türklüğün tarihteki derinliği üzerine

23
İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com 1 TÜRKLÜĞÜN TARİHTEKİ DERİNLİĞİ ÜZERİNE Türkçe ve Türk kültürü yağmaya çıkarılmış bir mal gibidir. Elinde delil olsun olmasın, her önüne gelen ondan bir parçayı alıp başka bir kültüre mal etmeye sanki izinli gibidir. Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinden 1 1 GİRİŞ Son zamanlarda, Türklüğümüzü yok sayanların sesi iyice yükseldi. Batı dünyasındaki Türklük düşmanlarıyla paralel çalışır oldular. Bunların devlet örgütü içindeki konumları da güçlendi. Türklük düşmanlığı eskiden de vardı ama bu kadar mevzi kazanmış değildiler. Dünya finans sistemini denetleyen egemen güçlere yaranmak için elinden geleni yapan bir politika anlayışı, ülkemize iyiden iyiye egemen oldu. Bu çevreler utanmazca bir tutumla sahibinin sesi rolü oynuyor. Bir başka deyişle, küresel güçlerin dublörlüğünü yapıyorlar. Her aferin ile birlikte bunlara şekerleme de veriliyor. Dünyaya çıkarlarına uygun düşen bir biçimi vermek isteyen söz konusu egemen güçler, Soğuk Savaş’ı n noktala nmasını simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen ardından milliyetçiliğe savaş açtı. Komünizm ile mücadele, yerini hızla milliyetçili kle mücadeleye bıraktı. Milliyetçiliği çağ dışılık, ırkçılık, gerilik olarak sunabilmek için her gün ve her fırsatta iftira kusuyorlar. Eskiden aşırı milliyetçilik denirdi, şimdi ılımlısı da her türlüsü de hedef alındı. Bu işi örgütleyenler, eskiden anarşist, Marksist, liberal, İslamcı şeklinde ayrı ayrı mevzilerden birbirlerine saldırırlardı. Ama şimdi aralarında işbirliği yaptıklarını ve ortak hedef olarak milliyetçiliği seçtiklerini görüyoruz. Türklük düşmanları , fesat yayarken tarihi kötüye kullanıyor, astarını yüzüne getirecek kadar çarpıtarak sanat larını icra ediyorlar. Bu makalemizde, ne demek istediğimizi sergilemeye çalışırken, diğer yandan güçlü savunma mekanizmaları oluşturmamıza katkıda bulunmayı umuyoruz. Önce şunu ifade edelim ki, Türklüğe karşı küçümseme cumhuriyet kurulmazdan önce de vardı. Olayı sadece küreselci çevrelerin politikalarıyla açıklamak doğru değildir. Cumhuriyet düşmanları, Türklük düşmanlığını miras olarak kabullendi ve sermaye olarak kullandı. Son zamanlarda küreselleşme söylemleriyle birlikte bu tutum tırmandırılmıştır. Küresel güçlerin içerdeki uzantısı olan bazı çevreler, Türk diye bir kavmin olmadığını, bunu Atatürk’ün uydurduğunu, Anadolu’da yaşayanların çok büyük bir kısmının Türkleştirilmiş/Müslümanlaştırılmış Rumlar olduğunu, sözde genetik araştırmaların bu iddiaları kanıtladığını öne sürüyorlar. Türkçe diye bir dil olmadığı, Türk mutfağının aslında Rum mutfağı olduğu, Türk müziğinin Bizans müziği, Türk halk oyunlarının Anadolu Rumlarının oyunlarının taklidine dayandığı, Türklerin Anadolu’ya geldikten 500 yıl sonra uygarlaşmaya başladığı da iddiaların arasında önemli yer tutuyor. Bu gibi sözde bilimsel ambalaj içinde sunulan mesnetsiz iddiaların hepsini Kültür Savaşı /Türklük Düşmanlarının Cephanesi adlı kitabımızda teker teker cevapladık. Bu makalemizde ise bir yandan sözünü ettiğimiz çalışmayı tanıtırken, diğer taraftan bazı eklemeler ve günümüzde pompalanmakta olan yalanlar karşısında yeni sunumlar ve değerlendirmeler yapmak istiyoruz. Büyük Atatürk, Türklüğe şaşı bakan çevrelerin durumunu, 1932 yılında, çıktığı yurt gezisinde, heyetteki ekonomi danışmanı Ahmet Hamdi Başer’le günlük durum

Upload: ibrahimokur

Post on 26-Jun-2015

992 views

Category:

Education


9 download

TRANSCRIPT

Page 1: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

1 1 1 1

TÜRKLÜĞÜN TARİHTEKİ DERİNLİĞİ ÜZERİNE

Türkçe ve Türk kültürü yağmaya çıkarılmış bir mal

gibidir. Elinde delil olsun olmasın, her önüne gelen ondan bir

parçayı alıp başka bir kültüre mal etmeye sanki izinli gibidir.

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı eserinden1

1 GİRİŞ

Son zamanlarda, Türklüğümüzü yok sayanların sesi iyice yükseldi. Batı

dünyasındaki Türklük düşmanlarıyla paralel çalışır oldular. Bunların devlet örgütü

içindeki konumları da güçlendi. Türklük düşmanlığı eskiden de vardı ama bu kadar mevzi

kazanmış değildiler. Dünya finans sistemini denetleyen egemen güçlere yaranmak için

elinden geleni yapan bir politika anlayışı, ülkemize iyiden iyiye egemen oldu. Bu çevreler

utanmazca bir tutumla sahibinin sesi rolü oynuyor. Bir başka deyişle, küresel güçlerin

dublörlüğünü yapıyorlar. Her aferin ile birlikte bunlara şekerleme de veriliyor.

Dünyaya çıkarlarına uygun düşen bir biçimi vermek isteyen söz konusu egemen

güçler, Soğuk Savaş’ın noktalanmasını simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılmasının hemen

ardından milliyetçiliğe savaş açtı. Komünizm ile mücadele, yerini hızla milliyetçilikle

mücadeleye bıraktı. Milliyetçiliği çağ dışılık, ırkçılık, gerilik olarak sunabilmek için her gün ve

her fırsatta iftira kusuyorlar. Eskiden aşırı milliyetçilik denirdi, şimdi ılımlısı da her türlüsü de

hedef alındı. Bu işi örgütleyenler, eskiden anarşist, Marksist, liberal, İslamcı şeklinde ayrı ayrı

mevzilerden birbirlerine saldırırlardı. Ama şimdi aralarında işbirliği yaptıklarını ve ortak

hedef olarak milliyetçiliği seçtiklerini görüyoruz.

Türklük düşmanları, fesat yayarken tarihi kötüye kullanıyor, astarını yüzüne getirecek

kadar çarpıtarak sanatlarını icra ediyorlar. Bu makalemizde, ne demek istediğimizi sergilemeye

çalışırken, diğer yandan güçlü savunma mekanizmaları oluşturmamıza katkıda

bulunmayı umuyoruz.

Önce şunu ifade edelim ki, Türklüğe karşı küçümseme cumhuriyet kurulmazdan

önce de vardı. Olayı sadece küreselci çevrelerin politikalarıyla açıklamak doğru değildir.

Cumhuriyet düşmanları, Türklük düşmanlığını miras olarak kabullendi ve sermaye olarak

kullandı. Son zamanlarda küreselleşme söylemleriyle birlikte bu tutum tırmandırılmıştır.

Küresel güçlerin içerdeki uzantısı olan bazı çevreler, Türk diye bir kavmin olmadığını,

bunu Atatürk’ün uydurduğunu, Anadolu’da yaşayanların çok büyük bir kısmının

Türkleştirilmiş/Müslümanlaştırılmış Rumlar olduğunu, sözde genetik araştırmaların bu

iddiaları kanıtladığını öne sürüyorlar. Türkçe diye bir dil olmadığı, Türk mutfağının

aslında Rum mutfağı olduğu, Türk müziğinin Bizans müziği, Türk halk oyunlarının

Anadolu Rumlarının oyunlarının taklidine dayandığı, Türklerin Anadolu’ya geldikten 500

yıl sonra uygarlaşmaya başladığı da iddiaların arasında önemli yer tutuyor. Bu gibi

sözde bilimsel ambalaj içinde sunulan mesnetsiz iddiaların hepsini Kültür Savaşı

/Türklük Düşmanlarının Cephanesi adlı kitabımızda teker teker cevapladık. Bu

makalemizde ise bir yandan sözünü ettiğimiz çalışmayı tanıtırken, diğer taraftan bazı

eklemeler ve günümüzde pompalanmakta olan yalanlar karşısında yeni sunumlar ve

değerlendirmeler yapmak istiyoruz.

Büyük Atatürk, Türklüğe şaşı bakan çevrelerin durumunu, 1932 yılında, çıktığı

yurt gezisinde, heyetteki ekonomi danışmanı Ahmet Hamdi Başer’le günlük durum

Page 2: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

2 2 2 2

değerlendirmesi yaparken şöyle ifade etmiştir2: “Türkleri bütün dünyaya geri bir millet

olarak tanıtan telakki bizim de içimize girmiştir… Evvela millete, tarihini, asil bir millete

mensup olduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu

öğretmeliyiz.” Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanında3, mirasyedi bir

paşa çocuğunun hikâyesinde, bizim içimize, özellikle de İstanbul’un varlıklı çevrelerine

giren fesadı çok güzel anlatır. Yakup Kadri de, İstanbul sosyetesinin işgal güçlerine nasıl

yalakalık yaptığını, bunu yaparken de değerlerimizi nasıl küçümsediğini Sodom ve

Gomore adlı romanında gayet veciz bir şekilde gözler önüne sermiştir. Bunların sadece bir

roman olduğu sanılmasın4 . Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkede nasıl bir kültürel

kargaşa ve aşağılık duygusu ortamı olduğunu bilmeyenler Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran

iradenin nasıl bir kültürel, toplumsal ve siyasi miras devraldığını bilmesine ve

kavramasına imkân yoktur. Hüküm vermeden önce dönemin şartlarının incelenmesi

gerekir. Oysa günümüzde, tam anlamıyla “ağzı olan konuşuyor”.

Ahmet Hamdi Başer, eserinde, kendisini yukarıdaki sözlerle ikaz eden Atatürk’ün

amacını açıklarken, “halkı müşterek fikir etrafında toplamak, memleketin sadece maddesini

değil, milletin manasını da kurtarmak lazım geldiğini” söylediğini ifade etmiştir. Nitekim

bütün şahitler ve mevcut belgeler Atatürk’ün başka kavimler karşısında bir üstünlük

kuramı inşa etmek amacında olmadığını, milletin silkinmesi ve kendine gelerek milli

benliğinin bilincine varması için savunma yaptığını göstermektedir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!”

vecizesi de Atatürk’ün trenle Anadolu’yu gezdiği bu günlerdeki gözlemlere dayanarak sarf

edilmiştir. Dikkat edilirse, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü ırkçılık olarak göstermeye

çalışanların tamamına yakını etnik milliyetçidir, bir kısmı devlet kurumunun kötü bir

kurum olduğunu iddia eden anarşistler ve/veya devletin zamanla ihtiyaç olmaktan

çıkacağını ve yeryüzünde emekçilerin iktidarının kurulacağını savunan Marksistlerdir.

Felsefe kitaplarından çıkardıkları elbise kalıplarına göre bize gelecek biçmeye çalışanları

Kültür Savaşı adlı kitabımızda teker teker inceledik ve tanıttık. Burada ayrıca uzun uzun

analizlere girişmeye gerek yoktur. Öyle yaparsak, tekrara düşmüş oluruz.

Anti milliyetçilerin tarih üzerinden yaptıkları çarpıtma ve yalanlara karşılık, şurası

açık bir gerçektir ki, Türklüğü ve Türkleri tarihten silerseniz, tarih kitaplarının içi boşalır.

Bu gerçek, tarih söz konusu olduğunda her dönem için geçerli olan adeta evrensel bir

gerçektir. Bugün bir Avrupa kimliğinden söz edilebiliyorsa, bunun nedeni Türkler

karşısında ve Türkler örnek alınarak şekillenmiş bir kimlik inşa edilmiş olmasıdır.

Özellikle Avrupa tarihini anlamak için Türklerin tarihinin incelenmiş olması gerekir. Bu

konuyu Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?, adlı kitabımızda kapsamlı bir

şekilde inceledik.

2 BİR KIYASLAMA ZEMİNİ: ARAP TARİHİ

Arapçayı kabullenmek derecesinde kendimize mal etmek isterim.

Amma bundan Türklüğümüz zarar görürmüş… Biz istifade ederiz ya!

Mason Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi

Türkleri bir millet olarak tanımamak, küçümsemek, dışlamak, tarihin dışına atmak, hatta yok saymak

şeklindeki tutum bin yıldan fazla bir zaman öncesine dayanır. Bu suçun arkasında, Avrupalılardan yüzyıllarca

önce, Arap yazarlar vardı. İsmail Hami Danişment, “Türklük Meseleleri” adlı eserinde bu konuda bizi şöyle

aydınlatmaktadır 5 : “Eski milletlerin asırlarca yüreklerini titreten Türk korkusu, onların muhayyilelerini*

* Muhayyile, beyinde hayal kurma merkezi, muhayyel ise, sanı ve kuruntu çeşidinden zihinde kurulmuş anlamına gelir.

Page 3: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

3 3 3 3

yüzlerce yıl Türk ırkınınx aleyhine işletmiş ve işte bu hayal faaliyeti o milletlerin mitolojilerinden başka,

tarihlerinde, folklorlarında ve hatta din kaynaklarında Türk tipine adeta bir umacı şekli veren korkunç tasvirler

hâsıl olmasına sebep olmuştur… Bu akla sığmaz efsanelerin icadında en mühim rolleri oynayanlar, muhtelif

devirlerde memleketlerin din adamlarıdır. Yani o mutaassıp dinciler, bir taraftan da ırkçılık ve milliyetçilik

taassubu göstermişlerdir. Bunların en şaşılacak örnekleri eski Arap müfessirleriyle, şarihleri+ içinde

gösterilebilir. Kur‟an tefsir yahut hadisi şer eden Arap âlimleri din sahasında milliyet duygularına kapılmak

zaafından bir türlü içtinab [sakınma] edememişler ve hemen her münasebetle Türk ırkının aleyhine okkalarla

mürekkep sarf etmekten ve hatta böyle yapabilmek için vesile ve münasebet aramaktan bile zevk almışlardır.”

