yayımlanmamış doktora tezi
TRANSCRIPT
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
GAZETECİLİK ANABİLİM DALI
GAZETECİLİK BİLİM DALI
Siyasal Söylemin ve İdeolojilerin Gazete Karikatürlerinde
Yeniden Üretimi (Örnek Olay 1982 ve 2010 Anayasa
Referandum Süreci)
HAZIRLAYAN
Fatma NİSAN
094122001001
Doktora Tezi
DANIŞMAN
Doç. Dr. N. Tülay ŞEKER
KONYA-2012
iii
ÖNSÖZ
Son yıllarda, dünyanın dört bir yanındaki toplumlar üzerinde evrensel düzeyde uygulanmaya
çalışılan ideoloji ve söylemler ne zaman ki aklıma gelse ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın
dilini uzatmış halde ki fotoğrafı gözümün önünde canlanır. Bu fotoğraf, kimine göre
Einstein’in aklını kaçırmış halinin görüntüsü olsa da benim için, deliliğin ötesinde,
hegemonya kurularak yaşattırılan hayatla, dayattırılan siyasal ve toplumsal düzenle dalga
geçme, tiye almanın en büyük göstergelerinden biridir. Bu fotoğraf, mizahın çok öteden
bağıran kahkahasıdır aynı zamanda. Bu kahkaha, aslında bir gurup azınlığın kendi çıkarları
uğruna yok ettikleri insanlığın çığlığıdır.
İnsanlığın bağıran çığlığı olma görevini ilk çıktığı andan itibaren üstlenmiş olan mizah,
gücünü düşünmeye sevk eden kahkahasından almaktadır. Çünkü mizah zekânın kahkahayla
dansı olarak kabul edilmektedir. Mark Twain’in “Kahkahanın gücü karşısında, hiçbir şey
ayakta duramaz” şeklindeki sözleri mizahın gücüne vurgu yaparken Phyllis Diller’in “Bir
gülümseme, her şeyi düzleştiren bir eğridir” şeklindeki sözleri ise, mizahın hoşgörüsüne
gönderme de bulunulması açısından oldukça önem atfetmektedir.
“Siyasal Söylemin ve İdeolojilerin Gazete Karikatürlerinde Yeniden Üretimi(Örnek Olay
1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci)” adındaki doktora tezi çalışmamda bana sabır
gösterip hep yanımda olan, varlıklarıyla bana hayat veren annem ve babam başta olmak
üzere tüm aileme teşekkür ederim.
Kahrını birlikte çektiğimiz bu çalışmam sırasında, moral veren tavrıyla benim yanımda yer
alan, dost tavrıyla bana güç veren ve akademik anlamdaki desteğini benden esirgemeyen
sevgili tez danışmanın Doç. Dr. Tülay Şeker hocama her şey için çok teşekkür ederim.
Haklarını uzun yıllar geçse de hiçbir şekilde ödeyemeyeceğim Selçuk Üniversitesi İletişim
Fakültesi Gazetecilik bölümündeki değerli hocalarım Doç. Dr. Caner Arabacı ve Doç. Dr.
Mustafa Şeker’e, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcıları Yrd. Doç.
Dr. M. Salih Güran ile Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Özarslan hocalarıma da teşekkürü bir borç
bilirim. Destekleriyle hep yanımda olan arkadaşlarım Beyler Yetkiner, Saniye Öztekin,
Emine Şahin ve Ayşe Yalçınkaya ile yakın dönemde tanışmamıza rağmen, evimdeki en
büyük moral ve destek kaynağım olan sevgili ev arkadaşım Selcan Çağan’a da yürekten
teşekkür ederim.
Son olarak, dostluğun tam anlamıyla kurulamadığı bir dönemde sevgi dolu yüreğiyle hep
yanımda olan, uzakta olmasına rağmen moral verici sesiyle beni yalnız bırakmayan, doktora
tezimi bitirdiğim için en az benim kadar mutlu olan canım arkadaşım, dostum, kardeşim
Meryem Oğuzhan’a “Teşekkürler CAN” demek istiyorum.
Fatma Nisan
Konya- Kasım 2012
vi
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası…………………………………………...……………………..i
Tez Kabul Formu………………………………………………………..……………ii
Önsöz……………………………………………...……………………...………….iii
Özet…………………………………………………………………………......…....iv
Summary……………………………………………...…………………………...….v
İçindekiler .................................................................................................................. vi
Şekiller Listesi………………………………………..…………………..………...viii
Giriş………………………………...…………………………………………...…….1
BİRİNCİ BÖLÜM
1.İdeoloji- Dil-Söylem İlişkisi………………………………………………………..8
1.1. İdeoloji Kavramı ve Egemen İdeoloji………………………………………..8
1.2. Toplumsal ve İdeolojik Dil……………………………....………………....21
1.3. Söylem ve Egemen Söylemin Üretimi………………………...………..…..25
1.4. İdeoloji- Dil- Söylem Arasındaki İlişki………………..………………..….29
1.5. Toplumsal Gerçekliğin İnşasında Söylem ve İdeoloji……………………...33
1.6.Siyasi Söylemin Yeniden Üretimi Noktasında Medya…………………..…..36
İKİNCİ BÖLÜM
2.Türkiye’nin Anayasa Değişimi Girişimlerinde Medya ve Siyaset İlişkisi…….…44
2.1. Medya ve Siyaset İlişkisi………………………………………..…….……44
2.1.1. Türkiye’de 80 Döneminde Siyaset Arenası……………………….……51
2.1.2. 80 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi……………..….…………….54
2.1.3. 1980 Darbesinden Sonra Demokrasi Arayışı: 1982 Anayasası….....….60
2.1.4. 80 Dönemindeki Gazeteler ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımları……....63
2.1.4.1. Güneş Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı...……….……….64
2.1.4.2. Cumhuriyet Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı……………65
2.1.4.3. Tercüman Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı……...………67
2.1.5. Türkiye’de 2010 Döneminde Siyaset Arenası….……………...…….…69
2.1.6. 2010 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi……………….…….……...74
2.1.7. Yeni Demokrasi Arayışları: 2010 Referandumu……………....…….…82
2.1.8. 2010 Dönemindeki Gazeteler ve 2010 Referandumuna Yaklaşımları…89
2.1.8.1. Cumhuriyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı…………90
2.1.8.2. Milliyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı……….….…93
2.1.8.3. Zaman Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı.......………….94
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. Mizah ve Karikatürde İdeoloji ve Söylem……………………………...………...97
3.1.Mizahın Tanımı ……….………………………………......……………....…..97
3.2.Mizahın İşlevi…………………………………………………………………99
3.3.Karikatürün Tanımı ………..………………………………..…………...…..102
3.4.Karikatürün İşlevi……………………………………………………………107
3.5. Karikatürün Dünyadaki Tarihsel Gelişimi……………………………….….109
3.6.Karikatürün Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi…...…………………….……...113
3.6.1.Başlangıç Dönemi………………...…………………………………......114
3.6.1.1.I. Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e Türk Karikatürü(1870-1908)……114
vii
3.6.1.2. II. Meşrutiyetten Cumhuriyet Dönemine Türk Karikatürü
(1908- 1923)….………………………………………..…………....117
3.6.1.3. Kurtuluş Savaşı Dönemi Türk Karikatürü………………....……….119
3.6.2. Klasik Karikatür Dönemi…………………………………..……….…..120
3.6.2.1. Cumhuriyet Dönemi’nden Demokrat Parti Dönemi’ne
Türk Karikatürü(1923- 1950)............................................................121
3.6.3. Çağdaş Karikatür Dönemi………………………………………………124
3.6.3.1. Demokrat Parti Dönemi Türk Karikatürü(1945- 1960)…… …...…124
3.6.4. Yeni Karikatür Dönemi…………………………...…………...……….126
3.6.4.1. 1960’tan 1980’li Yıllara Kadar Türk Karikatürü…………...……..126
3.6.4.2. 1980’den günümüze Türk Karikatürü……………………...……..128
3.7.Karikatürde Dil ve Söylem………………………...…………….………….130
3.8. Karikatür- Siyaset İlişkisinde Siyasi Karikatür……………………………..132
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. Siyasal Söylemin ve İdeolojilerinin Gazete Karikatürlerinde Yeniden
Üretimi Bağlamında 1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci….…..………137
4.1.Metodoloji…………………………………………………………….………137
4.1.1.Söylem Çözümlemesi…………………..……………...…………………138
4.1.2.Göstergebilimsel Çözümleme ……………………………………………143
4.2. Araştırma Bulguları……………..……………………………..……………148
4.2.1. 1982 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi……………….…………………….…..149
4.2.1.1. 1982 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem
ve Göstergebilimsel Çözümlemesi…..………………………….…..150
4.2.1.2. 1982 Güneş Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi………………….……………..…...170
4.2.1.3. 1982 Tercüman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi………….………………………….189
4.2.2. 2010 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi…….............................................…201
4.2.2.1. 2010 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi..........................................................201
4.2.2.2. 2010 Milliyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi..………………………………….…239
4.2.2.3. 2010 Zaman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi…...…………………………......…...259
Sonuç ve Değerlendirme………………...…………..………………..…………..279
Kaynakça ……………………………...…………..…………………..………….287
viii
ŞEKİLLER
Karikatür 1: 4 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç………………………………..…150
Karikatür 2: 9 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç……………………………...…...151
Karikatür 3: 11 Eylül 1982- Cumhuriyet……………………………………..……153
Karikatür 4: 24 Eylül 1982- Cumhuriyet……………………………………..……154
Karikatür 5: 25 Eylül 1982- Cumhuriyet…………………………………………..155
Karikatür 6: 4 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…..….156
Karikatür 7: 5 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)...……157
Karikatür 8: 6 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…..….158
Karikatür 9: 7 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…. ….159
Karikatür 10: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet…………………..……………….…….160
Karikatür 11: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar(İsmail Gülgeç)……………....161
Karikatür 12: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik(Selçuk Demirel)………. ……162
Karikatür 13: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kanbir…………………..…………….163
Karikatür14: 16 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik(Selçuk Demirel)……….……..164
Karikatür 15: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet……………………..………………..…165
Karikatür 16: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar(İsmail Gülgeç)…………..….166
Karikatür 17: 21 Ekim 1982- Cumhuriyet………..………………………….…….167
Karikatür 18: 1 Kasım 1982- Cumhuriyet…………..………………………….….168
Karikatür 19: 12 Kasım 1982- Cumhuriyet………………………………………..169
Karikatür 20: 13 Kasım 1982- Cumhuriyet…………………………..……………169
Karikatür 21: 8 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………………..…………..170
Karikatür 22: 9 Eylül 1982- Güneş……………..……………….…………………171
Karikatür 23: 10 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol………..………..……………..172
Karikatür 24: 13 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………..………...……….173
Karikatür 25: 15 Eylül 1982- Güneş…………………..……………..…………….174
Karikatür 26: 19 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman…………..…………………175
Karikatür 27: 20 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………….…………….176
Karikatür 28: 21 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………………………..177
Karikatür 29: 22 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman………..…...……………….178
Karikatür 30: 24 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………………………..179
Karikatür 31: 25 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman…………..……..…………..180
Karikatür 32: 25 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………..……...………….181
Karikatür 33: 26 Eylül 1982- Güneş- Mıstık………………..………………..……182
Karikatür 34: 27 Eylül 1982- Güneş- Mıstık………………………………………183
Karikatür 35: 4 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………………………………184
Karikatür 36: 5 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………………..……………..185
Karikatür 37: 22 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………..……………………186
Karikatür 38: 26 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………..………..…………..187
Karikatür 39: 8 Kasım 1982-Güneş- Ercan Akyol…………………………..…….188
Karikatür 40: 26 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize………………..……….……..189
Karikatür 41: 9 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize ………………………….…….189
Karikatür 42: 7 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)………....190
Karikatür 43: 21 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)..………191
Karikatür 44: 17 Ekim 1982- Tercüman………………………..…………...……..192
Karikatür 45: 20 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)….…...193
ix
Karikatür 46: 4 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)……...…194
Karikatür 47: 5 Eylül 1982- Tercüman……………………..………………..…….195
Karikatür 48: 24 Ekim 1982- Tercüman…………………………………..…...…..196
Karikatür 49: 31 Ekim 1982- Tercüman…………………………………...………197
Karikatür 50: 2 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)……….198
Karikatür 51: 6 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu).…...…199
Karikatür 52: 13 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)…...…200
Karikatür 53: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……202
Karikatür 54: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………..…203
Karikatür 55: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…....204
Karikatür 56: 14 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………......205
Karikatür 57: 15 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
(Mustafa Bilgin)........................................................................................................206
Karikatür 58: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
(Mustafa Bilgin)……………….………..……………………………………….....207
Karikatür 59: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……209
Karikatür 60: 27 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……210
Karikatür 61: 29 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
(Mustafa Bilgin)……………..……………………………………………..………211
Karikatür 62: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…….212
Karikatür 63: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…..………….213
Karikatür 64: 5 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…………..…..213
Karikatür 65: 29 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……...……214
Karikatür 66: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………….…215
Karikatür 67: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…..…….…..216
Karikatür 68: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
(Mustafa Bilgin)………………………………………...……….………..………..217
Karikatür 69: 9 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın…………..…….………218
Karikatür 70: 10 Ağustos 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça(Zafer Temoçin)……....219
Karikatür 71: 13 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…………...220
Karikatür 72: 20 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)...221
Karikatür 73: 24 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı
(Musa Kart)…………… ………………………………………………...………...222
Karikatür 74: 26 Ağustos 2010- Cumhuriyer- Kim Kime Dum Duma
(Behiç Ak)…………………………….………………………………………..…..223
Karikatür 75: 30 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın…………….......……..224
Karikatür 76: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Harbi(Semih Poroy)………..………….225
Karikatür 77: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu(Mustafa Bilgin)..226
Karikatür 78: 3 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………………..227
Karikatür 79: 4 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın……………………..……..228
Karikatür 80: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…………. ……229
Karikatür 81: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın………………..…………..230
Karikatür 82: 7 Eylül 2010- Cumhuriyet- Otobüstekiler(Kemal Urgenç)………....231
Karikatür 83: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…...232
Karikatür 84: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
(Mustafa Bilgin)………………………………………………………………..…..233
Karikatür 85: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…….….234
x
Karikatür 86: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fıkra(Zafer Temoçin)…..……..235
Karikatür 87: 15 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…..…....……….236
Karikatür 88: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça(Zafer Temoçin)……...….237
Karikatür 89: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayvanlar(İsmail Gülgeç)…….…..…238
Karikatür 90: 9 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..…...………..239
Karikatür 91: 10 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..…....……240
Karikatür 92: 11 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………….……….241
Karikatür 93: 16 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………..……242
Karikatür 94: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………………..243
Karikatür 95: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz………………….………244
Karikatür 96: 20 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………………..…...245
Karikatür 97: 23 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………….....………246
Karikatür 98: 25 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………………..246
Karikatür 99: 29 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..………..….247
Karikatür 100: 30 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..………….248
Karikatür 101: 31 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..…...……..249
Karikatür 102: 03 Ağustos 2010- Milliyet- Haslet Soyöz………………..………..250
Karikatür 103: 19 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………...………..251
Karikatür 104: 22 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………..………...…252
Karikatür 105: 24 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………………….253
Karikatür 106: 26 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………….....254
Karikatür 107: 02 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………..…………255
Karikatür 108: 03 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..……………256
Karikatür 109: 11 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………….…….257
Karikatür 110: 17 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..……...…….258
Karikatür 111: 15 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………..……...……….258
Karikatür 112: 21 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………………..……258
Karikatür 113: 01 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan…………………..……260
Karikatür 114: 14 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan……………………..…261
Karikatür 115: 15 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan………………..……....261
Karikatür 116: 16 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan…………….....……….262
Karikatür 117: 17 Temmuz 2010- Zaman- Emre Özdemir……….…………...…..263
Karikatür 118: 23 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan………..………...…….264
Karikatür 119: 25 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)....265
Karikatür 120: 27 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)...266
Karikatür 121: 29 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)…267
Karikatür 122: 05 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….268
Karikatür 123: 10 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı).…269
Karikatür 124: 19 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….270
Karikatür 125: 20 Ağustos 2010- Zaman- Osman Turhan…………..…………….271
Karikatür 126: 23 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….272
Karikatür 127: 04 Eylül 2010- Zaman- Emre Özdemir………………..…………..273
Karikatür 128: 04 Eylül 2010- Zaman- Cem Kızıltuğ…………………..…..……..274
Karikatür 129: 13 Eylül 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….…275
Karikatür 130: 15 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan……………..………..……276
Karikatür 131: 16 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan…………………..……..…277
1
Giriş
Siyaset kendi söylemlerini yayma ve yeniden üretme noktasında basını bir
araç olarak kullanmaktadır. İşgal ettikleri konumların bir gereği olarak siyaset ve
basın, karşılıklı bir iletişim ve etkileşim içindedir. Biri olmadan diğerinin işinin
zorlaşacağı artık tüm dünyada aşikâr olan, tartışmasız bir gerçektir. Siyaset kendi
propagandasını yapmak için basından, basın ise ekonomik destek sağlamak ve ayakta
durabilmek için siyasi camiadan yararlanmaktadır. İşte bu nedenle, “Siyaset ve
medya ekseninde gazeteciler ve haber kaynağı olan siyasetçiler arasında ortaya çıkan
etki mekanizmaları sık sık sorgulamaya açılmaktadır” (Kılıçarslan, 2008:120). Basın
kuruluşlarının bazıları-özellikle seçim zamanlarında- iktidarın yanında yer alırken,
bazıları ise iktidara muhalif bir tavır sergilemektedir. Oysa bu durum, gazeteciliğin
tarafsızlık ilkesi göz önünde bulundurulduğunda sorgulanması gereken bir nitelik
kazanmaktadır. Medya belli ideolojilerin taşıyıcısı durumundadır, bu durumda
medya ve siyaset ilişkisini belirleyen dinamiklerden biri de ideolojik boyuttur.
Gazetelerin de belirli ideolojileri ya da yayın çizgileri bulunmaktadır. Gazete
çalışanları, bu ideolojileri haberin malzemeleri olan haber ve köşe yazıları vasıtasıyla
okurlara yansıtmakta ve onlara empoze etmeye çalışmaktadır. Ancak gazetelerin
ideolojilerini yansıttıkları bir başka alan daha vardır: mizah ya da daha özel haliyle
karikatür... “Karikatürler, basit, doğrudan araçlar aracılığıyla zengin bir enformasyon
taşımaya çalışan ileti örnekleridirler, karmaşık gösterilenler için basit gösterenler
kullanırlar” (Fiske 1996: 73). Karikatür her zaman siyasi bir muhalefet aracı olarak
gündemde kalmıştır. İlk çıktığı andan itibaren önemli konulara dikkat çekmek
niyetiyle eleştiren karikatür -ki kendisi de bir eleştiri aracıdır- aynı zamanda
eleştirdiği kişiler tarafından da eleştirilmiştir. Haberin tarafsızlığının aksine karikatür
bir taraf olmak zorundadır. “Başlıca mizah dergilerinin çıkış bildirilerinde dile
getirilen sorumluluk, mizah anlayışı ve amaçlar karikatüre de yansımıştır. Baştan
sona siyasal ve toplumsal bir eleştiri mekanizması böyle bir amaç içinde devinmiştir”
(Çeviker, 1988: 28).
Karikatür, Osmanlı Devleti’nde eleştiri ve konulara dikkat çekmek yönünden
önemli bir yer işgal etmiştir. Kimi zaman gazetelerin kapanmasına neden olmuş,
2
kimi zaman sürgünleri doğurmuş, kimi zamansa gazetelerdeki idam cezalarının baş
müsebbibi olmuştur. “Saray himayesi olmadan bir sanatçının Osmanlı topraklarında
uğraşını gerçekleştirebilmesi oldukça güç, diyebiliriz ki olanaksız da. Kaldıki
karikatür gibi, temeli eleştirel güldürüye dayanan, yönetimi ve düzenin aksaklıklarını
eleştirmeyi ana erek sayan bir sanatın Osmanlı İmparatorluğu gibi teokratik
monarşiye dayalı bir düzende boyatabilmesi sanırım oldukça güç olsa gerek”
(Balcıoğlu, 1983: 5- 6 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 6). Karikatürün bu konumu,
Osmanlı Devleti’nden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmiştir ve
içinde bulunulan yüzyılda hala devam etmektedir. Türkiye tarihine bakıldığında bazı
dönemler birer dönüm noktası rolünü üstlenmiştir. Türkiye’de, cumhuriyetten sonra,
anayasal düzeni yeni baştan oluşturmak için ‘askeri darbeler’ gerçekleşmiştir. Bu
askeri darbeler, ‘demokrasi ayarı’ olarak nitelendirilmiştir. Türkiye tarihinde, ‘80
Darbesi’ ve onun devamı olan ‘82 Anayasası’ hem toplumsal hem de siyasal
anlamda çok önemli iki süreçtir. Bu dönemdeki anayasa değişikliği mecburi bir
anayasa değişikliği olmuştur, yani askeri kesimin istediği yönde anayasal
değişiklikler meydana gelmiştir. 82 Anayasası için, 7 Kasım 1982’de halk oylaması
yoluna gidilmiş, 8 Kasım 1982’de anayasa kabul edilmiş ve 9 Kasım 1982 tarihinde
de karar resmi gazetede yayınlanmıştır. 82 Anayasası’nın oluşturulma sürecinde,
basın ve dolayısıyla karikatür sayfaları yeterince özgür bir ortama sahip değildir.
Basına bazı konularda sansür konulmuş ve yayınlar engellenmiştir. 82 Anayasası’nın
bazı maddelerinin değiştirilmesi konusunda 12 Eylül 2010 tarihinde bir referandum
gerçekleştirilmiş ve anayasal değişiklik halkın çoğunluğunun değişikliğe ‘Evet’
demesiyle kabul edilmiştir. Referandum sürecinden önce, tasarı meclise sunulmuş,
ancak geçerli oy alınamayınca ‘halk oylamasına gitme’ metodu uygulanmıştır. Bu
karar alındığı andan seçimler oluncaya kadarki süreçte ülkenin gündemini sadece
‘anayasal değişiklik için halk oylaması’ konusu işgal etmiştir. Bu süreçte, iktidar ve
muhalefet partilerinin söylemleri basının iki temel taşı olan haber ve karikatürde
yeniden üretilmiştir. Basın, ‘evetçiler’ ve ‘hayırcılar’ olmak üzere iki kanada
bölünmüştür. Girilen süreçte anayasa değişikliğinden ziyade, muhalefet ve iktidarın
çatışması siyasi arenada daha çoğunlukla gündemi oluşturmuştur. Bu durumda,
karikatür sayfalarına da çok fazla malzeme çıkmıştır. Karikatürler, gazetelerin
ideolojileri temel alınarak, ‘Evet’ ve ‘Hayır’ üzerinden çizilmeye başlanmış ve bu
3
‘Evet’ ve ‘Hayır’lar partileri temsil ediyor olmuştur. ‘Evet’ oyu Ak Parti’yi1 (Adalet
ve Kalkınma Partisi), ‘hayır’ oyu ise, MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve CHP’yi
(Cumhuriyet Halk Partisi) yani muhalefet partilerini simgeler olmuştur. Diğer
muhalefet partisi BDP’nin (Barış ve Demokrasi Partisi) özünde sandığa gitmeme
isteği yani boykot olsa da, onu da ‘hayır’ oyu temsil etmiştir. Halkın bazı
kesimlerinin oylarını tuttukları partinin isteği yönünde kullanması bunun en açık
göstergesi olmuştur. Bu ortamda, basın da belli bir tarafı desteklemiş ve bunu
karikatür çizgilerine taşımıştır. Dolayısıyla burada temel problemi açıklayan genel
sorular şunlardır:
82 Anayasası ve 2010 referandum süreci siyasal söylemin yeniden üretimi
aşamasında karikatür çizgilerine ne şekilde ve ne kadar yansımıştır?
İki dönemin siyasi koşulları göz önünde bulundurulup, basın özgürlüğü
çerçevesinden bakıldığında iki dönemin mizahi basını arasında nasıl
farklılıklar göze çarpmaktadır? Basın, 2010’da 1980 dönemindekinden
daha mı özgürdür, yoksa daha fazla mı sansürlenmiştir?
Anayasal değişiklik konusunda karikatür basını, nasıl bir tavır
takınmıştır? Egemen mi yoksa muhalif mi?
Bu durumda, karikatür asıl görevi olan eleştiri görevini yerine getirmiş
midir?
Gazete karikatürlerinde nasıl bir dil kullanılmış ve nasıl bir söylem
geliştirilmiştir?
Her iki dönemin karikatürleri karşılaştırıldığında dil-söylem-ideoloji
açısından nasıl benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkmıştır?
Bu çalışmanın amacı, 12 Eylül 1980 darbesi sonucunda oluşturulan 1982
Anayasası döneminde yayınlanan darbe ürünü karikatürler ile 12 Eylül 2010
referandum anayasa değişikliği döneminde yayınlanan karikatürlerin siyasal söylem
1 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltması kimileri tarafından Ak Parti kimileri tarafından AKP
olarak kullanılmaktadır. Kısaltmanın kullanılış tarzı partiye taraf ya da muhalif olmayı
göstermektedir. Resmi olarak kullanılan kısaltma Ak Parti olarak kabul edildiği için bu çalışmada da
AKP yerine Ak Parti kullanılmıştır. Sadece doğrudan alıntılarda AKP kısaltması kullanılmıştır.
4
ve ideolojileri yeniden üretimi noktasında karşılaştırmasını yapmak ve söz konusu
dönemlerde yayınlanan gazetelerin karikatür sayfalarında bu süreçlerin nasıl
yansıdığını dil-söylem ve ideoloji açısından incelemektir. Bunun sonucunda, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde çok önemli bir yer işgal etmiş olan bu iki siyasi süreç,
incelemeye tabi tutulmuş ve bu süreçlerde gazetelerin karikatürlerinde bu konulara
ne kadar ve ne şekilde yer verdikleri çözümlenmiştir. Ayrıca, karikatür çizerlerinin
tabi oldukları gazetelerinin ideolojilerine göre hareket edip etmediğini belirlemek de
çalışmanın amaçları arasında yer almıştır. Türk toplumunu yakından etkilemiş olan
bu iki anayasal süreci, karikatür (mizah) basınının bakış açısıyla çözümlemek ve iki
sürecin karikatür sayfalarına nasıl yansıdığını belirlemek yani ‘siyasal söylemi
yeniden üreterek mi yoksa onun karşısında muhalif bir tavır takınarak mı yansıtmış’
sorusunu nesnel bir şekilde çözümlemek açısından bu çalışma önemli bir çalışmadır.
Çalışma aynı zamanda, gazete ideolojilerinin karikatür çizgilerine yansıyıp
yansımadığını, eğer yansıdıysa nasıl yansıdığını görmek açısından da oldukça
önemlidir. İdeoloji ve söylemle ilgili olan bu tür çalışmalarda daha çoğunlukla haber
metinleri incelenmektedir. Ancak bu çalışmada, daha farklı bir gazete materyali olan
karikatür üzerinde durulmuş olması konuyu mizah basını açısından da önemli
kılmıştır. Bu tarzda bir çalışmanın daha önceden yapılmamış olması da bu
çalışmanın merak uyandırıcı önemini artırmaktadır. 1982 Anayasası ve 2010
referandum anayasası sürecinin gazete karikatürlerinin incelendiği bu çalışmanın
varsayımları şu şekildedir:
2010 referandum anayasa değişikliği ve 82 Anayasası süreçleri, siyasal
söylemin üretimi aşamasında karikatür çizgilerine gazetelerin farklı
tutumlarıyla (muhalif ya da yanlı) yansımıştır.
Hem 82 Anayasası hem de 2010 referandumu sürecinde yayın yapan ve
incelemeye dahil edilen sağ görüşlü gazeteler anayasal değişikliği
karikatürlerinde onaylarken analiz edilen sol görüşlü gazeteler
onaylamamış, merkez konumundaki gazeteler ise, sürecin ortasında yer
almak gibi bir tavır takınmıştır.
Her iki süreçte de, diğer medya ürünlerinde olduğu gibi karikatürler de
gazetelerin ideoloji ve egemen söylemlerini, ideolojinin doğallaştırma ve
5
meşrulaştırma işlevi ile yeniden üretmiştir ve gazete karikatürleri
gazetenin egemen söylemi dışında muhalif bir söylem üretmemiştir.
Gazete karikatürleri anayasal değişikliğin oluştuğu dönemlerdeki siyasi
ortamlardan etkilenmiştir. Yani gazeteler, onlara tanınan özgürlük
sınırlarına göre, üzerlerinde hissettikleri baskıya göre hareket etmişlerdir.
Bu anlamda 1982 dönemi, karikatürlerin özgür üretimi noktasında 2010
döneminden daha kısıtlayıcı olmuştur.
2010 referandumunda karikatürler gazetelerin taraf olduğu siyasi partilere
göre çizilmiştir.
1982 referandumu sırasında gazetelerin anayasa oylamasına
yaklaşımlarındaki eleştiri dozu 2010 referandumundan daha az seviyede
olmuştur.
Bu çalışmada, 1982 Anayasası ve 2010 anayasa değişikliği referandum
sürecindeki karikatürler incelenmiştir. Bu nedenle çalışmada iki dönem ayrı ayrı
değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Böylelikle, 1982 Anayasası’nın ele alındığı bölüm,
01 Eylül ve 01 Aralık 1982 tarihleri arasındaki süreçle sınırlandırılmıştır.
Sınırlandırma, anayasal değişikliğin bu tarihler arasında gündemde kalmış olması ve
konuyla ilgili karikatürlerin bu tarih aralıklarında yer almış olması nedeniyledir. Bu
dönemin gazeteleri arasında üç tane örneklem gazete seçilmiştir. Bu gazeteler;
‘Cumhuriyet’, ‘Güneş’ ve ‘Tercüman’ gazeteleridir. Bu gazetelerin seçiminde
ideolojileri ya da yayın çizgileri etkili olmuştur ve farklı ideolojilere sahip
gazetelerin seçilmesine özen gösterilmiştir. Buna göre; Cumhuriyet gazetesi, sol
kanadı, Güneş gazetesi merkez kanadı ve Tercüman gazetesi ise sağ kanadı temsilen
incelemeye uygun görülmüştür. Uygulama kısmının ikinci aşamasında, 12 Eylül
2010 anayasa değişikliği referandum süreci incelenmiş olup bu süreçte, 01 Temmuz
ve 01 Ekim 2010 tarihleri arasındaki karikatürler ele alınmıştır. Bu dönemin sınır
çizgisi, anayasa değişikliği düşüncesinin oluşmaya başladığı tarihten, anayasa
değişikliği seçimi sonrasındaki sürece göre yapılmıştır. Bu dönemde ise,
‘Cumhuriyet’, ‘Milliyet’ ve ‘Zaman’ gazetelerinin karikatür sayfaları irdelenmiştir.
Bu dönemdeki gazeteler de ideolojileri baz alınarak seçilmiştir. Her iki dönemde
seçilen gazetelerin her birinin yayın politikası ve kabul ettiği ideoloji farklıdır. Bu
6
yayın politikalarını belirleyen kriterler ise; sermaye yapıları ile köşe yazıları ve
haberlerin konulara, olaylara yaklaşım tarzlarıdır. Bu kriterler, bir gazetenin
ideolojisini ve yanlılığını göstermektedir. Buna göre, Cumhuriyet gazetesi solu
Zaman gazetesi sağı ve Milliyet gazetesi ise merkezi temsil etmektedir.
Bu çalışmada, literatür taramasının yanı sıra, iki yöntem kullanılmıştır. Bu
yöntemlerden ilki, metin okumalarının ardındaki gizli anlamlar üzerinde duran
“söylem çözümlemesi” yöntemidir. İçinde bir ideoloji ve söylem barındıran
karikatürün, alt yazı veya balon içinde verilmiş konuşmaların olduğu kısımlar için
söylem çözümlemesi daha uygun bir yöntemdir. “Söylem çözümlemesi bir okumadır.
Söylem çözümlemesi gerçeğe dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu
amaçlamaktadır” (Atabek, 2007: 152). Söylem çözümlemesi, farklı konuşma
yollarıyla yapılanan farklı gerçeklikler, söylem etkileri, politik ilişkiler, güç ilişkileri,
bilgi ve ideoloji formları, kurumsal bağlantılar ve söylemleri kullananların
oluşturduğu düzenlilikler ya da düzensizliklerle ilgilenir. Dolayısıyla söylem; güç,
bilgi, dil ve ideoloji arasındaki ilişkiler bütünü olarak ele alınmakta ve dilin içindeki
toplumsal iktidarı imlenmesi olarak işlev görmektedir. “Medya söylemini, metne
dayalı, yorumsal ve bağlama dayalı, sosyal gelenek biçimindeki geleneksel
yaklaşımların harmanlandığı analitik bir çerçevede ele alan van Dijk ideolojinin
söylemde ifade edildiğini ve yeniden üretildiğini ileri sürmektedir” (van Dijk, 1988:
61- 63). Karikatürün daha çoğunlukla siyasi yönünün ele alındığı bu çalışmada
ayrıca ikinci bir yöntem olarak “göstergebilimsel çözümleme” yöntemi
kullanılmıştır. “Göstergebilim iletişim için kullanılan her şeyin; sözcükler,
görüntüler, trafik işaretleri, sesler, çiçekler, müzik ve tıbbi semptomlar gibi pek çok
şeyin incelenmesidir. Göstergebilim, göstergelerin iletişimde bulunma yolları ve
onların kullanımlarına egemen olan kurallar üzerinde durmaktadır” (Parsa ve Parsa,
2004: 1). Siyasi karikatürler üzerinden hareketle karikatürlerin göstergebilimsel
çözümlemesi ile dili, anlamları ve işlevleri ortaya konulmuştur. Yazısı olmayan
karikatürler dikkate alındığında, siyasi karikatürlerin göstergebilimsel çözümleme
yöntemiyle incelenmesi kaçınılmaz olmuştur. Çünkü siyasi karikatürler açısından,
gösterge- simge- sembollerin önemi büyüktür. Karikatürlerin verdiği mesajlar
7
üzerine çözümleme yapan çözümlemeciler, simge ve sembollerden yani
göstergelerden hareket etmektedir.
8
BİRİNCİ BÖLÜM
1. İDEOLOJİ- DİL-SÖYLEM İLİŞKİSİ
Her siyasi karikatür, oluşturduğu söylemle ideolojileri yeniden üretmektedir.
Çizgi, karikatürün söylem ve ideolojiyi bir araya getirerek yansıttığı dilidir. Bu
nedenle ideoloji, dil ve söylem arasında ayrılamayan bir ilişki vardır. Neredeyse
birinin varlığı olmadan diğerinin anlam kazanması olanaksızdır. Bunlar arasındaki
ilişkiyi çözümlemek ve karikatürle bağlantılarına anlam vermek açısından, bu
bölümde, öncelikle ideoloji, söylem ve dil teker teker ele alınmış, daha sonrasında
bunlar arasındaki ilişki üzerinde durulmuştur. Ardından toplumsal gerçekliğin
inşasında söylem ve ideoloji bağlantısıyla siyasi söylemin yeniden üretimi
noktasında medyanın üstlenmiş olduğu rol irdelenmiştir.
1.1. İdeoloji Kavramı ve Egemen İdeoloji
İdeoloji kavramı, 1950’lerden sonra, özellikle yanlış bilinç olup olmadığı ve
gerçekliği konusunda, çok tartışılmıştır. İdeolojinin, düşünce sistemlerinin kendi
kısmiliklerinin ilk kez farkına varmaya başladığı tarihsel dönemde doğmuş olduğu ve
bu farkına varışın da söz konusu düşünce sistemlerinin yabancı ve alternatif söylem
biçimleri ile karşılaşmak zorunda kaldıkları zaman ortaya çıktığı ileri sürülebilir
(Eagleton, 2005: 156). İdeoloji terimi, on sekizinci yüzyılın sonunda ve on
dokuzuncu yüzyılın başında, Fransa’da önem kazanmış ve etki göstermiş bir felsefi
okuldan gelmiştir. Bu okula bağlı filozoflara göre, bir ideler bilimi yani soyut
kavramlar bilimi vardır ve bu bilim idelerin oluşumunu incelediği gibi, duyumlardan
hareket ederek bu oluşumu tüm olarak yeniden kurabilir. İdelerin bu bilimi, ideoloji
adını taşır; bu öğretiyi açıklayan ve yayan filozoflara da ideologlar denir (Lefebvre,
1996: 57). Fransız materyalistlerinin, kendi felsefelerini ve ideallerini tanımlamak
amacıyla kullandıkları (Çelik, 2005: 27) ideoloji, doğrudan Fransız Aydınlanmasının
bir ürünü olsa da, bu kavramın kökleri, ortaçağ dünyasının yıkılmasıyla Batı
Avrupalı entelektüellerin karşısına dikilen, anlam ve yön konularını ele alan genel
felsefi sorulara dek uzanmaktadır. İdeoloji kelimesini ilk kez dolaşıma sokan
kişilerin daha doğrudan ataları, Francis Bacan ve Thomas Hobbes gibi düşünürler
(Mclellan, 2009: 4) olmakla birlikte, ideoloji kelimesini ilk kez 1797 yılında Antoine
Destutt de Tracy kullanmıştır (Mclellan, 2009: 6). Ancak ideoloji kavramını siyasal
9
söylemin gündemine oturtan ve terimi popülerleştiren Karl Marx ve takipçileri
olmuştur (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 94). Buna rağmen hepsinin uzlaştığı ortak bir
ideoloji tanımlaması olmamıştır. “Bu, ideoloji teriminin kullanışlı ama birbiriyle
bağdaşmaz nitelikte olan birçok anlamı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla
bu anlam zenginliğini tek ve kapsayıcı bir tanıma sıkıştırmaya çalışmak, mümkün
olsaydı bile pek yararlı olmayacaktı” (Eagleton, 2005: 17). “İdeoloji, toplumsal
gerçekliğe bağımlılığını yanlış- tanıyan düşünümcü bir tavırdan, eylem odaklı bir
inançlar kümesine, bireylerin toplumsal bir yapıyla aralarındaki ilişkiyi yaşamalarını
sağlayan vazgeçilmez mecradan hâkim bir siyasi iktidarı meşrulaştıran yanlış
fikirlere kadar her şey olarak adlandırabilir” (Rigel, 2005: 316). Marksizm’de
oydaşık bir ideoloji tanımı, en genel şekliyle ‘sınıf çıkarlarına hizmet eden
gizemleştirme’ (Barrett, 2004: 217) tanımıdır. Şerif Mardin, ideolojiyi, toplum
konusundaki bilgi ve görüşlerimize dayanan bir fikir kümesi (2009: 85) şeklinde
tanımlarken Eagleton, ideoloji için, “Hâkim bir siyasal iktidarı meşrulaştırmaya
yardımcı olan fikirlerdir (ya da yanlış fikirler)” demiştir (Mutlu, 2008: 133). İlk
anlamıyla yanlış bilinç (fikir), Eski Yunan’dan günümüze uzanan bir süreklilik
içinde yönetim sorunu ile ilgili düşüncelerde izine rastlayabileceğimiz bir çizgi
oluşturmaktadır. Toplumun varlığını sürdürmesine yardımcı olması, eşitsiz ve
adaletsiz rejimlerin sürekliliğinin dayanağı olması anlamında yanlış bilinç, ideoloji
kuramları için vazgeçilmez bir öneme sahip görünmektedir (Çelik, 2005: 162).
İdeoloji sürecini, toplumsal amillerin içerisinde özne olmaya itildikleri toplumsal
evreni anlamlandırma ve bunu muhtelif göstergeler, işaretler, değerler, ilgi ve
çıkarlar aracılığıyla ortaya koyma süreci olarak görmek mümkündür (Çeğin ve Arlı,
2004: 165). İdeolojinin birçok fonksiyonu arasında sosyo-kültürel ve siyasal
değişmeyi gerçekleştirmek veya mevcut sosyal-politik düzeni muhafaza etmek
vardır. Aslında modern ideolojiler, geleceği geçmişle bağdaştırmayı hedef almakla
beraber, geleceğe daha fazla önem vererek sosyo-politik değişmeyi ön plana
koyarlar. Modern ideolojiler, ütopiye daha fazla ağırlık vermekle beraber geçmişi de
yani tarihi de sübjektif bir şekilde yorumlayarak onu parlak ütopik geleceğe destek
olarak kullanırlar (Karpat, 2009: 311).
10
İdeoloji kelimesi, ilk çıktığı andan itibaren olumlu, olumsuz ve yerine göre
olumlu ya da olumsuz anlamlara maruz kalmıştır. Kelimenin ilk ortaya çıktığı
zamanki anlamı tamamen olumludur. “İdeoloji sözcüğü insan zihninde fikirlerin
belirme sürecinin nesnel olarak incelenmesinin mümkün olduğunu ve bundan dolayı
istenirse doğru düşünceleri düşündürmenin bir yolu bulunduğunu iddia eden bir grup
düşünür tarafından ortaya atılmıştır” (Mardin, 2009: 22). İlk kullanıldığı zaman bu
kavramın (ideoloji) ifade ettiği anlam, düşüncelerin bilimi şeklindeydi. Diğer bir
deyişle, iki Latince sözcük olan idea (düşünce) ve logy (bilim) sözcüklerinin
birleşiminden ortaya çıkan yeni sözcüktür (idea-logy) (Kaya, 2004: 68). İdeoloji,
duyumculuğun daha doğrusu 18.yüzyıl Fransız materyalizminin bir cephesiydi.
Başlangıcında, bu sözcük ‘düşünceler bilimi’ anlamında kullanılıyordu. Analiz, o
zamanlar bilimlere uygulanan tek yöntem olduğundan, bu sözcük ‘düşüncelerin
analizi’ yani ‘düşüncelerin nereden geldiğinin araştırılması’ anlamına da geliyordu
(Gramsci, 2007: 80 ve Eagleton, 2005: 101). Fransa’da Condillac’tan sonra gelip
metafiziği reddeden ve tinsel bilimleri antropolojik-psikolojik açıdan
temellendirmeye çalışan felsefi ekolün yandaşlarına ideolog deniliyordu. Kavram,
Napolyon’un filozoflar grubuna aşağılayıcı bir şekilde ‘ideologlar’ diyerek hakaret
etmesiyle olumsuz bir anlam kazanmıştır. Sözcük, böylece ilk kez, günümüzde
koruduğu küçük düşürücü anlamına sahip olmuştur (Mannheim, 2009: 86). Fransız
aydınlanmasında, ‘fikir ve düşüncelere’ genel ve objektif bir yaklaşımın ifadesi
olarak kullanılan ideoloji terimi, sonrasında böylelikle daha dar ve olumsuz
anlamlarda kullanılmaya başlanmıştır. Terimin referans alanı, ‘dünyaya, topluma
insana yönelik duygular, tutumlar ve düşünceler sistemi’ olarak daraltılmıştır. Ayrıca
kavram, ‘bir kişiye, gruba, topluma ait özel çıkarları haklılaştırmaya yarayan fikirler
sistemi’ şeklinde tanımlanarak olumsuz bir anlama sahip olmuştur (Çakmak
Kılıçaslan, 2008: 95). Kendisine yüklenen olumsuz anlamla birlikte ideoloji,
spekülatif olanı, akla ve mantığa aykırı olanı, insanın tutkularıyla, çıkarlarıyla ve
arzularıyla ilişkili olanı temsil eden bir kavrama dönüşmüştür. Kendi başına
alındığında bu eğilim, ideolojinin kavram olarak sınırlarının genişlemesi sonucunu
doğurmaktadır. Kavram, abartılı biçimde genelleşmektedir, çünkü ideoloji, aklın
sınırları dışında kalan her şeyi içine alan geniş bir alanı ifade eder hale gelmektedir.
Bu durum, her düşüncenin akıl dışıyla ilişkisi ölçüsünde ideolojik olabileceği
11
sonucunu doğurmaktadır (Çelik, 2005: 55). İdeoloji kavramı, bundan böyle hiç
kimsenin sahip olmak istemeyeceği kötü bir çağrışıma sahip olmuştur. “İdeolojik
olan başkasının düşüncesidir; bizimki değil. Kendi düşüncemizin ideolojik
olabileceği fikrini neredeyse içgüdüsel olarak reddederiz ki, en değerli
kavramlarımızın dayanaklarının kaygan bir zemine oturduğu iddia edilmesin”
(Mclellan, 2009: 1). Bunun sonuncunda hiç kimse kendi düşünüş biçiminin ideolojik
olduğunu söylemeyecektir; tıpkı hiç kimsenin kendisine şişko patates dememesi gibi
(Eagleton, 2005: 19).
Marksizm, ideolojiyi burjuva düşüncesini ve bu düşüncenin olumsuz ve
çarpıtılmış sonuçlarını ortaya koymak amacıyla kullanmıştır (Devran, 2010: 20).
İdeoloji, anlam ve iktidar ilişkisinin ele alınışında temel işlevdedir (Mumby, 2005:
124). İdeolojinin meşrulaştırma işlevi gördüğü görüşüne katılan Karl Marx, ideoloji
kavramına karşı eleştirel bir tutum takınarak ideolojinin insanları hatalı
bilinçlenmeye yönelten bir tür bilinçli ya da bilinçsiz inançlar ve düşünceler sistemi
olduğunu söylemiştir. Ona göre, iktidarı elinde bulunduran sınıfların tasarladığı
ideolojiler, alt sınıfların maruz kaldıkları sömürü ve eşitsizlik koşullarını yine söz
konusu alt sınıflara doğal ve meşru gösteren düşünce sistemleridir (Kaya, 2004: 69).
Marx, kavrama eleştirel bir gözle yaklaşmıştır. Marx, toplumda egemen olan
ideolojinin yöneticilerin ideolojisi olduğunu vurgulamaktadır (Devran, 2010: 20).
Marx terimin anlamını köklü bir değişime uğratan kişiler arasında yer almaktadır.
Böylece ideoloji kelimesi, aşağılatıcı bir anlam kazanmıştır. Artık sadece, açıklayıcı
bir teoriyi değil, ama açıklanması gereken bir şeyi de dile getirmektedir (Lefebvre,
1996: 57). Marx, ideolojinin kötüleyici anlamını iki unsurda birleştirmiştir:
“Birincisi, ideoloji idealizmle bağlantılandırılıyor ve idealizm de sorunlu bir felsefi
yaklaşım olarak kabul edilerek materyalizmin karşısında konumlandırılıyordu.
Doğru bir dünya görüşü bir şekilde materyalist bir yaklaşım olmalıydı. İkincisi
ideoloji toplumda kaynakların ve iktidarın eşitsiz dağılımıyla bağlantılandırılıyordu.
Toplumsal ve ekonomik düzenlemeler töhmet altında olduğuna göre, onların bir
parçası olan ideoloji de töhmet altındaydı” (Mclellan, 2009: 11). İdeoloji kelimesi,
başlangıçta sahip olduğu olumlu anlamı kaybetmesiyle ideoloji kavramının teorik
tahlili bozulmuş oldu. Bu durumun ortaya çıkış nedeni şu şekildedir:
12
1. Hem ideolojiye yapıdan ayrı bir nitelik verildi, hem de yapıları değiştirenin
ideolojiler değil, bunun aksi olduğu ileri sürüldü;
2. Bazı siyasal çözüm şekillerinin ideolojik, yani yapıyı değiştirmek için
yetersiz olduğu oysa değiştireceğine inanıldığı, bunun yararsız, saçma vb. bir şey
olduğu söylendi;
3. Sonra da, bütün ideolojilerin görünüşten ibaret yararsız, saçma vb. olduğu
hükmü verildi (Gramsci, 2007: 82).
İdeolojiyle ilgilenen bilim adamları genellikle Marksist bir yaklaşımı
benimsemişlerdir (Shoemaker ve Reese, 2002: 130). Marx her ne kadar ideoloji
kavramına olumsuz bir anlam yüklese de diğer Marksist görüşte olan düşünürler tam
anlamıyla aynı şeyi savunmamış hatta bunlardan bazıları kavramının amaca göre
olumlu olabileceği görüşünde bile durmuştur. Marx’ın bir anlamda lanetlediği her
türlü ideoloji, onun öğrencileri olan Lenin ve Gramsci gibi isimlerce başka bir
içerikle de olsa yeniden işlevsellik kazanmıştır. Lenin ve Gramsci’nin
araçsallaştırdığı ideoloji kavramı yine Marksist gelenekten gelen Lukacs ve onun
öğrencisi Mannheim tarafından daha farklı şekillerde nitelendirilmiştir. Lukacs, bu
kez Marx’ın ideolojiden uzak bilimsel epistemolojik yöntem olarak tanımladığı
diyalektik materyalizmi bir ideoloji olarak tanımlamıştır (Kaya, 2004: 70-71).
Mannheim, sözcüğün yeni anlamının belirleyiciliği konusunda bu sözcüğün
yaratıcısının, yani politikacının etkisi bulunduğunu savunmuştur: “Yeni sözcük
adeta, politikacının gerçekliğe ilişkin özgül deneyimini onaylayarak, gerçekliği
algılamanın bir Organon’u olarak düşüncelere fazla önem vermeyen politikacının
pratik irrasyonelliğinin savunuculuğunu yapmaktadır” (Mannheim, 2009: 87).
Marksist gelenekten geliyor olmalarına rağmen Lenin ve Gramsci de, ideoloji
konusunda her türlü ideolojinin reddi üzerine düşünce üreten Marx’tan daha farklı bir
yaklaşım sergilemişlerdir. Her ikisi de, Marx’ın daha önce tanımladığı egemen
ideoloji olan ‘burjuva ideolojisinin’ yanı sıra, ‘sosyalist ideoloji’ veya ‘proleter
ideoloji’nin de olabileceğini ve olması gerektiğini iddia eder. Gerek Lenin gerekse
Gramsci, Marx’ın ideolojinin tahakkümünden kurtarmaya çalıştığı hür aklı ve özgür
bireyi adeta yeniden başka tür ideolojilerin tahakkümüne sokmayı amaçlamıştır
13
(Kaya, 2004: 70). Marxist gelenekteki, ideoloji kavramına olumsuz yaklaşım,
Lenin’de olumlu ya da nötr bir niteliğe bürünmüştür. Bunun sebebi yorumun değil
yorumlanan ideoloji kavramının politik amaçlar doğrultusunda değiştirilmesi
olmuştur. Lenin, işçi sınıfının mücadelesine fayda sağlamak bir ‘sosyalist düşünen
insanlar’ ideolojisini yaratma ve yayma planını kendi politik programına
eklemlemiştir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 99). Sınıf mücadelesinin
keskinleşmesinden hareketle işçi sınıfı da dâhil her sınıfa ideolojik bir konum atfeden
Lenin’e göre, “yegâne tercih, burjuva ve sosyalist ideoloji arasındadır. Bir orta yol
yoktur (çünkü insanlık bir üçüncü ideoloji yaratmamıştır, dahası, sınıf karşıtlıklarıyla
bölünmüş bir toplumda sınıfsız ya da sınıf üstü bir ideoloji olamaz). Dolayısıyla
sosyalist ideolojiyi herhangi bir şekilde küçültmek, ondan çok az bile olsa
uzaklaşmak burjuva ideolojisini kuvvetlendirmek demektir” (Lenin, 1963: 156).
Yani ideoloji Lenin’de sadece amaç değiştirmiştir. “İdeoloji, kapitalist toplumda bir
sınıf hâkimiyeti sistemin harcı iken, sınıfsız bir toplumda salt birleştirici bir araç
olacaktır” (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 101). Lenin’de ideoloji kavramına eleştirel
değil işlevsel bir yaklaşım ön plana çıkmış, ideoloji politik mücadelenin silahlarından
birisi haline gelmiştir. Lenin’in ‘ideolojik olan kötüdür’ genellemesini bırakıp özelde
‘bir ideolojinin iyi ya da kötü olmasını belirleyenin hangi sınıfın çıkarlarına hizmet
ettiğidir’ biçiminde bir yaklaşımı vardır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 99). İdeolojinin
bütünüyle olumsuz olamayacağını savunan Marksist düşünürlerden biri olan Antonio
Gramsci, “İdeoloji kavramına ilişkin kuramsal analizlerin değiştirilmesi ve
asıllarından uzaklaştırılmış olmaları sonucu” (1997: 376) terimin bu hoş olmayan
anlamının yaygınlaşmış olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla Marksist kuramcılar
arasında, ideoloji, eşzamanlı olarak, yanlış bilinç (Engels), toplumsal olarak
koşullanmış her düşünce (Plehanov), sosyalizm için verilen hararetli siyasi mücadele
(Bernstein ve bazen Lenin) ve sosyalizmin bilimsel kuramı (Lenin) anlamlarına
gelmektedir (Eagleton, 2005: 135).
Başta Marx olmak üzere Marksist gelenek içinde yer alan düşünürler ideoloji
ile ilgili bir takım öngörülerde bulunmuşlardır. Bunların en başında ideolojinin belli
bir toplumsal yapı içerisinde oluştuğu ve egemen iktidara hizmet ettiği öngörüsü yer
almaktadır. En karmaşık ideoloji türleri dâhil, tüm insani bilinç biçimlerinin belirli
14
toplumsal koşullar içinde kök saldığı kesinlikle doğrudur (Giddens, 2009: 86).
İdeoloji toplumun her tarafından kendini devam ettirebileceği ağlar kurmuştur. “Her
toplumda şekillenen ve dağıtılan değerler bir bütün olarak ağı desteklemeye yarayan
bir ideoloji oluşturur” (Lasswell, 1960: 123). Buna göre egemen olan yönetimler
ideolojik bir düşünceye sahip olmadan ve onu uygulamadan kendi varlıklarının
sürdürebilecekleri ihtimal dışıdır. Ayrıca bir ideoloji, diğer alt ideolojilerle sürekli
ilişki içerisinde olmak zorundadır. İdeolojiler, başka ideolojiler sayesinde var
olabilmektedir. “Bir egemen ideoloji, alt grupların ideolojileriyle sürekli müzakere
halinde olmak zorundadır ve bu büyük önem taşıyan bu açık uçluluk hali, onu saf bir
biçimde kendi kendisiyle özdeş olmaktan alıkoyar. Aslında bir egemen ideolojiyi
güçlü kılan şey –kendi hükmü altındakilerin bilincine girerek müdahale etme,
kendine mal etme ve geri yansıtma yetisi- aynı zamanda onu kendi içinde heterojen
ve tutarsız kılan şeydir. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, başarılı bir egemen
ideoloji gerçek istek, gereksinim ve arzuları dikkate alan ideolojidir; fakat bu aynı
zamanda ideolojinin Aşil topuğudur da; onu bir ‘öteki’ tanımaya ve bu ötekiliği
potansiyel olarak yıkıcı bir güç olarak kendi biçimleri arasına katmaya zorlar”
(Eagleton, 2005: 75). Marx’ın ideoloji yaklaşımında, birbirinden ayrılması gereken
ilişkili iki vurgu vardır. İlkine göre, içinde etkinliklerini gerçekleştirdikleri toplumsal
koşullar bireylerin içinde yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını koşullandırır. Bu,
dilin insanların pratik bilinçlerini şekillendirmesi demektir. İkinci teorem, fikirlerin
yaratılması kadar yayılmasıyla da ilgilidir: Marx’ın sınıflı toplumlarda çağın yönetici
fikirleri yönetici sınıfın fikirleridir, genellemesini ifade eder. Bu ikinci önermeden,
fikirlerin yayılmasının büyük ölçüde toplumdaki ekonomik güç dağılımına bağlı
olduğu sonucu çıkar. İdeoloji bu ikinci anlamında toplumsal üst yapının bir
parçasıdır: Bir çağın yaygın ahlak anlayışı egemen sınıfın çıkarlarını meşrulaştırmayı
sağlayan etkendir (Giddens, 2009: 85). Marx ideoloji kelimesini, toplumun kalıcılığı
için gerekli bir toplumsal onay ve rızanın kendiliğinden ve akla uygun biçimde elde
edilmesinin mümkün olmadığı durumlarda bile toplumların varlıklarını
sürdürebilmelerinde etkili olan belli bilinç biçimlerine atfen kullanan ilk yazardır
(Rosen, 1996: 168). Marksist bakış açısına göre, düşünceleri ideolojiye dönüştüren
şey, bu düşüncelerle, emek sürecini karakterize eden toplumsal ve ekonomik
ilişkilerin çelişkili doğası arasındaki bağdır. Bu çelişkiler özünde iki etkene
15
dayanmaktadır. Birincisi olan işbölümü, kafa ve kol emeği arasındaki ayrımla
başlamakta ve hem emeğin hem de emeğin ürünlerinin nicel ve nitel açıdan eşitsiz
dağılımını getirmektedir. Bunun yol açtığı ikinci etkense, özel mülkiyetle birlikte
bireyin çıkarıyla topluluğun çıkarının örtüşmemesi durumudur (Mclellan, 2009: 14).
“Marxçı ideoloji tartışması genellikle Alman İdeolojisinde Marx ile Engels’in,
herhangi bir toplumdaki yönetici fikirlerin, toplumda üretim araçlarını ellerinde
bulunduran sınıfların olduğu yönündeki önermesini temel almaktadır. Bu önermeden
hareketle ‘egemen ideoloji’, ‘yanlış bilinç’ gibi kavramlar geliştirilmiştir (Mutlu,
2008: 134). Verili bir kültürdeki egemen bakış açısı (Graeme, 1995: 168) olan
“Egemen güç (ideoloji) toplumda yasayı yapan, kaldıran, değiştiren tek güçtür ve bu
egemen güç kendi yaptığı yasalara bağlı değildir, çünkü hiç kimse kendi kendini
bağlayamaz” (Göze, 2000: 141). İdeolojiler genellikle, sürekli yeniden
düzenlenmeleri ve çözümlenmeleri gereken, çeşitli öğeleri arasında çatışmalar olan,
içsel olarak karmaşık ve farklılaşmış oluşumlardır. Egemen ideoloji adı verilen şey
tipik olarak, çıkarları her zaman bir olmayan sınıflar ve alt gruplardan oluşan bir
egemen toplumsal bloğa ait olan ideolojidir ve bunlar arasındaki uzlaşımlar ve
bölünmeler, olduğu gibi ideolojiye yansır (Eagleton, 2005: 75). Marx’ın kuramına
göre, ideolojinin işlevi, toplumsal çelişkileri gizleyerek olası bir birliğin kuruluşunu
belli bir sınıfın çıkarına geciktirmek ve böylece var olan üretim ilişkilerinin devamını
sağlamaktır (Çelik, 2005: 158). Marksist gelenek, ideolojinin bu olumsuz anlamını
genellikle kapitalizmle bağdaştırmaktadır. “Kapitalizmin istikrar içinde
yaşayabilmesi için yönetilenlerin onayına dayalı, egemen sınıf çıkarlarının yeniden
üretimini sağlayacak ve kapitalist devletin açık şiddete başvurmasına gerek
bırakmayacak bir ideolojik ve politik oluşumun gereğini vurgulamak egemen ideoloji
kuramının temel tezidir. Bu tez, kapitalizmin ekonomik düzeyde egemen sınıfların
varlığını açık bir şiddete başvurmadan sürdürebilmesinin belli bir politik ve ideolojik
dolayımının gerçekleşmesine bağlı olduğunu iddia etmektedir” (Sancar Üşür, 2008:
30). Toplumsal formasyonun bir yansıması olarak ideoloji, bireyleri yakalar ve onları
egemen ideolojinin bir taşıyıcısı olarak bağlar. Burada tanımlanan ideoloji sadece
toplumsal formasyonun yeniden üretimini sağlayan egemen ideolojidir (Sancar Üşür,
2008: 50). Marksistler toplumun her kesiminde ideoloji söz sahibi olsa da her fikrin
ideolojik olabileceği varsayımına katılmazlar. “Marxsist bakış açısı, bütün fikirlerin
16
ideolojik olmadığını, ancak toplumsal çelişkileri gizlemeye yarayan fikirlerin
ideolojik olduğunu savunmaktadır. Marksist bakışa göre, bütün sınıfların, işçi sınıfı
da dâhil, ideoloji üretmesi mümkün olsa da, ideolojiye ideoloji demek ancak hâkim
sınıfın çıkarına hizmet ettiği sürece anlamlıydı. Toplum ve toplumun sınıfsal yapısı
da sürekli değiştiğinden, bazı düşüncelerin zamanla ideoloji haline gelmesi veya
ideoloji olmaktan çıkması mümkündü” (Mclellan, 2009: 15). Buna göre, ideoloji,
egemen toplumsal sınıfın maddi çıkarlarını doğrudan doğruya dile getiren ve onun
yönetimini desteklemeye yarayan fikirler anlamına da gelebilmektedir (Eagleton,
2005: 127). İdeolojinin, özellikle etkili bir sosyal grubun ideolojisi olduğu zaman,
egemen olduğu söylenebilir (Devran, 2010: 23). Ancak, egemen olanlar her zaman
yeni bir ideolojiyi yeni baştan doğurmaz. Bunun yerine bazen var olan bir fikre
ideolojik bir kılıf uydurabilmektedir. “Bir fikri ideolojik yapan şey, onun kökeni
değildir. Kökeni egemen sınıfa dayanan bütün fikirlerin ister istemez ideolojik
olduğu söylenemez; tam tersine, yönetici sınıf başka bir yerde filizlenmiş fikirleri
devralıp bunların kendi amacına hizmet edecek duruma getirebilir” (Eagleton, 2005:
73). İdeolojiler, ayakta kalmak ya da yaşayabilmek, grup çatışmalarını yönetmek,
meşrulaştırmak, güç ve hegemonya ilişkisini yönetmek için gelişmektedir (Devran,
2010: 18). Bu tür bir durumda, bu amacı gerçekleştirmeye çalışanlar genellikle
hegemonyaya başvurur. Hegemonya, Gramsci tarafından ortaya atılmış ve rıza
üretimi anlamına gelen bir kavramdır. Gramsci’ye göre, “hâkim sınıfın dünya görüşü
entelektüeller kanalıyla öylesine yayılır ki, bütün toplumun ortak anlayışı ya da
toplumun içinde yaşadığı ‘duygu yapısı’ haline gelir. Bu şekilde kurulan ideolojik
hegemonya, hâkim sınıfın zora başvurmaksızın egemenliğini sürdürmesini sağlar”
(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 100). İdeolojik yeniden üretim, oydaşmanın oluşumunun
doğasına bürünür ve bundan türeyen iktidar hegemonik bir biçim alır (van Dijk,
1999: 339). Hegemonya kısmen tabi sınıfların üstyapılara dahil olmasıyla başarılır:
ama bu hegemonya yapıları ideolojiyle çalışır. Bunun anlamı şudur: Başat sınıf
fraksiyonlarının lehine olan, sivil hayat ve devlet alanlarında kurumsallaştırılan
gerçeklik tanımları bizatihi tabi sınıfların yaşanan gerçekliğini oluşturur hale
gelmişlerdir. Bu yolla tüm bir toplumsal bloğun ideolojik birliğini koruyan ideoloji,
bir toplumsal formasyondaki sıvayı sağlamış olur (Hall, 1999: 222- 223).
17
Marksist gelenekten gelen düşünürlerin savunduğu ikinci öngörü ideolojinin
yanlış bilinç yarattığıdır. Yanlış bilinç, belli bir toplumsal varoluş tarzının sürekli
kılınmasıyla ilişkili, başka bir deyişle eşitsiz ve adaletsiz toplumların var olmayı
sürdürebilmelerini amaçlayan bir kavramdır. Yanlış bilinç üç şekilde kurulur:
‘Çarpıtma’, ‘doğallaştırma’ ve ‘tersine çevirme’ (Çelik, 2005: 166). “Yanlış bilinçle
ideoloji arasında kurulan özdeşlik ideoloji kuramlarının en sorunlu
kavramlaştırmalarından biri olmakla birlikte, ideoloji kuramlarını konu edinen
çalışmalar açısından kaçınılmaz bir referans oluşturacak biçimde kavramla
bütünleşmiştir” (Çelik, 2005: 162). Yanlış bilinç olarak ideoloji görüşünün ikna edici
görünmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan birisi, insanların genelinde görülen,
ortalama rasyonalite adını verebileceğimiz ve muhtemelen ikna edici bir argümandan
çok siyasi bir inancın dışavurumu olan şeyle ilgilidir (Eagleton, 2005: 32). İdeoloji
kuramları açısından esası değişmeyen bir şema oluşturmaktadır: İktidarın bir işlevi
olarak ideolojik çarpıtma veya yanlış bilinç, yanlış bilincin türevi olarak iktidarın
meşruluğu. Bu basit formül, temel bir eşitsizliğin var olduğu kabulüne ve bu
eşitsizliğin ancak bir yalanla veya yanlış bilinçlilik sayesinde siyasal düzen için bir
tehdit olmaktan çıkacağı ve böylelikle düzenin veya sistemin sürekli kılınabileceği
inancına dayanmaktadır (Çelik, 2005: 163-164).
Marksist gelenekte, ideoloji kavramının yanlış bilinç olup olmadığı
tartışılmıştır. Yanlış bilinç kavramı Marx tarafından hiç kullanılmamıştır. Kavramı,
ideolojiyle ilişkili olarak ilk kullanan Engels’tir. Engels, ideolojiyi yanlış bilinç
kavramıyla temellendirir. Engels’e göre, ideoloji, gerçekliği ele almak yerine
tamamen düşüncelere saplanmaktır: “Her ideoloji, ortaya çıkar çıkmaz, verili
kavramsal malzeme temelinde gelişir ve bu malzemeyi daha da geliştirir; aksi
takdirde o bir ideoloji olamaz, yani düşünceleri, bağımsızca gelişen ve yalnız kendi
yasalarında tabi olan bağımsız varlıklar olarak ele alamazdı” (Engels, 1968: 55).
İdeolojiyi yanlış bilinç olarak gören Marksist düşünürlerden biri de Lukacs’tır:
“Geçmişin sınıf mücadelelerinde çok farklı ideolojiler, dinler ve ahlaki ile diğer
yanlış bilinç biçimleri belirleyici olmuştur” (Lukacs, 1971: 224). Lukacs’ın aksine
Althusser ideolojiyi yanlış bilinç olarak görmemiştir. İdeolojinin yanlış bilinç olduğu
fikrine karşı çıkanlar, ideolojinin hiçbir temeli olmayan bir yanılsama değil, somut
18
bir gerçeklik olduğu, en azından insanların pratik yaşamlarını düzenlemelerine
yardımcı olmaya yetecek ölçüde bilişsel içeriğe sahip, etkin, maddi bir güç olduğunu
belirtmekte haklıdır. İdeoloji, dünyaya ilişkin bir önermeler kümesinden ibaret
değildir ve getirdiği önermelerden büyük bir çoğunluğu da fiilen doğrudur (Eagleton,
2005: 51). Althusser, ideolojinin yanlış bilinç olması olayından çok ideolojinin
gördüğü işlevle ilgilenmiştir. Althusser, ideolojiyi insan zihninin bir ürünü olarak
değil; insanların ne düşündüğünü belirleyen yarı maddi bir varlığa sahip olarak
görür. İdeolojinin kiliseler, sendikalar ve okullar gibi toplumdaki ‘Devletin İdeolojik
Aygıtları’nda cisimleştiğini öne sürer (Mclellan, 2009: 34). Althusser, insanların
ideolojide kendi varlık koşullarıyla ilişkilerini değil de, kendi varlık koşullarını
yaşama tarzlarını ifade ettiklerini savunur. “Bu hem gerçek ilişkiyi hem de yaşanan,
hayali ilişkiyi içerir” (Althusser, 2002: 284). İdeolojiyi yanlış bilinç olarak görmeyen
kuramcılardan bir tanesi de Zizek’tir. Zizek, ideolojinin bir (toplumsal) varlığın
yanlış bilinci olmadığını ve yanlış bilinçle desteklendiğinde bu varoluşun kendisi
olduğunu ifade etmiştir (Zizek, 1991: 21). İdeolojinin bazı kuramcılar tarafından bir
yanlış bilinç meselesi gibi görünmemesinin nedenlerinden birisi, insanların ideolojik
olduğunda hemfikir olduğu birçok önermenin açık bir biçimde doğru oluşudur
(Eagleton, 2005: 37).
Marksist geleneğin ortaya attığı üçüncü öngörü ise, ideolojinin gerçekleri tam
olarak yansıtmadığı ve gerçekleri yanılsamalı bir şekilde sunduğudur. İdeoloji
gerçeğin, baş aşağı, sakatlanmış ve eğri-büğrü olmuş bir yansısıdır. İdeolojide,
insanlar ile onların içinde bulundukları koşullar, bir camera obscura’daki (Ortaçağda
kullanılan ve daha sonra geliştirilmiş olan bu alette, aynalar yardımıyla düz bir yüzey
üzerine bir manzaranın imajı yansıtılıyordu) gibi baş aşağı görülür; gözün ağtabakası
üzerinde nesnelerin baş aşağı olması nasıl bir fizik sürecin sonuysa, bu da, özel
hayati bir sürecin sonucu olmaktadır (Lefebvre, 1996: 57). Althusser’in “ideoloji
hiçbir zaman, ‘ben ideolojiyim’ demez” (Akt: Eagleton, 2005: 85) şeklindeki sözleri
bu durumu açıklar niteliktedir. Bu durum ideolojinin kendisini gizleme ihtiyacından
yani fark ettirmeden kendi değerlerini meşrulaştırma isteği çabasından başka bir şey
değildir. Dolayısıyla “İdeolojik olanın daima kendi özgül toplumsal, siyasal ve
kültürel varoluş koşulları bulunmaktadır” (Hall, 2002: 118). Marksist görüşe göre,
19
ideolojik inançlar, maddi çıkarları imleyebilir, yadsıyabilir, rasyonalize edebilir,
gizleyebilir, onların tersine gidebilir (Eagleton, 2005: 294). Bu durumda ideoloji,
gerçek durumu dönüştürücü biçimde çalışır (Eagleton, 2005: 291). İdeoloji, katıksız
yanılsamadır, katıksız düştür, yani hiçliktir. Tüm gerçekliği kendi dışındadır
(Althusser, 2006: 270). İdeoloji yanılsama olduğuna göre, gerçek değildir, tıpkı
ütopya kavramının da yeri olmayan anlamına gelip edebiyat kuramıyla alakalı olması
gibi; o halde ideoloji de edebi bir yaklaşımdır; sadece bir sınıfın başka ezilen sınıflar
karşısında kurduğu hâkimiyetin bilincini veren bir şeyi ifade etmek zorunda
olmayarak, aynı zamanda bu bilinci de yanılsama olarak gösterdiğinden ideoloji,
hedefi olan bir yaklaşımın pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır (Akay, 2004: 13-14).
Ancak Zizek, “İdeolojik yanılsamanın yeri neresidir, gerçekliğin kendisini bilmekte
mi yoksa yapmakta mıdır?” sorularını sormuş ve bu soruyu yine kendi cevaplamıştır.
“İdeolojik yanılsama ‘bilmekte’ yatar. İnsanların fiilen yaptıkları şey ile yaptıklarını
düşündükleri şey arasındaki uyumsuzlukla ilgili bir mesele söz konusudur- ideoloji,
tam da insanların aslında ne yaptıklarını bilmemelerinden, ait oldukları toplumsal
gerçekliğe ilişkin yanlış bir tasarıma sahip olmalarından ibarettir” (Zizek, 2008:
46). İdeoloji bireylerin tutarlı bir kimlik oluşturabilmesini sağlayan temelleri
sunacak ölçüde ‘gerçek’ olmak, etkili eylem için güçlü motivasyonlar yaratmak ve
içinde barındırdığı bariz çelişki ve tutarsızlıkları tevil etme yolunda, zayıf da olsa
girişimlerde bulunmak zorundadır. Kısacası, başarılı bir ideolojinin, zorla kabul
ettirilen bir yanılsamadan fazla bir şey olması ve bütün tutarsızlığına rağmen hitap
ettiği insanlara, kolayca vazgeçilip bir kenara bırakılamayacak kadar gerçek ve
kabul edilebilir bir toplumsal gerçeklik biçimi iletmesi gerekir (Eagleton, 2005: 36).
Zizek’e göre; ideoloji, en temel boyutunda, gerçekliğimizin kendisi için bir destek
işlevi gören bir fantezi-kurgusudur. “Fiili, gerçek toplumsal ilişkilerimizi yapılaştıran
ve böylece taşınmayan, gerçek, imkânsız bir çekirdeği maskeleyen bir yanılsamadır.
İdeolojinin işlevi bize gerçeklikten kaçılacak bir nokta sunmak değil, toplumsal
gerçekliğin kendisini travmatik, gerçek bir çekirdekten bir kaçış olarak sunmaktır”
(Zizek, 2008: 60-61). Zaten ideoloji ortaya çıktığı andan itibaren, ilk olarak
gerçeğin, insanlara yansımada, içinden geçtiği ortamların etkisiyle, bir sapmaya
uğradığı ve insanlarda yanlış imge ve izlenimler yaratabileceği, başka bir deyimle
bazı insanların gerçek olarak bildiklerinin aslında daha derin ve doğru bir gerçeği
20
maskelediği; daha sonra, bu sapmaları ortadan kaldırabilecek bir yöntemin var
olduğu; en son olarak ise, aydınların gerçekten çok uzak olan soyutlamalar üzerinde
durdukları, uygulamaya yönelmiş girişimlere oranla bir rüya âleminde yaşadıkları,
fikirlerinin bir soyutluk tutkusunun izini taşıdığı (Mardin, 2009: 26) şeklinde üç
çağrışım yaratmıştır.
Bir ideolojinin meşruluk kazanmak için kullandığı en önemli araçlardan
birisi, kendi kendini evrenselleştirmesi ve ölümsüzleştirmesidir. Aslında belirli bir
zamana ve mekâna özgü olan değerler ve çıkarlar, bütün insanlığın değerleri ve
çıkarlarıymış gibi yansıtılır. Varsayım şudur: eğer böyle olmasaydı, ideolojinin
bencil ve kısmi doğası, aşırı göze batar ve dolayısıyla genel kabul görmesi
engellenirdi (Eagleton, 2005: 90). İdeoloji, öznelerin temel toplumsal yaşam
pratikleri bağlamında yaşadıkları yerinden çıkmanın nedeni olan gerçekle kurgu
arasındaki –ideolojik belirlenime sahip olan- dolayımı bilinçdışı bir bağlamda
yapılandırır, insanın içinde yaşadığı dünya ile olan ilişkisinin ifadelenmesi bir
yerinden çıkmayı, hayali yeniden dikme pratiğini gerektirir. Özneler toplumsal
bağlamda gerçek ve hayali ilişkilerin birbirine dolanmış bir ağ yapısını çözmek
sorunuyla karşılaşırlar, gerçek ilişki ve hayali ilişkinin bağlantı- dikiş yerleri tam
olarak görülemeyecek bir yapıya sahiptir. Bir başka deyişle insan nerede kurgusal,
nerede gerçek bir ilişkiyi yaşadığını anlayamaz. Hayali olanın içinde kendini var
eden gerçek ve gerçeği kurgusallaştıran imgesel pratikler üretim ilişkilerinden
kaynaklanan tüm sorunların da üzerini örter ve toplumsal yapıyı imgesel temsilleri
yansıtan bir ayna karşısında kendisini yapılandırmak zorunda bırakır (Çoban, 2006:
110). Böylelikle ideoloji, gerek yabancılaşmış aydının gerekse yabancılaşmış
sokaktaki adamın kaygı ve korkularına getirilmiş bir cevaptır (Mardin, 2009: 133).
Bunun sonucunda ideolojik öznenin yeni tipi, yanlış bilince kurban edilmiş bir
bahtsız değildir; ne yaptığının tamamen farkında olan biridir; sadece farkında olduğu
halde yapacağını gene de yapan biridir (Eagleton, 2005: 67). İdeolojilerin bir özelliği
de etkin oldukları insan gruplarında çok inatla savunulan, kan dökme pahasına da
olsa vazgeçilmeyen inançlar olarak yerleşmeleridir. İdeoloji insanın tüm duygularını
harekete geçirir, onu ‘seferber’ duruma getirir (Mardin, 2009: 170). Dolayısıyla
Marksist bakış açısına göre, ideoloji oluşturduğu yanılsama sayesinde, öznelerin
21
kendilerine yabancılaşmalarını ve yanılsamaları kendi gerçekleri kabul etmelerini
sağlar. Böylelikle ideoloji savunucuları kendi amaçlarına ulaşmış olur.
1.2. Toplumsal ve İdeolojik Dil
Dil kavramı, insanlar için vazgeçilemeyecek ehemmiyette olan bir olgudur.
İnsanlar arasında farklı seslerde ve şekillerde yansıtılan dil; sözlü ve yazılı
göstergelerden oluşan ve insanları diğer canlı türlerinden ayırt ettiği öne sürülen
simgesel bir iletişim sistemidir. Dil belli kurallarla yönetilen bir sistemdir ve esas
olarak çok sayıda nedensiz saymaca göstergelerden meydana gelir. Bu göstergelerin
bir dil grubunun tüm üyeleri için ortak bir anlamı bulunmaktadır (Mutlu, 2008: 76).
Yani, göstergeler anlamın maddi kayıtlarıdır (Hall, 1999: 217). “Kuramsal dilbilimin
kurucusu Saussure’e göre, dil, bir konuşmacı topluluğunca paylaşılan dil sistemini,
söz ise, buna karşıt olarak dilin olanaklı kıldığı bireysel söz edimlerini, yani gerçek
durumlarda bireysel konuşmacılar tarafından icra edilen somut sözceleri ifade eder”
(Mutlu, 2008: 77). Saussure göre, dil, kavramlar ve düşüncelerle bunları ifade
etmeye yarayan seslerden oluşur. Saussure, dilin, düşüncelerin aktarılmasını sağlayan
bir göstergeler sistemi olduğunu ifade eder. Bu göstergelerde gösteren ve
gösterilenlerden oluşur. Gösteren, işaret ya da seslerden oluşurken, gösterilen
düşünce ve kavramlardır. Sesler ya da kelimelerle bunların ifade ettikleri kavram ve
düşünceler arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Yani düşünceyi taşıyan işaretler
keyfidir. Dil bir işaretler sistemidir (Yaylagül, 2008: 106- 107). Dil soyuttur,
gözükmez. “Dilimizde özel isimlerin dışında özgün olaylar, duygular ve ilişkiler için
hiçbir sözcük yoktur. Dünyayla ilgili şeyleri kategoriler içinde konuşur, algılar ve
düşünürüz. Söz konusu kategoriler dilimizde ya da kafamızdadırlar, doğal olarak
bulunmazlar (Severin ve Tankard, 1994: 129). İşaretlerden oluşan dil, kendini
konuşma eylemiyle ortaya çıkarmaktadır. “Dil, konuşmanın dayandığı ve anlamların
oluşumunu sağlayan bütün bir işaret sistemidir” (Yaylagül, 2008: 107). Dil,
sözcüklerde kendini yansıtır. “Dili sözden ayırmak demek; toplumsal olguyu bireysel
olgudan ve temel olguyu ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak
demektir” (Vardar,1983: 16).
22
Dil insanlar arasında karşılıklı iletişimi sağlayan bir araç görevi görmektedir.
“Dil istemli olarak üretilen bir simgeler düzeni aracılığıyla düşünce, duygu ve
isteklerin bildirişiminde kullanılan, içgüdüsel olmayan, yalnızca insana özgü bir
yöntemdir” (Vardar,1983: 46). Dil, birbiriyle ilişkili olan ve tüm sözlerin temelini
oluşturan rastgele göstergelerden kurulu biçimsel bir yapı ya da sistemdir. Dilin
yasaları, yani yapısal dilbilimin yasaları, insanların gündelik yaşamdaki sözlerinin
yasalarıyla aynı değildir. Bu yasalar, konuşan kişinin farkında olmadığı ve
değiştiremeyeceği, istem dışı, geleneksel kategorilerdir. Altta yatan ve değişim
geçirmeyen bu sistem ya da yapı, bireylerin kendi tercihleriyle benimsedikleri
yüzeysel söz örüntülerinden soyutlanarak, bilimsel bir kesinlikle incelenebilir
(Mclellan, 2009: 72). Dil, enformasyonun gelişini ve anlamını, anlamayı güvenceye
alan ancak, bağlantıyı sağlayan yaşanılanın ya da eylemin seleksiyonunu içermeyen
önemli bir iletişim aracıdır (Alver, 2006: 152).
İdeal konuşma durumu, bütün katılımcıların, söz edimlerinin seçimi ve
icrasında simetrik olarak eşit şansa sahip olduğu, tahakkümden tümüyle kurtulmuş
bir durumdur. İkna gücü, retoriğe, otoriteye, zora dayalı yaptırımlara veya benzeri
şeylere değil, yalnızca daha iyi olan argümanın gücüne bağlıdır. Bu model, anlamaya
yarayan bir aygıt, ya da zorunlu bir kurgudan öte bir şey olmamasına rağmen bizim
sıradan ıslah edilmemiş sözel ilişkilerimizde bile bir anlamda gizli olarak bulunan bir
şeydir. Habermas’a göre, her dil, hatta baskıcı olanı bile, doğası gereği iletişime ve
dolayısıyla, üstü örtük bir biçimde, insanlar arası konsensüse yöneliktir (Eagleton,
2005: 169). Bir toplumsal bütünlüğü meydana getiren bütün pratikler dil içinde var
olduğu için, dili toplumsal bireyin inşa edildiği yer olarak görmek mümkündür. Bu
nedenle dil üzerinde yapılan çalışmalar insanı ‘özne’ olarak, yani bir topluluğun dili
kullanan bireyi, toplumsal ve tarihi bir varlık olarak ele alırlar (Sancar Üşür, 2008:
87). Bütün bireylerin belleğinde yer alan söz imgelerinin tümünü kucaklayabilsek,
dili oluşturan toplumsal bağı da yakalayabiliriz. Bu, aynı topluluktan bireylerde, sözü
kullanma yoluyla oluşmuş bir gömüdür (Vardar,1983: 16). Dilin gerçekliği olduğu
gibi yansıtan saydam bir araç değil; tarihle ve toplumsal ilişkilerin temsilleriyle
bağlantılı maddi bir pratik olduğunun düşünülmeye başlanmasıyla, dili kullanan
birey de bu maddi sürecin bir parçası olarak görülmeye başlanır (Dursun, 2004: 48).
23
Söz karşısında dilin özerkliğine vurgu yapmaktan doğan bir diğer güçlük, toplumsal
ve tarihsel etkileri göz ardı etmektir. Sözün ardında gizli bağımsız söz dizimi
kuralları olduğunu ve bunların neyin söyleneceğini ya da en azından neyin
söylenemeyeceğini belirlediğini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Çünkü bu tür bir kural
belirlenir belirlenmez, bunun toplumsal ve tarihsel koşullarla birlikte nasıl
değiştiğine ilişkin örnekler bulmak en azından teoride, bazen de pratikte mümkün
olur (Mclellan, 2009: 78).
Dil; konuşma, anlaşma, iletişim, düşünme, kültür oluşturma, kültürü yaşatma,
kültürü aktarma için vardır (Yılmaz, 2010: 14). Dolayısıyla, kişisel anlamda dil bize
ait olmayıp dış dünyadaki eylemlere, ilişkilerimize ve kimliklerimize bağlıdır
(Devran, 2010: 116). Dilbilim yöntemini kültüre uygulayan Levi- Strauss’a göre,
yapısal dilbilim yaklaşımıyla yapılan çalışmalarla bir kültürün mitleri incelenerek,
soyutlamalar yoluyla o kültür anlaşılabilir (Yaylagül, 2008: 107). Dilin kendi başına
bir simgeleştirme işlemi olması ve simgesel sistemin esasını teşkil etmesi, ideolojiyle
ve bilginin kültürel şekillenmesi ile çok yakın bir ilgisi mevcuttur (Mardin, 2009:
93). Dile gerek dışarıdan bir gözlemci olarak gerekse onu kullanan biri olarak
baktığımızda, dilin hem düşüncelerimizi anlatmaya yarayan bir araç, hem de diğer
insanlarla iletişim kurmamızı sağlayan bir ortam olduğunu görürüz. Bu da gösteriyor
ki, dilin sadece bireyle değil toplumla da çok sıkı bağları vardır: Dili içinde
yaşadığımız toplumda kazanır, dil ile dünyayı tanır, ona anlam vermeye çalışırız
(Zeyrek, 2009: 27). Dolayısıyla dil, temelde toplumsaldır. Birey ancak ilkin kendisini
dil sistemi içine yerleştirmek kaydıyla düşünebilir ve konuşabilir. Bu sistem
toplumsal olarak inşa edilir ve ayakta tutulur: Tek başına konuşmacı bireyden
hareketle geliştirilemez. Dilin dağılımı ve kullanımları temelde dili kullanan
toplumsal formasyonun tüm öbür ilişkileri tarafından yapılandırılır (Hall, 1999: 216).
Fikirlerin ifadesi ve gerçekte salt duyumun ötesinde bir şeyin varlığı dilin varlığına
bağlıdır. Fakat dil toplumsal bir üründür ve bireyler kendi bilinçlerinin
parametrelerini oluşturan dilsel kategorileri sadece bir toplumun üyesi olmaları
sayesinde edinirler (Giddens, 2009: 84).
24
Dil, toplumsal bir kurum, üzerinde toplumsal bir uzlaşmaya varılmış bütünlük
olarak tanımlanır. Dil, belli sayıdaki sesler ve düşünceler arasında, bunların
toplumsal olarak kullanımından soyutlanmış sistematik ve edilgen bir ilişkidir
(Sancar Üşür, 2008: 88). Bundan da dilin büyük bir toplumlaştırma gücü
(Vardar,1983: 49) olduğu sonucu çıkmaktadır. Dil insanın doğasında bulunan
dirimsel bir işlev sayılamaz. Bireyin konuşacağının önceden belirlendiği kuşkusuz,
bir anlamda doğruysa da bu tümüyle onun yalnızca doğada değil aynı zamanda,
oldukça kesinlikle kendisine geleneklerini öğretecek olan toplumun kucağında
doğmuş olması yüzündendir. Toplumun dışına atılınca, gerçekten yaşamını
sürdürebilirse onun yürümesini öğreneceğine inanmak için her türlü neden
bulunmaktadır; ancak konuşmasını, yani belli bir toplumun geleneksel düzenine göre
düşüncelerini anlatmasını hiçbir zaman öğrenemeyeceği de o denli kesindir
(Vardar,1983: 46). “Dil, hem egemen hem de karşıt egemen bir nitelik taşımaktadır.
Bir yandan ezilenlerin seslerini bastırmada ve adaletsiz toplumsal ilişkileri haklı
kılmakta araç olmaktadır. Belirli ideolojileri evrenselleştirmekle, insan eylemi ve
savaşım dünyası, dil aracılığıyla egemen kümelerin çıkarlarına bağımlı kılınmaya
çalışılmaktadır. Öte yandan dile yine, eleştiri ve olanaklılık söyleminin bir bileşimi
olarak radikal isteklere, beklentilere, düşlere ve umutlara anlam kazandıran bir alan
gözüyle de bakılmaktadır (Giraux, 1994: 78).
Dil, gerçekliği, yansıtmaktan çok imler, onu kavramsal kalıp içine sokup
parçalar. Dolayısıyla kavramsal kalıp içine sokulup parçalanmakta olanın tam olarak
ne olduğuna yanıt vermek olanaksızdır: gerçekliğin kendisi, biz onu söylemlerimiz
yoluyla oluşturmadan önce tam anlamıyla, ifade edilemez bir x’tir (Eagleton, 2005:
283). Dil; mesajı, düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araçtır. Ancak dili salt bir
ileti kanalı olarak düşünmek son derece yanlıştır. Çünkü dil aynı zamanda, ideolojik
bir olgudur ve bireylerin toplumdaki güçlü grupların çıkarlarını destekler yönde
düşünmesini sağlayan bir araçtır (Devran, 2010: 24). Bunun farkında olan
Konfüçyüs, bir ülkeyi yönetmek için önce o ülkenin dili üzerinde hâkimiyet
kurulması gerektiğini söylemiştir (Yılmaz, 2010: 14). Dil her ne kadar toplumsal olsa
da, aynı zamanda düşünmenin de görüntüsü ve birey olmanın en birincil
göstergesidir (Giritli İnceoğlu ve Akgün Çomak, 2009: 23). Dil olmasaydı düşünme
25
de olmazdı…. Düşünme; adlandırma yoluyla olmuştur. Adlandırıldığı anda
nesnelerin varlığını kavrayabilmiş, başka deyişle nesnelerin varlığını kavrayabilmesi
adlandırma yoluyla, yani dille olmuştur. Karışıklık düzene çevrilmiş, her şey yerli
yerine konmaya, her şey anlaşılır olmaya başlamıştır (Yılmaz, 2010: 21). Toplumsal
bağlantıyı sağlayan dil, ideolojik olarak kendini söylemde ortaya çıkartır.
1.3. Söylem ve Egemen Söylemin Üretimi
Kullanımı günlük dile kadar düşen söylemin geçmişi batıda iki bin yıl kadar
eskilere dayanmaktadır (Kocaman, 2009: 1). Oxford İngilizce Sözlüğünde,
‘söylemin’ anlamları olarak şunlar sıralanır; konuşmak, söyleşmek, tartışmak; bir
konuda uzun uzun konuşmak ya da yazmak; bir konuşma, bir anlatı. Fransızca’da da
aynıdır; ‘discours’ yani söylemin anlamı; sözlükte ‘laf etme, konuşma, ele alma,
inceleme, dil’ vb. olarak verilir (Barrett, 2004: 174). Söylem, söz; dilin sözlü ya da
yazılı gerçekleşmesi, konuşan bireyin kullanımı (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 24)
şeklinde tanımlanırken, Erol Mutlu’nun tanımı ise şu şekildedir: “Söylem, ortak
sayıltılarla bir araya getirilmiş, bütünleşikleştirilmiş bir dil kullanım alanıdır” (Mutlu,
2008: 262). En basit ifadeyle anlamın dil içinde hareket etmesi ile ortaya çıkan şey
olan (Sancar Üşür, 1997: 89) söylem, bir dilsel eylemde bulunma biçimidir. Söylem
sadece bir konuşmacının kullandığı dille sınırlandırılamaz, o aynı zamanda iki kişi
arasında sürüp giden karşılıklı iletişimi, dilbilimsel kuralları ve gelenekleri de
kapsamaktadır (Hartley, 2002: 73). Söylem, zorunlu olarak, kişi, süre ve uzam
etkenleriyle hesaplaşma durumundadır. Dolayısıyla söylemleşme, kişileşme,
süremselleşme ve uzamsallaşma katmanlarından oluşmaktadır. Tüm bunlarda bize
söylemsel sözdizimin çalışma alanının gereçlerini sunmakta, söylemsel anlamın ya
da anlamlamanın nasıl gerçekleştiğini ortaya koymada işlemsel terim görevini yerine
getirmektedir (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 25).
‘Bilimsel’ ve ‘ideolojik’ söylem olmak üzere iki tür söylem bulunmaktadır.
Althusser, bunları birbirinden ayırmaktadır. Ona göre, “Bilimsel bir söylem, gerekli
bilgi sonucunu vermek ve konusuna uygun felsefi olarak temizlenmiş ‘kuramsal’
kavramlar dizisini oluşturmak zorundadır. İdeolojik söylemse, ‘kapalı bir bilme
uzamında’ iş görür, mevcut kavramların haklılaştırılmasına uygun konular üretir
26
(Althusser ve Balibar, 1970). Söylem ve ideoloji etki yönünden birbirine benzer.
Söylemler olasılıkları kapatabilir. Bir söylem içinde, söylenemeyen veya
düşünülemeyen bazı şeyler vardır. Demek ki, söylemlerin ideolojilerinkine benzer bir
etkisi vardır. Söylemler mevcut bir düşünme-görme biçimi olarak alternatif düşünme
biçimlerini ortadan kaldırabilir, dolayısıyla da belli bir iktidar dağılımını
destekleyebilir (Mutlu, 2008: 262). Söylemin çok karmaşık bir gerçeklik olduğuna,
ona farklı yöntemlerle ve farklı düzeylerde yaklaşmamız gerektiğine inanan
Foucault, bilginin ve söylemin sistematik inşasını, toplumsal pratikle üst üste
bindirilmiş dil sistemleri olarak kavramlaştırmıştır (Urhan, 2000: 19-20). Hindess ve
Hirst’e göre, söylem, gerçek nesneler üretir ve bu nedenle ideolojik dil bu nesnelerin
oluşturulduğu yollardan sadece birisidir. Ne var ki bu sav, gerçekliği oluşturmanın
herhangi bir yolundan ibaret olmayan, ama bunun ötesinde açıklama, rasyonalize
etme, gizleme, meşrulaştırma ve benzeri türden daha özel işlevleri de olan ideolojik
dilin özgüllüğünü ayırt etmeyi beceremez (Eagleton, 2005: 290- 291). Yani her
söylemsel süreç ideolojik ilişkilere içkindir ve bu ilişkilerin baskısıyla içerden
biçimlenir. Dilin kendisi, ‘işçi ve burjuvanın, kadın ve erkeğin, idealist ve
materyalistin aynı şekilde paylaştığı, görece özerk bir sistemdir; gelgelelim, tam da
bütün söylemsel formasyonların ortak temeli olmasından dolayı, ideolojik çatışmanın
ortamı haline gelir (Eagleton, 2005: 272- 273). Bu durum, dil- söylem ve ideoloji
arasında karşılıklı bir ilişkinin olduğu sonucunu doğurmaktadır. İktidar ve anlamın
dil aracılığıyla ortaya konulmasını ifade eden söylem, üretimine ve dolaşımına
bağımlıdır (Alver, 2009: 37).
Anlamın nasıl belirlendiği sorusuna yanıt arayanlar çoğu zaman söylemin
hangi toplumsal koşullar altında gerçekleştiği sorusuna da yanıt ararlar (Sancar Üşür,
2008: 111). Söylem kuramı, “tüm toplumsal görüngelerin kodlar ve kurallarla
göstergesel biçimde yapılandırılmış olduğunu, dolayısıyla da anlamlandırma ve
anlam pratiklerinin dilsel çözümleme aracılığıyla kavranabileceklerini öne süren bir
kuramdır. Söylem kuramcıları anlamın verili olmadığını, çok sayıda kurumsal
mekânı ve pratiği boylu boyunca kesecek şekilde, toplumsal olarak kurulmuş
olduğunu öne sürerler. Böylelikle bu kuramcılar söylemin maddi ve ayrı türden
yapısının altını çizerler” (Mutlu, 2008: 264). Söylem, bir dil pratiğidir; ideoloji, bilgi,
27
diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme
dönüşen, dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir. Bir süreç olarak söylem, anlatım ve
konuşma eylemlerinin içsel kurallarıyla düzenlenir. Söylemin kendi içsel kuralları,
söylem düzenlerini oluşturur; söylem, düzenlenmiş söylemlerden müteşekkildir.
