ubat / 2007 · 2017-01-03 · tarihi İyi okumak her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi...

88
1 Şubat / 2007

Upload: others

Post on 12-Jan-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

1Şubat / 2007

Page 2: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

2 Somuncu Baba

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır.

KurucusuA.Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli

ISSN: 1302-0803

YIL: 13 SAYI: 77

Mart 2007

Basım Tarihi: 01 Mart 2007

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz SahibiSebahaddin ATEŞ

Genel Yayın Yönetmeniİsmail PALAKOĞLU

Yazı İşleri MüdürüHulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Tanıtım ve Halkla İlişkilerMelek ATALAY

Sanat Yönetmeni Serkan ÖZTÜRK

Grafik / Tasarım ve UygulamaMuharrem AKINEmre AYDOĞANSamet ŞAHİNASLAN

Kapak Resim Kurtuluş Savaşı Müzesi Arşivinden

Arka Kapak EbruHikmet BARUTCUGİL

Tashihİbrahim ŞAHİNYusuf HALICI

ArşivSabit DEMİR

Somuncu BabaAylık İlim - Kültür ve Edebiyat Dergisi

77M a r t2007Fiyatı: 6 YTL

İ ç i n d e k i l e r

13 Mart 624’den Zihinlerde Kalanlar

“İlkleri ve ilginçlikleri barındıran bu savaşta dikkat çekici bir husus da şu idi: İki tarafın askerlerinden çoğu birbiriyle akrabaydı.”

Tarih Şuuru“Milli şuuru uyanık tutmak, onu yükseltmek, top-lumumuzun müşterek sorumluluğu içerisindedir.”

Geçmişi, Tarih Bilinci ile İbretle Okumak!

“Elbette onların hikâyelerinde akıl sahipleri için ibret vardır.

Bu Kur’an, uydurulacak bir söz değildir; ancak kendinden

önceki Hak Kitabının doğrulanması, her şeyin

açıklaması; inananlar için bir kılavuz ve rahmettir.”

8

2814

Page 3: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Abone İşleri ve Reklamİsmail Hakkı ÖZBAYAhmet Hulûsi KÖMÜRCÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-PazarlamaVİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYATel:(422) 615 15 00 Fax:(422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım DPP

CTP - Kalıp Çıkış Bizim Repro: (312) 341 10 20 - 21

Baskı & ÜretimAjans Türk Basın ve Basım Sanayi A.Şİstanbul Yolu 7. Km. Necdet Evliyagil Cad.No: 24 Batıkent / ANKARA Tel: 0 (312) 278 08 24

FiyatTek Sayı : 6 YTLKurum Abone : 100 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 60 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 60 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 5 EUROAvrupa Harici Yurtdışı Abone : 90 USD

Posta Çeki (Darende Postanesi): 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001

İrtibat Telefonları

Unutulmayacak Bir İsim Ahmet Şemsettin Ateş

“Gönül Ehliydi. Sevdiğini gö-nülden sever, ama açığa vur-mazdı. Onun her şeyi sevdiği dostları ve arkadaşlarıydı.”

Çocukların Arkadaşlık Kurmalarına Nasıl Yardımcı Olmalı?

“Çocuklar yönlendirmeye ihtiyaç duydukları kadar, kendi kararlarının bazılarını kendileri vermesine de ihtiyaç duyarlar.”

Stratejik Önemi Bakımından Çanakkale Zaferi

“Türk askerinin, cephede zaman zaman düşmanın ne denli acımasız, gaddar ve hatta canavarlık sınır-larını aşan davranışlarını bildiği halde, kendisine esir düşen düşmanına bir misafir gibi davranması, bu milletin manevî unsurlarından kaynaklanmaktadır.”

44

54 72

3Mart / 2007

Page 4: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Tarihi İyi OkumakHer milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi

ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme ve yönlendirmeler hayata geçirilir. Yaşanmış hadi-selerden iyi ve güzel olanlar hatırlandıkça heyecanlanırız. Olumsuz ve kötü durumlar hatırlanınca üzülür, bundan ib-ret alırız. Geçmişte yaşanmış olumsuzlukları tekrarlamamak, aynı hatalara düşmemek tarihi iyi okumak, tarih şuurunu iyi kazanmakla mümkündür. Maalesef bunu iyi yaptığımız söylenemez. İdeal yapılması gereken budur ama, nedense tarih hafızamız çoğu zaman dumura uğrar, yine aynı şeyleri bizden öncekilerin yaptığı gibi yaparız. Bunu hatırlatan Meh-met Akif şöyle demiştir:

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlarHiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi

Tarih, çok önemli ve mühimdir. Çünkü, tarih şuurunu kavrayamayan ve tarihini yeni nesillerine iyi öğretemeyen bir millet, tarih sahnesinden silinir. Tarih, bunun nice örnek-leriyle doludur.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi çeşitli sohbetlerinde ta-rihî kişiler ve hadiselerden bahsederdi. İbret alınması gerek-tiğini vurgular, konuya dikkat çekerdi.

Güvenilir insanların en önemli meziyetlerinden biri de söz tutmalarıdır. Büyük insanların civarında bulunan kim-selerin emirleri yerine getirmek hususunda hiç tereddüt et-memesi gerektiğini Osman Hulûsi Efendi bir sohbetlerinde unutulmaz bir örnekle şöyle anlatır: “Ayaz, zamanın padişahı Mahmud-ı Gaznevî’nin veziri idi. Padişah, Ayaz’ı çok sever-di. Diğer vezirler de onu kıskanırlardı. Padişah, bir gün vezir-lerini topladı, hazineden de en kıymetli mücevheri getirtti. Vezirlerine bu mücevheri sırayla vererek, kırın dedi. Hiçbiri o değerli mücevheri yere vurup kırmadı. ‘Ayaz onu yere vur kır’ der demez, Ayaz mücevheri yere çalmasıyla, mücevher parçalandı. Bütün vezirler içlerinden sevinerek, ‘Şimdi padi-şah Ayaz’ın kellesini alır’ dedi. Padişah hemen: ‘Ne yaptın Ayaz, mücevheri parçaladın, böyle kıymetli bir mücevher, kırılır mı?’ dedi. Ayaz da: ‘Evet padişahım, bu mücevher çok kıymetli idi, fakat sizin yere vur, kır demeniz var ya, bunun gibi binlerce mücevherden daha kıymetlidir. Onun için kır-dım, sizin emrinizden daha kıymetli, ne olabilir padişahım’ dedi. Bunun üzerine padişah diğer vezirlere: ‘Görüyor mu-sunuz bu Ayaz’ı niçin çok sevdiğimizi şimdi anladınız mı?’ dedi. Arkasından da bütün vezirlerin boynunun vurulmasını emretti. Ayaz hemen padişahın eline sarıldı: ‘Aman padişa-hım bunları bağışla, eğer bağışlamayacaksan, önce benim boynumu vurdurun’ dedi. Padişah vezirlere: ‘Bakın siz bu

SummaryUnderstanding the History

All the documents and information that reflect the past of a nation as a mirror is called

as history. Looking at these mirrors all the orientations and directions about the future

are implemented.

We get excited as long as the nice and satisfactory incidents are remembered among the experienced ones; we become sorrowful

and learn a lesson from the mishaps when the negative and grievous events remembered. In order not to repeat the mistakes occurred in the past, we should learn the history better

and be aware of it.

The history is really important because the nations who can’t have the history awareness and can’t teach it to the new generations are

deleted from the history scene.

One of the most important virtues of trustworthy people is to do what is said to them. Osman Hulusi Efendi told the

importance of not hesitating in doing the commands of seniors for the ones living

around them.

In this volume of the periodical, we endeavored to remind our readers of the

historical awareness and to cite our martyrs and seniors who were recorded in history in

excellence.

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

77M a r t2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Tarihi İbretle Okumak

Dergisi Hediyesi...

Çanakkale ve Mehmet Akif

Başyazı...

4 Somuncu Baba

Page 5: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

5Mart / 2007

arkadaşınızı kıskandığınızdan onun ayağını kaydırmaya çalışıyordunuz, bu ise sizin affınızı istiyor’ dedi. Sonra da onları Ayaz’a bağışladı.

Oğul söz tutmak lazım, Uhud Savaşı’nda Resulullah (s.a.v.) Efendimiz okçulara tekrar tekrar: ‘Biz galip de ol-sak, mağlup da olsak, sizler yerlerinizi terketmeyecek-siniz’ diye emrettiği hâlde, savaşta sahabelerin üstünlük sağladığı bir sırada, okçulardan bazıları, ‘Bu iş bitti, biz de ganimetten istifade edelim’ diye yerlerinden ayrı-lınca, bazıları onları ikaz ettiler: ‘Arkadaşlar Resulullah (s.a.v.) bize ne emretti, etmeyin, yapmayın, biz yerimizi terk etmeyelim’ diye uyarmasına rağmen tepeden ayrıl-dılar. Bunun üzerine müşrik orduları arkadan dolaşarak, sahabeyi kiramdan yetmiş kişinin şehit olmasına sebep oldu. Oğul söz tutmak gerekir.”

Hulûsi Efendi’nin bir sohbette buyurduğu şu sözleri de dikkatle okunmalıdır:

“Cenab-ı Allah pek çok sure ve ayetlerde emirlerini tarihî vak’aları hatırlatarak anlatır. Meselâ her vakit na-mazda okumaya çalıştığımız Fil ve Kureyş sureleri bun-lara birer örnektir.

Her insanın da bir geçmişi vardır. Bu bir tarihtir. Ba-bası belli olmayan kişilere ne söylendiğini bilirsiniz. Ci-billiyet, geçmiş çok önemlidir. Ot çekilir köküne bakılır. Tarihini bilmeyen, onu yaşatıp koruyamayan geleceğini de kuramaz ve koruyamaz. Tarihimizde Alpaslan, Fatih, Kanunî’ler ve İstiklâl Harbindeki kumandanlarımız ve si-lah arkadaşları da öyledir. Bunların hepsi de vatanımız için, hürriyetimiz için, geleceğimiz için, canlarını ortaya koymuş kahramanlardır. Hepsini rahmet ve şükranla yâd etmek, dualarla anmak gerekir…”

Biz de dergimizin bu sayısında okuyucularımıza tarihî şuur açısından hatırlatmalarda bulunmaya, tarihe ismini güzellikle yazdıran şehitlerimizi ve büyüklerimizi hayırla yâd etmeye gayret ettik.

Ayrıca Kıymetli okuyucular!

Geçtiğimiz ay içerisinde Mısır’a yaptığımız ziyaret neticesinde Mısır’ın farklı Üniversitelerinde görev yapan üç Profesörden oluşan ilim heyeti tarafından; Vakfımızın Kurucusu Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin hayatı ve eserlerinin Arapça’ya çevrileceği müjdesini sizlerle pay-laşmak istiyorum.

Selam ve muhabbetle efendim…

İçindekilerMektûbât-ı Hulûsî-i DarendevîEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ..........................6Geçmişi, Tarih Bilinci ile İbretle Okumak!Prof. Dr. Ali AKPINAR ...............................................8En Kutlu TarihAhmet EFE ..............................................................13Tarih ŞuuruResul KESENCELİ ....................................................14Gönüllerde Sadece O’nun Adı KalsınProf. Dr. Mehmet AKKUŞ .......................................16Kurtuluş Savaşına Katılan Din Bilginleri ve TekkelerDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE ..........................................18Süleymaniye’de Bir PadişahMehmet SERTPOLAT ..............................................22‘Cihanın Zübdesi’ Vaktin OğluSadık YALSIZUÇANLAR ..........................................2413 Mart 624’den Zihinlerde KalanlarDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM .......................................28Paslanmış Kalplere ÖğütlerAbdullah ŞANLIDAĞ...............................................34Doç. Dr. Said Öztürk: “Tarih; Deniz Feneri Gibidir, Geminizin Karaya Oturmasını Engeller”İbrahim YARIŞ ........................................................36Abdullah b. Ebî HadredDoç. Dr. Bünyamin ERUL .......................................43Unutulmayacak Bir İsim Ahmet Şemsettin AteşMusa TEKTAŞ .........................................................44Doğunun Özgün Sanatı İslâm TıbbıDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA ............................49Stratejik Önemi Bakımından Çanakkale ZaferiYard. Doç. Dr. Mehmet TAŞTEMİR .........................54El-Muazzama Tren İstasyonunda Bir Şair..Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ .................................60Çanakkale İçimde Kaç Misâle BürünürM. İlyas SUBAŞI ......................................................63“Çanakkale İçinde...”Mustafa ÖZÇELİK ...................................................64Göz Gördü Kalem YazdıVedat Ali TOK ........................................................68Mehmet Âkif ve ÇanakkaleBekir OĞUZBAŞARAN ...........................................70Çocukların Arkadaşlık Kurmalarına Nasıl Yardımcı Olmalı?Doç. Dr. Sefa SAYGILI ............................................72Hasan-ı Basrî (k.s.)İbrahim ŞAHİN .......................................................74Tarihi AnlamakHilal Sebahat ÖZCAN .............................................76Küçük ŞehidimRaziye SAĞLAM ......................................................78ÇanakkaleFazıl Ahmet BAHADIR ............................................81Sahibinin Koruduğu İsim(ler)Ümit Zeynep KAYABAŞ ..........................................82Kolesterol Dengesinde Yağ Seçiminin ÖnemiŞ. Adil AYDIN .........................................................84Gönülden İkramlarMesude SARI ..........................................................86

[email protected]

Page 6: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

6 Somuncu Baba

Mektubunun ardından telgrafını da al-mıştım. İnsanlık gereği, şefkat eserlerinin neticesi olarak bazan hatırına dokunsa da, sizi koruma ve kollamada, kucağında avutan baba, anne ve sevdiklerinizden çok daha şefkatli ve merhametli, saadet hazi-nesinin sahibinin himayesindesin.

Sana yakışan şu ki; her arzu ve maksadı onun gönlünü almaya , onun rızasını elde etmeye yönelik olup başkaca bir endişe ve meşguliyet seni hayali cihan değer anlarını aklından, gönlünden çıkarmasına vesile ol-masın, zamanlarını boş yere harcamasın.

Baba ve annenin varlığı senin varlık se-bebindir. Asıl selamet ve kurtuluş, manevî hayatının ebedî ve ilahî olmasıdır. O da, bilirsen, yakınlık şerefiyle mesud olduğun, Allah’u Teala’nın (c.c.) yüce sıfatlarının yardımlarının nazarı altında bulunduğun müddetçe mümkündür. Hülasa, onun hoş-nutluğunu kazandığın sürece Yüce Allah’ın zatına da yakın olursun. Bundan başka emellerin peşinden koşmak, seni asıl mak-sadına ulaştırmaz. Ancak hayal sahifesini yıpratmaktan başka bir emele erişemezsin. Her yönden o altın kalpli, merhametli yüce insanın rızası, bizim rızamızı gözetmekten

daha yüce ve daha güzeldir. Ömrün ol-dukça bir an bile onun rızasının dışında hareket etme. Bir lahza bile gönlüne hoş gelmeyecek şeyleri yapma. İşte bizim rıza-mız budur. Gönlümüz bunu arzu eder.

Yüce Allah (c.c.) Hazretleri de ana ba-baya hizmet ve hürmette söz tutanları, ve-falıları dünya ve ahirette aziz tutup mu-hakkak râzı olacaktır. Bu bir fırsattır ki, aziz bir ganimettir. Birgün ansızın o izzetin en üst noktasında , saadetten, bu kutluluğun gölgesinden ayrı düşersin de pişmanlık fayda etmez. Sana onun mübarek ayağına toprak olmak şerefi, bu her yönüyle hara-be mülke sultan olmaktan daha şerefli ve daha saadetlidir. Ne mutlu o kimselere ki nefes nefes Allah’ın mükemmel ve mutlak güzelliğini seyrederler. Artık insaf olmaz ki, o güzel anın seyrinde hayran olan göz, ve sevgisiyle dolan öz, başkasının hayalinin yadıyla onu anmakla gam çekip ve yaş döke.

Onun himmetleri sayesinde sağlık ve sıhhatteyiz.Yüce ayaklarını bastıkları topra-ğa yüz ve gözlerinizi sürerek öpüp her an lütuf ve ihsanlarının, sevgilerinin muhtacı olduğumuzu arz et. Bu kadarla yetinirim.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Yirmibirinci Mektup

Page 7: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

7Şubat / 2007

Ey zülf-i semende bağlu mecnûn Ey Leylî hayâlile diğer-gûn

Ey gül-bün-i gonca-i siyâdetÂyine-i dilber-i melâhat

Râzın dil-i cânıma yetüpdürZârın da figânıma yetüpdür

Mektûbunu ciger pâre yazsunBaştan başa hep şerâre yazsun Göz gördüğü demde ağlayupdurHer cânibe eşki çağlayupdur Sînemde biriken hicrân-ı ser-encâmNe gönüle ne câna verir ârâm

Ammâ nider ihtiyârı yokdurSabrınca ede karârı yokdur

Yazmış ezelîde kilk-i takdîrZencîre Mecnûn Mecnûn’a zencîr Kimden kime idelim bahâne

Cân vermekle yetelim câna

Peymâne-i gam bizimle dâimVîrâne-i gam bizimle dâim

Derd gâyetine yetince dertliDermân ile olmalı diyetli

Meydâna girince âşık-ı hak-bînFikrinde olmaya gam-ı kevneyn

Mihnet yüküne isterim tâbYa tâbca mihnet ya mihnetimce tâb

Vîrân olası bu beyt-i ahzânGüldürmedi bir dem virüp ârâm

Azâde iken yürütdü gamlarHer lâhza(da) mihnet ü sitemler

* Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr Cemil GÜLSEREN

Page 8: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Fotoğraf: Muhammed GülserenYer: Balıklı Göl / Şanlıurfa

8 Somuncu Baba

Page 9: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

H ayat kitabımız Kur’an, bizi hayata hazırlarken geçmiş toplumların hayatlarından kesitler sunar. Onlardan ibret

almamız için, onların düştüğü kötü durumlara düşüp acıklı son-larla karşılaşmamak için, geçmişe dair pek çok kıssa anlatır.

Kıssa kelimesi bir kimsenin izini sürüp ardınca takip edip git-mek, bir kimseye bir haber veya sözü beyan edip bildirmek, bir şeyi makasla kesmek, kırpmak, göğüs veya göğüs kemiği anlam-larına gelir.1 Kur’an’da, “kıssa” kavramı ile “geçmiş eserlerin iz-lerini ortaya çıkarmak, bu suretle insanların unutmuş oldukları veya gafil oldukları olayları dikkatleri üzerlerinde yoğunlaştır-mak”2 gibi hususların anlaşıldığını söylemek mümkündür.

Kur’an’da bu bağlamda anlatılan ve vuku bulmama ihtimali de olan hayalî olaylar için kullanılan “hikâye” tabirini, Kur’an Kıssaları yerine kullanmak doğru ve uygun olmasa gerektir. Çünkü kıssa kelimesi; hem Allah’ın Hz. Peygamber’e bildirdiği, geçmişte hakikaten yaşanmış, vuku bulmuş, ancak unutulmuş ama izlenmeye/anlatılmaya değer olayları doğru bir biçimde bildirmeyi, hem de peygamberlerden birisi tarafından ümme-tine aktarılan, bildirilen hadiseleri kapsayan ve insanların ders almalarını amaçlayan bir anlatım tarzını ifade eden kuşatıcı bir kelimedir.

Kur’an kıssaları, Kur’an’a özgü bir uslupla bize anlatılır. Bizi ilgilendiren yönleriyle, bize ders verecek şekilde anlatılır. Kur’an, bir tarih kitabı değildir. Bu yüzden anlatılan kıssalar, kronolojik bir sıra ile anlatılmaz. Olayların geçtiği yerler, olayın zamanı ve kahramanları hakkında ayrıntılara yer verilmez. Anlatılanlar, ha-yal mahsülü şeyler değil, yaşanmış gerçek olaylardır.

Geçmişi, Tarih Bilinci ile İbretle Okumak!

İlim ve HayatProf. Dr. Ali AKPINAR

“N

9Mart / 2007

“Yüce Allah’ın erişilmez kudreti

karşısında, insanların acziyetini açıklar.

Hak edenlere Allah’ın yardımının her zaman

geleceğini, eninde sonunda kazananların

inananlar olduğunu müjdeler. Dünya ve

Ahirette kaybedenlerin ise, şeytan ve onun

adımına uyanlar oduğunu haber verir. “

Page 10: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

10 Somuncu Baba

Kur’an Kıssalarının Özellikleri ve Hedefleri:

Kur’an’da anlatılan kıssalar, geçmiş hakkında bizleri bil-gilendirir. Geçmişte yaşanan gaybî bilgileri doğru bir şekilde öğrenmemizi sağlar. Kur’an kıs-saları, akıcı ve edebî üslubuyla derin hikmet ve evrensel mesaj-lar sunarlar. Anlatılan bu kıssalar, genellikle ilk muhataplar tara-fından kısmen de olsa bilinen olaylara dairdir. Bu noktada ya bilinenler hatırlatılır, yahut eksik bilgiler tamamlanır, ya da yanlış bilgiler tashih edilir. Anlatılan kıssaların hedefleri Kur’an’da şöyle açıklanır:

Bu kıssayı anlat, belki düşü-nür öğüt alırlar.3 Elbette onların hikâyelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. Bu Kur’an, uydu-

rulacak bir söz değildir; ancak kendinden önceki Hak Kitabının doğrulanması, her şeyin açıkla-ması; inananlar için bir kılavuz ve rahmettir.4 Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağ-lamlaştıracak her şeyi sana anla-tıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret gelmiştir.5

Kur’an kıssalarının temel ga-yesi, onlardan ibret almak, hi-dayete ermek ve doğru yolda kalmaktır.

Tarihin ve gaybın derinlik-lerinden seçilen bu canlı anla-tımlarla, Ümmî Peygamberin peygamberliğinin gerçekliği is-pat edilir. Zira, Peygamberimiz, daha önceden bu bilgilerin ço-ğundan habersizdi.

Tüm peygamberlerin insanlı-ğa sundukları dinin temelde tek ve bir olduğunu bildirir. Tevhid tarihinin birliğine dikkat çekilir. Dinin kaynağının bir olan Yüce Allah olduğu gerçeği tespit edi-lir.

Anlatılan kıssalar, davetçiyi hayata hazırlar. Davet yolunda karşılaşabileceği olaylara karşı onun direncini artırır. Çünkü , her dönemde tevhidin karşısın-da duranlar benzer yöntemlere baş vurmuşlar, benzer tepkileri göstermişlerdir.

Yüce Allah’ın erişilmez kud-reti karşısında, insanların ac-ziyetini açıklar. Hak edenlere Allah’ın yardımının her zaman geleceğini, eninde sonunda ka-zananların inananlar olduğunu müjdeler. Dünya ve Ahirette kaybedenlerin ise, şeytan ve onun adımına uyanlar oduğunu haber verir.

Geçmiş toplumların işledik-leri çeşitli günahlara karşın yıl-dırım, kasırga, taş yağma, suda boğulma, korkunç ses/çığlık, ateş, açlık/kıtlık, tefrika/savaş gibi helak şekilleriyle yok ol-dukları anlatılarak Yüce Allah’ın erişilmez gücüne dikkat çekilir-ken, onların işledikleri günahla-ra uygun cezalarla cezalandırıl-dıklarına vurgu yapılır. Aslında bugün de, benzer günahlar için cezalandırma çeşitleri, benzer şekillerde devam etmektedir.

Öte yandan geçmişte ya-şamış toplumların hayatından seçilen kesitlerle, geçmişin kültürel birikimi günümüze taşınır, insanlar yenilik ve bi-Hz. İbrahim (a.s)’in Tenceresi

Page 11: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

limsel buluşlara yönlendirilir. Sözgelimi Hz. Nuh’un gemisi, Hz. İbrahim’in ateşte yanma-yışı, Hz. Süleyman’ın cinleri ve rüzgarı emrinde kullanması, kısa zamanda uzun mesafeleri kat etmesi, çok uzaklardan çok kısa zamanda bir takım eşyaları taşı-ması, su üzerinde billur saraylar yapması, Hz. İsa’nın hastaları iyi edişi, Hz. Peygamberin kısa za-manda uzun mesafeleri kat et-mesi ve göklere seyahat etmesi gibi anlatılan pek çok mucize, günümüz insanının ufkunu açar, büyük düşünmesini ve büyük hedeflere ulaşmak için çalışma-sını sağlar.

Şimdi Kur’an’ın, geçmişi okumaya, tarihi araştırmaya ve tarihî olayları yerinde inceleme-ye davet eden şu yönlendirici buyruklarını okuyalım:

“Sizden önce de yasalar uy-gulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün.”6

“De ki: Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!”7

“Görmediler mi, onlardan önce nice nesiller yok ettik; hem onlara, yeryüzünde size verme-diğimiz imkânları vermiştik ve göğü de üzerlerine bol bol bo-şaltmıştık ve ırmakları ayakları-nın altından akar kılmıştık. Fa-kat günâhlarından ötürü onları helâk ettik ve onların ardından başka bir nesil yarattık.”8

“Andolsun biz, her millet için-de: ‘Allah’a kulluk edin, şeytâna tapmakdan kaçının’ diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Al-

lah hidâyet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yer-yüzünde gezin de bakın, yalan-layanların sonu nasıl olmuş!”9

“Senden önce de kentler hal-kından, yalnız kendilerine vah-yettiğimiz erkeklerden başka, elçi göndermedik. Yeryüzünde hiç gezmediler mi ki kendilerin-den öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Korunanlar için âhiret yurdu daha iyidir. Ak-lınızı kullanmıyor musunuz?”10

“De ki: Yeryüzünde yürüyün de suçluların sonunun nasıl ol-duğunu görün.”11

“De ki: Yeryüzünde gezin, ba-kın yaratmağa nasıl başladı, son-ra Allah, son yaratmayı da ya-

pacaktır. Çünkü Allah, her şeyi yapabilendir.”12

“Yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin so-nunun nasıl olduğuna baksınlar. Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; (sular, madenler çıkarmak, ekin ekmek, ağaç dikmek için) toprağı (kazmış) alt-üst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerin-den daha çok imar etmişlerdi. Onlara da elçileri, deliller getir-mişti. Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar, kendi ken-dilerine zulmediyorlardı.”13

“De ki: Yeryüzünde gezin, ön-cekilerin sonunun nasıl olduğu-na bakın. Onların da çoğu ortak koşanlardan idi.”14

Fotoğraf: Muhammed Gülseren Hz. Eyüp (a.s)’ün Su Kuyusu

11Mart / 2007

Page 12: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

12 Somuncu Baba

1- İdris Şengül, Kur’an Kıssaları Üzerine, İzmir, 1994, s. 44.

2- Suat Yıldırım, “Kur’an-ı Kerim’de Kıssalar”, AÜİFD. sayı: III, s. 38.

3- 7 Araf 176.4- 12 Yusuf 111.5- 11 Hûd 120.6- 3 Alu Imran 137.7- 6 Enâm 11.8- 6 Enâm 6.9- 16 Nahl 36.10- 12 Yusuf 109.11- 27 Neml 69.12- 29 Ankebut 20.13- 30 Rûm 9.14- 30 Rûm 42.15- 35 Fâtır 43-45.16- 40 Mümin 21.17- 40 Mümin 82.18- 47 Muhammed 10.19- Mehmat Akif, Safahat, s. 417.

“Yeryüzünde büyüklük tasla-malarını ve kötü tuzaklar kurma-larını artırdı. Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar önce-kilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın; Allah’ın yasasında bir sapma bulamazsın.

Bunlar, yeryüzünde hiç ge-zip dolaşmadılar mı ki kendi-lerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne göklerde ne de yerde Allah’ı en-gelleyecek bir şey var. O,bilendir, güçlüdür.

Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden hemen cezalan-dıracak olsaydı, yeryüzünde hiç-bir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiği zaman, kuşkusuz Allah kullarını görmek-tedir onları yaptıkları işlere göre cezalandıracaktır.”15

“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerin-den önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günâhları yüzünden yakaladı. Onları Allah’a karşı koruyan ol-madı.”16

“Yeryüzünde gezip dolaşma-dılar mı ki kendilerinden önce-kilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, bunlardan daha çok, daha kuvvetli ve yer-yüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. Ama kazan-dıkları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı.”17

“Onlar, yeryüzünde gezip do-

laşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl oldu-ğunu görsünler? Allah onların evlerini, barklarını yıkıp başla-rına geçirmiştir. Bu kâfirlere de, onun benzeri sonuçlar vardır.”18

Ayetler, yeryüzünde gezip dolaşmanın önemine vurgu yapmakta, tarih okumanın ve seyahatin amacını belirlemek-tedir. Buna göre, tarihî yerler ibret nazarıyla gezilip görülme-lidir. Bunun için de o yerlerdeki yaşamış toplum ve medeniyet-ler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.

Ayetlerin gereğini yerine getirmek için ille de yeryüzün-de gezi yapmak gerekmez. Ta-rihte yaşanmış olayları, ibretle okuyup incelemek ve onlardan alınması gereken dersleri al-makla da maksat hasıl olabilir. Tabi ki olayların yerini görmek, yerinde inceleme yapmak olan-lardan ders almak için daha et-kilidir.

Bugün yaşayan insanlar ola-rak bizler, kainatta var olan ye-gâne toplumlar değiliz. Bizden önce nice toplumlar yaşamış ve kendilerine biçilen rolü tamam-layıp bu dünyadan geçip gitmiş-lerdir. Onlar, pek çok bakımdan güçlü kuvvetli kimselerdi. Va-riyetli idiler, sayıca çoktular ve güçlü medeniyetler kurmuşlardı. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarıldılar, dünyayı imar etmeye çalıştılar, yok olmamaya karşı tedbirler aldılar…

Sahip oldukları tüm bu im-kânlara rağmen dünya onlara kalmadı, onlar fena bulup gitti-ler ve bir daha da geri gelme-diler. İyileri de kötüleri de ölüp

gittiler. İyiler iyilikleriyle kaldı, kötüler de kötülükleriyle anıldı. Bu gerçek, dünyanın bizlere de yar olmayacağını açıkça göster-mektedir. Bizler de bize biçilen ömür/ecel süresince yaşayıp, sonuçta ölüp gideceğiz. Önemli olan iyilik ve güzelliklerle yaşa-mak, ardımızdan iyilik ve güzel-likler bırakıp gitmektir.

Yeryüzünün değişik bölgele-rinde gerçekleştireceğimiz ga-yeli gezilerle ve tarihî okumalar-la Yüce Allah’ın pek çok alana yansımış eşsiz ve erişilmez kud-reti görülecek, böylece O’na olan imanımız güçlenecek, bağ-lılığımız artacaktır. Tabi ki bütün bunlar, gayeli, ibretli ve basiretli gezi ve gözlemlerle gerçekleşe-cektir. Görenedir görene! Köre nedir köre ne?

Yazımızı şairin şu güzel dize-leriyle bitirelim:

Geçmişten Adam hisse ka-parmış… Ne masal şey! / Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi? / Tarihi, ‘tekerrür’ diye ta-rif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?19

Dipnot

Page 13: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

13Mart / 2007

En Kutlu TarihÖyle duyuyorum ki yavrum Altın nallı atların uğultusunu Işıklar doğuyor kubbelerin başından Anlatamam doğuşunu

Arzı derya kılanları görürüm Yırtılan bir çağı çiğner gibidir Erler görüyorum her biri Ulubatlı Hâlâ diridirÖyle başlar görürüm ki çocuğumAdı Osman, Orhan, Murat, Fatih’tir Cihanın en soylu tarihi yavrum Bu tarihtir.

Ahmet EFE

Mescid-i Aksa / KudüsFotoğraf: Fatih ERKOÇOĞLU

Page 14: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

14 Somuncu Baba

Tarih Şuuru

Tarih, insanlığın ve milletlerin hafızasıdır. Bu se-beple, bilhassa milletlerin hayatında tarih bilgi ve

şuuru önemli bir yer tutar. Tarihini bilmeyen ve şuu-runu taşımayan milletler hafıza ve idraklerini kaybet-miş şaşkın kimselere benzerler. Böyle bir durumda milletlerin yükselmeleri veya millet vasfını muhafaza etmeleri ve hatta milli benliklerini korumaları olduk-ça zordur. İnsanlığın tekamülünde bu derece ehem-miyetli olan tarih medeniyetin yükselmesi ile paralel olarak ilerler ve milletlerin geleceğini hazırlamakta önemli bir rol alır.

