yil: 6 sayi: 32 İkİ ayda bİr yayimlanir Ücretsİzdİr ......ortak amaç: barış İnsan, korku...

44
YIL: 6 SAYI: 32 TEMMUZ/AĞUSTOS 2012 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR. Gençlik Dergisi

Upload: others

Post on 01-Feb-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

YIL: 6 SAYI: 32TEMMUZ/AĞUSTOS 2012İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR.

Gençlik Dergisi

Page 2: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

BİLGİYURDU GENÇLİK DERGİSİ

YIL: 6 SAYI: 32

SAHİBİBilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür

Derneği Adına Dernek BaşkanıMustafa ÖZTÜRK

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜOsman KARABABA

YAZIŞMA ADRESİSahabiye Mah. Mete Cad.

Boylar Sk. Çetinbulut Apt Nu:1 K:2 D:3 Kocasinan/KAYSERİ

TELEFON(0352) 232 32 67

WEBwww.bilgiyurdu.org.tr

[email protected]

GRAFİK TASARIMIHatice İbakorkmaz

BASKIOrka Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.

Organize San. Böl.43. Cad. Nu: 11 KAYSERİ

(0352) 322 17 00

İçindekiler

Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.

Hukukî sorumluluk yazarlara aittir.

MİLLÎ SİYASETE DÖNMEK TÜRKİYE İÇİN BİR MECBURİYETTİRMustafa ÖZTÜRK ................................................................................................................................3

SURİYE MESELESİ ve ABD’nin ORTADOĞU POLİTİKASIProf. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU............................................................................................................5

TARİHİNİ BİLMEYEN MİLLETLER YOK OLMAYA MAHKÛMDURProf. Dr. Cihan DURA ........................................................................................................................8

TERÖRLE MÜZAKERE DEĞİL MÜCADELE ETMEK ZORUNLULUKTURBilgiyurdu .......................................................................................................................................... 11

GEYİKLİ BABAYrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER ................................................................................................ 12

BU OYUN BAŞKA OYUN…Osman KARABABA ......................................................................................................................... 14

CİVAN’IN DİLOY’Uİsmail BOZKURT .............................................................................................................................. 16 “‘ALP’ Mİ ‘ALP’ MI?” BAŞLIKLI YAZIYA BİR DESTEK ÜÇ İTİRAZMehmet KILINÇ ............................................................................................................................... 18

TİŞÖRT YAZILARI Bilgehan AYATA ............................................................................................................................... 21

ÖĞRENME STRATEJİLERİNİN ÖĞRETİMİİbrahim GÜNGÖR ........................................................................................................................... 23

PARAPSİKOLOJİ (2)Ünsal ARSLANKAYA ........................................................................................................................ 25

TEK DİL BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDİRAytekin AYDOĞAN ......................................................................................................................... 27

TÜRK ORDUSUNUN 2221’İNCİ KURULUŞ YIL DÖNÜMÜİsmail ÖZÖREN ................................................................................................................................ 29

ÖLÜMÜNÜN 42. YILINDA ZEKİ VELİDÎ TOGANAlper KEPEZKAYA ............................................................................................................................ 31

YAHYA KEMAL BEYATLI’NIN ESERLERİNDE VATAN MEFHUMUSinan IŞILDAK ................................................................................................................................... 33

ADALETİNİZ ASALETİNİZ OLSUNBerrin TOGA ...................................................................................................................................... 35

OĞUZ DEDE’NİN DUASIMehmet PUSAT ............................................................................................................................... 36

NİÇİN TÜRK BİRLİĞİ? Ezgi SÜLLÜ ........................................................................................................................................ 38

KİME GÖRE ADALET?Cemre İNEM ...................................................................................................................................... 40

İKİ HECE...Bahri DENİZ ....................................................................................................................................... 41

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?İbrahim BOYRAZ ............................................................................................................................. 42

19 Mayıs 1919’u ve Atatürk’ü UnutturmacaklarBilgiyurdu .......................................................................................................................................... 43

YIL: 6 SAYI: 32TEMMUZ/AĞUSTOS 2012İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR.

Gençlik Dergisi

Page 3: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Ortak amaç: Barışİnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-

tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı ülkede hem de tüm dünyada barış ile mümkündür. Bu sebeple, aklı başındaki insanların ortak amacıdır barış.

Her ideal gibi barışı gerçekleştirmek de kolay de-ğil… Her şeyden önce iç barış için her ülkede hakça bir bölüşüm olup toplumsal adaletin sağlanması, dünya barışı için de güçlü devletlerin sömürme ve hükmetme emellerinden vazgeçmeleri gerekir. Her ikisi de zor.

Barışı kimler engelliyor?Her ülkenin toplumsal düzeni, elbette kendisini il-

gilendirir. Ancak herhangi bir ülkenin diğer bir ülke üzerinde tahakküm kurma hakkı olmamalı. Birleşmiş Milletler, bu amaç için kuruldu ama savaşları engelle-yemedi. Büyük devletler yine bildiklerini okumaya de-vam ediyor. Bu konuda en ileri gideni ABD… Öyle ki “Benim yanımda olmayan bana karşı” diyebiliyor, BOP adlı bir proje hazırlayıp 22 Müslüman ülkenin sınırla-rını değiştireceğini ilan edebiliyor ve bu proje doğrul-tusunda ordu sevk edip ülkeleri işgal edebiliyor. Yalnız bunlar mı, ABD’nin insanlık suçları saymakla bitmez. Ayrıca iki yüzlü ve yalancıdırlar. Çünkü, insanlık dışı tüm eylemlerini “barış ve demokrasi” gibi iki güzel kavramı kullanarak yapıyor.

ABD güdümlü politikaların vahim sonuçları:Bugün dünya barışını engelleyen ABD, ülkemizdeki

ana sorunların da birinci sorumlusudur. Terörden eko-nomiye kadar… Suriye ile ilişkilerin birden bire bozul-masında Hükümet’e arka arkaya hatalar yaptıran ABD değil mi? Suriye muhalefetine Türkiye’nin defalarca ev sahipliği yapması, bunların yönlendirilmesi; gaze-te haberleri doğruysa, Suriye ordusuna karşı savaşan unsurların Türkiye’de eğitilip silahlandırılmaları, ilgili devlet adamlarının savaş ilanı dozundaki tehdit içeren konuşmaları bir hatalar zinciridir ki ABD baskı ve kış-kırtmasının sonucudur. Kendimizi Suriye’nin yerine koyup düşündüğümüzde yapılan yanlışlıkları daha net görebiliyoruz.

Türkiye’nin dış politikası ABD’yle sınırlı, ABD’ye bağlı ve ABD’den ibaret olmamalı. Bu basiretsizlik Türkiye’yi diğer devletler nazarında gülünç ve güvenil-mez yapıyor. ABD’nin peşine takılan Türkiye, etrafına düşmanlık duvarları örüyor. Ermenistan ve Yunanistan’a

uzatılan zeytin dalları reddedildi. Suriye’den sonra İran ve Irak ile de ipler gerildi.

Malatya-Kürecik’e füze kalkanı kurulması İran’ı; Kuzey Irak Kürt Yönetiminin açıkça desteklenmesi ve İnterpol tarafından hakkında kırmızı bülten çıkarı-lan muhalif lider Tarık Haşimi’nin korumaya alınması Irak’ı rahatsız etmiştir. Türkiye’nin adı geçen ülkelerde mezhep politikası izlemesi de doğru değildir. Bu Poli-tikanın da ABD kaynaklı olduğu kesindir. Ne demişti CIA’nın eski Orta Doğu şefi Robert Bear, hatırlayalım:

“Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım Müslümanlar birbirlerini öldürsünler.” Tüm İslâm coğrafyasında Müslümanlar da işte bunu yapıyor. Onların ekmeğine yağ sürülüyor. Adı İslamcıya çıkmış olanların böylesi politikalara âlet olmaları ne kadar acı ve ibret verici...

Başımıza nice sıkıntılar açan ABD, önümüzdeki yıl-larda da Türkiye’nin başına çok çoraplar örecek. Bu ik-tidar yakasını öyle kaptırdı ki… Türk milleti ile ortağı arasında kalmış durumda. İktidar açısından ana sorun, ABD’nin taleplerinin Türk milletine nasıl ve ne şekilde kabul ettirileceği… Dini ve medyayı kullanıp ikna ede-rek mi? Çeşitli kanunsuzlukları göze alıp yaptırım gü-cünü kullanarak mı? Malatya-Kürecik Füze kalkanı’nın olup bittiye getirilip nasıl kurulduğu ve Ergenekon mi-sali siyasi davaların nasıl ve niçin açıldığı kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmedi mi?

AKP’nin on yıllık icraatının ABD’nin talepleriyle örtüşmesi de bir tesadüf sayılmamalı. Hedeflerine bak-tığımızda da aynı şey karşımıza çıkıyor. İşte örnekleri-miz:

1-Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetiminin destelenip tanınması: Aynen benimsendi. Kırmızı çizgiler silindi. Yarın bağımsızlık ilan ederlerse, hiç kuşkunuz olmasın, ilk tanıyan devlet Türkiye olacak.

2-Kürt kimliğinin tanınması: Fiilen tanındı. Yeni Anayasa’da yer almasına çaba harcanıyor.

3-Ermenistan sınırının açılması: Azerbaycan taş koydu.

4-Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması: Söz verildi.

5-Vakıflar Yasası, Maden Yasası: Gerçekleştirildi.6-TSK’nın sindirilmesi: Gerçekleştirildi.

MİLLÎ SİYASETE DÖNMEK TÜRKİYE İÇİN BİR MECBURİYETTİR

GÜNDEME BAKIŞ Mustafa ÖZTÜRK

3

Page 4: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

7-TSK’nın ABD’nin küresel operasyonlarında kul-lanılması: Kısmen kullanılıyor, gelecekte yüzde yüz kullanılacak.

8-İsrail’in güvenliğinin sağlanması: Kürecik Füze Kalkanı bu amaçla kuruldu.

9-Kemalizmden vazgeçilmesi: Uygulamaya ko-nuldu.

10-Daha çok özelleştirme: Yerli ve yabancı tüm şirketlere her türlü kolaylık sağlanıyor.

11-Millî-üniter devletin tasfiye edilip etnik veya bölgesel özellikler ihdas edilmesi: Yeni Anayasa’da “yerel yönetimleri kuvvetlendirme” adı altında işleme konulacak.

12-Ilımlı İslâm: Batı emperyalizmini göz ardı eden ve misyonerliği meşru sayan bir anlayış olarak destek ve himaye görüyor.

İstiklâl savaşı yapmış bir millete bu bağımlılık hiç yakışmıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin gerçekten bağım-sız olup olmadığını tartışılmaktadır. “21’inci Asır Türk asrı olacak” söylemi artık hiç duyulmuyor. Millet ümit-siz. Türk kavramına düşmanlık öylesine arttı ki tarihsel bir öcün alınmakta olduğu kanısı çok yagun.

Yeniden Milli Siyaset:ABD yörüngesinde dönen Türkiye’nin geleceği ka-

ranlıktır. Çünkü bu yörünge ona kimliğini kaybettiri-yor, imkânlarını kullanmasını engelliyor. Oysa, tarihi miras ve birikimi, coğrafi konumu, diğer Türk devletle-riyle soy ve kültür beraberliği Türkiye’nin önüne yeni ufuklar açmakta, geniş imkanlar sunmaktadır. Bunların yanında başarısı kanıtlanmış bir “millî siyaset” de Ata-türk tarafından bize bırakılan millî bir mirastır. Bu mi-rası reddetmiş olmanın Türkiye’yi nerelere düşürdüğü ortada apaçık duruyor. O halde millî siyasete dönmek, Türkiye için bir mecburiyettir.

Millî siyaset, milletimizin haklarının korunmasını temel alan ve bunun için milletimizin kuvvetli ve mesut olmasının gerektiğine inanan, millî egemenlik ve millî bağımsızlıktan ödün vermeyen, millî hukuka dayanan, tûl emeller peşinde koşmayıp gerçekçi olan; devletle-

rarası ilişkilerde karşılıklı dostluk, eşit muamele ve iç işlerine karışmama gibi ilkeleri benimseyen, haklarını ve sınırlarını her şeyden önce kendi öz kuvvetleriyle korumayı ön gören siyasettir. Anlaşılacağı üzere, Türk millî siyaseti düşmanlık üzerine kurulmamış ve hiçbir devleti hedef almamıştır. Millî siyasetin amacı, “Türk halkını millî hudutlar içeresinde hür ve müstakil ya-şatmaktan başka bir şey değildir.” Bu amaç, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Sakarya Zaferi sonrasında dünya kamuoyuna bir karalılığın ifadesi olarak duyu-rulmuştu; o gün gibi bugün de geçerli olmalıdır.

Türkiye’nin güvenlik sorunlarını millî siyaset açı-sından incelediğimizde, NATO üyeliğinin de artık tar-tışılması gerekiyor. Bu üyeliğin Türkiye’ye ne gibi kat-kıları olmuştur? Burada Türkiye ne kadar söz sahibidir? Bu sorular ilgili devlet adamlarınca cevaplanmalı, Türk halkı aydınlatılmalı. Bu konuyu tartışanlar da hapse atılmamalıdır.

Devletler arasında yapılan antlaşmalar, millî parla-mentoların onayına sunulmadan uygulanmamalı. İşbir-likçi hükümet ve devlet adamlarının başvurduğu gizli antlaşmalar yasaklanmalı; failleri vatan haini muame-lesi görmeli ve tüm insanlıkça lanetlenmeli.

Ortadoğu’da Barış Mümkün mü?Türkiye ile Suriye arasında gerginliğin zirveye çıktı-

ğı şu günlerde bu soruyu yanıtlamak hiç de kolay değil. Ancak barış için gayret göstermekten hiç vazgeçmeme-liyiz. Ortadoğu’da barış ve huzuru kimlerin bozduğu ortaya konur ve bu konuda bir mutabakat sağlanabilirse Ortadoğu barışı için en güçlü adım atılmış olur. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin ortak çıkarları vardır ve Ortadoğu’daki yangın hepsini de yakmaktadır. Dolayı-sıyla bir araya gelmeleri kendi çıkarlarınadır: Bir araya gelemiyorlarsa ya ülke çıkarlarını savunmaktan aciz-dirler veya bölgeye yönelik yabancı projelerin parçası olmuşlardır.

Kısacası, emperyalist güçler ve işbirlikçi iktidarla-rın olmadığı veya sözünün geçmediği bir dünyada barış hiç de hayal değildir.

ABD yörüngesinde dönen Türkiye’nin geleceği

karanlıktır. Çünkü bu yörünge ona kimliğini kaybettiriyor, imkânlarını kullanmasını

engelliyor. Oysa, tarihi miras ve birikimi, coğrafi konumu,

diğer Türk devletleriyle soy ve kültür beraberliği Türkiye’nin önüne yeni ufuklar açmakta, geniş imkanlar sunmaktadır.

4

Page 5: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

SURİYE MESELESİ ve ABD’nin ORTADOĞU POLİTİKASI

Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU

Bugün Ortadoğu’da çok kritik bir dönemden geç-mekteyiz. Irak savaşı, Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de Arap baharı adıyla meydana gelen olaylar, bu olaylara karşı Türkiye’nin tutumu ve yürüttüğü politika sonuç-ları açısından bizleri doğrudan etkileyecek olaylar zin-cirini oluşturmaktadır.

Bu konularda dışarıdan medyaya yansıtılanla içerde olanların aynı olmadığı görülüyor. Ortadoğu’da mey-dana gelen olayların arkasında ABD’nin olduğunu artık herkes biliyor. BOP’un bir parçası bu. Hangi sebeple

ortaya çıktığı birinci derece önemli… Çünkü Esad, Kaddafi, Mübarek diktatör türünde yöne-tim sergileyen Arap dünyasın-daki insanlar dün de vardı. Bir sene öncesine kadar da AB ve ABD ile hatta Türkiye’yle çok yakın ilişkiler içindeydiler. Ne değişti?

Evet. Birdenbire bunların diktatörlükleri, halka zulmettik-leri akla geldi. Bir de çelişki var: Demokrasi gelmesini istedikleri ülkelere karşılık ABD’nin en yakın dostlarından olan Ürdün, Suudi Arabistan, emirlikle, kral-lıkla yönetiliyor. Ne demokrasi var, ne insan haklarına riayet ediliyor. Suudi Arabistan’da idamlar hâlâ kafa kesilerek ya-pılıyor. Bakın dünyada son 10 yıl içinde müthiş bir değişim meydana geldi. Tüm Orta Doğu ile Türk dünyası birlikte ele alındığında dünya petrollerinin yüzde 67.5’ini oluşturduğunu görürsünüz. Dünya petrolünün yüzde 26’sı ABD, yüzde 20’si AB ülkelerinde kullanılıyor. AB sömürgelerini kaybettikten son-

ra hammadde kaynaklarını ve işgücünü kaybetti. Ama Uzak Doğu birdenbire elektronik ve sanayi bakımından gelişmeye başladı. Batı dünyası ucuz iş gücüyle müca-dele edemeyince fabrikalarının birçoğunu Çin’e kurdu. Çin bugün devasa bir ekonomi haline gelmiştir. 2011 yılı sonu itibariyle 3.2 trilyon dolarlık döviz fazlası var. Asıl ilginç olan tarafı 1.9 trilyon dolarlık kısmı-nın ABD devlet tahvili olmasıdır. Çin bunu piyasaya sürerse ABD’de ekonomi kalmaz, tüm şirketler iflas

5

Page 6: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

eder. ABD kendini kurtarmak için ne yapacak? Çin’i savaşla yıkamaz, mümkün değil. Ekonomik olarak da yıkması şu an için mümkün değil. Peki Çin’in kendinde olmayan ve en çok ihtiyaç duyduğu şey nedir? Petrol.

Çin petrolü Libya’dan, Orta Doğu ülkelerinden alı-yor. Meydana gelen olayların temelinde yer alan neden budur. Suriye düşmeden İran’ı kontrol edemezsiniz. Son kale olarak Suriye’yi düşürmeye çalışıyorlar. Me-seleyi bu açıdan aldığımızda işin rengi tamamen de-ğişiyor. Çin Güney Denizi’nde petrol buldu ama uzun sürecek bir siyasi çekişme yaşanacak gibi görünüyor. Orta Doğu’ya bu çerçevede baktığınızda görüyorsunuz: Tunus’ta olaylar oldu, Libya, Mısır’da ve Suriye’de oldu. Yemen’de oldu, çünkü orada petrol yok ama Kızıl Deniz’e girişi kontrol eden bir devlettir.

Suriye düşerse bakın Azeri-İran çatışmasını mey-dana getireceklerdir. Bahane bulmak, olayları geliştir-mek çok kolay. Artık dünyada dev savaşlarla değil iç çatışmalarla devletleri yıkmak daha kolay. Türkiye’nin de başı belada. Suriye’nin yıkılması demek Rusya’nın Kafkasya’dan Basra Körfezi’ne kadar çıkış yolun-da tüm gücünü, nüfuzunu kaybetmesi demektir. Bu-gün Afganistan’da Taliban bahanesiyle savaş var. Afganistan’da ayrıca 1 trilyon dolarlık lityum ma-deni var. Ama Afganistan’ı da Irak’ı da kontrol ede-mediler. ABD çekilmek zorunda kaldı. Bir Kürt devleti kurma meselesi yine tam olarak başarıya ulaşamadı. Hala siyasi açıdan istenilen ortam sağlanamadı. İran sert çıktı, Türkiye Kürt açılımıyla bu işe ön ayak oldu. Çünkü Türkiye’ye bağlanma sözü verdiler. Ama bu bağlanma federasyon şeklinde olacak. Öyle düşünü-lüyor. Hatta Suriye’nin bile aynı duruma sokulması söz konusu şu an. O nedenle Türkiye’de “başkanlık” konuşulmaya başlandı, anayasa değiştirilmek isteni-yor. Türkiye Suriye’nin iç işlerine karışıyor. Hani kan-

kaydılar? Onlara göre Suriye düşmeden İsrail’de em-niyet sağlanamaz. Zira İsrail’le doğrudan kara savaşı yapabilecek en önemli devlet Suriye’dir. Malatya’ya kurulan radar Türkiye için mi? İran’dan atılacak füze önce radarlar tarafından tespit edilecek. İlk haber ve-rilecek yer Doğu Akdeniz’deki ABD donanmasıdır. O da doğrudan İsrail’e bağlı. Yani İsrail haberdar olacak. Füze Türkiye’ye atılırsa ABD donanmasından atılacak karşı füzeler Kayseri-Yozgat sınırında vurulabiliyor. Kayseri’yi bile koruyamıyor, Ankara tarafında füzeyi yakalayabiliyoruz. İran’dan İsrail’e atılan bir füze ne-rede yakalanıyor; Suriye üzerinde.

Buna karşılık şu soruyu sormamız gerekir. Arka-sında İran, Çin ve Rusya olan Esad’ı yıkmak bu kadar kolay olabilecek mi? Tabii ki o kadar kolay değil. Rus-ya donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Suriye’ye Rusya ve Çin dışında İran destek veriyor. Çünkü oranın düş-mesi Ortadoğu’daki ABD hakimiyetiyle İran, Kafkas-ya ve Orta Asya cumhuriyetleri tehlike altına girecek. Rusya’nın ekonomik ve siyasi çıkarları açısından kötü bir durum. Ama Suriye düşerse sonra bir savaşı bek-leyebilirsiniz. Bu savaş büyük ihtimalle ABD, Türki-ye, Rusya, İran, Çin, İsrail’in de içinde yer aldığı bir savaş olacak. Yani 3. Dünya savaşının çıkma ihtimali var. Böyle bir durumda da Türkiye ABD tarafında yer alır. İşin kötü tarafı İran ile savaşır. Yani Müslümanlar Müslümanları öldürür. Ama o savaş ABD’de değil bi-zim topraklarımızda olacak. Türkiye bunu şöyle göze alıyor: Olmayacağını, ABD’ye rağmen Rusya’nın veya İran’ın bu işte Türkiye ile savaşmayacağını düşünüyor. Tam tersi. İran canı yandığı takdirde toprağında ABD üsleri bulunan Türkiye’ye saldıracaktır. Atılan füzeyi vururuz diye düşünüyorlardır da muhtemelen. Halbuki benim bildiğim İran hiç kimsenin bilmediği başka si-lahları da geliştirmiş durumdadır.

Suriye düşerse

Azeri-İran çatışmasını meydana

getireceklerdir. Bahane

bulmak, olayları geliştirmek çok

kolay.

6

Page 7: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Diğer bir iddia, İran ve Rusya’nın Esad’dan vazge-çebileceği meselesi. Bu konuda bir uzlaşma sağlanacak ortak bir isme onay çıkabilir mi deniyor.

Rusya muhaliflerle Esad’ı görüştürmeye çalı-şıyor. Bu doğru. Ama bence Esad düşmeyecektir. Çünkü Rusya fiilen destek verdiğini ortaya tamamen koyduktan sonra artık pozisyon değişecek. Rusya eko-nomik olarak kendini toparlıyor. Çin ve Rusya ara-sında stratejik anlaşma var, İran’la anlaşmaları var. Kendi çıkarlarını bir kenara atamazlar. Esad’ın dikta-törlüğü doğrudur. Ama Esad babasından daha az dikta-tördür. Suriye giderek demokratikleşiyordu. Geçen yıl Halep üniversitesinde konferans verdim. Sonra araba kiralayıp tüm Suriye’yi gezdim. Hama, Hums, Şam, Rakka, Deyr-i Zor... Gittiğim hiçbir yerde durdurulma-dım, kimlik soran olmadı. Ama son durum neyi getirdi biliyor musunuz? Tarih boyunca emperyalist olmayan Türklerin emperyalist bir millet haline sokulması gö-rüntüsünü veriyor. Libya için 400 milyon dolar yardım ediyorsunuz. Oradaki petrolleri işletme karşılığı mı bu? O zaman emperyalistsiniz. Halbuki bizim tarihimizin hiçbir döneminde emperyalist bir Türk devleti ol-mamıştır. Türkler gittikleri yerlere adalet götürmek, düzen sağlamak için giderler. Hiçbir zaman ekonomik çıkarları nedeniyle gitmemişlerdir. Kültürümüzde yok. Olsaydı Osmanlı İmparatorluğu’nun 500 sene hakim olduğu Balkanlar’da bugün herkes Türkçe konuşurdu ve hatta Müslümandı. Bakın bugün AB çöküyor. 10 yıl önce söylediğimde ‘kehanet’ diyorlardı. Geçmişten al-dığınız ders varsa tarih gelecektir zaten. Yakın zamanda değil ama önümüzdeki dönemlerde Avrupa’da yeniden çatışmalar çıkacaktır. Çünkü ekonomiler çöktükçe, halk fakirliğe itildikçe ‘benim menfaatimi niye sana ve-reyim’ derler. Bizim gibi değiller onlar. Bütün savaşlar ekonomik rekabetten çıkar. Sebep ne siyasettir ne dindir.

İran’ı bitirdikten sonra ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı kalmayacak. Kafasına öyle koymuş ama İran coğrafya-sı çok çetrefilli bir coğrafyadır. İran, Libya, Suriye gibi 1. Dünya Savaşı’nın kukla devleti değildir. Osmanlı bile Tebriz’e kadar gidebilmiştir. Ötesine geçememiştir. Ayrıca İran, İsrail için büyük tehlikedir. Lübnan’daki Hizbullah’ın kontrolü de Suriye’nin elinde. Çıkacak bir savaş, Yahudileri dünyanın hiçbir yerinde dolaşamazlar hale getirir.

Türkiye Suriye ilişkilerindeki gerginliğin Türkiye’ye maliyeti büyük olacaktır. Özellikle ticari alanda uygu-lanmakta olan mali tedbirler Türkiye’yi etkilemektedir. Zira Suriye’den bize değil, bizden Suriye’ye önemli bir ticaret hacmi bulunmaktadır. Daha sonra Türkiye ile Suriye’nin yeniden dost olma ihtimali de böyle bir savaş sebebiyle büyük çapta kaybolacaktır. Yani sı-

fır problem artık sırf problem haline geldi. Ben Sayın Davutoğlu’nun her şeyi birbirine karıştırdığını düşünü-yorum.

Tarihte Türklerle Araplar arasında zaman zaman anlaşmazlıklar ve hatta çatışmalar yaşanmıştır. Mese-la Osmanlıya karşı Araplar ayaklandılar, milliyetçilik ruhuyla hareket ettiler. Misyonerler bazı okullar açmış-lardı. Orada okuyan Araplar İstanbul’da gazeteler çı-kardılar ve Osmanlı’ya karşı fiili harekette bulundular. 2. Abdülhamit bunun üzerine ‘aşiret mektebi humayu-nu’ adıyla okullar kurdu. Aşiret reislerinin çocukları bu okullarda eğitilsin ve Osmanlı’ya karşı çıkmasın diye. Ama buna rağmen milliyetçilik fikirleri Araplarda hızla yayıldı ve Osmanlı’ya karşı İngilizlerle işbirliği yap-tılar. Arap baharı diye o zaman çıkan hadise Arapları aslında o zaman sonbahara soktu, kışa götürdü. Suriye Fransızların sömürgesi oldu, Irak, Mısır İngilizlerin sö-mürgesi oldu; Libya İtalyanların; Tunus, Cezayir Fran-sızların sömürgesi olmadı mı? Hani bahardı? Bugün ne olacak zannediyorsunuz, aynı şey olacak?

Bugün ise Suriye’den gelen mülteciler için bir gü-venli bölge oluşturulması gündeme gelmiştir. Güvenli bölge olarak Irak sınırından Akdeniz’e kadar uzanan bir sınır bölgemiz, gelen mültecilerin yerleştirileceği yerler olarak düşünülmektedir. Böyle bir güvenli böl-ge, Kuzey Irak’taki Kürt yönetiminin Akdeniz’e kadar çıkması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Irak’ın Ku-zeyinde kurulması düşünülen Kürt Devletinin kuruluşu için bütün şartlar tamamlanmış olacaktır. Nitekim BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, “Iğdır’dan Hatay’a kadar Kürdistandır .”demek suretiyle yürütülen poli-tikanın sonuçlarını ortaya koymuştur.