Danişment, bu sözlerin hemen ardından şu çarpıcı açıklamayı da yapmaktadır: “Bu vaziyetin asıl

tuhaf tarafı, Türk ırkının aleyhine uydurulan bu garazkâr efsanelerin Türk medreselerine [de] geçmiş olması

ve Osmanlı softaları tarafından da asırlarca dinî bir hakikat şeklinde tekrar edilip durmuş olmasıdır!”

İsmail Hami Danişment, adı geçen eserinde Türk ulema arasındaki, söz konusu ettiğimiz

başkasının yargısını benimseme halini ifşa eden ve doğruları kendi çağında en üst düzeyde sıralayan

bir Türk din adamından bahseder. Bu zat, Vanî Mehmet Efendi’dir.

Vanî Mehmet Efendi’nin “Kur’an’ın Gelinleri” adlı bir tefsiri vardır. Bu tefsirde, Kur’an’da adı geçen

Zülkarneyn ile Oğuz Han’ın kastedildiğini öne sürmektedir. O zamana kadar Arap tefsircilerin bazıları,

Zülkarneyn’in Makedonyalı İskender olduğunu, bazıları da Yemen’de hüküm süren Himyerlilerin* hükümdarı

olduğunu savunurdu. Kur’an’da adı geçen Yecüc Mecüc**’ün Türkler olduğunu da üstüne basa basa

söylenmekteydiler. Hatta Arap yazarların bu konuda aralarında görüş ayrılığı olduğuna dair bir bilgi

edinemedik. Buna karşılık, Vanî Mehmet Efendi, onların yayılmasına set çeken Zülkarneyn’nin Türk olduğunu

söylemekle Yecüc Mecüc’ü Türk olmadığını da ifade etmiş oluyordu.

Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi’nde yer verilen bilgilerin ışığında, bize göre, herkes kendi

efsanesinde, düşmanını Yecüc Mecüc yapmış. Bir yerde Özbeklerin Yecüc Mecüc olduğu söylenmiş. Bir

yerde Çin padişahının kendi kızından doğan oğulları deniyor ve dünyanın doğu taraflarının Yecüc ve

Mecüclerle kaplı olduğu söyleniyor. Bir yerde de Karanlıklar Ülkesi’nin halkı oldukları vurgulanıyor,

başka yerde Karnülbahar dağında yaşadıkları iddia ediliyor. Herkes kendi derdine ve düşmanına göre

bir Yecüc Mecüc efsanesi türetmiş.

Yecüc Mecüc konusuna gülüp geçmeyelim derim. Dünyanın günümüzdeki egemenleri,

papazlar tarafından zihinleri çarpıtılmış insanlardır. Bunun tipik örneği ABD başkanı Oğul Bush’un,

Fransa devlet başkanı Chirac’a, “Yecüc Mecüc tekrar ortaya çıktı, bana yardım etmelisin”, sözüdür.

Chirac, “bunu duyunca gülmemek için kendimi zor tuttum ama Bush çok ciddiydi, bozuntuya

vermedim”, diyor ama Fransa, dünyanın her tarafında Bush’tan çok daha hızlı misyoner. Dikkat

edilirse, bunlar da düşman gördüğünü Yecüc Mecüc olarak sıfatlandırıyor. Hem de 21. yüzyılda.

Vanî Mehmet Efendi, Tevbe suresinin 39. ayetinin tefsirini yaparken de Allah’ın Kur’an’da

Türklerin başa geçeceğini müjdelediğini söylemiştir. Söz konusu ayette şöyle buyrulmaktadır6:

“Eğer(gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azapla cezalandırır ve

x Kitabından alıntı yaptığımız D. Ahsen Batur, ırk sözcüğünün kullanılması üzerinde şöyle bir uyarıda bulunmuştur: “Yazar

burada „ırk‟ kelimesini yanlış kullanmıştır; belki Türk halkı demek istiyordu. Çünkü Türk ırkı diye bir ırk yoktur.” + Bir kitaba açıklama yazan kimse.

* Himyer, Habeşçe bir sözcüktür ve “koyu renkli” demektir. MÖ 115-MS 525 yılları arasında hüküm süren Himyer

hanedanının zayıfladığı dönemde, çevrede küçük kasaba beylikleri ortaya çıkmıştı. Bu beyler, “Zu” unvanı taşıyordu. İslam

Dönemine Dek Arap Tarihi adlı eserde, Zu ile başlayan hükümdarların hepsi Himyerlidir. Himyerlilerin Aden boğazının iki

tarafına da hükmetmek için savaşlar verdikleri de bilinmektedir. Aden‟in karşı kıyısındaki Afrika topraklarına günümüzde

Afrika‟nın boynuzu dendiği herkes tarafından bilinir. “karneyn” de çift boynuzlu demektir. Böyle etimolojik tartışmalara

girişmek bizim ihtisasımız değil ama Zulkarneyn‟in Kızıldeniz‟in iki yakasını da denetim altında tutan bir bey olması

İskender ya da Oğuz Kağan olmasından çok daha muhtemeldir. **

Yecüc ve Mecüc, Kur‟an‟da iki kez adı geçen kavim ya da kavimlerdir. Yaşadıkları yer belirsizdir.

Page 4: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

4 4 4 4

yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O‟na hiç zarar veremezsiniz. Allah

her şeye kadirdir.”

Mehmet Efendi, ayette geçen “başka bir kavim”den maksadın Türkler olduğunu öne sürmüş

ve görüşünü şöyle açıklamıştır7: “Hicretin 350 tarihi girdiğinde İsmaililer x denilen Rafızîlere

mensup

mülhitler +, Mısır ve Suriye‟yi istila etmişler ve Abbasi halifelerinden başka dünyanın bütün Müslüman

hükümdarları Şiileşmişlerdi. Müslümanların kelime-i tevhit üzerindeki ihtilaflarından istifade eden Rumlar,

İslam ülkelerini istila ederek vaktiyle Müslümanların kendilerinden fethetmiş oldukları memleketleri istirdat

edip Urfa ve Malazgirt havalisine kadar dayanmışlardı; işte bunun üzerine Allah, Müslümanlara nimetlerini

bolca vererek fazl-u kereminden Türkleri İslam dinine ithal etti.”

Aktarmamızda kastedilen tarihi olayları Tarih Boyunca Türkler ve Avrupa adlı kitabımızda neden-

sonuç ilişkileri çerçevesinde üç ayrı bölümde inceledik. Burada Arap kavmiyle ilgili bilgilerimizi kısaca

vereceğiz. Çünkü Kur’an dilinin Arapça olması dolayısıyla Araplığı Türklüğün çok üstüne yerleştirenlerin

dikkatine sunmak istediğimiz önemli hususlar vardır. Bunlar dikkate alınmazsa, Türklük ve Araplık tartışması

kıyas zemini bulamaz. Çünkü Türkler karşısında Arapçılık ısrarlı bir üstünlük iddiası iken, Türklük sadece bir

savunma girişimidir.

Önce şunu belirtelim ki, tarihte, içinde Arap sözünün geçtiği bir devlet adına rastlanmaz. Bu

adın kullanıldığı ilk devlet, bildiğimiz kadarıyla sadece Suudi Arabistan’dır. Ancak coğrafik bir bölgenin

adı olarak Arabistan’dan söz edilir. İslam döneminde Arabistan sözü, bütün yarımadayı tanımlamada

kullanılmıştır. Ama bunun İslam’dan önce de böyle olduğu kesin değildir. Çünkü çok değişik adlar

taşıyan kavimler, esas itibariyle kabile düzeyinde örgütlenmiş olarak dar ve verimsiz bir bölgede

yaşamaktaydı. Bunlar zaman zaman birleşirler, zaman zaman da bölünürlerdi. Bir başka deyişle,

kabile anarşisinden merkezi yönetime, merkezi yönetimden de yeniden kabile anarşisine geçilirdi.

Ama her durumda ve her çağda baskın rolü kabilecilik oynamıştır. Yarımadanın Sami kavimlerinin

doğum yeri ve anavatanı olduğu iddiası ve yarımadada tek bir ırkın yaşadığı şeklindeki görüş

doğrulanmış değildir8. Bugün bu görüşler taraftar bulamamaktadır.

Arapların anayurdunun Arabistan yarımadası olduğu üstün körü bir iddiadır. Tarihlerinin eski

x İsmaililer: Şiilerin altıncı imam saydıkları Cafer es-Sadık‟ın büyük oğlu olan İsmail babasından üç yıl önce ölmüştür.

Bunun üzerinde imam ölünce diğer oğlu Musa el-Kazım imam ilan edilir. Bir kısım insanlar İsmail‟in dah önce ölmesinin

onun imam ilan edilmesine engel teşkil etmediğini öne sürerek ayrılık çıkarırlar. Bunların br kısmı da onun ölmediğini

kendisini Basra çarşısında dolaşırken görenler olduğunu iddia etmeye başlar. İhtilaf büyür ve Şiiler arasında İsmailiyye

mezhebi ortaya çıkar. (İslam Ansiklopedisi 23. Cilt) Rafiziler: Şia‟nın 21 kolundan biridir. Peygamber‟den sonra hilafetin 12 İmam‟ın hakkı olduğunu savunanlardandır. Buna

karşılık, 12 İmam‟ın kimler olduğu konusunda görüş ayrılıkları vardır ve bu konuyu birçok ayrılığın nedeni haline

getirmişlerdir. + Mülhid: Dinsiz, imansız, Tanrısız

İstirdat: Geri isteme, geri alma

Aden Körfezi, Babül Mendep boğazıyla Kızıldeniz’

e bağlanır. Haritada görülen bu boğaz, Yemenli-

lerle Habeşlerin sürekli çatışmalarına sahne

olmuştur. Hindistan’ı Akdeniz’e bağlayan yolun

en dar yeri olduğu gibi, Afrika’yı da Akdeniz’e

bağlayan yolun en stratejik yeridir. Burada tarih

yoğun olarak yaşanmıştır. Arap tarihinin önemli

devletleri buralarda kurulmuştur. Zaman zaman

Habeşler karşıya geçmiş, zaman zaman da

Himyerliler karşıya geçerek ticareti denetimleri

altına almışlardır.

Page 5: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

5 5 5 5

dönemleri oldukça karanlıktır. Araplar hakkında en eski bilgiler komşu kavimlerin yazılı belgelerinde

karşımıza çıkar. Arap sözüne köken teşkil eden en eski sözcükler İbranicedir. Arapha (step anlamında) ve

erebhe (göçebelik anlamında) sözcükleri Arap sesini yaklaşık olarak çağrıştıran en eski sözcüklerdir ama

Arapları tanıtmak için kullanılmamışlardır. Bir kavim adını ifade eden Arap sözü ilk kez, Asur kralı 3.

Salmanasar tarafından bugünkü Suriye topraklarında bir savaşın kazanılması dolayısıyla, MÖ 853

yılında Hama kentinin kuzeyinde dikilen bir kitabede “Aribi” şeklinde yer almaktadır. Daha sonra MÖ

6. yüzyıla kadar Asur ve Babil kitabelerinde Aribi, Arabu ve Urbi şeklinde geçer. Araplar, bu sözcükleri

etimolojik köken kabul ederek kendi tarihlerini karanlık çağlara bağlarlar. Bu seslerin Arap kavminin

atalarını tanımladığına itiraz eden kimse de yoktur. Benzer durumun, Türklerin tarihiyle ilgili ipuçlarını

değerlendirirken karşımıza çıkmasına itiraz edilmesini anlamak mümkün değildir.

İslam Ansiklopedisi’ndeki Araplar maddesinde, birçok Arap kavimlerinin adları şöyle

sıralanmıştır: Ad, Semud, Medyen, Tasm, Amolika, Casim, Abdi Dahm, Ubeyl, Harduha, Cedis, Curhum,

Kahtani, Himye, Lahm, Cüzam, Tay, Ecâ, Selmâ ve Kinde. Aynı yerde sonradan Araplaştığı kabul edilen

kavimlerin adları da yer almaktadır: Adnaniler, İsmaililer, Maaddiler, Nizariler. Hz. Muhammed’in 21.

göbekten atasının Adnanilerden olduğundan bahisle, peygamberimiz Araplaşmış bir kabileye

bağlanmaktadır ki bu bilginin kaynağı İslam Ansiklopedisi’nin aynı maddesidir. Hz. İsmail’in Arapçayı

Mekke’de öğrendiği de aynı kaynakta belirtilmiştir. Yani köken olarak Arap olmadıkları bilindiği halde

Araplaşma olgusundan bahisle Arap parantezine dâhil edilen kavimler de söz konusudur.

Diğer yandan Prof. Dr. Neşet Çağatay’ın “İslam Dönemine Dek Arap Tarihi” adlı Türk Tarih

Kurumu tarafından yayınlanmış olan eserinde, Arap olduğu kabul edilen halklar tarafından kurulduğu

kabul edilen devletlere yer verilmiştir. Bunlar Arabistan yarımadasının güney taraflarında (Yemen’de)

kurulmuş olan Mainliler (MÖ 1400-700), Sebalılar (MÖ 700-150) ve Himyerliler ( MÖ 115-MS 525) ile

yarımadanın kuzey taraflarında kurulmuş olan Nabatlılar (MÖ 5. yüzyıl), Palmirliler (Tedmürlüler-

Nabatların devamı), Gassaniler (MS 1. yüzyıl), Hireliler (MS 263-613), Kindelilerdir (MS 5. yüzyıl).

Bunlardan başka Yemen taraflarında, Cebaniler, Katabanlılar, Karililer, Hadramavtlılar, Zu Merasıd, Zu

Gumdan, Zu Yezen, Zu Tubba, Zu Ceden9 adlı kavim veya kabileler söz konusudur. Buraya kadar 41

kavim adını saydık. Söz konusu 41 kavmin tarihi bir araya getirilerek Arap tarihi olarak

anlatılmaktadır. Buna itiraz edenle de karşılaşmadık. Mesela Zu’nun Himyerli beyleri tanıtan bir ön ek

olduğunu ve Himyer’in de Habeş dilinde olduğunu hepsi kabul ediyor.

