z.eksen-İlk mahallelerden kentlere anadolu

81

Upload: hermes1607

Post on 16-Jan-2015

1.087 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

Page 1: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu
Page 2: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1

Page 3: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

İmtiyaz sahibiOğuz Baş

Sorumlu yazı işleri müdürüZekeriya Muhiddin Arık

Yayın kurulu (Alfabetik)Yeşim Dilek Acar, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Semih Arslan, Salih Ercan, Uğur Fora, Zekeriya Kökrek, Nevin Özcan, Nevin Pişkirci-oğlu, Cuma Ali Soysal, Prof. Dr. Abdulkadir Yuvalı

TasarımTuna Karslı

ReklamTürkiye Yeni UfuklarReklam rezervasyon0212- 230 86 59

Yayın türüYaygın süreli

BaskıAyışığı Matbaa Reklam Danışmanlık Tic. Ltd. Şti.Ulus Mah. Öztopuz Cad. No: 40/6 Ulus-Beşiktaş-İST.Tel: 0212 527 48 07 - 527 48 08

Yönetim yeri-İstanbulMerkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.Yonca apt. 282/8 Şişli - İstanbul0 212- 230 86 59 - 230 94 [email protected]

Kayseri İletişimCumhuriyet Mah. Tennuri Sok.(Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşlerİş hanı. No: 20/3Melikgazi - Kayseri0 352- 221 30 60 3 [email protected]

Türkiye Yeni Ufuklar, T.C. yasalarına uygun olarak ya-yınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

4 Başyazı 6 Derneğimizden Haberler 16 Başöğretmen Atatürk ve Öğretmenler Günü 32 İlk Mahalleden Kentlere Anadolu ve Geleceği 46 Ağva 48 Kültür-Sanat 63 Nostalji 68 İstiklal Marşı’nın Kabulü

Page 4: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

14 Dünya Kadınlar Günü 19 I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu 25 Tespihin Hikayesi 38 Özel Eğitim 40 Yöresel Lezzetler 42 Türk Dünyasının Kaderi 59 Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizi 71 Sağlık 77 2010 Almanak

Page 5: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4

YENİ UFUKLAR İLE YENİ UMUTLARA…

Değerli dostlarım,

Zamanın su gibi aktığı günümüzde yanımıza kalan en değerli hazineler bugünlerimize taşıyabildiğimiz dostluklarımız değil mi?

Derneğimizin bir önceki yönetiminde olan çok değerli dostlarımızdan bayrağı devralarak yeni çalışma dönemine başladık.İçimizde biriktirdiğimiz umutlarımızı, paylaşımcı ruhumuzu, kurulduğundan bu güne kadar derneğimiz ile paylaşmaya çalıştık.

Başkanlığını devralmamız nedeni ile artık öncelikli sorumluluğumuzda olan Yeni Ufuklar Derneği. Çok değerli ekibimiz ve siz değerli destekçilerimiz ile birlikte derneğimizi yarınlara büyüterek taşımayı hedefliyoruz.

2010 yılını ardımızda bırakırken yaşanmışlıklarımızdan elde ettiğimiz kazanımlarımızı 2011 yılına taşımak kararındayız. Yeni bir yıla doğru, yeni bir yönetim

heyecanı ile yola çıktık.Burs verdiğimiz öğrenci sayımızı arttırmak, yardım ve destek faaliyetlerimizi çoğaltmak, eğitime katkılarımızı arttırarak devam etmek, bizi çok heyecanlandıran Yeni Ufuklar İlköğretim Okulu’muzu açmak 2011 yılındaki öncelikli hedeflerimizden.Bu sayımızda yenilen kimliği ile dergimizi sizlerin beğenisine sunduk. Dergimizin içerik oluşumunda siz değerli dostlarımızdan paylaşmak isteyeceğiniz tüm bilgileri bekliyoruz.Derneğimizin değerli Genel Başkanı Prof. Dr. Sn. Mustafa Argunşah hocamız başta olmak üzere dergimizin oluşumuna bilgisini, emeğini, yüreğini katan tüm ekibimize teşekkür ederiz.

Yeni Umutlara, Yeni Ufuklara hep yanımızda olan ve bizi destekleyen siz değerli dostlarımız ile yol almaktan gururluyuz…Sağlıklı Mutlu ve Başarılı bir yeni yıl dilerim.

Sevgi ve Saygılarımla

Av. Kemal ÖKKEYeni Ufuklar İstanbul Şube Başkanı

Page 6: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

5

Page 7: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

6

Yeni Ufuklar Derneği Genel Merkezi üyelerine akşam yemeği verdi. Yemeğe Genel Merkez, Merkez Şube ve İstanbul şubelerinden çok sayıda yönetici ve üye katıldı.Yeni Ufuklar Derneği Genel Merkez binasında 22.10.2010 tarihinde verilen yemekte üyeler bir ara-ya geldi. Yönetim Kurulu üyelerinden Ömer Gülsoy tarafından verilen yemeğe Genel Başkan Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Merkez Şube Başkanı Prof. Dr. Kuddusi Erkılıç, İstanbul şube ikinci başkanı Nevin Özcan, İş adamı İbrahim Sungur, Vahit Kayrıcı ya-nında çok sayıda iş adamı ve öğretim üyesi katıl-dı. Yemeğe katılanlardan bazılarının isimleri şöyle: Ömer Gülsoy, Adnan Kenanoğlu, Gazeteciler Ce-miyet Başkanı Veli Altınkaya, Necmettin Apaydın,

Prof. Dr. Mustafa Erkan, Vahdi Elbaşı, Zeki Sungur, Kemal Yücel, Mustafa Altun, Ahmet Soysal, Osman Kalpaklıoğlu, Nermin Budak, Kürşad Türkoğlu, Sema Topuzoğlu, Dr. Necmettin Güzel, İsmail Duran, Bur-han Alkan, H.Bekir Kuzucu, Eftal Emre, Selim Ekinci, Azim Deniz vs.

Yemeğe başlarken katılımcılara hitaben kısa bir ko-nuşma yapan Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Mustafa Argunşah, “Derneğimizin kuruluş amacı halkımıza hizmet etmektir. Halkın ihtiyaç duyduğu konularda konferanslar, seminerler yapmak ve on-ları aydınlatmaktır. Yardıma muhtaç üniversite öğ-rencilerimize burs vermektir. Yoksul insanlarımızın dar günlerinde yanlarında olmak, onların ihtiyaçla-rını gidermektir. Kuruluşumuzdan beri bu doğrultu-da birçok faaliyet yaptık. Bunları yapmaya devam edeceğiz.”dedi. Argunşah ayrıca, dernek olarak üyelerinin birbirlerini daha iyi tanımaları ve kaynaş-manın sağlanması için ayda bir defa bu yemekleri yapmak istediklerini, şimdiden birçok üyenin yemek vermek için kendilerine teklifte bulunduğunu söyledi. Güzel bir gelenek başlattıklarını ifade eden Argun-şah, ilk yemeği verme lütfunda bulunan Yeni Ufuklar Derneği yönetim kurulu üyesi ve Kayseri Kuyumcu-lar Derneği Başkanı Ömer Gülsoy’a teşekkür ederek sözlerini tamamladı.

Yemek sonrası Yeni Ufuklar Derneğinin faaliyetleri hakkında üyeler arasında fikir alışverişi yapıldı. Der-nek çatısı altında 2011 yılında yapılacak programlar hakkında üyelerin görüşleri alındı. Yeni Ufuklar Derne-ğinin Onursal Başkanı İbrahim Sungur, “Yeni Ufuklar Derneği kuruluşundan bugüne hiçbir zaman siyase-te alet olmadı ve olmayacağının bilinmesi gerekir. Siyaseti düşünenler varsa, birçok siyasi partiler var, gitsinler, siyasetlerini parti çatısı altında yapsınlar. Her insanın kafasında bir siyasi düşünce bulunmakta. Bi-zim de bir siyasi düşüncemiz var, bunda bir mahzur görmüyoruz. Derneğimiz her siyasi fikirden insanın bulunduğu yerdir. Fakat burada siyaset yapmıyoruz, yapılmasını da istemiyoruz. Derneğimizde her görüş-ten üyemiz bulunmakta, bizimle birlikte İstiklal Marşı-nı okuyanlara kapımız her zaman açıktır.” dedi.

YENİ UFUKLAR HIZ KESMİYOR

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 8: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

77

Bilgi Yurdu Derneğinden yeni seçilen Yeni Ufuklar Dernek Yönetimine hayırlı olsun ziyareti. Bilgi Yurdu Dernek Başkanı Mustafa Öztürk, Osman Sel, Yunus Emre Özkan, Mustafa Fatih Karababa, Mustafa Kılıçkaya’dan oluşan yönetim kurulu üye-leri, 18 Ekim 2010 tarihinde Yeni ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah ile yöne-tim kurulu üyeleri Adnan Kenanoğlu, Efdal Emre ve diğerlerine hayırlı olsun dediler. İki dernek başkanı derneklerinin çalışmalarından söz ettiler.

Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah, kardeş gibi görülen Bilgi Yurdu’nun der-nek başkanı ve yönetiminin ziyaretlerinden dolayı çok memnun olduklarını söyledi.

Başkan Argunşah konuşmasını şöyle sürdürdü: ”Yeni Ufuklar Derneği’nin yönetiminde değişiklik oldu.Ağus-tos ayında yapılan genel kurulda Dernek yönetim kurulu üyeleri ve onursal başkanımız İbrahim Sungur beyefendi şahsımızı başkan olarak görmek istedi-ler. 2002 yılındaki kuruluşundan beri Dernek’te çe-şitli görevlerde bulundum. O yıldan beri Kayseri’de çok güzel faaliyetler yaptı. Zaman zaman Kayseri

gündemini belirledi. Birçok konferans, panel ger-çekleştirdi ve bunlarda Türkiye’nin gündemiyle ilgili konuşmalar yapıldı. Kayseri’deki aşevleri konusunda bilimsel bir araştırma yaptırdık. Bunu daha sonra ki-tap olarak da yayımladık. Kayseri’de bir ilkti. Araştır-macılarla halkımızı bir araya getirdiğimiz bir toplantı düzenledik. Sorun enine boyuna tartışıldı. Kayseri basınında epey yer aldı. Bilindiği gibi her yıl Rama-zan ayında binlerce yoksula iaşe dağıttık. Fakir fuka-ra halkımızın elinden tuttuk, onların her türlü ihtiyaç-larını elimizden geldiğinde karşılamaya çalışıyoruz.

İstanbul şubemiz de benzer faaliyetler yürütüyor. Ayrıca Türkiye Yeni Ufuklar adıyla bir dergi yayımlıyoruz. Burada bir yandan ülkemizdeki kültür, sanat, ede-biyat faaliyetlerini yansıtmaya çalışıyor, diğer yandan Kayseri’nin değerlerini ülke gündemine taşıyoruz. Dergimiz çok beğenilerek okunuyor. Kayseri’nin önemli sivil toplum kuruluşla-rından birisiyiz. Siyasi çalışma yapmıyo-ruz. Vatanını, bayrağını ve Cumhuriyeti seven herkese kapılarımız sonuna kadar açık. Bu memleket meselelerine duyar-sız olduğumuz anlamına gelmemeli. Tabii ki biz de bu vatanda yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü sıkıntısı bizi üzer, dertlendirir. Sorun gördüğü-müz noktalarda yaptığımız toplantılarla halkı aydınlatmaya çalışıyoruz. Bilindiği

gibi Sakaltutan köyünde bir ilkokul binası yaptırıyo-ruz dernek olarak. Kısmet olursa 2011-2012 Eğitim-Öğretim yılı başında hizmete açacağız.Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanlığına seçilmem dolayısıyla Kayseri’de birçok sivil toplum kuruluşu temsilcisi arayarak kutladılar. Kayseri’de gençlerin kötü alışkanlıklardan kurtulması, Tür milletinin millî ve manevi değerleriyle donatılması için gecesini gün-düzüne katarak çalışan, Bilgi Yurdu Derneği Başkanı hocam Mustafa Öztürk ve yönetim kurulu üyelerinin bu nazik ziyaretleri dolayısıyla kendilerine teşekkür ederim. İnşallah ileride birlikte faaliyetler yapmak nasip olur.”

Bilgi Yurdu Derneği Başkanı Mustafa Öztürk de “Türk Ocağı geleneğinden yola çıkarak Yeni Ufuklar Der-neğine genel başkan olarak seçilen Prof. Dr. Mus-tafa Argunşah’a ve yönetime hayırlı olsuna geldik. Bilgi Yurdu olarak zaman zaman birbirimizin dernek faaliyetlerine katılmaktayız. Yeni Ufuklar Derneği ku-ruluşundan beri yakından takip ettiğimiz, faaliyetle-rini takdirle karşıladığımız başarılı çalışmalar yapıyor. Yeni yönetimin bu çalışmaları kaldığı yerden de-vam ettireceği inancını taşımaktayız. Değerli dos-tum Prof. Dr. Mustafa Argunşah ve yeni yönetime başarılar diliyorum.”dedi.Bu konuşmalardan sonra Türk dünyası ve Türkiye’nin çeşitli sorunları üzerinde sohbete devam edildi.

BİLGİ YURDU DERNEĞİNDEN YENİ UFUKLARA ZİYARET…

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 9: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

88

Yeni Ufuklar Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Derneği üyeleri, 1O Aralık 2010 Cuma günü akşam bakım ve onarımı yapılan dernek binasında düzenlenen akşam yemeğinde bir araya geldiler.

Akşam yemeğini Yeni Ufuklar Derneğinin kuru-cusu Onursal Başkan İbrahim Sungur verdi. Yeni Ufuklar Derneğinin salonunun genişletilip yeniden dizayn edilmesini yerinde inceleyen işadamı İb-rahim Sungur “Yapanların ellerine sağlık, güzel bir toplantı salonu olmuş.” dedi.

Yeni Ufuklar Derneğinin Genel Merkez Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah “Yeni Ufuklar Derne-ği olarak ayda bir düzenlediğimiz yemekli top-lantılarda bir araya gelip yaptığımız ve yapa-cağımız çalışmalar hakkında üyelerimize bilgi vermekteyiz. Burada yemek bir vesile olmakla birlikte üyelerimiz arasında birlik ve beraberliğimi-zi sağlamayı, dayanışma ve yardımlaşmayı art-

mayı amaçlıyoruz. Bu yemekleri ikram edenler Türk misafirperverliğinin iyi bir örneğini veriyorlar. Saygıdeğer üyelerimiz şehrimizin üst düzeyde, tanınmış simaları, iş adamlarıdır. Bunların yoğun iş temposu sonrası dernek çatısı altında on beş günde bir, ayda bir toplanarak birbirleriyle gö-rüşmeleri, samimi havada sohbetleri bizleri de memnun ediyor. Burası ilim irfan akan bir pınar-dır. Türk milletinin geleceğinin çok iyi yerde olma-sı için çaba sarf eden kültür hazinesinin olduğu yerdir. Bu akan ilim pınarından katılımcı üyeleri-miz sohbetlerle birbirlerinden nasiplerini almak-tadırlar” dedi.

Yemeğe İstanbul’dan da katılanlar oldu. Dernek Onursal Başkanı İbrahim Sungur, İstanbul Şubesi Başkanı Av. Kemal Ökke, eski Çorum Milletvekili Vahit Kayırıcı, Av. Orhan Çakıroğlu da katıldılar. Yoğun bir ilginin olduğu yemeğe Kayseri’den katılan üyelerden bazıları şunlardır: Prof. Dr. Ab-dulkadir Yuvalı, Adnan Kenanoğlu, Necmettin Apaydın, H.Bekir Kuzucu, Zeki Sungur, Ahmet Soysal, Vahdi Elbaşı, Mustafa Öztürk, Veli Altınka-ya, Efdal Emre, Kemal Yücel, Şükrü Efe, Ali Rıza Sungur, Tural Pınarbaşı, Cemal Aslandağ, Vedat Şahin, Yüksel Taner, Mustafa Altun, İsmail Tanrıö-

YENİ UFUKLAR YEMEKTE BULUŞTU

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 10: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

99

ver, Dr. Necmettin Güzel, Süleyman Kalpaklıoğ-lu, Orhan Köksal, Şükrü Efe, Burhan Alkan, Memiş Yanar, Erol Şahan, Hamdi Yüreğilli, Zeynel Temur, Nurgül Özer, Sema Topuzoğlu, Kürşat Türkoğlu, Selcen Erişen, Ali Kürtüncü, Mehmet Tek, İbrahim Yılmaz, Duran Dirim, Habib Gülerik, Mehmet Yıl-maz, şube yöneticileri ve üyeler.

Yemekten sonra İstanbul’dan katılan Avukat Or-han Çakıroğlu Türkiye’nin ve Türk milliyetçiliğinin sorunları üzerinde uzun bir sohbet yaptı. Ülkemi-zin içinde bulunduğu sıkıntıları anlatan Çakıroğ-lu, “gün Türk milliyetçilerinin birlik olma günüdür.” dedi. Özellikle vatanını, milletini seven insanların senlik benlik davasını bırakmalarını, bir araya gelmelerini ve memleket meselelerinde etkin ol-malarını, çözüm üretmelerini isteyen Çakıroğlu, bölücü terörün ve destekçilerinin almış oldukla-rı mesafenin Türk milliyetçilerini, vatanseverle-ri ürküttüğünü, hızla tedbir alınmadığı takdirde Türkiye’nin hızla bölünmeye doğru gittiğini belirtti. Zaman zaman sert tartışmaların olduğu, farklı çözüm önerilerinin ortaya atıldığı sohbette Ça-kıroğlu, sorulan sorulara da cevap verdi. Sohbet gecenin geç saatlerine kadar devam etti.

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 11: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

10

Page 12: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1111

Yeni Ufuklar Derneği Kadın Komisyonu tarafından bursiyer öğrenciler yararına Elit Düğün Salonunda sabah kahvaltısı verildi. Kahvaltıya çok sayıda kadın üye ile erkek üyelerin eşleri katıldı.

Yeni Ufuklar Derneği Kadın Komisyonunun düzen-lediği sabah kahvaltısında konuşan Başkan Ner-min Budak,Yeni Ufuklar Derneği’nin kuruluşundan bahsederek, 2002 yılında kurulan derneğin in-sanlara ön yargısız ve ayrımsız davranmayı ilke edindiğini belirtti. Atatürk’ün emaneti olan Cum-huriyetimize, sınırlarımıza ve bayrağımıza sahip çıkmayı ilke edindiklerini, ülkemizin bütünlüğüne

ve bağımsızlığına sahip çıkan herkese eşit mesa-fede durmayı en önemli prensipleri kabul ettikle-rini söyledi. Kahvaltıya katılanlara teşekkür eden Budak, buradan elde ettikleri gelirle geçmiş yıl-larda olduğu gibi, Kadın Komisyonu olarak ihtiya-cı olan öğrencilere burs vereceklerini ilave etti.

YENİ UFUKLAR KADIN KOMİSYONUNDAN KAHVALTI

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 13: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1212

Türk toplumunun millî meseleler karşısındaki duyarsız-lığı ve ilgisizliği zaman zaman ülkemizin geleceğiyle ilgili bizi endişelendiriyor, kaygılandırıyor. İlgi göster-mesi, belki tepki vermesi gereken öyle olaylar, öyle durumlar oluyor ki, duyarlı bir toplumun ayaklanma-sı beklenirken bizim insanlarımızın kılı kıpırdamıyor. Komşusu açken tok yatabiliyor, yerde yatan bir ya-ralıyı görüp görmezlikten gelebiliyor, arabasıyla bir yayaya çarpıp kaçabiliyor, şehitlerinin cenazelerini uzaktan seyredebiliyor hatta bölücü terör karşısın-da âdeta ‘bana değmeyen yılan bin yaşasın!’ tavrı takınabiliyor. Biz eskiden böyle miydik? Hanlar, ker-vansaraylar, tekkeler kuran, bütün dünyaya parmak ısırtan inceliğimizle yurtsuz yuvasız kuşlara bile kuş evleri yapan, köylerinde ‘konak evi’ bulundurup ge-lip geçenleri konuk edip yediren içiren, atını eşeğini doyuran biz değil miydik geçmişte?

Bunlara bakarak Türk toplumunda güzel şeylerin de olmadığını düşünmemeliyiz. Hâlâ Somali’den Endonezya’ya, Bosna’dan Filistin’e tırlar dolusu yar-dım taşıyan, binlerce kurbanını orada yoksul in-sanlara ulaştıran bizim milletimiz. Hâlâ şehirlerinde aşevlerinde yüz binlerce insanın karnını doyuran bi-zim insanımız. Peki yukarıda bahsettiğimiz duyarsız-lık, ilgisizlik neden? Acaba toplumun bir kesimi çok

İLGİSİZLİĞİN BÖYLESİ

DERNEĞİMİZDEN HABERLER

Page 14: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

13

Tebrik ve Taziye Köşesi:

duyarlıyken büyük kesimi yalnız kendi içine kapan-mış, gününü gün etmeye, kendisinden başkasını görmemeye mi çalışıyor? Bu bencil insanları biz mi yetiştirdik?Konumuza gelelim. Kayseri’de 2002’den beri hal-kımız için güzel faaliyetler yapan Yeni Ufuklar Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Derneği olarak 2004 yılında bir grup sosyologa “Türk Kültüründe Aşevleri, Kayseri Örneği” adıyla bir araştırma yap-tırmaya başlamıştık. Prof. Dr. Orhan Kılıç, Prof. Dr. Y. Cemalettin Çopuroğlu, Yard. Doç. Dr. Bahadır Kök-salan ve Yard. Doç. Dr. Kasım Karaman’dan oluşan çalışma grubu Kayseri’de önemli bir görevi icra eden aşevleri üzerine araştırma, gözlem, anket ve değerlendirmelere dayanan bir araştırma ortaya koydular. Bu araştırmanın çok ilginç sonuçları vardır. Mesela, kimi yoksul ailelerin beş yıldan daha uzun süredir aşevlerinden yemek aldıkları, bunun da

olumsuz bir sonuç olarak ‘kronik yoksulluk’u doğur-duğu, bu insanların içinde bulundukları durumdan kurtulmak için bir çaba göstermedikleri, çalışmaya-rak yoksulluğu benimsedikleri, böylece toplumda “yoksulluk kültürü”nün oluştuğu vb. sonuçları ortaya koymuştur. Bu araştırmadan, Kayseri’de aşevlerine yardım eden insanların toplumun çok küçük bir ke-simini oluşturduğunu, yani yardımın geniş kitlelerce yapılmadığını da öğreniyoruz. Bu sonuçlar aşevleri-ni açanları, buralara yardım edenleri ve yöneticile-rimizi biraz düşündürmelidir.Yapılan araştırma Prof. Dr. Ahmet’in Buran’ın editörlü-ğünde Yeni Ufuklar Derneği’nin ilk kitabı olarak Mayıs 2010’da İstanbul’da basılmış, daha sonra 14 Ma-yıs tarihinde Kayseri Kadir Has Kongre Merkezi’nde dernek tarafından geniş katılımlı bir toplantıyla ka-muoyuna duyurulmuştu. “Tarihî ve Sosyal Boyutuy-la Kayseri’de Aşevleri” konulu panelde, araştırmayı yapan bilim adamları tecrübelerini ve elde edilen sonuçları açıklamışlar, sorulan soruları cevaplamış-

lardı. Araştırma kitabı, bir taraftan piyasada satışa sunulmuş, diğer taraftan iki bine adrese ulaştırılmıştı. Bunlar arasında kimler yoktu ki! Bütün illerin valileri, rektörler, ticaret ve sanayi odaları, belediye baş-kanları, siyasi partiler, aydınlar, gazeteciler, köşe ya-zarları, dernek yöneticileri vb.Bu çalışmayı iki bin adrese gönderirken Türkiye’de gittikçe yaygınlaşan aşevleri gerçeği üzerine Kay-seri merkezli yapılan bilimsel bir araştırmanın ilgi çe-keceğini, yankı uyandıracağını, birçok gazeteci ve yazar tarafından konunun ele alınıp tartışılacağını ve daha geniş kitlelerle paylaşılacağını umuyorduk. Heyhat, iki bin kişiye gönderdiğimiz kitapla ilgili bu zevattan bir cümle eden olmadı. İnsan, en azın-dan kendisine ücretsiz olarak gönderilen bilimsel bir eser için telefonla, telefon veya internet mesajıyla, mektupla bir teşekkür bile etmez mi?! Maalesef yal-nız ve yalnız bir kişiden kitabı aldıklarını ve teşekkür

ettiklerini bildiren cevap alındı. Ça-nakkale Sanayi ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı İlhami Tezcan Bey’in duyarlılığına teşek-kür ediyoruz.

Ne diyelim! Bir tarafta memleketi için gecesini gündüzüne katarak faydalı şeyler üretmeye çalışan fedakâr insanlar, diğer tarafta ken-dilerine ücretsiz olarak gelen kitap için teşekkür etmeyi bile çok gö-renler. Türk insanı bu kadar vefasız, duyarsız ve ilgisiz olmamalı. Yaptı-ğımız hatalar için özür dilemeyi bil-mek ne kadar erdemse iyilikler için teşekkür etmek de erdemdir. Bu güzel duygumuzu yitirmemeliyiz. Kendilerine bir harf öğretenin kölesi olan büyüklerimizi sadece hayırla yâd etmek yetmez, onların yaptık-

larını yapmak, söylediklerine uymak da erdemdir.Unutmayalım.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

Hoşgeldin EfsaDerneğimizin Yönetiminden İsmail-Derya Duran çiftinin, 05.11.2010 tarihinde Efsa isimli kızları dünya’ya gelmiştir. Sevgili Efsa aramıza hoşgeldin.

Acı kaybımızDerneğimizin Yönetiminden Ali KÜRTÜNCÜ’nün annesi Sulhiye KÜRTÜNCÜ’yü 24 ARALIK 2010’da kaybetmenin derin acısını paylaşıyoruz. Kendisine Allah’tan rahmet, yakınlarına ise başsağlığı dileriz.

Page 15: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1414

Tarihçe8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldır-ması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında

(Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (Internatio-nal Women’s Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.İlk yıllarda belli bir tarih saptanmamıştı ve değişen tarihler-de fakat her zaman ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de anılmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Ka-dınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Birleşmiş Milletler’in sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, kutlamanın New York’ta ölen işçilerin anısına yapıldığı yazılmamıştır.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü

1975 yılında Dünya Kadınlar Yılı’nı ilan eden Birleşmiş Milletler Örgütü, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ı tüm kadınlar için Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.

Kaynak: www.wikipedia.org

Page 16: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1515

Türkiye’de 8 Mart Kadınlar GünüTürkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılın-da “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlan-dı. 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programın-dan Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türki-ye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya başlandı.

İstastikî veriler:Kadına karşı şiddet ve 2007 itibarıyla dünya geneli verileri şöyledir:

* Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur.* Tahminlere göre 113 ila 200 milyon arasında kadın de-mografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih

edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve baba-larıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanak-lara ulaşamamışlar-dır.

* Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazanç-lar yılda tahminen on iki milyar dolardır. * Küresel olarak, on beş ila kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddeti-nin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır.

* En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış vb.).

Genellikle, suiistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kim-sedir. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suistimal şeklidir.

* Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan faz-la kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir (kadın sünneti). Bu sayı, 15 saniyede bir kız çocuğudur.

* Sistematik tecavüz yeryüzündeki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda soykırımı (1994) esnasında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.

* Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HIV bulaşmış kadın-ların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurban-larının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Page 17: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1616

Eskiden öğretmene muallim, öğretmen yetiştiren okula da “Muallim Mektebi” denirdi. Ülkemizde öğretmen okulu ilk kez 16 Mart 1848’de açıldı. Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitime ve öğretime önem verilmiyordu. Az sayıda okul vardı, cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurdumuzun her yanına yeni yeni okullar açıldı. Okul çağında olanlar bu okullarda okumaya başladı.Atatürk, eğitimin, öğretimin yayılmasından, yaygınlaşmasın-dan yanaydı. 1928 yılında Arap harflerinin kaldırılıp yerine bu-gün kullanmakta olduğumuz Türk harflerinin kabulü tüm yurtta sevinç yarattı. Halkın yeni harfleri kısa sürede öğrenip daha çok yurttaşın okur - yazar olmasını sağlamak amacıyla yoğun bir çalışma başladı. Okuma - yazmayı yaygınlaştırmak için okul çağı dışındaki yurttaşlara okuma - yazma öğreten okullar açıldı. Bunlara “Millet Mektepleri” adı verildi.Atatürk, Ulus Okulları dediğimiz Millet Mektepleri’nde yazı tahtasının başına geçerek dersler verdi. Bakanlar kurulu 11.11.1928 günü yaptığı toplantıda Ata’ya Millet Mektepleri

Başöğretmenliği sanını verdi. 24 Kasım Atatürk’ün Millet Mek-tepleri Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür.Öğrencileri, öğretmenleri, okulu çok seven Atatürk yurt gezi-lerinde okullara uğrardı. Sınıflara girer, sıralara oturur, ders din-lerdi. Öğrencilere sorular sorardı. Öğretmenlerle konuşur, her yerde öğretmenliğin üstün bir meslek olduğunu anlatırdı.Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda nasıl canla başla çalıştıklarını yakından izlemiştir. Yurdumuzun düşman ta-rafından paylaşıldığı sırada öğretmenler Öğüt Kurulları oluştu-rarak halka ulusal bağımsızlık, Ulusal Kurtuluş Savaşı düşünce-lerini yayıyordu. Öğüt Kurulları dışında öğretmenler 14 eğitim kuruluşu ile birlikte Millî Kongre Cephesini kurdular. Millî Kongre Cephesi, düşmanların İzmir’i işgal ettikleri günlerde Sultanah-met Mitingi’ni hazırladı. Bu mitingin konuşmacılarından çoğu öğretmenlerdi.Başöğretmen Atatürk, öğretmenlerin Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gösterdikleri etkinliği hep övmüştür. Atatürk yeni Türkiye’nin ya-ratılmasında öğretmenlere büyük görevler düştüğü inancın-

Başöğretmen Atatürk ve

Öğretmenler Günü

Kaynak: www.basogretmen.com

Page 18: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

17

daydı. Çağdaş bir ulus olmamız için eğitimin yaygınlaşması gereğine inanıyordu. Bu nedenle Atatürk “Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir.” sözleriyle öğretmene verdiği önemi ve duyduğu saygıyı en güzel biçimde belirt-miştir. Atatürk’ün 100. doğum yıl dönümü olan 1981 yılında, 24 Kasımın her yıl Öğretmenler Günü olarak kutlanması ka-rarlaştırıldı.Öğretmenler gününde öğretmenin toplum içindeki yeri, de-ğeri belirtilir. Öğretmen sorunları dile getirilir. Öğretmenler gü-nünde; eğitime, öğretime hizmet etmiş, saygınlık kazanmış

öğretmenler anılır. Gençlerin yetişmesindeki katkıları anlatılır. Mesleğe yeni giren öğretmenler 24 Kasımda Öğretmen Andı içerek göreve başlarlar.Öğretmen; yapıcı ve yaratıcıdır. İnsan haklarına saygılıdır. Öğretmen özverili, çevreye güven ve inanç veren, içi insan sevgisiyle dolu bir kişidir. Atatürk; “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” demekle öğretmene yüklediği sorumluluğu ve değeri anlatmıştır. Öğretmenler sevgi dağıtır. İçimizi ay-dınlatır. Bizi doğruya yöneltir. Bilgili kişiler olmamız için çaba gösterir. Dünyayı tanıtır. Öğretmen her alanda yeniliği, yeni-leşmeyi savunur. Gerçekleri anlatır. Beceri ve yeteneklerimizin gelişmesine yardımcı olur. Kısaca analar doğurur, öğretmen-ler yetiştirir.Bir milletin millî, ahlaki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışma-larına bağlıdır. Millî birlik ve beraberliğimizin teminatı öğret-menlerdir.Bizleri ham bir madde olarak ele alan öğretmenler, üzerimiz-de titiz, dikkatli ve sabırlı çalışmalar yaparak bizi şekillendirirler. Duygularımıza, ruhumuza, fikirlerimize ve hayata bakışımıza en güzel desenleri verirler.Bize doğruyu, güzeli, iyiyi, mertliği, millî duyguları ve Atatürk ilkelerine bağlılığı öğreten öğretmenlerimizdir. Biz onların ese-riyiz. Sıhhatini, nefesini, enerjisini, gençlik yıllarının hepsini bizim için harcar.

İSTANBUL’DAN BURSA’YA GELEN ÖĞRETMENLERE YAPTI-ĞI KONUŞMA“İstanbul’dan geliyorsunuz. Hoş geldiniz. İstanbul’un feyiz meşalelerinin temsilcileri olan yüce topluluğunuz karşısında duyduğum sevinç sonsuzdur. Yüreklerinizdeki duyguları, ka-falarınızdaki düşünceleri doğrudan doğruya gözlerinizde ve alınlarınızda okumak, benim için olağanüstü bir mutluluktur. Bu anda karşınızdaki en içten duygumu, izninizle söyleyeyim: İsterdim ki çocuk olayım, genç olayım, sizin nur saçan sınıfla-rınızda bulunayım. Sizden feyiz alayım. Siz beni yetiştiresiniz. O zaman ulusum için daha yararlı olurdum. Ne yazık ki elde edilemeyecek bir istek karşısında bulunuyoruz. Bunun yerine sizden başka bir istekte bulunacağım: Bu günün çocuklarını yetiştiriniz. Onları yurda, ulusa yararlı insanlar yapınız. Bunu siz-

den istiyor ve diliyorum.Muallime Hanımlar, Muallim Beyler,yurdu ve ulusu kurtarmak isteyenler için yurtseverlik, iyi niyet, özveri çok gerekli niteliklerdir. Nedir ki bir toplumdaki hastalığı görmek, onu iyileştirmek, toplumu çağımızın isteklerine uygun olarak yükseltmek için bu nitelikler yetmez, bu niteliklerin ya-nında bilim ve teknik gereklidir. Bilim ve teknikle ilgili çalışmalar başladığı ve geliştirildiği yerse, okuldur. Bunun için okul gerekli-dir. Okul adını, hep birlikte, büyük saygı ile analım… (dinleyici-ler, bir ağızdan “okul!… diye bağırdılar).

Okul, genç beyinlere, insanlığa saygıyı, ulus ve yurt sevgisini, bağımsızlık onurunu öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düşünce, onu kurtar-mak için tutulması uygun olan en doğru yolu belletir. Yurt ve ulusu kurtarmaya çalışanların ayrıca, işlerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gereklidir. Bunu sağlayan okuldur. Ancak bu yolla, girişilecek

her türlü işin usa uygun sonuçlara ulaştırılması gerçekleşmiş olur.Bayanlar, Baylar!Yurdumuz içinde uygarlıkla ilgili düşüncelerin, çağdaş ilerle-melerin, bir an bile yitirilmeden, yayılması ve gelişmesi gerektir. Bunun içindir ki bilimle, teknikle uğraşanların bu alanlarda ça-lışmayı, birer namus borcu bilmeleri gerekir.

