yilmayaca - özgürlükozgurluk.info/kitaplik/pdf/kurtulus/1995.07.29... · 2005. 10. 11. · Çhd...

32

Upload: others

Post on 20-Nov-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

YILMAYACAĞIZ!...

stanbul siyasi polisi son günlerde sos-yalist basına ve demokratik kitle örgüt-lerine yönelik saldırılarını artırdı. Em-peryalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtuluş

Gazetesi 15 gün içinde 2 defa basıldı. İşçi Hareketi gazetesi muhabiri Mehmet Güvel 24 Temmuz'da, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Mustafa Çoban 26 Temmuz günü gözaltına alındı.

Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtu-luş gazetesinin İstanbul Sultanahmet'teki merkez bürosu 26 Temmuz günü saat 16.00'da ellerinde uzun namlulu silahlarıyla onlarca polis tarafından basıldı.

Bilindiği gibi 11 Temmuz günü de gazete-nin merkez bürosu basılmış, çalışanları ve misafir olarak bulunan 19 kişi gözaltına alı-nıp 10 gün şubede işkence görmüşlerdi. Büro çalışanlarından Yazgül Güder Öztürk tu-tuklanırken, Erdal Gökoğlu'da Ankara'nın iş-kence merkezi olan DAL'a gönderilmiş ve 30

Temmuz'a kadar işkence yapma süresi alın-mıştır. Ayrıca gazetenin Yazı İşleri Müdürü tutuklu olduğu için yayını durdurulmuştur.

15 gün içerisinde iki kez basılan Emper-yalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtuluş gazete-sinin merkez bürosuna gelen polisler arama yapacakları bahanesiyle gazete çalışanlarını biraraya toplamaya çalışırken üst katta bulu-nan gazete çalışanlarından Ufuk Doğbay'a saldırdılar. Polis saldırısına "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek", "Kahrolsun Faşizm Ya-şasın Mücadelemiz" sloganlarıyla karşılık veren Ufuk Doğbay'ın elbiseleri yırtılmış bir halde yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Alt katla bulunan çalışanlar da saldırı sesini duyunca sloganlar atmaya başlayıp polisle-rin üzerine yürüdüler. İlk önce ellerindeki pet şişelerle saldıran polisler uzun namlulu silah-larına mermi sürerek gazete çalışanlarını ta-ramakla tehdit ettiler. Bürodan Ufuk Doğ-bayı kaçıran katillerin ardından dışarıya slo-ganlarla çıkan büro çalışanları bu sefer çevik kuvvet polisleriyle karşılattılar Ne olduğunu soran polislere 'Adamlarınız arkadaşımızı kaçırdı" denilince seslerini çıkarmadan geri döndüler

Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtu luş gazetesi yaptığı açıklamada Gazetemi ze defalarca saldırıldı Bürolarımız basıldı, çalışanlarımız işkencelerden geçirilip tutuk-landı Her sayımız toplatıldı ve yayınımız durduruldu Bunların hiç birisi haklı mücade-lemizi engelleyemez. Çünkü Kurtuluş halkla-rımızın eşitlik adalet ve ozgur vatana olan hasretinin sesidir. Bu sesi boğmaya hiç kim senin gucu yetmeyecektir. Düzenin ayyaş bekçileri korkunun verdığ ruh haliyle saldırı-yorlar Ama boşuna Biz halkız Biz kazana cağız "dedi

Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Mustafa Çoban 26 Temmuz gunu saat 16.00 sıralarında bakkaldan dönerken büro önün-

de sivil polisler tarafından tartaklanarak gö-zaltına alındı.

Mustafa Çoban'ın gözaltına alınmasıyla ilgili olarak Halkın Hukuk Bürosu yaptığı açıklamada, "Daha önce de çeşitli defalar büro telefonu aracılığıyla siyasi polis tarafın-dan tehdit edilen avukat Mustafa Çoban'a polisler ıssız bir yerde yakalayıp katledecek-leri yönünde tehditler savurmuslardır.

En son Bayrampaşa Cezaevi'nde ailele-rin can güvenliği olmadığı sebebiyle cezae-vinde görüşe giden avukat Mustafa Çoban ve Metin Narin'i siyasi şube müdürü Reşat

Altay "Daha gözaltına alacağımız iki kişi var" diyerek ima yollu tehdit etmiştir. Bugün ise hukuk tanımadıklarını bir kez daha göstere-rek arkadaşımızı gözaltına almıştır." denildi.

ÇHD İstanbul İl başkanı avukat Levent Tüzel 27 Temmuz günü Mustafa Çoban'la siyasi şubede görüştü. Görüşmeden sonra yaptığı açıklamada "Derneğimizin üyesi ve meslektaşım ız avukat Mustafa Çoban'la 27.7.1995 günü görüş izni yazımıza dayana-rak terörle mücadele şubesinde avukat Ali Aytaç ile birlikte görüş yaptık.

Görüşmemizde avukat Mustafa Çoban, kendisinin askıya alındığını, polise ifade ver-mek istemediğini ancak ifadeye zorlandığını ve bu nedenle açlık grevi yaptığını söylemiş ve doktor talep etmiştir.

Askıya alınması nedeniyle kolları kontrol edildiğinde güçsüz olduğu ve hazırladığımız tutanağı zorla imzaladığı görülmüştür" dedi. Ayrıca ÇHD İstanbul İl başkanı avukat Le-vent Tüzel, istanbul DGM Başsavcılığına da bir dilekçe vererek avukat Mustafa Çoban'ın doktor kontrolünden geçirilip derhal savcılığa çıkarılması için girişimde bulunulmasını talep etti.

24 Temmuz 1995 günü de İşçi Hareketi Gazelesi muhabiri de Mehmet Güven polis tarafından kaçırıldı. Aynı gece birlikte kaldığı kardeşi Nuri Güvel'in evi de basılarak talan edildi.

Mehmet Güvel'in gözaltına alınmasıyla il-gili olarak Haklar ve Özgürlükler Platformu yaptığı açıklamada 50 yaşında olan Mehmet Güvel'in kalp ve böbreklerindeki rahatsızlık-tan dolayı tedavi gördüğünü, bu nedenle gö-zaltında tutulduğu her gün hayati tehlikeyle karşı karşıya olduğunu, bu duruma karşı sessiz kalınmaması gerektiğini belirttiler.

Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtu-luş Gazetesi'nin basılıp çalışanlarından Ufuk Doğbay'ın gözaltına alınması. Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Mustafa Çoban ve İşçi Hareketi Gazetesi muhabiri Mehmet Gü-vel'in gözaltına alınmasını Haklar ve Özgür-lükler Platformu, Haklar ve Özgürlükler Bül-teni, Halkın Hukuk Bürosu , Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Kurtuluş Gazetesi yaptık-ları açıklamalarda kınadılar.

Gözaltına alınan Ufuk Doğbay, Avukat Mustafa Çoban ve Mehmet Güvel için 15 gün işkence yapma izni alındı.

Halktan yana olan insanlar yıllardır devlet terörüne maruz kalıyorlar. Kaybediliyor, kat-lediliyor, işkence görüyor, tutuklanıyorlar...

Halkın, artık düzenden hızla kopup Kurtu-luş Cephesi'ne yönelmesi karşısında ne ya-pacaklarını şaşıran egemenler, giderek daha fazla saldırganlaşıyor, terör estiriyorlar. Ancak saldırganlaştıkça halkın daha büyük bir nefretiyle, kiniyle karşı karşıya kalıyorlar.

Halk düşmanlarını bu terörleri de kurtara-mayacak. Çabaları boşuna...

Tarık Ziya Yıldırım (Cihan) Mücadelemize Işık Olacak

Tarih: 23 Temmuz 1995 Açıklama: 7

KAMUOYUNA 22 Temmuz 1995'te Dersim İbrahim Erdoğan Kır Silahlı Propaganda Birlikleri Komutanlığı adına ve 23 Temmuz 1995 günü

DHKC Basın Bürosu 6 No'lu açıklamasını iptal ediyoruz. Hozat'a saldırı eylemini yanlış bilgilenme sonucu üstlendik. Yanlışlık şöyle olmuştur: Aynı gün ve saatte Dersim İbrahimErdoğan Kır Silahlı Propaganda Birlikleri'ne bağlı müfrezelerimiz de aynı amaçla Hozat'a gitmiştir. PKK birlikleri de aynı

dakikalarda baskını başlatmış ve birliğimiz geri çekilmek zorunda kalmıştır. Düzeltir, özür dileriz.

DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ

İ

Başını omzuma yasla Göğsümde taşıyayım seni Gövdem gövdene can ol-sun Şimdi senin dingin göv-dende

uğultuyla büyüyen ses-sizlik Artık benim elimde patlamaya hazır mavzer olsun

26 Temmuz gecesi Bakır-köy'de polisle girdiği çatış- mada yaralı olarak gözaltına alınan TKEP/L LGB Savaşçısı CİHAN işkenceyle katledildi. Yine aynı gün DHKP/C Sa-vaşçısı Ali Rıza Kurt İzmir'de katledildi. Mücadelemizde Yaşata-cağız.

M. Ali BARAN irçok şeyde olduğu gibi, dostluk kavramının da içe-riği boşaltılmış, ne olduğu belirsiz hale gelmiştir. He-

men herkes tarafından çok sıkça kul-lanılmasına rağmen, pratikte bunun yansımaları, ya çok çarpık ya da dostlukla ilgisi olmayan bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Feodal dostluk-lar, sıradan dostluklar... bir çok dost-luk biçimi vardır. Ve hemen hepsinin özü, kötü ve acı günde zayıflık ve güçsüzlük durumlarında dayanışmayı ve korumayı ifade eder. Devrimciler açısından ise dostluk, düşmanın kar-şıtıdır, düşman karışısında birbirine sahip çıkmak, birlikte olmak, sahip-lenmektir. Hiçbir sol siyasi yapı veya grup kendisine yontmadan, demagoji yapmadan şöyle bir durup düşünme-lidir. Kim kime nasıl sahip çıkıyor, na-sıl dayanışma yapıyor, gerçekten düşmanın saldırıları karşısında dost-luğun gereklerini yerlerine getirebili-yor muyuz, veya ne yapıyoruz?... di-ye düşünmek zorundadır. Bugün düşman, yani faşizm; kendisine karşı savaşan, hemen her siyasi harekete darbeler indirmek, imha etmek için topyekun bir mücadele sürdürmekte-dir. Faşizm, bütün burjuva partileriyle, emperyalizmle ortak bir cephe halin-de devrimcilere karşı savaşmaktadır. Devrimci, sol siyasi hareketlerin duru-muna baktığımızda ise düşmanın ya-rattığı ortak cephe ve ortak saldırının tersine dağınıklık, kör döğüşü, reka-bet, basitlikler, bir avuç suda fırtına koparmalar ve birbirini yeme vardır. Kimilerince çok kötümser bir tablo çizdiğimiz söylenebilir. Bunları söyle-yenler, gerçekçi olmayıp, mevcut du-rumu gizlemek isteyenlerdir. Birlikte yaptığımız, düşmana karşı birlikte ol-duğumuz hiç mi bir şey yok? Çok az da olsa, elbette var. Ama bunlar öyle-sine az, öylesine istisna ki, genel olumsuzluğun içerisinde kaybolup gi-diyor. Oysa, Türkiye Devrimci Hare-keti'nin tarihi, faşizm karşısında dost-luğun, dayanışmanın, hatta enternas-yonalizmin güzel ve örnek tavırlarına tanıktır. THKP-C ve THKO'nun düş-man karşısında birlikteliği aynı üsleri paylaşmaları, aynı hedefte birleşme-leri ve Mahir Çayan'ın... Denizlerin idamı Türkiye Devrimci Hareketi'nin prestijidir... deyip buna uygun politi-kalar ve eylem taktikleri geliştirip, kendi hayatını da feda etmesi, dünya devrimci hareketlerinde az rastlanan ve herkesin hiçbir komplekse kapıl-madan örnek alabileceği tavırlardır. Devrimci dostluğun, düşman karşı-sında birlikteliğin özü bu olmalıdır. Böyle düşünüyoruz, böyle bakıyoruz ve bu gözle bugün eleşt iriyoruz.

Yanlış anlaşılmasın. "...Biz hatasızız, tanımladığımız tablonun gereklerini herşeyiyle yerine getiriyoruz..." demi-yoruz. Bu konuda herkesin öğrenme-si gereken ve sorgulaması zorunlu olan çok şey oluduğuna inanıyoruz.

Dostluk ve dayanışma anlayışı, 12 Eylül öncesinden itibaren giderek yok olmaya başladı. Bunun yerini, atılan her adımın birbirini tasfiye etme, bir-birine üstünlük sağlama aldı. Niyet bu olunca, birlikte olmanın ve dost olma-nın koşullarını hazırlamanın ve buna uygun davranmanın tersine, görü-nüşte dostluk lafızlarını bolca ederek özde ise, düşmanlık tohumlarını eke-rek, birlikte olmamak için ne gereki-

yorsa yapıldı. Kavgalar, hakaretler, silahlı çatışmalar, gösteri ve yürüyüş-leri provoke etmeler ve nihayetinde yüzlerle ifade edilen devrimci ve yurt-sever yaşamını kaybetti. Bu cinayet-lerin, çatışmaların, çirkinliklerin sahip-leri hiçbir zaman bunların nedenlerini devrimci bir tarzda ele alıp sorgula-madılar. Ne kendi insanlarına, ne so-la, ne de halka özeleştiri yapmadılar. Bazen, çok zorunlu olduklarında satır aralarında birkaç özeleştirel kelimeyle geçiştirdiler. Bu yöndeki bütün çağ-rılarımız, bütün çabalarımız kafalar-daki niyetlere çarpıp geri döndü. Tek kelime cevap verilmedi, üzerinde du-rulmadı Görünüşte artık, devrimci ve

yurtseverler, devrimciler eliyle öldü-rülmüyordu. Ama kafa yapısı aynen duruyor sadece ortaya çıkacağı ko-şulları bekliyordu. 1987'de Avrupa'da bir bildiri dağıtımı olayında Devrimci Yolcular saldırıyor, hemen silah çeki-yor ve kendi arkadaşları Aydın Erol'u öldürüyorlar. Olay çok açıktı, ama, hiçbir araştırma yapılmadan, söyle-diklerimiz dinlenmeden, yurtdışından ve ülkeden protestolar, tepkiler birbi-rini izliyordu. Başta Devrimci Yolcular olmak üzere sol, geçmişteki pislikleri-ni kapatmak ve Devrimci Sol'u bu ba-sitliklerle tasfiye etmenin zeminini ya-kalamıştı, kendince. Sonra ne mi ol-du? Devrimci Solcuları öldürme ama-cıyla silah çeken Devrimci Yolcu, Ay-dın Erol'u kendisinin, kazayla öldür-düğünü itiraf etti. Sivil toplumcu Mu-rat Belge'den, en radikal sola kadar herkes, dün bizi lanetlerken, cinayet itirafı karşısında susmuş, tek kelime etmiyordu. Düşünün, en pespaye burjuva hukukçuları dahi, itiraf karşı-sında veya yeni bir delilin bulunması

durumunda bunu değerlendirmeye alırlar. Ama sol, her nedense Allah rı-zası için tek kelime etmiyordu. Anla-şılıyordu. Cinayeti Devrimci Sol işle-miş olsaydı, herkes kendi hesabına birşeyler kazanmış olacaktı. Ama Devrimci Yol'un işlediği ortaya çıkın-ca hesapları bozulmuştu. Burjuva adaletinden bile geri bir anlayış sergi-lemelerine rağmen, adaletsizliği, hat-ta onursuzluğu sineye çekerek sus-muşlardı. Aynı kafa, düşünmeye de-vam ediyordu. Değişen birşey yoktu. PKK "benim nüfuz alanım" mantığıyla dört TDKP'liyi TEKOŞİN'in bir önde gelenini ve başka siyasi gruptan birini öldürdü. Tepkiler, ürkek, sınırlıydı.

Hiç kimse ciddi bir tavır almadı.Tersi-ne dalkavukluk ve adaletsizlik sürme-ye devam etti. Ne zaman ki, darbeci-lik ihaneti ve saldırısı ortaya çıktı, Kürt milliyetçisinden bütün sola kadar herkes ayaklandı. Darbeci, hain, Devrimci Sol'u tasfiye etmek için yola çıkmıştı. Tasfiye etmeyi başarma-lıydı. Başarması için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Destek, dayanışma, dostluk, koruma tavırlarıyla Devrimci Sol'a saldırıyı, dolaylı dolaysız, çok çeşitli biçimlerde birlikte sürdürdüler. Üslupta, tavırda, birlikte mücadelede düşmanı unuttular. Görünüşte, hala dostuz diyorlardı. Böylesi dost düş-man başına, bu nasıl dostluktur. Dostluk buysa düşmanlık nasıl bir şeydi. Herşey belirsiz hale gelmişti. Yüzlerce cinayetten sorumlu olanlar bile demokratlıktan söz ediyor, sözü-mona ders veriyor, ihaneti devrimcilik diye göstermeye çalışıyordu. Öyle ki, Devrimci Sol'a darbe yapılabilir, Dev-rimci Sol tasfiye edilmeye çalışılabilir. Devrimci Sol'cular öldürülebilir, ama

Dostluk sahiplenmektir, düşman karşısında birlikte olmaktır

Devrimci Sol, kendini savunduğunda, tasfiyeciliğe karşı durduğunda lanet-lenecek, protesto edilecek, tecrit edi-lecek ve tasfiyeciliğin önü açılacaktı. Hesap yanlıştı. Hainler ve tasfiyeci-ler, halkların mücadele tarihi boyunca hiçbir zaman başarıya ulaşamamış, ulaşamayacaklardı.

Soldaki ideolojik güvensizlik, pra-tikte de kendine güvensizliği ya-ratmış, yaratıcı olamamayı, taklitçiliği, şablonculuğu beraberinde getirmiş

ve bu anlayış gelişerek düşmana karşı birlikte mücadelenin koşullarını zorlama, her adımda düşmanı yıprat-mayı ve alt etmeyi esas alma yerine, birbirlerine karşı üstünlük kurma an-layışını geliştirmiştir. Bu çarpık dü-şünce yukarıdan aşağıya, siyasetle-rin taraftarlarında adeta bir kültür ha-line gelmiş, yapılması gereken en kü-çük bir silahsız eylemde dahi, "derin" ideolojik ayrılıklar kendini göstermek-te ve o eylemin ortak yapılamaması için neredeyse gereken herşey yapıl-maktadır. Yaratıcılık, yapmak için de-ğil, yapmamak için geliştirilmektedir. Bunların örnekleri çokça sıralanabilir, ama sorun anlaşılmak istenmedikten sonra bu örnekler çok şey ifade et-mezler.

Bugün, görünüşte birçok sol siya-sal yapı ortak eylem ve güç birlikleri yaratamamasına rağmen, düzenle-nen gösteri, yürüyüş, gece ve bazen de, cenaze törenlerinde yer alma vb. eylemlere katılmaktadırlar. Tepkimizi düşmana karşı daha güçlü göster-mek, birlikte hareketle halka güven vermek ve yarının iktidar sahipleri ol-duğumuzu göstermek büyük önem taşırken, pratikte bunun tersi görül-mektedir. Ve düşman, bu görünüm üzerine politikalar yaparak halk kitle-lerine "...İşte, size kurtuluş vaad edenlerin durumu bu, birbirlerini yi-yorlar" düşüncesini vermeye çalışıyor ve kısmen başarılı da oluyor. Son ör-neğini Pir Sultan Abdal Kültür Der-nekleri İstanbul Şubelerinin 2 Tem-muz katliamıyla ilgili Ali Sami Yen Stadı'nda düzenledikleri Anma Gece-si'nde gördük. Gece, tamamen ama-cından saptırılmış, siyasi örgütlerin reklamlarını yaptığı bir pazara dönüş-müştü. 2 Temmuz Sivas Katliamı, ül-kede yaşanan cinayetler, işkenceler, infazlar, kayıplar, sürgünler herşey bir yana bırakılmış, kim daha çok kendini, örgütünün ismini büyükçe yazıp gösterecek yarışı almıştı. El-bette, siyasi yapılar, demokratik kuru-

luşlar kendi anlayışlarına uygun, pan-kart açabilir, slogan atabilirler. Ama bu, gösterinin amacını unutarak he-def saptırarak yapılmamalıdır. Sorun, birbirine karşı güç gösterisi veya rek-lam üstünlüğü değil, düşmana karşı birlikteliğin ve gücün gösterilmesidir, propagandanın ve ajitasyonun bu te-melde güçlendirilmesidir. Geceyi or-ganize edenleri dinlememek, saldırı-lar, kavgalar tablonun bir parçası ol-muştu. Oligarşi bunu kaçırmadı ve yi-

ne "...İşte birbirini yiyen sol..." diye-rek teşhir etmeye çalıştı. Şimdi her-kes, kendisine sormalıdır. Ne ka-zanı ldı? Devrim ne kazandı? Ge-ceyi düzenleyen-ler dostumuz mu-dur? Dostumuzsa gerçekten dostlu-ğun gereklerini yerine getirebildik mi? Getirmedikse neden?

Geceyi düzenleyenler, herkesin kendi kıstaslarına göre çok çeşitli yanlışlıklar ve hatalar yapmış olabilir-ler. Hatta yer yer, düşmana koz veren düşman saldırılarına yeşil ışık yakan tavırlar içerisine de girebilirler. Tüm bunlara karşın, hala onları dost' olarak görüyorsak, orada sınırsız davranış özgürlüğü doğamaz. Doğru gördüklerimizi, ikna etmeye çalışa-rak, geceyi sabote edici, düşmanın saldırılarına ve demagojilerine dave-tiye çıkartmadan yapmak zorunda-yız. Ola ki, gece sahiplerini, yapmak istediğimiz hiçbir konuda ikna ede-meyebiliriz. Bu koşulda da onlara rağmen, istediğimizi yapma hakkına sahip olamayız. Dost görüyorsak, hala gerici ve düşman olarak görmü-yorsak, yapılması gereken; yer yer gerici zemine düşseler bile, onları bu zeminden çıkarmaktır. Bunu zorla veya olumsuz görüntüler yaratarak yapmamız mümkün değildir. Pir Sul-tan Abdal Kültür Dernekleri'nin dü-zenlediği bu gecede de, geceyi dü-zenleyenler, bu olumsuz tavırlar ne-deniyle daha olumlu bir çizgiye gel-memiş, tersine oligarşinin solu teşhir ettiği gibi onlar da bu doğrultuda pro-paganda yaparak halk kitlelerini, özellikle de Alevi inançta ve henüz yeterince politize olmamış halk ke-simlerini sola karşı şartlandırmaya çalışmaktadırlar. Özetle, bu tavırların sonuçları düşmanın kar hanesine ya-zılmıştır. Düşman Alevi kesimleri kendi cephesine çekmeye çalışırken, solun, rekabetçi ve eylemi sabote et-me pahasına, kendi örgüt propagan-dasını yapmak için kullanma anlayışı düşmanın bu taktiğine hizmet etmiş-tir.

Bugün, Alevi inancında olan halkı-mızın, düzene karşı demokrat ve is-yancı potansiyeli gerek faşizm, ge-rekse bazı Alevi çıkar çevreleri tara-fından kullanılıp, devrimci mücadele-nin karşısına konulmak istenmekte-dir. Bu çıkar çevrelerinin, hesaplarını

bozacak, Alevi halkın isyancı potan-siyelini daha bilinçli bir şekilde dev-rimci saflara akıtacak politika ve lak-tikleri benimsemeliyiz. Bu nedenle Alevi inancı etrafında ortaya çıkan saflaşmaları dikkate almak ve bu saflardaki gericileri, düzen yanlılarını teşhir ve tecrit edip, faşizme karşı mücadeleden yana kesimleri güçlen-dirmeliyiz.

Dost gördüğümüz güçlerin düzen-ledikleri eylem, program ve disiplin anlayışlarına katılmasak da, onların bu program ve disiplinlerini bozacak davranışlardan uzak durmalıyız. Zor-la pankart açmak, slogan atmak, gösteri yapmak, kavgaya neden ol-mak, devrimciliğin ve dostluğun gereği olamaz. Kendine güvenen bir an-layış, halk kitlelerine yönelik propa-ganda ve ajitasyon faaliyetini gösteri, yürüyüş ve şenliklerde ne pahasına olursa olsun pankart açmaya, slogan atmaya indirgeyemez. Bunu yapanlar gerçekte halk kitlelerine devrimci bir çalışmayla gitmeyenler, bu çalışmay-la kendilerini halk kitlelerine kanıtla-maktan korkanlardır. Halk kitlelerine, devrimcilerin, birbiriyle rekabet eden, reklam için didişen güçler olmadığını,

tersine dostlarını her koşulda destek-leyerek, yanlış olanları ise, uygun ze-minlerde eleştirerek göstermeliyiz. Bi-zim, basit reklamcılığa ihtiyacımız yoktur, her vesileyle kavga çıkartma ve birliği parçalama pahasına, reklam peşinde olanlar, devrimci iktidar bilin-cinden uzaktırlar. Bu nedenledir ki, solun küçümsenemeyecek bir kesimi, dostluğun içeriğini boşaltmış, eylem ve güç birliklerinin önünü tıkamış, bir-birlerinin açığını yakalayıp teşhir et-mek için fırsat kollayan tavırlar içerisi-ne girmişlerdir. Devrimci bir örgüt, ancak, halk kitlelerini daha çok örgüt-leyerek, silahlı ve silahsız daha çok eylem düzenleyerek, onbinleri yüz-binlere çıkartarak kendi propaganda-sını yapabilir. Propaganda kitleleri ör-gütlemektir, onları savaşa katmaktır. Bunu yapamayanlar, gösteri ve yürü-yüşlerde ne kadar büyük pankartlar taşırlarsa taşısınlar, gerçeği değişti-remezler. Bu gerçeği sola ve halka götürebilmek İçin, gerektiğinde hiçbir slogan atmadan, hiçbir pankart taşı-madan, dost gördüklerimizin düzen-lediği eylem ve çeşitli gösterilere katı-labiliriz. Onları güçlendirebiliriz. Ama-cımız, basitliğin görülmesi ve bu ba-

sitliğin devrime bir şey kazandırma-dığı, tersine zararlı olduğunu göster-mektir. Türkiye solu, ...pankart açtır-madılar...bildiri dağıttırmadılar... sen öne geçtin... ben öne geçmeliyim... gibi düzeysiz, halk tarafından anlaşıl-mayan ve yadırganan, düşman tara-fından ise, kullanılan didişmelerden çıkmalıdır. Bu didişmelerden çıkılma-dıkça ne dostluk, ne eylem ve güç birlikleri gelişemez. Oysa bugün, çok ciddi sorunların tartışılması gereken bir süreci yaşıyoruz. Faşizme karşı olan herkesi birleştirebilmek ve sa-vaştırabilmek için çaba harcanması gereken bir süreçten geçiyoruz. Bu basit tartışmalardan çıkamazsak ve-ya önce bunları tartışıp halledemez-sek, pratikte tavırlarımızı düzeltemez-sek, birlik üzerine söylenen tüm söz-ler havanda su dövmekten öteye git-meyecektir.

Sol, dostluğu, dayanışmayı, birbir-leri için özveride bulunmayı öğren-meden birlikte savaşamaz. Öğren-meliyiz.

DHKP-C savaşçısı Ali Rıza Kurt, İzmir'de, 27 Temuz günü saat 02.00 sıralarında, kaldığı evde, po-lis çeteleri tarafından kurşuna dizi-lerek katledildi. Basında söylenen-lerin aksine, DHKC tarafından yapı-lan açıklamada, Ali Rıza Kurt'un si-lahsız olduğu ve evi kuşatan polis-ler tarafından çatışma mizanseni oluşturularak intikam amacıyla kur-şuna dizildiği açıklandı.

Ali Rıza Kurt 17 Temmuz günü diğer öç yoldaşıyla birlikte firar etti-ğinde oligarşinin ayyaş bekçileri bü-yük bir panik ve korku havasına ka-pılmışlardı. Çünkü oligarşinin olan-ca baskı ve terörüne rağmen, dev-rimci yaratıcılığın gücü ile gerçekle-şen firar, düşmana cüretle kafa tu-tan bir savaş çağrısı olmuştu. Öz-gür tutsaklıktan, cephelerin özgür savaşçılığına doğru bir koşu anla-mına gelen firar devrime inancın, mücadelede kararlılığın ve halka, partiye bağlılığın açık bir ifadesiydi. Bu nedenle halk cephesinde coşku, oligarşinin cephesinde korku ve pa-nik yaratmıştı.

Oligarşinin maaşlı bekçilerinin kan kokan demeçler vermeleri, az-gınlaşmaları bundandı. Ve bu yüz-den, Ali Rıza'yı bir evde ele geçir-diklerinde intikam için kurşuna diz-

diler. Onu kurşuna dizerek, onun kararlılığından, düşmana öfkesin-den, coşkusundan kurtulmak istedi-ler.

Ama yanıldılar. Çünkü, Ali Rıza Kurt, bir DHKP-

C savaşçısı olarak başeğmeyen ka-rarlılığı düşmana korku salan öfke-si, yorulmak bilmez enerjisi ve coş-kusu ile mücadelenin yolunu aydın-latan bir bayrak oldu.

Atılım öncesi dönemde İstanbul Dev-Genç yöneticilerinden olan Ali Rıza, silahlı mücadelenin ivme ka-zandığı atılım döneminde, sıcak sa-vaşın en ön saflarında, Silahlı Dev-rimci Birlik komutanı olarak yeraldı,

9 Nisan 1992'de polise yönelik bir saldırının ardından tutsak düştü-ğünde, bu kez, işkencecileri dize getiren devrimci iradenin güzel bir örneğini sergiledi. İşkenceciler onun evini bulmak için gazete ilanları ile çağrı yapmak zorunda kalmışlardı.

Cezaevlerinde de Ali Rıza, bir yandan faşizme karşı mücadelenin bir mevzisi olarak kararlı bir tutu-mun örgütleyicisi olurken, bir yan-dan da savaşın sıcak cephelerine koşmak için yanıp tutuşan, ortaya çıkan bir tünel çalışmasından son-ra, "Siz bizim sadece 3 aylık emeği-mizi yokettiniz, dışarı çıkma kararlı-

lığımızı asla yokedemezsiniz" di-yenlerden biriydi. Dediği gibi de yaptı.

Savaş gerçeğini iyi bilenlerden, halk için, devrim için, zafer için ölümlerin sıradanlaştığı bir savaşın zorunluluğunu iyice kavrayanlar-dandı. Bu nedenle ölüme de, en az savaşmak ve vurmak kadar hazırdı.

Polis, katletmek için evini kuşat-tığında, o tüm yaşamı boyunca ser-gilediği örnek devrimci tutum ve ta-vırlarıyla çoktan yüzlerce Parti-Cep-he savaşçısının yetişmesine ışık, yüreklerde ve bilinçlerde savaşçı ki-şiliğin oluşmasında maya olmuştu.

Onu katledenler ise, bundan böyle daha büyük bir korku ile ya-şayacaklar. Çünkü silahsız bir dev-rimciyi katlederek, zulüm ve soygun düzenine bekçilik yaptılar. Önlerine atılan maaşlarını haketmek, efendi-lerine yaranmak için çırpındılar. Ve mizansen yapıp bir devrimcinin be-denine kurşun yağdırdılar. Halk kur-tuluş savaşçılarının öfkesini biledi-ler. Bir Ali Rıza öldü, binlercesi doğ-du. Bir Ali Rıza firar edince korku-dan paniğe kapıldılar, şimdi binler-ce Ali Rıza'nın sıcak namluları kar-şısında hesap verecekleri günü bekleyecekler.

DHKP-C savaşçısı Ali Rıza Kurt hiçbir zaman düşman tarafından teslim alınamadı. İlk yakalandığında elleri kelepçeliyken bile zafer işareti yapacak, en ağır işkencelerde düşmana tek kelime sır vermeyecek kadar kararlı, zindanda bile özgür tutsaktı. O beynini ve yüreğini devrime adamış bir kahraman, bir halk kurtuluş savaşçısıydı. Özgür vatan için savaştı ve şehit düştü.

"Bize okul oldun" Seni tanıyoruz, '92 yılında iki katil polisin cezalandırılmasından sonra

tutsak düşmüştün, ellerini kelepçelemişlerdi, ama sen boşta olan parmaklarınla zaferi müjdeliyor, Halkın Adaletinin meşruluğunu dosta, düşmana haykırıyordun.

Yoldaşın Hamiyet katledilmişti, senin kollarında ölümsüzleşmişti ve sen bir kaç dakika sonra askıda, falakada, işkencede katillerle savaşını sürdürecektin.

Objektiflere bakan gözlerin katilleri korkutmuştu, telaşlıydılar.

O gözlerle düşmana öfkeni, kininin haykırıyordun, O gözler "Hamiyet'in hesabını soracağız" mesajını tüm halkımıza ulaştırmıştı. Hamiyet'i katledenler senden sır istediler, haftalar süren ağır işkenceler görmüştün. Herşey açıktı, yoldaşınla birlikte halkın adaletini uygulamıştın, işkenceci iki halk düşmanı polisi ölümle cezalandırmıştın, ama sen onlara ismini bile vermedin. Düşmanı bir kez daha yendin. Seni tanıyoruz,

Tutsaklığın hep direnimlerle geçti, hep en önündeydin direnenlerin. Ne zaman bir direniş duysak Buca Cezaevinden, hep seni hatırladık. Saldırdılar onlarca kez, dağılmaya çalıştılar sizleri, ama hepsi boşunaydı. Buca Cezaevi artık seninle özgürdü.

Seni tanıyoruz. Hareketimizi her zaman, hiç bir taviz vermeden, en zor koşullar altında hep savundun, çünkü onun bir parçasıydın, seni ondan hiç kimse, hiçbir güç ayıramazdı, ayıramadı. Bunu deneyenler karşında her defasında yenildiler. Hareketimizin değerlerini kirletenler, savaşımızı durdurmaya çalışan ihanetçiler de senin karşında mağlup oldular. Darbeyi sana

allayıp pullayarak haber veren hainleri adeta sözlerinle öldürmüştün. Çünkü sen hareketini tanıyordun, önderine güveniyordun. Adını ta baştan koymuştun ihanetin "Siz çukursunuz", "Siz kontrgerillanın çocuklarısınız" diyerek onlara en iyi yanıtı vermiştin. Seni tanıyoruz, Öfkeliydin yine, bir an önce özgürlüğüne kavuşup darbecilerden hesap sormak istiyordun. Aylarca süren özgürlük eylemi hazırlıklarınız, sonuna yaklaşmışken düşman tarafından farkedilmişti. Ama siz kararlıydınız. "Bir gün mutlaka" diyerek o günü müjdeliyordunuz bizlere. Düşmanın zindanları dar gelmişıi sizlere, karanlığın duvarları yine aşılmıştı, özgürlüğe sevdalı Halk Kurtuluş Savaşçılarının devrimci yaratıcı lıklanyla. Seni tanıyoruz, Özgürlüğün sevincim hepimiz yaşadık. Düşman korkuyordu yine, telaşlıydı. Hamiyet'in katilleri yine uykularından oluyordu. Korkaklar sağa sola azgınca saldırmaya başladılar.

Yoldaşın Hamiyet gibi şehitler kervanımıza katılmanı bugün okulumuzda öğrendik. Hiçbirimiz seninle karşılaşmamıştık, ama hepimiz seni tanıyorduk.

Ne zaman kararlılıktan, sahiplenmekten bahsedilse senin adını duyuyorduk.

Darbecileri teşhir ederken hep senin tavrını örnek gösteri yorduk. Bir süredir gördüğümüz siyasi eğitimde seni ve diğer şehit yoldaşlarımızı daha iyi tanıdık. Bugünden itibaren okulumuza senin adını vererek çalışmalarımızı "DHKC Ali Rıza Kurt Halk Okulu" olarak sürdürmek istiyoruz. Ali Rıza yoldaş, sen rahat uyu. Sana söz veriyoruz. Bu okulda onlarca Ali Rıza filizlenecek ve bıraktığın silahını düşmanın üzerine yöneltecektir. Sana söz veriyoruz. Katillerini affetmeyeceğiz...

Yaşamını, kavganı Parti-Cepheli savaşımızda yaşatacağız. Sana söz veriyoruz.

Adını Halk Kurtuluş savaşımızda, Silahlı Propaganda Birliklerimizde, mahallemizde, okullarımızda yaşatacağız. Sana söz veriyoruz.

Kuracağımız özgür vatan topraklarında, çocuklarımıza, torunlarımıza senin kararlılığını, engin halk sevgini anlatağız

DHKC Ali Rıza Kurt Halk Okulu

DHKP-C Savaşçısı Ali Rıza Kurt Şehit Düştü

"Bir ölür bin doğarız"

DHKC Enfermasyon Bürosu:Faşizm yoldaşımızı katletti Ali Rıza Kurt şehit düştü

Yoldaşımız Ali Rıza Kurt, bugün geceyarısından hemen sonra İzmir'de katledildi. Yotdaşımızı katlet-mek için yüzlerce katii gelmiş ve evinin çevresini ku-şatmışlardı, izmir halkının gözleri önünde yoldaşımızı katleden katiller sürüsü, olaya çatışma süsü vermek için mizansenler düzenlediler. Televizyonlarda, rad-yolarda yoldaşımızın silahlı olduğunu yazıp söyledi-ler. Oysa sahte mizansenlerini kurup yoldaşımızın cesedini sergilediklerinde daha önceki mizansenlerin tersine bu kez yanına silah bile koymamışlardı. Evet, Ali Rıza Kurt katledilirken yanında silahı yoktu. Buca

Kapalı Cezaevi'nde kalmaktayken 17 Temmuz günü üç yoidaşıyla birlikte özgürlük hakkını kullanarak bir kez daha sıcak mücadelenin içine giren yoldaşımız polisin infaz etmek için aradığı bir devrimciydi.

Ali Rıza Kurt hep bizimle olacak. Gücümüze güç katacak.

Anısını yaşatacağız. Yoldaşımızı unutmayacak, unutturmayacağız.

DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ 27 Temmuz 1995

Savaşanlar şehitlerimizdir İstanbul Bakırköy'de 26 Tem-

muz'da kendilerine kimlik soran bir poliste çatışmaya giren dört dev-rimciden biri sağ olarak yakalanırken TKEP/Leninist üyesi Tarık Ziya Yıldırım şehit düştü.

Bakırköy Devlet Hastanesi ko-ruluğunda yürüdükleri sırada polis İsmet Yiğit silahını çekerek TKEP/L üyesi devrimcilerin kimlik-lerini kontrol etmek istedi bu arada karakoldan da yardım istedi. Dev-rimciler ise faşizmin ayyaş bekçilerine teslim olmayıp silahlarını çekip ateşlediler. Çatışmada polis me-muruyla birlikte Tarık Ziya Yıldırım da yaralandı. Yaralı olarak olay ye-rinden uzaklaşmaya çalışan Tarık Yıldırım fazla uzaklaşamadan Ayfer Ercan ile birlikte gözaltına alındı. İşkenceciler, yaralı haldeki Tarık

Ziya Yıldırım'ı hastaneye değil Vatan Caddesi'ndeki işkence mer-kezine götürdüler. Bizzat Menzir'in açıklamalarından da ortaya çıktığı

kapılarına barikatlar kuran DHKP-C tutsakları bu arada saldırıya bizzat katılan bazı gardiyan ve askerler ile ceza-evi müdürlerinden birini rehin aldılar. Düşman saldırısını boyutlyadırıp tüm insanlık dişiliği ile saldırdı. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Komutun Ali Rıza'nın öğrencileri. DHKP-C tutsakları ondan öğrendikleri ile di-reniyorlardı. Barikatlar karşısında düşman çaresizdi. Tut-sakların direnişi yaklaşık 6 saat kadar sürdü. Jandarmala-r ın son saldırısında ise 4 tutsak ağır yaralandı. Bu arada faşist gardiyanlar ve jandarmalar da tutsakların öfkesinin tadına vardı Tutsakların rehin aldığı gardiyanlar ve as-kerler yüzlerce jandarmanın saldırısı ile ancak kurtarıla-bildiler. Saldırıda ağır yaralan tutsaklar hastaneye götürüldüler. Geride kalan tutsaklar ise hastanedeki arkadaşları gelene kadar sayım vermeme eylemini sürdürüyorlar.

Cenazeyi almaya gidenlere gözaltı

Cezaevinde tutsakların direnişi sürerken 28 Temmuz günû Komutan Alı Rıza Kurt'un ailesiyle birlikte İzmir'e cenazeyi almak için giden heyete polis saldırdı. Cenazeyi ambulansa yerleştirenler arasında bulunan Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Zeynep Fırat ile Ahmet... adlı bir kişi zorla gözaltına alındılar. Katliamcı polisler cenazenin sahiplenilmesini engelleyebil-mek için terör estiriyorlar. Ama boşuna! Şehitlerimize ya-kışan törenler yapmamızı hiçbir güç engelleyemedi, engel-leyemeyecek!