Türkiye’nin geleceği bu şartlarda AB’e mi yok-sa oluşturulması gereken Türk Birliğine mi bağlıdır? Bana göre Türk Cumhuriyetleri ile içinde Rusya, İran, Gürcistan gibi devletlerin de yer aldığı bir yeni birlik, bütün enerji merkezlerinin içinde yer aldığı bir birlik olacaktır. Böyle bir durumda dünyanın en önemli eko-nomik gücüne sahip, kendi içinde barışın sağlandığı, hayat seviyesinin en üst seviyeye ulaştığı bir güç ortaya çıkacaktır. Bugün ABD’nin yapmak istediği de bu değil midir? Onbin km. öteden gelip, petrol bölgelerinin üze-rine oturmak isteyen ABD, söylediği gibi insan hakları veya demokrasi adına mı hareket etmektedir? Bunun böyle olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Öy-leyse göçmekte olan AB’nin peşinden gitmek yerine, kendi iradenizi ortaya koyarak yeni bir dış politika izle-mek gerekmez mi? Mesele bu iradeyi gösterebilmek ve birilerinin taşaronluğunu yapar duruma düşmemektir.

7

Page 8: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Prof. Dr. Cihan DURA

www.cihandura.com

MAYIS 1919’UN İLK GÜNLERİ… Wilson, Lloyd George ve Clemenceau toplantı ha-

lindeler. İşte aldıkları karar: İzmir Yunanlıların ola-cak. Marmaris’den başlayıp Mersin’in bir bölümü ve Konya’yı kapsayan bölgeyi sus payı olarak İtalyanlara bırakalım!

Yunan Megali İdea’sının mimarı Yunan Başbakanı E.Venizelos’dan orduya emir: Derhal hazırlığa başla-yın!

Fethiye, Bodrum, Marmaris’e, ardından Kuşadası’na İtalyan askerleri giriyor.

Aya Fotini Kilisesi’nde Rumlara duyuru: İzmir işgal edilecek.

Tam bu sıralarda Jandarma Genel Komutanı Ke-mal Paşa’nın demeci: “İzmir’de ortalık süt liman.” Mardin’de İngiliz işbirlikçisi aşiret başkanı Ali Batı isyan ediyor.

İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe İzmir’de…, gö-revi işgali yönetmek. Amiral Calthorpe İzmir’in işgal edileceğini, İzmir Valisi Kambur İzzet ile XVII. Ko-lordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya bildiriyor. Osmanlı Harbiye Nazırı’ndan XVII. Kolordu Komutanı’na: İş-gal mütareke hükümlerine uygundur, talebe uyulsun.

İzmir Maşatlık’ta Türklerin büyük protesto mitin-gi...

Foça, Karaburun, Urla ve Yenikale istihkâmları İn-giliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerlerince işgal edi-liyor.

Dört Büyükler Konseyi’nden bir karar daha: Trakya ve Boğazlarda Türk egemenliğine son verilecek.

15 MAYIS 1919, SABAH SAATLERİ… İngiliz savaş gemisinin koruması altında bir Yunan

tümeni İzmir’e çıkıyor. Bütün Yunanistan’da şenlik-ler… Silah fabrikatörü ve tüccarı Rum asıllı Zaharof’un mektubu: “Bu güzel olayın âcizane çalışmalarımın ese-ri olduğunu sanıyorum.”

Anadolu’nun birçok yerinde protesto mitingleri ya-pılıyor. Denizli’deki mitingde Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin konuşması: “İşgale uğrayan ülke halkının

silaha sarılması ve savaşması farz-ı ayndır. Fetva ve-riyorum.”

ERTESİ GÜNLER…Şebinkarahisarlıların Vahdettin’e telgrafı: “Yurdun

işgaline karşı susanlar ilerde lanetle anılacaktır.” Sadrazam Damat Ferit istifa ediyor. Mustafa Kemal Paşa, karargâhı ile Bandırma adlı

küçük bir gemiye binerek akşam üzeri İstanbul’dan ay-rılıyor.

Anadolu’yu paylaşma konusunda İtalyan ve Yunan yarışı sürüyor: Seferihisar, Urla ve Çeşme Yunanlılar; Güllük, Milas ve Söke İtalyanlarca işgal edildi.

Urla’da çarpışma... İstanbul Üniversitesi’nde yapılan toplantıda işgal

şiddetle protesto edildi.

19 MAYIS 1919…Sabah 7.00… Mustafa Kemal Paşa, karargâhı ile

birlikte Samsun’a çıkıyor.İkinci Damat Ferit Hükümeti kuruldu. İstanbul

Fatih’de protesto mitingi… Alaşehir’de Ulucami’de yapılan toplantıdan sonra

Kuva-yı Milliye kurulmasına karar veriliyor. İşgal devam ediyor: İtalyanlar Burdur’da, İngilizler

TARİHİNİ BİLMEYEN MİLLETLER YOK OLMAYA MAHKÛMDUR:

MAYIS-HAZİRAN 1919

Atatürk’ün Kâzım Karabekir’e telgrafı: “Mitingler düzen-lenerek İzmir’in işgali pro-testo edilsin.” Sultanahmet mitingi: 200 bin kişi katılıyor! Kadıköy’de Yunan işgalini protesto mitingi yapılıyor. Anadolu’nun birçok ilinde, bu arada Diyarbakır’da Yunan işgalini protesto mitingleri…

8

Page 9: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

İzmit’te… Yunanlılar İzmir basınına sansür koyuyor.

VE SONRASI…Venizelos’un ikinci emri: Rumlar, Anadolu Rumla-

rı, silahlanın! İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti kuruluyor.

Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Fransızlara “hükümetin Fransız mandasını kabule hazır olduğu”nu bildiriyor.

Yunanlılar Menemen’de… Anadolu’ya asker çıkar-maya devam ediyorlar: 8.Girit Alayı İzmir’de…

Atatürk’ün Kâzım Karabekir’e telgrafı: “Mitingler düzenlenerek İzmir’in işgali protesto edilsin.” Sul-tanahmet mitingi: 200 bin kişi katılıyor! Kadıköy’de Yunan işgalini protesto mitingi yapılıyor. Anadolu’nun birçok ilinde, bu arada Diyarbakır’da Yunan işgalini protesto mitingleri…

Epir Valisi Stergiadis’in Yüksek Komiser olarak İzmir’de…

Sait Molla’nın belediye başkanlarına telgrafı: “İn-giliz mandası istediğinizi İtilaf Devletleri’ne, hükümete ve gazetelere bildirin.” Gazeteci Refi Cevat Ulunay: “Bütün dünya İngiliz adaletine hayrandır. İngilizleri istiyoruz. Bizi onlar elimizden tutup kurtaracak.”

Albay Bekir Sami Günsav Bandırma’da… Yunan bayraklarını toplatıyor, halkı silahlanmaya çağırıyor. Aydın’da 57. Tümen Komutanı Albay Şefik Aker silah deposunun kapısını açık bıraktırarak halkın silahlanma-sını sağlıyor.

MAYIS 1919’UN SON GÜNLERİ…Atatürk Havza’da: “Hiçbir zaman ümitsiz olmaya-

cağız, çalışacağız, birlikte ülkeyi kurtaracağız.”Yunanlılar Manisa’da: İşgal ve sıkıyönetim… Ve Albay Şefik Aker emrediyor: “Ödemiş deposun-

daki silahlar halka dağıtılsın!” Trabzon Metropoliti Hrisantos’un Lloyd George

(Corc)’a gönderdiği muhtıra: “Trabzon, Samsun, Sinop, Amasya ve Şebinkarahisar’ı içine alan bölgede ve tek bir devletin güdümü altında, özerk bir Pontus yönetimi kurulması…”

Osmanlı Hükümeti’nin İzmir Valisi Kambur İzzet’in, memurlarına genelgesi: “Yunan birliklerini özel bir törenle ve saygı ile kabul edelim.”

Aydın işgal altında...Eski Edremit Kaymakamı Köprülülü Hamdi Bey ve

bir Kuva-yı Milliye birliği gece Edremit’ten cepheye hareket ediyor.

Yarbay Ali Çetinkaya komutasındaki 172. Alay, Ayvalık’a çıkarma yapan Yunan birliğine silahla karşı koyuyor. Denizli’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurul-du.

Yunanlılar Turgutlu’yu işgal ediyor. Ramazan ayı… Şeyhülislam Mustafa Sabri

Efendi’nin yazısı: “Ordunun görevi oruç tutmaktır.” Harbiye Nazırlığı’ndan Mustafa Kemal Paşa’ya:

“Diyarbakır’dan Samsun yoluyla İstanbul’a sevk edil-mekte olan sürgü kolu, makineli tüfek ve top kamala-rının nerededir?” (Paşa’nın yanıtı: “Sevkiyatı durdur-dum.”)

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın ABD elçilik ve kon-solosluklarına genelgesi: Anadolu’da “petrol bulunan, bulunabilmesi olanağı olan her yerin petrol kaynakları hakkında bilgi verilmesi, ABD’nin müdahale olanakla-rının bildirilmesi.”

HAZİRAN 1919’UN İLK GÜNLERİ… Ödemiş, Nazilli, Akhisar ve Nif’in Yunanlılarca iş-

gali... İtalyanlar Yatağan ve Çine’ye giriyor. Alaşehir’de kurulan ilk gönüllü birliği Salihli cep-

hesine hareket etti. Atatürk’ün, Saltanat Şurası’nın büyük devletlerden

birinin yardımını istemeyi düşündüğü haberi üzerine Damat Ferit’e telgrafı: “Millet, bağımsızlığını koru-maya kararlıdır. Bütün meşum sonuçlara karşı en son fedakârlığı göze almıştır.” Atatürk, Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilmekte olan 10 000 sürgü kolu ile 12 top kamasına da el koyuyor. Havza deposundaki silah-ları evlere taşıtıyor.

General Milne Harbiye Nazırlığı’ndan Atatürk’ün geri çağrılmasını istedi. Yüksek Komiser Calthorpe (Kaltorp)’un raporu: “Damat Ferit İngiliz mandası iste-di. Padişah yalnız kendi kişisel güvenliğini düşünüyor.”

Albay Bekir Sami Günsav, “Yunan ordusu Padişa-hımızın emriyle geliyor, sakın saygıda kusur etmeyin” diyerek propaganda yapan dört hocayı kurşuna dizdi-riyor.

Ahmet Emin Yalman’ın yazısı: “Amerikalılar bizim muallim ve mürşidimiz (öğretmen ve yol göstericimiz) olmalıdır.”

8 HAZİRAN 1919 VE SONRASIHarbiye Nazırlığı’ndan Mustafa Kemal Paşa’ya:

“Geri dön.”Rauf Orbay Ankara’da... Mustafa Kemal Paşa Ali

Fuat Cebesoy ile Rauf Orbay’ı yanına çağırıyor. Mustafa Kemal Paşa’dan XVII. Kolordu Komutan

Vekili Albay Bekir Sami Günsav’a: “Ümitsizliğe ka-pılacak zaman değil. Birlikte çareler aramaya mecbu-ruz.”

9

Page 10: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

5. Yunan Alayı da İzmir’de… Bergama’nın Yunan-lılarca işgali...

Calthorpe’dan Lord Curzon’a: “Kürtler henüz Mus-tafa Kemal’e karşı ayaklanmadı ama Binbaşı Noel bunu sağlayacağından emin.” İngiliz Times gazetesi: “Hindistan Müslümanlarını gücendirme pahasına da olsa, Türkler İstanbul’dan atılmalı.”

Demirci Mehmet Efe eşkıyalığı bırakarak Kuva-yı Milliye’ye katılıyor.

Atatürk Amasya’da…Yunan askerleri Dikili’ye girdi. 3 500 İtalyan askeri

daha Antalya’ya çıkıyor. Yunanlıların Menemen kıyı-mı: 1000 sivil öldürüldü.

Amasya Sultan Bayezit Camisi’nde Abdurrahman Kâmil Efendi’nin vaazı: “Biricik kurtuluş çaresi hal-kın doğrudan doğruya egemenliğini eline alması ve iradesini kullanmasıdır. Hep beraber Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanarak vatanı kurtaracağız.”

İngiliz Yüksek Komiseri General Calthorpe (Kal-torp) Atatürk’ün geri çağrılmasını istiyor.

Atatürk’ten Vahdettin’e: “Eğer zorlanırsam, gö-revimden istifa ederek Anadolu’da, milletin sinesinde kalacağım. Vatan görevime bu kez daha açık adımlarla devam edeceğim.” İstanbul hükümeti Atatürk’e geri çağrılış sebebini bildiriyor: “İngilizler istedi, hüküme-timiz bu yönde karar almıştır.”

İstanbul hükümeti alaylı jandarma binbaşısı Anza-vur Ahmet’i Balıkesir Mutasarrıflığı’na atadı. Görevi o çevredeki millî hareketi bastırmak… Posta Genel Mü-dürü Refik Halit’in emri: “Müdafaa-yı Hukuk dernekle-rinin telgrafları çekilmeyecek.”

Yörük Ali Efe müfrezesi Malkoçoğlu köprüsüne baskın yaparak, bir Yunan müfrezesini imha etti.

Doğu İlleri Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Erzurum şubesinin kongresi…

Osmanlı Dahiliye Nazırlığı’nın emri: Müdafaa-yı Hukuk cemiyetleri kurulmayacak, telgrafları çekilme-yecek, millî kuvvetler dağıtılacak. Ali Kemal’in İngiliz yetkililere söyledikleri: “Mustafa Kemal’in telkinlerine itaat eden her memur ve subay Divan-ı Harp tarafın-dan ceza görecek.”

Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay Amasya’ya gele-rek Atatürk’e katılıyor.

İstanbul hükümetinin Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti

telgraflarının çekilmemesi emri üzerine Atatürk’ün bü-tün ilgililere genelgesi: “Milletin sesini boğarak yasal hakkını istemekten men etmeye ve vatanın mahvına se-bep olmaya yönelmiş bu emri hiçbir namuslu telgraf memurunun yerine getireceğini ummam. Fakat böyle bir namussuzluğa cüret edecek olanlar olursa, derhal divan-ı harplere gönderilmesini emrederim.”

Yunan Kuvvetleri Komutanı’nın Venizelos’a rapo-ru: “Bir tümen daha gönderin. Tam bir Türk seferberli-ği karşısındayız.”

22 HAZİRAN 1919 VE SONRASI…Mustafa Kemal Paşa’nın Amasya genelgesi: Va-

tanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul’daki hükümet sorumluluğunu yerine ge-tirememektedir. Ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Bunun için her tür-lü etkiden uzak ulusal bir heyetin varlığı gerekli-dir. Sivas’ta ulusal bir kongre acele toplanmalıdır.

İstanbul Hükümeti: “Mustafa Kemal Paşa’nın, azledildiği için hiçbir resmî sıfatı kalmamış olduğun-dan, bildiri ve emirlerinin resmî nitelik taşımadığının Dahiliye Nazırlığı’nca gereken illere duyurulması…” Yüksek Komiser Lord Calthorpe (Kaltorp)’un bir ra-porunda şu talep yer alıyor: “Mustafa Kemal Malta’ya gönderilmelidir.”

Atatürk ve arkadaşları Sivas yolunda... ABD Başkanı Wilson’ın demeci: “Türkler

İstanbul’u terk etmelidir.” Fransız Başbakanı Clemen-ceau (Klemanso) Barış Konferansı adına Damat Ferit’e aşağılayıcı bir yanıt veriyor.

Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in genelgesi: “Millî ordu teşkil etmek ve müdafaa-yı milliye hazırlamak gibi fa-aliyetler felakettir. Askerlerin emirleri yerine getiril-memelidir.” Tartışmalar ve tepkiler üzerine Ali Kemal istifa ediyor. Harbiye Nazırı, Atatürk’e, Vahdettin’in “hava değişimi almasını, arzu edeceği bir yerde istira-hat etmesini tavsiye ettiğini” bildiriyor.

Albay Ali Sami Günsav’ın cepheye gönderdiği Çerkez Ethem Alaşehir’den Salihli’ye geçti. Rumeli çetecilerinden Parti Pehlivan ve dört arkadaşı Kuva-yı Milliye’ye katıldı. Millî Kuvvetler Aydın’ı kuşatarak geri alıyor.

Birinci Balıkesir Kongresi...İngiliz General Milne, Harbiye Nazırlığı’ndan,

Mustafa Kemal Paşa ile Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişi Cemal (Mersinli) Paşa’nın derhal İstanbul’a çağrılmalarını istedi.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivas’ta törenle karşılandı.

Atatürk ve arkadaşları Erzurum yolunda...

10

Page 11: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Türk milleti olarak acımız büyük. Hatay’ın Belen İlçesi’nde çıkan çatışmada PKK’lı teröristlerce şehit edilen Jandarma Komando Er Doğukan Şit’in naaşını toprağa vermeden, Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Dağlıca kesimindeki askeri birliklerimize yine PKK’lı teröris-tlerce yapılan saldırı sonucunda 8 askerimiz daha şehit oldu, 19 askerimiz ise yaralandı. Kahraman askerl-erimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır ve başsağlığı dileriz.

Bölücü etnik terörle otuz yılı aşkın bir süre mü-cadele içerisinde olan devletimizin terörle etkin mü-cadele yöntemleri konusunda yeterli tecrübe bilgi ve personel birikimi vardır. Basın bildirimizde bunların tekrarının özetini vermeyi gereksiz görüyoruz.

Bölücü teröristle silahlı mücadele görevi öncelikle Türk Silahlı Kuvvetlerinindir. Bölücü terörle siyasi mücadele görevi ise hükümetindir. Bu iki kurumun eşgüdüm ve kararlılıkla yürüteceği mücadelenin etkisiz olabileceği düşünülemez. Ancak bu iki kurum ile ilgili kamuoyu ile paylaşma gereği gördüğümüz hususlar aşağıda belirtilmiştir:

TSK’nın terörle mücadele edebilecek moral ve mo-tivasyonunun bozuk olduğunu düşünüyoruz. Çünkü;

1- AKP hükümeti döneminde Cumhuriyet tarihin-de ilk kez yüzlerce subay ile 139 general ve amiral tu-tuklu veya sanık durumunda. Korkarız ki görevde olan-ların bir bölümü ise tutuklanma endişesi içerisindedir. En üst düzey komutanlarının ve silah arkadaşlarının uzun süren tutukluluk halleri, onlara isnat edilen suç-ların kapsamı ve davaların usul ve esasları hakkındaki endişeler TSK personelinin moralini bozmuştur. Türki-ye Cumhuriyetinin 26. Genel Kurmay Başkanı’nın te-rör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan tutuklanması ise milli vicdanı yaralayacak ölçüdedir.

2- Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu’nun 10 Hazi-ran 2012’de yazdıkları Cumhuriyet tarihinin en büyük iddiasıdır: “PKK ile MİT arasında yapılan Oslo görüş-melerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çarpışan subay ve polislerin savaş suçlusu olarak yargılanacağı sözü verilmiştir” iddiasının üzerinden günler geçmesi-ne rağmen hükümet susmayı tercih etmiştir. Dileriz bu iddialar doğru değildir. Bu durumda terörle mücadele eden personelin etkili mücadele etmesi beklenebilir mi?

3- Kürt açılımının fikir babası olduğu iddia edi-len ve CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey’in “fe-laket ve flört:Türkiye-ABD ve Irak” konulu konferan-sında “Amerika’nın AKP hükümetiyle birlikte Türk Ordusu’na operasyon düzenlediği”, “biz orduyu çok sıkı bir kafese kapattık” sözleri ettiği yönünde haberle-rin basın organlarında yayımlanması bu konudaki endi-şelerimizi derinleştirmiştir.

4- TSK’nın etkisizleştirilmesinin terörle müca-dele gücümüzü zafiyete uğratacağı kesindir. Son ola-rak Uludere olayı ile TSK’nın Kuzey Irak’taki bölücü kamplara operasyon yapmasının önüne geçilmeye çalı-şıldığı muhakkaktır.

Hükümet siyasi irade olarak yanlış politikaları ile etnik bölücü sorununun büyümesine neden olmuştur. Şöyle ki:

1- Türkiye’deki sorunun adını belirlerken bile yanılgı içerisindedir. Ülkemizde bir Kürt sorunu ya da etnik sorun yoktur. Çünkü; bir ülkede etnik sorun ola-bilmesi için üç önemli şart gereklidir. Birincisi etnik kimliği dolayısıyla bir grubun bazı mesleklere kabul edilmemesidir. İkincisi, bazı okullarda okumasının yasaklanmasıdır. Üçüncüsü ise bazı yerlerde ikamet edememesi, bazı işlere girememesidir. Vicdan sahibi hiç kimse, “ülkemizde bu sorunlar var” diyemez. Bö-lücü terör olayı Kürt sorunu olarak tarif edilemez.

2- Silahlı bölücüler kan dökerek siyasi bölücü-lerin taleplerine mevzi kazandırmaktadır. Biraz terör biraz taviz koparma politikasıyla birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edemeyecekleri tavizlere hükümet ye-şil ışık yakmıştır. Kürtçe seçmeli dersin getirilmesi ile farklı lehçelerdeki Kürtçe’nin ortak dil yapılmasının temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Taviz politikaları ile cesaretlenen bölücüler ana okulundan itibaren Kürtçe eğitim talep etmektedirler.

3- Basına sızdırılan Osla’daki MİT-PKK görüş-mesinde koordinatör ülke temsilcisi “Abdullah Öcalan tarafından üretilen kendi fikirleri, parlamentoda yasa çıkaracakları zaman dikkate alınacaktır. Kendisinin parlamento için ürettiği öneriler, dikkate alınacaktır” dememiş miydi? Hükümet ve Ana muhalefet üzerinde anlaştıkları akil adamlar ve hakikatleri araştırma ko-misyonu Abdullah Öcalan’ın “yol haritası” değil midir? Nihayetinde yeni anayasa süreciyle ilgili kaygılarımız yersiz midir?

4- Abdullah Öcalan’ın ev hapsiyle ilgili son gün-lerde Bülent Arınç, Ana muhalefet lideri Kemal Kılıç-daroğlu ve Leyla Zana’dan benzer açıklamalar gelmesi sürecin tehlikeli boyutlara ulaştığını işaret etmektedir. Bölücüler “çözüm”/çözülme için sözde kırmızı çizgi-lerini her platformda ifade etmektedir. “Özerklik, ana dilde eğitim, genel af”. Bilinmelidir ki bu bölünme ta-leplerini hiçbir güç milletimize kabul ettiremez.

5- Türkiye Cumhuriyeti ülkesi ve milletiyle bö-lünmez bir bütündür. Terörle müzakere değil mücadele etmek zorunluluktur. Devletimizin bütün kurumlarının anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirmesini istiyoruz. Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

20.06.2012

*Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği BASIN BİLDİRİSİ

TERÖRLE MÜZAKERE DEĞİL MÜCADELE ETMEK ZORUNLULUKTUR*

11

Page 12: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

GEYİKLİ BABA

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi ECER

avehbiecer @ hotmail.com

Osmanlı Devletinin kuruluş dönemi tarihlerinde adı geçen ve gâzi-dervişlerden biri olan “Geyikli Baba” çağdaşı Abdal Musa ile birlikte iz bırakanlardan biridir. Her ikisi de Anadolu Türk-İslam kültürünün erken dö-nem dikkat çeken kişilerindendir.

Adını andığımız Abdal Musa isminin başında geçen “a b d a l” kelimesi (genç okurlarımızın hemen akılla-rına gelen) “aptal”, yani ahmak, alık, zekâ yoksunu... Anlamlarında değildir. Abdal (çoğulu abdalan) derviş anlamındadır. Derviş ise bir tarikatın törelerine bağlı kimsedir ve atalarımız bunlara “a l p e r e n” de de-mişlerdir. Her ikisinin de Arapça karşılığı mücahittir.Derviş kelimesi de aynı anlamda kullanılagelmiştir.İşte, Abdal Musa da bu anlamda mücahit dervişlerden-dir.Assoc.Prof. Orhan Köprülü’nün ifadesine göre: “...Taşköprülüzade, Âlî ve Hoca Sadettin gibi tarihçiler onun (yani Abdal Musa’nın)Bursa’nın fethinde Sultan Orhanla birlikte olduğuna ve Geyikli Baba ile araların-da yakın münasebetin bulunduğuna işaret ederler(1)”.Anlaşılacağı üzere Geyikli Baba da Anadolu abdalla-rından, yani alperenlerinden biridir.Osmanlı Devletinin kuruluşunda önemli hizmetleri olanlardandır.Bir araş-tırmacı abdalların Osmanlı Devletinin kuruluşu sırasın-daki önemli hizmetlerini şöyle özetler:

“...Anadolu abdalları Osmanlı Devletinin kurulu-şunda gaziler (yani alperenler) ahiler ve bâciyan-ı Rûm ile birlikte büyük hizmetleri görülen dördüncü sosyal zümredir(2)”

Doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgi sa-hibi olamadığımız Geyikli Baba, Anadolu abdalların-dan biri olarak XIII. yüzyılda yaşadığı anlaşılmaktadır. Adına Orhan Gazi tarafından yaptırılmış (3) , Bursa’da Gürsu ilçesine bağlı Baba Sultan köyünde bir külliyesi (4) mevcuttur.

Prof.Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti başlıklı ortak yazarlı eserin “D i n” bö-lümünde: “Başta ilk padişahlar olmak üzere Osmanlı yönetim çevreleri, bu çevreye hakim bulunan birtakım sûfîlerin Kalenderiyye’nin muhtelif şubelerine mensup bulunan Rûm (yani Anadolu) abdallarının mistik karak-terli İslam yorumundan besleniyorlardı. Osman, Orhan ve I.Murat bu sofilerle çok sıkı bir işbirliği içindeydiler.(5)”. kaydını düşer. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan , 1974 yılında yazdığı uzun ve çok değerli bilgileri içeren ma-

kalesinde bu abdalların ,dervişlerin önemini şöyle an-latır:

“...Fütuhatı başarmak için Osmanlı ordularına yalnız teşkilatlı ve imanlı muharip temin etmekle kalmayıp, bu misyoner dervişlerin dini ve sosyal fikirler propa-gandasıyla da, halk kütleleri arasında çok faal bir maya gibi faaliyete geçerek, o memleketlerin sosyal bünye-sinde ve siyasi kuruluşunda büyük yenilikler yapmak için müsait kaynaşmayı yaratmakta, temsil ve fütuhat işlerini kolaylaştırmakta âmil oldukları da muhakkak-tır. Rum(Anadolu) ilinin İslamlaşmasında bu misyoner derviş guruplarının oynadığı rol herhalde büyüktür(6).”

Gene aynı araştırmacının anlatımına göre Anadolu’nun batısına yerleşen derviş muhacirler, “...gazilerle birlikte, memleket açmak ve fütuhat yapmakla meşgul bulundukları gibi; bir kısmı da o civarda köyle-re veya tamamen boş ve tenha yerlere yerleşmişler ve oralarda müritleriyle birlikte ziraatle ve hayvan yetiş-tirmekle meşgul olmuşlardır... Şeyh Geyikli Baba da fukara-yı Yeseviyyedendir.(7)”

Aşıkpaşaoğlu Tarihi’nde (öl:1393) anlatılan Orhan Gazi ile Geyikli Baba’nın buluşması ve görüşmesi ta-rihçi Mehmet Neşri’ nin eserinde de anlatılır.Neşrî’nin “Tarih”inde olay şöyledir:

“...Orhan Gazi Bursaya gelince, Bursada bir imaret yaptırdı.Dervişleri teftiş etmeye başladı.İnegöl yöresin-de Keşiş dağı yanına bir nice dervişler gelerek karar

Geyikli Baba, Ahmet Yesevi’ye bağlı bir alperen derviştir. Diğer Anadolu dervişleri gibi boş toprakları verimli hale getiren, parada pulda,dünya nimetlerinde gözü olmayan, tabiat , insan ve vatan sevgisi ile dolu, Tanrı’ya ve devlete bağlı , hayır dualarını kimseden esirgemeyen bir alperendir.