Tarih şuurundan mahrum olan milletler, milli bir-lik ve beraberliğini de koruyamazlar. Milli birliğini tesis edememiş milletlerin yaşaması mümkün değil-dir. Tarih şuuru zayıf olan milletlerde siyasî ve sosyal alanda çok büyük problemlerin yaşandığı bir gerçek-tir. Sosyal ve siyasî bunalımların yaşandığı toplum-larda ise insanların kendine olan güven duygusunun azaldığı ve kendi kültüründen yabancılaştığı görülür. Bu ise kimlik değişimi ve beyin göçüne sebep olur ki bu da sosyal ve siyasi hayatta tamiri mümkün olma-yan facialara yol açar. Bunun için de kendi insan ve toplumumuzu tarih şuuru ve bilinci içersinde yetiştir-memiz gereklidir. A. Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi

“Sıçrayıp ufuk değiştirmek bile ancak bir zemine ba-sarak mümkündür. Bu zemin geçmişimizdir; onunla kuracağımız sağlıklı ilişki geleceğimizi belirleyecektir.” Yani geçmişimizi çok iyi anlamak, yorumlamak, şuur ve bilince sahip olmak gelecekteki tekamülümüzün yönünü ve seviyesini belirler.

“Milli şuuru uyanık tutmak, onu yükseltmek,

toplumumuzun müşterek sorumluluğu içerisindedir.

Öyleki; dilimiz, dinimiz, tarihimiz ve kültürümüzün

bütün kökleriyle barışık olmak ve onları tanımak,

hayatımızın temel değerleri haline getirmek gereklidir.”

TarihResul KESENCELİ

Page 15: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Millet olarak yaşamanın teminatı, fertlerin mensubu olduğu milletlere karşı duydukları ruhî bağlılık hissi ve millet olma şuurudur. Bu şuurun gevşetilmesi köreltilmesi ise milletleri olumsuz-luklara sürükler. Millet olma şuurunun önemli bir boyutu da inançtır. Türk Milletinde millet olma şuurunu bu kadar yüksek tutan, ona ruh ve mana veren, onu güzelleştiren, his dünyasını ona göre meylettiren şüphesiz bu inanç boyutudur. Şu unu-tulmamalıdır ki tarih içerisinde başarılı olan her hükümdarın arkasında onu destekleyen ve onu yetiştiren, onu yönlendiren çok önemli maneviyat erenleri bulunmaktadır. Bunun içindir ki tarih şu-uru ve bilinci yerleştirilirken bu önemli simaların nitelikleri ve kimlikleri insanlarımıza çok güzel bir şekilde anlatılmalı ve öğretilmelidir. İstanbul’un fethi işlenirken Akşemsettin (Akşeyh) Hazretleri-nin rolü, Yıldım Bayezit dönemi anlatılırken Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba)’nin rolü II. Murat dönemi anlatılırken Hacı Bayram-ı Veli Hazretle-rinin izleri iyi bir şekilde işlenmeli huzme huzme dimağlara yerleştirilmelidir.

Tarih şuuru; mensubiyet duygusu, kimlik duy-gusudur. Bu şuuru bir başka ifadeyle milletlerin hafızasında canlı tutmak, milli kültürle beslemek gerekir. Milli kültürün içinde dil, din, edebiyat, ta-rih, manevî değerler, inanç dünyası, örf ve adetler yer alır. Bizim kültürümüzde vatan millet sevgisi

gibi değerler inanç dünyası içerisinde yer alır. Bu sebepledir ki insanlığımıza çok iyi şekilde tarih şu-urunu kazandırmak gereklidir. Böylece kendisine güven duygusu kazanan insanımız sosyal hayat içerisinde önemli başarılara imza atarken vatan ve millete hizmet etmenin şuurunu da kazanmış olur.

Milli şuuru uyanık tutmak, onu yükseltmek, toplumumuzun müşterek sorumluluğu içerisinde-dir. Öyleki; dilimiz, dinimiz, tarihimiz ve kültürü-müzün bütün kökleriyle barışık olmak ve onları tanımak, hayatımızın temel değerleri haline ge-tirmek gereklidir. Aynı zamanda bu değerlerimi-zi bütün dünyaya tanıtarak bizim kültürümüzün daha iyi anlaşılmasını sağlamak önemli hedefleri-mizden birisi olmalıdır. Böylece tüm dünya ve in-sanlık; bizi, kültürümüzü, tarihimizi ve inancımızı, kalsın içerisindeki değerlerimizi çok yakından ta-nıma imkanına sahip olmuş olur.

Tarih şuuru içerisinde insanların hem ibret alı-nacak hadiseler hem de ihtişamlı olaylar net bir şekilde öğretilmeli ki sosyal ve siyasi hayatta nasıl davranması gerekliliğini çok iyi anlayıp uygulaya-bilsin. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un şu şiiri ne kadar anlamlıdır:

Beşbin yıllık kıssa yarım hisse mi verdiTarihi tekerrür diye tarif ediyorlarHiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi

15Mart / 2007

Page 16: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Gönüllerde Sadece O’nun Adı Kalsın

D aha önceki açıklamalarımızda da temas ettiği-

miz gibi Cenâb-ı Hak dilerse kendisinden hoş-

nut olduğu mü’min kulunun gönlünde tecellî eder.

Bu hususu ifade eden bir rivayet Gazzâlî’nin İhyâu

Ulûmi’d-dîn adlı eserinde ve tasavvuf kitaplarının

pek çoğunda yer almaktadır. Bu rivayete göre bir

kudsî hadiste Cenâb-ı Hak, “Ben yere göğe sığmam.

Ancak mü’min kulumun kalbine tecelli ederim.” bu-

yurmaktadır. Böyle bir tecellîye mazhar olmak hemen

her mü’minin arzusu olmalıdır. Teccellîgâh-ı Rabbânî

olması hasebiyle mutasavvıflar kalbin, gönlün bu te-

cellîye mazhar olacak hâle getirilmesi için tasfiye-i

kalb ve tezkiye-i nefse çok önem vermişlerdir. Hattâ

bir mutasavvıf şairimiz;

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak

Pâdişah girmez saraya hâne ma’mûr olmadan

diyerek Allah’tan başka gönülde yer alan sevgileri

sürüp çıkarmak gerektiğinden söz etmekte ve ancak

böyle olduğu taktirde muhabbetullâhın gönüllerde

karar kılacağını belirtmektedir. Bunu ifade ederken

de nasıl bir padişah saraya girmeden önce o mekan

temiz tutuluyorsa gönlün de âlemin padişâhının te-

cellîsine hazırlanması lüzumundan bahs etmektedir.

İşte bunun gibi içimizde yer eden manevî hastalıklar-

dan kurtulmak suretiyle de Allahu azîmü’ş-şânın râzı

olacağı selîm bir kalbe kavuşmak mümkün olacaktır.

Hulûsî Efendi de bu gazelinde gönülde böyle bir

sevginin tecellî etmesini taleb etmektedir. Bunun için

dünya malını kaybedince gönüllerde oluşan hüzün

ve dillerde dolaşan âh u figânla viran olan kalbin,

Hulûsi Kalb’denProf. Dr. Mehmet AKKUŞ

“Hulûsî Efendi de bu gazelinde dünya malını kaybedince gönüllerde

oluşan hüzün ve dillerde dolaşan âh u figânla viran

olan kalbin, Allah sevgisiyle yanıp tutuşmasını arzu

etmektedir. O’ndan başka her şeyden yüz çevirip sadece O’na yönelmeyi

istemektedir.”

16 Somuncu Baba

Page 17: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Allah sevgisiyle yanıp tutuşmasını arzu etmekte-

dir. O’ndan başka her şeyden yüz çevirip sadece

O’na yönelmeyi istemektedir. Bütün bu hallerden

sonra her nereye baksa Cenâb-ı Hakk’ın isim ve

sıfatlarının nasıl tecellî ettiği şuuruna varmayı di-

lemektedir. Samîmî bir temennîyi ifade eden bu

gazelde olduğu gibi biz de gönüllerimizi böyle bir

tecellînin mahalli hâline getirmeye çalışalım.

Kısaca özetlemeye çalıştığımız gazelin beyitle-

rini de şöyle açıklayabiliriz:

Gazelin Metni :

1. Âh varlığı dağılıp gönlüm vîrân olaydı

Pervâne-tek şem’ine dostun sûzân olaydı

2. Gayrılardan göz yumup dostu kendinde bulup

Cümle cihâna dolup bir özge cân olaydı

3. Bakdıkça her yaneye dost yüzünü seyr edip

Dostun gözüne dostun yüzü seyrân olaydı

4. Bu âlem-i kesretde gizli halvete erip

Vahdet ile bir olup ol bî-nişân olaydı

5. Görünen ol gören ol aralıkda kimse yok

Yokluk ilinde varlık cümle cânân olaydı

6. Hulûsî’i bu sırra mahrem kılıp Sultânı

Gizli bu sırlar ana cümle ayân olaydı

Gazelin Açıklaması :

1. Mumun etrafında dönerek yanıp yok olup gi-

den kelebekler gibi gönlümde mevcut olan

dünyaya ait sevgilerin hepsi yok olup gitsin.

Böylece kaybettiklerim için gönlümde meyda-

na gelen âh u figânlarım dağılıp, gönlüm bir

virâne haline gelsin.

2. Gerçek dosttan başka her şeye göz yumup, gö-

nülde sadece Onun sevgisi yer etseydi, bütün

dünyayı bu sevgi kaplasaydı da içimde bir baş-

ka can olsaydı.

3. Böylece her nereye baksam, orada dostun te-

cellîsini görsem, orada dostun yüzünden bir

eser sezsem. Böylece kulunun yüzü daima ha-

kiki dostun nazarında görünmüş olsa.

4. Kesret âlemi, çokluklar yeri olan bu dünyada

gizlice bir kenara çekilip halvet hayatı yaşasam

da gerçek vahdet şuûruna erebilsem. Daima

O’nunla bir olduğumu hissedip kendi varlığım-

dan geçsem.

5. Nitekim bu kâinâtta her şeyi gören O’dur; gö-

rünen her şeyde tecellî eden de O’dur. Bunun

için dünyaya ait olan her varlığı unutup da zih-

nimde tek varlık sadece cânânım olan Allah

kalaydı.

6. O yüce Sultan bütün bu hakikatları Hulûsî’ye

de mahrem eyleseydi de gizli olan sırr-ı ilâhî

kendisine ayân oluverseydi.

17Mart / 2007

Page 18: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

A nadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan Millî Mücadele Hareketi, ırkçı olma-

yan, etnik, bölgesel ve mezhebî kaygılardan uzak, Türk milletinin varlığını ve bağımsızlığını korumak için maddî-manevî tüm imkânlarını seferber etti-ği İstiklâl Savaşı idi. Bu nedenle, milli mücadele-miz, İslâmî anlayıştan yoksun değildi. O dönemde, Anadolu’daki pek çok din adamı, müftü ve hoca-ların milli mücadele fikrinin doğuşunda önemli bir rol oynadıklarını görmekteyiz. Kurtuluş Savaşı kı-vılcımını ateşlemekle kalmayan kimi din adamları, din, vatan ve millet uğrunda canla başla mücade-leye katılmışlardı.1 Örneğin, Denizli-Çal Müftüsü Ahmet İzzet (Çalgüner) Efendi (ö.1952), halkın millî harekâta katılmaları için çaba sarf etmiş, İzmir’in iş-gali üzerine, 17 Mayıs 1919 günü Çal halkını Çarşı Camii’nde toplayarak onlara düşman istilasına karşı seyirci kalınmamasını ve mukavemet edilmesinin gerekliliğini anlatmış ve Çal çevresinden topladığı 100 gönüllü ile Aydın-Köşk cephesinde düşmanla çarpışmıştır.2 Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri Efendi (ö.1921) ise Bilecik ve çevresi halkını millî direniş için teşkilatlandırmaya çalışmış, bu amaçla çarşı ve pazarlarda konuşmalar yapmış, vaazlar vermiş, Millî Mücadele lehindeki geniş çaplı çalışmalarından do-layı 7 Nisan 1921 tarihinde Yunan askerlerince şehit edilmiştir.3

Kurtuluş Savaşına Katılan Din Bilginleri

ve Tekkeler

Sûfi PerspektifDoç.Dr. Kadir ÖZKÖSE

“Aslî hüviyetlerine bağlı kaldıkları

dönemlerde tekkeler, inceliğin, kibarlığın, zarafetin, nezaketin,

insan sevgisinin, çalışmanın, hizmetin,

sanatın, ilmin, irfanın, marifetin ve

maharetin öğretildiği, işlendiği, geliştirildiği

ve olgunlaştırıldığı merkezlerdi.”

18 Somuncu Baba

Page 19: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Camilerin Fonksiyonu

Milli Mücadele döneminde camiler, sosyal, kültürel ve idari fonksiyonlara sahip alanlar olarak işlevlerini sürdürmekteydi. Hükümet, halka, ca-miler aracılığı ile ulaşmaktaydı4. Bu nedenle Milli Mücadele’nin örgütlenmesinde camiler, tabiî ola-rak çok önemli fonksiyon üstlenmişlerdi. Bildiriler, ilanlar, çağrılar camilerden yapılmakta ve cami duvarlarına asılmaktaydı. Halk camilerde hareke-te geçmekteydi.

Milli Mücadele ve Tekkeler

Milli Mücadele döneminde, pek çok tekke ve tasavvuf erbabının da faal rol oynadığını gör-mekteyiz. Aslî hüviyetlerine bağlı kaldıkları dö-nemlerde tekkeler, inceliğin, kibarlığın, zarafetin, nezaketin, insan sevgisinin, çalışmanın, hizmetin, sanatın, ilmin, irfanın, marifetin ve maharetin öğ-retildiği, işlendiği, geliştirildiği ve olgunlaştırıldığı merkezlerdi. Fakat zamanla duraklamaya, gerile-meye ve çökmeye yüz tuttu. Çöken ve yıkılan tek-kede, hakikî tekke ruhundan ve cevherinden eser kalmadı.5 Milli Mücadele’nin yapıldığı dönemler-de eski safiyet ve gücünü kaybetmeyen tekkelerin gayretleri, diğerlerini de bu mücadelenin içine sokmuştur.

Tarikat erbabını bir bütün olarak “Milli Müca-dele yanlısı” veya “Milli Mücadele karşıtı” diye tanımlamamız mümkün değildir. Bazıları Mil-li Mücadele yanlılarını ve diğer bazıları da Milli Mücadele karşıtlarını desteklemiştir. İsyan çıkaran isimlerden Şeyh Eşref ve Şeyh Recep, Melamiyye veya Halvetiyye mensubu olan ve Hürriyet-İtilaf Fırkasının kurucu üyelerinden sayılan Sadık Bey, Çorum Mevlevihanesi şeyhi ve Tarikat-ı Salahiyye üyesi Ali Kemal Milli Mücadele hareketinin aman-sız düşmanları iken; Nakşibendi şeyhi ve Erzincan mebusu Fevzi Efendi, Halvetiyye şeyhi ve Bolu mebusu Abdullah Sabri Aytaç, Halvetiyye şeyhi ve Kırşehir mebusu Yahya Galib Kargı Bey, Nakşi Özbekler Tekkesi şeyhi Mehmed Ata Efendi, Bir Kadiriye Dergahı olan Hatuniyye Tekkesi şeyhi Sa-dedin Ceylan Efendi, Hacı Bektaş Veli Dergahının

Nakşi şeyhi Hacı Hasan Efendi Milli Mücadelenin

destekleyicileri arasında idi.6

Kuvâ-yı Milliye Hareketini destekleyen sufi

şeyhleri, mücadele sırasında onların meşrulaştırıl-

ması, halk ve maddi kaynakların seferber edilmesi,

Saray ile Milli Mücadeleciler ve Ankara-İstanbul

Hükümetleri arasında aracılık rollerini yerine ge-

tirmişlerdir. Bir taraftan onları meşrulaştırırken,

diğer taraftan savaş için gerekli halk desteğini

sağlayan konuşmalar vaazlar vermiş, mevlitlere

katılmış, mevlitler düzenlemiş, milliyetçi cemiyet-

lere katılmış, değişik şehirlerden TBMM’ye mebus

olarak seçilmişlerdir. Mecliste de genelde Şeriyye

ve Evkaf Komisyonu ile İrşad komisyonunda gö-

revlendirilmişlerdir.7

Mücahidîn-i Mevleviyye Alayı

Çoğunluğunu Mevlevilerin teşkil ettiği “Mü-

cahidîn-i Mevleviyye Alayı”, millî mücadelede

özel bir yere sahipti. Alay sancağını alay komutanı

Veled Çelebi’ye vekaleten alan Yenikapı Mevle-

vihanesi şeyhi Abdülbaki Efendi, dervişlerle be-

raber, İstanbul’dan Konya’ya doğru yola çıktı. Yol

19Mart / 2007

Page 20: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

20 Somuncu Baba

boyunca diğer tekke ve zaviye mensuplarının da

katılmasıyla iyice kalabalıklaşan alay manevî ik-

mal ve lojistiğini de Mevlâna’nın huzurunda ta-

mamlayarak mücadelenin içine girmiş oldu. Bu

taburda değişik birçok tarikattan derviş vardı ama

kumandanı Mevlevî şeyh Veled Çelebi (1869-

1953) olduğu için ve bu girişim onların eseri oldu-

ğundan “Mevlevî” denmişti. 138’i Yenikapı Mev-

levi Dergahı’ndan olan 1.023 kişiden oluşuyor-

du. Asker-dervişler Yenikapı Mevlevihanesinden

hareketle Konya’daki Mevlâna türbesine gittiler.

Orada okunan Kur’an ve yapılan dualardan son-

ra IV. Orduya katılmak üzere Şam’a doğru yola

koyuldular. Ancak, “eğitilmiş asker olmadıkları

için” çoğu yolda öldü. Geriye kalanlar, askerleri

savaşa teşvik için diğer ordulara dağıtıldı.8 Mev-

levî Dergâhı’nın postnişini Abdulhalim Çelebi

(ö.1345/1925), 1920’de yayınladığı bir yazısında,

Ankara’yı kastederek, “...Cümlesinin temel fikirleri,

vatan hissi ile doludur. Buna imanım kadar kanaat

hasıl ettim...”9 demektedir.

Mücâhidîn-i Bektâşiyye

Mevleviyye Alayı’nın bir benzerini daha önce Bektaşiyye Tarikatı’nın organizasyonunda gör-mekteyiz. I. Dünya Savaşı sırasında Bektaşiyye Tarikatı’na mensup dervişler, “Mücâhidîn-i Bektâ-şiyye” adıyla bir Bektaşî alayı kurmuş ve oldukça önemli bir politik güç haline gelmişlerdir. 1915’te kurulan bu alaydaki asker sayısı 7.000’i aşkındı ve Doğu Cephesi’ne gönderilmişti. Bu alaya ait olduğu söylenen bir sancak, halen Cemaleddin Çelebi’nin Hacıbektaş’taki türbesinin başucunda durmaktadır.10

Üsküdar Özbekler Tekkesi ve Şeyh Ata

Yine Kurtuluş Savaşı’nda stratejik mevkii ve şeyhinin faaliyetleri yönünden en renkli dergâh Üsküdar Özbekler Tekkesi’dir. Silah sevkiyatının yapıldığı, Milli Mücadele önderlerinin ağırlandığı, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü gibi millî mücadele komutanlarının, pek çok mebusun misafir ol-dukları, yaralıların tedavi edildiği bir merkezdi11. Özbekler Tekkesi şeyhi Şeyh Ata (ö.?)’nın tevkif edilmesinden sonra, onunla konuşan İngiliz Giz-

Page 21: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

li Servisi yetkilisi Harron Armstrong, izlenimlerini şu ifadelerle dile getirmektedir: “Bizler Türk din adamlarının, bu mevzularda faal rol oynayacakla-rını asla tahmin etmiyorduk. Diğer araştırmaları-mız, Türk mukavemet menbalarının meydana çı-karılması yolunda müspet netice vermeyince, vaki ısrarlı ihbarları değerlendirerek tekkeler, mescidler, camiler gibi dinî mebâni (binalar) üzerinde durduk ve din adamlarını takip ve kontrole başladık. Elde ettiğimiz malumat ve karşılaştığımız hakikatler biz-leri hayrete düşürdü. Bu din adamları münhasıran telkinlerle ve maneviyatı yükseltmekle iktifa etme-mişler, fiilî olarak da mukavemet teşkilatı içinde vazife almışlardı. Halk üzerinde tesirleri fevkalade olduğundan, üzerlerine aldıkları vazifeleri muvaffa-kiyetle ifa etmişlerdi.”12

Hatuniye Dergâhı

Millî Mücadeleye destek bir diğer tekke, Ha-tuniye Dergâhı idi. Bu tekkenin şeyhi Sadeddin Ceylan Efendi (ö.1931), aynı zamanda İplikhane Hastanesinin imamı idi. Silah kaçırma sırasında si-lahları saklamak için tabutları kullanmışlardı.13

Tâceddin Sultan

Diğer bir dergâh, Ankara Hacettepe’de Tâced-din Sultan Camii Külliyesi içindeki, adını Celvetî Şeyh Tâceddin İbrahim’den alan Tâceddin Der-gâhı, Mehmet Akif Ersoy’un Ankara’ya her gelişin-de kaldığı yerdi. Bu tekke, bir çok milli mücade-leci şahsiyetin uğrağı idi. Eşref Edip Fergan (1882-1971), Hasan Basri Çantay (1887-1964) ve Şeyh Ahmed Senusi bu dergâhın ziyaretçileri arasında idi. Burası şimdi Mehmet Akif Ersoy sokağında Mehmet Akif Ersoy Evi diye bilinen müzedir.14

Seyyid Ahmed eş-Şerif

Anadolu Müslümanlarının özgürlük mücade-lesinde, dünya Müslümanlarının manevî desteği de alınmıştır. En acıklı döneminde Türk milletinin imdadına koşan önemli Müslüman önderlerden birisi Seyyid Ahmed eş-Şerif’tir. Seyyid Ahmed eş-Şerif (1290-1352/1873-1933) Kuzey Afrika tarikatlarından Senûsîyye şeyhi idi. Anadolu’da

Kuva-yı Milliye Hareketinin başarılı olması ve

TBMM’nin kurulması üzerine 1920 sonlarında

Ankara’ya gelen Ahmed eş-Şerif, Mustafa Kemal

ve dava arkadaşları tarafından saygıyla karşılanmış

ve Milli Mücadeleye destek vermiştir. Bilhassa

Doğu ve Güneydoğu Anadolu kentlerine düzenle-

diği seyahatler, yaptığı toplantı ve konuşmalar ile

Anadolu halkının bir bütün olarak Milli Mücade-

leye katılmalarını teşvik etmiştir. Özellikle 1 Şubat

1921 yılında Sivas’ta Ahmed eş-Şerif önderliğinde

düzenlenen İttihad-ı İslâm Kongresi, Milli Müca-

deleye İslâm Dünyasının ilgi duymasına ve gerek-

li desteği vermesine yol açmıştır. Mustafa Kemal

Paşa ile sağladığı dostane ilişkiler Cumhuriyetin

ilanından sonra da devam etmiştir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, tarihi iyi anlamadan,

bilmeden, tanımadan, başarı ve kusurları görme-

den, değerlendirme çabasına girişimiz boşuna za-

man kaybından başka bir şey olmaz. Sosyal varlık

olmamız, geçmişten etkilenip, geleceği etkileme-

mizi gerektirir. Milli Mücadele gibi, Anadolu insa-

nının ölüm-kalım savaşında, Anadolu halkının fer-

yadını yüreğinde hisseden ve tüm imkânlarını bu

uğurda seferber etmeye çalışan asker-sivil, alim-

şeyh, kadın-erkek halkımızın tüm kahramanları-

nı saygıyla anıyor, kendilerine şükranlarımızı bir

borç telakki ediyoruz.

1- Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadelede Din Adamları, Ankara 1999, c.I, s.19.

2- Orhan Vural, “İstiklal Savaşı’nda Müftülerin Hizmetleri”, Sebi-lürreşad, c. I, S. 12, s.185-187;Yeni Gazete, 25 Mayıs 1919.

3- Hamit Pehlivanlı, Kurtuluş Savaşı İstihbaratında Askerî Polis Teşkilatı, Ankara 1992, s. 9; Ali Sarıkoyuncu, “Şeyh Edebali ve Milli Mücadele’de Bilecik Müftüsü Mehmet Nuri Efendi”, Diyanet İlmî Dergi, c. 30, S. 3, (Temmuz-Ağustos-Eylül 1994).

4- Kemal Kahraman, Millî Mücadele, İstanbul 1992, s. 72.5- Süleyman Uludağ, “Takdim”, Din hayat Sanat Açısından Tekke-

ler ve Zaviyeler, İstanbul 1990, s. 42-43.6- Hülya Küçük, Kurtuluş Savaşında Bektaşiler, Kitap Yayınevi,

İstanbul 2003, s. 95.7- Küçük, a.g.e., s. 95.8- Küçük, a.g.e., s. 42.9- Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevî Mimarları,

Ankara 1973, s. 76.10- Küçük, a.g.e., s. 101-104.11- Mustafa Kara, Din-Hayat-Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler,

Dergâh Yayımları, III.Baskı, İstanbul 1990, s.216.12- Kara, a.g.e., s. 28.13- Küçük, a.g.e., 80.14- Küçük, a.g.e., 80.

Dipnot

21Mart / 2007

Page 22: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

22 Somuncu Baba

Süleymaniye’de Bir PadişahŞam’dayım Vahdettin’in mezarı başında,Son padişah yazıyordu mermer taşında.

Talihsizin kabrinde hep düşündüm durdum,Yaş akar diye gözlerime kepenk vurdum.

Sonra Osmanlı’nın hatırası canlandı,Tarihi şanlıydı kalbim heyecanlandı.

Koşmuştu ataları fetihten fetihe,İstanbul böyle yar olmuştu genç Fatih’e.

Sonra Kosova, Mohaç, Zigetvar, Kanije,Daha ne Viyana’lar bekliyordu nice.

Papazının cübbesine sarığı tercih,Başka şeye değil adalete müteveccih.

Tahakküm etmediler inancı, kelamı,Vurdular beldelere mühr-ü İslâm’ı.

Böylece yüzyıllarca hükümran oldular,Zulme hasım, mazluma uzanan koldular. Koca Akdeniz, sanki göl olurdu bize,Barbaros tayfasıyla indi mi denize.

Bir bir alındı üç kıtada onca toprak,Akıncı geçince rüzgar gibi koparak.

Tevhiddi macun, tüm renkler, ırklar hem fikir!Giremezdi araya, hiç bir nifak ve de kir!

Sünnetullahtı cümle faninin zevali,Bitmekteydi Osmanlı’nın devr-i kemali.

Bir kere bozulmaya görsün hele sükun,Fitne uykudan uyanır da eder sökün.

Page 23: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

23Şubat / 2007

Mehmet SERTPOLAT

Saçıldı Garptan mikrop gibi ırk belası,Yıkılıp gitti ümmetin gönül kal’ası.

Mikrop vere vere ettiler hasta adam,Toptan çullandılar üstüne yasta adam.

İşte böyle bir dönemde başta Vahdettin,Ortada ne vatan kalıyordu ne de din!

Zevalde padişahlık yeter kabahatmış,Devlet çökerken düşmek, Vahdettin’e bahtmış.

Yüklemişler iki yüz yıllık suçu ona,Kalmakmış bütün suçu, herkesten en sona.

Payitaht ki sinirleri kesik bir beyin,Bu beyin ki tarumar, hilafete değin!

İstanbul üstünde bulutlar kara kara!Yeni bir yol çizdi tek başına Ankara!

Çökmekte devlet, ümmette gidince birlik,Israr kuklalık, güç işgalcilerle dirlik!

Eli kolu bağlı, çaresizdi Vahdettin,Ne kader? Onunla son buldu vahdeti din!

Vahdettin’in hicretiyle bir destan bitti.Tarih şahit ki koca Osmanlı yiğitti!

Malta, Mekke, San Remo, zor gurbette vefat,Zaten ne padişahlık kalmıştı ne sıfat!

Hiç tenezzül etmezdi mücevher taşına,Ukbaya giderken haciz geldi nâşına.

Haciz nâşa değil, payitahta konmuştu,Ona hain diyen çok dimağlar donmuştu.

Defnine bir yer bulunmuştu Dar’ül-İslâm’da,Makam-ı Süleymaniye avlusu, Şam’da.

Ha İstanbul, ha Şam’daki Süleymaniye,Her ikisi de Mimar Sinan’ dan hediye.

Vahdettin’in kabrinde hep düşündüm durdum,Yaş akar diye gözlerime kepenk vurdum!

Page 24: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

‘Cihanın Zübdesi’ Vaktin Oğlu

İnsan hâli üzre imiş.

Vaktin oğlu tabiri, insanın, içinde bulunduğu ma-nevî halin ürünü olduğunu ima eder.

Kâmil insan, zaman ve mekânı da temsil eder.

Zamanın sahibi (sahibüzzaman) denmesi bu sır-dandır.

Zaman, kürevidir.

Kozmik devirlere ilişkin kitabında Guenon, zama-nın kozmik hakikatini ayrıntılı biçimde anlatır.

Zaman, kronolojik, lineer değildir, zamanın ger-çeği, dairenin başlangıcından yine aynı yere doğru dairevi/kürevi dönüşü ve başlangıçla sonun birleşme-siyle belirir.

Yetkin insan (insan-ı kâmil), zaman ve mekânın tedbiriyle yükümlüdür.

Onda iki dünyanın esenliği tecelli eder.

Allah ism-i camii, kâmil insanda mütecellidir ve zamanla ebediyetin kesiştiği anlar bu tecellilerde or-taya çıkar.

Tarihin ve mekânın içinden geçen manevî dene-yimleriyle yetkin insan, ibnu’l-vakt’tir.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, Divan’ındaki bir

EdebiyatSadık YALSIZUÇANLAR

“Kâmil insan, manevî dertlerin dermanıdır.

Kendisi biçaredir, yani acz ve fakr hali

üzeredir, bu hal, ona lütuf kapılarını aralar ve Yunus’un

dediği gibi ‘dertlilere derman olur’”

24 Somuncu Baba

Page 25: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

gazelinde şöyle der :‘İki cihânın zübdesiyim cânibim cânân ileBen mekânıyım kânımın kânım bana mekân imiş’

Yetkin insan, iki cihanın özü ve çekirdeğidir. Her yönü Sevgili’ye bakar ve bütün yolları O’na çıkar. Ben, kaynağımın mekânıyım, kaynağım da bana mekândır…

Burada zaman ve tarihin kürevi niteliğine bir atıf vardır.

Mebde ile münteha, baş ile son, dairenin baş-langıç ve bitiş noktası kâmil insanın bizatihi ken-disinin ve hayatının çizgisidir. İnsan kaynağındadır ve kaynağı da insandadır.

Bu, hem insanın maddi bedeni hem de ona Rahmani Nefes’le üfürülmüş olan Ruh için ge-çerlidir. Ruh, bedene mazruf ve zarftır, beden de ruha.

‘Ayrı bilenler ayrıdır uşşâkını mâ’şûkîdenBen cânıyım cânânımın cânânım bana cân imiş’

Varlıkta ikilik yoktur. Varlık birdir ve öte âlem-lerde tektir. Allah’ın mutlak tekliği, tecellinin ol-duğu şehadet âleminde birlik şeklinde belirir. Se-ven ve Sevgili birdir. Seven, Sevilen ve Sevgi tektir.

Aşığı Sevgili’den ayrı bilenlerin kendileri ikilik âlemindedirler. Kendileri Sevgili’den ayrı düşmüş-tür. Can, Canan’ın canıdır. Can ile Canan, aynı Can’dandır.

Burada zaman ve mekânda birlik ilkesi de söz konusudur.

Tecelli kesintisiz olduğundan, Allah her an yeni bir şe’n’de bulunduğundan, mekânlar ve zaman-lar çeşitlenmektedir. Tarihe bu birliğin içinden ba-kıldığında, zaman ve mekâna anlam veren ilkeye doğru gidilir ve zamanın kürevi niteliği, insanın ve hayatın serencamını hakiki bir biçimde aktarır.

‘Ben bir dürr-i sencîdeyim kânımdır ummân içinde Ben kânıyım ummânımın ummânım bana kân imiş’

Kâmil insan, seçilmiş bir incidir. Dürr-i yetim, Efendimiz (sav)’dir. O, kâmil insan’ın kendisi, kö-keni ve örneğidir. Diğer nebiler ve veliler, nuru O’nun üzerinden alır.

Kâmil insan, Zat’ın tecellisidir. Harakani haz-retlerine atfedilen bir sözde, ‘sufi gayr-i mahluk-tur’ denmiştir. Hazret’in bu sözü üzerine pek çok şerh yazılmıştır.