Öğretmenlerimiz, şairlerimiz, edebiyatçılarımız, yazarlarımız, durup dinlenmeden, ulusa bu acı günleri ve onun gerçek nedenlerini açık ve kesin olarak yazacaklar, anlatacaklar, bu kara günlerin dönmemesi için, yeryüzünde uygar ve çağdaş bir Türkiye’nin varlığını tanımak istemeyenlere, onu tanıtmak zorunda olduğumuzu hatırlatacaklardır.Bayanlar, Baylar! Acı da olsa söyleyelim ki, biz üç buçuk yıl öncesine değin, bir “topluluk “ olarak yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya, bizi, yöneticilerimize göre tanıyor-du. Üç buçuk yıldır, tam bir ulus olarak yaşıyoruz. Bunun elle tutulur, gözle görülür kanıtı, hükümetimizin biçimi, hükümetimi-zin niteliğidir ki kanun onu Büyük Millet Meclisi diye adlandırdı. Bütün dünya, bir an bile şüphe etmesin ki, Türkiye Devleti’nin biricik ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bayağı çıkarlarını ve kendi güvenliklerini sağlamak için, ulus ve yurdun bağımsızlığını düşmanların eline bırakmak-ta bir sakınca görmeyen, bağımsızlığımıza son veren koşullara kapsayan Sevr Antlaşması’nı onayan yöneticilerin, sultanların, padişahların öykülerini, bu zorbaların yasa dışı davranışlarını

“Bayanlar, Baylar!Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için, yalnız ortam hazırladı”

Page 19: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

18

Türk ulusu, artık, ancak ve yalnız tarihte okur.Bayanlar, Baylar!Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordularınızın zaferi için, yalnız ortam hazırladı. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız, yaşatacaksınız ve kesinlikle başarıya ulaşacaksınız. Ben ve sarsılmaz inançla bütün arkadaşlarım, sizi izleyeceğiz ve sizin karşılaşacağınız engelleri kıracağız. Son bir söz: Sizin, seçkin bir topluluk olarak Bursa’ya gelmeniz, yalnız Bursa’yı değil, bütün Anadolu’daki kardeşlerinizi sevindirdi. İstanbul’dan getirdiğiniz selamları, bütün ulusa duyuracağız. Ben de sizden rica edece-ğim ki, oradaki kardeşlerimize selamlarımızı iletiniz. İstanbul’un alın yazısı, İstanbul’da yaşayan gerçek Türklerin gönüllerinde ve duygularında yaşattıkları dileğe uygun olarak çizilecektir.”Bursa, 27 Ekim 1922

ATATÜRK’ÜN KÜTAHYA LİSESİ’NDE ÖĞRETMENLERE YAPTIĞI KONUŞMA“Muallime hanımlar ve muallim efendiler, bu irfan yuvası altın-da hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi selamlamaktan çok memnunum.Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutlulu-ğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir di-ğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.

Biz iki ordudan birincisine, vatan çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya -bütün dünya bilir, bütün dünya şahit oldu ki- pek mükemmelen sahibiz. Vatanın dört sene önce düştüğü büyük felaketten sonra, yoktan var olan bu ordu, vatanı yok etmeye gelen bu düşmanı kutsal vatan toprağında boğup mahvetti. Yalnız bu orduya sahip olmakla, işimiz bitmiş, gayemiz bu ordunun zaferiyle son bulmuş de-ğildir.Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanların-da ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır. Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyor-sak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz,

nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkâr edemeyiz.Eski idarelerin en büyük kötülüklerin-den biri de irfan ordusuna layık ol-duğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güve-nilir bir mevki verilmesi gerekirdi. He-nüz üç dört senelik hayata sahip olan millî idaremizde irfan ordusu ile layık olduğu kadar ilgilenilememiştir. Fakat buradaki mecburiyeti milletin mü-nevverleri olan sizler elbette ki daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetimizi yalnız cephede toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa süre içinde tabia-tıyla irfan ordusuyla gereğince meş-gul olamadık. Lakin Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki düşman karşısındaki aziz ordumuz için harcadığımız bütün emekler mutlu sonucunu verdi.Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı istekle irfan ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, fa-aliyetlerimizin mutlu ve başarılı sonuç-larını aynı parlaklıkta elde edeceğiz.

Arkadaşlar, asker ordusu ile irfan ordusu arasındaki birliktelik ve alakayı belirtmek için şunu da ifade edeyim, kıymetli bir eserden ordunun ruhu kumanda heyetidir deniliyor. Hakika-ten böyledir. Bir ordunun kıymeti kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz öğretmenler, sizler de irfan ordusunun kuman-da heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal mücadelesinde üç dört senedir düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşla ordunun ruhu olan kumanda heyeti değerlerinin yüksekliğini nasıl ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız yenilikler milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup etmek savaşında da irfan ordusunun ruhu olan siz öğretmenlerin aynı yeteneği ortaya koyacağınıza eminim.Bu konuda size güveniyor ve saygı ile selamlıyorum.”

(KÜTAHYA LİSESİ - 24 MART 1923)

“Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür”

Page 20: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

1919

I. ULUSLARARASI SELÇUKLU SEMPOZYUMU

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: 27-30 Eylül 2010 tarihleri ara-sında Erciyes Üniversitesinde I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu’nu gerçekleştirdiniz? Özellikle Selçuk-lu coğrafyası üzerinde kurulan birçok ülkeden bilim insanları katılarak bildiriler sundular. Bu sempozyumu yapma fikri nasıl doğdu? Hedeflerinize ulaştınız mı?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Efendim, sözlerime şahsınız-da Türkiye Yeni Ufuklar Dergisi okurlarıyla Yeni Ufuklar Derneği mensuplarına teşekkür ederek başlamak istiyorum. Buyur-duğunuz gibi anılan tarihler arasında 28 ülkeden 340 bilim adamının tebliğli olarak katılımıyla görkemli bir sempozyum gerçekleştirdik. Sempozyum düşüncesi, 2003 yılında Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesinde Rektör Vekili ola-rak görev yaptığımız döneme kadar uzanmaktadır.İzniniz olursa bu düşüncenin doğuşunda etkili olan bir toplantı hakkında bilgi vermek istiyorum. Kazakistan Cumhuriyeti’nin Saygıdeğer Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev, Türk dün-yasının manevi başkenti olarak bilinen Türkistan şehrini ziyaret

etmişlerdi. Sayın Devlet Başkanı’nın Türkistan’daki programına üniversitemiz adına ben katılmıştım. Programa alınmış olan konulardan birisi de Türkiye Diyanet Vakfı’nın Türkistan şehrinde

27-30 Eylül 2010 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesinde I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu yapıldı.

Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah sempozyumla ilgili olarak düzenleme kurulu başkanı Prof. Dr. Abdulkadir Yuvalı ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

Page 21: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

20

yapacağı cami projesi idi. Sayın Devlet Başkanı’na üç dosya takdim edilmişti. Bunlardan birincisi Pakistanlı mimarların pro-jesi idi. Nazarbayev, bu dosyayı açmış ve hemen kapatmıştı. Bunun modern bir cami projesi olduğunu sonra öğrenmiştik. Türkiye’den gelmiş olan cami projesi hakkında dönemin Al-matı Din İşleri Müşaviri Mehmet Bey bilgi verdi. Nazarbayev’in Kazak Türkçesi ile verilmiş olan bilgileri dikkatle dinledikten son-ra; “Türkiyeli Kardeşim! Osmanlı sizin, Selçuklu hepimizin, bu yerde yapılacak olan cami Selçuklu tarzında olacaktır. Türki-yeli kardeşlerim projeyi hazırlayacaklar, ben gördükten sonra başlanılsın. Ancak minarelerin yüksekliği kırk metreden yüksek olmayacak.” (Türkistan’da hiçbir binanın yüksekliği kırk metre-den yüksek değildir. Çünkü Ahmet Yesevi Hazretleri’nin maka-mının kubbe yüksekliği kırk metredir).Bu sözler benim zihnimi altüst etmeye yetmişti. Sovyetler Birliği’nde Prezidyum’da 3. sıradaki bu insan bir cami projesi ile meşgul olabiliyor. Türk insanının Ahmet Yesevi’nin makamına göstermiş olduğu saygıyı Arap kardeşlerimizin Kâbe için niçin göstermediklerini anlamak mümkün değil.Sempozyum düşüncemi aylar öncesi birçok meslektaşımla paylaştım. Bunların büyük bölümü bize bunun bir hayal oldu-ğunu, zira Kafkas, İslâm ve Türk dünyasında bu konuda çok sayıda çalışmanın yapıldığını, Türkiye’de böyle bir toplantı yapmanın gereksiz olduğunu söylediler. Bu ve benzeri düşün-celerin de tesiriyle “acaba söz konusu ülkelerden katılım ola-cak mı?” sorusunu zaman zaman kendime sorduğum anlar olmuştur. Bize göre sempozyum hedefine ulaşmış, hatta aş-mıştır, diye düşünüyorum.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Bu sempozyum nasıl gerçek-leşti? Kimler destekledi? Kimler katıldı? Bilim çevrele-rinden, mahalli ve ulusal basından beklediğiniz ilgiyi gördü mü?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Sempoz-yumu, Erciyes Üniversitesi Türk Dünyası Araş-tırmaları Merkezi olarak gündeme getirdik. Üniversitemiz Rektörü Sayın Prof. Dr. Bedrettin Keleştemur ile Rektör Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Metin Hülagü beyler bütün imkânları ile destek oldular, bu vesile ile kendilerine te-şekkür ediyorum. Kayseri Valisi Sayın Mevlüt Bilici ve Kayseri Büyükşehir Belediye Başka-nı Sayın Mehmet Özhaseki destek verdiler. Onur, Düzenleme ve Bilim Kurulu Üyeleri ile birçok öğretim üyesi, araştırma görevlisi ve öğrencilerim de çalışmalarımıza yardımcı oldular. Sempozyuma ülkemizde bu alanın uzmanı, bir bakıma duayen hocalarımız da katıldılar. Prof. Dr. Mustafa Kafalı, Prof. Dr. Reşat Genç, Prof. Dr. Tuncer Baykara, Prof. Dr. Bahaeddin

Yediyıldız ve Prof. Dr. Kâzım Yaşar Kopraman bunlardan birka-çıdır.Sempozyum ile ilgili olarak TRT 2, TRT Türk, TRT Avaz ve Cihan Haber Ajansı canlı yayın yaptılar. Bunlara bağlı olarak ulusal ve yerel basında gerekli ilgiyi gördüğüne inanıyorum.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Hangi ülkeden katılım oldu? Bunların hepsi Selçuklu tarihçisi miydi? Hangi konu-larda tebliğler sunuldu ve bunlar tatmin edici miydi? Selçuklu tarihiyle ilgili çalışmalara yeni bir soluk al-dırdı mı?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Türkiye dışından 27 ülkeden delege katıldı. Bunlar, ABD, Azerbaycan, Başkurtistan, Ceza-yir, Dağistan, Ermenistan, Gürcistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İran, İsrail, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, Mısır, Özbekistan, Pakistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ta-cikistan, Tunus, Türkmenistan, Ukrayna, Ürdün, Yemen’dir.Tebliğler Türkçe, İngilizce, Arapça, Rusça ve Farsça olarak su-nuldu. Türkçe dışındaki dillerde sunulan tebliğler Türkçe olarak projeksiyon makinesi ile dinleyicilere aktarıldı. Aynı anda altı ayrı salonda sunulduğu için tebliğlerin içeriği hakkında bilgi vermem mümkün değil, almış olduğum mesajlar ise son de-rece olumlu. Selçuklu tarihi konusunda yeni bir soluk olduğunu düşünüyorum.I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu’na, tarihteki Selçuklu coğ-rafyasında bugünkü mevcut ülkelerin bilim adamları davet edilmişlerdir. Sempozyumda üzerinde durmaya çalıştığımız bir diğer konu da katılımcıların neredeyse tamamının ilk defa Türkiye’ye gelmiş olmalarıdır. Özellikle Türk Cumhuriyetlerinden ülkemize değişik zamanlarda davet edilmekte olan insanla-rın aynı şahsiyetler olması gibi bir yanlış sürekli gündemdedir. Oysa biz bu sempozyuma tarihî Selçuklu coğrafyasının sahibi olan ülkelerden Bilimler Akademileri veya Tarih-Sanat Enstitüleri aracılığıyla bilim insanlarını davet etmiş olduğumuz için diğer toplantılardan bu yönüyle de farklı oldu.Sempozyumda tebliğler konularına göre Selçuklu tarihi, Sel-çuklu kültür-medeniyeti ve Selçuklu dönemi bilim-düşünce hayatı olarak üç ayrı bölümde tasnif edilebilir. Bildirilerin bilim-sel değerlerini şimdi değerlendirmem mümkün değil, çünkü

Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayev: “Türkiyeli Kardeşim! Osmanlı sizin, Selçuklu hepimizin, bu yerde yapılacak olan cami Selçuklu tarzında olacaktır”

Page 22: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

21

hepsini dinleyemedim. Yayımlandıklarında bilim camiası ge-rekli değerlendirmeyi yapacaktır. Selçuklu tarihiyle ilgili birçok yeni konu gündeme geldi ve tartışmaya açıldı.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Sempozyumda sunulan bildi-riler kitap olarak yayımlanacak mı? Bir de sempoz-yumun birinci olduğu belirtildiğine göre, ikincisi ne-rede yapılacak, bu konuda bir karar verildi mi?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Sempozyumda sunulmuş olan tebliğler özetleriyle birlikte Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanacak. Sanıyorum, bunlar 4-5 cilt hacminde olur. Sempozyumun dönüşümlü olarak söz konusu ülkelerde bir yıl arayla yapılması yönündeki teklifimiz değerlendirme oturu-munda gündeme getirilmiş, teklif olumlu karşılanmış ve ikinci-sinin İran veya Azerbaycan’da yapılması yönünde çalışmalar başlatılmıştır.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Büyük Selçuklu Devleti Anadolu’dan başlayarak Türkistan’a kadar uzayan

büyük bir coğrafyaya hâkimdi. Bu büyük coğrafya-da Selçukluların hem dünya hem de Türk medeni-yetine ne gibi katkıları olmuştur? O dönemdeki tarihî durumu değerlendirir misiniz?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Selçuklu Devleti, Türkistan, Ortadoğu, Kafkasya ve Anadolu’yu içine alan yaklaşık on mil-yon kilometre kare büyüklüğündeki topraklar üzerinde 350 yıl hüküm sürmüştür. Selçuklu Devleti yanında Türkiye Selçukluları, Azerbaycan, Suriye-Filistin, Irak ve Horasan Selçukluları adıyla bilinen Selçuklu devletleri de aynı ve daha sonraki yıllarda tarih sahnesinde olmuşlardır.Selçuklular bizim için Türk-İslâm medeniyetini kurumsal mana-da yapılandırmış olmaları bakımından önemlidir. Zira Selçuk-lular öncesinde başta eğitim olmak üzere birçok hizmetler doğrudan şahıstan şahısa yönelikti. Varlıklı ailelerin çocukları hocalardan ders alabilirlerdi. Selçuklular bu hizmeti medrese-ler aracılığıyla kurumsallaştırmışlar ve halka yaymışlardır.Selçuklular döneminde bilim, düşünce, teknoloji ve üretim, ticaret gibi hizmetler dünyanın diğer bölgelerine göre üst dü-zeyde olmuştur. Başka bir ifadeyle bilim, düşünce ve ticari ha-yat bakımından Selçuklu coğrafyası dünyanın önde gelen bir

mekânıdır. Selçuklu dönemi hakkında Anadolu’daki Selçuklu eserleri dönemin şahitleridir. Aynı şekilde yukarıda adını vermiş olduğumuz büyük coğrafyadaki ülkeler de aşağı yukarı Ana-dolu gibi düşünülebilir. Günümüzde Selçuklu coğrafyasında 26 siyasi teşekkül bulunmakta.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Selçuklu Devleti bugünkü Türk dünyası için ne anlam ifade ediyor? Osman-lının sınırları bulunduğumuz coğrafyadan Arap Yarımadası’na, Kuzey Afrika’ya ve Avrupa’ya doğ-ru genişlerken Selçuklu Devleti’nin sınırları doğuya doğru uzanmaktaydı. Bugünkü Özbekistan, Türkme-nistan, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye sınırları içeri-sinde Selçuklulardan kalan çok sayıda tarihî eser var. Bunlar hakkında bilgi verebilir misiniz? Durumları nasıl? Bakım ve onarımları yapılıyor mu?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Selçuklu Devleti bugünkü Türk dünyası için tarih, kültür ve din coğrafyası olması yönü ile ortak payda konumundadır. Bu konuda özellikle Türkmenis-

tan, Özbekistan ve Azerbaycan, İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerin hemen hepsinde Selçuklu tarih ve kültür olarak canlı örnek-leri ile yaşamaktadır. Nitekim tarihî Selçuklu coğrafyasındaki 26 ülkenin bilim-düşünce adamlarının kendi yol giderlerini ödemek suretiyle Kayseri’de bir araya gelmiş ol-maları görüşümüzü doğrulamaktadır. Türk cumhuriyetlerindeki Selçuklu eserleri büyük ölçüde bakım ve onarım görmüştür. Hatta bu ülkelerin tarihî ve turistik mekânları olarak gösterilmektedir.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Anadolu’nun kapıları Türklere Selçuklular zama-nında açıldı. Büyük Selçuklu hüküm-darı Sultan Alparslan Anadolu’yu fet-hetmedeki amacı neydi? Başka bir ifadeyle 11. yüzyılda Anadolu Türk

dünyası için ne gibi bir önem taşıyordu?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Sultan Alparslan’ın harekâtı kendisinden önceki Selçuklu sultanları hatta Emevi ve Abbasi-ler dönemindeki Anadolu akınlarından farklı bir özelliğe sahip-tir. Emevi ve Abbasiler döneminde yaklaşık olarak üç asır bo-yunca, Hz. Peygamber’in İstanbul ile ilgili müjdesine nail olma uğruna, Anadolu’ya gazalar yapılmıştır. Söz konusu dönemle ilgili olarak yapılmış akınlar Battal Gazi Destanı ile destanlaştırıl-mıştır. Ancak gerek Anadolu’nun jeopolitik konumu ve gerekse söz konusu devletlerin uygulamış olduğu stratejilere bağlı ola-rak Anadolu o dönemde fethedilememiştir.

“Türkler, “Kızılelmayı” hep batı yönünde aramıştır. Bu durumu Anadolu’nun fethinden sonra Balkanlar ve Avrupa’da yoğunlaşmış ve nihayet Viyana şehrinde duraklamıştır.”

Page 23: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

22

Sultan Alpaslan öncesinde Anadolu’ya yapılmış olan gazalar sırasında Türk akıncıları Anadolu içlerine kadar uzanıyorlardı. Öyle ki Türkmen Beyi Afşin’in Malazgirt zaferi öncesinde em-rindeki on bin kişilik bir kuvvetle Anadolu’yu bir baştan öbür başa geçmiştir. Ahlat hareket üssünden batıdaki Uşak şehrine ve oradan da kuzeye dönmüş ve İznik kalesi önlerinde Bizans İmparatoru ile bir konuda pazarlık yapmış ve geldiği yoldan Ahlat’a geri dönmüştür.Türk dünyası için Anadolu büyük mana ifade ettiği gibi doğu-batı ticaretinin önemli bir geçiş ve durağı konumundaydı. Ayrı-

ca Türkler, “Kızılelmayı” hep batı yönünde aramıştır. Bu durumu Anadolu’nun fethinden sonra Balkanlar ve Avrupa’da yoğun-laşmış ve nihayet Viyana şehrinde duraklamıştır.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Selçuklu tarihiyle ilgili yapılan çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Bu çalışmalar hangi alanlarda yoğunlaşmaktadır? Hâlâ çalışılma-dık konu var mı? Türkiye dışındaki Selçuklu coğraf-yasında yeterince araştırma yapılmış mı?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Türkiye’de Selçuklu tarihi de-nildiğinde aklımıza ilk gelen isimler arasında rahmetli Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç, Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen gibi hocalarımız var. Bunlar tarafından ciddi çalışmalar yapıldı. Daha sonraki dönemlerde yapılmış olan çalışmaların söz konusu hocaları-mızın dönemlerindeki çalışmaları aştığı da söylenemez.Buradan hareketle uzak-yakın dost ve hocalarımızdan birço-ğu bu sempozyum dolayısıyla bu görüşlerini ifade etmişlerdir. Ancak I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu’na tebliğli olarak katılmış olan genç bilim adamları bu görüşü yıkmıştır. Çünkü bana dostlarım en çok “Türkiye’den kim katılacak?” sorusunu sordular. Yaklaşık olarak 150 bilim adamının katılmış olması ül-kemizde Selçuklu tarihi konusunda genç araştırmacıların bu-lunduğunu göstermektedir.

Selçuklu Sempozyumu’nda ağırlıklı olarak Selçuklu tarihi, ikinci sırada sanat tarihi ve nihayet bilim-düşünce alanında tebliğ-ler sunulmuştur. Adı geçen sempozyum öncesinde Türkistan, Kafkasya, İran ve İslâm dünyasındaki ülkelerde yapılmış ve yapılmakta olan ilmî çalışmalar hakkında ülkemizde yeterli bilgi bulunmadığına şahit olduk. Dolayısıyla bu sempozyum ile Selçuklu dünyasının günümüzdeki temsilcisi konumundaki ülkelerin bilim adamları birbirlerinin çalışmalarının farkına var-ma imkânı buldular.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Herkesin bildiği gibi Selçukluların Anadolu’da yaptır-dıkları camilerin, medreselerin, hanla-rın, hamamların, kümbetlerin büyük bir bölümü hâlâ ayakta dimdik duruyor ve kullanılıyor. Muhteşem bir taş işçiliği görüyoruz bunlarda. Hatta kimi tarihçi-ler Osmanlının yatırımlarının büyük bir bölümünü Arap Yarımadası ve Balkan-lara yaptığını, bu yüzden Anadolu’yu ihmal ettiğini söylüyorlar. Mesela Kayseri’deki Osmanlılardan kalma ya-pıların Balkanlar’dakilere nazaran daha az olduklarını görüyoruz. Ne dersiniz?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Değerli ho-cam, bu ve benzeri sorularla sık sık karşılaşmak-tayız. Kayseri ve birçok Anadolu şehrinde Türkiye

Selçukluları ve hatta Beylikler dönemlerine ait eserler Osmanlı döneminden daha fazladır. Büyük Selçuklu Devleti “Türk-İslâm medeniyeti”nin veya “Türk-İslâm sentezi”nin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Türkiye Selçuklu Devleti ise fethedilmiş olan Anadolu’yu vatanlaştırmıştır. Bir toprak parçasının vatan

olabilmesinin hemen bütün şartlarını Selçuklular döneminde Anadolu’da görmemiz mümkündür.

Osmanlı döneminde ise şartlar değişmiştir. Yani Anadolu şe-hirleri ilmek ilmek Türk-İslâm eserleriyle bezenmiş ve dolayısıyla bu manada ihtiyaca cevap verilmiş olduğu için Osmanlı’da hedef ilâ-yı kelimatullah’tır. Yani “Allah kelâmını yeni topraklara ve dolayısıyla da insanlara ulaştırma”dır. Osmanlı askerleri ok-larının ulaştığı yeri “Türk’ün Kızılelması” olarak görmüşlerdir. Ma-lumlarınız olduğu üzere, Türk’ün Kızılelması 1683’te Viyana’da nihayet bulmuştur. Bize göre Osmanlı’nın Anadolu’dan ziyade Anadolu dışın-

Selçuklu Sempozyumu’nda ağırlıklı olarak Selçuklu tarihi, ikinci sırada sanat tarihi ve nihayet bilim-düşünce alanında tebliğler sunulmuştur.

Büyük Selçuklu Devleti “Türk-İslâm medeniyeti”nin veya “Türk-İslâm sentezi”nin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Türkiye Selçuklu Devleti ise fethedilmiş olan Anadolu’yu vatanlaştırmıştır. Bir toprak parçasının vatan olabilmesinin hemen bütün şartlarını Selçuklular döneminde Anadolu’da görmemiz mümkündür.

Page 24: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

23

daki topraklara bakışı bu manada algılanmalıdır. Osmanlı Devleti’nin de özellikle “Şehzade Sancakları” ağırlıklı olmak üzere Anadolu’da çok sayıda eseri bulunmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti, nerede, neye ihtiyaç varsa hizmeti oraya götürmüştür.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Sempozyuma gelen bilim adamlarının bir kısmı daha önce Türkiye’ye gelmiş olsalar da birçoğu ilk defa gelmekteydi. Özellikle Türk Dünyası ve Ortadoğu’dan katılanların Erciyes Üniversitesi, Kayseri ve Türkiye ile ilgili intibalarını me-rak ediyoruz? Size bu konuda yansımalar oldu mu?

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Sempozyuma katılmış olan bilim adamları sempozyum süresince hemen her fırsatta şahsımızda üniversitemize ve ülkemize teşekkür ettiler. Özellik-le “Değerlendirme Oturumu” sırasında bu husus açık olarak ifade edilmiştir. Ayrıca bilim adamları ülkelerine döndükten sonra telefon, mesaj veya e-posta yoluyla bizlere teşekkürleri-ni ilettiler. Burada iki kişiden bahsetmek istiyorum. Birincisi Suudi Arabistan’ın Taif Üniversitesi öğretim üyesi Aied Mohammed al-Zahrani’dir. Ülkesine döndükten sonra bize şu mesajı gön-dermiştir:

“Sevgi ve saygı bulutlarının en yoğunu, asaletlerin ve insan-lıkların güzel kokusu, kalbin en ücra köşelerini yurt edinen-lere, bilgileri hafızanın enginliğine galip gelenlere olsun. Türkiye’nin engebeli coğrafyasında, çabalarıyla tarihin parlak bir tablosunu resmederek, canlı ve parlak ışıklar saçanların önünde saygıyla eğiliyor, sizlerle iftihar ediyo-rum. Güzel işlerin yapıldığı ortamda parlak gökyüzü, gök-kuşağının renkleriyle daha da renklendi. Sizler düşünce, meydan okuma ve tarih pusulasısınız. Göz alıcı bir kostüm içinde takdim edilen Selçuklu düğünü sizlerle daha parlak

ve daha şık bir hâle geldi. Sizlerle ve heyetinizle bir arada olmaktan dolayı gönlüm kendinden geçmiş bir hâlde coşku içinde titremektedir.” Kardeşiniz Aied Mohammed al-ZahraniTaif Üniversitesi-Suudi Arabistan

İkincisi ABD’den katılan bir bilim insanıdır. Katharine Branning hanımla ilk yazışmalarımızda bize söylemiş olduğu şu söz oldukça etkileyicidir: “Sivas Gökmedrese’yi gördüm âşık ol-dum. Böyle bir eseri yapan halk soykırımcı olamaz”. Bunu bir Amerikalı söylüyor. Demek ki biz ülkemizi daha iyi tanıtma-lıyız. Ülkemize gelen turistlere kendi kültürümüzü, tarihimizi, geleneklerimi de göstermeliyiz. O zaman Türkiye ile ilgili dü-şünceleri eminim ki değişecektir. Sivas’ta Selçuklu eseri olan Gökmedrese’yi gören bir yabancı âşık oluyor. Oysa ülkemiz-de yabancıları büyüleyecek, onları kendisine âşık edecek o kadar çok tarihî eserimiz var ki! Bunların değerini çoğu zaman biz bile bilmiyoruz. Katherine hanım döndükten son-

ra yazdığı mektupta da Kayseri’den ve sempozyumdan çok memnun kaldığını anlatmış. Şöyle diyor mektubunun bir bö-lümünde: “Bir kütüphaneci olarak, bu geziden evime dö-nerken eğitimci olmanın ne kadar önemli olduğunun derin bilincine vardım. Ayrıca, Iraklı ve İranlı insanların arasında olmak benim için önemliydi, özellikle onların gözünde sem-pozyumda olmanın ülkelerimiz arasındaki talihsiz ilişkiden dolayı benim için ne kadar zor olduğunu takdir edersiniz. Son akşam yemeğinde el sıkışıp hoşçakalın derken, o an, sanat ve bilginin anlayış ve barış yaratma potansiyelini daha iyi anladım.”

Sempozyuma katılan ülkelerden İsrail, ABD, Hollanda, Gür-cistan ve Ermenistan hariç tamamının halkı Müslüman idi. Bize göre, bu sempozyum ile katılımcı ülkelerin bilim adam-ları “Selçuklu Ortak Paydası”nda bir araya gelmişlerdir. Ülke-lerimiz arasında başlatılmış olan bu faaliyetlerin devamının gelmesiyle söz konusu ülkelerle Türkiye arasındaki kültürel, ekonomik ve siyasal ilişkiler yönüyle bir alt yapı oluşacağını düşünüyoruz.

TÜRKİYE YENİ UFUKLAR: Erciyes Üniversitesinde güzel bir faaliyet yaptığınız, bir taraftan Selçuklu tarihini tartışırken diğer taraftan ülkemizin güzelliklerini ka-tılımcılara gösterdiğiniz anlaşılıyor. Ellerinize sağlık. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyor, Türkiye Yeni Ufuklar Dergisi olarak çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.

Prof. Dr. Abdulkadir YUVALI: Türkiye Yeni Ufuklar Der-gisi aracılığıyla I. Uluslararası Selçuklu Sempozyumu’nu daha geniş bir okuyucu kitlesine tanıtmamıza vesile olduğunuz için size ve Yeni Ufuklar Derneği camiasına yürekten teşekkür edi-yor, saygılar sunuyorum.

Aied Mohammed al-Zahrani: “Göz alıcı bir kostüm içinde takdim edilen Sel-çuklu düğünü sizlerle daha parlak ve daha şık bir hâle geldi. Sizinle ve heye-tinizle bir arada olmaktan dolayı gön-lüm kendinden geçmiş bir hâlde coşku içinde titremektedir.”

“Sivas Gökmedrese’yi gördüm âşık oldum. Böyle bir eseri yapan halk soykırımcı olamaz”.

Page 25: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

24

Page 26: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

2525

Günümüze dek bazı dünya dinlerinde çok sayıda tartışmaları yenerek, kimi zaman önemsenmeyerek, kimi zaman yasak-lanarak, kimi zaman ise takip edilerek dışlanmasına rağmen tespih günümüze dek işlevlerini koruyarak yaşayabilmiştir. Yaşadıkça da Yüce Yaradan’ın aşkıyla sanatçılar ve ustalar tarafından büyük bir tutkuyla işlenmiş, şekillenmiş, ilhamın desteğiyle en kâmil şeklini alana dek çeşitli örnekleriyle orta-ya çıkmıştır. Tespihin bir sanat numunesi olması yönünde el emeği, göz nuruyla yaratılan örnekleri kimilerinin elini, kimileri-nin evini, kimilerinin de dünyasını süslemiştir. Tespih, çeşitli dinlerde duaların sayımında bir alet olarak kulla-nılmaktadır. Hindu, Budist, Hristiyan ve Müslüman geleneklerin-de yaygın biçimde kullanıldığı tespit edilmiştir. En eski tespihin

M.Ö. II bin yıllarında Hindistan’da yapıldığı bilinmektedir. Tespi-hin önce Budizm’de, sonra Orta Çağ’ın başlarında Hristiyanlar-da ve daha sonra Müslümanlarda kullanılmaya başlanmıştır.

Tespih nedir? Niçin kullanılır, neye hizmet eder? Kimler kullanır? Tüm insanlar arasında onu böyle yaygın ve gerekli kılan nedir? Geçmişi ne kadar derindir? Bütün bu sorulara burada cevap aramaya çalışacağız.

EErciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Doç. Dr. SevinçÜçgül, nadir tespihlerden oluşan güzel bir koleksiyona sahip olan eşi Ömer Üçgül ile tespih üzerine bir söyleşi yaptı. Sevinç Üçgül sordu, yıllardır tespih dizen, işleyen, mesleğini büyük bbir zevkle devam ettiren ve bir sanata dönüştüren Ömer Üçgül cevapladı.

BİR ÇEKİRDEK TANESİNDEN BİR SANAT MUCİZESİNE: TESPİHİN HİKÂYESİ

Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL

BİR ÇEKİRDEK TANESİNDEN BİR SANAT MUCİZESİNE: TESPİHİN HİKÂYESİ

Doç. Dr. Sevinç ÜÇGÜL

Page 27: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

26

Tahminlere göre Müslümanlar tespihi Budistlerden almışlar. Hristiyanlar da Müslümanlardan alarak Avrupa’ya yaymıştır. Papa V. Pius, 1596’da yazdığı yazısında, Dominikus’un 1221 yılında Avrupa’ya tespihi getirdiğini belirtir.Her tanesi dua eşliğinde yüreğin, dilin ve elin birleşimiyle Yaradan’ın birliğine, büyüklüğüne ve rahimliliğine şahadet etmiş, insanlık tarihinin çok eski zamanlarına dayanan geç-mişiyle gelmiş geçmiş çoğu araçlara meydan okumuş, her dinde kendi gönül ve inanç dünyası doğrultusunda hizmete ve ibadete yönlenmiştir. Tespih tüm dinlerde dinî bir vecibeyi yerine yetirmekle mü-kelleflendirilmiş bir araç olarak manevi değeri, misyonu yük-lenmiştir. Bugün tarihe yolculuk yaparak tespihin ne zaman, nerede, hangi amaçlarla kullanılmaya başlandığına, gelmiş geçmiş onca zaman içerisinde neleri yaşadığına ve neleri yaşattığına, bir çekirdek tanesinden bir şaheser seviyesinde-ki sanat mucizesine kadar örneklerinden bahsedeceğiz. Bu sanatın Türk kültüründeki yerine değinerek ona 15 yılı aşkın sü-redir gönül vermiş, göz nuruyla onu taçlandırmış ustalardan Ömer Üçgül’ün anlatımından tespihin bir ibadet aracından sanat numunesine kadar yükseliş çizgisi hakkında bildiklerimizi paylaşacağız.

Tespih kelimesinin anlamı ve di-ğer dillerde bilinen isimleri hakkın-da bilgi verir misiniz?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin parçaları-na ve görevine göre çeşitli dinlerde ve dillerde kendine özgü adlandırıldıklarını görmekteyiz. Türkçede kullanılan tespih kelimesi Arapça kökenlidir. Bu dildeki s-b-h seslerinden türemiş olan “subhan” kelimesinden gelmekte ve “Allah’ı takdis ve tenzih etmek, onun her türlü kusurdan arınmış olduğunu zikretmek” anlamını

taşımaktadır.Aynı zamanda Allah’ı zikretmek için kullanılan 33 ve 99 tane-cikten oluşan aletin adı da “tespih”tir. Bu aletle “Sübhanallah”, “Elhamdülillah” ve “Allahü ekber” sözleriyle tekrarlanan dua döngüsüne “ferd” denir. 11 tanecikten sonra konulan ara pul işte bu ferdi sembolize eder. Bu da zorunlu olan talepleri ye-rine getirmeyi gerektirir. On bir tanecik kendi başına namaz ayininin döngüsünü, kesinlikle yapılması gereken ardışıklığı, söylenilen duaları ve rekâtların sırasının belirtir. Tespihi ilk kullanılan din olarak bilinen Hinduzimdir. Budalar tanrıya gönderdikleri duaları saymak amacıyla tespih kullan-mışlardır. Sonra Budizm ile bu alışkanlık doğuya, İslamiyetle Ortadoğu’ya, Katolik mezhebiyle de Avrupa’ya yayıldı. Tes-pihin Hindu dilindeki eski adlarından biri ‘japamala’dır ’’ ‘gül tespih’ anlamına gelir. Bugün de Hindistan’da tespihe ‘mala’ denmektedir. Şiva için yapılan Hindu ayinlerinde 108 taneli sır-ma geçirilmiş koyu kahverengi ve büyük taneli ‘şivanın gözü’ denilen tespih çekilir. Bu tespihin tanelerini oluşturan tohumlar, kutsal rudraska ağacındandır. Hindu rahiplerinin Vişnu tanrılara ibadetlerinde yine 108 taneli, kutsal tulsi ya da kutsal fesle-ğen ağacından yapıldığı için daha açık renkli ve bu defa kü-

Günümüz popüler literatüründe tanımında kimi zaman “maçoluğun göstergesi”, kimi zaman bir “süs eşyası” daha sonra ise “çoğu zaman da dinleri sembolize etmesiyle” işlevleri sıralanan tespih yalnız bir nesne gibi algılanmamalı; tarihî işlevleri, dünya dinlerinde yeri ve bir sanata dönen güzelliği göz ardı edilmemelidir.

Page 28: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

27

çük taneli tespihler çekilir. Hinduizmde tespih çekilmesi ayrıca hayatın sürekli olarak devam eden bir oluşum döngüsünü de ifade eder. Yunan kilisesinde kullanılan tespihin adı komvologion’dur. Bu kelimenin anlamı güzel vecizeli kelimelerin düğümüdür. Günü-müzde bu kelimeye komboloye denilmekte ve bu denli tespi-hin her düğümünde yüksek sesle belirli dualar okunmaktadır.

