93ten bİz kaldik - ulkunet.com filejandarmaya ve halka ateş açıldı, tele fon telleri kesildi,...
Post on 29-Aug-2019
218 Views
Preview:
TRANSCRIPT
e» Türk kendine dön.. 1.9.1969
93ten BİZ KALDIK
DEVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: f
r**rr^*!&^^w>"MM?*"^ T
Muhtelif oyunları ile Türk Milletini zehirleyip, içten bölme gayretinde olan «Halk Oyuncuları» çabalarının meyvalarını almaya başladılar. Önce Elâzığ'da hadise çıktı, sonra Tunceli'de... İkincisi daha zorlu oldu; polise, jandarmaya ve halka ateş açıldı, telefon telleri kesildi, iki vatandaş vefat etti
Kimdir bu Halk Oyuncuları Topluluğu; ne yapmak isterler? «Teneke» isimli oyunlarını görmüştüm. Bir taraftan kör göze parmak sokacak şekilde komünizm propagandası yaparken, bir taraftan da bir «Kürt» kahraman yaratarak, Kormanca ve Zaza dillerinin garip bir karışımı olan ve adına Kürtçe denen bir dille, türküler falan söylüyorlardı. Oyunu seyreden TİP'li bir tanıdık fazla heyecanlanmış; kendini tutamayıp, Türkiye'de bir Kürt Toplumu gerçeğinin var olduğunu, Türkiye'nin muhakkak surette federal bir devlet olması lâzım geldiğini savunmuştu. Yani, bir yanda Kürtler, bir yanda Ermeniler! Eh, tabii bu arada İstanbul'u ve Ege sahillerini «Büyük İdeal» leri-nin içersine alan Rum dostlarımızı da unutmamak gerek! Yahudilerin Arz-ı Mevud'u da Kayseri'ye kadar güney bölgemize sahip çıkmayı işlemektedir. Onları da kırmamak lâzım bittabi! Hesapça Türklere, Ankara ve civarı mı kalıyor; neyimize yetmez?!
Evet, Federal Sosyalist Türkiye Cumhuriyeti! TİP'li tanıdığın bunca heyecanlanması, boş kafasını bu kadar iğrenç bir ihanet hayali ile süslemesi. Şüphesiz oyunun ve oyuncuların bir başarısıydı. 1931 tarihli Türkiye Komünist Partisi Tüzüğünde; isteyen etnik grupların Türkiye'den ayrılıp, ayrı devletler kuracakları yazılmaktadır. Türkiye komünistleri, bu fikri sistemli ve sağlam olarak o günden bugüne işlemektedirler. Son günlerdeki «doğu mitingleri», Kürtçe yazılı dövizler; daha önce de yazmış olduğum gibi, Avru-
Halk Oyuncuları
pa'da bu meseleyi besleyip geliştiren Rus ve diğer emperyalist devlet ajanlarının marifetleridir. Geçenlerde — 26 Ağustos — Cumhuriyet Gazetesinde bir harita yayınlayarak, hayalî Kürdistan sınırını ilân etti. Haritaya göre, 20 ilimiz, bu sınır içinde kalmaktadır.
İşin garibi, Türkiye'de bir Rum, Ermeni ve gerçekleri bulunduğu halde, bir Kürt Toplumu gerçeğinin bulunmamasıdır. Kendilerini Kürt sanan vatandaşlarımız Türktürler. Tarihî vesikalar bunu ispat etmektedir.
Fakat «Böl ve Yut» prensibini güden emperyalist güçler, muhtelif vesilelerle bu meseleyi su yüzüne çıkarıp, memleketi bulandırmaya çalışmak tadırlar. Halk Oyuncuları ise bu gayenin sağlam bir maşası durumunda görünmektedirler.
Olaylara sebebiyet veren oyun, «Pir Sultan Abdal» dır. Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal Türkçe yazan, fakat Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde Acem yayılması çabalarını temsil e-den, zamanının bir ajanı idi. O yıllarda alevîlik müessesesi, sadece Acem emperyalizmi gayelerine vasıta kılınmaktaydı. Dah sonra Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'i mağlûp edip, esir aldıktan sonra, mesele kapandı. Alevî, sünnî mezhep mensupları şu son yıllara kadar kardeşçe yaşadılr. Aralarında memleket istiklâline kastedecek derecede olaylar çıkmadı.
Halk Oyuncular» ise, bugün; XIV. yüzyılda Türk bütünlüğü aleyhine çalışan bir şairi allayıp pullayıp değerlendirerek, onunla aym paralele düşmektedirler. Yalnız o günden bugüne emperyalist gayenin sahipleri değişmiştir. Bugünkülerin maksadı, alevîlik yolu ile kendini Kürt sanan vatandaşlarımızı kışkırtmak ve TİP'nin tüzüğüne yardımcı olmaktır.
illet'den devlete
&
BİRLİK
OLALIM
t
Masonların, komünistlerin ve misyonerlerin, Türkiye'miz için zararlı faaliyetlerini, entrikalarını tilki kırnazlığı içinde yürüttük lerine şahit olmaktayız. Türk milletini içten ve dıştan yıkmaya çalışan bu mikrop yuvalarına karşı koyabilmek İçin «BİRLİK OLALIM!-.
Milliyetçilik mefkuresine bağ lı mümtaz ve cesur Bozkurtla-rın, yüce dinimiz, Hak dini, doğ» ruluk dini islâm'a inanan, iman ve -amel sahibi mukaddesatçı kardeşlerim, «BİRLİK OLALIM!» Beraber olalım ki, mukaddesatımızı yüceltelim, yurdumuzu kal-kındıralım, müreffeh edelim. Türk'ün gür sesini cihanda tekrar duyuralım. Ticaret, ithalât • ihracatımızı mümin etlere, mös
lüman Türk'e testim edelim, dağınıklığa son verelim.
Milli mefkuremiz, milliyetçiliğin öncülüğünü yapan tek siyasi çatı Milliyetçi Hareket Partisi ve Alpaslan TÜRKEŞ'in liderliğin de «BİRLİK OLALIM!»
A En son Çek dramının hazin
hikâyesi bize komünist Moskof-un ne kadar zalim, ne kadar hür riyet düşmanı olduğunu bir kere daha ispatlamıştır. Fakat bizdeki kiralık kalemler, Moskof hay ranlan nedense Çek'lerin çektiği işkenceden ders almazlar, daha doğrasu ders almamazlıktan gelirler Dağınıklığın acısını, e>
zlkliğinl şimdi kalplerinde deha iyi duyan hürriyetin özlemi İçinde kıvranan Çek halkı, kendi milliyetçilerinin dağınık oluşu yüzünden komünistlerin boyunduruğuna girmekten kurtulama-avaz avaz bağıran masum Çek dılar. «Hürriyet, Hürriyet» diye halkına, vahşetini, kabalığım gösteren bencil Rus, 21 Ağustos 1968 de Kızıl Ordusu I I * «Hürriyet» I susturmaya yelten di.
Muhterem milliyetçi kardeşlerim, bu acıklı hikâyeden ders alarak Türkiye'mizi içten, dıştan yıkmağa çalışanlara, yabancı akımlar «izm» lerle mücadele edebilmek için MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİNDE BİRLİK OLALIM. Allah'tan temennim
budur.»
Sayın Devlet mensupları, Cenabı Hakkın selâmı üzerinize ol-
S. DİKTAŞ
İSTANBUL
paftanın yazısı
ECELLERİNİ GÖRMÜŞ GİBİ
Ahmet KABAKLI Komünistler, ecellerini görmüş gibi, MHP Genel Başkanı
Alpaslan Türkeş'e fena saldırmaya, fena dalaşmaya başladılar, «Başbuğ» herhangi bir konuda ağzını açmaya görsün hemen —tıynet ve cibilliyetlerini gösteren— patpatları ile sokulup, sövüp kaçıveriyorlar.
Şimdi Moskova'dan özel kuryeler de geliyor: Türkeş ve MHP'si hakkında malûmat alıyor, şeflere rapor vermeye gidiyorlar. Ve yalnız solcu gazetelerimizin yataklık sütunları cılız düdükleri değil Moskova, Doğu Almanya, Polonya radyoları da küfür makamında ötüyorlar Türkeş'e :
— Faşist, nazı, kafatasçı, turancı, gerici, ümmetçi, ko-mandocu!..
Ancak memleketin öz çocuklarına, ancak hürriyet nizam ve istiklâl âşıklarına böyte sövüldüğü için gam değil şereftir bu. Moskofçu kalemlerden küfür yemek... 17. asırdan beri yaptığımız şu kadar Moskof çenginde kurşun-yemek ve gazi olmak sayılır. Hele bugünkü Türkiye'de kendisini Ruslara adamış olanların kılıcını çalarak göze girmeye çalışan alçaklık şampiyonları «Kurtarıcı» diye Kızıl Ordu'nun ayak seslerini beklerken böyle küfürlere muhatap olmak iki cihanda yüz aklığıdır.
Türkeş, bunların oldum olası umacısı idi. 27 Mayıs 1960 sabahı duydukları o mert, milliyetçi ve tarafsız ses, kanlarını başlarına sıçratmıştı. öyle ya:
Türkeş ve arkadaşları olmasaydı ne güzel bir «yoldaşlar şöleni» olacaktı. Kafasız bir takım komiteciler en azılı mü-secceller ile sarmaş dolaştı. Komünistlerden müşavirler toplanıyor. Millî Birlikçilere akıi satılıyordu. Her taraftan kızıl tavsiyeler yağıyordu. Saf adamlar aldatılıyor... ihtilâl'in ancak binlerce kellenin uçurulması ile kökleşebileceğl söyleniyordu.
Bankalar, iç ve dış ticaret derken, bütün topraklar, evler . İstihsal, istihlâk araçları, yoldaşlarla kuvvetliler arasında ne güzel paylaşılacak ve halkın can damarı, sosyal maden gibi İşletilecekti.
Ama ah şu «Turancı* Türkeş de nereden çıkmıştı. Üstelik Başbakanlık Müsteşarı idi. İhtilâl'in sürüklenmek istendiği sol uçuruma millî sağduyusu ile karşı koyuyordu. Emirler veriyor, devlet İşlerine komünist sızdırmıyor, azgın bürokratları şımartmıyordu, ihtilâl'in «şeref sözü» ne sahip çıkıyor, idamları önlemeye çalışıyor, kan dökülmemesi İçin Gürsel'e telkin* ler yapıyordu. Bütün partilere eşit davranılmasım temine çalışıyor, mahkûmlara yapılmak istenen işkenceyi önlüyordu.
Namuslu davranıştan caydırmak için önce köpek gibi aya' gına kapandılar. Dalkavukluğa hız verdiler. Birtakım solcu kadınları ona tuzak yapabilir miyiz? sevdasına düştüler, olmadı-
Son çare olarak Komite'den zayıf karakteri) ve arkadaş *•" tıcı adamlar peylediler. Onları boş kafalarından ve midelerin* den yakaladılar: «Solcusunuz, ilericisiniz, Atatürkçüsünüz, *iz
bu milletin efendisi ve temelli başbelfist olmaya birebirsin!** dediler. Merhum Gürsel'i de uyuttular ve bir cece Türkeş' 13 arkadaşı ile bastırdılar.
14'ler gafletlerinden değil vatanseverliklerinden avlanrm?' tardı. Kan dökülmemesi ve başlatılmış bir hareketin Suriye'deki haysiyetsizliğe düşmemesi için karşı koymadan gittiler.
Onlar yokken olanlar oldu. Baskınlar, adam asmalar, 90 ,ü
alabildiğine şımartmalar... Anayasa'yı sola ve bürokrasi saltanatına alabildiğine açtılar. Türkiye'yi yalnız komünistlerin ve anarşistlerin hür olduğu, milliyetçiliğin ve hürriyetçiliğin &e
suç sayıldığı bir ülke haline soktular. Eğer ordumuz büyüklerinin vatan sevgilerine dayalı sağduyunun baskısı olmasa Mw başımıza daha neler gelecekti kimbilir... Şimdi Türkeş:
— Şahsen ihtilâle taraftar değildim, fakat sol temayüller ve kaymaları önlemek için birkaç arkadaşımla birlikte i»1'' lâle karıştım.» diye açıklayınca büsbütün kuduruyorlar. An TÜRKEŞ olmasaydı bunlar Çekoslovakya'nın HUSAK'ı gibi ne büyük satışlar yapacaklardı.
DEVLET * 1/EYLÖL/1969 * SAYFA: S
Refah tabandan başlayacak (DEMİREL)
•
Y A Z I S I Z
MAFASIĞMAZ s BAKTIK : HER İŞİN, HER ADIMIN HALKA ZARAR; BAKTIK : YAKA SİLKİYOR ADINDAN YUVALAR... TUTTUK BİLEĞİNDEN, EY GÜNAHKÂR.. SENİ BİZ. ELDEN KAÇIRIRSAK MAFASIĞMAZ YAKALAR!
Arif Nihat Asya t l
Cİ.evlet'ten millete
ZAFERLER HAFTASI •
2500 yıllık Türk tarihi öylesine zengin ve öylesine muhteşem bir destandır ki, hemen her yılına, yılların her ayına, hattâ ayların her haftasına birkaç zafer düşer. Yine de sonuçlarının büyüklüğü, tesirlerinin derinliği ve devamlılığı yönünden, Ağustos ayı son haftası zaferlerinin ayrı bir özelliği vardır: 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar zaferi.
Malazgirt zaferi, Anadolu'nun fethine açılan bir müjde kapısıdır, mutlu bir başlangıçtır. Anadolu. Türk milletinin gönlünü daha önce çelmişti. Kahra* man Çağrı Beğ'in yiğitleri, Sultan Alparslan'ın baha* dırlarından 50 yıl önce, masallar ülkesini şöyle bir dolaşmış, ovalar Türk atlarının rüzgârla yarıştığını görmüş, dağlar Türk yiğitlerinin nağrası ile inlemiş, Diyar-ı Rum, Müslüman Türk'ün îman heyecanını tanımıştı. Pasinler Meydan Muharebesi büyük bir adımdır. Fakat Bizans'ı çökertme ve hıristiyan âlemine asırlarca sürecek müthiş bir yılgınlığın ilk sersemletici darbesini indirmek şerefi Maiazgirt'e aittir. Sultan Alparslan'ın açtığı kapı, yüzyıllar boyunca hiç kapanmadı. Türk milleti, tükenmeyen bir kaynaktan gelircesine, Anadolu topraklarına müte
madiyen aktı. Haçlı seferleri döneminin geçici engellemesi tutmadı. Anadolu topraklarına milyonlarca şehidin kanı ile vurulan «Burası Türk'ün vatanıdır» damgası bir daha asla silinemedi. Alparslan'ın yiğit gazileri, 500 yıl sürmüş bir hâkimiyet ve medeniyet çağının unutulmaz öncüleridir. Malazgirt, Bizansın inadını tamamen kıramadı ama. belini doğrultmasına imkân vermedi. Malazgirt, çerez sayılacak kisa duraklamalar dışında, bitmeyen bir ilerleyişin ilk hızıdır. İslâm îmanı ve cihad emri gibi harikulade bir kaynakla beslenen Türk cihan hâkimiyeti mefkuresi, Anadolu'yu dalga dalga taradıktan sonra, yeni yeni «Kızıl Elma» ların peşine düştü. O şanlı destanın şimdi öylesine uzağındayız ki, hikâyesini bile unuttuk. Umuyoruz ki, Malazgirt'in tutuşturduğu ocak, sadece küllenmis. ama hâlâ sönmemiştir, parlamasını h~« '•
, B . -wo deneri, milyonlarca şehidin kanı ile sulanmış 900 yıllık bir vatanı gasbetmek isteyenlere verilmiş cevapların en güzelidir. İngiliz sömürgeciliğinin küçük Yunanistan marifetiyle sahneye koyduğu oyunun asıl hedefi Türk varlığının Anadolu topraklarından tamamen atılması idi. Viyana önlerinde başlayan çekilmenin, geldiğimiz yerlere kadar uzatılması rüyalarına dalınmıştı. İslâm âlemi, Bayraktarın son hamlesini çaresiz bir hüzün İçinde seyrediyordu. Rahmetlik Yahya Kemal, «Gaalib et. çünkü bu son ordusudur İslâmın!» derken, ihtiyar çınarlardan dinlediğimiz yediyüz yıllık bir hikâyenin kaderini ve 400 milyon Müslümanın ümidini dile getirmiştir ve 30 Ağustos Zaferi, yalnız bir milletin kurtuluşu değil, aynı zamanda, sömürgeci Avrupa'nın karşısına: «Efendiler, buraya kadar!» diyerek dikilmemizin ifadesidir. 14 uğursuz yıla sığan üç büyük felâket, Trablus, Balkan ve Birinci Cihan Harbi mağlûbiyetleri! öylesine korkunç felâketler ki, yalnız bir tanesi bile herhangi bir milleti tarih sahnesinden silmeğe yeterdi. Milletin kanını kurutan açlık ve sefalet yıllarından, gücünü tüketen müthiş mücadelenin üstünden henüz dört yıl geçmeden kazandığımız 30 Ağustos zaferi gerçek bir mucizedir; Türklük gurur ve şuuruna bağlanmanın, İslâm ahlâk ve faziletini yaşamanın mucizesi. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa'dan isimsiz saka neferine varıncaya kadar 30 Ağustos'un cümle kahramanları, Sultan Alparslan ve yiğitleri gibi, mukaddes bir dâvanın yolcuları idiler. O günleri, daha sonraki gelişmelere ve çöküntülere bakarak değerlendirmek yanlışlıktır.
