antalya literary express 3

18
Yayın Kurulundan Değerli okuyucular, üçüncü sayımızı beğeninize sunuyor, uğraşlarınızda kolaylıklar diliyoruz. Afyon Haşhaş l lar önce göller yöresi ve yurdumuzda afyon ekimi de yapılırdı. Afyonun ekimi, bakımı, sütünün (sakızının) alımı, hasat yapılışı, tüketimi vb bazı ayrı özellikleri vardı. Tohumuna haşhaş, bitkisine afyon denirdi. Afyon ve haşhaş çok tüketilirdi. İnsanlara hiçbir etkisi olmazdı. Esas etkili ve zararlı zamanı vardır ama o, ileride anlatılacak. Güz gelince daha önceden hazırlanmış tarlaya, tarla tavlı iken, tohum ekilir. Tohumu, aynen incir çekirdeği gibidir. Hatta daha da küçüktür. Çok küçük olduğu için, ekerken toprakla karıştırılır. Tarlaya saçılır. Toprakla karıştırılmazsa çok sık olur. İlkbahar mevsiminde çapa keseri (küçük çapa) ile çapalanır, seyrekleşir. İki afyon arasının bir karış kadar olması sağlanır. Bu zamanda afyonların sık olanları, çapa ile kesilir (kazılır). Bu kazılanlar, tere, ıspanak gibi. Taze olarak tüketilir. Yufka ile dürüm yapılır, erik ekşisi ile ekşilenir yenir. Salata, börek (gözleme) yapılır. Daha da çok olursa hayvanlara verilir. Bir müddet sonra afyon acır. Yenmez hale gelir. Marulda gözüken acıma gibidir. Acıma başlayınca yenmez. Nasıl acı salatalık, badem, marul, yenmiyorsa acıyan afyon da yenmez. Bunun acılığı biberin acısı kadar değildir. İşte insan için zararlı an yavaş yavaş gelmektedir. Acıma, aynı zamanda zararlı dönemin başlamak üzere olduğunu belirtir. Bu zaman afyon sütünün alım zamanına kadar (ileride anlatılan) devam eder. Eskilerin anlattıklarına göre, bu mevsimde afyonları yiyen güvercinler sersemleşirler insanlardan kaçmazlarmış. Hatta yabandomuzları, bu mevsimde, afyon tarlasına saldırıp, afyonları yedikleri günlerde kolay avlanırmış. Çünkü onlarda sersemleşirmiş. Belki bu anda insanlar yese aynı etki onlarda da gözükür. Zaten acılık artar. Tamamen yenmez hal alır. Afyon tüm özellikleri ile kırlarda, tarlalarda ve Bahçelerde çiçek açan gelincik çiçeklerine benzer. Ancak tohumu, bitkisi, yaprakları, boyu, ondan bir hayli büyüktür. Yaz mevsimi başlarında boyu bir metre civarında olur. Çiçek açar. Çoğunlukla bir afyonda bir tane olur. Fakat afyon iyi gelişkin olursa bazen çatallanır ve birkaç çiçek açar. Çiçekleri iki yeşil çanak yaprak ve dört taçyapraktan oluşur. Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 57 7 Şubat 2013 Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 3 7 Şubat 2013

Upload: harun-taner

Post on 08-Mar-2016

228 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Antalya Literary Express 3. sayı

TRANSCRIPT

Page 1: Antalya Literary Express 3

Yayın Kurulundan Değerli okuyucular, üçüncü sayımızı

beğeninize sunuyor, uğraşlarınızda kolaylıklar

diliyoruz.

Afyon Haşhaş

Yıllar önce göller yöresi ve

yurdumuzda afyon ekimi de yapılırdı. Afyonun

ekimi, bakımı, sütünün (sakızının) alımı, hasat

yapılışı, tüketimi vb bazı ayrı özellikleri vardı.

Tohumuna haşhaş, bitkisine afyon

denirdi.

Afyon ve haşhaş çok tüketilirdi.

İnsanlara hiçbir etkisi olmazdı. Esas etkili ve

zararlı zamanı vardır ama o, ileride anlatılacak.

Güz gelince daha önceden hazırlanmış

tarlaya, tarla tavlı iken, tohum ekilir. Tohumu,

aynen incir çekirdeği gibidir. Hatta daha da

küçüktür. Çok küçük olduğu için, ekerken

toprakla karıştırılır. Tarlaya saçılır. Toprakla

karıştırılmazsa çok sık olur.

İlkbahar mevsiminde çapa keseri

(küçük çapa) ile çapalanır, seyrekleşir. İki

afyon arasının bir karış kadar olması sağlanır.

Bu zamanda afyonların sık olanları,

çapa ile kesilir (kazılır). Bu kazılanlar, tere,

ıspanak gibi. Taze olarak tüketilir. Yufka ile

dürüm yapılır, erik ekşisi ile ekşilenir yenir.

Salata, börek (gözleme) yapılır. Daha da çok

olursa hayvanlara verilir.

Bir müddet sonra afyon acır. Yenmez

hale gelir. Marulda gözüken acıma gibidir.

Acıma başlayınca yenmez. Nasıl acı salatalık,

badem, marul, yenmiyorsa acıyan afyon da

yenmez. Bunun acılığı biberin acısı kadar

değildir.

İşte insan için zararlı an yavaş yavaş

gelmektedir. Acıma, aynı zamanda zararlı

dönemin başlamak üzere olduğunu belirtir. Bu

zaman afyon sütünün alım zamanına kadar

(ileride anlatılan) devam eder.

Eskilerin anlattıklarına göre, bu

mevsimde afyonları yiyen güvercinler

sersemleşirler insanlardan kaçmazlarmış.

Hatta yabandomuzları, bu mevsimde, afyon

tarlasına saldırıp, afyonları yedikleri günlerde

kolay avlanırmış. Çünkü onlarda

sersemleşirmiş. Belki bu anda insanlar yese

aynı etki onlarda da gözükür. Zaten acılık artar.

Tamamen yenmez hal alır.

Afyon tüm özellikleri ile kırlarda,

tarlalarda ve Bahçelerde çiçek açan gelincik

çiçeklerine benzer. Ancak tohumu, bitkisi,

yaprakları, boyu, ondan bir hayli büyüktür. Yaz

mevsimi başlarında boyu bir metre civarında

olur. Çiçek açar. Çoğunlukla bir afyonda bir

tane olur. Fakat afyon iyi gelişkin olursa bazen

çatallanır ve birkaç çiçek açar. Çiçekleri iki yeşil

çanak yaprak ve dört taçyapraktan oluşur.

Antalya Chess Express Cilt: 8 Sayı: 57 7 Şubat 2013

Antalya Literary Express Cilt: 1 Sayı: 3 7 Şubat 2013

Page 2: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2834

Taçyapraklar çoğunlukla beyaz, nadir

olarak ise mor olur. Bu renk ayrımı ilerde

afyon tohumuna, haşhaşa da yansır. Mor çiçek

açan afyonların haşhaşı da mor olur. Beyaz

çiçek açanların rengi siyah olur.

Bir müddet sonra çiçek açan yerde

afyon kozalakları oluşur. Kozalaklar büyük

cevizden büyük, orta boy bir elma

büyüklüğüne gelip, belirli bir olgunluğa

ulaşınca afyon kozalağının dilimi ve sütünün

alım zamanı gelir.

Dilme ve süt alma, afyon

kozalaklarının sırayla, ayrı ayrı zamanlarda

birer birer elden geçmesidir.

Küçük ve ucu kesik bir bıçağa benzer

özel bir kozalak dilme aleti olur. Adı dilgidir,

demirciler yapar. Tarlanın bir kenarından

başlanır. Sırayla, kozalakların en şişman

yerinden, çevresi, daire şeklinde dilinir. Çizilir.

Dilinen kozalaklardan belirli bir miktar

ve bir süre süt çıkar. Bu miktar tarlanın

nemine, besin değerine, afyonun gelişmişliğine

göre az veya çok olur. İncir dalı, sütleğen otu

vb bazı otlardan, kırılınca veya kesince süt

akar, aynen onlar gibi dilinen kozalaklardan da

akar. Akan süt birkaç gün sonra kurur. Bu ara

yağış olursa afyon sütü siyahlaşır kalitesini

kaybeder.

Sıra kuruyan sütleri kazıyarak alma

işine geldi. Bu iş için, aşağı yukarı,*5x9x12

santimetrelik dikdörtgenler prizması şeklinde

ağaçtan yapılma bir alet kullanılırdı. Bu aletin

küçük bir sapı olur, içi çukur kap gibidir.

Sapının yakınında küçük bir ağzı olur. Buraya

yarım jilet ya da bunun gibi, küçük bir bıçak

takılır.