Söylem konusunda teorik yaklaşımlar; söylemi bir metin gibi, pratik yaklaşımlar ise;
insanların karşılıklı konuşmalarında ortaya çıkan anlam mübadeleleri olarak görür
(Sözen, 1999: 20). Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir
koşulu söylemin denetimi ve bizzat üretimidir (van Dijk, 2005: 319). Foucault’ya
göre, görünenin kendine özgü bir düzeni bulunduğu gibi, söylenenin ya da söylemin
de kendine özgü bir düzeni bulunur. Foucault söylemin aşağıdan yukarıya doğru
işleyişini incelemiştir. Foucault’ya göre, söylemin düzeni ile toplumun düzeni aynı
şeydir ve mevcut düzenin sürdürülmesine tehdit oluşturabilecek söylemlerin
gündeme taşınması, sistemin türlü aygıtları ile denetlenmektedir. En bilinen dışsal
denetim yollarından biri yasaktır, yani her önüne gelenin her şeyi söyleme hakkı
yoktur. Bir başka denetim yolu normalleştirme politikalarıdır. Normalleştirme
politikalarıyla dışlananlar, konuşsa bile sözünün bir değeri bir ağırlığı yoktur,
söyleminin yayılabilmesi, diğer insanlar tarafından duyulabilmesinin imkânı yoktur.
Söylemi denetlemenin bilinen bir başka mekanizması ise, bazı konuların tabu ilan
edilmesidir. Ve sonuncusu ise doğruluk istencidir (Foucault, 2001: 10-11-14). İçsel
mekanizmalar ise, şu şekilde sıralanmıştır: Bu, yaygın söylemin zamanla toplum
tarafından içselleştirilmesi, kanıksanması ve artık sorgulanmaktan kurtulmuş
olmasıdır (Foucault, 2001: 16). Gramsci, buna ‘hegemonya’ der. Söylem kuramı,
söylemi, farklı grupların hegemonya için, anlam ve ideoloji üretimi için çaba
harcadıkları bir mücadele alanı ve nesnesi olarak yorumlar (Mutlu, 2008: 264). Bir
başka denetim mekanizması, kuralların sürekli yeniden güncelleştirilmesi suretiyle
yapılan disiplinlerin söylemi sınırlamasıdır. Konu sınırlamasından başka, söyleme
erişecek kişilerin seyreltilmesi de söylemin denetiminde kullanılan stratejilerden
biridir. Söylemlerin devreye sokulduğu koşulları belirlemek suretiyle, söyleme
erişebilecek kişiler belli kurallara uymaya zorlanarak, her önüne gelenin söyleme
ulaşmasına izin verilmez, böylece söylemde bulunacak kişiler ayıklanır, seyreltilir
(Foucault, 2001: 21-22).
28
Tüm söylem süreçleri ideolojik sınıf ilişkilerinden kaynaklanır (Dursun,
2001: 49). Toplumda ideolojik bir düzen oluşturulması için söylem üretme hakkına
sahip olanlar; gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, yönetmenler, akademisyenlerdir.
Bunlar, sembolik seçkinler ya da iktidar seçkinleri olarak adlandırılmaktadır ve
söylemin üretim ile denetimini ellerinde bulundurmaktadır. Toplumsal iktidarın
kurulmasında ve yeniden üretiminde bu seçkinlerin önemli rol oynadığı kabul
edilmektedir (Rigel, 2000: 192). Söylem, iktidara sahiptir ya da söylemde
hegemonyal bir konuma sahip olan, iktidara da sahip bulunmaktadır (Alver, 2009:
37). Söylem kavramı toplumsal kuramda bir yandan dil ve ideoloji arasındaki ilişkiyi
anlamakta geniş bir alan açarken, öte yandan ideoloji kuramının sorunları karşısında
alternatif bir yaklaşıma odaklanma gereksinimi duyan post-yapısalcılık, post-
marksizm ve post-modernizm gibi akımların merkezi kavramı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Medya çalışmaları açısındansa söylem kavramı, ideoloji ile birlikte ele
alındığında, medya metinlerinin toplumsal iktidarın kurulmasındaki rolünü
sergilemekte çıkış noktası sağlamaktadır (Dursun, 2001: 46). İktidar, bir kişinin ya
da grubun bir başka kişi ya da grup üzerinde, onun ya da onların ne yapabileceği, ne
yapması gerektiği vb. konularda etkili olmasını da kapsar. Bu yönüyle iktidar, tüm
kişi, grup ve toplum ilişkileri için geçerli bir kavramdır ve toplumsal iktidar, kişinin
ve grupların iktidarında olduğu gibi çoğunlukla söylemler yoluyla kurulur ve işler
(van Dijk, 1999: 272-274). İktidar, söylemi kendi amacına hizmet için kullanır.
“Söylemi, daha geniş sosyal kesimlerin desteğini alacak şekilde formüle etmek
gerekir. Yeni üyeler kazanmak ve taraftarları harekete geçirmek ve kaynaklara
erişmek için ses getirecek bir çerçeve geliştirmek gerekir” (Seo ve Creed, 2002). Bu
ise, medya sayesinde olmaktadır. Medya, mesajların ve karmaşık söylemlerde
düzenlenmiş göstergelerin üretilmesi için, toplumsal, ekonomik ve teknik olarak
örgütlenmiş aygıtlardır (Hall, 1999: 236). Medya yeniden üretimi haberde yapar.
Haber söylemi, var olan egemen söylemlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır
(Tokgöz 2003: 183). Ticari işletme mantığı ile çalışan medyanın, özel mülkiyet
esasına dayalı mevcut düzenin ve statükonun devamlılığını sağlamak amacını
taşıyacağı, bu nedenle de, egemen gücün ve egemen kültürün yeniden üretilmesine
yönelik yayıncılık anlayışı içinde olacağı ifade edilmektedir (Rigel, 2000: 189).
Haberin söylemi içinde güçlülerin tanımlarının yeniden üretilmesini sağlamakta
29
anahtar uzlaşımlardan olan saygın kişilerin görüşlerine yer vererek resmi söylemi
destekleyici bir yapı (Dursun 2001: 132) söz konusudur. Toplumun genelinin, bir
grubun, üyelerinin veya iktidar sahiplerinin çıkarlarıyla ilişkili temel değerleri
oluşturan çerçeve esas olarak iletişim ve söylem yoluyla kazanılır, onaylanır ve
değiştirilir (van Dijk, 1999: 334). Egemen söylemin onaylanmasını sağlayan
araçlardan medya ya da basın, egemen sistemin istediği yönde bir söylem üretirken,
bazı ideolojilerin, kitle iletişim araçları tarafından ön plana çıkarıldığı,
meşrulaştırıldığı, ayrıntılı olarak ele alınarak, geniş izleyici kitlelerine ikna edicilik
ve parıltılı bir çekicilik içinde dağıtılır” (Lull, 2001: 22).
1.4. İdeoloji- Dil- Söylem Arasındaki İlişki
İdeoloji ve dil arasında birbirinden koparılamayacak bir ilişki vardır.
Volosinov dil ve ideolojiyi birbirinden ayırmamış ikisini bir bütün olarak ele
almıştır. Demiştir ki, eğer dil her zaman ideolojikse ve var olan iktidar ilişkilerine
güdülenmişse siyasal iletişimin kavranması açısından iyi analizlerin geliştirilmesi
gerekmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 129). İdeoloji, dilde üretilen bir öznenin
kendi kendisini temsil edebilme yolu ve böylelikle toplumsal bütünde eylemde
bulunabilmesini olanaklı kılan dolayım olarak tanımlanır ve temsil edişlerin sabitliği
de ideolojinin işlevi olur (Sancar Üşür, 2008: 88). İdeoloji, belli insan özneleri
arasında, dilin belirli etkiler yaratmak amacıyla fiilen nasıl kullanıldığıyla ilgili bir
şeydir. Bir önermenin ideolojik olup olmadığına, söz konusu önermeyi söylemsel
bağlamından kopartılmış bir halde inceleyerek karar veremezsiniz; tıpkı herhangi bir
yazının bir edebi eser olup olmadığına aynı yöntemle karar veremeyeceğiniz gibi.
İdeolojiyi, bir ifadenin içerdiği dilsel özelliklerden çok kimin kime hangi amaçlarla
ne söylediğiyle ilgili bir meseledir. Tamamen aynı dil birimi, bir bağlamda ideolojik
sayılabilirken bir başka bağlamda sayılmayabilir; ideoloji, bir sözcenin, kullanıldığı
toplumsal bağlamla ilişkisinin bir işlevidir (Eagleton, 2005: 28- 29). Böylelikle,
ideoloji, toplumsal pratikler yoluyla içselleştirilir ve yeniden üretilir, dil ise en
önemli toplumsal pratiklerden biridir. Olay ve nesnelerin nasıl adlandırıldıkları,
hangi sıfatlarla sunuldukları, olumlu ya da olumsuz değerler atfedilmesi dil
dolayımıyla gerçekleşen ideolojik yansımalardır. Bu ideolojik belirlenimler ya da
30
etkilenimler, çoğunlukla dil kullanımına yerleşerek doğallaşır ve ideoloji görünmez
hale gelir (Akca, 2009: 83). Anlamın gizli yapısı ve düzeyini gösteren dil, böylece,
ideolojinin bulunduğu yer olarak tanımlanır (Sancar Üşür, 2008: 94).
Dil her zaman ideolojiktir, iletişim süreci bu yaklaşımla ele alındığında
ideolojinin dışı yoktur (İnal, 1999: 28). Ancak ideoloji, dar anlamıyla dilin çok
ötesine geçebilir. Çünkü dilbilim bizi, diğer insan faaliyetlerin de birer dil olarak,
yani anlamlı göstergelerden kurulu sistemleri olarak yorumlanabileceğini düşünmeye
iter. Yapısalcı bakış açısına göre, her gösterge sisteminde, söz ve dil arasında bir
ayrım vardır. Söz açık düzeydedir, hemen görülebilir; dilse örtük düzeydedir, gizli
yapıdır. İdeolojinin bulunduğu yer de dildir. İdeolojik mesajı içeren bu altta yatan
yapı, konuşmada öyle bir biçim alır ki, ne konuşan ne de dinleyen tarafından kolayca
seçilebilir (Mclellan, 2009: 74). Böylelikle, ideoloji göstergeden kopartılamadığı gibi
gösterge de somut, toplumsal ilişki biçimlerinden tecrit edilemez. Gösterge yalnızca
bunlar içinde ‘yaşar’; buna karşılık bu ilişki biçimlerinin de toplumsal yaşamın
maddi temeli ile ilişkilendirilmesi gerekir. Gösterge ve onun toplumsal konumu
ayrılamaz derecede birbirine karışıp kaynaşır ve bu konum, bir konuşmanın yapısını
ve biçimini içeriden belirler (Eagleton, 2005: 157). Nesnel denen toplumsal pratikler
dil ile adlandırılıp anlamlandırıldığı için ve toplumsal ile zihinsel arasındaki tek
temel dolayım dil olduğu için, toplumsal pratikleri dilsel pratikler olarak inceleme ve
çözümleme projesi ideoloji çalışmalarına önemli katkılar sağlamıştır (Sancar Üşür,
2008: 86). Bu nedenle, dil, toplumsal ve kültürel bir olgudur. Bu olgu sözcükler arası
bir bütünü gerçekleştirirken beraberinde kavramayı ve anlamayı da gerektirir. Bu
kavramanın ve anlamanın doğrultusunda konuşmaya ya da anlatmaya geçilir (Giritli
İnceoğlu ve Akgün Çomak, 2009: 23). Dil her zaman çok vurguludur ve vurguların
ardında toplumsal yapı içinde ortaya çıkan iktidar ilişkileri vardır. Dil iletişim
sürecini oluşturarak bu iktidar ilişkilerinin sürmesini sağlar (Çakmak Kılıçaslan,
2008: 129). Hindess ve Hirst, gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiyi tersine
çevirdikleri gibi, gösterilen ile gönderge arasında da ölümcül bir göstergebilimsel
karşılık yaratmışlardır; çünkü onların düşüncesinde gönderge, sosyo-ekonomik
durumun bütünüdür; bu bütünün barındırdığı çıkarlar siyaset ve ideoloji tarafından
daha sonra farklı yollarla imlenir, ama onlarla özdeş değildir (Eagleton, 2005: 290).
31
İdeolojinin kullandığı yollardan bir tanesi basın ya da medyadır. “Medyada
her gün üretilen programlar ideolojik dil kullanılarak egemen ideolojinin kurulması
ve kurulduktan sonra devam etmesi için tekrar tekrar inşa edilir” (Çakmak
Kılıçaslan, 2008: 129). “Dil, hem gerçekliğin açıklanmasında hem de ideolojilerin
oluşumunda ve muhafaza edilmesinde önemli bir işlev görür. İdeolojiler dil ile
yeniden inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamı
sağlanmaktadır” (Devran, 2010: 25- 26). Medyada siyasal iletişimin kurulmasın
sürecinde dil, ideoloji ve iktidarın söylemsel alan oluşturması tartışmaları 1980
yılından sonra daha da yaygınlaşmıştır. Dil dediğimizde pek çok kişi için yaptığı
çağrışım sadece konuşma sürecidir, ama medyanın kullandığı dil denildiğinde farklı
bir durumdan bahsedilmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 130).
İdeoloji, toplumsal oluşum olarak ancak dil ile ortaya çıkabilmesi, ancak
dilde anlatım bulması nedeniyle söylem ile doğrudan ilişkilidir (Ilgın, 2003: 293).
İdeoloji, bir dil meselesinden çok bir söylem meselesidir; anlamlandırma meselesi
değil, somut söylemsel etkiler yaratma meselesidir. İdeoloji, iktidarın belirli sözler
üzerinde etkide bulunduğu ve kendisini onlar içine zımnen kaydettiği durumları ifade
eder; fakat buna dayanarak herhangi bir söylemsel tarafgirlik biçimiyle, taraflı
sözlerle ya da retorik önyargılarla aynı şey olduğu söylenemez; ideoloji kavramı,
daha çok belirli bir söz ile bu sözün olanaklılık koşulları arasındaki ilişkiye dair –söz
konusu olanaklılık koşullarına toplumsal yaşamın bir biçiminin yeniden
üretilmesinde merkezi rol oynayan iktidar mücadeleleri açısından bakıldığında- bir
şeyler ifşa etmeyi amaçlar (Eagleton, 2005: 308). İdeolojik etkiler söylem ile birlikte
anıldıklarında, her ikisi de birer sosyal pratik olarak kabul edilir: Söylemler, herhangi
bir şeyin temsili veya konuşma yolu şekliyle, sosyal olarak yapılanma özelliği
gösterir; onlar asla saf değildir. İdeolojiler ise, sadece konuşulduğu veya kullanıldığı
zaman sosyal hale gelir. Bir hususi inanç veya ideoloji açıklanmadığı veya
konuşulmadığında sosyal olma özelliği göstermez (Sözen, 1996: 1543). Söylem ve
ideoloji arasındaki bağlantı şu şekildedir: “İdeoloji ile söylem arasındaki ilişki bir
bilgisayarda program ile bu program kullanılarak üretilen bilginin ilişkisine benzer.
İdeoloji bir bilgisayar programı, söylem ise, bu program kullanılarak yaratılan
çıktılar ve doğrulardır. İdeoloji mesajları üretmek için kullanılan göstergesel
32
kurallardır. Bunu gerçekleştirmek için bir bilgi sisteminin bir anlamlar ve
göstergeler sistemine dönüştürülmesi gerekir. Bu gerçekleşirse bilgiler birer kod
haline dönüşebilir. Bu bağlamda ideoloji, mevcut mesaj düzeylerinden biridir;
mesajların anlamlandırılma düzeyidir. İdeolojiyi okumak demek mesajların
görünmeyen yüzünü okumak demektir. Söylem mesajın söylediği ideoloji ise,
söylenebilecek olanı belirleyen kodlamadır” (Sancar Üşür, 2008: 132). İdeoloji ve
söylem arasındaki ilişki her zaman ideolojiden söyleme uzanan tek yönlü bir ilişki
değildir. Söylemin de ideolojinin sürdürülmesini sağlayan, bireysel ve toplumsal
bilişsel şemaları etkileyen önemli bir gücü bulunmaktadır. Bu nedenle, toplumsal-
kültürel, toplumsal-psikolojik ve toplumsal- politik süreçler açısından söylemin
hangi amaçlar doğrultusunda ve nasıl yapılandırıldığı kadar, düşünce ve eylemleri
neden ve nasıl yönlendirdiği de önem kazanmaktadır. Bu nedenle, söylem hem zihni
temsil eden hem de zihni yönlendiren bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer bir
deyişle, ideoloji, dili de kontrol altında tutan bir güç olarak işlev kazanmaktadır
(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 166).
Söylem ideolojik düzlemde yapılandırma biçimi ise, dilsel bir anlamlandırma
ve ayırt etme stratejisi olarak yorumlanabilir. Dil, bu nedenle yalnızca bir iletişim
aracı olarak değil, politik bir araç olarak da özel bir işlev üstlenir
(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 165). Söylem, dilin işlevleri içinde ideolojik mücadelenin
etkilerini gösterir (Fairclough, 1992: 30). Bütün söylemsel süreçlerde aynı dil
kullanılır, ama anlam farklıdır. Dil, bütün söylemsel süreçlerin ortak zeminidir
(Sancar Üşür, 2008: 121). Dil üzerinden anlamın ve toplumsal gerçekliğin üretimi
olan söylem, dil aracılığı ile inşa edilen yazılı, sözlü ve sözsüz materyallere karşılık
gelecek şekilde kullanılır (Sözen, 1999: 20). Pecheux’a göre, tüm söylem süreçleri
ideolojik sınıf ilişkilerinden kaynaklanırlar. Pecheux, dile ve söyleme ilişkin bu
görüşlerinde sınıf indirgemeciliğine karşı durmakla birlikte sınıf mücadelesinin
belirleyici rolünü kabul etmektedir (Dursun, 2001: 49-50). Siyasi ve ideolojik
söylemler, durumu kendilerine özgü yollarla kavramsallaştırarak kendi gösterilerini
kendileri yaratır (Eagleton, 2005: 289). Her söylem, alıcısı üzerinde bir takım etkiler
yaratmayı hedefler ve işe, taraflı bir özne konumundan başlar. Bu bağlamda, Eski
Yunan Sofistleriyle hemfikir olarak, söylediğimiz her şeyin gerçekte bir retoriksel
33
icra meselesi olduğu ve burada da hakikat ve bilme yetisi meselelerinin tam
manasıyla ikincil olduğu sonucuna varabiliriz. Eğer bu doğru ise, dilin tamamı
ideolojik demektir ve anlamsızlaşacak ölçüde genişletilen ideoloji kategorisi bir kez
daha çöker (Eagleton, 2005: 280). İdeoloji ve söylem arasındaki ilişki daha
çoğunlukla toplumsal gerçekliğin inşasında ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte ideoloji
ve söylem birbirlerini tamamlayarak toplumsal gerçekliği medya aracılığıyla yeniden
üretmektedir.
1.5. Toplumsal Gerçekliğin İnşasında Söylem ve İdeoloji
İdeoloji terimi, kullanışsız ölçüde geniş, düşüncenin toplumsal belirlenimi
anlamından tutun da yanlış fikirlerin yayılmasının yönetici sınıfın çıkarına olduğuna
dair şüphe uyandıracak ölçüde dar bir fikre kadar geniş bir yelpaze oluşturan tarihsel
anlamlar ve değerlerin bir egemen toplumsal iktidarın yeniden üretilmesine katkıda
bulunma tarzı anlamına gelir; ama aynı zamanda siyasal çıkarlar ile söylem
arasındaki herhangi bir anlamlı konjonktürü de anlatabilir (Eagleton, 2005: 305).
İdeoloji, insani öznenin, kendi öz varlığında çatlak yaratan ve onu baştan aşağı
oluşturan çelişkileri ek yerlerinden birbirinden tutturmaya çalıştığı, hayati öneme
sahip bir araçtır. Althusser’in de belirttiği gibi, ideoloji, her şeyden önce bizleri
toplumsal özne olarak yaratan şeydir, yoksa sonradan giydiğimiz basit bir kavramsal
deli gömleği değildir (Eagleton, 2005: 276). İdeoloji ancak belli bir toplumsal
oluşum içinde anlamlıdır ve ideolojiyi açıklamak esasında bu toplumsal oluşumu
açıklamak demektir (Çelik, 2005: 102). İdeoloji, toplumsal dünyaya yerleşikleşerek,
toplumsal gerçekliğin kurucusu haline dönüşür (Mumby, 2005: 128). Bu görüşe,
Althusser de katılmıştır. Althusser’e göre, ideoloji, toplumsal varoluşun tüm
biçimlerine yer etmiştir; en sıradan ve olağan kurumlara, oluşlara ve toplumsal
ilişkilere nüfuz eder. Birey, çağrıldığı özne konumunu (toplumsal kimliği) kabul
ederse ideolojinin perspektiflerini de kendinden kanıtlı hakikatler olarak algılar ve
ideolojinin sürekli olarak olumlandığı, evetlendiği bir dünyayı deneyimler. İdeolojik
çağırma, esas olarak devletin ideolojik aygıtları (DİA), yani kilise, aile, eğitim
sistemi, sendikalar, iletişim araçları vb. ile olur (Althusser, 2006: 128). Hem ideoloji
kendisi hem de bundan türeyen ideolojik pratikler sıklıkla devlet, medya, eğitim ya
34
da kilise gibi çeşitli kurumların yanı sıra aile gibi gayri resmi kurumların aracılığıyla
edinilir, harekete geçirilir ya da örgütlenir (van Dijk, 1999: 339). Bu aygıtlar,
görünürde tek başlarına, şiddete başvurmadan işlerler, ama gerçekte şiddet dışındaki
başka araçlarla, yani ideolojiyle daha doğrusu ideolojikleştirerek işlerler (Althusser,
2006: 132). Althusser’e göre, ideoloji, bireyleri üretim ilişkileri sistemi içindeki
rollerini düşünmeden kabul eden özneler olarak kuran toplumsal kimlikle donatacak
şekilde onlara seslenen toplumsal pratikler ve yapılar aracılığıyla, yani çağırma
aracılığıyla işler (Mutlu, 2008: 135). İdeoloji gücünü egemen olmasından alır ve
bireyler bu ideolojinin içerisinde yaşarken onun farkında bile olmayabilirler. Bu
durumda bu kişiler ötekilerin ideolojilerini kolayca görebilirler ama kendi
ideolojilerinin farkına bile varamazlar. Çünkü onların ideolojileri naturalize
olmuştur; yani doğallaşmış ve bu yüzden de güç kazanmıştır. Toplumdaki ideoloji,
egemen grubun ideolojisi olduğu için kaçınılmaz bir biçimde bu egemen gruba
hizmet edecektir (Devran, 2010: 21). “İdeoloji, kurucu rolüne vurguda bulunulduğu
sürece pozitif bir kavramdır, toplumsal eşitsizliklerin ‘doğallaştırılması’ anlamında
ise, negatif bir vurguya sahiptir. Marxçı kuramlar, sömürünün yeniden üretilmesinin
bir aracı olarak ideolojiye negatif bir anlam yüklemektedir, ancak toplumsal
eşitsizliklerin tarihselliğine yapılan vurguyla ideolojinin üretim/yeniden üretim
işlevinin yarattığı döngünün kırılması amaçlanmaktadır” (Çelik, 2005: 167).
“Sınıflı toplumlar insanın insan tarafından sömürüsüne dayanır. Eğer
sömürülenler sömürüldüklerini fark etmiş olsalar bağımlılıklarına hınç duyabilir ve
toplumsal dengeyi tehdit edebilirlerdi. Ve eğer sömürenler sömürdüklerini fark etmiş
olsalar güvenle yönetmeleri gereken birlik dağılırdı. Toplumsal varlıklar olarak
sömürenler, kendi toplumsal davranışlarının haklı olduğunu hissetmek gereğini
duyarlar. Duyguyu gerçeğe uydurmak zor olduğunda gerçek, baskı altında tuttukları
gruplardan olduğu kadar onlardan da gizlenmelidir” (Cohen, 1978: 330). Hepimizin
gerçek ve güçlü ideolojilere sahip olduğu doğrudur; ama bu durumun farkına
varmamız hiç olmazsa bilinçsiz birer kurban olmamızın önüne geçebilir (Mclellan,
2009: 2). Ancak bu ütopik kalmaktadır. Her özne aynı anda birden çok sayıda
ideolojinin içinde ve etkisi altında yaşar; bu ideolojilerin tabi kılma etkileri ise,
öznenin kurallarla belirlenen, pratiklerinden ayrılmayan vb. edimlerinde bir araya
35
gelir, düzenlenir (Althusser, 2006: 307). Bu durum Marx tarafından yapılan şu
tanımda daha net gözler önünü serilmektedir: “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar.”
İdeoloji kavramının kendisi bir tür temel, kurucu naifliği içerir: Kendi ön
varsayımlarını, kendi fiili koşullarını yanlış tanımayı, toplumsal gerçeklik denilenle
bizim ona ilişkin çarpıtılmış tasarımımız, yanlış bilincimiz arasındaki mesafeyi, bir
ayrılığı içerir. Bu tür bir naif bilincin eleştirel ideolojik bir işleme tabi tutabilmesinin
nedeni budur. Bu işlemin amacı, naif ideolojik bilinci kendi etkin koşullarını,
çarpıtmakta olduğu toplumsal gerçekliği tanıyabileceği ve tam da bu sayede kendi
kendini feshedeceği bir noktaya götürmektir (Zizek, 2008: 43). Toplumsal gerçeklik,
ideoloji tarafından, kendisi ile aynı alanı kaplayan bir şey olarak yeniden tanımlanır.
Hatta ideoloji ile toplumsal gerçeklik bir ceket ile astar kadar birbirinden ayrılamaz
bir biçimde, kendiliğinden ve birlikte ortaya çıkmış gibi görünür (Eagleton, 2005:
94).
Siyasal düzenin gerçeği, bir örtünün gerisinde halkın erişimine kapalı
kalmalıdır. Yönetimin olabilirliği, yönetilmeye ‘ikna’ olmuş bir kitlenin varlığını
gerektirmektedir. İkna stratejileri, çarpıtma, yalan ve kimi zaman zor kullanma gibi
yöntemleri kapsamaktadır (Çelik, 2005: 164-165). Ancak daha çoğunlukla ideolojik
hegemonya yoluyla yeniden üretim yoluna gidilmektedir. Yeniden üretimin ideolojik
aygıtlar tarafından gerçekleştirilmesi egemen ideolojinin temel varoluş koşuludur
(Çoban, 2006: 91). Böyle bir ortamda ideoloji, yönetimin bir aracı olarak
işlemektedir. “Yönetimin sürekliliğini sağlamaya yarayan bir yanlış bilincin
üretilmesi devletin işlevlerinden sayılmaktadır” (Çelik, 2005: 163). Marx insan
bilgisinin, inancının ve davranışının toplumdaki ekonomik ilişkiler tarafından
şekillendirildiğine inanmakta ve ideolojileri aldatıcı fikirler sistemi veya sınıf
çıkarlarına hizmet eden bir gizemleştirme aracı olarak görmektedir (Marx ve Engels,
1999: 42). İdeoloji, eski düzenin karanlıkçılığını aydınlatırken toplumun üstüne,
insanları bu aydınlığın karanlık kaynaklarını göremeyecekleri ölçüde körleştiren göz
kamaştırıcı bir ışık saçar (Eagleton, 2005: 102). Bu durumda ideoloji, toplumsal
çevremizi yeniden düzenleyecek, böylelikle de duyumlarımızı dönüştürecek ve
fikirlerimizi değiştirecek olan safkan toplumsal mühendislik programıdır (Eagleton,
2005: 104). Kast edilen söylemler arasında siyasi söylemler başı çekmektedir. Siyasi
36
söylem ve medya birlikte çalışmaktadır. Medya siyasi gerçekliği ya da söylemi
yeniden üreterek kamuoyuna sunmaktadır. Medya, gerçekliğin inşa edilme sürecine
etkin olarak katılır ve egemenlik ilişkilerini egemen/başat sınıfların çıkarı
doğrultusunda üreten birincil dolayımlayıcı olarak toplumsal gerçekliğin
tanımlayıcısı (Dursun, 2001: 79) olarak işlev görür.
1.6. Siyasi Söylemin Yeniden Üretimi Noktasında Medya
Medya ve ideoloji ilişkisi daha çoğunlukla siyasi arenada ortaya çıkmaktadır.
Medya ve ideoloji ilişkisine bakıldığında ortaçağ kadar eskilere gidilebilmektedir.
Çünkü ilk ideoloji çalışmaları bu döneme rastlar aynı şekilde ilk gazetelerin ortaya
çıkışı ve gelişmeye başlaması da bu dönemde olmuştur. Bu dönem burjuvaların
feodal beylere karşı güçlenmeye başladığı dönemdir. Feodal dönemde burjuvaların
güçlenmeye başlaması yavaş yavaş kendi ideolojilerini de yaygınlaştırmaları
anlamına gelmektedir. Burjuvaların kendi ideolojilerini yaygınlaştırmada
kullandıkları en önemli araç gazeteler olmuştur (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 113).
Basın ya da medya mütemadiyen yeni fikirlerle uğraşmakta, toplumsal kuralları
yeniden onaylamakta, sınırları yeniden çizmekte ve tanımlamaktadır (Shoemaker ve
Reese, 2002: 133). Haberin söyleminde ideolojik pratikler yer almaktadır (Özer,
2011: 50). Bu anlamda, basının ideoloji ile ilişkisi ve önemi daha çok ortaya
çıkmaktadır. Medyanın, haberin söylemleri ve sosyal rolü noktasında, ideolojiyi
meşrulaştırmaya çalışması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraya dayanmaktadır. “Bu
dönemden sonra haber ve haberciliğin önemi daha çok artmıştır. Ayrıca toplumsal
rolü ‘dördüncü güç olma’, ‘haber alma özgürlüğü’ ve ‘nesnellik’ gibi kavramların
ideolojik kaynaklar olarak çıkış noktasındaki kavramlar olan ‘çoğulculuk’,
‘özgürlük’ gibi kavramların yerini aldıkları görülmüştür. Bu kavramların ideolojik
amacı, kitle iletişiminde yapılan profesyonel faaliyetleri meşrulaştırma” (Çakmak
Kılıçaslan, 2008: 115) olduğu görülmüştür. Medya ve siyaset arasındaki ilişki
çoğunlukla karşılıklı çıkara dayanmaktadır. Bu anlamda ikisi birbirine muhtaçtır.
“Gazeteciler ve siyasetçiler, okuyucu, dinleyici ve izleyiciye yönelik farklı
hedeflerini gerçekleştirmek için siyasi iletişim sürecinde eylemlerde bulunan
fonksiyonel açıdan birbirlerine bağımlı iki farklı iletişimci grubudur. Siyasetçiler,
37
mensubu olduğu partinin seçmen ve toplum katında siyasi güç kazanması veya siyasi
gücünü koruması, kişisel propaganda için gazetecilere muhtaçtır. Gazetecilik rolü
açısından bu ilişkiye bakıldığında ise, gazeteciler siyasi süreçte cereyan eden olay,
olgu, konu, süreç, durum ve kişiler hakkında bilgi almak için siyasetçilere ihtiyaç
duyarlar. Bu etkileşim sürecinde, siyasetçiler, gazetecilerin niyetleri, güdüleri,
tutumları, çıkarları, düşünme, konuşma ve davranış biçimleri ve kalıplarını
içselleştirerek gazetecileri ve medya kurumlarını harekete geçirecek şekilde mesajlar
aktararak haber içeriklerini biçimlendirirler” (Çebi, 1997: 31). Eleştirel yaklaşımdan
gelen araştırmacılar medyanın, bir yandan iktidar sahibi kişi ve kurumların
anlamlarını, dünya görüşlerini sunarken, diğer yandan bu görüşleri doğallaştırarak
var olan iktidar yapılarına bir meşruiyet kazandırdığını savunmaktadır (İnal, 2003:
62). Medya ideolojik olanla bütünleşmekte ve egemen ideolojiyi yeniden
üretmektedir (Özer, 2011: 61). Siyasi söylemin ya da gerçekliğin yeniden üretimi
noktasında medyanın aktifliği artık yadsınamayacak bir gerçek haline gelmiştir.
Siyasi aktörler, kendi ideolojilerini ve söylemlerini kamuoyuna istedikleri gibi
yansıtma noktasında medya araçlarından yararlanmaktadır. İletişim araçları bu
rolleriyle sosyal gerçekliğin parçası haline gelmişlerdir (Poyraz, 2002: 18). Kitle
iletişim araçları, yani medya, belirli türden güç ilişkilerinin yeniden üretimi için
hangi anlamların ve dolayısıyla da hangi öznelliklerin inşa edildiğini analiz etmeye
olanak sağlayan alanlar olarak yoğun ilgiye mazhar olmuştur ve olmaktadır (Dursun,
2004: 49).
Eleştirel yaklaşıma göre, hâkim sınıflar zor kullanma gücüne sahiptir. Bunun
yanı sıra bağımlı sınıfların rızasını biçimlendirmek ve kazanmak için aktif bir
örgütlenmeye girişmektedir. Bu örgütlenmenin sonucunda hâkim sınıfların
iktidarlarını hem meşru hem de doğal kılmaktadır. İşte bu örgütlenmeyi sağlayan
hegemonyayı oluşturan kitle iletişim araçlarıdır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 118).
İdeolojik düzeyde medyanın toplumdaki güçlü çıkar gruplarının uzantıları olarak
işlev gördüğü ve egemen ideolojinin yeniden üretiminde ve denetim sisteminin
sürdürülmesinde rutinlerin, değerlerin ve kurumsal yapıların bir araya geldiği
(Shoemaker ve Reese, 2002: 130) daha çoğunlukla eleştirel kuramı içerisinde yer
alanların kabul ettiği bir durumdur. Medya sahiplerinin hedefleri, pratikleri ve
38
onların mali destekçileri dikkate alınırsa ortaya çıkacak gerçeklik;
egemen/siyasal/ekonomik/kültürel yapıyı güçlendirmek ve toplumsal ilişkiler
sisteminin meşruluğunu sağlayacak gündemi oluşturmaktır (Lull, 2001:135).
Medyanın öncelik verdiği sorunların kamuoyunda da önceliğe sahip olduğu genel bir
bilgi haline gelmiştir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 116). Bu rolüyle medya,
kamuoyunun gündemini yaratmaktadır. Gerçekten medya, kamuoyu oluşturmak
isteyen kurumların, örgütlerin, grupların etkili biçimde kullanabilecekleri tek araç
olarak karşımıza çıkmaktadır (Anık, 1994: 99).
Dünyada yaşanan olayların çoğu hakkında bilgi edinimi ve kanaat oluşumu
büyük ölçüde, milyonlarca kişinin paylaştığı basın ve televizyondaki haber
söylemine dayanır (van Dijk, 1999: 371). Medya kitleler üzerindeki etkililiği ve
gündem belirleme gücü sayesinde çok önemli bir konuma sahiptir. Marksist görüş,
medyanın en önemli etkisinin ideolojik etki olduğunu savunur (Shoemaker ve Reese,
2002: 139). Söz konusu olan ideoloji ise, kitle iletişim araçlarında ya da daha popüler
kullanımıyla medyada işlerliği daha çoğunlukla siyasi iktidarın çıkarlarını
meşrulaştırma aşamasında ortaya çıkmaktadır. Haberde egemen söylemler temsil
edilir ve metin egemen söylemler etrafında kapanır (İnal, 1996: 99). Yani haber
içeriği ferdi, mesleki, siyasi, ideolojik, sosyal/kurumsal ve ekonomik faktörlerin
etkisiyle belirlenir (Çebi, 1997: 14). Egemen ideolojik değerler ve kalıpların
biçimlendirdiği haber içeriği, reel gerçekliği bozar, çarpıtır ve bu haliyle sosyal ve
siyasi düzenin yapısını yansıtır. Gazeteciler ve medya kurumları, böylece haber
içeriğine egemen sosyal yapıyı ve siyasi otoriteyi meşrulaştıran, mevcut durumu
destekleyen bir işlev yüklerler (Çebi, 1997: 34). Kitle iletişim araçları, egemen
söylemi meşrulaştırmaya çalışma amacıyla kullanıldıkları için ideolojiktir.
Marcuse’a göre, “kitle iletişim araçları, toplumsal hayatta bir yaşam tarzının
ideolojik örüntüsünü dokuyanlar olarak ve efendilerle onlara bağımlı olanlar arasında
aracılık yapan yerleşik düzenin yayın organlarıdır. Bu nedenle kitle iletişim araçları
ideolojik olmak zorundadır” (1997: 24). Medyanın ideolojik davranmasının en temel
nedeni eleştirel yaklaşıma göre, sınıfsal çıkarlar arasındaki çelişkiyi ya da başka bir
söylemle siyasal ve ekonomik çelişkiyi örtmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır
(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 132). Medya kurumlarının ve gazetecilerin içinde yer
39
aldığı siyasi sistem, haber içeriklerini biçimlendiren faktörlerden en önemlisidir.
Siyasi sistem haber içeriklerini değişik açılardan belirleyebilir. Siyasi sistem; bilgiye
ulaşma, bilgiyi yayma, dağıtma, bilgi ve düşünceye erişmenin hukuki çerçevesini
düzenleyerek haber içeriğini etkileyebilir. Siyasi sistem, medya kurumları
içerisindeki gazetecilik faaliyetinin hukuki temellerini belirleyerek haber içeriğini
şekillendirebilir. Siyasi sistem, ayrıca medya kurumlarında gazeteci olarak çalışma
şartlarını belirleyerek haber içeriklerinin şekillenmesine etki edebilir. Dördüncü
olarak siyasi sistem gazetecilik eğitiminin şartlarını belirleyerek haber içeriklerini
biçimlendirebilir (Çebi, 1997: 30). Stuart Hall ve diğerleri de, egemen söylemlerin
haber metni içinde yeniden kurulduğuna (Tokgöz, 2000: 159) işaret etmişlerdir.
“Haber sürekli olarak iktidarı-gücü elinde tutanlarca inşa edilen olayların ortaya
çıkardığı politik işin gerçekliğini sağlar” (Schudson, 1994: 314). Bunun nedeni,
kontrolün iktidarı elinde bulunduranlarda olmasıdır. “Mülkiyeti burjuvanın elinde
olduğu için ya da bu sınıfın ideolojik hegemonyasına maruz bırakıldığı için medya
bir sınıf kontrol aracıdır. Egemen yapıyı eninde sonunda koruyan polis, yargı ve
silahlı kuvvetlerden oluşan baskıcı devlet aygıtlarına ideal bir şekilde yardımcı olan
medyanın düzeltilebileceği görüşü çok fazla kabul görmemektedir” (Curan, 1991:
224).
Egemen sınıfın ideolojisi bireylerin en mahrem bilinçlerine ve en özel ya da
kamusal davranışlarına nüfuz ettiğinden, devletin ideolojik aygıtları, bireysel bilincin
en gizli yerine kadar üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlayabilir (Althusser,
2006: 240). Yönetenler, yani iktidar sahipleri, bu yönetimi sadece zor üzerine değil,
aynı zamanda bir uzlaşım üzerine kurarlar. İktidar sahiplerinin düşüncelerinin
kamuda yayılması ve benimsenmesinde yani uzlaşımın sağlanmasında önemli bir
kanal da devletin ideolojik aygıtları arasında yer alan medyadır (İnal, 1997: 150).
Medyanın siyasal sorunlardaki işlemlerini meşru ve yansız kılan bağlantılar sorunu,
kurumsal birer sorun değil, devletin toplumsal çatışmalardaki dolayımının rolüne
ilişkin daha geniş bir sorundur. İşte bu düzeydedir ki, medyanın devletin ideolojik
aygıtları olduğu söylenebilir (Hall, 1999b: 123). Toplumdaki büyük çoğunluğun
egemen düşünceye/ideolojiye rıza göstermesi ve bunun sağlanması için medya,
egemen ideolojiyi hem üreten hem de yeniden üreten bir alandır. Bunun gerçekleştiği
40
alanlardan biri haberin söylemidir (Yağlı, 2009: 26). Marksist yaklaşımlar, haberi
ideolojik ve içinde resmi kaynakların söylemlerinin yeniden inşa edildiği bir alan
olarak kavramışlardır (Yağlı, 2009: 20). Haber metinlerinin egemen ideolojiyi
yeniden üretmesini ve mevcut yapıya rıza göstermesini sağlayan en önemli
faktörlerden biri de haberin dili/söylemidir. Dilin gerçekliği birebir yansıtan bir araç
olmadığının kabulüyle birlikte, haberin sırf dili kullanıyor olmasından dolayı
gerçeğin bir yansıması olamayacağı da kabul edilmiştir. Medya olayları temsil eder;
temsil ise bir anlam verme, anlam üretme işidir (Akca, 2009: 103). Anlam üretmede,
gazete materyallerinin en başında haber gelmektedir. “Haber, içinde oluştuğu
toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel ortamın ürünüdür ve bizim gerçekliğimizi
etkileyen önemli bir faktördür” (Yağlı, 2009: 17). Haber metinlerinde yansıtılan
söylemler siyasal ve ekonomik yapı içinde iktidar/güç sahibi kişi ve kurumlara aittir.
Egemen çevrelerin olaylara ilişkin durum tanımları gazeteciler için olayları ele
alırken temel çerçeveleri oluşturur. Bu çerçevelerin sınırları içinde değişik siyasal
parti, grup uzman görüşlerine yer verilmesi, haberde dengelilik ilkesine görünürde
bir uygunluk sağlasa da, karşıt söylemlerin farklı çerçevelerin haber metinlerine
sızmasını engeller. Sonuçta var olan siyasal ve kültürel yapı içinde üretilen durum
tanımları haber metinlerinde yeniden kurulur, aktarılır, ama statükoyu sarsıcı,
dönüştürücü grup ve kişilerin olayları ele alış ve değerlendiriş biçimleri haber
sözünün dışında kalır (İnal, 1997: 159).
Medyada dil yoluyla inşa edilen hayat, medyanın güçlendirme ve akılcılık
işlevinden uzaklaşarak kamunun göz ardı edilmesine yardımcı olan bir noktaya
gelmesiyle akılcı-eleştirel tartışmayı yönlendirmekten ziyade kitlenin güdümlenmeye
çalışıldığı bir hayat olur. Politika da bir gösteri haline gelerek, kolayca sindirilen
düşünceler oluşturur ve kamuoyunu edilgin tüketicilere dönüştürülür (Curan, 1997:
141). Böylelikle bireyler dünyayı medyaya göre yorumlamakta ve tanımlamaktadır.
Hall’e göre, medya öbür sınıfların imgelerini inşa eder ve sınıf farklılıklarını bir
bütünlük, çoğulluk içinde birlik yaratacak şekilde dokur. Medya çoğunluğu sunar,
ama bunu yalnızca söz konusu farklılık ve alternatiflerden bir oylaşma meydana
getirecek şekilde yapar. Söylem, tartışmanın içinden yine oylaşmaya dönüşebilecek
öğeleri seçer ve geriye kalanları marjinalliğin sessizliğine mahkûm eder (Sholle,
41
1994: 211-250). Bunun nedeni şudur; medya toplumda ideolojik bellek oluşturur. Bu
bellekte yer alan örneklerin kaynağı egemen ideolojilerdir (Bıçakçı, 2002: 36).
Bireylerin ideolojisi, içinde büyüdükleri kültür tarafından şekillendirilir.
Bireyler özellikle aile, arkadaşlar, okul ve aynı zamanda medya aracılığıyla yapılan
iletişimden etkilenir. Neye inanması ve neyi değerli bulması gerektiğiyle ilgili
iletilerden etkilenir (Graeme, 1995: 167). Medyanın da içinde yer aldığı ideolojik
aygıtlar bireylere kimlikler giydirir. Aynı zamanda gerçeği kavramalarına yardımcı
olan bu aygıtlar, üretim ilişkilerini üretir ve yerleşik düzene boyun eğmeyi
kolaylaştırır (Yağlı, 2009: 23). “Medya, bize etrafımızda olan biteni anlamamıza
yarayacak anlam haritaları kurar. Başka ifadeyle söylersek, kendimizi “siyasal bir
hayvan” (zoon politikon) olarak dünyada kim olarak, kimden yana/kime karşı ve
nasıl yerleştireceğimiz büyük ölçüde medyanın bize tanımladığı çerçeve içerisinde
biçimlenir” (Gencel Bek, 2003: 132). Böylelikle gerçeklik siyasi söylem
çerçevesinde yeniden oluşturulur. Gerçekliğin haber boyunca inşası, tek tek
bireylerin değil, bir toplumsal failler çoğulluğunun ve bu çoğulluğu doğal bir tavır
alış içerisinde eylemliliğe yönelten bilişsel olanakların ürünüdür (Dursun, 2004: 43).
Gerçek, gerçekliğin belirli bir tarzda kurulmasıdır. Medya, gerçekliği yalnızca
yeniden üretmemekte, aynı zamanda tanımlamaktadır. Gerçeklik, dilsel pratikler
yoluyla desteklenip üretilmekte ve temsil edilmektedir. Ama temsil etme aktif bir
seçme, sunma, yapılandırma ve biçimlendirme işini ima etmektedir. Bir anlam
üretme ve anlamlandırma pratiğidir. Bu nedenle medya ile verilen mesajların, sadece
açık anlamları bazında değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi, ideolojik yapılanışı
bazında analiz edilmesi gerekmektedir (Poyraz, 2002: 17). Medya haberleri gerçeği
sık sık bozup çarpıtmakta, değiştirip başkalaştırarak bayağılaştırmakta, gerçeği
özünden uzaklaştırıp soysuzlaştırmaktadır. Medya haberleri bazen de siyasi ve
ideolojik yönelimlerle boyanan bir dünya görüşü iletmektedir. Medya haberlerinde
yansıtılan gerçeklik, özellikle gazetecilerin değer yargıları, basmakalıp yargıları ve
tutumlarının, meslek kurallarının, medya kurumlarındaki rutinlerin, siyasi ve
ideolojik tutumların, haber üretimindeki zorunlulukların ve medyaya özgü takdim
gereklerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Çebi, 1997: 26). Bannett, medyanın
gerçekliği tanımlayıcı rolünü medya pratiğinde üç düzeyde saptamıştır. Bunlardan
42
ilki, medyanın propaganda özelliği: her gazete, desteklediği politik görüşe halkın
desteğini sağlamak için, haber olarak belli bir politik görüşü sunmaktadır. İkincisi,
medyanın hukuk ve düzene ilişkin ideolojik işlevi: Popüler basının hâkim toplumsal
normları tehdit edici grupların, yani dışarıda kalanların eylem ve davranışlarına nasıl
anlamlar yüklediğinden söz edilebilmektedir. Sonuncusu ise, iletişim araçları haberi
sunarken egemen ideolojiyi yeniden üretmektedir (Bannet, 1988: 292).
Haber metinleri siyasi söylemin etkisiyle şekillenmektedir. “Haber
içeriklerindeki hegemonyacı değerler, egemen yönetici güçlerin kendi siyasi
otoritesini korumada ve iktidarını sürdürmede, mevcut durumu korumada kullandığı
araçlardır. Bu hegemonyacı değerler haber içerikleri aracılığı ile aktarılır” (Çebi,
1997: 38- 39). İnal, var olan siyasal ve kültürel yapı içinde üretilen durum
tanımlarının haber metinlerinde yeniden kurulduğunu, aktarıldığını ancak, statükoyu
sarsıcı, dönüştürücü grup ve kişilerin olayları ele alış ve değerlendiriş biçimlerinin
haberin sözünün dışında kaldığını ifade etmiştir (1997: 159). Bu nedenle, medya
haberlerinden edinilen hiçbir imge, gerçekle aynı değildir. Medya haberleri gerçek
değil, gerçeğin gazetecilerin zihinlerinde belli bir şekilde kurulmuş yansımasıdır
(Çebi, 1997: 24). Haber seçimi öznel yorumlara dayanır. Öyle ki, gazeteci de bunun
farkında olmayabilir. Bütün olaylar ve bu olaylarla ilgili haberler, geniş bir anlamı
bir referans çerçevesine oturtulur. İhmaller, sessizlikler, üstü kapalı da olsa, toplum
ve onun değerleri hakkında varsayımlar ya da değerler içerirler. En yaygın olanı ise,
açıkça bilindiği gibi, haberler çok çeşitli güçlü içsel ve dışsal baskılar altında
üretilmektedir (Mcquail, 1992: 187-188). Haber içerikleri üzerindeki siyasi
yönlendirmeler; doğrudan siyasi denetim, belli içerikleri öne çıkarmak yahut
bastırmak için yapılan açık siyasi baskılar, gazetecileri siyaseten tercih edilen
haberlere yönlendirmek ve istenmeyenlerden uzaklaştırmak için uygulanan
stratejiler, bilgi dağıtımı ve paylaştırımında belirli gazetecilere ayrıcalık ve öncelik
tanımak, yönetici güçlerin kamusal haberlerin dağıtımında tekel oluşturması,
siyaseten güçlü birey, grup ve kuruluşlarla ilgili olayları haber yapmak, bu
haberlerde onların bakış açılarına ve görüşlerine yer vermek, haber içeriklerinde belli
siyasi kurumlara saygı ve hürmet göstermek gibi farklı biçimler alabilir. Medya
kurumları siyasi iktidarın müdahalesi ve denetimine maruz kalmamak veya çıkar
43
sağlamak için hükümetlerle stratejik ittifak yapabilmektedir. Bu ittifak, haber
içeriklerinde, siyasi iktidarın açıkça desteklenmesi, yönetimdeki yanlışların,
yozlaşmaların, başarısız uygulamaların görmezden gelinmesi şeklinde kendini
gösterebilmektedir (Çebi, 1997: 31). Bu durum, medyanın nesnel bir tavır
sergilemesine izin vermemektedir. “Bu, piyasada kâr etmeyi amaçlayan şirketler
olarak örgütlenmiş kitle iletişim araçlarının, ekonomi ve siyasal güç/iktidar
merkezleriyle ilişkileri, belirli parti veya siyasal güçleri desteklemeyi aşan,
dolayısıyla bütün siyasal/ekonomik/ toplumsal yapı ve iktidar ilişkileri içinde ortaya
çıkan eşitsizlikleri sorgulama dışı bırakan bir tavırdır” (İnal, 2003: 64). Amacı
tarafsız, nesnel haber yapmak olan basın mensupları çıkar gruplarının hizmetlerinde
oldukları için çoğu zaman amaçlarını tam olarak yerine getirememektedir. “Herhangi
bir olayı habere dönüştürürken kendi görüşlerini gizlemesi gerektiğine inanan
gazeteci, bu kaygıyla haber kaynaklarının tanımlarına dayandığı süreci bu kişilerin
ve kurumların söylemlerini yeniden üretmektedir” (İnal, 1997: 142). Dolayısıyla 21.
yüzyılın holdingleşmiş, oligopolleşmiş medya işletmeleri, bir takım yasal
kısıtlamalar çerçevesinde var olmak ve kazanç sağlamak zorunda olduklarından,
egemen ideolojinin fikirlerini desteklemek zorundadır (Doğru Arsan, 2004: 153).
Marksist düşüncenin kitle iletişim araçlarıyla ilgili eleştirileri bu araçların ürettiği
ideolojinin egemen sınıfın ideolojisi olduğu yönündedir. Marksistler egemen sınıf
kitle iletişim araçlarına sahip olarak kendi ideolojilerini yaratmaktadır ve topluma bu
ideolojiyi kitle iletişim araçları yoluyla benimsetmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008:
117) demektedir. Marksist olan bu görüş benimsendiğinde, devrik Irak Lideri
Saddam Hüseyin’in Körfez Savaşı’nda kara kuşatmasından önce Amerikanlılara,
“Bu Savaş Rambo filmlerine benzemeyecek!” şeklindeki uyarısı (Lull, 2001: 34)
hiçte yabana atılacak bir uyarı olmadığını göstermektedir. Bu sözler, egemen siyasi
iktidarın medya üzerinde ne kadar etkin bir rol oynadığının da göstergesi
niteliğindedir.
44
İKİNCİ BÖLÜM
2. TÜRKİYE’NİN ANAYASA DEĞİŞİMİ GİRİŞİMLERİNDE
MEDYA VE SİYASET İLİŞKİSİ
Türkiye 1980 Askeri Darbesi’nden her anlamda etkilenmiş ve bu darbeden
sonra 1982 Anayasası’nı oluşturmuştur. 82 Anayasası’nın bazı maddeleri günümüze
kadar dönem dönem değiştirilmiş olup, en önemli değişim ise 2010 Referandumu
sürecinde yaşanmıştır. Bu değişim süreçlerinin kamuoyuna yansımasında, medya
temel aktör rolünü üstlenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde medyanın hem 1982 hem
de 2010 anayasa değişimi referandumuna nasıl yaklaştığını medya ve siyaset ilişkisi
bağlamında irdelenmiştir. Referandum süreçleri temel alınarak önce 1982 Anayasa
değişiminin gerçekleştiği dönemdeki siyaset arenası, bu dönemdeki demokrasi
arayışları ve bu süreçlerin medyaya (basına) nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur.
Daha sonra aynı açılardan 2010 siyaset arenası, referandumu ve medyaya yansıyış
tarzı da diğer araştırılan konular olmuştur.
2.1. Medya ve Siyaset İlişkisi
Kitle iletişim araçları ilk ortaya çıkmaya başladıkları andan itibaren siyasetin
gündeminde önemli bir yer kaplamış ve siyaset de basın için önemli bir kaynak
olmuştur. Matbaanın icadından sonra basın yani gazeteler önem kazanmaya
başlamıştır. Basın, yalnızca ‘gazete’ olarak ele alınacak olursa, gazetelerin yakın ve
uzak geçmişin ya da günün haber ve olaylarının verilmesinde, kanaat ve fikirlerin
geniş halk kitlelerine ulaştırılmasında, ülkenin ana davaları üzerinde halkın dikkatini
toplamada ve okuyucuların genel kültürlerini arttırmada son derece önemli rol
oynadığı görülmektedir (Bektaş, 2000: 130). Çağdaş insanlar kendi deneyimlerinin
dışında kalan dünyayı, bu dünyanın olay ve olgularını, çok büyük ölçüde, kendilerine
kitle iletişim araçlarının yansıttığı biçimde, onlar tarafından yapılan tanımlara göre
yeniden ve inşa yoluyla kavrarlar. Bir bakıma toplum içinde bireylerin maddi
varoluşlarının imgesel ilişkileri kitle iletişim araçlarının oluşturduğu bir yapı içinde
belirlenmektedir (Kaya, 1999: 24). Kuşkusuz gazeteler ve diğer iletişim organları
geçmişte de önemli bir güç olmuştur. Ancak, insanlığın geçtiği bu tarihsel dönemeçte
medyanın ulaştığı gücü geçmişle kıyaslamak mümkün değildir. Bugün medya, gücü
ve iktidarı elinde tutanların en etkili ideolojik aracıdır. Başka bir açıdan bakılırsa,
45
medya güce ve iktidara ulaşmanın vazgeçilmez araçlarından biridir (Yanardağ, 2008:
184).
Basın teorisyenlerine göre iktidar ve basın ilişkilerini tayin eden üç görüş
vardır. Bunlardan birincisi, muhafızlık görüşüdür. Bu görüşe göre, iktidar ile basın
birbirlerinin düşmanıdır. Basın kamuoyunun çıkarları adına iktidarların başında
bekleyen, onları denetleyen bir muhafızdır. İkincisi, ortaklık görüşüdür. Bu görüşe
göre de iktidarlar ile basın arasında işbirliği zorunludur. Basın iktidardan aldığı
haberlere güvenmeli, iktidar da basına doğru bilgi vermeli ve sorunlar kamuoyunun
görüşlerine açılmalıdır. Üçüncü görüşe göre ise, basın iktidarın bir parçası
konumundadır. Basın iktidarın yanında olmak şartıyla kamuoyuna hizmet edebilir.
İktidar sözcülerinin konuşmaları basında yer almalı, haberler her zaman iktidarın
arzu ettiği yönde olmalıdır (Demirkent, 1982:192- 193). İçinde bulunulan yaşantı
çağı toplumunda siyaset, medya üzerinden kurgulanmaktadır. Artık siyaset dünyası,
medya tarafından üretilmekte ve sunulmakta; eğlenceye dönüştürülmekte, imaja
dayalı şekillendirilmekte, sembolik ve törensel boyutla ele alınmakta, kişiselleştirme,
basitleştirme, dramatize etme yöntemleriyle gösteriye dönüştürülmektedir (Çebi,
2002: 25-27).
Kitle iletişim araçları ile siyaset ilişkisi tartışmaları yazılı basının ortaya
çıktığı 17’inci yüzyıldan günümüze kadar gelmektedir. Bu dönemde burjuvaların
ekonomik olarak güçlenmeye başlaması ile birlikte toplumsal hayata müdahaleleri de
gerçekleşmeye başlamıştır. Liberal anlayışa sahip olan burjuvalar bu dönemde yazılı
basını da ellerinde tutmuştur. Bu nedenle yazılı basına özellikle devlet müdahalesinin
olmaması gerektiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca bu savlarını basının dördüncü güç
olması nedeniyle özgür ve özerk olması gerektiği yönünde kuvvetlendirmişlerdir
(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 119). Demokratik yaşamda basın, toplumun seçimler
yoluyla ortaya çıkardığı kurumların işleyişlerini gözlemlemek ve denetlemek için
ortaya çıkardığı bir kurum olarak kabul edilmektedir (Bozdağ, 1992:270). Basın,
toplumsal yaşayışta ve demokratik sistemin isleyişinde; yasama, yürütme ve yargının
yanında dördüncü güç olarak görülür. Bu anlamda basın kurumunun ikinci kamusal
görevi olarak karşımıza “denetim ve eleştiri” çıkmaktadır (İçel, 1986: 17). Kitle
46
iletişim araçlarının özgürlüğünün demokrasilerde dördüncü güç olarak hükümetleri
denetlemesi ve çoğulculuğu sağlaması siyasal alanda ne kadar önemli bir yeri
olduğunun göstergesidir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 121). Siyaseti medyanın dışında
olarak ele almak düşülen en büyük hata olacaktır. Çünkü hem medyaya hem de
siyasete sistemin birbirini bütünleyen parçaları olarak bakmamız gerekmektedir
(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 122). Medya ve siyaset birbirini tamamlayan iki
mekanizma gibidir. “Medya bağımsız özerk bir güçtür, siyasetin içine girmemeli
olarak bakarsak hataya düşmüş oluruz. Çünkü medya ve siyaset zaten birbirinden
ayrılamaz iki güçtür. Ancak medya ve siyaset ilişkisini incelerken atmamız gereken
ilk adım, siyaseti ve medyayı iki farklı bütünlük ve karşılıklı ilişki içinde olan iki
farklı güç odağı olarak görmekten geçmektedir” (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 124).
Onlar birbirine muhtaç ve karşılıklı çıkar ilişkisiyle örülmüş iki güç gibidir. Kısacası,
medya ve siyaset kurumları, bağımsız kurumlarmış gibi görünseler de, bu kurumların
tam anlamıyla birbirlerinden bağımsız oldukları söylenememektedir (Arslan, 2006:
7). Hükümet ve basın/medya ilişkisine bakıldığında genellikle hükümetlerin,
toplumun onayını kazanmak ve kamuoyu yaratmak için basının desteğini sağlamaya
çalıştıkları görülmektedir. Hükümetin etkinlikleri genellikle haber değeri
taşımaktadır. Hükümet elinde bulundurduğu ekonomik (teşvik, destek) ve siyasal güç
(baskı, sansür, sınırlama) aracılığıyla basını yönlendirirken, basın kuruluşları da
sahip oldukları gücü, hükümetleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek
için kullanabilmektedir (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 88). Bu durum medya- siyaset
ilişkisinin içerisinde, basının birtakım işlevlerinin olduğunu göstermektedir. Bu
işlevler şunlardır:
a) Toplumsal ve siyasal çevrenin gözetimi, yurttaşların refahını olumlu ya da
olumsuz biçimde etkileyecek gelişmelerin haber verilmesi
b) Anlamlı gündem koyma, günün önemli sorunlarını, bu sorunları gündeme
getiren ve çözebilecek olan güçleri de içerecek biçimde saptama
c) Siyasetçilerin ve diğer baskı ve çıkar gruplarının sözcülerinin anlaşılır ve
aydınlatıcı görüşlerini aktarmaları için platform görevi görme
47
d) Yurttaşları, siyasal süreçleri yalnızca izlemek ve hakkında konuşmaktan çok,
öğrenmeleri, tercih yapmaları ve katılmaları için teşvik etme (Gurevitch ve
Blumler, 1997: 200).
Hükümet, politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya
da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynamaktadır (Rivers,
1982: 213). Medyanın belki de kendisiyle birlikte globalleştirdiği en önemli unsur,
siyaset olmuştur. Siyaset, dar anlamda ve merkeziyetçi yapısını medya aracılığıyla
kısa zamanda geniş anlamlı ve küresel bir platforma dönüştürmüştür. Medyanın ilk
küreselleştirdiği fenomen olarak siyaset, medya ile olan organik ilişkisinde kendi
metafiziğini kendisi kurmuştur. Medya- siyaset ilişkisinde önemli olan hangi tarafın
belirleyici olduğu değil, aksine ortaklaşa kurdukları kendi dünyalarına ait
metafizikleridir (Filiz, 2008: 39). Medya üzerinde oluşan siyasal baskılar ya da
siyasilerle girdiği çıkar ilişkileri, yönlendirmeleri vb. etkileri hayatın bir gerçeği
(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 130) olmuştur. Kitle iletişim araçları günümüzde
toplumsal denetimin sağlanmasında olduğu gibi toplumsal değişmenin de başlıca
araçlarından olan bir güç-iktidar kaynağı olarak görülmektedir (Kaya, 1999: 23).
Dolayısıyla medya, siyasi gücü yeniden şekillendirmekte, yeniden organize ve
kanalize etmektedir (Rubin, 1981: 170-180). Haber metinleri ile siyasal iktidarlar,
eylemlerinde meşruiyet kazanmakta bu meşruiyet ile kendi egemen söylemlerini yani
ideolojilerini oluşturmakta ve hegemonya kurmaları kolaylaşmaktadır (Çakmak
Kılıçaslan, 2008: 124). Medya egemen sınıfların tahakkümü çerçevesinde, ideolojik
alanın bir parçasıdır. Medya giderek sayıları azalan büyük sermaye gruplarının elinde
yoğunlaşırken, egemen sınıfın çıkarlarını savunan fikir ve düşüncelerden oluşan
medya içerikleri, çalışan sınıfı egemen değerlerle bütünleştirmektedir (Yaylagül ve
Çiçek, 2011/a: 86). Böylelikle, kamu sistemi olarak biçimlenmiş medyalarda bilinç
ticareti, maddi çıkarı ikinci plana koyan devlet ideolojisinin satışı (Erdoğan, 1999:
35) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sonucunda gündelik yaşama ilişkin imge ve
simgelerle kuşatılan izleyiciler/okuyucular, düşünsel olarak biçimlendirilmektedir
(Kaya, 2001: 200). Medya bireye mevcut siyasal sistem ve olaylar hakkında bilgi
vermekte ve toplumdaki diğer etki merkezlerinden kanaat için ipuçları iletmektedir
(Göker ve Doğan, 2011: 51). Öyleyse medya etkili bir araçtır ki günümüzde onun
48
üzerinden insanların bilinçleri kuşatılmış, insanlar aptallaştırılmış ve toplum adeta bir
akıl tutulmasına uğramıştır. Çünkü her gün, her saat, her dakika gazete sayfalarından,
televizyon ekranlarından, radyolardan, bilgi, haber ve imaj aktarılmaktadır. “Teslim
alınır insan. Sokaktaki insan için davranış kalıpları oluşturulur, değer yargıları
üretilir, yaşamın anlamı değerlendirilir, olaylar yorumlanır, tüketim yönlendirilir.
Onlara nasıl düşünecekleri, neyi yüceltecekleri, kimleri mahkûm edecekleri, nasıl
giyinecekleri, hangi müziği dinleyecekleri, nelerin iyi ya da kötü olduğu yazıyla,
görüntüyle ve sözle iletilir” (Yanardağ, 2008: 17-18). Siyaset bu durumu
oluşturabilmek için medyadan yararlanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal gerçeklik
siyasetin istediği yönde medya vasıtasıyla yeniden şekillenmektedir. “Toplumsal
yaşamda gerçekliğin ne olduğu konusunda tanımlar medya aracılığıyla oluşmakta ve
aktarılmaktadır. Dolayısıyla medya topluma sürekli bir anlam sistemi sunmakta ve
olağan ve doğal olan ile olağandışı ve doğal olmayanın neler olduğunu göstermekte,
kısacası, normalin ne olduğunun başlıca belirleyicisi olmaktadır” (Kaya, 1999: 23).
Geniş bir çerçeveden medya ve siyaset ilişkisi sorgulandığında eleştiriler,
gazetecilerin kaynaklarından bağımsız kalmaları, özerkliklerini korumalarına yönelik
mikro pratiklerin ötesine geçerek daha çok ya medyayı elinde bulunduranların
siyasal tercihleri veya eşik bekçisi olarak adlandırılan üst düzey karar alıcıların
tutumları üzerinde odaklanmaktadır (İnal, 1999: 19). Medya ve siyaset ilişkisinde
siyasal aktörlerin karar alma süreçlerinde aldıkları kararlar medyayı ve siyaseti
ayrıca toplumsal hayatın biçimlenişini etkilemektedir. Bu etkilenme medyanın
ürettiği içerikler ve bu içeriklerdeki benzeşme ve tek biçimleşme belli haber
değerlerinin öne çıkması şeklinde kendini göstermektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008:
124).
Ana akım yaklaşıma göre, medya (basın) toplumun aynasıdır. Yani, medya
toplumdaki olay ve oluşumları toplumun birey yurttaşlarına yansıtır; dış dünyanın
olay ve oluşumlarıyla ilgili bilgileri rasyonel davranabilen bireylere sunarak genel
çıkarın oluşmasına çalışır. Medya kuruluşları, tek tek değişik ve çatışan çıkarları
vurgulasalar da bir yarışma ortamında bütün olarak ele alınabilirler ve genel çıkarın
hizmetinde oldukları varsayılır. Kitle iletişim araçlarının toplumda dayanışmayı,
bütünleşmeyi sağladığı, dirlik ve düzeni koruduğu, gelişme ve değişmenin istikrar
49
içinde gerçekleşmesine hizmet ettiği savunulur (Kaya, 1999: 24). Bu bakış karşısında
yer alan alternatif yaklaşım ise, Marksizm’in sınıflı toplum çözümlemesinden
hareket eder. Hâkim sınıfın başlıca düşünce üretim araçlarına da egemen olacağı
kabul edildiğinde kitle iletişim araçlarının mülkiyet ve denetiminin de egemen
sınıfların elinde tutulacağı önermesine ulaşılır. Bu önermenin uzantısı ise sınıflı
toplumlarda kitle iletişim araçlarının esas itibariyle egemen sınıf çıkarları
doğrultusunda rutin ve standart bir üretim yaptıklarıdır. Bu üretimi gerçekleştiren
medya kuruluşunun mülkiyeti elinde tutanlardan özerk etkinlikte bulunamayacağı
varsayılır. Bu ürünleri tüketenlerin (okur ya da izleyiciler) ise, kendileri örgütlü
olmadıkları takdirde bu üretime bağımlı, edilgen bir izleyici kitle oluşturacakları
söylenir. Çizilen tablo bu yaklaşımın medyaya ideolojik yeniden üretimin başlıca
aracı olarak baktığını göstermektedir (Kaya, 1999: 25-26). Marksist yaklaşım zaten,
medyanın toplumsal hayat içinde bir ideoloji yaratarak bireyin eylem ve kararlarında
belirleyici olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla Marksist yaklaşımı
benimseyenlere göre üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf medya aracılığıyla
fikirsel üretimi de yaratmakta ve denetlemektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 123).
Medya çalışanlarının çıkarları ve ideolojileri, çalıştıkları kurumun da sahibi
olan ve onlara maaşlarını ödeyen, çalıştıkları kurumu finanse eden güçlerden
bağımsız olmamıştır (van Dijk, 1999: 338). Bu nedenle medya çoğu zaman halk
adına iktidarın denetlenmesi görevinden çok, medyayı elinde tutanların kâr ve
çıkarları doğrultusunda iktidarı belirlemenin aracı konumuna gelmektedir (Demir,
2007: 215). Dolayısıyla haber sürecinde çalışan medya profesyonelleri okuyucunun
ya da halkın temsilcisi değil, kendisini kiralayan sermaye grubunun temsilcileridir
(Dennis ve Merrill, 2002: 111). Bu durum, Althusser’in medyayı devletin ideolojik
aygıtları arasında sayma savını desteklemektedir. Düne kadar toplumların
yönetiminde çok fazla dikkate alınması gerekmeyen medya, bugün yönetimin
başarılı olması ya da başarılı görünmesinde ciddi biçimde söz sahibi hale gelmiştir.
Siyasal iktidara sahip olmak isteyenler medyaya da sahip olmak ya da onu denetim
altında tutmak gerektiğine inanmaktadır (Alemdar, 1999: 11). Siyasi elitler,
kendilerine etkin bir kamuoyu desteği oluşturabilmek ve karar verme sürecinde
başarılı olabilmek için, kısacası hem iktidar hem de muktedir olabilmeleri için medya
50
desteğine muhtaçtırlar. Yine medya, toplumsal hareketlilik ve elit dolaşım süreci
üzerinde, özellikle de siyasi elitlerin devir anı üzerinde oldukça etkilidir (Arslan,
2006: 6). “Bugün sermaye siyaseti ve mekanizmalarını bu alanda bulunan
siyasetçilerle ilişki içinde etkileyip belirlemenin ötesinde, medya yoluyla doğrudan
kitleleri etkileyip siyasi tercihlerini, yönelimlerini belirlemektedir. Artık siyasi
mekanizmalar ve kişilerle kurulan ilişkiler vasıtasıyla kitlelerin yönetilmesi,
denetlenmesi değil; kitlelerin düşüncelerinin, özlem ve taleplerini belirlenmesi
yoluyla siyasete, mekanizmalara ve kişilere yön verilmesi dönemi açılmıştır” (Demir,
2007: 214) dense bile bu durumun bir ütopyadan ileri gidemeyeceği kabul
edilmektedir. Günümüz dünyasında, medyanın bu denli güçlü olması ve politika
alanında oynadığı böylesi çok önemli roller nedeniyle, politikacılar ve siyasi partiler
medya ile olan ilişkilerine büyük bir önem ve öncelik atfederler. Bu konu ile
bağlantılı olarak, medya elitleri de, çağdaş toplumlardaki en önemli elit gruplarından
bir tanesini oluşturmaktadır. Günümüz demokratik toplumlarında medya ve medya
elitleri, genellikle “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılmaktadır. Dördüncü kuvvetin
gücü bazı durumlarda, siyasi elitlerin gücünün boyutlarına kadar ulaşmakta, hatta
bazen onların bazılarını aşmaktadır (Arslan, 2006: 4). Bu durumda, medya ve siyaset
ilişkisini tartışırken medyayı özerk, bağımsız ve bu özerklik içinde tamamen tarafsız
bir dördüncü kuvvet olarak ele almak yerine, onu siyasal yapılaşma içinde görmeye
çalışmamız gereği kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır (İnal, 1999: 30). Siyaset
medyada giderek daha fazla ve ustaca bir görüntüler ve medya olayları dizisi olarak
betimlenmektedir. Bu dolayımlı olaylar reklam ve iletişim uzmanları tarafından
uydurulmakta ve aktörler tarafından ince ayarı yapılmaktadır (Meyer, 2002: 79).
Kamusal habercilik anlayışında haber değerleri yeniden tanımlanmakta ve
haberi bir mal olarak satılmasından vazgeçilmesi izleyiciye olumlu katkıda
bulunması üzerinde durulmaktadır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 121). Meyer, “İlk
ortaya çıktıkları zamanlarda, kitle iletişim araçları demokratik iletişime birçok yolla
katkıda bulunacaktı: Dengeli ve kapsamlı habercilik; nesnellik; özel hayata saygı;
yayının biçiminde, içeriğinde ve üslubunda gerçeğe bağlılık ve tüm yurttaşları
kamusal iletişime katılmaya teşvik edecek tarzda bir olay sunum” (2002: 23)
ifadelerini kullanmıştır. Ancak kitle iletişim araçlarına getirilen eleştirilere
51
bakıldığında, eleştirilerin gazetecilerin siyasal yanlılıkları ve objektif haber sunmanın
gerekliliği yönünde olması, bu durumun şu an için geçerli olmadığı sonucu
çıkabilmektedir. Bunlar yapılmadığı için buna yönelik ihtiyaç ve bunun
gerçekleşebilirliğine duyulan inanç, haber medyasının sıkça siyasal partilere yandaş
bir tavır takınmaktan dolayı eleştirilmesine neden olmaktadır (Çakmak Kılıçaslan,
2008: 120). Oysaki demokratik siyaset standartlarını karşılamak için, kitle iletişim
araçları siyasal olayları oldukları biçimde vermeli, bildirdikleri her olayın
karakteristik özelliklerini ortaya koymaları (Meyer, 2002: 29) gerekmektedir. Bu
gereklilik dünyanın çoğu yerinde uygulanmaktan uzak gözükmektedir. Çünkü
“Bireyi, özerk karar veren ve davranan bir konuma koyan, işler bir siyasal kamusal
alan olmadan demokrasi olanaklı değildir” (Meyer, 2002: 21).
2.1.1. Türkiye’de 80 Döneminde Siyaset Arenası
1980’li yıllar Türkiye’nin hem siyaset hem de toplumsal hayatında çok
önemli değişimlerin yaşandığı yıllar olmuş ve bu yıllarda demokrasi kesintiye
uğramıştır. Türkiye, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geçirebileceği en büyük
evrimi bu dönemde geçirmiştir. Bu evrimin miladı “12 Eylül 1980 Askeri Darbesi”
kabul edilmektedir. “12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke
yönetimine el koyması ile gerçekleşen askeri müdahale, çoğulcu düzenin, tek parti
yönetiminin yerini aldığı 1946 yılından bu yana siyasal partilerin etkinliklerinin
dolayısıyla demokrasinin kesintiye uğradığı üçüncü askeri müdahaledir” (Boral,
2009: 325). 80 darbesinin temelleri 1980 öncesinde atılmıştır. Bu dönemde Türkiye
tam bir karmaşa ortamındadır. Topuz, içinde bulunulan durumu “1978-1980
yıllarında Türkiye’nin içinde bulunduğu huzursuzluk ortamı ordunun girişeceği yeni
bir darbe için elverişli bir hava yaratmış gibiydi. Demokrasiye güven azalmış ve
hükümet tüm gücünü yitirmişti” (2003: 256-257) ifadeleriyle aktarmıştır. 80
darbesinin kaynağında dış güçler görülmüştür. “Türkiye, 12 Eylül 1980 öncesinde
tam bir provokasyon cennetiydi. Türkiye’nin ABD kaynaklı istikrarsızlaştırılması
projesi sonraki yıllarda devlet içinde illegal bir devlet yapılanması olduğu iyice
ortaya çıkan kontrgerilla eliyle sürdürülüyordu” (Erdemol, 2010: 67) ifadeleri bu
duruma işaret etse de olayın görünen nedenleri daha başka şekillerde yansıtılmıştır:
52
“12 Eylül’den önceki altı aylık sürece damgasını vuran en önemli siyasi gelişme,
TBMM’de 100’den fazla oylama yapılmasına rağmen yeni cumhurbaşkanının bir
türlü seçilemeyişiydi. Kimi siyasi partilerin erken seçim istekleri, hükümetin zaafları
ve partiler arasındaki sürtüşmeler, bu döneme damgasını vuran diğer olaylardır”
(Tek, 2007: 133). Siyaset arenasındaki bu karmaşa ordunun yönetime el koyması
sonucunu doğurmuştur. 1980 Askeri Darbesi’nin meydana geldiği dönemdeki Genel
Kurmay Başkanı Kenan Evren, 24 Mayıs 1980’de not defterine müdahale ortamı için
şunları yazmıştır: “1. Ordu Selimiye. Bugün görüştüğüm kolordu komutanları ve
akademi komutanları artık müdahale etmekten başka çare kalmadı dediler” (Kekeç-
Şimşek ve Güler: 264). Bu sözlerle müdahalenin gerekli olduğunu ifade eden Evren,
12 Eylül’ün hedefini ise şöyle özetlemiştir: “Milli birliği korumak, anarşi ve terörü
önleyerek, can ve mal güvenliğini tesis etmek, devlet otoritesini hâkim kılmak ve
korumak, sosyal barışı, milli anlayış ve beraberliği sağlamak, sosyal adalete, ferdi
hak ve hürriyete ve insan haklarına dayalı laik cumhuriyet rejimini işlerli kılmak,
makul bir sürede yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra sivil idareyi yeniden tesis
etmek” (Cemal, 2004/a: 47).
Tek çarenin yönetime müdahale olarak görüldüğü dönemde, “12 Eylül 1980
günü Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği yetkiye dayanarak,
yönetime el koymuştur” (Ahmad, 2002: 30). 12 Eylül 1980 sabahı radyolar kuvvet
komutanlarının yönetime el koyduklarını bildiren bir mesaj yayınlamıştır. Bildiride,
“Yüce Türk milleti, Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye
Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta
zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı almış ve ülke yönetimine bütünüyle el
koymuştur…” (Topuz 2003: 257) ifadelerine yer verilmiştir. Daha sonra yayınlanan
bildiride parlamento ve hükümetin dağıtıldığı, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildiği,
parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı açıklanmıştır. Beş kuvvet
komutanı tüm yetkileri kendilerinde toplamış ve oluşturdukları kurula, ‘Milli
Güvenlik Konseyi’ adını vermişlerdir. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit
tutuklanarak Hamzakoy’a gönderilmiş ve böylece yeni bir dönem başlatılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm yetkileri Milli Güvenlik Konseyi’ne
geçmiştir. Cumhurbaşkanı yetkilerinin Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan
53
Evren’e geçtiği ilan edilmiş ve emekli Amiral Bülent Ulusu başbakanlığa
getirilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi kararlarının anayasaya aykırı olmayacağı
bildirilmiştir” (Topuz 2003: 257). Darbeden sonraki yazısında 12 Eylül’ü
‘kaçınılmaz bir hareket’ olarak nitelendiren Oktay Abdal, “Bir yerlere gidiyorduk.
Bu gittiğimiz yer, bugünkü yerdi. Başka yer yoktu” iddiasını dile getirmiştir. Siyasi
iktidarın komutanlarca defalarca uyarıldığını, gazetecilerin de aynı uyarıları defalarca
yazı konusu yaptıklarını belirten Akbal, evlerde, kahvelerde, taşıtlarda sürekli olarak
ülkenin gidişatını konuşan vatandaşların da aynı kanaate sahip olduklarını
söylemektedir. Darbe öncesi dönemde, her türlü kötülükte parmağı bulunduğu açık
açık yazılan, söylenen, mahkemelerde kanıtlanan bir siyasal kadronun devlet
kademelerini hızlı biçimde ele geçirdiğini, çağdışı görüşleri yaşama uygulamaya
çalışan başka bir siyasal örgütün de Türkiye’yi ve Türk milletini Atatürk
devrimlerinde uzaklaştırma çabalarına giriştiğini hatırlatan Akbal, “Atatürk
devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri böyle bir duruma sürgit
göz yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960’ta göz yummadılarsa, daha sonraki
yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla anımsatmaları, iktidarı ellerinde
tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa bir kez daha aynı kutsal görevi
yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle de oldu” tespitini yapmıştır (Tek,
2007: 152- 153). SonradanTürk siyasetinde ve ekonomisinde önemli kararlara imza
atacak olan “Turgut Özal, başbakan yardımcılığına getirilmiş, Türk-İş dışındaki
sendikalar, Kızılay dışındaki dernekler ve tüm partiler kapatılmıştır. Bazı
milletvekilleri ve parti liderleri gözaltına alınmış, askeri yönetimle birlikte siyasi
olaylara ve cinayetlere karışanlar da ülkeden kaçmaya başlamışlardır. Yasa ve
düzenin bozulması dörtnala giden enflasyon ve temel tüketim malları kıtlığı, parti
çekişmeleri ve felç olmuş parlamento yüzünden büyük sıkıntılar çeken halk,
sıkıyönetimi ve istikrar vaadini memnunlukla karşılamıştır. Bazıları, kendi
kafalarındaki radikal dönüşüm için kendi politikalarına uygun düşecek şekilde,
komutanlarla pazarlık yapmaya başlamışlardır. Generallerin gündemi kısa süre içinde
pek çok kişi tarafından karşı devrimci olarak değerlendirilmiştir. Amaç, ülkenin
1960’tan beri sağladığı bütün siyasal ve sosyo- ekonomik kazanımları geri almak
olmuştur (Ahmad, 2002: 30).
54
Türkiye’de başta anayasa olmak üzere pek çok yapıyı temelden değiştiren 12
Eylül askeri müdahalesi, ülkedeki siyasi ve ekonomik yapının değişmesinde önemli
rolü olmuştur (Demir, 2007: 184). 1980 sonrası dönem Türkiye’de siyasi faktörlerin
yanında ekonomik faktörlerin de ön plana çıkmaya başladığı dönem olmuştur. 80’li
yılara kadar ülke siyasetine hâkim olan asker-bürokrat-seçkin elitin yanına 80 sonrası
dönemde yeni bir aktör katılarak; sermaye ve iş çevreleri de siyasette ve medyada
etkin olmaya başlamıştır (Demir, 2007: 186). 12 Eylül askeri müdahalesiyle birlikte
mevcut siyasi partilerin kapatılması yönetim alanında otoriter sistemin yansımaları
şeklinde gerçekleşmiştir. Özellikle 6 Kasım 1983’te seçimlerin yapılması ve
yönetimin el değiştirmesi sürecine kadar olan dönemde iletişim alanında da otoriter
kuramın uygulamalarına tanıklık edilmiştir. Diğer taraftan söz konusu dönemde
uygulamaya konan 24 Ocak Kararları ise, ekonomik alanda liberal ilkelerin
benimsendiğini göstermiştir. Ekonominin yapı ve işleyişinde Amerika Birleşik
Devletleri ve Batı Avrupa’da aynı dönemlerde esen neo-liberal politika uygulanması
süreci Türkiye’de de hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Siyasal alanda yeniden
sağlanmaya çalışılan çok partili ve çoğulcu yapının da etkisiyle, iletişim alanında da
liberal medya kuramına geçilmesinin doğum sancıları yaşanmaya başlanmıştır (Işık,
2008: 151).
2.1.2. 80 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi
Toplumsal mücadele anlayışı ile demokrasi kültürünün tam olarak
yerleşmediği Türk toplumunda kitle iletişim araçları 1980’li yılların ilk yarısında
depolitizasyon sürecinin etkisiyle toplumsal muhalefetin sesini duyurabildiği bir
forum olma işlevini yerine getirememiştir. Basının siyasilere ve rakiplere karşı
gerektiğinde bir silah ve baskı aracı olarak kullanılması çabaları büyük holdinglerin
kâr elde etmemeyi bile göze alarak sektöre girmelerine yol açarken; tirajları artırarak
daha fazla reklam alma isteği, magazinsel ve sansasyonel habercilik anlayışıyla
birleşince lotarya ve promosyon savaşları baş göstermiştir (Işık, 2008: 158). 12 Eylül
1980 askeri müdahalesi ile ekonomik politikalardan bir sapma olmamasına rağmen,
siyasal alanda çok partili sistemin geçici olarak rafa kaldırılması ile birlikte her
alanda getirilen kısıtlamalar kitle iletişim sistemini de derinden etkilemiştir.
55
Ardından hazırlanan 1982 Anayasası ise, her alanda ayrıntılı düzenlemeler
getirdiğinden, bireysel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamalarla birlikte, iletişim
araçlarının da depolitizasyon sürecine girmesine yol açmıştır (Işık, 2008: 161). Darbe
sonrasında basına bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. “Ege Ordu ve Sıkıyönetim
Komutanlığı’nın 25 Eylül 1980 gün ve 3400-788-80/767:3175 sayılı emri ile
belirlenen İzmir ili basınında yayınına ve yorumuna dönemin Sıkıyönetim
Komutanlığı’nca izin verilmeyecek hususlar şunlardır:
Yönetim aleyhinde yazı, yorumlar ve yorumlu resimler,
TSK’ya yönelik menfi yazı, bilgi ve karikatürler,
Atatürk ilkelerine ters düşen yazı, makale ve karikatürler,
Kurulacak hükümetle ilgili yabancı menşeli de olsa yazı ve yorumlar,
Milli Güvenlik Konseyi ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine
uygun olmayan yazı ve makaleler,
Belli bir siyasi partiyi tutucu ideolojik ve bölücü mahiyetteki haber, yorum ve
makaleler,
Sıkıyönetim Komutanlığı personeli ismini açıklayarak yazılan yazı ve
manşetler,
İzinsiz çekilen kritik bölge resimleri,
Tarafsız olarak yazılmayan haber, yorum ve makaleler” (Cemal, 2004/a: 66).
1970’li yılların ekonomik ve siyasal bunalımları ve bunun yarattığı kargaşa
ortamından sonra, 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime el koymasıyla birlikte
gazeteler, sıkıyönetim yanında yönetimde tek yetkili olan Milli Güvenlik Konseyi ve
özellikle konsey başkanı tarafından denetlenmiştir. Gazeteler kapatılmış, gazeteciler
hakkında açılan soruşturma, kovuşturma ve davalar hızla artmıştır (Asker, 2009:
490). Milli Güvenlik Konseyi yönetime el koyduktan bir hafta sonra, 19 Eylül
1980’de, Sıkıyönetim Kanunu’nun üçüncü maddesini değiştirerek Sıkıyönetim
Komutanlığı’na haberleşmeye sansür koyma yetkisini vermiştir. Değiştirilen 3’üncü
maddenin yeni hali şöyle olmuştur: “TRT kurumunun yayınları dâhil olmak üzere
telefon, telsiz, radyo ve TV gibi her çeşit araçlarla yapılan yayın ve haberleşmeye
sansür koymak…” (Topuz 2003: 259). 12 Eylül rejiminin Türk basınına doğrudan ilk
56
etkisi daraltılan özgürlük alanları nedeniyle basının faaliyetlerinin de yeniden
sınırlandırılması olmuştur. Etkinlik alanı özgürlükler bağlamında kısıtlanan basın ise,
1980 sonrası dönemde ilk bakışta bir paradoks gibi görünse de siyasal yaşamda
giderek artan bir ağırlık kazanmıştır. Siyasal kültürü itibariyle köklü bir örgütlenme
geleneği bulunmayan Türkiye siyasal yaşamı askeri darbenin aşağıdan yukarı işleyen
her şeyi yok etmesiyle neredeyse tümüyle medyanın aktarımlarıyla sınırlı bir
çerçeveye hapsedilmiştir (Kaya, 2009: 238). Milli Güvenlik Konseyi, 28 Aralık
1982’de de aynı yasada yeni bir değişiklik yaparak Sıkıyönetim Komutanlığı’na şu
yetkileri tanımıştır: “Söz, yazı, resim, film ve sesle yapılan her türlü yayın,
haberleşme, mektup, telgraf vb. mesajları kontrol etmek; gazete, dergi, kitap ve diğer
yayınların basımını, yayınını, dağıtımını, birden fazla bulundurulmasını ve
taşınmasını yasaklamak veya sansür koymak… bunları toplatmak, bunları basan
matbaaları, plak ve bant basan yerlerini kapatmak… Yayına yeni girecek gazete ve
dergilerin çıkarılmasını izne bağlamak” (Topuz 2003: 259). 12 Eylül sonrası
dönemde pek çok gazete sıkıyönetim tarafından defalarca kapatılmıştır ve kapanma
korkusuyla gazeteciler kendi gazetelerini sansürlemek zorunda kalmıştır. Hatta
Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal, 1983 yılında gazetenin sahibi ve
Başyazarı Nadir Nadi’nin yazılarını kapatılma korkusuyla koyamadığından
bahsetmektedir (Cemal, 2005: 96). “Cumhuriyet’ten Nadir Nadi’nin, Kenan Evren’e
sitemle; ‘bari her gazeteye bir albay atayın ne yazacağımızı söylesin’ demiş. Evren
Paşa da, ‘gerekirse onu da yaparız cesaretinizi frenlemek için’ diye yanıt vermiş”
(Erdin, 2010: 145) şeklindeki ifadeler, içinde bulunulan durumu anlatan bir ironi
niteliğindedir. Dönemin önemli yazarlarından Hasan Cemal, 80 darbesi sonrası
basının durumunu, “Habercilik konusunda ölçütleri belirleyebilmek kolay
olmayacak. Her şey bir bakıma iki dudak arasından çıkacak sözlere bağlı kalacak
gibi” (2004/a: 24) sözleriyle ifade etmiştir.
1980’ler basın açısından sıkıntılı bir dönem olmuştur. Bilhassa 12 Eylül
hukukunun getirdiği özgürlüğü kısıtlayıcı düzenlemelerden gazete ve gazeteciler
öncelikle etkilenmişlerdir (Demir, 2007: 202). “1981, 1982 ve 1983 yılları Türk
basın tarihinin türlü baskılar altında yaşanan bir dönemidir. Kimler tutuklanmamış ve
kimler hakkında dava açılmamıştı ki…” (Topuz 2003: 258). Bu dönemde haber
57
kaynağını açıklamayan gazeteler derhal kapatılmış ve gazeteciler hapse
gönderilmiştir (Erdin, 2010: 146). 1980-84 arasında gazeteci, yazar ve sanatçılara
verilen mahkûmiyet kararları 316,5 yıla ulaşmış, 796 gazeteci hakkında açılan 632
davadan 218’i hapis cezasıyla noktalanmıştır. Sakıncalı sayılan 237 kitap
yasaklanmış, 133 bin adet kitap yakılmıştır (Koloğlu, 2009: 347). O dönem için,
“Cumhuriyet tarihinin en zor yılları yaşandı o yıllarda” ifadeleri kullanılmıştır.
Gazeteler toplam 300 gün kapalı kalmış, 400 gazeteci hakkında dava açılmış, 31
gazeteci cezaevine girmiştir. Bu dönemde askerler basın kuruluşlarını ziyaret edip 12
Eylül darbesinin gerekliliğini anlatmıştır. Darbecilere göre basın, böyle milli bir
meselede ‘tek ses’ ve ‘tek yürek’ olmalıdır. Söz konusu ziyaretlerde askerlerin
sözünü bile kesmemek gerekmektedir (Erdin, 2010: 145). Gazetelerin kapatıldığı,
basın mensuplarının tutuklandığı, oto sansürün daha çok devreye girdiği 80 dönemi
basın ortamı için Cemal: “12 Eylül’ü yerli yerine oturtabilme çabası… Haber
yapmaktan çok hatıra yazmaya devam ediyoruz. Ne yapalım? Dönemin özelliği uzun
süre bu olacak gibi” (Cemal, 2004/a: 26) ifadelerini kullanmıştır. Bu dönemde
darbenin faturası basına ödetilmiş, gazeteler sıkıyönetimin denetiminden geçmiştir.
Hem Konsey Başkanı Kenan Evren ve hem de konsey üyeleri basını yakından
denetlemiştir. İlk etkinlik olarak Demokrat, Aydınlık ve Her Gün gazeteleri
kapatılmıştır (12 Eylül 1980). Onun ardından Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS)
Ankara Şubesi Genel Sekreteri Mehmet Genç iki gün gözaltına alınmış ve TGS
Ankara şubesi 9 Aralık 1980’e kadar kapatılmıştır. Bunu, 25 Eylül’de Bursa’nın Sesi
gazetesinin kapatılması izlemiş ve yazı işleri müdürü ile sayfa sorumlusu
tutuklanmıştır. Hürriyet’ten Oktay Ekşi ve Bedii Faik, Tercüman’dan Rauf Tamer ve
gazetelerin sorumlu yazı işleri müdürleri hakkında soruşturma açılmıştır (10 Ekim
1980) (Topuz 2003: 257). Darbenin ardından üç gazete süresiz kapatılmıştır; 12
Eylül 1980- 12 Mart 1984 arasında başlıca İstanbul gazeteleri 17 kez kapatılmış ve
kapalı kalma süresi 195 günü bulmuştur (Kabacalı, 2000: 247). 12 Eylül 1980- 12
Mart 1984 arasında Sıkıyönetim kararıyla; Milli Gazete (4 kez 72 gün), Cumhuriyet
(4 kez 41 gün), Tercüman (2 kez 29 gün), Günaydın (2 kez 17 gün), Güneş (1 kez 10
gün), Milliyet (1 kez 10 gün), Tan (1 kez 10 gün), Hürriyet (2 kez 7 gün)
gazetelerinin yayınları durdurulmuştur. Gazeteciler hakkında açılan soruşturma,
kovuşturma ve dava sayılarının gazetelere göre dağılımı şu şekilde olmuştur:
58
Cumhuriyet 28, Tercüman 27, Hürriyet 14, Milliyet 14, Milli gazete 4, Dünya 4,
Akşam 3, Son Havadis 3, Hergün 2, Arayış 2, Hayat 2, Nokta 2, Yankı 1, Demokrat
1, Politika 1, Adalet 1, öteki yayın organları 75 (Topuz 2003: 259).
12 Eylül dönemi basın-asker ilişkisini bir adım daha öteye taşımıştır.
Ordunun yönetime el koyduğu haberini manşete taşıyan gazeteler, olağan bir
durumun tecelli etmesini aktarır gibi haber politikalarını sürdürmüştür (Kabacalı,
1994: 334). Buna rağmen, 80 darbesinin girişimcileri, gazetecilere hiç
güvenmemiştir. “Hele gazeteciler… Askeri yönetimin bir kesimine göre bizler, 12
Eylül öncesi politika kadrolarının uzantısından başka bir şey değiliz; işleri güçleri
dedikodu olanı yaratırlar” (Cemal, 2004/a: 206) ifadeleri bu duruma örnek teşkil
etmektedir. Askeri yönetimin basına güvenmemesine rağmen “Basın 12 Eylül’ü
“sevinç çığlıklarıyla” karşılamıştır. Darbe üzerine atılan sevinç çığlıkları, basını bir
anda 12 Eylül’e ortaklığa itmiştir” (Gökmen, 1996: 718). Gazetelerin bir olaya nasıl
baktıklarını en çarpıcı göstergesi manşetleridir. Manşet uygulaması, bazı haberlerin
puntolarının estetik kaygılarla büyütülerek verilmesinden ibaret değildir. Hedef
kitleleri için önemli gördükleri ya da tiraj artışına sebep olacağını düşündükleri bir
haberi gazetelerinin manşetine taşımakla yayın yönetmenleri, bu haberin
diğerlerinden daha önemli olduğunu anlatmak istemektedir (Tek, 2007: 147). Basın,
darbenin birinci yıldönümünde de darbeyi destekleyen tarzda bir tavır takınmıştır. 12
Eylül 1980 darbesinin birinci yılındaki gazete manşetleri şu şekildedir: “Milliyet’in
manşeti: ‘Sağol Mehmetçik’, Tercüman’ın Manşeti: ‘Huzur; 1 Yaşında’ ve manşetin
içine de Evren’in annesiyle birlikte çekilmiş renkli bir fotoğrafı konulmuştur.