Sivas'ı anma gecesi sönük geçti Ali Sami Yen Stadyumunda yapılan Sivas katliamını protesto ve şe-

hitleri anma gecesi saat 14.00'dan 23.00'a kadar sürmesi planlanırken katılımın beklenenin altında olması, ve polisin baskısı nedeniyle dernek yöneticileri tarafından yanda kesildi. 5 bin kişinin izlediği etkinlik Me zopotamya Kültür Merkezi çocuk korosu, Grup Munzur ve son olarak Grup Yorum'un sahneye çıkmasının ardından sona erdi. Şenliğin daha başından tribünlerde açılan pankartları, atılan sloganları bahane eden polisin tertip komitesine sürekli baskı yapması nedeniyle anma gecesi sık sık yapılan anonslarla devam etti. Ciddi bir organizasyon eksikliğinin yaşandığı gecede çeşitli sol grupların saha içine kadar uzanan pankart dolaştırma yarışına girmeleri Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri görevlilerini zor durumda bıraktı.

Sönük devam eden gece Grup Yorum'un sahneye çıkmasıyla can-landı. Sivas'tan Gazi'ye kayıp ve katliamlara değinen kısa bir mesajla programına başlayan Grup Yorum büyük bir coşkuyla karşılandı. Hep bir ağızdan söylenen türkülerin yanısıra Grup Yorum Gazi ayaklanması-na ilişkin bestelediği marşı ilk kez burada seslendirdi. Şenlik tüm devrim şehitleri ve özellikle Sibel Yalçın için söylenen Bize Ölüm Yok marşıyla son buldu.

Avrupa Devrimci Halk Güçleri'nin düzenlediği "Gazi Halkıyla Dayanışma Gecesi"nden elde

edilen gelirin masraflar dışında kalan bölümü de Gazi ve Ümraniye şehitlerinin mezarlarının

yapılması için kullanılıyor.

Şehitlerimiz onurumuzdur

12 Mart 1995 günü yoksul Gazi halkının üzerine çevrilen fa-şist namlular, sömürüye, açlığa ve terörist devletin tüm baskıla-rına karşı onuruna ve namusuna, kavgasına sahip çıkan yiğit Ga-zi halkının evlatlarını katletti.

Gazi halkının öfkesi düşmana yönelen taşlarla, barikatlarla, molotoflarla, yanan yüreklerle bütünleşmişti. Düşman saflarında korku ve panik, halk saflarında kendine güven ve inanç, kararlılık ve kazanma azmi vardı. Halkın üzerine kurşun yağdıracak kadar acizleşenler bir kez daha gördüler ki, kurşunların üzerine yürekleriyle yürüyen, ölüme meydan okuyan Gazi halkı, faşiz-me karşı direnmenin, onurunu korumanın bedelini şehitler vere-rek ödemeyi göze almışlardı. Şehitler verdi Gazi halkı. Hem de gencecik evlatlarından yaşlılarına kadar. Gazi'nin kahraman ev-latları, halklarımızın kurtuluşu, özgür bir vatan uğruna şehit düş-tüler. Onlar bütün yoksul mahallelerin bizim olduğu gerçeğine inanadıkları için mahallelerini devrimin nabzının attığı bir mev-ziye dönüştürdüler. Evet, Gazi ayaklanmasının ardından 4.5 ay geçti. Emekçi halklarımızın belleklerinden asla silinmeyecek kadar köklü isyanlarıyla, kahramanlıklarıyla bizlere onurlu bir yaşamın gerektiğinde, günü geldiğinde onurlu bir şekilde ölmekten geçtiğini öğrettiler.

Devrimci Halk Güçleri, Haklar ve Özgürlükler Platfor-mu'nun organize ettiği Gazi şehitliğini yaptırma kampanyası şe-hit ailelerinin de katılımıyla başlamıştır.

Gazi ve Ümraniye Şehit Ailelerinin yaptığı açıklamada; ''Özgür bir vatan için şehit düşen ve halk sevgisi ile dolu yürek-lerini kavgaya sunan evlatlarımız bizim geleceğimiz ve onuru-muzdur" denilerek şehitlerin mezarlarının Gazi mahallesi, Ali-beyköy, Karacaahmet ve belli başlı mezarlıklar da toplanacağı söylendi. Mezarların yapımının yaklaşık 15 gün sonra tamamla-nacağını belirten aileler. "Evlatlarımıza, direnişlerine yakışır bir şehitlik yaptıracağız. Devrimci Halk Güçleri'ne gösterdiği du-yarlılıktan ötürü Gazi Mahallesi ve Ümraniye şehit Aileleri adına teşekkür ediyoruz" diyerek şehitlerine, evlatlarına sahip çıktı-lar.

Avrupa Devrimci Halk Güçleri'nin düzenlediği "Gazi Hal-kıyla Dayanışma Gecesi"nden elde edilen gelirin masraflar dı-şında kalan bölümü de Gazi ve Ümraniye şehitlerinin mezarları-nın yapılması için kullanılacak.

6 Mayıs günü Almanya'nın Frankfurt şehrinde yapılan ve Grup Yorum, Deste Günaydın, Fevzi Kurtuluş, Ali Ekber Eren, Gülbahar, Muammer Ketencoğlu, Havva Karadaş, Alman müzik grubu Zündstoffe, Güler Duman, Fuat Saka, Koma Denge Aza-di. Orhan Aydın, şair Nihat Behram, şair Adnan Yücel, Yazar Hayati Azim ve Ozan Şah Turna'nın katıldığı dayanışma gecesini yaklaşık 3.500 kişi izledi. Sanatçıların birçoğunun ücret talep etmeden katıldığı gecede elde edilen net gelir 29.500 DM'dir. (Yaklaşık 900 milyon TL) Geceden elde edilen gelirin Devrimci Halk Güçleri tarafından şehit ailelerinin de onayıyla şehitlerin mezarlarının yapımı için kullanılacaktır.

Geceyle ilgili bir açıklama yapan Grup Yorum; "Gazi şehit-leri bize devrim dediğimiz şeyin on Gazi'den, yüz Gazi'den başka birşey olmadığını öğretti. Yoksul Gazi halkının kahraman evlatları özgür bir vatan için şehit düştüler.

Biz de devrimci sanatçılar olarak onlara olan görevimizi ye-rine getirmek için Avrupa Devrimci Halk Güçleri'nin organize ettiği ve geliri Gazi ayaklanması sırasında şehit düşenlerin me-zarlarının yapımı için kullanılacak olan "Gazi Halkıyla Dayanış-ma Gecesi"nde emekçi halklarımızla buluştuk, yüreklerini bari-katlara sürerek şehit düşenlerle türkülerimizi ateş hatlına sürerek kucaklaştık" diyerek halkların kurtuluş mücadelesinin yanında olduklarını bir kez daha gösterdiler.

Nisan ayı içerisinde Gazi ayaklanmasını ve yankılarını Av-rupa'ya duyurmak ve ayrıca Gazi halkıyla dayanışma içinde ol-mak amacıyla Avrupa Devrimci Halk Güçleri tarafından başlatı-lan çalışmalara özellikle Almanya ve Hollanda'da yoğun olarak onlarca kurum, kuruluş, gazeteci ve aile katıldı. Gazi ayaklan-masını anlatan Almanca ve Türkçe broşürler dağıtıldı. Dayanış-ma kampanyasının son adımı olarak düzenlenen gece sonunda ülkeye dönen Grup Yorum, mezarların yapılması için çalışmala-rına devam etti

Şehitlerin aileleri ile yapılan görüşmelerde mezarlarını ken-dileri yaptırmak isteyen birkaç ailenin dışında tüm mezarların yapımına başlandı. Geçtiğimiz hafta içinde ailelerle birlikte bir basın açıklaması yapan Grup Yorum üyeleri mezarların yapımı-nın iki hafta içinde bitirileceğini kamuoyuna duyurdu.

gibi intikam amacıyla Tarık Ziya Yıldırım'ı katlederek sessiz seda-sız Vatan işkencehanesinin hemen karşısındaki Vakıf Gureba Hasta-nesine bıraktılar.

Tarık Yıldırım düzenin maaşlı bekçileri karşısında çatışmaya gi-rerek teslim olmama geleneğini sürdüren kararlı bir tavır sergiledi. Bundan sonra devrimcilerden kim-lik soracak polisler iki kez düşün-mek zorunda kalacaktır.

Tarık Yıldırım halkı için, devrim İçin şehit düştü. Bu nedenle tüm halkın, devrimcilerin şehidi oldu. Tarık şehitler kervanımıza katıldı. Kararlı kişiliğiyle devrime güç kattı.

Tarık Yıldırım'ı katledenler işle-dikleri bu suçun hesabını er ya da geç verecekler. Devrimci Halk Kur-tuluş Savaşı Tarık'larla güçlenerek, ve oligarşinin maaşlı çetelerinden yaptıklarının hesabını sorarak ser-maye devletini yerle bir edecektir.

Tarık'ı mücadelemizde yaşata-cağız!

Faşizmin paralı katillerineteslim olmayarak çatışan

ve yaralı yakalanıp katledilen Tank Ziya

Yıldırım'ı mücadelemizdeyaşatacağız.

Buca tutsakları Ko-mutan Ali Rıza'yı Kavga geleneğiyle

uğurladılar

Buca Cezaevi'ndcki DHKP-C tutsakları Komutan Ali Rıza Kurt'u kavga geleneğimizi yaşatarak uğurladılar. DHKP-C tutsakları ilk olarak 27 Temmuz akşam saat-lerinde. Ali Rıza Kurt'un katiller sürüsü tarafından katledil-mesini sloganlarla ve koğuş kapılarına vurarak protesto et-tiler. 28 Temmuz sahanı Ali Rıza Kurt için atıma töreni yapan DHKP-C tutsaklarına gardiyanlar ve jandarmalar birlikte saldırdılar. Saldırı sırasında kaldıkları 5. ve 6. koğuşların

Sibel Yalçının kırk anması yapıldı

9 Haziran 1995 günü Okmeydanı Mah-mul Şevket Paşa Mahallesi'nde polisle girdiği çatışma sonucu katledilen DHKC/İbrahim Yalçın Silahlı Propaganda Birliği Komutanı Sibel Yalçın'ın Alevi geleneklerine göre kırk anması yapıldı.

Sibel Yalçın'ın ailesi, akrabaları, arka-daşları ve halktan insanların katıldığı anmada misafirlere yemek verildi. Sibel'in mücadeie-sininin ve yaşamının anlatıldığı anmada Ale-vi geleneklerine göre aşure dağıtıldı.

22 Temmuz 1995 günü yapılan Sibel Yalçın'ın kırkına Özgürlük Türküsü de tür-küleriyle katıldı. Özgürlük Türküsü'nün bir dinleti verdiği anma daha sonra Sibel'in me-zarının ziyaret edilmesiyle son buldu.

Sen işçi, sen emekçi!

Faşizmin kaybettiği, katlettiği senin hakların, özgürlüğün, umudundur

Havaş işçileri greve çıktı... Ayşenur şimşek gözaltında kayıp, kaçı-

rıldı! Polisan işçileri greve çıktı... Hasan Ocak gözaltında kayıp! Eminönü belediye işçileri direnişe baş-

ladı... Ayşenur Şimşek'in cesedi bulundu! Şişli işçileri direnişe başladı... Hasan Ocak'ın cesedi bulundu! Direnişçi Kargo işçilerine silahlı saldırı... Gözaltında kaybedilen Rıdvan Kara-

koç'un cesedi bulundu! (...) Direnişler, grevler, yürüyüşler, işgal-

ler...hak arama mücadelesi ve Kaçırma-lar, kayıplar, infazlar...

Hak aramak, adalet istemek,insanca ve onurlu yaşamı istemek ve bunları sağla-mak için yola düşmek, direnmek, savaşmak.

İşte halk düşmanı zulüm düzenini en çok korkutan mücadelemiz ve her alanda namus,onur, adalet arayışımız.

Ve hak arama ve özgürlük mücadelesi-nin yoğunlaştığı süreçte zulüm düzeninin ölüm mangalarının giderek artan kayıp katliam-İnfaz "politikası", vahşeti.

Ayşenur Şimşek'ler, Hasan Ocak'lar,Rıdvan Karakoç'lar. Gazi, Elbis-tan, Nurtepe, Kastamonu, Okmeydanı, Kırklareli...

Kimdir kaybedilen? Kimdir katledilen? Kimdir işkence yapılan, tecavüz edilen?

Niye kaybediliyor, katlediliyor? Devlet kayıplar politikasıyla ne yapmak,

ne demek istiyor? Katledilen-kaybedilen-infaz edilenler

emekçi halkın en yiğit, en gözüpek,en kah-raman insanlarıdır. Hakkın, adaletin olma-dığı, elini-yüzünü kan bürümüş bir düzende milyonlarca emekçi için, vatanı için insanlık arayan, özgürlük arayan, hak ara-yan, nesilden nesile halka yaşattırılan açlığı n-yoksulluğun-sefaletin kader olmadığı-

na inanan ve bunu değiştirmek için emek-çileri örgütleyen, savaşan ve savaşıyla sa-vaştıran insandır. Yani devrimcilerdir, Halk Kurtuluş Savaşçılarıdır, katledilen, kaybedi-len dağda, evde, sokakta infaz edilen...

İşçi sınıfının yiğit Öncüsü Belediye emekçisi İsmet Erdoğan'dır, tekstiI işçilerinin gözüpek savaşçıları İbiş Oemir'dir, Güler Ceylan'dır, Nurhayat Beyhan'dır. Ülkesinin gerçeğini görmüş, savaşmadan, bedel ödemeden bu zulüm düzeninin yıkmadan insanca bir yaşam olamayacağını gören, Halk Kurtuluş Savaşçılarıdır.

Direnen işçilerin, grevdeki işçilerin,gös-teri-yürüyüş yapan, işyerini işgal eden...hak arayan işçi sınıfınının ve tüm emekçi hal-kın talebide aynı değil midir? Aynıdır. O halde katledilen, kaybedilen, infaz edilen ta-leplerimizdir, steklerimizdir, haklarımız ve onlar için verdiğimiz mücadeledir. Tehdit edilen bütün bir halktır, onun mücadelesidir.

Katledilen,kaybedilen,infaz edilen yiğit savaşçılarımız, komutanlarımız çatışma-dan, savaşmadan kazanamayacağımızı hatırlatırlar tüm mücadele edenlere, grev-dekilere, direniştekilere. İşte zulüm düzeni-nin asıl engellemeye çalıştığı budur. Tüm halka, hak arama mücadelesine korku sal-maya çalışırlar kayıplar, katliamlarla.

"Ya benim istediğim gibi düşüneceksi-niz ve benim istediğim, izin verdiğim sınırlar içerisinde kalacaksınız, ya da sizi de katle-der, kaybeder-infaz ederim"der emekçi kit-lelere.

Zulüm düzeninin sahibi bir avuç asalak ister ki; hiçbir hak arama mücadelesi kendi çizdikleri sınırlar dışına çıkmasın, yasa de-nilen ve aslında zulmün süreklileştirme-sinden başka bir anlama gelmeyen, hiçbir kazanma şansımızın olmadığı bir çerçeve-de kalmamızı sağlamaya çalışırlar.

Tüm yasa ve sınırlamaların halkın hak arama mücadelesine düşman olduğu bu

zulüm düzeninde, işçi sınıfının tek kazana-bileceği çerçeve olan örgütlü mücadelemiz ve devrimci şiddettir engellenmek istenen. Direnişlerimiz,grevlerimiz mücadelemiz ça-tışmasın isterler devletin katil sürüsüyle, patronlarla, onların işbirlikçileriyle, sarı sendikacılarla. Yani aslında kavgamızın tek kazanabilme şansı olan şiddeti, halkın adaletini işçilerin mücadelesinden koparmaktır amaçladıkları.

Katliam-kayıp-infaz kime yönelirse yö-nelsin bütün bir toplumun, tüm emekçilerin hak arama mücadelesinin bir sorundur ve tüm emekçi halka yönelmiştir. Devlet bu politikasıyla asıl olarak emekçi halkın mü-cadelesini korkutarak bastırmaya, onu ba-şaramazsa kendi çizdiği sınırlar içinde tut-maya çalışmaktadır. Bu noktada "Susma! Sustukça Sıra Sana Gelecek" yaklaşımı bile yeterli değildir, geridir ve edilgen bir tu-tumdur. Evet belki henüz öldürülmemişsin-dir, ama bir Ölü gibi sesini çıkarmaman is-tenir senden, bu terör politikalarıyla. Yanı zulüm düzeni çoktan "seni" hedeflemiştir. Yani sensindir, senin adalet, insanca ya-şam isteme ve bunun için mücadele ettme ve bunları kazanma hakkındır kaybedilen-katledilen-infaz edilen, İnsana ait Özellikle-rine yapılıyor saldırı. Seni kişiliksizleştirme-ye, korku yaratarak susmanı sağlamaya çalışmaktır amaç. Yani çoktan hedef SEN'-sindir.

Halk düşmanı düzen kayıp-katletme ve infazlarla bir dönem için kısmen olsada amacına erişmiş mücadeleyi istediği sınır-lar içinde tutabilmiştir. Ancak Şişli işçileri-nin çatışmaya adım atması, Polisan grev-cilerinin jandarma ile çatışması, Eminönü direnişçilerinin direniş kırıcılara yönelmesi düzenin bu politikasının etki gücünün za-yıflamaya başladığının bir göstergesi ola-rak görülmelidir. Ancak yeterli değildir. Da-ha hızlı, daha cüretli, bedel ödemeden ka-zanamayacağımızı bilen adımlara ihtiyaç

vardır. Direniş yerlerimiz ve eylemlerimiz kay-

bedililen-katledilen, infaz edilen şehitlerimi-zin dövizleriyle dolu olmalıdır. İşçi sınıfıda yerini almalıdır kayıplara-katliamlara-infaz-lara karşı mücadelede. Onlar aynı kavga-nın.aynı ortak savaşın yiğit, cesur evlatları-dır.

Onların savaşı işçi sınıfı ve halkın sava-şıdır. Kitlesel-radikal direnişleriyle,işçi mi-lisleri temelinde şiddetini örgütleyerek, dü-zenin çizdiği sınırlar dışına çıkarak, Halk Kurtuluş Savaşçılarının gösterdiği yolda kavgayı yükseltmeliddir. Gerçekte kalıcı kazanımlara ulaşmanın başkaca da bir yo-lu yoktur. Düzenin çizdiği sınırlar, açık ki direnişlerimizin, grevlerimizin,., yani hak arama mücadelesinin kalıcı kazanımlara ulaşmasını imkansız kılmaktadır. Geçen yıllar bunu doğrulamaktadır.

Zulme karşı savaşmak, egemenlerin-zulüm düzeninin yasaları ne derse desin meşrudur, haktır, görevdir. Zulüm düzenine karşı savaşanlar emekçi halklarımızın hak mücadelisinin,hak arayışı ve istemlerinin ve özgürlüğün şehitleridir. Onlara sahip çıkmamak bu vahşi terörist devlet politika-sının karşısına çıkmamak ve giderek dev-letin bu politikayı kullanamaz hale gelmesi için mücadele etmemek direnişlerimize, grevlerimize, hak arama mücadelemize Sahip çıkmamaktır. Kendimize sahip çık-mamaktır.

Bu konuda öncelikle görev devrimci iş-çilerindir, Parti-Cephe'li işçilerindir.

Devrimci işçi Hareketi bu gerçekleri yıl-madan, işçi sınıfının zulüm düzenine karşı olan nefretine güvenerek anlatmalı, kayıp-katliam, infaz politikalarının karşısına işçi sınıfını çıkarmak için mücadele etmelidir.

İşçi sınıfı kaybedilen-katledilen halkın yiğit evlatlarını sahiplendikçe, düşman, bu denli pervasız davranamayacak, geri adım atmak zorunda kalacaktır.

Devrimci Halk Güçleri 13 Temmuz'da Yeni Demokrasi Harekeli İstanbul II Merkezi'ni, 14 Temmuz günü de tarihi Galata Kulesini işgal ettiler. Her iki işgalde de dışarıya pankart asıldı,sözlü açıklamalar yapıldı, basına, tele-vizyonlara telefon edildi, fakslan çekildi. Bü-tün bunlarla eylemlerin amacı, neden yapıl-dığı, ne istendiği anlatıldı.

Her iki işgalde de Devrimci Halk Güçleri "Gözaltında kaybedilenler bulunsun, katliam-ları yapanlar yargılansın" diyerek herkesin sa-vunması gereken bir demokratik talebi dile getirdiler. Devrimci Halk Güçlerinin iktidara sordukları sorular vardı ortada. "Gözaltında Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?1', "Ayşe-nur'ların, Hasan'ın, Rıdvan'ın Katilleri Nere-de?"

İktidar bu sorulara gaz bombalarıyla, copla, helikopterlerle cevap verdi. Sorulan soran devrimciler, bütün dünyanın gözleri Önünde vahşice dövülerek işkence merkezlerine (ve oradan Acil Servis'lere) götürüldüler.

Ve 15 Temmuz günü Fatih Altaylı adlı

"gazeteci" şu satırları yazdı: "Kendine örgüt militanı süsü verip orayı burayı basan bir grup salak artık işin cılkını çıkardılar..."

Evet bu sözler de Fatih Altaylı'nın cevabı-dır,

"Kayıplar nerede" diye soranlar akılsızdır ona göre. Hele hele işkenceyi, hapis yatmayı ve hatta ölümü göze alarak "kayıplar nerede", "katiller kim?" diye soranlar "salak militan-lardır.

Fatih Altaylı yazısını okuyan Hürriyet okurlarını da "enayi"yerine koyacak kadar kendini "akıih"sanmak!a, devrimcilerin işgal-lerle neyi amaçladıklarını, ne istediklerini, ne söylediklerini gizlemeye çalışmaktadırlar. An-cak birkaç sayfa ötede Galata Kulesi işgalinde talepleri ilan eden pankartlann boy boy basıl-dığım hesap etmeyecek kadar bir akla(!) sa-hiptir.

Peki, Fatih Altaylı neden böyle yapmakta-dır. Devrimcilere salak demek ona ne kazandı-racaktır?

Fatih Altaylı aslında ne yaptığının tam ola-

rak bilincinde değildir. Benzer-leri gibi kontrgerilla şeflerinin önüne sürdüğü resmi yalanları tekrarlayıp duran bir medya maymunu haline gelmiş, bir sü-re sonra söylediği yalanlara kendisi de inanmaya başlamış-tır. O artık adaletsizlik ve sö-mürü üzerine kurulu bu düzen için "radikal", "tehlikeli" gör-düğü herkesle 'Teke tek" atış-malara girip düzeni temize çı-karacak kadar "inançlı" bir dü-zen savunucusudur. Aslında sa-vunduğu kendisidir. Yine ben-zer medya maymunları gibi adalet İsteyenlere "Yok canım, Türkiye o kadar da kötü değil" diyerek rahatını, kendi "lüküs hayat"ını savunmaktadır. Dev-rimcilere öfkesi içgüdüsel ve bu nedenle korkuyla karışık bir öf-kedir. Çünkü devrimcilerin onun kendini özdeşleştirdiği bu düzene karşı savaştığını, adım adım büyüyerek geldiklerini sezmekte, içgüdüsel bir tepkiyle "birseller" yapmaya çalışmaktadır. Ancak yaptığı bece-riksizce, ahmakça "bir şeyler"den ibarettir.

Onun sözleriyle söylersek Türkiye'de "ga-zetecilik" ne yazık ki böyle bir grup salağın

eline kalmış, medya maymunları türemiştir. Bu maymunların dı-şındakiler de DGM kapılarında, cezaevlerinde süründürülmekte-dir. "En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz?" diyor Faiih Altaylı: "Türkiye'de devrimciliğin bir grup salağın eline kalmasına" Fatih Altaylı 'devrimciliğin' haline üzüleceğine (!) kendisi için üzülmelidir. Çünkü ilk grupta başı çeken maymunlardan biri durumundadır.

Ancak iş bu kadarla kalmıyor. Fatih Altaylı sadece 'salak' lafı-nın iadesiyle kurtulacağını sanıp sevinmemelidir. Salak olduğu doğrudur. Ancak Fatih Altaylı kendini "akıllı" sanan bir salaktır. Bu ise devrimcilere küfreden biri için oldukça tehlikeli bir durum-dur. Devrimcilerle uğraşmak TV ekranlarında politikacı zübüklerle

"Teke Tek" atışmaya benzemez. Fatih Efendi bir gün şu sözettigi "salak militan"larla "teke tek" karşılaştığında bunu daha iyi anlayacaktır.

Bu gerekli ve yararlı olacaktır. Çünkü salaimse devrimcilerden söz ederken bu kadar rahat, bu kadar gamsız olmamalıdır.

Kendini "Akıllı" Sanan Bir Salak:Fatih Altaylı

YDH'yı işgal amacınız bilini-yor, ancak bir de sizden dinleye-lim.

Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) İstanbul İl Merkezİ'ni işgal etmekte-ki amacımız katliamları, infazları ve

gözaltında kayıpları protesto et-mekti. Ayrıca Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç ve Ayşenur Şimşek'i kaçı-rıp katledenlerin açıklanmasını ve cezalandırılmasını istiyorduk. İşgal nasıl başladı, neler oldu? 13:45'de YDH İl Merkezi'ne git-

tik. Bir süre kendi aramızda konuş-tuk. Girişte bize herhangi bir şey soran olmadı. İçeri girdikten 5 daki-ka sonra diğer 5 arkadaş da gele-rek bize katıldı. Parti yöneticileri ve partililerle konuştuk. İşgali neden yaptığımız konusunda partide bu-lunnanlara çeşitli açıklamalar ya-pıldı.

İçerdeki partililer nasıl tepki gösterdiler, ne gibi diyaloglar geçti anlatabilir misin ? İşgalin amacını ve neden burayı

seçtiğimizi, niye YDH'ya geldiğimizi sordular. Biz de partide bulunanla-ra kendiler bir sorun çıkarmadıkça zarar vermeyeceğimizi anlattık. Ay-rıca işgal eylemimizin hedefinin gö zaltında kayıplar, infazlar ve katli-

amlar olduğunu söyledik. Konuş- malarımızın sonucunda ikna oldu-lar. İlk başlarda yaşadıkları korku ve paniği onlarla sohbetlerimiz so-nucu atarak normal işlerini yapma-ya başladılar. Ben de bu arada çay dağıttım. Ve onları rahatlatmaya çalıştık.

Peki dışarıyla iletişim kurdu-nuz, neler geçti, nasıl oldu?

Daha önce binaya girdikten kısa bir süre sonra, kapıların arkasına içerde bulunan masa, sandalye ve diğer eşyalarla barikatlar kurduk. Basını arayarak YDH İl binasını iş-gal ettiğimizi ve eylemin içeriğini açıkladık. İsteklerimiz yerine gele-ne kadar işgalin devam edeceğini söyledik. Bu arada İl Başkanı İbra-him Betil'le işgali tartışıyoruz. Niye YDH'yı seçtiniz gibi sorular soru-yorlardı. Biz de YDH'yı diğer parti-lerden farklı görmediğimizi söyle-dik. Bu eylem karşısında göstere-

cekleri tavrın onların kayıplar, katli-amlar karşısındaki gerçek tavırla-rını ortaya koyacağını vurguladık. Önce yaptığımızın yanlış olduğunu söyleyen İl Başkanı, tartışmaları-mız sonucu haklılığımız karşısında söyleyecek söz bulamıyor ve polis çağırma gibi bir tavır göstermiyor-du. Hatta polise bizim silahsız oldu-ğumuzu ve kimseye zarar verme-yeceğimizi söyleyerek müdahale edilmemesini istedi. İbrahim Betil sürekli müdahale

olmaması yönünde çaba harcadı. Daha önce binayı ilk işgal ettiğimiz saatlerde polis itfaiyeyi çağırarak it-faiye ile müdahale etmeye çalıştı. Biz de buna karşı çıkarak içeride yangın olmadığını, itfaiyeninin geri çekilmesini ve avukatlarımızı iste-dik. Bunun üzerine itfaiyeyi geri çektiler. Avukatları getireceklerini söylüyorlardı. Gerçi avukatlarımızın geldiğini biliyorduk. Ama polis avu-katlarımızı içeri bırakmıyordu.

Saldırı nası l oldu, özellikle içerde neler geçti?

Polis saldırısı başladığında ben

binanın arka odalarında bulunuyor-dum. Saldırı başlamadan kısa bir süre önce ekip otosundan teslim ol-mamız için anons yapıldı. Çok geç-meden saldırı başladı. Camların parçalanması ve içeriye atılan onlarca gaz bombasıyla saldırıya giriştiler. Kapılar, pencere-ler kırılıyor, adeta içeriye kana su-samış köpekler gibi beşer onar do-luşuyorlardı. Onlarca azgın hayvan gibi her yere saldırıyor, bizleri soru-yorlardı. Bu sırada "hipokrat yemin-li" bir doktor halk düşmanlığını poli-se gösterircesine bizleri ihbar edi-yordu. Hepimizi toplayarak içeride başlattıkları saldırıyı kişi başına on-larca polis düşercesine dışarıya zorla çıkarırken de sürdürdüler. Ki-mimizi kapılardan, kimimizi pence-relerden ve balkonlardan atmaya çalışıyorlardı. Beni camdan zorla çıkardılar. Sonra balkonun ucuna getirdiler. Zaten gazın etkisiyle zor

nefes alabiliyordum. Bir tanesi boğazımı sıkıyordu. Diğeri de; "At lan at aşağı" diye bağırı-yordu.

Sürekli coplar ve tekmelerle bizi dövüyorlardı. Bu arada "vurun, öldürün" diyerek tehdit ve hakaretler savuruyorlardı. Atılan gözyaşartıcı gaz bom-balarından aşırı etkilenmiştik. Netes alamaz durumu gelmiş-tik. Attıkları gözyaşartıcı bom-balardan kendileri de etkilendi. Bombalardan etkilenen polis-ler bir yandan bizi sürükleye-rek dışarı çıkarırlarken, diğer yandan kendi canlarını kurtar-maya çalışıyorlardı. Bizleri dı-şarıya çıkarır çıkarmaz hepsi birden üzerimize saldırdılar. Daha sonra Beyoğlu Emniyet Amirliği'ne götürülürken çevik

kuvvet arabasında da sürekli "vu-run, öldürün, yaşatmayın" diyerek dövmeye, en iğrenç, en şerefsizce küfür ve hakaretler ediyorlardı.

Gözaltında nelerle karşılaştı-nız?

Polisin bu saldırgan tavrı hemen hemen iki gün boyunca devam etti. Beyoğlu emniyetine götürüldüğü-müz ilk günün gecesi saat 03:00'de bizi sorgulamak ve işkencemizi özel olarak yapmak için Terörle Mücadele Şubesi'ne götürdüler. Burada yaklaşık iki saat kaldık. İki saat boyunca; "Sizi kim gönderdi? Sorumlunuz kim? Niye işgal yaptı-nız?" gibi sorularla karşılaştık.

Polisteki işkenceli sorgulama bit-tikten sonra Galata Kulesi işgalin-den gözaltına alınan insanlarla bir-likte DGM Savcılığı'na çıkarıldık. Ve Savcılık ifadelerinden sonra biz 3 kişi serbest bırakılırken diğer ar-kadaşlar tutuklandı. Ancak hiçbir baskı, işkence ve tutuklama bizleri kayıpların, katliamların hesabını sormaktan vazgeçiremez. Bunu herkes bilsin.

Adı: "Gözaltı İzleme Birimi" Aslı: Kayıpları İnkar

Merkezi" Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar tarafın-

dan İl Emniyet Müdürlükleri'ne gönderilen bir ge-nelge ile "Gözaltı İzleme Birimleri" kurulması is-teniyor. Gözaltına alınan insanlar hakkında bilgi vermek için oluşturulacak 'Gözaltı İzleme Birimleri' 4 Ağustos'ta faaliyete geçecek. Ve böylece polisin gözaltına aldığı insanların kaybolduğu yolundaki "mesnetsiz iddialar" da ortadan kalkmış olacak.

Evet. ellerindeki kanı böyle kolayca silebile-ceklerini sanıyorlar. Peki "Gözaltı İzleme Birimleri" neyi değiştirecek? Geçmişte gözaltındakiler hakkında bilgi vermeyen polis mi değişecektir? Hayır. Halk diğer polislere güvenmiyordu, ama şimdi "merkez"deki polislere güvenecek! Bir oyun ancak bu kadar acemice oynanır.

Ülkemizde bugün polis ve diğer militarist ku-rumların kime hizmet ettiği halkımız tarafından bi-liniyor. Polisin kanlı yüzü teşhir olmuş, gizlene-mez durumdadır. Ne tüm devlet yetkililerinin "Türkiye'de işkence yok" ya da "münferit olaylar" demeleri, ne karakolların isminin "Pembekol" ya-pılacağı söylentileri, ne şeffaflaştırma teraneleri, ne de katilliği halkımızca bilinen polislerin, faşiz-min mahkemelerinde beraat ettirilmesi, ne de "Gö-zaltı Takip merkezleri" bu gerçeği değiştirmeye-cektir.

"Gözaltı Takip Merkezlerinin de neye hizmet edeceği biliniyor. Bu artık, kanlı yüzü açığa çıkan polis teşkilatını aklama çabalarından başka bir şey değildir. Özellikle son günlerde yoğun bir gündem oluşturan gözaltında kayıpların faili olmaktan bu şekilde kurtulabileceklerini sanıyorlar.

İşlediği suçların üstünü, oluşturduğu kurumlarla örtemeyi gelenek haline getiren devletin bu çabası da boşunadır. Tıpkı insan hakları ihlalleri ve suç-larının giderek artmasından sonra kurulan İnsan Hakları Bakanlığı gibi. Amaç dünya demokrat ka-muoyunu aldatmaktır. Oluşan tepkilerin önüne ge-çebilmektir. O nedenle M. Ağar'ın kurduğunu ilan ettiği "merkez" gözaltındakileri inkar etme merke-zidir.

Ancak bu ülkede polis böylesi basit hesaplarla aklanamaz. Suçları o kadar büyümüştür ki, halkı-mızın deyimiyle ağızlarıyla kuş tutsalar, bu pislik-ten , bu pis görüntüden kurulamazlar. Bugün ülkede polisle yüzyüze gelmemiş, polisle sorunu ol-mamış insan hemen-hemen yok gibidir

Polisin görevi, işbirlikçi tekelci burjuvazinin çı-karlarını korumak ve faşist devletin devamını sağ-lamak için "gerekli" (!) olan işleri yerine getir-mektir. Bunların arasında halk kitleleri üzerinde terör estirmek, infazlar, haklan için mücadele eden emekçileri coplamak, gözaltılar, işkence, adam ka-çırmak, gözaltında tecavüz etmek, ölüm tehditleri ve gözaltında kaybetmek gibi bir çok yöntem var. Tüm bunların gelişen devrimci mücadele karşısın-da yetersiz kalacağını biliyorlar. Ama çaresizler.

Halkımız polisi gayet iyi tanır. Halkımızın, ka-yıp evlatlarına sahiplenmesi dün olduğu gibi, bu-gün de bu sahiplenmeye yeni-yeni halkalar eklene-rek sürüyor. Ayşenur ŞİMŞEK'Ierde, Hasan OCAK'larda, Rıdvan KARAKOÇ'larda olduğu gibi anık oligarşinin asalak yaşayan bu katiller sü-rüsü, Kastamonu'da da rahatça işkencede adam öl-düremeyecektir. Karşılarında her zaman halkı bu-lacaklar. Halkın örgütlü gücüyle bütünleşmiş dev-rimci şiddeti bulacaklar.

YDH İşgalcilerinden Gülsare Akkuş:

"Devlet 'Kayıplar Nerede?' sorumuza gaz bombasıyla cevap verdi"

Kayıpları Bulacağız, Katilleri Yargılayacağız Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi, fa-

şizmin gerçekleştirdiği katliamların, kaçı-rılarak kaybedilen 300 insanımızın hesa-bını sormak için eylemlerine devam edi-yor. İSTANBUL 23 Temmuz Pazar günü Bağcılar Ye-

nimahalle'de gözaltında kaybedilen 300 İnsanın hesabını sormak için bir sivil fa-şistin otosu Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından molotoflanarak tahrip edildi.

Gazetemizi DHKC adına arayan bir ki-şi "Gözaltında kayıpların hesabını sor-maya yönelik eylemlerimiz sürecektir. Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi! Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş!" di-yerek eylemi üstlendi.

DHKC/Dev-Genç de 25 Temmuz gü-nü Merter Metro İstasyonu'na üzerinde "Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?" ya-zan bir pankart astı. E-5 Karayolu'nun kenarına sabah saatlerinde asılan pan-kart asılı kaldığı süre boyunca yoğun ilgi topladı.

Asılan bir diğer pankart ise Nurte-pe'deydi. 26Temmuz Çarşamba günü "Binlerce İnsanımızı Katleden ve Kaybet-meye Devam Eden Katiller Halkın Adale-tine Hesap Verecek-DHKC/Devrimci Halk Güçleri" imzalı bir pankart sabah saatlerinde asıldı. Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi'nin hesap soran, katillere mey-dan okuyan pankartları 27 Temmuz ol-duğunda bu kez İkitelli Otoyolu üzerin-deydi. Üzerinde "Kaçırılan, Katledilen 300 İnsanımız Nerede?" yazan pankart Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafın-dan asıldı.

Çağlayan, Okmeydanı. Bağcılar, Ye-nibosna ve Esenler'de kayıplar ve katli-amların teşhirine yönelik yazılamalar DHKC/Liseli Dev-Genç'e ait İken, Gülte-pe bölgesindeki yazılamalar ise Devrimci Halk Güçleri tarafından yapıldı.

ANKARA 22 Temmuz sabahı Cebeci'ye DHKC

tarafından "Kayıpların Hesabını Soraca-ğız" yazılı bir pankart asıldı.

Küçükkayaş ve Yeşilbaş Mahalleleri ne 23 Temmuz Pazar günü Devrimci Halk Güçleri tarafından "Yaşasın Halkın Adaleti", "Kayıpların Hesabını Sorduk, Soracağız", "Faşizmden Hesap Sorduk, Soracağız" şeklinde yazılamalar yapıldı. 24 Temmuz sabahı Altındağ Hıdırlık-tepe Mahaİlesi'nde gözaltında kayıplar ve Ankara'daki gözaltıları protesto etmek için Devrimci Halk Güçleri tarafından "Gözaltında Kayıpların Hesabını Sorduk, Soracağız" yazılı bombalı bir pankart ve DHKC bayrağı asıldı. MALATYA 24 Temmuz günü Malatya'nın en işlek ve merkezi caddelerinden biri olan Turan Emeksiz Caddesi'ne Devrimci Halk Kur-tuluş Cephesi tarafından "Kaybeden Kat-

leden Devlettir-DHKC" imzalı bomba süsü verilmiş bir pankart ve DHKC bayrağı asıldı. Ayrıca Paşaköşkü, An-carlı, Başharık, Hacı Abdi, Samanlı, Şeyh Bayram, K. Mustafa Paşa, Ataköy, Ça-vuşoğlu, Beydağı, Kernek Mahalleleri; Yeşiltepe, Kil-tepe semtleri ile Sanayi Bölgesi, Tekel çevresi, is-tasyon Caddesi, Çevre yo-lu, Yeşilyurt caddesi ve Çi-lesiz Caddesi'ne "Devrimci Halk Güçleri" imzalı 40.000 özel sayı dağıtıldı ve kuşla-malar yapıldı. KOCAELİ

Kocaeli'nde Devrimci Halk Güçleri tarafından İz-mit Merkez, Tütüncülük, Derince-Yenikent, Öğret-menler Mahallesi, Yahya mürsel'de yoğun olarak özel sayı dağıtıldı.

Ayrıca Yalova'da kayıp-ları ve katliamları protesto etmek amacıyla çeşitli ma-hallelerde özel sayı dağıtı-lırken kayıplar ve katliam-larla ilgili çok sayıda yazı-lama yapıldı.

Avrupadan kayıpları, katliamları protesto eylemleri Gözaltında kayıplar ve katliamlar yurt-

dışında da işgal ve gösterilerle protesto edildi. Devrimci Halk Güçleri kayıpların takipçisi olduklarını ve hesabını soracak-larını bir kez daha gösterdi.

VİYANA Avusturya'nın başkenti Viyana'da

Stephansplaz'da Türkiye Enformasyon Bürosu (Türkei İnformation) DHKC/Dev-rimci Halk Güçleri tarafından TC Hükü-meti'nin kaybedilen 300 insanımızın so-rumlularını ve Ayşenur Şimşek, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç'un katillerinin hal-kımıza açıklanması amacıyla 26 Tem-muz günü saat 16:00'da işgal edildi.