Kozalakların çizilen yerlerindeki

kuruyan afyon sütü, elma soyar gibi algı ile

alınır. Alınan sütler toplanıp top haline getirilir.

Bunun kıvamı aynen sakız gibidir. Elde edilen

afyon sakızı top haline getirilerek satışa hazır

olurdu. Satış için Burdur’a gidilir. Orada

satılırdı.

Dilme ve alma işi yaz mevsiminin ilk ve

sıcak günlerinde günlerce devam eder.

İnsanlar akşama kadar ayakta, sıkılırlar. Bu

işler büyük sabır ve zaman ister. Sıkılan

insanlar:

-Kafası kopasıcalar, bunların bir de

kafası kopacak diyerek hem çalışır hem

şakalaşırlar.

Evet, sıra kafalarının koparılmasına

geldi. Olgunlaşan kozalakların kafaları

koparılır. Hasat yapılır. Bu dilme ve çizmeye

göre kolaydır. Fazla itina da istemediği için bu

işi çocuklarda yaparlardı.

Page 3: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2835

Koparılan kozalaklar ezilir. Rüzgârla

savrulur. Ürün hasat edilirdi. Bu ara afyon

sütü satılır parası peşin olarak alınırdı. Artık

yaz harçlığı çıkmıştır. Bu para üreticiler için can

simididir. İşte bazı kötü niyetli kişiler afyon

sakızının bir kısmını ayrı ve kaçak olarak

pazarlarlar, alanlarda uyuşturucu vb kötü

emellerde kullanırlarmış.

Elde edilen haşhaş ise çeşitli şekillerde

tüketilirdi. Tavada kavrulur, iki taş arasında,

havanda ya da dibekte ezilirdi. Ezilen haşhaş,

yufkaya sarılır dürüm yapılır, pekmezin üzerine

ekilir, baklavaya karıştırılır, çeşitli şekillerde

börek, kek, solutmaz (haşhaşlı bulgur) vs vs

yapılır. Tüketilirdi.

Ayrıca haşhaş yağı da çıkarılır. Çıkan

yağ, çiçek yağı veya zeytinyağının kullanıldığı

yerlerde aynen onlar gibi kullanılırdı. Yağ

çıkarmak için önce özel olarak kavrulur.

Kavrulan haşhaş, insan gücü ile çalışan özel

aletinde, iki silindir arasında ezilir. Ezilen

haşhaş özel torbaya yerleştirilerek bir

mengene (prese) yerleştirilir. Yine insan gücü

ile sıkılır. Bu sıkma işi uzun sırıklarla kaldıraç

sistemine göre çalışır. O sebepten çok güzel

sıkıştırır. Sıkıştırınca da yağını çıkarır. Yağ

aşağıya akar. Bir kapta birikir.

Yağı alınan, torbada kalan haşhaşa

küspe denir. Küspe hayvan yemi olarak

kullanılır. Yağ sıkma teşkilatı olanlar haşhaş

sahiplerinden, ücret yerine küspeyi alırlardı.

Yağın ayrı bir özelliği, atların kuyruk

altında çok olan at sineklerinden korumada

kullanılırdı. Bir bez veya çöple o kısma

dokununca, yağın etkisi geçinceye kadar, bir

veya iki gün atsinekleri at ve eşeklere

yaklaşamazlardı.

Afyondan üreticiler güzel ürün, afyon

sütü elde ederlerdi. Dolayısıyla iyi kazanırlardı.

Herkes memnundu. Kaçak yapanlar

yakalanırsa mahkemelere havale edilirdi.

Fakat ne olduysa onların yüzünden

oldu. Çocukluğumda bir gün akşam yemeği

hazırlandı, tam o ara dedem akşam namazı için

gittiği camide, namazını kıldı eve geldi. O anda

evde annem, dedem ve ben varım. Ninem,

babam ve kardeşlerim bahçedeler. Yemek

yiyeceğiz. Dedem dedi ki:

-Artık afyon ekilmeyecek yasak oldu.

O camide duymuş. Bunu duyan annem

üzüntüsünden, akşam yemek yemedi. Dedem

söylediğine pişman oldu. Annem yemeyince o

da yemedi:

-Keşke yemekten sonra söyleseydim. Dedi. Ve

bir dönem kapandı.

O yıllarda dünyadaki kapitalist düzenin

uygulayıcıları ile onların uyarılarıyla hareket

edenler afyon ekimini yasakladı. Afyon

ekilmedi. Yurdumuzda haşhaş ekimi

yasaklandı. Afyon ve haşhaş ekilmedi.

Yıllar sonra, bir babayiğit, çıktı. Benim

halkım afyon ekebilir dedi. Afyon, Isparta,

Burdur illerinde kontrollü olarak ekilmeye

başladı. Oralarda şimdi kozalaklar dilinmeden,

kafaları koparılıyor. Haşhaşı ayrı

değerlendiriliyor. Kozalağının kabukları

satılıyor. Kasabamızda afyon, haşhaş, haşhaş

yağı sevenler bu ihtiyacını, Burdur’a bağlı,

komşu köy ve kasabalardan temin ediyorlar.

Adil Yüksel

Page 4: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2836

Anma İletisi: Ahmet Mete Işıkara

Sevgili Hidayet,

Güzel anıların ve anlatımınla Deprem Dede'yi

bir kez daha anmış belleklerimize iyice

yerleştirmiş olduk. Eline, yüreğine sağlık. Birisi

o aileye "ışığı ara" demiş olmalı ki soyadları

"ışıkara" olmuş. Ahmet Mete de ışığı aramış

bulmuş ve biliminin ışığı ile deprem konusunda

halk kitlelerini aydınlatmış.

Işıklar içinde yatsın Işıkara.

Galip

Sevgili dostlar,

Bugün günlerden bir büyük hocayı sonsuzluğa

uğurlamak günüymüş meğer! Ahmet Mete

Işıkara’dan söz ediyorum. “Deprem dede”den

kısacası. Onu öyle anmak sanırım hepimizin

tercihi idi. Ve de ne güzel yakıştı ona!

Bir “kifayetsiz muhteris” adama yalaka

rektörlerin yönetimindeki yalaka

üniversitelerden birbirleri ile yarışırcasına

“Fahri Prof”lukların verildiği, at izinin it izine

karıştığı şu son yıllarda hocalık kimliğini bile

kullanmayan bir halk adamından söz

ediyorum.

“Sanat, sanat için mi, yoksa toplum için mi”

gibi yılların eskitemediği bir polemiği

kestirmeden yerine oturtan ve “bilimi toplum

için” yapıveren bir toplum profesöründen söz

ediyorum.

Hocanın akademik kariyeri hakkında

konuşmak benim haddime değil elbette ama

onun bu toplum için yaptıklarını sokaktaki bir

vatandaş olarak anmadan da geçemedim.

Deprem dede ne yaptı? (Bunu ilkokuldaki

çocuklar bile söyleyebilir ama birileri hala

öğrenmemekte, anlamamakta direniyor.)

İki satır okumaktan aciz, “göbeğini kaşıyan,

bidon kafalara” deprem diye bir gerçek

olduğunu dilinde tüy bitercesine anlatıp

durdu. Eğer toplumda depremle ilgili biraz

bilinçlenme yeşerdiyse onun o saf, temiz,

samimi vaazları ile oldu.

Ben bu çok önemli bilim adamını benim iki

anımı naklederek anmak istiyorum. Yılını tam

hatırlamıyorum, Boğaziçi Üniversitesinde

“muhtemel İstanbul depremi ve olası

sonuçları” filan gibi başlığı olan bir toplantı

vardı. Ben de izleyici olarak oradaydım. Kahve

molası sırasında fuayede Nuray ağabey (Prof.

Nuray Aydınoğlu) ve Mustafa ağabey (Prof.

Mustafa Erdik, Şimdi Kandilli Rasathane

müdürü olarak görevde) sohbet ederken,

Işıkara hoca yanımıza geldi. Nuray ağabeye

sıkıntılı bir şekilde onu toplantıdan acilen

çıkartan telefondan söz etti. Anlattığına göre

hadise şu imiş;

Polonya’da veya Romanya’da “modern

medyum memiş”lerden birisi depremi iki saat

evvelden öğrenebilecek bir teknoloji

geliştirdiğini yumurtlamış. Hükümet

erkânından birisi de hocayı arayıp "bu

teknolojiyi biz de alabilir miyiz" diye fikrini

sormuş. Hoca “yahu! Her gün her yerde böyle

bir teknoloji olmadığını söylüyorum, bu

adamlar hala hurafelere inanıyorlar!” diye bize

dert yandı. Ben de “hocam, epey canınız

sıkılmışa benziyor. En iyisi ben size bir “Ahmet

Mete Işıkara” fıkrası anlatayım da neşeniz

yerine gelsin dedim.” “Yok yahu! Benim fıkram

da mı varmış, elbette anlat anlat” dedi.

