Raporu olan “NSC-162” teşkil etmiştir.Bu rapor da
NATO tarafından Aralık 1954’de resmi olarak kabul edilmiş ve dolaysısıyla
NATO’nun yeni askeri stratejisi de belirlenmiştir.324 “NSC-162” raporunun 34
ve 39 ncu maddeleri arasında kalan bölümü,SSCB’ye karşı nasıl savunma
yapılacağını anlatmaktadır.325Aynı maddeler içerisinde çok güçlü
konvansiyonel kuvvetlerin varlığının ve muazzam nükleer silah sayısının
gerekliliği vurgulanmıştır.
Strateji,esas itibari ile,coğrafya alanı ve amacı bakımlarından kısıtlı
çapta olan ve sürüncemede kalan,bu nedenlerle de kazanılması güç
savaşların çıkmasını önleme hedefini kapsamaktadır.Kitle Mukabele
stratejisine göre,SSCB’den gelebilecek en küçük bir saldırıya bile,bu
saldırının konvansiyonel veya nükleer olduğuna bakılmaksızın,nükleer bir
324 Gürkaynak ,a.g.e. , s.77. 325 NSC-162’nin orijinaline ulaşmak için bkz., <http://academic.brooklyn.cuny.edu/history/johnson/nsc162.htm> , (16.05.06)
117
cevap verilecektir.326 Bu stratejiyi öngören ABD’nin en büyük korkusu SSCB
ile Çin’in güçlerini birleştirmesidir.Zira strateji kabul edildiğinde SSCB nükleer
güce sahip olmuştu bile.Olası bir Çin-SSCB ittifakı,2 tane büyük
konvansiyonel ordu ile SSCB’nin sınırlı da olsa nükleer gücünün toplamı
anlamına gelmektedir ki bu gerçek ABD’nin,ileride paronayaklık olarak
değerlendirilecek olan,”kitlesel mukabele stratejisini” kabul etmesini
sağlamıştır.
Bu strateji çerçevesinde ABD’nin nükleer şemsiyesi altına giren Batı
Avrupa devletleri,elindeki tüm imkanlarını ekonomik gelişmeye ayıracak bir
zemin bulmuşlardır.Buna karşılık,muhtemel bir nükleer savaşta ABD
topraklarının doğrudan savaş alanı olmayacak olması,bu devletin nükleer
silahlarını,belki de Batı Avrupa devletlerini pek ilgilendirmeyen bir ABD-SSCB
çatışmasında,kolaylıkla kullanılabilmesi ihtimalini ortaya çıkarması Batı
devletlerini endişelendirmekteydi.Çünkü böyle bir çatışmada doğrudan savaş
alanı olacak olan bölge büyük olasılıkla Batı Avrupa toprakları olacaktı.327
Strateji ilk benimsendiği zamanlarda,ABD’nin nükleer gücü
SSCB’ninkinden çok üstün bir durumdaydı.Ancak 1959 yılına gelindiğinde,
bu güçler dengelenmiş ve bu yeni dengeye “dehşet dengesi” adı
verilmiştir.Bir yandan nükleer güçlerin dengeye yaklaşması,diğer yandan iki
devletin de ikinci vuruş kapasitesine ulaşması “dehşet dengesi”nin zeminini
oluşturmaktaydı ve bu durum da Kitle Mukabele Stratejisinin pratikte
uygulanmasını imkansız hale getiriyordu.Aslında bu stratejiyi ilk ortaya
atıldığı zamanlarda bile ciddiye almayan görüşler ortaya atılmıştır.1949
yılının baharında,çok ağır şekilde ortaya çıkan Berlin Bunalımı sırasında dahi
Amerika,bu stratejinin temelinde yatan nükleer silah kullanımı ile ilgili olarak
yumuşatıcı işaretler vermiş ve o yola başvurmayacağını bir bakıma belli
326 Erdoğdu , a.g.e. , s.80. , Kullanılacak nükleer silahlar hem stratejik hem de taktik amaçlara hizmet edebileceklerdi.Stratejik silahlar SSCB’nin şehirlerine ve sanayi merkezlerine , taktik silahlar da bu ülkenin Batı Avrupa’ya yönelik kara ordularına karşı kullanılacaktı. , Sönmezoğlu , a.g.e. , s.429. 327 Gürkaynak , a.g.e. , s.81. , Sönmezoğlu , Uluslar arası Politika …, s.430. , “Sovyet Rusya tarafından stratejik nükleer silahların geliştirilmesi, artık Amerikan kıtasını da tehdide açmakta , Amerika’nın müttefiklerine karşı üstlendiği savunma yükümlülüğünü belki de göze alınamayacak kadar pahalılaştırmış ; Amerika’nın Kitle Mukabele Stratejisine ağır gölge düşürmüştür. Demek ki Kitle Mukabele Stratejisi , yürürlüğe konulmasıyla beraber kısa sürede işbirliğinin ciddi şekilde sakatlandığı görülmektedir.” ,Tuncer Topur , Milli Güvenlik ve Türkiye , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul 2005 , s.189.
118
etmiştir.Durumun işaret ettiği gerçek,bir gün mutlaka bu stratejiden
vazgeçilecek olmasıdır ki 1967 yılına gelindiğinde yeni bir strateji ihtiyacı
çoktan doğmuştu.
Kitlesel Mukabele Stratejisinden vazgeçilmesinin sebeplerini
Gürkaynak,Sander’den şöyle aktarmıştır : (i) Bu strateji ABD’nin siyasal
çıkarlarının sürdürülmesindeki hareket serbestisini sınırlamaya başlaması ,
(ii) SSCB’nin termonükleer başlıklı ICBM’leri edinmesi,(iii) Küçük kalibreli
nükleer silahların gelişerek yayılması sonucu,ABD toprakları dışında
başlayacak bir çatışmanın genel bir çatışmaya dönüşmesinin engellenmesi,
(iv) ABD’nin de kendi ICBM’lerini geliştirmesi ve yerleri kolaylıkla
belirlenemeyen Polaris denizatlılarından fırlatılan balistik füzelere sahip
olması.328
3.3.2.3.Esnek Mukabele Sovyet Rusya’nın nükleer alanda kaydettiği hızlı teknolojik gelişmeler
Amerika’yı kendi kıtasında giderek daha fazla ve doğrudan doğruya nükleer
tehdide açmış,bu da Amerikan yönetimini,nükleer silahların “farklı koşullarda
farklı şekillerde kullanılabilme” stratejilerine yöneltmiştir.Yani çok önemli
durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla,ancak diğer durumların tamamında
da konvansiyonel silahlarla sağlamak ihtiyacı belirmiştir.İşte bu gerekler ve
düşünceler ışığında “Esnek Mukabele Stratejisi” doğmuştur.Söz konusu
stratejide esas alınan nokta,savaşın nasıl ve hangi silahlarla yürütüleceğinin
belirlenmesidir.329 Kitle Mukabele Stratejisinden ayrılan en önemli özelliği,
konvansiyonel kuvvetlere verdiği ağırlıktır.Avrupa’ya yönelik bir saldırının
büyük ihtimalle Sovyetlerin üstün olduğu konvansiyonel kuvvetlerle
başlayacağı,savunmanın da yine konvansiyonel güçlerle yapılacağı ve fakat
nükleer alanda ulaşmış bulunulan dehşet dengesi nedeniyle bu güce erken
olarak başvurulması beklenmediğinden,Amerika erken tırmanmaya engel 328 Gürkaynak , a.g.e. , s.92. 329 “Ancak savaşın nasıl ve hangi silahlarla yürütüleceğinin belirlenmesi için, hasmın da belirlenen savaş şekline ayak uydurması ve nükleer silahların her iki blok içinde bir merkezden , Moskova ve Vaşington’dan kontrol edilmesi gerekmektedir.O nedenle Amerika , Fransa ya da İngiltere gibi müttefiklerin nükleer silah sahibi olmasını yersiz ve gereksiz bulmuştur.Fakat aynı nedenlerle , yani değerlendirmenin ve mutlak kararın Vaşington’a bırakılması istenmediğinden , caydırıcı olamamıştır.Amerika bu defa da onlara tüm nükleer güçlerin merkezileştirilmesinde ısrar etmiştir.Avrupa ise böyle bir düzenin Amerika’ya kabul edilemeyecek geniş imkanlar vereceği kuşkusu ile yanaşmamıştır”. , Topur , a.g.e. , s.192.
119
olunması için Avrupalı müttefiklerinin konvansiyonel yeteneklerinin
geliştirmesi üzerinde önemle durmuştur.
Esnek Mukabele stratejisinde Amerika’nın,Avrupa’da büyük bir savaşı
sürdürürken daha küçük çaptaki diğer bir savaşı da taşıyabilmesi
öngörülmüştür.ABD,Vietnam bozgununa kadar “İki Buçuk Harp” , yani hem
Avrupa hem de Asya’da iki büyük savaşı aynı anda sürdürebilmesi ve başka
bir yerde daha küçük bir harbi de taşıyabilmesi,prensibi ile hareket etmiş
ancak Carter idaresi zamanında bu prensip “Bir Buçuk Harp” olarak
değiştirilmiştir.330
Stratejinin kabul edildiği yıllarda ve daha sonrasında iki nokta eleştiri
konusu olmuştur.Birincisi "sınırlı savaş" anlayışı bazı NATO üyesi devletleri
savaş alanı dışına çıkarırken bazılarını olası bir savaşın merkezi haline
getiriyordu. Örneğin Kanada böyle bir tehdide ne kadar uzaksa,Türkiye o
kadar yakındı.331 İkincisi çatışmanın başlaması halinde iki süper devletin
çıkarları,onları savaşı sınırlandırmaya sevk edebilecektir.Böylece bazı
bölgelerin bu iki devlet arasında gizli pazarlık konusu olma durumu ortaya
çıkar.332
Bu strateji ara bir aşama olan "ileri savunma" anlayışını da
beraberinde getirmiştir.333 Anılan anlayışa göre küçük çapta bir nükleer
saldırıya karşı hemen nükleer silahlara başvurulmayacak,araya bir pazarlık
süreci konulacaktır.Tabi bu arada konvansiyonel güçlerin SSCB saldırısını
belirli bir noktada tutabilmeleri gerekmekteydi.Bu da doğal olarak NATO'nun
konvansiyonel güçlerinde bir artışın olması anlamına geliyordu.Artıştan
kastımız 30 tümendir.Bu tümenler ileri savunma anlayışıyla Doğu Batı
sınırına yakın yerlerde bulunacak ve olası bir saldırıyı karşılayacaktı.334
330 Topur , a.g.e. , s.194. 331 “Zira Türkiye topraklarında büyük güçler arasındaki küçük çatışmalar oldu-bitti'ye getirilebilir, ve Sovyetlerin işgal edeceği topraklar dünya barışının bozulmaması uğruna feda edilebilirdi. Şimdi çok uzak bir ihtimal gibi görünen bu olasılık Soğuk Savaş ortamında üst düzeyde bir güvenlik bunalımına sebep olabilirdi. Zaten, Türkiye "Esnek Karşılık" stratejisine bu sebeplerden dolayı uzun süre direnmiş ve durumu en son kabul eden ülkelerden biri olmuştur.”Mehmet Gönlübol , Olaylarla Türk Dış Politikası 1919 – 1995 , Siyasal Kitabevi , 9 ncu baskı , Ankara 1996 , s.516-517. , Erdoğdu , a.g.e. , s.85. 332 Gönlübol , Uluslararası Politika … , s.516-517. 333 Erdoğdu , a.g.e. , s.84. 334 Gürkaynak , a.g.e. , s.102.
120
Sönmezoğlu’nun belirttiği gibi,“Esnek Mukabele Stratejisi,kabul
edilişinden bugüne kadar NATO’nun resmi stratejisi oldu.Gerek uluslararası
alandaki gerekse örgüt üyeleri tarafından ortaya konan bazı talepler
çerçevesinde,örgütün askeri stratejisinde bazı değişiklikler görülmekle
beraber,bu görüş genel olarak geçerliliğini muhafaza etmiştir”.335 Varşova
Paktı ve SSCB’nin dağılmasıyla da esas anlamını yitirmiştir.
3.4.Bir Dış Politika Aracı Olarak “Silahsızlandırma Stratejisi” ve Kitle İmha Silahları Devletlerin silahlanma olgusunu bir dış politika aracı olarak
kullanmaları sık görülen bir durum iken,özellikle Soğuk Savaş döneminde
şahit olunduğu gibi,silahsızlanma olgusu da dış politika aracı olarak
kullanılabilmektedir.Tabi silahsızlanmanın bu bağlamdaki anlamından kasıt
“karşı tarafı daha fazla silahsızlandırmaktır.” Devletler,güvenliklerini
arttırmak,mevcut durumda var olan avantajlarını korumak,kaynak tasarrufu
sağlamak veya doğrudan insanlığı korumak adına,silahsızlanma
girişimlerinde bulunabilirler.336 Sayılan bu unsurların birkaçı veya hepsi
birden de silahsızlanma girişimlerini başlatabilir.Ancak söz konusu olan kitle
imha silahları olunca silahsızlanma sebepleri değişiklik
gösterebilmektedir.Örneğin nükleer silahların elde edilmeleri ve aktif olarak
kullanıma hazır tutulmaları çok pahalı bir süreci temsil etmektedir.Tüm
maliyetine rağmen bu güce kavuşan devletler sebep ne olursa olsun bu
güçlerinden vazgeçmemektedirler.Caydırıcılığın önemli bir rol oynadığı
Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB’de bu iddiamıza uygun olarak
davranmışlardır.Yapılan hiçbir anlaşmada silahsızlanma tam anlamıyla
gerçekleşmemiştir.INF bu konuda sadece “sınırlı” bir istisnadır.(Bu
anlaşmayla tamamıyla yok edilen orta menzilli füzelerin sadece karada
konuşlu olanlar olduğunu hatırlamak gerekecektir) Silahsızlanma anlaşması
gibi duran INF aslında ABD’nin SSCB’ye oynadığı güzel bir oyundur
sadece.Çünkü SSCB orta menzilli füzelerinde asimetrik bir indirim
yapmıştır.859 ABD füzesine karşılık 1800 Sovyet füzesi imha edilmiştir.Bu
durum karşısında silahsızlanmanın ABD tarafından bir dış politika aracı 335 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.432. 336 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika …, s.446.
121
olarak kullanılarak,Avrupa’ya yönelen Sovyet tehdidinin ortadan kaldırıldığını
söyleyebiliriz.Yani diğer taraf daha hazla silahsızlandırılmıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra silahsızlanma,yerini silahların
kontrolüne bırakmıştır.Zira savaş pahasına bile olsa hiçbir devlet
silahlarından vazgeçememektedir.ABD özellikle nükleer alanda yayılmayı
engellerken silahsızlanma adına hareket ettiğini iddia etmektedir.Ancak
tepkisinin yöneldiği devletler grubuna baktığımızda,ki ABD tarafından Haydut
olarak anılmaktadırlar,uluslararası alanda nispeten zayıf olduklarını
görürüz.Ancak silahsızlanma sürecinde olduğu iddia edilen bir dünyada
nükleer güce gizlice kavuşan İsrail,Pakistan ve Hindistan’ın ciddi tepkilerle
karşılaşmadığını söyleyebiliriz.Güvenlik söz konusu olduğunda devletler her
konuda kararlı davranabilmektedirler.
122
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SOĞUK SAVAŞTAN GÜNÜMÜZE KİTLE İMHA SİLAHLARI KONUSUNDA
SİLAHSIZLANMA / DENETİM ÇABALARI
“Süper Güç” olarak anılan ABD ve SSCB’nin,bu ünvanlarını,
öncelikle sahip oldukları nükleer güç sayesinde elde ettiklerini
söyleyebiliriz.İki kutuplu dünya düzeninin de yaratıcısı olan bu iki devlet,
Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında nükleer kapasitelerini arttırmakla uğraşırken,
nükleer güce ilişkin bilgilerin diğer devletlerce de elde edilmesi üzerine,
özellikle 1963 yılı sonrasında,anılan silahların üretiminin sınırlandırılması
konusunda yoğun çalışmalar içine girmişlerdir.Dünyadaki nükleer
silahların yayılması,iki kutuplu düzenini yumuşatma gibi bir işlevi de
olmuştur.”Nükleer Kulüp”ün büyümesini önlemeye çalışan ABD ve
SSCB’nin,bu konuda başarılı oldukları söylenemez.Bunun yerine,yeni
nükleer devletleri kontrolleri altında bulundurmanın daha zahmetsiz bir
yol olacağını düşünerek,etki alanları içine almaya çalışmışlardır.