Hergün yoğun bir yaya trafiğinin oldu-ğu, Viyana'nın merkezi sayılan bu alan-daki enformasyon bürosunun işgali sıra-sında pencereye Almanca "Kaybedilen, Katledilen 300 İnsanımız Nerede?-DHKC/Devrimci Halk Güçlen" imzalı bir pankart asılırken yapılan binlerce kuşla-ma ve defalarca okunan basın açıklama-sında '94 yılından bu yana 300'den fazla insanımızın kaybedilip katledildiği, bunun sorumlusunun faşist TC devleti olduğu, desteklenilmemesi gerektiği, faşizmi des-teklemenin suç olduğu belirtilerek kamu-

oyu duyarlı olmaya çağrıldı. Basının ilgi gösterdiği işgal sırasında binanın etrafı-na toplanan binlerce kişi işgali ilgiyle iz-lerken atılan sloganlara eşlik edenler, za-fer işareti yapanların yanında yüzlerce polis ve "kobra" denilen özel eğitilmiş po-lislerin de bulunduğu işgal eylemi boyun-ca; "Gözaltında Kayıpların Hesabını Sor-duk, Soracağız", "Kahrolsun MİT-CIA, Kontr-gerilla", "Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi", "Yaşasın Entemasyo-nel Dayanışma", "Kürdistan Faşizme Me-zar Olacak;;, "Kim Vuruyor? CEPHE!", "Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş", "Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadele-miz" sloganları Türkçe ve Almanca ola-rak aralıksız atıldı. 2 saat süren işgal gö-zaltısız sona erdi.

HOLLANDA Hollanda'da Türkiye'de halen devam

eden, gözaltında kayıplar ve infazları protesto amacıyla bir dizi eylem gerçek-leştirildi.

Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi-Dev-rimci Halk Güçleri'nce yapılan çağrı so-nucu MLKP-K, TKP/ML DABK ve Ekim'den oluşan bir komite kuruldu. Da-ha sonta bu komiteye TDKP de destek verdi.

22 Temmuz 1995 günü Den Haag şehrinde Türkiyelilerin de yoğun olarak uğradığı semt pazarında korsan gösteri düzenlendi. Pankartların açıldığı, bildiri-lerin dağıtıldığı gösteride kayıplar ve kat-liamlara karşı imza toplandı. Gösteri poli-sin müdahalesine rağmen sürdü.

26 Temmuz 1995 günü Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Komitesi ola-

rak Uluslararası Af Örgütü'nün Amster-dam'da bulunan binası önünde pankart-lar açılıp slogan atıldı. Yetkililerden gö-zaltında kayıplar ve infazlar konusunda daha duyarlı olunması talep edildi.

Aynı gün Amsterdam şehrinin merkezi yeri olan Dam Meydanı'nda üzerinde gö-zaltında kayıp resimlerinin ve "Katilleri Türkiye Faşist Devletidir" yazısının bu-lunduğu pankart açıldı. Hollandaca bildi-riler okunarak, sloganlar atılarak müzik eşliğinde halaylar çekildi. Halkın yoğun il-gisini çeken eylemlilik gözaltında kayıp-ları, infazları protesto etmek amacıyla hazırlanmış listelere imza toplanmasıyla sona erdirildi.

BELÇİKA "Kaçırılan, Kaybedilen 300 İnsanımız

Nerede?", "Katilleri Türkiye Faşist Devle-tidir" sloganlarında somutlanan kampan-ya çerçevesinde 27 Temmuz günü Dev-rimci Halk Güçleri saat 15:00'te Brük-sel'deki Avrupa Parlamentosu önünde bir gösteri düzenledi.

Kaçırılıp kaybedilen yüzlerce insanın katillerinin açıklanmasını İsteyen pan-kartlarının yeraldığı DHKC bayraklarının dalgalandığı gösteride Türkçe ve Fran-sızca bildiriler dağıtılıp Türkiye'deki faşist devletin kayıp politikasını protesto eden sloganlar atıldı.

Daha sonra Avrupa Parlamentosu bi-nasına giren Devrimci Halk Güçlen heyeti parlamento yetkililerine içinde kayıplarla ilgili resimlerin bulunduğu DHKC bildi-risinin olduğu kayıplarla ilgili dosyayı im-za kampanyasını içeren bir bildiriyle bir-likte ileterek duyarlı olmaları istendi.

Mecliste anayasa oyunu

Oligarşinin çıkarlarını korumaya yeminl i bu kukla meclisi dolduranlar çıkarları için halkın gözü önünde birbirlerinin başının etini yemekten çekinmezler. Ancak bu kez epey didiştikten sonra da olsa hep birlikte el kaldırdılar. Ve böylece "TC tarihinin ilk sivil Anayasa değişikliği "'ni gerçekleştirme şerefine nail oldular. Sevinçleri görülmeye değerdi doğrsu. Tıpkı "kıyak emeklilik" yasasını, Somali'ye asker gönderme kararını çiğ köfte partisiyle kutladıklar ı gibi anayasa değişikliklerini de alkışlar-la, şölenlerle kutladılar. Peki ne yaptılar bunca tantana edecek? Ne değiştirdiler? Kaybedilen, katledilen yüzlerce insanımızın akıbetini mi; işçiye-memura-köylüye emeğinin hakkını vermeyip sefalete mahkum etmelerini mi? "Doğal afetlerle, ic-mallerle canından, malından olan insanlarımızın kaderini mi?... Neyi değiştiriyorlar, nedir bu bütün yay-garalar?

Söyleyelim; birbirinden farkı ol-mayan partilerine, öğretim üyeleri-nin, öğrencilerin üye olabilmesini, vakıflarla, sendikalarla ilişkiye gire-bilmesini, gençlik ve kadın kollan kurabilmelerini, milletvekillerinin is-tedikleri zaman parti değiştirebilme-sini sağlayan "Anayasa değişiklikle-ri" yaptılar! Bir de 18 yaşındakilere oy hakkı verdiler.

Bunlar bunca sevinirken halk hiç oralı bile olmadı. Çünkü halk için değişen hiçbir şey yoktu.

Bir ayı aşkın bir süredir "Anaya-sa değişikliği"diye ortalığı birbirine katmış ve adeta tek "gündem" mad-desi yapmışlardı. Oysa koparılan fırtınaya göre çıkan sonuç koca bir balondur. Buna rağmen egemen sı-nıflar açmazlarının sonucu halkın gündemini işte bu tartışmalarla dol-durmaya çalışıyorlar.

Burada hedeflenen açıktır. Halk kitleleri sahte gündemlerle oyalan-maya çalışılmaktadır. Ancak onca çabaya rağmen bu başarılamamak-tadır. Çünkü düzene olan tepkisi iyi-ce aratan emekçi halkın gündemini direnişler, katliamlar, hak gaspları oluşturuyor. Halklarımız gösterme-lik anayasa değişiklikleriyle veya yapılacak bir seçim sonrasında olu-şacak hükümetlerin, derdine bir nebze de olsa çare olacağı umudu-nu taşımıyor artık. Oligarşinin birbi-rinden hiçbir farkı olmayan partileri ve onların temsilcileri ne söylerse söylesinler, halk bu meclisten umu-dunu kesmiştir. Bu meclisin kimin meclisi olduğunu, kimlerin çıkarla-rını koruduğunu biliyor.

Halkımızın sıkça kullandığı "bir bardak suda fırtına koparma" deyi-

miyle özetleyebileceğimiz bu oyun-ların AB'ye girme sürecinde günde-me getirilmesi ise tesadüf değildir.

Oligarşi bu tür bağımlılık ilişkile-rinin, daha da boyutlandırılması için öncelikle varolan krizden etkilene-rek gelişip, büyüyen halk muhalefe-tini, "özgürlük, demokrasi ve eşitlik"

talebiyle kaynayan emekçi sınıfları, küçükburjuva aydın kesimi de ken-dine yedekleyerek, susturmaya ve bu kesimlerin tepkilerini etkisizleş-tirmeye çalışıyor. Oligarşi, iradenin kendinde olduğunu, demokrasinin de, özgürlüğünde, eşitliğin de an-cak bahşettiği oranda olabileceğini kitlelerin beynine kazımak istiyor. Tıpkı Tansu ÇİLLER'in "Bu ülkeye demokrasi lazımsa onu da biz geti-ririz" dediği gibi.

Gel gör ki yaşanan gerçek hiçte öyle değil. Ve hiçbir yalan artık Tür-kiye'de resmi politikaların MGK ve Kontrgerilla kaynaklı olduğu gerçe-ğini gizleyemiyor. En son örneğini Genelkurmay. 2. Başkanı Çörek-çi'nin TMY'nin 8. maddesine ilişkin, "Terörle mücadeleyi başarıyla yürü-teceğiz ama bu mücadelede insan haklan ve demokrasi bize engel oluyor. Bu bağlamda 8. madde de kalkmamalı." sözleridir. Bu sözlerin akabinde iktidarın bu "demokratik" yasalarla hedeflenenin aslında top-lumsal muhalefetle, devrimcilerle ve yurtseverlerle daha güçlü mücadele etmek anlamına geldiğini ve bunun için de ordunun, telaşlanmasına ge-rek olmadığını açıklaması, bu konu-da hiçbir yoruma yer bırakmıyor.

Zaten T.C. anayasalarının hiçbiri normal dönemlerde oluşturulmamış her biri cuntalı veya cuntasız süreç-lerde askerlerle yapılmıştır. Yapılan (ya da yapılmaya çalışılan) anaya-sa değişikliklerinin 82 faşist cunta

anayasasının özünü değiştirmekle hiçbir ilgisi yoktur. Keza bu anaya-sayı daha da geliştirmek ihtiyacın-dalar. Daha fazla baskıya ihtiyaç duyuyorlar. Demokrasi adına değiş-tirdikleri her maddede daha baskıcı bir şekilde ortaya çıktı bugüne dek. Aylar süren tartışmaların ardından zorla değiştirilen onaltı madde faşiz-min kurumsal işleyişinde hiçbir de-ğişiklik yaratmadı, yaratamaz da.

ILO sözleşmelerinde uygun hale getiriyoruz diye üzerinde çok gürül-tü koparılan ünlü 3. maddedeki de-ğişiklik de koca bir aldatmaca oldu. Çünkü bu madde memurların, grev-li-toplu sözleşmeli sendika kurma ve faaliyet yürütme haklarını yasak-

Iıyordu. Yeni yapılan ve öve öve bi-tirilemeyen yeni değişiklik ise me-mura grevli-toplu sözleşmeli sendi-ka hakkı yerine "Toplu görüş-me"hakk ı tanıyor. Yani kamu emekçilerine "size benimle görüş-me hakkı veriyorum..." denmekte-dir. Görüşme nasıl olacaktır? Hak-lar nasıl alınacak? Bunların hiçbiri belli değildir. Bunun anlamı ben-den umudunuzu kesin demektir. Bu, kamu emekçilerinin aşağılan-masıdır. Bu sözümona "hakkın" altı boştur. Kamu emekçileri açısından hiçbir yaptırım gücü yoktur.

Faşizm yine bahşediyor. Tepkile-ri etkisizleştirmeye çalışıyor. Hak veriyor görünüyor. Hak vermiş olsa dahi, o hakkı terörle kullandırma-mak için önlemlerini de alacaklar-dır. Oligarşi zayıftır. Halkın lehine herhangi bir hak kullandırabilme gücü yoktur. Emperyalizme her ge-çen gün daha fazla pay ayırmak zo-rundadır. Bu da her geçen gün emekçilerin sırtına binen yüktür, kendi payının azalmasıdır. Emekçi-lerin haklarını gaspetmektir.

Oligarşinin "demokratikleşiyoruz" "anayasayı değiştiriyoruz" yalanla-rıyla halkın gündemini doldurma ça-baları da boşuna çıktı. Ne siyasi partileri, ne sarı sendikacılar, ne de diğer sermaye temsilcileri emekçi halkımızın düzenden kopuşuna en-gel olabilirler. Bugün ülkemizin köy-leri ve kentlerinde işkenceler, katli-amlar her geçen gün artarak sür-

mektedir. Köy boşaltmalar,yakma-lar, sendika kapatmalar, sürgün-ler, gözaltılar, işkenceler bir yandan işsizlik, hayat pahalılığı, emeğinin karşılığını alamama diğer yandan emekçi kesimleri hızla düzenden uzaklaştırmaktadır.

Çünkü düzenin daha çok zulüm, daha çok sömürüden başka vere-ceği hiçbir şey yoktur. Emekçilerin yaşamında hiçbir şey değişmedi. Bu zulüm düzeninde de değişemez. Değiştirecek olan P-C'dir. Düzen-den uzaklaşıp P-C'nin politikalarıyla hareket eden emekçi kitlesi her ge-çen gün büyüyor. Faşizmin P-C'nin alternatif politikaları karşısında halka vermeyi vaadettiği hakların gerçek anlamı daha çok baskı, zulüm, infaz ve vahşettir. Başka bir şey de olamaz. Her geçen gün bunu görüp yaşıyoruz. Anayasa değişikliğiyle yapılan uygulamalar yeni haklar de-ğil ama gerçekte "kontrgerillaya" daha fazla işkence, katliam özgür-lüğü veriyor. Nitekim Dersim'de özel timlerin halka uyguladığı vah-şet o kadar açığa çıkmıştır ki oligar-şinin sözcüleri de kabul etmek zo-runda kalmışlardır. Fakat geçen za-man bir kez daha gösterdi ki kamu-oyunun gözünü boyamaktan başka bir işlevi olmayan bu sözcüler ve açıklamaları sonrası özel tim terörü artarak sürmüş, kontrgerillanın yeni ev ve sokak infazları yapmasına hız verilmiştir. Kontrgerilla daha fazla öldürme özgürlüğüne kavuştuğunu biliyor ve bunu sözcülerine gizlet-meye çalışıyor artık. Ama ne yapsa boşuna, gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır.

Bu ikiyüzlüce demokrasicilik oyu-nuna "Demokratikleşme" adına hal-ka estirilen teröre halkın vereceği cevap Parti-Cephe öncülüğünde halk iktidarını kurmak olacaktır. Meşruluğunu tümüyle yitirmiş olan ve artık uşaklığını ettiği emperyalist kapitalist tekeller tarafından bile sü-rekli kulağı çekilen oligarşiden, hal-kımızın herhangi bir beklentisi yok-tur. Bugün artık halkımız işçisiyle memuruyla alanlarda, meydanlarda, varoşlarda, hayatın her alanında kendi adaletini uygulamaya yönel-miştir. Hakkı ve meşru olanın da bu olduğu gerçeğini kavramıştır. Tıpkı 1 Mayıs'ların meşru zeminde kutla-narak, memur sendikalarının fiilen kurularak burjuvaziye kabul ettiril-mesi, yasallaştırılmak zorunda bıra-kılması gibi. Bundan böyle de halk kendi yasalarını kendisi yapacaktır. Halklarımız bu potensiyeli taşıdığını göstermiştir. Varolan bu potansiyeli Parti-Cephe öncülüğünde sürdür-düğümüz savaşı daha ileriye götür-mek zorundayız. Emekçi kitlelerin alternatif arayışına cevap verecek politikaları üreterek bu politikaların halkla bütünleşmesini sağlamak ve bu potansiyeli dönüştürmek sorum-luluğunun bilinciyle hareket etmeli-yiz. Çünkü oligarşinin değiştirecek, değişecek gücü yok. Bu güç halkla bütünleşmiş P-C'nin ellerindedir ar-tık.

- Anayasa değişti! Ama halk için değişen hiçbir şey yok. Halka reva görülen yine zulüm, yine baskı, yine işkence. Anayasalarıyla kontr-gerillaya yeni ölümler için izin veriyorlar.

- Demokratikleşme en basit anlamıyla, emekçi halk kitlerinin kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı örgütlenebilme ve tavır alma özgürlüğüdür. Yani bir demokrasinin çapını emekçilere tanınan hakların çapı belirler.

İşçiler öfkeli ağalar korkak

Önce Başkanlar Kurulu'nda alınan, sonra genişletilmiş Başkanlar Kurulu'nda takvime bağlanan eylem kararı tabanda bir düş kırıklığı yarattı. Türk İş yöneticileri-nin, işçilere yönelik saldırılar karşısında üretimden gelen gücün kullanılması yö-nündeki bir çalışmanın ön plana alınma-sından ne denli korktuğunu son eylem ka-rarları iyice açığa çıkardı. Ayrıca bu du-rum siyasi iktidarı da oldukça cesaretlen-diriyor. Yetkili devlet bakanının eylem ka-rarlarına tepki göstermesi şeklindeki bir tavrı ise aslında danışıklı dövüşün bir ürü-nüdür. Türk-İş kendi tavrıyla hükümete geri adım attıracağını sanıyor. Oysa hü-kümet de, Türk-İş' de bu kararlardan kar-şılıklı bir memnuniyet içerisindeler.

Servis araçlarına binmeme, parti mer-kezlerini ziyaret şeklinde başlayan eylem-ler göstermelik ve işçi sınıfının gücünün gerisinde eylem türleridir. Bu iki eylem şekli bile Türk-İş yönetimi ve bu yönetici-lere yakın sendika ağalarının işçi hakları ve onların geleceği karşısındaki samimi-yetsizliklerinin açık göstergesidir. Üstelik alınan bu kararların toplu iş sözleşmesi Sürecinde otsun veya olmasın Türk-iş'e üye yakiaşık 1.5 milyon işçiye mal edil-memesi; toplantıda olmalarına, karara im-za atmalarına rağmen kendi sendikaları-na üye işçileri destek noktasında harekete geçirmemeleri bu yasak savma tavrının başka bir yüzüdür. Servislere binmeme eylemine TİS görüşmeleri olan işçiler ka-tılmışlar, diğer sendikacılar üye işçiler için böyle bir organizasyon dahi yapmamışlar-dır. 25 Temmuz eyleminde ise hemen he-men durum budur.

İşçiler, Türk-İş yönetiminin 18 Hazİ-ran'da aldığı eylem kararlarını 21 Tem-muz'da yaşama geçirmeye baş lad ı lar. 21 Temmuz'daki işe gidişte servis araç-larına binmeme eylemine İstanbul, An-kara, İzmir, Kocaeli, Zonguldak, Kü-tahya, Nevşehir ve Gölcük başta ol-mak üzere daha pek çok il ve ilçelerde değişik işkollarında çalışan işçiler ka-tıldı. Harp sanayii, karayolu-inşaaat, gı-da, deri, maden, petrol, seramik, elek-trik, basın işkollarında çalışan işçiler iş-yerlerine gitmeden önce belirledikleri yerlerde toplanarak işyerlerine topluca yürüyüş yaptılar. "Hükümet İstifa, Tansu Amerika'ya" şeklinde sık sık slogan atan işçiler geçtikleri caddelerde de yer yer trafiği kilitlediler.

Servis araçlarına binmeyip işyerleri-ne yürüyerek gitme şeklindeki eylem Türk-İş'in amaçladığı gibi sessiz bir ey-lem olmadı. Aksine işçiler bu eylemi üretimin birkaç saat aksadığı bir eyleme dönüştürdüler. 25 Temmuz'da ise Türki-ye genelinde onbinlerce işçi iktidar par-tileri olan DYP ve CHP'nin gerçek yüzü-nü teşhir için bu partilerin il merkezleri-ne yürüyüş düzenledi, siyah çelenk bı-raktılar. İSTANBUL'da 25 Temmuz'daki DYP

ve CHP il merkezlerine yürüme eylemi-ne toplam 3 bin dolayında emekçi ka-tıldı.

Öğle saatinde Çağlayan TEK önün-de toplanan Tes-İş, Tümtis, Yol-İş, Pet-rol-İş, Liman-iş, Harb-İş sendikalarına üye işçilerle Ener-Sen'e üye memurlar buradan DYP il binasına "Zam Zulüm İşkence! işte DYP" sloganı atarak yürü-düler. İşçiler yürüyüş sırasında kendi sendikalarının imzalarının bulunduğu pankartlar taşıdılar. İşçiler DYP binası önüne geldiklerinde bina önüne üzerin-

Istanbul.Ankara, İzmir, Kocaeli...

"Sadaka hakkımızı

- Onbinlerce işçi ücretlerini budamaya ve haklannı gasp etmeye çalışan hükümeti istifaya çağırdı. Servis araçlarına binmeme şeklinde 21 Temmuz'da başlayan yürüyüşler, 25 Temmuz'da da sürdü. "Zam zulüm işkence, İşte DYP" sloganlarının atıldığı eylemlerde, işçiler CHP'nin ikiyüzlülüğün ötesinde emekçi düşmanı olduğunu belirttiler.

Her sözleşme döneminde oynanan oyunun bu dönemde de oynanmasına kamu işçileri izin verecek mi?

Kamu işçileri bu sorunun yanıtını sa-mimi olarak kendine sormalı ve yanıtla-malıdır. Evet, bu günün en özlü-açık söy-lenebilecek şeyi budur. Bunun dışında söylenebilecek-yazılabilecek hiçbirşey bilinmeyen değildir, yeni değildir. Esasen tüm kamu işçileri de TÜRK-İŞ'in 680 bin kamu işçisini satmaya hazırlandığının farkındadır. Bunu yaşadığı tecrübelerle edinmiştir. Sarı sendikacılığın yıllardır ona öğrettiğinden Öğrendiği ile satışın hazırlandığının, son rollerin oynandığının bilincindedir. 680 bin işçi iie ruhunu bile sermayeye satmış bir avuç sarı sendika-cının oynaması-alay etmesi devam ede-cek mi?

Yıllardır oynanan bu oyunun ilk adımı herşeyin belirsiz olduğu, işçilerin sözleş-me taslağından ve sözleşme görüşmele-rinden habersiz olduğu, sözleşmenin ne-redeyse adeta yokmuş gibi davranılarak uzat-bıktır gibi bir anlayışla işçileri "nasıl imzalanırsa imzalansın, bir an önce im-zalansın da" düşüncesine getirebilmek. Nitekim bu sözleşme sürecinde de yakla-şık 7 ay böyle geçiştirilmiş ve adım adım bu hava yaratılmaya çalışılmıştır. Bugün sözde eylemden yana olan sendika ve şubeler açısından da durum farklı değil-dir. Elbette bu sendika ve şubelerin

amacı aynı değildir, ama sorun amaçları-nın aynı olup olmaması değildir. İzledik-leri sendikal çizgi, sarı sendikacıların varmak istediği amaca hizmet etmekte-dir.

Bir başka yön ise grev yasağı kapsa-mında olan işkollarında Yüksek Hakem Kurulu devreye girmek üzeredir. Buda gücün dağılmasından-parçalanmasından başka bir anlama gelmemektedir. Bu nokta sarı sendikacılığın eylem kaçkınlı-ğım gizlemek için bilerek yarattığı du-rumlardan biridir zaten.

Sözleşmenin son dönemlerine doğru 'mücadele edildiğini göstermek için' sert demeçler, tehditler ortalığı kaplamaya başlar. Tabi bunun için bazı maddeler öne çıkarılarak kamu işçilerinin sözleş-melerine sadece ücret açısından bakma-ları sağlanır. Nitekim bu sözleşme döne-minde de son günlerde bunlar öne çıka-

rılmaya başlamıştır. İşte bugün "%5'lik zam Bürüt 10 milyon ve altında alan işçile-

re 3 milyon, bürüt 10-15 milyon ve altında alan iş-

çilere 2 milyon, bürüt 15-30 milyon ve altında alan iş-

çilere 1 milyon, bürüt 30 miiyon ve üzerinde alan işçi-

lere bürüt 500 bin artış, -Sosyal yardım, fazla mesai ve ikra-

miyeler dondurulacak, doğum yardımı 400 bin liradan 750 bin İiraya

-ölüm yardımı işkazası halinde 1.5 milyondan 3 milyona

- işkazası dışında 750 bin liradan 1.5 milyona

-625 bin lira olan evlenme yardımının 1 miiyon liraya yükseltilmesi gibi ücretsel konular üzerinde şayia sayla yazılar ya-zılıyor. Bu sorun ön plana çıkarılıyor.

Ve ardından, kurullar toplanır, karar-lar alınır, sert demeçler ortalığı kaplar. Sözde eylem kararları tartışılıyordur. Hatta eylem de yapılır. Ancak bu yapılan eylem işçilerin gözünü boyamak, arkası gelecek izlenimi vermek ve başka ara-yışlara yönelmesini engellemek içindir gerçekte. Yapılan 'eylem'lerde işçilerin öfkesini boşaltmak asıl yöndür. Her şey, aslında satılmışlığı 'eylem yaptık aldık' yada başarısızlığı 'ne yapalım herşeyi yaptık ama gördünüz olmadı' diyebilmek içindir.

Kamu İşçileri; Bu ve buna benzer şeyler yıllardır,

her sözleşme döneminde gözleriniz önünde yaşanmaktadır. Ve hepinizde bu oyunun, bu ikiyüzlülüğün farkındasınız.

Şerefi, namusu, onuru olmayan, ken-dini satışa çıkarmış bu hainlerin, TÜRK-İŞ ağalarının oyununa izin verecek misi-niz?

O ağalar ki; 46 bin Köy Hizmetleri iş-çisini ve ailelerini 500 bin lira zamma sa-tıp, sanki bu alçaklığı yapmamışlar gibi %5 zamma sadaka deyip, karpuz parası deyip 680 bin İşçiyi kandırmaya çatışa-cak kadar namussuzdur,

O ağalar ki; Genel Eğitim Sekreter-lerinin ağzından "Söyleşmeleri masa başında çözmek istiyoruz. Sendikalar sözleşmelerde toleranslı davranmalı-dır" diyecek kadar açıktan işbirlikçiliği

Türk-İş ağaları yine işçileri satma peşinde

"Bu oyunu bozalım!" Sarı sendikacılığın oyunlarını bozalım. Oynadıkları

bizim geleceği m izdir, ailemizin geleceğidir. Oyunlarınıbozmaya gücümüz vardır. İşçi sınıfı yıllardır kendine

zulmeden düzene ve yıllardır kendini satan sarı sendikacılığa öfke duymaktadır. Eksik olan öne

düşmek ve öfkeyi toplamak, ifade ettirmektir. Yola düşüldüğünde, omuz verildiğinde, kavga benimdir

denildiğinde; onur, namus...zafer bizi bekliyor. GÖREV BAŞINA!

İşçiler alanlarda:

değil istiyoruz" • Aylar önce başlaması gereken 700 bin kamu işçisinin toplu iş

sözleşmesini siyasi iktidar hiç kaale almadı ve almıyor. Sözleşme görüşmelerine ilk ve son geldiklerinde ise %5.4'lük zam önerisi getirdiler. Yani siyasi iktidar İşçilerin hak ve ücret gaspı için 2 yıl önce başlattığı, 5 Nisan'la boyutlandırdığı sistemli saldırıyı aynı pervasızlıkla sürdürmeye devam ediyor. Bu saldınlar karşısında yıllardır kin ve öfkeye boğulan işçiler Türk-lş yönetiminin yine yasak savan tavrından başka bir şey göremiyorlar.

de "Türk İş" yazılı siyah bir çelenk bı-raktılar. İşçiler buradan da 6 km! yürü-nerek Taksim'e geldiler. Taksim anıtı önünde 1977 1 Mayıs'ında katledilen emekçiler için 1 dakikalık saygı duruşu yapan işçiler Sıraselviler'deki CHP İl merkezine geldiklerinde bina önüne si-yah çelenk bırakarak Hikmet Çetin'i isti-faya çağırdılar. Ayrıca burada Türk İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak İş-çilere yönelik olarak yaptığı konuşmada iktidarın Anayasa'nın demokratikleştiril- mesi adı altında kendi çıkarlarını sağla-ma alarak emekçilere tek bir hak kırıntısı sağlamadığını vurguladı.

ANKARA'da ise işçilerle birlikte ka-mu çalışanları sendikalarına üye me-

zamanlarda ambar işçilerine yapılan sal-dırılardan dolayı öfkeli geçti. Türk İş 3. Bölge Temsilciliği önünde toplanan 10 bin dolayında işçi; "Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız", "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek- sloganlarını atarak her iki partinin il binalarına yürüyerek siyah çelenk bıraktılar.

KÜRDİSTAN'ın birçok ilinde parti merkezlerine yürüyüş Olağanüstü Hal Valiliği tarafından engellenirken, Diyar-bakır'da Türk İş 7. Bölge önünde topla-nan 600 kadar işçi DYP ve CHP İl bina-larına sloganlarla yürüyüş yaptılar.

ADANA'da ise DYP ve CHP İl mer-kezlerine yürümek için toplanan işçi ve sendikacılara polis saldırdı. Türk İş 4. Bölge Temsilciliği önünde toplanan işçi-lere karşı polis barikat oluşturarak, yürü-

yüşe İzin vermeyeceğini açıkladı. Sendi-kacılardan bazıları polis barikatını yara-rak "Vali İstila" şeklinde slogan attılar. Bu arada sendikacılara saldıran polis 6 sendikacıyı gözaltına aldı. Ayrıca Köy Hizmetleri'nde çalışan ve eyleme katıl-mak için Adana'ya araçlarla hareket eden işçiler gözaltına alınarak eylemci işçiler, dağılana kadar alı konuldu/ar.

KOCAELİ'nde de işçiler öğle saatin-de Sabancı Kültür Merkezi önünde top-landılar. Memur sendikalarının da deste-ğini alan 5 bin kişilik işçi kitlesi yarım saat süreyle E-100 karayolunu trafiğe ka-padı. İşçiler slogan atarak önce CHP sonrada DYP önüne kadar sloganlarla yürüdüler. İşçiler DYP binasının önünde de protestoda bulunduktan sonra dağıl-dılar.

savunurlar O ağalar ki, seni insan olmaktan çı-

karan sadece midesini düşünen fer canlı gibi ücretlerinden başka birşey düşün-memeni istemeyen, işçi sınıfını kendileri-ni para karşılığı sattıkları gibi para karşılığı herşeyı bir tarafa bırakacak olarak gören, sürü olarak gören ve göstermeye çalışan hainlerdir, sınıfımızın içindeki düşman ajanlardır

Bu alçakların işçileri düşürmek istedi ğı konuma izin verilemez Sen de bitiyorsun ki bugün asıl sorun zam da degildir. Elbette bunun da en iyisini insanca ve onurlu yaşayacağımız olanını almak için de mücadele edelim. Ama özelleştirme politikalarının sonucu işyerimiz kapatılacak veya satılacaksa ve bizlerin işgüvenceleri büyük bir tehdit altındaysa etrafımız çepeçevre halk düşmanı işçi düşmanı anti-demokratik yasa ve uygulamalarla kuşatılmışsa bir parçası olduğumuz emekçi halkımız kat-lediliyor kaybediliyorsa, açlığa sefalete sürükleniyorsa taleplerimize daha geniş bakmalı, gerçek kazanımlara yönelmeli dostlarımızı, düşmanlarımızı iyi tanımalı-yız.

Sokaklar, caddeler, alanlar haykırışlarımızla çınlamalı Bir sınavdayız. Adeta ezberlediğimiz

bir oyunun gözlerimizin önünde oynan-masına izin verecek miyiz, vermeyecek miyiz? Bugün sorunumuz budur. İpliği pazara çıkmış sarı sendikacılığın tanın-mıyor olması, İşçileri satacak olması söz konusu bîie değil. Bugünden bu alçakla-ra, hainlere karşı çıkmayan işçilerin, ya-rın "nasıl fabrikamız kapatıldı", "nasıl iş-ten atıldım" demesi fayda vermeyecektir.

Sarı sendikacılığın oyunlarını boza-lım. Oynadıkları bizim geleceğımızdır al-lemizin geleceğidir. Oyunlarını bozmaya gücümüz vardır. İşçi sınıfı yıllardır kendi-ne zulmeden düzene ve yıllardır kendini satan sarı sendikacılığa öfke duymakta dır. Eksik olan öne düşmek ve öfkeyi toplamak, ifade ettirmektir. Yola düşüldü-ğünde, omuz verildiğinde, kavga benim-dir denildiğinde onur, namus... zafer bizi bekliyor. GÖREV BAŞINA!

Türk-İş'in almış olduğu Ankara mitin-gi kararı bu içerikte ele alınmalı ülkenin her yerinden en fazla insanı bu içerikle mitinge katmak için gece gündüz çalış-malıyız. Bu mitingde sarı sendikacılığa öfkemizle, pankartlarımızla, sloganları-

mızla ter döktürmeli, sendika ağalarının ikiyüzlü yalanlarla kitleyi kandırmalarına izin verilmemelidir. Ankara sarı sendika-cılığın kaçacak yer aradığı bir mitinge sahne olmalıdır. Ve zulüm düzeninin meclisine yürüyüş sendika ağalarına da-yatılmalı ve hayata geçirilmelidir. Meclise işçi sınıfının ve halkın gücü gösterilmeli-dir. Miting izin verilsin verilmesin gerçek-leştirilmelidir. Yüreğimizdeki öfkeyle ve doğru politikalarla çalışıldığında yüzbin-lerce işçinin ailesinin ve emekçi halkın önünde düzenin it sürüleri bile gerekirse ezilip geçilmelidir.

Türk-İş'in aldığı Genel Grev kararı ise tıpkı diğer kararlar gibi işçi sınıfının öfkesini bastırmak amaçlıdır. Bu sendika

ağaları bu noktaya kalmadan sözleşme-leri bitirmek için elinden gelen herşeyi yapacaktır. Çünkü, gerek zulüm düzeni ve gerekse onun uşağı sarı sendikacılık sokakların öfkeye tanık olmasındansa, nasıl olsa daha sonra kat kat geriye ala-cakları yada özelleştirme ile büyük bir iş-çi kıyımı yapacağı dikkate alınırsa, kıs-men bir zam yükselmesi yapmayı dene-yebilir.

Satışı engellemenin, kazanımlar elde etmenin en önemli koşullarından biri ta-leplerimizi sadece ücretlere hapsetme-mek siyasi-demokratik haklarımızı iste-mektir

Genel grev tüm halkla beraber genel direnişe döndürülebilmelidir. Genel grev-genel direniş zulme karşı öfkemizin, yıl-lardır biriktirdiğimiz öfkemizin haykırıldığı gün olmalıdır. Türk-iş ağalarının genel grevi işyerlerine gelmemeye ya da işyer-lerine hapsetmesine izin verilmemelidir. Nasıl ki tarihimizde 15-16 Haziran direni-şimizde sermaye kaçmak için bavulunu hazırladıysa bu da aynı hedefle alınmalı-dır. Tüm ülke yürüyüşlerle sarsılmalıdır. Türk-İş'in genel grevin içini boşaltmaya, onu etkisiz bir eyleme dönüştürmesine izin verilemez. Bunun için işçileri orgütle-meliyiz. O gün yürüyüşlerimizle ülkede varlığımızı ve nasıl bir güç olduğumuzu göstermeliyiz. O gün; barikatlar önümüz-de dayanamamalı. Bunu yapabiliriz-yap-malıyız. İşçilerin öfkesini açığa çıkarmak bugun daha çok fedakârlıkla ilgilidir. Biz bu fedakârlığı yapıp, geceli-gündüzlü bu süreci örgütlemeye çalışırsak başarırız. Sarı sendikacılığı etkisiz kılmak, fedakar-ca "yoruldum, dinleneyim, uyuyayım" de-meden çalışmak istediğimiz sonucu işçi sınıfına sağlayacaktır.

murlar akşam iş çıkışında Türk İş Genel Merkezi önünde toplandılar. Bayram Meral burada toplananlara yönelik bir konuşma yaparak 8 Ağustos'taki iş bı-rakma eylemine tüm çalışanların destek vermesini istedi. Emekçiler buradan CHP İl Merkezi'ne yürüyerek siyah çe-lenk bıraktılar. Ayrıca işçiler pencereler-den kendilerini alkışlayan CHP'lileri yu-haladılar. Daha sonra DYP il binasına hareket eden işçiler ve memurlar yol boyunca "Hükümet İstifa", "KiT'ler Bi-zimdir, Satılamaz", "Sadaka Değil, Hak İstiyoruz", "Tüm Haber Sen Kapatıla-maz" şeklindeki sloganlarını sürdürdü-ler.

İZMİR'de de 25 Temmuz eylemi son

Ölüm orucuna yatan işçiler: "Ya öleceğiz, ya işimize geri döneceğiz"

Eminönü Belediye işçilerinin ekmek ve onur mücadelesi ANAP'lı belediye patronlarının tüm vurdum duymaz tu-tumlarına rağmen devam ediyor. İşçi kı-yımlarına "dur" demek , açlığı, sefaleti ve zulmü emekçilere reva görenlere karşı set oluşturmak için sürdürülen di-reniş 67. günde başlatılan ölüm orucuyla yeni bir canlılık, yeni bir ivme kazandı. 6 emekçi ölüm orucu direnişini "İşimiz İçin Ölüm Orucundayız. Ya Öleceğiz Ya Döneceğiz" pankartı altında sürdürürken ayrıca ölüm orucuna destek için işçiler-den gruplar halinde dönüşümlü destek açlık grevi yapılıyor.

İşten atılan 265 işçinin belediye önünde başlattıkları, yer yer sokaklara ve alanlara, parti binalarına taşıdıkları direnişin 67. gününde ölüm orucuna başlanmasının direnişte bir dönüm nok-tası olacağını belirtmiştik. Bu özellik bir bakıma direnişe olan katılımın dayanış-ma ve destek ziyaretlerinin de yeniden artmasıyla kendini belli etti.

Ölüm Orucu Direnişe Destek Eylemlerini Yoğunlaştırdı. İşçiler ölüm orucuna başladıklarında

yanlarında DİSK ve Türk-İş'e bağlı sen-dikalardan bazı yöneticiler vardı. Ölüm Orucunun ikinci günü ise DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak ve DİSK Baş-

kanlar Kurulu'nun bazı üyeleri işçilerin yanına gelerek haklı direnişlerinde ken-dilerini sonuna kadar desteklediklerini dile getirdiler.

22 Temmuz Cumartesi günü Tüm Haber-Sen İstanbul Şubesi'nden bir grup kamu emekçisi işçileri ziyaret etti. Şube başkanı işçilere yönelik yaptığı ko-nuşmada; "Onur verici direnişinizi se-lamlıyor, kucaklıyoruz. Eminönü Beledi-yesi yetkililerinin bu onur kırıcı davranı-şını ise kınıyoruz" dedi. Tüm Haber-Sen şube üyeleri ayrıca işçilere 2 milyon lira tutarında maddi yardım yaptılar.

Aynı gün Bem-Sen 1 No'lu şubeye üye belediye emekçileri de ölüm orucu direnişçilerine desteğe gelerek bir basın açıklaması yaptılar.

Direnişin 71. ölüm orucu eyleminin ise 5. gününde Kamu Çalışanları İstan-bul Şubeler Platformu belediye işçilerine kitlesel bir ziyaret gerçekleştirdiler. İşçiler ve memurlar ziyaret sırasında, "Zafer Direnen Emekçinin Olacak", "Direnece-

7 nolu şube başkanı Erol Ekici ile 26 Haziran gecesi polisin gerçekleştirdiği saldırıyı konuştuk;

Dün geceki saldırının gelişimini

anlatır mısınız? Dün gece ki oiay uzun zamandan beri ha-

zırlanan bir provakasyon ortamının sonucuy-du. Zaman zaman işveren, kendi yandaşla-rıyla provakasyon ortamı yaratma çabasına giriyordu. Örneğin direnişin 20. gününde Be-lediyenin giriş kapısında yani polis kordonu-nun 2 metre gerisindeki bir ağacın kovuğu-na ses bombası yerleştirildi. Ama herhalde

Eminönü direnişine polis saldırısı 15 Mayıs'tan beri işleri, onurları, gele-

cekleri için direnen Eminönü belediyesi işçilerinin direnişine belediye yönetimi, Valilik ve polis tarafından düzenlenen provakasyonla son verilmeye çalışılıyor.

27 Temmuz 1995 Perşembe günü sabahleyin saat 4.30 sıralarında çevik kuvvete bağlı 500 polistarafından direniş yeri basılarak içlerinde Ölüm Orucu dire-nişçisi 6 kişinin de bulunduğu yaklaşık 100 kişiyi uyurlarken yaka paça adeta direniş yerinden kaçırarak göz altına aldı.

Eminönü işçilerinin direnişlerini 67. günde ölüm orucuyla taçlandırmaları ve direnişin bu günden sonra ivme kazana-rak yükselmesini hazmedemeyen bele-

diye yönetimi aylardır kendisinin kapı kendilerini de tehlikede hissetmiş olacaklar ki bombayı patlamadan ihbar ettiler. Daha sonra camlardan tehdit bildirileri attılar. Ha-karet boyutuna varan şeyler yaptılar ancak istedikleri provakasyon ortamını yaratamadı-lar.