Yukarıda adlarını sıraladığımız kaynaklarda, daha birçok kavmin, kabilenin, bağımsız kentin adı

yer almaktadır. Bunların hepsi Arabistan yarımadasında yaşamış olduklarından hareketle Arap kabul

edilirler. Bu konuda, konunun uzmanlarının önemsiz denebilecek ayrıntılarla ilgili itirazlarından başka

karşı çıkan olmamıştır. Görüldüğü gibi Arap tarihi kabul edilen tarihin içinde Arab’ın adı bile geçmez.

Ama konuşulan dilin Arapça olarak adlandırılmasında ve bütün bu kavimler yığının Arap sayılmasında

beis görülmez. Uzmanların kapalı kapılar ardında yaptıkları kimsenin duymadığı akademik tartışmaları

bir kenara koyarsak, kimse bunun bir abartma ya da aşırı basitleştirme olduğunu söylemiyor. Bütün bu

gerçeklere rağmen Arap yazarlar tarihi gerçekleri ters yüz etmekte mahir davranmışlardır.

Arap kaynaklarında Türklerin kötülenmesi ve aşağılanması olayı 8. yüzyılda başlamıştır. Araplar,

egemenlikleri altına aldıkları yerlerde zamanla azınlığa düşmeye başladıklarında, İslam dininin apaçık bir

şekilde izin vermemesine rağmen üstünlük iddiasına sarılmışlardır. Bunun yanında, evlilikler yoluyla da

Arapların Türklerle karışmaya başladıkları da dikkate alınmalıdır. Araplar, egemenliklerinin tehlikeye girdiğini

gördüklerinde hadis uydurmaya başlamışlardır. Söz konusu uydurma hadisler şöyledir:

- Araplar Arapların eşitidir; mevali de mevalinin.

- Ey Mevali, içinizde Araplarla evlenenler suç işlemiş olurlar, kötü yapmış olurlar. Ve ey Araplar,

içinizde mevali ile evlenenler kötü davranmış olurlar.

Page 6: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

6 6 6 6

- (Ey Arap) kendinden olanla ve kendi denginle evlen ve yapacağın çocukların safiyeti bakımından

dikkatli ol ve asla Zenci ile evlenme. Çünkü Zenciler bozuk/çarpık yaratık olduklarından onlarla

evlenenlerin çocukları sakat ve çarpık doğar.

- Arapları sevin ve onların yeryüzündeki varlığına destek olun, çünkü onların yaşamı ve varlığı

demek İslamiyet bakımından ışık demektir; onların yok olması demek İslam’ın karanlığa dalması

demektir.

- İnsanlığın en mükemmel sınıfı Araplardır. Arapların en mükemmeli Kureyşlilerdir10.

Öte yandan, sekizinci yüzyıldan itibaren çeşitli Arap yazarların yukarıdaki uydurma hadislerin altını

doldurmak amacıyla kitaplar yazdığını görüyoruz. Bunlardan biri, İbn al-Mukaffa’dır. Bu zat, ırkçı bir

anlayışı ilk kez kâğıda dökenlerdendir. Ona göre bütün kavimler ağır kusurları olan kavimlerdir. Sadece

Araplar “başkalarını taklit etmeyen, başkalarından bir şey öğrenmeyen, her şeyi kendisi bulan yegâne

millettir”.

Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan tarihçi ve coğrafyacı Mesudî, iklim etkilerine yaslanarak

Türkleri aşağılar. Ona göre Allah, üstün bir ırk olmak üzere Sami ırkından Arapları yaratmıştır. Allah’ın

kitaplarını Araplar aracılığıyla göndermesinin nedeni, Sam’ın duasını kabul etmesidir. Bir başka 9.

yüzyıl yazarı olan Ebu Zeyd Belhi’ye göre, Kur’an’da sözü geçen Yecüc-Mecücler Türklerden başka bir

millet değildir. Onlar, “Yecüc ve Mecüc‟ün amcaoğullarıdır, yüksek dağların tepelerinde yaşarlar,

avcılık yaparlar, avlanmadıkları takdirde karga ve akbaba gibi kuşların etini yerler, aralarında sihir

çok yaygındır. Bazılarına göre Türkler, çok vahşi ve kıllı kaba vahşi insanlardır, bu kıllarını uzatırlar,

sanki bir elbise gibi ayaklarına kadar indirirler, böylece onların elbise giymelerine lüzum dahi

kalmaz. Onların bütün meziyetleri çapul ve yağmadır.”

Yine aynı zata göre Araplar, huzur, bolluk ve refahın gelmesi için Türklerin yok edilmesi

gerektiğine inanmaktadır. Türkler, er ya da geç, Araplar karşısında başarısızlığa uğrayacak, daha sonra

Habeşler gelip Mekke’yi ve Kâbe’yi yerle bir edecekler, fakat daha sonra Müslümanlar tekrar üstün

gelecektir. Belhî, Arap bilginlerinin bu konuda hemfikir olduğunu öne sürmüştür. Ne var ki, öne

sürdüklerinin hiçbirisi gerçekleşmemiştir. Kâbe’yi tahrip eden Habeşler değil, Harici mezhebindeki Araplar

(Karamitiler) olmuş, Habeşler, İslam ülkelerinin işgali için kendilerinden çok şey uman Portekizlilerin

emellerine alet olmamış, Haçlılar dünyanın öbür ucundan gelerek İslam ülkelerini talan etmişler, bir kısım

Filistinli ve Mısırlı Arap tüccar Haçlılara hizmet etmiş, İslam topraklarını Türkler kurtarmış ve Türklerin

egemenliği giderek pekişmiş ve 20. yüzyıla kadar da aralıksız sürmüştür. Türklerin gücü tükendiğinde İslam

dünyasının ne hale düştüğünü ise her gün televizyon ekranlarından izlemekteyiz.

Türkleri kötülerken ipin ucunu iyice kaçıran Araplardan biri de Aliyü’l Karî’dir. Bu zatın

zırvalarına göre Türkler başka bir insan cinsidir. Onlara nesnas (uzun kuyruklu bir maymun türü)

denilse daha iyi olurmuş.

Bir başka Arap yazar Al Tevhidî’dir. Ona göre, “Zenciler aşağı sınıf yaratıklardır, zavallı hayvanlara

benzerler; Türkler ise aynı Zenciler gibi, hayvan niteliğinde şeylerdir; şu farkla ki, Zenciler zayıf ve zavallı

iken Türkler güçlü ve vahşi hayvanlar gibidir”.

Türk düşmanlığı Endülüs’te yazılan kitaplarda bile yerini bulmuştur. 11. yüzyılda Toledo kadısı

olan Said al-Endülisî’ye göre Türkler, insandan çok hayvana yaklaşıktır. Bu gibi konuları, Arsızlık ve

Kültür/Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor? adlı kitabımızda bulmak mümkündür.

Şu hususu burada hemen belirtmeyi ihmal etmemeliyiz ki, Avrupa’da ortaya çıkan ırkçı

kuramların kendine özgü bir gelişme süreci vardır. Söz konusu ırkçı kuramlardan Türkler de nasibini

almıştır. Bunun için gerekli ön malzemeyi İslam döneminde Arap yazarlar sağlamıştır. Bir başka

deyişle, ilham kaynağı büyük ölçüde Endülüs kütüphaneleridir.

Page 7: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

7 7 7 7

Arap tefsircilerin Kur’an tefsirlerinde Yecüc Mecüc’le Türkleri özdeşleştiren telkinlerinin

kaynağı işte bu, yukarıda sıraladığımız sözde İslâm âlimleridir. Vanî Mehmet Efendi’nin karşı çıktığı ve

düzetmek için elinden geleni yaptığı iftiraların kaynağı budur. Vanî Mehmet Efendi vaazlarını Yeni

Cami kürsüsünden yapardı. Diğer pek çok din bilgine nazaran aynı zamanda tarih bilincine sahip bir

bilgindi. Hazırladığı 7 ciltlik tefsirde Arap müfessirlerin yazdığı ve içi İsrailiyat’la dolu tefsir kitaplarının

hatalarını kendince düzeltmiş ama devletin üst kademelerini kuşatan, çıkarından başka bir şey

düşünmeyen devşirmelerin garazından kurtulamamıştır. Onu Viyana bozgununun kargaşa ortamında

Bursa’ya sürgüne göndermişler ve eserine “ırkçı bir Türk tarafından yazılan ırkçı bir tefsir” damgası

vurmuşlardır. Arnavut kökenli Şemsettin Sami, Kamus’ül Alam’ında onun için “başka halklara karşı

olan taassubu ile tanınır”, diye yazmış, yaptığı işin sadece büyük bir haksızlığa karşı çıkmak olduğunu

gözden kaçırmıştır. Peki, Zülkarneyn İskender’dir, ya da Himyerlidir, deyince taassup olmuyor da Türk

deyince niye taassup sayılıyor. Onun hakkında, “siyasetten anlamaz âlimlerden” diye görüş öne süreni

de olmuştur. Müslümanları birleştirmek için Türkleri kötülemek gerekiyormuş gibi, “Müslümanların

kalplerini birleştirme yolunda hizmet edemeyen”, bir bilgin denmiştir11. Alman tarihçi Hammer bile,

sanki İslam ilimlerinden haberdar biriymiş gibi, onun için “mürai vaiz”, “birçok katı naslarla

(dogmalarla) dolu tefsir eserinin yazarı” demiştir. İsmail Hami Danişment, onu tanıtırken, “düşmanları

da meziyetleri kadar çoktu”, diyor. Prof. Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği adlı eserinde, konuyu

incelerken, Mehmet Efendi’ye yapılan “bu haksız ithamın tesiri en son Osmanlı müelliflerine kadar

sürmüştür”, diyor12. Vanî Mehmet Efendi, 1685 yılında sürgüne gönderildiği Bursa Kestel’de ölmüş ve

orada kendi yaptırdığı caminin avlusuna gömülmüştür. Onun sahneden çekilmesiyle birlikte Türklük

düşmanları faaliyetlerini artırmış, tekrar köşe başlarını tutmuşlardır. Durum günümüzde yeniden hız

kazanmıştır.

3 BİR KIYASLAMA ZEMİNİ DAHA: GERMEN TARİHİ

Şimdi bir de Avrupa cephesinde ortaya çıkan üstünlük iddialarına ve bu iddiaların merkezinde

yer alan Germen kavmiyle ilgili bilgilere göz atalım!

Germen ırkının üstünlüğü kuramı üzerinde durulması gereken diğer zırva demetidir. Arap

üstünlük iddiaları din aracılığıyla aklanmaya çalışılan bir iddia idi. Buna karşılık Germen ırkçılığı sözde

bilim adamları marifetiyle bilim üzerinden aklanmaya çalışılan bir ırkçılıktır. Bunun yanında arkeolojiyi

ve tarihi çarpıtmak suretiyle yürütülen Hint-Avrupacılık ve Helen-Hıristiyan ülküsü söylemiyle

yürütülen üstünlük kuramları da vardır. Bütün bu kuram kalabalığının boy hedefi Türkler ve Türklük

olmuştur. Bu gibi sözde bilimsel iftiralara Uygarlığın Kritik Yolu Olarak Temizliğin Tarihi adlı

kitabımızda cevap verdik. www.ibrahimokur.com adresinde söz konusu kitabın kapak resminin üzerini

tıklayarak kitap hakkında bilgi almak, önsözünü okumak ve içindekiler listesine erişmek mümkündür.

Burada, daha önce yayınlanmış olan söz konusu dosyamıza şu hususları da eklemek istiyoruz:

Germenlerin MS 2. yüzyıldan önceki tarihleri hakkında “hemen hemen hiç” 13 bilgi

bulunmamaktadır. Öncesiyle ilgili efsaneleri vardır. Buna göre, Türklerin ortak atasının Asena olması

gibi, Germenlerin ortak ataları da“Mannus”tur. Günümüzde Germenlik parantezinde yer verilen

kavim adları uzun bir listedir: İngaevonlar, Herminonlar, İstaevonlar, Tungrlar, Skirler, Rugiler,

Herullar, Vandallar, Gepidler, Gotlar, Tötonlar, Thüringler, Kimberler, Katlar, Frizler, Kauklar,

Kerusklar, Suevler, Lombartlar, Angıllar, Markomanlar, Kuvadlar, Burgonlar, Franklar, Alamanlar,

Saksonlar, Ostrogotlar, Vizigotlar. Toplam 28 ayrı ad tespit ettik. Daha derin bir araştırmayla, bu sayı

kat be kat artar gibi görünmektedir.

Bütün bu kavimleri ortak olarak aynı parantezin içinde ifade etme düşüncesi ilk kez 11.

yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu zamanda bütün bu kavimler “Deutsch” (diutise) sıfatını kullanmaya

başlamışlardır. Yani bunlara Germen diyenler başkalarıdır. Kendi seçtikleri Deutsch sözcüğü esasında

Page 8: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

8 8 8 8

“halka ilişkin” anlamına geliyormuş14.

Tarihçiler, Avrupa’nın birbirine düşman kabilelerini bir araya getirerek Avrupa’yı birleştirmek

için çaba sarf eden ilk devlet adamının 5. yüzyıl ortalarında hüküm sürmüş olan Hun imparatoru Attila

olduğunu söylerler. Bin yıl kadar önce de Etrüskler İtalya yarımadasındaki kavimleri böyle

birleştirmişti. Hunlar ve Germenler hakkında yazan Fransız tarihçi Marcel Brion bakınız ne diyor15:

“Bugün devlet adamları, hangi ulustan olurlarsa olsunlar, Attila‟nın „Avrupa Birliği‟ oluşturma

planının, bugün dünyanın bildiği en büyük projelerden biri olduğunu asla inkâr edemezler… Bu plan

onun dehasının esinlendiği bir şeydir; Germen prenslerinin, Galya köylülerinin temsilcilerinin,

İberyalıların, Britanların, İskandinavların, Yunanlıların kendisine geldiğini görünce ortaya çıkmıştır.”