Tercüman’ın başyazısından: ‘Geçen yılki içten dileğimizi tekrarlıyoruz: Allah
ordumuzun yardımcısı olsun.’ Hürriyet’in manşetinden: ‘El ele, kol kola, koşa koşa
mutlu günlere gidiyoruz… Dünü unutmadan, yarına ulaşacağız… Kanlı nehirleri
nasıl aştık, uçurum kenarlarında nasıl nefesimizi tuttuk ve… Ve evet düzlüğü
çıktık…’ Cumhuriyet, 12 Eylül’ün birinci yılında başyazısız çıktı, öyle karar verdik
Nadir Nadi’ye danışıp” (Cemal, 2004/a: 384). Basın, darbe sonrasında darbeyi
yapanların yanında yer almış ve onların yaptıklarını meşrulaştırmıştır.
“Ordunun/silahlı kuvvetlerin otoritesinin üstünlüğüne her zaman “saygı duyan” ana
akım basın, darbeleri de (1980 darbesi) çeşitli gerekçeler üreterek meşrulaştırmıştır”
59
(Temiztürk, 2009: 17). Basın, 12 Eylül’ü sevinç çığlıklarıyla karşılamıştır. 12 Eylül
öncesi cumhurbaşkanı seçilemeyen uzun dönemlerde, özellikle büyük basında, askeri
darbe çağrıları alenen olmasa bile yapılmış, muhtıra haberleri verilmiştir. Darbe
üzerine atılan sevinç çığlıkları, basını bir anda 12 Eylül’e ortaklığa itmiş, bu
dönemde, legal organlardan büyük çoğunluğu destekçi kalmıştır. Bazen kapanan
birkaç gazete, destekçi olmadıkları için değil, ara sıra gazetecilik yapmak hevesine
kapıldıklarından dolayı okka altına gitmişlerdir (Gökmen, 1996: 718).
Tıpkı dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de medya, devletten,
iktidardan ve sermayeden hiçbir zaman bağımsız olamamış ve kendisini
okuyucusuna ve topluma karşı, devlete ve güç odaklarına karşı sorumlu hissetmiştir.
Hissetmenin de ötesinde dolaysız bağlar içinde olmuştur. Kendisini iktidarın ve
sermayenin bir parçası olarak gören medya, ‘adil davranmak, merhametli olmak,
tarafsız durmak ve diğerlerinin hakkını gözetmek’ yerine, ister istemez kendisini
devletin, mahkemelerin, polisin, ordunun yerine koymuş ve onun adına davranmıştır
(Yanardağ, 2008: 188). 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi döneminde medya kamusal bir
hizmet olmaktan çıkmış, bir iş, endüstri ve ideolojik bir manipülasyon aygıtına
dönüşmüş; basının sosyal sorumluluk anlayışı yok edilirken kârlılık medyanın en
temel anlayışı olmuştur (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 411). Zaten 1980 sonrasında
yeniden demokratik hayata geçilmesiyle Türk basınındaki en önemli gelişme, 80
öncesinde başlayan fakat daha sonra hızlanan basın dışı sermayenin sektöre girmesi
ve tekelleşmedir (Tokgöz, 1991-1992: 100). 80’li yıllar basına tam anlamıyla ticari
kurumlar mantığıyla yaklaşılmasını sağlamıştır. “Türk basınında 1980’li yıllara kadar
çok büyük çapta bir tekelleşme ve ticarileşme olgusu gözlemlenmemiştir. 80’li
yıllarda ise, Türkiye’de kapitalist ekonomik mantığın yerleşmeye başladığı dönemde
basın alanında da tekelleşme olgusu ortaya çıkmaya başlamıştır” (Demir, 2007: 193).
Büyük holdinglerin basın alanına ilgisinin artmasıyla birlikte, basın dışı sermayenin
basın alanına yönelmesi yazılı basın alanındaki geleneksel yapıyı derinden sarsmıştır.
Büyük sermaye sahiplerinin kâr elde etmemeyi bile göze alarak basın organlarına
sahip olma yarışı içine girmesi, tek işi ve gelir kaynağı basın-yayın olan kişilerin
alanı terk etmelerini neden olmuştur (Işık, 2002: 163-164). Devletin siyasette ve
toplumsal hayattaki etkisi devam etmekle birlikte, dünyadaki değişim, ülkede gelişen
60
yeni sermaye yapısı, gazete, radyo, televizyonla birlikte oluşan yeni medya yapısı ve
medyadaki ticarileşme bu ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına, medya, siyaset ve
ticaretin karşılıklı menfaat mücadelesinin farklı bir boyut kazanmasına sebep
olmuştur. Bu açıdan 80 sonrası Türkiye’de medya siyaset ilişkilerine ticaretin de
ağırlıklı olarak yer almasına şahit olduğu bir dönem olarak hafızalara kazınmıştır
(Demir, 2007: 201).
80 dönemi basının diğer en önemli özelliklerinden biri de daha çok magazin
haberciliği yapılmaya başlanmasıdır. Alternatif görüşler ileri sürmenin ve sisteme
muhalefet etmenin zorlaştığı 1980 sonrası dönemde, toplum kitle iletişim araçları
yardımıyla gerçek sorunlar yerine daha çok magazinsel ve sansasyonel
kurgulamaların yapıldığı sanal sorunlara yönlendirilmiştir. Demokratik bir sistemde
toplumun gören gözü, işiten kulağı ve konuşan ağzı olarak demokrasinin bir
göstergesi ve teminatı olunması gereken medya kuruluşları, yönetim
mekanizmalarında ortaya çıkan anti-demokratik yöntem ve uygulamalar nedeniyle
halkın sorunlarına eğilerek gerçek gündemi yakalayamadıklarından bir güven
bunalımına girmişlerdir (Işık, 2008: 159). Bu yıllarda basının üzerindeki baskı, onun
daha çoğunlukla magazin ağırlıklı bir basın olmasını sağlamıştır. 12 Eylül Askeri
Darbesi’yle sınırlandırılan anayasal özgürlükler, güçsüzleştirilen sendikalar ve
kısıtlanan basın özgürlüğü, fikir basınını çok zayıf duruma düşürmüştür. Bu zeminde
basın, magazin haberlerine ağırlık vermeye başlamış, siyasi iktidarın uygulamalarını
eleştirmekten mümkün olduğunca kaçınmıştır (Demir, 2007: 185). 12 Eylül dönemi
basının devletle iç içe geçtiği önemli bir dönem olmuştur. Sadece ekonomi haberleri
yazılabilmiş, asla ordu eleştirilmemiş, faturalar sivillere kesilmiştir. Büyük gazeteler
12 Eylül’ü sona erdirecek ama sivil görünümlü bir askeri devir açacak 82 Anayasası
referandumunda da, ‘evet’çilerle el ele vermişlerdir (Gökmen, 1996: 718).
2.1.3. 1980 Darbesinden Sonra Demokrasi Arayışı: 1982 Anayasası
Türkiye, 1980 darbesinden önce iki tane askeri müdahaleye daha maruz
kalmıştır. “Cumhuriyetin ilanından bu yana darbe ve muhtıralarla ve bu darbelerin
etkileriyle geçen yıllar toplandığında 10 yıl ediyor. Türkiye 10 yıl boyunca
demokratik olmayan, hukukun işlemediği, anayasanın rafa kalktığı olağanüstü
61
rejimlerce yönetilmiş, tüm bu dönemlerde darbeyi yapanların dedikleri kanun olmuş,
yazdırdıkları anayasa olmuştur. Darbe yapmak her normal ülkede suç sayılırken,
bizim medyanın dilinde hak olmuştur!” (Erdin, 2010: 6). 12 Eylül 1980 askeri
müdahalesinden sonra idareye el koyan askerler ilk iş olarak siyasi partilerin
faaliyetlerini durdurmuş, parti liderlerini tutuklamıştır. Yeni anayasayla da mevcut
partileri kapatarak, parti liderleri ve yönetici kadroya 10 yıl süreyle siyasi yasak
koymuştur (Demir, 2007: 185). Darbeden iki yıl sonra yeni bir anayasa hazırlamak
için bir danışma meclisi oluşturulmuş ve bu tasarı mecliste 7’ye karşı 120 oyla kabul
edilmiştir (23 Eylül 1982). Milli Güvenlik Konseyi, bazı ufak değişikliklerden sonra
tasarıyı 19 Ekim 1982’de kamuoyuna duyurmuştur. Kenan Evren yaptığı bir
konuşmada, anayasayı tanıtma konuşmalarının eleştirilmesinin yasak olduğunu
bildirmiştir. Parti yöneticilerine on yıl politika yasağı getirilmiş, Evren, anayasaya
kefil olduğunu söyleyerek halkın tasarıya ‘Evet’ demesini istemiştir (Topuz 2003:
260). “Evren, bugün Afyon Cumhuriyet Alanı’nda yaptığı konuşmayla topları
ateşledi. Yarınki Cumhuriyet’in sekiz sütuna manşeti şöyle: ‘Dış güçlerle işbirliği
yapanlar anayasaya ‘hayır’ kampanyası açtılar’ İyi mi? Her zamanki klasik ve
haksız suçlama yine gündemde, bu kez anayasa konusunda. Anlayış buysa, o zaman
neden ‘hayır’ oyu varsayılıyor? Denilir ki; ‘Bu anayasaya yalnız ‘evet’ denir; başka
seçenek yoktur.’ Bu tutum daha dürüstçe olmaz mı?” (Cemal, 2004/b: 49). Bu
durum, “1982 Anayasası belli bir ideolojik tercihi ön plana çıkarabilmekte ve devlet -
birey ilişkisinde önceliği devlete tanıyabilmektedir” (Yazıcı, 2009: 65) ifadelerini
desteklemektedir.
1982 Anayasası, 12 Eylül 1980 öncesi yaşananlara tepki olarak temel hak ve
özgürlükleri önemli ölçüde sınırlandırmış ve kanunda yer alması gereken birçok
ayrıntı hüküm anayasa ile düzenlenmiştir (Sayın, 2011: 518). Anayasa, baskılar
altında halkoylamasıyla 7 Kasım 1982’de kabul edilmiş ve tek aday Kenan Evren de
7 yıl için cumhurbaşkanı seçilmiştir (Topuz, 2003: 260). Bu anayasa, askeri idare ve
sıkıyönetimin devam ettiği, toplum üzerindeki militarist baskının devam ettiği bir
ortamda halkoyuna sunulmuştur. Bu dönemde anayasa aleyhinde fikir belirtmek, yazı
yazmak ve yayın yapmak yasaktır. Darbenin lideri Evren vilayet vilayet Türkiye’nin
her tarafını dolaşarak yeni anayasanın propagandasını yapmıştır (Demir, 2007: 185-
62
186). Cemal bu durumdan duyduğu rahatsızlığı şu ifadelerle dile getirmiştir:
“Meydanlar, mikrofon artık yalnız Evren Paşa’nın tekelinde. O konuşuyor, biz
yazıyoruz, her akşam radyo ve televizyon gümbür gümbür veriyor. ‘Anayasaya
kabul’ propagandası serbest, ‘ret’ yasak! Sonunda da ‘halk iradesi’ serbestçe sonucu
belirlemiş olacak, iyi mi?” (Cemal, 2004/b: 119). Anayasanın kabul propagandasının
yapıldığı günlerde, ‘kabul oyu’ pusulasının rengi ‘beyaz’, ‘ret’ pusulasının rengi
‘mavi’dir. Kenan Evren yönetimi ‘mavi’ renginin kullanılmasına yasak getirmiştir.
“Ve meydan artık Evren Paşa’nın; televizyon, radyo her şey onun emrinde. Mavi
rengin bile yasaklandığı bir ortamda herkes susacak, o konuşacak. Anayasa’ya ‘evet’
isteyecek, aksi zinhar söylenemeyecek ve bunun adı da 7 Kasım’da ‘halkoylaması’
olarak siyasal tarihimize geçecek…” (Cemal, 2004/b: 108) şeklindeki ifadeler bu
duruma tepki niteliğindedir. 12 Eylül öncesi yaşanan terör olaylarından bunalan ve o
günleri bir daha yaşamak istemeyen Türk halkı, 1961 Anayasası ile getirilen birçok
hak ve özgürlüğü kısıtlamasına rağmen dönemin koşulları altında hazırlanan 1982
Anayasası’nı referandum yoluyla kabul etmiştir (Işık, 2008: 154). 1982 Anayasası ve
Cumhurbaşkanı Evren yüzde 92’lik oyla benimsenmiştir (Cemal, 2004/c: 260).
Cemal’e göre, anayasanın olağanüstü bir dönemde, olağanüstü kısıtlamalar altında
oylandığı açıktır. Bu açıdan milli iradeyi ne ölçüde yansıttığı da hayli su
götürmektedir (Cemal, 2004/b: 138-139). “İnönü, 1982 Anayasası’nı çerçeve olarak
kabul etmiş ve ‘Şimdi yeni demokrasimizi bu anayasa düzeni içinde kurmak,
geliştirmek zorundayız. Henüz bu anayasanın sağladığı özgürlükler, demokratik
olanaklar toplumumuza tam anlamıyla yansımış, uygulamaya girmiş değildir’
demiştir” (Cemal, 2004/c: 156). Anayasanın kabulünden ve müdahalenin lideri
Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığına getirilmesinden sonra, generaller hemen
siyaseti yeniden yapılandırma programının ikinci aşamasına girişmiştir. Yeni bir
‘Siyasal Partiler Kanunu’ ilan edilmiş, Eylül 1980’den önce etkin olan siyasetçiler on
yıl süreyle siyasetten men edilmiştir. Bu dönemde yeni partiler kurulabilir, ancak
kurucularının Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanması zorunluluğu
getirilmiştir (Demir, 2007: 184). 12 Eylül’den sonra yapılan yeni anayasada temel
hak ve özgürlükler konusunda çeşitli kısıtlama ve sınırlamalara gidilmiştir. Yeni
anayasa birçok bakımdan 1960’taki anayasal gelişmelerin tersine çevrilmesi
olmuştur. İktidar yürütmenin elinde toplanmış ve cumhurbaşkanı ile Milli Güvenlik
63
Kurulu’nun yetkileri araştırılmıştır. Ayrıca basın özgürlüğü, sendika özgürlüğü ve
kişi hak ve özgürlükleri sınırlanmıştır. Temel hak ve özgürlükler anayasada
bulunmaktaydı. Bulunanlarında ‘ulusal çıkarlar, kamu düzeni, ulusal güvenlik,
cumhuriyet düzeninin tehlikede olması ve kamu sağlığı’ gibi gerekçelerle, askıya
alınabileceği ya da sınırlanabilecekleri belirtilmiştir (Zürcher, 1995: 409). Parti
yöneticilerine 10 yıl politika yasağı getiren anayasa, basın özgürlüğü yönünden de
pek çok antidemokratik hüküm içermiştir. Özellikle düşünce özgürlüğüne ayrılan 25.
ve 26. maddelerinde düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama özgürlüğünü
birbirinden ayırması ve basın özgürlüğünü ilgilendiren 26. ve 28. maddelerinde de
basın özgürlüğünü oldukça kısıtlaması anayasanın eleştirilmesine neden olmuştur
(Asker, 2009: 490). 1982 Anayasası’nın bilançosu şudur: “650 bin kişi gözaltına
alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam
cezası verilenlerden 50'si asıldı. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. Cezaevlerinde
toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 14 kişi
açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal
ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi. 3 gazeteci silahla öldürüldü. 71
bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt
üyesi olmak suçundan yargılandı. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin
kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 937 film
sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin
854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son
verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315
yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. Gazeteler 300 gün yayın
yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi
(Küçükyılmaz, www.mostar.com.tr, 09-03-2010).
2.1.4. 80 Dönemindeki Gazeteler ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımları
1980’li yıllarda Türk basınında şu gazeteler yer almaktadır: Milli Gazete,
Cumhuriyet, Tercüman, Günaydın, Güneş, Milliyet, Tan, Hürriyet, Dünya, Akşam,
Son Havadis, Hergün, Yeni İstanbul, Bulvar, Türkiye… Çalışmanın bu bölümünde
64
1980 dönemindeki tüm gazeteler üzerinde durulmamış olup sadece uygulama
kısmında incelenecek olan gazeteler üzerinde durulmuş ve bu gazetelerin 82
Anayasası’na bakış açısı açıklanmıştır.
2.1.4.1. Güneş Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı
1980’li yıllarda ideoloji olarak merkezde yer alan Güneş gazetesi, Tercüman
gazetesinden ayrılıp kurulan bir gazetedir. 1982 yılı başlarında Güneri Cıvaoğlu, 60
kişilik bir gazeteci-yazar kadrosu ile Güneş’i yayınlamak için Tercüman’dan
ayrılmıştır (Ardıç, 2009: 478). Güneş gazetesi, 13 Şubat 1982’de Ömer Çavuşoğlu,
Ahmet Kozanoğlu ve Güneri Cıvaoğlu tarafından çıkartılmıştır. Genel Yayın
Müdürlüğünü Güneri Cıvaoğlu üstlenmiştir. Gazetenin kadrosunda şu yazarlar yer
almıştır: Refik Erduran, Çetin Altan, İsmail Cem, Melih Aşık, Necati Doğru,
Altemur Kılıç, Rüştü Şardağ, Cüneyt Arcayürek, Necmi Tanyolaç… Gazeteyi bir
buçuk yıl sonra 1983 Temmuz’unda Mehmet Ali Yılmaz adında bir işadamı satın
almıştır (Topuz 2003: 268). O dönemde Güneş, sayfa yapısındaki dinamizm, bol
renkli fotoğraf kullanımı, başlıklarda kullanılan dil ile fotoroman, çizgi roman gibi
görsel unsurları sık kullanmak gibi yeniliklerin basın içerisindeki uygulayıcısı
olmuştur (Ardıç, 2009: 487). Güneri Cıvaoğlu’nun, 60 kişilik bir gazeteci-yazar
kadrosu ile Güneş’i yayınlamak için Tercüman’dan ayrılması üzerine Tercüman’ın
sahibi Kemal Ilıcak gazetedeki çalışma odasının yerini değiştirmiş; büyük pencereli
bir odaya geçmiştir. Çalışma masasını da pencerenin tam karşısına koydurtmuştur.
Bütün gün dışarıyı seyrederken, değişikliğin nedenini soranlara ‘Güneş’in batışını
daha iyi izlemek için’ yanıtını vermiştir. Kemal Ilıcak, dört gözle beklediği o günü
görememiş, ancak Güneş, tıpkı Ilıcak’ın söylediği gibi kısa ve ilginç bir yayın
sürecinden sonra batmıştır. Güneş’ten sonraya kalanlar ise Türk basının 1980’ler
boyunca yaşadığı dönüşümü anlamak açısından oldukça önemlidir (Ardıç, 2009:
478).
Güneş, 12 Eylül Askeri Darbesi ertesinde, sıkıyönetim koşullarının hâkim
olduğu ve gazetelerin bir baskı ortamında, kapatılma riski ile yayınına devam ettiği
bir siyasi ortamda yayın hayatına atılmıştır. Bu dönemde Güneş, sıkıyönetim
kararları ve askeri çevreler ile bir çatışma yaşamamıştır. Güneş’in 1982-1989 yılları
65
arasına damgasını vuran iki patron ve üç yayın yönetmeni dönemi olmuştur. Ancak
genel olarak bu değişiklikler Güneş’in yayın politikasında, tercih ve yönelimlerinde
belirgin bir değişiklik yaratmamıştır. Güneş yayınlandığı günden itibaren 1980’li
yılların politikalarını destekleyen bir gazete olmuş, iktidar ile ilişkilerini bozmaktan
kaçınmıştır (Ardıç, 2009: 487). Güneş, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin yapılış
gerekçelerini ve sonuçlarını eleştirmekten uzak durmuş, ülkede yaşanan kavga ve
kaos ortamına son verdiği ve huzuru sağladığı gerekçesiyle darbeyi desteklemiştir.
1982 anayasası Güneş’e göre, yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Anayasanın çoğunluk oyları ile kabul edilmiş olması ve Kenan Evren’in
cumhurbaşkanı seçilmesi ise halkın artık geçmişe dönmek istemediğinin
göstergesidir. Güneş, Kenan Evren’i rejimin ve istikrarın koruyucusu olarak görmüş,
varlığının meşruiyetini hiç tartışmamış ve iyi ilişkilerini devam ettirmiştir (Ardıç,
2009: 487). Güneş gazetesi, 82 Anayasası’nın oylanacağı gün, “Demokrasi yolunda
en büyük adım… Sandık başına” (Cemal, 2004/b: 130) manşetini kullanmıştır.
Güneş gazetesi, manşet başlığından da belli olduğu gibi orta bir yol izlemiştir.
2.1.4.2. Cumhuriyet Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı
Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini halka anlatmak ve kurulan
yeni rejimini savunmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 7 Mayıs 1924’te
İstanbul’da yayın hayatına başlamıştır. Gazetenin kurucusu olan Yunus Nadi, 1945
yılından ölene dek gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı olarak çalışmıştır (Tellan,
2009/c: 539). Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün, Cumhuriyet’i kendi gazetesi saydığını
belirtmiştir. Cumhuriyet, o yıllarda İstanbul’da ki hilafet propagandalarına karşı
cumhuriyet rejimini savunmak, cumhuriyeti halka sevdirmek ve benimsetmek
amacıyla kurulmuştur (Topuz, 2003: 162). 80’lerin gazete karikatürcülüğüne
getirdiği en büyük yenilik, şüphesiz 80’lerin başlarında Cumhuriyet gazetesinde
toplanan karikatüristlerin çalışmalarıdır. Cumhuriyet’in karikatüristleri, özellikle
bant karikatür alanında ‘gündelik hayatı’ bu dönemde alabildiğince sorgulayan
karikatürlerle, karikatürü yeni alanlara taşımışlardır (Arık, 1998: 79).
Cumhuriyet ilkin 80 darbesine olumlu yaklaşmıştır. Öyle ki, gazetenin bu
tutumu ileride‚ solun ezilmesine sessiz ve tepkisiz kalma olarak yorumlanmıştır
66
(Köktener, 2004: 153). Cumhuriyet, 12 Eylül öncesi sadece sağdan değil soldan da
eleştiriye uğradıysa da ulusalcı-halkçı çizgisinden ödün vermeden yayınını
sürdürmeye çalışmıştır. 12 Eylül sonrasında demokrasiye yeniden geçilmeye
çalışıldığı sırada ‘Babıâli’nin Pravdası olarak tanımlanmıştır (Tellan, 2009/c: 539).
1982 yılındaki bu tepkisizlik bir süre sonra yerini direnmeye ve güçlü bir muhalefete
bırakmıştır. Bu durum, bir yandan gazetenin tirajının yükselmesine neden olurken,
bir yandan sayısız kapatılmaları beraberinde getirmiştir (Emre Kaya, 2010: 82). 1980
darbesini, çok fazla destekler tarzda yayın yapmayan Cumhuriyet, “konuyla ilgili
haberlerin başlıklarında ya da büyük puntolar ve övücü ifadeler kullanmamıştır.
Darbeyi destekleyici bir imaj vermekten kaçınan Cumhuriyet, yayınladığı haberlerde
çoğu kez edilgen kalmayı tercih etmiş, kendi görüşünü açıklamak yerine, çeşitli
kurum ve kuruluş yöneticilerinin darbecilere başarı dileklerini abartısız olarak
kamuoyuna duyurmakla yetinmiştir. Darbeye karşı çıkmayan, ancak bu tür haberleri
vitrin sayfasına sık sık çıkarmamaya özen gösteren Cumhuriyet’in 12 Eylül’ü izleyen
günlerde attığı manşetler şöyle sıralanabilir: ‘Atatürk Üniversitesi Yönetim Kurulu
Org. Evren’e kutlama telgrafı gönderdi’ (14 Eylül 1980, s.1), ‘Odalar Birliği Başkanı
Yazar, Evren’e başarı telgrafı gönderdi’ (15 Eylül 1980, s.7), ‘Korutürk, Anayasa
Mahkemesi, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanları Evren’e başarı
mesajları gönderdi’ (17 Eylül 1980, s.5), ‘Başarı ve kutlama mesajları gönderilmesi
devam ediyor’ (14 Eylül 1980, s.1) (Tek, 2007: 148). Cumhuriyet’in dönemin
koşullarından dolayı darbeyle ilgili olarak çok fazla yorum yapmamaya çalıştığı
görülmüştür. 27 Mayıs ve 12 Mart’a büyük destek veren Cumhuriyet, 12 Eylül’e
karşı temkinli bir tavır sergilemiştir. Haberlerinde abartısız bir üslup kullanan
Cumhuriyet’in köşe yazıları da benzer bir tutum içerisinde olmuştur (Tek, 2007: 152-
153). Ancak, 12 Eylül’ü mevcut şartların olağan bir sonucu olarak gören
Cumhuriyet’in bazı köşe yazarları ise, satırlarında darbecilere destek vermiştir (Tek,
2007: 167).
Cumhuriyet yeni anayasa taslağını desteklememiştir. Nadir Nadi’nin
başyazısıyla Cumhuriyet askeri yönetimin anayasa tasarısına karşı demokratik bir
mücadeleyi yoğunlaştırmıştır (Cemal, 2004/a: 571). Nadir Nadi, nedenini
başyazısında şöyle anlatmıştır: “Pek çok maddeler demokratik gelişmemizi
67
köstekleyici, engelleyici ve toplumu bunalıma sürükleyici bir nitelik taşımaktadır.
Bizi en çok kaygılandıran da tasarının işte bu niteliğidir (Cemal, 2004/a: 570). 1982
Anayasası’nın kabulü için basın, Cumhuriyet dışında tümüyle ‘evet’ten yana saf
almıştır (Cemal, 2004/b: 135). Cemal’in bu ifadeleri gazetenin tavrını göstermeye
yetmiştir: “Bugünkü Cumhuriyet’in iki satır sekiz sütuna manşetini, dün, yazı
işlerinde Okay ve arkadaşlarla birlikte kararlaştırarak attık: ‘Özgürlüklerin özü
kalkıyor; böyle bir anayasayla otoriter rejim kurulabilir.’ Bugünkü sekiz sütuna
manşetimiz de şu: ‘Tasarı demokrasi getirmez’” (Cemal, 2004/a: 567-568).
Cumhuriyet gazetesi, Evren’in anayasaya ‘evet’ denilmesi için ettiği tehditlere de
karşı çıkmıştır ve bunun demokrasi olmadığını vurgulamıştır. “Evren şöyle
konuşuyor: ‘Bayram tebriklerinin altına, ‘Anayasa’ya hayır’ diyorlarmış… Bize
bildirin ki bunları, aynı anarşistlerle mücadele ettiğimiz gibi bunlarla da mücadele
edelim… Mücadele ede ede bu gibi kişiler yola getirilir.’ Bombardıman etmek…
‘Hayır’ diyenlerle anarşistlerle yapıldığı gibi mücadele etmek… Sonra da bunun
adına referandum ya da halk oylaması demek!” (Cemal, 2004/b: 78). Cumhuriyet,
demokrasinin yolunun, ‘evetler’ kadar ‘hayırlardan’ da geçtiğini, “bir anayasa
referandumunda ‘evet’ler kadar ‘hayır’larında değeri vardır. Çünkü sandıktan çıkan
silme ‘evet’ler, inandırıcı bir halk oylamasına işaret sayılmazlar” (Cemal, 2004/b:
51) ifadeleriyle vurgulamıştır. Cumhuriyet gazetesi oylama günü sekiz sütunluk
manşetinde, “Demokrasi için görev günü!” (Cemal, 2004/b: 129) ifadelerini
kullanmıştır. Gazete, manşetinde ünlem işareti kullanarak, gerçek anlamda bir
demokrasi olamayacağını ima etmeye çalışmıştır. Oylama gününden sonraki gün ise
Cumhuriyet sekiz sütunluk manşetinde, “Yeni anayasa ile yeni dönem: Evren
cumhurbaşkanı” Bir de Evren oy kullanırken büyük boy fotoğrafı. Yorumsuz!
(Cemal, 2004/b: 130) ifadeleriyle nesnel bir dil kullanmıştır.
2.1.4.3. Tercüman Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı
Gazete, 1950 yılında Cihat Baban’ın çevresinde toplanan dört işadamının
girişimiyle çıkartılmıştır. Bunlar, Semih Tanca, Cemal Hünel, İzzet Zeki Baraz ve
Reha Özakın’dı. İmtiyaz sahibi, Semih Tanca idi (Topuz, 2003: 222). Türk basının
12 Eylül 1980 darbesine genel itibariyle olumlu yaklaştığı görülmüştür. Türk sağının
68
1970’li ve 1980’li yıllarındaki en önemli ve saldırgan gazetesi olan Tercüman
(Yanardağ, 2008: 157), 1980 darbesini desteklemiştir. Gazete bu tavrını daha ziyade
dış basından yaptığı iktibaslarla ortaya koymuştur. 12 Eylül’ü haber başlıklarına şu
şekilde taşımıştır: ‘Ordu mecbur kaldı’ (13 Eylül 1980, s.1), ‘Ordunun iktidarda
kalma hırsı yok’ (14 Eylül 1980, s.1), ‘Türk halkı teröre dur denmesini destekliyor’
(14 Eylül 1980, s.1) (Tek, 2007: 151). Tercüman’ın ordunun müdahalesini
desteklediğini haberlerinde kullandığı başlıklarda görmek mümkündür. Ancak işin
ilginç tarafı, Tercüman’ın darbe istemediği, 12 Eylül öncesindeki haber ve
yazılarında açıkça beyan edilmiş, hatta darbe çığırtkanlığı yapanlara yönelik sert
yazılar kaleme alınmıştır. Öyle ki, Ahmet Kabaklı, darbeden bir gün önce kaleme
aldığı yazısında, CHP Genel Başkanı Ecevit’i ‘darbe çığırtkanlığı yapmakla’
suçlamıştır (Tek, 2007: 160). Darbe, Tercüman’da her şeyi değiştirmiş ve Ahmet
Kabaklı, iki gün önce kaleme aldığı ‘darbe karşıtı’ yazısını unutmuşçasına kalem
oynatmıştır. Yazısında, MGK Başkanı Evren’in okuduğu darbe bildirisine neredeyse
tıpatıp benzeyen ifadeler kullanan Kabaklı, 12 Eylül’ün tarihi ‘hayır ve faydalarla
geçen bir tarih olacağına’ dair inancını dile getirmiştir. 11 Eylül’deki dehşet
tablosundan onlarca örnek sıralayan ve Türkiye’nin kesinlikle ‘bir iç savaşa’ doğru
sürüklendiğini belirten Kabaklı, “Vatandaşlarımız mezhep, ırk, sınıf bahaneleri ile
devlete ve millete karşı savaşa zorlanıyordu. Bunu yapan eşkıya azlığının şerrine
karşı her tarafta devlet bekleniyordu. Devlet acze düşmüştü” tespitini yapmış ve bu
olumsuz tabloya karşılık, anarşi ve ıstırapları ciddiye almayarak günlük kısır
tartışmalara gömülen bir kısım politikacıların demokrasiyi gülünç, devleti de sakat
kılmaya kalktıklarını öne sürmüştür. Başyazıda hem ‘demokrasinin en iyi siyasi
rejim olduğu’ ifade edilmiş hem de darbecilere destek istenmiştir. Tercüman’ın darbe
sonrasındaki ilk başyazısı şöyle noktalanmıştır: “İç ve dış düşmanları kahretmek
azmiyle gelen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu çetin, bu hayati görevinde başarılı
olması, yüz akıyla sonuç alması için herkesin, hepimizin elimizden geleni yapması
gerektiğine yürekten inanıyoruz. Allah yardımcıları olsun” (Tek, 2007: 161-162).
Bedii Faik’in “12 Eylül Darbesi’nden sonra Evren ve arkadaşlarının üniformalı
baskısı, Özal ve taifesinin de donlu gömlekli etkisiyle memlekette gık çıkamazken,
basın suskun ve dalkavuk olmanın çıkarı peşinde, aydını, yarı aydınını Özal’ı
kurtarıcı saymanın yararı ardında koşarken, ülkede tek erkek sesi hep bir kadın
69
çıkarmış, yazmış, söylemiş, yargılanmış, gene yazmış ve nihayet bir iki erkeğin
kendilerini hatırlayıp ortaya salınmalarını dahi sağlamıştır. Bu erkek sesi çıkaran
Nazlı Ilıcak’tı!” (2003: 227) şeklinde tanımladığı Ilıcak, darbeye karşı olan tavrını
zamanla değiştirir. “Genellikle dış basından yaptığı iktibaslarla yeni yönetime olan
güvenini ortaya koyan Tercüman’ın köşe yazarları da benzer mesajlar vermişlerdir.
İlk günlerde darbeye karşı bir tutum sergileyen Nazlı Ilıcak da ilerleyen günlerde
üslubunu yumuşatmaya başlamıştır. Bir süreliğine de olsa, ‘darbe karşıtı yazılar’
kaleme alabilme cesaretini gösteren Ilıcak, diğer tüm yazarlardan bu yönüyle
ayrılmıştır” (Tek, 2007: 168). Muhtemelen bu durum, “Dönemin özelliğine uygun
olarak ‘kendi kendime sansür’ süreci işlemeye, kalemin kâğıt üstündeki kayışını
engellemeye başlamıştı; daha askeri yönetim işbaşına geleli bir hafta bile geçmeden”
(Cemal, 2004/a: 44) ifadelerinde de belirtildiği gibi ortamın özelliğinden
kaynaklanmıştır.
Tercüman gazetesi, 1982 Anayasası’nın en büyük destekçilerinden olmuştur.
Bu durumun kanıtı olarak Bedii Faik’in “Ben Tercüman’a yazdım. Hem de iki
devrede. Birincisi bir yıl kadar sürmüş ve 12 Eylül Anayasası’nın yapılıp halkoyuna
sunulması arifesinde istifamla son bulmuştur. Anayasanın, hani o Türkçesi evlere
şenlik, her maddesi yüzünüze güller değiştirile değiştirile düzelemeyen anayasanın
gerçek anası olan Prof. Orhan Aldıkaçtı, Kemal Ilıcak’ın taifesindendi. Kendisini ve
anayasasını hırpaladım tabii! Ankara’dan böğürdü ve Kemal ile yakınlığını ima
ederek, Tercüman’dan atılabileceğim yollu birtakım yaveleri de sıralamasın mı?
Hemen Kemal’e ‘Böyle adamlarla bir arada olmayı sen kendine yakıştırabilirsin ama
ben asla!’ dedim ve ayrılacağımı bildirdim” (Faik, 2003: 227-228) şeklindeki
ifadeleri en büyük kanıtı olarak kabul edilmektedir.
2.1.5. Türkiye’de 2010 Döneminde Siyaset Arenası
2010 referandum sürecinin yaşandığı dönemde, Türkiye’de iktidar partisi
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), muhalefet partileri ise, Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Barış ve Demokrasi Partisi
(BDP)’dir. 14 Ağustos 2001 tarihinde, çoğu Fazilet Partisi’nden (FP) kopan, Recep
Tayyip Erdoğan liderliğindeki bir grup tarafından kurulan AK Parti kuruluşunun
70
üzerinden henüz yalnızca bir yıldan biraz fazla bir süre geçmesine rağmen 29 Kasım
2002 seçimlerinde tek başına iktidarı elde etmesini sağlayacak çoğunluğa ulaşmıştır.
AK Parti’nin 2002 seçimleri için hazırladığı seçim beyannamesi, yeni kurulan bir
partinin kendisini seçmenlere anlatması ve ülke sorunlarına bakışını ortaya koyması
bakımından önem taşımaktadır. Kendisini ideolojik açıdan “muhafazakâr demokrat”
nitelemesiyle adlandıran AK Parti, 2002 seçim beyannamesinde, her şeyden önce, ilk
kez karşısına çıkacağı seçmene kendisini anlatmak yolunda çaba harcamıştır (Beriş,
2011: 109). 2002 genel seçimlerinin sonuçları, kimileri tarafından ‘cumhuriyet
tarihinin en büyük siyasi tasfiyesi’ olarak değerlendirilmiştir. Bu seçimde,
parlamentonun neredeyse tamamına yakını, hem de ilk kez, yenilenmiştir (Erdemol,
2010: 11). Ak Parti, ilk kez girdiği seçimde iktidar olmuş, dönemin Cumhurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer, okuduğu bir şiir yüzenden o sıralarda siyasi yasaklı olan Recep
Tayyip Erdoğan yerine, hükümeti kurmakla Abdullah Gül’ü görevlendirmiştir.
Erdoğan’ın yasağı kalktıktan sonra 9 Mart 2003 seçimlerinde Siirt milletvekili olarak
parlamentoya girmesiyle, Gül görevinden istifa etmiş, Sezer bu kez hükümeti kurma
görevini Erdoğan’a vermiştir. Erdoğan başkanlığındaki 59’uncu hükümet 14 Mart
2003 tarihinde kurulmuştur (Erdemol, 2010: 11). Ak Parti, iktidara geldikten sonra
Avrupa Birliği’ne tam üyelik ve demokratikleşme gibi söylemlerle ülkede birtakım
ekonomik, siyasi ve hukuki değişiklikler yapmıştır (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 89).
Ak Parti’nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden daha büyük bir güç olarak ortaya
çıkmasının ardından, Türkiye’de ABD ve AB desteğiyle toplumu ve rejimi
dönüştürme, ülkenin düşük yoğunluklu bir islamizasyon operasyonuna tabi tutulma
siyaseti hız kazanmıştır (Yanardağ, 2008: 11). 2007 genel seçimleri Ak Parti’nin bile
‘bu kadar beklemiyorduk’ diye nitelendirdiği bir zafer olmuştur (Erdemol, 2010: 25).
2007 seçimleri başta medyanın belli başlı yazarları olmak üzere, Türkiye’nin tam
anlamıyla yarısı için bir şok olmuştur. Eğin, bu durum için, “Artık sokakta
gördüğümüz her iki kişiden birisi Ak Parti’liydi. Yüzde 46,7’ye sahip bir iktidar da
istediği her şeyi yapabilirdi” (2011: 42) ifadelerini kullanmıştır.
Daha köklü bir geçmişe sahip olan dönemin muhalefet partileri (özellikle
MHP ve CHP) ise, ilkesel bir tutum almak yerine, duruşlarını Ak Parti’ye göre
ayarlamıştır. Ak Parti, ‘sol’ sayılan uygulamalar yaptıkça, örneğin sağcı MHP ‘sol’
71
sayılacak adımlar atmıştır. Saadet Partisi de, başı açık kadın adaylarla seçimlerde
kamuoyunun önüne çıkmıştır. Ak Parti’nin dindar tabanını çekmek için CHP kara
çarşafı bile savunmak durumunda kalmıştır. Muhalefet partileri, Ak Parti nereye
yönelmişse, o alana yönelik başka alanlarda almadıkları tutumları almaya başlamış,
kendileri dışındaki kesimlere ulaşmak amacıyla, bulundukları yerden uzaklaşmıştır
(Erdemol, 2010: 19-20). 2010 yılında 82 Anayasası’ndaki bazı maddelerin değişimi
noktasında da muhalefet partileri iktidar partisinden farklı bir tavır sergilemiş ve
mecliste bu değişimi desteklememiştir. Bunun sonucunda iktidar partisi, bu
değişikliği halkoylamasına götürme kararı almış ve 12 Eylül 2010 tarihini oylamanın
yapılacağı gün olarak belirlemiştir. Bu durum, 2010 yılının en önemli siyasi
gelişmelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu durum birçok kesim tarafından
“AKP döneminde yapılacak yeni bir anayasa 12 Eylül 1980’le de hesaplaşacak, 90
yaşını geçmiş de olsa nihayet Kenan Evren’in yargılanmasının yolu açılacak” (Eğin,
2011: 303) şeklinde değerlendirilmiştir. 1980 darbesi ile 2010 referandum tarihinin
benzer güne denk gelmesi ‘evet’ oyu tarafının propagandasına değişik bir fırsat
sunmuştur. Bu fırsatı en fazla AK Parti kullanmış ve darbe mağduru birçok insanın
eğilimine etki etmiştir (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). “AK Parti’nin
anayasa değişikliği konusundaki ikinci hamlesi, 2010 yılında daha dar kapsamlı ve
yalnızca mevcut anayasadaki bazı hususların revize edilmesi ile sınırlı bir taslak
oluşturmak olmuştur. Taslağın hiçbir maddesi, TBMM’deki oylamalarda referandum
önkoşulu olmaksızın yürürlüğe girmesine yetecek çoğunluğa ulaşamamış ve bu
nedenle anayasa değişiklikleri 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunulmuştur. Söz
konusu referandum sürecinde yaşanan gelişmeler, son dönemde Türkiye’de yaşanan
siyasal kutuplaşmanın en belirgin örneklerinden birisini oluşturmaktadır. Hemen her
siyasal parti, referandum sürecinde sahaya çıkmış ve teklif paketinin kabulü veya
reddi yönünde aktif tavır sergilemiştir. Bu süreçte, AK Parti’nin yanında Saadet
Partisi (SP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) “evet” oylarının çoğunlukta olması
yönünde çaba harcarken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi
(MHP) “hayır”cı cephede yer almıştır” (Beriş, 2011: 121). Referandumda ‘hayır’ oyu
verilmesi yönünde propaganda yapan partiler, ‘hayır’ın gerekçesini yüksek yargıda
yapılan değişikliklere dayandırmışlardır (Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 247). AK Parti,
muhalefetin referandumu AK Parti’ye yönelik bir güven oylamasına dönüştürme
72
stratejisine de karşı çıkmamıştır. Bu şekilde bir kutuplaşmanın kendi yararına
gelişeceğini değerlendirerek, referandum kabul edilmesi halinde bunun AK Parti’ye
güvenoyu verilmesi ve AK Parti’nin 29 Mart’a göre oyunun artması anlamına
geleceğini görmüştür. Referandum kabul edilmemesi durumunda ise çıkan ‘evet’
oylarının tamamı AK Parti’nin hanesine yazılacağından, yine AK Parti’nin oyunun
artması demek olduğundan muhalefetin stratejisinin her halükarda kendini kayba
uğratmayacağını düşünmüştür (Yılmaz, 2010: 35).
Referandum süreci, CHP’deki genel başkan değişikliğine denk düşmüştür.
CHP’yi yaklaşık 20 yıldır otoriter bir şekilde yöneten Deniz Baykal bir kaset
skandalını müteakiben istifa etmiştir. CHP’nin 29 Mart 2009 mahalli idareler
seçimlerindeki performansıyla temayüz eden Kemal Kılıçdaroğlu, son dakikada
örgüt üzerindeki hâkimiyetiyle bilinen CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın adayı
olarak genel başkan olmuştur (Yılmaz, 2010: 18). MHP ise, kısmî anayasa
değişikliğine ilişkin halk oylaması sürecinde yaptığı “hayır “ kampanyalarında AK
Parti’yi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, uyguladığı politikaları ve söylemlerini
hedef alırken, ağır ve çok şiddetli bir dil kullanmıştır (Devran ve Seçkin, 2011: 189).
Anayasa değişiklik paketinin müzakerelerinde ve referandum sürecinde MHP’nin
politikası, partinin tarihi, sosyolojisi ve önümüzdeki seçimlerdeki istikameti
veçheleriyle dikkat çekmektedir. Asker-sivil bürokrasinin vesayet rejimi ve
ideolojisindeki çözülme ve bu çözülmenin bir siyasi parti eliyle hızlanması, eski
rejime göre oluşmuş siyaset anlayışına sahip siyasi parti ve siyasetçileri zora
sokmuştur. Bu zorluk, en çok AK Parti-CHP kutuplaşması dışında üçüncü bir
seçenek olmaya çalışan MHP üzerinde görülmüştür. Sadece söylem düzeyinde değil,
kadro ve taban düzeyinde de MHP sıkışmıştır (Yılmaz, 2010: 22). Düşünce bazında
birbiriyle hasım olan CHP ve MHP’nin talep edilen değişime karşı statükocu bir
anlayışta buluşmaları, en çok milliyetçi-muhafazakâr olan MHP tabanında tereddüt
meydana getirmiştir (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). Başbakan
Erdoğan’ın MHP tabanını muhatap alarak gönderdiği mesajlar MHP yönetimini
endişelendirmiş ve aynı zamanda eski ülkücü kesimin ‘evet’ oyu kullanmalarına
vesile olmuştur (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). BDP, anayasa değişiklik
paketinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin düzenlemeler olmadığı gerekçesiyle
73
TBMM’deki oylamalara katılmamış, sonrasında da referandumda ‘boykot’ kararı
almıştır. Bu şekilde tabandan yükselen ‘evet’ seslerinin bastırılacağı düşünülmüştür
(Yılmaz, 2010: 37).
Sonuçta, referandumla öngörülen anayasa değişikliklerinin yapılması yüzde
58 oy oranıyla kabul edilmiştir (Beriş, 2011: 121). Bu sonuç, Türkiye açısından
önemli çıkarımlar yapılmasına neden olmuştur: “2010 yılının 12 Eylül’ü 13 Eylül’e
bağlayan gece yarısı bütün televizyon ekranlarına yansıyan yeni harita görüntüsü
belki bundan sonra da Türkiye tarihine damgasını vuracak. Belki bu harita ileride
yaşanacak bazı gelişmelerin işaret fişeği olarak anılacak. Sonuçları 20, 50, belki 100
sene sonra ortaya çıkar; kim bilir. Ama haritada verilen mesaj bir gün gerçeğe
dönüşürse milat olarak referandum haritası gösterilecektir, emin olun. 12 Eylül
2010: Türkiye’nin sınırlarının fiili olarak yeniden çizildiği sene oldu” (Eğin, 2011:
283). Referandumdan ‘evet’in çıkması iktidar ve muhalefet partileri açısından şu
sonuçları doğurmuştur: “AK Parti’nin referandum kampanyasında %58 düzeyinde
bir oy yüzdesini mobilize edebilmesi, siyasi ve ekonomik istikrara katkı sağlamıştır.
Referandum sonuçları, 2011’deki genel seçim ile birlikte AK Parti’nin yeniden tek
başına iktidar olabileceği değerlendirmelerini teyit etmiştir. AK Parti, yeniden
istikrarı temin eden bir siyasi aktör haline gelmiştir” (Yılmaz, 2010: 8). Buna karşılık
AK Parti karşısında zımnen bir ittifak ve koalisyon ortağı olarak görülen CHP ve
MHP cephesi, açıkça başarısız olmuştur. Referandum sonuçlarıyla birlikte bu iki
partinin, AK Parti karşısında bir çoğunluk elde edemeyecekleri ortaya çıkmıştır.
Referandumdaki başarısızlık, bu cephede şiddetli tartışmaların da önünü açmıştır.
CHP ve MHP kendi içlerinde yaşanan tartışmaların yanı sıra, %42 içindeki paylarını
artırmak ve üzerlerindeki eleştirileri azaltabilmek için birbirleriyle de tartışmaya
başlamışlardır. Referandumun kalıcı sonuçlarından biri de CHP ve MHP’nin
Türkiye’nin temel meselelerine bakışta referandum öncesine göre birbirlerinden
giderek uzaklaşmalarıdır (Yılmaz, 2010: 8).
Bazı kesimler tarafından, 12 Eylül 1980’de askeri darbe mağduru olan CHP
ve MHP, 12 Eylül 2010’da sivil ‘evet’in mağduru olarak (Karacabey,
www.ajans5.com, 03-09-2010) değerlendirilmiştir. Referandum sonuçları CHP
74
içinde de sıkıntı ve tartışmalara yol açmıştır. AK Parti’nin güven oylamasına
dönüştürülen referandumdan çıkan güçlü ‘evet’, CHP’nin başarısızlığı olarak
yorumlanmıştır. Referandumda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy
kullanamaması, CHP içi bir tartışmaya dönüşmüştür. Referandumdan hemen önce
genel başkan olan, ilk defa AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha
çok miting yaparak bir dinamizm sergileyen ve CHP’de değişim işaretleri veren
Kılıçdaroğlu, bu süreçten sanılanın aksine zayıflayarak çıkmıştır (Yılmaz, 2010: 21).
MHP’nin referandum sürecinden ve sonuçlarından en çok zarar gören parti olduğu,
gün geçtikçe daha iyi anlaşılmıştır. MHP, yeni seçmenleriyle ‘hayır’, eski
seçmenleriyle ‘evet’ çizgilerinde bölünmüştür (Yılmaz, 2010: 27). BDP’nin
referandum boykotu bilhassa Hakkâri, Şırnak, Batman ve Diyarbakır’da etkili
olmuştur (Yılmaz, 2010: 8). Bu durumdan Ak Parti de kendine göre bazı sonuçlar
çıkarmıştır. Eğin, bu sonuçları “Artık AKP’nin böyle bir fikri desteğe ihtiyacı yok.
Çünkü yüzde 58 her şeyi değiştirdi. Hükümet referandum sonucundan sonra gördü
ki, sağcı Türkiye’de, MHP’yi bile dışlayabilecek kadar kuvvetli artık. Sertleşirse,
muhafazakârlaşırsa Anadolu’da kendi kemik seçmeni olmayanların da oylarını
çekebilir” (2011: 311) şeklinde sıralamıştır. Eğin, referandum sonucunun Türkiye’yi
böldüğünü, “Türkiye’de referandum sonuçlarının her şeyi değiştirdiğini hep
söylüyorum; tıpkı Amerika’daki kırmızı ve mavi eyaletler ayrımı gibi, Türkiye’de de
yüzde 42 ve yüzde 58 olarak bölündü insanlar. Buna bir de boykotçu Güneydoğu’yu
eklersek, Türkiye haritası de facto üç ayrı renge bölündü: Kıyılar, İç Anadolu ve
Güneydoğu olarak üç ayrı Türkiye doğdu (Eğin, 2011: 282) ifadeleriyle dile
getirmiştir.
2.1.6. 2010 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi
Medya ve siyaset arasındaki ilişki farklı yönleri bulunan bazen de karmaşık
bir yapıya bürünen bir ilişkidir. Modern toplumsal sistemin iki önemli aktörü olan
medya ve siyaset arasındaki ilişkilerin yapısı ve düzeyi her zaman önemli tartışma
alanlarından biri olmuştur (Göker ve Doğan, 2011: 49). Türkiye’de medya- siyaset,
gittikçe ayrılmaz birliktelikleriyle metafizik yaratmışlardır. Bu metafizik, bilgi ve
haber iletiminden epistemolojiye, ulusal kültürden globalleşen medya-siyaset
75
kültürüne ve nihayet ‘siyaset ahlakı’, ‘medya ahlakı’ gibi parçalanmalara kadar
uzanan seküler bir varlık ve oluş biçimi olarak karşımıza çıkmıştır (Filiz, 2008: 39).
Türkiye’de medya iktidar ilişkisi dönem dönem farklılıklar gösterse de karşılıklı
çıkar ilişkisi üzerine kurulmuştur. İktidar medyaya krediler, ihaleler ve ticari bir
takım çıkarlar sağlayarak kendine destek sağlamakta, medya da kamuoyunu
yönlendirme gücünü iktidardan yana kullanarak iktidarın ona sağlamış olduğu
avantaja destek çıkmaktadır (Ceylan, 2012: 51). Medyanın bu durumu yeni değildir.
Türkiye’de medya, doğuşundan itibaren siyaset kurumuyla yakın olmuştur. Arada
belirli bir çıkar ilişkisi olduğu için siyaset kurumu medyayı, medya da siyaset
kurumunu zaman zaman kullanagelmiştir. Türkiye’de medya-siyaset ilişkisinin en
genel sonuçlarından biri sahicilikten uzak, dolayısıyla taraflı ve çatışmacı bir medya
dilinin habercilik dili olarak yerleşik hale gelmesidir (Çopur, www.setav.org, 10-05-
2011). Dolayısıyla Türkiye’deki medya iletişim sisteminin, siyasal sistemden
etkilenerek, siyasal sisteme göre şekillendiği görülmektedir (Işık, 2008: 149).
Medyanın dördüncü güç olarak kabul edilmesi onun sadece siyaset açısından önemli
kılmamakta aynı zamanda farklı kesimler tarafından da bir öneme sahip olmasını
sağlamaktadır. Bu nedenle, siyasi çevrelerin yanı sıra “yükselen, iktidardan pay
isteyen, gücün ve servetin yeniden paylaşımını talep eden her kişi, kesim, grup, çevre
ve sınıf günümüzde basın sektörüne girmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, son 15-20
yılda Türkiye’de medyanın mülkiyet yapısı ve sermaye bileşimi hızlı bir şekilde
değişmiştir, değişmektedir (Yanardağ, 2008: 18). Siyasetin medyayı etkileme
sürecinde siyaset kurumunun medyaya bağımlılığı önemli bir etken olarak süreci
etkilemektedir. İktidara talip olan grupların halkın güvenini kazanmak ve halkı kendi
“gerçekleri” doğrultusunda bilgilendirmek amacı bir anlamda siyasi çevrelerin de
basına belli oranda bağımlı kalmasını gerektirmektedir (Göker ve Doğan, 2011: 53).
2000’li yıllarda ekonomik olarak büyüyen, iç politikada istikrarı dış
politikada aktivizmi yakalayan ve toplumsal anlamda hızlı bir dönüşüm süreci
yaşayan Türkiye, medyada da yapısal olarak nitelendirilebilecek birçok değişime
tanıklık etmiştir. Bugün on yıl öncesine göre birçok medya kuruluşu el değiştirmiş ya
da yeni medya kuruluşları kulvara girmiştir. Medyadaki yapısal mülkiyet değişimleri,
siyasal süreçlere de paralel olarak adeta ikili bir yapıyı beraberinde getirmiştir. Genel
76
olarak değerlendirildiğinde, bir yanda hükümet politikalarına eleştirel bakan medya
grupları, öte yandan daha olumlu değerlendiren medya grupları şeklinde çift kutuplu
bir medya düzeni ortaya çıkmıştır (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 162). 2000’li yıllarda
Türkiye’de iktidar partisi Ak Parti’dir. Bu dönemde, siyaset ve medya ilişkilerinden
bahsedildiğinde ‘yandaş’, ‘muhafazakâr’ ya da ‘İslamcı’ medya kavramlarıyla ile
‘muhalif’ medya kavramları ön plana çıkmaktadır. Yandaş medya ya da muhalif
medya kavramları iktidar partisine karşı geliştirdikleri söylemlere göre
belirlenmektedir. Kuruluşundan 15 ay sonra iktidara gelen ve her defasında oy
oranını artırarak üst üste üç seçim kazanan Ak Parti, bugün Türkiye’nin egemen
partisi haline gelmiş durumdadır (Ulagay, 2012: 26). Muhalefet partileri ise, CHP ve
MHP’dir.
“Siyasal aktörlerin, basın özgürlüğünün sağlanması için gerekli yasal
düzenlemeyi oluşturmasının, basın alanındaki tekelleşmeyi engelleyici önlemler
almasının ve basın üzerinde herhangi bir yönlendirici etkiden kaçınmasının; basın
organlarının ise, bu özgürlüğün halkın doğru bilgiye ulaşması anlamına geldiğini
unutmadan, mesleki sorumluluk çerçevesinde herhangi bir çıkar ilişkisi gözetmeden
değişik görüşlere bünyesinde yer vermesinin kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşum
sürecinde önem taşıdığı düşünülmektedir” (Öksüz, 2007: 66). Ancak hem muhalefet
partileri hem de iktidar partisi kamuoyu oluşturma sürecinde basının siyaset için
hayati bir önem taşıdığını bilmekte ve olması gereken bu durumu çoğunlukla
unutmaktadır. “Kamuoyu oluşum sürecindeki etkisi nedeniyle basın, ortaya çıktığı
tarihten bu yana yönetim biçimi ne olursa olsun her toplumsal yapıda kendi
görüşlerini halka mal etmek isteyen siyasal aktörler tarafından her zaman ilgi odağı
olmuştur” (Öksüz, 2007: 70). Başbakan Erdoğan, medyanın bu güç oyununda
belirleyici bir rol oynayabileceğini çok iyi bildiği için medyayı etki altında tutmanın
çok önemli olduğuna inanmış ve bu etkiyi sağlamak için her yöntemi kullanmıştır.
Bu amaçla kendisine destek olacak medya gruplarının gelişmesini desteklemiş,
muhalefet yapma potansiyeline sahip olan medya guruplarını ise, çeşitli yöntemlerle
sindirmeye çalışmıştır (Ulagay, 2012: 40). Başbakan’ın sindirmeye çalıştığı medya
gurupları arasında Uzan Grubu’ndan sonra Doğan Grubu başı çekmiştir. Doğan
Grubu, ilk başlarda iktidar partisiyle arasını sıcak tutmuş ve onu desteklemiştir.
77
Ancak Doğan Grubu ile Ak Parti’nin arası zamanla açılmıştır. Doğan Grubu patronu
Aydın Doğan, Ak Parti’yle yakın ilişlerinin bitiminin miladı olarak 2008’in eylül
ayında Hürriyet’in manşetine taşıdığı ve ısrarla takipçisi olduğu ‘Deniz Feneri Olayı’
haberlerini göstermiştir (Eğin, 2011: 36-37). İktidarla Doğan Gurubu arasında iplerin
kopma zamanı için Deniz Feneri olayı bir başlangıç olarak gösterilse de, Ulagay,
ilişkilerin tam kopmasının cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu zamana denk
geldiğini belirtmiştir: “Başbakanın medyanın bir bölümüyle, özellikle de Doğan
Grubu’yla ilişkileri cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 2007 yılında kopma
noktasına geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimini bizzat yöneteceği eğlenceli bir oyuna
dönüştürmek isteyen Başbakan Erdoğan’ı kızdıran şey ‘bir kısım medyanın’ bu
oyunu bozacak bir senaryoyu sahneye koyma girişimine alet olmasıydı. Bu yönde
yayın yapmaları hedef tahtasına oturttu. Başbakan ve halka hitaben yaptığı
konuşmalarda, yayın politikasını beğenmediği medya kuruluşlarını yerden yere
vurdu, Ak Parti’ye muhalefet eden gazetelerin okunmaması için çağrılar yaptı.
Ayrıca devletin elindeki tüm olanakları kullanarak Doğan Grubu’nun üzerine gitti.
Medyanın bir bölümü bu darbelerle zayıflatılırken Ak Parti hükümetine destek veren
medya gruplarının yıldızı parlatılmaya başlandı” (Ulagay, 2012: 15-16). Bu
anlamda Ak Parti, iktidara geldikten sonra kendisini destekleyecek güçlü bir medya
grubu ve yapılanması oluşturmuştur. Yaylagül ve Çiçek, “Uzan Grubu’nun
medyadaki varlıklarının elinden alınması, Sabah-ATV Grubu’nun kamu kaynakları
kullanılarak Çalık Grubu’na satılması, Doğan Grubu’na kesilen para cezaları ile
hükümeti eleştiremez hale gelmesi, ana-akım gazetelerdeki eleştirel yazarların (Emin
Çölaşan, Bekir Coşkun, Cüneyt Ülsever) işten atılmasını (Yaylagül ve Çiçek, 2011:
89) bu duruma örnek göstermişlerdir.
Oysa Ulagay’ın, “O günlerde AKP’den rahatsız olan çevreler ve okurlar,
Doğan Grubu’nun en bağımsız gazetesi sayılabilecek olan, benim yazarlık yaptığım
Milliyet’i bile ‘AKP hükümetine fazla yakın davranmakla’ suçlayabiliyordu” (2012:
14) şeklindeki sözleri Ak Parti’nin iktidara ilk geldiği dönemlerde Doğan Grubu’yla
arasının oldukça iyi olduğunu göstermektedir. 2010 yılında Türkiye, Ertuğrul
Özkök’ün yerini Enis Berberoğlu’na bırakmasına, Radikal’in “radikal” bir boyla
gazeteciliğe farklı bir soluk getirmesine, yılların gazetecisi Oktay Ekşi’nin yazarlığı
78
bırakmasına tanıklık etmiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 170). Bu durum medya-
siyaset arasındaki çıkar ilişkisini gözlemlemek açısından oldukça önemli bir olay
olarak görülmüştür. “Medyanın kendi içerisinde ve hükümetle olan ilişkisinde
belirleyici olan çıkar ilişkileri ve çatışmalarıdır. Çıkarları örtüştüğü sürece belli bir
statükoyu koruyan kurumlar, çıkar çelişkisi olduğu durumlarda rakibine ya da
hükümete yüklenebilmekte ya da tam tersi olmaktadır” (Yaylagül ve Çiçek, 2010:
415). Doğan Grubu’yla hükümet arasındaki ilişkide bu durumdadır. Başbakanın
iddiasına göre, Doğan Grubu, bazı özel çıkarları karşılanamayınca hükümet
aleyhinde haber yapmaya başlamıştır. Deniz Feneri Olayı ve Cumhurbaşkanlığı
seçimleri, aleyhte haber yapılan konuların başında gelmiştir. Maliye Bakanlığı
tarafından 2009 yılında vergi usulsüzlüğü gerekçesiyle Doğan Holding’e 5 milyar
liralık bir vergi cezası kesilmesini Ak Parti hükümetine bağlanmıştır (Yaylagül ve
Çiçek, 2010: 403). Ancak hükümet bu iddiaları hiçbir zaman kabul etmemiştir. Buna
rağmen muhalefet ve hükümet karşıtı kişi ve kurumlar bu konuyu, siyasal iktidarın
kendisine muhalif olan bir medya kurumunu yok etme ya da susturma operasyonu
olarak değerlendirmişlerdir (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 403). İktidar partisine muhalif
olanlar, Ak Parti’nin iktidar olmanın olanaklarını kendi çıkarları doğrultusunda baskı
unsuru olarak kullanarak ‘yandaş medya’ söylemiyle kendi medyasını yarattığını
iddia etmiştir. Ayrıca Ak Parti’nin kendisini eleştiren bütün kişi, kurum ve
kuruluşları ‘ideolojikler’ söylemiyle eleştirerek kendi hegemonyasını kurduğunu ve
muhalefeti suçlu ilan ettiğini (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 408) vurgulamışlardır.
Siyaset, kendi söylemlerini yayma noktasında, Cohen’in, “Basın, insanlara ne
düşüneceklerini anlatmada başarılı olmayabilir. Ancak, ne hakkında düşüneceklerini
anlatmada fevkalade başarılıdır” (1963: 13) şeklindeki ifadelerini göz ardı
etmemiştir. Medya ve siyaset ilişkisinde bir takım sorunlar yaşanmış olsa da Naci
Bostancı’nın “2002’de Ak Parti’nin tek başına iktidarıyla birlikte basının vesayet
imkânı azaldı. Bugün geldiğimiz noktada basın alanında daha renkli, sosyo-politik
olarak daha geniş ve toplumsal temsili yüksek bir medyanın teşekkül ettiği
söylenebilir” (Bostancı, www.mostar.com.tr, 2012) şeklindeki ifadeleri aslında
basının iyi bir konumda olduğunu göstermektedir.
79
Kendisini ekonomi alanında liberal ve siyasi alanda muhafazakâr olarak
sunan Ak Parti’nin yaptığı değişikliklerden birisi de medyanın mülkiyet yapısı ve
içeriklerindeki dönüşüm (Yaylagül ve Çiçek, 2011: 89) olarak görülmektedir. Ak
Parti, bunu, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana neo-muhafazakâr, liberal
politikalar çerçevesinde hem toplumsal yapı, hem de (ordu, üniversiteler, yargı gibi)
devletin kurumları yanında medyayı da bu politikalar çerçevesinde dönüştürmek için
çalışmıştır (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 408). 2007 seçimini ezici bir çoğunlukla
kazanan Ak Parti, gerek yazılı basını gerekse de görsel-işitsel medyayı kendi yanına
çekmeyi başarmıştır. Ak Parti, başta TRT olmak üzere, Samanyolu, Kanal 7, Kanal
A, Ülke TV, Bugün TV, Haber 24 gibi televizyon kanallarının yanı sıra (Kaya, 2009:
248-249) Sabah, Türkiye, Bugün, Yeni Şafak, Akit, Zaman, Star gibi gazetelerin
desteğini almayı başarmıştır. Hürriyet, Habertürk, Akşam, Radikal gibi gazeteler
açıktan olmasa da dolaylı yollardan Ak Parti’ye ideolojik destek vermektedir.
Milliyet ve Vatan gazeteleri ise, Ak Parti’yi eleştirmeyerek ona destek olmaktadır
(Önkibar, www.yg.yenicaggazetesi.com, 2011). 2010 yılında iktidarı destekledikleri
için bu kurumlara ‘yandaş medya’ denilmiştir. Medyanın, pejoratif bir biçimde
“yandaş” diye adlandırılan kesimi esasen Ak Parti'nin bilinçli çaba ve desteğiyle son
7-8 yılda ortaya çıkmıştır (Görmüş, www.mostar.com.tr, 2012). Hürriyet, Milliyet,
Cumhuriyet ve genelde merkez medya tarafından kullanılan 'yandaş' söyleminin
arkasında iki gerekçe yatmaktadır. Birincisi muhafazakâr medya ile AK Parti
arasında kurulmaya çalışılan symbiotik ilişki, ikincisiyse Türkiye'nin
demokratikleşmesi yolunda gerçekleştirilen reformlarda gösterilen benzer
yaklaşımlar olarak göze çarpmaktadır. Bunlar arasında, devletin denetlenebilirliği,
devletin demokratikleştirilmesi, askeri vesayetin kaldırılması, statükonun
zayıflatılması ve bürokratik oligarşiye son verilmesi gibi kemikleşmiş problemler
sayılabilir (Özkır, www.milligazete.com, 23-09-2010). Özünde yandaş medyaya
karşı olan bir kesim olsa da “AK Parti demokrasiye en yakın parti olarak kaldığı
sürece, iktidarla kurduğu ilişki özünde problemli olsa da, “yandaş” denilen medyanın
pozisyonu, son tahlilde olumlu kalmaya devam edeceği” (Görmüş,
www.mostar.com.tr, 2012) ifade edilmektedir.
80
2010 yılı birçok “yeni”ye de ev sahipliği yapmıştır. Değişimle statüko
arasındaki gerilimini değişim yönünde aşmak üzere olan Türkiye, 12 Eylül
referandumuyla “yeni Türkiye” kavramsallaştırmasını kullanmaya, Kılıçdaroğlu’nun
CHP’nin başına geçmesiyle “yeni CHP” sloganlarını duymaya, cebe giren gazete
boyutuyla “yeni Radikal” okumaya ve hiçbir siyasi liderin kayıtsız kalamadığı “yeni
sosyal medya” ile tanışmaya başlamıştır (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 163). Gerek
iktidarda olsun gerekse muhalefette olsun siyasal partiler, her zaman kamuoyunun
desteğini sağlamayı hedeflemiştir. Bunu başarmak için bir araç olarak gördükleri
basınla olan ilişkilerine de büyük önem atfetmişlerdir (Öksüz, 2007: 66) ve basını
kendi söylemlerini yaymak için yanlarına çekmişlerdir. “Demokratik katılım
açısından insanların olumlu veya olumsuz pek çok bilgiye ihtiyaçları bulunmakta bu
katılımın gerçekleşmesi için gerekli olan haber ve bilgilerin sağlanması konusunda
da basına hayati bir görev düşmektedir” (Belsey 1998: 118). Bu süreçte tarafsız
olması gerekmekteyse de “12 Eylül halkoylamasına giden yolda medya adeta ikiye
bölünerek ‘evet’ ve ‘hayır’ kampanyalarına destek vermeye çalışmıştır. İktidara
karşıtlığı ile bilinen Doğan Medya Grubu’na bağlı gazete ve televizyonlar
Kılıçdaroğlu’na destek vermeye çalışmış; böylece iktidarı yıpratmaya,
Kılıçdaroğlu’nu öne çıkarmaya, gelecekte iktidara taşımaya çaba göstermiştir. Ancak
bunu yaparken daha önceki genel ve yerel seçimlerde yaptığı gibi çok açık tavır
almak yerine daha mesafeli bir dil kullanarak CHP’ye destek sağlamaya çalıştığı
söylenebilir. Ayrıca Doğan Medya Grubu’nda çalışan bazı köşe yazarları da ‘evet’
oyu vereceklerini açıklamışlardır. Diğer yandan Sabah, Star, Yeni Şafak, Zaman ve
Vakit gazeteleri ile ATV, Kanal 7, Ülke TV, STV ve Kanal 24 gibi iktidar yanlısı
gazete ve televizyonlar, seferberlik içinde, tüm sayfalarını, en çok izlenme saatlerini
bu konuya ayırarak çok açık bir dille iktidara destek vermişlerdir” (Devran ve
Seçkin, 2011: 195). Özetle, İslamcı (yandaş) medya açık bir şekilde Ak Parti
iktidarını desteklerken İslamcı olmayan (muhalif) medya grupları (Yaylagül ve
Çiçek, 2010: 412) desteklememiştir.
12 Eylül 2010 halkoylaması sürecinde Ak Parti hükümeti kendi
denetimindeki basını etkin bir şekilde kullanarak süreci kendi çıkarları doğrultusunda
yönetmeyi ve anayasa maddelerinin halkoylaması sonucu değişmesini sağlamıştır
81
(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 254). Ak Parti, medyanın büyük bir çoğunluğunu kendi
denetimine almış ve kamuoyunu her konuda olduğu gibi referandum konusunda da
büyük bir başarıyla yönlendirmiştir. Ak Parti’yi ideolojik olarak destekleyen İslamcı
yayın organlarının yanı sıra liberal olarak tanımlanan medya kuruluşları da yoğun bir
ekonomik ve siyasi baskı sonucu ya ATV-Sabah Grubu ya da Kanal Türk gibi el
değiştirmek zorunda kalmış ya da Doğan Grubu örneğinde olduğu gibi her türlü
hükümet eleştirisinden uzaklaşarak doğrudan hükümetin sözcüsü olmuşlardır
(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 252). Bunun yanında, Ak Parti hükümeti, muhalif
medyaya itibar edilmemesi yönünde bir söylem üretmiştir. “Başbakan Erdoğan
gittiği her yerde adını çok açık vermese de Doğan Medya Grubu’nu ‘hayır’ cephesini
kışkırtan, destekleyen ‘bir kısım medya’ olarak tanımlamış ve teşhir etmiştir (Devran
ve Seçkin, 2011: 166). Gazetelerin, 12 Eylül referandum sürecini haber yaparken
benimsedikleri söylemsel düzeye bakıldığında, ana akım gazetelerin (Hürriyet,
Sabah, Bugün, Zaman) hükümetin/iktidarın söylemini benimsediği ve haberlerini bu
söylem doğrultusunda inşa ettiği görülmüştür. Gazetelerin söylemleriyle toplumsal
güç ve bağlam ilişkilerine bakıldığında, iktidarın haber söylemlerini biçimlendirdiği
görülmektedir” (Yaylagül ve Çiçek, 2011: 108). Referandum sürecine ilişkin
haberlerin bütünsel söylem yapılarına bakıldığında, referandum sürecinde ‘hayır’ oyu
kullanacak olanların darbeci, demokrasi ve refah karşıtı olarak kurulması, Ak
Parti’nin söylemine uygun bir toplumsal uzlaşımın yaratılmasını sağlamıştır
(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 109).
12 Eylül referandumu %58’lik oy oranı ile kabul edilince medyadaki
kutuplaşma belki daha da görünür hale geldi. Siyasetin ‘evet’ ve ‘hayır’ cephesi
olarak ikiye bölündüğü bir ortamda medyanın da siyasetin bir aynası gibi aynı
cephelere bölünmesi bir tesadüf olmadığı gibi, aksine, Türk medyasının yapısal
olarak hâlâ siyasete göbekten ne kadar bağlı/bağımlı olduğunu göstermesi
bakımından ilginç ve kayda değer (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 169) olarak
görülmüştür. 12 Eylül referandumunda Türkiye demokrasi yolunda önemli bir tercih
yapmıştır. Referandum öncesine göre 13 Eylül sabahı birçok medya kuruluşu
beklemedikleri bir sonuçla karşı karşı kalmıştır. Bu sürecin öncesindeki medya
savaşlarına biraz yakından bakıldığında, medyanın büyük bölümünde abartılı bir
82
pozisyon belirleme yaklaşımı olduğu görülmektedir. Çoğu zaman söylenen sözün
içeriğine ve doğruluğuna bakılmadan, kimin hangi üslupla söylediği üzerinden
günlerce haberler üretilmiştir. Elbette kimin nasıl söz söylediği önemli; ancak ne
söylendiğine ve bunun doğruluğuna bakılmadan yapılan haberler siyaseti de medyayı
da içeriksizleştirmektedir (Çopur, www.setav.org., 2010).
2.1.7. Yeni Demokrasi Arayışları: 2010 Referandumu
Halkın, “halk için halk tarafından yönetilmesi” olarak tanımlanan demokrasi
daha çok bir karar verme sürecidir ve bu anlamda günümüz ulusal yönetimlerinin
kullandığı en iyi yöntem olarak kabul edilmektedir (Öner, 2005: 57). Siyasal
faaliyeti, kişi ya da grupların topluluğun kaderini ilgilendiren kolektif kararlar
alınması sürecinde etkili olmaya çalışmaları olarak tanımlarsak, demokrasi, bir
siyaset yapma biçimidir (Demirel, 2011: 6). Halk iradesi kavramının demokratik
rejimlerde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bir bakıma, demokrasiyi demokrasi kılan
ve onu diğer yönetim biçimlerinden ayıran temel niteliğinin, yönetimde halkın
iradesinin esas tutulması olduğu söylenebilir. Yani, rejimin halkın iradesi temeline
dayanması, demokrasinin en belirgin göstergesi ya da kıstası olarak gösterilebilir
(Yeşilorman, 2008: 192). Halkın egemenliği kullanış biçimlerine göre demokrasi,
doğrudan, yarıdoğrudan ve temsili demokrasi olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır
(Aydın, 2007: 83). Yürütme organının bir seyirci gibi olduğu doğrudan demokraside,
halkın doğrudan katılımı, çoğunluk yönetimi ve siyasal eşitlik ilkelerine dayalı bir
siyasal rejim (Matsusaka, 2008: 115; Kahraman ve Evre, 2008: 65) söz konusudur.
Temsili demokraside halk, egemenliğini seçtiği temsilcileri vasıtasıyla kullanmakta,
milletvekilleri tüm milletin temsilcisi olarak yasa yapmaktadır (Aydın, 2007: 83).
Temsili demokrasi ile doğrudan demokrasinin bir karışımı olan yarı doğrudan
demokraside ise, bir taraftan temsili sistem uygulanmakta, bir taraftan da, temsili
sistemin yanında, halka doğrudan karışma imkânı sağlanmaktadır (Gözübüyük,1999:
72). Demokrasi, hangi türde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, yegâne amacı, açık,
enine boyuna özgür bir biçimde tartışılmış bir konuda vatandaşın iradesine
saygıduymaktır (Şahbaz, 2006: 264).
83
Halk üç şekilde egemenliğin kullanılmasına katılabilmektedir: Referandum
(halkoyuna başvurma), halkın vetosu ve halkın kanun teklifidir. Referandum, yasama
organının yaptığı bir yasayı halkın ‘evet’ya da ‘hayır’şeklinde oylamasıdır (Aydın,
2007: 83; Göker ve Doğan, 2011: 46). Yarı doğrudan demokrasilerde halkın iradesini
temin eden bu demokratik araçlardan biri de halkoylamasıdır. Halkoylaması
(referandum), Lincoln tarafından yapılan “halkın, halk için, halk tarafından
yönetimi” şeklindeki meşhur demokrasi tanımında belirttiği, “halk tarafından
yönetim” idealinin gerçekleşmesi bakımından son derece anlamlı bir işleve sahiptir
(Yeşilorman, 2008: 193). Referandum; önüne getirilen kanun tasarıları ve diğer
sorunlar hakkında halkın, kabul veya reddetmek suretiyle yasama faaliyetine
doğrudan doğruya katılmasını sağlayan bir mekanizmadır (Göker ve Doğan, 2011:
46; Gül, 2000: 23). Kararların seçilen temsilciler aracılığıyla alındığı rejimlerde
halkoylamasının, halkın siyasal sürece doğrudan katılımını temin eden önemli bir
demokratik kurum olduğu ifade edilebilmektedir (Yeşilorman, 2008: 193).
Referandum, halkı aktif bir konuma getiren, alınacak kararlarda, atılacak adımlarda
ve yapılacak değişikliklerde halkın başat bir konumda yer alarak son sözü söylediği
demokratik bir uygulamadır (Arklan, 2011: 87). Derdiman, referandumu, kanun ya
da anayasaların veya bunlara ilişkin değişikliklerin yürürlüğe girmesinden önce
halkoyuna sunulması (2006: 95) olarak tanımlamaktadır. Halkoylamasında halk,
devletin kaderini belirlediğini hissetmekte ve böylece sorumluluklarının bilincine
varmaktadır (Göker ve Doğan, 2011: 46). Referandum kararının alınıp referandum
oylamasının yapılacağı güne kadar olan süreçte yönetsel aktörlerle halk arasındaki
ilişkinin yakınlık ve sıklık derecesi diğer dönemlere nazaran daha bir artış
göstermekte, özellikle bu aktörler tarafından karşılıklı etkileşim ve diyaloga daha bir
önem verilmektedir (Arklan, 2011: 121). Referandum, anayasal bir konuda halkın
tercihi olduğu için bu konuda bilgilendirilmek, bilgi sahibi olmak istemektedir.
Çünkü bireyin tercihte bulunacağı bir konuda bilgiye sahip olmaması demokrasinin
ruhuna aykırı bir durum oluşturmaktadır (Göker ve Doğan, 2011: 46-47).
Referandum sürecinde gerekli hassasiyetin gösterilerek vatandaşların siyasi ve
yönetsel konularla ilgili ve bilgi sahibi olduğu ülkelerde, çok karmaşık niteliğe sahip
olmayan ve farklı kanallardan gerekli ve yeterli bilgilendirmenin yapıldığı konularda
referandum halkın görüşlerinin sağlıklı bir biçimde yansıtılmasında mevcut rolünü
84
başarıyla yerine getirebilmektedir. Buna karşın, vatandaşların zor ve karmaşık
konularla muhatap olduğu, gerektiği şekilde yeterince bilgilendirmenin yapılmadığı,
siyasi ve yönetsel konulara ilgi ve bilgi düzeyinin düşük olduğu ülkelerde, her ne
kadar referandum halkın görüşlerini yönetim sistemine doğrudan yansıtıyor olsa da
yansıyan bu görüşler çoğunlukla sağlıksız ve yanlış yönlendirici nitelik taşımaktadır.
Mevcut duruma bir de aynı referandum sürecine birden fazla konunun dâhil edilerek
hepsinin tek bir evet ya da hayırla değerlendirilmek istenmesi eklendiğinde
referandumun yarardan çok zarar getireceği, halkı memnun etmekten ziyade
memnuniyetsizliklerin daha da artmasına sebebiyet vermektedir. O halde
referandumun başarı ya da başarısızlığı, ülke yönetimine olumlu/olumsuz katkısı
daha çok onun hangi konularda, nasıl formülize edildiğine ve yönetsel aktörler
tarafından hangi amaçlarla, ne tür bilgilendirici araçlardan ne düzeyde yararlanılarak
sürecin gerçekleştirildiği, vatandaşın ilgi, bilgi ve katılım düzeyi doğrultusunda
şekillenmektedir (Arklan, 2011: 90-91). Halkoylamaları, ister halkın egemenliği
doğrudan kullanması; isterse kanun yapma yetkisinin kullanımına katılması olarak
nitelendirilsinler, sadece hukuksal bir olgu olmayıp sosyo-politik, kültürel yapı ve
özellikleriyle iç içe, çok boyutlu bir görünüm sergilemektedir (Yeşilorman, 2008:
213).
Demokrasi deneyimi çok uzak bir geçmişe dayanmayan Türkiye
Cumhuriyeti’nde halkoylaması usulü, ilk kez 1961 yılında ihtilâl sonrası hazırlanan
anayasanın oylanması için gerçekleştirilmiştir. Buna karşın, halkoylaması
kurumunun Türk Anayasa Hukuku’na, saf temsili rejimden ayrı bir düzenleme olarak
ilk defa 1982 Anayasası’yla (Kanlıgöz, 1996: 175) girişi olmuştur. Bugüne kadar
Türkiye, altı kez anayasa değişimi konusunda halkoylamasına gitmiştir. “Doğrudan
doğruya halkın otoritesinden çıkan, yönetimin normal organları için bağlayıcı olan ve
onlar tarafından değiştirilmeyecek bir yasa anayasa adına layıktır” (Jefferson, 1961:
73). Türkiye’de anayasa yapımı için ilk kez 1961 Anayasası’nın kabulünde
uygulanan referandum, 1982 Anayasası’nın kabulünde de kullanılmıştır. Ancak
anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak referandum, sadece 1982 Anayasası’nda yer
almıştır. Burada referandum, halkı hakem kılma amacına yönelik olarak
düzenlenmiştir. Bu hakemlik fonksiyonu Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında
85
anayasa değişikliği konusunda son sözü söyleme biçimindedir (Köroğlu, 2009: 59).
12 Eylül 1982 askeri darbesiyle beraber değiştirilen ve o dönemin koşulları içinde
halk oylaması ile kabul edilen 82 Anayasası, çok partili siyasete dönüşle birlikte
gereksinim duyuldukça referanduma gidilmeden çok sayıda değişiklik geçirmiştir
(Devran ve Seçkin, 2011: 155). Türk demokrasi tarihinde altı kez gidilen
halkoylamalarının genel bir analiz ve değerlendirmesi yapıldığında, kendisine özgü
birtakım niteliklerinin bulunduğu görülmektedir. Birbirinden farklı karakteristikler
taşıyan bu halkoylamalarının ilki, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından
hazırlanan 1961 Anayasası için 9 Temmuz 1961’de yapılmış ve %38,3 “hayır” oyuna
karşılık, %61,7 “evet” oyuyla hazırlanmış olan anayasa kabul edilmiştir. İkinci
halkoylaması, yine 1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası
için 7 Kasım 1982’de gidilen ve %8,6 “ret” oyuna karşı, %91,4 “kabul” oyu ile
sonuçlanan halkoylaması olmuştur. Üçüncüsü de, 1982 Anayasası’nın geçici
dördüncü maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kaldırılması
konusunda 6 Eylül 1987’de düzenlenmiş ve %50,2 “evet”; %49,8 “hayır” oyu olmak
üzere çok küçük bir oransal farkla siyasal yasaklar kaldırılmıştır. Dördüncü
halkoylaması ise, Anayasa’nın 127’nci maddesindeki yerel seçimlerin bir yıl erken
tarihe alınması hakkında olup, 25 Eylül 1988’de %65 “hayır”, %35 “evet” oyu ile bu
anayasal değişiklik Türk demokrasi tarihinde ilk olumsuz sonuç çıkan halkoylaması
olarak yerini almıştır. Beşinci halkoylaması da, 21 Ekim 2007’de Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması hakkında 5678
ve 5697 sayılı kanunlarla yapılan değişikliğin halkın oyuna sunulması sebebiyle
yapılmıştır. Cumhurbaşkanının halk tarafından ve ikinci kez seçilmesi ile görev
süresinin beş yıl olarak değiştirilmesi ve genel seçimlerin yapılma aralığı gibi
birtakım yasa değişiklikleri için yapılan halkoylamasında %31,1 “hayır” oyuna
karşılık, %68,9 “evet” oyu kanun değişiklikleri kabul edilerek yürürlüğe girmiştir
(www.referandum.org, 29-12-2011). 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen altıncı
ve son referandumda ise, %42,12 “hayır” oyuna karşı, %57,88 “evet”
(www.ysk.gov.tr, 14-03-2012) çoğunluğu ile anayasanın 26 maddesinde öngörülen
değişiklik önerisi kabul edilmiştir.
86
24 Ocak Kararları olarak anılan ekonomik yeniden yapılanma programının
diğer etmenlerle bütünleşerek siyasal süreci tıkayan son taşları döşemesiyle 12 Eylül
Askeri Darbesi’ne ulaşılmıştır. 12 Eylül rejimi çok uzun sürmeyen olağandışı bir
yönetim olmasına karşılık Türkiye’ye halen aşılamayan siyasal biçimi dayatmıştır.
Gerçekten de bugünden geriye bakıldığında işlevi 24 Ocak istikrar programının
gerekli kıldığı yeniden yapılanmanın önünü açmak olan askeri darbe Türkiye’yi
değişen anayasası ve tüm diğer temel mevzuatı ile daha öncekinden daha geri,
antidemokratik, baskıcı bir siyasal çerçeve içine yerleştirmiştir. Bu yeni çerçeve
içerisinde toplum-siyaset ve kitle iletişim kurumu ilişkisi yeniden kurulmuştur (Kaya,
2009: 237-238). 12 Eylül darbesinin eseri olan 82 Anayasası’nda bugüne kadar
yapılan kısmî değişikliklerin yeterli olmadığı, askerî vesayetin belirlemelerinden
uzak, demokratik katılımın eseri sivil bir anayasanın hazırlanması gerektiği herkesçe
kabul edilegelmiştir. Siyasi partiler, dernekler, birlikler, odalar, işveren
örgütlenmeleri, sivil toplum kurumları taslak çalışmaları yapmıştır. 2002 ve 2007’de
büyük seçim başarısı ile iktidara gelen AK Parti hükümeti anayasa değişikliği için
çalışma başlatmış, muhalefet partileri kendi taslaklarını hazırlamıştır. Tam bir
anayasa değişikliği beklenirken, çalışmalar dondurulmuş, AK Parti hükümetince 26
maddelik kısmî bir değişiklik paketi hazırlanmıştır. Bu sürece katılmayan muhalefet
partileri CHP, MHP ve BDP değişiklik paketi halkoyuna sunulduğunda “hayır”
kampanyası başlatmış (BDP boykot kararı almış) ve bunu AK Parti iktidarının
güven oylamasına dönüştürmüşlerdir. Hükümetin politikalarını ve uygulamalarını
eleştirmeye odaklanan bu hayır bloğuna destek veren bireyler, kuruluşlar, sivil,
siyasal örgütlenmeler de AK Parti iktidarına karşıtlık, muhafazakâr partinin aşırı
güçlendiği endişesi, yargının daha çok siyasallaştırılacağı gibi ideolojik karşıtlıklar,
önyargılar, kaygılar çerçevesinde hareket etmiştir. AK Parti hükümeti ise her kesimi
darbe anayasasına son vererek egemenliği devlet alanından dışlanmış millete
vereceğini ileri sürdüğü milletin anayasasına ‘evet’ demeye çağırmıştır.
İdeolojikleşmiş, tarafsızlığını yitirmiş, yüksek yargı oligarşisini aralamak, vesayet
kurumlarını kendi alanlarına çekmek, 12 Eylül darbesi ile mutlak hesaplaşmak,
milleti söz sahibi kılmak, daha ileri demokrasi, hemen yeni, özgürlükçü tam bir
anayasa değişikliğine yönelmek üzere değişiklik paketine destek vermeye çağırmıştır
(Devran ve Seçkin, 2011: 153).
87
Halk oylaması evet-hayır kutuplaşmasına ve hükümete güven oylamasına
dönüşmüştür (Devran ve Seçkin, 2011: 154). Türkiye 12 Eylül 2010 tarihinde 82
Anayasası’nın bazı maddelerini değiştirmek için sandığa gitmiştir. “Referanduma
hangi siyasi kanatlar ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyor diye bakıldığında verilen cevap şu
şekildedir; İslamcıların bir kısmı, sosyalistlerin bir kısmı, muhafazakârların bir
kısmı, liberallerin bir kısmı, ülkücülerin bir kısmı, Kürtlerin bir kısmı, Türklerin bir
kısmı (Tanrıverdi, 2010: 69), AK Parti’nin seçmenlerinden, darbecilere, darbe
anayasasına son vermek adına diğer partilerin seçmenlerinden, soldan, liberal sol
kesimden değişikliğe destek verenlerden, cemaatlerden, sivil toplum
örgütlenmelerinden, ‘yetmez ama evet’ diyen gönüllü aktivistlerden, “AKP
zihniyetine hayır, referanduma evet” diyenlerden, baskı hissederek evet diyenlerden
oluşmuştur (Devran ve Seçkin,2011: 153-154). “Sürüp giden kavganın üç tarafı
bulunmaktadır. Bunlardan biri CHP+MHP ittifakının merkezinde yer aldığı statüko
taraftarı olan hayırcılar, diğeri bu sisteme karşı iktidar mücadelesi veren AK Parti ve
çevresi, bir diğeri de BDP’nin etrafında şekillenen boykotçular” (Yılmaz, 2010: 268).
Türkiye’de anayasa yapma veya anayasayı değiştirme gücünün bir siyasal grubun
elinde bulunması, muhalif grupları hep tedirgin eden bir faktör olagelmiştir. Bu da
demokrasi kültürünün devlet ve millet katında tam anlamıyla hazmedilememiş
olmasıyla ilgili bir durumdur. O nedenle, 1876 tarihli Kanun-ı Esasi’den başlayarak,
hemen hemen bütün anayasalar darbe, ihtilal veya savaşlarla birlikte doğmuştur.
Yeni anayasa yapmak ya da mevcut anayasada değişiklik yapmak her zaman sancılı
süreçler olarak ortaya çıkmıştır. Zira anayasa üzerine yapılan tartışmalar, ülkede
gerçek gücün kim de olduğunun anlaşılacağı bir bilek güreşi müsabakası gibi
algılanmıştır (Küçükyılmaz, www.mostar.com.tr, 2012). Referandumda ‘Evet’ ve
‘Hayır’ cephelerine öncülük eden AK Parti ve CHP bu veriye göre hareket
etmişlerdir. AK Parti, kampanya söylemini, demokrasi-darbe dinamiğine oturtmuş,
darbe ile hesaplaşmayı ve yeni anayasa yapımını gündemde tutmuş ve bu
argümanlarla, geleneksel siyasal kamplaşmaları ve aidiyet formlarını aşan bir destek
bulmuştur. CHP, referandum tutumuna anlam veren esas dinamik, vesayet-demokrasi
karşıtlığı olmasına rağmen, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını ön plana çıkaran bir
kampanya yürütmüş ve beklediği koalisyonu oluşturamamıştır (Özhan, Ete ve
Bölme, 2011: 30). Referanduma ‘evet’ diyenler gerekçelerini paketin içinde var olan
88
değişikliklerden çok; baskıya, işkenceye, faili meçhul cinayetlere, dayatmalara ve
totalitarizme ‘evet’ dediklerinin altını çizmiştir. ‘Hayır’cılar ise cumhuriyetin temel
değerlerine, Türklüğe ve ülke bütünlüğüne karşı ihanet anlamına gelen bu
referanduma karşı çıktıklarını söylemişlerdir (Tanrıverdi, 2010: 70). “Evet’çiler
nazarında hayır diyenler ‘hain’ damgasını yemeye hazır, hayırcılar nazarında da evet
diyenler aynı şekildedir. Tartışmalar en galiz küfürlerin havada uçuştuğu bir
kutuplaşmaya doğru hızla ilerlemiştir” (Durmuş, 2010: 84-85). “Bir kere şunu
netleştirmek lazım ‘evet’ veya ‘hayır’ şeklinde ortaya konulan irade ne olursa olsun
bu oylama bir siyasi partiyi onaylama ya da onaylamama oylaması değil, bu ülkenin
geçmişiyle geleceğiyle hangi siyasi ya da ideolojik görüşten olursa olsun halkını
ilgilendiren ve 30 yıl kadar da geç kalınmış bir oylama” (Tezcan, 2010: 58) olarak
kabul edilmektedir. Ancak 12 Eylül referandumu, birçok kesim tarafından bir parti
oylamasına dönüştürülmüştür.
12 Eylül 2010 tarihinde 26 maddelik anayasa değişiklik paketinin oylandığı
referandum, Türkiye’de siyaseti kökten etkileyecek bir yarılma hattı oluşturmuştur.
Anayasa değişiklik paketinin hazırlanma süreci, TBMM’deki müzakereler ve
referandum tartışmaları sadece siyasi hukuku değil, siyasi kültürü de değiştirecek
dinamikleri harekete geçirmiştir. Bu anlamda, anayasa değişiklik paketinin
hazırlanması ve referandum tartışmaları, bürokratik vesayeti fiilen geriletmiştir
(Yılmaz, 2010: 6). Türkiye 2010’da altıncı defa referandum kapsamında sandığa
giderek demokratik yaşama doğrudan katılmıştır. Anayasanın 26 maddesinde
değişikliği öngören (Göker ve Doğan, 2011: 49) referandum, BDP ve bazı sol
grupların boykotuna rağmen % 77,1 gibi yüksek düzeyde bir katılımla, %57,9 ‘Evet’,
%42,1 ‘Hayır’ oyu ile sonuçlanmıştır. Yüksek katılım ve yüksek evet oyları
referandum sonuçlarında muhataraya yer bırakmamıştır (Yılmaz, 2010: 7). Bu
sonuçla, Türkiye’de 1961 Anayasası ile tesis edilen ve 1982 Anayasası ile pekişen
asker-sivil vesayetin tasfiyesi yolunda önemli bir eşik aşılmıştır (Laçiner, 2010: 3-6).