Eminönü'ne gelen herkes çok iyi bilir ki Eminönü Belediyesinin Piyerloti Caddesi ile Yeniçerililer Caddesi girişleri 74 gündür polis kordonu altındadır. Beceriksizce yapılan bi-rinci bombalama olayından ders çıkarmış olacaklar ki bu kez belediyenin biraz dana uzağına tramvay yolunun karşısındaki yeşil-liklerin içine yine ses bombası bırakılıyor. Bomba saat 10.30 civarında patlıyor. Gece saat 4.30 civarında da yüzlerce polis Beledi-yenin önüne gelerek bizleri Haseki hastane-sine, diğer arkadaşlarımızı da Eminönün'de bulunan karakollara götürdüler. Bizter klinik-te tedavi kabul etmeyeceğimizi söyledik uzun bir süre büroda bekletildikten sonra Ak-

adımını attılar. Şube başkanı 26.7.1995 Çarşamba günü saat 6.30'dan sonra tüm çabasına rağmen sendika ve diğer yerlerle telefon görüşmesi yapamadı.

Yine aynı gece saat 22.00 sıralarında Çemberlitaş'ta bulanan Türk Ocağı'nın önündeki bir bankın altına bırakılan ses bombasının patlamasını gerekçe göste-ren Valilik "buradaki insanların güvenliğini sağlayamıyoruz" diyerek polise saldırı emrini verdi. Polis direniş yerine çıkan bütün cadde ve sokakları kuşatarak 27 Temmuz 1995 günü sabahleyin saat 4.30'da direnişçi işçilere saldırdı Polis saldırının boyutunu gizlemek için direniş yerine basın mensuplarını sokmayarak girmek isteyenleri "sızı de alırım" diye tehdit etti ve zorla uzaklaştırdı

Sabahın alaca karanlığında işçilere saldıran 500 polis işçilerin daha ne oldu-

ğunu anlamalarına fırsat dahi bırakma- bıyık Karakoluna götürüldük. Götürüldüğü-müz karakolda ifade vermeyeceğimizi belirt-tik.

Bizden ifade alamazlardı. 74 gündür de-vam eden meşru bir direnişimiz var. Bizim direnişimiz kamuoyunun, gündemine haklı ve meşru bir zeminde oturmuştur. Bu direnişin Ahmet Çetinsaya'nın çabalarıyla kırılmaya çalışmasının bir tek yolu vardı. O da polisin müdehaleleridir. Biz polis zoruyla apar topar bulunduğumuz yerden alınmış olsak ta dire-nişimize yeni bir mevzi kazandırdık. Ölüm Orucu direnişimizi Sosyalist İktidar Partisi İs-tanbul İl Merkezi'nde sürdüreceğiz.

Ölüm Orucuna katılmayan arkadaşlarımı-za da Ölüm Orucunun son çare olmadığını söyledik. Direnişin bu aşamasına kadar bir çok şey yaptık bundan sonra da öyle olacak. İşten atılan arkadaşlarımız geri dönene ka-dar mücadelemiz her zeminde devam ede-cektir.

kulluğunu yapan polisleri devreye soktu. Direnişin başından beri çeşitli saldırı-larla işçilerin mücadelesini boğmanın hesaplarını yapanlar, ölüm orucunda bulunan 7 nolu şube başkanı Erol Eki-ci'nin direniş yeri ile sendika arasında iletişim sağlamak amacıyla yanında bu-lundurduğu cep telefonunun dışarıyla olan bağlantısını keserek saldırının ilk

Önünden 26 Temmuz'da gelen bir grup çorap işçisi Eminönü Belediyesi'nin önü-ne gelmeden pankart açarak, "Eminönü Belediye İşçisi Yalnız Değildir" sloganıy-la yürümeye başladılar. Çorap işçilerini direnişçi işçiler alkışlarla karşıladılar. Çorap işçileri ayrıca ziyaretleri sırasında "Herkese Aş Herkese İş Zafere Kadar Direniş" şeklinde de slogan attılar.

ğiz, Savaşacağız, Kazanacağız", "İşçi Memur El Ele Genel Greve' şeklinde or-taklaşa sloganlar attılar. Ziyaret sırasın-da İşçi ve memur sendika şubelerinden 47'sinin imzasını taşıyan bir basın açık-laması yapıldı. Basın açıklamasının so-nunda ise şöyle bir çağrı yapıldı: "İşçi sı-nıfını ve kamuoyunu tüm direnen işçilere ve Eminönü Belediye işçilerinne sahip çıkmaya çağırıyoruz. Ölüm orucunda olanlar ve direnenler onurumuzdur. Haydi Eminönü'ne. Onurumuz için mü-cadele edenlerle dayanışmaya!"

Bunun dışında Kamu Çalışanları is-tanbul Sendika Şubeler Platformu 26 Temmuz'da işçilere destek için ANAP İstanbul il Merkezi önünde bir basın açıklaması yapma ve yetkililerle görüş-me kararı aldı. Ancak kamu çalışanları bu karara sahip çıkmadılar. Eylem anın-da çok az insan bulunmasından dolayı basın açıklaması polisin tehditi karşısında yapılmadı. ANAP yetkilileriyle görüş-meye ise 5 kişilik bir grup gitti. ANAP yetkilileri her zaman olduğu gibi bu gö-rüşmede de bu sorunun partilerinin so-runu olmadığı şeklinde bir açıklama ya-parak iki yüzlülüklerini bir kez daha ser-gilediler.

Direnişçi işçilere anlamlı bir destek de 24 Temmuz'da işyerleri kapatılarak işten çıkartılan Ören Çorap işçilerinden geldi. Topkapı'da bulunan işyerlerinin

Mücadelemiz her zeminde devam edecektir

dan tuttuğunu zorla arabalara bindirerek direniş yerinden kaçırdı. Ölüm Orucun-da bulunan altı kişiyi Hızır Acil servisin-den getirdikleri ambulansa zorla bindiren polise müdahele eden ve "ben bu insan-ların haklı direnişlerini destekliyorum, onları götürmeyeceğim" diyen bayan doktoru da gözaltına alarak Ölüm Oru-cunda olan işçileri Haseki Hastahanesi'-ne götürdü. Hastahanede tedavi kabul etemeyen direnişçileri tekrar bir arabaya dolduran polis Akbıyık Karakolu'na götü-rerek gözaltına aldı.

Saldırının hemen sonrası direniş yeri-ni adeta yağmalayarak talan eden mafya artığı Menzir'in çetesi işçilerin direnişlerini desteklemek amaâcıyla ziyaretçilerin Katkılarıyla biriken 26 milyon lira pa-rayıda gasp etti. Direniş yerinde bulunan sendikaya ait araçların kapıları açılarak içerilerinde bulunan ve işçilerin benzin, yiyecek gibi harcamalarının bulunduğu faturalara da el koyarak gasp etti. İşçile-rin ısrarları sonucu, paranın mahkeme-den sonra geri verileceğini belirtmek zo-runda kaldılar. Ancak ne hikmetse tut-tukları tutanağı tekrar geri aldılar. İşçileri yakapaça direniş yerinden kaçıran polis tüm yalan ve demogojilerine rağmen halk düşmanı yüzünü bir kez daha ser-gilemiştir.

Sabahleyin direniş yerinin dağıtıldı ğını ve eşyalarının talan edildiğini gören Genel-İş yöneticileri ve sendika avukat-ları işçilerin nereye götürüldüklerini öğ-renmek ve serbest bırakılmalarını sağla-mak amacıyla yaptıkları tüm başvurula-ra karşın yanıt alamamışlardır. Bunun üzerine bir basın açıklaması yapan 7 nolu Şube yöneticileri: "Ölüm Orucunda bulunan arkadaşlarımızın hayatlarından endişe ediyoru2. Olümlerinden başta Belediye Başkanı Ahmet Çetinsaya ol-mak üzere, İstanbul Valiliği ve polis şefi Menzir sorumludur. Tüm duyarlf insan-ları ve kamuoyunu, sendikaları, demok-ratik kitle örgütlerini direnişimize sahip çıkmaya ve yeni ölümlere izin vermeme-ye çağırıyoruz" dediler.

Sendikanın bu açıklamasından sonra polis Öğleden sonra parça parça işçileri serbest bırakmaya başladı,

Serbest bırakılan Eminönü işçileri, eylemlerine devam edecelerini, belediye yönetimini, Valilik ve polis işbirliğiyle gerçekleştirdiği saldırının kinlerinin arttır-maktan başka bir şeye yaramadğını be-lirterek direnişlerini şimdilik SİP'te sürdü-receklerini açıkladılar. Sosyalist İktidar Partisinde toplanan işçiler akşam saat 20.00'da bir basın açıklaması yaparak, gerçekleştirilen saldırının önceden plan-landığını, Türk Ocağı'nın önüne bırakı-lan ses bombasının bir kontrgerilla taktiği olduğunu, haklı direnişlerini kırmak ve saldırıya zemin hazırlamak üzere bele-diye yönetimi ve işçileri tarafından yapıl-dığını, daha önce de direniş yerinin çok yakınında bir ağacın kovuğuna bomba konulduğunu, bombayı koyanların patla-ması halinde doğacak sonuçları göze al-mayarak bombanın yerini ihbar ettiklerini ve etkisiz hale getirildiğini belirttiler.

Ayrıca yapılan basın açıklamasında 28 Temmuz 1995 günü DİSK Genel Merkezi'nde Genel Başkan Rıdvan Bu-dak'ın basın toplantısı düzenleyerek sal-dın ile ilgili geniş bilgi vereceğini, ayrıca Eminönü çalışanlarının direnişlerinin bundan sonra ki seyrini açıklayacağını belirttiler. İşçiler basın açıklamaların İşi-mizi, onurumuzu korumak için sonunan kadar direneceğiz", "ne yaparsanız ya-pın bizi yıldırmayacaksınız' diyerek bi-tirdiler.

amu emekçilerinin mücade-lesini sürgün, açığa alma ve işten atmalarla engelleye-meyen devlet şimdi de kamu

emekçilerinin örgütlü gücü sendikalarını ortadan kaldırmaya çalışıyor.

20 Aralık ve 20 Nisan'daki iş bırak-ma eylemlerine kitlesel olarak katılan ve ekonomik siyasi talepleri için her türlü bedeli ödemeye hazır olduklarını gösteren PTT emekçilerinin örgütlü ol-dukları Tüm Haberleşme ve İletişim İş-çileri Sendikası (TÜM HABER-SEN) 26 Temmuz günü kapatıldı. Tüm Ha-ber-Sen'in kapatılma kararını uygula-maya koyan İçişleri Bakanı Nahit Men-teşe ilk olarak sendikanın İstanbul şu-besini mühürleterek kapattı.

Tüm Haber-Sen istanbul şubesinin kapatılmasına PTT emekçilerinin ya-nıtı sendikalarını terk etmeyerek dire-niş oldu. PTT emekçilerinin sendikala-rını kapatmama kararlılığına rağmen sendika yöneticileri yapacakları ey-lemlere zarar verir! mantığı ile direni-şe son verdirdiler. Böylelikle sendika-nın mühürlenmesi yöneticilerin izniyle gerçekleşti.

Eylemler yayılıyor DYP'ye siyah çelenk Tüm Haber-Sen'in İçişleri Bakanı

tarafından kapatılmasına ilk tepki iş bı-rakma olarak geldi. 26 Temmuz günü Gayrettepe Telefon Başmüdürlüğü önünde toplanmaya başlayan PTT emekçileri iş bırakan diğer birimlerdeki arkadaşların ve kamu çalışanları sen-dikaların temsilcilerin katılımı İle sayı-ları 500'e ulaşan emekçilere burda bir konuşma yapan Tüm Haber-Sen Be-

yoğlu Şube Başkanı Mehmet Aydemir sendikaların temilcilerin katılımı ile sa-yıları 500'e ulaşan emekçilere burda bir konuşma yapan Tüm Haber-Sen Beyoğlu Şube Başkanı Mehmet Ayde-mir sendikaların kapatılmasını "Yargı-sız İnfaz" olarak değerlendirerek "Biz-ler buna seyirci kalmayacağız" dedi.

Daha sonra yürüyüşe geçen PTT emekçileri Gayrettepe Telefon Başmü-dürlüğünden Mecidiyeköy'deki sendi-ka binasına kadar "Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" "Baskılar Bizleri Yıldıra-maz" "İşçiyiz Memuruz Haklıyız Kaza-nacağız" "Yaşasın Demokrasi Müca-delemiz" sloganları ile yürüdüler. Sen-dika önünde bir konuşma yapan Tüm Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Çı-nar "Sendikanıza çocuğunuza sahip çıktığınız için hepinize teşekkür ediyo-rum" dedi.

Daha sonra sendikalarının kapatıl-masını protesto etmek için Hükümetin büyük ortağı DYP'nin Çağlayan'daki İstanbul İl binasına kadar İşçiyiz Hak-lıyız Kazanacağız" "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek" "Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" sloganları ile yürüyen PTT emekçileri DYP İl binasına üze-rinde "Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" yazılı siyah çelenk bıraktılar. Daha sonra bir grup sendika yöneticisi DYP İstanbul şube başkanına taleplerini bil-dirmek için bina içine alındılar. İl baş-kanının olmaması nedeni ile DYP yö-netim kurulundan Haluk Tamer'le gö-rüşen sendikacılar taleplerinin hükü-mete iletilmesini istediler. Tüm Haber-Sen üyesi işçi ve memurlar daha sonra herhangi bir müdahale olmadan da-ğıldılar.

Tüm Haber-Sen'in kapatılmasını protesto eden emekçiler 26 Tem-muz'da başladıkları iş bırakma eylem-leri çerçevesinde 27 Temmuz günü de Topkapı'dan Aksaray'daki sendika bi-nasına kadar yürüdüler. Saat 12.00'de Topkapı, Bahçelievler, Bayrampaşa ve Gaziosmanpaşa şubelerinden ge-len yaklaşık 700 işçi Topkapı PTT mü-dürlüğü önünden açtıkları pankart ve dövizlerle Aksaray'a kadar "Tüm Ha-ber-Sen Kapatılamaz", "Susma Sus-tukça Sıra Sana Gelecek", "Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız" "Devlet Gü-dümlü Sendikaya Hayıf, "Zam Zulüm İşkence İşte Hükümet" sloganları ile yürüdüler. Sendika binası önünde ya-pılan basın açıklamasından sonra iş bırakma eylemine devam eden PTT emekçileri sesiz bir şekilde dağıldılar.

Kadıköy'de yürüyüş DYP'ye siyah çelenk 27 Temmuz günü Anadolu yakasın-

da çalışan PTT emekçileri sendikala-rın kapatılmasını DYP Kadıköy ilçe merkezine siyah çelenk bırakarak pro-testo ettiler.

Saat 11.30 civarında Kadıköy Bele-diyesinin karşısındaki otoparkta topla-nan yaklaşık 200 PTT emekçisi "Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" yazılı çelenk ve şube pankartı arkasında Kadıköy iskele meydanındaki DYP İlçe merke-zine kadar: "Baskılar bizleri yıldıra-ma?", "Yaşasın Demokrasi Mücadele-miz", "Ankara Şaşırdı, Sabrımızı Ta-şırdı", "Hükümet İstifa Tansu Ameri-ka'ya", 'Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" sloganları ife yürüdüler. DYP binası önüne gelindiğinde atılan "Menteşe İs-tifa" sloganları eşliğinde basın açıkla-masını okuyan Tüm Haber-Sen Ana-dolu Yakası Şube başkanı Çetin Tur-gut şunları söyledi; "Bir taraftan Ana-yasa değişikliği diğer taraftan hukuk dışı davranarak keyfi sendika kapata-rak Avrupa'yı yanıltacağını sananlar kendilerini kandırıyorlar. Önümüzdeki günlerde Avrupa insan Haklan Mah-kemesine yapacağımız başvurudan bu uygulamayı genelge ile sendika ka-patan hükümetin demokrasi belgesi olarak sunulacaktır.,.

Sendikamızı mühürlemekle ne bi-zim mücadelemizi ve beynimizi nede PTT çalışanlarının örgütlü gücünü as-la mühürleyemeyecekler...

Biz varız, sendikamızda var olacak-tır. İçişleri Bakanlığının bu genelgeyi bir an evvel geri çekmesi hukuk ve de-mokrasi adına bir zorunluluktur." diyen Turgut'un konuşması sık sık "Tüm Ha-ber-Sen Kapatılamaz", "Baskılar Bizleri Yıldıramaz", "Hükümet istifa" slo-ganlarıyla kesildi.

Daha sonra 5 kişilik sendika temsil-cileri DYP Kadıköy İlçe başkanı Süley-man Ekşi ile bir görüşme yaptılar. Ek-şi'ye taleplerini hükümete iletmesini is-teyen temsilcilerin görüşmesinin bit-mesi ile PTT emekçileri 'Tüm Haber-Sen Kapatılamaz" sloganı ile eylemle-rini bitirdiler.

Tüm Haber-Sen İstanbul Şubesi kapatıldı. PTT emekçileri kararlı:

Tüm Haber-Sen Kapatılamaz

Faşizm orduy

Daha "profesyonel" gücü daha yüksek"

Önümüzdeki günlerde Mecliste ya-salaşması için 2 yıldır bekleyen bir ta-sarı görüşülmeye başlanacak. "Sözleş-meli Subay Yasa Tasarısının Mec-lis'ten geçirilmesini takiben bu kez de "Tek Tip Askerlik" uygulamasına geçile-ceği ve uygulama çerçevesinde Yedek-subaylık, 8 aylık Kısa Dönem Askerlik ve Bedelli Askerlik uygulamalarından tümüyle vazgeçileceği belirtiliyor. Bu yasaya göre, üniversite mezunları da askerler gibi 18 ay askerlik yapacak ve en fazla "çavuş" rütbesine terfi edebile-cek.

Halka karşı açılan savaşın gelişmesi ve var olan krizin artık dayanılmaz bir hal almaya başlaması oligarşiyi, elinde-ki kozları birbiri ardına oynamaya itiyor.

Ordunun yeniden yapılanması çalış-maları aslında yeni değil. '90'lı yıllarda büyük bir sürat kazanan yapılanma ça-lışmalarının tarihi geçmişi '50'li yılların başına kadar uzanıyor. Ki bu süreç, "Milli Kurtuluş Ordusundan, Gizli İşgal Ordusuna" ya da bugünkü haliyle "Halk Düşmanı, Talancı, Yağmacı, işkenceci ve Kasaplar Ordusu"na nasıl dönüştü-ğünün tarihidir bir yanıyla.

Halka karşı verilen mücadeleye iliş-kin tedbirlerin son yıllarda sürat kazan-ması, oligarşinin halkın yükselen muha-lefeti ve silahlı mücadelesi karşısında ardı ardına aldığı yenilgilerin ürünüdür. Başarısızlık, ordunun klasik örgütlenişi-nin bu sürece tam cevap vermemesi tespitini yaptırmış ve "yeni tecrübeler ışığında" orduya yeni bir biçim kazan-dırma çalışmaları yoğunlaşmıştır. Yeni yasa, bu yönde daha ileri adımlar at-mak isteyen oligarşi ve emperyalizmin uygulamalarına getirilmiş bir ekten başka bir şey değildir. Ve ordu, Latin Ame-rika'da olduğu gibi "ölüm mangala-rı"ndan ya da Filipinlerde olduğu gibi "Merill'in serserilerimden oluşmuş bir güce dönüştürülme yolunda etkili adım-lar atılıyor. Ordunun "küçültülmesi ve modernizasyonu" adı altında alınan bir dizi tedbirin ve yeni düzenlemelerin an-lamı özetle budur.

Ülkemizin 2. Paylaşım Savaşı sonra-sında başlayan yeni sömürgeleştirilme sürecinin en önemli icraatlarından biri, ordunun yapısal ve işlevsel özellikleri-nin yeniden gözden geçirilmesidir. Bu süreçle birlikte ordunun "iç Savaşa Gö-re" şekillenmesinin ilk adımları atıldı.

Bu çok yönlü çalışmada öncelikle or-du birliklerinin ve karargahlarının yerleri değiştirilerek kent merkezlerine kaydı-rıldı. Ordunun lojistik ve ikmal ihtiyaçla-rının karşılanması işleri emperyalist te-kellere bağlandı. Jandarma teşkilatları kent dışı yerleşim birimlerinin "polis gü-cü" haline getirildi. Ordunun tüm eğitim programı değiştirildi. ABD ordusunda kullanılan müfredat "aynen" tercüme edilerek birliklerde kullanılmaya baş-landı. Tabii, "modernizasyon" çatışma-ları başlatıldı hemen. Müttefik ülkeler arasında yardımlaşma ve işbirliği adı

altında orduya "US" damgalı silah, teç-hizat ve mühimmat yardımları akmaya başladı.

Ordu ile İşbirlikçi yerli sermayedarla-rın iç içe geçmesini ve karşılıklı çıkar birliğini sağlamak amacıyla çeşitli ku-rum ve şirketler oluşturuldu. Ordunun üst yönetimini elinde tutan generallere çeşitli ayrıcalıklar sağlanarak, teminat-lar sunularak "ehlileştirilmeleri" sağ-landı. Şu anda 117 trilyon cirosu, 27 şirketi, sömürdüğü 15 bin çalışanı bulu-nan ve Türkiye'nin en büyük ikinci hol-dingi durumunda olan OYAK bu döne-min ürünüdür. Şu anda hangi dev teke-lin yönetim ya da "istişare" kurullarına bakarsanız bakın, yakın dönemde şu ya da bu kademede orduya kumanda etmiş general eskilerini bulmanız müm-kündür.

Bu süreçte —ve halen— var olan gele-nekleri de gözeten emperyalistler ve iş-birlikçileri, "Vatan-Millet" edebiyatını el-den hiç bırakmadılar. "Dost ve müttefik" diye niteledikleri ülkelerin ihtiyaçları doğrultusunda her yeni dönemde deği-şik biçimler alsa da, "Her Şey Vatan İÇİn" palavraları hiç dilden düşürülmedi. Tepede farklı hesaplar yapılırken, deği-şik slogan ve görüntüler altında aynı oyun hiç kesintisiz sürdürüldü. "Gavura alerjiyi" iyi bilen emperyalistler ve işbir-likçileri, askerlik için silah altına alınan gençlerin beynini "yalan ve demagoji-lerle" yıkadılar.

Askeri liseler ve harp okullarında, tek tip subay yetiştirme amaçlı, faşist eğitim programları devreye sokuldu. Subayların halkla olan bağlarını kopar-mak için "Lojmanlar" adı altında getto-lar yaratıldı. Askeri Öğrencisinden su-bay ve astsubayına kadar, tüm askeri personelin halkla olan ilişkilerine "ya-sadışı örgütlerin sızma tehlikesi" gerek-çe gösterilerek sınırlamalar getirildi. Cezalandırmalara gidildi. General ve üstsubaylara hizmet içi ve emeklilik sonrası pek çok ayrıcalık sağlanarak sisteme angaje olmaları ve astlarını kö-leleştirmeleri sağlandı. "Emir-komuta zinciri" adı verilen "şartsız itaat" uygula-maları ve şiddetli cezalarla ordu içinde disiplin, "sorunsuz" hale getirildi. Abartı-sız, tüm askeri personelin hafta sonla-rında bile girip çıkabilecekleri yerler, konuşabilecekleri insan tipleri, izleyebi-lecekleri filmler "kontrol" altına alındı. Korku, tek hakim duygu haline getirildi. İnzibat teşkilatı güçlendirilerek askeri personelin kıt'a dışındaki yaşamı "dü-zene sokuldu".

Yasaları, yürütme organları ve ken-dine özgü yargı sistemiyle adeta devlet içinde devlet yaratıldı bu süreçte. Hal-kın "orduya olan saygı ve sempatisi" hayasızca sömürülerek, her tertipte yüz binlerce genç insanımızın emeği ve ye-tenekleri emperyalizmin hizmetine su-nuldu. Her yapılanın "Vatan-Millet" de-magojileriyle maskelendiği bu süreç ha-

len sürmektedir. Gerici-faşist eğitim sistemi, disiplin

yönetmelikleri ve "Atatürkçülük" edebi-yatıyla ordu personelinin "düşünme ve fikir beyan etme" hakları tümden orta-dan kaldırıldı. Böyle bir durumda "ör-gütlenme" hakkından söz etmek gülünç olacaktır. Ancak yine de gelişen ve ör-gütlenme imkanı bulan personelin üstü-ne büyük bir şiddetle gidildi. Hatta bir dönem bu uygulama öyle bir noktaya getirildi ki, binlerce personel birkaç ge-cede "toplanarak", ağır işkencelere so-kuldu ve kimisi katledildi. Cezaevlerine dolduruldu. Her on yılda bir siyasi ikti-dara el koyan halk düşmanı generaller, kendileri gırtlaklarına kadar siyasetin içindeyken, kışla içine siyaseti sokma-mak için cansiperane bir çaba içine gir-diler.

Tasfiyeye uğrayan unsurların yerine çeşitli "yasal düzenlemelerle" gerici-fa-şist kökenli unsurlar getirildi. Ordu bir-likleri mescit ve camilerle "takviye" edil-di. Özellikle subay yetiştiren harp okul-larına sivil faşistlerin egemen olduğu li-selerden alınan öğrenciler doldurula-rak, bugün "kafatası avcılığı" yapan su-bayların altyapısı tamamlandı.

Bugün ordudaki gericileşme ve dinci akımların geldiği nokta boyutludur as-lında. "Din dersi öğretmeni" kılığında pek çok gerici eğitim vermekte, cemaa-te imamlık yapmaktadır. Somali'ye gön-derilen birliğe bile bir "imam-yüzba-şı'nın tahsis edilmesi bunun bariz bir örneğidir.

Biraz daha geçmişe gidersek, ordu-da başlatılan bu değişimin en önemli sınavlarından birinin "Kore Savaşı" ol-duğunu söylemek gerekir. Kore halkı-nın kurtuluş mücadelesini boğmak için emperyalist çetenin içine katılan ve ko-mutanları arasında "Paul Henze'nin ita-atkar çocuğu" Evren'in de bulunduğu birlikler büyük bir hezimete uğramaları-na ve hemen hepsi "kalça ve topukla-rından" vurulmuş olarak dönmelerine rağmen, emperyalizme hizmet ve bağ-lılıkta ilk sınav "başarıyla" verilmiş oldu. Geride, Kim İl Sung'un partizanları ve komünist gerillalar karşısında neye uğ-radıklarını şaşırmış, dünyanın bir ucu-na "hangi ulvi gaye" için gittiklerini bil-meyen, niye vurulduklarına bir anlam veremeyen bir güruh insan bırakarak ilerledi bu süreç. Kahramanlık tefrikala-rıyla bulandırılıp unutturuldu her şey.

Ülkenin "yeni sömürgeleştirilmesi" ve ordunun "milli" karakterine karşı uy-gulamalara direnenlerin son eylemi '60 politik hareketi oldu. Ancak, küçük bur-juva subay ve aydınların siyasi plat-formda gerçekleştirdikleri bu hareket, hiçbir ekonomik altyapıya ve ideolojiye sahip olmadığından kısa sürede yenil-giye uğradı. Öyle ki, '60 ihtilalini ger-çekleştirip "vatan hainlerini" asan su-baylar, olayın üstünden daha birkaç yıl geçmeden, kendilerinin arasından çı-kan ve onlara göre biraz daha direnişçi

Halka karşı verilen mücadeleye İlişkin tedbirlerin sonyıllarda sürat kazanması, oligarşinin halkın yükselen muhalefeti ve silahlı mücadelesi karşısında ardı ardına

aldığı yenilgilerin ürünüdür. Başarısızlık, ordunun klasikörgütlenişinin bu süreee tam cevap vermemesi tespitini yaptırmış ve "yeni tecrübeler ışığında" orduya yeni bir

bizim kazandırma çalışmaları yoğunlaşmıştır. Yeni yasa, bu yönde daha ileri adımlar atmak isteyen oligarşi ve

emperyalizmin uygulamalarına getirilmiş bir ekten başkabir şey değildir.

a güvenmiyor

ve "ateş ve vurucu bir orduya doğru...

bir karakter gösteren Talat Aydemir ve arkadaşlarının idam edilişlerine bile seslerini çıkaramadılar. Ve hemen hepsi birbiri ardına palazlanan tekelci sermayedarlar tarafından tasfiye edildi-ler. 12 Mart Muhtırasıyla da cezalandı-rılıp siyasi platformun dışına atıldılar. 12 Mart'tan bugüne de plan, hemen hiçbir kesintiye uğramadan satılmış ge-neraller eliyle uygulanmaya devam etti.

'80 Askeri faşist cuntasının mimar-ları, tekelci sermayedarlar ve emperya-listler adına ülke yönetimine elkoyup, keyfiyetin en büyüğünü sergilediler. Bu süreç, orduya faşist bir karakter kazan-dırılmasının son rötuşlarının yapıldığı bir süreçtir. Tasfiyelere 'son noktalar' konmuş, en İleri olasılıklar bile hesaba katılarak Ordu'ya tam bir "iç savaş" or-dusu niteliği kazandırılmıştır. Ordu, ge-nerali, subayı, astsubayı, askeri öğren-cisi, eratıyla tamamen halka karşı bir örgütlenme haline getirilmiş, emperya-lizmin birinci elden direktif verdiği bir kurum şekline sokulmuştur.

'80 cuntası sonrası -daha önceki tecrübelere dayanılarak- var olan den-geler gözetilmiş, faşizm tam anlamıyla kurumlaştırrlmış ve ordu siyaset sah-nesinin gerisine çekilmiştir. Sol, sustu-rulmuş, siyasilerin kulağı çekilmiş ve devlet tüm kurumlarıyla sivil sıfatlı fa-şist kurumlar haline getirilmiştir.

Ancak, '84 yılı itibariyle yeniden başgösteren halk muhalefeti ve direniş karşısında Ordu, yeniden siyaset sah-nesindeki yerini almış ve bilfiil gelişme-leri yönlendirmeye başlamıştır. Ulusal ve sosyaf kurtuluş mücadelesinin geliş-mesi ve giderek yaygınlık kazanması ile de, sivil faşist kurumlarla koordineli olarak "halka karşı açılan savaşa" katıl-mışlardır.

YENİ SÜREÇ VE YENİ ÖNLEMLER

'82 faşist Anayasasıyla kurumlaştırı-lan MGK ismi bu süreçten sonra çok daha sık telaffuz edilmeye başlanmış-tır. İcraatlarıyla ve "açıklamalarıyla" son karar mekanizmasının kimler olduğu daha bir netlik kazanmıştır kitlelerin gö-zünde.

Halk muhalefeti ve devrimcilerin yük-selen mücadelesinin boyutlandığı bu süreçte, varolan bünyesiyle kentlerde ve kırlarda yürütülen silahlı mücadele karşısında etkili olamayacağı anlayışın-dan hareketle, Ordu'da yeni düzenle-meler acil ihtiyaç haline gelmiştir. Em-peryalizmin Ortadoğu'daki israil ve Mı-sır'la birlikte bir ileri karakolu niteliğine kavuşturulan ordu, içte gelişen devrimci halk muhalefeti karşısında bile zor du-rumda kalmıştır. Ordu için bu klasik tip hantal örgütlenmenin "başına gelenler" karşısında başlayan telaş, ordunun ye-niden yapılanışını zorunlu kılmıştır.

Yeni yapılanış ve düzenlemelerden söz ederken, Ordunun savaşın geldiği

boyuta denk düşen yeni tip silahlarla donatılmaya başlandığını ve bunun bu-gün büyük bir süratle devam ettirildiğini söylemek gerekir. NATO üyesi ülkeler arasında son bir-iki yıldır en çok silah alan ülkenin Türkiye olduğu ve silahla-rın cinsinin kontrgerilla taktiklerine uy-gun olması söylediklerimizi kanıtlar ni-teliktedir. Özellikle tercih edilen silahlar, hafif, vurucu gücü çok yüksek silahlar-dır. Araçlar ise, hafif donanımlı ve hara-ket kabiliyeti yüksek araçlardır.

Düzenli ordunun, gerilla hareketi karşısında düştüğü açmazın ve ekono-mik olarak girilen darboğazın çözüm yolu olarak "küçük, hareketli, vurucu ve profesyonel kadrolardan oluşan" ordu yapılanış şeması hayata geçirilmeye başlanmıştır.

Bu amaçla, yeni ve kontrgerilla mü-cadelesine uygun araçlar ithal edilmiş ve ordunun neredeyse yarısı (ABD ra-

kamlarına göre 250.000 asker) cephe-ye gönderilmiştir- Uzmanlaşmış perso-nel açığını kapatmak için kimi tertiplerin askerlik süreleri keyfi olarak uzatılmış-tır. Yapılanış açısından ilk yapılanlar-dan birinin jandarmanın bölgede aktif bir güç haline getirilmesi olduğunu söylemek gerekir. JİTEM adlı terör gü-cünün yapılanışı da bu sürecin ürünü-dür.

"Özendirici" tekliflerle askerliği biten askerler, "uzman erbaş" olarak istih-dam edilmiştir. Subay ve astsubaylar-dan ayıklanan özel bir kesime "Eğridir-Foça" gibi merkezlerde Amerikalı uz-manlar tarafından özel eğitim verilmiş ve bunlardan "özel timler" oluşturul-muştur. Askerlerden de bu tip örgütlen-melerin kurulduğu bilinmektedir. Özel-likle bu birimlerin görevi, "infaz"dır.

Komando birlikleri operasyon alanını kuşatmakta, gerillanın ilerleme ve çekil-me noktalarını tutmakta, sıcak temas özellikle bu "özel timler" eliyle yapıl-maktadır. Özellikle bu unsurlar birer "paralı asker"dir. "Özendirme ve teşvik"

adı altında bu unsurlara infazları karşı-lığında para vb. çıkarlar sağlanmakta, çizmeyi aşan kimi "icraatlarına göz yu-mulmaktadır. Görevleri yakmak, yık-mak, Öldürmek, işkence yapmak, teca-vüz etmek, çalmak, kaçırmak ve aşağı-lamaktır,

Subay ve astsubaylar askeri okul çı-kışlı unsurlar olduklarından, haklarında uzun yılları bulan soruşturmalar yapıla-bilmekte ve bu soruşturmalar kişilere ilişkin yine yılları bulan gözlemlerle desteklenebilmektedir. Diğer bir deyişle "gözden kaçmaları" pek mümkün değil-dir. Ancak "muvazzaf olarak nitelenen bu unsurlarla ordunun tüm komuta ka-demeleri tamamlanamamaktadır. Özel-likle takım ve manga düzeyinde bu böy-ledir. Ve bu eksikler, genel olarak üni-versite mezunu "yedeksubaylarla (as-teğmen olarak) giderilmektedir.

Yedeksubaylar geçici unsurlardır ve

askerlerle en yakından temasta bulu-nan insanlardır. Geçicilikleri ve asli işle-rinin bu olmaması nedeniyle bu kişilerin diğer "paralı askerlerle" benzer psikoloji içinde olmaları beklenemez doğal ola-rak. Diğer bir deyişle "zevk ve huşu" içinde görev yapan, tek emirle çoluğu çocuğu katleden, yakan unsurlar olma-ları çoğunlukla mümkün değildir. Okur-yazar olmuş olmaları da bu kişilerin ik-na edilebilmelerinin önünde ciddi bir engeldir kontrgerilla şefleri için.

Bu durum ordu üst kademesi ve em-peryalistleri rahatsız eden bir işleyiştir. Ordunun subay sayısının ciddiye alınır bir kesimini oluşturan bu kişilerin, or-du'nun yeni döneme ilişkin "görevlerini" severek, isteyerek ve çıkar gözeterek yapacak bir kitleyi oluşturmadığı açıktır. Oligarşi, halka karşı açılan savaşta, tüm benliğiyle kendisine teslim olmuş, sorgusuz-sualsiz çalışan, pürüz yarat-mayan ve ona "suç ortağı" olmaya ha-zır bir statü istemektedir. Oysa yaşanı-lan bunun aksidir. Bırakalım "yedeksu-bayların" çıkardıkları pürüzü, ordunun

özellikle orta kademesindeki (yüzbaşı-binbaşı) subaylar da bile ciddi tartışma-lar yaşanmaktadır. İçten içe kaynama vardır. Savaşın vahşeti ve pervasızlığın vardığı boyut ve devrimcilerin direnişi ordu içinde sarsıntılar yaratmaktadır. Yeni düzenlemeler hep bu duruma yö-neliktir.

"Profesyonel askerlik", "küçük ve ateş gücü yüksek ordu" düzenlemeleri-ne gidilirken hesaplar çok yönlüdür. As-lında küçük rütbeli subay ihtiyacı yok-tur. İhtiyaç, sözünü ettiğimiz "gözü ka-palı görev yapan" subay arayışıdır. As-kerle en yakın temasta olan, davranış ve düşünce tarzıyla ona yakın olan su-bay kesimlerinin de diğer subaylar gibi "yetişmiş, gözü dönmüş birer katil" ol-maları istenmektedir.

Yedeksubaylığın kaldırılmasıyla or-taya çıkacak boşluğu kimlerin doldura-cağı açıktır: Sivil faşistler. "Sivil kaynak-tan muvazzaflığa geçirilecek subaylar" diye anılan kesim bunlardır. Sivil kay-nak'ın ne olduğunun üstü örtülüdür. Ay-rıca oluşacak boşluk ise, astsubayların subaylığa terli ettirilmesiyle doldurula-caktır.

Alaylardan teşkil olan Tümen'lerin terkedilip, Tabur'lardan, oluşan Tu-gay'lara geçişin hızlandırılması da bu yönde atılan bir adımdır. (Tümenler hem sayısal anlamda ve hem de hareketlilik anlamında hantal yapılardır).

"Sözleşmeli Personel" uygulaması-nın ne anlama geldiğini ise "Sözleşmeli Memur" uygulaması nedeniyle halkımız yakından tanımaktadır. Özellikle işten atılan memurlar. Çünkü, bu uygulama-da, sözleşme hükümlerine uygunsuz bir tavır içine girildiğinde, sözleşmenin tek taraflı olarak fesh hakkı oluşmaktadır. Alt rütbeli sözleşmeli subayların halka karşı savaşta, emre itaatsizlikleri, te-reddütleri sonucu işlerini kaybetme du-rumu ortaya çıkacaktır. Ordu'da emirle-rin tartışılamayacağı da herkesçe ya-kından bilinmektedir. Emir her şey ola-bilir: "yak, yık, öldür, tara, biç..."

iaşesi, silahı, cephanesi emperya-listlerce karşılanan, atamasından, eğiti-mine, yapılanış ve faaliyetine kadar her şeyi Pentagon tarafından yönlendirilen ve hiçbir "milli" özelliği kalmayan faşist ordu için imkan olsa tüm askerleri "söz-leşmeli" hale getirmeye çalışacakları açıktır. Ancak buna güçleri yetmemek-tedir. Bu yüzden benzeri Latin Amerika ve Uzak Doğu'da sıkça görülen uygula-malar gündeme sokulmaktadır.

Gelinen aşamada alınan tedbirlerin tümünün ne denli derin bir çaresizliğin ürünü olduğu görülmelidir.

Ve yine görülmesi gereken bir nokta, emperyalizmin savaşı ne denli ciddiye aldığı ve iktidarı vermemekte ne kadar kararlı olduğudur. Savaşımızın çok büyük bedellere hazır olması gerekti-ğidir. Düşmanımızın ne denli güçlü ve ne denli zayıf olduğudur.

Dersim'de halk devlet terörü ve açlığın pençesinde

Heyet yasağı, suçun ikrarı ersim halkının sorunlarını yerinde incele-mek, acil sorunları saptamak ve kısmen de olsa çözümüne katkıda bulunmak için 21

Temmuz'da Dersim'e gitmek üzere yola çıkan 10 kişilik heyet yol boyunca maruz kaldıkları oyalama ve engelleme çabalarından sonra vardıkları Dersim il sınırından içeri sokulmayarak geri çevrildi. He-yetle birlikte giden basın mensupları da aynı bi-çimde "giriş yasağı" kararından nasibini alarak geri döndüler.

Devlet böylece, demokratik kitle örgütü temsil-cilerinden oluşan bir inceleme heyetinin Dersim'e girişini ikinci kez engelleyerek, bu bölgede uygula-dığı baskı, terör ve yasaklamaları bir kez daha ka-muoyundan gizleme, dahası uygulamalarını sür-dürme hesaplarıyla hareket ettiğini ortaya koydu. Hatırlanacağı gibi Dersim'de köy boşaltma ve yakma uygulamalarının yoğunlaştığı 1994 yılı son-bahar aylarını takiben, çeşitli demokratik kitle ör-gütlerinin temsilcilerinden oluşan 70 kişilik bir he-yet, Dersim'e gitmek üzere yola çıkmış, ancak OHAL Valisi Ünal Erkan ve diğer ilgililerin suçla-rını gizleme telaşıyla yaptıkları keyfi engelleme üzerine geri dönmek zorunda kalmışlardı.