Almanlar, Attila adının Got menşeli bir sözcük olduğunu öne sürerek onu sahiplenmek isterler. Bir

yakıştırma yaparak Attila’nın Gotça olduğunu öne sürerler. Onlara göre Attila, Got dilinde “babacık”

anlamına gelen bir sözcükmüş. Oysa “Etila”, Türk ad koyma geleneğine göre, “İtil ırmağı kıyısında doğan

cihangir” anlamına gelir16. Ayrıca, Attila’nın oğullarının adlarının (İlek, Dengizik, İrnek) Türkçe olmasına ne

demeli? Eşinin (başhatun) adının Arıkan olmasını nasıl açıklayacaklar? (Son zamanlarda Türklerle Almanlar

akraba çıkabilir diyenler de ortaya çıkmadı değil.)

Almanların söz konusu sahiplenme eğiliminin nedeni, Türklerin bir kolu olduğu artık iyice

anlaşılmış olan Hunlar karşısındaki zayıflıklarını sergileyen bazı tarihi gerçeklerin gizlenmek

istenmesidir. Öyle ya! Üstünlük iddiası için kimseden daha zayıf olmamak ve her şeyi kendisi bulmak

gibi bir vitrin tasarımına ihtiyaç görmüşlerdir. Oysa görüldüğü gibi, sadece Attila ile ilgili gerçekler

Germen ırkının üstünlüğü ve uygarlık kurucu kavim olduğu balonunu söndürmeye yeterlidir. Dahası,

Almanların Attila’yı göklere çıkardıkları destanları bile vardır. Nibelungen Destanı olarak bilinen bu

destanda Attila, “doğru olmayan durumlarda bile asaletini muhafaza edebilen bir kahraman” olarak

tanıtılır. Söz konusu destanda geçen bir cümle şöyledir: “İyiliklerinin ve zekâlarının bir eşi

görülmemiş Hunların ülkesinde büyük bir hükümdar vardı.” Germen kavimlerinin kabile şefleri

Attila’nın sarayında ağırlanır, orada eğitim görürlerdi.

İngiliz ve Fransızlar da köken itibariyle Deutsch’a dâhildirler, yani söz konusu kavimlerden

farklılaşarak bugünkü kimliklerine kavuşmuşlardır. Türkler ve Avrupa/Avrupa Kimliği Nasıl Şekillendi?

adlı kitabımızda kapsamlı olarak incelediğimiz gibi, daha sonra Fransa adını alacak olan oluşum ilk kez

8. yüzyılda ortaya çıkmıştır.

Avrupa’da tarihin akışını değiştiren olayların en önemlisi 732 yılında Paris yakınlarında cereyan eden

Poitiers Savaşı’dır. O yıl Pireneleri aşarak Avrupa içlerine kadar ilerleyen Emevi ordusu, Tours ve Poitiers

kentleri arasındaki ovada Charles Martel komutasındaki Frank askerleriyle savaşa tutuştular. Çatışma

sırasında Emevi ordusu komutanı öldürüldü. Bunun üzerine geri çekilmek zorunda kaldılar. O zamana kadar

Fransa her taraftan saldırılara sahne olan, elliye yakın farklı etnik kimliğin, çeşitli dinlerin ve mezheplerin

birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, çok değişik dillerin konuşulduğu bir yerdi. Emevi saldırısı ve başarısızlığı

onlara “ortak düşman” tanımı geliştirme fırsatı sağladı.

Avrupa tarihinin bu dönemine “Fransa’nın doğuşu süreci” denir. Katolik kilise Fransa topraklarına bu

dönemde alabildiğine nüfuz etmiştir. Öyle ki bu dönemde Fransa topraklarının üçte biri Katolik Kilise’nin

mülkü haline geldi. Manastır tarikatları da bu dönemde ortaya çıktı. Bazı piskoposlar 40 bin dönüm toprağa

sahip oldular. Saksonya’da bir rahibe manastırı 11 bin çiftliğe sahip olmuştu. On beş bin çiftliğe sahip olan

manastırlar bile vardı17. Bölgeye İslam tehlikesini kullanarak Katolik Kilise önderliğinde istikrar gelmiş, fakat

bölgede yaşayan halklara pek bir yararı olmamıştır. Papa, piskopos, başrahip, baron ve toprak soylu zümreler

etrafında servet yoğunlaşması dönemi açılmış, durumu aklamak üzere Katoliklik öğretisi epey takviye

edilmiştir. Bu dönem aynı zamanda Fransa’nın, Doğu’nun aydınlığından erken faydalanmasının önüne

geçmiş, feodalizmin inşası ve kemikleşmesi dönemi olmuştur. Halkların buna ilelebet razı olması ve tepki

Page 9: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

9 9 9 9

göstermemesi düşünülemezdi. Nitekim hanedan kavgalarıyla karışıklıklar yüz yıl sürdü ve ülke bir kralın

oğulları arasında yapılan Verdun Antlaşması’yla üç parçaya bölündü. Batı Frank, Orta Frank ve Doğu Frank

krallıkları ortaya çıktı. Söz konusu antlaşmanın tarihi 843’dür ve bu tarih, Fransa’nın ve Almanya’nın

(Deutsch) tarih sahnesine çıktığı kabul edilen tarihtir. Türklerin resmi tarihini Göktürk devletiyle başlatmayı

kabul edecek olursak, itiraz ettiğimiz bu tarih bile bugünün büyük güçlerinden olan Fransa’nın resmen tarih

sahnesine çıkmasından 300 yıl öncedir. “Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun kuruluşu da Verdun

Antlaşması’na, yani 843 yılına dayanır. Dolayısıyla hem Germen adının geçtiği ilk devletin hem de Frank

adının geçtiği devletin kuruluşu Göktürk devletinden 300 yıl sonradır.

İngiltere’nin tarihine de kısaca bir göz atalım:

İlginç olan şudur ki, İngiltere diye bir ülke yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır, hayalettir.

Ülkenin resmi adı, “Büyük Britanya, Kuzey İrlanda ile Öteki Ülke ve Bölgeler Birleşik Krallığı” ya da

kısaca “Birleşik Krallık” olarak anılır. İngilizler, çeşitli halkların karışmasıyla ortaya çıkmış, dillerine de

birçok başka dil kaynaklık etmiştir18. İngiltere, yukarıda Germen kavimlerini sıraladığımız listede yer alan

Angıllar ve Saksonların, 5. ve 6. yüzyılda adaya ayak basarak kocalarını savaşlarda kaybetmiş Kelt kadınlarıyla

evlenmeleriyle ve Danimarkalıların, Norveçlilerin, Normandiya’dan adaya geçen Bretönların, İrlandalılarla,

İskoçlarla ve adada yaşayan diğer halklarla karışmasıyla ortaya çıkmış karma bir halktır. Bu gurupların

hepsinin geçmişte bir dilleri vardı. Kaynaşmayla birlikte karmaşık bir dil olarak İngilizce ortaya çıktı.

İngilizcenin temelini 5. ve 6. yüzyıllarda ülkeyi istila eden Angılların ve Saksonların dilleri teşkil eder.

Günümüz İngilizcesinin söz dağarcığının yarısı bu kaynaktan gelir. Gerisi Fransızca ve Latince

kökenlidir. Bu yüzden dilbilimciler, İngilizceyi Germencenin bir kolu olarak kabul ederler. Yani

günümüzde dünyanın her tarafında konuşulan İngilizce, olmayan bir ülkenin toplama dilidir.

İngiltere ve Almanya’nın tarih sahnesine çıkışıyla ilgili kritik önemli tarihi gerçekleri İkinci

Binyılın Muhasebesi ve Türkler ve Avrupa adlı kitaplarımızda daha geniş olarak inceledik. Artık Eski

Çağlar Türk tarihini değerlendirmek için gerekli kıyaslama zeminine sahip olduğumuzu düşünüyoruz.

O halde şimdi de Türk tarihinin karanlık çağlardaki aydınlığını göstermeye çalışalım.

4 SUMERLER, TURUKKULAR/ MARİ ve MISIR BELGELERİ

Bir kavim adı olarak Türk sözcüğünün geçtiği ilk tarihi belgeyi 6. yüzyıla yerleştirenler,

iddialarını Çinli hükümet görevlilerinin bir raporunda yer alan Tu-kü-e (Tukyu) sözcüğüne

dayandırırlar. Türk, söz konusu raporda Çin’in batısında ve kuzeyinde yaşayan kavimlerin sıralandığı

bir listede yer almaktadır. Belgenin düzenlendiği tarihten 30 yıl sonrasına ait bir Bizans belgesinde de

Türk adı, İtil ırmağının doğusunda yaşayan kavimleri ifade etmek için kullanılmıştır. Çift taraflı

belgelere dayanan bu bilgiler, neredeyse genel kabul görmüştür. Çünkü Türklerin ortaya çıkışını,

tarihin mümkün olduğu kadar geç bir dönemine yerleştirmek için batılı ideolog-tarihçilere fırsat

vermiştir. Oysa bir kavmin adı olarak Türklerden söz eden binlerce yıl öncesinden kalan yazılı belgeler

bulunmuştur. Bunları bulanlar da Batılı tarihçiler ve arkeologlardır. Söz konusu belgeler, bugün adı

yaşayan kavimler arasında, en eski kavim adının “Türk” olduğunu göstermektedir. Israrla öne

sürüldüğü gibi, son ortaya çıkan kavim olduğunu değil. Yukarıda söylediklerimizi tekrarlayacak

olursak, eğer Göktürk devletinin kuruluşunu Türk kavminin ve Türk adının resmi tarihinin başlangıcı

kabul etsek bile Avrupa devletlerinin hepsinden 300 yıl daha eski bir tarih söz konusudur. Ama işin

gerçeği bu kadarla sınırlı değildir. Çünkü az önce de belirttiğimiz gibi, Türk adı tarihin karanlığında en

son kaybolan kavim adıdır.

Önce şu gerçeği dile getirmek istiyoruz:

Türklerin tarihi, Türkler tarafından değil, Türklerin düşmanları tarafından tutulmuş yazılı

belgelere dayanarak ortaya çıkmış bir tarihtir. Türkler kendi tarihleriyle ilgili araştırmalara yeni yeni

Page 10: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

10 10 10 10

önem veriyor. Türklerin tarihinin kaydını tutan öncelikle Çinlilerdir. MÖ 2. yüzyılda Çin, kendi

kabuğuna çekilmişti. Kendi ülkelerinden başka bir yeri tanıyorlardı. Onlara göre dünyada tek bir

devlet vardı ve o da Çin’di. Dünyanın ortasında duruyordu, barbar-vahşi diğer kavimler Çin’in

etrafında yaşıyorlardı. Onu bir halka gibi kuşatmışlardı. MÖ 3. yüzyılın sonunda Mete Han tarih

sahnesine çıktı ve Çinliler anladı ki yeryüzünde en güçlü devlet Çin değildi. Hun devleti daha güçlüydü.

(Bu konudaki geniş değerlendirmemizi “Çin/3500 Yılın Köşe Taşları” adlı kitabımızda yaptık.) Bu

durum Çin düşüncesini ister istemez değiştirdi. Aslında devlet konusundaki eski felsefelerini terk

etmediler. Hunları da siyaseten yanlarına katarak çelişkileri aşmaya çalıştılar. Korku içindeydiler ve bu

yüzden Hunları tanımak için geniş araştırmalar giriştiler. Onları tanımak, gerçek güçlerini tartmak,

zayıf yanlarını bulup çıkarmak ve çözümlemek istiyorlardı. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı

eserinin hemen başında durumu şöyle ifade ediyor: “Tarih boyunca Çin’in başarısı karşısındaki

düşmanı tanımasıyla ilgilidir.”

İşte biz, Orta Asya Türklerinin tarihini Çinlilerin bu stratejik tutumu sayesinde öğreniyoruz.

Diğer yandan aynı tutumu Bizanslıların da izlediği anlaşılıyor. Farslar da aynı şekilde hareket ettiler.

Böylece Orta Asya Türk tarihi, doğuda Çinli elçi-casuslar, batıda Bizanslı elçi-casuslar ve güneyde Fars

elçi-casuslar tarafından kayıt altına alındı. Bu gibi harici bilgiler, Türk tarihini berraklaştırdı. İşin ilginci,

Türkiye olarak biz, bu bilgileri Bizans kaynaklarından, Fars kaynaklarından ya da Çin kaynaklarından

öğrenmedik. Türkler Anadolu’da ve Balkanlarda çok güçlenmişler ve Bizans’ın yerini almışlardı. Bu

gelişmelerden sonra Türkleri izlemek görevini Fransız ve Almanlar miras olarak iş edindi. Öyle ki,

Fransa’dan Cizvit misyonerler Çin’e gidip Çince öğrendiler ve hem Çin hem de Türk tarihini Çince

belgelerden incelediler. Amaçları Çinlilerinkiyle aynıydı. Onlar da zayıflıkları bulup yararlanmak istiyorlardı.

Bahaeddin Ögel, söz konusu araştırmaların bize ulaşmasını sağlayanların başında, 220 yıl önce

yaşamış olan Fransız tarihçi (Sinolog) Joseph de Guignes(1721-1800)’i minnetle anmıştır. Azimle

çalışan ve kendi olağanüstü çabasıyla Çin dilinin uzmanı olan Guignes’in eseri 8 cilt halinde Hüseyin

Cahit Yalçın tarafından Türkçeye “Türklerin Tarih-i Umumisi” adıyla tercüme edildi. Bahaeddin Ögel’in

ifadesiyle bizler, “Selçukluların bile Orta Asya’dan geldiğini”, ondan öğrenmişiz19. Onun yanında, genç

yaşta koleradan ölen İngiliz Arthur Lumley Davids (1811-1832), Rus etnografyacı Wilhelm Radloff

(1837-1918), Macar asıllı seyyah ve oryantalist Arminius Vambery (1832-1918) ve Alman arkeolog

Albert August von Le coq (1860-1930) ve Danimarkalı William Thomson Türk tarihi biliminin

kuruluşunda minnetle anmamız gereken bildiğimiz diğer isimlerdir. Görüldüğü gibi, hiçbiri Türk

değildir. Bunların yanında daha birçok arkeologun adını anmalıyız ki, onların olağanüstü gayretleri

sayesinde toprak altından Türk adının kökenlerini kanıtlayan binlerce yıllık belgeler çıkarıldı.