Geçmişteki zaferlerimizi düşünmenin, mezar taşları ile övünmek mânasına gelmediğini hemen belirtmeliyiz. Millet olarak yaşama dâvamızı sürdürebilmek için hemen Alparslan ordularının gücüne, hem de 26 ve 30 Ağustosların îman sağlamlığına muhtacız. Tarihi süsleyen zaferlerimizin hatırası, yeni zaferlere götürecek bir iradenin kaynağı olacaktır.
DEVLET
P*ZARTE ... M Türk kendine don
HAFTALIK MİLLİYETÇİ S İYASİ GAZETE
Sİ GÜNLERİ ÇIKAR * 150 KURUŞ BİRİNCİ YIL
Sahibi ve Mes'ui Md. . . Halil ÖZYİLDIZ Teknik Sorumlusu , . . Yılmaz YALÇINER İlân, Abone İşleri . . . Şevket ?. YAHNİCİ Almanya Temsilcisi . . Niyazi ÖZDEMİR Adres : P. K. 284 Bakanlıklar . ANKARA
Tel: 12 58 10
İ L A N L A R : Arka sayfa renkli. 2.500.- TL., tek renk. 2.000,— TL., iç sayfalar, santimi. 40,— TL., A B O N E : Yıllık 7 0 . - a „ Altı aylık. 3 5 . - TL.. Dış memleketler için öcret iki misli alınır Yurt İçi Dağıtımı: GA ME DA. Dizgi ve Baskı: Güneş Matbaacılık T. A. Ş ANKARA
DEVLET * 1/EYLÖL/1969 * SAYFA: 4
mi
• • •• • • • • IC O l M A R . DUSDNCEIER • IC OLAYLAR • DliSUNCELER . IC OLAYLAR
ÜÇ HİLÂL. MHP MİLLETİN ISTIKBALI ESCID-I AKSA
»• in
Konuşması TUNCELİ NDE OLAYLAR Geçen hafta, Milliyetçi Ha
reket Partisi Genel Başkanı Alpaslan TÜRKEŞ, Ankara Yenimahalle İlçesinde yaptığı konuşmada «Türkiye'de hiç kimse sahipsiz, desteksiz, himayesiz ve İşsiz bırakılmayacaktır» demiş ve Özetle şunları söylemiştir:
«Üç Hilâli) MHP olarak biz, bütün çalışanların partisiyiz ve bütün çalışanların haklarının dâvacısıyız. Sınıf partisi değiliz Hiç bir fikrin, kanaat ve içtihadın sahibi olmayan diğer partilere de benzemeyiz. Türkiye'nin ve Türk siyasî hayatının ilk fikir partisiyiz.
İşçi sınıfının veya bir avuç kapitalistin diğer bütün sınıflar üzerine tahakkümünü öngören bir görüşün sahibi değiliz ve olamayız. Biz milleti bölünmez, parçalanmaz bir bütün kabul e-deriz.
Sosyalizm ve sol edebiyatı yapanlar var. Buna maalesef taraftarlık yapan aydın denilen kişiler ve gençler var» Bunlarla konuşuyoruz.. Hayretler içinde görüyoruz ki bunlar, sosyalizm İle sosyal adalet ve güvenlik müesseselerini birbirine karıştırmaktadırlar. Sosyal adalet ve güvenliğin komünizm (!) ile gerçekleşeceğini sanmak hem akıl, hem de ilim dışıdır. Hiç iktisad bilmemektir. Sosyalizm yani komünizm gelirse memekette ne sosyal düzen kalır, ne cemiyet!.. Bunların olduğu yerde sosyal adalet ve sosyal güvenlikten bahsedilemez. Çünkü en yumuşak şekliyle sosyalizmde üretim araçları devletleştirilmiştir. Bu da kâfi görülmemiş üret im ile ilgili kararların verilmesi bile devlete terkedilmiştir. Komünizme gelince, ki bizim sosyalistlerimizin % 99'u maskeli Marksisttir, bu rejimde de hem üretim vasıtaları hem tüketim ile ilgili kararlar devlete terkedilmiştir. Yâni herşey devletindir. Fabrikalar, tesisler hattâ tarlalar... Fabrikadan çıkan dikiş makinasıyla, tarladan elde edilen çavdardan devlet istediğine İstediği keder verir veye Mc ver-
BİRİNCİ ETAP BİTERKEN '
KENDİNİ BİLMEK mez. Bunun sosyal devlet esprisi ile zerrece alâkası olmadığı açıkça görülüyor.
Halbuki bizim, 3 Hilalli MHP nin, mill i görüşü şudur: Türk milletini bütün sınıflariyle birlikte içine alacak bir sosyal yar dımlaşma ve güvenlik teşkilâtı kurmak ve işletmek. Bunun için tarihimiz bize ışık tutacaktır. Atalarımızın kurduğu tamamen yerli ve millî müesseselerden icabettiğl takdirde günümüzün şartlarına uydurarak faydalanacağız.
Muhakkak olan şudur k i , Türkiye'de hiç kimse sahipsiz, desteksiz, himayesiz ve işsiz bırakılmayacaktır. Herkes (Devlet Genel Sigorta Kurumu) tarafından sigorta edilecektir. Devlet sigortası maluliyet, işsizlik, hastalık vs. hallerinde vatandaşları koruyacaktır.
Sosyal adalet duygusu vatandaşı kendi haline bırakmayı, ne yaparsan yap demeyi, İş bul çalış, bulamazsan aç kal, demeyi reddeder. Bilâkis ona iş bulmak, iş sahası temin etmek devletin birinci görevidir. Çalışanlar iş bulamazsa, işsizlik sigortası harekete geçer ve çalışana hergün çalışırken almakta olduğu yevmiyeyi tıkır tıkır öder. Çalışandan, bu ödenen para geriye alınmaz.
Her vatandaşa devlet, asgari bir geçim seviyesi, tabanı çizer. Vatandaş bu seviyenin altına dü şürülmeyecektir. Düşerse çaresiz kalır, geçinemez, yaşayamaz. Ama o vatandaş bu seviyenin üstünde kendi şahsî kabiliyet, ehliyet ve gayretine göre yükselebilir. Sosyalizm tatbikatında olduğu gibi nimetler, külfetler, gelirler eşit olarak değil, adaletle dağıtılacaktır. Hiç çalışan la çalışmayan; hiç bilmeyenle bilen bir olur mu? Bunun aksini düşünmek insan yaradılışına aykırıdır. Bunun içindir ki biz sosyal adalet ve güvenliğe evet; fakat sosyalizme, komünizme HAYIR «yoras.
KAYSERİ'PEKİ
MİTİNGDE
TÜRKEŞ, geçtiğimiz hafta yeni bir Anadolu gezisine başladı. İlk olarak Kayserl.ye uğradı. Geniş bir halk kitlesinin takip ettiği açık hava toplantısında konuştu. Ve özetle şunları söyledi.
«Üç Hilalli M.H.P. nin başlatmış olduğu MİLLİYETÇİ HARE-KET'in kökleri çok derindedir; Türk tarihindedir. Fakat bu hareket dâima milletimizin kalbi ve kafasında yaşamış genç ruh ve dimağlarda filiz vermiştir. Onun için de her zaman genç ve dinamiktir.
Türk milleti bütünüyle milliyetçidir. Türkçüdür. Ve elbette böyle olacaktır, böyle olmali ve kalmalıdır. Ancak millet ferlilerinin herbirinin bir fikir, bir ülkü adamı gibi bu yüce duyguyu dile getirmesi, tarif etmesi beklenmemelidir. O hisseder, fakat ifade edemez. Sadece icraat ve davranışlariyle bunu belli eder. Hergün etrafımızda sessiz ve sedasız öyle olaylar cereyan etmektedir ki bu olaylar Türklerin en saf ve temiz şekliyle pırıl pırıl birer milliyetçi, Türkçü olduklarını isbatlamaktadır. Türk gençliğine gelince İşte o, hissettiğini kendine saklamamakta bunu gençliğine yakışır bir şekilde hareketli ve enerjik olarak açığa vurmaktadır. Tarif edebilmekte, hattâ destanını yazmaktadır. Türk devlet ve milletinin istikbali olan Türk gençliği işte böyle yetişmekte, kurduğumuz (Gnçlik ve Spor kampları) nda eğitim görmekte, dâva ve ülkülerimize dört elle sarılıp sahip çıkmaktadır. Şayet bu gençler baskı, güreş, judo, gibi bedeni gelişmeye yarayan sporları yapmakta iseler bunun gayesi anarşist ve sosyalit militanlar gibi vurmak, kırmak, tahrip etmek için değil aksine millî vicdanı sizlatan bu anarşist hareketleri tesirsiz bırakmak, engellemek içindir. Bu, gençliğin ve milletin bir meşru savunma hareketidir.
Siyasî hasımlarımızla Türklük düşmanları bunları sevimsiz hattâ zararlı göstermeğe yelten! yorlar. Onlar vehim ve telâş içindedirler. Eğer onlar demokrasinin canına kasdetmek mak-sadiyle bir kızıl ihtilâl hareketinin provasını yapmağa kalkışmamış olsalardı Türk gençliği bu şekilde karşılarına mı çıkardı?. Onların bu hareketleri son bulmayacaktır, bunu biliyoruz. O takdirde milliyetçi gençler, Bozkurtlar da dâima karşılarında olacaktır. Bu Türk milletinin bir varlık mücadelesi, ölümkalım savaşıdır. Anarşiye, komünizme ve diğer bölücü hareketlere or-dusuyle, polisiyle, gençliğiyle bütün millet elbet karşı duracaktır. Bu onun en tabii hakkı ve gö revidir. Üç Hilalli M.H.P. nin eğitime tâbi tuttuğu Milliyetçi Gençler yıkıcı değil, yapıcıdır; Tahrib edici değil, tamir edicidir. Kanunlara ve polise karşı saygılıdır. Devlet adamlarına karşı hörmetkârdır. Tecavüz etmez, seldırmaz. Ancak fikir mücadelesi yapar.
Devlet malını almaz, kırıp dökmez, Üniversite hocalarını tartaklamaz, dövmeğe ve linç etmeğe kalkışmaz. Otoriter fakat disiplinlidirler.
Başıboşluk ve başıboş değildirler ve olamazlar. Üç Hilalli M.H.P. nin gençliği yerli ve yabancı basın tarafından «Komando» adiyle tanınmış ve tanıtılmıştır. Geçirdikleri çetin ve zorlu eğitim dolayısiyle belki bu isme lâyık bulunmuşlardır. Onlar gerçek birer Bozkurttur. Destanların yazdığı (Bozkut) gibi milletimize her bakımdan önder, kılavuz oldukları, ve devletimizin en önemli mevkilerine onlar geçtikleri gün BÜYÜR ve KUDRETLİ CİHAN DEVLETİ TÜRKİYE gerçekleşmiş olacaktır. Milliyetçi Hareket Partisinin tarihi görevi, işte bunun çekirdeği olmaktır.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN.»
BÜNYAN
GENÇLİK
KOLU KONGRESİ
Daha sonra Kayseri'nin ba*l kazalarını ziyaret eden ve köy* lere uğrayan TÜRKEŞ. Bünyan ilçesinde MHP Gençlik Kolunu" kongresinde hazır bulundu-TÜRKEŞ gençlere şöyle sesi* niyordu:
«M.H.P. nin toplumculuk rüşünde, anlayışında Türk • * letinin tamamının mutluluğu v * refahı vardır. Bizim devletimi* milletle tam bir ahenk ve i?b"v
ligi halindedir. Devletimiz, ^ letimizin yıllar boyu özlemi1" çektiği otorite ve disipline biz»"1
iktidarımızda kavuşacaktır. ™ güne kadar milleti soyma, h8 ' * ezme, eş, dost ahbab, akrab* ve yaran kayırma için külte"' makta olan devlet otoritesi • * zim iktidarımızda milleti soy»"'" halkı ezenin, yaran kay»^'*",,,,
şeririn, haydutun boğazına ** r
lan demirden bir pençe olac* tır. Bizim devletimiz yâ""*"1* devleti değil, âcizlerin, deste siz ve yardımsız bırakılan f**' lerin devletidir. Onları e l l e r i ^ tutup ayağa kaldıran devlet* j Bizim devletimiz (Biri yer. bakar) lar devleti değil, h**5 ' iktisapta bulunanların, s0^° * cuların, tefecilerin, soysuzter
hakkından gelen, rüşvet, ' kâp, ihtilas karaborsa kanser» neşter atan kudretli, sözünü letir devlettir.
Devletin vazifesi tam mil"
di'*'
müstakil bir ekonomiyi 9e r Ç
leştirmektir. Türkiye'de ma»e
ki herşey Türkün yararına ° çaktır; o halde ekonomim'1* millileşmeli, yabancı t a s a , , ü ! « r , dan kurtarılarak Türkleşmel"".
Fakirliğin ve sefaletin e* f, nattığı ülkemizde servet ve maye sahiplerinin bu »ervet-sarmayelerini cemiyet ve m» faydasına kullanmaları t e
fif. edilmelidir. Bu sermaye v ® r t g | vetin âtıl, hareketsiz, « ^
DEVLET • 1/EYLÜL/196S * SAYFA: S
' • ; • • • • î r ' : : t : - ! » ' « ' « ( Ç « « J « w » ! i » « ' » ^ÜÜ
M
EKTUPLAR Galip ERDİM
MASAL SEVERMİSİNİZ
Arif Ramazanoğlu dostumuz bana anlattı. Ona da babası anlatmış. Çok hoşuma giden bir masaldır, sizleri" de beğeneceğini umarım.