Yunan tespihlerinin püsküllerinde İsa Peygamberin hayatında kullandığı kamış hasırı anmak adına genelde bu malzemeler kullanılmaktadır.Eski Rusya’da bir dua etmek ara-cı gibi kullanılan tespihler “verviça” adıyla bilinmekte-dir. Yani köken an-lamı, harfi anlamı “düğümlenmiş ip” demektir. Azizler-den din öğretmeni Sergey Radonejs-kiy bu denli tes-pihleri kullanmıştır. O r t o d o k s l a r d a “verviça” kutsal ruhun nimetlerine şükretmek anla-mını ifade etmek-tedir. Dünyada her ulu-sun tespihi kendi dillerinde farklı isimlerle kullandı-ğını görmekteyiz. Birçok dillerde de “saymak, okumak, hesaplamak, saygı duymak” gibi anlamları olan kelimelerle ifade edilmektedir. İngilizcede rosary, İtalyancada rosario veya capellina; Almancada Der Rosenkranz, Fransızca le ro-saire veya le chapelet vs. kelimelerle adlandırmışlar. Tarihte

gül bahçeleri dua edilen yerler olduğundan Latince “gül bah-çesi” anlamındaki rosarium kelimesi birçok batı diline girmiştir.

Tespihin Müslümanlar arasında kullanılması ve ya-yılması hakkında bilgi verir misiniz?

Ömer ÜÇGÜL: Kuran’da Müslümanların, İncil’de Hristiyanla-

rın tespih kullanımıyla ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamak-tadır. Peygamberimizin tespih kullandığına dair herhangi bilgi bulunmamakla birlikte halifelerinden Ömer, Osman, Ebu Bekir, Hazreti Ali’nin de tespih kullanmadıkları bilinmektedir. İslamiye-tin ilk yıllarında Müslümanlar tespih yerine el içinde parmakla-rını sayarlarmış. Tespihin Müslümanlar tarafından ilk defa Hz. Ebu Bekir döneminde kullanıldığı sanılıyor. Vehhabiler tespihi İslami olmadığı düşüncesiyle kullanmıyorlar.Tespihin Müslüman dünyasına bir kültür, bir inanç aracına dö-nüşmesi, Abbasiler hanedanlığının (750-1070) saltanat sürdü-

ğü dönemde Bağdat’ta olmuştur. Bu, Müslüman kültürünün en yüksek seviyede olduğu dönemdir. Bu dönemde bilim, sanat, zanaat, ticaret, sanayi doruk noktadadır.

Hindistan fethedildikten sonra taraflar ara-sında karşılıklı kültür ve geleneklerin etkile-şimi dönemi başladı. Hintlilerin Müslüman olan bölümü yeni bir dini kabul etmeleriyle aslında eski âdetlerinden ve tutkularından vazgeçmiş sayılmadılar. Hac ziyareti sıra-sında yeni Müslüman olan Hintliler tespihi bu yeni dünyaya taşıdılar. 11. yüzyılda artık tüm Asya halklarının yaşamında İslam benimsenmiş, uçsuz bucaksız Türkmen topraklarında İslam bayrağı altında topla-

nan Selçuk Türkleri Anadolu’yu fethettiler, sonra Filistin’i, nihayet Suriye’yi... Bu kutsal yiğitlerle tüm bu coğrafyada Müslüman tespihleri de yayıldı. Muhtemelen 11. yüzyılda Selçuk Türkleri Filistin ve Kudüs’ü fethederken kendi ellerindeki tespih örnekle-rinin bu bölgelerde yayılmasını sağladılar. Tespihler Filistin, Su-riye, Yunanistan’da kullanılmaya başlandı. Sonraları ise diğer Doğu Hristiyan halklarına ve Batı’ya yayıldı.

Müslümanların kullandığı tespihler hem yuvarlak şekilde ipe dizilen, hem de beyzi, arpa, ve silindir (kesme) şeklindeki biçimleriyle bilinir, kare veya dikdörtgen tespihleri Ermeni, Gürcü ve Asurların da kullanıldığı bilinmektedir.

Page 29: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

28

Suriye ve Filistin’deki Müslümanların her yerde tespih kullanma-ları, aynı zamanda da Şam, Bağdat, Kudüs pazarlarında, ker-vansaraylarda ve çayhanelerde, yerli tüccarların Müslüman ve Hristiyanlara satmaları farklı ülkelerden hacca gelen kişileri de etkilemiştir.Hristiyanlıkta tespihin ne zaman ortaya çıktığına dair kesin bir ta-rih bilinmemektedir. Bunun yanı sıra İncil’de tespihe dair herhan-gi bir bilgi bulunmamaktadır. Ne İsa peygamberin, ne onun ha-

varilerinin, ne de onların ardından gidenlerin dua ayini ve diğer ritüellerinde bu nesneden bahsedilmektedir.

Her dindeki insan tespih çekiyor. Bunların tes-pih çekme gerekçelerinde ortak yönleri var mıdır?

Ömer ÜÇGÜL: Dünya dinlerinde farklı inanç dün-yasına sahip insanlar bir kült olarak tespih kullanmak-tadırlar. Kordon, kurdele veya ipin düğümlenmesi ya da boncuk taneleri dizili ekseriye çember şeklindeki kapalı şekliyle ucunda örgü püskülü olan tespih, Bu-dizm, Hinduizm, İslam ve Hristiyanlıkta okunan duala-rın sayısını bilmek veya diğer dini ritüelleri yerine getirmek, dikkat ve konsantrasyonu, görevin ritmini vs yerine getirmek için kulla-nılmaktadır. Tespihler duaları ihtar etmeyi, halkavari oluşuyla da duaların icraatının aralıksız olmasını simgelemektedir.

Tespihlerin konsantrasyon sağlamada da ortak hizmeti vardır. Tespih çekiminde kişi dikkatini yaptığı işe yöneltmekte, konsant-rasyon eksikliği ve uyuklama gibi eylemlerden kurtulmaktadır. Dinler arasında sadece Müslüman dünyasında tespih, müftü, imam ve dervişlerde olduğu kadar sıradan insanlar arasında da yaygındır. Diğer dinlerde bu veya diğer ayinlere veya kişilere bağlı kullanım söz konusudur.

Tespihin fiziki şekli hakkında bilinen ve bilinmeyen çok sayıda bilgi vardır. Bildiklerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin fiziki şekli çeşitli uluslarda ve dinler-de tarihten süre gelen zaman içinde aşağıda sıralanan şekil-leri görülmüştür:

-Belirli aralıkla eşit uzak-lıklarda düğümlenmiş örgülü ip şeklinde,-Yuvarlak veya oval boncuk taneciklerinin ipe dizilmesi şeklinde,- Kare veya dikdörtgen şeklinde görünen yassı nesnelerin ipe dizilişi şeklinde,-Burulmuş deri parçalı veya dar deri şeridi çiz-gisi şeklinde.Tespih tanelerine gelin-ce, burada çok çeşit-lilik dikkati çekmektedir. Boncuk ve kare şekilde olmakla tespih taneleri çok çeşitli malzemeler-den ve çeşitli sayılarda yapılabilir. Tespihlerin üzerinde işlemelerin yapılması, çeşitli taşların tespih ta-neleri üzerine çakılması tespihe daha farklı bir

estetiklik katmaktadır.

Burada tespih üzerine muhakkak değerli taşlar, elmas, yakut, pırlanta, zümrüt gibi taşlar işlenmektedir. Fakat tespihte bu taşların çakılması onlar sayesinde değil, tespihe işlenen işçilik değerinde kıymet kazanmaktadır. Yani bir pırlantanın tespi-he kattığı değerden daha önemli onu yapan ustanın han-gi maharet ve güzellikle o taşı modele uydurmasıdır. Tespih sanatında en önemli olan diğer bir husus, imame üzerinde malzemenin kendinden çıkarılan halkaların incecik bir şekilde kırılmadan ve gövdeye zarar vermeden işlenmesidir. Bu tes-pih sanatında en usta kişilerin mahareti olarak bilinir. Son yıllar-da halka üzerinde bir kez yeni bir halka işleyen ustalar tespih sanatına farklı bir sanat numunesi eklemişlerdir.

Tüm diğer dinlerdeki tespihlerden farklı olarak püskül önünde Allah’ın birliğine şehadet eden imamenin olması Hz. Muhammet öğretisinin gereğidir. İslamiyetteki tespihlerin imame çeşitleri bu veya diğer dönemi, öğretiyi, okulu vs simgelemektedir.

Page 30: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

29

Tespihler üzerine ayetlerin yazımı, minyatür sanatına özgü sah-nelerin veya işlemelerin yapılması da tarih boyunca bir ustalık göstergesi olmuştur.

Nelerden tespih yapılmaktadır?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihler tarih boyunca çok çeşitli malze-melerden yapılmıştır. Her yerde oraya özgü malzemelerin kul-lanımı dikkati çekmektedir. Genel olarak sınıflandırdığımızda tespih için malzemeleri şöyle sıralayabiliriz.- Ağaçlardan selvi, kayın, incir, zeytin, ardıç, gül ağacı, kır-mızı ağaç (gül), siyah ağaç (abanoz), peleseng (gemi ağacı), vengi (sandal ağacı), meşe, dişbudak, titrek kavak, demirhin-di, sakız ağacı, kuka ağacı, narçıl, andız, ceviz, ıhlamur, yılan ağacı, öd ağacı, kral ağacı vb.- Meyve ve onların çekirdekleri, bitki tohumları vs organik mad-delerden yapılanlar: Zeytin çekirdeği, kuka, Hindistan cevizi, andız, iğde, hurma vs. - Minerallerden, kıymetli ve yarı kıymetli taşlar, mercan, dağ kristali, zümrüt, yakut, safir, lapis, firuze, sitrin, akik, kuvars, ametist, yeşim, yıldız taşı, necef, kan taşı, şah maksut, kehribar, oltu, lüle-taşı, kaya kristali, Beykoz boncuğu vs gibi yarı değerli ve işlenmeye müsait olanlar. - Kemiklerden ve hayvansal ürün-lerden, fildişi, su aygırı, mamut dişi, mors dişi, balina dişi, köpek balığı dişi, bağa, sedef, inci, gergedan boynu-zu, keçi, manda, geyik, ceylan, bu-falo, koç boynuzları, deve kemiği, fil kemiği ve çeşitleri. - Cam ve seramikten yapılan tespih-ler.

Tespih taneleri her türlü ipe dizi-lir mi? İplerin de özelliği var mıdır?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin yapısında iplik de tane kadar önemlidir. Tarih boyunca tespihte kullanılan ipler çeşidine göre farklılık göstermiştir. En eski tespihlerde koyun yününden eğrilen ipler kullanılmış, kimi zaman da kâğıttan ve deriden merdane işlemi sonrası elde edilen şeritvari ipler kullanılmıştır. Tüm tespihlerin tane rengine göre uyumlu olanı seçilir, doğal ipek ipliklerden ve son yıllarda polyester katkılı kullanışı kolay ve dirençli olan ipliklerin kullanılması tercih edilir. Tespihler misine ve benzeri yapay maddelerden olan ipliklere dizilmez. Tespih diziminde sıralamanın önemi de göz ardı edilemeyecek hu-sustur. Bir tespihin taneleri hem renk tonu, hem de boyut itiba-rıyla çok özenli bir şekilde ipe dizilmelidir.

Tespihin İslam dininde ve özellikle Türk kültüründe imame veya püskül açısından zengin çeşitleri vardır. İmame çeşitlerini ve püsküller, bir de ayraç, pul ve nişane gibi isimlerle adlandıran elemanlar hakkında bilgi verir misiniz? Başka dinlerde de imame ve püs-kül şeklinde kullanılan şeyler var mı?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin 33’lük bölümlerini 11’er aralıkla ayı-ran ayrı parçalara nişane veya ara pulu, iki ucu birleştiren ve

bu veya diğer şekillerde parçaya da imame denir. İmamenin sonundaki sallanan kısma ise püskül denir. Tespihin imame so-nundaki püskülü kimi zaman altın, gümüş ve ibrişimle zengin-leştirilerek daha estetik bir görünüm kazandırır. Yaygın ve güzide örnekleriyle Lale, Bektaşi, Mevlevi, Rufai, Bey-zi, Sığırcık, Kesme vs. imame çeşitleri kullanılmaktadır. Tespihlerin püskül kısmı da her dinde farklılık arz eder. Örne-ğin Müslüman tespihlerinde iplerin birleştiği yerden bir uzun çekirdekle tek olan Allah’a inancın simgesi gibi bulunuyorsa, Hristiyanlarda İsa’nın çarmıha çekilmesini simgeleyen haçla püskül tamamlanmaktadır. Buda tespihlerinin püsküllerinde iki ucun birleşiminden sonra uçlardan birinin diğer ikincinin ucun-dan üzerine atılmasıyla iki ucun birleşip huni şeklinde uzaması gibi görünür. Bu dünyanın başlangıcından ikilemlerin erkek ve kadın, iyilik ve kötülük ve bu ikisinin birleşiminden hayatın ken-disinin yaratıldığını sembolize eder. Bu Budizmdeki doğum ve ölüm, yaratılma ve yok olma gibi döngüleri anlatan işaretleri de göstermektedir.

Tespihlerin çeşitli dinlerde kullanımı bilinmektedir. Bu dinlerde kullanılan tespihlerin tane sayıları ve sem-bolik anlamları hakkında bilgi veri misiniz?

Ömer ÜÇGÜL: Geleneksel Buda tespihleri 108 taneden oluş-makta olup 36, 72 taneleri arasına ayraç kullanılmaktadır. 108 taneden oluşan Buda tespihlerinde müminler ve inanç sahibi ibadet edenler kutsal formülleri sayarak görevlerini yerine ge-tirirler. Buda tarafından belirlendiği için bu rakam Budistlerde kutsal sayılmaktadır.Müslüman dünyasındaki tespihler genelde Allah’ın adına at-fen 99 sayıyla, daha sonra 33 veya 11 tanecikten ve imame ve püskülden oluşmaktadır. İslamdaki tespihlerde boncuk sa-yısı 33’tür ve tespihin dualar eşliğinde 3 kere ardı ardına çekil-mesi izlenmektedir. 500’lük, 999’luk, 1000’lik ve 5000’lik tekke ve şeyh tespihleri dini törenlerde kullanılmaktadır. Her tane Allah’ın isimlerinden birinin zikredilmesini sembolize eder ki bu da 3 kere çekildiğinde Allah’ın 99 isminin toplam söylenmesini sağlar. Geleneksel Müslüman tespihleri 11 yuvarlak boncuk-tan, daha sonra arasına konulan nişane veya ara puldan, bu oval bir tanecik veya yassı bir halka da olabilir, devamında aynı sayı örüntüsünde devam etmektedir. Burada 11 sayısının bir tesadüf olmadığını vurgulayarak sebebi, namaz on bir bö-lümden oluşmasına bağlandığını da belirtelim.

Tespih çekmenin insan sağlığına olumlu yönde etkisi büyüktür. Sinir uçlarının el ve ayak parmaklarının ucunda bulunduğunu biliyoruz. Bunlar doğrudan beyindeki merkezle bağlantılıdır. Bu açıdan bakıldığında sıradan sadece tespihin çekilmesi durumu bu uç noktadan merkeze doğru yapılan bir egzersiz şeklinde algılanarak sinirlerin yorgunluğunu ve gerginliğini giderir.

Page 31: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

30

Hristiyanlıkta tespihlerin 33 taneden olmasının sebebini ise İsa Peygamberin yaşadığı yılları simgelediğinden başka sebep bulunamaz. Ortodoks Hristiyanlarda tespih taneleri 100 adet, artı 3 adet sallanan kısımda tanecik ve püskülle tamamlanan bir tasarımdan oluşmaktadır. 100 tanecikli tespih dua sayımın-da münasip bir sayıdır, çünkü 100 ve katlarında okunup ta-mamlanan dualarda eğilerek selam verme bu sayıyla uygun-dur. Ortodokslar 100, 200, 300, 600, 1000 kadar dua okurlar. Tespihlerin 150, 120, 50, 40, 30, 20 tanelilerine de rastlan-maktadır. Bu tespihler sayılardaki farklılıkları belirli şartlara bağ-lanmaktadır. 10 tanecikten oluşan ve parmak üzeri kullanılan tespih bile vardır. Bu tespihlerin tane sayısına göre okunacak duaları da vardır.

Tespih Hristiyanlıkta sol elde tutulur ve çekilir. Sağ elle ise ibadet sırasında alna, karına, omuzlara haç getirilir. Bunun dışında dua sırasında her taneye özgü dua okunur, bitiminde sırasıyla diğer tane ve duaya geçilir. Ayin bittiğinde ikona yakın bir yere asılır veya farklı bir mekândaysa cebe konulur. Katolikler tespihi boyunlarına asarak, kimi zaman ise başa veya kulaklar-dan geçirerek çelenk şeklinde taşırlar. Keşişler her zaman yan-larında taşırlar. Ortodokslar sol ellerine dolarken Katolikler rahip cüppelerinin kemerine takarlar. Yunan keşişleri tespihi sadece hücrelerinde dua ederlerken kullanır, asla dışarı çıkarmazlar. Ortodoks kilisesi tespihleri sadece rahiplerin, diyanet görevlile-rinin tespih kullanmasını emretmektedir. Sıradan insanlar iba-det yerlerinde tespih kullanamazlar.

Tespih nasıl taşınır?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin ölçüsü, ebadı ve geleneklere bağlı

olmasına göre çeşitli taşıma yöntemleri vardır. En kısa tespih

az tane sayısıyla parmak üzerinde çekilendir. Daha uzun ola-

nını bileğe dolayarak taşırlar. Genelde tespihler ele dolanarak

taşınır. Cebe konulur, ama bazı durumlarda da kemere kan-

calandığı veya takıldığı görülmektedir. Tespihleri taşımak için

özel kılıf da vardır. Bu kesecik üzeri işlemeli olup kimi zaman

belirli dualar, ayetler, kimi zaman ise sadece azizlerin resmi

bulunmaktadır. Uzun tespihleri geleneksel olarak bir gerdanlık

şeklinde boyuna asarak taşırlar. Rahip ve rahibelerin kullandığı

bazı tespihler yere dek sallanır. Tespihlerin dinî amaç dışındaki

kullanımı da yaygındır, kimisi bir moda simgesi olarak taşıdığı

tespihi, kimisi kolye, bileklik kimisi de araba aksesuarı gibi kul-

lanmaktadır. Efe veya kabadayı kullanımındaki tespihler ge-

nelde elde fırlatılarak, kimi zaman parmakta oynatılarak, kimi

zaman ise avuç

içinde gösteriş için

dolaştırılmaktadır.

Tespihin fiziki şeklinin insan sağlığına yaralı olduğuna dair çeşitli düşünce-ler vardır. Bu ko-nuda neler söy-leyebilirsiniz?

Ömer ÜÇGÜL: Tespih için kullanı-lan malzemelerin türünde ruhsal ve fiziksel anlamda çeşitli fayda ve yarar arandığına dair de bilgiler bu-lunmaktadır. Ardıç ağacından olan tespihlerin Budanın Tibet dalı takipçi-lerine göre kötü ruhları uzaklaştır-ma, zararlı etkileri

bertaraf etme özelliği olduğunu düşünmekteler. Aynı özelliğe kırmızı mercan ve koyu mavi lazurit (lacivert taşı) de sahiptir. Sandal ağacı, dağ kristali ve inci taneli tespihlerin sakinleştirici, hastalıkları engelleyerek uzaklaştırmaya hizmet ettiği bilinmek-tedir. Altın, gümüş, bakır, kehribar, lotus tanelerinden yapılan tespihleri ömrü uzatma, bilgeliği geliştirme, artırma ve manevi hizmet duygusunu artırıcı özellikleri vardır. Kristal, sandal ve lotus taneleri aydınlanma için kullanma tavsiye edilmektedir. Tespihlerin ilk olarak doğal malzemesi hakkında çok olumlu düşünceler vardır. Elde kullanılan tespihin doğal malzeme-lerden olması başta tercih edilmektedir. Örneğin, bir kehribar taşından olan tespih vücuda olumlu enerji yaymakta, eldeki bakterileri yok etmekte, ağır sorumluluk baskısını yenmeye ve yaşama sevinç katmaya yardım etmekte, arabadan oluşan statik elektriği kişinin bünyesine vermeyerek kendine topla-maktadır. Akik güç ve kuvvet aktarmakla stres üzerine olduk-ça etki yapmakta, sinirleri sakinleştirmekte, kendine güveni sağlamakta ve en önemlisi göz yorgunluğunu gidermektedir. Ametis nazardan korumakta, mekândaki olumsuzluğu gide-

Page 32: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

31

rip hoş hava yaratmakta, hafıza gücünü hareketlendirmekte, kişiyi takıntılardan kurtarmaktadır. Kaplan gözünden tespih avucun içinde okşandıkça insanı rahatlatıcı bir etki oluştu-rur, kişiye azim ve güç verir. Yapılışı ve şıklığı düşünüldüğünde tespihin taşıyıcısına olumlu etkisi, onun ruh dünyasına kattığı manevi değerler oldukça önemlidir. Doğal malzemelerden olan tüm tespihlerin bu veya diğer sağlık veya ruh durumu-na olumlu etkisi olduğu bilinmektedir. Tespih kullanımında malzemenin yanı sıra çekme aşamasındaki fiziki nedenler etkindir. Fiziki önemine değindiğimiz bu sanat numunesinin inanç dünyasındaki yeriyle bütünleşerek manevi değer bakımın-dan da önemi büyüktür. Çin’de bu amaçla eski dönemlerde henüz tespihin ortaya çıkmadan önce avuç içine ceviz alarak hareket ettirmekle bu işlevin yapıldığı bir âdet vardır. Japonlarda da benzeri bir âdet bilinmektedir. Bilim adamı Tokuhiro Namikoşi çalışmala-rında el hareketlerinin sağlık açısından önemini açıklayarak “Şiatsu parmakların baskı yapmasıyla uygulanan bir tera-pidir” diye ellerin sadece sıradan birbirine sürtünmesi veya ufalanmasının bile sakinleştirici etkisinin olduğunu yazar. Bu etki çerçevesinde hizalanan Şiatsu parmakların ucuna doğ-ru, avuç içinde kan akımını uyararak direnci yükseltmekte, sağlığı olumlu etkilemektedir.

İşte şimdi elin, parmakların insanın sağlığına ve ruh dünya-sına etki ettiğine dair bilgilere de bakılırsa refleks terapisinin sonuçlarına istinaden tespihlerin uzun ömürlülüğü fenome-ninin gizli sebepleri kısmen açıklanmış olur. Görüldüğü gibi tespihin sürekli elde tutulması parmakları hareket ettirmek ve

bunu uzun süreli yapmak sayesinde vücudun hayati önem taşıyan çeşitli organlarının faaliyetine etki etmek, bu veya diğer sebeplerden bozulmakta olan fizyolojik fonksiyonların düzeltilmesi, hastalıkları tedavi etmeye dek bir düzine rahat-sızlığın giderilmesine etki etmek mümkündür. Bunların arasın-da parmakların hafif düzenli ve sürekli hareketlerinin oynak rahatsızlıklarının tedavisine yardım ettiği tartışılmamaktadır.Bir de aslında belki de dikkat edilmeyen ama vücudumuzla uyum içinde olan diğer bir husus da tespih çekimindeki ritim meselesidir. Aslında vücudumuzdaki organların ahengi, ritmi ile uyum içerisinde olan tespih çekimi ruh halimize, çalışan bir mekanizmaya huzur vermekte ve onla bağdaşmaktadır. Nasıl ki ritme uyumlu kalp atışlarımız, iç organlarımızdaki dü-zen, solunumdaki ardışıklık vs. öyle de tespih çekimindeki ri-tim de vücudumuzun can dünyasıyla bir uyum içindedir.

Tespihler parmak uçlarındaki hassasiyeti artırmak ve insanı her zaman zinde tutmak adına cerrahların, müzisyenlerin, programcıların, kasiyerlerin, saatçilerin ve diğer meslek insan-larının eşsiz bir egzersiz aleti gibi de düşünülebilir. Eliniz travma aldığında parmak kırılma, burkulma vs. gibi rahatsızlıklarda tespih kullanma önerilebilir. Tespih bir an önce el kaslarının esnemesinde, hareketliliği eski haline getirmede eşsizdir. Tespihler hafıza egzersizi bakımından da etkin bir yardımcıdır. Yapacağınız veya aklınızda tutmanız gerekenleri tespih tane-leriyle sıralayarak örüntü şeklinde tekrar ediniz. Algılama daha sağlıklı olacaktır. Tespihler hafıza belleğinize yerleştirilen bilgiyi belirli sırayla çıkarmaya yardım edecektir. Çok sayıdaki deneyimlerden bu veya diğer materyalden yapılan tespihlerin bazı rahatsızlıkları giderdiği insanlara şifa verdiği görülmüştür. Değerli ve yarı değerli doğal taşlardan olan tespihlerin vücuda pozitif enerji vermesi, kimi burçlara göre belirli taşların kişinin üzerinde taşımasının olumlu yönleri bilinmektedir. Kimi sıkılgan yapılı insanlar ilk kez birileriyle görüştüklerinde, sohbet ettiklerinde heyecanlanır ve bu heyecan en çok el-lerin hareketiyle izlenir, kişi ellerini ne şekilde tutacağını, ellerini sanki “nereye koyacağını” bilemez. Bu durumda tespih olan bir eli düşünün, tespihi tutarak veya hafiften çekerek el karga-şasına gerek kalmaz, bir süre sonra kişi daha da rahatlar ve daha huzurlu sohbetine devam eder.

Elinde tespih olan birisi farklı bir şekilde yine dikkati üzerine çekmektedir. Bunun da iyi bir yönü, çevrenin elindeki tespihe olan merakı aslında bir anlamda kişiyi obje alanından çıkar-makta, onu ikinci plana düşürmektedir. Bu durumda üzerinde

olan diğer eksiklikler fark edilmemektedir.

Günümüzde tespihe hem inanç dünyasının bir simgesi hem de bir sanat eseri gibi gere-ken değer veriliyor mu?

Ömer ÜÇGÜL: Tespihlerin kültür ve sanat dünya-sında da kendinden bahsettiren bir ürün olduğunu görmekteyiz. Türkiye’de bu sanatın çok değerli us-taları vardır. Ulusumuzun Müslüman bir toplum oldu-ğuna dikkat edersek tespih de en yaygın kullanımı ile dikkati çekmektedir. Tespih Hac dönüşü hediye-ler arasında olmazsa olmazlardandır. Çok sayıda tespih koleksiyoncuları vardır. Bu manevi nesnede

maddi bir beklentiden söz edilemez, fakat çok köklü kültüre sahip Türkiye’de bu sanatın incelenmesi, araştırılması, korun-ması, gelecek kuşaklara aktarılması ve en önemlisi ve çok arzu edilen bir hususun eksikliği üzücüdür. Türkiye’nin hiçbir yerinde bir tespih müzesinin olmayışı bu kadar zengin çeşit ve derin kullanış geçmişi ile çok ters olan bir husustur. Bazı mü-zelerimizde karışık olarak diğer eşyaların arasında tespihlerin yer aldığını görmüşümdür. Dünyada tespih müzeleri veya çok tanınmış müzelerde tespihli çizilen tanınmış isimlerin portreleri vardır. Örneğin, Yunanistan’da Naflion’daki Komboloi Müzesi, Washington’daki Gerdanlık Müzesi ve Rusya’da Natalya Lvov-na Jukovskaya Müzesinde çok sayıda tespihin bulunduğu ko-leksiyonlar bunlardan en bilinenleridir.

Gönül bu müzelerin arasında hem İslamın derinliği ve tüm güzellikleriyle yaşandığı, hem Osmanlı dönemindeki tespih sanatının en muazzam örneklerinin bulunduğu Türkiye’mizde de tespih müzelerinin olmasını doğal olarak istemektedir.

Page 33: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

3232

Eski medeniyetleri, maddi kalıntıları yolu ile inceleyen arkeo-loji, sistemli kazılar sonucu günümüze ulaşan mimari, seramik, heykel gibi nesneleri toplayarak bu nesneler hakkında tarih-sel, sanatsal ve kronolojik bilgiler sunan bir bilim dalıdır. Amacı insanın yaşam biçimlerini, kültürlerini ve davranışlarını bütün yönleriyle yorumlamak ve yeniden canlandırmak olan arkeo-loji biliminde yapılan tüm arkeolojik araştırmalar, geçmiş yaşa-mın yeniden inşası amacını güder. Bu bağlamda arkeoloğun asıl araştırdığı nesne değil, insandır; nesnelerin bulundukları ortam ile ilişkileridir, bu nesneleri oluşturan kültürlerdir demek pek de yanlış olmaz. İnsanoğlunun doğadaki ilk varlığından günümüze kadar olan süreçte her zaman bereketli toprağı ve misafirperver anlayışıyla birçok medeniyete “vatan” olan Anadolu arkeoloji açısından oldukça önemli bir coğrafyadır. En ilkel süreçlerden “gelişmiş medeniyetlere kadar birçok yer-leşime ev sahipliği yapmış Anadolu’nun kültür tarihi sürecin-

de; en erken yerleşimlerden modern medeniyetlere doğru süregelen gelişimin anlaşılması oldukça önemlidir. Farklı bir deyişle “mahalle”den “kent”e doğru gelişimde öncelikle ma-halle kavramının oluşumuna ve gelişimine yer vermek gerek-mektedir. Toplumsal aidiyetin en önemli yapı taşlarından olan mahalle, kentsel alandaki coğrafi veya yönetsel alt bölüm olarak tanımlanabilir. Kabaca bir şehrin, bir kasabanın ya da büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her birine mahalle diyebiliriz.

İnsan yaşamını anlatan tarih, üç milyon yıl öncesine kadar da-yandırılmaktadır. Bununla beraber insanın belirgin anlamıyla yaratıcı ve üretici olma duruma gelmesi, kültürel etkinliklerde bulunması insanın fiziksel yetilerini kullanmaya başlaması ile ortaya çıkmıştır. Paleolitik dönem olarak adlandırdığımız son buzul çağının bitişiyle iklimde meydana gelen değişim daha

İLK MAHALLELERDEN KENTLERE ANADOLU

Arkeolog Ziya EKSEN*

* Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Araştırmaları Merkezi, Yıldırım/BURSA

Page 34: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

3333

ılıman ortamda yaşayan bitki ve hayvan türlerinin çoğalma-sına olanak vermiş, günümüzdekine benzer doğal bir ortam oluşmuştur. Arpa, buğday gibi bitkilerle koyun, keçi gibi hay-vanların yabani ataları bu ılıman ortamın flora ve faunasının arasına girmiştir. Bu olumlu değişimin sonucunda mağara yerleşimine dayalı dönem insan popülâsyonunun artması ve mağara hayatının elverişsiz koşullarının ihtiyaçlara cevap vere-

memesinden dolayı M.Ö. yaklaşık 15.000-10.000 civarlarında Neolitik dediğimiz yeni bir dönemle sonlanmıştır. Doğadan, vahşi yaşamdan mağaralar sayesinde korunmayı başaran insan, Neolitik Dönem ile birlikte göçebe, konar-göçer yaşam tarzını terk ederek ilk kez yerleşik hayata geçmiştir. Bu dönem, en ilkel barınaklarda yaşayan insanın doğada sürdürdüğü gözlemleme ve deneyimlerinin bir sonucu olarak değişen ik-limsel koşullarla yeni ve farklı türden yapılar tasarladığı, yapı malzemeleri ürettiği, bilgi ve becerilerini komşu coğrafyala-ra taşıdığı, mimari biçim ve tekniklerin belirli bir standartlaşmaya doğru ivme kazandığı bir za-man dilimidir. Gordon Childe tarafından “neo-litik devrim” olarak adlandırılan dönem, iklimsel koşullardaki iyileşmelerle birlikte yerleşik köylerin ortaya çıktığı, tahılların kültüre alındığı, hayvan-ların evcilleştirilmeye başlandığı zaman dilimidir. İnsanlık tarihi için oldukça önemli bir süreç olan bu dönemde, hem yapı malzemesinde hem de yapı anlayışında belirgin bir değişim gerçek-leştiren insan, bir yandan da kalabalık nüfuslu bir ortamda birlikte yaşamanın gerektirdiği de-ğişimleri ve anlayışları keşfetmektedir. Yerleşik yaşama geçilmesiyle beraber toprağa bağımlı hale gelen insan, bereketi ve üretkenliğiyle her zaman cömert olan top-rak anayı, kutsal saydı, Onun için heykeller yaptı belki de ona taptı. Bunun yanı sıra duvarlara yine O’nu resmetti. Duygularını yansıtıp kendini ifade etmeye çalıştı ve sanatı hayatının vaz-geçilmezleri arasına kattı. Bu sürecin topluluklar, kitleler tarafın-dan aynı duygu ve düşüncelerle, aynı ortak inancın bir ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktadan hareketle insan, kurallarını ve inançlarını diğer insanlarla kaynaşmaya başladığı zaman

ortaya koymaya başlamıştır demek mümkündür. O halde in-sanlık yasalarının ilk yeşerdiği, tohumlarının atıldığı yerler olarak “mahalleyi” göstermek pek de yanlış sayılmaz. Aynı zaman-da tüm bu süreç mimari biçim ve büyüklüklere doğrudan etki eder. Her geçen gün nüfusu artan neolitik bir yerleşmenin sosyo-kültürel yapısına bağlı olarak yapı biçim ve büyüklükleri bu dönemde hızlı bir değişim içerisine girer. Neolitik devrim

elbette ki dünyanın çeşitli böl-gelerinde yaşayan değişik in-san guruplarınca aynı anda yaşanabilmiş değildir, özellik-le Anadolu’nun Güneydoğu coğrafyasında bu dönem içe-risinde ilk yerleşimlerin kuruldu-ğunu görmekteyiz. Diyarbakır-Çayönü, Batman-Hallan Çemi, Urfa - Nevali Çori ve Göbekli Tepe gibi ilk ilkel mahalli yerleş-meler, insanoğlunun toprağa yerleştiği ve üretici bir duruma geçtiği önemli yerleşmelerdir. Mimari planlarına baktığımızda köşesiz dördül planlı yapıların artık yan yana gelerek sosyal bir bütünlük oluşturacak biçim-de mahalleleri ve birbirleriyle bağlantılı mahallelerin köyleri oluşturduğunu görüyoruz. Yakın

bir zaman önce başlayan Bursa/Akçalar mevkiinde yürütülen kazı çalışmaları da Neolitik toplum ve yerleşim mimarisi açı-sından önemli bir yerleşkedir. Arkeopark’a dönüştürülmesi he-deflenen bu proje Neolitik Dönem yaşamı hakkında oldukça faydalı bilgiler sunacaktır. Yine M.Ö. 7000 civarı İç Anadolu Bölgesi’nde bulunan Çatalhöyük yerleşmesinde birbirine bitişik -ki bu korunma ihtiyacının da bir göstergesidir- kerpiç evlerin oluşturduğu büyükçe bir mahalle bir köy tanımlaması bu yer-leşim için uygun olabilir.

Bu öncüllerin ardından ilk kentlerin M.Ö. 4. bin sonlarında Gü-ney Mezopotamya’da ortaya çıktığını görmekteyiz. Sümerler tarafından kurulduğu kabul edilen, etrafı surlarla çevrili ve bir tapınak etrafında diğer yapıların yer alması ile şekillenen Ur, Uruk, Eridu, Lagaş, Kiş ve Larsa kentler aynı zamanda si-yasi olarak bir kent devletiydi. Mahalleler ve sokaklar artık bu kent planlarında belirgin biçimde gözlenebilmektedir. Mezopotamya’da gördüğümüz bu gelişme kısa bir süre sonra Mısır ve Anadolu Kültürü’nde de karşımıza çıkacaktır. Coğrafi

Yunanca’da “doğmak, yükselmek, güneşin doğduğu yer” anlamına gelen Anatolia kelimesi yine bu bölge için kullanılmış ve bu isim daha sonraki dönemlerde Doğu Roma İmparatorluğu’nun Afyon, Isparta, Konya, Kayseri ve İçel yörelerini kapsayan idari biriminin (Anatolikon Thema) adı olmuştur.