12

Page 13: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

etmişlerdi.Ama içlerinden bir derviş vardı, gider dağda, geyikciklerle yürürdü.Turgut Alp onu sevmişti, daima onunla sohbet ederdi...Orhan Gazi’nin dervişleri teftiş ettiğini işitince, adam göndererek: “Benim köylerim dairesine bir nice dervişler gerek,yurt tutmuşlardır.İçlerinden bir derviş vardır, geyikçiklerle arkadaşlık eder, geyikçiklerden hiçbiri ondan kaçmaz (9), hayli mübarek kişidir”.dedi.... Orhan Gazi: “Gidin dervişi buraya getirin “ dedi. Dervişi davet ettiler, gelmedi ve “Orhan Gazi,zinhar buraya gelerek, beni günaha sokmasın” dedi.Bu haberi Orhan Gazi’ye verdiler.Or-han Gazi yine adam göndererek: “Bizim derviş hazreti ile buluşmak mutlak gayemizdir.Niçin gelmez veya bizi oraya gelmeye niçin bırakmaz.”dedi.Derviş: “Derviş-ler gözcü olup,dua vaktini gözetirler, varırlar.İnşallah vaktinde Bey’in katına vararak dua ederiz”diye cevap verdi.Bunun üzerinden birkaç gün geçti. Bir gün o der-viş...(Bey sarayı avlusuna bir kavak ağacı dikti. Orhan Gazi dervişle görüştü, duasını aldı)Sonra Orhan Gazi da o dervişin mekânına giderek: “Dede! Bu İnegöl yö-resi senin olsun “dedi. Derviş: “Ey Hân! Huda bu mal ve mülkü ehline verir. Biz bunların ehli değiliz Huda mülkü sizin gibi padişahlara, malı da muamele ehli-ne verir” dedi.(Orhan Gazinin ısrarı üzerine )derviş: “Padişahsın, senin sözün sınmasın (bozulmasın).Şu karşıda duran tepecikten beri (olan) yerceğiz derviş-lerin avlusu olsun” dedi. Orhan Gazi kabul etti. Dervi-şin duasını aldı. Sonra derviş vefat edince Orhan Gazi, üzerine türbe, yanına bir tekke, bir de cami yaptı...(Bu-raya) Geyikli Baba zaviyesi derler(10).”

Bu alıntılardan anlaşılacağı üzere Geyikli Baba, Ahmet Yesevi’ye bağlı bir alperen derviştir. Diğer Ana-dolu dervişleri gibi boş toprakları verimli hale getiren, parada pulda,dünya nimetlerinde gözü olmayan, tabiat , insan ve vatan sevgisi ile dolu, Tanrı’ya ve devlete bağlı , hayır dualarını kimseden esirgemeyen bir alpe-rendir.Anadolu’ya Azerbaycan’ın “Hoy” bölgesinden geldiği rivayet edilir.Ord.Prof.Dr.Hilmi Ziya Ülken Ba-rak Baba’yı şöyle değerlendiriyor:

“...Barak Baba’da (11) gördüğümüz isyankâr ve halkçı ruhiyata mukabil Geyikli Baba’da devletçi ve müdebbir (önlem alan, tedbirli) bir tabiat müsadifimiz (rastlayanımız) oluyor(12).”

------------------------------------------------ 1) Orhan F.Köprülü,”Abdal Musa”, Türkiye Diyanet

Vakfı İslam Ansiklopedisi (TDVİA),I ,64-65 2) Orhan F.Köprülü, “Abdal” , TDVİA, I, 61-623) Külliye için bakınız: Baha Tanman, “Geyikli Baba

Külliyesi”, TDVİA, XIV,, 47-49; M.Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ankara, 1972, 146-172

4) Külliye: Bir caminin çevresinde, cami ile birlikte ku-rulmuş medrisi, imaret, sebil, kitaplık, hastane gibi yapıla-rın bütününe verilen addır. Araplar arasında üniversite veya fakülte karşılığında kullanılmaktadır. Bak: M.Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstan-bul,1971, II, 340; F.Devellioğlu, Osmanlıca- Türkçe An-siklopedik Lügat, Ankara,1970, 638

5)Ekmelüddin İhsanoğlu (Editör), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul,1998, II, 111

6)Ömer Lütfi Barkan,, “ Osmanlı İmparatorluğunda Bir

İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler- İstilâ Devirlerinin kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler” , Vakıflar Dergisi, İstanbul,1974, sayı:2,279-304

7)Barkan, aynı yer8) Aşıkpaşaoğlu, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Yayınlayan:Nihal

Atsız, İstanbul, 1970,50-519) Türklerde hayvan sevgisi vardır. Bazı hayvanlar bazı

dönemlerde ve bazı kişiler tarafından mübarek (kutsal) bili-nir. Destanlarımızdaki mitolojik rivayetlerde bulunan “kurt ata” anlayışının devamı olarak Barak Baba’nın sembolleştir-diği “i t” ile Geyikli Baba’nın kendisiyle dostça geçinen ge-yikler arasında bağ bulmak mümkündür. Bakınız: Dr.Yaşar Kalafat, “Barak Baba ve Hayvan Ata Miti”, Erciyes Dergisi, Aralık.2011, sayı:108, 21-25

10) Mehmet Neşrî, Neşrî Tarihi, Yayınlayan:M.Altay Köymen, Ankara ,1983, I, 83-85

11)Barak Baba için Bakınız:A.V.Ecer, ,”Saru Saltuk Müridi Barak Baba”, Kayseri Türk Ocağı Dergisi,Mayıs-Haziran.2012, sayı:122

12)H.Ziya Ülken, Anadolu Kültürü ve Türk Kimliği Üzerine, İstanbul ,2006, 241-244

ÖNCEKİ MAKALEM HAKKINDA BİR AÇIKLAMA

Bilgiyurdu dergimizin, Mayıs-Haziran 2012 tarih ve 31. sayısında ve bazı internet sitelerinde “HER MÜSLÜMAN MİLLİYETÇİ OLMAYA DİNEN MECBURDUR” başlıklı bir yazım ya-yınlanmıştı. Bu yazım dolayısıyla çok olumlu ve takdir dolu haberlerin yanında bazı hatırlatma-larda bulunanların nazik ikazlarını da aldım. Her iki guruba da teşekkürler ederim. Zira, bunları makalemin dikkatlice okunduğunun belgeleri sa-yıyorum.

Makalemin başlığının hürriyeti sınırlayıcı, itici, zorlayıcı, tahrik edici, militarist... bir izle-nim çağrıştırdığını söyleyenler oldu. Makalenin bütünü dikkatlice okunduğu zaman bu başlıktan ve makaleden “MİLLİYETÇİLİĞİN İSLAM DİNİNE AYKIRI OLMADIĞI”nın kastedilmek-te olduğunu tasdik edeceklerdir.

Bir ilahiyatçı okurumuz da 617 yılında Müs-lümanlara uygulanan iktisadi ve sosyal ambargo olayında, Hz. Peygamber ve O’na inananların korunmalarının “cahiliye dönemi geleneği” ol-duğunu beyanla milliyetçiliğe ve dine uygun bir örnek olamayacağını ima etmektedir. İnsanlığa, kamu yararına (menfaat-i âmmeye) ve özellikle Hz. Peygamber ve ashabının yararına yapılan, uygulanan, Hz. Peygamber tarafından reddedil-meyen bir eylemin din yönünden tenkidi savu-nulamaz diye biliyorum.

Sayın okurlarımızın haklı uyarılarından mut-luluk duyar, yanlışlarımız olursa seve seve dü-zeltir, selam, sevgi ve saygılarımı arz ederim.

13

Page 14: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Osman KARABABA

karababaosman@ hotmail.com

BU OYUNBAŞKA OYUN…

Ülkenin gündemine aylardır gizemli, ruhsuz, şekilsiz, kütlesiz, bulaşıcı, genetiği bozuk bir kavram dadandı.

Acayip bir yaratık! Dört gözlü, dört kulaklı, iki ağızlı, ikiyüzlü… Şuursuz, sarhoş kozmik…

O bir morfin, bir neşter, bir dezenfektan.Doğu’da mayın. Savcı görevinde sanık, gizli ta-

nık… Dalga dalga korku…Bazen bir kene, bir hortum, bir kalpazan…Dış politikada maşa, küresel bir oyun... Bazen bir

zehir, bir son hamle ve bir cehennem... O her şey değil, ama çok şey...

Üstelik sosyal, siyasi, psikopat, stratejist, ama çok sinsi…Kiminin beyninde, kiminin elinde, kiminin dilinde, kiminin dininde…

Hem de renk renk, çeşit çeşit…Seç, beğen al; istediğin gibi, istediğinin yerde

kullan. Ruhsata gerek yok. Evrensel…İmalatçısı sağlam. ABD patentli… Basında, TV’ de… Her kurumda.., Her forum-

da... Hemen her yerde… Bu, ne midir? “Darbe!”*Her yerde darbelerin dansı…Askeri, sivil, siyasi, psikolojik, sanal, adlî, bü-

rokratik, küresel, medyatik, stratejik, ekonomik, kürta-jik, ekolojik, etnik, (4+4+4) lük, sportif, ılımlı darbe… Say sayabildiğin kadar.

Hayat; darbelerle tango…

Darbelerle kimlere vurur piyango, bilir misiniz? Bir an türkü söyleyesim geldi…“Bir darbe...İki darbe...Üç darbe, on üç darbe…Kim girecek bu harbe?.. Ha ninna, ha ninna”Hani geçen gün Suriye, keşif uçağımızı düşür-

müştü ya… Verdi bir nota… Başbakan anında mey-danokudu, ders verdi dünyaya, tarih yaptı güya, tarih yazmayı da başkalarına bıraktı:

“Türkiye’nin dostluğu ne kadar değerliyse, herkes bilsin ki; Türkiye’nin gazabı da o kadar şid-detlidir, o kadar kahredicidir.”diye kükremişti ya…

Hadi bakalım, içerde envai darbe, dışarıda Suriye ile harbe… Ne olacak şimdi?

Merak etmeyin. Bu, bir çeşit müzik notası…*“Darbe”, aylarca gündeme posta koyan siyasi

bir zorba… Dolmayınca sakar atın boğazındaki torba, araba sağa sola yalpa yapmayla başlıyor.

Bu, bir darbeler oyunu… Oyunlarla kimler götü-rüyor koyunu, bir düşünün bakalım?

*Delindi dış ticaretin dibi. Alidibolar (ihale yolsuz-

luğu) mantar gibi… Bir iktidar ki, almış arkasına AB-D’yi; sanki demir leblebi, ağzına al da gör gününü… Söyleyemezsin gördüğünü... Bu, solo darbe değil mi?

Kanla alınmış topraklar satılık... Vatanın öz evla-dı, kendi topraklarında evlatlık; muhalefet “millî ira-de” sayılmıyor. Bu, koro darbe olmasın?

Ülke pazarlanıyor…Tapu Kadastro alarm veri-

Ülke pazarlanıyor… Tapu Kadastro alarm veriyor. En değerli yerler dış güçlere satılmakta, satılmış kimliklerle ülkenin altı oyuluyor. “One minite”ler yetmiyor. Bu, darbelerin düeti değil mi?

14

Page 15: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

yor. En değerli yerler dış güçlere satılmakta, satılmış kimliklerle ülkenin altı oyuluyor.“One minite”ler yetmiyor.

Bu, darbelerin düeti değil mi?*Kadrolar kabak dolu, makamlar molla yolu...

Hatırlayın, Diyanet İşleri Doğu’ya bin mele atadı ya… “İtibarları iade edilmiş” güya.Kılıfını bulmuş elin oğlu... Adı “demokratik düzen”...Öyle düzen ki, milleti kerpeten gibi ezen “ileri demokrasi”…

Buna darbelerin siyasi konçertosu derler. “Dar-be” teranesiyle orduyu yerler. Oysa ülkede her gün onlarca cinayet… Kadına insanlık dışı şiddetayyuka çıkmış… Film gibi, öldüren öldürene... Peki, bu nasıl darbe?

Halkın sırtında siyasi kene... Hortumculuk, soy-gunculuk, hırsızlık olağan meziyet… Bu ne rezalet, bu ne bozuk zihniyet? Bu, yaşamak değil, zillet! Halk yoksul ve perişan…Herkesin yüzünden düşen bin parça… Halka dinin gerçekleri öğretilmez, ha bire dayatılır Arapça. Bu Muaviye’den süre gelen darbe

değil mi?…Meclisin çoğunluğu çeşitli suçlardan zırhlı sanık,

korunaklı suçlu... Tövbe tövbe… Günah işleme… Sen bilmezsin bu tiplerin hepsi 24 saat oruçlu… Üniforması “siyasi irade”, ancak adalet nerede?.. İşte bürokratik darbe!

*Her ne kadar belli etmeseler de… İktidarla cema-

at çekişmede… Terazi bozulmuş, hukuk izine gitmiş... Mahkemeler yığın yığın dosya… Zihinlerde bitmiş

adalet. “Bu ülkede yaşanmaz”dedirten, Yüksek Yargı “siyasete gebe” iddiası nasıl darbe?

Doğu kazan gibi kaynıyor, PKK kahpe baskınlar-la şerefimizle oynuyor… Dışarıdan yapılan dördüncü Dağlıca saldırısında 8 şehit 19 yaralı… Vatan kahro-luyor. 2002’den 2012 Temmuz’una dek verilen şehit sayısı 630’u geçmiş, analar hergün ağlıyor! “Doğu’da terörle mücadele eden devlet güvenlik görevlisi savaş suçlusu sayılacak” iddiası dünyada emsali görülmemiş darbe değil mi?

Peki, kimler bu, binlerce kınalı kuzuyu hayattan kopartanlar? Kimler kahpe PKK kör düğümünü atan-lar ve ardından Türklüğü idam sehpasına çıkartanlar? Bu darbe değil mi?

*

Ortalık puslu… Barzani peşmergesi kapıda dünkü köpek ve Doğu’daki binlerce hain dümbelek ül-keyi bölmeye yeltenir. Başbakan da çıkar “Kürt sorunu

vardır”der, onların ekmeğine yağ sürer.… Sonra lafını yer “terör sorunu” der. Hain terörün delikteki başına bir de “sayın”unvanı ekler. Yüksek yargı da bunu destekler. Görün ülkede kimler muteber?.. Bu bir darbe değil mi?

Ülkenin her yerinde kahpe, etnik isyan...Hani diyordunuz ya; Kürt, Çerkez, Laz, Abaza, Ermeni, Rum, Süryani… Karıştı kimlikler, soylar... Yani adam olmuş “Türkiyeli”... Milletin tarihteki ezeli adı olan “Türklük”ü ağzına almıyor, “Kürt” ise dilinde pelesenk… Devlet içinde devlet peyda etmek için bu, dilde darbe sayılmaz mı?

*Haydi bakalım Başbakan, haydi başkomutan,

“İleri demokrasi”yle büyüttüğünüz bölücü parti gösterdi dişini.Her gün “Bize özerklik yetmez, tam bağımsız Kürdistan istiyoruz.”diye diretiyor.Vatana ihanet daha başka nasıl olur?Hadi, bitirin kahpelerin işini!? Nedir sizi korkutan?

İç savaşa davet çıkartan ve Türk halkına,askerine ve başbakana alenen hakaret yağdıran köpekleri sus-turamayanları o makamlarında tutan nedir? Söyler misiniz?!

Bu oyun başka oyun…

15

Page 16: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Bizim civan çok hareketli, iş bitirici, her olayın içinde parmağı vardır. Kavgayı görür, koşar, ayırt eder. Gözünü daldan budaktan sakınmaz. İş bitiricilik onun kanına işlemiştir. Her yaptığı işten de mutluluk duyar. Anlaşmayanları anlaştırır. Barışmayanları barıştırır. Bazen tarafları anlaştırmak için babalarının ve dede-lerinin mezarlarına kadar gider. Ölüleri ve dirileri bu-luşturur. Ölüleri, dirilere seslendirir. “söyleyin bizim dirilere, sakın buralara bir dava ile gelmesinler, buralar öyle bildiğin gibi değil, burada bir ince iğnenin hesabı-nı dahi vermeden geçiş yok.” Görün işte manzarayı der.

Öyle eli sıkı tanıdıkları vardır ki, “Bu korku” on-ları da vermeye alıştırır. Vermeye dedikte kendisi için hiçbir kimseden hiçbir şey istemez. Her yaptığı bir işin sonunda onun faydalanacak bir fakiri vardır. Onlara ulaştırdığı küçücük bir imkân onu mutluluğa gark eder.

Yine bir gün sürekli davılaşan (Ağız kavgası eden) iki komşunun bahçe duvarlarından ileri gelen gergin-liklerini her iki tarafın da mezarlarına giderek ölülerini konuşturup davılarını bitirmişti.

Hay Allah razı olsun,Söylettin ölümüzü.İkisini bir edip,Düzelttin kelimizi.(Bahçe duvarının sınırı)

Barışmıştı kadınlar,Düzgün çıkıyor sesi.Tamamlandı böylece,Civanın hikâyesi... zannedersin!Civanın buradaki hikâyesi bitti de iş bununla kalır

mı? Biri biter biri başlar. Nerede bir çetrefilli iş var bulurlar onu. Bu işlerden de adeta zevk alır. Ne olursa olsun, “Beni neden çağırmadınız?” dediği çok olmuş-tur. Aslında netameli işlerdir hepsi de. Biraz çıkar yolu bulamayanların başına bela olan cinstendir hep katıl-dıkları.

Civanın kendi dilinden anlattığına göre, orta mek-tep okudukları zamanlar, film başlayıncaya kadar si-nemanın hoparlöründen anonsla birlikte yüksek sesle müzik yayını yapılırmış. Gündüz matinesi kadınlara ve çocuklara ait olduğundan çalışanların fazla dikkatini çekmezmiş. Yine bir gün sinemanın hoparlöründen Ne-şet Ertaş’ın “Köprüden Geçti Gelin” türküsü duyulmuş,

Yakındaki mahkemenin zabıt katibi de kendini kap-tırır, “köprüden geçti gelin” yazar, parantezin içinede (Diloy Diloy) yazar ve parantezi kapatır. Hâkim bey okumadan imzalamış olmalı ki, dosya Yargıtay’a gider orada incelenir, gerekçeli olarak karar bozulur. Bozma sebebi ise, “Takibi dava konusu köprü üstündeki kav-gadır. “Gelin köprüden geçer iken kavga olmuş olabilir ama, Diloy Diloy’un ismi yazılmamış, ayrıca da ifadesi alınmamıştır. İfadelerin tamamlanarak yeniden karar verilmesi hususuna binaen oy çokluğu ile bozulması-na” der.

Çaresizler, çareyi bizim Civan’da aramaktan başka çare bulamadıklarından koşarlar bizim Civan’a. “Bak bakalım şu işin çaresine.” derler. “Kolay” der bizim Civan. “Yaz tatili geliyor. Bildiğim birkaç fakir çocuk var. Bunlara yanınızdan yörenizden harçlıklarını temin edecek şekilde birer iş ayarlarsanız bu işin de çaresi bu-lunur.” der. Onlar da canla başla derler.

Yaz der Civan katip babaya. Yazdırır Diloy’un ifa-desini. Sonra da birleştirir ifadeleri. Karşılıklı dilekçe ile davalarından vazgeçtiklerini bildirirler. Zabıt böy-lece bağlanarak, hem Diloy’un kimliği hem de davanın sıhhati hakkında bilgi ile birlikte sonuçlanması sağlan-mış olur.

Mutlu bizim Civan! Bundan daha güzeli olur mu? Keşke hiç uyanmasa ne kadar iş bulurdu gençlere.

CİVAN’IN DİLOY’U

İsmail BOZKURT

16

Page 17: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Kurtuldu kâtip amca,Ne var bunda fazla mı?Sıkılan başvuruyor,Civan çare adamı.

Civan çare adamı,Biraz da bizi güldür.Her yaptığı bir yardım,Fakir için ödüldür.

Sadece doyan kişi,O sevgiden ne anlar.Onunla neşe bulur,Fakir yetim çocuklar.

Filimi anons etti,Sinemanın sahibi.Evrakı yanlış yazdı,Bizim zabıt kâtibi.

Dalıp gitti başkâtip,Köprü ile geline.Dışarıyla içeri,Karıştı bir birine.

Evrak böyle yazılmış,Bir kavganın sesiydi.Köprü gelin doğru da,Diloy kimin nesiydi.

Köprüde kavga olmuş,Gelin geçmiş karşıya.Saç bağı dökülmüş de,Ses duyulmuş çarşıya.

Bir telaş ki sarmıştı.Evrakın iadesi.Alınmayan bir bölüm,Diloy’un ifadesi.

Telaş kurtarmaz başı,Her hal sabır edecek.Düşündü kâtip amca,Bunu kim düzeltecek.

Kâtip çaldı kapıyı,Başkan seni istiyor.Diloy’a çare gerek,Civan buna ne diyor.

Başı düzgün olursa,Sonra gelir gerisi.Madem sandılar onu,Kavgacıdan birisi.

Hallederiz korkmayın,Başka çare ne desin.Bu seferde alırız,Diloy’un ifadesin.

Bu işe sabır gerek,Tuttular nefesini.Karşılıklı verdiler,Barış dilekçesini.

Akşam sabah demeden,Bulundu adresesi.Ve böylece alındı,Diloy’un ifadesi.

Civan çare ararken,Uyanıp da ne demiş.Hikâyenin tamamı,Meğer bir rüya imiş.

Ağzımız açık kaldı,Kapıldık havasına.Hep beraber şaşırdık,Civanın rüyasına.

BAŞSAĞLIĞI BAŞSAĞLIĞI BAŞSAĞLIĞI

Ülkücü Hareket’in unutulmaz

şahsiyetlerinden bir YİĞİT olan Mehmet TÜLÜCE, 19 Mayıs

2012 tarihinde İstanbul’da vefat

etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet, tüm ülküdaşlarına ve aile yakınlarına başsağlığı

dileriz.

Değerli eğitimci Bekir ALP’ın babası Mehmet Yaşar ALP

11 Haziran 2012 Pazartesi günü vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet,

ailesinin bütün fertlerine başsağlığı

dileriz.

Değerli ülküdaşımız rahmetli Mustafa Erdem

ile Ahmet, Hasan, Yahya, İsmet, Mehmet

beylerin muhterem babaları

Ziya ERDEM (1336) 24 Haziran 2012

Pazar günü vefat etmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet,

ERDEM ailesinin bütün fertlerine başsağlığı

dileriz.

Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği

17

Page 18: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

BİLGEHAN AYATA’NIN “‘ALP’ Mİ ‘ALP’ MI?” BAŞLIKLI YAZISINA

BİR DESTEK ÜÇ İTİRAZ

Mehmet KILINÇ

Bilgehan Ayata, Bilgiyurdu Gençlik Dergisinin 31. sayısındaki “ ‘Alp’ mi ‘Alp’ mi?”1 başlıklı yazısında önemli birkaç konuya temas etmiş. Bu yazıdaki tespit ve görüşlerle ilgili kanaatimizi ve bazı itirazlarımızı belirttikten sonra çok sık rastladığımız ve dilin karak-terini bozacak şekilde yaygınlaşma/yaygınlaştırılma emareleri görülen bazı yanlış kullanımlar üzerinde dur-mak istiyorum.

1. “‘Alp’ mi ‘alp’ mı?” hakkında: Sayın Bilgehan Ayata, önce “alp” kelimesinin

ve bunun ekli biçimlerinin söylenişlerinde ve ya-zılışlarında görülen yanlışlık üzerinde durmakta ve öz be öz Türkçe olan ve Türkçenin sesle ve ses birleşimleriyle ilgili bütün kanunlarına uygun olan “alp” kelimesindeki “l” sesinin –muhtemelen özenti sebebiyle– ince okunmasının ve bu ince okunuşa bağlı olarak buna getirilen eklerin de inceltilmesinin yanlış ve Türkçeye aykırı ol-duğunu ifade etmekte-dir ki çok haklıdır. Son yüzyılda aşağılık kompleksine kapılan bazı aydın-larımız ve Batı özentisi içindeki kibarlık budalala-rımız “alp” gibi su katılmamış Türkçe kelimeleri ve hatta bazan “er” adı ile “ol-”fiilinin birleşmesinden oluşan ve kişi ismi olarak kullanılan “Erol” kelimesini bile telâffuz ederken bunlardaki “kalın l/lı” sesini in-celtip “ince l/le”ye dönüştürmekteler ve “alpa, alplar, Erol’a, “Erollar” yerine, “alpe, alpler, Erol’e, Eroller” biçiminde söylemeyi bir marifet sanmaktadırlar. “Alp” kelimesinin “ince l/le”li telaffuzu çok yaygınlaşmış ve “alp” ile yapılan “Alparslan, Gökalp, Konuralp” gibi öz be öz Türkçe birleşik isimler de bu yanlış biçimiyle söylenir olmuştur.

Türkçede herkesin bildiği iki ünlü uyumu (büyük ses/ünlü uyumu//kalınlık-incelik uyumu; küçük ses/

1 Bilgehan Ayata, “ ‘Alp’ mi ‘alp’ mı?” başlıklı yazı, Bilgiyurdu Gençlik Dergisi, 31. Sayı, 19. Sayfa, Kayseri, 2012

ünlü uyumu// düzlük-yuvarlaklık uyumu) ile ünsüz uyumu (ki bu uyum okullarda daha ziyade “sert ünsüz-lerin benzeşmesi” adıyla kısmen öğretilir) dışında “ün-lü-ünsüz uyumu” adı verilen dördüncü bir ses uyumu daha vardır. Ünlü sesler (a, ı, o, u, e, i, ö, ü) ile hem ince hem kalın şekilleri bulunan “g, k ve l” ünsüzle-ri arasında görülen bir uyum olan ünlü-ünsüz uyumu, Türkçenin diğer ses uyumlarından daha önemli ve ka-rakteristik bir özelliğidir.

Türkçe bilhassa ağızlarda zaman zaman hemen herkesçe bilinen ünlü ve ünsüz uyumlarına aykırı söy-leyişlere –dilin kendi mantığı içinde bazı haklı gerek-çelerle- izin vermektedir. Meselâ “buğday” kelimesi, “y” sesinin inceltici etkisiyle ikinci hecesindeki “a”

sesi “e”ye dönüştürülerek “buğdey / bûdey; “kolay” kelimesi, yine “y” sesinin etkisiyle hem “a” inceltilip “e”ye, hem de “kalın l/lı” sesi inceltilip “ince l/le”ye dönüştürülerek “koley/goley”;“otobüs” kelimesin-deki “ü” sesi, muhtemelen kalınlık incelik uyumuna

uydurma ve önceki hecelerdeki “o” sesine benzetme düşüncesiyle “otobos”; “soğuk” kelimesi, -iki ünlünün farklı hecelerde de olsa yan yana gelmeyeceği husu-sundaki kural yok farz edilerek- “souk”, hatta “o” uza-tılarak “sôk” biçiminde söylenebilmektedir. Türkçenin en karakteristik ve vazgeçilmesi, çiğnenmesi hemen hemen hiç mümkün görülmeyen bir kuralı ve uyumu olan ünlü-ünsüz uyumuna göre Türkçede bir hece için-de ince ünlüler (e, i, ö ve ü) ile kalın ünsüzler (kalın g/gı, kalın k/ka ve kalın l/lı); kalın ünlüler (a, ı, o ve u) ile ince ünsüzler (ince g/ge, ince k/ke ve ince l/le) bulunamazlar.2 Türkçe, buna uymayan yabancı asıllı kelimeleri bu kurala uygun hale getirir; yani ya ünlüyü

2 Bugün Türkiye Türkçesinde 29 harfle gösterilen 13’ü ünlü 24’ü ünsüz 37 ses bulunmaktadır. Ünlüler: a, ince a, uzun a (â), e, kapalı e (é), ı, i, uzun i (î), o, ö, u, uzun u (û), ü; ünsüzler: b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, kalın k (ka), ince k (ke), kalın l (lı), ince l (le), m, n, sağır n (geniz n’si, “ng” birleşik sesi), p, r, s, ş, t, v, y, z.

