a n a l a rtvr.tavirdergisi.org/wp-content/uploads/2015/07/1992_22...gerardo escobar, avukat....

52

Upload: others

Post on 01-Feb-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • A N A L A RKıyısına gelip de

    bakıyorlar bir uçuruma başları dönmeden;

    soğumamış oysa açılan toprak, tabutun daha yeni

    örtülmüş kapağı, yeni değmiş körpe vücudlara kurşun,

    dökülen kan dinmemiş daha,duydukları acı, büründükleri yas,

    yaktıkları daha yeni.Ve nerdeyse doğacak olan güneşe benzer

    bir dirim ışığı yüzlerinde;

    yeniden doğurmaya hazır cömertçe"yeni oğullar için mayalanmış yürekleri

    Kemal ÖZER

  • Aralık 92'de1

    Merhaba

    2Hangi Şiddetin Sancağı / Selim Akdenizli

    8Çocuklar Umut Çocuklar Eylem,

    Çocuklar Özgür / Hayati Azim

    14Guernica - Şırnak / Utku Deniz

    20Gürkaynak Notları / Tavır

    22Yaşamn Sonsuz Derinliğinde Yaşayacaklar /

    Ertan Yağmur

    26Gün Bizim / Grup Ekin

    29Sanatsal Yarışmalar / Tavır - Röportaj

    35Modern Edebiyatın Baş langıç Kıpırtıları II /

    Çev iri

    40Nota / Grup Ekin

    44Haber-Yorum

    Ön kapak resmi : Bernhard HEISING

    Chile, 12. September

    Ön kapak dizeleri : Nihat Behram'ın

    şiirlerinden derlenmiştir.

    Arka kapak fotoğrafı: Mehmet ÖZER

    Arka iç kapak resmi:

    Jewgeni JEWTUSCHENKO

    T A V I R 1

  • Ariel Dorfman / ÖLÜM VE KIZ oynundan bir sahne

    HANGİ ŞİDDETİN SANCAĞI!

    Selim AKDENİZLİ

    izlerden birini öldür-sek ne kay bederiz?"Paulina soruyor tetikte... Parmakları tetikte. Yıllardır beklediği f ırsatı kaçırmak istemezce-sine iki eliyle sıkıca sarılmış silahın kabzasına. Halka paletle, postalla saldıran, ardında her köşebaşında bir inf az, onbin-lerce kay ıp ve say ısız

    işkence dosyası bırakan bir cuntay la hesaplaşıy or. İşkencedeki "sa-

    nık"a sağlık kontrolü yapmakla başlay ıp işi defalarca tecavüz etmeye vardıran Doktor Mengele'siyle hesaplaşıy or. Direncinin karşılığı olarak gördüğü işkencenin, y aşadığı tecav üzlerin hesabını soruyor. İşkencenin bir kalıntısı olarak içinde bir y umru gibi kalan, y ıllarca söküp atamadığı korkularıy la hesaplaşıyor. Bireysel bir öfke de var sıkılı y umruğunda. Fakat 17 y ıl süren cunta dönemini ölümleri, kay ıpları tüm bunların üzerine sünger çekerek, insanlık suçlularını y argıla-

    madan, cezalandırmadan ku-rulacak olan "demokrasi"y i daha doğrusu demokrasi al-datmacasını sorgularken, ta-rihsel, toplumsal bir hesap-laşmaya dönüşüy or oy un. Paulina, 15 y ıl hiç eksiltmeden taşıdığı "bir gün gelecek biz yargılay acağız" umuduyla beklemiş. Rastlantı, sonucu ev ine gelen Dr. Miranda'y ı sesinden tanıy ınca eline geçenf ırsatı tereddütsüz kullanıy or. Sıkı sıkı sarılıy or silahının kabzasına, kendisine v e ülkesine y aşatılan acıların hesabını soruy or işkenceci-

    2 T A V I R

    "S

  • sinden.

    Paulina Salas, Şilili, Arjan-tin'li de olabilir, Filipinler, Yu-nanistan y a da belki Türki-ye'li.

    Dr. Roberto Miranda. Önce idealist duygularla katılıyor iş-kenceye. Gözaltındaki "sa-nık"ın sağlık durumunu kont-rol ediyor. İşkenceye daha ne kadar day anabilirler diye. Önceleri bir sınırda tutmay a çalışıyor işkenceyi. Hatta day anamaz diye gözaltı ndakini korumaya çalışıyor. Fakat zamanla o insanlık dışı sistem Dr. Miranda'daki hayvani duy guları açığa çıkartıp geliştiriyor. Sonuçlarını merak etme-ye başlıy or. Bir doktor gözüy-le (!). Hangi tutuklu, kaçıncı günde kaç volt elektriğe nasıl bir tepki verecek diye merak ediy or örneğin. Kadınlar üzerindeki f iziksel ve psikolojik etkileri gözlemlemey e başlıy or. Zamanla bu bir tutkuya dönüşüyor. Yol yöntem gös-termey e başlıy or. "Devam edin. Dev am edin!"

    İşkenceye katılan hiç kimse masum kalamaz... Kalamıyor. İşley en çark onu da bir dişli haline getiriyor. Paulina'ya def alarca tecavüz ediy or... 15 y ıl sonra kurbanının eline düştüğünde bu kez sorgulan-ma sırası ondadır. Bu kez onun elleri ay akları bağlıdır. Tıkaç onun ağzındadır. 15 y ıl önce sorgudakonuşturama-dığı için acizlikle itham edi-y ordu: "Delirmiş! (Gerçekten Şili mi bu anlatılan ülke. Tür-kiye'de de sorguda direnenle-ri uyuşturucu müptelası diy e suçluy or işkenceci şef ler) Şimdi de onu y argılamay a kalktığı için delirmiş diyor. (Arjantin'de çocuklarını ara-y an analara diktatörlük Per-şembe'nin Delileri adını tak-mıştı.) Her yapı, tüm özellikle-rini, içinde barındırdığı tüm unsurlara kazandırıyor. Dr. Miranda'nın, onursuz, saldır-

    gan f akat gerçekte özgüven-siz ve zavallı özellikleri kişisel özellikler değil. Cunta'nın Amerikan sermayesi pay an-dalı saldırganlığı, zorbalığı gerçekte özgüv ensiz y apısı şekillendirmiş onu. (Oy un bu temel özelliği atlamasa da yeterince vurgulamıyor.) Sonunda itiraf ediy or. Üste-lik y ıllarca gözaltındakilere uyguladığı işkence yöntemleri kendisine uy gulanmadan. Ancak, karşısında, baskının, zulmün yarattığı acının nasıl önüne geçilemez bir öfkeye dönüştüğünü görüyor. Tıpkı halk gibi. Suskunluk y erini hesap sormaya bırakıy or. 17 y ıl süren zorbalık kendisini de tüketmiş, y ıpratmış. Tıpkı cunta gibi. Sonu gelmek üze-re... Karşısındakinin kaybe-decek hiçbir şeyi y ok. Biriken acı, korkuyu da yenen bir öfkey e dönüşüyor. Arada tepki-yi yumuşatacak, yargılayanın gönlünü alacak, sancısız bir şekilde geçmişin üzerine sünger çekecek, uzlaştırmacı biri gerekiyor. Son çare olarak Paulina'nın eşi Gerardo Es-cobar'a sığınıy or.

    Roberto Miranda, Şili'li... 1973'te Şili'nin kapısında iş-tahla el oğuşturan ITT sermay esi v ardı. Çünkü ülkede zengin bakır v e güherçile ya-takları Şili sahillerinde 6. f ilo vardı. Darbeci ordunun elin-de USA damgalı silahlar, ülkede amansız bir katliam. Roberto Miranda, böyle bir düzeni temsil ediy or. Arjan-tin'li de olabilir. Filipinler, Yu-nanistan ya da belki Türki-ye'li...

    Gerardo Escobar, avukat. Paulina ile sınırdan darbeci-ler taraf ından arananları ka-çırma çalışmaları sırasında tanışıy or. Nişanlanıy orlar. Kaypak, kararsız yapısı ne-deniy le her küçük burjuv a gibi baskılar karşısında geri adım atıy or. Paulina işkence-

    de, ülkede cunta var. İlişkisi-neve duyarlılıklarına ihanet ediyor. Daha sonra bir orta-yol buluyor. Paulina ile evle-niyorlar. "Demokratikleşme" programında yer alan Cunta dönemindeki ölümleri, kay ıp-ları araştırmakla, suçluları bulmakla görev li bir komisyona seçiliy or. Komisyonun asıl misyonu, birikmiş tepkileri, öfkey i bastırmak. Suçlular, or-dunun izin v erdiği sınırlar içinde araştırılıp bulunacak f akat kamuoyuna açıklanma-

    Pasifizm ve uzlaşmacılık bir tek yolla

    burjuva şiddeti enge lleyebilir.

    Zorbalığın karşısında direnilmiyorsa,

    zorbalık daha fazla ezmek ve sömürmek

    için daha fazla şiddet kullanmaya ihtiyaç

    duymaz. Çünkü önünde hiç bir engel

    yoktur.

    yacak. Yargı önüne çıkarıl-may abilirler üstelik. Çünkü, Pinochet, hala silahlı kuvvet-lerin başındadır v e ordu ülke-nin tepesinde Demokles'in kı-lıcı gibi sallanmaktadır. Çünkü eski diktatörleri kızdırıp onların hükümeti devirmesine neden olmamak gerekmekte-dir. Çünkü sancısız bir biçim-de ulusal barış ve uzlaşmay ı sağlamak gerekmektedir. Çünkü Demokrasinin başına dert açılmamalıdır. Ama, so-kaklarda, fabrikalarda, okul-larda hesap sorulmasını bek-

    TAVIR 3

  • ley en öfkeleri birikmiş bir halk v ardır.

    Her an taşkınlık yapabilirler v e onları y atıştıracak uzlaş-macı formüller bulmak gerek-mektedir. İşte bu araştırma komisy onu aranan f ormül, Gerardo Escobar da aranan kişidir. Escobar, Paulina'ya verdiği "Bir gün gelecek biz yargılayacağız" sözünü unut-muş, yeni hükümetin yargı or-ganlarından, mahkemelerin-den medet ummaya başla-mıştır. Paulina haykırır "kim y argılay acak? Çocuklarını aray an analara, gidin nerede kaybettiyseniz orada aray ın diy en y argıçlar mı?"

    Escobar sancıy la kıv ran-maktadır. Haklı da olsa Pauli-na'nın hesap sormasını en-gellemelidir. Ya büyü bozulur-sa, askerler kızıp geri gelirler-se?

    Böy le bir tehdit uslandırılma-sı gereken bir toplum için dü-şünülüyor. İşte Gerardo gibi-leri toplumsal rehabilitasyon için biçilmiş kaftandır. Bir uz-laştırıcı, bir aracıdır.

    Gerardo Escobar... Şili'li. Şiddete, sömürüy e day alı bir iktidarın kılık değiştirerek hal-ka day atılmasında, halkın he-sap sormasını, y argılamasını engellemede uzlaştırıcı bir misyon yükleniyor. Pasif izmi, zorbalığın çözümü olarak gör-mekle kalmay ıp bunu zorbalığın yeni politikalarıyla eklem-lenmiş bir biçimde devrimci muhalefete bir baskı aracı olarak da gündeme getiriyor. Demokrasicilik oyununda "ha-vuç"u temsil ediyor. Arjantin'li olabilir. Filipinler, Yunanistan y a da belki Türkiye'li.

    Oy un, döktüğü kanların le-kesini üzerinden sile-reky ıllarca halka çektirdiği acıların hesabını vermeden demokrasi görüntüsü verilmiş y eni sürece "y umuşak geçiş" yapmay a çalışan bir iktidarı, yaşadıklarının acısını y ıllarca

    4 T A V I R

    içinde taşıyan f ırsat buldu-ğunda bireysel de olsa hesap sormaktan kaçınmay acak denli, öf ke dolu bir kadını v e bunların arasında uzlaşmacı olarak roloy nayan "y eni" dü-zene bel bağlayan bir "aydın"ı toplumsal olgular olarak ele alıp sorguluy or.

    Paulina'nın tavrı bireysel ve özgütsüz bir biçimde de olsa hesap sormaktaki kararlılığı, insanlık düşmanı şiddetin kar-şısına çıkışı ayrıca dikkate değer. Fakat, asıl tartışma sonusu, bugün yeniden gün-cellik kazanan çeşitli biçim v e ay gıtlarla şiddete dayalı bir düzenin hangi y öntemlerle or-tadan kaldırılacağıdır.

    Çeşitli biçim ve aygıtlarla di-yoruz çünkü kapitalist sömü-rünün v arlığı bile başlı başına sömürülen sınıf ların üzerine yüklenen bir şiddeti içerir.

    Burjuvazi bugünkü demogo-jilerinin aksine iktidara gelir-ken de şiddete dayalı bir dev -rim yapmış v e ilerici olduğu dönemlerde bile düzenini sür-dürebilmek için azgınca bir şiddete başv urmaktan kaçın-mamıştır. Bunun için serbest rekabet döneminde, küçük y aşta çocukların kar hırsı ne-deniyle sağlıksız koşullarda ve çok düşük ücretlerle çalış-tırıldığını ya da ilk sendikal örgütlenmelerin nasıl kanlı şiddetle bastırıldığını hatırla-mak y eterli.

    Burjuv a sömürü, tarih bo-y unca şiddeti gündeminden hiç çıkarmamış, tam tersine emperyalizm v e siyasal geri-cilik döneminde bu yöntemleri zenginleştirerek iktidarının te-mel day anağı haline getirmiş-tir. Üstelik uluslararası bir ni-telik kazanarak şiddet ve te-rör "ihraç" etmey e başlamış-tır.