12 Eylül referandumu, siyasal sistemi, siyasal gündemi, siyasal merkezin yapısını ve
siyasi aktörlerin geleceğini ciddi bir şekilde etkilemiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011:
30). 12 Eylül 2010 tarihindeki halkoylaması sonucu gerçekleştirilen anayasa
değişiklikleri, ülke demokrasisinin gelişmesine ve çalışma hayatının kalitesinin
89
artmasına sağlayacağı katkının yanında Türk endüstri ilişkileri sisteminin uluslararası
normlarda öngörülen standartlara erişilmesinde önemli bir aşama olmaktadır (Sayın,
2011: 527). 12 Eylül 2010 halkoylamasının gerçekleştiği demokratik şartlar Türk
demokrasisi adına kaydedilmiş nihai bir gelişme olarak kabul edilse de, elbette
yeterli kabul edilmemektedir (Yeşilorman, 2008: 217). Ruhi Ersoy, 17 Eylül 2010
tarihli ‘Referandumdan neden ‘Evet’ çıktı’ isimli yazısında, “’Evet’, düzenin
devamını simgeler, mevcut kaynakların ve rantın olduğu gibi devam etmesini
isteyenlerin sarıldığı bir ip konumundadır. ‘Hayır’, isyan ahlakına göndermede
bulunur, statükonun nasıl bir başka biçime dönüşeceği endişesini ifade eder. ‘Hayır’
demek her zaman zordur. Çünkü o, itirazı dile getirmek demektir. ‘Evet’, ortalama
bir tavırdır, sorunsuzdur. ‘Evet ve Hayır’ arasındaki bu ikilem, referandum
sürecinde de yaşanmıştır. Bu açıdan bakıldığında ‘evetçi’ cephede yer alanlar
homojen değildir. Her bir grubun evet gerekçesi bir diğerinden farklıdır. Kimi dini,
kimi siyasi; ama çoğunluk da ortak payda değişik türleriyle karşılaşılabilen bir
ranttır. Fakat ‘hayır’ cephesi her ne kadar siyasal tercih ve gerekçeler farklı da olsa
genel anlamda saf, arı ve Ak Parti’ye karşı oluşmuş kristalize bir bloktur” (Ersoy,
www.ortadogugazetesi.net, 17-09-2010) diyerek sonucunun analizini yapmıştır. 12
Eylül referandumu, yeni Türkiye’nin inşa sürecinin gerçekten başlayacağına dair
kuvvetli kanaatin tüm toplumsal kesimlerde yerleşmesini sağlamıştır. Referandum
sürecinde, müesses nizamın tarihi ve konjonktürel aktörleri ya tasfiye olmuş ya da
ciddi dönüşümler yaşamak zorunda kalmışlardır. CHP, eski Türkiye’nin en sembolik
ismi olan genel başkanını, MHP, sırtını her dönemde en güvenle yasladığı milliyetçi
muhafazakâr tabanını, BDP, Kürt siyasetinin yıllardır dile getirdiği en temel demok-
ratikleşme taleplerini, ordu yerleşik düzen içerisindeki müstesna konumunu, yargı
tahkim gücünü 12 Eylül’e kurban vermiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 7).
2.1.8. 2010 Dönemindeki Gazeteler ve 2010 Referandumuna
Yaklaşımları
2010 yılında Türk basınında şu gazeteler yer almaktadır: Cumhuriyet,
Tercüman, Güneş, Milliyet, Hürriyet, Dünya, Akşam, Radikal, Sabah, Akşam, Vatan,
Yeni Şafak, Vakit, Yeni Asya, Zaman, Star, Habertürk, Taraf, Birgün vs. Çalışmanın
90
bu bölümünde yukarıda sayılan gazetelerin hepsini incelemek yerine sadece
uygulama kısmında kullanılmış olan gazeteler üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu
gazetelerin 2010 referandumuna yaklaşımları da irdelenmiştir.
2.1.8.1. Cumhuriyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı
Kurtuluş Savaşı’nın ardından ilan edilen cumhuriyet rejimi, halk tarafından
heyecanla karşılanmıştır. Bununla beraber, yeni sistemin hayata geçirilmesi sırasında
yapılan değişikliklerin, hem istenildiği oranda hızlı olmaması, hem de bazı çevreler
tarafından sürekli eleştiriye uğratılması, rejimi savunmak ve kamuoyu oluşturmak
amacını güden bir gazetenin oluşturulmasına yol açmıştır (Emre Kaya, 2010: 76). Bu
amaçla, Cumhuriyet, 7 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul’da yayınlanmaya başlamıştır.
Gazetenin kurucuları, Yunus Nadi, Zekeriya Sertel ve Nabizade Hamdi’dir. Üç ortak,
gazeteyi Mustafa Kemal’in emriyle ve onar bin lira sermaye ile kurmuşlardır.
Gazetenin çıkış hikâyesi Kemalist rejim ile İstanbul basınının kavgasının da
hikâyesidir (Tellan, 2009/b: 29). Cumhuriyet’in 2010 yılındaki sahibi Cumhuriyet
Vakfı adına İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni ise, İbrahim
Yıldız’dır.
Cumhuriyet gazetesi, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğine giden yolda
‘hayır’ söylemini hem haberlerinde hem de köşe yazarları vasıtasıyla sürekli üreterek
anayasa değişimini onaylamadığını göstermiştir. Cumhuriyet gazetesi anayasa
değişikliğini istememesinin gerekçesini şuna dayandırmıştır: “AKP’nin gizli bir
siyasal gündemi olduğu ve yapacağı anayasa değişikliği ile kendi denetiminde
olmayan yüksek yargıyı ele geçirerek özellikle Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısını değiştirerek yargıyı da kendi
denetimine alarak daha otokratik ve baskıcı bir rejim kuracağı savı oluşturmaktır.
Bu bağlamda AKP’nin gerçekleştirmeyi düşündüğü çalışmaların Anayasa
Mahkemesi’nden ve yüksek yargıdan dönmemesi için o kurumların yapısını
değiştirmeye yönelik bir faaliyet olduğu ve böylece özü itibariyle bir Amerikan
projesi olan ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesinin
önündeki engellerin ortadan kaldırılacağı yönündeki argümana vurgu
yapılmaktadır” (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 107). Cumhuriyet gazetesi, Ak Parti’ye
91
yüklenirken CHP’nin politikalarını desteklemiştir. Kepenk’in yazısındaki şu ifadeler
bu durumu tüm netliğiyle ortaya koymaktadır. “CHP, Genel Başkan Kemal
Kılıçdaroğlu ve tüm birimleriyle, halkoylaması sürecinde, sorunlara ve çözümlere
uzlaşmacı bir yaklaşım sergiliyor. CHP’nin, özgürlükçü demokratik yeni anayasaya
altyapı oluşturacak uzlaşma anlayışı, hukukun üstünlüğü; yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığı; yolsuzluk ve rüşvetten arındırılmış bir kamu yönetimi; barış,
demokratikleşme; bilim ve sanat özgürlüğü üzerinde yükseliyor (Cumhuriyet, Yakup
Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, 6 Eylül 2010, s.15).
Enis Coşkun, 6 Eylül 2010 yazısında “Büyülü Elma Referandumu”
(Cumhuriyet, Enis Coşkun, 6 Eylül 2010, s.2) isimli yazısında, “12 Eylül’de
yememiz için sunulan elma, halkımızı ölümcül bir uykuya yatıracak, işte böylesi
zehirli bir elmadır” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadelerden de belli olduğu gibi
Cumhuriyet gazetesi anayasa değişikliğini doğru bulmamaktadır. Gazete, anayasa
değişikliğini bir Ak Parti mücadelesi olarak görmüş ve sandıktan çıkabilecek bir
‘evet’i Ak Parti’nin zaferi olarak görmüştür. Yakup Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’ (6
Eylül 2010) isimli yazısında bu durumu şu şekilde anlatmaktadır: “Halkoylaması ya
evet denerek AKP’nin İslamcı özelliğinin, yargının yürütmeye bağımlı kılınması
yoluyla daha da siyasallaşması ve buna bağlı olarak bütün kurum ve kuruluşları sarıp
sarmalamasına yol açacak ya da hayır denerek bu gidişi durduracak; hukukun
üstünlüğünün, bireyin özgürlüğünün, toplumun çağdaşlaşmasının,
demokratikleşmesinin ve ilerlemesinin temeli olacaktır” (Cumhuriyet, Yakup
Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, 6 Eylül 2010 s.15). Kepenk yazısının en sonunda,
“Ülkenin geleceğinin bu tarihsel kavşağında, demokratik sorumluluk bilinciyle ve
tatili yarıda kesmek dâhil, her tür özveride bulunarak Ak Parti anlayışına hayır
denmesi, oluşan hak, hukuk, özgürlük, çağdaşlık ve barış umutlarının yeniden
yeşermesi gerekiyor” ifadeleriyle halkoylamasında değişikliğe ‘hayır’ denmesi
gerektiğini savunmuştur. Cumhuriyet, “anayasanın grev hakkı vermeyen toplu
sözleşme maddesine de, HSYK’yi hükümet organına çeviren, Anayasa
Mahkemesi’ni yasamayı denetleyemez hale getirecek maddelerine de “hayır”
diyeceğiz. Ama bir de köprü kapatan Bono için, Bonocu Mehmet için “hayır” desek
fazla mı olur yani” (Cumhuriyet, Güray Öz, ‘Hayır’, 8 Eylül 2010, s.6) diyerek
92
anayasa değişikliği konusundaki politikasını belli etmektedir. Akbal, “Şeker
Bayramı’nda atacağımız oylar milletimize, geleceğimize, yaşantımıza Hayır’lı
Olsun” (Cumhuriyet, Oktay Akbal, ‘Hayırda Hayır Vardır’, 9 Eylül 2010, s.2)
ifadelerini kullanarak dolaylı yoldan kamuoyuna ‘hayır’ oyu vermeleri yönünde
çağrıda bulunmuştur. “12 Eylül’e karşı değil, 12 Eylül’ün katmerlisi bir 12 Eylül
yaşıyoruz! Buna en iyi yanıt, iyi bir ‘hayır’ şamarı olur!” (Cumhuriyet, Orhan
Bursalı, ‘Hayırlı Bayramlar’, 9 Eylül 2010, s.6) ifadelerini ‘Hayırlı Bayramlar’ isimli
yazısında kullanan Orhan Bursalı, anayasa değişikliğini onaylamadığını
göstermektedir. Cumhuriyet’in diğer köşe yazarı Ataol Behramoğlu’da anayasa
değişikliğini onaylamadığını şu ifadelerde göstermiştir: “Bütün bu ve benzer
nedenlerle ve mağdurlarından biri olduğum 12 Eylül rejimi kurbanlarının acıları
utanmazca istismar edilerek gidilmekte olan halkoylamasında verilecek her ‘evet’
oyu, Tayyip Erdoğan şefliğinde hedeflenen bir sivil dikta rejimine ‘evet’ anlamına
gelecektir. Ülkemizin, çocuklarımızın, torunlarımızın bugünleri ve geleceği adına:
Sivil dikta anayasasına hayır!” (Cumhuriyet, Ataol Behramoğlu, ‘Sivil Dikta
Anayasasına Hayır’, 11 Eylül 2010, s. 6). Cumhuriyetin diğer bir yazarı Ümit
Zileli’de ‘Bin Kere Hayır’ (Ümit Zileli, ‘Bin Kere Hayır’, 9 Eylül 2010, s. 14)
diyerek gazetenin ‘hayır’ kampanyasını desteklemiştir.
Tüm yazarlarının ortak bir ‘hayır’da toplandığı Cumhuriyet gazetesi,
referandumun yapılacağı gün, “Demokrasi için sandığa” (Cumhuriyet, 12 Eylül
2010, s.1) başlığıyla çıkmıştır. Manşet haberin içeriğinde nesnel bir dil kullanılmış,
haberde sadece oy kullanırken neler yapılacağı üzerinde durulmuştur. Cumhuriyet
gazetesi, referandum sonucunu “Sandıktan ‘evet’ çıktı” (Cumhuriyet, 13 Eylül 2010:
1) manşetiyle duyurmuştur. Gazete manşetin devamında kullandığı başlıkta
“Başbakan Erdoğan destek veren siyasi parti ve kesimleri kutladı” üst başlığını ve
“Gülen’e teşekkür’ başlığını kullanmıştır. Cumhuriyet gazetesi söylemlerinde,
başbakanın ülkeyi darbeciler ve demokratlar olarak böldüğüne dikkat çekmiş ve
yapılan bu tasnifi eleştirmiştir. Bir yandan da sonucun Ak Parti için olumlu
olmasında Fethullah Gülen ayağına vurgu yapılmış ve bu durum dolaylı yoldan
eleştirilmiştir.
93
2.1.8.2. Milliyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı
3 Mayıs 1950 günü İstanbul halkı o güne dek alıp okudukları Cumhuriyet,
Yeni Sabah, Vatan, Hürriyet ve Akşam gazeteleri dışında Milliyet isimli yeni bir
gazete ile karşılaşmıştır (Tellan, 2009/a: 82). Ali Karacan, 3 Mayıs 1950’de yayın
hakları Arif Oruç’tan satın aldığı Milliyet’i yayınlamaya başlamıştır. Karacan,
Milliyet’in başyazarlığını 7 Temmuz 1955 tarihinde ölene dek sürdürmüştür (Tellan,
2009/a: 83). Milliyet’in 2010 yılındaki sahibi ise, Doğan Gazetecilik A.Ş. adına
Aydın Doğan, Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu’dur. Milliyet gazetesi, 80
darbesine tanıklık etmiş ve darbeyi, “Bir darbe daha: 12 Eylül 1980. ‘Silahlı
Kuvvetler Yönetime El Koydu’” (Milliyet, 12 Eylül 1980) başlığıyla manşetten
duyurmuştur. Milliyet darbeden üç gün sonra dünyanın darbecileri desteklediğini:
‘Dış dünya yeni yönetimi destekliyor’ (Erdin, 2010: 148) ifadeleriyle ilan etmiştir.
Milliyet gazetesinin, ‘Huzura Giden Yol’ (Erdin, 2010: 151) şeklindeki başyazısının
başlığı gazetenin de darbeyi desteklediğini göstermektedir.
Yıl 2010… Milliyet gazetesi bu sefer 82 Anayasası’nın bazı maddelerinin
değişim aşamasına tanıklık etmiştir. Merkez bir çizgide yer alan gazete, orta yol
izlemek yerine daha çoğunlukla anayasa değişikliğini destekleyen bir söylem
geliştirmiştir. Gazete referandum sonucunu şu şekilde duyurmuştur: “6 milyon oy
farkla Evet” (Milliyet, 13 Eylül 2010: 1). Anayasa değişikliği için ‘evet’e giden
yolda destekler tarzda bir söylem üreten Milliyet gazetesi, bunu köşe yazılarında ve
haberlerinde göstermiştir. Daha önce Cumhuriyet gazetesinde yazan ama şu anda
Milliyet gazetesinde olan Hasan Cemal, 12 Eylül’e giden yolda 80 darbesinde
işkence görmüş olan kişilerin hikâyelerine yer vererek, neden ‘evet’ demeleri
gerektiğini gerekçelendirmiştir. “Yetmez ama evet!” diyorum diyen Cemal, oyunu
köşesinde sık sık dile getirmiştir. Cemal, sandıktan ‘evet’in çıkmasını ve bundan
duyduğu sevinci ise, şu şekilde ifade etmiştir: “Yüzde 42 hayır oyuna karşılık yüzde
58 evet... Bu sonuca sevindim. Çünkü referandum sürecinin başından beri ben de
‘evet’i savunuyordum” ifadeleriyle duyuran Cemal, sonucun ‘evet’ çıkmasını neden
memnuniyet verici olarak karşıladığını şöyle anlatmıştır: “Evet’lerin Türkiye’de
demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından bir fırsat kapısını aralamasını daha yakın
94
bir ihtimal gördüğüm için evet’ten yanaydım. Bu ülkede darbeciliğin ürünü olmayan
yeni bir anayasal düzene giden yolun açılabileceğini düşündüğüm için ‘evet’
diyordum. ‘Bürokratik vesayetin geriletilmesi, yüksek yargıda geçerli, kendi içine
kapalı ‘kast sistemi’nin sona ermesine zemin hazırlayabileceği için ‘evet’ diyordum”
(Hasan Cemal, www.milliyet.com, 13-09-2010). Bu durum, Milliyet gazetesini orta
bir yol izlemek yerine anayasa değişikliğini tam anlamıyla desteklediğini
göstermiştir.
2.1.8.3. Zaman Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı
Zaman gazetesi, yayın hayatına 1986 yılında Fehmi Koru’nun yönetiminde,
Feza Gazetecilik A.Ş.’ye bağlı olarak başlamıştır ve Fethullah Gülen cemaatinin
gazetesi olarak bilinmektedir (Sönmez, 2010: 49). Zaman gazetesi, Ak Parti’nin
kuruluşundan itibaren bu siyasal hareketin ideolojik destekçisi (Yaylagül ve Çiçek,
2011/b: 254) olarak görülmüştür.
12 Eylül 2010 referandum süreci anayasa değişikliği konusunda ‘evet’
kampanyasının medya ayağını yürüten gazetelerden olan Zaman (Devran ve Seçkin,
2011: 174), halkoylamasının sonuna kadar bu tavrını sürdürmüştür. Zaman gazetesi
anayasa değişikliğine ‘evet’ deme nedenini şu şekilde gerekçelendirmiştir: “1982
Anayasası bir darbe anayasasıdır. Demokrasinin ve Avrupa Birliği’ne girme yolunda
demokratikleşme çabalarının önünde bir engeldir. Bu durum küresel sermayenin
Türkiye’ye gelmesini ve gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu anayasayı
savunanlar statükocu ve darbe anayasasının savunucuları, darbeci zihniyetin
sahipleridir. Eğer halk referandumda ‘evet’ derse darbe anayasası değişmiş olacak ve
bunun sonucunda demokrasi gelişecek ve halk özgürleşip zenginleşecek. Dolayısıyla
bu anayasa değişiklik paketi ile (eğer evet çıkarsa) bütün sorunlar çözülecek. ‘Hayır’
çıkarsa, darbeci zihniyet statükocu yapıyı sürdürecek ve böylece demokrasi ve
ekonomi geriye gidecek ve halk daha da yoksullaşacaktır” (Yaylagül ve Çiçek,
2011/a: 107). Zaman, onaylama gerekçesini gazetenin köşelerinde de, “…yargıya
demokrasi gelsin istiyorsak EVET diyeceğiz” (Ali Ünal, Zaman, 6 Eylül 2010, s.21)
ve “Darbe anayasasının ruhuna ilk defa dokunulacak. Yargıdaki kast sistemi ilk defa
sarsılacak. Demokratikleşme yeni bir ivme kazanacak” (Hüseyin Gülerce, Zaman, 10
95
Eylül 2010, s.21) şeklinde yansıtmıştır. “Yazın dünyasından, eğlence ve spor
endüstrisinin popüler figürlerinden “evet” ya da “yetmez ama evet” biçiminde
açıklamalar gelmiştir. Evet blokunu güçlendirme mücadelesinde seferberlik ilân eden
gazetelerin başında gelen Zaman gazetesi her gün bu isimleri ön sayfadan vermeye
özen göstermiştir” (Devran ve Seçkin, 2011: 190).
Zaman gazetesi, oylamanın yapıldığı 12 Eylül 2010 tarihli manşetinde
“Darbeciler o gün halkın onurunu yere serdi” ifadelerine yer vererek söylemlerinde
darbeciler ve halk karşıtlığına vurgu yapmaktadır. Referandum günü, “Artık ayağa
kalkma zamanı” (Zaman, 12 Eylül 2010: 1) manşetini kullanan gazete, “Türkiye, 12
Eylül 1980’de demokratik düzeni silah zoruyla yıkanların yazdığı darbe
anayasasında değişiklik yapmak için yarın sandık başına gidiyor. Aradan geçen 30
yılın ardından şimdi, ‘Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını
bekledik’ diyenlerle yüzleşme zamanı. Halk, referandum sayesinde 12 Ocak 1980’de
Bakırköy’deki bir lisenin bahçesinde olduğu gibi kendini yere yatıranlardan bunun
hesabını soracak” spotunu kullanmıştır. Bu ifadelerde gazete geçmişi halkın gözünde
canlandırmaya çalışmış ve kullandığı fotoğrafla da bunu somutlaştırmıştır.
Referandum sonucunu “Demokrasinin zaferi” (Zaman, 13 Eylül 2010: 1) şeklinde
manşetten duyuran Zaman gazetesi, spotunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkiye, 12
Eylül darbesinin 30. yıldönümünde tarihi bir karar verdi; darbe anayasasını kısmen
değiştirip daha özgür ve demokratik bir dönemin kapısını açtı. Halkın yüzde 58’i
sivil anayasasının ilk adımına ‘evet’ derken, katılım oranı yüzde 77’yi geçti. Artık
Türkiye’de yüksek yargının yapısı ve seçim sistemi değişti. YAŞ ve HSYK
kararlarına mahkeme yolu açıldı. Engellilerden kadınlara, çocuklardan memurlara
kadar bütün toplum kesimlerinin temel hak ve özgürlükleri teminat altına alındı.” Bu
ifadelerde bile gazetenin sonuçtan ne kadar memnun olduğunu göstermeye yetmiştir.
Ali Bulaç, oylamadan bir gün sonraki yazısında, “AK Parti, SP, BBP, sınavlarını iyi
verdiler; CHP, MHP, BDP ve diğer sol partiler ise başaramadı (Ali Bulaç, Zaman, 13
Eylül 2010, s.23) ifadelerine yer vermiştir. Bulaç, oylamayı bir sınav olarak
değerlendirmekte ve değişikliği onaylayan partilerin sınavdan başarıyla çıktığını,
onaylamayan partilerinse başarısız olduğunu vurgulamaktadır. Hüseyin Gülerce, 18
Mayıs 2011 tarihli Zaman’da yayımlanan yazısında oylamanın değerlendirmesini şu
96
şekilde yapmıştır: “….12 Eylül’de sokaklara dökülmeden, tankların üzerine
çıkmadan, seçmen iradesi yoluyla, asırlık vesayet rejimine ilk defa ‘dur’ denildi.
Referandumdaki yüzde 58 evet, bir asır süren acziyetten sonra, vesayete karşı ortaya
konmuş ilk demokratikleşme iradesi ve kararlılığıdır” (Ulagay, 2012: 44).
Gülerce’nin bu sözlerinde olduğu gibi Zaman gazetesin baştan sona kadar anayasa
değişikliği konusunda ‘evet’ yönünde bir propaganda geliştirmiş ve sonuçtan
duyduğu memnuniyeti gazetecilik objektifliği kriterinden hiç çekinmeden ortaya
koymuştur.
97
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. MİZAH VE KARİKATÜRDE İDEOLOJİ VE SÖYLEM
Görmenin, düşünmeden önce var olduğu, kabul edilen bir gerçektir. İnsanlar
düşünmeye başlamadan önce görmeyi öğrenirler. Konuşma keşfedilmeden önce eski
çağlarda insanlar mağaralara çizdikleri figürlerle anlaşmışlardır. Her ne kadar görme
düşünmeden ve konuşmadan önce gelse de görmenin sonucunda oluşturulan çizimler
bir düşüncenin ürünüdür. Mağara duvarlarında yer alan ve gözün gördüğü çizimler,
önce ‘us’tan geçerek orada somutlaşmışlardır. “Gülümseme” ve “düşünme” sadece
insanlarda bulunan bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığın oluşturduğu mizah kültürü
insanlığın başlangıcından bu yana var olagelmektedir. Baskı makinasının gelişimine
paralel olarak mizah ve karikatür daha da yaygınlaşmıştır. Karikatür gazetelerle,
dergilerle, sergilerle hedef kitlesine ulaşmaya çalışırken, daha sonra TV’ye girmiş,
internet ağı ile yepyeni bir iletişim olanağına kavuşmuştur. Çalışmanın bu
bölümünde ilk olarak, mizah ve karikatürün tanımı yapılmıştır. Çalışmada, daha
sonra, karikatürün dünyadaki ve Türkiye’deki gelişimi anlatılmıştır. Çalışmanın
uygulama kısmında ‘siyasi karikatürlerin’ incelenmiş olması nedeniyle siyasi
karikatür ve karikatürde dil ile söylem ilişkisi üzerinde de durulmuştur.
3.1. Mizahın Tanımı
Genel olarak mizah; olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini
yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme ya da güldürme sanatına verilen ad
(Güneri, 2008: 51) şeklinde tanımlansa da mizahın tek tanımı bu değildir. Farklı
kaynaklarda farklı tanımları olan mizah kavramı, Meydan Larousse
Ansiklopedisi’nde; “gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan sanat türü”; Türk Dil
Kurumu’nun (TDK) Türkçe sözlüğünde “gülmece, eğlence, latife, şaka vb.”
(http://www.tdk.gov.tr., 05-05-2012) şeklinde tanımlanmaktadır. Platon’un
kıskançlıktan kaynaklanan talihsiz bir kendini tanımazlık olarak tanımladığı mizah,
Aristoteles’e göre ahlak, sanat ve dini aşağılayan bir tavırdır (Sutherland ve
Sylvester, 2000: 169). Aziz Nesin’e göre ise, mizah, “sesini duyurabildiği insanı
hangi oranda olursa olsun, güldürebilen her şeydir.” Arapça kökenli olan bu sözcüğe,
Türkçe olarak bazı kaynaklar ‘gülmece’ karşılığını kullanıyorlarsa da mizahın sadece
98
gülme unsurundan oluşmadığı vurgulanarak sözcüğün yeterli olmadığı görüşü ağırlık
kazanmaktadır (Özer, 1994: 6). Her ne kadar sarı mizah, kara mizah, pembe mizah
gibi renklerle ifade edilen mizah türleri varsa da az ya da çok gülümseme ya da
kahkaha, acı acı gülme, sırıtma, bıyık altından gülme, pis pis gülme, bazılarına göre
beyinsel gülme gibi mizahın etkisine karşı tepkiler söz konusu edilemezse eksik
tanım yapılmış olur. Her ne türden olursa olsun, tüm gülme şiddetleri mizah sanatı
içerisinde sağlıklı ortamlarda geçerlidir (Özer, 1985: 3). Mizahın farklı farklı
tanımları olsa da en özlü, en kısa tanımı elbette Diderot’un “Saçmanın (absürdün)
mantığı” (Tokmakçıoğlu, 2011: 140) şeklindeki tanımıdır. Mizah perspektifi olan
birçok görme biçimlerini kendisinde toplamıştır. Göstergeler, ikna, kontrol ve
manipülasyon etkisine sahip olmaları nedeniyle yan anlam açısından ideolojik bir alt
yapının oluşturulmasında özel bir etkiye sahiptir. Bir ‘gösteren’ olarak mizahı
anlamaya çalışmak, gösterilenin çözümsüz ya da dokunulmaz olanı tarifleyen
sürekliliğini kesintiye uğratmak (Yücel, 2008: 106) olarak algılanmaktadır.
Farklı mizah tanımları olduğu gibi farklı mizah türleri kategorileri de
bulunmaktadır. Göker, mizah türlerini; komik, espri, ironi, hümor ve satir biçiminde
sınıflarken (1993: 3), Öngören, mizah türlerini; fıkra, mizahi hikaye, mizahi şiir,
karikatür, yazısız karikatür, kukla ve komedi olarak gösterir ve bunların ortaya
çıkışının tek bir nedene bağlanamayacağını da dile getirir (1998: 34). Mizah kendi
içinde ‘pembe mizah’ ve ‘kara mizah’ gibi dallara ayrılır. Pembe mizah, adından da
anlaşılacağı gibi iyimser ve daha yumuşak bir mizah türüdür. Buna karşın sanatın
tüm dallarında etkin bir ağırlığı olan kara mizahta ise yıkıcılık ön plandadır.
Yerleşmiş değer yargılarını, kurumalı ve hatta en etkin iletişim aracı olan dili bile
karşısına almaktan çekinmez, karşı çıkış onun var oluş nedenidir. Hasımlarını
gülünçleştirir, gülünçlük düzeyine indirgenmiş kurumlar ve durumlar, eskisi gibi var
olsalar bile mizahçıların onlarda bıraktığı izlerden hayatları boyunca kurtulamazlar.
Kara mizah her şeyden önce bir fark ediştir; daha sonra bu farkı diğer insanlara
hissettirmek için bulunan bütün sınırları zorlayarak amacına ulaşmaktadır (Arık,
1998: 46). Mizah, şakaları, kelime oyunlarını, komik hikayeleri, takılmaları,
sataşmaları, nükteleri ve komik davranışları maskaralık etmek olarak gösterir. Mizah
aynı zamanda taşlamadan, alaycılıktan, alaylı gözlemlerden ve saçmalıklardan da
99
oluşabilir (Lang ve Lee, 2010: 46-60). Bu nedenle, batıda ortaçağ boyunca gülme,
cennetle alay etme, yani mevcut egemen güç ve onun ideolojisine karşı çıkma
anlamına gelmiştir. Hemen hemen her toplumsal yapıda gülme ve mizah benzer bir
nitelik taşımaktadır. Toplumsal gerçekliğe gülünç, sıra dışı, eğlenceli, satirik bir dille
yaklaşımın adı olan mizahın ana karakteri ise, eleştirel olmasıdır (Bulut, 2011: 499).
3.2. Mizahın İşlevi
Mizah gülünçlüğe neden olan bir şeyin tanımı olduğu gibi gülünç olan bir
şeyi görebilme, algılayabilme ve anlatabilme yeteneğini de belirtir (Özünlü, 1999:
19). Şüphesiz mizah özünü ‘gülme’ olgusundan almaktadır. “Mizahın kökeninde
gülme vardır. Mizah amacına güldürme yoluyla varır” (Arık, 1998: 43). Gülmenin,
önemli kabul edildiği mizah, eğlenceyi artırarak, insanları uyarıp, gülme durumunu
oluşturmaktadır. Mizah pek çok toplum için önemli ve faydalı bir sosyal araçtır.
Mizahın evrensel bir özelliği vardır ve her kültürde geçmişten gelerek pozitif
etkilerini insan yaşamında göstermektedir (Uğur, 2007: 14). Sanders, “Başlangıçta
gülme vardı” (Sanders, 2001: 17) diyerek gülmenin ve dolayısıyla mizahın ne kadar
eskilere dayandığına ve insan hayatında ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.
“Gülme, o kadar temel, evrensel ve yararlı bir tepkidir ki, herhangi bir yerde ya da
herhangi bir zamanda gülmeyen bir insan topluluğunu düşünebilmek güçtür. Günlük
dilde bir insanın mizah duygusundan söz eder, gülmenin ne kadar temel bir edim
olduğunu kabul ederek onu geleneksel beş duyunun yanına yerleştiririz” (Sanders,
2001: 24). Mizahın genellikle moral veren, kırgınlıkları gideren, kaygıyı azaltan,
şevk veren, dikkat çeken yönlerinin (Uğur, 2007: 17) yanında çoğu zaman hoş
görüyü de özünde barındırmaktadır. Balcıoğlu ve Öngören’in, “Mizahın kökeninde
eğlence ve hoşgörü yer alıyor. Yeryüzünde, hemen bütün alanları içine alan mizah,
eğlence ve hoşgörü boyutları ile kişilik kazanmış ve temel gelişimini sürdürebilmiştir.
Mizah başlangıçta; şakası ile taşlaması ile ya da fıkrası, komedisi, karikatürü,
hikâyesi ile çağımızdaki örneği gibi var olmadığına göre, karşımıza ilgi çekici bir
gelişme çıkacaktır” (1973: 9). Mizahın bir ahlakı, bir edebi vardır. İnsanın,
dünyadaki, giderek evrendeki yaşamını güzelleştirmek içindir. Mizah, insanları
aşağılamak, sahip oldukları değerleri küçümsemek, onlara hakaret etmek için olmasa
100
(İnam, 2009: 5) bile kişilerdeki ya da doğal sayılan bazı olaylardaki bir takım
çarpıklık, uyuşmazlık, çelişki ve gülünçlükleri bulup açığa vurma, gözler önüne
serme sanatı (Cevizci, 2002: 282) kabul edilmektedir. Bu yüzden mizah, hayatın
komik ve güldürücü yönlerini ortaya çıkaran bir olgu olarak kabul edilmektedir.
Mizahın içinde karikatür, hiciv, fıkra, durum komedileri gibi sanatın birçok alt dalı
yer almaktadır. Mizah aklın keskinliğini ortaya koyan bir sanat alanı olarak en kaba
şakadan en ince espriye kadar geniş bir yelpazeye yayılmakla birlikte görünürde
uyumlu olan, ama aslında uyumsuzlukların birbirini beslediği, sözde uyumlu
parçaların bir bütünlük içinde sergilenmesiyle oluşmaktadır (Bayram, 2009: 108).
Böylelikle mizahın iki işlevi olduğu görülmektedir: İlk işlevi, politik baskı
dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde, olmadık işkencelere, hakaretlere
uğrayan insan, patlamaya hazır bir bomba gibidir. Sadece bir kıvılcım, fitilinin
yanmasına ve bombanın patlamasına neden olabilmektedir. Patlama, ya baskıyı
gerçekleştiren sistemi yerle bir eder ya da insanın bu ortama daha fazla dayanmasını
mümkün kılmaktadır. İşte o kıvılcım mizahın ta kendisidir. Tepkinin ifadesi olan
muhalefet, insanı düştüğü durumdan çekip çıkarır. Diğer bir işlevi ise, baskı
dönemlerinin tam tersi olan özgürlük ortamında belirir. Özgürlüğün hüküm sürdüğü
durumlarda baskılar yitip gitmiştir. İnsanların öldürülmediği, sürülmediği ve
hapishanelere atılmadığı bir ortam söz konusudur. Günlük ve yaşamsal sorunlardan
insanın kaçarak sığınmak istediği mizahta (Tuncel ve Bahtiyar, 2005: 98), amaç
eğlendirmek değil, bir olayın komik yanlarını ortaya çıkarmaktır (Arık, 1998: 47).
Mizah ilk kaynağında genel bir eğlence içinde yer alırken, zamanla, mizah gibi genel
bir kavram yerine, şaka, alay, hiciv, matrak, taşlama, iğne, nükte gibi mizah
çeşitlerinin egemen oldukları göze çarpmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 13).
Mizahın tarih boyunca binlerce tanımı yapılmıştır. Bu tanımlar zamana ve
mekâna göre birçok değişimler geçirmiştir ama değişmeyen tek bir yanı vardır mizah
tanımının, o da mizahın ezilenin ezene, güçsüzün güçlüye karşı silahı olmasıdır
(Kırca, 1996: 1436). Toplumsal gerçekliğe gülünç, eğlenceli, bir dille ulaşmanın adı
olan mizahın temel özelliği eleştirel bir yapıya sahip olmasıdır. “Mizah geçmişte ve
günümüzde, toplumsal gerçekliklere güzelleme yapması ile değil, toplumsal eleştiri
geliştirmesi ve sorunları görünürleştirmesi ile popüler muhalefet biçimlerinin başında
101
gelmektedir” (Köse, 2011: 399). Mizah, bireylerin günlük pratiklerini
gerçekleştirirken farklı yollarla (sözlü, yazılı, işitsel, görsel, estetik vb.) dile getirilen
ve geçmişten günümüze değin uzanan eleştirel okuma becerisinin parçası olan bir
muhalefet aracıdır. Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde ise, mizahın özünde
muhalefeti, karşı duruşu, eleştiriyi, protestoyu, yergiyi, alayı ve gülmeyi tek tek ya da
bir arada barındıran süreç olduğu belirginlik kazanmaktadır (Tellan ve Tellan, 2011:
989). Mizah, düşünceleri şaka ve nüktelerle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidi
olmakla beraber zaman içinde daha ağır türleri de içine alan bir terim haline
gelmiştir. Mizahta temel hedef güldürme ise de çok defa güldürmenin altında fert ve
toplumdaki aksaklıkları, çirkinlikleri eleştirme ve iğneleme, düzeltme amaçları da
gizlidir. Mizah halk zekâsının ürettiği bir savunma aracı olarak da görülmüştür.
Gerçeklerin sebep olduğu acılara boyun eğmeyen mizah, kimlikleri dile getirme
biçimlerinden biri olduğu gibi zulme dayanan yönetimlere karşı aşağı tabakalardan
gelen bir direniş biçimi olarak da tanımlanmaktadır (Seyhan, 2011: 191). Cenap
Şehabettin mizahın bu yöndeki işlevini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Mizah
gazetelerinin zan ve tahmin olunduğundan pek ziyade mühim bir vazifesi vardır:
Uslandırma ve uyandırma! Mizah bu vazifesini sopayla, yumrukla, kaba vasıtalarla
değil, ustura gibi keskin nüktelerle, şeytan tozu gibi biraz yakan biraz kaşındıran ve
hafifçe öfkelendiren nüktelerle yapar. Mizah gazetesinin her cümlesi bir gafilin
burnuna çevrilmiş bir fiske olmalıdır” (Şahabettin, Cenap, Akbaba, 20 Haziran
1963). Dolayısıyla mizah, muhtemelen insanlığın konuşmaya ve gülmeye başladığı
günden bu yana dünyayı ve elbette giderek kurumsallaşan siyasi otoriteyi algılama ve
yalnızca zihinsel olarak da olsa onu alaşağı etme yöntemlerinden biri (Öğün Emre ve
Çavdar, 2011: 481) olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; toplumsal yaşamın
neredeyse her anında var olan ve kültürel özellikler sergileyen mizah, kimi zaman bir
başkaldırı, kimi zaman bir karşı duruş kimi zaman da aykırılıkların, farkındalıkların,
serzenişlerin ve gerçeği bilmeye karşın onu dolaylı yollardan dile getirmenin tarzıdır.
Sosyal bir varlık olarak yaşayan birey, yaşamı boyunca iletişimsel eylemlerde
bulunurken; iletişimin doğasına ve zamanın ve mekanın belirleyiciliğine ya da
tıkanan kendini ifade etme alanlarına alternatif yeni söylem üretim mekanizmalarına
bağlı olarak sık sık mizaha başvurmaktadır (Tellan ve Tellan, 2011: 989). Mizah, bu
karşı duruşuyla, kalıpları kıran, ezber bozan özellikler taşımaktadır (İnam, 2009: 5).
102
Mizahın en önemli özelliklerden biri, kültür ile bütünleşmiş bir olgu
olmasıdır. Toplum hayatında her zaman var olduğu gözlenen mizah toplumların
geçmişten getirerek biriktirdikleri, gelenek ve görenekler, yaşam tarzları, tarihleri
gibi manevi değerleri arasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü yaşananların aynasıdır
(Fırlar ve Çelik, 2010: 166-167). Mizah, bireysel aktörle toplumsal olanın gündelik
pratikleri arasındaki karşılıklı etkileşimin mecrasında yer alır. Mizah aslında bu
ilişkilere müdahil olan ve daha genel bir nitelik taşıyan ahlaki çerçeveleri bireysel
düzleme taşıyan bir araç olarak işlev görür. Toplumsal yapılar, toplum içindeki
etkileşimlerin yarattığı şablonlar etrafında örülür, bu şablonların sınırı ise, ‘doğru’ ve
‘yanlış’ yargılarıyla belirlenir ve bireylerin davranışlarını sınırlamakla kalmayıp
yönlendirilir. Toplumun her bir bireyle ayrı ayrı etkiletişimi onun yapısını değiştirme
potansiyeli taşır. Bu noktada mizah, bu etkileşim biçimlerini hızlıca dönüştürebilecek
bir kapasiteye sahiptir. Toplumsal şablonların içerdikleri çelişkilerin farkında olan
bireysel aktör, onlarla oynayarak farkındalığını başkalarına da geçirebilir. Mizah bu
noktada etkili bir stratejiye dönüşür (Öğün Emre ve Çavdar, 2011: 481). Mizah,
resmi görüşlerin halka ulaşmasında ve toplum düşüncelerinin ortaya konmasında da
kullanılan temel araçlardan biridir. Bazen güldürü içermekle birlikte mizah, eleştiri
ortamının en etkili aracıdır pek çok katı eleştiri, mizah maskesinin hoş görüntüsü
ardına gizlenerek hedefine ulaşmaktadır (Pettid, 2003: 128). Mizah aracılığıyla çok
sayıda kahraman, figür üretilerek eleştirilmek istenen kişi veya kurumlara iletiler
aktarılmış, topluma verilmek istenen pek çok ileti, mizahın derin ve süslü üslubu
içinde hedefine gönderilmektedir (Gardner, 2002: 69).
3.3. Karikatürün Tanımı
Mizahın önemli türlerinden bir tanesi de günümüzde gazeteden televizyona,
afişten dergiye hatta ders kitaplarına kadar yayılan karikatürdür. Karikatür
(caricature) sözcüğünü ilk kez İtalyan ressam Aniballe Carracci kullanmıştır (Ana
Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 1986: 628). Karikatür; İtalyanca “sarıp
toplamak, bohçalamak, eşek şakası yapmak, yüklemek” (Nişanyan, 2003: 217),
hücum etmek anlamında olan ‘caricare’den (yüklemek) gelmektedir (Selçuk, 1998:
10). Tıpkı mizah gibi karikatürün de çok sayıda tanımı yapılmıştır. Bu tanımların bir
103
kısmı şu şekildedir: “Karikatür olayların, düşüncelerin, duyguların iki boyutlu mizahi
ve abartılı bir ifadesi” (Hünerli, 2011: 41); “bir şeyin, bir kimsenin, bir olayın alaylı,
insanı güldürecek ve güldürürken de düşündürecek bir biçimde çizilmiş resmi
(Hançerlioğlu, 1992: 144); “kişilerin, şeylerin ve olayların gülmeye ya da
gülümsemeye yol açacak bir biçimde temsil edilmesidir” (Topuz, 1986: 7).
Karikatür, insan ve topluma ilişkin her şeyi konu olarak alan, abartılı bir biçimde
belirten, güldürücü, düşündürücü çizgi- resimdir. Mizahın bir bölümünü oluşturan
karikatür, ‘eğlendirmek, güldürmek, birine bir davranışa incitmeden takılmak
amacını güden ince alay- nükte- humor; gerçeğin tebessüm edilebilecek,
gülünebilecek yanlarını ortaya koyan bir edebi tutumdur’ (Tokmakçıoğlu, 2011:
140). Çeviker’in tanımı ise oldukça değişiktir: “Karikatür! Kapsamı geniş, büyük bir
sözcük! Güldürmek için biraz yarı şaşı baktıran bir göz. Biraz büyütülen bir
buruncuk, biraz sırıttıran bir ağız, yanpiri çiziverilen bir çizgi, kimileyin bir kızgınlık
yaratır. Güldürecekken kızdırır. Melek bir düşünceyi, ifrit bir düşmanlık biçimine
sokar” (Çeviker, 1997: 44).
Günümüzde tüm dünyada karikatür; iki yönde gelişimini sürdürmektedir.
Birincisi çok satışlı mizah dergilerinde yer alan eğlendirmeye yönelik, abartmalı, bol
yazılı, çabuk tüketilen karikatür, ikincisi ise “grafik mizah” olarak da adlandırılan
güldürmekten çok düşündürmeye eğilimli, abartmaya fazla başvurmayan, kültür
düzeyi yüksek tabakaya seslenen, yazısı olmayan (ya da çok az olan), uzun ömürlü
sanat karikatürü (Özer, 2004). Karikatürün anlatım şekli üç boyuttan
tasarlanmaktadır: ‘Kare Karikatür’ olarak ifade edilen anlatıda sınırlandırılmış, tek
bir yüzey üzerinden mesajın iletilmesi amaçlanmaktadır. Kare karikatürde
hedeflenen mesajın en kısa sürede istenen etkiyi yaratmasıdır. ‘Bant karikatürde’
mesajın birbiri ardına gelen birkaç sahne sonunda etkilemesi amaçlanmaktadır.
Böylelikle mesaja hareketlilik eklenerek okuyucunun etkiye hazırlanması ve iletideki
komikliğin kuvvetlendirilmesi planlanmaktadır. Bant karikatürde an içindeki
çarpıcılıktan çok süreç içindeki olgunlaşmaya yönelmiştir (Tellan ve Tellan, 2011:
991).
104
Son döneme ait besleyici sanatçılardan olan Uğur Kavak, karikatürün
çizilmeyen, aksine kendiliğinden oluşan bir izdüşüm (http://tr.wikipedia.org, 03-03-
2012) olduğunu belirtse de, yaşamın güncel, tarihsel ve geleceğine ilişkin tüm
alanlarını haber, ileti ve bilgi özeti haline getirirken sanat olma savını sürdüren ilginç
bir iletişim dalı (Oral, 1998: 10) olan karikatür, en başta bir çizgi sanatıdır. Çizgiye
hayat vermektir ya da tam tersi hayatı çizgiyle var etmektir. Şiir gibidir; yazının
sabit, basmakalıp ve tekdüze anlam kodlarını parçalayarak insanı çok daha geniş
anlam coğrafyalarına sürüklemektedir (Tuncel ve Bahtiyar, 2005: 100). Karikatürü
sanat yapan şey, öbür sanatlardan farklı araç gereç kullanmasında değil, farklı amaç
taşımasında aranmalıdır (Sümer, www.felsefesinifi.com, 2005). Karikatür, toplumun
yönlendirilmesi ve bilinçlendirilmesinde bir araç olma özelliğini taşımaktadır.
“Karikatür, bir iletişim aracıdır. Karikatürü çizen kişilerin (çizerlerin) diğer kişilerle
iletişimini sağlayan bu sanat, tüm iletişimlerde olduğu gibi genel iletişim kuramlarına
uygun bir yapı gösterir” (Özer, 1985: 25). Karikatürün bir iletişim aracı olmasındaki
en önemli unsur; bir mesaj aktarması ve bu mesaj alıcıya ulaştığı anda etki
yaratmasıdır. Bu yüzden görsel iletişim aracı olarak karikatür, kültürel değerleri,
inançları, normları ve yasaları iletmede önemli rol oynamaktadır (Atamaz Aşçıoğlu,
2001: 27). Karikatür, küçük oluşu, aykırılığı ve mükemmel görünmeyen kırık dökük
yapısı ile farklı etkiler yapan iletişim biçimlerinden biridir (Oral, 1998: 9). Karikatür,
iletişim açısından mizahsal ve ikonik görsel bir mesajdır (Özer, 1985: 25). Sosyal
hayatın bir parçası olan karikatür, sosyal hayata dair olan her şeyi -güncel olaylar,
düşünceler, görüşler, duygular, ekonomik, toplumsal ve siyasal tutum ve davranışlar,
yaşam koşulları, çelişkiler, tutarsızlıklar, insanların budala yanları vb.- işleyeceği
konular arasında barındırır.
Karikatür bugünkü durumuyla çizgiyle mizah yapma sanatıdır (Selçuk, 1998:
12). Karikatür resim sanatının takip ettiği yola muvazi (koşut) bir yol takip etmiştir:
Bir nevi portre sanatı olarak doğmuştur; ilk önce modelden başka kaygısı olmamıştır;
yavaş yavaş sanatkârın fikirlerinin ifadesi haline gelmiş ve tabiatıyla mücerretleşme
yoluna girmiştir. “Çizgiler basitleşti. Şimdi fikir en basit en kuvvetli şekilde ifadeye
çalışılıyor” (Selçuk, 1998: 14). İnsanların görüşlerini bozma, abartma, karakteristik
özelliklerini ön plana çıkartma olarak değerlendirilen karikatür, sonraları bu dar
105
çerçeveden dışarı çıkmıştır. İlk zamanlarda portre karikatür anlayışı ile çizilen
böylesi çalışmalar abartmaya, çeşitli bitki ve hayvanları insanların bir parçası gibi
göstermeye veya insan hareketleri ile hayvan hareketlerini karşılaştırmaya dayanırdı
(Özer, 1994: 8). Başlarda modelden başka bir kaygısı olmayan karikatür; yavaş yavaş
sanatçının fikirlerinin ifadesi haline gelmiş, tabiatıyla soyutlama yoluna girmiştir
(Selçuk, 1998: 37). Abartılı bir sanat şeklinde görülen karikatürün tek amacının
abartmak olduğunu söylemek karikatürün kötü tanımlanmasına neden olmaktadır.
Çünkü asıllarına portrelerden daha çok benzeyen, abartmayı pek az sezdiren
karikatürler bulunmaktadır (Bergson, 2006: 22). Karikatürist, bu durumun
oluşmasına kendine has öznel yorumlamaları sayesinde sağlamıştır. Karikatürcünün
sanatı, kimi zaman belli belirsiz olan bu değişiklikleri yakalayıp büyülterek gözlerin
görebileceği duruma getirmektedir. Karikatürcü modellerinin yüzlerini, sanki bunlar
dayatsalar kendiliklerinden o duruma geleceklermiş gibi değiştirir; biçimin yüzeysel
uyumlarının altında maddenin derinlerdeki başkaldırılarını bulur; doğada kararsızlık
içinde olup da daha iyi bir güçle geriletildikleri için bastırılan oransızlıkları,
biçimsizlikleri gösterir (Bergson, 2006: 22). Karikatürün kolay bir sanat olmadığını
ifade eden Selçuk, karikatüristin fikrini ifade ederken bir üsluba ve her sanatkâr gibi
bir dünya görüşüne sahip olması gerektiğini (Selçuk, 1998: 15) dile getirmiştir. Bir
karikatürü, dışardan gelen etkiler (Toplumun, müessesenin, editörün, galeri sahibinin
etkileri) ve içerden gelen etkiler (Karikatüristin idrak dünyası ve kabiliyeti) (Selçuk,
1998: 169) sınırlamaktadır. Dolayısıyla bir karikatürün ancak sanatkârın
(karikatürist), mizahi fikrini çizgilerle ifade edebildiği nispette karikatür olabileceği
(Selçuk, 1998: 14) kabul edilmektedir.
En büyük karikatür iletme kanalı, kuşkusuz süreli basındır. Çünkü karikatür
temaları aktüaliteye yakından bağlıdır (Topuz, 1986: 54). Karikatür piyasası, basının
durumuna sıkıdan bağlıdır. Çünkü karikatürün temel piyasasını, günlük gazeteleriyle
siyasal dergileriyle magazinleriyle ve gülmece gazeteleriyle basın oluşturur (Topuz,
1986: 64). Karikatür, özellikle basın karikatürü bir toplumun tarihini verir. Yazı,
tarihi sonra kaydeder; karikatür ise hemen; bir önseziyle geleceğe de ışık düşürdüğü
olur (Çeviker, 1997: 30). Çizgi ile mizah yapma sanatı olan karikatür; çarpıcı, kısa,
yaygın ve evrensel bir anlatım biçimidir. Hiç kuşkusuz bu derece etkili bir araçla,
106
basın daha güçlü ve aynı zamanda daha çok okuyucu çekebilme cazibesine sahip
olmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, mizah basınının yanı sıra gazete ve dergiler de
karikatür, fıkra, çizgi, bant vb. anlatım araçlarına sıkça başvurmaktadır (Bulut, 2011:
499). Basın, karikatürün etkisinin artmasında önemli bir rol oynamıştır. Karikatür,
basın aracılığıyla popüler olmuş, bir başka deyişle o yüzden kitleler üstünde etkili
olabilmiştir. Karikatürün tarihi, basının tarihiyle yakından ilgilidir (Topuz, 1986: 54).
Karikatür, gazetede yayınlandığı zaman bağımsız bir köşeden çok, o gazete de bir
işlevi bulunan ve gazete bütünündeki bir parça haline gelir. Gazetelerde karikatürün
işlevi, genelde, gününü olaylarının çizgi yoluyla yorumlanmasıdır. Mizahla beslenen
bu çizim, konusunu günlük olaylardan alır; bu bir yorumlama sürecidir. Karikatürcü
konularını hayatta hissedilebilen her şeyden alsa bile, gazetenin yayın politikasına
göre, gazetenin yazarlarına tanıdığı özgürlük sınırları çerçevesinde çizebilir (Arık,
1998: 65-66). Basın karikatürleri bireysel görüşler ve yorumlar üzerinden gündeme
dair görsel yorum sunar, haberlerin gözden kaçırdığı veya önemsemediği noktaları
vurgulama, görünür kılma ve direk olarak yansıtma potansiyelleri taşır (Haydari,
2011: 124). Plastik Sanatlar Ulusal Merkezi’nin eski Başkanı Claud Mollard basın
karikatür için şunları demektedir; “Basın karikatürü, saygının sınırlarını en uç
noktaya kadar zorlayarak haberi ya da bilgiyi, alaycı delici ve yıkıcı bir biçimde
yorumlama olgusudur. Ama bundan gerçek kadar, içtenlik ve özgürlük tutkumuz da
kazançlı çıkar. Bu da demokratik bir ülke için sağlıklı olmanın kanıtıdır.
Karikatürcüleri olmaksızın basın, oldukça hazin ve hiç kuşkusuz daha az gerçek
olurdu” (Oral, 1998: 10). Batıda ‘editorial cartoon’ (baş sayfa karikatürü) olarak
adlandırılan basın karikatürü; sürekliliği olmayan bir formatta manşet haberleri ile
bağlantılı olarak sunulan ve belli bir politik bakış açısını yansıtan grafik sunumlar
olarak tanımlanır (Tunç, 2000: 18). Gazete karikatüründe amaç karikatür çizmek
değil, herhangi bir konuyu çizgi yoluyla yorumlamaktır (Arık, 1998: 66). Karikatür,
bazı çizerler için bir mücadele yolu, bazıları için isyan, bazıları için iş, bazıları için
kolaycılık, bazıları için sitem, bazıları için salt sanat, bazıları için kaçış, bazıları için
sömürü ve bazıları için haberciliktir (Arık, 1998: 55). Bu durum farklı gazete
karikatür türlerinin oluşmasını gerektirmiştir. Gazete karikatürleri konularına göre
şöyle sınıflandırılmaktadır:
107
a) Siyasi Karikatür: Genellikle politikacıları hedef alan ve günlük olaylarla
yakından ilintili haberlerdir.
b) Portre Karikatür: Toplum içinde kendini kabul ettirmiş kişilerle ilgili
haberleri desteklemek veya yumuşatmak amacıyla kullanılır. Kişinin belli
özellikleri abartılır ve kişiliğini ele veren özellikleri vurgulanır.
c) Haber Konulu Karikatür: Ekonomi gibi, durağan ve sıkıcı haberleri
anlaşılır hale getirmek ya da göze hoş gelmesini sağlamak amacıyla,
haberden yapılan çıkarsamalardan oluşan bir tür karikatürdür.
d) Eğlence Karikatürü: Aile, cinsellik, iş, toplum, tatil, spor gibi konuları
işleyen ve mevsimlere göre değişiklik gösteren karikatürdür.
e) Bant Karikatür ve Çizgi Roman: Üç ya da daha fazla kareden oluşan ve
sürekliliği olan karikatürlerdir. Pek çok gazetenin kullandığı bu
karikatürler, çoğunlukla belli bir tip hakkında gelişen olaylar üzerine
çeşitlenmelere gider.
f) Reklam Karikatürü: Gazetelerin reklam için ayrılan sayfalarında, yazı
işleri dışında reklam şirketleri tarafından yapılan karikatürlerdir (Hünerli,
1993: 64).
3.4. Karikatürün İşlevi
Karikatür evrensel değildir. İmgeler ve simgeler her yerde aynı anlamı
vermezler. Bir ülkede güldürü imgesi olan bir konu başka bir ülkede etkisiz
kalabilmektedir. Bir ülkede kutsal kabul edilen bir imge başka bir ülkede güldürüye
yol açabilmektedir (Topuz, 1986: 93). Ancak yazısız karikatür, uluslararası bir dil
kabul edilmektedir. Karikatür yazılı ise, kolay bir çeviri, yapıta bir tür evrensellik
kazandırır. Karikatürün anlaşılabilir olması için, sanatçının hangi nedenlerle bu
deseni çizdiğini okuyucunun bilmesi gerekir. Arjantin’de siyasal bir durum için
yapılan bir karikatür, Hintli bir okuyucu için hiçbir anlam taşımayabilir. Buna karşın
birçok ülkede okuyucuların büyük çoğunluğunun anlayacağı ortak temalar vardır,
bazen de yerel temaların da çoğunlukta oldukları görülür (Topuz, 1986: 68).
Karikatürcüler farklı bir medeniyet dünyasına mensup konuları/toplumları ele
aldıklarında ve ilgili karikatürleri çizdiklerinde, bu toplumlara nasıl baktıklarını
108
seçtikleri karakterle somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Burada karikatürcüler
kendi hayal dünyaları pencerelerinden, yabancı toplumları/dünyaları tarif etmektedir.
Bunu yaparken de, ister istemez mensubu oldukları toplumun ve medeniyet
havzasının değer yargılarının etkisinde kalmaktadır. Bir de bu, geçmişte sürekli
olarak mücadele halinde olan iki farklı medeniyet havzasına mensup karikatürcüler
ve konular arasında olursa, ortaya çok ilginç değerlendirmeler ve sonuçlar ortaya
çıkmaktadır. İlginçlik bir tarafa, bu aynı zamanda “mentalite/zihniyet” tarihi için bir
malzeme anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi toplumların zihniyetleri belli tarihi
süreçte oluşur ve değişime uğrar. Bunlardaki kırılma noktalarını tetkik ve tespit
etmek çok önemlidir (Alkan, 2006: 14-15). Çizgiyle düşünen karikatür sanatçısı,
çevresinde olup bitenleri, insanları, insanların çelişkilerini, yaptıklarını, yapmak
istediklerini, özlemlerini dikkatle izlemeli, gözlemelidir. Yapıtını oluşturacağı boş
kağıdı önüne koyduğunda, demek istediğini, anlatım biçimini hatta kompozisyonunu
önce kafasında düşlemeli, biçimlemeli, sonra hayalinde yarattığı, çizdiği karikatürü
beyaz kağıt üzerinde somutlaştırmalıdır (Selçuk, 1998: 241). Karikatürcüler, yaşanan
günü insan ve toplum adına savunurlar. Bu çaba, daha güzel, daha mutlu bir
dünyadan yanadır. Bu bütün sanatlar ve sanatçılar için geçerli bir özdür. Ne ki,
karikatür kadar akan günle uğraşan bir başka sanat daha yoktur. Bu nedenle de
tehlikeli bir iştir uğraşları. Onlar için insanı, insan haklarını savunmak biraz da
kendini savunmaktır (Çeviker, 1997: 341). Bu nedenle karikatür, bir eleştiri sanatı
olarak, iyi niyet taşımaz, ama kötü niyetli de değildir. Kötüyle, iyi olmayanla uğraşır.
Ancak bunu, siyah bir boyaya kalem batırıp güneş resimleri çizerek, umudu sürekli
canlı tutmaya çalışarak yapar. Karikatür, bir anlamda, iyi niyetli değildir ama iyinin
peşindedir (Oral, 1998: 102).
Karikatürler aynı zamanda duyguların ve sansasyonun yüceltildiği bir
yoğunluğa sahiptir. Duygu, heyecan ve eğlencenin birlikteliği aynı zamanda
komikleştirme unsurlarının öne çıktığı anlatıdır (Bulut, 2011: 499). Bugün çizilen
karikatür yarınki insanlara bir şey söyleyebilmelidir (Selçuk, 1998: 12). Çünkü
karikatürün hammaddesi insandır. İnsanın çelişkileri, yanılgıları, yapıtları, yaptıkları,
davranışları, gözlemleri, özlemleridir (Selçuk, 1998: 200). Karikatür, gündelik hayatı
inceler, yorumlar ve belgeler. Sokaktan, en uç noktalara, sınırlar ötesi bir çevresi
109
vardır. Dünya, karikatürcünün kalbidir. Basınla birlikte çalıştığı için işi, daha çok
soluklanan hayattır; ne ki, kimi kez gündelik olanda evrensel olan da yakalanır
(Çeviker, 1997: 303). Gülmece karikatürün temelidir. Fakat çizerin amaçlarına,
hedeflerine ve diğer pek çok etmene bağlı ikincil işlevleri de vardır. Karikatürün
işlevleri; haber verme, eğlendirme, eğitim, tabuları mitosları yıkma, karşı çıkma ve
reklamdır (Topuz, 1986: 64). Karikatürün gayesi bir fikir ifadesidir, bu fikir
mizahidir, fakat güldürmek için icat edilmemiştir. Karikatürün gayesi sadece
güldürmek olmadığı (Selçuk, 1998: 15) gibi mühim şahsiyetlere çamur atmak ya da
güzel kadın resmi yapmak da değildir (Selçuk, 1998: 4). Bağnazlığın, tutuculuğun,
cehaletin, çıkarcılığın, bilinçsizliğin desteklediği kötülükler, ihanetlerle dolu bir
dünyada; iyilikleri, güzellikleri sezebilmek, görebilmek, anımsayabilmek, savunmak,
bilim alanında, sanat alanında yarınki kuşaklara kalabilecek yapıtlar, güzellikler
bırakabilmek, insanı insan yapan, mutlu kılan başlıca amaçlardır (Selçuk, 1998: 159).
Dolayısıyla “Genç karikatüristin düşüncesi de bu olmalıdır: tamamen insan üzerine
eğilmek…” (Selçuk, 1998: 6).
3.5.Karikatürün Dünyadaki Tarihsel Gelişimi
Karikatürün ilk olarak ortaya çıktığı tarih bilinmemektedir. Karikatürün
geçmişi insanlık tarihi açısından çok eski dönemlere dayanmaktadır. 17. yüzyılda
İtalya’da yaratıldığını belirten kaynakların yanında değişik kaynaklarda karikatürü
Fransızların çizdiğini söylemektedir. Bazı kaynaklar ise, mağara devrinde ilk
insanların duvarlara yaptıkları resimleri ilk karikatür örnekleri olarak değerlendirmiş
olsalar da (Özer, 1994: 2) bilim adamları tarafından mağara duvarlarında ve kaya
üzerlerinde insanoğlunun abartılı hallerinin resmedildiği çizimler şüphesiz bilinçli ve
sistematik bir ürün olarak kabul edilmemektedir (Yengin, 2011: 335). Zaten
karikatürün sanat olarak ortaya çıkmasını görmek için insanlık tarihi, 16. yüzyılın
sonlarını beklemek zorunda kalmıştır (Bayram, 2009: 107). İlk mizah örneklerine
antik yazarlardan, Lukianos ve Horatius’un eserlerinde rastlamak mümkündür.
Aristo’nun eserlerinde de mizahi öğelere rastlanmaktadır. Shakespeare’in Falstaff’ı
ve Cervantes’in Don Kişot’unda ki karakterleri ise uzun yıllar mizahi unsurlar olarak
dikkati çekmiştir (Güneri, 2008: 52). Karikatürü andıran ilk desenler paleolitik
110
çağdan kalmadır. Fransa’da Areiege’de Üç Kardeşler Mağarası’nda, Doğu
İspanya’da Cueva’da Ramigia Mağaralarında, Castellon’da Casuble Boğazı’nda ve
Cezayir’de Tassili Kayalıklarında bulunan taş üstü gravürlerinin bazıları karikatür
türündedir. Paleolitik çağın insanlarının bu desenleri ne amaçla yaptıkları
bilinmemektedir. Ama desenleri çizenleri karikatüristlerin ilk atası saymak yanlış
sayılmamaktadır (Topuz, 1984: 8). 17. yüzyılda İtalyanlar hayvan başlı insan
resimlerine ‘carıcaro’ demekte idiler. 1690’da Venedik’ten İngiltere’ye giderek
yerleşen Browne ‘caricature’ kelimesini kullanmaya başlamış ve bu sanata yumuşak
bir şekil vermeye çalışmıştır (Selçuk, 1998: 48). Karikatür 16 ve 17’nci yüzyılda
İtalya’da gelişmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Karikatüre yakın ilk resimler, belirli
çevrelere yönelik olan Anibale Carraci’nin çizimleridir. Karikatür, Carracci
kardeşlerin atölyesinde bir oyun biçiminde ortaya çıkmıştır. Portre deformasyonuna
dayanan bu çizimlerde, kurbanların yüzleri hayvanlara yahut cansız nesnelere
benzetilmektedir. 11 karikatür sözcüğünü ilk kez, Anibale Carracci’nin ‘Arti di
Bologna’sına yazdığı önsözde (1646) Mosini kullanmıştır ve karikatürü, gerçekliğe
önem vermekle birlikte, fantezi ya da komiğe yönelik bir portre çizme yöntemi
olarak tanımlamıştır (Mctighe, 1993: 75-91). Bunun yanı sıra karikatüre yönelik
çalışmalara eski Mısır’da da sıklıkla rastlanmaktadır (Yoltaş, 1984: 921). Hititler
devrinden kalma, şölenlere canlılık katan soytarıları gösteren kabartmalar vardır.
Erken karikatüre başka örnekler de verilmek istenirse, Batı’da Eski Yunan yazı ve
resimleri, Roma duvar resimleri ve Ortaçağ heykellerinde de rastlanır. Doğu’da ise
minyatürler ve gölge oyunu tipleri karşımıza çıkmaktadır. Karikatür çizgileri gerçek
formuna, özellikle de resim sanatına ilginin arttığı Rönesans’tan sonra yaklaşmıştır.
Dönemin bazı ünlü ressamlarının –Albrecth Dürer, Leonardo da Vinci- eski
resimlerinde ve çizimlerinde figürlerin bazı organlarının abartılı çizilerek ya da
farklılıkları abartılarak yapılmış çalışmalara rastlamaktadır (Arık, 1998: 4).
Karikatür sanatında başlangıçta tahta oymacılığı, gravür maden üzerine hak
etme biçiminde çoğaltılan örnekleri başlıca tipleri konu edinmiştir (Tokmakçıoğlu,
2011: 141). Karikatür, geçen zamanda aynı çizgisini korumamış ve çeşitli değişim
aşamaları geçirmiştir. Önceleri, ‘bir insan yermek için çeşitli özellerinin
abartılmasıyla çizilen resim’ olarak tanımlanan karikatür daha sonra resimden
111
kopmuş kendine özgü bir sanat dalı olmuştur (Özer, 1985: 9). 17. yüzyıla kadar
sadece portre olarak değerlendirilirken daha sonra konulu anlatıma dönmeye
başlamıştır. Genellikle alt yazılı olan karikatüre fıkra resimlemek gibi bir işlev de
yüklenmiştir. Bu tür karikatürlerde gülmece çizgiden değil, sözcükten, sözcüklerin
türlü anlamlarda kullanılabilirliğinden kaynaklanmıştır. Çizgi ve söz birbirinin
ayrılmaz parçası haline gelmiş, çizgi, söz için yardımcı olarak kullanılırken, söz çizgi
için vazgeçilmez kılınmıştır. Bunun sonucu olarak da sözler kaldırıldığında çizgi
anlamsız kalmış, ama çizgi kaldırıldığında sözler hiçbir şey yitirmemiştir. Anlam
çizgiden değil, sözden çıkmış, çizginin işlevi sadece sözü açmak olmuştur (Şaşkal,
www.atilaozerkarikaturevi.com. 1978). Sanayi Çağı’nın anlatım biçimi olan
karikatür ilk sanayileşen ülkede, İngiltere’de gelişmiştir. 17’nci yüzyılda soyluların
bir eğlencesi olarak İtalya’dan alındıysa da, özellikle William Hogarth çarpıtılmış
insan görüntüleriyle yetinmek yerine, davranışlardaki çelişkileri ortaya koyan, oyma
baskılarıyla gerçek karikatürün öncüsü sayılmaktadır. Hogarth’dan sonra portre
karikatürüyle konulu karikatür gittikçe daha yoğun bir biçimde toplumsal ve siyasal
yergi aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır (Arık, 1998: 5). 18. yüzyıla
geldiğimizde yazıda olan mizah, artık yavaş yavaş çizgiye kaymıştır. Bu dönemde
Thomas Beick’in tahta oymacılığı, 1798’de Aloys Senefelder tarafından icat edilen
Litoğrafya ve diğer teknolojik gelişmelerle karikatürün yaygınlaşması hız
kazanmıştır. Karikatür dergileri ve gazeteler çoğalmış, başka ülkelerde de bu tür
yayınlar artmaya başlamıştır (Meydan Larousse, cilt.11, 1). 18’inci yüzyılın en ünlü
iki karikatürcüsü William Hogarth ile Giovanni Tiepolo’dur. Her iki sanatçı da
fertlerden çok tipleri canlandırmışlar ve özellikle Hogarth eliyle aristokrasi ve ince
beğeni eleştirilmiştir. 18’inci yüzyılın diğer önemli karikatürcüleri İtalyan Pier Leone
Chezzi ile İngiliz James Gillary ve Thomas Rowlandson’dur (Arık, 1998: 5).
19. yüzyıl başlarında baskı tekniklerindeki gelişmeler karikatürlerin
yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur. Başlangıçta karikatürist, bakır üzerine
gravürünü doğrudan kendisi kazımaktayken gravürün tahta üzerine kazılmaya
başlanmasıyla karikatürist kazı işinden kurtulmuş, bu işi gravürcü veya basımcı
yüklenmeye başlamıştır. Sonuçta karikatür fiyatları ucuzlamış, bu yeni baskı tekniği
karikatürün basında yaygın olarak kullanılmasını da sağlamıştır. Avrupa’nın çeşitli
112
yerlerinde arka arkaya mizah yayınları çıkmaya başlamıştır. 1841'de İngiltere'de
Punch (2) çıkmış, onu Almanların Kladderadatsch'ı izlemiştir (1848). Alman
karikatüründe Hogarth’ın etkisi büyük olmuştur. İlk önemli Alman karikatürist
Chodowiecki (1726–1801)’dir (Topuz 1997: 86). Baskı makinesinin bulunması ile
karikatür yaygınlaşmıştır. Bu icatla, artık karikatür bir anda birkaç yüz kopya haline
gelebilmektedir. Karikatürün yaygınlaşması, karikatürcüye çizme fırsatı yaratılması,
karikatürcü sayısının artması bu sanatta çeşitli arayışlara neden olmuştur (Özer,
1985: 8). Karikatür çok sayıda basılıp geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaya başladığı
zaman, gerçek gücünü göstermiştir. Karikatürü kaba bir yergiden, zekâ ve el becerisi
gerektiren bir uğraş düzeyine çıkaran sanatçılar da bu ortamda yetişmiştir. 19’uncu
yüzyılda karikatür sanatı altın çağını yaşamıştır. 18’inci yüzyılda Thomas Bewick’in
tahta oymacılığı sanatını arıtması ve 1798’e doğru Aloys Senefelder’in litoğrafyayı
icat etmesi, karikatür sanatının rağbetini arttırmıştır. Bu teknikler sayesinde bir
karikatürün binlerce defa basılabilmesi, karikatür sanatının gelişmesine yol açmıştır
(Ana Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 1986: 188). 19. yüzyılda ABD’de
karikatüre pek önem verilmemiştir. İlk çıkan karikatürist Thomas Nast’ın eserleri ise
birer politik resim olarak kalmıştır. Yapılan diğer çalışmalar ise birer alegori
niteliğinde olmuştur. Bu tür çalışmalara örnekte grafik sanatçısı Charles Dana
Gibson’un eserlerinde görülmüştür. Ancak ABD’de ilk gerçek karikatür örnekleri
Gibson’un ‘Life Comedy’ dergisidir (Güneri, 2008: 79).
20. yüzyıl karikatürlerine geldiğimiz de ABD’de ortaya çıkan yeraltı dergileri
(Underground Press) dikkat çekmektedir. Bu dergilere yeraltı dergileri denmesinin
sebebi, yergici güçlerinin ve yıkıcı tarzlarının yanı sıra anarşist bir düzeyde ürün
vermelerinden kaynaklanmaktadır. Bu dergiler, toplumun ve insanın hoş olmayan,
eleştiriye açık yanlarını bulup, şiddetli ve sert bir biçimde ortaya koymaktadır.
Çizimlerinde, eşyalar, hayvanlar, insanlar; kısacası kullandıkları tüm öğeler birbirine
karışmıştır. Bu durumda gerçek üstü yaratıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Bu tür çizimler kullanan yeraltı dergilerinin öncüleri arasında çoğu çizgi-roman
sanatçısı olan; Kley, George Grozs, Topor, Bonot, Blachon, Cardon, Gourmeilin,
Crump, Jan Faust, Mihaesco, Arishman, Brad Holland, Anita Siege ve Saurez’i
sayılabilmektedir. Bunlar içinde Albert Hirschfeld ve David Levine’nin ayrı bir yeri
113
vardır. Onların çizmiş olduğu karikatürler New York Times ve New York Review of
Books gazetelerinde sürekli olarak yayınlanmıştır (Meydan Larousse, cilt.11, 2). I.
Dünya Savaşı’ndan sonra, karikatür genel olarak bir gerileme devresine girmiştir.
Savaşın getirdiği siyasi değişiklikler, krallıklardan çok partili hayata geçiş ve
karikatürün sadece politik alanda yapılması sınırı, karikatürcüyü hem köreltmiş, hem
de geriletmiştir. Bu sırada 20. yüzyılın karikatür sanatçıları da portre karikatürüne
yoğunlaşmıştır. Fransa’da Andre Rouveyre, İngiltere’de Aubrey Hammond ve
Bohun Lynch portre karikatürleri çizerken, David Low, Ralp Barton’da siyasi
karikatürlerde eserler vermişlerdir (Meydan Larousse, cilt.11, 2). İkinci Dünya
Savaşı’na kadar söze ağırlık veren karikatür, bu tarihten sonra biçimde ve içerikte
çeşitlilikler göstermeye başlamıştır (Özer, 1994: 10). 1980’lerde dünyada
yaygınlaşan karikatür akımı içerisine giren karikatürlerin temel özelliklerinden birisi
yazının ikinci plana düşmesi ya da yazısız karikatürün oluşturulmasıydı. Yazının
kaldırılması ve çizgilerin sadeleştirilmesi yanında yenilikçi karikatürcüler vurucu,
şaşırtıcı, çirkin, iğrenç konular ve çizgiler seçmeye başlamıştır (Özer, 1985: 9). 20.
yüzyılın bazı üstün sanatçıları ile karikatürün yeniden canlandığı görülebilir.
Rusya’da ünlü fakat sanat yönünden değersiz Krokodil (1922), Macaristan’da Ludas
Matyl (1941), Çekoslovakya’da Dikobraz ve Rohaç, Yugoslavya’da Jez,
Bulgaristan’da Sturshel ve Doğu Almanya’da Eulenspiegel dergileri çıkarılmıştır.
Doğu’daki bu gelişime karşın Batı’daki gelişme azdır. Gerek hiciv dergilerinin
azlığı, gerekse niteliği bakımından doğudakiler kadar iyi değildir. Yayınlanmış
dergilerin en iyisi, İsviçre’deki Nebelspalter (1912), İngiltere’deki Private Eye
(1961) ve Fransa’daki Le Canard Enchaine (1915)’dir (Güneri, 2008: 81-82;
Tokmakçıoğlu, 2011: 141).
3.6. Karikatürün Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi
Karikatürün tarihsel gelişimi çoğu zaman teknolojik gelişmelerle paralel
olmuş olsa da karikatürün özgür çizgisinin sınırlarını belirleyen ülke
yönetimlerindeki farklılıklar olmuştur. Türk karikatürünün tarih içindeki konumu da
buna göre belirlenmiştir. Türkiye tarihinde karikatürün ilk çıktığı andan itibaren
başlayıp günümüze kadar ki durumunun irdelendiği bu bölümde gelişim ve değişim
114
süreci dönemlere ayrılmış olup bu süreçlerde karikatürün teknolojik gelişmelerle
paralel ilerlediği tespit edilmiştir. Bunun yanında siyasi yönetimlerin, Türk
karikatürünü de kimi zaman kısıtladığı, sansüre uğrattığı, baskı altında tutmuş olduğu
da görülmüştür.
3.6.1. Başlangıç Dönemi
İlk dönem Türk karikatürünün özelliklerinden biri çizimlerin resim gibi oluşu
yani karikatürlerin gerçekçi çizimler üstüne kurulu olmasıdır. Bu dönemde abartıyı
sağlamak için düzenleme ve çizim özelliklerine önem verilmiştir ve gülmece daha
çok yazıya dayanmıştır. Karikatürlerde, altyazılarda açıklamalar, karşılıklı
konuşmalar yer almıştır, ayrıca çizimde gösterilen figürlerin üstüne de kim ya da ne
oldukları yazılarak açıklanmıştır (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).
3.6.1.1. I.Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e Türk Karikatürü (1870-1908)
1867-1878 Tanzimat Dönemi’nde; belediye sorunları, batılaşma
hareketleriyle değişen toplumsal yaşam, ev ekonomisi, ülke ekonomisi, basın
dünyası, kadın ve erkek ilişkileri, savaş ve barış, politika, ilerleme, özgürlük, eşitlik,
adalet, eğitim, çocuk, fantezi gibi konularda karikatürler çizilmiştir (Çeviker, 1986).
Tanzimat Dönemi’nde sözlü mizah, bu dönemde resimli mizaha dönüşmüştür. İlk
Türk karikatürü olarak çeşitli kaynaklarda gösterilen ve Garabet Petrosyan isimli bir
muhbir olduğu ileri sürülen ‘Eşek Kulaklı Tasvir’den önce Terakki’de ve İstanbul
Gazetesi’nde karikatürler görülmektedir (Çeviker, 1986: 47). Tanzimat Dönemi’nde
Diyojen (1870), Çıngıraklı Tatar (1873), Hayal (1873), İstikbal (1875) çıkmıştır
(Arık, 1998: 12). I. Meşrutiyetin ilan edilmesinin ardından, Abdülhamit’in 32 yıllık
mutlak yönetimi almıştır. Bu dönemde, batı örneği mizah dergileri 1908 yılına dek
susmuş, çıkamamışlardır. Abdülhamit yönetimi, Osmanlı yönetimi ve kültürü
bakımından bir ‘Pastırma yazısına’ benzetilmiştir. Abdülhamit, Karagöz’ü
yaygınlaştırmak için büyük bir çaba harcamıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 58). II.
Abdülhamit dönemi karikatür alanında ölü bir dönemdir. O yıllarda sadece bir tek
karikatürcüden bahsedilebilir: Yusuf Franko Paşa (Topuz, 1997: 213). II.
Abdülhamit, 1878- 1908 İstibdat Dönemi’nde mizah dergisi yayınlamayı
115
yasaklamıştır. Karikatür sanatı da Jön Türkler gibi sürgün yaşamına başlamıştır. Jön
Türk hareketi özelikle karikatürü güçlü bir silah olarak görmüş ve bunu hayata
geçirmiştir. Jön Türklerin çıkardığı başlıca süreli mizah yayınları şunlardır: Hayal
(Londra, 1895), Beberuhi (Cenevre, 1988), Pinti (Kahire, 1898), Davul (1900),
Dolap (Folkestone, 1900), Tokmak (Cenevre, 1901) vs. (Tanzimat’tan Cumhuriyete
Türk Ansiklopedisi). Padişah Abdülaziz’in yergiye hiç hoşgörüsü olmamıştır.
Abdülaziz’in son günlerinde Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, 1876’da gülmece
gazetelerine sansür koymuş ve Abdülaziz devrilip V. Murat tahta çıktıktan sonra da
sansür kalkmamıştır (Topuz, 1997: 213). I. Meşrutiyet dönemi Türk basını açısından
en sıkıntılı dönemlerin başında gelmektedir. Basının üzerindeki baskı ve ağırlıktan
dolayı bu döneme İstibdat Dönemi de denilmektedir. Karikatür de Türk basının
ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle bu dönemde aynı sıkıntıları çekmiştir (Topuz,
1997: 211 ve Özer, 1994: 11). İstibdat Dönemi’nde (1878-1908) mizah basını
yasaklanmış, diğer yayınlarda da karikatüre izin verilmemiştir (Çeviker, 1997: 194).
Meşrutiyet mizahının, iki özelliği bulunmaktadır. Bunlar; yazılı, basılı mizaha geçiş
ve meşrutiyet yönetimi ile birlikte, mizahı artık tarikatların değil partilerin gütmeye
başlamasıdır. Meşrutiyet, mizahta köklü değişikliklere neden olmuş, ancak kendi
geleneklerini yaratacak zaman bulamadan bütün günlerini savaş içinde geçirmiştir
(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 57). 1870’ten bu yana Türk karikatürü, Fransız
karikatürünün etkisinde kalmıştır. Karikatürün dünyadaki tarihi çok eski olmasına
rağmen Türkiye gelişi çok geç olmuştur. Bu durumu, Balcıoğlu, dinsel nedenlere
bağlamıştır. Osmanlı karikatüründe gerçek anlamda karikatürle karşımıza çıkan ilk
isim Cem’dir. Cem, Batı anlayışına uygun sanatıyla ve İstibdat Dönemi’nin o gün
koşulları içinde güçlü yergileriyle korkusuzca dönemini eleştiren bir sanatçı, kavga
adamı olarak kabul edilmektedir (Balcıoğlu, 1983: 5- 6 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973:
6). Bu dönemde yayınlanan en önemli karikatür dergisi Diyojen’dir.
24 Kasım 1870 tarihinde kurulan (Özdiş, 2004: 47) Diyojen ilk Türk
karikatür dergisi kabul edilmektedir. Diyojen, bir Osmanlı Rum’u olan Teodor Kasap
tarafından haftada üç gün olmak üzere çıkartılmıştır. Bu dergideki ilk karikatür 23
Kasım 1871 tarihinde basılmıştır. Çizerinin bilinmediği bu karikatürde Milletvekili
Garabet Panoysan’ın çizildiği sanılmaktadır. Türkiye'de modern mizahın ilk
116
örneklerinin yayınlandığı dergi, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik ve Namık Kemal'in
imzasız yazılarına yer vermiştir. Cem, Rıfkı, Münif Fehim, Ramiz gibi
karikatüristleri bulunan dergi, Cemal Nadir’le belirli bir aşamaya ulaşmıştır. Cemal
Nadir Türk karikatürü için bir dönemeçtir. Nadir’e kadar Türk karikatürünün
karakteristik yapısı, konuşmaya önem veren ve çizgi ile onu destekleyen bir
yapıdadır. Nadir’de sözün ikinci plana düştüğü görülmektedir. Hatta karikatürler
yazısız, söze gereksinim duyulmadan çizilmiştir (Özer, 1994: 2, Balcıoğlu, 1983: 5
ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 5). Diyojen adlı mizah dergisi, büyük ilgi toplamış,
geniş tepkilere yol açmış, hatta mizahın yasaklanması için kanun tekliflerinin
mecliste görüşülmesine neden olmuştur. Diyojen’le başlayan bu yazılı mizah
hareketi, giderek Birinci Meşrutiyeti’nin ilanını gerektiren politik olayların bir
parçası durumuna gelebilmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 57). Devlet adamları
arasında gülmece düşmanlığını yaratan ilk dergi olan Diyojen, 12 Mart 1876 yılında
kapatılmıştır (Topuz, 1997: 212). Teodor Kasap, Diyojen’den sonra 1873’de ‘Hayal’
adlı ikinci bir mizah dergisi çıkarmıştır (Özer, 1994: 12 ve Balcıoğlu- Öngören,
1973: 57). Bir karikatürden dolayı ilk hapis cezasını alan Teodor Kasap, ‘Basın,
kanun dairesinde serbesttir’ sözünü elleri zincirlenmiş Karagöz’e söylettiği için
suçlanmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 61). Hayal’den sonra 1873’te uzun süreli
çıkmayan ‘Çıngıraklı Tatar’ yayınlanmıştır (Topuz, 1997: 212). 1873’te İbretname-i
Alem, 1874’te Latife, Tiyatro, Şarivari Medeniyet ve Kamer 1875’te Şafak, Kara
Sinan ve Kahkaha dergileri, 1875’te Geveze ve Meddah dergileri, 1876’da ise,
Çaylak dergisi yayınlanmıştır (Topuz, 1997: 215). I. Meşrutiyet döneminde çıkan bu
dergilerin ortak özelliği; Diyojen’e benzemeleri ve yabancı asıllı Osmanlılar
(Ermeniler) tarafından çıkarılmış olmalarıdır (Özer, 1994: 12 ve Balcıoğlu- Öngören,
1973: 57). Bu döneminin dergilerinde yayınlanan karikatürler yavaş yavaş kişilik
kazanan imzaları taşımıştır. Bu bağlamda karikatürleriyle dikkati çeken ilk Türk ismi
Fransa’da ustalaşan Cem’dir. Cem, Kalem ve daha sonra kendi adını verdiği Cem
dergilerinde karikatür çizmiştir. Cem, batı anlayışına uygun sanatıyla İstibdat
Dönemi’ni eleştiren güçlü bir çizer olarak anılmaktadır (Özer, 1994: 12). Cem, bu
dönemin karikatürüne damgasını vurmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 60). Cem,
sosyal ve siyasal konuları ele almış, yolsuzlukları vurgulamış ve dönemin ünlü
117
kişilerinin karikatürlerini çizmiştir. Abdülhamit, İttihat ve Terakki ve İtilaf Partisi’ni
eleştirmiştir (Topuz, 1997: 219).
3.6.1.2. II. Meşrutiyetten Cumhuriyet Dönemine Türk Karikatürü (1908-
1923)
Osmanlı için mizah, hem halkın hem de muhalefetin sesi olmuştur. Çünkü
saraya ne halkı ne de muhalefeti sokmak olanaklıdır (Kongar, 1986: 66). Buna
rağmen, Abdülhamit Dönemi’nde her türlü gülmece dergileri yasaklandığı için
karikatürde hiçbir gelişme olmamıştır. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı gülmece
gazetelerine ve karikatüre sınırsız bir özgürlük getirmiştir (Topuz, 1997: 218).
1908’le birlikte otuz yıl süren mizah yasağı da kalkmıştır. Türk mizah yayıncılığı,
çizgi ve yazınsal mizah, modern bir biçimde yeniden doğmuştur (Çeviker, 1997: 31).
II. Meşrutiyet, Türk karikatüründe bir devrimin gerçekleştiği çok önemli bir
dönemdir. Tanzimat döneminde daha çok Ermeni sanatçılar tarafından sürdürülen
karikatür, otuz yıllık bu ölüm sessizliğinin dışında, Kahire, Paris, Cenevre ve Londra
gibi başkentlerde Jön Türk harekâtı içinde yaşamını sürdürmüştür. II. Meşrutiyet’in
ilanıyla birlikte İstanbul’da 35’i aşkın mizah dergisi birden yayınlanmaya başlamıştır
(Çeviker, 1988: 17 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 58). 1908 yılı, Osmanlı mizahı için
bir dönüm noktası sayılabilir. Çünkü bu yıldan sonra yazılı mizah yaygınlaşmış, buna
karşılık geleneksel Osmanlı mizah örnekleri yok olmaya başlamıştır. Bu tarihten
sonraki mizah eğilimi bütünü ile cumhuriyet mizahını etkilemiş ve onun ilk
kadrolarını hazırlamıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 59). Atilla Özer, 1908’den
sonra çıkan mizah dergilerini üç grupta değerlendirmiştir: Birincisi, Rum ve Ermeni
yurttaşlarının çıkardığı Diyojen dergisi anlayışla yayınlanan dergiler. Bunların en
tipik örneği: ‘İncili Çavuş’tur. İkincisi; Türklerin çıkardığı dergiler: Boşboğaz ile
Güllabi gibi… Üçüncü grubu ise, hazırlık dönemini Avrupa’da geçirmiş dergilerdir.
Bu grubun en önemlileri, Kalem ve Cem’dir (Özer, 1994: 53 ve Balcıoğlu- Öngören,
1973: 61). Mizah yayınları, Ermeni ve Rum cemaatleriyle Türkler arasındaki dostluk
bağlarının güçlenmesine katkıda bulunmayı da amaç edinmişlerdir (Çeviker, 1988:
27). Başlıca mizah dergilerinin çıkış bildirilerinde dile getirilen sorumluluk, mizah
118
anlayışı ve amaçlar karikatüre de yansımıştır. Baştan sona siyasal ve toplumsal bir
eleştiri mekanizması böyle bir amaç içinde devinmiştir (Çeviker, 1988: 28).
II. Meşrutiyet karikatüründe çizgi, yenidir. Kalem ve Cem’de gerçekleşen
karikatür devrimi, daha çok çizgide kendini göstermiştir. Batı karikatürünü
özümlemiş Cemil Cem ve batıdan gelmiş çizerler, devriminin baş kaynağı olmuştur.
Tanzimat karikatüründeki resimsellik akademikleşmiş; ondan da ötede resimselin
dışında karikatürsel bir çizgiye doğru önemli adımlar atılmıştır (Çeviker, 1988: 53).
Meşrutiyet karikatürü, yazılı bir karikatür olmuştur. Karagöz, Cadaloz, Geveze,
Hacivat, Nekregü, Zuhuri gibi geleneksel tipler aracılığıyla oluşturulan
karikatürlerde alt yazı, yazı değil, sohbettir. Bunlar daha çok yazınsal mizahın
ürünleridir. Resimlenmiş mizah metinleri gibi de bakılabilecek olan bu alt yazılar,
Osmanlı mizahının bütün niteliklerini taşımıştır (Çeviker, 1988: 55). II. Meşrutiyet
karikatürünün en önemli özelliklerinden bir tanesi de, savaşlar sürerken ordunun ve
halkın moralini yüksek tutmayı üstlenmiş olmasıdır (Çeviker, 1988: 39). Bu
dönemde çok sayıda dergi yayın hayatına girmiştir. Bunlarda biri Sedat Simavi’nin
çıkardığı ‘Karagöz’dür. En önemli karikatürcüsü, ilk Türk karikatürcüsü olarak da
bilinen Ali Fuat Bey’dir (Çeviker, 1988: 136). Ali Fuat Bey, Hayal, Çaylak ve
Kahkaha gazetelerinde çizmiştir (Topuz, 1997: 219). Kalem ve Cem gibi aydın ve
memurların değil, tam bir halk mizah gazetesi olmuştur (Çeviker, 1988: 138). Bu
dönemin önemli bir diğer karikatür dergisi Kalem, modern Türk karikatürünün dergi
başyapıtlarından en önemlisi olarak tarihe geçmiştir (Çeviker, 1988: 145). Modern
Türk karikatürünün yeniden doğuş sürecinde, önemli bir yapı taşını oluşturan
dönemin diğer karikatür dergisi Cemil Cem tarafından çıkartılan Cem dergisidir.
Cemil Cem, bu dergide siyasal ortama ayna tutmuş; dönemin ruhunu, karikatürleriyle
yansıtmıştır. Kalem’de başlattığı karikatür savaşımını Cem’de sürdürmüştür. Bildiği
yoldan taviz vermemek için (Çeviker, 1988: 176) İttihat ve Terakki Partisi’nin
baskılarına dayanamayıp kendisini kapatmıştır. İttihat ve Terakki’nin yerine İtilaf
Fırkası’nın geçmesi üzerine 10 Ağustos 1912’de otuz üçüncü sayısı ile yine yayına
başlamıştır (Öngören, 1984: 11). Avrupalı karikatüristlerin de yapıtlarının yer aldığı
dergi, Kalem'den sonra Türkiye'de çıkan Batılı anlamda ikinci mizah dergisi oldu.
49. sayısından sonra Cem, 1928’de Yavuz- Havuz Davası’yla ilgili bir karikatür
119
yüzünden bir daha yayımlanmamak üzere kapatılmıştır (Topuz, 1997: 219). Bu
dönemin diğer önemli dergileri; Eşek/1, Geveze ve Yeni Geveze’dir.
3.6.1.3. Kurtuluş Savaşı Dönemi Türk Karikatürü
Kurtuluş Savaşı sürecinde karikatür de bu savaşın içinde yer almıştır.
Karikatüristler savaşçı, mizah dergileri silah, karikatürleri de cephaneleridir. Yergi,
alay ve grotesk tepe tepe kullanılmıştır. Karikatürlerde, işgalci güçler (İngiliz,
Fransız, İtalyan); işbirlikçiler (Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Ali Kemal, Sait
Molla, Refik Halit Karay vb) ve kurtuluş savaşçıları (Mustafa Kemal Paşa, İsmet
Paşa, Mehmetçikler ve kadınlar) ele alınmıştır. Çok uluslu bir savaş olmasına karşın,
karikatürlerdeki ana düşman Yunanistan’dır. Karikatürlerde Türk askerleri yiğit,
cesur, atak, bağışlayan ve savaşkandır. Yunan askerleri ise korkak, kaçkın,
teslimiyetçi, kalleş, uyuşuk, beceriksiz ve yağmacıdır. Savaşı Türkler kazanmıştır, bu
nedenle de zaferi, aynı zamanda Türk karikatürcüleri de kazanmıştır (Çeviker, 1991:
23). Kurtuluş Savaşı karikatüründe çizgi, önceki dönemlere göre engin bir açılış
göstermiştir. Savaş karikatürü besler; yergi çizginin hareket dairesini genişletir. Bu
dönem, karikatürün olayın fotoğraflanmasının dışında, resimden öte bir niteliğe
bürünmeye başladığı önemli bir geçiş devresidir (Arık, 1998: 16). Kurtuluş Savaşı
karikatüründe çizgi, önceki dönemlere göre engin bir açılışa yönelmiştir. Resimden
kurtulmuş değildir, ama resimden kurtulmuş karikatürler vardır. Bu dönemde
çizginin resimsellikten kurtulmasının en önemli sebebi savaştır. Modern karikatür
hareketiyle ivme kazanan Türk karikatürü, Kurtuluş Savaşı’yla beslenmiştir
(Çeviker, 1991: 43). Yazı, karikatürün yarısıdır. Üstündeki çizgi örgüsünün sesi,
sözdür. Onu anlatan, espriyi açığa çıkaran öğedir. Bazı karikatürlerde yazıya karşın
çizgi algılanabilmektedir. Bu dönem karikatürü, söz ve anlam oyunlarından ve
şiirden çok yararlanmıştır. Fıkra ve seyirlik oyunları birikimi, yazının ana kaynakları
arasında olmuştur. Bunların ötesinde özgün bir altyazı yaratımı gelişmiştir (Çeviker,
1991: 45).
Kurtuluş Savaşı sırasında imparatorluk basını iki kampa bölünmüştür:
Mustafa Kemal’in önderliğiyle kurulan Kuvay-ı Milliyeciler ve İstanbul
Hükümeti’nden saraydan ve işgalcilerden yana olanlar (Çeviker, 1991: 16).
120
Güleryüz, Sedat Simavi’nin 1921’de çıkardığı bir mizah dergisi olarak ve bir de
Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen tek dergi ve gazete olduğu için, Cumhuriyet
mizahında ayrı bir özellik kazanmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 64). Buna karşın
Refik Halit Karay, padişah yanlısı tutumuyla Atatürk’e karşı bir kadro oluşturarak
1922’de Aydede isminde bir mizah dergisi yayınlanmıştır. Aydede’nin karikatüristi
olan Rıfkı, Türk ordusunun, Atatürk’ün Anadolu erlerinin aleyhine, Yunan askeri
lehine karikatürler çizmiştir (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi). Kurtuluş
Savaşı’ndaki mizahın teknik özelliği ilgi çekicidir. Daha önceki, daha sonraki
dönemlerde ülke mizahını parti gibi, tarikat gibi örgütler, Kurtuluş Savaşı sırasındaki
mizahı ise, hükümetler biçimlendirmiştir: Ankara hükümeti ile İstanbul hükümeti.
Ankara hükümetini tutan mizah dergisi 1921 yılında Güleryüz, İstanbul hükümetini
tutan mizah dergisi ise Aydede’dir. Güleryüz dergisi, Kurtuluş Savaşı’nı İstanbul’da,
işgal altında desteklemiştir. Aydede dergisi de, İstanbul’da yayınlanmış, işgalcileri
ve onların yerli işbirlikçilerini desteklemiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 63 ve Özer,
1994: 12). Dönemin diğer önemli dergileri; Karagöz, İleri, Diken, Ayine/Ayna ve
Akbaba’dır.