Türkçemiz bugün gerek cehalet ve özensizlik gerek Batı dillerine özenti gerekse kasıtlı olarak bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır

18

Page 19: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

ya ünsüzü diğerine benzetir. Meselâ, Arapça asıllı olan ve –yazımında ve söylenişinde sık sık tartışmalara yol açan – “kısa sürede meydana gelen değişiklikler” an-lamındaki “inkilâb” kelimesinin ikinci hecesindeki “k” ünsüzü, “kalın k/ka”; yanındaki “i” ünlüsü ise incedir; üçüncü hecedeki “l” ünsüzü “ince l/le”, yanındaki “a” ünlüsü ise kalındır. Türkçenin ses düzenine çok aykırı olan bu kelimenin Arapçadaki aslına uygun söylenişi –biz Türkler için- çok zordur. (İkinci heceyi seslendirir-ken önce “kalın k/ka”, sonra ara vermeden ince “i” sesi çıkarılacak. “Kalın k/ka”dan ince “i”ye geçmek çok zahmetlidir. Üçüncü hece seslendirilirken de önce “ince l/le”, ardından kalın “a”,onun ardından da “b”-veya Türkçede “p”- çıkarılacak. Türk hançeresine çok sıkıntı veren bu ses birleşimlerini Türk dili kendi kurallarına uygun ve kolay hale getirir ve ya “kalın k/ka”yı sonraki “i”ye benzetip incelterek “ince k/ke”ye veya “i”yi ön-ceki kalın k/ka’ya benzetip kalınlaştırarak “ı”ya dönüş-türür; üçüncü hecedeki “ince l/le” sesini de sonraki “a” sesine benzetip kalınlaştırarak “kalın l/lı” haline getirir. Okuldan veya çevreden belirli bir dil terbiyesi almamış olanlar bu kelimeyi ya “inkılap” veya “inkilap” biçi-minde telaffuz edip yazarlar ki çok zaman “inkilap” yahut “inkilâp” biçiminde telaffuz edip yazdıklarında da “inkilap/inkilâp, kelp-leşmek/köpekleşmek de-mektir” denerek şiddetle tenkid edilir, ayıplanırlar. (Hâlbuki Türkçede bu ke-lime ister “inkılap” yahut “inkılâp”, ister inkilap” yahut “inkilâp” biçiminde söylenip yazılsın hiçbir Türk’ün aklına “köpekleşme” anlamı gelmez; o, Araplar yahut Arapça konuşup ya-zanlar için öyledir.)

Batı dillerinden Türkçeye geçip yaygınlaşan “ekol”3, telefon seslenme edatı “alo”4 kelimesinde “l” sesleri de incedir ve ince söylenmelidir. “Ekol” kelimesine geti-rilen ekler kelimenin son sesi “ince l/le”ye benzeyerek ince olur: “ekoller, ekole, ekolün” gibi. “Alo” kelimesi-ne getirilen ekler ise kelimenin son sesi “o” kalın oldu-ğu için kalın olmak mecburiyetindedir: “alônun, alôya, alôdan” gibi.

Türkiye Türkçesinde “ince l/le” sesinin ve hatta “ince g/ge”, “ince k/ke” ünsüzlerinin kalın ünlüler (a, ı,

3 “ekol” kelimesi Fransızca olup sonundaki “l” “ince l/le” olduğu için ince telâffuz edilir ve buna eklenen ekler de ince olur. Ekoller, ekole, ekolü gibi. (“Ekol”, kelimesi hem aslî biçimiyle, hem de “okul” biçimiyle de “mektep” karşılığı kullanılmaktadır.)4 “alo” kelimesindeki “l” sesinin ince söylendiğini belirtmek için “o” üzerine “düzeltme işareti (^) konması ve “alô” biçiminde yazılması gerekirken maalesef sözlüklerde ve imlâ kılavuzlarında -hangi gerekçeyle olduğu bilinmez- “alo” biçiminde yazılmaktadır. Hâlbuki aynı imlâ kılavuzlarında “ ^ ”düzeltme işaretinin üzerine konduğu kalın ünlüden önceki “k, g, l” harflerini ince okutmak (bunlara ek olarak üzerine konduğu ünlüleri –daha ziyade a, i ve u ünlüleri- uzun okutmak için) kullanıldığı belirtilmektedir.

o ve u) ile aynı hece içinde bir arada bulunması “kalın g/gı”, “kalın k/ka” ve “kalın l/lı” ünsüzlerinin ince ün-lüler (e, i, ö ve ü) ile bir arada bulunması kadar zor ol-mamaktadır. (Belki de Türkiye Türkçesi böyle bir bir-leşmeye imkân veren bir nitelik kazanmaktadır.) Ancak Türkçe asıllı kelimelerin telâffuzunda özentiyle böyle gereksiz inceltmelerden kaçınılmalıdır.

***Sayın Bilgehan Ayata, “kendi, aynı ve aksi” keli-

melerinin kullanımlarında gördüğü yanlışlıklardan söz ediyor.

2. “Kendi” dönüşlülük zamiri hakkında: “Kendi” zamirinin teklik üçüncü kişi çekiminin

kullanımında “-si” iyelik ekinin düşürülmesinin yanlış olduğunu ifade eden Ayata, bu yanlış kullanıma örnek olarak gösterdiği “Rauf kendi gelsin” cümlesinin “Rauf kendisi gelsin” şeklinde düzenlenmesi gerektiğini “ ‘Rauf kendi gelsin’ kullanımı doğru olsaydı ‘Vatan sev-gi imandandır’ kullanımının da doğru olması gerekirdi; çünkü ‘vatan(ın) sevgi+si’ nasıl belirtisiz isim tamla-masıysa ‘Rauf(un) kendi+si’ de aynı şekilde belirtisiz isim tamlamasıdır” diyerek gerekçelendirmektedir.

Bu açıklamada önce “Rauf kendi gelsin” ve “Rauf kendisi gelsin” cümlele-rindeki “Rauf kendi” ile “Rauf kendisi” ifadeleri-nin bir tamlama olup ol-madığı hususunun açık-lığa kavuşması gerekir. Bu cümlelerin ikisinde de özne (fail) “Rauf kendi” ve “Rauf kendisi” değildir; her iki kullanımda da özne

“Rauf”tur ,“kendi” ve “kendisi” zamirleri de “Rauf”u destekleyen, kuvvetlendiren, onun özne durumunu pe-kiştiren bir ikinci özne konumundadırlar (“Rauf gelsin” ile “Rauf kendi gelsin”, “Rauf kendisi gelsin” ifadeleri, “Ben geldim”, “Ben kendim geldim” ifadelerine ben-zer; o yüzden nasıl ki “Ben kendim” ifadesi bir tamlama değilse hem “Rauf kendi” hem “Rauf kendisi” ifadeleri de tamlama niteliğinde değildir. İfade “Rauf’un ken-disi” biçiminde düzenlenseydi isim tamlaması olurdu. “Rauf kendi gelsin” yahut “Rauf kendisi gelsin” ifa-delerindeki “Rauf kendi” ve “Rauf kendisi” ifadeleri-nin “vatan sevgisi” ile mukayesesi de doğru değildir; o ifadeler ancak “vatan kendi” veya “vatan kendisi” ile mukayese edilebilir. Çünkü “kendi” zamiri dönüşlülük bildirdiğinden anlam olarak pekiştirdiği isimle bir tam-lama oluşturamaz; fakat “vatan sevgisi” başlı başına bir kavramın adı olarak kullanılabilir.

“Rauf kendi” veya “Rauf kendisi” bir tamlama ol-madığı halde “Rauf”un kendisi” ifadesi tamlamadır ve bu tamlama söz konusu cümlenin öznesi konumunda-dır. Bu konuda tartışmalı cümleyi “Rauf, kendi gelsin” veya “Rauf, kendisi gelsin” şeklinde söyler veya ya-

Herkesi -bilhassa bu dili öğretmek mevkiinde bulunanları- Türkçeyi önce doğru, sonra güzel kullanma hususunda gerekli özeni, titizliği göstermeye davet ediyorum.

19

Page 20: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Kayseri’nin 175. Şehidi

zarsak (zira söyleniş böyledir, “Rauf”tan sonra hafifçe durmak gerek) mesele kalmaz.

Ayrıca Türkçede ilgi (genitif) grubu adı verilen ve belirli isim tamlamalarının iyelik eki düşürülmüş bi-çimleri de kullanılmaktadır “Ahmetlerin bahçe”, “Ali dayının Hasan” gibi. “Rauf’un kendi” de böyle bir ke-lime grubudur ve bu şekliyle kullanılması Türkçenin kanunlarına aykırı düşmez.

“Kendi” dönüşlülük zamirinin teklik 3. kişi çekimi-nin “kendisi” biçiminde iyelik ekli olması daha doğru ve Türkçenin mantığına daha uygun olduğu ve kulla-nımlarda bu biçimin tercih edilmesi efdal olmakla bir-likte iyelik eksiz “kendi” biçiminin kullanılmasının da yanlış olmadığı yahut en azından “galat-ı meşhur” ka-bul edilip kullanımına itiraz edilmemesi gerekir.

3. “aynı” ve “aksi” ( daha doğrusu “ayn” ve “aks/akis” ) hakkında:

Sayın Ayata, “aynı” ve aksi” kelimelerinin kul-lanımındaki yanlışlığı belirtirken de maalesef hata etmektedir. Zira “kendi, aynı ve aksi” kelimeleriyle ilgili son değerlendirmesini yaparken “Sözcüklerin kökleri ‘kend’, ‘ayn’, ‘aks’ değildir; ‘kendi’, ‘aynı’ ve ‘aksi’dir” demekte ve bunlarla tamlama kurulurken sonlarına mutlaka “-si/-sı” iyelik eklerinin getirilmesi-nin şart olduğunu ileri sürmektedir.

“Kendi” zamirinin kökünün “kend” olmadığı hu-susunda haklı olmasına rağmen “aynı” ve “aksi” keli-melerinin kökleri konusunda yanılmaktadır. “Aynı” ve “aksi” kelimeleri, aslen Arapçadır ve kökleri de “ayn” ve “aks” tır. “ayn”5[4], kelimesi, dilimize Arapçadan geçmiş bir isimdir ve Türkçede bu kök haliyle değil “aynı (ayn+ı/î)”6[5], “aynen(ayn+en)”7 biçimleriyle kullanılmaktadır.

Türkçede “aynı” yahut “aynî” biçimiyle sıfat yahut isim olarak kullanılan bu kelime isim tamlamalarında tamlanan/belirtilen olarak yer aldığında sonuna -çok kere Türkçe tamlama kurallarına uygun olarak- “-s-ı” veya “-s-i” iyelik eki getirilmekte, “Denktaş’ın aynısı/aynisi” denmektedir; fakat bazan da sonundaki Fars-ça izafet kesresi/tamlama i’si-tamlama eki “-î”, iyelik

5 ayn: A. i. Göz; pınar, kaynak; bir nesne veya kimsenin kendisi. biaynihi: Tıpkısı, tamamıyle. (M.Nihat Özön, Büyük Osmanlıca –Türkçe Sözlük) ayn (Ar. ‘ayn): is. Göz; bakış, nazar; kaynak, pınar; gözetleme yeri; kendisi, aslı, tıpkısı. ayn-ı hakîkat: Gerçeğin kendisi. ayn-ı hata: Yanlışlığın ta kendisi. (Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük)6 aynı: A.s. Başkası değil yine o; tıpkısı. (M. Nihat Özön, Büyük Osmanlıca –Türkçe Sözlük) aynı: (Ar. ‘ayn=asıl+Far. –î//izafet kesresi/isim tamlaması -i’si//--aynı) : sf. Bir şeyin kendisi, başkası değil, yine o; ayırt edilemeyecek kadar nitelikleri benzeyen, özdeş; zaman içinde değişikliğe uğramayan, farklı değil. (Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük)(“aynı” kelimesinin aslı “aynî”dir; bu aslî biçimiyle de kullanılmaktadır; “aynı” halini alması Türkçenin kalınlık incelik uyumuna uygun hale getirilmesindendir. M.K.)7 aynen: A. zf. Bir şeyin kendisi ve aslı olarak; tıpkı tıpkına, tamamıyle, hiç değiştirmeden. (M. Nihat Özön, Büyük Osmanlıca –Türkçe Sözlük) aynen, (Ar. ‘ayn=asıl—‘aynen): Olduğu gibi, değiştirilmeden, aynıyla, aynı biçimde, tastamam, harfi harfine;(ağız) Çok doğru, bildiğin gibi, öyle. (Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük) (Arapça “ayn” ismine farsça “-en” eki getirilerek “ayn olarak, aslının tıpkısı, aslına tıpatıp benzer olarak” anlamında zarf yapılmış.)

eki olarak kabul görüp “Denktaş’ın aynı/ayni” dene-bilmektedir. Yabancı (Farsça) bir ekin Türkçede ka-bul görmesi ve kullanılması uygun ve doğru değildir. Kanaatimce “ayni/aynı” kelimesi, bu ekli şekliyle kök kabul edilmekte ve ekli genitif (ilgi/tamlayan/belirten/-in) halindeki isimlerle birleşerek iyelik eki düşmüş bir kelime grubu (daha doğrusu bir genitif/ilgi grubu) oluş-turmaktadır. Bu bakımdan “Denktaş’ın aynı/ayni”, “as-lının aynı” v.b. kullanımlar doğrudur ve bunların yanlış ve Türkçeye aykırı olduğu iddiası doğru değildir.

“Aks”8 kelimesi (“k”, ince k/ke) de Arapça asıllı bir isimdir ve sonundaki çift ünsüz yüzünden Türkçe keli-melerin ses yapısına uymadığı9 için sondaki “k” ve “s” ünsüzlerinin arası “i” ünlüsü ile açılarak Türkçenin ses yapısına uygun hale getirilmekte ve “akis” biçimini al-maktadır. Sayın Ayata’nın söz konusu yazısında örnek olarak verdiği ve yanlış olduğunu iddia ettiği “Salınca-ğın ipini sallandığı istikametin aksine çekti” cümlesin-deki “sallandığı istikamet+in ak(i)s+i” ifadesi doğrudur ve bu belirli isim tamlaması doğru teşkil edilmiştir. Bu tamlamanın “…istikametin aksisi” şeklinde düzenlen-mesi mümkün değildir ve böyle bir düzenleme Türkçeye tamamen aykırı olur; zira bir isim tamlamasında art arda iki iyelik eki bulunamaz, bulunmasını gerektire-cek bir sebep de yoktur.

Türkçemiz bugün gerek cehalet ve özensizlik gerek Batı dillerine özenti gerekse kasıtlı olarak bozulma teh-likesiyle karşı karşıyadır ve maalesef bu bozulma hem devlet adamları hem sözlü, yazılı ve görüntülü basın yayın organları vasıtasıyla yaygınlaştırılmaktadır. Bu konuyla ilgili endişelerimizi ve düşüncelerimizi başka bir yazımızda ele alacağız. Bu vesileyle herkesi – bil-hassa bu dili öğretmek mevkiinde bulunanları- Türkçe-yi önce doğru, sonra güzel kullanma hususunda gerekli özeni, titizliği göstermeye davet ediyorum.

8 aks: A. i. Bir yere vurma, çarpma; ışık veya sesin bir yerde görünmesi, vurması, görünüp dönmesi; ters, karşıt; (Ed.) kelâm bölümlerinin yerini değiştirme. aks-i dâva: Karşıt teorem; aks-i müddea: Karşı sav, karşı iddia; aks-i sada: Yankı; aksi tesir: İstenilenin karşıtı, tepki; aks-ül-amel: Tepki. “Yüzünde aksi nümâyandı bir mülâhazanın.”—Fikret; “Bir şeb ki aks-i fer-i kamerle”—Recaizade. (M.Nihat Özön, Büyük Osmanlıca –Türkçe Sözlük) aks:( Ar. ‘aks) Çarpma ve geri gelme; akis; yankı; yansıma. aks-i da’va: Zıt teorem. aks-i müddea: Karşı iddia. aks-i seda: Yankı, ses yansıması. aksü’l-amel: Tepki (Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük)9 Türkçede hece ve kelime sonlarında “ks” çift ünsüzleri bulunmaz, bu seslerin aynı hecede art arda çıkarılması zordur. Aynı hecede art arda bulunacak ünsüzler çıkarılırken, hançerenin/ses organlarının zorlanmaması, önceki ünsüzün oluşmasının akabinde sonraki ünsüzün de kolayca oluşturulabilmesi gerekir. Bu yüzden “ks”,”kl”,”kr” “lm”, “mr”,“cz”, “zm” v.b. çift ünsüzlerin aynı hecede bu sırayla bulunması Türkçenin ses birleşim sistemine aykırıdır ve yabancı asıllı kelimelerde bulunan bu tür hecelerdeki ünsüzlerin araları “ı, i, u, ü” ünlülerinden biriyle açılır. “Aks, akl, nakl, zikr, ilm, film, ömr, azm” gibi yabancı asıllı kelimeler “akis, akıl, nakil, zikir, ilim, filim, ömür, azim” haline getirilerek telaffuz edilir. Sonradan ilâve edilen bu ünlüler, kelime ünlü ile başlayan bir ek aldığında veya ünlüyle başlayan bir kelime ile birleştiğinde düşer: “akis+i, akıl+a, nakil+e, zikir+in, ilim+in, filim-e, ömür+üm, azim+imiz” “aksi, akla, nakle, zikrin, ilmin, filme, ömrüm, azmimiz”; “akis etmek, akıl etmek, nakil olmak, zikir eylemek, azim etmek”, “aksetmek, akletmek, naklolmak, zikreylemek, azmetmek” gibi.

20

Page 21: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Bilgehan AYATA

TİŞÖRT YAZILARI

Yaz aylarının girmesiyle birlikte rengârenk elbise-ler sokakları süslemeye başladı. Bu elbiseler, renkleri ve biçimlerinin dışında bir özelliğiyle daha dikkatimi-zi çekmekte: Üzerindeki yazılar. Bu konu, zihnimizi fazlasıyla meşgul etti ve bu yazıyı kaleme alma gereği duyduk.

Küçüğünden büyüğüne hemen her elbisenin, özel-likle tişörtlerin üzeri yabancı yazılarla dolu. Tespitle-rimize göre bu yazıların çoğunluğu İngilizce ve Fran-sızcadır. Peki, bu yazıların içeriğini hiç düşündünüz mü? Biz bunu dert edindik ve sokakta rastladığımız bu yazıları bire bir not ederek ve genel ağ (internet) dan da yararlanarak küçük bir araştırma gerçekleştirdik. Ulaş-tığımız sonuçlar gerçekten çarpıcı. Bir o kadar da dü-şündürücü. Ulaştığımız sonuçlardan yola çıkarak elbise yazılarını beş başlık altında inceleyebiliriz: 1. Yabancı Yer Adları Yazıları, 2. Marka Adları Yazıları, 3. Masum Yabancı Yazılar, 4. Müstehcen Yazılar, 5. Türkçe Yazı-lar.

1. Yabancı Yer Adları YazılarıEn çok görülen İtalia, New York (ABD’nin bir şehri),

USA, Milano (İtalya’nın bir şehri), England… Giysisin-de bu adları taşıyanlara sormak istiyoruz: Biz, Trablus-garp Savaşı’nı kiminle yaptık? Kısaca biz söyleyelim. 1911’de İngiltere ve Fransa’nın da desteklediği İtalya, Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olan Trablusgarp’a sal-dırır. 1912’de Uşi Antlaşması’yla Trablusgarp İtalya’ya bırakılır. Geçici olarak İtalya’ya bırakılan Oniki Ada ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a veri-lir. Öte yandan bugün memleketimizin başına bela olan terörü kimler desteklemektedir? Öyle ise hangi bilinçli Türk evladı göğsünde bu devletlerin ya da şehirlerin

adını taşır! Bu, yalnızca adla da sınırlı değildir. Kimi zaman bu devletlerin bayrakları da karşımıza çıkmakta-dır. Özellikle çocuk kıyafetlerinde yabancı devletlerin bayraklarını gördüğümüzde içimizin acımaması müm-kün değildir? Merak ediyoruz; acaba bir İngiliz, İtalyan ya da Amerikan, göğsünde Türkçe bir yazı ya da Türk bayrağı taşımakta mıdır?

2. Marka Adları YazılarıYabancı markalar bu sayede ücretsiz reklam

yapmaktadır. Biz de istemeden de olsa uluslararası sömürge şirketlerinin birer elemanı olmaktayız böy-lece. Reklam olmasın diye bu yazılara örnek verme-yeceğiz; ama, oldukça ilginç olması dolayısıyla şu ör-neği incelemek istiyoruz. Bugün, Hunat Meydanı’nda bir köşeye oturup çok değil beş dakika gözlemleseniz en az on kez D&G markasına rastlarsınız. Bu mar-kanın açılımı “Dolce ve Gabbana”. Peki, kim bu Dol-ce ile Gabbana? Bu adların İtalyan asıllı iki eşcinselin soyadları olduğu söylenmektedir (Genel ağda küçük bir araştırma yaptığınızda pek çok sitede bulabilirsiniz.). Fecaate bakınız.

3. Masum Yabancı YazılarBu öbekteki yazılar her ne kadar masummuş gibi

görünse de derin düşünüldüğünde bunlarda da sa-kıncalar bulunmaktadır. Gözlemlediğimiz örnekle-rin kolaylık olması için yalnızca Türkçe karşılıklarını yazıyoruz: Gülücük, papağan, kedi yüzlü, beni kızdır-ma, gerginim, kızlar, müzik, tek parça, asil kelebek, tehlike…

Burada içimizi acıtan bir örneği daha paylaşmak istiyoruz. Anaokulu ve ilkokul çocuklarının yakalık-

21

Page 22: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

larında İngilizce olarak “gırl”(kız) ve “scholl” (okul) yazdığını gördük. O an şunu düşündük: Biz, sömürge ülkesi miyiz? Düşününüz, annesi sabah kınalı kuzusu-nu o tatlı uykusundan öperek uyandırıyor. Kahvaltısı-nı özenle hazırlıyor. Belki de bulgur bulgur terleyerek pişirdiği tandır ekmeğinden yediriyor. Sonra da Allah zihin açıklığı versin, diyerek boynuna ip geçirircesine bu yakalığı takıyor.

Sayın Küçükbezirci ise şu İngilizce önlük yazısı ör-neğini veriyor: “ ‘Havvv! Ben aç bir köpeğim.’ Bunlar Türkçe yazsa idi, yeğeninize, torunuza, oğlunuza, kızı-nıza giydirir miydiniz? Elbette hayır!”1

Bu bize son derece acı gelmekte. Eğer bu sahneler yalnızca bizim yüreğimizi titretiyorsa kabul ediyoruz, bizde bir sorun var.

4. Müstehcen YazılarTişört yazılarının en acı yanlarından biri de

müstehcen olmalarıdır. Pek çoğumuz bilerek ya da bilmeyerek üzerimizde ağza dahi alınamayacak kü-fürler taşıyoruz. O derece ki örnek olarak yazımıza eklediğimiz fotoğraftaki yazının bir bölümünü sil-mek zorunda kaldık. İçinde bulunduğumuz duru-mun ağırlığını görmek açısından affınıza sığınarak birkaç örnek vermek istiyoruz: Bugün boş musun, saatlik kız için (Genç kızların göğsü üzerinde); Rak müzik, içki ve seks (namaz kılan bir adamın sırtında); sevgili yaratıcı, teşekkürler, bira, kadın ve futbol için; büyük çıkış (bir kadının kot pantolonunun arkasında), dokun bana (bir kadının göğsünde), oyuncak oğlan (bir erkeğin önünde ve bel altını işaret eden bir ok)… ör-nekleri çoğaltmak mümkün; ancak, bu kadarını yeterli görüyoruz. Soruyoruz: Bu yazılar, kime ve hangi ama-ca hizmet etmektedir?

Bu yazılar televizyon aracılığıyla da özendirilmek-tedir. Film ve reklamlarda bunların örneğini görmekte-yiz. Yazımıza eklediğimiz bir dizi oyuncusu fotoğrafı-nın üzerindeki yazıya bakınız: “hotmale” yani “ateşli” ya da “seksi erkek”. Binlerce belki milyonlarca insanın –maalesef- izlediği bir filmde oynayan oyuncuya giy-dirilen bu tişörtteki yazının anlamı bilinmiyor muydu? Elbette biliniyordu. Zaten bu, özellikle yapılıyor.

5. Türkçe YazılarTürkçe yazılı tişörtler de yok değil. Her ne kadar

örnek resimde olduğu gibi müstehcen Türkçe yazılar da bulunsa da genellikle güldürü tarzındaki bu yazılar, Türkçesinin yaygınlaşması bakımından dikkate de-ğer. Birkaç örnek: Ön tarafta “beni beğendiysen arka-ya bak”, arkada “baktı salak”, “bu hayattan sıkıldım, ikinci kanalı yok mu”, “beni sevmeyen bitlensin”, “aşk ilkokulda komedi, ortaokulda trajedi, lisede dram, imamhatipte haram”… Ayrıca, biz Osmanlı torunu-yuz, İstanbul, Çılgın Türkler gibi yazıların ve Atatürk resimlerinin, Osmanlı tuğralarının bulunduğu tişörtleri görmek de mümkün.1 Yrd. Doç. Dr. Yağmur KÜÇÜKBEZİRCİ’nin sözü, Nazım PEKER, http://www.konyailkhaber.com/kose-yazisi/284/tisort-yazilari-ne-anlatiyor.html. Haziran, 2012.

Esnaflarla konuşmamızda esnaf, Türkçe yazılı ti-şörtlerin alıcı bulmadığından, gençlerle konuşmamız-da ise gençler, Türkçe yazılı tişörtlerin olmadığından yakınmakta. Burada bir anlaşmazlık ve öğrenilmiş çaresizlik söz konusu. Kaliteli Türkçe yazılı tişörtler yaygınlaşırsa yabancı yazılı tişörtlere -küçük azınlığın dışında- rağbet edilmeyeceği kanaatindeyiz.

Bu konuda olumlu adımlar da atılmakta. Geçen yıl bir firma, “Yeşilçam Efsaneleri” adıyla bir seri üretme-ye başladı. Önce Türkân ŞORAY fotoğrafları ve sözleri basıldı. Bu yıl ise Cüneyt ARKIN fotoğrafları ve söz-leri. “At binenin, kılıç kuşananın” örneği gibi atasöz-lerinin de yazılı olduğu bu koleksiyonun tanıtımında Cüneyt ARKIN’ın şu sözleri çok önemlidir: “Bizde bir Batı hayranlığı var. Aslında ne kadar zenginliklerimiz, kültürümüz ve medeniyetimiz var. Bakıyorum şimdi ti-şörtlerde yabancı isimler var. Çocukların çantasında Örümcek Adam’ın, Süperman’ın resimleri var. Üzülü-yorum bizim tarihimizde ben değil, büyük kahramanlar var. Neden onlar olmasın. Malkoçoğlu aklıma geldi. Niye bir Türk gencinin çantasında bir Türk kahrama-nının, sanatçısının resmi olmasın?”2 Sayın ARKIN, burada bir başka konuya, çantalardaki yabancı resim ve yazılara dikkat çekmiştir. Öyle ya, Türk çocukları Sindi yerine Banu Çiçeklerin, Betmen yerine Boğaç-hanların resimlerini taşısalar fena mı olur? Dileğimiz, bu tür girişimlerin diğer firmalara örnek olması.

SONUÇ

Tüm bu yazdıklarımızdan anlaşılmaktadır ki çoğu vakit farkına bile varmadan üzerimizde taşıdığımız yabancı yazı, fotoğraf ve işaretler Türk kültürüne ve İslam inancına aykırı özellikler taşımaktadır.