    Emperyalizm, askeri-silahlı bir şiddetin yanısıra eğitim sistemi, basın-yay ın ve uluslararası planda kurduğu yay -

    gın medy a ağı ile entellektüel şiddeti de temel hak v e öz-gürlüklerin bile kısıtlanmasın-da ustaca kullanabilmektedir.Geriy e, yalnızca üretim araç-larına sahip olanların özgürlü-ğü bırakılmaktadır.

    Burjuvazi, aynı özgürlüğü(!) emekçilere de sunmaktadır. "Dilediğin metaya sahip olabi-lirsin. Çünkü bizim varolabil-memiz için senin tüketmen gerekir". Ancak alım gücü sı-nırları içinde. Çünkü bundan ötesi sermay e sınıf ının mülki-yet ÖZGÜRLÜĞÜ'ne müda-hale olacaktır.

    Kapitalizm, özel mülkiyet öz-gürlüğü dışındaki tüm özgür-lükleri sınırlamıştır. Bunu dü-zeninin sürmesi için ve şiddet araçları kullanarak y apar. Bu şiddet eşitsizliği ve sömürüyü sürdürmey e yarayan bir şiddet olduğundan insanlık dışı-dır ve iktidarın elinden gitme-sine neden olabilecek çelişki-ler yoğunlaştıkça şiddet de y oğunlaşır.Şili, Arjantin, Filipinler y a da

    Türkiye... Gerardo Escobar ti-pi uzlaşmacı v e pasifist ay-dınların anlayamadığı y a da anlamak istemediği de budur. Yeni sömürge ülkelerde ege-men sınıf ların çelişkisi ve krizi her zaman bir yoğunluk taşır. Bu yüzden de şiddeti sürekli-dir v e krizi derinleştikçe buna bağlı olarak ağırlaşır.

    Toplumsal muhalefetin yük-seldiği dönemlerde tüm de-mokratik aygıtların ortadan kaldırılmasına (bir cuntaya) buna tepkiler geliştiğinde, yıp-randığında ise tepkileri y umu-şatacak "demokratikleşme" gösterilerine ihtiy aç vardır.

    Gerardo Escobar tipi, bu noktada faşizmin ihtiyaç duy-duğu önemli bir araçtır. Halkı rehabilite edecek, zorbalıkla halk arasında barışı sağlaya-cak bir misyon yüklenir.

    Pasifistler, bu özelliklerini bir erdem gibi gösterirler. Öyle

  • ya şiddet gibi kötü duygular-dan arınmışlardır. Tüm emek-çiler sürüp giden bir şiddetin altında ezilseler de, o bu tür işlere bulaşıp ruhunu kirlet-memiştir.

    Böy lesi bir bencillik v e sub-jektif y argıy la devrimci şiddeti de zorbalıkla eş tutarak lanet-ler v e karşısında y er alır.

    Oysa kapitalizmin şiddeti çok açıktır ki toplumsal dina-miklerin önüne kan insanlı-ğın gelişimini durdurmayı he-defley en sömürüy e dayalı bir şiddettir. Ve sömürüy e dayalı bir düzen oldukça bu şiddet süreğendir. Yani kapitalizm, şiddeti kendi özünde barındı-rır.

    Proletaryanın-emekçi sınıfla-rın şiddeti kendi doğasından kay naklanan değil hak ara-may la birlikte zorunlu olarak gelişen v e şiddeti-savaşları düny a ölçeğinde ortadan kal-dıracak "tercih" edilmiş bir şiddettir. Tercih edilmiştir, çünkü emekçilerin en küçük hak ta-lebinden, eşitlikçi ve özgür bir iktidar 'kurma mücadelesine kadar her yönelişi iktidar tara-f ından şiddetle bastırılacaktır.

    Pasifizm v e uzlaşmacılık bir tek y olla burjuva şiddeti en-gelley ebilir. Zorbalığın karşı-sında direnilmiyorsa, zorbalık daha f azla ezmek v e sömür-mek için daha f azla şiddet kullanmaya ihtiyaç duymaz. Çünkü önünde hiç bir engel y oktur. Ancak bu bile özünde şiddete day alı bir ilişkidir. Çünkü zorbalığın saldığı kor-ku hükmedilenin üzerinde şid-deti temsil eden bir tehdit un-suru olarak durmaktadır. (Gerçekte toplumun doğasın-da zulmedene sonuna kadar boyun eğiş hiç bir zaman yoktur.) Bu mantık (-sız) zincirinin dışında pasif istin teorilerinde hiç bir meşruluk yoktur.

    "Ölüm v e Kız" da Gerardo Escobar işkence suçlusu Dr.

    T A V I R 5

  • Miranda ile hesap soran Paulina arasında arabuluculuk yapmaya, Paulina'y ı yatıştır-maya çalışmaktadır. Açık bir tehditi koz olarak kullanmak-tadır: "Kışkırtıp bu adamları geri gelmelerini mi istiy orsu-nuz?"

    Peki direnmezsek v e geri gelmezlerse? Emeğin, top-lumsal kimliğin ve benliğin sö-mürüsü tepkisizce sürüp gide-bilir ve muhalif unsurlar tepki-sizce ortadan kaldırılabilirler.

    İşte pasifistin evrensel mis-yonu burada belirginleşiyor. Toplumsal muhalefetin bastı-rılmasında kılık değiştiren burjuvazinin bir uzantısı v e onun şiddetinin gizlenmesin-de bir araçtır. Sonuç apaçık ortadadır: Bırakılsa sonsuza dek sürüp girecek bir zorbalı-ğın bay raktarlığı. Burada, ter-cih sorusunu Caudwell'den alarak soralım: "Hangi şiddet sancağının altında kabul etti-recektir kendisini? Burjuva ilişkilerinin şiddeti mi yoksa yalnızca onlara direnmekle kalmay ıp onlara son verecek olan şiddet mi? Burjuva toplumsal ilişkileri giderek üstüne kurulu oldukları sömürü ve mülksüzleştirmenin şiddetini daha fazla açığa vuruyorlar, giderek daha açıkça insanı baskı v e vahşetle bunaltıyor-lar. Eylemden kaçan pasifist kendini bu sancağın altına y azdırır, herşeyin olduğu gibi kalması ve kötüye gidişin san-cağı, sahip olanların olmay an-lara uy guladıkları artan baskı v e şiddetin sancıları (...) Ya da kendini devrimci sancağın, geleceğin sancağının altına yazdırır." (!) Şiddete dayalı bir egemenliği tüm kurum v e ku-ruluşlarıyla nihai olarak ortadan kaldıracak sancağın... Bunu yaparken şiddete baş-vuruyor olması onu karşısına çıktığı düzenle ay nılaştırmaz v e kendisiy le ahlaki anlamda

    6 T A V I R

    da olsa çeliştirmez. Çünkü bu şiddet grevler, mitingler, f abri-ka işgalleri, üniversite boykot-ları, gecekondu direnişleri ka-dar meşrudur. Halkın adaleti-ni, öf kesini, umudunu özünde barındırdığı için meşrudur.

    Hayatın içinde olmaktan ge-len bir cüretkarlığı v ardır. "Biz görüşlerimizi zorla gerçekleş-tirme cesaretine sahip miyiz? Onların doğruluğuna dair ne garantimiz v ar? Tek gerçek garanti eylemdir. Bizim inanç-larımızı fiziksel madde üstün-de zorlay acak, toplumun alt yapısını ev lerde, yollarda, köprülerde v e gemilerde in-san yaşamını tehlikeye atmak pahasına kuracak cesareti-miz var, çünkü teorilerimiz ey-lemle çıkmıştır v e ey lemle de-nenirler. Bırakınız köprü y ıkıl-sın, gemi batsın, ev çöksün eğer hatalıysak. Biz doğanın nedenselliğini inceledik, eğer y anlışsak bırakın üstümüzde kanıtlansın."(2)

    Paulina gibi bireysel v e inti-kam duy gularına dayalı bir şiddet değil hay atın içinde sı-nanan doğrulara dayalı, ör-gütlü ve yeni bir y apı kurmayı hedefleyen bir mücadelenin ürünüdür. Y ine de Paulina'nın sorusunu yenileyerek sorabili-riz: Ne kay bederiz?

    Daha dün y anıbaşımızda olan, bugün; işkencecile-rin,direncine tahammül ede-meyip kaybettiği insanlarımız olsa, Yusuf ların, Hüse-yin'lerin, Hüsamettin'lerin, Tuğrul'ların mezarlarını arıy or olsak, işkencede tecav üze uğray an Paulina Salas değil de Esma Polat olsa. Daha sonra onu da katlettikleri on-larca dev rimci gibi y argısız-sorgusuz kurşuna dizmiş olsa karanlığın bekçileri. Ve elle-rinde USA patentli M-16'larıy la aramızda dolaşıyor olsalar, kapımıza yanaşıyor

    olsalar, ekmeğimize bulaşıy or olsalar... Ve onların ef endile-ri, topraklarımıza konuşlandı-rılmış çekiç güçleriyle Ortado-ğu'da y eni terör düzeni kur-mak için Genel Kurma'ya ka-rarlar aldırıp, Kürt halkını katlettiriyor olsalar... "Demok-rasinin direği" parlementodaki milletin vekillerine figüranlık yapıp görüntüyü kurtarmak düşüyor olsa, bunun da adı demokrasi olsa...

    Çünkü Ortadoğu'da bereket-li petrol y atakları olsa, çünkü memleketimizde demir, kö-mür, liny it yatakları ve de bembeyaz pamuk tarlaları olsa. Herşeyden önemlisi "ucuz emek cenneti" olsak.

    Emek hakkını ararken hep zorbalıkla karşılaşıy or olsa. İşçiler grev e gittiğinde grevler ertelenebiliyor olsa, memurlar grev li-toplu sözleşmeli sendi-kal hak için y ürüdüğünde coplanıy or olsalar, öğrenci gençlik toplumsal bir sorumlu-lukla, YÖK'e, ücretli eğitim sömürüsüne, devlet terörüne HAYIR diyerek boykota gittiğinde "Panzerler üzerlerine kalkıy or" olsa... Şiddete ve zorbalığa day alı sömürü düzeni böy lece sürüp gidiyor olsa.

    Tüm bunlara dur demek için halk kendi adaletini dikse dü-zenin karşısına. Zulme diren-menin ötesinde, onu zorla y ıkmak için, biraz rahatımız-dan vazgeçmey i, bedeller ödemey i göze alsak, bunun karşılığında kazanılacak kos-koca bir ülke v e yeniden y a-ratılacak bir düny a olsa ne kaybederiz?

    Daha doğrusu kaybeder mi-yiz, yoksa kazanır mıy ız?

    Not:1) Ölen Bir Kültür Üzerine incelemeler / C. Caudwell/ C. 1 syf.1272) A.g.e. syf. 125

  • BİR YAPRAKTA KAN DAMLASI

    mor dağların ucundakızıllıklar çökmüş bir akşamdı

    parmaklıklarla bölündü alnımgözlerim ufuklarda kaldıgökyüzünde bulutlargökyüzünde aygökyüzünü kanayan bir şevkat gibi kapladılarayakları prangalı baktım yıldızlara gülüm

    sana orda gözlerimle sarıldımve avluya bir uzunbava gibi çöktü akşamyağmurlardan topladım yüzünü de

    gökkuşağında kaldı içerimşimdi ölüm denmez canıma od basmayayaşam içinboynumu pey sürmeye ölüm denmezmadem ki özgürlüğe şifrelidir yenilgimmadem ki insandır arklarda hasat edilen

    gözyaşıyla da bölüşülür ekmek

    Christo Neikov

    ölümle de bölüşülürgel kardeşadını sen koy bu akşamıngel kardeşbirlikte sevelim dağlara diz vurmay ı

    biliyorum boynumda halkalanacak bu gecebu gece kara duvarları yırtarak susacagmnamuslu bir yemin gibi vereceğim başımıbu gece gözlerimi kavuşmasz yumacağımalnımda veda serinliği rüzgarınbu gece ayın kardeş sessizliğine bakacağımsonra ülkemin kızlarınave oğullarınakanla yazılmış bir sevda bırakacağım

    bu gece usul usul bitti gökyüzü usul usul küçüldü göğsümde acının yürek çatlatan büyüklüğü alın hayretinizi üzerimden korkunuzu ve ihanetinizi alın inançla yendim bu acıyı ben aç kızların aydınlık gülücüğünden öptüm yeryüzünü ve rüzgara yazıldım

    Asım GÖNEN

    TT A V I R 7

  • ÇOCUKLAR UMUT,

    ÇOCUKLAR EYLEM,ÇOCUKLAR ÖZGÜR

    Hayati AZİM

    er y er kum v e mı-cır dökülmüş ça-murlu bir y olda y ürüyorum. Tedir-ginlik rüzgarları uçuşuyor biry er-lerden. Bugüne değin gördüğüm

    gecekondulardan f arklı birşeyler arı-y or gözlerim. Kü-çük bir meydandan

    geçiy o-rum, öteberi sıralanmış ev ler v e bir de f ırın. K. Armutlu bu-rası mı diy orum. Az ilerisi, di-y or arkadaşım. Yürüy orum y ol biraz daha çamurlu şim-di.Evler biraz daha sey rek v e basık. Daha çok köy evlerini çağrıştırıy or.Birden bir tablo-nun karşısında buluy orum kendimi. Çev resinde ağaçla-rın,ev lerin olduğu kocaman bir göl. Hemen sağımda ikin-ci boğaz köprüsünün ay akla-rı uzanıy or. Boğaza y akın bir y erde olduğumu bilmesem gördüğümün bir göl olduğu-nu düşünmeye devam edebi-lirim. Sol taraf ımda tepedeki panzerler, polis otobüsü uzaklaştırıy or beni boğazın mav iliğinden.