3.6.2. Klasik Karikatür Dönemi
Türk karikatürünün ikinci dönemi cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda
ortaya çıkmıştır. 1928’de yeni Türk alfabesinin benimsenmesi okuryazar sayısını
çoğalttığı gibi basın yayın alanında da önemli bir canlanmaya yol açmıştır. Bu
değişme ve gelişmeleri izleyen yıllarda karikatür, günlük gazetelerin ayrılmaz bir
parçası olmuş ve klasik Türk karikatürünün en büyük ustaları bu dönemde
yetişmiştir. Bu dönemin karikatürünün en belirgin özelliği çizimdeki değişmedir. Bir
önceki dönemin sonlarına doğru başlayan çizimlerdeki yalınlaşma süreci bu
dönemde de sürmüştür. Çizimlerde artık en ince ayrıntılardan vazgeçilmiştir.
Karikatürün gündelik olması bu ayrıntı düzeyinde çalışmayı olanaksız kılmıştır.
Dönemin bir başka çizim özelliği de insanların dışındaki varlık ve olguların da
karikatür kalıpları içinde çizilmeye başlanmasıdır. Çizim düzeyindeki üçüncü
gelişme ise bazısı batıdan alınmış simgelerin ve kalıpların kullanılmasıdır
(http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).
121
3.6.2.1. Cumhuriyet Dönemi’nden Demokrat Parti Dönemi’ne Türk
Karikatürü (1923- 1950)
Cumhuriyet döneminin mizah yönünden kendisine özgü bir haritası söz
konusudur. Dönemeç sayılabilecek nirengi noktaları yapı olarak üstünde durulacak
evreler ortaya çıkmıştır. 1923 yılından sonra birçok tarih ve gün cumhuriyet mizahı
için önemli olmaya başlamıştır. Fakat nirengi noktası olarak sayılabilecek tarih; 3
Kasım 1928’de yeni harflerin alınmasıdır. 1928 yılı hem büyük bir bitişi hem de yeni
bir başlangıcı işaret ettiği için cumhuriyet mizahı için ilk evreyi belirlemiştir.
Cumhuriyet tarihi içinde, ikinci dünya savaşı mizah yönünden de başlıca nirengi
noktalarından birisi olmaktadır. Hatta cumhuriyet mizahı savaştan önce ve savaştan
sonra olmak üzere ilk temel ayrıma uygun düşecek bir gelişme göstermiştir. Tek
partili yıllarda öyle sindirici bir ortam söz konusudur ki, mizahçılar bir baskıya
uğrayacak çıkış ve dikilişleri düşünmemektedir (Öngören, 1984: 1446).
Cumhuriyetten sonra yeni alfabenin kabulüyle, okuma yazmanın hızla artmasına
karşılık, mizahta bir canlılık ve parlama bir türlü görülmemiştir. Bunun nedeni tek
parti dönemidir. Serbest Parti denemesinde kısa bir canlılık göze çarpmıştır. Tek
parti döneminde mizahçılar yalnızca ‘belediye’ karikatürü çizebilmiştir (Öngören,
1996: 1439). Tek Parti döneminde demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar mizahçıları
pek ilgilendirmemiştir. Suya sabuna dokunmayan konularla mizah yapılmıştır. O
dönemin karikatüründe bir coşku ve bir enerji yoksunluğu gözlenmektedir (Arık,
1998: 19). İkinci Dünya Savaşı’nda bütün mizahçılar ve mizah yayınları vatan
savunmasına geçmişlerdir. Bütün dünyada faşizme karşı kurulan demokratik direniş
çemberine Türk mizahçıları ve karikatürcüleri de katılmıştır (Öngören, 1996: 1439).
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, fıkra gibi etkili bir mizah silahı da karikatürdür.
1939- 1948 yılları arasında 34 karikatür albümü yayınlanmıştır. Karikatürle geniş
halk kitlelerinin ilk olarak bu yıllarda tanıştığı göz önüne alınırsa işin önemi biraz
daha ortaya çıkar. Geniş halk kitlelerinin sevgilisi olmakta karikatür dünya savaşında
verdiği çetin sınavı başarmasına borçludur. Karikatürün halk yanında topladığı bu
büyük ilgi (Özer, 1994: 56) savaştan hemen sonra güçlü bir karikatürcü kadrosunun
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca karikatür İkinci Dünya Savaşı’na cılız bir
çizgi ve uluslararası bir tip kadrosu ile güçlenmiş olarak çıkmıştır. Bu güçlü çizim
122
yerli tiplerini de tamamladıktan sonra günlük gazetelerin birinci sayfasından geniş
halk kitleleri ile sürekli bir diyaloga girmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 79). Çeviri
istemeyen karikatürler, dünya savaşında olduğu gibi kullanılabilmiştir. Alman
‘Samplıcıssımus’ dergisi ve bir kısım İtalyan karikatürcüleri, İtalya ve Almanya’dan
kaçarak bütün dünyada faşizme karşı bir karikatür savaş çemberi yaratmaya neden
olmuşlardır. Bu çemberin karikatürleri, ülkemizdeki karikatürcüleri gerek çizim
gerekse tip yönünden çok fazla etkilemiştir. Karikatürlerde tanıdığımız Harp tipi,
Barış Kızı ve Güvercin her ülkenin belli tipleri ve ulusları bazı hayvanlara benzetme
tekniği İkinci Dünya Savaşı’nda kesinlik kazanmış ve bütün halklarca ortaklaşa
benimsenir olmuştur. Karikatür İkinci Dünya Savaşı’nda uluslararası bir dil olabilme
katına yükselmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 79- 80). İkinci Dünya Savaşı’nda
Türkiye savaşa girmediği halde, mizahçılar ilgi çekici bir savaş mizahı
geliştirmişlerdir. Artık, Türk basınında savaş, barış, Azrail, Hitler, Mussolini, Nazi
askerlerini, top, tüfek ve bomba konulu pek çok karikatür görülmeye başlamıştır
(Öngören, 1984). İkinci dünya savaşının bitiş tarihi olan 1945 yılı cumhuriyetin çok
partili döneminin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle 1945 yılı mizah yönünde hem bir
nirengi noktası hem de yeni bir evrenin başlangıcı gibi önemli bir tarihi işaret
etmektedir. 1945- 1950 arası mizah yönünden çok canlı bir evre olarak geçmiştir.
Genç Cumhuriyet mizah kadrolarının yetişmesi de bu evre ile ilgilidir. 1950 yılından
sonra yeni bir evrenin başladığı söylenebilir. Bu yılda, cumhuriyeti gerçekleştiren
parti muhalefete geçmiş, muhalefet partisi yönetimi ele almıştır. 1960 yılına dek
süren bu evre, genellikle çok partili hayat olarak adlandırılmıştır. Kendisine özgü bir
mizah yapısı ve yayını olan bu on yılı, ayrı bir evre olarak ele alıp tanımak,
cumhuriyet mizahı yönünden gereklidir. Son olarak 1970’den sonraki dönem, kendi
içinde oluşmakta olan ayrı bir evreyi işaret etmektedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973:
69- 70).
1923- 1928 arası, gerçekte iki aykırı yapı göstermiştir. Birincisi alabildiğine
özgür ve canlı, ikincisi sıkı ve tekdüzedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 71). Bu
dönemin temel özelliği; eski yazı ile yapılmış bir cumhuriyet mizahı olmasıdır.
Sosyal niteliği ise, yeni bir cumhuriyet kurmanın, Kurtuluş Savaşı zaferinin sevincini
dile getirmesidir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 70). Cumhuriyet döneminde ülkede
123
basım- yayım alanında büyük değişiklikler gözlenmiştir. Arap harflerinin yerini
Latin alfabesi almıştır. Tüm ülke halkı okuma yazma öğrenmektedir. Doğaldır ki
yeni yazı ile yayınlanacak dergi ve gazetelerin okuyucu bulması güçtür. Cemal Nadir
okumanın güç olduğu günlerde az yazılı tipleri ve hiç yazısız Dalkavuk, Akla Kara,
Dede ile Torun tiplemeleriyle karikatüre beklenmedik bir etkinlik kazandırmıştır
(Özer, 1994: 55- 56 ve Balcıoğlu, 1983: 11). Sağdan sola doğru yazılan ve özel çizgi
ve kıvrımlardan kurulan eski yazı, meşrutiyet karikatürcülerinde, gerek çizgi, gerekse
tip yönünden ortak bir çizim yaratmıştır. Yeni yazıya geçildikten hemen sonra bütün
kişilik kazanmış karikatürcülerde bir çizgi ve tip değişmesi ortaya çıkmıştır. Tip
çizimlerinde yuvarlak çizimler belirginleşir, çizgilerde sürekli bir kalınlaşma göze
çarpmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 72). Batılı yaşantıya dönmek için yapılan
birçok devrimler, 1925 yılından sonra yoğunluk kazanmıştır. Medeni Kanun, giyim,
şapka devrimleri bu gelişmeler arasında yer almaktadır. 1925 yılından sonraki mizah
dergilerinde, bu geçiş döneminin kesin bir etki yarattığı hemen göze çarpmıştır
(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 71). 1923- 45 yılları genelde bir baskı dönemi olmuştur.
Hükümetler, Matbuat Genel Müdürlüğü ya da basın savcılığı aracılığıyla bu baskıyı
uygulamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında da sıkıyönetim
komutanlıklarından gazeteler her fırsatta yasak kararları iletmiştir. İktidarda
olanların, özellikle Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve İnönü’nün ve başbakanların
karikatürlerinin ‘küçük düşürücü’ ya da ‘alay konusu’ olabilecek biçimde
çizilmemesine büyük özen gösteriliyordu. Genel Kurmay Başkanı ve komutanlar da
karikatür konusu olamazlardı. Onların desenleri ancak övgü amacıyla çizilebilirdi.
Bu dönemde, karikatürcüler, sakıncalı bilgilere pek girmeden ve üst düzeydeki
kişileri doğrudan hedef seçmeden siyasal karikatür yapmakla yetinmiş, belediye
sorunlarına, vurgunculuğa, yolsuzluklara, ihtikâra, pahalılığa, taşıt, su ve çöp
konularına ağırlık vermişlerdir. Yahudi fıkraları, gelin- kaynana çekişmeleri, yeni
modalar, yeni sözcükler, sarhoşluk hikâyeleri, balolar, plaj giysileri, sosyete
dedikoduları ve bürokrasinin yarattığı gülünçlükler de sık sık karikatürlere konu
olmuştur (Topuz, 1997: 231- 232). Bu döneme kadar yayınlanan mizah dergilerinde
görülen genel özellikler şunlardır: Çoğunlukla haftada bir yayınlanmış, yazılı mizah
türlerinin yanında karikatürler daha az yer tutmuş, karikatürlerde ‘lejand’ denilen alt
yazılar çokça görülmüş, baskı tekniği olarak Tipo (yüksek baskı) kullanılmış, siyah-
124
beyaz karikatürlerin yanı sıra çok renkli karikatürler de görülmeye başlanmış,
Akbaba hariç, genelde yönetimle uzlaşmayan bir tutum sergilemiş, 1928’e kadar
Arap harfleriyle, daha sonra Latin harfleriyle yayınlanmış, herkesin alabileceği
fiyatlarla satılmıştır. Karikatürlerin işledikleri konular; belediye sorunları, toplumsal
yaşam, batılaşma, ekonomi, basındaki çekişmeler, kadın ve kadın- erkek ilişkileri,
savaş ve barış, politika, eğitim ve fantezi olmuştur (Özer, 1994: 61- 62).
3.6.3. Çağdaş Karikatür Dönemi
Türk karikatürünün üçüncü dönemi, 1950’de başlamıştır. II. Dünya Savaşı'nın
bitmesinden sonra Türkiye'nin dış dünyaya açılmasına, siyasal ve ekonomik alanda
liberalleşmesine paralel olarak basın-yayın yaşamında gözlenen canlanma ve
çeşitlenme karikatüre de yansımış, Türk karikatürü yenilenip çağdaşlaşmaya
başlamış, çalışmalarını uluslararası düzeyde kabul ettiren sanatçılar yetişmiştir. Yeni
karikatür anlayışının en etkin olduğu dönem 1950-1960 arasıdır
(http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Üçüncü dönemdeki en önemli değişiklik
çizimde görülmektedir. Belli bir yalınlaşma sürecinden geçmiş de olsa, ikinci dönem
karikatürü anlatımı doğrudan desteklemeyen ayrıntılarla doludur. 1950 kuşağı adıyla
da bilinen yeni karikatür neredeyse bir çırpıda denecek kadar hızla kendini bunlardan
arındırmış, gereksiz her türlü ayrıntıyı çizimden çıkarmıştır. Çağdaş eğilimlere
paralel bu gelişme bir süre sonra karikatürün çizgiyle gülmece yapma sanatı olarak
tanımlanmasına yol açmıştır (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Bu dönemde,
‘karikatür çizgiyle gülmece yapma sanatıdır’ düşüncesi yerini, ‘karikatür güldürmez
düşündürür’ düşüncesine bırakmıştır, gülmecesi sınırlı bu yaklaşım da geniş izleyici
kitlesi tarafından benimsenmiştir.
3.6.3.1. Demokrat Parti Dönemi Türk Karikatürü (1945- 1960)
1950- 1960 arası cumhuriyeti kuran tek parti, kendi içinden çıkan bir partiye
iktidarı bırakmış ve muhalefete geçmiştir. Bu dönemin mizahı renkli ve çeşit bolluğu
göstermiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 83). Bu dönemde yeni karikatürcüler
kendilerini göstermeye başlamışlardır. Orta kuşak diye adlandırılan bu çizerler;
Selma Emiroğlu, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Nehar Tüblek, Ali Ülvi Ersoy,
125
Ferruh Doğan, Altan Erbulak, Bedri Koraman, Oğuz Aral, Mıstık, Yalçın Çetin,
Tonguç Yaşar, Eflatun Nuri, Suat Yalaz, Hüseyin Mumcu, Sururi, Şadi Dinçağ ve
Nihat Bali’dir (Özer, 1994: 13). 50 kuşağı, dünya karikatürünün savaş sonrası
değişiminde ve gelişiminden etkilenerek, yeni bir karikatür dili yaratmıştır. Bu
karikatür yazı ve söze dayanmayan bir çizgi mizahıdır. 50 kuşağı yeni ve çağdaş bir
karikatür estetiği oluşturmuştur. Karikatürde konu ve çizgi bütünlüğü sağlanmıştır
(Arık, 1998: 21). 1950- 60 arası Türk mizahı için altın on yıl sayılır. Hemen bütün
mizah türleri, bir olgunluk ve ustalaşma gösterir. Üstelik bu olgunlaşma, bütün mizah
türlerine birer kuşak ve kadro hareketi olarak gelmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973:
86). 1950 kuşağı sınıf mücadelesini ve sosyal dengesizliği ele alan, hükümeti
eleştiren, demokratik kurumların işleyişini ve olası sosyal ve politik devrim imkânını
konu alan karikatürler çizmişlerdir (Akman, 1997: 108).
Demokrat Parti döneminde, devrilen tek partiye saldırı ve elde edilmiş
özgürlükleri bol bol kullanma eğilimi göze çarpmaktadır. Bu tip mizahın temsilcisi,
‘Karakedi’ ve 1952 yılında yeniden yayınlanmaya başlayan ‘Akbaba’dır. Karakedi,
kendine özgü bir mizahı temsil etmiştir. Devrilmiş olmasına rağmen, tek partinin
halk üzerinde bıraktığı eski etkilere saldıran Karakedi büyük ilgi toplamıştır. Kimlik
olarak sağcı bir dergidir. 1952 yılında yayınlanmaya başlayan Akbaba ise, devrilen
tek parti ile geçmişi içine alan bir hesaplaşmaya girmeyi denemiştir. Ancak otuz
yıldan beri tuttuğu bir partiyi bu biçimde ele alışı; hem Akbaba’nın şu ya da bu parti
ve görüşü değil yanlıca iktidarı tutan geleneğini ortaya çıkardığı için; hem de
cumhuriyetin ilkelerini hafife alışı, geniş tepkilere yol açmış, 1960 yılında yeniden
kapanma tehlikesini zor savuşturmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 83). 1945- 1950
arasının en önemli mizah olayı, Markopaşa hareketidir. Markopaşa, 25 Kasım
1946’da Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in yönetiminde çıkmıştır (Topuz, 1997: 234-
235). Markopaşa, yıllardır mizahın o keskin tarafını adeta kış uykusuna yatıran, yeni
kurulan cumhuriyetin bekası için, eleştirilerini dile getirmeyen veya getiremeyen
mizahçıların bir anlamda patlamasıdır (Arık, 1998: 19). Markopaşa, iktidardaki parti
ile açıkça mücadele eden ilk mizah dergisidir (Özer, 1994: 13). Bu dönemin diğer
önemli dergileri; Tef, Dolmuş, Karikatür ve Taş- Karikatür’dür.
126
3.6.4. Yeni Karikatür Dönemi
1970’lerin başında karikatür bir kendini yenileme sürecine girdi, böylece de
günümüze kadar süren dördüncü ve sonuncu dönem başlamıştır. Bu dönemde
karikatür büyük yaygınlık kazanarak pek çok kişi, özellikle de gençler için bir
anlatım, bir dışavurum aracı olmuştur (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Dönemin
özelliklerinden biri soyut anlatımlarından uzaklaşmak olmuştur. Bir başka çizim
özelliği de karikatürün çizgi romana özgü anlatım tekniklerinden yararlanmaya
başlamasıdır. Altyazılar ortadan kalkarak, sözlerin konuşma balonları içine alınması,
çizgi romana özgü ünlem, sözcük ve işaretlerin karikatürde de kullanılması, daha
devingen, canlı, çarpıcı çizimlerin araştırılması, yazarı ile çizeri ayrı ortak yapımların
çoğalması karikatüre yeni bir soluk kazandırmış, karikatürün yeniden yaygın bir
anlatım aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Karikatür, sokaktaki insanı konu alan
bir gülmeceye yönelmiştir (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).
3.6.4.1.1960’tan 1980’li Yıllara Kadar Türk Karikatürü
7 Mayıs Olayı, 1950-60 döneminin kapanmasını, 1960-70 döneminin
açılmasını sağlamıştır. 27 Mayıs Askeri Darbesi ile beraber, Türkiye’de yeni bir
dönem başlamıştır. Bu dönem karikatürlerinde artık parti çalışmalarının ikinci plana
atıldığı, yerine toplumsal konuların daha fazla çizgiye döküldüğü ve anayasal
özgürlüklerin savunulduğu görülmüştür. Önceleri eski devrin kalıntılarına o günlerde
takılan adla, ‘kuyruklarda düşürülen iktidarın başı’ karikatürlere konu olmuştur
(Arık, 1998: 24). 27 Mayıs’ın ülkeye kazandırdığı en büyük zenginlik yeni anayasa
ile anayasa kurumlarıdır. Mayıs Devrimi’nden sonra kalkan baskı ile birlikte,
Demokrat Parti’ye(DP) karşı çok kısa süreli yoğun bir hiciv saldırısı ortaya çıkmıştır.
Bu saldırı mizahında, ‘Zübük’ ve ‘Akbaba’ adları, mizah dergisi olarak
sayılabilmektedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 86). Bu dönemin özelliği, mizah
dergisi olarak ikinci bir derginin görülmeyişidir. Çok kısa ömürlü ve mizah dergisi
kalitesinden çok uzakta bazı denemelerin dışında, on yılı, Akbaba tek başına
sürdürmüştür. 1908’den sonra hiçbir dönemde, bir tek dergi ile on yılın geçirildiği
görülmemiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 87). 1960-1970 döneminde Türk
karikatüründe bir durgunluk görülür. Hemen tüm gazetelerin birinci sayfalarında özel
127
köşeleri olan karikatürler yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır. Karikatürcüler
işsizlikle karşı karşıya kalmışlardır. O tarihlerde bazı karikatürcülerin reklamcılıkla
geçinmeye çalıştıkları, bazılarının da çizgi film işlerine yöneldiği gözlenmiştir
(Özer, 1994: 13- 14). Eğlendirici magazin öğeleri, siyasal haberin dışında bir
habercilik anlayışı, kadına yönelik haberler, çizgi roman ve fotoroman gazetelere
yerleşmiştir. Bundan ötürü karikatürün niteliği de değişmiştir (Arık, 1998: 24).
Karikatür; gazetelerin birinci sayfasındaki değişmez sanılan yerini yitirmiş, ikinci
sayfaya atılmış ya da büsbütün vazgeçilmiştir. Bunların hemen hepsi, Avrupa
çizerlerinin bir basın deyimi olarak, ‘Makas Karikatürleri’dir. Mizah tarihimizde
görülen en zengin mizah kuşağı, mizah dışında işlerle geçimlerini sağlamak
durumuna düşmüşlerdir. Karikatürcülerin bir bölüğü sinemada karton film yapımına
yönelmiş, bir kısmı hiç çizmemiş pek azı durumlarını koruyabilmişlerdir (Balcıoğlu-
Öngören, 1973: 87). 1961 yılında işsiz kalan pek çok çizere Akbaba dergisi
sayfalarını açmıştır. Bu yıllarda Akbaba, gerek mizahi, gerekse karikatür açısından
en iyi en usta örneklerini ortaya koymuştur (Özer, 1994: 14). Bir gün önce DP’yi
tutuğu halde ertesi günü DP’ye en şiddetli saldırılara geçen Akbaba; gerek aydın,
gerekse halk arasında tepkilere yol açmıştır. 1960 öncesinin gaz, yiyecek, içecek
kuyrukları karikatürden silinmiş, yerini politik kuyruklar tekerlemeleri almıştır.
Ancak bu mizah furyası gecikmeden yerini uzun bir durgunluğa bırakmıştır
(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 86). 1960-70 arasındaki sosyal ve politik yapı ile
mizahçıların ters düşmesi söz konusu olmuştur. Basın bu karikatürleri, geniş halk
yığınlarına sunacak anlamda ve açıklıkta görmemiştir. Birçok karikatürcünün
yalnızca yurt dışına karikatür çizmesi, oradaki derecelere, yarışmalara girmek için
oyalanması, bu gelişimin sonucu olmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 88- 89). Aziz
Nesin, yine Markopaşa geleneğine uyarak Zübük’ü, sonra da Ustura’yı
yayımlamıştır. Suavi Sualp, Salata’yı çıkarmıştır. Dergicilikte ikinci dönem 1970’te
Gırgır’la başlamıştır. 1975’te Tekin Aral tarafından Fırt, Çarşaf, Çivi, Çağdaş Mizah,
Çuval, Papağan, Karikatür ve Limon çıkmıştır (Topuz, 1997: 255 ve Özer, 1994: 14).
1970’ten sonra Türkiye’de görülen yapısal değişme yeniden hareketli yılların
başlangıcı olmuştur. Kırsal kesimden kentlere büyük bir göç başlamış, TV
yaygınlaşmış, gazetecilikte ofset tekniği Cağaloğlu’na yerleşmiştir. Kır-kent insanı
128
karışımı gecekondu mahalleri oluşmuş, karma kültürün etkisiyle büyük kent
sokaklarında içli köfte, döner kebap satışları, arabesk müzik şans ve rastlanmaya
senaryolarla şarkıcı ve türkücülerin filmleri ortaya çıkmış, bu yaşantının kendi
çelişkisinden mizah da payını almıştır (Özer, 1994: 14). 60’larda sosyalleşen
karikatür 70’lerde politikleşmiştir. Siyasi kutuplaşmalar karikatüre yansımıştır.
Karikatür daha fazla bağırmak istemiştir. Bu fazla bağırmanın sonucunda karikatür
bir takım açmazlara saplanmıştır. Çok şekilci ve sloganik olmuştur. Belli simgeler
çevresinde yoğunlaşan karikatür, bir süre sonra tıkanma sürecine girmiştir (Arık,
1998: 27-28). 1970’li yıllarda Gırgır’la başlayan ve daha sonra dergi sayısında bir
patlama oluşturan bu son dönem dergilerinin özellikleri şunlardır: “Dergilerin hemen
hepsi aynı çizgi anlayışıyla çıkmaktadır. Ofset baskı tekniğiyle yayınlanmaktadır.
Bazı dergilerde çok renkli kapak ve iç sayfa karikatürlerine rastlanmaktadır. Tüm
dergilerin sayfa düzenleri birbirlerine benzemektedir. Lejand yerine konuşma
balonları kullanılmakta, hemen hemen yazısız karikatüre yer verilmemektedir. Çizgi
roman ve bant karikatür sayısında sürekli artış görülmektedir. Tüm dergiler
okuyucular, için bir amatör çizerler sayfası ayırmaktadırlar. Bazı dergilerde karikatür
sanatına ilişkin öğretici bilgiler yer almaktadır. Yazısız olarak anlaşılabilecek
karikatürler bile yazılı hale getirilip anlaşılabilirliği iyice kolaylaştırılmaktadır.
Kültürlü, argolu konuşmalara fazlaca yer verilmektedir. Genellikle bir baş çizer ya da
birkaç kişiden oluşan grup, yönlendirici olarak yer almakta, çizerler özgür
bırakılmaktadır. Politik, sosyal, kültürel konuların en basitinden ya da ayrıntılarından
espri türetilmektedir. Fantezi üzerine kurulu senaryolar oluşturulmaktadır.
Çirkinlikler, iğrençlikler konu olarak boyutlarını alabildiğince zorlamaktadırlar”
(Özer, 1994: 65- 67).
3.6.4.2. 1980’den günümüze Türk Karikatürü
12 Eylül’e giden dönemde, karikatür ve mizah yayıncılığı sürekli olarak
baskılar ve davalarla karşı karşıya gelmiştir: 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında
gözaltına alınan Turhan Selçuk’a, çizdikleri nedeniyle polis müdürlüğünde işkence
yapılmış, yapılan işkence sonrası karikatürcünün kaburga kemikleri kırılmıştır
(Özer, 2003: 78). 80’de, 12 Eylül askeri darbesi ülkede demokratik hak ve
129
özgürlüklerle birlikte, kültürel yaşamı ve doğal gelişmeyi de bastırmıştır. Parlamento
ile birlikte tüm dernekler ve de Karikatürcüler Derneği kapatılmıştır. Kapalı bulunan
Karikatür Müzesi binası daha sonra yıktırılmıştır. Müze ve dernek malları çuvallar
içinde bir depoya konulmuştur. Karikatür dergisi ve Nasreddin Hoca Uluslararası
Karikatür Yarışması artık yapılamaz olmuştur (Oral, 1998: 220). 1980 askeri darbesi
ile beraber basının üzerindeki baskı arttı; iktidarın karikatürlere karşı sert tepkili
olması basına çizen karikatüristler için çok zor bir dönem oluşturmuş; karikatüristler
sık sık emniyet müdürlüğünü ziyaret etmiş, tehditlerle karşılaşmıştır. 1982 Anayasası
ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı pek çok madde içermiştir (Haydari, 2011: 118). 80’li
yıllara gelirken karikatür, siyasal ve toplumsal olaylardan hem etkilenmiş hem de
onları etkilemeye çalışmıştır. Seksenli yıllarda demokratik düzeni rafa kaldıran
siyasal ve silahlı güç, doğası gereği, insanları yıldırmayı, sindirmeyi, korkutmayı,
onlara baş eğdirmeyi, onların umutlarını, onurlarını ve özgüvenlerini kırmayı
amaçlayan uygulamalar içinde olmuştur. Çizerlerin ise, bunları boşa çıkarmaya
çalışmak, antidemokratik uygulamaları belgelemek, uyanık, umutlu, kendine
güvenini yitirmeyen bir kamuoyunu canlı tutmak ve toplumun kırılan onurunu
onarmak için mizahı sürekli gündemde tutmak gibi amaçlarla çizdikleri görülmüştür.
Umudu yitirmediklerini, korksalar bile sinmediklerini, söylenenlere kanmadıklarını
çizgileme çabası içinde olmuşlardır. Ama yine de bu dönem karikatürünün, eleştiri
işlevini yerine getirirken, ellili ve yetmişli yıllardaki kadar etkili olduğunu söylemek
zordur (Oral, 1998: 219). 12 Eylül öncesinde baskılarla sindirilmeye çalışılan çizgi,
12 Eylül’den 90’lı yıllara uzanan dönemde de bu dayatmalardan nasibini almıştır.
2000’li yıllarda da, önceki yılların aksine değişen pek bir şey olmamış, birçok çizer
ve mizah dergisi, yayınladıkları karikatürler yüzünden davalar ve cezalarla karşı
karşıya gelmiştir (Özocak, 2011: 275).
1990’lı yıllarda Gırgır, Çarşaf, Limon, Hıbır, Pişmiş, Kelle, Fırt, Fırfır, Avni,
Dıgıl, Çıngar adında birbirinden kalın çizgilerle ayrılmayan, dergiler yayınlanmıştır.
Hiçbir dönemde bu kadar çok sayıda dergi bir arada yayınlanmamıştır (Özer, 1994:
63). 1990’lı yıllarda popüler karikatür iyice çığırından çıkarılmış, eleştirilen Oğuz
Aral anlayışının aranılır olması gündeme gelmiştir. Yakın zamanda yayınlanmaya
başlayan Meme (birkaç sayı sonra Meme-t olmuştur) adlı bir popüler karikatür
130
dergisi çalışanları derginin yayın politikasını (23 Mayıs 2004 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde) şöyle ilan etmişlerdir; “Meme’nin iddiası yok, Meme’nin mesaj kaygısı
yok, Meme’nin bir kişiliği yok, Meme delikanlı dergidir ama bunun yanı sıra
kişiliksizdir, tipsizdir, alçaktır. Erkek durduğuna bakmayın o aslında bir dişidir.
Kalıcı değildir, entel değildir, sanat kaygısı barındırmaz. Meme bağırır, çağırır,
küfreder, döver ama asla ahkam kesmez ve kesmeyecektir”
(www.anadolu.edu.tr/aozer/makaleler: 2011).
Günümüzdeki karikatür dergileri siyasi mizah anlayışından kaçınmaktadır.
Gırgır’da sayfalarca siyasi mizah yapılıp mizahi öğelerle iyi bir muhalefet anlayışı
güdülürken günümüzde çıkan dergilerde siyasi mizah konusunda sadece iki sayfayla
sınırlı kalınmaktadır. Günümüzde; Leman, Gırgır, Penguen, Uykusuz ve Cici gibi
karikatür dergileri bulunmaktadır. Karikatür, günümüz Türkiye’sinde yaygınlık
açsından en önde gelen sanat dalı durumuna gelmiştir. Sanatsal yaratıcılık alanı
olarak geniş kitleler tarafından ilgiyle izlenmekte ve sevilmektedir. Gülmece
dergilerinin sayısı çoğalmış, ayrıca gazete ve dergiler de gülmece ekleri vermeye,
amatör çizer köşeleri düzenlemeye başlamışlardır. Büyük kentlerin dışında da
sergiler, yarışmalar düzenlenmektedir. Bunlara paralel olarak karikatürün tarihini,
kuramını konu alan yazılar, kitaplar yayınlanmaktadır (Çakır ve Yavalar, 2011: 519).
3.7.Karikatürde Dil ve Söylem
İngiliz mizahçısı Lanchester, “Bir milletin zeka gradosunu gösteren en
mükemmel ayna karikatürdür” (Selçuk, 1998: 307) diyerek karikatürün toplumların
nitelik belirleyicisi yönünden çok önemli olduğuna vurgu yapmıştır. İletişim aracı
olarak kabul edilen karikatür, sayfalarca yazıp anlatılmak istenen fikirleri basit ama
önemli bir çizimle tek bir karede anlatabilmesi açısından önemli bir düşünce iletim
aracı olmaktadır (Bayram, 2009: 108). Tüm iletişim süreçlerinde olduğu gibi,
karikatürün de kaynağında, başlangıcında, olgular, olaylar, kişiler ve düşünceler
vardır. Dilbilimsel terimlerle söylersek, bunlar iletinin belirtenleridir. Sonra verici,
yani karikatürcü bulunmaktadır. İletişim zincirinde bunun ardından ileti (mesaj), yani
karikatür gelmektedir. Daha sonra, gazete ve benzeri yayın organları gibi iletim
kanalı yer almaktadır. Sürecin bir ucunda alıcı, yani okuyucu bulunmaktadır.
131
Okuyucunun mesajı almasıyla birlikte iletinin çarpış etkisi söz konusu olmaktadır.
İletinin okuyucu üzerindeki etkileri iletişim sürecinin bir başka halkasını
oluşturmaktadır. İleti ile etkilenen okuyucunun ortaya koyduğu ve bir bakıma iletinin
etkisi sayılabilecek ard-iletimlerle (feed-back), iletişim süreci tamamlanmaktadır
(Topuz, 1986: 7). Karikatürde mevzu ve çizgi olmak üzere iki unsur bulunmaktadır.
“Hakiki karikatürde bu ikisi sarmaş dolaş olmalı; öyle ki makası vurup ikisini
ayırmaya çalışmak yapışık kardeşlere ameliyata kalkışmaya benzesin. Karikatür,
çizginin nüktenin emrine verildiği sanattır. Çizgi ancak bu gayeye hizmetle mükellef,
bu gayeye hizmet ettiği nispette güzeldir. Fırçanız dosdoğru hedefe yönelmelidir.
Zaten zamanımızda bütün sanatlar teferruatı ortadan kaldırmıştır. Eğer cemiyetin
bünyesi sanatın durumunu tayin ediyorsa, sürat asrının sanatının da böyle olacağı
şüphesizdir. Şu halde görünüşten çok ruha bakmak, süslü resimden ziyade esas
aramak kaidedir” (Selçuk, 1998: 5-6).
Karikatür gülmeceye dayalı görsel iletidir. Çizgiyle mizah yapması ve yapılan
mizahın başka şekillerde ifade edilememesi karikatür sanatının belirleyiciliğidir
(Arık, 1998: 42). Çizginin anlatım gücü, karikatür sanatında büyük bir önem taşır.
Ufak bir çizgi uzantısı, ufak bir noktacık çoğu kez anlatılmak isteneni
güçlendirebilir, karikatürün etkisini çoğaltabilir (Selçuk, 1998: 240). Çizgi
karikatürün temel altyapısını oluşturan kriterlerinden biriyse, diğer kriter de mizahtır.
Karikatür bu ikisinin birleşimidir, o, ne salt bir çizgidir ne de sadece yazılı bir mizah
metnidir. Karikatür ikisinin sentezinden oluşan özgün bir sanat dalıdır (Arık, 1998:
42). Karikatürcü önce konusunu mizahla biçimlendirmekte, sonra da mizahla
biçimlenen konuyu, ikinci kez çizgi ile biçimlendirmektedir (Ersoy, 2001: 20).
Karikatürcü az çizgiyle çok şey söylemelidir. Mesajı kısa, öz, açık olduğu kadar
çarpıcı olmalıdır. Ayrıntılara, ancak mesajın etkisini güçlendirdiği oranda yer
verilmelidir. Karikatür, çizgilerin soyutlanması yoluyla, mizahın geometrisine
varabilmektedir (Selçuk, 1998: 253). Çizgiyle mizah yapması ve yapılan mizahın
başka şekillerle ifade edilmemesi karikatür sanatının belirleyiciliğidir (Arık, 1998:
42). Çizginin görsel dili algıda karşılık bularak, okuyucunun zihninde oluşan
temsillerde somutlaşmaktadır (Yücel, 2008: 2). Karikatür aracılığıyla haber
yorumculuğu yaptığını kabul ettiğimiz gazete karikatürü, gücünü çizgiden ve
132
mizahtan aldığı için ‘yazı’dan anlaşılabilirlilik, açıklayabilme yetisi ve etkileme
açısından farklılık gösterir. Karikatür asla bir çizgili makale değildir; o, önce
karikatürdür, ardından haberdir (Arık, 1998: 67).
Karikatür, insanın veya eşyanın abartılarak çizilmesi olayıdır. Her şeyden
önce bir şakadır. Şaka kalıbına bürünmüş bir çizgi tekniğidir. Günümüz anlayışında
ise karikatür, çizgide mizah yapma olayıdır, çizgide mizah yapma sanatıdır.
Görülüyor ki, bunca tanım ve sözden de anlaşılacağı gibi, çok sesli bir sanattır.
Karikatürün yalnızca tek kare olarak değil strip, çizgi, roman, öykü, renkli, siyah-
beyaz, yağlıboya… gibi türlerinin hepsini içeren görsel, basılı, plastik sanatları da
içeren bir mizah olayı olduğunu unutmamak gerekir (Kar, 1996: 67-68). Karikatürcü
etkili mesajı oluşturmak için çizgilerinde abartmalara yönelmiştir. Bir kare içindeki
insan tiplemesi, gerçek insandan farklıdır. Bu yöntem karikatürün özündeki genel
kuraldır. Karikatürcünün çizgilerindeki gerçek dışılık izleyiciyi rahatsız etmez.
Aksine sempatik gelir, ilgi çekme özelliğini oluşturur (Özer, 2007: 119). Sanatçının
olaylara bakış açısı nasıl kendine özgü olmalıysa, çizgisi de kendine özgü olmalıdır.
Bu iki şey onun kişiliğini belirler (Selçuk, 1998: 76). Karikatürde karikatür
sanatçısının özgünlüğünün yanında karikatürün bir mesaj vermesi de çok önemli bir
unsurdur. Bu nedenle, karikatürün en önemli özelliği bugün çizilen karikatürün
yarının insanlarına bir şey söyleyebilme (Selçuk, 1998: 12) kabiliyetine sahip
olmasıdır. Karikatür, belli bir ideoloji çizgisinde geliştirdiği söylemlerle yerine
getirmektedir. Bu söylemlerde muhatap alınan kişileri rahatsız etme söylemi
bulunmaktadır. Söylemin taşıdığı bu söylemi Oral, “Ben, karikatür çizerken, ileride
mahcup olmayı, hep göze almışımdır. Ancak, eleştirdiğim çevrenin de, en azından
beni mahcup etmeyi göze alacak kadar iyi niyetli olmasını beklerim” (Oral, 1998:
102) ifadeleriyle dile getirmiştir.
3.8. Karikatür- Siyaset İlişkisinde Siyasi Karikatür
Ünlü İspanyol karikatürcüsü Vasquez de’nin “Karikatür, ‘Allah kahretsin!’
demenin en kibar yoludur. Diyelim ki, ülkemde ya da öteki ülkelerde insanlar acı
çekiyor, bazı insanlar hapiste yatıyor, söylenecek bir sözüm var. Fakat
söylenemeyecek bazı şeyler de var. İşte bunları bir gülmece deseniyle belirtiyoruz,
133
herkes anlıyor. Benim için, bu son derece önemli bir şeydir. Ciddi olarak
söylenemeyen ve söylenmesi yasaklanan şeyleri biz söyleyebiliriz. Bazı çizerler,
yaşamını kazanmak için karikatür çiziyor. Bazıları, bu işi eğlenceli buldukları için
çiziyorlar. Ancak benim gibiler ise, kendini dinletmenin tek yolu karikatür olduğu
için bu işi yapıyorlar. Benim söylenecek şeylerim var” (www.ozgurmedya.org.:
2012) şeklindeki sözleri karikatürün çizerler açısından çiziliş amacını dile
getirmektedir. Mizahın en büyük silahı sorgulamadır. Mizah yerleşik gelenekleri,
kuralları sorgulamayı kendine görev edinirken, temelde iki işlevi bulunmaktadır. Bu
işlevlerden ilki siyasi baskı dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde insanlar
üzerindeki siyasi baskılar onları patlamaya hazır birer bomba haline getirebilir. İşte
mizah bu durumda zihinlerdeki patlamayı çizgiye dökerek politik baskıyı gevşeten
bir emniyet supabı görevi görür. Mizahın ikinci işlevi ise, özgürlük ortamında
belirmektedir. Bu tür ortamlarda politik baskı olmamasına rağmen gündelik yaşam,
iş, okul, aile ve çevreden kaynaklanan baskıların varlığından söz etmek mümkündür
(Bayram, 2009: 108). Mizah daima hâkim sınıflara karşı gösterilen bir tepkinin
ifadesidir. Bu tepki toplumun alt tabakalarından, iktidarda kim varsa ona doğru
yönelen son derece sivil bir eylemdir. Mizah bu yüzden ‘gülümseyen öfke’ olarak
anılır (Arık, 1998: 43). Bu durum siyasetle mizahı karşı karşıya getirmektedir.
Siyaset ile karikatür hep yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Çünkü siyaset ve
siyasetçiler yaptıkları hatalar ile her zaman karikatüriste bol malzeme sağlamışlardır
(Bayram, 2009: 113). Karikatür ile siyasetin bu yakın ilişkisi siyasal (politik)
mizahın ortaya çıkmasına sebep olmuş, siyasal karikatür de siyasal mizahın bir alt
dalı olarak gelişmiştir (Bayram, 2009: 113). Siyasal karikatür, güncel siyasal olayları
ve bunları olduran kişileri konu edinen karikatürlerdir (Şenyapılı, 2003: 109). Siyasal
karikatürü siyasal bir düşünceyi anlatmaya yönelik olup okuyucunun dikkatini ve
ilgisinin çabuk çekmekte, geniş sayıda insana siyasal bir görüşü anlatmaya
çalışmakta şeklinde değerlendiren Topuz, siyasal karikatürün özelliklerini şöyle
sıralamıştır:
1. Yetenekli bir siyasal karikatürcü kendi becerilerinin dışında iyi bir
gazeteci gibi siyasal bir düşünce sahibi olmalıdır;
134
2. Karikatürcünün vereceği mesaj siyasal bir yorumdur. Mesaj yoksa
karikatür de yoktur;
3. Bu mesaj görüntüden (imajdan) oluşur, yazılı bir mesaj gerekmez.
Karikatürün içinde yer alan balonlar ya da alt yazılar grafik humour’u
tamamlayan yazılı humour niteliğindedir. Bunlara hümoristik desende hiç
yer verilmez, siyasal karikatürde ise bunlara hoşgörü ile bakılabilir;
4. Mesaj okuyucunun bir çırpıda anlayabileceği düzeyde olmalıdır;
5. Siyasal karikatürcü yaptığı karikatüre ne zaman, hangi yerlerde, hangi
sosyal ve kültürel bağlamda bakılacağını göz önünde tutmak zorundadır;
6. Siyasal karikatürcüden yansız olması beklenemez;
7. Karikatürdeki biçimlerle, temsil edilen kişiler arasında insana hemen
çağrışım yaptırabilecek bir güçte abartılmış bir organ ya da davranış
benzerliği olmalıdır (Topuz, 1997: 12).
Çarpıklıkları ileten karikatürün (Şenyapılı, 2003: 15) temelinde yer alan
gülmece ve yerginin, amacı ne olursa olsun bir rahatlama, boşalma, karşı çıkabilme,
hakkını arama, ezilmediğini, aldatılmadığını, yanıltmaya çalışsak da doğruyu
gösterebilme gücünü açıklama yoludur. Gülme, hem gülmesini, hem kızmasını
bilerek, yılgınlığa, korkuya, umutsuzluğa düşmediğimizi göstermektir (Sevinçli,
1985: 70). Karikatür, günlük hayatta, siyasal yaşamda görülen saçmalıklara karşı
çıkar, geçerliliği kalmamış ya da tartışılan kalıplarla savaşmaktadır. Bu bağlamda
topluma kanı önderliği yaparlar. Karikatür, estetik kaygılar taşır, çizgiyle hem mesaj
verir hem de estetik kaygılar güder (Topuz, 1986: 64). Karikatürün muhalefeti doğru
bir şekilde yapılması gerektiğini ifade eden Selçuk, karikatür için doğru muhalefeti
şu şekilde açıklamaktadır: “Siyasi hadiseler gelip geçici gibi görünür ve biz
karikatürcüler de, siyasi karikatürlerin ömrünün az olduğu kanaati vardır: Gazetede
basılır, yirmi dört saat yaşayan bir çeşit kelebekler gibi ertesi sabah ölür. Bu yanlış
bir kanaattir. Mademki bugün siyasi hadiselerden kanunlar çıkarmak isteyen bir
siyaset ilmi var ve mademki siyaset ne kadar değişik görünürse görünsün birbirine
benzeyen hadiselerin periyodik bir şekilde devamıdır: pekâlâ zamana mukavemet
edebilecek karikatürler yapmak mümkündür. Fakat karikatürün kuvvetini bu tarzda
siyaseti gülünç etmek daha doğrusu kişinin fiziki kusurlarını ele alarak rezil etmeğe
135
çalışmak tarzında anlarsak iptidai manasıyla karikatür ve muhalefet yapmış oluruz.
Böyle karikatür yapan sanatkârın günlük yumurta satan dükkâncıdan farkı yoktur”
(Selçuk, 1998: 12). Karikatürcü doğası gereği muhalif bir tutumu seçmesi
gerekmektedir. Karikatürcünün istediği doğruları her türlü baskıya karşın dile
getirmek ve yanlıştan dönmeye yardımcı olmaktır. Karikatürcü sorunu ortaya
koymaktadır ancak sorunun çözümünü getirmek zorunda değildir. Çünkü görevi de
bu değildir (Hünerli, 2011: 42).
Siyasi karikatür politik gündemin oluşmasında önemli bir etkendir (Bayram,
2009: 107). Tarihsel süreç içerisinde mizahın yerine bakıldığında, karikatürün
muhalif yönü dikkat çekmektedir. Eski SSCB'nin Devlet Başkanı Kuruşçev’in şu
sözleri her devirde mizahın siyasi camia tarafından nasıl algılandığını ifade etmeye
yetmektedir: “Gülmece, keskin bir usturaya benzer. Anneler çocuklarına kesici
aletlerle oynamayı yasaklamakta haklıdırlar” (Milliyet Gazetesi, 30 Ocak 1998).
Karikatür için bu durum, “Onu çevreleyen bağlam ve içinde bulunulan şartlar dikkate
alındığında bir görüntü, çoğu kez, bin kelimeye yetmektedir” (Berger, 1986: 10)
gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bu gerçek, siyasal karikatür çizerlerinin iktidarların
ciddi baskılarına maruz kalmasına (Hünerli, 2011: 42) neden olmaktadır. Karikatürün
tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de zaman zaman karşı karşıya kaldığı bu zorlu
baskı dolu süreç ortaktır. Cumhuriyet sonrası tek parti döneminde, başbakanlar,
kolay kolay eleştirilemezlerdi. O dönemin çizerleri, daha çok, belediye ve kent
sorunlarıyla ilgilenirlerdi. Çünkü siyasileri eleştirmek, zor ve riskli bir işti. Demokrat
Parti’nin iktidarda bulunduğu dönemlere gelindiğinde, bu kez, yönetici ve
başbakanların sert çizildiği görülmektedir. Bu sert eleştirilere, Adnan Menderes’in
tepkisi de büyük olmuştur. Ancak insanların hapse atılmasına, gazete kâğıtlarının
kısılmasına rağmen, eleştiri, yani çizme eylemi engellenememiştir. 1960’tan sonra,
en ağır şekilde eleştirilen Başbakan Süleyman Demirel olmuştur. Fakat Demirel’in
bu eleştirilerden etkilenmediği de bir gerçektir. Çünkü Demirel, Adnan Menderes’e
göre, çok daha hoşgörülü olmak durumunda bırakılmıştır. Bu, çizilenlerin boşa
gitmediğinin; çizme eyleminin, başbakanları biraz daha evcilleştirmesinin bir
sonucudur. Turgut Özal döneminde durum, çok daha değişik olmuştur. Özal,
başbakan olur olmaz, bütün karikatürcüleri yemeğe çağırmış; onlara iltifat etmiş ve
136
karikatürlerini başköşeye astığını söylemiştir. Tüm bunlar, toplum böylesine
değişirken, çizgi ve mizah sanatının ateş altında tuttuğu başbakanların da böylesine
ehlileşmek zorunda kaldıklarının ifadesi (Oral, 1998: 105-106) şeklinde lanse
edilmiştir. Bir ülkede mizahın gelişmesi, mizahçıların para kazanması o ülkedeki
siyasilerin karakter yapıları ile ters orantılıdır. O ülkenin siyasileri ne kadar iyi olursa
mizahçıların işleri o oranda zorlaşmaktadır. Tam tersine siyasiler ne kadar kötü
olursa da mizahçıların işleri o oranda kolaylaşmaktadır (Kırca, 1996: 1437). Ancak
her dönemde olduğu gibi günümüzde de politik eleştirinin yıkıcı bir çıkış noktası
olarak algılanan karikatürün siyasi liderler ve yöneticiler üzerindeki etkisi gittikçe
artarken, yasal düzenlemeler yolu ile sansür girişimleri batı demokrasilerinde gittikçe
yer edinmeye başlamıştır (Bayram, 2009: 114). Bu durum, özgür ve hoşgörü
ortamında çizgiyle muhalefet yapan karikatür için oldukça incitici bir durum olarak
görülmektedir.
137
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. Siyasal Söylemin ve İdeolojilerinin Gazete Karikatürlerinde Yeniden Üretimi
Bağlamında 1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci
Siyasal söylemin ve ideolojilerinin gazete karikatürlerinde yeniden üretiminin
1982 ve 2010 anayasa referandumu bağlamında incelendiği çalışmanın dördüncü
bölümü uygulama kısmını oluşturmaktadır. Bu bölümde, öncelikle incelemede
kullanılan söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel çözümleme üzerinde durulmuş
ve daha sonrasında 1982 ve 2010 anayasa referandumuna giden yoldaki üç aylık
süreçlerde çizilen siyasal karikatürlerin söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel
çözümlemesi yapılmıştır. Karikatürlerin çoğunda her iki yöntem kullanılmış olmakla
beraber, sözel ya da yazılı söylem taşımayan karikatürlere söylem çözümlemesi
yöntemi uygulanmamış olup bu karikatürlerin sadece göstergebilimsel çözümlemesi
yapılmıştır. Yine aynı şekilde, göstergebilimsel bir çözümlemeyi gerektirmeyen
karikatürlere de sadece söylem çözümlemesi yöntemi uygulanmıştır.
4.1. Metodoloji
Bu çalışmada, karikatür çözümlemesi yapılmıştır. Karikatür çözümlemesi
yapmak için değişik birkaç teknikten söz etmek mümkündür. Alt yazı veya balon
içinde verilmiş konuşmaların olduğu karikatürler için söylem çözümlemesi
yapılabilir. Zira karikatürün bir felsefesi, ideolojisi ve sonuçta söylemi vardır.
Yazısız (dilsiz) karikatürlerin –ki zamanımız karikatüründe eğilimler dilsiz
karikatürlerden yanadır- varlığı dikkate alındığında gazete karikatürleri ve özellikle
de siyasi karikatürler açısından göstergebilimsel çözümleme yöntemi kullanmak
uygun görülmüştür. Özellikle siyasi karikatürler açısından göstergelerin, simgelerin
ve sembollerin önemli olduğu kesindir (Bayram, 2009: 115). “Karikatürler, basit,
doğrudan araçlar aracılığıyla zengin bir enformasyon taşımaya çalışan ileti
örnekleridirler. Karmaşık gösterilenler için basit gösterenler kullanırlar” (Fiske 1996:
73). Karikatür çözümlemelerinde en çok belirtisel göstergeler kullanılmaktadır. Fiske
karikatür çözümlemelerinde belirtisel göstergelerin önemini şu şekilde
örneklendirmiştir: “Dumanın ateşin, kırmızı beneklerin kızamığın belirtisi olması
gibi fiziksel duruş da duygusal durumun belirtisel göstergesidir… Açlıktan ölmek
üzere olan bir bebeğin fotoğrafının üçüncü dünya yoksulluğunun belirtisel göstergesi
138
olabilmesi gibi, şişman bir göbek de refahın ve tüketimin belirtisel göstergesi
olabilir. …Sarkık çenenin de, ahlaki bir zayıflığa ve çöküşe işaret eden aynı türden
bir görüntüsel ve belirtisel göstergedir” (1996: 74).
4.1.1.Söylem Çözümlemesi
Söylem çözümlemesi, sosyal bilimlerdeki sosyoloji, psikoloji, dilbilim,
medya, siyasal bilimler gibi pek çok farklı disiplinde kullanılmaktadır. Bu alanların
her biri, söylem çözümlemesini kendi bakış açılarına ve bilimsel yöntemlerine göre
yorumlamaktadır. Söylem çözümlemesi metodolojik ve kavramsal unsurlardan
meydana gelen sosyal hayata dair bir perspektif olup, söylem üzerine düşünme ve
söylemi datalaştırma yolu olarak karakterize edilmektedir. Belirli bir söylem içinde
ideolojilerin nasıl ve ne şekilde yer aldığını gösterme çabası, söylem analizinin bize
kazandırmış olduğu bir avantajdır (Sözen, 1996: 1544). Konuşma ve metinler
aracılığıyla oluşan anlam ürünleri ile ilgilenen söylem çözümlemesi, geniş kapsamlı
sosyal ve kültürel araştırmalar içinde kullanılan bir araştırma yöntemidir. “Çeşitli
amaçlar ve yaklaşımlarla genişleyen çerçevesi, farklı söylem türleri, iletişim
ortamları, iletişim amaçları, katılımcılar ve toplumsal değişkenler bağlamında
yürütülen çalışmaları ile söylem çözümlemesi, bugün, dilbilimin çok yönlü ve belki
de en geniş kapsamlı inceleme alanı kabul edilmektedir” (Büyükkantarcıoğlu, 2012:
163). Söylem çözümlemesi, aynı zamanda dil için geliştirilmiş çözümleme araçlarını
da söz alanına taşıyarak dilbilimden söylembilime geçişin olanaklarını yaratmıştır
(Sancar Üşür, 2008: 89). Dilin ideolojiyle ilişkisinin yapısalcı bir açıklamasını
sunarak belirli bir eleştirel yöne sahip olan çalışmalar da söylem çözümlemesi olarak
kabul edilmektedir. Marx’ın ‘dil pratiktir, gerçek bilinçtir’ türünden yoruma açık
ifadelerinden de yararlanan söylem çözümlemesi, gündelik yaşamdaki dili
gazetelerin, dergilerin, sınıfların, ailelerin dilini konu almakta ve uzun düz yazılar ile
sıradan sohbetlerdeki cümle örüntülerini incelemektedir. Daha az başarılı bir
biçimde, dilin bir etkinlik biçimi olması temelinde bu örüntülerin güç ilişkilerini
yansıttığını savunmaktadır ve birçok etkinliğin de bir dil olarak yorumlanabileceğini
öne sürmektedir (Mclellan, 2009: 75-76).
139
Kendi adını taşıyan modelinde van Dijk, haberin makro ve mikro
yapılarından söz etmektedir. van Dijk, haber söyleminin ideolojik belirlenimini bu
makro ve mikro yapılar üzerinden açıklamaya çalışmaktadır (Akca, 2009: 98).
Haberin makro yapısal özellikleri haberin içine oturduğu bağlam içinde ele alınırken;
mikro yapısal özellikleri ise, sözcük seçimleri, cümle yapıları, cümleler arasında
kurulan ilişkiler, haberin ikna yolları, metindeki özel anlamlar, yan anlamlar ve
kodları içermektedir (Akca, 2009: 98). Haberde belli temaların birbirini izlemesi ile
oluşan ‘tematik yapı’ ve bu temaların içine yerleştiği ‘şematik yapı’ haberin makro
yapılarını oluşturmaktadır (İnal, 1996: 82). Makro yapı çözümlemesinde başlıklar,
haber girişleri, ana olay, haber kaynakları, ardalan ve bağlam bilgisi, olay taraflarının
olayları değerlendirmesi gibi unsurlar ele alınmaktadır. Ayrıca, fotoğraflar, tematik
yapı unsuru olarak da ele alınmaktadır (van Dijk, 1988: 30; Özer, 2011: 83-84).
Başlık ve haber girişi, özetlemenin yanı sıra özet görevi görmektedir. Başlık, spot ve
haber girişinde oluşan standart haberin incelenmesi, haberde genelden özele, en
önemli bilginin önce verilmesinden, önemsiz ayrıntılara doğru bir hiyerarşi olduğunu
göstermektedir (Mora, 2008: 18; Ertan Keskin, 2004: 392). En genel bilgiler özet,
başlık ve giriş paragrafında yer almaktadır. van Dijk, başlıkların genelde siyah ve
büyük puntolarla, haber girişlerinin de siyah puntolarla verilebileceğini ve metnin
tematik cümlesiyle uyumlu olabileceğini ifade etmektedir (1988: 30). Durum ve
yorum bölümlerinden oluşan şematik çözümleme, diğer makro çözümleme
kategorisidir. Durum; haber olayı hakkındaki bilgileri içermekte ve ana olayın ele
alış biçimini değerlendirmektedir. Bağlam ve ardalan bilgilerini içerebilmektedir.
Önceki olayların ifade edilmesi ile olayın anlaşılır olmasını kolaylaştırırken, ardalan
(background) bilgisinin olmaması, olayın tipleştirilmesini sağlamaktadır. Sonuç, ana
olayın sonuçlarının değerlendirilmesini içerirken, haber kaynakları ve olayın
taraflarının sözlü tepkilerine yer verilen yorum bölümleri makro çözümlemenin son
kısmını oluşturmaktadır (Ertan Keskin, 2004: 392; Mora, 2008: 18 ve Sözen, 1999:
132).
van Dijk, haber anlatısını ‘sentaktik’ ve ‘semantik’ten oluşan iki ayrı dilsel
çözümleme türünde ele almaktadır. Haber sentaksı, kullanılan cümlelerin gramatik
yapılarıdır. Semantik ise, sözcükleri, cümlelerin ve dolayısıyla bütün söylemin
140
anlamına yöneliktir (Özer, 2011: 83). Haberde kullanılan cümlelerin kısa veya uzun;
basit veya bileşik ve etken veya edilgen cümle olmaları ölçütünde yapılan
çözümlemeyle van Dijk, haberin ideolojik doğasını ortaya koymuştur. Ardarda gelen
cümlelerin ve cümleciklerin birbirleriyle ilişkilerini irdelediği bölgesel uyum; seçilen
kelimelerin özelde muhabirin, genel anlamda ise gazetenin ideolojisini yansıttığı
kelime seçimleri ve son olarak haberin ikna edicilik özelliğini artıran olayın taraf ve
tanıklarının yorum ve sözel tepkilerinin yer aldığı alıntılar, olayın gerçekten
olduğunun göstergesi olan fotoğraflar ve haberin inandırıcılığını artıran grafik, rakam
ve sayısal verilerden oluşan haber retoriği haberin mikro yapısının öğelerini
oluşturmaktadır (Ertan Keskin, 2004: 392- 393; Mora, 2008: 18). Söylem
çözümlemesinin çekirdeğini; dominant söylemlerin toplumca paylaşılan bilgi, tutum
ve ideolojileri etkileme yolunun ayrıntılı betimlemesi, açıklaması ve eleştirisi
oluşturmaktadır (van Dijk, 1993: 258).
Odağını anlamın değişkenliğine çeviren bir girişim olarak kabul edilen
söylem çözümlemesi, aynı zamanda bir okumadır. Söylem çözümlemesi gerçeğe
dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu amaçlamaktadır (Atabek, 2007: 152).
Dolayısıyla bu çözümleme, çok anlamlı bir kavramdır. Dile ve dilin kullanımına dair
teorik ve yöntemsel bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bu anlamda çözümlemenin
konusu olan söylemler; metinler, mesajlar, konuşmalar, diyaloglar ve haberleşmeler
tarafından belirlenmektedir (van Dijk, 1988: 24). Söylem çözümlemesinde en güçlü
anlambilimsel kavramlardan biri de imadır. Sözcükler, yan tümceler ve diğer
metinsel ifadeler, ancak arka plan bilgi temelinde çıkarsanabilecek kavramlar ya da
önermeler ima edebilmektedir. Söylemin ve iletişimin bu özelliği, önemli ideolojik
boyutlara sahiptir. Söylenmeyenin çözümlenmesi, bazen metinde gerçekte
söylenenin araştırılmasından daha açıklayıcı olabilmektedir (van Dijk, 2007: 170).
van Dijk; söylemin, ideolojilerin oluşumunda merkezi bir rol oynadığını ileri sürerek
(1999: 341) altyapıdan bağımsızlığını vurgulamaktadır. Toplumsal iktidarın söylem
tarafından harekete geçirildiği ve yeniden üretildiğini kabul etmektedir (1999: 378-
379).
141
Söylem çözümlemesi içinde disiplinler arası yaklaşımlarla gelişen ve ideoloji
yüklü olduğu öne sürülen dilsel yapıları dilbilimin yöntemlerinde yararlanarak
sistemli bir biçimde açıklamayı amaçlayan çalışmalar ‘eleştirel söylem çözümlemesi’
olarak adlandırılmaktadır (Büyükkantarcıoğlu, 2012: 166). Eleştirel söylem
çözümlemesi, güç, hâkimiyet, hegemonya, sınıf farkı, cinsiyet, ırk, ideoloji,
ayrımcılık, çıkar, kazanç, yeniden oluşturma, dönüştürme, gelenek, sosyal yapı ya da
sosyal düzen gibi temaları ön plana çıkaran ve araştırma alanı olarak bu konuları
işleyen bir yöntemdir (van Dijk, 2003/b: 354). “Eleştirel söylem çözümlemesi, dilin
veya dil-benzeri diğer temsil sistemlerinin toplumsal ve ideolojik boyutlarını
çözümlemeyle ilgilenir. Bu daha politize gelenek içinde eleştirel söylem
çözümlemesi yaklaşımı, bakışımsız, eşitliksiz iktidar düzenlenimlerinin gündelik dil
kullanımına nasıl tecavüz ettiğini ön plana çıkararak, dil içinde toplumsal
eşitsizliklerin pekiştirilme, yarışma, çatışma veya müzakere edilme tarzına önem
verir” (Mutlu, 2008: 263). Eleştirel söylem çözümlemesi, ‘bakmak’ ve ‘görmek’
arasındaki farkın bilimsel yöntemleştirilmesi olarak da düşünülebilmektedir
(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 167). Eleştirel söylem çözümlemesi, güç ilişkileri,
değerler, ideolojiler, kimlik tanımlamaları gibi çeşitli toplumsal olguların dilsel
kurgulamalar yoluyla bireylere ve toplumsal düzene nasıl yansıdığı ve nasıl işlendiği
ile ilgilenmektedir. Bu çözümlemenin amaçlarını van Dijk, (2003/b: 353) şu şekilde
sıralanmıştır:
Eleştirel söylem çözümlemesi diğer bütün marjinal araştırma yöntemleri
tarafından kabul görmek için vaka analizlerinde diğer marjinal
araştırmalardan daha iyi olmalıdır
Eleştirel söylem çözümlemesi var olan paradigmalar ve üsluplar yerine
genellikle sosyal problemler ve politik sorunlara odaklanır
Sosyal problemlerin deneysel yeterliğinin eleştirel analizi, genellikle çok
disiplinlidir.
Bu çözümleme, sadece söylem yapılarını tanımlamak ve ona açıklık
getirmek yerine, söylem yapılarını özellikle sosyal yapıya ve sosyal
etkileşimdeki başarıya dayalı olarak açıklamaya çalışır.
142
Eleştirel söylem analizi daha çok toplumdaki güç ve hâkimiyet
ilişkilerinin yasallaştırılması, onaylanması, meşrulaştırılması,
dönüştürülmesi, yeniden yapılandırılması ya da bunlara meydan okunması
üzerine odaklanır.
Eleştirel söylem çözümlemesinin özellikleri şunlardır: “Güç ilişkileri
söylemseldir. Söylem toplum ve kültürü tesis eder. Söylemsel olarak tesis edilen
hayatın üç büyük belirleyicisi; dünyanın temsilleri olarak temsiller, insanlar
arasındaki ilişkiler ve insanların sosyal ve kişisel kimlikleri olarak kimlikler. Söylem
ideolojik olarak çalışır; ideolojiler eşitsiz güç ilişkileri, hâkimiyet ve istismar
ilişkilerini üreten toplumu tesis ve temsil etmenin tikel yollarıdır. Söylem tarihseldir.
Söylem bağlam olmadan üretilemez ve bağlam hesaba katılmadan anlaşılamaz.
Bağlam daima tarihseldir. Söylem kültüre, ideolojiye ve hayat tarzlarına içkin olmak
durumundadır. Söylem yalnız şimdiye atıfta bulunmaz, tarihe de atıfta bulunur.
Çünkü dil tarihseldir. Metin ve toplum arasındaki bağ, makro olanla mikro olan
arasındaki bağdır. Eleştirel söylem çözümlemesi, bir yandan sosyal ve kültürel
yapılar ve süreçler arasında, öte yandan metinler arasında bağlantılar kurar. Söylem
çözümlemesi yorumlayıcı ve açıklayıcıdır; eleştirel okuma, sistematik metodoloji ve
bağlamın mükemmel bir biçimde araştırılmasına ihtiyaç duyar” (Sözen, 1999: 143).
Medya söylemi, metin ve okuyucu, konuşmacı ve dinleyen arasında
etkileşimi gerekli kılar (Sözen, 1996: 1543). İktidar ve anlamın dil aracılığıyla ortaya
konulmasını ifade eden söylem, üretimine ve dolaşımına bağımlıdır. Bu nedenle
söylem çözümlemesi, medya üretimi ve medya alımlama sürecinde, medyanın ve
izleyicinin iktidar kutupları arasında odaklanmaktadır (Alver, 2009: 37). van Dijk’ın
söylem ve eleştirel söylem çalışmaları, yazılı haber odaklı bir yöntemdir (Ülkü,
2004: 371–372). Söylem çözümlemesi, haber metinlerinin egemen söylemler
etrafında nasıl kapandıklarını göstermeyi amaçlamaktadır (Akca, 2009: 103).
Sözen’e göre haberlerin güç-iktidar sahibi yapıların söylemsel kalıplarında
oluşturulması, haber metinleri üzerine yapılan çalışmalarda söylem çözümlemesi
yönteminin kullanılmasına neden olmuştur. Ayrıca söylem çözümlemesinin
içerisinde sosyolinguistik çalışma, metin analizi, sosyal analiz ve bütün bu analiz
143
türlerini içine alan eleştirel bir analiz türü olması da haber metinlerinin
çözümlenmesine önemli katkılar sağlamıştır (1999: 81). Haber içinde sözcük
seçimleri belli bir ideolojik seçimi ve tavrı yansıtmaktadır (İnal, 1996: 119). van
Dijk’e göre ideolojik olanın gözden kaçırılmaması açısından haber söylemini bir
bütün olarak ele almak gerekmektedir. Haber metinleri yalnızca dili kullanmakla
kalmaz, medyanın olanaklı kıldığı tüm kod sistemini içinde barındırmaktadır (Akca,
2009: 98). Çünkü söylem çözümlemesi, muhalif bir çözümleme biçimidir ve analizci,
toplumsal eşitsizliğin metinler aracılığıyla üretilmesini açığa vurmada kesin bir tavır
alır. Söylem analizinin nitel içerik çözümlemesinden en önemli farkı, metni parçalara
ayırmadan bir bütün olarak ele alması ve metin içindeki egemen söylemin nasıl inşa
edildiğini ortaya koymasıdır (İrvan, 2000: 81). Bunun nedeni, söylem
çözümlemesinde anlamlı en küçük birimin cümlenin olmamasıdır. Anlam, metin
içinde bütünlüklü olarak kurulabilen diğer dilsel özelliklerden bağımsız olarak
düşünülmemektedir. Haberin söylemi yalnızca haberdeki yazılı ya da sözlü metinle
de sınırlı değildir; dolayısıyla haber metni, haberde yer alan görsel öğeler ve haberin
bağlamıyla birlikte bir bütün olarak ele alınmalıdır (Akca, 2009: 97).
4.1.2.Göstergebilimsel Çözümleme
Karikatürlerin çözümlendiği bu çalışmada kullanılan ikinci yöntem
göstergebilimsel çözümlemedir. Bunun nedeni, apaçık görünenin altında
görünmeyen anlama ulaşma çabasından kaynaklanmaktadır. Çünkü karikatürler
semboller ve simgeleri çok sık kullanmakta ve bunun sonucunda açık ve örtük birçok
anlam taşımaktadır. Göstergebilim terimi, ilk bakışta ‘göstergeleri inceleyen bilim
dalı’ ya da ‘göstergelerin bilimsel incelemesi’ olarak tanımlanmaktadır (Rifat, 2009:
11). Fakat bu göstergebilim için yapılabilecek en genel tanımlamadır. Göstergebilim,
gerek sözlü, gerekse sözsüz gösterge sistemlerini ve bu sistemlerin anlamın
kurulmasında ve yeniden kurulmasındaki rollerini konu alan (Mutlu, 2008: 116)
diller, düzgüler, belirtgeler, vb. gibi gösterge dizelerini inceleyen bilim dalıdır
(Guiraud, 1994: 17). Göstergebilim; sözcükler, görüntüler, trafik işaretleri, sesler,
çiçekler, müzik ve tıbbi semptomlar gibi pek çok şeyin incelenmesidir.
Göstergebilim, göstergelerin iletişimde bulunma yolları ve onların kullanımlarına
144
egemen olan kurallar üzerinde durmaktadır (Parsa ve Parsa, 2004: 1). Göstergebilim,
öbür okuma yöntemlerine eklenen yeni bir okuma biçimi değil, okumanın,
çözümlemenin koşulları konusunda ortaya atılmış, geliştirilmiş tutarlı, tümü
kapsayıcı varsayımlar demeti ve ağıdır (Rifat, 2009: 22). Göstergebilimsel
araştırmanın amacı, her türlü yapısal etkinliğin, gözlemlenen konuların bir taslağını
yaratmaya yönelik tasarısına uygun olarak, dil dışındaki anlamlama dizgelerinin
işleyişini belirleyip ortaya koymaktır (Barthes, 1993: 72). Bu durum göstergebilimin
temel özelliğini ortaya koymaktadır. Göstergebilimin temel özelliği; dilbilimi bir
model olarak alıp, dilbilimsel kavramları yalnızca dilin kendisine değil, diğer
görüngelere-metinlere uygulamak olmuştur. Göstergebilimsel çözümlemede, içerik
ve biçimin nedensiz ve geçici bir ayrımı yapılmakta ve dikkat bir metin oluşturan
göstergeler dizgesinde yoğunlaştırılmaktadır (Berger, 1993: 14).
Göstergelerin ve onların iletme biçiminin uyandırdığı merak uzun bir tarihe
sahip olmasına karşın (Berger, 1993: 12) çağdaş göstergebilimin kurucuları
Amerikalı pragmacı filozof Charles Saunders Peirce ile İsviçreli dilci Ferdinand de
Saussure’dür (Mutlu, 2008: 116). Göstergebilimin önemli isimlerinden olan Peirce,
her biri gösterge ve nesnesi ya da göndermede bulunduğu şey, arasındaki farklı bir
ilişkiyi ortaya koyan üç gösterge kategorisi üretmiştir (Fiske, 2003: 70) ve
göstergenin bu üç görünümü üzerinde yoğunlaşmıştır (Berger, 1993: 12). Peirce’ün
yoğunlaştığı göstergeler; görüntüsel gösterge, belirti (ikon) ve simge’dir. Görüntüsel
gösterge; belirttiği şeyi, doğrudan doğruya temsil eder, canlandırır. Belirti ya da
ikon; nesnesi ortadan kalktığında kendisini gösterge yapan özelliği hemen yitirecek
olan ama yorumlayan bulunmadığından bu özelliği yitirmeyecek olan göstergedir
(Rifat, 2009: 31-32). Nesnesi ile arasındaki nedenlilik ilişkisi olan gösterge ikon
olarak tanımlanmaktadır. Nesnesi ile arasında fiziksel bağ olan gösterge ise belirtidir
(Büker, 1991: 46). Simge ise; yorumlayan olmasaydı kendisini gösterge yapan
özelliği yitirecek olan göstergedir (Rifat, 2009: 31-32). Görüntüsel göstergede,
gösterge bazı yönlerden nesnesine benzemektedir: onun gibi görünür ya da onun gibi
ses çıkartır. Belirtisel gösterge, gösterge ile nesnesi arasında doğrudan bir bağlantı
vardır: bunlar gerçekte birbirlerine bağlıdır. Simgede gösterge ve nesne arasında ne
bağlantı ne de benzerlik vardır: simgenin iletişimde kullanılmasını sağlayan tek
145
neden, simgenin yerine geçtiği şeyi nitelemesi konusunda insanların anlaşmış
olmalarıdır (Fiske, 2003: 70). Göstergebilim, sembolik olayların sistematik
çözümlemesini mümkün kılan bir dizi öngörü ve kavrama sahiptir. Basit kültürel
varlıkların karmaşık anlam sistemlerini çağrıştırması, bu anlamların, varlıkların
doğal mülkiyeti olmaktan çok kültürel yönden oluşturulmuş paylaşımlar olarak
nitelendirilmesini olanaklı kılmaktadır (Potter ve Wetherell, 1992: 27). Bu durum
anlıksal bir çağrışımı gerektirmektedir. Anlıksal çağrışımı gerektiren gösterge
simgedir. Sözcük ile nesnesi arasındaki ilişki nedensiz olduğu için sözlü dil simgeye
örnek olarak verilebilmektedir (Büker, 1991: 46). Nesiller arasındaki bağlantıyı
sağlayan simgeler, nesillere aynı toplumsal davranışlarda bulunmayı öğretmektedir.
“Örneğin, katil sözcüğü beraberinde daima nefret edilmesi gereken bir insan
çağrışımı ile beraber gelirse, katil sözcüğü kaldıkça ‘katile karşı nefret’ müessesesi
de kalacaktır. Bu açıdan bakıldığı zaman ‘kanun’ dediğimiz toplumsal olayın
toplumu ayakta tutan bir ‘simgeler sistemi’ olduğu görülür” (Mardin, 2009: 90).
Nesilden nesile geçen simgelerin aktarılmasını sağlayan ortak kodlar bulunmaktadır.
Kodlar, verili bir toplum ve kültür içinde öğrenilen, oldukça karmaşık çağrışım
kalıplarıdır. Kişinin usunda yer alan bu kodlar ya da gizli yapılar iletişim araçlarında
bulunan göstergeleri ve simgeleri yorumlama tarzını ve yaşam biçimini
etkilemektedir. Bu açıdan kültürler, insan yaşamında önemli bir rol oynayan
kodlaştırma dizgeleridir. Toplumsallaştırılmış ve bir kültür verilmiş olmak, bir takım
kodlar öğretilmiş olmak demektir ve bu kodların büyük bir bölümü kişinin toplumsal
sınıfına, coğrafi konumuna, ırksal kümesine özel olmaktadır (Berger, 1993: 30-31).
Göstergebilimin, gösterge dışındaki diğer temel kavramları ise, gösteren ve
gösterilendir. Göstergeyi kısaca “bir başka şeyi temsil eden ya da imleyen şey”
olarak tarif etmek mümkündür. Göstereni “bir düşünceyi ya da anlamı dile getirmede
kullanılan sözcük ya da sözcükler” olarak tanımlamak mümkünken gösterilen ise
“bir göstereni anlama ya da yorumlamada kullandığımız kavram” olarak
nitelenmektedir (Mutlu, 1995: 140-144). Saussure için gösterge, anlamı olan fiziksel
bir nesnedir. Saussure’ün terimleri arasında gösterilen ve gösteren göstergenin
oluşturucularıdır (Barthes, 1993: 37). Saussure’nin göstergeyi, gösteren (işitim
imgesi) ve gösterilen (kavram) olarak iki bileşene ayırması, gösteren ile gösterilen
146
arasındaki ilişkinin nedensiz olduğunu ileri sürmesi, göstergebilimin gelişmesinde
büyük önem taşımaktadır (Berger, 1993: 12). Saussure, öncelikle gösteren ve
gösterilen ile bir göstergenin diğer göstergelerle ilişkisi üzerinde durmaktadır.
Saussure’un ‘gösterilen’ terimi, Peirce’ın ‘yorumlayıcı’ terimiyle bazı benzerlikler
göstermektedir, ancak Saussure gösteren-gösterilen ilişkisi için asla ‘etki’ terimini
kullanmamakta ve ilgisini asla kullanıcılar alanına yöneltmemektedir (Fiske, 2003:
75). Gösterge, kendi dışında bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla bu temsil ettiği şeyin
yerini alabilecek nitelikte olan her çeşit biçim, nesne, olgu vb. olarak
tanımlanmaktadır. Bu açıdan, sözcükler, simgeler, işaretler vb. gösterge olarak kabul
edilmektedir (Rifat, 2009: 11). Gösteren, göstergenin algıladığımız imgesidir.
Gösterilen, gösterenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramdır. Bu zihinsel
kavram, aynı dili paylaşan aynı kültürün üyelerinin tümü için ortaktır (Fiske, 2003:
67). Bir göstergede, gösterenle gösterilen arasındaki ilişkinin kurulmasına anlamlama
denilmektedir (Erkman- Akerson, 2005: 102). Gösterge, bir kavramla bir işitim
imgesini birleştirmektedir (Saussure, 1979: 60). Gösteren ve gösterilen arasındaki
ilişki rastlantısal, nedensiz ve yapaydır. Bir kelime ile içeriği ya da bir gösteren ile
gösterilen arasında mantıksal bir bağ yoktur. Bu da metinlerde anlamı bulmayı ilginç
ve zor kılmaktadır (Berger, 1993: 16). Anlamlı bütünleri, bir başka deyişle gösterge
dizgelerini betimlemek, göstergelerin birbirleriyle kurdukları bağıntıları saptamak,
anlamları eklemlenerek oluşma biçimlerini bulmak, göstergeleri ve gösterge
dizgelerini sınıflandırmak (Rifat, 2009: 113) göstergebilimin alanına girmektedir.
Göstergebilim, gösterge dizgelerinin bilimi anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla
gösterge kavramı, ilke olarak, bu bilimin temelidir (Guiraud, 1994: 8).
Göstergebilim, göstergeleri neyin oluşturduğunu, onları hangi yasaların yönettiğini
göstermektedir (Saussure, 1979: 16). Göstergebilimin uğraştığı temel birim
göstergedir, ama asıl can alıcı nokta, göstergelerin bir arada nasıl işledikleridir. Bir
arada, uyumlu bir şekilde işleyen göstergeler, dizge denilen yapıları oluşturmaktadır
(Erkman- Akerson, 2005: 26). Göstergebilim, bir dizge oluşturan bu birimlerin
aralarında bir bağıntının, bir kurallı dayanışmanın bulunduğuna inanmakta; anlamın
benzer öğelerden değil, karşıt öğeler arasındaki ilişkilerden doğduğu varsayımından
hareket etmektedir (Rifat, 2009: 22). Bu durumda geleceğe yönelik olarak,
göstergebilimin konusu, tözü ne olursa olsun, sınırları ne olursa olsun, her türlü
147
göstergeler dizgesidir: görüntüler, el-kol-baş hareketleri, ezgili sesler, nesneler ve
törenlerde, protokollerde ya da gösterilerde görülen tözlerin karmaşaları, diller
oluşturmasalar da en azından anlamlama dizgeleri oluşturmaktadır (Barthes, 1993:
23). Her gösterge dizgesiyle, hemen her düzeyde, sürekli olarak anlatı üreten
insanlar, hem bu anlatıları yaratırken hem de yaratılan anlatıları kavramaya,
anlamlarını yakalamaya çalışırken değişik stratejiler uygulamaktadır. Anlatı
yaratırken yaşanan anlam üretme sürecinin karşısında, anlatıları kavrarken yaşanan
anlam yakalama süreci bulunmaktadır (Rifat, 2009: 19).
Göstergebilimsel araştırmanın benimsediği belirginlik ilkesi, çözümlenen
nesnelerin, konuların anlamlamasıyla ilgilidir. Bunlar yalnız içerdikleri anlam
bakımından incelenmektedir; hiç değilse sırası gelmeden, yani dizge olabildiğince
oluşturulmadan inceleme konularının öbür belirleyicilerine başvurulmamaktadır
(Barthes, 1993: 72). Göstergebilim, zaten anlamın metinlerde nasıl düzenlendiği ile
ilgilenmekte ve göstergelerin ne olduğu ve nasıl işlev gördüğünden söz etmektedir
(Berger, 1993: 11). Göstergebilim böylece, dikkatini öncelikle metne yöneltmektedir.
Doğrusal süreç modelleri metne süreçteki diğer aşamalardan daha fazla önem
atfetmemekte ve birçoğu hemen hemen hiçbir yorumda bulunmaksızın metni atlayıp
geçmektedir. Bu durum iki yaklaşım arasındaki en büyük farklılık olarak kabul
edilmektedir. Kabul edilen diğer bir farklılık ise alıcının konumu konusundadır.
Göstergebilim, alıcı ya da okuyucunun birçok süreç modelinin iddia ettiğinden çok
daha etkin bir rol oynadığını kabul etmektedir. Göstergebilim alıcı terimi yerine
‘okur’ terimini tercih etmektedir. Bunun nedeni, ‘okur’ teriminin çok daha önemli bir
etkinliği ifade emesidir. Okur kendi deneyimlerini, tutumlarını ve duygularını metne
taşıyarak metnin anlamlandırılmasına doğrudan katkıda bulunmaktadır (Fiske, 2003:
62-63). Göstergebilimde kullanılan eğretileme ve düzdeğişmece, anlam iletmenin iki
önemli biçimidir. Eğretilemede, iki şey arasındaki bir ilişki, benzerliğin
kullanılmasıyla bildirilmektedir. Düzdeğişmecede çağrışıma dayalı bir ilişki vardır.
Bu çağrışım insanların usunda, doğru bağlantılar yapmayı kolaylaştıran kodların
varlığını belirtmektedir (Berger, 1993: 29). Eğretileme düzleminde lirik Rus
şarkıları, romantizm ve simgeciliğe bağlanan yapıtlar, gerçeküstücü resim, Charles
Chaplin’in filmleri, Freud’un özdeşleştirme ürünü düş simgeleri yer almaktadır.
148
Düzdeğişmece düzlemineyse, kahramanlık destanları, gerçekçi okulun anlatıları,
Griffith’in filmleri yer değiştirme ya da yoğunlaştırma yoluyla oluşturulan düşsel
yansıtmalar bağlanmaktadır (Barthes, 1993: 51-52).
4.2.Araştırma Bulguları
12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucunda oluşturulan 7 Kasım 1982 Anayasası,
o dönemde Türkiye demokrasisinin geldiği yer açısından çok önemli bir yapı taşıdır.
Çünkü o dönemde Türkiye’de demokrasi gerçek anlamda işlememiş ve anayasa daha
çoğunlukla askeri yönetimin baskısı sonucunca kabul edilmiştir. 12 Eylül 2010 günü,
1982 Anayasası’nın 26 maddesinin değiştirilmesi için Türkiye’de bir referandum
yapılmıştır. Yapılan değişiklikler anayasal düzeyde olduğu için bütün toplumsal
katmanları yakından ilgilendiren referandum, basın için önemli bir olay ve yüksek
bir haber değerine sahip olmuştur (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 85). Bu çalışmada, 12
Eylül 1980 darbesi sonucunda oluşturulan 1982 Anayasası döneminde yayınlanan
karikatürler ile 12 Eylül 2010 referandum anayasa değişikliği döneminde yayınlanan
karikatürlerin siyasal söylem ve gazete ideolojilerini yeniden üretimi noktasında
karşılaştırması yapılmıştır. Çalışmada, her iki dönemdeki karikatürler incelenmiştir.
Bu nedenle çalışmada iki dönem ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulmuştur. 1982
Anayasası’nın ele alındığı bölümde, 01 Eylül ve 01 Aralık 1982 tarihleri arasındaki
süreçle sınırlandırılmıştır. Bu dönem için incelenen gazeteler; ‘Cumhuriyet’, ‘Güneş’
ve ‘Tercüman’ gazeteleridir. Çalışmanın ikinci aşamasında, 12 Eylül 2010 anayasa
değişikliği referandum süreci incelenmiştir ve bu süreçte, 01 Temmuz ve 01 Ekim
2010 tarihleri arasındaki karikatürler ele alınmıştır. Bu dönemde ise, ‘Cumhuriyet’,
‘Milliyet’ ve ‘Zaman’ gazetelerinin karikatürleri incelenmiştir. Çalışmada incelenen
gazetelerin siyasi eğilimlerinin ve ideolojik konumlanışlarının karikatürlere nasıl
yansıdığı, karikatürlerin iktidarın söylemlerini üretirken bir araç mı yoksa muhalif bir
tavır mı sergilediği göz önüne serilmeye çalışılmıştır. Konuyla ilgili olarak her iki
dönemden toplam 345 karikatürün yer aldığı çalışmada, sayının fazla olmasından
dolayı bu karikatürlerin hepsine çalışmada yer verilmemiş olup çalışmanın amacına
en yakın olanlar kullanılmıştır. Karikatürde anlam çok önemlidir. Sözlü karikatürler
anlatılmak isteneni okuyucuya direkt olarak vermeye çalışırken, grafik özellikleri
149
ağır basan dilsiz karikatürlerde ise anlam birçok unsurdan etkilenmektedir. Çizerin
kişisel özellikleri, karikatürün yayınlandığı gazete, dergi vb. yayının ideolojik
algılanışı, okuyucunun kişisel özellikleri ve bağlam gibi birçok etken çizgilerin
anlamlandırılmasında önemlidir (Bayram, 2009: 116). Buna göre, çalışmadaki
karikatürlerin, 1982 Anayasası sürecinde daha çoğunlukla anayasa, Kenan Evren ve
askeri yönetim üzerinde durduğu görülürken, 2010 anayasa sürecinde ise, Ak Parti,
CHP, MHP’nin karikatürlerde daha çok yansıtıldığı, BDP’ye ise çok fazla
değinilmediği görülmüştür. Her iki dönemdeki gazetelerin ideolojileri bağlamında
anayasa değişimlerine yaklaşımlarına bakıldığında ise, 1982 döneminde; Cumhuriyet
ve Güneş gazetelerinin muhalif, Tercüman gazetesinin ise, yanlı bir tutum içerisinde
olduğu görülmüştür. Buna göre, Cumhuriyet ve Tercüman kendi ideolojileri
çerçevesinde bir tavır sergilerken Güneş gazetesi, merkez olmaktan çok sol
denebilecek tarzda bir tavır sergilemiştir. 2010 döneminde ise; Cumhuriyet muhalif,
Milliyet kimi zaman yanlı kimi zamansa muhalif, Zaman ise, iktidarın söylemini
üreten yanlı bir tavır içerisinde olmuştur.
4.2.1. 1982 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
1982 referandum süreci karikatürlerinin söylem ve göstergebilimsel
çözümlemesinin yapıldığı çalışmanın bu kısmında Eylül- Ekim- Kasım 1982
döneminde Cumhuriyet, Güneş ve Tercüman gazetelerinde konuyla ilgili yayınlanan
90 siyasal karikatürün analizi yapılmış olup, ancak sayının fazla olması nedeniyle
çalışmada hepsine yer verilmemiştir. Konuyla ilgili olarak en çok karikatürün
Cumhuriyet gazetesinde yayınlandığı görülürken ikinci sırada Güneş, üçüncü
sıradaysa Tercüman gazetesinin yer aldığı görülmüştür. Buna göre; karikatürlerin
42’si Cumhuriyet gazetesinde, 34’ü Güneş gazetesinde, 14’üyse Tercüman
gazetesinde yayınlanmıştır.
AYLAR CUMHURİYET GÜNEŞ TERCÜMAN TOPLAM
EYLÜL 10 23 4 37
EKİM 29 9 7 45
KASIM 3 2 3 8
TOPLAM 42 34 14 90
Tablo 1: 1982 referandum sürecinin aylara göre gazete karikatürlerine yansıtılması
150
4.2.1.1. 1982 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
Cumhuriyet’in 1982’deki sahibi, Nadir Nadi, Genel Yayın Müdürü Hasan
Cemal, Yazı İşleri Müdürü Okay Gönensin’dir. Bu dönemdeki Cumhuriyet
gazetesindeki karikatür köşeleri; Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak), Gülgeç, Demlik
(Selçuk Demirel), İnsanlar, Hayvanlar (Gülgeç)’dır. Bu dönemde konuyla ilgili
olarak en çok karikatüre yer veren Cumhuriyet gazetesi, karikatürlerinde anayasanın
karşısında muhalif bir söylem geliştirmiştir. Ancak siyasi ortamdan dolayı muhalefeti
açıktan açığa değil de dolaylı yoldan yürütmüştür.
Karikatür 1: 4 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç
SöylemÇözümlemesi Yorumu: Anayasa tartışmaları adı altında çizilmiş
olan karikatürde görsel göstergelerden çok yazılı ve sözel göstergeler/söylem yer
almaktadır. Beş karenin her birinde farklı konulara değinilen karikatürde özellikle
danışma meclisi üzerinde durulmuş ve meclis eleştirilmiştir. Anayasa ile ilgili
tartışmaların ön plana çıktığı bir dönemde bu karikatürde konuyla ilgili olarak iki
durum ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki, “Hayır’da hayır vardır” söylemidir. Düz
anlamda okunduğunda anayasa ile çok ilgili gözükmeyen bu cümlenin yan anlamına
bakıldığında anayasayla ilgisi ortaya çıkmaktadır. Anayasa tartışmalarının yaşandığı
o dönemde bu cümle daha çoğunlukla ‘anayasaya hayır’ için kullanılmıştır. Dönemin
Devlet Başkanı Kenan Evren’in, “1961 Anayasası için kullanılan ‘Hayırda hayır
151
vardır’ sloganı, ‘hayırda hayır yoktur’ biçimine dönüşmüştür. ‘Hayır’ın sonu yoktur,
karanlıktır. ‘Evet’in ise sonu vardır. Demokratik rejimdir. Sivil yönetimdir.” (Cemal,
2004/b: 90- 91) şeklindeki ifadeleri bu duruma daha fazla netlik kazandırmaktadır.
Konuyla ilgili olarak karikatürde ön plana çıkan ikinci durum ise, 12 Eylül 1980'den
sonra oluşturulan ve 1982 Anayasası'nı hazırlayan Danışma Meclisi’nde Anayasa
Komisyonu Başkanı olan Orhan Aldıkaçtı ile ilgili durumdur. Karikatürün son
karesinde, Aldıkaçtı, “Benim anayasam iyi (mi)dir. Bu iş bitmiş (mi)dir” demektedir.
Bu durum, Aldıkaçtı’nın olumlu gördüğü bir olay üzerinden olumsuz bir imada
bulunulmuştur. Karikatürün alt bölmesinde ise, Aldıkaçtı ile dalga geçilmekte ve
“Altıkaçtı son günlerde –mi’leri yutuyor” denmektedir. Devamında ise, Aldıkaçtı’nın
fazla kilolarıyla dalga geçilmektedir. Bu durum, gazetenin oluşturulmaya çalışılan
anayasanın olumlu olduğu konusunda şüpheleri olduğunu göstermektedir.
1982 Anayasası’nın onaylandığı dönemdeki koşullar daha sıkıdır. Çünkü
askeri yönetim, hemen hemen her gün çok sayıda yasak getirmektedir. Bu yasaklar
karikatür çizerlerini de kapsamaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki karikatürde anayasa
tartışmaları söz konusu olsa da, tartışmaların çok alenen yapılmadığı ve muhalif
tavrın çok sert olmadığı görülmektedir. Ancak yine de ‘hayır da hayır vardır’ söylemi
ile anayasa taslağını hazırlayan kişiyle dalga geçilmesi Cumhuriyet gazetesinin o
dönemde de muhalif tavrını biraz yumuşatarak da olsa devam ettirdiği görülmektedir.
Karikatür 2: 9 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç
152
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bir önceki karikatürde olduğu gibi bu
karikatürde de görsel simgelerden çok yazılı ve sözel göstergeler daha çok ön plana
çıkmaktadır. Altı kareden oluşan karikatürde yine dolaylı yoldan anayasa eleştirilmiş
ancak bu durum çok açığa çıkarılmamıştır. İlk karede, Gazeteci Okay Gönensin’in
Ankara’dan İstanbul’a çağrılışı ve bunu imalı anlatışı yer almaktadır. Daha sonraki
karelerde danışma meclisinde yer alan bazı kişilerle ilgili olarak olumlu ve olumsuz
değerlendirmelerde bulunulduğu görülmüştür. Karikatürün kalan kısmı daha çok
‘görmeme ve işitmeme’ üzerine kurulmuştur. ‘Bu anayasa hepimize hayırlı olsun’,
‘gözlerimi kaparım vazifemi yaparım’ gibi söylemler ile en son karede yer alan “Bu
anayasa hakkında benim fikrimi sorarsanız bu konuda ‘fikirsizlik’ çekmeye
başladım. Kusura bakmayın!” şeklindeki ifadeler anayasa oylamasına gidilen süreci
anlatmaya yetmektedir.
Herkesin fikrini söylemekten çekindiği, sansürlendiği bir dönemde anayasa
oylamasının demokratikliğinden bahsetmek çok iyi niyetli bir bakış açısını
gerektirmektedir. Yukarıdaki söylemler tam anlamıyla getirilmiş olan sansür ve baskı
ortamını simgelemektedir. Politikacılar üzerinden ifade edilen o sözlerde,
politikacıların aslında fikir beyan etmekten çok söylenenleri yaptıkları ve ötesine
karışmadıkları görülmektedir. Bu durum, içinde bulunulan siyasi ortamdan
kaynaklanmaktadır. Politikacılar gibi, gazeteciler ve dolayısıyla karikatürcüler de
kendilerini özgür hissetmedikleri ve sürekli sansürle karşılaştıkları için daha
çoğunlukla dolaylı yoldan imalarda bulunma yoluna gitmişlerdir. Bu durum muhalif
tavrıyla ön plana çıkan Cumhuriyet gazetesinin yukarıdaki karikatürüne de
yansımıştır.
153
Karikatür 3: 11 Eylül 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Çocuk, adam, 27 Mayıs
1960 öncesi tarih kitabı, 12 Eylül 1980 öncesi tarih kitabı/ Gösterilenler:
Karşılaştırma, gizleme, yönlendirme, eğitim, hâkimiyet.
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerden çok görsel göstergelerin
olduğu bu karikatürün düz anlamına bakıldığında, bir adam (muhtemelen öğretmen)
bir öğrenciye ders anlatmaktadır. İki kitaba sahip olan adam kitapların birini arkasına
saklamıştır. Arkasına sakladığı kitabın üzerinde 27 Mayıs 1960 öncesi, çocuğa
gösterdiği kitabın üzerinde ise, 12 Eylül 1980 öncesi yazmaktadır. Her iki tarihin
ortak özelliği Türkiye tarihinde yer etmiş olan askeri darbeleri temsil etmeleridir.
Kitapların isminden tarih kitabı oldukları görülmektedir. Oradaki öğretmen daha çok
egemen yapıyı temsil etmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, kitapları
gösteren adamın ya da öğretmenin öğrenciye öğretmek istediği şey daha çoğunlukla
1980 döneminden önceki dönemle ilgili olduğudur. 1960 öncesi ile 1980 öncesi
Türkiye’de yaşanan kargaşa ortamı birbirine benzer hatta birbirinin tamamlayıcısıdır.