Page 35: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

34

konumlardaki yakınlık Nil, Fırat ve Dicle gibi yaşamsal açıdan çok önemli kaynakların varlığı bu yayılımda etkili olmuştur. Anadolu’da Tunç Çağı dediğimiz kalay ve bakırın karışımın-dan oluşan tuncun kullanılmaya başladığı M.Ö. 3 bin ile baş-layan süreçte, kentin etrafını surlarla çevrilme iradesini ortaya koyan bir örgütsel yapı, din kurumu ile toplumu kutsal değerler etrafında birleştirerek bu örgütsel yapının işleyişini kolaylaştıran

anlayış, ürünlerin yıl boyunca tüketilmesi gerekliliği karşısında çevre kentlerle başlayan ticari ilişki, bu ticari ilişkilerde daha etkili olan kentlerin, büyüyüp gelişerek siyaseten bölgesel güç haline gelmelerinin sonucu olarak Troya, Beycesultan gibi önemli merkezlerin, kentlerin ortaya çıktığını görüyoruz.

Toplumdaki organik dayanışma ve gereksinimler mahalleleri kentsel bir devrim anlayışı ile birleştirmiş mahallelerden köylere köylerden kentlere dönüşen bir büyümeyle insanoğlu yaşam alanını belirlemiştir. Yine bu dönemde yönetici, din adamı, as-ker, tüccar, zanaatkâr ve çiftçi gibi toplumsal sınıflar oluşmaya başlamıştır. Ticaret yerleşimlerin kurulması açısından önemli bir nedendir nitekim M.Ö. 2. binin hemen başlarında Kuzey

Mezopotamya’nın önemli bir merkezi olan Asur Ülkesi’nin tüccarları Anadolu ile yaptıkları ticari faaliyetler sonucunda, kentlerin dışında “karum” adı verilen pazar mahalleleri kurmuşlardır. Bu ti-caret kolonilerinin Anadolu’daki en önemli mer-kezi bugün Kayseri’de bulunan Kültepe/Kaniş’tir. Hind-Avrupa’lı kavimlerin Anadolu’ya göç ediş-leri de bu döneme denk gelmektedir. Bu halklar ile Anadolu’da var olan beyliklerin, kentlerin bir-leşmesi sonucu Anadolu’nun ilk önemli meşruti devleti Hitit Devleti kurulmuştur. Hitit Devleti ile

beraber Hitit siyasi egemenliğine katılan Kaniş/Kültepe karu-mu günümüzde Anadolu’nun en büyük höyüklerinden biridir. Kültepe’de yer alan Karum’da (Pazarşehir) yapılan kazılarda bu döneme ait çivi yazısı ile çeşitli yazılı tabletler bulunmuş ve bu tabletlerden Asurlu tüccarlar ile Hititli yerliler arasındaki daha

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kayseri, Latince “Caesarea” Yunanca “Kaisaria” adı Arapça biçiminden Türkçeleştirilmiştir. Eski isimleri Mazaka ve Kaisareia (Fransızca Césarée)’dır. Kayser veya Kaysar (Arapça ve Osmanlıca) Roma ve Doğu Roma (Bizans) imparatorlarına verilen Caesar (Yunanca: kaisar) ünvanının İslam ülkelerinde kullanılan biçimidir.

Page 36: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

35

çok ticari olmak üzere ilişkilere ait bilgiler elde edilmiştir. Ayrıca Anadolu isminin bir bölge adı olması ise Selçukluların Ana-doluya gelmesiyle başlamıştır. Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Kayseri, Latince “Caesarea” Yunanca “Kaisaria” adı Arapça biçiminden Türkçeleştirilmiştir. Eski isimleri Mazaka ve Kaisareia (Fransızca Césarée)’dır. Kayser veya Kaysar (Arapça ve Osmanlıca) Roma ve Doğu Roma (Bizans) imparatorları-na verilen Caesar (Yunanca: kaisar) ünvanının İslam ülkele-rinde kullanılan biçimidir. Osmanlı sultanları II. Mehmed’den başlayarak resmî sıfatları arasında Kayser-i Rum ünvanını da kullanmışlardır. Anadolu kültür tarihinde önemli bir yere sahip olan Kültepe/Kaniş’te yapılan kazılar sonucu M.Ö. 2. bine ait sivil halkın yaşadığı ve planları açıkça belli olan evler, arşiv yapıları, atölyeler, depolar, dükkanlar gibi yapılardan oluşan mahalleler ortaya çıkarılmıştır. Dönemsel olarak mahalleler artık kente büyüklüğüne paralel olarak büyümüştür. Örneğin Hitit başkenti olan Hattuşaş’ın yukarısında, yukarı şehir olarak adlandırılan yerleşmedeki “Mabetler Mahallesi” sfenksli ka-pıdan bugünkü Nişantepe, Sarıkale’ye kadar uzanmaktadır. M.Ö. 2.bin yılın son çeyreğinde Yunan kent devletleri ve Tro-ya Krallığı arasında gerçekleştiği düşünülen destanlara konu olacak kadar çetin olan bir savaş ve hemen ardılı süreçte

Kuzey’li halkların göç hareketleri sonucunda Anadolu’daki si-yasi birlik sürecinin değişime uğramıştır. Bu savaş sonrası dö-nem tıpkı Anadolu Selçukluları dönemindeki gibi Moğol istilası sonrası yıkılan ve özerk beylikler halinde varlıklarını sürdüren si-yasi oluşuma benzer biçimdedir. Yunan ve Ege Adaları’ndan yoğun bir biçimde göç alan Anadolu bu iki kültürün siyasi, ticari, sanatsal-kültürel ve mimarisel karışımının adresi olmuş-tur. Bu tarihsel gelişim süreci içinde yerleşmeler site, polis, komün ve kent devletleri gibi adlar alırken, kent kavramı ile beraber uygarlık da büyük bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dö-nemde kurulan siteler (kent devletleri) demokrasinin hayata geçirildiği kurumlar olarak bugünkü demokrasinin ilham kay-nağı olmuştur. Mahallelerde gelişen felsefe, sanat, bilim ve teknik artık yeni bir çağın evrensel kuramları haline gelmeye başlamıştır bu anlamda mahalle evrensel değerler yaratma açısından artık yerel bir mekân olmaktan çıkmıştır. Mahalle-ler Milet’te, Efes’te, Smyrna’da, Prusa’da, Paphlogania’da, Pergamon’da, Ionia’da, Lykia’da, Karia’da, Bithynia’da Antik Dönem Anadolu coğrafyasının her yerinde birleşerek sosyal yapı ile organik bir bağ oluşturarak günümüz modern düşün-celerinin yerel birimleri olmuşlardır. Özellikle Klasik ve Helenistik Dönem sonrasında gelişen ızgara planlı şehir mimarisinin de etkisiyle caddeler ve sokaklar ile birbirine bağlı mahalleler, ör-neğin agora gibi, tiyatro gibi, tapınaklar gibi kamusal ve mer-kezi yapıların arkasında kalmış fakat her zaman bu mekânlara açılan kapılar olmuşlardır. Artık mahalle günümüz mahalle anlayışından pek de farklı değildir. Agoralarda (çarşılarda) be-lirli eşyaların ve malların satılması için belirli mekânlar ayrılırdı. Bu yerler sattıkları mallara göre balık pazarı veya sebze pazarı gibi isimler alırdı. Örneğin Klasik Dönem Atina’sında keramik atölyelerinin çoğunlukta olduğu mahalleye “Keramaikos” adı verilmiştir. Ayrıca, Antik Dönem tarihçilerinden Xenephon “...biz hizmetkarımızı agoraya bir şey almak için gönderdiğimiz zaman, ilk önce onun hangi çeşit malın nerede hangi ma-hallede satıldığını bilmesi gerekiyor ki, aradığı şeyi rahatça bulabilsin..” şeklinde pazar mahallelerin düzenlenmesine dair bir bilgi vermiştir. Roma İmparatorluğu Dönemi ile beraber Akdeniz ve Ege dünyası mimari ve mühendislik harikaları di-yebileceğimiz eserler, yapıtlar oluşturmuştur. Hamamlarıyla, stadiumlarıyla, stoalarıyla, tapınaklarıyla, amphi-tiyatrolarıyla, çeşme binalarıyla meclis binalarıyla, agoralarıyla kısacası tüm kent ve ögeleriyle Roma şehir planlamacılığı günümüz mo-dern mimarisinin bir prototipi olmuştur. Bu modern ve yenilikçi anlayış sosyal yapıya da etki etmiştir. Bugün hala Pompei veya Ostia gibi kentlerde arkeolojik kalıntıların içinde kenar mahalle-leri veya aristokrat mahalleleri seçilebilmektedir. Ve bu gelişim Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de ivmesini koruyarak günümüz modern dünyasının mimari ve yerleşim anlayışının temellerini oluşturmuştur.

İlk mahallelerden köylere, köylerden kentlere ve ülkelere uza-nan yukarıda kısaca özetlediğimiz süreç, aslına bakılırsa bir anda olup biten bir gelişmenin sonucu değildir. Bu süreç bin-lerce yıl değişim ve dönüşüm geçirerek günümüze kadar gel-miştir. Her ne kadar günümüz yerleşmeleri özellikleri itibariyle endüstri yerleşmeleri, metropol yerleşmeleri ve küresel yerleş-meler olarak ayrılsa da- bölgenin özelliği ne olursa olsun- ma-halle başlangıçtan günümüze yerleşmelerin çekirdeği, atomu sıfatıyla her zaman varlığını korumuştur.

Page 37: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

36

Page 38: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

37

Page 39: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

38

Özel Eğitim

Özel eğitim, özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin, eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için, özel eğitim programları, özel yetiştirilmiş eğitim personeli, uygun eğitim ortamını içeren eğitimdir.Özel eğitime ihtiyacı olan birey ise, çeşitli nedenlerden ötürü akranlarından bireysel, gelişim ve eğitim yeterlilikleri açısından

Semih Arslan

Page 40: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

39

Özel eğitime ihtiyacı olan bireyler gelişim durumlarına göre, kendilerine uygun olan eğitim ortamlarında eğitim hizmetle-rinden yararlanırlar. Bu normal gelişim gösteren akranlarıyla aynı sınıf ortamı içinde ona uygun hazırlanan bireysel eğitim programıyla olabilir, ilköğretim okulu içinde özel eğitime gereksinimli öğrencilerden oluşan ayrı bir sınıf olabilir ya da özel eğitime gereksinimli öğrencilerden oluşan ayrı bir okul ortamı olabilir.Uygun eğitim ortamının seçimi, 573 sayılı özel eğitim hizmet-leri yönetmeliğinde de belirtildiği üzere, önce hastanelerden alınan tıbbi tanı ile, rehberlik araştırma merkezlerine başvuru-larak orada belirlenen eğitsel tanının sonucuna göre oluştu-rulur.Ancak yasal olarak her şey net olarak belirlenmiş olsa bile hala aileler bu süreci net olarak bilemedikleri için, yada yanlış yönlendirmeler neticesinde, özel gereksinimli öğrenciler ile bir-likte okul okul dolaşarak, kendilerine uygun okulları aramaya çalışmakta ve bazı okulların bu konudaki bilinçsizliği nedeniyle olumsuz deneyimler yaşabilmektedir. Ve yıpranmaktadırlar. Bu konuda oturduğunuz semtte bulunan Rehberlik Araştırma Merkezinden randevu alarak, eğitsel tanının içine okul ismi-ni yazdırarak okul kayıt işlemine başlarsanız bu sorunların ve kar-şılaşılan güçlüklerin hem okullar için hem de aileler için daha kolay bir süreç haline gelebileceği düşünül-mektedir.Özel eğitim süreci di-ğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de yeni yeni gelişen ve aksaklıkların zamanla giderildiği bir dönem-dedir. Bundan birkaç sene öncesi düşü-nüldüğünde evde saklanan ve dışarıda görmeye alışık olma-dığımız çocuklar yeni dışarı çıkmaya, toplu taşıma araçlarından ve eğitim haklarından yararlanmaya başlamışlardır. Ancak ülke-mizde bu konudaki gerekli yetişmiş personel eksikliği, eğitim araç gereçlerinin ve ortam düzenlemelerinin okulların kendi imkânlarıyla karşılanmaya çalışılması, ailelerin, öğretmenlerin ve yöneticilerin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmamaları bu sürecin bazı sorunlardandır. Zaman gelişmekte olan bir süreç olduğu için bunların yavaş yavaş aşılabileceği düşünülmek-tedir. Ancak özel gereksinimli öğrenciler için erken tanı ve eği-tim hizmetlerinden olabildiğince erken yararlanmak oldukça önemlidir.Bir ailenin eğitim hikâyesinden örnek verirsek süreç belki daha net anlaşılabilir. Bir anne okula gelir çocuğuyla beraber, zaten yeterince zorlu bir süreçten geçerek çocuğu ile ilgili kaygıları en yüksek düzeyde ve çocuğunun akıbetini merak ederek okul yöneticisinin odasına girer. Çocuk girdiği ortamın ona yabancılığı ile yerinde duramaz ve bağırır, annesini çekiştirir.

Anne okula gelirken çocuğuna ve kendisine yönelik garip ve ne şımarık çocuk ifadeli bakışlara bu sefer de okul yönetimin-ce maruz kalır. Bu durumun verdiği çekinme durumuyla ve ço-cuğunu tutmaya çalışarak okul yöneticisine okula çocuğunu kayıt ettirmek istediğini anlatır. Ancak böyle çocukları bu okula alamıyoruz denilerek okul tarafından kovulur. Birkaç okul gezer ve buna benzer durumlar yaşar. En son evine en uzak hak-kında böyle öğrencileri aldığını duyduğu bir okula gitmekte bulur çareyi. Okula gelmiştir, yanında çocuğu yoktur, başına gelenlerden yıpranmış, ağlayarak okul yönetimine durumunu anlatır. Okul yönetimi anneye yasal süreci anlatır ve çocuğu gördükten sonra kayıt işleminin yapabileceğini anlatır. Anne minnet ifadesiyle çocuğunu almaya gider, yasal süreci ger-çekleştirir ve okula gelir. Çocuk yine hareketli ve aynı dav-ranışları sergilemektedir. Özel eğitim öğretmeni çağrılır, okul yönetimi ve öğretmen öğrenci ile iletişim kurmaya çalışır. Ve daha sonra öğretmen öğrenciyi alarak boş olan okulu anla-tarak yavaş yavaş dolaştırmaya ve ortama alıştırmaya çalışır. Ardından öğrencinin sınıftaki ilk günü gelir. Sınıf öğretmeni ile konuşulur öğrencinin durumu anlatılır. Rehber öğretmen tara-

fından sınıftaki öğrencilere empati çalışması yapıla-rak arkadaşlarını kabullen-meleri için adımlar atılır. Aynı eğitim sınıftaki öğren-cilerin ailelerine de anlatı-lır. Sınıfa ilk girildiğinde öğ-renci yerinde oturmakta güçlük çeker ve anne ile koordineli olarak özel eği-tim öğretmeni çocuk için süre ayarlamaları yapar, sınıf kapısında bekler. Sı-nıf içinde oturma süresi iki dakika ile başlamışken on beş dakikaya çıkar. Şu an bahsi geçen öğrencimiz yedinci sınıfta tüm derslere devam etmekte, uzaktan kontrolle alışveriş yapabil-mekte, kendini duygula-rını ifade edebilmektedir.

Ancak mezun olduktan sonra ya da yetişkinlikte durumunun ne olacağı hâlâ ailesi ve eğitimcileri için kaygı nedenidir. Bu durumun da gelişen süreçle beraber iyileşebileceği düşünül-mektedir.Normal gelişim gösteren bireylere nazaran, özel gereksinim-li çocuklar için bir okula gidip, sırada oturmanın bile destek gerektirdiğini düşünmenizi rica eder, 3 Aralık Dünya Engelliler Gününde en azından çevrenizde bulunan özel gereksinimli çocuk ve ailelerine bakarken daha duyarlı olmanızı dilerim. Çünkü yaptığınız herhangi bir uyarı ya da bakış aslında özel gereksinimli çocuğun belli bir davranışı öğrenmekte olduğu eğitim sürecini etkiliyor olabilir ve hayat boyu bu davranışın daha kötü bir şekilde seyrine neden olabilir. Sanmıyorum ki kimse bu sorumluluğu alabilsin. Dünya Engelliler Gününüzü kutlar, bu konudaki duyarlılığınıza teşekkür eder, herkes için engelsiz bir yaşam dilerim.

Page 41: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4040

Orta Asya’dan batıya akın eden Türk Hun süvarilerinin eyerlerinin çantalarını dolduran kuru et konservesi, bugün Türk mutfağının önemli temsilcilerinden biri. Kayseri’den sadece Türkiye pazarına değil dünyaya ihraç edilen pastırma yaklaşık 20 gün süren bir işlemden geçiriliyor.

Kayseri ekonomisinde önemli bir yeri olan pastırma ve sucuk, ülkemizde kurumsal bir şekilde gelişme imkânını sadece bu şehirde bulmuştur. Ülkemizin bir çok yöresinde, pastırmayı olmasa da, sucuğu imal etmek mümkündür. Pastırma ise, özelliği ve kendine has tekniği olması yüzünden, özellikle Kayseri’de imal edilir ve ülke geneline sevk edilir. Pastırmayı ilk yapanların Orta Asya’da Hun Türkleri olduğu bi-linmektedir. Nitekim, Waber Baldamus isimli Romalı yazar kita-bında, Antalyalı Amianus’un 273-275 yıllarında yazmış olduğu eserinde, Hun Türklerinin adetlerinden şu şekilde bahsettiğini bildirmektedir: “Hunlar yemek tanımazlar, yaban etleri ile atın sırtında, baldırları arasında ezdikleri yarı pişmiş eti yerler.” Hal-buki Macar müzelerinde bulunan Hunlara ait iki cepli at eyer-leri, kurumuş etlerin bu çantalara sokulduğunu ve atın baldırı-na, vücuduna değmediğini göstermektedir.

Kaynak: www.kayseriden.biz

Kayseri denilince: Pastırma

Page 42: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4141

Orta Asya’dan batıya akın eden Türk Hun süvarilerinin eyerleri-nin çantalarını dolduran tuzlu, kuru ve dumanlı et konservesi, Anadolu’ya gelerek yerleşen Oğuz Türklerinde pastırmacılığın bulunması ile günümüze kadar ulaşan en önemli damak tat-larından biri oldu.Kayseri’de pastırma-cılık Orta Asya’dan gelen Türklerle başla-dı ve zamanla gelişti. Ünlü Gezgin Evliya Çelebi 17. Yüzyılda Kayseri’den şu şekil-de söz etmektedir: “Makulat ve imalatı has beyaz ekmeği, lavaşa yufkası, kat-merli böreği, lahm-ı kadit namı ile şöhret bulan kimyonlu sığır pastırması ve miskli et sucuğu bir tarafta yoktur” (Evliya Çelebi, 1970). Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ndeki bu bilgilerden de anlaşıldığı kadarıyla, Kayseri’de 17. yüzyıl-da pastırma imalatı vardı ve pastırmanın şöhreti o zaman da yaygındı.Pastırma sofralarda aranan ve sevilen, lezzetli bir gıda mad-desidir. Pastırma ya-pımında büyükbaş hayvanlar tercih edilir. Kesimden sonra etler tuzlanır. Tuzlamadan çıkarılan etler bol suda yıkanır ve çengellere asılır. Birbirine değmeyecek şekilde 10-15 gün kurumaya bırakılır. Etler alım-sı bir renk aldığında indirilerek bir gün cenderede bekletilir.

Ertesi gün ç e m e n e yatırılır. Çe-men lenen p a s t ı r m a 4-5 gün içinde kurur ve piyasaya sevk edilir. P a s t ı r m a i m a l i n d e, bir sığırın ke-silmesinden

sonra, parçalara ayrılan etlerin cins ve yerlerine göre, “arka sırt, dilme, eğrice, kuşgömü, şekerpare” gibi çeşitli isimler ve-rilir. Kayseri’de pastırma ve sucuğun pazara yönelik olarak

yapılmasının yanında, özellikle sucuk evlerde de yapılır.Kesilen bir hayvanın ancak yüzde 40’ı pastırma için kullanı-labilmektedir. Pastırma lapa etten imal edilebildiği için, hay-vanın parçaları, sırtı, boynu, karın kenarları gibi kısımları bu işe

ayrılır. Geriye kalan eti, de bu defa sucuk için kullanılması konusu ortaya gelmiştir. Pastır-ma müesseseleşirken kesilen hayvanın artık etlerinin değerlendiril-mesi de sucuğu do-ğurmuştur. Bu etler de, kıyma makinelerinde çekilip baharatla zen-ginleştirilerek, yine belli bir usul içerisinde, su-cuk haline getirilir.Kayseri’de daha ön-celeri dağınık ve şah-si işyerlerinde yapılan pastırma ve sucuk imalatı, 1945’te Kar-puzatan mevkiinde kurulan işyerlerine ta-şınmıştır. Burada, Be-lediyenin kontrolünde ve veterinerlerin ne-zaretinde imalat ya-pılmaktadır. Böylece, kalitenin korunmasıyla, halkın sağlığının da herhangi bir tehdit al-tında kalmamasına çalışılmaktadır.Kayseri’de Pastırma ve Sucuk imalatı ciddi bir endüstri halini almıştır ve sadece Kayseri pa-

zarına değil tüm Türkiye piyasasına hitap etmek için yapıl-maktadır. Buradan, yurt dışına ihracat da olmaktadır. 1933-1936 yılları arasında 62.012 adet hayvan kesilerek bundan elde edilen toplam 2.325.550 kilo pastırma ve sucuk Suriye, Mısır ve Yunanistan’a ihraç edilmiştir. Günümüzde de bu ih-racat, yine Ortadoğu ve Avrupa’ya peyderpey sürdürülmek-tedir. Eski yıllara oranla, hayvan kesiminde belirgin düşmenin ol-ması, maliyet girdilerini artarak pastırma ve sucuğun pa-halıya arz edilmesinden kaynaklanmaktadır. Buna rağmen, Kayseri’de ortalama olarak her yıl, 25 bin hayvan kesilmekte ve bundan da ortalama 940 ton dolaylarında pastırma ve sucuk elde edilmektedir. Halen, birçok işyerinde ve çeşitli besi yerlerinde 2 bin kadar insan sektörden geçimini kazan-maktadır. Bundan ayrı olarak küçük çaplı ev imalatları da mahalli tüketim için belli bir ihtiyacı karşıladığı için, ayrı bir ekonomik değer faktörünü ortaya getirmektedir.

Ünlü Gezgin Evliya Çelebi 17. Yüzyılda Kayseri’den şu şekilde söz etmektedir:

“Makulat ve imalatı has beyaz ekmeği, lavaşa yufkası, katmerli böreği, lahm-ı

kadit namı ile şöhret bulan kimyonlu sığır pastırması ve miskli et sucuğu bir tarafta

yoktur” (Evliya Çelebi, 1970).

1933-1936 yılları arasında 62.012 adet hayvan kesilerek bundan elde edilen toplam 2.325.550 kilo pastırma ve sucuk Suriye, Mısır ve Yunanistan’a ihraç edilmiştir.

Page 43: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4242

Yeni Türk devletinin kuruluşunun üzerinden yıllar geçti. Alı-nan mesafeyi, gelinen noktayı azımsayan hatta küçümse-yenler vardır. Bunların kimisi kabahati milletin tembelliğinde bulur, kimisi ülkenin mevcut potansiyelini bir türlü şahlan-dıramayan siyasilerde. II. Dünya Savaşı’nda yerle yeksan olan Almanya’yla karşılaştırıp harap olmuş, yakılmış, yıkılmış Almanya’nın küllerinden elli yılda bir Avrupa devinin doğdu-ğunu, oysa Türkiye’nin bunca yıldır hâlâ üçüncü dünya ülkesi olmaya devam ettiğini iddia edip Türkiye’nin bulunduğu yeri yeterli görmezler. Almanya için söylenenler tabii ki doğrudur. Çünkü onların iki yüz yıllık teknolojik birikimleri ve yetişmiş in-sanları vardı. Birikim olduktan sonra yıkılan binaları yeniden yapmak, harap edilen fabrikaların bacasını yeniden tüttür-mek kolaydır. Önemli olan insandır, yetişmiş insan… Alman-ya buna fazlasıyla sahipti.Oysa Türkiye öyle miydi! Osmanlının son iki yüz yılına bakı-nız. Viyana Bozgunu’ndan itibaren sürekli yenilen, topraklarını kaybeden ve insanları katledilen bir Türkiye. Avrupa coğraf-yasında sağ kalanlar, yıllarca vatan belledikleri toprakları

TÜRK DÜNYASININ KADERİ VE GELECEĞİ

Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH

TÜRK DÜNYASININ KADERİ VE GELECEĞİ

Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH

Türk dünyası koskocaman bir coğrafyaya yayılmış, başı Balkanlarda ve Anadolu’da, gövdesi Kafkasya ve Türkistan’da, ayakları Sibirya’da, Çin’de olan bir devi andırır. Devin beyni Türkiye’dir, asırlarca uyuduktan sonra Mustafa Kemal’le uyanmış, kendine gelmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur, yedi düvele karşı direnerek, savaşarak ve kan dökerek…

Page 44: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

43

terk etmiş, evlerinden ilk ellerine geçenleri kağnısına, atına, eşeğine yükleyerek yüzlerce kilometre ötedeki Anadolu top-raklarına doğru dönüşe başlamıştır. Bağlar, bahçeler, evler, tarlalar mahzun bir şekilde kendisini terk eden sahiplerini iz-lemiş, bunların kimisine yeni sahiplerince el konulurken kimisi harabeye dönmüştür. Kimi soydaşlar dedelerinin, babaları-nın, annelerinin, çocuklarının mezarlarının bulunduğu kutsal topraklarını bırakıp gitmeye kıyamamıştır. Gidenlerin arkasın-dan gözyaşı dökmüş, onların hasretine bağırlarına taş ba-sarak dayanmaya, tahammül etmeye çalışmış, beş yüz yıl

önce atalarının fethederek kendilerine emanet bıraktığı yer-lerini, yurtlarını öksüz bırakmak istememişlerdir. Bu vatanse-ver, milliyetçi, vefalı insanların torunları Kosova’da, Üsküp’te, Kırcali’de, Batı Trakya’da hâlâ Türklük ateşini yanık tutmaya çalışırlar gururla…Balkanlardan İstanbul’a doğru onlarca yıl süren bu göçler-de kaç yolcu aç, susuz olarak can vermiştir yollarda, kim bilir!? Salgın hastalıklar kaç çocuğun, gencin, yaşlının öm-rünü tüketmiştir acımasızca. Balkan göçlerini resmeden kimi fotoğraflar, filmler görmüştüm, içimi acıtan. İstanbul’a akıp gelen yüz binlerce soydaş bir cami avlusunda, bir han kö-şesinde kendisine uzanacak yardım elini beklerken, bir tas sıcak çorbaya hasret, vatanına kavuşmanın buruk sevincini yaşarken…Osmanlı Türklüğü 1683 Viyana Bozgunu’ndan başlayarak Sakarya’ya kadar yaklaşık iki yüz elli yıl gerilemiştir Bunda Ba-tının yakaladığı gelişme ivmesini yakalayamaması, onların hızlı yükselişlerine karşı doğru politikalar üretememesiyle geri

kalmıştır. Geri kalan Osmanlı Devleti gelişen Batının iştahını kabartmış ve sonunda parçalamış, parçalarının birçoğu emperyalist ülkelerce yutulmuştur... Fakat her şeye, bütün olumsuzluklara rağmen büyük lider Mustafa Kemal’in üstün dehası sayesinde bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır.Aradan geçen yıllarda harap olmuş, okur yazarları cepheler-

den dönememiş, Osmanlıdan borç devralmış 12 milyonluk Türkiye, her ne kadar yeterli görmesek de dünya politikala-rında, özellikle de bölgesinde önemli bir aktör durumuna gelmiştir. 75 milyonu aşan nüfusu, 17 milyon okul çağında talebesi, yüz ellinin üzerinde üniversitesi, yüz milyar doları aş-mış ihracatıyla yeniden büyük bir ülke olmuştur. Son yıllarda üzerine çöken bölünme kâbusunu atlatırsa 21. asır Türkiye’nin liderliğinde Türk asrı olacaktır.

Doğu Türklüğünün kaderi de aynıdır. Göktürk, Uygur, Kara-

hanlı, Altınordu, Harezm Devletlerini kuran Doğu Türklüğü 17. yüzyıldan sonra bir türlü belini doğrultamamış, önce dünya tarihinde pek de etkili olmayan küçük hanlıklar hâline gelmiş, daha sonra da bölgede Rusya’nın kuvvetlenmesiyle işgale uğramıştır. Bu işgal Tanrı’nın Türk milletine bir ihsanı olarak 1991 yılının ikinci yarısında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona ermiştir. Ortaya beş ayrı Türk cumhuriyeti ve birçok yarı bağımsız, özerk Türk topluğu çıkmıştır. Doğu Türklüğü Kazakis-tan, Kırgızistan ve Özbekistan Türk cumhuriyetlerinde yeniden bağımsızlık kazanırken, Batı Türklüğünü oluşturan Oğuzların doğu kolu Türkmenistan ve Azerbaycan’da iki bağımsız dev-let kurmuştur. Türk cumhuriyetleriyle Türkiye’nin bugünkü ilişkileri sorgula-nabilir. Fakat yalnız Türkiye ilişkileri değil, bu cumhuriyetler arasındaki ilişkiler de sorgulanmalıdır. Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü sağlanamayıp Ermenistan Yukarı Karabağ’ı iş-gal ettiğinde Kazakistan’ın, Özbekistan’ın, Türkmenistan’ın, Kırgızistan’ın tepkisi ne olmuştur? Devlet olarak kardeş cum-

huriyetleri Azerbaycan’ı hem Bağımsız Devletler Topluluğu içerisinde hem de dünya poli-tikasında ne kadar savunmuş, desteklemişlerdir? Savaşın sür-düğü 1991-93 yılları arasında Azerbaycan’a maddi veya ma-nevi ne katkıları olmuştur? Kar-deşliğin, soydaşlığın gereklerini yerine getirmişler midir? Geçmişi bir kenara bırakıp günü-

müze bakalım. Bugün bu beş cumhuriyet arasındaki siyasi ilişkileri gözden geçirelim. Bu değerlendirmeyi Türk dünyası-nın en son karşılaştığı felakete bakarak değerlendirelim, ister-seniz. Bu felaketle en son Kırgızistan’da Oş’ta, Celalabat’ta akmıştır Türk kanı… Peki, Kırgızistan’da Kırgızlarla Özbekler arasında âdeta bir iç savaş yaşanırken, Özbekler acı çe-

Türklüğün geleceği birlik ve beraberliğe bağlıdır. Türk soylu halklar birbirlerine kardeşçe baktıkları, din ve kültür farklılıklarını zenginlik saydıkları, aradaki küçük sorunları konuşarak çözdükleri ve birbirlerinin derdiyle dertlendikleri zaman büyük bir güç olacaktır.

Page 45: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

44

kerken Türkiye dışında hiçbirisi neden araya girmiyor, her iki tarafa da durun, susun demiyor? Bütün bunları yapmak, Türk dünyasındaki soydaşlarla ilgilenmek, onların dertlerine çare aramak, yaralarını sarmak yalnız Türkiye’nin borcu mudur?Avrupa’da farklı ırklardan, farklı soylardan gelen ve geçmiş-te birbirleriyle boğaz boğaza savaşmış devletler ve milletler şimdi Avrupa Birliği şemsiyesi altında toplanıyor, ekonomik bir birlik oluşturuyorlar. Zaman zaman siyasi güç olarak müda-halede bulundukları da oluyor. Bu birliğin içinde Slav da var Germen de, Protestan da var Katolik de. Romanya da var

Fransa da, Makedonya da var İngiltere de. Yunanistan dara düşüyor, ekonomik bunalıma giriyor, AB imdadına yetişiyor; Portekiz ekonomisi sallanıyor, AB payanda oluyor. Türkiye Cumhuriyeti de sırf Müslüman olduğu için birliğe dâhil edil-miyor. Kendilerinden saymıyorlar bizi çünkü.

Türklüğün geleceği birlik ve beraberliğe bağlıdır. Türk soylu halklar birbirlerine kardeşçe baktıkları, din ve kültür farklılıklarını zenginlik saydıkları, aradaki küçük sorunları konuşarak çöz-dükleri ve birbirlerinin derdiyle dertlendikleri zaman büyük bir güç olacaktır. İçeride kendi soydaşıyla kavga eden ve bir türlü iç barışı sağlayamayan Kırgızistan, Türk dünyası zincirinin zayıf halkasıdır. 4-5 milyonluk nüfusu, küçük yüzölçümü ve zayıf ekonomisiyle Türk dünyasının en küçük ülkesidir. Unutul-mamalıdır ki, bu küçük ülke Çin sınırında, Türklüğün eski kül-tür merkezlerinden, Çin işgalindeki Kâşgar’a sadece birkaç saatlik mesafede bulunuyor. Bugün bir buçuk milyarlık Çin,

dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisiyle yarın kabına sığma-yabilir, taşmak isteyebilir. Bu taşkından en çok etkilenecekler Orta Asya Türk Cumhuriyetleridir, Kırgızistan bunların başında gelir. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin’de de-mokrasi yoktur, bu yüzden devletin böyle bir hata yapma ihtimali daha fazladır. Otuz yıl öncesinden rahmetli İsa Yusuf Alptekin’in söyledikleri kulaklarımda çınlar hâlâ. Doğu Türkis-tan davasının bu büyük lideri Türklük için en büyük tehlike olarak Çin’i gösterirdi bıkmadan, usanmadan. Çin o zaman henüz uykudaydı, küçük ekonomisiyle dikkatleri çekmiyordu,

zengin batılıları korkutmuyordu. Ama birkaç yıl içerisinde dün-yanın en büyük ekonomisine sahip ülke Çin olacaktır. Bu yüz-den Çin sınırındaki Kazakistan ve Kırgızistan’ın hem dünya ülkele-riyle ilişkilerini geliştirmesi, savun-ma antlaşmaları yapması hem de kendi iç barışını sağlayarak ekonomisini hızla güçlendirmesi gerekir. Aksi takdirde iç kavgala-rı arasında Çin’e yem olmaktan kurtulamazlar.Kırgızistan’ın en büyük eksikliği hiç şüphesiz Nazarbayev gibi bir lidere sahip olamayışıdır. Bağım-sızlığını kazandığı 1991 yılından itibaren uzun süre devlet başkan-

lığı yapan Asker Akayev’in vizyonu yoktu, ufku dardı. Ülkede Kırgız-Özbek-Ahıskalı kardeşliğini pekiştiremedi, ayrışmayı önleyemedi. Ondan sonra gelenlerin hiçbirisi ülkeyi büyüte-cek vizyona sahip olmadıklarından sorunlar gittikçe büyüdü, ekonomik zorluklar aşılamadı ve maalesef bugün insanlar komünist dönemi özler hâle geldi. Tabii ki Kırgızistan’ın geri kalmışlığını yalnız lidersizliğe bağlayamayız. Kırgızistan, Ka-zakistan gibi yer altı ve yer üstü zenginliklere sahip değildir. Ülkenin büyük bölümü dağlık olduğundan geniş tarım alan-ları da yoktur. Hayvancılık tek geçim kaynağı ama bu da oldukça yetersiz. Kazak ve Kırgızlar tarımla uğraşmayı pek sevmezler zaten yapıları gereği. Onlar için en iyi ekonomik kaynak hayvancılık ve ticarettir. Ama başkent Bişkek dışında bir ticari hayatın varlığından söz etmek zordur. Güneyde, Özbekistan sınırına yakın bölgede Özbekler tarafından ta-rım yapılmaktadır. Fakat 2010 yılı Nisan ayındaki olaylarla Özbek nüfusun bir bölümü bölgeden ayrılmak zorunda kal-

Kırgızistan’ın en büyük eksikliği hiç şüphesiz Nazarbayev gibi bir lidere sahip olamayışıdır. Bağımsızlığını kazandığı 1991 yılından itibaren uzun süre devlet başkanlığı yapan Asker Akayev’in vizyonu yoktu, ufku dardı. Ülkede Kırgız-Özbek-Ahıskalı kardeşliğini pekiştiremedi, ayrışmayı önleyemedi. Ondan sonra gelenlerin hiçbirisi ülkeyi büyütecek vizyona sahip olmadıklarından sorunlar gittikçe büyüdü, ekonomik zorluklar aşılamadı ve maalesef bugün insanlar komünist dönemi özler hâle geldi.