    Tedirginliğimin nedenini soruyorum kendime. Bugüne

    değin K.Armutlu, kim oturu-yor, nasıl bir y aşamları v ar, sorunları neler gibi bir y ak-laşımla basında görülmedi pek. Seksensekizlerde ga-zetede gördüğüm bir f otoğ-raf gelip oturuy or gözlerimin önüne. Dozerler, yıkılan evler, bağırıp çağıran ağlayan kadın v e çocuk görüntüleri. İstanbul alışıktı bu görüntü-lere. Kamuoy unun pek alı-şık olmadığı Gülsuy u'nu, Bir May ıs Mahallesi'ni anımsatan görüntüler geldi bunun ardından. Beklenme-dik direnişlerin odağı oldu K.Armutlu. Birçok insan y a-ralandı. Bir de ölü.

    Polislerin dikkatini çekme-den y ürüme çabasındayız. Arkadaşımın fotoğraf maki-nası ceket altında. Yaz bo-yunca K.Armutlu'yu ziy arete gelen, genelde; öğrenci, av ukat, öğretmen v e parla-menterden oluşan insan haklarıhey etlerinin hemen hemen tümü en az birkaç saat polislerin zorunlu misa-firi oldular.

    Ev lerin çoğu briketten v e basık. Fakat arsa sıkıntıs ı çekilmediğinden büy ükçe. Yer y er kulübe benzeri ev -

    ler de v ar. Az da olsa beto-narme yapılar da göze çarpı-yor.

    Polislerin olduğu tepenin uzağınday ız artık. Bir aile kö-mür taşıyor. Arkadaşım bir iki kare f otoğraf çekiyor uzak-tan. Onlara yaklaştığımızda kömür taşıyan kadın, kendile-rinin fotoğraf ını çektiğimizi düşünerek neden f otoğraf çektiğimizi soruy or. Sesinde bir karşı çıkış v ar. Konuşma-larından basına olumlu bak-madıkları belli. Bugüne değin ne söylerlerse söylesinler ga-zeteler kendi bildiklerini y az-mış. Gazeteci olmadığımızı, f otoğraf sanatçısı olduğumu-zu söy lüyoruz. "Çekin, istedi-ğinizi de y azın, buradaki ger-çekleri değiştiremezsiniz" di-yor.

    TAYAD'lı bir ana camdan bakıp çaya çağırıy or bizi. Te-peden gözetlediklerini söy le-y erek ev e tek tek girmemiz için uy arıy or. Önce arkadaşım giriy or ev e. Ben kapıy ı bulana kadar ev in çevresinde bir tur atıy orum.

    Ananın kızı cezaev inden y eni çıkmış. Eşi de y eni emekli olmuş. Maaşı bağlan-mamış daha. Ana'nın eşi ile

    8 T A V I R

  • tanıştığımda bir eziklik duyu-yorum içimde. Kıskanıyorum belki de. Tüm devrimcilerin anasıyım diyen bir Ana'nın ailesi de olabileceğini düşün-memiştim hiç. Kömür alama-mışlar daha. Ev buza kesil-miş. İyi giyinmiş olsam da so-ğuğun içime işlediğini du-yumsuy orum. insanlarsa sıcak mı sıcak. Gözünaydın diyorum Ana'ya. Kızı yanında olduğu için sevinçli ama bu sev inç y etmiy or ona. Ben tüm devrimcilerin anasıy ım diyor. Son dönemde verilen şehitler için üzgün. Makbu-le'nin cenaze törenine katıl-mış kısa bir süre önce. Çe-vikler saldırınca "Sizin ana-nız yok mu? Vurmayın" de-mişler çeviklere. Yok, yanıtı alınca."Ah oğlum sizi kerane-den mi getirdiler buraya" diye sormuş analardan biri. Kıp-kırmızı kesilmiş yok diyen. Gülüşüyoruz. Ana da gülü-yor. Cenazede insan dövülür mü? Biz de polislerin cena-zesine gidip onları dövelim diyor sonra. Gülmemiz kahkahaya dönüşüyor bu kez.Bir kez de gözaltına alınmış.Onu eşi anlatıyor.Şube-y e gitmiş Ana'yı sormaya. "Alışık değiliz böyle şeye. Çekiniyorum da. Sarışın, gençten bir polis kapıda nö-bette. Ben yaklaşıp karıyı so-ruy orum. Demesin mi sen yatağındaki karıya söz geçi-remiyorsun da şubede karı mı arıyorsun diye. Ama nasıl ol-dum? Beynime kaynar ka-zanlar..."

    Kız çayları getiriyor. Bizi gördüğüne sevinçli. Biz Ar-mutlu'yu soruyoruz o, hala içerdeymiş gibi bir hisle "İs-tanbul'da ne var ne yok" diyor. "Pek birşey yok, Armut-lu'da geçenlerde kuşlama ya-pılmış" derken anlamadığımı sezinliyor bakışlarımdan.

    "Bildiri... havaya atıldığında sav rulup uçuy or y a, onun için kuşlama işte."

    Gün kararmak üzere. Bir başka eve geçiyoruz. Seve-cen, güleç yüzlü bir kadın Hatice. Yirmidokuz yaşında. Kocası simit fırınında çalışı-yor. Evden yeni çıkmış. Az daha önce gelseydiniz onu da görürdünüz, diyor. Aç mı-sınız diye soruyor hemen. Aç değiliz, az önce birşeyler atıştırdık. Ev öyle bir yoksul-luk kokuyor ki insan aç olsa da açım diyemeyecek. İki çekyat var oturduğumuz odada. Birinin ortası göç-müş. İyice aşınmış bir halı var yerde. Kenarlarından be-tonun griliği sırıtıyor. Oturduğumuz odanın dışındaki yer-ler sıv asız v e kapıları yok. "Üç y ıl oldu daha toparlaya-madık evi" diyor. Yoksul ol-manın utancını seziyorum sözlerinden. Yoksul olmak onun kendi suçu değil oysa.

    Tokat'ın köylerindenmişler. Yazın ekinle biçimle uğraşır-larmış. Hep birlikmişler ka-yınlarıyla. Gelin, kaynana, el-ti tartışmalarıyaşanırmış sık-lıkla. Biçtikleri buğday da ye-

    melik kadarmış, satmaya kal-mazmış. Bir kat yatakla ayrıl-mışlar babaevinden. Kapıcı olmuşlar Bahçelievler'de. Durumları iyiymiş o zaman-lar. Kocası ciğerlerinden ra-hatsızlanıp kaloriferi yaka-maz olunca kapıcılıktan ayrıl-mak zorunda kalmışlar. Bu kez bir fabrikada bekçi ol-muş. Bir odalı bir gecekondu kiralamışlar. Yağmur yağın-ca sular dolarmış içeri. O iş-ten de atılınca fırında çalış-maya başlamış. K. Armut-lu'ya gelmişler sonra.

    İlkin kömür taşıyan ailenin fotoğraf çekmemize gösterdi-ği tepkiyi anlatıyorum Hati-ce'ye. Sözümü bitirmeden ağzımdan kapıyor ve "Yanlış yazıyorlar. Birçoğunu kovduk buradan. Sadece Özgür Gündem... onun muhabirleri-ni de tanıyoruz artık" diyor. Gülümsüyor o ara. "Mücade-le'y i benimsiyoruz, Gün-dem'e sempatiyle bakıyoruz" diye ekliyor. Armutlu insanı-nın yaşam öyküleri birbirine benziyor çoğunca. Genellikle toplumun en yoksul kesimin-den. Birkaç kondunun önün-de özel oto da var. Otolara

    T A V I R 9

  • şaşmamak olası değil. Ko-nuşmaları otolu kondulara çekiyorum. Ha! O mu? Satın aldı, diy or Hatice. Oranın esas sahibi kovulmuş Armut-lu'dan. Kırkbeşmilyon saymış adam. Kaybedecek hiçbirşe-yi olmayan insanların gece-kondu yaparak orayı ölümü-ne olsa bile savunmasını kavrayabiliyorum ama tapu-su ve güvencesi olmayan bir yere kırkbeşmilyon vermeyi kavrayamıyorum. Basit bir kumara benziyor daha çok. İki katlı bir inşaat yapmış adam, aldığı evin bahçesine. Yıkılırsa kırkbeşmilyonu gi-decek. Yıkılmazsa boğazı kucaklayan iki katlı bir ev. Camcıymış adam. Yardım da etmiş konu komşuya!

    Oda karanlığa bürünüyor Hatice anlatırken. Bir ara

    elektrikler yanıp sönüyor öl-günce. Armutlu'nun elektrik şebekesi yok. Evden eve ak-tararak yapılmış elektrik sis-temi felç olmuş. Çoğu odun kömür alamadığından elekt-rikli ısıtıcılar kullanılıyor. Aşı-rı yüklenmeyikaldıramıyor tesisatlar. Karanlıkta ders ça-lışma çabasındaki çocuklara bakıyorum. Hatice'nin büyük kızı Şengül orta ikiye gidiyor. Az önce geldi, bir etamin ku-maş parçasıyla. Elişi dersi için desen işliyor. İlkokul dör-de giden Özgür'le Dilek kü-çük bir sehbada yapıştırma resim yapıyorlar. Renkli ka-ğıtları karanlıkta nasıl kesip yapıştırıyorlar kimbilir? Hatice büyük kızı Şengül'e sen-de para var mı, diye soruyor." Beşbinlirası var kızın. Etamin alışverişinden artmış. Mum

    alınıyor o beşbin lirayla. Ço-cukların yaptkları çalışmala-ra bakıyorum. Gecekonduya benzeyen evlerin her iki ya-nına kavak ağaçları dikmiş-ler. K. Armutlu'da en çok di-kilen ağaç kavak. Biraz da erik ağacı... Çocuklardan biri sarı bir kağıttan güneş kesip yapıştırıyor resmin sol üst köşesine. Diğerine bakıyorum o da güneşi kesip yapış-tırmı karanlıkta. Hatice'nin dört çocuğu var, ikisi komşu-nunmuş. İsimlerini soruyo-rum teker teker. Anaları; Ay-şe, Fatma... Çocuklarsa Öz-gür, Umut, Eylem...

    Eylem dört yaşında. K. Ar-mutlu'da doğmuş. Annesin-den tabanca almasını istiyor-muş sürekli. Yolda yürürken aynı istemini tekrarlayınca polis de duymuş. Tabancası-

    10 T A V I R

  • nı vermiş Eylem'e. Eylem tabancayı aldıktan sonra şapkasını da istemiş polisten. Ne ana ne polis anlayabilmiş şapkay ı neden istediğini. Şapkayı ne yapacağını sor-muş polis. "Seni vurucam" demiş Eylem. Şapkayla bü-tünleştirmiş saldırganlığı küçücük düny asında.

    Hatice kendilerine terörist denmesinden yakınıyor arada bir. Kendi anası bile terörist diyormuş ona. "Karakollara düşesin" diye de beddua okur dururmuş. Anasının du-aları, onyedi nisanın ardın-dan Armutlu'da gerçekleşen operasyonu protesto için ya-pılan açlık grevinde gerçek-leşmiş. Hatice "Ben terör de-ğil, dört çocuk anasıyım" diye açıklama yapmı basına. Daha sonra da gözaltına alın-mış. Götürülüşünü anlatıyor gülerek." Ben iki polisin ara-sındayım. Anamı gördüm o ara. Anam ellerini havaya kaldırıp kuş gibi çırpıyor. Bir taraftan böyle çırpınıyor, bir taraftan da "Oh olsun! Ben sana karışma demedim mi" diye söyleniyor. Oh olsun diye diye düşüp bayıldı."

    On gün sürmüş Hatice'nin gözaltı süresi. Çocuklara anası bakmış o günlerde. Hem bakmış hem de terörist diye söylenmiş. Çocuklar da sık sık anneanneye küsüp kendi ev lerine gelmişler. Şengül, yemek yapmayı bil-diğini,üç kardeşine bakabile-ceğ in i söylüyor. Fakat onlar anneanneye küsüp kendi ev-lerine geldikçe anneanne de toparlay ıp geri götürmüş onları.

    Şengül'ün gözaltısı yok. Mahalleye gelen yabancı hey etlere yardım için postaneye kadar götürmüş, polisler alıp otolarına bindirmişler o zaman. Biraz nasihat edip bı-

    rakmışlar. Şengül o anı anlatırken yanakları kızarıyor yine. "Çok korktum, hani kayıp oluy or ya insanlar".

    Fadime Ana'nın evine gitmek için dışarı çıkıyoruz. Boğazdan bir gem i geçiyor. Her taraf tam bir ışık seli. Kırmızı, sarı, mavi... Yeryüzünün tüm ışıklarının ortasında ol-duğumu düşünüyorum, K. Armutlu'nun karanlığında.