Ahmed Avni Konuk’un Füsus şerhinde şöyle

25Mart / 2007

Page 26: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

denir: ‘Madem ki Hak Teala nefsini Zahir ve Batın olmakla vasfetti ve Zahir isminin mazharı olmak üzere şehadet âlemini; Batın isminin mazharı ol-mak için dahi gayb âlemini yarattı ve madem ki insan şehadeti yani cismaniyeti ile zahiri ve gaybı yani ruhaniyeti ile batını idrak ediyor; şu halde cesed-i müsevva olan âlem ‘şehadet’ ve bu cesed-i müsevvanın ruhu olan ve Adem’den ibaret olan halife, ‘gayb’dır. Zira mana suret perdesi arkasın-da muhtefidir. Nitekim bu manaya işareten Ce-nab-ı Mevlâna buyurur : ‘Adem’in cismani sureti olan bu heykel, bu kalıp, bir nikap ve perdeden ibarettir. Bu surete taalluk eden mana ki, insanın hakikatinden ibarettir ve bu hakikat ise, İlahi su-retten ibaret ve ‘Allah’ ism-i camiinin mazharıdır. Kâbe-i Muazzama Zat isminin mazharı olmak iti-bariyle nasıl ki bilcümle secdelerin kıblesi olmuş ise, Zat isminin mazharı olan bizim hakikatimiz dahi öylece secdelerin kıblesidir. Ve bu manaya işareten Ebu’l-Hasan Harakani (k.s), ‘Eğer benim hakikatimi bilseydiniz, bana secde ederdiniz’ bu-yurmuştur. İşte bu sırdan dolayı, selatin-i suriyye kendi teb’asıyla daima ihtilat etmeyip, kendi sa-rayında ihticab eder. Hadd-ı zatında sultan sureti

itibariyle, efrad-ı reayadan mümtaz değildir. Fakat onda icab-ı saltanat olarak, bir izzet ve azamet manaları vardır ki, bu itibarla teb’asından müm-tazdır. Bu manalar ise, ‘gayb’dır. Ve gayb ihticabı iktiza eder. Suret manadan münfekk olmadığı için, sultanın sureti manasına tebean ihticab eyler.’

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi, beytin ikinci mısraında bu derin sırra işaret eder: Ben denizin kaynağıyım, derya benim kaynağımdır/kaynağım-dandır…

‘Ya’kûb-veş âh eylerim Yûsuf benimle yâr ikenBen dürrüyüm Ken’ân’ımın Ken’ân benimle kân imiş’

Yusuf’um ben, Yusuf’un aynıyım, Yusuf’la bir-leşmiş, O’nun sırrına karışmışım, lakin Yakub gibi ah eylerim.

‘Ah’ kelimesi, Lafza-yı Celal’dir. Allah lafzının ilk ve son harfleridir. Yakub’un feryadı da Allah’adır, ney’in şikâyeti gibi O’na hasretle inlemektedir. Bu, insanın kaynağında iken de onu özlemesidir. Zira, Allah’ta seyrin sonu yoktur.

Ben Kenan’ın incisiyim, Kenan’ın kaynağıyım.

Kenan varoluş olarak da okunabilir. Yetkin in-

26 Somuncu Baba

Page 27: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

san âlemin kalbidir, varlık denizinin incisidir.

Kenan’ın kaynağı benim, zira varlık birdir.‘Hızr ile buldum hayâtı ben sırr ile erdim ana Ben âb-ı hayât aynıyım aynım bana ayân imiş’

Hayatı Hızır ile bulmak, hayatın hayatı olan tahkiki imana ermek, Allah’ın Hayy sıfatı ile ebe-diyen diri kılınmaktır. Bu sır ile Allah’a ermektir.

‘Ben ab-ı hayat aynıyım..’ı iki yönlü okumak mümkündür : Ben, ölümsüzlüğün sırrıyım, bizati-hi kendisiyim. Ve/veya, ebedi saadetin ayn’ı, yani kaynağıyım. Diğer beyitlerde ‘ayn’ kelimesinin kullanılmış olması bu sırrı güçlendirmektedir.

Ben kâmil insanım, âlemin özü, özetiyim, ka-inat deryasının incisiyim, kaynağım bana ayandır, sırrı bana açılır, zira devri tamamlar, başa dönerim, zaman benimle biter, başladığı yere döner, ben kaynağa dönen ve döndürenim.

‘Şol vahdete yol bulmuşum âhir o yol ben olmuşumÎkânı tahkîk görmüşüm tahkîk bana îkân imiş’

Vahdet, Allah’ın, gayrı üzerinden Kendi Kendi-ni birlemesidir, saf ve katışıksız tevhittir.

Vahdete ulaşmış ve sonunda kendim bizatihi vahdetin yolu olmuşum.

İlahî hakikat’in sırlarını kesin bir bilgi ile bilmi-şim bu benim için tahkik düzeyinde, nihai düzey-de bir yakîn haline gelmiş, bilgi içgörüye içgörü bilgiye dönüşmüş.

‘Hulûsî’yi bî-çâreyim her derdlere men çâreyim Ben seyrimin hayrânıyım seyrim bana hayrân imiş’

Kâmil insan, manevi dertlerin dermanıdır. Ken-disi biçaredir, yani acz ve fakr hali üzeredir, bu hal, ona lütuf kapılarını aralar ve Yunus’un dediği gibi ‘dertlilere derman olur’

Seyrinin hayranıdır, seyri de kendisine hayran-dır.

Burada kozmik devir tamamlanmaktadır.

Zaman başladığı yere dönmekte ve hakikatin sırrı tamamlanmaktadır.

Tarihe ve zamana bu irfanın içinden bakmak gerekir.

27Mart / 2007

Page 28: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

M ekke’den Medine’ye hicret eden müslüman-

lar sahip oldukları bütün maddî değerleri Mekkeli müşriklere bırakmak zorunda kalmışlardı. Bırakılan mal-mülk onların ti-caret sermayelerini artırmaları-na imkân sağladığı gibi, İslâm’ı ortadan kaldırmak amacıyla düzenleyecekleri sefer için de katkı olmuştu. Her iki durum Allah’ın dini için her şeylerini

geride bırakan muhacirler için oldukça inciticiydi.

Nitekim Şam’dan dönen Mekkelilerin kervanını haber alan Rasûlullah hemen asha-bıyla istişare eder. Mekkelilerin harp gücünü zayıflatmak için çok ciddi bir hazırlık yapmadan kervanı ele geçirmek üzere as-habıyla birlikte yola çıkar.

Kervanın başında bulunan

Ebû Sufyan, müslümanların tu-zak kurduğunu öğrenince, aci-len Mekke’ye haber gönderir ve yolu değiştirerek sahil boyun-dan Mekke’ye yönelir.

Mekkelilere haber ulaşınca, hemen hemen her evin kervan-da malı olduğu için çılgına dö-nerler. Ebû Cehil hemen Kâbe’ye koşar. Müşrikleri müslümanlara karşı savaşa teşvik eder. Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında

28 Somuncu Baba

13 Mart 624’den Zihinlerde Kalanlar

Page 29: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

29Mart / 2007

bağırtır. Eli silah tutan herkes orduya katılır. Rasûlullah’ın müşrik olan amcası Ebû Leheb ise, -muhtemelen hasta olması nedeniyle- yerine kiralık bir as-ker gönderir. Çok uzun bir ha-zırlık yapmayan düşman ordusu yola koyulur. Ebû Sufyan’ın gü-vende olduklarını bildiren ikinci habercisi gelmesine rağmen ka-rarlarından vazgeçmezler. İslâm tehdidine kökten son verme

kararlılığındaydılar. Görülen o

ki, müşriklerle ilk kez savaşacak

olan Hz. Muhammed’i ve sev-

gili dostlarını ölüm kalım savaşı

beklemekteydi.

Rasûlullah’la birlikte yola

çıkan muhacirler, geride bırak-

tıkları malların karşılık, güçle-

rini artırma imkânı doğduğu

için kervanı ele geçirme düşün-

cesindeydiler. Bu yüzden de,

Mekke’den yola çıkan düşman ordusuyla savaşmak hususunda biraz isteksizdiler. (Bkz. Enfal, 5-8). Ancak sahabenin önde gelenleri her halükarda Hz. Peygamberle birlikte olacakları-nı dile getirdiler ve ona büyük moral destek verdiler. Medine-li Sa’d b. Muaz’ın konuşması destansıydı: “Ya Râsûlallah! Biz sana iman ettik. Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu

Peygamber İklimiDoç.Dr. Enbiya YILDIRIM

Page 30: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

30 Somuncu Baba

tasdik ettik. Sana itaat edece-ğimize ve uyacağımıza söz ver-dik. Bu nedenle ne dilersen onu yap. Seni gönderen Allah hakkı için artık şu denizi gösterip dal-san, seninle beraber biz de içine dalarız. Hiç birimiz geri kalmaz. Düşmana karşı durmaktan çe-kinecek değiliz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız. Allah’tan, bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini dilerim. Hadi, Allah’ın bereketini dileyerek, yü-rüt bizi dilediğin yöne.” Güzel Elçi, ashabının bu birlik ve be-raberliğine çok sevindi. Allah’a hamd ederek müşriklerle kar-şılaşmak üzere Bedir’e doğru

yola koyuldu.

Oruç ayı ramazandı. Gün-

düzleyin güneş çok yakıcıydı.

Hz. Peygamber çekilen sıkıntı

hem de arkadaşlarının olabildi-

ğince zinde kalması için iki gün-

lük yürüyüşün ardından herkes-

ten orucunu bozmasını istedi.

Bedir yolunda gidilirken,

daha sonra Mekke’nin fethinde

de olduğu üzere, Hz. Peygamber

hem emniyet hem de gizlenmek

açısından hayvanların boyun-

larındaki çıngırakları çıkarttırdı.

Sürekli öncüler gönderiyor, ken-

disi de zaman zaman ordudan

ayrılarak birkaç arkadaşıyla bir-

likte vadileri kontrol ediyordu.

Birkaç günlük yürüyüşten sonra

savaş alanına ulaştılar.

Bedir savaşı, hicretin ikinci senesinde, ramazan ayının on-yedisinde, Medine’nin 160 km. kadar güneybatısında, Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği kavşakta, Be-dir denilen kuyunun bulundu-ğu düz arazide gerçekleşmiştir. Şimdiye kadar kan ve başka an-laşmazlıklar için çarpışan Arap kavmi, ilk defa din savaşı yapa-caktı.

Müslümanların sayısı 305 idi. Muhacirlerden yalnızca Osman b. Affân, hanımı Rasûlullah’ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için Medine’de kalmıştı. Sahabe ordusunun 2 süvarisi, 30-40 de-vesi, 6 zırhı vardı. Mekkeliler ta-rafında ise 1000 civarında asker,

Page 31: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

200 at, 700 deve bulunuyordu. Bunun anlamı ise, her sahabinin en az 3-4, bir süvarinin de 100 düşmanla çarpışması demekti. Üstelik Kureyş, savaş tecrübesi olan ve iyice silahlanmış bir or-duyla gelmişti. Müminler kendi-lerinden sayıca üç kat fazla olan düşmanla çarpışacaklardı. Sa-habenin hem sayıca hem de ha-zırlık açısından karşı tarafa göre zayıf olduğuna yüce Allah işaret etmektedir: “Gerçekten sizler bir kaç biçare iken Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükret-miş olasınız.” (Âl-i İmrân, 123). Hz. Peygamber bu vakıa karşısında Allah’a şöyle niyaz edecekti: “Ey Allah’ım! Şayet şu küçücük ordu eriyip giderse, (yeryüzünde) ar-tık sana ibadet edecek kimse kalmayacak!”

İlkleri ve ilginçlikleri barındı-ran bu savaşta dikkat çekici bir husus da şu idi: İki tarafın asker-lerinden çoğu birbiriyle akrabay-dı. Peygamberimizin amcaların-dan Hz. Hamza kendi yanında, diğer amcası Abbas düşman safındaydı. İleride damadı ola-cak olan Hz. Ali yanında, Hz. Zeynep’in kocası Ebu’l-Âs kâfir-ler arasındaydı. Hz. Ebûbekir’in oğullarından Abdullah yanında, Abdurrahman ise karşısındaydı. Bir tarafta müşrik ordusu komu-tanı Utbe b. Rabîa, karşısında ise oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Akîl ise kardeşi Hz. Ali’ye karşı müş-rik ordusunda yer almaktaydı. Diğerlerinin yakınları da bunlar gibiydi. Bu gerçekten de hem zor, hem de iç dinamikleri açı-

sından zorlu bir savaş olacaktı.

Savaş başlamadan önce Hz. Peygamber öyle bir mevki seçti ki, düşman savaş için ilerlerken güneş gözlerini alacaktı. Büyük bir titizlikle gruplara ve sırala-ra ayırdığı ordusuna şu talimatı verdi: “Hatlarınızı bırakıp ayrıl-mayacaksınız. Ben emir verme-dikçe savaşa başlamayacaksınız. Düşman atış mesafesine girme-den oklarınızı israf etmeyin. Atış mesafesine girdiklerinde atış ya-pacaksınız. Düşman yaklaşınca elinizle taş atmaya başlayacak-sınız. İyice yaklaştıklarında da mızrak ve kargılarınızı kullana-caksınız. Kılıçları ise en son düş-manla göğüs göğse geldiğinizde kullanın.” Müslümanlar çev-relerine o günün el bombaları sayılabilecek taşlar toplamışlar-dı. Sayıca fazla olan düşman hücuma giriştiğinde, üslerinden ayrılacakları için, isteseler bile yanlarında bir veya iki taştan fazlasını taşıyamayacaklardı.

Rasûlullah gerçekten de üzerine düşen sorumlulukları maddî açıdan yerine getiriyor, ondan sonra ilahî yardımı bekli-yordu. Nitekim savaş öncesi ge-ceyi tamamen ibadetle geçirdi.

Müslümanlar müşriklerle sa-vaşırlarken birbirlerini tanıyıp ayırt etmek için yüksek sesle

“ey muzaffer, öldür; Allahu ek-ber” gibi bazı parolaları kullan-dılar. Savaş birkaç saat içinde sonuçlanıverdi. İnanç ve sebat-la büyük bir zafer elde edilmişti. Allah ashabın Bedir’de kazandı-ğı zaferin harikuladeliğini şöyle

ifade etmektedir: “Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumla-rında sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, di-ğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah diledi-ğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret vardır.” (Âl-

i İmrân, 13).

Muharebede 14 müslüman şehit düştü. 70 kadar düşman öldürüldü, bir o kadarı da esir alındı.

Savaşın gerek öncesinde, ge-rek içerisinde ve gerekse sonra-sında yaşanan bazı olaylar vardır ki, mutlaka zikredilmeleri gerekir.

Bu sefere çıkmak için yeni yetişen gençler, hatta kadınlar bile Hz. Peygambere yalvarmış-lardır. Sa’d bin Ebî Vakkas şunu anlatır: “Kardeşim Umeyr’in bir taraflara saklanmaya, göze gö-rünmemeye çalıştığını gördüm. O vakit on altı yaşında idi. “Ne-yin var, niye gizleniyorsun ki?” dedim. “Rasûlullah’ın beni de küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum. Halbuki, gazaya katılıp, Allah’ın bana şehadet nasip etmesini arzu ediyorum”, dedi. Bu sırada onun durumu-nu Rasûlullah’a bildirdiler. Hz. Peygamber de kardeşime “Sen geri dön” buyurdular. Kardeşim ağlamaya başlayınca, Efendimiz ağlamasına dayanamayıp, mü-saade ettiler.”

Ümmü Varaka da Rasûlullah’ın huzuruna varıp

“Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah! Müsaade buyu-

31Mart / 2007

Page 32: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

32 Somuncu Baba

rursanız, sizinle gelmek istiyo-rum. Yaralıların yaralarını sarar, hastaların hizmetini görürüm. Belki, Allah bana şehitlik de na-sip eder!” der. Son Elçi onun ka-tılma isteğini kabul etmez. Aynı şekilde Ebû Umâme ağır hasta olan annesini bırakarak Bedir sa-vaşına çıkmıştı. Bu durumu öğre-nen Hz. Peygamber onu derhal geri gönderdi. Ancak Medine’ye vardığında annesi Hakk’ın rah-metine kavuşmuştu bile.

Huzeyfe b. el-Yemânî Bedir savaşında Hz. Peygamber’in ya-nında yer alamayışının nedenini şöyle anlatmaktadır: “Babamla ben İslâm’ı kabul ettikten sonra Mekke’den geçerken bizi alı-koydular. Müslüman olduğu-muzdan ve Hz. Peygamberin yanında savaşa katılacağımızdan kuşkulandılar. Onlara yemin ederek, özel bir davet nedeniyle Medine’ye gittiğimizi ve savaşa katılmak gibi bir düşüncemiz ol-madığını söyledik. İkna olup bizi bıraktılar. Bedir’e gelip durumu Hz. Peygambere anlattık. Rasû-lullah sözümüzü tutmamızı ve Medine’ye gitmemizi söyledi.” Bu tavır, herhalde sadece bir Al-lah elçisince sergilenirdi.

Harise b. Surâka, Bedir günü havuzdan su içerken isabet eden bir okla şehit olur. Anne-si Ummu Hârise Rasûlullah’a gelerek “yâ Rasûlallah! Bana Hârise’den haber ver. Eğer cen-netteyse sabredeceğim, değilse gücümün yettiğince ağlaya-cağım.” der. Hz. Peygamber

“Ümmu Hârise! Cennetin bir tane mi olduğunu sanıyorsun?

Birçok cennet var. Senin oğlun ise, (cennetin zirvesi olan) Fir-devs-i A’lâ’dadır” buyurur. Bu-nun üzerine annesi tebessüm ederek ayrılır. Ne güzel bir iman, ne güzel bir anne!

Savaş sonrasında Hz. Pey-gamber bir insanlık örneği gös-terdi ve düşman ölülerine saygılı davrandı. Cesetlere eziyet edil-mesini, darp edilip kılıçlanma-larını yasakladı. Müslümanların şehitleri yanında düşman ölü-lerini de tamamen gömdürdü, ortada bıraktırmadı. Utbe’nin cesedi taşınıp müşriklerin ceset-lerinin yanına bırakılırken, oğlu Ebû Huzeyfe’nin yüzü sarardı ve üzüntüyle doldu. Hz. Pey-gamber bunu hissetti ve ona teselli dolu bir bakışla nazar etti. Güzel mümin Ebû Huzeyfe şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü, babamla ilgili emrine ve oraya atılmasına karşı çıkmıyorum. Fakat onu akıllı, hikmet sahibi ve düşünceli bir adam bilirdim. Bu niteliklerin onu İslam’a getir-mesini ümit ediyordum. Fakat onun küfürde inatlaştığını ve bu şekilde öldüğünü görünce üzüldüm.” Hz. Peygamber son-ra Ebû Huzeyfe için hayır dualar etti. Ne güzel bir evlat!

Mus’ab b. Umeyr ensardan biri tarafından esir alınan kar-deşi Ebû Azîz’e rastladı. Mus’ab esir alana “onu sıkı tut, çün-kü annesi çok zengindir, sana yüklü bir miktar fidye verebi-lir” diye tembihledi. Ebû Azîz

“Kardeşim! Beni başkalarına mı emanet ediyorsun” deyince, Mus’ab “şimdi senin yerine be-

nim kardeşim o” cevabını verdi. Ne güzel bir kardeş!

Medine’ye dönerken daha sonra çok iyi bir müslüman olacak olan Suheyl bin Amr gözetimi altında olduğu müs-lümandan ihtiyaç bahanesiyle izin ister. Biraz uzaklaşınca da kaçmaya başlar. Tekrar yakala-nır fakat, her zaman affedici ve insan kazanma azminde olan Rasûlullah, onu cezalandırma yoluna gitmez.

Kin ve nefretin savaş gibi durumlarda zirveye çıktığı bir coğrafyada, Hz. Peygamber askerlerine esirlere iyi davran-malarını emretmiş, güvenli bi-çimde Medine’ye dönebilmek için askerleri arasında taksim etmişti. Elbisesi olmayan esir-lere elbise verilmiş, müslüman-ların yediklerinden karınlarını doyurmuşlardır. Hatta bazıları Hz. Peygamberin uyarısı nede-niyle, ekmeklerini bile esirlere verip, kendileri hurmayla idare etmişlerdir.

Esirlere ne yapılması gerek-tiği hususunda Hz. Peygamber ashabıyla istişare yaptı. Yürekle-ri yaralı olan bazı müslümanlar hepsinin boyunlarının uçurul-masını istedi. Kutlu Rasûl bunu kabul etmedi. İnsan kazanma yolunu tercih ederek fidye kar-şılığında salıverilmelerini öne-ren Hz. Ebûbekr’in görüşünü benimsedi. Bazılarından fidye alındı, yoksul olanlardan müslü-manlarla savaşmayacakları sözü alınarak serbest bırakıldı. Oku-ma yazma bilen esirlerden her

Page 33: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

birinin, on müslüman çocuğa fidyeleri bedeli olarak okuma ve yazma öğretmeleri istendi. Hz. Mustafa’nın okuma yazma bilenlere getirdiği şart, onun eğitime ne kadar önem verdiği-nin bir yansımasıdır.

Bedir esirleri arasında Kureyş’in ileri gelen hatiplerin-den Suheyl b. Amr da vardı. Bu adam, daha evvel Mekke’de Peygamberimiz ve müslümanlar aleyhine ateşli konuşmalar ya-parak insanları İslâm’dan soğut-maya çalışırdı. Fidyeyi ödeyip geri gittiğinde aynı yola tevessül etmesi kuvvetle muhtemeldi. Bunu sezen Hz. Ömer “yâ Rasû-lallah! Bu adam, ateşli nutuklar söyleyerek müslümanlığa zarar veriyor. İleride bu tür konuşma-lar yapmasının önüne geçmek için ön dişlerinden bir kaçını ol-sun sökeyim” der. Hz. Peygam-ber böyle bir davranışı doğru bulmaz. Suheyl sözünde dura-cak, Mekke’de pek çok insanın İslâm’a girmesine vesile olacaktır.

Esirler arasında Ebû Azze el-Cumahî adlı ünlü bir şair de var-dı. Bu adamın, şiirinden başka sermayesi yoktu. Bundan sonra şiirini, müslümanlığın aleyhin-de kullanmaması kaydıyla fidye alınmadan salıverildi. Sözünde durmayacak, daha sonra yaka-lanıp cezası verilecektir.

Bedir yenilgisi haberi Mekke’ye çabuk ulaştı. Oğlu, kayınpederi, kayınbiraderi öl-dürülen Ebû Sufyan, bunların intikamı alınıncaya kadar, ne hanımına yaklaşacağı, ne saç

ve sakalını kestireceğine dair yemin etti. Karısı Hind de ak-rabalarını öldürenleri bulup ci-ğerlerini yiyeceğine ant içti. Her ikisi de isteklerine Uhud’da eri-şeceklerdi.

Üzerlerine düşen sorumlu-luğu yerine getirerek muzaffe-riyete erişen Müslümanların bu başarısından elde edilecek en büyük ders belki de şudur:

Elde edilen muazzam za-fer nedeniyle müslümanların sevinç ve neşesi pek büyük ol-muştu. Fakat hemen ardından Kur’an-ı Kerîm bu zaferin ne Rasûlullah’ın askerî dehası ve

ne de müslümanların gösterdiği

cesaretle elde edildiğini, fakat

ancak ve sadece İslâm lehine bu

zaferi takdir eden Allah sayesin-

de elde edildiğini hatırlatıyordu:

“…Ve sen oku çektiğinde, onu

çeken sen değildin, fakat ancak

Allah bu oku çekendir.” (Enfâl,

17). Bu ayet, Mekke’nin fethiyle

birlikte insanlar İslâm’a gruplar

halinde girmeye başlayınca na-

zil olan Nasr suresini da hatırlat-

maktadır. Dolayısıyla müslüma-

na düşen, her başarıdan sonra

Allah’a hamdetmesi, O’nu asla

unutmaması, bunu, nefsinin bir

başarısı olarak görmemesidir.

33Mart / 2007

Page 34: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

“Düşünce ve fikrin olgunlaşması, dün

savunduğumuz bazı yanlış düşüncelerin tashihini

beraberinde getiriyorsa güzeldir. Ama entellik ve

reformist akımların etkisine kapılarak dünkü doğrulara,

değişmez sabite ve kutsallara karşı çıkıyorsak, inanın burada

bir tehlike var demektir. Bu bir kırılma ve batıla doğru

savrulmadır. Kitabi hükümlere rağmen İslam’ın bir devlet ve yaşam biçimi öngörmediğini

söylemek, büyük bir sapma ve akidede yozlaşmadır.”

M odernizm, günümüz Müslümanlarını dönüş-türmektedir. Çok kötü bir değişim yaşıyoruz.

İslamî ilkelerimizde, ihlasımızda, takva ve değişmez sabitelerimizde zedelenmeler var. Dün samimi bir şekilde savunduğumuz ve yaşadığımız değerleri bu-gün tenkit ediyor, bizler de küreselleşme hareketine katkıda bulunuyoruz. Daha dün Müslümanlara yön veren ve bakış açısı kazandıran aydınlarımız bugün çark ettiler. İslamî harekete su taşıyan bu emekçilere ne oldu? Ne değişti de bugün böyle düşünmeye baş-ladık? Dün mü doğru düşünüyorduk, gelinen süreç itibarı ile bugün mü?

Düşünce ve fikrin olgunlaşması, dün savunduğu-muz bazı yanlış düşüncelerin tashihini beraberinde getiriyorsa güzeldir. Ama entellik ve reformist akım-ların etkisine kapılarak dünkü doğrulara, değişmez sabite ve kutsallara karşı çıkıyorsak, inanın burada bir tehlike var demektir. Bu bir kırılma ve batıla doğ-ru savrulmadır. Kitabî hükümlere rağmen İslâm’ın bir devlet ve yaşam biçimi öngörmediğini söylemek, bü-yük bir sapma ve akidede yozlaşmadır. Bazı normla-rın değişim sürecinde değerlendirilmesini ve bir çıkış yolu arama mücadelesini belki anlayabiliriz. Ama bindörtyüz yıllık süregelen nas ve oturmuş gelene-ği dışlamayı, tevil etmeyi anlayamayız. Aslında bu bir öğüt yazısıdır. Meseleyi biraz daha derinleştirir-sek, birkaç hafta sürecek fikri bir kapıyı aralayabiliriz. Bu konudaki düşüncemizi bir başka bahara bırakıp, İmam Gazali’den öğütlerle yazımızı tamamlayalım.

Paslanmış, cahili düzenin saldırısına uğramış kalplere öğüt fayda verir. Aslında en büyük öğüdü,

DüşünceAbdullah ŞANLIDAĞ

Paslanmış Kalplere Öğütler

34 Somuncu Baba

Page 35: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Kur’an’ı Kerim vermektedir. Kahramanmaraş Mezarlığı’nın batı kapısında şöyle bir levha asılı:

“İki şey insana sürekli nasihat eder. Birisi susarak, diğeri ko-nuşarak. Susan nasihatçı ölüm-dür. Konuşan ise Kelâmullah (Kur’an.)”

Konuşan nasihatçıdan esin-lenerek hemen hemen her ko-nuda öğütlerde bulunan İmam Gazali’nin (ki kendisi büyük müceddiddir) “Ey oğul!” diye-rek başladığı öğütleri meşhur-dur. Bunlardan en önemlilerini istifadenize sunmak istiyorum. Ama bundan önce üstadı kısaca bir tanıtmada fayda mülahaza ediyorum.

Horasan-Tus şehrinin Gaze-le köyünde 1058 yılında doğan Gazali, Selçuklu döneminde yaşadı ve 1111 yılında, geri-de kalanlara büyük bir manevî miras bırakarak, dünyaya veda eyledi. Gazali, can kuşunu iyi uçuranlardandır. İslâm’ın özün-den uzaklaşanlara ahlaki eğitim veren Gazali, yaşadığı çağda İslâm’a yönelik saldırılara cevap vermiş, felsefe dalının babala-rını dize getirmiştir. Onun en meşhur eseri hepimizin bildiği ve okuduğu “ İhyau Ulumi’din”; iman, ibadet ve ahlak üzerine yazılmış en büyük eserlerden-dir. Dokuz asır geçmesine rağ-men güncelliğini ve güzelliğini muhafaza etmektedir.

Şimdi can kuşunu uçuran üs-tadın öğütlerine yer verelim.

“Ey oğul! Allah’tan nasıl kor-kulması gerekiyorsa öyle kork. Ona kulluk görevini iyi yap ve

hiçbir zaman aksatma. Haram kıldığı şeylerden mümkün ol-duğu nispette kaçın. Hayatını düzene sokan emirlerini sakın ihmal etme ki, yaşayışın sıhhat bulsun, gözlerin aydın olsun. Ey oğul! Babana itaat et ve boş söz-lerden uzak dur. Aklının hemen kabul etmeyeceği şeyi söyleme. Çok gülmekten ve din kardeş-lerinle tartışmaktan sakın. Ağır başlı, terbiyeli, saygılı ve neza-ketli olmaya itina göster. Halka tepeden bakma ve herkese hoş-nut davran. Bütün işlerinde orta yolu tut. İşlerin en hayırlısı orta yoldur. Az konuş. Karşılaştığın her Müslümana selam ver. Edep ve terbiyesini yitirmiş patavatsız kişilerle tartışma. Bir hüküm ve-rirken “şahsi görüşümdür” de. Ey oğul! Şu kadından uzak dur. Huysuz ve karaktersiz kadından sakın. Çünkü böylesinin dili ko-cası üzerinde çirkin ve ağırdır. Bunlar ülfet ve sohbet edilme-ye lâyık değildirler. Böyleleri-nin gizli hâli olmaz. Aile sırrını sokağa dökerler. İyilik ve hayrı çoktan toprağa gömmüşlerdir. Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk doğurur. Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır.

Aile sırlarını korur, kimsenin yanında açmaz. Cömerttir, eli açıktır. Bağırıp çağırmaz, alçak sesle konuşur. Evi temiz, çocuk-ları çiçek gibidir. Namus ve if-fet onun şiarı, terbiye değişmez vasfıdır.

Fayda sağlayacak fırsatları ka-çırma. Muhtaç olduğun şeylere iyice sahip çık. Toplumun adet ve geleneklerine saygılı ol. Ahi-rette seni rüsvay edecek çirkin adet ve geleneklerden sakın.

İki çeşit dost ve kardeş vardır. Birisi, başına bir belâ geldiğinde seni korur; diğeri de mutluluk ve ikbâl günlerinde senin dos-tundur. Belâ gelip ikbâlden düş-tüğünde dostluk yüzünü gös-teren kardeşi hakiki kardeş ve dost bil ve onunla dostluğunu korumaya çalış. Saadet günle-rindeki dosta pek güvenme. Sı-kıntılı günlerinde dostluk bağını uzatmıyorsa, onu düşmanların düşmanı bil.

Nefsinin arzu ve hevesleri-ne uyan aşağılık çukuruna yu-varlanır. Dış görünüşe ve şekle aldanma. Çünkü insan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil.

35Mart / 2007

Page 36: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

RöportajKonuşan: İbrahim YARIŞ

Doç. Dr. Said ÖZTÜRK:1964 yılında Kahramanmaraş’da

doğdu. İlk, orta ve liseyi

Kahramanmaraş’da, üniversiteyi

Ankara’da bitirdi. 1987-1993

yılları arasında Başbakanlık

Osmanlı Arşivi’nde çalıştı. 1993

yılında doktorasını tamamladı.

Ekim 1996’da doçent oldu. 1993-

1999 yılları arasında Dumlupınar

Üniversitesi Bilecik İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi’nde

öğretim üyeliği yapan Öztürk,

Osmanlı Devleti’nin sosyal

ekonomik ve tarihî sahasında

çalışmalarına devam etmektedir.

Tarihçi olmayı niçin seçtiniz? Buna ne zaman ka-rar verdiniz? Saikleri nelerdi?

Her şeyden önce kader, hayatın örgüsü. Ne olma-yı istediğiniz kadar, talebinizi karşılayacak şartlar da önemlidir. Şüphesiz her şey istemekle başlar ama ni-yet ve iradenin etraf-ı erbaasıyla her zaman icra ma-kamına geçmesi de mümkün olmuyor. Hele bizim gibi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde niyet ve taleplerin icra gücü yüksek değildir. İçinde yaşadı-ğınız çevre ve onun ihzar ettiği rüzgârların itme veya çekme gücü daha fazladır. Artık böylesine bir ortam-da arzu ve isteklerinizden çok elinize geçenle yetin-mek zorunda kalırsınız. Hikmet dairesinde düşünül-düğünde “el hayru fî mâ vaka‘a” yani “olanda hayır vardır” diyerek istediğiniz, itildiğiniz ya da çekildiği-niz çevreniz, mesleğiniz, işiniz her neyse hakkımızda bu hayırlı imiş demeli, kaderi tenkit ederek irade-i ilahiyyeye karşı nankörlük hatasına düşülmemeli.