Page 46: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

45

mış, çoğu Özbekistan’a geçmiştir. On binlerce insan yüz-lerce yıl yaşadıkları vatanlarını terk etmişler, topraklarını, ev-lerini barklarını bırakmışlardır Kırgızistan’da. Bu durum başta Kırgızistan’da millet olma şuurunun yeterince gelişmediğini göstermektedir. Benzer şuur eksikliğini diğer cumhuriyetlerde de görmekteyiz.

Türkiye’nin yaklaşık üç katı büyüklüğünde topraklara sahip olan Kazakistan, bu hızla devam ederse 21. yüzyılın orta-larında dünyanın büyük ekonomilerinden birisi olacaktır. Özbekistan biraz daha demokrasiyi geliştirir, korku tünellerini aşarsa bölgenin önemli aktörleri arasına girebilir. Azerbay-can, Karabağ sorununu çözmekte pek kararlı görünmüyor ama petrol ve doğalgaz kaynaklarından elde ettiği dolarlar ülkenin yıldızını epey parlatmaktadır. Kimi siyaset bilimciler, önümüzdeki on yıllarda Azerbaycan’ın zengin bir petrol ül-kesi olabileceğini iddia ediyorlar, tabii istikrarı koruması şar-tıyla. Türkmenistan kendi kaynaklarıyla geçinmeye çalışan küçük bir ülke. Huzurlu ve aza kanaat eden bir insan top-luluğuna sahip. Sessiz ve derinden büyümeyi tercih ediyor. Özbekistan’da olduğu gibi biraz daha demokrasiye ve dışa açılmaya ihtiyacı var.

Türkiye, bağımsız ve özerk Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerini daha da geliştirmeli, onlara ağabeylik değil, rehberlik etme-lidir. Türkiye’nin rehberliğinde birbirlerini anlayan, seven 200 milyonluk Türk dünyası gerçekten de büyük bir potansiyeldir. Büyük Türklük coğrafyasındaki her sorun benim olduğu ka-dar Azerbaycan’ın da Kazakistan’ın da olmalıdır. Türkiye, Türk dünyasında yaşayan soydaşlarımız arasında gönül birliğinin sağlanması için dost ve kardeş ülke devlet başkanlarıyla daha sık bir araya gelmelidir. Oluşturulacak ortak şuurla bü-yük Türklük çınarı kendi bağımsızlığını pekiştirdiği, ekonomik ilişkileri geliştirdiği, sorunları ortak akılla çözdüğü gibi henüz bağımsızlığına kavuşmayan başta Doğu Türkistan olmak üzere mağdur kardeşlerine yardım eli uzatmaktan geri kal-mamalıdır.

Türkiye Türkleri bu konuda duyarlıdır, heveslidir, heyecanlıdır. Bir elini Üsküp’teki, Kosova’daki, Prizren’deki kardeşlerine uza-tırken diğer elini Urumçi’deki, Türkistan’daki, Altay’daki kar-deşlerine uzatmaya çalışmaktadır. Aynı sorumluluğu Türkiye dışındaki soydaşlarımızdan, özellikle de Türkistan Türklüğün-den de bekliyoruz.

Türkiye, bağımsız ve özerk Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerini daha da geliştirmeli, onlara ağabeylik değil, rehberlik etmelidir. Türkiye’nin rehberliğinde birbirlerini anlayan, seven 200 milyonluk Türk dünyası gerçekten de büyük bir potansiyeldir.

Page 47: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4646

“Sessizliğin sesi, sakinliğin duruşu, huzurun büyüsü, Karadeniz’in yeşili, Göksu Nehri’nin mavisi... Şile’nin Ağva ilçesinde buluştu”

Ağva

Sessizliğin sesi, sakinliğin duruşu, huzurun büyüsü, Karadeniz’in yeşili, Göksu Nehri’nin mavisi... Şile’nin Ağva ilçesinde buluştu.

Öyle bir yer düşleyin ki, karşınızda Karadeniz’ in hırçın dalgaları, arkanızda yeşilin her tonu... iki nehrin ara-sında kalmış bir yer olsun, düşlerinizi süsleyen.

Kaynak: www.milta.com

Page 48: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4747

Ağva, Şile’nin sevimli ilçesi. Yeni yeni keşfedilmeye başlayan bir yer, 4 mevsimi ayrı güzel, ayrı özel. Yaz aylarında deniz key-finize, 3 kilometrelik güzel plajında güneşlenmeyi ekleyebilir. Kış aylarında ise bir şömine başında sadece kendi kendinize kalabilirsiniz. Bahar aylarının güzelliklerini de unutmamak ge-rek, şöyle üşütmeyen ama üzerinize de bir şey almadan çıka-mayacağınız bahar akşamları vardır ya! İşte Ağva’nın keyfini bahar akşamlarında çıkartmak ayrı bir zevk olsa gerek.

Biraz miskinlikEvet, Ağva miskinlik yapmak için gidilebilecek bir yer. Minderle-rin üzerine uzanıp ya da bir hamakta ufak bir şekerleme yapa-bilmenin keyfini çı-karabileceğiniz bir yer. Telefondan, televizyondan her şeyden uzak kal-mak istiyorsanız; “buraya gitmeye heveslenin”. Eğer aradığınız çılgın bir gece hayatı, müzik sesleri eş-liğinde dans et-mekse size başka yerler önerelim.

Biraz aktiviteYattınız, uzandı-nız, keyif yaptınız, ruhunuzu dinlen-dirdiniz. Peki ya vücudunuzun sesi ne olacak? Bu güzel doğada vücudunuza da güzel bir hediye vermek istemez misiniz? Bunun için biraz yürüyüşe ne dersiniz? Yeşilin her renginin bir arada toplandı-ğı bu eşsiz yerde uzun yürüyüşlerle, keşfedilmemiş yerleri keşfedebilir, koşu ya-pabilir ya da bisiklete binebilirsiniz. Ağva’da, Göksu Nehri’nde yapabileceğiniz birçok aktivite var. Motor ile güzel bir nehir turu yapabilir, kanoya binebilir, deniz bisikleti kiralayıp eğlenceli dakikalar yaşayabilirsiniz. Balık tutma meraklıları için ise çok güzel bir yer. Ağva, Kara-deniz kıyılarında olduğu için çeşit çeşit balığı burada bulabil-meniz mümkün. İsterseniz nehirde ya da Karadeniz kıyılarında küçük bir oltayla balık tutabilir, isterseniz de bir kayık kiralayıp denize açılıp daha profesyonelce balık avlayabilirsiniz. Yalnız balık tutarken kayıkla açıldığınız denizin Karadeniz olduğunu unutmayın. Yanınızda balık tutmayı bilen profesyonel birileri-nin olmasına özen gösterin. Avcılık gibi bir hobiniz varsa; Ağva bu konuda da size kapılarını

açıyor. Birçok kuş çeşidi, çakal, tilki, yaban domuzu, sincap, kurt gibi av hayvanlarını burada bulabilirsiniz. Ama siz yine de hayvanların doğaya kattığı görsel güzellikleri izlemekle yeti-nin. Ve unutmamanız gereken bir diğer şey ise fotoğraf makinesi olmalı. Eğer yanınıza almayı unutursanız fazlasıyla üzülebilirsi-niz. Bu keşfedilmemiş doğanın görüntülerinin ve burada ya-şayacağınız güzel anların sonsuz kalması için fotoğraf maki-nenizi unutmayın.

Balık yemeyi sever misiniz? Ağva’da yemek deyince ilk akla gelen tabii ki de balık ola-

caktır. Kendi tuttuğu-nuz balığı bir mangal partisinde pişirip yiye-bilirsiniz. Ya da Göksu Nehri’nde yapaca-ğınız bir tekne gezisi sırasında nehrin üze-rinde balık keyfi yapa-bilirsiniz. Ağva’nın şirin otellerinde konakla-masanız bile restoran-larının menülerinden yararlanabilirsiniz. Ne-hir kıyılarında bulunan sevimli restoranlarda, bir yanda dalga ses-leri, bir yanda ızgara-da pişen balık cızırtı-larıyla güzel bir ziyafet çekebilirsiniz. Balığın her çeşidini bulabile-ceğiniz Ağva’da ya-pacağınız tek şey afi-yetle yemek yemek olacaktır. Eğer balık yemekten hoşlanmıyorsanız aç kalmaktan korkma-yın. Çevrede bulunan birçok küçük büfede, otellerin restoranların-

da ve özellikle kır lokantalarında damak tadınıza uygun birçok yiyecek bulabilirsiniz. Ağva’da ki restoranların fiyatları konusunda endişelenmenize gerek yok! Bütün restoranların menüleri ve fiyat listeleri, giriş kapılarında belirtilmiştir.

Ağva’ya nasıl gidilir? İstanbul’a 97 kilometre uzaklıkta olan bu şirin beldeye gider-ken gördüğünüz manzara sizi büyülemeye yetecek. Yolcu-luğunuz sırasında sağlı sollu uzanan ağaçları görmek bile çok keyif verici. İstanbul’dan Ağva’ya ulaşmak için öncelikle Şile’ye gitmeniz gerekiyor.Ancak Ağva yolculuğu için bizim tavsiyemiz; giderken de-niz yolunu, dönüşte ise orman yolunu tercih edin, böylece Ağva’nın bütün güzelliklerini keşfetmiş olursunuz.

Ağva, Karadeniz kıyılarında olduğu için çeşit çeşit balığı burada bulabilmeniz

mümkün. İsterseniz nehirde ya da Karadeniz kıyılarında küçük bir oltayla balık tutabilir, isterseniz de bir kayık kiralayıp denize açılıp

daha profesyonelce balık avlayabilirsiniz.

Page 49: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4848

Arka Kapak

Yirmi birinci yüzyılın henüz başlarındayız. Bu yüzyılın ortala-rında veya sonlarında ana dilimiz Türkçenin durumunun ne olacağını kestirmek mümkün müdür? Belirli tespitler üzerin-den yürüyerek kimi varsayımlarda bulunabilir miyiz? Acaba, kimilerinin sıkça tekrarladığı gibi, aşağı yukarı beş bin yıldır konuştuğumuz ve bin beş yüzyıldır yazı dili olarak kullandı-ğımız Türkçemiz bozulup gidecek mi? Bu bozulma ve yoz-laşmanın ardından Türk milleti de yok olacak mı? Her gün buna benzer birçok soruyla karşılaşıyoruz. Bu kitapta işte bu ve benzeri soruların cevaplarını arayan yazılar yer almak-ta. İlgi duyanla, kaygı duyanla sevgi duyanla paylaşmak için...

Yazar: Mustafa Argunşah

Sayfa sayısı: 202Dili: TürkçeYayınevi: Kesit Yayınevi

Üstün Dökmen, İnsanın Korunakları adını verdiği yeni bir “dizi kitapla” okurlarının karşısında.

Deriden Kültüre adlı birinci kitabın özelliği, insana ait biyolojik, psikolojik, toplumsal ve kültürel tüm niteliklerin, ilk kez ortaya atılan “korunan insan” ve “korunaklı ya-şam” kavramları altında toplanmış ol-masıdır. Yazar bu kavramların , insanın

dünyadaki serüvenini anlamada yorum zenginliği sağlaya-cağını, çağdaş sorunları bir dizi kuramla açıklamak yerine daha bütünsel bir bakış açısını getirebileceğini savunuyor.

İnsanın Korunakları - 1: Deriden Kültüre, psikolojik savunma mekanizmalarından duvarlara, deriden giysiye, yarına kal-mamıza yardımcı olan her şeyin yer aldığı farklı bir kitap.

Yazar: Üstün DökmenSayfa Sayısı: 222Dili: TürkçeYayınevi: Remzi Kitabevi

Arka Kapak

Göç eden insanların kültürel, sosyal, po-litik ve ekonomik bağları çözülür. Başka bir yerde, başka bir biçimde bağlan-mak üzere... Belki de hiç bağlanmamak üzere... Göç sadece bir yer değiştirme değil, toplumsal değişmelerin en güçlü unsurlarından biridir. Göçler, farklı fiziksel

yapılara, din, kültür ve dillere sahip toplulukları karşı karşıya getirir ve bu toplulukların bir arada yaşamalarına, böylelikle etkileşim içine girmelerine neden olur.Yeni ırklar, yeni kültürler, yeni idare ve yaşam biçimleri do-ğurur. Prof. Dr. Kemal H.Karpat’ın, kronolojik tarih anlayışının ötesinde kapsayıcı bir perspektiften geçirdiği göç konusu yalnızca yakın geçmişimize değil, güncelliğini koruyan gü-nümüz meselelerine de ışık tutuyor. Karpat’a göre kitabın ana amacı, “tarihi göçleri, yani 19. ve 20. yüzyıl Rumeli, Kırım, Kafkas Müslümanlarının Osmanlı topraklarına göçle-rini genel olarak gözden geçirerek, bu göçlerin yeni bir Türk toplumunun oluşumuna katkılarını incelemek. Aynı zaman-da Türk toplumunun eski yapısını değiştirerek millet haline gelişini kavramsal bir tarihi çerçeve içinde anlatmak.” Büyük ilgi gören “Osmanlı’dan Günümüze” serisinin yeni kitabı “Et-nik Yapılanma ve Göçler”, Osmanlı’nın geri çekilme süre-cinde Balkan Müslümanlarının yaşadıkları, İsrail’in kuruluşuy-la sonuçlanacak Yahudi göçü, yeni bir hayat kurmak için okyanusun ötesine, Amerika’ya göç eden Osmanlılar gibi tarihimizin göz ardı edilmiş meselelerini konu edinen titiz bir bilimsel araştırma.

Yazar: Kemal KarpatSayfa Sayısı: 480Dili: TürkçeYayınevi: Timaş Basım

KİTAP

Page 50: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

4949

Arka Kapak

Son yıllarda göçle ilgili tartışmalar-da üzerinde en çok durulan konu-lar arasında entegrasyon ve çok-kültürlülük gelmektedir. Ancak 2000 yılından sonra başta Hollanda’da olmak üzere bazı ülkelerde göç-menlere verilen hakların yeniden düzenlenmesine gidilmiş ve bun-lar da asimilasyon politikasından

vazgeçen ve entegrasyon üzerine yoğunlaşan Avrupa ülkelerinin bir kısmında adete yeniden asimilasyon politikalarını andıran uygulamaların arka arkaya başlamasına neden olmuştur. Almanya’da ise 2007 yılında uygulamaya konulan yeni göç yasası ile verilen haklarda bir geriye dönüş yaşanmaktadır. Vatandaşlığa geçiş ve otu-rum hakkı için getirilen zorunlu dil ve vatandaşlık sınavları Almanya’da yaşayan Türkler tarafından büyük bir tepki ile karşılanmaktadır.

Yazar: Birsen Şahin

Sayfa Sayısı: 275Dili: TürkçeYayınevi: Phoenix

Arka Kapak

Yayına Hazırlayan: Kadir Aydemir

Bu sadece bir kitap mı? Hayır! Bu kitap, canlı bir şey! Yaşayan tarihin ta kendisi! Dikkatle, özenle oku-yun...

80’lerde Çocuk Olmak, hem bir kitap ismi, hem de bir kuşağın en büyük özlemlerini, yaşanmışlıklarını

içinde barındıran yolculuğun özel ve güzel adı. Bu kitapta bir araya gelmiş 90 kadar yazar var. 1980’lerde çocuktu onlar... Hepsi aynı kuşaktan… Sayfalarda gizlenen anılarda herkes kendinden bir şeyler buluyor. Fazıl Say’dan Gürgen Öz’e, Eylül Duru’dan Bülent Çolak’a, Onur Behramoğlu’ndan Erdem Aksakal’a, Göksel Bekmezci’den Ahmet Büke’ye, Ba-rış Müstecaplıoğlu’ndan Yiğit Değer Bengi’ye dek, adları buraya sığmayacak onlarca yazar ve sanatçı bu kitap için çocukluklarını, anılarını, aşklarını, oynadıkları oyunları, 1980 darbesinin kendilerinde ve ailelerinde bıraktıkları kara tor-tuyu, yüzlerce ayrıntıyı bazen bir çocuk, bazen bir yetişkin gözüyle kaleme aldı. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucu doğan 80’lerde Çocuk Olmak kitabı, her kuşağın el kitabı olacak nitelikte. Dönemin pembe dizileri, ünlü oyuncuları, en çok izlenen çizgi filmleri, mahalle abileri, sokak kavgaları ve oynanan unutulmaz oyunlar, atari salonları, fırlamalıklar ve ergenliğe geçiş hikâyeleri, birbirimizle konuşurmuş gibi

doğal bir şekilde anlatılıyor. Evet, bizler büyüyoruz ama ço-cukluğumuz ve yaşanmışlıklar orada öylece duruyor. Yolcu-luğumuza siz de katılın...

Kitabımızı 80’lerin aydın insanlarına, halk kahramanlarına, üniversite gençliğine ve 80’lerde doğup kaybettiğimiz tüm çocuklara ithaf ediyoruz.

Kadir Aydemir’in yayına hazırladığı bu kitap ayrıca anlamlı bir doğum günü hediyesi. 80’ler çocuklarının hiç yaşlanma-dığının, hep çocuk kalacağımızın bir ispatı... Bu yıl, Türkiye sanal âleminin en eski ve köklü şiir-edebiyat sitelerinden Yitik Ülke’nin (www.yitikulke.com) 10. yaşını kutlarken, bu kitapla, anılarına sahip çıkan herkesin de doğum gününü kutluyo-ruz.

Bu toplum belleksiz değil! Bizler de unutmadık ve yazdık!

Yaşasın 80’lerde çocuk olmak!

Yazarlar: Yeşim Ağaoğlu, Onur Akbudak, Alper Akdeniz, Er-dem Aksakal, Neyran Savaşman Akyıldız, Çiğdem Aldat-maz, Figen Alkaç, Sema Aslan, Hürcan Âşık, Mustafa Ata-pay, Kadir Aydemir, Eda Aytekin, Nil Esra Başaran, Ezgi Başkır, Suat Başkır, Barış Behramoğlu, Onur Behramoğlu, Göksel Bekmezci, Sinem Bengi, Yiğit Değer Bengi, Ersan Bengisu, Hasip Bingöl, Ahmet Büke, Elmira Cancan, Gökçenur Ç., Şebnem Çağlayan, Tunca Çaylant, Kader Çekerek, Serdar Çekinmez, Murad Çobanoğlu, Bülent Çolak, Elçin Demiröz, Özge Ç. Denizci, Ömer Faruk Dizdar, Eylül Duru, Galip Dur-sun, Sine Ergün, Azim Raşit Ersoy, Elif Savaş Felsen, İdil Giray, Pınar Gözpınar, Nilay Sağ Gülalp, Eda Günay, Koray Günya-şar, Yasemin Gürkan, Sanem Güven, Nefin Huvaj, Aydın İleri, Necla İret, Deniz Yalım Kadıoğlu, Gülay Kalkan, Bekir Arslan Kopuz, Ulaş Kurugüllü, Ahmet Küçükkayalı, Ece Erdoğuş Levi, Barış Müstecaplıoğlu, Engin Neşeli, Pınar Nurhan, Pelin Onay, Esra Ovalı, Yaprak Öz, Gürgen Öz, Şahin Özbay, Özlem Öz-yurt, Hatice Topal Özçoban, Nilüfer Özgeren, Sedef Özkan, Erol Özyiğit, Murat Prosciler, Tomris Sakman, Fazıl Say, Ha-kan Sim, Güray Süngü, Melih Süsleyen, Müjgan Şahinoğlu, Melike Aslı Şahinsoy, Ümit Şener, Seda Tansuker, Filiz Tanya, Erkut Tokman, Alper Turgut, Murat Türkücüoğlu, Serkan Türk, Papyon Tayfun Türkkan, Ferhat Uludere, Gül Yaşartürk, Özlem Yıldız, Hande Yöremen, Zeynep Zişan ve Güncem Topçu.

Yazar: Kadir AydemirSayfa Sayısı: 344Dili: TürkçeYayınevi: Yitik Ülke Yayınları

Arka Kapak

İnsan ki eşrefi mahlukattır, içindeki semavi özü keşfetmekle yüküm-lüdür. Çıkacaksın yollara, kendine doğru git gidebildiğin kadar. Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, Öteki’ni keşfetmek...

KİTAP

Page 51: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

5050

Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, geçmek dalgakıranların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamadığın şarkılarla içlen-mek, risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak ve ken-dini yabancının gözünden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir çocuk gibi dünyanın hallerine, çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına... şaşırmak ölene kadar... şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek... budur son tahlilde Âdemoğullarına, Havvakızlarına kendilerini keşfettirten serüven.

Yazar: Elif Şafak

Sayfa Sayısı: 236Dili: TürkçeYayınevi: Doğan Kitap

Arka Kapak

Neredeyse yüz elli yıldır modern-leşme ideolojisiyle yönlendirilen bir ülkede yaşıyoruz. Düşünce iklimimize, Aydınlanma iyimserli-ği ve pozitivizmle malul bir “Ba-tıcılık” ile tekrar tekrar gelenekler “icat ederek” (en son İslamcı-lık biçiminde) “özkültürümüze” dönmekten yana olan bir “ge-

lenekçilik” arasındaki kısır çekişme hakim! Daha kimse modernliğin ne olduğu konusunda net bir görüşe sahip değilken, işin içine postmodernlik tartışmaları da girince manzara iyice tuhaflaştı. Postmo-derni, modernlik öncesi dönüş imkanı olarak çarpıtan-lar da çıkarken; solun malum bir kesimi bunu yeni bir tür gericilik diye görüp rehavetini sürdürmeyi seçti. Biz, modernlikle ilgili tartışmaların sosyalist solun kendini ye-niden tanımlama girişimiyle doğrudan ilintili olduğunu düşünüyor ve bu tartışmaları vazgeçilmez buluyoruz.Anthony Giddens’ın “Modernliğin Sonuçları” adlı yapıtı postmodern bir döneme geçildiğini reddetmesiyle ve modernliğin doğasını açığa çıkarmak için bir dizi yeni kavram geliştirmesiyle son derece özgün bir kitap. Ona göre postmodern bir dönemde değil modernliğin so-nuçlarının radikalleşip evrenselleştiği bir dönemde yaşı-yoruz. Modernliğin temel parametreleri olan kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet belirleyici önemlerini hala sürdürüyorlar. Ancak Giddens bu tespitten daha öteye gidiyor. Risk-güven, zaman-uzam uzaklaşması, soyut uz-manlık sistemleri, küreselleşme ve ontolojik güvenlik gibi kavramlar üzerinde durarak modernliğe özgü kurumların insanların dünyayı ve kendilerini algılayış biçimlerini nasıl köklü ve geri dönüşsüz bir biçimde değiştirdiğini gözler

önüne seriyor. Modernlik sürecinin çok önemli bir boyutu-nun, kişinin kendisi hakkında sürekli düşünce üretip bu dü-şünceleri kendi yapısının bir parçası haline getirmesi, yani düşünümselliği olduğunu belirtiyor. Modernlik bir yandan insanların çoğu için daha güvenlikli ve zengin bir hayatın yolunu açarken, bir yandan da karşı çıkılmazsa yeryü-zündeki insan hayatının sonunu getirecek global risklere de sahiptir (askeri gücün korkutucu oranlarda büyümesi, çevre felaketi, otoriter yönetim biçimleri vs.) diyor. Bu an-lamda modernliğin “ötesine” geçmek için de yeni top-lumsal hareketlerin başını çektiği özgürleşme politikaları-nın yanında, insanların kendilerini birer proje olarak inşa etmelerine dayanan yaşam politikaları geliştirme gerek-liliğine işaret ediyor. İnsanlığın içinde bulunduğu durumu ve gelecekten neler umabileceğimizi anlamak için son derece önemli bir kitap. ”Günümüz toplumsal teorisinin önde gelen figürlerinden biri olarak Giddens’ın postmo-dernizm tartışmalarına verdiği yanıtın Türkçe’ye kazandı-rılması, hem konu açısından, hem de sosyolojinin hâlâ büyük ölçüde modernleş(tir)meci bakış açısının süzge-cinden geçmiş ders kitaplarından okutulduğu Türkçe öğ-renim yapılan üniversitelerin yararlanabileceği literatüre zenginleştirici ve daha önemlisi düzeltici bir katkı olması açısından önemli ve kutlanılması gerek.”

Yazar: Anthony Giddens

Sayfa Sayısı: 178Baskı Yılı: 1998Dili: TürkçeYayınevi: Ayrıntı Yayınevi

Arka Kapak

Yavaşça ayağa kalktı. Gidiyordu işte. Ardı yapacaktı beni. Sildim göz yaşımı kalktım ayağa. Her soruyu anlama çeviren gözleriyle sustu. Bana acıyarak bakıyordu. Noktası çalınmış cümle sonum durdu öylece. “Sana birbirinden güzel yalnızlıklar biriktirdim.” der gibiydi. Dudakları kıpırdadı, inler gibi, “çok çocuk kaldın aşka, ken-

di gölgesine basmaktan korkan...” diyebildi sadece.

Yazar: Kahraman Tazeoğlu

Sayfa Sayısı: 148Baskı Yılı: 2010Dili: TürkçeYayınevi: Destek Yayınları

KİTAP

Page 52: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

5151

2010’ da Türk Sineması

Henüz sinema sanayisinin yeterince olgunlaşmadığı ülkemiz-de 2010, sinema adına kayda değer başarılarla hatırlanacak. Geride bıraktığımız yılda, zayıf bir sanayiden, Avrupa’nın hatırı sayılır festivallerine damgasını vuran filmler çıkarmayı başaran, kayda değer yönetmenler gördü Türkiye.

Yarınlar, umutlar, yeni ufuklar… Sinema umut aşılar… Farkına varmadan geçen zaman, yarının endişesi… Bir yarına sahip olamayanlar… Bir yarını olmayanların yanı başında beliren "Yeni Ufuklar"…

“Anadolu’nun yükselen değeri, hayatını sinemaya adayan, sinemamızın altın çocuğu Göksel Arsoy’un doğduğu şehrin, Kayseri’nin sesini, yarını olmayanlara ulaştıran “Yeni Ufuklar Derneği”… Ve tabii ki derneğimizin sesi “Yeni Ufuklar Dergisi”…

Yarınlar, umutlar, yeni ufuklar… Konumuz sinema… Unutmayın sinema umut aşılar”

Semih Kaplanoğlu’nun “Bal” filmi kanaatimce 2010’a dam-gasını vuran filmdi. Berlin’de Altın Ayı ödülü ile yetinmeyip Türkiye’nin hatırı sayılır hemen tüm festivallerinde ödüle bo-ğuldu. “Yumurta” filmi ile başlayan ve üçlemenin son filmi olan “Bal”, tüm bunları hak eden bir filmdi. 2010 yılı; Avrupa sineması üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olan Nuri Bilge Ceylan ve Fatih Akın ikilisinden sonra bir üçüncü yönetmene, Semih Kaplanoğlu’na da kavuşturdu bizi. Sadece sinema dili değil, bu yıl düzenlenen Altın Portakal Film Festivali’ndeki Kustirica protestosu gibi, kimi zaman sosyal ve siyasal çıkışları ile de sinema dünyasında kendinden söz ettir-meyi başarabildi Semih Kaplanoğlu. O artık Türkiye’de sinema konusunda dinlenen ve izlenen büyük bir yönetmen.

Son olarak Avrupa Film Akademisi’nden yapılan resmî açıkla-ma ile Semih Kaplanoğlu “Bal” filmi ile en iyi yönetmen dalın-da aday olurken, “Bal” en iyi film ve en iyi kamera dallarında aday gösterildi.Fatih Akın’ın “Soul Kitchen” adlı filmi de en iyi film dalında aday olurken, oyuncu Sibel Kekilli, “Yabancı” adlı filmdeki rolüyle en iyi kadın oyuncu dalında ödüle aday gösterildi.Roman Polanski’nin “Ghostwriter” adlı filminin de 7 dalda ödüle aday gösterildiği Avrupa Film Akademisi ödüllerinde, adımızın geçmesi bile yıllardır hayalini kurduğumuz bir sinema olayı.

Komedi filmlerinin yılı 2010 Biz 2010’a “Yahşi Batı” ve Cem Yılmaz ile başlamıştık. G.O.R.A rüzgârından sonraki bu sinema denemesinde Cem Yılmaz

Uzm. Dr. Mustafa Irmak

SİNEMA

Page 53: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

52

yine kendini izlettirmeyi başarabilmişti. Aslına bakarsanız 2010 her yönü ile tam bir komedi filmleri yılıydı. “Recep İvedik”li, “Eyvah Eyvah”lı, “Kutsal Damacana”lı bir yıldan bahsediyo-rum. Neredeyse 2010 boxoffice sadece komedi filmlerinin kazandığı milyon dolarları saydı. İyi de oldu. Çünkü yapılan tüm bu filmler sinema sanayisini olgunlaştırmakla kalmadı, sinemanın sektörel saygınlığını da perçinledi.

Kimi sinema yazılarında kıyasıya eleştirilse de, ülkemizde ko-medi sineması inanılmaz derecede ilgi görmeye devam ediyor. İçerik anlamında çok fazla şey söylemeyen, aslına bakarsanız söyleme iddiasında da olmayan, hatta bunu iste-

meyen komedi sinemamız, görünen o ki daha uzun yıllar çok konuşulacak işlere imza atacak.

Festival şehri olmak2010 yılının bir diğer önemli meselesi film festivallerimiz-di. Artık hemen her büyük şehrin bir film festivali var. En son bu kervana katılan ilimiz Malatya oldu. Gerçi bu yıl Theo Angelopoulos’un da katıldığı Adana Altın Koza bir ertelenme talihsizliği yaşadı ama sonuç olarak festival yapıldı ve şu an festivalin şehre kattığı devasa katkının herkes farkında. Festi-valler sadece sinema sektörünün değil, festival şehrinin de, sinema camiası gibi güçlü bir alanda kendini gösterdiği or-ganizasyonlar. Adana, Antalya ve son olarak Malatya. Koza, portakal ve kayısı. Darısı pastırmanın başına diyelim.

Ve nihayet “New York’ta Beş Minare” 2010’un hemen sonunda neredeyse yıla damgasını vuran bir filmle karşılaştık “New York’ta Beş Minare”. Sadece yaptığı gişe

ile değil söylemleri ile de çok konuşuldu ve konuşulacak.Mahsun Kırmızıgül filmleri hakkında düşünmek ve yazmak, is-temeden ve çoğunlukla rotasından çıkıp Mahsun Kırmızıgül hakkında düşünmek ve yazmak eylemine dönüşüveriyor. Dö-nüşüveriyor çünkü bu filmlerin eksik taraflarına her dokunan, bunu filmlerin Mahsun Kırmızıgül tarafından yapılmış olmasına bağlamanın kolaycılığını tercih ediyor.Ben de bu kolaycılığa kaçmadan hemen önce belirtmek istiyorum ki; öyle ya da böyle “New York’ta Beş Minare” Türk sinema tarihinin şimdiye kadar hayata geçirilmiş en büyük prodüksiyonuydu. Film; Türkiye’nin siyasi tarihine, gündemine ve sorunlu politik yapısına sayısız göndermeler içeriyor ve birbiri ile ilişkilendiril-me ve detaylandırılma zahmetine girilmemiş bu sayısız gön-derme ne yazık ki filmde skeçler halinde ve hiçbir şey deme-den -suya sabuna dokunmadan- önümüze seriliyordu. İslam, ABD düşmanlığı, ABD’deki İslam fobisi, Filistin, laiklik, Kuzey Irak, sefalet ve cehalet, kan davası ve daha neler neler… Alabildiğine mesaj kaygılı bir filmdi. Tüm bu karmaşanın mer-kezinde Deccal olmakla suçlanan Hacı oturuyordu filmde. Haluk Bilginer’in başarılı oyunu ile Hacı filmin belkemiğini oluşturuyordu. Kanaatimce film daha çok bir Haluk Bilginer filmiydi.

Sinemamızın devleri Yavuz Turgul ve Şener Şen; “Av Mevsimi”

SİNEMA

Page 54: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

53

Aralık 2010’un hemen başlarında vizyona giren Şener Şen ve Cem Yılmaz’ın başrolde olduğu “Av Mevsimi, sinemamızın duayenlerinden Yavuz Turgul’un bir filmi. “Tosun Paşa”, “Şa-banoğlu Şaban”, “Hababam Sınıfı”, “Sultan” filmleri ile baş-ladı Yavuz Turgul’un sinema macerası. Sonra “Fahriye Abla”,

ardından 1987’de Şener Şen ve Uğur Yücel’li oyuncu kad-rosu, senaryosu ve kurgusuyla dönemin en iyi filmleri arasına giren “Muhsin Bey”, 1990’da ise “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni”.Sonra “Eşkıya”. Er-kan Oğur’ un yap-tığı müzikleriyle Türk izleyicisinin gördüğü en iyi filmlerden biri-ne imza atan Yavuz Turgul, son olarak 2006’da Şener Şen, Meltem Cumbul ve Timuçin Esen’in baş-rollerini paylaştıkları “Gönül Yarası” filmini çekti. Birçok festi-valde büyük ilgiyle karşılandı ve ödüller aldı. Son filmi “Av Mevsimi” ise oyuncu

kadrosu ile bile izlenmeyi hak eden bir film.

2011’ in ilk çeyreğinde Türk ve Dünya Sineması

Aksiyon ve 3D2011’in hemen tümünde ve özellikle de Matt Damon’lu filmlerle dolu tam bir aksiyon rüzgârı esecek. Matt Damon “Hereafter”, “İz Peşinde” ve “Kader Ajanları” ile ilk çeyrekte ve son olarak “Contagion” (3D) ve “İspiyoncu” ile de yılın sonuna doğru vizyonu dolduracak. Ocak ayında Javier Bardem’li bir Alejandro Gonzalez Inar-ritu filmi olan “Beautiful” mutlaka izlenmesi gerekenlerden. “Babel” ve “Paramparça Aşklar ve Köpekler” ile sinema dünyasını sarsan Alejandro Gonzalez Inarritu, yine çarpıcı bir filmle karşımızda olacak.Jeff Bridges’lı “Tron Efsanesi”nin, üç boyutlu sinema akımı-nı yerinden sarsacağı söyleniyor. Artık 3D’li hiçbir yenilik bizi şaşırtmıyor olsa da, sinema teknolojisinin baş döndürücü gelişiminin 2011’de de devam edeceği kesin.

Yine ve yeniden “Kurtlar Vadisi”Söylenecek çok şey var tabii ki. İzleyici oranları ile bir inanıl-mazı gerçekleştiren, hâlâ devam eden ve izlenen bir dizi-nin yeni filmi; “Kurtlar Vadisi: Filistin”. Dizinin nerede kaldığını çoğumuz artık karıştırsa da, film bu kez Filistin’de. Filistin trajedisine içerden bakan, daha yapı-lırken şimşekleri üzerine çeken ve film negatiflerinin yandığı talihsiz kaza sebebi ile neredeyse iki kez çekilen, uzun bir serinin son filmi. “Kurtlar Vadisi: Filistin” bir terslik yaşanmaz ise Ocak 2011 sonunda vizyonda olacak.