Fıkra şu;

Page 5: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2837

Bir gün Işıkara hoca asistanı ile üniversiteye

giderken yol üstündeki tanıdığı bir berbere

uğruyor, saçlarını kısalttırmak için. Daha

oturur oturmaz, berber “hocam bu İstanbul

depremi ne zaman olacak” vs. türünden

sorular soruyor. Hoca da hiç cevap yok.

Sonunda asistanı dayanamıyor; “yahu arkadaş,

hoca bu sorulardan o kadar çok sıkıldı ki ben

sana bir başka zaman geleyim, her soruna

cevap veririm” diyor. Berber , “merakımdan

sormuyorum, hocaya ne zaman “deprem”

desem saçları diken diken oluyor, dolayısı ile

traşı kolaylaşıyor”

Hoca bu fıkraya çok gülmüştü.

Bir başka anım da şöyle;

Beylikdüzü’ndeki Tüyap kitap fuarına kızım

Denizle beraber gitmiştim. Hoca da bir

standda kitaplarını imzalıyor. Kızıma “gel bak

seni deprem dede ile tanıştırayım” dedim.

Tam vedalaşırken hoca Boğaziçi’ndeki

anlattığım fıkrayı unutmamış, “ benimle ilgili

başka fıkra var mı” diye sordu. Ben de var

dedim. Ve anlattım. Kızım Deniz “baba ne

anlattın ki deprem dede neredeyse

koltuğundan düşecekti” dedi. O zaman kızım

küçük olduğu için ona anlatmamıştım ama size

anlatabilirim.

(Önce şu notu aktarmam gerekiyor. O

günlerdeki bir gazetenin magazin haberine

göre “Türkiye’deki en cazip erkek”

sıralamasında Işıkara hoca birinci sırada oy

almış ve bu olay da epey dillerde dolaşmıştı.)

Hocaya dedim ki “Hocam, neden “en cazip

erkek” seçildiğinizi biliyor musunuz?”

“hayır” dedi, “bilmiyorum!”

“hocam, dedim, her gün televizyonlarda

“aletsel büyüklükten söz ederseniz olacağı

buydu elbette!”

Bu fıkraya da çok gülmüştü. Yanılmıyorsam

karikatür dergilerinden birisinde okuduğum bir

espri idi. Bu vesile ile Türk insanının espri

yaratmaktaki muhteşem kıvraklığına da şapka

çıkartıyorum. Hocanın hoşgörüsüne ve espri

anlayışına da elbette!

İşte böyle. Deprem dede, sevgi dolu bir bilim

adamıydı. Mekânı cennet olsun.

Hidayet Saraç

Söyleşi: Ahmet Mete Işıkara

Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve

Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr.

Ahmet Mete Işıkara:

Hadise ‘Toplumu korkutmak değil, bilgi

aktarmak’

Deprem ile birlikte Türkiye bir anda tanıdı onu.

Başımıza geleni kavrayamaz, ne yapacağımızı

bilemez şekilde bir pusula arar ve bulamazken,

birisi TV ekranlarından ne yapacağımızı

söyledi. Nitekim bir sözüyle o gece sokakta

yattık. Diğer sözüyle eve girdik. Bir deprem

Page 6: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2838

ülkesinde yaşadığımız halde isminden başka

bir şey bilmediğimiz deprem hakkında can

havliyle epey bilgilendik. Yaşadığımız bu

toprakların deprem ülkesi olduğunu da

algıladık sonunda. Kimimiz kızdık, kimimiz

güvendik, kimimiz söylendik ona “Neredeydi

bu vakte kadar?” diye, kimimizin ise umudu

oldu.

1991’den beri Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli

Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü

Müdürü Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara.

Depremle tanıdık, depremle anıyoruz onu.

Bir bilim adamı, aynı zamanda bir yönetici.

Ekranlardan insancıl ve sevecen gözüküyor.

Peki, o ne hissediyor? Ne düşünüyor? Nasıl

yönetiyor?

Bu merakla Kandilli’nin yolunu tuttuk.

Depremin dışında bir sohbete niyetlendik ama

ne mümkün!

İpet Altınay

Türkiye’nin gündemine olağandışı bir olayla

girdiniz. Bir cümlenizle yaşam biçimimizi

değiştirecek kadar üstelik. Bir anda lider,

yönetici konumuna geldiniz.

Işıkara: Bu söylediğiniz beni rahatsız ediyor,

ürkütüyor. Esasında tabii gündemi ben

yapmadım, ama gündem beni bir noktaya

getirdi. Önce Saros Körfezi halkının rahatsızlığı,

ardından Balıkesir’de deprem fırtınası olması,

onun arkasından muhteşem bir doğa olayını;

güneş tutulmasını yaşamamız. Keşke her doğa

olayı böyle güzel olsa. Maalesef değil. Sonra

bu olay geldi. İnanır mısınız, geçen haftanın

başında buraya işe geldiğim zaman “Benim için

çok güzel bir hafta olacak, ne toplantı var, ne

yönetim kurulu, ne senato var, biraz

dinleneceğim.” dedim. Ama Salı sabahından

beri buradayım, nefes alamıyorum. Dolayısıyla

olaylar bu şekilde beni gündeme getirdi. Bu

durumdan da çok rahatsızım. Mutlu olduğumu

söyleyemem.

Çok geniş bir kesimin odak noktası haline

geldiniz ister istemez. Bizim hissettiklerimiz

malum, siz neler hissediyorsunuz?

Işıkara: O gün, o geceyi hayatım boyunca

hiçbir zaman unutmayacağım. Öyle bir şok

yedik ki, hepimiz yedik, hepimizin sakin olması

zorunluluğu vardı. Ben en başından beri sakin

olmayı önerdim. Ve hala da aynı şeye

inanıyorum. Bu gergin ortamın kimseye

faydası yok. Buna çok özen göstermemiz lazım.

Benim defalarca belirtmeme, “Biz 24 saat

buradayız, bir şey görüldüğü zaman kesinlikle

açıklarız.” dememize rağmen türlü söylentiye

inanılıyor. Bakın kurumsal konuşuyorum,

bireysel değil. Çünkü burada bir takım oyunu

var. Bu ekip oyununda bana düşen, ekiplerin

ihtiyaçlarını karşılamak ve bu depremin en iyi

şekilde değerlendirilmesini sağlamaktır

çıkarılabilecek dersler açısından.

Okullarda deprem ilgili eğitim veriliyor mu?

Işıkara: 1996’dan beri İstanbul’daki Milli Eğitim

Müdürlüğü’yle ortak yaptığımız ve üç yıldır

uygulamada olan bir çalışma var. Okullarda

deprem öncesi ve sonrasında neler yapılması

gerektiğini öğretmeye, bu bilgilerin ailelere

Page 7: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2839

taşınmasını sağlamaya çalıştık. Hedef kitleyi

niye çocuk seçtik? Çocuk aslında 3 kişi diye

seçtik: Anne, baba, çocuk… Bunu 3 sene

İstanbul’da gayet ciddi bir şekilde uyguladık.

Burada amaç özellikle başta deprem bölgeleri

olmak üzere deprem öncesi, sonrası için çocuk

ve öğretmenlere neler yapılması gerektiğinin

öğretilmesiydi. Çocuklara yönelik bir kitap

hazırlanıyor, son aşamasında. Bütün illere

birden yetişemeyiz ama önce Erzincan, Van,

Gaziantep, Adana, İzmir, İstanbul, Samsun,

buna Balıkesir, Bursa’yı dâhil etmek gerekir.

Takip edebildiniz mi bu çalışmaları?

Işıkara: Evet, takipçisi olduk. İkinci dönemdeki

uygulamada bazı okullarımızın olayı ciddiye

almadığını, gayriciddî davrandığını da gördük.

Ve bunu Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de

söyledik. Müdürlük de gerekenleri yaptı. Olayı

çok ciddiye alanlar da oldu. Ne kadar ciddiye

alınması gerektiğini hep birlikte gördük zaten.

Dolayısıyla şimdi üçüncü dönem

değerlendiriliyor ve üstelik daha da etkin bir

biçimde. İstanbul içi uygulamalardan çok

memnunuz. Okullar bütün aileleri çağırıp bir

uzmana deprem olayını anlattırıyorlar.

Uygulamalar, tatbikatlar yaptırıyorlar.

İstanbul’da deprem olacaktan çok, bu deprem

olursa o deprem esnasında, sonrasında nasıl

davranmalıyım bilincine gelinmeliydi. Bu bilinci

okullardaki faaliyetlerle sağlamaya çalışıyoruz.

