alman edebİyat dÜnyasinin kÜltÜrlerarasi edebİyata bakiŞ aÇisi.pdf

97
T.C. SAKARYA ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ ALMAN EDEBĐYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBĐYATA BAKIŞ AÇISI YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Fatih ŞĐMŞEK Enstitü Anabilim Dalı: Alman Dili ve Edebiyatı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Binnaz BAYTEKĐN HAZĐRAN 2009

Upload: anwar-anderson

Post on 26-Dec-2015

59 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

T.C. SAKARYA ÜN ĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ

ALMAN EDEB ĐYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEB ĐYATA BAKI Ş AÇISI

YÜKSEK L ĐSANS TEZĐ

Fatih ŞĐMŞEK

Enstitü Anabilim Dalı: Alman Dili ve Edebiyatı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Binnaz BAYTEK ĐN

HAZ ĐRAN 2009

Page 2: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

T.C. SAKARYA ÜN ĐVERSĐTESĐ

SOSYAL BĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ

ALMAN EDEB ĐYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEB ĐYATA BAKI Ş AÇISI

YÜKSEK L ĐSANS TEZĐ

Fatih ŞĐMŞEK

Enstitü Anabilim Dalı: Alman Dili ve Edebiyatı

Bu tez 15/06/2009 tarihinde aşağıdaki jüri tarafından oybirli ği ile kabul edilmiştir.

Prof. Dr. Binnaz BAYTEK ĐN Doç. Dr. Muharrem TOSUN Yrd. Doç. Dr. Nurhan ULUÇ

Jüri Başkanı Jüri Üyesi Jüri Üyesi Kabul Kabul Kabul Ret Ret Ret Düzeltme Düzeltme Düzeltme

Page 3: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

BEYAN

Bu tezin yazılmasında bilimsel ahlak kurallarına uyulduğunu, başkalarının eserlerinden

yararlanılması durumunda bilimsel normlara uygun olarak atıfta bulunulduğunu,

kullanılan verilerde herhangi bir tahrifat yapılmadığını, tezin herhangi bir kısmının bu

üniversite veya başka bir üniversitedeki başka bir tez çalışması olarak sunulmadığını

beyan ederim.

Okt. Fatih ŞĐMŞEK

15.06.2009

Page 4: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

ÖNSÖZ

Alman toplumu, günümüzde çok kültürlü bir yapıya sahip olduğu için, Almanya'da

kültürlerarasılık kavramı önemli bir konuma sahiptir. Bu durum edebiyat alanına da

yansımıştır. Alman Edebiyatı’nda yabancı kökenli, özellikle de Türk kökenli yazarların

varlığının giderek artması, Alman Edebiyatı’nda da kültürlerarasılık kavramı üzerinde

tartışılmasını ve Kültürlerarası Edebiyat kavramının oluşmasını sağlamıştır. Bu

çalışma, Kültürlerarası Edebiyat kavramının Alman Edebiyatı içerisinde oluşumunu ve

konumunu incelemektedir.

Bu çalışmamın hazırlanmasında deneyimlerini ve zamanını benden esirgemeyen

değerli hocalarım Prof. Dr. Binnaz BAYTEKĐN ve Doç. Dr. Muharrem TOSUN’a;

bugünlere gelmemde desteğini benden hiçbir zaman esirgemeyen Ergün ERBAY’a

teşekkürü bir borç bilirim. Yoğun geçen çalışma döneminde bana destek olan eşime ve

oğluma şükranlarımı sunarım.

Okt. Fatih ŞĐMŞEK

15.06.2009

Page 5: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

i

ĐÇĐNDEKĐLER

KISALTMALAR ......................................................................................................... iii

ÖZET ............................................................................................................................. iv

SUMMARY ................................................................................................................... v

GĐRĐŞ ............................................................................................................................. 1

BÖLÜM 1: KÜLTÜR VE KÜLTÜRLERARASILIK .............. ................................ 5

1.1. Kavramlar ................................................................................................................. 5

1.1.1. Kültür ............................................................................................................. 6

1.1.1.1. Kültürlerarasılık (Interkulturalität)................................................... 8

1.1.1.2. Çok Kültürlülük (Multikultiralität) ................................................ 10

1.1.1.3. Trans-Kültürlülük (Transkulturalität) ............................................ 10

1.1.2. Yabancılık (Fremdheit)................................................................................ 12

1.1.3. Melezlik (Hybridität) ................................................................................... 15

1.1.4. Üçüncü Alan (Dritter Raum) ....................................................................... 16

1.2. Kimlik Arayışları .................................................................................................. 17

BÖLÜM 2: TÜRKLER’ ĐN “ALMANYA’YA GÖÇ” OLGUSU VE GÖÇÜN

EDEBĐYATA YANSIMASI .................................................................. 21

2.1. Göçmenlerin Oluşturduğu Edebiyat: Göçmen Edebiyatı ....................................... 21

2.1.1. Göç Kavramı ............................................................................................... 21

2.1.2. Göçmen Edebiyatı Kavramı ........................................................................ 23

2.2. Türklerin Almanya’ya Göç Süreci ......................................................................... 26

2.2.1. Türkiye ile Almanya Arasında Đmzalanan Đşgücü Anlaşması .................... 27

2.2.2. Göç Sürecinin Getirdiği Sorunlar ................................................................ 28

2.2.3. Göç Sürecinde Çözüm Arayışları ................................................................ 30

2.3. Seslerini Duyurmak Đsteyen Türk Yazarlar............................................................ 30

2.3.1. Almanya’daki Türklerin Yazmaya Başlamaları .......................................... 30

2.3.2. Yapıtlarda Ele Alınan Konular .................................................................... 33

Page 6: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

ii

BÖLÜM 3: ALMAN EDEB ĐYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI

EDEBĐYAT’A BAKI Ş AÇISI ............................................................... 36

3.1. Kültürlerarası Edebiyat Kavramının Açılımı ......................................................... 36

3.2. Kültürlerarası Edebiyatın Önemi ........................................................................... 38

3.2.1. Yabancı Kültürlerin Anlaşılmasında Edebiyatın Rolü ................................. 40

3.2.2. Yazar ve Eserinin Üstlendiği Görevler ......................................................... 41

3.3. Kültürlerarası Edebiyata Dahil Olmak Đçin Belirleyici Olan Etkenler .................. 43

3.4. Kültürlerarası Edebiyatın Alt Kategorisi: Türk-Alman Edebiyatı ......................... 45

BÖLÜM 4: TÜRK – ALMAN EDEB ĐYATINDAN ÖRNEKLER ......................... 47

4.1. Kanak Kültürünün Yaratıcısı: Feridun Zaimoğlu .................................................. 47

4.1.1. Hayatı .......................................................................................................... 49

4.1.2. Eserleri ......................................................................................................... 51

4.2. Kanakların Protestosu: Kanak Sprak ..................................................................... 53

4.2.1. Nedir Bu Sözü Edilen Kanak....................................................................... 57

4.2.2. Melezlikle Biçimlenen Kanak Dili .............................................................. 61

4.2.3. Zaimoğlu ve Kanak Sprak Adlı Eserinin Kültürlerarasılığa Etkisi ............. 64

4.3. Türk – Alman Edebiyatı’nın Grand Old Lady’si: Emine Sevgi Özdamar ............. 67

4.3.1. Hayatı ............................................................................................................ 68

4.3.2. Eserleri .......................................................................................................... 69

4.4. Özdamar’ın Yansıttığı Đki Dünya: Die Brücke vom Goldenen Horn .................... 72

4.4.1. Romanın Kültürlerarası Boyutu .................................................................... 72

4.4.2. Roman’da Yer Alan Yabancılaştırma Unsurları ........................................... 76

SONUÇ VE ÖNERĐLER ............................................................................................ 79

KAYNAKÇA ............................................................................................................... 83

ÖZGEÇM ĐŞ ................................................................................................................. 88

Page 7: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

iii

KISALTMALAR

Alm. : Almancası

DaF : Deutsch als Fremdsprache

GIG : Gesellschaft für Interkulturelle Germanistik

IVG : Uluslararası Germanistler Birliği

Tr. : Türkçesi

Page 8: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

iv

SAÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tez Özeti

Tezin Başlığı: Alman Edebiyat Dünyasının Kültürlerarası Edebiyata Bakış Açısı

Tezin Yazarı: Fatih ŞĐMŞEK Danışman: Prof. Dr. Binnaz BAYTEKĐN

Kabul Tarihi: 15.06.2009 Sayfa Sayısı: V (ön kısım) + 88 (tez)

Anabilim Dalı: Alman Dili ve Edebiyatı

Çok kültürlü bir toplum yapısına sahip Almanya’da, yabancı kökenli, özellikle de Türk

kökenli yazarların yaptığı edebi faaliyetlerin nasıl anılacağı, yazarların edebiyatın hangi

kategorisine dahil edileceği yıllardır tartışma konusu oldu ve birçok çalışmada ele alındı.

Bu çalışmanın amacı, Kültürlerarası Edebiyat’ın Almanya’daki mevcut konumunu Türk

yazarlar örneğinde gelişimini tespit etmektir.

Almanya’daki Türk kökenli yazarlar ve eserleri, hem Almanya’da, hem de ülkemizde çoğu

zaman çalışma konusu olmuştur. Fakat ülkemizde yapılan çalışmaların çoğu Göçmen

Edebiyatı odaklıdır. Bu çalışmada, farklı kültürlerle beslenen Kültürlerarası Edebiyat,

ağırlıklı olarak Alman araştırmacıların bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Đlk aşama da

kültürlerarasılık, çok kültürlülük, yabancılık, üçüncü alan, melezlik gibi olgular ele

alınarak, edebiyatın kültürlerarası boyutu gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu çalışmada Kültürlerarası Edebiyat ele alınırken, Türk kökenli yazar ve eserleri üzerine

odaklanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda öncelikli olarak Türklerin Almanya’ya göç olgusu

ele alınmıştır. Böylece göçün ilk yıllarında ortaya çıkan problemleri gözler önüne sererek,

Türk kökenli yazarların edebi faaliyetlerine neden başladıkları ve neleri ele aldıkları

açıklanmıştır. Daha sonra Kültürlerarası Edebiyat açılımı yapılarak, çok kültürlü toplum

yapısı içerisindeki kültürel farklılıklardan oluşan sorunların çözümünde üstlendiği rol

gösterilmiştir.

Çalışmanın son kısmında Kültürlerarası Edebiyat’ın bir alt kategorisi olan Türk-Alman

Edebiyatı’ndan Feridun Zaimoğlu’nun Kanak Sprak ve Emine Sevgi Özdamar’ın Die

Brücke vom Goldenen Horn adlı eserleri örnek olarak verilmiştir. Verilen bu örneklerle

Kültürlerarası Edebiyat’ın Almanya’daki konumu, gelişimi ve üstlendiği rollerle ilgili

daha net bir profil çizmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kültürlerarası Edebiyat, Kültürlerarasılık, Türk-Alman Edebiyatı, Feridun Zaimoğlu, Emine Sevgi Özdamar

Page 9: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

v

Sakarya University Institute of Social Science Abstract of Master’s Thesis Title Of The Thesis: Intercultural Literature from the German Literature World View Point

Author: Fatih ŞĐMŞEK Supervisor: Prof. Dr. Binnaz BAYTEKĐN

Date: 15.06.2009 Nu. of Pages: V (pre text) + 88 (main body)

Department: German Language and Literature

It has been argued in some research that how the literal activities of the foreign writers,

especially Turkish writers will be named and how they will be categorized in Germany

that have a intercultural structure. The main goal of this paper is to determine the

development and the place of the intercultural literature in Germany in terms of

Turkish authors.

Turkish oriented writers and their works is a research subject both in Germany and

Turkey. But most of the research in our country is migrant literature oriented.

Intercultural literature fed with different cultures is examined from the point of view of

the German Litterateur. Interculturality, multiculturalisms, foreigner ship, third place,

hybridism is examined to show the intercultural dimension of the literature.

While intercultural literature is researched in this paper, it is tried to focus on the

Turkish oriented and their works. In this content Turkish migration is argued in the

very first place. By the way the problems of the migration are enlightened and it is

understood that why Turkish oriented writers started their literal activities. Then the

role to solve the problem because of the cultural differences has shown in this article.

At the last part of the paper, Kanak Sprak by Feridun Zaimoglu and Die Brücke vom

Goldenen Horn by Emine Sevgi Özdamar of Turkish-German literature examples has

given which is a subcategory of intercultural literature. This examples create a profile

and the and development roles in Germany.

Keywords: Intercultural Literature, Interculturality, Turkish-German Literature, Feridun Zaimoglu, Emine Sevgi Ozdamar

Page 10: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

1

GĐRĐŞ

Çalışmanın Önemi

Her ne kadar Almanya’da yaşayan Türk kökenli yazarlar ve kaleme aldıkları eserler

üzerine, ülkemizde birçok çalışma yapılmış olsa da, yapılan bu çalışmaların daha çok

Göçmen Edebiyatı adı altında toplandığı gözlemlenmektedir. Oysa toplum yapısı

içerisinde birbirinden farklı kültürleri barındıran Avrupa ülkelerinde, özellikle de

Almanya’da yeni bir edebiyat türünün oluştuğu görülmektedir. Kültürlerarası Edebiyat

adını alan bu yeni edebiyat türünün, Türkiye’de yapılan çoğu çalışmalarda, bu isimle

anılmadığı, onun yerine halen Göçmen Edebiyatı olarak kullanılmaya devam ettiği

görülmektedir.

Farklı kültürlerin karşılaştığı toplumlarda, mevcut kültürel farklılıklardan kaynaklanan

sorunların çözümlenememesinin başlıca nedenlerinden biri, çoğu zaman karşı

taraftakine yabancı olarak bakılmasıdır. Toplum içerisinde kültürel sınırların kalktığı

ve her zaman olmasa da zaman zaman yerlerine yeni sınırların çizilmeye çalışıldığı

görülmektedir. Yabancı kültürlerin kaynaşması sürecinde, yabancı olarak nitelendirilen

toplum içerisindeki diğer kültürleri daha yakından tanıyabilmek için onların bakış

açılarına ihtiyaç duyulmaktadır. Yabancı bakış açısını yakalayabilmek için

Kültürlerarası Edebiyat’ın yansıttığı kurgusal dünyadan faydalanılabilir.

Kültürlerarası Edebiyat’ın, geçmişinde yabancılık olan vatandaşların entegrasyonunda

önemli bir görev üstlendiği, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Alman toplumunda

yabancı olarak nitelendirilen grubun içerisinde çoğunluğu Türkler oluşturmaktadır. Bu

nedenle Türk kökenli yazarlar ve onların kültürel kimliğinin yansıdığı eserler üzerine

daha fazla odaklanma ihtiyacı duyulmaktadır.

Almanya’da kültürlerarası edebiyatın önem kazandığı bu dönemlerde, Türkiye’de

yapılan çalışmaların daha çok yazar ve eser odaklı olduğu görülmektedir.

Kültürlerarası Edebiyat’ın yeni bir konu olması ve ülkemizde yapılan çalışmalarda

genel anlamda Kültürlerarası Edebiyat’ın tanıtılmasında hala eksikliklerin olması, bu

konu üzerinde durulması gerektiğinin haklılığını ortaya koymaktadır.

Page 11: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

2

Türkiye’nin toplum yapısı içerisinde her ne kadar farklı kültürler yaşam alanı bulmuş

olsa da, Türkiye coğrafyasında yaşayan kültürler arasında, Almanya’daki gibi çok

büyük farklılıklar görülmemektedir. Bu bağlamda Türkiye’de Kültürlerarası

Edebiyat’ın varlığından, var olan çok kültürlü ortamın uzun yüzyıllara dayalı

olmasından dolayı, en azından belirli bir süre daha söz edilemeyeceği söylenebilir.

Yapılan çalışmanın Alman Dili ve Edebiyatı alanında olması nedeniyle, çalışmanın

ağırlıklı olarak Alman Edebiyatı dünyasının bakış açısıyla şekillenmesi sağlanmıştır.

Çalışmanın Amacı

Bu çalışmanın amacı, edebiyatın yeni bir dalı olarak oluşan Kültürlerarası Edebiyat’ın

Almanya’daki oluşum sürecini ve mevcut konumunu, edebiyatın kültürlerarası

boyutunu, çok kültürlü toplum yapısına sahip olan Almanya’da kültürlerarası

farklılıklardan meydana gelen sorunların çözülmesinde edebiyatın, yazarın ve yazar

tarafından kaleme alınan eserin rolünü tespit etmektir.

Çalışmanın Yöntemi

Yapılan bu çalışma dört ana bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde

Kültürlerarası Edebiyat’ın merkezinde yer alan kültür, kültürlerarasılık, çok

kültürlülük, trans-kültürlülük, yabancılık, melezlik gibi kavramlar incelenmiştir.

Birbirinden farklı olan kültürlerin mevcut olduğu toplumlarda üzerinde çok tartışılan

bu kavramlar, edebiyat bakış açısıyla açıklanmıştır. Bu kavramları açıklarken, ağırlıklı

olarak Alman edebiyat bilimcilerin bu kavramlar üzerinde yaptıkları çalışmalardan

yararlanılmıştır.

Almanya’da yaşayan yabancı kökenli yazarlar, faaliyetlerine başladıkları ilk günden

itibaren, günümüze kadar geçen süreçte hangi tür edebiyata dahil edilecekleri, hangi

ulusal edebiyatın mensubu oldukları konusunda büyük bir kimlik bunalımı

yaşamışlardır. Yaşadıkları bu kimlik bunalımı süresince, bahsi geçen yazarları ve

onların eserlerini tanımlamak için ortaya atılan Konuk Đşçi Edebiyatı, Konuk

Edebiyatı, Yabancılar Edebiyatı gibi kavramlardan bahsedilerek, kültürlerarasılık

kavramının Alman Edebiyatı’nda nasıl gündeme geldiği tespit edilmeye çalışılmıştır.

Page 12: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

3

Çalışmanın ikinci bölümünde, Türklerin “Almanya’ya Göç” olgusu ele alınmıştır.

Kültürlerarası Edebiyat’ın üst kavram niteliğini vurgulayabilmek amacıyla, öncelikle

göç ve Göçmen Edebiyatı kavramı açıklanmıştır. Daha sonra Almanya ile Türkiye

arasında imzalanan iş gücü alım anlaşması itibariyle, Türklerin 90’lı yıllara kadar

oradaki göç süreci ele alınarak, süreç esnasında meydana gelen sorunlar ve bunların

çözümü için ne gibi yollara başvurulduğu belirtilmiştir. Göç süreci hakkında elde

edilen bulgular belirtildikten sonra, göçün edebiyata nasıl yansıdığı tespit edilmeye

çalışılmıştır. Bu bağlamda Almanya’da yaşayan Türk kökenli yazarların orada

gerçekleştirdiği ilk edebi faaliyetlerine ve bu faaliyetlerin içerdiği konular ele

alınmıştır.

Önceki bölümlerde Kültürlerarası Edebiyat’ın oluşumunu hazırlayan konular üzerinde

durulduktan sonra, üçüncü bölümde Kültürlerarası Edebiyat, ağırlıklı olarak Alman

edebiyat bilimcilerin bakış açılarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda

Kültürlerarası Edebiyat’ın günümüzdeki önemini tespit edebilmek amacıyla da, çok

kültürlü toplumlarda her zaman yaşanan yabancılık olgusunun anlaşılmasında

edebiyatın nasıl bir rolü olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca arka planda, farklı bir kültürün

izlerini taşıyan yazarların bakış açısı göz önünde tutularak, eserlerinde işlenen

kültürlerarasılık olgusunun yabancılığın anlaşılmasında nasıl bir etkisi olduğu

gözlemlenmiştir. Geçmişte yurtdışında faaliyet gösteren Türk yazarları belli bir

kategoriye dahil etmek için gereken ölçütler oluşturulduğu gibi, Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil olmak için yazar ve eserin sahip olması gereken ölçütler

oluşturulmuştur.

Almanya’da farklı kökenlerden gelen yazar gruplarının mevcut olması nedeniyle,

Kültürlerarası Edebiyat altında değerlendirilen ve bu grupları temsil eden yeni edebiyat

türleri oluşturulmuştur. Kültürlerarası Edebiyat’ın birer alt kategorisi olarak

değerlendirilen bu yeni edebiyat türleri arasında en yaygın olan Türk – Alman

Edebiyatı’na değinilmiştir.

Son bölümde ise Türk-Alman edebiyatından örnek iki yazar ve onların çok tartışılan

birer eserine yer verilmiştir. Yazar seçiminde bulunurken, Kültürlerarası Edebiyat

açısından eserlerinde farklılık arz eden ve kaleme adlıkları eserlerle popüler olup en

Page 13: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

4

çok satanlar listesinde yer alan yazarlar olmasına dikkat edilmiştir. Bu nedenle

çalışmamızda Feridun Zaimoğlu ve Emine Sevgi Özdamar üzerinde durulmuştur.

Zaimoğlu’nun hayatına ve eserlerine kısaca değindikten sonra, Almanya’da

tanınmasını sağlayan Kanak Sprak isimli eseri incelenmiştir. Yazarın ağırlıklı olarak

üzerinde durduğu Kanak kavramının açılımı yapılarak, Kanak kimliği ve dili ele

alınmıştır. Bu bağlamda yazarın kaleme aldığı bu çalışmayla kültürlerarasılığa olan

katkısı tespit edilmeye çalışılmıştır.

Emine Sevgi Özdamar’ın da hayatı ve eserlerine kısaca değindikten sonra, Berlin

Üçlemesi’nin ikinci romanı olarak değerlendirilen “Die Brücke vom Goldenen Horn”

adlı eseri üzerinde durulmuştur. Eser incelemesinde, romanın kültürlerarası boyutu ve

içerisinde yer alan yabancılaştırma unsurları tespit edilmiştir.

Page 14: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

5

BÖLÜM 1: KÜLTÜR VE KÜLTÜRLERARASILIK

Kültürlerarası Edebiyat kavramı, özellikle 2000’li yıllardan itibaren Almanya’da

kullanılmaya başlandı. Tabi ki kültürlerarası edebiyatı sadece Almanya ile

sınırlandırmamak gerekir. Çeşitli kültürlerin kesiştiği sınırlar içerisinde, birbirinden

farklı kökenlere sahip yazarların ürettiği eserlerin mevcut olduğu yerlerde,

kültürlerarası edebiyattan söz edilebilir. Ancak kültürlerarası edebiyata geçmeden

önceden, kültürlerarası edebiyatın merkezinde tartışılan kavramları kısaca açıklamak

gerekir.

1.1. Kavramlar

Günümüzde kültürlerarası edebiyatın merkezinde birçok kavram üzerinde

durulmaktadır. Bu kavramlar arasında kültür, kültürlerarasılık (Alm. Interkulturalität),

çok kültürlülük (Alm. Multikulturalität), trans-kültürlülük (Alm. Transkulturalität),

yabancılık (Alm. Fremdheit), melezlik (Alm. Hybridität) ve üçüncü alan (Alm. Dritter

Raum), en çok üzerinde durulan kavramlar arasında yer almaktadır.

Küreselleşme sürecinde insanlar bulundukları olumsuz ortam ve koşullardan daha iyi

bir yaşama kavuşabilmek amacıyla, refahın daha yüksek olduğu ülkelere göç

etmişlerdir. Birbirinden farklı kültürlerin kesiştiği bu noktalarda sosyal bilimciler

birçok araştırma yapmış ve halen yapmaya devam etmektedir.

Farklı kültürlerin karşılaşmasının geçici bir süreç olmadığı anlaşıldığında,

araştırmacılar da gözlemlediklerini açıklayabilmek amacıyla ya farklı bilimlerde yer

alan mevcut kavramların içeriklerini değiştirmiş ya da yeni kavramlar üretme yoluna

gitmişlerdir. Kullanılan bu yöntem, kültürlerarası edebiyatın merkezinde yer alan

kavramlar için de geçerlidir. Küreselleşme sürecinde göç hareketleriyle gündeme gelen

çok kültürlülük, kültürlerarasılık, melez kültür ve buna benzer kavramlar, modaya

uymak amacıyla ortaya atılan kavramlar değildir. Bu kavramlar oluşan gerçekliğe tepki

göstermek üzere ortaya çıkmışlardır (Blioumi, 2002: 28).

Son yıllarda edebiyat bilim ve kültür bilim çalışmalarının da birbirlerinden ayrıldığı

görülmektedir. Bu bağlamda yeni olarak değerlendirilen kültürlerarasılık, çok

Page 15: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

6

kültürlülük, trans-kültürlülük, melez kültür gibi yeni kavramlar edebiyat alanında da

tartışılmaya sunulmuştur (Blumentrath ve diğ., 2007: 7).

Her alanda olduğu gibi, yukarıda bahsi geçen kavramlarda da içerik bakımından

farklılıklar söz konusudur. Görüş ve modellerde nasıl çeşitlilik meydana geliyorsa,

kullanılan kavram ve terminolojilerde de temel farklılıklar meydana gelmektedir.

Bilimsel alandaki iletişimde, içerik bakımından farklılık gösteren kavramlar yüzünden

engellerle karşılaşılmaktadır (Hoffman, 2006: 7). Bu nedenle yukarıda bahsi geçen

kavramların tanımını yaparken, tek bir görüş üzerinde durmamaya özen göstermeye

çalıştım.

1.1.1. Kültür

Kültür kelimesinin etimolojik yapısını incelediğimizde tarım anlamına gelen Latince

‘cultura’ kelimesinden geldiği görülmektedir. Bunun yanında yakın zamanda ruh ve

beden temizliğini kasteden bakım anlamında da kullanılmıştır. Kültür kavramının

bugünkü anlamına kavuşması, ancak 19. yüzyıldan sonrasına denk gelmektedir.

(Blumentrath ve diğ., 2007: 13).

Bir toplumun benliğini oluşturan ve onu diğer toplumlardan ayıran özelliklerin

tamamı, o toplumun kültürüdür. Kültürü tek bir tanımla sınırlandıramayız. Günümüze

kadar kültürün tanımı, birçok bilim adamı tarafından farklı şekillerde tanımlanmaya

çalışılmış ve bu halen de devam etmektedir. Bu nedenle kültür ile ilgili yapılan

tanımlardan sadece birkaçını burada belirtilmiştir.

Alman Edebiyatı uzmanı Helmut Birkhan’a göre “kültür, ortak normların ve adetlerin

tümüdür. Buna o norm ve adetlerin temelinde yatan teoriler ve onların maddi

bileşenleri de dahildir” (Aytaç, 2005: 8). Helmut Birkhan, kültür kavramını toplumun

belirlediği ortak kurallarla ve onların örfleriyle tanımlamaya çalışmış, hatta bunların

oluşmasındaki kaynakları da tanıma dahil etmiştir.

Kültür, insanlar tarafından yerine getirilen bilgi, inanç, ahlak, sanat, adalet, gelenek

gibi normların tamamından oluşmaktadır. Buna göre sosyal çerçeve içerisinde

insanoğlu tarafından üretilen her şeyin kültürün birer yapı taşı olduğu anlaşılmaktadır.

Kültür ile ilgili bir diğer tanımda Umberto Eco tarafından yapılmıştır. Eco’ya göre

Page 16: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

7

kültür, temel algı birimlerinden ideolojik sistemlere kadar her alanda içeriğin parçalara

ayrılma yoludur. Eco kültür tanımını yaparken, insanoğlunun yaşamında yer alan her

şeyi, yaptığı tanımın içerisine dahil etmiştir. Eco’ya göre kültür, insanların yaşamında

yer alan her şeyin yine kendileri tarafından sınıflandırma biçimidir. Eco’nun temel algı

birimlerinden kastı, yukarı – aşağı, aydınlık – karanlık gibi kategoriler, iyi – kötü ve

demokratik – demokratik olmayan sınıflandırmalardan ise ideolojik sistemler

kastedilmektedir (Blumentrath ve diğ., 2007: 14).

Michael Hofmann, Kültürlerarası Edebiyat Bilim adlı çalışmasında kültür kavramını

açıklamaya çalışırken Clifford Geertz, Terry Eagleton ve Doris Bachmann-Medick’in

kültür tanımlarına değinmiştir. Geertz, kültürü insanın içerisine bulaştığı anlam ağına

benzetirken; Eagleton belirli bir grubun yaşam tarzını oluşturduğu değer, gelenek,

inanç gibi normların tamamı olarak tanımlar. Medick ise kültürü, yazılanların veya

konuşulanların dışında metinlerin konumu olarak tanımlamaktadır (Hofmann, 2006:

9).

Geertz’in desteklediği kültür tanımını, daha çok semiyotik bir tanım olarak kabul

edilmektedir. Geertz’e göre insan, insanların kendisi tarafından oluşturulan anlam

ağına sıkı sıkıya bağlıdır; kültür de bahsi geçen bu ağdan ibarettir (Blumentrath ve

diğ., 2007, 14).

Öte yandan Hofmann, Clifford Geertz, Terry Eagleton ve Doris Bachmann-Medick’in

yaptığı kültür tanımlarının yanı sıra Herder’in tanımına da yer vermektedir. Herder’e

göre “kültür, bir toplumun sosyal grup olarak kimliklerinin gelişmesi için gerekli tinsel

ve sanatsal eylemlerin tamamıdır” (Hofmann, 2006: 9).

Blumentrath, Herder’in kültür tanımının içerik bakımından modern kültüre uygun

olmadığını dile getirir. Bunu dile getirirken Wolfgang Welsch tarafından Herder’in

kültür tanımına getirilen eleştiriyi göz önünde bulundurur. Welsch, Herder tarafından

yapılan kültür tanımında, kültürün kapalı bir küreye veya otonom bir adaya

benzetildiğini; toplumun mülki ve dilsel yayılımının da onunla eş değer olması

gerektiğini savunmaktadır. Oysa kültür, sadece içe dönük farklılıklar

göstermemektedir. Dışa dönük, yani diğer kültürlerle birçok bağlantısı olduğunu da

görülmektedir (Blumentrath ve diğ., 2007: 16-17).

Page 17: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

8

Tarihte biraz geriye doğru gittiğimizde, farklı toplumların dönem dönem birbirleriyle

kesiştiğini ve bu aşamada aralarında gerçekleşen her türlü alışverişin kendi kültürleri

üzerinde de etkisi olduğu görülmektedir. Bu nedenle Welsch’in Herder tarafından

yapılan kültür tanımına getirdiği eleştiri uygun karşılanmaktadır.

Herhangi bir kültürün diğer kültürlerle etkileşim halinde olduğunu savunan diğer bir

isimde Konrad Köstlin’dir. Köstlin’e göre, günümüzde her kültürün geçmişinde göç

hareketleri ve fikir, nesne ve insan paylaşımı bulunmaktadır. Toplum, kendisini ne

kadar homojen olarak tanımlasa da göç süreciyle oluşan bu durum onları çok kültürlü

yapmaktadır (Köstlin, 2007: 365). Köstlin gibi Hofmann da, toplumların homojen bir

kültüre sahip olmadığını, toplumu oluşturan bireylerin ideolojilerine, cinsiyetlerine,

sosyal yaşantılarına ve benzer kriterlere göre birbirinden farklı kültürel öğeler

taşıyabileceklerini dile getirmektedir (Hofmann, 2006: 10).

Welsch, Köstlin ve Hofmann’ın bahsettiği gibi homojen bir kültürün varlığını bile

düşünemeyiz. Her ne kadar haritalar üzerine sınırlar çizilmiş olsa da, günümüzde farklı

kültürlerin birbirleri ile etkileşim halinde oldukları bir gerçektir.