Bütün bunları şunun için söyledik: Bu tebliğimizde Türk ve Türklük adına ne söylediysek,

hepsinin kâşifi ve kargacık burgacık simgelerin şifrelerinin çözücüsü Avrupalı milletlerin yetiştirdiği

gayretli insanlardır. Bu vesileyle, hem onları minnetle anmış olduk hem de anlattıklarımızın “Türk’ün

Türk’e propagandası” olmadığını göstermek istedik. Eğer Türk’ün propagandasından söz edilecekse

bunu yapanlar Avrupalılardır. Böylece Türk’ten ve Türklükten söz edilen her yerde “Türk’ün Türk’e

propagandası” klişesini ortaya atanlara peşin bir cevap vermiş olduk.

Şimdi önce Mari ören yerindeki bulgulardan başlayalım:

Suriye’de, Fırat ırmağının doğu kıyısında yer alan MÖ 3100’lerde kurulduğu anlaşılan Mari

kenti harabeleri vardır. Buluntular, bu kentin Sumer uygarlığının bir uzantısı olduğunu göstermektedir.

Burada, 1933 yılında, kazılar başlatılmış ve üç yüz odalı bir saray bulunmuştur. Söz konusu odalardan

biri, tabletlerle dolu olan bir arşivdir. Arşiv, Akat dilinde yazılmıştır. Burada ele geçen ve şimdiye kadar

okunabilmiş olan tabletler üzerinde 28 kez “Turukkular” adının geçtiği görülmüştür. Bu tabletler,

çevredeki casusların kentin kralına gönderdiği raporlardır. Anlaşıldığına göre, o dönemde, Guzların bir

Page 11: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

11 11 11 11

kolu olduğu anlaşılan Turukkuların faaliyetleri günü gününe takip edilmektedir. Akatları yenerek,

Sumer egemenliğini yeniden kuranlar işte bu Turukkulardır. Sumerlerin egemenliği tekrar ele aldığı bu

dönem, Sumer Rönesansı çağı (MÖ 2150-1950) olarak adlandırılır. Sumerleri uygarlığın temeline

yerleştiren büyük başarılarının pek çoğu, işte bu 200 yıl süren ikinci dönemlerinde ortaya çıkmıştır.

Guzların 125 yıl süren egemenliği sırasında 12 kral başa geçmiştir. Bunlardan biri olan “Yarla”,

“Yarlagan” olarak Orhun Kitabelerinde geçen bir isimdir. Bir başkası olan İnkişi’nin adı da Enkiş olarak

Dede Korkut’ta geçmektedir20.

Sumer dilinin, günümüz Türk dillerinin bilinen en eski biçimlerinden biri olduğu 19. yüzyılın

ortalarından beri bilinmektedir. Hiç şüphe yok ki, birbirini tanımayan insanlar, iki ayrı yerde, iki ayrı

çağda, meramını anlatmak için aynı sözü icat edip kullanabilir. Bu sözler arasında fonetik bakımdan da

anlam bakımından da aynılık olabilir. Ancak söz konusu aynılıkların sayısı arttıkça durumun

rastlantıyla ortaya çıkmış olması ihtimali azalır. Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ, Etrüskler

Sempozyumu’nda “Sumer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları” konusundaki tebliğinde, Şikago

Üniversitesi’nden Morris Swadesha (1909-1967) adlı ünlü bir dilcinin, iki dil arasında hem anlam

bakımından hem de fonetik bakımdan aynılık durumundaki sözcüklerin sayının 7’den fazla olması

halinde söz konusu iki dil arasında tarihi bir ilişki olduğu tezini savunduğunu söylemiştir. Bunun

yanında, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, 7 değil, bulduğu 165 çift aynılığa dayanarak, Türkçe ile

Sumerce arasındaki aynılıkların rastlantısal olmasının milyar kere milyarda bir olduğunu

hesaplamıştır. Gayet açıklayıcı bir benzetmeyle, 10 kelimenin aynı olması ihtimalinin, İzmir-Erzurum

arasındaki mesafenin (1280 km) 1 milimetresinden bile az olduğunu göstermiştir. Hesap yöntemi

Sumer Matematiği adlı kitabımızda yer almaktadır.

Haritada görülen Mari kenti ve krallığı bölgesi günümüzde Suriye topraklarında kalmaktadır21

.

Sadece kelimelere bağlı aynılıkları değil, gramer benzerliklerini de dikkate almak gerekir.

Sumercede de Türkçede de kök sabittir ve yeni kelimeler arkaya yapılan eklerle türetilir. Mesela,

oku.yorum, oku.du, oku.duk, oku.yacağız gibi. Aynı şekilde her iki dilde de erkeklik ve dişilik yoktur.

Mezopotamya’ya daha sonraları egemen olan Sami kavimlerinin dilinde her iki özellik de yoktur.

Üstelik erkeklik dişilik vardır. Kelimeler önüne de arkasında da ek alabilir ve kök değişebilir. Sumer

coğrafyasına yakın coğrafyada sadece Türkçede Sumerceyi de kapsayan özellikler mevcuttur. Bu

durum 1867 yılından beri bilinmektedir. Fransa’da Arkeoloji Cemiyeti’nin bir toplantısında Oppert adlı

bir uzman tarafından ortaya atılmıştır.

Sumercenin Türkçe ile olan ilgisini kanıtlamanın mümkün olmadığını, çünkü çok eski çağlara

Page 12: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

12 12 12 12

ait olduğunu söyleyenler de vardır. Bunlar, Hin-Avrupacıların Batı dünyasında genel kabul gören

kuramlarını incelemelidir. Bunun yanında, bilim dünyasının son yıllardaki en önemli tartışmalarından

biri olan atomun iç yapısıyla ilgili tartışmaları incelemelidirler. Bu sayede gözlem sınırının ötesini

araştırabilmek için ne kadar tutarlı yöntemler geliştirilebildiğini anlamış olurlar. Her zaman

söylemişizdir: Bilim tarihini ve bilim felsefesini bilmeden yapılan bilimin kolu kanadı kırık kalır.

On binlerce Sumer tableti, Türkçe ile Sumerce arasındaki ilginin sağlam kanıtları olarak Batılı

ülkelerin müzelerinde sergilenmektedir. Mari kenti bulguları, bu gerçeği doğrulayan yeni kanıtlar sağlamış,

doğruluğuna resmiyet kazandırmıştır. Dahası, Mari sözcüğü, günümüzde de Türk dünyasında

yaşamakta olan bir sözcüktür. Türkmenistan’da bir vilayetin adıdır. Bu vilayetin sınırları içinde tarihi

Marguş uygarlığını kalıntıları vardır22. Bunun yanında, İtil-Kama ırmaklarının buluşma noktasında yer

alan ve Rusya Federasyonu’na bağlı bir Mari Özerk Cumhuriyeti vardır23. Ayrıca Strabon’un “Antik

Anadolu Coğrafyası” adlı eserinden anladığımıza göre, Doğu Karadeniz bölgesi ağırlıklı olmak üzere

Karadeniz kıyılarında yaşayan önemli bir Mari nüfusu vardır. Ayrıca, Mari dili Türkçemizin de dâhil

olduğu dil gurubuna bağlıdır. Çeremişce olarak da anılan bu dil, Fin-Ugor dil ailesine bağlı bir dildir24.

Yine Mezopotamya bölgesinde bulunan bir tabletten anlaşıldığına göre, MÖ 3. binyılda

Anadolu’da bir “Türkî kral” yaşamıştır. Söz konusu tabletin ilginç özelliği, kopyalarının üç ayrı yerde birden

ele geçmiş olmasıdır. Bir kopyası Babil’de, bir kopyası Mısır’da bir kopyası da Hattuşaş’ta bulunmuştur.

Hattuşaş metni 1938 yılında çözümlenmiş ve Berlin’de yayınlanmıştır. Tabletin anlattığına göre, MÖ

2200’lü yıllarda, Akat kralı Naramsin, Anadolu’ya bir sefer düzenlemiş, Anadolu’daki kent devletleri, bu

tehlike karşısında aralarında birlik oluşturarak Akat saldırısına karşı durmaya çalışmışlardır. Yine tablete

göre, koalisyona on yedi Anadolu beyi katılmış, fakat Akatlara yenilmekten kurtulamamışlardır. Kral bu

zaferi karşısında bir belge düzenleyerek, yendiği beyliklerin adlarını teker teker sıralamıştır. Söz konusu

belgenin on beşinci satırında yer alan beyin adı Türkî kral İlşu Nail’dir25. Pek tanıdık değil mi?

Doğu Anadolu’da, İran’da ve Irak’ta Turukkulardan söz eden tabletler dört yüz yıllık bir

zamana yayılmaktadır. Söz konusu kavim, Zagros dağlarında yaşayan, Urfa’dan Kerkük’e kadar olan

bir alanda cengâverlik yapan bir kavimdir. Tabletlerde Turukkulardan “uyuyanları uyandıran” olarak

söz edilmektedir. Belgeler Türklerin en az 4200 yıldır Anadolu’da yaşamakta olduklarının kanıtlarıdır.

Mısır’da da Türk adının karşımıza çıktığı kitabeler vardır. Söz konusu kitabeler iki tanedir.

Birincisi MÖ 13. yüzyılın son yıllarına aittir. Bu tarihlerde Egeli kavimler tarafından kurulan bir

koalisyon donanması Mısır’a saldırmış, fakat Delta içinde mağlup olmuşlardır. Bu zafer üzerine

Firavun Merneptah (MÖ 1213-1203), Karnak’ta bir kitabe diktirmiştir. Söz konusu kitabeye, yendiği

kavimlerin adlarını yazmıştır. Bunlardan biri Turşalardır ki, tarihçiler sözcüğün Troyalıları anlattığını

düşünmektedir26. Bu kitabeye şöhret kazandıran diğer bir konu da, Orta Doğu’yu sözde tarihsel

gerçekler öne sürerek hak iddia eden ve kana bulayan İsrail’in, kitabenin içinden bir sözcük seçerek ona

yaslanmasıdır. Bu sözcük I.si.ri.ar’dır. İddiaya göre bu belge İsrail adının geçtiği tarihteki ilk belgedir. Hatta

öyle ki, kitabede Turşalar adının geçmesi dikkate alınmaksızın, vurgular İsrail’e yöneltilmiş ve kitabeye

İsrail Steli denmiştir. İddia 1896 yılında ortaya atılmış ve İngiliz gazetelerine manşet olmuştur. Artık

hiç kimse aksini öne süremezdi. Çünkü Protestanlığın sokağa egemen olduğu ve Yahudilerin de

sermayeye egemen olduğu İngiltere’de Tevrat’ı doğrulayan ilk kanıt bulunmuştu (!). Oysa günümüzde

koparılan gürültünün cüssesine denk düşecek başka bir belge örneği yoktur. Ayrıca biz söz konusu

metinde İ.si.ri.ar’ın ne yaptığını, hangi münasebetle kitabe üzerinde yer aldığını da anlayamadık

doğrusu. Bu kelimenin “Zülüflü Libyalıları” anlattığını savunanlar olduğu gibi, başka anlamı olduğuna

dair makaleler de vardır27. Ama daha ileri bir değerlendirme yapmak için yeterli bilgi yoktur*.

* Buna karşılık, MÖ 9. yüzyıla ait Meşa Dikilitaşı‟nda İsrail‟den söz edilir. Söz konusu dikilitaş, Firavun Merneptah‟ın

dikilitaşından 3-4 yüzyıl sonradır.

Page 13: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

13 13 13 13

Kanıt niteliğinde ikinci bir kitabe daha vardır. Söz konusu kitabe sözünü ettiğimiz ilk kitabeden

birkaç on yıl sonra, Firavun 3. Ramses(MÖ 1187-1156)’in 8. idare yılında (MÖ 1180) Egeli Deniz

Kavimlerine karşı kazanılmış ikinci bir zaferin anısını yaşatmak için tapınak duvarların kazınmıştır.

Medinet-Habu Zafer Kitabesi olarak anılır. Turşalar adı, bu kitabede de yenilen diğer koalisyona

mensup kavimler arasında sayılmaktadır28. Her iki kitabenin dikildiği dönem, Ege’de kavimlerin

kaynaştığı bir dönemdir. Troya Savaşı’ndan sonra Akhalar zafer kazanmış oldukları halde, Troya’yı ele

geçirememişler, buna karşılık bölgede yoksulluk baş göstermiştir. Nedeni bir deprem, üst üste gelen

kıtlık veya bir veba salgını da olabilir. Nedeni bilinmiyor ama çeşitli belgelerde yer alan bilgilerden

Anadolu’dan Akdeniz’in batısına doğru göçler olduğunu anlıyoruz.

Firavun Merneptah tarafından MÖ 1225’civarlarında dikilen zafer kitabesinde Turşaların adı geçer

29.

Kitabe, 3,18 metre yükseklikte ve 1,63 metre genişliktedir.

Firavun 3. Ramses’in Egeli Deniz Kavimleriyle yaptığı savaşta kazandığı zaferi tasvir eden duvar oyması30, 31

Page 14: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

14 14 14 14

5 TURŞALAR, TRUVALILAR ve ETRÜSKLER / ROMA BELGELERİ

Şimdi, Mısır kitabelerinde karşımıza çıkan Turşaların kimliğine dair kanıtları inceleyelim:

Arkeoloji, MÖ 8. yüzyılda İtalya yarımadasının batı kıyılarında bir kültür devrimi olduğunu

ortaya çıkarmıştır. Bölgeye uygarlığın taşınması, Anadolulu göçmenler sayesinde olmuştur. Söz

konusu göçmenler, Etrüskler ve Truvalılar olarak anılan kavimdir. Truva’da Hektor’dan sonra gelen en

büyük kahraman olan Aenas, Truva düştükten sonra halkına önderlik ederek önce, şimdiki Altınoluk

kıyılarına gelmiş ve daha sonra denize açılarak Akdeniz’de yıllarca dolaşmış, yaşamaya elverişli yerler

aramıştır.

Truvalı kahraman Aenas’ın Akha katliamından kurtardığı halkıyla beraber Akdeniz’de dolaştığı dönemde izlediği yollar32

.