Söz konusu olan nükleer güç olunca,tam doğrulukla olmasa da,
devletlerin bu güce ne oranda sahip olduğu hakkında yapılan
araştırmaların çokluğu sayesinde bir fikir edinebiliyoruz.Ancak kimyasal
ve biyolojik silahlar için durum bu kadar basit olmamaktadır.Sıradan bir
ilaç sanayisine sahip olan her devletin,kimyasal ve biyolojik silah
üretebilme potansiyelinin bulunması ve bu tür faaliyetlerin gizliliğinin
sağlanmasının da çok kolay olması sebebiyle,devletlerin nükleer güç
gelişimi hakkında sınırlı da olsa bilgi edinilebilirken,kitle imha silahlarının
diğer iki türü hakkında bilgi edinmek çok da kolay
olmamaktadır.Uluslararası alanda tüm dikkatlerin nükleer güç üzerine
yoğunlaşması,bir kısım devletlerin biyolojik ve kimyasal silah geliştirip
üretmesine,muhtemelen dolaylı da olsa,bir katkıda bulunmuştur.
Dünyadaki silahlanma çabalarına ilişkin yorumlar,Soğuk Savaş
boyunca,konvansiyonel silahlardan ziyade kitle imha silahları konusunda
yoğunlaşmıştır.Tarihin çeşitli evrelerinde ise,silahlanmaya zıt bir mantık
içerse de,silahsızlanma ve silahların denetimi gibi konular da gündeme
123
gelebilmiştir.Tabi,özellikle kitle imha silahlarının denetimi veya
sınırlandırılması hususunda,devletlerin çok da samimi girişimler
sergilemediklerini vurgulamak gerekmektedir.Ancak yine de Soğuk Savaş
döneninin getirdiği aşın silahlanma yarışı,son yıllarda meydana gelen hızlı ve
köklü değişikliklerle önce “durdurulmuş”337 ,daha sonra da bu silahlardan
kurtularak ülkeler ve kıtalar arası güvenliğin diyalog ve işbirliğine
dayandırıldığı yeni güvenlik sistemlerinin yaratılmasına yönelik arayışlara
girilmiştir.Çalışmamızda,kitle imha silahlarının sınırlandırılması konusunda
faaliyet gösteren kuruluşlarla ihracat kontrol rejimleri ve anlaşmalar
hakkında kısa sayılabilecek bilgiler vermenin yerinde olacağını
düşünerek , bu süreç incelenmeye çalışılmıştır.Kitle imha silahlarına
ilişkin yapılan antlaşma ve protokollerin sayısı 100 den fazladır.Belli başlı
antlaşmaların isimleri EK-1’de sunulmuş olup çalışmamızda da nispeten
daha önemli olanlar incelenmiştir. 4.1.Kitle İmha Silahlarının Denetimi Konusunda Faaliyet Gösteren
Kuruluşlar 4.1.1.Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Departmanı (DDA-
Department for Disarmament Affairs) BM’nin kuruluş amaçları,”uluslararası dostça ilişkiler geliştirmek,
ekonomik,sosyal ve kültürel alanlarda uluslararası işbirliğini sağlamak ve
üyelerin dış politikalarını uyumlaştıran bir merkez olmaktır” şeklinde antlaşma
metninde tanımlanmıştır338 ve bu bağlamdaki faaliyetlerini başlıca 6 organı ile
yürütmektedir.339 Bu organların en önemlisi olan Genel Kurul’un amaçları ve
prensipleri ise yine BM Antlaşmasının içerisinde ayrıntılı olarak
belirtilmiştir.Bu amaçlardan birincisi ve konumuzla da ilgili olanı, “uluslararası
güvenlik ve barışın korunması ile silahsızlanma konularında işbirliğini artırıcı
337 1998 yılındaki Hindistan ve Pakistan nükleer denemelerinin elbette , silahlanma yarışının tam olarak durdurulamadığının ve durdurulamayacağının bir işareti olduğunu da gözden kaçırmamak gerekecektir. 338 Sadık Rıdvan Karluk , Uluslararası Ekonomik,Mali ve Siyasal Kuruluşlar , Turhan Kitabevi , Ankara 1998 , s.110. 339 Bu organların işlevleri ve yapıları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. , Ö.Rengin Gün , “Birleşmiş Milletler Örgütünün Örgütlenme İlkeleri ve Örgüt Yönetimi Açısından İncelenmesi” , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , cilt 2 , sayı 2 , İzmir 2000 , s.2-6. , Karluk , a.g.e. , s.111-130. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.517-524.
124
tavsiyelerde bulunmaktır”.340 Anılan bu prensibe dayanarak,özellikle
dünyadaki nükleer silahlanma eğiliminin artması konusunda olası tehditleri
belirlemek ve gereken önlemleri almak adına Ocak 1998 tarihinde Genel
Kurula bağlı olarak çalışacak olan DDA kurulmuştur.Aslında departmanının
kuruluş çalışmalarının,Genel Kurul’un 1982 yılında yaptığı ikinci özel
silahsızlanma oturumundaki tavsiye kararlarına dayandığını söyleyebiliriz.Bu
oturumun akabininde 1992 yılına kadar bağımsız bir bölüm olarak
faaliyetlerine devam etmiş,1992 - 1997 yılları arasında Politik İlişkiler
Departmanını bir alt merkezi olarak varlığını sürdürmüş ve nihayetinde 1998
yılında Genel Kurula doğrudan bağlı bir bölüm haline getirilmiştir.341 DDA bir
yandan uluslararası alandaki silahsızlanma faaliyetlerinin amaçlarını ve
ilkelerini belirlerken,diğer yandan da yapılacak silahsızlanma anlaşmalarına
ilişkin gerekli olan her türlü veriyi sağlamaktadır.342 Bu konulara ilişkin olarak
Genel Kurul’un birinci ana komitesi olan “Silahsızlanma ve Uluslararası Barış
Komitesiyle” işbirliğinde bulunmaktadır ve ayrıca silahsızlanma ile ilgili her
türlü bilgiyi BM’nin ilgili çalışmalarında Genel Sekretere sunmak gibi önemli
bir de yükümlülüğü mevcuttur.343
DDA’nın altında 5 adet alt bölüm oluşturulmuştur.Bunlar,
sekretarya,kitle imha silahları,konvansiyonel silahlar,bölgesel
silahsızlanma,veritabanı ve bilgi bölümleridir.Bölgesel silahsızlanma bölümü
de Afrika,Asya-Pasifik ve Latin Amerika alt bölgeleri olacak şekilde 3 alt
bölümden oluşturulmuştur.344 Konumuzla ilgili olarak burada kitle imha
silahları bölümünün faaliyetlerine kısaca değinmek istiyoruz.BM’nin kitle imha
silahları ve bunların terör örgütleri tarafından kullanılması tehdidi ile ilgili
olarak yaptığı her çalışma için bilgi kaynağı görevini görür.345 Yukarıda da
değinildiği üzere DDA’nın tamamı için olduğu gibi kitle imha silahları 340 Gün , a.g.m. , s.3. 341 “Department for Disarmament Affairs” , <http://disarmament.un.org/dda.htm> , (11.05.06) 342 “DDA Activities”, <http://disarmament.un.org/dda-activities.htm> , (11.05.06) 343 Gloria Levitas , Peace and Disarmament Education , Town Crier Printing , New York 2004, p.114. , DDA silahsızlanmanın gerekliliği ile ilgili farklı konulara da değinmektedir.Silahsızlanma (buna bağlı olarak askeri harcamaların azalması) ve bunun devamında devletlerin daha hızlı gelişeceği yaklaşımı buna örnek olarak verilebilir.Ayrıntılı bilgi için bkz. “The Relationship Between Disarmament and Development in the Current International Context” , DDA Report of the Secretary General , United Nations Publications , New York 2004 , p.17-76. 344 “DDA Structure” , <http://disarmament.un.org/dda.htm> , (11.05.06) 345 Levitas , a.g.e. , s.114.
125
bölümünün de Genel Sekreteri konuyla ilgili olarak tam bilgi sahibi yapmak
önemli yükümlülüklerinden birisidir.Ancak bu sadece Genel Sekreterle de
sınırlı kalmamaktadır.Talepte bulunan devletlere veya genel olarak
uluslararası kamuoyuna bilgi sağlamak durumundadır.BM çatısı altında
faaliyetlerine devam eden DDA,IAEA ve OPWC (Organization for the
Prohibition Chemical Weapons) ile yoğun şekilde işbirliği içerisinde
bulunmakta ve uluslararası alandaki silahsızlanma girişimlerinin devamı için
çalışmaya devam etmektedir.346
4.1.2. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA-International Atomic Energy Agency) IAEA,BM çatısı altında 1957 yılında kurulmuş ve faaliyetlerine
başlamıştır.347 BM’nin uzman kuruluşlardan biri olmayıp,sistem içerisinde yer
alan bağımsız ve hükümetlerarası bir kuruluştur.348 Başlıca 3 organı
vardır.Bunlar,Genel Konferans,Guvernörler Kurulu ve Genel Direktörlüktür.349
Aynı DDA gibi IAEA da Genel Kurula karşı sorumludur.Kuruluş amacı,nükleer
enerjinin dünya barışının korunması ve refahın artması için kullanılmasını
sağlamaktır.350 139 üye devleti vardır.351 IAEA,dünyada barışçıl amaçlarla
kullanılan nükleer enerji araştırmalarını teşvik etmekte ve bu konuda
devletlere teçhizat ve materyal sağlamaktadır.Nükleer enerjinin üretimi ve
kullanımı ile ilgili güvenlik standartlarının belirlenmesi IAEA’nın önemli
faaliyet alanlarından biridir zira yeryüzünde bulunan yaklaşık 900 adet
nükleer tesis IAEA’nın kontrolü ve gözetimi altındadır.352 Özellikle Çernobil
kazasından sonra IAEA’nın belirlemiş olduğu standartlar önem kazanmış ve
üye devletler bunları millileştirmede daha hızlı davranmaya
başlamışlardır.IAEA’nın içeriğini belirlemiş olduğu güvenlik programı
kapsamında ; nükleer enerji alanında personel yetiştirilmesi,üye devletlerin
nükleer tesislerindeki emniyet sistemlerinin denetimlerinin yapılması,nükleer
346 “Weapons of Mass Destruction Branch” , <http://disarmament.un.org/wmd/> , (11.05.06 347 “History of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/history.html> , (11.05.06) 348 David Fischer , History of the International Atomic Energy Agency,The First Forty Years , Printed by the IAEA in Austria , Austria 1997 , p.471. 349 Karluk , a.g.e. , s.138. , Fischer , a.g.e. , s.472. 350 “Statute of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/statute_text.html#A1.3> , (11.05.06) 351 “IAEA by the Numbers” , <http://www.iaea.org/About/by_the_numbers.html> , (11.05.06) 352 Karluk , a.g.e. , s.138.
126
kazalar ile ilgili işbirliği ve acil yardımlaşmanın sağlanması ve nükleer
denemelerin bildirilmesi gibi faaliyetler yürütülmektedir.353Bunlara
ilaveten,Soğuk Savaşın sona ermesi ile birlikte beliren olası nükleer terörizmi
önleme çalışmalarına da başlamıştır.354
IAEA’nın nükleer enerji ile ilgili sorumluluğu dışındaki önemli
faaliyetlerinden biri,nükleer alana ilişkin bazı anlaşmaların uygulanmasını
sağlamaktır.IAEA,27 Ekim 1986 tarihli “Nükleer Kazaların Erken Haber
Verilmesi Sözleşmesi” ile 26 Şubat 1987 tarihli “Nükleer Kaza veya
Radyoaktif Tehlikeli Durumlarda Yardımlaşma Sözleşmesinin”
hazırlanmasında önemli bir rol üstlenmiştir.355 Ancak anlaşmalarla ilgili olarak
en önemli sorumluluğu,uluslararası alanda “Nükleer Silahların Yayılması
Antlaşmasının” uygulanmasını sağlamaktır.356 Bu önemli antlaşma yürürlükte
kaldığı sürece NPT’yi imzalamış olan her devlet IAEA’nin nükleer alandaki
denetim talebine olumlu cevap zorundadır.357 Örnek olarak,yakın geçmişte
Irak ve İran’ın IAEA’nın denetimine tabi tutulmasını gösterebiliriz.
Tüm çabalarına rağmen IAEA’nın uluslararası anlamda nükleer refahı
sağlaması mevcut yapılanması ile zor görünmektedir.Nükleer alanda her
türlü denetimi yapabiliyor olması olumlu bir durumu ortaya koyarken,
doğrudan bir yaptırım gücünün olmaması ve denetimlerini üye devletlerin
iznine tabi olarak yapabilmesi zafiyet teşkil etmektedir.Bu zafiyeti giderme
adına IAEA’nın çalışma prensiplerinin belirtildiği tüzüğe bir ek protokol
ekleme çabaları başlamıştır.358
Buna ilave olarak İran örneğinde de görüldüğü üzere,uluslararası
politik baskılara maruz kaldığını düşünüyoruz.Şöyle ki,İran’a yapılan
denetimler sonucunda nükleer silah yapımına ilişkin bir delil bulunamadığını
353 “Statute of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/statute_text.html#A1.3> , (11.05.06) 354 “History of the IAEA” , <http://www.iaea.org/About/history.html> , (11.05.06) 355 Bethold Moser , “The IAEA Conventions on Early Notification of a Nuclear Accident and on Assistance in the Case of a Nuclear Accident or Radiological Emergency” , International Nuclear Law in the Post-Chernobyl Period , A Joint Report by the OECD Nuclear Energy Agency and IAEA , Paris 2006 , p.119-129. , Karluk , a.g.e. , s.138. 356 Fischer , a.g.e. , s.131. 357 Cankara , a.g.e. , s.154. 358 Ek protokol hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.,Theodore Hirsch,“The IAEA Additional Protocol , What It Is and Why it Matters” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2004) , p.140-166. , Susan F. Burk , “U.S.-IAEA Additional Protocol” , <http://www.state.gov/t/np/rls/rm/29249pf.htm> , (01.05.06)
127
kurumun başkanı olan Baradei’nin belirtmesine rağmen359,özellikle ABD ve
AB devletleri bu konuda ısrarlı davranarak IAEA’yı bir bakıma etkisiz hale
getirmektedir.Bu tür zor durumlar sayesinde de,İran’ın hemen yanı başında
bulunan ve İran’ın yapmak istediği nükleer girişimlerinin aynısını yapan
Ermenistan gibi devletlerin durumları ve acil çözüm bekleyen nükleer enerji
sorunları IAEA tarafından gündeme getirilememektedir.
4.1.3. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW – Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) İleride değinecek olduğumuz Kimyasal Silahlar Antlaşması’nın 8 nci
maddesiyle,antlaşmanın etkili şekilde yürütülmesi için OPCW kurulmuştur.360
Organizasyon BM Genel Sekreteri gözetiminde Hague/Hollanda’da
faaliyetlerine devam etmektedir.361 Kimyasal Silahlar Antlaşmasının
Yürürlüğe girdiği 29 Nisan 1997 tarihinde antlaşmayı imzalamış olan 87
devlet aynı zamanda OPCW’nin de kurucusu olmuş ve 3 Mayıs 2006 tarihi
itibari ile organizasyona üye devlet sayısı 178’e yükselmiştir.362 OPCW,üç
ana ve üç de yardımcı organa sahip olup bu organlar vasıtası ile
faaliyetlerine devam etmektedir.Birincisi,“katılımcı devletler
konferansıdır”.Yılda en az bir kere üye devletler bir araya gelir ve oluşturulan
gündem maddelerini bu konferansta görüşürler.İkincisi,katılımcı devletler
tarafından 2 yıl süre için seçilen ve 41 devlet temsilciden oluşan “yönetim
kuruludur”.OPCW’nin izleyeceği politikaları belirleyen esas organ yönetim
kuruludur.Yılda 5 defadan az olmamak üzere toplanmakta ve OPCW’nin
“yürüyeceği yolu” belirlemektedir.Üçüncü organı “teknik sekretaryadır”.Teknik
sekretarya,özellikle denetimlerle ilgili olarak,denetçilere teknik anlamda
olabilecek her türlü yardımı sağlamaktan ve üye devletlerde Kimyasal
Silahlar Antlaşmasının ulusal standartlarla yürütülmesinde yardımcı olmaktan
sorumludur.363 Bu üç ana organı yanında,bilimsel danışmanlar kurulu,
359 İran’ın nükleer denetimleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Cankara , a.g.e. , s.153-162. 360 “Organization for the Prohibition of the Chemical Weapons” , <http://www.opcw.org/basic_facts/index.html> , (30.05.06) 361 Erdurmaz , a.g.e. , s.117. 362 “Membership of the OPCW” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 363 OPCW’nin ana ve yardımcı organlarının işlevi ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. “OPCW Organs” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06)
128
yönetim ve finans konularına ilişkin danışmanlar kurulu ve gizlilik komisyonu
isimli üç de yardımcı organı mevcuttur.