Farklı toplumların birbirleriyle kesişmeleri ya da günümüzde sıkça rastlanan,

ekonomik koşulları daha ferah olan ülkelere göç eden insanlar beraberlerinde kendi

kültürlerini de getirmektedirler. Đçerisinde farklı kültürleri barındıran toplumlar

üzerinde yapılan araştırmalarda kültürlerarasılık, çok kültürlülük veya trans-

kültürlülük gibi kültür ile bağlantılı yeni kavramların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Kültürlerarasılık, çok kültürlülük veya trans-kültürlülük kavramları üzerinde birçok

görüş bulunmaktadır. Kimileri bu kavramları eş değer görürken, kimileri bunları ayrı

ayrı sınıflandırmaktadır. Hatta bazı kesimler bir kavramı yok sayarken diğerini ön

plana çıkartmaya çalışmaktadır.

1.1.1.1. Kültürlerarasılık (Interkulturalität)

Kültürlerarasılık, iki veya daha fazla kültür arasındaki ilişkiyi tanımlamaktadır.

Günümüzde kültür ve edebiyat bilim alanlarında yapılan araştırmalarda karşımıza

sıkça çıkan kavramlardan biridir.

Page 18: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

9

“Kültürlerarasılık, tek kültür algısının getirdiği sıkışıklıktan kurtulmak için bir

yöntemdir. Bu sayede kültürlerarasılık, modern topluma daha dikkatli ve anlayışlı bir

şekilde yaklaşılır” (Chiellino, 2007: VII). Modern toplumlar üzerinde yapılan her

çalışmanın kültürlerarasılık kavramından bağımsız olması beklenilemez. Bilimsel

alanda yapılan çalışmaların da kültürlerarası boyutları mevcuttur. “Kültürlerarasılık,

farklı kültürlerarası ilişkilerin felsefi ve kültürel görüş ve fikirlerini içeren bir kavram”

(Baytekin, 2006: 80) olarak da tanımlanabilir.

Kültürlerarasılık, iki (veya daha fazla) öznenin karşılaştığı konum üzerinde durur.

Kültürlerarasılığın görüngüsü içerisinde kesin sınırların kaybolduğu ve karşılaşma

sürecinde yenilerinin oluştuğu bir ara mekan (Alm. Zwischenraum) tanımlanmaktadır

(Hofmann, 2006: 12). Hofmann, kültürlerarasılığın ara mekanlar üzerinde

yoğunlaştığını dile getirirken, Görling bir adım daha ileri gider ve kültürlerarasılığın

sadece ara mekanlar üzerinde yapılan çalışmalardan ibaret olmadığını belirtir.

Görling’e göre kültürlerarasılık, sadece olası kültürel oluşumlar arasındaki ara

mekanları araştırıp sorgulamakta, diğer yandan kültürlerarası birimleri de tutarsız

sonuçlar olarak algılamakta, yani kültürlerarası olarak içeride de yeni birimler

aramaktadır (Blioumi, 2002: 29).

Günümüzde kültürlerarasılık kavramı, farklı perspektiflerden bakılsa da birçok bilim

dalında yerini almış bulunmaktadır. Gelişen teknolojiye paralel olarak toplumlar

arasındaki sınırların yavaş yavaş ortadan kalkması, iki veya daha fazla toplum arasında

gerçekleşen iktisadi ve kültürel alışverişler, kültürlerarasılık kavramının önemini

arttırmaktadır.

Kültürlerarasılık, son yıllarda özellikle Almanya’da birçok bilimin temelinde merkez

bir kavram olarak yerini almaktadır. Özellikle 80’li yıllardan bu yana edebiyat bilimi

çatısı altında ele alındığında Kültürlerarası Germanistik kapsamında merkezi bir

kavram sayılan ve DaF’ın bir alanı olarak ele alınan kültürlerarasılık kavramı,

günümüzde kültürlerarası edebiyat biliminin de temel konsepti sayılmaktadır

(Esselborn, 2007: 12).

Öte yandan Alman Edebiyatı’nda son yıllarda Alman ve yabancı kökenli yazarların

eserlerinde kültürlerarası imgelere yer vermesi, roman kahramanlarının köken yönüyle

Page 19: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

10

çeşitlilik göstermesi, roman içerisinde yer alan olayların, kültürlerarası sürecin

oluşturduğu ara mekanlarda gerçekleşmesi ve bu mekanların sadece Almanya ile sınırlı

kalmaması, edebiyat alanında kültürlerarasılığın önemini daha da arttırmaktadır.

1.1.1.2. Çok Kültürlülük (Multikulturalität)

Kültürlerarasılık kavramının yanında çok kültürlülük kavramına da toplum üzerine

yapılan çalışmalarda sıkça rastlanılmaktadır. Çok kültürlülük, belirli sınırlar içerisinde

iç içe veya yan yana yaşayan ve kültürleri farklılık arz eden bireyler için kullanılan bir

kavramdır.

“Çok kültürlülük gibi kavramlar hem gerçekliğin kültürleştirilmesini, hem de

yabancıyla olan tartışmanın kabullenmesinde vurgulanmaktadır” (Chiellino, 2007:

373). Günümüz modern toplumların homojen bir yapıya sahip olmaması ve sürekli

dışarıya açık olması nedeniyle, kültür kavramı bu toplumları tanımlamaya yeterli

gelmediği için çok kültürlülük kavramı ortaya atılmıştır.

Çok kültürlülük kavramı birçok çevreden kabul görse de, kavramla ilgili eleştirilerde

bulunan araştırmacılar da yok değil. Özellikle bunlardan biri de Welsch’dir. O,

günümüzde sıkça kullanılan, aynı toplumun içerisinde birbirinden farklı kültürlerin

birlikte ve yan yana varlığını sürdürdüğünü, bununla birlikte bu kültürlerden her

birinin kendi içinde kapalılık ve homojenlik oluşturduğunu iddia eden çok kültürlülük

kavramını eleştirmektedir (Blumentrath ve diğ., 2007: 16).

Welsch çok kültürlülük kavramını ne kadar eleştirse de, çok kültürlülük kavramının

günümüzde birçok çevre tarafından kullanıldığı bir gerçektir. Kültür ve edebiyat bilim

çalışmalarında çok kültürlülük kavramına sıkça yer verilmektedir. Hatta son

zamanlarda Almanya ve kendisi gibi çok kültürlü bir ortama sahip olan diğer ülkelerde

çoğunlukla yabancı kökenli yazarların eserlerinde çok kültürlü bir hikayeye yer

vermesi, kültürlerarası edebiyat ve çok kültürlü edebiyat kavramlarının oluşmasına ve

gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

1.1.1.3. Trans-Kültürlülük (Transkulturalität)

Kültürlerarasılık ve çok kültürlülük kavramları yanında bir de trans-kültürlülük

kavramı bulunmaktadır. “Trans-kültürlülük iç farklılıkların ve karmaşık olan modern

Page 20: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

11

kültürlerin sonucu meydana gelmektedir” (Welsch, 1999). Welsch, trans-kültürlülük

kavramını öne sürerken, bu kavramı “eleştirdiği çok kültürlülük kavramına alternatif

olarak düşünmüştür” (Blumentrath ve diğ., 2007: 16).

Çok kültürlülük kavramını uygun bulmayan Welsch’e göre trans-kültürlülük,

birbirinden farklı veya birbirlerinin tamamen zıttı olan iki kültürün karşılaşmasının

sonucunda aralarındaki sınırların yok olmasıyla oluşmaktadır (Wikipedia, 2009).

Kültürlerarasılığın aksine trans-kültürlülükte ara mekan söz konusu değildir. Her

ikisinde de sınırlar yok olmasına rağmen, kültürlerarasılıkta iki kültürün iç içe geçmesi

sonucu yeni bir sınır çizilmekte, yani ara mekan oluşturulmaktadır.

Esselborn, Welsch’in trans-kültürlülük kavramını ortaya atmasının nedenini sosyal

homojenleşme, etnik temelleşme ve kültürlerarası sınırlardan bahseden Herder’in

klasik kültür kavramına karşılık ve günümüzdeki kültürlerin göç, ekonomik/kültürel

bütünleşme ve bağımlılık nedeniyle melez kültür (Alm. hybride Kulturen) olarak

görülmesine bağlamaktadır (Esselborn, 2007: 13).

Fiili olarak kültürlerimiz, homojenliklerini yitiren, geleneksel sınırlarını aşan ve trans-

kültürel olarak tanımlanan yeni bir şekle girmiştir. Günümüzde kültürel ilişkiler geniş

ölçüde çeşitlilik ve iç içe geçmiş olarak tanımlanmaktadır (Blumentrath ve diğ., 2007:

16-17). Trans-kültürlülüğün oluşumunda kültürler arasındaki sınırların kalkmasıyla

“yeni bir evrensel kültür oluşmamaktadır. Aksine içerisinde trans-kültürel imgeler

taşıyan birey ve topluluklar oluşmaktadır” (Wikipedia, 2009).

Kültürlerarasılık ve trans-kültürlülük kavramlarının aksine çok kültürlülük belirli

sınırlar üzerine kurulu bir kavramdır. Birçok çevre tarafından “kültürlerarasılık

kavramı, çok kültürlülüğü ve trans-kültürlülüğü açıklayan bir üst kavram olarak kabul

edilmektedir” (Blumentrath ve diğ., 2007: 53).

Elimden geldiği kadar açıklamaya çalıştığım kültürlerarasılık, çok kültürlülük ve trans-

kültürlülük kavramlarının ayrılığı konusunda bilimsel çevrelerde her hangi bir

uzlaşmanın olmadığı görülmektedir. Her ne kadar biri diğerinin yerine konulmaya

çalışılsa da, kültürlerarasılık kavramının birçok bilim dalında yer aldığı ve diğer iki

kavramdan daha çok kullanıldığı bir gerçektir.

Page 21: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

12

1.1.2. Yabancılık (Fremdheit)

Günümüzde küreselleşme yolunda ilerleyen dünyamızda toplumlar arasındaki

sınırların da yavaş yavaş aşılması ya da kalkmasıyla birlikte, bilinen ile bilinmeyenin,

yani yabancılık kavramının öneminin değer kazandığını görüyoruz.

“Yabancı kültürlerle karşılaşma, bireysel ve toplumsal koşullar sistemi ile şekillenir.

Başkalık ve farklılığın iletişim aracı olan yabancılık ve kültürel ayrıcalık bu nedenle

büyük değerler olarak görülür” (Baytekin, 2006: 80). Đnsanoğlunun bilinmeyenle

karşılaşmasında her zaman yabancılık olgusu mevcuttur. Özellikle de tanımadığı veya

sadece yüzeysel olarak tanıdığı yabancı kültürlerin içlerine daldıkça, kendi kültürüne

yabancı olan olgularla karşılaşacaktır.

Yabancılık kavramına değinirken, yabancı kavramını da tanımlamaya çalışacağım.

“Yabancı kavramı Alman dilinde birbirinden farklı birçok anlamda kullanılmaktadır.

Almancada kullanılan yabancı kavramı diğer dillerde farklı kelimelerle

karşılanabilmektedir” (Hofmann, 2006: 14). Hofmann yabancı kavramını açıklamaya

çalışırken, üç değişik tanım kullanmıştır.

1- Yabancı, kendi alanı dışında bulunan bir şeydir. Dolayısıyla yabancılık,

deneyimleri bilinen çevrelerden gezi, fetih, kolonileşme veya savaş amacıyla

uzaklaşmakla bağdaşmaktadır. Bu anlamda kullanılan yabancı kavramı, önemli

olan diğer Avrupa dillerinde externum, peregrinum, foreigner ve etranger

olarak kullanılmaktadır.

2- Yabancı, başkasına ait olan bir şeydir. Bu bağlamda bağlı bulunan uyruk da

önemli bir rol oynamaktadır. Latince ve Đngilizce’de bu anlama karşılık gelen

kelimeler sırasıyla alienus ve alien’dir.

3- Yabancı, bilinmeyen türden ve alışılmadık olandır. Burada yabancı,

güvenilmeyen bir şey olarak algılanır. Fransızca ve Đngilizcede bu anlama

karşılık veren kelimeler etrange ve strange’dir (Hofmann, 2006: 15).

Birinci ve üçüncü maddelere değinmeden önce, Hofmann’ın ikinci maddedeki

tanımına, köken açısından somut örnekler vererek, tanımın daha net bir şekilde

anlaşılmasını sağlayalım. Spagetti, salata, pasta, jeans, ketçap, curry, McDonald’s,

Page 22: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

13

Coca-Cola, Döner, Kebap, Rakı, Đtalyan ve Çin restoranları, Đngiliz Publar… Bunlar

topluma entegre olmuş yabancı kökene sahip olan birkaç örnek olarak gösterilebilir

(Köstlin, 2007: 366).

Modern toplumlarda, yani büyük şehirlerde yaşayan insanlar için yukarıda saydığımız

örnekler ilk etapta yabancı gelmiyor. Ufak bir çocuk bile büyüme çağında bunlarla o

kadar yakın olmuş ki, bunların kendi kültürünün bir parçası olduğunu düşünüyor.

“Alı şıldığı gibi yabancı olan her zaman buradaydı. Bazen mevcudiyetini öyle bir

sürdürüyor ki, kökenini bile algılanamıyor” (Köstlin, 2007: 366). Köken olarak

yabancı sayılan, fakat günümüz modern toplumlarda yabancılığı fark edilemeyecek

hale gelen yukarıdaki somut örnekler, hemen hemen her kültürde yerini almıştır.

Đkinci maddede yapılan tanımı somut örneklerle açıkladıktan sonra üçüncü ve birinci

maddeler üzerinde biraz duralım. Her ne kadar üçüncü maddede yapılan tanım birinci

ile benzerlik taşısa da, farklılıklar içermektedir.

Đlk yapılan tanımda yabancı kavramı daha olumlu koşullar altında, her hangi bir

tereddüt yaşamadan elde edilir. Yabancı ile olan karşılaşma istekli bir şekilde gelişir.

Oysa üçüncü madde de yabancı kavramı tanımlanırken, ortada bir güvenilmezlik,

olağan bir tereddütlük duygusu vardır. Yabancı ile olan karşılaşma istemeden gelişir.

“Bilinmeyen, tanınmayan, güvenilmeyen bir şey yabancı olarak algılandığında ne

olur? Bir kültürün dinamik, yani istikrarlı olabilmesi için yabancının üstlendiği görev

nedir? Yabancılığın dereceleri var mıdır?” (Wende, 2004: 109). Bu sorular,

Hofmann’ın yabancı kavramı ile ilgili yaptığı üçüncü tanımdan yola çıkılarak, bilimsel

çalışmalarda yabancılık ile ilgili sıkça sorulan ve üzerinde durulan sorulardır.

21. yüzyılda yabancılık kavramının anlamı üzerine çalışmalar yapıldıkça, insanlar

kültürel bir meydan okumayla daha çok karşı karşıya kalacaklardır. Đşyerinde,

alışverişte veya ikamet ettikleri yerde farklı kültürlerden gelen ve yabancı olarak

nitelendirilen insanlarla bütünleşeceklerdir (Wende, 2004: 110).

Spagetti, salata, pasta, ketçap, McDonald’s, Coca-Cola, Döner, Kebap… Yukarıda

verdiğim bu somut örnekler, günümüzde yer aldıkları toplumlarla ilk karşılaşmalarında

bilinmeyen olarak algılanmaktaydılar. Hatta bazı kesimler tarafından, farklı bir

Page 23: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

14

kültürden geldiği için mevcut üretim koşullarının kendi kültürlerine uygun

olamayacağı da göz önünde bulundurularak güvenilmeyen olarak da

nitelendirilmişlerdir. Ama bugün bu somut örneklere bilinmeyen veya güvenilmeyen

olarak bakılması söz konusu bile değildir. Dolayısıyla Hofmann’ın birinci ve üçüncü

tanımda ileri sürdüğü olguların verdiğim bu somut örnekler üzerinde her hangi bir

geçerliliği kalmamıştır. Wende’nin de belirttiği gibi, bunlar, günümüz modern

toplumlarla bütünleşmiş, adeta onların birer parçası olmuştur.

Yabancılık üzerine yapılan araştırmalarda kültür her zaman baş aktördür. Kültürleri

bakımından birbirinden farklı olan insanların kültürel bir meydan okumayla karşı

karşıya kalacağını Wende dile getirmişti. Bu nedenle “yabancı örneklerin

anlaşılabilmesi için kültürel arka plan bilgilerin edinilmesi gerekir” (Becker, 2007:

229).

Kültür ve edebiyat bilim çalışmalarını günümüzde paralel olarak yürütmektedir.

Dolayısıyla edebiyat, kendisini okuyuculara güvenilir bir gerçeklik olarak sunduğu için

yabancılık ile ilgili deneyimler üzerinde çalışmalar yürütebilir. Bunu yaparken de

sosyal yaşamdaki farklılıkların şiddete yönelen tartışmalara yol açmaması için

kültürlerarasılık ve yabancılık ile ilgili deneyimlerini deneysel/kurgusal bir şekilde

sunar (Hofmann, 2006: 55-56).

Son zamanlarda, özellikle de Avrupa’daki çok kültürlü toplum yapısına sahip olan

ülkelerin güncel edebi ürünlerinde yabancılık kavramı ilk sırayı almaktadır. Edebiyat,

konu olarak ele aldığı yabancılığı belirli durumlarda güvenilir kılabileceği gibi

tamamen de yabancı olarak tanıtabilir. Bilineni yabancının, yabancıyı da bilinenin

penceresinden aktarabilir. Yabancılığı daha da yabancı tanıtarak bilinen ile yabancılık

arasındaki mesafeyi güçlendirir (Hofmann, 2006: 55).

Kültürlerarası görüngüleri sunan edebi metinlerdeki yabancı kültürlerin tasviri, göç

süreci ile birlikte değişikli ğe uğramıştır. Şu ana kadar yabancı dıştan içe doğru

aktarılırmış, şimdi ise içten dışa doğru aktarılmaktadır. Diğer bir değişle yabancı

kendini anlatmaya başlamıştır (Allgaier, 2007: 156).

Allgaier’in bahsettiği bu durum özellikle Almanya’da yazan Türk kökenli yazarlar için

geçerlidir. “Almanca yazan Türk romancıları, yabancılık sorununu daha çok, yabancı

Page 24: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

15

açısından dile getirmişlerdir” (Aytaç, 2005: 99). Feridun Zaimoğlu, Emine Sevgi

Özdamar, Güney Dal gibi birçok Türk kökenli yazar, yabancılığı içten dışa, yani

yabancının penceresinden kendi deneyimlerini eserlerinde paylaşmışlardır.

1.1.3. Melezlik (Hybridität)

Melezlik (hibridite), birbirinden farklı en az iki sistemin karışımıyla meydana

gelmektedir. Önceleri tarımsal alanlarda kullanılan melezlik kavramı, günümüzde

sosyal bilimlerde yapılan, özelliklede kültürlerarası boyutu olan çalışmalarda sıkça

kullanılmaya başlanmıştır.

Melezlik kavramının kökeni olan melez (hibrid) kavramı, kökeni farklı olan iki

nesne/sistem/varlığın birleşiminden ibarettir. Melez kavramını daha geniş bir bakış

açısıyla değerlendirmek istersek, “farklı tartışmaları ve teknolojileri birleştiren

geleneksel çizgilerin veya gösterge zincirinin birer karışımıdır” (Hofmann, 2006: 28)

şeklinde açıklama yapmak mümkündür.

Sosyal bilimlerde, özellikle kültür bilim çalışmalarında ele alınan melezlik, 19.

yüzyılda dejenerasyon ve kimlik kaybı anlayışıyla bağdaştırılarak, toplumların

karışımını engellemek amacıyla negatif bir anlam taşımaktaydı. Melezlik kavramı,

80’li yıllardan sonra heterojen konseptler, dil oyunları ve yaşam biçimlerin

çoğunluğunu vurgulamak amacıyla bugünkü pozitif anlamını postmodern ve post-

yapısalcılık konjonktürüne borçludur (Blumentrath ve diğ., 2007: 53).

Özellikle sömürgecilik sonrasında oluşan modern toplumlarda, birbirinden farklı

kültürlerin yer alması ve bunun günümüzde daha da belirginleşmeye başlamasıyla

birlikte, melezlik kavramının önemini de arttırmaktadır. “Tek bir kültürün aykırılaşan

akımların karışımı ile farklı kültürlerin farklı eğilimlerin karışımından oluşan melezlik,

post-sömürgecilik mevcudiyetinin temel şartıdır” (Hofmann, 2006: 28).

Melezlik, birey profiline ve kolektif benliğe dayanır. Bireysel mevcudiyetten oluşan

karışımları şekillendirerek belirli sınırlar içerisinde birbirinden farklı yaşam

birliklerinin tanımasını teşvik eder. Melezlik, ulusal sınırlar içerisinde birden çok

kültürün bir arada yaşamasını ve birbirleriyle etkileşim halinde olmasını desteklediği

için mono-kültürel anlayışın karşıtıdır (Blioumi, 2002: 31).

Page 25: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

16

Melezlik ile şu ana kadar yaptığımız tanımlamalardan yola çıkarsak, melezliğin çok

kültürlülükle eşdeğer bir olgu olduğunu söyleyebilir miyiz? Melez kültürden

bahsederken, yeni bir kültürden mi bahsediyoruz? Her ne kadar melezlik ile çok

kültürlülük birbirlerine eşdeğer birer olgu olarak görülse de, çok kültürlülüğün

içerisinde halen belirli sınırlar çizilmektedir. En azından A kültür veya B kültürden

bahsetmemiz mümkündür. Fakat melezlik olgusuna baktığımızda, var olan sınırlar

kaldırılmakta, hatta yeni sınırlar çizilmektedir. Az önceki örnekte verdiğim gibi ortaya

çıkan ürünün kökenleri A ve B kültürüne dayanmaktadır. Fakat ortaya çıkan ürüne ne

A kültürü diyebiliriz, ne de B kültürü. Adına ancak melez kültür diyebiliriz.

1.1.4. Üçüncü Alan (Dritter Raum)

Farklı kültürlerin karşılaşması ile birlikte ara mekanlar oluşmaktadır. Birbirleriyle

karşılaşan kültürlerin kökenleri ile beslenen bu ara mekan ‘üçüncü alan’ olarak

tanımlanır. Üçüncü alan kavramını dile getiren kişi Homi Bhabha’dır. “Bhabha,

üçüncü alan kavramını geliştirirken kültürel melezlik (Alm. kulturelle Hybridität)

kavramından yola çıkmıştır” (Blumentrath ve diğ., 2007: 24-25).

Günümüzdeki modern toplumların homojen bir yapıya sahip olmadığını, kültür

kavramını açıklarken dile getirdim. Farklı kökenlerden gelen bireylerin topluma

karışmasıyla birlikte meydana gelen kültürel melezlik, modern toplumların göz ardı

edemediği bir gerçektir. Dolayısıyla “üçüncü alan, içerisinde melezliğin bulunduğu bir

alandır” (Hofmann, 2006: 29) diyebiliriz.

Hofmann, üçüncü alan kavramını ele alırken, bireylerin geldiği kültür ile toplumun

oluşturduğu kültür arasındaki nesnel farklılıkların, insanların yaşadığı kültürlerarasılığı

tanımlamakta yetersiz kaldığını, yaşanılan kültürlerarasılığın ancak üçüncü alan ile

tanımlanabileceğini (Hofmann, 2006: 13) dile getirmiştir. Hofmann’ın üçüncü alan

hakkında yaptığı bu tanımlamadan, toplum içerisindeki kültürel farklılıkların üçüncü

alan dediğimiz sınırlar içerisinde melez bir benlik gerçekliğini var ettiğini

söyleyebiliriz.

Pabor’a göre ise (2008: 137) “Homi Bhabha, gündeme getirdiği üçüncü alan olgusu ile

göç alan topluluklar içerisindeki trans-kültürel durum için farklı kültürlerin karşılaştığı

ve karşılıklı olarak birbirlerini etkilediği bir ortam hazırlamaktadır”.

Page 26: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

17

Üçüncü alan kavramıyla ilgili yukarıda yer verdiğim görüşlerden hareketle,

Almanya’da yabancı kökenli yazarların büyük bir çoğunluğunu oluşturan Türk kökenli

yazarların eserlerinde işlenen konuların üçüncü alanda gerçekleştiğini söyleyebiliriz.

Bu noktada örnek olarak, eserleri araştırma konusu olan Emine Sevgi Özdamar

verilebilir. 2006 yılında Kiepenheuer – Witsch yayınevi tarafından yayınlanan ‘Sonne

auf halben Weg: Die Berlin - Đstanbul Triologie’ isimli kitabı bunun kanıtıdır. “Emine

Sevgi Özdamar, çocukluğunu yaşadığı ülkenin kültürü ile anadili olan Türkçenin

kalıplarından beslenen bir üçüncü alan oluşturmayı deniyordu” (Kuruyazıcı, 2001: 23).

Şu ana kadar ele aldığım kavramlar, daha önceden de belirttiğim gibi Kültürlerarası

Edebiyat’ın merkezinde tartışılan olgulardır. Bunların her biri Kültürlerarası Edebiyat

olgusunun nasıl oluştuğunu, Kültürlerarası Edebiyat üzerinde yapılan tartışmaların

nasıl şekillendiğine dair net fikirler vermektedir.

1.2. Kimlik Arayı şları

Almanya’daki yabancı kökenli yazarlar, yazma faaliyetlerine başladığı tarihten

günümüze kadar, yazdıkları eserler ve kendileri hakkında sürekli tartışmalar olmuştur.

Bu tartışmalar halen de yapılmaktadır. Bu tartışmaların en önemli noktası, bu

yazarların ve kendi eserlerinin hangi kimlik altında sınıflandırılacağı, yani hangi ulusal

edebiyata dahil edileceği üzerinedir.

Yazarın kökeni dahil edileceği ulusal edebiyatın belirleyicisi olabilir mi? Roman

kahramanının Türk, Alman, Rus veya her hangi başka bir ırktan olması o eserin ilgili

ulusal edebiyata ait olduğunu söyleyebilir miyiz? Romanda geçen mekanın

Türkiye’nin her hangi bir yerinde olması, o romanı Türk romanları sınıfına dahil eder

mi? Ya da bir eserin yazıldığı veya yazarın kullandığı dil, onun hangi edebiyattan

olduğunu söyleyebilir mi? Yazarın kökeni üzerine duran sorunun cevabını verebilmek

amacıyla somut örnek vermek gerekirse Almanya’daki Türk kökenli yazarlar, bazı

kesimler tarafından Türk Edebiyatı’nın birer uzantısı olarak görülse de, çoğu

tartışmaların odak noktası, bu eserlerin dili Almanca olması, sınıflandırılacakları

edebiyatın da Alman Edebiyatı olmasından yanadır. Belirttiğim bu tartışma her ne

kadar bunlarla ilgili sınıflandırma için önemli bir etken teşkil etse de, beni ilgilendiren

Page 27: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

18

kısım bu yazarların hangi edebi tür ile anıldıkları, yani kendilerine yakıştırılan

kimliklerdir.

Yabancı kökenli yazarları ve ürettikleri eserleri tanımlayabilmesi amacıyla ortaya

atılan ve ilk kavramlardan biri olan ‘Konuk Đşçilerin Edebiyatı’ (Alm. Literatur der

Gastarbeiter), 80’li yılların başında CON-Verlag’ın Güney Rüzgarı Dizisi Konuk Đşçi

Almancası (Alm. Südwind-Gastarbeiterdeutsch) adı altında gündeme getirildi

(Chiellino, 2007: 389). “Südwind Gastarbeiterdeutsch, konuk işçilerin yazdıklarını

kendilerinin ilk kez düzenli olarak yayımlama denemesidir. Dizinin amacı, bu dağınık,

önem verilmeyen ve bastırılan yazını gün ışığına çıkartmaktır” (Kuruyazıcı, 2001: 11).

Konuk Đşçilerin Edebiyatı kavramının gündeme getirildiği bu dönemde, aynı zamanda

kendileri de yabancı kökenli olup da yazdıkları eser dili olarak Almancayı seçen

“Franco Biondi ve Rafik Schami tarafından ‘Acı Çekenlerin Edebiyatı’ (Alm. Literatur

der Betroffenheit) kavramı proje olarak gündeme taşındı” (Chiellino, 2007: 389).

Daha sonraki yıllarda “Harald Weinrich, dışarıdan yapılan Alman Edebiyatı (Alm.

Eine deutsche Literatur von aussen) ve Konuk Đşçi Edebiyatı (Alm.

Gastarbeiterliteratur) kavramlarından” (Chiellino, 2007: 389) bahsedecektir. Aynı

dönemde Konuk Đşçi Edebiyatı’ndan söz eden diğer bir isim de Irmgard Ackerman’dır.

Harald Weinrich ve Imgard Ackerman tarafından gündeme getirilen Konuk Đşçi

Edebiyatı, “devamlı olarak konuk işçi kavramını gündeme taşımak amacıyla

oluşturulmuştur” (Stratthaus, 2005: 28). Daha sonraki yıllarda Konuk Đşçi Edebiyatı

hakkında yapılacak negatif eleştiriler, aşağıda da belirteceğim gibi, bu kavramın

geçerliliğini kaybetmesine ve yerini Yabancılar Edebiyatı’na bırakmasını

sağlayacaktır” (Esselborn, 2007: 19). Konuk Đşçi Edebiyatı ile ilgili yapılan negatif

eleştirilere çalışmamın birinci bölümünde yer verdim.

Harald Weinrich’in önerdiği dışarıdan yapılan Alman Edebiyatı’na tepki olarak

Suleman Taufiq, içeriden yapılan edebiyat (Alm. Eine Literatur von innen) ve Zafer

Şenocak, Köprü Edebiyatı (Alm. Brückenliteratur) kavramından söz eder” (Chiellino,

2007: 389). Yabancı kökenli olup da eserlerini Almanca yazmayı tercih eden Suleman

Taufiq ve Zafer Şenocak, dile getirdikleri bu kavramlar sayesinde, gündemde olan

kimlik tartışmasında söz sahibi olmaya çalışmışlardır.

Page 28: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

19

Önceki yıllarda Konuk Đşçi Edebiyatı’ndan söz eden Harald Weinrich, daha sonradan

ikinci bir atılım gerçekleştirerek, yalnız Almanların olmayan edebiyat (Alm. Eine nicht

nur deutsche Literatur) ve Yabancılar Edebiyatı (Alm. Ausländerliteratur) kavramını

gündeme taşır. Daha önceden de olduğu gibi Irmgard Ackerman’da Yabancılar

Edebiyatı’ndan söz edecektir. Ama daha öncesinde Heimke Schierloh, yabancı kökenli

yazarlara daha fazla ilgi çekebilmek amacıyla Göçmen Edebiyatı (Alm.

Migrantenliteratur) kavramından bahseder (Chiellino, 2007: 389-390).

Anlaşıldığı gibi 80’li yıllarda yabancı kökenli yazarların ürettikleri bu edebiyat ile

ilgili olarak birçok kavram ortaya atıldı ve geçerliliklerini kısa sürede yitirerek

yerlerini yeni kavramlara bırakmak zorunda kaldı. Sonraki yıllarda bu yazarların

konuk değil de, göçmen olduğunun kabul edilmesiyle birlikte, daha önceden ortaya

atılan ve yukarıda bahsettiğim kavramların tamamının yerine Göçmen Edebiyatı

kavramı kullanılmaya başlandı. Göçmen Edebiyatı kavramı hakkındaki bulgularım,

çalışmamın ikinci bölümünde yer aldığı için, burada bu konu ile ilgili ayrıntılı bilgi

vermeyi gerek görmüyorum.