Çağrıda bulunuyoruz:Kıymetli anne ve babalar, değerli gençler, sevgili

çocuklar! Yabancı dil ya da yabancı düşmanı değiliz. Biz, Türkçenin, Türk’ün yabancılaşmasına, Türk kül-türünün yozlaşmasına karşıyız. Bu yüzden kendimize, çocuğumuza, eşimize dostumuza kıyafet alırken üze-rinde yabancı yazı olmamasına dikkat edelim. Kültür sömürüsüne istemeden alet olmayalım. Türkçe, başka dillerden, Türk kültürü başka kültürlerden geri ve eksik değildir. Türkçeyle, Türklükle az çok haşır neşir olan herkes bu gerçeği bilir. Bu satırların yazarı da bu say-falardan zaman zaman bunu naçizane haykırmaya ça-lışmaktadır. Gelin, millî bir şahlanış başlatalım ve işe Türkçemize sahip çıkarak başlayalım. Bunu gerçekleş-tirirken küresel dünya, dünya dili İngilizce, geri kafa-lılık teraneleri okuyanlar olursa şevkimizi kırmalarına izin vermeyip onlara rahmetli Arif Nihat ASYA’nın şu sözlerini anımsatalım: “Bize örümcek kafalı diyenler, olsa olsa sineklerdir.”

Saygıyla…2 http://www.sacitaslan.com/magazin-cuneyt-arkindan-aci-itiraf_56473.html, Haziran, 2012. Not: Tespit ettiğimiz İngilizce tişört yazılarını Türkçeye çevirerek bize yardımcı olan mesai arkadaşım İngilizce Öğretmeni Sayın Güngör YEŞİLTAŞ’a teşekkür ederim.

22

Page 23: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanının (AOBP) Öğ-renci Seçme ve Yerleştirme Merkezince (ÖSYM) kal-dırılması ile bazı tartışmalar gündeme geldi. Bu yazıda Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanının kaldırılmasının ne gibi etkileri olacağı üzerinde durulmaya çalışılacak-tır.

OBP nedir?

Ortaöğretim Başarı Puanı (OBP) öğrenci-nin diploma notuna göre hesaplanan puandır. 2012-ÖSYS’de yerleştirme puanlarının hesaplanmasın-da adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınacaktır. Türkiye geneli değerlendirmeye esas alınarak, ortaöğ-

retim bitirme notları (100 üzerinden diploma notu) 5 ile çarpılarak Ortaöğretim Başarı Puanına (OBP) dönüştü-rülecektir. Böylece, 50 olan en düşük diploma notu için OBP 250 olacak, en yüksek 100 olan diploma notu için de OBP 500 olacaktır. 50’nin altında olan diploma not-ları 50 olarak değerlendirmeye alınacaktır. Bu şekilde hesaplanan Ortaöğretim Başarı Puanının %12’si (0,12) merkezî sınavdan alınan puana eklenerek adayın yer-

leştirme puanı hesaplanacaktır.

AOBP nedir?

Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı, diploma notlarına göre hesaplanan Ortaöğretim Başarı Pua-nının (OBP) ağırlıklandırılarak her aday için 3 tane Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanı (AOBP-SÖZ, AOBP-SAY ve AOBP-EA) hesaplanması idi.

OBP’lerin ağırlıklandırılmasında okulun son sı-nıf öğrencilerinin ilgili yılda elde ettiği AOBP-SAY için YGS-1 ve YGS-2’nin ortalamalarının ortalaması, AOBP-SÖZ için YGS-3 ve YGS-4’ün ortalamalarının ortalaması, AOBPEA için de YGS-5 ve YGS-6’nın or-talamalarının ortalaması kullanılıyordu. Ağırlıklandır-manın etkisi ile varsa değeri 500 olan OBP değişmiyor; ancak değeri 500’ün altında olan OBP’lerin değerleri okulun YGS başarısı oranında artıyordu. Elde edilen Ağırlıklı Ortaöğretim Başarı Puanları 0,12 katsayısı ile çarpılarak öğrencinin LYS puanları hesaplanıyordu.

Yeni sistemde OBP 0,12 katsayı ile çarpılarak en yüksek 60 puan ve en düşük 30 puanlık bir ekle-me ile LYS puanları hesaplanacaktır. Ayrıca ek puan-la yerleşme şansı olan meslek lisesi öğrencileri daha önce AOBP’nin yerine şimdi OBP ile 0,06 katsayısı çarpılarak ek puan alma hakları korunmuştur. Ayrıca 2010-2011 öğretim yılında ortaöğretim kurumlarından mezun olamadıkları için yerleştirildikleri yükseköğ-retim programlarına kayıtlarını yaptıramayan adaylar, durumlarını dilekçe ile ÖSYM’ye bildirdikleri takdirde yerleştirilmemiş adaylar gibi işlem göreceklerdir.

ÖĞRENME STRATEJİLERİNİN

ÖĞRETİMİİbrahim GÜNGÖR

Yapılan bu değişiklikle YGS’de daha başarılı olan okulların öğrencileri puan

ve yerleşme açısından daha büyük kayıplar

yaşayacaklardır. Gözde okul ya da başarılı okul olarak

nitelenen ve SBS sonuçlarına göre ilk tercihlerde yer alan

okulların tercih edilirlikleri daha düşük olacaktır.

23

Page 24: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Şimdi ne olacak?

Yapılan bu değişiklikle YGS’de daha başarılı olan okulların öğrencileri puan ve yerleşme açısından daha büyük kayıplar yaşayacaklardır. Gözde okul ya da başarılı okul olarak nitelenen ve SBS sonuç-larına göre ilk tercihlerde yer alan okulların tercih edilirlikleri daha düşük olacaktır. Çünkü başarılı okulların öğrencilerinin birlikte başarı göstermele-rinden dolayı elde edecekleri bir üstünlüğü kalma-mıştır. Yeni sistem ile okulun toplam başarı durumu yerine bireysel öğrenci başarısı öne çıkarılmıştır. Yanlış anlamayı önlemek adına puan kayıplarının sadece gözde ya da başarılı okulların öğrencilerinde olmayacağını, aynı zamanda bütün okulların puan kayıpları yaşayacağını söylememiz gerekmektedir. Ancak fark edileceği gibi gözde ya da başarılı okul-ların öğrencilerinin kayıpları, diğer okulların öğren-cilerinin kayıplarından fazla olacaktır. Özetle her okul için okulun durumundan kaynaklanan puanlarda bir düşme olacağı, ancak en büyük puan kayıplarının göz-de ya da başarılı okullarda olacağı söylenebilir. Kaldı-

rılan sistemden gözde ya da başarılı okullar için en çok yararlanan öğrencilerin ise orta ve ortalamanın altında bulunan öğrenciler olduğu bilinmektedir. Yani başarılı öğrenciler yine başarılı olacaklar ancak az da olsa puan kayıpları yaşayacaklardır. Özellikle ortalamanın altın-da başarı gösteren başarılı okul öğrencilerinin kayıpları çok daha fazla olacaktır.

Bazı çalışmalarda 2011 verileri 2012 sistemine göre yeniden değerlendirilmiş ve okul birincisi için 0,12 katsayısı ile çarpılmış puan kaybının 3’te kalırken okul sonuncusu için 16 puanı bulduğu görülmüştür. Buna paralel olarak yerleştirmede de kayıplarının olduğu gö-rülmüştür (www.dogrutercih.com). Bundan sonra Fen ve Anadolu liselerinden nakiller de söz konusu olabilir. Özellikle bütün okulların Anadolu Lisesine dönüşmesi-ne kadar geçen süre için öğrenci nakilleri beklenebilir. Bireysel başarıyı ön plana çıkaran, okulun kurum ola-rak başarısı hesaba katmayan yeni sistemin özel okul-ların tercih edilirliğini de artıracağını düşünmekteyim. Sevgi ve saygılarımla…

Yeni sistem ile okulun

toplam başarı durumu yerine

bireysel öğrenci başarısı

öne çıkarılmıştır. Yanlış

anlamayı önlemek adına

puan kayıplarının sadece

gözde ya da başarılı okulların

öğrencilerinde olmayacağını,

aynı zamanda bütün okulların

puan kayıpları yaşayacağını

söylememiz gerekmektedir.

24

Page 25: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Dergimizin bundan önceki (Mayıs-Haziran 2012)sayısında, parapsikoloji (psikolojinin ötesi-metafizik âlem)’nin tanımı-kapsamı ve tarihçesini arz etmeye çalışmıştım. Avrupalı ve ABD’li parapsikologların, tarihsel gelişim süreci içerisinde beş döneme ayırdık-ları parapsikolojinin sadece “Antik-arkaik” yani ilk çağlardan orta çağa kadar olan dönemini anlatmıştım. Bunu yaparken de, hem batılı parapsikologlarca kabul gören genel inanışı, hem de bu konuya ilişkin itirazla-rımı dile getirerek, onların inkar etme gayretlerine rağ-men parapsikolojinin Türk uygarlığından doğduğunu vurgulamıştım.

Zira elimizdeki mevcut maddi bulgular (Kaya resim-leri, piramitlerde bulunan hiyeroglif şekiller ve hayvan kemikleri üzerine işlenmiş yazı-lar) M.Ö.18.000 yıllarında bile Türk şamanlarının (Kam’ların) duyular dışı algılama seansla-rı yaptıklarının ispatıdır. Oysa Batılılar, Aristo’nun (M.Ö.384-M.S.322) “Metafizik” adlı ki-tabına dayanarak, önceki dö-nemleri kabul etmemektedirler. Ancak biz yine de onların pen-ceresinden parapsikoloji tarihi-ne devam edelim:

2-Ortaçağ DönemiBatılı tarihçilere göre; Hz.

İsa (a.s) miladi yıldan dört veya beş gün önce, Yehuda çölündeki Kumran’da dünyaya gelmiştir. Hz. Musa (a.s)’nın tebliğ ettiği dini kuralları (Eski Ahit), uyulması zor şartlar diye de-ğiştiren Yahudiler’e karşın, Esenniler denilen bir gurup oluşmuştu. Esenniler, yozlaşmış Yahudilerin ve putpe-rest Romalıların şerrinden korunmak için gizli ilimleri (Ezoterizim) şifreleyerek (Okültizim) gelecek kuşakla-ra aktarmaya çalıştılar. Bu topluluk içinde doğup yeti-şen Hz. İsa (a.s) otuz yaşında iken Peygamberliğini ilan etti. Romalılar ve eski Ahit’i bozan Yahudiler birleşe-rek, Hz. İsa (a.s) ve havarilerine karşı her türlü zulme baş vurdular.

Yahudiler Hz. İsa’yı dönemin Romalı Kudüs valisi Pontus Pilatus’a şikâyet ettiler. Havarilerin içinde Yahu-da isimli birisi Hz. İsa’ya ihanet etti ve Hıristiyanların inancına göre Hz. İsa (a.s) çarmıha gerilerek öldürül-dü. Kur’an-ı Kerim’de ise hadise söyle anlatılmaktadır: “Halbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Fa-

kat kendilerine bir benzetme yapıldı» (Nisa, 4/156). Rivayete göre Hz. İsa’ya ihanet eden Yahuda, Romalı-lar tarafından İsa (a.s.) zannedilerek çarmıh’a gerilerek öldürülmüştür.

Hıristiyanlığa giren halk, henüz girdikleri dinin temel esaslarını öğrenemeden yakalanarak işkencele-re maruz bırakılmışlardı. Uzun süre gizli yayılan Hı-ristiyanlık, Romalı birkaç devlet adamı ve komutanın Hıristiyan olmasından sonra açıktan yayılma imkânı buldu. M.S.313 yılından itibaren Romalılar topyekûn Hıristiyan olmuşlardı. Bununla birlikte kutsal kitap İncil’in yazılı bir metninin olmayışı nedeniyle sağlam bir zemine oturtulamayan Hıristiyanlık, geçmiş kültür ve inançların halk arasında yaşamasına engel olama-

mıştır. Hatta bu inanç karmaşa-sına son vermek için zaman za-man toplanan kilise konseyleri de başarısız kalmıştır.

Bu karmaşalar içerisinde Hı-ristiyanlıkta aradığını bulama-yan halk, ruhsal açlığını gider-mek için büyülere, büyücülere ve efsanelerde anlatılan birçok karmaşık olaylara yönelmişler-di. Elbette daha sonra gelişen olaylar, İslamiyet’in ortaya çı-kışı, kendi aralarında dahi birlik oluşturamayan Hıristiyan din adamlarını çok sert önlemler al-maya itmişti. Paranormal ya da diğer tabirle normal ötesi görü-nen çalışmalar ve fikirler, cadı-

lık ve büyücülük olarak algılanıyor bu tür insanlar diri diri yakılarak vahşice öldürülüyorlardı.

Türkler binlerce yıllık uygarlıkları, özellikle Kam’ların (Şaman: Türklerde ulu bilgeler) çalışmaları ve Gök Tanrı inançları sayesinde bilimde çok üst se-viyelere ulaşmışlardı. Batılı Hıristiyan âlemi ise, hem siyasi nedenlerden dolayı, hem de ilkel kalmışlıkları yüzünden “Metafizik” (Fizik ötesi) âlemi kavrayama-dıkları için yüzyıllar boyunca büyük acılar yaşamak zorunda kalmışlardır.

3-Mesmerizm dönemi:Avrupa’da Hıristiyan din adamlarının yanlış uygu-

lamaları yüzünden, bilim adamları kilisenin öğretileri-ni yok saymaya başlamışlardı. Materyalist (Maddeci)d üşüncelerin ön plana çıktığı bu dönemde ilk defa bir bilim adamı, bir tıp adamı, hastalarını ruhsal şifa yön-

PARAPSİKOLOJİ (2)(Tanımı-Kapsamı-Tarihçesi)

Ünsal ARSLANKAYA

Türkler binlerce yıllık uygarlıkları,

özellikle Kam’ların (Şaman: Türklerde ulu

bilgeler) çalışmaları  ve Gök Tanrı inançları

sayesinde bilimde çok üst seviyelere

ulaşmışlardı.

25

Page 26: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

temleriyle tedavi ettiğini tüm dünyaya duyurmaktaydı. Bu olay aslında parapsikloji’nin Avrupa’da temelleri-nin atıldığı bir gelişmeydi. 1700’lü yıllarda Viyana’lı Doktor Franz Anton Mesmer, kendisine sinir rahatsız-lığı ile gelen bazı hastaların tedavisi sırasında normal tıbbi müdahalenin yanı sıra mıknatıslı çubuklar kulla-narak da sonuç alabileceğini fark etti.

Araştırmalarına devam eden Mesmer, bir müddet sonra mıknatıs çubuk yerine ellerini kullanarak da aynı işi yapabileceğini keşfetti. Mesmer bunu, canlıların be-denlerinden yayılan canlısal manyetizma (hayvansal manyetizma) adı verilen bir güçle açıklıyordu. Mesmer bu dönemlerde oldukça ciddi çabalar içerisinde bulun-muştur. Aleyhinde birçok meslektaşı vardı; fakat daha önemlisi, sayısız hastası da onun yöntemleriyle şifa bulmuştu.

Mesmer’in çalışmalarını Fransız aristokrat Marki de Puysegur devam ettirmiştir. Puysegur bu bedensel man-yetizma gücünün sadece şifacılarda bulunmadığını, her insanda mevcut olduğunu iddia ederek, hastadaki inanç ve iradenin fiziksel beden üzerinde değişiklikler mey-dana getirdiğini söylüyordu. Puysegur kendi yöntem-leriyle insandaki «yapay uyurgezerlik» olayını ortaya çıkardı ve buna “somnambulizm” adını verdi. Bu de-ğişik şuur halinin keşfi gelecekte birçok parapsikolog ve metapsişik (Ruhsal alan)’çinin çalışmalarında bü-yük olanaklar sağlamıştır. Çünkü duyular-dışı algılama, halk arasındaki adıyla altıncı his, bu şuur halinde daha kolay ortaya çıkmaktaydı

4-Dernekleşme dönemi:19. yy’ın sonlarına doğru birtakım aydınlar, bilimin

getirmiş olduğu katı materyalist anlayışı ve bu anlayı-şın getirdiği kısır dünya felsefesini anlamışlar ve buna karşı açık tepkilerini de koymuşlardır. Bu tepkiyi or-taya koyan, o dönemin önde gelen ünlü bilim adam-ları (1882)yılında, Londra’da Psişik (ruhsal) Araştır-malar Derneği (SPR: Society for Psychical Research)ni kurdular. 18. ve 19. yy. bilim anlayışına göre; insan tesadüflerle oluşmuş gayet mekanik ve otomatik yapı-ya sahip bir varlıktı! Dernek kurucusu bilim adamları bu görüşün aksini savunarak; insanın daha üstün bir varlık olduğunu ve ruhsal yönünün ön planda olması gerektiğini söylediler. Dernek başkanlığı yapan isimler şunlardı:

(1)-Henry Sidgwick (1838-1900) İngiliz Filozof(2)- Arthur Balfour (1844-1925). İngiliz Devlet ada-

mı.(3)- William James (1842-1910) ABD’li Felsefe ve

Psikoloji profesörü.(4)-Sir William Crookes (1832-1919) İngiliz Fizikçi

ve Kimyacı.(5)- Sir Oliver Lodge (1851-1940) İngiliz Fizik pro-

fesörü.(6)- Sir William Barret (1844-1925) İngiliz Fizik

profesörü.(7)- Charles Richet (1850-1935) Fransız Fizyoloji

bilgini, Bakteriyolog, Psikolog, Patolog, Tıp İstatikçisi, Şair, Yazar. 1913 Nobel Tıp ödülü sahibi.

(8)- III. Lord Rayleigh (John William Strutt). (1842-1919) İngiliz Matematikçi ve Fizikçi,Deneysel Fizik profesörü. 1904 Nobel Fizik ödüllü.

Bunlar dernek başkanlığı yapanlardan sadece bir kaçıdır. Bu bilim adamları o dönemde tek bir noktada uzlaşıyorlardı: 19.yy. biliminin kendilerini içine sürük-lediği mekanik kör düğümden çıkacak bir yol bulmak.

İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği üyeleri bu amaçla insan varlığının duyular dışı yönlerini ve özellikle de psişik yeteneklerini inceleme yoluna gittiler. Konuyla ilgili yüzlerce vaka topladılar ve bunları hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan objektif bir biçimde incelediler.

1885’te Amerika’nın Boston eyaletinde özellik-le psikolog William James’in çabalarıyla parapsişik araştırmalar yapmak üzere (ASPR: American Society forPsychical Research) kuruldu.

Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihini oluştu-ran kurumlaşma döneminde başlıca üç kuruluşun faali-yetleri görülmektedir: Klasik deneyleri ile ilk adımları atan, 1882’de kurulan İngiliz Psişik Araştırmalar Der-neği, (SPR). 1919’da kurulan Uluslararası Metapsişik Enstitüsü (Institut Métapsychique International) ve Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de Kuzey Carolina’da Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde kurduğu Parapsi-koloji Laboratuarı’dır. Her üç kuruluşun da başkanları genellikle bilim adamları olmuştur.

Kısa bir süre sonra Almanya, İtalya ve İskandi-nav ülkelerinde de benzeri kuruluşlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ardından 1921 yılında Kopenhag’da ilk Uluslararası Psişik Araştırma Konferansı toplanarak parapsikolojik araştırmalarda uluslararası bir platform oluşturuldu. Bu yıllarda artık ülkeler, bu alanda birbir-lerinden bilgi almaya başlar hale gelmişlerdir.

Batıda bu çalışmaların yapıldığı dönemlerde, ül-kemizde ve Asya ülkelerinde parapsikoloji alanında kayda değer gelişmeler olmamıştır. Çünkü 1. Dünya savaşında, kapitalist Batı’nın, Asya milletlerine karşı yaptığı saldırılar, ne yazık ki bu coğrafyada yaşayan insanların bu tür konularla uğraşmalarına pek fırsat vermemiştir. Her alanda olduğu gibi parapsikoloji alanını da tekeline almaya çalışan Batı, Rusya’da ya-pılan birtakım çalışmaları da görmezden geliyordu.

Kaynaklar: 1)Kur’an-ı Kerîm,2) Dharma Ansiklopedi, Dharma Yayınları, İstanbul,2001.3) Ansiklopedik Metapsişik Terimler Sözlüğü, ARIKDAL,Ergün.

Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul,1984.4) Fantastiques recherches parapsychologiques en U.R.S.S.,

OSTRANDER, Sheila et SCHROEDER, Lynn. Robert Laffont, 1973, coll. Les Énigmes de l’univers.

5) Les fantastiques facultés du cerveau , OSTRANDER, Sheila et SCHROEDER, Lynn. Robert Laffont, 1980, coll. Les Énigmes de l’univers.

6) Encyclopedia of Psychic Science, FODOR, Nandor . Univer-sity Books, Ne Hayde Park, New York, 1966.

7) Sovyet Rusya Ruhu Arıyor, OSTRANDER, Sheila ve SCHROEDER,Lynn.Ruh ve Madde Yayınları,1979,İstanbul.

8) The Encyclopedia of Parapsychology and Psychical Rese-arch, BERGER, Arthur S. and BERGER Joyce. Paragon House,New York, 1991.

9) The Founders of Psychical Research, GAULD, Alan. Rout-ledge, London,1968.

10) de la Villette,Colloque. La pensée scientifique et les paras-ciences, , 24-25 février 1993, Ed. Albin Michel, 1993.

11) Moisset, Jean. La Parapsychologie : réalité ou fantasme ?, Ed. JMG Editions, 1998.

12) Morisson J., La Voyante et les scientifiques, état de la sci-ence en matière de recherches sur la parapsychologie (Editions Les 3 Orangers, 2005).

13)Prof.Kâzım Mirşan’ın eserleri. a)Türk Metriği. b)Proto-Türkçe yazıtlar. c)Urgun-Selene yazıtları. d)Anadolu proto Türkleri -Proto Türk Bilginlere göre Astrofizik.

14)Yusuf Has Hâcip-Kutadgu Bilig.15)Maya Kehanetleri, Adrian g.Gilbert ve Maurice m Cotterel.

26

Page 27: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Bir adam devesiyle çölde giderken nerden geldiği anlaşılmayan bir kum fırtınasıyla karşı karşıya kalmış. Fırtına o kadar sertmiş ki adam bakmış fırtına dinecek gibi değil. Sağlam bir kazık bulmuş ve oraya çadırını kurmuş. Devesini de kazığa bağlamış ve çadırına girmiş oturmuş. Bir süre sonra devesi: “Ey sahibim bu fırtına çok serttir. Ben sıcak havaya alışmış bir canlıyım. Ne olur izin ver, kafamı çadırdan içeri sokayım da yüzüm zarar görmesin.” demiş. Adam ilk başta izin verme-miş. Karşı çıkmış ama yol ar-kadaşının durumuna üzülmüş. Zar zor da olsa izin vermiş ve kenara doğru çekilmiş. Deve kafasını içeri sokmuş. Biraz o şekilde durduktan sonra deve yine dönmüş adama ve “Ey sahibim kafam çadırın içinde ama gövdem dışarıda kaldı. Bu şekilde durmam beni hasta eder. Seni gideceğin yere götü-remem. Şu gövdemi de alsam çadırdan içeri olmaz mı? Ka-fam sıcak ama gövdem soğuk duruyor.” demiş. Bizim adam yine karşı çıkmış ama acıdığı için biraz daha sıkışmaya ka-rar vermiş. Deve gövdesini de içeri almış. Bir süre sonra yine adama dönmüş ve “Ey sahibim şu kuyruğumu da ala-yım içeri. Soğuktan kıpırdamaz hale geldi, kuyruğum benim her şeyimdir.” demiş. Adam bir kuyruk ne ka-dar yer tutar ki. Zaten hemen hemen hepsi girdi içeri diye düşünmüş ve onu da kabul etmiş. Birlikte kısa bir süre durduktan sonra deve sahibine dönmüş. “Bu çadır ikimize dar geliyor, senin çıkman lazım.” demiş ve bir hamleyle adamı çadırın dışına atıvermiş. Çaresiz adam fırtınanın içinde kaybolup gitmiş.

Bu öykü, Türkiye’nin bugünkü durumunu özetliyor aslında. Son yıllarda yaşanan olaylara bakınca öyküde-ki adam gibi kendi ülkemizde nasıl dışlanmakta oldu-

ğumuzu gözlemliyoruz. Biz, Türk olmayan bütün mil-letlere kucak açmış bir milletiz. Onlara, “Gel kardeşim Anadolu toprakları hepimize yeter.” demişiz ve hiç ay-rım yapmadan devletin bütün imkanlarını onlarla pay-laşmışız. Şimdi ise bunlar yüzünden her gün yeni bir tehlikeyle karşı karşıya kalıyoruz. Her gün yeni olay-larla yeni açılımlarla çıkmaza giriyoruz… Özerklik, İmralı canisine ev hapsi gibi istemler konuşulmaya, bazı yerleşim birimleri Kürtçe isimlerle anılmaya baş-

landı. Kendi vatanımızda neredeyse sığıntı durumuna düşürülüyoruz. Si-yasi iktidar, bölücü taleplere çanak tutuyor.

Kürtçü bölücülerin en çok dillen-dirdikleri talep, Kürtçe eğitim… Si-yasi iktidar ülkemizdeki birliği sona erdirecek bu talebe de boyun eğdi: Kürtçeyi okullara seçmeli ders ola-rak koydu. Oysa Türkiye Cumhuri-yeti Anayasasının değişmez 3. mad-desinde devlet dilinin Türkçe olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla söz konu-su karar, anayasaya aykırıdır.

Kendisini Kürt diye tanımlayan insanların konuştukları ortak bir Kürtçe yoktur. Siyasi iktidar, TRT ŞEŞ ve seçmeli ders Kürtçe yoluyla henüz millet olamamış bir topluma

bir dil hediye etme gayretkeşliği içerisindedir.Dil bilgini Prof. Dr. Ahmet BURAN bir makale-

sinde Rusya Bilimler Akademisi tarafından hazırlanan Kürt Dilinin Etimolojik Sözlüğünden bahsetmiştir. Bu sözlüğe göre Kürtçe ile ilgili olarak “başka dillerden gelen kelimelerin %40,96’sı Arapça; % 39,09’u Farsça; % 14,96’sı Türkçedir. Bu üç dilden alınan kelimelerin toplamı yaklaşık olarak % 95’tir. % 2,21’lik Erme-nice kelimeyi de katarsak bu oran % 97 olmaktadır. Daha küçük oranlarda kelimesi olan dilleri de ka-tınca bu oran % 99’u geçmektedir” demiştir.” Buna göre Kürtçe diye bir dilin olup olmadığı tartışmaya

BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDİR

Biz, Türk olmayan bütün milletlere ku-

cak açmış bir milletiz. Onlara, “Gel kardeşim

Anadolu toprakları hepimize yeter.”

demişiz ve hiç ayrım yapmadan devletin

bütün imkanlarını on-larla paylaşmışız.

TEK DİLAytekin AYDOĞAN

27

Page 28: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

açılmalıdır. Ana dilde eğitim diyerek yıllardan beri süregelen

bölücü istek, Kürtçenin seçmeli ders yapılmasıyla, ma-alesef, gerçekleştirilmiştir. Bu kesimin diğer hedefleri de göz önüne alınınca çadırdan çıkarılmaya yaklaştı-ğımız anlaşılmaktadır. Bir kapı aralanmışsa o kapıdan giren çok olur. Yani sadece Kürtçe ile kalınmayacak diğer etnik gruplar da haklı olarak kendi dilleriyle eği-tim için kolları sıvayacaklardır. O zaman çok dillilik Türkiye’yi bir eğitim ve kültür anarşinin içine sokmaz mı?

Sayın Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH, araştırmacı yazar Oğuz Çetinoğlu ile yapmış olduğu bir söyleşide iki ayrı dille yaşamın sonuçlarını tahlil eder misiniz? sorusuna şöyle bir cevap vermiştir.” İki ayrı resmî dil mi? Allah korusun. İki ayrı resmî dil diye bir şey olmaz. Bir ülkede iki resmî dil olmaz, bir ülkenin iki bayrağının olmayacağı gibi. İkinci resmî dil yeni bir devletin dili olur ancak. Türkiye’de bunu isteyenlerin amacı çok açıktır. İkinci resmî dilin olmayacağını onlar da biliyorlar. Dillerinin altındaki bakla, bağım-sız bir devlet talebidir. Açık söyleyeyim: Türkiye’de Kürtçenin eğitim dili olmasını isteyenlerin amacı bellidir. Bir ülkede bir eğitim dili olur. Bazı okulla-rımızda İngilizce öğretim yapılmasını da sakıncalı görüyoruz. Bu garabete bir an önce son verilmelidir. Türkiye’de eğitim dili tartışmasız Türkçedir. Bunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Kürtçenin öğretim dili olması ülkenin bölünmesinin resmen kabulüdür. Bunu şiddetle reddediyorum.” demiştir.