OPCW’ye üye 178 devlet dünya nüfusunun %95’ini oluşturmaktadır.Bu
açıdan bakılınca özellikle kimyasal silahsızlanma adına sevindirici bir tablo
ortaya çıkmaktadır.En azından dünya nüfusunun %95’ini temsil eden devlet
temsilcilerinin bu konuda önemli faaliyetler gösteren bir organizasyona üye
olmaları bile önemli bir olgudur.Organizasyona devletler tarafından deklare
edilen barışçıl amaçlı olmayan kimyasal faaliyetlerin tamamı şu an itibari ile
durdurulmuş durumdadır.364 Özellikle kimyasal silah programlarını bildirmiş
olan 12 devletin,toplam 64 kimyasal faaliyetinin 54’ü sona erdirilmiş ve
üretilmiş olan kimyasal silahları yok edilmiştir.Devletleri bu konuda daha
cesaretli olmaları yönünde teşvik etmek için organizasyon tarafından
kimyasal silahlara ve maddelere ilişkin bilgilendirici kurslar verilmektedir.365
Yine devletlerce organizasyona deklare edilmiş olan 8.6 milyon kimyasal
mühimmatın %30’u,70 000 metreküp kimyasal ajanın da %18’i imha
edilmiştir.366 Nisan 1997’den bu yana organizasyon,53 devletten seçilen 181
denetçisi ile yaklaşık 2500 adet denetim gerçekleştirmiş ve bu denetimlerin
önemli bir kısmı 200 adet silah üretim merkezi,diğer kısmı ise kimyasal
endüstri alanlarıyla ilgili olmuştur.367
Tüm bu gelişmeler organizasyonun görevini başarıyla yerine getirdiğini
göstermektedir.Tabi bunda en büyük etken,katılımcı devletlerin de
antlaşmanın gerekleri ile ilgili her konuda örnek bir uluslararası işbirliği
sergileme eğilimine sahip olmasıdır.Nükleer silahlar konusunda tam olarak
olmasa da,en azından kimyasal silahlar konusunda uluslararası bir işbirliği
anlayışının gelişmesinin,genel anlamda silahsızlanma adına umut verici bir
duruma işaret ettiğini düşünüyoruz.
364 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 365 Bu kursların Paris’te açılan birincisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. “Basic Course for OPCW National Authorities” , Chemical Disarmament , vol 3 , no 3 , (September 2005) , p.18. 366 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06) 367 “The OPCW Success Story” , <http://www.opcw.org> , (30.05.06)
129
4.2.Kitle İmha Silahları ve İlgili Malzeme ve Teknolojiler ile Bunların Fırlatma Vasıtalarının Yayılmasının Önlenmesine Yönelik İhracat Kontrol Rejimleri
4.2.1. Wassenaar Düzenlemesi 1996 yılında faaliyetlerine başlamış olan Wassenaar Düzenlemesi
isimli hükümetlerarası gönüllü katılımı esas alan yapılanma,konvansiyonel
silahların ve ikili kullanım alanına sahip olan madde ve teknoloji ihracatlarını
kitle imha silahlarının üretimi ve bunları atma vasıtalarının elde edilmemesi
ve yine bu transferlerin bölgesel ve uluslararası güvenliği olumsuz yönde
etkilememesi için çaba sarf etmektedir.368 40 adet katılımcı devleti
mevcuttur.369 Katılımcı devletler sözü edilen ihracatlar hakkında teknik detay
ve bilgiler içeren iki tür kontrol listesi düzenlemekte ve bu listelerde belirtilen
kıstaslar dahilinde silah madde ve teknoloji ihracatı yapmaktadırlar.Listelerin
birincisinde kitle imha silahları yapımında kullanılabilecek mühimmat
türleri,ikincisinde ise yine aynı amaca hizmet edebilecek ikili kullanım alanına
sahip madde ve teknolojiler ayrıntılı şekilde belirtilmekte ve her yıl bir uzman
grubu tarafından sürekli gelişen teknoloji bağlamında bu listeler
güncelleştirilmektedir.370 Ancak 2003 yılında aldığı kararda,sadece bu
listelerde belirtilmiş olan madde,silah ve teknolojilerin transferinde dikkatli
olmanın bazen yeterli olmayabileceğini,buna istinaden BM’nin devletlere
karşı uygulamış olduğu silah ambargolarında transferini durdurmuş olduğu
askeri kullanım maksatlı her türlü vasıtanın,silahın v.b. şeylerin de
Wassenaar Düzenlemesinin katılımcıları tarafından dikkate alınacağını
bildirmiştir.
11 Eylül saldırılarının uluslararası terörizmin boyutlarını da
değiştirdiğini savunan düzenlemenin katılımcı devletleri371,kitle imha
368 Sune Danielson , “Basic Information on the Wassenaar Arrangement” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.8. , “Introduction-Wassenaar Arrangement” , <http://www.wassenaar.org/introduction/index.html> , (11.05.06) 369 Katılımcı devletlerin isimleri ve bu düzenleme ile faaliyetlerini görmek için bkz. , “Participating States” , <http://www.wassenaar.org/participants/index.html> , (11.05.06) 370 Danielson , a.g.e. , s.11. 371 Michael Witter,Matthias Heinz , “The Wassenaar Arrangement in the International Fight Against Terrorism” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security, Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.23.
130
silahlarının yayılmasını engellemek adına silah,madde ve teknoloji
ihracatlarında dikkatli olmanın gereğini vurgulamakla
beraber,küreselleşmenin getirileri sayesinde bunun zor olacağının farkında
olduklarını dile getirmektedirler.372 Bu zorluğu gidermek için ise ,devletler
arasındaki güncel bilgi değişiminin hızlı olarak yapılması,standartlığın
sağlanması açısından ortak bir veri tabanının oluşturulması ve devletlerin
bünyesinde bulunan endüstri kuruluşları ile koordinasyonunun sağlanmasının
zaruri olduğunu düşünüyoruz.Çünkü Wassenaar Düzenlemesi gibi gönüllülük
esasına dayanan yapılanmaların, uluslararası terörizmin büyümesini
engellemek adına önemli roller üstlenebileceğine inanıyoruz.
4.2.2. Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi (MTCR – Misilse Technology Control Regyme) Rejim,1987 yılında Kanada,Almanya,ABD,İngiltere,Japonya,Fransa ve
İtalya tarafından gönüllü katılım esasına göre kurulmuş,o tarihten bu yana da
üye sayısı 34’e çıkmıştır.373 Kitle imha silahları füze teknolojisinin
yayılmasının önlenmesi alanında faaliyet göstermektedir ve bu alanda
faaliyet gösteren yegane ihracat kontrol rejimidir.Kurulma amacı,kitle imha
silahı yapımında kullanılabilecek füze teknolojisinin ihracatını belirli kıstaslar
koyarak sınırlamaktır.374 Rejime üye devletler,ulusal füze teknolojileri
hakkında ihracat lisansları düzenlemekte ve bu lisansların içeriği ile ilgili
bilgileri diğer üye devletlerle paylaşmaktadırlar.Bu işbirliği sayesinde yapılan
füze teknolojisi ihracatları takip edilebilmekte ve kitle imha silahı üretme
niyetinde olan kişi,kurum veya devletlere söz konusu teknolojinin ihracatı
engellenebilmektedir.Ancak söz konusu lisanslar sınırlama yasağı anlamı
taşımaktan ziyade birer prensip olarak değer görmektedir.
Füze teknolojileri ihracatında göz önünde bulundurulmak üzere MTCR
tarafından bir kontrol listesi hazırlanmıştır.375 Kategori I ve kategori II olarak
iki bölüme ayrılan ve 20 kalemden oluşan Füze Kontrol Rejimi listesinin
372 Bent Lindhardt Andersen,Dorthe Host Sarup , “Towards Simple,Transparent and Harmonised Export Controls” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna 2005 , p.17. 373 “The Misile Technology Control Regime” ,<http://www.mtcr.info./english/index.html>,(12.05.06) 374 “Objectives of the MTCR” , < http://www.mtcr.info./english/objectives.html>,(12.05.06) 375 Söz konusu listeye ulaşmak için bkz., <http://www.mtcr.info./english/objectives.html> , (12.05.06)
131
kategori 1 kısmı,çok hassas olarak nitelendirilen ve 300 km menzil/500 kg.
harp başlığı taşıma kapasitesine haiz fırlatma vasıtalarını içermektedir.376
Kategori 1’in bu şekilde belirlenmesinin nedeni rejimin , kitle imha silahlarının
yayılmasına yol açabileceği düşünülen 300 km.den daha fazla menzile ve
500 kg.dan daha ağır harp başlığına sahip olan füzelere ve fırlatma
sistemlerine ait teknolojilerin,rejime üye devletlerin dışındaki devletlere
transferinin kontrol altına alınmasını öngörmesidir.377 Listelerin kategori 2
bölümü ise, kategori 1’deki sistemlerin üretiminde kullanılan alt sistemler ile
bunlara ilişkin malzeme ve teknolojileri kapsamaktadır.378
Rejime üye devletler kendi aralarındaki teknoloji ihracatlarında bu
listedeki esaslar dahilinde hareket etmekte,rejime üye olmayan devletlerle
olan ilişkilerde de söz konusu kontrol listesi mutlaka göz önünde
bulundurulmaktadır.Rejime üye olmayan devletlere füze teknolojisi ihracatı
yapılırken,ihracatı yapan devlet veya devletler bu teknolojinin kitle imha
silahları yapımında kullanılmayacağı ve yine bu niyetle bir başka devlet adına
aracılık yapılmayacağı hakkında yazılı bir taahhüt talep edebilmektedir.379
MTCR’ye üye devletlerin de hemfikir olduğu gibi,bu rejim füze
teknolojisinin gelişmemesi için çaba sarf etmek anlamına gelmemektedir.Zira
bu konuda bilgi,teçhizat,personel ve ekipman değişimi üye devletler arasında
yapılabilmektedir.Rejime üye devletler 11 Eylül sürecinden sonra,füze
teknolojilerinin ihracatı konusunda dikkatli olunması gerektiğini
vurgularken,üye olamayan devletlerin de MTCR rejiminin prensipleriyle
hareket etmesinin uluslararası güvenlik adına olumlu gelişmeler
sağlayabileceğine inandıklarını belirtmişlerdir.
MTCR ile ilgili belirtilmesi gereken bir husus daha vardır ki, o da bu
rejimin bir antlaşma olmadığıdır.Yani,söz konusu rejime üye olmakla, rejimin
kontrole tabi kıldığı malzeme ve teknolojinin, MTCR üyeleri arasında transferi
otomatik bir yükümlülük haline gelmemekte,bu işlem teknolojiye sahip
ülkelerin tercihlerine bağlı kalmaya devam etmektedir.
376 Özden , a.g.t. , s.83. 377 Özden , a.g.t. , s.83. 378 Özden , a.g.t. , s.84. 379 “MTCR and Trade” , <http://www.mtcr.info./english/trade.html>,(12.05.06)
132
MTCR’nin 2001 Eylül ayında Ottawa'da yapılan Genel Kurul
toplantısında,FTKR bünyesinde "Balistik Füze Yayılmasına Karşı Uluslar
arası Davranış İlkeleri Rehberi" (DİR) taslağı kabul edilmiştir. Bu taslağın
MTCR'ye taraf olmayan ülkelere tanıtılması amacıyla da 7-8 Şubat 2002’de
Paris'te uluslararası bir konferans daha düzenlenmiştir.Fransa'nın yönettiği
konferansa katılan toplam 78 ülke arasında MTCR üyesi olmayan,ancak
balistik füzelerin yayılması bakımdan önem taşıyan Çin,İran,Pakistan,
Hindistan ve Libya da yer almıştır.380
4.2.3. Avustralya Grubu 1984 yılı başlarında,BM araştırma komisyonlarından birinin Irak’ın
İran’a karşı kimyasal silah kullandığını tespit etmesi,uluslararası kamuoyunda
önemli tepkilere sebep olmuştur.381 Bu tepkilerden bazıları kınama şeklinde
olurken,bir kısım devletler de ihraç ettikleri kimyasallar üzerinde sıkı
kontroller uygulamaya başlayarak daha anlamlı bir tepki vermiştir.Ancak bu
tür önlemlerin uluslararası işbirliği çerçevesinde alınması gerekliliğini
vurgulayan Avustralya,konuya ilişkin olarak bir toplantı davetinde
bulunmuştur.1985 yılı Haziranında Brüksel’de yapılan toplantıya 15 devlet ve
Avrupa Topluluğu382 temsilcileri katılmış ve grubun temelinin
oluşturmuşlardır.Günümüz itibariyle üye devlet sayısı 39’dur.383 Kurucu
antlaşması bulunmayan bir organizasyon olan AG,Kimyasal Silahlar
Antlaşması ile Biyolojik Silahlar Antlaşmasını takviye edici bir nitelik
taşımakta ve amacı,biyolojik ve kimyasal silahların yapımında
kullanılabilecek maddelerin ihracatı konusunda önlemler almaktır.384 Yılda bir
kez toplanan grup alınabilecek önlemleri tartışmakta ve buna ilişkin olarak
kararlar almaktadır.Ancak kararların hukuki bağlayıcılığı yoktur.Gönüllülük
380 Özden , a.g.t. , s.84. 381 Peter Shannon , 20 Years of Australia Group Cooperation , Made by Romania National Agency for Export Controls , Romania 2005 , Foreword , p.2. 382 Avrupa Topluluğu,oluşturulan rejime teşkilat olarak katılmış ve halen aktif roller üstlenmektedir . Saffet Akbulut,Süleyman Ertekin , Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul 1995 , s.19. 383 “The Origins of Australia Group” , <http://www.australiagroup.net/en/origins.htm> , (12.05.06) 384 “Objectives of the Group” , <http://www.australiagroup.net/en/agobj.htm> , (12.05.06)
133
esasına göre oluşturulan bir yapılanma olduğu için,üye devletler kararları
birer prensip olarak benimsemekte ve icraata geçirmektedirler.385
AG,63 adet kimyasal maddenin ihracatı hakkında gerekli lisans
çalışmalarını tamamlamış bunun yanında,ikili kullanım alanına sahip
kimyasal madde,ekipman ve ilgili teknoloji,bitki ve hayvan patojenleri,biyolojik
maddeler ve yine ikili kullanım alanına sahip biyolojik ekipman ve teknoloji
hakkında da aynı faaliyetlerini sürdürmektedir.386 Üye devletler,sahip
oldukları endüstrilerin kimyasal ve biyolojik silah yapımına hizmet etmemesi
gerektiği konusunda ortak iradelerini ortaya koymuşlar ve üye olmayan
devletlerle olan ihracatlarında da bu hususu göz önünde bulundurmaları
konusunda hemfikir olmuşlardır.
AG’nin üye devletlerinin tamamı Kimyasal Silahlar Antlaşması ile
Biyolojik Silahlar Antlaşmasını imzalamıştır.Antlaşmaların gereklerinin
uygulanması konusunda da yoğun gayretlerde bulunmaktadırlar.Zira grubun
kuruluş amaçları ile söz konusu antlaşmaların gerekleri birebir
örtüşmektedir.AG bir bütün olarak Biyolojik Silahlar Antlaşmasının gözden
geçirme konferanslarına da iştirak etmektedir.387
2003 Haziranında yapılan yıllık toplantısında,AG kitle imha silahları
bağlamında gelişebilecek uluslararası terörizme de dikkat çekmiş ve özellikle
Asya-Pasifik bölgesinde bulunan devletlerle bu konudaki işbirliğinin
arttırılması gerektiği hususunu karara bağlamıştır.388 Gelecekle ilgili olarak
da, üye devlet sayısının arttırılması ve devletlerden nispeten bağımsız
hareket edebilen endüstri kuruluşlarının grubun amaçları doğrultusunda
faaliyet yürütmeleri için işbirliği olanaklarının genişletilmesi konuları AG’nin
gündemindedir.
385 Romania National Agency for Export Controls , “Introduction of Australia Group” , a.g.e. , s.3. 386 “Activities” , <http://www.australiagroup.net/en/agact.htm> , (12.05.06) 387 Romania National Agency for Export Controls , a.g.e. , s.9-10 , “Relationship with the Biological Weapons Convention” , <http://www.australiagroup.net/en/agbwc.htm> , (12.05.06) 388 Romania National Agency for Export Controls , “Strengthening Measures to Prevent the Spread of WMD” , a.g.e. , s.65-66.
134
4.2.4. Nükleer Tedarikçiler Grubu (NSG–Nuclear Suppliers Group) NTG,nükleer silah ve teknolojiye sahip olan ve olmayan 34 devlet
tarafından,nükleer teknolojide kullanılan maddelerin ve ikili kullanım alanına
sahip ürünlerin ihracatını belirli denetim ilkelerine bağlamak üzere 1975
yılında devletlerin gönüllülük esasına dayalı olarak kurulan ihracat kontrol
rejimidir.389 Rejim,nükleer malzeme ve teknolojileri içeren bazı kontrol listeleri
hazırlayarak,bu malzemelerin transferini kontrol altında bulundurmayı
amaçlamaktadır.390
1974 yılında Hindistan’ın yaptığı nükleer deneme testi,özellikle Batı
devletlerini ürkütmüş,bunun üzerine başlıca nükleer tedarikçi konumunda
bulunan bazı devletler NPT’nin nükleer madde ve teknololojinin yayılmasını
engelleyebilmesi üzerindeki yeterliliğini sorgulamaya başlamışlardır.391
Nükleer Tedarikçiler Grubu esasen bu endişeler üzerine kurulmuştur.Grup ,
21 Eylül 1977 tarihinde Londra’da çoğunluğu nükleer tesis ve maddelere
ilişkin olan bir ilkeler rehberi kabul etmiş ve bu konuda IAEA ile irtibata
geçerek anılan ilkeler rehberinin IAEA’nin resmi bir dökümanı olarak
yayımlanmasını sağlamıştır.392
Grubun kabul ettiği ilkeler rehberinde belirtilen ihracat kontrol tedbirleri
NPT’de tanımlanmış olanlardan daha sert olarak adlandırılmaktadır.393
Çünkü gruba üye devletler,özellikle ağır su teknolojisi ve fisyon maddelerinin
ihracatı konusunda bireysel olarak kısıtlayıcı tedbirlere başvurabilmeyi
benimsemişler,dahası ithalatı gerçekleştiren devletlerden de söz konusu
maddeler ve teknolojinin sadece barışçıl amaçlarla kullanılacağı konusunda
garanti isteyebilecekleri konusunda anlaşmaya varmışlardır.