Korkunun ecele faydası yok! Sen hazırlıklı

olursan, o şoku daha az zararla atlatmak

mümkün olabilir.

Siz bilim adamısınız ve burada yaklaşık 150

kişiyi yönetiyorsunuz. Ekibinizle aranız,

ilişkileriniz nasıl, hiyerarşi nasıl çalışıyor?

Işıkara: Burada dört ekip var; en başta

Sismoloji ekibi ki depremle burun buruna

gelenler, ilk değerlendirmeyi yapanlar, bilgiyi

bana taşıyıp topluma aktaranlar onlar, Jeofizik

ekibi, İznik ekibi, bir de Deprem Mühendisliği

ekibi. Bu dört ekip akıl almaz bir yoğunlukta

çalışıyor. Ben hiçbir şekilde bu tip durumlarda

hiyerarşiye gerek olmadığını düşünüyorum.

Zaten çok işlevsel bir iç iletişimiz var. Herkes

bir şey yapmaya çalışıyor, çok şeyler yapıldığını

görüyorum. Bunun çok faydalı sonuçları

olacaktır, fakat tüm sonuçlar hemen alınmaz.

İş bitirici bir yönetici olduğunuz söyleniyor. İşi

nasıl bitiriyorsunuz?

Işıkara: Takipçilik, tamamen takipçilik.

Takipçiliğin arkasında da yatan iyi niyet. Onun

dışında başka bir şey değil. Toplumu ve

insanları seviyorum. Topluma karşı bir

görevim, bir borcum olduğunu düşünüyorum.

Biz bütün bunları bekliyoruz, biliyoruz. 2-2,5 ay

önce İstanbul Erken Uyarı ve Acil Kurtarma

Projesi’ni devletimize sunduk ve inanır mısınız

depremden bir hafta önce Yüksek Planlama

Kurulu’nun önüne gelmişti. Devlet de onun ne

kadar önemli bir proje olduğunu hissetti.

Depremden sonra da, bu proje derhal

uygulamaya konuldu. Başbakanlık’dan haber

bekliyorum, bu projeyle ilgili detaylı açıklama

daha sonra yapılacak. Gördüğünüz gibi

Türkiye’de yetişmiş bir insan gücü var.

Enstitümüzde çok değerli hocalar var, böyle

önemli projeleri düşünebiliyorlar ve toplumun

hizmetine de sunuyorlar. Zannedersem bu

proje İstanbul’a çok büyük yararlar sağlayacak.

Dört kişilik de bir ailenin reisisiniz galiba.

Işıkara: Beş oldu damatla birlikte.

Evde kimin sözü geçiyor?

Işıkara: Hanımın dediği oluyor. Benim dediğim

olmuyor.

O mu söyledi geceyi evde değil dışarıda

geçirelim diye?

Işıkara: Hayır tam tersini yaptı. İlk depremden

sonra belli bir saate kadar dışarıda kaldı. Sonra

girmiş içeri. Açtı bana telefon: “Ben içeri

girdim, Ahmet!” dedi, ben de “İyi yapmışsın.”

dedim. Ama ben bunu açıklarken de, benim

Page 8: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2840

inisiyatifim kendimi bağlar, o gece hariç hiçbir

geceyi dışarıda geçirmedim.

Bilim adamı ve yöneticisiniz ama toplum bir de

sizin insani tarafınızın fotoğrafını çekti.

Işıkara: Yaşamda tüm roller birbirinin içinde

zaten. Hele bugünlerde hepten birbirinin içine

girdi. Birleştirici olmak gibi bir niyetim var.

Ama bazen de beceremiyorum, olmuyor.

İnsanlar bazen kendi küçük çıkarlarını başka

şeylerin üzerinde tutuyor. Ama onlara da

elimizden geldiği kadar doğruyu göstermeye

çalışıyoruz. Doğru dediğimiz hadise kurumsal

çıkarlar, bireysel çıkarlar değil. Kurum

yükselirse, siz de yükselirsiniz. Benim en

baştan beri bu kuruma yansıtmak istediğim

kavram bu.

Size geniş bir kesim tarafından büyük güven

duyuldu. Siz neye güveniyorsunuz yaşamda?

Işıkara: Ben insanlara çok güveniyorum. Saflık

derecesinde üstelik.

Pişmanlık duyuyor musunuz bunun için?

Işıkara: Arada bazen duyuyorum, ama ne

yapayım huyum böyle.

Peki, sizce bilimin açıklayamadığı şeyler var

mı?

Işıkara: Var.

Bilimin açıklayamadığı yerde neye sığınacağız?

Işıkara: Akıl diyeceğiz. Aklımıza sığınacağız.

Sabırlı olacağız. Bilimin bunu da çözeceğini

düşüneceğiz.

Bilim adamları olarak depremi sıkışmış bir

enerjinin kendine çıkacak, serbest kalacak bir

yol bulması olarak açıklıyorsunuz halkın

anlayacağı bir dille.

Işıkara: Doğa yaşıyor efendim. Biz insanlar

yaşayan bir doğanın üstünde bulunuyoruz. Ve

doğanın enerjisini açığa çıkarması çok acı

sonuçlar meydana getiriyor.

Hepimiz bir enerjiyiz, her şey gibi. Enerji

bütünü diye bakarsak yaşama ve evrene, hep

birlikte uyum içinde yaşayamaz mıydık? Biz

insanların yaptığı birtakım yanlışlar var mıydı?

Işıkara: Tabii vardı. Esasında toplumun

bireylerinin yanlışları vardı. Ne olursa olsun bir

evim olsun anlayışının yanlışıydı. Demin şunu

söyledim, doğamız yaşayan bir doğa.

Türkiye’deki doğa da çok güzel. Ama

Türkiye’deki bu güzelliğin altında deprem

oluyor. Biz bir deprem ülkesinde yaşadığımız

bilincine, ki umarım artık ermişizdir, çok

önceden gelmemiz gerekirdi. Ben

Adapazarı’ndan geçerken yollarda gördüğüm

yapılara inşallah bunlar ayakta kalır diye

düşünürdüm. Dolayısıyla çarpık, kontrolsüz,

usulsüz yapılaşma bizi bu hadiseye getirdi.

Halbuki bizim toplum bireyleri olarak, olaya

sahip çıkmamız gerekirdi. Her şeyi devletten

bekleyemezsiniz. Nasıl çevreye sahip

çıkılmışsa, yapılaşmaya da sahip çıkılmalı. Ve

bunu da kim yapacak? İşte toplumun bireyleri

ve bireylerin oluşturduğu sivil toplum

örgütleri.

Ama zaman zaman sivil toplum örgütlerine de

tepkiyi yaşadık, izledik. Devlete de tepki oldu.

Işıkara: Bu büyük bir şoktu, büyük bir

depremdi. Yaygındı. Dolayısıyla biraz da afet

yönetimi kavramlarının gündeme girmesi

lazım. Bu konuda da bizlerin devlete yardımcı

olması lazım, afet yönetimi kuralları

çerçevesinde. Bu çok yeni bir olay, yeni yeni

konuşulmaya başlanan bir olay. Çok

acımasızca eleştiriler yapılabiliyor. Ben kişisel

olarak buna katılmıyorum. Burada herkesin

sakin olması, kenetlenmesi ve birbirine

yardımcı olması lazım.

Kendinizi sürekli gazetede, televizyonda

görmek nasıl bir duygu?

Page 9: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2841

Işıkara: Zor bir durum. Şöyle diyorum; bu

noktada durayım, kalayım. Çok zor bir durum

benim için.

Nasıl çözümlüyorsunuz bu gerginliği?

Işıkara: Sakin olmaya davet ediyorum kendimi.

“Sakin ol, sakin ol!” Ama sorumluluğumu da

taşıyorum. Meseleyi bilgi aktarmak şeklinde

almak lazım, ama bizim toplumumuzun da o

bilgileri doğal karşılaması lazım. Hadise

toplumu korkutmak değil, bilgi aktarmak. Bir

deprem ülkesinde yaşıyoruz, depreme sırtımızı

dönüp gidemeyiz. Dolayısıyla medyaya düşen

ciddi görevler var toplumun bilinçlendirilmesi

açısından.

Sizin de bu felaketten öğrendiğiniz şeyler oldu

mu?

Işıkara: Tabii, bu bizim de yaşadığımız en

büyük deprem. Her deprem bize bir şey

öğretiyor. Medyadan akıl almaz bir taleple

karşılaştık. İlk yapmamız gereken şey medyayı

buraya davet edip, buradan canlı yayına

geçmelerini sağlamaktı. Bunu önermek, bir

basın odası düzenlemesi daha doğru olurdu ki,

medyaya bölünemiyorsunuz, sayısı çok fazla.