Devlet bu kez yine suçunu gizleme telaşıyla he-yetin girişini engelledi. Ancak bu kez '"suç" artık gizli değildi, biliniyordu. Dersim şehir merkezinde yüzlerce insana işkence yapan, ev ve işyerlerini kurşunlayan Özel Tim çetelerinin yasa, kurum tanı-mayan tutumları kamuoyuna yansımıştı. Bunları gizlemek zaten mümkün değildi. Düzen partileri-nin bölgedeki sözcüleri bile özel tim teröründen açıkça yakınan demeçler vermişlerdi. Keza bizzat Valilik kararıyla uygulanan gıda ambargosu henüz boşaltılmamış son köylerde de açlığın daha da ağırlaşmasına yol açmış, ambargo şehirdeki bak-kallara kadar genişledikçe açlık da yaygınlaşmıştı. İşsiz güçsüz kalan köylülerin topraklarına dönme-leri, bağ-bahçelerine bakmaları engelleniyor, hay-vanlarını yaylaya çıkarmaları yasaklanıyordu. Ya-şamı dayanılmaz kılan bu uygulamaların yanısıra özel tim polisleri ve uzman çavuşların baskı ve iş-kenceleri de yaşamın günlük olayları haline gel-mişti.

Bunlar artık bilinen, gizlenenıeyen gerçeklerdir. Devlet güçleri ve OHAL Valiliği; heyeti Der-

sim'e sokmayarak sadece bilinen suçlarını gizle-meyi değil, ama asıl olarak bu suçları, bu keyfi ya-saklama ve baskıları, işkence ve terörü sürdürme kararında olduğunu ortaya koydu.

Böylece son günlerde halka vahşice saldıran, yasa-kural tanımayan Özel tim çetelerinin devletin kontrolünden çıkmış, kendiliğinden hareket eden çeteler olmadığı, bu çetelerin yaptığı herşeyin OHAL Valisi başta olmak üzere bizzat devlet yö-neticileri tarafından bilindiği ve üzerlerine düşeni, yani saldırgan güç görevini yaptıkları daha net or-taya çıktı. Çünkü, devlet bu çeteleri koruyup teşvik eden taraf olmasa, heyetin bölgeye girmesini de engellemezdi. Tersine "kontrol dışına çıkan", "yasa-kural tanımayan" bu çetelerin kontrolünü ele ge-çirmek için sivil örgütlerin denetim ve kamuoyu baskısını kullanırdı. Ama tam tersini yaptı. Heyetin bölgeye girişine "kamu düzenini bozacağı" gerek-çesi ile izin vermedi. Çünkü gerçekte, devlet yöne-ticilerinin bozulmasını istemedikleri şey, zaten ol-mayan kamu düzeni değil, halkı sinderme ve kor-kutup kaçırma planlarıydı.

Dersim'e gitmek üzere yola çıkan 10 kişilik heyette Ankara Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Be-hiç Aşçı da yeralmıştı.

Heyet nasıl oluşturulmuştu? En-gelleme ihtimaline karşı zorlayıcı ol-mak ve geziyi sürdürmek için ne gibi önlemler düşünülmüştü? Böylesine ciddi ve can alıcı bir soruna sahip çıkarken, üstlenilen misyonun ağırlı-ğına uygun tutum ve davranışlar ile yeri geldiğinde göze alınacak bedel-ler önceden hesap edilmiş miydi?

Av. Behiç Aşçı ile bu sorularımız üzerine konuştuk:

Heyet nasıl oluştu!

A n k ar a ' d a 20-21 Mayıs ta-rihlerinde Der-simli köy muh-

tarlarının gelmesi İle yapılan toplan-tılarda köylere dönülüp dönülmeye-ceği, dönülecekse nasıl dönüleceği tartışılmıştı. Bir üst komite oluşturul-muş, buna bağlı komisyonlar kurul-ması düşüncesi benimsenmiş. Der-sim halkı ile duyarlı kişi ve kurumla-rın işbirliğini koordine edip, zor du-rumdaki halkın acil sorunlarına sa-hip çıkma, atılacak adımlara bölge milletvekillerini, belediye başkanla-rını da dahil etme gibi kararlar alın-mıştı. Halkın acil sorunlarının başın-da ise köyüne, toprağına, yaylaları-na geri dönme talebi geliyordu.

Üst komisyon bir süre birşey ya-pamadan bekledi. Sonunda 14 Temmuz'da Dersim'e giderek bura-da bir üst komisyon toplantısı yap-ma kararı alındı. Çeşitli demokratik kitle örgütü temsilcilerine de çağrı yapılacak ve isteyen destek amacıyla heyette yeralabilecekti.

Ancak yola çıkılacağı gün seya-hat iptal edildi. Son anda gelen ha-bere göre Milletvekili Sinan Yerlika-ya OHAL Bölge Vali'sinden izin ala-madığını bildirmiş.

Bu haber üzerine gezinin iptal edilmesi olumsuz oldu. Çünkü hem inisiyatif Sinan Yerlikaya'ya teslim ediliyor, hem de OHAL'in yasaklama sözleri meşrulaşmış oluyordu. Oysa Dersim'e seyahat özgürlüğünü en-gelleme diye bir tutum, hiçbir şekilde kabul edilemezdi.

Heyetle milletvekillerinden bir-kaç kişi olacağı söylenmişti. On-lar neden yoktu?

Evet, ilk heyet düşüncesi oluştu-ğunda, üst komisyon adına bölge milletvekilleri ile görüşen arkadaşlar olumlu cevap almışlar. Ama sonra-dan hepsi de yan çizdi. Sinan Yerli-kaya; Meclis'teki Anayasa görüşme-lerini İleri sürerken, Kamer Genç hiçbir gerekçe göstermeden gelme-yeceğini söylemiş.

Daha önce geleceğini söyleyen Salman Kaya da, bölge milletvekille-rinin gelmemesi üzerine vazgeçmiş. Kısacası milletvekilleri bölgede ya-şanan sorunun aciliyeti ve ağırlığı-

nın farkında değilmiş gibi davrandı-lar. Heyete destek olmamakla aslın-da kendi halklarına sırtlarını döndü-ler.

Heyete temsilci vereceğini söyle-yen İHD ve ÇHD'den de kimse gel-medi. Doğrusu lafa gelince herkes-ten çok konuşan bu kurumların, bu konuda böylesine gayri ciddi dav-ranmalarının da hiçbir hakti gerek-çesi olamaz.

Yolculuk nasıl başladı, nasıl sürdü?

Yola çıkarken, heyet adına görüş-me yapma ve karar almaya yetkili üç temsilcinin üst komisyon tarafın-dan seçildiğini söylediler. İçinde ye-raldığımız bir heyette, bize söz hakkı tanımayan bu ilginç ve çarpık yaklaşıma şaşırdık. 10 kişilik heyetin sözcüsünün bu heyet tarafından se-çilmesi en doğru olanıydı. Bu ilginç dayatmaya, geziyi baştan olumsuz bir havaya sokmamak için itiraz et-medik.

Heyet olarak ortak kararımız, na-sıl engelle karşılaşılırsa karşılaşıl-sın, yola devam etmekte kesin ka-rarlı olduğumuz gösterilecek, en meşru ve yasal hakkımız olan seya-hat özgürlüğümüz konusunda ısrar edilecekti. Engel olunan yerde otur-ma eylemine ve açlık grevine başla-nacaktı.

Yolculukla beraber engellemeler de başladı.

Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Sivas ve Malatya il sınırlarında durdurul-duk ve her seferinde de OHAL Böl-ge Valisi'nin "Tunceli'ye girme yasa-ğı"kararı gerekçesi gösterildi ve geri dönmemiz istendi, OHAL Valisi bi-zim gezimizi bölgedeki huzur ve gü-veni bozucu olarak niteleyerek girişi-mizi yasaklamıştı. Hangi huzur, hangi güven, bunları bozan kim? Doğrusu bunların lafını etmek bile hiçbir mantık kalıbına sığmıyor, komiklik keyfiyet biçiminde sırıtıyordu. OHAL Valisi'nin bizim can güvenliğimizi ko-rumak gibi bir kaygısının olmadığını ise söylemeye gerek yok. İlk ciddi arama Malatya sınırında

oldu. Yanımızda götürdüğümüz 8 çuval giyecek didik didik arandı. Her durduruluşumuzda ve aramalarda bilerek oyalandık, 16 saatlik yolculu-ğu 26 saatte tamamladık.

Bu arada Elazığ il sınırında ilginç bir olay yaşandı. Polis Elazığ'ın için-den geçmemek için tali ve ıssız bir yol olan Sivrice yolundan gitmemizi istiyordu. Bu yolda özel tim araçları-nın olduğunu öğrendik. Ve güvensiz bularak buradan gitmeyi reddettik. Polisin ısrarına oturma eylemi ve aç-lık greviyle cevap verdik. Sonunda geri adım attılar ve Elazığ'ın içinden yolumuza devam ettik.

Engelleme girişimlerine, hatta "başımıza, geleceklerden kimse so-rumlu değildir" gibi tehdit kokan ya-zıların altına imza attırmak istemleri-ne rağmen heyetin yoluna devam etmesi şüphesiz olumluydu. Ama heyette gevşeme ve kararsızlık da

aynı süreçte uç vermeye başladı. Zamanımız az olduğu halde bir mo-la yerinde çay demletmek için durul-ması gibi tutumlar belli bir gevşemeyi gösteriyordu. Kararsızlık ise Dersim İl sınırına vardığımızda açığa çıktı.

Seyitli Köprüsüne vardığınızda neler oldu?

Evet, Seyitli Köprüsü'ne vardığı-mızda, buradaki jandarma birliği ta-rafından durdurulduk. Karakoldaki en üst rütbeli subayla, heyet adına 3 temsilci görüşmeye gitti. Yapılan gö-rüşmede yine OHAL Bölge Valisi'nin kararı tebliğ edilmiş, bu arada bölge-de yoğun çatışmalar olduğu için gü-venliğimizin sağlanamayacağı, bu nedenle geçişimize izin verilmeye-ceği söylenmiş. Heyet sözcüleri ise daha önceden alınan karar gereği, oturma eylemi ve açlık grevi ile Der-sim'e girme ısrarımızı sürdüreceği-mizi açıklamışlar. Biz de arabadan inip oturduk.

Bu sırada yakın bir bölgede çatış-ma olduğu ve bir askerin yaralandığı haberi geldi. Ortam daha da sertleşti. Görüşmeden çıkışta bir yüzbaşı; "Askerler çok gergin. Biri silahını ateşler, birşeyler olur sonra bizi suç-larsınız" diyor. Bu tehdit heyet söz-cülerinin ikna olmasına yetti. Ve di-ğer heyet üyelerinin düşüncelerini alma gereği bile duymadan yola çık-ma kararını açıkladılar. Tabii bir kez geri adım atılınca, gerisi de gelecekti. Nitekim geldi de. Elazığ'da bekleyip, ertesi gün hava aydınlanınca ve çatışma hafifleyince yine girmeyi de-neme gibi düşünceleri hayata geçir-menin zemini bile kalmadı. Çünkü arabamızın Elazığ'a girişi ve konak-lamamız engellendiği gibi, Malat-ya'ya varana kadar hiçbir yerde kal-mamıza da izin verilmedi.

Malatya'yı geçince heyette bir ra-hatlama oldu. Atıp tutmaya başla-yanlar oldu. Bu ortamda İçişleri Ba-kanlığı önünde bir basın açıklaması yapma, Dersim halkına ulaştırama-dığımız giysileri yakma ve ilgili ma-kamlara protesto telgrafları çekme kararları alındı. Ancak Ankara'ya vardığımızda bunlardan da vazgeçil-di.

Son olarak eklemek istedikleri-niz...

Heyetin, Dersim'e sokulmaması, devlet güçlerinin teşhiri anlamında belli bir sonuç yaratmıştır. Ancak bu saatten sonra teşhirin çok anlamlı olmadığı açıktır. Önemli olan Dersim halkı ile daha yakın bir dayanışma kurabilmek. Bu anlamda gezi isteni-len hedefine ulaşmış sayılamaz. Ay-rıca bu tür gezilerin daha ciddi hazır-lık, daha ciddi çaba gerektirdiği, bir-şeyier yapılacaksa bunu en ince ay-rıntısına kadar düşünüp, bundan ta-viz vermeden yapmanın önemli ol-duğu görüldü. Daha etkili dayanış-ma çabaları için yaşanan olumsuz-luklardan da ders çıkarmak gereki-yor.

Heyetten izlenimler

"Valinin yasaklama kararının gerekçesi komikti"

D

Oligarşinin maaşlı-faşist çetelerinin asli görevi halka saldırmak ...

Devletin gerçek yüzü; özel tim terörü

Özel tim, ya da Özel Harekat Timleri olarak ismi duyulan maaşlı faşist çeteler bu kez icraatlarıyla gündeme girdiler. Dersim şehir merkezi ve ilçelerinde, özellikle sivil halkı hedef alan ve vahşet düzeyine varan saldırganlıklarda yöre halkının ve milletvekillerinin tepkisini çekerken, nitelik-lerini de gözler önüne serdiler. Elbiseleri-ne taktıkları üç hilalli armalar, bozkurt kol-yeleri, sarkık bıyıklan ile zaten faşist kim-liklerini sergilemekten çekinmeyen Özel Polis Timleri, Temmuz ayının ilk haftasında Dersim'de Vali dahil herkese kafa tutarak ve hiçbir yasa-kural tanımayarak adeta kenti esir alıp, savunmasız sivil halk üzerinde terör estirdiler. Ev ve işyerlerini silahlarla tarayıp, yüzlerce kişiye sokaklar-da saldırıp işkence yaptılar. Gerilla ceset-lerini arabaların ardında sürükleyerek getirip meydana yığdılar. Aynı tür manzaralar Kürdistan'ın diğer şehirlerinde de olmuştu. Dersim'deki son gelişmeler, yeni bir olgu-yu değil, zaten varolan resmi bir çetenin faşist niteliğini ortaya koyuyordu.

Özel Harekat Timleri Yeni Değil 1993 yılının 12 Ağustos'unda Emniyet

Teşkilatı Kanunu'nda yapılan bir değişik-likle dört polis okulundan ikisi, Özel Hare-kat Timi yetiştirmeye ayrılmış ve sayıları-nın 15 bine çıkarılması planlanmıştı.

Halka yönelik baskı politikalarında so-nuç alamayan ve gerilla karşısında düzenli ordularıyla etkili olamayan oligarşi, 1993'te özel eğitilmiş birlikler oluşturma kararı almıştı. Bu amaçla Amerikalı su-bayların denetiminde Eğridir, Foça gibi merkezlerde, ordu, kendi özel timlerini ye-tiştirirken polis teşkilatı da benzer bir olu-şuma gitti.

Gerek ordu içinde subay, astsubay ve komando erlerin özel eğitimi ile oluşturu-lan özel timlerin, gerekse polis okullarında yetiştirilen özel timlerin kullanıldığı başlıca işler; işkence, köy yakma, sorgulama, kat-letme gibi savaşın acımasız ve kirli uygu-lamalarında verilen görevlerdi. Sivil halkı hedef alan en acımasız baskıları uygula-mada bu timler kullanıldı.

Böylesi görevleri yapabilmek için, insa-ni değer ve duyguları körelmiş kuklaları bulmak için ise MHP tabanı en elverişli kesimdi.

Nitekim özel harekat timleri oluşturulur-ken başlarına Korkut Eken gibi tescilli bir

faşist polis şefi getirildi. MHP aynı dönem, tabanında "özel orduya katılma" seferber-liği başlattı. Ve askerliğini komando olarak yapmış kişiler arasından, polis okullarına öğrenci alınırken yapılan sözlü sınavdan geçmek için MHP referansına sahip ol-mak yeterliydi. MHP'li il ve ilçe başkanları ile MHP'li milletvekilleri birçok işsiz gence, faşist olmak kaydıyla böylece "iş" buldu-lar. Onları özel time eleman olmak üzere polis okullarına gönderdiler. Buralarda ve-rilen eğitimin MHP'nin parti kamplarından farksız olarak, şoven, ırkçı ve faşist nitelikte olduğu da yine kamuoyuna yansıyan bir başka gerçekti.

Polis teşkilatı içinde oluşan özel hare-katçflar, böylece üniforma giymiş, silah-landırılmış ve yetki verilmiş faşist çeteler olarak savaşa sürüldü.

"Yeniçeri" İtirazları Dikkate Alınmadı Özel Polis Timleri oluşturulurken, timlerin

açıkça MHP'li oluşu, diğer düzen partilerini rahatsız etmedi değil. Sorunu en açık biçimde emekli Orgeneral Recep Ergun koydu: 'Yeniçeriler profesyonel or-duydu. Yeniçeriler geliyor ve bir daha git-miyorlardı. Yeniçeri Osmanlı'nın başına bela olmuştu. Kendi başlarına buyruktu-lar." Düzen partileri hem iç politikada ken-dilerine baskı uygulayacak, hem de rahat-lıkla denetim dışına çıkacak böylesi bir si-lahlı -ve partili- güce karşı çıktılar. Karşı çıkanlar arasında Cumhurbaşkanı Sü-leyman Demİrel bile vardı. 14 Ağustos 1993 tarihli Milliyet gazetesinde yeralan demecinde Demirel, "Hangi Anayasaya dayanarak özel ordu kuracaksınız? Hangi yasaya göre özel ordu kuracaksınız? Özel ordu demek, devlet bu işi yapamadı, bazı kişiler ordu kurup bu işi halletsin demektir" dedi.

Ama bu karşı çıkışlara rağmen, partiler seslerini kesti. Demirel de kafasını eğip yasayı onayladı. Ve bugün Dersim'de Va-li'yi bile takmadan, kendini her türlü yasa ve kurumun üzerinde gören laşist çetelerin oluşumu ve eğitimine başlandı.

Çünkü bu çetelerin kurulmasını isteyen güç, devletin en üst siyasi kurumu olan MGK idi. MGK tavsiyelerini ne Meclis, ne de siyasi partiler hiçbir zaman geri çevire-cek güçte olmamışlardı. Özel ordu ve po-lis timleri oluşturmak, oligarşinin "düşük

yoğunluklu savaş" olarak nitelenen ve tüm halkı hedef alan genel baskı ve sindir-me politikasının araçlarından biri ve en önemlisiydi.

Özel Harekat Timleri Devletin Gerçek Yüzü Dersim'de MHP'li kimliği ile sivil halka

saldırınca, Özel timler yine düzen partileri-ne mensup bölge milletvekillerinin hedefi oldu.

DYP Diyarbakır Milletvekili Salim En-sarioğlu; "Özel tim kendini çok farklı gö-rüyor. Kendilerini herkesten üstün görü-yorlar. Ne savcı, ne hakim, ne müdür dinli-yorlar. Bunları kontrol altına almak lazım" dedi.

DYP Hakkari Milletvekili korucubaşı Mustafa Zeydan; "Özel time yönelik eleş-tirileri haklı buluyorum. Bir dönem Hakka-ri'de panzere MHP bayrağı çekerek dolaş-tılar. İl başkanımıza MHP'yi desteklemesi için baskı yaptılar" diye dert yandı.

Refah Partili Milletvekili Halil İbrahim Çelik; "Özel timin bir siyasi partinin propa-gandasını yaptığını ve onun elemanı gibi çalıştığını bir raporla tespit etmiştik" diye-rek özel timin denetlenmediğini söyledi.

CHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerli-kaya ise uzun uzun özel tim ile MHP ara-sındaki bağı ispatlamak için uğraştı. Sanki bu yeni anlaşılan bir durummuş gibi, Em-niyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ı iddi-alarını ispatlamak üzere Dersim'e davet etti. Sinan Yerlikaya'nın da talebi MHP'li bu çetelerin geri çekilmesi ya da kontrol altına alınması ile sınırlı idi.

Özel timlerin kuruluşu sırasında muha-lefet etmişler ama hiçbir işe yaramamıştı. Şimdi ise, hem de "iktidarda" olan iki siyasi partinin milletvekilleri, özel timlerin kontrol altına alınması ve denetlenmesini istiyor ama değişen bir şey olmuyordu. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, sanki alay edercesine özel tim çetelerinin bıyıklarını kısaltmalarını istedi. Yaptıkları onca yasadışı işlere, işkence ve katliamlara rağmen ne bir soruşturma açıldı, ne de bir cevap verildi. Bıyık kısaltma gibi komik ve göstermelik "değişikliklerle" özel timlerin görevlerine dokunulmadı.

Dokunulması da beklenemezdi.

Dersim'in Mazgirt ilçesinde, Özel

Harekat timlerinin halka yönelik yasa-dışı uygulamaları ve estirdikleri terör belgelerle ortaya konuldu.

Mazgirt ilçesi Aslanyurdu Köyü'ne gelen Özel Timler 14 Temmuz gündüz sa-atlerinde köylülerin ve köy yakınında bulu-nan Karakol askerlerinin gözleri önünde, köylülerin kışlık buğdaylarını ve otlarını ateşe verdi. Aslanyurdu Köyü muhtarı İr-fan Yıldız bu gelişmeler üzerine, buğday ve otların yanışına şahit olan köylülerin de imza attıkları bir tutanak düzenleyerek, bu belgeyi TBMM milletvekillerine gönderdi.

Köylülere ait buğday ve otların yakıl-ması ile ilgili olarak Muhtar İrfan Yıldız, Mehmet Yıldız, Haydar Sezgin, Kekil Bozan, Mehmet Şakır, Musa Erdoğan, Kekil Tomurcu, Hasan Taştekin, Yusuf Öz ve Hüseyin Batıranın imzaladığı bel-gede şahit olunan gelişmeler şöyle anla-tıldı;

Çünkü, Sinan Yerlikaya başta olmak üzere özel timlerin ıslah edilmesi ve kon-trol altına alınmasını isteyen bölge millet-vekillerinin üzerinden atladıkları gerçek şu ki, MHP özel tim kadrolarını ele geçirmedi, Özel timi kuranlar MHP'lileri seçti. Halka karşı savaş politikasını gündeme getiren oligarşinin, saldırgan bir güç oluşturma planının bir parçası olarak, özel tim oluş-turulurken, MHP referansı bilerek aran-mıştı. Böylesi insanlık dışı uygulamalarda görevlendirilecek çeteler için MHP'lilerden daha elverişli, daha "güvenilir" kimseyi bu-lamazlardı.

Gerçi, "savaşa gidiyoruz" diye büyük miktarda para alan bu maaşlı faşist sürü-ler, kendilerinden birkaç kişi ölünce azgın köpekler gibi tepki vererek, savaşa hiç de hazır olmadıklarını gösterdiler. Ölmekten ödlerinin patladığı ortaya çıktı. Bu nedenle, sahiplerini de rahatsız eden taşkınlıklar yaptılar.

Bu noktada, özel tim terörü karşısında halka sahip çıkarken, bazı taşkınlıkların önlenmesini istemek halka yönelik asıl baskı politikalarını görmezden gelmektir.

Özel tim, devletin kontrol dışına çıkan yaramaz çocuğu değil, sistemin özüdür, devletin politikalarının ana halkasıdır. Oli-garşinin maaşlı çeteleri sadece Kürdis-tan'da değil, toplumsal muhalefetin ivme kazandığı her yerde, halka saldırmak için eğitilmiş ve donatılmıştır. Bu nedenle özel timlerin MHP'li kimliklerini gizlemelerini is-temek, özde hiçbir şeyi değiştirmez. Siste-me baskısını sürdürmek için kendini yeni-leme olanakları verir o kadar.

Özel Harekat Timleri, JİTEM vb. yapı-lar kontrgerilla örgütlenmesinin zincirleri-dir. Bu çeteleri partilerüstü hale getirmek, tarafsızlaştırmak gibi talepler anlamsız ve boştur. Esas olarak bu maaşlı çetelerin karşısına, halkın örgütlü güçlerini dikmek-ten başka yol yoktur.

Halka karşı suç işleyen, ekinlerini, bah-çelerini, evlerini, köylerini yakan, işkence ve katliamlara karışan özel tim çetelerine karşı, direnmenin her biçimiyle seferber olmak, suçlulardan hesap soran bir müca-dele hattına güç vermek ve savaşmak her geçen gün daha acil bir zorunluluk haline gelmektedir.

"Bizler, Mazgirt ilçesi Aslanyurdu

köylüleriyiz. Köyümüzde kadimden beri, ta-rım ve hayvancılıkla uğraşıyoruz. Bu yıl ek-tiğimiz ve kışlık ihtiyaçlarımıza un olarak değerlendirdiğimiz buğdaylarımızı ve hay-vanlarımız İçin hazırladığımız otlarımızı Özel Harekat Timleri yaktı. Şöyle ki, 14.07.1995 günü saat 10:00 sularında kö-yümüzün Köyüstü mevkiindeki otlarımız gündüz gözüyle timler yaktı. Bunu gözleri-mizle gördük. Keza aynı gün saat 12:00 su-larında karakolun hemen yanında bçilme noktasına gelen buğdaylarımızı da timler yaktı. Bizler de bu yangını söndürmeye ça-lışırken karakolda bulunan askerler bize yardımcı oldular. Yangını askerlerin de yardımıyla söndürdük."

Muhtar İrfan Yıldız, karakoldaki as-kerlerin de Özel Tim terörüne şahit oldukla-rını, herşeyi gördüklerini sözlerine ekledi.

Özel tim, devletin kontrol dışına çıkan yaramaz çocuğu değil, sistemin özüdür, devlet politikalarının ana halkasıdır. Oliarşinin maaşlı çeteleri sadece Kürdistan'da değil, toplumsal muhalefetin ivme kazandığı her yerde, halka saldırmak için hazırlanmaktadır. Bu nedenle özel timlerin MHP'li kimliklerini gizlemelerini istemek, özde hiçbir şeyi değiştirmez. Sisteme baskısını sürdürmek için kendini yenileme olanakları verir.

Özel Tim'den Ekin Yakma

Ruh hastası asker ve polisler oligarşinin aynasıdır

rine azgın köpekler gibi saldı rtılmaktadır-lar. Bu "kahramanlar öyle vahşi leşti ril-mışlerdır ki, öldürdükleri insanların kulak-larını, burunlarını kesip kolleksiyon bile yapabilmektedirler. Bu canavarları yara-tan oligarşidir.

Bu psikopatlardan sadece 18 aylık askerlik döneminde yararlanılmaktadır. Oligarşi, böyle azgın köpekleri yaratırken uzun vadeli düşünmektedir. Bunlardan, terhis olduktan sonra "sivil" hayatlarında kontr-gerilla elemanı olarak yararlanmak amaçlardan birisidir. Oligarşinin kitle kat-liamlarında, insanları kaçırmada, işkence yapmada bunlardan iyi "görev" yapacak bulunmaz. Bu vahşilere polis olmaları için öncelik tanınmaktadır. Polislik sınav-larında "Askerliğini Güneydoğu'da ko-mando olarak yapanlar tercih edilir" du-yuruları nedensiz değildir. Bunların he-men hepsi işkenceci olmaktadır. Ayrıca çeşitli banka ve tekeller "Güvenlik ele-manı' alırken de bunları tercih etmekle-

dir. Kontr-gerilla elemanı, polis veya "gü-venlik elemanı" olamayanlar ise, topluma salınmakta ve faşist-şoven düşünceleriy-le toplumu zehirlemeye çalışmaktadırlar. Bu katillerin hemen hepsi MHP'lidİr. Bun-lar çalıştıkları işyerlerinde veya oturduk-ları mahallelerde devrimcilere, ilericilere karşı hazır güç olarak bekletilmektedir-ler.

Ama, tüm bunlara karşın, oligarşi, bu halk düşmanı ruh hastaiarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Hastalıkları onların ye-terince "hizmet" vermelerinin önünde bir engel oluyor. Çünkü, sürekli uyuşturucu alan, içki içen, her türlü gayrı-meşru işle uğraşan bu yaratıkların, oligarşinin dene-timinden de çıkma olasılığı vardır. Oli-garşinin katliam ve işkencelerinin tüm kamuoyunda yaygın olarak teşhir olması ve giderek yükselen toplumsal muhalefet de, oligarşiyi yeni bir manevra yapmaya zorladı. İşte Karadayı'nın bahsettiği "Re-habilitasyon Merkezi", böylesi bir ihtiya-

cın ürünüdür. Yani halka karşı savaş gü-cünü yeniden kazandırma ve halkı kan-dırma amaçlıdır. Çünkü oligarşi hiçbir zaman bu kasapları tedavi etmek iste-mez. Ki, bundan önce bunalıma giren, sıradan insanları öldüren, intihar girişi-minde bulunan onlarca asker ve polis, çeşitli hastahanelerin psikiyatri servisle-rinde "tedavi" görüyorlardı. Genelkur-may'ın bünyesinde böylesi bir "Rehabili-tasyon Merkezfnin kurulması, "güvenlik kuvvetlerimde ruhsal bunalımlı psikopat-ların çok artığının bir göstergesidir.

Halka karşı yürüttüğü savaşta ruh hastalarına güvenen oligarşinin kazanma şansı yoktur. Halkın bağrından çıkmış, halk sevgisiyle dolu, halkın kurtuluşu için kanının son damlasına kadar savaşan, duvarlara inancını kanıyla yazan, "Bizim teslim olduğumuzu nerede gördünüz?" diyen Halk Kurtuluş Savaşçıları oligarşiyi, ruh hastası asker ve polisleriyle birlikte tarih sahnesinden silecektir.

ligarşi, yıllardır halklarımız üzerin-deki katliam ve baskı politikalarını eksiltmedi. Bu haksız savaş öyle boyutlara ulaştı ki, gözaltında

kaybetmeler, infazlar, işkenceler günlük, sıradan olaylar haline geldiler. Milyonlarca insan yerlerinden-yurtlarından edildiler.

Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Kara-dayı'nın yaptığı bir açıklama, haksız sa-vaşın başka bir boyutunu ortaya koydu. Karadayt, savaşta ruhsal bunalım geçi-ren askerler için Genelkurmay bünyesin- de bir "Rehabilitasyon Merkezi"nin ku-rulacağını söyledi. Karadayı'nın "ruhsal bunalım" itirafı, tüm dünyada emperyaliz-mi ve işbirlikçilerinin askerlerinde orta-ya çıkan ruhsal hastalıkları akla getirdi. Tüm dünyada bu hastalık "Vietnam sendromu" olarak adlandırılıyor. Yani "kahraman" Mehmetçikler de Vietnam sendromuna yakalanmışlardı. Bu hasta-lığa yakalananlar tek bir şeyle tanımla-nabilir; toplum dışına düşmüş psikopat-lar. Bunlar bunalımlıdır, bir işte çalışa-maz, İnsanlara düşmanlık eğilimleri var-dır. Sık sık hayal görür, gerilere, katliam ve işkence yaptıkları günlere dönerler. Bu sırada karşılarına çıkan her insanı öl-dürebilirler. Bunların çoğunluğu alkol ve uyuşturucu kullanır. Bunalımları artığın-da intihar etmeleri kaçınılmazdır. Peki bu "Vietnam sendromu" ya da psikopatlık nasıl ortaya çıkıyor? Olayın asıl yönü bu-rasıdır.

Ülkemizde halklarımıza karşı sürdürü-len haksız savaş o kadar vahşet içer-mektedir ki, normal insanların bunları uy-gulamasını bir yana bırakalım, bunlara tahammül etmesi bile imkansızdır. Örne-ğin, bir gerillanın başını kesip kucağına vermeyi, öldürülmüş bir kadın gerillanın cesedini soyup teşhir etmeyi ve cesetle-rin çevresinde tepinip gülerek poz ver-meyi normal İnsanlar yapabilir mi? Hal-kın üzerine ateş açmak, işkence yap-mak, cesetleri parçalamak, köyleri yak-mak için ancak ruh hastası olmak gere-kir. İşte oligarşi, halklarımızı ve onun ön-cülerini katletmek, sindirmek için bu hak-sız savaşını sürdürmek zorundadır. Bu, onun varolma koşuludur, bunsuz yapa-maz. 20 yaşında askere alınan gençlerin önce faşist-şoven propaganda ve vaat-lerle beyinleri yıkanmakta ve halkın üze-

Gazetelerde bir haber; "Poliste re-form çağı". Ne reformu diye merak edip okumaya başlıyorsunuz; "Polisler, semi-nerlerle kendisiyle barışık, iş ve özel hayatını koordine edebiler, çevresi ile iyi ilişki kurabilen, işinden zevk almayı öğrenmiş hale getirilecek"miş'. Bir de çi-zimlerle polisin nasıl davranacağını an-latmışlar; sabahları günaydın diyecekler, teşekkür edecekler, yolunuz emniyete düştüğünde hoşgeldinizle karşılayacak-lar, kendi aralarında ortak bir dil ve kül-tür birliği oluşacak vb. Kısacası polise "nezaket" öğretilecek. Tüm bunları öğre-nen polisler yakalarına "Önce İnsan" ya-zılı rozetler takacaklar. Şimdilik yalnızca havaalanında görevli polislerin katıldığı bu seminerlere trafik polisleri, çevik kuv-vet ve istanbul'daki tüm birimler katıla-cak. Seminerler uluslararası bir eğitim kuruluşu olan Time Menager Internati-onal tarafından düzenleniyor.

Aslında polis bu seminerlerden önce de yukarıda sayılan bazı kurallara riayet ediyordu. Örneğin emniyete düştüğü-nüzde alaylı da olsa "Ooo hoşgeldiniz, sizi bir süre tesislerimizde ağırlayaca-ğız" gibi sözlerle işkenceye başladıkları hiç de görülmemiş bir olay değil. Sonra aralarında hiçbir toplulukta olmadığı de-recede ortak bir dil ve kültür şekillenmesi var. Kimselerin bilmediği küfürleri onlar bilirler, üstelik yalnızca gözaltına al-dıkları, işkence yaptıkları insanlara karşı değil birbirleriyle de bu küfür lisanıyla anlaşırlar. Rüşvet, tehdit, adam kaçır-ma, haraç kesme, işkence, hak alma ey-lemlerine en pervasız saldırılar, alkol, uyuşturucu, ahlaksızlık vb. de ortak ya-şam kültürlerinin en önemli parçalarıdır.

Polise duyulan nefretin, polisin İçinde bulunduğu tecrit olmuşluğun çok iyi far-kındalar. Hatta polisin en yılmaz savu-nucusu olan faşist Ortadoğu Gazete-si'nde dahi "... Bütün bunlar (çeşitli suç-lamalar kastediliyor, b.n.) polisin aley-hinde bir kamuoyu oluşmasına sebep oldu. O kadar ki, Elbistan, Kırklareli ve

Tire'de bir iki vatandaşın gözaltına alın-ması ve benzeri olaylar; bahane eden gruplar karakollar ve Emniyet Müdürlü-ğü binalarını bastı, camları kırdı, soka-kalarda eylem yapar hale geldi." sözle-riyle itiraf etmek zorunda kaldıkları bir durum bu. Son icraatlarına da her ne kadar reform adını verseler de, düzenin, bekçiliğini yaptırdığı bu hasta ruhlu cina-yet şebekesinde reform yapmak gibi bir niyeti yok. Asıl olarak makyaj tazele-mek, teşhir ve tecrit olmuşluğu azaltmak amacındalar. Halkın polise düşman ol-masının gerçek nedeni "nezaketsiz" davranışları da değildir zaten. Herşey bir yana; katliamların, işkencelerin, sal-dırıların "nezaketsizlik", "kabalık", "cahi-iik" gibi sözcüklerle tanımlandığı nerede görülmüş. Gazi'de, 1 Mayıs'ta halkın üzerine hedef gözeterek ateş açan, on-larca insanı katleden, yaralayan, Ok-meydanı'nda evlere kadar girip terör es-tiren, önüne gelen herkesi işkencehane-lere götüren polisin davranışlarının ne-denleri "Önce insan" seminerlerine katıl-dıklarında yok mu olacak. Ziya Paşa'nın "Eşeğe altın palan vursan eşek yine eşektir" sözünde ifade ettiği gibi; yakası-na "Önce İnsan" rozeti de taksan işken-ceci yine işkencecidir.

Yeni bir imaj ve halktan dışlanmışlığı yoketmek arayışı polis için İlk değil. Bu-nu daha önce birçok kez denediler. Yeni spor lacivert üniformaları, güneş gözlük-lü, motosikletli, "Yunus Sevgidir" çıkart-malarıyla Yunuslar onları daha sevimli kılmadı. Şimdi de yolda gülümseyerek dolaşmanın, otobüslerde yaşlılara ve bayanlara yer vermenin, yolda rastladık-ları çocukların kafasını okşamanın hal-kın içine girmeye yeteceğini mi sanıyor-lar yoksa.

Polis için düzenlenen seminerlerin halk nezdinde imaj tazelemek amacının yanı sıra diğer bir önemli nedeni de poli-sin içinde bulunduğu ruh halidir. Menzir "kendisiyle barışık, iş ve özel hayatını koordine edebilen, işinden zevk almayı

öğrenmiş" polislerden bahsederken bir rehabilitasyondan bahsediyor. Seminere katılan bir polis kendi anlayışlı ve yar-dımsever tutumunu göstermek için "Şanlıurfa'da görevdeyken trafik kazası yüzünden hastaneye getirilen 18-20 ya-şındaki bir gence kan verilmesi gerekliydi. Benim kanım tuttuğu için hemen masaya yattım. Tam o sırada bir genç 'Benim kardeşime polis kanı vermeyin' diye bağırmasına rağmen işlem devam etli" diye anlatıyor halkın polise karşı taham-mülsüzlüğünü. Toplumdan böylesine dışlanmış olmak, sürekli düşmanca dav-ranışlara maruz kalmak; polisin düzen için yeterince verimli olamamasını da beraberinde getiriyor. Sürekli sinirlilik, tedirginlik, moralsizlik; ruhsal bozukluk-ların, alkol ve uyuşturucu kullanımının, intiharların vb.nin artmasına neden olu-yor. Menzir ise "Önce İnsan" için değil ama "önce düzenin bekası"için polis ca-miasının moral kazanmasını, iyileşmesini istiyor.

Menzir polisin rahatsızlığı konusunda oldukça iyimser. Çünkü uluslararası ün-lü bir kuruluş tarafından verilse dahi bir kaç seminerle iyileşecek kadar hafif bir enfeksiyonla değil, ağır ve sürekli artan bir hastalıkla karşı karşıyalar. Hastalı-ğın nedeni de "nezaketsizlik" değil halk düşmanlığı. Halkın bu faşist düze-ne tepkisi arttıkça, halk düşmanlıkları daha da görülür hale gelecek. Yükselen savaş bir takım göstermelik yardımsever polis sahnelerini imkansız hale getire-cek. Çünkü sözkonusu olan bireylerin iyi niyetleri değil, halkı sindirmek için oluş-turulan bir kurumun halk düşmanı faşist niteliğidir. Bu faşist nitelik kaçınılmaz olarak içinde barındırdığı herkesin kişiliği haline gelecektir. Çünkü "Düşündüğün gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi dü-şünürsün'.

Bu hastalıklardan kurtulmak isteyen tüm polislere "İbrahinV'in önerisini tek-rarlıyoruz. Bıraksınlar semineri memine-ri; simit satsınlar!

Seminerle işkencecilere "Nezaket** öğretilecekmiş...

Bırakın "Nezaket"i, SİMİT SATIN O

Halk olduğumuzu gösterelim

İstanbul'da sel felaketinden etkilenen gecekondular ve halkın sorunlarına sahip çıkmak için Haklar ve Özgürlükler Platfor-mu yardım kampanyası başlattı. 23 Tem-muz Pazar günü İkitelli Mehmet Akif Ma-hatlesi'ne giden platform, bir basın açıkla-ması yaparak toplanan yardımları halka da-ğıtıp incelemelerde bulundu.

Öncelikle Mehmet Akif mahallesinde selden en çok etkilenen Mehmet Yılmaz, Ayşe Öcal ve Mehmet Gümüş'ün evlerinde inceleme yapıldı. Ev halkının sorunları ile beraber mahalle halkının sorunları hakkında da sohbet edildi. Daha sonra Ayamama deresinde ve mahallede ilaçlama yapıldı. Sağlık-Sen'den gelen doktor ve hemşirele-rin kurduğu sağlık kabininde insanlar tek tek muayene edildi. Hasta olanlar tedavi

edilirken, halka ilaç dağıtıldı. Toplanan giyecek ve battaniyeler selden

en çok etkilenen evler başta olmak üzere dağıtıldı. Ayrıca yardım kampanyasının de-vam ettiği ve tekrar gidileceği belirtildi. Bu-nun için Haklar ve Özgürlükler Platformu adına Avukat Ahmet Düzgün Yüksel de İs-tanbul geneline yayılacak kampanyayı İki-telli'de başlattıklarını ve durumu kötü ağır olanlara öncelik verildiğini belirtti. Yiyecek, giyecek ve sağlık hizmetlerinin ağırlıkta ol-duğu kampanyada olanaklar çerçevesinde üç aileye de ev yapılmasına başlandı.