    Fadime Ana'nın evi diğerle-rine oranla daha özenli. Kapısı, çerçevesi üstünkörü değil. Beyaz yağlıboya ile boyanmış. Yerler marley. Ucuzundan da olsa koltuklar var salonda. Evinin öteki evler-den daha iyi olduğunu söylü-yorum. "Ben de dışını sıvatamadım. Dışı sıvalı evler daha sıcak" diyor. Fadime Ana köydeki tarlalarını satıp nesi varsa yatırmış bu eve. Çoğu yıkıma uğrama korkusuyla fazla masraf etmemiş evlerine. Fadime Ana daha çok çocukları okusun diye gelmiş İstanbul'a. Gelirken de "ben apartmanlarda oturamam, ayağım yere bassın ", diye tutturmuş. Bayrampaşa'da dört tarafı apartmanlarla çevrili bir gecekondu kiralamışlar. Başını kaldırdığında göky üzü görünüyormuş yine de. Üç oğlu var Fadime Ana'nın. Biri şehit düşmüş... Devrim şehidi. Ortanca olan da hapiste. Büyük oğlu Ankara'da okuyormuş. Bıraktırmış okulu. Şimdi eve o bakıyor. 'Başın sağolsun demek', kabuk tutmu yarayı kanırtmak gibi gelir bana. Gözlerinden süzülüverecek damlaları bekleyerek, başın sağolsun diyorum istemeden. Gözy aşı yok. Bir hüzün dalgası gelip geçiyor mavi gözlerinden. Oğlundan bir anı, bir fotoğraf arayan gözlerim duvarlarda geziniyor. Karakalem resim

    çalışırmış, şiir yazarmış oğlu. Bir arkadaşıyla birlikte günlük tuttukları bir defterleri varmış. Che'yi ve kendisini resimlemiş ölmeden önce. Şu an eve bakan oğlunu gözaltına almışlar Bayrampaşa'daki kondularında. Onu gözaltına alırken resimleri de suç delili diye götürmüşler. Bir daha geri alamamışlar resimleri. Oğlunun ölümünden sonra arkada da gözaltına alınınca onların birlikte kullandıkları şiir ve anı defterini de yırtmak zorunda kalmışlar. Sek-sendokuz 1 Mayıs'ında Mehmet Dalcı'yla beraberlermiş Şişhane'de. Fadime Ana'nın büy ük oğlu, "bir tek bu kaldı kardeşimden", diyor. Meh-met'le anısını şiirleştirmiş ölümünden önce:

    "Yürüyoruz Beyoğlu'ndaBir Mayıs meydanınaYumruklar havadaSloganlarımız dalgalanıyorKulaktan kulağa

    Yürüyoruz Beyoğlu'ndaİşgal altındaki meydanımı-za"

    Armutlu' ya ne zaman gel-diklerini soruyorum. Gülümsüyor Fadime Ana. "Büyük oğlum gözaltına alındıktan sonra geldik. Burada bulamazlar belki bizi dedik ama buldular" diyor. Armutlu'yu sorduğumda şöyle bir düşünüyor. Son operasyondan sonra insanlar sinmiş biraz, kendi kabuklanma çekilmişler. Anayı üzüyor bu. "Dev-rimciler bir kazık çaktı Armutlu'ya, kimse söküp atamaz onu. Buranın insanı da ne devrimci olur, ne devrimcilikten vazgeçer, diyor. Oğlu biraz daha iyimser. "Bakma sen öyle göründüğüne çok devrimci çıkar buradan" diyor. Ana atılıyor hemen: "Sadece K. Armutlu'dan değil heryerden yetişir devrimci.

    T A V I R 1 1

  • Siz burda mı büyüdünüz san-ki. Ama sizin dev rimci olaca-ğınız daha çocukken belliy di"

    Armutlu insanını kesin ka-lıplara koy up tanımlamak doğru değil elbet. Şurası da bir gerçek ki K. Armutlu'ya gelene değin köy lüydü, işsizdi, v eya sosyal güv encesi, çalışma güvencesi olmay an insanlardı çoğu. Suskundu-lar, eziktiler, bükülmüştü boyunları. Birlikteliğin gücünü kavradılar y ıkımlarda. Hak aramay ı, direnmey i öğrendiler. Sosyalist kültürü soludular az da olsa.

    Fadime Ana yatıya kalmamızı istiy or. Bir başkasına söz v ermemiş olmay ı, orada biraz daha kalabilmeyi ne çok isterdim.

    Muzaff er otuzüç yaşında, belediy e işçisi. Seksen önce-si Gültepe'de oturuy ormuş. Bekarmış o zamanlar. Şimdi onun da Özgür adında bir kı-zı var. O günlerde faşistlerin saldırısına uğramış. Önemli bir anı onun için. Dev rimcili-ğin ne olduğunu tam bilmez-miş o zamanlar. En güzel düny aları dev rimcilerin kura-cağına inanmış v e kendini devrimci diye tanımlamış. Faşistlerin saldırısını anlattık-tan sonra gözaltına alınışını anlatmaya başlıy or. Konuş-maları daha çok köy delikan-lısı ağzında.

    "Onyedi nisandan sonra... Biz mahallece toplandık, ce-nazey e gideceğiz. Şimdi po-lislerin olduğu tepede. Dolan otobüs kalkıy or. Birkaç oto-büs kalktı. Ben daha binme-miştim. Sonra bir molotof patladı. Hemen sonra saldır-dılar. Ama bir göreceksin. Yerde ne bulduysak kaldırıp atıy oruz. Yüz metre kadar püskürttük polisi. Bu kez ateş açmaya başladılar. Önce ha-v ay a atıy orlardı, sonra bel-

    den aşağı atmaya başladılar. Bir taraf tan kurşunları gözlü-y oruz, bir taraf tan da taş atıyoruz. Kurşunlar sıy ırıp geçi-yor. Yere bakamıy orum as-lında. Taş, çamur ne geldiy -se... Dağılma başladı kitlede. Bir siv il beni gözüne kestir-di... Yukarıdan bir helikopter kameray a alıy or..."

    Muzaff er çabuk davranıp ellerini y ıkamış y ağmur biri-kintisinde. Genelde elleri ça-murlu olanları almışlar ama Muzaffer de kurtulamamış gözaltından. Üç ay kadar kal-mış içerde, "İstinye.... kara-kolu çok kötü. Çok kötü dö-vüyorlar orda." diy or sık sık. Daha otobüste başlamış so-pa. Dudaklarını sıkıca birleş-tirip gözlerini biraz daha aça-rak "Kaç cop kırıldı üstümüz-de bir bilsen" diy e soruy or. Dirensek bu kadar sopa y e-mezdik diye de ekliy or he-men. Karakolda suskun kal-mış önce. Kızlar slogan atı-yormuş. Slogan atan kızlar-dan birinin üstüne upuzun uzanmış bir polis görünce dayanamamış atlamış polisin üstüne. Bunu anlatırken kü-fürler dökülüyor dilinden. "Cinsel tacizlerin de bir iş-kence y öntemi olarak algı-lanması gerekmez mi" diy e soruy orum."Biliy orum" diye yanıtlıyor kafasını sallayarak. Operasy ona dönüyor y ine. "Kitle dağıldıktan sonra in-sanlar ev lere kaçıştı. Day ak ama ne day ak... Camdan ka-pıdan giriy orlar içeri. Gözleri hiçbirşey görmüy or, çoluk çocuk dinleyen y ok Çocukla-rı da komünisttir bunların di-y orlar."

    Muzaff erin karısı pek ko-nuşmuyor. Ara sıra katılıy or söze. Operasyon anında K. Armutlu'da değilmiş. Otobüs-le Karacaahmet'e gitmiş. Me-zarlığa giremeden de geri

    gelmişler. "Orada da saldır-dılar" diy or. Konuşmalara az katılıy or olmasının, kocası-nın çok konuşuy or olmasın-dan kay naklandığını düşünü-yorum. Yaşamı eşiyle birlikte omuzlamış, cin gibi bir kadın aslında. Temizliğe gidiy or-muş. Muzaff er'in tutuklu olduğu günlerde iş arkadaşları biraz y ardım toplay ıp gön-dermişler ama y ük daha çok onun omuzlarına binmiş.

    Sabah, sis çökmüş Armut-lu'y la uyanıy oruz. Muzaff er işe, eşi temizliğe, Özgür oku-la gidiy or. Bir sessizlik var Armutlu'da. Tanımlaması zor. Insansızlaşmış bir köy sanki. Birkaç köpek koşuy or ordan oray a. Evin önündeki taşlara y aşlıca bir adam ge-lip oturuy or. Polis mi diy e ba-kıy oruz. K. Armutlu'dan biri olmalı. Sessizliği bozmaktan kaçınıy or sanki. Düşünüy or.

    Sessizliğe karışıy oruz bizde. Az sonra ayrılacağız Armutlu'dan. Armutlu'luyu, in-sanlarını, y eterince tanıy a-madığımı düşünüyorum.Orada daha çok kalmak, daha çok insanla konuşma iste-ğimi bastırmaya çalışarak yürüy orum çamurlu yollarda. Daha önce mahalle birimle-rinde görev almış biri geçiy or y anımızdan. Selam v eriy o-ruz. Kafasını öbür yana dön-dürüy or. Bir başkasıy la karşı-laşıy oruz az sonra. Ay aküstü laflarken iki kişi daha geliy or. Çay içmeye çağırıy orlar. Birkaç kişiy le daha konuşabil-menin sevinciyle giriyorum içeri. Gülsüm v e Nihat Armutlu'da tanışıp ev lenmişler. Pazarlamacılık y apıy orlar şimdi. Gülsüm'ün kulübe türü bir ev i v armış Armutlu'da. Daha çok oranın insanına y ardımcı olmak için gelmiş. Kulübekondu, örgüt ev i olarak bellenince boşaltmış ora-

    12 T A V I R

  • yı. Oturdukları ev orada gör-düğüm evlerin en iyilerinden biri. Yıkım olayının artık aşıl-dığına inanıyorlar. Ahmet be-lediye işçisi. Mustafa lokanta-da çalışıyor. Onlar da bu gö-rüşte. Mustafa'nın eşi cezae-vindeymiş daha. Son operasyonda alınmış. Bunu çok doğal bir olaymış gibi söylemesi şaşırtıyor insanı. Çocuklar?... "Alıştı artık onlar da" diyor. Tarn onüç kez yı-kılmış evi. Ondördüncüsünü kendisi yıkıp betonarme ya-pıy ormuş.

    Ahmet gecekondulaşmada deneyimli. Bir Mays mahal-lesinin kurulmasında da var-mış. Fakat orada evi yok. Gönüllüymüş o zaman. Bir Mays mahallesiyle Armut-lu'yu karşılaştırarak "Bir Ma-yıs'ta daha sağlam bir örgüt-lenme vardı, orada yiyeceği olmayan bir aile aç kalmazdı, burada kalabilir" diyor. Nihat Tokat'tan iki köyü boşaltıp gelenlerin Armutlu'ya alınma-sını hata olarak yorumlay ın-ca, Gülsüm kocasına uyarıda bulunarak bunları süreçle bir-likte degerlendirmek gerekti-ğini söylüyor. Seksensekiz-lerde, Ey lül'ün baskılarının yeni yeni kırılmaya başladığı günlerde birçok insan Armut-lu'ya yerleşmekten çekinmiş Gülsüm'ün düşüncesine gö-re.

    Tokat'tan gelenler için beş konduluk kontenjan ayrılmış olmasına karşın geri dönüşü düşünmeyen bu insanlar da kabul edilmiş Armutlu'ya. Sosyalist kültürün özümsen-mesi bir süreci gerektiri-yor... Köylüler hemşehrilik ilişkilerini de taşımışlar Armutlu'ya. Kendi aralarında hiç uyum sağlayamayan bu insanlar başkalarına karşı Tokat'lılık day anışmasıyla birlik oluv ermişler sürekli.

    Hemşehrilik ili-kileri, birbirlerini kayırmalar veya birbirlerine ça-mur atmalarla mücadele edili-yor mahalleler-de.

    Sosyalist kültü-re göre yapılan-maya çalışan mahalli birimle-rin, kadının dö-vülmesini yasak-layan tavrına ve kadın erkek eşit-liği kavramlarfna sığınan bazı ka-dınların gereksiz çıkışları da hoş anlar olarak ha-tırlanıyor. Gül-süm bazı olum-suzluklara karşın sosyalist kültü-rün Armutlu'da kalıcı olacağını düşünüyor.

    Sözü çev ik kuvvete getiriy o-rum yine. "Onla-rın neden burada oldukları belli", diy or. Geçenlerde bir kavga olmuş birkaç kişinin arasın-da. Kav gay ıçev iklere haber vermişler fakat onlar "bu bi-zim işimiz değil" demişler. Armutlu insanının kapıların ı devrimcilere kapadığında po-lisin mahallede kalmasının gereğinin de ortadan kalka-cağını söylüy or.

    Gülsüm, Nihat, Ahmet ve Mustafa yıkımların olmaya-cağı kanısında olsalar da her olasılığı tartıp biçiyorlar birer birer. "Burayı tankla topla yı-kabilirler de" diyorlar. Fakat bunun Armutlu insanını bir araya toplayacağını ve geç-mişte yaşanan direnişlerin yeniden yaşanması demek olacağını ileri sürüyorlar.

    Önemli bir olasılık da Armut-lu'nun parça parça yıkılma-sı.Bir bebek ağlaması duyu-yorum. Gülsüm "Sinan uyan-dı" diy erek koşuyor. Grup Özgürlük Türküsü'nün ezgi-leri dolaşıyor düşlerimde.Ağlar aç bir çocuk çamurlu bir sokakta Şimdi Sinan uyanacak Sinan'ın gülücükleriyle ay-rılıyoruz oradan. Armutlu çı-kışında bir duvar. Kırmızı bo-y alarla iri iri yazılmış ve son-radan karalanmış bir duvar yazısı. Dikkatlice bakılırsa okunabiliyor yine de.

    POLİSLE İŞBİRLİĞİ YAPANLARDAN HESAP SORDUK,SORACAĞIZ.