SİNEMA

Page 55: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

54

Page 56: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

55

AAAAAAAAAAAAAvAAvruruppa Kültür BaBaşkşkenti kavavrararar mımımmm ilk kkezez,, 1999800’l’lleeerererdedededede oooo ortrtrtrtrtayayayayaya a çıkmmmmışışışışşştıtıtıtırrr.r. DDDDDDDDDDDDDDDDDöDöDDDDD nenemimimm n n YuYunanananaaanininininininiststsss ana KKüülülüllü tütütür BaBaaB kaakannını MM MM lelinina a MeM rcouri’nin öööönenenenenen risisisininn nn n AAvAvrrupaaa BBBBiriririrlilililiğiğiğiği B BB Bakakakaaananlalar KoK nseyi tarafıfınn-dadadad nnn bebebebebebeniniiimsmsmsmsmsmsenenene memememememeesisiylyle e AvA ruuupapapapappapa kk k kkülülülüülültütütütütürürürürürüüneneneenene d değer kkatatttanananananan,, , , AvvAvrururupaa’y’yya aa kakatktkı sağlğlayayayananan kk k kenenentlt ere veeeririririlmlmlmlmmmeyeye ee bababababb şllşlşlşşş aa-aaannnnnaaaannnn n bubub uuunvnvvvananananna a aaa ilililkk k kekekekekekeez z z 191191985’t’ttt’tteee eee AttAttttinininninininaaa aa sasasasahihihihihiip pp p p oololooo mumumuşttştur. BBBBBBBBBBBBBBBBuBuBuBBBu u unvnvanan, 19191985855-222000000000000000 000 yıyıyyıyılllllllllararrarararıı ı ıı arararasasa ınnndadada AA AAAB’B’B’BB yyeyeyey üüü üyeye üülklkelelererinin kkentlererererrinininininindedd n bibb rine vererrilililililmimimimimimişttştştştştş iririr. 202000000 y y yyılılılınına aa gelin-n-didddiğiğiğiğiğiğğğ ndndndndnddn eeeeeee iiisise,eeee, yy yy yeeneneni bin yıyıl l nenededeniniylylee, A Avrvrupupa a KüK ltürr B Başaşkekentntii unnvavanınını h hhhhemememememem aaa aynynynnnnııı ı yıyıyıyıyıyıldldldlddaaaa bibibibib rdrdrdenen ff ffaazazlaala kkeentete, hemdede A ABB adadddddayayayayayı ı ololanna üülkelerinin k kenentltlerine verilmeye başlannmmışttırır.

AAAAAAAAAAAAAAAvvvvvvvvvvvvrrrrrrrrruuuuuuuuuppppppppppaaaaaaaaaa KKKKKKKKKKKKüüüüüüüüüüülllllllllttttttttttüüüüüüüüürrrrrrrrrr BBBBBBBBBBBaaaaaaaaaaaaşşşşşşşşşşşkkkkkkkkkkkkkkeeeeeeeeeeeeennnnnnnnnnnnnnttttttttttiiiiiiiiiii PPPPPPPPPPPPPPPrrrrrrrrrrrrooooooooooooojjjjjjjjjjjeeeeeeeeeeeesssssssiiiiiiiiiiii TTTTTTTTTTaaaaaaaaarrrrrrrrrriiiiiiiiiihhhhhhhhhiiiiiiinnnnnnnnddddddddeeeeeee BBBBBBBBBBBiiiiiiiiiiiirrrrrrrrrrr İİİİİİİİllllllllllllkkkkkkkkkkkkkk.............. İsİsİsİsİsİsİsİsİsİssİsİ tatatatatatatatataaaanbnbnbnbnbnbnbbnbnbnbnbnbulululululululululu ’u’u’u’u’u’u’uuun,n,n,n,n,nnn,nnnn A A AA A AAAAAAvrvrvrvrvrvrvrvrvrv upupupupupupuppuupaa a a a a KKüKüKüKüKüKüKüKüKK ltltlttltltl ürürürürürürü B BB BBBBBBBaşaşaşaşaşaşaşaşaaşaşkekekekekekekekekekentntntntntntntnnnn ii i i ii ii yoyoyoyoyooyoyolclclclclclclcll ulululululu uğuğuğuğuğuğğu u u uuu dadadadadadadadadaa, , , yeyeyeyeyeyeeyeenininininiii b b b bb bbbininininininiiiii y y y y yyılıllılıll n n n n nnedededdededdddddeneneneneneneniyiyiyiyiyiyylelelelelelle, , ABABABABABAA a a aaaaadadadadadaayıyıyıııı o o oo o ooolalalalalal n nn n n ülülülülülüülülü kekekeekekekekeleleleleleleririririririinnnnn n n kekekekekekeeentntntntleleleeeeririririririnenenenenenee AA A A A AAAAvrvrvrvrvrvrvrv upupupupupupppaaa a a a KüKüKüKüKüKüültltltltltltltürürürürürür B BB B BBBaşaşaşaşaşaş--kekekekekekekekek ntntntntntntntntntti i ii i i ii i i unununununununununu vavavavavavavavavavavaanınınınınınınnınnnınn v v v v vv vvvverererererererere iliilililililililmemememememeemememememeemee k k k k kk k k k kkarararararararaarararararararararararararararıyıyıyıyıyıyıyıyıyyylalalalalalalalala b b bbb bbbb biririririririrrrlililililililiktktktktkktkktte ee eeee bababababababaaaşlşlşlşlşlşlşlşlşlş amamamamamamamamammaa ışışışışışışıştıtıtıtıtıtt r.r.rrrrr 19191919199199999999999999999999999 y y y y y yyyyılılılılılılllınınınınınınınndadadadadadaa, , ,,,, AvAvAvAvAvAvAvAAvrururuurur papapapapap B BBBBBBBBBiririririririririrlililiiiiiğiğiğiğiğiğiğiğğğ , , AvAvAvAvAvAvAvAvAvAvrururururruruupapapapapaapapapapap K KKKKKKülülülüülüü tütüüüütür r rrr BaBaBaBaBaBaBaşkşkşkşkşkkş enenenenenenenee titititittii ppp p p pprorororororojejejejejejejeesisisisisisiisiis nininininininnnni A A AAA AAAAAB’B’B’BBBBBBB ninininininininiin n n n n nnnnnn tatatatatatataaatatam m m m m m m m m üyüyüyüyüyüyüyeseseseseseseeesi i i i iii ololololololololoolmamamamamamamammayayayayayaaaaaaaann n n n nnnn ülülülülülülülkekekekekekekelelelelelelel riririri d ddd ddde e e e eee kakakakakakapspspspspspspssayayayayayayyacacacacacacacakakakakakakak ş ş ş şşşekekekekekekekililililililildedededededeeeee g g g g g gg geneneneneneenenişişişişişişişi lelelelelelelet-t-t-t-t-t-t-mememememememem k k kk k kkkkarararaarararrarararararaarı ı ı ı ı alalalalalala mamamamamaaamam sısısısısısısınınınınınınıın n n n n nn nn araraarararara dıdıdıdıdıdıdd ndndnddndndndndndnddddanananananannannana , , , kokokokokoonununununuuunnuylylylylylylyyy a aa a aa ilililililllgigigigigigig leleleleleleleneneneneneneen n n n n n nn bibibiibibibir r rr r r r grgrgrggrgrgrgrupupupupupupuu s s s s sssssssivivivivivivivi ilililiilillilll t t t tt topopopopopopopopopplululululululuuum m m m m m m mmmmmmm gögögögögögögöggöönünününününününün llllllllllllllüsüsüsüsüsüsüsüüü ü ü üüüü 7 7 7 7 7 77777 TeTeTeTeTeTeTeT mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmuzuzuzuzuuzuzuzuu 2 2 2 2 2222000000000000 0 0 00 0 00 tatatatatatatataaariririririrrr hihihihihihiindndndndndndndnddeee e e e e bibibibibibibb r r r rrrr tototototototoplplplplplplplp ananananananaannnnntıtıtıtıtıtıtıtı d d d d d d düzüzüzüzüzüzüzüüzenenenenenenenlelelelelelele----yeyeyeyeyeyeyyeyeyeyerererererererereeek,k,k,k,k,kkk,k,k İ İ İ İ İ İ İİİstststststtststststs anananananannananananbubububububububbubul’l’l’l’l’l’’l’ll uununununununununun A A AA AA AAAAvrvrvrvrvrvrvrvrvrvv upupupupupupuppuppppa a a aa a KüKüKüKüKüKüKüKüKüKüültltltltltltltltltltürürürürürürüürürürürr B B B B B BBB BBBaşaşaşaşaşaşaşaşaşşşşkekkekekekekekekentntntntntntntnnn ii i i i i i adadadadadadadadadaddayayayayayayayayaayyyı ı ı ıı ı ı ololololololololmmamamamamamamm sısısısısısısıs i i ii i iiiiiçiçiçiçiçiçiçiçiçiçiçin n n n n nnnnnnn gegegegegegegegeggeggererererererereeeeeklklklklklklklklk i i i i i i i i adadadadadadadaddımımımımımımımmmmlalalalalalalaarırırırırırırırrı a a a aaaaatatatatatatatattacacacacacacacacaaaaaak kk k k k k k GiGiGiGiGiGiGiGGGiG rririririririr şişişişişişişşişşm m m m m m m GrGrGGrGrGrGrGrGrGrGrububububububububububu’u’u’u’u’u’u nununununununu k kk k k kk kkkkurururururururururu mmumumumumumumuştştşttştştştururururururur. .. .

Kaynak: www.istanbul2010.org

Page 57: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

56

Bugüne kadar Avrupa Kültür Başkenti programına katılan kentlerin arasında her zaman ya yerel, ya da ulusal bir yö-netim bulunmuştur. İstanbul ise, ileride Avrupa Kültür Başkenti seçilmesinde de önemli bir kriter sağlayacak olan bu sivil top-lum hareketiyle, bir ilki gerçekleştirmiş olmuştur. Girişim Grubu, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması için yerel ve merkezi yönetimin desteğini aldıktan sonra, üniversi-teler ve diğer sivil toplum örgütleriyle de temaslar kurmuştur. Avrupa Birliği ve bağlı organları ile iletişime geçilmiş; geçmiş yıllarda Avrupa Kültür Başkenti olmuş kentlere ziyaretler dü-zenlenmiştir. İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Olması 2005 yılının Mart ayında, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdo-ğan, yayınladığı genelgeyle Girişim Grubu’na destek vermiş ve tüm kamu kurumlarını ve sivil toplum kuruluşlarını, süreci desteklemeye davet etmiştir. Böylece Girişim Grubu, kamu desteğini de alarak, ancak sivil katılım ruhunu kaybetmeden yoluna devam etmiştir. 13 Aralık 2005 günü, Danışma Kurulu Başkanı, İstanbul Valisi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Yürütme Kurulu Başkanı ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bir heyet, başvuru dos-yasını Avrupa Komisyonu Eğitim ve Kültür Genel Müdürü’ne teslim etmiştir. 14 Mart 2006 günü, Avrupa’da kültür ve sanat alanında uz-man yedi kişiden oluşan seçici kurulun önünde başarılı bir su-num gerçekleştirilmiştir. Kurul, 11 Nisan 2006’da, heyecanla beklenen kararı açıklamıştır. İstanbul, Macaristan’ın Peç ve

Almanya’nın Essen kentleriyle birlikte 2010 Avrupa Kültür Baş-kenti olmaya hazır bulunmuştur. Uluslararası seçici kurulun başkanı, ünlü İngiliz kültür adamı Sir Jeremy Isaacs, basın toplantısında, jürinin kararını şöyle açık-lamıştır: (İstanbul’un) önerisinin hazırlanışında görülen, hem aşağıdan yukarı olan süreç hem de sivil toplumun etkin işlevi, kritik nitelikler olarak görülmüştür. 13 Kasım 2006 günü Avrupa Parlamentosu’nun görüşü ve Avrupa Birliği Kültür Bakanları Konseyi’nin onayıyla İstanbul’un, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olduğu ilan edilmiştir.

İstanbul neden Avrupa Kültür Başkenti seçildi? İstanbul, coğrafi konumu ve binlerce yıllık kültürel mirasıyla, dünya metropolleri arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip-tir. Genç ve dinamik nüfusu, yaratıcı bir enerji oluşturarak, Türkiye’nin bir aynası olan İstanbul’u dünyanın en dinamik kentlerinden biri haline getirmektedir. İstanbul’da özellikle son yirmi yılda gelişen kültür bilinci, kültür yaşamına da yansımak-tadır. İstanbul, her geçen gün, yalnız İstanbullular için değil, tüm dünya için bir çekim alanı, bir kültür ve sanat merkezi niteli-ği kazanmaktadır. 21. yüzyıl, kentlerin yüzyılı olacaktır. Kentler; kimliklerini canlandırarak, kültürlerini ileriye taşıyarak ve birikim-lerini paylaşarak, küresel kültürü oluşturmaktadır. Kentliler, birbirlerini kültür paylaşımı aracılığıyla daha iyi anla-

Page 58: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

57

makta ve daha iyi tanımaktadır. Kültürün günlük yaşama ka-tılması ve toplumun her kesimine yayılması, giderek daha da büyük önem kazanmaktadır. Kentsel gelişim, kentlilik bilincinin özlenen düzeye ulaşması ve kültürel değişimle sağlanmaktadır. Bunun için, hem yö-netimlerin, hem de sivil toplum kuruluşlarının aktif olmaları; profesyonel bilgi ve deneyim kaynaklarından yararlanmaları gerekmektedir. Böylece, Avrupa Kültür Başkenti seçilen kent-lerin, dünya kültürüne yaptıkları katkıyla dünya kültürü de zen-ginleşmektedir. İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasıyla Avrupa, İstanbul’da kendi kültürünün köklerini keşfedecek ve birbirini anlama yolunda önemli bir adım daha atacaktır. İstanbul’un başarılı bir Avrupa Kültür Başkenti olması, İstanbulluların bu projeyi benimsemeleri ve en geniş katılımla desteklemeleriyle gerçekleşecektir.

Önceki kültür başkentleri:2006 Patras - Yunanistan2005 Cork - İrlanda2004 Genova - İtalya, Lille - Fransa2003 Graz - Avusturya2002 Bruges - Belçika, Salamanca - İspanya

2001 Porto - Portekiz, Rotterdam - Holanda2000 Avignon - Fransa,Bergen - Norveç,Bologna - İtalya,Brüksel - Belçika,Helsinki - Finlandiya,Krakov - Polonya,Reykjavik - İzlanda,Prag - Çek Cumhuriyeti,

Santiago de Compostela - İspanya 1999 Weimar - Almanya1998 Stockholm - İsveç1997 Selanik - Yunanistan1996 Kopenhag - Danimarka1995 Lüksemburg1994 Lizbon - Portekiz1993 Anvers - Belçika1992 Madrid - İspanya1991 Dublin - İrlanda1990 Glasgow - İskoçya1989 Paris - Fransa1988 Berlin - Almanya1987 Amsterdam - Hollanda1986 Floransa - İtalya1985 Atina - Yunanistan

Avrupa Kültür Başkenti’nin İstanbul’a katkıları Kültürlerin Başkenti İstanbul Dün-yanın dört bir yanından çağdaş sanatçıların yaşamak için seçtiği, sadece Asya’yı ve Avrupa’yı değil, Doğu’yu ve Batı’yı, eskiyi ve yeniyi, geleneksel ile moderni, tılsım ile bilgiyi, ihtişam ile tevazuyu, dog-ma ile pragmatizmi, evrensel ile yereli birleştiren İstanbul 2010’da Avrupa’nın Kültür Başkenti olma onurunu taşıyacaktır. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Baş-kenti, daha şimdiden dünyanın ilgiyle izlediği bir kültür sanat mer-kezi olan İstanbul’un tüm potan-siyelinin ortaya çıkacağı, her ke-simden İstanbullunun katılacağı, sahipleneceği, kültür ve sanatın tüm görkemiyle yaşanacağı bü-yük bir katılım projesidir. Bireyden sivil toplum kuruluşla-rına, belediyelerden, devlet ku-

rumlarına kadar uzanan geniş bir aralıkta, 2010 Avrupa Kültür Başkenti coşkusunu yaşayan İstanbulluların projeleri, İstanbul 2010 Ajansı tarafından değerlendirmeye alınmakta, finansal olarak desteklenmektedir. İstanbul’un farklı kesimlerinden insanlar, projenin çizgileri-ni oluşturan fikirler üretmektedir. İstanbul 2010’un en önemli özelliğini oluşturan katılımcı yapı, sadece İstanbullularla da sı-nırlanmamaktadır. İstanbul, olanaklarını ve ruhunu Avrupa’nın ve dünyanın tüm sanat ve kültür severlerine açmaktadır. İs-tanbul odaklı olarak gerçekleşecek pek çok uluslararası ve Avrupalı proje, 2010 yılı ajandasındaki yerlerini almaya hazır-lanmaktadır. İstanbul’da 2010 Avrupa Kültür Sanat Başkenti ruhunu tam anlamıyla yaşatmak için yepyeni kültür sanat merkezleri ya-pılmaya, festivaller düzenlenmeye, evrensel kültürel mirası

Page 59: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

58

canlandırmak, şehrin kültür sanat altyapısını en geniş katılımı sağlayacak biçimde güçlendirmek, kültür ve sanat eksenli devasa bir kentsel dönüşüm gerçekleştirmek üzere şimdiden pek çok projeye başlanmıştır. Bu coşku ve yaratıcılığın getirdiği muhteşem hareketlilik, 2010’da evrensel bir katılımla doruk noktasına ulaşacaktır. Kültür ve sanatın medeniyetleri birleştiren gücü, 2010’da, İstanbul’da, Avrupa’yla, tüm dünyayla birlikte dolu dolu yaşa-nacaktır. İstanbul’un eşsiz kültürel mirası ve yaratıcı kültür ka-pasitesinin turizme yansıtılması, yurtiçi ve yurtdışında İstanbul’a

ilişkin var olan algıların güçlendirilmesi ve zenginleştirilmesi, tu-rizm açısından gerekli kentsel altyapının iyileştirilmesi, hizmet kalitesinin yükseltilmesi çalışmaları ile İstanbul’un önemli bir kültür turizmi destinasyonu olmasına da katkıda bulunulması hedeflenmektedir. İstanbul’un sadece tarihi birikimi ile değil, kültür sanat etkin-likleri ile de uluslararası arenada etkin tanıtımın yapılması sayesinde, gerçek bir kültürel deneyim yaşamak isteyen zi-yaretçilerin İstanbul’a yönlendirilmesi ve ziyaretçilerin kentteki ortalama kalış sürelerinin uzatılması, hem İstanbul’un tanıtımı-na katkıda bulunacak hem de çeşitli ticari faaliyet kollarında daha fazla gelir elde edilmesini sağlayacaktır. Bu durumun sonucu olarak da İstanbul, ekonomik anlamda turizm hareketliliğinden daha fazla yararlanabilecektir.

İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ol-masının sağladığı katkılar: * İstanbul’un adı, 2006 yılından başlayarak dünya kültür sanat gündeminin merkezine oturacak.

* Tarihi boyunca farklı kültürleri bir arada yaşatan İstanbul, sa-hip olduğu dünya kültür mirasını tüm zenginliğiyle Avrupa’yla paylaşacak. * İstanbul, kültür varlılarımızın korunacağı ve çağdaş müzecilik anlayışıyla sergileneceği yeni müzeler kazanacak.

* Katılımcı bir yaklaşımla oluş-turulacak kentsel dönüşüm projeleri bir yandan kentin çehresini değiştirecek, öte yandan kentlinin yaşam kali-tesini yükseltecek. o İstanbul yeni kültür mekanlarına kavu-şacak, kentin kültür altyapısı güçlendirilecek.

* İstanbullular farklı sanat disiplinleriyle kucaklaşacak, İstanbullu gençler sanatsal yaratıcılıkla daha yakın bir iliş-ki kurma olanağı bulacak.

* İletişimden organizasyo-na, eğitimden tasarıma pek çok yeni iş sahaları açılacak, Avrupa’yla kültürel ilişkilerin gelişmesinin yanı sıra ekono-mik ilişkiler de gelişecek.

* İstanbullu sanatçılar, yara-tıcılar uluslararası alana açı-lacak.

* Uluslararası projeler bir yan-dan Avrupa ülkelerine Türk

kültürünü tanıtacak, öte yan-dan Avrupalı ve Türk sanatçılar arasında esin paylaşımına ola-nak sağlayacak. * İstanbul, 2006 yılından başlayarak, Avrupa ve dünyanın dört bir yanından pek çok kültür sanat insanının yanı sıra pek çok seçkin medya temsilcisini de misafir edecek; bir dünya kültür başkenti olarak uluslararası alanda ününü perçinleyecek.

* İstanbul’un Avrupa Kültür Başkentliği’nden en önemli kazanı-mı, yöneten ve yönetilenlerin İstanbul için birbirlerine dayana-rak, güvenerek, bilgi, birikim ve deneyimlerini paylaşarak ortak refahları için el ele çalışıp üretecekleri yepyeni bir yönetişim anlayışına kavuşmaları olacak.

* Kentlilik bilinci gelişecek, İstanbullular kentlerinin sahip oldu-ğu değerleri keşfederken böyle bir kentte yaşama şansına sa-hip oldukları için gurur duyacaklar.

Page 60: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

5959

Kayseri’de hizmetleri ile isimleri bu günlere gelmiş, Türk halkının gönül dünyasına taht kurmuş, birçok devlet adamı, mutasavvıf, ilim adamı ve şair vardır.

na devletinin kurucusu Alaeddin Eretna, ünlü mutasavvıf Kay-serili Davud, Oğuzların Salur boyundan olan ve kendi adına beylik kuran, ünlü şair ve devlet adamı Kadı Burhaneddin, So-muncu Baba (Şeyh Hamid-i Kayseri), ünlü mutasavvıf İbrahim Tennuri, mimarların piri Mimar Sinan, Seyyid Halil Devletli, De-velili Seyrani ve Dadaloğlu aklıma ilk gelenler arasındadır. SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİNİN YERİ BİR BAŞKADIR Kayseri’ye ilk defa gelen birisi şehri şöyle bir turlamaya kalksa Kayseri’nin bir Erciyes zirvesine bakar, hayran olur; bir de Sey-yid Burhaneddin Hazretleri’nin şehre verdiği manevi zirveyi gö-rür, ona hayran olur. Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin türbesi âdeta dolar taşar her gün. Kayseri’de oturan insanlar, onun gibi bir evliyanın yanı başlarında yatmasından manevi bir haz alırlar. Türbenin düzenlemesi gayet güzeldir. Atalarımızın me-zarları bu ulu zâtın mezarının yanı başında sıra sıra dizilidir. Tür-be ve mezarlar sanki bana bir camiin saf saf dizilmiş cemaati gibi gelir. Başta imam olarak Seyyid Hazretleri durmuş, ecdat da onun imametinde secdeye varmış gibidir. Yüzyıllardır kok-lanan bu hava Kayseri’nin manevi ikliminde çok etkilidir. Seyyid Hazretleri öleli 754 yıl olmuştur ama ondan alınan manevi ter-biye, nesilden nesile ulaşmış, onun gibi halkı aydınlatan ule-

Bunlardan, Kayseri’yi Türk yurdu haline getiren Danişmendli emiri Melik Mehmet Gümüştekin Gazi, Anadolu’da yetişmiş bir büyük insan Ahi Evran, Kayseri’nin mamur bir Selçuklu şehri olması için birbirinden eserlerle donatan Selçuklu sultanı Ala-eddin Keykubat, İkinci Kılıçaslan’ın kızı Gevher Nesibe Hatun, Birinci Alaeddin Keykubat’ın eşi Mahperi Hatun (Hunat Hatun), Bostancı Baba, Emir Çoban, Bilgin Kayserili Abdülmuhsin, Eret-

KAYSERİ’NİN MANEVİ MİMARLARINDAN BİR BÜYÜK EVLİYA: SEYYİD BURHANEDDİN MUHAKKİK-İ TİRMİZİ

YYYYYaaaaazz ::: SSSSSeeeeyyyy tttt BBBBBBuuuuuurrrrrrhhhhhaaaaaannnnnneeeeeedddddddddd nnnn AAAAAAkkkkbbbaaaşşşşşYYYYYaaaaazzıııı:::: SSSSSeeeeeeyyyyyyiiiiittttt BBBBBBuuuuuurrrrrrhhhhhaaaaaannnnnneeeeeeddddddddddddiiiiiinnnnnn AAAAAAkkkkkkbbbaaaaaşşşşşş

Page 61: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

60

mamız ve onun manevi ikliminden etkilenen cemaatimiz hiç eksik olmamış ve günden güne de artmıştır.

SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİ VE MAARİF Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin sözlerinin ve müritleri ile soh-betlerinin yer aldığı kitabına verdiği isim “Maarif”tir. Bu kitapta ibadetin sırları ve hikmetleri ayet-i kerimelerin ve hadis-i şerif-lerin ışığı altında açıklanmıştır. Maarif, Farsça yazılmış bir eser-dir. Çünkü Seyyid Burhaneddin Hazretleri’nin yaşadığı devirde (M.1165-1244) Selçuklu Devletinin resmî dili Farsça idi. Bu eseri Farsça yazma nüshalardan Türkçe’ye önce Prof. Dr. Bediüzza-man Fürüzanfer (1960), sonra Abdulbaki Gölpınarlı (1972) ve kıymetli hemşehrimiz Ali Rıza Karabulut (1995) çevirmişlerdir.

SEYYİD BURHANEDDİN VE MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ Seyyid Burhaneddin Hazretleri talebesi Mevlana Celaleddin-i Rumi’ye hitaben şöyle demiştir: Yüce Allah, seni babanın (Ba-haeddin Muhammed’in) derecesine ulaştırsın. Zira hiç kimse-nin derecesi ondan üstün değildir, babanın derecesi bu ka-dar yüce olmasaydı, Allah seni onun derecesinden de üstün kılsın, diye dua ederdim. Fakat en son derece, onun ulaştığı derecedir, ondan yüksek derece de yoktur. Nitekim Kur’ân-ı

Kerim’de: “Şüphesiz ki en son varılacak yer (derece, ma-kam) Rabbinin huzurudur.” buyrulmuştur

SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİ’NİN KAYSERİ’DEKİ BİR KERAMETİ Seyyid Hazretleri’ne Kayseri’de Talas’tan bir kız öğrenci der-se geliyordu. Bir gün, kızın babasına komşuları dedikodu yaparak, “genç ve yetişmiş bir kızı, bekâr bir hocaya nasıl gönderiyorsun?” dediler. Kızın babası, hocasının yaşlı bir evliya olduğunu, böyle düşünmekle, ona iftirada bulundukla-rını söyledi. Sabahleyin de kızını yine hocasına gönderdi. Kız, gelip hocasının karşısına geçince, hocası ona bir paket vere-rek, bunu babasına götürmesini söyledi. Hiçbir şeyden haberi olmayan kızcağız, paketi alarak tekrar Talas’a döndü. Emaneti babasına verdi. babası açtığında bir ateşin yanmakta oldu-ğunu ve ortasında da bir demet pamuğun ateşin içinde yan-madan durduğunu gördü. Akşamleyin komşularının yaptığı ayıp Hocaya malum olmuş ve bu hareketiyle onlara cevap vermişti. Durumu dedikoducu komşulara kızın babası gösterdi. Hepsi gelip Seyyid Hazretleri’nden özür dilediler. Ancak, Seyyid Hazretleri bir daha o kızı dersine kabul etmedi.

SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİ’NİN KAYSERİ’YE GELİŞ SEBEBİ: KAYSERİ’NİN YARALARINI SARMAK İÇİNDİ

Seyyid Burhaneddin Hazretleri’nin Kayseri’ye niçin geldikleri yönünde kaynaklarda bir bilgiye rastlamak kabil olmamıştır. Mevlana Hazretleri ile Seyyid Burhaneddin Hazretleri’nin ara-larında bir konuşma geçtiği, Seyyid Hazretlerinin kendisinin ye-rine Şems-i Tebrizî’nin gelişine vakıf olarak bunu Mevlana’ya naklettiği ve Mevlana’nın üzüntülere gark olmasına rağmen şeyhinin Kayseri’ye gelişine de razı olmak zorunda kaldığı an-latılır. Bu hikâyede de Seyyid Hazretlerinin Kayseri’ye geliş se-bebi açıklığa kavuşmaz. Bu sorunun cevabını bulmak için Seyyid Burhaneddin Hazret-lerinin Kayseri’ye geldiği sırada Kayseri’de cereyan eden olay-lara kısaca baktığımızda, Kayseri şehrinin tarihindeki en acılı dönemlerden birini yaşadığı görülmektedir: Moğol istilası ve bunun neticesinde büyük Türkmen kıyımı.

MOĞOL İSTİLASI VE BÜYÜK TÜRKMEN KIYIMI 13. yüzyılda Selçuklu Devleti içerisinde Türkmenler birbirle-ri ile kıyasıya iktidar mücadelesi yaparlar ve kardeş kanı oluk oluk akar. 1239 yılında ise Moğollar Kars ve çevresini almış-

lar, böylece Anadolu topraklarına ayak basmışlardır. 1242 yılında Erzurum’a giren Moğol hükümdarı Baycu Noyan, 30 bin kişilik ordusuyla Anadolu’da ilk büyük yağma ve katliamı Erzurum’da yapmıştır. 1243 yılında Sivas’ın Zara ile Suşeh-ri ilçeleri arasında yer alan Kösedağ mevkiinde 70 bin kişilik Selçuklu Ordusu âdeta savaşmadan Moğolların bozgununa uğrar. Çünkü, II.Gıyaseddin Keyhüsrev gibi basiretsiz ve korkak bir hükümdar koskoca Selçuklu ordusunun sadece öncü bir-likleri dağıldı diye savaş meydanında yalnız bırakmış, yanına bir kısım mücevherleri alarak Tokat’a kaçmıştır. Bu durumdan Selçuklu ordusunun ilk planda haberi olmaz. Ancak bir gün sonra sultanın kaçtığı haberini büyük bir şaşkınlık içerisinde öğ-

Moğol ordusu, Selçuklu ordusunun dağıldığına inanmamış, bunu

pusu amacıyla yapılmış bir ricat hareketi zannıyla iki gün beklemiş

ve ordugâha ancak iki gün sonra girebilmişlerdir.

Page 62: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

61

renirler ve savaşmadan ordu dağılır. Olayın enteresanlığına bakın ki Baycu Noyan’ın başında bulunduğu Moğol ordusu, Selçuklu ordusunun dağıldığına inanmamış, bunu pusu ama-cıyla yapılmış bir ricat hareketi zannıyla iki gün beklemiş ve ordu- gâha ancak iki gün sonra girebilmişlerdir.

Karşısında ciddi bir güç kalmayınca Moğol ordusu, Sivas’tan sonra Kayseri’ye geldi. Önce şehrin kenar mahallelerini yağ-maladı. Şehir halkı Emir Kaymaz ve Fahreddin Ayaz’ın komu-

tasında kale surlarını onararak kaleyi müdafaa etmişlerdir. Moğollar, Kayseri kalesini alamadıkları için ümitsizliğe düştük-leri bir sırada, Ermeni dönmesi Kayseri İğdişbaşısı Hajuk oğlu Hüsam ihanet ederek Baycu Noyan’a kale hakkındaki gizli bil-gileri aktarmıştır. Hajuk oğlu Hüsam’dan sonra şehrin subaşısı Fahreddin Ayaz Moğollara sığınmıştır. Bu ikinci ihanet ile daha da yalnız kalan Emir Kaymaz cihada devam etmiş ancak elindeki Türk askerlerinin sayısı azaldığı için kale düşmüştür. Moğollar, askerlerin ellerini bağlayarak Meşhed Ovasına gö-türdüler ve orada askerleri katlettiler. Kayseri şehri tarihte em-sali nadir görülen bir büyük felaketin altında inim inim inlemiş-tir. Şehrin bütün binaları yıkılmış, Kayseri Kalesinin surları yerle bir edilmiştir. Bazı kaynaklar Seyyid Hazretlerinin Kayseri’ye geli-şini Moğolların Meşhed Ovasında büyük Türkmen kıyımını yap-tıkları zaman olarak açıklarlar. Hatta Moğolların Türkmenleri ve Türk askerlerini katlettikleri sırada Seyyid Hazretlerinin Meşhed Ovasından geçerek Kayseri’ye geldiğini belirten kaynaklar dahi vardır. Moğol zulmünün boyutları hakkında zamanın tarihçilerinin neler söylediklerine bir bakarsak sanırım durumun vahameti daha da iyi anlaşılır:

Halil Edhem, İbn Bibi Selçuknamesi’nden naklediyor: “Bütün askerler şehre girdi. Şehirde buldukları askerlerin ellerini bağlayıp hepsini Meşhed Ovasına götürdüler. Evleri yağma ettiler ve içindeki adamları öldürdükten sonra dışarı çıktılar ve şehri ateşlediler. Önceden tutup çıkardıkları köleleri Meşhed

Ovasında öldürdüler. Çocuk ve ka-dınları da aralarında üleştikten sonra çıkıp gittiler. Yolda hastalanan veya yaya yürüyemeyen köleleri de öldü-rüyorlardı.”Ahmet Nazif Efendi, Kayseri Tarihinde şunları yazıyor: “Doğu Asya’yı baştan başa istila eden Cengiz sülalesi İslam âlemi için bir tufan belası gibiydi, önüne çıkan her şeyi sildi süpürdü.” Aksarayî ise bu olayı şöyle anlatır: “Rum memleketinin kasrına düşen ateş, bir semavi afet oldu ve nesiller

üzerinde tesiri sezilmekte devam eden sarsıntılar doğurdu.” Müneccimbaşı Tarihi de Kayseri’de Moğolların zulmünü şöyle anlatır: “Tatarlar Kayseri’ye yürüdüler. Az bir müddet muhasaradan sonra şehri savaşsız aldılar. Şehri yaktılar ve yağmaladılar. Ahalisinin umumisini öldürdüler, kadınları esir aldılar. Kayseri’de teneffüs eden bir şahıs kalmadı. Kayseri vahşi hayvanlar yeri oldu. Moğollar, yağmaladıkları mallar ve esirler ile memleket-lerine döndüler.” Halit Erkiletlioğlu’nun Kayseri Tarihi isimli eserinde de bu olay şu şekilde yer alır: “Moğollar, Abaka kumandasında kalabalık bir ordu ile Anadolu’ya geldiler. Elbistan Ovasından Kayseri’ye girdiler. Buradaki Müslümanları öldürmek isteyen Abaka’ya kadılar ve fakihler elçi olarak gittiler ve yalvardılar. Şehrin herhangi bir askerî kuvvete karşı duracak gücünün bulunmadığını ve kendilerine itaat edeceklerini beyan etmelerine rağmen Mo-ğollar başta Kayseri Kadısı Celaleddin Habib olmak üzere ahaliden kimseleri katlettiler. Askerlerine de genel bir katliam yaptırarak 200 binden fazla kimseyi çiftçi, asker ve ahaliden kestirdiler.” İşte o tarihlerde Kayseri’nin durumu bu derece vahimdir. An-laşılıyor ki Seyyid Burhaneddin Hazretlerinin Kayseri’ye gelişi Moğol istilası sonucu çok büyük yaralar almış olan şehrin ya-ralarını sarmak içindir.

Bu Erciyes manzarası Seyyid Burhaneddin Türbesinin bulundu-ğu mezarlıktan çekildi. Bu mezarlık şehrin en eski mezarlıkların-dan biridir. Çok uzun zaman bakımsız kalmıştı. Geçtiğimiz yıl-larda Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından türbenin çevresi düzenlenerek hem tarihî mezarlar koruma altına alındı, hem de bu ziyaretgâh yeri insanların rahatlıkla oturup dinlenebile-cekleri ve ziyaretlerini yapabilecekleri bir ortama getirildi. Benim ilginç bulduğum şey ise türbenin mimarisi olmuştur. Seyyid Burhaneddin Hazretleri 1244 yılında vefat etmiştir. Tür-be ise 19. yüzyılın sonlarında zamanın moda mimarisi olan Avrupa Barok tarzının izlerini taşımaktadır. Türbeye daha dik-katli bakarsanız, 19. Yüzyılda Osmanlının Avrupa’dan kopyala-dığı mimari tarzın ne kadar hakim olduğunu görürsünüz.

“Bütün askerler şehre girdi. Şehirde buldukları askerlerin ellerini bağlayıp hepsini Meşhed Ovasına götürdüler. Evleri yağma ettiler ve içindeki adamları öldürdükten sonra dışarı çıktılar ve şehri ateşlediler. Önceden tutup çıkardıkları köleleri Meşhed Ovasında öldürdüler. Çocuk ve kadınları da aralarında üleştikten sonra çıkıp gittiler. Yolda hastalanan veya yaya yürüyemeyen köleleri de öldürüyorlardı.”