389 Özden , a.g.t. , s.42. 390 Bülent Karaatlı , “Globalleşme Sürecinde Uluslararası Güvenlik Antlaşmalarının Yönü ve Türkiye’nin Geleceği” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Süleyman Demirel Üniversitesi , Isparta 2002 , s.74. 391 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214. 392 Özden , a.g.t. , s.42. 393 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214.
135
4.2.5. Zangger Komitesi (ZAC-Zangger Committee) 1971 ve 1974 yılları arasında,15 nükleer teknoloji tedarikçisi (ve bu
niyette olan ) devletin temsilcileri İsviçreli Profesör Claude Zangger’in
çabaları ile bir araya gelmiş ve aşağıda belirtilen konularda anlaşmaya
vararak özellikle NPT’nin 3 ncü maddesinin uygulanması adına çalışacak
olan,günümüzde ise “NPT ihracatçıları”394 olarak da bilinen bir grup
oluşturmuşlardır.395
(i) Nükleer ürün (silah,reaktör v.b.) yapımında kullanılan veya bu
amaçla tasarlanmış olan ekipman ve materyallerin neler olduğu konusunda
komite üyeleri mutabakat sağlamışlardır.(NPT’de bu yönde ayrıntılı bir
açıklamanın mevcut olmaması uygulamada bazı zafiyetler
oluşturmaktaydı.Komitenin ilk çabası bu zafiyeti gidermek adına olmuştur.)
(ii) Nükleer madde ve buna ilişkin teknolojinin,nükleer olmayan
devletlere barışçıl amaçlarla kullanımı adına ihracatı söz konusu olduğunda
haksız rekabetin yaratılmaması gerektiği hususu,komite tarafından dile
getirilen ve üzerinde anlaşmaya varılan ikinci maddedir.
Bu genel kabullerden sonra Komite amaç olarak,NPT’nin 3 ncü
maddesinde belirilmiş olan nükleer madde ve teknolojilerinin ihracatı
konusunda mutlaka bazı güvenlik tedbirlerinin oluşturulmasını
benimsemiştir.396 İlk toplantı sonrasında komite,üyelerinin yılda iki kez
toplanma konusunda mutabakata varmalarının yanında,komite
toplantılarında alınan kararların hukuki bağlayıcılıktan yoksun olacağını ve
sadece birer “rehber ilke” özelliği taşıyacağını karara bağlamıştır.397
1972 yılında Komite,yukarıda belirtilen genel kabullerin ışığında iki ayrı
davranış ilkeleri rehberi üzerinde anlaşmaya varmış ve bugün de bu iki
davranış ilkeleri rehberi komitenin çalışma alanlarını temsil
etmektedir.Birincisi,özel fisyon maddelerinin kaynağı,ikincisi ise bahsedilen
fisyon maddelerinin üretimi veya geliştirilmesi için tasarlanmış olan ekipman
ve teçhizat ile ilgilidir.NPT’nin 3 ncü maddesinde belirtildiği gibi özel fisyon
394 Karaatlı , a.g.t. , s.73. 395 Fritz W. Schmidt , “The Zangger Committee:Its History and Future Role” , The Nonproliferation Review , (Fall 1994) , p.38. 396 Kibaroğlu , a.g.t. , s.214. 397 “History” ,< http://www.zanggercommittee.org/Zangger/History/default.htm> , (13.05.06)
136
maddeleri sadece barışçıl amaçlarla,belirlenen güvenlik önlemleri
çerçevesinde üretilebilecekti.Zangger komitesi,üzerinde anlaşmaya vardığı iki
davranış ilkeleri rehberi kendi çalışma alanını teşkil edeceğini ve anılan
maddelerin ihracatında yeni bir kontrol rejimi oluşturabileceklerini,
antlaşmanın uygulanmasından sorumlu IAEA’nın başkanına bilgilendirme
amaçlı olarak bir mektupla bildirmiş ve bu kararlarını da tüm üye devletlere
açıklamasını istemişlerdir.398
4.3. Günümüze Kadar Olan Süreçte Kitle İmha Silahları Konusunda Yapılan Önemli Antlaşmalar
4.3.1. Çok Taraflı Anlaşmalar 4.3.1.1. Antarktika Antlaşması 1 Aralık 1959'da nükleer silahlara ilişkin olarak , on iki ülke tarafından
(Arjantin,Avustralya,Belçika,İngiltere,Şili,Fransa,Japonya,Yeni Zelanda,
Norveç,Güney Afrika,Sovyetler Birliği ve ABD) Washington’da imzalanıp 23
Haziran 1961 tarihinde yürürlüğe giren antlaşma,Antarktika Kıtası'nın askeri
amaçlarla kullanılmaması ve Soğuk Savaş'ın etkilerinden uzak tutulmasını
amaçlamış,bunun yanında antlaşmanın ilgili maddeleri nükleer silahları
tanımlamış bu silahların Antarktika üzerinde denenmesini ve yine bu silahlara
ilişkin askeri manevraların yapılmasını yasaklamıştır.399 Anlaşma ile bölgede nükleer denemeler ve nükleer atıkların bulundurulması yasaklanırken,kıta üzerindeki bilimsel çalışmalarda işbirliği yapılması gibi konular da karara
bağlanmıştır.Antarktika antlaşmasının nükleer silahların azaltılması yönünde
etkili bir adım olduğunu iddia edememekle birlikte,bu alanda atılan ilk
adımlardan biri olması ve “nükleer antlaşmalar” kültürüne bir katkı sağlamış
olması vesilesi ile tüm zayıflıklarına rağmen önemli bir antlaşma olduğunu
söyleyebiliriz.
398 Fritz W. Schmidt , “NPT Export Controls and the Zangger Committee” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2000) , p.137. 399 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.37.
137
4.3.1.2. Ay ve Gök Cisimleri Dahil Dış Uzayın Araştırılması ve Kullanımında Devletlerin Çalışmalarını Yönlendirmeye İlişkin Antlaşma İki büyük güç arasında nükleer silahların sınırlandırılması için
çalışmalar sürerken , BM çerçevesinde de bu konuda yeni tedbirlerin
alınması için çaba sarf edilmekteydi ve bu çabalar sonucunda 13 Aralık 1963
tarihinde BM genel kurulunda 1962 sayılı karar alınmıştır.Bu karar “Uzayın
Araştırılması ve Kullanılması Konusunda Devletlerin Çalışmalarını
Düzenleyen Hukuki İlkeler Bildirisi” başlığını taşıyordu ve bu bildirinin
öngördüğü ilkelerin pek çoğu,sonradan,27 Ocak 1967 tarihinde yapılan “Ay
ve Gök Cisimleri Dahil,Uzayın Araştırılması ve Kullanılmasında Devletlerin
Çalışmalarını Yönlendirmeye İlişkin Anlaşma” da yer alıyordu.400
Dünya yörüngesine silahların yerleştirilmesini Ay ve gezegenlerde
silahların konuşlandırılmasını,denemelerin yapılmasını,üslerin kurulmasını
yasaklayan ve BM Genel Kurulu’nun 1966’da onayladığı anlaşma Ekim
1967’de 84 imzacı devletin katılımıyla yürürlüğe girmiş,antlaşmanın
silahsızlanma ile ilgili 4 ncü maddesi ile dünya yörüngesine ve Ay’a nükleer
veya diğer kitlesel imha silahlarının yerleştirilmesi yasaklanmış ve ayrıca
Ay’da ve diğer gezegenlerde askeri üs ve manevralar engellenirken,Ay ve
öteki gezegenlerin ancak barışçıl amaçlar için kullanılması öngörülmüştür.401
4.3.1.3.Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (Nuclear Nonproliferation Treaty-NPT) 1960'ların sonlarında nükleer silahlara sahip olma çabaları ABD ve
SSCB dışındaki devletlerde de görülmüş ve Hindistan, İtalya,Japonya,İsveç,
Brezilya,Federal Almanya,Pakistan,İsrail,Güney Kore,Libya ve İran gibi
ülkeler bu konuda çalışmalarına başlamışlardır.Bu türden bir gelişmeler hem
nükleer gücün çatışmalarda bir silah olarak kullanılması olasılığını artıracak
hem de bu silahlara sahip ülkeler,özellikle de iki süper gücün diğer devletler
üzerindeki etkilerini azaltabilecekti.402 Bu dönemde Bağlantısızlar grubu
nükleer silah sayısının atmasına karşı çıkmış ve bu konudaki amaçlarını
400 Gönlübol Uluslararası Politika , İlkeler …, s.469. 401 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.109. 402 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … , s.547.
138
gerçekleştirmek için BM nezdinde geniş kapsamlı tedbirler üzerinde
durarak,nükleer yayılmanın tümden yasaklanması konusu üzerinde ısrar
etmişlerdir.403 Daha çok ABD ve SSCB’nin dayatmasıyla ile hazırlanan
antlaşma404,devletleri nükleer silahlara resmi olarak sahip olanlar ve
olmayanlar olmak üzere iki gruba ayırma özelliği taşımaktadır.Antlaşma,
Washington,Londra ve Moskova’da,1 Temmuz 1968’de imzaya açılmış ve 5
Mart 1970 tarihinde de yürürlüğe girmiştir.405 Antlaşmanın birinci maddesi
nükleer gücü olan devletleri ilgilendirmektedir ve antlaşmaya taraf nükleer
silah sahibi her devlet,nükleer silahları veya diğer patlayıcı nükleer araçları
ya da bu gibi silahların veya diğer patlayıcı araçların kontrolünü doğrudan
veya dolaylı olarak hiçbir devlete devretmemeyi ve nükleer silah sahibi
olmayan herhangi bir devlete nükleer silahları veya diğer nükleer patlayıcı
araçların kontrolünü elde etmesi için herhangi bir şekilde yardımda
bulunmamayı üstlenmiştir.İkinci maddesi ise nükleer güce sahip olmayan
devletler için hazırlanmış ve hiçbir şekilde nükleer güç veya onu elde etmek
için kullanılabilecek herhangi bir maddeyi devralamayacakları hususu
belirtilmiştir.Ancak antlaşmanın en önemli maddesi ise esasen üçüncü
maddedir.Çünkü bu maddede IAEA’ya,nükleer enerji tesislerinin silah
yapımında kullanılmaması için,denetim yetkisi verilmektedir.Antlaşmayı
imzalayan her devletin IAEA ile de ayrı bir güvenlik denetim protokolü
imzalayarak bu denetimlerin nasıl yapılacağının ayrıntılı şekilde belirtilmesine
karar verilmiştir.Antlaşmanın onuncu maddesinde belirtildiği üzere,
antlaşmanın yürürlüğe girmesinden 25 yıl sonra bir konferansın
toplanıp,antlaşmanın ne kadar uzatılacağının belirlenmesine karar
verilmiştir.Yürürlüğe girdiği 1970 yılından itibaren her beş yılda bir gözden
geçirme konferansları ile güçlendirilmeye çalışılan antlaşmanın 1995 yılındaki
gözden geçirme ve uzatma konferansında süresiz ve koşulsuz olarak
403 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.470 404 Antlaşmanın Türkçe tam metni için bkz. , <http://www.taek.gov.tr/uluslararasi/anlasmalar/npt_and.html> , (16.05.06) , İngilizce tam metni için bkz , <http://disarmament.un.org/wmd/npt/npttext.html> , (16.05.06) 405 “Treaty on Non – Proliferation of Nuclear Weapons” ,< www.armsconrol.org/documents/npt.asp >, (23.01.06) ,
139
uzatılması kabul edilmiştir.406 Antlaşmaya taraf olan devletler istedikleri
takdirde antlaşmadan çekilebilmektedir.Nitekim Kuzey Kore bu yönde bir
açıklama yapmıştır.
Antlaşma,nükleer silah sahibi olan devletleri koruduğu konusunda,
özellikle nükleer altyapıya sahip ve silah yapmanın eşiğinde olan devletler
tarafından eleştirilmiştir.Çin,Hindistan ve Brezilya bu devletlerden bazılarına
örnek olarak verilebilir.407 Çin ve Brezilya devletleri antlaşmayı
imzalamışlardır.Hindistan ise eleştirel tutumunu halen sürdürmekte ve
antlaşmaya taraf olmamaktadır.Fransa da ilk başta çekimser oy kullanmış
ancak sözleşmenin ruhuna aykırı hareket etmeyeceğini beyan etmiştir.408
Günümüzde nükleer silahsızlanma adına en önemli basamak olarak
kabul edilen antlaşmanın aslında silahsızlanmadan ziyade,ABD ve SSCB’nin
nükleer gücüne potansiyel rakipler çıkmasını engellediğini
söyleyebiliriz.Bunun yanında nükleer güç olma konusunda kararlı olan
devletlerin mutlaka bu güce kavuşabileceklerini Hindistan,Pakistan ve İsrail
örnekleri ile görmüş bulunuyoruz.
4.3.1.4. Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Anlaşması Nükleer silahsızlanma alanında son yıllarda meydana gelen gelişmeler
paralelinde,nükleer denemelerin tamamen yasaklanması da gündeme
gelmiştir.409 Bu gelişmeler doğrultusunda BM Silahsızlanma Konferansı,
bünyesindeki Nükleer Denemelerin Yasaklanması Komitesini,Aralık 1993 ayı
içinde Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması'nı (NDYA)
hazırlamakla görevlendirmiştir.410
Bu çerçevede hazırlanan NDYA’ nın müzakereleri,1994 yılından itibaren
Cenevre'deki BM Silahsızlanma Konferansı'nda sürdürülmüştür.Çalışmalar
neticesinde ortaya çıkan taslak metin 10 Eylül 1996 tarihinde New York'taki
BM Genel Kurulu'nda onaylanmış ve 24 Eylül 1996 tarihinde imzaya
açılmıştır.Antlaşmanın BM Silahsızlanma Konferansı yerine, BM Genel 406 “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması” , <www.mfa.gov.tr> , (06.01.06) 407 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.470. 408 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.270. 409 Lawrence Sheinman , “Comprehensive Test Ban Treaty” , Washington 2003 , s.1. <http://www.nti.org./e_research/e3_9a.html> , (16.01.06) 410 Antlaşmanın orijinal metni için bkz. “Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması” , <www.msb.gov.tr/asad/askerimevzuat/uluslararasiçatismahukuku.htm> , (16.01.06)
140
Kurulu'nda kabul edilmesi,Hindistan'ın konferansta oy birliğine katılmaması
ve kararı engellemesi nedeniyle ortaya çıkacak engeli aşmak için
başvurulmuş istisnai bir yöntem olmuştur.Antlaşma 158 olumlu oya karşılık,3
olumsuz oyla (Hindistan, Bütan, Libya) kabul edilmiş,5 ülke de (Küba,Suriye,
Lübnan,Mauritius,Tanzanya) çekimser oy kullanmıştır.411 Antlaşmaya taraf
olan her devlet 412 ;
(i) ‘’ Yetki alanı veya kontrolü altındaki herhangi bir yerde,
her türlü nükleer silah deneme patlamasını veya diğer nükleer patlamaları,
yapmamayı yasaklamayı ve önlemeyi taahhüt eder.’’
(ii) ‘’ Her türlü nükleer silah deneme veya diğer nükleer
patlamalara sebep olmaktan,teşvik etmekten veya bunların uygulanmasına
herhangi biçimde bizzat katılmaktan kaçınmayı da taahhüt eder.’’
Kapsam olarak tüm nükleer denemelere mutlak yasak getiren NDYA;
1970 yılından beri yürürlükte bulunan Nükleer Silahların Yayılmasının
Önlenmesi Antlaşması'nı tamamlayıcı bir nitelik taşımaktadır.Zira bu
antlaşmanın yürürlüğe girmesi NPT Gözden Geçirme Konferansı Sonuç
Belgesinde karara bağlanan 13 pratik önlemden birincisi idi,ancak bu husus
halen NPT gündeminde sonuçlanmamış bir konudur.
Antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için NDYA Antlaşması'nın 2
numaralı ekinde isimleri verilen 44 ülkenin onayı gerekmektedir.Ek 2 için,13
ülkenin onayı hala gelmemiştir.Bunların arasında hala Antlaşmayı
imzalamaları beklenen Hindistan,Pakistan ve Kuzey Kore de bulunmaktadır.