Bu sözlerimle sanıyorum tarihçi olmayı niçin seç-tiniz sualine açıklık getirmiş oluyorum. Hiçbirimiz

“müverrih-i maderzâd” yani anadan doğma tarihçi değiliz. İnsanın saikleri var, yetiştiği ortam var, ai-lesi var, gördüğü eğitim var. Bütün bunlar sizi yön-lendirir. Çok radikal kararlar alıp da gördüğü eğitim ile işi veya mesleği arasında çok uzak mesafe olan insanlar görmek mümkündür. Fakülteyi bitirip de Osmanlı Arşiv uzmanlığına girmeseydim belki de benimle bu röportajı yapmayacaktınız. Ancak şunu söyleyeyim ki, o zaman başka imkânlar da vardı, fa-kat o imkânların yerine Osmanlı ile hemhal olmayı yeğledim. Üstelik aldığım eğitim Osmanlıyı anlama-

Doç. Dr. Said Öztürk:“Tarih; Deniz Feneri

Gibidir, Geminizin Karaya Oturmasını Engeller”

36 Somuncu Baba

Page 37: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

37Mart / 2007

nın temel anahtarlarından bazılarını bize sunmuş-tu. Osmanlı Arşivi’nde 6 yıl çalıştım, burada 6 yıl boyunca Araştırma Hizmetlerinde çalıştım ve buradaki mesaim beni Osmanlı’nın her yönüne ilişkin mebzul bir dokumanla karşılaşmama vesile oldu. Erken dönem Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi benim zevkle eğildiğim bir alan oldu. Belki de Osmanlı’nın zirve asırları beni çekiyordu. Bi-lemiyorum. Devlet-i Aliyye’nin bunalım asrı yani 19. asır değil araştırması, okurken bile sıkıldığım bir dönemdir. Marmara Üniversitesi’nde yaptığım iktisat tarihi doktoramla da artık tarihçilik mesle-ğe dönüştü. 1993’de doktoramı verdim. 1996’da Doçent oldum.

Tarih niçin önemlidir?

Sadece tarih değil, insanlığın faydasına olan her meslek önemlidir. Fayda kelimesiyle maslahatı kastediyorum. Tarih, dünü anlayarak geleceğimizi aydınlatmaya çalışan bir disiplindir. Dün bilinme-lidir. Dünü bilmek, günü ve geleceği planlamada fevkalade önemlidir. Sultan II. Abdülhamid’in Kerkük petrolleri bölgesini İngiliz işgaline maruz bırakmamak için özel mülkü haline getirdiğini, İt-tihat ve Terakkicilerin bu mülkü devletleştirerek, bütün bölgenin elden çıkmasıyla Kerkük petrol-

lerinin de elimizin içinden kaydığını tarihin size açtığı sayfalar olmazsa nereden bilebiliriz. Geçmi-şin tecrübe birikimlerinden nasıl faydalanabiliriz. Bu gün olup biten hadisatın sadece bugünün bir olayı olmadığını, kökünün derinlerde olduğunu nasıl bilebiliriz. Tarih bir fener gibidir, geçmişe ba-kar amma önünüzü aydınlatır. Deniz feneri gibidir, geminizin karaya oturmasını engeller.

Tarih milletleri tanıma ve tanıtmanın şüphesiz en iyi araçlarından biridir. Tarih bir pusuladır, bir öğreticidir. Ondan yararlanmak isteyenler için ib-ret dersleriyle doludur. Yaşanılan anın iyi değerlen-dirilmesi, geleceğin sağlam bir şekilde kurulması, tarihin bilimsel bir gözle okunup değerlendiril-mesine bağlıdır. Tarihin bilimsel bir gözle okunup değerlendirilmesi tarihî idrakin esasını oluşturur. Zira tarihî idrakin esası Şahin Uçar’ın ifadesiyle, geriye bakış tarzında bu güne kadar cereyan eden hadiseleri kavramak suretiyle dünyanın bu günkü mevcut durumuna hangi hadiselerin yol açtığını anlamaktır.

Geçmiş ile bağ kurmak, geçmişin tecrübe biri-kimlerinden faydalanmak, bulunduğumuz konu-mu iyi tespit etmek bu yolla mümkündür.

- İnsan bütün coğrafyanın esaslı bir unsurudur.- Abdülhamit Han Kerkük petrollerini korumak

için özel mülkü haline getirdi,daha sonra ittihatçılar devletleştirerek elimizden çıkardılar.

- Reddi Miras anlayışından bir türlü kurtulamadık.- Darende Anadolu’nun bir özetidir.- Şehirlerin de bir ruhu olduğunu Darende’ye

gelince anladım.

Page 38: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Tarihi yapmakla, yazmak arasındaki gerilimli ilişkiye dair neler düşünüyorsunuz?

Önce düzeltelim, tarih ya-pılmaz, sadece yazılır. İnsanlar, cemiyetler, devletler tarih ya-palım diye de uğraşmaz. İnsan-dan devlete kadar uzayan geniş yelpazede yapılan top yekûn faaliyetler yarınlara yazılı, söz-lü veya obje olarak intikal ettiği müddetçe tarihin konusu olur. İyi veya kötü, başarılı veya başa-

rısız. Her ne ise düne ait her şey tarihin merceği altına düşer.

İkinci olarak, geçmişin bü-tün olup bitenlerini, var olan-larını inceleyen ve yazan insan olunca, insana ait özellikler he-men belirir. Hiçbirimiz insanî özelliklerimizden sıyrılamayız. Hislerimiz vardır, düşünceleri-miz vardır, önyargılarımız vardır, hayata, insana bakışımız vardır. Bütün bunlar kişinin yazdıkları-na tesir eder.

Darende Tarihi’nin Giriş’inde bu konuya eğilmiştim. Tarihçinin ele aldığı konuya yaklaşımı nasıl olmalıdır sualine çeşitli cevaplar verilmiştir. Fransız Annales oku-lunun kurucularından Braudel

“kuram yoksa tarih de yoktur” sözüyle ifade ettiği tarihe, başta

belirlenen bir perspektifle bak-ma ve tümden gelim metodu önerisi ile Barkan’ın “daha faz-la vaka toplama” düşüncesinde yerini bulan verilerden hareket-le yani tüme varım metodu ile tarihe bakış bu soruya verilen iki farklı cevaptır. İngiliz tarihçi A.J.Toynbee ise pul koleksiyonu yapar gibi vakalar koleksiyonu tarzında anlaşılan bir tarihin manasız olduğuna işaret eder.

Her şeyden önce tarihe salt iyilerin ve salt kötülerin ara-nacağı bir alan olarak bakma yerine, geçmişi anlamanın bir anahtarı olarak bakılmalıdır. Zira büyük Müslüman sosyolog İbn-i Haldun, mânâsına nüfuz edilmediği, tarihî hadiselerin sebepleri anlaşılmadan kaldığı takdirde tarih hususunda âlim ile cahil müsavidir, der. Latinler de tarihî anlayışı hadiseleri an-lamak olarak ifade ederler. Ta-rihi doğru anlamanın yolu duy-gusallıktan ve taassuptan âri bir şekilde tarihe bakmakla müm-kündür. Bunu yaparken bütün kıymet hükümlerinden âzâde ve arındırılmış olarak bir tabiat araştırıcısının bal arısını veya bitki âlemini incelediği gibi sa-dece sistematik bir araştırma nokta-ı nazarıyla da bakamayız.

Osmanlı tarihine ilişkin ül-kemizde yapılagelen çalışma-ları nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevdet Paşa’dan sonra neler değişti? Neler olup bitti? Cum-huriyet dönemi ve bugün Os-manlı tarihçiliğinde ne türden bir birikimi hasıl etmiştir?

Cumhuriyet dönemi tarih-çiliği savunmacı ve redd-i mi-

ras üzerine kurulu bir uslûpten kurtulamadı. 1920’li yılların psikolojisini anlamak ve makul karşılamak mümkün, ama aynı psikolojiyi, savunmacı ve yok

sayıcı uslûbü bu güne taşımak doğru değildir. Dönüp arka-mıza baktığımızda, tarihimizle yüzleştiğimizde utanacağımız bir kara lekemiz yoktur.

Osmanlı’nın son dönemin-de başlayan ve bu gün de hızla devam eden Osmanlı Arşivi’nin düzenlenmesi ile ilgili çalışma-lar sayesinde Osmanlı tarihine ilgi gittikçe artmıştır. Siyasi ta-rihin yanı sıra artık toplumun,

halkın tarihini yazma, gündelik hayatı yansıtma yönünde büyük gayretler görülmektedir. Yurt içinde olduğu kadar dünyanın bir çok yerinde Osmanlı tarihi merak konusu olmaya devam etmektedir.

Pul Koleksiyonu Yapılır Gibi Tarih Koleksiyonu Yapılmaz

38 Somuncu Baba

Page 39: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Osmanlı tarihine ilişkin çalı-şanların önünde ne türden en-geller, sorunlar var? Bunlar nasıl aşılabilir?

Osmanlı Belediyeciliği konu-sunda kaleme alınan bir araştır-maya yazdığım bir takdim yazısı var. Orada belirttiğim bazı ger-çekleri burada da aktarmak isti-yorum. Osmanlı mirasını gerçek hüviyetiyle anlamamızı zorlaştı-ran iki bariyer vardır; bunlardan biri Osmanlı Devleti’nin İslâm devletler topluluğunun önem-li bir halkası olması hasebiyle araştırmalar için gereken ilmî yeterlilik ve donanımdan yok-sun olmak, diğeri ise ideolojik arkaplandır. Zira, İslâmî ilimle-re vukûfiyet olmadan Osmanlı devlet telakkisini, medeniyet anlayışını, hukukî ve iktisadî düzenini, toplum yapısını sahih bir şekilde çözümlemek müm-kün değildir. İslâm devletler hu-kukuna, İslâm zimmî hukukuna, İslâm aile ve miras hukukuna, örfün İslâm hukuku içindeki ye-rine, İslâm vakıf, şirket ve toprak hukukuna ve İslâm’ın ekonomik

hayata ilişkin getirdiği düzenle-melere vukûfiyet kesbetmeden Osmanlı sultanlarının kanun ko-yuculuğuna, kardeş katline, Os-manlı haremine, Osmanlı vakıf uygulamasına, toprak düzenine, piyasalara müdahale edilme-den fiyatların serbestçe oluşma-sını isteyen Hz. Peygamber’in açık hadisi olduğu halde piya-saları düzenleyen, fiyatların alt ve üst sınırlarını belirleyen ve günümüz ekonomik serbestiyet ilkesine de aykırı olan narh iş-leminin bütün Osmanlı asırla-rında kesintisiz bir şekilde canlı tutulmasına, uygulandığı asır-larda önemli bir kredi kurumu işlevini gören ve vakıf kaynakla-rını ve âtıl sermayeyi ekonomi-ye kazandıran nakit vakfına ve bu bağlamda faiz, riba, nema gibi bir çok hususa dair yapı-lan yorum ve açıklamalar tarihî gerçekliği anlamamıza imkân vermeyecektir. Diğer taraftan ideolojik bir arkaplan doğrul-tusunda geliştirilen perspek-tifle Osmanlı’yı anlamak da söz konusu olamaz. Zira, tarih

düşünce ve ideolojilerin test edildiği bir laboratuvar ve bu düşünce ve ideolojilerin tesvî-ki için müracaat edilen bir alan değildir. Ne, Marks’ın formüle ettiği Asya tipi üretim biçimi ka-lıplarıyla Osmanlı toprak düze-ni ve buna bağlı olarak gelişen ekonomi izah edilebilir, ne de örfün İslâm hukukundaki yerini ıskalayan bir üslûpla Osmanlı devlet yapısı ve hukuk düzeni

“lâdini, laik” tarzlarla açıklana-bilir. 20. asırda insanlığın kade-rine hükmetme azminde olan ideolojileri beslemek isteyen ve kendi sistem ve uygulamaları-mıza meşruiyet oluşturmak için Osmanlı’yı “redd-i miras” eden ve dışlayan bir mantalite içinde-ki bu tür izahlar, önyargıdan öte gidemezler. Batı merkez alına-rak Osmanlı’yı anlama yönünde geliştirilen kavramlarla Osmanlı izah edilemez, anlaşılamaz. Osmanlı’yı doğru anlamanın yolu gerekli ilmî yeterlilik için-de duygusallıktan ve taassuptan âri bir şekilde tarihe bakmaktan geçer.

“20. asırda insanlığın kaderine hükmetme azminde olan ideolojileri beslemek isteyen ve kendi sistem ve uygulamalarımıza meşruiyet oluşturmak için Osmanlı’yı “redd-i miras” eden ve dışlayan bir mantalite içindeki bu tür izahlar, önyargıdan öte gidemezler.”

39Mart / 2007

Osmanlı’yı Anlamak

Page 40: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Siz, Darende’ye ilişkin bir çalışma yaptınız arkadaşlarınız-la birlikte. Buna niçin ihtiyaç duydunuz?

El-emru fevka’l-edeb. So-muncu Baba’nın soluğu pek çok hizmete vesile olduğu gibi, Darende’nin tarihinin de ya-zılmasına vesile oldu. Şefaatini umacak bir yüzüm var sanıyo-rum. İnşallah O’nun maneviya-tı, himmeti üzerimizden eksik olmaz.

Bazen İstanbul üzerine ko-nuşurken, İstanbul Osmanlı’nın özeti derim. Aynen öyle de Darende Anadolu’nun öze-ti, Anadolu’nun irfan tarihinin önemli bir hulâsası. Zengin bir kültüre, dolu dolu yaşanmış bir hayata, herkese kucak açmış bir irfan mektebine, birçok ule-ma ve ümeraya vatan olmuş bir beldedir Darende.

Aslında Darende tarihi, bir zenginliğin tarihidir, yani irfan zenginliğinin. Mazinin âtiye so-luk verdiği, âtinin maziye saygı ve hürmet duyduğu bir bölge-nin tarihidir. Somuncu Baba’nın o toprakları şereflendirdiği ta-rihten bu güne marifet libasına bürünen asırların tarihidir.

Darende tarihi yazmaya niçin ihtiyaç duyduk? Bazen bir ışık, bir işaret sizi alır götü-rür. Bu çalışma da o kabilden sayılır.

Darende’nin tarihçesinde size en çok çarpan şeyler neler oldu? Bunları bizimle paylaş-mak ister misiniz?

Cenab-ı Allah Âdildir, Rah-mandır. Kâinatta bütün olup bitenler bir hikmet dairesinde yürür. Darendeliler coğrafi dar-lığın getirdiği olumsuzluğa çok güzel bir cevap vererek, bu beldenin ilim ve irfan merke-zi, ulema ve umera yatağı ol-masına zemin hazırlamışlardır. Modern beşeri coğrafyanın kurucuları arasında yer alan Vi-tal de la Blache; “insan bütün coğrafyanın esaslı bir unsurunu oluşturur” der.

Darende’nin kıt ziraî kay-nakları bölge halkını tarım dışı faaliyetlere itmiş, göçe zorla-mıştır. Somuncu Baba gibi bir maneviyat erinin Darende’ye yerleşmesi, şehrin taşıdığı bü-tün olumsuzluklarına rağmen bölgenin özellikle Osmanlı dö-neminde canlı bir yerleşim biri-mi olmasını sağlamıştır. Ekilebi-

lir tarım arazilerinin azlığı dola-yısıyla halkın çoğu tarım dışı fa-aliyet alanlarına kaymış, ticaret yollarının güzergâhı nedeniyle de kervan işletmeciliği önem kazanmıştır. Kıt iktisadî kaynak-ların halkı tarım dışı faaliyetlere zorlaması, Darendelilere devlet kademelerinde en yüksek ma-kamlara kadar çıkacak kapıyı aralamıştır. Darende’de pek çok bürokratın ve devlet ada-mının yetişmesi kazanın ba-yındırlık ve eğitim hizmetlerine önemli katkı sağlamıştır. Bu meyanda yetişen devlet adamı, bürokratların kurdukları vakıf-lar şehrin mamuriyetine hizmet etmiş, çok sayıda ilim adamı yetişmiş, Somuncu Baba ile Darende Anadolu’nun mühim bir manevî merkezi olmuştur. Günümüzde bile mevcut kü-tüphaneleri ve yazma eserleri ile Darende, Anadolu’nun en önemli bir ilim merkezi olma hususiyetini hâlâ muhafaza et-mektedir.

Darende’den birçok devlet ve ilim adamı yetişti değil mi?

Evet, Darende tarihten ge-len izleri, maneviyat büyükleri-ni bağrında taşıyan bir beldedir.

Darende’de Bir Akademisyeni Profesör Yapacak Kadar Kaynak Kitap Var

Modern zamanlarla birlik-te Darende’de neler değişmiş? Özellikle ilmi ve manevî tarihi açısından modernleşme döne-minde ne türden değişimler or-taya çıkmış?

Özde değişme yok. Zaten öz değişirse konuşacak bir şey kal-

maz. Marifet mektebi aynen de-vam etmektedir. Sadece uslûb ve ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlara cevap verme biçimi değişmiş olabilir.

Uzun bir sekülarizm yaşayan Batı artık yüzünü kiliseye dön-dürmek istemektedir. Batı’da dindarlık artmaktadır. Biz de

Batı’nın yaşadığı tecrübeyi yaşı-yoruz. Çare yok, insan kalb ta-şıdığı müddetçe, onun gıdasını vermek zorundadır. Sekülarizm kalbi öldürdü, ya da yok saydı. İnsanlığı buhrana sürükledi. İn-san kendine, yani marifete dön-mek zorundadır.

İnsan Kalp Taşıdığı Müddetçe Maneviyata İhtiyaç Duyacak

40 Somuncu Baba

Page 41: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Bir belde-i tayyibe, bir gülistandır. Bir ilim yuvasıdır. Bir dâru’l- huzur ve ilimdir. Binlerce cilt kitaplardan oluşan paha biçilmez eserlerin bu günlere kadar geldiği, onlarca ilim adamını, bir o kadar devlet adamı-nı yetiştiren bir münbit mekândır.

Bir dâru’l- huzur şehridir, bir ilim şehridir Darende.

Bu güne kadar gelmiş kü-tüphanelerindeki binlerce eser ancak büyük şehirlerde görü-lür. İzzet Paşa Kütüphanesinde 23000 cilt eserin 680’i yazma, 700’ü matbu Osmanlıca, Arap-ça ve Farsça’dır. Hulusi Efendi Özel Kütüphanesi’ndeki 8000 cilt eserin 450’si yazma, 2000’i matbu Osmanlıca, Arapça ve Farsça’dır. Şeyh Hamid-i Veli Kütüphanesi’ndeki 5000 cilt ese-rin 400’ü yazma, 1200’ü matbu Osmanlıca, Arapça ve Farsça’dır. Balaban’da Abdurrahman Erzin-cani Külliyesi Kütüphanesi’ndeki 500 cilt eserin 25’i yazma, 150’si matbu Osmanlıca, Arapça ve Farsça’dır.

2001 Temmuz’unda kısa bir ziyaretimde bu zengin bilgi hazi-nelerini görünce Darende İlahiyat Fakültesi’nin çok şanslı olduğu-nu düşünmüştüm. İlim yolunda akademisyenliğe yeni başlayan nice asistanı profesörlüğe kadar

taşıyacak araştırma ve inceleme konularını bu hazinelerden keş-fedebileceklerini, araştırmalarını yapabileceklerini gördüm. Bu bir mübalağa değildir. Zira Fethul-lah Musuli gibi bir ilim erbabının çalışmaları değil bir, belki size on doktora konusu sunabilir. Yerin-de yaptığımız tetkiklerde gördük ki Musuli’nin 200’ün üzerinde eseri vardır. Ömer Şem’i Efendi başlı başına bir araştırma konusu-dur. Burada yetişen ilim erbabının araştırılması, devlet adamlarının tetkiki nice araştırmanın konusu-nu pekâla teşkil edebilir. Sayı ve-recek olursak tetkiklerimizde tarih içerisinde 20 devlet adamı, 49 ilim ve fikir adamının bu belde-den yetiştiğini gördük.

Darende’nin özellikle ilmi ve manevi gelenek bakımından ta-rihi nasıl okunabilir? Neler olmuş bu iki alanda, irfan tarihimiz açı-sından Darende’de neler buluyo-ruz?

Darende ilim ve marifet ka-pısına açık bir belde olma şerefi-ne ermiştir. Bir tarafta Somuncu Baba’nın bahşettiği maneviyat ik-limi, diğer tarafta Musulî vb. ilim ehlinin yaydığı ışık. Her iki zen-ginliği bağrında taşıyan Darende Anadolu’nun irfana ve ilme açı-lan kapılarından biri olmuştur. En önemlisi de bu çizginin bu gün de devam etmiş olmasıdır.

Sözü şuraya getirmek istiyo-rum. Darende çağın rüzgârları içinde modernleşmeden şüphe-siz nasibini aldı. Ancak sekülarizm bataklığına düşmedi, düşürülme-di. Bir el var ki buna müsaade et-medi. O el Somuncu Baba’nın eli. Darendeli köklerinden kopmadı. Manevî bağları diri kaldı.

Somuncu Baba’nın Daren-de için önemi nedir? Somuncu Baba’nın Darende sayfası ne za-man nasıl açılıyor ve kapanıyor?

Somuncu Baba Darende için her şeydir. Somuncu Babasız Darende’yi gerçekten yorum-lamak güçtür. Uzun Osmanlı asırlarına bakıldığında Somuncu Baba’nın yaktığı meşalenin Da-rende semalarında hep yandığı

görülür. Şehirlerin de ruhu oldu-ğunu söyleyen düşünür pek haklı-dır. Somuncu Baba Darende’nin ruhudur. Zira, Darende’yi ilk gördüğümde bu çırılçıplak iki tepe arasında kalan bir vadinin insanları neden celb ettiğini an-layamamıştım. Darende’yi anla-manın yolu Somuncu Baba’dan geçer. Somuncu Baba’nın Da-rende sayfası hep açıktır.

41Mart / 2007

Page 42: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin manevî ge-lenek içerisinde yeri nedir? Kimdir, nasıl bir kişiliktir? Darende açısından önemi nedir? Darende’ye olan katkıları ve Darende için anlamı nedir?

Osman Hulûsi Efendi 76 yıllık hayatına çok şey sığdır-mış, maddî ve manevî kalkınmayı birlikte gerçekleştirmiş nadide örneklerden biridir.

Her şeyden önce Evlad-ı Rasuldür. Âl-i beyt şemsi-yesi altındadır.

İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Medine-i Münevvere’de bir otelde Osman Hulûsi Efendi’ye dönerek;

“Oğlum Hulusi, senin ecdadın bizim sertacımızdır. Üzerinize büyük bir vazife intikal ediyor, İhvan’a sa-hip çıkıp, hizmet edersiniz” deyince, Hulûsi Efendi de cevaben “estağfirullah Efendim” der. İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi de karşılık olarak “bu yükün ağırlı-ğını ancak siz çekebilirsiniz” demiştir. İhramcızâde’nin bu sözü ile Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi irşad ve manevî hilafete vâris olmuş, İhramizâde İsmail Hakkı Efendi’nin 1969’da vefatından sonra O’nun halifeliği-ne getirilmiştir.

İlkokuldan sonra öğrenimine devam edemeyen Hulûsi Efendi, babası tarafından gençliğinin en verimli yıllarında sanatkârlığa gönderilmiştir. Babasının teşviki ve kendi çabaları ile Farsça ve Arapça bilgisini ilerlet-miştir. Hulûsi Efendi, geçimini sağlamak üzere ciltçilik, şirazelik, marangozluk, gibi işler ile meşgul olmuştur. Onun bu hünerleri Hz. Peygamber’in “Kişinin en helal yemeği alın teri ve emeğidir” hadisine bağlılığının bir tezahürüdür. Toplum hayatından kopuk değil, içtimai hayat ile iç içe bir hayat anlayışına sahip olduklarının göstergesidir.

Bu özellikleriyle Osman Hulûsi Efendi “üretici der-viş” tipinin en güzel örneklerinden birini oluşturmuştur. Osman Hulûsi Efendi hizmete, iş ve harekete dayalı bir tasavvufî anlayışa sahipti. Hulûsi Efendi “Allah yap-tığı işi güzel yapanı sever” hadisindeki mânâya uygun olarak söylediğini güzel söylemiş, yaptığını güzel yap-mış, baktığına güzel nazar etmiş, böylece çevresinde gittikçe genişleyen bir hürmet hâlesi oluşmuştur.

Osman Hulûsi Efendi manevî kalkınmanın yanın-da maddî kalkınmayı ihmal etmemiş, bunu manevî gelişmenin bir aracı olarak görmüştür. Hayatını halka hizmete vakfetmiş, gençliğinde başlayan hizmet zin-cirleri ömürlerinin sonuna kadar devam etmiştir.

“Yurdumun her taşını Ka’be sayarım” diyen Osman Hulûsi Efendi tarihe, topluma ve ülkesine karşı duydu-

ğu sorumluluk ve hassasiyeti ifade etmiştir.

Darende’ye sanırım birkaç kez geldiniz? Burada Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı’nın çabalarını, hizmetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Darende’ye ilk geldiğinizde neler hissettiniz, neler gözlediniz?

Darende’yi ilk gördüğümde bu çırılçıplak iki tepe arasında kalan bir vadinin insanları neden celb ettiğini anlayamamıştım.

Darende’yi cazib kılan Somuncu Baba olmuştur, Hulûsi Efendi olmuştur. Somuncu Baba Darende’nin ruhudur.

Bu yüce kametlerin açtığı büyük çığır Darende’yi ca-zibedar bir merkez kılmıştır. Bir tarafta kalplerin kiri pası giderilip cilalanırken, diğer tarafta şehrin eğitim, bayın-dırlık ve sağlık alanındaki ihtiyaçlarını karşılama yönün-de büyük kararlılık gösterilmiştir. Bu hizmetler devletten beklenilmemiş, devletin yanında olunmuştur.

Darende’ye ilk geldiğinizde neler hissettiniz diyor-sunuz. Bu sualin en güzel cevabı her halde dönerken na‘t tarzı yazdığım şiirin bir dörtlüğünde saklıdır:

Hak nasib etti geldim efendim /

Mücrimim pek çok, yüzüm yok efendim / Hâk-ı pâyin-de bir zerre olsam / Şefaatin umarım pek çok, sultanım efendim...

Hulusi Efendi “Üretici Derviş” Profilinin En Güzel Örneğidir

42 Somuncu Baba

Page 43: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Adı : Abdullah

Künyesi : Ebû Muhammed

Doğum yılı : Risaletin ilk yıllarında

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Selâme b. Umeyr Ebû Hadred.

Anne adı : Tespit edilemedi

Eş(ler)i : Kufeyra el-Hilâliyye (Melîke de denmekte)

Akrabaları : Tespit edilemedi

Oğulları : Ka’ka’, Abdurrahman, Abdullah, Rıdvan

Kızları : Tespit edilemedi

Kabilesi : Eslem

İslâm’a girişi : Hudeybiye senesi

Sohbet süresi : 4 yıl

Rivayeti : 4

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Askerlik, istihbarat

Hicreti : -

Fiziki yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Cesur, istihabarat yeteneğine sahip.

Ayrıcalığı : İslâm’a ve Hz. Peygamber’e düşman olan kimselere karşı yaptığı baskınlarıyla tanınmakta.

Ömrü : Yaklaşık 80-81

Ölüm yılı : H. 71

Ölüm yeri : Medine

Ölüm sebebi : YaşlılıkSözleri : “Rasulullah (s.a.v) bir şeyi peş peşe üç defa söylediğinde itiraz edilmez”Kaynaklar: Tabakat, IV. 309-310, 282; İstiab, II. 288-290; Üsd, III. 210-1, VII. 244; İsabe, II. 294-6; DİA, I. 96; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 25-6; Ahmed, Müsned, III. 423, VI. 11.

Hudeybiye’den itibaren Hz. Peygamber’e katılmış, O’na fedailik yapmış, O da onu çeşitli seriyyelere göndermiş-tir. Hayber ve başka birçok savaşa iştirak etmiştir.

Savaşları :

Görevleri :

Müslümanlarla, Kaysoğulları’nın arasını açmaya çalışan, Hz. Peygamber’e karşı bir komplo peşinde olan Benî Cu-şem Kabilesi’nden Rifâa b. Kays’ın öldürülmesi görevini üstlendi. Başarıyla yerine getirdiği bu Gâbe Seriyyesi kar-şılığında Hz. Peygamber ona, elde ettiği ganimetlerden tam on üç deve verdi. O da bunu eşi için mihir olarak kullandı. Huneyn Savaşı öncesinde bölgede istihbarat ile görevlendirildi.

Hadisleri :

Bir Yahudi’ye dört dirhem borcu vardı. Fakat yoksulluk sebebiyle ödeyememişti. Durumdan haberdar edilen Hz. Peygamber, ona derhal hakkını ödemesini emretti. Abdullah yemin ederek imkanının olmadığını söylediyse de, Hz. Peygamber üç defa “Ona hakkını öde!” buyur-du. Bunun üzerine Abdullah üzerindeki hırkasını çıkarıp, başından çıkarıp açtığı sarığa bürünerek pazarın yolunu tuttu. Hırkasını, o Yahudi’ye dört dirheme vererek bor-cunu ödemiş oldu. Onun bu durumunu öğrenen ihtiyar bir hanım Abdullah’a bir hırka hediye etti.

Hakkında :

Rasulullah (s.a.v) Abdullah’ın da aralarında bulunduğu bir grubu, Batn-ı İdam denilen yere göndermişti. Orada karşılaştıkları Âmir el-Eşcaî, kendilerine İslâm selamıyla selam vermesine rağmen, gruptan Muhallim b. Cessâme, üzerine atılarak onu öldürdü, devesini ve eşyalarını da aldı. Hz. Peygamber’in yanına dönüldüğünde haklarında şu ayet inmişti: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek «Sen mü-min değilsin!» demeyin. Çünkü Allah’ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bü-tün yaptıklarınızdan haberdardır.” (4. Nisa 94)

43Mart / 2007

Doç. Dr. Bünyamin ERUL

Page 44: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

44 Somuncu Baba

Page 45: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

D ergimizin kurucusu Ahmet Şemsettin Ateş Ağabey geçtiğimiz yıl 17 Mart 2006 Cuma günü Hakk’ın

rahmetine kavuşmuştu. Aradan bir yıl geçti… Kurucusu olduğu dergimiz elhamdülillah yayın çizgisine aynı istika-mette daha da gelişerek devam ediyor. Ahmet Ağabeyimizi hayırla anmak hakkında yazılan metinlerden bazı iktibaslar yaparak onun güzel vasıflarından bu yazımda anlatmak is-tiyorum.

Geçen yıl vefatından hemen sonra kaleme aldığım an-cak yayınlamadığım şiir âhenkli bir yazımı önce sizlerle paylaşacağım. Sonra da hakkında yazılanlardan bir demet sunacağım.

Gül Güzelliğinde Bir Resim

Hayatını insanca yaşayan, kendini insanlığa adayan bir can… Bir örnek sahib-i iman…

Adı dillerde destan olan bir isim…. Cemâli gönül def-terlerine ve hafızalara altın kalemlerle nakşedilen gül gü-zelliğinde bir resim…

Ahmet Şemsettin Ateş…

Yüce bir babaya layık bir oğul, efendi bir kardeşe layık bir ağabey, iffetli bir hanıma şefkatli bir eş… Adı gibi övü-len, aydınlık bir güneş…

Hz. Peygamberin sülalesinden, Somuncu Baba’nın ne-sep silsilesinden.. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin gül kokulu hanesinden doğan bir kâmil gönül… Bir mümtaz şahsiyet, bir ehl-i beyt…

Unutulmayacak Bir İsim

Ahmet Şemsettin Ateş

EdebiyatMusa TEKTAŞ

“Gönül Ehliydi. Sevdiğini gönülden sever, ama

açığa vurmazdı. Onun her şeyi sevdiği dostları ve

arkadaşlarıydı. Dünya malı, para pul gibi birçok insan

tarafından çok önemsenen maddiyat onun için bir şey

ifade etmezdi. Adeta gizli bir Hulûsi Efendi’ydi.”

45Mart / 2007

Page 46: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

46 Somuncu Baba

O, ilim ve irfan ocağında doğmuştu. İrfanı bizzat yaşaya-rak babasından öğrendi, Anne-sinin ak sütü gibi temiz olan, te-miz bir neslin evladı olarak boy verdi, kemâle erdi. Hacı Naciye Hanı mın ninnileri gibi öğütleri de hep kulağına küpe oldu. İçi sevgi ile doldu…

İlim sevdalısı bir babanın ev-ladıydı. Kitap kokulu evlerinde kitaplarla koyun koyuna büyü-müştü. Okudu, tahsil etti. Önce Eğitim Akademisine, sonra Mü-hendislik Fakültesine gitti.

Yürüyüşüyle sakin ama vakur, duruşuyla asil, konuşmasıyla bazen tebessümlü bazen sert… Doğruluk timsaliydi bu mert oğlu mert…

Tabiata vurgundu. Yüce dağ-ların zirvesinde gönül otağını kurdu. Fidanlar dikti elleriyle,

suladı, büyüttü, daha yeşil olsun diye otuz yapraklı gül yurdu…

İlmiyle tecrübesini gönül ha-vanında dövüp, dost ellere ar-mağan olarak sundu. Danışanlar, onun yanına gelen dostları hep doğru istikameti buldu. Yaprak-lara düşen çillerin ilaçlarla silin-diği gibi, onun dost sohbetine katılanların gönüllerindeki kirler silindi, kalpler berraklaştı, alın-lar aklaştı… Ona yakın olanlar Hakk dostlarına yaklaştı.