Birine konuşup birine konuşmamak olmuyor.

Hep bunun azabını duydum. Daha sonra biraz

durulma olunca bu yöntemin daha iyi olacağını

düşündük. Bundan sonra da böyle olacak.

Medyaya burası açık, gizli saklı hiçbir şey yok.

Ne görüyorsak açıkça söyleyeceğiz.

http://www.plan-pr.com/roportaj/ahmet_isikara_rop.htm

Antalya Kitap Fuarı

2. Antalya Kitap Fuarı 13-17 şubat günleri

arasında Cam Piramit Kongre Merkezinde

yapılacak. TÜYAP tarafından düzenlenen fuarın

bu yılki teması Kitap Akdeniz’e yelken açıyor.

Bilgisayar Yaşamından

PDF dosyalar nasıl okunur?

PDF uzantılı Adobe taşınabilir dosya

formatındaki dosyaları okumak için Adobe

Reader programını

http://get.adobe.com/reader/

Adresinden indirip bilgisayarınıza kurunuz.

Alternatif olarak foxit pdf reader programını

yeğleyebilirsiniz:

http://www.foxitsoftware.com/downloads/

PPS dosyalar nasıl okunur?

PPS uzantılı Microsoft PowerPoint

sunum/sunuş dosyalarını bilgisayarınızda

izlemek için şu adresten

http://www.microsoft.com/en-us/download/details.aspx?id=13

Microsoft PowerPoint Viewer dosyasını indirip

bilgisayarınıza kurunuz.

Antalya Literary Express Yayın Kurulu

Adil Yüksel [email protected]

Aziz Serhat Kural [email protected]

Galip Büyükyıldırım [email protected]

Page 10: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2842

Harun Taner [email protected]

Kaya Büyükataman [email protected]

Murat Akdağ [email protected]

Sati Emre Güner [email protected]

Süleyman Özel [email protected]

Antalya Chess Express

Yayıncı/Editör: Dr mult Harun Taner, DSc

PTT Güzeloba Şubesi PK 4 Antalya 07230

Posta Çeki Hesabı: 09962820

Nuh’un Gemisi 1

Dizi yazılarımızdan bir yenisine Nuh’un Gemisi

adıyla başlıyoruz. Bu başlık altında dünya

tarihindeki, dinsel metinlerde ve değişik

uygarlıkların söylencelerinde yer verilen büyük

tufanları, bunların meydana geliş tarihlerini

incelemeye çalışacağız. Dizinin ilk yazısı güncel

bir haber:

Nuh’un gemisi hazır

Hollandalı Johan Huibers, 20 yıldır uğraştığı

Nuh’un Gemisi projesini bitirdi. Gemi, İncil’de

geçen özelliklere göre inşa edildi.

Koyu Hıristiyan Huibers, İncil’in Genesis

(Varoluş) bölümünden aldığı ilhamla, Tanrı’nın

Nuh Peygamber’e verdiği talimatların aynısını

uyguladı. Geminin uzunluğu 135, genişliği 29,

yüksekliğiyse 23 metre. Çam ağacından yaptığı

gemiye buffalo, zebra, goril, aslan, kaplan, ayı

ve aklınıza gelebilecek her türlü hayvan

maketinden çifter çifter koyan Johan Huibers,

1992’de bir kâbus görmüş. Sel, Hollanda’yı

yerle bir ediyormuş. İşte bu işe de bu kâbusun

ardından girişmiş.

“Sebebi küresel iklim değişikliği olmayan yeni

seller yaşanabilir” diyen Huibers, Amerikan

televizyonuna yaptığı açıklamada: “Gemiyi

inşa etmemin Maya takvimi ve 21 Aralık’la bir

alakası yok. Dini sebeplerle yaptım, herkesin

yaşam amacını bilmesi gerek” dedi. Aynı

zamanda geminin en üst bölümünde 50 kişilik

bir restoran ve yağmur suyunu toplayabilen

bir havuz da var.

Şimdilik 2 soru sormakla yetinelim: 1. O

devirde dünya üzerinde bilinen hayvanlar

hangileriydi? 2. Bu boyutlarda bir gemiye,

bugün dünyada bildiğimiz bütün hayvan

türlerinden birer çift yerleştirsek sığar mı?

Ne dersiniz? İleti ve görüşlerinizi bekliyoruz.

Page 11: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2843

Anma İletisi: Uğur Mumcu

Uğur Mumcu’nun öldürülüşünün 20. Yılında

anısına bir yazı yazayım dediydim. 1 Ocaktan

bu yana hafifleşen ayak ve diz ağrılarım

yeniden nüksetmeseydi, bunu gerçekleştirmiş

ve aklımdakilerin tümünü kâğıda dökmüş

olacaktım. Ek olarak, birkaç ay önce çıkan

Güldal Mumcu’nun, Mumcu’nun öldürüldüğü

günden sonraki on yıldaki gelişmeleri kendi

penceresinden anlattığı, İçimden Geçen

Zaman’ın eleştirisini de yapacaktım. İki

düşüncemi de daha az ağrılı bir zamana

erteledim. Okuduklarımdan bazı metinleri

alıntılamak duygularıma tercüman olacaktır

sanırım.

"Uğur Mumcu cinayeti için iktidarı göreve

çağırıyoruz!"

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Yönetim

Kurulu'nun gazeteci Uğur Mumcu'nun

ölümünün 20. yılı nedeniyle yayımladığı

mesajda, ''Gazetecilere yönelik saldırıların ve

cinayetlerin asıl tetikçileri hiçbir zaman

bulunamıyor. Bu da gazetecilere yönelik

saldırıların cesaretlendirilmesine neden

oluyor'' denildi. AA

İstanbul- TGC'nin mesajında, vatandaşların

gerçekleri öğrenme hakkına hizmet eden

gazetecilerin ''güç odakları'' tarafından hedef

seçildiği belirtildi. Gazetecilerin sözlü, yazılı ve

fiziksel saldırılara maruz kaldığı kaydedilen

mesajda, şu ifadelere yer verildi:

''Kamu aleyhine olan gerçekleri ortaya çıkaran

gazeteciler öldürülerek, gazetecilik mesleğine

gözdağı veriliyor. Gazeteciler, açılan binlerce

dava ile cezaevine konulma tehdidi altında

tutuluyor. Gazetecilere yönelik saldırıların ve

cinayetlerin asıl tetikçileri hiçbir zaman

bulunamıyor. Bu da gazetecilere yönelik

saldırıların cesaretlendirilmesine neden

oluyor. Uğur Mumcu'nun araştırmacı

gazeteciliğine çok fazla ihtiyaç duyulan günleri

yaşıyoruz. Karanlık güçlere karşı çağdaş, özgür,

demokratik bir Türkiye için mücadele eden, bu

yolda canını veren Uğur Mumcu'yu ve

öldürülen tüm meslektaşlarımızı sevgi ve

saygıyla anıyoruz. Uğur Mumcu cinayetinde

tetiği çektiren güçlerin ortaya çıkarılması için

iktidarı göreve çağırıyoruz.'' 24 Ocak 2013

Basın Konseyi: “Karanlık odaklar gücünü

koruyor”

Basın Konseyi, gazeteci Uğur Mumcu'nun

ölümünün 20. yılında yayınladığı mesajda,

''Halen daha faillere ulaşılamamış olması,

ülkemizdeki karanlık odakların gücünü

koruduğunu göstermektedir'' denildi. AA

İstanbul- Basın Konseyi'nin mesajında,

gazeteci Uğur Mumcu'nun ''kalleşçe

katledilmesi''nin üzerinden 20 yıl geçtiği

hatırlatılarak, çözüleceğine ilişkin ''namus

sözü'' verilen cinayetle bugüne kadar hiçbir

somut gelişme yaşanmadığı, faillerin

yakalanamadığı kaydedildi. Mesajda, şu

ifadelere yer verildi:

''Uğur Mumcu'nun katillerinin cezasız kalması,

demokrasimizin alnında bir kara lekedir.

Mumcu'nun öldürülmesinin üzerinden geçen

20 yılda halen daha faillere ulaşılamamış

olması, ülkemizdeki karanlık odakların gücünü

koruduğunu göstermektedir. Basın Konseyi

olarak, karanlık güçlerin hâkim olduğu günlerin

sona ermesini, Uğur Mumcu cinayetinin

faillerinin ortaya çıkarılmasını bekliyoruz. O

güne kadar demokrasimiz yaralı kalmaya

devam edecektir.'' 24 Ocak 2013

ÖZGÜR MUMCU

[email protected]

İnsanın öldürülmüş babasının arkasından

annesinin yazdığı bir kitap hakkında yazması

benim becerebileceğim bir iş değil.