Göçmen Edebiyatı, her ne kadar günümüzde bazı kesimler tarafından dile getirilmeye

devam edilse de, bahsi geçen yazarların gün geçtikçe Almanya’da sağlam bir konum

elde etmeleri, bunun yanında çeşitli edebiyat ödüllerine de layık görülmeleri, edebiyata

kültürlerarası bir boyut kazandırmaya başlamıştır. Đlk başlarda konuk işçi kavramıyla,

daha sonra yabancılar, köprü, acı çekenler, göç, göçmen gibi birçok isimle anılan bu

yazarların yaptığı edebiyatın, başlangıçtan günümüze kadar oluşan süreçte edebiyatın

kazandığı kültürlerarası boyut, Karl Esselbron’un yaptığı çalışmalarda görülmektedir.

Đlk başlarda farklı ve kayıp olarak algılanan acı çekenlerin bakış açısı, yazarların

kültürler arasında sınırları aşan bir rolün üstlendiği uluslararası veya uluslar ötesi bir

bakış açısıyla yer değiştirdi. Oluşan bu melez edebiyat, hiç kuşkusuz yüksek bir

kültürlerarası potansiyele sahiptir (Becker, 2007: 214).

Bahsi geçen Konuk Đşçilerin Edebiyatı, Acı Çekenlerin Edebiyatı, Dışarıdan Destekli

Alman Edebiyatı, Konuk Đşçi Edebiyatı, Güney Rüzgarı Edebiyatı, Đçeriden Destekli

Edebiyat, Köprü Edebiyatı, Yalnız Almanların Olmayan Edebiyat, Yabancılar

Edebiyatı, Göçmen Edebiyatı gibi kavramların belirttiği mekanlar merkezi olmaktan

Page 29: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

20

çok marjinallikleri ile ön plana çıkmaktaydılar. Đlgili edebi olguya yapılan bu

yakıştırmalar, Alman Edebiyatı’nın dışında, kenarında veya ötesinde bulunan

taksonomi mekanına dahil edilmeye çalışılıyordu (Amodeo, 2002: 78).

Đlgili kesimin dahil olduğu edebiyatın konumunu belirlemeye çalışan bu kavramların

yüzeysel kalması, kısa bir zaman içinde mevcut bir kavramın geçerliliğini yitirmesine

ve yerine yenisinin gelmesine neden oluyordu. Oysa edebiyatın konumunu yazarın,

eserlerde kullanılan figürlerin ve mekanların farklılığı değil, eserin yazıldığı dil

belirlemektedir (Chiellino, 2007: 391).

Almanya’da farklı kültürlerden gelen yazarların 60’lı yıllardan beri düştüğü kimlik

bunalımını, yüzeysel de olsa yukarıdaki satırlarda açıklamaya çalıştım. Görülüyor ki,

günümüze kadar işleyen bu süreç içerisinde, bahsi geçen grubun kimliğinin

belirlenmesinde hem akademik camiadan, hem de grubun içerisinden fikirler ortaya

atılmış, kimisi geçici bir süre de olsa birçok kesim tarafından kabul görmüş, kimisi de

sadece anıldığı gibi kalmıştır.

Bunca yıldır Alman toplumunun, kendisini göç alan, melezleşmeye doğru giden bir

toplum olarak görmemesi ve yabancı yazarların kendilerini geçici statüde görmeleri,

kendilerinin her zaman yabancı olarak algılanmasına sebep olmuştur. Almanya, toplum

olarak kendi içlerinde azınlıkta da olsa farklı kültürler barındırdığını, diğer bir ifadeyle

melezleşmiş oldukları hakkındaki gerçeği kabul etmesiyle yabancı olarak görülen

yazarların bu süreçte gelişen problemlere nasıl ışık tutacaklarının farkına varmaya

başlamıştır. Onları birer yabancı değil, geldikleri kültürlerin birer temsilcisi olarak

görmeye başlamışlardır. Farkına vardıkları bu gerçeklik, onların edebiyatta da değişik

alternatifler üretmelerine, yani Kültürlerarası Edebiyat kavramının doğmasına neden

olmuştur.

Page 30: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

21

BÖLÜM 2: TÜRKLER’ ĐN “ALMANYA’YA GÖÇ” OLGUSU VE

GÖÇÜN EDEBĐYATA YANSIMASI

2.1. Göçmenlerin Oluşturdu ğu Edebiyat: Göçmen Edebiyatı

2.1.1. Göç Kavramı

Göç, birey veya toplumların siyasal, ekonomik, sosyal veya coğrafi nedenlerden dolayı

bir yerden başka bir yere hareketine denir. Diğer bir ifadeyle göç “bir yerleşim

biriminden, bir siyasi sınırı olan toprak parçasından başka bir birime doğru, fert, grup

veya kitle halinde gerçekleşen bir hareket” (Seyyar, 2008: 154) olarak tanımlanır.

Tarihi incelediğimizde göç kavramı insanoğlunun hayatında her zaman yerini almıştır.

Đnsanoğlu daha elverişli koşullarda hayatını devam ettirebilmek amacıyla bir yerden

başka bir yere göç etmiştir ve halen etmeye devam ediyor.

Geçmişte göçü tetikleyen unsurların başında düşman işgalleri, toplu sürgünler, dini ve

etnik çatışmalar gibi topluluklar arası savaşlar ile kuraklık, kıtlık gibi olumsuz coğrafi

koşullar gelmekteydi. Günümüzde ise göçü tetikleyen en büyük unsur ekonomik

koşullardır. Derinlemesine bir inceleme yaptığımızda göçe sebebiyet veren etkenleri

çekme ve itme etkenleri diye ikiye ayırabiliriz.

Çekme etkenleri bireyin yaşadığı mevcut koşullardan daha iyi koşullara ulaşma

isteğidir. Diğer bir deyişle gönüllü gerçekleştirdiği bir göç şeklidir. Çekme etkenleri 6

maddeden oluşmaktadır. Bunlar;

� “Kültürel hayranlık

� Macera arzusu

� Farklı bir hayat kurma isteği

� Güçlü bir devletin mensubu olma

� Yurt dışında daha iyi sağlık, konut ve eğitim hizmetleri edinme

� Ekonomik avantajlar” (Seyyar, 2008: 154).

Page 31: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

22

Đtme etkenleri ise, insanın yaşadığı olumsuz koşullardan daha olumlu koşullara

ulaşmak için gerçekleştirdiği göç türüdür. Anlaşılacağı üzere birey göçü gönüllü değil

de zorunlu gerçekleştirmektedir. Đtme etkenleri 7 maddeden oluşmaktadır. Bunlar;

� “Toprağın fakirliği

� Düşük ücret

� Sınırlı iş imkanları

� Kıtlık

� Eğitim, sağlık ve diğer imkanlardan mahrum olma

� Sınırlı sosyal hareketlilik

� Geleneklerden uzaklaşma isteği” (Seyyar, 2008: 154).

Türkiye’den Almanya’ya gerçekleşen işçi göçünün ilk dönemlerini göz önünde

bulundurduğumuzda, giden işçilerin çoğunluğunun göçün itme etkenlerinden

etkilenerek göç ettiğini söyleyebiliriz. Bu etkenler arasında da düşük ücret, sınırlı iş

imkanı, sınırlı sosyal hareketlilik sayılabilir.

Göç sadece bireylerin çeşitli nedenlerden dolayı bir yerden başka bir yere gitmesi

olarak algılanmamalıdır. Bireylerle birlikte düşünceler, fikirler de yer değiştirmektedir,

yani bir nevi göç etmektedir. Günümüz dünyasında her kültürün geçmişinde

düşüncelerin, insanların ve nesnelerin değişimi, yani göçü yer almaktadır (Köstlin,

2007: 365).

Topluluklar arasında düşüncenin göçünden bahsedildiğine göre, göç kavramı sadece

sosyolojik açıdan değil, aynı zamanda felsefi ya da edebi açıdan da incelenebilir. Göç

kavramının edebi açıdan incelenmesinde Hofmann çalışmasında Salman Rüşdi’nin göç

kavramı üzerine getirdiği öneriye yer vermektedir.

Göç, günümüzde en geniş kapsamlı metaforlardan biridir. Yunanca kökenli metafor

kelimesinin anlamı, bir şeyi bir yerden bir yere aktarmaktır. Yani metafor göçün bir

biçimini, düşüncelerin resme göçünü belirtmektedir. Göçmenler (bir yerden bir yere

taşınan insanlar), metaforik varlıklardır ve göçün kendisi metaforik olarak

düşünüldüğünde hepimizin hayatında göç yerini almıştır. Hepimiz sınırları geçiyoruz;

buna göre hepimiz göçmen topluluklarız (Hofmann, 2006: 123).

Page 32: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

23

Göç kavramını sosyolojik açıdan değerlendirmediğimizde, dünyadaki bireylerin

tamamının bir şekilde göçten etkilendiğini söyleyebiliriz.

2.1.2. Göçmen Edebiyatı Kavramı

Alman hükümeti ülkesindeki iş gücü açığını kapatmak amacıyla farklı ülkelerle yaptığı

iş gücü alım anlaşması sonucu, birbirinden farklı kültürlere mensup insanlar çalışmak

için Almanya’ya geldiler. Almanya’daki iş gücü açığını kapatmaya çalışan bu işçilerin,

kültürel farklılıklarından dolayı sosyal yaşamlarında sorunlar baş gösterdi. Meydana

gelen bu sorunları paylaşma yahut anlatma yolu olarak da edebiyat tercih edildi.

Kökenleri farklı olan bu insanların yazmaya başlamaları ile birlikte Almanya’da yeni

bir edebi tür doğmaya başladı. Oluşan bu edebi türün dile getirdiklerini polifonik, yani

çok sesli olarak değerlendirebiliriz. Kullanılan dil, 1955’den beri Almanya’ya göç

eden etnik azınlıkların ulusal dillerinden oluşuyordu. Türkler arasında kendi ulusal

dilini tercih edenler Aras Ören, Güney Dal, Aysel Özakın ve Habib Bektaş’tır

(Chiellino, 2007: 54). Burada polifonik olarak kastedilen, yazmaya başlayan yabancı

yazarların birbirinden farklı kültürlerden geldiği, yazarken yazdıkların kendi

kültürlerinden de bir şeyler kattığı, bu nedenle ortaya çıkan yazıların çok kültürlü

olduğudur.

Yabancı kökenli yazarların yazdıkları, hem Almanların hem de kendileri gibi çalışmak

amacıyla Almanya’ya gelen ve yabancı olan diğer işçilerin ilgisini çekiyordu.

Dolayısıyla yazılanların birçoğu daha sonradan Almancaya çevriliyordu. Bu nedenle

“yeni doğan bu edebi türde başlangıç safhasında ağırlıklı olarak çeviriler hakimdi.

Yabancının kullandığı dil hala yabancı bir dildi” (Şölçün, 2007: 136).

Başta işçilerin ikametlerine geçici bakıldığından, doğan yeni edebi türe Konuk Đşçi

Edebiyatı denildi. “Peki bu isim neye göre verildi? Yazarların konuk işçi olmasından

mı, yoksa yazdıkların konuk işçilerin sorunlarını içerdiği için mi? Belki her ikisi de:

Yetmişli yıllarda ilk kez kaleme sarılanlar konuk işçiydi ve göç konusunu işliyorlardı”

(Kuruyazıcı, 2001: 8). Oysa konuk işçi kavramının edebi ürünlerle ilişkilendirilmesi ne

kadar mantıklıydı? Yazan her hangi bir konuk işçinin ileride bir gün çekip gideceğini

düşünmek ne kadar doğru olur? (Stratthaus, 2005: 24). Bu sorular, konuk işçi edebiyatı

kavramının kullanımının ne kadar uygun olup olmadığını düşündürüyor.

Page 33: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

24

Stratthaus, konuk işçi kavramının edebi ürünlerle ilişkilendirilmesinin ne kadar doğru

olduğunu sorsa da, Almanya’da, özellikle de 70’li ve 80’li yıllarda, kendilerine konuk

işçi olarak bakılan yabancı kökenli yazarlar için böyle bir kavram kullanıldı.

“Yazarların fiilen konuk işçi olarak nitelendirildiğini edebiyat tarihi göstermektedir.

Almanca yazmalarına rağmen Almanya’da 70’li yıllardan beri Alman ulusal

edebiyatının dışında bir grup oluşturan yazar göçmenler bulunmaktadır” (Stratthaus,

2005: 24).

Aysel Özakın ve Fakir Baykurt gibi siyasi nedenlerden ya da Alev Tekinay gibi eğitim

amacıyla Almanya’ya gelenlerin yazmaya başlamasıyla, yazarların kimliği de

değişmiştir. Seksenlerde konuk işçi edebiyatından söz etmek yanıltıcı olacaktır

(Kuruyazıcı, 2001: 9).

Heimke Schierloh, Almanca yazan yabancı kökenli yazarlara “daha fazla dikkat

çekebilmek için 1984 yılında Göçmen Edebiyatı kavramını kullandı” (Chiellino, 2007:

389). Göçmen Edebiyatı kavramının konuk işçi edebiyatının yerini almasındaki en

belirgin faktörler arasında konuk işçi kavramının uygunsuz bir kavram olması ve

yazarların konuk işçi konumundan çıkması yatmaktadır.

Varlıklarına geçici olarak bakılan işçilerin, ne zaman kalıcı oldukları anlaşıldığında,

kendilerine hiçbir zaman misafir gibi davranılmayan, üstelik neredeyse hiç işçi

olmayan yazarlar için tanımlanan ataerkil ve küstah bir kavramdan ibaret olan Konuk

Đşçi Edebiyatı, zamanla yerini Göçmen Edebiyatı kavramına bıraktı (Hofmann, 2006:

201). Konuk işçi edebiyatı kavramının yerinin göçmen edebiyatı kavramı tarafından

doldurulmasını yorulmayanlardan biri de Blumentrath’tır.

Konuk Đşçi Edebiyatı, özellikle 70’li ve 80’li yıllarda gündemdeydi. Almanya’da

yaşayan birçok yabancı kökenli yazar, yazdıkları metinleri antoloji olarak

yayınlıyorlardı. Yazılanların içeriği, ülkelerini çalışmak için terk eden ve para

kazanmak için Almanya’ya geldikleri için Almanlar tarafından ikinci sınıf muamelesi

gören insanların düşüncelerini ve duygularını taşıyordu. 80’li yılların sonlarına doğru

anlaşıldı ki, konuk dedikleri işçiler kalmaya niyetliydi. Bu bağlamda sadece

yazılanların içeriği değişmedi. Değişen onlar için tanımlanan edebiyatın adıydı.

Küreselleşmenin süreci dahilinde dünyada gerçekleşen göç hareketleri nedeniyle

Page 34: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

25

göçmen edebiyatı, konuk işçi edebiyatının yerini almıştır (Blumentrath ve diğ, 2007:

58-59).

Blumentrath, Konuk Đşçi Edebiyatı kavramının geçerliliğini kaybederek yerini göçmen

edebiyatı kavramına bırakmasını, konuk işçi gözüyle bakılan işçilerin 80’lere doğru

kalıcı olduklarının anlaşılmasına bağlamaktadır. Blumentrath ayrıca, edebiyatın adı ile

birlikte ele alınan konuların da değiştiğine değinmektedir. Hofmann’a göre durum

biraz daha farklıdır.

Hofmann, Blumentrath’ın aksine Konuk Đşçi Edebiyatı kavramının hiçbir zaman uygun

bir kavram olmadığını ve küstahça olduğunu, göçmen edebiyatı kavramının daha

yerinde olduğunu belirtmektedir. Ayrıca yazdıkları ile ön plana çıkan yabancı

yazarların çoğunluğunun işçi olmadığını, profesyonel yazar olduğunun da altını

çizmektedir. Yüksel Pazarkaya, Hofmann’ın küstahça olarak nitelendirdiği Konuk Đşçi

Edebiyatı kavramının “kullanılmasının bir önyargıya dayandığını ve bunun temelinde

ikinci sınıf insan düşüncesi yattığını dile getirmektedir” (Kuruyazıcı, 2001: 9).

Göçmen yazarların yazdıklarını Alman ulusal edebiyatın dışında gören konuk işçi

edebiyatının aksine göçmen edebiyatı kavramı, onlara kabul edildikleri toplum

içerisinde yön vermektedir. Daha önceden de olduğu gibi, göçmen edebiyatı

hakkındaki tartışmalar her zaman göçmen işçilerin sorunlarıyla az da olsa

ilgilenmekteydi (Rösch, 2001: 1353). Bu gibi nedenlerden ötürü “göçmen edebiyatı

her zaman için marjinal bir konu” (Esselborn, 2007: 9) olarak gündemde kaldı.

90’lı yıllara gelindiğinde göçmen edebiyatı kavramı bilimsel toplantılarda da yerini

almaya başlamıştır. “Uluslararası Germanistler Birliği (IVG) tarafından Tokyo’da

düzenledikleri kongrede, ilk defa Göçmen Edebiyatı adı atlında bir oturum

düzenlenmiş ve oturum başkanlığını da Irmgard Ackermann üstlenmiştir” (Kuruyazıcı,

2001: 14-15). Daha sonra düzenlenen kongrelerde de Göçmen Edebiyatı’na iyice

ağırlık verilerek, günümüz Alman edebiyatının temel bir bileşeni hale gelir.

Yazarların farklı kültürlerden gelmelerinden dolayı yaşamları, düşünceleri ve eylemleri

kültürlerine göre biçimlenir. Bu nedenle Göçmen Edebiyatı, içerisinde çeşitli etnik

grupları barındıran toplumlardaki yaşamların anlaşılmasına da katkıda bulunmaktadır”

(Rösch, 2001: 1355).

Page 35: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

26

Göçmen Edebiyatı, en az iki farklı kültürün bakış açısıyla yazan yazarları

kapsadığından, sadece yabancı kökenli yazarları değil, göç konusunu eserlerinde

inceleyen Alman yazarları da çatısı altında toplamaktadır. Bu bağlamda, yabancılık

kavramını içine alan edebiyat sadece yabancı kökenli yazarlar tarafından

gerçekleştirilmemektedir. Almanlarda yabancılık kavramını içeren edebi yazılar

yazmaktadır (Stratthaus, 2005: 32).

60’lardan beri yabancı kökenli yazarların yazdıklarına değişik değişik isimler takıldı.

2000’li yıllara kadar bunların içerisinde en hoş karşılananı Göçmen Edebiyatı oldu.

Đçine düşülen bu kimlik arayışına tezimin ilk bölümünde değindim.

Önceleri konuk veya yabancı olarak nitelendirilen yazarlardan pek eser kalmadı.

Günümüzde yazarların birçoğu ya küçüklüğünde Almanya’ya gitmiş ya da orada

doğmuş ve orada yetişmiştir. Yazılan eserlerde göçmenlik kavramı önemli bir rol

üstlenmiş olsa da ikinci ve üçüncü kuşak çocukların göçmenlik hakkında pek

deneyimleri yoktur. Bu nedenle Almanya’da doğup büyüyen yazarları göçmenlik

konusu cezp etmediği için göçmen edebiyatının geçerlilik süresi kısıtlıdır (Blumentrath

ve diğ., 2007: 59).

Çoğu Almancayı anadili gibi kullanıyor ve çoğu Alman vatandaşlığına geçmiş.

Dolayısıyla bazıları Feridun Zaimoğlu gibi kendilerini Alman yazar olarak görebilir ve

Göçmen Edebiyatı kavramını reddedebilirler. Alman edebiyat dünyasında bu görüşü

savunan olduğu gibi, aksini savunanlarda yok değil. “ Đlk defa 1992 yılında Sigrid

Weigel göçmen edebiyatı kavramından çıkış yolu aramıştır” (Stratthaus, 2005: 32).

Son dönemlerde, özellikle kendini göçmen olarak görmeyen ve Göçmen Edebiyatı

kategorisinde yer almak istemeyen yazarların da katkısıyla, ortaya yeni türler çıktı:

Transkültürel Edebiyat, Çok Kültürlü Edebiyat, Kültürlerarası Edebiyat… Bu

çalışmanın ana başlığı olan Kültürlerarası Edebiyat ortaya çıkan yeni türlerden en ön

plana çıkmış olanıdır.

2.2. Türklerin Almanya’ya Göç Süreci

2. Dünya Savaşı’nın Alman nüfusu üzerindeki olumsuz etkileriyle birlikte, 1950’li

yıllarda Almanya’da ekonomik alanda meydana gelen dinamik gelişmeler, Alman iş

Page 36: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

27

piyasasında büyük bir iş gücü açığının oluşmasına neden oldu. Alman hükümeti oluşan

iş gücü açığını kapatabilmek için işsizlik oranının yüksek olduğu ülkelerle işçi alımı

anlaşması yapma yoluna gitti.

Alman hükümeti ilk olarak 1955 yılında Đtalya, 1960 yılında Yunanistan ve Đspanya,

1961 yılında Türkiye, 1963 yılında Fas, 1964 yılında Portekiz, 1965 yılında Tunus ve

1968 yılında Yugoslavya ile iş gücü alım anlaşması yaparak, Alman iş piyasasına

kontrollü bir şekilde yabancı işçilerin girmesini sağladı.

2.2.1. Türkiye ile Almanya Arasında Đmzalanan Đşgücü Anlaşması

Almanya’daki ekonomik gelişmenin hızlanması ve Almanya’nın doğu – batı olarak

ikiye ayrılması ile birlikte Almanya’nın iş gücü ihtiyacı daha da artı. Bu gelişmeler

neticesinde 31.10.1961 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında iş gücü alım anlaşması

imzalandı.

Alman hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti ile yaptığı iş gücü alım anlaşmasıyla birlikte,

kendi iş piyasasında birçok sektörde oluşan iş gücü açığını kapatmayı

hedeflemekteydi. Bu durum Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı uzmanlarınca

yapılan çalışmada da desteklenmektedir. Bu çalışmada, “Almanya’ya giden Türk

işçileri daha çok, endüstri sektöründe, çelik, maden, otomotiv sektöründe ve özellikle

nitelik gerektirmeyen iş alanlarında istihdam edilerek, bu alanlardaki açıkların

kapatıldığı” (Şen ve diğ., 2006) belirtilmektedir.

Almanya’nın iş gücü açığını kapatmak için Türkiye ile yaptığı anlaşma, diğer ülkelerin

anlaşmalarıyla yer yer farklılık göstermekteydi. Almanya’ya çalışmak için giden

Türklerin 2 yıllık oturma müsaadesi hakkına sahip olmaları, oturma müsaadesinin

uzatılamaması, Almanya’da çalışmak için sağlık yönünden elverişli olduğuna dair

sağlık kontrolünden geçirilmesi, aile bireylerinin yanına aldırılamaması gibi maddeler,

Türkiye ile Almanya arasında imzalanan anlaşmanın diğer anlaşmalardan farklılık

gösterdiği maddelerden birkaçıdır. Bu maddelerin bazıları, Avrupa Topluluğu’na üye

olmayan diğer ülkelerle yapılan anlaşma metinlerinde de yer almaktadır. 1964 yılında

iki ülke arasında yapılan görüşmeler neticesinde anlaşmadaki bazı olumsuz maddeler

düzenlenerek, Türk işçilerin en fazla iki yıl oturma müsaadesine sahip olduklarına dair

madde iptal edildi (Yano, 2007: 3).

Page 37: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

28

Türkiye ile Almanya arasında imzalanan iş gücü alım anlaşmasından bir iki yıl sonra,

Türkiye’de kötü koşullarda yaşamaya çalışan birçok insan, Almanya’ya gidebilmek

için başvuruda bulunuyorlardı. “1961-1973 yılları arasında Türkiye’de, Almanya’ya

işçi olarak gidebilmek için başvuranların sayısı, o yıllarda Türkiye mercilerinden

Alman hükümetine bildirilen başvuru sayısından dört kat daha fazlaydı” (Yano, 2007:

4). Başvuranların büyük bir çoğunluğunu, daha çok Türkiye’nin gelişmemiş olan

bölgelerinden, kırsal kesimlerden gelen insanlar oluşturmaktaydı.

Anlaşma yapıldığı yıldan itibaren Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak gidebilmek için

yapılan başvurular, her geçen yıl katlanarak artmaktaydı. Bunun en büyük nedeni de,

daha önceden oraya giden Türk işçilerin yakınlarını ve akrabalarını çalışmak için

yanlarına çağırmasıydı. “Adeta zincirleme bir göç reaksiyonu oluşmuştu. 1971 yılının

Temmuz ayına gelindiğinde, Almanya’ya işçi olarak gidebilmek için Đstanbul’da ilgili

kurumlara başvuranların sayısı günlük 700 kişiyi buluyordu” (Yano, 2007: 4-5).

2.2.2. Göç Sürecinin Getirdiği Sorunlar

90’lı yıllara kadar Almanya’nın diğer ülkelerden aldığı işçi göçüne geçici bir süreç

olarak bakıldı. Bu durum Almanlar için geçerli olduğu kadar, çalışmak amacıyla

Almanya’ya gelen Türk işçiler içinde geçerliydi. Almanya’ya gelen Türk işçilerin çoğu

ailesini memleketinde bırakıp, kısa sürede biriktirebildiği kadar parayla ülkesine geri

dönmeyi hedefliyordu. Ama hedeflenenin aksine durum beklenilen yönde gelişmedi.

Zaman içerisinde göç olarak bakılan bu süreç, kalıcı ikamete dönüşmeye başladı. Bu

durumun Almanya tarafından uzun süre göz ardı edilmesi, Türkiye Araştırmalar

Merkezi Vakfı uzmanlarınca şu şekilde yorumlanmaktadır:

“Göçün ilk yıllarında, gerek Almanya gerek Türkiye göç sürecini doğru tahmin edemediler. Her iki tarafın kısa süreli çalışma dönemi olarak gördüğü bu süreç, zaman içinde kalıcı bir ikamete dönüştü. Batı Almanya’nın göç gerçeğini uzun süre görmezlikten gelmesi, Almanya’yı bir göç ülkesi olarak kabul etmemesi, bugün kalıcı toplum haline gelen göçmenlerin sorunlarını içinden çıkılamaz hale getirirken, uyum politikalarında karşılaşılan zorluklara zemin oluşturdu. Gerek sosyal, gerek ekonomik alanda, uyumu destekleyecek kapsamlı politikaların uygulanması yerine, yasal düzenlemelerde belli bir program dahilinde olmayan değişiklikler yapılması şeklinde bir politika izlendi” (Şen ve diğ., 2006).

Page 38: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

29

Görüldüğü gibi Alman hükümeti kendini bir göç ülkesi olarak görmemekte ve bu

durumun geçici olduğunu sanarak ona göre hareket etmektedir. Đlk başlarda gelenleri

alkışlarla karşılayan Alman hükümeti, onların geri döneceği umuduna kapılarak ileriki

dönemlerde ortaya çıkabilecek dil, kültür gibi muhtemel toplumsal sorunların

çözümüne yönelik tedbirler almaya gerek duymadı. Oysaki Almanya’ya giden Türk

işçileri, “çok fazla çalışarak, geçici mevcudiyetlerini zamanla eşit koşullarda aidiyetlik

sağlayan bir adaylık sürecine çevirmişlerdir” (Chiellino, 2007: V).

60’lı ve 70’li yıllarda, Almanya’ya çalışmak için gelen yabancı işçiler için, gündelik

yaşamda onları tanımlayan Konuk Đşçi (Alm. Gastarbeiter) kavramı türedi.

Almanya’ya çalışmak için giden Türklerin ve diğer yabancıların, daha sonradan oraya

yerleşmeye başlamalarıyla birlikte, önceden onları tanımlayan konuk işçi kavramının

artık onları tanımlayamadığı anlaşıldı. Bunun üzerine konuk işçi kavramının yerine,

80’li yıllarda Yabancı (Alm. Ausländer) kavramı kullanılmaya başlandı. Bu bağlamda

Yano (2007:1), “80’li yıllarda kullanılmaya başlanan yabancı kavramının, daha

sonradan çeşitli polemiklere neden olan Yabancılar Dışarı (alm. Ausländer-raus)

sloganının negatif etkisinde kaldığını” belirtmektedir. Konuyla ilgili farklı bir bakış

açısı sağlayan Đsviçreli yazar Max Frisch, konuk işçi ve yabancı kavramlarına bakın

nasıl bir yorum getiriyor.

“ Đş gücü istemişlerdi, ama insanlar geldi. Gelenler ülkedeki refahı bozmuyorlardı, tersine refahın sürdürülebilmesi için gerekliydiler. Ama buradaydılar işte. Konuk işçi mi bunlar, yoksa yabancı işçi mi? Ben ikincisinden yanayım. Onlar kendilerinden çıkar sağlamak için hizmet ettiğimiz konuklar değiller ki, çalışıyorlar, hem de yaban ellerde […] Bundan dolayı suçlayamayız onları. Đş gücü istenmişti, ama insanlar geldi” (Kuruyazıcı, 2001:3-4).

1973 yılına gelindiğinde Almanya’da iş gücü açığının olduğu birçok sektör artık

doyum noktasına gelmeye başlamıştı ve Alman hükümeti Avrupa Topluluğu’na üye

olan ülkeler haricinde, iş gücü alım anlaşması imzaladığı diğer ülkelerden işçi alımını

durdurdu. “Đşçi alımının durdurulduğu tarihte Almanya’da 910.500 Türk yaşıyordu. Bu

kararın ardından Almanya 1974 baharında ülkesinde çalışan yabancı işçilere, eş ve 18

yaşından küçük çocukları getirme hakkı tanıdı” (Şen ve diğ., 2006).

Devam eden yıllarda aile birleşimleriyle, Türklerle birlikte Almanya’da yaşayan

yabancıların sayısının artması, bir yandan sosyal sorunlara yol açarken, diğer yandan

Page 39: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

30

hükümet ve kuruluşlar göçün etkileri üzerine daha fazla düşmeye başlamışlardır. Diğer

yandan aile birleşimi ile gelen aile fertlerinin sosyal yaşama uyum sorunları baş

göstermeye başlamıştır. Bu sorunlar, özellikle çocukların Almanca bilmemeleri,

okullarda yaşıtlarından daha düşük sınıflara dahil edilmeleri, eğitimlerinin

aksamalarına ve iki kültür arasında sıkışmalarına neden olacaktır.

2.2.3. Göç Sürecinde Çözüm Arayışları

Alman hükümeti, ülkesindeki yabancı nüfusu azaltabilmek için bir dizi önlemler

almaya çalıştı. Aile birleşimiyle gelen çocukların azami yaşının 18’den 16’ya

indirilmesi, memleketlerine dönmek isteyen yabancılara belirli miktarlarda para

yardımı yapılması, belli koşulları yerine getiren çalışanların emeklilik primlerinde

kolaylıklar sağlanması bu önlemlerden bazılarıdır. Ne yazık ki bu çözüm yolları da

yabancı nüfusun azalmasını sağlamadı. Özellikle Türkiye’de ekonomik ve sosyal

durumun istikrarlı ilerlememesi, dönenlerin uyum sorunları, geri dönüş eğilimini

durdurdu.

90’lı yıllara gelindiğinde Alman hükümeti, göç olgusunu yavaş yavaş dikkate almaya

başladı ve yabancılar için özel bir kanun çıkardı. Bu kanunun en göze çarpan maddesi,

yabancıların Almanya’ya girişlerinde ve Almanya’da ikamet edebilmeleri için oturma

müsaadesine sahip olmaları gerekmektedir. Aile birleşmelerinde, kısa süreli

ikametlerde, öğrenim ve çalışma amaçlı konaklamalarda oturma müsaadesi (Alm.

Aufenthaltserlaubnis) talep edilmeye başlandı.

Günümüze kadar dışarıdan, özellikle Avrupa Birliği’ne üye olmayan ülkelerden gelen

yabancı sayısını en aza indirebilmek için, Alman hükümeti bir dizi önlemler almaya

devam etmiştir. Diğer yandan da yabancıların, özellikle de çocukların Almanya’ya

uyum sağlayabilmesi için birçok metot geliştirip uygulamaya sokmuştur.