15 Haziran 1990 Cuma günü babası Hulûsi Efendiyi can kar-deşiyle gül kokulu toprağa ya-tırdıktan hemen sonra ilk önce Hamidettin Efendi’nin elini o öptü…

O, kâmil olduğunu o gün gösterecek bir tavırla zaten sa-adet topunu o gün kaptı. Bir kardeş olarak kendine düşen

görevi layıkıyla o gün yaptı…

Ticaretle uğraştı bir zaman. Gönül pazarını kurup, dost can-lara deste deste güller sattı. Gül alır gül satardı. Güleryüzlüydü, herkesin kalbine neşe katardı. Sarraf dükkânında altın mihen-giyle kalpleri ölçer, gönül terazi-sinde insanları tartardı.

Kendisinden borç isteyen-lere hep verdi… Hep verdi… Yardımdı, dayanışmaydı, birlik-ti, dirlikti, derdi… Mobilyacılık yaptığı zaman fakirlerin evlerini döşedi, kimsesizleri ev-bark sa-hibi yaptı.

Adı borçtu ama, karşılığını Allah’tan alacağı hibe idi bunlar. Hep onu böyle tanıdı canlar.

Elindeki serveti cömertliğe tahvil edip, ihtiyaçlarını gördü-ğü insanların gönlünü kazandı.

Fotoğraf: Bekir SARI Ahmet Şemsettin Ateş, H. Hamidettin Ateş ve Cemalettin Akgül Hac Ziyareti

Page 47: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Tanıyan tanımayan onu hep iyi-likle andı…

Büyüklerin imtihanının bü-yük olduğunu söylerdi. Kendisi de hastalığın pençesinde sab-rederek, şükrederek, metanet göstererek, bu dünya sınavını verdi. Ameliyattan yeni çıkmış olmasına rağmen Kutsal bel-delere olan iştiyakı galip geldi, hac ziyaretine gitti. Mekke’de Arafat’ta ümmet-i Muhammed için dualar etti.

Medine’de gözyaşları sel oldu aktı. Rasulullah’ın sevgisi ile gözleri hep nemli, mendili hep ıslaktı…

Hac dönüşü tekrar hastalan-dı.

17 Mart 2006 Cuma günü Hakk’a erdi.

O gece hiç uyumadı, dai-ma Hakk’ı zikretti. Yanındaki aile fertleriyle helalleşti. Sa-bah ezanla rı okunurken “açın kapıları pencereleri” diyerek ezan sesinin âhengiyle gözlerini dinlendir di…

Namaz dönüşünde yanına uğrayan Hamidettin Efendi’ye;

“Hoş geldin efendim” dedi. Hal hatır sordu… Ablalarıyla, yen-geleriyle, yeğenleriyle, eşiyle, çocuklarıyla, bu dünya gözüyle son kez göz göze geldi…

“Ben Bekâ âlemine gidiyo-rum,” dedi.

“Allah Allah” diyerek ruhu-nu teslim etti. Sevdiği Rabbına, Sevgili Habibine, özlediği baba-sına, can parçası anasına, yanı-na mezarımı kazın dediği ağa-

beyi Kemal Efendi’nin yanına gitti. Rahmet-i Rahmana yetti.

Gönül İnsanıydı Gönül Ehliydi

H. Hamidettin Ateş Efen-di, Ahmet Ağabeyin vefatın-dan sonra bir yazı kaleme aldı. Onun güzelliklerinden bahsedi-yordu. Aşağıya söylediği güzel sözlerinden alıp bir demet ola-rak sizlere sunacağım:

“Hoşgörülüydü. Hiç bir Allah’ın kulunu incitmedi. Kim-seden de incinmedi. Allah Ra-sulünün hadislerine bir Evlad-ı Rasul olarak gönülden bağlıydı. Hayatına bakıldığında görüle-cek ki, güzel ahlak sahibi olarak toplumla iç içe yaşayan bir bah-tiyardı.

Eğitimciydi. Ailesinden al-dığı manevî terbiye ve görmüş olduğu eğitim ile, ortak olduğu dostlarını, yanında çalıştırdığı arkadaşlarını, yeğenlerini eğitip, yetiştirmeye gayret gösterdi. İş-lerini planlı ve programlı olarak, yaptığı işi güzel yapardı. İnce ve zarif ruhuyla, elinden tuttu-ğu insanları faydalı birer insan olarak topluma kazandırırdı. Dostluk yaptığı insanlar zararlı alışkanlıklarını bırakır, onun gibi olmaya çalışırlardı. Nefsine ağır gelse de zor olanı başardı. Bir-çok insanın, birçok gencin top-luma zararlı olmasını engelledi, o zorluklara kendi göğüs gerdi, meşakkati kendi çekti, gençli-ğini, ömrünü iyi örnek olarak yaşadı.

Paylaşımcıydı. Darende’nin konut ihtiyacına cevap verebil-mek için inşaat sektöründe çok

güzel hizmetler verdi. Gariple-ri, dar gelirli insanları ev sahibi yaptı. Kendi imkânlarını herkes-le paylaşmayı severdi. “Komşu-su aç iken, tok yatan bizden de-ğildir.” Emrine samimi bağlıydı. Onun için de tanıdıklarıyla, ihti-yaçlılarla elindekini paylaşırdı.

Hayırseverdi. Allah için her-kese hizmet etmeyi benimseyen örnek bir kişiliğe sahipti. Yaptığı iyiliklerin kendisi ile Allah ara-sında kalmasına özen gösterir, hiçbir kimseyi bunlardan haber-dar etmeyecek şekilde hayırda gizliliğe dikkat ederdi. İçindeki sırlarını hiç kimse bilemezdi. Darende’deki ticari hayatında kimsesizleri, yoksulları, mec-zupları, yetimleri himaye eder onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırdı. O fakir fukara baba-sı idi, daha doğrusu babasının oğluydu. Geçmişi temiz olan bir sülalenin temiz bir evladıy-dı. “Allah güzeldir, güzel ola-nı sever” düsturuyla güzelliğe meftundu. Sevdiklerini candan severdi, kimseye yük olmazdı. Temiz fıtratını asla kirletmedi, temiz tuttu.

Gönül ehliydi. Sevdiğini gö-nülden sever, ama açığa vur-mazdı. Onun her şeyi sevdiği dostları ve arkadaşlarıydı. Dün-ya malı, para pul gibi birçok in-san tarafından çok önemsenen maddiyat onun için bir şey ifade etmezdi. Adeta gizli bir Hulûsi Efendi’ydi. Kazancını şahsı için değil toplumun istifadesi için harcardı. Herkesin gönlünde taht kurmuş bir gönül insanıydı. Her kesimden insan onu sever ona muhabbet beslerdi.”

47Mart / 2007

Page 48: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Gözü Yaşlıydı Ağır Başlıydı

Darende Haber Gazetesi yazarlarından aynı zamanda romancı olan Raziye Sağlam Hanım’ın şu satırları da Ahmet Ağabeyin hayata bakış açısını dillendiriyor:

“Ablası Şefika Hanım onu an-latırken, çok ağır olmasına rağ-men son nefesine kadar bilinci-ni kaybetmeyip onlarla konuş-tuğunu, sabah ezanı okunurken camı sonuna kadar açtırıp ezan bitene kadar dinlediğini söyledi. Anlattığına göre sabaha doğru oda bir anda gül kokusu ile dol-muş. Biz o anda gözyaşlarımızı tutamadık. Bizim akşam hisset-tiğimiz hâlâ o kokuydu. Onun sulbünün ve maneviyatının gü-zelliğinin kokusu.

Ahmed Efendi görünüş ola-rak Hacı Valide’ye benzerdi ve çok sessizdi. Sempozyumda

“Gül Sultan” ilahisi okunurken, birden dönüp eşine gül uzata-cak kadar sevgi dolu, alacaklı olduğu insanların borçlarını bir kalemde silecek kadar cömert-ti. Kuyumculuk yaptığı zaman-larda, alamayacak durumda olanlara üzülüp, altını veresiye verirmiş. İnsanlar “veresiye altın satan bir Ahmed Efendi vardır herhalde” derlermiş. Ahmed Efendi yakınlarına “Kimsenin bana borcu yok. Benden sonra da sakın kimseden istemeyin” diye vasiyet ederek hepsini bir kalemde silmiş. Bir sempoz-yumda Peygamber Efendimize (s.a.v) dair şiirler okunurken, gözyaşları içindeki görüntüsü hiç gözümüzün önünden git-miyor. Herhangi bir etkinlik

olduğunda onu asla ön sıralar-da göremezdiniz. Her zamanki tevazusu ile arka sıralarda sessiz sedasız programı izlerdi.”

Ahmet Ağabeyin ardından akrabalarından olan Mehmet Ateş de şu satırları kalema al-mıştı:

“Kırk sekiz yıllık yaşamı bir Cuma sabahı sona erdi. Aslında sona erdi diyemeyiz, onun için gerçek yaşamın başlangıcı oldu. Onun gibiler ölmez...

Ahmet Ağabey, Cuma günü kendisini seven tüm dostlarına ateşten bir gömlek giydirdi. Dı-şarıdan görünmese de bu göm-lek içeride bir kor misali Mevlâ kavuşturana kadar yanacak.

Yalan dünyadaki zamanını doldurduğu süre içinde Ahmet Ağabey, kimseyi kırmadan, in-citmeden, karşılık beklemeden hizmet etti. Tıpkı babası Es-Sey-yid Osman Hulûsi Efendi’nin nasihatinde buyurduğu gibi bir yaşam sürdü.

“Alemi sen kendinin kölesi kulu sanma / Sen Hakk için âle-min, kölesi ol kulu ol

Nefsin hevası ile mağrur olup aldanma / Yüzüne bassın kadem her ayağın yolu ol”

Sadece bu dörtlük değil, ta-mamı Ahmet Ağabeyin yaşam çizgisi olmuştur.

Ahmet Ağabey, yaşamındaki güzelliklerin ona vermiş olduğu makamı, yüceliği, Hakk’a yürür-ken körelmiş gözlere, kararmış kalplere o kadar aşikâre gösterdi ki anlatmaya kelimeler yetmez.

O anı, anlatmak için şu men-kıbeyi o anla kıyaslayabiliriz:

“Peygamberimiz Hz. Muham-med (s.a.v) zamanında cihada katılan sahabelerden Nevfel şehâdet şerbetini içiyor, onu oracıkta toprağa veriyorlar.

Peygamberimiz mezarın ya-nından parmaklarının ucuna basarak yürüyor, sebebi soru-lunca; “Beni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Nevfel’in etrafında o kadar melek toplandı ki, ayağımı ba-sacak yer bulamadım. Hatta bir melek kanadını ayağımın altına döşedi, ona bastım” buyurdular.

Ahmet Ağabey, bir savaş şe-hidi olmadı, yalancı dünyadaki insanların riyâkarlığına, yalan-cılığına, kötülüklerine yılma-dan mücadele ederek ve bu da yetmezmiş gibi bu uğraşının sonunda aldığı yaraların kendi-ne verdiği sıkıntılarına üç yıl bo-yunca hiç sızlanmadan şikayet etmeden tıpkı Eyüp Peygam-berin sabrı gibi yaradanından yardım alarak bizler için yıkım, kendisi için zafer olan mücade-lesini şehit bir kumandan olarak tamamlayarak ahirete intikal etti. Dostlarının sırtında Hakk’a yürürken, görünmeyen dostlar da birer kar tanesine tutunarak nur misali incitmeden süzüldü-ler. Görenleri hayrete bırakacak bir güzellikle bütün gökyüzü meleklerle doldu. Güneşte bü-tün şefkatiyle ışıklarını saldı.”

Ruhu Şâd Olsun...

48 Somuncu Baba

Page 49: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Doğunun Özgün Sanatı İslâm Tıbbı

M odern tıp, daima Batı’yla özdeşleştirilmiş bir alan olarak kabul görmektedir. Elbette

Batı’nın tıbba olan katkıları inkar edilecek veya göz-den kaçırılacak bir husus değildir. Ancak modern tıbbın, azgınlaştığı ve tanrılığa/ilahlığa soyunduğu bu zamanlarda, geleneksel tıp sanatını ve onun sanat-kârları olan kadîm tabiplerini hatırlamak bilimsel bir borçtur. Bu tıp gelenekleri içerisinde, insanın faydası ve mutluluğunu esas alan İslâm tıbbı oldukça kap-samlı bir yer işgal etmektedir.

İslâm Tıbbı ve Kökeni

İslâm tıbbı ve onun eczacılık, cerrahî ve diğer bölümleri, ruhunu ve varlığını İslâm’ın eşsizliğin-den almıştır. Ancak onun gelişim ve tekâmülünde, Grek-İskenderiye, Hint ve İran tıbbının kadîm biriki-mi de önemli bir katkı olarak mevcuttur. Yüce gaye ve amaçların gerçekleşmesine yönelik tükenmez bir enerji ve gayretle şekillenen; kendi alanının tüm bö-lümlerini içine alan İslâm tıbbı, on beş asırlık tecrü-besiyle Güney İspanya’dan Bengal’e kadar olan bir coğrafyada hayat bulmuştur.1

Kadîm geleneklerin birikim ve külliyâtından yarar-lanan İslâm tıbbı, bununla yetinmemiştir. Zira Müslü-manların inşa ettiği bu tıp geleneği, hiçbir zaman me-tafizik ve kozmolojik alanla irtibatı koparmamıştır.

Sağlık, sıhhat ve tıpla alakalı mevzulardan ifa-

Bilim ve HikmetDoç. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

49Mart / 2007

“İslâm tıbbı, Hz. Muhammed (s.a.v)’in

hayattayken, karşılaştığı hastalara yapılmasını

önerdiği sözleriyle başlar. Nitekim hasta

ve hastalıklarla ilgili bu hikmetli sözler/hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra

Tıbbu’n-Nebevî ismiyle kitap haline dönüşmüş;

hadis külliyâtı içinde bir bölüm olarak varlık

bulmuştur.”

Page 50: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

50 Somuncu Baba

de ve tavsiyelerin bulunduğu Kur’an ve hadisler, Müslüman tabiplerin İslâm’la bağlarını güç-lendirmelerini sağlamıştır. Bu-nunla birlikte İslâm fıkhındaki sağlık, beslenme, abdest, gusül ve bedenle ilgili birçok hususun tıpla bağlantısı bulunmaktadır. Aynı zamanda bedene aidiyet kazandıran ruh ile “ruhun tapı-nağı” beden hakkındaki Batınî öğretilerin de, tıp ve İslâm’la bağı kuvvetlidir. Hâsılı İslâm tıb-bı, her daim din ile yakın olan münasebetini canlı tutmuştur.2

İslâm tıbbı, Hz. Muhammed (s.a.v)’in hayattayken, karşılaştı-ğı hastalara yapılmasını önerdiği sözleriyle başlar. Nitekim hasta ve hastalıklarla ilgili bu hikmetli

sözler/hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra Tıbbu’n-Ne-bevî ismiyle kitap haline dö-nüşmüş; hadis külliyâtı içinde bir bölüm olarak varlık bul-muştur. Buharî’nin Sahihi’ndeki et-Tıbbu’n-Nebevî kitabı büyük ilgiye mazhar olmuş ve çok yay-gınlık kazanmıştır.3

İlk Müslüman Hekimler

Tıp, Hz. Peygamber döne-minde de ilgi duyulan bir sahadır. Zira hasta ve hastalıklar, insanın yaratılmasıyla var olmuşlardır. Ancak İslâm Peygamberi’nin yaşadığı zaman ve mekân bu tür hayatî bir alan için yeterli imkâna sahip değildir. O devir-de bile, Müslümanların yabancı

(gayr-ı müslim) kaynaklı tıp bil-gisine yönelik büyük bir merakı söz konusuydu.4

Kaynaklar, ilk Müslüman hekimin Hz. Peygamber’in as-habından ve aynı zamanda teyzesinin kocası olan Hâris b. Kelede (Kaladân) olduğu konu-sunda aynı düşünceleri aktar-maktadırlar. Bu sahabî, bir ri-vayete göre, Hz. Peygamber’in teşvikiyle tıp sanatını öğrenmek ve araştırmak için Cündişapur’a (İran) gitmiştir. Hatta o, Sâsânî kralı Enûşirvan ile sağlık hak-kında sohbet etmiştir. Sonradan Medine’ye dönen Kelede’nin, kendisi gibi oğlu Nadr’in de bir hekim olduğu bildirilmektedir.

İslâm’ın dış kaynaklı tıp ile erken bir dönemde tanışması-na karşın, Arap Müslümanların bu sanata ilgileri ileri düzeyde gerçekleşmedi. Bundan dolayı İslâm coğrafyasındaki ilk he-kimlerin çoğunluğu Hıristiyan, Yahudi veya İranlı bir kökene sahiptiler. Ancak Arapça’nın bi-lim dili oluşu ve özellikle de bir tıp dili haline gelmesiyle, tıbbî irfanın Arap Müslüman kültür havzasında işlerlik kazanması gerçekleşti.5

Cündişapur ve İskenderiye gibi iki tıp merkezinin İslâm coğrafyasına katılmasıyla birlik-te, buradaki usta ve donanımlı hekimler Müslüman toplu-mun ve bilginlerin hizmetine hazır durumdaydılar. Ancak Emevi Halifesi I. Mervan dö-neminde Basralı Yahudi he-kim Mâserceveyh’in Ahron’un

Edirne / II. Bayezid Vakfiyesi İstanbul Belediyesi Atatürk Ktp., Muallim Cevdet Yazmaları

Page 51: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Pendicts’ini çevirmesine kadar başka Arapça tıp kitabı tercü-mesi mevcut değildi.6

Tabip, Hekim, Hakîm

Yine de İslâm medeniyeti, yeni tıp metot ve uygulamala-rıyla birlikte, alana mekanlık ya-pacak kurum ve ilkeler/değerler inşa etti. Sağlık ve tıp sahasın-daki gelişme ve terakki, İslâm dışı bir kökene sahip olan he-kim modelini, İslâmî bir imajla evrime uğrattı, tekamül ettirdi. Zaman içerisinde hekim (tabip), hakîm (hikmetli kişi, bilge) kim-liğine büründü. Nihayetinde ortaya çıkan hem geleneksel ilimlerdeki üstatları ifade eden hem de hekim (tabip) ve hakîm (filozof) olan bir bilge tipi teşek-kül etti. Kindî’den İbn Sînâ ve İbn Rüşd’e kadar İslâm filozof-ların çoğunluğu, aynı zamanda yetkin birer hekimdiler. Mu-hammed b. Zekeriya er-Râzî ve İbn Sinâ gibi hekim ve hakîmler, çağlarında benzerleri bulunma-yan bilge tabiplerdir.

İslâm dünyasının geçmişinde tıbbın öğretim ve uygulaması, diğer bilimlerden bilhassa fel-sefeden ayrı bir disiplin olarak değerlendirilmiyordu. Sonuçta tıpla ilgili hâsıl olan birikim, İs-lâmî ilimlerin birliğini simgele-yen ve çeşitli bilgi dallarını bir sıralamayla öğreten/ikmâl etti-ren bir bilg(e)in modelini üret-ti/yetiştirdi.7

İslâm Tıp Teorisi

İslâm tıp teorisi; İslâm meta-fiziği, kozmolojisi ve felsefesiyle

iç içe algılanan bir ilişki içerisin-de düşünüldü. Zira tıbbın konu-su, yani insan bütün varlığı ken-disinde özetleyen küçük âlem-dir. Bir başka ifadeyle insan, var oluşun sembolüdür. Böylece insan, varlığı kavrama ve anla-manın anahtarı olmaktadır.

Nitekim Müslüman hekim-ler, insan bedenini, nefsinin bir uzantısı ve devamı olarak düşünmüşlerdir. Bu anlamda beden, hem ruh hem de nefsle yakın bir ilişki içerisindedir. Bir-biriyle münasebetleri sebebiyle, Müslüman hekimler, bu güçle-

rin insan üzerindeki etkilerini incelediler.8

Tıp Eğitim ve Öğretimi

Tıp öğrenimi, temel ilkele-ri yönüyle medreselerde tahsil edilmekle birlikte, cerrahî, ec-zacılık ve bunlarla ilgili klinikle-re bir tıp okulu eklenerek has-tanelerde öğretiliyordu. Ayrıca yetkin bilge hekimler, evlerinde ve özel mekânlardaki ders hal-kalarında tıp öğrencileri yetişti-riyorlardı. Öğretim, çoğunlukla aile çevrelerinde, özel dispan-serler veya özellikle eczacılıkla

51Mart / 2007

İbni Sina

Page 52: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

52 Somuncu Baba

ilgili olarak eczanelerde sürdü-rülüyordu.

Tıpla ilgili bir ailede nesiller boyu teşekkül etmiş tıp gele-neği, İslâm medeniyet ve coğ-rafyasında gerek Müslümanlar gerekse Hristiyan ve Yahudiler arasında varlığını yüzyıllarca de-vam ettirdi. Bu geleneğe sahip olan Endülüs’te İbn Zühr, İran ve Irak’ta Buhtîşû aileleri, asır-larca büyük hekimleri insanlığın faydasına/hizmetine kazandır-dılar.9

Hastane, Hastaevi, Bimaristan, Mal(r)astan,

Dârüşşifa

Müslümanlar, şifa veren bir merkez olarak hastane kuru-munu, İran ve Bizans’tan miras olarak aldılar. İslâm’dan önce Ahvaz kenti yakınlarındaki Cün-dişapur hastanesi, hem hasta te-davisini hem de kapsamlı bir tıp öğretimi sunmaktaydı.10

Müslüman hükümdarlar içe-risinde ilk hastanenin I. Velid tarafından teşekkül ettirildiği nakledilse de, donanımlı gerçek bir hastane, VII. yüzyılda Ha-run Reşid’in emriyle Bağdat’ta inşa edilmiştir. Hastanenin yö-neticiliğine, Cündişapur’dan çağrılan Hristiyan hekim Cibrail b. Buhtîşu getirilmiştir. Bu tıp kurumunun önemi, İslâm tıb-bının doğuş dönemi hastanesi olmasından kaynaklanmaktadır. Hastanenin başına Yuhannâ b. Mâseveyh gibi tanınmış çok sa-yıda hekim atanmıştır. Bu has-tane, kurulucak yeni hastanele-re model olmuştur.11

Daha sonraları; örneğin XIII. yüzyılda Tunus, Cezayir ve Endülüs’te bir çok hastane inşa edildi. Hastaevi (hastane) an-lamına Farsça bir kelime olan ve Arapça’da hastane karşılığı kullanılan bîmaristan kelimesi, malastan veya marastân söz-cükleriyle İspanyolca’da karşılık buldu.12

Osmanlılar döneminde, has-tane modellerinde Selçuklu ve Abbasî üslûbu benimsendi. Osmanlı’da ilk hastane, XIV. yüzyılda Bursa’da inşa edi-len Darüşşifa idi. Bu kurumu, Fatih’in XV. yüzyılda yaptırdığı, Külliye’sinin bir bölümü olarak inşa edilen hastane izledi.13

İstanbul’daki en büyük has-taneler, XVI. yüzyıldan sonra inşa edildi. O dönemde teşek-kül eden hastaneler, XIX. yüzyı-lın Batı’daki modern hastanele-rine örnek olmuşlardır.14

Hastane ve Tıp Eğitimi

Genellikle vakıflarca des-teklenen hastanelere, şahıslar ve devletler de yardım ve kat-kıda bulunmuşlardır. Böylece onlar, İslâm dünyasının büyük bilim kurumlarına dönüştüler. Bu kurumlarda, hastaların her türlü bakımları yapılmıştır. Ayrı-ca cüzzamlılar ve deliler, hatta hayvanlar için özel hastaneler de inşa edilmiştir.

“İslâm tıbbının öğretim ve uygulaması; koğuşlara ek olarak büyük kütüphaneler, ders salon-ları ve tıp öğrencilerinin eğitimi için gerekli öteki düzenlemeleri

en nitelikli şekliyle ihtiva eden hastane müessesinden ayrı dü-şünülemez.

İslâm tıp uygulaması, gerek hastaneye bitişik olan gerek-se ayrı olarak faaliyet gösteren dispanser ve kimyevî ecza dük-kânlarıyla daima ilişkili olmuş-tur. Bununla birlikte (çoğu kere attâr denilen) eczacı tipi (halk Türkçe’sinde aktar) daima, res-mî hekimlerden daha fazla halk sağlığıyla içli dışlı olmuştur.”15

Tıp Eserleri

İslâm tıbbı üzerine kaleme alınan eserlerin ekseriyeti, ke-mikler, sinirler ve kaslar gibi vü-cudun çeşitli bölümlerini gös-teren şekil ve dokümanlardan oluşmaktaydı. İnsan vücudunda bulunan kemiklerin sayısı 248 olarak tespit edilmişti. Kasların anatomi ve fizyolojisine dair şe-kil ve çizimlere nadiren rastlan-masına rağmen, sinirler bede-nin en net ve kesin gösterilmiş bölümlerini oluşturmaktaydı.

Müslüman hekimlerin telif ettiği eserlerde organlar, efendi ve hizmetçi olarak isimlendiril-mekle birlikte, aralarındaki ilişki oldukça dikkatli bir şekilde gös-terilirdi. Örneğin; kalbe oran-la akciğer hizmetçi, akciğerler karşısında kalp efendi (yönetici) organ olarak sunulurdu. Bu-nunla birlikte bazı organlar alıcı, bazıları verici, bir diğer grup da ne alıcı ne de verici olarak isim alırdı. Özetle Müslüman hekim-ler, bedenin fonksiyonları ve or-ganları arasındaki ilişkiye azamî önemi göstermişlerdir.16

Page 53: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Şu halde, İslâm tıbbı; Kâdim Kelam’dan ve Hz. Muhammed (s.a.v)’in hikmetli söz ve uygu-lamalarından ayrı düşünülemez. Tıp sanatının, Müslümanlarca öğrenilmesini bizzat İslâm Pey-gamberi (s.a.v) teşvik etmiş-tir. İslâm tıbbı, ruhu ve bedeni, birbirlerini tamamlayan unsur-lar olarak görmüş; her ikisinin sıhhatine de önem vermiştir. Avrupa’da, cüzzamlılar ve de-liler, toplumdan ayıklanıp acı-lara terk edildiği dönemlerde, Müslüman tabipler, bu hastaları

İslâm tıbbına özgü metotlarla tedavi etmiş ve topluma kazan-dırmışlardır.

Dolayısıyla İslâm tıbbı; renk, ırk, inanç ve cinsiyetlerine bak-madan bütün insanların şifa bulması için her türlü imkânı ve yeteneği kullanmıştır. Ancak bu kadîm tıp sanatı, modern tıbbın bir kısım acımasız aktörlerinin yaptığı gibi, hiçbir insanî ve ah-lâkî olmayan yöntem ve tekniği, insanlar üzerinden uygulama bahtsızlığını göstermemiştir.

53Mart / 2007

1- Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve Bilim, çev: İlhan Kutluer, İstanbul 1989, 153.

2- Nasr, İslâm ve Bilim, 154.3- Mehmet Bayrakdar, Bilim ve Teknoloji

Tarihi, II. baskı, Ankara 1992, 205.4- Mehmet Bayrakdar, İslâm Felsefesini

Giriş, Ankara 1988, 32.5- Nasr, İslâm ve Bilim, 175; Bayrakdar,

İslâm Felsefesine Giriş, 32.6- Nasr, a.g.e, 174.7- Nasr, a.g.e, 154.8- Nasr, a.g.e, 159.9- Nasr, a.g.e, 154-155.10- Nasr, a.g.e, 155.11- Nasr, a.g.e, 155.12- Nasr, a.g.e, 155.13- Nasr, a.g.e, 155.14- Nasr, a.g.e, 156.15- Nasr, a.g.e, 156.16- Nasr, a.g.e, 164.

Dipnot

Kaysunîzâde Medyen b. Abdurrahman, Kâmûsü’l-etibbâ, Süleymaniye Ktp.İbnü’l-Baytar

Page 54: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Stratejik Önemi Bakımından Çanakkale Zaferi

TarihYard. Doç. Dr. Mehmet TAŞTEMİR

T arihin eski dönemlerinden

itibaren stratejik öneme

sahip olan boğazlar, Türklerin

Anadolu’yu yurt edinmesiyle

birlikte daha da ehemmiyet ka-

zanmıştır. Özellikle Çaka Bey’in

İzmir ve Bölgesi’ni (takriben)

1078-1081’de fethinin akabin-

de Adalar Denizi kıyılarında ve

İç Ege’de bulunan Türkleri bir

araya getirdikten sonra Çanak-

kale Boğazı’nın ele geçirilmesi

şart oldu. Bu maksatla kuvvetli

sayılabilecek bir donanma kur-

du. Çaka Bey’in gayesi, Balkan-

lardaki bir Türk boyu olan Pe-

çenekler ile diğer yönden İznik

Selçuklu yönetimini eline alan

Ebulkasım ile ilişkiler kurmak

suretiyle, Bizans’a karşı ittifak

cephesi oluşturmak ve Çanak-

kale Boğazı’nı ele geçirerek

Bizans’ı çember altına almak-

tı. Böylece fetih hareketlerini

Kuzey ve Balkanlara taşımak

idi1. Çaka Bey’in bu faaliyetle-

rini yakından takip eden Bizans

54 Somuncu Baba

Page 55: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

55Mart / 2007

İmparatoru Aleksios Komnenas,

Dalaisenos ve Opos komuta-

sında bir donanma hazırlatarak

Çaka Bey üzerine sevk etti. İki

ordu arasında Sakız adasında

şiddetli çarpışmalar oldu. Savaş

sonunda yapılan antlaşmanın

ardından Çaka Bey’in İzmir’e

dönmesini fırsat bilen Bizans

ordusu, Sakız’ı kolayca elde etti.

Durumdan haberdar olan Çaka

Bey, donanmasını daha da güç-

lendirerek Çanakkale Boğazı ile

Gelibolu yarımadasının mutla-

ka fethedilmesi gereğini kavradı.

Bu defa Girit ve Kıbrıs adaların-

daki isyanları fırsat bilen Çaka

Bey, 29 Nisan 1091 yılında

hem karadan hem de denizden hareketle Çanakkale boğazını ve bölgeyi kontrolü altına aldı2. Ayrıca Çanakkale boğazı girişin-deki İstanbul’un emniyetini sağ-layan Aloydos şehrini de muha-sara etti3.

XIII. yüzyılın sonlarından itibaren de Çanakkale Boğazı

Fotoğraf:

“Türk askerinin, cephede zaman zaman düşmanın ne denli acımasız, gaddar ve hatta canavarlık sınırlarını aşan davranışlarını bildiği halde,

kendisine esir düşen düşmanına bir misafir gibi davranması, bu milletin manevi unsurlarından kaynaklanmaktadır. Cephede bu denli imanlı askerin

olmasının dışında, diğer yandan savaşa katılmamış, ancak gönlüyle, ruhuyla onlarla birlikte olan cephe arkasındakiler ve en önemlisi de, yüce Peygamberimizin manevî ruhaniyetleri, necip Türk milletinin hep yanında

olmuştur”

Page 56: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

kıyılarına Türkmen akınlarının hızı gittikçe sıklaşmaya başladı. Bilhassa Melik İshak ve Ece Ha-lil gibi Türkmen kumandanları-nın adına “Melik İshak Limanı” ve “Ece Limanı” gibi yerlerin te-şekkülü, Türklerin bu bölgelere ne derece önem verdiğinin bir göstergesidir4. Marmara Deni-zi civarında egemenlik kurmuş olan Karesi Beyliği, Çanakkale Boğazı’nı (1330’larda) iki kez geçerek Trakya’ya akınlar dü-zenledi5. 1350’li yıllara kadar Osmanlı Devleti, bir sınır beyli-ği statüsünde olmasına rağmen, Orhan Bey Çanakkale’yi fethe-dip burayı bir üs haline getirdi. Üstünlüğünü öylesine sağlam-laştırdı ki, diğer bütün beylikler Osmanlı’ya tabi oldular6. Dola-yısıyla Osmanlı’ya Balkanlar’da batıya doğru sonsuz genişleme imkânlarını hazırlayan zemin oluştu. Osmanlı bu bölgeyi, Trakya ve Balkanlara yönelik fetih hareketleri için bir üs ola-rak kullandı7. Yıldırım Bayezit, Çanakkale Boğazı’nın önemini kavrayarak, Osmanlıların Ru-meli sahilinde önemli nakliyat iskelesi olan Gelibolu’da bir de-niz üssü yapılmasını istemesi8, boğazın stratejik önemini akset-tirmesi bakımından önemlidir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethetmesinin akabinde, Ça-nakkale Boğazı’nı denetlemek üzere 1462 yılında boğazın her iki yakasında kale inşa ettirdi9. Bozcaada’yı tahkim ederek İs-tanbul ve boğazları koruyan savunma sistemlerini daha da güçlendirdi. Anadolu ile Rumeli arasındaki iletişimi güvence al-

tına aldı. Bu nedenle kendisine, “İki karanın ve iki denizin hü-kümdarı” unvanı verilmiştir10. Ayrıca her iki kaleye de yeteri kadar top yerleştirilmiştir11.