    T A V I R 13

  • GUERNICA - ŞIRNAK

    nsanlık tarihi sömüren-lerin çıkmazlarının ver-diği telaşla- yaptığı kat-liamlarla doludur. Bun-lar, sonlarını yaşadığı-mız şu yüzyılda sürmekte. Bu katliam-lardan, benzer özellik-lerinden dolayı ikisi; Guernica ve Şırnak'tır. Ortak yanları ise halklarının, ülkelerinde-

    ki etnik kökenleri ve bunlar-dan dolayı verdikleri müca-deledir. Guernica İspanya Bask ülkesinde, Şırnak Tür-kiye Kürdistan'ındadır.

    İspanya iç savaşı yılların-da General Franco, Alman-ya ve İtalya'nın desteğiyle İkinci Paylaşım Savaşı'nın ön hazırlıklarını İspanya'da ve Bask Ülkesinde denemiş-tir.

    ABD'nin Ortadoğu halkları-nın sahibolduğu petrol böl-gesini denetimi altında tut-masına yardımc ı olan TC ise ileri karakol işlevi görü-yor; katliamcı geleneğini sı-nıyor Şırnak'ta.

    1937 yılında bir bahar gü-nü Guernica halkı gökyüzü-nün uçaklarla dolu olduğunu görmüştü. "Kutsal Meşe" ad-lı ağaçtan dolayı Bask'ın kut-sal zehiri kabul edilen Guer-

    nica acımasızca bombalan-mıştı. Olaya tanık olan bir ki-şi şöyle anlatmaktadır: "26 Nisan ikindi üstü... Harikula-de açık bir gün. Hava yumu-şak ve bulutsuzdu. Guerni-ca'nın varoşlarına saat 5 ' e doğru vardık. Yollar çok iş-lekti. Çünkü alışveriş günüy-dü. Aniden sirenler ötmeye başladı. Bizi bir korkudur al-dı. Halk köşeye bucağa ka-çıştı. Kendilerine korunacak yer aramak için herşeyi oldu-ğu gibi bıraktılar. Hatta bazı-ları dağlara doğru koştu. Kı-sa bir süre sonra Guernica üzerinde yabancı bir uçak göründü... Ve kentin merke-zine üç bomba attı. Bunun üzerinden çok geçmeden ye-di uçak gördüm. Bunları altı tane daha izliyordu ve sonra beş uçak daha geldi. Hepsi de Junkers uçaklarıydılar. Bu arada tüm Guernica pa-nik içindeydi... Uçaklar çok alçaktan uçuyorlardı. Olsa olsa ikiyüz metre yüksektey-diler. Bu arada kadınlar, ço-cuklar ve yaşlı adamlar isa-bet alıp sinekler gibi yerlere dökülüyorlardı. Her yanda büyük kan birikintileri görü-yorduk. Tarlada tek başına duran bir yaşlı çiftçi gördüm. Bir makineli tüfek yağmuru

    öldürdü onu. Onsekiz uçak bir saatten çok Guernica üzerinde kaldılar ve bomba üzerine bomba yağdırdılar. Patlamaların ve yıkılan evle-rin çıkardığı sesler akıl al-maz bir şeydi. Uçaklar cad-deler üzerinde uçtular. Görü-lebilen her yere bomba yağ-dırdılar. Daha sonra kraterleri gördük, bunların onaltı metrelik çapları vardı. Uçaklar saat yediye doğru gittiler. Bu sefer çok daha fazla yüksekten uçan yeni bir uçak dalgası geldi. İkinci f ilo, kentimizin üstüne yan-gın bombaları attı. Bu bom-bardıman otuzbeş dakika sürdü. Ama tüm bölgeyi ya-nan bir fırına benzetmeye yetti. Yangın bombaları ile yapılan bu saldırının hangi amacı güttüğünü hemen an-lamıştım. Bunlar yangın bombaları kullanarak tüm dünyayı, Basklıların kenti kendilerinin yakmış olduğu-na inandırmak istiyorlardı... "(1)

    1992 yılı Ağustos ayında aynı faşist oyun Şırnaklılara oynanıyordu. Bir Şırnaklı olayı şöyle yorumluyordu; "18 Ağustos akşamı 22.30 sıralarında silah sesleri duy-maya başladık. Daha sonra

    14 T A V I R

    i

  • havan topları ve mermiler patlamaya başladı. Bu arada bizim eve birroketatar mer-misi isabet etti. Sabah olun-ca şehri terk etmeye karar verdik, terketmeye çalışırken hala bombalar yağıyordu. Açılan ateş sonucu bir kadın öldü, yaşlılar ve çocuklar ya-ralandı. Bir mezraya geldik ve ölümüzü gömmeye çalış-tık. Buradan geçerken bizi gören bir helikopter hemen bombaladı. Burada da bir kadın öldü ve bir çocuk yara-landı. 20 Agustos günü geri dönmeye çalıştık. Askerler ev leri yakıyorlardı. Askerle-rin bombardımanı sonucu bütün eşyalarımız yandı. Mahsullerimiz telef oldu. Bü-yükbaş hayvanlarımız öldü-rüldü. Daha sonra televiz-yoncular çekim yapıp, tüm dünyayı, şehri bizim yaktığı-mıza inandırmaya çal ışt ı- lar..." (2)

    Guernica'da bu katliam re-simle anlatıldı. Faşizmin bu kara sayfalarından biri sa-natla, her zaman atılmaya

    hazır bir yumruk olarak göz-ler

    önüne serildi.Resmin ilk sergisi sırasın-da bir

    kadın yanında kızıyla gelip, Guernica'nın önünde durur. Yanındaki kızına şöy-le der; "İşte bu hepsinden korkun. Sırtımda bir örüm-ceğin gezindiğini duyar gibi oluyorum. Kuşkusuz burada ne yapılmak istendiğini anla-mıyorum. Fakat gerçekten çok ilginç, bedenimin parça-landığını hissediyorum."

    Guernica resminin yaratı-mını, İspanyol Cumhuriyeti Hükümeti tarafından görev-lendirilen, Picasso'nun yakın arkadaşı Doris Maar aşama aşama kaydetmiştir.

    Pablo Picasso 28 Nisan 1937'de Guernica'nm bom-balandıgını gazetelerden okumuştu. Kısa bir süre önce de 1937 yılı Paris Ulusla-rarası Sergisi'nde gösteril-mek üzere İspanyol Cumhuriyeti Hükümeti ona bir resim ısmarlamıştı. Böylece Picasso, yapacağı resmin konu-sunu bulmu oldu. 1 Ma-

    yıs'da da resmin ilk ön çalış-malarına başladı. Hemen temel figür olan At, Boğa ve Kadın'ı çizdi. Bu bir anda oluşmuş bir şey değildi. 1934'de yaptığı Yaralı Bo-ğa, At ve Kadın adlı sürrealist çalışmasından ana im-geleri aldı. 1937'de yaptığı Franco'nun Düşleri ve Ya-lanları serisinde ise Guerni-ca'da kullanılan olguları ka-fasında pişirdi. Uzun süredir kafasında olan bu imgeleri Guernica olayının patlama-sıyla doruğa ulaştırdı. Dene-me yanılma yöntemiyle yo-ğurarak, resmi oluşturdu.

    Bu ilk çalışmada, sol üst köşede, üstünde kuş duru-yormu izlenimini veren bir boğa, ortada boynu gerilmiş bir at başı, sağ köşede ise elinde bir şey tutan bir kadın vardır. Ön çalışmada sınır-ları belirfeyen çizgilerde bu-lunmaktadır. Bunlarsa, sağ köşede evin duvarı konu-mundaki çizgi ve resmin ka-rışıklığını odaklayan bir yarı çember v ardır.

    Artık her yer Guernica

    Şırnak

    İstedikleri yeşermesin

    bir tek başak

    Sevdiğim;

    Sen dağında döğüşürken

    bugün

    Bebemize sarılıp öldüm.

    Yok, biliyorum ayrısı

    Hem kırın hem şehrin.

    •-*&âm

    T A V I R 15

  • Resmin ileride sürekli deği-şimine karşın boğa, at başı ve kadın hiç değişmemiş, re-sim bu imgelerin üzerine ge-liştirilmiştir.

    2 Mayıs günü bir çalışma-da boğa sol üst köşede, boy-nu tamamen gerilmiş ve baş yukarıda, kadın köşesinde ve kolu uzayarak sof üstteki atın yanına geliyor. Işıkta ye-rini çatalımsı bir şekile bıra-kıyor. Kadının hemen altında karnı olmayan bir hayvan es-kizi v ar. Ancak aynı gün resim yine ilk çalışmaya dönüp gelişiyor. Kadın yine ışık tu-tuyor. Boğa ve at yerlerinde. Resimdeki yenilik ise atın altında; elinde bir mızrak tutan ve başından kanlar akmış bir erkeğin ölüsü... Ayaklarının altındaysa bir çocuk ölüsü olması.

    9 May ıs günü Picasso son ön çalışmayı yapıyor. Bu ça-lışmada boğa ve kadının ko-numu ortalanıyor. Atla bir üç-gen oluşturuluyor. Çalışma-da Guernica pazar yerinin o günkü durumunu anlatan olaylar gelişiyor. En sağda yanan bir ev, onun yanında sıkılmış bir y umruk. Atla yumruk arasında gerilmiş bir insan. Atın solunda onunla bütünleşmiş bir tekerlek. En solda da parçalanmış insan-lar ve ev görülüy or.

    11 Mayıs'ta resim tual aşa-masına geliyor. Tualde ilk il-giyi çekenler; yumruğun or-taya alınması, kucağında ölmu bebeğini tutan annenin gökyüzüne haykırışı. Ve sağ taraftaki büyük karmaşa. Or-taya en belirgin yere alınan yumruk, ölmüş savaşçının sağ eli, sol eliyse kırılmış bir kılıç tutuyor.

    İkinci tual çalışması sıra-sında ise yumruğun görünü-mü değişmiş başak tutan bir

    16 T A V I R

    el olmuş. Onun arkasında, güneş ilk defa resime girmiş-tir. Buresimdeki ikinci ışıktır.

    Üçüncü aşama ise artık resmin oturdugu aşamadır. Üçüncü tual çalışmasında Picasso yumruğu, gerilmiş at boynuna çevirmiş, güneşi de göz gibi betimlemiştir. Savaşçı ise kılıcı sağ eline almış, sol elini uzatmıştır.

    Bundan sonra ufak tefek değişiklikler olmuş ve resim ortaya çıkmıştır. Resim ha-vasız ve mekansızdır. Elekt-rik ışığı gaz lambası ve yan-gın, resme hemen hemen hiç ışık vermez gibidir. (3) Resmin üst yarısında içerik için en önemli olan şeyi, özellikle büyük ve göze çar-pıcı resmetmiştir. Alt kısım-da ise, insani acının küçük bölümler olarak resmedildi-ğini görürüz. (4)

    Guernica çok karışıkmış izlenimi uyandırmakta ise de bakanlara hemen kendini ta-nıtmakta ve anlatımını sun-maktadır. Rengi gümüş cıva rengidir. Bu da Bask maden-lerinden gelmektedir. Belki de resmin karışık görünme-sini sağlayan bu renklerdir.

    Tablonun değerlendirmesi-ni yapan Peter Weiss boğa-nın halkı, atın ise faşizmi simgelediğini söyler. Picasso ise bir soruya verdiği ya-nıtta boğanın doğrudan faşizmi değil fakat karanlık ve tehdit eden bir gücü simgelediğini söy ler.

    Gözlerden kaçan bir nokta ise atın ağızının içindeki uçaktır. Picasso'nun yanıtı-na dayanarak, bunun halkın sesini kesmek için gönderil-miş bir uçak olduğunu söyle-y ebiliriz. Ayrıca iki Mayıs'taki aşamasında erkeğin elinde tuttuğu mızrak, resimde atın sırtından girmiş, karnından

    çıkmış olarak görülebilir.Guernica'ya bakanlar resimdek i

    karmaşadan dehşe-te düşmekte ama sebebi be-lirsiz bir umuda kapılmakta-dırlar. Korku teslim olmakta kendini yok etmektedir.

    Picasso, insanın bütün ya-rattığı değerleri resminde toplamakta, faşizme karşılı-ğın, en görkemli örneklerin-den birini vermektedir. Ki Guernica tartışmasız politik bir resimdir. Büyüklüğü de politik olduğu, y an tuttuğu kadar v e sanatla görkemli bir anlatımla yapılmasından gelmektedir.

    "Guernica'y ı diğer anma ve anıt resimlerinden f arklı kılan şey, bu resimden açı-ğa çıkan ve bugüne kadarki toplumsal eleştirel egilimli sanatçılar üzerinde görülen şaşırtıcı etkisidir. Böylece Guernica, uluslararası anti-faşist sanat dilinin yaratılma-sına bir katkı olmuştur. Bir resmin ancak sanatsal açı-dan etkili olabileceği v e onun siyasal ajitasyonun hizmetinde olması gibi bir paradoks Guernica'yı sanat tarihinin bir miti haline getir-miştir. Başka hiç bir yapıtta görülmez bu." diyor Wılfried Wiegand.

    Picasso'nun İspanya iç sa-v aşı ile kazandığı sosyalist duyarlılık, Guernica'ya yan-sımıştır. Onu örgütlülüğe gö-türen y olu açmıştır. Ancak hiç bir zaman için örgütle (FKP) çok sıkı ilişkileri olma-mış, daha sonra da kendi kendine yok olmuştur.

    O dö-nemden sonra y aptığı -Kore'de Soykırım- tablosu da aynı konuyu işlemesine karşın hiç etki li olmamıştır.