Yukarıdaki haritada görüldüğü gibi, sonunda İtalya yarımadasının batı kıyılarındaki Latium

denilen bölgeye ayak basar. Bölgenin yerel kralıyla anlaşır ve onun kızıyla evlenir. Zaman geçer ve

torunları dünyaya gelir. Adları Romus ve Romulus’tur. Burada Göktürk kağan soyuyla ilgili olarak

anlatılan efsanede olduğu gibi, dişi bir kurt tarafından emzirilen iki çocuğun efsanesiyle karşılaşıyoruz.

Efsaneye göre, söz konusu çocuklar, geçimsizlik ve ölüm korkusu yüzünden dağ başına götürülüp terk

edilir. Bir dişi kurt onları görür ve emzirerek hayatta kalmalarını sağlar. Daha sonra da bir çoban onları

bulur ve evlat edinir. Romulus, Roma kentinin kurucusu olarak anılır. Roma adı da buradan gelir.

Kadim Romalı tarihçiler, eldeki bilgilere dayanarak Roma’nın kuruluşunu 21 Nisan 753’de

gerçekleştiğini öne sürerler33.

Bir kurdun Romus ve Romulus’u emzirmesi efsanesini canlandıran bir heykel34

Bundan sonra Roma kentinin başında Etrüsk kökenli kralları görüyoruz. Bunların ilki

Tarquinius’tur. Roma çevresindeki bataklıkları kurutan ve Cloaca Maksima kanalizasyon kanalını inşa

eden hükümdar odur35. İkinci hükümdar Servius Tullius’tur. MÖ 535 yılında, Tarquinius’un suikasta

kurban gitmesi üzerine tahta çıkmıştır. Roma’nın 7 tepesini tek bir surun içine alan odur. Latin birliğini

de bu hükümdar kurmuştur. Roma devletini kabileler yığını olmaktan çıkaran hükümdar olarak bilinir.

Prof. Dr. Halil Demircioğlu’nun Roma Tarihi adlı eserinde, Etrüsk öncesinde bölgede

Page 15: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

15 15 15 15

yaşamakta olan ve her biri farklı dil konuşan, birbirini yabancı ve düşman olarak gören kabileler

hakkında bilgiler yer alır. Bu kabilelerin adlarını burada şöyle özetliyoruz: Umbr’lar, Sabel’ler,

Sabin’ler, Vestin’ler, Mars’lar, Paelign’ler, Marrucin’ler, Erentan’lar, Samnit’ler, Campan’lar, Lucen’ler,

Brutt’lar, Falish’ler, İllyr’ler, Veneti’ler, Iapyg’ler, Mesapi’ler, Ligurlar, Kelt’ler (Galler), İnsubr’lar,

Genomon’lar, Boi’ler, Senon’lar, Ligur’lar, Pön’ler ve Hellen’ler. Çok dar bir alanda her biri ayrı ayrı dil

konuşan ve her biri kendi âleminde yaşayan 26 kabile saydık. Bugün bunlara İtalyan deniyor. “İtalia”,

o çağlarda yarımadanın güney kısımlarına verilen bir addı. Yani coğrafik bir addır. Bir kavmin adı

değildir. Zaten yukarıdaki listede “İtalia” adını içeren bir kavim adı da yer almaz. Etrüskler, birliği

sağladıktan sonra, bu ad kuzeye doğru yayıldı ve Romalılar tarafından da benimsendi. İmparator

Augustus zamanında (MÖ 64-MS 14), Po Ovası hariç olmak üzere bütün yarımadanın adı oldu.

Günümüzde İtalyan denilen milletin tarih sahnesine çıkışı işte böyle Etrüsklerin gayretiyle olmuştur.

Bu gerçekler Grek ve Latin tarihçilerinin dile getirdiği gerçeklerdir.

Günümüzün Batılı tarihçileri, Etrüskleri, “nereden geldiği belli olmayan bir kavim” olarak

niteliyor. Oysa yere göğe koyamadıkları eski çağ tarihçileri böyle söylemiyor. Aenas’ın ve torunlarının

tarihi, MÖ 70-16 yılları arasında yaşamış Latin yazar Virgilius tarafından “The Aenid” adlı bir eserde

ölümsüzleştirilmiştir. Söz konusu eserde Truvalılar, “Teurci”ler olarak tanıtılmıştır. Kapsamlı bir

İtalyanca sözlükte, Truvalı anlamına gelen sözcük “Teucro” olarak verilmiştir36. Aynı sözlük, İlio

sözünün de Truva anlamına geldiğini bildiriyor.

Çağdaş tarihçiler, Etrüsklülerin kökeni konusunda ayak sürüyedursun, Romalı egemenler

Anadolu kökenli olmaktan kıvanç duyarlar ve konuyu her fırsatta dile getirirlerdi. Truva’yı

anavatanları ilan etmişlerdi mesela. Ona “İlium” diyorlardı. Roma kralları, soylarının Aenas’dan ve

dolayısıyla Anadolu’dan geldiğini güçlü bir şekilde vurgulardı. Truva’ya hac ziyareti yapan imparatorlar

bile vardır. Julius Sezar MÖ 48’de Truva’ya gelmiştir. Sezar’dan sonra başa geçen Augustus da MÖ

20’de Truva’ya gelmiş ve hac yapmıştır.

Alman tarihçi Birgit Brandau, “Troia/Bir Kent ve Mitleri” adlı eserinde Sezar’ın ziyareti için

bakınız ne diyor37: “Sezar‟ın İlium‟a özel bir bağlılık duymasının üç nedeni vardı: Birincisi, o da öncelleri

gibi, burayı Roma‟nın anavatanı olarak kabul ediyordu; ikincisi, Homeros‟a duyduğu hayranlığı da örnek

alarak Büyük İskender‟in izinden gidiyordu. Üçüncüsü ve belirleyici olanıysa, soyunu doğrudan doğruya

Romalı mitosta Iulus olarak adlandırılan Aenas oğlu Ascanius‟a dayandırmasıydı… Sezar, kentin

topraklarını güneydoğuya doğru genişleterek İlium‟u “özgür ve vergiden muaf bir kent” olarak açıkladı.

Ne var ki, İlium‟a olan bu sevgisi, onun alın yazısını belirleyecekti. Sezar‟ın Roma İmparatorluğu‟nun

başkentini Troia‟ya taşıyacağı yönündeki ardı arkası kesilmeyen dedikodular, 44 yılında katillerinin

komplo düzenlemesi için yeterli neden olacaktı.”

Truva’yı ziyaret edenler sadece krallar değildi. Romalı “soylular” da Truva’yı ziyaret etmeyi

soyluluğun gereğini yerine getirmek olarak görürlerdi. “İnançlı” Romalılar için anavatana ilgi

göstermek açısından İlium’u ziyaret etmek zorunluluk haline gelmişti”38. Söz konusu ziyaretler 200 yıl

sürmüştür. Bu geziler sayesinde Truva ekonomisi yeniden canlanmıştır. Truva halkı, konuklarını en iyi

şekilde ağırlamak için birçok yatırım yapmışlardır. Tarihçiler, Roma tarihinin bu dönemine “Truva

Turizmi Çağı” diyorlar39.

İşte Aeneis’in Romalıların milli destanına dönüşmesinin gerisindeki tarihi süreç böyledir.

Truva’ya yönelik son büyük hamleyi Doğu Roma İmparatorluğu’nun kurucusu ve

Hıristiyanlığın banisi sayılan İmparator Konstantin yapmıştır. Truva’yı başkent yapmak istemiş, bu

amaçla Truva’ya gelmiş ve yerinde planlar yapmıştır. Kentin yeni surlarının nereden geçeceğini ve

kapılarının nerede yapılacağını belirlemiş, inşaatı da bizzat başlatmıştır. Fakat MS 326’da fikrini ansızı

değiştirmiş ve 11 Mayıs 330’da İstanbul’u başkent olarak ilan etmiştir40. Fikir değişikliğinin nedeni

Page 16: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

16 16 16 16

bilinmiyor ama kesin olan bir şey varsa, o da, uygarlığı bir Helen-Hıristiyan uygarlığıymış gibi anlatan

çağdaş tarihçilerin suratına bir tokat gibi çarpılan şu gerçektir: Batı dünyası o çağlarda Doğuya ait

olmak isterdi. Truva onlar için çok önemliydi, kutsaldı.

Truvalılardan farklı bir kavimmiş gibi söz ettiğimiz, Etrüsklerin hikâyesini de kısaca özetleyelim:

On üçüncü yüzyılın sonunda Mısır’a saldırırken karşılaştığımız Turşaların bir başka söyleniş

şekli olan Etrüskler, birincisi MÖ 10. yüzyılda, ikincisi MÖ 8. yüzyılda olmak üzere başlıca iki göç

dalgasıyla İtalya yarımadasına yerleşmişlerdir. Yukarıda Aenas’ın göç yolları haritasında görüldüğü

gibi, İlk göç dalgasında Tiber ırmağı ile Arnus ırmağı civarındaki vadiye yerleştiler. İkinci göç

dalgasından sonra ise durumlarını pekiştirdikleri ve MÖ 6. yüzyılda Po ırmağı vadisine yerleştikleri

biliniyor. Bu bölgedeki Falsine, Parma, Modena, Mantua, Adria, Spina kentlerini onlar kurmuştur.

Etrüsklerin Anadolu kökenli oldukları tartışmalı bir konu olmayacak kadar açık bilgi ve

belgelere dayandığı halde “nereden geldiği belli olmayan kavim” denilmesinin bir anlamı yoktur. MÖ

5. yüzyılda yaşamış Anadolulu Herodot, Tarih’inde Etrüsklerin Anadolu’dan yola çıktıklarını ve

asıllarının Lidyalılara dayandığını yazmıştır. Tarih’in birinci kitabının 94. Paragrafında, sonradan Etrüsk

adını alacak olan Lidyalıların kıtlıktan kırılmamak için kralları tarafından ikiye ayrıldıkları ve kura

sonucunda yarısının kıyı kıyı dolaşıp yaşamaya elverişli yer aradıkları ve sonunda İtalya’nın batı

kıyısındaki Umbria’ya çıktıklarını anlatılır41. Buna göre Etrüskler Lidya kökenlidir. Hem Herodot’un

hikâyesinden hem de Virgilius’un yukarıda sözünü ettiğimiz destanından anlaşıldığına göre Turşalar,

Truvalılar ve Etrüskler aynı kavimdir. Bulgular, Türklerle aynı kültür öğelerine sahip olduklarını

gösterdiği gibi, Sumerlerle de yakınlıkları olduğunu göstermektedir.

Etrüsklerle ilgili olarak Bodrum’da düzenlenen sempozyumda sunulan yerli ve yabancı

tebliğlerden istifadeyle, Etrüsklerin Türklerle olan yakınlığı üzerinde kısaca 9 kanıt öne süreceğiz42:

1- Etrüskler kendilerine TURSİKİNA diyordu. Latinler de onlara TURSCI diyordu. Oysa İtalyanlar Türk’e

TURCO veya TURKA diyor.

2- TARKAN, Türkçede bey vezir anlamına gelir. TARQUINUS bir Etrüsk kralının adıdır. TARQUİNİİ ise,

bir Etrüsk kentinin adıdır.

3- Etrüskler, efsanelerinde kavimlerinin kurucusu olarak RASENA adını anarlar. Oysa destanlarda Türk

kavminin kurucusu da ASENA’dır.

4- VATİKAN Etrüsk dilinde bir sözcüktür ve Güneş Tanrısı’nın adıdır. Aynı zamanda Roma’da güneş

doğarken tırmanılan ve güneşe dua edilen bir tepenin de adıdır. Oysa ÖTÜKEN de öyledir.

ÖTÜKEN, Güneş Tanrısının adıdır ve Türkler de güneş doğarken tepelere çıkar ve güneşe doğru

dönerek dua ederdi.

5- Sumerlerde UBUBUL Şimşek Tanrısı’nın adıdır. Etrüskler buna APULLU diyorlardı. Sözcük hem

Greklere hem de Latinlere APOLLO olarak geçmiştir.

6- Çuvaş Türkçesinde Tanrının adı TURA’dır. Etrüsk dilinde de TURA.NE bir Tanrı adıdır. Ayrıca TURAN,

Etrüsk dilinde başkan anlamına gelmektedir.

7- Sumerler Gök Tanrıya ANU derlerdi. Etrüsk dilinde aynı tanrının adı ANİ’dir.

8- Etrüsklerde 12 sayısı kutsal bir sayı idi. Bunun da kökenleri Sumerlere dayanır. Bu konuyu Sumer

Matematiği adlı kitabımızda Ur’dan İyonya’ya ve Etrüsk’e kadar adım adım inceledik.

9- Eski çağlar Türk kültüründe Hayat Ağacı kavramı çok önemlidir. Hayat ağacı şaman davullarının

üzerinde bugün bile görülebilir. Aynı simge Sumer zigguratlarının duvarlarında da vardır. Aynı

simgeyle Etrüsk mezarlarında da karşılaşılmıştır. Hayat Ağacı motifi, Sumerleri Türklere ve

Etrüsklere bağlayan önemli bir bulgudur.

Page 17: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

17 17 17 17

Sağdaki resim Sumer tapınaklarındaki hayat ağacı simgesini, soldaki resim ise Etrüsk mezarlarındaki duvar resimlerindeki

hayat ağacı simgesini43

göstermektedir.

10- Etrüsk inanışında koyunun karaciğerindeki lekelere bakılarak kurban sahibinin geleceği üzerinde

kâhinler hüküm verirdi. Bunun için bir koyun alıp tapınağa gitmek yeterliydi. Aynı inanış

Sumerlerde de vardır.

Soldaki resimde Sumerli kâhinlerin kehanet için kullandıkları koyun veya keçi karaciğerinin modeli görülmektedir. Sağdaki

resimde ise Etrüsklü kâhinlerin kullandığı karaciğer modeli görülmektedir44, 45.