İçimden Geçen Zaman

Page 12: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2844

İnsanın babası hakkında bir yazı yazması güç iş.

İnsanın annesi hakkında yazı yazması da keza

öyle. İnsanın öldürülmüş babasının arkasından

annesinin yazdığı bir kitap hakkında yazması

ise benim becerebileceğim bir iş hiç değil. İyi ki

kardeş diye bir şey var. Kardeşim Özge yazdı,

bana sadece yazdıklarını paylaşmak kaldı:

“Hayata devam edebilmek için unutmak

gerekir. Arkasında bir dolu tatsız anıyı

bırakarak yolunuza devam etmeniz gereklidir.

İnsan hafızası, iki ayrı ‘ceza’ ile örülmüştür; biri

hatırlamak, diğeri de unutmak ya da

unutabilmek.

Yaşanan olaylar, hafızanızın en derinine itilmiş

olsa dahi, bir ufak anıyla yeniden çıkabilecek

denli bugünün dünyasıyla etkileşim içinde yer

alır. Bugün yaşadığınız ufak bir olay, bir

şekliyle dünü hatırlatır ve bugün ile bu anların

yaşanmasının önüne de geçer. (...)

Bu uzun girişi, annem Güldal Mumcu’nun

yazdığı kitap üzerine kaleme aldım. Hayatımın

büyük bir kısmı, babamın öldürülmesi ve

babamın öldürülmesinden sonra onu en

azından hafızalarda da olsa yaşatma inancı ile

onu yaşatmamak için uğraşan zihniyetin garip

dansıyla geçti. Hayatlarımızın, diyelim. Çünkü

yaşanan o an, bir ülkeyi kedere boğduğu

kadar, ailemizin dünyasını da bir bilinmezliğe

sürükledi. Tüm dünya yeniden yerinden

oynadı; bir deprem gibi, bildiğimiz, inandığımız

her değer teker teker yıkılıverdi.

Yaşamaya devam edebilmek için terör

örgütlerinin yanımızda cirit attığını ve çoğu

zaman okula giderken bizleri de gözlediğini

unutmamız gerekti. (...) Çünkü hayata olağan

akışında devam edebilmek için hiçbir şey

olmamış gibi yaşamak gerekiyordu. Bir yandan

okulu bitirmek ve bir gelecek kurmak

gerekirdi. (...) Bir geleceğe inanabilmek

gerekirdi. (...)

İçimden Geçen Zaman

Annem, uzun zamandır bu kitap üzerine

çalışıyordu. Olayın yaşandığı ilk zamanlarda

aile dostumuz Demet Börtücene, olanların

üzerine unutma perdesi inmemesi için

anneme anlattırmıştı; ne oldu, nasıl oldu diye.

Kasetleri deşifre ederek başladık önceleri.

Hatta zorlandığı zamanlar, sen konuş, bir

teybe anlat, nasılsa yazı diline aktarırız,

dediğimi de hatırlıyorum. O kadar zordu ki tüm

o kasetlerin yeniden deşifre edilmesi ve tüm

bunları yeniden hatırlamak; üstelik unutmak

mümkün değilken. Kaç yumru defalarca

oturdu boğazıma.

Ardından defterlere günbegün aldığı notlar

geldi. Çeşitli anekdotları anlattığı dostlarımız

soruyordu: ‘Bu insanlar neden sana bu kadar

açık konuşuyor?’ Annem de acı tatlı gülerek

yanıtlıyordu: ‘Beni itiraf.com sanıyorlar galiba.’

Kitabın yazımı bitene kadar elimi sürmedim.

‘İçimden Geçen Zaman’ dosyasını da birkaç

hafta önce bir uçak yolculuğunda okudum.

Elimde mendillerle, olayın ufak tefek

detaylarını yeniden hissederek. Yaşadığımız

olayları ne kadar yalın ve sade anlattığını

iliklerimde hissettim.

Page 13: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2845

Bu kitap, babam Uğur Mumcu’nun

öldürülmesinin ardından annem Güldal

Mumcu’nun yazdığı çok önemli bir kitap.

Çünkü adım adım bir cinayetin kimler

tarafından hasıraltı edilmeye çalışıldığını

anlatıyor. Cinayeti örtbas etmeye çalışan

tarafın, yakınları öldürülen ve bu cinayeti

sorgulayan bir aileyle hangi psikolojik

savaşlarla uğraştığını da satır satır ve isim isim

okuyacaksınız. Araştırmacı gazetecilik üzerine

çalışmak için kurulan bir vakfın temellerinin

nasıl atıldığını da okuyacaksınız. Geçtiğimiz 20

yılın acı bir özetini...

‘Yapmak zorunda kaldığım bu görüşme ve

tartışmalar, bana, olayın ağırlığını ve

ciddiyetini farklı yönlere taşımak niyetinin her

kesimde olabileceğini gösteriyordu. O’nun

ardından yapılacak her şeye karşı dikkat

etmemin gerekebileceğini de...’ (s. 61)

Bir insanın hayata devam etmesi için unutması

gerekir, başta dediğim gibi. Ama yaşadığınız

travma toplumsal bir travmayken bu travma

sonucu yaşananları geçmişin sisli duvarlarına

mı gömmek gerekir? Her şeyi açıkça söylemek,

babamın onun için uğraştığı topluma

ödenmesi gereken bir borç değil midir?

Duvarların arkasında hangi duvar varsa artık

yıkılmasının zamanı gelmedi mi? (...)

‘Bu kitapta yazılanların hepsi gerçektir’ diyor

ya. Evet, bu kitapta yazılan her şeyin birebir

tanığıyım/tanığıyız.

Mumcu ailesi olarak ise ayrıcalıklı değiliz,

sadece tüm bunları yaşadık ve Güldal Mumcu

da aktardı. Ve elbette, ortalık biraz karışacak.

Ne de olsa ‘denizler durulmaz

dalgalanmadan’...”

Güldal Mumcu’nun İçinden Geçen Zaman:

Rugan ayakkabılı savcı 08 ARA 2012

Güldal Mumcu eşi Uğur Mumcu’nun

ölümünden 19 yıl sonra yazdığı İçimden Geçen

Zaman adlı kitapta okurlarını, Türkiye’nin

karanlık tarihine götürüp aslında her şeyin pırıl

pırıl gün gibi aleniyet içinde geliştiğini

anlatıyor. Kitap 24 Ocak 1993 Pazar günü

başlıyor. Yani Uğur Mumcu’nun elbirliğiyle

katledildiği günün sabahından…

Soruşturmayı mümkün olduğunca yüzeyden

yürüten dönemin Cumhuriyet Savcısı Ülkü

Coşkun ile Güldal Mumcu arasında sinir

bozucu tartışma 18 Şubat’93 Perşembe günü

yaşanıyor.

Ülkü Coşkun, “Uğur Beyi tanırım, takdir

ederim, hatta birlikte içki içerken

fotoğraflarımız vardır” diyor.

Güldal Mumcu bu içkili fotoğraf meselesini

şöyle anlatıyor: “12 Eylül döneminde Uğur

sıkıyönetime gitmiş, koridorda karşısına Ü.

Coşkun çıkmış. Israr ederek odasına davet

etmiş. Öğle saati olmasına ve Uğur’un ‘ben içki

içmem’ demesine karşın odasına içki getirtmiş,

sonra birlikte fotoğraf çektirmiş. Uğur bunlara

bana hayretle anlatmıştı!”

Güldal Mumcu, “Uğur’u tanıyorum dediniz,

söyler misiniz, saçları ne renkti?” diye sorunca

Coşkun “siyahtı” yanıtını veriyor.

-Peki, o zaman ne demeye saçları ak, gözleri

mavi yazan otopsi raporunu imzaladınız?

-Raporun altında üç kişinin daha imzası var,

onlara neden sormuyorsunuz?

-Bu rapor sizin yönetiminizde ve

sorumluluğunuzda hazırlardı. Siz de

buradasınız, size soruyorum!

Savcı, hukuki bir soruşturmayı yürütecek

bağımsız ve de tarafsız bir yetkiliden çok

cinayeti işleyen şebekenin üzerinde kan

lekesiyle yakalanmış elemanı ruh haliyle

sürekli olarak itişmeyi tercih ediyor.

Güldal Mumcu “arka arkaya üç patlama oldu”

diyor, savcı “yaz kızım” diyor:

Page 14: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2846

-Patlama oldu!

-Bir değil üç patlama oldu diye yazın…

-Bu bir ayrıntı, ne önemi var?

-Cinayet davaları ayrıntılarla çözülür!

Güldal Mumcu acısına karşın soğukkanlı

duruşuyla Ülkü Coşkun’u “pes” ettiriyor:

-Güldal Hanım üstüme gelmeyin, namus borcu

dediler, Hükümetin hiçbir üyesi dosyanın ne

olduğunu bana sormadılar!