2.3. Seslerini Duyurmak Đsteyen Türk Yazarlar

2.3.1. Almanya’daki Türklerin Yazmaya Başlamaları

60’lı ve 70’li yıllarda Almanya, Türklerin bir umut kapısıydı. Anadolu’nun her

köşesinden dilini, örfünü, adetini ve yasalarını bilmedikleri ve aynı zamanda tuhaf

karşıladıkları Almanya’ya bir umutla gelen bu insanlar, arkalarında çocuklarını,

Page 40: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

31

eşlerini, annelerini ve babalarını bırakmışlardı. Aslında büyük bir çoğunluğu

mecburiyetten gelmişti, tanımadıkları bu topraklara.

Almanya’daki yeni hayata biraz da olsa alışmaya başlayan Türk işçileri, burada

karşılaştıkları sorunları kendi aralarında paylaşmanın bir yolunu bulmuşlardı. Geride

bıraktıklarının özlemini ve yaşadıkları gurbette karşılarına çıkan sorunları yazmaya

başladılar. Çoğu Türkçe olarak yazılan eserlerin bir kısmı daha sonradan Almanlar

tarafından da okunması için Almancaya çevriliyordu.

Yabancı kökenli yazarların, Almanya’ya gelen yabancı işçilerin karşılaştıkları

sorunların kaleme alınmasını, tarihsel bir gerçekliğin yazınsal bir gerçekliğe

dönüşmesi olarak yorumlayan Oraliş’in izlenimlerine bakalım.

“Birçok yabancı yazarın yaşadıkları sorunları yazıya aktarıp, tarihsel gerçekliği yazınsal gerçekliğe dönüştürerek, var olanı doğrudan metinlere yansıttılar. Bir başka deyişle bir türlü yabancı olduğu ülkenin kültürüne sosyo-politik ortamına uyum sağlayamayan, dışlanan işçilerin yaşam biçimlerine tanıklık edildi. Yazınsal metinlerle amaç, Almanlara yaşanan sorunları, seslerini duyurabilmek olmuştu” (Oraliş, 2001: 36).

O dönemde içlerindekini yazdıklarıyla paylaşmaya çalışan yazarların arasında ilk defa

eline kalem alan işçiler olduğu gibi, Almanya ve Türkiye arasında köprü kuran ve daha

önceden Türkiye’de yazarlık yapmış kişilerde vardı. Bu bağlamda Hofmann (2006:

197-198) “aralarında gerçek anlamda işçilerin de bulunmasına rağmen, göçmenlerin

yaşadıkları acı deneyimleri topluma aktaranların en başından beri Aras Ören, Yüksel

Pazarkaya gibi profesyonel yazarların olduğunu” belirtmektedir.

Đster daha önceden profesyonel yazar olsun, isterse kalemi ilk defa eline almış olsun,

Almanlara göre kendi ülkelerine çalışmak için gelen işçilerin edebi faaliyetlerinin

başlangıcı kendi kimlikleri ile özdeşleştirilmektedir. Yazar çoğu zaman işçinin ta

kendisidir (Şölçün, 2007: 136). Alman Edebiyatı’nda yeni doğan ve her şekilde işçilere

bağlanan bu yazın türü 1981 yılında Franko Biondi ve Rafik Schami tarafından Konuk

Đşçi Edebiyatı (Alm. Gastarbeiterliteratur) olarak adlandırılacaktır (Kuruyazıcı, 2001:

8).

Almanya’daki deneyimlerini kağıda döken konuk işçiler arasında Türk yazarlar en

büyük gruplardan birini oluşturmaktaydı. Birçok araştırmacı ve yazarın ilk kuşak

Page 41: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

32

olarak adlandırdığı bu yazarlar arasında Yüksel Pazarkaya, Aras Ören ve Güney Dal’ın

dışında Habib Bektaş, Şinasi Dikmen, Fetih Savaşçı, Bekir Yıldız gibi ilk kez işçi

olarak geldikleri bu ülkede yazmaya başlayan yazarlar da vardı.

Đşçi göçünden önce kimya okumak için Almanya’ya gelen ve Germanistik okuyan

Türk - Alman kültürü arasında çok yönlü bir elçi olarak öne çıkan Yüksel Pazarkaya,

adlarına çalıştığı ve konuştuğu göçmen işçiler ile Türk entelektüeli arasındaki ilişkiyi

tanımlamaktadır (Hofmann, 2006: 198). Yüksel Pazarkaya, eserlerini Almanca

yayınlarken “Aras Ören bilinçli bir şekilde Türkçe yazdı, ama yapıtları Almancaya

çevrilerek doğrudan Almanya’da yayınlandı” (Kuruyazıcı, 2001: 18). Almanya’da

Aras Ören denilince “akla ilk gelen Berlin Üçlemesi (Alm. Berlin Trilogie) günümüze

kadar saygınlığını korumuş ve Alman Edebiyat Dünyası’nda önemli bir konuma

sahiptir (Şölçün, 2007; Hofmann, 2006).

Đşçi göçünün ilk yıllarında yazmaya başlayan Türklerin, eserlerinde neden daha çok

Türkçe’yi seçtiklerine dair Yüksel Pazarkaya’nın yorumuna bakalım. “Edebiyat

alanındaki gelişmeler Almanya’daki göç sürecinde yaşanan evreleri izledi. 1961 –

1971 arası geçicilik evresi olarak tanımlanabilir. Bu dönemde Almanya’da yaşayan

Türkler, Almanca bilmiyorlardı, Türkçe tek dilleriydi” (Pazarkaya, 2007).

Yüksel Pazarkaya ve Aras Ören’nin yanı sıra o dönemin önemli yazarlarından olan

Güney Dal, daha çok yabancılık kavramının sınırlarını tanımlamaya çalışmıştır.

Başlangıçta Alman kamuoyuna erişmeyi başaran yazarlar, arabuluculuk işlevini yerine

getirerek, yeni bir edebi kültürün kapılarını açmaya çalışıyorlardı. Yüksel Pazarkaya,

Aras Ören ve Güney Dal, spesifik bir kavram olan yabancılığın sınırlarını her yönüyle

tanımlamaya çalışıyorlardı. Eserleri 70’li yılları şekillendirdi. Güney Dal, bahsi geçen

edebi çalışmaya karşı alaycı tavrını korurken; Aras Ören, hiçbir göçmen yazarın

yapmadığını yaparak, Alman ve Türk toplumunun gerçekliğini dışarıdan ölçecek olan

gerçeğe bağlı dili bulmaya çalışıyordu (Şölçün, 2007: 137).

Yüksel Pazarkaya, Aras Ören, Güney Dal... Kimilerine göre onlar Alman

Edebiyatı’nda yeni bir akımın temelleri atıyorlardı, kimilerine göre onlar Türk

Edebiyatı’nın Almanya’daki temsilcileriydi. Peki herhangi bir ulusal edebiyata dahil

edilmenin kriteri neydi? Vatandaşlık mı, köken mi, yazdığınız dil mi, yoksa

Page 42: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

33

yazdıklarınızın içeriği mi? Bu tartışma günümüze değin sürmüştür ve hala

tartışılmaktadır. Bilinen tek bir şey var, onların yazdıkları yabancı topraklarda çalışan

vatandaşlarımızın sesi olmuştur. Yazdıkları eserler, sadece edebiyat alanında değil

diğer disiplinlerde de araştırmalara yön vermiştir. Çoğunluğu profesyonel yazardı ve

yazdıkları dil çoğu zaman Türkçe’ydi. Acı Çekenlerin Edebiyatı, Konuk Đşçi

Edebiyatı, Yabancılar Edebiyatı, Göçmen Edebiyatı, Kültürlerarası Edebiyat... Bunun

gibi birçok isim ortaya atılmış ve gelecekte de atılmaya devam edecektir. Dahil

edilecekleri edebiyat türleri, onlar için her zaman geçici bir süreç olacaktır.

2.3.2. Yapıtlarda Ele Alınan Konular

Türklerin Almanya’da yazmaya başladıkları ilk dönemlerde, kaleme aldıkları

eserlerinde gurbetteki işçilerin göç sorunları anlatılıyordu. Yazarlar eserlerinde

çektikleri vatan özlemine, karşılaştıkları uyum sorunlarına, huyunu suyunu

bilmedikleri insanlarla bir arada yaşamak zorunda olmalarına, yabancılaşmadan dolayı

içine düştükleri yalnızlıklara yer veriyorlardı. Yazılanların çoğunluğu 70’li yıllarda

işçilerin hayatından yansımalar olduğu için, “daha önceden yazar olsun olmasın Türk

işçiler tarafından ele alınan bu eserler ilk başlarda Acı Çekenlerin Edebiyatı (alm.

Literatur der Betroffenheit)” (Hofmann, 2006: 197) olarak algılandı.

Almanya’daki ilk kuşak Türk yazarların amaçları daha çok gözlemlediklerini diğer

Türk ve yabancı işçilerle, Alman okurlarla paylaşmak, üzerinde yaşadıkları bu yaban

topraklarda kendilerine yabancı gelen her şeyi kaleme almaktı. Buna göre

“Almanya’daki çalışma yaşamının, fabrikadaki ustabaşının, karşılarına dikilen ve bir

türlü akıl erdiremedikleri Alman yasaların, dilini anlamadıkları Alman komşunun

davranışlarının, Almanların uyum beklentilerinin eleştirilmesi yetmişli yılların

konuları arasındaydı” (Kuruyazıcı, 2001: 8).

Gittikleri yer Türk işçilerine tamamen yabancıydı, emrinde çalıştıkları kişilerin çalışma

prensibi kendi ülkelerindekine hiç benzemiyordu, toplumsal yaşantılar tamamen belirli

bir düzen içerisinde işliyordu, muhatap oldukları Almanların kültürleri kendi

kültürleriyle yakından uzaktan ilgili değildi. Onlar Almanların gözünde birer

yabancıydı, Almanlarda onların gözünde. Bu gibi nedenlerden dolayı bir arada hareket

ediyorlar, kendilerini Almanlardan uzaklaştırıyorlar ya da uzaklaşmak zorunda

Page 43: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

34

bırakılıyorlar. Bunların hepsi sıla özlemi ile birleşince de eline kalemi alanlar yazıyor,

yazmayanlarda yazılanları okuyordu.

O dönemde yazılanlar, göç ve gurbet temaları ile şekillendiriliyordu. Göç kavramını ve

onun getirdiklerini eserlerinde derinlemesine inceleyen Aras Ören’in daha önceden

Türkçe olarak kaleme aldığı ve daha sonra 1973–1980 yılları arasında Almancaya

çevrilerek yayınlanan ve Berlin Üçlemesi olarak tanınan Was will Niyazi in der

Naunystrasse? (1974), Der Kurze Traum aus Kagithane (1974) ve Die Fremde ist

auch ein Haus (1980) adlı eserleri “Alman Edebiyatı’nda üretici etkisini geliştirmiştir”

(Hofmann, 2006: 197). Aras Ören kaleme aldığı bu eserlerde “Almanya’daki Türk

göçüne ışık tutarak, Berlin/Kreuzberg’de çok kültürlü bir toplum modeli çizmektedir”

(Şölçün, 2007: 145).

O dönemin önemli yazarlarından diğer bir isim olan Bekir Yıldız, 1962 – 1966 yılları

arasında Heidelberg’de çalıştıktan sonra Türkiye’ye döndüğünde, göçmenliğin

kurgusal gerçekliklerini içeren ve Almanya’yı negatif yönüyle resmeden Alman

Ekmeği adlı eserini yayınlamıştır (Şölçün, 2007: 136). Aynı yıllarda çalışmak için

Almanya’ya gelen Fethi Savaşçı ise “geldiği bu yeni ülkedeki gözlem ve yaşantılarını

şiire, öyküye yansıtmıştır” (Pazarkaya, 2007).

Almanya’da ilk edebi etkinliklere başlayan Türkleri izleyen Şölçün’e göre (2007:137)

“bahsi geçen dinamik edebiyat sürecindeki değişim ve kırılmalar, göçün

gerçekliğinden gelmektedir. Đlk deneyim ve yaşantılardan gelişen edebi çalışmalar

gösteriyor ki, Almanya’daki Türk edebiyatçıları kendi dönemlerinin vakanüvisleri ve

eleştirmenleri olmuşlardır.” Oysaki Almanya’da yazmaya başlayan Türkler “geldikleri

ülkeye hep yabancı kalmışlar, yabancı gözüyle bakmışlardır. Onlar için göç

kavramından çok gurbet kavramı geçerli olmuştur” (Pazarkaya, 2007).

80’li yıllara gelindiğinde Almanya’daki Türk yazarların ele aldıkları konular da

değişmeye başlamıştı. Özellikle burada doğan ve büyüyen ikinci ve üçüncü kuşaktaki

yazarlar, Alman diline ve edebiyatına karşı diğerlerinden daha farklı ve daha özel bir

ili şki kurmuşlardı (Esselborn, 2007: 19-20).

Almanya’nın kapılarını yabancı işçilere açmasından bu yana, farklı kültürlerden gelen

yazarlar ve onların eserleri ile birlikte Alman Edebiyatı’nda da çok boyutlu bir ortam

Page 44: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

35

oluşmuştur. Diğer bir deyişle, son onlarca yıldır Alman Edebiyatı’nda bir çeşitlilik söz

konusudur. Özellikle kültür şokunu, yabancılığı yaşamış, yeni bir kimlik arayışı

içerisinde olan farklı kültürel ve dini değerlere sahip yabancı kökenli yazarlar, Alman

dilinde ve Almanca konuşulan kültürel ortamlarda edebi bir tartışma başlatmışlardır.

Bu edebi tartışma Alman Edebiyatı için yeni vurgular oluşturmaktadır (Ackermann,

2002: 147).

Çoğunluğu burada doğan veya büyüyen ikinci ve üçüncü kuşaktaki genç yazarlar

Almanca yazıyorlardı. “Çeşitli dergilerde yayınlanan ilk eserlerinde ele aldıkları

konular kimlik arayışı, vatansızlık, kararsızlık gibi kendi nesillerini ilgilendiren

sorunlardı” (Şölçün, 2007: 140).

O dönemlerde siyasi nedenlerden dolayı Türkiye’den Almanya’ya gelen Fakir

Baykurt, Aysel Özakın, Emine Sevgi Özdamar gibi yazarlar, eserlerinde göç

kavramının yanında, o dönemlerde Türkiye’deki siyasi hareketliliğe de ayna

tutmuşlardır. Diğer yandan günlük yaşamda Almanya’da, özellikle 80’li yıllarda

ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, çoğunlukta da Türk düşmanlığı baş göstermeye

başlamıştır. Bu oluşuma karşı Türk yazarların önemli edebi çalışmaları olmuştur

(Şölçün, 2007: 141).

80’li yıllarda Türk yazarların ele aldıkları konular değiştiği gibi, edebi alandaki

üretimlerinde de bir profesyonel eğilim görülmeye başlandığı görülmektedir.

Yazdıklarını derleyip yayınlamak için kendi aralarında yayın evleri bile açmışlardır.

Bu yayınevlerine örnek olarak 1975–1980 yılları arasında Stuttgart’ta, 1980 itibariyle

de Berlin’de faaliyetlerini sürdüren Ararat Verlag, 1982’den beri Frankfurt’ta Dağyeli

Verlag, 1989–1995 yılları arasında Berlin’de, 1995’ten itibaren Münih’te faaliyetlerine

devam eden Babel Verlag gösterilebilir (Chiellino, 2007:463).

Bugün gelinen noktada Türklerin izleri, Almanya’daki yaşamın her köşesinde

görülmektedir. Sanat, sinema, eğitim, edebiyat, tiyatro, spor, çalışma yaşamı, siyaset

gibi alanlarda Almanya’da yaşayan Türkleri görebilirsiniz. Hatta okuldaki ders

kitaplarında bile orada yaşamını sürdüren Türk kökenli edebiyatçıların yazılarını

bulabilirsiniz.

Page 45: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

36

BÖLÜM 3: ALMAN EDEB ĐYAT DÜNYASININ

KÜLTÜRLERARASI EDEB ĐYAT’A BAKI Ş AÇISI

Zaman içerisinde yazarların eserlerinde dile getirdiklerine, farklı bir bakış açısıyla

bakılmaya başlanması, yazarların yabancı olmasından çok, farklı kültürlerin

temsilcileri olarak ön plana çıkmaları ve ara mekanda edindikleri deneyimleri

eserlerine taşımaları, “Kültürlerarası Edebiyat kavramının kullanılmasının haklılığını

göstermektedir” (Hofmann, 2006: 201).

Kültürlerarası Edebiyat nedir? Almanya’da Kültürlerarası Edebiyat kavramını

gündeme taşıyanlar kimlerdi ve böyle bir şeye neden gerek duydular? Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil edilecek eser veya yazardan ne gibi kriterler beklenir? Edebiyat ile

kültürlerarasılığın ilişkisi nedir? Yabancı kültürlerin anlaşılmasında edebiyat etkili bir

araç mıdır? Bu süreçte yazar ve eseri ne gibi roller üstlenir? Kültürlerarası Edebiyat

kavramıyla ilk defa yüz yüze gelecek olan biri için, kafasında belirecek bu sorulara

kısa da olsa cevap vermeye çalışacağım.

3.1. Kültürlerarası Edebiyat Kavramının Açılımı

20. yüzyılın son yıllarında, özellikle Avrupa’da refahı yüksek olan ülkelerde, dışarıdan

gelen etkiyle toplum içerisindeki kültürel sınırların giderek zayıflamaya başlamasıyla

birlikte kültürlerarasılık, çok kültürlülük veya trans-kültürlülük kavramlarının

gelişmesine ve bilimsel çalışmalarda sık sık kullanılmaya başlanmasına neden olur.

Önceleri edebiyat ile bağdaşlaştırılmasa da, bu dönemde “içerisinde kültürlerarasılık

olan bir edebiyatın varlığından söz edilebilir olmuştur” (Esselborn, 2007: 19).

O güne kadar Almanya’da edebi alanlarda düzenlenen bilimsel toplantılarda üzerinde

tartışılmaya gerek duyulmayan yabancılık konusu, 1990 yılında Tokyo’da, Yabancıyla

Karşılaşma sloganıyla gerçekleşen 8. Uluslararası Germanistler Kongresi’nde ele

alınmıştır. Almanya’da edebiyat alanında yabancının varlığının kabul edilmesinin

ardından Bernd Thum, 1991 yılında düzenlenecek olan GIG – Kongresi’nde

Kültürlerarası Edebiyat ve Almanya’da çok kültürlü toplum gibi konulara değinecektir.

Page 46: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

37

Öte yandan edebiyat içerisinde gün geçtikçe alanını genişleten yabancı kültürlerden

dolayı Walter Schmitz, Alman Edebiyatı’nın kültürlerarasılık boyutunu

canlandırabilmek amacıyla, Germanistik için kültürlerarasılık kavramını öneri olarak

sunar (Esselborn, 2007: 19).

Đlk olarak Thum ve Schmitz’in gündeme taşıdığı edebiyatın kültürlerarasılık boyutu,

zaman içerisinde birçok taraf toplayarak, “kültürlerarası anlaşmazlıklar üzerinde duran

aktif bir edebiyat mevcudiyeti, herkes tarafından kabul görmeye başlamıştır” (Becker,

2007: 1). Becker, Kültürlerarası Edebiyat’ı Göçmen Edebiyatı’na dayandırmaktadır.

Ona göre Kültürlerarası Edebiyat, “önceleri Göçmen Edebiyatı olarak anılan edebiyat

türünün, kültürlerin çeşitlili ğinin öne sürülmesi ve bu süreç içerisinde mekansal –

zamansal koordinatların da dikkate alınmasıyla ortaya çıkmıştır” (Becker, 2007: 3).

Kültürlerarası Edebiyat hakkında Becker ile paralel görüşlere sahip olan Chiellino

“Kültürlerarası Edebiyat’ın başlangıcının göçmen azınlıklara dayandığını, farklı

kültürleri kapsayan ve içerisinde birçok dili barındıran edebi bir akımdan söz

edilebileceğini” (Chiellino: 2007: 51-52) dile getirmiştir. Esselborn ise, Kültürlerarası

Edebiyat’tan bahsederken “Kültürlerarası Edebiyat kavramının, Kültürlerarası

Germanistik ve onun edebi nesneler, özellikle de Göçmen Edebiyatı üzerine yapılan

tartışmalar ışığında geliştiğini” (Esselborn, 2007: 10) belirtmiştir.

Peki, Kültürlerarası Edebiyat yazarlarının arka planında her zaman göçmenlik mi

yatar? Ya da göçmenlik konusu daha çok eserlerinde mi geçer? Stratthaus,

“Kültürlerarası Edebiyat kavramının, arka planında göçmenlik olan yazarların edebi

ürünlerine yönelik bir üst kavram olarak kullanıldığını” (Stratthaus, 2005: 24) dile

getirmektedir. O zaman bir Alman yazar olan ve anne babası da birer yazar olan “Sten

Nadolny’nin Selim oder die Gabe isimli eseri, ya da Barbara Frischmuth’un Die

Schrift des Freundes isimli eseri” (Becker, 2007: 1), içeriğinde farklı bir kültürden

bahsettiği için Kültürlerarası Edebiyat’a dahil edilemez mi?

Bir yazarın veya eserin kültürlerarası edebiyata dahil edilirken hangi faktörlerin göz

önünde bulundurulduğuna dair bulgularımı, ileriki sayfalarımda, 3.3. nolu başlık

altında değinmeye çalıştım. Yukarıdaki örnekleri burada vermemin tek sebebi,

Stratthaus’un Kültürlerarası Edebiyat kavramıyla yaptığı kesin ve net açıklamasıdır.

Page 47: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

38

Oysa Becker, Esselborn ve Chiellino’nun yukarıda değindiğimiz görüşlerini göz

önünde bulundurduğumuzda, arka planında göçmenlik olmayan yazarların kaleme

aldığı eserlerinin Kültürlerarası Edebiyat içerisinde anılamayacağını

belirtmemektedirler.

Esselborn, Kültürlerarası Edebiyat’ı tanımlarken, dikkatleri kültürlerarasılık kavramına

çekmektedir. Ona göre kültürlerarası ve kültürlerarasılık kavramlarıyla, birbirinden

farklı ve birbirine yabancı olan iki veya daha fazla kültür arasında aracı veya kesişme

durumları kastediliyorsa; Kültürlerarası Edebiyat, farklı kültür ve edebiyatların etkisi

altında oluşmakta ve değişim, karışım ve buna benzer olgulara bağlıdır (Esselborn,

2007: 10).

Kültürlerarası edebiyatın temelini oluşturan edebi olgu, geçmişte Almanya’da farklı bir

ad ile anılmış olsa bile, en az iki kültür ortamından etkilenen bakış açısıyla yazarlar

tarafından yapılan edebiyatın, günümüzdeki adı Kültürlerarası Edebiyat’tır.

Kültürlerin sentezi olarak da görülen Kültürlerarası Edebiyat, Esselborn’un da

belirttiği gibi farklı edebiyatların, yani farklı uluslara ait edebiyatların bileşenidir

(Wikipedia, 2007).

Almanya’da Kültürlerarası Edebiyat’ın gündeme taşınması ve kendine sağlam bir

zemin edinmiş olması, farklı kültürlerin bakış açılarıyla şekillenen edebi alanın

tanımlanmasında, önceden kullanılan kavramların yetersizliğinin büyük bir payı

mevcuttur. Kürselleşme ile birlikte, günümüzde toplum içerisinde yer alan yabancılara

karşı şekillenen ve daha duyarlı bir hal alan bakış açısı da, Kültürlerarası Edebiyat’ın

yaygın olduğu kesimler tarafından tanınmasını sağlamıştır.

3.2. Kültürlerarası Edebiyatın Önemi

Gelişmiş ülkelerde toplumların çok kültürlü yapısı, zaman zaman sorunların

oluşmasına, toplum içerisinde yabancı olan kesimin anlaşılmamasına yol açmaktadır.

Okulda, evde, iş yerinde ve daha birçok alanda, kültürel farklılıklardan dolayı oluşan

sorunlara çözümler bulmak amacıyla, en başta devlet yönetimi olmak üzere, devlete

bağlı olan ya da olmayan birçok kamu veya özel kuruluşun çeşitli çalışmaları

mevcuttur.

Page 48: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

39

Bahsi geçen sorunların çözülmesinde kullanılan araçlardan biri de edebiyattır.

Edebiyat sayesinde oluşturulan kurgusal dünyalarda, bize yabancı gelen kültürler

içerisinde gezinebiliyor, onların bakış açısıyla olaylara yaklaşabiliyoruz. “Başkalarını

anlamak için, kendimizi onların yerine koymalıyız ki, dünyayı onların gözleriyle

görebilelim. Bahsi geçen bu yetenek, hem edebi algılama, hem de kültürlerarası

algılama açısından merkezi bir öneme sahiptir” (Bredella, 2007: 39). Kültürlerarası

Edebiyat, bahsi geçen bu imkanı bize sunabilen en aktif araçtır.

Kültürlerarası Edebiyat, yakından tanımaya fırsatımız olmadığı ya da fırsatımız olduğu

halde karşımızdakinin bakış açısını yakalayamadığımız için, anlayamadığımız, bize

yabancı gelen birçok şeyi anlamamızı, onları tanımamızı sağlamaktadır.

“Kültürlerarası Edebiyat, farklı kültürlerin etkisi altında oluştuğundan ve bu farklı

kültürlere bağlı olduğundan, bu edebiyatı tasvir eden özelliklerin de kültürel

çeşitlili ğini ve birbirlerine olan bağlarını görebiliyoruz” (Becker, 2007: 201).

Kültürlerarası Edebiyat, çok kültürlü toplumlarda yer alan etnik grupların durumlarıyla

ilgili toplumsal fikir ve algılara da katkıda bulunabilir. Edebi metinlerde sunulan

yabancının bakış açısından hareketle yabancılık deneyimlerini duyarlı hale

getirebiliriz. Ulusal kimlik ve kültürel homojenlik birer sorun olarak gündeme

getirebilir, trans-kültürel yaşam planlamalarını ve kimlikleri ortaya koyabilir,

kültürlerarası yetki ve aktif eğilimler teşvik edebilir ve yeni bir kozmopolit olguya

katkı sağlayabiliriz (Esselborn, 2007: 23).

Şu ana kadar Almanya’da farklı kültürlerin etkisi altında şekillenen ve her dönem

farklı isimlerle anılan edebiyat türü, her dönemde Alman Edebiyatı’nın dışında

tutulduğu için, küçük bir edebiyat olarak varlığını sürdürmüştür. Günümüzde

Kültürlerarası Edebiyat için aynı sözleri kullanamayız. Çünkü Kültürlerarası

Edebiyat’ın Almanya içerisinde şu ana kadar göstermiş olduğu gelişme, küçük bir

edebiyattan söz edilemeyeceğinin en büyük kanıtıdır (Chiellino, 2007: 62). Öte

yandan, diğer modern toplumlarda olduğu gibi Almanların da son zamanlarda önem

verdiği kültürlerarası diyalogun gelişmesinde, Kültürlerarası Edebiyat’ın da katkısı

bulunmaktadır.

Page 49: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

40

Almanya’da yeni filizlenen ve gelişimini tamamlama yolunda hızla ilerleyen

Kültürlerarası Edebiyat’ın gelecekteki konumuna değinen Chiellino’ya göre, eski ve

yeni nesil yabancı kültürlerden gelen ve kültür ötesi bir edebiyatı kendi estetik meydan

okumaları olarak algılayan yazarlar, eserlerini Almanca ve diğer dillerde yazacaklardır.

Almanya’da yapılan edebiyat, bahsi geçen bu yazar ve eserler sayesinde 21. yüzyılın

başında dünya edebiyatına giden yolda hazır olacaktır (Chiellino, 2007: 62).

3.2.1. Yabancı Kültürlerin Anlaşılmasında Edebiyatın Rolü

Kültürlerarası Edebiyat’ın önemine değinirken, çok kültürlü toplumlarda meydana

gelen sorunların çözümlenmesinde edebiyatın da önemli bir araç olarak

kullanılabilecektir. Her ne kadar yabancı kültürlerin anlaşılmasında edebiyatın rolü

olsa bile, yabancı kültürlerden gelen yazarların eserlerinin üstlendiği

kültürlerarasındaki aracılık fonksiyonu hafife alınmaktadır. Kültürlerarası diyalogun

arttığı bu dönemde, edebiyatın rolünün belirlenmesi gerekir (Becker, 2007: 3).

Yabancı olarak nitelediğimiz karşı kültüre özgü olan ve bizim kültürümüzde hiçbir

zaman yer almayan olayları anlayabilmek için edebiyatı kullanabiliriz. Çünkü

edebiyat, “bir kültürün fenomenlerini ve süreçlerini yansıtabilecek kabiliyete sahiptir.

Kültürlerarası süreçler, yalnızca motif olarak değil, eleştirel bir yansıtmayla edebiyatta

yerini alacaktır” (Hofmann, 2006: 14). Örneğin bir Alman, bizim kültürümüzde yer

edinmiş olan töre cinayetlerini algılayabilmek için edebiyat ürünlerinden

faydalanabilir. Verdiğim somut örnekte de görüldüğü gibi, “yabancı kültürlerin

anlaşılmasında edebiyatın çok önemli bir rolü vardır. Okur yabancı kimliklere

bürünerek, varsayımsal olarak yabancıların bakış açısını üstlenmektedir” (Hofmann,

2006: 39).

Becker’a göre (2007: 223) “yabancıların eylem ve düşüncelerini gözler önüne seren

edebiyat, kendi kültürümüz ile yabancı kültürler arasındaki farkları da

belirginleştirmektedir”.

Edebiyat, yabancıyı bize tanıtırken yeni bir kimlik oluşturduğunu söylersek yanılmış

oluruz. Çünkü kimlik belirlemeyen edebiyat, yansıtıcı mekanlar oluşturmaktadır.

Gerçekliği başkalarına göstererek, ampirik gerçekliğin yabancı olarak algılandığı

Page 50: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

41

kurgusal dünyaları tanıtarak, yabancıyla uygun bir ili şki ortamı ve kültürlerarası

konumu yansıtma imkanı sunar (Hofmann, 2006: 14).

Yabancının anlaşılmasında kullanılan edebiyatın elde ettiği bulgulardan yola çıkılarak,

edebiyatın kültürlerarası bir potansiyele sahip olduğunu dile getirebiliriz. Edebiyat,

kültürel örnekler içermekte ve bunların tanıtılmasında aracı olmaktadır. Diğer bir

ifadeyle, mevcut olan kültürel yabancılık bu sayede ortadan kalkmakta ve kültürel

farklılıkların duyarlı kılınmasında yardımcı olmaktadır (Hofmann, 2006: 55).

Kültürlerarasılığın anlaşılmasında Hofmann gibi edebiyatın rolüne değinen Becker,

eser içerisinde yer alan kurgusal olayları birer resme benzetir. Becker, edebiyatta

“yabancı dünyalara ait resimlerin sunulduğu ve yabancı perspektifleri içeren edebi

metinlerin, kültürlerarası kompetansın gelişmesinde çok önemli bir rol oynadığını”

(Becker, 2007: 3) belirtmektedir. Edebiyat sayesinde yabancı bir kültürün geçmişinden

kesitler alınabilir, onların siyasi ve sosyal ilişkileri hakkında fikirler edinebiliriz.

Ayrıca edebiyatın “kültürlerarası duyarlılığın gelişiminde rol alması, onun

kültürlerarası yeterliliğin gelişiminde de önemli bir araç teşkil etmesini” (Becker,

2007: 224) gözler önüne sermektedir.

Edebiyatı bir sismografa benzeten Irmgard Ackerman’a göre de edebiyat, toplumun

kendisinden önce gelişme gösteren diğer toplumsal alanlarda olduğu gibi, yüzeyin

altında hangi hareketlerin ve gelişmelerin olduğunu ve gelecekte ne gibi eğilimlerin

olacağını gösteren bir rol üstlenmektedir (Ackermann, 2002: 147).