Yirminci yüzyıl başları-na gelindiğinde Çanakkale Boğazı’nda 35 kale ve istihkâm ile tabya inşa edilerek kuvvet-lendirildi. Dolayısıyla Çanak-kale ile Gelibolu, Osmanlı top-çularıyla deniz kuvvetleri için önemli bir ordugâh konumuna gelmiştir.

Çanakkale Boğazı, tarih bo-yunca dünyaya hâkim olma duy-gusu olan milletlerin en önemli hedefi idi. Her iki boğaz (Ça-nakkale ve İstanbul), klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri değildi. Akdeniz’in diğer önemli su ge-çitlerinden olan Cebelitarık ve Süveyş Kanalı ile de bütünleşe-rek, dünyanın büyük denizleri-ni (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan önemli yer-lerdir.

Çanakkale harekâtı, I. Dün-ya savaşının en önemli askerî faaliyetlerinden birini teşkil et-mektedir. Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa ka-tılmasıyla zor durumda kalan İngiltere ve Fransa, Rusya ile doğrudan temasa geçip güçleri-ni artırarak Osmanlı Devleti’nin Süveyş Kanalı, Hint Yolu üze-rindeki baskıları kaldırmak, ay-rıca Alman-Avusturya ordula-rını arkadan çevirmek için bu

harekâtı gerekli görmüşlerdir. Boğazlara karşı girişilecek bir deniz harekâtı ile İstanbul’un ele geçirilip Osmanlı’nın saf dışı bırakılması fikri, özellikle İngi-liz Bahriye nâzırı ve daha son-ra Başbakan Winston Churchill tarafından savunulmuştu. İtilaf devletleri bu harekâtla henüz savaşa katılmamış olan Balkan devletlerini de yanlarına çek-meyi hedefliyorlardı12.

Boğazlara yönelik bu ha-rekâtın ilk hücumu 3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransız harp gemilerinin Ertuğrul, Seddül-bahir, Kumkale ve Orhaniye tabyalarını bombardıman et-mesiyle başladı. Resmen savaş ilan edilmeden başlatılan bu harekât, savaşın boğazda olaca-ğının ilk habercisi idi. İtilaf dev-letleri 5 Kasım 1914’te resmen savaş ilan ettiler. İtilaf devletle-rinin ikinci hücumu, 19 Şubat 1915’te, boğazın girişindeki Türk tabyalarını uzaktan topçu ateşine tutmak suretiyle gerçek-leşti. Akabinde İngiliz-Fransız filosu daha çok savaş gemisiyle tekrar saldırıya geçti. Bu saldı-rılar birçok defalar tekrar etmiş olmasına rağmen hedeflerine ulaşamadılar. 17 Mart 1915’te General Hamilton’un da katıldı-ğı bir toplantıda görüşülen de-niz harekâtı planına göre bütün mayınlardan temizlenmiş olan boğazın aşağı kısmından bütün savaş gemileri boğazı zorlaya-caklardı. Fakat aynı günün akşa-mı Türk donanmasına mensup Nusret mayın gemisinin Karan-lık Liman bölgesini mayınlaması,

56 Somuncu Baba

Page 57: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

deniz harekâtının kaderini de-ğiştirdi.

18 Mart 1915 sabahı boğaza giren tabyaları yoğun bombar-dımana tutan İngiliz ve Fransız filoları, boğazın iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve Karanlık Liman’a dökülen mayınların da etkisiyle itilaf devletleri filoları % 35 kayıp ve hiç beklemedikleri bir savunma taarruzu karşısında geri çekil-mek zorunda kaldı13. Başarılı sa-vunmayı idare eden Çanakkale müstahkem mevki kumandanı Cevat Paşa “18 Mart Kahramanı” unvanı ile anıldı. İtilaf devletleri bütün güçleriyle boğazı zorlar-ken Türkler de sadece mevzileri

savunmakla kalmamış zaman zaman taarruzlarda bulunmuş-lardır. Bu sebeple de General Hamilton’un teklifiyle kara ha-rekâtının zorunlu olduğu fikri hâkim olmuş, harekâtlar 7, 8 ve 9 Mayıs günlerinde gerçek-leşmiş olmasına rağmen hiçbir başarı kazanılamamıştır. Kara harekâtlarının en şiddetlisi ise 21 Haziran’da Kerevizdere, 28 Haziran’da Zığındere’de olmuş ancak bu taarruzlarda da düş-man askeri hiçbir başarı elde edememiştir. Kesin bir sonuç almak maksadıyla büyük takvi-yeler ile Türk birliklerinin geri irtibatını kesmek için 6–7 Ağus-tos gecesi Arı burnunun kuze-yinde Suvla Limanı ve civarına

asker çıkartarak Anafartalar’a doğru ilerlemeye başladı. Dört gün süren şiddetli çarpışmalar sonunda Yarbay Mustafa Ke-mal kumandasındaki kuvvetler tarafından Conkbayır’ında dur-duruldu. Churchill’in “kaderin adamı” olarak nitelendirdiği 19. Tümen komutanı Mustafa Kemal aynı gün, kolordu ve ko-mutanlarının emirlerini bekle-meksizin 57. Alay’ı ileri sürerek Conkbayır ve Kocaçimen tepe-lerine yaklaşmakta olan Anzak kuvvetlerini geri püskürterek kaybedilen yerlerin önemli noktalarını geri aldı. Böylece Anafartalar zaferinden sonra iti-laf kuvvetlerinin yaptığı bütün akınlar sonuçsuz kalmıştır.

57Mart / 2007

Page 58: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

58 Somuncu Baba

Mahrumiyetlere ve mühim-mat yetersizliğine rağmen Türk askeri, Çanakkale’nin geçilmez olduğunu ispatlamıştı. Kasım 1915’te cepheye gelen İngiliz Harbiye Nazırı Lord Kitchener, gördüğü manzara karşısında bölgeyi tahliye etmekten baş-ka çare kalmadığına karar ve-rerek 19–20 Aralık gecesi Arı burnu cephesinden, 8–9 Ocak 1916’da Seddülbahirden çekil-di. Böylece savaş son buldu.

İtilaf devletlerinin başarısız-lığı ile sonuçlanan Çanakkale savaşları, I. dünya savaşı’nın seyrini değiştirip uzaması-na sebep olduğu gibi, çarlık

Rusya’nın çöküşünü hazırlamış ve İngiltere’de hükümet deği-şikliğine yol açmıştır. Dünya sa-vaş tarihinde farklı bir yeri olan Çanakkale savaşında itilaf dev-letleri 410.000–500.000’nin üzerinde asker göndermiş, İn-giliz kuvvetlerinin kaybı yakla-şık 214.000’i bulmuştur. Tük kuvvetleri cepheye kısım kısım katıldığından doğrudan zayia-tın belirlenmesi güçtür. Eldeki bilgilere göre kayıp 190.000 ile 350.000 arasında değişmekte-dir.

Dünya tarihinde ender rast-lanabilecek bir savaş olan Ça-nakkale muharebeleri, sonuç-

ları itibarıyla da ayrı önem ve büyüklükte oldu. Türk milleti topyekûn olarak cephe ve cep-he gerisinde inançla, azimle ve yeni bir ruhla kendi öz va-tanını canı pahasına savunmak için savaşarak milli mücadele ruhunun da doğuşuna vesile oldu. Bu muharebede çok sayı-da yetişmiş evladını bu savaşta şehit vermiştir. Yaşları 16–26 arasında üniversite ve lise öğ-rencilerinin oluşturması bu savaşın ne denli önemli oldu-ğunu göstermesi bakımından önemlidir. Dost düşman herkes, Türk milletinin cesaret ve kah-ramanlığı, sevk ve komuta ye-teneğine, civanmertliğine tanık

Page 59: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

59Mart / 2007

oldu. Çanakkale muharebeleri, emperyalist güçlerin Türk’ün öz yurdunu paylaşma plan ve pro-jelerini boşuna çıkartmış, Türk askerinin Balkan savaşlarındaki yeniklik psikolojisini üzerinden atmasına sebep olmuştur. Ayrı-ca bütün İslâm dünyası ve ezil-miş milletler için de bir ışık, bir uyanışa vesile olmuştur. Maz-lum milletlerin yenilmez gözüy-le gördükleri İngiliz ve Fransız İmparatorlukları’nın bilinçli ve kararlı bir direnişle püskürtüle-bileceğini bütün dünyaya ispat etmiştir. Bununla birlikte Türk edebiyatında halkın hislerini dile getiren pek çok esere de konu teşkil etmiştir14.

Çanakkale muharebelerinin başarısı, Türk milletinin mane-viyatı, inanç ve değerlerine bağ-lı olmasında aranmalıdır. Bunlar, tarihinden aldığı yiğitlik, şecaat, cömertlik, şefkat ve merhamet hisleridir. Bu duygular, savaş sahnesinde yerli ve yabancı araştırmacıların da konusu ol-muştur. Türk askerinin, cephe-de zaman zaman düşmanın ne denli acımasız, gaddar ve hatta canavarlık sınırlarını aşan davra-nışlarını bildiği halde, kendisine esir düşen düşmanına bir misa-fir gibi davranması, bu milletin manevî unsurlarından kaynak-lanmaktadır. Cephede bu denli imanlı askerin olmasının dışın-da, diğer yandan savaşa katıl-mamış, ancak gönlüyle, ruhuyla onlarla birlikte olan cephe ar-kasındakiler ve en önemlisi de, yüce Peygamberimizin manevî ruhaniyetleri, necip Türk mil-

letinin hep yanında olmuştur, Mehmet Âkif’in “Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber” ifa-desi, şehitlerimizi Peygamberi-mizin aguşuna (kucağına) terk edişimiz en önemli âmildir.

Çanakkale Muharebeleri’nde dün olduğu gibi bugün ve yarın için de bilhassa yetişen gençli-ğimiz için alınacak çok hisseler vardır. Bir yıldan fazla devam eden bu savaşta, dünyanın o günkü şartlarda süper donan-maları karşısında Türk askerinin başarılı olmasındaki en önemli nedenleri gençliğe olduğu kadar, toplumumuzun her kesimine doğru ve objektif olarak anlatıl-malıdır. Bu milleti millet yapan unsurlar gençlere anlatılmazsa bağımsız ve özgür kalamayaca-ğımızı belirtmek isterim. Dün İngiliz komutanın bizim için sarf ettiği “bunlar insan değil, hepsi ölmelidir” ifadesi, geçmiş tarihî olayları çok iyi tahlil etmemiz gerektiğini bizlere hatırlatmak-tadır. Bilhassa gençliğimizi millî ve manevî değerlerle yetiştir-meli, dünyanın süper güçleri karşısında elde edilen bu za-ferin geçtiği mekânlara zaman zaman mutlaka ziyaretler tertip edilmelidir. Şu bir gerçektir ki, zaferi kazandıran maddî un-surlar kadar, manevî unsurların varlığı hiçbir zaman unutulma-malıdır. Bu gün de aynı ruh ve inanca milletçe topyekûn ihtiya-cımız vardır. Çanakkale’de şah-lanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeli, bu ideallerle teçhiz etmeliyiz.

Belki bir devrin battığı yer Çanakkale. Toprağın kanla ka-rıştığı... Ama aynı zamanda bir milletin tam bağımsızlığını ka-zandığı yer, kutsal bir toprak... Bu toprakların üzerinde yürür-ken içinizde duyduğunuz çığ-lık, yüzlerce, binlerce şehidin gökyüzünde içinize yankılanan çığlıkları... 92. yıldönümünü kutladığımız Çanakkale zaferini bu cümlelerle noktalıyor, Ce-nabı Allah’tan bizlere emanet edilen bu cennet vatan uğruna canlarını seve seve feda eden aziz şehitlerimizi minnet ve şük-ranla yâd ediyorum, Ruhları şad olsun.

1- Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklu-lar Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya Ka-dar), Ankara 1988, s. 97–98; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devleti Tarihi, Ankara 1995, s. 429.

2- Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1993, s. 97–114.

3- Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I, İstanbul, 2005, s. 109.

4- Metin Tuncel, “Çanakkale Boğazı”, DİA, s. 201–203.

5- Elizabeth A. Zachariadou, Osmanlı bey-liği (Çeviren: Gül Çağalı Güven, İsmail Yergüz, Tülin Altınova), İstanbul 1987, s. 247–249.

6- Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300–1600) (Çeviren: Ru-şen Sezer), İstanbul 1995, s. 15,22.

7- Metin Kunt- Christine Woodhead, Ka-nuni ve Çağı Yeniçağda Osmanlı Dün-yası (Çeviren: Sermet yalçın), İstanbul 2002, s. 9–10.

8- İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tari-hi II, Ankara 1983, s. 29.

9- Donald Edger Pıtcher, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafya-sı (Çeviren: Bahar Tırnakçı), İstanbul 2001, s. 127; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, aynı eser, s. 30.

10- Halil İnalcık, aynı eser, s. 34. 11- Tursun Bey, Târih-i Ebu’l-Feth (neşr.

Mertol Tulum), İstanbul 1977, s. 75.12- Bu konuda geniş bilgi için bkz., Hik-

met Bayur, “İstanbul ve Boğazlar So-runu”, Fâtih Ve İstanbul (İstanbul Fetih Derneği Tarafından Yayınlanan İki Aylık Dergi), I, sayı. 2, s. 237–277.

13- Zekeriya Kurşun, “Çanakkale Muhare-beleri”, DİA, VIII, s. 206.

14- Zekeriya Kurşun. Aynı madde, s. 207.

Dipnot

Page 60: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

El-Muazzama Tren İstasyonunda

Bir Şair..

C anlıların hayatında olduğu gibi toplumların da ‘eceli’ vardır. Kur’an’da ‘her toplum için bir ecel

vardır” buyrulur. (Yunus 10/49). En uzun süren im-paratorluklar arasında yer alan Osmanlı da bu eceli yaşamıştır. Elbette yıkılış sebepleri değişik açılardan tartışılabilir. Makalemizin konusu bu değil.

Yıl, 1915..

Bu tarihten yaklaşık bir buçuk sene önce Balkan-ları kaybetmişiz. Koskoca İmparatorluk, Yemen’den Balkanlara, Irak’tan Galiçya’ya kaynıyor. Büyük güç-ler Osmanlı’yı parçalama sevdasına düşmüşler. Bu amaçla yedi düvele mensup ordular Çanakkale önle-rine gelmiş, demirden zırhlarını bir duvar gibi örmüş, modern silahlarıyla ateş kusuyorlar. Çanakkale’de Müslüman-Türk’ün var gücüyle ateşle imtihanı sürü-yor. Türk ordusu Allah’a olan imanıyla akıl almaz de-recede direniş gösteriyor.

Bir tarafta şâir-i meçhûlün, “giden gelmiyor, acep ne iştir” dediği Yemen’de Zeydi imamların önderli-ğindeki güçlerin vur-kaç taktiklerine karşı, Anado-lu evlâtları direniyor. Çünkü Anadolu’nun güvenliği Yemen’den başlar. Yemen dramı, ayrı bir sayfa tari-himizde.

Hicaz..

Osmanlı’nın 1514’den 1918’e kadar, 404 yıl yö-nettiği bir coğrafyanın adı. Yıllarca İstanbul’da bes-lenen Şerif Hüseyin İngilizlerle işbirliği halinde. Bazı Arap kabileleri para, makam karşılığında kışkırtılarak

KültürProf. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

“Mehmet Âkif, çok dolu, âdeta şiire hâmile. İstasyon

binâsından biraz uzaklaşmış, bir kum tepeciğinin ardında

ağlıyor ve önündeki çöl kumları yağmur yağmış gibi ıslak. Bir

elinde kâğıt, bir elinde kalem. Yönünü Medine’ye Ravzâ-

i Mutahhara’ya çevirmiş, Efendimize müjde verir

gibi, gözyaşları içerisinde Çanakkale Destanı’nı yazmaya

başlamıştı. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde, “Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber/

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber” derken, manen

Resûl-i Ekrem’i görür gibiydi. Evet, Çanakkale ya da Boğaz harbi şiiri İstanbul’da değil, Hicaz’da el-Muazzama tren

istasyonunda yazılmıştı.“

60 Somuncu Baba

Page 61: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Osmanlı yönetimine karşı isyanlar ateşlenmek üzere. İşte böyle bir atmosfer içerisinde şâir Meh-met Âkif başkanlığında bir heyet Hicaz’a, Necid ve Yemen’e kadar gidecekleri uzun bir yolculuğa çıkıyorlar. Amaç, bölge insanlarına güven vermek, emperyalizmin oyununa gelmemeleri konusunda onları uyarmak. Bu bölgede olup bitenleri payi-tahta rapor etmek vb. gibi özel görevleri yerine getirmek..

Sultan II. Abdülhamid Han İstanbul’dan Medine’ye kadar raylar döşeterek demiryolu yap-mış. Yemen’e kadar uzatmak istiyor, ama başarılı olunamıyor. Demiryolu ağı, Şam, Bağdat, Medi-ne üçgeninde uzayıp gidiyor. Mehmet Âkif ve ar-kadaşları İstanbul’dan Medine’ye giden trene bi-niyorlar. Şam-ı Şerîf’i geçip Tihame çölünde bulu-nan el-Muazzam’a tren istasyonunda duruyorlar. Burası, M.Âkif’in ‘Necid Çöllerinden Medine’ye’ şiirinde “üç ay Tehâme deyip çiğnedim beyâbânı” dediği yakıcı çöl ortası..

18. Mart.1915.

el-Muazzama tren istasyonu. Dışarıda kavuru-cu sıcakla birlikte kum fırtınası var. el-Muazzama, Medine tren istasyonundan bir önceki istasyon-dur. Tren mola verir. Bu istasyonda inen Mehmet Âkif ve arkadaşları sadece İstanbul, Şam ve Medi-ne ile görüşme imkanı olan telefon kulübesine ko-şarlar. Akılları fikirleri geride bütün hızıyla devam eden Çanakkale savaşındadır. Epey bir uğraşıdan sonra İstanbul’la bağlantı kurulur. Karşıda En-ver Paşa’nın gür sesi: “Müjde! Müjde! Kahraman Mehmetçiklerimiz Çanakkale’nin geçilmez oldu-ğunu yedi düvele gösterdi.” Başta Mehmet Âkif ve arkadaşları büyük bir sevinç çığlıklarına karışmış tekbir ve gözyaşlarıyla kızgın kumların üzerinde şükür secdesine kapanırlar. Çoktan beri, zafer kavramına hasret kalmıştı Anadolu insanı. Çanak-kale zaferi, Kurtuluş savaşımızın bir mukaddime-siydi, bir provasıydı, bir motivasyonuydu. Küffâr, Çanakkale’yi geçemediğine göre, Anadolu hiç geçilemezdi. Hiç kimse durduramazdı artık Türk milletini. Çünkü o Çanakkale’de henüz bıyığı bile

çıkmamış, onbeşliler, liseliler, tıbbiyeliler, harbiye-liler ve muallimler cihad ederek şehadet şerbetini içmişti. Büyük bir entelektüel kitleydi bunlar. Os-manlı hinterlandına bağlı bölgelerden mücahit-ler vardı bu şehitler arasında. Kafkaslardan, Bal-kanlardan, Azerbaycan’dan, İran’dan, Turan’dan, Anadolu’dan, Afrika’dan vb.

el-Muazzama tren istasyonu.

Dile gelse de bir konuşsa, nelere şâhit olmuş-tu Ya Rabbi! Medine sevdalıları buraya geldiğinde Peygamber kokusunu duyar duymaz heyecana kapılırdı. İstanbul Haydarpaşa’dan kalkan tren, ta-rihimize Sürre alayları olarak geçen Hicaz ahâlisi-ne karşılıksız dağıtılmak üzere katar katar yiyecek, giyecek gibi ihtiyaç maddeleri taşırdı Medine’ye, oradan sevkedilmek için Mekke’ye.. Osmanlı’nın yiğit evlatları, Medine tren istasyonunun bulundu-ğu Anbariye’de-ki bugün mahallenin adıdır- de-polanan şeker, un çuvallarını sırtlandıkları gibi kapı kapı ihtiyaç sahiplerine dağıtırdı. Peygambe-rimizin soyundandır diye Mehmetçik, ahâliyi işçi ve hizmetli olarak asla kullanmamıştır. Gerçekten Hâdimu’l-Harameyn olmuştur Türk milleti yüz-yıllar boyunca. Medine’de evinde Osmanlı âşığı allâme Prof.Dr. Muhammed Avvâme’yi ziyaret et-tiğimizde, İslâm âleminin başına gelen felâketler, Osmanlıya yaptıkları ihanetlerden dolayıdır, diyor ve gözleri buğulanıyordu.

el-Muazzama tren istasyonu..

Mehmet Âkif, çok dolu, âdeta şiire hâmile. İs-tasyon binâsından biraz uzaklaşmış, bir kum te-peciğinin ardında ağlıyor ve önündeki çöl kumları yağmur yağmış gibi ıslak. Bir elinde kâğıt, bir elinde kalem. Yönünü Medine’ye Ravzâ-i Mutahhara’ya çevirmiş, Efendimize müjde verir gibi, gözyaşları içerisinde Çanakkale Destanı’nı yazmaya başla-mıştı. O, aslında Boğaz Harbi şiirinde, “Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber/Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber” derken, manen Rasûl-i Ekrem’i görür gibiydi. Evet, Çanakkale ya da Bo-ğaz harbi şiiri İstanbul’da değil, Hicaz’da el-Mu-azzama tren istasyonunda yazılmıştı.

61Mart / 2007

Page 62: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Şehâdet ve şehitliğin ne anlama geldiğini genç

nesillerimize kavratmak için gelin “Boğaz Harbi”

şiirini bir defa daha okuyalım:

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde-gösterdiği vahşetle ‘bu: bir Avrupalı’

Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,

Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetlere denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil.

***

Bugün bu şiiri okumaya ve muhtevasını kavra-

maya çok ihtiyacımız var. Çanakkale’de destanlar

yazdıran kahramanlarımızın güç ve destek aldık-

ları maneviyat kaynağını bir kere daha hatırlaya-

lım. O rûha, o irfâna, o maneviyata ve o medeni-

yete yeniden şuurlu bir şekilde sahip çıkalım.

Rûhunuz şâd olsun ölümsüz şehîtler, Cennet

kuşları.

Senin de rûhun şâdolsun nur sakallı Âkif’imiz.

Dünya durdukça yaşayacağına imanımız tamdır.

62 Somuncu Baba

Kahire Üniversitesi / MISIR

Page 63: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

63Mart / 2007

Bu savaş, geceleri hâlden hâle bürünür,Ay şehitlere güler, gün melâle bürünür. Yumruğum Conkbayırı, Tınaztepe’dir alnım,Ufkum zafer tadında bir hayâle bürünür... Vurur kösünü mehter, kurulur can pazarı,Sınırlarım nur rengi ak Hilâle bürünür... Günboyu siperlerde sığınağım duamdır,Gözlerim ve yüreğim o cemâle bürünür. Boğaz şahdamarımdır, sahiller pençelerim,Kılıcımdan korkanlar, kıyl u kâle bürünür... Yüzbinlerce yiğidim kanıyla yıkar yurdu,Melekler iner yere, son visâle bürünür... Çanakkale geçilmez! Şehitler nöbettedir,Çanakkale, içimde kaç misâle bürünür!..

M. İlyas SUBAŞI

Çanakkale İçimdeKaç Misâle Bürünür

Page 64: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

“Dönmemiş Asım’ın nesli seferden

Konuşturup çataklarla rüzgârların dilini

Ferman getirir Çanakkale’deki neferden”

Yahya Akengin

“Çanakkale İçinde...”

Her milletin tarihinde, toplum hafızasında ve hayatında derin izler bırakmış sayısız olay var-

dır. Savaşlar da bu tür olaylardan birisi, belki de en önemlisidir. Açlığın, kıtlığın, depremin yaraları kolay sarılabilmekte ama savaşın onuru kadar acısı da çok derinlere işleyerek uzun süre devam etmekte, nesil-ler boyu etkili olmakladır. Çünkü savaşlar bütün bir milletin topyekun içinde bulunduğu, bulunmak zo-runda kaldığı olaylardır. Hele savaş bir de destanın, efsanenin konusu olmuşsa, onunla ilgili türküler, ağıt-lar yakılmışsa, etkisi itibariyle toplum hafızasının çok derinlerine indiği kolaylıkla tahmin edilebilir. Çünkü edebiyat, bir bakıma hayatın belgesi, olayların yazı-lı veya sözlü tutanağıdır. Destan, efsane, türkü gibi ürünlerin meydana getiricisi ise bütün bir millettir.

Türkülere, efsanelere, destanlara konu olan sa-vaşlardan birisi de Çanakkale Savaşıdır. “Çanakkale içinde...» mısralarıyla başlayan türküler, milleti çok derinden etkilemiş destansı bir savaşın millet diliyle söylenmiş canlı tutanağıdır.

Bu türkülerin arkasında bir milletin hiçbir kalemin kolay kolay yazamayacağı trajedisi, bin bir emekle yetişmiş ve kendilerine bir umut olarak bakılan bir

“münevver neslin” ve yiğit Anadolu çocuklarının kur-banlık koyunlar gibi başkalarının çıkarları uğruna sa-vaşa sürülmesinin kahır ve hüznü, savaşa böyle bir niyetle girilse bile düşmanların “namahrem eli”nin topraklarımıza değmesi üzerine bu lekeyi silmek için bu defa “iman ve İslâm” adına gençliklerini feda, kanlarını sebil edişlerinin destanı vardır. Bu türküler-de yoklukların acısı, mazlumluğun gözyaşı, umudun yeşil, umutsuzluğun yüreği burkan kara rengi vardır. İç içedir hepsi. Cephe gerisinde ise nişanlılarının yo-

EdebiyatMustafa ÖZÇELİK

64 Somuncu Baba

Page 65: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

lunu bekleyen, bir yandan da onlara yanık türküler söyleyen genç kızlar, yüreklerinde lif lif hasret kumaşı dokuyan çilekeş anneler, evlerinin direği yıkılmış dul kadınlar, boynu bükük ye-tim çocuklar; bütün bir milletin zaferi için Allah’a açılmış titrek eller vardır. Bütün bunlardan sonra “Tevhid”i kurtarmak adı-na tek bir amaç uğrunda Çanak-kale içinde, karada ve denizde kanla, canla yazılan bir destan vardır.

Çanakkale Geçilmez

20. yüzyıl savaş tarihinde önemli bir yer işgal eden Ça-nakkale Savaşı Kasım 1914’den Ocak 1916’ya kadar sürdü. 1. Dünya Savaşı’nın önemli bir bölümü olarak da anılması gere-ken bu savaş, hem karada hem de denizde meydana gelmiş bir savunma savaşı olarak da sonuçları itibariyle önem taşır. Düşmanın saldırı amacı belli-dir. Saldırmayı planladığı toprak parçası bir imanın yüzyıllardır yemiş verdiği bir coğrafyadır Üstelik yıllardır yıkılmasına uğ-raşılan bir devletin toprakları-dır. İngiliz-Fransız ittifakı içinde

“bütün akvam-ı beşer”i Çanak-kale önüne getiren ideal bu imanı boğmaktır. Geçmişte ol-duğu, gelecekte de olacağı gibi İstanbul’a ve Boğazlar’a hâkim olmak. Osmanlı’yı saf dışı bırak-mak. Rusya’ya yardım etmek, o günkü şartların gerektirdiği ta-rihî idealin gerçekleşmesi için yapılması gereken mecburi bir harekettir o kadar.

Savaşlar önce, düşmanın sal-

dırısıyla denizde başlar. Saldırı-

lar birbirini izler 10 Mart 1915

günü yapılın genel saldırının

başarısızlıkla sonuçlanması üze-

rine saldırılar karaya yöneltilir

ve Gelibolu’ya asker çıkartılır.

Savaşların asıl kanlı sayfaları,

asıl iman destanının yazıldığı

bölümü genellikle karada cere-

yan eder. Sonuç denizdekinin

aynısıdır. Düşman yenilmiş ola-

rak geri çekilir.

Savaşın sonuçları dehşet ve-rici rakamlar ortaya çıkarır. Biz-den yaklaşık olarak 250 bine yakın şehit verilir. Düşmanın kaybı da bundan az değildir. Sonuçta karada ve denizde şe-hitlerin kanlarıyla yeni bir iman destanı daha yazılır.

Düşmanların güçlü orduları, maddî gücü zayıf fakat erişil-mez bir imanın sahibi olan bir ordu karşısında yenilgiye uğrar-lar. Böylece iman savaşlarının

Fotoğraf: Fatih Erkoçoğlu Çanakkale’de Şehitlik

65Mart / 2007

Page 66: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

66 Somuncu Baba

kahramanlık anıtlarına bir yeni-si daha eklenmiş olur.

Çanakkale savaşı öncesinde Trablusgarp ve Balkan savaş-larındaki durum müttefiklere cesaret vermiş ve özellikle İn-gilizler için Çanakkale aşılması kolay bir hedef olarak görün-müştü. Bu yüzden “Hedef İs-tanbul” sözü onlar için bir paro-la olmuştu. Fakat sonuç onların düşündüğü gibi olmamış ve pa-rolaya milletin cevabı «Çanak-kale geçilmez» şeklinde tezahür etmişti. Gerçi Çanakkale başarı-sı 1. Dünya savaşının sonucunu değiştirmeyecekti ama mütte-fiklerin başları önünde geri çe-kilmeleri bazı olumlu sonuçlar doğuracaktı. Bulgarlar, başarı-sızlıkları üzerine müttefiklerden soğuyacaklar, itilaf devletleri yanında yer alacaklardı. Yine bu başarıyla ittifak kuvvetleriyle Rusya arasındaki “Türk barajı” yıkılmamış oluyordu. Fakat bu gibi başarılar pek bir şey ifade etmeyecekti. Geriye başarı ha-nesine kaydedilecek tek önem-li olay “akılları durduracak bir kahramanlık destanı”, “imanın inkâra karşı galibiyeti” kalacaktı. Akan kan, dökülen gözyaşı belki zamanla unutulacak fakat 2.Ab-dülhamid Han’ın imparatorluğu kurtaracak bir umut olarak açtı-ğı okullarda yetişen “münevver nesil” kaybolacaktı. Savaşın ya-raları zamanla belki sarıldı ama bu neslin yok oluşunun açtığı yaralar kolay kolay kapanmadı.

Çanakkale ve Mehmet Âkif

Osmanlı devletinin son dö-

neminin olaylarını anlatırken, olayları Mehmet Âkif’i hesaba katmadan anlamak, yorum-lamak büyük bir yanlışlık ola-caktır. Nasıl daha sonraki yıl-larda İstiklâl Savaşının manevî liderliğini Âkif yapmışsa, millete iman, umut ve heyecan aşıla-yarak bir iman cephesi kurmuş, bu cephenin zaferlerinin des-tanını yazmışsa Çanakkale’nin destanını da yine Âkif yazmış-tır. Bu yüzden Çanakkale de-yince akla hemen Âkif geliyor. Bu savaşı onsuz anlatmak ve yorumlamak imkansız görü-nüyor. O Âkif ki Çanakkale’de şehit olan “münevver nesil” gibi Sultan Abdülhamid’in kurduğu maarifin «rahle-i tedrisi”nde ye-tişmişti. Gerçi Âkif o sıralarda yine milletinin meseleleri için Berlin’de bulunuyordu. Fakat gönlü ülkesindeydi. Milletinin, nerede olursa olsun çarpan yüreği, düşünen kafası, söyle-yen diliydi. O böylece destanı-nı savaşı görmeden yazdı. Bu destanla iman kahramanlığının ebedî şiir anıtını dikmiş oldu.

Akif’in destanı sadece Ça-nakkale şiirinden ibaret değil elbet. Safahat başlı başına bir destandır. Emperyalist batının ağır baskıları altında bunalmaya başladığımız yıllardan itibaren, Osmanlının yıkılışını ve yeni devletin kuruluşunu, bu yılların bütün olaylarını anlatan man-zum bir destan. Çağının en emin tanığı tarafından en küçük bir ayrıntının bile ihmal edilmediği bir destan.. Çünkü Safahat’ta Âkif yoktur sadece. Bütün bir

milletin haline tercüman olan bir Âkif’tir Safahat’ta olan. Acı-lar, umutlar, hainlikler, kahra-manlıklar, yanılgılar; şaşkınlar, dürüstler; meşrutiyet yılları, 1. Dünya savaşı, Kurtuluş savaşı ve sonrası, her mısraı tarihe, vic-dana açılan bir destan. Sonrası buruk bir acıyı, kaybolan bir umudu anlatsa da Safahat yine çağının destanı olmaya devam eder. Çünkü sevinç kadar yeis de bir gerçeğin ifadesidir. Hem de acı bir gerçeğin.