Fransa ve İngiltere,antlaşmayı 1998'de onaylamış ancak ABD Antlaşmayı
imzaladığı halde henüz onaylamamıştır.Bununla birlikte NATO üyesi diğer
tüm ülkeler antlaşmayı imzalamış ve onaylamışlardır.
Hindistan NDYA'yı imzalamayacağını açıklamış,Pakistan da
Hindistan'ın imzalamadığı bu antlaşmaya katılmayacağını belirtmiştir.413
NDYA’ nın yürürlüğe girmesi için onayları gerekli devletler içinde yer alan
Hindistan ve Pakistan'ın NDYA’ ya karşı olan tutumlarının,antlaşmanın
411 Sheinman , a.g.m. , s.2. 412 “Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşması” , <www.msb.gov.tr/asad/askerimevzuat/uluslararasiçatismahukuku.htm> , (16.01.06) 413 Sheinman , a.g.m. , s.3.
141
yürürlüğe giriş sürecini olumsuz yönde etkileyebileceği değerlendirilmektedir.
Ancak,her iki devletin son olarak gerçekleştirdiği nükleer denemeler
sonrasında artan uluslar arası hassasiyet neticesinde,Pakistan'ın NDYA' ya
katılım için sürdürmekte olduğu Hindistan'a endeksli politikasında bazı
değişikliklerin olabileceği yönünde emareler bulunmaktadır.Son olarak ABD
Senatosu'nun da NDYA'yı onaylamamış olmasının,atılabilecek olumlu
adımları olumsuz yönde etkileyebileceği değerlendirilmektedir.414
4.3.1.5. Kimyasal Silahlar Konvansiyonu ( The Chemical Weapons Convention ) 1925 yılında imzalanan Cenevre Protokolü sadece kimyasal silahların
kullanım kurallarını düzenlemiştir.Dolayısıyla uluslararası alandaki kimyasal
silahların tehlikeli bir şekilde yayılmasını önlemekten çok uzaktı.Bu zafiyeti
gidermek adına 1980 yılında,BM silahsızlanma konferansında,kimyasal
silahların yayılmasını kontrol edebilecek bir rejim üzerine tartışmalar
başlatılmıştır.3 Eylül 1992’de bu kez Cenova’da toplanan silahsızlanma
konferansında,on iki yıldan beri süregelen,zorluklarla dolu müzakereler
sonunda kimyasal silahların geliştirilmesi,üretilmesi,depolanması,
kullanılmasının yasaklanması ve imha edilmesi ile ilgili konvansiyon metni
kabul edilmiştir.415 Konvansiyon metni 13 Ocak 1993 yılında Paris’te imzaya
açılmış ve 29 Nisan 1997’de de yürürlüğe girmiştir.416 Kitle imha silahlarına
ait anlaşmalar içerisinde en anlaşılabilir ve ciddi denetim rejimine sahip417 ,
uluslar arası kontrolün uygulanabildiği ilk silahsızlanma anlaşması olması
itibarı ile önem arz etmektedir.Kimyasal Silahlar Konvansiyonu,Birleşmiş
Milletler,Genel Sekreteri Gözetiminde,Hague/Hollanda’da bulunan ve 500
çalışanı ile faaliyet gösteren418 Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu
(OPCW-Organization for the Prohibition of Chemical Weapons) tarafından
uygulanır.419 Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu,imzacı
414 Sheinman , a.g.m. , s.4. 415 Erdurmaz , a.g.e. , s.117. 416 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1 <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 417 “What is Non-Proliferation?” , <www.cbw.sipri.se./index2.html > , (24.01.06) 418 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 419 Erdurmaz , a.g.e. , s.117.
142
devletlerden,kimyasal silah aktiviteleri ve bununla ilişkili olabilecek
endüstriyel gelişmeler hakkında,düzenli olarak raporlar almaktadır.
Raporların alınmasını müteakip,ilgili ülkelerde,beyan edilen faaliyetlerle ilgili
denetlemelerde bulunmaktadır.
Konvansiyonu,26 Haziran 2001 itibari ile,174 ülke onaylamıştır. Dünya
devletlerini,hemen olmasa bile,tamamının imzalayabilmesi ve kimyasal
silahların yaygınlaşma sürecinin etkin şekilde kontrol edilebilmesi için,
konvansiyon metninin,‘’süresiz’’ olarak yürürlükte kalması kabul
edilmiştir.Ancak konvansiyon halen daha on iki ülke tarafından imzalanmak
bir yana,incelemeye bile tabi tutulmamıştır.Bu devletlerden iki tanesi olan
Kuzey Kore ve Suriye ise kimyasal silahları olduğu bilinmesine rağmen,
konvansiyondan uzak durmaktadırlar.420
Konvansiyonun yasakladığı faaliyetler aşağıda sıralanmıştır421 :
(i)Kimyasal Silahların,geliştirilmesi,üretimi,depolanması,satın alınması,
(ii) Dolaylı ve dolaysız kimyasal silah transferlerinin yapılması ,
(iii) Kimyasal silahların her ne sebeple olursa olsun kullanılması ve
kullanılması için askeri alanda herhangi bir hazırlığın yapılması ,
(iv) Konvansiyonu henüz imzalamamış devletleri,katılımcı olmamaları
konusunda,herhangi bir devlet tarafından,herhangi bir stratejinin izlenmesi,
(v)Kalabalıları dağıtılması ve kontrol edilmesi için kullanılan çeşitli
gazların birer savaş aracı olarak kullanılması.
Konvansiyonun imzacı devletlere getirdiği bazı yükümlülükler
mevcuttur;Konvansiyon metnini imzalayan her devlet bunu takip eden 30 gün
içerisinde,varsa kimyasal silah türleri ve stokunu,kimyasal silah üretiminde
kullanılabilecek endüstriyel kuruluşlarını,kimyasal silah üretim faaliyetlerini ve
diğer devletlerle olan bu konudaki her türlü ilişkisini yazılı olarak Kimyasal
Silahları Yasaklama Organizasyonu’na sunmak zorundadır.422 Silah stoku
bildirilirken üç kategoride bildirilmesi istenir;
420 Ayrıntılı bilgi için bkz. Konvansiyon metnini imzalayan , onaylayan ve imzalamayan devletlerin tam listesi için <www.armscontrol.org./factsheets/cwcsig.asp > , (24.01.06) 421 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” , s.1. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp> , (24.01.06) 422 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.2. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06)
143
(i) Yüksek risk içerenler - VX ve Sarin içeren kimyasal silahlar,
(ii) Dikkate değer risk içerenler - VX ve Sarinin türevleri olan
kimyasal maddelerden imal edilmiş kimyasal silahlar,örneğin fosgen,
(iii) Konvansiyon tarafından açıkça yasaklanmamış ancak risk
oluşturabilecek durumlar - henüz daha doldurulmamış ve kimyasal silah
haline getirilmemiş ekipmanlar ve istifade edilecek kimyasal maddelerle,
uluslar arası alanda ismi bilinmeyen ve sınıflandırılması yapılmamış
kimyasal maddeler.423
Yukarıda belirtilen hususlarda gerekli olan bildirimler yapıldıktan sonra
konvansiyonun gereği olan diğer aşama ise kimyasal silah stoklarının yok
edilmesidir.Kimyasal silahların imhası konusunda konvansiyon,üye
ülkelerden sahip olduğu ve başka ülke topraklarında kontrolü altında
bulundurduğu kimyasal silahları güvenli ve çevre ile dost bir şekilde
imhalarını talep etmektedir.Kimyasal silahların artıklarının açık olarak,karada
yakılmasını ve herhangi bir su kütlesine atılmasını yasaklamaktadır.Bu
silahların güvenli bir şekilde imhası için gereken tesisler son derece karışık
bir yapıya sahiptir ve buna bağlı olarak da çok pahalıdırlar.Helen dünyada
çalışan en büyük tesis,Pasifik Okyanusu’nun derinliklerindeki Johnston Atoll’ü
üzerinde konuşlandırılmıştır.424 ABD ve Rusya,üzerinde sekizer adet daha
tesisin yapılması planlanmış ve bir kısmının da inşasına başlanmıştır.
Devletlerin raporlarında birinci kategoride yer alan silahlar,
konvansiyonun yürürlüğe girmesinden iki yıl sonra yok edilmeye
başlanacaktı.Konvansiyonun yürürlüğe girmesinin üçüncü yılında bu
silahların %1’inin,beşinci yılında %20’sinin,yedinci yılında %45’inin ve
onuncu yılında ise %100’ünün yok edilmesi istenmiştir.Olağan üstü
durumlarda bu sürelere uyulmayabileceği ancak 29 Nisan 2012 yılı itibari ile
imzacı devletlerin tüm stoklarını yok etmiş olmasının gerektiği konvansiyon
metninde açıkça belirtilmiştir.İkinci ve üçüncü kategoride rapor edilen
kimyasal silah ve maddelerin yok edilmesine ise,konvansiyonun yürürlüğe
423 “The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.2. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06) 424 Erdurmaz , a.g.e. , s.118.
144
girmesinin birinci yılında başlanacak ve 29 Nisan 2002 yılı itibari ile
bitirilecekti.425
Konvansiyon,imzacı olan ve olmayan devletler arasında,sert
sayılabilecek bazı kurallar içermektedir.Konvansiyonu imzalayan devletlerin,
imzalamayan devletlerle,kimyasal silahlarla ve maddeleri ile ilgili bir ticaretin
veya işbirliğinin yapılması kesinlikle yasaklanmıştır.Herhangi bir üye devlet
tarafından,konvansiyonun bu zorunluluklarına uyulmaması ve ciddi yıkımlara
sebep olan girişimlerde bulunulması neticesinde,Kimyasal Silahları
Yasaklama Organizasyonu tarafından,diğer devletlere,topluca bir
cezalandırılmada bulunulması yönünde tavsiyelerde bulunulabilecektir.
Ancak bu tür durumların öncelikle BM Güvenlik Konseyinde görüşülmesi ve
karara bağlanması gerekmektedir.
Bunun haricinde üye devletlerin tamamı,konvansiyonun getirdiği
zorunluluklara uymak için,her türlü tedbiri almak zorundadırlar ki,bu tedbirleri
almayan devletler,konvansiyonca bazı yaptırımlara uğrayabileceklerdir.
4.3.1.6. Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu (The Biological and Toxin Weapons Convention ) Biyolojik ve Zehirli Silahlar Konvansiyonu,10 Nisan 1972’de,aynı anda
Washington,Moskova ve Londra’da imzaya açılmış ve 26 Mart 1975'te
yürürlüğe girmiştir.426 Konvansiyon,biyolojik silahların geliştirilmesinin,
üretiminin,transferinin ve depolanmasının önlenmesini amaçlamıştır.2000 yılı
nisan ayı itibari ile 144 olan imzacı devlet sayısı,günümüz itibari ile 159
olmuştur ancak bu devletlerden 141’i konvansiyonu onaylamıştır.427
Konvansiyon ilk dünyadaki ilk silahsızlanma anlaşması olarak
nitelendirilmektedir ki,öncelikli amacı olan biyolojik silah stoklarının yok
edilmesi ve yayılmasının önlenmesi buna en büyük etken olmuştur.428 1925
yılında imzalanan Cenevre Protokolü,kimyasal silahlar ile birlikte biyolojik
silahların kullanılması da yasaklamıştır.Ancak üretimleri ve yayılması
konusunda yeterince etkili olamaması uluslar arası kamuoyunu daha güncel
425“The Chemical Weapons Convention at a Glance” s.3. <www.armscontrol.org./factsheets/cwcglance.asp > , (24.01.06). 426 “The Biological and Toxin Weapons Convention” , <www.btwc.sipri.se/index2.html> , (24.01.06) 427 Erdurmaz , a.g.e. , s.119. 428 “The Biological and Toxin Weapons Convention” , <www.btwc.sipri.se/index2.html> , (24.01.06)
145
bir konvansiyonu hazırlamaya yöneltmiştir.Konvansiyonun 1 nci maddesine
göre imzacı devletler;
(i) Menşei ve üretim yöntemi ve çeşitleri ne olursa olsun,her türlü
mikroplu etkenler veya toksinlerin veya diğer biyolojik elemanların önleyici,
koruyucu ve diğer barışçı gayeler için gerekli olmayan miktarlarda,
(ii) Bu çeşit etken ve toksinlerin dostça olmayan amaçlarla veya
silahlı çatışmalarda kullanılmasına yarayan silah teçhizat ve atış araçlarını,
asla ve hiçbir surette geliştirmemeyi,yapmamayı,stoklamamayı,veya su veya
bu şekilde ele geçirmemeyi veya elde bulundurmamayı yükümlenir.429
Konvansiyonun 2 nci maddesinde ise,her türlü biyolojik silah,madde
ve bunları atma vasıtalarının,konvansiyonun yürürlüğe girmesinden dokuz ay
sonra,imha edilmeye başlaması gerekmektedir.İmha işlemleri sırasında da
toplumun ve çevrenin korunması için gerekli bütün önlemlerin alınması,
devletlerin sorumluluğundadır.
Konvansiyonun önemli getirilerinden biri de;biyolojik silah,madde ve
atma vasıtalarının,devletler veya uluslararası kuruluşlar arasında el
değiştirmesini engellemesi olmuştur.Ancak konvansiyonun etkili bir denetim
mekanizmasının olmaması bu tür girişimlerin önünü tam olarak
kesmemektedir.Konvansiyonun 6 ncı maddesinde,imzacı her hangi bir
devlet,diğer bir devletin,biyolojik silah üretimi,satışı,depolaması vs. gibi
konvansiyona aykırı faaliyetleri konusunda BM Güvenlik Konseyine şikayette
bulunabilmektedir.Fakat yine aynı maddede belirtilmiş olan bir başka husus,
sözü edilen şikayet sürecini ilginç bir hale getirmektedir.Şöyle ki;şikayette
bulunan devletten somut deliller istenmektedir.İkili kullanım alanı olan
biyolojik maddelerin,silahlanma faaliyetinde kullanıldığını ispatlamak zaten
zor bir durum iken,şikayette bulunan devletin ise istenen somut delillere
ulaşması neredeyse imkansızdır.
Konvansiyonda kabul edilmiş hususlarının uygulanıp
uygulanmadığının kontrolü için,bugüne kadar 5 adet ‘’Gözden Geçirme
Konferansı’’ toplanmıştır.Bu konferanslarda,aynı zamanda,konvansiyonla
429 Ayrıntılı bilgi için bkz. “Bakteriyolojik(Biyolojik) ve Zehirleyici Silahların Geliştirilmesi ,Yapımı ve Stoklanmasının Yasaklanması ve Bunların İmhasına İlişkin Sözleşme ”sinin orijinal metni , <http://www.msb.gov.tr/asad/main_silahlicatismahukuku.php> , (15.01.06)
146
ilişkili olmayan ve ortaya çıkmış olan problemlerin çözümü ile de
uğraşılmıştır.Belirli malzeme ve teçhizatın,ikili kullanım alanının olması,yani
hem barışçıl amaçlarla kullanılabilmesi hem de biyolojik silah yapımına
hizmet etmesi en önemli tartışma konusu olmuştur.Kimyasal Silah
Konvansiyonunda olduğu gibi,Biyolojik Silah Konvansiyonunun bir denetim
mekanizmasının olamamasının nedeni bu durumun varlığına bağlanmıştır.
Bu nedenle birçok ülke,konvansiyona uyumlu faaliyet gösterildiğini teyit
etmek için,ülkelerin konvansiyon kapsamına giren tesis ve faaliyetleri açıklık
politikası gereği deklare etmelerinin ve denetim istemelerinin uygun bir
çözüm olacağına inanmaktadır.Uluslar arası ilişkilerde bu kadar iyi niyetli bir
yaklaşımın kaç tane devlete hitap edebileceği tartışmalı bir konudur ancak
birçok Orta Doğu devletinin böyle bir girişimde asla bulunmayacağı
değerlendirilmektedir.
İkinci ve üçüncü Gözden Geçirme Konferanslarında,konvansiyon
ile ilgili güvenlik arttırıcı önlemler üzerinde durulmuş ve birincisi iki alt
bölümden oluşan,toplamda 7 adet önlem devletler tarafından kabul
edilmiştir 430;
(i,a) Ulusal veya Uluslar arası sıkı standartlara sahip,laboratuar
veya araştırma merkezlerine ait bilgilerin deklare edilmesi,
(i,b) Ulusal savunma adına yapılan biyolojik araştırmaların deklare
edilmesi,
(ii) Biyolojik araştırmaların normal seyri esnasında meydana
gelmiş olan kaza ve bunların etkileri konusundaki bilgilerin deklare
edilmesi,
(iii) Biyolojik araştırmaların,barışçıl alanlardaki kullanımı ile ilgili
geliştirilen yeni bilgilerin konvansiyonun bilgi birikimine katkı sağlayacak
şekilde deklare edilmesi,
(iv) Konvansiyonun gelişimine katkı sağlayabilecek bilim adamları
ve uzmanların aynı platformlarda buluşmasının sağlanması,
(v) Biyolojik maddelerin ihracatı ve ithalatı ile ilgili ulusal kuralların
deklare edilmesi, 430 “BTWC : Confidence – Building Measures” , <http://cbw.sipri.se/cbw/103030140.html> , (01.02.06)
147
(vi) 1946 yılından itibaren yürütülen savunma veya saldırı amaçlı
biyolojik programların deklare edilmesi,
(vii) İnsanları hastalıklardan koruma adına,devletlerin yürüttüğü
ve biyolojik araştırmaları da içeren sağlık programlarının deklare
edilmesi.