Etrüskler, Avrupa’yı uygarlaştırma yolunda ilk adımı atan kavimdir aynı zamanda. İtalya’nın

kuzey bölgeleri bunun kanıtlarıyla doludur. İlk kanalizasyon sistemi, ilk drenaj sistemi, ilk yol, ilk tünel

örneği onlar tarafından yapılmıştır. Mimarlığın ileri uygulamaları sayılan kubbe, tonoz ve kemer ilk

örneklerini de Avrupa’da oraya koyanlar Etrüsklerdir. İlk müzik, ilk şiir, ilk tiyatro gibi sanatlar da

Etrüskler tarafından Avrupa’ya götürülmüştür. Avrupa’daki sulama kanallarının en eski örnekleri de

Etrüsklerin başarı hanesinde yazılı olan işlerdendir. Kısacası, Etrüskler Avrupa’nın uygarlaşmasında

birinci derecede etken rol oynamışlardır. Avrupalı tarihçiler, Etrüsklerin kendi tarihleri üzerinde

oynadıkları rolü çok iyi bilirler. Bu yüzden hem tarih sahnesine çıkışlarının bilinemediğini söylerler

hem de tarih sahnesinden çekilişlerini “buharlaştılar” şeklinde sunarlar. Aynı siyaseti Sumerler için de

yaparlar. Oysa İtalya, Etrüsk eserleriyle doludur. Fakat bu alandaki araştırmalara bütçeden pay

ayırmazlar. Konu üzerinde yatırımların artması halinde Eski Çağlar Türk tarihinin aydınlanacağı aşağı

yukarı anlaşılmıştır. Bu yüzden bu alanı küçümseme siyaseti güderler. Paralarını Anadolu’daki Roma

ve Grek kentlerindeki kazılar için harcarlar.

Page 18: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

18 18 18 18

6 YURCAE’LERDEN TOGARMALARA DİĞER BELGELER ve ÖZET

Bizim bilgimiz 10 bin yıllık Türk tarihinden söz etmeye yetmiyor. Ama Türk adının en eski

kavim adı olarak 4000 veya 4300 yıllık tarih boyunca sürekli olarak yaşayan bir ad olduğunu gösteren

başka kaynaklar ve belgeler mevcuttur.

MÖ 5. yüzyılda yaşamış olan Herodot, Tarih’inde İtil ve Ural arasında yaşayan Yurcae’lerden

söz eder.

Birinci yüzyılda yaşamış olan Romalı Plinius Secondus, Tyrkae’leri anlatır.

Üçüncü yüzyılda yaşamış olan Etikus, Turchi’leri bildirir.

Eski Hint kaynaklarında, Turuşkalar’dan46 (TURUSCHKA) söz edilir. Aynı metinde TURA da yer alır.

Tevrat’ın “Yaradılış Kitabı”nda kuzeyli bir kavim olan Togarmalar vardır.

Bütün ipuçları toparlandığında şu sonuç ortaya çıkmaktadır:

Kimi yerde mezarda,

kimi yerde kayada,

kimi yerde taş kitabede,

kimi yerde tablette,

kimi yerde duvar yazısında,

kimi yerde papirüste,

kimi yerde parşömende,

hepsi ayrı ayrı başarılarıyla, tarihe adını yazdırmış kişiler tarafından,

birbirinden uzak çok farklı yerlerde ve

birbirinden çok farklı zamanlarda,

birbirinden tamamen farklı yazı şekilleriyle yazılmış simgelerin aşağı yukarı aynı sesi

çağırması, tesadüf ihtimalini ortadan kaldırmıyor mu?

Bir başka deyişle, bütün bunların bir arada önümüzde durması rastlantı ihtimaline yer bırakır mı?

Üstelik bütün bu yazıların şifrelerini çözen bilim insanları da farklı farklı insanlar ve farklı

ülkelerde, farklı zamanlarda yaşamışlar, ana dilleri de farklı farklı.

Gözden kaçırılması veya inkârı mümkün olmayacak kadar açık bir şekilde görüldüğü gibi, Türk

adı, tarihin en eski yazılı kaynaklarının hemen hemen hepsinde adı geçen bir kavmin adıdır. Çeşitli

yazı şekilleriyle ortaya çıkmış olması, gerçeği değiştirmez. Yazılış şekillerinde farklar vardır; çünkü

farklı yüzyıllarda farklı kavimlere mensup kimseler tarafından kayda geçirilmişlerdir. Ayrıca söz

konusu olan, Türk adını çağrıştıran simgeleri bulup çıkarmaktır. Artık kimse mezarından kalkıp bu

simgeleri bize okuyamayacak ve dolayısıyla bizim bu simgelerin gerçek ses değerlerini tam olarak

bilmemize imkân yok. Onların şifre anahtarları üzerinden konuşmak mecburiyetindeyiz ve bu diğer

diller için de geçerli.

Örneklerde sıraladığımız gibi, Çin’den Mısır’a, Hindistan’dan Roma’ya kadar Avrasya’nın her

yerinde tarih boyunca Türk adına rastlanmıştır. Bu husus, Türklerin tarihteki öncü rolünü sergileyen

çok önemli bir kanıttır.

Türklerin tarihini altıncı yüzyılda Göktürklerle başlatmak, gerçeğin hiçbir yönünü ifade

etmiyor. Hele hele, Türkiye’de konunun böyle benimsenmesini, geri plandaki ipuçlarının

değerlendirme dışı bırakılmasını yersiz buluyoruz. Bu konuyu eski çağlar tarihi ile ilgili önemsiz bir

ayrıntı veya abartma olarak gören ve göstermeye çalışanlar şunu iyi bilmelidir ki, Batılı tarih

kuramcıları Türk’ten boşalttıkları alanları Hint-Avrupalı kavimlerle doldurmaktadır. Ülkemizde bölücü

Page 19: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

19 19 19 19

emelleri olanların arkasında da söz konusu Hint Avrupacı kuramcılar vardır. Hakkında yeterli bilgi

bulunmayan bazı etnik toplulukların yalan yere Hint Avrupalı olduğunu öne sürerek Türklerle arasını

açmak söz konusu kuramcıların yüz yıldır güttüğü bir davadır.

7 GENEL DEĞERLENDİRME

Orta Asya, Türklerin tarih sahnesine çıktığı anavatandır ve insanlık tarihi boyunca göç

vermiştir. Bunun önde gelen nedeni iklimdir. Buzul Çağı’nda, Avrupa buzlar altındayken, İç Asya’da

ılıman bir iklim vardı. Jeolojik bulgular burada bir iç denizin olduğunu, arkeolojik bulgular ise bu

denizin kıyısında köyler, kentler kurulduğunu kanıtlamaktadır. Kısacası, burada uygarlığın

tomurcuklanması için gerekli şartlar mevcuttu. Fakat zamanla şartların değiştiği anlaşılıyor. Buna Nuh

Tufanı’nı ve depremleri gerekçe olarak gösterenler de vardır, dünyanın ekseninde sapma olduğunu

öne sürenler de vardır. Neden her neyse, bölgede barınan yoğun nüfusa karşılık, kuraklık ve kıtlık baş

gösterince dışa doğru göç başladı. Orta Asya’da insan topluluklarının kıpırdanmaları, itişip kakışmaları,

Kore’den Japonya’ya, Çin’in ücra köşelerine, İran, Mısır, Anadolu ve Kafkasya’ya kadar her yanı

etkilemiş, bu bölgelerin tarihi, Orta Asya’dan göç eden Türk topluluklarının etkinlikleriyle şekillenmiştir.

Uygarlığın gelişmesine bağlı olarak burada konuşulan dil de diğer bölgelerde konuşulan dillere

göre gelişmişti. Söz konusu dil, yaşayan Türkçemize köken teşkil etmiş olan dildir. Bu dil Orta

Asya’dan dünyaya yayılmıştır ve diğer geri dilleri etkilemiş, çocukluk evresini yaşayan dillerin içine

sızmıştır47. Mesela Etrüsk incelemelerinde bunun epey ipucu ortaya çıkmıştır. Tevrat’ta “Önce tek dil

vardı”, denmesinin nedeni olsa olsa bu gerçektir.

Söz konusu göçlerin güneye doğru olanlarında, her zaman zorluklarla karşılaşılırdı. Çünkü

Hazar denizinin güney ucu dağlarla çevrilidir. Bu dağların arkasında ise tarihte derin izler bırakan

büyük güçler bulunuyordu. Olmasa bile aşılmalarında büyük güçlükler vardı. Bundan dolayı, buralara

gitmek her zaman kolayca mümkün olmuyordu. Mümkün olduğu zamanlarda bile büyük ölçekli

topluluklar halinde yola çıkmak gerekiyordu. Oysa Hazar denizinin kuzeyinden gitmek her zaman için

kolaydı. Engel niteliğinde ne bir dağ ne de bir güçlü devlet bulunmaktaydı. Bundan dolayı, en fazla

göç, Karadeniz’in kuzeyinde olmuştur. Pasifik kıyısındaki Kamçatka’dan, Baltık denizine kadar

Avrasya’nın her yanı Türk atları tarafından tarih boyunca çiğnenmiştir. Türk kavimlerinin tarihini

etkilediği en önemli bölge, bundan dolayı, Doğu Avrupa olmuştur. Bölgenin güçsüz ve hatta

savunmasız yapısı, Türk boylarının küçük topluluklar halinde bile bölgeye girebilmelerine imkân

sağlıyordu. Az sayıda fakat örgütlü Türk’ün, çok sayıda fakat örgütsüz yerli uruğlarla karışması, zaman

geçtikçe Türklerin aleyhine dönüyordu. Örgütsüz yerliler, Türklerin kavim adını ve egemenliğini

benimsiyor, buna karşılık, yönetici Türkler ise kalabalıkların içinde eriyordu. Günümüzde, Doğu

Avrupa dillerinde Türkçe kökenli sayısız sözcük olduğu görülüyor. Zamanla, dil etmeninin yanına

Katoliklik ya da Ortodoksluk şeklinde din etmeni eklendi. Bütün bunlar, Avrupa’nın her yanına yayılan

Türk varlığının izlerini bulmayı güçleştirmektedir. Eğer özellikle Macar araştırmacılar olmasaydı, bu

gerçeği belki de bilmeyecektik. Hint Avrupacı kuramları doğrulamak için yola çıkan fakat zamanla

yanlışını gören dürüst bazı araştırmacılar da bu gerçekleri onaylamaktadır.

Orta Asya’dan Avrupa’ya, yazılı belgelere dayanarak bilgi sahibi olduğumuz ilk göç MÖ 7.

yüzyıldaki Sakaların göçüdür. Sakalar, bugünkü Yakut Türklerinin atalarıdır. Yakutlar kendilerine Saka

derler. Onlara Yakut diyenler Ruslardır. Ruslar, bu adı Moğollardan öğrenmiştir. Moğollar, Türkçede

“yağı” (düşman) anlamına gelen sözcüğün çoğulu olarak, Sakalara Yakut, yani “düşmanlar”, derlerdi48.

Bugünkü Yakutların, 2500 yıl önce ana Türk kütlesinden koparak şimdi yaşamakta oldukları

yere geldikleri sanılmaktadır. Onların bu kadar uzun bir süre dünyanın geri kalanından soyutlanmış

olarak çağlar boyunca yaşaması, günümüzün araştırmacılarına eski çağlar Türk tarihi ile ilgili canlı

araştırma imkânları sağlamaktadır.

Page 20: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

20 20 20 20

Herodot, Sakaların Ön Asya’yı Mısır’a kadar yönettiklerini söylemektedir. Gerçekten de

Hakkâri’de bulunan balballar* bölgenin Sakalar tarafından yurt haline getirildiğini göstermektedir.

Van Müzesinde sergilenen Hakkâri Balbalları49

Diğer yandan Ksenephon da, MÖ 4. yüzyıl başlarında yazdığı eserinde Doğu Anadolu’dan,

Saka ülkesi olarak söz eder. Sakalara İskit diyen Greklerdir. Sözcük de Saka sözcüğünün Grekleştirilmiş

şeklinden başka bir şey değildir.

Sakaların Avrupa tarihi üzerindeki baskın rolü, tarihçiler tarafından genel kabul görür. Hint

Avrupacılar, İskitleri Hint Avrupalı yaparak kendi “kuramsal” tarihlerine derinlik kazandırmak isterler.

Oysa bazı Alman araştırmacılar, bu konudaki gerçekleri doğru ifade etmekten çekinmemişlerdir.

Viyanalı etnolog Koppers, Avrupa’daki Türk etkinliğini şöyle ifade etmiştir50:

“Evvelâ bütün devletler hayvan besleyen nomad kültürün Orta Asya‟dan çıktığını göstermektedir

ve diğer taraftan İndo-Germenlerin bu kültürünü yaratıcısı olmayıp, ilk kabul edenleri bulunduğu aynı

derecede aydınlatılmıştır. Daha sonraki araştırmalar bu hayvan besleyen nomad kültürün Orta Asya‟da

Türkler tarafından değil, Proto-Türk hatta Pre-Türk (yani müşterek Altaylı aile) tarafından

yaratılabildiğini gösterse bile, bu hakikatin mahiyetini değiştirmez...

Asıl İndo-Germenliğin medeniyet unsurları tetkik edilirse, bu medeniyetin en fazla hayvan besleyen

bir karakter taşıdığı ve Türklerle çok sıkı münasebetleri olduğu anlaşılır.”

Bir başka Viyanalı araştırmacı Osvald Menghin, “Dünya Tarihinde Ural Altaylılar”, adlı

eserinde şöyle demektedir51:

“Ural Altaylılar (tabiidir ki başlıca Türkler) iki bakımdan dünya tarihinde belirleyici bir rol

oynamışlardır: Hayvan beslemeyi istihsal* ve tekemmül ettirme* ile iktisadî ve yüksek teşkilatçılık

kabiliyeti ile içtimai* bakımdan... En eski yüksek medeniyetler dahi, önceden çalışkan, ziraatçı, fakat devlet

kurmaktaki kabiliyetsiz halkların yerleştiği büyük nehir ovalarında savaşçı göçebe (yani atlı nomad)

halkların hücumundan sonra doğmuştur.

Dünyanın kuvvetli ve devamlı devletler kurulmuş her tarafında da hayvan besleyen unsurun rol

oynadığını görürüz.

Araştırmalarımızın sonucu, bu unsurun her zaman (Ural)-Altaylılara bağlı olduğunu gösterir.