Zamanın bir vaktinde, memleketin birinde üç öküz varmış. Akça öküz, kara öküz, sarı öküz.. Diğer öküzlere hem benzerlermiş, hem benzemezlermiş! Hangi taraflarının benzediği malûm. Benzemeyen yanlarına gelince, birbirleriyle pek dost imişler. Hani, Canciğer kuzu sarması dedikleri cinsten. Birbirlerinden hiç ayrılmaz, her yere birlikte giderlermiş. Beraberce otlar, yiyecek sıkıntısı çekseler bile bulduklarını kardeşçe paylaşır, asla dö-vüşmezlermiş. Bir tehlike ile karşılaştıkları zaman derhal birleşir, iri ve korkunç boynuzlarını kullanarak en azılı düşmanlarını korkutur, yanlarına yaklaştırmazlar-mış. Doğrusunu isterseniz, dostluğun çok da faydasını görmüşler. En verimli çayırlara gidiyor, birlikte güzel güzel otluyor, semirdikçe semiriyorlarmış. Eğer bir gün öküzlükleri tutmasaymış, ömürlerinin sonuna kadar gül gibi geçinip gideceklermiş!..
O sıralarda, hayvanlar padişahı Arslanın canı sıkıntılı imiş. Çünkü, ormanda hiç iş yokmuş. Yenecek hayvanların sanki de nesli tükenmiş. Arslan hazretleri sabahtan akşama kadar hep esniyor, midesi de kazındıkça kazınıyormuş. Bakmış ki, böyle olmayacak; «Bari, demiş, ormana çıkayım da çayırlara doğru şöyle bir uzanayım, belki de birşeyler bulurum». Dediği gibi de yapmış. Çayıra gelince, üç ahbap öküzü görmüş, ağzından sular akmış, «Ah, diye söylenmiş. Şunları bir yesem de midem bayram etse!..» Önce âdeti üzere kükremiş, sonra öküzlerin üstüne yürümüş. Üç ahbap, arslanın sesini duyunca, hemen yanyana durup safları iyice sıklaştırmışlar, bir de hafiften bir «boynuz» gösterisi yapmışlar! Arslanda akıl çok... Vaziyetin nezaketini anlamış, siyasetin? hemen değiştirmiş. Fazla yaklaşmadan öküzlere seslenmiş: • Günaydın, arkadaşlar, nasılsınız?» Padişah hatır sorunca, tabiî akan sular durmuş, eğilip saygılarını sunmuş, cevap vermişler: «Sağolun efendim, çok İyiyiz!» Arslan tekrar seslenmiş : «Değerli arkadaşlar, gelişimi galiba yanlış anladınız, sizi yemek istediğimi sandınız. Asla böyle bir niyetim yoktur. Karnım da zaten pek toktur. Günlerdir sizi gözlüyorum. Dostluğunuza, samimiyetinize hayran kaldım. Yiyecek her zaman bulunur, ama candan
bir dost bulmak çok güçtür. Beni de aranıza almanızı, dost olmamızı teklif ediyorum. Sizi hiçbir zaman yemeyeceğime, üstelik bütün düşmanlarınıza karşı koruyacağıma söz veriyorum. Hayvanlar padişahı ile dost olmak istemez misiniz?..» Öküzler, arslanın dostluk teklifine öyle sevinmişler ki, neşelerinin fazlalığından böğürmeğe başlamışlar. Bir arslanla üç öküz arasındaki duyulmamış dostluk böylece kurulmuş. Bir gün, üç gün geçer, arslanın iştahı kabardıkça kabarır, münasip fırsat kollar. Fırsat çıkmayınca, dayanamaz, icadeder. Bir gün, akça öküz, çayırın yanındaki dereden su içmeğe gitmiş. Arslan, kara öküzle sarı.öküze ya nasip demiş ki : «Sevgili arkadaşlar, size büyük bir tehlikeyi haber vermek zorundayım. Akça öküz arkadaşımız yüzünden her gece kötü bir duruma düşüyoruz. Çünkü akça öküz, rengi çok uzaklardan seçildiği için, karanlıkta yerimizi belli ediyor, düşmanlarımızın silâhlarına hedef oluyoruz. Çok düşündüm; yazık ki, başka bir çare bulamadım. Yaşamak istiyorsak, akça Öküzden kurtulmamız şarttır. Onu aramızdan atmalıyız. Siz ne fikirdesiniz? Kara öküzle sarı öküz boynuz boynuza verip konuşmuşlar. Akça öküz giderse, çayırın kendilerine kalacağını da söyleyememişler ama, hesaba katmışlar. Nihayet; «Ferman efendimizindir, tedbiriniz münasiptir» cevabını vermişler. Arslan teşekkür ettikten sonra, «Akça öküz aramızdan ayrılınca ya bir kaplanın veya insanoğlunun midesine inecek. Arkadaşımızın düşmanlarımızı beslemesinden herhalde hoşlanmazsınız.
ıİyisi mi ben yiyeyim. Sizi çok seven bir dostunuzdan bu kadarcık bir armağanı esirgemeyeceğinizi umuyorum.» demiş. Kara öküzle sarı öküz, arslanın sözlerini akla yatkın bulmuşlar, akça öküzün yenmesine razı olmuşlar. Aradan beş gün geçmiş, arslan; sarı öküzle tek başına konuşmuş. Aynı hikâye, aynı düzen! Kara öküz de mideyi boylamış. Bir beş gün daha geçmiş; arslan, sarı öküzü almış karşısına. Bir kökremiş; «Ey öküz oğlu öküz, de* rrviş. sıranın kendine geleceğini hiç düşünmedin mi?»
Masal, böylece bitiyor. Arslan, muradına ermiş, biz kerevetine çıkmışız; öküzler de arslanın midesine inmiş!
Bakıyorum: Yiyenlerin arslanlıkla en ufak bir ilgileri yok; yenenler de öküz değil! Yine de yenme isi devam ediyor. Neyin nesi acaba?..
%t
~ff*-.\ ;'™v: ?8§PŞ^ş
HÇ OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İC OLAYLAR
*r«k kalmasına razı değiliz. "tlaka bunlar nemalandırılmalı,
•Malı yerlere bir plân dahilin-* yatırılmalıdır, istihsal vasi-
•'•nnın ve sermayenin verimli k* kazanç getirici bir şekilde Sanılması halinde bu vasıta
r v« sermaye, devletin nazım KMÛ ''Vekat "Hie
ve kontrolü altında bu İşi ve ehliyetle yaparak
'"«»seslere bedeli karşılığında J*v'edilecektlr. Memlektimiz *p üstü ve yer altı hudutsuz
^"9'nlikler ve nimetlerle dolu-r> Bunların değerlendirilme-
, JjJ iyi ve faydalı bir şekilde , bilmemesi genel bir ıztırap pusudur. Bunlar Işletilse de-^ J,ni bulsa topraklarımız 150
y°n insanı çok rahat besler, indirir.»
» Mescid-î
Aksa
Olayı Bilindiği gibi Mescld-i Aksa'
nm kundaklanması olayının yan kıları bütün dünyada devam etmektedir. Islâmın bu mukaddes çatısına karşı girişilen medeniyet dışı hareket yurdumuzda da geniş bir tepkiyle karşılanmıştır. Çeşitli öğrenci dernekleri yayınladıkları bildirilerde olaydan duydukları nefreti belirtmişler ve yahudinln giriştiği bu hareketi sert bir dille kınamışlardır. Bu cümleden olmak üzere Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı da bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride şöyle denilmektedir: «Mescid-i Aksa'ya uzanan mel' un yahudi eli şüphesiz İslâm dünyası gafletten uyanmadıkça daha pek çok şeyler yapacaktır. Arap ülkelerinin içinde bulundukları gafil politika ve Sovyetlere sırt dayama devam ettiği
sürece bu türlü olayların devam edeceğinden korktuğumuzu belirtmek İsteriz. Aziz Türk milleti bir takım çirkin politikacılarda bizlerin içinde aynı oyunu oynamaya çalışmakta ve Türkiye'mizi Arap ülkelerinin durumuna getir meye çalışmaktadır. Bu yahudi uşaklarına karşı dikkatli ol!
Masonu iyi tanı! Siyonisti iyi tanı! YAŞASIN MİLLİYETÇİ
KİYE! TÜR-
KAHROLSUN MİLLET DÜŞMANLARI VE ONLARIN DIŞAR-DAKİ ORTAKLARI!
Tanrı Türk'ü korusun!» Bu arada Yüksek İslâm Ens
titüleri Federasyonu Genel Başkanı Sedat ŞENERMEN de yayınladığı bildiride: «İnsanlık tarihinde en gaddar müstevliler tarafından bile ibadethane, okul, hastane gibi yerlere saldırı olmamıştır. İslâm âleminin göz bebeği Mescidi Aksa'nm içinde yaşadığımız medeniyet çağında hain bir emelle yakılması, ancak ASRIN EN BÜYÜK CİNAYETİ olarak vasıflandırılabillr» demiştir.
Hâdisesi Türk halkının büyük ekseriye
ti köylerde oturmaktadır. Esasen şehirli olanların da pek çoğu memleket meseleleri ile muayyen zamanın dışında ilgilenmez. Türkiye'yi bekleyen tehlikeler nelerdir? Bunlar hangi yollar ve kılıkta . gelmektedirler? Mukabil tedbirler nelerdir, bunları bilmezler. O yüzden, bu vatandaş ların uyarılması da tabii olarak münevver kitleye düşmektedir. Zira münevver kitle, tehlikeleri daha kolay teşhis etmek imkânına sahiptir. Bütün hayatını uğruna vakfederek, evlâtlarının okumasını vatana ve millete yararlı adam olmalarını temin e-den. Türk milletinin de, bu kadar talebi olması gayet normaldir. Bizim, Elâzığ ve Tunceli'nde olan hâdiselerin baş sorumlusu olarak münevverleri görmemizin sebebi budur.
Düşman en çok birliğe muhtaç olduğumuz dönemlerde bütün kuvvetlerini üzerimize sev-ketmektedir. Böyle anlarda meydana gelecek boşluklardan kolayca İçimize girme imkânı bulacaktır. Bölgecilik yapacak, meshep ayrılığı yaratacak, politik görüş ayrılıklarını düşmanlık şekline dönüştürecek, kardeşi kardeşe düşman edecek, bütün bunlardan bir netice alamazsa millete aşağılık duygusu aşılıyarak aslî cevherini işlemez hale getirecek, velhasıl ne yapıp yapıp millet içine ikilik sokacak tır. Bu tutum onun taktiği icabıdır. Önce büyük gruplar ve birbirlerine sımsıkı bağlı olan insanlar parçalanacak, sonra da bölünmüş bu küçük gruplar tak tek yutulacak. Türk'ün düşman* arı Tanzimattan beri bu yolu denemişler, bunda da başarı sağ lamışlardır. Türk milletinin artık bu klâsik oyuna düşmemesi zamanı çoktan geçmiştir.
Bu dönem, millet olarak çok dikkatli olmamız gereken bir dönemdir. Türk millet! dikkati»
MÜNEVVERLER SORUMLUDUR
. ' Türk milleti en dikkati! olması gereken bir döneme girdi. â
Krm
Bilindiği gibi Türkiye ekonomisi, nüfusun % 35 inden fazlası tarım alanında olduğu için azgelişmişlik niteliğini muhafaza etmektedir.
Kalkınmak, teknolojik olgunluğa erişmek ve nüfusun % 65 ini sanayi ve hizmet sektörüne kaydırmak olduğundan, büyük gayretlere rağmen bir arpa boyu yol aldığımız ortadadır. Bu hususu aşağıdaki tabloda görmek mümkündür. Türk ekonomisinin durumunu ortak pazar ülkeleri ile karşılaştırınca, aramızdaki korkunç mesafeyi ra hatça görürüz
Devletler:
Fransa
Almanya
Hollanda Belçika Lüksemburg
İtalya Türkiye
İŞGÜCÜNÜN DAĞILIŞI
Tarım sektörü
17.6 10.8
8.5
6.6
12.9 24.9 74.4
Sanayi sektörü
40.8 49.3
42.8 53.2
45.9 40.7
10.7
Hizmet sektörü
41.6 39.9
48.7 40.2
41.2 34.4
14.9
Fert başına milli gelir
18.300 TU
17.200 TC
15.700 TL 17.650 TL,
19.750 T L 11.250 T L
2.850 TL
Tablodan anlaşılacağı gibi Türkiye tarıma bağlıdır. Her ne kadar büyük gayretle bu durumdan kurtulmak isteniyor ise de, önümüzde hayli mesafelerin olduğu açıktır. Ve bu hal, sağlam bir para, fiyat, yatırım ve ticaret politikasının benimsenmeyişl sebebiyle kısa zamanda bertaraf edilememektedir. Bu duruma çare olarak:
* Biran önce toprak ve tarım reformu birlikte halledilmelidir.
ir Dış finansman imkânları (dış kaynaklar) sermayt malları üretimine tahsis edilmelidir.
it Dış ticaret politikası, sermaye birikimini temin edecek şekilde düzenlenmelidir.
ir Yabancı sermaye, tüketim alanına değil de, üretici yatırımlara kaymalıdır. Sermaye piyasası kanunu çıkarılmalıdır. Her meslek mensupları için bir yardımlaşma kurumu kanunu çıkarılmalı ve gıda sanayii yatırımları bunlara .yaptırılmalıdır. /
İthalâtta lüks mallara yer verilmemelidir. V:
* •
*
*
EKONOMİK DURUM VE İŞÇİ M E S E L E Y İ M
TURKlfE
dış borcumuzu —%50 lik devalüasyon sebebiyle— 30 milyara çıkarmış olacağız. Bunu basiretsiz bir iktisat politikası gütmenin cezası olarak milletçe çekeceğiz. Bunun sorumluları araştırılmalıdır.
Bilindiği gibi, Türk parasının değerini koruma kanunu vardır. Bu kanunun saydığı suçlar arasında, her nedense, sorumlu merci olarak fiyat istikrarına önem vermeyiş, fiyat hareketleri karşısında kayıtsızlık, iktisadî-sosyal huzursuzluğun fiyat kontrolsüzlüğü sebebiyle artması, yoktur. Bunun bir şuur olarak benimsenmesi, yerleşmesi ve hassasiyetle korunması gerekmektedir. Bu hususta en büyük görev sendikalara düşmektedir. Onlar, aldıkları zamları etkili kılmak için reet ücret artışlarını ve buna bağlı olarak fiyat istikrarını ayakta tutmak ve bir baskı unsuru olarak ortaya çıkmak zorundadır.
Şu hususu da hemen belirtelim. Gıda maddelerinde fiyatlar yalnız bir arz-talep dengesizliğinden değil bir takım muhtekirlerin davranışları yüzünden sun'i olarak yükselmektedir. Onların meydana getirdiği bu artışı dışarıdan gıda malı ithal edip piyasaya sürmekle telâfi etmeğe çalışmak, bizim gibi dış ticaret kamburu olan bir ülkeye bir de kambur eklemek olur. Bu yol az gelişmiş durumdakiler için bir alternatif yahut geçerli bir tedbir-çare değildir.