Halkın sorunları halledilinceye kadar im-kanlar dahilinde kampanyaya devam edile-ceğini belirten platform sözcüsü de kamuo-yunu bu konu da duyarlı olmaya çağırdı.

Haklar ve Özgürlükler Platformu he-yetinde yeralan Sağlık-Sen Genel Sekre-teri Tolga Köseoğlu ile yardım kampan-yası hakkında ve yardımlar konusunda görüştük:

"23 Temmuz Pazar günü Haklar ve Öz-gürlükler Platformu bünyesinde Sağ lık-Sen'li olarak 5 kişilik bir ekiple sel felaketin-den zarar gören İkitelli halkıyla dayanışma amacıyla Mehmet Akif mahallesine gittik. Amacımız emekçi halkların dayanışmasını vurgulamak ve elimizdeki olanaklar ölçü-sünde halka destek olmaktı. Bu amaçla çevrede ilaçlama çalışması yaptık. Bir sağlık kabini oluşturarak insanları muayene ettik ve ilaç dağıttık. Mahallenin ortasından geçen dere tam bir lağım kanalı durumun-da. Tüm çevreye hastalık saçıyor. Çocuklar o derinin çevresinde oynuyor, sinekler mik-ropları çevreye taşıyor. Sel felaketinde ta-şan Ayamama deresi tüm evlerin lağım su-ları ile dolmasına neden olmuş.

Burada bir kez daha devletin halkın sağ-

lığını nasıl hiçe saydığını gördük. Ve bir kez daha anladık ki, hiçbir onurlu sağlık emek-çisi halkın bu yaşam koşullarına gözünü kapayarak hastanelerde reçete yazmakta mesleğininin gereklerini yaptığını söyleye-mez.

Sağlık emekçileri olarak bizler, mücade-lemizde halkımızın sağlıklı yaşama hakkını her zaman savunduk. Daha önceki dönem-lerde Şırnak katliamı sonrası Şırnağa, Geb-ze'de kolera salgını sonrası halkın yanında olduk. Şimdi de Eminönün işçilerinin ölüm orucunda onların yanındayız. En son İkitel-li'deki sel felaketinde de aynı bakış açısıyla halkımızın yardımına koştuk. Bir yandan onları muayene ederken, diğer yandan da yaşadıkları felaketin kader olmadığını, çö-zümün halkların dayanışmasıyla sağlana-

cağnı vurguladık. Devletin sağlık hizmetlerini özelleştirerek "parası olan yaşar" felsefesini halka dayattığı, halkların birbirleriyle dayanışma geleneğini yok etmeye çalıştığı bu ortamda, İkitelli'de dayanışmanın güzel-liğini oradaki insanlaria biriikte yaşadık. Zi-yaretimizden sonra bölge halkının sorunla-rına sahip çıkıp, yanlarında olduğumuzu gösterdiğimizde nasıl hemen bir duyarlılıkla örgütlendiğini gösterdi."

İkitelli Halkı TEM Otoyolunu Kesti Sel felaketinden en çok etkilenen İkitelli

halkı, daha selin bıraktığı yaraları sarılma-dan, şimdi de trafik sorunuyla karşı karşıya bırakılıyor. İkitelli'den geçen TEM otoyolunda üst geçit olmaması, birçok insanın yoldan geçerken yaşamını yitirmesine neden oluyor.

Mehmet Akif mahallesinde oturan Emine Gül, su almak için karşıdan karşıya geçmek isterken bir arabanın çarpması sonucu ödü. Emine Gül'e çarptıktan sonra kaçan birinci arabanın ardından ikinci bir araba daha çarparak cesedin parçalanmasına ne-den oldu. Kaçan birinci arabayı durdurmak için hiçbir çaba harcamayan gişelerde gö-revli trafik ekipleri, ikinci arabanının da olay yerinden uzaklaşmasına engel olmadılar.

Bunun üzerine gişelere 500 metre kala toplanan İkitelli halkı, lastikler yakarak yolu iki taraftan trafiğe kesti. Çoğunlukla yaşlı kadınlar ve çocuklardan yaklaşık 2 bin kişi-den oluşan kitle, sloganlar atarak bir üst ge-çit yapılmasını istedi. Küçükçekmece Emni-yet Amiri ve diğer devlet yetkililerinin tüm yatıştırma çabalarına rağmen ikna olmayan halk, burada yaptıkları oturma eylemi 4 sa-at sürdü.

Yaklaşık 15 yıldan bu yana İkitelli'de

oturduklarını belirten mahalle sakinleri, bu-güne kadar onlarca insanın tarfik kazasın-da öldüğünü söylediler. Daha önce de de-falarca giriş imlerde bulunmalarına, aynı yerde birkaç kez yol kesme eylemi yapma-larına rağmen yetkililer üst geçit yapımı için girişimlerde bulunmadılar. Bu da devletin insan yaşamına ne kadar Önem verdiğini gösteriyor.

Sel Felaketinin Yaralarını Saralım Halk olduğumuzu gösterelim. Haziran ayı içerisinde yaşanan sel fela-

ketleri sonrasında bir kez daha oligarşinin sömürü düzenini devam ettirirken her türlü bedeli emekçi halka ödetmekten vazgeç-meyeceği ortaya çıktı.

Emekçi halkı ekonomik-askeri zorla ye-rinden yurdundan göç ettiren oligarşi yol-su-elektrik vb. altyapı eksiklikleri olan şehir-lere göçü yoğunlaştırıp doğal afetleri "ka-der" haline getirdi.

Sel felaketinin olduğu ilk günlerde bol bol vaatlerde bulunan Demirel, Çiller, T. Er-doğan, H. Kozakçıoğlu gibi düzenin temsil-cileri aradan geçen bir ay zarfında vaatleiri-ni yerine getirmeyerek ikiyüzlülüklerini bir kez daha gösterdi. "Mehmetçikle El Ele", "Bosna ile El Ele" sloganlarıyla yardım kampanyaları başlatıp milyarlar toplayanlar sıra emekçi halkın yaralarını sarmaya geldi-ğinde yüzsüzce Bayındırlık bakanı ağzın-dan para yok gerekçesini öne sürüyorlar. Anlaşılan daha önceki kampanyalarda top-lanan milyarların yenmesiyle, teşhir olan oligarşi yeni bir yardım kampanyası düzen-lemeye cesaret edemedi. Oligarşinin ikiyüz-lülüğüne bir diğer örnekte geçen k/ş ya-şandı. Ülkemizdeki Amerikan üslerinden bi-rinde çalışan Amerikan subayının kış tatili yaparken Bolu'da kaybolması ardından tek-nik-mali vb. tüm imkanlar harekete geçirildi. Günlerce arama yapıldı, televizyonlar, rad-yolar vb. yayın organları bu olayı manşetle-rinden indirmediler. Bir Amerikan subayı kaybolunca her türlü imkanını harekete ge-

Çİren devlet sel felaketi sırasında yüzlerce insanımızın su, çamur yığınları altında kal-dığında seyirci kaldı, öyle yüzsüzleştiler ki, sel felaketi sırasında emekçi halk sular al-tında kalan evinde, işyerinde canını, malını kurtarmaya çalışırken başta Çiller olmak üzere tüm düzenin yetkilileri kokteyllerde, balolarda, düğünlerde boy göstermeye de-vam ettiler.

Yaralarımızı Biz Saracağız: Bu sömürü ve zulüm düzeni gücünü

emekçilerin birbirinin sorunlarına yeteri ka-dar duyarlı olmamasından alıyor. Sürgün, işten atma, işkence, katliam, "doğal afetler-le" düzenin bedel ödetmeye çalıştığı emekçi halk dayanışmayı geliştirmelidir. İstanbul İkitelli'de bunun adımları atılmıştır. Şimdi bu birlik ve dayanışma çabalarını daha geniş kesimleri içine alacak şekilde yaygınlaştır-mak gerekiyor. Birimizin açlığı, evsizliği he-pimizindir. Bugün sel felaketiyle evinden olan İkitelli emekçi halkıyken yarın kondu-muzun yıkılmacağının, iş kazası yaşama-yacağımızın, işten atılmayacağımızın ga-rantisi yoktur. Her geçen gün değişik biçim-de gündeme gelen oligarş inin saldırılar ı karşısında emekçi halkın birlikteliği ve da-yanışması her geçen gün önem kazanmak-tadır. Küçük büyük demeden yapılacak her çalışmanın, yardımın anlamı vardır.

Bir kutu ilaç, battaniye, yiyecek madde-leri küçük gibi görünen anlamı büyük olan katkılardır.

Her gün daha farklı insanlara dayanış-ma çağrısı yapıp küçük de olsa katkılarını alabilmeliyiz.

Sahip olduğumuz yardımlaşma, daya-nışma Geleneklerimizi başta İkitelli emekçi halkı olmak üzere tüm emekçi halkın sorun-larına küçük büyük demeden katkı yaparak geliştirmeliyiz.

Bu çabalarımız oligarşinin yozlaştırmaya çalıştığı dayanışma, yardımlaşma kültürü-müze, yani bizi halk yapan değerlerimize sahip çıkmamız anlamına gelecektir.

Cezaevlerinde bulunan yaklaşık 10 bin PKK'li tutsak tarafından 14 temmuz tarihin-de başlatılan Açlık Grevleri yurtiçinde tut-sak yakınları ve diğer demokrat, yurtsever çevrelerin destekleriyle yaygınlaşırken yurt-dışında da Kürt halkı içinde geniş yankı bul-du.

PKK'nin "siyasi çözüm" diyerek ulusla-rarası planda kendini kabul ettirme düşünce-siyle izlediği politikalar çerçevesinde PKK'li tutsaklar da "Barış'' talebini öne çı-karan bir eylemlilik başlatmışlardı. Halkın banş özlemini dile getiren ve "kirli savaş"ın sona ermesini genel talep olarak ileri süren açlık grevi eylemleri cezaevleriyle sınırlı kalmadı. Adana, Mersin, Antakya, Tarsus, İskenderun Adıyaman ve İstanbul başta ol-mak üzere bir çok ilde tutsak yakınları ve du-yarlı, demokrat kesimler tutsakların açlık grevine dönüşümlü açlık grevleri başlatarak destek oldular. HADEP İl ve İlçe binaları sadece açlık grevi yapan değil ama aynı za-manda açlık grevini ziyaret eden kişilerle dolup taştı. Adana Seyhan ilçesi HADEP binasında açlık grevine başlayan yüz kişi arasında 78 yaşındaki Zeliha Kandağ'da vardı. Zeliha Ana sağlık durumu kötüleştiği halde tedaviyi kabul etmeyerek açlık grevi-ne devam ederken şunları söyledi: "Benim oğlum 15 yıldır cezaevinde. İnsanlar birbiri-ni öldürmesin. Bu zulmün sona ermesi için biz ölmeye hazırız." 57 yaşındaki Ayzelha Ağaç İse açlık grevine katılma sebebini şöyle anlattı: "Benim iki oğlum gerillada şehit düştü. İki oğlum da cezaevlerinde. Bizler zindanlarda yaşayan herkesin anasıyız. Ço-cuklarımıza işkence yapılıyor. Halk öldürü-lüp, perişan bir konuma getiriliyor. Bu iş-kenceli durum ortadan kalksın. Çocukları-mızın talepleri kabul edilmeden açlık grevini bırakmayacağız. Bu uğurda ölüm gerekiyor-sa ben de ölürüm."

Direniş İki Şehit Verdi Sürdürülen süresiz açlık grevi sırasında

Yozgat Cezaevinde PKK'li tutsak Fesih Be-yazçiçek rahatsızlandı. Mide kanaması ge-çirdiği anlaşılmasına rağmen cezaevi idaresi tarafından hastaneye zamanında yetiştiril-

mediği için direnişin ilk şehidi oldu. Alman-ya'nın Berlin kentinde ise, 25 Temmuz günü Alman polisinin açlık grevinde bulunan tut-sak yakınlarına saldırısı sırasında ağır bi- çimde yaralanan Gülnaz Bağıstani ertesi günü kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Gülnaz direnişin ikinci şehidi oldu.

Avrupa'dan yoğun destek İngeltere'nin başkenti Londra'da West

Minister Katedrali önünde 60 kişinin katılı-mıyla başlatılan açlık grevi kamuoyunun il-gisini çekti. Hollanda'da, Yunanistan'da, Fransa'da, İsveç ve İsviçre'de de gruplar ha-linde yapılan açlık grevleri Avrupa kamuo-

Yozgat Cezaevi'nde açlık grevinin 10. gününde iken fe-nalaşan PKK'li tutsak Fesih Beyazçiçek, hastaneye kal-dırılmadığı için 23 Tem-muz'da yaşamını yitirdi. Ce-zaevindeki tutsaklar, mide kanaması geçiren Fesih Be-yazçiçek'in acil durumuna rağmen saatlerce hastaneye kaldırılmamasını cezaevi ida-resinin sorumsuz ve düş-manca tavırlarının bir devamı olarak gördüklerini, Fesih'in Ölümünden açıkça cezaevi yöneticileri ile jandarmanın sorumlu olduğunu söylediler.

Cezaevleri genelinde PKK'li tutsaklar ta-rafından "kirli savaşın durdurulması" talebi ile başlatılan açlık grevlerine Yozgat Cezae-vi'ndeki PKK'li tutsaklar da katılmıştı. 14 Temmuz'da başlayan açlık grevine katılan Fesih Beyazçiçek, 23 Temmuz günü sa-bah saatlerinde rahatsızlandı. Mide kana-ması geçirmekte olduğu anlaşılınca, acil olarak hastaneye kaldırılması için cezaevi idaresini bilgilendiren tutsaklar, idarenin du-yarsız ve sorumsuz tavrı ile karşılaştılar. Cezaevi idaresi ve dış güvenlik amiri saat-

yunun dikkatlerini Türkiye zindanlarında bulunan binlerce tutsağın eylemine çevirdi.

Atılım gazetesi ve Devrimci Yaşam Der-gisi çalışanları da ülke içinde ve dışında sürdürülen açlık grevine Atılım gazetesinin merkez bürosunda yaptıkları 2 günlük açlık greviyle destek verdiler. 2 gazetenin yaptığı 28 Temmuz tarihli ortak açıklamayla, kamu-oyunu da duyarlı olmaya çağırdılar.

Sağmalcılar Cezaevindeki DHP, PRK-Rızgari, KAWA ve YEKBUN davası tutsak-ları yaptıkları açıklamada PKK'li tutsakların başlatmış oldukları açlık grevini desteklerini belirterek 24 Temmuz tarihinden itibaren sü-resiz açlık grevine başladıklarını belirttiler.

lerce hastaneye sevk işini geciktirdi. Ve sonunda has-taneye kaldırıldığında arlık çok geç kalınmıştı, Fesih Beyazçiçek yaşamını yitir-di.

Bu olayı protesto etmek için 2 günlük açlık grevine başlayan devrimci tutsaklar şu açıklamayı yaptılar: "...En son 45 gün süren süresiz açlık grevi direnişi-mizde de dile getirmiş oldu-ğumuz eylem sorunlarımız-

dan biri olan sağlık sorunlarımız, olduğu gibi durmakta, bir çözüm getirilmemektedir. Ge-rek Yozgat Devlet Hastanesi doktorlarının politik tutumları gerekse de Yozgat Cezaevi idaresinin umursamaz düşman tavırları ne-deniyle tedavi hakkımız engellenmekte, tut-saklar ölüme terkediimektedir.

Son olarak 23 Temmuz 1995 tarihinde ciddi bir rahatsızlık geçirmesine karşın saat-lerce hastaneye kaldırılmayan PKK tutsağı Fesih Beyazçiçek'i cezaevi idaresi uzun süre o haliyle bekleterek, zamanında tıbbi mü-dahale yaptırmayarak ölümüne sebebiyet vermiştir. Yapılan tüm ısrarlara ve zorlama-

lara karşın cezaevi idaresi umursamaz tav-rını sürdürmüş, ölüm derecesinde bulunan Fesih Beyazçiçek'i hastaneye kaldırmamış-tır. İdarenin bu sorumsuz, düşmanca tavrı nedeniyle Fesih Beyazçiçek ölmüştür.

(...) Bizler, Yozgat Cezaevi'nde bulunan

DHKP-C, TKEP/L, MLKP-K, TKP/ML tut-sakları olarak özelde Fesih Beyazçiçek'in katledilmesini, genelde ise cezaevlerindeki baskı ve işkenceleri protesto etmek için 2 günlük açlık grevine başlıyoruz. Ve diyoruz ki, hiçbir baskı, işkence ve ölüme terketme-ler bizleri haklı mücadelemizden alıkoyama-yacak ve sorumlular er ya da geç hesap vermekten kurtulamayacaktır"

Sağmalcılar Cezaevi: "Anısı Onurumuzdur" Fesih Beyazçiçek'in ölümü Sağmalcılar

Cezaevi'ndeki devrimci tutsaklar taralından da protesto edildi. Fesih'in Yozgat Cezaevi idaresi tarafından bilerek ölüme terkedildiği-ni söyleyen devrimci tutsaklar yayınladıkları ortak imzalı açıklamada "Fesih Beyazçiçek'-in anısını siyasi onur ve kimlik mücadele-mizde yaşatacağız." dediler. İskenderun Cezaevi: Katliam ve Kayıplar Protesto Edildi İskenderun Özel Tip Cezaevi'nde bulu-

nan DHKP-C ve TKP/ML davası tutsaklarının yaptığı açıklamada, ülkemizde yaşanan gözaltıların, katliamların, kayıpların, köy yakmaların ve son süreçte yoğunlaşan ce-zaevlerindeki baskıların ve sindirme-teslim alma politikalarının her geçen gün artarak sürdüğü belirtilerek devletin bu politikalarına . karşı kendine "insanım" diyen herkes, in-sanlık dışı uygulamalara tepki göstermeye çağrıldı.

24 Temmuz 1995 gününden itibaren 3 günlük açlık grevine başlayan DHKP-C ve TKP/ML davası tutsakları; "Gün geçmiyor ki faşist devlet devrimcileri ve yurtseverleri iş-kence tezgahlarından geçirip .sokak orta-sında katledip, gözaltında kaybetmesin. Kürdistan'daki köyleri yakıp Kürt halkını ev-lerinden, yurtlarından etmesin. İnsanım di-yen herkesi bu insanlık dışı uygulamalara karşı dur demeye çağırıyoruz"'dediler.

PKK'li tutsakların açlık grevi sürüyor

Açlık Grevi Yurtiçi ve Yurtdışında Geniş Yankı Buldu

Yozgat Cezaevi'nde cinayet

Hastaneye kaldırılmadığı için öldü

Okuldan çok cezaevi açıyorlar;

Üsküdar E Tipi Cezaevi açıldıAncak. daha şimdiden çeşitli kısıtlamaları kurumlaştırmanın da hesabını yapıyor. Örneğin cezaevine henüz hiçbir günlük gazete, dergi ve kitap alınmıyor.

İkinci bir kısıtlama da ilk hafta içinde, ziyaret konusunda or-taya çıktı. 26 Temmuz'da cezaevine gelen ziyaretçiler ayakka-bılarından, gömleklerinin içine kadar aranmak istendi.

Böylesi bir uygulamayı, amacını aşan bir baskı olarak nite-leyen ziyaretçiler ise aramayı kabul etmediler. Bunun üzerine cezaevi idaresi, ziyarete girişe izin vermedi. Ayrıca ziyaretçile-rin getirdiği eşyaları naylon poşetlerinden çıkararak verdiler. İdare sebebsiz yere naylon poşetleri içeri almadı. Ziyaretçile-rin getirdiği hiçbir yiyecek de içeri alınmadı.

CHP'li sözde demokratların "lüks" diye propaganda yaptık-ları Ümraniye'deki Üsküdar E Tipi Cezaevi halka yönelik baskı politikasının yeni bir halkası olmaya aday. Cezaevine ilk ola-rak giren tutsaklar ise, "Yıllardır cezaevlerinde bedelleri öde-nerek verilen mücadelenin bilincinde olarak, burayı da bir mü-cadele mevzisine çevireceğiz: kısıtlama ve yasaklar sürer, so-runlar çözülmezse en kısa sürede protesto eylemlerine başla-yacağız" dediler.

Cezaevi açma konusunda dünyanın önde gelen ülkelerin-den biri olan ülkemizde, cezaevleri zincirine bir yenisi daha eklendi. Basına tanıtılırken ne kadar "lüks" olduğu anlatılan ve gazetecilerin "sosyal demokrat tipi" cezaevi dedikleri Üsküdar E Tipi Cezaevi açıldı. İlk "konuklarını" geçtiğimiz hafta kabul etmeye başlayan Üsküdür E Tipi Cezaevi Ümraniye çöplü-ğünün hemen yanıbaşında kuruldu. Rüzgarın cezaevi yönün-de estiği sırada çöp kokusu ve metan gazı etkisi altına giren cezaevinin sorunları bu kadarla sınırlı da değil.

Geçtiğimiz hafta cezaevine konulan tutsaklar, cezaevinin tam bir mahrumiyet bölgesi olduğunu, hiçbir ihtiyaçlarının kar-şılanmadığını ve daha başlangıçta çeşitli kısıtlamalarla karşı-laştıklarını söyiüyorlar. Cezaevinde henüz kantin kurulmadığı için tutsakiar hiçbir ihtiyaçlarım karşıiayamıyorlar. Cezaevi ya-kınında market vb. yer olmadığı gerekçesiyle dışarıdan günü-birlik alış-veriş yapılmıyor. Cezaevinin muttağı da henüz faali-yete geçirilmemiş. Şubeden açlık grevi yaparak cezaevine gi-den tutsaklar günlerce sadece makarna yemek zorunda kaldı-lar. Hamam açık olmadığı için banyo da yapamadılar. Cezaevi idaresi, bazı sorunların süreç içinde çözüleceğini söylüyor.

16-17 Nisan 1992 tarihinde istanbul'un 4 ayrı yerinde İstanbul polisince Devrimci Sol gerillalarına yönelik gerçekleştirilen katli-amda 11 devrimci öl-dürülmüştü. Genellik-le, hücre evi olarak ta-nımlanan evlerde kuşatılan ve aslında sağ yakalanmaması için hiçbir neden olma-yan devrimciler "silahlı çatışma" bahanesiyle katledilmeye devam ediyor. Elbetteki tankı ve topuyla "operas-yon" düzenleyen dev-let güçlerinin, oligarşi-nin yasalarına göre devrimcileri öldürmesi göstermelik de olsa suç sayılıyor. Ve oli-garşinin savcıları iste-meyerek de olsa bu "kahraman" polisleri hakkında kamuoyunda

İnfaz davası olarak bi-linen davaları açıyor-lar. İşte bu olaylardan

biri ile ilgili olarak, aynı tarihte Kozyatağı, Doktor Kemal Akgüder Caddesi, Emek Ap. 19 sayılı yerde katledilen Mehmet Sinan KU-KUL, Arif ÖNGEL ve Şadan ÖNGEL'in kat-ledilmesiyle ilgili olarak komser yardımcısı Er-cüment YILMAZ Kom-ser Ali ÇETKİN ve meşhur işkenceci polis memuru Fikret IŞIN-KARALAR ile isimlen birçok katliam dava-sında yer alan diğer 16 polis "sözde" ceza-landırılmak üzere Ka-dıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı.

Davalar sözde açıl-masına rağmen, "en

kahraman polisler", "en kahraman" Donki-şot-tek tabanca- avu-katları ve nerede açı- lırsa açılsın İstan-bul'daki bütün Ağır Ceza Mahkemeleri bu davalardan korkuyor-lar. Öyle ki, bu defa korkularından şikayet-çi ailelerin avukatlığını üstlenen HALKIN HU-KUK BÜROSU avu-katlarına haber ver-mekten çekindiler.

Açılan davanın dos-yasında vekaletname-leri olmasına ve hatta iddianamede isimleri-nin yer almasına rağ-men duruşmaya çağ-rılmayıp, her zaman olduğu gibi delillerin kaybedilmeye çalışıl-ması nedeniyle Halkın Hukuk Bürosu avukat-ları Kadıköy 1. ağırce-za mahkemesi baş-kanı ve üyelerini Ada- let Bakanlığına şikayet etti. Bürodan yapılan açıklamaya göre du-ruşmaya katılmaları kasten engellenmiş durumda, dinlenen po-lislere soru sorulma- dığı için de delillerin bir kısmı kaybedılebilir. Örneklerinden de bilin-diği üzere bu davlarda hiçbir deli! bulup araş-

tırılmaz. Keşif tarihi, si-vil tanık araştırılması talebi, hiç düşünülme-den reddedilir. Hele, hele bazen daha da ileri gidilir ki hangi si-lah ile kimin öldürüldü-ğünün dahi araştırıl- ması talebi red edilir Yani, sanıkları açıkça aklamak zor olduğu için bu davalar yoluyla aklamayı tercih eder ler. Bu mahkemelerde görevli "Ağır Ceza ha kimleri ise çoğu za-man bilerek ve isteye rek, kimi zaman da pı-sırıklığından korkarak bu katil polislerin ak-lanmasına yardımcı olurlar. Daha ceza ve renini görmedik Pek görüleceğe de benze mez. Bu tür davalarda el birliğiyile "kahraman" polisleri ve onları akla- mak için gayretle çırpı-nan hakimleri ve sav-cıları korkutmaya de-vam etmekten başka çare de görünmüyor. Halkın Hukuk Bürosu avukatlarıkorkutmaya devam etmekte ısrarlı. Devrimci, demokrat ve aydınları onların bu korkusunu büyütmeye davet ediyoruz.

Sağmalcılar Cezaevi'ndeki Devrimci Tutsaklar; "Mu Mia Ebu Cemal

Serbest Bırakılmalıdır!"

DHKP-C, MLKP-K, TİKB, TKP(ML), TDKP, EKİM, HKG, TKEP- L, Direniş Hareketi, THKP-C HDÖ, TKP(ML), MLSPB, TKEP, Kürdistan Sosyalist Birlik Platformu, PRK-Rizgâri, Devrimci Yol, TDP Dava Tutsakları Adına; Şadi ÖZBOLAT, Mehmet Ali ÇELEBİ, Can Ali TÜRKMEN, Cemal KESER, Emin GÖKTURNA, Burhan KARTAL, Hasan Demir, Ümit Onursal ÖZAT, Ramazan SADIKOĞULLARI, Mehmet ÇİFTÇİ, Hikmet YEŞİLÇALI, Erol MARAŞLI, Esral KARAGÖZ, Bülent PARMAKSIZ

Ankara'da 19 Temmuz günü başla-yan polisin saldırıları; keyfi gözaltılar, baskınlarla, sokak ortasında başlayan işkence ve kaçırmalarla sürüyor. Sendi-kalar, sanat merkezleri, radyolar, mes-lek odaları, yani devrimci-demokrat yurt-sever insanların bulunduğu kurumları hedef alarak genişleyen saldırılarda bu-güne kadar otuzu aşkın insan gözaltına alındı.

Sağlık-Sen Ankara Şubesi'ni basan Ankara Terörle Mücadele, genel sekre-ter Leyla Kılıç, yönetim kurulu üyesi Şerife Arıöz, sendika üyelerinden Ca-nan AYdın, Vildan Hayta, Dilara Yıl-maz Akdoğan ve Eğitim-Sen 5 no'lu şube yönetim kurulu üyesi Kamil Akdo-ğan'ı döverek gözaltına aldı.

Aynı gün Ekin Sanat Merkezini de basan siyasi polisler, buradan Handan Yazıcı ve soyadını öğrenmediğimiz Emel isimli bir kişiyle toplam 3 kişi daha gözaltına alındı. Daha önce defalarca basıian Ekin Sanat Merkezi, çalışanları tutuklanarak birçoğu 10-15 yıl arasında cezalar aldılar. En son 3.5 ay önce de basılan Ekin Sanat Merkezi üzerindeki baskılar devam ediyor.

Demokratik Kitle Örgütleri üzerinde estirilen terörünü Çağdaş Hukukçular Derneği, Çağdaş Radyo, Jeoloji Mü-hendisleri Odası ve İHD şubesini ba-sarak sürdüren DAL'ın işkenceci polis-leri buralardan da insanları gözaltına al-

dılar. Jeoloji Mühendisleri Odası'ndaı Cengiz Soydaş ve isimleri belli olma-yan iki kişiyi yerlerde sürükleyerek gö-zaltına alan katil sürüleri, daha sonra baskınların ve gözaltıların haberini ya-pan Çağdaş Radyo çalışanı Erdinç Tan'ı radyodan gözaltına aldı.

Bir gün sonra 20 Temmuz akşamı evlerinden ve yoldan alınanların isimleri ise şöyle; Grup EKİN solisti ve Ekin Sa-nat Merkezi çalışanı Aylin Ürkmez, Öz-gür-Der çalışanı Özgür Menteşe, Meh-met Uçar, Cevat Uğraş, Leyla Uğraş, Umut Barış Karaca, Nihat Yıldırım, Cem Şahin, Mustafa Öztürk, Yeliz Özer, Döndü Özer, Erkan Han ve isim-lerini öğrenemediğimiz 4 kişi daha gö-zaltına alındı.

Saldırılara Karşı Protestolar Yayg ınlaş ıyor Saldırıların hemen arkasından başla-

yan tepkiler, DKÖ'lere ve çalışanlarına yönelik saldırılarıyla korku dalgası yarat-mak isteyen polisin bu çabasını boşa çı-karıyor. Birçok kurum ve kişilerden sal-dırılara tepkiler gelmeye devam ediyor. Radyo Arkadaş, Sosyalist İktidar Par-tisi (SİP), İHD Ankara şubesi, Ankara ve İstabul Halkın Hukuk Bürosu, Hak-lar ve Özgürlükler Platformu, Sağlık-Sen Ankara, İstanbul, Bursa, Kocaeiİ, Adana şubeleri, Bem-Sen Genel Mer-kezi ve şubeleri Yapı Yol-Sen yöne-

tim kurulu üyesi Hasan Onay, Tüm Gıda-Sen 1 nolu şube, Seyfettin Boy-raz-M.Ercan, Tüm Sağlık-Sen Aksa-ray şube başkanı Özer Güvenç, Tüm Bel-sen 1 nolu şube Şehmuz Erol, Tüm Sağlık-Sen Şişli şubesi, Eğitim-Sen İstanbul 7 nolu şube başkanı Sa-mi Kaçmazer, Tüm Maliye-Sen İstan-bul 1 nolu şube, BTS 1 nolu şube, Ankara KÇSKK, Tüm Maliye-Sen İs-tanbul 2 nolu şube, İstanbul İşçi Sen-dikaları Şubeler Platformu sözcüsü Ercan Atmaca ve gözaltında bulunanla-rın aileferi yaptıkları açıklamalarla devlet terörünü, baskıları, kayıp ve katliamları, gözaltı ve işkenceleri protesto ederek, gözaltında bulunanların hayatlarından endişe duyduklarını, derhal serbest bı-rakılmalarını istediler.

Demokratik mücadele bedellerle yük-seliyor. Halkın iktidarı hedef alıp örgüt-lenmesi, düşmanı köşeye sıkıştırdığın-dan her gün saldırılarını boyutlandırıyor faşist iktidar. Ancak halkı teslim alama-yacaklar. Çünkü halk dostunu ve düş-manını tanıdıkça dostuna dostluğunu, düşmana kinini bileyecektir.

TRABZON: Trabzon'un Boztepe Ma-hallesinde 25 Temmuz tarihinde sabah saat 8.00 civarından kimlik sorma baha-nesi ile yanlarına gelen siyası polislere sloganlarla karşılık veren TYÖ-DER'lt Sedat Yılmaz ve Artemiz Arıkan gözal-tına alındı. Yine ayni günün akşamı evi-

nin önünde kurulan TYÖ-DER'li Murat Temiz de gözaltına alındı. Gözaltına alı-nan öğrencilerden Artemiz Arıkan ak-şam saatlerinde serbest bırakılırken Se-dat Yılmaz ve Murat Temiz çıkarıldık-ları mahkeme tarafından tutuklandılar.

Serbest bırakılan Artemiz Arıkan üs-tü başı darmadağın bir halde Trabzon Büromuza gelerek arkadaşlarının Emni-yet Müdürlüğünde tşkence altında ol-duğnu açıkladı. Gözaltına alınanların durumları hakkında bilgi almak üzere Cumhuriyet savcılığına yapılan başvuru-lar sonuçsuz kaldı. Konu üzerine gaze-temiz Trabzon Temsilciliği ve Özgür Ka-radeniz Gazetesi bir basın açıklaması yaparak Cumhuriyet Savcılığı'nın Emni-yet Müdürlüğü'nün emrinde çalıştığını dile getirdi. Savcı Süleyman Uras'ın yapılan başvuruya "Polise danışacaksı-nız" karşılığını vermesinin polis istediği-ni yapar ben de onaylarım demekten başka bir anlam ifade etmediği belirtildi.

MALATYA: HADEP Elbistan İlçe yö-netiminde bulunan Bülent Taşar'ın evine 23 Temmuz günü baskın düzenleyen si-yasi polis Bülent Taşar ve kardeşi İs-met Taşar'ı gözaltına aldı. Yine aynı gün gözaltına alınan Hüseyin Topaca serbest bırakılırken Bülent ve İsmet Taşar'ın halen gözaltında olduğu belirtil-di.

ADANA: Gazetemiz Adana Temsilci-liği 26 Temmuz günü siyasi polislerce basılarak talan edildi. Gazetemizin son sayısına ve büromuzda bulunan sosya-list basın protokollerini keyfi bir şekilde alan polisler muhabirlerimizi burada Ça-lışmamaları doğrultusunda tehdit ettiler.

Kamuoyundan gizlenen katliam davası

Polis terörü mücadelemize set çekemez

Özelleştirme adı altın-da kamu kuruluşları birer birer sermayeye peşkeş çekiliyor. SEK'in Özelleş-tirme ihalesinde dönen dolapların ise haddi he-sabı yok. Trabzon Yomra Şana mevkiinde kurulu bulunan tesislerin satışın-da başından sonuna kadar usulsüzlük hakimdi. SEK Tesislerinde örgütlü bulu-nan Hak-İş'e bağlı Öz Gı-da-İş Sendikası Trabzon Şube Başkanı Reşat Reis-e İhalede SEK'in kimlere nasıl peşkeş çekildiğini sorduk.

Y o m r a

SEK'in satışı için 3 ihale yapıldı. Bu yapılan dördüncü ihale. İlk ihaleye kimse katılmadı. İkincisine de. Üçüncü ihaleye biz çalışanlar olarak girdik, an-cak Anayasa Mahkemesi, KOİ (Kamu Ortaklığı İdaresi)'nin almış olduğu ka-rarın usulüne uygun olmadığı gerekçe-siyle üçüncü ihaleyi iptal etti.

İşçiler olarak karşı çıktığımız konu, fabrikanın özelleştirilmesidir. İlk ihale-lerde KOİ tarafından belirtilen fiyatla-rın fabrikanın gerçek değerinin çok al-tında, yok pahasına satışına karşı çık-tık. Satış iptal edildi. Şimdi ise Kamu Ortaklığı İdaresi larafından belirlenen fiyatların gerçekte fabrikayı peşke çekmek için yapılan bir oyundan ibaret olduğu izlenimine kapıldık. Sonuç ola-rak gelinen nokta bu kanıyı açığa çıkarır niteliktedir.

KOİ'nin açmış olduğu ilk üç ihalede fiyatların gerçek değerinden düşük

tutulması kamu araştırması ve piyasa-daki alıcı firmalarının yaklaşımlarının tespiti, ayrıca işçilerin fabrikanın özel leştirilmesine karşı oluşacak tepkilerini ölçmeye yönelik bir manevradır

KOİ'nin belirlemiş olduğu ilk üç ihalede fiyatlar bu açıdan dikkat çekici-dir. Bugün fabrikada bir makinenin de-ğeri en az 5 milyar iken, KOİ ilk ihale-de fabrikanın bütün mülkiyetine iki milyar dokuz yüz milyon fiyat biçmiş-tir. İkinci ve üçüncü ihalede belirlenen fiyat, ilk ihaleye göre üç kat artış (yani 13 milyar) yapıldı gibi gösterilse de, bu rakam fabrikanın gerçek değerinden çok uzak bir rakam ve üçüncü ihale bu gerekçelerle iptal edildi.

Aslında işçilerin bu fiyatlarda satış halinde fabrikaya talip olacağını bilen KOİ, bu manevralarla işçilerin fabri-kayı almasının önünü nasıl alacağını belirlemiştir.

Dördüncü ihalede asıl amaçlanan hedefe varmak için bir günde Yem Sa-nayii'nin özelleştirilmesindeki "başarısı" ile ünlenen Yem-San müdürü Yom-ra SEK Müdürlüğü'ne tayin edildi.

6 Temmuz 1995 tarihinde yapılan dördüncü ihaleye işletmenin arsa ve müstemilatına, piyasa araştırmasına göre Kaşüsiü Belde Belediyesi ve Yomra Maliyesi'nce 102 milyar değer biçilerek ihaleye çıkarıldı.

Bu değer fabrikanın gerçek değeri olmakla beraber, hükümei bir önceki 13.4 milyar tutarındaki ihale teminat (uiar toplamını 60.7 milyar TL'ye yük-selterek işçilerin ihaleye girmesini en-gellemiştir.

Diğer yanda 102 milyar değeri olan ve 60.7 milyar TL teminatı islenen fab-rika 36 milyara satılmıştır.

yapmayı düşünüyorsunuz? İşçilerin ı tekleri doğrultusunda

endika olarak fabrikanın 36 milyara atılmasına karşıyız. Önceki ihalelerde Anayasa Mahkemesi usulüne uygun değil diye satışı iptal etti. Şimdi 102 milyar değeri olan bu fabrika 36 milya-ra satıldı. Bu usulüne uygun bir satış mıdır? Bu fiyatın bir milyar fazlasını biz verelim, bize versinler.

Bu uygulamalara nasıl karşı çık-mayı düşünüyorsunuz?

Özelleştirme İdaresi "KiT'lerde şeffaf özelleştirme yapılıyor" diyor. Biz yapılan dördüncü ihaledeki yolsuz-luğu protesto etmek için 6 Temmuz 1995 tarihinde özelleştirme idaresi önünde uygulamaları protesto için yapılan gösteriye Özelleştirme İdaresi polis çağırarak 40 kişinin gözaltına alınmasını sağladı. Bu ne biçim şeffaf özelleştirme? Bu Özelleştirme adı altında KiT'lerin özel sektöre peşkeş çekil-mesidir.

Bu yolsuzluklara karşıyız. İşin ta-kipçisiyiz. KiT'lerin peşkeş'çekilmesi-ne izin vermeyeceğiz. Özelleştirme ya-pıldıktan sonra işçilerin işine son veri-lecek, işsiz kalacağız. Bugüne kadar hep böyle oldu, Buna da izin vermeye-ceğiz. Bu fabrika zarar eden bir fabrika değil. Zarar ettirilen bir fabrika. Basına yaptığımız açıklama kamuoyuna yapı-lan uygulamaları protesto niteliğinde olup olup konuyla ilgili işçilerin Cumhur-başkanlığına, Başbakanlığa ve Anayasa Mahkemesi'ne gönderdiği dilekçelerle istekleri ve yapılanları duyurduk. Yine söylüyoruz, işin peşini bırakmayacağız.

Bu işten kim kazançlı çıktı? Bugün fabrikayı alan şahsa devlet

lam 70 milyar kâr vermiş oldu. Kim kazandı dersiniz? Kimin parasını kime veriyorlar? Biz senelerden beri emek verdiğimiz halde, bu kadar parayı bü-tün çalışanlar olarak ömür boyu alama-yız. Bu adalet mi?

SASA işyeri temsilcisi katledildiAdana E-5 karayolu

üzerinde kurulu bulunan SASA fabrikasında 21 Temmuz gecesi saat 23.00 sıralarında fabri-kada çalışan ayrıca Pet-rol-İş sendikasının işyeri temsilcisi olan 37 yaşın-daki Cafer Bozdoğan yemekhanede taşeron işçi olarak çalışan 17 yaşındaki Seyithan Ak-deniz tarafından 31 bı-çak darbesiyle oldurul-du.