Devlet kurma kabiliyetinin niçin bilhassa (Ural)-Altay halklarına verilmiş olduğu sualine karşı cevap pek

basittir: (Ural)-Altay halklarının iki büyük yaratıcılığı arasında dâhili bir bağ görmek mümkündür. Büyük

sürülerin bakım ve idaresi, geniş yerlerde göçebelik, otlak yerleri ve mülkiyet hakkı için önüne geçilemez

* Balballar: Eski Türklerde ölen kahramanın mezarının başına dikilen taş. Bu taş, mezarın, kutsal yön olarak kabul edilen

doğusuna dikilirdi. Balbal bir insanmış gibi kabul edilir, öbür dünyada kahramana hizmet edeceğine inanılırdı. * İstihsal: meydana getirme, tekemmül: olgunlaştırma, içtimai: toplumsal, hassa: bir kimseye veya şeye mahsus hal.

Page 21: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

21 21 21 21

kavgalar, oymak teşkilatları, hayvan besleyen göçebelik hayatı ile derinden bağlı olan bütün bu

saydıklarımız, zarurî olarak, insanların görüş ufkunu genişletir. Kahramanlığı, kabile neslini tanımayı,

beylik gururunu, teşkilatçılığı yani kurmak için lazım olan hassaları* yükseltirler.

Böyle ruhu taşıyan insanlar, ziraat yapan halkları basınca ve sürülerin varlığını da temin

edebilecek bir daimi yerleşme ihtimali gelince, doğuştan bir reis ve devlet kurucu olabiliyorlardı.”

Avrupalı tarihçilerin eserlerinden aktarılan bu gibi sözler, nomad kavimlerin, yani göçebelerin

insanlığın ufkunu nasıl genişlettiğini, teşkilatçılık konusunda Avrupa’ya örnek oluşlarını anlatır.

Avrupalılar, “kendi tarihlerini bağlamak istedikleri Greklerde üç kişi bir fikir etrafında birleşemezken”,

Türklerin at sırtında büyük devletler kurmaları, teşkilatçılıkta en üst düzeyi tutturmaları tarihçiler

tarafından çok dikkatli incelenmelidir. Bu nokta önemlidir. Çünkü astarını yüzüne getirecek derecede

tamamen haksız olarak, göçebeliği toplumsal evrimin en gerisine atmışlar, Orta Asya’daki Sovyet

emperyalizmini, Türkistan halklarının tarihin içine çekilmesi şeklinde laf salatalarıyla aklamak

istemişlerdir. Bu gibi sözler, emperyalizmin hizmetine sunulmuş sözlerdir. Avrupalılar, dünya üzerinde

egemenlik kurma yoluna girdiklerinde, söz konusu egemenliği aklayıcı söylemler geliştirmişler ve

bunları sözde bilimsel kalıplara dökmüşlerdir. Kendini antiemperyalist sayarken, bu zokayı yutmuş

birçok memleket evladını, bizzat veya yazılarından tanıyoruz. Oysa Eski çağlara ait arkeolojik

bulguların önemli bir bölümü Sumerlere, Sakalara, Etrüsklere, Hunlara, Bulgarlara, Hazarlara,

Avarlara, Uzlara, Peçeneklere aittir ve pek çoğu Avrupa müzelerini süslemektedir. Kaya üstlerine

çizilmiş binlerce resim hala yerlerinde duruyor. Sadece Moğolistan’da Türk tarihine ışık tutan 80’e

yakın yazıt vardır. Yenisey bölgesindeki yazıtların sayısı 350’i buluyor. Bu sayı, Kırgızistan

topraklarında (Talas ve Koçkor) 50’yi bulur. Kazakistan, Özbekistan ve Tacikistan sınırları içinde

müzelerde 60’dan fazla yazıt sergileniyor. Doğu Türkistan’da mağara veya tapınaklarda Türklerin

tarihini anlatan sayısız belge vardır. Uralların batısı ve İtalya’dan İskandinavya’ya kadar her yer yine

Türklere ve akraba kavimlere ait, üstün bir uygarlığın bütün izlerini taşıyan kanıtlarla doludur.

Türk soylu kavimlerin İskandinavya ile olan ilgilerine de kısaca değinelim.

Milattan önceki son belirgin toplu göç dalgası, Fin-Oğurlar’ın göçüdür. Oğurlar, Finlerin doğu

koluna denir. Bunlar, Oğuzların batıdaki akrabalarıdır52. Söz konusu göçler, büyük ihtimalle MÖ 1.

yüzyılda başlamış ve iki yüzyıl sürmüştür. Bugünkü Finlandiya bölgesine yerleşen topluluklar, burayı

yerleşim bölgesi haline getirmişlerdir. Buralarda o çağlarda hemen hemen hiç yerleşim yoktu. Bunun

yanında, Baltık denizi kıyıları boyunca güneye doğru da yerleşimler sürdü. Buralarda günümüzde de

Fin-Oğur dil öbeğinden birçok dil ve lehçe konuşulmaktadır. Ne var ki, günümüzde Fince dışındaki

diğer dil ve lehçeler Rusça içinde erimektedir. Bölgenin Rus yönetimi altındaki kısmında hâlen

sürmekte olan bir Ruslaşma-Ruslaştırma olgusu görülmektedir.

Türklerin göçebeliği ve toplumsal evrimin geri halkasını teşkil ettiklerine dair vurgu üstüne

vurgu yapanların gözden kaçırmaya çalıştıkları bir konuda Türkler tarafından kurulmuş olan

kentlerdir. Türk dili ile yakın ilgisi münasebetiyle bütün Sumer kentlerini örnek gösteriyoruz. Ayrıca

yukarıda söz ettiğimiz yazıtlarda adı geçen birçok kent vardır. Eski Türk yazıtlarında balık(ğ), balgat,

balgasun, kent, çent, uluş ve il adıyla ifade edilen şehirlerin kalıntıları arkeologların yakın ilgisini

beklemektedir. Söz konusu kentlerde saraylar, surlar, gözetleme kuleleri, dikili taşlar, döşemeler,

künkler, kiremitler, sulama kanalları; taştan, metalden, ahşaptan ve seramikten yapılmış eşya

buluntuları söz konusu kültürün derin bir geçmişi olduğunu hemen akla getirmektedir. Bir eserde, İç

Asya’da Türklerin yaşadığı kentlerin adlarını veren listedeki kent adlarını şöyle sıralayabiliriz53:

“Beş Balık, Togu Balık, Bavıl Balık, Bay Balık, Ordu Balıg (Kaş Balık, Kaşgar, Ka-Şa), Kuz Balık,

(Ordu Kent, Kuz Ordu, Kuz Uluş, Balagasun), Can Balık, Çakuk Balık, Yengi Balık, Barçınlıg Kent, Man

Kent, Öz Kent, Taş Kent, Tün Kent, Semiz Kent (Senirkent), Süt Kent, yegen Kent, Temir Kapıg, Turfan,

Page 22: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

22 22 22 22

Bukarak (Buhara), Suğnak, Karnak, Barçuk, Karaçuk, Kazvin, Kinküt, Koçungar Başı (Koçgar), Kuça,

Argu, Aşnaş, Sayram, Savran, Talas, Taraz, Sûyab, Cend, Yafınç, Yafgu, Almalıg, Altun Kır, Altındağ,

Altun Tepe, Çuy Tepe, Turtkul Tepe, Çardan, Bayırkum, Balu, Barsgan, Barhan, İşkan, Kençek Sengir,

Yesi, Ribatat … vd”

Bu listeye ek olarak Etrüsk kentlerini ve Karadeniz’in kuzeyinde yer alan kentleri (Kiev, Saray,

Sarkel, Bulgar, Kazan, Samandar, Balanjar, İtil) de eklemek gerek. Bütün buların hepsi hala toprak

altında Türk tarihinin sırlarını saklamaktadır.

Tebliğimize son vermeden önce son olarak, okuyucumuzun aklına takılacağını düşündüğümüz

son bir konuya daha kısaca değinmek istiyoruz. Türklerin kendilerine ait rapor veya kitap gibi hiç yazılı

belgesi yok muydu? Vardı. Karadeniz’in kuzeyinde ve Türkistan’da Türkler tarafından yazılı belgeler

Kazan Kütüphanesi’nde toplanmıştı. Ruslar 1552 yılında Kazan’ı hile ile aldığında kütüphaneyi

tamamen yaktılar. Bunu yaparlarken, herhangi bir Rus tarafından yazılmış tek bir kitapları yoktu. Bir

Rus’un yazdığı ilk kitap, 1763 yılında Lomonosov adlı biri tarafından yazılmış olan kitaptır. Yani Kazan

Kütüphanesi’nin yakılmasından 210 yıl sonra. Kütüphanenin yakılmasından maksat, kültürel olarak

Türk varlığını çökertmekti. Nitekim Kilise Avrupa üzerinde nereyi denetim altına aldıysa, orada ele

geçirdiği eski kitapların hepsini yakmıştır. Ortodoksluk ideolojini devlet politikası haline getiren

Rusların yaptığı da hocasından gördüğüdür.

Batı dünyası bu gerçekleri göz ardı ederek, kendi ataları tarafından yok edilmiş olan kültür

değerlerini unutarak, göçebenin kitabı, arşivi yoktu, bunları Avrupalılardan öğrendiler, demektedir.

Oysa tarih söz konusu olduğunda tamamen tersi doğrudur.

Sıradaki soru, Avrupalı kavimler karşısında bu kadar gerilemenin nasıl mümkün olduğudur. Bu

soruyu, entelektüellerimizin cevabını aramak zorunda olduğu en değerli sorulardan biri olarak

aklımızın bir köşesinde daima yaşatmalıyız. Bunu açıklamak için sürdürülen çabalara katılmalıyız ve

destek olmalıyız.

NOTLAR 1 a. g. e. 1. Cilt, sayfa 150 2 Ahmet Hamdi Başer, Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, 1945, sayfa 114 3 Recaizade Mahmut Ekrem, Araba Sevdası, Say Yayınları 4 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, İletişim Yayınları, 5 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 234-235 6 Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı, sayfa 192 7 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 238 8 Anabritannica, 2. Cilt, sayfa 420 9 Neşet Çağatay, Prof. Dr, İslam Döneminde Arap Tarihi, Tarih Kurumu, 1989 10 İbrahim Okur, Arsızlık ve Kültür/ Batının Kültürü Dış Politikasını Nasıl Yönlendiriyor?, 2002, sayfa 60 11 D. Ahsen Batur, Kürdoloji Yalanları, Selenge Yayınları, 2011, sayfa 237 12 Aydın Taneri, Prof. Dr., Türk Devlet Geleneği, Milli Eğitim Bakanlığı, 1993, sayfa 70 13 Grolier Ansiklopedisi, 6. Cilt, sayfa 284 14 AnaBritannica, 13. Cilt, sayfa 255 15 Grigory Tomski, Attila, İlk Avrupalı, Papirus Yayınları, 2005 16 Laszlo Rasonyi, Tarihte Türklük, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1971, sayfa 70 17 Herbert Heaton, Avrupa İktisat Tarihi, İmge Yayınevi, 1995, sayfa 80 18 AnaBritannica, 16. Cilt, sayfa 361 19 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi 1, Türk Tarih Kurumu, 2010, sayfa 5

Page 23: Türklüğün tarihteki derinliği üzerine

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR İBRAHİM OKUR www.ibrahimokur.com www.facebook.com/ibrahimokurkitaplari www.ibrahimokur.com

23 23 23 23

20 Muazzez İlmiye Çığ, Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kurumu, sayfa117

21 http://www.google.com.tr/imgres?q=Arkeology:+the+city+of+Mari+map 22 Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sumer-Türkmen Bağları, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2004, sayfa 125 23 Büyük Larousse, Sözlük ve Ansiklopedisi, 13. Cilt, Gelişim Yayınları, sayfa 7804 24 AnaBritannica, 22. Cilt, sayfa 344 25 Ekrem Memiş, Eski Çağ Türkiye Tarihi, sayfa 33 26 Ekrem Memiş, Prof. Dr., Etrüsk Kavminin Oluşumunda Troyalıların ve İskitlerin (Sakalar) Rolü adlı makalesi;

Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kurumu, sayfa108 27 http://tr.wikipedia.org/wiki/Merneptah_Steli 28 Ekrem Memiş, Eski Çağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 2001, sayfa 164 29 http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c4/Merneptah_Israel_Stele_Cairo.JPG 30 http://www.google.com.tr/imgres?q=Sea+Battles+of+Rameses+III 31 http://www.museumphotography.com/Habupage/habu.htm 32 http://2mi3.files.wordpress.com/2009/04/aeneas-4.jpg 33 Halil Demircioğlu, Prof. Dr. Roma Tarihi, 1. Cilt, 3. Baskı, 1993, sayfa 37 34 http://www.google.com.tr/imgres?q=romus+ve+romulus 35 Halil Demircioğlu, Prof. Dr. Roma Tarihi, 1. Cilt, 3. Baskı, 1993, sayfa 38 36 Asım Tanış, İtalyanca Türkçe Sözlük, İnkılâp Yayınevi, 1986 37 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 334 38 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 338 39 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 338 40 Birgit Brandau, Troia, Arkadaş Yayınları, 2002, sayfa 343 41 Herodot, Tarih, Remzi Kitabevi, 1991, sayfa 47 42 M. Ünal Mutlu, Sumerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir, Tarihten Bir Kesit/ Etrüskler,

2008, T. Tarih Kurumu, s. 137-159 43 http://www.google.com.tr/imgres?q=Etr%C3%BCsk+sanat%C4%B1&um=1&hl=tr&biw=1366&bih=621 44http://paleoglot.blogspot.com/2009/07/identity-of-etruscan-god-tecum.html 45 http://www.google.com.tr/imgres?q=ancient+liver+oracle 46 Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Tarih Kurumu Yayınları, 1987, sayfa 71 47 M. Ünal Mutlu, Sumerce ve Etrüskçe Arkaik Türk Dilleridir, Tarihten Bir Kesit/ Etrüskler, 2008, T. Tarih K., s. 119 48 Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2000, s. 25 49 http://www.google.com.tr/imgres?q=hakkarideki+balballar 50 Laszlo Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük, Selenge Yayınları, 2006, sayfa 37 51 Laszlo Rasonyi, Doğu Avrupa’da Türklük, Selenge Yayınları, 2006, sayfa 36 52 Osman Karatay, Hırvat Ulusunun Oluşumu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2000, sayfa 98 53 Cengiz Akyılmaz, Eski Türk Uygarlık Eserleri, Tarihten Bir Kesit Etrüskler, Sempozyum Bildirileri, Tarih Kur, s. 192