Az gelişmiş ülkelerde nüfus çoğunluğu tarım alanında olduğundan, gıda maddelerindeki fiyat artışları genel olarak köylüye yaramaktadır. Zira, köylü bu hususta —takriben— % 5 şehirli ise % 95 müteessir olur. En çok memur ve işçi kitlesi üzerinde tahribat yapar. Sanayileşmiş ülkelerde nüfus çoğunluğu şehirleştiğin-den ve ücretli miktarı çoğunlukta olduğundan fiyat artışı çoğunluk aleyhine sonuç verir. Politikacılar daima çoğunluğu memnun etmek eğilimini gösterdiklerinden
Heri Şüphesiz, daha buna benzer sürebiliriz.
pek çok hal çareleri
Ordu. gıda maddeleri ihtiyacı konusunda kendi bünyesinde üretici duruma getirilmeli ve savaş şartlarına uygun gıda sanayii kurulmalıdır. Sermaye şirketleri, çeşitli firmalar arasında rekabeti kaldıran anlaşmaları önleyici kanunlar çıkarılmalıdır. İlâç, gıda maddesi, sanayi mamullerinde hile yapanlara, kalitesiz mal imal edenlere şiddetli cezalar konmalıdır. Fiat konusunda iktisat politikasını temin gayesiyle bir Fiyat Genel Müdürlüğü kurulmalı, fiyat istikrarı sağlıyacak bütün tedbirler, çareler araştırılıp uygulanmalıdır. Belediye radyoları kurulmalı, hergün fiat bültenleri yayınlanmalıdır.
Sendikalar fiyat konusunda ortaklaşa hassasiyet göstermelidirler. İşçiler ve sendikalar fiyat istikrarının bekçisi durumunda kalmalıdır.
Tüccar kredilerinde bir limit almalı ve herkes kendi limitini kullanmalıdır. Tüccar ve esnaf kredilerinde kıstas olarak ödenen vergi gözönünde bulundurulmalıdır.
Ticarî bankalarda kredilerin sermayeleşmemesi için reeskonta giden senetlerin 91 vâde olmasına önem verilmelidir. Hatır senetlerinin aynı meslekî branştaki şahıslar arasında tanzimi gereklidir.
Mevduatın maliyetini yükseltici fazla şube enflâsyonu da önlenmelidir. Geri kalmış bölgelerimizde yatırım yapacaklar için ;
Başbakan Süleyman Demirel, Almanya'nın bizden 150 sene ileride olduğunu ve onunla kıyaslanmamızın doğru olmayacağını söylemiştir. Kanaatımızca bu görüş, gerçekten uzaktır. Çünkü, Almanya İkinci Dünya Savaşından her bakımdan bitkin, yoksul çıkmıştır. Onu 25 yıllık bir sürede bugünkü hale getiren iktisat politikasının ne olduğunun bilinmesi ve örnek alınması gerekir.
Kalkınmamızda nedense partici zihniyet ve gelenek güdülmüştür. Zira, şimdiye kadar hükümet eden partiler birbirlerine tepki olarak ya enflasyoncu ya da deflasyoncu yol gütmüşlerdir. Yani, fiyat istikrarını temin edici bir mekanizma kurarak, tasarrufun gelişmesini, kıymet ve kuvvet kazanmasını, verimli sahalara, kaynaklara yatırılmasını öngören bir siyaset nedense izlenmemiştir.
Alptekin. ERDOĞAN
Kalkınma çabaları istikrarlı bir fiyat ve para poli-tikasıyle, başarıya ulaşabileceğinden ve bu husus iktisadî, sosyal, siyasî huzuru ve gelişmeyi de etkilediğinden İSTİKRAR konusunda hassasiyet gerekir.
Enflâsyon fiatlar genel seviyesinde % 3, en fazla •/o 5 üstündeki artışlar olduğundan, paranın değerden düşmesine, tasarruf ve yatırımların eriyip sönmesine; dış ticaretin aksamasına, ihracat tıkanıklığına, dar ve sabit gelirlilerin geçim sıkıntısının artmasına yol açmaktadır.
Fiyat hareketleri ücretleri etkileyip reel ücreti husule getirdiğinden, iktisadî ve sosyal durumun tahlilinde bu hususun gözönüne alınması da şarttır.
274 ve 275 sayılı kanunların yürürlüğe girmesinden bu yana, işçilerimizin nominal gelirleri artmış, fakat fiat hareketlerinin başıboşluğu ve bu meselenin klâsik liberal zihniyete dayandırılması sebebiyle, işçilerimizin reel ücretinin düşmesi sonucunu doğurmuş, toplu sözleşme zamları etkisiz kalmıştır. Zira :
! GIDA MADDELERİNDEKİ AET (ortak)
FİAT ARTIŞI (1960-100) \
1960 1961 1962 1963 1964 1965 1966
Türkiye 100 106 116 120 123 129 137
-— Düşük faizli kredi
! — İthalâtta indirimli tarife
—- Nakliyede kolaylık ve indirimli tarife
î —- Vergi muafiyeti
' — Çok ucuz enerji
— Teşvik edici primler uygulanmalıdır.
mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm».mmmmmmmmm
pazar leri)
ülke-100 101,7 104,5 108,7 113,2 117,6 121,7
•
ı •
Endeksten Türkiye'deki artışın 15.30 daha fazla olduğunu görmekteyiz.
Fiyat artışlarının 1960 da 100 iken 1966 da 137 ol-ması gelirlerin ve para değerinin % 37 Azalmasıdır. Meselâ; 1960 da 1000 TL. geliri yahut tasarrufu 630 TL. ye
dÖS^tir. toat arhşına paralel olarak gelirler de art-
'«ralık gelir ve tasarruf % 37 lik fiyat 1 3 7 0 liradan daha fazla duruma gel-
Ürt^at *r ,e?c ' ^ u r u m yahut geçim sıkıntısı yok •JıifloJuı , y e ' d e t e r s i 0 , m u ? t u r - F jYa t m e k a * rs eb» ka ,k ,n™ayı tahrip eden, sosyal hu-«rftkla y?* v e r e n b l r Şekilde işletilmiştir. Sırf
y ? V s a d î kalkınmanın gerçel gerçekleştirilece-
k 4«7 * e U Ç , m e n d e k s i 1Q60 da 100 iken 1966 da la iN, LK * art,?l jse 196° da 10° iken 196S
flfolıriKt e d i ' e c e 9 ' 9'bl. fiyatlar insafsızca Türkiye ve AET karşılaştırılırsa ; baŞ|r,lt^ştır.
**NAYİ İNDE REEL ÜCRET ARTIŞLARI
<1960 da 100 olarak)
1963 1964 1965 1966
89,1 103,9 107,3 110,6
119,5 129,1 137,7 143,5 K'1
iHTİttıSai! 0 r t a '< Pazar ülkeleri refah bakımın-îa^amai °Wuklârı halde, Türkiye bu gidişe
91 aktadır, teinin ,
rı*o|çiuö nerr> satınalma gücüne, hem de mik-
:. jlfcçiig^dan, bu açıdan AET işçilerinin ücre-^ififotr>ı,Jn'n ücretlerini karşılaştırırsak sefalet ,ç' Uza hükmedebiliriz.
AYİİNDE GÜNLÜK BRÜT NOMİNAL ÜCRETLER (TL.)
1962 1963 1964 1965 1966 l2-15 12,04 39.12 41,20
13,24 15,40 16.54 17,91 45,76 50,80 55,44 58,96 >
'riTteri .jiii) Q Qar« göreceğimiz gibi AET gıda sana
y i ^ r e t l e r i bizimkilerin üç katıdır. Bu da
KET*-($ ekoh a s ı n a ° ' u m ' u bir işleyiş kazandırılı p ba s t °m i s i ni tehlikeli istikamete sürükle-^ V e ' ^ 9 - fiyat yükselişlerindeki aşırılık sebe-nph |çr2 *tlıalât: yapan ülkeler, taleplerini ki
p i veren, sermaye ihraç eden yabancı 1 değerini korumak için bizden para-
artışlarını karşılayacak şekilde düyeklerdir. Bu da devalüasyondur.
^öı devalüasyon görünmektedir. Î Ç 1 ^ £ Yapmazsak dış kaynakları kendi (jÇ ffyjKaPatmış olacağız. Kalkınmak için dış v ^ K z o r u r , d a olduğumuzdan ve de-
?svat
Biz eli-
yapacağımızdan 20 milyar olan
93'ten — Ne yapacaksın oğul, kim olduğu
mu? Nereli olduğumu? Bu garip dört ihtiyarın hâlini hatırını soracaksın da ne olacak sanki?..
Konuşma bu minval üzere devam e-dip gidiyordu. Bir bayram günü idi. Türkün esir edilmek istenişinin sonuncusundan kurtulduğunun, büyük zaferlerden biri kutlanıyordu. 30 Ağustos şenliklerinin yapıldığı yerde; dört yaşlı çınar sakin, sessiz ve son derece vakur. Kim bilir, neler geldi neler geçti? Bu yaşa gelinceye kadar. Yüzlerindeki çizgiler, sırtlarındaki kanburlar canlı şahittiler. Dinlemek lût-funda bulunsanız çok şeyler anlatacaklar bu şahitler. Fakat, kimse dinlememiş. Din lemek isteyen kendini bilmezlere de ko-nuşmamışlardı. Şahitler de biliyorlardı, kimin kim olduğunu! Elbette bilirlerdi. Onlar da yaşamışlar bir o kadar yıl. Bir o kadar yıl. umur görmüşlerdi.
— Bak oğul, madem ki, çok istiyorsun, anlatayım. Zaten bu yeni yetmeler akıllarına koyduklarını isterler, büyük dinlemeden, akıl danışmadan her şeyi yaparlar. Heyhat! Yaptıkları bir eme yarasa da, yüreğim yanmasa.
— Bak hele! Abdullah beri bak! Bu çocuk bizim Bekir Çavuşa ne de benziyor. Hey gidi Bekir Çavuş hey. Ne yaman askerdi. Cennet, mekânları olsun. Neslimizi tamamen kaybettik. Geçen yıl, bizim nesilden olup da 93 harbine katılan, bir arkadaşımızı daha toprağa verdik. Son acımız o oldu. Bana kalırsa oğul; uğruna kan dök tüğün, can verdiğin, herşeyini kurban ettiğin torunların bu hale gelmesini görmek tense; bir an önce Tanrı'ya kavuşmak daha hayırlı olurdu. Ama olmadı işte. Ölüm istemekle, ömür tükenmiyor. Cephe arkadaşlarımıza, torunlarından, kötü haberlerin sonuncusunu bizler götüreceğiz zahir. Bizim de kaderimiz bu herhalde. Elimizden, hayır dua etmekten başka ne gelir...
Bu yiğit, bu civanmert, bu koçak milletin dört ulu çınarından biri, böyle konuşuyordu, zafer bayramının kutlandığı yerde. Kimsesizdiler, ellerinde bastonları,
az gelişmiş ülkelerde köylü pofpoflanır, sanayi ülkelerinde de tersi olur.
Az gelişmiş ülkelerde köylünün enflasyondan istifade ettirilmesi ilk plânda makul gibi görünürse de, aldatıcıdır. Tam anlamıyla millî kalkınmayı köstekler, baltalar. Çünkü, millî gelir itibarî olarak artar, gerçek bir artma olmaz. Bu yol sakat ve ileriyi görmeyen bîr siyasi ve ekonomik tercih yoludur.
Ekonomik gidişi reformlarla düzeltilmiş bir alt yapıya oturmak ve ona sağlam bir işleyiş kazandırmak, istikrarı daima gözetmek şarttır. Halkın mutluluğu, kalkınmanın geleceği için başka çıkar yol yoktur.
Reformları uygulamada hükümet kendini sorumluluktan kurtarmak için, hazırlanan tasarıları halkoyuna sunmalıdır. Halk kabul ederse, kuvvetli bir icraata girişmek iktidarını kendinde bulur. Demokratik idareler için tek çıkar yol da budur.
Halk dalma çoğunluk anlamına geldiğinden, çoğunluğun yani halkın menfaatine göre İşlemeyen rellmlerin bir dayanağı, halkçı ve insancıl niteliği yok demektir Bunun için, politikacılar daima çoğunluk lehine kararlar almak zorundadırlar.
Türk halkı yüzyıllardır geri kalmışlığın pençesinde kıvranmaktadır Sathî tedbîrler onun derdine, dâvasına cevap veremez. Temelden değişiklikler gerekir. Toprak tarım ve köy reformunun bir arada düşünülmesi ve be nimsenmesi gerekir. Nitekim çağdaş İnsan, medenî her türlü unsura, vasıtaya sahip olandır. Köylünün yaşayışı nı değiştirmedikçe, yani o, şehirli bir yaşayışa kavuşturulmadıkça kalkındırılmış sayılmıyacaktır. Çünkü köy lünün yaşadığı ortam tamamen düzelmedikçe cebinin para veya altın ile dolmasının blr değeri olmayacaktır Bundan da anlaşılacağı gib! blr iktisadî devrim yanında zihniyet devrimine de ihtiyaç vardır.
alelade bir yere oturmuşlar, mahşerî ka labalığa bakıyorlardı, ufka bakarcasına gözleri kısık, dikkatli, zaman zaman kes kinleşen ve bir zaman sonra durulan göz-lerlp
tiir başka köşede, kutlanan bayramın kahramanları toplu haldeydiler. Onlar da tıpkı 93 harpçileri gibi gariptiler. Ölüme giden onlardı. Çarık giyen onlardı. Yetimleri olan, öksüzleri olan onlardı. Fakat, zafer şenlikleri yapanlar başkaları idi.«Kimdi bunlar? Hangi muharebeyi kazanmışlardı da bugün burada toplanıp, şenlik yapıyorlardı?» Bu soruları içinden soruyordu anıa, cevabını da hemen veriyordu: «İstiklâl Harbinden bu tarafa Türk Milleti başka harbe girmemişti. O halde bu şenlikler bizim içindir.» Bu düşüncesi fazla rahatlatmıyor. Buna rağmen, yine de gururla tebessüm ediyor kazandığı bir zaferin milleti için bayram olmasından: «Peki bize karşı bu ilgisizlik neden?» Bu soru yüreğine bir hançer gibi saplanıyor. «Hangi eller sapladı bu hançeri? Ne de zalim acısı var. Bir türlü geçmiyor. Oysa İstiklâl Harbinde aldığımız süngü yarası bile bu kadar acı çektirmemişti.» Bir anda yalnızlığını farkediyor. Bu kadar kalabalık sanki başka bir millettendir. Evi, karısı, çifti, çubuğu aklına geliyor, koşarak bayram yerinden uzaklaşıyorlar.
Evine, sabah merasime giderken üzerinde olan neşesinden zerre kalmadan dönüyor. Karısı şaşkın :
nen var, ne oldu?» diye — «Efendi soruyor.
— «Hiiç!» diyor. «Biraz güneşte fazla kaldım herhalde.» Nasıl söylesin? Zaferi kazanan kendileri olduğu halde, hiç ilgilenen olmadığını, bayramı kimin için yaptıklarının bile belli olmadığını. Kadındı o. Böyle ince işlere aklının ermesi gerekmezdi zaten... Kendi burukluğunu yine. kendi yaşamalıydı...
Evet, zafer kazananların katılamadığı, hor görüldüğü, bir kenara âdeta iteklen-diği bir anlayışa gelmiştik. Canları karşılığında Vatan bırakan dedelerine hor bakıyordu bu yeni nesil. Onları basit, bilgisiz ve geri buluyordu. Buydu Milletin çöküşü, buydu nesiller arasındaki uçurum. Bir millet böyle devam ederse, ayakta kalması mümkün olmazdı kolay kolay.