Türkçü düşünür Ziya GÖKALP da “lisan” adlı şii-rinde şöyle der:

“Türklüğün vicdanı birDini bir, vatanı birFakat hepsi ayrılırOlmazsa lisanı bir”

İktidar mensupları Türkiye’nin birliğine dinamit koyduklarının, acaba farkındalar mı? Yoksa çeşitli siyasi çıkarlar nedeni ile bunu bile bile mi yapıyorlar?

Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’te dil ile ilgili olarak “Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazi-nedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaket-ler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk milletinin, kalbidir, zihnidir.” (1929) demiştir. O halde bize düşen en büyük millî görev, di-limize sahip çıkmak, onun ebediyen devlet dili olarak kalmasını ve ülkemizde yaşayan herkesin konuştuğu ve yazdığı tek dil olmasını sağlamaktır. Bunun için de devletin bir millî kültür politikasının olması zorunlu-dur. Bunu yapacak bir iktidar var mı?

ÖDÜLLER SAHİPLERİNİ BULDU

Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği’nin lise öğrencileri arasında düzenlediği “herkes için adalet” konulu kompozisyon yarış-masının ödül töreni 02 Haziran 2012 Cumartesi günü saat 14.00’da Kayseri Ticaret Odası Konfe-rans Salonunda yapıldı.

Ödül törenin programı Kadir Özdamarlar tara-fından takdim edildi.

İstiklâl Marşı’nın okunması ve saygı duruşunu müteakip dernek başkanı Mustafa Öztürk, bir konuşma yaparak kompozisyon yarışması hak-kında çeşitli bilgiler verdi: Yarışmaya 25 liseden 270 öğrencinin katıldığını ifade ederek katılımcı öğrencilere, velilere ve okul müdürlerine teşek-kür etti. “Bilgiden bilince” adı verilen bu kom-pozisyon yarışmasının her yıl değişik konularda tekrarlanacağını söyledi.

Değerlendirme Kurulu adına Kayseri’nin eski millî eğitim müdürlerinden araştırmacı yazar İsmail Bozkurt konuştu. Bozkurt, konuşmasında değerlendirmenin nasıl yapıldığını açıkladı.

Öğrenci ve velilerin heyecanla bekledikleri sonuçlar şöyle açıklandı:

1’İnci : Berrin TOGA: Kocasinan Anadolu Lisesi2’nci : Cemre İNEM: Kilim Sosyal Bilimler Lisesi3’üncü : Gözde Nur DOĞAN: Fatma Kemal Timuçin Anadolu Lisesi4’üncü : Aslıhan FEYZİOĞLU: Behice Yazgan Kız Anadolu Lisesi5’inci : Ayşegül ŞİMŞEK: Mehmet Akif Ersoy Lisesi

VERİLEN ÖDÜLLER1’inciye : Dizüstü bilgisayar2’nciye : Samsung Galaxy (tablet bilgisayar)3’üncüye : Dijital foğraf makinası4’üncüye : Portatif MP4 çalar5’inciye : Portatif MP3 çalar verildi.

Bu öğrencilere, ayrıca, plaket, birer kitap ve Türk bayrağı takdim edildi.

Aynı şekilde, yarışma şartnamesine uygun olarak katılımcı her öğrenciye teşekkür belgesi ve birer kitap hediye edildi.

Yarışmaya maddî ve manevî desteği olan kişi-lere de teşekkür belgeleri sunuldu.

28

Page 29: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

“Türk milleti” ve “ordu” kavramları, birbirin-den ayrılmaz iki kavramdır. Tarih boyunca Türk ordusu, millet için var olmuş, onun mutluluğunu, dirliğini esas almış-tır.

Türk tarihi boyunca millet ordudur, ordu da millettir. Bu yüzden, Türk milleti, “ordu-millet” diye tanımlanmıştır.

Türk milletinin tarihi başarı-larında, hiç şüphesiz, Türk ordu-sunun rolü, birinci sıradadır. Hun Devletinden Türkiye Cumhuriyetine kadar kurulan devletlerde askerî nitelik hep ağır basmıştır.

Türk ordusu, ilk Türk devletinden itibaren vardır. Ancak Türk tarihini bir bütün olarak göremeyenler için bu gerçeği kabul ettirmek çok zor olmuştur. Uzun süre, Yeniçeri Ocağı’nın 1363’te kurulması, bir başlangıç sayılmıştır. Osmanlı’dan ve İslâmiyet’ten önceki Türk tarihi görmezden gelinmiştir. Ancak tarihî gerçek so-nunda kendini kabul ettirmiştir.

Tarihteki onca Türk devleti, her halde kendiliğin-den kurulmadı; Çin Seddi, durduk yere yapılmadı. Al-tay dağlarından Avrupa’nın merkezine kadar çok geniş coğrafyayı fetheden atalarımız, bu büyük işi ordusuz başarmadılar.

Başta büyük Türkçü H. Nihal ATSIZ olmak üzere tarihçilerimiz bu konuda ciddi makaleler yazdılar. So-nun da ilmin sesine kulak verildi: Türk ordusunun mi-lattan önce 209’da kurulduğu Genel Kurmay Başkanlı-ğınca da benimsendi. Genel Kurmay’ın bu kararından itibaren 28 Haziran günü de Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş günü olarak kutlanmaya başlandı.

M. Ö 209’da yani günümüzden 2221 yıl önce Hun hükümdarı Mete Han orduyu 10’luk, 100’lük 1000’lik gruplara ayırarak Türk ordusunun temellerini attı. Bu orduda komutanın buyruklarına kayıtsız şartsız uyulu-yordu. Bu disiplin sayesindedir ki Türkler pek çok dev-let ve 16 imparatorluk kurmuşlardır. Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan 16 yıldız bu imparatorlukları ortadaki güneş ise Türkiye Cumhuriyetini ifade etmektedir. Bu

imparatorluklar sırasıyla şunlardır:

1- Büyük Hun İmparatorluğu2- Batı Hun İmparatorluğu

3- Avrupa Hun İmparatorluğu4- Ak Hun İmparatorluğu5- Göktürk İmparatorluğu6- Avar İmparatorluğu 7- Hazar İmparatorluğu8- Uygur Devleti

9- Karahanlılar Devleti10- Gazneliler Devleti

11- Büyük Selçuklu İmparatorluğu12- Harzemşahlar Devleti13- Altınordu Devleti14- Büyük Timur İmparatorluğu15- Babür İmparatorluğu16- Osmanlı İmparatorluğu

Türk ordusunun değişik devletlere karşı kazandığı zaferlerin haddi hesabı yoktur. Türk devletlerinin kendi aralarında yaptıkları savaşları (Dandanakan-Otlukbeli-Çaldıran v.b.) bir yana bırakırsak şu meydan savaşlarını genç nesillerin bilmesinde sayısız fayda vardır:

Malazgirt Meydan Savaşı :26 Ağustos 1071Miryakefalon Meydan Savaşı : 17/18 Eylül 11761.Kosova Meydan Savaşı : 20 Haziran 1389Niğbolu Meydan Savaşı : 25 Eylül 1396Varna Meydan Savaşı : 10 Kasım 14442.Kosava Meydan Savaşı : 16 Ekim 1448İstanbul’un fethi : 29 Mayıs 1453Mohaç Meydan Savaşı : 29 Ağustos 1526Preveze Deniz Zaferi : 28 Eylül 1538Cerbe Deniz Zaferi : 15 Mayıs 1560Vadissey Meydan Muh. : 4 Ağustos 1578Haçova Zaferi : 26 Ekim 1596Çanakkale Deniz Zaferi : 18 Mart 19151.İnönü Muharebesi : 10 Ocak 19212.İnönü Muharebesi : 31 Mart 1921Sakarya Muharebesi : 23 Ağ./13 Ey. 1921Başkomutanlık Meydan Muh. : 26/31 Ağustos 1922

GÜÇLÜ ORDU GÜÇLÜ TÜRKİYETÜRK ORDUSUNUN 2221’İNCİ KURULUŞ YIL DÖNÜMÜ

YÜCE MİLLETİMİZE KUTLU OLSUN

İsmail ÖZÖREN

29

Page 30: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Bu zaferlerin ortak özellikleri: Üstün sevk ve idare, taktiksel başarı, askerlerin azm, gay-ret ve kahramanlığı… Bu zaferlerin bir ortak yanı daha vardır ki söylemeden geçilmemeli: O da bu savaşların hepsinin de Hıristiyan ve emper-yalist Batılı devletlerle yapılmış olmasıdır. Demek ki 10 asır boyunca Türk milleti ve onun ordusu Batıdaki düşmanla savaşmış, başka bir ifadeyle, Batı’nın İslam ülkelerine yönelen saldırısını, ne-redeyse tek başına durdurmuştur. Maalesef bugün işler tersine dönmüştür. Türkiye, Batı’nın (ABD-AB) çıkarları uğruna Suriye ve Irak gibi komşula-rıyla savaşın eşiğine sürüklenmiş durumdadır.

Türk ordusu İstiklâl Savaşı’nı yapıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra da önemli başa-rılara imza attı:

• 13 Şubat 1925’te başlamış olan Şeyh Sait İsyanı 31 Mayıs 1925’te bastırıldı.

• Osmanlıdan beri devam edip gelen Der-sim İsyanı 1937 yılında bastırıldı.

• 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirildi.

• Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan dış des-tekli ayrılıkçı terör örgütüyle de 1984’ten bu yana mücadele edilmektedir. Siyasi iktidarın yanlış po-litikaları olmasaydı bu sorun da kısa sürede atla-tılmış olurdu.

Türk milleti, yaşadığı coğrafyada varlığını sür-dürmek için güçlü bir orduya dayanmak zorun-dadır. Dolayısıyla onu zayıflatmaya matuf bütün karar ve uygulamaları Türk milletine yapılmış saymalıyız.

Türk ordusunun 2221’inci kuruluş yıldönü-mü yüce milletimize kutlu olsun.

Bu zaferlerin ortak özellikleri: Üstün sevk ve idare, taktiksel başarı, askerlerin azm, gayret ve kahramanlığı… Bu zaferl-erin bir ortak yanı daha vardır ki söylemeden geçilmemeli: O da bu savaşların hepsinin de Hıristiyan ve emperyal-ist Batılı devletlerle yapılmış

olmasıdır.

***

***

***

***

***

TEBRİKLERDerneğimizin Yönetim Kurulu üyesi, Bilgiyurdu

Gençlik Dergisi yazarı değerli arkadaşımız Hakan TUNÇ ile öğretmen Filiz ÖZOĞLU, 22 Haziran 2012 Cuma günü

Venüs Düğün Salonu’nda yapılan düğünle evlendiler. Evlenen öğretmenlerimizi tebrik eder, kendilerine ömür

boyu mutluluklar dileriz.

Gençlerimizin eğitim ve öğretimine önemli katkıları olan Türkçe öğretmeni Bilge HÖYÜK ile Bedeneğitimi

öğretmeni Altan ÖZER, 05 Haziran 2012 Salı günü Zirve Düğün Salonu’nda yapılan düğünle evlendiler. Evlenen

öğretmenlerimizi tebrik eder, kendilerine ömür boyu mutluluklar dileriz.

Değerli kardeşimiz Faruk BÜYÜKER’in oğlu Ahmet BÜYÜKER ile Naime SAKIZLI, 21 Haziran 2012 Perşembe

günü Manolya Düğün Salonu’nda yapılan düğünle evlendiler. Gençleri tebrik eder, ömür boyu mutluluklar

dileriz.

Dergimizin yazarlarından emekli öğretmen Mehmet KILINÇ’ın kızı Yrd. Doç. Dr. Gökçen KILINÇ ile

Mesut ÜRKMEZ, 08 Temmuz 2012 Pazar günü İstanbul- Kadıköy Evlendirme Dairesi’nde yapılan nikah töreniyle evlendiler. KILINÇ ve ÜRKMEZ ailelerini tebrik eder, genç

çifte ebedi mutluluklar dileriz.

Futbol Federasyonu Kayseri Bölge Müdürü Vahdi ELBAŞI’nın oğlu Hakan ELBAŞI ile Narin BORAN, 30

Haziran 2012 Cumartesi günü Elit Düğün Salonu’nda evlendiler. ELBAŞI ve BORAN ailelerini tebrik eder,

gençlere ömür boyu mutluluklar dileriz.

Derneğimizin üyesi eğitimci Nafiz AĞCA (Cenk Ozan)’ın torunu Berat AVANOĞLU ile Gülsevim KAYAR, 05 Temmuz 2012 Perşembe günü Şirin Akuapark’ta

yapılan düğünle evlendiler. AVANOĞLU ve KAYAR ailelerini tebrik eder, gençlere ebedi mutluluklar dileriz.

30

Page 31: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

20. yüzyılın başı Orta Asya Türkleri için felakettir. Çarlık Rusyasından bunalan Türkler, Bolşevik ihtilâli ile kurtulacağını düşünür. Ekim 1917 devrimi Türklere yeni haklar vaad eder. Tabiki bu haklar ihtilalcilerin ko-numlarını güçlendirmesine kadardır. Daha sonra kıyım-lar başlar. Millî-dinî kimliğini koruyan köyler boşaltılır ve köy sakinleri sürgün edilir. Türklükle ilgili çalışan tarihçiler, dilciler, aydınlar kurşuna dizilir veya ömür-lerini bir hücrede geçirir. Tarım ve hayvancılık poli-tikası adı altında köylülerden toprakları ve hayvanları alınır. 1920-23/1930-33 yılları arasında büyük kıtlıklar yaşanır. Rusya’nın amacı bellidir: bütün Türkleri sindirmek(1). Ancak hesaba katılmayan büyük Türk-çüler, kahramanlar vardır: “Tür-küm”, “Müslümanım” diyenle-rin işkencelere tutulduğu zaman “Türk-İslam davası” diye haykı-ran.

Biz Türkler, tarih konusun-da konuşacağımız zaman, “Ta-rih yapmaktan yazmaya fırsat bulamadık.” deriz. Deriz, çün-kü büyük tarihçi Zeki Velidî TOGAN’ı (ve diğerlerini) ta-nımayız. TOGAN hem tarih yapan hem de tarih yazan Türklerden biridir. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Bey’in dediği gibi “O hayatına üç kişilik bir ömür sığdırmıştır.” Şimdi TOGAN’ı biraz tanıyalım:

Hayatı:10 Aralık 1890’da Başkurdistan’ın İsterlitamak’a

bağlı Küzen köyünde dünyaya geldi. Küçük yaşta an-nesinden Farsçayı öğrenir ve Rusça çalışmaya başlar. Eğitim hayatına dayısı Habib Neccar Bey’in yanında devam etti. Bu sırada Arapça eğitim almaya başladı. 1908 Togan için dönüm noktası olur. Bu tarihte evinden kaçarak dönemin ilim merkezi olan Kazan’a medrese okumaya gider. Devrin şairleri, âlimleri ve mutasav-vıflarıyla tanışması da burada olur. 1909’da medrese-yi bitirir ve “Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı Muallimi”

olur. 1911’de “Türk ve Tatar Tarihi” adlı eserini yazar. Yazdığı bu eser bütün Türk topraklarında yankı bulur ve Togan’ı bilim âlemine tanıtır. Daha sonra Togan’ı Rus Millet Meclisi Duma’da “Ufa Müslümanlarının Temsilciliği” görevi beklemektedir.

29 Kasım 1917’de Başkurdistan ilinin muhtari-yeti ilan edilir. Başkurdistan’ın kuruluşunda etkin olan bu büyük dava adamı Başkurt hükumetinde de görev alır. Başkurt Özerk Cumhuriyetinin Ruslar tarafından işgalinden sonra “Basmacılar hareketine”(2) katılır.

Artık bilim adamı, siyasetçi kim-liğini bırakır ve mücahit olarak silahlı mücadeleye girer. Türkis-tan Milli Birliği’nin kurucusu ve ilk başkanıdır. Dikkat ediniz bütün bunları yaptığında ülkesi işgalde-dir ve Türkoloji ile ilgilenen herkes öldürülmektedir. Rusya’da yaşa-ması imkânsızlaşan Togan 1923’te Avrupa’ya geçer. 1927 yılında ise Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Mehmet Fuat Köprülü gibi Türk Ocaklıların daveti ile Ankara’ya gelir. I. Türk Tarih Kongresi’nde çıkan bir anlaşmazlık yüzünden 1932’de Avrupa’ya gider; yedi yıl sonra 1939’da yurda döner. Bura-

da belirtmek gerekir ki Togan’ın yurttan ayrılmasına sebep olan Reşit Galip ve Sadri Maksudi Atatürk ta-rafından cezalandırılır, çünkü kendisi Kemal Paşa’nın çok sevdiği bir bilim adamıdır. Üniversitelerde Genel Türk Tarihi Kürsüsünü kurar. 1944 yılında “Irkçı-lık-Turancılık” davasında sanık olarak yargılanır. En ağır ceza Togan’a verilir ancak Askerî Yargıtay kararı onaylamaz ve beraat eder. İşin acı tarafı şudur ki yıl-lardır Rus zulmündeki Türklerin hakkı için çarpışan ve Türkistan Milli Birliği’ni kuran Togan “kökü dışarıda olan bir faaliyetin (Türkistan Milli Birliği kastediliyor) içinde olmak” suçlamasıyla karşılaşır. Türkçü tavırları, yazıları, Türk tarihi ile ilgili çalışmaları delil olarak(!) mahkemeye sunulur, söylediği sözler çarpıtılır ve itiraf gibi gösterilir. Kendisi savunmasını yaparken bu konu-

ÖLÜMÜNÜN 42. YILINDA

ZEKİ VELİDÎ TOGAN

Alper KEPEZKAYA

TOGAN hem tarih yapan hem de tarih yazan Türklerden biridir. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Bey’in dediği gibi “O hayatına üç kişilik bir ömür sığdırmıştır.”

(Türkçülüğün Kalemli Kürşad’ı)

31

Page 32: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

da şunları söyler: “Bana dosyaların tetkiki (incelemesi) hakkı verilmediğinden, bu tahrif hususlarını ancak kıs-men, duruşma esnasında bildiğim notlara ve vekilimin yapabildiği tahkikâta göre tespit edebiliyorum. Fakat bu kadarı da hayatımda ilk defa olarak karşısına çık-tığım bir Türk savcısının yaptıklarına karşı derin acı duymak için kâfidir. Çünkü Türk tarihinde millî Türk “Yargu”su hakkında okuduğum eserlerde hiçbir zaman böyle tahriflere müracaat edilmiş olduğunu görmedim ve işitmedim. Ve esasen buna millî ahlakımız ve ihtiyat-larımız bakımından imkân da yoktur. Zira böyle tahrif-lere ancak iddialarında haklı bulunmadığına kani olan bir savcı başvurabilir.”(3)

Irkçılık-Turancılık davasından beraat ettikten sonra çalışmalarına kaldığı yerden devam eder. 1953 yılında İstanbul Üniversitesi İslam Tetkikleri Enstitüsünü kur-du ve vefatına kadar başkanlığını yaptı. 26 Temmuz 1970’te İstanbul’da hayata gözlerini kapadı.

Kişiliği:Küçük yaştan itibaren İslamî bir terbiyeyle büyü-

yen Togan, düşmanları dahil herkesin takdirini kaza-nan birisidir. İslamî ilimlerin yanında Rusça, Arapça ve Farsçayı öğrenmeye başlar. Kendisi çok fazla dil bilir ve bunu bütün gençlere tembihler. Her bilim adamının çalışma sahasıyla ilgili dilleri bilmesi gerektiğini söy-ler. Ona göre eski Türkçe ve Türk tarihi ile ilgili ça-lışma yapanlar Çinceyi, Orta Asya hakkında çalışanlar Rusçayı, Afrika üzerine çalışanlar Arapçayı bilmelidir. Bir bilim adamı sadece kendi alanını değil kendi ala-nıyla alakalı diğer bilimleri de tahsil etmek zorundadır. Kendisi böyle yapmıştır. Uzmanlık alanının edebiyat olmamasına rağmen şiire, edebiyata bir edebiyatçıdan daha fazla vakıftır. Şeyhzade Babiç, Mecit Gafurî, Se-yitkerey Magaz gibi dönemim şairlerinin meclislerinde bulunur. Ali Şir Nevaî’ye hayrandır ve Nevaî’nin bütün

eserlerini okur. Hatta bu okuduklarından hareketle Ali Şir Nevaî’nin mezarının yerini tespit eden bilim adamı da Togan’dır. 1944 Irkçılık-Turancılık davasında bile savunmasını yaparken bazı şiirlerden örnekler verir. Fergana ve Buhara’da İbn-i Fadlan Seyahatnamesini, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig eserini bulup ince-leyen de kendisidir. Daha da ilerisi okuduğu destanın ağız özelliklerinden o destanın hangi Türk boyuna ait olduğunu bilecek kadar dile hakimdir. Rusya’da yayın-lanan Türkoloji eserlerini hayatını hiçe sayarak İstan-bul Üniversitesi’ne ulaştıran yine O’dur. Bütün Türk topraklarını gezmiş, incelemiş ve yirmi bir yaşında iken döneminin en önemli Türk tarihi kitabını yazmıştır. Bu yüzden Türkçülüğün kalemli Kürşad’ı diye anılır. As-keri eğitim almamasına rağmen iyi bir savaşçıdır. Baş-kurt Hükümetinin Rusya tarafından fes edilmesinden sonra Basmacılar hareketinin içinde dağlarda silahlı mücadele vermiştir. Anılarında anlattığına göre Rus birlikleri ile çarpışırken eski bir mezar abidesi görür. Hemen arkadaşı Abdülkadir İnan’a döner ve “Sen onla-rı oyala, ben abidenin üzerindeki yazıları not edip ge-liyorum.” der. Cebinden hemen kâğıt kalem çıkarır ve mezara koşar. Ölümle burun buruna olması bile bir şeyi araştırmasına engel değildir. Türkiye’de yaşadığı süre içerisinde zamanının çoğunu kütüphanede geçirirdi ve onu arayanlar öncelikle kütüphaneye bakardı. Türk tarihinin metodolojisini belirleyen ve yazdığı eserler bugün bile baş ucu kitabı olan bu değerli âlimi geçen hiçbir öğrencisi ve meslektaşı yoktur. Togan’ın üç yüz otuzdan fazla yayınlanmış eseri vardır.

Eserlerinden bazıları şunlardır:Türk ve Tatar Tarihi-İbn-i Fadlan Seyahatname-

si-Umumi Türk Tarihi’ne Giriş-Oğuz Destanı-Ta-rihte Usul-Mukaddemetü’l Edeb, -Bugünkü Türk İli Türkistan-Hatıralar-Oğuz Destanı-Kur’an ve Türk-ler-Türklüğün Mukadderatı Üzerine- Moğol İstila-sı-Moğollar Devri Türk Tarihi- Cengiz Han ve Timur Dönemi …

Zeki Velidî Togan’ı, ne yazık ki ömrü boyunca Türklüğe hizmet eden, büyük eserler yazan bu büyük Türkçüyü –kendini, milliyetçi adlandıranlar dahil-hiç-birimiz tanımıyoruz. Kanaatimce, onu unutmamız ve eserlerini tozlu raflara mahkûm etmemiz, 1944 Irkçılık-Turancılık davasında onu hücreye kapattıran savcının davranışından pek de farklı değildir.

Dip Not:() Buran, Ahmet; Kurşunlanan Türkoloji, Akçağ Ya-

yınları, Ankara 2011. (2) Ruslara karşı Türkistan(Bugünkü Özbekistan,

Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) topraklarında mücadele eden birlik. 1924’te sona erer.

(3)Bakiler, Yavuz Bülent; 1944-1945 Irkçılık-Tu-rancılık Davasında Sorgular Savunmalar, Türk Edebi-yatı Vakfı yayınları, İstanbul 2010.

32

Page 33: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Yahya Kemal Osmanlı Devletinin önemli şehirlerin-den biri olan Üsküp’te 1884’te dünyaya gelmiştir. Asıl ismi Agâh Ahmet’tir. Agâh Kemal ismini kullandıysa da kendisi Yahya Kemal olarak tanınmıştır.

Yahya Kemal’in hayatını şekillendiren üç önemli şehir vardır. Bunlar; doğduğu Üsküp, gençlik sevdalısı Paris ve ömrünü tamamladığı Batı Türklüğünün merke-zi İstanbul’dur.

On yedi yıl boyunca kaldığı Üsküp, Yahya Kemal’in kişiliğinin şekillenmesinde birinci sırada gelir. Müslü-man insanın ruhu ile bütünleşmiş Üsküp, Anadolu’da-kilerden farkı olmayan bir Türk şehridir. Ancak, şairin doğduğu ve gençliğini geçirdiği Üsküp, o yıllarda kay-bedilmek üzeredir. Ayrıca burası, Abdülhamid’in istib-dadının hissedilmediği daha çok batı etkisinde olan, özgürlük fikirlerinin uçuştuğu yerdir. Annesinin on üç yaşında veremden ölmesi de onu çok derinden etkile-miştir. Babasının aksine annesi beş vakit namazını hak-kı ile eda eden biridir. Yahya Kemal, kişiliği üzerindeki bu etkiyi şöyle anlatır: “O yaşlarımda ben, Üsküp mi-narelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minarelerde ezan başladığı zaman evimizde ruhani bir sessizlik olur-du. Galiba Üsküp’ün sokaklarında da böyle bir rüz-gar dolaşır, bütün şehri bir mabed sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları İsm-i Celal’le kımıldanırdı. 1300 sene evvel, Hz. Muhammed’in Bilal-i Habeş’ten dinlediği ezan asır-larca sonra, bizim semamızda hem dinî hem millî bir musiki olmuştur.” (Bayrak, 2009: 1532 )

Üsküp’ten Selanik’e öğrenim amaçlı geliş gidiş-leri sırasında Jön Türkleri tanımıştır. On yedi yaşında İstanbul’a geldiğinde iki yıl boyunca yine Jön Türklerle ilişkisi olmuştur. Bu ilişkiler onun hayallerini süsleyen Paris’e 1903’te kaçmasına yol açmıştır. Burada Jön Türklerin lideri Ahmet Rıza ile ters düşmüştür. Çünkü kendisine İstanbul’da anlatılan Jön Türklerle Paris’teki Jön Türkler birbirine tezat teşkil etmiştir. Özellikle Ah-met Rıza ile arasının açılmasına para sebep olmuştur. Daha sonra babası siyasete karışmaması şartı ile Yah-ya Kemal’e para göndermiştir. Burada 1 yıl içerisinde Fransızcasını ilerletmiş, Sorbon Üniversitesi’nde Al-bert Sorel’den dersler almıştır. Sorel, Yahya Kemal’in

vatan, millet mefhumlarının şekillenmesinde birinci de-recede etkili olmuştur. Sorel’in “Tarihte keşfolunma-mış iki meçhul vardır; bunlardan biri coğrafyada kutuplar, diğeri Tarih’te Türk’tür.” Sözü meşhurdur. Yahya Kemal’in o yıllarını kendi ağzından dinleyelim: “Paris’te talebe mitinglerine gidiyordum. Balkan harbi arifesinde bizim ekalliyetler Rumlar, Bulgar-lar vs. büyük mitingler tertip ediyorlardı. O sırada bizim Jön Türkler Abdülhamid’i yıkmakla meş-guldüler. Yoksa Türk Milleti’nden falan haberleri yoktu. Baktım, bu Rumların, Bulgarların yıkmak istedikleri Abdülhamid değil, başka bir şey… Bun-lar Türk Milleti’ni yıkmak istiyorlar. Demek Türk milleti diye bir şey var. Bu nasıl bir millettir? Mazisi nedir? Diye merak etmeye başladım. Zaten Umu-mi Siyasiye Mektebi’nde Tarih okuyordum. Türk Milleti’nin mazisini öğrenmek için tarih kitaplarını karıştırmaya başladım. İşte bende milliyet hissi ve milliyetçilik böyle doğdu.” (Hacaloğlu, 2008 : 2)

Paris’te iken devrin önemli aydınlarını tanımış, Qaurtier Latin kahvehanelerine devam ederek sohbet-lere katılmış, hatta yirmili yaşlarda iken bir keresinde kendinin hakemliğine başvurulmuştur. Genç yaşına rağmen bilgisine başvurulması, kendine olan güvenini artırmıştır.