Page 63: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

62

Page 64: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

6363

[BİRAZ NOSTALJİ]

KAYSERİ BAĞLARI VE BAĞCILIĞIFerdi FAHRİ

Aşağıdaki yazı 1945-1946 yıllarında Ferdi Fahri isimli Kayserili bir yazar tarafından 3 seri makale olarak yazılmış ve Erciyes dergisinde yayımlanmıştır. Günümüzden altmış beş yıl evvel kaleme alınan bu yazıyla günümüz Kayseri bağcılığını karşılaştırdığımızda şehrimizin çevresindeki gelişmeleri daha açık olarak görmek mümkündür.

Kayseri, bağcılık geleneğine sahip çıkmış, bir zamanlar suya hasret toprakları suya doyurmuş, geniş yollar açmış, yaşanır ve zevk alınır bir bağ kültürü geliştirmiştir. Aradan geçen yıl-lara rağmen hâlâ ilkbaharda bağa göçme heyecanı yaşan-makta, hâlâ pekmez kaynatılmakta, kışlık yiyecekler kurutul-maktadır. Babalarımızın sabah akşam at ve eşeklerle katettiği bağ yollarında şimdi son model otomobiller geziyor. Yeni ne-sillerin şehrimizdeki muhteşem gelişmeyi daha iyi öğrenme-leri, yaşlıların da biraz nostalji yani geçmişe özlem duymaları için bu güzel yazıyı imlasını güncelleyerek fakat dokunmadan yeniden yayımlıyoruz. Mustafa Argunşah)

- Memet Ağa, daha ne zaman göçüyon?- Gayri göç ağa, gonşular seni bekliyor…- Allah gısmet ederse inşallah bu pazara ağa…Mayısın son ve haziran ayının ilk iki haftası içinde, sık sık işitilen bu konuşmalar artık Kayserililerin bağlarına çekilme zamanının geldiğini ve bunun için de hazırlıkların yapılmakta olduğunu gösterir. Kayserinin, iyi gelenek ve göreneklerinden biri sağlık kazandırması bakımından, belki de birincisi “bağa göçme-dir.”Düz bir ovaya kurulu olan şehir, yaz gelip de sıcaklar bastırdı mı, kanalizasyon tesisatının yokluğundan mütevellit taaffüne inzimam eden tozu ile cidden bunaltıcı olmağa başlar. Halk

Page 65: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

64

artık görülmeğe değer kafileler hâlinde, küçük bir göç manza-rasını andırır şekilde bağlarına çıkmağa başlarlar.Şehir evinin bağa götürülmeyecek olan döşeme eşyası oda-nın veya sofanın münasip bir yerine kayılır. Buna “mafraç kay-ma” denir, tabii yünlülere sinek ve güve dokunmaması için, bu arada icap eden şeyler yapılır. Ertesi gün kadınlar çamaşır yıkar ve hassaten perşembe veya cumartesiye rastlattıkları günde de uzunca bir zaman mahrum kalacakları hamama giderler.Artık hazırlık bitmiş sayılır. Zira bağa gidip gelmek için vesait de önceden ya at veya eşek alınarak yahut da eğer bağa ka-dar otomobil abonesi varsa ona abone kaydolunarak temin edilmiştir. Karar verilen günün erken saatlerinde göçecek evin içinde bir kaynaşma başlar.- Kız, ekmek tahtasını getir, kazanın ağzına kapayalım.- Oğlum eşeğin yanına var, yükü devirecek…Artık yatak denkleri- ki ona da mafraç denir- merkeplere yükle-tilir. Ev halkı da hayvanlara binerken komşu kadınlara,- Allahaısmarladık… vedasında bulunurlar.

Onlar da:- Güle güle… Allah yılına güle güle kavuştursun. Ahmet em-min koden (köyden) gelse biz de çok durmuyacaak…sözleriyle mukabelede bulunurlar ve göç kafilesi bağın yolunu tutar.Yol, bir göç sergisini andırır sanki… Kimi yayan, kimi atlı, kimi eşekli, kimi yük veya iki tekerlekli arabada... Elhasıl herkes maddi kudretinin verdiği imkân derecesinde bu büyük kerva-nın bir uzvunu, bir kolunu teşkil eder.- Oğlum boz eşek yükünü sola ağdırıyor, oradan biraz kaldırın. Yoksa sağa yatakların arasına bir taş sokuşturun… Sözleri ara-sında kafile yol almaya devam eder…Ilık bir nefes gibi yüzlerde dolaşan bahar rüzgârının estiği, ke-narlarında tabiatın bin bir renkli güzel kokulu çiçeklerini açtığı ilkbahar yağmurlarının asfaltlaştırdığı yollar, kuş cıvıltılarına, bö-cek vızıltılarına karışan nal sesleri, yük tıkırtıları ve tekerlek iniltileri, insan gürültüleri, çocuk türküleri ile dolar ve tabiatın, bu geniş musiki evinin ortasında bu manzara cidden hoş, cidden zevkli ve bir yabancıyı gıpta ile baktıracak kadar eğlenceli geçer…Hayvanlar bile umumi ahengin bozulmasını istemiyorlarmış

Page 66: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

651 Muhaccer: Üç tarafı duvarlı ve şehre bakan yönü açık bulunan ve iki selamlık direği ile Kayseri bağlarına has bu stil evlerin adı Arapça “hacer”den gelse gerek.2 Tokana: Mutfak bulunan kiler.3 Niyet: Bağ semti, bölge.

gibi bağırmaları, anır-ma ve kişnemeleriyle bu muhteşem “fasıl”a iştirak ederler.Küçük çocuklar… On-ların sevinçten doğan haykırışları, ince sesleri-nin kendilerine has olan tonu ile tutturdukları mahalli türküler, yanla-rındaki anne veya bü-yük annelerinin sevgi ile kabaran göğüslerinin boşanması için sanki ta-şırıcı damla olur ve- Aferin oğlum, söyle bakayım söyle, okşayıcı sözlerle küçük yaramazı büsbütün coştururlar.Kadınların ve muvakkat ömürlü de olsa keyif çatmaları bakımından onlara çok yakınlık arz eden cırcırların (ağus-tosböceği) devam eden sefalarına mu-kabil evin erkeği ile hayvanı günde vasati olarak on kilometrelik bir yol yaparlar. Saba-hın erken saatlerinden itibaren başlayan bir turna dizisi hâlini alan ve ikindi üzerine- fakat bu sefer ters istikametten- tekrarlanan bu yolculuk her gün yapılan bir hay-van gezisine maalesef benzemez. Zira gayri

muntazam yollardan kalkan bir toz bulutu ekseriya yolcuları değirmenciye döndürür. Atı yiğit olan bu afetten bir parça kurtulursa da geride kalan eşekli zavallılar bu toz deryasında boğulmaya mahkûmdurlar. Sıhhati için bağlara göçen Kay-serililerin bu hâli Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan

olan adamın hâline çok benzer. Ekmeğini taştan çıkaracak kadar hayat savaşında başarı gösteren hemşehrilerimizi bu derde çare bulmaktan âciz zannetmek büyük bir gaflet olur. Belediye ile elbirliği yaparak bunu da halletmeye çalışacakla-rına şüphem yoktur.

Bu biraz da memleket meselelerinden olduğu ve yeri geldiği için burada temas ettim. Yoksa bu konu bu sütunlardan çok gazetelerin mevzuudur.Kayseri bağcılığının hususiyetlerinden birisini yollarının ve yol-cularının bu hâli, ikincisini de bağ evlerinin yapı tarzı teşkil eder. Buna bağların, fenni ve zirai usulden ziyade gelenek ve göre-neği, muhitin icaplarına uyarak tanzimini de ilave edebiliriz.Sureti umumiyette üstü muhaccer1 altı tokana2 ve bir ahırı olan bu evler sahibinin serveti nispetinde köşk, oda vs. ile de teşkilatlandırılır ki bu vasat seviyenin üstünde olanların sahip bulundukları bir durumdur.Evlerin yapıları umumiyetle andezittendir. Halk, su ihtiyacını baharın bol bol akan Erciyes’in sularıyla doldurduğu kuyular-dan (sarnıçlardan) temin eder. İrtifaları bu suların çıkmasına müsait olmayan evlerin kuyuları da kışın karla doldurulur ve yazın kar suyu içilir.Bağlarda fırın olmadığı için halk, sacda pişirilen ve ‘bazlama’ tabir edilen ekmekleri yer.Yazın sudan mahrum oldukları için bağlarda pek sebze ye-tiştirilemiyor. Ancak dikilen patates, domates, kabak, soğan, bostan da çok zaman harcanan emeği bile ödeyemiyor. Bir dostun diliyle söylersem “kıymetlerin, cevherlerin bir göğüsten iman gibi taşmasına, isteklerin içten bir ah gibi göklere fışkır-masına en güzel misal” olan Erciyes’in, Hisarcık köyü içinden akan bir kısım suları yazın o sıcak aylarında Gülle ve Eşek Mey-danı niyetlerinde3 oturan bazı nüfuzlu, zengin vatandaşların bağlarına akarsa da bu, aşağıda isimlerin sayacağım niyetler içinden yalnız bu ikisine müyesser olmakla istisna teşkil eder ve diğer bölgelerin de sululuğuna alem olamaz. Kuyularının küçüklüğü veya buna benzer bazı sebepler yüzünden suları kalmayan bazı fakir bağcılar uzak mesafelerdeki niyet kuyu-larından su taşımak külfeti ile uğraşır, suyun ayağına giderken; zenginler onu bağlarını suvarmak için ayaklarına getirirler.Tabiatın, dağlarını kendiliğinden yeşile bezemekte kıskanç ve cimri davrandığı bu bölgeyi Kayserililer, Tanrı’nın bu cimriliğine mukabil kendisine bahşettiği didinmek gayreti ve yorulmak bil-meyen kuvveti ile yeşile çevirerek telafi etmektedir ki Kayseri’ye yarımdan iki saat mesafeye kadar uzaklıkta bulunan ve şehrin daha ziyade güney ve batısını çeviren alçak sırtların her tara-fını kaplayan bu bağlar, halkın sıhhatinin yegâne panzehiri ve birçok fakir ve fukaranın geçim sebebidir.Zira kışın yakacağı odunundan tutun da hoşaflık kayısı ve üzüm kurusuna, pekmezine, hevengine, cevizine, bademine vb.ne varıncaya kadar birçok kışlık hazınını [kışlık yiyecek] bağı verir.

Bugün elliden fazlası Tayyare Fabrikası tarafından istimlak edilmiş olan Gediris, Kayseri’nin en yakın bağlarıdır ki şehrin güneyine düşer; şehre yakınlığı bakı-mından bu bağlardan sonra Mahrum-lar gelir ki o da şehrin batısına düşer.Ziraat Dairesi’nin 1945 istatistiğine göre 29.321 hektar üzümlüğü ve 6.923 hek-tar meyveliği ve sebzeliği bulunan Kay-seri bağlarının üzüm rekoltesi 95-100

bin ton arasındadır. Her yıl kabaran bu rakamlar Kayserilinin çevresindeki her karış boşluğu artan bir gayretle doldurduğu-nu gösterir. Onun bu azmini müşahhas kılan kayalıklar arasın-da yetiştirdiği bağlara bakıp da hayran olmamak mümkün değil. Kendisini yazın şehrin bunaltıcı sıcağından serin ve yeşil

Ziraat Dairesi’nin 1945 istatistiğine göre 29.321 hektar üzümlüğü ve 6.923 hektar meyveliği ve sebzeliği bulunan Kayseri bağlarının üzüm rekoltesi 95-100 bin ton arasındadır.

Page 67: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

66

kucağına alan bağını, Kayserili o kadar çok sever ki yetiştir-diği dikmeleri (fidan) ve çubukları nadide cinslerle aşılar ve onu titiz ihtimamla büyütür. Bunda en önde gelen faydanın yanında yetiştirilen ağaçların tespih edeceği dinî bir inanış da vardır.Kayserilinin bağına olan bu rağbeti, onun şehre olan bağlı-lığına ve onun imarına ortak olmuş. Ve bağlar biraz da, bu bakımdan, şehrin zararına olarak gelişmiştir denebilir. Zira Kayserili kazancını iki eve bölmüş ve her ikisini de geliştirmek mecburiyetinde bulunmuştur. Bu da iki tarafta “oluru ile ge-çinme…” zihniyetini yaratmış ve Kayserili biraz da bu yüzden şehrin imarını ihmal etmiştir.Kayseri bağlarının üzüm cinsleri üzerinde durularak bir ayırma yapılacak olursa, bunların:1. Yemek 4 2. Kurutmak3. Kaynatmak4. Döşemek5. Asmak gibi ihtiyaçları karşılayacak çeşitler arz ettiğini görürüz. Bunlardan yemek için olan cinsin başında “dirmit” gelir ki en evvel alaca düşüp tatlanması ve ince kabuklu olması bu üzümün rüçhaniyeti temin eder. Siyah ve beyaz renkleri de bulunan bu cinsin en makbul olanı si-yahıdır. Bunun, rengi biraz daha açık ve salkımı seyrek olan bir nevi daha var ki “muhaddis dirmidi” denilen bu üzümün kendine mahsus bir kokusu da mevcut-tur. Hafifçe uzun taneli olan dirmit yendi-ği kadar kurutulur da… Bu daha ziyade dirmidi çok olan bağcıların işidir.Esasen üzümlerin hepsi yeneceğine göre diğer cinsleri yazmağa lüzum gör-müyorum.Kurutma cinsi: Bu cinsin başında “kara-lık” gelir. Yuvarlak siyah ve iri taneli olan bu üzüm kalın kabukludur.Kaynatma cinsi: Bu neve dâhil üzüm-lerin hususiyeti şıralarının bol oluşudur. Bunların başında “şireder” ve rengi be-yaz olduğu hâlde adı “kara burcu” olan üzüm gelir. Diğer cinslerin yenmeye, kurutulmaya, döşenmeye veya hevenk olarak asılmaya müsait olmayanlarının hepsi bu işe yarar.Döşemelik cinsi: Bunların hususiyeti da-yanıklı, kalın ve sert kabuklu oluşlarıdır. Bunların belli başlıla-rı tütünü bulgarı, keçimemesi, zoruklar, eldaş, ırazgı (rezakı) vs.dir.Daha ziyade bağdan indikten sonra kilerde tahta üzerine döşenilen bu üzümler, hemen hevenge başlamamak için onu koruma ve erken bitirmemek ihtiyatı vazifesini üzerlerine almış gibidirler.Asma cinsi: Bu cinsin başta gelen hususiyeti salkımının sey-rek ve tanelerinin dayanıklı, iri ve kalın çöplü oluşudur. Bu da “heveklik” denilen nevide bulunduğu için umumiyetle dirmit, karalıktan sonra bağlarda rastlanan en hâkim cins bu üzüm-

dür. Bunun da siyahı, beyazı, buludusu olmak üzere üç rengi vardır.Ta bahara, bağların budanmasına kadar, çardak tabir edilen kafesler arkasında veya zerzemi (yer-zemin) denilen bodrum katlarında eşe dosta, Kayseri ağzıyla “utanılacak mi-safire” saklanan bu üzümlerin, çubuktan kesilirken ta dipten kesilenleri, yağmur değmemiş ve iyi muhafaza edilmiş olan-ları, lezzetlerinden bir şey kaybetmeden ev sahibinin yüzünü ağartmak için dost midesi bekler…Meyve ve cinslerine gelince; kayısı, badem ve dut her bağın baş meyvelerini teşkil eder. Zira bu ağaçlar sulu ve susuz her toprakta yetişecek kadar mütevazıdır. Diğer meyveler armut, elma, erik, ceviz vs.dir. Hisarcık denilen şehrin 10 km. kuze-yindeki köyün bahçelerinde ayva, vişne, kiraz, fındık vs. de bulunur.

Gerek meyve ve gerekse üzüm, Kayseri ihtiyacını tama-men karşılayamadığı için dışarı sevk edilemez; hatta kazası Ürgüp’ten belki kendi çıkarttığı kadar üzüm ve meyve istihlak eder.Kayseri bağlarının gördürülmesinde (bakımında) daha ziya-de mahalli gelenek ve görenek hâkimdir. Son zamanlarda ziraat dairesinin yakın ilgisi ile halk biraz olsun fenni tedbirleri ihmal etmemekte, bu arada tırtıllara karşı ağaçlarını flitlet-mekte [ilaçlatmakta] ve saklarını [gövdelerini] kireçletmek-tedir. Bidayette [başlangıçta] ehemmiyeti benimsenmeyen bu tedbirleri halk, birbirinden görerek yapmakta ve her sene

Bahar yaklaşırken bağcılarda bir kıpırdanmadır başlar. Kuyular dolacak, bağ bellenip göz açılacak, hayvan için şöyle bir kenara bir iki cızı arpa ekilecek, ev için soğan, sarımsak, kabak, çocuklar için bostan dikilecek…

4 Üzümün esasen hepsi yenmek için yetiştirildiğine göre belki yukarıdaki tasnif garip görünebilir. Fakat biz bu ayırmayı daha ziyade bağ zamanı yaş olarak en çok yeniş, kurutuş, kaynatış ve asışla o üzümlerin diğer cinslerine nazaran üstün çokluk durumuna göre yaptık.

Page 68: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

67

bilgisizlik yüzünden uğranılan zararlar bu suretle önlenmeye çalışılmaktadır.Bahar yaklaşırken bağcılarda bir kıpırdanmadır başlar. Kuyu-lar dolacak, bağ bellenip göz açılacak, hayvan için şöyle bir kenara bir iki cızı arpa ekilecek, ev için soğan, sarımsak, kabak, çocuklar için bostan dikilecek…Pazar günü erkenden pazara gidilir. Bağın büyüklüğüne göre 5-8 ırgat tutulur. Irgatlara bağ tarif edilmiştir. Onlar belleri omzunda yola koyulmuş, giderlerken ağa pişirttirdiği bulgur pilavını, bir boraç [toprak testi] pekmezi, katmeri, ekmeği, ka-şığı, aşırmayı, kahve takımını yerleştirdiği heybesini hayvanına atarak öndekilerin arkasından yetişir. Bağa varılır ve işe baş-lanır. Bir iki saatlik bir çalışmadan sonra ağa ırgatların sabah kahvaltısını (yangevişini) hazırlamıştır.İştahla katmer, pekmez, peynir yenilip birer sigara içildikten sonra tekrar belin başına geçilir. Alınlarda bulgurlaşan terlerin içine karıştığı toprağın belin ağzıyla altı üstüne gelirken kuşla-rın bin bir çeşit musikisi ve çiçeklerin insanı mest eden koku-suyla dolu bulunan havaya şimdi de toprağın ozonlu havası karışır. Bellerin saplanan ağızları altında ezilen toprağın ve kı-rılanı belin ağzına rastlayan taşlardan çıkan madeni sesi ara sıra merkeplerin anırması keser ve toprakla insan güreşinin saffet dolu levhasını teşkil eden bu didinme, muhteşem ta-biat dekorunda seyrine doyum olmaz bir manzara hâlini alır.Etraf köylerden çalışmaya gelen bu tunç yüzlü delikanlılar, eğer ağanın birer sigara ve birer de kahvesiyle ağırlanmış ve yangevişten memnun kalmışlarsa, bunu üstün bir çalışma ve köy türküleri tutturmakla gösterir ve onun dağlarda aksiseda bulan yanık sesi ona bel başında olduğunu unutturacak ka-dar taze kuvvet kaynağı olur.Belki de kazandığı üç beş kuruşla köye dönünce yapılacak düğünden sonra artık Ayşeciğine kavuşacak olan şu delikan-lının güneş altında parlayan yağız çehresinin çizgilerinden onun bu düşüncelerini okumak mümkündür.Artık öğle olmuştur. Beller toprağa dikilir. Nasırlı eller toprak-la güreştiği gibi yemekle de güreşecektir. Onun başyemeği olan bulguru öyle bir kaşıklayışı vardır ki bu iştaha imrenme-mek kabil değildir. Yemekten sonra yeniden başlanan iş bitiri-lince yine beller omuza alınır ve şehrin yolu da ele…Kayserinin yazın bağ sefası cidden hoştur. Akşama kadar işin-de yorulan, en az bir, bir buçuk saat hayvan sırtından yol alıp ezilen bağcıyı, bağların şirinliği, havanın serinliği ve horan-tanın (aile) neşesi dipdiri ve taze bir ruha kavuşturur. Buz gibi kuyu suyunun serinletici soğuğunda içini yıkamış ve yorgun-luğu çıkmıştır. O, artık memnundur. Yemeğini iştahla yer ve komşusunun:-Hadi Memet Ağa, diye seslenmesi üzerine oturmaya gider.Bağların pazar âlemleri de çok hoştur. Komşular ya ulu bir cevizin altında toplanıp eğlenir veya sıra dolanılıyorsa, sıra kendisine gelenin köşkünde toplanır. Yandaki dağlardan avcıların tüfek, ara yollardan misafirliğe giden yolcuların “daah!” seslerinden tutun da günün aktüalitesinden ve siya-setinden dem vurulan bu toplantılar coşkun bir neşe içinde çağıldar durur.Kayseri bağlarının bölgesine halk “niyet” tabir eder. Bu niyet-lerin isimleri şunlardır: Gediris, Billur, Çay, Karadere, Haymana, Çöplük, Merdimanlı, Gülle, Kızıltepe, Gülveren, Becen, Eşek Meydanı, Karacören (Karacaviran), Zincirli, Karakaya, Eskişe-hir, Armutlu, Zedere, Eğribucak, Hasandağı, Ağyazı, Kergah,

Belbaşı, Sakar, Beğendik, Kayadibi, Çağırşak, Kükürt, Opruk, İnecik, Seykalan (Sonkalan), Akkaya, Mahrumlar, Kulaklı, Dan-dın Tepesi, Yazı Bağları, Kanlı Yurt, Çukurkuyu... Bunlara Talas ve Hisarcık sayfiyelerini de katabiliriz…Talas, Kayseri’nin 7-8 km. güney doğusunda kendisine bağlı bir bucaktır. Yazın bir kısım halk buradaki bağ ve bahçelere göçer. Talas deyince aklıma geldi. Bir halk şairinin hezel yollu şu koşmasını yazmadan geçmeyeyim:

Altı saatte aldı haberin Talas’ınVer uğruna mantı suyun yalasınDürt boynuna her yerleri kanasınVay bununla tipilerde kalasın.

Üstüne binince istemez silahLahavle dersen bulursun ferahKafasına vurursan işlersin günahDürt boynuna her yerleri kanasın.

Arkadaşlar gitti bizden ıradıYumşak kuma yatmak bunun muradıHırış huyu ille gâvur inadıİlahi eşek bozkurtlara kalasın.

Bayıra gelince başlar ıralarYokuşa gelince gitmez garalarSize malum olsun ey kör kargalarBizim eşşek irtihal eyledi.

Kulakları benzer nali5 tekineBin bir sinek inen boynun köküneİnce bayırı çıkamaz dikineİlahi eşek bozkurtlara kalasın.

Üstüne binince istemez beşikAsla suratında yoktur yakışıkGözleri çapaklı kulağı düşükVay bununla tipilerde kalasın

Eve varınca arpada gözüKaldırıma çıkınca sızılar diziYorulmuş takati kalmamış özüİlahi eşek bozkurtlara kalasın.

Bilhassa vezin bakımından çok hatalı olan bu koşmayı halk ağzından aldığım için aynen geçirdim. Bu hatalar koşmanın aslını bilenleri gayrete getirir de mecmuaya doğrusunu yolla-tırsa benim gibi birçok vatandaş müstefit olmuş olur.Kayseri bağlarının her şeyi geniş bir yazı mevzuu olacak ka-dar imkânlarla doludur. Gelecek sayımızda bağ bozumu ve şıra kaynatmadan bahsedeceğiz. Bu yazımızı boş günlerin doldurulması maksadıyla ara yolu yaparken kenarda bulu-nan ve kazara kopan bir iğde dikmesi yüzünden komşunun yaygarasından mülhem alarak yazılan bir destanla bitirelim.

I. Erciyes Dergisi, Yıl 3-1945, S. 29-30.II. Erciyes Dergisi, Yıl: 3 - 1945, S. 31-31.III. Erciyes Dergisi, Yıl:4 - 1946, Sayı: 36-37.

5 nali: nalın, takunya.

Page 69: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

6868

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. 1920 yazı içinde ülke topraklarının büyük bir bölümü işgal altındadır. Ankara düzenli bir ordu kurma çalışmaları içindedir.

İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince or-duyu terhis etmiştir. Yeni bir ordu kurma çalışmalarında ise sa-yısız güçlüklerle karşılaşılmaktadır.

Meclis hükümeti yeni bir ordu kurarken bu orduyu ayakta tu-tacak, ona moral verecek güçleri de harekete geçirme ça-basındadır. Yayımlanan gazeteler halkı işgal güçlerine karşı direnmeye, birlik olmaya, cesaret vermeye uğraşmaktadırlar. Gazete ve dergilerden önemli miktarları hükümet tarafından satın alınarak cephelere yönlendirilmekte, mitingler düzen-

lemekte ve camilerde vaazlar verilmektedir.İstiklal Marşı da halkın ve ordunun moral gücünü yükselteceği düşünülerek gündeme getirilmiştir.

Dönemin eğitim bakanı Rıza Nur hatıralarında marş yarışma-sını kendisinin açtırdığını yazar: “Yüce ihtilal ve savaş günleri. Böyle zamanlarda milletler en güzel millî marşlarını yaparlar.Bir millî marşın güfte ve bestesini yapana beş yüz lira maddi mükâfat vereceğimi ilan ettim.” Gazetelerde ise İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur: “Şair-lerimizin dikkatine: Milletimizin dahilî ve haricî İstiklal uğruna girişmiş olduğu mü-cadeleyi ifade ve terennüm için bir İstiklal Marşı, Umur-u Ma-arif Vekili Celilesi’ nce müsabakaya vazedilmiştir. İşbu müsa-baka, 23 Kânun-u evvel sene 36 tarihine kadar olup bir heyeti edebiye tarafından, gönderilen eserler arasından intihap edi-lecektir ve kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükâfat verilecektir. Ve yine laakal beş yüz lira tahsis edilecek olan beste için bi-lahare ayrıca bir müsabaka açılacaktır. Bütün müracaatlar

Kaynak: www.meb.gov.tr

Page 70: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

6969

Ankara’da Büyük Millet Meclisi Maarif Vekâletine yapılacaktır.”

Büyük Millet Meclisine ve Mustafa Kemal’e muhalif Peyami Sabah gazetesi “Millî marş tanzim ediliyor” başlığı ile verdiği haberde “Dün gelen Anadolu gazetelerinde Ankara Maarif Vekâletinin garip bir ilanı nazarı dikkatimizi cezp etti.” sözleriyle okuyucularına duyurur.

Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı ola-

bilecek bir eser bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif’in marşa ödül koyulması nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdı-ğı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir:“Pek aziz ve muhterem efendim; İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya, iştirak bu-yurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zat-ı üstadanelerinin matlup şiiri vücuda getirmeleri, maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Asil endişenizin icap ettirdi-ği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu mües-sir telkin ve tehyiç [heyecanlanma] vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar ey-lerim efendim.” 5 Şubat 1337 [1921], Umur-u Maarif Vekili Hamdullah Suphi

Mehmet Akif, Büyük Millet Meclisinde Burdur Mil-letvekilidir.İlk şiirlerini okul sıralarında kaleme alan Akif bütün çağdaş aydınlar gibi Abdülhamit’in istibdadına kin duyarak yetişir. Meşrutiyet ilân edilince de İt-tihat ve Terakki Partisine girer. Birkaç ay sonra da Darülfunun edebiyat müderrisliğine getirilir.

Akif 1908’de açılan fikir ve sanat hareketinin içinde yer alarak daha önceleri yayımlayama-

dığı şiirleri Sebilürreşat’ta yayımlamaya başlar. Bu ilk şiirlerinde İstanbul’daki sefaleti gerçekçi bir biçimde betimler. İlk kitabı 1911’de Safahat adıyla yayımlanan Akif’in ikinci kitabı olan “Süleymaniye Kürsüsü’nde” 1912’de, üçüncüsü “Hakkın Sesle-ri” 1913’te, dördüncüsü “Fatih Kürsüsü’nde” aynı yıl, beşincisi “Hatıralar” 1917’de yayımlanmıştır. İstiklal Marşı’nı yazdığı sıra-larda altıncı kitabı olan “Asım” üzerinde çalışmaktadır.

Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif 1912 yılı sonlarında askerleri şevke getirmek için bir marş yazar:

Cenk Şarkısı.

10 dörtlükten oluşan bu manzume Sebilürreşat dergisinde yayımlanır.

Ey sürüden arta kalmış yiğit! Arkadaşın gitti, yetiş sen de git. Bak ne diyor cedd-i şehidin işit; Durma git evladım, uğurlar ola!Durma git evladım açıktır yolun. Cenge sıvansın o bükülmez kolun; Süngünü tak ön safa geçmiş bulun. Uğrun açık olsun uğurlar ola!Yerleri yırtan sel olup taşmalı, Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!

Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920’den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştır. Bakan Hamdullah Suphi, Mehmet Akif’in marşa ödül koyulması nedeniyle katılmadığını öğrenince şaire yazdığı mektupta ödül konusunun uygun bir şekilde çözümlenebileceğini ve yarışmaya katılmasını belirtir.

Page 71: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

70

Sendeki coşkunluğa el şaşmalı. Haydi git evladım, uğurlar ola!Düşmana çiğnetme bu toprakları, Haydi kılıçtan geçir alçakları! Leş gibi yatsın kara bayrakları, Kahraman evladım uğurlar ola!

Almanların daveti sonucunda Aralık 1915’te Osmanlı Hükü-meti Almanya’daki Müslüman esirler arasında İngilizlerin aley-

hine propaganda yapmak için gönderdiği birkaç kişinin için-de Mehmet Akif de vardır. Akif Almanya’da bulunduğu sırada ünlü şiiri Çanakkale Şehitleri’ni yazar.

1920 yılı Ocak ayında Mehmet Akif, Kuvayi Milliye’nin Ege’deki merkezlerinden Balıkesir ’e gider. Akif burada halktan aradaki ayrılık nedenlerini kaldırmalarını, düşmanlara karşı birleşilmesini isteyip, halkı yurt savunmasına çağırır. “Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalışmak lazım, bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış, çağırıyorlar, mut-

laka gitmeliyiz” diyen Akif meclisin açıldığı günlerde Ankara’ya gelir. Meclisin önünde Akif’le karşılaşan Mustafa Kemal “Sizi bekliyordum efendim, tam zamanında geldiniz.” der. Akif Ankara’ya geldiğinde Anadolu iç isyanlarla karşı karşıya-dır. Kurtuluş Savaşı sürerken Akif Kastamonu camilerinde yaptığı konuşmalarda Müslümanların birliğe, düşmana karşı savaş-maya ve mücadeleye çağırır. Bu konuşmaların yayımlandığı dergi ve gazeteler Anadolu’nun bütün illerinde, sancaklar ve

kazalardaki idarecilerle toplantı yerlerinde okut-turulur. Kitaplar, broşürler şek-linde yeniden basılarak cephelere, köylere da-ğıtılır. 24 Aralık 1920’ de K a s t a m o n u ’ d a n Ankara’ya gelen Meh-met Akif ve Eşref Edip, Mustafa Kemal tara-fından davet edilirler. İstasyondaki çalışma yerinde bir saat kadar süren bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal şöyle der:

“Kastamonu’daki vatan-pervane mesainizden çok memnun oldum. Sevr Muahedesi’nin memleket için ne kadar feci bir idam hükmü ol-

duğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşret-medi. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşat’ın büyük hizmeti oldu. İkinize de bilhassa teşekkür ederim.

Aralık 1920 sonlarına doğru Ankara’ya gelen Akif eğitim baka-nı Hamdullah Suphi’nin 5 Şubat 1921 tarihli mektubuyla aldığı İstiklal Marşı siparişi için şimdilerde müze olan Hacettepe’nin arkasındaki Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek marşı yazmaya başlar.

İstiklal Marşı 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşat’ta yayınlanır. Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci say-faya koyarken şu açıklamayı yapar: “Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.

İlk yayınından 12 gün sonra da Konya’da Öğüt gazetesinde yer alan İstiklal Marşına karşı Anadolu gazetelerinin olumlu bir yaklaşım içinde oldukları görülmektedir. İstiklal Marşı 12 Mart 1921 günü kabul edilir.

Paltosu olmayan Akif kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul ka-dın ve çocuklara iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan “Darülmesai”ye bağışlar.

İstiklal Marşı 17 Şubat 1921 tarihinde Sebilürreşat’ta yayınlanır. Açık Söz gazetesi ise marşı süslü bir çerçeve içinde birinci sayfaya koyarken şu açıklamayı yapar: “Her mısrada Türk ve İslam ruhunun ulvi mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı, kemal-i hürmet ve mübahatla (övünçle) derc ediyoruz.

Page 72: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

7171

SOĞUK ALGINLIĞI YA DA VİRÜS NEZLESİSoğuk algınlığı çeşitli virüslerin etken olduğu bir üst solunum yolları enfeksiyonudur. Bu virüsler hastanın öksürük ve aksırığı ile çevreye yayılan damlacıklar yoluyla bulaşır. Özellikle kış aylarında sık görülen soğuk algınlığı, burun deliklerinin üst bö-lümünde ve genizde kuruluk, yanma hissi, kaşıntı, hapşırma ile başlar. Çok geçmeden sulu ve saydam, daha sonra sa-rımsı ve koyu kıvamlı olabilen burun akıntısı görülür. Burun mu-kozasındaki şişmeye bağlı olarak burun tıkanıklığı gelişebilir.Halsizlik, ürperti, baş ağrısı ve kas ağrıları gibi genel belirtilere bazen 38°C’yi geçen ateş eşlik edebilir. Soğuk algınlığı, so-lunum yollarında örselenmeye bağlı olarak göğüste yanma hissi ve kuru öksürüğe de yol açabilir. Öbür belirtiler arasında ses kısıklığı, gözlerde ve genizde kızarıklık sayılabilir. Genellikle ateş birkaç gün içinde düşerken, tam iyileşme için geçen süre de bir haftayı pek aşmaz.

Soğuk algınlığında hastalığın başlangıç yeri olan burun boş-luğu, mukoza denen ve üst katmanında havayı süzen kirpiksi uzantıların bulunduğu özelleşmiş epitel hücreleriyle döşen-miştir. Bu kirpiksi uzantılar mukus salgısıyla birlikte bir çeşit te-mizlik işlevi görür. Burun delikleri içindeki kıllar burna giren iri

toz taneciklerini tutar. Burun kıllarını aşan tanecikler ise genize kadar uzanan ve düzenli bir dalgalanma hareketi yapan kir-piksi uzantılar tarafından tutularak dışarı doğru süpürülür. Epi-tel hücreleri aynı zamanda mukoza yüzeyinin nemli kalması-nı sağlar. Burun mukozasının alt katmanında değişik görevler üstlenen hücreler ve salgı bezleri yer alır.

Bu hücreler burna dışarıdan giren yabancı maddelere yöne-lik bağışıklık tepkilerinde rol oynar. Salgı bezinin ürettiği burun salgısı (sümük) hafif asit yapısındadır ve lizozom adı verilen mikrop öldürücü tanecikler içerir. Bu nedenle burun salgısı mikroorganizmaların üremesini engeller. Burun yoğun bir damar ağına sahiptir. Burun mukozasındaki geçirgen kılcal damarlar genişleyip daralabilir. Bunlar, burna giren havanın nemlendirilmesini sağlar. Burundaki küçük toplardamarların başlıca görevi ise burna giren havanın sıcaklığını ayarlamak-tır.Burundaki sinirlerin ve sinir uçlarının başlıca önemi koruyucu refleks hareketlerinden kaynaklanır. Örseleyici maddelere karşı aksırma ve burun salgısı oluşur. Sempatik sinirler damar sistemini uyarır ve damarların büzülmesini sağlar. Parasem-patik sistem ise mukoza bezlerini uyarır ve damarları biraz genişletir. Sinirsel uyarıların yanı sıra iltihaplandırıcı maddeler ve örseleyici etkenler de mukusun salgısını artırır. Soğuk algın-lığında, burun tıkanıklığına neden olacak kadar mukoza şiş-mesi ve salgı artışıyla birlikte burun mukozası iltihabı söz konu-sudur. Bu durum rinit ya da yaygın adıyla nezle olarak bilinir. İltihaplanma aksırma, burun içinde örselenme, koku duyusu kaybı ve burun tıkanıklığı gibi belirtilere yol açar. Genellikle gözlerde kızarma, göz kapaklarında hafif şişlik gibi belirtiler de görülür. Enfeksiyon dışında kimyasal örselenme ve alerji gibi etkenlerin burun mukozasında yol açtığı iltihaplanma ise soğuk algınlığından bağımsız bir biçimde gelişebilir. Soğuk

Soğuk algınlığı ve grip sık sık birbiriyle karıştırılan iki ayrı hastalıktır. Her iki hastalığın da etkeni virüslerdir. Bazı belirtilerinin benzer olmasına karşın gribi, birçok tipi bulunan belirli bir virüsün yol açtığı hastalık olarak tanımlamak daha doğru olur.