Evet, 93 den kalan dört gazi, İstiklâl Harbinin mücahitleri, sizler ulu, sizler kutlusunuz. Biz yeni yetmeleri bağışlayın. Vatan'ı ve Millet'i sizler kadar koruyamadık. Bütün kuvvet kaynaklarının sizlerde olduğunu biliyoruz. Yüzümüzü sizlere dönmemiz için çabamız var. Size lâyık olmaya çalışıyoruz. Dualarınızı bizlerden esirgemeyiniz.
IMGI
DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 8
M İ
• • «a
IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • İÇ OLAYLAR
HA. . HO
i den biz kaldık!..» Evet kapakta da gördüğünüz bu resimde 93'den kalanlar ne ka-- • manidar bir sahne teşkil ediyorlar. (93'den biz kaldık!..) Ağustos Zaferlerinin yıl-j lümünde sizlere bu konu ile ilgili orta sayfamızda bir röportaj sunuyoruz. Ayrıca carımız Dündar TAS«-R j e köşesinde bu konuya eğildi...
Türk'ün dünya yüzündeki varağından bile rahatsız olan dış |r iç düşmanlar, değil esir ola-|ak çeşitli devletlerin baskısı ıltında bulunan yüz milyona yalın soydaşımızın imha edilmelini plânlamak; dünyanın tek hür fOrk Devleti olarak bütün menfi şartlara rağmen ayakta kalfaya çalışan ve eski toprakları-l'in ancak onda birine sıkıştırılmış bulunan Türkiye'yi de parçalamak emelindeler. Bunu te-fıin etmek İçin her türlü çare-j:' deneyen bu tarihî düşmanlarımız, son olarak içerde satın Ü'dıkları ne idiyi belli olmayan (dinler kanalı ile Türk milletinin
İaremine kadar girmek, O'nun ıançlarını alaya alarak milleti ökünden sarsmak çabalarına
girişmişlerdir. Seçim dönemine {irdiğimiz bugünlerde bu tarz (arıştırmalar dikkate değer gö-f-'ikmekîedir.
ı İşte, önce Elâzığ'da sonra da funceli'de meydana gelen hâdiselere bu açıdan bakarak değerlendirmek gerekmektedir. Üç [>uçuk sokak serserisinden kurulu ve adına «oyuncu» denilen canatkâr bozuntuları bilmem nereden aldıkları paralarla şehir şe l.ir, kasaba kasaba dolaşarak hal h devletine karşı koymaya çağır inaktadırlar. Uyanık valilerin al-fıak istedikleri tedbirleri dinlememek cesaretini bile gösteren f.u bozgunculara destek olanla-|«n kimler olduğunu açıklamak jetkililerden beklenen en tabii | ak olarak ortada durmaktadır. Tunceli'nde ölen vatandaşlarımızın hesabının hem hâdiseye se-£ep olanlardan hem de bu olay-(jrı çıkarmaları İçin yurdun muh fcalif bölgelerine ekipler gönderen «enselerin —ki bize göre
asıl sorumlular bunlardır. Ve bunların yuvaları mutlaka dağıtılmalıdır— hesaba çekilerek, devletin ve milletin huzurunu bozmanın ve parçalama gayretlerinin hesabı sorulmalıdır.
• Bîr Dekan ve Oyunu O günkü basın artık ciddî cid
dî saçmalamaya başlamıştı. Konu yine komandolardı. Fakat haberi okuyanlar hayretler içindeydi. Çünkü komandolar, güya Hukuk Fakültesini işgal etmek istemişlerdi. Hattâ bir süre İşgal etmişler, daha sonra da vaz geçmişlerdi.
Oysa, okuyucuların hayretlerinin boşuna olduğunu gerçekten böyle bir olayın olamıyacağını öğ renebllmelerl İçin Hukuk Fakültesi Dekanını İyi tanımaları gerekiyordu. Hukuk Fakültesinin sık sık siyasî provakasyon yapmakla tanınan dekanı Uğur ALA CAKAPTAN'ın kimliği, komandolara sıçratılmak istenen çamurun nesebini ortaya çıkarması bakımından önemli idi. Fakat, sadece müfrit bir CHP II olduğunu ve O'nun çıkarları için her şeyi feda edebilecek bir zihniyette olduğunu bilen okuyucular Uğur ALACAKAPTAN'a kızmıyorlar, böyle bir dekanın sahneye koyduğu olayı gerçekmiş gibi kamu oyuna intikal ettiren basına İçerliyorlardı. Halbuki o
mahut basın bu gibi olayları değerlendirmek için daha baştan tedbirini almış. «KOMANDO» tâbirini Milliyetçi Hareket Partili BOZKURTLARA yakıştırmış. TEKZİP kapılarını kapamıştı.
Bu durumu gayet yakından takip eden MHP derhal bir bildiri ile müdahale etti ve Süleyman SÜRMEN (Genel Sekreter Yardımcısı) Partinin İşgal ve boykotlarla ilgili görüşünü bir kere daha açıkladı, MHP'nin asla ANARŞİDEN yana olamayacağını belirterek şöyle dedi:
«Boykot ve İşgaller mevcut olan huzursuzluğu büsbütün artır mış ve hukuk dışı hareketlerin kol gezdiği vasatın hazırlanmasında temel muharrik unsur olmuştur. Vatandaş hukuka güvenmeli ve otoritenin ciddiyetine inanmalıdır.
Bugüne kadar yapılagelen bitmez tükenmez boykot ve İşgal hareketleri millî vicdanı da yaralamış ve üniversiteliye olan güveni büsbütün yitirmiştir, öğrenciler arasında döğüşme ve dalaşmalar, öğrenci • öğretim üyesi arasındaki saygıdan ve sevgiden yoksun çekişmeler ız-dırap verici ve huzursuzluk kaynağı olmuştur. Bunun İçin biz Milliyete! Hareket Partisi olarak daima bu gayri ciddi ve gayri hukuki hareketlerin karşısında olduk. Hattâ bu hususta nizama yardımcı olmak için de elimizden geleni yaptık.
Bizim gençlerimizin Hukuk Fakültesinde başlatılan boykotla hiç bir alâkaları yoktur!»
Türkiye'de dini laçka edenlerden biri.. Abdur-rahman Şeref Laç.. Şerefli İslâm dinini masonlara peşkeş çekenlerden biri.. Abdurrahman Şeref Laç... Bu sayın «Laç» in Sabah gazetesindeki başmakalelerinden birinin başlığı.
«Biz Demirel'e karşı ha?» Bu makalenin altında, «Asla» ve «Kat'a», «Haşa» Biz Demirel'e nasıl karşı geliriz, nasıl karşı oluruz?!, havasında cümleler.. Sanki Sayın Süleyman Demirel peygamber... Yüzde yüz mason olduğunu kendisinin de bildiği Süleyman Demirel'e, bu ibadet derecesindeki bağlılık.. Üç - beş oy için; bir meb'usluk için bu ne riyakârlık?. Üstelik saf, temiz Müslümanları da aldatma, atlatma.
«Biz Demirel'e karşı ha!» Nerdayse Süleyman beyi Hz. Süleyman ilân edecekler... ve ismi anılınca selâvat getirecekler... Bu cemaat gazetelerinin, ceridelerinin, mücahit ser muharrirleri. Hem masonlara, yahudilere çatacaklar, böylece Müslümanlara gazete satacaklar... Hem de, başı, ortası, kuyruğu, etrafı yüzdeyüz mason olan bir iktidarı metedecek-ler, göklere çıkaracaklar.. Bunlar milleti bu kadar da mı safdil sanıyorlar. Sadece onlara bir hâdiseyi hatırlatmakla yetiniyorum.. Necmeddin Erbakan hâdisesini...
K«
HO! Bu «ha» cılardan sonra, bir de «Ho» cular.. Halk
oyuncularıymış bunlar... Ho simanın müritleri.. Halkın arasına girecekler.. Eski kapanan yaraları deşecekler, sünni-alevî kavgası çıkaracaklar.. Sonra da geçip karşısına seyredecekler.. Hakikaten bunlar Halk oyuncuları..
Sünni - Alevî, Türk - Kürt, patron • işçi, âmir -memur, zengin - fakir, ilerici - gerici diye Türk milletini parça parça edecekler..
«Ha» cılar Türk milletini kandırıp, uyuşturup, kapitalizmin haramına taliptirler, din mukaddesat ticareti yapacaklar.
«Ho» cular, Türkiye'yi kızıl emperyalizme peşkeş çekecekler..
ikisinden de illallah.»
Allah bu millete acısın!
SERDENGEÇTİ
• Kendini Bilmek Ağustos'un son günleri pek
çok insanın yüreğini ağzına getiren günlerdi. Bu günler malûm olduğu üzre, ön seçim kulislerinin döndüğü ve nihayet önseçim günü idi. Binlerce aday adayı listenin başına geçmek için ne para, ne şöhret, ne de İmkân bıraktı seferber etmedik Bu arada, en yakın dostlarını kıranlar, sevdiği İnsanlara iftira etmeye
neyin karşılığı idi? İşte, aday adaylarının tamamını katmak hak anlayışımıza uymaz ama, büyük ekseriyeti İçin doğru olan şey menfaat İdi. Oysa, bir memleketin parlamentosuna seçilecek bir kimsenin en azından o memleketin dertlerini çok iyi
kadar işi ileri götürenler, oldu. Delegelerin, elde edilmesi pahasına siyasî ahlâkı bir yana bırakın, insan olma haysiyetinin çizgisinden çıkanlar da görüldü. Bütün bu olanlar ve yapılanlar
değilse bile iyi bilmek mecburiyeti vardır. Bu mecburiyeti kendi nefsinde duyan kaç aday ada* yıvar dersiniz?.
Dünya milletlerinden parlaman ter sistemle idare edilenlerin tetkiki bizim parlamentomuzla mukayese edilirse, vasıf bakımından bir hayli gerilerde olduğumuz görülebilir kanaati, yaygın bir kanaatti.
SEBEP NE OLA?
Bizde parlamentoya seçilme mücadelesi yapan insanların,
DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYFA ı 9
•• •• DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR • DÜŞÜNCELER • IC OLAYLAR
D 0 » 9 © 0 »
genel olarak, siyasî partiler ta-tarafından zorla politikaya sokulan kişilerden terekküb etmiş Olduğu görülür. Böyle olunca, o kimseler kendilerinde milletvekili veya senatör olmak için aranan vasıfların mevcut olduğuna hükmediyor. Halbuki, siyasî partilerin davranışı tamamen, o bölgeden alacakları oyların hesabına dayanmaktadır. Bunu açıkça söyleyemezler, bu yüzden de pek çok iyi niyetli İnsanı politika bataklığına hiç hazırlıksız iteklemiş olurlar. Ne yazık ki, bu şahısların çamurdan kurtulmaları İçin, yardım da edilmez, sonunda onlar da bu bataklığın bitkileri haline gelirler, tam yetişkin olmadu-ları için de kısa bir müddet sonra tükenirler.
Siyaset yapacak kişilerin ortaya atılmadan önce, hangi gaye ile bu sahaya atıldıklarını kendi kendilerine hesaplamaları, bir durum muhakemesi yapmalrı en doğru yol olsa gerektir. Zira. şu veya bu siyasînin telkini ile konuyla ilgilenmeye başlayanlar, kısa bir müddet sonra bu bataklığın vâdettiği parlak, fakat kof şeylerin hayaline kapılmaya başlarlar, ondan sonra da bu girdaptan kurtulmaları mümkün olmaz, kendini her yere
namzet görür. Bu namzet görme safhası e
. «Romanya'da kapitalist ilişkilere güç veren 1829 Edirne Andlaşması oldu Rusların TÜRKLERE karşı askerî zaferlerini saptamış olan Edirne Andlaşması. Bu andlaşma Romanya'ya yönetimsel bağımsızlık tanıyor, içişlerinde serbest bırakıyor, ulusal milisler kurma ve öteki ülkelerle de ticaret yapma hakkını tanıyordu.»
«Osmanlı ticaret tekelinin ortadan kalkması kapitalist gelişmeyi hızlandırdı... Yeni üretim güçlerinin önündeki engel feodal sömürü biçimi ve OSMANLI baskısıydı.»
* «1848 hareketine Romanya'nın da katılması yalnız bir dış
etkiyle anlatılamaz. Romanya'nın da başkaldırması yüzyıllarca sürmüş olan sömürünün sonucudur.»
«OSMANLI İMPARATORLUĞU'nun doğrudan doğruya müdahalesi Süleyman Paşa, Ömer Paşa ve Fuad Efendi kanalıyla oldu. 1848 devrim hareketine müdahalede bulunan tek yabancı devlet OSMANLILAR değildi. BABIÂLİ bu kez Çarlık Rus-yası ile çıkar birliği içindeydi. Her ikisi de, Romanya'daki devrimi bastırmak istiyordu.»
** «Tekrar gelip yerleşen feodalizm olağanüstü durum ilân
etti, her yerde silâhlı muhafızlarını arttırdı, birçok köylüyü deliğe tıktı ve başka anti-demokratik tedbirler uyguladı. Balçesku gibi devrimciler OSMANLI İMPARATORLUĞU'nun başka yerlerine sürgün edildiler.»
Okuyucularımdan rica ediyorum. Lütfen yukarıdaki satırları bir kere daha okuyunuz. Hem çok dikkatli okuyunuz, çünkü belki size ilk anda bilmece sunuyorum gibi nelecek ama BU YAZIYI KİMİN VEYA KİMLERİN YAZMIŞ OLABİLECEĞİNİ SORACAĞIM!..
Kim yazmış olabilir? Romanya'lı biri, bir Türk düşmanı, bir hain olabilir değil
mi?.. Ve herşeye rağmen bir TÜRK'ÜN asla olamayacağına emin
bulunuyorsunuz herhalde. Ama ne acıdır ki, yazarı bir yerlidir (!) Doçenttir. Öğren
ci yetiştirmektedir. Öğrencileri Türk'tür. Yazı Türkçedir. Yayınlayan dergi mahutlardan biri olup Türkiye'dedir.
Bütün dilime gelenleri şu boşluğa sığdırıp yazarının adını sizlere duyaracağım. ( ) Doç. Dr. Türkkaya ATAÖV. Siyasal BÜiyler Fakültesi Öğretim Üyesi... Tarih, 26 Ağustos 1969.
Artık sizlerin dilinize gelenler için ( ) koymanıza lüzum yok. Serbestsiniz!..
SÜREKLİ DEVRİM..
Mahut haftalıkların birinin kapağı: «Ön seçimde oportünistlere oy verme» ve arkasından kocaman bir ünlem! Hemen yanında iki portre : AREN ve AYBAR. Birisi uykulu uykulu bakarken diğerinde «ne oluyor?» der gibi bir ifade var.
Hey gidi 60 sonrasının mahutları, artık papucunuz dama atıldı. Artık ajan oldunuz. Hem de Amerika'nın. O çok sevdiğiniz kapitalizmin. Ama üzülmeyin, aradan zaman geçecek, bugün sizin papuçlarınızı dama atanların papuçları da dama atılacak, onlar da onlardan sonra gelen yeni yetmelerce «Amerikanofil, ajan, oportünist» diye suçlanacak.
Bırak kafanı kaşımayı. Bilmiyor musunuz bu «sürekli devrimin gereği!»