Safahat, bütünüyle bir sa-mimiyet ve gerçek anıtı olarak hâlâ anlaşılması gereken bir ki-tap olarak bize o acılı iki yüz yı-lımızı anlatadursun, “Çanakka-le şehitleri” şiiri ve bu şiirin yer aldığı «Asım» bölümü Âkif’in düşünce dünyasının anlaşılması konusunda önemli ip uçlarını içinde barındırmaktadır. Şiirde tasvir edilen düşmanın en bü-yük gücü tekniğidir. Mehmet-çiğin ise sadece imanı vardır. Böylece şiir realiteden hareket ederek imanla küfrün ezeli kav-gasının gerçeğini vermektedir bize. Bu kavgayı veren ise “Ası-mın neslidir.” Âkif’in “Nesilmiş gerçek” dediği vatanını çiğnet-meyen, düşmanın “namahrem elini mabedine” değdirmeyen, kanıyla «tevhid»i kurtaran ne-sil…

Çanakkale ve Biz

Geçmişte, insanlık tarihi bo-yunca nasıl savaşlar olmuşsa gelecekte de nice savaşlar ola-cak, nice Âkifler nice destanlar yazacaktır. Gelecek bir yana, gü-

Page 67: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

67Mart / 2007

nümüzde de Müslümanlar iklim iklim, bölge bölge savaşıyorlar. Kan veriyorlar, can veriyorlar. Destanlar yazıyorlar. Zalimlerin zulmünü mazlumların âh’ı kar-şılıyor. Akan kan ve gözyaşı seli nice inkâr ve zulüm ateşlerini söndürüyor. Zalimlerin topu tü-feği, iman dolu göğüsler karşısın-da yine çaresiz kalıyor sonunda.

Öyleyse geçmişe dönüp bak-mak niye? Önce onları, o şehit-leri rahmet ve minnetle anmak için. Savaşlarında hiç bir emper-yalist amaç taşımayan, zulme uğrayıp zulmü defetmek için cihat edenleri, zilleti değil ciha-dı, yaşamayı değil şehitliği tercih edenleri anmak, anlamak için.

Çanakkale’de ve diğer cep-

helerde savaşan nesil «iman ve İslâm» için savaşıp şehit düştü. Fakat bu anışımız tek başına onlarla övünme böylece tarihe sığınıp bugün taşımak zorunda olduğumuz sorumluluklarımız-dan kaçmayla ilgili olmamalıdır. Tarihin her döneminde karşılaş-tığımız zorluklar, savaşlar, sınav-lar, zaferler ve yenilgiler vardır. Her nesil, dünya ve ahirette yaptığının karşılığını görecek, kimileri minnetle; sorumluluk-larını yerine getirmeyenler, gaf-letle; belki de ihanet ve lanetle anılacaklardır.

Her nesil, kendinden sorum-lu olacaktır. Her 18 Mart bize, bir taraftan 250 bin gencin ni-çin öldüklerini hatırlatırken,

diğer yandan da nesil olarak, millet olarak ne gibi şartlarda bulunduğumuz, neyi yaptığı-mız, neyi yapmadığımız, ölüm ve hayat karşısında, zillet ve onur karşısındaki tercihimiz, ge-lecek nesillere, geçmişte olduğu gibi okunacak destanlar bırakıp bırakamayacağımız gibi sorula-ra olumlu cevaplar aramaya ve bulmaya vesile olmalıdır.

Bir 18 Mart’ta daha “İman şehitlerimiz”i bütün zaman-lardaki, mekânlardaki şehitle-rimizle birlikte ve o şehitlerin destanını yazan Âkif’i rahmet ve minnetle anıyor, aynı iman, duygu ve heyecanı bizlere bah-şetmesini yüce Allah’tan niyaz ediyoruz.

Fotoğraf: Fatih Erkoçoğlu Çanakkale Savaşlarında Kullanılan Fransız Tank Savarı

Page 68: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Göz Gördü Kalem Yazdı

Y ediğin içtiğin senin olsun gördüğün güzel(lik)lerden haber ver, sözü gurbete gidip gelen insanların gez-

dikleri yerlerle ilgili izlenimleri merak etmekten kay-naklanan bir dilek ifadesidir. Gezip gördüğümüz yerleri pekalâ da anlatırız; ancak bizde yazma işi galiba biraz ihmal ediliyor. Nitekim edebiyat tarihimize baktığımız zaman hâlâ Evliya Çelebimizin Seyahatnâmesinden başka yüzümüze tutacak doğru dürüst bir gezi eseri-mizin bulunmayışından yakınır dururuz. Yazılan gezi yazılarının okuyucu hâfızasına çengel atamayışının sebeplerine baktığımız zaman bunların çoğu zaman objektiflik nâmına kuru kuruya istatistik bilgilerinden öteye gitmediği sonucuna ulaşırız. Ancak az da olsa yüreğimize su serpecek türden eserlere de rastlamıyor değiliz.

Birkaç günden beri elimden düşüremediğim bir ki-taptan bahsetmek istiyorum: Göz Gördü Kalem Yazdı. Sütun Yayınları arasında (Nisan 2006) çıkan 272 sayfa-lık bu gezi eseri, Cihan Okuyucu’nun çeşitli vesilelerle çıktığı yurt dışı gezilerinde yaşadıklarını kaleme aldığı kitabı hâtıra-seyahatname türünde bir eser’

Asıl amacı Türk tarihi, dili ve edebiyatına ait izlerin araştırılması, kütüphanelerin tetkiki veya tebliğ sunmak olan yazarın, dolaştığı çeşitli ülkelerden verdiği manza-ralarla, insanlarla yaptığı sohbetlerle, gezi esnasındaki ilginç anekdotları aktarışıyla okuyucuyu âdeta gittiği yere beraberinde götürüyor. Bir müddet sonra siz de o seyahatin bir parçası, bir yolcusu oluyorsunuz.

Bu eseriyle sadece bilim adamı değil, aynı zamanda belki de bilim adamlığının bir vasfı da olan gözlemdeki ustalığı ortaya çıkıyor Cihan Okuyucu’nun. Hangi ülke-

KitapVedat Ali TOK

“Birkaç günden beri elimden düşüremediğim bir kitaptan

bahsetmek istiyorum: Göz Gördü Kalem Yazdı. Sütun Yayınları arasında (Nisan 2006) çıkan 272

sayfalık bu gezi eseri, Cihan Okuyucu’nun çeşitli vesilelerle çıktığı yurt dışı gezilerinde yaşadıklarını

kaleme aldığı kitabı hâtıra-seyahatname türünde bir

eser”

68 Somuncu Baba

Page 69: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

69Mart / 2007

ye gitmişse o ülkenin tarihî, siyasî ve sosyolojik yapısına ait göz-lemlerini akıcı bir dille ele aldığı eserinde, zamanın ve imkânların yetersiz olduğu yolculuklarında bile uçarken eğilip denizden bir su alan kırlangıç ustalığıyla araş-tırmasını ihmal etmiyor.

Kitabı okurken zaman zaman heyecanlanıyor, yabancılar üze-rindeki Türk haşmetini görüyor, biraz da gururlanıyorsunuz. Ve yazarın “Ah zavallı memleketim! Sen içerden bakınca ne kadar küçük ve dışarıdan bakınca ne kadar büyüksün.” hükmüne iş-tirak ediyorsunuz. Yurtdışına hiç çıkmamış insanların sadece basın yayın organlarının bildirdikleriyle ya da coğrafya kitaplarındaki ma-lumatlarla bu ülkeler hakkında kesbedilen bilgilerin ne kadar sığ olduğunu kitabı okuyunca daha iyi anlıyorsunuz. Meselâ Türk in-sanı, batılı memleketlerin bütün insanlara eşit davrandığını zanne-der. Hâlbuki durum hiç de böyle değildir. İşte çarpıcı bir anekdot. Yazar Paris’ten Londra’ya gide-cektir. İşlemler için gümrük ka-pısında kuyruğa girer. Bu arada biri uyarır. Bunun üzerine ikinci kuyruğa girer. Sonra bir adam yukarıdaki tabelayı gösterir yaza-ra. Manzara ilginçtir. Üç sıradan birincisi İngiliz vatandaşları için, ikincisi Avrupa birliğine üye ülke-lerin vatandaşlarına ait. Diğerleri ise others (başkaları) yazan sıraya ait. İlk iki sıradaki işlemler ça-bucak bitirilirken başkalarına ait kuyruk ağır ağır işler.(s. 188/189) Yazar buna tabiî olarak alınır ve herhalde ülkemizde yabancılara gösterilen saygıyı, misafirperver-liği düşünür, hayıflanır.

Cihan Okuyucu, eserinde

çok değişik anlatım metotlarını denemiş. Belirli bir kalıpta ol-madığı için eser tekdüzelik gös-termiyor. Kitabı okurken kimi zaman yüreğinizin dağlanmasına gözlerinizin ıslanmasına, kimi za-man kitabı okurken tek başınıza olmanıza rağmen, gülmenize engel olamıyorsunuz. Sözge-lişi bir Bulgar zulmündeki göç hâdisesinin hatırlatılmasında si-zin de yüreğiniz yazarla beraber parçalanıyor yahut Kırım kırımı-nın izlerinin yapıldığı tasvirlerde gündelik dertlerinizi hiçe sayıyor, yüreğinizin bilemediğiniz bir kö-şesinde yangınların acısını hisse-diyorsunuz. Öte yandan yazarın bir tren yolculuğunda kısa bir müddet de olsa bir Rus sinyorita ile aynı kompartımanı paylaşması anını tasvir ederken ister istemez

durumun tuhaflığına gülmekten kendinizi alamıyorsunuz.

Eserdeki akıcı dil, samimi ifadeler; külfetten, yapmacıktan uzak anlatımlar sizi hemen sarı-veriyor. Bazı yazarlardaki kendi-ni olduğundan farklı gösterme ya da okuyucu gözünde olduğun-dan farklı gözükme havasını bu eserde bulamazsınız.

Görmeden, tanımadan her-hangi bir ülke insanı hakkında oluşan yanlış kanaatlerin ve ön-yargıların da bu eseri okuduktan sonra yok olduğuna şahit olabi-lirsiniz. Ne yalan söyleyeyim be-nim Rus halkı hakkındaki düşün-celerimde müsbet manada bir değişme olurken, bir Müslüman ülke olan Tunus’ta da bilmedi-ğim daha doğrusu tahmin ede-mediğim bir dünyanın oluşunu öğrendim.

Her seyahat aslında biraz da macera demektir. Hoca, her ne kadar seyahatlerine ilmî bir gâye ile çıksa da yolda onu bekleyen kimi trajik, kimi komik bir sürü macera beklemektedir. Bütün bunların Cihan Bey’in tafsilinde-ki ve tasvirindeki güzelliği ile bir-leşmesi sonucunda okuyucunun damağında kalan bir tat dimağın-daki zevkten başka bir şey olmu-yor Göz Gördü Kalem Yazdı.

Zeki Velidi Togan’ın Kırım’daki köyüne, arabada Gazi Osman Paşa marşını çalarak gitmek, İran’ın sıkı disiplinine rağmen kaçamak yapıp, orada bulunan Türkmenlerle gizlice görüşmek ve daha nice heyecanı yazarla birlikte yaşamak isteyenler için sıkılmadan okunabilecek bir ki-tap “Göz Gördü Kalem Yazdı.”

Page 70: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Birlik ve Bütünlüğümüz Açısından

Mehmet Âkif ve Çanakkale

E vet, niçin “Edebiyatımızda Çanakkale” veya “Edebiyatımızda Çanakkale Savaşı, Çanakkale

Kara ve Deniz Savaşları, Çanakkale Zaferi” değil de, “Mehmet Âkif ve Çanakkale”? Çünkü artık Çanakkale deyince ilk önce Mehmet Âkif’imizi hatırlıyoruz da ondan. Çanakkale ve Mehmet Âkif birbirinden kop-maz iki kavram, iki isim hâline geldi. Bu nasıl oldu? Çanakkale Savaşı’nı ve Zaferi’ni sözle, şiirle, malze-mesi kelimeler olan edebiyat sanatıyla O ebedîleş-tirdiği için. Çanakkale Şehitleri ve bütün şehitlerimiz için, Mehmetçik için, en güzel ve en büyük, en muh-teşem âbideyi kelimelerle O diktiği için. Safahat’ın 6. kitabı olan Âsım’ın sonlarında yer alan ve bağımsız bir biçimde “Çanakkale Şehitleri, Çanakkale Şehitle-rine, Çanakkale Şühedâsı, Çanakkale Destânı, Meç-hûl Asker” adlarıyla da yayınlanan ve anılan, taşlara kazılmaya ve altınla yazılmaya lâyık bu şiir, ilk defa yayınlandığında; devrin ileri gelen şâir, yazar ve ha-tiplerinden, “Kara Bir Gün”, “Rus Kimdir? Moskof Nedir?” ve “Dâüssıla” gibi çok ünlü eserlerin sâhibi Süleyman Nazif şöyle diyor: “Allah’ın şehitleri olduğu gibi, şâirleri de var.” “Âsım, asrımızın â’sâr-ı müstak-beleye bir hediyye-i tahassüsü, bir selâm-ı heyecânı-dır.” Servet-i Fünûn’un bir başka tanınmış şâir ve nâ-siri Cenab Şehabettin’e göre ise; “Mehmet Âkif, bi-zim yalnız asrımızın değil, hattâ tarihimizin en büyük

“dâsitânî şâiri”dir… O, nefhasının müstesnâ kuvveti, kârihasının fevkal’âde servet ve semâhati, dehâiyye-tinin pâyansız imbisatı ve san’atının tannân selâset-i mûsikîyesi ile memleketimizin yegâne dâsitânî şâiri-

EdebiyatBekir OĞUZBAŞARAN

“Âkif, bugün Türk kültür ve edebiyatı içinde,

birincisinden çok daha canlı ve uzun ikinci

hayatını yaşamaktadır. Kaderin cilvesine ve

sanatın gücüne bakınız ki, bu yıl doğumunun

133., ölümünün 70.yılında bulunduğumuz ve 27

Aralık 1936’da ebediyete uğurladığımız Mehmet Âkif Ersoy’u, biz artık genellikle ölüm yıldönümlerinin idrâk

edildiği 27 Aralık’ta değil de; Çanakkale Zaferi ve İstiklâl Marşı vesilesiyle,

Mart ayında, bütün şehitlerimizle birlikte, bir

bakıma onların sözcüsü olarak, rahmet ve minnetle

anıyoruz.”

70 Somuncu Baba

Page 71: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

dir… Onun kalbi, fânî hislerden çok uzak ve çok yüksek iki aşk ile yanar: Din aşkı, vatan aşkı”.

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar bir kaç devri, uzun ha-yatı boyunca yaşamış “Şâir-i Âzam” unvanlı Abdülhak Hâ-mid de, Çanakkale Destanı için şu önemli sözü söylemiştir:

”Âkif’in bu eseri, dünya durduk-ça, yaşayacaktır. Onun bir nazî-rini yapmak muhaldir”.

“Altının kıymetini sarraf bi-lir.” denilmiştir. Görüyorsunuz, bu sözleri rastgele birileri söy-lese fazla bir ehemmiyeti ol-maz. Ama aynı sözler en büyük edebiyat otoriteleri tarafından, üstelik çağdaşı olan üç meşhur şâir tarafından söyleniliyorsa ki, aslında şâirlerin, genel olarak da bütün sanatçıların, birbirle-rini kıskanmaları çok görülen olaylardandır. İşte o zaman bu sözler çok büyük bir önem ka-zanıyor.

Bu sene 18 Mart 2007’de Çanakkale Zaferi’nin 92. yıldö-nümünü kutluyor ve aziz şehit-lerimizi rahmet ve şükranla anı-yoruz. Bundan altı gün önce de İstiklâl Marşı’mızın TBMM’nce kabulünün 86. yıldönümünü idrak ettik. Ne mutlu bir tesa-düftür ki, millî birlik ve bütün-lüğümüzün temellerinden ikisi, her yıl Mart ayında (12 ve 18) gündeme gelmektedir. Bence bu iki tarihî ve edebî olay ara-sında çok önemli bazı benzer-likler mevcuttur. Bir kere unut-mamak lâzımdır ki, I. Dünya Savaşı içinde yedi düvele karşı çarpışan Osmanlı, bu ölüm ka-lım mücadelesinin en önemli cephe ve safhasını oluşturan

Çanakkale Muharebelerinde, denizde ve karada, düşmanla-rına henüz bitmediğini, tüken-mediğini göstermiş bulunmasa, yenilginin zehirini mağrur ve kuvvetli düşmanlarına yudum yudum içirmiş olmasaydı, tali-hinin tersine dönmesinden bu yana bütün dünyaya karşı, ilk defa “hasta adam”ın ölmediğini ispat ederek dimdik karşılarına dikilmeseydi, Osmanlı’nın kül-leri arasından Mondros Mütare-kesi ve vatanımızın bir kısmının işgaline rağmen, yeni bir silkiniş ve dirilişle Millî Mücadele kıyâ-mını gerçekleştirebilir ve yeni Türk Devleti’ni kurabilir miydik? O halde, bir yığın askerî, siyasî ve içtimaî gerekçelerinin tafsila-tıyla ortaya koyacağı bir gerçeği bir cümlede özetleyelim;

Nasıl ki, Mehmet Âkif’in ka-leminden çıkmış İstiklâl Marşı, Kurtuluş Savaşı henüz zaferle neticelenmeden yazılmış ve cephede çarpışan askerlerimize ve varıyla yoğuyla onu destek-leyen cephe gerisindekilere bü-yük bir ümit ve iman aşılamış ve

millî direnişin mânevî dayanak-larından biri olmuşsa; Çanakka-le Savaşları ve Zaferi de, tıpkı onun gibi, Kurtuluş Savaşı’mızın maddî, manevî ve askerî zemini üzerinde bina edilmiştir. Bugün de her iki savaş ve bu savaşla-rın edebiyatımızdaki yankıla-rından olan Çanakkale Des-tanı ile İstiklâl Marşı, millet ve devlet olarak varlığımızın, millî birlik ve beraberliğimizin iki önemli sütununu oluşturuyor. Nitekim İstiklâl Marşı 1982’de Anayasa’ya da konularak, Tür-kiye Cumhuriyeti’nin değiştiril-mez bir mânevî mirası olduğu devletçe de tescil edilmiştir. Bu milletin gönlüne taht kurmak, dünya Türklüğünün en büyük ümidi, sevgilerini yönelttikle-ri yer ve bütün Müslümanla-rın bağımsızlıklarını yeniden elde etmek için örnek aldık-ları bir ülke ve devletin İstiklâl Marşı’nın şâiri olmak ve İstiklâl Mücadelesi’ne zemin oluşturan büyük Çanakkale mukavemeti-nin en güzel destanını yazmak; bir şâir için, bunlardan daha bü-yük şereftir.

71Mart / 2007

Page 72: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Ha

Çocukların Arkadaşlık Kurmalarına Nasıl Yardımcı Olmalı?

PsikolojiDoç. Dr. Sefa SAYGILI

A rkadaşlık ilişkileri çocuğun evinde karşılana-mayan en önemli ihtiyaçlarından biridir. Bu

ihtiyacı, bebeklik dönemine kadar uzanır. Çocuklar arkadaşlığa, sadece tatmin sağlamak için değil, aynı zamanda tecrübe kazanma amacıyla muhtaçtırlar. Çocuklar, arkadaşlarıyla birlikte olsa da, grup halin-deki isteklerini ve sosyal olarak kabul edilen davranışı öğrenirler.

Arkadaş edinmek, çocuğun ruhsal gelişmesini gösteren önemli işaretlerden biridir. Bu yüzden ço-cukların kolay arkadaşlık kuran ve devam ettiren kişi-ler olmasını ailenin desteklemesi gerekir. Aslında ha-yatın en sıcak ve dayanıklı arkadaşlıkları, çocuklukta kurulur. Ciddiyet duygusu ve manevî destek sunan arkadaşlar, aile ile dış dünya arasında köprü oluştu-rurlar.

Bazı çocuklar arkadaşlık kurmakta güçlük çeker-ler, ancak düzenli yönlendirme ve destekle bu de-ğiştirilebilir. Bir çocuğun sosyal hayatının gidişatının kontrol edilmesi uygun değildir, ancak onun arkadaş edinmesine yardım edilebilir, destek verilebilir.

1) Aracı olmalı, desteklemeli: Ebeveynlerin sıkça yaptığı bir hata, çocukların kendi kendilerine arkadaş bulacaklarını düşünmeleridir. Eğer bir çocuk düzenli olarak arkadaşlarıyla görüşme fırsatı bulamazsa arka-daşlık gelişemez. Şartlar ebeveynlerin aracı olmasını gerektirebilir. Bu yüzden çocuklara, arkadaşlarıyla görüşme zamanı tanımalıdır. Yaz kampları gibi fır-

“Bazı çocuklar arkadaşlık kurmakta

güçlük çekerler, ancak düzenli yönlendirme

ve destekle bu değiştirilebilir. Bir

çocuğun sosyal hayatının gidişatının

kontrol edilmesi uygun değildir, ancak onun arkadaş edinmesine

yardım edilebilir, destek verilebilir.”

72 Somuncu Baba

Page 73: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

73Mart / 2007

satları değerlendirmelidir. Ebe-veynler çocuklarının itibarına zarar vermeksizin araya girme-nin bir yolunu bulmalıdırlar.

2) Başarılar yoluyla çocuğun kendine güveni geliştirilmelidir. Çocuklar bir işte başarılı olduk-ları zaman, bu onların güvenini geliştirir ve diğerleriyle tanışma yolunu açar. Aslında arkadaşlık ortak ilgi alanlarına dayanır. Ço-cuğun pek fazla arkadaşı yoksa ona, üzerine arkadaşlık kurabi-leceği ilgi alanları kazandırma-lıdır. Ebeveynler çocuklarına fırsat vererek onun kendisine bir ilgi alanı bulmasına yardım edebilirler.

Bu alanlar; karate, futbol, yüzme gibi sportif faaliyetler veya müsbet sosyal faaliyet ya-

pan gençlik toplulukları olabilir.

3) Yol açılmalı: Çocuklar yönlendirmeye ihtiyaç duyduk-ları kadar, kendi kararlarının bazılarını kendileri vermesine de ihtiyaç duyarlar. Mesela ebe-veynler genellikle çocuklarının giyinişi veya saç stili hakkında endişelenirler. Ancak uzmanlar, çocukların makul sınırlar içinde tecrübeler kazanmalarına izin verilmesi gerektiğini söylüyor.

Çocuğun serbest bırakılma-sı gereken bir başka saha da arkadaş seçimidir. Ebeveynler çocuklarının arkadaş edinmele-rini ne kadar isterlerse, kötü ar-kadaşlıklar kurmalarından da o kadar çekinirler. Ne var ki eğer ortada tehlikeli bir durum yok-sa, çocukların hangi arkadaşlık-

ların yürüdüğünü, hangilerinin yürümediğini kendilerinin bul-masına fırsat vermek iyi olur. Ana-baba ocağında iyi eğitilmiş bir çocuğun kötü arkadaşlara uymasından korkulmamalıdır.

4) Farklılıklara saygı duyul-malı: Çocukların sosyal ihtiyaç-ları farklıdır. Mesela her çocu-ğun çok fazla arkadaşa ihtiyacı yoktur. Bazı çocuklar için bir veya iki arkadaş yeterli olabilir.

5) İyi örnek olmalı: Arkadaş-larıyla toplanan, onlara saygı gösteren ebeveynler çocukla-rına arkadaşlık konusunda iyi örnek olurlar. Bir çocuk anne-babasının kendi arkadaşlarıyla etkileşimlerini kendisine örnek alır.

Page 74: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

“İmanla ilgili meselelerde çeşitli

bozuk ve sapık fırkaların ortaya çıkmaya

başladığı bir devirde yaşayan ve birçok

kıymetli eserler yazan Hasan-ı Basrî hazretleri, Peygamber efendimizin

ve O’nun Ashâb-ı kirâmının yolu olan

ehl-i sünnet yolunun savunuculuğunu yaptı.”

Hasan-ı Basrî (k.s.)

Örnek Hayatİbrahim ŞAHİN

T âbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyükle-rinden olan Hasan-ı Basrî hazretlerinin künyesi

Ebû Muhammed ve Ebû Said’dir. Aslen Basralı olduğu için Basrî ismiyle meşhur olmuştur. 641 (H.21) sene-sinde Medine-i Münevvere’de doğdu. 728 (H.110) senesinde Basra’da vefat etti. Kabri Basra’da Sâlihiy-ye adı verilen yerde olup sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

Hasan-ı Basrî hazretlerinin babası Basralıydı. Müslüman olmadan önce Fîrûz ve Yesâr isimleriyle anılıyordu. Müslüman olunca Cafer ismini aldı. İslâm ordularının gittiği Meysân fethi sırasında esir düştü. Ashâb-ı kiramdan Zeyd bin Sabit el-Ensârî’nin kölesi oldu. Annesi Hayre Hatun ise Peygamber efendimiz (s.a.v)’in hanımlarından Ümmü Seleme’nin (r.ah.) cariyesi, hizmetçisiydi. Bu ikisi Müslüman olmadan evlendiler. Hazreti Ömer’in halifeliği sırasında 641 (H.21) senesinde bu evlilikten Hasan-ı Basrî dünyaya geldi. Doğduğunda teberrüken ad koymak üzere Hz. Ömer’e götürdüler. Hz. Ömer onun güzel yüzünü görünce; “Adı Hasan (güzel) olsun.” buyurdu. Böyle-ce Hasan adı verildi.

Hasan-ı Basrî on beş, on altı yaşlarındayken ai-lesiyle birlikte Medine-i Münevvere’den ayrılarak zamanın önemli ilim merkezlerinden olan Basra’ya gitti.

Hazreti Ali, halifeliği sırasında şehir şehir dolaşıp, halkını bizzat ziyaret edip dertlerini dinlemeyi kendi-sine âdet edinmişti. Nerede bir şeyh veya vâiz görse veya duysa, giderek onu dinler, doğru yoldan ayrı-lanları edeplendirir, doğru olanları takdir ederdi. Bu

74 Somuncu Baba

Page 75: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

şekilde gezerken yolu Basra’ya düştü. Devesinden inip orada üç gün kaldı. Şehri baştan başa gezerken bir mecliste Hasan-ı Basrî’nin vâz ettiğini gördü. He-men meclisine dâhil olup vâzını dinledi ve beğendi. Sonra ona; “Ey Hasan! Zamanın hâdiseleri-ni anlatan biri misin? Yoksa ha-kikî gerçeği öğretmek isteyen bir kişi misin?” diye sordu. Hasan-ı Basrî; “Rasul-i ekremden bize ne ilim geldi ise onu yaymaya çalışıyoruz. Haberini doğru bul-duğum ilmi halka söylemekten çekinmiyorum.” dedi. Hazreti Ali tebessüm ederek ona yönel-di ve tebrik etti. Hasan-ı Basrî hazretleri onun Hz. Ali oldu-ğunu anlayıp hemen kürsüden indi, eteğinden tutup mübarek ayaklarına yüzünü gözünü sü-rüp öptü. Sonra Hz. Ali’den zikir telkini istedi. Hazret-i Ali tasavvuf ile ilgili gizli sırları Ha-san-ı Basrî’ye burada anlattı.

Hasan-ı Basrî hazretlerinin talebeleri şeytanın vesvesesin-den şikâyet ederek; “Yâ Şeyh! Şeytandan gayet incindik. Hep bizi yaramaz işlere teşvik edi-yor. “Elinize geçen dünyayı sıkı tutun, size lâzım olacak.” diyor ve bizi hayırdan alıkoyuyor.” dediler. Hasan-ı Basrî hazret-leri gülümseyerek buyurdu ki: “Şimdi buradaydı. O da sizden şikâyet etti. Dedi ki: “Şu Âde-moğullarına nasihat eyle de be-nim hakkıma tamah etmesinler. Kendi haklarına razı olsunlar. Ne zaman ki Hak Teâlâ beni huzurundan kovdu, dünyayı ve Cehennem’i bana mülk kıldı. Cennet’i ve kanaati ise onlara verdi. Şimdi bunlar kendi hak-

larını bıraktılar benim mülküme tamah ediyorlar. Ben de onların imanlarını almayınca dünyayı kendilerine vermiyorum.” dedi. Eğer şeytanın vesvesesinden emin olmak isterseniz, dünyayı terk edin ve endişesini gönülle-rinizden çıkarın.” Bu nasihatleri dinleyen talebeleri başlarını öne eğerek huzurundan ayrıldılar.

Bir sohbeti esnasında da bu-yurdu ki:

“Kalbin bozulması altı şey-dendir: 1) Allahü Teâlâ’nın rah-metini umarak, tövbeyi terk et-mek, 2) İlmi ile amel etmemek, 3) Amelinde ihlâs sahibi olma-mak, 4) Allahü Teâlâ’nın ihsan buyurduğu rızkı yiyip, şükür etmemek, 5) Allahü Teâlâ’nın taksimine râzı olmamak, 6) Vefât edenleri kabrine defne-dip, onlardan ibret almamak. Rasul-i ekrem (s.a.v) buyurdu ki: “Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Ondan kurtulana, ondan sonrası daha hafif ve kolay, on-dan kurtulamayana, ondan son-rası daha zor ve çetindir.”

Eğer insan günahını küçük görürse, ona ehemmiyet ver-mez. O zaman o günah büyük günah hâlini alır. Eğer insan gü-nahını büyük görür, onun için istiğfar eder, onu gizler ve tevbe ederse o günah küçücük kalır.”

Hasan-ı Basrî hazretleri tev-benin şartlarına uygun olarak hem dil, hem de hâl ile yani günahları, haramı terk etmekle ve hak sahipleriyle helâlleşmek-le yapılması lâzım olduğunu belirtmiştir. Şartlarına uygun olmayan tevbenin tam tevbe ol-

madığını belirtmek için; “Bizim tevbemiz de tevbeye muhtaç-tır.” demektedir.

Yine buyurmuştur ki:

Gönlün ferah olup duanın makbul olmasını istersen, şu beş şeyi terk etme:

1) Dünya hırsı olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlim-lerle beraber ol.

2) Gece namazı kıl! Kazaya kalmış namazlarını, geceleri de kaza ederek bir an önce öde! Farz namazı kazaya kalan kim-senin, sünnet ve nafile namaz-ları kabul olmaz. Yani sahih olsa da sevap verilmez. Âlimlerimiz buyuruyor ki, şeytan, Müslü-manları aldatmak için, farzları ehemmiyetsiz gösterip, sün-net ve nafileleri yapmaya sevk eder.

3) Teganni etmeden Kur’an-ı Kerim oku.

4) Namazlarını tam olarak, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.

5) Helâl ye. Helâl yiyenin duası makbuldür. O halde helâ-li, haramı öğrenmek lâzımdır

İmanla ilgili meselelerde çe-şitli bozuk ve sapık fırkaların ortaya çıkmaya başladığı bir de-virde yaşayan ve birçok kıymetli eserler yazan Hasan-ı Basrî haz-retleri, Peygamber efendimizin ve O’nun Ashâb-ı kirâmının yolu olan ehl-i sünnet yolunun savunuculuğunu yaptı.

75Mart / 2007

Page 76: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Tarihi Anlamak

Sevgili Anne ve Babalar,

T arih, tarihçilere bırakılmayacak kadar önemlidir. Bu söz tarihçilerimizi kırmak için söylenmemiştir.

Aynı sözü başka alanlar için de söyleyebiliriz. Mese-la; Sağlık, doktorlara bırakılmayacak kadar önemlidir. Eğitim, eğitimcilere bırakılmayacak kadar önemlidir. Siyaset, siyasetçilere bırakılmayacak kadar önem-li v.s…Bunun anlamı şudur: Bu saydıklarımız çok önemlidir, topyekûn herkes görev ve sorumlulukla-rını yerine getirecek, elinden gelenin en iyisini yapa-cak demektir.

Bilhassa, anneler ilk öğretmenler olduklarından bu mesuliyet onlarla başlıyor. Her işin, her şeyin başı anne.. Hayatın, eğitimin, kişiliğin, sağlığın, bilginin, iletişimin başı hep annelerdir.