Karikatürün yan okuması, 80 darbesinin yaşandığı bir dönemde, yönetimin
kendisinin rıza gösterdiği kitapların okutulup rıza göstermediği kitapları gizlemesi
kendi yaptıklarını meşrulaştırmaya yönelik bir girişim olarak
değerlendirilebilmektedir. Bu girişim karikatürde ders kitaplarının üzerinden
gösterilmesi, o dönemdeki halkın içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından son
derece önemlidir. Ayrıca, adamın bir eli havada bir vaziyette kitabı göstermesi,
‘hâkimiyetin’ onda olduğu yönünde bir okumaya neden olmaktadır. Cumhuriyet, bu
154
karikatürde de kendi ideolojisi yönünde hareket etmiş ve o dönemin basının
gösteremeyeceği cesareti çizgilerinde göstermeye çalışmıştır.
Karikatür 4: 24 Eylül 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa tasarısı kitabı,
Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı, fotoğrafçı ve fotoğraf
makinesi/ Gösterilenler: Zorlama, memnuniyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün göstergebilimsel
çözümlemesinde düz anlamına bakıldığında, Anayasa Tasarısı kitabının önünde
fotoğraf çektirmeye zorlanan bir adam ve onun fotoğrafını çeken Danışma Meclisi
Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı görülmektedir. Aldıkaçtı, fotoğrafçı rolündedir.
Bu durum, ‘İstanbul Hatırası’ fotoğrafı çektirmeye bir gönderme niteliğinde bir
göstergedir. Aldıkaçtı, “Gülümseyin, çünkü siz özgür bir insansınız ve yeni anayasa
tasarısından dolayı çok mutlusunuz!” şeklindeki ifadelerine rağmen fotoğraf çektiren
kişinin yüzünde mutsuz hatta ürkmüş bir ifade söz konusudur. Söz konusu ifadeler
zorlama ve baskıya yönelik olan göstergelerdir. Bu ifade, adamın özgür olmadığının
ve yeni anayasa tasarısından hiç de memnun olmadığının göstergesidir. Ancak
yönetim bu durumun aksini sürekli yansıtmaya çalışmaktadır. Evren’nin halka
yaptığı çağrıda; “Sandık başına gidin, müspet oy kullanın ki, mavi oy kullananların
ağızlarını açacak halleri kalmasın!” (Cemal, 2004/b: 122) şeklindeki sözleri
yukarıdaki karikatürde fotoğrafı çekilen adamın göstergesi niteliğindedir.
155
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Esprili bir dille çizgilere yansıtılan 1982
Anayasa tasarısı sürecinde halkın gösterilenin aksine özgür olmadığı, baskı altında
olduğu ve yeni anayasa tasarısını desteklemediği şeklinde bir okumaya neden
olmaktadır. Ancak dönemin yönetimi bu durumun aksini ilan etmekte ve anayasaya
‘evet’ çağrısını her fırsatta tekrarlamaktadır. Yönetim, bunu kendi söylemini
meşrulaştırmak için yapmaktadır. Yukarıdaki karikatürde, 1982 anayasa oylama
sürecine gidilen yolda, Aldıkaçtı’nın da etkisiyle siyasi söylemin zorlamalarına
göndermede bulunulmaktadır. Gazetenin her fırsatta böyle bir göndermede
bulunması anayasa değişimini kendisinin de desteklemediğinin ifadesi şeklinde
değerlendirilmektedir.
Karikatür 5: 25 Eylül 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Arkeologlar, Hitit
Anayasası, arkeolojik kalıntılar, kazı/ Gösterilenler: Antika, iki anayasa arasında
bağlantı, hassasiyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, arkeologlar bir kazı çalışması
yapmaktadır ve Hitit dönemine ait çok sayıda kalıntı ortaya çıkarmışlardır. Ortaya
çıkardıkları kalıntılar arasında ‘Hitit Anayasası’ da yer almaktadır. Arkeologlardan
biri diğerine, “Ötekiler iyi de, şu Hitit Anayasası’nı tekrar toprağa gömelim.
Danışma Meclisi’ne ayıp olmasın!” diyerek 1982 Anayasası’na göndermede
bulunmaktadır. O günlerde Danışma Meclisi tarafından 1982 Anayasası’nın taslağı
156
hazırlanmaktadır. Karikatür çizeri, bu olaya esprili bir dille yaklaşarak 1982
Anayasası’nın Hitit Anayasası’ndan bile daha kötü bir anayasa olduğu ve bunun
yürürlüğe konulmadan tekrar gömülmesi gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 80 darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası
döneminde çizerler açısından da çok özgür bir ortam söz konusu değildir. Bu
nedenle, karikatür çizerleri, anayasa değişimine bazen dolaylı yoldan değinmekte
bazen de esprili bir şekilde yaklaşmaktadır. Bu karikatürde, 1982 Anayasası’nın kötü
bir anayasa olduğu ve yürürlüğe konulmaması gerektiği şeklinde bir söylem
geliştirilmiştir.
Karikatür 6: 4 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Behiç Ak tarafından çizilen yukarıdaki
karikatürde görsel göstergelerden çok sözel göstergeler ön plana çıkmaktadır.
Karikatürde söylenen şarkı üzerinden ‘mavi’ vurgusu söz konusudur. ‘Mavi deniz,
mavi gökyüzü, mavi gözlü çocuklar, mavi dağ çiçekleri, mavi ülkenin insanı…’
şeklindeki nitelemelerin nedeni “7 Kasım 1982 günü yapılacak Anayasa
referandumunda ‘kabul’ oy pusulalarının ‘beyaz’, ‘retlerin’ ise ‘mavi’ renkte
olmasıdır” (Cemal, 2004/b: 11). Karikatürün en son cümlesinde yer alan ‘Gözlerin
niye beyaz’ ifadesi hem bunu desteklemekte hem de anayasa değişimine ‘neden
evet?’ söylemini geliştirmektedir. Yukarıdaki karikatürde gizli bir ideoloji
157
olmasından çok karikatür bir sorunsalı ön plana çıkarmaktadır. ‘Mavi’yle ilgili bir
şarkının ısrarla söylenmesi ‘hayır’ söylemini desteklemektedir. Devlet Başkanı
Evren’de bu tehlikenin farkında olduğundan olacak, “Atatürk’ün gözünün, denizin,
gökyüzünün renginin mavi olduğu söyleniyor. Sağduyu sahibi vatandaşlar buna
pabuç bırakmaz. Gök maviymiş, deniz maviymiş, bunlar çocukça girişimlerdir.
Kimse kanmaz!” (Cemal, 2004/b: 124) şeklindeki sözlerini sarf etmiştir. Karikatürün
en sonunda yer alan ifadelerde ‘neden kabul?’ denileceğinin gerekçesi istenmiştir.
Dolayısıyla bunda gizli bir söylem söz konusudur.
Karikatür 7: 5 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: İnsanlar, gazete, dizi,
günlük hayat/ Gösterilenler: Çelişkiler, alakasızlık, renkler
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığından
günlük hayatın içinden on bir kare yer almaktadır. Her bir karede ayrı bir durum söz
konusudur. Ancak hepsinin birleştiği ortak nokta, meyhanede, evde, dizi ya da maç
izlerken, çocuk ağlarken, gazete okurken, misafirlikteyken, oyun oynarken sorulan
her soruya alakasız bir cevap verilmesi ve bu cevapların oy pusulalarının rengi olan
‘beyaz ve mavi’ üzerine kurulu olmasıdır. Anayasa ret pusulasının rengi ‘mavi’,
kabul pusulasının rengi ise, ‘beyaz’dır. Bu karikatürün vermek istediği mesaj ise,
anayasa değişimi yolunda halkın kafasının oldukça karışık olduğudur. En son karede
158
yer alan “Hayatımız ne kadar renksizleşti” şeklindeki ifadeler ise, kamuoyunun
gündeminde sadece bu iki rengin olduğu ve bu durumdan halkın rahatsız olduğu
şeklinde bir anlama neden olmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasa değişimi sürecinde halkın
gündemini tek meşgul eden meselenin halkın kabul mü yoksa ret oyu mu kullanacağı
yönündeki sorunsaldır. Bu durum yukarıdaki karikatürde, her soruya renklerle
karşılık yani alakasız bir karşılık verilmesi şeklinde gösterilmiştir. Bir yerde, halkın
oy konusundaki kafa karışıklığına ve konuşulan tek konunun oylama olduğuna
dikkat çekilmiştir.
Karikatür 8: 6 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir kadın ve bir erkek, halı,
kapı, pencere, masa/ Gösterilenler: Arama, korku, endişe
Göstergebilimsel Çözümleme: Anayasa renkleri üzerine kurulu olan
karikatürde bir erkek ve bir kadın bir evde oturmaktadır. Erkek kadına, “Sevgilim
gözlerin ne kadar şey…” demekte ancak sözlerini duyduğu tedirginlikten dolayı
tamamlamamaktadır. Kişinin duyduğu tedirginlik cümlenin devamında kullandığı
‘mavi’ kelimesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü o günlerde, “mavi’ye bile yasak
konabilen bir dönemde yaşanmaktadır; çünkü ‘Anayasaya ret’ pusulasının rengi
159
mavidir” (Cemal, 2004/b: 97). Bunun farkında olan kişi önce tüm evi aramakta,
kimsenin olmadığından, herhangi bir tehlikenin olmadığından emin olduktan sonra,
‘…mavidir’ ifadesini kullanmaktadır. Bu karikatürün bu şekilde çizilmesinin nedeni,
o dönemde yönetim tarafından gazeteciler ve çizerlere konulmuş olan ‘mavi’
yasağıdır. Behiç Ak, böyle bir çizimle insanların renkleri kullanırken bile korktukları
bir duruma geldiklerine işaret etmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982’de Türkiye’de ‘mavi’ rengi bile
yasaklanarak anayasa referandumuna gidilmekte ve bunun adına da ‘halkoylaması’
denilmektedir” (Cemal, 2004/b: 102). Halkoylamasında mavi renginin
kullanılmasına bile tahammülsüzlüğün olduğu bir ortama tepki niteliğinde çizilen
yukarıdaki karikatür eleştirel nitelikte bir karikatürdür. Karikatürde kullanılan hem
görsel hem de sözel göstergeler sayesinde verilmek istenen mesaj ya da anlam
oldukça nettir: “‘mavi’ yasağına hayır!”
Karikatür 9: 7 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir kadın ve bir erkek,
sohbet, günlük hayat/ Gösterilenler: Tedirginlik, korku, durumdan rahatsızlık
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamına
bakıldığında bir kadın ve bir erkek farklı ortamlarda sohbet etmektedir. Özünde
karikatür yine ‘mavi’ rengi üzerine kurulmuştur. Karikatürde denizin, gökyüzünün,
160
çiçeğin, kedinin göz renginin söylenememesinden, mavi renkli kravat takılmamasına
ve duvarın boyanacağı rengi söyleyememeye kadar farklı farklı konulara
değinilmiştir. En son aşamada ise, artık insanlara konulan yasaklardan dolayı
düşünemeyen insan seviyesine gelindiğine dikkat çekilmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde de ‘mavi’ rengin
yasaklanması abartılı bir şekilde eleştirilmiş ve insanların bu yasaklar yüzünden
düşünce özgürlüklerini kaybettiklerine vurgu yapılmıştır. Bu anlamda Cumhuriyet
gazetesi, mavi renginin yasaklanması noktasında muhalif bir tavır sergilemiştir.
Karikatür 10: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa taslağı, bir
adam(Orhan Aldıkaçtı), ateş/ Gösterilenler: Endişe, çıkar ilişkisi, sırtına binme
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde Komisyon Başkanı Aldıkaçtı’nın
olma ihtimali yüksek iri yarı bir adam, anayasa taslağını binek bir hayvana
dönüştürmüş bir şekilde sırtına binmiş ateş üzerinde ilerlemektedir. Adamın iri yarı
olması ve rahat davranması onun bir politikacı(muhtemelen Orhan Aldıkaçtı) olduğu
anlamına gelmektedir. Ünlü karikatürist Selçuk’un, politikacıları nasıl çizdiği
yönündeki bir soruya verdiği şu ifadeler yukarıdaki savı desteklemektedir:
“Özelliklerini belirleyen çarpıcı noktaları daha belirginleştirerek elbette. Eğer
çizdiğim kişi belli bir kişi değilse, politikayı da uğraş olarak seçmişse, bu kişiyi
temsil eden politikacı tipi silindir şapkalı, papyon kravatlı, göbekli, şişman bir tip
oluyor” (Selçuk, 1998: 201). Politikacının anayasa tasarısının sırtında bir şekilde
161
çizilmiş olması politikacının anayasa tasarısının kendi arzusu kapsamında
tasarladığını ve bunda kendi çıkarlarının etkili olduğunu yansıtmaktadır. Şüphesiz
insanlar binekleri kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmektedir. Tasarının
üzerindeki politikacının ateşin üzerinden geçmesinden ise iki türlü anlam
çıkarılabilmektedir. İlk anlam, politikacının tasarıyı kendi arzusuna, çıkarlarına göre
hazırlayarak ateşle oynadığı şeklindedir. İkincisi ise, anayasa tasarısının ateşle
kaynaması yani hazırlanırken hararetli tartışmalara neden olması şeklindedir. Diğer
taraftan karikatür, 1982 Anayasası’nın bir takım çevreler tarafından hazırlandığı ve
bu çevrelerin bu anayasa tasarısını kendilerine hizmet edecek şekilde hazırladıkları
şeklinde okunabilmektedir. Bu durum, taslağın hazırlanış şekline bir eleştiri niteliği
taşımaktadır.
Karikatür 11: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar (İsmail Gülgeç)
162
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa taslağı, bir adam/
Gösterilenler: Karmaşıklık, içinden çıkılamamazlık, kaba kuvvet
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,
Avrupa’dan gelen bir adam elindeki anayasa taslağından hiçbir şey anlamadığını ve
taslağın karmaşık olduğunu ifade etmektedir. Kast edilen anayasa taslağı 1982
Anayasası’na aittir. Karikatürden anlaşılan taslağın Avrupa’daki gerekli mercilere
incelenmesi için gönderilmiş olduğu, ancak bu mercilerin taslaktan hiç bir şey
anlamamış olduklarıdır. Karikatürdeki Avrupa’yı temsil eden kişi, Türkiye’deki
politikacılara taslaktan hiçbir şey anlamadıklarını söylediğinde kaba kuvvetle
karşılaşmaktadır. Karikatürü asıl dramatikleştiren olay ise, Türkiye’deki yetkililerin
de taslağı hazırladıkları halde çözememiş olduklarını söylemeleridir. Bu durum,
anayasa taslağının ne kadar çözümsüz olduğuna işaret etmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde, 1982 Anayasası’nın
anlaşılamayan karmaşık bir anayasa olduğu söylemi üzerinde durulmuştur. 82
Anayasası’nı düzenleyenlerin bu karmaşıklığın çözülememesi durumunda kaba
kuvvete başvurmaları 82 Anayasası’nın da o şekilde yani kaba kuvvetle
hazırlandığına ve istedikleri kesimlere de bu şekilde yani kaba kuvvet kullanılarak
kabul ettirilmek istendiğine işaret edilmektedir. Bu şekilde bir yansıtılış, Cumhuriyet
gazetesinin ideolojisi yönünde bir davranıştır.
Karikatür 12: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik (Selçuk Demirel)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Zayıf bir adam, iri yarı bir
adam/ Gösterilenler: Susturma, sessizlik, tehdit
163
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel ya da yazılı hiçbir göstergenin
kullanılmadığı karikatürde kilolu, iri yarı bir adam parmağıyla ‘sus’ işareti yaparken
diğer eliyle zayıf olan diğer adamın boğazını sıkmaktadır. Göstergebilimde kilolu
adam güç farkını, iktidarı temsil etmektedir, zayıf adam ise güçsüzlüğü ifade
etmektedir. Buradan çıkarılabilecek yan anlam, iktidarın yani güçlünün güçsüz olanı
susturmaya çalışmasıdır. Güçsüz olanın yani halkın gördükleri ve işittikleri
konusunda yeri geldiğinde konuşmaması, sessiz kalmasıdır. Sözel söylemin
kullanılmadığı yukarıdaki karikatürde ideolojik anlamda çıkartılabilecek anlam,
iktidarın 82 Anayasası’na giden yolda halkı korku ve baskıyla sindirmeye,
susturmaya çalıştığıdır. İktidar, baskı yoluyla halk üstünde hegemonya kurmaya
çalışmakta ve böylelikle baskıyla kendi ideolojileri ve söylemleri doğrultusunda rıza
üretmektedir. Yukarıdaki karikatür tam anlamıyla buna işaret etmektedir.
Karikatür 13: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kanbir
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürün düz anlamsal okuması
yapıldığında karikatürde bir kadın ve bir erkek bulunmaktadır ve erkek sevgilisi olan
kadına “Sevgilim gözlerin gökyüzü gibi mas…” şeklinde iltifat etmektedir.
‘Mas…’tan sonraki kısmın üzeri kalemle karalanmıştır. Bundan çıkarılabilecek
sonuç, sözel anlamda cümle tamamlanmıştır, ancak karikatürist kendi çizgisine oto
sansür uygulamıştır. Oto sansür, gazetecilerin ya da karikatüristlerin daha çoğunlukla
egemen çevrelerden gelen baskı sonucunda kendi kendilerine sansür uygulamalarıdır.
Yukarıdaki karikatür, tam anlamıyla oto sansüre gönderme yapmaktadır. O dönemde
‘mavi’ renginin ‘hayır’ oyunu temsil etmesi nedeniyle yönetim tarafından
yasaklanmıştır. Dolayısıyla yukarıdaki karikatür, karikatüristlere ‘mavi’ ile ilgili
164
gelen yasaklamadan sonra çizerlerin mavi ile ilgili çizememeleri, o sözcüğü hiçbir
yerde kullanamamalarına eleştiri ve karikatüristlerin çizgilerinin bu şekilde
engellenmesine bir tepki niteliğinde bu şekilde yansıtılmıştır.
Karikatür 14: 16 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik (Selçuk Demirel)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tank, makine/
Gösterilenler: Benzetme, baskı, susturma
Göstergebilimsel Çözümleme: Selçuk Demirel’in o dönemde aynı tarzda
ama farklı şekillerde çizdiği karikatürlerden konuyla ilgili olarak en alakalı olan
yukarıdaki karikatürdür. Karikatürde, insana benzer bir varlığın başı askeri tank
aracına benzetilmiştir. Sözel hiçbir göstergenin kullanılmadığı karikatürün yan
anlamı, halkın askeri yönetimin konuştuğu gibi konuştuğu ve askeri yönetimin
gördüğü gibi gördüğü şeklinde bir anlam çıkartılabilmektedir. Çünkü tank o
dönemde 1980 darbesini simgelemektedir. 1982 Anayasası ise, o darbenin bir
ürünüdür ve toplum darbenin baskısını hala hissetmektedir. 1982 Anayasası’nın
uygulandığı dönemin toplumsal yapısını içinde bulunduğu baskıyı anlatmak
açısından yukarıdaki karikatür iyi bir analiz örneği niteliği taşımaktadır. O dönemde,
toplum darbenin etkilerini henüz üzerinden atamamış ve toplum üzerinde tam
anlamıyla bir baskı hâkimiyeti söz konusudur. Askeri yönetimin hâkimiyeti altındaki
toplumun askeri yönetim gibi konuşmaması, görmemesi ve işitmemesi
düşünülemeyen bir durumdur. Bu nedenle, yukarıdaki karikatürde, toplum bir insan
nezdinde düşünülmüş ve o insanın yani toplumun kulağı, burnu, ağzı ve beyni bir
165
tank olarak çizilmiştir. Bu karikatür aynı zamanda, toplumun özgür düşüncesini
yitirdiğinin de bir göstergesi niteliğindedir.
Karikatür 15: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa tasarısı kitabı,
basını temsil eden bir adam, Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı/
Gösterilenler: Güç farkı, korku, hâkimiyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Görsel göstergelerin ağırlıkta olduğu bu
karikatürde bir anayasa tasarı kitabı ile basını temsil eden bir gazeteci ve Danışma
Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı bulunmaktadır. Karikatürün yan
anlamsal okuması yapıldığında, Aldıkaçtı yüz yıl öncesine gönderilmiştir. Anayasa
Tasarı kitabını hazırlayan kişi olarak Aldıkaçtı’nın tasarı kitabı üzerindeki hâkimiyeti
yansıtılmaya çalışılmıştır. 1982 döneminde basını temsil eden kişinin tasarı kitabının
altında kalacakmış gibi ellerini havaya kaldırması, korkması ve ceketini iliklemiş
olması onun güçsüzlüğüne ve çaresizliğine işaret etmektedir. Bu durum,
Aldıkaçtı’nın sahip olduğu güç farkıyla basının 1982’de anayasanın altında kalma
tehlikesi içerisinde olduğu şeklinde bir okumaya neden olmaktadır. Aldıkaçtı’nın
düğmeleri açık bir şekilde ve daha güçlü, kilolu çizilmesi onun hâkimiyetine
gönderme de bulunulmaktadır. 1982 dönemindeki basın, cılız bırakılmış, tepkisiz bir
basındır.
166
Karikatür 16: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar (İsmail Gülgeç)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, bağlama/
Gösterilenler: Endişe, korku, mutluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: İsmail Gülgeç’in daha çoğunlukla görsel
göstergeleri kullanarak çizdiği bu karikatürde de ‘mavi’ eleştirisi bir türkü üzerinden
yapılmaktadır. Karikatürdeki adam saklı olan bir şeyi arıyormuş gibi önce sağa-sola,
sonra masanın altına bakmaktadır. Aradığını bulamayınca, bağlamasını çıkarıp çoğu
insan tarafından bilinen ‘mavilim mavişelim, tenhada buluşalım’ türküsünü coşkulu
bir şekilde söylemeye başladığı görülmektedir. Bu karikatürde de ‘mavi’ yasağına
göndermede bulunulmaktadır. Gülgeç’in sürekli olarak ‘mavi’ yasağıyla ilgili
çizmesi, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’e bu konuyla ilgili bir
uyarı gelmesine neden olmuştur. Hasan Cemal olayı şu şekilde anlatmaktadır:
“Birinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Ekrem Dinç, Hasan Cemal’le telefonda
konuşuyor: ‘Bir de mavi konusu var. Sizde kimdi o, Gülgeç mi ne biri var, hep mavi
mavi diye çiziyor. Bundan sonra mavi de olmayacak anlaşıldı mı?’ Böylece, 21 Ekim
1982 Perşembe günü saat tam beş buçukta, Anayasa referandumundan 16 gün önce,
‘mavi’ renk de askeri yönetimin basına dönük yasakları arasına girmiştir” (Cemal,
167
2004/b: 13-102). 1982 Anayasası’nda kullanılacak olan ret oyunun ‘mavi’ olması ve
bu rengin kullanımıyla ilgili olarak bir takım kısıtlamaların ve yasaklamaların olması
karikatür çizerleri için bir malzeme olma niteliği taşımıştır. Cumhuriyet gazetesi
yazarları da bunu sık sık çizgilerine taşıyarak tepkilerini belli etmiş ve muhalefet
‘mavi’ rengi üzerinden yürütülmüştür.
Karikatür 17: 21 Ekim 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa kitabı, sepetin
içindeki bebek/ Gösterilenler: Üvey evlatlık, kabullenmeme
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür, göstergebilimdeki düz anlam
açısından incelendiğinde, karikatürde bir anayasa kitabı ve yanında ‘üveyy üveyyy’
diye hüngür hüngür ağlayan bir bebek bulunmaktadır. Üvey olmak öteki olmak,
kabullenilmemek anlamlarına gelmektedir. Burada da bebeğin bu şekilde ağlaması,
anayasayı kabullenmemesi, sahiplenmemesi anlamlarına gelmektedir. Bebeğin
toplumu temsil ettiği düşünüldüğünde, 1982 Anayasası’nın topluma sorulmadan
hazırlanması, onun değerlerine göre hazırlanmaması anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla toplumdan olmayanı toplum kabul etmeyecektir şeklinde bir mana
çıkartılabilmektedir. Yukarıdaki karikatür, anayasanın toplumdan uzaklığını
örneklendirmek açısından önemli bir çizimdir.
168
Karikatür 18: 1 Kasım 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Matador, arena, boğa,
seçim sandığı/ Gösterilenler: Oyun, sinirlendirme, kızgınlık
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, yazılı ve sözel göstergeler
kullanılmamıştır. Karikatürde bir matador, elindeki seçim sandığıyla boğayı
sinirlendirmeye çalışmaktadır. Değişik olan durum ise, aslında boğanın bir insan
kafasına sahip olması ve bu insanın bir politikacıyı temsil etmesidir. Matadorun
kırmızı bir bez vasıtasıyla boğayla oynaması gibi seçim sandığını o şekilde
kullandığı ve sandığı boğanın kafasına vurarak yerle bir ettiği görülmektedir. Bu
durum, boğanın kafasının üzerinde uçuşan yıldızlardan anlaşılmaktadır. Karikatürün
yan anlamına bakıldığında, matadorun bir boğayla arenada oynaması gibi
toplumunda politikacılarla seçim sandığında oylarıyla o şekilde oyun oynayacağı
şeklinde bir sonuç ortaya çıkmaktadır. 1982 Anayasa referandumuna az bir zaman
kala çizilen yukarıdaki karikatürde, seçim sonucunu belirleyenin toplum olduğu ve
toplumun da o sonucu seçim sandığında kullanacağı oylarıyla belirleyeceği, belki de
bu sonuçların bir balyoz gibi politikacıların kafasına inebileceği şeklinde bir
okumaya neden olmaktadır. Böylesine bir okuma Cumhuriyet gazetesinin istediği bir
sonuç olmaktadır.
169
Karikatür 19: 12 Kasım 1982- Cumhuriyet Karikatür 20: 13 Kasım 1982- Cumhuriyet
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Seçim
sandığı, 2. Karikatür: Anayasa kitabı, kilit, bir adam/ Gösterilenler: Gizlilik, merak
Göstergebilimsel Çözümleme: Hiçbir sözel ya da yazılı göstergenin
kullanılmadığı birinci karikatürde sular içerisinde bir seçim sandığı bulunmaktadır.
Karikatürde seçim sandığı dışında anayasa değişimini gösteren herhangi bir gösterge
bulunmamaktadır. Seçim sandığının sular içerisine atılmış şekilde çizilmiş olması,
seçimlerin sona erdiği ve bundan sonra anayasa değişimi noktasında seçim
sandığıyla işlerinin olmadığını yani tartışmaların sona erdiğini ifade etmektedir.
İkinci karikatürde de, sözel ya da yazılı göstergeler kullanılmamış olup, sadece
görsel göstergeler kullanılmıştır. Karikatürün göstergeleri, ayakta dikili olarak duran
kilitli bir kitabın içerisine bir adam delikten içeri bakmaktadır. Kilit gizliliği,
mahremiyeti simgelemektedir. Herhangi bir yazılı ya da sözel göstergenin
kullanılmaması kitabın ne olduğuyla ilgili net bir bilginin olmamasına neden
olmaktadır. Ancak karikatürün referandum seçiminden birkaç gün sonra çizilmiş
olması bu kitabın 1982 Anayasa kitabı olduğu savını desteklemektedir. Bu savı
destekleyen diğer bir faktör ise, adamın kitaptaki kilitten içeriye meraklı bir şekilde
bakması ve bu gizliliği artırmak yani merakı kamçılamak için yazılı bir göstergenin
kullanılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Karikatürdeki kitap, anayasa kitabı
kabul edildiğinde karikatürden, 1982 Anayasası’nın birçok maddesinin halktan
170
gizlenmesi ve halkın anayasanın içeriğini merak etmesi şeklinde bir yan anlamla
okunabilmektedir. 82 Anayasası’nın hem taslağı hazırlanırken hem de anayasa
sandıktan geçtikten sonra toplumla irtibata geçilmemesi ve anayasa içeriğinin halktan
gizlenmesi yansıtılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda, toplumdan uzak elit bir
anayasanın oluşturulması eleştirilmiştir.
4.2.1.2.1982 Güneş Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve Göstergebilimsel
Çözümlemesi
Güneş gazetesinin 1982 dönemindeki sahibi Güçlü Gazetecilik, Yayıncılık ve
Matbaacılık A.Ş. adına İmtiyaz Sahibi Ömer Çavuşoğlu, Yönetim Kurulu Başkanı
Ahmet Kozanoğlu, Genel Yönetmen Güneri Civaoğlu’dur. 1982 Anayasası’nın
oylanacağı süreçte Güneş gazetesinin anayasaya karşı muhalif bir tavır içerisinde
olduğu görülmüştür. Ercan Akyol ve Bedri Koraman Güneş gazetesinin iki önemli
karikatür çizeridir. Bu iki çizer daha çoğunlukla ‘siyasi karikatür’ çizmektedir.
Karikatür 21: 8 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, gazete bayii,
gazete satıcısı, anayasa/ Gösterilenler: Anayasa, magazin, ciddi konular, hafif
konular
171
Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilen yukarıdaki
karikatüre düz anlamda bakıldığında bir gazete bayii ve onun önünde gazetelere
bakan bir adam yer almaktadır. Gazetelerin manşetlerinin hepsini 12 Eylül 1980'den
sonra oluşturulma aşamasında olan 1982 Anayasası ve bu anayasayı hazırlayan
Danışma Meclisi’nde Anayasa Komisyonu Başkanı olan Orhan Aldıkaçtı
kaplamaktadır. Üç kareden oluşan karikatürde gazete bayii önündeki adam, ilk iki
karede, yukarıdaki sayılan ciddi konuları içeren gazetelere meraklı bir şekilde
bakmaktadır. Ancak karikatürün asıl mesajı en son karede ortaya çıkmaktadır. Çünkü
ilk iki karede anayasa gibi ciddi konulara bakan kişi üçüncü karede kadın, moda,
magazin gibi hafif konuları işlemiş olan bir gazeteyi aldığı ve merakla onu okuduğu
gözlenmektedir. Moda, kadın, magazin gazeteleri insanın çok fazla düşüneceği
konuları işlemeyen gazetelerdir. Karikatürdeki adam, o dönemin Türk toplumunu
temsil etmektedir. 1980’li yıllara gelene kadar ki süreçte, Türkiye’de çok sayıda faili
meçhul cinayet işlenmiş, sebepsiz tutuklamalar olmuş, gazeteler kapatılmış ve
dolayısıyla birçok problemle uğraşılmak zorunda kalınmıştır. Uzun yıllar bu
problemlerle iç içe yaşamış olan toplumda artık bu durumdan sıkılmış ve tekrar eski
günlere dönmek istememiştir. Böyle bir ruh hali içerisinde olan toplum, ciddi
konulardan kaçmış, daha hafif konulara ilgi duyar olmuştur. Aslında bu durum Türk
toplumu için önemli değişim aşamalarından bir tanesini teşkil etmektedir. Yukarıdaki
karikatürde de tam anlamıyla tek bir kişi üzerinden tüm toplumun içerisinde
bulunduğu duruma dikkat çekilmiştir. Karikatürden, toplumun anayasa gibi ağır
konulardan artık sıkıldığı ve fazla düşünmeye sevk etmeyen konulara yöneldiği
şeklinde bir söylem üretilebilmektedir.
Karikatür 22: 9 Eylül 1982- Güneş
172
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, içki kadehi ve
şişesi, anayasa kitabı/ Gösterilenler: Sarhoşluk, anayasayı çıkarı için kullanma
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, bir politikacının önündeki
anayasa kitabını meze sofrası yaptığı ve üzerinde içki içtiği görülmektedir. Siyah
takım elbisesinden ve kilolu oluşundan politikacı olduğu belli olan bu adam, hafif
‘çakırkeyif’ bir haldedir. Karikatüre görsel açıdan bakıldığında politikacı halinden
oldukça memnun gözükmektedir. Bu bağlamda karikatürün yan anlamına
bakıldığında, politikacıların 1982 Anayasası’nı sürekli masalarına yatırmakla
kalmayıp onu bir masa olarak da kullandıkları yani kendi amaçlarına hizmet
ettirdikleri şeklinde bir yan anlam ortaya çıkmaktadır. Yukarıdaki karikatürde
muhalif bir söylem geliştirilmiştir. 82 Anayasası’nın politikacıların keyfi amaçları
için kullanıldığı ve ona göre hazırlandığı söylemi geliştirilmiştir. O dönem, muhalif
bir çizgide olmayan Güneş gazetesi bu karikatürde muhalif bir tavır sergileyerek
dönemin politikacılarını çizgilerinde eleştirmiştir.
Karikatür 23: 10 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, dolma kalem, el,
ip yumağı/ Gösterilenler: Sansür, baskı, düşüncü özgürlüğü, yazma özgürlüğü
Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilen bu karikatür,
1982 dönemindeki basın özgürlüğü üzerinde odaklanmaktadır. Karikatüre ilk etapta
173
bakıldığında, dolma kalemle yazı yazan bir el görülmektedir. Diğer tarafta ise, bir
politikacı bu elin yazdıklarını sökerek bir yumağa sarmaktadır. Dolma kalemle
yazılan bu yazıya ilk olarak bakıldığında yazı okunmayacak kadar karmaşıktır.
Ancak yazı, zoraki okunduğunda, şifre çözülmüş olmakta ve karikatürün anlamı
ortaya çıkmaktadır. Anayasanın basın özgürlüğünü kısıtlanmasına değinilen yazının
sonunda, “Matbuat basın dairesinde serbesttir. Matbuat, basın özgürlüğü
kısıtlanamaz” denmektedir. Karikatürde işte bu noktada anlam kazanmaktadır.
Karikatürün basının kısıtlanmasıyla ilgili olduğu, politikacının yazılan yazıyı bir
kazağı söker gibi sökmeye çalışmasından ve dolayısıyla gerçekte böyle bir durumun
olmadığı mesajı verilmeye çalışılmasından anlaşılmaktadır. Karikatür, o dönemde
basının üzerindeki baskılara, basının kısıtlanmasına bir tepki niteliği taşımaktadır.
Basının istediğini çizememesi, istediğini yazamaması bu tepkinin temel nedenidir.
Karikatürdeki yazının zoraki okunması ve buna rağmen sökülmeye çalışılması bile
aslında bu tepkinin bir göstergesi niteliğindedir. Bu nedenle, karikatürün anlaşılması
özel bir çabayı gerektirmektedir.
Karikatür 24: 13 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, halktan bir
adam, anayasa kitabı, kasket/ Gösterilenler: Tehdit, susturma, korku, acı
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre göstegebilimsel açıdan
bakıldığında kilosundan ve takım elbisesinden politikacı olduğu belli olan irice bir
174
adam, daha zayıf olan başka bir adamın ayağına basmış ve bir eliyle de ‘sus’ işareti
yaparak adamı susturmaya çalışmaktadır. Acı içinde kıvranan adamın zayıf olması ve
başındaki kasketi onu halktan biri olarak göstermektedir. Bu özellikler onu
politikacıdan ayrı kılmakta ve ikisi arasındaki güç, hâkimiyet farkına işaret
etmektedir. Yazısız adı altında çizilen karikatürün referandumla alakalı olduğunun
göstergesi, politikacının elinde tuttuğu anayasa kitabıdır. Karikatüre bakıldığında,
politikacının anayasa konusunda konuşmaması için halkı tehdit ettiği ve susturduğu
gibi bir yan anlam ortaya çıkmaktadır. Politikacının elindeki anayasa kitabıyla
birlikte beden dilini konuşturması bunun en büyük göstergesi olarak kabul
edilebilmektedir. 80 darbesinin mecburi anayasası olan 1982 Anayasası’nın
oluşturulma sürecinde, toplum üzerindeki baskı ve sansür hala etkinliğini
sürdürmektedir. Politikacılar sahip oldukları gücü, toplumun 82 Anayasası’na karşı
çıkmaması, itiraz etmemesi için kullanmaktadır. Karikatür, bu sessizliğin en büyük
konuşan silahı niteliğinde görülmektedir. Yukarıdaki karikatürde tam olarak bu
durumu yansıtmakta ve toplumun sesi olmaktadır. Merkezi temsil eden Güneş
gazetesi bu karikatürde de muhalif bir yaklaşım içerisinde olmuştur.
Karikatür 25: 15 Eylül 1982- Güneş
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, seçim sandığı/
Gösterilenler: Tuzak kurma, çelme takma
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel ya da yazılı herhangi bir göstergenin
kullanılmadığı karikatür, görsel açıdan incelendiğinde, bir seçim sandığına ayağı
takılmış ve düşmek üzere olan bir adam gözükmektedir. Toplumun kendi rızasından
175
çok baskı ortamından kaynaklanan bir rızanın gösterildiği 1982 Anayasası toplum
nezdinde çok memnuniyet verici olarak karşılanmamıştır. Aradan uzun yıllar
geçmesine rağmen toplumun 82 Anayasası’nı içine sindirememiş olmasının nedeni, o
dönemde anayasanın kabul ediliş şartlarından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki
karikatür, zorlama ve baskıyla sandıktan geçen anayasanın doğurabileceği olumsuz
sonuçların bir göstergesi niteliğindedir.
Karikatür 26: 19 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir karikatürist, bir falcı
kadın, kahve falı, fincan, araba, kaza/ Gösterilenler: İnanç, endişe, korku
Göstergebilimsel Çözümleme: Güneş gazetesinin çizerlerinden Bedri
Koraman, gazetenin diğer çizerlerinin aksine bol miktarda renk, sözel ve görsel
gösterge kullanmaktadır. Yukarıdaki karikatür, anayasa taslağının hazırlandığı
Danışma Meclisi’ni ve yasakları ele almaktadır. Karikatürün subjesi, Ankara’ya
görevlendirilen bir karikatür çizeridir. Karikatür çizerinin Ankara yolunda seyir
halindeyken kendi kendine düşündükleri, içinde bulunulan durumun bir analizi
durumundadır. Karikatüristin, Ankara’da çizerlere uygulanan yasaklardan çekindiği
ve çizim konusunda tedirgin olduğu görülmektedir. Bu tedirginliği seyir halindeyken
bir askeri aracı görmesiyle korkuya dönüşmekte ve o korkuyla kaza yapmaktadır.
Karikatürün hem görsel hem de sözel göstergelerle desteklenmiş olması karikatür
176
üzerine çok fazla düşünmeden sonuca varılmasını kolaylaştırmaktadır. Karikatür
çizerinin, askeri aracı görür görmez korkması o dönemde askeriyeden çekinildiğinin
ve 80 darbesinden kaynaklanan bir baskı ortamının varlığının göstergesidir.
Karikatür çizerinin, siyasetin merkezi Ankara’da çizim yapma konusunda duyduğu
tedirginlik ise, o dönem için karikatüristler için konulan yasaklardan ve sansürden
çekinildiğinin göstergesidir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Aslında karikatürde kullanılan göstergelerin
oldukça fazla olması, ortaya çıkartılabilecek çok fazla gizli anlamın kalmadığını
göstermektedir. Ancak, askeri yönetimin karikatür çizerleri üzerinde uygulamış
olduğu sansüre gönderme niteliğinde bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, tam
anlamıyla içinden bulunulan duruma yumuşak bir eleştiri niteliği taşımaktadır.
Karikatür 27: 20 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, Bedri
Koraman, Cüneyt Arcayürek/ Gösterilenler: Korku, tedirginlik, endişe, umut
Göstergebilimsel Çözümleme: Çok sayıda görsel ve sözel göstergenin
kullanıldığı karikatür altı bölümden oluşmaktadır. Bedri Koraman bu karikatürde
kendini çizmiştir. İlk bölümde, Koraman Ankara’da daha önceden var olan güvensiz
ortamdan söz etmekte ve ikinci bölümde bugün bunların yaşanmadığı için
177
şükretmektedir. Üçüncü bölümde birden bire aklına anayasa taslağının geldiği ve
taslağın meclisten geçmesinin endişesini yaşadığı gözlenmektedir. Ancak dördüncü
bölümde bu taslağın geçemeyeceğini düşünerek rahatlamaktadır. Beşinci bölümde,
Koraman, Gazeteci Cüneyt Arcayürek’le Danışma Meclisi’nde çizilmiştir. Hem
beşinci hem de altıncı bölümde Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan
Aldıkaçtı’dan memnun olunmadığı, daha çoğunlukla onun fiziksel özelliklerinin
eleştirildiği ve böyle bir adamın anayasa taslağını nasıl hazırlayabildiğinin
sorgulandığı görülmektedir. Koraman’ın çizimlerinde sürekli mavi rengini
kullanması, ‘hayır’ı desteklediğinin göstergesi olarak okunabilmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasa taslağından ve bunu
hazırlayan kişiden rahatsız olunduğu şeklinde bir söylem geliştirilmiştir. Güneş
gazetesi bu karikatürde, Aldıkaçtı tarafından hazırlanan anayasa taslağının meclisten
geçmesini istemediğini göstermiş ve muhalif bir ses olmuştur.
Karikatür 28: 21 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Halk, politika, soru
işaretleri/ Gösterilenler: Merak, endişe, korku, ürkeklik
178
Göstergebilimsel Çözümleme: Koraman’ın bu karikatürü de daha
öncekilerin bir benzeri niteliğindedir. Anayasa taslağının Danışma Meclisi’nden
geçmesini eleştirmiştir. Koraman, bölümlerden oluşturduğu karikatürde, halkın
taslağın meclisten geçip geçmeyeceğini merak ederken, taslağın meclisten hızlı bir
şekilde geçmesini resmetmiştir. Karikatürde taslağın meclisten geçmesi sonucunda
halkın korku dolu bir şekilde hazır ol vaziyetine geçtiğini göstermiş ve Türkiye’de
politikadan konuşmanın yasak olduğuna vurgu yapmıştır. Koraman, karikatüründe
korkuyu, endişeyi, tedirginliği simgeleştirmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası ile ilgili olan bu karikatürde
de mesajlar oldukça net bir şekilde verilmiştir. Bu süreçte halkın içerisinde
bulunduğu korkulu haller yansıtılmaya çalışılmış ve anayasanın halkın anayasası
değil de danışma meclisinin anayasası olduğu vurgusu yapılmıştır.
Karikatür 29: 22 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, kara tahta,
kara şimşekler/ Gösterilenler: Tutarsızlık, eleştiri, ne yaptığını bilmezlik
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür tam anlamıyla Komisyon
Başkanı Orhan Aldıkaçtı’nın yaptıkları üzerine odaklanmaktadır. Karikatür, önce
179
anayasanın halka zorla kabul ettirilmesini yemek örneğiyle eleştirmiş sonra
Aldıkaçtı’nın tutarsızlığına yoğunlaşmıştır. Aldıkaçtı’nın önceleri 61 Anayasası için
‘Bu anayasa ile devlet yönetilmez’ dediği hatırlatılmış ve yarın 82 Anayasası için de
‘Bu anayasa ile millet yönetilmez’ diyeceğine işaret edilmiştir. Aldıkaçtı daha önceki
karikatürlerde olduğu gibi bu karikatürde de kısa, kilolu ve sinirli resmedilmiştir. Bu
durum, gazetenin ne Aldıkaçtı’yı ne de onun hazırladığı anayasayı onaylamadığının
göstergesidir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, 82 Anayasası’nın halka zorla
kabul ettirildiği ve bu anayasayı halkın içine hiçbir zaman sindiremeyeceği yönünde
bir söylem geliştirilmiştir. Karikatürde Aldıkaçtı’nın, hem fiziksel yapısı hem de
anayasa ile ilgili yaptıklarının eleştirildiği görülmüştür.
Karikatür 30: 24 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, Bedri
Koraman, Kenan Evren, kâğıtlar, tatil hayali/ Gösterilenler: Memnuniyetsizlik,
umut, umutsuzluk.
Göstergebilimsel Çözümleme: Daha çoğunlukla komisyon başkanı Orhan
Aldıkaçtı üzerine olan karikatürde Bedri Koraman ve Kenan Evren de yer
almaktadır. Karikatürde, taslağın danışma meclisinden hızlı bir şekilde geçmesi
eleştirilmiş ve bu durum Aldıkaçtı’nın tatil planlarına bağlanmıştır. Karikatürün
180
üçüncü bölümünde, Koraman kendini, yüce bir dağ başında olan Kenan Evren’le
birlikte resmetmiştir. Balon için konuşmada, “Bize gelecektir. Bizden sonra ne şekil
alacak belli değildir” şeklindeki ifadeleri kullanılmıştır. Bu bölümde, olanın zaten
beklendiği gibi olumsuz bir durum olduğu ve bundan sonra umudun dağ başında
aranması gerektiği vurgusu yapılmaya çalışılmış ancak dağın başında çizilen Kenan
Evren’le tüm yolların Evren’e ve onun anayasasına çıktığı iması yapılmaya
çalışılmıştır. Koraman, bu durumu kendisinin dağa tırmanma girişimiyle
resmetmiştir. Şüphesiz çizimde Koraman’ın, terler içinde kalmış bir şekilde,
zirvesinde Evren’in olduğu dağa, zorlu bir şekilde tırmandığı görülmüştür.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasayı desteklemeyen bir
söylem geliştirilmiştir. İçinde bulunulan durumdan memnuniyetsizlik duyuluyor
olmasıyla beraber, umudu dağın arkasında değil de dağın zirvesinde aranması
gerektiği vurgusu yapılmış ancak o umudun sonunda da Evren’in olduğu
gösterilmiştir. Evren’in ifadeleri de anayasa da yapılacak değişime vurgu yapılmıştır.
Böylelikle gelecek noktasında karamsar bir hava çizilmiştir.
Karikatür 31: 25 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Meclis üyeleri, Orhan
Aldıkaçtı, Bedri Koraman, Cüneyt Arcayürek, parmak, mavi araba/ Gösterilenler:
Kabullenme, keyif, gönderme de bulunma
181
Göstergebilimsel Çözümleme: Renk ile sözel ve görsel göstergelerin bolca
kullanıldığı yukarıdaki karikatür iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, anayasa
tasarısının ikinci oylamasının meclisten geçtiği meclis üyelerinin tümünün büyük bir
coşkuyla kaldırdığı kabul parmağıyla gösterilmektedir. Parmak kaldıranların en
önünde ise, Anayasa Komisyonu Başkanı Orhan Aldıkaçtı yer almaktadır. Aldıkaçtı,
‘Evet’in öncülüğünü yaptığının göstergesi olarak en önde parmağını kaldırmış bir
şekilde çizilmiştir. Karikatürün ikinci bölümünde ise, ret oyu rengi olan ‘mavi’
yasağına dolaylı yoldan vurgu yapılmıştır. Bu bölümde, mavi bir arabayla tatile
giden Gazeteci Cüneyt Arcayürek ve Karikatürist Bedri Koraman, Orhan Veli’nin
içinde ‘mavi’ geçen ‘Dalgacı Mahmut’ şiirini okumaktadır. İkinci bölümdeki sözel
göstergelerde ise, içinde ‘mavi’ sözcüğünün geçtiği ‘masmavi bir gök, mavi bir
araba, mavi yolculuk’ gibi ifadeler kullanılmıştır. Böylelikle ‘hayır’ı temsil eden
renk olan maviye hem sözel hem de renksel olarak gönderme de bulunulmuştur.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası oylamasında kullanılan
‘evet’ oyu beyaz, ‘hayır’ oyu ise mavi’dir. Karikatürlerde, mavi ile ilgili çizimlerin
yapılması, bazı çevrelerin bundan rahatsızlık duymalarına ve bununla ilgili
yasakların getirilmesine neden olmuştur. Karikatür çizerleri bu sefer, mavi ile ilgili
yasağı dolaylı yoldan çizgilerine taşımış böylelikle bu yasağı eleştirmişlerdir.
Yukarıdaki karikatürde de bu yönden bir çizim söz konusudur. ‘Mavi’ tepkisi, şiir
üzerinden gösterilmiştir.
Karikatür 32: 25 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol
182
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Çok sayıda kitap, sözel
gösterge/ Gösterilenler: Sürü psikolojisi, tepkisizlik, zorunluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında
önderleri eşliğinde bir yerde toplanmış bir sürü kitabın olduğu görülmektedir.
Karikatürde, yer alan “Arkadaşlar, burada toplatıldığımız için toplanmış
bulunuyoruz” ifadeleri sözel gösterge durumundadır ve bir zorunluluğu ifade
etmektedir. Karikatürde, kitaplar üzerinden danışma meclisi üyelerine göndermede
bulunulmuştur. Meclis üyelerinin anayasa taslağının oylanmasında hepsinin kabul
oyu vermeleri gerektiği, onların mecliste formaliteden bulundurulduklarına ve ‘hayır’
deme şanslarının olmadığına vurgu yapılmıştır. Böylelikle anayasa taslağının
danışma meclisinde oylanmasının bir formaliteden öteye geçmediğine işaret
edilmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasa taslağının danışma
meclisinden geçmesinden çok meclis üyelerinin orada zoraki bulundurulmaları ve
zoraki ‘kabul’ oyu kullandırılmaları eleştirilmiştir. Buna göre, anayasa taslağının
rızayla değil de zorlama ile meclisten geçtiği kabul edilmektedir. Gazete bu noktada
eleştiri niteliğinde bir ideoloji geliştirmiştir.
Karikatür 33: 26 Eylül 1982- Güneş- Mıstık
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, mevzuat kitabı,
zincir/ Gösterilenler: Tutukluluk, kızgınlık
183
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel bir göstergenin kullanılmadığı bu
karikatürde bir adam ayaklarından mevzuat kitabına zincirlenmiştir. Bakışlarından
kızgın olduğu görülen adamın ayağının bağlı olduğu kitap, 1982 Anayasa mevzuat
kitabıdır. Eski çağlarda, tutuklu insanlar, ayaklarındaki zincirle bir taşa bağlanırlardı.
Ayağa zincirlenen bu taş, tutuklunun gittiği her yere peşinden sürüklenirdi. Tutuklu
bu yüzden her zaman ayağındaki ağırlığı hisseder ve tutuklu olduğunu hatırlardı. Bu
durumu temsilen çizilen yukarıdaki karikatürde, anayasa mevzuat kitabı, ayağa
bağlanan taşı simgelemektedir yani mevzuat kitabı ağır bir taşa benzetilmiştir.
Karikatürün bu anlamda yan okuması yapıldığında, 1982 Anayasası’nın toplumu her
açıdan zincirlediği, tutuklu ettiği, zor ve baskıyla topluma dayattırıldığı, toplum için
bir ağırlık teşkil ettiği ve toplumun hem kendi durumundan hem de anayasadan
memnun olmadığı şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Karikatürde çizilen adamın
arkasındaki mevzuat kitabına kızgın, memnuniyetsiz bir şekilde bakması bu durumu
somut olarak göstermektedir. Hemen tüm karikatürlerinde anayasaya karşı eleştirilen
bir tavır içerisinde olan Güneş gazetesinin bu karikatürdeki tavrı da en baştan beri
sergilemiş olduğu ideolojisine aykırı değildir.
Karikatür 34: 27 Eylül 1982- Güneş- Mıstık
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, mevzuat
kitapları, labirent/ Gösterilenler: Sıkışıp kalmışlık, endişe, belirsizlik, bulmaca,
karmaşa
184
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, 82 Anayasası’nı çağrıştıran
mevzuat kitaplarından oluşan labirentteki bir adam endişeli bir şekilde çıkış yolunu
bulmaya çalışmaktadır. Ancak adamın bulmaya çalıştığı çıkış yolu çizilmemiştir.
Karikatürün yan anlamına bakıldığında, anayasanın karmaşıklığına ve toplumun bu
karmaşıklığın içerisinden çıkamadığına vurgu yapılmıştır. Labirentin içerisinde bir
çıkış yolunun gözükmemesi ise, işin vahametinin gösterilmesi açısından oldukça
önemlidir. Toplumdan uzak bir halde hazırlanan 82 Anayasası, bu nedenle
toplumdan uzak bir içeriğe sahip olmuş, toplum tarafından anlaşılamamış ve
toplumun içinden çıkamayacağı bir hal almıştır. Yukarıdaki karikatürde bu şekilde
bir söylem üretilmiş ve toplumun kafa karışıklığına vurgu yapılmıştır.
Karikatür 35: 4 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: ‘Evet’li zar karikatürü/
Gösterilenler: Aynılık, aynı kapıya çıkma
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde, her tarafında ‘evet’
yazan ‘evet’li bir zar yer almaktadır. Çeviker, yukarıdaki karikatür ve karikatürün
çizeri için şunları söylemiştir: “Ercan Akyol, geçiş döneminin en güzel
karikatürlerini çizen bir iki karikatürcüden biri bence. Anayasa oylamasından önce
yayınladığı her köşesi ‘evet’li zar karikatürü unutulur gibi değil” (1997: 120). Sözel
göstergelerin hiç kullanılmaması görsel göstergelerin ise, çok az kullanılması
karikatürün yorumlanmasını zorlaştırsa da, yine de onu yorumlamak imkansız
değildir. 1982 Anayasası’na gidilen yolda, referandum için başta Kenan Evren olmak
üzere yönetim tarafından üretilen tek söylem ‘evet’ söylemidir. Bu dönemde,
185
oylamada ‘evet’ oyunun kullanılması için, inanılmaz bir propaganda yapılmıştır.
Öyle bir propaganda ki neredeyse ‘hayır’ demek ve onu temsil eden ‘mavi’ rengini
kullanmak suç olmuştur. Yukarıdaki ‘evet’li zar karikatürü de tam anlamıyla bu
duruma yani her yerde ‘evet’ söyleminin üretilmesine işaret etmektedir. Karikatür ilk
etapta ‘evet’in söylemini yaygınlaştırdığı, propagandası yaptığı şeklinde bir fikir
uyandırsa da aslında zarda ‘evet’ propagandası eleştirilmiştir. Bu eleştirinin
temelinde Evren tarafından referandumda ‘evet’in kullanılması yönünde bir
propaganda ortamı oluşturması ve aksini düşünenleri ‘vatan haini’ şeklinde
göstermesidir. Evren’in “12 Eylül öncesine dönmek istemiyorsak, beyaz oy
kullanarak anayasayı kabul edeceğiz… Anayasa kabul edilmezse ne
yapabileceklerini sanıyorlar” (Cemal, 2004/b: 126) şeklindeki uyarısı bu duruma
örnek teşkil etmektedir. Her tarafında ‘evet’ yazan bir zarın nasıl göründüğü
gösterilmeye çalışılmış ve bu durum eleştirilmiştir.
Karikatür 36: 5 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tel örgü, zincirlenmiş bir
el, kağıt, kalem/ Gösterilenler: Sansür, tutukluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: Yazılı ve sözel göstergelerin hiç
kullanılmadığı yukarıdaki karikatürün tek göstergesi, tel örgü ve elinde kalem tutan
zincirlenmiş bir eldir. El tel örgüyle zincirlenmiştir, ancak yine de tuttuğu kalemle
çizim yapmaya çalışmaktadır. Çizim yapılmaması için zincirlenmiş elin çizdiği tek
şey ise, tel örgüdür. Yukarıdaki karikatürün anlatmaya çalıştığı şey, anayasaya giden
yolda karikatür çizerlerine konulan yasaklar ve uygulanan sansürlerdir. Tel örgü,
186
özgürlüğün yitirilmesini, tutuklu olmayı simgelemektedir. Karikatürde kalemle kağıt
üzerinde çizim yapılması ve yapılan tek çizimin tel örgünün olması karikatür
çizerlerine uygulanan yasakların göstergesi durumundadır. Şüphesiz 1980 askeri
darbesinden sonra ve 1982 Anayasası’na gidilen süreçte, askeri yönetim tarafından
gazetecilere ve karikatüristlere konulan yasakların ardı arkası kesilmemiştir.
Karikatür, konulan yasaklar yüzünden asıl işlevi olan politikayı eleştirme yani
muhalefet yapma işlevini kaybetmiştir. Yukarıdaki karikatürde, zincirlenmiş bir elin
çizdiği tek şeyin tel örgüler olduğunun yansıtılması bu durumu göstermesi açısından
önem atfetmektedir. Özetle, Akyol’un karikatürü, karikatüristlere uygulanan yasak
ve sansüre eleştirel bir söylem niteliğindedir.
Karikatür 37: 22 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir politikacı, çiçek,
suibriği/ Gösterilenler: Aşırılık, karşılaştırma
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamdaki
okuması yapıldığında, ilk karede, kilolu oluşundan ve kıyafetinden politikacı olduğu
görülen bir adam elindeki suibriğiyle 24 Ocak çiçeğini sulamaktadır. Çiçek, 24 Ocak
Kararlarını temsil etmektedir. Karikatürün ikinci karesinde ise, suladığı suyun
çokluğundan dolayı su altında kalmış olan politikacı yansıtılmıştır. Karikatürün yan
anlamını çizen ise, karikatürde yer alan “24 Ocak 1980- 20 Ekim 1982: Bin gün ne
idik, ne olduk?” şeklindeki yazılı göstergelerdir. Bu yazılı göstergeler, Türkiye’nin
24 Ocak 1980’den 20 Ekim 1982’ye kadarki süreçte politikasındaki değişim
187
yansıtılmaya çalışılmıştır. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, ilk ortaya çıkmaya
başladığı andan uygulamaya konulduğu süreye kadar ki süreçte sürekli beslenen 24
Ocak Kararlarının en son aşamasında, politikacıların artık üstesinden gelemeyeceği
bir hal aldığı, aradan çok suların geçtiği ve onun altında kaldıkları şeklinde bir
okuma yapılabilmektedir. Karikatürde, o dönem için uygulamaya uygun görülen
kararların 1982’de önemini yitirdiği ve artık çağa cevap veremez bir hal aldıklarına
işaret edilmiştir.
Karikatür 38: 26 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa kitabı, gülen surat/
Gösterilenler: İyimserlik, Güleryüz gösterme
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün tek göstergesi,
gülümseyen bir anayasa kitabıdır. Bu durum, karikatürle ilgili yorum yapılmasını
zorlaştırmaktadır. Ancak en iyi karikatürlerin fazla göstergeye ihtiyaç duymadan
mesajı doğru bir şekilde ilettiği varsayımdan hareket edildiğinde, bu karikatür için de
aynı durumun geçerli olduğu görülmektedir. Karikatürdeki anayasa kitabı 1982
Anayasası’nı temsil etmektedir. Karikatüre, yan anlam açısından yaklaşıldığında,
gülümseyen bir anayasa kitabı, muhatabı olduğu topluma gülümseyen bir anayasa
kitabı niteliği kazanmaktadır. Kitabın topluma gülümsemesi ise, toplumun ona karşı
olan tutumunu yumuşatmak, onu sahiplenmesini sağlamak içindir. Her ne kadar
oylamada ‘evet’ yönünde bir cevap çıkmış olsa da oylamanın yapıldığı dönemdeki
toplumun anayasayı içten içe sahiplenmediği, içine sindiremediği gerçeği çoğu kişi
tarafından kabul edilmektedir. Anayasanın bu şekilde temsil edilmesi, anayasanın
188
kendini şirin göstermeye ve dolayısıyla onların sempatisini kazanmaya çalıştığı
şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir.
Karikatür 39: 8 Kasım 1982-Güneş- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Üç adam, siyah bez parçası/
Gösterilenler: Susturma, engelleme
Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol’un diğer karikatürlerinde
olduğu gibi bu karikatürde de sözel ve yazılı gösterge kullanılmamıştır. Charlie
Chaplin’in sesiz filmlerindeki gibi bu karikatürde de mesaj çizgilerle verilmeye
çalışılmıştır. Karikatür düz anlamsal olarak okunduğunda, iki adam kendi aralarında
gizli bir konu konuşmaktadır. Gizli bir konu konuştukları, adamlardan birinin
parmağını dudaklarına götürüp ‘sus’ işareti yapmasından belli olmaktadır. Sohbet
eden iki adamın arkasındaki başka bir adam ise, elindeki siyah bez parçası ile onları
saklandığı yerden dinlemektedir. Karikatürün ikinci bölümünde, saklanan adamın
‘sus’ işareti yapan adamın arkasından sessizce yaklaşıp elindeki siyah bez parçasıyla
ağzını kapadığı görülmektedir. Diğer adam ise, onları şaşkınlıkla izlemektedir.
Yukarıdaki karikatür, 1982 Anayasası’nın oylanıp kabul edilmesinden bir gün sonra
çizilmiştir. Yukarıdaki karikatürde, referandumda ‘evet’ oyunun geçmesi üzerine,
oylamayla ilgili gizlice konuşan halkın zorlamayla, baskıyla susturulmaya
çalıştırıldığı şeklinde bir mana ortaya çıkmaktadır. Seçimden bir gün sonra
sayfalarında böyle bir karikatüre yer veren gazetenin referandum sonucundan çok da
memnun kalmadığı görülmektedir.
189
4.2.1.3. 1982 Tercüman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
Tercüman gazetesinin 1982 tarihinde, Tercüman Gazetecilik ve Matbaacılık
A.Ş. adına sahibi Kemal Ilıcak, Genel Müdür Mehmet Dülger, Genel Yayın Müdürü
Hakkı Öcal’dır. O dönemde gazetenin karikatür köşeleri ise, Aşk Kıvılcımı (Erol
Denli), Arsız, Yumurcak, Küçük Kral, Örümcek Adam, Mutluluk Günlüğü, Çize
Çize (Güngör Kabaçıoğlu), Dallas ve Kara Pelerin’dir. 1982 Anayasası’nın oylanma
sürecinde basın üzerinde baskı ve sansür vardır. Dolayısıyla bu dönemde, hem haber,
hem yazı hem de karikatürler üzerinde askeri yönetimin baskı ve sansürü söz
konusudur. Bu nedenle gazeteler istedikleri gibi yazıp çizememekte ve muhalefet
yapamamaktadır. 1982 döneminde incelenen gazeteler arasında bu baskının en çok
tesirinde kalan gazete Tercüman gazetesidir. Karikatürlerinde anayasayı destekleyen
tarzda bir söylem geliştiren Tercüman, ayrıca Siyonizm karşıtı ve ülke ekonomisinin
ne durumda olduğunu gösteren karikatürlere de ağırlık vermiştir. Aşağıda yer alan
‘Karikatür 40 ve 41’ bu durum için örnek teşkil etmektedir, diğer karikatürler ise,
anayasa ile ilgili olup söylem ve göstergebilim çözümlemeleriyle incelenmiştir.
Karikatür 40: 26 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize Karikatür 41: 9 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize
190
Karikatür 42: 7 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Meslek kuruluşlarından iki
kişi, gazete, hayır afişleri, sözel konuşma balonları/ Gösterilenler: Muhalefet,
protesto, tepki
Göstergebilimsel Çözümleme: Hem sözel, hem yazılı hem de görsel
göstergelerin kullanıldığı bu karikatürde meslek kuruluşlarından iki kişi oturmuş
gazetedeki bir haberle ilgili konuşmaktadır. Gazetedeki haberde, “Anayasa diyor ki:
Meslek kuruluşları siyasetle uğraşamazlar” denilmektedir. Yanlarında taşıdıkları
‘hayır’ afişlerinden her ikisinin de her şeye muhalif bir tavır içerisinde oldukları belli
olan bu kişilerden biri, gazetedeki haber üzerine, “Peki biz şimdi neyle uğraşacağız?”
diye sormaktadır. Diğer kişinin “Hayır demekle” şeklindeki cevabı da onların
muhalif bir bakış açısı benimsediklerine işaret etmektedir. Ayrıca karikatürün en
altında yer alan “Sorma kişinin aslını, sohbetinden bellidir” şeklindeki ifadelerde bu
duruma vurgu yapmaktadır. Bu karikatürden çıkartılabilecek yan anlam,
karikatürdeki göstergelerden de belli olduğu gibi meslek kuruluşlarının her
gelişmeye tepki gösterdiği ve muhalefet ettiği şeklindedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatürde anayasa yerine
meslek kuruluşlarını eleştiren bir söylem geliştirilmiştir. Söyleme göre, meslek
191
kuruluşları her şeye muhalefet yapmakta ve işlerine geldiği gibi eleştirmektedir. Bu
durumda gazete bu karikatürde 82 Anayasası’nı destekleyen bir tavır sergilemiştir.
Karikatür 43: 21 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa çantası, Orhan
Aldıkaçtı, Danışma Meclisi, 1982/ Gösterilenler: Anayasanın içeriği, gizleme
Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Yazısız’ adı altında çizilmiş olan yukarıdaki
karikatür düz anlamda okunduğunda, karikatürde anayasa diye adlandırılmış olan bir
çanta ve çantanın içerisinde yer alan Danışma Meclisi, Komisyon Başkanı Orhan
Aldıkaçtı ve 1982 yazılı göstergelerin olduğu görülmektedir. Çantanın içerisinde yer
alan tüm yazılı göstergelerin anayasa ile bağlantısı bulunmaktadır. Karikatürün yan
anlamına bakıldığında, 1982 Anayasası’nın mimarlarının bunlardan oluştuğu
şeklinde bir okuma yapılabilmektedir. Tercüman gazetesi, bir önceki karikatürde
olduğu gibi bu karikatürde de muhalif bir tavır içine girmemiş ve anayasayla
bağlantılı olan öğeleri ön plana çıkarmıştır. Gazetenin bu tavrı, daha çoğunlukla suya
sabuna dokunmadan, anayasaya çok fazla ilişmeden, anayasayla ilgili çizim yapma
arzusundan kaynaklandığı gözlenmektedir.
192
Karikatür 44: 17 Ekim 1982- Tercüman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Anayasa, dinamit, ateş,
bozguncu/ Gösterilen: Bozguna uğratmak, komplo yapmak, işi bozmak
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre göstergebilim yöntemiyle
bakıldığında ilk olarak düz anlam okumasının daha sonrasında ise, yan anlam
okumasının yapılması gerekmektedir. Bu nedenle karikatürün ilk olarak düz anlam
okuması yapıldığında, karikatürün içeriğinde anayasa kitabı ve onun altına,
‘bozguncu’ olarak nitelendirilen kişi tarafından yerleştirilmiş bir dinamit yer
almaktadır. Yazılı ve sözel herhangi bir göstergenin kullanılmadığı karikatürde,
bozguncunun elindeki ateşle dinamiti patlatmak üzere olduğu görülmektedir.
Karikatürün yan anlamına bakıldığında, 1982 Anayasası’nın bazı çevreler tarafından
desteklenmediği, istenmediği hatta yok edilmek istendiği şeklinde bir okuma
yapılmaktadır. Anayasa kitabının altına konulan dinamit ve görsel açıdan çirkin,
korkunç çizilen bozguncu bu duruma işaret etmektedir. Karikatüristin anayasanın
altındaki dinamiti yakmaya çalışan adamı ‘bozguncu’ olarak nitelendirmesi ve onu
korkunç olarak çizmesi hem karikatüristin hem de gazetesinin 82 Anayasası’nı
desteklediğini göstermektedir. Tercüman gazetesi, bu karikatürde tam anlamıyla
anayasayı destekleyen ve onun yanında yer alan bir söylem geliştirmiştir.
193
Karikatür 45: 20 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Anayasa kitabı, koltuk, Orhan
Aldıkaçtı/ Gösterilen: Kendine güven, mağrur, rahatlık, himaye etme
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergenin hiç kullanılmadığı, yazılı
göstergenin ise, yok denecek kadar az kullanıldığı karikatürde, koltuk altında tuttuğu
bir anayasa kitabıyla bacak bacak üstünde oturan takım elbiseli, kilolu bir politikacı,
yani Anayasa Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı, kendinden emin bir şekilde
olduğu görülmektedir. Anayasa kitabı, yukarıdaki karikatürün referandum süreciyle
ilgili olduğunun en önemli göstergesidir. Aldıkaçtı’nın anayasa kitabını koltuk
altında tutması anayasa içeriğini kendisinin hazırladığını ve bu konuda hâkimiyetin
onda olduğunu göstermektedir. Karikatürdeki Aldıkaçtı’nın imrenilecek, gücün
kendisinde olduğunu gösterecek şekilde çizilmiş olması “Göz gördüğünü ister!”
yazılı göstergeyle bütünleştirildiğinde politika koltuğuna sahip olmak isteyen
herkesin aynı şekilde davrandığı ya da davranacağı şeklinde okunmaktadır. Ancak
buna rağmen gazete bu karikatürde de muhalif bir tavır içerisinde yer almamıştır.
194
Karikatür 46: 4 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Üç adam, pantolon
Gösterilen: Her koşulu düşünme, imkânsızı yapma
Göstergebilimsel Çözümleme: Çok fazla göstergenin kullanılmadığı
karikatüre ilk etapta bakıldığında anayasa ile ilgili pek bir bağlantı
kurulamamaktadır. Karikatürün anayasaya ile ilgili olduğu alt tarafta yer alan
“Anayasa çalışmalarının düşündürdükleri…” şeklindeki yazılı göstergelerden
anlaşılmaktadır. Yazılı gösterge ile anlam kazanan karikatürde, bir kişi kendini, önce
kendi bedenine dar ve kısa gelen bir pantolonla ve daha sonra kendi bedenine hiç
olmayacak uzunlukta olan başka bir pantolonla hayal etmektedir. İlk başta
anlamsızmış gibi gelen yukarıdaki karikatür, yazılı gösterge ile birleştirildiğinde bir
takım yan anlamlar ortaya çıkmaktadır. Karikatüre anayasa açısından bakıldığında,
anayasanın hazırlanma sürecinde hazırlayanların akıllarına en olmayacak olan
düşüncelerden en olacak düşüncelere kadar farklı düşüncelerin geldiği
görülmektedir. Bu durum, anayasanın hazırlanma aşamasında anayasa için her türlü
yola başvurulduğu ve içeriğinin incelendiği şeklindeki bir okumaya neden
olmaktadır. Gazetenin bu karikatürde de anayasadan yana bir tavır aldığı
gözlenmektedir. Böyle bir neticeye varılmasının nedeni, anayasa hazırlık sürecinin
195
çok yoğun bir şekilde geçtiği ve içeriği için en iyisinin düşünüldüğü söyleminin
yansıtılmış olmasındandır.
Karikatür 47: 5 Eylül 1982- Tercüman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Orhan Aldıkaçtı, bir adam, iki
hırsız/ Gösterilen: Hırsızlık, halka kulak verme
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması
yapıldığında, 1982 Anayasası taslağını hazırlayan Danışma Meclisi Komisyon
Başkanı Orhan Aldıkaçtı ile başka biri arasında bir konuşma geçmektedir.
Aldıkaçtı’nın konuştuğu kişi, arkasından kaçan iki kişiyi eliyle göstererek “Sayın
ALDIKAÇTI… Bu herifler paramızı ALDIKAÇTI. Anayasa’ya bir madde de bunlar
için koy!” demektedir. Karikatürün yazılı göstergesinde yer alan ‘Aldıkaçtı’ kelimesi
iki kere özellikle büyük harflerle kullanılmıştır. Burada kullanımın amacı imalı bir
kullanımdan ziyade karikatüre esprili bir dil katmaktır. Karikatür, daha çoğunlukla o
dönemlerde artan hırsızlık olaylarına karşı, hazırlığı yapılan anayasaya bir madde
koyma konusunda bir çağrı niteliğindedir. Bu nedenle, çağrı, konunun bir numaralı
muhatabı Orhan Aldıkaçtı’ya yapılmıştır.
196
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatürün amacı, anayasa
konusunda ideolojik ya da muhalif bir söylem geliştirmekten ziyade, anayasa
üzerinden günlük bir soruna dikkat çekmektir. Bu nedenle, ne sözel ne de görsel
göstergelerde herhangi gizli bir anlam aranmamaktadır. Karikatür, muhalefet
yapmaktan uzak bir karikatürdür.
Karikatür 48: 24 Ekim 1982- Tercüman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: İki adam, şapka, puro/
Gösterilen: Referandum oyu, oy satın alma
Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Aday yoklaması’ adıyla verilen karikatürde,
puro içen takım elbiseli, şapkalı, iri yarı adam diğer zayıf adamın cebinde ‘oy’
aramaktadır. Bu karikatüre göstergebilimdeki ‘karşıtlık’ bakış açısıyla bakıldığında,
iri yarı adamın güçlü politikacıyı zayıf adamın ise, halkı temsil ettiği görülmekte ve
ikisinin arasında güç farkı bulunmaktadır. İri yarı adamın elini diğerinin cebine gayet
rahat bir şekilde uzatıp oy araması da güç göstergesinin diğer bir şekli olarak ortaya
çıkmaktadır. Bunun okuması, güçlü olanın güçsüz olanın cebine bile hâkim olması
şeklindedir. Dolayısıyla anayasa oylamasıyla ilgili olan yukarıdaki karikatürde güçlü
olanın güçsüz olan üzerindeki hâkimiyeti şeklinde bir anlam söz konusudur.
Karikatürde anayasaya yönelik bir muhalefet görülmemektedir. Bu tutum, Tercüman
gazetesinin en baştan beri takip ettiği ideolojiye aykırı bir durum teşkil
etmemektedir.
197
Karikatür 49: 31 Ekim 1982- Tercüman
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: bir adam, seçim sandığı, balon
içi gösterge/ Gösterilen: Hayal etme, oy kullanma, merak
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün görsel anlamda
çözümlemesi yapıldığında, seçim sandığı şeklinde başı olan bir adam, referandumda
kullanılacak olan ‘oyun’ hayalini kurmaktadır. Hiçbir yazılı ya da sözel göstergenin
kullanılmadığı karikatürden çıkarılabilecek mesaj, iktidarın ya da toplumun yaklaşan
seçimler dolayısıyla kafasındaki tek düşüncenin seçimle ilgili olduğunu göstermek ve
toplumun kullanacağı oy konusunda daha doğrusu seçim sonucunun ne olacağı
konusunda insanları meraka sürüklemektir. Anayasa değişimi seçimlerinin yapılacağı
tarihe az bir zaman kala bu çizimin yapılmış olması böyle bir sonucu ortaya
çıkartmaktadır. Tercüman gazetesinin şu ana kadar incelenen tüm karikatürlerinde
olduğu gibi bu karikatürde de ideolojik anlamda hiçbir belirti bulunmamaktadır.
Seçime az zaman kala toplumun ya da iktidarın kafasında sadece seçimin olduğunu
belirginleştirmek amacıyla çizilen karikatürde muhalif bir tavır da sergilenmemiştir.
198
Karikatür 50: 2 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Başbakan Bülend Ulusu,
resim çerçevesi, 1982 Anayasası, Gösterilen: Bağlantı kurma, demokrasi ve anayasa
Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Demokrasinin çerçevesi’ adı verilen
karikatüre düz anlamda bakıldığında görsel göstergelerle yazılı göstergelerin birbirini
destekler nitelikte kullanıldığı görülmektedir. Karikatürde dönemin başbakanı
Bülend Ulusu, demokrasi adı altındaki fotoğrafı çerçeveye koymaktadır. Çerçevenin
altında 1982 Anayasası yazmaktadır. Karikatürün üst tarafında ise, Başbakan Bülend
Ulusu’nun “Demokrasinin çerçevesini anayasa çizer” şeklindeki sözlerine yer
verilmiştir. Hem yazılı göstergelerde hem de görsel göstergelerde verilmek istenen
mesaj, 1982 Anayasası’nın demokratik olduğu ve demokrasi çerçevesi içerisinde
yapılandırıldığıdır. Karikatürde demokrasinin çerçevesi 1982 Anayasası olarak
gösterilmiş ve demokrasi, bu anayasayla bütünleştirilmiştir. Tercüman bu karikatürde
de 1982 Anayasası’nı desteklemiştir.
199
Karikatür 51: 6 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösteren: Mezar taşı, maymun, kaktüs,
bir adam, Fatiha/ Gösterilen: Ölüm, sona eriş, kapanış
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında 1961
Anayasası’na ait olduğu belli olan bir mezar taşı ve onun üzerinde ruhuna Fatiha
Suresi’ni okuyan bir maymun yer almaktadır. Üzerinde 1961- 1982 yazan mezar
taşının arkasından bir adam elindeki kaktüslerle beklemektedir. Bu karikatürün 7
Kasım 1982’de oylanan ve kabul edilen 1982 Anayasası’ndan bir gün önce çizildiği
dikkat çekmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında 1961 Anayasası devrinin
kapandığı ve 1982 Anayasası devrinin açıldığı şeklinde bir anlam çıkmaktadır. 1961
Anayasası’nın ardından sadece bir maymunun üzülmesi ve mezara dikilmesi için
dikenleriyle ön plana çıkan kaktüsün getirilmiş olması 1961 Anayasası’nın sona
ermesinden memnuniyet duyulduğu şeklinde bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Bu
karikatür, 1961 Anayasası’nı bir gün önceden öldürmüş ve 1982 Anayasası’nın
zaferini bir gün önceden ilan etmiştir. Karikatürdeki bu tavır gazetenin 82
Anayasası’nın yanında yer aldığını göstermiş ve bunu çizgilerinde sürekli olarak yeni
baştan üretmiştir.
200
Karikatür 52: 13 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösteren: 1982 Anayasası, partiler ve
seçim kanunu, ampul/ Gösterilen: Aydınlatma, ışık olma
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatür 1982 Anayasası
oylamasından sonra çizilmiştir. Karikatürde, Partiler ve Seçim Kanunu üzerine
masada çalışan bir adam bulunmaktadır. Adamın üstünde bulunan 1982 Anayasası
ampulü ise, çalışan adamın önünü aydınlatmaktadır. Karikatürden çıkartılabilecek
yan anlam, 1982 Anayasası’nın Partiler ve Seçim Kanunu’nu ışığıyla aydınlattığı,
ona yol gösterdiğidir. Ayrıca bu ışıkla bu kanunun daha kolay ilerleyeceği ve bu
kanunla birlikte yeni bir seçim döneminin, 1983 seçim kapılarının aralandığına işaret
edilmektedir. 82 Anayasası’nın etrafa ışık saçan bir ampule benzetilmesi onun etrafı
aydınlattığına, yol gösterici tarafına vurgu yapmak içindir. Gazete bu karikatürle, 82
Anayasası’nın referandum oylamasından başarıyla çıkmasından duyduğu
memnuniyeti göstermiştir.
201
4.2.2. 2010 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
12 Eylül 2010 referandum süreci karikatürlerinin söylem ve göstergebilimsel
çözümlemesinin yapıldığı çalışmanın bu kısmında, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010
döneminde Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan 255 siyasal
karikatürün analizi yapılmıştır. Ancak sayının fazla olması nedeniyle bu
karikatürlerin hepsine analiz kısmında yer verilmemiştir. Bu karikatürlerin 161’i
Cumhuriyet gazetesinde, 48’i Milliyet gazetesinde, 46’sı Zaman gazetesinde
yayınlanmıştır. Konuyla ilgili olarak en çok karikatürün Cumhuriyet gazetesinde
yayınlandığı görülürken ikinci sırada Milliyet, üçüncü sıradaysa Zaman gazetesi yer
almıştır.
AYLAR CUMHURİYET MİLLİYET ZAMAN TOPLAM
TEMMUZ 40 15 16 71
AĞUSTOS 71 16 20 107
EYLÜL 50 17 10 77
TOPLAM 161 48 46 255
Tablo 2: 12 Eylül 2010 referandum sürecinin aylara göre gazete karikatürlerine yansıtılması
4.2.2.1. 2010 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
Cumhuriyet gazetesinin 2010’da incelenen karikatürlerinin bir kısmı yazısız
bir kısmı ise, yazılı göstergelerin ağırlıkta olduğu bir nitelik taşımaktadır. 2010
döneminde Cumhuriyet gazetesinde çok sayıda karikatür köşesi bulunmaktadır.
Bunlar; Uydudan Naklen (Hakan Çelik), Tarihte Bugün (Mümtaz Arıkan),
Otobüstekiler (Kemal Urgenç), Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin), Harbi
(Semih Poroy), Çizmeden Yukarı (Musa Kart), Çizgilik (Kamil Masaracı), Kim
Kime Dum Duma (Behiç Ak), Hayvanlar (İsmail Güleç), Çiziyet (Cihan
Demirci)’tir. Cumhuriyet gazetesinin tüm çizerleri referandumda anayasa değişimine
ve iktidar partisine karşı muhalif bir tavır sergilemiştir.
202
Karikatür 53: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kıraathane, kıraathanede
sohbet eden iki kişi, sigara ve dumanı, çay bardakları, elini tutuş şekli, sakal/
Gösterilenler: Gelecekten endişe, geçmişe sitem, korku, güvensizlik
Göstergebilimsel Çözümleme: Kapısındaki ‘kıraathane’ yazısından
kıraathane olduğu belli olan bir mekânda iki kişi oturmuş sohbet etmektedir. Bu iki
kişinin, üstlerindeki baloncukta gözüken “Türk insanı hata yapmakta istikrarlıdır. 12
Eylül Anayasası’na 1982’de yüzde 90 ‘evet’ diyenler, AKP’nin sivil faşizm
anayasasına neden ‘evet’ demesin” şeklindeki sözel gösterge sayesinde referandumla
ilgili olarak konuştukları anlaşılmaktadır. Bu ifadeleri kullanan kişinin elini
çenesinde düşünüyormuş şeklinde tutması, söylediği sözlerle desteklendiğinde onun
referandumdan çıkabilecek bir ‘evet’i desteklemediğini ve böyle bir sonucun millet
açısından olumsuzluklar doğuracağını kabul ettiğinin göstergesidir. Hemen
karşısındaki insanın onu sessiz bir şekilde dinlemesi bu durumu onayladığının yani
aynı fikirde olduğunun işaretidir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
kısaltmasının kullanımı resmiyette Ak Parti olarak kabul edilmiştir. Karikatürde parti
için AKP, ifadesinin kullanılması karikatürün partiyi desteklemediğini
göstermektedir. Referandumda oylanacak olan anayasa, AKP ile bütünleştirilmiş ve
‘sivil faşizm anayasası’ olarak değerlendirilmiştir. Bu anayasa değişikliği ayrıca
darbe ürünü olan 1982 Anayasası ile bir tutulmuştur. Oysaki 1982 Anayasası askeri
darbe sonucunda oluşturulmuş bir anayasa olup, 2010 Anayasası daha demokratik
203
koşullarda gerçekleştirilmiştir. 2010 Anayasası’na da sivil faşizm anayasası denerek
iki anayasa arasında fark olmadığı gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü faşizmin özünde
baskı ve zorbalık yer almaktadır. Sivil faşizm anayasası tabiri bu söylemi
desteklemektedir. Ak Parti iktidarını hiçbir zaman desteklemeyen ve referandumda
‘hayır’ söylemini her defasında yeniden üreten Cumhuriyet gazetesi bu karikatürde
kendi ideolojisini destekleyen bir söylem geliştirmiştir.
Karikatür 54: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kenan Evren, Marmaris
tabelası, baston, yüz kırışıklıkları, gözlük/ Gösterilenler: Yaşlılık, güçsüzlük,
sevinç, umut
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde yaşlı bir adam görüntüsü yer
almaktadır. Yaşlı adamın göğsündeki büyük harflerle yazılmış olan ‘K.E’ harfleri bu
kişinin 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren olduğu anlaşılmaktadır. Evren’in
arkasında yer alan ‘Marmaris’ yazılı tabelada Kenan Evren’in şu anda emekliliğini
geçirdiği Marmaris’te olduğunun göstergesidir. Evren’in elindeki baston,
gözlerindeki gözlük ve yüzündeki kırışıklıklar yaşlanmış olduğunun ifadesidir.
Karikatüre düz anlamla bakıldığında, elindeki bastonla ve çevresindeki ormanlık
alanla Kenan Evren’in yürüyüşe çıkmış olduğu görülmektedir. Kenan Evren’in
baloncuğa yansıyan, “12 Eylül Anayasası’nda sivil faşizmi tam becerememiştik.
Referandumda ‘evet’ diyeyim de gitmeden onun gerçekleştiğini göreyim” şeklindeki
düşünceleri yer almaktadır. Kenan Evren, 80 darbesiyle özdeşleşmiş bir kişiliktir.
204
Evren’nin bu karikatürde kullanılması ve yukarıdaki balon ifadeleri 2010
referandumu ile 1982 anayasası arasında özdeşleştirme yapıldığını göstermektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürün söylem analizi boyutuna
bakıldığında; Kenan Evren 1980 darbesi ve onun devamı olan 1982 Anayasası’nı
gerçekleştiren kişidir. Evren’in 2010 anayasa değişimi referandumunda ‘evet’
yönünde oy kullanacağını söylemesi, 2010 Anayasası’nın 1982 Anayasası’ndan
farklı olmadığı yönünde bir yoruma neden olmaktadır. Darbe yapan general olarak
anılan Kenan Evren’in karikatürde 2010 referandumunu destekleyecek şekilde
çizilmesi, 2010 referandumunun gazete tarafından desteklenmediğini göstermektedir.
Bu durumun diğer bir göstergesi ise, Evren’in 2010 referandumunu ‘sivil faşizm’
olarak değerlendirmesidir. Sol bir ideolojiye sahip olan Cumhuriyet gazetesi, bu
çizimiyle kendi ideolojisi yönünde hareket etmiş ve ‘evet’ söylemini darbenin
mimarı üzerinden olumsuzlaştırmıştır.
Karikatür 55: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kenan Evren, gülen iki
karga, yüz kırışıklıkları, gözlük, resim fırçası, yağlı boya, resim tablosu/
Gösterilenler: Yaşlılık, umursamazlık, komiklik
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamına
bakıldığında, 1980 darbesi ve 1982 Anayasası’nın mimarı Kenan Evren karga resmi
yaparken çizilmiştir. Evren’in yaptığı resimde iki karganın sırt üstü yatmış bir
vaziyette ‘Kah! Kah!’ güldüğü görülmektedir. Karikatürde Evren’e yöneltilen
205
‘referandum size yargı yolunu açacakmış. Ne düşünüyorsunuz?’ şeklindeki soruya,
Evren’in ‘Ben artık sanatımı konuşturuyorum!’ şeklindeki cevabı yer almaktadır. Bu
soru-cevapla kargaların gülmesi arasında yan anlamsal düzeyde bir bağlantı vardır.
Toplumdaki ‘senin bu dediğine kargalar bile güler’ şeklinde bir atasözüyle bağlantı
kurularak çizilen karikatürde aslında Kenan Evren’in bu konuyla ilgili
umursamazlığına vurgu yapılmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatür, referandumdan ‘evet’ geçerse
1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren’in yargılanacağı konusu gündemi işgal
ettiği süreçte çizilmiştir. Karikatüre gazetenin ideolojisiyle bağlantı kurularak
bakıldığında gazetenin Evren’in referandumdan sonra yargılanacağı söylemlerini
gerçekçi bulmadığını hatta bu söylemlerle dalga konusu yapabildiğini göstermiştir.
İktidar partisinin bu söylemi, referandumdaki ‘evet’ oyu sayısını artırmak için
yaydığını ima etmiştir.
Karikatür 56: 14 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir el, cübbe, bağımsız
yargı sözel göstergesi/ Gösterilenler: Korku, güç farkı, endişe, çaresizlik, tehdit
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,
karikatürde sol taraftan uzatılmış kocaman bir el ve elin içinde ‘bağımsız yargı’
yazısının arkasında olan bir kişi görülmektedir. ‘Bağımsız yargı’ yazılı gösterge ve
cübbe bu kişinin hukuk adamı olduğunu göstermektedir. Elin kocaman çizilmiş
olması ve hukuk adamının avuç içine sığabilecek kadar küçük çizilmesi bir güç
206
üstünlüğü olarak ifade edilebilmektedir. Elin sahibi karanlık güçler, hukuktan daha
güçlü olarak yansıtılmıştır. Hukuk adamanın yüzünden akan terler, onun
çaresizliğine ve korkusuna işaret etmektedir. ‘Hele referandumdan bir evet çıksın, şu
an ki halini de arayacaksın!’ şeklindeki tehditkâr ifadeler de bu duruma netlik
kazandırmaktadır. Bu karikatür, referandumdan sonra, iktidar partisinin bağımsız
yargıyı avucunun içerisine alacağı şeklinde bir yoruma neden olmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 2010 referandumuna giden yolda
muhalefetin en sık arkasına sığındığı, söylemlerine konu ettiği kurumlardan biri de
ilk üç güç arasında sayılan yargı kurumudur. Muhalefet sürekli olarak yargının
bağımsızlığını kaybedeceği yönünde bir söylem geliştirmiştir. Cumhuriyet gazetesi
de haber ve köşe yazılarının yanı sıra bu söylemi karikatürlerinde sık sık gündeme
getirmiştir. Bu karikatürde de referandumdan çıkabilecek olan bir ‘evet’in
doğurabileceği tehlikelere işaret etmiştir. Bu tehlikelerden bir tanesinin ise, yargının
bağımsızlığını kaybedeceği yönünde olduğunu yukarıdaki karikatürde geliştirdiği
göstergesel ve söylemsel ifadelerle yansıtmıştır.
Karikatür 57: 15 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tiyatro perdesi, meze
sofrası, bir hukukçu, bir siyasetçi, iki kişi/ Gösterilenler: Mutluluk, sevinç,
memnuniyet, şaşkınlık
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, meze sofrası kurmuş ve
mutluluk içinde göbeklerine vurarak tempo tutup şarkı söyleyen bir hukukçu ve bir
207
siyasetçi görülmektedir. Bunların siyasetçi ve hukukçu oldukları, üzerlerindeki
kıyafet göstergelerinden anlaşılmaktadır. Birinin üzerinde cüppe, diğerinin üzerinde
ise, Avrupai tarzda bir şapka ve takım elbise bulunmaktadır. İkisinin de kilolu ve
göbekli olması, enselerinin kalın olduğunu yani maddi anlamda varlıklı olduklarını
göstermektedir. Çünkü iyi kıyafet giymek ve kilolu gözükmek güç ve zenginliğin
göstergesidir. Bu kişilerin, ağızlarını sonuna kadar açıp, göbekleriyle tempo tutmaları
ve hemen vurdukları göbeklerinin yan tarafında gözüken ‘çap çap…’ şeklindeki
yazınsal göstergeleri bu kişilerin hallerinden gayet memnun ve mutlu olduklarını,
şarkı söylediklerini göstermektedir. Hukukçu ve siyasetçinin arka tarafında yer alan
iki kişi ise, onlara şaşkınlıkla bakmaktadır. Bu iki kişinin zayıf olmaları ve
üzerlerindeki kıyafetlerden halktan birilerinin oldukları anlamına gelmektedir. Bu
karikatür, güç ve zayıflık olarak da okunabilmektedir. ‘Hem çalıyor, hem de
söylüyorlar beraber’ şeklindeki sözel ifadeler referandumdan ‘evet’ geçerse,
oluşabilecek olan siyaset ve yargının birlikteliğini simgelemekte, görsel göstergelerle
de çirkinleştirilmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürün ideolojik açıdan söylem
çözümlemesi yapıldığında, referandumun olumlu sonuçlanması durumunda yargının
bağımsızlığını yitireceğine ve siyasetle birlikte hareket etmeye başlayacağına işaret
etmektedir. Bu durumun halk tarafından şaşkınlıkla ve endişeyle karşılanması, halkın
bu durumdan çok da hoşnut olmadığı şeklinde bir okumaya neden olmaktadır.
Referandumdan evet geçerse şeklinde yansıtılan bu karikatür, oluşabilecek tehlikenin
bir ikazı niteliğini taşımaktadır.
Karikatür 58: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
208
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Göbek atan Recep Tayyip
Erdoğan, köylü bir kadınla bir erkek, tiyatro perdesi/ Gösterilenler: Sevinç, duygu
sömürüsü, etkilenme
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür anlamsal düzeyde birbirine
bağlı iki ayrı bölümden oluşturulmuştur. İlk bölümde, bir karı- koca çifti birbiriyle
konuşarak yürümektedir. Bu çiftin gözyaşlarının yanaklarından döküldüğü
görülmektedir. Karikatürdeki kadın ve erkeğin giyiminden ve duruşundan orta sınıfa
bağlı olduklarına işaret edilmektedir. Çiftin arasındaki konuşmadan, referandum
sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 80 darbesi sonucunda idam edilen
farklı görüşlerde(sağ-sol) olan kişilerin aileleri için yazdıkları mektupları mitinglerde
okumasından etkilendikleri görülmektedir. Karikatürün ikinci bölümünde Başbakan
Erdoğan’ın mutlu bir şekilde göbek atarak oynamasının çizilmiş olması, Erdoğan’ın
farklı görüşteki mektupları okuyarak amacına ulaştığı yani halkın duygularını
istismar ettiği vurgusu yapılmaya çalışılmıştır. Erdoğan’ın göbek atarken ‘Bir
sağdan, bir soldan…. Ohh seksen’ şeklindeki çok bilinen bir şarkıyı söylemesinde
ise, yine 80 vurgusu yapılmıştır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürdeki iki bölüm arasında
bağlantı kurulduğunda Erdoğan’ın mektupları okurken duygulanarak ağlaması dahil
hiçte samimi ve dürüst olmadığı şeklinde bir söylem geliştirilmiştir. Halktan iki
kişinin gözyaşları içerisinde mektuplardan etkilenerek referandumda ‘evet’
kullanacaklarını söylemeleri Erdoğan’ın amacına ulaştığını, bir sonraki bölümde
göbek atarak mutlu olması ise, söylediklerinde hiç de dürüst olmadığına işaret
edilmiştir. Cumhuriyet gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın amacına ulaşmak için halka
karşı ikiyüzlü davrandığını ifade etmeye çalışmış ve iktidara muhalif bir tavır
sergilemiştir. Bu durum gazetenin ideolojisine aykırı bir durum gibi
gözükmemektedir.
209
Karikatür 59: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Medya Maymunları
Derneği’nin afişi, afişin içinde, korku ve tehlike simgeleri, pencereden bakan bir
adam/ Gösterilenler: Memnuniyet, endişe
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde evinin penceresinden karşıdaki
billboarda bakan bir adam bulunmaktadır. Medya Maymunları Derneği tarafından
hazırlanmış olan billboardda referandumda ‘evet’ denmesi yönünde bir afiş vardır.
Afişte aynen şunlar yazılıdır: “Daha bağımlı bir yargıya, daha korku dolu bir ülkeye,
kısacası AKP’nin sivil faşizmine evet!” Bu sözlerde referandumda oylanacak olan
anayasanın Ak Parti iktidarının sivil faşizm anayasası olduğuna ve bu anayasanın
kabul edilmesi sonucunda oluşabilecek olan tehlikelere vurgu yapılmıştır. Ayrıca
referandumu destekleyen yandaş medya da eleştirilmiştir. İlk etapta, mesajın
sonundaki ‘evet’ göstergesi oylamanın olumlu sonuçlanması için onaylama
anlamında gözükse de, hem mesajın öncesine bakıldığında hem de dernek ismine
bakıldığında anayasaya ‘hayır’ denmesi gerektiği yönünde bir okuma
yapılabilmektedir. Penceredeki adamın afişi ‘korsan’ olarak nitelendirmesi
karikatürden çıkartılan mesajı doğrulamaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür, muhalif bir tavır sergilemiştir.
Bir durumu olumlu gösterip olumsuz yönleri daha çok vurgulanmıştır. Afişte ‘evet’
üzerinden referanduma ‘hayır’ söylemi geliştirilmiş ve bu söylemi destekleyen
medya kurumları eleştirilmiştir. Cihan Demirci, gazetenin ideolojisini böylelikle
karikatüründe yansıtmıştır.