Kırgın Değilmiş Gazetecinin biri yaptığı ista
tistikleri almış yanına, gitmiş Paşanın katına. Sormuş : «Ne dersin Paşam, koalisyon olur mu olmaz mı?» Eh görünürde CHP'nin bir varlık gösteremeyeceği ortada, Paşa elini şakağına götürmüş, soğuk soğuk terlemiş mi bilmiyoruz; «Koalisyon ola maz!» demiş. Ve hemen arkasından — seçimsel yatırımla karışık — ilâve etmiş : «Hiç kimseye kırgınlık göstermedim.»
Allah söyletiyor. Ne denir. Fakat millet hafızasının unut
madığı, unutamıyacağı bazı sözler var. Yine Paşaya ait. Biraz eskice ama unutmuyor millet. Yazalım da merak etmeyin :
yıllardan 1950. Seçim yapılmış. Paşamız kaybetmiş, Çankaya' dan ışıl ışıl Ankara'ya bakıp mırıldanmış «NANKÖR MİLLET!»
Tabii millet de sıfatını (!) unutmamış.
ASIM
tehlikeli safha olur, sadece eş, dost kırmakla kalmaz şahsiyetler de sıfıra müncer olur.
İşte Ağustosun son günlerinde biz, bunların pek çoğunu bir arada görme şanssızlığına uğradık. Bilhassa büyük partilerde olan çekişmeler ibret verici sahnelerle dolu idi. Memleket ve Millet uğrunda çalışmayı ideal edinen kimselerden kurulu siyasî partilerde bu davranışlar mevcut değil denemese bile askerî seviyede idi.
Milletvekilleri seçimlerine yaklaştığımız şu günlerde, kişilerin kendini bilmelerine en çok
OKUYUCULARIMIZA, GEREK BİZZAT GELEREK VE GEREKSE MEKTUPLA OKUYUCULARIMIZ DEVLETİN ESKİ SAYILARININ NASİL TEMİN EDİLEBİLECEĞİNİ SORMAKTADIRLAR. P. K. 284 BAKANLIKLAR ANKARA ADRESİNDEN TEMİN EDİLEBİLİR, DUYURURUZ.
•
SAĞ - SOL KAVGASI
Yazan : SÜLE/MAN SÜRMEN
İsteme adresi : Konur Sokağı Rona Ap. Kat 3
Kızılay - ANKARA
310 sahife fiyatı 10,— lira
Butun Kitaplarda Talebelere
•XS>oG5C« *£>«<3a» «= )»G=» <
Sebat
Milletin omuzlarında milleti ayaklar altına alanlar. (Zirveye tırmanmak, ne güzel şey)
B A Y İ L İ K T E Ş K İ L A T I 2 0 t e n z i l a t . ı,,,; ı
Mi l l i ye tç i v e a p ı l i r . Mukaddesatçı k i t ap la r ı A n k a r a ' d a e n e m i n şek i l de t e ' m i n
e d e c e ğ i n i z m ü e s s e s e . > Jttııktz,: 3gma @ail.
(Rlkıalan. f{)aıajL v \ (İl&. i4 JLızday
) dn kata J + $<tbe : A'actbaıjtam
/ r~iııfa Kdtfisı 'J(o 27 i hıleata n
* >EVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 10
Arkamdan bir tanıdık ses.- Bir dost sesiyle çağrılıyorum... Ağaçların koyu gölgeleri arasında Ahmet Yücel'i görüyorum. «Ağabey, ağabey» diyerek koluma giriyor. Zarif bir gülümsemeden sonra anlatmaya başlıyor: «Dün gece bir rüya
, gördüm... Tesirinden halâ kurtulmuş değilim... Beyazıt Camiinin avlusundayım. musalla taşında si-
! yah örtülere sarılı bir tabut, tabutun ardında mey-\ dam dolduran bir topluluk, hayır bir (Cemaat-»
Kûbra), saygı ve hürmeti hak etmiş kadri yüce * bir imam. Hacı Abdurrahman efendi hazır bulunu
yor. — ER KİŞİ NİYYETİNE — namazı kılınan bu er kişinin kim olduğunu öğrenmeye vakit kalma-
I dan imam efendi cemaata dönerek titreyen, yakıcı ve tesirli bir sesle hitap ediyor: — MUHTEREM CEMAAT, Ahmet Yücel beyin îmanh. amel-i salih
[ sahibi ve ehli sünnet vercemaattan olduğuna şahadet eder misiniz? Bu sual karşısında yüreğim
i ağzıma gelecekmiş gibi heyecanlandım. Demek tabutta yatan, namazı kılınan ve şu cemaattan tezkiyesi istenen ben misim. Şehadetlerine müracaat
l edilen topluluğun vereceği cevabın müspet olup M olmayacağını merak ve endişesi içerisindeydim.
Seneler kadar uzun gelen bu birkaç saniye içinde saflara göz gezdirmeden kendimi alamadım. Beni eksikli bulan, sevgisini kazanamadığım, hatırını kırmış olduğum veya acı tenkitlerime hedef tuttuğum, hüsnü şahadette bulunmayacak bir kişi bulunabilir mi? sualini aklıma getirmek bana ürperti veriyordu. Bize sağlığımızda birlik ve beraberlik içinde belli hedeflere varmak azmiyle müşterek çalınmanın hazzını tattırmayan üstad. ağabey ve arkadaşlarımızın hepsini yan yana, omuz omuza, toplu olarak bir arada görüyordum. Aman ALLAH'-im bu ne göz yaşartıcı manzaraydı. Bu seçkin ve asil topluluğun bir CEMAAT-I KÜBRA teşkil edercesine toplanmasına madem ki ölümüm sebep o-iuyordu, keşke on, /Irml sene önce ölseydim de. bu muhteşem, birlik ve beraberliğin, ümit ve aşkın sembolü olan cemaat teşekkül edeydi, diye düşünmeğe bile vakit yoktu. Zira, önlerinden geçmeye haya ettiğim, el öpüp dualarını aldığım ulu kişiler... Ağlamaktan gözleri şişmiş arkadaşlarım, yüzleri rengini kaybetmiş ağabeylerim ve çoğu zaman acı tatlı tenkitlerime hedef olan gönüldaşla-
j rım, beni Hak huzuruna ak alinin çıkaracak şehadet* Î bulundular Göklere yükselen şehadet ederiz sedası içimdeki bütün değişik duygu ve düşünceleri bir bıçak gibi keserek tam bir kalb huzuruna kavuşturdu. Sevinç ve heyecanımdan göz yaş tarımı tutamadım. Cemaat ağlıyor, ben ağlıyordum, içlerinde bulunan bazı ağabey ve arkadaşlarım hakkındaki bes'ediğim zanda yanıltmış olmamdan dolayı vücudumu ter basmıştı. Onları kucaklayıp kendilerinden özür dilemek, helâlleşmek ve minnettarlığımı sunmak arzusu ile saflara yönelirken kendimi tabutun içinde his*-"'er ç.ibi oldum. Üzerimi örten siyah örtünün üzerinde yazılı Kelime-i Tevhid vücudumu ana kucağı sıcaklığına denk bir rahatlık ve yumuşaklıkla kuşanmıştı. Gök lerde uçan bir kuş kadar hafiflemiş, sırtımdan ağırlıklar inmiş gibiydi. Muhitimi kuşatan, görüş ufkunu daraltan duvarlar yıkılmış, mesafeler açılmıştı. Ufuklar ezelle ebedin ittisal ettiği noktalar kadar genişlemiş, ıtır kokuları, erguvani renkler etrafımı çepçevre kuşatmıştı. Tabutum omuzlar üzerinde yükselirken dökülen her damla yaş, yanan yüreğime serpilmiş su serinliği veriyordu. Edirnekapı mezarlığına ulaşılınca Allah, Allah dedim, sanki kalbimden geçen biliniyor, Mehmet Akif, Ahmet Naim ve Hasan Basri hazretlerinin burada metfun olduklarını biliyor bu ulu zatlara yakın olarak gömülmeyi arzu ediyordum. İşte bu arzum da yerine getiriliyordu. Ne acalp ve izahı zor bir hal içinde*"4'"" v«» Pahbi'
Ben, hem tabutun içindeydim, hem de omuzlarda taşınışımı ve sel gibi akan cemaatı görerek intihalarımı değerlendirebiflyordum. Elden ele iletilen tabut, mezarıma yaklaşırken gözümden renkler, ışıklar, şekil ve suretler silinir gibi oldu. Nu-ranî bir parlaklığa bürünen, ortalığı ruhaniyet âleminin tatlı meftemieri serinletirken bulutlar arasından gülümseyen üç nuran! sima bana gel evlâdım diye ellerini uzattılar. Hayalimin sultanı vs neslimizin rehberi olan, kendilerine kavuşmak is-tiyakiyle yandığım Mehmet Akif, Ahmet Naim ve Hasan Basrl hazretlerinin İstikbalime geldiklerini hatifi bir sesle öğrenince kendimi kucaklarına bırakmıştım.
Semalara doğru yükseltilirken, rüzgârlayın eser, bülbülleyin öter, goncalayın kokar gibi çiçekler, tarhlar, köşkler ışık ve renk meşheri arasında yol alıyor, yol alıyordum. Akif merhumun lâtif ve sıcak bakışlarını üzerimde hisseder gibi olmuş ve ağzından çıkacak sözleri kaçırmamak için dikkat kesilmiştim. Okşayıcı, iç açıcı, yumuşak fakat bazan da perde perde yükselen bir sesle
***&mmmmmmmmammmtmummmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm
Ahmet Yüceliri
Rüyası tenezzülen bana şöyle hitap ett i ler: Evlâdım, bel demize sefalar getirdin sekiz gündür cümle ervah yolunu bekleriz. Arkadaşların seni bırakmamak İçin âdeta kadere meydan okurcasına ayak diremiş, akan kanına bedel kan verelim, tek sen kur» tulasın demişler. Yüzelliyi aşkın memleket evlâdı kan merkezine koşarak hamiyyet yarışında biri diğerinden geri kalmamış. Vücuduna elli torba kan verilmiş bir hafta müddetle bu fedakâr ve hamiy-yetll gençlerin temiz kant damarlarında dolaşmış. Bir fani için bu ne göğüs kabartıcı mazhariyet, bu ne bü yükbir vefakârlık ve sadakat örneğidir. Eğe' sağlığımızda böyle çarpıcı bir tablonun şahidi olsaydık, Safahat'ımıza bir sekizincisini ilâve etmemize sebep olurdu.
lüğümü belirtmiştim. Ve milletçe millî bir kıyama kalkarak düşmanı denize dökmüş, zafer neşidesi olarak da İstiklâl Marşını yazmıştık. Daha sonraki yıllarda öyle hâdiseler oldu ki biz de tekrar ümit ve azmimizi handise kaybetmek üzereydik. Zafer güneşi küsufa uğramış gibiydi. Hilâl, ezan ve şüheda gibi kelimeleri elfaz-ı islâmiyedendir diye istiklâl Marşını değiştirmek cüretinde bulunan pespayelere karşı ne kalkan bir el, ne de haykıran bir dil gördük. (Taş taş bünyan-ı mersus yıkılırken) göğsünü bu yıkım ve izmihlale karşı geren tek bir kişi çıkmadı. (Şirazesiz bir kitabın eczaları gibi) millet varlığı param parça olur ve fertleri birbirine bağlayan ve millet vakıasını mey dana getiren mukaddes dokuyu, lâğım fareleri kemirip parçalarken ne gencinde bir kükrme ne ihtiyarında bir feryad duyduk. Deveti Âliyeyi Osma-niyenin en kudretli taçdarlarına bile Hak namına kafa tutan ve onları Hakka davet eden Zembilli Ali efendilerin, ibni Kemallerin yetiştiği beşyüz yıllık şerefli bir maziye sahip koskoca Darülfünundan ne bir içtimaiyatçının ne bir tarihçinin ne da bir mütefekkirin bu gidişe «dur!» diyen sesini duyduk.
Lillâhil hamd bıraktığımız yerden harekete ge çen ağabeylerinizin mukaddes emaneti yüklendiğini, yıkılan koskoca bir medeniyetin enkazı içinde buldukları asarı, yeni terkiplere giderek, nazarlarınız önüne sürmeye çalıştıklarını duyduk. •Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes, Ey kahbe rüzgâr artık ne yandan esersen es.» diye haykırarak ortaya atılanların ülkümüzün yayılması, benimcenmesi ve kıvama gelmesi yolunda pek çok emekleri geçmiş, fakat onlar da korkunç bir gafletin içine yuvarlanmış, sen ben kavgasına düşmüş. Her biri bir kurtarıcı edasına bü rünüp, siyaset sahnesinin, fikir meydanının post nişini olmuş... Sizlere belli bir inanç ve ideal aşılamakla beraber kalplerinize sizi birleştirip topla yıcı, "Böyük hamlelere sevkedici gerçek güç kaynağını, yani hakikat sevgisini, Hakka teslimiyeı duygusunu, aşılayıp geliştirmeyi ihmal etmişler. Taklitçi, dedikoducu, parçada boğulucu .olmaktan alıkoyacak iç müeyyideyi size kazandıramamışlar. İçinizde heder olup giden kabiliyetleri keşfedip hamiyyet kanatlarını oerecekleri, kabili yetlerinizin gelişmesi istikametinde koruyucu ve kurtarıp; her türlü tedbiri alarak, yetişme ve gelişme sahaları açacakları yerde, söylemekte fayda görmediğimiz işlerin peşinde koşmuşlar.
Bu neslin acıklı hikâyesini Remzi Oğuz'un, Rahmi Eray'ın, Hızaloğlu Zihni'nin ve Sait Mutlu'-nun ağzından çok defalar içimiz kan ağlıyarak din-lemişizdir.»
Hazret coşmuştu. Ölümünden bu kadar sene sonra memleketimizin ve neslimizin bugünkü durumunu en ince teferruatına kadar bilmesi beni şaşırtmıştı. Konuşmasını heyecanla takip ediyordum. Hazret sesini yükselterek tekrar konuşmaya başladı: «Bu bir türlü birleşemeyen, anlaşamayan gayret ve himmeti bir noktaya hasredemeyen neslin, ağabeylerinizin Hak huzurunda davacısı ben olacaktım. Fakat senin bu âleme göçüşün esnasındaki gösterdikleri sıcak ve samimi alâka, seni ancak sana ve onlara yakışır bir tarzda yolcu etmeleri kalbimden bu arzuyu siler gibi oldu. Ümi dim odur ki. bu ağabeylerinle geride bıraktığın nesl i necip elele verip bütün ayrılık, fitne, dedikodu ve küçük hesaplara karşı seil-i seyf ederek karşı çıksın. Bütün maniaları aşarak Şeyh Galib va r i :
«Ölme var, ayrılma yoktur öyle tuttum damenin» diyerek bir daha bırakmamak üzere Allah'ın ipine sımsıkı sarılsınlar. Senin kurtulman için gayret gösterenler elbette kader'in hükmünü tevkif edemezlerdi. Kader göçmenizi mukadder kılmıştı. Fakat aynı samimî gayret ve birlik havası içinde; aym azim ve irade ile dinü devletle mülkü mille* t in ümranı için çalışılırsa yükseliş ve itilâ kapıları açılacaktır. İNŞALLAH bu büyük ve çileli işin üstesinden gelinir.
Evlâdım, sözü farkında olmadan uzattık, şairliğimiz tuttu, gönül denizi dalgalandı. Seni burada daha fazla alıkoymak insafa muhaliftir. Zira milyonla ervah başlarında, Selçuk Sultanları, Devleti Atiyeyi Osmaniye'nin uluları, Horasan erenleri, Rumeli beyler], Türkistan şehldleri biran önce seni görmek için sabırsızlanıyor ve tehalük gösteriyorlar. Artık onların katına çıkmak zamanıdır.»