Öldürülme olayı üze-rine bir açıklama yapan

Petrol-İş Sendikası Şube Başkanı Yusuf Kaplan şu açıklamalarda bulundu. "Cafer arkadaşımız SASA fabrikasında 3 dönemden bu yana sendikamızın işyeri temsilciliğini yapmaktaydı. Bir çok kez işçilerimize bozuk et verilmek istenmiş ancak bu Cafer arkadaşımız tarafın-dan engellenmiştir. Öldürülme olayı ise yemek yüzün-den çıkmıştır. Arkadaşımız yemeğin kötü çıktığını söyle-yerek işçileri tatlı dille eleştirmiştir, ancak aynı günün akşamı 17 yaşındaki taşeron işçi tarafından 31 bıçak darbesiyle öldürülmüştür. Biz sendika olarak bu bıçakla-manın bir kişi tarafından yapıldığına inanmıyoruz. Ve

bunun peşini bırak-mayacağız." Cafer Bozdoğan toprağa verildikten sonra DİSK'e bağlı sendikalar ve Türk-İş'e bağlı sendikalarla birlikte SASA fabrika-sında sözlü bir açıkla-ma yapan Petrol-İş şube Başkanı Yusuf Kaplan müteahhitlere karşı mücadele ede-ceklerini söyleyerek sözlerine şöyle de-vam etti. "Cafer arka-daşımızı bütün işçi ar

kadaşlarımız çok iyi tanımaktadır. O görevi başında şehit düşmüştür. Anısını biz yaşatacağız. Bundan sonra tüm fabrikalarımıza müteahhit ve taşeron sokmayacağız. Bu konuda yalnız değiliz. DİSK ve Türk-İş yanımız-dadır. Onlar da bizimle beraber mücadele edecekler. Bu işyerinde barış ve huzur istiyoruz. Cafer'e yapılan saldırı bir komplodur. Bunu ortaya çıkartacağız" dedi. "Cafer'ler Ölmez, müteahhit ve Taşeron istemiyoruz" sloganı atıldıktan sonra, yaklaşık 3 bin kişinin katıldığı yü-rüyüşle, SASA Genel Müdürlüğü'ne siyah çelenk bırakı-larak eylem bitirildi.

Trabzon SEK ihalesinde dönen oyunlar

Oligarşi ipin ucunu toplamaya çalışı-yor. Bunun için başla gecekondu bölge-lerinde olmak üzere halk güçlerine yay-gın bir saldırı politikası uygulamaya ko-yarken, bir yandan da düzenin meclisine, partilerine çeki düzen verme gayretinde. Alabildiğine yaygınlaştırılan gözaltı, iş-kence ve tutuklamalarla, TBMM'de onca oyalamadan, ciddiyetsizlikten sonra apar-topar gerçekleştirilen "Anayasa de-ğişikliği" bu çerçevededir. Çünkü oligarşi, çok farklı yerlerden farklı biçimlerde gün-deme gelen halkın öfkesi ve ayaklanma-larıyla sarsılmıştır. Nereden ne geleceği-ni bilemez bir güvensizlik içine sürüklen-miştir.

Zaman bugün hem oligarşi açısından hem de halk güçleri açısından son derece önemlidir. Oligarşi halkın kendine gü-venini sağlayan bu süreci kesintiye uğrat-maya; düzenin kitle tabanını çeşitli ma-nevralarla pekiştirip, sürüklendiği güven-sizlikten kurtulmaya çalışmaktadır. Bu güvensizliği derinleştirmeliyiz. Halkı, Tür-kiye coğrafyasının her yerinden, düzenin sömürü ve zumünün her nokta-sından oligarşinin karşısına dikebil-meliyiz. Gerçekten oligarşi, nereden, hangi nedenle, ne geleceğini bilemez, halkın taleplerine cevap yetiştiremez, ey-lemlerine, işgallerine, protestolarına, ayaklanmalarına valilerini, milletvekillerini ve polisini yetiştiremez hale gelmelidir.

Bunu sağlamak gerçekten zor değildir ülkemizde.

Türkiye bir çelişkiler ülkesidir. Bu du-rumu teorik yazılardan günlük konuşma-lara kadar çokça dile getiririz. Çelişki, devrimin gücüdür. Peki somutta bu çeliş-kilerin ne kadarını, hangi Ölçüde devrimin bir gücü haline getirebiliyoruz? Başka bir açıdan; yine ülkemizde adaletsizliğin, haksızlığın, keyfiliklerin, eşitsizliklerin bini bir para bile değildir. Peki, pratiğimizde halkın her gün maruz kaldığı bu adalet-sizliklerin, keyfiliklerin binde kaçını ku-caklayabiliyoruz?

Her iki soruya vereceğimiz cevapta da oran yüksek değildir. Bu oranı yükselt-meliyiz. Bu oran yükseldikçe, oligarşinin krizi ve güvensizliği derinleşecektir. Oranı yükseltmenin imkanlarını ülkemiz koşulları fazlasıyla sunmaktadır; bu ko-şullarda yapacağımız, halkın her alanda-ki, yaşamının her anındaki sorunları ve talepleri sahiplenmek; küçük-büyük, le-gal-illegal, dar-kitlesel, ekonomi k-demok-ratik-politik demeden, bu sorunları ve ta-lepleri çok çeşitli biçimlerde bir mücadele ve örgütlenme zeminine dönüştürmektir.

Savaşı yayma ve halk örgütlenme-lerini yaygınlaştırma olarak belirlediği-miz güncel görevin bir ayağı da buraya basmalıdır. Savaşı yayma, yalnızca açık faşist saldırılar karşısındaki bir belirleme değil, silahlı-silahsız her bi-çimde, her alandan düzenin üzerine yürümek, düzene vurmaktır. Güçlü, kit-lesel darbelerin hangi yerden ve hangi talepten hareketle vurulacağını kestirmek de her zaman mümkün değildir. Sık veri-len bir örnektir. Tunus'ta halkın son 15-20 yıl içindeki en kitlesel, en radikal ey-lemleri ekmek zammı üzerine gelişmiştir. Ama halkın şiddete dönüşen protestoları fırınlarla birlikte devlet kurumlarına yönel-miştir. "Her türlü, halk hareketinin önüne

geçmenin, ona devrimci bir içerik kazan-dırmanın" önemi bir yanıyla buradadır.

Kaldı ki, ülkemizde emekçi halkın can güvenliği yalnız sivil faşist saldırılar ve devlet terörü karşısında tehlikede değil-dir. Düzen hemen her kurumuyla, her uy-gulamasıyla, bir biçimiyle halkın can gü-venliğini ortadan kaldırmıştır. Emekçiler, iş kazalarından trafik kazalarına, salgın hastalıklardan depreme, grizuya uzanan adeta bir ölüm çemberiyle kuşatılmışlar-dır.

Bu boyuttaki can güvenliği talebi, sanıldığından çok daha fazla yakıcıdır ve halkın yaşamının doğrudan bir parça-sıdır. Ülkemizde kendiliğinden eylem ve protestoların en yaygın biçimlerinden biri-nin, örneğin, üstgeçidi olmayan ana yol-lardaki ya da önlemsiz demiryolu hemze-min geçitlerindeki trafik katliamlarına karşı gerçekleşiyor olması çarpıcı bir du-rumdur. Ancak bütünde bu talep sahipsiz ve örgütsüzdür. İş kazaları radikal, uzun süreli eylem-

lerin, şanlı direnişlerin sahibi olan işçi sı-nıfımızın bile tepkilerinin en geri düzeyde kaldığı bir konudur. Onlarca, yüzlerce iş-çinin "iş kazası" diye katledilmesi çoğu

kez ciddi tepkilerin ve hesap sormaların konusu olmamıştır. 50 işçinin atılmasında gösterilen tepki ve dayanışmanın 300 işçinin katledilmesinde gösterilmemesi gibi bir gariplik çıkmıştır ortaya. "Can ucuz" denmiş ve emekçilere bu kanıksa-tılmıştır.

'92 Mart'ında Zonguldak-Kozlu'da gri-zu patlamasında 300 işçi ölmüştü. Grizu üzerine alelacele kapatılan ocaklarda, 100'den fazla canlı insan vardı. 5 ay sonra ocaklar açıldığında, bu insanların du-varlara, direklere yazdığı "68 saat yaşa-dık", "18 gün yaşadık", "burada açlık ve havasızlıktan ölüyoruz" notları okundu... Ve Kozlu unutuldu. Elbette yalnız Kozlu da değil. Kumkapı, Yeniçeltek, Çorlu... Egemen sınıflar sahte gözyaşlarıyla sahte demeçlerle geçiştirip, unutturmak iste-yeceklerdir. Bu, onların düzeni ve çıkar-ları gereğidir. Ancak işçi sınıfı ve halk unutmamak, unutturmamak zorundadır. Halkın çıkarı da bundadır. Unutmamak, unutturmamak ise ancak bir şeyle başarı-labilir; örgütlenmeyle. Halkın bilinci, hafı-zası örgütlülüğüdür. Şöyle bîr düşünelim,

iş kazalarını önleme komiteleri, iş kazala-rına karşı dayanışma komiteleri, sorum-luları açığa çıkarma ve hesap sorma ko-miteleri vb. çok çeşitfi isimler ve biçimlerle iş katliamlarına karşı komiteleşmeler bugün işçi sınıfı içinde önemli bir ihtiyaca cevap vermeyecek midir? Evet, bu ihti-yacı görüp cevap verebilmeliyiz.

Ve bu bakış açımızı emekçi halkın tüm kesimlerini kapsayacak tarzda geniş-letmeliyiz. Emekçi halkın bir bölgede üst-geçit talebi mi var, bu talebe sahip çıkıp onları, bu doğrultuda harekete geçirebil-meliyiz. Protestosunun içinde ve önünde olabilmeliyiz... Bir bölgede ishal salgının-dan çocuklar mı ölüyor, hemen sorunu sahiplenmeli, ölümleri azaltmayı ve so-rumfularından hesap sormayı hedefleyen bir çalışma içine girmeliyiz. Halkın namu-suna, onuruna yönelik -ister polis, ister mafya, ister patrondan kaynaklanıyor ol-sun- bir saldırı söz konusu olduğunda geniş kesimleri bu saldırının karşısına di-kebilmeliyiz. Gecekondu emekçilerinin yol, su vb. her türlü sorununu da bu ba-kışla ele alabilmeliyiz.

Bu "çelişkiler ülkesi"nde örnekler sınır-sızca çoğaltılabilir. Özcesi, halkın yaşa-

dığı hiç bir acı, hiç bir sorun karşısın-da duyarsız kalmama. Devrimcî duyar-lılığın somutlanışı ise kendini mücade-le programlarıyla ortaya koymasıdır. Halkın yaşadığı bu tür sorunlar, katliam-lar karşısında yalnızca teşhirle yetinmek, burjuva, reformist muhalefetle aramızda-ki sınırları belirsizleştirecektir. Devrimciler teşhirin ötesinde, önlemeye çalışan, hal-kın dayanışmasını örgütleyen, hesap sormayı gündeme getiren bir yaklaşım içinde olmak, bu yaklaşımı eylemler ve halk örgütlülükleriyle ete-kemiğe bürün-dürmek durumundadırlar.

Savaşı yayma görevi açısından oldu-ğu gibi, Halk Meclisleri'nin, Halk Komi-teleri'nin işlevlerinin de yalnızca faşist saldırılar karşısında halkın savunmasını örgütlemek olmayıp, emekçi halkın ya-şam sorunlarını da kapsayan bir genişliğe sahip olması ülkemizin bu nesnelliğinin sonucudur. Ve yine unutmamalıyız ki, bulunulan bölgedeki, alandaki halkın günlük sorunlarını, taleplerini kucaklama-ysp "genel" bir devrim propagandasıyla yetinen bir devrimci faaliyet, giderek hal-

ka yabancılaşacaktır. Halkın kendi so-runlarına kendi örgütlülükleriyle sahip çıkması, onun aynı zamanda düzenden kopuşunu da hızlandıracak, kopuşu so-mut adımlara ve biçimlere kavuşturacak-tır.

Halkın sorunlarını sahiplenme, daya-nışma ve hesap sorma temelinde oluş-turulacak halk örgütlülükleri, bu tür so-runların, katliamların, hemen her seferin-de kamuoyunda geniş yankılar uyandırıp sonra hızla unutturulması biçimindeki oyunu bozacak; sorunun üzerine müca-deleyle gidildiğinde düzen politikacıları-nın gözyaşı ve ilgilerinin sahteliği daha iyi anlaşılıp, teşhir somut bir muhtevaya bürünecektir. Bu, beraberinde tepkilerin, protestoların düzenin yönlendirmesinden kurtulup, asıl yerine, düzene ve devlete yönelmesini de getirecektir.

Halkın maddi-manevi dayanışması-nın örgütlenmesi bu yaklaşımımızın oda-ğındaki yollardan biri olmalıdır. Bu pek çok açıdan önemlidir. Bu yan örgütlene-bildiği ölçüde halk, devletin bakanlıkları-nın, belediyelerinin dışında kendi yarası-na merhem olabileceğini görüp, kendi gücüne, birliğine güven duyacaktır. Ge-cekondu halkının kent küçük-burjuvazisi-ne nazaran daha bir kendine güvenli tavrı, direnişi bir yanıyla sınırlı da olsa, yaşadığı bu pratiğin sonucudur. Düzenin şu ya da bu biçimde bağlarını zayıflat-tığı yalnızlaştırdıgı "bireycilik" ideoloji-siyle içine kapattığı işçi memur esnaf, gecekondulu çeşitli halk kesimlerinin bir-birine güveninin geliştirilmesinde bu ör-gütlülükler ve onlar aracılığıyla hayata geçirilecek dayanışma önemli roller üst-lenebilir

Küçük büyük önemli önemsiz deme-den halkın her talebine sahip çıkıp her kesimine ulaşmada ısrarlı olmalıyız. Demirel yıllardır; "benim emeklim, benim yetimim, dulum" sözlerini dilinden düşür-mez. Defalarca iktidar olmuş, emekliye, dula, yetime hiçbir şey vermemiştir ama yine de bunu tekrarlamaktan geri kal-maz. Çünkü o bilir ki, emekli, yetim, dul, sakat, toplumun en mağdur, düze-nin bozukluğundan en fazla etkilenen kesimleridir. Kapitalist düzenin insan emeğini, onurunu aşağılayan, insana de-ğer vermeyen yanını en fazla onların nezdinde görmek mümkündür. Ve onlar, ülkemizde devrimin en büyük yararı sağ-layacağı, değerlerini, onurlarını iade edip yaşamlarını insanca sürdürme imkanla-rını sunacağı kesimlerin başındadırlar. Ama onlara ulaşamıyor, çoğu kez ses-lenmiyoruz bile. Onların yaşamsal so-runlarının sahiplenilmemesi, onları dü-zen politikacılarının ağızlarına bakar bir konumda tutuyor. Sorunun bir örneği de bunlardır işte.

Elbette yöneleceğimiz halk kesimleri açısından da, dile getireceğimiz talepler açısından da öncelikler sıralaması yapa-cağız. Ancak sorun, bütünde emekçi halkın tüm taleplerini yakalayabilmek, onlara yabancı kalmamak ve uygun zeminlerde, uygun örgütlülükler için-de onları harekete geçirmekte hiçbir imkanı dıştalamamaktır.

Sorun, düzenden hoşnutsuz olan, dü- zenden talepleri olan tüm kesimleri ku-caklayıp devrime yöneltebilmektir.

Halkın hayatın her alanındaki taleplerine sahip çıkalım

Kamu emekçilerinin Ankara eyleminin ortaya ç ıkard ığ ı sonuç lardan bi r i de, KÇSKK'yı yönlendiren icazetçi, uzlaşmacı anlayışların emekçi düşmanı olma yolunda hızla ilerlemeleridir.

Ülkenin dört bir yanından gelip emeği ve onuru için on binlerle Kızılay meydanını di-reniş alanına çeviren kamu emekçileri bu icazetçi anlayışların kendilerini masa başla-rında nasıl sattıklarını yaşayarak gördüler.

Kamu emekçileri kendilerini masa başın-da salan icazetçi-uzlaşmacı anlayışa sahip sendikal önderliklere olan tepkilerini ellerine geçirdikleri pet şişeleri, pankart sopalarını, taşları sendika başkanlarının üzerine yağdı-rarak gösterdiler. On binlerce kamu emekçisi ve diğer emekçi kesimler nezdinde ikiyüz-lülükleri ortaya çıkan bürokrat sendikal ön-derlikler acizlik içerisinde çareyi devrimci sendikal anlayışı savunanlara saldırmakta arıyor. Ankara eylemliliği sürecinin yarattığı ortamın yumuşamasını fırsat bilen icazetçi-ler, yaptıklarının unutulduğunu ve yanlarına kalacağı düşüncesiyle KÇSKK'da yer alan devrimci sendikacılara utanmazca saldırıya geçip kendi ikiyüzlülüklerini unutturmaya çalışıyorlar.

KÇSKK'nın uzlaşmacıları, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda parmak sayı-sına güvenerek devrimci sendikacılardan "özeleştiri' isteme cüreti dahi gösterebilmiş-tir. KÇSKK'nın 18 Martta "yurtsever sorum-luluğu" gereği ertelediği eylemliliğiyle emekçi halkımıza kurşun yağdırarak katledenlere nefes aldırdığını unutmadık. Kamu emekçi-lerine ve diğer emekçi halk kesimlerine ya-pılan baskı, zulüm ve katliamların sorumlu-larından İçişleri Bakanı Nahit Menteşeye kamu emekçilerinin taleplerini çiçek olarak sunma yüzsüzlüğünü gösterenlerin, Ankara eylemi sonrasında gözaltına alınmaları iki-yüzlülüklerini unutturmam ıştır.

Kamu emekçilerinin yıllardır verdiği sen-dikal mücadele sürecinde kan-can bedeli de dahil ödenen bedellerle kazanılan mevzile-

rin devletten icazet bekleyenlerin eline bıra-kılmasını düşünemeyiz. Devlet her geçen gün yeni baskı yöntemleriyle mevzilerimize saldırıp, sendikalarımızı kapatmaya kalkıp, sürgün ve açığa almalara hız verirken, bi-zim yapmamız gereken emekçilerin birliğini ve mücadelesini geliştirmek olmalıdır. Bunu başarabilecek tarihsel geçmişe, deney ve birikime sahibiz, icazetçiler de bunu bildikle-ri için kendilerince en küçük fırsatı dahi de-ğerlendirerek , devrimci sendikal anlayışı geriletmeye, alicengiz oyunlarıyla bastırmaya çalışıyorlar. Kamu emekçilerine "özeleştiri" verip özür dilemesi gerekenler asıl bu bürokrat sendika ağalarıdır. Eğer yürekleri yetiyorsa, kapalı kapılar ardında değil, ey-lem meydanlarında "özeleştiri" istesinler. Bu yolda yürümekte ısrar ederlerse, daha şim-diden savunmaya çalıştıkları Bayram Me-raller gibi daha çok bozuk para yağmuruna tutulacak, daha çok taşlanacaklardır.

Sağlık-Sen adına toplantıya katılan Son-gül Aytemur'la Ankara'da yapılan KÇSKK değerlendirme toplantısı üzerine görüştük:

KÇSKK Ankara Kızılay eyleminin de-ğerlendirmesinde sendikanızın özeleştiri verdiği açıklandı, böyle bir durum var mı?

Hayır, özeleştiri verecek bir durumumuz yoktur. KÇSKK değerlendirme toplantısında bizden özeleştiri istendi. Biz de hangi ge-rekçe ile ne istediklerini açıkça söylemeleri-ni istedik. Ankara eyleminde yürüyüş sıra-sında bir toplantıdayken kortejimize satmak amacıyla elinde "Aydınlık" gazetesi ile ge-len Yapı Yol-Sen üyesi olduğunu sonradan öğrendiğimiz kişiyi arkadaşlar kortejden uzak durması için uyarıyorlar. Bunun üzeri-ne yanına birkaç kişiyi alarak gelen bu laf anlamaza haddini bildiriyorlar. Bu olayı ba-tıane ederek Yapı Yol-Sen'den 100 üyenin bu yüzden istifa ettiği iddia edildi.

Ayrıca sendika genel başkanları üzerine pet şişe yağmasını, yuhalanmalarını bize

fatura etmeye çalıştılar. Oysa bu kamu emekçilerinin doğal bir tepkisiydi. Toplantı-da biz Ankara'yı dolduran yüzbinden fazla insana bu tarihi fırsatı niçin kullandıramadı-ğımızı tartışmaya çalışırken bu yöndeki ça-bamız sürekli engellendi, eylemin sonuç-suzluğa mahkum edilmesini tartıştırmama-ya çalışıyorlardı. Tüm Bel-Sen Genel Baş-kanı Vicdan Baykara "Bem-Sen ve Sağlık-Sen, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Me-ral'in de yuhalanmasında özeleştiri verme-diler. Yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Bem-Sen ve Sağlık-Sen'le aynı platformda kalıp kalmamayı değerlendirmeliyiz." sözleriyle tartışmanın yönünü saptırmaya girişince toplantının içeriği üzerine bir hayli tartışma-larımız oldu. Bütün bu konuşmalara ilişkin KÇSKK dönem sözcüsü tarafından yapılan açıklamada "Sağlık-Sen ve Yapı Yol-Sen özeleştiri verdi, Bem-Sen özeleştiri vermi-

yor diye geç-ti. Oysa öze-leştiri verme-diğimiz gibi, o an tutulan tu- tanaklara da özeleştiri verdi diye yazılma-mıştır. KÇSKK bürok rat la r ı

"başarılı" bul-dukları Ankara eyleminin ba-şarısızlıklarına

sorumlu arı- yorlar. Fakat

yanlış adreste arıyorlar. Asıl özeleştiri ver-mesi gereken KÇSKK'dır. KÇSKK'yı, oluştu-ran bürokratlar, yurtseverlik bahanesiyle eylem erteleyen anlayış lar iç in, kamu emekçilerinin taleplerini "kır çiçeği" olarak Nahit Menteşe'nin kanlı ellerine teslim ettik-leri için ve kendi kararlarını tüm kamu emekçilerinin kararı olarak açıkladıkları için özeleştiri vermelidirler.

"31 memur sendikasından oluşan Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonlaşma Kurulu'nu (KÇSKK) muhatap almayan hükü-met Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu'nu resmi olarak tanıdı". 10 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinin 7. sayfasında yer alan bu haber iktidarın kirli oyunların] sergilemesi açısından önemlidir. Bu haber aynı zamanda Türk Kamu-Sen'in kamu çalışanlarının sendikal hak mücadele-sinde karşılacagı saldırıların ne kadar bo-yutlu olduğunu da sergilemektedir.

Devlet 1990'larda yükselen kamu emek-çilerinin mücadelesinin önünde engel olama-yacağını gördüğünde, hazırlıklarını da o günden başlatmıştır. Devlet bağımsız sendi-kal faaliyete engel olmak için bir taraftan baskı yaparken, bir taraftan da işbirlikçi, uzlaşmacı, kendi denetiminde sendikaların fiili olarak oluşmasına ve gelişmesine destek oluyor. Aynı destek bugün daha hızlı olarak devam etmektedir. Tüm Haber-Sen'e yargı tarafından kapatılma kararı verilirken aynı İş kolunda varolan Türk Haber-Sen kapatıl-mayarak PTT emekçilerinin faşist örgütlen-me içine girmesini zorlamaktadır. Belediye-lerde ise Bem Bir-Sen'e üye olanlara 7 mil-

yon TL vererek faşist örgütlenmeye çekme-ye çalışmaktadırlar. Kitle tabanına ve deste-ğine sahip olmayan sendika adı alımdaki fa-şist örgütlenme Türk Kamu-Sen kirli oyun-larla, rüşvetlerle, devlet eliyle taban kazan-maya çalışmaktadır.

Devletin denetimindeki faşist Türk Ka-mu-Sen nasıl ve kimler tarafından oluşmuş-tur?

'90 Temmuz eylemliliklerinin ardından kurulan Sendikaları gören devlet paniğe ka-pılmıştır. Müdür ve şeflerden, başhekimler-den oluşturduğu bürokratlarla bir vakıf ku-rulmuştur. TÜRKAV (Türkiye Kamu Çalı-şanları Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı) adlı bu vakıfla alttan alta örgütlenmeye çalı-şan faşist örgütlenme, kısa süre sonra yayın-ları olan Kamu Çalışanları Dergisi'yle geri-ci-faşist görüşlerini de yaymaya başladı. Dergilerde kamu çalışanlarının mücadelesi sonucu kurulan meşru sendikalar illegal Ör-gütler olarak gösterilirken bir taraftan da kamu çalışanlarının kafaları karıştırılmaya çalışılarak, sendikalardan uzaklaştırılmak İstenmiştir.

Hızla gelişen sürecin önüne geçemiyorlar, kamu emekçilerinin onbinleri bulan kitlesel

eylemleri, yükselen sendikal hak bilinci kar şısında engel olamıyorlar Sureci kaçırma-mak için hızla sendikal çalışma başlatıldı Yasa çıkmadan sendika kurmayacaklarını söyleyenler yukarıdan (devletten) emir gel-diğinde hemen sendika kurduklarını ilan et-tiler. 17 Haziran '92'de kurulan on dört sen-dikanın ardından bir hafta sonra (Türk Ka-mu-Sen) Konfederasyon da kuruldu

Kimdi bu sendikaların yöneticileri? Türk Kamu-Sen Genel Başkanı, DPT'de

Daire Başkanı, Ali Işıklar Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı, Milli Eğitim Bakanlığı'nda Şube Müdürü Şuayip Özcan. Türk Ulaşım-Sen Genel Başkam, Ulaştırma Bakanlığı'nda Şube Müdürü Yaşar Asiller, Türk Enerji-Sen Genel Başkanı, Ankara Elektrik Dağı-tım Müessesinde Personel Müdürü H. Hüse-yin Asiller

Bu sendikaların yöneticileri, yıllardır sendikal mücadele veren kamu emekçisini açığa alan, sürgün eden, polise ihbar eden faşist devletin bürokratlarıydı. Sendikaların kuruluşu TRT l'den büyük bir reklamla ve-rildi.

Dün ve bugün kamu emekçilerinin başın-da faşist devletin kılıcım sallayanların, sen-dika kurarak emekçilerin haklarını savun-maya soyunmalarının nedenleri en açık şek-liyle ortadır. Gelişen sendikal, hak mücade-lesi önünde engel olmak, faşist kadrolarla devrimci sendikacılara karşı saldırılar ha-zırlamak, devletin elinin uzanmadığı yerde

m ü c a d e le y i b a sk ıy l a , ş id d e t le b o z m a k t ır . Önüne geçemediğinde de kamu emekçileri-nin mücadelesini denetimleri altında tutarak devrimci özden uzaklaştırmaktır amaç.

Türk Kamu-Sen, devletin bizzat kendi eliyle kurduğu gerici faşist sendikadır. Dev-let Kızılay Meydanı'nı dolduran yüzbinlere karşı, bugün gerici faşist Türk Kamu-Sen'i çıkarmakla kurtuluşunu Türk Kamu-Sen'e bağlamakla ne kadar güçsüz olduğunu gös-termektedir.

Avrupa'da yapılacak "Avrupa Birliği Ekonomik ve Sosyal Komite"sinin yapacağı toplantıya katılacak sendikaların listesine Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve Türk Kamu-Sen'den bir kişinin de olması Avrupa Topluluğuna girmek için yapılan oyundan başka bir şey değildir. Yıllardır faşist devletin çıkmazı olan kamu emekçileri sendikal hakkını tanıması da böylelikle çözümlenmiş olacaktır. Türkiye'de artık sendikal yasakların olduğu ülkeler listesinden kolay bir yöntemle çıkacaktır. Ama yanılıyorlar, sendikal mücadele de kamu emekçileri çok yol katetti. Devletin bu açık oyunu kamu emekçileri taraf ından görülmektedir. Kamu emekçileri yıllardır kazanmış olduğu mücadele deneyi ile kimin dost, kimin düşman olduğunu bilmektedir. Bu yanıyla önümüzdeki süreçte kamu emekçileri devletin tüm bu kirli oyunlarına ve baskılarına karşı mücadelesini yükseltecek, devletten hesap soran olacaktır.

Ankara'da yuhalanan bürokratlar "Sağlık-Sen özeleştiri verdi" yalanına sığındı SAĞLIK-SEN: "Özeleştiri vermesi gereken,

sendika bürokratlarıdır"

Türk Kamu-Sen;

İktidara koltuk değneği

Ankara eyleminden çıkarılması gereken dersler!

Uzlaşmacı, pasifist çizgi mücadeleyi geriletecek, düzenin

sınırlarına hapsedecektir. Böyle bir

anlayışla en küçük kırıntılar dahi elde

edilemez. Kazanmanın yolu radikal mücadeleyi

yükseltmektir. Kamu emekçisinin Ankara eyleminden çıkardığı

derslerden biri bu olmalıdır.

Kamu emekçisi yıllardır diğer emekçi kesimler gibi devletin ekonomik sömürü-süne, baskısına, şiddetine maruz kal-maktadır. En küçük ekonomik-demokratik hakları için yıllarca mücadele etmektedir. Her defasında mücadelesi bastırılmaya, sesi susturulmaya çalışılmıştır. Kamu emekçileri buna karşı sessiz kalmamış, boyun eğmemiş, emeğine, onuruna sahip çıkmıştır. Devlet bürokrasisi içerisinde yok edilmeye çalışılan kamu emekçileri 657 gibi kendisini bağlayan yasaları, mü-cadelesiyle parçalamış, yeni kazanımlar elde etmişlerdir. Bu mücadele kamu emekçisine yeni bir kimlik kazandırmış, kendi gücünü göstermiştir.

Kamu emekçisi yıllardır sürdürdüğü mücadele birikimine ve işçilerin, gece-kondu halkının, öğrenci gençliğin, Kürt halkının vermiş olduğu mücadele dene-yimlerine sahiptir. Sınıf mücadelesinin dönüşü yanıyla düşündüğümüzde kamu emekçisinin mücadelesi de bugün yeni bir sürece gebedir. Bu süreç radikal, di-rengen, uzlaşmayan kararlı atılım ruhuyla dolu olmayı zorunlu kılıyor.

Emeği, onuru, geleceği için mücadele eden kamu emekçisi devletin baskısı, şiddetiyle karşılaşmaktadır. Bunun için-dir ki mücadele daha kararlı, daha diren-gen olmalıdır. Ve devletin baskısı, sömü-rüsü boşa çıkartılmalıdır. Gerek ekono-mik-demokratik hak alma mücadelesi ge-rekse sınıflar mücadelesi böylesi bir çiz-giyle başarıya ulaşacaktır. Çünkü ekono-mik-demokratik haklar da iktidardan zorla sökülüp alınmaktadır. Kamu emekçisinin mücadele tarihi bunun örnekleri ile dolu-dur. Bugün varolan sendikalar böylesi bir mücadele üzerine kazanılmıştır.

Kamu emekçisinin mücadelesi yeni bir sürece adım atarken önündeki engelleri temizlemek zorundadır. Kendi içinde bu-lunan uzlaşmacı, sağ anlayışın temsilci-leri mücadelenin önündeki en büyük en-gellerden birisidir. Bu anlayışın hakim ol-duğu son iki yıllık süreçte kamu emekçisi mücadelesini başarıya taşıyamamış ken-dini tekrara düşmüştür. Pasifist, devletin denetiminde bir çizgiye mahkum edilmiş-tir. Özellikle son süreçte kamu emekçile-rinin beklentilerine cevap verme, gerekse halklarımızın yaşamış olduğu sorunlara duyarsız kalınması, uzlaşmacı sağ çizgi-nin maskesini düşürmüştür. Bu tablo so-nuçları ile çok açık ortadadır. Ve kamu emekçileri de bunu çok İyi görmektedir-ler. Ankara eylemi bu tepkilerin açık bir şekilde ortaya çıktığı, kitlesel bir platform olmuştur.

Ankara eyleminin ortaya koyduğu gerçekler 17-18 Haziran'da sayıları yüzbinleri

bulan kamu emekçileri, ülkemizin dört bir yanından büyük bir coşkuyla grevli toplu sözleşmeli sendika hakkını yasal güven-ceye almak, devletten bir hak daha ko-parmak için Ankara Kızılay Meydanı'na aktı. Onlar sayıları ile büyük bir orduyu andırıyorlardı. Ankara bu ordunun taarruz yeriydi. Emekçi kitle iktidarla taarruzun başarıya ulaşabilmesi için kıyasıya bir savaşa hazırdı. Kamu emekçileri hakla-rını alabilmek için kararlıydılar. Ancak ey-lem aynı kararlılıkla sonuçlanmadı. Dört gün süren eylemde yüzbinlerce kamu emekçisi oligarşi taralından hiçe sa-yılmış, görmezlikten gelinmiştir. Bu tavır emekçilerin onuru ile oynamaktı. Bu so-nuç kamu emekçileri açısından bir yenil-gidir. Eylem hedefe ulaşmadan geriye dönülmesi emekçiler cephesinde geriye atılan bir adımdır.

Böylesine büyük bir eylem neden başarıya ulaşmamıştır? 1- KÇSKK'da bulunan sağ teslimiyetçi

anlayışa sahip sendikacılar kitleyle aynı kararlılığa sahip değillerdi. Kamu emekçi-lerinin iradesini, emekçi düşmanları kar-şısında temsil edememiş, kendi anlayış-larını orada bulunan yüz binlere dayat-mışlardır. Kitleden kopuk bürokratik, sta-tükocu kastlaşmış bir işleyişe sahiptirler. Bütün bunlara korkuları, kaygıları, gele-cek hesapları eklenince kitlelerin sesi duyulmazdan gelinmiştir. Eylem öncesi alınan kararlar çiğnenmiş, emekçi düş-manları kamu emekçilerinin ayağına gel-mesi gerekirken, onlar koşa koşa emekçi düşmanlarının ayağına gitmiş, icazet dt-lenmişierdir. Bu tavırlarıyla emekçilerin onurunu ayaklar altına almışlardır.

Sınıflar mücadelesi yükselip, kitle ha-reketleri radikalleştikçe bu anlayışlar kor-ku ile paniğe kapılarak düzenin sözcüleri-ne şirin gözükmek için bütün yöntemleri kullanmaktadırlar. Dün Gazi katliamında günler öncesinden alınan eylem kararla-

EĞİTİM-SEN I. Olağan Genel Kurulu 21-24 Temmuz 1995 tarihinde Milli Eğitim Şura salonunda yapıldı.

Eğitim-Sen olağan kongresi, devrimci sendi-kal anlayışı sahiplenen eğitim emekçilerinin tüm çabalarına rağmen fiili ve meşru sendikacı-lıktan yasala, teslimiyetçi bir çizgiye kayışın göstergesi olmuştur.

1. Olağan Kongre öncesi kapalı kapılar ar-dında kafa sayısına dayanan genel başkan ve yönetim profilinin pazarlıkları ilkesiz, tekkeci bir anlayışın ürünü olarak seçim anına kadar de-vam etmiş, bunun sonucu genel merkez yönetimi İlkesiz, programsız bir şekilde çoğunluk olarak teslimiyetçi ve uzlaşmacıların eline gecmiş-tir.

Yine 1. olağan kongrede Çalışma Bakanına, İşçi Partisi Genel Başkanına söz verirlerken, ge-nel merkez yönelim kurulu adaylarına söz hakkı verilmemiştir.

Seçimlere başlanmadan önce seçimin dev-rimci sendikal anlayışın aleyhine kaybedileceği-ni bile bile siyasi, tekkeci çıkarlar uğruna genel devrimci sendikal anlayışa zarar verecek biçim-de İttifaklar oluşturulması, sonucunda sendika yönetim kurulu pratik mücadelede programla-rında Eğitim-Sen tüzüğünü kabul etmeyenlerin eline geçmiştir.

Eğitim-Sen üye ve yöneticilerine işten el çektiren, soruşturmalar açan, sürgün eden, cezalar veren, yasadışı' gören devlet ve onun bakanlığı nasıl oldu da, hangi çıkar gözeterek Eğitim-Sen kongresine kendi şura salonunun 3 gün boyunca açmıştır? Bilindiği gibi sendikanın varlık

rını "yurtseverlik" örneği olarak iptal edenler, Ankara eyleminde ellerinde kır çiçekleriyle tescilli halk düşmanı İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'nin ayağına git-mişlerdir.

Uzlaşmacılığın sonu teslimiyettir, dü-zendir. Uzlaşmacı, pasifist çizgi mücade-leyi geriletecek, düzenin sınırlarına hap-sedecektir. Böyle bir anlayışla en küçük kırıntılar dahi elde edilemez. Kazanma-nın yolu radikal mücadeleyi yükseltmek-tir.

Kamu emekçisinin Ankara eyleminden çıkardığı derslerden biri bu olmalıdır.

2- Ankara eylemi uzlaşmak isteyen re-formist sendika başkanlarına karşı kitle-nin tepkisini de açığa çıkartmıştır. Kitlenin büyük çoğunluğu bu sendika başkanları-na rağmen direnmeden yana tavırlarını göstermiş, sert bir tepki ile protesto et-mişlerdir. Bu olumlu bir tepkidir. Kitleler bu reformist önderliklerin önüne geçmiş-tir. Çokça gerekçe olarak getirilen "kitle geri, korkak..." söylemlerini yine kamu emekçileri tepkileri ile bu anlayışı teşhir ederek sürecin gerisinde olduklarını gös-termişlerdir.

Bu anlayışın sahipleri Haziran eylemli-likleri öncesinde eylem programının oluş-ması tartışmalarında radikal eylem prog-ramlarından bilinçli olarak kaçınmışlardır. Devrimci sendikacılar bu toplantılara so- nuç alıcı radikal eylem programları ile gelmiş, kararları her yönüyle zorlamışlar-dır. Ankara eylemi öncesi Ankara eylemi içinde kitlenin taleplerini, istemlerini gözö-nüne alarak çalışma yapmışlardır. Anka-ra'da KÇSKK'nın yapmış olduğu sonuç toplantısında da dönmek değil kalmak ve sonuç alınana kadar direnmek gerektiği yönünde kararlarını açıklamışlardır. Ancak KÇSKK'da karara oy çokluğuyla eylemin sonuçlandırılması ve dönmek gerektiği şeklinde çıkmıştır. Kitleye açıkla ma da bu şekilde yapılmıştır

Devrimci sendikacılar tespiti doğru yapmakla birlikte, kitlelere önderlik ede-memiştir. Oysa Ankara'da bulunan kitle-nin ruh haline öncülük edebilmiş olsa-

şartı emek-sermaye çelişkisinde emek cephesi-nin çıkarlarının savunulmasıdır. Yine bilindiği gibi emek cephesinin fiili olmaksızın bizim gibi ülkelerde hiçbir zaman sermaye cephesi emek cephesine kapılarını açmaz. İster istemez insa-nın aklına, sendikamızı sermaye cephenin kendi safına çekmek istediği, sendikamız içeri-sinde de üst kademelerde taraftar bulduğu he-men akla geliyor.

Sonuç olarak genel kurulların kitlelerin ken-di özgüçleriyle hareket ettikleri yerlerde yapıl-ması gerekir. Oysa bu konuda devletin oyununa gelinmiştir. Bu açıdan kongre öncesi yapılan uyarılar da dikkate alınmamıştır.

Sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışına göre kongreler programların mücadele yerleri olma-lıdır. Bu anlamda sınıf ve kitle anlayışını avu-nan ve temsil ettiği söyleyenlerin pratikte halk safında görülen insanlar olmalıdır. Oysa görül-müştür ki Eğitim-Sen'in başta başkanı ve yöne-ticileri olmak üzere "sınıf ve kitle sendikası söylemleri sadece sözde kalmıştır. İşçi Partisi başkanı gibi tescilli ihbarcı-karşı devrimci kim ligi tüm sol tarafından kanıtlanmış Perinçek'in de kongre konuğu olarak çağrılması "sınıf ger çeğine"ne kadar uyuyor

Bu bakış açısı burjuva demokrasisine uygun devrimci sosyalist demokrasi anlayışına ise ta-mamen ters bir bakış açısıdır. Bu anlamda Eği-tim-Sen içerisinde ve yönetimlerde olan anla yışların kendi sınıfsal konumlarını değerlendir meleri gerekir.

Devrimci sendikal anlayışı savunan arkadaşlar tarafından seçim öncesi Özgürlük Dünyası

lardı, radikal kitle çizgisine dönüşen bir eylemlilik de yakalanabilecekti. Doğru devrimci önderlik tek başına durumu tes-pit etmek değil, varolan durumu dönüş-türmek ve kitlelere öncülük etmektir. Dev-rimci anlayış bunu gerektirir. Çünkü dev-rimci; yol gösteren, varolan nesnelliği dö-nüştüren, süreci ileriye taşıyandır. Anka-ra eyleminde devrimci sendikacılar cesa-retli, atak, kendine güvenli hareket ede-memişlerdir. Devrimci memurlar bu ya-nıyla kendilerini sorgulamalı, eksik ve za-aflarından ders çıkartarak hızla yenilene-bilmelidirler. Devrimci memurlar kamu emekçilerine öncülük etme misyonuyla hareket etmeli bu sorumluluğun farkında olmalıdırlar.