SOĞUK ALGINLIĞI VE NEZLE

SOĞUK ALGINLIĞI VE NEZLE

Kaynak: http://www.saglik.im

Page 73: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

72

algınlığında burun mukozasına ulaşan virüsler, burada çoğa-larak hastalık yapıcı etkilerini gösterir. Soğuk, örseleyici tozlar, hava kirliliği, alerjik durumlar ve genel bağışıklığın azalması gibi burun mukozasının direncini azaltan koşullar virüslerin burna yerleşmesini kolaylaştırarak soğuk algınlığında etkili olur.

Soğuk algınlığının kuluçka dönemi genellikle 24-48 saattir. Hastalığın ilk gününde hastanın soğuk algınlığını bulaştırma olasılığı çok yüksektir. Soğuk algınlığı iyileştikten sonra virüse özgü bağışıklık kazanılır. Ama soğuk algınlığına yol açan çok sayıda virüs bulunduğundan aynı kişi yıl boyunca farklı virüs-lerle birkaç kez soğuk algınlığına yakalanabilir. Soğuk algın-lığında hastanın kanında akyuvar sayısı azalabilir (lökopeni) ve idrarında protein bulunabilir (proteinüri). Gargara yapılan suda virüs üreyebilir ve enfeksiyondan 2 hafta kadar sonra hastanın kanında virüse karşı oluşmuş antikorlar görülebilir. Soğuk algınlığı kendiliğinden iyileşebilir ya da bakteri enfek-siyonlarının eklenmesiyle zatürree (pnömoni), akut sinüs ilti-habı (sinüzit), ortakulak iltihabı ve bronşit gibi hastalıklara yol aça-bilir. Bu nedenle özel-likle ağır geçen soğuk algınlıklarında dikkatli olmak gerekir. Virüs ya da bakterilerin etken olduğu birçok enfek-siyon hastalığı da sıra-dan bir soğuk algınlığı gibi başlayabilir.Kızamık, kızıl, tifo, bru-selloz (Malta humma-sı) ve çocuk felcinin başlangıcında soğuk algınlığı belirtileri göz-lenir. Bu nedenle so-ğuk algınlığının gidişi iyi izlenmeli ve herhangi bir ağırlaşma görüldü-ğünde hekime başvu-rulmalıdır. Soğuk algın-lığında ilaç kullanımı genellikle yararsızdır. Erken dönemde alın-maya başlandığında bazı ilaçlar nezle be-lirtilerini hafifletici etki gösterir. C vitamininin vücut direncini artırarak soğuk algınlığında yararlı olduğu ileri sürülmüşse de bu konuda kesin kanıtlar yoktur. Bileşiminde burun tıkanıklığını gideren mukus çözücü maddelerin, ağrı kesici, ateş düşürü-cü ve burun salgısını azaltan maddelerin bulunduğu ilaçlar hastanın yakınmalarını hafifletir. Aynı biçimde burna ilişkin yakınmaları hafifleten damlalar, boğazda kuruluk ve ağrıyı gideren pastiller, solunum yollarını nemlendirici buğular ve öksürük kesici şuruplar yarar sağlayabilir. Çorba ve ıhlamur gibi ılık içecekler de hastanın durumunda bir rahatlama sağlar. Soğuk algınlığında hastalığa bakteriler eklenmemişse

antibiyotik kullanılmamalıdır.Çünkü antibiyotikler virüslere karşı etkili değildir. Ateşin 4 gün-den fazla sürmesi, öksürükle birlikte sarı yeşil renkli balgam çıkarılması ve kanda akyuvar artışı hastalığa bakterilerin ek-lendiğini gösterir. Ayrıca kronik bronşit gibi bir solunum yolu enfeksiyonu olanların soğuk algınlığına yakalanmaları du-rumunda koruyucu olarak antibiyotik verilebilir. Sık soğuk al-gınlığına yakalanan hastalarda bu durumu kolaylaştırıcı et-kenlerin ortadan kaldırılması önemlidir. Çocuklarda adenoit (geniz bademcikleri), erişkinlerde burun orta bölmesi eğriliği (deviasyon) ve burun içindeki dokuların aşırı büyümesi, soğuk algınlığına yatkınlık nedenidir.

BAKTERİ NEZLESİStreptokok, stafilokok, ve pnömokok gibi bazı bakteriler burun boşluğuna yerleşebilir ya da solunan havayla burna girebi-lir. Soğuk algınlığı örselenme nedeniyle burun boşluğundaki dokuların savunma gücünü azalttığında, bu bakteriler burun mukozasında çoğalabilir. Bakterilerin burun içinde çoğal-

ması, zarar verme et-kinlikleriyle birleştiğinde bakteri nezlesine neden olur. Bu durum, basit so-ğuk algınlığı sonrasında gelişen tipik bir komp-likasyon olarak ortaya çıkabilir.Soğuk algınlığından farklı olarak, bakteri nezle-sinde aksırma nöbetleri daha seyrektir. Burun salgısı koyu kıvamlı ve irinlidir. Işıklı bir alet olan rinoskop yardımıyla bu-run içine bakıldığında, burun mukozasının kı-zarmış, şiş ve yoğun salgı ile örtülü olduğu saptanır. Mikroskopta burun salgısının mukoza hücreleri, bakteriler, kan damarlarından gelen akyuvarlar ve mukoza salgıbezlerinin ürettiği mukustan oluştuğu gö-rülür. Genel belirtiler hafif olabilir. Ama burun orta

bölmesi eğriliği ve adenoit büyümesi gibi nezleyi kolaylaştırıcı yapısal bozukluklar varsa iltihap birkaç hafta sürebilir. İltihabın burun boşluğuna komşu olan sinüslere ve başka bölgelere yayılması sonucu bakteri nezlesi çeşitli komplikasyonlara yol açar.

VAZOMOTOR NEZLESoğuk algınlığında belirtilerin etkeni virüslerdir. Genellikle çi-çektozları (polenler) başta olmak üzere, vücudun bazı mad-delere karşı duyarlılık kazanması sonucu ortaya çıkan alerjik nezleye bir sonraki başlık altında yer verilmiştir. Bu maddelerin

Soğuk algınlığının kuluçka dönemi genellikle 24-48 saattir. Hastalığın ilk gününde hastanın soğuk algınlığını bulaştırma olasılığı çok yüksektir.

Page 74: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

73

burun mukozasıyla teması bir antijen-antikor tepkimesine yol açar. Histamin ya da histamin benzeri maddeler hücreler-den açığa çıkar ve buna bağlı olarak hapşırma nöbetleri, burun tıkanması, bol, sulu burun akıntısı gibi belirtiler ortaya çıkar.Vazomotor terimi genel olarak otonom sinir sistemi kökenli damar hareketleri için kullanılır.Alerjik nezleye benzeyen özellikleri olan, bu nedenle yalancı alerjik nezle adıyla da bilinen vazomotor kökenli nezle, bu hastalığa yatkınlığı olan kişilerde görülür. Vazomotor nezle,

özellikle soğuktan sıcağa çıkma, gaz, toz ya da örseleyici duman gibi etkenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bazı olgu-larda âdet görme, gebeliğin ilk ayları, menopoz, tiroit hor-monu fazlalığı gibi içsalgı sistemindeki değişiklikler, otonom sinir sistemine ilişkin denge bozuklukları, karaciğer yetmezliği, yerel enfeksiyon ve hafif şeker hastalığına bağlı metabo-lizma bozuklukları ve heyecanlanma gibi ruhsal uyaranlar vazomotor nezlede rol oynar. Bu nezle tipine yatkınlığı olan kişilerin burnunda vazomotor reflekslerin belirgin olduğu ve alerjik bir uyarı bulunmadığı zaman bile histamin ya da hista-min benzeri maddelerin açığa çıktığı, buna bağlı olarak klinik belirtilerin görüldüğü kabul edilir. Belirtiler alerjik nezledekilere oldukça benzer: Saydam ve bol miktarda burun salgısının yanı sıra burun tıkanması ve aksırık nöbetleri görülür.Vazomotor nezlede nöbetlerin düzensiz oluşu alerjik nezley-le ayrıcı tanıya yardımcı olur. Bu nöbetler birkaç dakikadan birkaç saate değin sürebilir ve değişken aralıklarla yinelenir. Öbür ayırt edici özellikleri arasında nöbetlere yol açabilecek alerjen işlevi gören çiçektozları ya da başka maddelerden bağımsız gelişmesi ve alerji testlerine olumsuz yanıt vermesi sayılabilir. Te-davisi soğuk algınlığında olduğu gibi belirtilere yöneliktir.

ALERJİK NEZLEAlerjik nezle burun mukozasında şişme, kızarma, kaşınma ve aksırık nöbetleriyle kendini belli eden bir hastalıktır. En sık rastlanan alerjik durumdur. Solunum yollarıyla alınan alerjen-lerin yanı sıra besinlerle alınan alerjenler de alerjik nezleye yol açabilir. Alerjik nezle, hastayı son derece rahatsız eder. Öğrencilerin okula, çalışan insanların işlerine gidememesine neden olur. Genellikle çocuklarda ve gençlerde görülür. Yak-laşık olarak hastaların üçte birinde 10 yaşından önce ortaya çıkar. Erkeklerde en çok 10-19, kadınlarda ise 20-30 yaşları arasında görülür. Alerjik nezlenin saman nezlesi gibi akut ve kısa süreli biçimleri ve mevsimsel ya da yineleyen nezle adıy-la bilinen kronik biçimleri vardır.

Bazı hastalarda ikisine birden rastlanabilir. Akut alerjik nezle, alerjik nezlenin en sık rastlanan biçimidir. Genellikle okul çağ-larında ve 50 yaşın altındaki erişkinlerde görülür. Ağızdan so-

luma ve burunda kızarıklık gibi hastalığa eşlik eden belirtilere rastlanabilir. Alerjik nezlenin ortaya çıktığı kişilerin ailesindeki öbür bireylerde de alerjik durumlara oldukça sık rastlanır. Gö-rülme sıklığı havada çiçektozlarının uçuştuğu bahar ve yaz aylarında artar. Ağaç çiçektozları baharda ortaya çıkan be-lirtilerden, otsu bitkilerin çiçektozları bahar ve yaz aylarındaki belirtilerden, mantar sporları ve küfler ise sonbaharda ortaya çıkan belirtilerden sorumludur. Sonuç olarak alerjik nezle, et-ken maddeye bağlı olarak yıl boyunca görülebilir.Başlıca belirtileri, çiçektozlarının yoğun olduğu günün erken saatlerinde ortaya çıkan aksırık, burun akıntısı, burun tıkanıklı-ğı, genizde yanma, öksürük, göz ve kulakları ilgilendiren be-lirtilerdir. Ayrıca yorgunluk, ruhsal çöküntü, tat ve koku duyusu kaybı, iştahsızlık gibi çeşitli belirtilere rastlanabilir. Muayenede burun mukozasının kızarık ve şiş, burnun tıkalı olduğu, burun salgısında bol miktarda eozinofil (bir tür akyuvar), serumda yüksek düzeyde E tipi immünglobulin bulunduğu saptanır. Saman nezlesi günün erken saatlerinde bütün şiddetiyle or-taya çıkar. Akşam saatlerinde havanın serinlemesiyle birlik-te havadaki çiçektozu hareketleri en alt düzeye iner. Alerjik nezle olguları her zaman saman nezlesi mevsiminde ortaya çıkmaz. Alerji öyküsü olan kişilerde genel nezle belirtileri yılın herhangi bir döneminde görülebilir.Hastanın duyarlı olduğu ev tozu, hayvan tüyü, küf, duman, tozlar, çeşitli sebze proteinleri gibi alerjenler hastalığa neden olabilir. Bu durumda kronik alerjik nezle söz konusudur. Kronik nezlede de akut nezle belirtileri görülür. Bu hastalarda sinü-zite bağlı baş ağrısı olabilir. Sürekli olarak burun arkasından genize doğru akıntı, burada bakterilerin üremesine uygun bir ortam yaratarak sık sık üst solunum yolu enfeksiyonlarına yol açabilir. Alerjik nezleye bakteri enfeksiyonu eklenirse burun akıntısı sarımsı yeşil bir renk alır. Ortaya çıkabilecek belirtiler-den olan burun polipleri, burun ve sinüs mukozasına ince bir sapla bağlı su damlası görünümünde oluşumlardır. Tek ya da kümeler halinde bulunabilirler. Kan damarlarının genişle-mesi, doku şişmesi, histamine bağlı tepkimeler polip oluşu-munda önemli etkenlerdir.

Alerjik Nezlenin Oluşum MekanizmasıBurun boşluğunu çevreleyen mukoza altında bulunan mast hücreleri (heparin, histamin gibi maddelerin oluşum ve de-polanmasıyla ilgili bir çeşit bağ-doku hücreleri), alerjenlerle temasın yüksek olduğu dönemlerde epitel yüzeyine göç eder. Mast hücrelerinin üzerinde bulunan E tipi immünglo-bulinlere alerjenler bağlanınca, bu hücrelerden çeşitli aracı maddeler salgılanır. Aracı maddeler antijen-antikor tepki-mesine yol açar. Bu aracı maddelerin başlıcaları histamin, nötrofil kemotaktik faktör (NCF), eozinofil kemotaktik faktör (ECAF-A), trombosit uyarıcı faktör ve prostaglandinlerdir. His-tamin, burundaki erken belirtilerin ortaya çıkmasında etkilidir. Histaminin açığa çıkmasına bağlı olarak burunda duyarlı si-nir uçlarının uyarılmasıyla gelişen refleksler sonucunda aksırık, parasempatik refleks hareketine bağlı salgı artışı ve histami-nin damar geçirgenliğini yükseltmesiyle mukozada şişmeye bağlı burun tıkanıklığı oluşur. Histaminin bu etkileri çok hızlı or-taya çıkar. Mukozanın zamanla uyaranlara karşı aşırı duyarlılık kazanma alerjik nezlenin önemli bir özelliğidir.

Alerjik nezle burun mukozasında şişme, kızarma, kaşınma ve aksırık nöbetleriyle kendini belli eden bir hastalıktır. En sık rastlanan alerjik durumdur.

Page 75: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

7474

İnsan vücudundaki;

- % 1’lik su kaybında hipotalamusta susama merkezi uyarılır.

- % 3’lük su kaybında kan hacmi ve fiziksel performans aza-lır.

- % 5’lik su kaybında birey konsantre olamaz.

- % 8’lik su kaybında baş dönmesi, aşırı yorgunluk, soluma güçlüğü oluşur.

- % 10’luk su kaybında kas spazmı, aşırı yorgunluk, dolaşım, böbrek yetmezliği gibi ciddi sağlık sorunları ortaya çıkar.

- % 20’lik su kaybında ÖLÜM!

Su:İnsan yaşamı için oksijenden sonra gelen en önemli öğe!

Kaynak: www.anneyiz.biz

Page 76: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

7575

Vücuttaki su oranının yeterli düzeyde tutulması yaşamsal önem taşıdığından vücuttan kaybolan miktarlarda su alın-ması zorunludur. İdeal vücut su oranları; metabolizmayı te-tikler, hücrelerin kendini yenilemesini sağlar, yaşlanmaya karşı etki gösterir. Kanın akışkanlığını sağlar, böylelikle kalp ve da-marların yükünü azaltır. Omurga dahil bütün organlar bun-dan faydalanır; su oranının bel fıtığına karşı bile büyük katkısı olduğu düşünülmektedir. Ayrıca cildin dolgun, pürüzsüz ve genç kalmasını sağlamaktadır.

İnsan vücudunun su içeriği yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı ve fiziksel aktiviteye göre değişir. Çocukların vücudu-nun su oranı yüksektir (% 70, yeni doğan bebekte ise % 90) ve yaş ilerledikçe suyun yerini yağ dokusu almaya başlar.

Dolayısıyla yaş ilerledikçe suyu daha çok tüketmek gerekir. Yetişkinlerde vücut su oranı % 60, yaşlılarda ise % 50’dir. Spor-cuların su oranı standart kişilerden % 5 daha yüksek seviyede olması gerekmektedir. Yapılan egzersize bağlı olarak su içi-mi artırılmalıdır. Vücutta egzersiz sırasında kaybedilen suyun yerine konulması ve tekrar vücut su dengesinin sağlanması için yeterli su tüketimi şarttır. Su tüketimi egzersiz sonrasında olabileceği gibi, vücudu su kaybına hazırlamak adına eg-zersiz öncesinde hatta egzersiz esnasında da (15’er dakikalık aralıklarla yudum yudum su içilmesi şeklinde) olabilir.

Böbreklerin görevini yerine getirebilmesi ve dolayısıyla vücut-taki yağ akımının dengeli olabilmesi için bol su tüketilmelidir. Çünkü karaciğerin görevini yapabilmesi, böbreklerin yeterli çalışmasına bağlıdır. Karaciğerin başlıca görevlerinden biri,

vücutta depolanmış yağları bedenin kullanabileceği enerjiye çevirmektir. Yeterince su içilmediği takdirde böbrekler yete-rince çalışamaz ve süzme işlemini gereği gibi gerçekleştire-mez. Karaciğer de böbreklerin görevini üstlenmeye başlar, kendi görevi ikinci plana düşer ve daha az yağ yakmaya başlar. Yakılmayan yağlar vücutta birikir. Kilo kaybı yerine kilo alımı söz konusu olur.

Suyun zayıflama üzerine olan etkisi göz ardı edilemeyecek kadar fazladır. Gerek midede yarattığı hacimden dolayı alı-nan besinlerde kısıtlama yapması, gerekse metabolizmayı çalıştırıp günlük harcanan enerjiyi artırması ve bir de sindirime olan katkısı! Tüm bunlar düşünüldüğünde su içmek eziyet ol-mamalı, aksine keyif vermeli. Suyun sağladığı faydalar bun-

larla sınırlı değil elbette:- Hücrelere oksijen ve be-sin ögelerinin taşınmasını, ayrıca atık ürünlerin taşına-rak böbreklerden atılması-nı sağlar.

- Ağız, göz ve burun gibi vücut dokularının nemlen-mesini sağlar.

- Vücuttaki kan, gastrik sıvı, tükürük, amniyotik sıvı (ge-belikte) ve idrar gibi vücut sıvılarının büyük bir kısmı sudur.

- Dışkının yumuşamasını sağlayarak kabızlığın ön-lenmesine katkıda bulunur.

- Cilt sağlığında, bağışıklık sisteminde, vücut ısısının denetiminde, ödemin atı-mında rolü vardır.

- Tükürük ve mide salgısın-da besinlerin sindirilmesin-de görev alır.

- Kilo alıp vermeden dolayı oluşan sarkmaları sporla birlikte önler.

- Vücudun ihtiyaç duyduğu iz minerallerin pek çoğunu sağ-lar.

- Soğuk algınlığı, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları ve mesane kanseri riskini düşürür.

- Zayıflama diyetlerinde metabolizmayı çalıştırmanın yanın-da, midede hacim oluşturarak tokluk hissi vermede işe ya-rar.

Su yaşamın vazgeçilmezleri arasında olmasına rağmen asıl

Böbreklerin görevini yerine getirebilmesi ve dolayısıyla vücuttaki yağ akımının dengeli olabilmesi için bol su tüketilmelidir. Çünkü karaciğerin görevini yapabilmesi, böbreklerin yeterli çalışmasına bağlıdır.

Page 77: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

76

problem su içme kültürünün geliştirilememesidir. Hiçbir sıvı içeceğin suyun yerini tam anlamıyla tutmadığını unutmamak gerekir.

Suyu ne zaman ve nasıl almalıyız?

Su dışındaki pek çok sıvı hayatımızda ciddi ölçüde yer almak-tadır. Çalışma hayatının vazgeçilmez ikramları çay, kahve, neskafe, meyve suları, bitki ve meyve çayları vb. içeceklerden bazılarının diüretik etkisi olduğundan vücudun ihtiyacı olan sı-vıyı karşılamayacağı ve hatta vücuttan sıvı atımını artıracağı için suyu su olarak içmek gerekir. Öğünlerden 30 veya 15 dakika önce alınan suyun metabolizmayı hızlandırma üzeri-ne ve midede hacim oluşturarak öğünde fazla besin alımını engellemek adına göz ardı edilemeyecek faydaları vardır. Son günlerde sıkça tartışılan konulardan biriyse yemek yerken su içelim mi? Eğer ki kişinin yemek yerken su içme alışkanlığı varsa bunu devam ettirmelidir. Ancak tüketmiyorsa kendini de zorlamamalıdır. Çünkü bir öğünde sıvıyla birlikte midenin

alabileceği kapasite bellidir. Yemekle birlikte su alındığında mideye daha az besin alınmaktadır. Su içilmeyen günlerde ise kalan kısım da yemekle doldurulmak istenir, daha fazla besin tüketilir. Suyun faydasını en üst düzeyde sağlayabilmek için yemeklerden 15 dakika önce su içmeli ve yemek sırasın-da su içme alışkanlığı varsa devam ettirilmelidir.

Doğadaki yararlı olan her şeyin fazlası da zararlıdır. Az içi-len suyun zararı kadar fazla içilen suyun da özelikle kalp ve böbrek yetmezliği hastalıklarında zararı vardır. Tüm bu bilgiler böbrek ve bazı sindirim sistemi hastaları için değişkenlik gös-terebilir. Gereğinden çok fazla su içilmesi vücutta toksik etki yaratarak su zehirlenmesine neden olabilmektedir.

Suyun; yemek yenildikten sonra alınan besinlerin sindirimin-den, metabolik atıklarının dışarı atılmasına kadar her aşama-da çok önemli görevleri vardır. Su, kabızlığa en iyi çaredir. Su eksikliği sırasında vücut, iç dokularından (özellikle de ka-lın bağırsaktan) su çekerek dışkının sertleşmesine, dolayısıyla kabızlığa yol açar. Yeterli su tüketildiği takdirde bağırsakların çalışması normal seyrinde olur ve kabızlık önlenir.Vücutta özellikle el, ayak ve bacaklarda oluşan ödemi en-gellemek için en iyi yöntem su tüketmektir. Ödemi yok et-mek için alınan ilaçlar, bitkisel ürünler geçici bir yöntemdir. Ayrıca su, kasların dengesini sağlar, cilt kuruluklarını önler ve kilo kaybından sonra gelişen sarkmaları engelleyerek cildin esnekliğini devam ettirir.

Kilo kaybetmek, kilo korumak ve fazla besin alımını engelle-mek için bol su içilmesi gerekir. Peki ama günlük su tüketimi ne kadar olmalıdır? Sağlıklı bir kadının günde 10 bardak, erke-ğin ise 14 bardak su içmesi önerilmektedir. Kilo fazlası olan ki-şilerin bu miktardan daha fazlasını tüketmeleri gerekmektedir. İçilen çay, kahve, kola gibi içecekler diüretik oldukları için asla suyun yerini tutmamakta, vücuttan su atımını artırmaktadır. Nasıl Türk kahvesi yanında su içiliyorsa, aynı şekilde çay ve neskafe ile de su içilmesi gerekmektedir. En iyi çözücü, saf, katkısız ve doğal olan içecek su olduğu için günlük sıvı ihtiya-cının 3/4’ü su olarak tercih edilmelidir. Özellikle yaz dönemin-de suya daha bir önem vermek gerekmektedir.

HASTA DEĞİL SUSUZSUNUZ İranlı hekim Batmanghelidj’e göre hastalıkların çoğu vü-cudun susuz kalmasından meydana gelir. Buna göre, suyun vücuda bazı faydaları şunlardır:* Hiçbir canlı susuz yaşamaz.* Susuzluk; vücudun bazı fonksiyonlarını önce bastırır, sonra öldürür. * Su temel enerji kaynağıdır. * Her hücreye elektriksel ve manyetik enerji üretir. * Hücre yapısındaki maddeleri birbirine bağlar ve yapıştırır. * DNA hasarını önler. * Bağışıklık sisteminin merkezi olan kemik iliğini, çeşitli hasta-lıklara karşı güçlendirir. * Besinlerin, vitamin ve minerallerin temel çözücüsüdür. * Besinlere enerji verir. * Besinlerdeki gerekli ögelerin emilimini artırır. * Bütün ögelerin vücuda taşınmasına yardımcı olur. * Kırmızı kan hücrelerinin çalışma verimini artırır. * Hücreye oksijen verir ve atık gazları akciğerlere taşır. * Zehirli atıkları toplar ve karaciğer yahut böbreklere taşır. * Eklem boşluklarındaki temel yağlayıcı maddedir. * Omurdaki diskleri, şok emici su yastıklarına dönüştürür. * Bağırsakları en iyi çalıştıran yağlayıcı maddedir. * Vücudun soğutma ve ısıtma sistemleri için vazgeçilmezdir. * Beyin fonksiyonları için güç ve elektriksel enerji verir. * Kalp krizi ve felçten korur. * Beyinde üretilen hormonların yapımı için gereklidir.* Dikkat yetersizliğini çözer. * Çalışma verimini artırır. * Hiçbir yan etkisi yoktur. * Stresi, depresyonu hafifletir. * Uykuyu düzenler. * Yorgunluğu giderir. * Cildi yumuşatır. * Gözlere canlılık verir. * Kan üretimini düzenler. * Enfeksiyon ve kanserde bağışıklık sistemini güçlendirir. * Kanı sulandırır ve dolaşım sırasında pıhtılaşmasını önler. * Âdet öncesi ağrıyı ve ateş basmasını hafifletir. * Kanı sulandırıp katı maddelerin dibe çökmesini engeller. * Su içen, susuzluk ve açlık duygularını ayırt edebilir. * Kilo vermeyi kolaylaştırır. * Gebelikte bulantıları azaltır. * Zihin ve vücut fonksiyonlarını bütünleştirir. * Yaşlılıkta hafıza kaybının önlenmesine yardımcı olur.

Su yaşamın vazgeçilmezleri arasında olmasına rağmen asıl problem su içme kültürünün geliştirilememesidir. Hiçbir sıvı içeceğin suyun yerini tam anlamıyla tutmadığını unutmamak gerekir.

Page 78: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

7777

Ocak * 1 Ocak - Yeni Türk Lirası (YTL) tedavülden kalktı. * 1 Ocak - İspanya Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığını İsveç’ten devraldı. * 1 Ocak - Hint Okyanusu üzerine güneş tutulması gerçek-leşti. * 4 Ocak - Burç Halife’nin inşaatı tamamlandı ve dünyanın en yüksek gökdeleni ünvanını elde etti. * 13 Ocak - Haiti’de 7.0 büyüklüğünde bir deprem oldu. Res-mi ölü sayısı 200 bin kişinin üzerinde. * 15 Ocak - Halkalı güneş tutulması meydana geldi.

Şubat * 12 - 28 Şubat - 2010 Kış Olimpiyatları, Kanada’nın Vancou-ver şehrinde düzenlendi. * 27 Şubat - Şili’de 8.8 magnitüd büyüklüğünde deprem meydana geldi yaklaşık 708 kişi hayatını kaybetti. Pasifik Okyanusu’nda tsunami oluşma ihtimali olduğu bildirildi. Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan ülkelerde kırmızı alarm verildi.

Mart * 1 Mart - Fransa, Almanya, İspanya, Portekiz ve Belçika içinde etkisi görülen bir tsunami görüldü, 45’i Fransa’dan olmak üzere

2010 AlmanakGeride bıraktığımız 2010 yılında neler yaşandı?Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bırakırken, yılın en önemli olaylarını birlikte hatırlamaya ne dersiniz?

Kaynak:www.wikipedia.org

Page 79: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

78

52 kişi yaşamını yitirdi. * 8 Mart - Merkez üssü Elazığ’ın Kovancılar ilçesi olan 6.0 şid-detinde bir deprem meydana geldi. 42 kişi öldü, 100 civarın-da kişi de yaralandı. * 29 Mart - Moskova metrosu’nda bombalı saldırı sonucu 40 kişi öldü, 102 kişi yaralandı.

Nisan * 7 Nisan - Kırgızistan’da halk ayaklanması sonucu hükümet devrildi, devlet başkanı Kurmanbek Bakiyev başkentten ayrıl-dı. Yerine Roza Otunbayeva başkanlığında geçici hükümet kuruldu. * 10 Nisan - Katyn Katliamı’nı anmak için aralarında Polon-ya devlet başkanı Lech Kaczyski’nin de bulunduğu uçak Rusya’nın Smolensk Oblastı yakınlarında düştü . Kazadan kur-tulan olmadı. * 13 Nisan - Microsoft , Windows Vista ‘nın RTM ve SP1 sürümleri için artık destekte bulunmamaya başladı. * 13 Nisan - Nükleer Güvenlik Zirvesi ABD’de yapıldı. * 14 Nisan - Çin’in Çinghay eyaletinde 7.1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. En az 600 ölü, 10.000 yaralı.

Eyjafjallajökull yanardağında bir patlama

* 14 Nisan - İzlanda’nın güneyindeki Eyjafjallajökull yanarda-ğı harekete geçti ve yanardağdan çıkan kül bulutları Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede hava ulaşımının aksamasına neden oldu.

Mayıs * 5 Mayıs - Şanlıurfa GAP Stadyumu’nda oynanan Ziraat Tür-kiye Kupası final maçında Fenerbahçe’yi 3-1 yenen Trabzons-por, kupanın sahibi oldu. * 10 Mayıs - Deniz Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi genel baş-kanlığından istifa etti. * 12 Mayıs - Libya havayolu şirketi El Afriqiyah’ın, içinde 104 kişinin bulunduğu, Johannesburg - Trablusgarb seferini yapan yolcu uçağı Traslusgarb havaalanına inişe geçtiği sırada düş-tü, 103 kişi hayatını kaybetti.

* 13 Mayıs - Ömer Cihad, tarihte TÜSİAD’ı ziyaret eden ilk MÜ-SİAD Genel Başkanı olarak tarihe geçti. Ziyaret basında Tarihi Buluşma olarak nitelendirildi. * 16 Mayıs - Bursaspor, Spor Toto Süper Lig ‘in 2009-2010 sezo-nunun şampiyonu oldu. Böylece Süper Lig ‘de şampiyonluğu bulunan takım sayısı 5’e çıktı. * 18 Mayıs - Zonguldak Karadon maden ocağında göçük meydana geldi. 30 işçi hayatını kaybetti. * 22 Mayıs - 2009-2010 Şampiyonlar Ligi finalinde Inter, Ba-yern Münih’i 2-0 mağlup ederek şampiyon oldu. * 22 Mayıs - Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’de yapılan oylama sonucunda genel başkanlığa Kemal Kılıçdaroğlu seçildi. * 22 Mayıs - Air India firmasına ait Boeing 737-800 tipi yolcu uçağı inişe geçtiği sırada pisti ıskalayarak yere çakıldı. Olayda 160 kişi hayatını kaybetti. * 25 Mayıs - Alanya ‘dan Pamukkale’ye giden Rus turistleri ta-şıyan tur otobüsü, Antalya’nın Aksu Köprüsü’nden kurumuş çay yatağına uçtu. Sürücü ile birlikte 16 turist öldü. * 29 Mayıs - Hazırlanması için 17 milyon harcanan ve 39 ülke-nin katıldığı 2010 Eurovision Şarkı Yarışması finali Norveç’in Oslo kentinde yapıldı. Yarışmanın birincisi 246 puanla Almanya’dan Lena Meyer-Landrut olurken 170 puan alan Türkiye ikinci, 162 puan alan Romanya üçüncü oldu. * 31 Mayıs - İskenderun’da bulunan Deniz Kuvvetleri’ne ait bir-liğe, erlerin nöbet değişimi esnasında roketatarlı saldırı düzen-lendi. 6 asker şehit oldu, 3’ü ağır 7 asker yaralandı. * 31 Mayıs - İHH İnsani Yardım Vakfı organizasyonuyla Gazze’ye insanî ve tıbbî yardım götüren MV Mavi Marmara adlı gemiye uluslararası sularda İsrail ordusu tarafından çıkartma yapıldı. İsrail Savunma Kuvvetlerince “Deniz Meltemi ” Harekâtı adı ve-rilen Gazze filosu saldırısında 9 Türk şehit oldu.

Haziran * 4 Haziran - Bangladeş ‘in başkenti Dakka ‘da bir elektrik tra-fosunun patlaması nedeniyle meydana gelen yangında 116 kişi hayatını kaybetti, 100’den fazla kişi yaralandı. * 11 Haziran - 2010 FIFA Dünya Kupası , Güney Afrika Cumhuriyeti’nde düzenlendi ve tarihinde ilk defa dünya kupa-sı finali oyanayan İspanya kupayı kazandı.

Temmuz * 1 Temmuz - Belçika, Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığını İspanya’dan devraldı. * 4 Temmuz - Diyarbakır ’dan Ankara’ya giden yolcu otobüsü Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde kamyonla çarpıştı. Olayda 9 kişi

Page 80: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

79

hayatını kaybetti, 44 kişi yaralandı. * 11 Temmuz - 2010 FIFA Dünya Kupası final karşılaşması Hol-landa ile İspanya arasında Johannesburg ‘daki Soccer City Stadyumu’nda oynanıldı ve İspanya kupanın galibi oldu.

* 27 Temmuz - 2010 Avrupa Atletizm Şampiyonası İspanya’nın Barcelona kentinde başladı.

Ağustos * 7 Ağustos - TFF Süper Kupa’sını Türkiye Kupası Sahibi Trab-zonspor Süper Lig Şampiyonu Bursaspor’u 3-0 yenerek ka-zandı. * 15 Ağustos - Spor Toto Süper Lig 2010-2011 sezonu baş-ladı. * 15 Ağustos - Sümela Manastırı 88 yıl aradan sonra ayin yapıldı. * 16 Ağustos - Heavy Metal grubu Iron Maiden on beşinci albümü The Final Frontier’ı yayınladı. * 27 Ağustos - İlker Başbuğ görevini Işık Koşaner’e devretti. * 28 Ağustos - 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası; İz-mir, Ankara, İstanbul ve Kayseri’de başladı.

Eylül * 3 Eylül - Polonya ve Ukranya’nın ev sahipliği yapacağı 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri başladı * 6 Eylül - U2, İstanbul’da konser verdi.

* 12 Eylül - Anayasa değişikliği ile ilgili 2010 Türkiye Cumhuri-yeti Halk Oylaması yapıldı. * 12 Eylül - FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nı ABD Türkiye’yi yenerek kazandı. * 21 Eylül - KPSS ve bazı sınavlarda ortaya çıkan kopya skan-dalı nedeniyle ÖSYM başkanı Ünal Yarımağan istifa etti.

Ekim * 13 Ekim Şili de Göçükte mahsur kalan 33 Madenci Kurta-rıldı.

Kasım * 28 Kasım - 2010 Asya-Pasifik Şarkı Yarışması Hindistan’ın Mumbai şehrinde yapıldı.* 28 Kasım - Haydarpaşa Garı’nda çatı katında yangın çık-tı.

Aralık* 10 Aralık - Wikileaks, diplomatik gizliliği olan binlerce gizli belgeyi yayınlayarak dünya siyasetini karıştırdı.* 18 Aralık - CHP, 15. Olağanüstü Kurultayı’nı Ankara Arena Spor Salonu’nda yaptı

Page 81: Z.Eksen-İlk Mahallelerden Kentlere Anadolu

80