Kulağıma gelen bir sesle gözlerim açılıyor, yatağımdan fırlıyorum, vücudum ter içinde kalmış, kalbim heyecanla çarpıyor, biraz kendime gelir gibi olunca anlıyorum k i : Bizim için bir rüya olan sevgili Ahmet rüyasını bize rüyamızda anlatmış. Anlaşı lan, rahmetli orada da boş durmuyor. Bizleri Akif ve Naim merhumların karşısına çıkarıp başımıza yıldırımlar yağdırtıyor. Himmetin var, kabrin nü* olsun...
Aodûlbh Dervişoğlu ——— — — — — — — ~ »
A ah inancı, din duygusu ve millet fikri olan herkesle merhabalaşman, dirsek temasını devam ettirmen, aralarındaki ilim ve fazilet bakımından derece farkına rağmen bir HATTI MÜSTAKİM üzerinde bulunmalarına çalışman tabutunun başında bahsi edilen o seçkin cemaatın toplanmasına sebep olmuş. O kadar ki «gelin yapmayın, etmeyin, küçük hesapları bırakın. Büyük, çetin ve omuzlar çökertici bir dâvanın takipçilik vazifesini kader sizlere lâyık cörmüş. Maslahat bu dâvanın gerçek-leşmesindedir. Maksat ve maslahatı nefis ve gururunuzun hatırı için feda etmeyin. Falancılığı f i-lancılığı bırakın. Meşrep ayrılığını, mezhep ayrılığı haline getirmeyin. İman ve amelde birlik olduktan sonra meşreplerdeki farklılık gayret ve himmetin birleşmesine mâni değil» diye feryad etmek ten sesi kısılan hamiyyet erbabı ile kendi iç dünyaları gibi dünyanızı, memleketinizi, İstanbul'u hat tâ Marmara Kıraathanesini bölerek, parçalayarak dairelere ayırma gayreti içinde olanlar... Oturdukları masaları bir post kabul edercesine sinek kapanlar misali kendilerine tilmiz ve peyk arayanlar... Aynı dert aynı gaye ve aynı ızdırabın adamları oluşları şüpheden beri iken, birbirlerine Tanrı selâmını hangisinin daha öne? vermesi lâzırr; geldiğinin hesabı içinde olanlar Millet-i İslâmiye-yi birbirine bağlayan bütün rabıtaların koptuğu veya gevşediği bir zamanda Allah'a uzanan ellerin birleştirilerek mi, yoksa açılarak mı kaldırılacağa na, başa giyilecek takkenin siyah mı yoksa beyaz mı olacağına, dair münakaşalarla topluluğu meşgul edip. yapılması farzı ayın hükmünde olan nice hizmetin ifasından gafil olanlar! Milliyetçilik, dindarlık ve insanlığı kendilerinde başlatıp yine kendilerinde bitiren, kendi şahıs veya zümrelerinden başka, şahıs ve zümreye hizmet etme şans ve hakkını tanımayanlar... Türklük mü önce gelir müs lümanlık mı gibi icapsız ve akılsızca ortaya atılmış deli saçması suallerle neslinizi birbirine düşüren, cephenizi parçalayan ve parçalardan herhangi birinin başına geçme rolünün kendisine yakıştığını sanarak, haşa, o havanın verdiği sarhoşluk İçerisinde Türkçülük ve Müslümancılık oyunu oynayanlar. Mensup bulundukları parti, kulüp hattâ derneğin içinde ve dışındaki rakiplerine daha güçlü görünmek için bazı siyaset dışı has kuruluşlara tasalluttan nefislerini men edemiyenler... Velhasıl milliyetçi ve mukaddesatçı bilinen herkes senin cenazende hazır bulunmuş, yanyana gelmiş, namazım kılmış ve Hak huzurunda îman ve lyl amel sahibi olduğuna şehadet etmişler. Bu hadise — senin meziyetlerinin oynadığı rolü inkâr etmemekle beraber -— milletin özünden sökülüp atıla-mıyan bir cevher-l aslinin tezahürüne de vesile olmuştur. Bir felâket ve musibet ânında batış ve yıkılış yıllarında dumura uğradığı sanılan bu asil duygu birdenbire kabarır. vadileri dereleri dolduran bir umman olur. Bunun nice canlı misallerinden birini sağlığımızda görmüşüzdür. Mütareke yıllarında :
«Ruhum benim oldukça bu îmanla beraber, Oçyüz sene, döryüz sene, beşyüz sene bekler.»
diyen Nazif bey biraderimize :
«Beşyüz sene bekler mi, nasıl bekliyeceksin?» diye çıkışarak memleketin maruz kaldığı felâketten kurtulması hususundaki sabır ve tahammülsüz
mm
DEVLET * 1/EYLÜL/1969 * SAYf A Î f t
Adalet Partisi'ne oy veren vatandaş ekseriyeti, Müslümandır, muhafazakârdır. CHP devrimciliğine, yani Tanzimat'tan beri devam edegeien köksüzlük hareketine karşıdır. Bu halkın nezdinde komünistlik, solculuk en büyük alçaklıktır, son derece ayıp bir şeydir! Komünist demek, bütün kötülükleri nefsinde toplamış, âdi kimse demektir. Bu kelime, bir hakaret lâfzıdır. Masonluğa gelince, bunu da teferruatı ihmal ederek, dinsizlik olarak anlamış; masonların, kendi maneviyatına yabancı ve uzak kimseler olduğuna kat'i kanaat getirmiştir. Bu anlayış ve değerlendirme, elbette yanlış değildir; aksine şahane bir sağduyu eseridir. Kısacası Türk halkı, ilerici geçinen inkılâp softalarının, solcu, komünist ve masonların gerici, yobaz, şeriatçı, ırkçı, turancı, kafatasçı filân diyerek kötülemeğe çalıştıkları ve ittifakla can düşmanı oldukları; Türk • İslâm sentezine bağlı, samimî mü'min ve vatansever milliyetçilerin dünya görüşüne bağlıdır. Milliyetçilerin, düşman grupları çileden çıkaran, mânâlarına gönül vermiştir. Daha doğrusu milliyetçiler, bu halkın, bu milletin bağrından çıkmış öz evlâtları olarak mânalarını milletlerinden almışlardır. Halkımızın Adalet Partisi'ne teveccühü de, bağlı olduğu mânaların amansız düşmanı olarak gördüğü CHP nin şerrinden uzak olmak kaygısından ve AP nin bu mânayı temsil ettiği zannından ileri gelmektedir.
Bugün artık kat'iyetle anlaşılmıştır ki, AP nin tutumu, durumu, icraatı ile; partiye hâkim olan kadronun zihniyet ve yaşayışıyla Türk milletinin bağlı olduğu ulvî mânaların hiçbir irtibatı yoktur. Bu husus pek çok hâdise ile sabittir. En son Ve artık eblehlerin bile gözlerini açacak misâl Odalar Birliğindeki durumdur.
Odalar Birliğinin eski başkanı Sırrı Enver Batur adlı bir masondu. Bu adamın tekrar seçilemiyeceği belli olduğu için, masonluğunu inkâr ederek AP ne Genel Başkan ve sonra da Başbakan olan Süleyman Demirel Hükümeti tarafından bu müessesenin seçimleri, uydurma bahanelerle ertelendi. Yalnız, karşı taraf hazırlıklı olduğu için oyun boşa gitti : bir başka uygun usulle yine mason Sırrı Enver Batur düşürüldü. Yerine Prof. Necmeddin Erbakan seçildi. Hükümet, masonlar, ya-hudiler elbirliği ile Erbakan'ı indirebilmek İçin bütürv güç ve imkânlarını seferber ettiler. Nihayet, «Masonluğum en büyük iftî-harımdır» diye beyanat veren mason Sırrı Enver Batur, tekrar ve kanunî formülüne uydursalar bile, yüzde yüz haksız bir tasarrufla, Odalar Birliğinin başına oturtuldu.
Profesör Necmeddin Erbakan'ın günahı, taksiratı nedir? Bizzat mason gazetelerinin yazdığına göre : Erbakan Müslümandır. Müslüman ve dindar çevrelerle îner, kalkar. Namaz kılar. Hattâ Odalar Bir liginin modern binasının alt katını mescit haline getirmiştir. Oruç tutar, çevresindekileri de oruca teşvik eder. Kapkaççı gay-rimillî yahudi ithalâtçılara karşı millî sanayii ve namustu sermayeyi, müslüman Anadolu sermayesini savunur. Zeki ve kabiliyetlidir. Odalar Birliği'nin işlerini fevkalâde çekip çevirecek ehliyettedir. Kısa zamanda parlaması ve şöhret yapması, kuvvet kazanması mümkündür. Bu kazanılan kuvvetin yahudi sermayesinin ve mason saltanatının zararına olacağı hesaplan maktadır. İşte bu günah ve özürlerinden (!) dolayı Odalar Birliği Başkanı olmamalıdır. Mason biraderler böyle ister Hahu-di sermayedar böyle ister. Solcu namus-
KUVVET;
FAKAT
KİMİN
ELİNDE
suzlar, güya kökü dışarda sermayenin karşısında oldukları halde, İslâm ve Türk düşmanlıkları her şeye galip olduğu için böyle ister. Ve Islâmköylü, yalan söyleyip masonluğunu gizleyerek AP Başkam ve ordan da Başbakan olmuş Süleyman Demirel, masonluğuyla iftihar eden biraderi, üstadı Sırrı Enver Batur'u getirip başkanlık koltuğuna oturtur. Geçmişi ve istikbâli ne olursa olsun, bu hâdisede İslâm - Türk'ün maneviyatını, menfaatini temsil eden Erbakan uzaklaştırılır. Erbakan, gerçekten solcu, mason ve yahudile-rin zannettiği adam mıdır? Nereye kadar müslümandır, ne kadar mücahittir? Bilmiyorum. Yalnız, değil mi ki, şer cephesi «onu öyle zannederek karşısına geçmiş ve uzaklaştırmıştır, mesele bizim ilgimizi çekecek bir mahiyet kazanmış demektir. Zira Odalar Birliği'nden kovulan Erbakan'ın şahsı; masonları, yahudileri asıl tedirgin eden bizzat Erbakan değildir. Onlar asıl,
Selim SAMI
İslâm îmanından ve Türklüğün «Hakkım!» diye şahlanacak kudretinden ürküyorlar. Bu mânaları da Erbakan'ın şahsında teveh-hüm ettikleri İçin ona saldırıyorlar. Bizim şahsı hakkında hiçbir kıymet hükmüne sahip olmadığımız Sayın Profesörü savunuşumuz da işte bu hâdise çerçevesinde temsil etmek durumunda olduğu mânalar sebebiyledir. Yoksa bir kere kovulduğu ve kendisini can düşmanı ilân etmiş, en son oturduğu koltuktan bir tekme ile hakkı hukuku çiğneyerek uzaklaştırmış olanların kapısına büyük bir pişkinlikle tekrar başvuran bir Erbakan o kadar savunmaya değer bir şahsiyet olmasa gerek. Meğer ki pek hususi hesapları olsun.
Her ne hal ise... Odalar Birliği meselesi bizatihi ne kıymet ifade ederse etsin, delâleti bakımından mühimdir ki , o da, daha önce işaret ettiğimiz gibi, AP nin, Türk milletinin maneviyatı ve menfaati ile esastan bir ilişiğinin kalmadığı hususudur. Bu zaten belliydi; bu hâdise ile bir kere daha belli olmuştur.
AP de sağcı, milliyetçi olarak tanınan bir grup vardır. Gerek bu grup, gerekse taşra teşkilâtının ileri gelenleri Demi-rei'in masonluğunu, partiye hakim olan kadro ve zihniyetin Müslüman Türk milletine uzak ve yabancı, hattâ şer olduğu
nu bilirler ve itiraf da ederler. Herkesin bilmediği, binbir perde gerisi olay da anlatarak sözlerini kesin delillere bağlarlar. Buna rağmen partide kalış mazeretleri şudur : «Bütün bunlar böyledir ama, ortada bir kuvvet var. Bunu bırakıp gitmemiz uygun olmaz. İçinde bulunmak suretiyle az da olsa fikrimiz ve dâvamız için istifade ediyoruz. Ayrılsak onu da kaybederiz!» Bu daha ziyade mebus, senatör olanların fikridir. Taşrada da başlıca mazeret CHP dir. Başlıca soru şudur: «Bir CHP iktidarı veya CHP l i , TİP H bîr koalisyon daha mı iyi olur?»
AP nin bir kuvvet olduğu muhakkak ve aşikârdır. Ancak bu partinin hâkim kadrosu, kendi köküne ve varoluş sebebine ihanet etmiştir. Müslüman Türk halkından aldığı kuvveti, ona karşı kullanmaktadır. İçerden bîr huruç hareketiyle partiyi gerçek sahiplerinin eline vermenin mümkün olmadığı da müteaddit denemelerle sabit olmuştur. O halde bu kuvvet AP den alınmalıdır.
CHP l i , TİP li bir iktidar elbette mason iktidarından daha iyi değildir. Ancak, masonların da Türk milletine CHP ve TİP den daha yakın ve faydalı olduğunu kimse iddia edemez. Türk'e düşmanlıkta hiç farkları yoktur ve bu hususta mutlaka daima yanyanadırlar. Kaldı ki, AP den kuvveti almanın alternatifi, mukabil şıkkı mutlaka CHP ve TİP iktidarı değildir.
Türk milletinin bağlı olduğu, özlediği oy verdiği mânayı bugün siyasî hayatımızda temsil eden lider Alpaslan Türkeş ve parti, onun liderliğindeki MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) dir. Yani Demirel'e doğ ru akan Türk halkının asıl aradığı Türkeş'-dir. Onun temsil ettiği milliyetçi maneviyatçı dünya görüşü ve ahlâklı, yiğit politikadır. Bunun böyle olduğunu da yine gerek halen AP nin içinde, bir kısmı kovulmayı bekleyen parlamenterler, gerekse uyanık vatandaşlarımız ve bizzat AP teşkilâtının önemli bir kısmı bilmektedirler. Yalnız yukardaki mazeretlerine ilâveten derler k i : «Türkeş iyi hoş, ama güçsüz! • İşte böylece bilenler söylemez, bilmiyen masum halk da aldatılmakta, zan üzere amelde devam eder gider
Oysa, bugün bir güç haline gelmiş olan AP 1961 de gayet anormal şartlar altında kuruldu. İlk girdiği seçimde İktidara ortak, ikincisinde tek başına iktidar oldu. Demek İstiyoruz ki , kuvvetin dağılması ve tekrar başka bir merkezde toplanması problem değildir. Kuvvetin toplanması gereken merkezde üç hilalli bayrak kaldırılmıştır!
•
Bilenler susmaz, hakkı söylîyerek hal kımızı uyarırlarsa, bugün yahudi, mason ve devrimbaztar elinde bize karşı kullanılan kendi gücümüz, Türkeş'in muktedir liderliğinde düşmanlarımızı kahredebilir.
Türk milletinin esenlici için bu netice mukadderdir. Endişemiz zaman kaybın dandır. Zaman kaybı ve gecikme de en çok milletimizin aleyhine ve zararına ola çaktır. Bu bakımdan rahatlıkla diyebiliyo-ruz ki, milletini sevdiğini iddia eden. milliyetçiyim diyen ve siyaset sahnesine atıl mış veya atılmakta bulunan herkes, eğer samimi ise, üç hilâl İçin çalışmalıdır. Çünkü bu Türk'ün kudretinin, Türk için, yahudi ve masonların elinden alınıp TürkV verilmesi demektir.