3- KÇSP tüm emekçilerin birlikteliğini sağlamak için sendikaların biraraya gefdi-ği, birlik platformudur. Gelinen aşamada bu birlik platformu reformist anlayışların büyük oranda etkisiyle kitlelere doğru ön-derlik yapamamıştır. Mücadele içinde sı-nanan bu birliktelik attık nitelik dönüşü-müne uğramak zorundadır. Tabanda böyle bir zorlama ortaya konmuştur. Re-formist uzlaşmacı anlayışları eleştiren ya-pılar bu sağ anlayışları pratikte mahkum etmelidirler. Protesto hareketi olmaktan çıkmalıdırlar. Süreç kuçük hesaplarla hareke, etme-yi, pragmatist davranmayı kaldırabilecek durumda değildir. Bugün ne söylendiği değil ne yapıldığı önemlidir. Samimiyet pratik içinde ölçülür. KÇSKK'nın başına reformist uzlaşmacı anlayışların geçme-sine prim verenler, her konuda olduğu gi-bi bunda da pragmatist davrananlar yap-tıklarından ders çıkartmalıdırlar.

Kamu emekçilerinin hak alma müca-delesi tarihi bir dönemece girmiştir. Bu sürecin sorumluluğu kendine devrimci sendikacı diyen tüm anlayışların omuzları üzerindedir. Bu tarihi bir sorumluluktur. Devrimci sendikal anlayışı savunanlar birlikteliği radikal mücadelenin ilkelerine göre devrimci bir tarzda oturtmalıdırlar. Bunun adımı hızla atılmalı saflar netleş-melidir.

çevresi, BSP, Eğıtim-İş teslimiyetçi ittifakı bel-gelendiği andan itibaren her türlü özveride bu-lunarak Yeniden ve Yurtsever çevresine çağrı-lar yapılmış, hiç bir cevap alınamamıştır.

Devrimci sendikal anlayışa sahip eğitim emekçileri güç ve eylem birliği yaparak kongre-yi eğitim ve mücadele alanı olarak görmüş, ge-nel mücadeleyle bütünleştirerek kayıplar, gözal-tılar, yargısız infazlara ve işkencelere karşı du-yarlılığı geliştirmiştir. Bunun için 122 imzalı bir önerge vererek bu konuda bildirgenin okunma-mı ağlamıştır. Bunun dışında kongre delege ve konuklarına "Halkın Acil Müdehale Hattı" çağrısı dağıtılmıştır.

Devrimci sendikal anlayış tarafından kon-grenin öncesi, anı ve sonrasında ilkel, kararlı, mücadeleci bir tavır sergilenmiştir, kitle tarafın-dan da destek bulmuştur.

Kongre sonrası ortaya çıkan tablodan görül-düğü gibi genel merkez yönetimini Eğitim-İş, BSP, Özgürlük Dünyası ve Yurtsever çevresi tarafından paylaşılmıştır. Oy sayımı biter bit-mez bu uzlaşmacı tabloyu oluşturan ve gören yurtsever anlayış yönetimden çekilelim çekil-meyelim tartışmalarına başlamıştır. Yedek ola-rak seçilen Yeniden çevresi de yurtseverlerin çekilmesi durumunda bu boşluğu doldurup dol-duramayacakları tartışmalarına başlamışlardır.

Bu anlamda yönetimin uzun vadeli mücade-leyi taşıyamayacakları şimdiden ortaya çıkmış-tır.

Devrimci Mücadelede Eğitim Emekçileri

Eğitim-Sen'de uzlaşmacı ittifak

Yugoslavya halklarını emperyalizm böldü... Sosyalizm birleştirecek!

Yine gazetelerin baş sayfalarında, TV'lerin haber bültenlerinde Bosna-Hersek var. Görüldüğü kadarıyla da olmaya devam edecek. Çünkü Bosna-Hersek haberleri neredeyse üç yılı aşkın bir süredir değiş-meyen tablo oldu. Aydan aya şehir isimleri değişse de tecavüze uğramış, eşi, oğlu, kızı katledilmiş, acı içinde bakan insan görüntü-leri ve dehşeti tüm çıplaklığıyla anlatan gözleriyle Bosna'lı kadınların görüntüleri hiç değişmiyor.

Dün Gorazde'de yaşandı bu anlatılan-lar, bugünse Srebrenica da bir kez daha tekrarlanıyor. Varınsa belki bir Boşnak şeh-

rinde ya da Sırp ve Hırvatların yaşadığı bir kasabada, kentte kurallarını emperyalizmin çizdiği bir oyunla tekrar yaşanacak. Çünkü Yugoslavya ve Bosna-Hersek emperyalist-lerin tezgahladığı kanlı oyunların sahnelen-diği bir yer...

Ülkemizde yaratılan ve Bosna-Hersek'te yaşananlar için çizilmeye çalışılan "Haçlı Seferi" tablosuna rağmen '90'lı yıllara dam-gasını vuran bu savaşın dinler ya da milli-yetler savaşı değil çıkarların çatıştığı bir savaş olduğu bugün tüm çıplaklığıyla orta-dadır. Bosna-Hersek'te emperyalizmin mi-marı olduğu çatışmayı, din savaşı olarak gösteren ve halkımızın dini duygularını is-tismar ederek toplanan maddi yardımları kendi kasasına aktaran RP vb. objektif ola-rak emperyalizmin politikalarına alet olmak-ta, balkan halkları arasında kardeşliği değil dinci kisveli çatışmalara zemin hazırlamak-tadır.

Kendi küçük hesapları uğruna halkların kardeşliğine darbe vuran bu din tacirleri halkların gerçek düşmanı olan emperyaliz-min figüranlığına soyunmaktadır.

Halklar Arasındaki Kanlı Savaşın Mimarı Emperyalizmdir Son 5 yıldır Yugoslavya genelinde, üç

yıldır da Bosna-Hersek'te yaşanan kanlı savaşların altında emperyalizmin ekonomik çıkarları ile Balkanlar ve buradan da yola çıkarak dünya genelinde kurduğu hege-monya yatar. Bunu anlamak için Yugoslav-ya'nın son 60 yıllık tarihine kısaca bir göz atmak yeterlidir.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıl-larından önceki Yugoslavya büyük oranda suni olarak kurulmuş bir krallıkken özellikle Alman ve italyan faşistleri ile bunların or-takları Bulgaristan ve Macaristan'ın iştahını kabartıyordu. Çünkü Alman emperyalizmi-nin "böl-parçala-yönet" taktiğini uygulayabi-leceği, bu arada da müttefiklerine de uygun ortamlar yaratabileceği bir coğrafyaydı. Al-

manlar Yugoslavya'yı işgal etmeden önce işbirlikçi bir cunta ile Sırbistan'da Nazi işbir-likçisi bir hükümet kurdurdular. Öte yandan italyanların denetiminde ise "Ustaşa" diye adlandırılan faşist bir Hırvat devleti kurdu-ruldu. Bunların dışında Yugoslavya'yı oluş-turan tüm cumhuriyetlere, özerk bölgelere işgalciler gelip yerleştiler. Bu yıllar başta Sırplar ve Hırvatlar arasındaki düşmanlıkla-rın körüklendiği, Alman emperyalizminin ekonomik çıkarlarının pekiştirildiği yıllar ol-du.

Savaş yıllarında halklar arası düşmanlık yaratılmasında özellikle payı olan Alman

emperyalizmi için kendi pazarına sahip "bağımsız cumhuriyetlerden oluşmasının pazar hakimiyeti açısından mutlak bir öne-mi vardı. Çünkü yüzyılın başından bu yana Almanya'nın politikası nüfuz alanı olarak gördüğü Doğu Avrupa'da kendine muhtaç küçük ülkeler, bölgeler yaratmak ve hege-monyasını yerleştirmekti. Bunu sağlamak için 1940'lı yıllarda açık işgale girişirken, 1990'larda farklı bir yol izledi. Alman em-peryalizmi için Yugoslavya önemli bir köp-rübaşı demekti. Hem buradan başka ülke-lere sıçrayabilme planları hemde 1970'ler-den itibaren Alman tekstil sanayisinin fason üretiminin üçte birinin Yugoslavya'da yapıl-ması bu önemi açıklamak için yeterli örnek-tir. Rakamsal olarak ise bu yılda 8 milyar markın üzerinde bir ihracaat-ithalat demek-ti.

Ortada bu kadar büyük ekonomik çıkar-lar ve siyasal hegemonya olunca Alman emperyalizmi türlü sorunlarla uğraşan bir Yugoslavya ile ilişkilerini geliştirmek yerine yıllarca birlikte yaşamış halkların küçük ama 'bağımsız' ülkeler olması yönünde po-litikaları benimsemekte gecikmedi. Özellik-le de ticaretinin geliştiği Slovenya ve Hırva-tistan'ı da ilk olarak tanımayı tercih etti. Bu-nun anlamının ise tıpkı İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında olduğu gibi halkları birbirine karşı kışkırtmak ve silah-landırıp çatıştırmaktan başka bir anlamı yoktu.

Alman emperyalizmi de öyle yaptı. Bu yanıyla diğer emperyalist ülkeler içinde Al-man emperyalizminin bugün Yugoslav-ya'da, Bosna-Hersek'te yaşanan katliam-larda özel sorumluluğu vardır. Kuşkusuz halkların birbirine sıktığı ilk kurşundan sonra aralarında İngiltere, Fransa ve ABD'nin de olduğu birçok emperyalist ülke NA-TO'suyla, AB'yle, BM'siyle bugün yaşanan ve binlerce kişinin ölümüne, yerlerinden yurtlarından olmasına yol açan bu savaşın mimarlığına, trafik polisliğine soyunmakta gecikmediler.

Yokedilen, Saldırılan Halkların Kardeşliğidir Emperyalizmin bu saldırısı Yugoslav-

ya'da -sorunları olsa da- sosyalizmin tasfi-yesini ve ekonomik hegemonyasını yerleş-tirmeyi, halkların kardeşliği konusunda var olan onca soruna rağmen ileri adımlar atmış Yugoslavya'nın tasfiye edilmesini he-defliyordu. Çünkü ikinci Paylaşım savaşı-nın ortalığı kan gölüne çevirdiği günlerde neredeyse ona yakın halkın omuz omuza birlikte mücadele etmesiyle, faşist işgalcilere karşı verilen mücadele içinde halklar arasındaki kardeşliğin temelleri atılmıştı. İşte bugün de yok edilmeye çalışılan müca-deleyle yaratılan halkların kardeşliğiydi, da-yanışmaydı.

1940'lı yılların başında Yugoslav Komü-nist Partisi önderliğindeki HALK KURTU-LUŞ CEPHESİ Yugoslavya halklarını bün-yesinde toparlamayı büyük oranda başar-mıştı. Halk Kurtuluş Cephesi daha Nazilere ve İtalyan Faşistlerine karşı mücadele ederken, savaş öncesinin Yugoslavya'sının Hırvatları, Slovenleri ve Karadağlıları ezen; Makedonyalıları ve Arnavutları dışlayıp kö-leleştiren yapısını yıkacağını açıkça ilan et-ti.

Kasım 1945'den itibaren de bunun te-mellerini atmaya başladı. Böylesi bir hede-fe ulaşmak ise gerçekte zordu. Çünkü ül-kedeki faşist işgale karşı süren direniş aynı zamanda pekçok cephede birden süren bir iç savaştı: Sırp ve Hırvat faşistler arasın-da, Ortodokslarla Katolikler arasında, ko-münistlerle faşistler arasında, hristiyanlar ile müslümanlar arasında, Sırbistan'da kralcılar ile cumhuriyetçiler arasında... Ve daha benzeri onlarca iç sorun çatışmalarla sürüp gidiyordu.

Tüm bunlara rağmen Sosyalist Yugos- lavya "milli mesele"yi yıllarca sorun olmak-tan çıkarmış ve bu kadar çeşitliliğin ortasın-da halkların kardeşliğini sağlamıştı. Üstelik farklı gelişim düzeylerinin söz konusu oldu-ğu cumhuriyetlerin varlığına rağmen bunu başarmıştı. Bunun için sihirli bir değnek de-ğil tek birşey vardı ellerinde, o da halkların kardeşliğini her koşulda savunan sosya-lizmden başka bırşey değildi.

Sosyalizmin halkları birleştirici olduğu-nu, bugün uğruna yüzlerce insanın kanının döküldüğü pek çok sorunu karşılıklı daya-nışma ve hoşgörü içinde çözdüğünü birkez daha tekrarlamak özellikle Yugoslavya ve Bosna-Hersek sorunun tartışıldığı bir sü-reçte önemlidir. Sosyalizmin halkları birleş-

tirici rolü Bosna-Hersek sorununda emper-yalizmin "barış havariliği"ne soyunmasının da çirkin bir aldatmacadan başka birşey ol-madığnı ortaya koyuyor. Örneğin Yugos-lavya'nın çözülme ve dağılma süreci bo-yunca başta ABD ve diğer bazı emperyalist ülkelerin "birliğin yaşatılması" yönündeki tavırları da hiç kimseyi yanıltmasın. Çünkü Yugoslavya'nın 16 milyon dolarlık dış bor-cunu kim ödeyecek sorusuydu yalnızca ABD'yi bu kabar birleştirici yapan...

Emperyalizmin Korumaya Çalıştığı Yugoslavya Halkları Değil, Kendi Statüsüdür 1990'lı yılların başından bu yana önce

Hırvat-Sırp, sonra Hırvat-Boşnak derken Sırp-Boşnak kısacası herkesin birbiriyle ça-tıştığı bir tablo var Yugoslavya'da, Bosna-Hersek'te.., Ve her şeyden ilginci de çatı-şan taraflardan, her gün onlarca ölü veren halklardan değil de emperyalistlerden ve onun gönüllü neferliğini üstelenen BM'den en çok ses çıkıyor.

Her emperyalist ülke kendince çözüm yolları buluyor, planlar öneriyor. Wance-Owen planı, Cenevre Planı, İnsani Yardım Köprüsü, şimdi de ambargoyu kaldırma nu-maraları... Sonuç; değişen bir şey yok! Ör-neğin büyük şovlarla yapılan İrma operas-yonunda onlarca Boşnak çocuk sahiplen-me şovlarıyla gösterildi. Şov bitti ve bugün binlerce Boşnak çocuk tıpkı kardeşleri Sırp, Hırvat, Makedon ya da Arnavut çocukları gibi bombalar altında korumasız.

Peki korunan ne? Korunan yalnızca em-peryalist hegemonyadır, statüdür. Ambargo kararının kaldırılması da halklar arası çatışmanın arlan dozu karşısında statüko-nun savaş tacirliği yapılarak korunmasın-dan başka şey değildir. Emperyalistler açık oynuyorlar; daha fazla kan, daha fazla kar...

Yugoslavya halkları bu gerçeği artık görmeli ve kan deryası içinden kafalarını kaldırıp Öfkelerini de silahlarını da em-peryalistlere yöneltmelidir. Onları bir arada tutacak olan emperyalistlere duy-dukları öfke olacaktır. Tıpkı sosyalist Yugoslavya'nın kurucusu partizanların omuz omuza savaştığı Halk Kurtuluş Cephesi saflarında olduğu gibi....Bu-günde yeni işgalcilere, onların savaş ta-cirliğine ve her milletten eli kanlı işbir-likçilerine karşı Halk Kurtuluş Cephesi yeniden açılmalıdır:

Emperyal izmi Bosna'dan, S ı rb is- tan'dan Kovmak İçin!

KAMUOYUNA; BOSNADAKİ VAHŞETİN SORUMLUSU EMPERYALİZMDİR Bütün halkların gözleri önünde kanlı bir oyun oynanıyor. Emperyalizmin çıkarları için,

halkların kardeşçe yaşadığı Yugoslavya topraklarında, bugün aynı halkların kanlan akıtılı-yor. Kardeş halklar birbirine kırdırılıyor.

Yugoslavya'daki kan gölü her geçen gün daha da büyüyor. Bundan çıkan olanlar yerle-rinden-yurtlarından sürülen, katledilen onbinlerce insan değil, halkların acıları ve kanları pahasına yeni-sömürü ve egemenlik alanları peşinde koşan emperyalist güçler ve devlet-lerdir. NATO'dur, BM'dir, Barış Gücü'dür. Yani Emperyalizmdir.

Bosna'daki katliam emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Kürdistan, Ruanda, Somali, Hai-ti'de başlattığı suç dosyalarına eklenen yeni sayfalardır. Halkların birbirine kırdırılmasını engellemek, emperyalizmin oyununu bozmak için, halkların kardeşliği savunulmalıdır.

EMPERYALİZM BOSNA'DAN, SIRBİSTAN'DAN ELİNİ ÇEKMELİDİR. Sağmalcılar Cezaevi, Ekim, HKG, TKEP-L, MLKP-K, MLSPB, TKP-ML, TKP

(ML), TDKP, TİKB, THKP-C/HDÖ, Direniş Hareketi, DHKP-C Tutsakları Adına,-Burhan KARTAL, Hasan DEMİR, Ümit Onursal ÖZAT, M.

Ali ÇELEBİ, Erol ÇELİKTEN, Mehmet YEŞİLÇALI, Cemal KESER, Emin GÖK-DURNA, Can Ali TÜRKMEN, Mehmet ÇİFTÇİ, Ramazan SADIKOĞULLARI, Şadı Naci ÖZPOLAT-

Özgür vatan için şehit düştüler

1961 Adana-Osnıaniye doğumlu. Türk milliyetinden. 1977 yılında devrimci mücadele içinde yer aldı. 1980'de tutsak düştü. 1990'da tahliye olduğunda vakit kaybetmeden sıcak mücadeleye koştu. 1992'de Akdeniz Bölge Komitesi siyasi sorumluluğuna atandı. Darbecilik sürecinde bölgesine bu kiri bulaştırmadı. 31 Temmuz 1993'te Silifke Kırobası'nda yaralı olarak yakalandı ve yolda katledildi.

1970 Dersim doğumlu yoksul bir Kürt ailesinin oğluydu. Çocuk denecek yaşta gerillayla tanıştı. 1992 sonunda bir hainin düşmanla işbirliği yapması sonucu pusuya düştü. 1993 Şubat'ında tutsak bulunduğu Nevşehir Cezaevi'nden firar etti. Ve Toros dağlarına gitti. Gerilla birliğinin komutan yardımcılığını yaptı. 31 Temmuz 1993'te Mersin Silifke'de düşman tarafından pusuya düşürülerek yoldaşı Tarık Koçoğlu ile birlikte şehit düştü.

12 Eylül Öncesi ve cunta yılları boyunca mücadelenin içinde yer alan Ali Ekber her koşulda doğrulan savundu. 2 Temmuz günü geçirdiği bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrıldı.

Elazığlı bir Kürt ailesinin kızıydı. Ocak 1992'den itibaren SDB Örgütlenmesinde görev aldı. "Ben kendimi örgütümün bir parçası olarak gördüm. Benim için orgutunı ailem dernektir." Temmuz 1992'de İstanbul Kasımpaşa'da yoldaşı İsmail ile birlikte ihanetin, faşizmin kuşatmasına karşın yiğitçe direnerek şehit düştü.

Giresunlu yoksul bir işçi ailesinin çocuğu oi.nn İsmail yaşamım işçi olarak sürdüren biı- devrimciydi. "Savaşı içselleştirdiğim ölçüde harekete, devrime katkımın olacağını sanıyorum. Ölümü kafamda yıktım. Yaşamım boyunca harekete ve devrime birazcık katkım olsun" diyordu. 14 Temmuz 1992'de yoldaşı Nurten'le birlikte Kasımpaşa'da bulunduktan üsde çatışarak şehit düştü.

"Senin de dağların var Sivas, dağlarında sahanların"

Nihat Şahin, Osman Sönmez, Gülnaz Sanoğlu, Murat Kaynak. Türk, Kürt, Gürcü ve Arap milliyetlerinden olan dört gerilla, Sivas dağlarında bir araya geldiklerinde çeşitli milliyetlerden Türkiye halklarının kurtuluşu için omuz omuza mücadele ettiklerinin bilinciyle savaştılar. Her biri değişik kentlerde ve köylerde sürdürülen mücadelelerden geçerek özlemini çektikleri dağlarda buluşmuşlardı. Aynı coşku ve

aynı kararlılıkla savaşan dörtler 15 Temmuz 1994'te bulundukları Sivas dağlarında düşmanla karşılaştıklarında halklarının kurtuluşuna giden yolda son mermilerine kadar

kahramanca çatışıp şehit düştüler.

1965'te Kahramanmaraş'ta doğdu. O, her şeyden önce bir emekçiydi. Uzun bir sure Kartal'da Kar-Der'de çalıştı. 1992 Haziran'ından sonra Halkın Gücü gazetesi sahibi olarak, bir basın emekçisi oldu. Devrimci hareket İçerisinde darbe sürecinde hareketin ısrarlı bir savunucusu oldu. 14 Temmuz 1993'te İkitelli'de darbeci ihanet çetesi tarafından katledildi.

Yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak 1968 yılında Malatya Kürecik'te doğdu. Örgütlü mücadeleyle 1989 yılında tanıştı. Darbeciliğe karsı mücadelede ön saflarda yer aldı. Detrimci Sol Halk Mibslerinde görev aldı. "Bir gün şehir düşersem, ardımdan 'Bize Ölüm Yok' marsını söyleyin, beni asla sağ yakala-mayacaklar. Ve ben de direnerek şehit düşeceğim." diyen Kemal, 16 Temmuz günü İstanbul Şirinevler'de sokak ortasında katiller sürüsü tarafından katledildi.

Düzen partilerinin vaad yağmuru: Tencere, tava, havuz, stadyum...

Ve Naylon Üniversite!

Düzen partilerinin oy toplayabilmek için se-çimler yaklaştığında yollara alelacele asfaltlar döktüğüne defalarca tanık olduk. Zamanla icra-atlar da zenginleşmeye başladı. Öyle ki seçim-den sonra verilmek üzere ayakkabılar, tence-resini sonra almak üzere kapaklar, üç beş kilo pirinç vs. dağıtılır oldu. Aynı zamanda yüzlerce vaad de sıralandı. Karakollar şeffaflastırılacak, yargıda köklü reformlar yapılacak, eğitim sağlık hizmetleri ücretsiz verilecek, herkesin evi hatta arabası olacaktı

Vaatler daha ağızlardan çıkarken, işten atıl-malar, gözaltılar katliamlar yaşandı. Düzen par-tilerinin hiç bir inandırıcılığı yoklu. Halk onlara inanmıyor, güvenmiyor, hesap soruyordu. Mil-letin vekilleri(!) de yeni umutlar, yeni vaafler ya-ratmalıydılar. Artık illere, ilçelere hitap ederek yerel düzeyde beklentiler yaratıp, oy avcılığına çıkıyorlar. Neredeyse her ilçe bir il olacak, de-

niz sahilindeki iller de bile havuzlar yaptırıla-cak, stadyumlar açılacak, üniversiteler kurula-cak... Milletvekillerinin seçim bölgelerindeki en gözde vaatleri şimdi bunlar. Kendileri için hiç-bir şey istemeden ülkenin kalkınması, gençlerin eğitim görmesi, demokrasinin gelişmesi için 28 ilde üniversite kurmaya çalışıyorlar! Bugün ku-rulması planlanan bu üniversitelerin akıbeti tabı ki "Çiller üniversitelerinin akıbetinden farklı ol-mayacaktır. 1! Temmuz 1992'de kurulan 21 üniversitenin 60 fakültesi bugün bile halen açıl-mamıştır. Açılan üniversiteler ise hiçbir altyapı ya sahip olmayan sözde üniversitelerdir. Üni-versite açmaya bu kadar meraklı olan meclis, GSMH'dan yüksek öğrenime ayrılan payı yüz-de 1.4ten, 1995 yılında yüzde 1'e düşürmüş tür. Bu arada yalnızca örgün eğitimde öğrenci kapasitesi 106 binden 204 bine çıkmıştır. Ögre-tim üyesi açığını kapatmak için de yurtdışına gönderilecek öğrenci sayısı binden iki bine çıkartılarak sorun "çözüme" kavuşturulmuştur Bugün de dünden farklı değildir. Meclis genel kurulunda 14 yeni üniversite kurulmasına ilişkin yasa teklifi görüşülmeyi beklerken, plan ve büt-çe komisyonunda milletvekilerinin önergesiyle 28 yeni üniversitenin daha kurulması kararı alındı. Böylelikle 79 ilde birer üniversite olacak, ilk defa bir ilçede (Düzce) üniversite kurulacak. Düzce milletvekili üniversite kurulmazsa intihar edeceğini söylüyor. Tüm vaatleri tüketip halkın karşısına çıkamayan milletvekilleri çareyi üni-versite kurmakta buluyor. Her ile üniversite kur-ma kararı öylesine altı boş ve gerçekliği olma-yan bir vaat ki, bunu TBMM Milli Eğitim Komis-yonu Başkanı ve DYP Hatay Milletvekili Nurettin Akdemir (yasanın çıkması için canla başla

çalışmıştır) 'yerel heyecanı ayakta tuttuğu' için desteklediğini açıklamaktan çekinmemektedir. Halkı oyalamak için heyecanlar, umutlar, bek-lentiler yaratılmak isteniyor. Halkta üniversitelerin kurulması ite bölgenin kalkınacağı, ticari iliş-kilerin gelişeceği, refah düzeyinin artacağı umudu yaratılmak isteniyor.

Diğer yandan böylesi bir kanunun kendilerine danışılmadan mecliste oldu-bittiye getirilmesine karşı çıkan YÖK vb. kurum ve kişilerin tepkisi göstermelikten öte değildir. Çünkü bu gelişmeler oligarşinin yıllardır yürüttüğü eğitim politikalarının bir sonucudur. Daha önceleri de benzer şekilde üniversiteler YÖK'ün denetiminde kurulmuş, bunların da altyapıları oluşturulma-mıştır. Bundan dolayı bu üniversiteler gecekon-du üniversiteleri olarak adlandırılmıştır. Keza YOK'ün buralara atadığı gerici-faşist rektör ve yöneticilerle faşist örgütlenmelerin zemini yara-

tılmış, bunun yanında da ilerici-demokrat öğre-tim görevlileri de buralara sürgün edilerek yıl-dırmak suretiyle zorlanmışlardır. Bunun en so-mut örneği birkaç yıl önce kurulan 19 üniversi-teden 16'sının rektörünün tescilli faşist olması-dır

Yeni kurulacak üniversitelerde hedeflenen diğer bir gelişme de Anadolu illerinde toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olan gençleri bu şekilde düzene yedeklemektir. Son süreçte pekçok il ve ilçede halk muhalefetinin gelişmesi ile halkın doğrudan devlete yönelmesi ve bu hareketlerde de gençliğin başta olması oligarşiyi kaygılandıran bir durumdur. Özellikle üniversite kazanamamış, işsiz yüzbinlerce gencin bu-lunduğu Türkiye'de bu, oligarşi için başlı başına bir tehlikedir.

Aynı zamanda bu kanunla devlet, diğer avantajlarının yanında artık kendisi için bir sö-muru çarkı haline gelen üniversiteleri yaygın-laştırarak buralardan (öğrencilerden) aldığı, harçlar vd. paralarla kendi masraflarını karşıla-mayı da amaçlamaktadır. Bu şekilde yeni kuru-lacak üniversitelere on binlerce öğrenciyi kayıt edeceğini düşünürsek, elde edilecek para mik-tarı önemli bir meblağ tutacaktır. Bu paraların öğrenci gençliğin hizmetinde kullanılmayacağı bir gerçektir. Artırılan kayıt ve harç miktarları ile her yıl öğrenci gençliğin sırtından trilyonlarca para elde edilmektedir. Bu paraların nerelerde kullanıldığı da malumdur. Paralar burjuvaziye kredi olarak verilecek ve de oligarşinin halkımıza karşı sürdürdüğü savaşta kullanılacaktır.

Bu gerçekler ışığında son kurulacak olanlar-la, sayısı 94'e çıkan üniversitelerden burjuvazi-ye hizmet eden birkaçı dışında geriye kalanlar,

de yeniden itibar kazan-maya çalışan milletvekil-lerine gelince, bunların teşhir olmuşlukları öyle boyutlara gelmiştir ki, TV güldürü programlarının baş konusudurlar. Keza medyanın değişik TV. kanallarında her gün meclisteki "çalışmaları" gösterilmektedir. Yani kavgaları, küfürleri ve re-zillikleri.

Bu yanı ile düzen mil-letvekilerinin teşhir ol-

muşluğu devrimci halk muhalefetinin gelişme-siyle orantılı olarak daha da artacaktır. Sokaklar-da yürüyemeyecek hale geleceklerdir. Şimdiden pekçok yerde yuhalan-makta, kovulmaktadırlar. Bundan dolayı seçim bölgelerine dahi gitme-mekte, halkın içine çık-mamaktadırlar. Buna en bariz örnek bir müddet önce K. Armutlu'da ya-şandı. Halk sorunlarını "dinlemeye" giden bir milletvekilini kovarken, eline de kendi partisinin (DHKP) programını ver-meyi ihmal etmemiştir. Düzenden ve onun vekil-lerinden beklentisi kal-mayan halk, pekçok yer-de kendi kurumlarını ya-ratarak, vekillerini de seçmektedir.

Fakat oligarşinin se-çim yatırımları da olsa öğrenci gençlik üzerinde uygulamaya çalıştığı bu politikalar şimdiye kadar başarılı olamamıştır. Bundan sonra da olma-yacaktır. Öğrenci gençlik hiçbir zaman toplumsal

BÖLÜM Tıp Devlet Konservatuarı Diş Hekimliği Yabancı Dil Veterinerlik Biyoloji Mühendislikler Gemi İnşa Müh. Güzel Sanatlar Eğitim Bilimleri Hukuk Dil-Tarih, İlahiyal Fen Bilimleri İletişim Sivil Havacılık Hemşirelik Açıköğretim

muhalefetin dışına düşmemiş, her zaman dev-rimin önemli bir potansiyeli olduğunu göster-miştir.

insanlık onurunun, özlemlerin, umutların ayaklar altına alındığı bu sistemde, bilimsel üretimin merkez: olması gereken üniversitelerin halka topluma verebileceği bir şey yoktur. Üni-versitelerin içi boşaltılmıştır. Bu gidişe dur de-mek gelişmeler karşısında reformlar istemekle mümkün değildir. Çözüm düzenin yarattığı eği-tim sistemine karşı çıkmaktan ve mücadele et-mekten geçiyor. Bu bilim adamı onuruna, aydın olma onuruna, insanlık onuruna sahip çıkmak-tır. Aşağılanmaya, kullanılmaya hayır diyenler örgütlü mücadeleyi yükseltmelidir. Üniversitele-rin birer tabela okulu haline gelmemesi için yükselteceğimiz mücadeleye öğretim görevlile-rini, üniversite çalışanlarını da bilimsel, demok-ratik üniversite mücadelemize katabilmeliyiz.

Kültürel zenginliği yaşatabilmek, sosyal ya-şamı geliştirebilmek, bilimsel üretimiyle bölgenin kalkınmasına hizmet eden üniversiteler iste-diğimizi bölge halkına kavratabilmeliyiz. Halk için eğitim ve üretimde bulunduğu zaman üni-versiteler gerçek işlevini görecektir. Bölge hal' kıyla öğrencisi, öğretim görevlisi ve çalışanlarıyla talebimiz bilimsel demokratik üniversiteler ol-malıdır. Mücadelemizi bu taleple geliştirmeliyiz.

gecekondu üniversiteleri veya son kurulacak olanlara takılan adla "Naylon Üniversiteler" ola-caktır.

Oysa bugün iyi kötü kurumlaşmış üniversi-teler bile, üniversite olma işlevini yitirmiştir. Bi-limsel eğitim yoktur. Halkın en küçük çıkarına hizmet eden bir üretim sözkonusu değildir. Bu saygın üniversiteler radyasyonlu çayların sa-kıncası yoktur diye içilmesine göz yummuştur. Örgütlenme yasaklarına sesini çıkarmamıştır. Gözültıların, infazların üniversite binalarının içinde bile gerçekleştirilmesine seyirci kalmıştır. Üniversiteler parası olanların yararlanabileceği ticari işletmeler haline getirilmiştir. Bugün üni-versitelerdeki sorunların sadece genel çerçeve-sidir bunlar. En az 2-4 yılın harcandığı emekle-rin verilip, umutların bağlandığı üniversiteler-den diploma almak işsiz kalma riskini ortadan kaldırmıyor. Bugün binlerce üniversite mezunu işsizdir. Bilimsel çalışmalar ise zaten gereksiz-dir. Çünkü olsa Amerika gibi emperyalist ülke-ler ülkemize geri teknolojilerini pazarlayarak tatlı karlar elde etmektedir. Üniversiteler bu tek-nolojiyi işletebilecek teknik elemanlar çıkartabi-lirse yeterlidir. Daha fazla bir üretim, bilimsel çalışmalar ise sömürge bir ülke için zaten lüks-tür.

Yeni üniversitelerde kendi seçim bölgelerin-

Paralı eğitime bir adım daha... Har(a)çlara yüzde

300-600 zam Har(a)çlara yine zam yapıldı. Öğrenim katkı payı' adı allında

yapılan soygun katmerleniyor. Gelen zamla har(a)çlar yüzde 300 ile 600 oranında artırıldı. Oligarşi bunu bile az bulmuş olacak ki; YÖK yetkilileri "öğrencinin devlete maliyetinin ancak yüzde 5'ini karşıladığını" söylediler. Bu aynı zamanda oligarşinin üniversite-leri sömürü aracı olarak gördüğünün, gerici-faşist eğitim, polis-idare baskısı vb. yöntemlerle sindirmeye çalıştığı öğrenci gençliği, paralı eğitim aracılığıyla sömürdüğünün; kabulüdür bir anlamda.

Emekçi halk çocukları zaten üniversite öncesinde paralı eğitim nedeniyle üniversiteye giremezken, girebilenlerin de birçoğunun bu koşullar altında har(a)ç paralarını ödeyemeyeceği için üniversi-teye kaydı yapılmayacak.

Bu paralar denildiği gibi öğrencilere herhangi bir şekilde geri dönmüyor. Halka karşı oligarşinin yürüttüğü savaşa akıyor. Dev-let öğrencilere haklan olan eğitimi hem kalitesiz, inşaatı bitmemiş binalarda binbir türlü zorlukla verirken, üstüne bir de para alarak üniversiteleri, liseleri, ortaokulları, kısacası bütün eğitim sistemim sömürü aracı olarak kullanıyor.

Devrimci gençlik paralı eğitime karşı mücadelesini her zaman olduğu gibi, kararlılıkla sürdürmek, en sıradan, hatta lümpen öğ-rencilerin bile "İnsaf, "bu kadar olmaz" dediği bu zamlara gerekli tavrı alarak kitlesel tepkilere önderlik etmek göreviyle karşı karşıyadır.

YENİ HAR(A)ÇLAR ESKİ

4.600.000 4.600.000 3.400.000 3.100.000 3.100.000 3.100.000 2.450.000 2.460.000 2.460.000 1.850.000 1.850.000 1.850.000 1.850.000 1.850.000 2.150.000 1.540.000 650.000

YENİ 15.000.000 15.000.000 12.500.000 10.000.000 8.000.000 7.000.000 10.000.000 8.000.000 8.000.000 7.000.000 8. ooo.ooo 7.000.000 7.000.000 7.000.000 12.000.000 5.000.000 2.000.000

Muhabirimiz"vatan"dan bildiriyor... 11 Temmuz'da merkez büromuzu basan polis tüm çalışanlarımızı gözaltına alıyor. Şubede kaldığımız 11 gün boyunca birçok "komik" olayla karşılaşıyoruz. İste size birkaç Örnek: Arkadaşımızın birini sorguya götürüyorlar. Papazın biri K.Armutlu'da

cezalandırılan ajanla ilgili konuşuyor. "Ulan, hem halk için savaştığınızı söylersiniz, hem de halkı öldürürsünüz. O öldürdüğünüz adam fakir, kendi halinde, ekmek parası peşinde koşan iyi birisiydi. Tersini inkar edebilir misiniz? - O konuda cephenin açıklamasını okumadım henüz, - Gazetelerden mi okumadın ulan? - Cephenin bültenini okumadım. - Ulan şu işe bak, Cephe açıklamasını bekliyormuş. Başka bir şeye inanmıyor bunlar yahu? Alın götürün şunu.

Siyası bir gazetenin muhabiri de bizimle birlikte gözaltında... Sık sık alınıp sorguya götürülüyor. Muhabir arkadaşın soyadı Karataş. Bize içeride kendisine sürekli soyadından dolayı dayak atıldığını anlatıyor. "Söyle ulan, sen onun nesi oluyorsun, akrabası mısın yoksa? Hâa konuş." diyorlarmış.

işleniyoruz. Parmak ilerimizi alan polis kendisini ekmek parasını kazanan "sıradan" bir polis olduğunu inandırmaya çalışıyor. Bir dadaşımızla arasında şu konuşmalar geçiyor.

- Yahu bu 32. Gün'de İbrahim denilen kişi bize diyor ki simit satın. Daha onurluymuş. Siz de katılıyor musunuz İbrahim'in görüşlerine. - Katılıyoruz. - Ama biz ekmek parası kazanıyoruz burada. Mesela ben hiçbir işkenceye katılmadım bugüne kadar. Sadece parmak izi alırım. - Olsun... Burnunun dibinde insanlara işkence yapılırken ekmek parası kazanılmaz. Parmak izi almak da aynj şeydir. - Allah Allah sizinle de hiç konuşulmuyor kardeşim!

Zonguldak'la bir piknik sonrası gözaltına alınan arkadaşlardan aktarıyo- ruz. "Gözaltına alınışımızın ertesi sabahı nezarethane kapısı gü-rültüyle açıldı, içeri giren kişinin "Kimmiş bunlar bakalım?" de-mesiyle birlikte sesin kimden geldiğini görmek için parmaklık-lara doğru yaklaştık. Önce uy-kusuzluğun etkisiyle dona kaldık. Sonra kahkahalarla gülmeye başladık. Çünkü içeriye giren kişi göz ve ağız kısımlarına küçük delikler açılmış bir tuvalet kağıdını yüzünde sıkı sıkı tutmaya çalışıyordu. Belli ki bir suç işlemişti. Ve yüzünü bizden gizlemeye çalışıyordu. 8u olay karşısında gerçekten çok şaşırmıştık. Eskiden yüzlerini gizlemek için gözlerini kocaman bantlarla kapatanlar şimdi tuvalet kağıtlarıyla gizlemeye çalışıyorlardı. Ama nafile... Değil tuvalet kağıdıyla kapatmak kafalarını foseptik çukuruna da soksalar onları tanıyorduk.

Notalara kelepçe vurulabilir mi? Çizgiler hapsedilebilir mi?

Yazılar mühürlenebilir mi? Hayır!.. Hiçbiri yapılamaz. Doğanın kanununa

aykırıdır. Düşünce, sanat yasaklarla susturulamaz Bunun için çabalayanlar var istanbul 'emniyet" müdürlüğü ve valilik ortaklaşa bir dalavereyle

Ortaköy Kültür Merkezi'ni mühürlediler" OKM KAPATILMAK İSTENİYOR

Gerekçe, yasadışı örgüt üyelerinin OKM'yi buluşma yeri olarak kullandıkları iddiası

Demek öyle! Devrimciler için buluşacak çok yer var. Evet

Saymakla bitmez. Örneğin Vatan Caddesi'ndeki polis merkezi

Devrimciler her hafta, her gön orada, birinci şubede gruplar halinde buluşuyorlar. Üstüne üstlük devrimci faaliyet sürdürüyorlar. Açlık grevi yapıp,

polise mukavemet ediyorlar. Direniyorlar, İHBAR EDİYORUZ

Vatan Caddesi'ndeki emniyet müdürlüğü KAPATILSIN!

- Tamam abi... Siz bilirsiniz. - Hah şöyle! Sen kaç para kazanıyorsun ayda? - 6-7 milyon abi... - Geçinilir mi lan o parayla? Yok yok, çekilmez bu iş. Avantan var mı bari? - Avanta mı? Ne avantası abi?.. Bizim işte öyle şey yoktur. Hem ben paramı onurumla kazanıyorum. Halimden de memnunum. Kimseye eyvallahım yok Allaha şükür. - Ne diyon lan sen! Biz onursuz muyuz yani? Senin adın ne bakim? Ver kimliğini, eğer adın İbrahim'se yaktım çıranı. - Al abi... Benim adım Mustafa. Niye İbrahim ismine gıcıksın abi? - Boş ver... Hadi git şimdi buralardan. Bir daha da uğrama. Bundan sonra simitçilere de gıcığım ulan! Var mı bir diyeceğin? - Tamam abi... Kızma gidiyorum.

- Simitçiyaaa! Sıcak simiiit... El yakıyoor! - Simitçi - Buyur abi... - Gel bakalım lan buraya. - Buyur abi... - Sen niye bizim yanımıza gelip bağırıyorsun lan. Yoksa bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun. - Yok abi nereden çıkardın? - Sen 32. Gün'ü seyrettin mi? - Seyretmedim abi. - Oradan mı öğrendin yoksa bize işimizi öğretmeyi. - Hayır abi... Bir hata mı yaptım? Yaptıysam kusura bakma. - Yaptın lan. Hem şunu iyice kafana sok. Biz simitçilik yapmayız.

F