Güvenlik Arttırıcı Önlemler incelendiğinde,biyolojik silahların
yayılmasını engelleyebilecekleri açıkça görülebilmektedirler.Ancak
tartışmaların odak noktası aynı konu olmaktadır;o da konvansiyon
tarafından etkili bir denetim mekanizmasının henüz daha kurulamamış
olmasıdır. 4.3.2. İki Taraflı Anlaşmalar 4.3.2.1. Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma Amerika Birleşik Devletleri'nde Başkan Kennedy yönetiminin 1961
yılının mayıs ayında,Küba'daki Castro rejimini devirmek için,C.I.A. aracılığı ile
giriştiği Domuzlar Körfezi çıkarması deneyiminin,Sovyet önderleri üzerinde
çok etkili olduğu bilinmektedir.Başarısızlıkla suçlanan bu deneyimden kısa bir
süre sonra,31 Ağustos'ta Kruşçev,atmosferdeki denemelere yeniden
başlandığını açıklamıştır.Bunun üzerine, Amerika Birleşik Devletleri füze
yapımını hızlandırmış ve karadan atılan füze sayısını 1054'e yükseltmiştir.431
Küba bunalımı,İkinci Dünya Savaşından sonra ilk kez,iki "Süper
Devleti" nükleer bir savaşın eşiğine getirmiştir.Bu olayın yarattığı tehlike ve
atmosferdeki atom deneylerinin yeniden başlaması üzerine,radyoaktif
serpintilerden giderek daha fazla endişe duymaya başlayan dünya
kamuoyunun etkisi ile,Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği nükleer
denemelerin kısmen yasaklanması konusuna öncelik vermeye başla-
mışlardır.432 1950'lerin ortalarından beri süregelen görüşmeler,Sovyetlerin
"yerinde denetimi" kabul etmeyeceklerini gösterdiği gibi,uydulardan yapılan
"tek taraflı denetim" de bunu büyük ölçüde gereksiz kılmıştı.Bunun üzerine,
Amerika Birleşik Devletleri,yerinde denetimi zorunlu kılan yer altı
denemelerini dışarıda bırakarak,uzay,atmosfer ve su altı denemelerini 431 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.466. 432 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.467.
148
kapsayan bir anlaşma olanakları üzerinde durmaya başlamıştır.Bu
çalışmalar,her şeyden önce,kaza sonucunda çıkabilecek bir atom savaşının
önlenmesinin ve bunalım sırasında derhal görüşme olanağı sağlamak için
Moskova ile Washington arasında doğrudan bir "kırmızı telefon" hattının
çekilmesini gerektirmiştir.Bu durumun yarattığı uygun ortamın da yardımı ile
Amerika Birleşik Devletleri,Sovyetler Birliği ve İngiltere temsilcilerinin 15
Temmuz - 5 Ağustos 1963 tarihleri arasında Moskova'da yaptıkları
görüşmeler, üç devlet arasında "Nükleer Denemelerin Kısmen Yasaklanması
Anlaşması"nın (Test Ban Treaty) imzalanması ile sonuçlanmıştır.Sovyetler
Birliği'nin bu anlaşmayı imzalamasında,Çin ile ilişkilerinin giderek ve açık bir
biçimde bozulmuş olmasının önemli katkısı olmuştur.Beş maddeden oluşan 5
Ağustos 1963 tarihli Moskova Anlaşmasının birinci maddesinde taraflar su
altında,atmosferde ve uzayda nükleer deneme yapmamayı ve bu tür
denemelerin yapılmasına yardım etmemeyi üstlenmişlerdir.Yer altı
denemelerinde ortaya çıkan radyoaktif kalıntıların, patlamanın yapıldığı
ülkenin sınırları dışına çıkabilme ihtimali mevcut olduğundan,bu denemelerin
yapılmaması kararlaştırılmıştır. Anlaşmanın dördüncü maddesinde,ulusal
çıkarların tehlikeye düşmesi halinde,taraflara anlaşmadan çekilme olanağı
verilmiştir.433 Moskova Anlaşmasına dünya devletlerinin büyük çoğunluğu
olumlu tepki göstermişler ve anlaşma ile bağlı olmayı kabul etmişlerdir.
Ancak,Çin,Fransa,Arnavutluk,Kamboçya,Kongo,Küba,Gine,Kuzey Vietnam,
Kuzey Kore ve Suudi Arabistan bu antlaşmayı kabul etmediklerini
bildirmişlerdir.Bu sırada Fransa ilk nükleer denemesini yapmış (1960),Çin ise
ilk denemesini yapabilmek için çalışıyordu ve nitekim Çin de bundan bir yıl
kadar sonra,1964 yılında ilk nükleer bombasını patlatmıştır.Öte yandan,
İngiltere 1952 yılından beri nükleer güce sahip bulunuyordu.
Fransa'nın Moskova Anlaşmasına katılmamasının nedeni şöyle açık-
lanmıştır434 :Bu anlaşma, Anglo-Saksonlar ile Sovyetler Birliği'nin nükleer
üstünlüklerini sürdürmek için düşündükleri bir yöntemdir.Tüm nükleer
devletler,bu tür silahlarını ortadan kaldırmadıkça,Fransa kendi nükleer
caydırıcı gücüne sahip olmaya devam edecektir.Çin Halk Cumhuriyeti ise,bu 433 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.64. 434 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.468.
149
anlaşmanın üç devletin nükleer tekelini sürdürmek için yaptıkları bir girişim
olduğunu ileri sürmüştür ve bu açıklama,Çin ile Sovyetler Birliği arasındaki
sürtüşmeyi daha fazla arttırmıştır.
Nükleer denemelerin kısmen durdurulması kendi başına bir
‘’silahsızlanma önlemi’’ değildir.Bu nedenle,Moskova Anlaşması,nükleer
tehdidi ortadan kaldırmaktan veya azaltmaktan çok,iki blok arasındaki
gerginliğin yumuşamasına kısmen yardım etmiş olması bakımından
önemlidir.Nitekim,Moskova Anlaşmasından sonra,yer altı denemeleri giderek
artan bir biçimde sürmüş,anlaşma iki "dev" arasındaki yarışı azaltmamıştır.
Doğaldır ki,asıl önemli olan "laboratuardaki yarış’’tır;Moskova Anlaşması
bunu hiçbir biçimde etkilemediği gibi,belki de bunun artmasına neden
olmuştur.Buna karşılık,Moskova Anlaşması radyoaktif serpintiler tehlikesini
azaltmış olmakla birlikte,bunu da tamamen ortadan kaldırmamıştır.
Anlaşmaya katılmayan devletlerin atmosferde denemelerini sürdürmeleri,
radyoaktif serpintilerin,az da olsa,atmosferden de yayılmasına neden
olmuştur.Kaldı ki,yer altı denemeleri de radyoaktif serpintiler bakımından
tamamen zararsız değillerdir çünkü,bu tür denemelerde bir miktar sızıntı
meydana gelebilmektedir.Bu serpintiler,denemelerin yapıldığı ülkelerin
sınırları ötesine de yayıldıklarından,Moskova Anlaşmasına aykırı olmaktadır.
Bütün bunlara rağmen,Moskova Anlaşmasının imzalanması,iki "Süper
Devlet" arasında varılan ilk önemli nükleer anlaşma olması bakımından önem
taşımaktadır;bu anlaşma detant politikasının temel taşlarından biri
olmuştur.435
4.3.2.2. Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri (Strategic Arms Limitation Talks – SALT I, SALT II )
Soğuk Savaş sürecinde,nükleer silahsızlanmanın önemli dönüm
noktalarından biri sayılabilecek olan,Stratejik Silahların Sınırlandırılması
Görüşmeleri’ne uzanan yolu,kanaatimizce iyi analiz etmek
gerekmektedir.Stratejik Nükleer Silahların Sınırlandırılması önerisini ilk kez
ABD 1964 yılında yapmış,SSCB 1966 yılında ABM (Antiballistic Missile-
Füzesavar Füze) sistemi kurmaya başladığında da bu önerisini
435 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.468.
150
yinelemiştir.SALT süreci fiilen 17 Kasım 1969 tarihinde Helsinki’de
başlamış436 ve iki buçuk yılın sonunda 26 Mayıs 1972 tarihinde Moskova’da
ABD Başkanı Nixon ile SSCB Devlet Başkanı Leonid Brejnev arasında
imzalanan 3 protokolle sonuçlandırılmıştır.437 Bu protokoller;
(i) Füzesavar Füze Sistemlerinin Sınırlandırılmasına İlişkin Anlaşma,
(ii) Stratejik Saldırı Silahlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Bazı
Tedbirler Hakkında Geçici Anlaşma,
(iii) Geçici anlaşmada söz konusu nükleer denizatlılarda
bulundurulacak füze sayısını belirleyen protokoldür.
SALT I’de kabul edilen iki anlaşma ve bir protokolden başka,bir “Kaza
Tedbirleri Anlaşması”,bir de “Kırmızı Telefon Anlaşması” imzalanmıştır.438
İmzalanan anlaşmaya göre,her iki taraf Kıtalararası Balistik Füzeler (ICBM)
ve Denizaltılardan Atılan Balistik Füzeler (SLBM) ile Nükleer Güçlü
Denizaltılar (SSBN) bakımından aşağıda belirtilen sınırlamaları kabul
etmişlerdir 439 ;Bunlardan,ICBM miktarında indirim yapmak koşulu ile SLBM
ve Nükleer Denizaltı Miktarlarında artırım yapılabileceği,ancak bunun ABD
için 44 nükleer denizaltı ile 170 SLBM’yi,SSCB için ise 62 nükleer denizaltı ile
950 SLBM’yi geçmeyeceği kabul edilmiştir.Taraflar sadece başkentler ile
kıtalararası balistik füze mevzilerini savunabileceklerdir.Füzesavar tesisleri
başkentler ve ICBM füze üsleri merkez olmak üzere 150 km. çapında bir
bölge içinde olacak,en fazla 100 füze ile 100 füze rampası
bulunacaktır.Taraflar karada üslenmiş sabit ICBM fırlatıcısı (mevcutlar
haricinde) inşa etmeyeceklerdir.
Yaklaşık dört yıl süren yoğun diplomatik ve askeri çalışmalar sonunda
Moskova’da,Mayıs 1972’de SALT I adı ile anılan stratejik silahların aynı
düzeyde dondurulmasını öngören Anti Balistik Füzeler (ABM) Anlaşması,
ABD ve SSCB Başkanları tarafından imzalanmıştır.440 SALT I Anlaşmasının,
nükleer silah yarışını belirli bir ölçüde durdurmak ve genel savaş tehlikesini 436 Veli Yılmaz , Siyasi Tarih , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul 1998 , s.282. , <http://tr.wikipedia.org/wiki/SALT_I_Anla%C5%9Fmas%C4%B1> , (23.05.06) 437 Caşin , a.g.t. , s.199. 438 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.476. 439 Yılmaz , a.g.e. , s.282. , Caşin , a.g.t. , s.199. , Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.476. 440 Caşin , a.g.t. , s.200. , Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.448-449.
151
azaltması bakımından yararlı olduğunu söyleyebiliriz.ABD ve SSCB’yi bu
antlaşmayı imzalamaya iten en önemli neden,güvenliklerini arttıracaklarına
dair olan inançlarıydı.Nükleer alandaki hızlı teknolojik gelişmeler,aslında hem
ABD hem de SSCB için korku unsuru olma özelliği taşımaktaydı.Karşı tarafın
ulaştığı gücün sınırlarını bilememek gibi önemli bir belirsizlik durumu,bu
korkunun önemli yaratıcısı konumuna gelmiştir.SALT I antlaşması ile nükleer
dengeye istikrar kazandırma yani bir bakıma güvenliği tesis etme çabası
gündeme gelebildiği için,ABD ve SSCB bu antlaşmayı imzalamışlardır.441
Özellikle Çin ile gergin bir dönem yaşayan SSCB’nin en azından Batıdan
gelen baskıyı azaltmak için bu antlaşmayı bir fırsat olarak gördüğünü
düşünüyoruz.SALT I’in belki de en cazip yanının silahlanma yarışını
yavaşlatarak iki devleti de önemli bir maddi külfetten kurtarması olduğunu da
burada belirtmek gerekecektir.Zira ABM sistemlerinin maliyetlerinin iki devlet
için de yabana atılmayacak kadar fazla olduğu bilinmektedir.
İki "Süper Devlet" 21 Kasım 1972 de Cenevre'de SALT-II
görüşmelerine başlamışlar442,zorlu ve çetin geçen 7 yıllık bir sürecin ardından
18 Haziran 1979’da Viyana’da Jimmy Carter ve Leonid Brejnev arasında
antlaşma imzalanmıştır.443 SALT II,1922 Washington ve 1930 Londra Deniz
Silahsızlanmaları antlaşmalarından beri,son 50 yıl içinde gerçekleştirilmiş ilk
silahsızlanma antlaşması özelliğini taşıyabilecekken ABD kongresi tarafından
onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiştir.Bundaki temel sebep,stratejik
üstünlüğün SSCB’ye kaptırıldığı yönündeki eleştiriler olmuştur.Bunun
yanında Aralık 1979’da SSCB’nin Afganistan’ı işgal etmesi,antlaşmanın
Kongre tarafından onaylanmaması için ayrı ve belki de en önemli sebebi
teşkil etmiştir.444 İşgal olayı üzerine,ABD tereddütsüz olarak SALT-II
Antlaşmasını onaylamaktan vazgeçmiştir.Çünkü Afganistan'ın SSCB
tarafından işgali,Orta Doğu'da,en az stratejik silahlar anlaşması kadar önemli
bir stratejik değişiklik yapabilirdi.Kaldı ki,SSCB’nin Afganistan'ı işgali ABD
kamu oyunda,detant ve silahsızlanma konusunda SSCB’nin samimi olmadığı
441 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.449. 442 <http://www.armscontrol.org/documents/salt2.asp > , (23.05.06) 443 Yılmaz , a.g.e. , s.283. 444 <http://tr.wikipedia.org/wiki/SALT_II_Anla%C5%9Fmas%C4%B1> , (23.05.06)
152
ve yumuşamayı kendi yayılma ve genişleme tasarıları için müsait bir fırsat
olarak gördüğü şeklinde değerlendirilmiştir.Netice olarak,SALT-II doğmadan
değil,ama doğduktan biraz sonra,çok kısa bir ömürle sona ermiş oldu.445
4.3.2.3.Stratejik Nükleer Silahların İndirimi Görüşmeleri ( Strategic Arms Reduction – START I , START II) Start Müzakerelerinin başlatılmasının esas amacının,SALT II'nin
onayını geciktiren sebepleri ortadan kaldırmak,stratejik silahların sayısını
sadece sınırlamak değil aynı zamanda azaltmak olduğu
söylenebilir.Taraflar,Soğuk Savaş başlangıcındakilere benzeyen üç yılın
ardından 30 Haziran 1982'de Cenevre’de yeniden bir araya gelerek kısaca
START (Strategic Arms Reduction Talks) diye adlandırılan Stratejik Silahların
Azaltılması görüşmelerine başlamışlardır.446 Bu görüşmelerin ana fikrine göre
ABD’nin sunduğu teklife göre her iki taraf da,(her biri için) nükleer
başlıklarının sayısını yaklaşık 7.000'den 5.000'e,ICBM'lerin sayısını ise
850'ye indirecek ve savaş başlıklarının da yalnızca 2500'ü karada üslenmiş
füzelere yerleştirilebilecekti.447 Bu teklifi,SSCB tek taraflı bulduğunu ilan
ederek aslında SALT II antlaşması konusunda görüşmelere devam etmek
istediğini bildirmiştir.Ancak 1983 tarihli Avrupa’daki INF krizi nedeni ile
görüşmelerden tamamen çekilmiştir.448 Gorbaçov’un SSCB dış politikasına
getirdiği canlılık sayesinde görüşmeler 1985 yılında tekrar başlamış ve
1991’in Temmuzunda START I isimli antlaşma imzalanmıştır.Antlaşma ile iki
ülke de ellerinde bulunan stratejik nükleer silahlarda ortalama % 30'luk bir
indirimi kabul etmişlerdir.Yine antlaşmaya göre,1999 yılına kadar ABD'nin
elinde bulunan nükleer füze ve bombaların sayısının 12 binden 9 bine,
SSCB'ninkilerinin de 11 binden 7 bine düşürülmesi karara bağlanmıştır.449
Nükleer savaş başlığı taşıyabilecek nitelikteki füze ve denizaltılar için 1600
445 Yılmaz , a.g.e. , s.283. 446 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.495. 447 Gönlübol , Uluslararası Politika , İlkeler …, s.495. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control> , (16.01.06) 448 Sönmezoğlu , Uluslararası Politika … , s.453. 449 David Anderson , The Achievements of the Strategic Reduction Treaty and Future Possibilities for Strategic Arms Reduction , Published by the Department of the Parliamentary Library , Australia 1991 , p.1-16.