Ülkü Coşkun en sonunda bombayı da

patlatıyor:

-Bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse

çözer!

Güldal Mumcu savcının arkasından bakarken

aklında kalan bir ayrıntıyı da not etmiş:

-Siyah rugan ayakkabılarını anımsıyorum salon

kapısından çıkarken gözüme ilişen!..

Uğur Mumcu yazmıştı: Tanrı Devleti!

“Uğur (Mumcu) Türkiye’nin 15-20 yıl içinde

imam hatipliler tarafından yönetileceğini,

hakimlerin de imam hatipliler arasından

çıkacağını yazıyordu, çalışmalarını bu konular

üzerine yoğunlaştırmıştı!”

Güldal Mumcu böyle yazıyor… Hıristiyanlıkta

bunun adı vardı: -Tanrı Devleti!

Katilleri bildiriyorum!

İçimden Geçen Zaman’ın içinde öyle ayrıntılar

var ki, yıllardır “içinde devletin olmadığı hiçbir

büyük eylem başarıya ulaşmaz” tezinin

kanıtlarını sergiliyor.

Kitaba dönelim, Güldal Mumcu’nun Haziran

notlarına bakalım:

“14 Haziran sabahı saat 08.00 civarında

telefon çaldı. Ben açtım. Tok bir erkek sesi,

suikastın içinde olup cinayeti

gerçekleştirdiklerini ileri sürdüğü bazı emniyet

görevlilerinin adlarını verdi:

-Siyasi Şube Müdür Yardımcısı Şükrü Açıkbaş,

eski Hassas Bölgeler Müdürü Fahrettin Kaçar,

Pasaport Şubesinden Başkomiser Ahmet

Düşünmez, emekli başkomiser Nihat Demir!

Mumcu’nun soru sormasına fırsat vermeden

telefonu kapatıyor.

Bu bir iftira olabilir. Ama bir an için durup,

Hrant Dink cinayeti dosyasında kaç devlet

memurunun “zanlı” olarak geçtiğine bakalım…

Sonra Uğur Mumcu cinayetini titiz ayrıntılarla

anlatan Güldal Mumcu’yu yeniden okuyalım.

Umut Operasyonu Davası Av. Halil Sevinç

Biraz sonra emniyet yetkilileri de ortalığı çalı

süpürgesiyle temizlediler. Güya delil

topladılar. Devlet görevlileri art arda demeçler

verdiler. cinayetin aydınlatılmasının “namus

borcu” olduğunu söylediler.

Bu arada televizyoncularımız boş durmadı,

buldukları kişileri televizyona çıkarıp öldürme

fiilini işleyip işlemediği konusunda yemin bile

ettirdiler. Birileri çıktı, öldürenlere Uğur’u nasıl

öldüreceklerini öğrettiğini söyledi. Ciddiye

aldılar, meclis soruşturma komisyonunda ve

televizyonlarda dinlediler. Hatta aslı failler

ortada yokken bu kişi hakkında Ankara 2 No’lu

Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde dava bile

açtılar.

Derken İstanbul Beykoz’da Hizbullah lideri

Hüseyin Velioğlu'nun kaldığı eve emniyet

güçlerince yapılan baskında bir kısım bilgisayar

kayıtları ele geçti. Bu kayıtlar içerisinde örgüte

özgeçmiş veren birisinin Uğur Mumcu

cinayetinden de söz ettiği ortaya çıktı. Ele

geçen belge ve bilgilerden hareket eden

Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı

Tevhit-Selam Örgütü / Kudüs Ordusu diye bir

yapılanmaya ulaştı. Bu yapılanmanın

Page 15: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2847

liderlerinden birisinin Uğur’un katline yönelik

sorgusunda “Ankara’dan Tekin ve grubuna

bakın” demesi üzerine, savcılık Ferhan Özmen

ve arkadaşlarına ulaşır.

Verilen namus sözlerine rağmen Uğur’un

katlinden yaklaşık 7,5 yıl sonra 11.07.2000

tarihli iddianameyle Ankara 2. No’lu Devlet

Güvenlik Mahkemesi’ne 2000 / 102 esas

numarasıyla ilk dava açılır.

Dosya sanıklarının anlatımlarının ortak yanı,

hepsi de değişik tarihlerde eğitim için İran’a

gitmiş olmalarıdır. Yine sanık anlatımlarına

göre eylemlerde kullanılan silah ve patlayıcılar

değişik zamanlarda İranlı kişilerce Türkiye’de

sanıklara teslim edilmiştir.

Yargılama sonunda Uğur’un katline bir fiil

katıldığı belirlenen Ferhan Özmen, Nejdet

Yüksel ve Rüştü Aytufan’ın, “idam cezası” ile

cezalandırılmalarına karar verildi. Uğur’un

arabasına bizzat bombayı koyduğu iddia edilen

firari sanık Oğuz Demir’in dosyası ise ayrıldı.

Yargılama Ankara 11. Ağır Ceza

Mahkemesi’nin 2004 / 216 esasından

yürütüldü. Sonuçta bozma kararında

gösterilen eksiklikler giderilerek tekrar karar

oluşturuldu. Bu kararla Ferhan Özmen

ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi.

Karar Yargıtay tarafından onadı. Ancak

örgütsel yapılanmada yer alan sanıklar

yönünden bozuldu.

İkinci bozmadan sonra Yargıtay’ın yanlış bir

değerlendirmesi sonucu Uğur’u katledenlerin

cezaları kesinleştiği için dosyada bizim

müdahillik sıfatımız kalmadı. Yanlış

değerlendirme diyoruz, çünkü öldürme ve

bombalama olayları davada yargılanan

örgütün kuruluş amaçlarını gerçekleştirmek

için yapılmış eylemler olduğu zaten kararda

kabul edilmektedir. Sadece öldürenlerin

yargılanmasına değil öldürme eylemini

örgütsel amaç için gerçekleştirenlerin

mensubu olduğu örgüt elamanlarının

yargılanmasına da katledilen kişinin

yakınlarının müdahil olması gerekir.

Örgüt mensuplarına yönelik ikinci bozma

kararı üzerine Ankara 11 Ağır Ceza Mahkemesi

Selam ve Tevhit - Kudüs Ordusu Örgütü

sanıklarından Mehmet Ali Tekin, Hasan Kılıç ve

Ekrem Baytap, “silahlı suç örgütü kurma ve

yönetme” eylemlerinden 15’er yıl hapis

cezasına mahkûm etti. Sanıkların yargılama

aşamasındaki iyi halleri nedeniyle takdiri

indirim uygulayan mahkeme, cezalarını 12 yıl

6’şar ay olarak belirledi.

Sanıklar Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf

Karakuş, Mehmet Şahin ve Recep Aydın da

“silahlı suç örgütü üyesi olmak” suçundan 7 yıl

6’şar ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme,

bu sanıkların yargılama aşamasındaki iyi

hallerini dikkate alarak, cezalarını 6 yıl 3’er ay

olarak belirledi.

Firari sanık Oğuz Demir hakkında açılan dava

devam etmektedir. 24 Ocak 2013

Satranç

Geçmiş zaman olur ki: Hey gidi günler hey

Değişik bir outlook: Uzun saç, uzun bıyık ile

satranç masasında tam yoğunlaşma

Page 16: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2848

Çay Nasıl Demlenir? (2)

Çay demleme usulleri

Aşağıda çay demleme usullerinden üçünü

sunuyoruz. Bunlar oldukça basittir. Ama

dikkatsizlik yüzünden o güzelim çay tam

demini alamaz. İçenlere de tam bir işkence

olur. Bu nedenle çay demlerken anılan ince

ayrıntılara dikkat etmenizi öneriyoruz.

Misafiriniz geldi ama hemen gidecek, acil

pratik kaliteli çay nasıl demlenir? Takla aşırma

usulü çay bunun için en pratik yoldur.

TAKLA AŞIRMA USULÜ

Bu usulde tek çaydanlık kullanılır. Çaydanlık su

ile doldurulur ve ocağın üzerinde kaynamaya

bırakılır. Yine 3 dakika kaynadıktan sonra

ocaktan indirilir. Fokurdaması dinince üzerine

yeterli miktarda çay konur ve tekrar çaydanlık

ocak üstüne konur ve çayın bir iki takla atması

beklenir.

Bundan sonra çaydanlığın ağzı bir kâğıt ile

tıkanır ve çaydanlık uygun bir bezle sarılarak

bir müddet beklenilir. Artık çay hazırdır.

EN GÜZEL USUL

Büyük çaydanlığa su doldurulur ve ocağa

konur. Aynı zamanda küçük çaydanlığın

(demlik) içine de yeteri kadar çay konulur

(Burada kullandığınız çayın kalitesinin önemli

olduğunu belirtelim!).