Yabancıyla olan karşılaşmamızda, onların yaşamlarını, kültür ve geleneklerini,

dünyaya olan bakış açılarını kavrayabilmek, onları yakından tanımak, kendimizi

onların yerine koyabilmek için gerekli alanlardan biri de edebiyattır. Kültürlerarası

duyarlılığın gelişiminde aktif rol üstlenen bir alandır.

3.2.2. Yazar ve Eserinin Üstlendiği Görevler

Hiç kuşkusuz edebiyatın iki büyük temsilcisi vardır: Biri yazar, diğeri de yazar

tarafından kaleme alınan eseridir. Kültürlerarası Edebiyat’ın yazarı da, aktif olduğu

sınırlar içerisinde çoğu zaman farklı kökenlere sahiptir. Dışarıdan gelen bir bakış

açısıyla gözlemlediklerini eserlerinde yorumlamaktadır. Bu durumda “eserler, yabancı

Page 51: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

42

kültürlere ve bu kültürlerin izlenebileceği bakış açısına giriş sağlamaktadır” (Becker,

2007: 223). Diğer bir ifadeyle, Kültürlerarası Edebiyat’ın yazarları tarafından kaleme

alınan eserler, birden fazla kültürün etkisi altında biçimlenir.

“Kültürlerarası Edebiyat’ın temsilcileri olan ve arka planlarında göç olgusu taşıyan

yazarlar, birer kültür aracısıdır” (Stratthaus, 2005: 30-31). Stratthaus, yazarların farklı

kültürler arasında aracılık görevini üstlendiklerini belirtirken, örnek olarak da Türk –

Alman kültürü arasında aracılık rolünü üstlenen yazarlardan biri olan Yüksel

Pazarkaya’yı göstermiştir.

Çok kültürlü toplum yapısı içerisinde oluşan sorunların çözülmesinde ve kültürel

farklılıklara karşı duyarlılığın gelişiminde etken olan Kültürlerarası Edebiyat, bu aktif

rolünü içinde barındırdığı yazar ve onun eserlerine borçludur. “Kültürlerarası sınırların

aşılması sırasında meydana gelen sorunlardan bahseden Kültürlerarası Edebiyat’ın

yazarı, bizzat kendileri kültürel sınırları aştığı için, meydana gelen sorunları da en iyi

kendileri yorumlayacaktır” (Stratthaus, 2005: 158). Farklı bir kültürel arka planı olan

yazarın, yaşadığı kültür şoku ve yabancılık ile ilgili deneyimleri, onun eserlerinde de

yer almaktadır.

Kültürlerarası Edebiyat’ta yazar ve eserinin rolü tanımlanırken, “yazar bir çeşit zaman

tanığı olarak kabul edilir. Yazarın kaleme aldığı metinlerin kurgusal olmasına rağmen,

tarihi ve/veya sosyal bir arka plan sergilediklerinden dolayı birer belge niteliği

taşımaktadır” (Stratthaus, 2005: 110).

Kültürlerarası Edebiyat’ın yazarları, içerisinde yaşadıkları toplum ile o topluma daha

sonradan dahil olan ve bu aşamadan itibaren toplum yapısının şekillenmesinde payı

olan yabancı kültür arasında “gidip geldikleri için melez yazar olarak” (Allgaier ve

diğ., 2007: 158) da görülebilirler. Bahsi geçen yazarların eserlerinde ele aldıkları

“kültürlerarası konuların analizinde iki alan baş göstermektedir: Birincisi, yabancı

kültürlerdeki yaşamları güvenilir gösteren metinler, ikincisi ise farklı kültürlerin bir

arada yaşamasının sorunlarını gözler önüne seren metinlerdir” (Allgaier ve diğ., 2007:

162).

Page 52: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

43

3.3. Kültürlerarası Edebiyata Dahil Olmak Đçin Belirleyici Olan Etkenler

Almanya’da, yabancı kökenlere sahip olan yazarların ve eserlerinin sınıflandırılması

hakkında her zaman tartışmalar olmuştur. Çoğu zaman bu tartışmalar sonuçsuz kalmış

veya bu konu hakkında yeni tartışmaların başlamasına eden olmuştur. Benzer durum

Kültürlerarası Edebiyat için de geçerlidir. Kültürlerarası Edebiyat’a dahil edilecek olan

yazarın veya eserin neye göre seçileceği üzerinde çok tartışılmıştır.

Önceleri yazarın kökenine göre sınıflandırmalar yapılıyordu. Buna göre yazar hangi

kökenden geliyorsa, o kökenin ulusal edebiyatına bağlıdır. Ama aynı durum farklı bir

kökenden gelip de eserini Almanca yazan bir yazar için geçerli midir? Örneğin Emine

Sevgi Özdamar, kendisi Türk kökenli olmasına rağmen, eserlerinin dili Almancadır.

Eserlerinde kullandığı üslup, başta Almanya’da olmak üzere dünyanın birçok yerinde

araştırma konusu olmuştur. Eserlerinde hep Türkiye ile Almanya arasında gidip

gelmektedir. Kendisi Almanya’da yaşamakta, eserlerini burada kaleme alıp burada da

yayınlatmaktadır. Buna rağmen “2002’de yapılan Avrupa Yazıyor (Alm. Europa

schreibt) isimli sempozyumda, Emine Sevgi Özdamar yine Türk Edebiyatı’nın

temsilcisi olarak anılıyordu. Bu örnek, bir yazarın kökeni ve dahil edileceği ulusal

edebiyat arasındaki bağlantı üzerinde ne kadar az durulduğuna dair diğer örneklerden

sadece biri” (Stratthaus, 2005: 153).

Yukarıdaki örnekte yazarın bağlı bulunduğu ulusal edebiyat, yazarın kökenine göre

belirtilmiş olsa da, o Almanya’da Kültürlerarası Edebiyat’ın bir temsilcisi olarak

görülmekte, eserleri de Alman Edebiyat’ına dahil edilmektedir. Peki Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil edilmek için ne gerekmektedir? Stratthaus, bir yazarı veya metni

Kültürlerarası Edebiyat sınıfına sokarken “ilkin yazarın biyografisini, daha sonra ise

yazdıkları metinlerde kullandıkları konuları temel argüman olarak kabul etmektedir”

(Stratthaus, 2005: 25).

Yazarın biyografisinde en başta göç varsa, yani farklı bir kültürden geliyor ise, o yazar

Kültürlerarası Edebiyat’a dahil edilmektedir. Çünkü bu yazarın sahip olduğu bakış

açısı, onun eserinde kültürel farklılıklardan söz etmesini sağlayacaktır. Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil edilen ve eserlerinde göç olgusunu işleyen yazarlardan bazılarının

göçmenlik deneyimi bulunmamaktadır. Biyografi ve malzeme, şu ana kadar

Page 53: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

44

Almanya’da bir yazarın ve eserlerinin Kültürlerarası Edebiyat’a dahil olabilmek için

kabul gören en önemli özelliklerdir (Stratthaus, 2005: 36).

Öte yandan “Kültürlerarası Edebiyat’a, sadece arka planlarında göçmenlik olan

yazarların yazdığı metinler dahil edilmemelidir” (Stratthaus, 2005: 248). Alman

kökenli olup da eserlerinde yabancıya yer veren, kültürlerarası farklılıkları ele alan

yazarlarda mevcuttur. Sten Nadolny’nin Selim oder die Gabe ya da Barbara

Frischmuth’un Die Schrift des Freundes isimli eserleri bunlara örnektir. Her iki yazar,

bahsi geçen eserlerinde yabancı karakterler canlandırdığından, kültürlerarası imgelere

yer verdiklerinden, yazarlar değil ama eserleri Kültürlerarası Edebiyat’a dahil

edilmektedir.

Kültürlerarasılık potansiyeli olan her metnin/eserin Kültürlerarası Edebiyat’a dahil

edildiği yukarıda yer verdiğim görüşlerden anlaşılmaktadır. Peki bir metnin/eserin

kültürlerarasılık potansiyeli olduğu nereden anlaşılır. Bu konu hakkında Aglaia

Blioumi bir model geliştirmiştir. Blioumi’nin geliştirdiği bu model, Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil edilecek metnin/eserin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini bize

göstermektedir.

1. Dinamik bir kültür kavramı

2. Özeleştiri (diğer bir ifadeyle kendi kültürlülüğün yansıması)

3. Melezlik

4. Đkili bakış açısı, yani bakış açılarının değişken yansımaları, diğer bir ifadeyle

çoklu bakış açısı (Alm. doppelte Optik) (Blioumi, 2002: 30).

Yazarın kültürel arka planı ve biyografisi, eserin ise kültürlerarası konulara yer

vermesi, onları Kültürlerarası Edebiyat’a dahil etmektedir. Peki, bir yazarın kültürel

arka planı ve biyografisi ile ne atlatılmak istenir, ya da eserin sahip olması gereken

kültürlerarası potansiyel tam olarak nedir? Bu sorunun cevabını, yukarıda belirtilen

ifadelerden yola çıkarak, aşağıda maddeler halinde belirtebiliriz:

Page 54: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

45

� “Yabancı mekanlara yapılan zorunlu ya da gönüllü göç, sürgün;

� Farklı kültürlerin ara mekanlarında, azınlıkların oluşturduğu mekanlarda ya da

sınır mekanlarda yaşamak;

� Küreselleşmenin merkezinde yaşamak, yazarın kültürel arka planını ve

biyografisini kültürlerarasılık kazandırır” (Esselborn, 2007: 11).

Kültürlerarası edebiyatta metnin çözümlenmesi için yazarın kültürel arka planı ve

biyografisi, etnik toplumun sosyal yapısı dikkate alınır. Bunlar Kültürlerarası

Edebiyat’a dahil olan metnin konusunu belirler (Stratthaus, 2005: 107).

3.4. Kültürlerarası Edebiyat’ın Alt Kategorisi: Tür k-Alman Edebiyatı

Adından da anlaşılacağı gibi, Almanya’da ya da almanca konuşulan diğer ülkelerde

Türk kökenli olup da Almanca yazan yazarların ve eserlerinin sınıflandırıldığı edebiyat

türüdür. Türk – Alman Edebiyatı, Kültürlerarası Edebiyat’ın bir alt başlığı olarak

incelenmektedir. Gerek Türkiye’de olsun, gerek Almanya’da olsun Türk – Alman

Edebiyatı, bu iki ülkenin ulusal edebiyatlarında ayrı ayrı yerlere sahiptir. Bu edebiyat

türünün bu şekilde anılması, tamamen yazarın kökeni ve eserlerinde kullandığı dilin

almanca olmasından kaynaklanır. Türk – Alman Edebiyatı’nın yanında Arap – Alman

Edebiyatı, Rus – Alman Edebiyatı, Yunan – Alman Edebiyatı, Đtalyan – Alman

Edebiyatı ve daha birçok tür, Kültürlerarası Edebiyat altında incelenmektedir.

Yukarıda yazarların kökenlerine göre saydığım bu edebiyatlar arasında Almanya’da en

çok geçerliliğe sahip olanı Türk – Alman Edebiyatı’dır. 1991 yılında Emine Sevgi

Özdamar’a verilen Ingeborg Bachman ödülü, Türk – Alman Edebiyatı’nın Alman

Edebiyatı içerisinde yerini sağlamlaştırdığına dair sembolik bir işarettir (Hofmann,

2006: 199). Emine Sevgi Özdamar gibi, Türk – Alman Edebiyatı içerisinde yer alan

diğer bazı yazarların da ödülleri mevcuttur. Bunlardan biri de senarist ve yönetmen

olarak Almanya’da yerini sağlamlaştıran ve Türk – Alman Edebiyatı’na dahil edilen

Fatih Akın’dır. Fatih Akın’ın 2005 yılında Berlin Film Festivali’nde Duvara Karşı

isimli filmiyle aldığı Altın Ayı Ödülü, Türk – Alman Edebiyatı’nın Almanya’daki

vazgeçilmez konumunu gözler önüne sermektedir.

Page 55: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

46

Türk – Alman Edebiyatı’nın bugün geldiği noktada ise, “karşılaşan kültürler nedeniyle

kültürlerarası diyalogun deney alanına dönüşmüş biçimidir. Türk – Alman Edebiyatı

sayesinde, Alman toplumunun gerçekliğine, dışarıdan bir bakış açısıyla

bakılabilmektedir” (Hofmann, 2006: 195). Türklerle karşılaşan Almanların, Türkleri

daha yakından tanıyabilmeleri, onları anlayabilmeleri için Türklerin bakış açılarını

edinmeleri gerekir. Bunun en kolay yolu da Türk – Alman Edebiyatı’ndan geçer.

Türk – Alman Edebiyatı, Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili toplumsal tartışmalara

eşlik edebilecek ve onlara yön verebilecek düzeydedir. Geçmişten günümüze kadar

Almanya’da yaşayan ve eserlerinde yazı dili olarak Almanca kullanan Türk kökenli

yazarlarımızın tamamı Türk – Alman Edebiyatı çatısı altında yer almaktadır. Bahsi

geçen bu yazarlara ait olan eserlerde, özellikle de son dönemlerde çıkanların

eserlerindeki yansımalar, Almanya’daki tartışmalara yön verebilecek niteliktedir.

Bugün Almanya’da, Türk – Alman Edebiyatı’nda adı altında geçen 170 üzerinde yazar

bulunmaktadır. Bunlar arasında roman yazarı, tiyatro ve/veya film senaryosu yazarı,

şair v.b. yer almaktadır. Günümüzde bunlar arasında en çok tanınanları Emine Sevgi

Özdamar, Feridun Zaimoğlu ve Fatih Akın’dır.

Page 56: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

47

BÖLÜM 4: TÜRK – ALMAN EDEB ĐYATINDAN ÖRNEKLER

4.1. Kanak Kültürünün Yaratıcısı: Feridun Zaimoğlu

Almanyalı Türklerin Malcom X’i olarak tanınan Feridun Zaimoğlu, Türk – Alman

Edebiyatı’nın önde gelen temsilcilerinden sayılmaktadır. O “Almanya’da yaşayan

Türkler için bir idol, hip hop kültürüyle haşır neşir olanların, kimlik kavgasıyla

takıntılı çevrelerin kült ismi” (Arna, 2005) olarak tanınmaktadır. Zaimoğlu, 1995

yılında toplumun kenarına itilmiş olan 24 Türk genci ile yaptığı söyleşileri Kanak

Sprak isimli eserinde toplamıştır. Kendi tabirleriyle Kanak dili olarak adlandırılan

Almanya’da yaşayan Türk gençlerinin argo içerikli sokak dilini olduğu gibi eserine

aktaran Zaimoğlu, bu çalışmasıyla edebiyat dünyasının gündemine oturarak,

Almanya’daki kültür tartışmalarında yerini almıştır.

Zaimoğlu, “sınırlar üzerinden insanlara atfedilen, deyim yerindeyse beşik kertmesi

kimliklerin ötesinde bir biraradalık olarak nitelendirilen Kanak Attak” (www.kanak-

attak.de; 1998) oluşumunun kurucuları arasında yer almaktadır. Bu çalışmanın yanında

okuma günleri, röportajlar, film gibi yapmış olduğu diğer faaliyetler sayesinde

Zaimoğlu, alışılmışın dışında bir etki sağlayarak gündeme gelmiştir (Esselborn, 2007:

20).

Birçok Türk kökenli yazar gibi Zaimoğlu’da, eserlerinde yabancılığı içten dışa, diğer

bir deyişle kendi deneyimlerini yabancının penceresinden okurlarıyla paylaşır.

Eserlerinde daha çok Almanya’da doğup büyüyen, iki kültür arasında sıkışıp kalan ve

yaşantılarından dolayı toplumun kenarına itilen Türk gençlerinin hayatlarını

yansıtmaktadır.

Daha önceki Türk kökenli yazarlar gibi Zaimoğlu da göçmenlerden, konuk işçilerden

ve en çok da onların çocuklarından bahsetmektedir. Fakat diğerlerinin aksine kendini

sert bir üslupla ifade ederek, gençlerin başkaldırışlarını, toplum içerisinde

karşılaştıkları olumsuzluklara karşı olan tepkilerini olduğu gibi yansıtmaktadır. O hiç

kimsenin cesaret edemediği, Kanak gibi sokaktan gelen sloganları eserlerinde

işleyebilmektedir. Eserlerinde kullandığı dil ve biçim, kendisinden önceki yazarların

Page 57: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

48

eserlerinde kullandığı dil ve biçimleriyle örtüşmemektedir. Zaimoğlu, edebiyatın

evrensel anlayışıyla geleneksel ve modern arasındaki sınıflandırmaların dışında

kalmayı başarmıştır. Toplumsal sorunlarla cebelleşen insanlara uzattığı mikrofonla

sorunları ve yaşam anlayışlarını kendi ses tonlarıyla kaydeden yazar, bu yaklaşımıyla

diğer yazarlardan ayrılmaktadır (Can, 2007: 72). Eserlerinin işleyiş ve yansıtma

biçimiyle diğer Türk kökenli yazarlardan tamamen ayrılan Zaimoğlu, Almanya’daki

eleştirmenler tarafından nasıl algılandığını şu sözleriyle belirtmektedir:

“Alman eleştirmenler yazdıklarımla ilk karşılaştıklarında resmen şok geçirdiler. Bu yazar oryantal bir Almanca kullanıyor dediler. Almanca yazıyorum ama alaturka edebiyat yapıyorum... Gelecekte de yaramaz kitaplar yazacağım. Yaşam yaramaz çünkü. Uslu kitaplar hayatı anlatmaz, anlatamaz. Vay Almanya'nın haline. Bu daha başlangıç!.. Türk hamurum olmasaydı ben bu kitapları yazamazdım” (Can, 2007: 81).

Zaimoğlu edepsiz, küfürlü ve pornografik içerikli kitaplar yazdığı için, Alman basını

tarafından ‘edepsiz edebiyatçı’ olarak anılmaktadır. Gelecekte de yazacağı kitaplarında

edepsizliğinden taviz vermeyeceğini ve yaramaz kitaplar yazmaya devam edeceğini

belirtmektedir. Çünkü ona göre hayatın kendisi yaramaz. Uslu kitapların da hayatı

anlatmadığını, anlatamayacağını savunmaktadır (Arna, 2005).

Çok kültürlülüğü savunan idealistler, toplum içerisinde var olan çirkin söz ve

düşünceleri görmezlikten gelerek uydurmuş oldukları kültürel birleşme masalından

bahsederken, Zaimoğlu direkt ve sert bir üslupla Kanak’ın etnik hayvanat bahçesinin

güvenilmez bir üyesi olarak gündeme getirildiğini belirtmektedir (Wertheimer, 2002:

131). Bu nedenle çok kültürlülük adı altında Almanya’daki Türklere yönelik

asimilasyon çalışmalarına sonuna kadar direnerek, Kanak sözcüğünün anlamının

olumlu yönde değiştirilmesi için çaba sarf etmiştir. Kendisini Almanya’da yaşayan

Türklerin bir temsilci olarak gören Zaimoğlu, yaptığı bu çıkışlar sayesinde, “Alman

politikasındaki çok kültürlülük tartışmalarını ateşlemiştir” (Blumentrath ve diğ., 2007:

72).

Zaimoğlu’nun günümüze kadar kaleme aldığı eserler, edebiyat alanında olduğu gibi

sosyoloji alanında incelenmiş ve incelenmeye devam etmektedir. Her ne kadar kendisi

bir göçmen olsa da, eserlerinde de göçmen Türkler ve onların çocuklarının hayatlarına

eğilse de, o kendini ne göçmen olarak görmüştür, ne de Göçmen Edebiyatı

Page 58: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

49

kategorisine dahil edilmek istemiştir. Zaimoğlu kendisinin göçmen yazar olduğunu

kabullenmezken, onun ülkemizde Almanya’daki Türk göçmen yazarlar arasında

algılandığı, “yazar şu anda önemli göçmen yazarlardan biridir” (Karakuş, 2001: 273)

ifadesinden anlaşılmaktadır. Kendisini Alman Edebiyatı’nın temsilcisi olarak görüp

görmediği sorulduğunda da, karşılığında şu cevabı vermektedir: “Bu soru bana sürekli

soruluyor. ‘Yabancı kökenli Sizler Alman Edebiyatı’ndan mısınız? Yoksa ayrı bir

statüde misiniz’ diye. Ben kendimi Alman Edebiyatı’ndan biri olarak görüyorum ve

bunun kavgasını veriyorum” (Tanış ve diğ., 2004). Zaimoğlu, kendisinin bir Alman

vatandaşı olduğunu ve eserleriyle Alman Edebiyatı’nda yer alması gerektiğinin altını

çizmektedir.

4.1.1. Hayatı

Feridun Zaimoğlu, 1964 yılında Bolu’da dünyaya geldi. Daha küçükken ailesiyle

birlikte Almanya’ya göç eden Feridun Zaimoğlu, 1985 yılına kadar Almanya’nın

Berlin ve Münih şehirlerinde yaşadı. Daha sonra Kiel’e taşınan Feridun Zaimoğlu,

halen yaşamını bu şehirde sürdürmektedir.

Okul yıllarının başında hemen hemen her yabancı çocuğun yaşadığı olumsuz

durumları Zaimoğlu’da yaşamıştır. Yeterli dil bilmediği için okulda defalarca gülünç

duruma düşmüş, dışlanmış ve küçük düşürülmüştür. Anımsamak istemediği bu

yıllarda, tıpkı kendisi gibi toplumun alt katmanlarından gelmiş, zirveye yükselmiş ve

geldikleri yeri unutmamış olan ünlü futbolcu Pele ve boksör Muhammed Ali onu çok

etkilemiştir (Can, 2007: 69).

Zaimoğlu, eğitim hayatının başında iken kendisinin tembel bir öğrenci olduğunu kabul

etmektedir. Ama ne zaman ki matematik öğretmeni tarafından kendisinin ne istediği

sorulduğunda, gözlerini açar ve derslerine asılmaya başlar (Spiegel, 2005).

Zaimoğlu’nun öncelikli hedefi Almanca’sını geliştirmektir. Bunun için de bol bol kitap

okur, özellikle de polisiye romanları okumaktan hoşlanır. Alman Edebiyatı’nın büyük

ustaları tarafından yazılan romanları pek tercih etmez. O daha çok dili basit olan

anlaşılır romanları okumayı tercih eder.

Liseyi başarılı bir şekilde dereceyle bitiren Zaimoğlu, Kiel’de tıp fakültesinde

okumaya hak kazanır. Onun doktor olması ailesinin, özellikle de annesinin en büyük

Page 59: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

50

isteğidir. Fakat tıp eğitimi alırken doktorluğun ona uygun bir meslek olmadığını ve

yanlış alan seçtiğini anladıktan sonra yan dal olarak Sanat Fakültesi’nde Resim

Bölümü’nde de okumaya başlar. Ailesini hayal kırıklığına da uğratmamak için tıp

eğitimini sürdürmeye devam eder. Tıp öğreniminde dördüncü yarıyıldan sonra yapılan

Physikum sınavını ve Devlet tarafından yapılan (Staatsexamen) iki sınavı da verdikten

sonra, eğitimini devam ettirmemeye karar verir (Spiegel, 2005).

Zaimoğlu, gazeteci, yazar ve senarist olarak tanınır. Bunların dışında Almanya’da Die

Zeit, Die Welt, SPEX ve Frankfurter Rundschau gibi gazete ve dergilerde edebiyat

eleştirileri ve denemeler de yazar.

1998 yılından beri Berlin Üniversitesi (Alm. Freie Universität Berlin), Genel ve

Karşılaştırmalı Edebiyatbilim Bölümü’nde yürütülen ve ünlü yazarları birer dönem

misafir öğretim üyesi statüsünde ağırlayan Samuel-Fischer-Misafir Öğretim Üyesi

programı kapsamında, 2004 yılının bahar döneminde Literatur to go isimli derse

misafir öğretim üyesi olarak katılmıştır. Ayrıca 2007 yılında Tübinger-Poetik-

Dozentur programı kapsamında, Eberhard Karls Tübingen Üniversitesi’nde de

bulunmuştur.

Feridun Zaimoğlu, bugüne kadar yaptığı çalışmalardan dolayı birçok ödül ve desteğe

layık görüldü. Günümüze kadar almış olduğu ödül ve desteklerden bazıları, aşağıda

maddeler halinde belirtilmektedir:

� 1997 – Civis Medya Ödülü

� 1998 – Schleswig-Holstein Eyaleti tarafından Senaryo Ödülü

� 2002 – Friedrich Hebel Ödülü

� 2003 – Ingeborg Bachman Yarışmasında Jüri Ödülü

� 2005 – Adelbert-von-Chamisso Ödülü

� 2005 – Villa Massimo Bursu

� 2005 – Hugo Ball Ödülü

� 2006 – Schleswig-Holstein Eyaleti tarafından Sanat Ödülü

Page 60: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

51

� 2007 – Carl-Amery Edebiyat Ödülü

� 2007 – Grimmelshausen Ödülü

� 2008 – Corine

Feridun Zaimoğlu yukarıda belirtilen ve 1997 yılında aldığı, Kültürel Çeşitlilik

Đçerisinde Yaşamak – Diğerinin Dikkati (Alm. Leben in kulturellen Vielfalt - Achtung

des Anderen) konulu televizyon programları için verilen Civis Medya Ödülü’nü,

yönetmen olan Thomas Röschner ile birlikte yaptığı, ZDF ve ARTE televizyon

kanalları için hazırlanan Deutschland im Winter – Kanakistan. Eine Rap-Reportage

(Tr. Kış Mevsiminde Almanya – Kanakistan. Rep Röportajı) isimli kısa film için

almıştır (Cheesman, 2002: 185). Feridun Zaimoğlu’nun aldığı diğer ödüllerden

Grimmelshausen, Leyla adlı eserine, 2008 de Corine ödülü de Liebesbrand isimli

eserine verilmiştir. Zaimoğlu, bunların dışında 2005 yılında Almanya’nın kültür elçisi

olarak seçilmiş ve Alman kültürünü Đtalyanlara tanıtmak için bir yıl Đtalya’da

bulunmuştur.

4.1.2. Eserleri

Đlk yazarlık deneyimine 1995 yılında yayınladığı Kanak Sprak ile başlayan Feridun

Zaimoğlu, günümüze kadar roman ve hikayelerden oluşan bir düzineyi geçkin eser

yayımlamıştır. Eserlerinden bazılarının yayınlandığı yıl ve isimleri, sırasıyla aşağıda

maddeler halinde verilmektedir:

� 1995 – Kanak Sprak: 24 Misstöne vom Rande der Gesellschaft

(Tr. Kanak Sprak: Toplumun Kenarında 24 Ayarsız Ses)

� 1997 – Abschaum: Die Wahre Geschichte von Ertan Ongun

(Tr. Cüruf: Ertan Ongun’un Gerçek Öyküsü)

� 1999 – Koppstoff: Kanak Sprak vom Rande der Gesellschaft

(Tr. Kafa Örtüsü: Toplumun Kenarında Kanak Sprak)

� 2000 – Liebesmale, scharlachrot

� 2001 – Kopf und Kragen

Page 61: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

52

� 2002 – German Amok

� 2003 – Leinwand

� 2004 – Zwölf Gramm Glück

(Tr. On Đki Gram Mutluluk)

� 2006 – Leyla

� 2007 – Rom Intensiv

� 2008 – Liebesbrand

(Tr. Aşk Ateşi)

Zaimoğlu’nun yayımlamış olduğu Kanak Sprak, Koppstoff, Kopf und Kragen, Zwölf

Gramm Glück ve Rom Intensiv adlı eserleri söyleşilerden oluşmuş olup, diğerleri

romandır. Bunların dışında birçok da tiyatro senaryosu yazmıştır.

Feridun Zaimoğlu’nun ilk mektup roman denemesi olan Liebesmale scharlachrot adlı

eseri, Goethe’nin Genç Werther’in Acıları gibi bir eserin yeniden yazılmış halinin

ortaya konulmasıdır (Hofmann, 2006: 200). Zaimoğlu’nun kaleme aldığı bu eserle,

Alman Edebiyatı’na ilk adımını attığı belirtilmektedir (Hofmann, 2006: 228)

Liebesmale scharlachrot adlı eserde, her ikisi de Türk olan Serdar ile Hakan arasında

geçen mektuplaşmalar yer almaktadır. Serdar, peşindeki kadınlardan, özellikle de

Anke’den uzaklaşmak amacıyla Almanya’dan Türkiye’ye gelir. Kiel’de bıraktığı en iyi

arkadaşı Hakan ile mektuplaşarak içinde kopan fırtınaları bastırmaktadır. Ege’nın

küçük bir kasabasında yaşamaya başlayan Serdar, burada da gönlünü güzel bir kadın

olan Rena’ya kaptırır. Fakat Rena’nın bir sevdiği vardır ve onunla kavga ederek

hastanelik olur. Hastanede gözünü açan Serdar, “soğuk vatanı” (Karakuş, 2001: 284)

olarak nitelendirdiği Almanya’ya geri dönmek ister.

Zaimoğlu’nun mektup-roman biçimindeki eserinin başkarakterleri olan Serdar ile

Hakan birbirlerinden değişik, ancak, birbirlerini tamamlayan kişiliklerdir. Birbirlerine

güvenleri sonsuz olduğu için yaşamlarının bütün ayrıntılarını birbirleriyle

paylaşmaktadırlar. Serdar yaşamayı seven, yaşadığı aşk ili şkilerinden de anlaşılacağı

Page 62: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

53

üzere biraz da duygusal bir kişili ğe sahip bir gençtir. Hakan ise daha gerçekçi, Serdar’a

sürekli yaşamın zorluklarını anımsatan biridir (Karakuş, 2001: 284).

Feridun Zaimoğlu’nun 2006 yılında yayınladığı Leyla isimli romanıyla, Alman

toplumunun dikkatini kendisinin ve ailesinin kökenlerinin ait olduğu topraklara

çekmeye çalışmıştır. Kitapta ailenin babanın egemenliği altında olduğu ve kadınların

aile içinde belirli bir konumu olduğu anlatılmaya çalışılmaktadır. Romanın

başkahramanı aynı zamanda romanın ismi olan Leyla’dır. Roman tamamen onun

ağzından anlatılmaktadır. Romanda, Leyla kendi günlük yaşantısından bahsetmektedir.

Ticaretle uğraşan babası, işlerinde hep başarısızlığa uğramaktadır. Erkek kardeşleri

kendi hayatlarını çizerken, kız kardeşleri ise onlar için seçilecek olan eşlerini

beklemektedirler. Leyla ise kendi özgür hayatının peşindedir (Zaimoğlu, 2008).

Anadolu’nun geleneksel aile yapısını gözler önüne seren bu romanda, Türk toplumu

içerisinde kadının rolü yansıtılmaktadır. Zaimoğlu’nun bu romanında, “kürt ve çeçen

kökenli Türklerin birbirinden ayrı dünyalarının üzerinde ve özellikle cinsiyet

farklılıkları üzerinde durulmaktadır” (Blumentrath ve diğ., 2007: 119). Romanın

içerisinde Anadolu kültüründe kadın rolünün ele alınması, bu eserin Almanya’da

dikkatleri üzerine çekmesinin en büyük nedeni olarak görülebilir. Çünkü Almanya’da,

göçmen kadını üzerine yapılacak olan toplumsal tartışmalarda, Kültürlerarası Edebiyat

çatısı altındaki bu gibi çalışmaların yardımının dokunacağı belirtilmektedir (Hofmann,

2006: 237-238).

Zaimoğlu, Leyla isimli romanında Türk aile yapısı içerisinde kadının rolünün yanı sıra,

topraklarımızda mevcut olan kültürel farklılıklardan ve zenginliklerden de

bahsetmektedir. Zaimoğlu’nun, Anadolu’nun bu kültürel çeşitlili ğinden bahsederken,

“mekansal ve zamansal koordinatlara da dikkat ettiği görülmektedir” (Becker, 2007:

3).