    Sanat kitlelere ulaşmada en etkin görevlerden birini üstlenmiştir. Bir insana an-

  • '

    latmak istediğimiz duy guları-mız, resimle, müzikle, dans-la güçlendirildiğinde daha iy isonuç alınmakta, anlatım da-ha etkili olmaktadır. Küba'y ıgörmediğimiz halde, Na-zım'ın "Sen mutluluğun res-mini y apabilir misin Abidin"dizelerinde o günü y aşar gibioluruz. Brecht'inMezbahalar ın Jan Dark'ı-adlı oy ununda bozuk düzen-de karşı şiddetin kullanımı-nın zorunluluğunu çoğumuz, insanlara o kadar güzel anla-tamaz. Sanatla anlatım bir silahtır. Bunu bir yana bırak-maksa büy ük bir eksikliktir.

    Guernica yüzy ılımızın res-midir. 1987 y ılında Halepçe katliamını gösteren bir fotoğ-raf da y üzy ılın f otoğraf ı ola-rak değerlendirildi. Bunlar düny anın gözü önüne ger-çekleri serebiliy or ve insanla-ra artık birşey lerin y apılma-ması gerekliliğini hissettiri-yorsa, bugün Şırnak için de aynı şey gereklidir. Burada da sanatın etkisini, gücünü göstermesi gerekir. Resim, şiir, öykü, şarkı yapılmalıdır. Önümüzde onlarca örnek dururken bizler susamay ız.

    TC telev izy on kameraları-

    na Şırnak'ı görüntüleme izni v erirken, "minareyi çalan, kılıf ını hazırlar" mantığını gütmüştür. Oysa izlediğimiz görün-tüler sadece bir belge olmasına, sanatsal bir yanı olmamasına karışır y üzy ılın görüntüleri ol-may a aday dır. Eh ne de olsa aralarına girmek için çırpındığımız Av ru-palılar "Dağlar asla sak-lanmaz" demiştir. Her şey ortadadır.

    Ve nasıl Guernica bir resim, Halepçe bir f o-toğraf la anılıy orsa, türr sanatçılara, örgütlü y a da duy arlı olsun, "İşte Mey dan" diy oruz. Yeni Guernica'lara, yeni Şır-nak'lara izin vermeye-lim.

    KAYNAKLAR1) Picasso, Wilfried Wiegand, Alan Yayıncılık, sf. 110

    2) Mücadele Gazetesi, Sayı. 9, 6.sf.3) Modern Sanatın Öyküsü,

    Norbert Lynton, Remzi Kitabevi,sf. 1914) Picasso, Wilfried Wiegand,

    Alan Yayıncılık, sf. 1125) Picasso'nun doğruları ve

    Yanlışları, John Berger (Referans)

    Ünlü Fransız Sair Paul E L U A R D 1937 yılında Guernica tablosu için GUERNlCA'N l'N U T K U S U şiirini yazmıştır.

    GUE RNİ C A' N I N UTKUSU

    Tarlalarla maden ocaklarınınyoksul ev lerindeki insanlarSıcaktaki güzel yüzler, soğuktaki güzel yüzlergecenin, karanlığın, darbenin reddi için,her şey için güzel yüzler,Uzaya atılınca,Ölümünüz örnek olacak onlara.Ölüm, dehşete düşmüş bir yürekle

    Ekmek, toprak, su, uyku v e masmav i gökyüzünün mutluluğuv e kapkara yoksullukYaşamımızla ödetilecekEkmeğimizi elimizden alanlar,Bizi yargılayan çılgınlarMeteliği bölüşürüz deGereksinim duyma yız sadakanızaSaygımız v arÖlülerimizi selamlayacak kadarOnlar bizim dünyanın insanları değildir

    Kadınların, çocukların hep aynı hazinesiİlk yazın yeşil yapraklarından, saf ana sütündenv e pırıl pırıl gözlerindeki sürekliliğinKadınların, çocukların hep aynı hazinesiGözlerdeİnsanlar onu sav unuyor, elinden geldiğinceKadınların, çocukların gülü hep a ynı

    kızıl gül:Gözlerinde yansı yan kanınKorkuyla yüreklilik, yaşamla ölüm gibiİnsanlar için bir türkü gibi söylenen,İnsanlar için gizlenen bu hazineGerçek insanlar gelinUmutsuzluğu söndürüp umut ateşlerini yakmak içinBeraber açalım bir tomurcuk gibi geleceğin kapısınıParyalar, ölüm, toprak v e o iğrenç çirkinlik

    Düşmanlarımızın rengi gibi hep a ynıGecemiz gibi karanlıkAma kuşku yok utku bizim artık.

    Çeviri: Aydın KARAHASAN

    Bu şiir 1937 yılı ParisUluslararası Sergisinde

    Guernica tablosunun yanında sergilenmiştir.

    T A V I R 1 7

  • ŞIRNAK D ER İN YARA

    IKurşuna tutuldu, ne varsa göğün altındaEkmeğim toprağım aşkım adınaEvler sokaklar ölü hepsiEkmeğim toprağım aşkım adına

    Şırnak derin yara Kan szar gözlerime Göçe vurmuş canlar Toprağında sürgün Bağında yabancı olmuş Gözlerde kan irin Gözlerde öfke suyu

    Yahu bu fermanaEl basmadıkdolanır durur baş ımızda

    Vuruldular bir solukta kardeş dediklerim Aldılar bebelerin yaşanmamış ömrünü Ve dolu vurur gibi gecenin bir vaktinde bahçeme Yıldızlar kovuldu bombalar yağdı Şırnak üstüne Yayıldı boşluğa sınır tanımadan havan sesi Ve dumanlar sildi, doğadan güneşin rengini

    IIBir değ il Şırnakİki deil üç değilDersimler yanar içimdeKanı kurumadı Halepçe'de çocuklarınTazedir daha Cizre'de toprağı ölülerin

    18 T A V I R

    Ve Kasaplar DeresiVe Ağrı

    Ve CudiVe ZilanYa otuzüç yaramYa seni DicleNereme koyam

    Ete kemiğe doymadı Top tüf ek İcadından bu yana

    Yanar yüreğim yanarAcı sevdadlr ŞırnakHer şeyim düşman şimdiAhdim v arTarlada ekinimDöle durmuş bebem düşman

    Dalda narım Bahçemde gülüm Ayvam armudum Baharım yazım kışım Yolunmuş bostanım Bağım Ya zulüm Neyliyem sana

    Kenan SENCER

  • K A R İ K A T Ü R

    T A V I R 19

  • GÜRKAYNAK NOTLARI

    TAVIR

    nak'a doğru, içimizde kucak-laşma duygusu, gözlerimizde hüznü bastıran sevinç. Şehit-lerimizin yeni yaptırılan me-zarlarını ziyaret edip, köyde verilen yemeğe katılacağız.

    Baskı Kürdistan'da günlük yaşamın parçası. Köye on ki-lometre kala kurulan bariyer-lerde durdurulmayı ve kimlik kontrolü yapılmasını yadırga-mıyor hiçkimse.

    Gürkaynak tabelasının önünde, yüzlerimizi dağlara dönerek iniyoruz otobüsten. Başı sevdalı dağlar hey! Eliyle işaret ederek yiğitler durağını gösteriyor bir arkadaş ve anlatıyor Şerafettin'i, Sabit'i,

    Tuncay'ı, Hasan'ı, Mustafa'yı-Yüreğinde umut saklı dağlar hey!

    Gürkaynak dört dağ arasında bir köy. Ankara yolu geçiyor ortasından köyü ikiye bölerek. Kaysı, elma ve armut ağaçlarının çevrelediği patika bir yolda yürümeye koyuluyoruz. İçi sıcak yüreklerle dolu evler ve kıpkızıl renkler arasında parlayan elma ağaçları. Evler birbirine uzak. Her ev kendi bahçesinin içinde kurulu. Bazı bahçelerin ortasına elmalar yığılmış.

    "Hava buz gibi. Ayaza kesmiş her yan. Karın boyu iki metre. Beş el, silahın soğuk teninde. Silah sesleri ve köpek ulumaları geliyor köyün orta yerinden. Telsizler sonuna kadar açık..."

    Enstrümanlarımız ve elimizde karanfillerimizle varacağımız eve yaklaşıyoruz. İki katlı ahşap evde can dostlarımız karşılıyor bizi. Kucaklaşıyo-ruz bir bir. Yılların özlemlisi insanların duygularını yaşıyoruz. Analarımız bağrına basıyor "yiğitlerim" diye. O toprak evde boy ölçülemeyecek bir sıcaklık ortasında diz çöküp sohbete başlıyoruz.

    Köy halkı da orada. Komşu köylerden de gelenler var. Biraz oturduktan sonra mezarlara gitmek için kalkıyoruz. Mustafa'nın mezarına varıyoruz ilkin. O, toprağın altında aramadığımız. O, ülkenin dört bir yanında dalgalanan bayraklarımızda parlayan. Yine de eline sağlık mezarcı ustası, özenerek yapmışsın. Sana belki daha çok iş düşecek. Kolay olmayacak çünkü bu, zalimler saltanatını yıkmak, yaşanır kılmak bu acılı memleketi.

    "Bitmez burda bitmez. Yü-rüyünce ölüme karşı yaşamak sonsuz." Türküler söylü-

    20 T A V I R

    992 Mart'ı. Mart'ın 17'si, günlerden Sa l ı. Kanadı Gürkay nak Dağları; beş ka-ranfil daha özgürlük tohumu olarak düş tü toprağa. Emekçi lerin yağmalanmış emeğini, talan edil miş geleceğini sa vunarak düştüler Düştüler, eşitliğin hamurunu yoğururken cesaretin ve bil geliğin suyuyla; sarp yamaç larda çarpışarak düştüler Yerlerini yeni yüreklerin dol duracağını biliyorlardı. Bire bin verecek tohumları. Yola koyuluyoruz Gürkay-

  • yoruz mezar başında, kırmızı bantlar takıyoruz taşına.

    Suya zehir mi kattınGüle dikenAçlığa parmak mı bastınEkme ğ e küfHay oğul

    Nettin Gürkaynak'aGözlerin düşmüş yolaYüreğim beş parça.Hasan'ın mezarı ayrı yer-de.

    Ailesi kendi bahçelerinde yatsın istemiş. Oysa ne ka-dar isterlerdi tarlada çalışır gibi yürür gibi kol kola, aynı mevzide omuz omuza düş-mana kurşun atar gibi, yan y ana olmay ı.

    Anmadan sonra eve dönü-y oruz. Yemek hazırlıy oruz hep beraber, türküler söylü-yoruz hep beraber. Kavgamı-zı, değerlerimizi, düşenlerimi-zi anlatan türkülerimizi payla-şıy oruz coşkuyla.

    Telsizler sonuna kadar açık. Sesler geliyor. "Kaybet-tik" diyorlar. "Kaçırdık" diyor-lar. On yaşında bir çocuğu karlara yatırıyorlar. Evleri kurşunluyorlar. Deli gibi ora-

    dan oraya saldırıyorlar. Hava çok soğuk..."

    Küçük dinletimizden sonra yemeğe oturuyoruz. Aynı kaptan yiyip aynı tastan içi-yoruz.

    Yemekten sonra Hasan' ın mezarına gidilecek.

    "Silah sesleri yükseliyor tekrar. Telsizlerden bağırtılar duyuluyor: Gidemiyoruz, di-ğer taraftan kuşatın..." Koca dağların arasında küçük bir tepede kuşatılıyorlar.

    Namlular kusarken zehrini üstünüze

    İhanete geçit yok dedi yü-rekleriniz

    Hay oğulAkmalı son damla kan daŞu güzelim bahardaToprağına Gürkaynak'ın...Bir çığlık kopuyor yüreğimi-zin

    derinliklerinden. Onlar ise zaf er kutlamada.

    Varsın yürüsünsu da zehir olsun

    Varsın yürüsünGülde diken olsunVarsın yürüsünAçlık da bizim

    Küflü ekmek de

    Vurulmuş beş yürek

    Milyonlara gebe

    Gürkaynak da bizim.

    Hasan, ağaçlı bir bahçelikte uyuyor. Aşk olsun o teslim ol-maz yüreğe, aşk olsun.

    Malatya'ya dönüyoruz o ge-ce. Onca yorgunluğa rağmen dost sohbetleriyle yarılanıyor gecemiz. Gecenin ikisinde ancak farkına varabiliyoruz zamanın. Bir arkadaş esprile-riyle güldürüyor yorgun yüzle-rimizi. "Bir akrabam vardı" di-yor. "Çok yalancıydı. Köyde bir tek insanı söylediği bir tek şeye bile inandıramazdı. Bir seferinde köye gelirken "Do-muz leşi" gibi yolun kenarın-da öylece yatan bir insan ölü-sü görüyor. Herkese anlatı-yor. Ama yine kimseyi inandı-ramıy or. Ancak o sabah köylüler, ihbarcılık ve işbirlik-

    çilik suçlusu Kemal Kaplan'ın cezalandırıldığını öğreniyor-lar. Yaşar'ın gördüğü onun ölüsü..."

    T A V I R 21

  • YAŞAMINSONSUZ

    DERİNLİĞİNDEYAŞAYACAKLAR

    Ertan YAĞMUR

    22 T A V I R

    uğrul. Özbek'in de gözaltında

    katledildiğini öğreniyorum.