210
Karikatür 60: 27 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan, bir
erkek, bir kız, bir bank/ Gösterilenler: Kızgınlık, heyecan, mutluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde bir bankın üzerine bir erkek ve
bir kadın oturmaktadır. Kadın dekolte elbisesi, makyajıyla erkek ise, top sakalıyla
modern bir ikili imajı çizmektedir. Erkek kadına heyecanlı bir şekilde evlenme teklif
ederken kadın edilen teklifi kabul etmemektedir. Kadının cevap verdiği sırada arkada
çalılıkların arasından tipinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın belli olduğu siyah
giysiler içinde bir kişi belirmektedir. Sert ve öfkeli bir şekilde çizilen Erdoğan, çifti
gizli bir şekilde dinlemektedir. Erdoğan’ın gizli bir şekilde dinliyor olarak
gösterilmesi onun ‘kötü adam’ şeklinde yansıtılmasına neden olmaktadır. Kadının
evlenme teklifine ‘hayır’ cevabı üzerine Erdoğan, “Dur! Hayır deme hemen. Senden
en az 3 ‘evet’ istiyorum’ demektedir. Diyaloglarda geçen ‘evet’ ve ‘hayır’ sözel
göstergeleri, referandumu onaylama ya da onaylamama konusunda simgeleşmiş olan
ifadelere gönderme yapmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: İdeolojik söylemi yeniden üretme
noktasında karikatür incelendiğinde, Başbakan Erdoğan’ın ailelerin çocuk sayısını
artırmak için dediği ‘en az üç çocuk yapın!’ söylemine karikatürde vurgu yapılmış ve
söylem yeniden üretilmiştir. ‘Evet’ ve ‘hayır’ ifadelerinin ön plana çıkartılmasıyla da
referanduma gönderme yapılmıştır.
211
Karikatür 61: 29 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 5 tane Recep Tayyip
Erdoğan, 5 tane komutan, 12 Eylül 1980 yazılı gösterge, 12 Eylül 2010 yazılı
gösterge, bildiri kâğıdı Gösterilenler: Sert, kızgın bir ifade, ciddiyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün iki benzer bölümü
bulunmaktadır. İlk bölüm, 80 darbesinin meydana geldiği 12 Eylül 1980 tarihini
yansıtmaktadır. Bu bölüme düz anlamla bakıldığında beş komutan ellerindeki bildiri
kâğıdını okumakta ve yönetime el koyduklarını kamuoyuna ilan etmektedir.
Karikatürün diğer bölümünde ise, beş tane Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
gözükmektedir. Erdoğan’ın da elinde bir kâğıt (bildiri kâğıdı) bulunmakta ve onu
okumaktadır. Bu bölümdeki tarih, 12 Eylül 2010’u yani referandum oylamasının
yapılacağı günü göstermektedir. Karikatürde 1980 darbesi ve 2010 referandumu
arasında görsel anlamda bir benzerlik kurulmuştur. Bu durum iki bölüme de konulan
tarihlerle de desteklenmiştir. Askeriyede var olan ciddi ve sert tavırdan dolayı
benzerliği tam sağlamak için Erdoğan da sert ve ciddi çizilmiştir. Başbakan
Erdoğan’ın sert ve ciddi bir şekilde çizilmesi, 80 dönemindeki askeri yönetimle şu
anki yönetim arasında benzerlik yönünden bir bağlantı olduğu yansıtılmaya
çalışılmıştır. Bu benzerlik daha çoğunlukla diktatörlük şeklinde yansıtılmıştır. Gazete
bu karikatürde de gözle görülür bir halde olmasa da dolaylı yoldan ‘hayırcı’
politikasını devam ettirmiştir.
212
Karikatür 62: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Fethullah Gülen, mezar
taşı, boya ve boya fırçası/ Gösterilenler: Planlı bir bakış, yazılı söylem
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamsal okumasına
bakıldığında, Gülen Cemaati’nin ABD’deki lideri Fethullah Gülen bir mezarlıkta,
elinde boya ve boya fırçasıyla resmedilmiştir. Karikatürün yansıttığına göre, Gülen,
tüm mezar taşlarına boya ile ‘evet’ yazmıştır. Elindeki boya kutusu ve fırçası bu
durumu destekleyen göstergeler olarak kabul edilmektedir. Balon içinde Gülen’in
“Mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” şeklindeki ifadelerine
yer verilmiştir. Gülen’in 12 Eylül referandumu öncesinde, “Değil sadece kadını
erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılışıyla hayatta olan
insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu
kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da…
Ben zannediyorum koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır”
(Ulagay, 2012: 44) şeklinde yaptığı çağrı üzerinden esprili bir söylem geliştirilmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Fethullah Gülen, sol kesim tarafından
desteklenmeyen hatta Atatürkçülük ve cumhuriyet karşıtı olarak kabul edilen bir
kişidir. Mezar taşlarına yazılan ‘evet’ ibaresi ve balon içerisinde verilen Gülen
düşüncesi, Gülen’in referandumda ‘evet’ yönünde bir sonuç çıkması için propaganda
yaptığı yönünde bir söylem geliştirilmiştir. Musa Kart, referandumu Gülen üzerinden
çizmekle, Gülen’in referandumdaki rolüne vurgu yapmıştır. Kart, Gülen’i
sevmeyenlerin, daha doğrudan bir anlatımla cumhuriyeti ve Atatürkçülüğü sevenlerin
213
referandumda ‘evet’ oyu kullanmaması gerektiği mesajını ideolojik olarak
yansıtmıştır.
Karikatür 63: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
Karikatür 64: 5 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, el feneri. 2. Karikatür: Kuvayi Milliye şehitleri anıtı/
Gösterilenler: Planlı bir bakış, endişe, yazılı söylem, çağrı
Göstergebilimsel Çözümleme: Analizin bu bölümünde ortak konuları
işlemeleri nedeniyle iki karikatüre birden bakılmıştır. İki karikatürde, balon içinde
Gülen tarikatı lideri Fethullah Gülen’in “Mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu
kullandırmak lazım” şeklindeki söylemini işlemiştir. İlk karikatürde Başbakan
Erdoğan’ın elindeki el feneriyle yerin altında sürünerek ilerlediği gözükmektedir.
Yazılı ifadelerle Erdoğan’ın göçüğün altında kalan iki işçiye ulaşmaya çalıştığı
anlaşılmaktadır. Erdoğan’a ait olduğu belli olan yazılı ifadelerde Erdoğan ‘Hoca
Efendi haklı ölüler de ‘evet’ demeli. Göçük altında kalan 2 işçiye referanduma kadar
ulaşmalıyım ve sandığa götürmeliyim’ demektedir. Bu ifadelerdeki ‘Hoca Efendi’
214
tabiri Fethullah Gülen için kullanılmaktadır ve daha çok saygı içerikli bir tabirdir.
Erdoğan’ın ‘Hoca Efendi’ tabirini kullanması onun Gülen’e saygı duyduğunu ve onu
desteklediğini göstermektedir. Erdoğan’ın ifadelerinde Erdoğan’ın insani yönünü
göstermekten çok referandumda ‘evet’ çıkması için çaba harcadığı yönünde bir ima
söz konusudur. İkinci karikatürde ise, ‘ölüler bile evet demeli’ ibaresi altında Kuvayı
Milliye Şehitler Anıtı’na yer verilmiştir. Anıt, şehitlere seslenmektedir: “Kuvayı
Milliye Şehitleri siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çağırdılar satıldık.” Bu
ifadeler aynı zamanda ‘hayır’ oyu kullanılması yönünde bir çağrı niteliği
taşımaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: İlk karikatürde, maden göçüğü altında kalan
işçiler üzerinden bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, Başbakan Erdoğan’ın insani
ve idari görevini yerine getirmekten çok tam anlamıyla kendi çıkarına göre hareket
ettiğini yansıtmaktadır. Gülen’in söylediklerini yerine getirmesi ise, Erdoğan’ın
Gülen’in söylemlerine itibar ettiğini göstermektedir. İkinci karikatürde ise, kutsal
kabul edilen ‘şehitlik’ mertebesi üzerinden Gülen’in ifadelerine sitem dolu bir
göndermede bulunulmuştur. Bu karikatürde diğer ölüler ‘düşman’ olarak lanse
edilmiş ve bu toprakların kolay kolay kazanılmadığına dikkat çekilmeye çalışılmıştır.
Gazete, şehitler üzerinden hem Gülen’i hem de iktidar partisini eleştirmiştir.
Karikatür 65: 29 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Fethullah Gülen, tabut,
takke/ Gösterilenler: İma, espri, komiklik
215
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamsal okuması
yapıldığında karikatürde takke takmış Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen ve
Gülen’in önündeki masanın üzerinde tabut görünümlü bir seçim sandığı
bulunmaktadır. Tabut, ölümü ve ölüleri simgelemektedir. Karikatürdeki Fethullah
Gülen ve ölüleri çağrıştıran tabutla Gülen’in sarf ettiği bazı söylemlere göndermede
bulunulmuştur. Karikatürde balon içinde verilen ifadeler de ise, Gülen’in elini
masaya vurarak “mezardakileri bile kaldırıp evet oyu kullandırmalı” şeklindeki
sözleri seçim sandığına çevrilmiş bir tabutla tiye alınmıştır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Cumhuriyet gazetesi, Gülen’in yukarıdaki
sözlerini çok sayıdaki karikatüründe tiye almış ve çoğu zaman Gülen’in sözlerinde
de olduğu gibi karikatürlerinde abartmalara gitmiştir. Bu durum, gazetenin hem
Gülen’i hem de referandumda kullanılabilecek olan ‘evet’i desteklemediğinin
göstergelerinden biridir.
Karikatür 66: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Duvar yazıları, iki adam
(biri siyah giyimli), boya kutusu ve fırçası/ Gösterilenler: Muzip bıyık altı bir
gülme, muzip bir mutluluk, şaşkın bir ifade
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde gözlükler dahil siyahlar içinde
olan bir adam ve hemen arkasında diğer bir adam görülmektedir. Siyah giyimli ve
halinden gizli işler çevirdiği belli olan adam duvarların hepsini ‘hayır’ ibaresinin
içinde olduğu ve ‘evet’ için çağrı yapan duvar yazılarıyla boyamıştır. Adam ellerini
ovuşturmaktadır. Bu hareket, bir başarıyı elde ederken duyulan memnuniyet ve
216
mutluluğun göstergesi niteliğindedir. Adamın suratındaki muzip gülümseme de bu
durumu yansıtan diğer bir göstergedir. Gizemli adamın balon içinde gözüken
düşüncesinde ise, bu işi Başbakan Erdoğan için yaptığı görülmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Duvar yazılarında iktidarın isteği yönünde
bir beraberlik mesajı yansıtılmaya çalışıldığı görülmüştür. Karikatürde, iktidarın gizli
işlerine vurgu yapılmış ve iktidar karanlık güç olarak yansıtılmıştır. Bu karikatür,
iktidar partisinin desteklemeyen Cumhuriyet gazetesinin ideolojisiyle birebir
uyuşmaktadır.
Karikatür 67: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Alaattin’in sihirli lambası,
cin, diz çözmüş bir adam/ Gösterilenler: Kızgınlık, çaresizlik, korku
Göstergebilimsel Çözümleme: Cihan Demirci tarafından çizilen karikatürde,
masallarda geçen Alaattin’in Sihirli Lambası ve ondan duman eşliğinde ortaya çıkan
cini gözükmektedir. Karikatür düz anlamda okunduğunda cinin önünde çaresizce ve
korku içinde diz çökmüş olan bir adam vardır. O adamdan boşalan terler ve ağzının
açık kalmış olması hem korkuyu hem de endişeyi simgelemektedir. Cinin suratında
ise, memnuniyetsiz, sinirli, korkutan bir ifade söz konusudur. Karikatürün yan
anlamına bakıldığında ise, asıl anlam balon içerisinde verilen yazınsal göstergede
gözükmektedir. Balon içi ifade de, lamba cini, diz çökmüş adama, “Dile benden ne
dilersen diyemiyorum. Zira AKP beni de kiraladı. Sadece ‘evet’ diyebilirsin”
demektedir. “Dile benden ne dilersen” ifadesi, Alaattin’in Sihirli Lambasının ciniyle
217
bütünleşmiş bir ifadedir. Bu ifade, kişinin dilediği her şeyi olacağı anlamına
gelmektedir. Ancak burada, bu durumun söz konusu olmadığını ve tek bir şey
dileyebileceğini cin dile getirmiştir. Bu durum Ak Parti’nin referandumdan ‘evet’
yönünde bir sonucun çıkması için halkı mecbur bırakma şeklinde çalıştığını
göstermektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Burada iktidar partisinin cinleri bile
korkutan ve onları söylemlerini yaymak için kullanan bir anlam üretilmiştir. Cinin
ifadelerinden bu durumdan memnun olmadığı ve bir zorlama olduğu
görülebilmektedir. Bu karikatürde iktidar partisinin kendi amacına ulaşmak için her
türlü ideolojiyi kullandığı vurgusu yapılmaya çalışılmıştır. Gazete her karikatüründe
olduğu gibi bu karikatürde de ideolojisi yönünde hareket etmiş ve muhalif bir tavır
sergilemiştir.
Karikatür 68: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, badem bıyık, Hitler bıyığı, tarihsel göstergeler/ Gösterilenler: Kızgınlık,
sinirlilik
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan üç gün arka arkaya farklı süreçlerden geçmiş bir halde çizilmiştir. Erdoğan,
üç halinde de kocaman bir kafa ve küçük kalmış bir gövde halinde resmedilmiştir. 10
Eylül’den 12 Eylül’e olan sürecin anlatıldığı karikatürde Erdoğan, normal halinden
asker, disiplinli bir hale doğru değişimi şeklinde bir süreç işlenmiştir. İlkin bıyıklarda
bir değişimin başlayacağı yönünde ‘hazır ol’ şeklinde bir direktif verilmiştir.
218
Erdoğan’ın bıyığı her geçen gün daha da kısalmış ve referandumun yapıldığı gün
olan 12 Eylül’de bıyık, faşizmi ve Hitler’i simgeleyen bıyığa dönüşmüştür. Burada
Erdoğan, referandumdan istediği sonucu almasıyla dünyaca ünlü diktatör Hitler’e
benzetilmiştir. Bu karikatürde, Cumhuriyet gazetesinin en baştan beri savunduğu
‘sivil faşizm anayasasına’ ve bu anayasanın mimarı olarak Erdoğan’ın Hitlervari
yönüne vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Erdoğan’ın Hitler’e benzer tarzda çizilmesi
ise, onun Hitler kadar acımasız olduğuna yönelik okumaların yapılmasına neden
olmuştur. Diğer gösterilmeye çalışılan durum ise, Erdoğan’ın burnundan soluyan
kızgın ifadesidir. Kızgın ifade, Hitler- Erdoğan benzerliğini artırmak içindir.
Karikatür 69: 9 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Seçim sandığı, oy pusulası,
bir el, ABD doları, nazizm işareti/ Gösterilenler: Hile, kurnazlık
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürün düz anlamı okunduğunda,
kafası, eli ve ayakları olan bir işaret bir eliyle ABD dolarını almakta diğer eliyle oy
pusulasını sandığa koyduğu görülmektedir. Paranın üzerindeki işaretten ABD doları
olduğu görülmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında ise, belli bir bilgiye
sahip olan kişinin bu işaretin nazizmi temsil eden işaret olduğunu fark etmektedir.
Paranın, sandık başında oy kullanırken arka taraftan uzanan bir el tarafından
verilmesi, bu işin gizliliğini yani oyların gizlice satın alındığını göstermektedir.
Nazizm işaretinin insan şeklinde resmedilmesi, bu duruma açıklık getirmektedir.
Karikatürde bulunan “Sandık ki!...” şeklindeki ifade de bu durumu desteklemektedir.
Karikatürün vermek istediği anlamda gizli bir ABD ideolojisinden söz edilebilir.
219
ABD doları bunun en büyük göstergesi olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum
ABD’nin referandumda da etkili olabildiğini ve gizli yollardan oyları satın aldığını
göstermektedir. Bu durumun bu şekilde okunması, Cumhuriyet gazetesinin ideolojisi
göz önünde bulundurulduğunda, bu tarz bir okumanın gazetenin ideolojisine ters
düşmediği görülmektedir.
Karikatür 70: 10 Ağustos 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça (Zafer Temoçin)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 2 adet seçim sandığı, 2 adet
oy zarfı, 2 adet el, nazizm işareti/ Gösterilenler: Sahtekârlık, hile
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, iki adet oy sandığına iki adet
oy pusulasının iki el tarafından kullanılmak üzere resmedilmesi şeklinde bir düz
anlam oluşturmak mümkündür. Bu karikatürlerden sol tarafta olanı ‘hayır’ oyunu,
sağ tarafta olanı ise ‘evet’ oyunu temsil ettiği altındaki yazılı göstergelerden belli
olmaktadır. Karikatür yan anlam açısından okunduğunda daha farklı bir okuma
ortaya çıkmaktadır. Bu fark, sandıkların üstünde yer alan yazılı gösterge ve sağ
taraftaki zarfın içinden gözüken ideolojik simge ile kendini göstermektedir.
Karikatürün üst yazısında ‘hayır’ oyları için, koyu renkli oy pusulasının seçilmesi
sayesinde dışarıdan verilen oyun saptanabileceğinin ve böylece seçmen üzerinde bir
baskının oluşturulabildiği yargısının saçma olduğu belirtilmektedir. Yazının
devamında ise, öne atılan yargının asıl ‘evet’ oyu için geçerli olduğu iddiasında
bulunulmaktadır. Ayrıca, bu yargı, ‘evet’ oyu zarfının dışarıdan bakıldığında görülen
Nazizm işaretiyle de bu durum desteklenmektedir. Karikatürde ‘Evet’ oyu
kullanmanın nazizme oy vermek anlamına gelebileceği kast edilmektedir.
220
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde ‘hayır’ oyunu temsil eden
sandığın ‘sol’ tarafa, ‘evet’ oyunu temsil eden sandığın ise, ‘sağ’ tarafa
yerleştirilmesi tesadüf şeklinde okunmamaktadır. Gazetenin sol bir çizgide olduğu
kabul edildiğinde bu ideolojiyi temsil etmek açısından böyle bir sıralama yapıldığı
görüşü ağır basmaktadır. Bu karikatürde de referandumda ‘evet’ oyu kullanmanın
nazizmle bağlantısına vurgu yapılmıştır. Bunu zarfın içinden yansıyan nazizm işareti
ile gösterilmesi bu durumu netleştirmektedir. Nazizmin Türk halkı tarafından
desteklenmediği kabul edildiğinde gazetenin ‘evet’ aleyhine yönelik bir söylem
geliştirdiğini göstermektedir.
Karikatür 71: 13 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir erkek, bir kadın, bir kız
çocuğu, bir erken çocuğu, iki adet tespih, başörtü, takke/ Gösterilenler: Umut, çıkar,
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde dört kişilik bir aile
gözükmektedir. Bayanların başörtülü olması, evin reisinin ise, takkeli ve elinde bir
tespihin olması dikkat çeken göstergelerdir. Başörtü, takke ve tespih dinsel anlamda
görsel göstergeler olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu ailenin sağ kesimden
olan ya da gazetenin ideolojisine göre söylenecek olursa ‘irticayı’ temsil eden,
modern olmayan bir aile olduğunu söylemek mümkün olmaktadır. Evin reisinin
sakallar içinde, göbekli olarak resmedilmesi, gazetenin kabul ettiği gibi ‘irticanın’
çirkin yüzüne işaret etmektedir. Evin kızının başörtülü olması annesini, küçük erkek
çocuğunun elinde tespih olması ise, babasını bir model olarak aldığını
göstermektedir. Görsel mesajlar dışında karikatürde “Hissediyorum bu ramazan eve
221
gelecek yardım kolilerinde mübarek bir patlama olacak Kevser… Evet’imizin hayrını
göreceğiz inşallah!” şeklinde yazılı bir gösterge kullanılmıştır. Bu gösterge, ailenin
referandumda tuttuğu tarafı ve bundan dolayı kazancını göstermektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Seçim dönemlerinde Ak Parti’nin kendi
lehinde oy kullanılması için halka beyaz eşya, yakıt gibi bir takım hediyeler dağıttığı
yönünde iddialar bulunmaktadır. Bu iddialar temel alınarak çizilen bu karikatürde de
bu durum resmedilmiştir. Demirci, bunu orta halli, dinsel göstergelerin ağırlıkta
olduğu bir aile üzerinden yapmakla Ak Parti’nin ancak bu tür kesimlerden olumlu
sonuç alabileceği, modern, cumhuriyetçi, laik kesimin ise iktidar partisinin yanında
yer almayacağı vurgusunu yapmıştır.
Karikatür 72: 20 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Eli cebinde bir adam, yere
oturmuş bir dilenci Gösterilenler: Güç farkı, çaresizlik, haz
Göstergebilimsel Çözümleme: Behiç Ak tarafından çizilen karikatür düz
anlamda okunduğunda dizlerinin üstüne çökmüş, dilencilik yapan bir adam ve
yardım etmeye çalışan başka bir adam görülmektedir. Ayakta yardım eden adamın
elleri cebinde olması onun rahatlığına işaret etmektedir. İri yarı ve kilolu olması güç
farkına ve zenginliğine, sakallı olarak çizilmesi ise, geleneksel anlamda dinsel bir
ideolojiye sahip olduğu ve Ak Parti’yi dolayısıyla referandumdaki ‘evet’ oyunu
temsil ettiği şeklinde okunabilmektedir. Dilenci ise, tam tersi güçsüz, muhtaç bir
222
adam olarak resmedilmiştir. Zaten dilenciliğin özünde de muhtaçlık yer aldığından
bu yanlış bir betimleme olmamaktadır. Karikatürün yan anlamı, görsel göstergelerin
yanı sıra güçlü ve güçsüz karşıtlığı olarak da lanse edilebilecek iki kişi arasında
geçen diyalogda gözükmektedir. Güçlü adam, zayıf adama yani dilenciye, “Sana
sadaka vereyim mi? Evet mi, Hayır mı?” diye sormaktadır. ‘Evet ve hayır’ sorusu,
referanduma giden yolda gündemi işgal eden sorulardan bir tanesidir. Zayıf adam,
muhtaçlığın vermiş olduğu bir refleksle ‘evet’ demektedir. Kötü bir imajla çizilen
adamın ağzından ‘Evet’in büyük harflerle verilmesi referanduma yani iktidar
partisinin adaletsiz yönüne gönderme yapmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürdeki güçlü adamın iktidar partisini
güçsüz adamın ise, halkı temsil etmesi şeklinde okunması, iktidarın, elindeki gücü
amacına ulaşmak yani isteklerini yaptırtmak için, muhtaç olan halkın hizmetine
soktuğu yorumunu yaptırmaktadır. Diz çökmüş dilenci ise, halkın teslimiyetine ve
iktidara muhtaç olduğuna vurgu niteliği taşımaktadır. İktidar partisi olan Ak Parti’nin
bu şekilde resmedilmesiyle iktidar partisi, olumsuz anlamda eleştirilmektedir. İktidar
partisinin elindeki gücü bir lütufmuş gibi halka vermesi de eleştirilen diğer bir
durumdur.
Karikatür 73: 24 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Frankenstein, Vampir
Drakula ve Freddy, referandum kâğıtları siyah koltuk/ Gösterilenler: Korku,
resmiyet, çirkinlik, korkunçluk
223
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, çizgi filmlerindeki üç korku
figürü kullanılmıştır. Üçü de birbirinden korkunç gözükmektedir. Korku figürlerinin
resmi bir büroya geldikleri gözükmektedir. Masada referandum kâğıtları, koltukta
ise, siyah elbiseli biri oturmaktadır. Odanın fiziksel durumu ve koltukta oturan
kişinin siyah bir takım elbise içinde olması buranın resmi (ya da gayri resmi) bir ofis
olduğunu göstermektedir. Çizgi filim karakterlerinin “Bu kampanyada sizinle
çalışmayı kabul ediyoruz. Korku bizim işimiz… EVET!” şeklindeki ifadeleri ve
masada yer alan referandum kâğıtları bu buluşmanın referandum için gerçekleştiğini
göstermektedir. Yazınsal göstergedeki ‘Evet’ ifadesi ise, bu buluşmanın ‘evet’
kampanyası ayağından yürütüldüğünü göstermektedir. Çünkü ‘evet’ vurgulu ve
büyük harflerle yazılmıştır. Korku figürlerinin karikatürde kullanılması yürütülen
‘evet’ kampanyasının korku içerikli tarafına vurgu yapmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür, söylem çözümlemesiyle
incelendiğinde, ‘evet’ kampanyasını yürütenlerin bu kampanyayı korkuyla
yürüttükleri ima edilmeye çalışılmıştır. İktidar korku figürleri vasıtasıyla korku ile
bütünleştirilmiştir. Bu durum Cumhuriyet gazetesinin ideolojisine ve genel yapısına
aykırı bir durum teşkil etmemektedir.
Karikatür 74: 26 Ağustos 2010- Cumhuriyer- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Göbekli, sakallı bir adam,
teşbih, bir kadın, çanta, kedi/ Gösterilenler: Tedirginlik, zorbalık, kendine güven
224
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürdeki diyalogda demokrasi vurgusu
yapılmış ve Başbakan Erdoğan’ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile televizyonda
tartışmaktan kaçınmasının demokrasiyle uyuşmadığı vurgulanmıştır. Bu vurgulama
giyimiyle modern olarak nitelendirilebilecek bir kadın tarafından yapılmaktadır.
Karikatürde, kadının bu konuyu konuştuğu kişi ise, göbekli, sakallı, tespihli bir
erkektir. Adamın dinsel göstergelerle donatılmış olması onun iktidar partisiyle
bütünleşmesini sağlamaktadır. Bu yönleriyle, kadın, demokrasiyi, erkek ise,
demokratik olmayanı temsil etmektedir. Adamın kadına verdiği “Niye tartışsın ki?
Evren 12 Eylül Anayasası oylaması öncesi TV’de hayırcılarla tartıştı mı ki?”
şeklindeki cevabında da zaten bu durumu görmek mümkün olmuştur. Erdoğan’la
Kılıçdaroğlu’nun televizyon tartışması üzerinden, zorlamayla oluşturulan Evren’in
1982 Anayasası arasında bağlantı kurulmuştur.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası ve 2010 referandumu
arasında Evren ve Erdoğan üzerinden bağlantı kurulması, her iki sürecin de zorlama
ile kabul ettirildiği şeklinde bir okumaya neden olmaktadır. Demokrasi vurgusu
üzerinden böyle bir çağrışımda, her iki liderinde demokratik olmadığı ve hiç kimseyi
takmadan kendi bildiklerini okudukları yansıtılmaya çalışılmıştır. İki zıt karakter
üzerinde demokratik olanla demokratik olmayan vurgulanmıştır. Demokratik
olmayanın iktidarı temsil etmesi, iktidarın da demokratik olmadığı anlamının
oluşmasına neden olmaktadır.
Karikatür 75: 30 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Atatürk, kara tahta, ‘hayır’
göstergesi/ Gösterilenler: Bağlantı kurma, çağrıda bulunma
225
Göstergebilimsel Çözümleme: Murat Sayın çizdiği karikatürde Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk, kara tahta başında yer
almaktadır. Bu fotoğrafın orijinali 1928 Harf İnkılabı sırasında çekilmiştir. 1928’deki
harf inkılabı Türk halkının yeni bir alfabeyle kendi alfebesiyle tanışmasını
sağlamıştır. Harf inkılabının özünde yenilik, özgünlük ve çağdaşlaşma yatmaktadır.
Atatürk’ün Türk halkının gönlünde ayrı bir taht kurması ve harf inkılabının
ilerlemeye dair özel anlamlar taşıması referandum için bir mesaj niteliği taşıyan bu
karikatürü önemli kılmaktadır. Sayın, kara tahta başındaki Atatürk’le o döneme
göndermede bulunmuştur. Karikatürün yan anlamına bakıldığında ise, anlam, kara
tahtada yazılı olan ‘hayır’ ifadesinde yatmaktadır. Bu ifadenin yazarı Atatürk’tür. Bu
ifadeyle referanduma göndermede bulunulmuş ve referandum da ‘hayır’ kullanılması
gerektiğinin çağrısı yapılmıştır. Atatürkçülük çizgisinde ilerlediğini ifade eden ve
aynı zamanda Atatürk’ün kurduğu gazete olan Cumhuriyet gazetesi, bu karikatürde
Atatürk’ü kendi ideolojisini yaymak için kullanmıştır. Çünkü Atatürk’ün Türk halkı
için çok önemli olduğunu bilmektedir. Gazete, Atatürk üzerinden referandumda
‘hayır’ propagandası yapmaktadır. Bu durum iktidara karşı muhalif bir tavır
içerisinde olan Cumhuriyet’in ideolojisiyle uyuşmaktadır.
Karikatür 76: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Harbi (Semih Poroy)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: “Yaşasın 1 Eylül Dünya
Barış Günü” pankartı, ‘evet’ pankartları, ‘hayır’ pankartları, çatışan insan grupları/
Gösterilenler: Zıtlıklar, barış, kavga, çatışma
226
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlam okuması
yapıldığında, karikatürde iki ayrı tarafın çatışması olduğu görülmektedir. Çatışma,
maç sonrası karşı karşıya gelmiş iki zıt takımın taraftarlarının mücadelesini
çağrıştırmaktadır. Karikatür referandum üzerine kurulmuştur. Çatışmanın mimarları
referandumun ‘evet’ ve ‘hayır’ tarafını oluşturanlardır. Bu çatışmanın referandum
çatışması olduğu tarafların ellerinde taşıdıkları pankartlardan anlaşılmaktadır.
Karikatürü daha da anlamlı kılan ya da karikatürün göstergebilimsel açıdan yan
anlamını çizen tarafı ise, çatışmacıların üst tarafında yer alan “Yaşasın 1 Eylül
Dünya Barış Günü” ifadesidir. Böyle bir günde bile, referandum ‘evet’çileri ve
‘hayır’cıları arasındaki çatışmalara vurgu yapılmıştır. Dünya barış gününde
referandum da ‘evet’ ve ‘hayır’ üzerinden kavgalar, tartışmalar yapılması karikatür
üzerinden bu tür söylemlerin üretilmesine neden olmuştur. Karikatürdeki mesaj, barış
ağırlıklıdır. Ancak bunu direk söylemek yerine karikatür görsel simgeler üzerinden
yapmıştır. Zaten karikatürün özünde de direk söylemeden anlatmak vardır. Bu
karikatürde, Cumhuriyet gazetesi hem ‘evet’ cephesini hem de ‘hayır’ cephesini
eleştirerek bir objektiflik göstergesi sergilemiştir.
Karikatür 77: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: ‘Yetmez ama evet’ tişörtlü
bir kişi, ‘hayır’ tişörtlü bir kişi, o iki kişiyi yakalayan bir muhafız, perde arkasından
uzatılan bir el/ Gösterilenler: Zıtlıklar, çatışma, gerginlik, emir
227
Göstergebilimsel Çözümleme: Korkunç görünümlü, silahlı bir muhafız,
‘hayır’ yazısının olduğu bir tişörtü giyen bir kişi ile ‘yetmez ama evet’ yazılı tişörtü
giyen diğer bir kişiyi yakalayıp götürmesi karikatürün düz anlamdaki okumasıdır.
Karikatürün yan anlamını ise, perdenin arkasından yakalanan kişileri işaret eden bir
elin söyledikleri çizmektedir. “Şu sosyalisti yok et. Öbür sosyalisti öp, okşa!”
şeklindeki ifadeler sol görüşte bulunan aydınların ikiye ayrılmasına işaret etmektedir.
Referandum sürecinin yaşandığı dönemde sosyalistlerin bir kısmı, referandumda
‘hayır’ oyu kullanacaklarını söylerken diğer bir kısmı ise, referandumda yapılacak
olan değişikliklerin yeterli olmayacağını ancak ‘evet’ diyeceklerini açıklamışlardır.
İkinci grup, sol çevre tarafından eleştirilmiştir. Bu karikatürde bundan yola çıkılarak
çizilmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: “Şu sosyalisti yok et. Öbür sosyalisti öp,
okşa” ifadeleri siyah giysiler içerisindeki bir el tarafından söylenmektedir. Bu el
iktidarın sahip olduğu karanlık ellere işaret etmektedir. İki sosyalisti yakalayan
çirkin, korkunç görünümlü muhafızda bunu göstermektedir. Sözel göstergeler,
iktidarın kendi tarafında olana dokunmadığını göstermektedir. Cumhuriyet gazetesi,
‘yetmez ama evet’ diyen sosyalistlerle iktidar ve dolayısıyla gizli eller arasında
bağlantı kurmaktadır. Bu nedenle, gazete, karikatürde ‘yetmez ama evet’ diyen
sosyalistler için eleştirel bir söylem geliştirmektedir.
Karikatür 78: 3 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
228
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Ölülerin iskeletleri, sözel
göstergeler/ Gösterilenler: Dik bir duruş, tepki, gerekçeler
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür, Gülen Cemaati lideri Fethullah
Gülen’in referanduma destek amacıyla “Gerekirse mezardakileri bile kaldırıp evet
dedirtmek lazım!” ifadelerine tepki olarak çizilmiştir. Karikatürün Gülen’in
söylemlerine tepki olarak oluşturulduğu “Pensilvanya hocası duy sesimizi, işte bu
ölülerin ayak sesleri!” ifadeleriyle kanıtlanmaktadır. Çünkü Gülen, yıllardır ABD’nin
Pennsylvania eyaletinde yaşamaktadır. Demirci, karikatürde ölü iskeletleri, “12 Eylül
darbesi ölüsüyüm, tersane işçisi ölüsüyüm, maden işçisi ölüsüyüm, terör ölüsüyüm,
selzede ölüsüyüm, cinayet ölüsüyüm, karanlık ölüsüyüm referanduma hayır!”
şeklinde konuşturarak Gülen’in çağrısının tersi yönde bir söylem geliştirmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, gazetenin Gülen’e tepki olarak
bir söylem geliştirdiği açıktır. Gazetenin diğer bir amacı ise, önlem alınmadan
meydana gelen ya da ülkenin bazı problemlerinin çözülemiyor olması yüzünden
meydana gelen ölümleri gündeme getirmektir. Bu nedenle, ölen insanlardan nasıl
‘evet’ oyu istendiğinin eleştirisi yapılmaktadır.
Karikatür 79: 4 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Masa şeklinde bir seçim
sandığı, sandık kilidi, masanın başında takkeli bir adam, sözel göstergeler/
Gösterilenler: Çağrı
229
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,
karikatürde masa şeklinde bir seçim sandığının başında oturan takkeli bir adam
bulunmaktadır. Adamın takkeli olması dinsel bir tarikata bağlı olduğunun
göstergesidir. Ellerini sandığın üstüne koyması, seçimde hâkimiyetin tarikatın elinde
olduğunun ve gücün onlarda olduğunun göstergesi olarak yorumlanabilmektedir.
Sandığın 12 Eylül 2010 referandumuyla ilgili olması, yazılı göstergelerden
anlaşılmaktadır. Yazılı göstergede, “evet yaz 12 09 2010’a gönder tarikat cebine
gelsin” ifadelerine yer verilmiştir. Burada kullanılan tarihin referandum tarihiyle aynı
olması, seçim sandığı referandumuna gönderme yapılmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde referandum ve tarikat
arasında bir bağlantı kurulmuştur. Bu bağlantı, referandumun aslında tarikat işi
olduğu yönünde bir söylemin geliştirilmesine neden olmuştur. Ayrıca ‘tarikat cebine
gelsin’ ifadeleriyle olayın ideolojik yanına vurgu yapılmaktadır. Referandumdan
‘evet’in geçmesi halinde tarikatın tüm ülkeye yaygınlık göstereceğinin gizli mesajı
verilmeye çalışılmıştır.
Karikatür 80: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde iki kadın oturmuş kahve falı
baktırmaktadır. Karikatürün konusu, ilk etapta iki kadın arasındaki sohbet ortamı
olarak yansıtılsa da üst tarafta geçen yazılı göstergelerde referanduma göndermede
bulunulmuştur. Kadınların kendi aralarındaki sohbette evlilikle ilgili
konuşuyorlarmış gibi gösterilmektedir. “EVET baskısının toplumda bu kadar yoğun
230
olduğu bir ortamda….” şeklindeki sözel göstergede ‘evet’in tırnak içinde ve büyük
harflerle verilmesi referanduma gönderme yapmaktadır. Referanduma gidilen yolda
‘evet’ ve ‘hayır’ın propagandası her iki cephenin savunucuları tarafından yoğun bir
şekilde yapılmıştır. ‘Evet’in propagandasını iktidar partisinin yapması, ona güç
üstünlüğü katmış ve dolayısıyla ‘evet’ daha baskın olmuştur. Ancak bu durum
‘hayır’ destekçileri tarafından ‘baskı’ olarak değerlendirilmiştir. Şüphesiz bu şekilde
muhalif bir tavır içine girenlerin kast ettikleri baskı, fiziksel anlamda olmasından çok
hegemonya yoluyla kurulan baskıdır. Bu karikatürde de ‘baskın’dan çok ‘baskı’
anlamı gösterilmeye çalışılmıştır.
Karikatür 81: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,
kasketi, 4 yıldız, soygeneral yazısal göstergesi/ Gösterilenler: Sert bir duruş,
kızgınlık, sinirlilik, resmiyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Murat Sayın tarafından çizilen yukarıdaki
karikatürde Recep Tayyip Erdoğan asker olarak resmedilmiştir. Asker nitelemesi
Erdoğan’ın omuzundaki dört yıldızdan, kasketinden ve ‘soygeneral’ yazısından
anlaşılmaktadır. Çünkü bunlar askeri göstergelerdir. Soygeneral diye bir rütbe
askeriye de yoktur. Şüphesiz Erdoğan’da asker değil başbakandır. Onun bu şekilde
resmedilme nedeni, 1980 dönemindeki askeri yönetime gönderme yapmaktır. Bu
nedenle, soygeneral rütbesi kullanılmıştır. İsimdeki ‘soy’ bölümü, darbe yapanların
soyundan geldiğine işaret etmektedir. Erdoğan’ın kasketinde İngilizceyle ‘yes’ yani
231
‘evet’ ibaresinin dikkat çekmesi bu karikatürün referandumla ilgili olduğunu
desteklemektedir. Buradaki ‘evet’ vurgusu, 1982 anayasa oylaması sürecinde Kenan
Evren’in topluma sürekli olarak yaptığı ‘evet kullanın!’ tehdidine göndermede
bulunulması nedeniyledir. Siyasi liderlerin karikatürlerinde sevimli mi sevimsiz mi
yansıtılış şekli o gazetenin ideolojisiyle alakalı bir durumdur. Gazeteler
destekledikleri siyasi liderleri çok iyi, hoş, güzel çizerken desteklemedikleri siyasi
liderleri ise, sevimsiz, çirkin, sert ve korkunç çizmektedir. Başbakan Erdoğan’ı
desteklemeyen Cumhuriyet gazetesinin karikatüristinin Erdoğan’ı oldukça sert,
öfkeli ve çirkin bir şekilde çizmesi tam anlamıyla bu ideolojinin bir ürünü olarak
görülebilmektedir. Bu durum, Cumhuriyet’in iktidar partisini ve Erdoğan’ı ve
dolayısıyla referandumu desteklemediğini kanıtlamaktadır.
Karikatür 82: 7 Eylül 2010- Cumhuriyet- Otobüstekiler (Kemal Urgenç)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Otobüs, iki erkek bir kadın,
gazete, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Şüphe, yargılar, memnuniyet, kendinden
emin olma
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürdeki mekân seyir halindeki bir
otobüstür. Otobüsün içinde iki erkek bir kadın bulunmaktadır. Karikatürün
konusunun referandum olduğu, iki erkek arasında geçen sohbetten anlaşılmaktadır.
İlk kişi referandumun hileli olacağına dair iddiaların olduğunu söylemektedir. İkinci
kişinin sakalı ve elindeki tespih dikkat çeken dinsel göstergelerdir. Bu kişinin
232
üzerindeki siyah giysinin de diğer bir dinsel gösterge olan cübbe olma ihtimali
yüksektir. Bu kişinin “Her şeyin halkın iradesine bırakılmış bir demokrasi olur mu,
nerde görülmüş” şeklindeki cevabı referandumun hileli olmasının dini kesimler
tarafından olağan karşıladığına işarettir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Cübbeli, tespihli, sakallı olarak çizilen
kişiler Cumhuriyet gazetesi tarafından iktidarın bir yansıması olarak çizildiği kabul
edildiğinde ikinci kişinin iktidarı temsil etiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu kişinin
verdiği cevap ise, iktidarın referanduma hile karıştıracağına en baştan kabul ettiğini
ve sonucun da bu şekilde elde edileceğine vurgu yapılmaktadır. Gazete böyle bir
söylem geliştirmekle daha gerçekleşmemiş olan referandumdan çıkacak olan ‘evet’li
bir sonucun hileli bir yolla elde edileceğini kabul etmiş olmaktadır.
Karikatür 83: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, ‘evet’ afişleri,
takke, cübbe, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Korku, merak
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamı okunduğunda,
karikatürde cübbeli, takkeli, sakallı iki adamın sokak ortasında sohbet ettiği
görülmektedir. Aynı zamanda sokağın her tarafı ‘evet’ afişleriyle donatılmış
durumdadır. Bu durum iki adamın sohbetlerinde de geçmekte ve bundan duydukları
memnuniyet dile getirilmektedir. Adamlardan birisinin söylemleri de bu durumu
desteklemekte ve ‘hayır’ afişleriyle nerede karşılaşacaklarını merak ettiğini
233
belirtmektedir. Diğer adamın bu meraklı soruya verdiği ‘korkarım sandıkta’ cevabı
ise, karikatürün asıl vermek istediği mesajı dile getirmekte ve gazetenin ideolojisi
yönünde bir sonucun çıkacağına vurgu yapmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatür analizlerinde de
değinildiği gibi takkeli, cübbeli, sakallı adamların iktidarı temsil ettiği kabul
edilmektedir. Karikatürde ‘evet’ propagandasının sokaklardan televizyon kanallarına
kadar her yerde hem sözel hem de görsel olarak yapıldığına dikkat çekilmiştir.
Sohbetin yapıldığı diğer kişinin cevabı ise, bu uğraşların hepsinin aslında boş yere
olduğu, milletin bu tür bir propagandaya itibar etmeyeceği ve sandıkta ‘hayır’ oyu
vererek kendilerini gösterecekleri mesajı verilmektedir. Bu durum, hem
karikatüristin hem de gazetenin istediği bir durumdur. İstenilen durumun bu şekilde
karikatüre yansıtılması bu ideolojiyi göstermeye yetmektedir.
Karikatür 84: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Seçim sandığı, hayır
pusulası, oy kullanan bir adam, sözel göstergeler/ Gösterilenler: İdeolojik mesaj,
yönlendirme
Göstergebilimsel Çözümleme: Mustafa Bilgin tarafından çizilen
karikatürde, sol çizgide olduğu belli olan bir adam oy sandığında oyunu
kullanmaktadır. Adamın sol çizgiye sahip olduğu hem ‘Hayır’ oyu vermesinden hem
de sakalını kesiş tarzından (top sakal) belli olmaktadır. Adamın “memlekete bir
234
hayrım dokunsun!” şeklindeki söylemi ise, referandumda ‘hayır’ oyu kullanmanın
memleket için daha hayırlı olacağı yorumlarını yaptırtmıştır. ‘Hayırlı olmak’ ifadesi
daha çok dinsel bir anlama sahip olmakla birlikte ‘faydalı, yararlı olmak’ anlamında
kullanılmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referanduma iki gün kala çizilen bu
karikatürde tüm millete yönelik olarak bir çağrıda bulunulmuştur. Referandumda
kullanılan bir ‘hayır’ın kullanılacak bir ‘evet’ten daha hayırlı olacağı yansıtılmaya
çalışılmıştır. Bu şekilde, gazete tarafından ‘hayır’ üzerinden ideolojik bir söylem
geliştirilmiştir.
Karikatür 85: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kemal Kılıçdaroğlu, seçim
görevlisi, seçim sandığı, mühür, kalem, Kılıçdaroğlu’nun elindeki asa ve elbisesi,
sözel göstergeler/ Gösterilenler: Üzüntü, umut, çaresizlik,
Göstergebilimsel Çözümleme: Referandumdan sonra çizilen bu karikatürde
Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, tiye alınmaktadır. Bunun nedeni
ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun referandumda listede ismi olmadığı için oy
kullanamamasıdır. İlk ortaya çıktığı dönemlerde ‘Gandi’ ile bütünleştirilen
Kılıçdaroğlu, seçim bürosundadır ve üzerinde Gandi elbisesi bulunmakta, elinde ise
bir asa yer almaktadır. Bu durum, Kılıçdaroğlu’nun Gandi imajını daha çok ön plana
çıkarmak için yapılmıştır. Seçim görevlisinin Kılıçdaroğlu’na listede isminin
235
olmadığını söylemesi üzerine Kılıçdaroğlu’nun ‘bir de Gandi Kemal olarak
baksanız!’ şeklindeki yanıtıyla Kılıçdaroğlu’nun içine düştüğü komik duruma
dikkatler çekilmiştir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referandumda çıkan sonucun ‘evet’ olması
en başından beri ‘hayır’ı savunan tüm solu olduğu gibi, Cumhuriyet gazetesini de
hayal kırıklığına uğratmıştır. Gazetenin desteklediği Kemal Kılıçdaroğlu’nu tiye
aldığı tek karikatürü bu karikatürdür. Bu durumun nedeni olarak referandumdan
istenilen sonucun alınmaması durumundan Kılıçdaroğlu’nun sorumlu tutulması
şeklinde yorumlanabilmektedir. ‘Hayır’ kampanyasını bu kadar çok yürüten
Kılıçdaroğlu’nun referandumda oy kullanamaması oldukça anlamlı bulunmuştur.
Karikatür 86: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fıkra (Zafer Temoçin)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yoksul bir adam, yeni
anayasa/ Gösterilenler: Pişmanlık, hüzün
Göstergebilimsel Çözümleme: Yoksul bir adam elinde ‘Anayasa 2010’
yazan bir şeyi yemek niyetine yemektedir. Adamın yoksul olarak yorumlanması
giyiminin oldukça kötü ve dökük olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksul adamın
anayasayı yerken yüzündeki memnuniyetsiz ifade ve sözel olarak ‘eskisinden pek
farkı yokmuş’ ifadesi adamın yeni anayasadan bahsettiği ve ondan memnun
olmadığının göstergesidir. Yoksul adam göstergebilimde muhtaç olan halk, olarak
yorumlanabilmektedir. Referandum esnasında halka ‘evet’ oyu kullanmaları
hususunda çok sayıda yardım yapılmış olması ise, yoksulun yediği yiyecek şeklinde
236
yorumlanabilmektedir. Yan tarafında yer alan dolu çuvalda bu durumu
simgelemektedir. Karikatürde halkın aldığı tüm yardımlara rağmen yeni anayasadan
pek memnun kalmadığı ve onu eskisinden farklı görmediği anlatılmaya çalışılmıştır.
Halkın yeni anayasadan memnun kalmaması şeklinde karikatüre konu olması,
iktidarın umut ettiği sonucu sandıkta elde etmesine rağmen halk arasında istediği
memnuniyeti yaratmadığı, ancak artık işin işten geçtiği vurgusunu yapmaktadır.
Karikatür 87: 15 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: perişan adam, halinden
memnun adam/ Gösterilenler: Perişanlık, mutsuzluk, kendine güven, mutluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Borç veren ve borç vermeyen adam’
karikatüründen hareket edilerek çizilen yukarıdaki karikatürün referandum sonucuyla
ilgili olduğu yazılı göstergelerden belirginlik kazanmaktadır. Referandum sonucunun
yansıtıldığı karikatür, iki kareden oluşmaktadır. Bu iki kare göstergebilimde yer alan
zıtlık/karşıtlığa iyi bir örnek teşkil etmektedir. İlk karede, elini başına dayamış,
üzgün, perişan, zayıf bir adam gözükmektedir. Adamın yırtık elbiselerinden ve
bulunduğu ortamdan yoksul ya da maddi durumunun iyi olmadığı görülmektedir.
İkinci karedeki adam ise, ilk karedeki adamın tam tersi durumdadır. Temiz, düzenli
bir mekânda yer alan bu adam oldukça düzgün giyimli, kilolu ve kendinden emindir.
Bu adamın mutluluğu ise, yüzünden okunmaktadır. İlk karedeki adam, referandumda
oy kullanmayan adam, ikinci karedeki adam ise, ‘evet’ yönünde oy kullanan adam
237
şeklinde resmedilmiştir. Karikatürde zıt koşullarda olan bu iki adamın durumlarının
nedeni olarak referandumda oy kullanıp kullanmamalarına bağlanmıştır. Bu durumun
bu şekilde yansıtılmış olması, ‘evet’ oyu kullananların maddi anlamda oldukça
memnun edildikleri, kullanmayanların ise, tam tersi olarak cezalandırıldıkları
şeklinde bir mesajı içermektedir.
Karikatür 88: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça (Zafer Temoçin)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kurt işareti, kedi işareti,
mum, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Dik bir duruş, nankörlük, ihanet
Göstergebilimsel Çözümleme: İki durumun siyasi işaret bazında karikatüre
yansıtıldığı yukarıdaki karikatür iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde bir mum
ışığında ‘kurt’ görüntüsü yansıması, ikinci bölümde ise, yine mum ışığında ‘kedi’
yansıması görüntüsü oluşturulmuştur. İlk bölümün altında ‘Hayır’cı MHP’li, ikinci
bölümün altında ise, ‘Evet’çi MHP’li yazmaktadır. İlk bölümdeki cephenin ‘kurt’
olarak yansıtılması, kurt figürünün MHP’nin simgesi olmasının yanı sıra
göstergebilimsel anlamda dik, istikrarlı duruşu temsil etmektedir. Göstergebilimde
‘kedi’; nankörlüğü, güvensizliği ve ihanetiyle lanse edilmektedir. Bu durum,
referandum sürecinde MHP’de düşünce bazında bazı ayrılıkların olduğu ve bazı
MHP’lilerin ‘evet’ oyu kullanmalarına işaret etmektedir. ‘Evet’çi MHP’lilerin kedi
ile temsil edilmeleri onların kendi ideolojilerine yapmış oldukları ihanet şeklinde
yorumlanmıştır. Cumhuriyet gazetesinin ‘evet’ oyu kullanan MHP’lileri ülkücülüğün
simgesi olan ‘kurt’ ile temsil etmek yerine nankörlüğüyle ön plana çıkmış olan ‘kedi’
ile yansıtması onları desteklemediğini göstermektedir. MHP, sağ kanatta da olsa
238
referandum da sağ ve sol’un ‘hayır’ oyunda birleşmeleri, gazetenin ‘evet’ oyu
kullanan bazı MHP’lileri eleştirmesine neden olmuştur. Bu durum gazetenin zıt
görüşte olan MHP ideolojisini desteklemesinden değil, sol kanadın da tıpkı MHP
gibi referandumda ‘hayır’ kullanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Gazete bu
nedenle ‘hayır’ oyu kullanmamış olan bazı MHP’lileri nankör, ihanet eden olarak
yansıtmıştır.
Karikatür 89: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayvanlar (İsmail Gülgeç)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: ayı, koyun, sözel
göstergeler/ Gösterilenler: Sitem, memnuniyetsizlik, kendine güven, memnuniyet,
mutluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: Referandum sürecinde ‘Hayvanlar’ adı
altında referandumu sürekli eleştiren karikatürler çizen İsmail Gülgeç, bu tavrını
referandum sonrasında da devam ettirmiştir. Bir ayı ve koyun arasındaki sohbetin
resmedildiği yukarıdaki karikatürde, ayı referandum sonucunun ‘evet’ çıkmasından
duyduğu memnuniyetsizlikten dolayı ülkeyi terk etmek istediğini söylemektedir.
Koyunun ayıyı bu tavrından dolayı ‘entelektüel’ olarak nitelendirilmesi dikkat
çekmektedir. Koyunun ayıya eğer okyanus ötesine giderse oradaki ‘evet’ destekçisi
cemaatçilere başbakanın selamını söylemesini istemesi ise, diğer dikkat çeken ikinci
bir konudur. Karikatürden anlaşılan, ayı hayır’cı cepheyi, koyun ise evet’çi cepheyi
temsil etmekte ve desteklemektedir. Koyunun ayıyı ‘entelektüel’ olarak
nitelendirmesi, onun yaptığı davranıştan dolayı onayladığının ifadesi olmakla beraber
239
‘evet’çi cephenin entelektüel olmadığına da işaret etmektedir. Karikatürde, okyanus
ötesi cemaatçiler tabirinin kullanması ise, referandumda Gülen cemaatinin ‘evet’
söylemini desteklemesine göndermede bulunulmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde de hayvanlar üzerinden
Gülen Cemaati’nin referandum oylamasında ‘evet’i desteklediği şeklinde bir söylem
geliştirilmiştir. Başbakanın selamına vurgu yapılması ise, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ın referandum sonucundan ‘evet’ çıkması nedeniyle Fethullah Gülen’e
teşekkür etmesi ve selam göndermesi nedeniyledir. Böylelikle yeni anayasanın
oluşturulması ve kabul edilmesinde cemaatin rolüne vurgu yapılmıştır.
4.2.2.2 2010 Milliyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
Milliyet gazetesinin 2010 referandum sürecinde incelenen karikatürlerinin
çoğu, grafik ağırlıkların ağır bastığı, yazısız karikatürlerden oluşmaktadır. Bu tür
karikatürlerin amacı, mesajı direk vermeyip, okuyucuyu düşünmeye sevk etmektir.
2010 döneminde Milliyet gazetesinin iki karikatür çizeri bulunmaktadır. Bunlar;
Ercan Akyol ve Haslet Soyöz’dür. Soyöz, daha çoğunlukla iktidar yanlısı ve anayasa
değişimini destekleyen tarzda çizim yaparken, Akyol tam tersi bir yol izlemiş,
Milliyet gazetesinin muhalif çizgisi olmuş, anayasa değişimini desteklememiştir.
Karikatür 90: 9 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
240
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Anayasa Mahkemesi, yeni
anayasa, kaz/ Gösterilenler: Kaçış, değişimi kabullenmeme
Göstergebilimsel Çözümleme: Haslet Soyöz’ün çizdiği yukarıdaki
karikatürde Anayasa Mahkemesi ve mahkemeden kaçan yolunmuş bir kaz
gözükmektedir. Bu kaz, ‘yeni anayasa’ olarak adlandırılmış yani simgeleştirilmiştir.
Karikatürde, ‘Kaz gibi yolmak’ deyimine göndermede bulunulmuştur. İktidar
partisinin yeni anayasa teklifinin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul
edilmediğinin resmedildiği bu karikatürde, yeni anayasanın mahkeme tarafından bir
kaz gibi yolunduğu yani istenilmediği mesajı verilmeye çalışılmıştır. Değişimden
yana olan Milliyet gazetesinin bu karikatüründe Anayasa Mahkemesi eleştirilmiştir.
Gazete bu karikatürde iktidar partisinin söylemini yeniden üretmiştir.
Karikatür 91: 10 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Demokrasi kadını,
referandum çukuru, bir adam, güller, tespih/ Gösterilenler: Tuzak, tedirginlik, hain
bir sırıtma
Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilmiş olan
yukarıdaki karikatürün düz anlamdaki okuması yapıldığında ‘demokrasi’ bir kadın
olarak çizilmiştir. Kadın, ellerinde güller olan bir adama doğru alnı dik, kendinden
emin bir vaziyette yürümektedir. Ancak yürürken önündeki çukur tuzağını
görememektedir. Çukur bir referandum tuzağıdır ve o tuzağı kadının ona doğru
241
gittiği adam hazırlamıştır. Adamın sinsi gülüşü bu durumu yansıtmaktadır. Adam,
tespihli, sakallı bir adamdır. Bunların hepsi birer dinsel gösterge olma özelliğini
taşımaktadır. Adam bu yönüyle iktidarı temsil etmektedir. Karikatür, anayasa
değişimi referandumunun demokrasi adına çok sayıda tuzağı kendi bünyesinde
barındırdığına işaret etmektedir. Karikatürde ayrıca bu tuzağın dinsel özellikleriyle
ön plana çıkan iktidar partisi tarafından hazırlandığına vurgu yapılmıştır.
Karikatür 92: 11 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Anayasa Mahkemesi olarak
çizilmiş siyah cübbeli bir adam, demokrasi olarak çizilmiş bir kadın, bıçak, kan/
Gösterilenler: Kaçış, cinayet, hıyanet
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde ‘demokrasi’, kadın
olarak, Anayasa Mahkemesi ise, kara cübbeli bir adam şeklinde çizilmiştir. Adamın,
elindeki bıçakla kadını birçok yerinden bıçaklayıp kaçtığı görülmektedir. Kadın yani
demokrasi ise, kanlar içindedir ve ‘sen de mi’ ifadesiyle bunu adamdan yani Anayasa
Mahkemesi’nden beklemediğini göstermiştir. Karikatürde Anayasa Mahkemesi’nin
yeni anayasa değişimini onaylamadığı için demokrasiye zarar verdiği mesajı
verilmeye çalışılmıştır. Çizimde de görüldüğü gibi Milliyet gazetesi Anayasa
Mahkemesi’nin bu tavrını desteklememektedir.
242
Karikatür 93: 16 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, sakal, tespih,
Fethullah Gülen/ Gösterilenler: Sinsilik, plan, umut
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde tespih ve sakal gibi dinsel
göstergelerle donatılmış iki adam sohbet etmektedir. Adamların kilolu, göbekli ve
siyah takım elbiseli olmaları onların siyasi bir camiadan geldiklerini ya da varlıklı
olduklarını göstermektedir. Hem taşıdıkları dinsel göstergeler hem de aralarında
geçen balon içindeki sohbetlerden bu iki adamdan sırtı dönük olanın iktidar
partisinden olduğu diğerinin ise, Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’in olduğu
gözükmektedir. Aralarında geçen sohbette iktidar partisinden olan kişi, orduyu
Ergenekon olayıyla devre dışı bıraktıklarını, amaçlarının orduyu özelleştirmek
olduğunu söylemektedir. Gülen’in, hukuku da özelleştirme isteği üzerine, diğer
adam, ‘o da referandumdan sonra Allah’ın izniyle’ demektedir. Bu sohbetlerden
verilmek istenen mesaj, referandumun hukukun bağımsızlığını yitirmesi gibi
olumsuz sonuçlar doğuracağı yönündedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Gülen’in iktidar partisinden biriyle sohbet
içerisinde olarak resmedilmesi, onun iktidar partisiyle olan ilişkisine ve isteklerini
iktidar partisi yoluyla yaptırdığına işaret edilmektedir. Bu karikatürde, Milliyet
gazetesi iktidar partisinin egemen söylemini yaymamakta tam tersi muhalif bir tavır
takınmaktadır. Bunu referandumdan sonra oluşacak olan olumsuzlukları gözler
önünü sermekle yapmaktadır. Milliyet’in referandumda muhalif bir tavır takınması
yayın çizgisine aykırı bir durumdur.
243
Karikatür 94: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Halktan bir adam,
muhalefetten bir adam, iktidardan bir adam, seçim sandığı, oy zarfı, şapka, takım
elbise, tespih/ Gösterilenler: Kararsızlık, kendine güven, yönlendirme, çağrı
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde ilk etapta dikkati
çeken obje seçim sandığıdır. Bu durum karikatürün referandumla alakalı olduğunu
göstermektedir. Sandığın arka tarafında üç adam bulunmaktadır. İlk adam, sade,
spor, giyimi ve kasketiyle dikkat çekmektedir. Zayıf olan bu adamın elinde ise, bir
oy zarfı bulunmaktadır. Adamın sandığa dönük olması ve elindeki zarftan dolayı, bu
kişinin oy kullanmak için orada olduğu sonucu çıkartılmaktadır. Ancak bu kişi,
üzerinde muhalefet ve iktidar yazan iki farklı kişi tarafından yönlendirilmek
istenmektedir. İki kişinin üzerinde de siyah elbise yer almakta ve bu iki kişi oldukça
kilolu gözükmektedir. Siyaset adamları ya da varlıklı kişiler genel itibariyle
karikatürlerde kilolu olarak gösterilmektedir. Muhalefet sakalsız, bıyıksız olarak,
iktidar ise, sakallı, elinde tespihi ile resmedilmiştir. Ak Parti iktidarının “gericiliği”,
“şeriat tehlikesini” ifade ettiği şeklindeki düşünce çizgilere bu şekilde yansıtılmıştır.
Bu durumda, elinde oy zarfı olan ortadaki zayıf adam halkı temsil etmektedir.
Muhalefet tarafından gelen çağrıda ‘hayır’, iktidar tarafından gelen çağrıda ise, ‘evet’
yer almaktadır. Bu tür bir durum karşısında halkı temsil eden adamı kafası
karışmakta ve “Vay canına ben ne dersem o olacak ha” demektedir. Bu cümlenin
sonunda yer alan ifade bu kişinin elit bir kesimden değil, halkın orta kesimine ait
olduğunu göstermektedir. Ayrıca seçimde son kararın halka ait olduğu
yansıtılmaktadır.
244
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referandum boyunca halka yönelik olarak
iktidar ve muhalefet tarafından hem mitinglerde, hem afişlerde, billboardlarda hem
de medya aracılığıyla ‘evet-hayır’ propagandası yapılmıştır. Her iki taraf da
kamuoyunu yanlarına çekebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.
Karikatürün ana söylemini oluşturan cümle halkı temsil eden kişinin ağzından çıkan
en önemli cümledir. Gazete karikatürü, burada ‘hem iktidar hem muhalefet
istedikleri propagandayı yapsın sonuçta kararı verecek olan, son sözü söyleyecek
olan tek mercii halktır’ söylemini geliştirmiştir. Gazete bu karikatürde ne muhalefeti
ne de iktidarı desteklemediğini göstermiş ve tam anlamıyla merkez rolünü
üstlenmiştir.
Karikatür 95: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Demokrasi kadını, seçim
sandığı/ Gösterilenler: Sevinç, mutluluk
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında
açılmış olan seçim sandığının içinden bir kadın çıkmıştır. Üzerinde demokrasi yazısı
olan kadın, mutlu bir şekilde “Evet ben kazandım” demektedir. Bu karikatürün yan
anlamı iki şekilde okunabilmektedir. İlkinde, ‘referandum seçiminde sandıktan
demokrasi çıkacak, yani demokrasi kazanacak’ şeklindedir. Karikatürden
çıkarılabilecek ikinci yan anlam ise, ‘evet’ söyleminin üretiliyor olmasıdır.
Demokrasi kadının ifadelerindeki ‘evet’i büyük harflerle ve iri olarak yansıtması bu
ikinci anlamın çıkmasına neden olmaktadır. İlkinde demokrasi ikincisinde ise, güç
245
farkı vurgusu yapılmıştır. Gazete karikatürünü ilk anlamıyla okunduğunda gazetenin
merkezi rolünü hala koruduğu şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir. Ancak ikinci
anlamıyla okunduğunda ise, yanlı bir tavır sergilediği görülmektedir.
Karikatür 96: 20 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Deniz Baykal, Kemal
Kılıçdaroğlu, boy metresi, iki adam/ Gösterilenler: İlerleme, gelişme, yeterlilik
Göstergebilimsel Çözümleme: Haslet Soyöz tarafından çizilen karikatürde
Cumhuriyet Halk Partisi’nin eski lideri Deniz Baykal ve yeni lideri Kemal
Kılıçdaroğlu yer almaktadır. Karikatüre göstergebilimdeki düz anlamda bakıldığında,
Kılıçdaroğlu, Baykal’ın omuzlarına çıkmış bir halde boy metre ile boylarını
ölçmektedirler. Onları gören iki kişi, “Gözle görülür bir büyüme var” demektedir.
Karikatürün yan anlamını ise, boy metrenin üzerinde yazılı olan ‘oy metre’ ibaresi
çizmektedir. Baykal’ın yaşadığı kaset skandalından sonra partinin başına geçen
Kılıçdaroğlu’ndan hem partililer hem de CHP seçmeni beklenti içiresine girmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun siyasal arenadaki pazarlaması o kadar iyi yapılmıştır ki,
Kılıçdaroğulu, ‘Gandi Kemal’ olarak bile adlandırılmıştır. Haslet Soyöz,
karikatüründe boy metre ile aslında CHP’de Kılıçdaroğlu ile birlikte görülen
büyümeye dikkat çekmiştir. Ancak bunu gerçek anlamda değil de mecazi bir bakış
açısıyla, kendisinin de çok inandırıcı bulmadığı bir gelişme şekliyle vermiştir. Bu
karikatürle, Milliyet gazetesinin muhalefet partisine bakış açısını da görmek
mümkündür.
246
Karikatür 97: 23 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Darağacı, 12 Eylül
Anayasası, halat/ Gösterilenler: İdam, geçmişle hesaplaşma
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerin hiç kullanılmadığı bu
karikatürde, kurulmuş bir darağacı, altında ise asılmayı bekleyen bir kitap
bulunmaktadır. Kitabın üzerindeki yazıdan bu kitabın 12 Eylül 1982 Anayasası’nın
bir göstergesi olduğu görülmektedir. Karikatürde, 12 Eylül 1982 Anayasası’nın idam
edilmesi temsil edilmiştir. Anayasanın sonunun idamla temsil edilmesi, 1980’li
yıllarda farklı görüşlerde çok sayıda kişinin idam edilmesine gönderme yapmak
içindir. Bu karikatürle gazete, referandumu desteklediğini göstermektedir.
Karikatür 98: 25 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, baş, gazete/
Gösterilenler: Yol, amaç, fikirsizlik
247
Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerin hemen hemen hiç
kullanılmadığı bu karikatürde, iki kişi yer almaktadır. Karikatürdeki kişilerden
birinin elinde gazete vardır ve arkadaki diğer kişiyle birlikte ona bakmaktadır.
Gazeteyi elinde tutan kişinin yüzündeki şaşkınlığın nedeni, diğer adamın kafasının
ayaklarının altında olmasıdır. Meraklı bir şekilde gazeteye bakmaları gündemi takip
ettikleri anlamına gelmektedir. Başın ayakların altına girmesi, düşüncenin ayakaltı
olduğuna işaret etmektedir. Çünkü baş düşünmeyi simgelemektedir. Karikatürün yan
anlamda okunmasını sağlayan ise, tek sözel gösterge olarak kullanılan ‘referanduma
doğru’ yazısıdır. Bu yazı, karikatürün referandumla ilgili olduğuna vurgu
yapmaktadır. Karikatürdeki kişilerin gazetedeki gündemi, ayakta takip etmeleri, bir
yere gidiyormuş gibi görünmeleri referandum sürecini göstermektedir. Karikatürün
genel anlamdaki okuması yapıldığında referanduma giden yolda düşüncenin çok
fazla ehemmiyetinin kalmadığı ve ayakların düşünmeden referanduma gittiği anlamı
çıkmaktadır. Karikatüre bakıldığında gazetenin referandum sürecini çok da akla
mantığa uygun bulmadığı şeklinde bir sonuç çıkmaktadır. Referandumda oylanacak
olan anayasa değişikliğinin yeterince düşünülmediği kast edilmektedir. Referandum
sürecinde propagandanın çok fazla olması ayakların işlemesi olarak simgelenmiş
ancak olayın asıl önemi üzerinde durulmadığı vurgulanmıştır.
Karikatür 99: 29 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,
araba, yol, düğüm, referandum tabelası/ Gösterilenler: Düğüm, karmaşa
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde de sözel göstergeler çok fazla
kullanılmamıştır. Karikatürün düz anlamsal okuması yapıldığında bir kara yolu
248
gözükmektedir, ancak bu düğümlü bir karayoludur. Yolda seyir halinde olan bir
otomobil bulunmaktadır. Otomobili anlamlı kılan onu kullanan kişinin Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın olması, yolu anlamlı kılan ise, yan tarafında yer alan
‘referandum’ yazılı yol tabelasıdır. Erdoğan, seyir halindeyken önüne bir düğüm
çıkmaktadır. Tabelada yer alan referandum yazısı, karikatürün ve düğümün
referandum süreciyle alakalı olduğunu simgelemektedir. Yol, hedefi, amacı, düğüm
ise, karmaşayı, çözümsüzlüğü simgelemektedir. Erdoğan’ın referandum yolunda
arabasıyla ilerlemesi, belli bir amaca, hedefe doğru gittiğini göstermektedir. Ancak
gittiği yoldaki düğüm, Erdoğan’ın hedefine ulaşmak için öncelikle düğümü yani
karmaşayı çözmesi, engelleri kaldırması gerektiği şeklinde bir okumaya neden
olmaktadır. Bu karmaşalığın nedeni olarak anayasa değişimi noktasında referanduma
gidilmeden önce, bu değişimi Anayasa Mahkemesi ve meclisin onaylamamış
olmasıdır. Bunun sonucunda referandum sürecinin başlaması gündeme gelmiştir.
Referandum kararı alındıktan sonra da, çok sayıda problem ortaya çıkmıştır. Sol
muhalefetten CHP ve sağ muhalefetten MHP referandumdaki değişimi kabul
etmeyeceklerini ve ‘hayır’ oyu kullanacaklarını, BDP ise, referandumu boykot edip
sandığa gitmeyeceğini ilan etmiştir. Dolayısıyla, iktidar partisi referandum yoluna
çıktığında ve hedefine ulaşıncaya kadar çok sayıda sorunla karşılaşmıştır.
Karikatürde verilen mesaj da o yöndedir. İktidar partisi yani Erdoğan, sandığa gitme
sürecinde bu problemleri de çözmekle sorumlu gösterilmiştir.
Karikatür 100: 30 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kemal Kılıçdaroğlu, yatak,
Kenan Evren Anayasası/ Gösterilenler: Alakadar olma, onu terk etmeme, rahatlık
249
Göstergebilimsel Çözümleme: Kemal Kılıçdaroğlu’nun çizildiği bu
karikatürde, Kılıçdaroğlu bir yatağın içinde yatmaktadır. Hemen yan tarafında
yatağın içinde ise, Kenan Evren Anayasası durmaktadır. Yorganı tutmuş olan
Kılıçdaroğlu’nun sırtı Evren Anayasası’na dönüktür. Bu durumun yan anlamına
bakıldığında, Kılıçdaroğlu, 1982 Anayasası’na sırtını dönmüş, onu
desteklememektedir. Ancak onunla aynı yatakta da yatarak bir yerde değişmemesi
yönünde onun mücadelesini de vermektedir. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun yatak
karikatürü tam bir çelişkiyi ifade etmektedir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun yani
CHP’nin politikası eleştirilmektedir. Referandum sürecinde anayasa değişimini
onaylamayan CHP, bir yerde 1982 Anayasası’nın koruyuculuğuna soyunmuştur. 82
Anayasası’nı aslında savunmayan CHP’nin anayasa değişimi noktasında da olumlu
bir adım atmaması eleştirilmesine neden olmuştur. Gazete, CHP’nin bu çelişkisini
Kılıçdaroğlu’nun yatak karikatürüyle eleştirmiştir. Gazete bu tavrıyla iktidar yanlısı
bir tavır takınmıştır.
Karikatür 101: 31 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür daha çoğunlukla konuşma
balonları içerisinde yer alan sözel göstergelerden oluşmaktadır. Karikatürdeki iki
kişi, sohbetleri esnasında referandumda kullanacakları oyu ve bunun gerekçesini
açıklamaktadır. Gerekçeler, referanduma gidilen yolda toplumun ikiye bölündüğünün
ve farklı bakış açılarının göstergesi niteliğindedir. Karikatürdekilerden ilki,
referandumda ‘hayır’ oyu vereceğini çünkü referandumda Ak Parti’nin oylanacağını,
diğeri ise, referandumda ‘evet’ oyu vereceğini çünkü 12 Eylül askeri darbesinin
oylanacağını söylemektedir. Bu iki kişi referandum sürecinde toplumun küçük bir
250
özeti niteliğindedir. Çünkü o dönemde toplum, ‘evet’çiler ve ‘hayır’cılar şeklinde
ikiye bölünmüştür. Hayır cephesi tarafından referandum, iktidar partisinin
mücadelesi olarak görülmüş ve anayasadan çok iktidar partisini oylamıştır. Evet
cephesinin ise, temel amacı anayasa oylaması olsa bile aslında bu oylama 2011’de
yapılacak olan seçimin iktidar partisinin kaderini de belirleyecek bir aşama olarak
görülmüş olmasıdır. ‘Hayır’ın gerekçesi iktidar partisi, ‘evet’in gerekçesi ise, 12
Eylül anayasa değişimidir. Referandumun temelinde 12 Eylül 1982 Anayasası’nın
bazı maddelerinin değişimi yatmaktadır. Ancak iktidar partisi ve muhalefet partileri
arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı, olay partiler arası çekişmeye dönüşmüştür.
Hayır cephesi, olayı anayasa değişiminden çok iktidar partisinin mücadelesi olarak
sunmuştur. Dolayısıyla toplumun ikiye bölünmesine neden olmuşlardır. Milliyet bu
karikatürde nesnel bir tavır takınmış ve merkez olma rolünü sürdürmüştür.
Karikatür 102: 03 Ağustos 2010- Milliyet- Haslet Soyöz
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, bir ayak, bir el,
çelme takma/ Gösterilenler: Ayak kaydırma, çekişme, yönlendirme, çelme takma
Göstergebilimsel Çözümlemeve Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür
görsel anlamda incelendiğinde karikatürde bir adam, adamı çekiştiren bir el ve
adama çelme takan bir ayak yer almaktadır. Yazılı göstergelerden, elin ‘evet’
cephesini, ayağın ‘hayır’ cephesini temsil ettiği anlaşılmaktadır. Karikatürün
konusunu ise, ‘anayasal tartışmalar’ oluşturmaktadır. Karikatür, anayasal
tartışmaların yaşandığı bir dönemde evet ve hayır cephelerinin halkı kendi taraflarına
251
çekme girişimlerini anlatmaktadır. Anayasa değişim sürecinde ‘evet’ cephesinin
halkı yanına çekmeye çalışması,‘hayır’ cephesinin ise, buna engel teşkil etmesi
söylemi üretilmiştir. Hayır cephesinin çelme takma yani engel olma şeklinde
resmedilmesi gazetenin hayır cephesini çok fazla desteklemediğinin göstergesidir.
Evet cephesi adamı kendi taraflarına çekme şeklinde çizilirken hayır cephesinin yani
muhalefetin bu şekilde çizilmesi, muhalefetin çaktırmadan, gizli yollardan engel
olma yoluna gittiği şeklinde okunabilmektedir. Gazetenin böyle bir söylem üretmesi
bile onun hayır cephesini yani muhalefeti desteklemediğini göstermektedir.
Karikatür 103: 19 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,
çiftçiler, gazeteciler, askerler, doktorlar, işçiler/ Gösterilenler: Çelişki, görüşlere
açık olmama
Göstergebilimsel Çözümleme: Akyol tarafından çizilen yukarıdaki
karikatürde altı farklı kare bulunmaktadır. Altı karenin ortak özelliği ise, Recep
Tayyip Erdoğan’dır. Karikatürün her bir karesinde, Erdoğan’ın daha öncesinde
basına yansıyan doktor, işçi, gazeteci, çiftçi ve askerlere karşı olan sert tavırları ve
ifadeleri sergilenmiştir. Erdoğan’ın görsel açıdan değerlendirmesi yapıldığında ise,
Erdoğan, sert, öfkeli ve korkunç bir şekilde yansıtılmıştır. Karikatürün yan anlamı
ancak son karedeki Erdoğan’ın “Bunlar milletin iradesine hiç saygı duymuyorlar”
252
ifadelerinde ortaya çıkmaktadır. Erdoğan’ın buradaki ‘saygı duymuyorlar’ ifadesiyle
daha önceki karelerde yer alan kendisinin millete saygı göstermeme boyutu eleştirel
bir tarzda sorgulanmıştır. Karikatür, Erdoğan’ın daha önce çok eleştiri toplayan sert
tavırlarını karelerle ifade ederek düşünsel düzeyde bir karşılaştırma yapmıştır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde Erdoğan’ın görsel açıdan
yansıtılış tarzından bazı gruplarla olan sert tartışmalarına kadar yansıtılması ona
eleştirel bir tarzda yaklaşılmasına neden olmaktadır. Karikatür tam anlamıyla
Erdoğan’ı eleştirmeye odaklanmıştır. Erdoğan’ın en son karedeki sözleri ise, daha
önce yaptıklarıyla bir çelişki niteliği taşımaktadır. Zaten karikatürün amacı da
oradaki çelişkileri ön plana çıkarmaktır. Milliyet gazetesinin Erdoğan’la ilgili olan
çelişkileri ön plana çıkarmaya çalışması ise, Erdoğan’ın referandumda milletten
destek istemesini haklı bulmadığını göstermektedir.
Karikatür 104: 22 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,
TÜSİAD, PKK/ Gösterilenler: Kızgınlık, sitem, öfke, azarlama
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür üç kişi üzerinde kuruludur: Recep
Tayyip Erdoğan, TÜSİAD ve PKK. Karikatürdeki diyalog TÜSİAD ve Erdoğan
arasında geçmektedir. Erdoğan, TÜSİAD’a “Onlarla bile anlaştık. Referandumda
‘evet’ diyecekler. Siz hala bitaraf olun. Ayıp!” ifadeleriyle kızmaktadır. Erdoğan’ın
işaret parmağıyla göstererek ‘onlarla bile anlaştık’ dediği terör örgütü PKK’dır.
253
Erdoğan’ın PKK’ya ‘bile’ demesi, PKK ile anlaşmanın imkânsız görülmesindendir.
Erdoğan, TÜSİAD’ın referandumda neden ‘evet’i desteklemediğini sorgulamaktadır.
TÜSİAD’ı temsil eden kişinin terler içinde kalması, Erdoğan’ın onu azarladığı
imajını çizmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür söylem çözümlemesi açısından
incelendiğinde Erdoğan’ın terör örgütü PKK ile bağlantı içerisinde gösterilmesi en
önemli ideolojik söylemdir. Referandum sürecinde kendi amaçlarına ulaşabilmek
için Türkiye’nin en büyük sorunu olan PKK ile Erdoğan’ın anlaşmaya varması
şeklinde gösterilmesi, referandumda ‘evet’in onaylanmasının çok da masum
olmadığı şeklinde bir okumaya neden olabilmektedir. TÜSİAD bağlantısıyla bu
olayın yansıtılması her ne kadar önem sırası olarak PKK’yı ikinci plana itmiş olsa da
aslında okuyucunun gözünde PKK’yla anlaşma daha çok ön plana çıkmaktadır.
Referandum sürecinin başlangıcından beri Ercan Akyol, Milliyet gazetesinin muhalif
çizgisi olmuştur. Akyol, bu karikatürde de bu tavrını korumuştur.
Karikatür 105: 24 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,
yandaş medya, Kemal Kılıçdaroğlu, televizyon, koltuk/ Gösterilenler: Korku,
meydan okuma, sataşma
254
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’nun, referandum sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı
televizyonda karşılıklı tartışmaya davet etmesi üzerine kurulmuştur. Karikatür düz
anlamda okunduğunda, televizyonda konuşan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a televizyonda
tartışmak için çağrıda bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu, tartışmanın gerekirse Erdoğan’ı
destekleyen yandaş medya kanallarından herhangi birinde de yapılabileceğini
söylemektedir. Televizyondan Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısını izleyen Erdoğan, sanki
Kılıçdaroğlu’yla karşı karşıyaymış gibi korkusundan terler içinde kalmış bir halde
koltuğun arkasına saklanmaktadır. Kılıçdaroğlu ise, kendinden emin bir şekilde
çağrısını yapmaktadır. Karikatürün yan anlamı okunduğunda, Erdoğan’ın karşılıklı
tartışma noktasında Kılıçdaroğlu’ndan çekindiği ve bu nedenle tartışmaktan kaçtığı
şeklinde bir anlam çıkmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürün bu şekilde çizilmesi, yani
Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’dan daha cesur daha kararlı gösterilmesi Kılıçdaroğlu
lehine bir söylem geliştirilmesine neden olmuştur. Bu karikatür üzerinden
Erdoğan’ın tartışmaya yanaşmaması muhalif bir şekilde eleştirilmiştir. Gazete bu
rolüyle muhalif bir tavır sergilemiştir.
Karikatür 106: 26 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Haberciler, kamera,
mikrofon, üç çocuk iki yetişkin/ Gösterilenler: Kararlılık, eğitimsizlik,
255
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün konusu referandumdur.
Haberciler, referandumla ilgili olarak sokağın nabzını yoklamaktadır. Karikatürde
karısı başörtülü ve üç çocuk sahibi bir adamla röportaj yapılmaktadır. Eğitimsiz
olduklarını kaydeden adam referandumda Ak Parti’ye oy vereceklerini
söylemektedir. Habercilerin bunun partilere yönelik bir seçim değil de referandum
olduğunu ifade etmesi üzerine adam, tercihi konusunda ısrar etmektedir. Karikatürün
yan anlamanı bakıldığında, adamın üç çocuğa sahip olması, Başbakan Erdoğan’ın
‘en az üç çocuk sahibi olun’ şeklindeki çağrısına uyma şeklinde okunabilmektedir.
Adamın bıyıkları, eşinin kapalı olması, kızının çekingenliği ise, onların daha çok
dinsel bir kesimden geldiklerine işaret etmektedir. Adamın eğitimsiz olduğunun
özellikle vurgulanması ise, Ak Parti seçmenlerinin elit bir kesimden yani ulema
kesiminden olmadıklarına ve kolaylıkla kandırabilecek bir kesimden, alt tabakadan
oldukları şeklinde okunabilmektedir.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, Ak Parti seçmeninin eğitimsiz,
cahil olduğu şeklinde bir gizli okuma yapılabilmektedir. Seçmenin referandumu
anayasa değişiminden çok bir parti olayı olarak kabullenmesi ve partiye oy vermesi
ise, gazete tarafından eleştirel bir tarzda üretilen başka bir söylem olarak
okunabilmektedir. En baştan beri, Ak Parti aleyhinde çizimler yapan Akyol bu
karikatürde de aynı çizgisini sürdürmüştür.
Karikatür 107: 02 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: mide, beyin, mikrofon/
Gösterilenler: Akıllılık, akılsızlık
256
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde kullanılan göstergeler mide
ve beyindir. Karikatür iki kareden oluşmaktadır. Her iki kareye de referandumdaki
tercihleri noktasında mikrofon uzatılmıştır. ‘Evet’ oyu kullanacağını söyleyen kişinin
midesiyle konuştuğunu simgelemek için midesi ağzında çizilmiştir. Bunun yan
anlamı, bu kişinin beyniyle düşünmediğini, akıllık etmediğini göstermektir. ‘Hayır’
oyu kullanacağını ifade eden ikinci karedeki kişi ise, beyinle simgelenmiştir. Bunun
yan anlamı ise, akıllıca bir tercihin söz konusu olduğudur.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde ‘evet’in mideyle, ‘hayır’ın ise
beyinle simgelenmesi hayır’cı cepheyi destekleyen bir söylemin üretilmesini
sağlamıştır. İdeolojilerin karikatürlerde yeni baştan üretildiği kabul edildiğinde bu
karikatürde de muhalefetin ideolojisi üretilmiştir.
Karikatür 108: 03 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Ak Parti, balyoz, 2010
Anayasası/ Gösterilenler: Darbe, baskı, zorlama, gönderme yapma
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında 2010
Anayasası bir balyoza benzetilmiş ve Ak Parti Anayasası olarak gösterilmiştir.
Balyozu tutan el de Ak Parti elidir. Balyozun yan tarafında ise, “Demokratikleşme
adına Allah, Allah, Allah” sözel göstergesi yer almaktadır. Karikatürde, anayasanın
bu şekilde yansıtılması yani 1982 anayasasına göndermede bulunulması, Ak
Parti’nin düzenlendiği anayasa ile eski anayasa arasında bağlantı kurulmasına neden
olmaktadır. Balyoz, askeri darbeyi simgelemektedir. Ak Parti’nin elindeki anayasa
257
balyozuyla resmedilmesi onun gizli amaçlara hizmet ettiği söylemenin
yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Balyozun yan tarafında yer alan ifadelerde
savaşa gider tarzda ifadelerdir. O ifadeler verilmek istenen gerçek anlamı
desteklemektedir. Yan anlamında özetle şu anlam yatmaktadır: Ak Parti anayasayı
kullanarak sivil darbe yapma girişiminde bulunmaktadır. Ak Parti’nin gerçek
amacının anayasa değişimi yoluyla çok daha derin değişimler yapmak olduğu
gösterilmeye çalışılmış ve Ak Parti katı, sert yansıtılmıştır. Bunun 1982 dönemi
anayasasından bir farkı yoktur.
Karikatür 109: 11 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yüce divan, AKP
Anayasası taslağı, bir adam/ Gösterilenler: Hile, gizlilik
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde, Yüce Divan’ın
kırmızı halısından geçen bir AKP Anayasa Taslağı görülmektedir. Taslağın altında
gizli bir şekilde emekleyen ve kravatında AKP yazan bir adam bulunmaktadır.
Burada verilmek istenen yan anlam, anayasanın tam anlamıyla Ak Parti’nin ürünü
olduğu ve onların istedikleri değişimleri gerçekleştiğidir. Ak Parti’nin bir ürünüymüş
gibi gösterilen 2010 anayasasıyla ilgili olan bu karikatürde yansıtılmaya çalışılan
ideoloji ise, Ak Parti’nin bunu gizliden, hissettirmeden yapmaya çalıştığıdır.
Karikatüre göre, anayasa taslağı tam anlamıyla Ak Parti’nin ürettiği ve kendi gizli
amaçlarını gerçekleştirmeyi planladığı bir taslaktır. Karikatür iktidar partisine tam
anlamıyla muhalif bir karikatürdür.
258
Karikatür 110: 17 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, telefonla bir teşekkür konuşması yapmaktadır. Konuşmayı yaptığı kişi
Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’dir. Erdoğan’ın Gülen’le konuştuğu yan
tarafında yer alan resmi görünümlü iki adamın birbirlerine ‘okyanus ötesi konuşuyor’
ifadelerinden anlaşılmaktadır. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, Erdoğan’ın
teşekkür etme nedeni, Gülen’in referandum sürecinde ona sağlamış olduğu katkıdan
dolayıdır. Karikatürün gizli anlamına bakıldığında, Gülen Cemaati liderinin
referandumun gizli ayağı olduğu yönünde bir anlam üretilmektedir. Bu anlam, hayır
cephesi tarafından çok destek gören bir anlamdır. Çünkü Fethullah Gülen, özellikle
laik çevreler tarafından çok desteklenen biri değildir. Gülen’in desteklenen birisinin
olmaması referandum anayasasına da temkinli yaklaşılmasına neden olacaktır.
Karikatürde böyle bir anlam üretilmesi de anayasanın Akyol tarafından çok
desteklenmediğinin göstergesidir.
Karikatür 111: 15 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol/ Karikatür 112: 21 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol
259
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Gazete, iki
adam, 2. Karikatür: köylü, şehirli/ Gösterilenler: Karşılaştırma, güven, eğitim
düzeyi
Göstergebilimsel Çözümleme: İlk karikatürde yer alan iki kişi gazete
okuyup referandum sonucu değerlendirmesi yapmaktadır. Gazetede, “Eğitim seviyesi
düştükçe evet oyları artmaktadır” denilmektedir. Bu habere yorum yapan iri yarı bir
kişi “Biz ne dersek o oluyor. Öyle okumakla olmuyor” demektedir. Bu karikatürde
eğitim seviyesinin düşük olmasıyla oyların artışı arasında bir bağlantının kurulması,
referandumun çok bilinçli yapılan bir seçim olmadığını yansıtmaya yöneliktir. İkinci
karikatürde ise, deniz kıyısından olan bir şehirli ile bir köylü karşılaşmaktadır.
Bunların şehirli ya da köylü olduğu giysilerinden anlaşılmaktadır. Bunlar birbirini
suçlar tarzda kendi iç seslerini baloncuklara yansıtmaktadır. Buna göre; şehirli köylü
olana “vay evetçi vaay”, köylü de şehirli olana “vay hayırcı vaay” demektedir. Bu
durum, referandum sonucundan hayır oyunu verenlerin daha entelektüel, kültürlü bir
birikime sahip olduğu, evet oyunu kullananlarınsa daha eğitimsiz olduklarına vurgu
yapmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıda kullanılan her iki karikatürde
eğitim seviyesine işaret etmektedir. Karikatürlere göre, evet oyunu kullananların
eğitim seviyesi düşüktür. Bu yüzden referandum çok bilinçli yapılmamıştır. İkinci
karikatür daha çoğunlukla referandum sonucuna vurgu yapmaktadır. Bu karikatür,
Akdeniz ve Ege kıyılarından referandum için ‘hayır’ oyunun çıkması, karasal iklimin
hüküm sürdüğü iç kesimlerdense ‘evet’ oyunun çıkmasına işaret etmektedir. Bu
durum, muhalif çizgisini sürdüren Akyol’a göre, eğitim seviyesinin düşüklüğüyle
bağlantılıdır.
4.2.2.3. 2010 Zaman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve
Göstergebilimsel Çözümlemesi
2010 döneminde Zaman gazetesinin karikatür çizerleri; Cem Kızıltuğ,
Dağistan Çetinkaya, Osman Turhan, Emre Özdemir’dir. Zaman gazetesinde, çalışma
kapsamında incelenen karikatürlerin bazıları grafik özelliklerin ağır bastığı yazısız
260
karikatürlerdir. Bu tarz karikatürlerin sloganı direk söylemeyerek, okuyucuyu ve
çözümleyiciyi daha fazla düşünmeye zorladığı açıktır. Zaman gazetesi 2010
referandum sürecinde anayasa değişikliğini onaylayan tarzda bir söylem
geliştirmiştir.
Karikatür 113: 01 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, yeni anayasa
kitabı, ölü iskeletleri, referandum yön tabelası/ Gösterilenler: İlerleme, geçmişle
hesaplaşma
Göstergebilimsel Çözümleme: Osman Turhan tarafından çizilen karikatürün
düz anlamdaki okuması yapıldığında yeni anayasa taslak kitabını taşıyan bir siyaset
adamı, ölü iskeletlerinin de gözüktüğü toprak bir yoldan referandum tabelasını takip
etmektedir. Adamın siyaset adamı olduğunun göstergesi, siyah takım elbise giymesi
ve taktığı şapkanın şeklidir. Çünkü genellikle karikatür çizerleri, siyaset adamlarını
bu şekilde çizmektedir. Tek eksiklik adamın kilolu olmamasıdır. Yazısız olabilecek
tarzda çizilmiş olan karikatürün yan anlamına bakıldığında, ilk olarak anayasa
değişimi noktasında bir ilerlemeye, gelişmeye işaret etmektedir. Karikatürden
çıkarılabilen ikinci bir yan anlama bakıldığında, yeni anayasa noktasında ilerlemeyi
temsil eden bu karikatürdeki gizli anlam noktasında, oylanacak olan yeni anayasanın
geçmişte yaşanmış olan ölümlerle- ki büyük ihtimal 1980’li yıllardaki ölümlerle-
hesaplaşma sürecinin başlaması ve ilerlemenin sağlanması şeklinde bir okuma söz
konusudur. 2010 yılında referanduma giden yolda, 80 darbesini yapanların
yargılanacağı şeklinde tartışmaların çıkmış olması bu savı desteklemektedir.
261
Karikatür 114: 14 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül Anayasası,
tabanca, bomba, bıçak, mafya/ Gösterilenler: Suç, kötülük, karanlık güçler
Göstergebilimsel Çözümleme: Yazılı göstergenin hiç kullanılmadığı
karikatüre düz anlamda bakıldığında, bir el tarafından silkelenen 12 Eylül Anayasası
kitabı görülmektedir. Karikatürün yan anlamına malzeme oluşturan göstergeler ise,
silkelenen anayasa kitabından çıkan, mafya, bomba, bıçak, tabanca gibi
malzemelerdir. Bu malzemeler daha çoğunlukla suç işlemek amacıyla karanlık
güçler tarafından kullanılan malzemelerdir. Bu durum, 1982 Anayasası’nın suç
üzerine kurulu olduğu ve birçok suçluyu beslediği gibi bir yan anlama neden
olmaktadır. Zaman gazetesinin iktidar yanlısı ideolojisi de zaten böyle bir söylemi
üretme yönündedir. Dolayısıyla gazetenin iktidar partisine ve anayasasına karşı
muhalif bir tavır içerisinde olmaktan çok onun yanında yer alan, onun yaptıklarını
destekleyen bir söylem geliştirdiği söylenebilmektedir.
Karikatür 115: 15 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan
262
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Maraton, maratonda koşan
bir siyaset adamı, anayasa kitabı, engel/ Gösterilenler: Başarıya koşma, ilerleme,
engelleme
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘Anayasa Maratonu’ yazısı
altında bir siyaset adamı kucağında sıktığı anayasa kitabıyla koşu maratonunda
koşmaktadır. Üstten uzanan gizli bir el adamın koşusunu engellerle sürekli
engellemektedir. 12 Eylül Anayasası’nda ki bazı maddelerin değiştirilip yeni bir
anayasa oluşturma fikri çoğu kişiyi en baştan beri cezbetmemiştir. Bu fikir, fikir
boyutundan çıkıp referandumla halka sunma haline getirildiğinde bu fikrin
cezbetmediği kişiler, bunun oluşmasına mani olma yoluna gitmişlerdir. Çizerin de,
karikatürde siyah giyimli engel olan bir el ile simgelenen karanlık odaklar tarafından
etki altında tutulabileceğine dair derin endişeler taşıdığı ortadadır. Bu açıdan
bakıldığında anayasa değişimi sürecinde değişimi istemeyen karanlık güçlerin bu
sürece sürekli engel koyduğu ve sonuna kadar koymaya devam edeceği şeklinde bir
anlam çıkmaktadır. Bu kişilerin karanlık elle temsil edilmesi, bu kişilere anayasa
değişiminin çok da yarayamayacağı şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir.
Karikatür 116: 16 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül Anayasası, bir
adam, pankart/ Gösterilenler: Altında kalma, acı, başarısızlık
263
Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürün düz anlamından ziyade yan
anlamı daha çok ön plana çıkmaktadır. Düz anlamsal okuma yapıldığında; 12 Eylül
Anayasası’nın altında kalmış olan ‘hayır’ cephesinden olan bir adam gözükmektedir.
Bu adamın hayır cephesinden olduğunu elinde taşıdığı ‘yeni anayasaya hayır’
pankartı göstermektedir. Bu pankartla bu adamın anayasa değişimini desteklemediği
görülmektedir. Karikatürün yan anlamsal okuması yapıldığında ise, 1982
Anayasası’nı destekleyip yeni anayasayı onaylamayan ‘hayır’cı cephenin bu amacına
ulaşamayacağı ve yeni anayasa kitabının altında kalacağı şeklinde bir söylem üretme
söz konusudur. Çoğunluğu yazısız olan karikatüre görsel açıdan bakıldığında Zaman
gazetesinin evet cephesinin yani anayasa değişiminin söylemini ürettiği
görülmektedir.