4.2. Kanakların Protestosu: Kanak Sprak

Feridun Zaimoğlu’nun Kiel’e taşınmasının ardından, aynı şehirde müziklerini icra

eden Cartel isimli Türk Müzik Grubu’yla görüşmektedir. Bir gece müzik grubunun

çalıştığı stüdyoda sohbet ederken, içlerinden birinin Almanya’da yaşayan Türklerin

harcadıkları onca emeğe rağmen halen ezildiklerini, kendilerinin Almanlar tarafından

Page 63: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

54

görmezlikten gelindiğini söylemesi ve bu konu hakkında saatlerce nutuk dökmesi,

Zaimoğlu’nu çok etkilemiştir. Bu konuşmadan aldığı kıvılcımla ilk eserini yazmaya

başlar (Arna, 2005). Zaimoğlu, 1,5 yıl süren çalışmaların ardından Kanak Sprak- 24

Misstöne vom Rande der Gesellschaft adlı eseriyle piyasaya çıkar.

Feridun Zaimoğlu’nun kaleme aldığı Kanak Sprak adlı ilk eseri, Almanya’da toplumun

dışına itilmiş olan ve kendilerini Kanak olarak gören 24 Türk genci ile yaptığı

söyleşilerden oluşmaktadır. Zaimoğlu’nun bu eseri, onun Almanya’daki kültürel –

toplumsal tartışmalarda söz sahibi olmasını sağlamıştır.

Kanak Sprak, tamamen Alman toplumu için yazılmış bir eserdir. Eserin içinde yer alan

söyleşiler, kurgusal gerçeklik ve yabancıların sunumundan oluşmaktadır (Hofmann,

2006: 229). Söyleşilerde gözlemlenen kurgusal gerçeklik, 70’li yıllardan beri Konuk

Đşçi Edebiyatı olarak tanımlanan Türk kökenli yazarların eserlerinde de

gözlemlenmektedir (Blumentrath ve diğ., 2007: 73). Buna rağmen Kanak Sprak,

Zaimoğlu’nun yaptığı sert çıkışlar nedeniyle kendisinden önce Türk kökenli yazarlar

tarafından yazılan eserlerden farklıdır.

Daha önceden de belirttiğim gibi, Zaimoğlu’nun kendisinden önceki Türk kökenli

yazarlardan farkı, üslubunun ve yaptığı çıkışların sert olmasıdır. Kanak Sprak

içerisinde söz sahibi olan gençlerin başkaldırışlarını, içinde yaşadıkları toplumun

geneline karşı olan his ve düşüncelerini tüm çıplaklığıyla eserine yansıtmıştır. Alman

toplumu, Kanak Sprak’ın sert çıkışlarından dolayı kışkırtıcı bir hale bürünen Türk –

Alman Edebiyatı ile yüzleşmek zorunda kalmaktadır. Bu eser sayesinde anlaşılıyor ki,

Almanlarla 2. ve 3. nesil Türk göçmenlerin çocukları arasında anlaşmazlıklar

oluşmadan, bir arada yaşamaları imkansız gibi görünmektedir (Hofmann, 2006: 226).

Kanak Sprak’ta Kanak kimliği üzerinde duran Zaimoğlu, “Bir Kanak olarak

Almanya’da nasıl yaşanır?” sorusunu sormaktadır. Aynı soruyu söyleşi yaptığı, Türk

ve Alman kültürü arasında yetişmiş gençlere yönelterek, onların içerisinde yaşadıkları

topluma karşı olan bakış açılarını okurlarına yansıtmaya çalışmıştır.

Zaimoğlu, kitabının önsözünde eseri için yaptığı söyleşilerden bahsederken, tıpkı bir

dedektif gibi erkeklerin takıldığı mekanlarda iz sürerek, araştırmalar yaptığını ve bu

eserin 1,5 yılı aşkın bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıktığını belirtmektedir

Page 64: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

55

(Zaimoğlu, 2007: 18). Zaimoğlu, bu kitabında sadece erkeklere söz vererek onların

bakış açılarını eserinde yansıtmaktadır. Kadınların bakış açısına ise hiç

başvurmamaktadır. “Yazar bunu da, kadınların evlerinde kapalı kapılar ardında

oturmak zorunda oldukları gibi, kuşku ile karşılanması gereken bir savla açıklamaya

çalışır” (Karakuş, 2001: 277). Zaimoğlu’nun kuşku ile karşılanması gereken sözleri şu

şekildedir:

“Günlük hayatta Kanak gettoların yer aldığı sahnede, erkekler rol almaktadır. Buna karşılık kadınlar için, erkeğin dünyasının dışında kalmaları gerektiğine dair bir anlam bulunmaktadır. Onlar dış dünyadan soyutlanmış bir şekilde ev hapsindedir. Dolayısıyla ben de dahil tüm yabancılara ulaşılmazdırlar” (Zaimoğlu, 2007: 15).

Zaimoğlu’nun Koppstoff adlı eserini göz önünde bulundurduğumuzda, kadınların

kapalı kapılar ardında ve ulaşılmaz olduğu görüşünü kendisi çürütmektedir. Çünkü

yazar, bu eserinde Alman toplumunu ve Kanak dünyasını tamamen kadınların bakış

açısıyla okura aktarmaktadır.

Zaimoğlu, Kanak Sprak ile Almanya’da yaşayan ve kendilerini Kanak olarak

nitelendiren, toplumun kenarında hayatlarını devam ettiren Türk gençlerle, toplumun

geri kalanı arasında aracılık görevi üstlenmektedir. Eserinde yansıttığı spesifik

elementleri, bir edebi dil vasıtasıyla aktarmaya çalışmıştır (Hofmann, 2006: 200).

Zaimoğlu’nun kullandığı Kanak, önceki konumundan azat edilmesine rağmen, halen

sorunsal bir argüman olarak karşımıza çıkabilir. Çünkü Kanak modeli tasvir edilirken

Türkler kendilerini küçük düşürülmüş olarak görebilirler, Almanlar da ırkçılıkla ilgili

stereotiplere yenik düşebilirler. Bunlara rağmen Zaimoğlu, haklı olarak özgün bir dil

örneği çizmeye çalışmıştır (Wertheimer, 2002: 132).

Önceleri belli bir yazarın metninden oluşan Kanak Sprak eserinde, toplumun genelinin

gösterdiği ayrımcılığa, adaptasyona ve asimilasyona tepki olarak, zamanla çoğunluğu

ikinci ve üçüncü neslin genç göçmenlerinin oluşturduğu toplu bir harekete dönüştüğü

görülmektedir (Hofmann, 2006: 226).

Zaimoğlu’nun eserine yansıttığı itiraz benzeri çıkışları, azınlıkların özel muamele

görmesi ile ilgili saklı kalan eğilime karşı negatif bir yönelme gösterdiği gibi pozitif

bir yönelme de göstermektedir. Bu sayede, tamamen farklı hareket eden yeni bir model

Page 65: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

56

gün yüzüne çıkmaktadır. Ortaya çıkan bu yeni modelde, Kanak nesli içerisinde

yaşayan birey için yeni bir sosyal yaşam başlamaktadır (Wertheimer, 2002: 132).

Zaimoğlu, daha eserinin önsözünde Kanak olgusunun altını çizerek, “burada söz sahibi

olan sadece Kanak’tır” (Zaimoğlu, 2007: 18) demekle, ikinci ve üçüncü nesil göçmen

Türklerin çocuklarından bahsetmiştir. Onun kahramanları olan bu çocuklar,

Almanya’da doğmuş ve orada toplumsallaşma sürecini tamamlamış kişilerden

oluşmaktadır. Bu kuşağın sorunlarını, bir önceki kuşağın sorunlarıyla karşılaştırmamız

uygun değildir. Çünkü karşılaştıkları sorunlar farklıdır. Onlardan bahsederken, onlara

göçmen bile demek doğru değildir. Çünkü onlar kendi özgün koşullarını

oluşturmuşlardır (Karakuş, 2001: 274).

Kanak Sprak içerisinde seslerini duyurma fırsatı yakalayan gençlerin birçoğunun

toplum tarafından dışa itilmiş kişiler olduğunu görüyoruz. Zaimoğlu’nun seçtiği kişiler

arasında uyuşturucu satıcısı, kadın satıcısı, sokak dansçısı, transseksüel,

fundamentalist, ilticacı gibi negatif örnekler yer almaktadır. Ama bunların ortak yanı

kendilerine olan özgüvenleri ve kimlikleridir (Wertheimer, 2002: 132). Kendilerini

Kanak olarak gören bu gençlerin tamamı, içerisinde bulundukları olumsuz durumu

kabullenerek, yaşadıkları toplum içerisinde düşüncelerini açık ve sert bir şekilde dile

getirmektedirler.

Zaimoğlu’nun ele aldığı bu negatif kişilerin birçoğu, yaşantılarından dolayı

Almanya’da bulunan Türk toplumu tarafından da dışlanmış olan kişilerdir.

“Dolayısıyla söz konusu kişiler çifte dışlanmışlığın ürünüdürler. Alman toplumunun

dışladığı diğer kişilerle neredeyse benzer yaşam biçimini paylaşırlar” (Karakuş, 2001:

275).

Gençlerin dahil olduğu nesil, kendi kimliklerinin peşine düşmüştür. Bu nesil,

içerisinde ritüel ve jestlerin yer aldığı alışılmamış bir geleneğe sahiptir. Bunlara dilsel

jestler de dahildir. Yarı külhanbeyi, yarı argo konuşma biçimini içinde barındıran

Kanak Sprak, iç uzlaşmaya ve dış ayrılmaya hizmet etmektedir. Kanak’ların dili, ait

olma ve özgünlüğün ifade edilmesinde, var olan özel bir statüye ait göstergenin yerini

almıştır (Wertheimer, 2002: 132).

Page 66: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

57

“Zaimoğlu, Kanak Sprak ile Almanya’daki Türk kökenli gençlerin konuştuğu dilin

otantik, tahrik edici gücünü betimler” (Can, 2007: 62). Etnik ve kültürel özelliklerinin

büyük bir kısmından yoksun olan bu gençleri, değişime uğramış bir Almancayla

konuşturmaktadır. Zaimoğlu, onları Kanakster olarak adlandırmaktadır.

Kanak Sprak içerisinde yer alan metinleri incelediğimizde, Almanya’da yaşayan Türk

gençlerine toplumsal açıdan sınıf düşürülmesi ve Türk kültüründe yer alan geleneksel

erkek rolünü de sorguladığı gözlemlenmektedir (Hofmann, 2006: 232). Zaimoğlu’nun,

bu eseriyle Alman toplumu içerisinde mevcut olan, fakat göz ardı edilen bir sorunu

gündeme getirmesi bir açıdan iyi olabilir. Ama diğer bir açıdan, insanları yanılgıya

düşürebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi seçtiği negatif kişiliklerin, Almanya’da

yaşayan genç Türk neslinin tamamını etkileme olasılığı yüksektir. Ayrıca Türk

kültüründe yer alan geleneksel erkek rolünün Almanlar tarafından yanlış anlaşılmasına

sebebiyet verebilir. Oysa Alman toplumu içerisinde, kariyer sahibi, mesleğinin

zirvesinde, yaşam standartları yüksek, kültürlü ve tahsilli olan birçok Türk kökenli

gençlere ait olumlu örneklerde mevcuttur.

Zaimoğlu bu eserinde, Alman okurlarından, Kanak olarak nitelendirilen gençlerin

duygu dünyasına ve anlayışlarına bürünmesini beklememektedir. “Onun tek isteği,

Alman toplumunun 2. ve 3. nesil göçmen Türk gençlerle ilgili beklentileri üzerinde

düşünmeleridir” (Hofmann, 2006: 230).

Kanak Sprak, yabancılık deneyimleri üzerinde tartışılan sorunları gözler önüne

sermektedir. Bireyler, kendilerine ait bir kimlik oluşturabilmek için, kendilerini

diğerlerinden soyutlamaları gerekir. Bu tutum, yabancının basmakalıp bir şekle

dönüşmesine ve değer kaybetmesine neden olmaktadır. Bu yönleriyle Kanak Sprak,

90’lı yılların popüler Alman Edebiyatı’na benzemektedir. Bu dönemde de geleneksel

norm ve çıkarcılığa karşı benzer üsluplar gözlemlenmiştir (Hofmann, 2006: 233-234).

4.2.1. Nedir Bu Sözü Edilen Kanak?

Afrika kökenli insanları aşağılama amacıyla geçmişte zenci (Alm. Neger) sözcüğü

kullanıldığı gibi, Almanya’da da ilk başlarda Türkleri aşağılama amaçlı olarak Kanak

sözcüğü kullanılmıştır. Günümüzde ise zenci sözcüğü, çoğu çevrelerde negatif

anlamından kurtularak, pozitif bir anlam kazanmasıyla birlikte, Afrika kökenliler

Page 67: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

58

arasında bile bu kavramın kullanıldığı görülmektedir. Aynı durum Türk gençleri için

de geçerlidir. Kanak sözcüğü zaman içerisinde negatif anlamından sıyrılmış ve pozitif

bir anlam kazanmıştır. Kanak sözcüğü, Zaimoğlu’nun Kanak Sprak ve daha sonraki

Abschaum ve Koppstoff isimli eserlerinde sıkça karşımıza çıkmaktadır.

Kanak sözcüğün kökeni Yeni Kaldonya’ya dayanmaktadır. Yerli dilinde insan

anlamına gelir. Yakın bir geçmişte Fransızlar tarafından küfür amaçlı kullanılan Kanak

sözcüğü, o dönemlerde ilkel ve kültürsüz insan anlamına gelmektedir (Hofmann, 2006:

226).

Kanak sözcüğünün sözlük anlamını incelediğimizde, aşağıda belirtilen tanımlara

ulaşabiliriz:

1. Poly. Đnsan, Kanaken = Polonya ve güney denizlerde yaşayan yerli halk;

2. Konuşma dilinde ise değeri düşük olan eğitimsiz ve kültürsüz insan demektir;

3. Değeri düşük yabancı işçi anlamına da gelmektedir, özellikle yabancı ülkelerde

yaşayan Türkler için kullanılmaktadır (Tekin, 2007: 8).

Nasıl oldu da Almanya’daki sokaklarda Kanak diye bir kimlik oluştu? Neden halk

arasında Türk gençlerine bu şekilde hitap etme gereği duyuldu? Zaimoğlu, göçmen

Türklere yakıştırılan Kanak kimliğini, Türk konuk işçilerin Almanya'da artık konuk

olmadıklarının anlaşıldığı zamana kadar geri uzandığını belirtmektedir. Böyle bir

kimliğin oluşma sebebine gelince, ikinci ve özellikle üçüncü neslin çocukları,

aileleriyle birlikte evde Türkçe konuşmakta ve Türk kültürüyle yetişmektedirler.

Dışarıda ise Almanca konuşmakta ve Alman kültürü ile yetişmektedirler. Đki farklı

kültürün arasında yaşamak zorunda olan bu gençlerin, her gün kültürel farklılıklarla

yüzleşmek zorunda oldukları yetmezmiş gibi, sadece Almancası zayıf olduğu için

algılama problemi olduğu ileri sürülen çocukların, Sonderschule dedikleri zihinsel

yönden zayıf olanların gittiği özel eğitimli okullara gönderilmesi, yaşadıkları diğer bir

sorundur. Đki kültürün arasında oluşan ara mekanlarda yetişen bu gençlerin dili de,

kültürü de melezleşmeye başlamıştır. Üçüncü nesil Türk gençlerinin çoğunluğunun

konuştuğu melez dil ve melez kültürle şekillenen kişilikleri, Alman toplumunun

gözünde sınıf farklılığı olarak algılanmaya başlanmıştır. Toplum içerisinde Türklerle

Page 68: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

59

Almanlar arasında oluşan sınıf farklılığını bahane eden bazı kesimler, Türk gençlerini

küçük düşürmek amacıyla onlara Kanak olarak hitap etmeye başlamışlardır (Zaimoğlu,

2007).

Kanak olgusu içerisinde her hangi bir kültür göremeyebiliriz. Çünkü Kanak kimliği

Türk, Alman, bölgesel, dini, yaş ve cinsiyet etkenlerinden oluşan melez bir kültürün

ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır (Blumentrath ve diğ., 2007: 76-77). Kendilerini

Kanak olarak görenlerin yaşam biçimleri, geleneksel bir Türk, ya da Alman yaşam

biçimine uymamaktadır. Onların konuştukları dilin Almanca ya da Türkçe olduğu

söylenemez. Söz konusu olan Kanak, tamamen melez bir dil ve melez bir yaşam

biçiminden ibarettir.

Günümüzde kullanılan Kanak bir üst kavram niteliği taşımaktadır. Bu durum, özellikle

Almanya’daki Türklerin kültürel potansiyellerinde görülmektedir. Kanak sözcüğünün

pozitif anlamı Zaimoğlu’nun Kanak Sprak isimli eserinde yer alan metinlerde

görülebilir (Blumentrath ve diğ., 2007: 72). Toplum tarafından dışlanan Türk kökenli

göçmen gençler için kullanılan sözcüğün negatif anlamı gitmiş, yerine pozitif bir

anlam gelmiştir (Esselborn, 2007: 20). Zaimoğlu, en başından beri Türkleri küçük

düşürmek için kullanılan Kanak sözcüğünün zaman içerisinde değişime uğradığını

bizlere göstermeye çalışmaktadır. Zaimoğlu’na göre Kanak, “Türklerin 30 yıllık

göçmenlik tarihinde sadece hakaret anlamı taşıyan bir sözcük değil, aynı zamanda 2.

nesil ve özellikle 3. nesil konuk işçi çocukların gururla taşıdığı bir isim, bir etikettir”

(Zaimoğlu, 2007: 9).

“Bir zamanlar Almanların Türkleri aşağılamak için kullandıkları ‘Kanak’ sözcüğü

onun sayesinde mevcut düzene boyun eğmeyen, uyruk pususuna düşmeyen insanları

simgeliyor artık” (Arna, 2005). Zaimoğlu, Kanak sözcüğünü negatif anlamından

kurtarmakla kalmayıp, onu ırkçı tartışmalardan da uzaklaştırmayı başarmıştır

(Blumentrath ve diğ., 2007: 72). Kanak Sprak’ta düşüncelerini ve duygularını açıklama

fırsatı bulan gençlerin, Kanak kimliğini çekinmeden nasıl kullandıkları görülmektedir.

Kanak Sprak içerisinde topluma karşı hissettikleri duygu ve düşüncelerini duyuran iki

gencin Kanak kimliğini nasıl tanımladıkları aşağıda yer almaktadır. Bunlardan ilki olan

Page 69: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

60

Akay, 29 yaşındadır ve bitpazarlarında çalışmaktadır. O, Kanak kimliğini aşağıdaki

gibi açıklamaktadır:

“Honey, ich liefer dir den rechten zusammenhang, du willst es wissen, ich geb dir das verschissene wissen: wir sind hier allesamt nigger, wir haben unser ghetto, wir schleppen’s überall hin, wir dampfen fremdländisch, unser schweiβ ist nigger, unsere zinken und unsere fressen und unser eigner stil ist so verdammt nigger, daβ wir wie blöde an unsrer haut kratzen, und dabei kapieren wir, daβ zum nigger nicht die olle pechhaut gehört, aber zum nigger gehört ne ganze menge anderssein und andres leben. Die haben schnon unsre heimat prächtig erfunden. Kanake da, kanake dort, wo du auch hingerätst, kanake blinkt dir in oberfetten lettern sogar im traum…” (Zaimoğlu, 2007: 25).

Almanya’da yaşayan genç Türklerin, kendileri için kullanılan Kanak sözcüğünün

Amerika’da yaşayan Afrika kökenli insanlar için kullanılan zenci sözcüğü ile

eşleştirildikleri metinlerden anlaşılmaktadır. Bu nedenle Akay da, zenci sözcüğünün

yardımıyla Kanak kimliğini açıklamaya çalışmaktadır. Bu sayede, içinde yaşadıkları

ortamı daha iyi bir şekilde anlatabilmektedirler. Yaşam biçimlerinin tamamıyla Kanak

ile tanımlandığını belirtir. O, bu kimliğin, diğerleri olarak tanımladığı toplum

tarafından giydirildiğini belirtmektedir.

Kanak kimliğine biraz farklı yaklaşan Ulku, 28 yaşında ve işsizdir. O, Kanak kimliğini

aşağıdaki şekilde yorumlamaktadır:

“kanake, du bist und bleibst’n anderer, du bist und bleibst’n menschenfreund, du bist und bleibst’n reicheleutehasser, du bist und bleibst’n lebensgewinnler und klarheitshochrufer, und nur das macht dich zum ollen kanaken mit nem brandstempel auf der stirn, wo der man heiβt: ich bin und bleib’n hasser eurer scheiβregeln” (Zaimoğlu, 2007: 135).

Ulku’ye göre Kanak, bir dost canlısıdır. O zenginlerden nefret eder, hayatını bir

şekilde kazanır. Onu Kanak yapan özellikler bunlardır. O, Kanak kimliğinin alnına

damga gibi vurulduğunu belirterek, kendisi tarafından berbat görülen ve toplum

tarafından belirlenen kurallara daima karşı olduğunu ve olacağını dile getirmektedir.

Zaimoğlu, eserindeki Kanak’lardan bahsederken, zaman zaman onlara Kanakster diye

hitap etmektedir. Kendisi, gündeme taşıdığı Kanakster sözcüğüyle edimsel bir kimlik

oluşturduğunu belirtmektedir. Kanak Atak manifestosunu hazırlayan kişiler, Kanak

sözcüğünü etnik kökeninden kopararak, sözcüğü politik bir kategoriye sokmaktadırlar

(Blumentrath ve diğ., 2007: 76).

Page 70: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

61

Kanakster, Kanak ve Đngilizce delikanlı anlamına gelen youngster sözcüklerini

birleşiminden oluşmaktadır. Zaimoğlu, oluşturduğu bu yeni sözcükle, her hangi

geleneksel veya kültürel aidiyet aramayan yeni bir kimlik yaratmıştır. Kanakster’ler

birer metropol oyuncularıdır, onlar her şeye rağmen metropollerde inatla hayatta

kalmayı başaranlardır (Wertheimer, 2002: 132). Zaimoğlu’nun ortaya koyduğu

Kanakster otonomisi, kültürler arasında kendi yolunu bulması gereken, melez ve

kültürlerarası bir yapıya sahiptir (Hofmann, 2006: 231).

Kanakların saldırısı, ten rengi saldırısına karşı durmaktadır. Özellikle Türk gençlerde,

‘Yabancı olduğum için kendimle gurur duyuyorum’ ifadesi, ‘Alman olduğum için

kendimle gurur duyuyorum’ ifadesine karşı durmaktadır. Karşılaştırılan bu ifade basit

olduğu için çekici gelebilir. Ama basit olduğu kadar da tehlikeli olabilir (Wertheimer,

2002: 133).

Kanak Sprak içerisinde söz sahibi olan gençlerin söylediklerini göz önünde

bulundurursak, Zaimoğlu’nun Kanak kimliğini kabullenen ya da gururla taşıyan 3.

nesil konuk işçi çocuklardan bahsederken, içinde bulunduğu olumsuz yaşam

koşullarını kabullenmiş negatif kişiliklerden bahsetmektedir. Her ne kadar Zaimoğlu

tarafından Kanak sözcüğünün pozitif bir anlama büründüğü belirtilse de, aynı nesil

içerisinde yaşayan ve düzgün yaşam koşullarına sahip olan, geri kalan Türk gençlerin,

belirli bir kitleye hitap eden bu sözcüğü kabul ettiğine dair her hangi bir iz

görülmemektedir.

4.2.2. Melezlikle Biçimlenen Kanak Dili

Zaimoğlu’nun Kanak Sprak isimli eserinin dil ve biçim yönüyle diğer Türk kökenli

yazarlardan çok farklı olduğu bir gerçektir. Kanak Sprak içerisindeki metinler

incelendiğinde, gramer kurallarının kullanılmadığı ve imla hatalarıyla dolu olduğu

görülecektir. Çünkü Zaimoğlu, söyleşi yaptığı gençlerin konuşmaları esnasında

kullandıkları sözcükleri, bozuk cümle yapılarını olduğu gibi almıştır. Zaimoğlu

bunların dışında, konuşma içerisinde geçen aykırı muhabbetleri, küfürleri, insana

edepsizce gelen tüm kısımları, her hangi bir sansür uygulamadan, tüm çıplaklığıyla

eserine aktarmıştır. Ayrıca Zaimoğlu’nun, eserinde gençlerin argo konuşmalarına yer

vermesi, eserin okur tarafından çözümlenmesini de zorlaştırmaktadır.

Page 71: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

62

Zaimoğlu, Kanak olarak nitelendirdiği gençlerin kullandığı bu dili Kanak Dili olarak

tanımlamaktadır. Bugün bu dili birçok Alman yazar ve gençleri kullanmaktadır.

Zaimoğlu, yazın dünyasında yerleşen bu durumu şu şekilde özetlemeye çalışmıştır:

“Kendi anlayışıma göre Alman Kanaksta’sı vardır. Benim eklediğim bu ülkede

yaygınlaştırıldı ve sosyal hatalar için azınlıklar günah keçisi olarak kullanıldı. Bu etnik

nedenlerin alanını ve suçlamaları terk etmek ve sosyal gerçekliğe yöneltmek istiyorum

(Can, 2007: 73-74).

Yaşamlarının önemli bir bölümünü toplum dışında sürdüren bir gurup Türk gencinin

konuşma kesitlerinde yapılan incelemeye göre bu dil, nokta, virgül tanımayan, büyük,

küçük yazını esaslarına uymayan, dilbilgisi dizim özelliklerini kaybetmiş, eylemlerin

ekleri kopuk ya da vurgulu özellikler göstermektedir. Kesinlikle belirtilmek istenen

sözcüklerin kuralsız büyük yazımı, ünlü ve ünsüz seslerin bozukluğu, sert ünsüzleri

barındıran sıfatların seçimi, diğer yabancı dillerden sözcüklerin, "istenildiği yerde

kullanımı" dikkat çekmektedir. Almancanın temel ilkelerini alt üst eden bu dil

karışımının kodlarının olması, dilbilimcileri şaşırtacak düzeydedir (Can, 2007: 79).

Aşağıda Zaimoğlu’nun kitabında yer alan ilk söyleşiden gösterilen örnek, konuşulan

dilin yapısı bakımından yukarıda belirtilen durumları kanıtlamaktadır.

Pop is ne fatale orgie, ein ding ohne höhre weihen, und es macht aus jeder göre aus’m vorort’n verdammten zappler unda us jedem zappler ne runde null. Es schafft ne egalität, wo jeder gleich is und keinen feinschliff braucht, nur tausend träume, billig zu haben, wie’n pfiferling, tausend träume für,n apel-und’n-ei-preis, tausend-tropfen-schnaps, daβ d uman den zappligen schlotter kriegst. Pop: die groβe hure babylon (Zaimoğlu, 2007: 19).

Kanak Sprak içerisinde söz sahibi olan Kanakların ana dilini yanlış kullandıklarını

görüyoruz. Kullandıkları kelimeler ve cümlelerin çoğunluğu ne Almanca’da, ne de

Türkçe’de bulunmamaktadır (Wertheimer, 2002: 132). Nasıl ki kendileri ara

mekanlarda oluşan melez kültürlerin birer ürünü olarak karşımıza çıkıyorsalar,

konuştukları dil de yaşadıkları ortamdan etkilenerek melez bir dil olarak karşımıza

çıkmaktadır.

Zaimoğlu, Alman toplumunda dilsel-edebi kültürlerarasılık açısından bir temsilci

olarak görülebilir. Eserinde kullanılan dil “Almanya’da yaşayan Türk gençlerin

Page 72: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

63

konuştuğu dil, memleket lehçeleri ve sokak Almanca’sının bir karışımından” (Becker,

2007: 202) meydana gelmektedir.

Popüler kültür ile bağlantılı olan Kanak dili, toplumun büyük bir kısmı tarafından

görmezden gelinmekte veya dışlanmaktadır. Kanak dili, dışlanma nedeniyle edindiği

deneyimlerden özgüven oluşturabilmek amacıyla toplumun belirli önyargılarını tahrik

edici bir şekilde devralarak, negatif olan farklı stereotipleri benimsemektedir

(Hofmann, 2006: 200).

Kanakların kullandığı dilin orijinal, eğilimci ve enerjik olarak algılanması durumunda,

estetikleşmenin yarattığı etkiye kuşkulu bir bakış açısıyla yaklaşmak mümkün olabilir.

Bu bağlamda, “metne yansıyan haksız eylemlere karşı oluşan protesto ve ifade

biçimleri, alımlama sürecinde büyük bir ihtimalle görmezlikten gelinecektir”

(Hofmann, 2006: 229). Diğer yönden Kanak Sprak içerisinde kullanılan metinlerin

Alman Edebiyatı ve dili üzerindeki etkisi belirgindir. Metinlerin standart Almanca

kurallarından yoksun olmaları, Alman Edebiyatı’nı ve dilini zenginleştirmektedir

(Hofmann, 2006: 230).

Zaimoğlu, Kanak’ların kullandığı sokak jargonunu tercüme etme ve yapılan

konuşmalarda kapsamlı müdahalelerde bulunma ihtiyacı da duymuştur. Yaptığı

uyarlamanın gerçekliği tamamen düzmecedir. Bir yandan Kanak Sprak projesinin

tamamı, öte yandan tipik Kanak yapısı sergilenmektedir (Blumentrath ve diğ., 2007:

72). Öte yandan Kanak Sprak, farklı kaynaklarla beslenen bir sanat dili olarak da

görülebilir. Kanak Sprak, sadece etnik kökene sahip gençlerin kullandığı bir sokak

jargonu olarak görülmemelidir. Aksine tamamen yapay bir dil olarak nitelendirilebilir

(Blumentrath ve diğ., 2007: 73).

Feridun Zaimoğlu gibi yazarların, çok kültürlülük bağlamında gerçekleştirilen olumsuz

politikalara karşı “başvurdukları Kanak dil provokasyonuyla toplum içerisindeki

öğrenme süreçlerinin hızlandırılıp hızlandırılmayacaklarını” (Chiellino, 2007: 60-61)

bekleyip görmek gerekir.

Page 73: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

64

4.2.3. Zaimoğlu ve Kanak Sprak Adlı Eserinin Kültürlerarasılı ğa Etkisi

Kanak Sprak, Türk ve Alman kültürünün etkisinde Almanya’da yetişen, kültürlerarası

ve kültür içi farklılaşmalardan dolayı toplum dışına itilen Türk gençlerinin, hem

Alman toplumuna hem de Almanya’da yaşayan Türk toplumuna karşı tepkilerinin

gösterim biçimi olarak görülebilir. Zaimoğlu, oluşan tepkilerin tamamını gün yüzüne

çıkartmaya çalışmıştır.

Toplum dışına itilen bu gençlerin dile getirdiklerinin kültürlerarasılığa ne gibi etkisi

olabilir? Bu etkinin olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? Zaimoğlu, herkesin

görmezden geldiği, çoğu kişinin iğrenerek baktığı ve ciddiye alınmayan negatif kişilere

söz hakkı tanıyarak, onlarla toplum arasında aracı olmaya çalışmıştır. Ortaya koyduğu

bu çalışma sayesinde, çok kültürlü olan Alman toplumunun göz ardı ettiği bir gerçeği

gün yüzüne çıkarmayı başarmış ve bu gençlerin taleplerini topluma iletebilmiştir.