153
tavanını öngören antlaşma,on beş yıl süre ile yürürlükte kalacak ve süre
bitimlerinde beşer yıllık uzatmalara gidilebilecek biçimde düzenlenmiştir.450
START Antlaşması'ndan sonra her iki ülke lideri,nükleer silahlarda
köklü indirimi öngören planlar ileri sürmüşlerdir. ABD Başkanı G.Bush'un 28
Eylül 1991 tarihinde yaptığı önerinin temel maddeleri şunlardır 451 :
(i) Yurt dışında bulunan ve karadan fırlatılan kısa menzilli füzelere
ait tüm nükleer savaş başlıklarının imha edilmesi,
(ii) Savaş gemileri ile denizaltıların tüm kısa menzilli nükleer
silahlardan arındırılması,
(iii) Stratejik bombardıman uçaklarının günlük alarm durumundan
çıkartılması,
(iv) On savaş başlığı taşıyan MX füzesinin raylı arabalara
yerleştirilmesi planından vazgeçilmesi,
(v) Kısa menzilli nükleer saldırı füzelerinin yok edilmesi,
(vi) ABD ve SSCB'nin ellerinde bulunan tüm çok başlıklı Kı-
talararası Balistik Füzeler için anlaşmaya varmaları,
(vii) ABD'ye ait tüm stratejik ve nükleer güçlerin kumanda ve deneti-
mini geliştirmek için yeni bir stratejik kumanda sisteminin kurulması,
(viii) Tek savaş başlığı taşıyan "Midgetman" füzesi için gezici bir
fırlatıcı geliştirilmesine ilişkin plandan vazgeçilmesi.
Bu planın açıklanmasından sonra SSCB lideri Gorbaçov'un 5 Ekim
1991 tarihinde açıkladığı indirim planı ise şu biçimdedir 452 :
(i) Tüm kısa menzilli nükleer füzeler ve nükleer top mermilerinin yok
edilmesi,
(ii) Nükleer bombardıman uçakları ile beş yüz kadar uzun menzilli
füzenin alarm durumundan çıkarılması,
(iii) Stratejik silahlarda START Antlaşması'nda kabul edilenden daha
fazla indirim yapılması ve buna göre Sovyet füze ve ordu mevcudunun
azaltılması,
450 Sönmezoğlu,Uluslararası İlişkiler …,s.638. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control>, (16.01.06) 451 Anderson , a.g.e. , s.14-16. , Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.638-639. 452 Anderson , a.g.e. , s.14-16. ,Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.639.
154
(iv) Nükleer denemelere bir yıllık moratoryum konulması,
(v) Kıtalararası Balistik Füzelerin geliştirilmesine son verilmesi ve
eldekilerin sabit depolarda konuşlandırılması,SSCB'nin Yıldız Savaşları diye
bilinen projeye katılması.
Yapılan tüm bu açıklamalar dünyada olumlu karşılanırken,bir yandan
da nükleer silahların yaygınlaşması nedeniyle SDl projesinin önem
kazanmasına yol açmıştır.Bu çerçevede sürdürülen görüşmeler Sovyetler
Birliği'nin dağılmasından sonra ABD ile Rusya arasında gerçekleşmiştir.17
Haziran 1992 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin ile ABD Başkanı
George Bush,uzun menzilli nükleer silahlar ve imha edilen silahların imhaları
sırasındaki gözlemcilik konularında tam uzlaşma sağlayamasalar da,nükleer
silah indirimi ön anlaşmasını kabul etmişlerdir.453 Buna göre ABD'nin 3.500,
Rusya Federasyonu'nun da 3000 nükleer başlık indirimi yapacakları karara
bağlanmıştır.454 18 Haziran 1992 tarihinde de iki lider arasında (5+2) formülü
ile tanınan ve START-II olarak bilinen antlaşma imzalanmıştır.Antlaşmada "5"
ile ifade edilen beş indirim konusu;bombardıman uçakları,nükleer
silahlar,nükleer başlıklar,konvansiyonel silahlar,uzayda ortak çalışma olarak
saptanmıştır.Antlaşmada "2" ile ifade edilen konu ise ABD ile Rusya
Federasyonu arasında,ekonomik ve mali işbirliğinin geliştirilmesi olarak
karara bağlanmıştır.455
START I ve START II anlaşmalarının uzantısı olarak ise,31 Aralık
2007 tarihinde START III görüşmelerine başlanması planlanmıştır.
Görüşmelerde,var olan tüm stratejik silah ve başlıklarının % 30 ila % 45
arasındaki oranlarda imha edilmesi konuşulması planlanmaktadır.456 START
III anlaşmasının arzu edilen şekilde sonuçlanmasını müteakip ise,bu sefer
sadece Rusya ve ABD değil,nükleer güce sahip olan bütün devletlerin
katılacağı START IV görüşmelerine başlanması planlanmaktadır.457
453 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler … ,s.639. 454 Anderson , a.g.e. , s.16-17. , “START I” , <http://www.fas.org/nuke/control> , (16.01.06) 455 Sönmezoğlu , Uluslararası İlişkiler …, s.640. 456 “START III” , <http://www.fas.org/nuke/control/start3/index.html >, (16.01.06) 457 “START IV” , <http://www.fas.org/nuke/control/start4/index.html >, (16.01.06)
155
SONUÇ
I nci Dünya Savaşından gerekli dersler devletler tarafından alınmadığı
için II nci Dünya Savaşının yaşanması kaçınılmaz olmuştur.Sonrasında ise
uluslararası ortam iki kutuplu bir yapılamaya itilmiş ve buna bağlı olarak o
güne kadar görülen en sert ideolojik ve askeri rekabet yaşanmaya
başlamıştır.Savaşın iki galibi ABD ve SSCB kutupların başat devletleri olmuş
ve yaşanan rekabette de başrolü üstlenmişlerdir.Anılan dönem Soğuk Savaş
olarak adlandırılmasının sebebi de bu iki devletin karşılıklı olarak sıcak bir
çatışmaya girmemesi olmuştur.Ancak yine bu iki devlet 1990’lara kadar
yaşanan sıcak çatışmaları bizzat desteklemekten de geri kalmamışlardır.
ABD ve SSCB arasında yaşanan rekabet en bariz olarak askeri alanda
görülmüştür.1940’lı yıllardan beri nükleer silah sahibi olan ABD’yi kendisine
düşman eden veya edinen SSCB’nin doğal olarak kurması gereken ilk denge
askeri denge olmuştur.Bu da aynı ABD gibi nükleer silahlara sahip olmak
anlamına geldiği için,SSCB bu konudaki çabalarını arttırmış ve 1952 yılından
itibaren ilk nükleer silahına sahip olmuştur.Bu andan itibaren devletlerin
gücünü simgeleyen asli unsurlardan biri olarak nükleer silahlara daha fazla
sahip olma yarışı başlamıştır.10 yıl gibi kısa bir süre içinde de ABD ve
SSCB’nin sahip olduğu nükleer silah sayısı tüm dünyayı yok edebilecek
niteliğe ulaşmıştır.
Stratejik anlamda askeri üstünlük sağlayan nükleer silahlar konusunda
yaşanan rekabet,bu silahların,sahip olan devlete bağımsız ve korkusuz
politikalar izleme imkanı verdiği görülünce,sadece ABD ve SSCB ile sınırlı
kalmamıştır.İngiltere,Fransa ve Çin gibi güçlü ülkeler bulundukları zaman
dilimine uygun olarak güvenlik politikalarını belirlemişler ve nükleer silahlara
sahip olmanın gerekliliğine inanarak,nükleer kulübe katılmışlardır.Bu
gelişmeler üzerine,başat rolüne tahditler konulabileceğini fark eden ABD’nin
çabaları nükleer silahların yayılmasını engelleme yönüne doğru
kaymıştır.Ancak nükleer teknolojinin enerji üretimi gibi barışçıl amaçlara da
hizmet etmesi,dünya üzerindeki birçok devlete nükleer bilgi kapılarını
açmış,dolayısıyla ABD’nin bu alandaki girişimleri yetersiz kalmıştır.ABD kendi
156
blokundaki devletlere,SSCB tehdidine karşı güvenliği sahip olduğu nükleer
silahlarla sağlayabileceğini garanti etmiş fakat özellikle Küba Krizinden sonra
bunun gerçek olup olmadığı müttefiklerince sorgulanmaya başlamıştır.Durum
böyle olunca da nükleer silahların yayılması kaçınılmaz olmuştur.
Silahsızlanma,Soğuk Savaş sürecinde farklı anlamlar kazanmış ve
politik manevra unsuru olarak özellikle ABD tarafından SSCB’ye karşı ustaca
kullanılmıştır.INF bu durumun en güzel örneğini teşkil etmektedir.Bunun
yanında BM de silahsızlanma çabalarında bulunmuş,kimyasal ve biyolojik
silahların sınırlandırılması konusunda nispeten başarılı olmuş ancak 1998
yılına gelindiğinde,Hindistan ve Pakistan’ın da birer gayri resmi nükleer güç
olması ile,nükleer alanda yeterince başarılı olamadığı anlaşılmıştır.
Dünyanın içinde bulunduğu bazı zaman dilimleri silahsızlanmayı
gündem konusu olarak ele almayı gerektirmemiştir.Ancak 11 Eylül ve
sonrasında yaşanan süreç bu konuda farklı boyutların açılmasına sebep
olmuştur.Teorik olarak silahlardan arınmış bir dünyanın mümkün olmadığı
uluslararası alanda kabul gören bir olgu olsa da,11 Eylül sürecinden sonra en
azından silahların kontrol altında tutulmasının zorunlu olduğu kabul edilmeye
başlanmıştır.SSCB’nin dağılmasıyla birlikte,çekilen ekonomik sıkıntılar
nedeniyle kontrolsüz kaldığına inanılan,muazzam seviyede bir kitle imha
silah stokunun var olduğu anlaşılmıştır.Uluslararası güvenlik adına
oluşabilecek tehlike de burada başlamaktadır.Terör ve kitle imha silahlarının
bir arada bulunma ihtimali bundan sonra vardır ve gerçeklik oranı da oldukça
yüksektir. Uluslararası terörizmin değişen yapısı da bu ihtimalin
gerçekleşmesini sağlayabilecek niteliğe ulaşmıştır.Bu bağlamda,kitle imha
silahlarının yayılması konusunun fazlasıyla önem kazandığını
söyleyebiliriz.Ancak , ABD’nin 1960’lı yıllar sonrasındaki çabalarına benzer
şekilde,günümüzdeki silahsızlanma çabaları da , kitle imha silahlarına sahip
olan devletlerin bu silahları yok etmesi üzerinde yoğunlaşmamaktadır.Bunun
yerine,kitle imha silahlarına sahip olmayan devletlerin bu silahlara sahip
olması engellenmeye çalışılmakta bunun adına da silahsızlanma
denmektedir.İşte bu mantıkla hareket edildiği sürece kitle imha silahlarının
varlığı dünya için tehdit olmaya devam edecektir.
157
Devletlerin güvenliklerini sağlamaları yönünde sergiledikleri düşmanca
olmayan çabalar doğal karşılanmalıdır. Ancak kitle imha silahları ile,
düşmanca niyetler beslenmese bile,sağlanmaya çalışılan güvenlik ve
caydırıcılık kendi içinde büyük bir ikilem yaratmaktadır:Çünkü bu silahlar
devletler tarafından kullanılmasa bile,kaza,sabotaj ve terör tehlikeleri
yüzünden,devletleri günümüzde kendi evlerinde vurulma tehdidi ile karşı
karşıya bırakmaktadır.Zira gelişen teknoloji ile birlikte herhangi bir şeyin
gizlenmesi oldukça zorlaşmıştır.
Kitle imha silahları devletler tarafından üretilmeye veya elde edilmeye
devam edecektir.Kitle imha silahlarını elde etme çabaları devam ettikçe ve bu
konuda başarılı olundukça da tek kutuplu görünüme sahip dünya düzeni
birden çok ancak keskin kutuplara sahip olabilecektir.II nci Dünya
Savaşından sonra deneme maksatları haricinde kitle imha silahlarının
kullanılmamış olması,gelecekte çıkabilecek çok küçük çatışma veya kriz
anlarında bile kullanılmayacağının bir işareti olamaz.Küçük çatışmalar bir
yana,dünya savaşına benzeyen bir çatışma biçiminde ise bu silahların
kesinlikle kullanılabileceğini söyleyebiliriz.
Kitle imha silahlarına ilişkin söylenen her şeyde,mutlaka bu konuda
dünyanın en önemli gücüne sahip ABD’den bahsetmek durumundayız.Ancak
gelecekte daha güvenli bir dünya olacaksa bunun yolunun ABD,uluslararası
terör ve kitle imha silahları gibi üç kritik öneme sahip kavramın bir araya
gelmemesinden geçtiğini söylemek de yerinde olacaktır.
158
KAYNAKÇA KİTAPLAR AKBULUT , Saffet ; ERTEKİN , Süleyman , Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları , İstanbul , 1995. AKDEVELİOĞLU , Atay ; KÜRKÇÜOĞLU , Ömer , “1945-1960 Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler , Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. ANDERSEN , Bent Lindhart ; SARUP , Dorthe Host , “Towards Simple,Transparent and Harmonised Export Controls” , Wassenaar Arrangement,Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. ANDERSON , David , The Achievements of the Strategic Reduction Treaty and Future Possibilities for Strategic Arms Reduction , Published by the Department of the Parliamentary Library , Australia , 1991. ARI , Tayyar , Uluslar arası İlişkiler ve Dış Politika , Alfa Yayınevi ,İstanbul, 2004. AYDIN , Mustafa , “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye” , Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular , Belgeler , Yorumlar , Editör : Baskı Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. BİLBİLİK , Erol , Amerikan Kuşatması , Otopsi Yayınları , İstanbul , 2003. CANKARA , Yavuz , Yeni Oyun, İran’ın Nükleer Politikası , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2005. CLAUSEWİTZ , Carl Von , Savaş Üzerine , çev. ;Fahri Çeliker , Özne Yayınları , İstanbul , 1999. CORDESMAN , Anthony H. , Asymmetric and Terrorist Attacks With Biological Weapons , Center for Strategic and International Studies Press, Washington , 2001. CORDESMAN , Anthony H. , Terrorism , Asymmetric Warfare and Chemical Weapons , Center for Strategic and International Studies Press, Washington , 2001. DABAĞYAN , Levos Panos , Pearl Harbor’dan Hiroşima’ya (1941-1945), Kum Saati Yayıncılık , İstanbul , 2004.
159
DANİELSON , Sune , “Basic Information on the Wassenaar Arrangement”, Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security , Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. DAVİS , Lynn E. ; TOURRETTE , Tom La ; MOSHER , David E. ; DAVİS, Lois M. ; HOWEL , David R. , İndividual Preparedness and Response to Chemical Radiological , Nuclear , and Biological Terrorist Attacks , A Quick Guide , Rand Press , Santa Monica California , 2003. DAVUTOĞLU , Ahmet , Stratejik Derinlik,Türkiye’nin Uluslararası Konumu , Küre Yayınları , İstanbul , 2001. DİKBAŞ , Yılmaz , İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği , Asya Şafak Yayınları , İstanbul , 2006. DOĞAN , Abdullah , Genler Nereye Koşuyor ,Focus Kitapları,Ankara, 2001. ERDOĞAN , Latif Tufan , Kıyametin Gözyaşları,Petrol ve Nükleer Enerji, Elips Kitap , Ankara , 2006. ERDOĞDU , Hikmet , Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin Önemi ve NATO İttifakı , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2004. ERDOĞDU , Hikmet , Büyük İsrail Stratejisi , IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2005. ERDURMAZ , A. Serdar , Orta Doğu’daki Kitle İmha Silahları ,Silahların Kontrolü ve Türkiye , Ümit Yayıncılık , Ankara , 2003.
ERHAN , Çağrı , “Kore Savaşı” , Türk Dış Politikası , Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar , Cilt 1:1919-1980 , Editör Baskın Oran , İletişim Yayınları , İstanbul , 2001. FİSCHER , David , History of the International Atomic Energy Agency,The First Forty Years,Printed by the IAEA in Austria,Austria, 1997. GLASSTONE , Samuel ; DOLAN , Philip , The Effects On Nuclear Weapons,US Defence and US Department of Energy Press,Washington DC, 1977. GOLDSTAİN , Lyle J. ; ERİCKSON , Andrew S. , China’s Nuclear Force Modernization , Naval War College Press, Rhode İsland , 2005. GÖNLÜBOL , Mehmet , Olaylarla Türk Dış Politikası 1919 – 1995 , Siyasal Kitabevi , 9 ncu baskı , Ankara , 1996.