Yarın diye bir şey olmayabilir, olmayacakmış gibi davranmalı, hayatımızın birinci derecedeki öncelik-lerini asla ertelememeliyiz. Dün vardı, bugün var, ya-rın belli değil…

Bu sebeple geçmişe bakarak bu günü düzenleme-liyiz. Ülkemizin, dünyanın insanlığın geldiği noktayı görüyoruz. Bunalıyoruz, tükeniyoruz, çirkinlik ve çir-kefliklerle giderek biraz daha kuşatılıyoruz, tıkandığı-mızı hissediyoruz. Bir çıkış, bir yol, bir ışık arıyoruz. Bunun için umutsuz olmaya, uzaklara gitmeye gerek yok. Herkes evine dönecek ve en yakından, kendin-den başlayacak. Anneler ilk öğretmenlerdir. Bunu

AileHilal Sebahat ÖZCAN

“Çevremizde açılan kitap fuarlarını

çocuklarımızla birlikte gezelim. Pazar, market,

kılık kıyafet, mutfak eşyası, süs eşyası

v.s almanın yanında kitapçıları dolaşmanın

ve kitap almanın vazgeçilmezliğine

inanalım.”

76 Somuncu Baba

Page 77: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

unutmayacağız ve hareketi biz başlatacağız. Biz tarihte neydik, ne olduk? Niçin böyle olduk? Bizi büyük yapan neydi tarih-te? Bizi şanlı ve temiz yapan güzelliklerimiz ve değerlerimiz neydi? Şimdi düne göre neler yok hayatımızda, neleri unuttuk, neleri bıraktık?

Peygamber anaları, âlimlerin, evliyaların anaları, itibar ettiği-miz, büyük devletler kuran bü-yük hükümdarlarımızın anaları, eserleri nasıllardı, nasıl yaşarlar-dı? Bunları bilmek ve okumakla işe başlayacağız.

Hem kendimiz hem çocuk-larımız için hayat düsturlarımız-dan biri şu olmalı; “Ne iş yaptı-ğımız değil, onu nasıl yaptığımız önemlidir” Üst düzey yönetici olmak veya bir okulda hizmetli olarak çalışmak önemli değildir. O işin hakkını verebiliyor mu-yuz? O işin en iyi şekilde yürü-mesi için elimizden gelenin en iyisini en doğrusunu yapabiliyor muyuz? Önemli olan budur.

Çocuklarımız okusunlar, sı-navları kazansınlar, iyi okullara, iyi bir üniversiteye girsinler, ge-çerli bir meslek sahibi olsunlar, hayat standartları yükselsin isti-yoruz. Peki niçin? Bunca çaba, uğraş, telaş, masraf niye? Ço-cuklarımız daha ilkokuldayken;

“Yeniden büyük millet olmak için okumalıyız, çalışmalıyız, sı-navları başarmalıyız” diyeceğiz. Tarihimizin o inanılması güç, efsaneleşmiş, şanına yakışır bir nesil olmak için kötü, yanlış, çir-

kin olan ne varsa onlarla müca-dele etmek zorundayız, diyece-ğiz. Çocuklarımıza büyüdükçe sorumluluklarının arttığını ha-tırlatacağız. Üniversiteye başla-yan veya bitiren çocuklarımıza

“bu ülkenin uzman, kaliteli bir elemanı olarak bayrağı devralı-yorsun, devlet-millet malını çok iyi koruyacaksın, haram helale dikkat edeceksin, bulunduğun makam ve mevkiinin hakkını vereceksin, dürüst ve ilkeli ola-caksın, ülkeni ve insanını seve-ceksin, yoksa sana hakkımı he-lal etmem” diyeceğiz.

Büyük insan, büyük devlet; ekonomi, silah, teknoloji ve maddi varlıklarla büyük olmaz. Büyüklük bir medeniyettir, in-sanlıktır. Bugün batı dünyasının büyüklüğü böyledir. Her teknik başarıyı insanlığın sonunu ha-zırlayacak şekilde kullandıktan sonra, her buluşu ölüme, işken-ceye, sömürüye, soykırıma dö-nüştürerek dünyayı cehenneme çevirdikten sonra bu büyük-lüğün, gelişmişliğin anlamı var mıdır?

Batı hep böyleydi, onların tarafında değişen bir şey yok. Bize verebilecekleri bir şey de yok. Onun için sevgili anneler lütfen okuyun! Çocuğunuz si-zin elinizde bir kitap, bir dergi, bir gazete mutlaka görsün. Ye-niden büyük millet olmak için tarihi okuyacağız, yaşayacağız, yeni, güzel, güçlü tarihi biz yaz-dıracağız.

- Çocuklarımızla tarihî roman

ve hikayeler seçerek işe başla-

yabilirsiniz.

- Günlük gazete ve dergilerin

tarih köşelerini okuyup çocuk-

larımızla değerlendirelim.

- Aile hayatımıza, kişiliğimi-

ze, ahlakımıza ailemize, kültü-

rümüze, savaş açmış televizyon

kanallarından uzak duralım.

- Allah (c.c)’ın vermiş olduğu

konuşma kabiliyetimizi doğru

kullanalım. Bu bir lutüftur, dedi-

kodu yapalım, dırdır edelim,

boş konuşalım, magazin prog-

ramlarını dert edinelim diye ve-

rilmemiştir.

- Gazete ve dergilere abone

olalım. Düğün ve bebek görme

hediyesi olarak dostlarımıza

aile-çocuk dergilerinin aboneli-

ğini hediye olarak seçelim.

- Çevremizde açılan kitap

fuarlarını çocuklarımızla birlik-

te gezelim. Pazar, market, kılık

kıyafet, mutfak eşyası, süs eşyası

v.s almanın yanında kitapçıları

dolaşmanın ve kitap almanın

vazgeçilmezliğine inanalım.

- Okuduğumuz Kur’an-ı Ke-

rim, namaz surelerinin ve dua-

ların manalarını da okuyalım.

- Kitap okumanın, zevkini,

keyfini, nasıl özgüven kazandı-

ğımızı, eşimiz ve çocuğumuzun

gözündeki saygınlığımızı yaşa-

yarak görelim.

Hayırlı okumalar…

77Mart / 2007

Page 78: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

78 Somuncu Baba

Küçük Şehidim

E mir, kapının üst üste vurulmasıyla uyandı. Yorga-

nı üzerinden atıp kalkmak üzereyken içeriden

anasının ‘Kim o!’ diyen sesini duydu. Ortalık henüz

aydınlanıyordu. ‘Kim ola ki bu saatte?’ diye söylene-

rek geldiğinde anası kapıyı açmıştı bile. Gelen teyze

oğlu Yusuf’du.

Anası Gülsüm:

‘Hayrola Yusuf bu saatte?’ diye merakla karışık

bir endişeyle sordu. Ailesinden birçok kişi çeşitli cep-

helerde düşmanla savaştığından her an acı bir haber

bekliyor gibiydi. Yusuf, teyzesinin elini öptükten

sonra geçip oturdu. Emirler’in evi köye çok uzaktı.

Bahçesindeki dutun, cevizin, elmanın tadına doyul-

mazdı.

Diğer köylüler gibi ekin ekmezler, arıcılık yapar-

lardı. Ballarının ünü tüm çevre köylere yayılmıştı. İki

tane inekleri vardı. Dağlardaki taze otlardan beslen-

dikleri için sütleri, tereyağı ve peynirleri çok lezzetli

ve kokulu olurdu. Emir’le anası bunları kasabanın pa-

zarında satarak geçinirlerdi. Ama şimdi savaş yılları

olduğu için fakirlik çoktu ve satmaktan çok yakınları-

nı kaybetmiş köylülerine dağıtırlardı.

Emir:

- Hoş geldin teyze oğlu. Biraz soluklan da niye gel-

diğini söyle, dedi.

HikâyeRaziye SAĞLAM

“Vedalaşma çok acıklı oldu. Gururla karışık

bir acıydı bu. Oğlunu, kocasını, gardaşını

gönderenlerde sessiz gözyaşı, gidenlerde

ise tarifi imkânsız bir heyecan vardı. Sanki

köy meydanı hüzünlü bir bayramı yaşıyor

gibiydi.”

Page 79: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Yusuf:

- Seferberlik ilan edildi. Eli silah tutan erkekler bugünden itibaren yazılacak. İki gün sonra sevkiyat varmış. Sen dün köye inmediğin için duymadın.

Gülsüm, seferberlik sözünü duyunca birden içinin ‘Cızz’ et-tiğini hissetti. Kocası ile gardaşı-nı da 93 Harbi’nde kaybetmişti. Şimdi sıra Emir’de miydi? Bir gün gideceğini biliyordu ama bu kadar çabuk olacağını bek-lemiyordu. Emir henüz on yedi-sindeydi.

Emir:

- Bu durumda bize durmak yakışmaz diyerek kalktı. Onun-la birlikte Yusuf da kalktı.

- Ben de gideyim artık. Sonra gelirsin, birlikte gider yazılırız.

- Tamam, yazılırız. Ama önce birlikte bir güzel yemek yiyelim.

Çocukların kalkmasıyla dal-dığı düşüncelerden sıyrılan Gülsüm, ‘Emir haklı. Önce ek-meğinizi yeyin, sonra beraber gidersiniz,’ dedi.

Emir abdestini almak için dışarı çıktı. Kendini bildi bileli namazını kılardı. Dışarıda hava buz gibiydi. Mevsim bahardı ama buralarda sabahları çok soğuk olurdu. Emir soğuk suyu yüzüne çarptıkça daha bir ken-dine gelip durumu iyice kav-ramaya başladı. Anası burada yalnız kalacaktı ama vatan her şeyden önce gelirdi. Zaten son zamanlarda anasıyla sık sık bu konuyu konuşur, ‘Yakında ben de gideceğim,’ derdi. Anası da ‘Sen daha çok küçüksün, Emi-rim,’ diye lafı değiştirirdi.

İçeri girdiğinde sofra kurul-muştu. Kaynamış taze sütün kokusuyla birden acıktığını his-setti. Sofrada taze peynir, bal,

tereyağı, yuha ekmek vardı. Başlamak için onu bekliyorlar-dı. Emir, ‘Haydi, buyur gardaş,’ diyerek ekmeğin yarısını bölüp içine taze yağ ile peyniri dür-meye başladı. Gülsüm üzüldü-ğünü belli etmek istemiyordu ama lokmalar boğazına dizili-yordu. Gözünün önüne, hep o gün geliyordu. Köyün muhta-rının evlerine kadar gelip aynı cephede savaşan kocası ile gar-daşının şehit olduğu haberini verdiği gün. Bundan sonra da böyle bir habere yine hazırlıklı olmalıydı. Hem çok üzülüyor, hem bu üzüntüsünden utanı-yordu. Oğlu her Türk evladı gibi vatanını savunmaya gidiyordu. Düşman temiz yurt toprağını çiğnerken elbette rahat evinde oturamazdı. Onu küçük yaşlar-dan beri hep bunun için hazır-lamamış mıydı?

----

79Mart / 2007

Page 80: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

80 Somuncu Baba

Emir ile Yusuf köyün diğer gençleriyle beraber adlarını yaz-dırdılar. Hepsinde garip bir he-yecanla birlikte bir mahzunluk da vardı. Yarın öğlende kasaba-da toplanıp oradan vilayete gö-türülecek, sonra Çanakkale’ye sevk edileceklerdi.

Emir o akşam eve gelin-ce daha bir büyümüş geldi Gülsüm’e. Gözleri dolu dolu oğluna bakıp bağrına bastı. İçin-den ‘Küçük askerim, küçük şe-hidim,’ diye söyleniyordu.

Emir, ‘Ağlıyor musun yok-sa ana?’ diye sorunca alelacele gözlerini silip ‘Sen bana bakma, oğul. Bilirsin gözümün yaşını hiç tutamam,’ dedi.

Ertesi günü ana oğul bera-berce son kahvaltılarını yaptılar. Gülsüm, oğluna suyu hazırladı. Emir, evden çıkmadan yıkanıp boy abdesti aldı. O sırada Gül-süm ona taze peynir ve yağdan düremeç hazırladı. Tahta bir küleğe de biraz bal koydu.

Evden çıktıklarında Emir, bu yaşına kadar bütün hayatı-nın geçtiği evlerine son bir kez baktı. Babasıyla geçirdiği güzel günler geldi gözlerinin önüne. Onu kaybettiğinde, uzun süre yokluğuna alışamamış, geceleri ne çok ağlamıştı. Şimdi hepsi geride kalıyor, yeni bir hayata adım atıyordu. Onu birden bü-yüten, omuzlarına vatan savun-ması gibi şerefli ve bir o kadar da büyük bir görevi yükleyen yeni bir hayat.

------

Köye indiklerinde önce Ab-

dülkerim Hoca’ya uğradılar.

Abdülkerim Hoca köyde çok

sevilen ve sayılan, ilim sahibi bir

zattı. Köyde herkesin yardımına

koşardı. Köylüler bir müşkülü

olduğunda ya da önemli bir ka-

rar vereceklerinde mutlaka ona

danışırlardı.

Şimdi Emir de gitmeden

önce gelip elini öpmüş, helâl-

lik diliyordu. Abdülkerim Hoca

onu gözlerinden öptü ve:

- Varın gidin, yolunuz açık

olsun. Emanetiniz Allah’a ol-

sun şehit ya da gazi olun, yıllar

sonra bile adınız hep hayırla

anılacak. Ne mutlu size. Biz de

dualarımızla hep yanınızda ola-

cağız, İnşallah.

-------

Vedalaşma çok acıklı oldu.

Gururla karışık bir acıydı bu.

Oğlunu, kocasını, gardaşını

gönderenlerde sessiz gözyaşı,

gidenlerde ise tarifi imkânsız bir

heyecan vardı. Sanki köy mey-

danı hüzünlü bir bayramı yaşı-

yor gibiydi.

Gülsüm evine tek başına

döndüğünde daha bir yalnız

hissetti kendini. Akşamüzeri in-

ceden bir yağmur yağmaya baş-

ladı. Gülsüm, ‘Emirim ne çok

severdi bu yağmuru..’ diyerek

kapının önüne çıktı ve gözya-

şını yağmura katıp uzun uzun

ağladı.

-----

6 ay sonra

O gün Gülsüm’ün bayramı

gibiydi. Oğlu gittiğinden beri

ilk kez mektubunu alıyordu.

Emir, iyi olduğunu ama bura-

dan haber yollamasının çok

zor olduğunu, kendine iyi bak-

masını söylüyordu. Mektubu

uzun uzun kokladı. Sanki oğ-

lunu görmüş gibi mutlu olmuş-

tu. Her akşam, oğluyla konuşur

gibi mektuba bakıyor, koklayıp

göğsüne bastırıyordu. Onu çok

özlemişti, hiç değilse rüyasında

görmek için dua ediyordu.

Nihayet bir sabah, namazdan

sonra seccadede oturduğu yer-

de gözü daldı. Düşünde Emir’i

görüyordu. Emir gülümseyerek

anasının elini öptü. Anası da

onu bağrına basacakken birden

silkinerek uyandı. Kapı vurulu-

yordu. Bir an rüya mı, gerçek mi

olduğunu hatırlamaya çalışırken

kapı bir daha vuruldu. ‘Hayırdır,

İnşallah,’ diyerek seccadeden

kalktı. Uyku sersemliğiyle sen-

deleyerek yürüyüp kapıyı açtı.

Gelen bacısı Zehra ile kocasıydı.

Zehra, ‘Başımız sağ olsun, Abla,’

diyerek sarıldı. Ağlıyordu. Gül-

süm bir an dizlerinin bağının

çözüldüğünü hissetti. Olduğu

yere çökerek başını iki elinin

arasına aldı. Gözlerinin önünde

biraz önce düşünde gördüğü

haliyle Emir olduğu hâlde ‘Va-

tan sağ olsun! Küçük şehidim

babasına kavuştu,’ dedi.

Page 81: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

ÇANAKKALEİki kere karşılaştık Kaderle aynı yerde.Birinde, biz geçtik Besmelelerle boğazıUyandırmadan geceyi.Birinde, koptu kıyamet Kan pahası, can pahasıGeçirmedik,Geçerim zannedeni.

Sene 1353Mevsim sonbahar.Gece sessiz, koylar sakin Salları okşuyor dalgalar.Ayın şavkıKılıçlardan suya vurmakta,Sudan kılıçlara.Bir kutlu rüyayı görmekte boğaz. Steplerin, bozkırların çocuklarıDağ parçası yiğitler.Adam asılır pala bıyıklarına,Ölümün sesine gülen gâziler,Ürküyordu dalgaların sesinden.Adamın altında at olmalıydı,Atın altında toprak.Gizleyip gecenin karanlığına, Karşı kıyılara bakarak İki damla yaşla beraberLacivert derinliklereGözlerini bıraktı Süleyman.

Sene 1915Mevsim dönerken kıştan bahara, İki yakasında boğazın Canlar düşüyordu Cemre yerine toprağa.Ölüm,Birkaç adım ötesindeydi Mehmet’in,Zafer,Ölümden bir adım ötede.Tekbir alıyordu,Tekbir üstüne.Davrandı, bir adım,Bir adım daha.Düşüverdi,Bir Mehmet’in üstüne.Ardından bir başka Mehmet yürüdü.

Mehmetlerin arkasından Mehmetler...

Gökler selâm durduAçıldı kat kat.Güneşi gölgelediBinlerce kanat.Çanakkale;Meleğin; insanı kıskandığı yer. Baba, oğul, torun olacak yaştaÜç neslin, yan yana yattığı toprakÇanakkale;Kanın kanla ıslandığı yer. Yol ararkenVarmak için hedefe,Merminin mermiyle Çarpıştığı yer.Omuzdan, dirsekten kopmuş kollarınHesap sormak için,Tanrı adına.Düşman boğazınaYapıştığı yer.

Her tepede,Bir destanın adı var.Her taş,Gördüğünü kendine saklar.Üstünden geçse deYıllar, yüzyıllar.Hatırlandı mı adı;Bir yemini tekrar eder dudaklar.Bin defa ölürüz yoluna,Bu, vatan toprağıdır,Bir karışı verilmez!Dün de, bu gün de, yarın da Tanrı şahit olsun ki; Çanakkale geçilmez!...

Fazıl Ahmet BAHADIR

81Mart / 2007

Page 82: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Sahibinin Koruduğu İsim(ler)

H eybesinde taşıdığı vedayı beklenmedik za-manlarda emininin önüne seren mürekkep;

isimdir kaleme. Kalem de sır(dır) mürekkebe. Ne ka-lem onsuz yapar ne de mürekkep kalemsiz. İki ayrı damar birleşir bir bütün olur o bütün birdir, tekdir, sevgilidir, candır, şifadır, hazandır Yunus’un terkisin-de de sadâkattir…

Kalem emir kuludur ki sır küpü diye yâd edilir. Deryada kaptandır, zindanda meşale… Ruhun eşi, yüreğin aşıdır ve emire ilk itaat edendir kalem…

Kalem âmâdır sen göz olursun ona. Yüreğini pay-laşırsan o da nefes olur sana ve dil; üçüncü bir şahıs.. Sorularla cevapların harmanlandığı mekânda kavru-lunca dil; çukur bir kaba birikir kamburlu kâbuslar. Ter rehberdir, göz kapaklarında ağırlaşan harfler de esirdir dil altına. Pas tadı buruk bir acıyla gererken ruhu, isim aynadan izler gülün intiharını. Özenle yer-leşirler zaman aralığına öyle bir albümü doldurur ki isim; göz aşina, dil aşina, ruh aşina.

Hayat duvarları nemi hissedince önce avuç içlerin garipser seni. Sabır yeniden isimlenir. Tevekkül dil-den düşmeyince gönül semasına yağar isimler…

Kalem gururla taşıdığı ismin kervanıyla önce çöl-den geçer. Güneş harareti sunar billur bir kâsede. Kervan içtikçe ismi; hararet daha da şiddetlenir ve yüreğe akar inci taneleri … Hardır / nardır dökülür tane tane …

DenemeÜmit Zeynep KAYABAŞ

“Hz Muhammed sabır demişti lügat manası alçak

olan bu âleme. Mübarek dişi kırılan, Ebu Lehe’in

ağır sözlerine sabrını kalkan yapan, âlemlere

rahmet olarak inen o yüceler yücesi, bir de aşk demişti aldığı her nefese.

Aşk ipiyle işlenmişti müminin kalbine.”

82 Somuncu Baba

Page 83: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

83Mart / 2007

• Hz Musa asa demişti avuç içlerini, sarıp sarmalayana. Asa ismi Kızıldenize deyince küfür yıkanıp öyle çerçevelenmişti ibret nazargâhına. Hikmet burcu birbirine katmıştı dönenceleri. İman mücevheri ziyadan geçilmez / parlayan bir yakut iman…

Firavun ismi küfrün ateşi /esfeli safilin! Usta taze kalmalıydı ki bu isim tevbe yumağı sarılsın an be an..

• Hz İbrahim aşk demişti vücudunu yakmayan ateşe. Ateş ismi imansızlık çölünde kavurup unu-tulmaz kılmıştı Nemrutu. O nefis ki kin ve nef-retini kusuyordu. Yükselince alevler ateşe atıldı İbrahim. Şimdi üzerinde gülden bir hırka / küffar şaşkın… İbret çerçevesine yerleşti bu unutulmaz isim. Aç olan ruh doyacak bu ismi andıkça ..

• Hz Süleyman ilham demişti Seba melikesi Belkıs’ın eteğini toplatan saraya. Rüzgar ve cinler emrine verilen o insan, gönül zenginliğini saraya nakşetmiş o incelikle Belkıs imanla şereflenmişti. Dillere destan o isim; gafil olan yüreklere nehir, çağlayan, deniz, derya…

Bu çemberden geçmeli / ibret merdiveninde bu insan için yüremeli …

• Hz İsa teslimiyet demişti o sırra. Tablo ha-zırdı. Çarmıha gerilecek bir sevgili. Zulüm küfre

katık ve ibret kumaşına işlenen o isim ki Hakk’ın rahmetiyle semalara yıldız gönüllerde güneş…

İman kapısını ardına kadar açtı ki hakkı dile-yen bu dergâha yüzünü sürsün diye!

• Hz Meryem iffet demişti taşıdığı ruha / ıslan-mıştı iftira yağmurunda ne zamanki konuştu Hz. İsa beşiğinde / pâk oldu Meryem müşriklerin di-linde. O mübarek isim nakşoldu ibret beldesine. İman ışığı yakılır bu iffet abidesi doldukça testi-ye…

• Hz Muhammed sabır demişti lügat manası alçak olan bu âleme. Mübarek dişi kırılan, Ebu Lehe’in ağır sözlerine sabrını kalkan yapan, âlem-lere rahmet olarak inen o yüceler yücesi, bir de aşk demişti aldığı her nefese. Aşk ipiyle işlenmişti müminin kalbine. Ne mübarek isim o isim / nurla süslenmiş o isim / hakla anılmış o isim… Zayıf-ladıkça iman akar bu isimden bir çağlayan yüre-ğe….

İsim cam’dır kırmaya kalktığın. Ah’tır üzerine attığın

Can ve ten kafesinde ibrete bilediğin ismin ne-fesi / nefes sana.

Elinde isimden bir harita / kaybolursan içinde sen içinde hikmet...

Page 84: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

“Tüketiciler arasında yine ekonomik olsun

diye kızartmalarda aynı yağ tekrar tekrar kullanılmaktadır. Bu

çok sakıncalıdır. Çün-kü yağların yüksek

ısıda tekrar tekrar kı-zartılması sonucunda kansorejen maddeler

oluşur.”

Kolesterol Dengesinde Yağ Seçiminin Önemi

T üketiciler arasında son yıllarda tamamen yağsız

beslenmeye doğru bir yöneliş iyiden iyiye ken-

dini hissettirmektedir. Bunun en büyük nedeni şiş-

manlık ve yüksek kolesteroldür. Oysa vücudumuzun

normal çalışması için günlük kalorinin %25’nin yağ-

lardan karşılanması gerekmektedir. Yağlar, vücutta A,

D, E, K vitaminlerinin emilimlerinin sağlanması, vü-

cut ısısının kontrol edilmesi, organların dış darbeler-

den korunması, bazı hormonların sentezlerinin yapı-

labilmesi gibi yaşam için çok önemli görevleri yerine

getirmektedir. Ancak bu görevleri yerine getirmek

için günlük ortalama 45 gr civarında yağ tüketilmesi

gerekli ve yeterli bulunmaktadır. İnsan beslenmesin-

de 45 gram yağın 3 kaynaktan sağlanması gerekmek-

tedir. Bunlar:

1-Tekli doymamış yağ asitleri kaynakları: Özellikle

zeytinyağı 15 gr,

2-Çoklu Doymamış yağ asitleri kaynakları: Ayçi-

çeği yağı, Mısır özü yağı gibi,

3-Doymuş yağ asitleri kaynakları: Hayvansal yağ-

lar, tereyağı, gibi. Sadece tekbir kaynaktan örneğin

doymuş yağlardan günlük ihtiyaç tek başına karşı-

lanmaya kalkınsa çok ciddi sağlık problemleri ortaya

çıkar, kolesterol dengesi bozulur.

LDL Kolesterol halk arasında kötü kolesterol ola-

SağlıkŞ. Adil AYDIN

84 Somuncu Baba

Page 85: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

rak bilinir. LDL kelime anlamı

olarak Düşük Yoğunluklu Lipop-

rotein demektir ve kolesterolü

karaciğerden vücudun diğer

organlarına ve damar çeperleri-

ne taşır, böylece yüksekliğinde

damarlarda tıkanma meydana

gelir. Bu değerin yüksek olma-

sını istemiyoruz aksine düşük

olmasını istiyoruz.

HDL Kolesterol ise halk ara-

sında iyi kolesterol olarak bili-

nir. HDL kelime anlamı olarak

Yüksek Yoğunluklu Lipoprotein

demektir. Görevi kandaki ko-

lesterolü karaciğere taşıyarak

yakılmasını sağlamaktır. HDL

kolesterolün düşük değil aksine

yüksek olmasını istiyoruz.

Halk arasında yine bütün sıvı

yağların kolesterolü düşürdüğü

bilinir. Oysa sağlık açısından

sadece kötü kolesterolün dü-

şürülmesi, iyi kolesterolün de

yükselmesi arzu edilir. İşte zey-

tinyağı dışındaki sıvı yağlar her

iki kolesterolü düşürür. Zeytin-

yağı ise sadece kötü kolesterolü

düşürür, HDL dediğimiz iyi ko-

lesterolü ise yükseltir. HDL düş-

tüğü zaman, zamanla kalp krizi,

felç, damar tıkanması, böbrek

yetmezliği gibi hastalıklar orta-

ya çıkar.

Katı yağların tüketimi toplam

kalori ihtiyacımız içinde %7 yi

geçmesi önerilmez. Yağların 1

gramının verdiği kalori 9 kalori

olduğu için bu hesaba göre or-

talama 15 gr doymuş yağ tüket-

mek yeterlidir. Bu sebeple kalp

sağlığımız için etin görünen kı-

sımlardaki yağlarını sıyırmalıyız.

Ülkemizde sağlık problem-

leri her geçen gün artmaktadır.

Kalp sağlığımız için tüketece-

ğimiz yağları 3 kaynaktan sağ-

lamak zorundayız. Sadece tek

kaynak yeterli değildir. Doy-

muş yağ ülkemizde fazlasıyla

sağlanmakta bu sebeple etlerin

görünen yağlarını sıyırmalıyız.

Margarin tüketimine sınırlama

getirmeliyiz. Sıvı yağlarda ise

mutlaka kalp sağlığımız için

günde 15 gr zeytinyağı kullan-

mak zorundayız. Sadece yalnız

zeytinyağı kullanmakta yetmez

15 gr da çoklu doymamış kay-

naktan kullanmak zorundayız.

En ekonomik kaynak ayçiçeği

ve mısır özü yağıdır. Zeytinyağı

ile ayçiçeği yağı birebir karıştı-

rılmalıdır. Zeytinyağında rafine,

sızma rivyera olmak üzere üç

çeşit vardır. Bunlardan istediği-

nizi kullanabilirsiniz.

Tüketiciler arasında yine eko-

nomik olsun diye kızartmalarda

aynı yağ tekrar tekrar kullanıl-

maktadır. Bu çok sakıncalıdır.

Çünkü yağların yüksek ısıda tek-

rar tekrar kızartılması sonucun-

da kansorejen maddeler oluşur.

Bu sebeple aynı yağı tavada 2

defadan fazla kullanmamaya

özen gösterelim. Fritözde kızar-

tıyorsak firitözdeki yağı toplam

olarak 7 saatten fazla kullanma-

malıyız.7 saatlik kullanım süresi

yağın kızartmadan sonra fritöz

içerisinde soğumasının da za-

man alacağı düşüncesiyle 3 de-

fadan fazla fritözlerde aynı yağ

tekrar tekrar kullanılmamalıdır.

Yağ ilavesi yerine hemen yenisi

ile değiştirilmelidir. Ayrıca LDL

kolesterolün oksitlenmesini

de engellemek amacıyla haf-

tada en az iki kez ızgara balık

yemeliyiz. Balıklar sıvı yağ ile

kızartıldıklarında balık yağında

bulunan omega 3 yağ asidinin

emilimi azalmaktadır. Balıklar

ızgara ya da buğulama şeklinde

tüketilmelidir.

Sonuç olarak: Unutmamak

gerekir ki kolesterol herhangi bir

organın damarlarında birikebilir,

bu birikme sonucunda o orga-

na daha az kan gider, daha az

kan gitmesi o organın görevini

tam olarak yerine getirememesi

demektir. Bu sebeple kolesterol

yüksekliği sadece kalp sağlığını

olumsuz etkilemez bütün or-

ganlarda hastalıklara sebebiyet

vermesi muhtemeldir. Bu ne-

denle yağ seçim kaynaklarını iyi

belirlemek katı yağları azaltmak,

zeytinyağı kullanılmıyorsa ayçi-

çeği yağı ile zeytinyağını birebir

karıştırarak kullanmak, haftada

en az iki öğün ızgara balık ye-

mek başta kalp sağlığımız olmak

üzere tüm sağlığımız için gerek-

lidir.

85Mart / 2007

Page 86: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

Malzemeler:• 1 kg taze kayısı

• 1,5 kg toz şeker

• 5 su bardağı su

• 1 litre söndürülmüş kireç suyu

• 1 tatlı kaşığı limon tuzu

Yapılışı:Kayısıların çekirdekleri bir şiş yardımıyla çıkarılır

ve kireç suyunun içersinde 2 saat bekletilir. Kireç

suyundan çıkarılan kayısılar bol suda 9 -10 defa yı-

kanır. Temiz bir bezin arasına çekilir. Geniş bir ten-

cereye toz şeker ve su konulup kaynatılarak şurup

haline getirilir. Şurup kaynayıp kıvamlı bir hal alın-

ca içerisine bezin arasında kurulanan kayısılar atılır

ve 5-6 dakika kaynatılır. Limon tuzu da kaysılarla

birlikte atılır. Kayısılar fazla pişip yumuşamadan

ateşten indirilir. Arzu edilirse bir iki gün güneşte

bekletilebilir. Kayısı çekirdekleri de kırılıp reçelin

içine atılabilir.

Kayısı KompostosuMalzemeler:• Yarım kg kuru kayısı

• Yarım kg toz şeker

• 1 litre su

Yapılışı:Kayısılar yıkanıp orta boy bir tencereye alınır

üzerine suyu ilave edilip kaynamaya bırakılır. Toz

şekeri de ilave edilir. Tadına bakıp şekeri ayarlana-

bilir. Kayısılar fazla ezilmeden altı kapatılır. Soğuk

olarak servis yapılır.

Kayısı Reçeli

Gönülden İkramlarMesude SARI

Kayısının İnsan Sağlığına Faydaları

• Beynin düzenli çalışmasını sağlar. • Stresi önler.

• Karaciğerin düzenli çalışmasını sağlar.

• Kemikleri kuvvetlendirir.• Dişlerin sağlam ve

kuvvetli olmasını sağlar.• Kan yapımını artırır.

• Mide ve onikiparmak ülserin iyileşmesini sağlar.

• Bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar, kabızlığı önler.

• Böbreklerin taş oluşturmasını önler.• Cilt güzelliğini sağlar.

• Kanser oluşumunu önler.• Kalp kaslarını güçlendirir,

düzenli çalışmasını sağlar.

86 Somuncu Baba

Page 87: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

A y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

Somuncu BabaA y l ı k İ l i m - K ü l t ü r v e E d e b i y a t D e r g i s i

76 Şubat2007Fiyatı: 6 YTL

www.somuncubaba.net

Ehl-i Beyt Sevgisi

O’nun Âline Selam Olsun

Dergisi Hediyesi...

Aylık Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Şubat 2007

“Somuncu Baba Bahçesinin Taze Çiçeği”

87Mart / 2007

Page 88: ubat / 2007 · 2017-01-03 · Tarihi İyi Okumak Her milletin kendi geçmişini bir ayna gibi yansıtan bilgi ve belgelere tarih denir. Bu aynaya bakarak gelecekle ilgili yönelme

88 Somuncu Baba