Kanak Sprak, toplumsal sorunlara ışık tutmuştur. Kitapta işlediği konu ile Almanya’da

var olan toplumsal tartışmalara yön vermeye çalışmış, çok kültürlülük tartışmalarını

ateşlemiştir. Alman toplumunun yıllardır üzerinde durduğu yabancılık olgusu

değişmiştir. Çünkü şu an mevcut olan nesil, kendisinden önceki nesiller gibi, farklı bir

kültürel mekanda yetişip Almanya’ya gelmemiştir. Onlar burada doğmuş ve burada

yetişmişlerdir. Dolayısıyla nesiller farklı olduğu için, meydana gelen sorunlar da

farklıdır. Bu eser, yabancılık deneyimleri üzerinde tartışılan yeni sorunları gözler

önüne sermektedir, diğer bir deyişle yabancılığı farklı bir bakış açısıyla tanıtmaktadır.

Zaimoğlu, bu eserinde tamamen Kanak kimliğinin üzerinde durmaktadır. Eskiden bu

kelimeyi işiten Türkler, hakarete uğradıklarını düşünürken, toplum dışına itilen bu

gençler, bu kimliğin negatif yönlerini dışlayarak gururla taşımaya başlamışlardır. O,

melez kültür sonucu oluşan günümüz Kanak kimliğini ve dilini tanıtmaya

çalışmaktadır. Bu şekilde toplum içerisinde mevcut olan ırkçılık tartışmalarına da son

vermeye çalışmaktadır. Ayrıca, Kanak kimliğine pozitif bir anlam kazandırarak,

toplumsal bir hareket de başlatmıştır. Tüm Kanaklar bir araya gelerek birleşmişler,

seslerini ve icraatlarını hem internet üzerinden (www.kanak-attak.de), hem de

Almanya’nın önemli birkaç şehrinde gerçekleştirmişlerdir.

Page 74: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

65

Zaimoğlu, bütün bunları yaparken her hangi bir sansüre başvurmamıştır. Kanak dilini

kullanan gençler küfür etmekten çekinmemektedir. Çünkü onlara göre küfürlü ve

edepsiz konuşmalar, bu dilin bir parçasıdır. Dolayısıyla Zaimoğlu’da, hayatın edepsiz

yönünü yansıtmaktan hiçbir şekilde çekinmemiştir.

Kanak Sprak’ta ele alınan kişilerin neredeyse tamamı negatif kişilerden oluşmaktadır.

Bu kişiler Alman toplumundan dışlandığı gibi, Almanya’daki Türkler tarafından da

dışlanmışlardır. Ama bu gerçeğin Alman toplumunun gözünden kaçması muhtemeldir

ve kitapta oluşan Türk imajı genel olarak algılanabilir. Örneğin Almanlar biraya

düşkün insanlardır. Bunun bu şekilde ifade edilmesi, bütün Almanların biradan

hoşlandığı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla benzer durum, kitapta örnek olarak

verilen kişiliklerin, Türklerin büyük bir çoğunluğunun böyle bir yaşam biçimine sahip

olduğunu düşündürebilir. Öte yandan kitapta örnek gösterilen negatif kişiler,

Almanlarda da yer almaktadır. Kültürlerarasılık söz konusu olunca, çözülecek sorunlar

karşılıklı olarak ele alınmalıdır. Sadece bir taraf ön plana çıkarılmamalıdır.

Öte yandan Zaimoğlu, neden sadece negatif kişileri ele almaktadır? Almanya’da

yaşayan Türkler arasında gösterilebilecek birçok olumlu örnek de yer almaktadır.

Gerçi yazar kendisi bunun cevabını dile getirmektedir. O, yaşamın kendisinin yaramaz

olduğunu ve daima yaramaz kitaplar yazacağını, uslu kitapların yaşamı

anlatamayacağını iddia etmektedir (Arna, 2005).

Kanak Sprak ile ilgili yurtdışında yapılan bazı bilimsel çalışmalarda, kitabın, Türk

kültüründe baskın olan geleneksel erkek rolünü sorguladığı belirtilmektedir (Hofmann,

2006: 232). Oysa Kanak Sprak’ta çizilen erkek rolünün Türk kültüründeki geleneksel

erkek rolü ile benzer yanı yoktur. Zaten Zaimoğlu, kendisiyle yapılan bir röportajında

Türkiye’nin uzmanı olmadığını belirtmektedir (Grossbongardt ve Steinvorth, 2007:

176). Dolayısıyla Türk kültürü hakkında da fazla uzmanlaşmamış olabilir.

Kanak Sprak’ın olumsuz algılanan diğer bir etkisi de, Türk toplumunda kadınların

kapalı kapılar ardında hapsedildiği ve hiçbir yabancıyla iletişim kuramadığı izlenimini

vermesidir. Zaimoğlu, önsözünde kadınlardan bahsederken, onların erkeklerin

dünyasında yerinin olmadığını belirterek şu ifade ile devam eder: “Onlar dış dünyadan

soyutlanmış bir şekilde ev hapsindedir. Dolayısıyla ben de dahil tüm yabancılara

Page 75: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

66

ulaşılmazdırlar” (Zaimoğlu, 2007: 15). Bu ifade Alman okurunu tamamen yanılgıya

düşürmektedir. Okurlarda oluşacak ilk izlenim, Türk yaşam biçiminin her alanında

sadece erkeklerin var olduğu ve kadın varlığına rastlanılmayacağıdır. Oysa Türk

toplumunda her alanda kadının var olduğu bir gerçektir. Öte yandan, kendisinin

piyasaya sürdüğü Koppstoff adlı üçüncü eseri, yazarın ilk eserinin önsözünde dile

getirdiği savına kuşkuyla bakmamıza neden olmaktadır. Çünkü bu kitapta, Kanak

dünyasının kadınların bakış açılarıyla anlatımı söz konusudur. Yazar söyleşilerini

tamamen kadınlarla yapmıştır.

Kanak Sprak’ta kullanılan dil ağırdır ve anlaşılması zordur. Kullanılan dilin gramer

kurallarından yoksun olması, cümle yapılarına ve imla kurallarına uyulmaması,

söyleşilerde asıl verilmek istenen mesajın gözden kaçmasına ve okur tarafından

algılanmamasına neden olabilir.

Zaimoğlu, medyada yaptığı her röportajda kendisine göçmenlik, Türkiye veya Türklük

hakkında bir soru sorulduğunda, bunlara yabancı olduğunu her defasında dile

getirerek, “benim Alman olduğum, Alman yazar olduğum açıktır” (Can, 2007: 75)

diye sözünün altını çizmektedir. Kendisiyle Almanya’da yapılan bazı röportajlarda bu

durum net bir şekilde görülmektedir. Örneğin 16.11.2007 tarihinde www.eurozine.com

adresinde yayınlanan bir röportajında, kendisine göçmen olarak bir konu hakkındaki

fikri sorulmuştur. Soruya cevaben “Ben göçmen değilim, ben Almanım” (Nejad, 2007)

diye cevap vermektedir. Zaimoğlu’nun Türkiye’de yaptığı birkaç röportajında ise

kendisinden Türk kökenli Alman olarak bahsettiği de görülmektedir (Arna, 2005;

Tanış ve diğ., 2004).

Kendisini göçmen olarak görmeyen ve her defasında Alman olduğunu iddia eden bir

yazarın ülkemizde halen göçmen yazarlar kategorisinde ele alınması ne kadar doğrudur

tartışılır. Öte yandan bu bakış açısına sahip olan bir yazarın, Almanya’da yaşayan

Türklerin sorunlarını doğru bir şekilde algılayıp, bunu eserlerine yansıtması nasıl olur?

Daha önceden gösterilen örneklerde olduğu gibi, bu tür konularda okur yanılgıya

düşebilir.

Bu çalışmanın birinci bölümünde, kültürlerarasılık kavramını açıklamaya çalışırken,

kültürlerarasılığın, tek kültür algısının getirdiği sıkışıklıktan kurtulmak için geliştirilen

Page 76: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

67

bir yöntem olduğunu, bu nedenle iki veya daha fazla kültür arasındaki ili şkiyi

tanımladığını dile getirmiştim. Bunu göz önünde bulundurursak kültürlerarasılık, bir

diğer kültürün sadece olumsuz taraflarını göstermek değildir. Eğer kültürlerarasılık

bağlamında bir kültürün olumsuz taraflarını göstermek istiyorsak, bunu ilişki içerisinde

olduğu diğer kültürün olumsuz taraflarıyla yüzleştirerek yapmalıyız. Aynı durum bir

kültürün olumlu yönlerini gösterirken de geçerlidir.

Zaimoğlu, Kanak Sprak adlı eserinde, kültürlerarası bir bakış açısından çok,

kültürlerarasılığa yabancı, Türk kültürünü alt kültür olarak gören bir yaklaşımı ortaya

koymaktadır. Bu eserin bu kadar başarılı olması, belki de Almanların Türklerde

görmek istedikleri negatif özellikleri ön plana çıkarmasına bağlanabilir. Zaimoğlu,

Alman toplumunun bu gençler üzerinde olumsuz etkilerine fazla yer vermeyerek,

kültürlerarasılığa uygun olmayan ve taraflı olan bir Alman bakış açısı geliştirmiştir.

4.3. Türk – Alman Edebiyatı’nın Grand Old Lady’si: Emine Sevgi Özdamar

Türk kökenli olmasına rağmen Almanya’da yaşayıp Almanca yazan en ünlü kadın

yazarlardan biri de Emine Sevgi Özdamar’dır. Kendisi neredeyse Türk – Alman

Edebiyatı’nın “Grand Old Lady’si olarak nitelendirilebilir” (Blumentrath ve diğ.,

2007: 77). Özdamar’ın 2001 yılında yayınladığı ‘Das Leben ist ein Karawanserei, hat

zwei Türen, aus einer kam ich rein, aus einer ging ich raus’ isimli romanı ile

Ingeborg-Bachman ödülüne layık görülmüştür. Bu ödülü ilk defa ana dili Almanca

olmayan birinin alması, “Türk – Alman Edebiyatı’nın Alman Edebiyatı içerisinde

yerini sağlamlaştırdığına dair sembolik bir işaret” (Hofmann, 2006: 199) olduğunu

göstermekte ve Özdamar’ın Türk-Alman Edebiyatı’nda çok önemli bir konuma sahip

olduğunu gözler önüne sermektedir. Özdamar’ın eserleri, günümüze kadar birçok

akademisyen tarafından incelenmiştir ve incelenmeye devam etmektedir.

Tıpkı Zaimoğlu gibi Özdamar da eserlerinde yabancılığı içten dışa, diğer bir ifadeyle

eserlerinde yabancının penceresinden yaşamış olduğu deneyimlerine yer vermektedir.

Özdamar, büyüdüğü kültürden aldığı ögeler ile kullandığı Türkçe kalıplarıyla Almanca

olarak yazdığı eserlerinde üçüncü bir alan oluşturmaktadır. Bu nedenle eserleri, üçüncü

alan araştırmalarında her zaman referans kaynağı olmuştur. Türkiye’de siyasi

hareketliliğin aşırı olduğu dönemlerde Almanya’ya giden Özdamar, göç olgusunun

Page 77: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

68

dışında, Türkiye’nin o dönemlerde içerisinde olduğu siyasi yaşamı da eserlerine

yansıtmaktadır.

Özdamar, günümüz Alman Edebiyatı’nda kendini en çok gösteren yazarlar arasında

yer almaktadır. Yayınladığı ‘Das Leben ist ein Karawanserei, hat zwei Türen, aus

einer kam ich rein, aus einer ging ich raus’ ve ‘Die Brücke von Goldenen Horn’ adlı

ilk iki romanıyla Alman kamuoyunda büyük bir başarıya imza atmıştır. Yazarın bu

başarısı, romanlarında konuk işçilerden bahsetmesine rağmen, kendisinden önceki

yazarlar gibi onların mağduriyetlerine değinmemesine bağlanmaktadır (Hofmann,

2006: 214).

Emine Sevgi Özdamar, eserlerinde dıştan bir bakış açısıyla Alman toplumundaki kadın

rolünü yansıtarak, Türkiye’deki kadın rolünün içinde olduğu duruma eleştirel bir

biçimde yaklaşmaktadır. Kendine özgü bir anlatım üslubu geliştiren Özdamar,

geliştirdiği bu üslupla Alman toplumunun yaşadığı gerçekliğe dıştan bir bakış açısıyla

yaklaşmaktadır (Hofmann, 2006: 200).

Özdamar’ın yazdığı romanlar Almanya’da çok satan kitaplar arasında yer almıştır.

Romanları birçok dile çevrilmiştir. Bunların arasında Türkçe de yer almaktadır. Fakat

romanları Türkiye’de beklenen ilgiyi görmemiştir. Çünkü romanların Türkçe’ye

çevrilmesi ile birlikte, dili bakımından çevrilen romanlar bütün özelliğini kaybetmiş ve

basitleştirilmi ştir.

4.3.1. Hayatı

Emine Sevgi Özdamar, 1946 yılında Malatya’da doğdu. 1965 yılında, daha 19

yaşındayken tek bir kelime Almanca bilmeden Almanya’ya gelen Özdamar, geçici bir

süre için burada bir fabrikada işçi olarak çalışmıştır. Yeteri kadar para biriktirdikten

sonra Türkiye’ye dönerek Đstanbul’da tiyatro eğitimi almıştır.

Yazar, dramaturg, sinema ve tiyatro oyuncusu olarak tanınan Emine Sevgi Özdamar,

birçok roman, hikaye ve tiyatro senaryosu yazmıştır. Türkiye’de ünlü tiyatroculardan

eğitim aldıktan sonra, Türkiye’de ve Almanya’da tiyatrolarda görev almıştır. 1976

yılında Berlin Halk Sahnesi’nde (Alm. Berliner Volksbühne) reji asistanı olarak

çalışmıştır. Daha sonra 1978/79 yıllarında Fransa’da bulunan bir tiyatroda oyuncu

Page 78: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

69

olarak yer almıştır. Tiyatro oyunculuğunun yanında Hark Böhm’ün yönettiği Yasemin

ve Doris Dörries’in yönettiği Happy birthday, Türke adlı filmlerde rol aldı. Paris

Vencennes üniversitesinde doktora yapmıştır.

Emine Sevgi Özdamar, yaptığı çalışmalardan dolayı birçok ödül ve destek almıştır.

Günümüze kadar aldığı ödül ve desteklerden bazıları, aşağıda maddeler halinde

belirtilmektedir:

� 1991 – Ingeborg Bachman Ödülü

� 1993 – Aachen Şehri tarafından Walter-Hasenclever Ödülü

� 1995 – Darmstadt Alman Edebiyatı Fonu New-York Bursu

� 1999 – Adelbert-von- Chamisso Ödülü

� 2001 – Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti tarafından Sanat Ödülü

� 2003 – Bergen Enkheim Şehir Yazarlığı Edebiyat Ödülü

� 2004 – Kleist Ödülü

� 2009 – Berlin Sanat Ödülü

Yukarıda belirtilen ödüller arasında en önemlisi Ingeborg Bachman ödülüdür. Bu ödül

sadece Almanya’da değil, Almanca konuşulan diğer ülkelerde de önemli bir yer

tutmaktadır. Türk kökenli olup da Almanca yazan yazarlardan sadece Emine Sevgi

Özdamar, Bergen Enkheim Şehir Yazarlığı ve Kleist Ödülleri ile Berlin Sanat

Ödülü’nü almaya layık görülmüştür. Bu bile onun Alman Edebiyatı’ndaki konumunun

ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeterlidir.

4.3.2. Eserleri

Eserlerinde tamamen kendi deneyimlerine yer veren Özdamar’ın, Almanca kaleme

aldığı ve daha sonra birçok dile çevrilen eserleri mevcuttur. Özdamar’ın yayımladığı

eserlerden bazıları aşağıda bulunmaktadır:

� 1982 – Karagöz in Alamania

(Tiyatro oyunu, Tr. Karagöz Almanya’da)

Page 79: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

70

� 1990 – Mutterzunge

(Hikaye, Tr. Anne Dili)

� 1991 – Keloğlan in Alamania, die Versöhnung von Schwein und Lamm

(Tiyatro oyunu, Tr. Keloğlan Almanya’da)

� 1992 – Das Leben ist ein Karawanserei, hat zwei Türen, aus einer kam ich

rein, aus einer ging ich raus

(Roman, Tr. Hayat Bir Kervansaray)

� 1998 – Die Brücke von Goldenen Horn

(Roman, Tr. Haliçli Köprü)

� 2001 – Der Hof im Spiegel

(Hikaye, Tr. Aynadaki Avlu)

� 2003 – Seltsame Sterne starren zur Erde

(Roman, Tr. Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyor)

� 2006 – Sonne auf halben Weg: Die Berlin-Istanbul-Triologie

Emine Sevgi Özdamar’ın yayınlamış olduğu son eseri olan Sonne auf halben Weg: Die

Berlin-Istanbul-Triologie, sırasıyla yayınlamış olduğu ‘Das Leben ist ein

Karawanserei, hat zwei Türen, aus einer kam ich rein, aus einer ging ich raus’, ‘Die

Brücke von Goldenen Horn’ ve ‘Seltsame Sterne starren zur Erde’ adlı eserlerin

birleştirilmi ş halidir. Bu eser Berlin-Đstanbul üçlemesi olarak bilinmektedir.

Özdamar’ın eserlerinde dili kullanım şekli, Almanca’nın bilinen cümle modeline ve

semantik yapısına uymamaktadır. Yabancılaştırma ve şok etkisi, okuyucuyu öznel

deneyimlerin içine çekecek olan strateji olarak karşımıza çıkar. Sadece argümanlar

sayesinde ikna edilmemekte, ayrıca heyecanla karşılanmaktadırlar. Dil ve çizdiği

imajlar, anlatımda çoğu zaman önemli bir yer tutmaktadırlar (Ackermann, 2002: 151).

Özdamar, Türkçe’de kullanılan dil kalıplarını, deyişleri, özel adları, atasözlerini

genellikle birebir Almanca’ya çevirmektedir. Bu sayede, Alman okurlarına yabancı

gelen, başka bir dilin kalıplarını içinde barındıran, kendine özgü yeni bir Almanca

oluşmaktadır (Kuruyazıcı, 2001: 266).

Page 80: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

71

Türk kültüründen beslenen yazar, kullandığı Türkçe kelime ve cümle yapılarını

Almanca’ya aktararak, Almanca’da yabancılaştırma yapmaktadır. Yazar, bu sayede

eserlerinde üçüncü alan oluşturmayı başarmıştır. Kendisi, eserlerinde üçüncü alan

oluşturan Türk kökenli yazarların en başında sayılmaktadır.

Özdamar’ın, Türkçe ifade, deyim ve atasözlerini yabancılaştırarak romanlarında

Almancaya aktarması, romanlarının diline farklı bir anlam yüklemektedir. Kendisi bu

yöntemle kültürel bariyerleri açıklamaya çalışmaktadır (Ackermann, 2002: 152).

1992 yılında kaleme aldığı ve Emine Sevgi Özdamarı’ın ilk romanı olan Das Leben ist

eine Karawanserei… adlı eserde, Türkiye’de doğup büyüyen bir kızın çocukluğundan

ve gençliğinden bahsedilmektedir. Ben anlatıcının ağzından aktarılan roman, kızın

Almanya’ya göç etmesiyle birlikte sona erer.

Özdamar, bu romanında Almanca gramer kurallarını çoğunlukla dikkate almamıştır.

…aus einer Tür kam ich rein… Görüldüğü gibi, Almanca gramer kurallarına uymayan

bir yapıya, daha romanın başlığında karşımıza çıkmaktadır. Diğer bir ayrıntı ise,

kervansarayın yaşamla eşdeğer tutulmasıdır. Çölde seyahat eden insanların ikamet yeri

olan kervansaraylar, birçok kişinin girip çıktığı geçici ikamet yerlerini yansıtmaktadır

(Blumentrath ve diğ., 2007: 64). Yazar da, yaşamı bir kervan saraya benzetmiş ve bu

motifi romanın başlığında kullanmıştır.

Özdamar’ın Das Leben ist eine Karawanserei… adlı romanı, kendisi için “edebi bir

devrim niteliği” (Ackermann, 2002: 151) taşımaktadır. Masal ve gerçeklerden oluşan

roman, Türkiye’nin doğusu ve batısı arasında mevcut olan kültürel farklılıklardan

bahsetmektedir. Her bir fırsatta günlük yaşamın sadeliğini ön plana çıkartan bir dille

yaşam kesitleriyle doldurulmuş, kafasından Türkçe olarak geçirdiklerini Almanca

yazan bir yazarın uyguladığı geniş kapsamlı bir dilsel deneyden ibarettir. Özdamar,

1998 yılında yayınladığı Die Brücke vom Goldenen Horn adlı ikinci romanıyla,

doğuya özgü anlatım tarzını ve Türkçe parçalarla Alman dilini yabancılaştırabildiğine

dair yeteneğini ispatlamıştır (Şölçün, 2007: 152).

Bahsi geçen iki roman, kültürel farklılıklardan ve Türkiye’nin sosyal ve tarihi

sürecinden bahsetmektedir. Romanların bu özellikleri, onların kültürlerarası roman

olarak nitelendirilmesini sağlamaktadır (Chiellino, 2002: 51).

Page 81: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

72

4.4. Özdamar’ın Yansıttığı Đki Dünya: Die Brücke vom Goldenen Horn

Die Brücke vom Goldenen Horn, 60’lı yıllarda aldığı bir kararla ailesinden koparak,

gelecekte alacağı tiyatro eğitimi için para kazanmak amacıyla Almanya'ya çalışmaya

giden bir kızın hikayesini anlatmaktadır. Türkçe’ye Đlknur Özdemir tarafından çevrilen

roman, Türkiye’de Haliçli Köprü ismi altında yayınlanmıştır.

Đki bölümden oluşan roman, ben anlatıcı olan genç kızın ağzından anlatılmaktadır.

Romanın birinci bölümünde, o yıllarda çalışmak için Almanya’ya giden işçilerin,

özellikle de kadın işçilerin başından geçen komik ve trajik olaylar anlatılmaktadır.

Bunun yanında o dönemlere damgasını vuran komünizm, sosyalizm gibi fikir akımları

ve bu akımlarla ateşlenen işçi ve öğrenci hareketlerine de yer verilmiştir. Bunların

tamamı, genç kızın bakışıyla okura aktarılmaktadır. Genç kızın içerisinde olduğu

özgürlük arayışı ve geleneksel Türk tabularını yıkma çabası, onun bu siyasi akımların

içerisinde aktif olarak rol almasını sağlar. Düşüncelerinin bu yönde şekil almasında,

tiyatroya karşı olan tutkusunun da payı vardır.

Romanın ikinci bölümünde Türkiye’ye dönen genç kız, Almanya’da biriktirdiği

parayla burada tiyatro eğitimine başlar. Bunun yanında Almanya’da olduğu gibi,

burada da siyasi hareketliliğin içinde aktif olarak yer alır. Romanın ikinci bölümü,

Türkiye’nin o dönemlerde içerisinde bulunduğu siyasi hareketliliğe geniş yer

vermektedir. Türkiye’nin o dönemlerde yaşadığı trajik olaylar, olayların

alevlenmesinde aktif rol alan öğrenci liderleri, siyasi liderler, sanat camiasının

tanınmış insanları, kısacası o dönemde yaşanmış ve halen unutulamayan olaylar ve bu

olayların içerisinde rol alan kişilere kısa da olsa değinilmiştir. Roman, ben anlatıcı olan

genç kızın, tekrar Almanya'ya dönmesiyle sona erer.

4.4.1. Romanın Kültürlerarası Boyutu

Emine Sevgi Özdamar, Die Brücke vom Goldenen Horn adlı romanında, geleneksel ve

modern, batı ve doğu yaşam tarzlarını, kültürlerini yüzleştirmektedir. Bunu yaparken

de, bireysel ve toplumsal gerilimleri de romanında yansıtmaya çalışmıştır. Batı ve

doğu yaşam tarzlarını, kültürlerini yüzleştirirken, bunu sadece Türkiye ve Almanya

arasında yapmamaktadır. Özellikle romanın ikinci bölümünde, mensubu olduğu parti

için röportaj yapmak amacıyla çıktığı güney doğu gezisinde, oradaki yaşam koşullarını

Page 82: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

73

ve oranın kültürlerini de göstererek, Türkiye’nin doğusu ve batısı arasında da benzer

bir yüzleştirme yapmıştır.

Karmaşık bir yapıya sahip olan Özdamar’ın romanı, kendi içine kapanık yabancı bir

dünyayı yansıtmaktadır. Yabancılık, değişen mekan ve bakış açıları farklı olarak

tekrarlanan süreçlerde algılanmaktadır. Ben anlatıcı, Berlin’e gider ve bir sene sonra

Đstanbul’a geri döner. Ardından tekrar Almanya’ya, oradan Paris’e ve sonra yine

Đstanbul’a döner. Burada da sürekli Avrupa ve Asya kıtası arasında gezinti halindedir

(Becker, 2007: 202-203).

Romandaki ben anlatıcı, Türk ve Alman kültüründen etkilenmektedir. Buna rağmen,

kendisini her iki kültür ile özdeşleştirdiği söylenemez. Roman, ben anlatıcıyı belirli bir

ara mekanda hapsetmemektedir. Ben anlatıcının Fransa’ya yaptığı seyahat, Türk-

Alman Edebiyatı’nın sadece iki kültürün bir bütünü olarak algılanmaması gerektiğini

göstermektedir. Türk-Alman Edebiyatı, bu örnekte, Türk ve Alman kültürüne bağlı, iki

boyutlu bir edebiyat olmadığı anlaşılmaktadır. Romanda anlatılan mekanlar, belirli

sınırlar içerisinde kalmamaktadır. Bu özellik sayesinde romanın Avrupa, hatta dünya

edebiyatı boyutuna sahip olduğu söylenebilir (Hofmann, 2006: 225).

Romanda ele alınan unsurlar, iki veya daha fazla kültür arasında gerçekleşen gezintiler

değil, daha çok iki kültür arasında kalma durumudur. Öz ve yabancı unsurların bir

birlik içerisinde, ben anlatıcının bireysel algılamasına uygun bir şekilde Türk-Alman

senteziyle resmedildiği görülmektedir (Becker, 2007: 213).

Özdamar, yüzleştirdiği Türk ve Alman yaşam tarzlarıyla ya da oluşturduğu hayali

Türk-Alman senteziyle, romanına kültürlerarası bir boyut kazandırmıştır. Romanında

kullandığı ben anlatıcı, Alman toplumunun üstü kapalı uzlaşma biçimlerini ve

doğallıklarını, dıştan gelen bir bakış açısıyla eleştirel bir biçimde sorgulamaktadır

(Hofmann, 2006: 221).

Ben anlatıcı oluşturduğu resimlerle mekansal süreçleri aktarmaktadır. Kapılı binalar

gibi kapalı alanlardan tutun da, sokak gibi açık ve hareketli alanlara kadar mecazi

mekanlar da yansıtılmaktadır. Sokak memleketine, memleketi otele dönüşmektedir;

diğer bir ifadeyle yabancı olduğu şehir kendi şehrine, kendi şehri yabancı bir şehre

dönüşmektedir (Becker, 2007: 213).

Page 83: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

74

Berlin war für mich wie eine Strasse gewesen. Als Kind war ich bis Mitternacht auf der Strasse geblieben, in Berlin hatte ich meine Strasse wiedergefunden. Von Berlin war ich in mein Elternhaus zurückgekehrt, aber jetzt war es für mich wie ein Hotel, ich wollte wieder auf die Strasse (Özdamar, 2008: 193).

Yukarıda verilen örnekte de görüldüğü gibi Özdamar, yabancıyı bilinene, bilineni de

yabancıya dönüştürürken “kültürlerarasında hareket etmekte ve aralarında denge

oluşturmaktadır. Bu durum, üçüncü alan ile ilgili yaklaşımlarla ifade edilmektedir”

(Becker, 2007: 213).

Özdamar’ın romanında oluşturduğu çoklu bakış açısı, yalnızca anlatım yoluyla değil,

aynı zamanda sorunsallaştırılarak da tespit edilmektedir. Roman, melez bireyselliğe

uzanan birbirinden farklı gelişim aşamalarını yansıtmaktadır. Bununla birlikte Alman

kültüründe olduğu gibi Türk kültürünün de farklılıklar içerdiği ve çoklu bir bakış

açısına sahip olduğu gösterilmektedir (Becker, 2007:214).

Romanda ben anlatıcının güneydoğuya yaptığı seyahatte, batıdan farklı bir yaşam

tarzının ve kültürünün resmedilmesi, Türk kültürü içerisinde farklı ve birbirine yabancı

unsurların yer aldığını göstermektedir. Bu şekilde, romanda kültürün yapısal

bütünlüğünden bahsedilmeyerek, içerisinde barındırdığı çeşitlilik ön plana

çıkartılmaya çalışılmıştır.

Özdamar’ın romanında dikkat çeken diğer bir özellik ise romanın adıdır. Yazar,

romanın adı için, romanın ikinci bölümünü oluşturan başlığı vermiştir. “Her şeyden

önce başlık, ben anlatıcının güvendiği dünyaya ait bir unsurdur” (Şölçün, 2002: 97).

Yazarın yabancılığı işlediği bir romanda bu başlığı kullanması mantıklı görülebilir.

Đkinci bölümde köprü motifi, “bir çeşit sınır olduğu, geçmişin unutulmadığı, hatıraların

canlandığı, gerçek ile söylentilerin karıştığı bir mekana benzetilmektedir (Şölçün,

2002: 98).

Özdamar’ın kullandığı köprü motifi, ilk etapta Asya ve Avrupa kıtalarını birleştiren

köprü olduğu algılanabilir. Oysa romanda bahsedilen köprünün, Asya ve Avrupa

kıtalarını birleştiren köprü olmadığı, Avrupa tarafında iki kara parçasını birleştiren

köprü olduğu anlaşılmaktadır. Zaten romanda geçen zaman diliminde günümüzde

mevcut olan köprülerin inşaatına daha başlanılmadığı belirtilir. “… der Brücke vom

Page 84: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

75

Goldenen Horn, die die beiden europäischen Teile von Istanbul verbindet” (Özdamar,

2008: 187).

Özdamar, her ne kadar bu romanında kültürlerarasılık bağlamında iki kültürün

olumsuz yanlarına değinmiş olsa da, kitabın ikinci bölümünde Türkiye’nin o

dönemdeki yaşam tarzı ve kültürü içerisinde yer alan olumsuzluklara daha fazla yer

verildiği görülmektedir. Đlk bölümde, siyasi bir gösteri esnasında ben anlatıcının

arkadaşlarından birisinin kafasına cop yemesi veya ben anlatıcının, misafir olarak

gittiği bir Alman evinde sırtının sigara ile yakılması anlatılmaktadır. Đlk bölümde buna

benzer fazla negatif olaylara yer verilmemiştir. Ama ikinci bölümde, siyasi

nedenlerden dolayı polisler tarafından sol görüşlü öğrenci, sanatçı ve işçilere karşı

yapılan işkencelere daha geniş yer verildiği görülmektedir. Bu durum iki kültürün

yüzleştirilmesindeki dengeyi bozmaktadır. Romanda dikkat çeken diğer bir olumsuz

olay ise, Türkiye’nin yıllardır mücadelesini verdiği sözde Ermeni soykırımına da yer

verilmesidir.

Wir schauten von den Eseln auf die Bergen, sie waren nackt. Früher sollen diese Berge grün gewesen sein, sagte der junge Mann. Es wugs darauf Gemüse und Obst, als die Armenier hier lebten. Dann hat man hier alle Armenier abgeschlachtet, und die Berge sind zum nacktem Stein geworden (Özdamar, 2008: 283).