Yahya Kemal’in Paris’e kaçması, o devrin mürek-kep yalamış aydınlarının vaziyetini göstermesi açısın-

YAHYA KEMAL BEYATLI’NIN ESERLERİNDE

VATAN MEFHUMUSinan IŞILDAK

33

Page 34: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

dan önem arz etmektedir. Çünkü bu dönemde “kendine güvensizlik, kendinden kaçış” aydınların genel karak-teristiğini yansıtmaktadır.

Paris’te özellikle Mallarmé’den etkilenmiştir. Yah-ya Kemal, Divan Edebiyatı’nı reddetmek yerine, onu yeniden değerlendirme fırsatı bulmuştur. Kendi edebi-yatını terk etmek yerine, onun diğer toplumlarınkiyle boy ölçüşebileceğini gösterdi. Yabancı kültürlerin üs-tün yönlerini reddetmeyerek onları kabul etmiş ve on-lar kadar bizim de üstün olduğumuz yönlerin olduğunu dile getirmiştir.

Paris, onun gençlik sevdası olmasına rağmen ge-çici bir yerdir. Memleketinden nefret ederek kaçtığı Paris’ten 1912’de tam bir Müslüman olarak dönmüş-tür. Kendi tabiri ile “Mektepten memlekete dönerek” İstanbul’a yerleşmiştir. İstanbul’a geldiği dönem, Trab-lusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı’nın birbi-ri ardınca geldiği senelerdi. Yahya Kemal, İstanbul’da da siyasetten uzak durmuş, her zaman doğru tespitler-de bulunmuştur. İstanbul’da iken Ziya Gökalp’i tanı-mıştır. Ziya Gökalp ile arasındaki sorun, sadece “mil-let kavramı”na yaklaşımdan öte gitmemektedir. Hatta Ziya Gökalp, onu Darülfünun’a yerleştirmiştir. Yahya Kemal’in derin bilgisinden gençlerin de istifade etme-sini sağlamıştır.

İstanbul, Yahya Kemal’i sadece Türklüğe değil, dünyaya bakacak kadar etkilemiştir. O şiirlerinde İstanbul’u düşünürken aslında kendisini dünyaya geti-ren Üsküp’e özlem duymaktadır. Onun İstanbul’u Batı Türklüğünün merkezidir. İstanbul’dan Türk’e ve Türk milletine ve onun günümüzden geçmişe tarihi bakışını dile getirir. Bazen akıncılarla şenlenir, bazen de yedi tepeden birine çıkarak “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” diye göğsünü gere gere İstanbul’un ebe-di Türk yurdu olarak kalacağını sesinin son zerresine kadar haykırır. Nitekim kendisi “Bu halk bu iklimde ezelden beri sakindir, bu iklime bu mimarîden ve bu halktan başka unsurlar yaraşmaz.” der. Buradaki iklim klima gibi bir şey değil, “memleketler, diyarlar…” an-lamındadır. (Tunalı, 2008: 23-24)

Yahya Kemal, Albert Sorel’in yanı sıra C. Yuluen’in “Fransız toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı.” sözünü öğrenmiştir. Bu bakımdan Yahya Kemal Türk Tarihi’ni 1071 ile başlatmıştır” (Özkan, 2008 : 72). Türk tarihini 1071 ile başlatması, onun Ziya Gökalp gibi aydınların tersine Anadoluculuk akımının mensu-bu olduğunu göstermektedir.

Yahya Kemal, Gökalp ve diğerlerinin tersine Os-manlı kültürünü, terk etmez. Günümüzden geçmişi değerlendirir. “Kökü mazide olan atiyiz.” sözüyle Bergeson’un zaman kavramını çağrıştırır. Buna göre, sürekli bir tekâmül ya da gelişmenin durduğu yerde yeniden geçmişten başlama fikri vardır. “Beyaz Lisan” ve “Nev Yunaniliği”1 tercih etmesine rağmen, kendi dö-neminde Balkan milletleri ile birlikte Yunanlıların da

1) Nev Yunanilik, Yunan milletini savunmak anlamında değildir. Amaç, Platon, Aristo gibi ilk kaynaklardan başlanılmasının gerektiğini belirtir.

ayrılıkçı hareketlerinden dolayı bunu işlemeye cesaret edemez. Şiirlerini duru bir İstanbul Türkçesi ve aruz vezni ile yazmıştır. Bu tarzı ile Mehmet Akif ile aynı çizgidedir. Yahya Kemal, şiirlerini uzun sürede yazmış, şiirlerinin üzerinde defalarca düşünerek onları yeniden düzenleyerek eserlerinde en iyiyi yakalamaya gayret etmiştir. Onun şiirleri hep yaşanmışlıklar üzerinedir. Şiirlerinde platonik bir şey bulamazsınız. Kendisinden sonra gelen Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı gibi devrin önemli edebiyatçıların yetişmesine katkı sağla-mıştır. Nazım türünün yanı sıra nesir türünde de eserler vermiştir.

Yahya Kemal dinde de reformist değildir. Eserle-rinde insanların türbelere gitmesine, türbelerde çaput bağlamasına, üflenmelere karşı çıkmaz. Ezanın Arapça okunmasını tercih eder (Köseoğlu, 2008: 59). Bu, onun tarihten gelen benliğini koruma hissiyatıdır.

Yahya Kemal’de amaç, kendi kimliğimizden sap-madan millî olmamızdır. Batılı olmak istiyorsak önce zihnen Batılı olmamız gerektiğini söyler. Ayrıca zih-niyet olarak Batılı olurken de kendimize has bir üslu-bumuzun olmasını ister. Buna örnek olarak, Türklerin İslâmiyet’e girmekle dinlerinden bir şey kaybetmediği-ni söyler (Köseoğlu, 2008: 57). Ancak burada bir kav-ram yanılgısı içerisindedir. Başka dinlere giren Türkler asıllarını kaybetmişlerdir. Doğru olanı biz nasıl kendi kültürümüze kazandıracağız. Bütüncü mü yoksa parça-cı olarak mı, yani Batı kültürünü tam olarak mı ya da parça parça mı alacağız? Yahya Kemal bir fikir adamı olmaktan ziyade iyi bir şair ve yazardır. Zaten kendisi Jön Türklere katılmak için gittiği Fransa’da dahi siya-sete karışmamış, hatta dönemin pozitif düşüncesinin önde olduğu materyalizm ve sol akımlardan da uzak durmuştur. Yanlış yola sapmadan, Beşir Ayvazoğlu’nun tabiri ile “Eve dönen adam”dır.

Kaynakça: -A.Yağmur Tunalı, Yahya Kemal’in şehirleri, Şair ve fikir

adamı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ankara: Türk Ocağı Genel Merkezi, 2008

-Bilge Ercilasun, Yahya Kemal’in şairliği ve Türk şiirine etki-leri, Şair ve fikir adamı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ankara: Türk Ocağı Genel Merkezi, 2008

-Nevzat Köseoğluu, Bir fikir adamı olarak Yahya Kemal, Şair ve fikir adamı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ankara: Türk Ocağı Genel Merkezi, 2008

-Özcan Bayrak, Yahya Kemal’in şiirlerinin kaynakları, Tur-kish Studies, Volume 4/1-II Winter, 2009

-Yakup Çelik, Yahya Kemal’in şiirlerinde ve nesirlerinde milli şuur, Şair ve fikir adamı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ankara: Türk Ocağı Genel Merkezi, 2008

-Yücel Hacaoğlu, Önsöz, Şair ve fikir adamı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ankara: Türk Ocağı Genel Merkezi, 2008

34

Page 35: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Adalet denilince ilk kim gelir akıllara? İlk ki-min adaletine hayranlığı-nızı dile getirirsiniz? Ya da nedir bu adalet, kimdir? Rüzgâr olup savrulur mu, yağmur olup akabilir mi bilinçaltımıza? Herkes için aynı derecede adil olabilir mi bir kimse? Her şeye rağmen terazideki kefelere eşitlik dağıtabilir mi? Hiç düşünmeden, adaletinizi gözler önüne serecek ka-dar cesur olabilir misiniz?

Herkes için adalet sağ-layabilecek mi insanoğlu bir gün, bilinmez. Ama ne şekilde ne kadar eşit alabi-lecek herkes? Oyunu kurallarına göre oynamayı öğ-rendiğimizde bitecek aslında, yok olacak farlılıklar… Süleyman’ın adaleti midir dudak uçuklatan, bir anne-nin eşitliği mi betimler adilliği? Peygamberlerin asa-leti olan adaleti bizler koşulsuzca uygulayabildik mi? Adalet olacaksa her şeyiyle olmalı. Ne bir ülkenin sö-mürgesi olunmalı, ne bir fikrin esiri, ne bir zikrin tesiri altında kalınmalı. Ne de bir kula köle olunmalı. Adalet olacaksa tam olmalı, tamam olmalı. Neden bir çiftçiye, işçiye de herkes kadar adil olunamıyor? Emek her yer-de aynı eşitliği görmektir. Zerre üstünlüğü kalmamalı birinin diğerinden. Hayatın mütemadiyen devam eden koşuşturmacasında adilliğinden bir şey kaybetmeyen, kendini kaybetmeyendir. Herkesin hakkını gözeten vicdan sahibi olandır.

Kapılarımız açık adalet süzülerek çıkıyor. Nehir olup akıyor, yağmur olup yağıyor ve toprak olup ka-bulleniyor ben merkezciliğimizi. Hiçbir şeyimiz yok akıp giden ahlakımızdan başka. Keşke yalnız bunun için savaşabilseydik. Aynı kâğıdın arka ve ön yüzleri gibi adillikle bencillik… Sonsuza dek beraber ama hiç-bir zaman birbirini görmeyen. Bir gün herkese hakkıyla adalet dağıtabilecek mi ellerimiz?

Yaradan’ın sonsuz adaleti karşısında bizimki deve-de kulak kalıyorsa eğer hak yiyen asalaklar nasıl öder bunun bedelini? Başkasını hakkını yiyen, kendi vicda-nını yitirmekte olandır ve onlar kul hakkı gibi büyük bir yükün altındadır… Bu veballe nasıl ayakta kalırsınız, nasıl taşır omuzlarınız bu utanılası şeyi? Eşit olup adil

kalıp kendi yüklerimize su serpmek varken neden ateşe atarız benliğimizi? Bir başkasına adil davran-mak şöyle dursun kendi kanımızı taşıyan insanlara bile kötülük yapmak niye-tindeyiz. Hak yemek üstün mü kılıyor, rütbesini mi yükseltiyor bizlerin? Ego-larımızı tatmin etmiş mi oluyoruz? Egoistliğimizin son raddesinde bile aklı-mızın ucundan geçiyor mu ödeyeceğimiz bedelin ne denli olduğu?

Değirmenler dönüyor, buğday öğütülmüyor. Adilliğimiz ekmek olmuyor. Yağmur yağıyor ama içimizde huzur birikmiyor. Kas-vetli bencillik kuleleri aşınmıyor. Bahar geliyor ama çi-çekler açmıyor. Güneş yüzünü adil göstermiyor. Ekin-ler sararıyor, yaklaşıyor hasat zamanı ama bıçak adilce biçmiyor ekini. Adil dönmüyor çarklar, adil oynanmı-yor zarlar. Ve en önemlisi adalet kokmuyor ruhlar…

Düşünüyorum, toprak adilce örtmeseydi yüzümü-zü, adilce büyütmeseydi çocukluğumuzu, utanır mıydı yaptığından. Güneş inkâr etseydi gücünü ay gocunur muydu ışığını ondan almaktan. Çiçek tohumunu bağış-lamaktan vazgeçseydi bahara, bahar gelmeyi reddeder miydi, kaçar mıydı adalet zerrelerini saçmaktan? Bak-tım ellerime, herkes birikmiş. Nefsimin adaleti sessizce gitmiş. Baktım aynadaki siluetime, insanların ahı göz çukurlarıma yer etmiş. Konuştukça birleşmiş haksızlı-ğımın çizgileri alnımda. Şahsımın eşitliği kaybolmuş, yitmiş… Ne adalet kalmış gözlerimden akacak ne de çukurlar beni ben etmiş. Ne zaman buram buram adalet kokacak ekmeğim? Ne zaman kana kana eşitlik suyu içeceğim? Ne zaman adaletin bir zırh gibi giyildiğini göreceğim? Tam şu anda çıkarıp atın üzerinizden ben-cilliğin üniformasını. Adalet savaşarak kazanacağımız bir ödül olmaktan ziyade her daim yanımızda bulunan bir lütuf olsun. Adillik bizlerin de asaleti olsun. Herkes için adalet yerini bulsun ve dünya yaşanılacak bir yer olsun. İşte o zaman yaşadığımızı hissederiz…

*Kocasinan Anadolu Lisesi

Kayseri’deki liseler arası kompozisyon yarışması birincisi

ADALETİNİZ ASALETİNİZ OLSUN

Berrin TOGA*

35

Page 36: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Türk İstiklâl Savaşı’nın başladığı 19 Mayıs 1919’un 93’üncü yılında, Gençlik Bayramı’nda Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Çankaya’da değil-di. Türk milletine düşman olan nice insanı makamında ağırlamıştı ama Türk gençliğinin temsilcilerini ağır-layamadı. Çünkü Amerika’daydı.

Türkiye’nin Genel Kurmay Baş-kanı da bir süre önce Amerika’day-dı.

Türkiye’nin ana muhalefet parti-sinden bir heyet de geçen ay Ame-rika’daydı.

Türkiye’nin Başbakanı ve ba-kanları da defalarca gitmişlerdi ora-ya.

Polislerimiz, valilerimiz, bü-rokratlarımız, generallerimiz, MİT’çilerimiz de az gitmediler oraya.

Kimisi eğitim, kimisi nasihat, kimisi de talimat aldı.

Beratlarını, diplomalarını, hedi-yelerini bağırlarına basıp döndüler ama başkaları sırada bekliyor. Bu yol, yolcusuz kalmıyor hiç. Bu yol ikbal yolu, bu yol iktidar yolu.

Acaba öyle mi?Geçen gün, caminin avlusunda

bir grup ihtiyar bu konuyu tartıştı-lar. Oğuz Dede şunları söyledi:

Bu yol, Amerika yolu;İhya eder, sağı-solu.Koşa koşa gitsin beyler,Kan ağlarken Anadolu.

Varsa hayrını görsünler,Çokça safasın sürsünler,Bir de gelip Ankara’yaKubarsınlar, övünsünler!

Dergâh desek dergâh değil,Diz çöktüğün bir şeyh değil;O kadar da görme büyük,Eğildiğin Allah değil.

Beyaz Saray dedikleri,İnsan eti yedikleri;Taze kanla besleniyor,Kovboyların enikleri.

İşte Irak bir kan gölü;Azrail mi itin dölü?Çoluk çocuk aç-perişan,Ana sakat, baba ölü.

Gitsinler de dursunlar dik.Ama hani, hiç görmedik!Bazen yağıp gürlese deRol yapıyor göstermelik.

Tüccar Hacı Ağa bu eleştirilere dayanamadı. Oğuz Dede’ye baka-rak şöyle ünledi:

Ne var bunda, bir ziyaret; Almak ayıp mı icazet?Dostlarına gani yardım,Amerika büyük devlet.

Lütfettiği yeter bize;Gurur- kibir neyimize?Toprağım, askerim, suyum,Fedâ olsun beyimize.

Ona karşı duramayız,Ricasını kıramayız,Kötü işler yaptı; ama Hesabını soramayız.

Sen aldırma, işler iyi;Herkes dönüyor köşeyi.Aklı olan kazanıyor,Kazanamayan enayi.

İhya oldu, bak herkesler;Hizmet edenleri besler.Türklük mürklük boşver artık,Sona ersin o hevesler,

Sen de katıl o kervana,Bütün dünya ondan yana.Kafa tutmak sana düşmez,Oğuz Dede uyansana!

Bu sözler, Oğuz Dede’nin ho-şuna gitmedi. Duyduklarını Hacı Ağa’dan hiç beklememişti. Öfke-lendi. Kaşları çatılmış, beyaz bıyık-ları sanki dikleşmişti. Arslan kükre-mesini andıran bir sesle haykırdı:

Bir Rabb’ime eğilirim,Hakkı, bâtılı bilirim.Yolum belli, kıblem tektir,Bir bunlara yönelirim

Beni nasıl sınıyorsun?Onlardan mı sanıyorsun?Yakıştırmam sana amaSen kimlere kanıyorsun?

Elimizde yüce Kur’an,Gönlümüzde cennet vatan;Amerika nerden çıktı?Beyaz sakalından utan!

Türk’ün tarihine bakın,Yanındaydık bizler hakkınZulüm yapar Amerika,O mel’unu övme sakın!

İşi gücü fitne-fesat,Durmaz karıştırır kavat.Biz uyuruz, o sömürür;Gafletteyiz, bulur fırsat.

Unutmadık çuvalını,Çok işittik masalını,Biz de davar değiliz kiDinleyelim kavalını!

Operasyon yapsa nerde,Ordumuz emre amade.Onun çıkarı uğruna,Türkiye’miz düşer derde.

Barzani’yle tatlı sohbet,Suriye’den bin şikâyet.El attığı her ülkedeÇıkar sayısız felâket.

OĞUZ DEDE’NİN DUASIMehmet PUSAT

36

Page 37: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

İşte Türkiye’nin hâli;Her sorunda var vebâli;PKK’yı belâ etti,Canavar iblis misâli.

Şimdi onlar yol kesiyor,Misyonerler kol geziyor,Uzman vermiş bakanlığaKatlime ferman yazıyor.

Habur-Oslo mel’anetiKarıştırdı memleketi.PKK’ya teslim sankiKoskocaman Türk devleti.

Ne söylese Amerika,Diyorlar ki: Çok harika!Medyada Türk düşmanlığıBitmez tükenmez tefrika.

Gâvur duymaz böyle kini,İblis karartmış kalbini.Bu sebeple soruyorum:“Dalkavukluk” mudur dini?

Demokrasi, yalnız lâfta,Birleştiler karşı safta.Şehit kanı kokan vatan,Satılıyor pafta pafta.

Elimizden kayıp gider,İktidarlar soyup gider;Ne olacak Türkiye’miz?Var mı kurtaracak lider?

Çıksa da bir kurtarıcı,Yapsak başımızın tacı.Başka vatan yok ki gidek;Burda değiliz kiracı.

Oğuz Dede’nin bu sözleri, Meh-met Usta’yı çok etkilemişti. Yu-muşak ama kararlı bir sesle şunları söyledi:

Doğru söyler Oğuz Dede,Zira vatan tehlikede.Davetiye sunduk biz deİhmalkârlık ede ede.

Yapalım ne yapacaksak,Bizi çağırmadan toprak,Ölmedim ve ayaktayım;Gözüm görür, kanım sıcak.

Sümer Bez Fabrikası’ndan emekli İbrahim Gündüz her zamanki gibi arkadaşına takılmadan edemedi:

Mehmet Usta! Haklısın daDeğilsin yirmi yaşında.Zannederdim ben de seniGerçekten aklı başında.

Elinden ne geliverirDua etmenin dışında?

İbrahim Gündüz’ün sorusunu Oğuz Dede yanıtladı:

Dilimiz var konuşuruz, Ev ev gezer görüşürüz, İştişare ede ede Bir doğruda buluşuruz .

Çok işler var yapılacak, Yaralar var sarılacak, Kavgayınan değil ancak, Akıl ile varılacak.

Önce vatansever nesil, Onu yetiştirmek asıl. Zamanenin gençlerine Olabilir misin kefil?

Önce hanenize bakın.Yanlış anlamayın sakın!Torunların yüreğineVatan sevgisini sokun!

Onlar daha yeni sürgün,Bakım ister her an, her gün.Bir bakarsın yiğit olmuşYaptığıyla öğündüğün.

Her şey insan ile olur.Üreten, yöneten odurDüzgün eğitim verirsek,Türkiye’miz de kurtulur

En evvelâ iyi niyet,Arkasından çaba-gayret;Bu milletin sinesindenKahramanlar çıkar elbet.

Çıkar mıydı? Allah, İslâm’ın asırlarca koruyucusu olmuş bu mil-lete acır mıydı?

Hacı Ağa dahil herkes Oğuz Dede’ye hak verdi. “Doğru” sesleri yükseldi. Sonra sustular. Türk tari-hinin haşmetli devirlerini ve o de-virlerin yiğitlerini düşünmeye dal-dılar. Öyleleri bir daha gelir miydi ki…

Şadırvandaki bozuk musluktan damlayan suyun sesinden başka her şey susmuştu sanki: Bakışlar dalıp dalıp gidiyordu.

Cami avlusunun suskunluğu-nu 13-14 yaşlarındaki bir çocuğun “Dede! Dede! Müjdemi isterim!” seslenişi bozdu. Meraklı gözler o yana döndü. Koşa koşa gelen Oğuz Dede’nin torunu Günhan’dı. “Müj-den hepimize olsun, çobuk söyle oğul!” dedi Oğuz Dede.

Gözleri gülüyordu Günhan’ın. Sevinçten yerinde duramıyordu. Dedesinin elini öptü, müjdesini aldı. Anında da müjdeyi verdi: “Torunun oldu dede; bir kardeş geldi bana” O anda bir sevinç seli yayıldı etrafa.

“Gözün aydın Oğuz Dede”, “Allah analı babalı büyütsün” nidaları yükseldi.

Herkeste gerçek bir mutluluk… Bir doğuma bu kadar hiç sevinme-mişlerdi;

Günhan da hâlâ doğan kardeşini düşünüyordu. Birçok ad düşünmüş-tü ama ad koyma hakkı, dedesine aitti. “Ne koyacağız adını dede, ne koyacağız?”

Oğuz Dede’nin bakışları uzak-larda çok uzaklarda… Bir süre ses-siz kaldı, sonra bakışlarını ufuklar-dan ayırmadan “Bozkurt koyacağız oğul, Bozkurt koyacağız!”dedi. Ar-dından yüreğinden taşan şu sözleri söyledi:

Ne güzeldir bu haber,Beklenirken bir önder.Adı da Bozkurt olsun,Her bozkurt önde gider.

Adı gibi hür olsun,Milletiyle bir olsun.Yurda düşman sokmasın,Aşılamaz sur olsun.

Yiğitlik meydanında,Alplık kaynar kanında.Her zaman mertçe dursunMazlumların yanında.

Zulme eğmesin boyun,Asla olmasın koyun;Bir ziyafet vereyim,Adını sizler koyun,

Biz geldik göçüyoruz;Ne ektik biçiyoruz;Tanrı torun verinceSevinçten uçuyoruz.

Ulu Tanrı’m sağlık ver,Helâlinden varlık ver,Hakk’a, yurda, bayrağaEn içten bağlılık ver.

Affet günahım ya Rab!Beden olmadan türab.Bu çocuğu yetiştir,Ülkem olmasın harab.

Ayrılmadık yolundan,Halk ettiğin* dilinden,Esirgeme rahmetin,Yeni doğan kulundan.

Gün görmüş ihtiyarlar, “amin amin!” dediler.

Elleri kalplerinde, salavat getir-diler.

*halk etmek: yaratmak

37

Page 38: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Dünya hızla gelişiyor ve değişiyor. Buna paralel ola-rak da bazı milletler kurdukları devletlerle “dünyanın birinci devleti olma” yolunda ilerliyor. Bu ilerleyişin ana nedeni elbette “varlığını ebediyen devam ettirme” çabasıdır. Peki, devletlerin “dünya hâkimi” olma yarı-şında izledikleri siyaset nedir? Millî menfaatler çerçe-vesinde millî siyasetin teferruatlarının devletlere göre değişmesi tabiidir. Fakat, izlenilen yol genel hatlarıyla hep birdir ve “birlik”ten geçmektedir.

Dünyadaki birliklere göz attığımızda görüyoruz ki; “Amerika Birleşik Devletleri”, 1789’da George Washington komutasındaki 13 İngiliz sömürge eyale-tinin bir araya gelmesiyle kurulmuştu. “Amerika Bir-leşik Devletleri vatandaşı olan herkes, Amerikan’dır.” düşüncesini milliyetin esası olarak kabul eden ABD bugün “dünyanın süper gücü” konumundadır. Öte yandan, açlıkla savaşan 32 bağımsız Afrika ülkesinin “Afrika’daki sömürgeciliğe son vermek, işbirliğini ve dayanışmayı güçlendirmek” amacıyla 1963’te imza-ladığı antlaşma sonrasında -2002’de- “Afrika Birliği” adını alan bu teşkilatın üye sayısı bugün 53’e yüksel-miştir. “Arap ülkeleri arasında ekonomik, siyasi, sos-yal ve kültürel ilişkileri düzenlemek” amacıyla 22 Arap ülkesi arasında imzalanan “İskenderiye Protokolü” ile 1945’te “Arap Birliği” kurulmuştur. Üye ülkeler arasın-da ekonomik, politik ve sosyal alanlarda geliştirmeler ve iyileştirmeler sağlamak amacıyla imzalanan antlaş-malar neticesinde kurulan “Avrupa Birliği” ise 27 üye ülkesiyle Haçlı zihniyetinin ümit ışığını teşkil ediyor.

Özellikle küresel emperyalist güçler, kurdukları bu birliklerle devleşme politikasını izlerken siyaseten da-ğınık olan 330 milyonluk Türk cumhuriyetlerinin gele-ceği ne olacaktır? M.K. Atatürk’ün “Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben gör-mesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği’ne inanıyorum. Onu gö-rüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bula-caktır.” sözleri bu husustaki işaret taşıdır. Peki, 7 Türk Cumhuriyeti arasında kurulacak Türk Birliği; sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda Türk Dünyasına ne tür katkılarda bulunacaktır?

Bağımsız Türk devletlerinin yer altı kaynakları ve jeopolitik konumları Türk dünyasının geleceği için çok önemli ve büyük bir fırsattır. Dünyada “dev petrol ve doğal gaz yatağı” olarak adlandırılmış kaynaklardan 28 tanesi Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’dadır. Bilindiği gibi; Kazakistan, 21 kömür yatağıyla eski Sovyetler Birliği’nin üçüncü büyük kö-mür üreticisi konumundaydı. Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Azerbaycan, bir yılda toplam 9 milyon ton pamuk üretmekte; Özbekistan’ın

Zerefşan bölgesinden ise yılda 75 ton altın çıkarılmak-tadır. Türk Cumhuriyetleri ile bir pamuk borsası kurul-sa; Türkiye yılda en az 25 milyar dolar kazanç sağla-yacak; bir altın borsasının yıllık getirisi ise 25 milyar doları bulacaktır. Görülüyor ki; Türk Birliği, 5 milyon km²’ye yakın bir alana sahip olan bu ülkeler için ekono-mik alanlarda yeni imkânlar sağlayacaktır. Böylelikle, yeni yatırımlarımız için IMF’nin peşinden koşmamıza da gerek kalmayacak. Türk Cumhuriyetlerinin; Türk dünyasının; geleceği, refahı ve dünyada yeniden söz sahibi olabilmesi için doğal kaynaklar açısından bu bü-yük potansiyele sahip çıkması gerekir. Ayrıca Türk Bir-liğinin, Türk dünyasına sağlayacağı katkılar ekonomik alanlarla da sınırlı değildir. Kurulacak askeri birlikle iç ve dış sahalardaki tehlikelere karşı çok büyük bir güç elde edilecektir. Karabağ, Musul, Kerkük, Güney Azer-baycan gibi esir Türk illerinin ve Özerk Türk Bölgele-rinin tam bağımsızlıklarına kavuşması için çok önemli adımlar atılabilir.