Hafif ılımış olan büyük çaydanlıktaki su ile

küçük çaydanlığa konulan çay güzelce yıkanır.

Küçük çaydanlık ocak üstündeki büyük

çaydanlığın üzerine hafif eğik olarak konulur.

Küçük çaydanlığın kapağı da hafif eğik olarak

üzerine konulur.

Büyük çaydanlıktaki suyun 3 dakika kaynaması

beklenir. Sonra ocaktan alınır ve fokurdaması

geçinceye kadar bekletilir. Daha sonra küçük

çaydanlıktaki rutubetli çayın üzerinde

gezdirilerek küçük çaydanlık doldurulur.

Büyük çaydanlığa su ilâve edilerek tekrar ocak

üstüne konulur. Küçük çaydanlık da onun

üstüne konur ve küçük çaydanlığın kapağı yine

hafif eğik bırakılır; ocak biraz kısılır. Büyük

çaydanlık kaynadığında çay da demini almak

üzeredir. Bir müddet bekledikten sonra

bardaklar da sıcak su ile çalkalandıktan sonra

afiyetle demini iyi almış bir çay içilebilir.

ERZURUM USULÜ

Bu usulde biraz tüpe acımayacaksınız! (Yanlış

anlaşılmasın, israf edin demiyoruz!)

‘Tavşankanı’ tabir edilen türde çay isteyenler

bunu tatbik edebilirler

Her iki çaydanlık da su ile doldurulur. Küçük

çaydanlığın içindeki soğuk suyun üzerine

yetecek kadar çay konur. Büyük çaydanlık

ocağın üzerine yerleştirilir, küçük çaydanlık da

hemen üzerine hafif eğik olarak bırakılır. Bu

usulde alttaki çaydanlık sürekli kaynamalı, su

azaldıkça üzerine su ilâve edilmelidir.

Ne zaman küçük çaydanlıktaki çay çökerse

çayımız hazır demektir. Alttaki suyun buharıyla

küçük çaydanlık ısıtıldığından bu usulde biraz

zamana ve sabra ihtiyaç vardır. Çayı içince

emeğinizin boşa gitmediğini anlayacaksınız.

Page 17: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2849

Mutluluk...

Bir Kızılderili masalında denir ki;

Kâinatın yaratılışı tamamlanmış, sıra insanı

yaratmaya gelmiştir...

Yaratıcı insanı yaratmadan önce, bütün

varlıklara seslendi:

-"İnsanlar; mutluluğun sırrını ancak ona hazır

olduklarında öğrensinler istiyorum... Sizce bu

sırrı nereye saklayayım?"

Kartal söz aldı...

-"Bana ver Tanrım, onu Ay'a götüreyim..."

Yaratıcı;

-"Hayır" dedi, "Bir gün gelir oraya da giderler

ve onu kolayca bulabilirler..."

Yunus balığı;

-"Onu Okyanus'un derinliklerine gömeyim

Tanrım..." diye teklif etti...

Yaratıcı;

-"Orada da onu rahatlıkla bulabilirler..." dedi...

Aslan ormanın derinliklerini önerdi...

Koyunlar ıssız meraları...

Tanrı hiçbirisinin önerisini kabul etmiyordu...

En sonunda köstebeğin önerisi geldi;

-"Allah'ım bu sırrı insanların içine koy...

Mutluluk onların içinde saklı olsun...

Hazır olan kendi içinde mutluluğu bulabilsin..."

dedi...

Mutluluğun sırrı insanın içinde bulunur...

Onu dışarıda arayanlar önünde sonunda; hep

mutsuz olurlar...

Dışarıda saklanmış bir mutluluk yoktur...

Mutluluğun şifreleri ve sırları içimizde

saklanmıştır...

Mutluluk yolculuğunu içinize doğru

yapmazsanız, dışarıda neye sahip olursanız

olun, mutlu olamazsınız...

Esasen dışarıda bizi mutlu edecek şeyler

bulunmuyor...

Yolculuk içimizdedir...

Mutluluk da...

Hayat da...

Anna Kostenko

Nazire:

"Her ne arar isen kendinde ara

Hasırda, kasırda, nasırda değil!"

Page 18: Antalya Literary Express 3

Antalya Literary Express cilt 1 sayı 3

2850

Briç

Haftanın Eli – İmparator Çıldırmış!

ALE03

Dağıtan Kuzey Zonda Hiçbiri

♠ 9 8

♥ A K Q

♦ J 6 2

♣ K 7 6 4 2

♠ J 5 2

♥ —

♦ Q 3

♣ A Q J 10 9 8 5 3

K

B

D

G

♠ A 10 7

♥ J 10 8 7 6 5 3 2

♦ A 10

♣ —

♠ K Q 6 4 3

♥ 9 4

♦ K 9 8 7 5 4

♣ —

Kontrat: 3 SA – Güney

Batı trefl asını çekti ve trefl damıyla sürdürdü. Seyircilerin şaşkın bakışları altında doğuda oturan son Vietnam İmparatoru (Annam Kıralı) Bao Dai ilk iki elde pik asını ve karo asını yedi. Seyircilerden “İmparator çıldırmış olmalı” fısıltıları duyuldu. Oysa İmparator ne yaptığını gayet iyi biliyordu; masada 3 SA kontratını batıracak savunmayı bulmuştu! İnanmazsanız güneyde 3 SA oynadığınızı düşününüz ve kontratı yapmaya çabalayınız.

Briççilere Öğütler 2 - Briç Prensipleri

1. Briç, teknik bilgi ve hüner gerektirmesinin

yanında, bir kişisel karakter meselesidir. Kişinin masadaki tavırları, ortağa ve rakiplere karşı davranışları karakterinin adeta aynasıdır.

2. Briç, kaliteli kişilerin kaliteli ortamlarda

yaptıkları kaliteli bir spordur. Kalitesiz briç ortamlarından uzak durulmalıdır.

3. Briçte başarı, soğukkanlıl ık ve sürekli

konsantrasyon, uygulanan sisteme tam hâkimiyet, kurallarla yasalarla, ortama saygıyla ve neşeli davranışlar sergilenmesine bağlı

olarak artar. 4. Briçte konuşmaların ve oyunun her

aşamasında açık bir zihinle, sağlam şekilde düşünmenin yerini alabilecek bir başka husus

yoktur. 5. Teknik konuların yanında, briçte insanların da

var olduğu ve insan davranışlarının (egoistlik,

sevecenlik, temkinlilik, agresiflik,) oyunun sonucunu etkileyeceği iyi anlaşılmalıdır.

6. Konuşmalarda ve oyunda aceleci davranışlar gösterilmemeli, mevcut konuşma ya da oyun

alternatiflerini değerlendirmek için zaman iyi kullanılmalıdır.

7. Briçte hırs (ego) kontrol edilmeli, salt rakibi oynatmamak için yarışılmamalıdır.

8. BRİÇ HESAP İŞİDİR. Alınacak skordaki kâr/zarar hesaplarını zihnen süratle yapabilmek için maçta uygulanan skor sistemi iyi bilinmelidir.

9. Maçtaki molalarda gerçekten dinlenmeli ve bir sonraki seansa dinlenmiş olarak girilmelidir. Molalarda briç dışı konular konuşulması öneril ir.

10. Önceki ellerde yaşanan başarılar ya da felaketler o elde bırakılmış olmalı bir sonraki ele taşınmamalı, eski olaylar i le gereksiz tartışmalar konsantrasyon kaybına neden

olmamalıdır. 11. Canlıl ık ve dinginliğin, gerginlik ve sinirli liği

yenec eği iyi bilinmelidir.

12. Masada ufak tefek şeylerin konsantrasyonu bozmasına izin verilmemelidir.

13. Oynanmakta olan oyundan keyif alacak derecede heyecan duymak iyidir, aşırı heyecan

zararlıdır. 14. Briçte sistem esastır. Cin fikirlilik yaparak

sistemde önceden tanımlanmamış konuşmalar

icat edilmemelidir. 15. Siz Yer (Dummy) iken, zihnînizi dinlendirmeye

bakın. Ortağınızın ya da rakiplerin oyununa yoğunlaşıp kendininiz yormayın.

16. Olası felaketler karşısında ne yapmanız gerekeceğine önc eden karar verin.

17. Rakiplerin oynadıkları farklı sistemler hakkında da bilgi sahibi olunmalıdır. Briç bir savaş oyunu

kabul edilmelidir. Rakibin stratejileri ve taktikleri hakkında savaş öncesinde bilgi edinmek ve savaşa hazırlanmak esastır.

Briç Köşesi İletişim bilgileri: Süleyman Özel e-

posta: [email protected]