Ben anlatıcı, röportaj amacıyla gittiği güneydoğu seyahatinde rehberine, dağların

neden bu kadar çıplak olduğunu sormaktadır. Bunun üzerine onlara rehberlik eden

genç, burada önceden Ermenilerin yaşadığını ve bu dağlarda sebze ve meyve

yetişdiğini söylemektedir. Daha sonra buradaki Ermenilerin Türkler tarafından

katledilmesiyle, dağlarda artık hiçbir şey yetiştirilmediğini açıklamaktadır. Böyle

hassas bir konunun burada yabancıların bakış açısıyla yer alması, özellikle de bunun

Türk kökenli bir yazar tarafından dile getirilmesi, romanın kurgu olduğu düşünülse

bile, Alman okurunu Türkiye’nin tarihi hakkında yanlış bir şekilde yönlendirmesine

neden olabilir. Özellikle de dünya kamuoyunda konunun güncel olarak tartışıldığı bu

dönemde, insanların fikirlerini olumsuz etkileyebilir. Böyle bir meselenin tartışılması

tarihçilere bırakılmalıdır.

Page 85: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

76

4.4.2. Roman’da Yer Alan Yabancılaştırma Unsurları

Romanın en önemli özelliklerinden biri de, yazarın bazı kelime ve mekanları

yabancılaştırmasıdır. Bazı kelimeleri imla kurallarına uymadan ele aldığı

görülmektedir. Yer yer Almancaya çevirmeden Türkçe kelimeler kullanmakta ya da

Türkçe’de kullanılan deyim ve atasözlerini motomot bir şekilde Almanca'ya

çevirmektedir. Yazarın bu üslubu romandaki anlatımı güçlendirmektedir.

Als die Nacht zu Ende war, kam der Zug in München an. Die Frauen, die ihre Schuhe seit Tagen ausgezogen hatten, hatten dicke Füsse und schickten die, die ihre Schue anbehalten hatten, Zigaretten und Schokoladen kaufen. Çikolata – Çikolata (Özdamar, 2008: 15).

Almanya’ya trenle giden Türk işçileri, gecenin sonunda Münih’e varmışlardır.

Günlerdir yapılan yolculuk nedeniyle ayakları şişen ve ayakkabılarını çıkaran kadınlar,

halen ayağında ayakkabısı olan kadınları sigara ve çikolata almaya göndermektedirler.

Yazar, yukarıda anlatılan olayda daha net bir resim çizmek için çikolata kelimesinin

Türkçesine yer vermiştir.

“Ich lebte mit vielen Frauen in einem Frauenwohnheim, Wonaym sagten wir. Wir arbeiteten alle in der Radiofrabrik, jede musste bei der Arbeit auf dem rechten Auge eine Lupe tragen. Auch wenn wir abends zum Wonaym zurückkamen, schauten wir uns oder die Kartoffel, die wir schälten, mit unserem rechten Auge” (Özdamar, 2008: 16).

Ben anlatıcı, birçok kadınla birlikte bir kadınlar yurdunda kaldıklarını belirtmektedir.

Bu yurtta kalan kadınların tamamı radyo üretim fabrikasında çalışmaktaydı. Ben

anlatıcı, üretim esnasında kadınların sağ gözlerinde birer büyüteç taşıdıklarını

belirtmektedir. Kullandıkları büyüteçten dolayı çalışırken işlerine hep sağ gözleriyle

odaklanmaları onların mesai saatleri dışında da ağırlıklı olarak sağ gözlerini

kullanmalarına neden olmaktadır. Bahsi geçen büyütecin, “yabancılığın bir çeşit

algılama modeli olarak yansıdığını ve ben anlatıcının kendisine yabancı olanı bu

şekilde anlamaya çalıştığını” (Hofmann, 2006: 216) belirtmektedir.

Eserde yabancılaştırmanın diğer bir göstergesi Almanca’yı kullanım biçimidir. Gerçek

hayatta olduğu gibi, “eserde geçen kişilerin Almanca’nın semantik ve sözdizimsel

yapılarından haberdar olmamalarından dolayı” (Hofmann, 2006: 216), konuşmalarında

kullandıkları yanlış kelime ve cümle yapılarının olduğu gibi esere yansıtıldığı

Page 86: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

77

görülmektedir. Örneğin, Almancası Wohnheim olan yurda, kadınlar dillerinin döndüğü

bir şekilde Wonaym demektedirler.

Yukarıda kadınlar yurdu ile verilen örnek, “ben anlatıcı için nirengi noktası

oluşturmaktadır. Burada telaffuz edilen Wonaym kelimesinin spesifik bir anlamı

olduğundan, aslı olan Wohnheim’in eş anlamlısı olarak algılanmamalıdır. Romanın

birinci bölümünde ben anlatıcının da içinde yaşadığı, Türk kadınlarının kapalı yaşam

alanlarını tanımlamaktadır (Becker, 2007: 213).

Türk kadınları tarafından telaffuz edilen Wonaym kelimesi, “kültürlerarası bir kelime

oluşumu”nu (Becker, 2007: 213) nitelendirmektedir. Kültürlerarası bir ortamda oluşan

bu kelimenin daha sonra Wonaymtür (Tr. yurt kapısı), Wonaymsalon (Tr. yurt salonu),

Wonaymzimmer (Tr. yurt odası) ve buna benzer örneklerle karşımıza çıktığını

görüyoruz.

Die ersten Wochen lebten wir zwischen Wonaymtür, Hertietür, Bustür, Radiolampenfabriktür, Fabriktoilettentür, Wonaymzimmertisch und Fabrikgrüneisentisch. Nachdem alle Frauen bei Hertie die Sachen, die die suchten, finden konnten und Brot sagen gelernt hatten, nachdem sie sich den richtigen Namen ihrer Haltestelle gemerkt hatten – zuerst hatten sie sich als Namen der Haltestelle ‘Haltestelle’ notiert – machten die Frauen eines Tages den Fernseher im Wonaymsalon an (Özdamar, 2008: 18).

Wohnheim kelimesinin yanlış kullanılması, ben anlatıcının Almanca’ya tam anlamıyla

vakıf olmamasına da bağlanabilir. Çünkü romanın ilerleyen bölümlerinde Almanca'sını

ilerleten ve Türk işçilere tercümanlık yapan ben anlatıcının, Wohnheim kelimesini

imla kurallarına uygun bir şekilde kullandığını görüyoruz.

… Wenn wir in der Fabrik arbeiteten und Radiolampen herstellten, blieben unsere Fuβspuren vor dem Wohnheim in ihm. Der Schnee konnte einen umarmen und Räume schaffen, in denen die Stille sich vergröβern konnte. Jetzt war er weg (Özdamar, 2008: 80).

Yabancılaştırmanın diğer bir belirtisi de fabrikada formen olarak görevli olan Bay

Schering’in isminin değiştirilmi ş olmasıdır. Yazar, Herr Schering olarak kullanılması

gereken kelime yapısını birleştirerek Herrschering ya da Herscher olarak

kullanmaktadır.

“Der Fabrikchef hiess Herr Schering. Sherin sagten die Frauen, Sher sagten sie auch. Dann klebten sie Herr an Sherr, so hiess er in manchen Frauenmündern Herschering oder Herscher” (Özdamar, 2008: 16).

Page 87: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

78

Özdamar’ın romanı, çok boyutluluğu farklı düzeylerde değiştiren, çok yönlü bir roman

olarak görülmektedir. Roman, ben anlatıcının iç dünyasını mekanlaştırarak, mekanları

ben anlatıcının içten bakış açısıyla yansıtmaktadır (Becker, 2007: 212).

“Wir nannten ihn den zerbrochenen Bahnhof. Das türkische Wort für zerbrochen bedeutete gleichzeitig auch beleidigt. So hiess er auch der beleidigte Bahnhof” (Özdamar, 2008: 25).

Kadınların her sabah işe giderken bekledikleri istasyona kırık istasyon dedikleri, ben

anlatıcı tarafından aktarılmaktadır. Ben anlatıcı Türkçedeki kırık kelimesinin asıl

anlamını değil de (Tr. zerbrochen), birine gücenmiş anlamı taşıyan sıfatın almanca

karşılığını (Alm. beleidigte) kullanmaktadır. Ben anlatıcı tarafından kırık istasyon

olarak adlandırılan mekan, “Türk kadınlarının sığındıkları mecazi bir mekan” (Becker,

2007: 213) olarak da algılanabilir.

Diğer yönden kırık kelimesinin Almanca’daki karşılığı olan asıl anlamının yerine,

mecazi anlamının kullanılması, istasyonun ben anlatıcı tarafından kişileştirildi ği

varsayılabilir. Yapılan kişileştirme, ben anlatıcının kendisini yabancı çevrede rahat

hissettirecek algılamanın ve tasvir şeklinin varlığını göstermektedir. Öte yandan Emine

Sevgi Özdamar’ın ben anlatıcı vasıtasıyla aklındaki düşünceleri motomot bir şekilde

Almanca’ya çevirmesi, algılanan yabancılık etkisini indirgeyerek benimsemesini

sağlamaktadır (Şölçün, 2002: 96).

Ich legte sie über das Sofa und schaute mir die vielen Falten an: zwischen Istanbul und Berlin lagen drei Tage und drei Nächte. Die Frau, die meine Mutter sein sollte, sagte: ‘Mein Kind, warum sitzt du so da, als ob dir deine Schiffe untergegangen sind? Sprich etwas. Sag uns einen Satz in deutsch’… (Özdamar, 2008: 176). … Manchmal versuchte ich ein Kotelett auszukotzen, aber ich schaffte es nicht. Mein Vater sagte zu mir: ‘Meine Tochter, du hast dir wahrscheinlich in Deutschland deinen Kopf erkältet’ (Özdamar, 2008: 230).

Yukarıda da görüldüğü gibi, Özdamar Türkçe’de kişinin üzgün olduğu durumlarda

kullanılan 'Karadeniz'de gemilerin mi battı' ya da kişinin bir olay karşısında olağandışı

bir tepki vermesinde ‘kafayı üşütmek’ deyimlerini motomot bir şekilde Almanca’ya

çevirmektedir. Romanda yer alan bu ve buna benzer yöntemlerin, romana farklı bir

anlam katarak, Alman okurunun ilgisini çekmektedir. Ama ne yazık ki, Türkçe’ye

yapılan çeviri de, romanın edindiği bu özellik yok olmakta ve Türk okurunun gözünde

sade bir roman olarak algılanmaktadır.

Page 88: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

79

SONUÇ VE ÖNERĐLER

Almanlar, Almanya’da bulunan Türklerin durumları hakkında yıllardır tartışmalarını

sürdürmektedirler. Bu süreç içerisinde tartışmaların seyri, onlarla ilgili sorunların ve bu

sorunlara getirilen çözüm önerilerinin zaman geçtikçe değiştiği gözlemlenmiştir. Bugün

orada bulunan Türklerin, ister Türk vatandaşı olsun, ister Alman vatandaşlığına geçmiş

olsun, toplum içerisinde Almanların büyük bir çoğunluğu tarafından halen yabancı

olarak algılandığı gözlemlenmektedir.

Almanya’da bulunan Türklerle ilgili yaşanan durum, edebiyat dünyasına da yansımıştır.

Yıllardır Almanya’da yazarlık faaliyetlerini sürdüren Türk kökenli yazarların durumları

ve bulundukları konumları hakkında tartışmalar yapılmış ve yapılmaya devam

etmektedir. Yazarların kendilerini ve onların çalışmalarını bir kategoriye dahil

edebilmek için Konuk Đşçi Edebiyatı, Yabancılar Edebiyatı, Göçmen Edebiyatı gibi

günümüze kadar birçok ismin ortaya atıldığı tespit edilmiştir. Bunların arasında

Göçmen Edebiyatı, son birkaç yıla kadar en çok geçerliği olan kavram olarak karşımıza

çıkmıştır.

Toplum içerisinde yabancılık olgusu ile yüzleşen Almanlar, yabancılık ile ilgili mevcut

olan sorunlarda yabancı kökenli yazarların bu sorunlara ışık tutabileceklerinin farkına

varmışlardır. Artık onlara yabancı gözüyle değil de, daha çok bağlı bulundukları

kültürün birer temsilcisi olarak bakmaya başlamışlardır. Farkına vardıkları bu durum,

onların edebiyatta da farklı bir alternatif üretmelerini sağlamıştır. Bu sayede

Kültürlerarası Edebiyat kavramı doğmuştur.

Yapılan bu çalışma, Kültürlerarası Edebiyat’ın ne olduğu, Almanya’da nasıl oluştuğu,

ne gibi bir öneme ya da konuma sahip olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Son

dönemlerde edebiyatta ele alınan kültürlerarasılık, çok kültürlülük, trans-kültürlülük,

yabancılık, melezlik gibi konuların üzerinde durulması, Kültürlerarası Edebiyat’ın

konumunun Alman Edebiyat’ında güçlenmesini sağlamıştır. Bunun sonucunda, Türk

kökenli yazarları ve onların eserleri, özellikle de üçüncü nesil yazarlar ve onların

eserleri, Alman Edebiyatı içerisine dahil edilerek Kültürlerarası Edebiyat çatısı altında

Page 89: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

80

ele alınmıştır. Bunda, yabancı kökenli yazarların son zamanlarda Almanya’da önemli

edebiyat ödüllerini almalarının büyük bir payı olduğu gözlemlenmiştir. Alman

Edebiyatı dünyasında mevcut geçerliliğini yavaş yavaş yitirmeye başlayan Göçmen

Edebiyatı’nın, Kültürlerarası Edebiyat’ın alt başlığında ele alındığı tespit edilmiştir.

Alman Edebiyatı’nda bugün gelinen noktada, yeni nesil Türk kökenli yazarların

birçoğunun Almanya’da doğup büyüdüğü, eserlerini Almanca olarak kaleme aldıkları

görülmüştür. Eserlerinde işledikleri konularda, artık göç ile ilgili konulara yer

verilmediği, daha çok Türk ve Alman kültürünün olumlu ya da olumsuz yanlarını, kimi

zaman dışarıdan, kimi zaman içeriden bir bakış açısıyla inceledikleri tespit edilmiştir.

Oluşan bu yeni nesil yazarların Alman toplumu içerisinde yetişmeleri ve eserlerinde

toplum içerisinde mevcut olan durumları ele almaları sebebiyle, Feridun Zaimoğlu ve

Emine Sevgi Özdamar gibi yazarların Alman Edebiyatı dışında tutulamayacağı

anlaşılmıştır. Bu nedenle onlar için oluşturulan Göçmen Edebiyatı kavramının, onların

edebi faaliyetlerini tanımlamakta yetersiz olduğu ve bunun yerine son zamanlarda

Kültürlerarası Edebiyat kavramının kullanıldığı tespit edilmiştir. Kültürlerarası

Edebiyat’ın Almanya’da gösterdiği gelişme, onun küçük bir edebiyat türü olarak

görülemeyeceğini kanıtlamıştır.

Yabancıların yaşam tarzlarının, kültürlerinin, geleneklerinin, dünya görüşlerinin

anlaşılmasında edebiyatın önemli bir rolü mevcuttur. Edebiyat, kültürlerarası

duyarlılığın gelişiminde aktif rol üstlenmiştir. Almanya’daki yabancının anlaşılmasında

edebiyatın araç olarak kullanılabileceği, böylece edebiyatın kültürlerarası bir

potansiyele sahip olduğu tespit edilmiştir. Edebiyat, içerdiği farklı kültürlerin

örneklerini tanıtmaktadır. Kültürlerarası Edebiyatı açıklamaya çalışırken, edebiyat ile

kültürlerarasılığın ilişkisi tespit edilmiş, yabancı kültürlerin anlaşılmasında, edebiyatın

etkili bir araç olup olmadığı sorgulanmıştır. Kültürlerarası Edebiyat’ın, farklı kültürlerin

ve farklı uluslara ait edebiyatların etkisi altında oluştuğu tespit edilmiştir.

Günümüzde Alman toplumu içerisinde yer alan yabancıların yaşam biçimlerini ve

toplum içerisinde gelişen olaylara karşı verdikleri tepkileri algılamak için, Almanların

Kültürlerarası Edebiyat'ı bir aracı olarak kullanmaya başladıkları görülmektedir.

Kültürlerarası Edebiyat sayesinde edindikleri bakış açısıyla, onlarla ilgili toplumsal

Page 90: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

81

sorunlara daha iyi sonuç getiren çözümler de üretilmektedir. Kültürlerarası Edebiyat,

bize Almanya’daki yabancının bakış açısını sunarak, dünyayı onların gözlerinden

görmemizi ve böylece toplum içerisinde yabancılıkla ilgili mevcut olan sorunların

çözülmesine yardımcı olmaya çalışmaktadır.

Almanya’da faaliyetlerini sürdüren yabancı kökenli yazarların, etnik köken açısından

farklı uluslardan gelmesi, Türk – Alman Edebiyatı, Rus – Alman Edebiyatı, Đtalyan –

Alman Edebiyatı gibi Kültürlerarası Edebiyat’ın bir alt kategorisi olarak ele alınan yeni

edebiyat türlerinin de doğmasını sağlamıştır. Alman toplumu içerisinde yer alan

yabancıların çoğunluğunu Türklerin oluşturması, Türk – Alman Edebiyatı’nın Alman

Edebiyatı’nda, diğerlerinden daha ön plana çıktığı tespit edilmiştir. Türk – Alman

Edebiyatı’nın Kültürlerarası Edebiyat’ın alt kategorisi olarak görülen diğer edebiyat

türlerinden daha fazla ön plana çıkmasının nedeni, Emine Sevgi Özdamar ve Feridun

Zaimoğlu gibi yazarların önemli edebiyat ödüllerini almalarına da bağlanmıştır.

Türk – Alman Edebiyatı’nın, Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili toplumsal

tartışmalara eşlik edebilecek ve onları yönlendirebilecek nitelikte olduğu tespit

edilmiştir. Türk – Alman Edebiyatı’nda yer alan eserlerdeki yansımalar, yeri geldiğinde

toplumsal olaylarla ilgili örnekler içermektedir.

Türk – Alman Edebiyatı içerisinde yer alan ve faaliyetlerini Kültürlerarası Edebiyat

çatısı altında sürdüren yazarların, eserlerinde iki kültürü yüzleştirirken, zaman zaman

dengeyi bulamadıkları gözlemlenmektedir. Eserlerinde bir kültürün olumsuz yönlerini

daha ön plana çıkartmaktadırlar, ya da, tamamen tek kültür üzerine odaklanmaktadırlar.

Bu durum özellikle tarihte yaşandığı ileri sürülen olayların, yaşanıp yaşanmadığı

tarihçiler tarafından kesinleştirilmediği halde, yazarların eserlerinde bunlara sadece

karşı kültürün bakış açısıyla yer verdikleri anlaşılmaktadır. Buna benzer durumların

eserlerde yer alması, Alman okurların Türk kültüründe yer alan unsurlar, ya da Türk

tarihi hakkında yanlış bir düşünceye kapılmalarına neden olabilir. Đki kültür arasında

süren karşılıklı ili şkilerde, olumsuzluğa sebep verecek sonuçların doğmaması için, bu

gibi konularda yazarların daha hassas davranması gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen ve olumsuzlukla sonuçlanabilecek olan bu tür unsurların ele alındığı

bazı eserlerin ve bu eserleri kaleme alan yazarların, Alman toplumunda ön plana

Page 91: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

82

çıkması ve çok satanlar listesinde yer alması, bizde, Almanların görmek ya da duymak

istediklerini ele alan eserlerin ve yazarların popüler olduğu izlenimini oluşturmaktadır.

Bu gibi olaylar karşısında Türk kamuoyu da daha fazla hassasiyet göstermeye çaba sarf

etmelidir.

Yapılan bu çalışma Türk Edebiyat Bilimi açısından da önemlidir. Çünkü Kültürlerarası

Edebiyat adı altında ele alınan Türk - Alman Edebiyatı içerisinde yer alan yazarların

tamamı Türk kökenli olup, eserlerinde ağırlıklı olarak Türkiye'den ve Almanya'da

yaşayan Türklerden bahsetmektedir. Diğer bir deyişle, kendi kültürümüz Almanya’da

Türk – Alman Edebiyatı’yla tanıtılmaktadır. Bu ve buna benzer çalışmalar,

Türkiye’deki üniversitelerin yabancı dil ile eğitim veren bölümleriyle kısıtlı

kalmamalıdır. Diğer bölümler tarafından da bu konulara daha geniş bir yer ayrılmalıdır.

Page 92: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

83

KAYNAKÇA

ACKERMANN, Irmgard (2002), “Mit Einem Visum Für Das Leben. Formen

Weiblichen Schreibens Am Beispiel Dreier Türkischer Autorinnen”, Editör:

Aglaia Blioumi, Migration und Interkulturaliaet in neueren literarischen Texten,

Iudicium Verlag GmbH, Münih, s. 147-157.

ALLGAIER, N., G. Hennen, J. Glembek (2007), “Anders sind wir – anders die anderen:

Interkulturelle Literatur in Deutsch Lehrwerken”, Editör: Irmgard Honnef-Becker,

Dialoge zwischen den Kulturen, Schneider Verlag Hohengehren GmbH,

Baltmannsweiler, s. 156-178.

AMODEO, Immacolata (2002), “Anmerkungen zur Vergabe der Literarischen

Staatsbürgerschaft in der Bundesrepublik Deutschland”, Editör: Aglaia Blioumi,

Migration und Interkulturaliaet in neueren literarischen Texten, Iudicium Verlag

GmbH, Münih, s.78-91.

ARNA, Sibel (2005), “Nasıl Söylesem Beklediğimden Fazla Kazanıyorum”, Hürriyet,

30 Ocak, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=292558, 12.02.2009.

AYTAÇ, Gürsel (2005), Edebiyat ve Kültür, Hece Yayınları, Ankara.

BAYTEK ĐN, Binnaz (2006), Kuramsal ve Uygulamalı Karşılaştırmalı Edebiyat Bilim,

Sakarya Yayıncılık, Sakarya.

BECKER, Irmgard Honnef (2007), “Empathie und Reflexion: Überlegung zur einer

interkulturellen Literaturdidaktik”, Editör: Irmgard Honnef-Becker, Dialoge

zwischen den Kulturen, Schneider Verlag Hohengehren GmbH, Baltmannsweiler,

s. 201-236.

BREDELLA, Lothar (2007), “Grundzüge einer interkulturellen Literaturdidaktik”,

Editör: Irmgard Honnef-Becker, Dialoge zwischen den Kulturen, Schneider

Verlag Hohengehren GmbH, Baltmannsweiler, s. 29-46.

Page 93: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

84

BLIOUMI, Aglaia (2002), “Interkulturalitat und Literatur. Interkulturelle Elemente in

Sten Nadolnys Roman ‘Selim oder die Gabe der Rede’”, Editör: Aglaia Blioumi,

Migration und Interkulturaliaet in neueren literarischen Texten, Iudicium Verlag

GmbH, Münih, s. 28-40.

BLUMENTRATH, H., J. Bodenburg, R. Hillman, M. Wagner-Egelhaaf (2007),

Transkulturalitaet. Türkisch-Deutsche Konstellationen in Literatur und Film,

Aschendorff Verlag, Münster.

CAN, Özber (2007), Feridun Zaimoğlu’nun Leinwand (Perde) ve Zwölf Gramm Glück

(Oniki Gram Mutluluk) Aslı Eserlerinde Sözdizimsel ve Anlamsal Öncemeler,

Basılmamış Doktora Tezi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

CHEESMAN, Tom (2002), “Akçam – Zaimoğlu – Kanak Attak: Turkish Lives and

Letters in German”, German Life and Letters, Volume 55, April, pp. 180-195.

CHIELLINO, Carmine (2007), Interkulturelle Literatur in Deutschland, J.B. Metzler,

Stuttgart.

CHIELLINO, Carmine (2002), “Der Interkulturelle Roman”, Editör: Aglaia Blioumi,

Migration und Interkulturaliaet in neueren literarischen Texten, Iudicium Verlag

GmbH, Münih, s. 41-54.

ESSELBORN, Karl (2007), “Interkulturelle Literatur – Entwicklung und Tendenzen”,

Editör: Irmgard Honnef-Becker, Dialoge zwischen den Kulturen, Schneider

Verlag Hohengehren GmbH, Baltmannsweiler, s. 9-28.

GROSSBONGARDT, Anette ve Daniel Steinvorth (2006), “Ein Schub an

Lebensenergie”, Der Speigel, Heft 37, September, s. 137.

http://wissen.spiegel.de/wissen/dokument/85/36/dokument.html?titel=%22Ein+Sc

hub+an+Lebensenergie%22&id=48826358&top=SPIEGEL&suchbegriff=t%C3%

BCrkische+einwanderung&quellen=&qcrubrik=natur, 25.03.2009.

HOFMANN, Michael (2006), Interkulturelle Literaturwissenschaft: Eine Einführung,

UTB, Stuttgart.

Page 94: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

85

KARAKUŞ, Mahmut (2001), “Sıra Dışı Bir Yazar: Feridun Zaimoğlu”, Editörler:

Mahmut Karakuş – Nilüfer Kuruyazıcı, Gurbeti Vatan Edenler: Almanca Yazan

Almanyalı Türkler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 273-284.

KÖSTLIN, Konrad (2007), “Kulturen im Prozess der Migration und die Kultur der

Migration”, Editör: Carmine Chiellino, Interkulturelle Literatur in Deutschland,

J.B. Metzler, Stuttgart, s. 365-386.

KURUYAZICI, Nilüfer (2001), “Almanya’da Oluşan Yeni Bir Yazının Tartışılması”,

Editörler: Mahmut Karakuş – Nilüfer Kuruyazıcı, Gurbeti Vatan Edenler:

Almanca Yazan Almanyalı Türkler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 3-

24.

KURUYAZICI, Nilüfer (2001), “Emine Sevgi Özdamar’ın Son Romanı: Die Brücke

über dem Goldenen Horn”, Editörler: Mahmut Karakuş – Nilüfer Kuruyazıcı,

Gurbeti Vatan Edenler: Almanca Yazan Almanyalı Türkler, T.C. Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara, s. 265-272.

NEJAD, Ali Fathollah (2007), Man mus mit den Hüften schwingen!,

http://www.eurozine.com/articles/2007-11-16-zaimoglu-de.html, 12.05.2009.

ORALĐŞ, Meral (2001), “Gurbeti Vatan Edenler”, Editörler: Mahmut Karakuş – Nilüfer

Kuruyazıcı, Gurbeti Vatan Edenler: Almanca Yazan Almanyalı Türkler, T.C.

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 35-50.

ÖZDAMAR, Emine Sevgi (2008), Die Brücke vom Goldenen Horn, 3. Auflage, Verlag

Kiepenheuer & Witsch, Köln.

PABOR, Marija Juric (2008), “Transkulturation und Hybriditaet im Spiegel der

Migration”, Editörler: Gisella Vorderobermeier u. Michaela Wolf, LIT Verlag, s.

127-146.

PAZARKAYA, Yüksel (2007), “Almanyalı Türklerin Edebiyatı”,

http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php?wc_c=671&wc_id=7&wc_p=1,

14.03.2009

Page 95: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

86

RÖSCH, Heidi (2001), “Migrantenliteratur: Entwicklungen und Tendenzen”, Editörler:

Gerhard Helbig, Lutz Gotze, Gert Henrici, Hans Jurgen – Kruman, Deutsch als

Fremdsprache: Ein Internationales Handbuch, de Gruyter, Berlin, s.1353 – 1360.

SEYYAR, Ali (2008), Sosyal Siyaset Terimleri Ansiklopedik Sözlük, Sakarya

Yayıncılık, Sakarya.

SPIEGEL (2005), Studienbrecher Feridun Zaimoglu,

http://www.spiegel.de/unispiegel/studium/0,1518,341247,00.html, 17.03.2009.

STRATTHAUS, Bernd (2005), Was heisst interkulturelle Literatur, Basılmamış

Doktora Tezi, Duisburg-Essen Üniversitesi.

ŞEN, F., G. Kızılocak, M. Sauer, C. Şentürk (2006), “Avrupa’daki Türk Kadını”,

Türkiye Đşveren Sendikaları Konfederasyonu, Yayın No: 276,

http://www.tisk.org.tr/yayinlar.asp?sbj=ic&id=2159, 21.03.2009

ŞÖLÇÜN, Sargut (2007), “Literatur der türkischen Minderheit”, Editör: Carmine

Chiellino, Interkulturelle Literatur in Deutschland, J.B. Metzler, Stuttgart, s. 135-

152.

ŞÖLÇÜN, Sargut (2002), “Gespielte Naivität und Ernsthafte Sinnlichkeit der

Selbstbegegnung”, Editör: Aglaia Blioumi, Migration und Interkulturaliaet in

neueren literarischen Texten, Iudicium Verlag GmbH, Münih, s. 92-111.

TANIŞ, T., M. Tosun ve E. Sümer (2004), “Alman Sanatında Avrupalı Türk Fırtınası”,

Hürriyet, 21 Şubat, http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=204326,

12.02.2009.

TEKĐN, Arzu (2007), Feridun Zaimoğlu’nun On Đki Gram Mutluluk (Zwölf Gramm

Glück) ve Murathan Mungan’ın Erkekleri Öyküleri Adlı Eserlerinde Erkek Đmgesi,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

WELSCH, Wolfgang (1999), “Transculturality – the Puzzling Form of Cultures

Today”, Editor: Mike Featherstone and Scott Lash, Spaces of Culture: City,

Nation, World, London, s. 194 - 213

http://www2.uni-jena.de/welsch/Papers/transcultSociety.html, 20.04.2009

Page 96: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

87

WENDE, Waltraud (2004), Kültür – Medien – Literatur. Literaturwissenschaft als

Medienkulturwissenschaft, Königshausen – Neumann, Würzburg.

WIKIPEDIA, “Transkulturelle Gesellschaft”

http://de.wikipedia.org/wiki/Transkulturalit%C3%A4t , 20.04.2009

WIKIPEDIA, “Interkulturelle Literatur”,

http://de.wikipedia.org/wiki/Interkulturelle_Literatur, 03.11.2007

WERTHEIMER, Jürgen (2002), “Kanak/Wo/Man Contra Skinhead – Zum Neuen Ton

Jüngerer Autorinnen der Migration”, Editör: Aglaia Blioumi, Migration und

Interkulturaliaet in neueren literarischen Texten, Iudicium Verlag GmbH, Münih,

s. 130-135.

www.kanak-attak.de (1998), Kanak Attak – Ve Đşte O Kadar, www.kanak-

attak.de/ka/down/pdf/manifest_t.pdf, 27.05.2009

YANO, Hisashi (2007), “Migrationsgeschichte”, Editör: Carmine Chiellino,

Interkulturelle Literatur in Deutschland, J.B. Metzler, Stuttgart, s. 1-17.

ZAĐMOĞLU, Feridun (2008), Leyla, 3. Auflage, Fischer Taschenbuch Verlag,

Frankfurt am Main.

ZAĐMOĞLU, Feridun (2007), Kanak Sprak: 24 Misstöne vom Rande der Gesellschaft,

7. Auflage, Rotbuch Verlag, Berlin.

Page 97: ALMAN EDEBİYAT DÜNYASININ KÜLTÜRLERARASI EDEBİYATA BAKIŞ AÇISI.pdf

88

ÖZGEÇM ĐŞ

Fatih ŞĐMŞEK, 26.09.1981 tarihinde Almanya’nın Brunsbüttel kentinde doğdu.

Đlkokulu Almanya’da, ortaokul ve liseyi Adapazarı’nda tamamladı. 2001 yılında

Sakarya Üniversitesi Almanca Mütercim Tercümanlık Bölümü’nü kazandı. 2006 yılında

bu bölümden mezun oldu ve aynı yıl Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü’nde Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğrenimine

başladı. Halen aynı anabilim dalında yüksek lisans öğrencisidir. Evli ve bir çocuk

babasıdır.