Bu gelişmelerin meydana gelebilmesi için tercü-mansız anlaşabileceğimiz ortak bir dil (Türkçe) ve bu kapsamda ortak bir alfabe şarttır. Bunlardan da önem-lisi müşterek ülküdür. Bu, devlet adamlarının oluştu-racağı ortak politikalarla mümkün olmayabilir. Milleti meydana getiren fertlerin aynı anlayışa, aynı fikirlere ve aynı duygulara sahip olması gerekir ki; bu da kültür birliği ile gerçekleşebilir. Elbette bu gelişmeler çok ko-lay sağlanmayacak, belki de uzun zaman alacaktır; an-cak Türk Birliğinin, Türk dünyasına ve akabinde bütün dünyaya sağlayacağı sayısız faydalar karşısında bunun hesabı bile yapılmayacaktır.

Peki Türk Birliği’nin kurulması için yapma-mız gereken nedir? Bu davada temel şart kuşkusuz “inanmak”tır. Peki, Türk Birliği için inanmak nedir? İnanmak; milletinin, vatanının uğruna sözde değil özde birlik olmaktır. Gerektiğinde bu iş için her Türk insanı hayatını ortaya koymayı göze alabilmelidir. Esarete baş kaldırmak, Osman Batur Han olabilmektir! Peygamber Efendimizin(a.s.a))“Bir elime güneşi bir elime ayı ver-seniz yine de bu davadan vazgeçmem.” Hadis-i Şerifin-deki denklemin icrasıdır. Bin bir yalanla kendilerinin katledildiğini iddia edenlerle, Anadolu’yu “Anatolia” yapma gayretine girişenler arasında bir fark olmadığı-nı görmektir. 21. yüzyılda dâhi “bir mağara devrinden arta kalanlar”; soydaşlarımıza sırf Türk oldukları için kan kustururken, “Türk’üm!” demek bir kenara, Türk olmanın bile yasak olduğu yerlerde hayalî bir perdede gölge oyunu oynayanlara “dur” diyebilmektir. İnan-mak, Batı Trakya’da, Karabağ’da, Kerkük’te, Doğu Türkistan’da, Balkanlar’da milletine yapılanları unut-mamaktır! İnanç, her ne kadar “bütün hayatın temeli” de olsa Türk Birliği’nin gerçekleşmesi; Türk Dünyası

NİÇİN TÜRK BİRLİĞİ? Ezgi SÜLLÜ “Ayet ayet İslâm, nakış nakış Türk!”

Yavuz Bülent BÂKİLER

38

Page 39: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

liderlerinin, İsmail Gaspıralı’nın işaret ettiği “Dilde, fikirde, işte birlik.” esasına dayalı olarak atacakları so-mut adımlara bağlıdır.

Peki, Türk Birliği’nin önündeki tehditler, tehli-keler ve engeller nelerdir? Öncelikle, “Türk Birliği kurulsun, soydaşlarımız esaretten kurtulsun.” dediğiniz zaman Hiroşima’da ölen çocuklara ağıtlar yazan sıra Türk illerinde Türk soyunun uğradığı o vahşi, rezil ve gayriinsanî katliamlara gelince gıkını bile çıkaramayan insaniyetperverlerden(!) “maceracı” ve “faşist” yafta-sı yiyiverirsiniz. Fakat Büyük Turan’ın 9 kez şeniyet haline geldiğini hatırladığınızda ne kadar da maceracı olduğunuzu (!) ve ütopik hayaller(!) peşinde koştuğu-nuzu idrak edeceksiniz. Unutmayınız ki, “mâzide tarihî hakikât olan şeyler âtide de tarihî hakikât olabilirler.” Bizi öz değerlerimize yabancılaştıran, Türk kimliği-ni unutturanlar, asırlar öncesinden kültürümüzün kök saldığı topraklardaki soydaşlarımızla aramızdaki bağ-ları koparmaya çalışan kozmopolitlerdir. “Türkiye dı-şındaki Türkler, Türklüklerini unuttular.” iddialarını ortaya atanlar da bu fikir hastalarıdır. Amaç açıktır; kurulacak Türk Birliğini engelle-mek ve birlik olacak Türk gücüne şimdiden karşı koymaktır. Suret-i katiyyede doğru olmayan bu ucuz hükümlere itibar etmek de çok büyük bir bilgisizliğin, gafletin ve taassubun göstergesidir. Kırgızis-tan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in TBMM’de “ Ulu Türk Kağanlığını kuramasak da kuvvetli bir Türk Birliğini yapma-lıyız.” sözleriyle yaptığı açıklama gerçekle münasebeti olmayan bu hükümleri tahkik zahmetine kat-lanmayanların ne kadar da haklı(!) olduklarının bir kanıtıdır. Nitekim Edirne ile Kars’ın ötesine kalın bir perde çekmek, kendimizi, tarihi-mizi inkâra çalışmaktır. Hayvanla-rın kurban edilmesine dâhi feryat figan koparan, dini hükümlere ve Allah’ın kelamına şiddetle karşı çıkacak kadar hayvanseverler (!), kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası güden eyyamperestler, Türklere hunharca yapılan katliamlara, eziyetlere niçin ses çıkarmıyorlar, dersiniz? Cevap basit; çünkü, akan kan Türk’ün kanı, sokaklarda başsız cesetleri sürükle-nen Türkler de ondan! Türk milletini yüzyıllardır ze-hirleyen yabancı ideolojiler, içeriden ve dışarıdan Türk milletine kurtuluş yolları olarak gösterilmektedir. Fakat tarih şahittir ki; milletimizi yüzyıllardır büyük bir milli kültür çıkmazına sürükleyen yabancı ideoloji uşaklığı-dır. Hayatımızın birçok alanında yabancı güçlerin iz-lediği mankurtlaştırma siyasetine karşılık “medeniyet” adı altında evrensellik anlayışını benimseyen ahmaklar kendilerine medeniyetin kanalizasyonlarında yer ara-sınlar!

Şöyle bir gerçek de var: Haçlı Seferlerinin üzerinden yüzyıllar geçti, Avrupalıların Türk düşmanlığı bitmedi, o kin bizi hâlâ kabullenemedi. Hiçbir sahada bizim; Atilla’nın, Yıldırım’ın, Fatih’in torunları olduğumuzu unutmadılar. Peki, bu düşmanlığın nedeni nedir; Av-

rupalılar Türkleri niçin sevmez? Bu soruların cevabını yıllar öncesinden Alman asıllı Prof. Dr. Frizt Nue-mark vermişti zaten: “Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındalar; tarihten Türk çıkarı-lırsa orada tarih kalmaz… Sizler gerçek hüviyetinize ve kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır.” Allah muhafaza, biz Avrupa’nın hatırına Kuran-ı Kerim’lerimizi yaksak, camilerimizi kilise yaparak Hıristiyan olsak dâhi “hilal ve yıldız”a ayrı bir düşmanlık besleyen Avrupalının gözünde yine onların varlığının en büyük tehditçisi Türkleriz. Ve bü-tün bunlara rağmen de bugün Avrupa Birliğine katılma-yı bekleyen 5 aday ülkeden biriyiz!..

Avrupa Birliğini, “üyelik sürecine ilişkin faaliyetleri koordine etmek” için bakanlık (AB Bakanlığı) açacak kadar önemsiyor; “deryanın dışında hayat arayan ba-lıklara” benziyoruz. Onların tarihî düşmanlıklarını göz ardı ediyor; “üzerimizdeki oyunlara” karşı uyutuluyo-ruz! Peki, Türk varlığını tehdit eden bu büyük tehlike karşısında uyanmamızı temin edecek güç ne olmalıdır? Tekerrür edecek olan tarihî hatalarımız mı; yoksa gaf-

lete düşerek, tarihî düşmanları-mızın çarklarının dişlerine ka-pılmak mı?..

Diyelim ki, bir Türk Birli-ği kuruldu, bu sadece Türkle-rin mi yararına olacak? İslâm dünyası için Türk Birliği’nin bir önemi olmayacak mı? Bu soru-ların cevabını Ziya Gökalp’in bir şiirinde buluyoruz:

“Türk kuvvetli olursa, mut-lak, Kurtarır her İslam olan milleti!”

Türk Birliği dünyanın di-ğer milletleri için de fayda sağlayacak mıdır? Sen Bar-telmi Katliamını hatırlayınız; bir gecede 60.000 Protestanı öldürenler Katolikler değil miy-di? Katoliklerin Protestanlara yaptığı sayısız eziyetlere karşı Protestanlar da Katoliklere za-

limce ve vahşice muamele etmekten geri kalmamış-tı. Katoliklerle Protestanların birbirlerine yaptıkları mezalimlere karşılık Bizans Grandükü Notaras’ın “ İstanbul’da kardinal serpuşu(Latin şapkası) görmek-tense Türk sarığı görmeyi tercih ederim.” sözü tarihî bir hakikat değil midir? Dolayısıyla, hem Türk cihan hâkimiyeti için hem de cihanın yeniden nizama girmesi için Türk Birliği şarttır. Bu davada ilk hizmetin kuş-kusuz inanmak olduğunu söylemiştik. İnanıp inanama-mak hususunda; ya bir ömrü daimi bir mücadele içinde geçirirsiniz, ruhunuz “ülkü erlerinin” ruhuna karışır ebediyete kadar tarihte ve gönüllerde yaşarsınız. Ya da “inançları uğrunda yaşamanın hazzını bile tadamadan ecel hükmünü icra eder.” Karar sizin! Yalnız, gerçekten inananlar unutmasınlar ki; bu yolun sonunda Hallac-ı Mansur olmak da var, Kür Şad da…

Adalar Denizi’nden Altayların ötesine dek; Tan-rı, Türk’ü korusun!

“Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği’ne inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır.”

39

Page 40: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Kime göre, neye göre, hangi zaman diliminde, hangi mekâna göre adalet? Adalet henüz ilk harekette doğ-ru bir çizgi üzerinde ilerlemesi mümkün olmayan bir kavramdır. Nedir adalet? Bana göre, Bize göre, herkese göre?

Düşünce dünyamızın kavradığı kadar, yıllarca süren bilgi ve tecrübe birikimine rağmen evrende birinin ta-mamen aynısı hiçbir şey yokken, nasıl söz edilebilir adaletten, eşit-likten?

Her toplumda bireylerin uy-ması gereken kurallar vardır. Din, ahlak, hukuk… Ve buna bağlı olarak yaptırımlarının acı ve tatlı unsurları… Bu kurallara uyulu-yorsa sözüm ona adaletten bah-sedilebilir. Oysa adalet, şişirilen bir balon gibi her an patlamaya hazırdır. İnsanoğlu henüz maddi-yatın bütün öğelerini çözmek bir kenara, anlamakta bocalarken, manevi dünya öğelerini anlama ihtimali yokken, hangi adaletten söz edilebilir? Adalet; iktidar savaşı, kazanma hırsı ve anlık isteklere ulaşma yolunda atılmış cılız bir adımdır.

Mekân bakımından düşünürsek; adalet, denizde bir yudum su mudur insanı öldüren, yoksa çölde bir yudum su mudur hayat kurtaran? Su aynı sudur, ancak mekân değişince tamamen birbirine zıt sonuçlar doğurmakta-dır. Hangisidir adalet? Zaman bakımından düşünürsek; adalet, emek sahiplerini sömürüp, kanını emen iktidar sahiplerinin hayat çemberlerini tamamlayıp, toprak olmuşken, emekçilerin elinde kerpiç olması mıdır? O kerpicin her biri ya şah kafasıydı ya da sultan eli… Bu mudur adalet?

İnsanoğlunun adalet için attığı cılız adım, simgeler ve bireylere biçilen rollerden ibarettir. Gözleri bağlan-mış, görmeyen adalet tanrıçası Themis elinde tuttuğu terazi ve kılıcı ile adeta “Benim kurallarıma itaat et-mezseniz, elimdeki kılıç ile başınızı keserim” imajı ser-gileyen bir figürandır. Görmeden elinde tuttuğu terazi ile eşitliği nasıl sağlayacak ya da terazinin kefelerine

kâinattaki hangi eşit(!) unsurları koyacaktır? Bunların hepsi hayaldir.

Sınıflara ayrılmış bir toplumda herhangi bir yer-de olabiliriz, olmasak bile zaten buralarda yaşayanlar var. Bir tarafta Adana’da altı aylık bebeğini saç kurut-ma makinesi ile ısıtmaya çalışan ve çaresizlikten di-ğer odada kendi hayatına son veren bir anne varken,

diğer tarafta İstanbul Mücevher Fuarı’nda bilmem kaç bin dola-ra satın aldığı mücevheri gururla sergileyen bir anne… Tüm bun-lar gözümüzün önünde, başka bir dünyada yaşanmıyor. Fakat bizler tüm bunlar yokmuş gibi hâlâ eşit-lik diyoruz. Hakikaten bu mudur adalet? Terazinin bir kefesine Adana’daki anneyi, diğer tarafı-na İstanbul’daki anneyi koydu-ğumuzda hangisi ağır gelir? Ağır olan mıdır adalet? Hafif olan mı? Eşitlik bir ulaşılmazken…

Bence hiçbir zaman, hiçbir mekânda eşitlik olmadığından, zamanı da geri çevir-mek imkansız olduğundan, yüzde yüz adaletten söz edilemez. Bu, ulaşılması mümkün olmayan bir kavram-dır. Eşitlik kavramı ile doğrudan bağlantılı olduğu için bu mümkün değildir.

Kâinatta birbirinin tıpatıp aynısı, eşiti olan ne var-dır? Hiçbir şey… Her unsur tek ve eşsiz yaratılmıştır. Gökyüzünden yağan milyonlarca kar tanesinin şekilleri hiç benzer mi diğerine? Neden gökyüzünden yeryüzü-ne seyahat ederken değmezler birbirlerine? Adalet işte budur. İnsanoğlunun adaleti yoktur, adaleti sağlamaya da kudreti yetmez. Sınıflara ayrılmış insanoğlunun ik-tidar savaşı vardır.

Kesin olan bir şey vardır. Eski hale getirme kudreti olan varsa adaletten söz edilebilir. Adalet zaman kavra-mı içinde, değişik mekânlarda yapılan yolculukta baş-ladığı noktaya geri dönmektir. Topraktan hasıl, toprağa vasıl…

Kayseri Kilim Sosyal Bilimler Lisesi*

Cemre İNEM*

KİME GÖRE ADALET?

Kayseri’deki liseler arası kompozisyon yarışması ikincisi

Terazinin bir kefesine Adana’daki anneyi, diğer tarafına İstanbul’daki anneyi koyduğumuzda hangisi ağır gelir? Ağır olan mıdır adalet? Hafif olan mı? Eşitlik bir ulaşılmazken…

40

Page 41: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Bahri DENİZ

İKİ HECE...

Birileri söylesin bana. Versin bunun cevabını. Hangi gelişe böyle yürekler parçalanır? Hangi gelişin ardından donan yürekler içinde kor alevler yükselir? Hangi geliş ayak sesi çıkarmadan düşer haneye?

Hangi geliş koparır sevgiliyi maşuktan? Hangi göz dayanır böyle bir gelişi izlemeye?

«Ben, al bayrağı tut diye gönderdim seni oğul! Ona sarılasın diye değil! Bu geliş nasıl bir geliştir oğul!? «

…!?Bu nasıl acıdır bilir misiniz? Hangi evlat, babası-

na bu denli ulvî, bu denli kutsî bir hediye verir? Han-ginizin evladı böyle onurlandırdı sizi?

Oxford’lardan diploma mı? Transatlantiklerle kazanılan milyon dolarlar mı? Teksas’tan bir çiftlik mi? Söyleyin, hangi hediye sizi bu denli mutlu eder? Amerikan pasaportlu torunlar mı?

Söyleyin, hanginiz gece çalan telefonlarda bin parçaya bölündünüz!? Hanginiz daha yaşına değme-miş torununa asla göremeyeceği babasını anlattınız!? Hanginiz haber bültenlerini her saniye teyakkuzda dinlediniz? Hangi mektubu defalarca koklayarak oku-dunuz? Hangi resme gözyaşlarınızı damlatıp ağıtlar yaktınız?

Oğlunuzun Hawai’den maille gönderdiği resimlerine mi? Yoksa yeni aldığı cipe attığı en son manitayla olan resmine mi?

Var mı cevabınız!?…?!Tamam, yaranızı deşmek istemiyorum. *«Oğul, birçok nasihatimin sonunda baba olursan

anlarsın derdim. Sen ise bana baba olmanın ne kadar zor olduğunun dersini verdin.»

Eskiden bir oğlum vardı. Şimdi bu vatanın her karışı benim oğlumdur. Benim oğlum toprak oldu, toprak. Bu yüzden bu vatanın her karışı benim evla-dımdır.

Bu yüzdendir sizin beğenmediğiniz türkülerde gözyaşlarına boğulmam. Bu yüzdendir odamdaki kili-

me oğul hasretiyle dokunmam. Bu yüzdendir toprağa incitmeden basışım. Bu yüzdendir sizin karşınızda surat asışım.

Ben babayım, baba!. “Baba” ne demek bilir mi-siniz?

Yok, sizin bildiğiniz iskele babası değil, şamba-bası da… Yok öyle fötrlü mötrlü, yüz yirmi kilo da değil. Arabesk sömürülerle gariban sırtından olunan baba da değil. Mafya babası hiç değil!

Bilemediniz.Ne kadar da kolay söyleniyor değil mi “baba”?

“Baba”... İki hece... Otuz bin Mehmet’in otuz bin babası, otuz bin

Mehmet ise kaç Mehmet’in babası? Matematiği bilir-siniz.

Ben iki baba bilirim. Biri babalığın zevkini tada-madan toprağa düşen, diğeri de o topraktakinin acısıy-la pişen…

O babalar önünde saygıyla eğilirim. O babanın ayağına türap olurum.

Hangi geliş aslında bir gidiştir? Hangi ağıt aslın-da bir destandır? Hangi mezar bir gülistandır? Hangi ana, hangi baba en az oğlu kadar bir aslandır?

Hangi babanın hediyesi bu aziz vatandır? Ey benim güzel vatanım, senin uğruna toprağa

düşmek en büyük şandır.

41

Page 42: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

YABANCILARA TOPRAK SATISINDAPATLAMA… KAPAN KAPANA…AKP iktidara geldiği günden bu yana 81 ilde 134 bin

907 taşınmazı sattı. Zonguldak milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün soru önergesine cevap veren Maliye Baka-nı Mehmet Şimşek; ‘’Satışlarda 796 bin 202 metrekare taşınmaz satıldı. Bu satışlar sonucunda 3 milyar 472 milyon 972 bin 489 TL gelir elde edildi’’ dedi.

Toprak, bir devletin egemenlik alanıdır; toprağını satan, gün gelir egemenliğini de satar.

SANAYİMİZ YÜZDE 60, YABANCI KONTROLÜNDE Türkiye İstatistik Enstitüsü Kurumu (TÜİK) Açık-

ladı: 2007 yılında yüzde 14.3 olan yabancı kontrol ora-nı 2009 da yüzde 15.4’e ulaştı.

Bazı Sektörlerde Yabancı Kontrolü (2009): İmalat sanayii = %56.4, Tütün mamulleri üretimi = %90.4, Ham petrol ve gaz çıkarılması = %21.8, Eczacılık ürün-leri = %51, Toptan ticaret = 30.7, Telekomünikasyon = %46.4, Elektronik = 44.6, Kültürel faaliyetler = 28.6

Hani Türkiye ekonomisi iyiye gidiyordu? Demek ki yabancıya gidiyormuş…

AÇILIM AÇMAZICIA istasyon şefi Graham Fuller ile Kürt sorunu teo-

risyeni H. Barkey’in görüşleri doğrultusunda başlatılan ‘’Kürt açılımı’’ can almaya devam ediyor. Gün geçtikçe şehit sayısı artıyor. Bu acı tablonun Habur ve Oslo süre-cinin bir meyvesi olduğu iddia ediliyor.

Açıldık bir kere. Kimbilir kaç gül yaprağı daha dö-külecek…

BU İDDİALARA TÜRK HÜKÜMETİ CEVAP VERMELİİngiliz ve Amerikan basınında Suriyeli işbirlikçilere

en üst düzeyde yardım edildiği ileri sürüldü.İndependent gazetesi, Suudi Arabistan ve Katar’ın

Suriyeli muhaliflere silah yardımı yaptığını iddia edi-yor. Gazetenin İstanbul muhabiri Justin Vela’nın habe-rine göre Körfez ülkeleri, Ankara’nın bilgisi dahilinde, Türkiye üzerinden Suriyeli muhalifleri silahlandırıyor. Teslimatın Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından da desteklendiğini yazıyor.

New York Time gazetesi, ‘’Tanksavar silahları Su-riye sınırına Türk ordusunun araçları ile teslim edildi’’ iddiasını ortaya attı.

El Kudüs El Arabi adlı gazete ise Mısır ve Suri-ye’deki İhvanı Müslimin örgütü ve sivil toplum kuru-luşları için ABD’nin 1.1 milyar dolar kaynak ayırdığını ve bu örgütleri kullanarak, Arap ülkelerinde darbeler hazırladığını, para ile ilgili haberlerin USA News’den alındığını yazıyor.

Nitekim muhalifler de Beşşar Esad yönetimini de-

virmenin tek yolunun silahlı direnişten geçtiğini res-men açıkladı.

BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ PKK’NIN SÖZCÜSÜ LEYLA ZANA’NIN AKIL HOCASI YAHUDİ ISHAKLeyla Zana’nın yeniden masaya sürdüğü PKK ta-

lepleri Ishak Alaton tarafından 7 Nisan 2011 de günde-me taşınmıştı. Zana ‘’iki adım ileri bir adım geri’’ takti-ği yaparak “Birleşik Kürdistan’dan vazgeçtik. Öcalan’a ev hapsi, Kürt kimliğine anayasal güvence verin, yoksa bölünürüsünüz” dedi.

Türkiye’ye karşı kimlerin işbirliği yaptığını görüyor musunuz?

CIA’NIN TÜRKİYE UZMANI HENRİBARKEY TÜRK ORDUSU’NU KAFESLEDİK DEDİ…CIA’nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, Utah Üni-

versitesindeki Türkiye- Irak - ABD adlı konferansta: “Türk Ordusu ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık süre-cinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık’’dedi.

Hayret edecek bir şey yok. Bunları bilmeyen mi var?

CIA AJANLARININ ÇOK GİZLİGÜNEYDOĞU OPERASYONUTürkiye’nin güneyinde faaliyet gösteren bir grup

CIA ajanının Suriyeli isyancı gruplara silahlı sevkiyatı-nı organize ettiği bildirildi. Ortaya atılan bir diğer iddi-ada bu silahların finansmanının Türkiye, Katar ve Sudi Arabistan tarafından karşılandığı. Amerikan New York Times gazetesi haberine dayanan bu iddialara göre mu-haliflere CIA aracılığıyla otomatik tüfek, tanksavar ve RPG verildiği iddia edildi.

Siyasi iktidar kendi paşalarıyla, subaylarıyla, vatan-severleriyle uğraşacağına ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye giren CIA ajanlarıyla uğraşmalı...

TÜRKİYE’DEN İMF’YE YARDIMTürkiye, ekonomik darboğazdaki Avrupa ülkele-

rini kurtarmak için IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) oluşturduğu havuza 5 milyar dolarlık yardım yapacak. Kaynağın Merkez Bankası döviz rezervinden IMF nez-dinde oluşturulacak havuza iletileceği öğrenilirken, teknik ayrıntıların Merkez Bankası’nca açıklanacağı ifade edildi. Türkiye, ihtiyaç duyduğu anda bu parayı havuzdan çekebilecek.

Avrupa’nın batan ekonomisini Türkiye mi kurtara-cak? Kimin parasını kime veriyorsunuz?..

İbrahim BOYRAZ

TÜRKİYENEREYE GİDİYOR?

42

Page 43: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı

Medyamızın Değerli Mensupları,Milli bayramlar, tarihimizin çok önemli olaylarının milletin gönül ve hafızasında ebediyen yaşama-

sını sağlayan millî heyecan günleridir. Milli bayramlarda büyük bir milletin mensubu olduğumuzu daha çok hissederiz. Yapılan etkinlikler, millî birliği kuvvetlendirir, vatandaşlar arasında kaynaşmayı sağlar.

Millî bayramların bu olumlu gücünden yaralanmak gerekirken Hükümet’in bayram törenlerini kısıt-lamayı ve etkisizleştirmeyi amaçlayan kararlar olması düşündürücüdür.

19 Mayıs 1919’u ve Atatürk’ü unutturmayı hesap ediyorlarsa, bu beyhude bir çabadır.O 19 Mayıs 1919 ki Millî Mücadele’nin, Türk İstiklâl Savaşı’nın başlatıldığı gündür; Mustafa Kemal

Atatürk de bu büyük eylemin lideri, önderidir.19 Mayıs 1919’da başlayan Türk İstiklâl Savaşı’yla Batı emperyalizminin kara pençesinden sadece

biz Türkler kurtulmadık, Asya ve Afrika’nın çoğunluğu Müslüman olan mazlum ulusları da kurtuldular. Çünkü, güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun yenilebileceğini ispat ederek sömürülen tutsak top-lumların inançla ayağa kalkmalarını sağladık.

Bu nedenle 19 Mayıs, tüm mazlum milletlerin ortak paydası ve katliamcı Haçlı ordularına karşı Müslüman milletlerin ortak çığlığıdır. Yüreğinde hürriyet ve istiklâl aşkı olmayanlar ve Batı emperya-lizminin safında yer alanlar, bu çığlığı duyabilirler mi?

Emperyalist ve sömürgeci Batı, dün terk etmek mecburiyetinde kaldığı Müslüman coğrafyasına, iş-birlikçileri sayesinde, bugün tekrar girmeyi, maalesef, başarmıştır. İngiltere’nin yerini alan ABD, bu-gün Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Pakistan’da, Afganistan’da… Silahlarıyla vurup katliamlar yapıyor, şirketleriyle soyup soğana çeviriyor. Bu insanlık trajedisi karşısında Türkiye’yi yönetenlerin kimin yanında yer aldığına baktığımızda, Mustafa Kemal Atatürk’e niçin karşı ve düşman olduklarını apaçık görebiliyoruz.

19 Mayıs, Türk gençliğine armağan edilmiş bir bayramdır. Bunun nedeni, Türk istiklâl ve cumhuri-yetini Türk gençliğinin koruyacağına Ulu Önder’in duyduğu inançtır.

Atatürk, Türk gençliğine güveniyordu. Çünkü O’nun zamanında çok iyi yetiştirilen bir gençlik vardı. Bugün ise bunu söylemek zordur. Ancak, suçlu olan gençlerimiz değildir.

Suçlu olanlar, eğitim sistemi ve kurumlarını yaz-boz tahtası yapanlar, öğrencileri cemaat yurtlarına muhtaç edenler, üniversite bitiren gençleri işsiz bırakanlar, dış destekli sivil toplum örgütleri marifetiyle gençlerimizi kimliksizleştirmeye çalışanlardır.

Anayasa’da “gençliğin korunması” ile ilgili hükümler vardır ama bunun gereğini yapan yoktur.Her şeye rağmen, gençlerimiz önlerine konulan engelleri, damarlarındaki asil kandan aldıkları güçle

aşacaklardır.Bilimi rehber edinen, Atatürk’le yolunu aydınlatan, yüreğiyle vatan toprağına sımsıkı bağlanan bir

gençlik, yarınki mutlu Türkiye’nin kurucuları olacaklardır. Bu inançla, gençlerimiz başta olmak üzere yüce Türk milletinin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramını en kalbi duygularımla tebrik ediyoruz.

Ancak bu büyük bayramı coşkun bir şekilde kutlamamıza bölücü terör yine engel oldu. Yaptıkları hain bir saldırıda dün 4 yiğit askerimizi şehit ettiler. Şehitlerimize Allah’tan sonsuz rahmet dileriz. Yüce Türk milletinin başı sağ olsun! 18 Mayıs 2012

BİLGİYURDU GENÇLİK EĞİTİM ve KÜLTÜR DERNEĞİ BASIN TOPLANTISI

19 Mayıs 1919’u ve Atatürk’ü unutturmayı hesap ediyorlarsa,

bu beyhude bir çabadır.

Mustafa ÖZTÜRKDernek Başkanı

43

Page 44: YIL: 6 SAYI: 32 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR ......Ortak amaç: Barış İnsan, korku ve endişenin bulunmadığı bir güven or-tamında yaşamak ister. Bu da hem yaşadığı