    Soğuk bir kış günü aralıksız yağan kara inat en hoş kokuları en güzel

    renkleriyle harman-layıp, baharı savu-nan bir yediverenin

    çağıltısını duyumsuyorum. Gözüm güneşin karşı tepe-lerden ırmaklaş ıp akarakoyunlar oynadığı bir nokta-ya kenetleniyor. Yusuf Erişti'yi düşünüyorum, Hü-seyin Toraman'ı... gözaltın-da katledilen dostlarımın seslerini duyuyorum. Gü-len, yiğit yüzleri canlanıyor gözlerimde.Birden iç Anadolu'nun

    uçsuz bucaksız bozkırla-rında buluyorum kendimi. Yaz güneşinin altında damar damar kavrulan tarlalarda alev olup göğe yükselmek istercesine başlarını havaya dikmiş ekini alel acele toplayan ırgatlar ı ay-rımsıyorum. Nas ırlı elleriy le nasıl da tit iz ayır ıyorlar taneyi saptan. Bir başka yerinde yurdumun ekin bir hafta öncesinden kaldırılmış tarladan. Sırtlarında yüzyılların yüküyle bir likte ağır buğday çuvallarını taşıyor ırgatlar. Oflayıp pufla-yarak girdikleri değirmenden una bulanmış yüzlerinde acı bir gülümsemeyle çıkıyorlar. Getirip un çuvallarını üç katlı, kalın duvarlarla çevrili bir evin önüne yığıyorlar. Çuvallar üst üste bir tepe gibi yığıldıktan sonra ağır ağır açılıyor oymalı tahta kapıs ı evin. Köyün ağası olduğu giysile-

    T

  • rinden belli olan uf ak tefek bir

    adamla birlikte yedi kişi beliriyor kapının önünde. Ve çuvalların

    üçte ikisi içe-riye taşınıy or birkaç saat içerisinde. Oysa yabani otları

    temizlemek, tohumu toprağa serpmek, sulama için kanallar

    açmak ve kız-gın güneşin altında ekini kaldırmak tarladan... ayları-

    nı almıştı ırgatların ama şimdi de her haneye düşen birkaç çuval

    buğdayla kışı nasıl geçireceklerini düşün-mek zorundaydılar. Saba-

    nın, orağın sapında onların teri vardı. Kızgın güneşin altında

    kanayan, çatlayan elleriy le onların kanı vardı tarlada. Ama işledikleri

    tar-la, ürettikleri ekin ve üretim araçları, orak, saban... onların

    değil. Mahrumlar elle-rinde tuttuklarından ve elleriyle

    ürettiklerinden.

    Hasan Gülünay'ı, Hüsa-

    mettin Yaman'ı, SonerGül'ü görüy orum ırgatların

    arasında, gülümseyen göz-lerinde kurtuluş gününün

    kıv ılcımı parlıy or Onlar to-humun, toprağın, suyun v e

    güneşin bereketi müjdele-diğini bilen toprak köleleri-

    ne sapına ter ve kan karı-şan orağın kızıl bayrağı-

    mızda çekiçe nasıl da y a-kıştığını göstermek

    mücadelesinde şehit düştü-ler. Onlar, şehitlerimiz... iş-kenceli

    sorgulardan sağ çıkmamışlarsa yüreklerin-de ve bilinçlerinde

    toprak köleliğinin son bulması v e orağın çekiçle yan y ana durması

    özlemi v ardır.

    Yediv erenin çağıltısını daha

    yakından duyuyorum şimdi. Uf uktaki noktaya da-

    ha keskin bakıyorum. Şe-

    hitlerimiz geçiy or önüm-den. Selamlıy orum onları. Ayhan

    Ef eoğlu bir koluma giriyor, Tuğrul Özbek diğer koluma. Yurdumun

    bir baş-ka yerine götürüy orlar be-ni. Madenlerden gelen tok kazma

    seslerini duyuy o-ruz. Alınlarında ırmaklaşıp akan tere her kazma

    dar-besiyle havalanan toz karı-şıy or madencilerin. Ama

    kirlenmiy or y üzleri. Emeğin ateşiyle, temiz ateşiyle pa-rıl parıl

    parlıy or yüzleri. Şa-fakla birlikte yerin yüzlerce metre altına inen

    madenci-ler güneş dağların ardına çekilirken ay ak basıy orlar

    yeryüzüne. Yüzleri güneş görmeyen bu emekçilerin

    ciğerleri de y ıllardır kara tozu eme eme bitirmişler kendilerini,

    ışıktan mahrum gözler iyi görmez olur bir süre içinde. Kulaklarda

    tok kazma sesleri çınlar durur tek gözlü odalarda.

    Ay han anlatmaya başlı-yor Tuğrul katılıy or ona."Madenciler, emekçileri-

    miz... insanlar ısınsın diye,koca f abrikalar ısınsın di

    ye, sallıy orlar kazmalarını.Kara maden santrallerde

    elektrik olsun, aydınlansındiy e yuv alar sallıy orlar.

    Ama madencilerimiz,

    emekçilerimiz değil midir ki koca

    fabrikalarda üretilen-lerden

    mahrum olanlar, ya-kacak odun parası bulama-yanlar,

    ödey emedikleri fa-turalarla

    ışıktan mahrum olanlar." Tuğrul atılıy or "bizler katledildiysek

    işken-celi sorgularda bu düzenin

    çaresizliğindendir v e yüre-ğimizde kurtuluş mücade-

    lesinin ateşinin işkencede bile

    alev ini y itirmemesin-dendir. Halkımız ki köylü-süyle, işçisiyle,

    memuruyla çelik bir yay gibi gerilen ve karanlıktan y ıldızlar

    doğurt-maya gebe. Bizki körükle-dikçe y üreğimizdeki ateşi ve

    saklamasını bildikçe ısı-mızı dosta güven düşmana savaş için

    yeryüzü cenneti ellerimizdedir."

    Şehitlerimiz hep bir ağız-dan

    "Biz dönüp yönümüzü emeğin haklı ateşine, yü-zümüzü terle

    ay dınlattık. Ve karanlıktan doğan y ıl-dızlarca çoğalmaya and iç-tik.

    Çünkü namlu gölgesin-de bir daha hain tel örgü-lerle

    parçalıy orlardı sev da-larımızı.

    Onlardı tohumu toprak-tan, sudan ve güneşten mahrum

    etmek istey enler ve dünya hepimizin derken bile kanlı,

    saly alı dişlerini gizleyemeyenler. Onlardı zaman sonsuz diyenler ve

    kök salıp toprağa, serpil-meye gebe körpecik f idan-ları kırıp dar

    ağaçlarında, sallandıranlar.

    Parçalanmasın diye sev-

    dalar, sevdalımızı bırakıp

    ardımız sıra, vedasız, tut-tuk dağların yolunu. Kırma-

    sınlar diye körpecik fidan-

    ları, dallarda bahar konak-lasın diye yaşamı haykır-

    masını bildik dar

    ağaçlarında. Başımızı dik

    tutmalıy ız, yürümeliyiz üs-tüne faşizmin. Yerle bir edeceğiz

    sömürüyü, yerle bir edeceğiz

    zulmü. Kura-cağız gülen gözleriyle ay-dınlıklar içinde bir

    düny a-y ı... dünyamızı.

    T A V I R 23

  • Jiri Mikula, Milada Mikulova

    24 T A V I R

  • GÖÇMEN

    -Gözaltında kaybolanlara-

    Adını v erdim Durgun göllere Düşmeyesin diye oğul Uzak y ollara

    Geceler oturunca Yeşil dallara Canalıcı iner oğul Serin yellere

    Sesini v erdim Akarsulara Dalmayasın diye oğul Kan uykulara

    Sabahlar oturuncaKaranlıklaraGöçmen kuşlar iner oğul

    Fidanlıklara

    Silinip de gitmiyor Yürek acısıKaybolan canların oğul Bu kaçıncısı -Bilinmezlere oğul Yazılan canların Bu kaçıncısı-

    Sevdanı verdim Dağlar başına Üfleyesin diye oğul Aşk ateşine

    Kuzgunlar dolanınca Turna peşine Çoban türküleri oğul Akar düşüne

    Silinip de gitmiyor Yürek acısıKaybolan canların oğul Bu kaçıncısı -Bilinmezlere oğul Yazılan canların Bu kaçıncısı-

    İbrahim KARACA

    T A V I R 25

  • lkenin her kar ış toprağında zulüm hükmünü sürerken "sözcüklerin kan pıhtıs ı" olduğu

    zindanlarda bedenlerini ölüme yatırarak karanlığı y ırtan bir şimşek gibi çaktılar. Tutuştu kavga, alevlendi yeniden. Gün kavgayı seçme günüydü... "Kavgayı Seç-tim"le türküledik... Anaların yüreklerinden koparılan par-çaların acısıyla, bin yıllık ce-halet, kölelik uykusundan uyanışları türkülendi. Pir Sultan'ın kavgasıyla, Serda-ri'nin "kısa çöp uzundan hakkını alacak" deyişiyle bü-tünleşti.

    Kavganın haklı soluğu sar-dıkça gün gün sokak sokak emekçiyi, gecekonduluyu, öğrenciyi, Kürt halkını... zul-mün hükmü kırılmaya yüz tuttu. Bedeller ödenmişti, ödenecekti. Zulüm ölümü dayattı, sorgusuz sualsiz. Ölüm aşılacaktı, aşıldı des-tanlarda direnişlerde. Topra-ğa karışan her beden, kav-gada çoğalan soluk oldu, düştü yollara. Onlara ölüm yoktu. "Bize Ölüm Yok" diye seslendik, ikinci kasetimiz-

    de... İşkencede direnişi, ge-cekondulu çocukları, Baba İshak'ın tarihsel haklılığıyla buluşturarak.

    Karanlığın bekçileri çare-siz, soyundular "İnsan" elbi-selerini, inançsızdılar, ah-laksızdılar, halksızdılar... Çirkeflik, namussuzluk ba-tağında çırpınarak daha çok battılar. Ne yaslanacak bir duvar, ne tutunacak bir dal vardı... sıktıklar ı el de-ğil, içtikleri su, yedikleri ek-mek değildi art ık. "Onlar İçin Herşey Bitti".

    Gün Malatya dağlarındanyankılanan gerillanın sesiyle sarmalandı, kopup geldiÇiftehavuzlar'a, Saba-hat'lere, Eda'lara, "Varsa Cesaretiniz Gelin" ile marş oldu dillere.

    Gün halaylandı, halayba-şı çekenlerin coşkusuyla. "Gün Bizim, Çekilecek Ha-layımız Var" adını verdiği-miz yeni kasetimizle yürü-yen işçiyi, direnen gecekon-duluyu, sokakları sahiple-nen memuru, uyanan Kürt Halkını... halaybaşını çe-kenlerin seslenişiyle halaya güç katan tüm ezilenleri tür-külemek istedik.

    Türkülemek istedik, çün-kü Çağdaş Halk Müziği,

    halkın herşeye rağmen ya-şattığı özgürlükçü demokra-tik kültürel değerlerini bu-günkü mücadeleye taşıma-lıydı. Halk Müziğini temel almalıydık. Çünkü halkların en güzel, en dirençli, en onurlu, en acılı gerçeğini anlattığı, yüzyıllar içinde şe-killenerek bugüne gelen müzik buydu ve bu toprak-larda yaşayan insanlara gerçeği en iyi, en güzel an-latmak, bir de bu insanları dünya halklarına anlatmak ancak böyle mümkündü.

    Yaşam temel oiarak iki ta-rafın savaşımından ibarettir ama bu savaş öyle çok yönlü ve öyle karmaşık sü-rüyor ki, artık ülkenin en üc-ra köşesinde bile on kanal-dan beyinlerine saldırılan insanlarımız bir yanda elle-riyle tarlada çalışırken öte yandan bilimkurgu f ilmlerini izliyorlar. Saldırı çok boyut-lu direniş de çok boyutlu. Öyleyse müzik de çok sesli. Ama yine de nasıl?

    "İstanbul Şafakları" silah sesleriyle kızıllandı bir sa-bah. Halkının en yiğit evlat-ları zulme direncin dorukla-rını yaşattılar silah elde çar-pışarak. Halklarına sesle-nirken huzur dolu, özlem

    26 T A V I R

    GÜN BİZİMGrup EKİN

    Ü

  • dolu, kaygısız, tertemiz v e

    duy guluydular. Gümbürde-yen silah ve bomba sesleriarasında bir kemanın, bir vi-yolanın, bir viyolonselin sü-zülüp giden ezgisi gibi...Düşmana karşı kanatlanmışzey bek hey betli öfkeleri, oen coşkun kararlılıklarıylakucakladılar ölümü. Zeybektürküsü gibi dirençli, inatçıve duygulu...Ve Sabahat'ler,Eda'lardı tarihi yazanlar.Yepyeni bir değer kazıdılarkavganın mihenk taşına. Ar-tık yalnızca korunmak değil-di dert. Yalnızca susmak dade n ildi işkenceye acıya kar-şın. Artk haykırmak zama-nıdır zulme. "Silahınız bom-banızla gelin. Varsa cesare-tiniz gelin." diyebilmek za-manıdır. Umuduperçinlediler, zaferi, inancı... Şahlanan kızıl yeleli kavga atlarına binerek süzüldüler düşmanmevzilerine kurşun kurşun. Böylece marş olma-lıy dı yaşanan tarih. Senfoni gibiy diler bükülmez kararlı-lıkta sav aşırlarken.

    Savaşırlarken ülkenin kır-larında,

    çiçek olup açanlar, Malatya dağlarında düşen gerillalar muştuladılar gün-dönümünü gecekondulu-dan, emekçiden, ezilen halklardan yana. Halayladı-lar günü "Gün Bizim" diye, mendil salladılar, halaybaşı oldular. Halkının halayıyla coşkulamalıy dı onları. Ha-lay oldu "Gün Bizim".

    Yani, değil mi ki kırdılar bu fidanları, değil mi ki ağlattı-lar bu anaları, onlar için her-şey bitti. Kaşlar indi öfkeyle, kuşandı kini,haykırdı insan-lık dışı olanların iğrençliğini, halklarına, dostlarına... bu seste analar vardı, gençler vardı, milyon ayaklı emekçi-

    ler vardı. Ve milyonların or-taklaşa ezgisiy di marşla-şan.