160
GÖNLÜBOL, Mehmet , Uluslararası Politika,İlkeler-Kavramlar-Kurumlar, Siyasal Kitabevi , Ankara, 2000. GÜRKAYNAK , Muharrem , Avrupa’da Savunma ve Güvenlik , Asil Yayın Dağıtım LTD.ŞTİ. , Ankara , 2004. GÜRSOY,Barış, Soğuk Savaştan Günümüze Asimetrik Tehdit , IQ Kültür Sanat Yayınları , İstanbul , 2005. İNAT , Kemal , ABD’nin Haydut Devletleri,Değişim Yayınları,İstanbul, 2004. İZCİ , Rana , “Uluslararası Güvenlik ve Çevre” , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der.:Faruk Sönmezoğlu , Der Yayınları, İstanbul , 1998. KARACA , R. Kutay,Dünyadaki Yeni Güç Çin,Tek Kutuptan Çift Kutuba, IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2004. KARLUK , Sadık Rıdvan , Uluslararası Ekonomik,Mali ve Siyasal Kuruluşlar , Turhan Kitabevi , Ankara , 1998. KENNEDY , Paul , Yirmi Birinci Yüzyıla Hazırlanırken , Çev.:Fikret Üçcan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , Ankara , 1995. KHAN , Ali S. ; LEVİTT , Alexandra M. ; SAGE , Michael J. , Biological and Chemical Terrorism;Strategic Plan for Preparedness and Response , US Government Print Office , Washington , 2000. KLEVEMAN , Lutz , Yeni Büyük Oyun , Orta Asya’da Kan ve Petrol, Everest Yayınları, İstanbul , 2004. LEVİTAS , Gloria , Peace and Disarmament Education , Town Crier Printing , New York , 2004. OELRICH , Ivan C. , Sizing Post – Cold War Nuclear Forces , Institute For Defence Analyses Press , Washington , 2001. ÖRGÜN , Faruk , Küresel Terör , Okumuş Adam Yayıncılık ve Eğitim Hizmetleri , İstanbul , 2001. ÖYMEN , Onur , Geleceği Yakalamak , Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu , Remzi Kitabevi , İstanbul , 2000. ÖYMEN , Onur , Silahsız Savaş , Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi, Remzi Kitabevi , İstanbul , 2002. PRİMAKOV , Yevgeniy , 11 Eylül ve Irak’a Müdahale Sonrası Dünya, Doğan Ofset Yayıncılık ve Matbaacılık A.Ş. , İstanbul , 2004.
161
PURTAŞ , Fırat , Rusya Federasyonu Ekseninde Bağımsız Devletler Topluluğu , Platin Yayıncılık , Ankara , 2005. RANGER , Robin , The Devil’s Brews 1 : Chemical and Biological Weapons and Delivery Sistem , Published by CDISS , Washington , 1996. REEVE , Simon , Yeni Çakallar , Remzi Yusuf , Usame Bin Ladin ve Terörizmin Geleceği , Çev.:Gürol Koca , Everest Yayınları , İstanbul , 2001. SANDER , Oral , Siyasi Tarih 1918-1994 , İmge Kitabevi , Ankara , 1994. SCHWARZKOPF , Norman , Kahraman Olmak Gerekmez , General Norman Schwarzkopf Askerlik Yılları , Milliyet Yayınları , İstanbul , 1993. SHANNON , Peter , 20 Years of Australia Group Cooperation , Made by Romania National Agency for Export Controls , Romania , 2005. SİGAL , Leon , Nuclear Forces in Europe , The Brookings Institution, Washington , 1989. SÖNMEZOĞLU , Faruk , Uluslararası İlişkiler Sözlüğü , Der Yayınları, İstanbul , 2000. SÖNMEZOĞLU , Faruk , Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi , Filiz Kitabevi , İstanbul , 2000. THOMPSON , David J. ; MORRİS William R. , China in Space , Civilian and Military Developments , Air War College Press , Maxwell Air Force Base , Alabama , 2001. TOPUR , Tuncer , Milli Güvenlik ve Türkiye , IQ Kültür Sanat Yayıncılık , İstanbul , 2005. TOURAİNE , Marisol , Alt Üst Olan Dünya , Çev. : Turhan Ilgaz , Ümit Yayıncılık , Ankara , 1997. US Army Chemical School , FM 3-100/MCWP 3-3.7.1 Chemical Operations Principles and Fundamentals , Washington DC , 1996. US CONGRESS , Proliferation of Weapons of Mass Destruction; Assessing the Risks , US Government Printing Office , Washington DC, 1993. WILKINSON , Paul , “The Strategic Implications of Terrorism”, Terrorism&Political Violence,A Source Book , Edited by Prof.M.L.Sondhi, Har-anand Publications , India , 2000.
162
WITTER , Michael ; HEINZ , Matthias , “The Wassenaar Arrangement in the International Fight Against Terrorism” , Wassenaar Arrangement, Export Control and its Role in Strengthening International Security, Edited by Dorothea Auer , Favorita Papers , Vienna , 2005. YILMAZ , Veli, Siyasi Tarih , Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, İstanbul , 1998. MAKALELER ALTIN,Vural, “Nükleer Silah Nasıl Yapılır” ,Bilim ve Teknik Dergisi,sayı 423, (Şubat 2003) , s.37-46. ALTINTAŞ,Nazım, “Nükleer Silahlanma ve Türkiye” , Silahlı Kuvvetler Dergisi, (Ankara 2000) , s.7-16. ARIBOĞAN , Deniz Ülke , “Uluslararası Terörizmin Yeni Yüzü” , Der.Faruk Sönmezoğlu , Uluslararası Politikada Yeni Alanlar Yeni Bakışlar , Der Yayınları , İstanbul , 1998. “Basic Course for OPCW National Authorities” , Chemical Disarmament , vol 3 , no 3 , (September 2005) , p.18. BURGAZ , Sema ,“Kimyasal Bileşikler ve Risk Değerlendirmesi” , Bilim ve Teknik Dergisi , sayı 412 , (Mart 2002) , s.46-47. BIRTLE , Andrew J. , “The Korean War-Years of Stalemate” , U.S.Army Center of Military History Brochure , (Washinton 2003) , p.1-39. ÇIRAKOĞLU , Beyazıt , “Biyolojik Silahlar ve Biyoterörizm” , Yeni Ufuklara,Genetik2 , Bilim Teknik Dergisi Ücretsiz Eki , (Mayıs 2002) , s.13. DABANLI , İhsan Tuncer , “ABD’nin Yeni Küresel Stratejisi , Muhtemel Sonuçları ve Türkiye” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 1 ,Sayı 1 , (Şubat 2003) , s.101-110. DEMİRTAŞ,Y.Serdar, “Kimyasal ve Biyolojik Savaş” , Silahlı Kuvvetler Dergisi , Sayı 382, (Ekim 2004) , s.97-109. DUMANLI , Cihangir , “INF Antlaşması” , Silahlı Kuvvetler Dergisi,sayı 320, (Mart 1989) , s.25-32. ERDURMAZ , A. Serdar ,“İran ve Nükleer Programı” , Stratejik Araştırmalar Dergisi , Yıl 3 , Sayı 6 , (Aralık 2005) , s.70-79. FİSCHER , Thomas , “The ICRC and the 1962 Cuban Missiles Crisis”, International Review Of the Red Cross , (June 2001) , p.287-309.
163
FREEDMAN , Robert O. , “Putin,Iran and the Nuclear Weapons Issue”, Problems Of Post Communism , vol.53 , no.2 , pp.39-48. GAFFNEY , Frank J. , “China Arms the Rogues” , The Middle East Quarterly , vol.4 , no 3 , (September 1997), http://www.meforum.org/aricle/360 GAUTHIER , Ryan , “The Cuban Missile Crisis and the U.S. War in Iraq : Psychological Problems With the Coercive Diplomacy” , Polity Carleton, (Summer 2005) , p.1-17. GOODMAN,Glenn W. , “Technological Innovation , SALT , and Stable Deterrence”,Air University Review,vol.29,no.4,(May-June 1978),p.22-30. GÜN , Ö.Rengin , “Birleşmiş Milletler Örgütünün Örgütlenme İlkeleri ve Örgüt Yönetimi Açısından İncelenmesi” , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , cilt 2 , sayı 2 , (İzmir 2000) , s.2-6. GÜNEY , Nurşin Ateşoğlu , “NATO Nükleer Caydırıcılığı ve INF Antlaşması”, Dünü ve Bugünü ile Toplum ve Ekonomi Dergisi , (Eylül 1993) , s.60-76. HARRİS , Elisa D. , “Threat Reduction and North Korea’s CBW Programs”, The Nonproliferation Review , (Fall/Winter 2004) , p.86-109. HIRSCH , Theodore , “The IAEA Additional Protocol , What It Is and Why it Matters” , The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2004) , p.140-166. JOSEPH , Robert G. ; REICHART , John F. , “Deterrence and Defense in a Nuclear Biological and Chemical Environment”, Comparative Strategy, (January-March 1996) , p.31-37. MAYER ,Terry N.,“The Biological Weapon : A Poor Nation’s Weapon of Mass Destruction” , Battlefield of the Future,21st Century Warfare Issues , no 3, (1995), www.airpower.maxwell.af.mil/airchronicles/battle/chp8.html NORRİS , Robert S. ; ARKIN , William M. , “Chinese Nuclear Forces , 2000”, Bulletin of the Atomic Scientists , vol. 56 , no. 06 , (November/December 2000) , s.78-79. OGAN , Sinan ,“AB’nin Metsamor Nükleer Santrali’nin Kapatılmasına Yönelik Politikaları”, Avrasya Dosyası,Fasikül 24,Cilt 10,Sayı 2,(Yaz 2004),s.262-282. PAULİTZ , Henrik ,“Facts on Nuclear Energy – Backround Information”, (Berlin 2004) , www.ippnw.de
164
SCHMIDT , Fritz W. , “NPT Export Controls and the Zangger Committee”, The Nonproliferation Review , (Fall-Winter 2000) , p.136-145. SCHMIDT , Fritz W. , “The Zangger Committee:Its History and Future Role”, The Nonproliferation Review , (Fall 1994) , p.38-44. SEMİZOĞLU , İbrahim ,“Siber Terörizm ve Biyolojik Silahlar”, www.kpl.gov.tr/tr/siberteror.htm SHEINMAN , Lawrence , “Comprehensive Test Ban Treaty”,Washington 2003 , http://www.nti.org./e_research/e3_9a.html SLOSS , Leon , “Deterrence,Defense,Nuclear Weapons and Arms Control”, Comparative Strategy , (December 2001) , p.435-443. RAPORLAR CONAHAN , Frank , “Strategy Defence Initiative Program-Better Management Direction and Controls Needed” , United States General Accounting Office Report , Washington , 1987. http://www.turkcebilgi.com/Stratejik%20Savunma%20Giri%C5%9Fimi FRANKE , Björn , “The Cuban Missile Crisis” , Bremen Oberstufe Institute Free Presantion Paper , Bremen , 2001. GAMMOS , Stephen L.Y. , The Korean War-The UN Offensive , U.S.Army Center of Military History Brochure , Washinton , 2003. MOSER , Bethold , “The IAEA Conventions on Early Notification of a Nuclear Accident and on Assistance in the Case of a Nuclear Accident or Radiological Emergency” , International Nuclear Law in the Post-Chernobyl Period , A Joint Report by the OECD Nuclear Energy Agency and IAEA , Paris , 2006. “NSC-68” , www.fas.org/irp/offdocs/nschst/nsc68.htm “New Convention Against Nuclear Terrorism Bolsters Global Framework”, Staff Report , 2005 , www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/conv_nuclterror.html “New Reality – Shaping Nuclear Security’s Global Directions” , Staff Report , 2005 , www.iaea.or.at/NewsCenter/News/2005/securityconf.html “The Relationship Between Disarmament and Development in the Current International Context” , DDA Report of the Secretary General , United Nations Publications , New York , 2004.
165
TEZLER AKPEK , Mehmet Murat , “Nuclear Weapon at the Edge of 21st Century”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Marmara Üniversitesi , İstanbul , 2001. ÇAŞİN , Mesut Hakkı , “Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma”,Basılmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi,İstanbul, 1993. GÜNEY ,Nurşin Ateşoğlu ,“Avrupa Nükleer Caydırıcılığı ve Orta Menzilli Füze Antlaşması”,Basılmamış Doktora Tezi,İstanbul Üniversitesi , İstanbul , 1992. KARAATLI , Bülent , “Globalleşme Sürecinde Uluslararası Güvenlik Antlaşmalarının Yönü ve Türkiye’nin Geleceği” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , Süleyman Demirel Üniversitesi , Isparta , 2002. KİBAROĞLU , Mustafa , “The Nuclear Non-Proliferation Regyme At The Crossroads : Strengthening or Uncertainty” , Basılmamış Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi , Ankara , 1996. YILDIZ , Yavuz Gökalp , “Dünden Bugüne Silahsızlanma” , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi , İstanbul Üniversitesi , İstanbul , 1988. İNTERNET KAYNAKLARI http://academic.brooklyn.cuny.edu http://cbw.sipri.se http://dino.wiz.unikassel.de http://disarmament.un.org http://dosfan.lib.uic.edu http://nuclearweaponarchive.org http://tr.wikipedia.org http://taiwansecurity.org http://yearbook2005.sipri.org http://www.actionpa.org http://www.akut.org.tr http://www.animatedsoftware.com http://www.armscontrol.org http://www.atomicarchive.com http://www.australiagroup.net http://www.bbc.co.uk http://www.cddc.vt.edu http://www.cdi.org http://www.comeclean.org.uk http://www.ehw.org http://www.ekoses.com http://www.facts-on-nuclear-energy.info
166
http://www.fas.org http://www.greenpeace.org http://www.globalsecurity.org http://www.iaea.org http://www.learningcurve.gov.uk http://www.meforum.org http://www.msb.gov.tr http://www.mtcr.info http://www.nrdc.org http://www-ns.iaea.org http://www.nti.org http://www.opcw.org http://www.sipri.org http://www.ssgm.gov.tr http://www.state.gov http://www.taek.gov.tr http://www.turkcebilgi.com http://www.turkishtime.org http://www.untreaty.un.org http://www.whitehouse.gov http://www.yteas.com
167
EK-1
African Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Pelindaba)
The 1994 U.S.-North Korean Agreed Framework
Anti-Ballistic Missile (ABM) Treaty
Biological Weapons Convention
Chemical Weapons Convention
Comprehensive Test Ban Treaty (CTBT)
Conventional Armed Forces in Europe (CFE) Treaty
Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty
International Code of Conduct against Ballistic Missile Proliferation
Latin America Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Tlatelolco)
Limited Test Ban Treaty (LTBT)
Missile Technology Control Regime
Nuclear Non-Proliferation Treaty
Open Skies Treaty
Ottawa Landmines Convention
Outer Space Treaty
Peaceful Nuclear Explosions Treaty (PNET)
Physical Protection of Nuclear Material Convention
Seabed Arms Control Treaty
168
South Pacific Nuclear Weapons Free Zone Treaty (Treaty of Rarotonga)
Strategic Arms Limitation Talks (SALT I) (narrative)
Strategic Arms Limitation Talks (SALT II)
Strategic Arms Reduction Treaty (START I)
Strategic Arms Reduction Treaty II (START II)
Strategic Offensive Reductions Treaty
Threshold Test Ban Treaty (TTBT)
169
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler : Adı Soyadı : Salih ÖZGÜR
Doğum Yeri : Kırcaali / Bulgaristan
Doğum Yılı : 1978
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu : Lise : Kuleli Askeri Lisesi ( 1994 – 1998 )
Lisans : Kara Harp Okulu ( 1998 – 2002 )
Yüksek Lisans : S.D.Ü. , UA İ. A.B.D. ( 2003 – 2006 )
Yabancı Diller ve Düzeyi : 1.İngilizce : İyi
2.Bulgarca : Çok İyi
3.Rusça : Orta
İş Deneyimi : Haziran 2002 – Temmuz 2002 : 28 nci Mknz.P.Tüm. , Lefkoşe / Kıbrıs (Staj)
Eylül 2002 – Kasım 2002 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Eğirdir / Isparta ( Komando Temel Kursu )
Kasım 2002 – Haziran 2003 : Piyade Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Tuzla / İstanbul ( Subay Temel Kursu )
Haziran 2003 – Eylül 2003 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı )
Eylül 2003 – Kasım 2003 : NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı
Küçükyalı / İstanbul , ( NBC Savunma Subay Kursu )
Kasım 2003 – Şubat 2004 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı )
Şubat 2004 – Temmuz 2004 : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Eğirdir / Isparta ( Komando İhtisas Kursu )
Temmuz 2004 - …………. : Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkezi
Komutanlığı , Gösteri Tatbikat Birliği , Eğirdir / Isparta ( Takım Komutanı)