. DEVLET • 1/EYLÜL/1969 * SAYFA: 1t
DÜRT GAZİ • SD
Cjy^t^^ /c*/*ı° MİLLİYETÇİLİK 93 Harbi millet hafızasında bir tarih başlangıcı
ve bir dönem sonudur. Bir felâket ifadesidir. 1699'da biten fetihler devrinden sonra düşmanın, Anadolu toprağına, kimsenin gelemiyeceğine inandığımız öze saldırmasıdır.
«Aldı Nemçe bizim Nazlı Budin'i» diye yas tutan bir milletin Erzurum'u, Kars'ı savunmaya mecbur oluşudur. Ne korkunç bir kader. Bütün kahramanlıklara, kumanda kademesinde Gazi Osman Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa gibi dehâ sahiplerinin bulunmasına rağmen, Rumeli'nin büyük kısmı ile Anadolu'nun üç vj lâyeti (Kars - Ardahan - Artvin) elden çıkmıştır.
Dahilî azınlıkların, haricî düşmanla beraber olduğu, onlar bayram ederken bizim yas tutuğumuz bir tarihtir (93). «Üç vilâyet» fethedilmiş yabancı ülkesi değildi, himaye altında toprak değildi, tâ «Dede Korkut» gününden beri Türklerin oturduğu, el sürülmez yurdumuzdu.
Yaslı devre 1923'e kadar kesiksiz sürdü. Osmanlı nizamı içinde eşitlik şerefiyle yetinmeyen kavim kırıntılarının, Avrupa tasmasını boyunlarına taktıkları güne kadar isyanlar, entrikalar, harpler birbirini kovaladı. Bir devlet olmak için gerekli ilk şarta sahip olmayan, yani nizam için hürriyetini, istiklâli uğruna canını vermeyi göze alamayan zavallıların akıbeti, Avrupalı'nın birbiri ile yaptığı müzakerelerin sonundaki muvazeneye tâbi oldu.
Hiyanetler serisi Türk'ü Türkiye'de, Sakarya'da, Toroslar'da. Muş'ta döğüşecek kadar sıkıntılara düşürdü. 93'ten kalanlar torunlarıyla beraber buraları da korudu. «Nene Hatun'un» kardeşleri, Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nm torunları bu savaşları da yaptı, el değmez yerlerin iffetini korudu. Türk'ün lütfettiği eşitliği gasbedilmiş üstünlük sananlar İngiliz - Fransız hâkimiyetinde mal muamelesi görmekten gocunmadılar.
93. büyük göçlerin de başıdır. Şâmil'in savaşında son kozlarını kaybedenler Kars'a gelmişti. Kars'ın Rus eline düşmesi, Kafkas'ın mağlûp yiğitleriyle Kars'ın, Artvin'in, Ardahan'ın kahramanlarını beraber göçürdü.
Türk'ü başka milletlerden ayıran en esaslı faktör bu göçebilme bayrağının gönderden indiği yerlerde, maldan, mülkten geçebilme vasfıdır.
Rumeli'nde çoğunluktuk. Fatih olduğumuz için sahiptik. Onbinlerce dönümlük çiftliklere malik Rumeli ağaları vardı, «demir kuşaklı cihan pehlivanları» m taraf taraf gezdiren beyler bulunurdu, bedestenlerde onbinlerce altını bir sene sonra gelecek mal için senetsiz yatıran tüccarlar vardı.
Bir gün bu ülkede bayrak değişti ve göç başladı. Bu efendiler, bu ağalar, bu beyler her şeyi bıraktılar ve bayrak gölgesini takip ederek tâ Ankara'ya kadar adım adım göçtüler. Zengin amma ikinci sınıf olmaktansa, aç ve fakat birinci sınıf insan olmayı tercih ettiler.
Tarlasındakini komşunun keçisi çiğneyince adam öldürecek kadar mlına sahip çıkan Türk, bayrağın gölgesi çekilince dünyanın bütün nimetlerini hiçe sayabilmektedir.
Kıbrıs'ı düşünün, idareyi devrettiğimiz gün 3 Türk'e bir Rum vardı. Bugün 3 Rum'a bir Türk kaldı, iki misli azaldık, 8 i Anadolu'ya göçtü.
Kapakta 4 gazi var, 93 Harbinden kalma. Mesut mağrur, mütevazi, neşeli, edepli, iddiasız, sakin, derli-toplu 4 gazi. Aksakalları, açık alınları, mahcup bakışları ile yanyanalar.
Hayasızlığa, şarlatanlığa, soysuzluğa, ahlâksızlığa karşı sıradağ zirveleri gibi dikilmiş duruyorlar. Anadolu'da neden sağlam oturuyoruz? Bu gazileri görünce anlıyor insan.
Niçin çıktığımız yerlere dönmek ümidini yitirmi-yoruz? İç bozguncuların, yabancı kanlısı, yerini yerli sapıklara bıraktığı, Türkiye'yi bölmek, parçalamak için ittifak etmiş fesatçı güruhuna rağmen, neden milletçe güveniyoruz? Hükümet idaresini yüklenmiş kimselerin aczine, korkaklığına rağmen neden korkmuyoruz?
93 kafıramanlarının torunları asil kanlı evlâtların varlığını, gençlik kamplarında aynı itaat, aynı ideal, aynı tevazu içinde gördüğümüz içindir. Fikrî ve bedenî eğitimin en ilen seviyesinde yetişmiş bu gençler dedelerine lâyık bir kararlılık içinde 93'ün intikamını almak özlemiyle yanmaktadırlar.
Hilâl geldiği yerlere tekrar varacaktır. Dünkü hıyanetin merkezi olan kavim kırıntıları nasıl yalnız kendilerine zarar verdi ise, bugünkü hıyanetin mihrakı olan taklit mikropları da yalnız kendini ezdire-cektir.
CANLI VEKAR ÂBİDELERİ, SELÂM • SAYGI -TAZİM SİZLERE.
Milliyetçilik Konusunda Bir Tebliğ:
• « DUN NE İDİ,
YARIN
NE OLACAK
(Geçen sayıdan devam)
Marksist doktrinine nazaran Milliyetçilik henüz duygu safhasından çıkamamış, bir teknik kuramamıştır. Marksist doktrini taktiğini kütlelerin şuurunda meydana gelen harekete göre ayarlarlar Milliyetçi harekette göze çarpan şey âni, hissi hareketleri başarı ile sonuçlanıyorsa da neticeye başkaları el koyuyor. Tabiidir ki Milliyetçilik hareketinin teşekkül etmiş ne bir taktiği ne bir tekniği yoktur. Hattâ fikrî hazırlanma devresi de mevcut değildir. Gerek liberalizm, gerekse komünizm uzun bir hazırlık devresi geçirmişlerdir. Şüphe yok ki, hareket bir fikrî hazırlığın neticesidir.
Evvelâ milliyetçiliğin maneviyata, ahlâka dayandığına işaret edelim. Sonra Devletin nasıl olması gerektiğini cörelim. «Maneviyat ve (ahlâka)
dayanmayan devlet, sadece ahlâksız değildir, gayri insanidir. Çünkü şu bir hakikat ki, ahlâk kurallarına riayet etmeyen bir insan topluluğu düşünülemez.»
Milliyetçiliğin şartı ve esası ahlâk ve maneviyat olduğuna göre, milliyetçi devlet de böyle olacaktır. Bu bakımdan totaliter bile olsa Milliyetçi Devleti Marksist totaliter devlet ile karıştırmak abestir.
«Milleti meydana getiren ne topraktır, ne :• üşterek hayattır, ne dildir, ne dindir. Bütün bun-l;r milletin harcıdır. Millet bunları iradesinin par-Çi'an olarak ve bunları duyarak hareket etmezse vatlığını hissedemez, hissettiremez.»
Dsdik ki, Milliyetçilik fikri hazırlığı olmamıştır. Evet... Bununla beraber milliyetçi devletler büyük başarılar kaydetmişlerdir. Kütlelerin kainlerinde geniş yankılar uyandırmışlar, millî şuuru harekete getirmişlerdir. Buhranları sezen Milliyetçi hareketler, însiyakî olarak millî uyanış yolu ile hâl çareleri aramışlardır.
, Ancak milliyetçi Devlet hürriyetleri kısan bir âlet olmayacaktır.
Liberalizmin ve Marksizrnin geliştirmekte oldukları millî çözülmeye karşı Milliyetçi hareketler bu şuuru uyandırmışlar ise de toplu bir halde bulunamadıkları için, ne liberalizm, ne de Marksizm gibi devamlı olamamışlardır. Bu bakımdan milliyetçiliği her memleket için ayrı ayrı hareket olarak düşünmek hatalı olur.
*
Şimdi akla gelen soru: Milliyetçilerin elindeki imkân ve kuvvetler nelerdir. Totaliter Milliyetçiliğin yıkıldığı bir hakikattir. Millet varlığına yapılan hücumlar da meydanda. Fakat millet topluluğundan başka da muteber bir varlık olmadığı bir hakikattir. Ancak bu hakikat günümüzde ve yarın için yenî meseleler ortaya koyuyor, yeni mesuliyetler istiyor.
İnsan hürriyetsiz yaşayamaz. O halde Milliyetçiliğin yambaşında demokratik prensipler de canlanıyor. Ya liberalizm ile olan münasebetler ne olacak? XIX. yüzyıldaki gibi Milliyetçi Liberalizm ilişkisi kurulabilecek mi? Bunlara cevap teşkil edebilecek bazı görünüşler vardır. Bilhassa komünizmin hüküm sürdüğü ülkelerde. Millî Komünizmden! bahsediliyor. Bu millî bakımından ne ifade ediyor?
Totaliter milliyetçi hareketler bir halk hareketi idi. Bir taraftan millî benliği ifade ederken,
bir taraftan da hâkim sınıf İle millî birliğe saldı
ran proleter isyanına karşı çıkıyordu. İki müsbet tarafı olmuştu: Milletin sesini duyurmuş, benliğini hissettirmiş, tarihe hükmedebileceğin'! isbat etmişti. İkincisi sosyal meselelerin tarihî ve manevî birliğe halel getirilmeden millet içinde halledilebileceğini isbat etmişti.
Milliyetçi hareketlerin, sınıf kavgasına başvurmadan, millî bütünlüğü parçalamadan sosyal meseleleri çözebildiğini inkâr edemez.
Komünist idareerde milliyet fikrine sarınıldığı bir zamanda, meydana getirilmek istenilen millî kcmünizm meselesi işaret ettiğimiz iki esas noktaya göre değerlendirilmelidir.
Millî komünizm, bir dereceye kadar nasyonai sosyalizmin sosyal tecrübesine benzemektedir. Kaldı ki, bu Rusya'da bile Stalin zamanında ele alınmıştı. Marksizrnin propaganda taktiği olarak kullandığı ekonomik güçlü idareci sınıf ile millî topluluk ayrılığı yaptığına işaret etmiştik. Başlangıçta Marksizm her ikisini de bir sayarken, zamanla milleti tabiî bir varlık kabul etmiştir. Bu taktik Lenin tarafından Rusya'da tatbik edilmişti. Lenin; «Önce dâvayı kazanalım, sonra ihtilâlci Marksist kaidelere döneriz» diyordu. Yani, sınıfsız, demok-latik ve milliyetsiz bir cemiyet yaratacaktı. Lenin, ihtilâl prensiplerini «taktiğe» feda ediyordu. Çünkü, diyordu; «Rus milleti ihtilâli Vareg'lere (Rusların ataları) bir çağrı saymalıdır. Ruslarda vatan duygularını «alevlendireceğim» diyordu. «Böylece bütün eziyetlere katlanırlar. Rusya Bolşevikleşincs-Rus vatanseverleri oluruz ve komşularıyla savaşmaktan çekinmeyiz. Eğer memleketimizin ve İhtilâlin icapları buysa.»
Lenin öldükten sonra milliyetçi «taktikçiler» ile ihtilâli milliyetçi temellere dayandirmek isteyenlerin arasındaki mücadele çok şiddetli olmuştur. Trotsky ve Stalin'in başı bulundukları bu cereyanlar kısaca şöyle özetlenebilir: Stalin'in tezi kazanınca, millî komünizm bir gerçek oldu. Nitekim. Stalin için Ortegay Casset: «Stalin'de kuvvetli olan şey, onun Rus tarafıdır, Marksist olanı değil.»
Komünizm bugün Rus milliyetçiliği ve emperyalizmidir. Dünyaya hükmetmek isteyen Rus isteklerinin İfadesidir. Marksist taktik şimdi değişmiştir. Şimdi artık milletlerarası ihtilâl hareketlerinde âlet olan millet değil, milletlerarası ihtilâl hareketi, Rus milliyetçiliğinin emrinde bir âlettir.
Tabiî bugünkü halinde eski Rusya ile komünist Rusya bir millet midir? O ayrı mesele. Şurası muhakkak ki, bu milliyetçi, emperyalist Rusya askerî işyalleri ile dünyayı fethe çıkmış görünüyor. Bu teşebbüsün İki yüzü var : Biri, askerî işgal yolu temasa geldiği millî varlıkları geniş bir yetleştirme ile aynı zamanda manevî ve insanî yetleştirme ile aynı zamanda manevî ve insanî bakımdan tahriptir. Her İkisi de millî varlığı ısrarla, İnatla yok etmeyi hedef tutar.
Millî varlıklar bu ikili tahrip hareketine nasıl mukavemet edebilmektedir? Evvelâ tabiî yoldan mukavemet. İkincisi de işte millî komünizm şeklindedir. Millî benlik, komünizbin ateş çemberini ancak böyle yarabilmektedir. Bunun mânası şudur : İhtilâl millîliği muteber bir unsur olarak kabul ediyor demektir. Bunun arkasından her İhtilâl bir karşı ihtilâli çağırır hükmüne uyulacak olursa milliyetçiliğin zaferini haber vermektedir.
Fakat Rus emperyalizmi ve komünist baskı tekniğinin Rusya'nın dışındaki millî komünist hareketlere karşı takındığı tavır iki bakımdan manâlıdır. Birincisi Rusya bu harekette millî varlıkları yok etmede ve Rus hâkimiyetine karşı bir karşı koyma görmektedir, ikincisi bu kısmî de olsa millî kaynaklara dönüşün komünizmin yabancı şekillerine dökülmesi. Hegel felsefesinin «aklın sivriliği» (die List der Vernuft) dediği şeye benzetmektedir.
Millet, düşmanın hücumları karşısında bütün imkânlarını yitirmiş olduğundan, düşmanın öne sürdüğü ve İcbar ettiği şekillere sığınıyor ve böylece canlılığını isbat ediyor. Komünist partilerindeki sık sık yapılan temizliklerin sebebi budur. Bu kadroların uysal uşak olmadıkları için değil, bu kadroları millî toplumlar içinde değerlendirmek imkânı yoktur. Onlar, kendilerinin de farke-demedikleri bir insiyakla, millî manzaranın içinde millîce hareket etmektedirler. Rus emperyalizmi bunlara komünist uşak olmadıkları için vurmuyor Millî oldukları için.
Bu söylediklerimizden çıkarılacak mânâ şu dur : Millî varlığın bu şekli ile tezahürü hasta bir hâlin neticesidir. Gerçi millî benliğin canlılığını is bathyor, fakat şu da bir gerçek ki buna sebep olan hâl buhran hâlidir.
top related