    Analar o çok sevdikleri ev-latlarına seslendiler. "Zulüm sarmış dört yanını. Durma-sana bre oğul." dediler ana şefkatiyle glen bir halk ez-gisiyle. Ayrılığa karşı duvar germiş, zulme karşı biley -lenmiş yürekleriy le sevdalı. Anadolu anasıy dı, Latin ül-kesinin anasıydı, aynı acıla-rın, aynı özlemlerin insanı. Kurulacak yeni bir dünya özleminin insanı çağırdı kav gay a dostları. Önümüz kış ise, bahara v armak için gidilecek y ollar, yapılacak işler, yorulacak insanlar vardı. Gerçek dostluğu kavga dostluğunu, sıcak bir türkü gibi yaşamak geldi coşkuyla içimizden. Davul çalarak ça-ğırdık kavgaya, dostluğa.

    Hemen yanıbaşımızda, içimizde, kardeş kardeş y ü-rek atışlarımız olan bir halk ve onun ezilmişliğine baş-kaldıran yiğit kadınları, Beri-vanlar... Kawa'nın yaktığı özgürlük ateşini bugüne ta-şıyarak Newroz'ları yaratan gerillaları... Öy le sıcak öyle bizden ki, öylece yetti türkü-lemeye yüreklerimizi ortak coşkuyla, ortak kavga sıca-ğıy la.

    Ve en yerel olandan en

    ev rensele uzanır bu kaygı-lar, bu özlemler, bu coşkulu günler. İtaly a'da sanayi işçi-lerinin kavga türküsü, Kürt halkının diline uzanıp gelir, işçiy e İstanbul'da, Ada-na'da... "İleri işçiler" zaf ere doğru adım adım, umut umut... Geldi Anadolu'ya İtalya'dan bağlama oldu gi-tar, daha bir bizim kıldık.

    Yargılandı düşünceler ve onun ey lemleri. Ölüm-

    darağacı dediler. Yavuklular

    beklemede... Çünkü geline-cek bazen, bakılacak yüzle-re, doyasıya sarmalanacak kollar kavga gerçeğinde hasretle. Ölümler bizi ayıra-mıyor, ay ıramayacak.

    En olanaksız koşullarda, en kuşatılmış yerlerde ya-şamı devrim gibi seven in-sanların üretkenliğini, azmi-ni ve coşkusunu kişileştir-mişti Nazım. Mapusluk yılla-rı y aşamı sev menin sınandığı y ıllardı. Kendisini anlattı. Devrime inanmışlığı-nı yaşatanlara miras oldu, gelenekler yaratıldı cezaev-lerinde. Bursa Kalesi'nde yüreğinde coşku ve hasret-le hergün yeniden kök saldı memleket toprağına. Cen-netini kaybetmeden yaşadı.

    Analar sarıldı bebeklerine, kav ga için emzirdi onları. Gün gelecek bebek dillene-cek kavgalara yollanacaktı. Kavganın ortasında doğma-ya başladı bebekler, kav-gayla dillenmeye o küçücük ellerini yumruk yapıp hay-kırmay a başladılar.

    Bu bir tarihtir, kanla yazı-lan bir

    tarih. Bu toprakların insanlarının yarattığı tüm bir insanlık tarihine katkıdır. Salt y erel olanla anlatıla-maz. Batı müziğinin geliştir-diği, teknolojinin ürettiklerini ellerimizde ezilen halklar için kullanmak zorunlu. Kendi sesini kaybetmeden tüm ezilen insanların sesine katılmanın zorunluluğu.

    Böyle dünd ük "Gün Bi-zim"de, böylece ürettik, tür-külerimizi, marşlarımızı. Kollektif üretime eleştiri ve önerileriyle katılanlarla ve katılacaklarla sevincimizi, sevdamızı, coşkumuzu pay-laşıy oruz.

    T A V I R 27

  • YAŞAM İLE ÖLÜM ARASINDAKİMetin YILMAZ

    Fi tarihinden beriHep başlangıçlardı gerye dönüşlerimizBöy le düşülmüştür kitabına yüreğimizinO y ürek kiDürülmedi daha2Kav ga yangınıdır y ürüyor zamanYürüyor düşAcıların hasetmişliği bundandır yalnızlığımızaO y alnızlık kiCan damıtımı olduEn çocuksu gülüşümüze3VeHer kavgadaGece çığırtkanı oldu masalcıÇoğaldı Kerbela'lar hay atımızdaUnuttu Kaf, kendi adınıAnka'larca parçaladı tenimizi4Yürürken zamanGecede emzirdi öyküsünü, öykücüBulanık sular akıttı, küçük bir kızın göğsüneTezgahlar kurdu can damarımız üstüne5VeLey lak kokularını unuttuk gün atımlarındaMay ınlar döşendi kanadına martılarınuzay arak büyüdü yolBüy üdü kavga

    Dalgalı gözlerine coğrafyamınLeş kargaları üşüştü her duraktaKarabasan girdi sevdamızaBundandır sırdaşlığı acılarınEn hırçın sözlerimize7VeDostlarımız düşerken boy lu boyuncaÖlmey i görendik varoşlarında kentlerinGüneşin göv desinde filizlendi onurYürüdü umudun bir adım ötesineYürüdü kav ga8ŞimdiSancılarla gelmektedir beklenen çocukİmgelerinde şaşkınlıkYaşamak kadar çoğulCoşkulu mürekkebi ile yüreğimizYazılmak üzeredirBEKLENEN GÜN9Ve işteDüşlemleyemediğimiz kadarİçimizde y ankılananKendi sesimizdir "O", tarihleri y azanFaşizmin kudurmuşluğu bundan10Şimdi kav gaDemir atıy orChe'nin emeği sudaYaşam ile ölüm arasında

    KAVGA YANGINIDIR ZAFER MUŞTULARIYLA YÜRÜYOR ZAMAN

    28 T A V I R

  • SANATSAL YARIŞMALAR

    TAVIR

    Kitap Fuarı nedeniyle sanatın, edebiyatın öne çıktığı bir ayı geride bıraktık. Sanata ve sanatçıya uygulanan baskılar devam ediyor. Tüyap kitap fuarını basan polis kitaplara

    el koymak isterken okuyucuların yayınevi sahiplerinin, yazarların çeşitli protestolarıyla geri çekilmek zorunda kaldı. Bir önceki sayımızda y er alan sanatsal yarışmalara ilişkin sorularımızı

    bu kez fotoğraf sanatçılarına yöneltiyoruz: Sorularımızı yanıtlayan sanatçılar İbrahim Akyürek, Sevil Üzrek, Mehmet Özer, Hüseyin Elçi,

    Aynur Köymen ve Karay Olşen.

    "ÖDÜLLER YÖNLENDİRMENİN AR ACIDIR"

    "Günümüzde ödüller tüketim ve gösteri toplumunun sıkça kullandığı yönlendirme araçlarından biridir. Yaratıcılığı kaynağında koşullandırmakla yetinmeyip sanat yapıtının tüketim aşamasında "Çok satan listeleri" düzenleyip koşullandırmayı bu aşamada da sürdürmektedir.

    Eğer ödül; sıkça yinelendiği gibi onurlan-dırma, yüreklendirme, sanatçıy ı tanıtma aracı ise, sistemin sanatçıy ı onurlandırma-sında, yüreklendirmesinde, tanıtmasında açıklar var demektir.

    Yaratıcılar, seçicilerden ödüller bekleye-rek bu açıkları kapatmak yerine daha çok kişiye ulaşmanın yollarını açmaya, eleştiri ortamı yaratmaya, kime v e niçin ürettiklerini sorgulamay a ağırlık v ermeli.

    Ödüllerin önemsendiği topluluklarda yarış-malar v e ödülleri saptayacak seçicilerde vardır. En tehlikelisi kendi değerlerine ve ideolojilerine göre seçicileri (jürileri) sapta-yan grupların, kurumların varlığının onay-lanmasıdır. Öyle ki, koşullandırma ve yön-lendirme daha başından ödülleri seçecek seçicileri seçmekle başlamaktadır.

    Uğraş alanımız olan sanat fotoğrafında yarışmalar başlangıçta iyi niyetlerle düzen-lenmiş (Fotoğrafın tanıtılmasına, yaygınlaş-

    tırılmasına yönelik) sonraları çıkar ilişkileri-nin belirginleştiği ortamlara dönüşmüştür." diyen İbrahim Akyürek, yarışmalara alter-natif öneriler getiriy or;

    "Yamalı bohça görünüşlü yarışma sergile-ri/gösterileri yerine bir fotoğraf projesini ger-çekleştirecek çalışma gruplarının özendiril-mesidir. "Demiryolu ve İnsan", "Madenci", "Suya Özlem", "Atlar", "Dökümcüler", "Pa-şabahçe Türküsü", "Maga'da 24 Saat" baş-lıklı çalışmalar örnek sayılabilecek grup ya da kişisel etkinliklerdir.

    Örneğin, günümüzün moda konusu "çev-re kirlenmesi"ni yarışmalarla geçiştirmek yerine bir fotoğraf grubunun, sistemin yarat-tığı bu sorunu yakından yaşayan insanlarla ve uzmanlarla yapacağı ortak çalışma daha kalıcı olacaktır. Çalışılan konuda ayrıca albüm, afiş ve kartlar hazırlanabilirse herhan-gi bir ödülün günübirlik sevinci, yerini gele-ceğe yayılmış ortak sevinçlere bırakacaktır. Daha da güzeli ödüllendirmelere ve ceza-landırmalara gereksinim duyulmayan bir y aşam tarzının ön denemeleri yaşanacak-tır."

    "SAN AT HİÇBİRŞEYLE SINIRLANDIRILAMAZ""Günümüz toplumunda pek çok alanda artık

    önüne geçilemeyen bir yozlaşma çe-

    T A V I R 29

  • şitlilik ve karmaşıklık yaşanmaktadır. Ülke-miz insanı da bu çeşitlilik ve yozlaşmadan farklı yollarla pay ınıalmaktadır. Geçmişte yapılan sanat ve sanatçı tanımları belki ar-tık günümüz ve ülkemiz insanını tanımla-may a y etmemektedir."

    Sanatsal yarışmalar yapılmalı mı sorumu-za "Eğer sanatçılık, sanatını toplumsal ya-pıda olup bitenleri aktarmak için aracı ola-rak kullanmaksa sanat yarıştırılmamalıdır. Yarışmalar uyulması gereken normları olan yapılardır. Oysa sanat hiçbirşeyle sınırlan-dırılamaz. Sanatçı, yaratıcı olabilmesi için normlarla yönlendirilmemelidir." diye yanıt veren Sevil Üzrek sanatsal yarışmaların yaratıcılığı engellediğini düşünüyor.

    "Birşeyleri 'doğru aktarabilen' olunabilir. Ama ne yazık ki artık ülkemizde yarışmalar-la 'doğru aktarabilen' olmak değil, hastalık haline gelen 'en büyük' olmak isteyen in-sanlar yaratılmaktadır. Yarışmalarda jüri üyelerinin bilinen yaklaşımlarına ve seçilen konuya göre üreten sanatçıların (!) çoğal-

    ması tehlikesi bulunmaktadır. Bu tehlikelerj dikkate alarak kendi özgün yapısını bozma-dan üreten sanatç ı olmayı ve bu doğrultuda yarışmayı başarabilmek gerekli."

    "BİNLERCE İNSANIN ORTAK DUYGUSUNUN BEDELİ NEDİR?"

    Bugüne kadar hiçbir yarışmaya katılmadı-ğınısöyleyen Mehmet Özer, fotoğraflarına da bir fiyat koyarak satmamış." Fotoğrafımı satmak istemeyişim mülkiyet duygusundan kaynaklanmıyor. Ne de yarışmalardan kork-tuğum için yarışmaları reddediyorum. Çekti-ğim her kare fotoğraf ımda düşüncelerim-den, duygularımdan kısaca dünyayı algıla-yış biçimimden bir parça var..Ayrıca çoğun-lukla işçileri v e emekçileri çekiy orum. Filmimin her karesinde onların öfkeleri, se-vinçleri, dirençleri v ar. Yaşamlarından bir anı f otoğraf olarak üretip sunduğumda o fo-toğraf artık benim olmaktan çıkıp binlerce insanın ortak duygusu ve düşüncesinin gö-rüntüsü haline geliyor. Şimdi nasıl olur da bir sanatçı tüm bunların toplamına 'şu kadar eder' diye bir fiyat koyar? Ya da bir ödül için o eserini yarışmaya sokar. Aynı heyecanı paylaşmadığı insanların yargılayacağı bir yarışmaya katılır. Buna şiddetle karşıyım.

    Bizim alanımızda yarışmalara büyük para ödülünü kazanmak için katılırlar. Gerekçesi

    GAP 1. U LUSA L FOTOĞRAF

    YARIŞMASI SORUNLARI Ü ZERİN E

    30 T A V I R

  • de 'yeniden üretmek için kazanmak gerek', 'yaşamı devam ettirmek için kapitalizmin kurallarıyla oynamak gerek' gibi yanlış dü-şüncedir. Bir sanatçının kaynağı eserine bi-çeceği bedel değildir. İnsan nasıl inançlarını paralaştırır. Bunu yapması için ruhunu şeytana satması gerekir ki onlar da kapitalizmin yarattığı para denilen tanrıya satmışlardır. Sonsuz özveride bulunmaktan kaçınmayan işçiler ve emekçi halktır. Bunun tek yolu sanatçının eserlerinin işçilerin bilincinde, eyleminde maddi bir güç haline gelmesidir."

    Mehmet Özer ürünlerinin bir mal gibi p