Karikatür 117: 17 Temmuz 2010- Zaman- Emre Özdemir
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, seçim sandığı,
hayır kuyusu/ Gösterilenler: Hıyanet, sahtekârlık, güvensizlik
Göstergebilimsel Çözümleme: Emre Özdemir tarafından çizilmiş olan
karikatüre bakıldığında, bir adam elindeki seçim sandığını, üzerinde İngilizceyle ‘no’
yani ‘hayır’ yazan kör bir kuyuya atmaya çalışmaktadır. Bu durum, adamın ‘hayır’cı
cepheden olduğunun göstergesidir. O dönemde seçim sandığı referandumu
çağrıştırdığından, hayır’ı temsil eden bu adamın yapmaya çalıştığı referandumu
baltalamak ya da sonuçları değiştirmek konusunda yapılabilecek eylemleri
simgelemektedir. Bu durum hayır’cı cepheye olan güvensizliği de temsil etmektedir.
264
Karikatürde hayır cephesine karşı muhalif ve gözle görülmese bile kurulabilecek
anlamsal bağlantıyla evet cephesinin yanında olma şeklinde bir söylem üretme
görülmüştür.
Karikatür 118: 23 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Referandum sandığı, ‘evet’
zarfı, ‘hayır’ balyozu, iki el/ Gösterilenler: Rıza, baskı, onaylama, darbe
Göstergebilimsel Çözümleme: Çoğunlukla yazısız karikatür olma özelliği
taşıyan Osman Turhan’ın karikatüründe iki el referandum sandığına uzanmış oy
kullanacak gibi durmaktadır. Uzanan ellerden bir tanesi ‘evet’ yazılı zarfı elinde
tutmaktadır. İkinci el ise, daha çok karanlık el olma özelliği taşımaktadır ve elindeki
‘hayır’ balyozunu referandum sandığına tutmaktadır. Karikatürde iki zıt durum söz
konusu olmaktadır. Bir tarafta demokratik yollardan bir oy kullanma söz konusuyken
(evet), diğer taraftan ise, zorbalık, baskı ve darbe girişimlerini temsil eden balyozla
(hayır) oy kullanma daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu durum, hayır cephesinin zor
kullanmayı, zorbalığı temsil ettiğini evet cephesinin ise, demokrasiyi simgelediğini
göstermektedir. Dolayısıyla demokratik oy kullanımının sorgulandığı bu çizimde,
evet söylemi yeni baştan desteklenmiş, hayır söylemine karşı ise, muhalif bir tavır
takınılmıştır. Karikatürdeki anlatılış tarzıyla ‘evet’ cephesi daha demokratik
bulunmuş, ‘hayır’ cephesinin ise, söylemini demokratik yollardan yaymadığı
vurgulanmıştır. Dolayısıyla bu karikatürde de gazetenin ‘evet’ cephesine tam desteği
söz konusudur.
265
Karikatür 119: 25 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: iki kişi, tel örgüler/
Gösterilenler: Hapis, baskı altında olma, özgürlük
Göstergebilimsel Çözümleme: Tel örgülerin ortasında kalmış olan birisinin
oradan kurtulmak istemesi üzerine kurulu olan karikatürde, tellerin ortasında olan
kişi ile dışında olan kişi arasında şöyle bir diyalog geçmektedir: Tellerin ortasında
kalan kişinin “Şimdi ‘evet’ dersem bu tel örgüler kalkacak mı?” şeklindeki sorusuna
karşılık tellerin dışında yer alan kişi, “Evet, en azından biri” yanıtını vermektedir.
Diyaloglarda geçen ‘evet’ göstergesi referanduma yani anayasa değişimine
gönderme yapmaktadır. Karikatür yan anlamsal düzeyde incelendiğinde, 1982
Anayasası, halkın hapsedildiği tel örgüleri yani baskıyı, tel örgülerden ‘evet’
sayesinde kurtulmayı ise, yeni anayasanın sağlayacağı yönünde bir anlam üretimi söz
konusu olmaktadır. Her ‘evet’ oyu halktan birini temsil etmektedir. Dolayısıyla
karikatürden her bir evet oyunun, yeni anayasanın kabul edilmesini kolaylaştıracağı
şeklinde bir anlam çıkartılabilmektedir. Tutsaklık ve özgürlüğün bir nevi
karşılaştırması niteliği taşıyan bu karikatürde, 1982 Anayasası ‘tutsaklık’, 2010
Anayasası ise, özgürlük olarak simgelenmiştir. 82 Anayasası’nın topluma uygulanan
baskı sonucunda kabul edildiği, 2010 Anayasası ise, bu baskıyı kırma sistemi olduğu
şeklinde bir okuma yapılabilmektedir.
266
Karikatür 120: 27 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Tepe, muhalefet, PKK/
Gösterilenler:Onaylama, tehlikeye dikkat çekme
Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatür görsel anlamda
incelendiğinde birini muhalefetin oluşturduğu, diğerini terör örgütü PKK’ın
oluşturduğu iki tepe ve o tepelerde insanların yer aldığı görülmektedir. Muhalefet
tepesi, PKK tepesinden daha yüksektir. Muhalefet tepesinde yer alanlardan ‘hayır’
çığlığı yükselmektedir. Diğer tepedeki PKK ise, onları ‘bence de’ diyerek
onaylamaktadır. ‘Hayır’ söylemi bu karikatürün referandumla alakalı olduğunu
kanıtlamakta ve hem muhalefetin hem de PKK’nın aynı dili konuştuğuna vurgu
yapmaktadır. Dolayısıyla muhalefet ve terör örgütü PKK’dan ortak bir ses çıktığı
yani iki tarafında referandumda ‘hayır’dan yana bir tavır sergiledikleri
görülmektedir. PKK, Türkiye’de hiç istenmeyen bir terör örgütüdür. Karikatürde,
muhalefetin PKK ile referandumda aynı safta yer almış gibi gösterilmesi onun da
ülkeyle hıyanet içerisinde olduğu anlamını doğurmaktadır. Bu durum, muhalefete
yönelik bir ‘kötüleme’ çalışması olarak kabul edilebilmektedir. Zaman gazetesi,
muhalefeti böyle bir durumda göstererek muhalefete yani hayır’cı cepheye muhalif
olduğunu göstermiştir.
267
Karikatür 121: 29 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Zaman gazetesi çizeri Dağistan Çetinkaya
‘Kral ve Soytarı’ adıyla çizmektedir. Çizimlerinde kullandığı figür de kral ve
soytarıdır. Ancak yukarıdaki üç kareden oluşan karikatürde soytarı ve cellat vardır.
Cellat hayır’cı cephede ye almaktadır. Celladın tarafını duvarda yazdığı ‘hayır’ yazısı
belirlemektedir. Üçüncü karede, celladın ‘hayır’ yazısını duvara değil de ‘evet’
yazısının üstüne yazdığı görülmektedir. ‘Evet’ yazısı, ‘hayır’ yazısının yanında dev
büyüklüğünde kalmaktadır. Bu durum güç farkına işaret etmektedir. Soytarı ise,
cellada bu uğraşının boşa olduğunu ve milletin özgürlüklere ‘hayır’ demeyeceğini
söylemektedir. Bu sözlerinden soytarının da evet’çi cephede yer aldığı
görülmektedir. Karikatürde, evet lehine bir söylem üretilmiştir. Ancak bu söylem
üretilirken evet oyunun özgürlükleri temsil ettiği vurgulanmıştır. Karikatür, ‘evet’
oyunun içerisine ‘özgürlük’ adı altında bir ideoloji yerleştirmiştir. Zaman gazetesi,
bu karikatürde iktidar partisinden yana bir tavır sergilemiştir.
268
Karikatür 122: 05 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir kişi, hayır tabelası,
uçurum, göz bandı, mızrak/ Gösterilenler: Önünü görememe, düşüş, itaat
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması
yapıldığında karikatürde, bir kişi elinde mızrak gözleri göz bandıyla kapalı bir halde
‘hayır’ tabelası yönünde, önündeki uçurumu göremeden ilerlemektedir.
Karikatürdeki ‘hayır’ ifadesi karikatürün referandumla alakasını ortaya koymakta ve
karikatürdeki kişinin hayır yönünde oy kullanacağına işaret etmektedir. Karikatürün
yan anlamına bakıldığında ise, hayır oyunun milleti uçuruma sürükleyeceği ve
millete zarar vereceği yönünde bir okumayı gerekli kılmaktadır. Ayrıca ‘hayır’
cephesinin bazı gerçeklere gözlerini kapadığı ve bu yüzden de önünü göremediği
şeklinde bir anlama da neden olabilmektedir. Karikatürde balon içinde verilen
ifadeler ise, milletteki sürü psikolojisine ve itaatkârlığa vurgu yapmaktadır.
Karikatürde yine hayır muhalefeti yapılmıştır.
269
Karikatür 123: 10 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül ruhu, evet
damgası, bir kişi, ateş/ Gösterilenler: Hesaplaşma, mücadele, korku, teslimiyet
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘12 Eylül Ruhu’ diye
adlandırılan canavara benzer bir yaratık bulunmaktadır. Alevler içerisinde yer alan
bu yaratığın elleri teslim olmuş bir halde yukarıdadır. Yaratığın korkusu, elindeki
‘evet’ yazılı damga ile ona doğru gelen, onu damgalayacağını söyleyen kişiden
kaynaklanmaktadır. 12 Eylül Ruhu, 1980 darbesi ile onun devamı olan 1982
Anayasası’nı simgelemektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, bu dönemin
alevler içinde olan bir yaratığa benzetilmesi onun kötü, baskı dolu, zorbalıkla bütün
olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Evet damgasının kullanılması
karikatürün referandumla ilgili olduğunu göstermektedir. Karikatüre anlam
düzeyinde bakıldığında ilk etapta 12 Eylül Ruhunun istenmediği ve bunun
referandumdaki anayasa değişikliği oylamasından çıkabilecek olan bir ‘evet’le
anlaşılmaktadır.
Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1980 darbesi ve onun devamı olan 1982
Anayasası her ne kadar referanduma kadar olan süreçte içten içe istenmeyen
dönemler olarak kabul edilse de bu dönemlerin referandum sürecinde, kötü,
istenmeyen taraflarının daha çok ön plana çıkarılması ve ‘evet’ cephesi olan iktidar
270
tarafından her defasında o yönde söylemlerin yeni baştan üretilmesi, anayasa
değişimi ve hedeflenen sonuçlara ulaşma noktasındaki ideolojilerden
kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bir olayın kötü yanları ortaya konulduğunda, iyiye
olan özlem ve istek daha da artmaktadır. Bu durum, yeni anayasa değişimine
uyarlandığında 1982 Anayasası’nın kötü taraflarının ön plana çıkarılması da
meşrulaştırma bazında çok normal karşılanmaktadır. Zaman gazetesi, bu karikatürde
de istikrarlı, yanlı tarafını sürdürmüştür.
Karikatür 124: 19 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Beş başlı Ergenekon
dinozoru, seçim sandığı/ Gösterilenler: Yoksulluk, muhtaçlık, bağlantı kurma
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘Ergenekon’ olarak adlandırılan
beş başlı bir dinozor elinde bir seçim sandığıyla dilenirken çizilmiştir. Ergenekon
dinozorunun dilendiği şey para değil, ‘hayır’ oyudur. Ergenekon, Türkiye’de son
yıllarda çok gündemi meşgul eden ve birçok karanlık güçle bağlantısı olduğu iddia
edilen bir örgütün adıdır. Referandumda seçim sandığının daha doğrusu ‘hayır’
oyuyla Ergenekon arasında bağlantı kurulması, hayır cephesinin karanlık güçlerle
ilişki içerisinde olduğuna işaret etmektedir. Zaman gazetesi karikatüristlerinin
anayasaya giden süreçte, 1982 Anayasası’nın kötü yanları açığa çıkarılmaktadır.
Kötü yanlarının ortaya çıkarıldığı diğer bir durumsa, ‘hayır’ oyu ya da ‘hayır’
271
cephesidir. Yukarıdaki karikatürde de ‘hayır’ oyu ile bir terör örgütü olarak kabul
edilen Ergenekon arasında bağlantı kurulmuş ve ‘hayır’ oyunun verilmemesi
yönünde bir söylem geliştirilmiştir.
Karikatür 125: 20 Ağustos 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yeni anayasa ağacı, hayır
testeresi, evet suibriği/ Gösterilenler: Hayat verme, hayatına son verme
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür görsel açıdan incelendiğinde
ortada yeni anayasa olarak adlandırılan bir ağaç ve bu ağacın her iki tarafından
uzanan iki el bulunmaktadır. ‘Evet’ yazılı elde bir suibriği, ‘hayır’ yazılı elde ise, bir
testere yer almaktadır. Bu iki alet de ağaca doğru uzanmıştır. Karikatür yeni anayasa
değişimini temsil etmektedir. Suibriği, anayasa ağacını sulayarak ona hayat verirken
testere ise o ağacı kesmeye, hayatına son vermeye çalışmaktadır. Bunun yan
anlamına bakıldığında, evet cephesinin yeni anayasa değişimini desteklediği, hayır
cephesinin ise, onu desteklemediği ve yok etmeye çalıştığı yönünde bir okuma
yapılabilmektedir. Hayır’ın testereyle, evet’inse su ibriğiyle temsil edilmesi,
karikatürdeki ideolojik söylemi göstermeye yetmektedir. Evet cephesi en başından
beri anayasa değişimini desteklemiş ve bu yönde mücadele etmiştir. Hayır cephesi
ise, yeni anayasanın kabul edilmemesi için elinden geleni yapmıştır. Karikatür de
tam anlamıyla bu durumun ifadesidir.
272
Karikatür 126: 23 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Söylem Çözümlemesi Yorumu: Görsel göstergelerin anlamsal bazda hiç
kullanılmadığı yukarıdaki karikatür, iki kişi arasında geçen balon içi diyaloglardan
oluşmaktadır. Karikatürlerden birinin “Bu toplum geleceğiyle ilgili bir referandumu
boykot eder mi?” sorusu üzerine diğer kişi, “Merak etme bu millet toplum
mühendislerinin yönlendirmelerine ve taşeron partilerin sözlerine itibar etmez”
cevabını vermektedir. Referandum sürecinde, ‘evet’çiler, ‘hayır’cılar ve
‘boykot’çular olmak üzere üç cephe oluşmuştur. Evet cephesi Ak Parti’yi, hayır
cephesi MHP ve CHP’yi, boykot cephesi BDP’yi ifade etmektedir. Dolayısıyla bu
karikatür, referandumda milleti sandığa gitmemeye yani boykot etmeye çağıran BDP
üzerine kurulu bir karikatürdür. Karikatürde millete tam anlamıyla bir güven söz
konusudur. Bu güven, milletin boykot çağrısına itibar etmeyeceği yönündedir.
Karikatürün en büyük özelliği muhalefet, ikinci önemli özelliğiyse eleştiridir.
Yukarıdaki karikatür, bir yandan boykot çağrısını eleştirmiş diğer yandan ise,
milletin bu tür partilere itibar etmeyeceği ve boykot çağrısına uymayacağı yönünde
bir söylem geliştirmiştir.
273
Karikatür 127: 04 Eylül 2010- Zaman- Emre Özdemir
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, hayır oy pusulası,
seçim sandığı, yaratık, gölge/ Gösterilenler: Yansıma, bağlantı kurma
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, üç önemli gösterge
bulunmaktadır: oy pusulası, seçim sandığı ve gölge. Karikatürdeki adamın elinde,
İngilizceyle ‘no’ yani ‘hayır’ yazan oy pusulası bulunmakta ve adamın, o pusulayı
seçim sandığına atmak üzere olduğu görülmektedir. Ancak arkadan ikici önemli
gösterge olan adamın gölgesi belirmektedir. Gölgenin ilginç özelliğiyse ‘hayır’
oyunu tutan elin bir yaratığa dönüşmüş halde yansıtılmış olmasıdır. Bunun bu şekilde
yansıtılmış olması, ‘hayır’ oyunun tehlikesine dikkat çekilmek istenmesinden
kaynaklanmaktadır. Zaman gazetesi karikatüristleri sık sık ‘hayır’ oyunu ya korkunç
bir yaratığa dönüştürmüş ya da onun tehlikelerine farklı şekillerde dikkat çekmeye
çalışmıştır. ‘Evet’ oyu lehine bir söylem üreten gazete, ‘hayır’ söylemini
kötülemekle de kendi ideolojisine aykırı davranmadığını göstermektedir.
274
Karikatür 128: 04 Eylül 2010- Zaman- Cem Kızıltuğ
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Evet cephesinden bir kişi,
hayır cephesinden bir kişi, boykot cephesinden bir kişi, suibriği, balta, fidan/
Gösterilenler: Hayat verme, hayatına son verme, küslük
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması
yapıldığında, karikatürde evet cephesinden bir kişi, hayır cephesinden bir kişi ve
boykot cephesinden bir kişi olmak üzere toplamda üç kişi yer almaktadır. Evet’i
temsil eden kişinin elindeki suibriğiyle önündeki fidanı sulamaktadır. Hayır’ı temsil
eden kişi, elindeki baltayla kesmek için fidana yönelmiştir. Boykot’u temsil eden kişi
ise, yarısına kadar toprağa batmış bir halde ellerini bir birine kavuşturmuş, küsmüş
gibi bir ifadeyle yerinde durmaktadır. Boykotu temsil eden kişinin küs olduğu, öbür
tarafa bakmadan kafasını tınlamazmış gibi havaya kaldırmasından, ellerini birbirine
kavuşturmasından anlaşılmaktadır. Ellerini birbirine kavuşturmak beden dilinde
iletişime kapalı olmayı ya da küs olmayı temsil etmektedir. Diğer kesimlere gelince,
bunu gösteren bir durum olmasa bile, muhtemelen küçük fidan yeni oluşacak olan
yeni anayasanın temsilidir. Bu durum, hem üç kesimin orada temsil edilmesinden
hem de evet’çi cephenin onu desteklerken hayır’cı cephenin onu kesmek
istemesinden anlaşılmaktadır. Su, ‘hayat’ı simgelemektedir. Testere ise, hayata son
275
vermeyi temsil etmektedir. Yeni anayasa kabul edildiğinde, evet, hayır ve boykotçu
cephelerin yeni anayasa konusundaki yaklaşımları simgelenmiştir.
Zaman Gazetesi’nin hemen hemen tüm karikatürlerinde, anayasa değişikliğini
partiler üzerinden yürüttüğü görülmemiştir. Daha çoğunlukla ‘evet’, ‘hayır’ ve
‘boykot’çu cepheler oluşturulmuş ve bunların üzerinden muhalefet yapılmıştır. Bu
durum, Zaman Gazetesi’nin, diğer kesimlerin aksine anayasa değişikliğini partiler
üzerinden muhalefet yapmak istememesi ya da anayasa değişimini Ak Parti
mücadelesiymiş gibi göstermek istememesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bunu
yaparken tüm karikatürlerinde ‘evet’çi cephenin yanında yer aldığını inkâr etmemiş
ve destekler yönde bir söylem kullanmıştır. Yukarıdaki karikatürde bu durum çok net
bir şekilde görülebilmektedir.
Karikatür 129: 13 Eylül 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Askeri kışla, demokrasi
kadını, asker/ Gösterilenler: Hesaplaşma, geçmişe gönderme yapma, demokrasi
Göstergebilimsel Çözümleme: 2010’daki anayasa değişikliğinden önce en
kapsamlı şekilde yapılan anayasa değişikliği 1982’deki anayasa değişikliğidir. Ancak
bu anayasanın bir askeri darbe sonucu, askeri yönetim tarafından yapılmış olması,
onun mokratik yollardan yapılmadığı gibi bir sonucun çıkmasına neden olmaktadır.
12 Eylül 2010 referandumunun yapıldığı günün ertesi günü çizilmiş olan yukarıdaki
276
karikatürde ‘demokrasi’ olarak nitelendirilen bir kadın elinde terazisi ve kılıcıyla
birlikte askeri kışlanın kapılarını çalmaktadır. Pencereden gözüken bir asker ise,
“komutanım kışlaya yeni bir misafirimiz geldi” diye bağırmaktadır. Sandıktan ‘evet’
oyunun çıktığı günün ertesi günü çizilen bu karikatürün yan anlamına bakıldığında
referandumda demokrasinin kazandığı ve demokrasinin askeri kışlalara kadar gittiği,
bundan sonra askeri kışlalarda da demokrasinin işlev göreceği, darbe gibi demokratik
olmayan yollara başvurulmayacağı şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır.
Karikatürde hem 2010 Anayasası’nın demokrasi çizgisi çerçevesinde yapıldığına
dikkat çekilmiştir hem de askeri yönetimin 1982’deki girişimine gönderme de
bulunulmuştur. Bunun dışında bundan sonra orduya da demokratik sistemin hâkim
olacağı gibi bir sonuç da çıkartılabilmektedir.
Karikatür 130: 15 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 1980 demokrasi kadını,
2010 demokrasi kadını, anayasa kitabı/ Gösterilenler: Yaşlılık, yorgunluk, gençlik,
dinamizm,
Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamı okunduğunda,
ellerinde anayasa kitaplarıyla 12 Eylül 1980’deki demokrasi kadınıyla 12 Eylül
2010’daki demokrasi kadını yer almaktadır. Aynı istikamette ilerledikleri görülen iki
277
kadının fiziksel anlamda farklılıkları yansıttıkları görülmektedir. 1980 demokrasi
kadının hafif kambur yürümesi, yüzünden akan terler, elbisesinin yırtık ve yamalı
olması onun yorulduğunun, yaşlandığının, eskidiğinin göstergeleridir. 2010
demokrasi kadını ise, yepyeni elbiseler içinde alnı dik, kendinden emin ve güçlü bir
şekilde yürümektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığından Karikatürde, 1980
dönemi demokrasisi ile 2010 demokrasisi arasında bir karşılaştırmanın yapıldığı
görülmüştür. 1982 Anayasası’nın eskimiş artık işlev görmez olduğu o nedenle
anayasa değişimi yoluna gidildiği ve bunun sonucunda genç, dinamik, çağa uygun
bir anayasanın oluşturulmuş olduğu şeklinde bir okuma yapılabilmektedir.
Karşılaştırmada 2010 demokrasisinin lehine bir söylem geliştirilirken 1980 dönemi
demokrasisi içinse, muhalif bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, “Zafer 2010
demokrasisinindir!” tarzında yan tutan bir çizim olmuştur.
Karikatür 131: 16 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan
Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Siyahlar içinde bir adam,
seçim sandığı, sürpriz yumruk/ Gösterilenler: Zafer, mutluluk, yenilgi.
Göstergebilimsel Çözümleme: Osman Turhan tarafından referandum
sonrasında çizilmiş olan yukarıdaki karikatürde bir seçim sandığı ve siyah paltosu,
şapkasıyla karanlık güçleri temsil eden siyahlar içerisinde olan bir adam
gözükmektedir. Seçim sandığının içerisinden sürpriz bir yumruk çıkmıştır ve bu
278
yumruk karanlık güçleri temsil eden adamı oldukça korkutmuştur. Bu durum,
referandum sandığından çıkmış olan ‘evet’in zaferine işaret etmektedir. Karikatür,
diğer güçlerin istedikleri sonucu almadıklarını ve istediklerini yapamayacaklarını
yansıtmaktadır. Bu anlamda, karikatür, 12 Eylül 2010 referandum sonucundan
duyulan memnuniyetin adeta somut bir ifadesi şeklinde çizilmiştir. Sandıktan ‘evet’
çıkmış olması, birçok karanlık gücün işine gelmediği ve onlar için sürpriz olduğu
yansıtılmıştır. Zaman gazetesi bu karikatürle aslında kendi zaferini de göstermiş
olmaktadır. Çünkü en başından beri ‘evet’ oyu yönünde bir söylem geliştirmiş ve
onun seçim propagandasını yapmıştır. Gazete açısından bu sonuç sürpriz bir sonuç
değildir, beklenen bir sonuçtur. Çünkü gerçek anlamda bir demokrasi sınavı
verilmiştir.
279
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Toplumsal bazda yanlış bilinç üretme ile yakın ilişki içerisinde bulunan
‘ideoloji’ kavramı, daha çoğunlukla Marksist gelenek içinde yer alan düşünürler
tarafından kullanılmıştır. İlk başlarında kötü bir anlamda kullanılmayan ve zamanla
kötü bir anlama sahip olan ideoloji için, bir takım ön kabuller bulunmaktadır.
Bunların en başında ideolojinin belli bir toplumsal yapı içerisinde oluştuğu ve
egemen iktidara hizmet ettiği şeklindedir. Şüphesiz, ideolojinin varlığı da amacı da
toplumsal bir yapıyı gerektirmektedir ve ideolojiyi egemen iktidar kendi söylemlerini
yaymak ve meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Her egemen iktidar belli bir
ideolojiye sahip olsa da bunu açıktan açığa tüm netliğiyle yansıtmaz. Egemen iktidar,
bunu daha çoğunlukla toplum üzerinde hegemonya kurarak, yanlış bilinç yaratarak
yapar. Dolayısıyla ideolojinin yanlış bilinç yarattığı, düşünürlerin kabul ettiği ikinci
ön kabulü oluşturmaktadır.
Marksist düşünürlerin ideoloji ile ilgili kabul ettikleri diğer bir kriter ise,
ideolojinin medya/basın vasıtasıyla yayıldığı, doğallaştığı ve meşruluk kazandığıdır.
Ünlü Marksist düşünür Althusser’in devletin ideolojik aygıtları arasında saydığı
medya ya da basının bu konuda oldukça başarılı olduğu kabul etmektedir. Bu durum,
basının insanlara ne hakkında ne düşüneceklerini anlatmada çok başarılı olduğunu ve
onların düşünceleri, davranışları üzerinde bir hakimiyet kurduğunu göstermektedir.
İdeolojinin evrensel düzeydeki yayıcısı pozisyonunda olan medya, bu rolüyle
evrensel bir ideoloji anlayışının oluşmasının da önemli bir aktörü olmaktadır.
Mizah, ideolojik ya da düz anlamda verilmek istenen mesajın ince ayarla
espirili bir dille yansıtılması olayıdır. Mizah, çok geniş kapsamlı bir terim olsa da
bunun basın sayfalarına çizgisel olarak yansıyan türü karikatür olarak
adlandırılmaktadır. Gazetelerin kendi ideolojilerini ve söylemlerini net şekilde
yansıtma noktasında en başarılı oldukları materyalleri karikatürdür. Karikatür
çizerleri, kendi gazetelerinin ideolojileri yönünde çizim yapmakta ve gazetelerin
istediği söylemleri her defasında yeni baştan üretmektedir. Bu durum, cinsellik,
moda, günlük hayat, kadın gibi insana dair pek çok konuda olduğu gibi politika yani
siyasal söylemin ve ideolojinin üretimi noktasında da geçerlidir.
280
Konularına ve amacına göre çok sayıda karikatür türü bulunmaktadır. Siyasal
söylemin ve ideolojilerin gazete karikatürlerinde yeniden üretimi ‘siyasi karikatür’
adı altında yapılmaktadır. Siyasi karikatürler ortaya çıktıkları ilk andan itibaren
gazetelerin yayın politikaları yani ideolojileri çerçevesinde çizilmiş ve siyasetin de
önemli bir propaganda aracı olmuştur. Bu noktada, yani propaganda aracı olma
noktasında karikatür, politikacı ve okur arasında bağ kurma işlevi yüklenmektedir.
Siyasi karikatür, karikatür çizerinin kendi düşünceleri ve çalıştığı gazetenin
ideolojisini yansıtarak, okuyucuya hem kendi düşüncelerini aşılamakta hem
gazetesinin ideolojisini yaymakta hem de propagandasını yaptığı siyasal söylemi
yaygınlaştırmakta ve meşruluğunu artırmaktadır. Dolayısıyla siyasi karikatür,
egemen söylemin üretilmesi ve yeniden inşa edilmesinde, ideolojileri
doğallaştırmakta ve onları toplumun gözünde meşrulaştırmaktadır. Kendisi de
muhalif bir çizgide yer alan siyasi karikatür bu yönüyle okurunun da muhalif bir
bakış açısına sahip olmasını sağlamaktadır. Karikatürün okur üzerindeki bu etkisi
çoğunlukla fark ettirmeden olmaktadır.
Egemen söylemin, gazete ideolojilerinin ve kendi çizerinin egemenliği altında
bulunan karikatür, bu noktada çizgilerinde bir mücadele alanı yaratmakta ve okurun
zihninde onu yorumlamasına olanak tanımaktadır. Okura böyle bir olanak tanıyan
karikatür, her okur tarafından farklı şekillerde algılanmakta ve onda yer alan sembol
ve anlamlar vasıtasıyla yorumlanmaktadır. Siyasi karikatür de bu çerçeveye dâhil
olmaktadır. Siyasi karikatürün, en çok gündemde olduğu dönemler partiler arasındaki
rekabetin kızıştığı seçim dönemleri ve çok sık olmayan anayasa değişimlerinin
yaşandığı dönemlerdir. Siyasi söylemin ve ideolojilerin en çok karikatürlere
yansıdığı bu dönemlerde, gazetelerde kendi ideolojilerini çizgilerine yansıtmakta ve
hangi tarafta yer aldığına karar vermektedir. Hatta gazeteler tuttukları tarafı en rahat
karikatür çizgilerinde yansıtmaktadır. Çünkü karikatürün özünde muhalif olma yer
almaktadır. Dolayısıyla karikatür, özünde muhalefeti çekinmeden, taraf olarak,
eleştirerek yapmaktadır.
1982 ve 2010 anayasa referandum süreçlerindeki karikatürlerin incelendiği bu
çalışmada söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel çözümleme yöntemleri
281
kullanılmıştır. Söylem çözümlemesi, daha çoğunlukla alt yazı veya balon içinde
verilmiş konuşmaların olduğu karikatürler için tercih edilmiştir. Bu durum,
karikatürlerin bir ideolojisi ve söyleminin olduğunu kabul edilmesini
gerektirmektedir. Yazısız karikatürler içinse, göstergebilimsel çözümleme yöntemi
kullanılmıştır. Çünkü bu çalışmada siyasi karikatürler çözümlenmiştir ve bu
karikatürler açısından gösterge-simge ve sembollerin önemi büyüktür. Karikatürlerin
çoğunda iki yöntemin kullanılmış olmasıyla birlikte bazı karikatürlerde sadece
göstergebilim bazı karikatürlerde ise, söylem çözümlemesi kullanılmıştır. Bunu
belirleyen temel faktör ise, her iki yöntemin ihtiyaç duyduğu göstergelerin varlık
şeklidir.
Siyasal söylemin ve ideolojilerin gazete karikatürlerinde yeniden üretimi
noktasında 1982 ve 2010 anayasa referandum süreçlerinin, göstergebilimsel
çözümleme ve söylem çözümlemesi yöntemleri yoluyla mizahi karşılaştırmalarının
yapıldığı bu çalışmada, her iki dönemdeki gazetelerin siyasal söylemin ve ideolojileri
kendi karikatür çizgilerinde ürettiği ve bunların üretimi noktasında farklı yaklaşımlar
sergiledikleri görülmüştür. Bu durumun oluşmasında anayasaların oylandığı her iki
dönemdeki toplumsal ve siyasal anlamdaki farklıların etkisi büyüktür. Şüphesiz 2010
dönemi, 1982 döneminden toplumsal huzur bazında daha rahat, daha özgür bir
ortama sahiptir. 2010 döneminde iktidar ve muhalefet partilerinin aktif siyasetin
içerisinde yer alarak işlemeleri de demokrasinin bu dönemde, 1982 döneminden daha
yaygın işlediğini göstermektedir. Çünkü 1982 döneminde askeri bir yönetim söz
konusudur ve bu durumda siyasi partiler aktif olarak yürütmeyi yapmamaktadır. Söz
konusu her iki dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda gazetelerin farklı
söylemleri ürettiği ve yaygınlaştırdığı kabul edilmektedir. Buna göre;
1982 dönemindeki Cumhuriyet gazetesi; 1982 Anayasası’nın oluşturulma
sürecinde sol çizginin muhalif gazetesi olmuştur. Darbenin etkilerinin henüz yok
olmadığı ve yoğun bir şekilde hissedildiği bu dönemde Cumhuriyet, her türlü sansür
ve yasaklamaya rağmen muhalif tavrını karikatürlerine yansıtmaktan
vazgeçmemiştir. Ancak içinde bulunulan siyasi ortamdan dolayı muhalefeti daha
yumuşak çizgilerde yürütmüştür. Ama yine de 1982 döneminde incelenen gazeteler
282
arasında anayasaya ile ilgili en çok karikatür çizen gazete ve en muhalif ses
olmuştur. Gazete, muhalif tavrını 2010 sürecindeki kadar özgür bir şekilde
yansıtmamış ve daha çoğunlukla oy pusulalarının renkleri üzerinden göstermeye
çalışmıştır. Söylemlerini partiler üzerinden üretmeyen gazete, karikatürlerinde, yeni
anayasayı, baskı ortamını ve gazeteler üzerindeki sansürü sık sık çizgilerine
taşımıştır. Söylemlerini partiler üzerinden üretmeme nedeni daha çoğunlukla
dönemin koşullarından ve partilerin yürüttüğü bir siyasetin o dönem için söz konusu
olmamasından kaynaklanmaktadır.
İdeolojisi açısından kendini merkezi bir çizgide konumlandıran Güneş
gazetesi, 1982 Anayasası döneminde, karikatürlerinde orta bir yolu tercih etmemiş ve
muhalif bir çizgi izlemiştir. Gazetenin önemli karikatüristlerinden Ercan Akyol daha
çoğunlukla sözel olmayan görsel göstergelere yer verirken okuru daha çok
düşünmeye sevk etmiştir. Bedri Koraman ise, tam tersi bir yol izlemiştir. Koraman,
çizimlerini hem renkli çizmiş hem de sözel ve görsel göstergeler kullanarak, okurun
daha az düşünmesini sağlamış, her şeyi hazır bir halde okurun önüne sermiştir.
Koraman’ın karikatürlerinde ‘mavi’ rengin ağırlıkta kullanılması ve bu rengin
‘anayasaya hayır’ın rengi olması Koraman’ın ve dolayısıyla Güneş gazetesinin de
‘hayır’ın destekçisi olduğunu kanıtlamaktadır. Güneş gazetesi anayasa konusunda
kendi ideolojisinden oldukça ayrı davranmış ve muhalif bir yol izlemiştir.
1982 döneminde incelenen diğer bir gazete olan Tercüman gazetesi, ilk
başlarda anayasayla ilgili çizim yapmamış ve 1982 döneminde incelenen gazeteler
arasında konuyla ilgili en az karikatür çizen gazete olmuştur. Tercüman, ilk başlarda
daha çoğunlukla ekonomi, Siyonizm gibi konuları karikatürlerine konu etmiştir.
Ancak daha sonraki aşamalarda anayasayla ilgili yaptığı çizimlerde egemen söylemin
yanında yer almış ve 1982 Anayasası ile ilgili ürettiği söylemde ‘evet’ oyunun
propagandasını yapmıştır. Tercüman gazetesi, takındığı tavırla Cumhuriyet
gazetesiyle ayrı kutuplarda yer almıştır. Tercüman gazetesinin 1982 dönemindeki
ideolojisinin sağ çizgide olması ortaya çıkan bu durumu çok da şaşırtıcı
kılmamaktadır.
283
Çalışmanın ikinci bölümünü 2010 referandumu oluşturmuştur. 2010
döneminde sol kanadın temsilcisi olarak incelenen Cumhuriyet gazetesi, 2010
referandumunda basındaki muhalif çizginin başını çekmiş ve karikatürlerinde açıktan
açığa ‘hayır’ı desteklemiştir. Referandumda anayasa değişikliğini onaylamayan
Cumhuriyet gazetesinin karikatürleri iktidarın söylemini destekleyip yeniden
üretmemiş tam tersi muhalif bir tavır takınmıştır. Cumhuriyet gazetesi, 2010
referandum sürecinde siyasal söylemin üretimini muhalif bir çizgiden yapmış ve
iktidar partisinin söylemini sürekli eleştirmiştir. 2010’da Cumhuriyet, 1982
sürecinden daha özgür bir ortamda karikatürlerini eleştirel tarzda çizmiştir. Bu
durumun somut örneği, 2010’da konuyla ilgili olarak en çok karikatür çizen gazete
olmasında görülmektedir. Cumhuriyet gazetesi, karikatürlerini ideolojisini
desteklediği CHP’yi destekler tarzda çizmiş, Ak Parti’nin ideolojisini ve söylemini
ise sürekli eleştirmiştir. Gazete, referandumdan ‘evet’in geçmesi halinde
oluşabilecek tehlikeler üzerine sürekli senaryolar üretmiş ve daha çoğunlukla evet
oyunu cumhuriyet, demokrasi, Atatürkçülük, laiklik karşıtı olarak göstermiştir. Bu
durumu, hem göstergebilimdeki göstergeleri kullanarak hem de ideolojik bir söylem
üreterek oluşturmuştur.
Çalışmada merkez rolüyle incelenen Milliyet gazetesinin 2010 döneminde
Haslet Soyöz ve Ercan Akyol olmak üzere iki tane çizeri bulunmaktadır. Bu iki
karikatür çizerinin çizgilerindeki ideoloji aynı değildir. Soyöz’ün çizgisinde daha
çoğunlukla iktidar partisinin, anayasa değişikliğine ‘evet’in taraftarlığını görmek
mümkünken, Akyol gazetenin iktidara ve değişime karşı muhalif çizgisi olmuştur.
Ercan Akyol’un 1982 Anayasası’nın oylandığı dönemde, diğer bir merkez gazete
olarak kabul edilen Güneş gazetesinde de yer alması ve o dönemde de anayasaya
karşı muhalif bir tavır içerisinde bulunması oldukça manidar kabul edilmektedir. Bu
anlamda Soyöz, iktidar partisinin söylemlerini yeniden üretirken, Akyol muhalefetin
söylemini yeniden üretmiş ve çizgilerinde muhalefeti desteklemiştir. Bu yönüyle bu
iki yazarın her iki tarafın ideolojisini ve söylemini yayarak gazetenin merkez olma
rolünü dengede tuttukları söylenebilmektedir.
284
2010 dönemi Zaman gazetesindeki karikatürler daha çoğunlukla yazısız
karikatür olma özelliği taşımaktadır. Gazete, karikatür çizgilerinde partilerden çok
‘evet ve hayır’ cepheleri üzerinden çizimler oluşturmuş, partiler karikatürlere ilk
etapta hiç yansıtılmamıştır. Bunun nedeni, gazetenin referandumu bir parti
meselesiymiş gibi göstermek istenmemesinden kaynaklanmaktadır. Genel anlamda
‘evet’ söylemi desteklenmiş ‘hayır’ söylemi ise, yerilmiş ve zorbalıkla suçlanmıştır.
Gazete, ayrıca ‘hayır’ söylemini yayanların egemen söylemin de kabul ettiği gibi
vatansever olmadığını yansıtmaya çalışmıştır. Zaman, Cumhuriyet gazetesinin aksine
‘hayır’ın muhalefetini yapmıştır. Gazetenin karikatürlerindeki söylemleri iktidar
partisinin direk olmasa da söylemini destekler nitelikte bulunmuştur.
Dolayısıyla çalışmanın amacına uygun olarak oluşturulan varsayımlar
değerlendirildiğinde çalışmada şu sonuçları görmek mümkün olmuştur:
1982 ve 2010 referandum anayasa değişikliği süreçleri, siyasal söylemin ve
ideolojilerin üretimi noktasında gazetelerin karikatür çizgilerine gazetelerin egemen
söyleme yakınlık derecesine göre muhalif ya da yanlı olarak yansıdığı görülmüştür.
Buna göre, sol kanadı temsil eden gazeteler muhalif, sağ tarafı temsil eden gazeteler
yanlı bir tavır sergilerken, merkez konumundaki gazeteler ise, 1982 döneminde
muhalif, 2010 döneminde ise, her iki tarafı idare edebilecek tarzda hem muhalif hem
de yanlı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Yani hem askeri yönetimin etkili olduğu 82
Anayasası sürecinde hem de Ak Parti’nin iktidar olduğu 2010 referandum sürecinde
sağ görüşlü gazetelerin anayasal değişikliği karikatürlerinde onayladığı sol görüşlü
gazetelerinse onaylamadığı görülmüştür. Sol ve sağın iki ayrı kutba ayrıldığı bu
süreçlerde merkez konumundaki gazeteler, tam olarak sürecin ortasında yer almak
gibi bir tavır takınmamışlardır. 1982 dönemindeki Güneş gazetesi muhalif bir çizgide
olmuş 2010 dönemindeki Milliyet gazetesinin ise, bir yazarı yanlı diğer yazarı ise
muhalif bir tavır sergilemiştir. Dolayısıyla her iki dönemdeki sağ ve sol çizgideki
gazeteler her ne kadar “Hem askeri yönetimin etkili olduğu 82 Anayasası sürecinde
hem de Ak Parti’nin iktidar olduğu 2010 referandum sürecinde sağ görüşlü gazeteler
anayasal değişikliği karikatürlerinde onaylarken sol görüşlü gazeteler değişikliği
onaylamamıştır. Merkez konumundaki gazeteler ise, sürecin ortasında yer almak gibi
285
bir tavır takınmıştır” şeklindeki varsayımı genellikle doğru çıkartsa da merkez
konumundaki gazeteler için bunu söylemek oldukça güç olmaktadır. Çünkü merkez
kanadı temsilen seçilen gazetelerin orta bir yol tercih etmediği ve çoğunlukla bir
tarafı tuttuğu görülmüştür.
1982 ve 2010 döneminde incelenen gazetelerin karikatürleri, kendi
gazetelerinin ideolojilerini yansıtmış ve pekiştirmiştir. Her iki dönemde gazeteler,
siyasal söylemi ve ideolojiyi tuttukları tarafa göre yorumlamış, yaygınlaştırmış ve
meşrulaştırmıştır. Bu yönleriyle karikatürler, anayasa değişim süreçlerinden kendi
tuttukları tarafa göre ‘evet’ ve ‘hayır’ın söylemini meşrulaştırmış ve
doğallaştırmıştır. Bu varsayım oldukça doğru olmakla beraber, anayasaların oluştuğu
ortamlardan kaynaklanan bir takım farklılıklar söz konusudur. Çünkü 1982
döneminde, demokrasinin göstergesi olan partilerin aktifliği söz konusu değildir. Bu
dönemde oluşturulmaya çalışılan anayasa, askeri yönetim tarafından ortaya atılmış,
hazırlanmış bir anayasadır. Bu anayasayı eleştirmek, anayasaya muhalefet etmek bile
yaygın bir durum değildir. Anayasa askeri yönetimin anayasası olunca, gazeteler de
herhangi bir partinin yanında ya da karşısında yer alma gibi bir durum içerisinde
olmamışlardır. Eleştiri daha çoğunlukla oylamanın renkleri üzerinden dolaylı bir
şekilde yapılmış ve askeri yönetim de çok fazla eleştirilmemiştir. Ancak aynı durum
1982 Anayasası’nın bazı maddelerinin değiştirildiği 2010 referandum süreci için söz
konusu değildir. Bu dönemde, her ne kadar gazetecilik tarafsızlığına aykırı bir durum
olsa da basın açısından herhangi bir siyasi tarafta yer almak neredeyse zorunlu
görülmüştür. Genel anlamda basın, merkez olma görevini unutmuş, iktidar partisi ya
da muhalefet partilerinin yanında yer almıştır. Dolayısıyla 2010 referandumunda
karikatürler gazetelerin taraf olduğu siyasi partilere göre çizilmiştir. İncelenen
gazeteler arasında bunun en belirgin örneklerini ise, 2010 döneminde solu temsil
eden Cumhuriyet ve sağı temsil eden Zaman gazeteleri vermiştir. Cumhuriyet, CHP
lehine Ak Parti aleyhine karikatürler çizerken, Zaman gazetesi ise, Cumhuriyet kadar
net göstermese de CHP karşıtı bir muhalefet geliştirmiş ve Ak Parti yanlısı bir tavır
içerisinde olmuştur.
286
1982 Anayasası’nın oylandığı süreçte 1980 askeri darbesinin etkilerinin hala
silinmediği ortadadır. Bu tür bir ortamda basın için çok sayıda kısıtlayıcı ve
sansürleyici etken söz konusudur. Dolayısıyla bu süreçte basının özgürlüğü açıktan
açığa kısıtlanmıtır. 2010 referandum sürecinde ise, herhangi bir askeri müdahale söz
konusu değildir. Bu dönemde basın üzerinde herhangi bir sansür girişimi ya da
kısıtlama söz konusu olduysa da bu daha çoğunlukla doğrudan baskı araçlarıyla değil
ideolojik yollardan yapılmıştır. Ancak bu dönemde, 82 dönemindeki
gazetecinin/çizerin kendi kendine uyguladığı sansür durumu çok yaygın değildir. Bu
sonucu, incelenen gazetelerin her iki dönemdeki karikatürlerinden de çıkartmak
mümkün olmaktadır. Bu durumda şunu söylemek çok da yanıltıcı olmayacaktır: Her
iki dönemdeki gazeteler içinde bulundukları siyasi ortamdan etkilenmişlerdir.
Dolayısıyla 1982 dönemindeki karikatür çizerleri 2010 döneminden daha az
özgür olmuşlardır. Bu nedenle, 1982 referandum sürecindeki gazetelerin
karikatürlerinde anayasa oylamasına yaklaşımlarındaki eleştiri dozu, 2010
referandumu sürecindeki gazetelerin karikatürlerinden daha az seviyede olduğu
görülmüştür. Bu durum, içinde bulunulan egemen siyasi ortamın karikatürlere bakış
açılarından kaynaklanmıştır. 1982 döneminde anayasayla ilgili karikatürlerin 2010
döneminden daha az olması 82 dönemindeki karikatürlere karşı hoşgörünün daha az
olduğunu kanıtlamaktadır. Oysaki demokrasinin özünde farklılıklara hoşgörü vardır.
Tıpkı bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin sahibi Nadir Nadi’nin belirttiği gibi
demokrasinin gerçekleşebilmesi, bir bakıma, “Düşüncemize ya da çıkarımıza ne
denli aykırı bulsak da karşıt savları hoşgörü ile karşılamamıza bağlıdır” (Cemal,
2004/c: 356). Bu durum, bireysel ve toplumsal anlamda çok önemli olmakla beraber
en çok egemen gücü ellerinde bulundurmaları nedeniyle siyasal söylemi üretenler
açısından önem atfetmektedir.
287
KAYNAKÇA
Ahmad, Feroz (2002), Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Doruk Yayınları.
Akay, Ali (2004). “Moderniteyi Yeniden Ele Almak: İdeolojisizleşme”, İdeolojiler
1, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Ağustos- Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28,
ss. 11-25, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Akca, Emel B. (2009). “İdeoloji- Dil- Söylem ve Anlam İlişkisi: Medyada Anlamın
Toplumsal İnşası”, Ed: İsmet Parlak, Medyada Gerçekliğin İnşası:
Türk Medya Söylemine Eleştirel Bir Bakış, Konya: Çizgi Kitabevi.
Akman, Ayhan (1997). “From Cultural Schzophrenia to Modernist Binarism:
Cartoons and Identities in Turkey (1930-1975)”, Princeton Papers:
Interdisciplinary Journal of Middle Eastern Studies, vol. VI, Spring. pp.
83-133
Alemdar, Korkmaz (1999). Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, İstanbul: Afa
Yayıncılık.
Alkan N. (2006). Avrupa Karikatürlerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı İmajı,
İstanbul: Selis Kitaplar.
Althusser, Louis (2002). Marx İçin, Çev: Işık Ergüden, İstanbul: İthaki Yayınları.
Althusser, Louis (2006). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları: Yeniden Üretim
Üzerine, Çev: A. Işık Ergüden ve Alp Tümertekin, 2. Baskı, İstanbul:
İthaki Yayınları.
Alver, Füsun (2006). “Niklas Luhmann”, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan
Kuramcılar: Kadife Karanlık 2, Haz: Gül Batuş, Füsun Alver, M. Bilal
Arık vd., İstanbul: Su Yayınları.
288
Alver, Füsun (2009). “Kültürel Çalışmalarda Medya Metinlerinin Okunması
Sürecinde İzleyicinin Konumlandırılması”, Terör ve Haber Söylemi,
Ed: Mustafa Şeker- N. Tülay Şeker, İstanbul: Literatürk Yayınları.
Anık, Cengiz (1994). “Kamuoyu Oluşturan Araçlar”, İletişim Dergisi, Sayı: 1-2,
Ankara.
Ardıç, Aslıhan (2009). “Güneş’in Doğuşu ve Batışı”, Türkiye’de Kitle İletişimi
Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara: Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları.
Arık, M. Bilal (1998). 1980’den Sonra Yaşanan Toplumsal Değişim ve
Karikatürün Değişen İşlevi: Değişen Toplum Değişen Karikatür,
İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Arklan, Ümit (2011). “Kamu Yönetiminin Halkla İlişkileri Açısından Referandum:
12 Eylül 2010 Referandumu Sivas Araştırması”, Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Bahar 2011,
S: 32, s. 87-125.
Arslan, Ali (2006). “Medya- Politika İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”,
Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ss. 1-8.
Asker, Ayşe (2009). “Gazeteci Milletvekilleri: 1980-2009”, Türkiye’de Kitle
İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara:
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Atamaz Aşçıoğlu, Elif (2001). Yazısız Karikatürün Grafik Sanatındaki Yeri,
Yazısız Karikatür Uygulamaları, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Grafik Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Sanat Eseri,
Ankara.
Atabek, Ümit (2007). “Söylem Çözümlemesi: Başlangıç Düzeyi İçin Öneriler”, Der:
Ümit Atabek ve Gülseren Şendur Atabek, Medya Metinlerini
289
Çözümlemek: İçerik Göstergebilim ve Söylem Çözümleme
Yöntemleri, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Aydın, Mehmet Ali (2007). “Milletvekili Adaylarının Belirlenme Usulü ve
Önseçim”, Yasama Dergisi, 5, ss.82-108.
Balcıoğlu, Semih ve Öngören Ferit (1973). 50 Yılın Türk Karikatürü, İstanbul:
Türkiye İş Bankası Yayınları.
Balcıoğlu, Semih (1983). Cumhuriyet Dönemi Türk Karikatürü (1923- 1983), 4.
Baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Bannett, Tony (1988). “Media, Reality, Signification”, Culture, Society and the
Media, London: Routledge, pp. 287-307.
Barrett, Michele (2004). Marx’tan Foulcault’ya İdeoloji, Çev: Ahmet Fethi,
Ankara: Doruk Yayıncılık.
Barthes, Roland (1993). Göstergebilimsel Serüven, Çev: Mehmet Rifat- Sema
Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Bayram, Yavuz (2009). “Türkiye’de Siyasi Karikatürün Yeri ve 11’nci
Cumhurbaşkanlığı Seçimine İlişkin Siyasi Karikatürlerin
Çözümlenmesi”, Selçuk İletişim, 6, 1, ss.107- 123.
Bektaş, Arsev (2000). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Belsey, Andrew (1998), “Mahremiyet, Aleniyet, Siyaset”, Der: A. Belsey ve R.
Chadwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev: Nurçay
Türkoğlu, ss: 102-118, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Berger, Arthur Asa (1993). Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed: Nazmi
Ulutak- Aslı Tunç, Çev: Murat Barkan, Nazlı Bayram vd. Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Basımevi.
290
Berger, John (1986). Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman ve M. Gürsoy,
İstanbul: Metis Yayınları.
Bergson, Henri (2006). Gülme: Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, 2. Baskı,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Beriş, Hamit Emrah (2011). “AK Parti 2007- 2011 Seçim Beyannameleri: Süreklilik
ve Değişim”, Siyaset Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye)
Ders Notları, Der: Hamdi Turşucu ve Hamit Emrah Beriş, Ankara: AK
Parti AR-GE Başkanlığı Yayınları.
Bıçakçı, İlker (2002). İletişim ve Halkla İlişkiler, İstanbul: Media Cat Yayınları.
Boral, Gülay (2009). “Basının 24 Ocak Kararları Karşısında Tutumu”, Türkiye’de
Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara:
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Bozdağ, İsmet (1992), Dünyada ve Türkiye'de Basın İstibdadı, İstanbul: Emre
Yayınları.
Bulut, Selda (2011). “Sendikal Basın ve Karikatür”, Ulusal İletişim Kongresi
Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı,
13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.
Büker, Seçil (1991). Sinemada Anlam Yaratma, Ankara: İmge Kitabevi.
Büyükkantarcıoğlu, S. Nalan (2012). “Söylem İncelemelerinde Eleştirel Dilbilimsel
Boyut: Eleştirel Söylem Çözümlemesi ve Ötesi”, Haberi Eleştirmek,
Ed: Ömer Özer, Konya: Literatürk Yayınları.
Cemal, Hasan (2004/a). Tank Sesiyle Uyanmak: 12 Eylül Günlüğü, 10. Baskı,
İstanbul: Doğan Kitap.
291
Cemal, Hasan (2004/b). Demokrasi Korkusu: 12 Eylül Günlüğü, 6. Baskı,
İstanbul: Doğan Kitap.
Cemal, Hasan (2004/c). Tarihi Yaşarken Yakalamak: Demokrasi Notları, 3.
Baskı, İstanbul: Doğan Kitap.
Cemal, Hasan (2005). Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim, İstanbul: Doğan Yayıncılık.
Cevizci, Ahmet (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Engin Yayıncılık:
Ceylan, Yılmaz (2012). “Toplumsal Değerler ve Medya Etiği”, Dicle Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: DÜSBED, Yıl 4, Sayı 7, Nisan
2012, ss.45-58.
Chomsky, Noam ve Herman, Edward S. (2004). Medyanın Kamuoyu İmalatı,
İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi.
Cohen, Gerald Allan (1978). Karl Marx’s Theory of History: A Defence, Oxford:
Clarendon Press.
Cohen, Bernard C. (1963).The Press and Foreign Policy, Princeton: Princeton
University Press.
Curan, James (1991). İletişim Araçları Üzerine Çalışma: Kuramsal Yaklaşımlar,
Ankara: A.Ü.B.Y.Y.O.
Curan, James (1991). “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Der:
Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset, Ankara: Ark Yayınları.
Çakır, Hamza ve Yavalar, Deniz Elif (2011). “Tarihimizin İlk Mizah Dergisi
Diyojen’in Kapatma Cezalarına Yine Mizahi Yoldan Gösterdiği
Tepkiler”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve
Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:
Mega Ofset.
292
Çakmak Kılıçaslan, D.Emine (2008). Siyasal İletişim İdeoloji ve Medya İlişkisi,
İstanbul: Kriter Yayınevi.
Çebi, Murat Sadullah (1997). Haber İçeriğinin Nesnelliği Efsanesi, Ankara:
Türkiye Sosyal Araştırmalar Derneği, S: 1.
Çebi, Murat Sadullah (2002). “Günümüzde Siyasetin Medyada İnşası ve Sunumu
Üzerine Bazı Dikkatler”, İletişim, s. 14, Güz, ss. 1-33.
Çeğin, Güney ve Arlı, Alim (2004). “İdeoloji Kavramının Aşınması ve Pierre
Bourdieu’nun Kuramsal Seçenekleri”, İdeolojiler 1, Doğu Batı Düşünce
Dergisi, Ağustos- Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28, ss. 67-81, Ankara:
Doğu Batı Yayınları.
Çelik, Nur Betül (2005). İdeolojinin Soykütüğü: Marx ve İdeoloji, Ankara: Bilim
ve Sanat Yayınları.
Çeviker, Turgut (1986). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü I- Tanzimat Dönemi
ve İstibdat Dönemi (1867-1878 / 1878-1908), İstanbul: Adam
Yayıncılık.
Çeviker, Turgut (1988). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü II Meşrutiyet
Dönemi (1908- 1918), İstanbul: Adam Yayıncılık.
Çeviker, Turgut (1991). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü III- Kurtuluş Savaşı
Dönemi (1918- 1923), İstanbul: Adam Yayıncılık.
Çeviker, Turgut (1997). Karikatür Üzerine Yazılar, İstanbul: İris Yayıncılık.
Çoban, Barış (2006). “Louis Althusser”, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan
Kuramcılar: Kadife Karanlık 2, Haz: Gül Batuş, Füsun Alver, M. Bilal
Arık vd., İstanbul: Su Yayınları.
Demir, Vedat (2007). Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yayınları.
293
Demirel, Tanel (2011). “Demokrasi ve Demokratikleşme Üzerine”, Siyaset
Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye) Ders Notları, Der:
Hamdi Turşucu ve Hamit Emrah Beriş, Ankara: AK Parti AR-GE
Başkanlığı Yayınları.
Demirkent, Nezih (1982). Sayfa Sayfa Gazetecilik, İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi.
Dennis, Everette E. ve Merril, John C. (2002). Media Debates: Great Issues for
The Digital Age, 3rd Edition, Belmont-Wadsworth: Thomson
Learning.
Derdiman, Ramazan Cengiz (2006). Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Türk
Anayasa Düzeni, İstanbul: Alfa Aktüel Yayınları.
Devran, Yusuf (2010). Haber Söylem İdeoloji, İstanbul: Başlık Yayın Grubu.
Devran, Yusuf ve Seçkin, Gülcan (2011). “12 Eylül Referandumunun Sosyal ve
Politik Açıdan Değerlendirilmesi”, Global Media Journal, Bahar
2011, s: 2, ss. 153- 233.
Doğan, Ferruh (1984). Türk Karikatürü, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Kitap 84
Eki.
Doğru Arsan, Esra (2004). “Medya-Güç İdeoloji Ekseninde Merve Kavakçı
Haberlerinin İki Farklı Sunumu”, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi,
Der: Çiler Dursun, Ankara: Elips Kitap.
Durmuş, Mehmet (2010). “Evet ya da Hayır Dayatması”, İslami Camiada
Referandum Tartışmaları, Der: Zakir Aydın, İslami Yorum e-Kitap.
Dursun, Çiler (2004). “Haberde Gerçekliğin İnşa Edilmesi Ne Demektir?”, Der: Çiler
Dursun, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara: Elips Kitap.
Dursun, Çiler (2001). TV Haberlerinde İdeoloji, Ankara: İmge Kitapevi.
294
Eagleton, Terry (2005). İdeoloji, Çev: Muttalip Özcan, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Eğin, Oray (2011). İmha Planı: Medya Nasıl Çökertildi?, 7. Baskı, İstanbul:
Destek Yayınevi.
Emre Kaya, Ayşe Elif (2010). “Cumhuriyet Gazetesi’nin Kuruluşundan Günümüze
Kısa Tarihi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,
2010,2 (39), ss.75-92.
Engels, Frederick (1968). Ludwing Feuerbach, Moskova: Foreign Languages
Publushing.
Erdemol, Mustafa K. (2010). Aklını Yitiren Türkiye, İstanbul: Cumhuriyet
Kitapları.
Erdin, Murat (2010). Silahsız Kuvvetler: Medya (Darbelerde Basının Ayak
Sesleri), İstanbul: Destek Yayınevi.
Erdoğan, İrfan (1999). “Dördüncü Gücün İlettiği: Amerikan Örneği”, Haz: Korkmaz
Alemdar, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, ss. 33-42, İstanbul:
Afa Yayıncılık.
Erkman- Akerson, Fatma (2005). Göstergebilime Giriş, İstanbul: Multılıngual
Yayıncılık.
Ertan Keskin, Zerrin (2004). “Türkiye’de Haber İncelemelerinde van Dijk Yöntemi”,
Der: Çiler Dursun, Haber Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara: Elips
Yayınları.
Faik, Bedii (2003). Matbuat Basın Derkeen…Medya, 4. Cilt, İstanbul: Doğan
Kitap.
Fairclough, Norman (1992). Discourse and Social Change, Cambridge: Polity
Press.
295
Fırlar, Belma ve Çelik, Murat (2010). “Gazete Reklamlarında Mizah: Türk Mizah
Reklamlarına İlişkin Tarihsel Bir Analiz, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 3/12, ss. 164-177.
Filiz, Şahin (2008). “Ahlak Felsefesinin Temel İlkeleri Perspektifinden Türkiye’de
Medya- Siyaset İlişkileri”, Ed: Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset,
2. Baskı, Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.
Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş, İstanbul: İletişim Yayınları.
Fiske, John (2003). İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, 2. Baskı,
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Foucault, Michel (2001). “Söylemin Düzeni (9-42)”, Ders Özetleri, Çev: Selahattin
Hilav, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gardner, Richard A. (2002). “The Blessing of Living in a Country Where There are
Senryü!”: Humaor in the Response to Aum Shinrikyö”, Asian Folklore
Studies, Vol. 61. No: 1, pp. 35-75.
Gencel Bek, Mine (2003). “Yerel Politika ve Yerel Medya”, Der: Sevda Alankuş,
Medya ve Toplum, İstanbul: IPS İletişim Yayınları.
Giddens, Anthony (2009). Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori: Marx, Durkheim
ve Max Weber’in Çalışmalarının Analizi, Çev: Ümit Tatlıcan,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Giritli İnceoğlu, Yasemin ve Akgün Çomak, Nebahat (2009). “Teun A. van Dijk”,
Haz: Yasemin G. İnceoğlu ve Nebahat A. Çomak, Metin
Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Göker, Cemil (1993). Gülme ve Güldüren Sanat Türleri, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
296
Göker, Göksel ve Doğan, Adem (2011). “2010 Referandumunda Türk Basınının
Siyasal Gündemi: Hürriyet, Haber Türk, Zaman ve Yeni Şafak
Örneğiyle”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik
Dergisi (e-GİFDER), s: 2, Eylül 2011, ss: 45-69.
Gökmen, Yavuz (1996). “Medya ve İdeoloji”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı, S:
11, Yıl: 2, ss.711-719, Ankara: Yeni Türkiye Medya Hizmetleri.
Göze, Ayferi (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayınları.
Gözübüyük, A.Şeref (1999). Anayasa Hukuku: Anayasa Metni ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi, Ankara: Turhan Kitabevi.
Graeme, Burton (1995). Görünenden Fazlası, Çev: Nefin Dinç, İstanbul: Alan
Yayıncılık.
Gramsci, Antonio (2007). Hapishane Defterleri, Çev: Adnan Cemgil, 5. Baskı,
İstanbul: Belge Yayınları.
Gramsci, Antonio (1997). Hapishane Defterleri Seçmeler, Çev: Adnan Cemgil,
İstanbul: Belge Yayınları.
Graux, Henry (1994). “Okuma Yazma ve Siyasal Güçlenmenin Eğitbilimi”,
Okuryazarlık, Dünyayı ve Sözcükleri Okuma, Der.: Paula Freire-
Donaldo Macedo, Ankara: İmge Yayınları.
Guiraud, Pierre (1994). Göstergebilim, Çev: Mehmet Yalçın, 2. Baskı, Ankara:
İmge Kitabevi.
Gurevitch, Michael ve Blumler, Jay G. (1997). “Siyasal İletişim Sistemleri ve
Demokratik Değerler”, Der: Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset,
Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
297
Gül, Mehmet Şener (2000). Anayasa Hukuku Açısından Kurucu Referandum,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Ankara.
Güneri, Canan (2008). Sanat Alanı Olarak Mizah: Sanat, Mizah, Karikatür
İlişkisi Ve Türkiye’den Üç Örnek, İnönü Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Malatya.
Hall, Stuart (1999a). “Kültür Medya ve İdeolojik Etki”, Der: Mehmet Küçük, Medya
İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınları.
Hall, Stuart (1999b). “İdeolojilerin Yeniden Keşfi, Medya Çalışmalarında Baskı
Altında Tutulanın Geri Dönüsü”, Der: Mehmet Küçük, Medya
İktidar İdeoloji, Ankara, Ark Yayınları.
Hall, Stuart (2002). “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Der: Süleyman İrvan, Medya
Kültür Siyaset, 2. Baskı, Ankara: Alp Yayınevi.
Hançerlioğlu, Orhan (1992). Türk Dili Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Hünerli, Selçuk (1993). Türkiye’de Gazete Karikatürünün Durumu ve Siyasi
Karikatürün Söylemi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik
Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Hünerli, Selçuk (2011). “Bir Muhalefet Aracı Olarak Karikatür ve Savaş Karşıtı
Karikatürler”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve
Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:
Mega Ofset.
Haydari, Nazan (2011). “Neoliberalleşme Sürecinde Basın Karikatürleri: Çokseslilik
ve Radyo”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve
Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
298
Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:
Mega Ofset.
Ilgın, Leyla (2003). “Söylem ve İdeoloji’, Haz: Barış Çoban ve Zeynep Özarslan,
Söylem ve İdeoloji Mitoloji-Din-İdeoloji, ss. 285-297, İstanbul: Su
Yayınları.
Işık, Metin (2002). Türkiye ve Dünya Bağlamında Kitle İletişim Sistemleri,
Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.
Işık, Metin (2008). “Türkiye’deki İletişim Sisteminin Medya Siyaset İlişkilerine
Yansımaları”, Ed: Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset, 2. Baskı,
Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.
İnal, M. Ayşe (1996). Haberi Okumak, İstanbul: Temuçin Yayınları.
İnal, M. Ayşe (1997). “Haber Metinlerine Eleştirel Bir Bakış: Temel Sorunlar ve
Örnek Çalışmalar”, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık,
ss.135-164.
İnal, M. Ayşe (1999). “Medya Dil ve İktidar Sorunu: İletişim Çalışmalarında Medya
ve Siyaset İlişkisini Nasıl Tartışmalıyız”, İletişim, Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Sayı: 3, ss.13-36, Ankara.
İnal, M. Ayşe (2003), “Medyanın ‘Etkisi’ Sorunsalına Başka Bir Bakış”, Der: Sevda
Alankuş, Medya ve Toplum, İstanbul: IPS İletişim Yayınları.
İnam, Ahmet (Şubat 2009). “Felsefede Mizah, Mizahta Felsefe”, Olaylara Farklı
Bir Bakış Açısı: Karikatür ODTÜ’lüler Bülteni Ankara: ODTÜ
Mezunları Derneği Yayınları.
İnceoğlu, Yasemin A. ve Çomak, Nebahat A. (2009).“Teun A. van Dijk”, Der:
Yasemin Giritli İnceoğlu- Nebahat Akgün Çomak, Metin
Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
299
İçel, Kayıhan (1986). “Günümüzde Basının Kamusal Görevleri”, Genç Gazeteciler
Eğitim Semineri, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
İrvan, Süleyman (2000). “Metin Çözümlemelerinde Yöntem Sorunu”, Medya ve
Kültür (3-5 Mayıs 2000, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu
Bildirileri), Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi.
Jefferson, Thomas (1961). Thomas Jefferson’dan Seçme Parçalar, Çev: Mete
Tunçay, İstanbul: Yenilik Basımevi.
Kabacalı, Alpay (1994). Türk Basınında Demokrasi, Ankara: Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Kabacalı, Alpay (2000). Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Matbaa Basın ve
Yayın, İstanbul: Literatür Yayınları.
Kahraman, Leyla ve Evre, Bülent (2008). “Türkiye’deki Siyasi Parti Programlarında
“Demokrasi” Kavramlaştırmaları: Karşılaştırmalı Perspektifle AKP ve
CHP Örnek Olayı”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 9 (1), ss.
63-80.
Kanlıgöz, Cihan (1996). “Katılımcı Demokrasi ya da İdari Usul Kanunu Hazırlığı”
Uluslararası Sempozyumu Üzerine”, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt: 45, Sayı: 1–4, ss.167–183.
Kar, İsmail (1996). “Mizah-Külüt-Gülüt-Karikatür”, Karikatür ve İletişim,Ankara
Uluslararası Karikatür Festivali, Ankara: Karikatür Vakfı.
Kaya, Ayhan (2004). “İdeolojiden İdeolojiye Yolculuk: Düşüncebilimden
Kimlikbilime”, İdeolojiler 1, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Ağustos-
Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28, ss. 67-81, Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Kaya, Raşit (1999). “Medya, Toplum ve Siyaset”, Haz: Korkmaz Alemdar, Medya
Gücü ve Demokratik Kurumlar, ss. 23-32, İstanbul: Afa Yayıncılık.
300
Kaya, Raşit (2001). “Televizyon: Medyanın Amiral Gemisi ya da Globalleşmenin
Taşıyıcısı”, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık 1999:
Mahmut Tali Öngören’e Armağan, Ankara: A.Ü. Basımevi, ss.
199-206.
Kaya, Raşit (2009). İktidar Yumağı: Medya, Sermaye, Devlet, Ankara: İmge
Yayınları.
Kaya, Raşit (2009). “Türkiye Siyasal Yaşamında 1980’ler Sonrası Gelişmeler ve
Medya”, Der: Korkmaz Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün-
Bugün- Yarın, Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Karpat, Kemal H. (2009). Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Çev: Güneş
Ayas, 3. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları.
Kekeç, Ahmet- Şimşek, Erdal ve Güler, Kemal (?). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e
Cumhuriyet’ten Günümüze Yakın Tarih Ansiklopedisi, 6. Cilt,
İstanbul: Akit Yayınları.
Kırca, Levent (1996). “Mizah ve Siyaset”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı: 12,
yıl: 2, sayı: 12, ss. 1436-1437, Ankara: Yeni Türkiye Medya
Hizmetleri, Kasım- Aralık.
Kocaman, Ahmet (2009). “Dilbilim Söylemi”, Haz: Ahmet Kocaman, Söylem
Üzerine, 3. Baskı, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Koloğlu, Orhan (2009). “1980 Sonrasında Türkiye’de Muhalif Basın”, Der: Korkmaz
Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara:
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Kongar, Emre (1986). Kültür ve İletişim, İstanbul: Say Yayınevi.
Köktener, Aysun (2004 ). Bir Gazetenin Tarihi: Cumhuriyet, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
301
Köroğlu, Beyza Nur (2009). Referandum ve Türkiye Uygulaması, Kırıkkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Kırıkkale.
Köse, Aynur (2011). “1980’lere Mizah Üzerinden Bir Bakış: Gırgır Dergisi Örneği”,
Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah
Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi
Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.
Kubalı, Hüseyin Nail (1971). Anayasa Hukuku, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları.
Laçiner, Ömer (Ekim 2010). “Yeni Bir Dönemin Eşiğinde”, Birikim, S: 259.
Lang, J.C. ve Lee, C.H. (January, 2010). “Workplace humor and organizational
creativity”, The International Journal of Human Resource
Management, Vol.21, No: 1.
Lasswell, Harold (1960). “The Structure and Function of Communication in
Society”, Ed: W. Schramm, Mass Communications, Urbana: University
of Illinois Press.
Lefebvre, Henri (1996). Marx’ın Sosyolojisi, Çev: Selahattin Hilav, 3. Baskı,
İstanbul: Sorun Yayınları.
Lenin, Vladimir (1963). Selected Works, Cilt: 1, Moskova: Foreign Languages
Publushing.
Lukacs, Georg (1971). History and Class Consciousness, Londra: Merlin Press.
Lull, James (2001), Medya İletişim Kültür, Çev: Nazife Güngör, Ankara: Vadi
Yayınları.
Mahçupyan, Ethen (2011). “Türkiye’nin Siyaset Yelpazesi: Sağ ve Sol”,
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 15.
302
Mannheim, Karl (2009). İdeoloji ve Ütopya, Çev: Mehmet Okyayuz, Ankara: De ki
Basım Yayım.
Marcuse, Herbert (1997). Tek Boyutlu İnsan, İstanbul: İdea Yayınevi.
Mardin, Şerif (2008). Din ve İdeoloji, 17. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
Mardin, Şerif (2009). İdeoloji, 13. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
Marx, Karl ve Engels, Frederick (1999). Komünist Parti Manifestosu, Çev: Yılmaz
Önay, İstanbul: Evrensel Yayınları.
Marx, Karl ve Engels, Frederick (2011). Alman İdeolojisi, Çev: Emir Aktan,
Ankara: Alter Yayıncılık.
Matsusaka, John G. (2008). “Direct Democracy and the Executive Branch”, Ed:
Shaun Bowler and Amihai Glazer, Direct Democracy’s Impact on
American Political Institutions, pp.115-135, New York: Palgrave
Macmillan.
Mclellan, David (2009). İdeoloji, Çev: Barış Yıldırım, 2. Baskı, İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Mctıghe, Sheila (January 1993). “Perfect Deformity, Ideal Beauty, and the
"Imaginaire" of Work: The Reception of Annibale Carracci's "Arti di
Bologna" in 1646, by Sheila McTighe”, The Oxford Art Journal,
England: Oxford University Press.
Mc Quail, Denis (1992). Media Performance: Mass Communication and The
Public Interest, London: Sage Publications.
Meyer, Thomas (2002). Medya Demokrasisi (Medya Siyaseti Nasıl
Sömürgeleştirir), Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
303
Mora, Necla (2008). Medya Çalışmaları Medya Pedagojisi ve Küresel İletişim,
Ed: Cem Uçan, İstanbul: Altkitap.
Mumby, Dennis K. (2005). “İdeoloji ve Anlamın Toplumsal İnşası: Bir İletişim
Bakış Açısı”, Doğu Batı, Çev: Çiler Dursun, Kasım-Aralık-Ocak 2004-
2005, ss.123-141.
Mutlu, Erol (2008). İletişim Sözlüğü, Beşinci Basım, Ankara: Ayraç Kitapevi.
Nişanyan, Sevan (2003). Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçenin Etimolojik
Sözlüğü, 2. Basım, İstanbul: Adam Yayınları.
Oral, Tan (1989). “Kuyruğu Dik Tutmak”, Hürriyet Gösteri Dergisi, Nisan 1989.
Oral, Tan (1998). Yaza Çize, İstanbul: İris Koleksiyonu.
Öğün Emre, Perrin ve Çavdar, Ayşe (2011). “Yeni Muhalefet Eski Dil: Bir Siyasal
İletişim Aracı Olarak Mizah”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin
Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi
İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs
2010, Erzurum: Mega Ofset.
Öksüz, Onur (2007). “Kamuoyu Oluşum Sürecinde Basın-Siyaset Etkileşiminin Etik
Açıdan Değerlendirilmesi: Kıbrıs Müzakerelerinin Hürriyet
Gazetesinde Sunumu”, Selçuk İletişim, 5, 1, ss. 66-81.
Öner, Şerif (2005). “Katılımcı Demokrasi Açısından Belediye Kanunu”, Ed. Hüseyin
Özgür ve Muhammet Kösecik, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel
Yazılar - 1 Reform, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Öngören, Ferit (1984). “Türk Mizah ve Karikatürü”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, cilt: 5, İstanbul: İletişim Yayınları.
Özdiş, Hamdi (2004). Tanzimat Devri Mizah Gazetelerinde Batılaşma ve
Toplumsal Siyasal Eleştiri: Diyojen (1870- 1873) ve Çaylak (1876-
304
1877) Üzerinde Bir Araştırma, Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Özer, Atilla (1985). Karikatürün Reklamlarda Kullanımı, Anadolu Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Eskişehir.
Özer, Atilla (1994). İletişimin Çizgi Dili Karikatür, Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Özer, Atila (2003). Karikatür ve Karikatürcü Hakları: Karikatür-Sosyoloji ve
İnsan Hakları, Ankara: Karikatür Vakfı Yayınları.
Özer, Atilla (2007). Karikatür Yazıları, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.
Özer, Ömer (2011). Haber Söylem İdeoloji: Eleştirel Haber Çözümlemeleri,
Konya: Literatürk Yayınları.
Özer, Yalçın (1996), “Basında Siyasi Yozlaşma”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı
I, Yıl:2, Sayı:11, Ankara.
Özhan, Taha- Ete, Hatem ve Bölme, Selin M. (2011). SETA Analiz: 2010’da
Türkiye, SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı),
S:32, Ankara.
Özocak, Gürkan (2011). “Türkiye’de Siyasi İktidarın Mizahla İmtihanı: İfade
Özgürlüğü ve Karikatür”, TBB Dergisi, s. 94, ss. 261- 294.
Özünlü, Ünsal (1999). Gülmecenin Dilleri, Ankara: Doruk Yayınları.
Özyiğit, Ercan (2008). Toplumsal İktidar ve Medya: Gazi Mahallesi Olaylarının
Basında Sunumu, İstanbul: Birey Yayıncılık.
Parsa, Seyide ve Parsa, Alev (2004). Göstergebilim Çözümlemeleri, İzmir: Ege
Üniversitesi Basımevi.
305
Pettid, Mıchael J. (2003). “May the Gods Strike You Dead! Healing Through
Subversion in Shamanic Narratives”, Asian Folklore Studies, Vol. 62,
No: 1, pp.113-132.
Pirim, Oktay (1996). “Medya ve Dil”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı: 12, Yıl: 2,
Sayı: 12, ss. 1415-1417, Ankara: Yeni Türkiye Medya Hizmetleri,
Kasım- Aralık.
Poyraz, Bedriye (2002). Haber ve Haber Programlarında İdeoloji ve Gerçeklik,
Ankara: Ütopya Yayınevi.
Potter, Jonathan ve Whetherel, Margaret (1992). Discourse and Social Psychology,
CA: Sage.
Ramonet, Ignacıo (2000). Medyanın Zorbalığı, Çev: Aykut Derman, İstanbul: Om
İletişim Yayınları.
Rifat, Mehmet (2009). Göstergebilimin ABC’si, 3. Baskı, İstanbul: Say Yayınları.
Rigel, Nurdoğan (2000). Haber, İstanbul: Der Yayınları.
Rigel, Nurdoğan (2005). “Lacan’ın Çekiciyle Put Kırmak: Slavoj Zizek”, Haz:
Nurdoğan Rigel, Gül Batuş vd. 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan
Kuramcılar: Kadife Karanlık, 2. Baskı, İstanbul: Su Yayınevi.
Rivers, William L. (1982), The Other Government: Power and the Washington
Media, New York: Universe Books.
Rosen, Michael (1996). On Voluntary Servitude: False Consciousness and the
Theory of Ideology, Cambridge: Polity Press.
Rubin, Richard (1981), Press, Party and Presidency, London: Norton Press.
Sancar Üşür, Serpil (1997). İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan
Söyleme, Ankara: İmge Kitabevi.
306
Sancar Üşür, Serpil (2008). İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan
Söyleme, 2. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi.
Sanders, Barry (2001). Kahkahanın Zaferi: Yırtıcı Tarih Olarak Gülme, Çev:
Kemal Atakay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Saussure, Ferdinand de (1979). Genel Dilbilim Dersleri, Çev: B. Vardar, Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Sayın, Ali Kemal (2011). “Anayasa Değişiklikleri ve Çalışma Yaşamına
Yansımaları”, Sosyal Siyaset Konferansları, S:61, 2011/1 ss. 518-527.
Schudson, Michael (1994). “Haber Üretiminin Sosyolojisi”Çev: Abdülrezak Altun-
Meltem Ağduk Gevrek, İLEF Yıllık, Ankara Üniversitesi İletişim
Fakültesi Yayınları.
Seo, Myeong-Gu ve Creed, W.E. Douglas (2002). “Institutional Contradictions,
Praxis and Institutional Change: A Dialectical Perspective”, Academy of
Management Review, 27 (2), pp. 222-247.
Selçuk, Turhan (1998). Grafik Mizah, Der: Turgut Çeviker, İstanbul: İris
Yayıncılık.
Severin, W. J. ve Tankard, J. W. (1994), İletişim Kuramları (Kökenleri,
Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev: Ali Atıf
Bir ve Serdar Sever, Eskişehir: Kibele Sanat Merkezi.
Sevinçli, Efdal (Mart 1985). “Edebiyat Tarihimizde Gülmecenin, Yerginin Varlığı”,
Hürriyet Gösteri Dergisi, S: 52, ss. 69.
Seyhan, Salih (2011). “II. Meşrutiyet Döneminde Yayınlanan Mizah Gazetesi:
Karagöz”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve
Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal
İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega
Ofset.
307
Shoemaker, Pamela ve Reese, Stephen D. (2002). “İdeolojinin Medya İçeriği
Üzerindeki Etkisi”, Der: Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset, 2.
Baskı, Ankara: Alp Yayınevi.
Sholle, J. David (1994). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar ve
Bilgiye”, Der: Mehmet Küçük, Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark
Yayınları.
Sönmez, Mustafa (2010). Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı, İstanbul:
Yordam Kitap.
Sözen, Edibe (1996). “Haber Söylemi ve İdeoloji”, Yeni Türkiye Medya Özel
Sayısı: 12, yıl: 2, sayı: 12, ss. 1543-1548, Ankara: Yeni Türkiye
Medya Hizmetleri, Kasım- Aralık.
Sözen, Edibe (1999). Söylem, İstanbul: Paradigma Yayınları.
Sutherland, Max ve Sylevester, Alice K. (2000). Advertising and the Mind of the
Consumer, St. Leonidas, Australia: Griffin Press.
Sümer, Necdet (2005). Karikatür Sanatının Doğası Üzerine, Karikatür ve Felsefe,
www.felsefesinifi.com.
Şahbaz, İbrahim (2006). Yarı Doğrudan Demokrasi Kurumu Olarak
Referandum ve Türkiye, Ankara: Yetkin Basım Yayım ve Dağıtım.
Şenyapılı, Önder (2003). Neyi, Neden, Nasıl Anlatıyor? Karikatür Kim, Niye
Çiziyor?, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Tanrıverdi, Yusuf (2010). “Eylül Karanlığına Bir Mum Yakmak”, Der: Zakir Aydın,
İslami Camiada Referandum Tartışmaları, İslami Yorum e-Kitap.
Tek, Hayati (2007). Darbeler ve Türk Basını, 3. Baskı, Ankara: Elips Yayınları.
308
Tellan, Bülent (2009/a). “Ali Naci Karacan ve Milliyet”, Der: Korkmaz Alemdar,
Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara: Gazeteciler
Cemiyeti Yayınları.
Tellan, Bülent (2009/b). “Cumhuriyet’in Gazetesi Cumhuriyet”, Der: Korkmaz
Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara:
Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Tellan, Bülent (2009/c). “Cumhuriyet Olayı: Kemalistler Cemalistlere Karşı”, Der:
Korkmaz Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın,
Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.
Tellan, Derya ve Tellan, Tolga (2011). “Mizah, Karikatür ve Seri Anlatı: Çocuk
Karakter Kullanımı Örneğinde Tuğçe”, Ulusal İletişim Kongresi
Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk
Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı,
13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.
Temiztürk, Hakan (Ocak 2009). “Türkiye’de Ordunun Siyasete Müdahale Geleneği
ve Basın: 27 Nisan 2007 Muhtırasından Önce ve Sonra”, Erciyes
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Akademia, Cilt: 1, Sayı: 1, ss.
6- 26.
Tezcan, Demet (2010). “Referandum 12 Eylülle Yüzleşme Günüdür”, Der: Zakir
Aydın, İslami Camiada Referandum Tartışmaları, İslami Yorum e-
Kitap.
Tokgöz, Oya (2003). Temel Gazetecilik, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Tokgöz, Oya (1991-1992), “Medya’da Birikim, Tekelleşme ve Sorunları”, Ankara
Üniversitesi BYYO Yıllığı Şevket Evliyagil’e Armağan, Ankara.
Tokmakçıoğlu, Erdoğan (2011). Türk Basın Tarihi, Ankara: İsim Yayınları.
Topuz, Hıfzı (1984). Dünyada Karikatür Akımları, Milliyet Sanat Dergisi, S.93.
309
Topuz, Hıfzı (1986). İletişimde Karikatür ve Toplum, Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Topuz Hıfzı (1997). Başlangıcından Bugüne Dünya Karikatürü, İstanbul: İnkılap
Kitapevi.
Topuz, Hıfzı (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, 2. Basım,
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Tuncel, Işık ve Bahtiyar, Mutlu (2005), “Mizahın Gerçek Yeri Neresi?”, Ed. M. Bilal
Arık, Türk Basınına Eleştirel Bir Bakış Denemesi: Kral Çıplak,
Konya: Tablet Kitabevi.
Tunç, Aslı (2000). Beyond the Line: The Situation of Editorial Cartoonists as a
Press Freedom Issue in Post-1980 Turkey, Dissertation, Temple
University.
Uğur, İmran (2007). Televizyon Reklamlarında Mizahın Kullanımı, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana
Bilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya.
Ulagay, Osman (2012). Türkiye Kime Kalacak?, 9. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap.
Ersoy, Ali Ulvi (2001). “Gazete Karikatürü ve Aykırı Düşünceler”, Mizah Kültürü,
Ağustos, S. 8 (1998).
Urhan, Veli (2000). Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul:
Paradigma Yayınları.
Uzun, Coşkun (2010). “Referanduma Bakış”, İslami Camiada Referandum
Tartışmaları, Der: Zakir Aydın, İslami Yorum e-Kitap.
Ülkü, Güler (2004). “Söylem Çözümlemesinde Yöntem Sorunu ve van Dijk
Yöntemi”, Der: Çiler Dursun, Haber Hakikat ve İktidar İlişkisi,
Ankara: Elips Yayınları.
310
van Dijk, Teun A. (1988). News as Discourse, New Jersey: Lawrence Earlbaum
Assaciates Publication.
van Dijk, Teun A. (1993). “The Interdisciplinary Study of News As Discourse”, Ed.
Klaun Bruhn Jensen and Nicholas W. Jankowski, Handbook of
Qualitative Methodologies For Mass Communication Research,
London: Routledge.
van Dijk, Teun A. (1993). “Principles of Critical Discourse Analysis”Dıscourse and
Socıety, London: Newbury Park and New Delhi Publication.
van Dijk, Teun A. (1999). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”, Der: Mehmet
Küçük, Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınları.
van Dijk, Teun A. (2003). “Söylem ve İdeoloji Çok Alanlı Bir Yaklaşım”, Haz: Barış
Çoban ve Zeynep Özarslan, Söylem ve İdeoloji Mitoloji-Din-İdeoloji,
Çev: Barış Çoban, Zeynep Özarslan ve Nurcan Ateş, s. 13-112, İstanbul:
Su Yayınları.
van Dijk, T. A. (2003/b). “Critical discourse analysis. D.Schiffrin”, Ed. D. Tannen,
& E. H. Hamilton, In The Handbook of Discourse Analysis, pp. 352-
372, Oxford: BlakwellPublishing.
van Dijk, Teun A. (2007). “Medya İçerikleri: Bir Söylem Olarak Haberin Disiplinler
Arası Çözümlemesi”, Der: Ümit Atabek ve Gülseren Şendur Atabek,
Medya Metinlerini Çözümlemek: İçerik Göstergebilim ve Söylem
Çözümleme Yöntemleri, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Vardar, Berke (1983). XX. Yüzyıl Dilbilimi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Yağlı, Soner (2009). “Direne (meye)n Aktörlerin Galibiyetsiz Savaşımı: Gerçeklik
ve Medyadaki İnşası”, Ed: İsmet Parlak, Medyada Gerçekliğin İnşası:
Türk Medya Söylemine Eleştirel Bir Bakış, Konya: Çizgi Kitabevi.
311
Yanardağ, Merdan (2008). Medya Nasıl Kuşatıldı: Emin Çölaşan- Aydın Doğan
Tartışması ve Medyanın Ekonomi Politiği, İstanbul: Siyah Beyaz
Kitap.
Yaylagül, Levent (2008). Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel
Yaklaşımlar, 2. Baskı, Ankara: Dipnot Yayınları.
Yaylagül, Levent ve Çiçek Cengiz (2010). "Türkiye'de Hükümet ve Medya İlişkileri:
AKP ve Doğan Grubu Örneği". Almanak 2009 Analizleri, ss. 403-
421, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları.
Yaylagül, Levent ve Çiçek, Cengiz (2011/a). “12 Eylül 2010 Referandum Sürecinin
Türkiye’deki Yazılı Basında Sunumu”, Folklor/Edebiyat,Sayı: 68.
2011 / 4. ss. 85-120.
Yaylagül, Levent ve Çiçek, Cengiz (2011/b). "AKP, Referandum ve Yandaş Basında
Demokratikleşme Söylemi", Haz.: Serap Korkusuz Kurt, Almanak
2010 Analizleri, ss. 246-270. İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı
Yayınları.
Yazıcı, Serap (2009). Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye, İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Yengin, Deniz (2011). “İletişim Aracı Olarak Karikatürde Komik Şiddet Kullanımı”,
Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah
Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi
Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.
Yeşilorman, Mehtap (2008). “Halkın İradesi Bağlamında Halkoylamaları: Bir Hukuk
Sosyolojisi Denemesi”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arşivi, S: 22, ss.
191-220.
Yılmaz, M. Abdullah (2010). Dil Zekâsı, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
312
Yılmaz, Murat (2010). SETA Analiz: 2010 Referandumu Siyasi Partilerin
Tutumları, SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı),
S:28, Ankara.
Yılmaz, Serdar Bülent (2010). “Cürmünden Fazlasını Yakan Bir Tartışma:
Referandum”, Der: Zakir Aydın, İslami Camiada Referandum
Tartışmaları, İslami Yorum e-Kitap.
Yoltaş, Niyazi (1984). Karikatür Sanatı, İstanbul: Varlık Dergisi.
Yücel,Yonca Güneş (2008). 1972-1980 Yılları Arasında Bir Mizah Dergisi:
Gırgır’da Yoksulluk Temsiliyetleri, Kocaeli Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli.
Zeyrek, Deniz (2009). “Söylem ve Toplum”, Haz: Ahmet Kocaman, Söylem
Üzerine, 3. Baskı, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Zizek, Slavoj (1991). The Sublime Object of Ideology, Londra ve New York: Verso
Press.
Zizek, Slavoj (2008). İdeolojinin Yüce Nesnesi, Çev: Tuncay Birkan, İstanbul:
Metis Yayınları.
Zürcher, Erik Jan (1995). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim
Yayınları.
--------- (1984), Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim
Yayınları.
---------- (1986), Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Ana Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi (1986). Cilt: 12, İstanbul: Ana
Yayıncılık.
313
Meydan Larousse Ansiklopedileri, Cilt: 10-11-14.
Şahabettin, Cenap. Akbaba, 20 Haziran 1963
İNTERNET
Bostancı, Naci (2012). “Kısa Bir Medya-Siyaset İlişkisi Tarihi”,
http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=427, Haziran 2012.
Erişim Tarihi: 04 Mart 2012.
Çopur, Hakan (2010). “Türk Medyasında Sözün Özü Var mı?”,
http://www.setav.org/public/yazdir.aspx?Dil=tr&hid=52866, Ekim 2010.
Erişim Tarihi, 2 Eylül 2011.
Çopur, Hakan (2011). “Yeni Türkiye ve Medya”,
http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=79498&q=%
E2%80%9Cyeni-turkiye%E2%80%9D-ve-medya 10 Mayıs 2011.
Erişim Tarihi: 11 Aralık 2011.
Ersoy, Ruhi (2010). “Referandumdan Neden Evet Çıktı?”,
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=referandumdan-
neden-evet-cikti-&id=7500, 17-09-2010, Erişim Tarihi: 03 Ocak 2012.
Görmüş, Alper (2012). “Türkiye’de Medya ve Siyaset İlişkilerinin Kırılma
Dönemleri”, http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=428,
Haziran 2012, Erişim Tarihi: 24 Mart 2012.
Karacabey, Mehmet (2010). “Referandum Sonucu ve Siyasi Partilerin Performansı”,
http://www.ajans5.com/detay/2010/09/13/referandum-sonucu-ve-
siyasi-partilerin-performansi-analiz.html, 03-09-2010, Erişim Tarihi:
03 Mart 2012.
Küçükyılmaz, M. Mücahit (2010). “Referanduma giderken 12 Eylül’ün
Hatırlattıkları”, http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=602,
09 Mart 2010. Erişim Tarihi: 27 Ocak 2012.
314
Küçükyılmaz, M. Mücahit (2012). “Bu Sene Referandum Bayrama Denk Düştü”,
http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=579, Haziran 2012,
Erişim Tarihi: 27 Ocak 2012.
Şaşkal, Ohannes (1978). “Karikatürün Dili”,
http://www.atilaozerkarikaturevi.com/1989/05/bir-iletişim-sanatı-
olan-karikaturun.html, Erişim Tarihi: 10 Ekim 2012.
Önkibar, Sabahattin (2011). “Medyasız Muhalefet”,
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php. Erişim Tarihi:
29-05-2012.
Özer, Atilla(2004). “Karikatür, Popüler Kültür ve Popüler Karikatür”,
http://www.anadolu.edu.tr./aozer/makaleler/10.html. Erişim Tarihi: 20
Eylül 2011.
Özkır, Yusuf (2010).“Muhafazakâr Medya ve Referandum”,
http://www.milligazete.com.tr/makale/muhafazak%C3%A2r-medya-
ve-referandum-177544.htm, 23 Eylül 2010. Erişim Tarihi: 02 Şubat
2012
http://tr.wikipedia.org, Erişim Tarihi: 03-03-2012
http://tr.wikipedia.org/wiki/Referandum, Erişim Tarihi: 05.02.2011.
http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2010Referandum/KesinSonuc/Sonuc.pdf, Erişim
Tarihi: 14. 01. 2011.
http://www.referandum.org/eski-referandumlar, Erişim Tarihi: 29.12.2011.
http://www.tdk.gov.tr. Erişim Tarihi: 05.02.2011.
http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=referandumda-neden-34hayir-
34-demeliyiz&id=7047 Erişim Tarihi: 07.04.2012.
315
http://www.ozgurmedya.org.articledetail.asp?AuthorID. Erişim Tarihi: 07.08.2012.
GAZETELER
01 Eylül- 01 Aralık 1982 Cumhuriyet
01 Eylül- 01 Aralık 1982 Güneş
01 Eylül- 01 Aralık 1982 Tercüman
01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Cumhuriyet
01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Milliyet
01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Zaman
Hüseyin Gülerce, Zaman, 10 Eylül 2010
Ali Bulaç, Zaman, 13 Eylül 2010, s.23
Ali Ünal, Zaman, 6 Eylül 2010, s.21
Hüseyin Gülerce, Zaman, 10 Eylül 2010, s.21
Yakup Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, Cumhuriyet, 6 Eylül 2010, s.15.
Enis Coşkun, Büyülü Elma Referandumu, Cumhuriyet, 6 Eylül 2010, s.2.
Güray Öz, ‘Hayır’, Cumhuriyet, 8 Eylül 2010, s.6.
Oktay Akbal, ‘Hayırda Hayır Vardır’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s.2.
Orhan Bursalı, ‘Hayırlı Bayramlar’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s.6.
Ataol Behramoğlu, ‘Sivil Dikta Anayasasına Hayır’, Cumhuriyet, 11 Eylül 2010, s.6.
Ümit Zileli, ‘Bin Kere Hayır’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s. 14.